İndir
Transkript
İndir
2. BÖLÜM KUR’AN İLE HEMHÂL OLMAK 26 an lay Par ızlar d Yıl İdris TOPÇUOĞLU Hayatınızın Formülü D elikanlılık çağları insanın kendisini yetiştirme döneminde önemli bir zaman dilimidir. Bu çağlarda geleceğe daha iyi hazırlanmak, mutlu bir hayat yaşamak için pek çok gayretin içerisine gireriz. Önümüzde sınavlar vardır, onlara hazırlanırız. Karakterimizi ve entellektüel birikimimizi geliştirmek için eğitimler alırız. Bunları sadece biz yapmayız, aynı dönemleri paylaştığımız milyonlarca genç bu süreçten geçer. Bir kısmı başarılı olur, bir kısmı başarısız. Bu süreçte başarının ufak; ama çok önemli bir formülü vardır. Onu bulanlar gerçek anlamda başarılı olur. O formül de şudur: Okuduklarını, dinlediklerini ve bildiklerini hayata geçir. Dershane ve okul hayatı içinde aynı şeyler söz konusudur. Derslerde sadece hocaları dinlemek yeterli değildir. Dinlediklerimizi anlamak, uygulamak ve hatta bol tekrarlar sonucu konuları hazmetmek bizi başarıya götürür. Aksi durumda sadece dinlemeyi; yahut okumayı yeterli görüp işi pratiğe dönüştürmezsek bizi kötü bir sonuç beklemektedir. Dersler için söz konusu olan bu durum, hayatın diğer alanlarında da aynen geçerlidir. Bu misallerde olduğu gibi Rabbimiz de insanın en genel anlamda mutluluğu ve huzuru yakalayabilmesi için ona birtakım düsturlar belirlemiştir. Bu prensiplerin tamamını da bir rehber kitapta toplamıştır. İşte o kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim, bize yeryüzündeki her şeyi; insanı, hayvanları, dağları, denizleri, aklımızı, gönlümüzü ve bunların birleşimlerinden ortaya çıkan teknolojik imkânları nasıl değerlendireceğimizi öğretmektedir. Çeşitli misallerle, geçmişte yaşamış toplumlardan örneklerle, tefekküre götürücü yöntemlerle ve sürükleyici bir üslupla bunları önümüze koymaktadır. İşte burada bize düşen en önemli vazife bu rehber kitabı O.D.A.Y. formülü ile ele almaktır. Yani okumak, dinlemek, anlamak ve gereğini yerine getirmek. Bu formülün en önemli basamağı da gereğini “yerine getirmek” kısmıdır. Şöyle bir düşünelim: Herhangi bir teknolojik alet satın aldığımızda ilk işimiz kullanma kılavuzundan hareketle cihazdan nasıl istifade edeceğimizi öğrenmek olur. Hatta bununla da yetinmeyiz, aynı cihaza sahip olanların ve ondan çok iyi istifade edenlerin tecrübelerine başvurur, onların uygulamalarını görerek aynısını yapmaya çalışırız. Daha da ilerisi kılavuzda yazanlarla yetinmez, internet üzerindeki forumlardan daha farklı bilgiler elde etmeye çalışırız. İşte Kur’an-ı Kerim de, sahip olduğumuz imkânları kullanarak iyi bir Müslüman olmamız ve Cennet hayatını kazanabilmemiz için Rabbimiz’in bizlere gönderdiği rehber bir kitaptır. O kitap, adeta büyük bir hazinenin yol haritasıdır. Bu yol haritasını harfiyen takip edenler ve oradaki gerekli uyarıları dikkate alıp gereğini yapanlar o hazineye sahip olacaklardır. Rabbimiz, bize Kur’an’ın yol göstericiliğini Zümer sûresi 23. âyette şu şekilde bildirmiştir: “Allah sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rableri’nden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de 27 (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an, Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” O Kur’an’ın İzinde Peygamber Efendimiz, Rabbimiz’in insanlığa huzur bahşeden bu güzel kitabını getirmiştir. Sadece getirmekle kalmamış; onu en güzel şekilde okumuş, dinlemiş, anlamış ve uygulayarak bize örnek olmuştur. Ümmetine de bu hususta şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Kur’an’ı öğrenin, okuyun, okutun ve onunla amel edin! Çünkü Kur’an’ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kişi; içi misk dolu dağarcık gibidir ki, kokusu her tarafa yayılır. Kur’an’ı öğrenip uyuyan, (Kur’an’a hizmetten geri kalan) kimse de içine misk doldurulup ağzı bağlanmış dağarcık gibidir. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 2/2876)” Ümmetine Kur’an-ı okumalarını tavsiye eden Efendimiz, kendisi de Kur’an’ı okur ve tatbik etmeye gayret ederdi. Medine’ye gelen Sakîf Kabilesi heyetinde bulunan Evs bin Huzeyfe (r.a.) Peygamberimiz’in bu yönünü şöyle anlatır: “Resulullah (s.a.v.) bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmedi. – “Ya Resulallah! Yanımıza gelmekte niçin geç kaldınız?” diye sorduk. