sayi 18 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 18 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı EsasMedya Ltd. Şti. adına Bülent AKARCALI Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü M. Esat GÜZELGÖZ Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Elif DAĞLI Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Editör Hande AYDEMİR Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Hukuk Danışmanı Av. Bekir EREN Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Kurumsal İletişim ve Reklam M. Suat GÜZELGÖZ Prof. Dr. Haydar SUR İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı “Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Yıl: 2 Sayı: 18 • HAZİRAN 2013 Yayın Koordinatörü Ayşe GÜZELGÖZ Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Yayın Türü Yaygın Süreli Basım Yeri İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi Haziran 2013, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. ®EsasMedya - 2013 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. Destek ve katkıları için SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz. /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com Tütünsüz Türkiye, Dünyada Örnek Gösteriliyor 2009 yılında uygulamaya konulan “Dumansız Hava Sahası Projesi” sigaranın toplum sağlığına olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla atılan en büyük ve en kararlı adım olmuştu. Uygulama kısa sürede toplumumuzda kabul gördü ve sigara içenlerin sayısında her yıl azalma olduğu gözlendi. Dumansız Hava Sahası uygulamasının ardından yine sigaranın toplum sağlığına verdiği zararı ortadan kaldırmak amacıyla Sağlık Bakanlığı büyük bir adım daha attı ve tütün ürünlerini teşvik edici reklam ve promosyonların yasaklanması için çalışmalar başlatıldı. Bu mücadele hala kararlılıkla sürdürülüyor. Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti tarafından 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü etkinlikleri çerçevesinde İstanbul’da”Türkiye’nin Tütün Kontrolündeki Başarısı, 2012 Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Sonuçları Tanıtım Toplantısı” düzenledi ve toplantının konusu “tütün ürünlerinin her türlü reklam promosyon ve sponsorluğunun yasaklanması” olarak belirlendi. Biz de bu gelişmelerin ışığında Haziran sayımızın ana kapak konusunu “Dünya Tütünsüzlük Günü” olarak belirledik. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman’ın “Dünya Tütünsüzlük Günü” toplantılarında yaptığı konuşmaları kapak dosyamızda sizlere sunduk. Kapak dosyamızda ilginizi çekeceğinizi düşündüğümüz bir başka çalışma ise Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığının hazırladığı Türkiye’de Tütün Kontrolü raporu. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan “Dünya’da ve Türkiye’de Lösemi” bilgi notunun ve Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin’in “Çocukluk Çağı Kanserlerinde Gelişmeler” başlıklı makalesinin bulunduğu “kanser” dosyamızın da dikkatinizi çekeceğini düşünüyoruz. Haziran sayımızın röportaj konuğu Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürü Dr. Hakkı Öztürk, Sağlık ve İnsan Dergisi okuyucuları için tüm ayrıntılarıyla “Hastane Randevu Merkezi Uygulamasını” anlattı. Bu sayımızın kurumlarımız bölümünde “Türk Kızılayı” ve “Sağlık Bakanlığı İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu”nu; Kampus bölümünde ise “Turgut Özal Üniversitesi”ni sizlere tanıtıyoruz. Sağlık ve İnsan Dergisi ailesine katılan Dr. Sertaç Doğanay, bu sayımızdan itibaren her ay bizlere sağlık ve ilaç sektöründe sosyal medya ve dijital teknolojilerin yeniliklerini aktaracak. Bu vesileyle Dr. Sertaç Doğanay’a hoş geldiniz diyoruz. Her sayımızda ilginizi çekecek çalışmalar hazırlamaya özen gösteriyor ve sizlerden olumlu geri dönüş aldıkça yolumuza daha emin adımlarla devam ediyoruz. Bu sayımızda hazırladığımız “Aşının Tarihçesi” çalışmamızda “Aşı” ile ilgili bilinmeyenlere ve ilklere imza atan bilim adamlarına yer verdik. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Sağlık ve İnsan Dergisinden desteğinizi ve fikirlerinizi esirgemediğiniz için sizlere teşekkür ediyor ve daha güzel günlerde buluşmayı diliyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… M. Esat GÜZELGÖZ İÇİNDEKİLER Kapak Konusu: 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü 6 Haber: Sigaradaki Katkı Maddeleri Açıklandı 12 Kapak Konusu: Türkiye’de Tütün Kontrolü Çalışmaları 14 Haber: Bakanlıktan “Reçetesiz İlaç” Açıklamasır 20 Haber: Çocuk Sağlığını Tehdit Eden Pazarlama Uygulamaları 22 Haber: Çocukların Boy ve Kilosu Bakanlık Takibinde 23 Haber: Helikopterler Çiğdem’e Can Yetiştirdi 24 Haber: Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği 11. Genel Kurulunu Gerçekleştirdi 26 Haber: Kalp, Bağırsak Zarıyla Korumaya Alındı 30 Haber: Ağrı Kesici Kullanırken Dikkat! 31 Haber: Morfin ve Aşı ‘Hacettepe’ Adıyla Üretilecek 32 N İ K E P - A M R I Ç A K Z I K N A D YA R A S 38 Portre: Aşı’nın Tarihçesi 46 Haber: “Yol Arkadaşımsın” Projesi MS Hastalığına Işık Tutuyor 48 Kapak Konusu: Kanser ve Tedavisine Genel Bir Bakış 52 Kapak Konusu: Çocukluk Çağı Kanserlerinde Gelişmeler 54 Kapak Konusu: Dünyada ve Türkiye’de Lösemi 56 Röportaj: Dr. Hakkı Öztürk Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürü 58 Biyoetik 64 Kurumlarımız: Türk Kızılayı 68 Kurumlarımız: Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu 72 Kampus: Turgut Özal Üniversitesi 78 Kültür - Sanat: Pekin’de Saraydan Kız Kaçırma 80 Kitap kapakkonusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: TÜTÜNLE MÜCADELEDE ÖNEMLİ NETİCELER ALDIK Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Yeşilay Cemiyeti tarafından Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda “31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen “Türkiye’nin Tütün Kontrolündeki Başarısı, 2012 Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Sonuçları Tanıtım Toplantası”na katıldı. Başbakan Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’nün tüm insanlığın sağlıklı, mutlu, müreffeh ve “tütünsüz geleceği” için hayırlara vesile olmasını diledi. Kendisine törende tevdi edilen “Küresel Tütün Kontrolü Özel Prestij Ödülü” için Dünya Sağlık Örgütü, “Küresel Tütün Kontrolü Başarı Ödülü” için de ABD Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi yöneticilerine teşekkür eden Erdoğan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ile Yeşilay Cemiyeti Başkanı İhsan Karaman’ı da aldıkları ödüller dolayısıyla kutladı. Sigara tüketimiyle mücadele konusundaki samimi hassasiyetler ile bu çerçevede gösterdikleri çabaların herkesçe malum olduğunu dile getiren Başbakan Erdoğan, 2012 Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırması verilerinin, bu çabaların sonuçlarının 6 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 alınmaya başladığını gösterdiğini kaydetti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Aynı mahiyette 2008’de yapılan araştırmayla karşılaştırıldığında, tütün ürünlerinin kullanımıyla mücadele konusunda, ülkemizde son 4 yılda gerçekten önemli ve kayda değer neticeler elde ettiğimiz görülüyor. Buna göre, son 4 yılda 15 yaş üzeri nüfusta tütün kullanım sıklığı yüzde 31’den yüzde 27’ye gerilemiş bulunuyor. Araştırma sonuçları, tütün kullanma sıklığında toplamda yüzde 13,5’luk bir azalmaya işaret ediyor. Şüphesiz bu neticede 2008 yılı ocak ayında çıkardığımız Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesi konusundaki kanunun önemli payı var. Bildiğiniz gibi, bu kanunla 2008 yılı Mayıs ayından itibaren kamuya ait açık alanlarda, aynı yılın temmuz ayı itibariyle de lokanta, kahvehane, kafeterya gibi yerlerde tütün ürünlerinin tüketilmesi yasaklandı. Böylece, kişilerin kendi evleri dışındaki tüm kapalı alanlarda sigara içmesinin önüne geçmiş olduk.” Sigaraya ilişkin ilk Başbakan olduğu döneme ilişkin bir anısını paylaşan Erdoğan: “Başbakan olduğum ilk dönemde Başbakanlığın koridorlarında yürümekte zorlanıyordum. Çünkü aktif içiciler vardı, ben bir pasif içici olarak hakikaten duman oluyordum. Onun için ‘dumansız havaya’ şiddetle ihtiyacımız vardı. Müsteşarıma dedim ki, ‘Ne yap yap, artık bu odaların kontrol altına alınması lazım. Ne gerekiyorsa da onu süratle yapmamız lazım.’ Bir anda yayınlanan genelgeyle artık o sıkıntılı havalardan kurtulmaya başladık. Şimdi kirli noktada olan dumansız havayı biz koridorlarımızda yaşamaya başladık. Çünkü asıl amaç, tütün ürünleri tüketmediği halde sigaranın zararlı etkilerine maruz kalan insanlarımızı korumaktır. Çünkü o odada herkes aslında sigara içmiyordu ama o odada çalışan memur arkadaşlar ses çıkaramadıkları için orada yavaş yavaş zehirleniyordu. Bu kanunun yürürlüğe girdiği günlerdeki tartışmaları hatırlıyorum. Birileri sigara yasağı yüzünden binlerce iş yerinin kapanacağını, yüz binlerce kişinin işsiz kalacağını iddia etmişti. Hatta kanun, iptali için Anayasa Mahkemesine dahi götürülmüştü. Şu anda biz yüzde 82 vergi uygulaması yapıyoruz ve buradan 20 milyar gibi bir gelirimiz var ama buna rağmen yine para kazanıyorlar, işlerine devam ediyorlar. Bu işin ne kadar iddialı olduğunu ortaya koyma bakımından bunu açıklamak istedim. Bugün baktığımızda, söz konusu endişelerin, iddiaların hiçbirinin doğru olmadığını, toplumun kahir ekseriyetinin sigara yasağını memnuniyetle karşıladığını ve sahiplendiğini görüyoruz” dedi. Olay, sadece bir tütün olayı değil Sigara içme yasağından sonra yeme içme sektöründeki iş yeri sayısının azalmak bir yana arttığını belirten Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı öncesinde, belediyenin Hidiv Kasrı, Beyaz Köşk, Sarı Köşk gibi birçok mutena yerleri sadece belli bir azınlığın kullandığını anlattı. Erdoğan, belediye başkanı olunca buraları bütün halka açtıklarını dile getirerek, “Kapalı bölümlerde sigara ve alkol yasak” dediklerini aktardı. Tütün ürünlerinin kullanımıyla mücadele konusundaki bir diğer önemli enstrümanın da sigaraya uyguladıkları yüksek vergi oranları olduğunu belirten Erdoğan, “Dünya Sağlık Örgütü sigara için yüzde 75 vergi oranı tavsiye ederken, biz bunu yüzde 80 olarak uyguluyoruz. Aynı şekilde sağlık uyarılarının sigara paketleri üzerinde daha görünür ve etkili şekilde yer almasını sağladık. Tütün ürünlerinin 18 yaşın altındaki kişilere satışını engelleme konusunda da kararlı bir mücadele içindeyiz” diye konuştu. Uluslararası alanda da Yasadışı Tütün Ticaretinin Önlenmesi Protokolü’nü imzalayan ilk 12 ülke arasında yer alarak kararlılıklarını orada da ortaya koyduklarını anlatan Erdoğan, şunları kaydetti: “Geçtiğimiz hafta meclisimizde kabul edilen yasayla tütün içermese de nargile ve sigara tarzındaki tüm ürünleri, tütün kapsamına aldık. Aynı düzenlemeyle sigara içme yasağını, özel araçların sürücü koltuklarındaki kişileri de kapsayacak şekilde genişlettik. Tabii şimdi tütün diyoruz da tütünün içindeki o zararlı maddeler nelerdir? Bunların üzerinde de aslında Sağlık Bakanlığımızın, Yeşilayımızın ve diğer STK’larımızın çok daha geniş çalışması lazım. Olay, sadece bir tütün olayı değil. Bunun içinde, yani nikotinin dışında birçok şeyler var. Bunlar nelerdir, bunları açıklamamız lazım. Toplumumuzu bu noktada gerçekten bilinçlendirmemiz lazım.” “Ortak mücadele vermemiz lazım” Başbakan Erdoğan, iş yerlerinde sigara içme yasağına uyulmaması halinde verilen cezaları ağırlaştırdıklarını, bunların daha da ağırlaşabileceğini dile getirdi. Bunun yanında kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla yürütülen “Dumansız Hava Sahası” ve “Havanı Koru” kampanyalarının da millet nezdinde itibar gördüğünü memnuniyetle ifade etmek istediğini belirten Erdoğan, tüm bunlara rağmen, yasayı çıkardıklarını ancak birçok restoranda hala sigara içmeyi devam ettirenlerin de bulunduğuna işaret ederek, şunları kaydetti: “Restoran sahibi ‘5 bin liraysa bunun cezası, ben 5 bin lirayı öderim, bunu devam ettiririm’ diyor. Sen ‘5 binle yine ben bu yola devam ederim’ diyorsan, biz de yeni bir kararla çok daha farklı uygulamaları devreye sokabiliriz. Bu kapatmaya kadar götürür. İlla sigara içmesi gerekenler varsa onlara bir zehir odası yaparsın, orada içerler. Dünyada bunun uygulamaları var. Uluslararası havalimanlarında var özel odalar, o özel odaların içerisine girer, orada sigara içersin. Sadece bize ait bir şey değil, sayın Chan (DSÖ Genel Direktörü) bunları zaten tespit etti, onların kitaplarında, kitapçıklarında vardır.” Konuşmasının sonunda Dünya Tütünsüz Günü’nü kutlayarak, Türkiye’nin Tütün Kontrolündeki Başarısı ve 2012 Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırması sonuçlarının hayırlara vesile olmasını dileyen Erdoğan, tütün ürünlerinin kullanımıyla mücadele konusunda yürüttükleri çalışmalara destek olan herkese, Yeşilay ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Margaret Chan ile uluslararası kuruluşlara teşekkür etti. Başbakan Erdoğan’a ödüller DSÖ Genel Direktörü Chan, konuşmasının ardından Başbakan Erdoğan’a DSÖ’nün “Küresel Tütün Kontrolü Özel Prestij Ödülü”nü takdim etti. ABD Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Başkanı Charles Stokes da Erdoğan’a, “Küresel Tütün Kontrolü Başarı Ödülü”nü sundu. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 7 Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müzezzinoğlu: TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARIMIZ TÜM DÜNYADA ÖRNEK GÖSTERİLMEKTEDİR* Dünya sağlık otoritelerinin küresel bir halk sağlığı problemi olarak kabul ettiği tütün kullanımı, 50’nin üzerinde sağlık sorununu doğrudan veya dolaylı olarak tetikliyor. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Dünyada görülen kanserlerin yaklaşık üçte ikisi önlenebilir nedenlerden kaynaklanıyor ve sigara bu nedenlerin başında geliyor. Biz de Dünya genelinde 1,2 milyar insanın aktif, çok daha fazla insanın ise pasif olarak etkilendiği zararlı bir alışkanlıkla mücadele ediyoruz. Dünya üzerinde her 10 kişiden biri tütün kullanımı nedeniyle hayatını kaybediyor. Bugün Dünya Sağlık Örgütü ile Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezinin çok kıymetli yöneticileriyle birlikte, tüm insanlığa bir kez daha tütünsüz bir dünya çağrısı yapma fırsatı buluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, tütünle mücadele için, 2003 yılında, ilk uluslararası sağlık anlaşması olan “Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşmesi’ni hazırlayarak ülkelere sundu. Türkiye dâhil 176 ülke, bu sözleşmeye imza koydu. Ülkelerin tütün salgını ile mücadelelerine ışık tutan 8 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 ve uygulamaların yasal dayanağını teşkil eden bu sözleşme, bizim de tütünle mücadele kapsamında uyguladığımız Ulusal Eylem Planının temelini oluşturdu. Bu alışkanlık bizim için çok zor bir mücadele alanıydı. Çünkü “Türk gibi sigara içmek”tabirinin hüküm sürdüğü bir toplumduk ve bu tabirin bir maharet değil, zafiyet olduğunu insanlarımıza anlatmamız gerekiyordu. En önemli ihtiyaç ise politik kararlılıktı. Bizi, bugün dünyadaki diğer mücadele örneklerinden ayıran ve öne çıkaran en büyük farkımız da ortaya koyduğumuz politik kararlılığımızdı. Sayın Başbakanımızın tütünle mücadelemizde üstlendiği liderlik sayesinde uzun soluklu bu maratona güçlü ve hızlı adımlarla başladık. Batı ülkelerine göre geç başladığımız tütün salgını ile mücadelede, Dünya Sağlık Örgütünün Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşme stratejilerini, 176 ülke içinde tamamını uygulayan ilk ülkeyiz. 2007’de “Dumansız Hava Sahası” uygulaması ile başlattığımız eylem planı kapsamında etkin yasal tedbirler aldık. Denetim mekanizmaları kurduk. Reklam ve satış şartlarını düzenledik, caydırıcılığı güçlendirecek ciddi mali tedbirler aldık. Bilinçlendirme kampanyaları düzenledik, sigarayı bırakmak isteyenlere profesyonel destek sunan merkezler kurduk. Yaptığımız bu işler Dünya Sağlık Otoriteleri tarafından takdir edildi ve ödüllere layık görüldü. Sayın Başbakanımızın politik kararlılığı ve önderliği, bizim için pek çok ülkenin sahip olmadığı bir avantajdı. Dünya Sağlık Örgütü tarafından, bu mücadeleye liderlik etmesinin önemine binaen Başbakanımıza ’2010 Küresel Tütün Kontrolü Başarı Özel Ödülü ”verildi. Yine, önceki Sağlık Bakanımız Recep Akdağ Bey ile önceki Sağlık Komisyon Başkanımız Cevdet Erdöl Bey’in şahsında, Türkiye’nin tütünle mücadeledeki başarısı farklı yıllarda Dünya Sağlık Örgütü tarafından ödüllendirildi. Bugün tütün salgınına karşı verilen küresel mücadeleye umut olan başarımızda; başta Sayın Başbakanımız olmak üzere Hükümetimizin siyasi kararlılığının, kamuoyunun güçlü desteğinin, inanmış bir ekip çalışmasının, Ulusal ve Uluslararası ortaklıkların, Sivil Toplum Kuruluşları ve Üniversitelerimizle kurulan işbirliklerinin, ve medya mensuplarımızın duyarlılığın kıymetini, bir kez daha vurgulamak istiyorum. Emeği geçen ve duyarlılık gösteren herkese ülkem ve insanlık adına teşekkür ediyorum. Biliyoruz ki artık tütün kontrolü alanında yaptığımız çalışmalar tüm dünyada örnek gösterilmekte ve çok sayıda ülke tarafından incelenmektedir. Dünya Sağlık Örgütünün Küresel Yetişkin Tütün Araştırması’nı ikinci kez sonuçlandıran iki ülkeden biri olduk. Bugün bu alanda elde ettiğimiz başarıyı tüm dünya ile paylaşmak istiyoruz. Bilindiği gibi, tütün kontrolü çalışmalarının başarısını gösteren en önemli sonuçlardan bir tanesi, sigara içme oranında yaşanan düşüştür. Bu sonuçlara göre ülkemizde 2008 yılında yüzde 31 düzeyinde olan sigara içme oranının, bugün yüzde 27’lere gerilediğini görmekteyiz. 2008 yılında sigara içen 2,2 milyon insanımızın artık sigara içmiyor olması bizi gururlandıran en büyük kazancımızdır. Bir başka veri ise erkeklerde sigara bırakma oranının kadınlara göre biraz daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Önümüzdeki süreçte kadınlarımızı tütün salgınına karşı korumada daha özenli davranmamız gerekecek ve biz biliyoruz ki, tütünle mücadelede kadınların katılımını sağlamak, aileyi sürece katmaktır, gelecek nesilleri etkin korumaktır. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde, tütünle mücadelemizde kadınlarımızı kazanmaya daha da ağırlık vereceğiz. Ben bu vesile ile huzurlarınızda bir teşekkürü de sağlık çalışanlarımıza yapmak istiyorum. Bu başarıya ulaşmamızda, sağlık çalışanlarımız rol model oldu. Her iki hekimimizden birisinin, her iki yöneticimizden de neredeyse birisinin sigarayı bıraktığını görmek bizim için ayrı bir gurur vesilesi olmuştur. Burada olan hekimlerimiz ve yöneticilerimiz şahsında tüm sağlık çalışanlarımızı da kutluyor, teşekkür ediyorum. Dünya Sağlık Örgütü ile huzurlarınızda imzalayacağız. Sigara içenler kadar, içmeyen ama sigara dumanına maruz kalan vatandaşlarımızı da korumak adına, kamuya açık kapalı alanlarda sigara içme yasağı getirdik. Bu yasağın etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için güçlü bir denetim mekanizması geliştirdik. Sigara bırakmak isteyen vatandaşlarımız için Sigara Bırakma Poliklinikleri açtık. Bilindiği gibi, İnsan Sağlığı konularında, siyasi ve ekonomik sebeplere, ideolojik ön yargılara yer yoktur. Olmamalıdır. Maalesef, Amerika ve Avrupa’daki yasaklar nedeniyle rota değiştiren tütün sektörü, yıllarca ülkemizi pazar olarak kuşattı. Bakınız; Batının 80”li yıllarda başlattığı tütün salgını mücadelesine biz yıllar sonra başlayabildik. Şimdi pek çok ülke, alkolün pençesinden kurtulmak için ciddi mücadeleler veriyor. Allaha şükür ki, alkolün zararlı etkileri konusunda, sıkıntılı süreçlerin başlarında önlemlerimizi aldık. ALO 171 “Sigara Bırakma Danışma Hattı’nı kurduk. Bu hattımızda günlük ortalama 10 binin üzerinde çağrı karşılanıyor. Sigarayı bırakmak isteyenlere verdiğimiz bu desteği çok önemsiyoruz. Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Sonuçları da bu desteğin kıymetini ve gerekliliğini ortaya koyuyor. Sigara kullanımını önlemek amacıyla getirdiğimiz bir diğer yenilik, uyarı yazılarıdır. Şu andaki mevzuata göre, her sigara paketinin yüzde 65’ini kapsayacak şekilde, uyarı resimleri ve yazılar bulunmaktadır. Bu uygulamamız sigara içen insanların sigarayı bırakma düşüncelerini arttırmıştır. Yine başka bir uygulamamız ile tütün kullanımını engelleyici bir etken olarak, sigaranın her türlü reklâmını ve sponsorluğunu yasakladık. Bu konuyu mevzuatımızda açık bir şekilde dile getirerek “31 Mayıs 2013 Dünya Tütünsüz Günü” için belirlenmiş olan temanın gereğini çok öncesinden yerine getirmiş olduk. Geçen hafta yaptığımız yasal bir düzenleme ile de nargile ve sigara benzeri tüm ürünleri tütün ürünü kapsamına aldık. Elde ettiğimiz tecrübelerin bir yansıması olarak 20132017 eylem planımızı hazırladık. Tütün kontrolü alanında her türlü işbirliğini geliştirmeye hazırız. Bu kapsamda tütünle mücadelesini sürdüren tüm ülkelere teknik danışmanlık vermek için kapımız sonuna kadar açıktır. Bu konudaki kararlılığımızın bir göstergesi olarak ülkemizdeki başarılı tütün kontrolü uygulamalarından elde ettiğimiz kazanımların, diğer ülkelere aktarılmasına imkân verecek işbirliğine ilişkin Niyet Beyanını, Gelecek nesillerimizin sağlığı için tedbirlerimizi şimdiden alıyoruz. Almak zorundayız. Bu nedenle Meclisimizde kabul edilen yasal düzenlemeyi, çağdaş ve ileri görüşlü bir vizyonun yansıması olarak görüyor ve emeği geçenleri kutluyorum. Sağlıklı yaşam, anayasal bir haktır. İnsanların bu hakkına saygı göstermek, hem bireysel hem de toplumsal sorumluluklarımız arasındadır. Bu sorumluluğun fark edilmesi ve ortak bilinçle farkındalık oluşması için, başarılı bir çalışma yürüttük. Bugün gururla başarımızı kutluyoruz. Bugünlere kavuşmamızda emeği geçen başta; “Bir Sağlıklı nefesin bedeli olmaz” diyerek desteklerini hiç esirgemeyen Sayın Başbakanımıza, Türkiye Büyük Millet Meclisine, tüm kurumlarımıza, akademisyenlerimize, Ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarımıza, medyamıza, gece gündüz demeden fedakârca çalışan sağlık personelimize ve en önemlisi ise sağlıklı geleceklerine ve kanunlarına sahip çıkarak haklarını savunan vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum. Ayrıca bu çalışmalarımızda bizi yalnız bırakmayan, sürekli destek ve rehberlik sağlayan, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Sayın Margaret Chan’e teşekkürü bir borç bilirim. * Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Tanıtım Toplantısı Konuşması SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 9 Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman: ÜLKEMİZDEKİ TÜTÜN KONTROLÜ UYGULAMALARI HALK SAĞLIĞINA OLUMLU YANSIMAKTADIR* Dünyada her yıl 6 milyon insanın ölümünden sorumlu sigara, önlenebilir ölüm ve hastalıkların en önde gelen sebebidir. Her 6 saniyede 1 insan sigara nedeni ile hayatını kaybetmektedir. Dünya Sağlık örgütü, acil önlemler alınmadığı takdirde, sigaradan kaynaklanan ölümlerin artarak devam edeceğini ve 2030 yılı itibari ile sigara kaynaklı yıllık ölümlerin 8 milyonu geçeceğini öngörmektedir. Küresel olarak tütün kullanımı artmaya devam ederken, yüksek gelirli ülkelerde azalmaktadır DSÖ verilerine göre sigara kullanıcıların % 80 ini düşük ve orta gelirli ülke vatandaşları oluşturmaktadır. 