BURAYA UZUN BiR YOLDAN GELDiM
Transkript
BURAYA UZUN BiR YOLDAN GELDiM
5ARALI K2 01 4-SAYI 1 5 5 Mi mi k s i zAdam Avr am Gr ant SezonunSür pr i zAdayı Mer s i nİ dmanYur du Real ʼ i nÇal ı mı As ens i o F ut bol c ul uğundaol duğugi bit ek ni kdi r ek t ör l üğündede uzunbi ryol danGal at as ar ayʼ agel enHamza Hamzaoğl uʼ nungi dec ekdahauzunbi ryol uv ar Yayın Koordinatörü Hamza Hamzaoğlu İlker Yılmaz 7 yaşında, bir gece vakti, ailesiyle birlikte gizlice sınırı geçerek Türkiye’ye sığınmıştı Hamza Hamzaoğlu. Minik, yıldız ve genç takımlarda gayet başarılı olmasına karşın nüfus cüzdanı olmadığından lisansı bile yoktu, hiç resmi maçta forma giymedi. Zorluklarla büyümenin ne demek olduğunu küçük yaşta öğrenmişti. Futbol hayatında da zorluklarla yaşadı, kolay kolay bir yere gelmedi. 21 yaşında geldiği Galatasaray’dan 25 yaşında ayrıldı. Siirt’te, Yozgatta, Konyada, Alanya’da 1’nci, 2’nci, 3’üncü ligde oynadı. Teknik direktörlüğe de alt liglerden başladı. 2.’nci lig, 1’nci lig ve en son Süper Lig’de Akhisar’da oldukça başarılıydı. 1995’te ayrıldığı Galatasaray’a 19 yıl sonra bu kez teknik adam olarak geri döndü. Hayatım Futbol’un 155. sayısında Hamza Hamzaoğlu’nun geçirdiği uzun yolu bulacaksınız. Yazarlar Bahadır Bozkurt Cihat Akbel Emre Çelik Kutay Ersöz Mustafa Irgıt Serkan Akkoyun Uğur Karakullukçu Kapak Fotoğrafı Tuncay Şen (Galatasaray Dergisi) Bu sayıda ayrıca; Süper Lig’in sürpriz adayı Mersin İdman Yurdu’nu, 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan Katar’ın futbolunu, Mallorca’dan Real Madrid’e transfer olan yeni yıldız adayı Asensio’yu, Chelsea’nin başına epeden indiği gibi geçmişi tepeden inme olmayan Avram Grant’ı ve Atletich’in mabedi San Mames’teki maç gezisini bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #155 BU SAYIDA Hamza Hamzaoğlu Özel Buraya uzun bir yoldan geldi, daha uzun bir yolu var Hamzaoğlu’nun çözmesi gereken 4 sorun Sezonun Sürpriz Adayı 11 haftalık performansıyla zirveyi zorlayan Mersin İdman Yurdu, sezonun sürprizi olmaya aday Real’in Çalımı Devlerin peşinde olduğu Mallorcalı Marco Asensio Real Madrid’de Mimiksiz Adam Chelsea’ye tepeden inmesiyle tanıdığımız Avram Grant’ın hayat hikâyesi bir hayli trajik Katar’ın yeni eğlencesi 2022 Dünya Kupası’nın ev sahibi Katar’ın futbolunda neler oluyor Maç Gezileri Futbola dair her şeyin olduğu Bilbao’da Atletich’in yeni mabedindeydik Kutay Ersöz BURAYA UZUN BiR YOLDAN GELDiM Her sıkıntılı kulübün sıklıkla yaptığı gibi Galatasaray da zor günlerinde eski evladına sarıldı. Hayatındaki tüm başarılara tırnaklarıyla kazıya kazıya gelen Hamza Hamzaoğlu için Ezel’den replik çalıyoruz: Buraya uzun bir yoldan geldim Profil HF155 Türk dizi tarihinin en başarılı yapımlarından biri olan Ezel’in hikâyesini bilirsiniz. Genç Ömer’e bir tuzak kurulur, hapse düşer, kurtulma ihtimali yoktur ama Hayata Dönüş Operasyonu esnasında bir şans bularak yeni bir kimlikle geri döner… Dizinin ilk bölümünde söylenen ilk cümle şöyledir: “Buraya uzun bir yoldan geldim, daha uzun bir yolum var.’’ 25 yaşında Galatasaray’dan koparılan Hamza Hamzaoğlu’nun 20 sene sonra Florya’ya geri dönüşü bu hikâyeyi andırıyor. Yuvasından koparılan, kendi şansını kendi yaratan, tırnaklarıyla kazıyarak başladığı yere geri dönen bir teknik adamın hikâyesi var karşımızda. Üstelik Ezel ile Hamza Hamzaoğlu’nun tek benzerlikleri öyküleri değil. İkisi de kendilerine yeni bir kimlik oluşturdular. Ömer Uçar, hikâyenin ortasında Ezel Bayraktar olurken, 7 yaşında Yunanistan’dan Türkiye’ye göç eden ve uzun süre kimliksiz bir şekilde yaşayan genç Hamza, 17 yaşında Hamza Hamzaoğlu adını alarak kariyerine başladı. Ezel’den replik çalarak; (bu hikâyenin nasıl biteceğini bilmiyoruz ama nasıl başladığını biliyoruz) bilinen hikâyeyi en baştan anlatalım. Çünkü Galatasaray, başka bir teknik direktörle anlaşsaydı belki de bu yazı, yeni gelen ismin antrenörlük günlerini ele alırdı. Fakat, öykünün kahramanı Hamzaoğlu olunca en baştan başlamak gerekiyor. Zaten yüksek ihtimalle, babasını kaybettiği günün sonunda Galatasaray’dan teklif alan Hamza Hoca da, acı ve gururun iç içe girdiği o günde hayatını film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirmiştir. Yunanistan - Türkiye gerginliğinin tavan yaptığı yıllarda, 1974 Kıbrıs Harekatı’nın 3 sene sonrasında, bir kış gecesi ailesiyle beraber bir sandal sayesinde Yunanistan’dan Türkiye’ye kaçışı, 14 yaşında İzmir’deyken akranlarıyla oluşturduğu mahalle takımına teknik direktörlük yapması, Galatasaray’a ilk gelişi, Galatasaray’dan beklenmedik bir şekilde gönderilişi, ilk antrenörlük deneyimini yaşadığı Malatyaspor günleri, Eyüpspor’a oynattığı final, Denizli’de ıslıklar, en göz önünde olanı belki en rahatı Akhisar Belediyespor başarısı… “Film gibi bir hayat hikâyesi” demek belki fazla romantiklik olacak ama örnek oluşturacak bir başarı hikâyesiyle karşı karşıya olduğumuzu da inkar edemeyiz. 1970 yılında Yunanistan’da, Türk nüfusunun fazla olduğu Gümülcine şehrinde doğan Hamza Hamzaoğlu, 7 yaşında ailesiyle beraber Türkiye’ye kaçtı. Gerçek bir kaçış öyküydü. Aile, Meriç Nehri üzerinden sandalla Türkiye topraklarına vardı ve daha sonra bir traktörün arkasında yola devam etti. Soğuk bir kış gecesinde kendilerine yeni bir vatan bulan ailenin soyadı da kimliği de yoktu. Küçük Hamza, futbolla ilk ciddi yakınlaşmalarını ailenin yaşamak için seçtiği şehir olan İzmir’de gerçekleştirdi. Henüz 14 yaşında kurduğu mahalle takımına antrenörlük yaptırması belki de bugünlerin habercisiydi fakat o günlerde etraftakiler için sadece akranlarından daha iyi olan bir futbolcuydu. Bu özelliği onun altyapılara girmesini sağladı. Altay ve İzmirspor kulüplerinde geçirdiği günlerde en büyük sıkıntısı kimliksiz olmasıydı. Lisans çıkartamadığı için resmi maçlara çıkamıyordu. Bu durum profesyonelliğe yaklaştığı dönemde son buldu. Babası, nüfus müdürünün de tavsiyesiyle babasının adını, ailesine soyadı yapmıştı: Hamzaoğlu. Böylece dedesinin adını taşıyan Hamza da, Hamza Hamzaoğlu olarak profesyonel futbol dünyasına adım attı. İzmispor’un A takımında 3.Lig şampiyonluğu yaşadı. Tam bu noktada “Genç Hamza, İzmirspor forması altında gösterdiği performansla büyük takımların dikkatini çekti” demek isterdik ama aslında uzun bir müddet bir kişi hariç kimselere kendini gösteremedi. Ta ki milli takımın İzmirspor ile oynadığı bir hazırlık maçına kadar. Karşılaşmayı kenardan takip eden Fatih Terim, kendi oyuncularından çok rakip takımın sol bekine takıldı. Bu bakışlar, bugünlere kadar uzanacak bir ilişkinin ilk temelleri oldu. Fatih Terim, 21 yaşında olan Hamza’yı 1991 yılında Yunanistan’da düzenlenen Akdeniz Oyunları’nda mücadele eden takıma dahil etti. O takım finale kadar yükselse de ev sahibi Yunanistan’a olaylı bir maç sonunda mağlup olarak gümüş madalyada kaldı. Gözlerini Yunanistan’da açan Hamzaoğlu ise Yunanistan topraklarında oynadığı futbolla kendini Türkiye’ye kanıtlayarak ironik bir kariyer başlangıcına imza attı. İzmir’de kurulamayan cümleyi değiştirmek, Yunanistan’da mümkün oldu. “Genç Hamza, milli takım forması altında gösterdiği performansla büyük takımların dikkatini çekti”. Artık Galatasaray’ın oyuncusuydu. Galatasaray’da 4 sezon geçirdi. Aslında onun kalitesindeki bir oyuncu için kısa bir süreydi. 4 sezonun içinde unutulmaz United maçları, şampiyonluklar, kupalar (6 kupa), Şampiyonlar Ligi deneyimleri, seneler sonra UEFA Kupası ve dünya üçüncülüğü kazanacak takımın temelleri olsa da, Hamza Hamzaoğlu göz açıp kapayınca kadar geçen 4 sene içinde takımdan ayrıldı. Takımdan ayrılışının ardından ise bazı dedikodular kaldı. Takımın kaptanlarından birisi olan Hamza; kötü geçen 1994/95 sezonunun kurbanlarından oldu. Yusuf Tepekule, Cihat Arslan ve Mert Korkmaz ile beraber takımdan uzaklaştırıldı. Bir rivayete göre bu isimler yaşam tarzları nedeniyle Adnan Polat tarafından takımdan gönderilmişti. Sonuç olarak Hamza, Fenerbahçe’nin de çabalarına rağmen, Cem Uzan’ın İstanbulspor’una 50 milyar bonservisle transfer oldu. Bir sezon önce Ertuğrul Sağlam’ın 67 milyar ile rekor kırdığını hatırlatırsak, ederinin ne kadar yüksek olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Ona harcanan bonservis bir kenara, Galatasaraylı taraftarlar yaşanan ayrılık esnasında Hamza’ya haksızlık yapıldığını düşündü. Belki de bir kanat oyuncusu olarak Sami Yen’in kalbi olan kapalı tribünü önünde oynadığı için taraftarlarla yakın bir ilişki kurabilmişti. Fakat gözden uzak olan gönülden de uzak olur. Hamza’nın ardından gelenler onu çabuk unutturdu. Kendisinden 3 yaş küçük olan Hakan Ünsal ve iki yaş küçük olan Ergün Penbe, seneler içinde Avrupa futboluna altın harflerle isimlerini yazdırırken Hamza Hamzaoğlu, Anadolu’da (Siirt, Yozgat, Konya) gözlerden uzak bir şekilde top koşturuyordu. Belki de Cem Uzan o bonservis bedelini ödemese ve Hamza bir yıl daha takımda kalsa hikâye çok başka yazılacaktı. Onu futbol dünyasına kazandıran Fatih Terim’in 1996’da Galatasaray’a geleceğini de düşünürsek belki de 30 yaşına geldiğinde Kopenhag’da sahada yer alacaktı. Futbol bu tip hikâyeleri sever. Kaybolan yıldızların hayatları; benzer tesadüfleri, kararları, şanssızlıkları barındırır. Konuşması, okuması ilgi çekicidir. Ama daha görkemli olanı, tam bu noktada ayağa kalkan bir ismin hikâyesidir. Aslında bu hafta içinde atılan imza Hamza Hamzaoğlu’nun Galatasaray’a üçüncü gelişini temsil ediyor. 