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), – “Her gün Kur’an’dan bir hizb (bölüm) okumayı kendime vazife edinmişimdir. Bunu yerine getirmedikçe gelmek istemedim.” buyurdu. Sabaha çıkınca ashab-ı kirama, “Siz Kur’an’ı nasıl hizipleyip okursunuz?” diye sorduk. Onlar, 28 – “Biz sûreleri ilk üçünü bir hizb, sonra devamındaki beş sûreyi ikinci bir hizb, daha sonra sırayla yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi birleştirerek birer hizb yaparız. En son olarak da Kâf sûresinden sonuna kadar mufassal sûreleri bir hizb yaparak Kur’an-ı Kerim’i (yedi kısımda) okuruz.” dediler. (Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce, Salât, 178) (Hizb yerine bölüm veya kısım desek nasıl olur?) Onlar O’nun İzinde Ashab-ı kiram, Peygamberimiz’in izinden devam ederek Kur’an-ı hayat rehberi hâline getirmiştir. Bu hususta büyük fedakârlıklara katlanmışlar, aç susuz Kur’an talebeliği yapmışlardır. Bu talebelerden biri olan Abdullah bin Mes’ud (r.a) şöyle der: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim! Allah’ın kitabından hiçbir sûre indirilmemiştir ki, ben onun nerede nazil olduğunu bilmeyeyim. Yine Allah’ın kitabından hiçbir âyet inmemiştir ki ben, onun kimin hakkında nazil olduğunu bilmeyeyim. Bir kimsenin, Allah’ın kitabını benden daha iyi bildiğini duysam ve deveyle ona ulaşmak da mümkün olsa, hiç durmaz hemen yola düşerim. (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’an, 8)” Hz. Ömer (r.a.), Kur’an’ı anlamak için tefekküre yoğunlaşmış, Allah’ın âyetleri üzerinde derin derin düşünerek ve onları hayatına tatbik ederek okumuştur. Onun, “Bakara sûresini on iki senede tamamladım ve şükür için bir deve kurban ettim!” sözü, bunun şahitlerinde biridir. (Kurtubî, I, 40) Üseyd bin Hudayr’in anlattığı şu rivayet de ashabın Kur’an aşkının bir göstergesidir: Bir gece Bakara sûresini okuyordum. Atım da yanı başımda bağlı duruyordu. Bir ara at, şahlanmaya başladı. Okumayı kestim, at sakinleşti. Tekrar okumaya başladım, at yine şahlandı. Hatta atın çiğnemesinden endişe ederek oğlum Yahya’yı yanıma aldım. O esnada semaya baktığımda üzerimde kandillere benzer bir şeyler olduğunu gördüm. Sonra onlar göğe doğru yükselip gözden kayboldu.Sabahleyin, olup biteni Resulullah’a (s.a.v.) anlattığımda bana, – “Oku ey Üseyd, oku!” buyurdu.Sonra da, – “Ey Üseyd! O gördüklerinin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. – “Hayır.” dedim. Bunun üzerine Allah Resulü, – “Onlar, senin Kur’an tilavetini dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer sen okumaya devam etseydin sabaha kadar seni dinleyeceklerdi. O melekler, insanlara gizli kalmayacak, insanlar da onları görebileceklerdi.” buyurdular. (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân 15, Menâkıb 25; Müslim, Müsâfirîn 241-242) Şanlı Tarihimiz Meşhur İslâm âlimi İmam Ebu Hanife, oğlu Hammad’ın Fatiha sûresi’ni öğrendiğinde hocasına beş yüz dirhem verdi. O zaman bir koç, bir dirheme satın alınabiliyordu. Hocası bu cömertliği fazla buldu. Çünkü çocuk, yalnızca Fatiha sûresini öğrenmişti. Bunun üzerine Ebu Hanife Hazretleri şöyle dedi: “Yavruma öğrettiğin ilmi küçük görme! Eğer yanımızda bundan daha fazla para olsaydı, Kur’an’a hakkıyla hürmet edebilmek için onu sana verirdik.1” Salahaddin Eyyubi, kışlada dolaşırken babasının önünde Kur’an okuyan bir çocuğa rastlamıştı. Çocuğun okuyuşunu beğendi ve 1 2 ona yaklaşarak kendi yiyeceğinden bir miktar verdi. Ayrıca kendisine ait tarlanın bir kısmını o çocuk ve babası için vakfetti.2 Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi, Şeyh Edebali’nin evinde misafir kaldığı odada Kur’an bulunması dolayısı ile ayağını uzatamamış, oturduğu yerde uyuya kalarak o ulu rüyayı görmüştür. Hayatı ve eşyayı Kur’an ekseninde anlayan Osmanlı, dünyaya adelet dağıtırken bunun tam zıddını yapan Hülagu ya da İskender, insanlığa kan kusturmuştur. Yavuz Sultan Selim, Mısır’ın fethinden sonra kutsal emanetleri Topkapı Sarayı’na getirmiş ve kırk hafız tayin ederek mukaddes emanetlerin başınca asırlarca sürecek Kur’an-ı Kerim okutma geleneğini başlatmıştır. Osman Gazi’nin ve Yavuz Sultan Selim’in Kur’an’a olan bu hürmetleri, Osmanlı Devleti’nin asırlarca ayakta kalmasının önemli sebeplerinden biri olmuştur. Peki Ya Biz… Bizler de bugün Kur’an-ı Kerim’i odamızda, masamızda, gönlümüzde bulundurmalıyız. Nasıl sınavlarda başarılı olmak için kaynak kitaplara müracaat edip çalışıyorsak, sınav sonuçları mahşerde açıklanacak hayat imtihanında başarılı olabilmek için Rabbimiz’in bize gönderdiği kaynak ve rehber kitap olan Kur’an-ı Kerim’e sahip çıkmalıyız. O kitabı okumalı, anlamalı, zaman zaman farklı kişilerden dinlemeli ve bize ne söylüyorsa onları da uygulamalıyız ki, sınav sonuçlarının açıklandığı gün hüsrana uğramayalım. Ebû Gudde, Fethu bâbi’l-inâye, s. 19; Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s. 119-120. Bundârî, Ebü’l-Feth Ali, en-Nevâdiru’s-sultâniye (Sîretü Salâhuddîn), s. 9; Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s. 120. 