10 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Bu, gellişmiş ülkelerde pazar payını kaybededen sigara şirketlerinin Afrika ‘daki dar gelirli ülkeler dâhil az gelişmiş ülkeleri hedef alan pazarlama stratejilerinin bir sonucudur. En önemli halk sağlığı sorunlarından biri olan sigara salgını (tütün epidemisi ) konusunda farkındalık oluşturmak için kutlanan Dünya Sigarasız gününün bu yılki teması tütün ürünlerinin her türlü reklam promosyon ve sponsorluğunun yasaklanması olarak belirlenmiştir. Sigara şirketlerinin, her iki kullanıcısından birini öldüren ürünlerini, agresif reklam ve promosyon kampanyalarıyla ve etik olmayan farklı yöntemlerle pazarladığı bilinen bir gerçektir. Sigara şirketleri, sayısız insana ekonomik kayıp yaşatan, ulusal sağlık sistemlerini çok olumsuz etkileyen, hastalık ve ölümlere neden olan, bağımlılık yapma potansiyeli çok yüksek bir maddeyi satarak kar ederler. Her yıl, milyonlarca müşterisi sigaraya bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybeden tütün şirketleri, ayakta kalabilmek için yeni müşteriler ve yeni pazarlar bulmak zorundadır. Bu nedenle sigara şirketleri, kadınlar, çocuklar, fakir ülkelerin fakir insanlarını hedef alan, etik olmayan reklam ve pazarlama taktiklerine başvurmaktadır. Tütün endüstrisininin her sene milyarlarca doları tütün reklam, pazarlama ve sponsorlukları için harcadığı bilinmektedir. Tütün reklam, pazarlama ve sponsorluklarının amacı sigarayı herhangi bir ticari ürün gibi normalize etmek, sosyal kabul edilebilirliğini artırmak, tütün kontrolü çabalarını etkisileştirmek ve tütün ürünlerini çekici, havalı, asi, özgür olmak gibi imgelerle özdeşleştirmektir. Sigara reklamlarına kapsamlı yasaklar uygulanan ülkelerde sigara şirketleri indirekt reklam ve pazarlama taktiklerine başvurduğu bilinmektedir. Direkt ve İndirekt sigara reklam, pazarlama ve sponsorluklarını kapsamlı bir şekilde yasaklanması tütün tüketimini ciddi oranlarda düşürmekte ve tütün endüstrisinin özellikle çocuk ve gençlere ulaşmasını engellemektedir. Dünya Sağlık Örgütü, Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi 13. maddesinde taraflara tütün reklamları, promosyonu ve sponsorluğuna yönelik kapsamlı yasak getirilmesi ve uygulanması yükümlülüğünü getirmektedir. Ülkemiz, 176 ülkenin taraf olduğu, ilk uluslararası sağlık anlaşması olan Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesini 2004 yılında imzaladıktan sonra tütün mücadelesinde çok önemli gelişmeler kaydetmiş ve kapsamlı yasa ve uygulamarı ile dünya ülkelerine model olabilecek bir konuma gelmiştir. Ülkemizde, Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin 13. maddesinin ön gördüğü şekilde, tütün reklam, promosyon ve sponsorluk faaliyetleri yasaklanmıştır. Buna göre ülkemizde tütün endüstrisinin, • Spor, müzik faaliyetlerine sponsor olma • Ürün yerleştirme • Marka paylaşımı • Marka esnetme • Sosyal sorumluluk projelerine sponsor olma Her türlü medya mecrasında direkt veya dolaylı reklam yapma gibi kanallarına set çekilmiş gençlere ve çocuklara ulaşabilirliği kısıtlanmıştır. Kapsamlı yasa ve uygulamalarıyla ülkemiz DSÖ tarafından hazırlanan MPOWER stratejilerinin tamamını ye- rine getiren ilk ve tek ülke olma ünvanını haketmiştir. Yeşilay olarak, ülkemizdeki tütün kontrolü kapsamlı yasa ve uygulamalarının halk sağlığına olumlu yansımalarını görmekten dolayı büyük mutluluk ve gurur duymaktayız. Tütün firmalarının sigara reklam ve promosyon faaliyetlerine getirilen kısıtlamalar sonucunda pazarlama aracı olarak sadece paket dizaynına bağlı kaldıkları bilinen bir gerçektir. Ülkemizde Dünya Sağlık Örgütünün tavsiye ettiği standartlara uygun hazırlanmış, sigara paketlerinde resimli uyarıların bulunması son derece olumlu bir uygulamadır. Bununla beraber, paket dizaynının marka imajını oluşturmakta olduğu, statü, zenginlik, incelik, özgürlük gibi tema ve simgelerler sigaranın gerçek yüzünü gizleyip bu şekilde pazarlandığı gerçeğinin altını çizmek istiyoruz. Dolayısıyla ülkemizde sigara paketlerindeki birleşik uyarılara ek olarak, Avustralya örneğinde olduğu gibi düz paket uygulamasına da bir an önce geçilmesi çok olumlu olacaktır. Ülkemizde sigara çocuk ve gençlerin göremeyeceği şekilde ayrı bölümlerde satışa sunulmaktadır. Yeşilay olarak, bu tedbirlere ilaveten Dünya Sağlık Örgütünün de önerdiği gibi satış noktalarının da (point of sales) yasaklanmasının da gerekliliğine inanıyoruz. ...... Ülkemiz 2008 yılında tütün endüstrisinin agresif karşı atakları ve lobi faaliyetlerine aldırmadan büyük bir kararlılıkla Sn. Başbakanımızın liderliğinde, Sağlık Bakanlığının ve Sivil toplum örgütlerinin özverili çalışmaları ve Dünya Sağlık Örgütünün destekleri ile çok kapsamlı bir tütün kontrolü yasasını geçirerek hayal edilemiyeni başarmış ve Dünya ülkeleri için model olmuştur. Halk sağlığının bir zaferi olan bu kanunun en önemli başarı göstergesi ülkemizdeki sigara içme oranlarındaki düşüşlerdir. “Ölçebilirsen yönetebilirsin” anlayışı ile ülkemiz 2008 yılında gerçekleştirilen Küresel Yetişkin Tütün anketi ile küresel yetişkin tütün araştırmasını gerçekleştiren ve sonuçlarını duyuran ilk ülke olmuştur. İkincisi 2012 yılında gerçekleştirilen Küresel Yetişkin Tütün Anketine göre ülkemizde sigara içme oranlarının %31’den %27,1’e kadar düştüğünü görmekteyiz. Bundan sonraki tütün kontrolü çalışmalarına yön verecek nitelikte olan bu değerli çalışmada emeği geçen DSÖ, CDC, Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi ve TÜİK yetkilerine Yeşilay olarak teşekkürlerimizi sunarız. Tütün kullanma oranlarındaki bu sevindirici düşüş, kanıta dayalı tütün kontrolü politikalarının kararlılıkla uygulanmasının neticesidir. Bildiğiniz gibi bundan yaklaşık 1 ay önce DSÖ başkanı sn Dr. Margeret Chan in katılımı ile DSÖ ile birlikte Global Alkol Politikaları Sempozyumu gerçekleştirmiştik. Sempozyumdan kısa bir süre sonra kanıta dayalı alkol kontrol politikalarını içeren alkolün zararlı etkilerini azaltmaya yönelik kanunun geçtiğimiz günlerde TBMM de yasalaştığının müjdesini de vermek isterim. Tütün kontrolünde olduğu gibi bu da halk sağlığı savunucularının önemli bir başarısıdır. Dünya Sağlık Örgütünün önlenebilir ölüm ve hastalıkların en önde gelen nedeni olarak tanımladığı sigara ve tütün endüstrisi ile mücadelemiz sigarasız bir Türkiye ve Dünya idealiyle devam edecektir. Bununla birlikte Dünya Sağlık Örgütünün, önlenebilir ölüm ve hastalıkların üçüncü temel nedeni olarak tanımladığı Alkolün zararlı etkileri konusunda farkındalık oluşturacak Dünya Alkolsüz Günü’nün de gerekliğine inanıyoruz. Bu seneki Dünya Sigarasız Gününü Sn Başbakanımız, Bakanlarımız. DSÖ başkanı ve yetkilileri, CDC yetkilileri, Sivil Toplum Örgütleri ve tütün kontrolü savunucuları ile birlikte Türkiye’de kutlamaktan büyük onur duyuyoruz. Özlemini çektiğimiz ilk Dünya Alkolsüz Günü’nü de yine Türkiye’de birlikte hep birlikte kutlamak temennisi ile bütün halk sağlığı savunucularını saygıyla selamlıyorum… * Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman’ın 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Tanıtım Toplantısı Konuşması SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 11 haber SİGARADAKİ KATKI MADDELERİ AÇIKLANDI Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK), bir ilke imza atarak, 2012 yılında piyasaya arz edilen sigaralar içerisindeki katkı maddelerini açıkladı. Türkiye’de ilk defa sigara içerisindeki katkı maddelerini kamuoyunun bilgisine sunan TAPDK, bunları, “Tütün Mamullerinde Kullanılan Girdiler” başlığıyla www.tapdk.gov.tr internet adresinden duyurdu. TAPDK, Tütün Mamullerinin Zararlarından Korumaya Yönelik Üretim Şekline, Etiketlenmesine ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin “Kurum, tüketicinin bilgilendirilmesini sağlamak amacıyla bu madde uyarınca sağladığı bilgileri, ticari sır oluşturan 12 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 özellikle ürün formülü bilgilerinin korunmasına özen göstererek halkın bilgisine sunar” hükmü gereğince, söz konusu maddeleri açıkladı. Kurum, 2012 yılında 6 sigara üreticisi firma tarafından piyasaya arz edilen 267 değişik markalı sigara mamulat çeşidinin üretiminde kullanılan girdileri, “katkı maddeleri”, “sigara kâğıdı”, “kenar ek yeri yapıştırıcısı”, “sigara kağıdı üzerinde kullanılan mürekkep”, “filtreleme maddesi”, “filtre sargısı”, “filtre yapıştırıcısı” ve “uç kağıdı ve uç kağıdı mürekkebi” başlıkları altında kamuoyu ile paylaştı. Açıklanan listelere göre, sigaralarda 269’u (yanmış) katkı maddesi olmak üzere 602 farklı girdi kullanıldığı ortaya çıktı. “Katkı maddeleri” başlığıyla açıklanan listede, “anisaldehit, asetik asit, asetofenon, bal, benzil alkol, Bulgar gül yağı, etil alkol, gliserol, ıhlamur yağı, kakao özütü ve tozu, karamel, karanfil yağı,laktik asit, mentol, meyan kökü tozu, nitrojen, ökaliptol, propilen glikol, rom, şeker, vanilya, yasemin ve yıldız anason yağı”nın da aralarında bulunduğu 269 madde yer aldı. Sigara kâğıdı için 25 (yanmış), kenar ek yeri yapıştırıcısı için 9 (yanmış), sigara kağıdı üzerindeki mürekkepte 35 (yanmış), filtreleme için 39 (yanmamış), filtre sargısında 51 (yanmamış), filtre yapıştırıcısında 37 (yanmamış), uç kağıdı ve mürekkebinde 137 maddenin (yanmamış) kullandığını belirlendi. kapakkonusu TÜRKİYE’DE TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARI Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı Tüm dünyada genellikle sigara olarak tüketilen tütün, başta kanserler, kalp ve akciğer hastalıkları olmak üzere 50’den fazla sağlık problemine yol açan önemli ve önlenebilir bir halk sağlığı sorunudur. Sigara kullananların %80’i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Dünyada 15 yaş üzeri nüfusta her üç erişkinden biri sigara kullanırken ülkemizde de 15 yaş üzeri nüfusta sigara kullanım oranı % 27’dir (KYTA 2012). Dünya genelinde başlıca önlenebilir ölüm nedenlerinden sadece 3’ünde artış görülmektedir. Bu hastalıklar, HIV-AIDS, şişmanlık ve tütün kullanımıdır. Tütün kullanımı, her yıl dünyada 6 milyon kişinin, Türkiye’de ise 100 binden fazla kişinin ölümünden sorumludur. Sigara, içenleri olduğu kadar çevresindeki kişileri de etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, 700 milyon çocuk yani dünyadaki çocukların yarısı sigara dumanına maruz kalmaktadır. Her yıl dünyada 600 binin üzerinde kişi sigara dumanına maruz kalmanın sonucu ölmektedir. Öldürücü sağlık sorunlarının yanı sıra tütün kullanımı, çok ciddi çevre kirliliğine ve eko14 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 nomik kayıplara da yol açmaktadır. Sigara izmaritlerinin neden olduğu çevre kirliliği ve yangınlar ciddi boyuttadır. Ekonomik yük açısından bakıldığında sigara satın almak için harcanan para günde 70 milyon TL, yılda ise 25 milyar TL dolayındadır. Bu miktardan daha fazlası da sigara içiminin neden olduğu hastalıkların tanı ve tedavisi için harcanmaktadır. Sonuç olarak sigara kullanımı hem kişisel hem de ülke ekonomisi bakımından ciddi yük oluşturmaktadır. Türkiye’de Tütünle Mücadeledeki Kilometretaşları 2. Sigara içenlerin bu davranışlarını bırakmalarının desteklenmesi, Tütünle mücadelede güçlü bir yasa ve bu yasanın etkili uygulanması büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin tütün ve tütün ürünlerine karşı verdiği mücadele, 26.11.1996 tarihli ve 22829 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4207 sayılı “Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun” ile başlamaktadır. Söz konusu Kanunla ilk kez sağlık ve eğitim kurumlarında, spor ve kültürel etkinliklerin yapıldığı yerlerde, toplu taşıma araçlarında (taksi hizmeti verenler hariç) sigara içilmesi, 18 yaşından küçüklere sigara satışı ve tütün ürünlerinin her türlü reklam ve tanıtımı yasaklanmıştır. Böylece bu Kanun, bazı kamusal alanlarda sigara içilmesinin yasaklanması konusunda toplumun ve medyanın dikkatini çekmekte bir ilk olmuştur. Ancak yasada sigara içilmesinin kısıtlandığı alanlar sınırlı kalmış, kurallara uymayanlara uygulanacak cezalar da net olarak ifade edilmemiştir. 3. Sigara dumanından pasif etkilenimin engellenmesidir. Sigara kullanımının dünya çapında insan sağlığını tehdit edebilecek Bu kadar zararlı ve tehlikeli bir ürüne karşı ancak kapsamlı ve etkin bir mücadeleyle başarı sağlamak mümkündür. Türkiye’de bu mücadele, Sağlık Bakanlığı’nın koordinasyonunda başarıyla yürütülmekte ve bu mücadele sırasında tüm dünyada kabul gören üç temel strateji izlenmektedir. Bunlar: 1. Çocuklar ve gençler başta olmak üzere bireylerin sigaraya başlamalarının önlenmesi, boyutlara ulaşmasına ve tütün şirketlerinin pazar oluşturma stratejilerine karşı geliştirilen Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi(TKÇS) ilk uluslararası küresel sağlık anlaşması olma özelliğini taşımaktadır. Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ)’nün 56. Dünya Sağlık Asamblesinde 21 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilmiş, Türkiye tarafından da 28 Nisan 2004 tarihinde imzalanmıştır. Türkiye, 30 Kasım 2004 tarihli ve 25656 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bu uluslararası sözleşmeyi imzalayan dünyadaki 43. ülke olmuştur. Halen 176 ülke bu sözleşmeye taraftır. TKÇS kapsamında yapılacak tüm çalışmaların planlanması ve tütün tüketiminin kontrol altına alınması amacıyla 130’a yakın uzmanın işbirliği ile hazırlanan Ulusal Tütün Kontrol Programı, 7 Ekim 2006 tarihinde Başbakanlık Genelgesi ekinde yayımlanmış, 12 Aralık 2007 tarihinde de 2008-2012 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanan Eylem Planı, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımları ile kamuoyuna tanıtılmıştır. TKÇS kapsamında oluşturulan Ulusal Tütün Kontrol Programı’nın bir bütün olarak uygulanması ve takibi ile ilgili faaliyetlerin illerde yürütülebilmesi için 81 ilde İl Tütün Kontrol Kurulları kurulmuştur. Ayrıca Sağlık Bakanlığı’nın koordinasyonunda Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK), İç İşleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı gibi kamu kurum ve kuruluşlarının, Üniversiteler ve Sivil Toplum Örgütlerinin temsilcilerinin bulunduğu Ulusal Tütün Kontrolü Komitesi kurularak oluşturulan 10 alt çalışma grubuyla Eylem Planının amaç ve hedefleri doğrultusunda faaliyetlerin yürütülmesi sağlanmıştır. 4207 sayılı Kanun, 10 yıldan uzun bir süre uygulandıktan sonra kapsamının genişletilmesi gündeme gelmiş, TKÇS paralelinde yeni bir Kanun teklifi hazırlanarak 2006 yılında meclise sevk edilmiştir. TKÇS doğrultusunda 4207 sayılı Kanunun kapsamını genişleten 5727 sayılı “Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 03 Ocak 2008 tarihinde TBMM’de kabul edilmesi ve hemen ardından 19 Ocak 2008 tarihli 26761 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmasıyla ülkemiz, tütün kontrolü konusunda yasal düzenlemesi olan sayılı ülkeler arasına girmiştir. Bu kapsamda Bermuda, Yeni Zelanda, Uruguay, İngiltere ve İrlanda’dan sonra Dünya’da 6. Avrupa’da ise 3. ülke olmuştur. Dumansız Hava Sahası (DHS) Yasası olarak da adlandırılan Kanunun uygulanması, iki aşamalı olarak planlanmıştır. İkram sektörü işletmeleri (restoran, bar ve kafeler) dışındaki bütün kapalı yerlerdeki yasaklar ve diğer hükümler, yasanın kabulün- den 4 ay sonra 19 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiş ve takiben “Dumansız Hava Sahası” kampanyası başlatılmıştır. İkram sektörü yasakları ise Kanunun kabulünden 18 ay sonra 19 Temmuz 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu uygulamayla toplumun ve ikram sektöründeki işletmelerin Kanun hükümlerine uyum sağlamaları için zaman tanınmıştır. Böylece Türkiye’de ikamete mahsus konutlar (evler) hariç tüm kapalı alanların dumansız hale getirilmesi sağlanmıştır. Bu düzenlemenin yapılmasındaki temel amaç, sigara kullanmadığı halde sigara dumanına pasif maruziyet sonucu zarar gören vatandaşların korunması ve herkesin temiz hava solumasının sağlanmasıdır. Bu düzenlemeyle ikram sektörü gibi kah- vehane, kafe, bar ve restoran tarzı kapalı alanlarda çalışanların sağlığı açısından da önemli bir gelişme kaydedilmiş ve Kanun bu işletmelerde çalışanlardan büyük destek görmüştür. Kanunun uygulanmaya başlamasıyla birlikte böylesi bir yasanın esnafı ekonomik olarak zor durumda bırakacağı, binlerce işyerinin kapanacağı, yüz binlerce kişinin işsiz kalacağı; sigara içilebilen ve içilmeyen alanlar oluşturulması durumunda ise bunun önlenebileceği iddia edilmiş hatta Kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine bile başvurulmuştur. Doğal olarak bir sonuç alınamamış ve kazanan halkın sağlığı olmuştur. 12 Temmuz 2012 tarihinde çıkarılan 6354 sayılı Kanunla, 2010 yılında uygulanmaya başlanan sigara paketleri üzerindeki resimli sağlık uyarılarının kapladıkları alan arttırılmış ve 4207 sayılı kanunla yasak olan reklam, promosyon ve sponsorluğun kapsamı genişletilmiştir. Yeni düzenlemeyle marka paylaşımı yasaklanmış, tütün paketleri ve nargile şişeleri üzerine iki yüzünden her birine bu yüzlerin alanlarının %65’inden az olmamak üzere özel çerçeve içinde tütün ürünlerinin zararlarını belirten resimli Türkçe uyarı veya mesajların konulması, tütün ürünü ihtiva eden ve etmeyen nargile ile benzerlerinin 18 yaşını doldurmamış kişilere satılamayacağı ve onların tüketimine sunulamayacağı belirtilmiştir. Ülkemiz, 2012 yılında yaptığı bu yasal düzenlemeyle, DSÖ’nün MPOWER politika paketindeki ölçütlerin tamamını yerine getiren Dünya’daki ilk ve tek ülke olmuştur. Diğer önemli bir başarımız da TKÇS’nin 15 inci maddesi kapsamında hazırlanan ve DSÖ tarafından 10 Ocak 2013 tarihinde imzaya açılan “Tütün Ürünlerinin Yasadışı Ticaretinin Önlenmesine Yönelik Uluslararası Protokol”ü ilk gün imzalayan 12 ülkeden biri olmamızdır. 24 Mayıs 2013 tarihinde 4207 sayılı Kanunda düzenleme yapan Kanun teklifinin TBMM’de kabul edilmesiyle birlikte tütün içermeyen ancak tütün mamulünü taklit eder tarzda kullanılan her türlü nargile ve sigara, tütün SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 15 ürünü olarak kabul edilmiştir. Sigara ve diğer tütün ürünlerinin, özel araçların sürücü koltuklarında içilmesi yasaklanarak bundan kaynaklanabilecek trafik kazalarının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Aynı dönem içinde 3 kez ihlal tekerrüründe bulunan işyerlerine de 10 günden 1 aya kadar kapatma cezası getirilmiştir. Türkiye’de Bir Kanun Toplumsal Bir Sağduyu Hareketine Nasıl Dönüştü? DHS Yasasının 19 Temmuz 2009 tarihi itibariyle yürürlüğe girmesinin ardından yasayı tanıtmak, sigara ve pasif etkilenime maruz kalmanın zararları konusunda halkı bilgilendirmek amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından “Havanı koru” ve “%100 Dumansız Hava Sahası” sloganlarıyla kapsamlı bir Ulusal Medya Kampanyası başlatılmıştır. Kampanyada sergilenen yasakçı olmayan birleştirici yaklaşım büyük kabul görmüş ve her sosyoekonomik konumdan ve görüşten bireyin, rol modelin ve politikacının kampanyanın ortak sözcülüğünü yapması sağlanmıştır. Tüm siyasal partilerin liderlerinin kampanyaya dâhil edilmesi ile birliktelik mesajı güçlendirilmiş, toplumun her kesiminden sözcüler, Kanuna ve kampanyaya desteklerini belirtmiştir. Böylece Kanun, toplumsal bir sağduyu hareketine dönüşmüştür. 16 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Medya Kampanyasının ilk fazında Kanun için geniş bir kamuoyu desteğinin sağlanması amaçlanmış, 2. fazında kafe, bar, restoran, eğlence mekânları ve kahvehaneleri de kapsayan %100 Dumansız Hava Sahası konsepti çalışılmış, 3.fazında sigara içme davranışının ölümcül sonuçlarına değinilirken 4.fazında da sigarayı bırakma konusundaki başarı öykülerine yer verilmiştir. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu ve Yeşilay gibi ulusal kuruluşların yanı sıra DSÖ ve Uluslararası Verem ve Akciğer Hastalıkları ile Mücadele Birliği gibi uluslararası kuruluşlarla ortak yürütülen çalışmalar sonucunda belirlenen içerikler, Medya Kampanyası materyallerinde (reklam filmleri, radyo spotları, broşür, afiş, gazete ilanları, slogan, logo, billboard, poster, sticker vs) sıklıkla kullanılmıştır. Kampanya kapsamında oluşturulan http://www. havanikoru.org.tr/ internet sitesinde, 4207 sayılı Kanun ve uygulamalarına ilişkin dokümanlar, sigara ve pasif etkilenimin zararları ile tütün kullanımına yönelik araştırmalar, halka yönelik bilgilendirici dokümanlar, sigarayı bırakmaya ve dumansız hayata başlamaya yönelik bilgiler, sigara bırakma polikliniklerinin iletişim bilgileri ve kampanya materyalleri bulunmaktadır. Mücadele sürecinde 81 il üst düzey yöneticilerine, belediye görevlilerine ve medya mensuplarına yönelik düzenlenen toplantılar ve etkinlikler ile DHS Yasası tanıtılmış; tütün mamullerinin zararları ve kapalı mekânlarda tütün mamullerinin içilmemesinin önemi ve ilgili yasanın nasıl uygulanacağı konularında bilgi verilmiştir. Ayrıca, 4207 sayılı Kanun gereğince, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyoların, asgari otuz dakikası 17.00 - 22.00 saatleri arasında olmak üzere ayda en az doksan dakika süreyle 08.00-22.00 saatleri arasında tütün ürünleri ve sağlığa zararlı diğer alışkanlıkların zararları konusunda uyarıcı, eğitici mahiyette yayın yapmaları sağlanmıştır. Tüm bu uygulamalar, aynı zamanda çocuklar ve gençler başta olmak üzere bireylerin sigaraya başlamalarının önlenmesi stratejisinin temelini oluşturmuştur. Özellikle gençlerin sigaraya başlamalarının önlenmesi, tütün ve tütün ürünlerine ulaşabilirliklerinin engellenmesiyle mümkündür. DHS yasasıyla tütün ürünlerin satışına 18 yaş kısıtlamasının getirilmesine ek olarak satış yerlerinin ruhsatlandırılmasının sıkı kurallara bağlanması ve bunun dışındaki tüm satış ve dağıtımlarının (sigara satış makineleri, self servis satış, postayla sipariş ve elektronik satışlar ve yasadışı ticaret) önlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca, Kanunun 3 üncü maddesinin altıncı fıkrasına göre televizyonda yayımlanan programlarda, filmlerde, dizilerde, müzik kliplerinde, reklam ve tanıtım filmlerinde tütün ürünleri görüntüleri buzlandırılarak verilmektedir. Tütün mamullerine olan talebin azaltılması açısından önerilen diğer bir yöntem de bu ürünlerin fiyatının artırılmasıdır. Vergi artırımı yolu ile tütün mamullerinin fiyatının artırılması, özellikle gençler ve düşük gelir grupları arasında bu ürünlerin tüketiminde azalmaya yol açmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün sigarada uygulanmasını istediği vergi oranı en az %75 iken Maliye Bakanlığı’nın uygulamaya tam destek vermesiyle ülkemizde bu oran %80,25 olmuştur. 4207 sayılı Kanunla Sigara Dumanından Pasif Etkilenimin Engellenmesi DHS yasasının etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için güçlü bir denetim mekanizması geliştirilmiştir. İlgili kamu kurum ve kuruluşlarda görevli personellerden (sağlık personeli, emniyet kuvvetleri, milli eğitim, belediye zabıtası vb.) denetim ekipleri oluşturulmuştur. Denetimler, Valilikler ve Kaymakamlıklarca yetkilendirilmiş denetim ekiplerince rutin denetimler ve Bakanlığımızın ALO 184 iletişim hattına yapılan ihbarlara yönelik denetimler şeklinde yürütülmektedir. Ülkemizdeki denetimlerin daha hızlı ve etkin yapılması, denetim verilerinin anlık olarak izlenip değerlendirilebilmesi, bizzat denetim ekiplerince ihlal tekerrürlerinin sistem üzerinden görülerek takip edilebilmesi, ihlallerin tespit edilmesi durumunda delil niteliği taşıyacak fotoğraf ve video kayıtlarının alınarak merkeze iletilmesi, ihbar sonucunda verilen adresin kolaylıkla bulunabilmesi, denetim esnasında yaşanabilecek herhangi bir acil durumda merkezin derhal uyarılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla Eylül 2012 tarihinden itibaren GPS destekli tablet bilgisayarlarla online denetim sistemine (Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi) geçilmiştir. Temmuz 2009 –Mart 2013 tarihleri arasında ülke genelinde 1704 denetim ekibi ile 5.464.157 denetim gerçekleştirilmiş olup 40.063.471 TL idari para cezası kesilmiş ve tahsil edilen ceza tutarı 4.193.122 TL olmuştur. Sigarayı Bırakmak İsteyenlerin Desteklenmesi Sigara bırakma ve tütün bağımlılığı tedavisi, bütüncül bir tütün kontrol programının ana unsurlarından birisidir. Tütün kullanıcılarının bırakmasına yardımcı olacak sistem, herhangi bir sağlık profesyonelinin yaptığı kısa müdahale olan bırakma önerisi ve bırakma yardım hatları gibi geniş erişimli yaklaşımların yanı sıra eğitimli uzmanlar tarafından verilen psikososyal davranış desteği gibi daha yoğun yaklaşımları ve bilimsel etkinliği kanıtlanmış ilaçların kullanılmasını içermektedir. 4207 sayılı Kanunun hazırlık sürecinde, sigarayı bırakma fikrini oluşturmak, bırakmak isteyenleri harekete geçirerek onlara yardımcı olmak, sigaranın zararları ve sağlıklı yaşam konusundaki genel bilinçlenmeye katkı sağlamak amacıyla, Bakanlığımız tarafından 01–28 Mayıs 2008 tarihlerinde “2008 Bırak-Kazan Kampanyası” düzenlenmiş ve bu kampanyaya 69.678 kişinin katılımı sağlanmıştır. Kanunun uygulanması ve önlemlerin alınmasıyla birlikte sigaraya başlayan vatandaşların sayısının azaldığı öte yandan sigara kullanan ancak bırakmak isteyen kişi sayısının da arttığı tespit edilmiştir. Bu kapsamda sigara bırakmak isteyen vatandaşlarımıza destek olmak amacıyla 2009’da 62 olan Sigara Bırakma Polikliniği sayısı, 2013 yılında 402’e çıkarılmıştır. Ocak 2009- Ocak 2013 tarihleri arasında Polikliniklerdeki Toplam Muayene Sayısı 721.832 olmuştur. 2012 yılı için 325.134 kişi polikliniklere müracaat etmiştir. Ayrıca ülkemizde henüz geri ödeme kapsamında olmayan sigara bırakma ilaçlarından 250.000 kutu satın alınmış ve sigara bırakma polikliniklerine başvuran ve yapılan tetkikler sonucu uygun görülen sigara bağımlılarının ücretsiz olarak bu ilaçlara erişmesi sağlanmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 17 Sigara bırakmak isteyenlere destek olmak amacıyla ikinci aşama olarak 27 Ekim 2010 tarihinde ALO 171 “Sigara Bırakma Danışma Hattı” kurulmuştur. Sigarayı bırakmak isteyen kişilere yüzden fazla operatörle 24 saat canlı destek verilmektedir. 