1991 yılında genç bir futbolcu olarak Galatasaray bünyesine dahil olan Hamza, futbolu da Galatasaray içinde bıraktı diyebiliriz. 2003 yılında Galatasaray’ın pilot takımı olan Beylerbeyi’nin çağrısını kırmadı. Galatasaray’ın altyapı oyuncularına ağabeylik yaptı, daha üst liglerde oynama imkânı varken 3.Lig’i tercih etti ve futbolu o sezon sonunda bıraktı. İlk 11’de 30 maça çıkarak, gençlere gereken dersi verdi ve ardından da futbolun çizgilerle ayrılan bölümünü terk etti. Hamzaoğlu, futbola vedasından sonra bir dönem Saffet Susiç’in yardımcılığını yaptı. Yıllar sonrasında Terim’in yardımcılığını yapması,1997 yılında İstanbulspor-Galatasaray maçı ardından yaşanan Terim-Susiç gerginliğini hatırlayanlar için ilginç bir tesadüf oldu. İlk birinci adamlık deneyimi ise 2009 yılını buldu. O dönem Bank Asya 1.Lig’de mücadele eden Malatyaspor’un başına geçti. Malatyaspor ligde zor günler geçiriyordu. İlk yarının son haftalarında takımın başına Hamzaoğlu’nu getirdiler. Yerel basın ve taraftarlar ateş hattındayken genç bir teknik adam tercihini kabullenmekte zorlandı. Hamzaoğlu, ise teknik adamlık kariyeri boyunca farklı bir profil çizeceğini ilk imzasını atarken göstermişti. Genelde böyle bir durumla karşılaşanlar eleştirilere karşı bir tavır koyar, o ise yapıcı bir dille “Burada çiçeklerle karşılanmayacağımı biliyordum. Benim gibi bir antrenöre yönelmek, her kulübün yapabileceği bir şey değil” ifadelerin kullandı. Bu cümleleri ‘kendine güvensizlik’ olarak değerlendirenler çıkabilir ama hocanın oynattığı futbolu da düşününce aslında sadece “kendini ve şartları bilme” şeklinde nitelemek daha sağlıklı olacaktır. Malatyaspor antrenörünü bulmuştu ama futbolcu yoktu! Bazı maçlara 14 futbolcuyla çıktılar. Hamzaoğlu, altyapıdan gençleri de takıma monte ederek ilk 18’i bulmaya çalıştı. O şartlar altında 12 maça çıktı. Alınan 3 galibiyet az görülebilirdi. Ama yönetim kan değişikliği isteyerek onu görevden aldıktan sonra, takım bir galibiyet daha alamadı. Hamza Hamzaoğlu bugünlerde Galatasaray’a geçerken, Malatyaspor ise 44 Malatyaspor adı altında amatör ligde mücadele ediyor. O gün 12 maçta alınan 3 galibiyeti yeterli bulmayan kulüp, devamındaki 2 profesyonel sezonda ise sadece 6 galibiyet yaşayabildi. Hamza Hamzaoğlu’nun antrenörlük döneminin en muhteşem hikâyesi belki de 2009/10 sezonunudur. Akhisar başarısı ne kadar planlı, tutarlı ve uzunsa, Eyüpspor da onun tam tersiydi. Hızlı, coşkulu ve şiirsel… Hamzaoğlu’nun devraldığı Eyüpspor ligin ilk 5 maçı sonrasında puan durumunun son sırasına demir atmıştı. 2. Lig’de mücadele eden takımın hedefi ligde kalmaktı. Genç bir teknik adam olan Hamza Hamzaoğlu’ndan istenen buydu. Zaten daha iyisini istemek de haksızlık olurdu. Hamzaoğlu ve ekibi önce takımı son sıradan kurtardı. Yükselme Grubu’na kalmak için zirve yarışına da dahil oldu ama nefesi yetmedi. Klasman Grubu’nu ise zirvede bitirdi. Bu, play-off demekti. Ekim ayında son sırada yer alan takım, mayıs ayında play-off oynamak için Antalya’ya gitti. İlk iki maç, sezonun geneline yakışan bir şekilde normal sürede bitmedi. İskenderun ve Tokatspor engellerini penaltılarda geçtiler. Tokatspor maçında 3 penaltı kurtaran kaleci Evren’in başarısının arkasındaki isim ise bugün Galatasaray’a gelişi çok tartışılan ekibin parçası olan Metin Mert’ti. Eyüpspor, finalde Mustafa Reşit Akçay’ın çalıştırdığı Tavşanlı Linyitspor ile karşılaştı. 75. dakikada yenilen gol, Eyüpspor’un çok yaklaştığı 1. Lig hayallerini suya düşürdü. Hamza Hamzaoğlu buna rağmen Eyüp’ten hayır duaları ve övgülerle ayrıldı. O dönem “alt lig teknik adamı” sıfatına sahip olan genç hocanın kısa zamanda geri döneceği ve yarım kalan işi tamamlayacağı düşünülüyordu. Gerçekçi bir hayaldi. Ama Hamzaoğlu merdivenleri o kadar hızlı çıktı ki, Eyüpspor’un ona kavuşma ihtimali de her geçen zaman biraz daha zorlaştı. Hamzaoğlu’nun kariyeri her zaman alkışlarla ve desteklerle geçmedi. Denizlispor tecrübesi, Eyüpspor’un hemen sonrasıydı ve tam zıttıydı. Ve belki de en uyuşmayanı... Denizlispor, en üst ligde oynamaya alışmış bir kulüptü. Eyüpspor play-off oynarken onlar Süper Lig’den düşmüştü. Uzun bir aradan sonra alt lig göreceklerdi. Beklemeye tahammülü olmayan bir camia, kısa sürede sonuç almak isteyen bir yönetim ve şöhretlere alışan bir taraftar kitlesi. 1. Lig, Süper Lig gibi değildi. Bunu da belki de şehirde en iyi bilen isim Hamzaoğlu’ydu. Fakat camia daha kolay bir lige geldiğini düşünmüştü. Açık ara farkla şampiyonluk beklemek bu ligdeki en büyük yanılgıydı. Denizlispor o sezon fena top oynamadı. Hatta ligin geneline göre hücum futbolunu tercih etti. Bazı maçlarda gol yollarındaki şanssızlık nedeniyle puan kayıpları yaşandı.12 maç üst üste yenilmeyen takım Youla’nın sakatlığının ardından bocalamaya başladı. Buna rağmen ilk yarıyı lider bitirdi. Fakat bu durum Hamzaoğlu’nun ve ekibinin iç saha maçlarında ıslıklanmasını engelleyemedi. Denizlisporlu taraftarların hocasıyla yıldızı bir türlü barışmadı. Üstüne de şanssız bir ikinci yarı başlangıcı eklendi. Önce deplasmanda Güngören ile beraber kaldılar. Ardından iç sahada oynanan Gaziantep BB Spor maçının 87. dakikasında Ahmet Burak Solakel’in kafasına çarpan top kaleye girdi… 1-0 yenildiler. Tribünler istifa istemekte gecikmedi. Hamzaoğlu’nun Denizli serüveni karambolden yenilen bir golün ardından sona erdi. Hamzaoğlu sonrası Denizlispor ile Malatyaspor arasında paralellik kurmak mümkün. Şampiyonluk isteyen Denizlisporlu taraftarlar 4 sezon boyunca Süper Lig’i görmek bir yana playoff’un yanına bile yaklaşamadı. Liderlik koltuğu bile bir düş olarak kaldı. O günlerde ıslıkladıkları Hamzaoğlu ise, kıt kaynaklı bir ilçe takımını Süper Lig’in en istikrarlı ekibi haline getirdi, kendisi de milli takıma kadar yükseldi. Denizli travmasından sonra Hamzaoğlu’nun en azından sezon sonuna kadar dinleneceği tahmin ediliyordu. Yaklaşık 1 ay sonra Akhisar Belediyespor’un başına geçti. Manisa temsilcisinde 6 yıl süren Atilla Özcan dönemi sona ermişti. Özcan takımı 1. Lig’e çıkarmış ama bu yeni ligde alt sıralarda mahsur kalmıştı. Çoğu teknik adamın cesaret edemeyeceği bir tercihti. Hamzaoğlu, ligin üst sıraları için mücadele ederken, 1 ay içinde kendini en dipte bulmuştu. O sezon ligde 17 takım yer alıyordu. Bir alt lige 2 takım düşecekti. Diyarbakırspor’un düşeceği haftalar öncesinden şekillenmişti. Alt lig için tek bir bilet vardı ve o bileti almamak için 6-7 takım kıyasıya bir mücadele içine girmişti. Fakat diğer takımları rahatlatan bir durum vardı: Zayıf halka Akhisar’ın varlığı... Lige o sezon yükselen Akhisar, 22 maçta 20 puan toplamıştı. Hem en alttaydı, hem kağıt üzerinde en güçsüz olanıydı, hem en tecrübesizi, hem de 17 takımlı ligde rakiplerinden bir maç fazla oynamıştı. Hamzaoğlu böyle bir dönemde aldı takımı. Bir hafta önce Orduspor’dan 4 yiyen ekibini ilk finale çok iyi hazırladı. Güngören’i kendi sahalarında 1-0 mağlup ettiler. Hamzaoğlu’nun kariyerinde takıştığı tek yıldız olarak gösterebileceğimiz Anıl Taşdemir attı golü. Anıl daha sonra Hamzaoğlu onu bir maçta kadroya almadığı için hocasına hesap soracak, ikiliyle yollar ayrılacaktı. Belki o takışma olmasa şu an Anıl PTT 1. Lig’de değil, 33 yaşındaki Bilal Kısa yerine Galatasaray’ın transfer listesinde olacaktı. Sezona geri dönelim. Güngören’den alınan 3 puandan sonra 3 yenilgi. Fakat bu maçlarda Giresunspor dışında hedef rakip yoktu. Daha sonra ise deplasmanda Altay maçı. Akhisar ile Altay arasında 4 puan ve 3 takım yer alıyordu. Yani Altay o maçı kazansa ligi noktalayacak ve önümüzdeki senenin planlarına başlayacaktı. Altay altyapısında futbol oynayan Hamzaoğlu, futbolu öğrendiği Alsancak Stadı’na seneler sonra bir kez daha geldiğinde önemli bir eşikten geçecekti. 