29 Bir âye Hik Harun KIRKIL BİR DÜŞÜNSENE Hikâyeden Önce Öğrencilerinize, “Kur’an, hayatınızın neresinde? Kur’an’a saygı deyince ne anlıyorsunuz?” sorusunu sorup hikâyeye hazırlık yapabilirsiniz. K endini öğrencilerle dolu bir sınıfta düşün şimdi. Baban, sana sormadan yeni bir okula kaydını yaptırmış. Bu okulu başarıyla bitirmen gerekiyor. Neden? Başarılı ve huzurlu bir hayat yaşayabilmen için tabii ki! İlk derse giriyorsun… Bir de bakıyorsun ki, derse gelen hocanın ne dediğini anlayamıyorsun. Hoca çatır çatır İngilizce konuşuyor. Hem de öyle böyle değil, tekleme falan yok. Adam aksanına kadar kapmış İngilizceyi. “Bu iş neyin nesidir?” diye düşünüp sıra arkadaşına soruyorsun: 30 – Bu adam İngilizce hocamız mı? Arkadaşın, yüzüne manasız manasız bakıyor. Sonra sana bir şeyler diyor, anlıyorsun ki bu çocuk da İngilizce konuşuyor. Yan sıradaki öğrenciye, “Hişt, baksana bir! Şimdi biz İngilizce dersinde miyiz?” diye soruyorsun. Bu arada hoca, sana yüksek sesle bir şeyler söylüyor. Anlamıyorsun ne dediğini; ama ders esnasında başkalarıyla konuştuğun için sana kızdığını tahmin ediyorsun. Biraz sonra başka bir çocuk sana bir şeyler diyor; ama sen yine anlamıyorsun. Çünkü ondan aldığın cevap da Almanca. Kafan biraz daha karışıyor. Bilgi almak için kime müracaat etsen farklı bir dille cevap alıyorsun. Kimi sana Çince cevap veriyor, kimi Japonca, kimi Fransızca, kimi de Arapça... Anlıyorsun ki bu sınıf bir “dünya karması”. Sen bütün bu olan bitene bir anlam vermeye çalışırken bir ders bu karmaşa ile bitiyor. Dersten tek tük bir iki kelime anlayabilmişsin; ama onlarla da anlamlı tek bir cümle bile kuramamışsın. Herkes sınıftan çıkarken sen, karmakarışık bir kafayla “Baba yaptın yapacağını! Yahu benim bu sınıfta ne işim var?” sorusuna cevap arayarak yerinden kalkıyorsun. O sırada sınıfın kapısı açılıyor. Hiii, o da ne! Tövbe bismillah! Bu nereden çıktı şimdi yahu! Sınıfın açık kapısından içeri giren adam, üç tekerlekli küçük bir bisikletin üstünde… Kocaman beyaz bir kafa, yuvarlak yuvarlak gözler, yanaklarında kırmızı helezonik halkalar… Çenesi kopmuş gibi oynuyor. Boğuk bir sesle bay Testere, nam-ı diğer Jigsaw; yani bu yeni okulun müdürü seninle konuşmaya başlıyor: – Okul hayatını bir oyun ve eğlence edindin! Derslerin hiçbirini ciddiye almadın. Alınlarının teriyle çalışıp imtihanlardan yüksek not alan arkadaşlarına “inek” diyerek onlarla dalga geçtin. Hâlbuki sen, eşşeğin önde gideniydin! Hiçbir sınava hazırlanmadığın yetmiyormuş gibi, girdiğin bütün sınavlardan kop- ya çekerek geçer not almakla övündün. Bunu adamlık sandın. Şimdi sana iki dönem şans tanıyorum. Hiçbir sınavdan 60 puanın altında not almayacaksın. Bunu yapabilmek için de dersleri en iyi şekilde takip etmen gerekiyor. İngilizce’yi sular seller gibi öğrenmekten başka çıkar yolun yok. Kopya için hiç boşuna uğraşma. Ne dediğini anlayamadığın bu sınıf arkadaşlarının imtihanlarda sana hiçbir yardımı dokunmayacak. “Haaayııııııırrrrrr!” feryadın, Jigsaw’ın alaylı gülüşüne karışıyor. Ve sen, tam bu sırada uyanıveriyorsun derin uykundan. Sırılsıklam olmuşsun; ama terden değil. Bu olay bir kâbus değil de gerçekten başı- 31 na gelmiş olsa, ben inanıyorum ki, sen canını kurtarırdın. İşin ucunda tatlı canın olunca nasıl da derslere çalışır, terler dökerdin. Eminim ki sen, böyle birazcık zoru görsen birkaç aya kalmadan İngilizceyi de sökerdin. Öyle olmuyor mu zaten! Koca koca adamlar var! Canlarının rahatı, zevki için ne denli zorlu eğitimlerin üstesinden geliyorlar. Meslekî kariyerlerini üç buçuk basamak yükseltmek için üç, dört yabancı dilde bülbül gibi şakıyorlar. Koyuver bakalım önlerine, “Elif”ten habersiz “be”nin bîgânelerine; o kariyer âvârelerine “OKU!” deyiver bakalım. “O da ne?” demezler mi? Kur’an-ı Kerim’i kastediyorum, anlamadın mı hâlâ? Sana derdimizi anlatmak için illa Jigsaw mı olalım? Bu saçmalığı devam ettirmeye gerek mi var? Bir senaryonun basit bir parçası olan Jigsaw ve onun kurbanlarına reva gördüğü birbirinden korkunç işkencelerin hepsi topu topu birer hayâl mahsulü bir senaryo değil mi ya! Lakin bir film gibi gözlerinin önünden geçip giden şu hayatın öyle mi? Hayatın saçma bir senaryo; yahut basit bir oyundan ve eğlenceden mi ibaret? Ahirette uğraşmak zorunda kalacağın zebaniler birer hayâl değil. Bir kâbustan uyanıverircesine kolaylıkla da kurtulamayacaksın ne kabir azabından ne de Cehennem’den. Ayrıca ahirette gösterime girecek “hayat filmi”nin ikinci bölümünün bir sonu da olmayacak. Filmin ikinci bölümünde daima kazanan iyilerden olmak ve mutlu bir hayata kavuşmak istiyorsan, bunun yolu hayat imtihanını kazanmaktan geçiyor. Hayat imtihanında başarılı olmak için de hayat kitabın olan Kur’an-ı Kerim’i anlaman, bu kitaba çok çok iyi çalışman gerekiyor. Hayat sınavında karşına çıkacak bütün soruların doğru cevaplarını bu kitap sayesinde bulacaksın. 