27 Ekim 2010 - 30 Nisan 2013 tarihleri arasında ALO 171 Sigarayı Bırakma Danışma Hattı’na gelen toplam çağrı sayısı 7.819.284’tür. Günlük ortalama 9 bin civarında çağrı karşılanmaktadır. (Tütün kullanımını ve önleme politikalarının izlenmesi) (Bireylerin sigaranın zararları konusunda uyarılması) Türkiye’de Tütün Kontrolü Müdahalelerinin İzlenmesi Yapılan görüşmelerde operatörler tarafından, kişinin bağımlılık düzeyi değerlendirilerek bağımlılık düzeyi düşük olanlar için danışanın da istemesi halinde kişiye özel sigara bırakma planı yapılmaktadır. Sigara Bırakma Planı yapılan danışanlar, konusunda uzman Bakanlığımız personelleri tarafından belli periyodlarla aranmakta ve bu aramalarla kişilerin sigarayı bırakma durumları takip edilmektedir. Bırakma sürecinde sorun yaşayıp yaşamadıkları tespit edilerek, ihtiyaç duyan danışanlara, bırakma sürecinde ortaya çıkan anksiyete, sinirlilik, kalp atımında azalma, konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk vb yoksunluk semptomları ile ilgili psikolojik destek sağlanmaktadır. Bu süreçte danışanlara herhangi bir ilaç önerisi yapılmamaktadır. İlaçla bırakma ihtiyacı içinde olan danışan, hekim kontrolü olmadan ilaç kullanmamaları konusunda bilgilendirilmekte ve kendilerine en yakın sigara bırakma polikliniğine yönlendirilmektedir. Enforce bans on tobacco advertising, promotion, and sponsorship Tütün salgınıyla baş etmek için ülkeler, tütün kullanımını ve tütün kontrolü politikaları ile ilgili temel göstergeleri izlemek ve değerlendirmek durumundadır. Bu amaçla DSÖ, TKÇS kapsamında dünya ülkelerine tütün kullanımının ve tütün kontrolü konusundaki uygulamalarının etkili şekilde izlenmesi ve değerlendirilmesi için periyodik aralıklarla Küresel Yetişkin Tütün Araştırmasını (KYTA) yapmalarını önermektedir. Ülkemiz, tütün kontrolü salgının boyutlarını daha iyi tanımlamak ve ülkede uygulanan tütün kontrolü müdahalelerinin sonuçlarını değerlendirmek amacıyla 2008 ve 2012 yıllarında bu araştırmayı iki defa yaparak dünyada bunu gerçekleştiren iki ülkeden biri olmuştur. Bağımlılık düzeyi yüksek olan danışanlara ise hekim kontrolünde sigarayı bırakmaları için sigara bırakma hizmeti sunan sağlık profesyonelleri ve birimleri hakkında bilgilendirme yapılarak, danışanlar sigara bırakma polikliniklerine yönlendirilmekte ve istemeleri halinde randevuları da alınmaktadır. Tütünle Mücadele Sürecinde Elde Edilen Kazanımlar DSÖ, TKÇS ilkeleri paralelinde tütün ürünlerine olan talebin azaltılması yaklaşımları ile ilgili kanıta dayalı 6 temel uygulamayı içeren MPOWER paketini geliştirmiştir: Monitor tobacco use and prevention policies 18 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Protect people from tobacco smoke (Toplumun sigara dumanından korunması) Offer help to quit tobacco use (Sigarayı bırakmak için yardım edilmesi) Sigara satış rakamlarına bakıldığında 2000 yılında kişi başı sigara tüketimi 1646 adet iken bu sayı 2008 yılında ise 1508’e, 2009 yılında 1482’ye, 2010 yılında 1286’ya, 2011 yılında ise 1220’ye gerilemiştir. Kişi başına sigara tüketimi 2011 yılında 2000 yılına göre %25,9 azalmıştır. Warn about the dangers of tobacco (Tütün reklamı, tanıtımı ve sponsorluğu ile ilgili yasakların uygulanması) Raise taxes on tobacco. (Tütün üzerindeki vergi yükünün artırılması) Türkiye’deki tütün kontrolü faaliyetleri, DSÖ’nün belirlediği MPOWER politika paketi kapsamında değerlendirildiğinde, ülkemiz, bu 6 temel uygulama başlığındaki kriterleri yerine getiren dünyadaki ilk ve tek ülke olmuştur. Türkiye’nin kazandığı bu başarı yapılan araştırma sonuçlarında da kendini göstermiştir: Kapalı ortamlarda hava kalitesini değerlendirmeye yönelik ölçümlerde, Dumansız Hava Sahası uygulaması ile birlikte kapalı ortamlarda havadaki partikül miktarlarında ciddi azalmalar tespit edilmiştir. Yapılan ölçümlerde kapalı ortam havasındaki partikül miktarında; kamusal alanlarda %57.1 - %97.2, hastanelerde %75.4, alışveriş merkezlerinde %88.7 ve özel işletmelerde %77.6 - %90.3 arasında azalma tespit edilmiştir. Kapalı alanlarda sigara içilmemesinin halkımızın sağlığı üzerine etkilerini görmek amacıyla 19 Temmuz 2009 – 1 Temmuz 2010 tarihleri arasında, İstanbul’da Bakanlığımıza bağlı hastanelere astım krizleri, üst solunum ve alt solunum yolu enfeksiyonu olmak üzere 11 hastalığın başvuru oranları Marmara Üniversitesi uzmanlarınca incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre solunum yolu enfeksiyonu ve astım krizi nedeniyle başvurularda yaklaşık %20 azalma tespit edilmiştir. Kazanılan ilaç maliyeti İstanbul genelinde 12 milyon 108 bin 600 TL, Türkiye genelinde 96 milyon 100 bin TL’dir. KYTA 2008 ve 2012 yıllarının sonuçları karşılaştırıldığında, tütün kontrol çalışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiği bu dört yıl içinde önemli değişiklikler ve ilerlemeler olduğu görülmektedir. Tütün kullanım sıklığı; 15 yaş ve üzeri toplam nüfusta %31.2’den %27.1’e, erkeklerde %47.9’dan %41.5’e kadınlarda ise %15.2’den %13,1’e düşmüştür. Bu da tütün kullanma sıklığında %13,4’lük bir azalmaya karşılık gelmektedir. Bu sonuçlar Türkiye’de tütün kullananların sayısının 2.2 milyon azaldığını göstermektedir. Tütün dumanından pasif etkilenim anlamlı düzeyde azalmış, azalmanın en fazla olduğu yer restoranlar olmuştur. Restoranlarda pasif etkilenim, 2008 yılında %55,9 iken 2012 yılında %12,9’a düşmüştür. Bu da toplumsal düzeyde yaygın eğitim çalışmaları ile desteklenen kapsamlı “tütün dumansız ortam” uygulamasının kararlılıkla sürdürülmesi sonucu, sigara dumanından pasif etkilenimin Etkinliği kapsamında tüm dünyayla paylaşılmıştır. ölümcül sonuçlarından kişilerin korunacağını göstermiştir. Dumansız Hava Sahası Yasası evlerde sigara içilmesini yasaklamadığı halde, dört yıl içinde gelişen duyarlılıkla, evlerde sigara dumanından pasif etkilenim %56,3’ten %38,3’e düşmüştür. 2012 yılında 2008 yılına göre halen sigara kullananların daha büyük bölümü sigara paketleri üzerindeki uyarılar nedeni ile sigarayı bırakmayı düşünmüşlerdir (2008 yılında %46,3, 2012 yılında %53,0). Bu da sağlık uyarılarının boyutunun ve görülür olmasının artırılmasının, tütünün sağlık üzerine olan etkileri konusundaki duyarlılığın gelişmesine ve daha fazla kişinin sigarayı bırakma girişiminde bulunmasına katkı sağlayacağını göstermiştir. Bir paket sigaranın (20 sigara) enflasyona göre düzeltilmiş fiyatı 2008 ile 2012 yılları arasında %43 artışla 2012 yılında 5,7 TL. (3,16 ABD doları) olmuştur. Bir paket sigaranın fiyatı önemli şekilde artmıştır ve sigaranın finanse edilmesi daha güç hale gelmiştir. Sigara kullanımındaki en belirgin azalma, gençler ve az eğitimli kişiler gibi fiyat artışına daha duyarlı kişilerde olmuştur. Ülkemizin gösterdiği bu başarı CDC ve DSÖ tarafından Dünya ile paylaşılmak istenmiş ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması 2012 Türkiye Raporu’nun sonuçları, 31 Mayıs 2013 tarihinde DSÖ Başkanı Margaret Chan, CDC ile Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarının üst düzey yetkililerinin katılımı ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleriyle Dünya Tütünsüz Günü KYTA sonuçlarına paralel bir şekilde halkın sağlığını korumakla görevli sağlık profesyonelleri arasında yapılan araştırmalarda da tütün kullanım oranında ciddi bir düşüş olduğu görülmüştür. Sağlık Bakanlığı, Halk sağlığı Uzmanları Derneği, DSÖ ve Hastalıkları Önleme ve Kontol Merkezi işbirliğinde 2007 ve 2011 yıllarında yapılan “Türkiye’de sağlık Çalışanları’nın Sigara İçme durumları ve Etkileyen Faktörler” araştırmasının sonuçları incelendiğinde düzenli olarak sigara içme oranı uzman hekimlerde 2007’de %22,1 iken, 2011 yılında bu oran %12,7’ye, pratisyen hekimlerde %30,5’ten %23,9’a, hemşire-ebelerde %29,5’ten %20,5’e, sağlık yöneticilerinde ise bu oran %39,5’ten %17,5’e gerilemiştir. Ödüllerimiz 2008 yılında dönemin Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep AKDAĞ’a Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Sigarayla Mücadele Ödülü” verilmiştir. 2010 yılında sigara ile mücadele çalışmalarından dolayı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Başbakanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a DSÖ Genel Direktörü tarafından “Küresel Sigara ile Mücadele 2010 Özel Ödülü” verilmiştir. 2012 yılında dönemin TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL‘e DSÖ 2012 Dünya Sigarasız Günü Özel Ödülü verilmiştir. 2013 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a 31 Mayıs 2013 Dünya Tütünsüz Gününde Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Margaret Chan tarafından Özel İtibar Belgesi takdim edilmiştir. Gösterilen politik kararlılık ve güçlü halk desteği başarıya ulaşmadaki en önemli anahtarlar olmuş, buradan alınan güçle 2013-2017 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanan eylem planımızla daha büyük başarılara ulaşmak için yeni hedefler belirlenmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 19 haber BAKANLIKTAN “REÇETESİZ İLAÇ” AÇIKLAMASI Sağlık Bakanlığının yayınladığı basın açıklamasında, büyüme hormonları, antibiyotikler, antihistaminikler ve antidepresanların reçetesiz olarak satıldığı yönünde şikâyetlerin artması üzerine, bu ilaçların bilinçsizce ve amacı dışında kullanımını önlemek amacıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından, illere gerekli denetimlerin yapılması talimatıyla genelge gönderildiği hatırlatıldı ve şu ifadelere yer verildi: “Son günlerde medyamızda “reçetesiz ilaç satışı” ile ilgili gerçeği yansıtmayan haberlerin yer alması üzerine Bakanlığımızca 15 Mayıs 2013 tarihinde bir basın açıklaması yapılmıştır ancak söz konusu haberlerin bazı çevrelerce maksatlı olarak saptırılması üzerine yeniden bir açıklama yapılmasına gerek görülmüştür. Ülkemizde 26.5.1928 tarihli 1262 İs20 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 pençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu ile reçetesiz ilaç satışı yasaktır. Reçete mukabili verilmesi gereken ilaçların reçetesiz satılması, hem hasta sağlığı açısından hem de ilaçlara güvenli erişim açısından önemli bir sorun teşkil etmektedir. Özellikle büyüme hormonları, antibiyotikler, antihistaminikler ve antidepresanların reçetesiz olarak satıldığı yönünde şikâyetlerin artması üzerine, bu ilaçların bilinçsizce ve amacı dışında kullanımını önlemek amacıyla Bakanlığımız Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından, illere bir genelge gönderilerek gerekli denetimlerin yapılması istenmiştir. Bakanlık olarak en önemli amacımız vatandaşlarımızın ilaca güvenli şekilde erişimini sağlamaktır. Zira basit gibi görünen ilaçların dahi, besin ve ilaç etkileşimleri, hamilelik ve emzir- me dönemlerine etkileri, çocuklarda, yaşlılarda, böbrek ve karaciğer yetmezliği olanlarda, ilaç alerjisi bulunanlarda vb. çok ciddi ve beklenmedik yan etkileri olabilmektedir. DSÖ verilerine göre gelecek 10 yıl içerisinde bilinçsiz kullanılan antibiyotiklere direnç gelişmesi nedeniyle basit enfeksiyonlarda dahi ölümler yaşanabileceği anlaşılmaktadır. Bu sebeple Bakanlık olarak halkımızın sağlığını tehdit eden her türlü yanlış uygulama ile mücadeleye kararlılıkla devam edeceğiz. Ancak halkımızın da spekülasyonlara kapılmadan hem kendilerinin hem de yakınlarının sağlıklarını korumak amacı ile hekim tavsiyesi almadan ilaç kullanmamaları konusunda hassas davranmalarını istiyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.” haber ÇOCUK SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN PAZARLAMA UYGULAMALARI “Çocuklara Yönelik Şeker, Tuz ve Yağ içeriği Yüksek Gıdaların Pazarlanması 2012-2013” başlıklı Dünya Sağlık Örgütü Raporu, Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenen bir toplantıyla tanıtıldı. Yağ, Şeker, Tuz İçeriği Yüksek Gıdaların Pazarlanması Çocuk Sağlığını Tehdit Ediyor Dünya Sağlık Örgütünün son raporunda, çocukluk çağı obezitesi ile mücadele edebilmek için sağlıksız gıdaların çocuklara pazarlanmasının daha sıkı kontrol altına alınması gerektiği vurgulanmıştır. Yağ, şeker ve tuz oranı yüksek gıdaların çocuklara pazarlanmasının son derece etkili olduğu kanıtlanmıştır. Yetişkinler reklamların hedefi olduklarında bunun farkında olurken, çocuklar çizgi filmler ve reklamlar içinde bunu ayırt edememektedirler. Bu, çocukları özellikle sağlıksız seçimler yapmaya yönlendirecek mesajlara karşı savunmasız ve açık hale getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisinden Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Obezite Programı yöneticisi João Breda yaptığı açıklamada “Avrupa bölgesinde milyonlarca çocuğun kabul edilemez pazarlama uygulamalarına maruz kaldıklarını” belirterek, “politikanın sadece yirminci yüzyılın obezojenik gerçeğine odaklanması ve ele alması gerektiğini, çocukların korunmaları gerektiğini, okul gibi yerlerde bile yüksek yağlı, yüksek şekerli ve yüksek tuzlu gıdaları tüketime çağıran reklamlar ile çevrili olduklarını” ifade etmiştir. 22 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Türkiye’ deki çocuklar da birçok ülkeye benzer okul, spor merkezleri, sokaklar, internet, televizyon gibi bir çok yerde her tür negatif medya kampanyalarına maruz kalmaktadır. Yağ, tuz ve şeker içeriği yüksek gıdaların bir süre için tanıtımı, çocukluk çağı obezitesi ve diyetle ilgili bulaşıcı olmayan hastalıkların gelişimi için önemli bir risk faktörüdür. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi yeterli gıdaya ulaşım ve obezitesiz yaşam hakkını içermektedir. Türkiye’de 2011 yılından itibaren okul kantinlerinde sağlıksız gıda ve içeceklerin satışının yasaklanmış olmasına rağmen, gıda ve içecek firmalarının eğitim materyallerinde, ödüllerde ve diğer ekipmanlarda marka yerleştirme yaparak genellikle okullarda ve okul çevresinde markalarını tanıttıkları gözlenmiştir. Çocuklar, yasal düzenlemesi olmayan sosyal medya akıllı telefon uygulamaları gibi özellikle gençleri hedefleyen yeni ucuz pazarlama yollarına giderek daha fazla maruz kalmaktadır. Bunun yanı sıra televizyon, her gün ortalama iki saatten daha fazla televizyon seyreden adölesan ve çocukların büyük bir çoğunluğu için reklamların baskın formudur. Hazırlanan rapor televizyon izleme ile obezite arasında güçlü bir bağlantı olabileceğini düşündürmektedir. Son veriler, bu bağlantıda çocukların egzersiz yapmak yerine televizyon seyretmeyi tercih etmelerinden daha çok izlenilenlerin ticari içeriğinin önemli rol oynadığını göstermek- tedir. Ürünlerin çoğunluğu yüksek yağ, şeker ya da tuzlu özelliklidir. Tanıtımı yapılan gıdaların önde gelen kategorileri alkolsüz içecekler, şekerli kahvaltılık tahıllar, şekerlemeler, atıştırmalık çerezler, hazır yemek ve fastfood ürünlerdir. Marka bilinirliği erken çocukluk döneminde başlamaktadır. Dört yaşına kadar birçok marka tanıyan çocuğun sağlıksız beslenme ve fazla kilolu olma olasılığı daha yüksektir. Bir araştırmada, fazla kilolu çocukların özellikle markalı gıda paketlerini daha fazla tükettikleri gösterilmiştir. Avrupa Bölgesinde 53 üye ülkenin hepsi yüksek yağ, şeker ve tuzlu gıdaların çocuklara pazarlanmasına yönelik kısıtlamalar ile ilgili kararları imzalamıştır. Çoğunluğunun özellikle yağ, tuz ve şekerli ürünlerin tanıtımına yönelik bir düzenlemesi bulunmamakla beraber genel reklamlarla ilgili düzenlemeleri mevcuttur. Çocuklara yönelik yiyecek ve içecek pazarlamaları ile ilgili yönetmelik, kanun ya da ortak düzenlemelerin tam uygulamaları; Danimarka, Fransa, Norveç, Slovenya, İspanya ve İsveç olmak üzere yalnızca 6 ülkede rapor edilmiştir. Raporda yüksek yağ, şeker ve tuz içeren gıdaların pazarlanmasının bölge genelindeki çocuklar üzerinde olumsuz etkileri olduğu açıkça gösterilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü şu anda üye ülkelerinden gelecek nesilleri korumak için ulusal düzeyde politik düzenlemeler yapmalarını beklemektedir. ÇOCUKLARIN BOY VE KİLOSU BAKANLIK TAKİBİNDE Sağlık Bakanlığı, obezite riski taşıyan öğrencilerin tespit edilmesi için 67 ildeki ilkokullarda, boy ve kilo taraması yapacak. Sağlık Bakanlığı, çocuklarda obezitenin giderek artan bir sorun haline gelmesi, okul çağındaki çocukların yüzde 6,5’nun obez, yüzde 14’ünün fazla kilolu olduğunun tespit edilmesi üzerine harekete geçti. Bakanlık, önemli bir hedef grubunu çocukların oluşturduğu Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı kapsamında, okullarda risk altındaki öğrencilerin belirlenmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesinin işbirliğinde, Dünya Sağlık Örgütü ile “Çocukluk Çağı Büyüme Araştırması” için çalışmalara başladı. DSÖ bünyesinde kurulan “Avrupa Çocukluk Çağı Obezite İzleme Girişimi” kapsamında, 20 ülkede yapılan araştırmaların 3. aşamasına Türkiye de dâhil olacak. Araştırma, 67 ilde 216 okuldaki 2. sınıfta öğrenim gören yaklaşık 5 bin 700 öğrenci üzerinde yapılacak ve bu araştırma kapsamında okul ve ailelere yönelik soru formları dağıtılacak. Öğrencilerin vücut ağırlığı ve boy uzunluklarının da ölçüleceği araştırmanın, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde, çocukların büyüme ve gelişimini ortaya koyması bekleniyor. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 23 haber HELİKOPTERLER ÇİĞDEM’E CAN YETİŞTİRDİ Böbrek hastası 28 yaşındaki Çiğdem Atlik’e nakledilecek olan böbrek Bursa’dan Erzurum’a 3 ayrı ambulans helikopterle ulaştırıldı. Ağrı’da yaşayan 28 yaşındaki Çiğdem Atlik’e, 18 yaşındayken böbrek yetmezliği teşhisi konuldu. O günden bu yana diyalize girmeye başlayan genç kızın tedavisine de Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde devam ediliyordu. Ancak son kontrolde doktorlar durumunun iyice kötüleştiğini gördü. Bunun üzerine Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Organ Nakli Merkezi acil koduyla çağrı yaptı. Bu çağrıya Bursa’dan yanıt geldi. Beyin kanaması sonucu hayatını kaybedip organları bağışlanan 47 yaşındaki bir kadının böbreklerinden birinin Erzurum’a gönderilebileceği bildirildi. O andan itibaren de zamanla yarış başladı. KALBİ ÇALIŞTIRDILAR Böbreği alan Sağlık Bakanlığına ait ambulans helikopter, Bursa’dan havalandı. Ancak yakıtı Erzurum’a kadar gitmesine yetmeyeceğinden Ankara’da kendilerini bekleyen başka bir ambulans helikopter geçti ve yola devam etti. İkinci helikopterle Sivas’a kadar giden ekip, bu kez Erzurum’dan gelen üçüncü ambulans helikoptere geçerek 8 saat sü24 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 ren hava operasyonuyla Erzurum’a ulaştı ve Doç. Dr. Bülent Aydınlı ve ekibine teslim etti. Hemen ameliyata başlayan ekip, böbreği 6 saat süren bir operasyonla genç kıza başarıyla nakletti. Ancak talihsizlikler yoğun bakıma alınan genç kızın peşini bırakmadı. Bu kez de yıllardır yorgun düşen kalbi tekledi. Duran kalbi kardiyologlarının müdahalesi sonucu yeniden çalıştırılan Çiğdem Atlik, hayata döndürüldü. Ölümün kıyısından dönen Çiğdem Atlik, sağlığına kavuştuğu için çok mutlu olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: “Artık diyalizin de işe yaramayacağını öğrenince yıkıldım. Ama doktorlar benim için çok uğraştı. Sağlık Bakanlığı’na da başvurup helikopterlerin tahsis edilmesini sağladılar. Çok huzurlu ve mutluyum.” SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 25 haber ARAŞTIRMACI İLAÇ FİRMALARI DERNEĞİ 11. GENEL KURULUNU GERÇEKLEŞTİRDİ 11. Genel Kurulu’nu Gerçekleştiren Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) 2013 - 2014 Döneminde Türkiye İlaç Sektörü için Yoğun Çalışmalar Yapacak! Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin (AİFD) 11. Genel Kurulu İstanbul’da gerçekleştirildi. Yenilikçiliğin ilaç sektöründeki önemi ve insan yaşamının kalitesinin yükseltilmesindeki rolünü anlatan kısa bir filmle açılan toplantıda konuşan AİFD Yönetim Kurulu Başkanı Güldem Berkman kısa bir değerlendirme yaptı. Yenilikçi ilaç sektörünün 3 yıllık sıkıntılı bir dönemi geride bıraktığını, bu yıl için Hükümet’in % 8 büyüme öngörüsü olduğunu hatırlatan Berkman yeni dönemde AİFD’nin önce26 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 likli hedeflerine ulaşmak ve Türkiye ilaç sektörünü daha ileri taşımak için çalışmalarını sürdüreceğini kaydetti. Güldem Berkman yeni dönemle ilgili şunları söyledi: “Ar-Ge’nin ve yenilikçiliğin önemini ve yarattığı değeri vurgulamaya devam edeceğiz. Bu alanda paydaşlarımızla iletişimimizi sürdüreceğiz. Üzerinde odaklanacağımız bir başka konu da yenilikçi ilaçlara erişimin güçlendirilmesidir. Burada üzerinde duracağımız iki temel nokta, hastala- rın yenilikçi ilaçlara erişimini güçlendirebilmek amacı ile ruhsatlandırma ve GMP sertifikası başvurularının paralel olarak işleme konulmaları ve döviz kurunun güncellenmesi olacak. “ Daha sonra kürsüye gelen AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Alp Sevindik, geride kalan yılda AİFD’nin faaliyetlerini ve yeni döneme ilişkin hedef ve önceliklerini özetleyen bir sunum yaptı. Konuşmaların ardından Genel Kurul’da 2012-2013 Faaliyet Raporu ve 2013-2014 Bütçesi ile yapılması öngörülen tüzük değişiklikleri oylanarak onaylandı. AİFD’nin yeni Yönetim Kurulu gelecek yıl yapılacak Genel Kurul’da belirlenecek. AİFD uzmanlığını ve bilgi birikimini Türkiye ilaç sektörünün hizmetine sundu AİFD’nin 2010 yılında oluşturduğu Stratejik Yönetim Komiteleri 2012 Mayıs - 2013 Nisan döneminde yoğun çalışmalar yürüttüler. Komitelerin çalışmaları, bunların bünyesinde oluşturulan Teknik Komiteler ve Çalışma Grupları tarafından desteklendi. Türkiye’nin sağlık alanındaki ihtiyaçlarını karşılayacak, sürdürülebilir finansman modelleri geliştirmek üzere kurulan Finansman Modeli Stratejik Yönetim Komitesi 2012 yılında bu alanda faaliyetler yürüttü. Komite, IMS Türkiye tarafından hazırlanan rapor çerçevesinde, 2013-2015 dönemine ait gerçekçi bir ilaç bütçesi miktarı ve bu bütçenin rasyonel ve verimli bir şekilde yönetilebilmesine yönelik değerlendirmeleri içeren bir çalışma hazırlayarak ilgili paydaşlarla paylaştı. Türk hastalarının yenilikçi ilaçlara erişimini kolaylaştırmayı ve güçlendirmeyi amaçlayan Pazara Erişim Stratejik Yönetim Komitesi ruhsatlandırma alanında “İthal ürünlere ilişkin yerinde GMP denetimleri” ve CTD başvuruları konusunda periyodik anketler yaparak bunların sonuçlarını raporlaştırdı ve yetkililerin ve ilgili paydaşların bilgisine sundu. Komite, GMP ve Ruhsatlandırma başvurularının paralel olarak yapılabilmesi neticesinde hızlandırılabilmesi için öneriler geliştirerek yetkililere iletti. Yatırım Ortamı Stratejik Yönetim Komitesi, AİFD’nin “Türkiye İlaç Sektörü Vizyon 2023” Raporu’na odaklandı. Sektör verilerine dayanılarak PricewaterhouseCoopers (PwC) tarafından hazırlanan raporun yazım sürecinde ilgili bakanlıklardaki uzman ve yetkililerle yoğun temaslar ve ortak SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 27 Gerçekçi bütçe, ilaca daha kolay erişim Yeni dönemde AİFD Türkiye ilaç sektöründe yenilikçi ilaçlara erişimin ve Ar-Ge’nin güçlenmesi için çalışmaya devam edecek. Yenilikçiliğe daha fazla kaynak ayıran, rasyonel ve verimli bir bütçe yönetimi için kamu çalışmalarına katkı sağlanacak. çalışmalar yapıldı ve sonuçlar rapora yansıtıldı. Rapor, Türkiye’nin 2023 Vizyonu doğrultusunda dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri olmak için köklü bir değişim ve atılım içinde olduğu bir dönemde, bu vizyona ilaç sektörü olarak nasıl katkıda bulunulacağına dair somut öneriler ve eylem planları içeriyor. Rapor, Türk ilaç sektörü için uluslararası rekabet gücüne sahip, şeffaf ve öngörülebilir bir ekosistem / yatırım ortamı sağlayarak, global ilaç Ar-Ge ve üretim yatırımlarından Türkiye’nin daha fazla pay almasını ve temel araştırma ile Ar-Ge yetkinliğini geliştirerek bu alanlardaki hizmet ihracatı ile yerel üretim ihracatını artırmayı hedefliyor. 28 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Öncelikle Türkiye’de ilaç Ar-Ge’sinin hangi noktada olduğunu ve yenilikçi ekosistemin durumunu ortaya koyacak bir rapor hazırlanması planlanıyor. Bu alandaki mevcut durumu tespit ederek politikaların veri ve bulguya dayalı olarak belirlenmesini amaçlayan raporun, yenilikçiliği sağlık sektörünün merkezine koyacak, ülkemizde temel ve klinik Ar-Ge çalışmalarının gelişmesini destekleyecek çalışmalara ivme kazandırması bekleniyor. Bu çalışmaya paralel olarak AİFD kaynakları akılcı kullanan, Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayabilen ve yenilikçiliğe yeterli kaynağı ayırabilen bir bütçe planlaması için kamu ile görüş alışverişinde bulunmaya devam edecek. Türkiye’de faaliyet gösteren 39 yenilikçi ilaç firmasının üye olduğu AİFD’nin çok önem verdiği bir başka önceliği de ülkemizde yenilikçi ilaçlara erişimin güçlenmesine katkıda bulunmak olacak. Bu alanda özellikle GMP denetimi sürecinin iyileştirilmesi ve bu sürecin hastaların ilaca erişiminde gecikmelere yolaçmasının önlenmesi önem taşıyor. AİFD, ruhsatlandırma ve GMP başvurularının paralel olarak işleme konulmaları, böylece sürecin biraz daha hızlı ilerlemesi yönündeki önerisinin çözümün bir parçası olacağına inanıyor. Bunun yanı sıra ilaçların güncel kurdan fiyatlandırılmaları, fiyatlandırma ve geri ödeme prosedürlerinde mevzuata ve zamanlamalara uyulması da AİFD’nin üzerinde önemle duracağı konular arasında yer alıyor. Yeni dönemde AİFD’nin öncelikli konuları arasında ilaç sektörünün Hükümet tarafından da benimsenmiş olan stratejik konumunu pekiştirmek, sektörün Türkiye ve tüm paydaşlar için daha fazla değer yaratmasını desteklemek yer alıyor. Bu doğrultuda, geçen yıl hazırlanan “Türkiye İlaç Sektörü Vizyon 2023” raporunun iletişimi güçlü bir şekilde sürdürülecek. AİFD, yenilikçi ekosistemin oluşmasını sağlayacak, Ar-Ge’yi ödüllendirerek destekleyecek bir yatırım ortamının yaratılması için çalışmalarına devam edecek. AİFD, küresel arenada alanında en önemli platformlardan biri olan Uluslararası Biyoteknoloji Konferansı’na, 2012’den bu yana olduğu gibi, 2014’te de etkin bir şekilde katılmayı hedefliyor. Yenilikçiliğin Türkiye’de güçlenmesi ve köklenmesi için olmazsa olmaz bir ön koşul olan fikri mülkiyet haklarının uluslararası standartlarda korunması konusunda AİFD’nin yeni dönemde aktif bir şekilde çalışması planlanıyor. AİFD, mecliste halihazırda görüşülmekte olan yeni patent yasasının uluslararası standartlara uygun olmasının yanı sıra, mevzuatın etkin bir şekilde uygulanmasını da önemsiyor. 