3-1 biten maç Akhisar efsanesinin başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Alsancak Stadı yine tarihin akışına tanıklık ediyordu. Altay maçından sonra iki yenilgi daha… Üstelik biri puan durumundaki rakiplerden Kartalspor’a karşı... İşler zora giriyordu ama fikstür avantajı Ege ekibine geçmişti. İç sahada üst üste oynanan iki maç, ikisi de 1-0... Boluspor maçında gelen golün dakikası ise 90… Ligin son haftasına girilirken Akhisar 32 puanda, Kartalspor ve Altay 31 puandaydı. Kaybeden ve bir daha 1. Lig’e geri dönemeyen Altay oldu. İzmir ekibi Adanaspor’a 4-1 mağlup olurken, Tavşanlı’dan 1 puan alan Akhisar ligde kaldı. Hamzaoğlu, ertesi sezon kariyerindeki ilk şampiyonluğu yaşadı. Ligde tuttuğu Akhisar, Süper Lig’e çıktı. Sezon boyunca sadece 5 yenilgi takım adeta “taş gibi”ydi. “Şimdi patlarlar, böyle sürmez” diye bekleyen rakipler yanılmıştı. Son haftada Rize’de oynanan maçta kazanan şampiyon olacaktı. Tıpkı bir sezon öncesinin Altay maçı gibi, kazanan yine konuk Akhisar oldu. Gollerden biri Anıl’dan, diğeri 88. dakikada galibiyeti getiren Lima’dan… İlginç bir tesadüf. Akhisar’ın şampiyonluğa ulaştığı hafta, Hamzaoğlu’nu Türk futboluna kazandıran isim olan Fatih Terim de Galatasaray ile şampiyonluğa ulaşıyordu. Bir sonraki sezon Süper Lig’de birbirlerine rakip olacaklardı. Artık bilinen hikâye. Önce Akhisar’ı Süper Lig’de tutma, ardından ligin üst sıralarına taşıma. Örnek bir karakter, sağduyulu açıklamalar, çalışma, planlama, eldeki az kaynakları verimli kullanma… Hamzaoğlu’nun belki de teknik direktörlük meziyeti bu noktada daha iyi ortaya çıkıyor. PTT 1. Lig’den Süper Lig’e çıkan takımın kadrosunda köklü değişiklikler yapmadı Hemen hemen aynı oyuncularla devam etti. Kadroda yer alan oyuncuların bir kısmı takımın 2. Lig’de şampiyon olan sezonunda da yer alıyordu. Hamzaoğlu, hem kendisini hem kulübünü hem de oyuncularını yükseltiyordu. Futbol hayatlarında bir türlü sıçrama yapamayan Oğuz Dağlaroğlu, Bilal Kısa, Merter Yüce, Emrah Eren, Sertan Vardar gibi isimlere ikinci baharı, daha doğrusu geç gelen bir ilk baharı yaşattı. Bu sezon milli takıma yükselen Bilal Kısa, Hamzaoğlu’ndan önce Karşıyaka’da kadro dışı kalan Karabükspor’da iki senede 10 maç oynayamayan bir oyuncuydu. Şimdi ise ligin gözdesi… Süper Lig’deki ilk sezon sıkıntılı başlar. İlk devrenin sonunda takım son sıraya demir atar. Kurtulma şansı yok gibidir. Transfer döneminde ise takıma Gekas dahil edilir. Yunanistan’da doğan iki adam Akhisar’da buluşur. Gekas takımın ligde kalmasına yardımcı olur. “Gol Tanrısı” lakabını alır. Futbolseverler, Gekas gibi yıldız bir ismin, mütevazı bir takımda sevilen bir karakter olduğunu, ligin son maçının ardından soyunma odasından yansıyan görüntülerden anlar. Aslında zaten o takım ruhunu oluşturan isim de Hamza Hamzaoğlu’dur. Takımın içinde aile havasının oluşması maksadıyla tesislere çocuk parkı yaptıran, bu sayede oyuncuların aileleriyle tesislere gelmesini sağlayan Hamza Hamzaoğlu, bu özelliğiyle Terim için sık sık kullanılan “Florya’nın çimleriyle bile ilgilenen hoca…” efsanesini andırmıyor mu? Hamzaoğlu’nun kariyerini bu şekilde özetlemek mümkün. Milli takım döneminden sonra Galatasaray’a geri dönüşü muhteşem bir hikâyenin yazılacak son sayfası. Hikâyenin sadece bu kısmı bile yeterince ilham verici. diyen adam yeniden Florya’da... Uzun bir yoldan geldi, ama daha uzun bir yolu var… Hamzaoğlu, Galatasaray’a attığı imza ile 2009 yılında takımı çalıştıran bir diğer eski futbolcu Bülent Korkmaz ile kıyaslanıyor. Hatırlanacağı gibi, Korkmaz’ın Florya’daki teknik adamlık dönemi pek iç açıcı değildi. Bu nedenle Hamzaoğlu tercihi de taraftarların bir kısmını memnun etmedi. Tam bu noktada iki isim arasındaki en büyük farkı biraz daha açalım. Hamzaoğlu, futbolculuğu döneminde ‘Galatasaray efsanesi’ olamadı. Sadece 4 sezon giydi sarı-kırmızı formayı. Bülent Korkmaz ise altyapıdan yetişti, senelerce Galatasaray’da oynadı, kaptanlık yaptı. UEFA Kupası’nı kazandı, dünya üçüncüsü oldu. Sürekli yukardaydı, en tepedeydi. Teknik direktörlüğe başlarken de isminden ve etiketlerinden faydalandı. Galatasaray’a gelene kadar kısa Süper Lig deneyimleri vardı. 2. Lig’i yaşamadı, play-off’u yaşamadı, 14 kişilik bir takımı teslim almadı, PTT 1. Lig’in çetin mücadelesine girmedi. Hamzaoğlu ise bunların hepsini yaşadı. En dipten, tırnaklarıyla kazıyarak tek başına geldi. Gerçi tek başına demek de haksızlık olur. Hiç yanından ayırmadığı ekibi ile planlı bir şekilde yol aldı. Fuat Buruk, Yıldırım Uran ve Metin Mert, ilk günlerinden beri onun yanındaydı. Uyum içinde çalışan ekibin başarılı olması kaçınılmazdı. Sneijder için söylediği, çok tartışılan sözlere gelirsek… Yaklaşık 40 saniye sürüyor. 20 yıla yayılan bir geri dönüş hikâyesini ve 6 senede sıfırdan yazılan bir başarı öyküsünü feda etmek için değer mi? Ezel’in 4. bölümüne verilen ad şuydu: En zoru eve dönmektir. Kimliği olmayan adam, kimliğini kendi yarattı, hikâyesini kendi yazdı, yuvasına geri döndü. Zoru başardı. Şimdi sıra öyküyü taçlandırmakta… Türkiye HF155 Uğur Karakullukçu HAMZAOĞLU’NUN 4 GÖREVi Galatasaray’ın yeni hocasını “Herkül’ün 12 görevi” kadar zorlu bir ajanda bekliyor… Elini taşın altına koymak diye bir deyim var, Hamza Hamzaoğlu’nun Galatasaray adına yaptığı için daha çok devasa bir kayanın altına elini koymak denebilir… Kendi adına Galatasaray Teknik Direktörlüğü görevine gelebilmek bir kariyer hedefi olarak hep orada duruyordu, bunu başarmak adına risk alması normal ancak beraber çalışacağı unsurlar onun başarısına katkı vermekten çok ‘başarılıymış gibi’ pozu vermeye alışkınlar. Futbolcu kadrosundan, Abdurrahim Albayrak’ın başını çektiği populist yönetim akımına dek… Bu yüzden Hamzaoğlu’nu “Herkül’ün 12 görevi” kadar zorlu bir ajanda ve görev bekliyor ve önünde çözülmesi gereken birçok sorun birikmiş durumda. 1-Sneijder meselesi Bu aslında ilginç bir şekilde Hamza Hamzaoğlu gibi konuşmasını bilen ve iş odaklı konuşmayı seven bir teknik adam olmasına karşın kendi bagajı olarak önünde duruyor. Wesley Sneijder’in Dünya Kupası öncesinde World Soccer dergisine verdiği “Türkiye’de topu 3-4 kez dürtmeden pas verilmiyor” tespitini Türk futbolu ve futbolcusunun sözcüsü perspektifiyle ele alıp Hollanda-Meksika maçında “Eyy Sneijder” tadında verdiği yanıt dönüp dolaşıp önüne çıktı. Böyle bir konuşmanın çıkması da son derece normal, özellikle yeni oyuncusunun parasını hak edip etmediğini, Hollanda-Galatasaray arasında performans farkı olduğunu sorgulamışken. Hamzaoğlu bu konuda yapılabilecek en doğru adımı attı ve imza attığı basın toplantısında erdemli bir şekilde özeleştirisini de verip o konuşmayı neden yaptığını açıkladı. Wesley Sneijder’i sahada nasıl bir rolde kullanacağı merak konusu ancak attığı adım şüphesiz ki yapabileceklerinin en iyisi. 2-Burak’ı verimli kılmak Gol atmak Burak Yılmaz için Trabzonspor sonrası hemen hemen hiçbir dönem bir sorun olmadı. Galatasaray tarihinin en büyük forveti Hakan Şükür dahi bu takımın altın çağında gol krizleri yaşardı. Burak’ın sorunu bundan ziyade gol vuruşu odaklı olarak fiziğini ve kendini geliştirirken diğer alanlardan fedakarlık etmesi oldu. Top tekniği zayıf, pas yetisi zayıf ancak gol isteniyorsa sahada olması gereken bir oyuncuya evrildi. Bu yüzden oyunu takım arkadaşlarına çok bağlı bir oyuncu ve tek başına üst düzey bir takımın forvetinden bekleyeceği ileride top tutma, pas bağlantısı kurma, duvar olma gibi görevler için birine ihtiyacı var. Kısacası, yıllık 3 milyon euro verip 34 yaşına kadar Burak’ı kendinize bağladıysanız çift forvet oynamak zorundasınız. Hamzaoğlu hem Sneijder’den verim alıp hem de Burak’ın defolarını kapatacak, hem de bu üçlü sahadayken defansif zaafiyet yaşamayacak bir kadro oluşturmak zorunda. 3-Bruma ikilemi Bruma için herkesin farklı görüşleri var… Sporting’de ve Portekiz Milli Takımı’nda ortaya koyduğu üstün performans onu jenerasyonunun en değerli oyuncuları arasına sokmuştu ancak Galatasaray’daki 1 yılı ona hiç iyi gelmedi. Ağır bir sakatlık geçirdi, teknik açıdan yeterliliği sorgulanır halde. Beğenme ya da yetersiz bulmaktan bağımsız bir realite var: 20 yaşında bu kadar maliyetli bir oyuncunuz varsa ya oynatıp parlatırsınız ya da oynatmayacaksanız satarsınız. Bunun arası yok. Galatasaray ve Hamzaoğlu bu tercihi yapmak durumunda. 4-Ameliyata hazırlık Galatasaray son iki yıldır Şampiyonlar Ligi’nde üst tura çıkan bir ekipken dahi iskeleti yaşlı, tamamen hazır ve orta vadede yenilenmesi gereken bir ekip görüntüsündeydi. 