32 Denize düşen bir insan için yüzebilmek ne ise, sana gönderilen kutsal kitabı anlamak da senin için öylesine hayatî bir öneme sahip. Rabbimiz, bize Kur’an-ı Kerim’i gönderdiğinde, “Namaz kıl!”, “Oruç tut!”, “Zekât ver!” olmamış ilk emri. “Yaratan Rabbin’in adıyla OKU!” denilmiş evvela sana. Adam olan, neyi okuması gerektiğini bilir. Bilir ki bütün kitaplar, sadece Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamak için okunur. Ve Adam olan azıcık utanır. Kur’an’ı daha iyi anlamak için hiçbir şey yapmazken, beş para etmez bir dersten geçer not alabilmek için üç buçuk attığına utanır. Varsa yüzü, biraz kızarır. Şimdi ben biraz Kur’an okumaya ve onun âyetleri üzerinde düşünmeye gidiyorum. Utancınızla kalın, hoşça kızarın! Öğrencilerinize Sorun Öğrencilerinize şu soruyu sorun: “Kur’an’a çok iyi çalışmak ifadesinden ne anlıyorsunuz?” Ardından Mehmet Âkif Ersoy’un şu mısraları üzerine hasbıhâl edebilirsiniz: İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için Testere Filmi Hakkında Fotoğrafçı Adam Faulkner, ağzına kadar su dolu bir küvette uyanır. İçinde olduğu oda, kullanılmayan bir banyodur. Acımasızca düzenlenmiş bir oyun burada başlamaktadır. Diğer kurban ise Lawrence Gordon adında bir cerrahtır. Her ikisi de ayak bileklerinden boru tesisatına zincirlenmiş durumdadırlar. Yerde yatmakta olan bir ceset ise elinde mikro kaset kayıt cihazı ve bir “Altıpatlar” tabanca tutmaktadır. Ceset, bu iki adamın arasında bulunmaktadır ve uzanamayacakları kadar uzaktadır. Lawrence ve Adam, ceplerinde “Beni Oynat!” yazan teypler bulurlar. Adam, bu banyodan kaçması gerektiğini söylerken Lawrence ise Adam’ı saat 6.00’dan önce öldürmesi gerekmektedir. Yoksa Lawrence’ın karısı ve kızı öldürülecek ve kendisi de bulunduğu yerde ölüme terk edilecektir. Adam Faulkner ve Lawrence, ipuçlarını takip ederek iki demir testere bulurlar; ancak testerelerin hiçbiri zincirleri kesecek kadar keskin değildir. Adam, asabiyeti yüzünden testeresini kırar ve testereyi bir kenara atar. Lawrence’e göreyse bu testereler zincirleri kesmek için değil kendi ayaklarını kesmek için gönderilmiştir. Lawrence, kendisini esir edenin Jigsaw Killer (Bulmaca Katili) olduğuna karar verir. Kurbanlarının derisini yapboz bulmacalar şeklinde kestiğinden Jigsaw Killer’e bu ad verilmiştir. 33 ek Örn atlar y Ha Süleyman Râgıp YAZICILAR AĞLAYIN EY MİLLET, BİR BÜYÜK ÂLİM GİTTİ! A ldığımız nefesler sayılı. Günün birinde hayatımızın son bulacağını hepimiz bilsek de çoğu zaman bunun farkında olmuyoruz, hayatımızın manasını unutuyoruz. Asıl hayat olan ahiret için ne kadar hazırlıklıyız! Bu dünya, iyiliklerle ve güzelliklerle doldurulması gereken bir durak. Bizim, bu durağı güzelliklerle ve iyiliklerle geçebilmemiz için güzel örneklere ihtiyacımız var. Neden mi? Çünkü bu örnekler, bizlere nasıl güzel yaşanılması gerektiğini gösteriyor, gerçek insanlık ufkuna ulaşmamız için yol rehberliği yapıyorlar. Hz. Âdem’den Peygamberimiz’e kadar gelen peygamberlerin; günümüze kadar gelen evliyaların, Allah dostlarının vazifesi de bu. İşte şimdi sizlere, bu kutlular zincirinden eşsiz bir halkayı sunmak istiyoruz. Onu, bizler göremesek de babalarımız ya da dedelerimiz onun ortaya koyduğu güzelliklere şahit oldu. Peki, kimdir bu gönül insanı? 34 Kur’an-ı Kerim’e Adanan Bir Hayat Bu gönül insanı 1901 yılında doğan, 1991 yılında vefat eden Gönenli Mehmet Efendi’dir. Dikkat ettiyseniz tam doksan sene yaşamış Mehmet Efendi. Dile kolay, doksan sene… Peki, bu doksan sene nasıl geçmiş dersiniz? Tek cümle ile cevap verecek olursak, “Kur’an aşkıyla ve Allah yolunda geçmiş.” deriz. Gelin, şimdi Gönenli Mehmet Efendi’yi daha yakından tanıyalım. Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğduğu için “Gönenli” ismiyle anılan Mehmet Efendi, ilkokulu Gönen’de bitirdikten sonra İstanbul’a gönderilmiş. İstanbul’da çeşitli hocaların ders halkalarına katılmış ve 1925 yılında icazetnamesini almış. Beş yıl sonra Gönen Merkez Camii’ne imam hatip olarak tayin edilmiş. Yıllar sonra tekrar İstanbul’a dönmüş ve çeşitli camilerdeki vazifeleri yanında birçok kişiye Kur’an-ı Kerim öğretmiş. Hayatını İslâm yoluna, Kur’an yoluna adayan bu büyük insan, geride birçok güzel hatıra bırakmıştır. Bir Hizmet Âşığı Sevenlerinin anlattığına göre Gönenli Mehmet Efendi, kişiliği ile çevresine daima örnek olmuş. Hayatı boyunca bitmez tükenmez sabrı ile; riyasız, dürüst, yalan karışmamış hizmetleri, hesapsız fedakârlığı ve engin cömertliği ile kendisini tanıyan herkesi çok etkilemiş. İnsan sevgisiyle dopdolu olan eğitimci ruhu, kendisini hiç görmeyenleri de etkilemiş ve namı bir hizmet âşığı olarak bütün Anadolu’ya yayılmış. Kur’an hizmetinde geçen ömrü boyunca sayısız talebe yetiştirmiş, enerjik yapısı ile çevresini en güzel şekilde motive etmiştir. Kendi yaptığı hayır hasenat ile yetinmemiş, talebelerini ve derslerine katılan herkesi hayra teşvik etmiş, iyiyi ve güzeli yayma çabası ile ömrünü tüketmiştir. Keskin Bir Zekâ, Tükenmeyen Bir Gayret Gönenli Mehmet Efendi, çalışkan ve azimli bir insandı. Hafızlık yaparken, ertesi gün hocasına vereceği dersini gece vakti uykusunda bile tekrarlarmış. Kendisi, hafızasının kuvvetli olduğunu şu cümleyle ifade etmiştir: “Dünyada hiç yazılı Kur’an kalmasa Allah’ın inayeti (yardımı) ile eksiksiz, hatasız yeni baştan Kur’an’ı yazabilirim.” Mütevazı Hayatı Hiç Değişmedi Döneminde yaşayan birçok insanın şahitliğine göre son derece mütevazı bir hayat sürmüş Gönenli Mehmet Efendi. Talebelerinden birinin anlattığı şu hadise dikkat çekicidir: “Tahsilimi tamamlayıp İstanbul’da göreve başladığım yıllarda Gönenli Mehmet Efendi’nin davetlisi olarak evine gittim. Ağırlandığım odadaki bütün eşya, bir divan ile bir halıdan ibaretti. Yirmi sene sonra, vefatından bir süre önce tekrar ziyaret nasip oldu. Eşyası yine bir divan ve bir halıydı. Mütevazı hayatı hiç değişmemişti.” Düşünsenize, aradan yirmi yıl geçiyor ve evinizdeki eşyalar değişmiyor. Bunlar söylenmesi kolay; ama yapılması zor şeyler! Onların güzel hâlleri ile hâllenelim arkadaşlar! İnsanlar Arasında Ayırım Yapmaz, Herkesi Çok Severdi Günümüzde insanları “şucu”, “bucu” diye ayırmak çok yaygın bir hâle geldi. Büyükler ise bu tür ayırımlardan daima kaçınmış, her daim kuşatıcı olmuşlar. Gönenli Mehmet Efendi hakkında bir yakını bakın neler söylüyor: “Kendisi ince düşünceli bir insandı. Ufku çok genişti. İnsanları sıkboğaz etmez, tutsak etmezdi, zorlayıcı değildi. İnsanların kendi yanına gönül rızası ile gelmelerini isterdi. Kişileri zorlamadan yapılan vaazların ve nasihatlerin daha tesirli olacağına inanırdı. Kimseye sen şöylesin, böylesin demez, insanları ayırmadan hepsine hitap ederdi. İnsanları ayırmaz, seçmezdi. Herkesin düşüncelerine, fikirlerine eğer Allah’a, Resulü’ne ve Kur’an‘a uygun ise saygı duyardı. Hocamızın sevgi çemberi çok genişti, bütün insanları ayırmadan sevgiyle kucaklayabiliyordu. Bunu da hayatı boyunca tekrarlanan örneklerle ispatlamıştır. Herkese karşı engin hoşgörü sahibi olan hocamız; hiç kimseyi dışlamamış, dersinden uzaklaş- 35 tırmamıştır. Hatta camiye uygun olmayan kıyafetlerle gelenleri camidekiler uyarırlarken Gönenli Mehmet Efendi, ‘Bırakın! O camiye gelmiş, herkes kendi kıyafetine baksın!’ derdi. Herkesi olduğu gibi kabul ederdi.” Talebelerim Aç İken Ben Nasıl Tok Gezerim? Gönenli Mehmet Efendi’nin çarpıcı bir hatırasını da sizinle paylaşmak isterim: Sultanahmet Camii imamı iken Gönenli Mehmet Efendi, bir gün aniden düşüp bayılır. Çağrılan doktor, hocayı iyice muayene eder ve hiçbir şey bulamaz. “Hocam, ne zamandan beri yemiyorsun?” diye sorar. “Doktor Bey!” der Gönenli Hoca, “Sana söylerim; ama kimseye söylemeyeceksin. Üç gündür ağzıma lokma girmedi. Talebelerim aç iken ben nasıl tok gezerim?” Hocaya bir kâse çorba verirler, kendine gelir. Giderken sessizce konuşmaktadır: “Ey yüce Allah’ım, ben şimdi bu çocuklara ne diyeyim?” O sırada karşısına biri çıkar, “Hocam biz de seni arıyoruz. Al şu parayı çocuklara harcarsın.” kabri, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde bulunmaktadır. Diğer Büyükler Onun Hakkında Ne Dedi? Mevlânâ Hazretleri der ki: “Sen anılması güzel olan söz ol; çünkü insan kendi hakkında söylenen güzel sözlerden ibarettir.” Bakın Gönenli Mehmet Efendi ile ilgili devrinin büyük şahsiyetleri neler söylemiş. “1931’de Konya’ya geldiklerinde görmüş ve ellerini öpmüştüm. Gönenli Hocaefendi benim hatırımda gayet güzel giyinen; temizliğiyle; hatta sarığını alnının üzerinden sarışıyla dikkatimi çeken ve güzel Kur’an-ı Kerim okuyan bir hocaefendiydi. Bu Hocaefendi, ömrünü talebe yetiştirmekle geçirmiş olan; nur yüzlü, gayretle ve himmetle hiçbir vazifeden geri kalmayan fedakâr bir kimseydi.” Bu sözler, Hak dostu Ali Ulvi Kurucu’ya ait. Ağlayın Ey Millet, Bir Büyük Âlim Gidiyor! Bir defasında da son devir Nakşi meşayıhından merhum Abdülhay Öztoprak Efendi, Gönenli Mehmet Efendi’ye, “Senin Resul-i zişana yakın olduğunu biliyordum; ama yakınlığının derecesinden haberim yoktu. Resul-i zişanla diz dize yakınlık kesbettiğine yeni muttali oldum. Seni tebrik ederim!” demiş. Gönenli Mehmet Efendi, ömrünün sonuna kadar hizmetlerine ara vermedi. 