2013-2014 döneminde Türkiye ilaç sektörünü hareketli ve yoğun bir çalışma ortamı bekliyor. AİFD de üyelerinin bilgi birikimi ve uzmanlığını Türkiye’nin hizmetine sunarak sektörün gelişimine, yenilikçiliğe, hastaların ilaca erişiminin güçlenmesine katkıda bulunmaya devam edecek. haber KALP, BAĞIRSAK ZARIYLA KORUMAYA ALINDI Kalp hastası Muzaffer Ertuğ’un, önce enfeksiyondan zarar gören iman tahtası denilen göğüs kemiği alındı, korumak için ise kalbi bağırsak zarı ile sarıldı. Bypass sonrasında enfeksiyon kapan 65 yaşındaki Muzaffer Ertuğ’un göğüs kemiği tamamen çıkarıldı, kalbinin etrafı, bağırsak zarı ile sarıldı ve Ertuğ’un sağlığına kavuşması sağlandı. Ordu’da yaşayan emekli işçi Muzaffer Ertuğ’a, yapılan kontrolleri sonucunda anjiyo yapılmasına karar verdi. Kalp damarlarında kireçlenme nedeniyle ameliyat olması gerekiyordu. Bunun üzerine Muzaffer Ertuğ’un tıkanan kalp damarları değiştirildi. Ancak Ertuğ, taburcu olduktan bir hafta sonra rahatsızlandı ve yüksek ateşle tekrar hastaneye başvurdu. Uygulanan tedaviden sonra ateşi normale dönünce evine gönderildi ancak ağrıları kesilmedi ve ateşi tekrar yükseldi. Bunun üzerine Ertuğ, Kardiyoloji ve Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Erkan Kuralay’a başvurdu. Yapılan tetkikler sonucunda enfeksiyonun kemik hatta dokulara kadar sıçradığı anlaşıldı. Bu nedenle 30 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 ameliyat bölgesinde yaygın kanama başlamıştı. ÖNCE ENFEKSİYON TEDAVİSİ YAPILDI Prof. Dr. Erkan Kuralay başkanlığında toplanan ekip hasta için özel bir operasyon yapma kararı aldı. İman tahtası diye bilinen göğüs kemiği kaynamadığı için bunu çıkartıp kalbi korumaya almalıydılar. Ancak bu sırada vücudun yeni damarları kabul etmesi de sağlanmalıydı. Çare olarak bağırsak dokusuyla kalbi kaplamayı düşündüler. Öncelikle hastanın kalbinde oluşan ve son derece ölümcül olan MRSA adlı enfeksiyon tedavi edildi. Ardından bu enfeksiyonun zarar verdiği iman tahtası ameliyatla tamamen çıkartıldı. Ameliyat sırasında kalbi korumak için, kalbin üstü bağırsak zarı ile tamamen kaplandı. Operasyonun ardından kontrole alınan 65 yaşındaki hasta şimdi göğüs kemiği olmamasına rağmen son derece sağlıklı. Kalbi ise bağırsak zarı ile kaplı halde sağlıklı şekilde yaşamına devam ediyor. Prof. Dr. Erkan Kuralay ameliyat hakkında şu bilgileri verdi: “Bu çok nadir yapılan bir yöntemdir. Bölgedeki enfeksiyonla mücadele etmek için bu teknik kullanılır. Halk arasında munbar zarı olarak bilinen bağırsak zarı tıp dünyasının omentum dediği bir dokudur. Bu doku normalde karında bulunur. Çok kanlanması olan ve aynı zamanda damar yapımını çok artıran bir özelliği vardır. Bunu kalbin etrafına çektiğimizde; hem kalp ve çevre dokuların kanlanmasını artırıyoruz hem de yeni damarlar oluşmasını artırıyoruz. Böylece yeni damarlar oluştukça dokulara daha fazla kan ve oksijen gidiyor. Aynı zamanda verdiğimiz antibiyotikler gidiyor. Böylelikle yaranın iyileşmesi çok daha hızlı ve çabuk oluyor.” haber AĞRI KESİCİ KULLANIRKEN DİKKAT! Ağrı kesicilerde sıkça kullanılan ibuprofen ve diklofenak etken maddelerinin, uzun süre ve yüksek dozda kullanılmasının kalp rahatsızlıklarını bir ölçüde arttırma riski olduğu açıklandı. İleri derecede romatizmal hastalıkları olan kişiler de ağrıları ve iltihaplanmayı azaltmak için bu ilaçları kullanıyorlar. Tıp dergisi Lancet’te yayımlanan araştırma, sigara içen ve aşırı kilolu kişilerde riskin daha yüksek olduğunu ortaya koydu. KAPSAMLI ARAŞTIRMA Bu ilaçların yarattığı risk daha önce de gündeme getirilmişti. Ancak Oxford Üniversitesi’nden bilim adamları, hastalara kullanacakları ilaçlar ko- nusunda bir seçenek sunulabilmesi amacıyla, daha önce olmadığı kadar ayrıntılı bir araştırma yaptılar. Farklı zamanlarda yapılan 639 klinik deneye katılan toplam 353 bin hastanın kayıtlarının değerlendirildiği araştırmada, günlük 150mg diklofenak ve 2400mg ibuprofen kullanılan vakalar incelendi. Araştırma sonuçları, ilaçları kullanan her bin kişi daha önceki verilere ek olarak üç kalp krizi, dört kalp yetmezliği ve bir ölüm vakası tespit edildi. Yüksek dozda ilaç kullanımına bağlı olarak mide kanamaları da belirlendi. HASTALARIN TERCİH HAKKI Son veriler, aşırı ilaç kullanımının, kalp krizi sayısını yılda binde sekiz- den binde on bire çıkardığını gösteriyor. Araştırma ekibinden Prof. Colin Baigent, “Binde üç oldukça düşük bir risk olarak görülebilir ama bu tercihi hastalar kendileri yapabilmeli” dedi. Prof. Baigent, bu ilaçların, baş ağrısı gibi hastalıklar için kısa süreli kullanımının bir risk yaratmadığını ancak kalp sorunları bulunan kişilerin, bu ilaçları yüksek dozda kullanmalarının karşı karşıya oldukları riski arttırdığını vurguladı. Rofecoxib ya da Vioxx olarak bilinen benzer bir ilaç, yarattığı riskler konusundaki endişeler nedeniyle üretici firma tarafından 2004 yılında piyasadan çekilmişti. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 31 haber İLK YERLİ MORFİN VE AŞI ‘HACETTEPE’ ADIYLA ÜRETİLECEK Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer, ‘Hacettepe’ markası taşıyacak morfin ve aşı için geriye sayımın başladığını açıkladı. Rektör Prof. Dr. Tuncer, Eczacılık Günü nedeniyle Hacettepe Üniversitesi’nin Sıhhiye yerleşkesinde düzenlenen toplantıda konuştu. Yerli üretim morfinin gelecek yıl, aşının da 3 yıl içinde hastaların hizmetine sunulacağını müjdeleyen Tuncer, üniversitelerin dünyada yaşanan değişime ayak uydurmak mecburiyetinde olduğuna dikkat çekti. Morfin Yerine Ağrı Kesici Kullanıyorlar Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Gümüşel de Türkiye’de eksikliği hissedilen birçok kritik ilacın üretimi için adım32 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 lar atıldığını aktardı. Morfin ve aşının da eksikliği hissedilen önemli kalemler arasında olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gümüşel, kanser hastalarının morfin yerine daha pahalı ağrı kesici ilaçlar kullanmak zorunda kaldığını, bunun ülke ekonomisine ciddi yük getirdiğini ifade etti. Prof. Dr. Gümüşel, “Kanser ağrısında eksikliği çekilen morfin tabletlerin Türkiye’de üretimi konusunda Sağlık Bakanlığı’nın görevlendirmesi neticesinde adım attık. Morfin tabletlerin formülasyonunun geliştirilmesi ve Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılarak gelecek yılın Mart veya Nisan ayında hastaların kullanımına sunulmasını planlandık.” açıklamasını yaptı. Fikir Birliği Sağlandı Türkiye’nin ilk yerli aşısı da Hacettepe imzası taşıyacak. Yerli aşı üretmek için düğmeye basan Hacettepe Üniversitesi, ilgili kurumlarla görüşmeleri tamamladı. Örnek bir aşı olarak Hepatit–B aşısının başlangıç noktasından son ürün haline gelmesine kadar ki tüm aşamalarının Türkiye’de yapılması noktasında fikir birliği sağlandı. Dekan Gümüşel, “Kısa süre içerisinde projeye hız vereceğiz. 3–4 yıl içinde Türkiye’nin ilk yerli aşısını piyasaya sunacak konuma geleceğiz.” bilgisini verdi. YOZGAT’TA EĞİTİM PROGRAMI DÜZENLEDİ Sağlıklı Nesiller Derneği ve Yozgat Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği tarafından Yozgat Galata Çamlık Otel’de hastanelerin başhekim, pratisyen ve uzman hekimleri, diş hekimleri ve hastanelerdeki sağlık bakım hizmet müdürleri, kalite direktör ve temsilcileri, klinik sorumlu hemşireleri ve birim sorumlularına; iletişim becerileri ve empati, stres yönetimi, tükenmişlik sendromu, zor insanlarla başa çıkma, toplam kalite yönetimi, toplantı yönetimi, sunuş teknikleri, toplum karşısında konuşma, beden dili konularına yönelik eğitim düzenlendi. Eğitimlere 110 hekim ve 155 hemşire ve sağlık personeli katıldı. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Vedat Işıkhan, Dr. Uğur Özdemir ve Uzman Eğitimci Sami Öztürk tarafından katılımcılara teorik ve pratik olarak eğitim verildi. Eğitimlerin gerçekleşmesinde büyük emeği geçen Yozgat Kamu Hastane- haber SAĞLIKLI NESİLLER DERNEĞİ leri Birliği Genel Sekreteri Tuncay Öztürk eğitim sonunda memnuniyetlerini bildirerek, takdir ve teşekkürlerini bildirdi. Oldukça faydalı geçen eğitim sonunda yapılan Değerlendirme Anketlerinde katılımcılar eğitim programının kapsamlı olması ve mesleki birikimlerine katkı sağlaması dolayısıyla takdir ve teşekkürlerini sunup, eğitimlerin mutlaka tekrar edilmesi yönünde görüş bildirdiler. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 33 haber DOLU DOLU VE UZUN YAŞAM İÇİN Pfizer Türkiye, Türkiye’de sağlıklı ve mutlu yaşlanmayı konu alan “Sen Çok Yaşa” projesini hayata geçirdi. Bu kampanyayla Pfizer Türkiye toplumunda, aileler içerisinde ve bireylerde sağlıklı yaşama ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi hedefliyor. Bunun yanı sıra “yaş almak” hakkında ortak bir diyalog oluşturarak duygu, düşünce ve deneyimlerin paylaşılacağı herkese açık bir platform yaratmayı amaçlıyor. Orta yaş üstü bireylerin dünya ülke nüfuslarındaki oranı artarken, bireylerin yaşlanma hakkında duygu ve düşüncelerini daha çok konuşabilmesi ve mutlu bir yaşlılık dönemi için hazırlanmaları giderek önem kazanı- 34 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 yor. Küresel trendlere paralel olarak Türkiye’de 2033’te 65 yaş üstü kişi sayısının 14 yaş altı nüfusu geçmesi bekleniyor. Bu farkındalıkla Pfizer’in ABD’de de paralel olarak yürüttüğü Get Old adlı projesinin “Sen Çok Yaşa” Türkiye lansmanı 28 Mayıs’ta İstanbul’da yapıldı. Pfizer Türkiye, “Sen Çok Yaşa” sloganı altında bu projeyi hem sivil toplum örgütleri hem de yerel yönetimlerle işbirliği yaparak çok yönlü ve çok kanallı olarak yürütmeyi planlıyor. Pfizer Türkiye, planlanan bu projeyle yaşlanmaya yeni bir bakış açısı getiriyor. İleriye bakmamız ve yaşlanan toplumun ihtiyaçlarına uygun stratejilerle hareket ederek, yaşlanan topluma hazırlanabilmemiz önemli. “Sen Çok Yaşa” projesinin lansmanında konuşan ve ülkemizde ortalama ömrün uzamasıyla nüfusumuzun giderek yaşlandığına vurgu yapan Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Tufan şöyle konuşuyor: “2030-2040 yılları arasında ülkemizin caddelerinde 5 yaşındaki çocuklardan çok 85 yaşındaki ‘teyze’ ve ‘amca’ları göreceğiz. Geleceğin yaşlıları, bilinçli, bilgili, organize ve politik gücünün farkında olacak. Bu profilde istekleri için çatışmaya hazır, tüketim gücü yüksek, kaliteli hizmet talep eden ve teknolojiyi anlayarak kullanan eğitimli kişiler ağır basacak. Daha çok insanın daha uzun süre yeryüzünde kalmasını isteyen bir dünyada, yaşlıların çoğalmasına şaşırmamak gerekir. Uzayan yaşam süreleriyle yaşlıların çoğalması farklı sorunları da beraberinde getirecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin de birbirine bağlı olan gerontolojik stratejilere ihtiyacı bulunmaktadır. Yaşlılık olgusunun içinde yer alan sorunlu yönleri gerontolojik metodlarla teşhis etmek ve yaşlanma olgusunu “bütünsel” olarak algılamak gerekir. Bundan sonra ileriye bakmamız ve yaşlanan toplumun ihtiyaçlarına uygun stratejilerle hareket ederek, yaşlanan topluma hazırlanabilmemiz önemlidir. Temel soru, sosyal politikaların bu nüfus değişimine nasıl bir hazırlık yapacağı veya nasıl bir değişim ortaya koyacağıdır. Toplumun her kesimi, her sistemi kendini bu değişime göre yapılandıracak. Eğitim, sağlık, hukuk; bu sistemler kendi içlerinde ‘Yaşlılık Sistem Ağını’ oluşturmak zorunda kalacaklardır.” Nebil Özgentürk ile “Yüzyılın Tanıklığı” Projeye destek veren ve Sen Çok Yaşa Belgeseli “Yüzyılın Tanıklığı”na da imza atan gazeteci Nebil Özgentürk şöyle konuşuyor: “Yeryüzünün en güzel doğasına sahip ülkelerden biri olan Türkiye’nin dört bir yanında sağlıklı ve kaygısız yaşayıp giden asırlık insanlarla birlikte bir yolculuk yapmak muhteşemdi. O yüz yaşını aşmış insanlardan, ‘uzun ömürleri’ne dair, nasıl bir yöntem izlediklerine dair ve tabii Cumhuriyet’in kuruluşu, öncesi ve sonrası tanıklıklarına dair kısa da olsa sözler alabilmek de anlamlıydı… Seri belgesel olarak hazan aylarında yayınlandığında bu hüzün dolu ama aslında oldukça neşeli hikayeleri seyirci çok sevecek ve kim bilir uzun yaşama dair nasıl tüyolar alacak…” Sağlıklı yaşama ve yaşlanma Pfizer Türkiye’nin gündeminde olmaya devam edecek Pfizer Türkiye Ülke Müdürü Stanley Mendonça açılışta yaptığı konuşmasında bir sağlık kuruluşu olarak insan sağlığına verdikleri öneme paralel şekilde birçok hedef kitleyi içine alan “Sen Çok Yaşa” projesi ile geniş kitleleri kucaklamayı hedeflediklerini ifade ederek şunları söyledi; “Birleşmiş Milletler, 2050’de 33 ülkede 60 yaş ve üzeri nüfusun 10 milyonu geçeceğini bildiriyor. Bu yüzyılın ortasında yaşlı bireylerin yüzde 80 kadarı gelişmekte olan ekonomi- lerde yaşayacak. 100 yaşından fazla yaşayan kişilerin sayısı 300 binlerden 3 milyonun üzerine çıkacak. Sen Çok Yaşa diyerek öncelikle yaşlanmanın, diğer bir deyişle ‘yaş almanın’ herkes için farklı anlamlarına odaklanıyoruz. Daha iyi yaşamak, dolu dolu yaşamak, hayatlarına daha çok yıl katmak için neler yapabileceklerini onlara hatırlatmak için kolları sıvıyoruz. ‘Sen Çok Yaşa’ derken yalnızca daha uzun yaşamayı kastetmiyoruz, her yaşta daha iyi bir yaşam kalitesine sahip olmayı, yaş ile birlikte edinilen tecrübe ve bilgiye saygı duymayı, yaşamın her aşamasında insanların sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için gerekli bilgileri sunmayı hedefliyoruz. Son yıllarda sürekli olarak ülkelerin gündeminde olan sağlıklı yaşama ve yaşlanma ‘Sen Çok Yaşa’ ismiyle Pfizer Türkiye’nin de öncelikli olarak gündeminde ve uzun yıllar gündeminde olmaya devam edecek.” “Sizin işiniz, hayalleriniz için çalışmak. Bizim Pfizer’deki işimiz ise onlara ulaşacağınız kadar iyi ve uzun yaşamanızı sağlamak.” Pfizer Türkiye Kurumsal İlişkiler Direktörü Elif Aral ise “Yaşam süreleri uzarken yaşam kalitesinde de SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 35 artış bekleniyor. Yaşlıları kendi kabuklarına çekilen ve yardıma muhtaç kişiler olarak görmek yerine, yaşama etkin bir biçimde katılmaları ve buna uyum sağlamaları için desteklenmeleri büyük önem taşıyor. Yaşlanmak tüm insanların ortak noktası ve aslında yaptığımız her seçim daha iyi ve daha uzun yaşamamız üzerinde etkili olabiliyor. Biz Pfizer’de şuna inanıyoruz: Sizin işiniz, hayalleriniz için çalışmak. Bizim işimiz ise onlara ulaşacağınız kadar iyi ve uzun yaşamanızı sağlamak. Sen Çok Yaşa platformumuzla insanların daha iyi, dolu dolu ve sağlıklı yaşamak için nelere ihtiyaç duyduklarını anlamayı, hayatlarına daha çok yıl katmak için neler yapabileceklerini onlara hatırlatmayı ve birbirleriyle konuşmalarını sağlamayı hedefliyoruz. Bu projeyle yaşamları daha fazla yıl, yılları daha fazla yaşamla doldurmak için “Sen Çok Yaşa” diyoruz. Yaşamı ve her yaşı tüm yönleriyle kabul etmenin, yalnızca daha uzun değil, doyasıya yaşamanın da önemine inanıyoruz. Bu proje bizim adımıza devamlılığı olan, uzun vadeli bir itibar projesidir. Önümüzdeki dönemde gerek sivil toplum kuruluşlarıyla gerekse de yerel yönetimlerle yapacağımız işbirlikleriyle projemizi çeşitlendirmeyi planlıyoruz. Herkesi www.facebook. com/PfizerTurkiye (https://apps.facebook.com/sencokyasa) adresinde yaş almakla ilgili kaygılarını, duygularını, merak ettiklerini, deneyimlerini birbirleriyle ve bizimle paylaşmaya davet ediyoruz” dedi. Pfizer’in “Türkiye’nin Yaşama Bakışı” Araştırma Sonuçları Nielsen Pazar Araştırma Grubu ve Pfizer 30-60 yaş arası 1080 katılımcı ile “Türkiye’nin Yaşama Bakışı” araştırmasını gerçekleştirdi. • Yaşlı insan tanımlamaları içerisinde, insanların kendilerine en yakın buldukları ifade “yaşlı insan çocuklarının ve torunlarının mutluluğu ile mutlu olur” ifadesidir. Gelecekte ulaşılması istenenler arasında “çocukların geleceğini garanti altına almak” ve “mutlu bir aile kurmak” öne çıkan unsurlardır. • İyi bir yaşlılık hayal ettiklerinde ise akla gelen zihinsel olarak sağlıklı olmak ve çocukların hayatında ak- 36 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 tif olarak yer almaya devam etme arzusu olmaktadır. Yaşlılık hayatı çocuk ve torunlara odaklanmış durumdadır. • Aile odaklı bakış açısının yanı sıra yaşlandığında “sağlıklı olmak” beklentiler arasında, aynı şekilde “hasta olmak” ve “gündelik işlerini kendi kendilerine yapamamak” korkular arasında yer almaktadır. Mevcut yaşamda da en yaygın olarak dikkat edilen konu yine sağlıktır. güvencesinin olması beklentisi taşıyanlar yüzde 25 oranında olmuştur. Yüzde 23 çocuklarının evlendiğini/çocuk sahibi olduğunu görmek, yüzde 15 ise dinç bir zihne sahip olmak beklentisi olduğunu ifade etmiştir. • Türk halkı ölüme yaklaşmayı yaşlılık korkuları arasında en son sıralara koyuyor. Elden ayaktan düşmek, günlük işlerde başkalarına muhtaç olmak ve hasta olmak ilk akla gelen kaygılar. • Türk insanının gözünde yaşlılık 65 • Kendine yaşında başlıyor. • Türk halkının önceliği sağlıklı ve iyi bir yaşam sürmek. yetebilmek dendiğinde her 4 kişiden 3’ü maddi olarak kimseye muhtaç olmamayı anlıyor. kendileri için yaşlandıkla• Her 3 kişiden biri sağlıklı bir yaşa- • Kişiler rında en önemli olan şeyleri şöyle mın zengin olmaktan daha önemli olduğunu, sağlık için başka harcamalardan fedakârlık yapabileceğini ve sağlıklı yaşam için bugün yapılanların ileride çok faydalı olacağını bildiğini ifade ediyor. • Gelecek temennilerimiz arasında çocuklarının geleceğini garanti altına almak, huzurlu yaşam ve mutlu bir aile kurmak öne çıkmaktadır. tanımlamışlardır: • Çocuklarımın iyi bir hayat kurduğunu görebilmek benim için en önemli şeydir (yüzde 20). • İyi yaşlanmak için stresten uzak yaşamak çok önemlidir (yüzde 17). • Yaşlandığımda saygı duyulan, sözü dinlenen birisi olmak isterim (yüzde 17). • Daha genç yaş grubu içerisinde • Yaşlandığımda fiziksel olarak kenmutlu aile kurmak, orta yaş için çocukların geleceği, 50 yaş üstü yaş grubunda ise huzurlu yaşam ağırlık kazanmaktadır. dime yetebilmek, maddi olarak kendime yetebilmekten daha önemlidir (yüzde 15). torunlarıma bak• Halkımızın %70’i kendini olduğu • Yaşlandığımda mak isterim (yüzde 13). yaşta hissediyor ama 5 kişiden 1 kendini olduğundan daha genç • Türk halkına göre yaşlı insan kimhissediyor. dir, nasıldır? hayatında bir değişiklik olmayacağını düşünüyor. Bu konuda endişe taşıyanlar arasında erkekler kadınlardan daha ağır basıyor. larının mutluluğuyla mutlu olur (yüzde 19). • Her 2 kişiden biri yaşlandığında • Yaşlı insan çocuklarının ve torun• Yaşlı insan vakti bol olan insandır (yüzde 10). • Yaşlandığımızda sağlıklı olmayı ve • Yaşlı insan saygı duyulan insandır maddi durumumuzun iyi olmasını bekliyoruz. Maddi durumunun iyi olması beklentisi özellikle genç grubunda daha yaygınken, 50-60 yaş grubunda sağlıklı yaşam beklentisi ağırlık kazanıyor. (yüzde 9). • Yaşlı insan huzurlu insandır (yüzde 8). • Yaşlı insan olgun ve anlayışlıdır (yüzde 7). • Sağlıklı bir yaşlılık geçirme beklen- • Yaşlı tisi taşıyanlar yüzde 61, başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilmek beklentisi taşıyanlar yüzde 51, maddi durumunun iyi olması beklentisi taşıyanlar yüzde 38, sağlık insanlar hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulurlar (yüzde 7). • Yaşlı insan bilge insandır (yüzde 6). • Yaşlı insanlar hobileri olan insanlardır (yüzde 6) SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 37 portre AŞI’NIN TARİHÇESİ Aşılamanın temelindeki ilke, bakteri ve virüs gibi enfeksiyon etkenlerini yada çeşitli zehirli maddeleri belirli işlemlerden geçirdikten sonra kişiye vererek vücudun bu maddelere karşı antikor üretmesini, yani bağışıklık kazanmasını sağlamaktır. Böylece vücudun hazırlıklı olduğu hastalık etkenlerinden biriyle karşılaştığında, önceden oluşmuş antikorlar sayesinde bu maddelerle savaşması kolaylaşır. Hastalık oluşturan virüslere karşı direnç sağlayan aşı uygulamaları hakkında son yıllarda birçok gelişme ve yenilik yaşandığını görüyoruz. Peki “aşının” geçmişi hakkında ne biliyoruz? Bu sayımızda aşıların tarihçesini sizlerle paylaşmak istedik. İlgiyle okuyacağını umuyoruz… • Tarihte aşı konusunda ilk uygulamanın M.Ö. 590 yılında Çin’de Sung Hanedanı döneminde çi- 38 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 çek hastalığından korunmak için ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı kişilerin burnunun içine verilmesi olduğu bilinmektedir. • Sistemli aşılama ise ilk kez yine çiçek hastalığına karşı olmak üzere 1796 yılında Edward Jenner tarafından başlatılmıştır. Bağışıklık biliminde o günden bu güne çok büyük ilerlemeler olmuştur. Aşılama ile ilgili ayrıntılı bilgiler Jenner’den 100 yıl kadar sonra, Pasteur tarafìndan elde edilmiştir. Bu büyük bilim adamı, infeksiyon hastalıklarının kaynağının mikroplar olduğunu keşfetmiştir. • Ayrıca mikropların zayıflatılmış, hastalık yapamayacak hale getirilmiş biçimde insanlara verilmesiyle, bireyin bulaşıcı hastalıklardan korunabileceğini kanıtlamıştır. Pasteur, 1885 yılında daha önce köpeklerde etkinliğini kanıtladığı kuduz aşısını, bir köpek tarafìndan ısırılmış olan Joseph Meister adlı kişiye uygulamıştır. Bu uygulama insan bağışıklamasındaki en önemli atılımdır. • 1892 yılında Laffnike adlı araştırıcı kolera aşısını, 1896 yılında Wright tifo aşısını geliştirmiştir. Bu gün BCG adıyla bildiğimiz tüberküloz (verem) aşısı Calmette ve Guerin tarafìndan 1921 yılında geliştirilmiştir. Ramon ve Glenny 1923’te difteri aşısını, aynı yıl Madsen boğmaca aşısını ve 1927 yılında Ramon ve Zoeller tetanoz aşısını üretmişlerdir. Bundan sonra kullanıma sunulan çeşitli aşılar birbirini izlemiştir. • 1932 yılında Sellard ve Laigret sarı humma aşısını, 1937 senesinde Salk ilk influenza aşısını ve 1949 yılında Smorodintsev canlı kabakulak aşısını geliştirmiştir. Salk 1954 yılında ölü çocuk felci aşısını, Sabin 1957’de canlı zayıflatılmış ağızdan uygulanan çocuk felci aşısını geliştirmiştir. Kızamık aşısı 1960 yılında önce Edmonston ve daha sonra Schwartz tarafından oluşturulmuştur. 1962’de kızamıkçık aşısı Weller, Neva ve Parkmann adlı araştırıcılar tarafından geliştirilmiştir. • Ölü kabakulak aşısını 1966 yılında Weibel, Buynach, Hillemann ve daha sonra Takashashi üretmeyi başarmışlardır. İnsan hücrelerinde üretilen ilk kuduz aşısı 1967 yılında Victor tarafından gerçekleştirilmiştir. Takashashi 1973 senesinde suçiçeği, Maupas ve Hillemann 1976’da ilk kez hepatit B (sarılık) aşısını uygulamışlardır. • 1968 yılında meningokok C me- nenjiti aşısı, 1971 senesinde meningokok A menejiti aşısı geliştirilmiştir. 1978 yılında pnömokok infeksiyonlarına karşı kullanılmak üzere pnömokok aşısı üretilmiştir. Bu gün genel olarak menenjit aşısı olarak bilinen Hemofilus influenza tip B aşısı 1980 yılında geliştirilmiştir. • Sonraki senelerde bir arada kul- lanılan çeşitli aşılar geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Aşı geliştirme çalışmaları halen aktif olarak devam etmektedir. • Aşılama çalışmalarında güdülen başlıca amaç, insanların aşı ile önlenebilir hastalıklardan ölümlerini engellemek, yarınımızı emanet edeceğimiz kuşakların daha sağlıklı yetişmesini sağlamaktır. Edward Jenner Edward Jenner (17 Mayıs 1749 - 26 Ocak 1823) bir köy papazının çocuğu olarak dünyaya gelmiştir, İngiltere’de Gloucestershire’da bir operatörün yanında uzun süre çıraklık yapmış daha sonra tıp öğrenimini geliştirmek için Londra’ya gitmiş ve orada John Hunter’in öğrencisi olmuştur. Hocasının tavsiyesiyle 1775 yılında, o dönemlerdeki en yaygın ve can alan hastalık olan çiçek hastalığı ile ilgili araştırmalara başlamıştır. Araştırmaları sonucu çiçek hastalığına aşı bulan Jenner aynı yıl köyünde baş gösteren çiçek hastalığı salgını karşısında çocuklar üzerinde aşısını denemiş ve olumlu sonuçlar aldığını ispat etmiştir. Daha sonra 1796’da buluşu ile ilgili ayrıntılı bir rapor yayımlamış ve buluşu gerek Avrupa’da gerek ise Birleşik Amerika’da ilgiyle karşılanmış ve benimsenmişse de dönemin tıp bilginleri aşıya karşı çıkmışlardır. Fakat elde edilen sonuçların başarısı sebebi ile 1870 yılına gelindiğinde binlerce insan aşılanmıştır. Daha sonraki yıllarda çiçek aşısı İngiltere’nin dışında da yaygınlaşmış, bugün ise tüm dünyada kullanılmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 39 Louis Pasteur 1822 yılında Fransa’nın Dole şehrinde doğdu. 1846’da École Normale Supérieure’ün fen bölümünü bitirdi. 1847’de fizik ve kimya dalında doktora derecesini alan Pasteur, bu yıllarda izomerlik, kristal yapı ve optik etkinlik konularındaki çalışmalarıyla adını duyurmayı başardı. 1848’de Strasbourg Fen Fakültesi’nde yardımcı kimya profesörlüğüne yükseltildi. 1854’te Lille Fen Fakültesi’nde kimya profesörlüğüne ve Ecole Normale’de kurulmasını istediği araştırma laboratuarının yöneticiliğine getirildi. Bu laboratuarda, 1871’de şarbon, tavuk kolerası ve kuduz gibi virütik hastalıklar, bağışıklık mekanizması ve aşı hazırlama teknikleri üzerinde çalışmaya başlayan Pasteur, kuduz köpekler üzerindeki incelemelerini daha güvenli bir ortamda yapabilmek için 1885’te eski bir imparatorluk şatosunu amaca uygun olarak düzenleyerek, Pasteur Enstitüsü’nün çekirdeğini oluşturdu. Pasteur, kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak görev yaptığı süre boyunca, tıbbın ilerlemesine büyük katkılarda bulundu. Tıp doktoru olmadığı için, 1800’lü yılların doktorları teorilerine karşı çıktılar. Pasteur, buna rağmen çalışmalarını sürdürdü. Pasteur’ün bakterilerin ya da mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol açabileceğine olan inancı tamdı. Pasteur kendine inanan, başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı. 1895 yılında hayata gözlerini yumduğu güne kadar son derece alçak gönüllü, gösterişsiz ve sade bir yaşam sürdürdü. Yaşlılık yıllarında insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu. Pasteur’ün, özellikle mayalanma olayında ve bulaşıcı hastalıklarda mikroorganizmaların sorumlu olduğunu kanıtlaması, kendiliğinden türeme teorisini çürütmesi, şarap, bira, süt, meyve suyu gibi mayalanabilir sıvıların uzun süre bozulmadan saklanabilmelerini sağlayan “pastörizasyon” adlı konserve yönteminin gelişmesini sağladı. Bu yöntemde, sütü 63 °C’de otuz dakika süreyle ısıtmak ve sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Buna benzer bir yöntem (UHT) sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde de kullanılmaktadır. Joseph Meister adlı bir çocuk kuduz bir köpek tarafından on dört yerinden ısırıldığında, anne ve babası çocuğu Louis Pasteur’e getirdiler. Bu bilim insanı daha önce sadece hayvanların üzerinde denemiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun, çocuğun kuduz hastalığından her durumda öleceğini ve başarılı olursa yöntemin kuduz hastalığına bir çare olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi. Aşının başarılı olması bu öldürücü hastalığın önlenmesi ve aşıların geliştirilmesi için büyük bir adım oldu. Pasteur, Strasberg’li Marie Laurent ile evlendi. Marie’nin eşini, araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendirmesi sayesinde Pasteur laboratuar çalışmaları üzerinde yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve önemi verebiliyordu. 1895 yılında Fransa’da öldü. 40 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Heinrich Hermann Robert Koch Robert Koch 11 Aralık 1843’te, Almanya’da doğdu. Göttingen Üniversitesinde tıp eğitimi alıp, 1866 yılında mezun oldu. Daha sonra Frank-Prusya Savaşı’nda görev aldı ve Wollstein’de önemli bir tıbbi görevli oldu. Koch Çok sınırlı kaynaklarla çalışmış olsa da, bakteriyolojinin kurucularından olmuştur. Casimir Davaine antraks (şarbon) basilinin inekler arasında doğrudan aktarıldığını ortaya çıkardıktan sonra Koch, antraksı daha yakından incelemeye başladı. Bulduğu metotlarla kan örneklerinden basili arıtıp saf kültürler büyütmeyi başardı. Bu çalışması sonucu şarbonun bir konakçı canlı olmadan uzun süre dışarıda yaşayamadığını fakat oluşturduğu endosporların uzun süre varlıklarını sürdürdüğünü buldu. Toprağa karışan bu endosporlar açıklanamayan ani şarbon salgınlarının nedeniydi. Koch buluşlarını 1876’da yayımladı ve 1880’de Berlin’deki Emperyal Sağlık Bürosu’nda bir iş ile ödüllendirildi. 