23 yaşındaki stoper Semih Kaya dışında iskeletinde 26 yaşından küçük oyuncu bulunmayan, çoğu 30 yaş civarı futbolculardan kurulu bir kadroya sahip olan Galatasaray bu yenilemeyi gerçekleştiremediği gibi oyuncuların birçoğuna da uzun vadeli kontratlar verdi. Selçuk İnan ve Burak Yılmaz’ın kariyerlerini Galatasaray’da tamamlayacağı dünya üzerinde başka hiçbir takımın vermeye gönüllü olmayacağı, bol sıfırlı, 5 yıl vadeli bu kontratlarla garantilendi. Galatasaray’ın dibini dinamitleyen bu facia hamlelerin arkasının ise toplanması gerek. Galatasaray şu kadroyla gelecek yıl da bu sezondan daha fazlasını yapamayacak çünkü oyuncular her yıl biraz daha fazla yıpranıyor, performansı biraz daha düşüyor. Mevcut ekibin problemlerini çözmek kadar mevcut ekibi yenilemek de yönetimin ve Hamzaoğlu’nun görevi. Zor ama birileri yapmalı. Mustafa Irgıt Türkiye HF155 SEZONUN SÜRPRiZ ADAYI Mersin İdman Yurdu 1 sezon ara verdiği Süper Lig’e muhteşem döndü. Rıza Çalımbay’ın öğrencileri sezonun sürprizine imza atabilir Oktay Delibalta Spor Toto Süper Lig’de 11 hafta geride kalırken Mersin İdman Yurdu, 6 galibiyet, 2 beraberlik ve 3 mağlubiyet aldı. Öyle ki sezon başı itibariyle küme düşmeye oynar denilen takım topladığı 20 puanla 4. sırada yer alıyor. İki sezon önceye göre transferde daha akıllı bir İdman Yurdu vardı. Teknik direktörlük koltuğu Rıza Çalımbay’a emanet edildi. Kötü geçen Çaykur Rizespor performansından dolayı taraftarlar dâhil çoğu kesimde tedirginlik hâkimdi. Şu an gelinen noktada ne kadar doğru bir isim olduğunu kanıtladı. Transferlere baktığımızda Serkan Balcı, Servet Çetin, Vederson ve Tita gibi bu ligin deneyimli oyuncuların yanı sıra Nihat Şahin, Oktay Delibalta, Welliton, Loret Sadiku, Abdul Rahman Khalili, Ricardo Pedriel, Marko Futacs, Prejuce Nakoulma ve Nikolay Mihaylov gibi önemli oyuncular da takıma kazandırıldı. Özellikle Welliton ve Nakoulma transferleri nokta atışı oldu. Welliton, kumaşı çok iyi ama başı sakatlıktan bir türlü kurtulamayan ve piyasası olan bir futbolcu. İlk başlarda 1. tercih değildi ama Balıkesirspor ile Akhisar Belediyespor’a attığı gollerle formayı kaptı. Geçen sezon ara transferde Beşiktaş ile de adı geçen Nakoulma’nın transferi ileri uç da sıkıntı çeken takıma ilaç gibi geldi. Mersin taraftarının sevdiği tipte bir transfer oldu. Nduka ve Tonia Tisdell gibi seri ve hızlı ama onlardan bir gömlek daha üstün olan oyuncu alındı. Kaleci Nihat Şahin ve Oktay Delibalta’ya da değinmeden geçmek olmaz. Özellikle Nihat Şahin, gösterdiği muazzam performansla herkesin takdirini toplamaya devam ediyor. Milli Takım seviyesinde bir kalecilik performansı gösteriyor dersek abartmış olmayız. Prejuce Nakoulma Oktay Delibalta ise Rıza Çalımbay’ın kilit oyuncusu oldu. Gençlerbirliği’nde de iyi işler yapmasına karşın fazla süre bulamıyordu. Mersin’e gelerek kariyeri için en doğrusunu yaptı. Eskişehirspor karşısında 10 kişi kalan takımını tek başına sırtlayan performansını izlemeyenler çok şey kaçırdı. Alınan oyunculardan tek hayal kırıklığı yaratan isim ise Marko Futacs oldu. Takım iç transferde de Murat Ceylan, Efe Halil Özarslan, Mitrovic, Berkan Afşarlı, Mahmut Temür, Eren Tozlu, Nurullah Kaya, Güven Varol ve Sinan Kaloğlu gibi isimlerle tekrar anlaşmaya vardı. Özellikle Sinan Kaloğlu hamlesi 11. haftanın sonunda ne kadar doğru olduğunu bir kez daha gösterdi. Sonradan oyun girdiği her maçta etkiliydi ve 4 gol attı. Mitrovic tandemde Servet Çetin ile beraber iyi bir uyum sağladı. Murat Ceylan da orta sahada Khalili ile müthiş form tuttu. Nurullah Kaya ise görev verildiği takdirde elinden gelenin en iyisini ortaya koyduğunu gösterdi. Sezon öncesi kampı klasikleşen bir şekilde Bolu’da başladı. Hazırlık maçlarında ise Süper Lig ekipleri ve Adanaspor ile karşılaşıldı. Bu karşılaşmalarda iyi sonuçlar alındı ve takım Adana Demirspor ve Sivasspor’u da geçerek Cumhuriyet Kupası’yla sezona başladı. Hafta hafta M.İ.Y. 1.hafta Mersin İdman Yurdu, ilk hafta iki maçta da Arsenal’e üstünlük kuran Beşiktaş ile sezonu açtı. Karşılaşmanın sonunda futbol adına bir şeyler konuşulmadı. Çünkü herkes Mersin Arena’nın zemininden şikâyetçiydi. Öyle ki iki takım da bu zeminin kötülüğünden nasibini aldı. Beşiktaş’tan Veli Kavlak, Mersin İdman Yurdu’nda ise Oktay Delibalta sakatlanarak oyunu terk etti. Aslında zeminin kötü olması Mersin takımı için bir avantajdı. Beşiktaş ayağa pas yapmayı seven bir takım, bu şartlar altında zorlanmaları kuvvetle muhtemeldi. Fakat Rıza Çalımbay, maça çıkabileceği en kötü kadro seçimiyle çıktı. Servet’in yanına Hatayspor’dan transfer edilen Rıza Çalımbay genç Mehmet Enes Sığırcı’yı koyması epey şaşırtıcı oldu. Ayrıca Sadiku ve Pedriel yerine ayağı yere daha sağlam basan Tita, Berkan ve Khalili üçlüsünden ikisiyle başlamaması da hata oldu. Enes hamlesinin yanlışlığı da dakikalar 43’ü gösterdiğinde gün yüzüne çıktı. Savunmada yaptığı anlık hata pahalıya patladı. Topu kapan Gökhan Töre, içeriye iyi bir orta kesti ve Cenk Tosun çok iyi bir kafa vuruşuyla takımını öne geçirdi. İkinci yarıda yenilen kontra ataklar da cabası oldu. İkinci yarı iki takım da müthiş bir efor sarf etti. Özellikle Cenk Tosun çok net pozisyonları harcadı. Nihat Şahin kalesinde devleşmeseydi Mersin İdman Yurdu, sezona farklı bir mağlubiyetle başlardı. 2.hafta İkinci hafta ise rakip Kasımpaşa idi. İlk 11’e baktığımızda Beşiktaş maçından epey bir ders çıkarıldığını görebiliyoruz. Tita ve Khalili isimleri 11’e yerleştirildi. Rıza Hoca, Enes’i keserken yine Mitrovic’i dışarıda bırakıyordu ve maça Efe ile başlıyordu. Orta alanda rakibi bozarak atağa kalkma planı ilk yarıda işe yaradı ve Tita’nın attığı iki müthiş golle devreyi Mersin İdman Yurdu 2-0 önde kapattı. Şota ikinci yarının başında Sancak Kaplan’ı oyundan alarak forvet Malki’yi oyuna soktu. Bu hamlesiyle galibiyeti ne kadar istediğini Sinan Kaloğlu gösterdi. Daha sonra etkisiz kalan Scarione yerine Babel oyuna girdi. Bu iki oyuncu da beklentileri boşa çıkarmadı ve asist-gol ile maça direkt etki etti. Rıza hoca bu taktik savaşta mağlup ayrılan taraf oldu. Öyle ki 3’lü defansa dönen rakip takımın iki kenar beki yoktu. Kanat oyuncuları sıkıntı yaratacakken 68. dakikada Nakoulma oyundan alındı ve yerine Pedriel girdi. Ardından 77. dakikada Tita’nın çıkışı tamamen oyun kontrolünü Kasımpaşa’ya verdi. Nihat Şahin kalesinde yine devleşti ve Babel’in penaltısı ile 90+5. dakikada Adem Büyük’ün kafa vuruşunu çıkararak takımına 1 puanı kazandırdı. 3.hafta Üçüncü hafta Çaykur Rizespor ile oynanacak maç Mersin Arena’nın kötü zemini yüzünden Adana 5 Ocak Stadı’nda oynandı. Eski takımına karşı galip gelen Rıza Çalımbay, Mersin İdman Yurdu kariyerindeki ilk 3 puanı aldı. Kasımpaşa maçının ilk 11’i bozulmadı. Rıza Hoca bu sefer dersine tam anlamıyla çalışmıştı. İlk yarı itibariyle aksayan Serkan Balcı ikinci yarıyı göremedi ve tam zamanında yerinde bir değişiklik oldu. Gol yollarında etkisiz olan Futacs yerine de Welliton hamlesi takımı daha hızlı oynamaya teşvik etti. Tita yerine oyuna giren nöbetçi golcü Sinan Kaloğlu’da golünü atarak takımına üç puanı kazandırdı. Takım savunması epey iyiydi, rakibin en önemli oyuncusu Leonard Kweuke’ye alınan önlemler yerindeydi ve vasat bir performans sergiledi. 4.hafta Dördüncü hafta rakip Karabükspor idi. Sahasında bu denli güçlü bir rakip karşısında alınan 3 puan çok kritik oldu. Galibiyeti getiren en büyük faktör ise kuşkusuz takımın ortaya koyduğu üst düzey mücadeleydi. Sadiku-Murat Ceylan ikilisinin orta sahayı sürklase etmesi galibiyeti daha da kolaylaştırdı. Performansı ile bekleneni veremeyen Marco Futacs bile bu maçta gol atmamasına rağmen yaptığı pres ve sakladığı toplarla rakip defansı epey zorladı. Karabükspor’da kritik eksikler olmasına rağmen Traore ve Kumbela gibi her an skoru değiştirebilecek iki oyuncunun varlığı bile yeterliydi. Mersin İdman Yurdu savunması bu iki oyuncuya da adım attırmadı. Bir duran top dışında neredeyse pozisyon verilmedi. Sadiku’nun müthiş golü ise görülmeye değerdi. 5.hafta Beşinci hafta itibariyle Mersin İdman Yurdu, tekrardan Tevfik Sırrı Gür Stadı’na dönüş yaptı. Bu dönüş ise taraftarlar için güzel bir haber oldu. Rakip ise Şenol Güneş’li Bursaspor. Aslında Bursaspor ile tam zamanında karşılaşıldı desek yanlış olmaz. Bursaspor, bu mücadeleden sonra çıktığı 6 maçı da kaybetmedi. Rıza Çalımbay, bir kişi hariç kazanan takımı yine bozmadı. Sezon başından bu yana sağ bek pozisyonunda vasat bir performans gösteren Serkan Balcı kesik yedi. Yerine Güven Varol oynadı. Onun dışında ServetEfe ikilisi uyum sorununu aştıklarını görüyoruz. Takım sıkıştığı anda attıkları gollerle hayat veriyorlar. Bu maçta da duran toptan Servet Çetin’in kafa golüyle takım öne geçti. İkinci yarı iki takım da büyük efor sarf etti. Top bir o kalede bir bu kaledeydi. Nihat Şahin yine kritik kurtarışlarıyla maça damga vurdu. Özellikle Ozan Tufan’ın füzesini çıkarttığı pozisyon bana göre maçın kader anıydı. Onun dışında Welliton ve Sinan Kaloğlu hamlesi takıma maçı getiren değişiklikler oldu. Welliton asisti yaparken nöbetçi golcü Sinan Kaloğlu ligdeki 2. golünü atıyordu. Rıza Hoca, haftalar geçtikçe form tutuyordu ve bu da takımın sıralamadaki yerine direkt etki ediyordu. Takımın müthiş uyumu ise gözlerden kaçmıyor... 