3 Ocak 1991 Perşembe günü, Gönenli Mehmet Efendi’nin cenaze namazını kıldıran Hafız Abdurrahman Gürses şöyle seslenmekteydi, “Ağlayın ey millet, bir büyük âlim gidiyor. Bir büyük âlim değil, bütün bir âlem gidiyor.” Bu büyük âlimin Diğer yandan da tarihçi yazar Vehbi Vakkasoğlu, Bediüzzaman Said Nursi’nin “Kimin himmeti, milleti ise o tek başına bir millettir.” sözünü hatırlatarak Gönenli Mehmet Efendi için şöyle demiştir: “Gönenli Mehmet Efendi, tek başına bir milletti. Hayatının gayesi iman ve Kur’an yolunda hizmetti.” 36 Bazı Tavsiyeleri ve Duaları • Mushaf-ı Şerif’i daima tazim (saygı) ile karşılayın. Kur’an-ı Kerim’e dil uzatan veya onu hafife alanlarla asla beraber olmayın. Kardeşin de olsa Kur’an düşmanını desteklemeyin. • Allah’ım! Sana şükrümde, Sen’i zikrimde ve ibadetlerimi en güzel şekilde yapmamda bana yardım et. Ya Rab! Kalplerimizi ilminle süsle, ibadetinle bütün azalarımızı güzelleştir. Her an Sen’inle berabermişiz gibi bizlere lezzet ver. • Kur’an okunurken can veren, Cennet-i Âlâ’da peygamberlerinin yanında bayramlara eren kullarından eyle. Allah’ım, bizleri Sen’i gönülden anan kullarından eyle! Bizi ömrümüzün sonuna kadar imanlı yaşat. Soğuk sıcak demeden aşk-ı ilahi ile koşan ve koştuğunu da bilenlerden eyle. • Ya Rab! Bizleri ezdirme, üzdürme, imansız gezdirme. Bizleri Allah’ı ile sevinen, Peygamber’i ile övünen, Kur’an’dan ders alan, doğruluğu bırakmayan kullarından eyle. Bizi dünya üzüntüsü ile değil, ahiret kaygısı ile ağlat. İmanımızın nurunu göster, sevgisini tattır Allah’ım! Nur İçinde Yatsın Ömrünü iman aşkı ve heyecanı içinde geçiren bu eşsiz insanın güzel ahlâkından nasipler düşsün üzerimize. Sadece kendini düşünen değil, Gönenli Mehmet Efendi gibi herkesin derdi ile dertlenen bir insan olmamız dileği ile… Bu güzel insanın ruhuna üç Fatiha, bir İhlas sûresi okuyalım sevgili arkadaşlar! 37 Numan Nurullah ARAS Bir âye Hik BİR HAYAT Kİ… Hikâyeden Önce Öğrencilerinize şu soruları sorarak hikâyeye başlayabilirsiniz: • Daha önce Kur’an meali okudunuz mu? • Günde kırk defa okuduğumuz Fatiha sûresinin anlamını biliyor musunuz? • Anlamını bilerek Kur’an’ı okumak bize ne kazandırır? V akitlerden bir vakit Abdullah bin Mübarek, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kabrini ziyaret maksadıyla yola çıkmıştı. Bir müddet gittikten sonra sırtında yünden bir örtü, başında da yünden bir başörtüsü bulunan bir kadına denk geldi. Durumundan hareketle kadının bir sıkıntısı olduğunu anlayan Abdullah bin Mübarek, kadına, Bu sefer de kadın, İsra sûresinin birinci âyetininin bir bölümünü okudu: – Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp Mescid-i Aksa’ya götüren… – Allah senin iyiliğini versin. Sen burada ne yapıyorsun? Verilen bu cevaptan hareketle kadının hac için buraya geldiğini ve Küdüs’e gitmek istediğini anlayan Abdullah bin Mübarek, aç ve susuz olabileceği düşüncesiyle kadına, “Senin yanında yiyecek bir şey göremiyorum!” deyince kadın, Şuara sûresinin 70. âyetini okudu: “Beni yediren, içiren O’dur.” Bu cevapla kadının, yiyecek ve içecek bir şeyinin olmadığını anlayınca Abdullah bin Mübarek kadına, yanında yiyecek olduğunu ve onlardan yemek isteyip istemediğini sordu. Kadın da Bakara sûresinin 187. âyetini okudu: “Sonra, akşama kadar orucu tamamlayınız.” Abdullah bin Mübarek, Kadın, bu soruya ise Araf sûresinin 186. âyetinden, – “Bu ay Ramazan değil ki!” deyince kadın, Bakara sûresinin 158. âyetini söyledi: – “Allah kimi şaşırtırsa onu yola getirecek yoktur…” bölümünü okuyarak karşılık verdi. – “Kim gönlünden koparak (vacip olmayan amellerden) bir hayır işlerse mükâfatını görür. Çünkü Allah, ibadetlerinin ecrini veren, her şeyi hakkıyla bilendir.” – Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh, diyerek selam verdi. Kadın bu selama Yasin sûresinden, – “Onlara, merhametli Rabb’in söylediği selam vardır. (Yasin sûresi, 58.âyet)” âyetini okuyarak mukabele etti. Abdullah bin Mübarek: Bu cevap üzerine Abdullah bin Mübarek, kadının yolunu kaybettiğini anladı. Ona, – Nereye gitmek istiyorsun, diye sordu. 