1881’de ateş kullanarak cerrahi aletlerin sterilize edilmesini teşvik etti. Berlin’de daha önce kullandığı metodları geliştirdi. Onun geliştirdiği yöntemler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin yardımıyla tüberküloza neden olan bakteriyi (Mycobacterium tuberculosis) 1882’de keşfetmiştir. 19. yüzyılın ortalarında tüberküloz her yedi ölümden birinin sorumlusu olan çok ölümcül ve önemli bir hastalıktı. Bu nedenle Koch’un o dönemde yaptığı keşif cidden çok önemlidir ve onu bakteriyolojik araştırma konusunda ünlü Louis Pasteur ile denk kılmıştır. 1883’te Koch bir Fransız araştırma ekibiyle birlikte İskenderiye, Mısır’da kolera üzerine çalıştı. Koleraya neden olan vibrio bakteriyi saptamış olsa da deneylerle bunu kanıtlayamadı. Bakteri daha önce İtalyan anatomist Filippo Pacini tarafından 1854’te izole edilebilmiş fakat bu çalışma o dönemler miasma teorisinin revaçta olması sebebiyle önemsenmemişti. Koch, Pacini’nin çalışmalarından habersizdi, bağımsız bir keşif yaptı ve sahip olduğu ün nedeniyle bu buluş kısa sürede yayıldı. Yine de bakteri 1965’te resmen Vibrio cholerae Pacini 1854 olarak adlandırıldı. 1885’te Koch Berlin Üniversitesinde hijyen profesörü, daha sonra 1891’de yeni kurulmuş olan Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsünün yöneticisi oldu. Bu görevden 1904’te istifa etti ve dünyayı dolaşarak, Güney Afrika, Hindistan ve Cava’daki hastalıkları inceledi. Ona Nobel Ödülü kazandıran tüberküloz çalışmaları kadar önemli olan bir buluşu da Koch postülatlarıdır. Bu postülatlar bir organizmanın bir hastalığın nedeni olup olmadığı konusundadır. Postülatlara göre bir organizma bir hastalığın nedeni ise; Hastalığın bilinen tüm vakalarında bulunur, Hastalıklı konukçudan organizmayı ayırıp saf kültürünü büyütmek mümkündür, Sağlıklı bir konukçuya verildiğinde, kültürde büyütülmüş bu organizmalar konukçuda hastalığın oluşmasına neden olmalıdır, Deneysel olarak hastalığın bulaştırıldığı konukçudan organizma tekrar ayrıştırılıp kültürde büyütülebilmelidir. Her ne kadar öğrencileri onun metodlarıyla difteri, tifo, pnömoni (zatürre), gonore (belsoğukluğu), serebrospinal menenjit, lepra (cüzzam), tetanoz ve frengi hastalıklarından sorumlu organizmaları bulmuş olsalar da, özellikle de tüberkülozu iyileştireceğini düşündüğü etkisiz “tüberkülin” fiyaskosuyla, Koch’un araştırmalarının kalitesi düşmüştür. Koch 27 Mayıs 1910’da Almanya’da öldü. Tüberküloza karşı aşıyı ise Albert Calmette ve Camille Guérin adlı iki araştırmacı, 1920’lerin sonunda geliştirmişlerdir. Bu iki araştırmacının soyadına atfen bu aşıya BCG (Bacillus Calmette-Guérin) adı verilmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 41 haber ALDATICI BEYANLARLA ÜRÜN SATIŞINA SON VERİLECEK Önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecek ‘Sağlık Beyanı Yönetmeliği’ne göre özellikle gıda takviye ürünlerinin pazarlanmasında kullanılan ‘mucize ürün, zayıflatıyoruz, kelliğe son, damar tıkanıklığına mucize çözüm’ gibi ifadeler son bulacak. Bu gibi ifadeler kullanılan ürünlerin satışına son verilerek toplatılacak. Televizyon, radyo ve gazete reklam ve programlarına izin verilmeyecek. Bu ürünleri üreten, ithal eden ve satanlar hakkında yasal işlem başlatılacak. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nca hazırlanan ‘Sağlık Beyanı ile Satışa Sunulan Ürünlerin Sağlık Beyanları Hakkında Yönetmelik’ ile piyasada hastaları aldatıcı beyanlarla satış yapanlar engellenecek. Başbakanlık’a gönderilen yönetmelikle sağlık beyanı ile satışa sunulacak ürünler tek tek incelenecek. Yönetmelikle, bu beyanlara izin verilmesi, izinsiz veya gerçeğe aykırı sağlık beyanı ile yapılan satışların denetlenmesinin esasları belirlendi. Ayrıca gerektiğinde durdurma, toplama, toplatma ve imha iş ve işlemlerinin yapılması veya yaptırılması, izin ve sağlık beyanları yönünden bunların reklam ve tanıtımlarının denetlenmesi ve aykırı olanların durdurulması ile ilgili usuller de yönetmelikte sıralandı. Yönetmeliğin yayınlanmasının ardından Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, birkaç yıldır ‘gıda takviyesi’ adı altında üretilip ilaç gibi satılan ürünlerle ilgili ürünün sağlık beyanıyla satılması durumunda görüldüğü yerde toplatılması yönünde İl Sağlık Müdürlükleri yetkilendirilecek. 42 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 “SAĞLIK BEYANI” TANIMI Yönetmelikle sağlık beyanı tanımı da netleştirildi. Bundan sonra insan sağlığına doğrudan veya dolaylı olarak faydalı olduğunu veya hastalıklara veya belirtilerine karşı etkili olduğunu, koruduğunu, tedavi ettiğini belirten, ileri süren veya ima eden tüm ifadeler ‘sağlık beyanı’ olarak kabul edilecek. Ürünlerin sağlık beyanı ile tanıtımının yapılabilmesi ve piyasaya arzı için klinik çalışmalar ile ispatlanmış bir sağlık beyanının olması ve kurumdan izin alınması gerekecek. AKADEMİK ÜNVANI OLMAYAN KİŞİLERİN TANITIMLARI ANINDA DURDURULACAK Hazırlanan yönetmelikle ürünlerin sağlık beyanında tanıklığına başvurulan kişinin tecrübesine dayanan hiçbir teşekkür, övgü, tavsiye veya onay ifadesine yer verilemeyecek. Toplumu bilgilendirmek amacıyla, özellikle televizyon ve radyo programları olmak üzere çeşitli mecralarda, bilgisine başvurulan kişilerin, bilgi verdikleri konudaki uzmanlıklarını akademik olarak kanıtlamış olmaları gerekecek. Akademik unvanı olmayan kişilerin tanıtımları kurumca anında durdurulacak. Ürün tanıtımlarında, Sağlık Bakanlığının veya Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun adı veya logosu kullanılamayacak. Sağlık meslek mensuplarının tavsiyelerine atıfta bulunulamayacağı gibi sağlık meslek örgütleri ile sağlıkla ilişkili hayır kurumlarının tavsiyeleri veya bu örgütler ve kurumlar tarafından verilen desteklere yer verilemeyecek. Yönetmelik hükümlerinden herhangi birine aykırı davranıldığı tespit edilen tanıtım eğer internet aracılığı ile yapılıyor ise tanıtımının yapıldığı internet sitesine erişim engellenecek. Söz konusu yönetmeliğe ayrıca kozmetik ürün tanıtımlarında herhangi bir hastalığı tedavi etmek veya önlemek, tedavisine yardımcı olmak, teşhis etmek veya bir fizyolojik fonksiyonu düzeltmek, düzenlemek veya değiştirmeye ilişkin ibareler veya imalar ile farmakolojik, immünolojik veya metabolik etkilerin sonucunda, fizyolojik fonksiyonları yenilediğini, düzelttiğini veya değiştirdiğini iddia eden veya ima eden beyanların kullanılamayacağı maddesi de eklendi. ‘ÜRÜN DENETİM TİMİ’ GELİYOR Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu denetimlerin daha etkin olması için personel sayısını arttıracak. Kurum önümüzdeki günlerde 250 ürün denetmenini kadrosuna katacak. Bu kişilerin işe alımının usul ve esasını belirleyen yönetmelik 1 ay önce yayımlandı. İhtiyaca binaen başvuruları devam eden ürün denetim alımı sürecine başlandı. Denetmenler kozmetik, tıbbi cihaz ve ilaç gibi ürünlerin piyasaya arzında güvenli sirkülasyonunu sağlayacak. Ekibin içinde eczacı, biyolog, kimyager, biyo-medikal mühendisi, kamu yönetimi, iktisat ve işletmeci olacak. Bir denetim havuzu oluşturulacak. Eczacının yaptığı denetimde hukuki bir desteğe ihtiyacı olunca ise hukuk denetmeni yardımcı olacak. FIFA , Ac›badem Fulya Sporcu Sa€l›€› Merkez‹’N‹ Mükemmel‹yet Merkez‹ OLARAK seçT‹ FIFA Türkiye’de ilk defa bir merkeze “FIFA MEDICAL CENTRE OF EXCELLENCE” sertifikas› verdi. Bu sertifikaya dünyada sadece 26 merkez sahip. Bu gurur Türkiye’nin... www.sporcusagligimerkezi.com REFRAKTİF CERRAHİDE GÜNCEL TEKNİKLER Op. Dr. Ali SİPAHİER Göz Nurunu Koruma Vakfı EXCİMER LASER TEDAVİSİ NEDİR? Excimer laser 20 yılı aşkın bir süredir kırma kusurlarının tedavisinde başarı ile uygulanan bir yöntemdir. Laser ışını hedeflenen dokuyu istenilen kalınlık ve genişlikte ortadan kaldırır böylece gözün en dışında bulunan kornea tabakasında kalıcı bir değişim meydana gelerek miyop, hipermetrop ya da astigmatın tedavisi gerçekleşmiş olur. Lasik, Femtolasik, Lasek ve PRK Excimer laser tedavisinin değişik uygulanma biçimleridir. 18 yaşını dolduran ve son 1 yılda gözlük numarasında değişim olmayan kişiler bu tedaviye adaydır. Lasik uygulanabilmesi için gözdeki kırılma kusurunun ve gözün yapısının uygun olması gerekmektedir. Bu amaçla tüm adaylara ayrıntılı bir göz muayenesinin yanı sıra kornea tabakasının özelliklerini gösteren bir dizi tetkik uygulanır. LASIK ile 12,0 dereceye kadar miyopi, 6 dereceye kadar hipermetrop ve astigmat tedavi edilebilmektedir. Lasik öncesinde kontakt lens kullanımına ara verilmesi önemlidir. Yumuşak lens kullanan hastaların en az bir, sert lens kullananların en az üç hafta lens kullanmaması uygun olacaktır. KİMLERE LASİK UYGULANMAZ: LASIK NEDİR , KİMLERE UYGULANABİLİR? LASIK odaklanma kusurlarının tedavisinde en sık kullanılan yöntemdir. 44 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 • Başta keratakonus olmak üzere korneada yapısal bozukluğu olan hastalar • Kornea kalınlığı belli bir limitin altında olanlar • Şiddetli göz kuruluğu olanlar • Diabet hastaları ve romatizmal hastalığı olanlar • Hamile ve süt veren bayanlar • Gözünde katarakt, glokom, enfeksiyon gibi rahatsızlıkları olanlar LASIK TEDAVİSİNİN AVANTAJLARI: LASİK tedavisinin en önemli avantajı hastaya sağladığı konfordur. Göz yapısı uygun olan hastalarda LASIK yöntemi, yüksek gözlük derecelerini bile etkili bir şekilde düzeltebilir. İyileşme son derece hızlı gerçekleşir ve tedaviden sonra saatler içinde hasta kaliteli bir görüşe sahip olabilir. Ağrı, sulanma ve batma problemleri en geç 12 saat içinde geçer ve tedaviden bir gün sonra kişi normal haya- tına geri dönebilir, işine devam edebilir. Ameliyat sonrası göz damlalarını kullanma süreci ortalama 1 haftadır. FEMTOLASİK (BIÇAKSIZ LASİK) NEDİR? Lasik tedavisinde en önemli aşama korneanın üst kısmından fleb adı verilen bir kapakçık oluşturulmasıdır. Fleb oluşturulması için son yıllarda femtosaniye laser teknolojisi kullanılmaya başlanmıştır. Femtosaniye laser doku içinde istenilen derinlikte, genişlikte ve şekilde kesi oluşturabilen bir cihazdır. FS 200 femtosaniye laser bu amaçla geliştirilen en hızlı ve güvenli teknolojidir. AVANTAJLARI : • Bu cihaz sayesinde daha önce kullanılan mikrokeratom (korneada kesi yapan bıçak) sistemlerinde görülebilen komplikasyonlar neredeyse ortadan kalkmıştır. maktadır • İstenilen kalınlıkta fleb kaldırabildiğinden özellikle kornea kalınlığı sınır değerlerde olan hastalarda Lasik uygulanabilmektedir. • Fleb arayüzeyi daha pürüzsüz olduğundan Laser tedavisi sonrasında daha az aberasyon (Işık sapması) gelişmektedir. • Femtosaniye fleblerinde özellikle ileri yaştaki hastalarda gözlenen göz kuruluğu gelişmesi riski daha azdır. • Femtosaniye laser sistemleri ile fleb oluşturmanın yanısıra korneal implantlar takılabilmekte, keratoplasti (kornea nakli) ve astigmatik keratotomi (astigmat düzeltici işlemler) işlemleri yapılabilmektedir. FAKİK LENS • Özellikle hipermetrop ve astigmat Kornea yapısı ya da refraksiyon kusurunun derecesi Excimer laser tedavisine uygun olmayan 20-45 yaş arasındaki kişilerde tercih edilen bir yöntemdir. • Femtosaniye laser fleblerinde kor- Bu lenslerin takılabilmesi için endotel sayısı, ön kamara derinliği gibi kişisel özelliklerin uygun olması gerekir. • Femtosaniye laserle kişinin kırılma kusuruna özel flebler oluşturulabilir tedavisinde sonuçları daha başarılıdır nea biomekaniği daha iyi korun- REFRAKTİF LENS DEĞİŞİMİ 45 yaşın üzerinde miyop, hipermetrop, astigmat ve presbiyopinin (Yaşlılığa bağlı yakın odaklama güçlüğü) tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Özellikle son zamanlarda gelişen Torik( astigmatı düzelten) ve Multifokal (hem yakın hem uzak görüş sağlayan) lenslerle hastalarımıza 45 yaşından sonra gözlüksüz bir hayat sunabilmekteyiz. Göz Vakfı Bayrampaşa Göz Hastanesinde FDA onaylı Alcon Multifokal ve Torik lensler kullanılmaktadır. KORNEAL İMPLANTLAR (KAMRA INLAY) 45 yaş ve üstü kişilerde presbiyopinin tedavisi için uygulanan bir yöntemdir.Femtosaniye laser yardımıyla kornea içine yerleştirilen Kamra inlay fokus derinliğini arttırarak uzak görüşü bozmadan yakını odaklamaya yardımcı olur. Uygulama süreci Excimer laser tedavisi ile aynıdır. Öncelikle Femtosaniye laserle fleb oluşturulur miyop, hipermetrop, astigmat gibi refraksiyon kusurları varsa Excimer laser ile tedavi edilir sonrasında Kamra Inlay yerleştirilerek tedavi sonlandırılır. Tedaviden bir gün sonra kişi normal hayatına devam edebilir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 45 haber “YOL ARKADAŞIMSIN” PROJESİ MS HASTALIĞINA IŞIK TUTUYOR Türkiye MS Derneği, İzmir MS Derneği ve Novartis iş birliği ile hayata geçirilen “Yol Arkadaşımsın” projesinin ikinci etabı “Yol Arkadaşımsın Web Sitesi” İstanbul’da kamuoyuna tanıtıldı. MS’li bireylerin yaşam öykülerinin özel videolarla aktarıldığı web sitesi, hastalık konusunda bilinç yaratmayı hedefliyor. Türkiye MS Derneği tarafından dünyada ilk olarak Türkiye’de kutlanmaya başlanan Dünya Multipl Skleroz (MS) Haftası çerçevesinde, son yılların en önemli hastalıklarından biri olan MS ile ilgili farkındalık yaratmak ve toplumu hastalık konusunda bilinçlendirmek adına önemli çalışmalar yürüten Türkiye MS Derneği, İzmir MS Derneği ve Novartis, “Yol Arkadaşımsın” projesini hayata geçirdi. Projenin ilk etabı “Bir Yolculuk Kitabı”nın ardından “Yol Arkadaşımsın Web Sitesi” de kamuoyuna tanıtıldı. Hasta, hasta yakınları ve tüm topluma yönelik video tabanlı bir web sitesi olan “Yol Arkadaşımsın”, MS’li bireylerin hastalıkla mücadele öykülerinden oluşuyor. MS hastalığına 46 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 dikkat çekmek ve bu konuda farkındalık yaratmak amacıyla hazırlanan web sitesinde 36 MS’li birey yaşam ve hastalıkla mücadele öykülerini özel videolar aracılığıyla aktarıyor. Web sitesinde ayrıca psikiyatr, avukat ve insan kaynakları uzmanları gibi gönüllü profesyonellerin MS’li bireylerin yaşam mücadelelerine katkı sağlayacak önemli önerileri bulunuyor. Psikiyatr, MS’li bir bireyin hasta olduğunu öğrenmesi ile başlayan psikolojik süreçlerini aktarırken, bir avukat hasta haklarıyla ilgili önemli bilgileri paylaşıyor. İnsan kaynakları uzmanı ise hastanın çalışma koşulları ile ilgili bilmesi gerekenleri aktarıyor. “Yol Arkadaşımsın“ web sitesi MS hastalığına dikkat çekmenin yanı sıra hasta ve hasta yakınlarına bilgi aktarımı sağlamayı amaçlıyor. Projenin tanıtımı amacıyla İstanbul Pera Palace Otel’de gerçekleşen basın toplantısı sırasında konuyla ilgili görüşlerini bildiren Türkiye MS Derneği Başkanı Ayşen İnci, “Türkiye MS Derneği olarak MS’li bireylerin hayatlarını kolaylaştıracak ve onlara en doğru bilgiyi ulaştıracak projeleri hayata geçirmeyi amaçlıyoruz” dedi. “Yol Arkadaşımsın” projesinin MS tanısı almış bireyler ve yakınlarına ışık tutacağını belirten İnci, “Bu proje sayesinde ülkemizdeki MS hastalığı bilincinin artmasına büyük katkı sağlayacağımıza inanıyoruz” dedi. Türkiye MS Derneği Bilimsel Kurul Başkanı Prof. Dr. Aksel Siva ise “Mul- tipl Skleroz günümüzün en önemli hastalıklarından biri. Türkiye’de yaklaşık 40 bin MS’li birey olduğu tahmin ediliyor. Bu denli yüksek bir rakamdan bahsediyoruz ancak hastalık konusunda yeterince bilinçli değiliz” dedi. “Yol Arkadaşımsın” projesinin hastalık konusunda büyük bir farkındalık yaratacağını umduklarını belirten Prof. Dr. Siva, “Böyle bir projeyi hayata geçirdiğimiz için mutluyuz. Umarım “Yol Arkadaşımsın” web sitemiz MS tanısı almış tüm arkadaşlarımız için bir rehber niteliği taşır ve en doğru bilgiye ulaşmalarını sağlar” şeklinde konuştu. veya tamamen felç olması, ellerin titremesi, sendeleme veya denge kaybı, dilde peltekleşme gibi konuş- “Yol Arkadaşımsın” web sitesine www.yolarkadasimsin.com adresinden ulaşılabiliyor. Türkiye MS Derneği Hakkında Modern iletişim olanaklarını kullanarak Türkiye’de MS Hastalığını tanıtmak ve tanı konmuş üyelerimize hastalığın her aşamasında gerek tıbbi, gerekse psikolojik rehber olmak amacıyla kurulmuş bir dernektir. Üyelerinin arasında seçkin hekimler ve MS’liler bulunmaktadır. Toplantı sırasında yayınlanan ünlü sanatçı Engin Altan Düzyatan’ın gönüllü olarak yer aldığı proje tanıtım filmi büyük ilgi gördü. Beyin ve omurilik (merkezi sinir sistemi) hastalığı olan MS, genellikle 20-40 yaşları arasında görülen ve her insanda farklı belirtilerle seyredebilen bir hastalıktır. Sinir sistemini etkilediğinden, kişinin görme, konuşma ve hareket etme gibi işlevlerini, dolayısıyla yaşamını derinden etkileyebilir. Göz bozukluğu, vücudun herhangi bir bölgesinin kısmen yüz milyonlarca dolar harcanmaktadır. ma bozuklukları, aşırı halsizlik veya kendini alışılmamış biçimde yorgun hissetme, uyuşma veya karıncalanma hissi gibi belirtilerle ortaya çıkan hastalık ömür boyu sürer ve farklı şekillerde kendini gösterir. Nedeni ve kesin tedavisi henüz bulunamamış olan MS hastalığı tedavisiyle ilgili dünyada araştırma ve geliştirme çalışmalarına ve yardım projelerine Türkiye MS Derneği’nin çatısı altında karşılıklı bilgi paylaşımı, ortak projeler ve gönüllü çalışmalar yürütülmektedir. Türkiye MS Derneği diğer ülkelerce kurulmuş derneklerin de yer aldığı uluslararası konfederasyonlarda ülkemizi temsil etmektedir. MS ile ilgili en doğru ve en güncel bilgileri almak, etkinlikleri takip etmek ve katılmak, MS’li kişilere destek olmak isterseniz, Türkiye MS Derneği’ne üye olabilirsiniz. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 47 kapakkonusu KANSER VE TEDAVİSİNE GENEL BİR BAKIŞ Prof. Dr. Uğur YILMAZ Medikal Onkoloji Uzmanı / İzmir Konuya giriş olarak kanser için şu tanımlamayı kullanabiliriz: Kanser sık görülen bir hastalıktır. Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Topluluğu istatistiklerine göz attığımızda yaklaşık her iki erkekten biri ve yaklaşık her üç kadından biri yaşamının belli bir noktasında kendi vücudundaki bir kanserle karşılaşmaktadır. Herkes, bir veya daha fazla yakınının 48 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 kansere yakalandığına tanık olmakta, onlarla birlikte hastalığın getirdiği zorluklara göğüs germektedir. Ünlü kişilerin kanserle mücadeleleri hemen her gün gazete sayfalarında yer alarak bizim de gündemimize girmektedir. Kanser hastalığı, bilgi edinebildiğimiz en eski çağlara ait yazılı metinlerde de tanımlanmaktadır. Anadolu’nun kuzey illerini gezdikten sonra İstanköy adasına dönerek hekimliğini sürdüren Hipokrates te tümoral hastalıklar için, kurduğu benzerlik nedeniyle yengeç anlamına da gelen kanser kelimesini kullanmış- tır. Eski çağlardan beri bilinmesine rağmen kanserle ilgili güncel bilgilerimizin çoğu içinde yaşadığımız yıllarda ortaya çıkmış ve bilim adamları halen her geçen gün bu bilgilere yenilerini katmakta, hastalığın daha iyi anlaşılması sayesinde daha etkin tedaviler uygulanabilmektedir. Yaşamımız, vücudumuz oluşturan hücrelerin çoğalması ile mümkün olmaktadır. Döllenmiş tek bir yumurta hücresinden yola çıkarak trilyonlarca hücreden oluşan erişkin bir organizmanın ortaya çıkması, hücrelerin çoğalması, farklılaşması ve bu şekilde doku ve organları oluşturması ile mümkün olmaktadır. Erişkin bir insanda dahi hücreler çoğalma özelliklerini korumakta, bir yaramız olduğunda bu yaranın kapanması, eksilen kan hücrelerimizin yerine konması, dökülen deri hücrelerimizin yerine yenilerinin gelmesi, hücrelerin çoğalması ile olmaktadır. Bu hücre çoğalması olayı sıkı kontrol mekanizmaları ile meydana gelmekte, olması gerektiğinde olmakta, durması gerektiği anda durmaktadır. Sağlıklı bir yaşam da böylesine kontrollü hücre çoğalmaları ile sürmektedir. Bu kontrol, hücrenin içinde yaşadığı ortam ile hücre çekirdeği arasında iletişimi sağlayan bir takım moleküler tepkimeler yardımı ile olmaktadır. Bu iletişim yollarının düzgün işlemesiyle ve hücre yaşamında ve üremesinde idare edici rol oynayan DNA moleküllerinde hücre çoğalması ile ilgili mekanizmaların düzgün çalışması ile hücreler gerektiği kadar çoğalmakta ve farklılaşmaktadır. Kanser, belli bir dokudaki hücrelerin kontrolsüz çoğalması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Çoğalmaması gereken durumda dahi çoğalmaya devam ederse bu hücre toplulukları bulundukları yerde giderek bir şişlik, bir tümör oluştururlar. Bu hücreler, dokuları sınırlayan tabakaları aşmalarını sağlayacak özellikler taşıyor ya da edinmişseler giderek bulunduğu yerdeki dokuları istila etmeye ve tahrip etmeye başlarlar. Bu nedenle bulunduğu yerdeki organların işlevlerin bozulmasına, yara, ağrı gibi belirtilerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Lenf ya da kan damarlarına geçen ya da vücut boşluklarında göç eden bu kontrolsüz hücreler, göç ettiği organlarda da benzer şekilde tahribat yaparak daha büyük bir rahatsızlığa sebep olabilirler. Tahrip ettiği dokular yaşamsal bir önem taşıyorsa, hastalığın ilerlemesi yaşamı tehdit eder hale gelebilir. Sonuç olarak, kanser hücrelerin kontrolsüz çoğalması sonucu ortaya çıkan ve çoğunlukla kendi haline bırakıldığında ilerlemesini ve vücutta tahribat yapmayı sürdüren ciddi bir hastalıktır. Vücuda verdiği zararın en az düzeyde kalması ve vücuttan bütünüyle temizlenebilme şansının yüksek olması için mümkün oldu- ğunca erken tanınması, her halükarda en etkin şekilde tedavi edilmesi gereklidir. Hücrelerin çoğalmasındaki kontrol mekanizmalarının ortadan kalkması ve kanserin gelişmesindeki temel olay da DNA moleküllerindeki değişikliklerdir. DNA moleküllerindeki değişiklikler, bir insanın yaşamı süresince belki de milyarlarca kez olmakta, genelde ya hücrelerin ölümüne ve böylece diskalifiye olmasına yol açmakta ya da hücrenin yaşamını etkilememektedir. Bu değişiklikler ya da bilimsel ismiyle mutasyonlar, hücre çoğalmasını uyaran genlerin uyarıcı ya da hücre çoğalmasını baskılayıcı genleri işlevsiz kılma sonucunu doğurur ve bu tip farklı mutasyonlar aynı hücrelerde peşi sıra gelişip hücre nesilleri arasında geçiş gösterirse belli bir hücre yada hücre grubunda görülen dönüşüm, kanser hastalığının başlangıcını oluşturur. Hücrelerdeki bu dönüşüm ya da bu dönüşüme yol açan mutasyonların küçük bir oranı kalıtım yoluyla geçer. Genelde ise çevremizdeki fiziksel ya da kimyasal etkenlerin olumsuz etkileri sonrası ortaya çıkar. Çok az bölümü de virus adı verilen mikropçukların içerdiği nükleik asit parçacıklarının vücudumuzdaki hücrelerin DNA’sı içine eklenmesi sonucu ortaya çıkar. Sigara dumanı, onlarca kimyasal madde içermekte olup bu kimyasal maddeler bugün dünyada en sık görülen kanser olan akciğer kanserlerinin yaklaşık %90’ından sorumludur. Aynı şekilde güneş ışığındaki ultraviyole ışınlarına aşırı maruz kalma, melanoma ve diğer cilt kanserlerinin en önemli nedenidir. Yaygın bir virüs olan HPV virüsü enfeksiyonu, rahim ağzı kanserlerinin başlıca nedenidir. Bu örnekler uzun bir liste oluşturacak şekilde çoğaltılabilir. Kanser tedavisinde belki de en yararlı olabilecek yol, kanserin gelişmesini engellemektir. Bugün hiç kimse sigara içmese, ükemizde her yıl trafik kazalarından bile daha fazla can alan akciğer kanseri, son derece nadir görülen bir hastalık haline gelebilir. Ama en azından sigara içimini azaltmaya yönelik kampanyalar, aşırı güneş banyolarından kaçınma, kan- sere yol açan virüslere karşı bilinçli aşılamalar, ilgili kanserlerin görülme sıklıklarında bariz azalmalar sağlamaktadır. Bir diğer etkili yol ise kanserlerin mümkün olduğunca erken aşamada tanınıp hastalığın daha az yaygın olduğu bir aşamada tedavi edilmesidir. Erken tanı, tedavilerin başarı şansını artırmaktadır. Erken tanı, her zaman kolay olmamaktadır. Kansere ait belirtiler, çoğu zaman basit hastalıklara ait bulguları taklit etmekte, bu da tanıda gecikmelere neden olabilmektedir. Ayrıca kanser için mucize yaratır şekilde hemen tanı sağlayıcı tarama testleri mevcut değildir. Bir diğer zorluk ta en basit bir testin bile toplumda yaygın olarak uygulanmasının neden olacağı güçlükler ve yüksek maliyettir. Yine de belirli kanser tipleri için göreceli olarak erken tanı sağlayıcı tarama testleri tanımlanmıştır. Bunun en tipik örneği, kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin erken tanısı için mamografinin kullanılmasıdır. Farklı organların, farklı dokuların farklı tipte hücre yapısı ve yerleşim gösteren kanserleri söz konusu olabileceği gibi kansere yakalanan bireylerin fiziki ve sosyal durumları arasında farklılıklar vardır. Tanı ve hastalığın yaygınlığı ile ilgili evreleme aşamasından sonra her tedavi kararı genel prensipler dâhilinde bu bireysel farklılıklar dikkate alınarak alınır. Prof. Dr. Uğur Yılmaz SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 49 Kanser tedavisine temel olarak üç temel tedavi modalitesi kullanılır. Bunlardan birincisi ve halen en önemlisi cerrahi tedavilerdir. Bir tümörün cerrahi olarak tümüyle vücuttan çıkarılması, en yüksek başarı şansı taşıyan tedavi yöntemidir. Yine aynı şekilde sınırlı yer tutan uzak organ metastazlarının uygun durumlarda cerrahi olarak çıkarılması, tedavi açısından önemli yararlar sağlayabilir. Cerrahi yöntemlerin kanser tedavisinde başarılı olması en çok tümörün bütünüyle ve yaşamla bağdaşır şekilde vücuttan kesilip alınabilmesi durumunda söz konusu olur. Cerrahi yöntemler, ayrıca tümörlerin tanısı için biyopsi yapılmasında veya tümörlere bağlı ve hızla düzeltilmesi gereken barsak tıkanıklığı gibi sorunların acil tedavisinde de kullanılabilir. İyonize ışınların kullanıldığı radyoterapi, temel olarak lokal bir tedavidir ve tümörün bulunduğu alana uygulanarak çoğalan hücrelerin daha fazla etkileneceği şekilde DNA hasarlarına ve hücre ölümlerine yol açar. Bu ışınların bilgisayar ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme tetkikleri ile yapılan planlamalarla vücuda farklı açılardan verilmesi ile tümör alanlarının daha yüksek dozda ışın alıp çevreleyen sağlıklı dokuların daha az hasar görmesi amaçlanır. Radyoterapi uygulamalarında uygulanacak toplam ışın dozları günlük dozlara bölünerek yan etkilerin azalması