6.hafta Altıncı hafta rakip Trabzonspor. Belki de Trabzon ekibi için sezonun en kritik maçı. Büyük umutlarla ve takımı baştan sonra yenileyerek lige giriş yaptılar. Ancak 5 maç sonunda sadece 4 puan toplayabildiler. Halilhodzic’in koltuğu sallantıdaydı ve oyuncuların bu karşılaşmaya daha da ekstra sarılacağı maç öncesi yapılan açıklamalardan belli oluyordu. Mersin İdman Yurdu cephesine baktığımızda kazanılan Bursaspor maçının ilk 11’inden sadece bir değişiklik vardı. Rıza Hoca, Khalili yerine Oktay’ı ilk 11’e monte etti. Bursaspor maçında fena bir oyun sergilemeyen Güven Varol ise sağ bekteki yerini korudu. Maç öncesi kadroyu görünce Khalili’yi hocanın yanında oturtmasına epey şaşırdım. Sadiku-Murat Ceylan ikilisinin önünde oynayan Khalili ile takım çok iyi bir orta saha uyumu yakaladı. Oktay kötü bir maç çıkarmadı ama bu uyumun bozulması takımı olumsuz etkiledi. İleri top taşınamadı ve Nakoulma ile Tita çok etkisiz bir maç çıkardı. Maç boyunca topun hâkiminin Trabzonspor olması da bundaki en büyük etkendi. Vederson atılmasa bile sonuç değişmeyecekti. Ayrıca bu haftaya kadar rakiplerini duran top golleriyle ekarte eden takımın Trabzonspor’dan iki duran top gol yemesi de gözlerden kaçmadı. 7.hafta Yedinci haftaya girildiğinde rakip Eskişehirspor idi. Vederson’un gördüğü kırmızı kart nedeniyle Serkan Balcı tekrardan ilk 11’e döndü. Sol bekte ise Nurullah Kaya’yı gördük. Rıza Hoca, Trabzonspor maçındaki Sadiku-Murat Ceylan-Oktay üçlüsünü bozmadı. İleri üçlüde ise iki haftadır sağ bekte gördüğümüz Güven Varol sağ kanatta, Tita solda ve Futacs son adam olarak yer aldı. Maçı anlamlı kılan ise skoru 10 kişiyle 2-1’den 4-2’ye getirmek oldu. Oktay Delibalta, tek başına sazı eline aldı ve takımına çok kritik bir 3 puan kazandırdı. Tevfik Sırrı Gür Stad’ı bu tip galibiyetler görmeye iyice alıştı. Geçen sezon Samsunspor maçında da benzer bir galibiyet alınmıştı. Takımda belli bir sistem oturtulmuş durumda. Çok az değişikliklerle oyuncuların birbirine uyumunu sağlamak en büyük etken. Bu yüzden 7. haftaya girildiğinde halen Futacs’ın ilk 11’de şans bulduğunu düşünüyorum. Nihat Şahin ise her hafta olduğu gibi yine üzerine koyarak devam ediyor. 8.hafta Takvimler 8. haftayı gösterdiğinde rakip Okan Buruk’lu Gaziantepspor. Bu haftaya kadar iç sahada mağlubiyet almamış takıma karşı tabii ki de hedef mutlak galibiyet. Kırmızı kart cezası biten Vederson tekrardan 11’e döndü. Eskişehirspor maçında kırmızı kart gören Murat Ceylan’ın yerine Khalili ilk 11’de başladı. Rotasyon bunla da son bulmadı. Efe yerine Mitrovic ve Futacs yerine ise Welliton ilk 11’de başladı. Murat Ceylan’ın takım için ne kadar önemli olduğunu bu maç vesilesiyle bir kez daha görmüş olduk. Orta saha direnci özellikle ikinci yarı çok kırıldı. Yerine oynayan Khalili, yumuşak ve topla oyunda daha iyi ama rakip oyuncuyu yıldıran bir futbolcu değil. John Chibuike’den yenilen gol de oyuncu bomboş kaldı. O da golü atarak takımına 3 puan getirdi... 9.hafta Gaziantepspor yenilgisinin ardından Mersin İdman Yurdu, Balıkesir-Akhisar-Sivas üçlüsü ile oynadı. Balıkesirspor karşısına iyi bir 11 ile çıkıldı. Kart cezası biten Murat Ceylan tekrardan ilk 11’e yerleşti. Sakatlığı geçen Nakoulma tekrar formasına kavuştu. Form grafikleri her geçen gün artan Welliton-Oktay ikilisi attıkları gollerle takımına 3 puanı kazandırdı. Bir sonraki durak Gekas’lı Akhisarspor idi. Takımın en formda ismi Nihat Şahin bu maçta sakatlığı sebebiyle oynayamadı. Yerine geçen Bulgar kaleci Nikolay Mihaylov onu aratmayan bir performans sergiledi. Bunun dışında Rıza Hoca, kazanan takımın 11’ini bozmadı ve bu deplasmanda yıldız futbolcusu Welliton’ın golü sayesinde puanla dönmeyi başardı. 11. haftaya girdiğimizde ise rakip Sivasspor. Her zaman kötü giden takımdan korkmuşumdur. Aatıf, Burhan ve Utaka gibi ne zaman ne yapacağı belli olmayan oyunculara sahip olan takımından alınacak sürpriz yenilgi beni şaşırtmazdı. Rıza Hoca ve oyuncuları galibiyete öylesine inanmışlardı ki rakibin hatalarını affetmediler ve 2-0’lık galibiyetle sahadan mutlu ayrılan taraf oldular. Nöbetçi golcü Sinan Kaloğlu yine sonradan oyuna girerek golünü attı. Onun gol attığı maçlarda Mersin İdman Yurdu henüz yenilmedi. Bu sezon oynadığı 10 maçın hepsinde sonradan oyuna girdi. Bu 10 maçta toplam oynadığı süre 178 dakika. 2 maç bile etmiyor ve attığı gol sayısı 4. Ayakta alkışlanacak bir performans. Ayrıca Nakoulma gibi bir futbolcunun da golle buluşması kendi için moral verici oldu. Bundan sonrası Peki Mersin İdman Yurdu bundan sonra neler yapmalı? Aslında devre arasında yapılacak 3 kritik hamleyle takım sezon sonunda ligi istediği yerde bitirebilir. Gaziantespor maçı hakkında yazarken Murat Ceylan’ın öneminden bahsetmiştim. Öyle ki o maçın 18 kişilik kadrosunda merkez orta saha oyuncusu yedeği yoktu. Rıza Çalımbay’ın Berkan Afşarlı gibi iyi bir oyuncuyu bu süre zarfında hiç düşünmemesi şaşırtıcı oldu. Ya Berkan’ı bundan sonra hazırlamalı ya da transfer döneminde Murat Ceylan’a iyi bir yedek almalı. Takımın İkinci eksiği ise ise sağ bekte Serkan Balcı’nın iyi bir alternatifinin olmayışı. Bursaspor ve Trabzonspor maçlarında Güven Varol bu mevkide oynadı. Fena bir performans ortaya koymasa da her zaman için sürekli o bölgede oynayan oyuncu her daim daha iyi verim sağlar. Alınabilecek iyi bir sağ bek de Serkan Balcı’yı rahatlıkla kesebilir. Üçüncü eksiklik ise iyi bir kanat oyuncusunun olmayışı. Rıza Hoca, sezon başında Pedriel’i kadroya katarken kanat oynatmayı planladı. Ondan iyi verim alamayınca oyuncuyu ilk 11’den kesti. Kasımpaşa maçında oyuna sonradan giren iyi bir kanat oyuncusu olsaydı haneye 2 puan daha yazılırdı. Devre arasında Pedriel gönderilip iyi bir kanat oyuncu alınırsa hem kadro derinliği açısından hem de sonradan oyuna girip maçı çevirebilecek oyuncu fazlalığı konusunda nokta atışı yapılmış olur. Rıza Çalımbay’ın en önemli iki sınavı ise 20 Aralık’ta Galatasaray ve 27 Aralık’ta oynayacağı Fenerbahçe deplasmanları. Fenerbahçe’nin son Eskişehirspor maçını iyi analiz ederse Kadıköy’den puanla dönmesi içten bile değil. Kalan 6 haftada Mersin İdman Yurdu’nu zorlu bir fikstür bekliyor. Buradan çıkarılacak 8 puan Rıza Çalımbay’ı başarılı kılar. Cihat Akbel Profil HF155 MiMiKSiZ ADAM AVRAM GRANT Dünya onu Chelsea’ye tepeden inişiyle tanıdı. Birçok spekülasyonla birlikte İngiliz devinden ayrılan antrenör, tahmin edilemeyen kariyer hamlelerinden birini daha gerçekleştirdi; Grant geçen hafta Gana Millî Takımı’yla sözleşme imzaladı 6 Şubat 1955’de kariyerine başlayacağı Petah Tikva’da dünyaya gelen Avram, sanıldığının aksine İsrailli değil. Polonyalı Yahudi bir babayla Iraklı avukat bir annenin çocuğu. Ailesinin hikâyesi de bir hayli trajik. 1937 yılında Polonya’da yaşamakta olan Avram’ın babası Meir Grant İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk Avram Grant’ın dedesi olan büyük Avram’ın öngörüsüyle başlar. Birçok yahudinin Nazi Almanyası tarafından kamplara götürüldüğünü duyan büyük Grant ailesini alıp Polonya’dan uzaklaşacağı bir yol bulur. İstikametin belli olmadığı, sadece kaçmak amacıyla yapılan bu tren yolculuğunda Avram Grant’ın amcaları ve birçok akrabası yolda Almanlar tarafından ele geçirilir. Aylar sonra tren kaderine terk edilir. Tam olarak nerede olduklarını bilmeyen binlerce Yahudi yıllarca ormanda açlık içinde bir yaşam sürer. Bu süre zarfında her gün cesetlerle karşılaşan Meir Grant, hem psikolojisini hem de inancını yitirir. Avram Grant’ın halası da bu esarette yediği bir zehirli mantar sonucu hayata gözlerini yumar. Trende alıkoyulan akrabaların izine yıllar sonra rastlanılır. Hepsi Auschwitz’de ölmüş ya da öldürülmüştür. Savaş bittikten sonra İsrail’e göç eden ailenin travma dolu günleri başlar. İşte o günlerde Avram doğar. Babasının ve annesinin gece çığlıklarıyla uykularından uyanan bu çocuk için her şey daha zor olacaktır. “Babam sürekli istemsizce bağırırdı. Çok ufaktım ne olduğunu anlayamıyordum. Annem bir gün vakti gelince öğreneceksin dedi. 9-10 yaşımdayken babam her şeyi anlattı. Dedemi, katledilen akrabalarımızı, halamı. Hiçbir şey eskisi gibi olmadı benim için.” İsrail futbolunda yeni bir adam Genç yaşta Hapoel Petah Tikva altyapısına giren Avram çeşitli sebeplerden dolayı futbol hayatına nokta koyar. Henüz 17 yaşında Hapoel Petah Tikva’nın başında antrenör olarak göreve başlar. 