38 – Seferde oruç bize mubah kılınmıştı! doğrulturlar.” Kadının oğullarının kafilenin kılavuzu olduklarını anlayan Abdullah bin Mübarek, çadırları kastederek kadına, “Şu çadırların içindekilerden hangileri senin oğullarındır?” diye sordu. Kadın, Nisa sûresinin 125. âyetinin, – “Eğer bilirseniz güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara sûresi, 184. âyet)” Abdullah bin Mübarek, kadının sürekli Kur’an âyetleriyle konuşması üzerine sordu: – Sen benimle niçin benim konuştuğum gibi konuşmuyorsun? – “(İnsanoğlunun) biri sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki kâtip meleğin amellerini yazmakta olduklarını hatırla! (Kaf sûresi, 17. âyet)” Abdullah bin Mübarek, – “Seni bir deveye bindirip kafilene yetiştireyim mi?” diye teklifte bulununca kadın, Bakara sûresindeki şu âyetle karşılık verdi: – “Siz ne hayır işlerseniz Allah onu bilir… (Bakara sûresi, 215. âyet)” Kadın deveye binince Zuhruf sûresinin 13. ve 14. âyetlerinden, “…Bunları bize ikram eden Allah’ın şanı ne yücedir. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz şüphesiz, Rabbimiz’e döneceğiz.” mealli bölümü okur. – “Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.” Anlamındaki son bölümü ile 164. âyetinden, ”Allah, Musa ile gerçekten konuştu.” bölümü ve Meryem sûresinin 12. âyetinden ”Ey Yahya! Kitaba var gücünle sarıl!” mealli birinci bölümü söyledi. Abdullah bin Mübarek, “Ey İbrahim, ey Musa, ey Yahya!” diyerek seslenince üç genç çıkageldiler. Abdullah bin Mübarek kadının oğullarına, “Şimdi siz annenizin Kur’an’dan konuşma hâlini bana anlatmadıkça ben buradan gitmeyeceğim!” dedi. Bunun üzerine gençler, “Kur’an’a olan muhabbetinden dolayı annemiz, yıllardan beri Kur’an-ı Kerim âyetlerinden başkasını söylemez.” dediler. Bunun üzerine Abdullah bin Mübarek, Cuma sûresinin 4. âyetini okudu: “Bu, Allah’ın dilediğine vereceği bir fazilet ve ihsandır. Allah büyük lütuf sahibidir.” Öğrencilerinize Sorun Öğrencilere şu soruyu sorabilirsiniz: “Kur’an’a olan bağlılığımızı hayatımızda hangi davranışlarla veya hâllerle gösterebiliriz?” Abdullah bin Mübarek kadını nihayet kafileye yetiştirdi ve “İşte kafilen bu! Kafilede kimin var?” diye sordu. – Servet ve oğullar, dünya hayatının ziynetidir… (Kehf sûresi, 46. âyet) Abdullah bin Mübarek, söylenen âyetten kadının oğullarının kafilede olduğunu anladı ve ona, oğullarının kafilede ne iş yaptıklarını sordu. Bu soru üzerine kadın, Nahl sûresinin 16. âyetini okudu: “Daha nice alametler yarattı. Onlar yıldızlarla da yollarını Kur’an, kalplerin baharı ve bereketidir. Yağmurun, yeryüzünün baharı ve bereketi olduğu gibi… (Malik bin İyaz) 39 lı en Şanhimizd İdris Elif TOPÇUOĞLU SOLMAZ i Tar ÂMİN ALAYLARI Başlamadan Önce Öğrencilerinizden okula başladıkları ilk gün hatıralarını anlatmaları istenebilir. O smanlı dönemi çocuklarının hayatındaki en şaşaalı törenlerin başında “Âmin Alayı”, diğer adıyla “Bed-i Besmele Töreni” gelir. Mevzu şudur: Çocuk 4 yıl 4 ay 4 günlük olduğunda çocuğun mektebe gidip ilim alma vakti gelmiş demektir. Evvela Kur’an-ı Kerim, sonra ilmihal, namaz ve dinin diğer levazımını (gerekliliklerini) öğrenecek, Kur’an ezberlerini yapacak, daha istidatlı olanlar Arapça, hüsn-i hat, Farsça gibi derslere de devam edebileceklerdir. Çocuğun mektebe başlayacağı ilk gün ailesi, mektebin talebeleri, mektep hocası ve mahallelinin iştirak ettiği kalabalık, coşkulu bir törenle çiçeği burnunda talebeyi evinden alıp mektebe getirir ve ilk dersini almasına tanıklık ederler. Çocuğun Kur’an öğrenmeye başlayacağı o ilk gün hazırlanan şaşaalı merasim; o çocuğun zihninden hiç çıkmayacak, o günü hayatının “en kıymetli günlerinden biri” olarak yâd edecektir. Bu merasimler hâli vakti yerinde olan aileler tarafından bir düğün gibi kutlanırdı. 40 Hayatını Kur’an çerçevesinde şekillendiren bir millete pek yakışan bu törene “Âmin Alayı” veya “Bed-i Besmele Töreni” denir. HADEME-İ MEKTEP Osmanlı dönemi mekteplerinde Bevvab denilen görevliler olurdu. Bevvab, kelime manası itibariyle “kapıcı” demektir. Bevvab, hocadan sonra mektebin en yetkilisidir. Bevvab, sabahın nurunda mektebi iştiyakla açtıktan sonra omzuna sırığını asarak sokak sokak gezmeye başlar. Talebelerin yemek çıkınlarını omzundaki sırığa dizerek talebeleri bir bir peşine takar. Bu, bir nevi seyyar servislik vazifesidir. Mektebin asayişiyle ve temizliğiyle de alakadar olur. Âmin alaylarının intizamını sağlar. ALAY YOLA ÇIKIYOR! rinde çocuğun zerafetle hazırlanan minderi ve elif cüzü bulunurdu. Mektebin ilahi grubu Bevvab’ın arkasında gider, ilahilerini söyler, dualarını yaparlardı. Diğer çocuklar da gerekli yerlerde “Âmin!” diye bağırırlardı. Mahallenin yaşlı genç bütün hanımları, evlerinden