sağlanır. Tedavi süreleri genelde günlük kısa uygulamalar halinde iki ila altı hafta olup özel durumlarda farklı uygulama sıklıkları ve süreleri söz konusu olabilir. Radyoterapi, bazı erken evre tümörlerin tedavisinde cerrahi tedavilere alternatif olabilir ya da cerrahi tedavileri tamamlayıcı rol oynayabilir. Yine bölgesel olarak acil tedavisi gereken beyin, omurga vb. organların tutulumları söz konusu olduğunda radyoterapi, en önde gelen tedavi modalitesidir. Kanser tedavisinde önemli üçüncü tedavi modalitesi ise sistemik tedavilerdir. Bugün için sistemik tedaviler ya da tam olarak aynı anlama gelmese de ilaç tedavileri içinde en önemli yeri sitotoksik kemoterapi, Türkçe 50 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 ifade edilirse hücreye zarar verici tedaviler tutar. Başlangıçta Dünya savaşları sırasında insanlığın tanıştığı hardal gazı gibi biyolojik silahlardan esinlenerek geliştirilen sitotoksik ilaçlar, DNA yapımına veya DNA’nın kendisine zarar vererek çoğalmakta olan hücrelerin ölümüne yol açıp kanserli hücreleri ortadan kaldırır. Yaşamımız için vücudumuzun başta kan hücreleri olmak üzere diğer hücreleri de belli ölçüde çoğalmak zorunda olduğu için, kanser hücreleri kadar olmasa da bu hücrelerimiz de bu ilaçlardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu nedenle bu ilaçlar, normal dokuların tolere edebileceği dozlarla sınırlı olacak şekilde ve başta kan hücreleri olmak üzere normal dokularımızın kendisini toparlamasına izin verecek sürenin geçmesi amacıyla genelde iki ila dört haftalık aralıklarla uygulanır. Bu tedaviler göreceli olarak az ama genç yaşlarda daha sık görülen lösemi, lenfoma, testis kanseri gibi hastalıklarda yüksek oranlarda tam tedavi sağlayabilir. Meme kanseri, kolon kanseri gibi sık görülen kanserlerde cerrahi tedavi ardından uygulanarak hastalıkların tekrarlama risklerini azaltır. Tümör yükünün yüksek olduğu ve tümör içinde ilaca karşı direnç gelişmesi nedeniyle tam tedavi sağlamanın güç olduğu durumlarda dahi kemoterapi ile hastalığın belirtilerinde azalma yada hastalığa bağlı olumsuz belirtilerin daha geç ortaya çıkması sağlanabilir, hastalığın neden olabileceği kötü sonuçlar önemli ölçüde geciktirilebilir. Her ne kadar sitotoksik kemoterapiler, yan etkileri nedeniyle halen korkulan bir tedavi olsa da, artık bugün etkili bulantı kesici, kan hücresi yükseltici ilaçlar, uygun sıvı ve gıda destekleri ile bu yan etkiler en aza indirilerek etkin bir şekilde giderek daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ilaçların etkin olarak uygulanması için, ayrı bir özen ve bilgi birikiminin gerekli olması, tıbbi onkoloji olarak adlandırılan yeni bir uzmanlık alanının ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Bugün için hücre çoğalması ile ilgili daha özgün moleküler mekanizmaları hedef alan yeni ilaçlar geliştiril- mekte ve bunlar kemoterapilerin etkinliğini arttırmak, bazı durumlarda ise kemoterapiye alternatif olarak kullanılabilmektedir. Meme kanserli hastaların kullandığı ve kadınlık hormonlarının meme kanseri hücreleri üzerindeki çoğaltıcı etkisini baskılamaya yönelik olarak kullanılan tamoksifen bu tip tedavilerin en eski örneklerindendir. Daha yakın zamanlara gelecek olursak bu tip özgün moleküler mekanizmaları hedefleyen ilaçlar sayesinde kemoterapilere dirençli olan böbrek kanserlerinin tedavisinde önemli aşamalar kaydedilmiştir. Buna karşın hedefe yönelik tedavilerde önemli aşamalar sağlansa da kanser hücrelerinin ne yazık ki normal hücrelerimizle tıpatıp benzer mekanizmalarla çoğalıyor olması, sadece kanser hücrelerini bütünüyle ortadan kaldırarak vücudumuzun diğer hücrelerine hiç dokunmayan mucize ilaç ya da tedavilerin geliştirilmesinde en büyük engeli teşkil etmektedir. Sonuç olarak her ne kadar halen çağımızda da kanser ciddi bir hastalık olarak niteleyebileceğimiz bir sorun olsa da karşısında çaresiz olduğumuz bir bela olmaktan çıkmıştır. Uygun tedavierin bir arada ya da peşi, sıra uygulanmasıyla hastaların bir çoğunda hastalık bütünüyle tedavi edilebilmekte, bir çoğunda da hastalığın verdiği zarar en az düzeye indirilebilmektedir. Her geçen gün ve yapılan her bilimsel araştırma, daha başarılı tedaviler yönünde yeni bir aşamayı beraberinde getirmektedir. Bugün için halen toplumda kansere bağlı zararı en aza indirgeyebilecek yöntem, korunma ve erken tanı yöntemlerinin toplumda en yaygın şekilde uygulanmasıdır. Kanser tedavisi, sadece onkoloji adını içeren tıp dallarını değil, diyetisyeninden psikologuna aklımıza gelebilecek hemen hemen tüm tıp alanlarını ilgilendiren bir süreçtir. Kanser tanısı konulduğu andan itibaren hastalara her türlü tedavi ve desteği alabilecekleri sağlık kuruluşlarında bu tıp dallarının uyumlu çalışması ile gereken en uygun tedavilerin ne eksik ne fazlasıyla titiz bir şekilde uygulanması, başarı şansını artırmaktadır. kapakkonusu ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE GELİŞMELER Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı Erişkinlerde alınan önlemlerle kanserlerin önemli bir kısmı önlenebilir, ayrıca tarama testleri ile erken saptanabilir. Özellikle sigara içilmemesi ile akciğer kanserlerinin çoğu ve yine sigaranın etken olduğu gırtlak kanseri gibi birçok kanser önlenebilir. Beslenme şekli, obezite, düzenli egzersiz de birçok erişkin tipi kanserlerin önlenmesinde rol oynar. Çocukluk çağı kanserlerinde, erişkinlerdeki gibi yerleşmiş tarama testleri yoktur. Bu hastaların erken tanı alabilmeleri, bu hastalıklara ilişkin bulgu ve belirtilerin bilinmesi ve hızla tanıya gidilmesi ile mümkündür. Ülkemizde çocuk hastalarımızın çoğu ileri evrelerde gelmektedir. Buna rağmen sağkalım oranı % 65 in üzerindedir. Erken tanı ile bu oran % 80’lere çıkabilir. Bu konuda TPOG olarak, bu konuda uğraşan öğretim üyeleri olarak görevimiz, gerek yetişen hekimlerimizi eğitmek, gerek basın yoluyla halkımızı, anne ve babaları bilinçlendirmektir. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi Başkanlığı ve TPOG birlikte Türkiye’nin çeşitli yörelerinde “Çocuk Kanserlerinde Farkındalığı Artırma Toplantıları” yapmaktadırlar, bu şekilde 12 ilde yaklaşık 1000 hekime çocukluk çağı kanserlerinin erken bulgu ve belirtileri hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Çocuklarda görülen kanserler tipleri, tedaviye yanıt oranları ve uzun süreli sağkalım açısından erişkin kanserlerinden çok farklılıklar gösterirler. Çocukluk çağı kanserleri tüm kanserlerin % 4’ünü oluşturur. Günümüzde gelişmiş ülkelerde her 900 erişkinden biri çocukluk çağı kanser sağkalanıdır (kanser geçirmiş ve kurtulmuştur). Türkiye’de her yıl yaklaşık 3000 çocuk kanser tanısı almaktadır. Kanser tanı ve tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler sonucunda, çocukluk çağı kanserlerinde sağkalım (iyileşme oranı), günümüzde gelişmiş ülkelerde % 70’lerin üstündedir. Erken tanı alan olgularda başarı daha da yüksektir. Çocukluk çağı kanserlerin %30’unu lösemiler, kalan %70’ini de solid tümörler oluşturur. Çocukluk çağında görülen kanserlerin sıklık sırasına göre dağılımı şöyledir: • Lösemiler (kan kanseri) %30 • Santral sinir sistemi tümörleri (Beyin tümörleri) %19 • Lenfomalar (Lenf bezesinden kaynaklanan kanserler) % 13 52 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 • Nöroblastom (İlkel sinir hücrelerinden köken alan kanserler) %8 • Yumuşak doku sarkomları (en sık rabdomiyosarkom görülür) %7 • Wilms’ tümörü (böbrek tümörü) %6 • Kemik tümörleri (Osteosarkom, Ewing sarkomu) % 5 • Diğer tümörler %12 (Retinoblas- tom (Göz tümörü), Germ hücreli tümörler, Karaciğer kanserleri ve diğer kanserler) Ülkemizde lenfomalar ikinci sıklıkta görülmektedir. Çocuklarda kanserin nedeni kesin bilinmemekle birlikte, kanser oluşumunda rol oynayan bazı yapısal ve çevresel risk faktörleri vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: • Bazı doğumsal/kalıtsa bozukluklar ve hastalıklar • Bağışıklık yetersizliği sendromları • Çeşitli virüs enfeksiyonları • Radyasyona maruz kalma • Bazı kimyasal maddelere maruz kalma (benzen, pestisidler gibi) • Hamilelikte kullanılan bazı ilaçlar • Ailesel kanser sendromları Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Genelde kanser kalıtsal bir hastalık da değildir. Çocukluk çağında kalıtsal olduğu bilinen kanser, bir göz tümörü olan herediter retinoblastomdur. Bazı kalıtsal hastalıklarda ise kanser riski artmıştır. Örneğin, ciltte yaygın sütlü kahverengi lekelerle seyreden nörofibromatosis- te bazı tümörlerin görülme riski artar. Bağışıklık sisteminin baskılandığı hastalıklarda, özellikle lenf dokusundan köken alan kanserlerin gelişme olasılığı artmıştır. Halk arasında öpücük hastalığı olarak bilinen hastalığın etkeni Epstein Barr Virüsü, bazı lenfomaların ve nazofarenks kanserinin gelişmesinde rol oynayabilir. Hepatit B ve C virüsü, karaciğer kanserlerine yol açabilir. Tüm çocukların hepatit B aşısı olmaları çok önemlidir. Radyasyonun kanser oluşumundaki etkisini dünya acı örneklerle gözlemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda atılan atom bombası sonrasında o bölgede çok sayıda kanser olguları saptanmıştır. Yine Çernobil’de nükleer kaza sonrası, yakın bölgede yaşayan çocuklarda, özellikle çocuklarda çok nadir görülen, tiroid kanserlerinde artış gözlenmiştir. Son yıllarda çok düşük frekanslı magnetik alanların (EFM) çocuklarda kanser gelişmesine etkileri üzerine çalışmalar yapılmış, nüfusun çoğunun maruz kaldığı evlerdeki EFM (evlerdeki mikrodalga fırın vs. ile yayılan) ile anlamlı bir artış saptanmamıştır. Yüksek frekanslı magnetik alanların etkisi üzerine çalışmalar sürmektedir. Çocukluk çağı kanserlerinde uyarıcı belirtiler nelerdir? Çocukluk çağında kanserin erken tanısı için, erişkinlerde kullanılan tarama testleri mevcut değildir. O nedenle çocukluk çağı kanserlerinde, en sık görülen uyarıcı bulgu ve belirtileri bilmek gerekir. En sık raslanan bulgu ve belirtiler şunlardır: • Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesinde lenf bezelerinde şişlikler, • Vücudun herhangi bir bölgesinde şişlik • Enfeksiyon tedavisine rağmen sebat eden öksürük, nefes darlığı, • Gelişme geriliği, aşırı kilo kaybı • İdrarda kan, idrar ve dışkılamada zorlanma • Göz bebeğinde parlaklık, gözde kayma Ergenlik Çağında Kanser Bu dönemde kanser görülme oranı 15 yaş altına göre iki kat fazladır. Ergenlik döneminde görülen kanser tipleri de erişkin dönemine göre farklılıklar gösterir. Ergenlik döneminde en sık görülen kanserler: • Hodgkin lenfoma • Germ hücreli tümörler • Beyin tümörleri • Non Hodgkin Lenfoma • Tiroid kanserleri • Cilt tümörleri (Malign Melanom) • Lösemiler • Yumuşak doku tümörleri Ergenlerde cilt tümörlerinin görülme oranının son yıllarda arttığı dikkati çekmektedir. O nedenle ultraviyole ışınlarından korunma, güneş ışınlarına aşırı maruz kalmama, koruyucu kremler sürme gibi önlemler hatırlanmalıdır. Kanser Tedavisi Kanser tedavisi bir ekip işidir. Kanser hastalarının tam teşekküllü merkezlerinde çocuk onkologu başkanlığında multidisipliner bir ekiple tedavisi çok önemlidir. Kanser tedavisinde üç ana tedavi şekli vardır: • Solukluk, halsizlik • Cerrahi • Sık ateşlenme • İlaç tedavisi (Kemoterapi) • Ciltte morluklar, çürükler • Işın tedavisi (Radyoterapi) • Burun, dişeti kanamaları Bu tedavi şekilleri kanser tipine göre, • Baş ağrısı, kusma çocuğun yaşına göre çeşitli kombinasyonlarda kullanılırlar. Cerrahi ve • Ateşsiz havale geçirme radyoterapiye, kemoterapinin ek• Dengesizlik, yürüme bozukluğu, lenmesiyle çoğu çocukluk çağı kangörme bozukluğu • Kemik, eklem ağrıları serlerinde sağkalım önemli ölçüde artmıştır. Günümüzde kansere ya- kalanan çocukların % 70’i tamamen iyileşebilmektedir. Bu çocukların toplumun sağlıklı birer bireyi olarak uzun bir hayat yaşayabilmeleri için hem etkin tedaviyle çocukları kanserden iyileştirmek, hem de tedaviyi geç yan etkilerin en az olacağı şekilde planlamak gereklidir. Günümüzde çocukluk çağı kanserlerinde, klinik özellikler, biyolojik ve genetik özelliklerin yer aldığı evre veya risk sınıflamalarına göre tedaviler düzenlenmektedir. Ayrıca, bazı tümör türlerinde biyolojik tedaviler, hedeflenmiş tedaviler, aşı çalışmaları sürmektedir. Bunların bir kısmı etkili bulunurken, bir kısmında beklenen yarar saptanmamıştır. Birçok yeni ilaçların etkinliği çeşitli preklinik modellerde (invitro tümör hücre dizilerinde, deney hayvanlarında) araştırılmakta, etkili bulunan ilaçlar klinik çalışmalarda denenmektedir. Spesifik tedaviler sırasında destek tedavisi (enfeksiyon önlemleri ve tedavisi, beslenme desteği vd.) çok önemlidir. Kanser tedavisi uzun ve zorlu bir süreçtir. Çocuklar belli süreler sosyal ortamlarından, arkadaşlarından, okullarından uzak kalmaktadırlar. Bu süreçte çocukların psikolojik ve sosyal yönden de desteklenmeleri gerekir. Sonuç olarak, çocukluk çağı kanserlerinin tedavi şansları yüksektir. Tüm çocukların, gerek büyüme gelişmelerinin takibi, gerekse genel muayeneleri açısından düzenli doktor kontrolüne gitmeleri önemlidir. Çocukluk çağı kanserlerine ilişkin bulgu ve belirtiler gözlendiğinde ise, derhal hekime ve kanser şüphesi varsa tam teşekküllü sağlık kurumlarına başvurmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, erken tanı ile başarı daha da artmaktadır. Bugünün çocukları ve gençleri, yarının büyükleridir. Gençlerimizi sigaranın zararları konusunda bilinçlendirmeliyiz. Erişkinlerde kanserin önlenmesine, ayrıca kalp rahatsızlıkları gibi birçok hastalığın önlenmesine yönelik etkisi kanıtlanmış olan, sağlıklı beslenme alışkanlığı (bol meyve, sebze, lifli gıdalar tüketme), düzenli egzersiz alışkanlığı küçük yaşlarda yerleştirilmelidir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 53 kapakkonusu DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE LÖSEMİ Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı 54 Çocuklarda en sık görülen kanserler lösemi, beyin tümörleri ve lenfomalardır. Dünya sağlık örgütünün 2008 yılı verilerine göre dünyada 350000 lösemi vakası görülmektedir. Türkiye’de ise her yıl 175.000 vatandaşımıza kanser teşhisi konulmakta olup, bunların 4500’ü lösemidir (%1,5). Lösemiler çocuklarda en sık görülen kanserler olup, Türkiye’de her yıl 1000 çocuk lösemiye yakalanmaktadır. Erişkinlerde ise yılda 3500 vatandaşımızı etkilemektedir. Erişkinin aksine çocukluk çağı kanserleri %70-80’in üzerinde tedavi edilebilir ve sağ kalım oranı yüksektir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde her 900 erişkinden biri çocukluk çağı kanseri geçirmiş ve yaşamını devam ettirmektedir. Ancak bu iyileşme oranı ne yazık ki kaynakları kısıtlı ülkeler için geçerli değildir. Bu nedenle dünya genelinde her yıl teşhis edilen 160.000 çocuk kanseri olgusunun yaklaşık 90.000’i kanser nedeni ile hayatını kaybetmektedir. Çocuklarda görülen kanserler; tip, tedaviye yanıt ve sağ kalım açısından erişkin kanserlerinden çok farklılıklar gösterirler. Tedavi başarısının yüksekliği ve çocukların önündeki beklenen yaşam süresinin uzunluğu erken ve etkin tedaviyi, en iyi hizmete erişimi, ya- SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 şam kalitesini, psikososyal yaklaşımı daha da önemli hale getirir. Önümüzdeki günlerde hayata geçireceğimiz palyatif bakım hizmetlerimiz ile ülkemizde de pediatrik kanserlerdeki sosyal bakım üst sıralara çıkacaktır. Ayrıca çocukluk çağı kanserlerinin neden sonuç ilişkisi erişkinlerde görülen kanserler kadar net değildir ve bilinen bir tarama programı yoktur. Yine de; erken teşhis ile tedavi başarı oranları daha da yüksektir. Bu nedenle; iştahsızlık, kansızlık, hızlı kilo kaybı, bacaklarda kemik ağrıları, cilt altında kanamaları (kırmızı noktalar veya morarmalar), burun ve dişeti kanamaları, ateş gibi semptomların varlığında dikkatli olunmalı ve en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ İNSİDANS (Milyonda) ABD 141 İtalya 185 Avustralya 149 Kanada 139 İngiltere 133 Fransa 142 Almanya 206 Kore 136 Norveç 168 İspanya 165 TÜRKİYE 148 Çocuk Kanserleri Gün ve Haftaları Dünya genelinde değişik kurumlar, farkındalığı artırmak üzere bazı özel günlerde çocukluk kanserleri ve lösemiler hakkında etkinlikler düzenlemektedir. Uluslararası kuruluşlarca ve ülkemizde de 15 Şubat Dünya Çocuk Kanserleri günü olarak kutlanmaktadır. Ayrıca, 2010 yılında her yıl etkinlikler düzenlemek üzere 5 Nisan tarihini Ulusal Çocuk Kanserleri Günü olarak kutlamaktayız. Bununla beraber, lösemili çocuklara özel olarak da 2-8 Kasım günleri dünya genelinde 64 ülke tarafınca özel bir hafta olarak kutlanmaktadır. Tüm bunların yanı sıra, ülkemizde bazı sivil toplum örgütleri de (LÖSEV), her yıl Haziran ayının ilk haftasında uluslararası lösemili çocuklar haftası olarak da bir takım etkinlikler yürütmektedir. Bakanlığımızın Çocuk Kanserleri Hakkında Yürüttüğü Politikalar Ülkemizde çocuk hastalarımızın çoğu ileri evrelerde hastanelere başvurmaktadır. Çocukluk çağı kanserlerinden korunma ve erken teşhiste toplumun eğitimi bu nedenle oldukça önemlidir. Buna yönelik Bakanlığımız sivil toplum kuruluşları ve meslek dernekleri ile birlikte gerek hekimlerimizi eğitmeye, gerekse halkımızı bilinçlendirmeye yönelik faaliyetler yürütmektedir. Bu anlamda değişik illerde “Çocuk Kanserlerinde Farkındalığı Artırma Toplantıları” organize edilmiştir ve pek çok hekime çocukluk çağı kanserlerinin erken bulgu ve belirtileri hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Ayrıca her yıl 5 Nisan günü “Çocukluk Çağı Kanserlerine” yönelik etkinlikler düzenlenmek üzere atfedilmiştir. Ülkemiz genelinde tedavi oranlarımız gelişmiş ülkelerdekine benzer olup, kansere yakalanan çocuklarımızın %70-80’ini iyileşmektedir. Ayrıca ülkemizde sosyal devlet anlayışı ile 18 yaş altı çocuklar tamamen sağlık güvencesi kapsamında tutulmuştur. Bu nedenle de çocukluk çağı kanserleri diğer erişkin kanserlerinde olduğu gibi ücretsiz tedavi edilmektedir. Son günlerde tedavi anlamında ilaç geri ödeme politikaları nedeni ile Purinethol isimli ilaca ulaşımda bir sorun yaşanmışsa da, Türkiye Eczacılar Birliği ile yapılan ortak bir çalışma ile kısa sürede çözüme kavuşturulmuştur. Kanser tedavilerinde kullanılan bu tür aksaklıkların önlenmesi için ucuz ilaçların sürdürülebilirliliğini sağlamak üzere yerli ilaç üretimini önümüzdeki yıllar içerisinde önemli hedeflerimiz arasına koyduk. Kanserli hastaların ağrılarında kullanılmak üzere yerli morfin üretimine yönelik TÜBİTAK ve Hacettepe ile ortak çalışmalar başlattık. Kısa süre içerisinde bu çalışmaları kanser tedavilerinde kullanılan diğer ilaçlara da yaygınlaştıracağız. Lösemili çocuklarımızın tedavilerinde önemli bir unsur kemik iliği naklidir. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile nakil merkezi sayılarımızı hızla artırıp, yurt geneline yaygınlaştırdık. Bugün itibari ile Erzurum ve Diyarbakır da dâhil olmak üzere, ülke genelinde çocuk hastalarımıza yönelik 18, erişkin hastalarımıza yönelik 38 tane ve toplamda da 56 kemik iliği nakil merkezimiz oldu. 2000’li yıllarda yılda 300 tane yapılan kemik iliği nakil sayılarımız 2011’de 2000’lere ulaşmıştır. Bu yıl sonunda 2500-3000 nakile ulaşmayı hedefledik. Ancak, ülke genelinde kurulan bu merkezlerin donörler ile desteklenmesi önemlidir. Zaman zaman basında yer alan nakil sıkıntıları ülke genelindeki donör eksikliğimizden kaynaklanmaktadır. Bu vesile ile bir kez daha hatırlatmak gerekirse; ülkemizde lösemili çocuklarımızın esas ihtiyacı maddi destekten ziyade, kemik iliği bankalarımızın desteklenmesi olacaktır. 2009 yılında toplamda 1423 kemik iliği nakli, ihtiyacı olan hastamız vardı. 2012 yılı itibari ile bu ihtiyaç çocuk hastalarda 480, erişkin hastalarda 239 olmak üzere toplamda 719 hastamızın kemik iliği nakline ihtiyacı vardır. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 55 röportaj ALO Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürü Dr. Hakkı Öztürk: GÜNLÜK ORTALAMA 250 BİN VATANDAŞIMIZ BU SİSTEM ÜZERİNDEN RANDEVU ALIYOR Hastane Randevu Merkezi Uygulamasına neden ihtiyaç duyuldu ve merkezi randevu uygulaması ne zaman başladı, bu konuda bizi bilgilendirir misiniz? mıza hem hastaneye ulaşımda hem de hekimini ve hastanesini tercih ederek zamanında ve beklemeden sağlık hizmeti almalarını kolaylaştıracak bir sistem olarak tasarlandı. Bilindiği üzere Bakanlığımız özellikle son yıllarda vatandaşlarımızın aldığı sağlık hizmetine hem erişim hem de sunulan hizmetin kalitesini artırmak üzere çok yönlü çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaların önemli bir ayağında da bilgi sistemleri ve bilgi teknolojileri kullanılarak vatandaşlarımız lehine katma değer oluşturan projeler yer alıyor. Bu projelerin en önemlilerinden birisi de Hastane Randevu Merkezi Uygulaması. Bu projenin 2009 yılı sonunda ön çalışmaları yapılarak Şubat 2010’da Erzurum ve Kayseri illerinde pilot uygulanmasına başlandı. En son 26 Mart 2012 tarihinde İstanbul ilinin de sisteme dâhil edilmesiyle 81 ilimizde yaygın olarak tüm Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde uygulanan bir sistem haline getirildi. Sistem, vatandaşlarımızın sağlık hizmeti almak üzere hastaneye ihtiyaç duyduklarında, hastanede bekleme sürelerini azaltmak amacıyla merkezi olarak yapılandırıldı. Vatandaşların evlerinde, ellerinin altında bulunan bir telefondan 182 numaralı telefonu aramak suretiyle, kendilerine yakın olan veya arzu ettikleri bir hastaneden, yine o hastanede çalışan daha önce hizmet aldıkları veya kimliğini bildikleri hekimleri seçmek suretiyle randevu alabildikleri bir sistem. Hastane Randevu Merkezi vatandaşları56 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Peki, bu sistemde hangi yollardan randevu alınabiliyor? İlk olarak, vatandaşlarımız 182 numaralı telefon hattını arayarak randevu alabiliyorlar. T.C. kimlik numaralarını yanlarında bulundurdukları takdirde sisteme çok daha hızlı kaydolup çok kısa zamanda randevu işlemlerini gerçekleştirebilirler. İkincisi, bilgisayar ve internet kullanıcılarının çok yaygınlaştığı bu dönemde vatandaşlarımız için bir de web ortamından randevu almayı sağlayacak bir uygulama geliştirdik. Vatandaşlarımız www.mhrs.gov.tr ve www. hastanerandevu.gov.tr adreslerine girdiklerinde web adresimize ulaşmış olacaklar. Burada öncelikle kayıtlarını yaptırarak Hastane Randevu Merkezi kullanıcısı olmaları gerekiyor. Kullanıcı kaydı ve şifre oluşturduktan sonra istedikleri hekimi ve istedikleri hastaneyi seçerek bir kayıt oluşturuyorlar. Randevu tarihlerini zaten sistemden de görmüş oluyorlar. Randevu tarihinde hastaneye müracaat etmek suretiyle muayenelerini olabilirler. Yine internetten randevu aldıktan sonra randevuyla ilgili bir sorunla karşılaşmaları durumunda 182 numaralı hattı aramak suretiyle destek almaya devam edebilirler. Yani webden alınan randevular 182 numaralı hatla birleştirilerek işlem tesis edilebilmektedir. Üçüncü olarak da Hastane Randevu Merkezi Mobil Uygulamasını Ocak 2013’de başlattık. Akıllı cep telefonu olan vatandaşlarımız internet üzerinden bizim hazırladığımız uygulamaları ücretsiz indirerek çok daha pratik olarak hemen randevularını gerçekleştirebilirler. Son dönemlerde teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Ülkemizde de hem internet altyapısının gelişmesi hem de akıllı telefon kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu teknolojilere uygun, vatandaşlarımızın ellerinde bulunan telefonlar üzerinden randevu almalarını sağlayacak bir uygulama geliştirdik. Vatandaşlarımız android ve iOS işletim sistemine sahip cep telefonlarından kolaylıkla randevularını alarak hastanelere ulaşabilmekteler. Hastane Randevu Merkezi Mobil Uygulaması kısa süre içinde en çok indirilen programlar arasında yer aldı. Bunda hem vatandaşlarımızın teknoloji kullanımına hızlı adaptasyonunun görmüş oluyoruz hem de vatandaşlarımızın uygulamaya ilgisinin yüksek olduğunu görüyoruz. Bu gerçekten memnuniyet verici. Zaten biz de bu ilginin oluşmasını hedefliyoruz ki tüm vatandaşlarımız eğer hastanelerden randevu almak suretiyle hastane hizmetlerine ulaşmak isterlerse, hastane yöneticilerimiz de sistemi koordine etmek ve planlamak açısından gerçekten çok rahat edecekler. Son olarak 1 Mayıs 2013’de Ankara’da pilot çalışmasına başladığımız bir uygulamamız var. Aile hekimlerimiz muayene ettikleri hastalar için uzmanlık gerektiren durumlarda hastane randevusu alabiliyor. Bu uygulamayı 1 Haziran 2013 tarihinden itibaren tüm Türkiye’ye yaygınlaştırıyoruz. Aile hekimlerimiz, kullandıkları yazılım sistemi üzerinden randevu alarak hastalarını uzman hekime yönlendirebiliyorlar. Uygulama, vatandaşın sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırırken aile hekimine de hastasının tetkik ve tedavilerini takip edebilme olanağı sağlayacak. Vatandaşlarımız böylece bir çaba içine girmemiş olacaklar ayrıca hastanelere ulaştıklarında orada üretilen sağlık hizmetine ait detaylar aile hekimimize tekrar elektronik ortamda geri dönmüş olacak. Özetlemek gerekirse; vatandaşımız aile hekimine müracaat etti, aile hekimi onun bir uzman hekime görünmesini istedi. Bunun için onun randevusunu aldıktan sonra vatandaşımız hastaneye gidip, muayenesini olup tetkiklerini yaptırıp reçetesini aldıktan sonra burada oluşan bir bilgi var. Muayeneye ait bilgiler, tetkiklere ait bilgiler ve reçetesine ait bilgiler. Bunları biz depolandığı ortamda aile hekimimizin bilgisayarına düşürmüş olacağız. Aile hekimimizin hastasının kontrolünü de sık aralıklarla yapmasını sağlayacak bir bilgilendirme mekanizmasını da üretmiş olacağız. Böylece vatandaşlarımız bir sonraki sefer aile hekimine ulaştıklarında geçmiş sağlık kayıtları orada aile hekimi tarafından kendisine aktarılmış olacak. Böylece özellikle kronik hastalıkların takibi gibi rahatsızlıklarda çok sıkı bir takip sistemini başlatmak istiyoruz. Günlük ortalama 250 bin vatandaşımız bu sistem üzerinden randevu alıyor. Vatandaşlarımız hem Alo 182 çağrı merkezini arayarak hem de internet üzerinden randevu alarak hastanelerimize müracaat ediyor. Alo 182’den randevu alan bir kişinin randevu almak için kullandığı ortalama süre ve bu görüşme için ödediği ortalama ücret nedir? Genellikle bu konuyla ilgili yanlış bilgilendirmeye dayalı birtakım haberler yayınlanabiliyor. Vatandaş sorularıyla biz de sıklıkla karşılaşıyoruz. Sağlık Bakanlığı tarafında biz bu hizmeti vermekle bir ücret almıyoruz vatandaşımızdan. Aksine bu hizmeti temin edebilmek için biz Bakanlık olarak ücret ödüyoruz. Çünkü Bakanlık bünyesinde çağrı merkezi operatörleri çalıştırılıyor. Web ortamından ve akıllı telefonlardan randevu alabilmek üzere de bir takım sistemleri işletiyoruz. Bakanlık olarak vatandaşlarımıza bu konforu sağlayabilmek için de ilave ücret ödemiş oluyoruz. randevu alırlarsa görüşme ücretini kontrat yaptıkları sabit veya mobil telekom şirketine ödeyecekler. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu ücretlendirmede ana kuralları ve üst sınırı belirliyor. Alo 182 çağrı merkezini sabit hatlardan aramanın dakikası ortalama 10 Kuruş’tur. Ayrıca bedava dakikalar da geçerli olup ilave bir ücret alınmamaktadır. Bu da Sağlık Bakanlığının talebi ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından düzenlenmiştir. Sonuç olarak; Hastane Randevu Merkezi uygulaması tamamen vatandaşlarımızın konforu için hazırlanmış bir projedir. Hastanelerde bekleme sürelerini azaltma, erişimde kolaylık sağlama, istediği hastaneye veya istediği hekime varıncaya kadar bir seçme hakkı sunma konusunda bir avantaj sağlıyor. Böyle düzenlenmiş bir alt yapının uygulamada vatandaşlarımıza kolaylık sağlayan bu sistemin, vatandaşlarımız tarafından da tercih edilmek suretiyle, hem kolayca hizmet almalarını sağlamak hem de hastane yöneticilerimizin planlı bir şekilde hizmet sunumunu geliştirmeleri noktasında önemli yararları olacağını düşünüyorum. Vatandaşlarımız, hastanelerimize müracaat etmek istediklerinde (acil hizmetler dışında, çünkü acil randevulu gidilen bir sistem değildir) Hastane Randevu Merkezi üzerinden randevularını alarak giderlerse daha kolay bir sağlık hizmeti alma imkânını onlara sağlamış oluruz. Eğer T.C. kimlik numaralarını bilmiyorlarsa Türkiye genelinde randevu için harcanan süre şuanda ortalama 2,5 dakika. Vatandaşlarımız ortalama 2,5 dakikada randevularını alabilirler. Bunun üzerinde de altında da randevu alımı olabilir diye ifade ediyoruz. Eğer hafızalarında veya ellerindeki bir kâğıtta bulunan T.C. kimlik numaralarını operatöre iletebilirlerse bu süre çok kısalacaktır. Bu sürenin iki dakikanın altına indiğini biliyoruz. Vatandaşlarımız randevu alırken T.C. kimlik numaralarını ifade edebilecek durumda olurlarsa süre çok kısa olacaktır. Ücret konusuna gelince, randevu hizmet için ek bir ücret ödenmiyor. Telefon ile çağrı merkezini arayarak SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 57 BİYOETİK Uzm. Ecz. H. Demet ÇELİK ve dünya üzerinde gelecek kuşaklara karşı sorumluluk bilinciyle canlı varlığının korunması için çalışmak biyoetiğin temel uğraş alanıdır. Günümüzde özellikle gıda, tarım, hayvancılık, endüstriyel alanlar, kozmetik ve sağlık sektörlerinde verimliliğin artırılması, ekosistemin sürdürülebilirliğinin sağlanması, etkili sonuçlara ulaşılabilmesi için ileri teknolojiler geliştirilmekte ve biyoteknoloji alanında ilerlemeler kaydedilmektedir. Yeni bilimsel teknolojiler, insanlığın geleceği ve ilerlemesi için vazgeçilmezdir Bu durum mevcut pazar yapılarının değişmesine ve yeni pazarların oluşmasına sebep olmaktadır. Yeni gelişmelerin, insanoğlunun çevresi ve diğer canlı türleri ile olan ilişkileri açısından sosyal, yasal, kültürel ve etik boyutlarda tartışmalara konu olması ise kaçınılmazdır. Biyoetik, bu kapsamdaki tartışmaların yürütüldüğü ve çözüm önerilerinin oluşturulduğu bir bilim dalıdır ve hukuk, tıp, felsefe, ilahiyat, biyoloji, genetik gibi çok çeşitli bilim dalları ile kesişen bir noktada yer almaktadır. Her ne kadar tartışmalar uzmanlar tarafından yürütülüyor olsa da biyoetik herkesi içine alan bir kapsama sahiptir. Biyoetik uygulamalı etiğin bir kolu olarak görülür çünkü bir yandan direkt ya da dolaylı olarak tüm canlı yaşamını ilgilendiren biyolojiyi kapsamakta, öte yandan da bundan meydana gelen ahlaki, toplumsal ve politik konuları kapsamaktadır. Burada sorun sadece insan yaşamı olmadığından biyoetik, tıp etiğinden ayrılır ve onu da kapsayacak şekilde ele alınır. Tıp alanındaki ahlaki ikilemlere yanıt bulmaya çalışan tıp etiğinden farklı olarak biyoetik; çevre etiği, araştırma ve teknoloji politikalarını da içine alan bilimsel ve teknolojik gelişmelerin etik ilkelerini ortaya koymaya çalışan bir disiplindir. Gen teknolojisi, ilaç sanayi, klonlama, doğum, ölüm, ötanazi, insan deneyleri, öjeni, yapay üreme, kürtaj ve bunlarla birlikte canlılarla ilgili bilimsel ve teknolojik gelişmelerin sonuçları, sınırları ve kullanım ilkeleri biyoetiğin belli başlı konu başlıklarıdır. Bu uygulama ve gelişmelerden dünyadaki tüm ülkelerin yararlanabilmesi için etik standartların belirlenmesi elzemdir. Ancak farklı topluluklarda kültürel, hukuksal ve felsefi yaklaşımların farklılığı nedeniyle küresel olarak biyoetiğin kültür ve eğitim boyutları da öne çıkmaktadır. Biyoetik, dünya üzerindeki canlı varlıkların tümünü ilgilendiren değer sorunları üzerinde düşünmeyi, tartışmayı fikir üretmeyi, ortaya çıkan ikilemleri, değer sorunlarını ve çatışmaları akılcı biçimde çözümlemeyi ilke edinir. Dünyadaki tüm canlı türlerinin var olma haklarının eşitliği üzerine kurulu bir etik anlayışı, aynı zamanda insanın yaşamın tüm biçimlerine saygı göstermesini zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda insanlar, hayvanlar, bitkiler, çevre, tüm canlılar ve biyosferin korunması için canlı türünü yok etme tehdidi taşıyan tüm müdahalelere karşı etik duyarlık ile karşı durmak 58 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Ülkemizde biyoloji ve tıp alanında yaşanan gelişmeler karşısında insan haklarının korunmasını düzenleyebilmek için “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları Ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları Ve Biyotıp Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 09.12.2003 tarih ve 25311 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak kabul edilmiştir. Bu kanun ile insan onuru ve bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli tedbirlerin alınması, insanın önceliği, sağlık hizmetlerinden adil şekilde yararlanma, muvafakat, özel yaşam ve bilgilendirilme hakkı, insan genomu, bilimsel araştırma, nakil amaçlarıyla canlı vericilerden organ ve doku alınması, ticarî kazanç yasağı ve insan vücudundan alınmış parçalar üzerinde tasarruf yapılması, sözleşme hükümlerinin ihlali vb. başlıklarda düzenlemelere gidilmiştir. Kabul etmeliyiz ki, bilim ve teknoloji politikalarının üretilme süreçlerinde biyoetik yol gösterici bir bilim dalıdır. Birçok disiplini kapsayan biyoetik ilkelerinden hareketle ilerlemelerin sağlanabilirliği de göz önüne alınarak yürütülmekte olan veya planlanan araştırmaların; bilimsel geçerliliği, bilime yenilik getirme ve toplumda hangi ihtiyaca yanıt verebileceği sorgulanmalıdır. Elbette bu sorgulamalar kültürler arası farklılıklar göz ardı edilmeden yapılmalıdır. Bilimsel geçerliliğin olması, toplumun önemli bir ihtiyacına cevap veriyor olması durumda da hukuki, ahlaki, felsefi, siyasi pek çok alanda değerlendirmeler yapılmasını gerekli kılan yeni sorular cevap beklemektedir: NEYE, NEREYE KADAR, HANGİ TEMELLERE DAYANILARAK İZİN VERİLMELİ YA DA SINIRLAMA GETİRİLMELİDİR? haber Sağlık Bakanı Müezzinoğlu: TÜRKİYE BİYOTEKNOLOJİ ALANINDA SÖZ SAHİBİ OLMALI Sağlıkta yerli projeler için yapılacak çalışmalar, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün ile Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımıyla TÜBİTAK’ta gerçekleştirilen ‘Medikal Biyoteknoloji Konferansı’nda masaya yatırıldı. Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) Ocak ayındaki 25. toplantısında sağlık alanı Türkiye’nin ivme kazanması gereken alanlarından biri olarak belirlendi. Toplantının hemen ardından sağlık alanının en önemli başlıklarından biri olan ‘Medikal Biyoteknoloji’ de gerçekleştirilebilecek projeler için TÜBİTAK öncülüğünde önemli bir çalışma başlatıldı. Medikal Biyoteknolojinin kapsadığı ilaç, aşı, biyomalzeme, biyomedikal ekipman ve tıbbi tanı kiti alanlarında yapılabilecek çalışmalarla ilgili özel sektör, üniversite ve sivil toplum kuruşları temsilcilerinden 1200’den fazla hedef önerisi toplandı. Yapılan değerlendirmelerde belirlenen 38 60 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 hedef Medikal Biyoteknoloji Delfi Anketinde yer aldı. Ankete katılan binin üzerinde uzman hedefleri yapılabilirlik ve önem düzeyleri açısından analiz etti. Anket sonuçlarına göre ‘İlaç’, ‘Aşı’, ‘Biyomalzeme’, ‘Biyomedikal Ekipman’ ve ‘Tıbbi Tanı Kiti’ başlıklarında teknoloji yol haritaları taslağı oluşturuldu. Teknoloji yol haritaları TÜBİTAK Başkanlık Binası Feza Gürsey Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansta ele alındı. TÜBİTAK ve ilgili Bakanlıkların işbirliği ile düzenlenen etkinliğin açılışına Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, çok sayıda bilim insanı ve davetliler katıldı. Konferansın açılış konuşmasını yapan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, sağlık alanının en önemli başlıklarından biri olan medikal biyoteknoloji konusunda kamu, özel sektör ve üniversiteler bünyesinde atılması gereken adımların tespit edildiğini söyledi. Bu alanlarda sınırlı ihracata karşılık 7 milyar doları aşan ithalatın olduğuna dikkati çeken Ergün, rakamlara bakıldığında alanın ne kadar önemli olduğunun anlaşıldığını ifade etti. SGK’nın büyük alım gücünü bugüne kadar fiyatları aşağı çekmek için kullandıklarını ancak bundan sonra bu gücü, ülkeye yatırım çekmek ve özellikle biyoteknolojik ürünler konusunda yenilikler meydana getirmek için kullanılması gerektiğini vurgulayan Ergün, Türkiye’nin bu konuda büyük bir gücü ve potansiyeli olduğunu söyledi. “Pahalı İlaçları İthal, Vasatları İhraç Ediyoruz” Bakan Ergün, yeni teşvik sistemiyle, ilaç ve tıbbi cihaz sektöründe yapılacak yatırımlara çok önemli destekler getirdiklerini belirterek, şöyle devam etti: “Ülkemizde 15’i yabancı sermayeli olan 68 ilaç üretim tesisinde, 3 bin 100 çeşit ilaç üretilmektedir. Ancak dış ticaret dengesine baktığımızda ihracatın ithalatı karşıma oranı sadece yüzde 16 seviyesindedir. Çok pahalı ilaçları ithal ediyoruz, çok vasat ilaçları ihraç ediyoruz. Bu nedenle de arada büyük bir fark var. Hemen her sektörde olduğu gibi ilaç sektöründe de katma değeri ve Ar-Ge çalışmalarını artıracak adımlar atmamız gerekiyor. Bu amaçla İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nı hazırladık. 6 farklı hedef için 53 eylem belirledik. Bu belgeyi en kısa zamanda uygulamaya koyacağız. Yurt dışından yüksek rakamlara ithal ettiğimiz ilaçları üreten, yeni ilaç araştırmaları yapan bir yapı oluşturacağız” “Gen Haritalarını Çıkarmaya Başladık” Türkiye’nin hemen hemen tüm ülkelere sanayi ürünleri ihraç ettiğini belirten Bakan Ergün, dünya piyasalarına yeni, ileri teknolojili ve yüksek katma değerli ürünler sunulması gerektiğini de dile getirdi. Bu konularda önemli bir başlangıç yaptıklarını anlatan Ergün, sözlerini şöyle tamamladı: “TÜBİTAK Biyoteknoloji Araştırma Merkezi’nde şu anda arkadaşlarımız çok güzel çalışmalar yapıyor. Biz de gen haritalarını tamamen kendimiz çıkarmaya ve insan geniyle hastalıklar arasındaki ilişkileri tespit etmeye başladık. En az 3 hastalıkla genetik yapı arasındaki ilişki doğrudan tespit edildi” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu: “Türkiye Biyoteknoloji Alanında Söz Sahibi Olmalı” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise, sağlık sistemlerinin erişilebilir ve kabul edilebilir olmasının önemine işaret ederek, hizmet sunumunun kesintisiz yürütülmesi gerektiğini belirtti. Teknolojik gelişmeler, nüfus yapısı ve maliyet artışlarının sağlık politikalarının gözden geçirilmesini gerektirdiğini ifade eden Müezzinoğlu, yeniliklere açık olunması, hizmetlerin ihtiyaçlara göre düzenlenmesinin önemine değindi. Sağlık hizmetlerine ve ilaca erişim konusunda son 10 yılda gelişmiş ül- kelerin seviyesine çıkıldığını anımsatan Müezzinoğlu, teknoloji ithal eden ülke olmaktan çıkıp ihraç eden ülke haline gelmeyi hedeflediklerini belirtti. Türkiye’nin 2023 vizyonunda sağlık alanındaki hedeflerine işaret eden Müezzinoğlu, “Gıdadan ilaç sanayisine, tarımdan enerjiye geniş bir yelpazeyi barındıran biyoteknoloji alanındaki potansiyelimizi değerlendirmek ve bu sektörde de söz sahibi olmak zorundayız” diye konuştu. Bakan Müezzinoğlu, ilaç ve tıbbi cihaz sanayi yatırımlarını çekmek adına ülkeler arasında ciddi rekabet yaşandığını ifade ederek, “İlaç pazarında dünyada 16, Avrupa’da 6. sırada bulunan ülkemizin ilaç ihracı ve biyoteknoloji buluşlarından aldığı pay ne yazık ki çok düşük. Bu durumu değiştirmek ve biyoteknolojide söz sahibi ülke konumuna gelmek için TÜBİTAK’ın öncülüğünde gerçekleştirilen medikal teknoloji yol haritasının faydalı sonuçlar getireceğine inanıyorum” ifadesini kullandı. ye özel tedavi ve cihazların çıktığını anımsatarak, yeni nesil ilaçların da artık deneme yanılma yoluyla değil bilgisayar ortamında üretildiği bilgisini verdi. TÜBİTAK Başkanı Altunbaşak, yaptıkları ihtiyaç ve fizibilite analizleri, stratejik araştırmalar ile dünyadaki eğilimlere bakıldığında ilaç, aşı, tıbbi tanı kitleri, biyo malzeme, biyomedikal ekipmanlarını odaklanılması gereken 5 alan olarak belirlediklerini dile getirdi. Türkiye’de ilaç ve sağlıktaki dış ticaret açığının yüksekliğine işaret eden Müezzinoğlu, “Bu açığımızı kapatmak ve yerli biyoteknoloji üretiminde arzu ettiğimiz noktaya gelebilmek için kanser dâhil birçok biyoteknolojiyi gerektiren ilacı ve cihazı ülkemizde üretmek için çalışmaları hızla artırmamız gerekiyor” şeklinde konuştu. Prof. Altunbaşak: Medikal Biyoteknolojide 5 Alana Odaklandık Konferansta “Bilim, Teknoloji ve Yenilik Ekseninde Sağlık Alanı ve Güncel Gelişmeler” başlıklı bir sunum yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, küresel olarak son dönemlerde yaşam bilimleri, enerji, nanoteknoloji ve bilişim teknolojileri olmak üzere 4 başlığın gündeme geldiğini, yaşam bilimlerinin de bu alanlardan sıyrılarak bir adım daha ileriye çıktığını vurguladı. Sunumunda kök hücreler konusuna da değinen Altunbaşak, artık istenilen bir organın kök hücrelerden üretilebildiğini, ilk çalışması 3 milyar dolara mal olan genetik dizilimin de teknolojideki gelişmelerle birlikte 1 dolarlara kadar gerileyeceğini söyledi. Altunbaşak, sağlık alanında kişiSAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 61 SAĞLIK VE İLAÇ SEKTÖRÜNÜN DİJİTAL TEKNOLOJİLERİ Dr. Sertaç DOĞANAY* Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Dijitalin her sektörde olduğu gibi sağlık sektöründe de giderek artan önemi, bu alanda yapılan yatırımların da artmasına sebep oluyor. Sağlık alanında her an yeni teknolojilerin ortaya çıkması, dijital dünyanın sağlık sektörüyle iç içe geçtiğinin bir göstergesi. Öyle ki, salgın hastalıklar Google sayesinde önlenebiliyor, Microsoft’un Kinect teknolojisi felçli hastaların tedavisinde kullanılıyor ve geliştirilen 3D yazıcılar hayat kurtarabiliyor. Bu yazımda, son zamanlarda sağlık alanında yaşanan dijital gelişmelerden birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum: 62 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 Salgın Hastalıklar Google ve Sosyal Medya Sayesinde Önlenebiliyor Şu sıralar, dünyada sağlık ile ilgili haberlerin en başında Çin’de tekrar ortaya çıkmaya başlayan Kuş Gribi vakaları yer almakta. H7N9 Kuş Gribi olarak isimlendirilen, bir önceki salgından farklılıklar gösteren hastalığın 36 kişinin ölümüne sebep olduğu bilinmektedir. Gribin yayılmasına engel olabilmek ya da en azından başlangıç noktası ve yayılma şeklini gözlemleyebilmek için sosyal medyanın, mobil teknolojinin, salgın hastalık takip uygulamalarının ve internette bulunan, “big data” olarak tanımlanan büyük verinin kullanılabileceği düşünülüyor. Economist dergisinin veri editörü Kennet Cukier ve Oxford Üniversitesi‘nde bulunan Prof. Mayer- Schonberger, CNN’de yaptıkları bir röportajda internet ve mobil teknolojinin bu salgınlarda nasıl kullanılabileceğini anlattı. Cukier: “Şu an elimizde ilk salgında olduğundan çok daha fazla bilgiye sahibiz. Bu bilginin kaynağı ise mobil teknolojilerle daha artmış olan sosyal medya verileridir. Bu oldukça yeni bir şey.” Prof. Mayer-Schonberger: ” Bir önceki salgını düşünelim; Atlanta’da bulunan Salgın Hastalıklar Kontrol Merkezi, gribin nerelerde yaygın olduğunu belirlemek istemişti. Bunun için de ulaşabildikleri tüm sağlık uzmanlarına, kuş gribi belirtilerini her gördüklerinde merkeze haber vermelerini istemişti. Gerekli bilgiyi tam anlamıyla toparlayabilmeleri yaklaşık iki haftayı bulmuştu. Bu süre ise bir salgında çok uzun ve kritik sonuçlara sebep olabilecek bir süreç. İşte bu süreçte Google, yeni bir fikirle gerekli bilgiyi çok daha kolay ve etkili bir şekilde elde edilebileceğini düşündü.” Google, elli milyon arama terimini araştırıp bir araya getirerek, bir korelasyon kurdu. Bu terimlerin arasından belirlenmiş 45 tanesinin incelenerek, salgının nerelerde ortaya çıkabileceğinin tahmin edilebileceğini ortaya çıkardı. Görüldüğü gibi internet, sosyal medya ve mobil teknolojilerin sağladığı bilgi salgın hastalıkların yayılmasının önlenmesinde anahtar role sahip. Akıllı Telefonlar Virüs ve Bakterileri Tespit Etsin İstemez miydiniz? Illinois Üniversitesi‘nde bulunan araştırmacılar tarafından iPhone tabanlı yeni bir biosensör geliştirildi. 50.000 dolarlık bir laboratuvar spektrofotometrenin (Spektrofotometre, moleküler biyolojide sıkça kullanılan bir çeşit fotometredir. Çözelti içeriğindeki maddenin miktarının bulunmasında kullanılır.) yapabileceği iş, iPhone’a entegre edilen 200 dolarlık bir ek cihaz sayesinde gerçekleştirebildi. Oluşturulan bu biosensör, uygun yazılımla birlikte çalışarak, gıda maddelerinin üzerinde bulunan virüs, bakteri, toksin, protein ve hatta alerjen maddeleri bile tespit edebilmektedir. Akıllı telefonun kamerasını, bir spektrofotometreye çevirmeyi başaran araştırmacılar, bu sayede çoğu işlemin çok daha ucuza yapılabileceğini iddia ediyor. Oldukça ses getiren ve bazı uluslararası dergilerde makaleleri çıkan bu projenin Android tabanlı akıllı telefonlar için de geliştirilmesi planlanıyor. Android işletim sisteminin, açık kaynak kodlu yapısı sayesinde, projenin daha da geliştirilebileceğini savunan araştırmacı Kenneth D. Long, uygulama ve biosensörün bu sayede eksik vitamin değerlerini dahi ölçebileceğini söylüyor. 3D Yazıcı Aracılığıyla Hayat Kurtarabilir mi? Michigan Üniversitesi’nde bulunan araştırmacılara göre bu sorunun cevabı, evet. Bu cevabın ilginç bir hikâyesi var. Kaiba Gionfriddo isimli bebek, doğduğunda akciğerlerindeki hava yollarından biri, her nefes alış verişinde zarar görerek parçalanma riskine girmekteydi. Bu problemin doğuştan olduğu fark edilen bebek, nefes alıp veremediği için neredeyse hayatını kaybediyordu. Uzun bir süre doktorların çabaları ve cihazlar sayesinde nefes alıp verebildi. Bu duruma bir çare bulunması gerektiğinde hemfikir olan Michigan Üniversitesi’nde bulunan araştırmacılar ve doktorlar bir araya gelerek özel bir maddeden yapılmış, esnek ve küçük bir parça dizayn ettiler. İleri teknoloji bir 3 boyutlu yazıcı aracılığıyla oluşturulan bu parçanın en önemli özelliği, yapıldığı madde sayesinde vücutla beraber büyüyecek olması. Yaklaşık bir 3 yıl içinde Kaiba’nın vücudunun bu parçayı tamamen kabul edeceği öngörülüyor. Eşi benzeri olmayan bir problemle karşılaşan doktorların yine eşi benze- ri olmayan bir çözüm yolu ile Kaiba’yı tedavi etmiş olmaları, dünyada büyük takdir topladı. Tabii ki teknolojinin gelişmiş olması ve bu teknolojilerin nasıl kullanılacağının bilinmesi ise, tüm bu süreçteki asıl kilit noktadır. Kaiba şu an 19 aylık ve eskisinden çok daha rahat bir şekilde nefes alıp verebiliyor. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere, * Sağlık ve İnsan Dergisindeki ilk yazımla sizlere merhaba diyorum. Beni tanımayanlara kısaca kendimden bahsedeyim. Son 3 senedir sağlık ve ilaç sektörünün dijital teknolojileri, sosyal medya ve interneti nasıl kullandığını takip eden ve bununla ilgili fikirler, projeler geliştiren, ilaç sektöründe 10 sene yöneticilik yapmış bir tıp doktoruyum. Bundan böyle her ay bu sayfalarda sizlerle bu alandaki güncel gelişmeleri paylaşacağım. Yazılarıma katkıda bulunmak isterseniz bana bu adreslerden ulaşabilirsiniz: www.twitter.com/sertacdoganay sdoganay@socialtouch.com.tr SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 63 kurumlarımız TÜRK KIZILAYI, KAN HİZMETLERİNDE ÖNCÜ VE LİDER Türk Kızılayı, halk sağlığı ile yakından ilgilenen bir kurum olarak, Türkiye’de kan hizmetlerinin kurulup gelişmesi görevini üstlenmiştir. 1957 yılında Ankara ve İstanbul’da ilk kan merkezlerini kuran Kızılay, günümüzde de ülkemizin kan gereksiniminin büyük bir bölümünü karşılamaktadır. “tam kan” uygulaması terk edilmiş ve kanın bileşenlerine ayrıştırılması için kan merkezleri ve kan istasyonlarında teknik altyapı sağlanmıştır. Tam kan olarak alınan kanın, bileşenlerine ayrılarak kullanılması hem hasta güvenliği hem de verimlilik açısından son derece önem taşımaktadır. Türk Kızılayı yurt çapında 59 ilde, 15 Bölge Kan Merkezi bünyesinde toplam 78 hizmet birimde 2290 personel ile hizmetlerine devam etmektedir. Kan hizmetleri konusunda kurulduğu günden bu yana üstelendiği görevi, her geçen gün daha da geliştirmeyi ve uluslararası standartlara ulaştırmayı amaç edinen Türk Kızılayı, yürüttüğü Donör Kazanım Projesi’nde toplumda kan verme bilincini geliştirmeyi ve sağlıklı donör veri tabanı oluşturmayı hedeflemiştir. Bu kapsamda 2008 yılından itibaren “1 Milyon İyi İnsan Aranıyor” adıyla gönüllü kan bağışçısı kazanımı davranış değişikliği kampanyası yürütülmektedir. “Güvenli Kan”a büyük önem veren Türk Kızılayı, bu nedenle kan merkezlerini yeniden organize etmiş, dünyadaki modern ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de kan hizmetlerinin “Bölgesel Kan Merkezleri” aracılığıyla yürütülmesini sağlamıştır. Türk Kızılayı tarafından kan hizmetlerinin standardizasyonu ve toplam kalite yönetiminin oluşturulması için bütün kan merkezlerinde standart projeler hayata geçirilmiştir. Güvenli kan bağışı sağlamak için başlatılan çalışmalar kapsamında, 64 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 • Bölgesel Kan Bankacılığı sistemine geçilmiştir. • Fiziki ve Teknik altyapı çağdaş düzeye getirilmiştir. • Hizmette yaygınlaşma sağlanmıştır. • Kalite Yönetimi gerçekleştirilmiştir. • Kan Bankacılığı Bilgi Yönetim Sistemi kurulmuştur. • Kan Bağışçısı kazanım programları uygulamaya geçilmiştir. • Plazma bileşenlerinde, fraksinasyon sanayinde kullanılabilecek kaliteye erişilmiştir. • Kan bağışları proje başlangıcına göre %384 artırılmıştır. • Kan Bağışı Kampanyaları ile görünürlük arttırılmıştır. • Türkiye’nin dört bir yanında kan bağış organizasyonları gerçekleştirilmiştir. • Kan Bağışı konusunda toplumda farkındalık oluşturulmuştur. 2013 yılı sonu itibari ile ise 1.800.000 ünite kan bağışı alınarak ülke kan ihtiyacının tamamının karşılanması yönündeki çalışmalara devam edilecektir. Gönüllü Kan Bağışçılarına Teşekkürler 2012 yılında, gönüllü kan bağışı sayısı 1.469.807 üniteye ulaştı. Kan bağışlarınız, Türk Kızılayı aracılığı ile 1.535 hastanede ihtiyaç sahiplerinin hizmetine sunuldu. Gönüllü kan bağışları ile hayat veren tüm bağışçılarımıza teşekkür ederiz. 