14 yıl sonra beklediği koltuğa oturur. 31 yaşında A takımın başındadır. 5 sene boyunca bu takımı çalıştıracak olan Grant, arkasında 2 İsrail Kupası şampiyonluğu bırakarak ülkenin en büyük kulübüne transfer olur. Artık Maccabi Tel-Aviv onun yönetiminde zirveye oynayacaktır. Sırasıyla Hapoel Haifa, Maccabi Tel-Aviv ve Maccabi Haifa’yı çalıştıran teknik adam için eşiğin atlanma vakti gelmiştir. “1989 senesinde Wisla Krakow’la aynı grupta yer aldık Inter Toto Kupası’nda. Deplasmana gittiğimizde oyuncularla birlikte Auschwitz’i ziyaret ettik. Birçok akrabam orada yatıyordu. Kimse kendine gelemedi. Üzerimize müthiş bir ağırlık çökmüştü. Takımın sol beki maçta oynayacak durumda olmadığını söyledi. Oradan ayrılıp otele dönerken fazlasıyla duygusal bir ortam oluşmuştu. Bu şok atmosfer bizde farklı bir motivasyona yol açtı. Kimsenin tahmin etmediği şekilde Wisla Krakow’u 3-0 mağlup ettik” 2002 senesine gelindiğinde ise Avram Grant İsrail Milli Takımı’nın başına geçer. Buradaki en büyük başarısı namağlup bitirdiği 2006 Dünya Kupası elemelerinde averajla İsviçre’nin arkasında kalmak olacaktır. En zorlu görev: İngiltere 2006 Haziran’ında rota İngiltere’dir. Portsmouth’un hissedarı Rus Yahudisi Alexandre Gaydamak, Avram Grant’ın takımın futbol direktörü yapar. İngiltere’de dedikodu kazanı kaynamaya başlar. Teknik direktör Harry Redknapp’tan habersiz yapılan bu hamle garip olaylar silsilesinin başlangıcı olacaktır. Grant’ın bir sonraki durağı Roman Abramovich’le bambaşka bir şekle bürünen Chelsea olur. Burada futbol direktörlüğüne devam eden antrenör bir Kopenhag maçı ardından görevine son verilen Jose Mourinho’nun yerine takımın başına getirilir. Avram Grant’ın geçici olmadığı takımla devam edeceği açıklandıktan sonra İngiliz basını bu piyangodan çıkan adamı oldukça zorlayacak haberler yapmaya başlar. Fakat sahada durum farklıdır. Grant’ın Chelsea’si hem Şampiyonlar Ligi’nde, hem ligde hem de İngiltere Lig Kupası’nda dolu dizgin yoluna devam etmektedir. Sürekli Mourinho’yla kıyaslanan, sakin ve karizmadan uzak kişiliği yüzünden eleştirilen antrenör bir anda Chelsea tarihine adını yazdıracak duruma gelir. Fakat hem lig, hem kupa hem de Şampiyonlar Ligi’nde havlu atılır. John Terry’nin Şampiyonlar Ligi’ni getirecek son penaltı vuruşunda ayağı kayıp düşünce Avram Grant’ın da kariyeri tepe taklak olur. Sezon sonu görevine son verilen Yahudi antrenörün bir sonraki kulüpleri Portsmouth ve West Ham United’tır. Bu takımlarda istikrarı yakalayamayan Grant, 2012 Ocak’ında Partizan’a doğru yol alır. Devre arası başına geçtiği Partizan’ı şampiyon yaptıktan sonra görevinden ayrılır. 2 yıl boyunca inzivaya çekilen Avram Grant, kısa bir Tayland Ligi macerasından sonra radikal bir karar alır. Gana Futbol Federasyonu’ndan gelen teklifi kabul eder. 27 Kasım 2014’te 3 yıllık bir kontrata imza atan teknik adamın önünde kazanması gereken bir Afrika Kupası duruyor. Takımı 1 ay içinde hazır hâle getirmesi gerekiyor. Başarabilecek mi bunun hakkında net bir şey söylemek mümkün değil. Avram Grant, Yahudi lobisinden karanlık biri mi, Abramovich’in yakın arkadaşı mı, ya da gizli “I am not ‘the special one’. I’m the normal one. But my wife says i am special...” bir örgüte çalışan ajan mı bilinmez. İngilizlerin uydurduğu ya da gerçekle uyumlu teorilerin hiçbiri kanıtlanamadı. Bilinen tek şey bu soğuk ve düz adamın trajedilerle dolu bir aileden geldiği, içine kapanık halinin nedensiz kalmadığı bir geçmişten bugünlere uzandığı… “Babama söz verdim; İyi şeyler yapacağım.” Emre Çelik İspanya HF155 REAL’iN ÇALIMI MARCO ASENSIO Real Madrid, Barcelona, Manchester City gibi kulüpler peşine düştü, imzayı Real Madrid attırdı. Peki kim bu Marco Asensio? İspanyol basını yaklaşık 1 aydır Marco Asensio ilgili haberlere büyük bir bölüm ayırıyor. Marca ve AS, Real Madrid’in Barcelona’yı saf dışı ederek Marco Asensio ile prensip anlaşmasına varmasını kulüp adına büyük bir başarı olarak görürken; taraftarlardan bazıları Luis Suarez’in intikamı olarak bile değerlendiriyor. 30 Kasım Pazar günü Cadena Ser’e “Real Madrid’e gitmeye karar verdim ve çok mutluyum. En iyi kulüp Real Madrid. Bir tek işin resmiyete dökülmesi kaldı” açıklamasını yapan Asensio için İspanyol basını Real Madrid’in Mallorca’ya yaklaşık 3,5 milyon euro ödeyeceğini yazdı. Fiyat, Barcelona ve Real Madrid’i peşinden koşturması göze alınınca çok büyük gelmeyebilir. Şöyle üstün körü araştırdığınızda Asensio’nun as takımda daha 1 senedir bile düzenli oynamadığı, hatta oynadığı ekibin sıradan bir Liga Segunda takımı olan Mallorca oluşu da (Geçen sene son anda düşmekten kurtulmuşlardı) işleri daha ilginç kılabilir. Fakat sadece 1 senedir futbol sahnesinde olan 18 yaşındaki İspanyolların bu yeni cevheri, bu kadar kısa süre zarfında bile Liga Adelante’de en iyi oyuncu seviyesine yükselmeyi başararak (LigaBBVA tarafından Segunda’da Ekim ayının en iyi oyuncusu seçildi) ülke futbolu adına en fazla gelecek vaat eden isimlerinden birisi olduğunu kanıtlıyor. Artıları Sol ayaklı bir futbolcu olan Marco Asensio’yu Mallorca teknik direktörleri Jose Luis Oltra, Lluís Carreras, Javier Olaizola ve Valery Karpin forvet arkasında yardımcı santrfor, sol açık ve sağ açık mevkilerinde kullandı. Asensio yeteneklerinin yanı sıra çok yönlülüğü sayesinde de düzenli forma şansı bulma konusunda önemli bir adım attı. Genç oyuncuyu ilk kez izlediğinizde dikkat çeken en önemli şey hiç şüphesiz fiziği. “Bu çocuk 16 değil de 26 olmasın?” dedirtiyor. Özellikle kuvvetli üst vücudu sayesinde yaşına rağmen fiziksel mücadeleye dayalı Liga Adelante’te kendini ezdirmiyor, hatta fark yaratarak öne çıkıyor. Bir diğer önemli nokta da fiziğine rağmen son derece hızlı ve çevik olması. Birden hızlanma ve ani yön değiştirme özellikleri üst düzeyde, bu sayede rahatlıkla adam eksiltebiliyor. Her maç Asensio’nun kendine olan güveni daha da gelişiyor. Üst düzey hız ve çevikliğine, kanat oyuncularında pek olmayan fren yapabilme özelliği de eklenince bire birde tutulması son derece zor bir oyuncuya dönüşüyor. Doğrudan dikine gitmeyi düşünmesi de bu özelliğini anlamlandırıyor. Asensio’yu Real Madrid oyuncusu yapacak özelliklerden birisi de duran top yeteneği. Mallorca forması ile resmi maçlarda 3 gol kaydeden genç yıldız, bu gollerden ikisini serbest vuruştan kaydetti. Toplara son derece sert ve düzgün vurma kabiliyetine sahip olan Asensio bu sayede hem her noktadan tehdit oluşturabiliyor (Attığı gollerden birisi köşe gönderinden sadece 5 metre uzaklıktan kullanılan bir serbest vuruş) hem de önemli bir asist potansiyeli olmasını sağlıyor. Takım arkadaşlarının istediği noktaya istenen şiddette topu gönderebilen Asensio, bu özelliğini aynen geliştirmeye devam ederse serbest vuruş konusunda dünyanın en iyisi bile olabilir. Eksileri Asensio’yu as takıma yükselten Oltra ağırlıkla Asensio’ya sağ ön ve merkezde şans verse de Asensio’nun yaşıtlarından en büyük artısı güçlü fiziği. Ayrıca hızı ve yön değiştirmeleri de üst düzeyde. Carreras’ın Asensio’yu sola çekme sebebinin altında genç oyuncunun mevkilerde sergilediği tek tip futbol profili yatıyor. Sağ ve merkezde ağırlıkla dışa doğru dribling yapması Asensio’nun en büyük eksilerinden biri. Gücü ve hızı sayesinde Liga Adelante’te bu durum pek bir sorun teşkil etmiyor. Tahmin edilebilir olsa da rahatlıkla adam geçebiliyor ama La Liga’nın üst düzey takımları ile Avrupa arenasında kalıcı olabilmek için Asensio repertuarını mutlaka geliştirmeli. Asensio’nun bir diğer eksisi ise oyun disiplininden kopması. Maç içlerinde birçok kez kendi kale çizgisine kadar iniyor ama asıl amacı savunma yapmak değil, topu alıp gitmek. Belki 100 metrelik driplingleri mevcut ama bunların Asensio’dan istenen şey olduğunu söylemek güç. Bu driplingleri ayrıca verimlilik açısından da çok yararlı değil. Hele bir de o istediği topu alamadığında tamamen oyundan kopuyor, topsuz oyunda kayboluyor. Oyun disiplinindeki eksikliğin bir diğer getirisi ise Asensio’nun mevki ve profil itibarı ile gole yakın biri olmasına rağmen gol konusundaki başarısızlığı. İki adam geçince bile doğrudan kaleyi düşünüyor. Çizgide olduğu pozisyonlar hariç kafasını aslında sürekli kaldırıyor ama sadece kaleyi görmek için. Asensio’nun en büyük eksiği ise oyun