dışarı çıkmaları için hayırlı bir vesile olan bu törene memnuniyetle katılırlardı. Tören alayı talebenin evine varınca çocuğu alır, yeniden ilahiler eşliğinde mektebe götürürlerdi. Hocanın “Rabbi Yessir” ile başlayan ilk dersini bütün talebeler, çocuğun ailesi ve akrabaları dinlerdi. İşte böylece çocuğun ilk mektep hayatı başlardı. Törenlerde okunan toplu duadan (gülbank) bir misal: Talebe güzelce giydirilir, yakın akrabaları ile mektebe getirilir, hocasına dua ettirilirdi. Mektepteki çocuklara birer ikişer kuruş; yahut şeker dağıtılarak gönülleri alınırdı. Hocaya da mendil ucuna bağlanmış kıymetli hediyeler takdim edilirdi. Sonra hoca ile konuşulup münasip bir gün belirlenir ve tören hazırlıkları başlardı. Bu günün kandil günlerine, pazartesiye veya perşembeye isabet etmesine dikkat edilirdi. Törenden evvel çocuk, Kur’an ile tanışacağı bu safhanın hayır içinde geçmesi niyazıyla evliya türbelerine götürülürdü. Âmin alayının yapılacağı gün diğer talebeler de güzelce giyinirler, hazır olurlardı. En önde hoca ve başının üzerinde rahle taşıyan Bevvab yürürdü. Rahlenin üze- 41 HÛ DİYELİM HÛÛÛÛ! Allah Allah illallah Evveli Kur’an Ahiri Kur’an Tebarakellezi nezzelel Furkan Küffarın körlüğüne Dini İslâm kuvvetine Padişahımız efendimiz hazretlerinin eyyam-ı devletine Diyelim aşk ile bir Allah Hacılar, gaziler, raviler, yediler, kırklar Gülbang-ı Muhammed Nur-ı Nebi Kerem-i Ali Pirimiz üstadımız hazreti Osman-ı Zinnureyni veli Gerçekler demine hû diyelim hûûûû… “FERĞAB, FESİNİ KAP!” Talebe, elif cüzünü tamamlayınca amme cüzüne gelir. İnşirah sûresinin son kelimesi olan “ferğab” kelimesine gelmesini, mektebin diğer talebeleri tetikte beklemektedir. İnşirah sûresini okuyan talebe, bu kelimeyi okuduğu anda mektebin en hızlı davranan talebesi çocuğun fesini kapar, cüz kesesini de başından geçirirdi. Fesi alınan çocuk, evine gönderilirdi. Hocaefendiye hediye gönderilmedikçe fesi geri verilmezdi. Ailesi bu hâli sevinçle karşılardı. Zira bu durum, çocuğunun Kur’an öğreniminde ve ilimde ilerlediğinin alameti sayılırdı. 42 Öğrencilerinize Sorun “Size böyle bir tören yapılsaydı neler hissederdiniz?” sorusundan hareketle öğrencilerin duygularını ve düşüncelerini alabilirsiniz. Bir Tavsiye Bu kısımda “Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi’l-hayr (Rabbim! İşimi kolaylaştır, zorlaştırma! Rabbim, işimi hayırla sonuçlandır!)” duası okunarak gençlere bir işe başlamadan önce bu duayı okumaları tavsiye edilebilir. MEHMET ÂKİF’TEN ÂMİN ALAYI ŞİİRİ Mehmet Âkif Ersoy’a en sevdiği şiiri sorulduğunda verdiği cevap, “Âmin Alayı” şiiridir. Âkif, hüzzam makamında bestelenmiş bu şiiri dilinden hiç düşürmez, okumaktan haz duyardı. İşte Âmin Alayı şiirinden bir bölüm: En önde, rahlesi âguş-i ihtirâmında Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek; Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında, Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek Kadar lâtîf, iki ma’sûmu bir açık payton Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun, Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun O rûhtan daha sâfi olan yüreklerden, Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor; Bu cûş-i saffetin aksiyle ta meleklerden Zemîne doğru bir “Âmîn!” sadâsıdır geliyor. Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr, Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr, Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor! Bu bir ketîbe-i ma’sûmedir ki, ey millet: Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında ŞİİR Sözlüğü •Rahle: Üzerinde kitap okunan, yazı yazılan, bazıları açılıp kapanabilen alçak, küçük masa. •Âguş: Kucak; sığınılan yer. •İhtirâm: Hürmet, saygı. •Pîş: Huzur, ön, ileri taraf. •Ziyâ: Işık, aydınlık, nur. •Ufûl: Gurup, batış; gözden kayboluş, görünmez olmak; yıldızın batması; (mecaz:) ölmek. •Vakâr: Ağırbaşlılık, halim ve heybetli oluş, azamet ve izzet. •Sâfi: Katışıksız; temiz, süzülmüş; bozuk olmayan, halis. •Terâne: Ezgi, makam, nağme; bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme; (Divan edebiyatı terimi) Rubainin bir adı. •Cûş: Coşmak, kaynamak; taşmak. •Saffet: Temizlik, arılık. •Efrâd: Bireyler, fertler. •Sürûr: Sevinç, neş’eli olmak. •Sürûd: Terennüm, şarkı, türkü. •Pür: Çok, dolu, çok fazla, tekrar (manalarına gelir, birleşik kelimeler yapılır.) •Muttasıl: Aralıksız, hiç durmadan. •Ketîbe-i ma’sûme: Saf, temiz alay, grup. •Rehgüzâr: Geçilen yol, yol üstü; geçit. İsmail Kara–Ali Birinci’nin “Bir Eğitim Tasavvuru Olarak Mahalle/Sıbyan Mektepleri” kitabından yararlanılmıştır. 43