disiplininden kopması ve driplinglerini genelde kaleye uzak olarak gerçekleştirmesi. La Liga’da repertuarını geliştirmesi gerek! Bu konuda kendini geliştirdiği takdirde asist rakamlarını rahatlıkla yukarı çekebileceğini ve çok özel bir seviyeye yükseleceğini söylemek hiç de zor değil. Şurası kesin; Asensio çok özel bir oyuncu. Fakat %100’üne ulaşmasına daha çok var. Bunun için de süre bulması, gelişimini aynı şekilde sürdürmesi şart. Real Madrid’in sunacağı imkânlar ve antrenör ekibi düşünüldüğünde Asensio’nun çok şanslı olduğu ve kendini geliştirme açısından önünde her türlü imkana sahip olduğu gerçek. Lakin şu da var; Asensio’nun Real Madrid’de ne kadar süre bulabileceği büyük bir soru işareti. Transfer, Ocak döneminde resmiyet kazanacak; Asensio, sezonun ikinci yarısını Mallorca’da geçirecek. Muhtemelen önümüzdeki sezon da bir La Liga ekibine kiralanacak. La Liga seviyesinde mücadele etmesi Asensio’nun gelişimine katkı sağlayacaktır ama burada doğru takımı seçmek (örneğin son dönemde devlerden kiraladığı isimlere Sevilla’da seviye atlatan Emery veya Rayo’yu dişli bir takıma dönüştüren Paco Jemez; ya da genç oyunculara korkmadan transfer edip Villarreal’de 11 şansı veren Marcelino Garcia Toral gibi) Asensio’nun üst düzey bir oyuncu mu yoksa dünya starı mı olacağını belirleyecek. Serkan Akkoyun Asya HF155 KATAR’IN YENi EĞLENCESi Dünyanın en zengin ülkesi futbola uzun süredir kafa yoruyor. Son olarak Haliç Kupasını kazanan Milli Takımları ile birlikte hatırladığımız Katar’da futbol şöyle bir bakalım… Bazı kaynaklara göre Çinlilerin, genel inanışa göre İngilizlerin, lisedeki tarih hocama göreyse Türklerin bulduğu; ama sadece Brezilyalıların güzelleştirdiği futbol kendine uzun süredir yeni coğrafyalar arama peşinde. Önce Asya’da ardından Amerika Birleşik Devletleri’nde şansını deneyen yuvarlak meşin (gerçi artık meşinden top kalmadı) sonra da Katar’a uğradı. Bu sıralarda Hindistan’ı kendisine âşık etmeye çalışan bu oyunun Katar durağı diğerlerine göre oldukça etki yarattı. Katar halkı ve futbolu yönetenler iktisat tanımına kafa tutan zenginliklerini oluk oluk aktarabilecekleri bir alan bulmuşlardı sonunda… Katar coğrafi olarak dünyanın en şanslı topraklarına sahip. Bafra Körfezine uzanan ülke sadece Suudi Arabistan’la sınırsal komşuluk içerisinde. Bunun dışında tamamen etrafını Körfez çevirmiş durumda ve ülkede yüksek dağ neredeyse yok denecek kadar az. Çöl iklimi hâkim, büyük bir bölümü deniz kıyısı. Herkesin malumu olan petrol rezervleri ise onları Dünyanın en zengin ülkesi yapıyor. Hem devlet olarak hem kişisel olarak Katar’da kişi başına düşen yıllık gelir 2013 itibariyle 90 bin dolara yaklaşmıştı. Türkiye’de ise bu rakam 10-11 bin dolar civarlarında dolaşıyor. Petrol öncesinde ekonomisini deniz üzerinden geliştirmeye çalışırken 1940’lı yıllarda petrol yataklarının aktif edilmesiyle adeta şaha kalktılar. 1960’larda ise futbola merak saldılar. Futbolu sevdirme çabası Katar’da profesyonel futbol ligi 1963 yılında kuruldu. Kayıtlı bilgilere göre 1972 yılında da ilk defa resmi olarak futbol oynanmaya başladı. 14 takımın yer aldığı ligde 1 şampiyon çıkıyor 1 de küme düşen. Hemen hemen aynı yıllarda başlayan ikinci ligden de her yıl 1 şanslı ekip en tepe ligde kendisine yer buluyor. Son yıllarda transfer piyasasına getirdikleri dalgalanma sayesinde daha da çok ilgi çeken Katar Ligi’nde futbol anlamında zaman zaman yüksek kalitede maçlara da rastlanmıyor değil. Ancak genellikle izleyicilerin keyif almalarını ve böylece tribünlere daha çok seyirci çekmeyi, futbola ülkede olan ilgiyi artırmayı sağlamak amaçlanıyor gibi. Hem Federasyon hem de FIFA’nın bunda parmağı olduğu Katar’ın ‘futbol romantikleri’ tarafından şimdilik sessizce dillendiriliyor. Yıldızları gökten yere indirdiler Katar Ligi’ne zamanında önemli lig ve takımlarda forma giymiş birçok isim uğradı. Bunun yanında bizim de tanıdığımız birçok isim top koşturdu. Mesele Barcelona altyapısından yetişen ve 130’dan fazla maça A Takımla çıkan Gabri, Umm-Salal’da, frikiklerin Brezilyalı ustası Juninho, Al Gharaffa’da, adı Fenerbahçe ile anıldıktan sonra M’Boro’ya giden Alfonso Alves, Al Rayyan’da oynadı. Ölçeği daha da büyütürsek Arjantin efsanesi Gabriel Omar Batistuta, 2003/2005 yılları arasını Al Arabi’de geçirdi. İspanya ve Real Madrid’in unutulmaz yıldızı Raul, 2012’de Al-Sadd’ın yolunu tuttu. Barcelona ve Bayern Münih ile dünya teknik direktörlük tabularını deviren Pep Guardiola, Batistuta ile aynı dönemde Al-Ahli’de top koşturdu (Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Al Ahli ile karıştırmayalım). Yine 2003 yılında başlayan bu akıma Brezilya’nın tartışmasız en büyük golcülerinden olan Romario da kapıldı ve Al-Sadd ile sözleşme imzaladı. Al Arabi, Batistuta’nın yanında Almanların ‘kızgın suratlı’ orta sahası Stefen Effenberg’e de formasını giydirdi. Yıllarca İspanya Milli Takımı ile Real Madrid’in kaptanlığını yapan Fernando Hierro da 2003/04 arasını Al Rayyan’da geçirdi. Katar Teknik Direktörü Cemal Belmadi, futbolculuğunda PSG, Marsilya ve Manchester City gibi takımlarda top koşturdu. Ahmadi Ali Haliç Kupası Bizimkiler de uğradı Dünyanın yıldızları gider de bizimkiler durur mu? Durmaz, yola devam eder. Kimsenin beklemediği bir anda Bülent Uygun, teknik direktör olarak Umm-Salal’ın yolunu tuttu mesela. Bir sezon sonra da yanına Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra kaybedenleri oynayan Tuncay Şanlı’yı aldı. Şimdilik sadece iki Türkle temsil edildiğimiz Katar’a, Kasımpaşa’dan geçen sezon ayrılan Uche, Al Jaish takımı aracılığı ile transfer oldu. Bir dönem Trabzonspor’da oynayan Fabiano Eller ve Beşiktaş’ın hayal kırıklığı transferlerinden Lamine Diatta, Al Ahli’de oynadı. Galatasaray’da sağ çizgi denince hala akla gelen Abdel Kader Keita, meşhur taklalarını Raul’la beraber Al Sadd’da attı. Altay, Elazığ, Ankaragücü ve Malatya ile Türkiye Liglerinde oynayan Effa Owona da Katar’da Al Sailiya adına top koşturdu. Kısa bir Gençlerbirliği macerası yaşan Brezilyalı orta saha Marcinho da lig tarihinin ilk şampiyonu Qatar S.C. için ter akıttı. Khalfan Ibrahim Milli takım yaratma çabası İlk milli maçını komşusu Bahreyn ile 1970’te oynayan ve 2-1 yenilen Katar Milli Takımı da futbola olan yatırımın meyvesini geçtiğimiz ay topladı. 10 yıl aradan sonra Orta Doğu ülkelerinin katıldığı ve 22. defa düzenlenen Haliç Kupasını kazanarak ülkeyi tam manası ile sokaklara döken Katar Milli Takımı, ekürisi Birleşik Arap Emirlikleri kadar ümit vaat etmiyor. Güncel kadrolarının tamamı kendi liglerinden. En tecrübeli isim 33 yaşındaki Wesam Rizik. Dikkat edilmesi önerilen oyuncuları ise defanstan Ibrahim Majid, Abdelkarim Hassan, orta sahadan Boualem Khoukhi ve forvet Hassan Al Haidos. Şu anda Katar’ın Haliç Kupasındaki performansına bakınca birinci ve ikinci sınıf bir Avrupa Takımı ile baş etmesi zor görünüyor. Katar’ın lig ve milli takımdan daha önemli bir futbol derdi var aslında; adına Dünya Kupası denilen ve futbolun en değerli organizasyonu kabul edilen turnuvayı 2022 yılında düzenleyecekler. Ama FIFA’nın rüşvet skandalları ile başları dertte. Son gelişmelerde Rusya ile birlikte aklandıkları açıklandı. Buna rağmen FIFA’daki sağlıkçı yöneticiler Katar gibi sıcak bir iklimde yaz ayında futbol turnuvası düzenlemenin hem sporcuların hem de seyircilerin sağlığı açısından zararlı olacağı görüşünde hemfikir. Bunun yanında bir de IŞİD’in Dünya Kupası’nın şeriata uygun olmadığını gerekçe göstererek bu turnuvaya izin vermeyeceğine yönelik tehditleri de bir başka can sıkıcı durum. Tüm bunlara karşın Katar gerek ultra modern statları gerekse yatırımları ve ekonomik gücü ile Dünya Kupasını düzenlemeyi kafasına koymuş; vazgeçmesi zor görünüyor. Hatta bunun uğruna futbol tarihinde ilk defa kış ya da sonbaharda Dünya Kupası izlememize bile neden olabilirler… Bahadır Bozkurt Maç Gezileri HF155 SAN MAMES’TE BiR AYiN GECESi Futbola ait ne varsa bulabileceğiniz Bibao’da Athletic Club’ın yenilenen mabedi San Mames Barria’da da maç izlemeden dönmek olmaz Futbolseverler için bir şehri görülmeye değer kılan en önemli unsur şüphesiz stadyumdur. Hele bu stadyum yepyeni yüzüyle şehrin içerisinde sizi selamlıyorsa yaşadığınız mutluluk ve heyecan katlanarak sizi sarıp sarmalar. Eduardo Galeano gibi kendimi tam anlamıyla bir “futbol dilencisi” olarak adlandıramam. Benden olsa olsa “futbol dilencisi aday adayı” olur. Hal böyle olunca yurtdışına gittiğimde o şehrin stadyumunu görmek için planlarımı yaparım. Gittiğim hafta bir de o şehrin takımı sahadaysa izlemek için girişimlerde bulunmaya çalışıyorum. Maç öncesi bilet bulma telaşları, takıma ait ne varsa satılan fan store gezmeleri, tarafların maç öncesi ortaya çıkarttığı atmosfer içerisinde bulunmak neredeyse 1 gününüzü adamanız gereken bir aktivite. İşte yine bu duyguları yaşamak adına geçtiğimiz hafta Bilbao’daydım. Bask bölgesinin en önemli simgelerinden biri olan Athletic Club’a ev sahipliği yapan şehirde. Uçak alçalırken şehrin silüetini ilk kez pencereden gördüğünde eşimin uyarısıyla San Mames’i görüyorum. Yepyeni, güneşin ışıklarının tam dik geldiği öğle saatinde ışıl ışıl gözüküyor. Sanki deplasmana gelen takımlara uçak inerken yapılan bir gövde gösterisi. Görüntü kayboluyor, uçak piste iniyor. Karşımızda “Hollywood” yazısına benzer bir şekilde yazılmış Bilbao panosu gözümüze çarpıyor. Havaalanı küçük. 10-15 dakikada pasaport kontrolünden geçip, bavulunuzu alıp, havaalanı dışına çıkabiliyorsunuz. Tam çıkışta bir turist info bulunuyor. İngilizce duyabileceğiniz ender yerlerden biri bu kulübe. Şehir hakkında İngilizce bir şeyler duymak isterseniz, bu kulübede geçireceğiniz dakikaların keyfini çıkarın. İngilizce bu bölgede gerçek manada yabancı dil. Bu yüzden İspanyolca ya da Baskça bilmiyorsanız geriye kalan dillerden hangisini bildiğiniz pek önemli değil. Rahmetli Kemal Sunal’ın Tokatçı filmindeki Şogun ve Osman’a benzer ( Selaminko-Aleykümko) konuşabilirsiniz. Bazı bilgileri aldıktan sonra şehre giden otobüs ve taksi durağından ulaşım için seçiminizi yapabilirsiniz. Otobüs kişi başı 1,5 euro, Taksi merkeze ortalama olarak 20-25 euro arası tutuyor. Şehrin ortasından Nervion nehri geçiyor. Şehir merkezi de tahmin edileceği gibi bu nehrin etrafında kurulu. Şehrin San Mames’ten sonra en önemli simgelerinden biri olan Guggenheim Müzesi de nehrin kıyısında konumlandırılmış. Nehrin üzerinde bulunan Zubizuri Köprüsü yayaların kullanabildiği estetik açıdan görülmeye değer mimari yapılardan biri. Nehrin etrafında deplasmana gelen futbolcular gibi küçük bir yürüyüş turu yapıyoruz. Şehrin sokaklarına doğru girdiğimizde kırmızı-beyazlı bayraklar selamlamaya başlıyor. Her pub, restaurantta Athletic Club’a ait flamalar, formalar, fotoğraflar dolup taşıyor. Takımına bu kadar bağlı ve âşık olan bir şehirde, bir maç gününde bulunmanın şansını yaşıyoruz. Hava kararmaya başlayınca Athletic formalı bir halk hareketi sokakları doldurmaya başlıyor. Stadyuma 3 farklı şekilde ulaşabilirsiniz: 26 Numaralı San Mames otobüsüne binerek (hemen stadın yanında iniyorsunuz), metro ya da tramvay Euskotrain ile (buradan biraz yürümeniz gerekiyor), ya da tamamen atmosferi yaşamak adına yürüyerek yolculuğa başlayabilirsiniz. Biz eşimle yürümeyi tercih ediyoruz. Formalı taraftarları takip ederek San Mames’i bulmaya çalışıyoruz. Birkaç formalı arkadaşı maç öncesi buluşma noktalarına emanet ettikten sonra yürümeye devam edip, birkaç gence “San Mames?” diye soru sorarak el-kol hareketleriyle yol tarifi alıyoruz. Formalı insan sayısı çoğalıyor, yüzlerce insandan binlerce insana doğru bir koridor arasından ışıl ışıl San Mames yükselmeye başlıyor. Stada doğru publar tıka basa dolmuş, sessiz bir bekleyiş var. Bu kırmızı-beyazlı ordunun içerisinde Espanyol taraftarları da etrafa yayılmış durumda. Athletic taraftarlarıyla hatıra fotoğrafları çekip, kadehleri havaya kaldırıyorlar. Durumun vahameti(!) stada biraz daha yaklaştığımızda artıyor. En genci tahminen en az 60 yaşlarında olan pamuk gibi beyaz saçlı altın kızlar maç saatini bekliyor. Stadın şu anda önü dümdüz toprak. Anlıyoruz ki eski San Mames yıkılmış sadece kuru toprak kalmış. Stadı arkamıza alarak birkaç hatıra fotoğrafından sonra bizim gibi uzaklardan gelen insanlara fotoğraf konusunda yardımcı olup, bilet için ilerliyoruz. Ofiste yaşlı bir Basklı amca yardımcı oluyor. Bilet fiyatları 30 euro’dan başlıyor. Fakat kombine bilet alan taraftar sayısı o kadar fazla ki bu biletlerde yan yana oturma şansınız pek yok. 40-45 euro ortalama bir ücret ödeyerek 45 saniyelik bilet çilesi sona eriyor. Bizden başka sırada kimse yok! Bilet de alındığına göre Athletic Club taraftarlarının arasına dönebiliriz. Şarkı türkü yok. Bol kahkahalı, pintxo’lu(yerel bir atıştırmalık), şaraplı gruplar köşe başlarını istila etmiş durumda. Espanyol taraftarı küçük bir çocuğa takılıyorlar. Ailesi de beraberinde maç saatini bekliyorlar. Yanımızda altın kızlardan hangisi olduğunu bilmediğimiz teyzeler var. Genç kızlar, çocuklar, yaşlı amcalar… Aslında izleyeceğimiz maçın ipuçları sokakta saklı. Saatler ilerliyor, maç saati geliyor. Aranmak için elleri havaya kaldıran yüzüme anlamsız bakan güvenlik, kapı göstermek için biletimi soruyor. Eşim de aynı topraklardan gelen biri olarak kadın görevliye çantasını açıp içini gösteriyor. Kadın görevli ayıp olmasın diye çantanın içine göz gezdirip, içeriye doğru yolu gösteriyor. Birinci kat, ikinci kat, üçüncü kat. Basklı görevli sinema salonundaymış gibi biletinizi alıp koltuğunuza kadar size eşlik ediyor. Maçın başlamasına 10 dakika var, stadyumda koltuklar bomboş. Birden San Mames’e bir istila başlıyor. Maçın başlamasına saniyeler kala tüm taraftarlar yerlerini alıyorlar. O kadar insanın sessizlik desibeli rekoru kırmaya yeltenmesi de bir garip. Derken Athletic Marşı çalmaya başlıyor, işte Bask aslanları sahaya giriyor. San Mames’te kıyamet kopuyor. Tüm gürültü bu ana saklanmış gibi. Ayakta alkış eşliğinde, marşa eşlik eden yaklaşık 50 bin insan. Bu gövde gösterisinden sonra hakem topu ortaya yuvarlağa dikiyor. O büyük uğultudan eser yok. Maç başlıyor. Küçük bir alkış seremonisi. Mikel Rico birkaç güzel hareketle “ole” çektiriyor. Munain’in ayağına top gelince stat içerisinde bir heyecan. Defansta Aymeric Laporte varsa sorun yok. Sessiz giden maçta birden “Aupa Athletic, Aupa Athletic, Bilbao” diye bir tezahürat başlıyor. Tekrar sessizlik. Pınarbaşı çekilen tribünlerden buralara gelmeyi sürgün gibi değerlendirebilirsiniz. Yeşil çimde oynanan oyun dışında odak olabilecek hiçbir şey yok. Aduriz bizim oturduğumuz tribüne doğru ilerlerken ceza sahası içerisinde düşürülüyor. İşte o an ikinci kıyamet sahnesi. Uğultu eşliğinde o meşhur beyaz mendiller sallanmaya başlanıyor. Hakemi baskı altına almak adına anı kollayan taraftarlar için eşsiz bir dakika. Bundan sonra çalınan düdükler, çalınmayan düdük oran/ orantısında Bilbao tribünleri biraz daha keyifli hale geliyor. Tribünde artan baskıya, yeşil sahadaki oyuncular da eşlik ediyor. Athletic’in golleri gelmeye başlıyor. Tribünde keyifler gıcır. Gollerden mi, keyif verici içecek/maddelerden mi bilinmez. Yani tribünde istediğiniz şeyi yiyip, içebiliyorsunuz. Basklılar bu konuda esnekler. Athletic’in üçüncü golünün ardından Espanyol’un şeref sayısı geliyor. 50 kişilik Katalan grubu dans ediyor. Ardından maçın son düdüğü duyuluyor. San Mames tekrar marşlara emanet. Maçtan çıktığımız zaman saat 23.00’ı gösteriyor. Yani İspanya’da akşam yemeği saati. Maç çıkışı biz de ufak bir lokantada buluyoruz kendimizi. Duvarda eski San Mames posterleri, efsane oyuncular, kadrolar, bayraklar, atkılar… Yine dekor aynı. Gol krallarının kralı Telmo Zarra, Maradona’nın ayağını kırdıktan sonra bir halk kahramanı olan Andoni Goikoxeta… Athletic Club İspanya’nın en köklü ve geleneklerine bağlı takımlarının başında geliyor. Bilindiği gibi Bask doğumlu olmayan veya kökenlerinde Basklı olduğunuzu ispat edemeyen oyucular bu takımda forma giyme şansı bulamıyor (Sanırım basınımızda Fatih Akyel’in Bask kökenli(!) babaannesine ulaşmış olacaklar ki bir ara transfer haberi bile yapmıştı.) Bu yüzden altyapıya büyük yatırımlar yapılıyor. Bask bölgesinde bulunan birçok küçük kulüpten oyuncu taraması yaparak transfer politikalarını sürdürüyorlar. Tüm bunları göz önüne aldığımızda Bilbao’yu pek sevmeyenler saf bir “ırkçı” takım olarak adlandırıyorlar. Sevenlerinin gönlünde ise “mahallenin çocuklarına sahip çıkma” politikasına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı Barcelona gibi uzun bir süre formalarına reklam almadan mücadele ettiler. Şu anda ise Basklı bir petrol şirketinin reklamını aldılar. İspanya’daki ekonomik krizden dolayı stat inşaatı bir ara durma noktasına gelmişti. Yeni San Mames’i yapabilmek adına bu tavizi vermek zorunda kaldılar. San Mames’i katedral olarak adlandıran şehirde, verilen tavizin ne kadar kutsal olduğunu anlayabilirsiniz. Yemek sonrası taraftarlar yavaş yavaş evlerine dağılmaya başlıyor. San Mames Katedral’inin etrafında mum yerine boş içki şişeleri dikilmiş. Biz de son kez San Mames’e bakıp otele doğru ilerliyoruz. Futbolun kutsandığı şehirde, katıldığımız ayinin sonuna geliyoruz.