2013 yılı gönüllü kan bağışı hedefimiz 1.801.500 ünite. Haydi Türkiye, Gönüllü ve Düzenli Kan Bağışına… Kan Acil Değil Sürekli İhtiyaçtır! KAN BAĞIŞLARI NERELERDE KULLANILIYOR? Talasemi; çocuklarda gelişme geriliği, diyabet, kalp yetmezliği, hepatit gibi birçok organ ve sistemi etkileyen hastalıkların eşlik ettiği kronik (süreğen) bir tablodur. Kemik iliği nakli ile tedavisi mümkün olan bir hastalıktır, kemik iliği nakli mümkün olmayan hastalar için ne yazık ki kesin tedavisi olmayan bir hastalıktır. Kan nakli (transfüzyon), tedavide çok önemli yeri olan ve aranan kan elde edilemediği takdirde başka alternatifi olmayan bir tedavi aracıdır. Hemen hemen bütün ameliyatlarda transfüzyona ihtiyaç olabilir. Bazı ameliyatlarda ise kan, kan bileşenleri (komponentleri) ve kan ürünlerine aynı anda ihtiyaç olabilir. Örneğin bir kalp ameliyatı olan koroner bypass ameliyatında; 4-6 ünite eritrosit süspansiyonu, 5-6 ünite plazma, 2-4 ünite trombosit süspansiyonu aynı ameliyat sürecinde hastaya gerekli olabilmektedir. Görüldüğü gibi böyle bir durumda sadece 1 hasta için ortalama 10 kişinin kan bağışı yapması gerekmektedir. Kan nakli sadece ameliyatlarda değil pek çok hastalıkta gerekli olmaktadır. Çeşitli yaralanmalara bağlı kan kayıpları (trafik kazaları başta olmak üzere çeşitli yaralanmalar), iç organların çeşitli hastalıklara bağlı kanamaları (mide kanaması gibi), çoğu kanser tipleri, organ nakilleri, ortopedi ve omurga ameliyatları, doğumlarda görülen kanamalar, kan uyuşmazlığına bağlı bebeğin kanının değiştirilmesi için acil olarak çok miktarda kan nakli gerekebilir. Bir de hastalık66 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 larının seyri gereğince hayatı boyunca kan nakline ihtiyacı olan hastalar vardır; talasemi hastaları, hemofili hastaları, diyaliz hastaları, bazı kanser hastaları bu gruba girerler. Uygulanan tedavi hastanın yaşam süresini ve yaşam kalitesini arttırmaya yöneliktir. Talasemili hastalar yaşamları boyunca belirli aralıklarla kan nakli almak durumundadır, kan naklinde en çok eritrosit süspansiyonu kullanılır. Ayrıca tedavi sürecinde dalağın ameliyatla alınması ve desferoksamin denilen ilacın kullanımı söz konusu olabilir. TALASEMİ ANEMİ Talasemi kalıtsal bir kan hastalığıdır. Hemoglobin yapımında bir bozukluk söz konusudur. Bu durum kansızlığa yol açar. Talasemi Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde daha sık görülür. Talasemi hastalığında hemoglobin yapımını kontrol eden genlerde bozukluk vardır. Hemoglobinin b zincirinin yapımından sorumlu 2 gen vardır. Eğer genlerden birinde kusur varsa bu kişi sağlıklı Beta-traitdir (Beta-talasemi minör), bu kişinin genetik yapısı heterozigottur; yani bu kişiler hastalığın taşıyıcısıdırlar, sağlıklı olurlar ancak kusurlu gen yapısını çocuklarına aktarırlar. Eğer söz konusu genlerin ikisinde de kusur varsa kişi genetik olarak homozigottur, bu kişiler hastadırlar ve bu durum Beta-talasemi major olarak adlandırılır. Hastalığın sonraki nesile geçişi cinsiyete bağlı değildir, Mendel genetik kurallarına göre olur. Kansızlık olarak bilinen çok çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan hastalıklar grubunun genel adıdır. Temel olarak sorun alyuvarlarda ve/ veya hemoglobindedir. Alyuvarların yapım eksikliği, alyuvar hücrelerinin zamanından önce hızlı bir şekilde ölmesi, çeşitli kanamalara bağlı kan kayıpları kansızlığa neden olur. Hemoglobin yapımındaki bozukluk, hemoglobin yapısına giren maddelerin eksikliği, genetik nedenlerle hemoglobinin yapılamaması ya da kusurlu yapılması, alınan gıdalarda hemoglobin yapımı için gerekli maddelerin olmaması, hemoglobinin görevini yapmasını engelleyen zehirlenmeler gibi pek çok neden anemiye yol açar. Alyuvarların ana görevi akciğerlerden alınan oksijeni atardamarlar yoluyla dokulara taşımak ve dokularda biriken karbondioksiti toplardamar- lar yoluyla akciğerlere götürerek vücuttan atılmasını sağlamaktır. Oksijen, yaşamsal fonksiyonların sürdürülmesi için çok önemlidir. Kansızlık durumunda dokuların oksijenlenmesi bozulacağı için buna bağlı birçok rahatsızlık ve belirti görülür: • Çabuk yorulma • Halsizlik • Çarpıntı • Baş ağrısı, baş dönmesi, göz kararması, kulaklarda çınlama • İştahsızlık • Tırnakların kolayca kırılması, saç dökülmesi • Sarılık (alyuvar yıkımına bağlı ane- milerin belirtisi olabilir örneğin kan uyuşmazlığındaki sarılık bu tiptir ) En sık rastlanan kansızlık tipi demir eksikliği anemisidir. Demir elementi alyuvarlarda yer alan ve oksijen taşımakla görevli hemoglobin proteininin yapısında bulunur ve oksijen taşınmasında çok önemli görevi vardır. Demir gıdalarla alınamaz veya vücuttan kaybı çok olursa (Aşırı adet kanamaları, hemoroid gibi sürekli ve dikkat çekmeyecek kadar az olan kan kaybına yol açan gizli kanamalar vb.) anemi ortaya çıkar. Bu tip anemiler kadınlarda daha sık görülür. Demir eksikliği anemisinin tedavisi kolaydır. Ağızdan alınan ve demir içeren ilaçlar kullanılır. Ancak tedavisi uzun sürer. Diğer anemiler sebeplerine yönelik olarak tedavi edilirler ve hastalığın gidişi aneminin tipine göre değişir. Ağır anemilerde bazen tek tedavi kan nakli yapılmasıdır. Özellikle bazı anemi tiplerinde (talasemi hastaları, böbrek yetmezliği olan hastalar vb.) hasta hayatı boyunca belirli aralıklarla düzenli olarak kan nakli almak zorundadır. HEMOFİLİ Kalıtsal bir kanama hastalığıdır. Hemofili, önemsiz bir darbenin yarattığı sıyrıktan vücut dışına ya da içine kanamaya (eklem içi, kas içi, göz içi vb kanamalar) yol açabilen bir hastalıktır. Kalıtsal geçişte X cinsiyet kromozomundaki bir gen sorumludur. Kadınlar (XX) taşıyıcı, erkekler (XY) ise hasta olurlar. Hasta bir baba ile taşıyıcı bir annenin hasta kızları doğabilir ama bu yaşamla bağdaşmayan çok ağır bir tablodur. Hasta çoğunlukla doğumu takip eden sürede belirti vermez. Ancak her zaman risk altındadır. En hafif darbede bile büyük morluklar oluşur. Diş çekimi gibi küçük girişimlerden sonra durdurulamayan ölümcül kanamalar görülebilir. İç organ, eklem içi kanamalar sıklıkla görülür. Hastalığın sebebi kanın pıhtılaşma mekanizmalarında rol alan pıhtılaşma faktörü denilen plazma proteinlerinin eksikliğidir. İki tip hemofili vardır: Hemofili A: Faktör 8 (antihemofilik faktör veya antihemofili A faktörü) denilen pıhtılaşma proteini eksiktir. Hemofili B: Faktör 9 eksiktir, hemofili B daha nadir görülür. Hastalığın tedavisi kanama durumunda eksik olan plazma proteinlerinin hastaya verilmesidir. Tedavi hastaya plazma veya plazmadan saflaştırılmış faktör 8 veya faktör 9 ‘un verilmesiyle sağlanır. Plazma pıhtılaşma proteinleri plazma fraksinasyon tesislerinde üretilebilmektedir. LÖSEMİ Tam olarak bilinmeyen bir nedenle akyuvarların ani ve denetlenemez biçimde üremesiyle ortaya çıkan ve genel olarak kan kanseri diye bilinen bir grup hastalığın genel adıdır. Bütün kanserlerde olduğu gibi lösemide de kesin neden henüz saptanabilmiş değildir. Lösemileri kolaylaştıran bazı faktörler vardır: • Irk: bazı ırklarda daha sıktır. • Yaş: 3-5 yaşta ve 70-75 yaşta görülme sıklığı artar • Erkeklerde daha sık görülür • Radyasyona maruz kalma. Özellikle Japonya’da atom bombasından sonraki yıllarda lösemi sayısının çok arttığı gözlenmiştir. Hastalığın belirtileri: • Kanama eğiliminde artış • Ciltte morumsu küçük lekeler • Ateş • Kansızlık belirtileri • Kanserli hücrelerin çeşitli dokuları istila etmelerine bağlı belirtiler (kemik erimesi, felç, menenjit, lenf bezlerinde büyüme vb) Hastalığın kesin tanısı kan testleri ve kemik iliğinden parça alınıp incelenmesi ile konulur. Erken tanı ile özellikle çocuklarda tedaviden yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Tedavide kanser ilaçlarının (kemoterapötikler) yanı sıra kemik iliği nakli yer almaktadır. Hastalara çoğunlukla kan ve kan komponentleri kullanılması gerekir. Özellikle trombosit süspansiyonlarının tedavi sürecinde çok önemli bir yeri vardır. Türkiye Kızılay Derneği bu konuda çok önemli çalışmaları olan Lösev Vakfı Hastanesine her ay belirli sayıda ücretsiz kan ve kan ürünü vermektedir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 67 kurumlarımız TÜRKİYE İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ KURUMU “Hedefimiz; sağlığa odaklı, bilimselliği esas alan, mükemmelliğe ulaşmak için daima çaba gösteren, uluslararası alanda öncü ve referans kurum olmak…” Sağlık Bakanlığı bağlı kuruluşu olarak kamu hizmeti veren özel bütçeli tüzel kişiliğe haiz bir kamu kurumu olan İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, 2 Kasım 2011 tarihinde yürürlüğe giren 663 sayılı ‘Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 27’nci maddesi gereğince, 19 Mart 2012 tarihinde resmen kurulup, faaliyetine başlamıştır. Kurumun temel misyonu; ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik ürünlere yönelik düzenleyici, denetleyici, yönlendirici politikalar geliştirerek ve bu politikaları uygulayarak insan sağlığına hizmet etmektir. Kurum, yeniden yapılanma süreci içerisinde gerekli mevzuat çalışmalarına öncelik vererek, Avrupa Birliği mevzuatına uyum sağlamaya yönelik yasal düzenleme çalışmalarının önemli bir kısmını tamamlamış ve personel planlamasını da yaparak eksik kadrolarını tamamlama yolunda çalışmalarına hız vermiştir. 663 sayılı KHK’nin 27’nci maddesi gereği kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmek için sürekli iyileştirme anlayışı içerisinde faaliyetlerine devam etmektedir… Kurumun Görev ve Sorumlulukları 68 02.11.2011 tarih ve 28103 sayılı (Mükerrer) Resmi Gazetede yayımlanan 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile belirlenen görev ve sorumluluklar şöyledir; izin vermek, ruhsatlandırmak, denetlemek ve gerektiğinde yaptırım uygulamak, laboratuvar analizlerini yapmak veya yaptırmak, Görev alanına giren ürünlerin ruhsatlandırılması, üretimi, depolanması, satışı, ithalatı, ihracatı, piyasaya arzı, dağıtımı, hizmete sunulması, toplatılması ve kullanımları ile ilgili kural ve standartları belirlemek, bu faaliyetleri yürütecek kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişilere Sağlık beyanı ile satışa sunulacak ürünlerin sağlık beyanlarını inceleyerek bu beyanlara izin vermek, izinsiz veya gerçeğe aykırı sağlık beyanı ile yapılan satışları denetlemek, gerektiğinde durdurma, toplama, toplatma, imha iş ve iş- SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 lemlerini yapmak veya yaptırmak, izin ve sağlık beyanları yönünden bunların her türlü reklam ve tanıtımlarını denetlemek ve aykırı olanları durdurmak, piyasaya arz edilen ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerin reklam ve tanıtımının usul ve esaslarını belirlemek ve uygulamasını denetlemek, Görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlere ilişkin klinik araştırma- larla ilgili düzenlemeleri yapmak, izin vermek ve denetlemek, ve Tıbbi Cihaz Kurumuna, devredilmiştir. Türk Farmakopesini hazırlamak, Kurumun teşkilat yapısında Başkana bağlı Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı ile 5 Başkan Yardımcılığı ve Başkan Yardımcılıklarına bağlı 13 Daire Başkanlığı bulunmaktadır. Hayati önemi haiz ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerin piyasada sürekli bulunabilmesi için gerekli tedbirleri almak, tıbbî cihazlar için onaylanmış kuruluşları belirlemek, lisans, ruhsat veya izin vermek, denetim yapmak ve gerektiğinde yaptırım uygulamak, Görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerle ilgili uyarı sistemlerini kurmak veya kurdurmak, işletmek veya işlettirmek, Kurum personelinin uluslararası karşılıklı tanınma ve akreditasyonunu sağlamak; görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerin piyasa gözetimi ve denetimini yapmak, gerektiğinde toplatmak, imha etmek veya ettirmek Piyasadaki ürünler için güvenlilik bildirim yöntemlerini belirlemek, gerekli bildirimleri yapmak, laboratuvar analizlerini yapmak veya yaptırmak, İlaç fiyatlarının belirlenmesi için farmako-ekonomik değerlendirme ve çalışmalar yapmak, Görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz ve ürünleri üretenler, satanlar ve faydalananlar arasında doğabilecek ihtilafların çözümüne yönelik usulleri belirlemek, Görev alanı ile ilgili faaliyetleri izlemek, değerlendirmek, iyi uygulama örneklerini yaygınlaştırmak, politika üretilmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması için Sağlık Bakanlığına teklifte bulunmak, Görev alanı ile ilgili konularda ulusal veya uluslararası, kamu kurumları ve üniversiteler ile özel kuruluşlarla bilimsel ve teknik işbirliği yapmak, müşterek çalışmalar yürütmek. İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün devri dışında Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığının İlaç ve Kozmetikler Araştırma Müdürlüğü, Biyolojik Ürünler Kontrol ve Araştırma Müdürlüğü, Kan Ürünleri Üretim ve Araştırma Müdürlüğü ve Gölbaşı Tıbbi Cihaz ve Deney Hayvanları Laboratuvarları ile Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından yürütülen GMP Denetimleri de İlaç İlaç, Biyolojik ve Tıbbi Ürünler Başkan Yardımcılığı, ilaçlar, ilaç üretiminde kullanılan etken ve yardımcı maddeler, ulusal ve uluslararası kontrole tabi maddeler, geleneksel bitkisel tıbbî ürünler, homeopatik tıbbî ürünler ve özel amaçlı diyet gıdalar hakkında düzenleme yapmak, ilaçta etkinlik, kalite ve güvenliliğin sağlanmasına yönelik iş ve işlemleri yürütmek, klinik ilaç araştırmaları ve gözlemsel ilaç çalışmaları ile ilgili işlemleri yürütmek ve ecza depoları hakkında düzenleme yapmak, ecza depolarının ruhsatlandırılması ile ilgili işlemleri yürütmekle görevlendirilmiştir. Tıbbi Cihaz ve Kozmetik Ürünler Başkan Yardımcılığı, tıbbi cihaz ve kozmetik ürünler hakkında düzenleme yapmak, strateji ve proje geliştirmek ve yürütmek, tıbbi cihaz kullanım güvenliğine dayalı standartların belirlenmesine yönelik işlemler ile sınıflandırma, risk tanımlama gibi teknik değerlendirmeleri yapmak, tıbbi cihaz alanında hizmet gören kişi, kurum ve kuruluşları yetkilendirmek, yetkilendirme süreçlerinin takibini yapmak, tıbbi cihazların klinik araştırmalarına yönelik işlemleri yürütmek, protez, ortez, optik cihazlar ve işitme cihazları satış ve uygulama merkezlerini yetkilendirmek, tıbbi cihazlar alanında faaliyet gösterecek onaylanmış kuruluşlara ait iş ve işlemleri yürütmek, kozmetik ürünlerin ön inceleme, kayıt ve bildirim işlemlerini yürütmek, kozmetovijilans değerlendirmesi faaliyetlerini yönetmek, belgelendirme işlemlerini yürütmek, tıbbi cihaz ve kozmetik ürünlerin tanıtım faaliyetlerine dair düzenlemeleri yapmakla görevlendirilmiştir. Ekonomik Araştırmalar ve Bilgi Yönetimi Başkan Yardımcılığı, Avrupa Birliği müktesebatına uyuma ilişkin iş ve işlemleri yürütmek, görüş bildirmek, uluslararası standartlara uygun kalite çalışmaları yapmak, bu kapsamda kurum içi ve dışı iletişimi ve koordinasyonu sağlamak, kurumun görev alanına giren ürünlerin sağlık teknolojilerini değerlendirmek, fiyatlandırma ve mali etüt çalışmalarını yürütmek, ruhsata esas ürünlerin fiyatlarını onaylamak, fiyat takibi yapmak, tanıtım faaliyetlerine dair düzenlemeleri yapmak, ruhsatlı olmayan veya ruhsatı bulunsa dahi piyasada bulunmayan ürünlerin üretiminin temini veya şahsi tedavi amacıyla yurtdışından getirilmesini sağlamaya yönelik hizmetler ve endikasyon dışı ilaç kullanımına ilişkin işlemleri yürütmek, ilaçların akılcı kullanımını temin etmeye yönelik faaliyetleri yürütmek, bilgi sistemleri alt yapısının kurulması ve işletilmesi ile ilgili iş ve işlemleri yürütmek, kurumun verilerini sayısal verilere dönüştürmek ve istatistiksel çalışmalar yapmakla görevlendirilmiştir. Analiz ve Kontrol Laboratuvarları Başkan Yardımcılığı, ilaç, biyolojik ürünler, tıbbi ürünler ile kozmetik ürünlerin analizlerini ve tıbbi cihaz kalite kontrol testlerini yapmak, yaptırmakla görevlendirilmiştir. Destek Hizmetleri Başkan Yardımcılığı, insan gücü ihtiyacını tespit etmek ve planlama yapmak, performans değerlendirme ölçütleri oluşturmak, kadro standartlarına ve kariyer planlamasına ait iş ve işlemleri yürütmek, atama ve nakil işlemleri ile diğer personel hareketlerini düzenlemek ve yürütmek, personelin eğitim ve sertifikasyon faaliyetlerini, özlük, terfi, emeklilik, disiplin ve benzeri işlemlerini yürütmek, 5018 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde kiralama ve satın alma işlemlerini yürütmek, temizlik, güvenlik, aydınlatma, ısıtma, onarım gibi destek hizmetlerini yürütmek, yürütülmesini sağlamak, taşınır ve taşınmazlarına ilişkin işlemleri ilgili mevzuatı çerçevesinde yürütmek, sosyal hizmetler ile sivil savunma ve seferberlik hizmetlerini planlamak ve yürütmek, genel evrak ve arşiv faaliyetlerini düzenlemek ve yürütmek, kuruma görev alanına giren ürünlere ilişkin başvuru evrakının ön incelemesini yapmak, basın ve halkla ilişkilere yönelik faaliyetlerini planlamak ve yürütmekle görevlendirilmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 69 Hukuk Müşavirliği, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre hukuk birimlerine verilen görevleri yapmak ve Kurum Başkanı tarafından verilen benzeri görevleri yapmakla görevlendirilmiştir. Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 22.12.2005 tarihli ve 5436 sayılı Kanunun 15 inci maddesi ve diğer mevzuatla strateji geliştirme ve malî hizmetler birimlerine verilen görevleri yapmakla görevlendirilmiştir. Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı, denetime ilişkin yöntem ve teknikleri geliştirmek, denetim alanındaki standart ve ilkelerin oluşturulmasını sağlamak, denetim rehberleri hazırlamak, denetimlerin etkinliğini ve verimliliğini artırıcı tedbirler almak, performans denetimi yapmak ve kurum personelinin iş ve işlemleri hakkında Başkanın emri veya onayı üzerine denetim, inceleme ve soruşturma yapmak, ilaç ve kozmetik ürünlerin üretim yerlerinin ve ecza depolarının denetim hizmetleri ile ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik ürünlerin piyasa gözetimi ve denetimine ilişkin düzenlemeler yapmak, piyasa gözetimi ve denetimi sistemi ile ilgili Avrupa Birliğindeki uygulamaları takip etmek, uygulanan piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin programlanmasını yapmak, denetimleri koordine etmek, sonuçlarını değerlendirmek, piyasa gözetimi ve denetimi çerçevesinde değerlendirme yapmak, teknik mevzuatına uygun olmadığı veya güvensiz olduğu tespit edilen ürünler için önlem alınmasını sağlamak ve ürün güvenliğine yönelik tüketici şikâyetlerine ilişkin iş ve işlemleri yürütmekle görevlendirilmiştir. Kurum bünyesinde geliştirilen yazılımlar; Uygulamalar ve Doküman Yönetim Sistemi Projesi (EUP), İlaç Takip Sistemi (İTS) ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası (TİTUBB)’dur. SQL ve ORACLE veri tabanları kullanılmaktadır. E-Uygulamalar ve Doküman Yöne70 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 tim Sistemi Projesi (EUP); T.C. Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü bünyesinde yürütülen, elektronik ortamda evrak döngüsünün sağlanması, işlemlerin elektronik yürütülmesi ve elektronik arşiv oluşturulması amacıyla 2007 yılında başlatılan “IEGM07 Projesi”, İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü adının 02.11.2011 tarih ve 28103 sayılı Mükerrer Resmi Gazete’de 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu olarak değiştirilmesinin ardından “Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu E Uygulamalar ve Doküman Yönetim Sistemi Projesi (EUP)” adıyla halen devam etmekte ve geliştirilmektedir. Bu projenin amacı, Kurumun iş ve işlemlerini yürüttüğü ve takibini yaptığı tüm işlerin yürütülmesinde aktif rol oynayacak ve işlediği bilgilerle ilgili verileri paydaşlara ve diğer kurumlara web servisi ile online verecek duruma hazır hale gelmesi için uygun bir yazılım sisteminin oluşturulmasıdır. Bu proje kapsamında Türkiye’de ruhsat başvurularının elektronik ortamda kabul edilmesine 03 Ocak 2011 tarihi itibarıyla başlanılmış olup 2011 yılı itibarıyla yapılan tüm başvurular birimlerce elektronik olarak kabul edilmekte ve yürütülmektedir. Kurum elektronik imzaya tam anlamıyla geçmiş bulunmaktadır. Tüm evrak akışı elektronik olarak yapılmaktadır. İlaç Takip Sistemi (ITS) 181 sayılı “Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”de Bakanlığımıza “ilaç güvenliliğinin sağlanması” görevi verilmiştir. Bu amaçla, adı geçen KHK’nın 2’nci maddesi (d) fıkrası ve 11 inci maddesi (c) fıkrasına dayanılarak, ilaçların izlenebilirliğinin sağlanması için 02 Şubat 2008 tarihinde “BeşeriTıbbi Ürünler Ambalaj ve Etiketleme Yönetmeliği”nde yapılan bir değişiklikle ürünler üzerinden kupür kaldırılmış, yerine “karekod” adıyla yeni bir tanımlayıcı konulmuştur. Bakanlığımız, karekod bilgileri ile ürünlerin izlenmesi için “İlaç Takip Sistemi” adında bir altyapı kurmuştur. İlaç Takip Sistemi Projesi ile piyasada bulunan tüm ilaçların, kutu bazında bir takip numarası ile kayıt altına alınarak üretimden tüketilinceye kadar her aşamada takibi sağlanmaktadır. İlacın üretim ya da ithalatından hastaya ulaşmasına kadar ilaçla ilgili tüm hareketler sistem tarafından kayıt altına alınmaktadır. Sistem, her kutu ilacı gittiği her noktadan bildirim alarak izlemeyi gerçekleştirmektedir. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası Portalı (TİTUBB) TİTUBB, Tıbbi Cihazların benzersiz barkod numaraları kullanılarak Tıbbi Cihaz Yönetmelikleri çerçevesinde, tedarikçi firmalar tarafından sunulması gereken bilgileri içeren web tabanlı elektronik bilgi bankasıdır. TİTUBB çalışmalara başlanılan 2006 yılından bugüne, sadece tıbbi cihazlara ait bilgilerin girildiği bir veri tabanı olmaktan öte ülkemizde tıbbi malzemelerin regülasyonunu sağlayan Sağlık Bakanlığı, genel sağlık sigortası çerçevesinde geri ödemesini gerçekleştiren Sosyal Güvenlik Kurumu ve tedarik esaslarını belirleyen Kamu İhale Kurumu iş, süreç ve akışlarını elektronik ortama aktarmayı başarmıştır. TİTUBB kapsadığı veriler ve bilgi birikimi ile dünyada açık ara tek örnek veri tabanı durumundadır. TİTUBB, “Sağlıkta Yeniden Yapılanma” adı altında özetlenen ve sağlık hizmetinde performansı, hizmetin verimliliği, kalitesinin ölçülebilirliği ve denetlenebilirliği öngören çalışmalar çerçevesinde, ilaç, tıbbi sarf malzemesi ve tıbbi cihazların satın alınması, stok yönetimi, fatura edilmesi gibi temel tıbbi malzeme yönetimi süreçlerinin etkin ve verimli bir şekilde yönetilebilmesinde ihtiyaç olan enformasyon sistemlerinin kurulabilmesi için gerekli çalışmalar Hacettepe Üniversitesi Araştırma Projeleri tarafından geliştirilip kullanıma sunulmuştur. Projenin yürütülmesi için Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Hacettepe Üniversitesi arasında görüş birliğine varılmış ve protokol düzenlenmiştir. Söz konusu protokole Kamu İhale Kurumu da dâhil edilerek tıbbi cihaz alımlarının EKAP çerçevesinde elektronik ihaleler ile tedarik edilmesi hedeflenmiştir. kampus TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ 72 KURULUŞ MİSYON 2008 yılında kurulan Turgut Özal Düşünce ve Hamle Vakfı, Turgut Özal’ın adını yaşatmak, ülkemiz ve insanlık için evrensel bilgi düzeyine sahip nice Özalların yetişmesine vesile olmak amacıyla Turgut Özal Üniversitesinin kuruluş çalışmalarına başlamıştır. Yükseköğretim Kurulu’na 2009 yılı Şubat ayında yapılan başvuruyu takiben mevzuatta öngörülen süreçler tamamlanmış ve TBMM Genel Kurulunda 23 Haziran 2009 tarihinde kabul edilen 5913 sayılı Kanunla, bünyesinde İktisadi ve İdari Bilimler, Hukuk, Mühendislik ve Tıp Fakülteleri ile Sosyal Bilimler, Fen ve Sağlık Bilimleri Enstitüleri olmak üzere, Turgut Özal Üniversitesinin kurulmasına onay verilmiştir. İlgili Kanunun 07 Temmuz 2009 tarih 27281 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmasıyla birlikte Turgut Özal Üniversitesi tüzel kişiliğini kazanmıştır. Üniversite, paydaşlarının memnuniyetini ve gelişimini evrensel düzeyde tesis etmek için; bilimsel düşüncede çoğulcu eğitim-öğretim anlayışıyla ve çıktıların uygulamaya katkısı ile insanlığa hizmet sunarak, bilgi üreten ve yayan, rekabetçi, özgürlükçü ve girişimci bireylerin yetiştirilmesini misyon edinmiştir. Bunu gerçekleştirmek amacıyla; SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 • Üretimi ve rekabet gücünü artırmaya yönelik ülke ihtiyaçlarını ön planda tutma, • Ülkemizin yurt dışındaki saygınlı- ğına katkıda bulunacak nitelikte özgün bilimsel araştırmalar yapma, • İnovasyon kültürünü geliştirerek, ezberleten değil düşündüren, sorgulayan, araştıran ve özümseten ileri düzeyde bir eğitim düzeyine ulaşma, • Özel sektör, sivil toplum kuruluşla- rı ve kamu kuruluşları ile aktif katılım ve kalıcı işbirliğine dayalı öncü projeler geliştiren, onlarla birlikte yeni çözümler üreten, dünyadaki bilimsel gelişmeleri yakından takip eden, üniversite-toplum bütünlüğünü sağlayacak bir yapıyı geliştirme, • Eğitim ve araştırmacılık özellikleriyle yurtdışında başarıları ile temayüz etmiş bilim adamlarının Turgut Özal Üniversitesini tercih etmelerini sağlayarak tersine beyin göçüne katkıda bulunma, Üniversitenin başlıca faaliyet alanlarını teşkil edecektir. VİZYON Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitimde gösterdiği “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirme hedefi ile ülkemi- zin çağdaş ülkeler düzeyine ulaşma çabasına büyük katkıları olan 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın “hür ve serbest düşünce, din ve vicdan hürriyeti, serbest teşebbüs” ilkelerinden yola çıkan Turgut Özal Üniversitesinin Vizyonu; “Evrensel değerleri esas alarak, eğitim, araştırma ve hizmeti bütünleştiren uluslararası alanda önde gelen bir üniversite olmaktır.” TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİNDE YÜKSEKÖĞRENİMİN AYRICALIKLARI İngilizce Programlar Turgut Özal Üniversitesindeki programların bir kısmında eğitim dili % 100 İngilizcedir. Seçilen programlar mesleki açıdan İngilizcenin önemli olduğu ve uluslararası öğrencilerin de eğitim gördüğü programlardır. Yurt Dışında Öğrenim Görme İmkânı Turgut Özal Üniversitesi, öğrencilerine Avrupa ve Amerika’da işbirliği anlaşması yapılan üniversitelerde isteğe bağlı bir veya iki yıl öğrenim görme imkânı sunulmaktadır. Bu şekilde, öğrencilerimiz, çift diploma alma imkânına sahip olabilmektedir. Avrupa Birliği Erasmus Programı kapsamında Avrupa’daki üniversitelerle yapılan ikili anlaşmalarla öğrenciler Avrupa’nın önde gelen üniversitelerinde bir ya da iki yarıyıl eğitim alabilmektedir. Öğrenci Başarısını Takip Sistemi Her yarıyılda ara ve dönem sonu sınavlarından sonra ders ve sınav başarıları üzerinde yapılan değerlendirmelerle, öğrencilerin ders başarılarını arttırmaya yönelik süreklilik arz eden bir uygulama esas olmaktadır. gelmektedir. İlgi alanlarına giren mesleklerdeki işadamları ve yöneticiler ile görüşerek bu kişilerin deneyim ve görüşlerinden yararlanma, mezun olduktan sonra iş bulabilme imkânlarına sahip olabilmektedir. Mezuniyet Sonrası Takip ve Destek Sistemi Çift Ana Dal-Yan Dal Programları Ana Dal lisans programlarını başarıyla yürüten öğrenciler ikinci bir dalda da lisans diploması alma imkânına sahip olmaktadırlar. Aynı zamanda çift ana dal programlarında belirlenen tüm dersleri başarı ile bitirmeleri halinde ikinci bir diploma almaya hak kazanmaktadırlar. Kendi bölümlerinin derslerini başarıyla yürüten öğrencilerin ilgi duydukları başka bir dalda öğrenim görmelerini ve disiplinler arası birikime sahip olmalarını sağlamak amacıyla Yan Dal uygulaması da geçerlidir. Yan dal olarak öğrenim gördüğü bölümde belirlenen tüm dersleri başarı ile bitiren Turgut Özal Üniversitesi öğrencilerine yan dal sertifikası verilmektedir. Kariyer Merkezi tarafından uygulanan “Mezuniyet Sonrası Takip Sistemi” ile mezun öğrencilerin başarıları takip edilmekte, referans bulma ve iş imkânlarını geliştirmelerine destek sağlanmaktadır. Öğrenci Danışmanlığı Sistemi Turgut Özal Üniversitesinin bütün öğrencilerinin akademik ve mesleki yönden gelişimleri takip edilmektedir. Öğrencilerin ihtiyaç duymaları halinde başvurabilecekleri danışman öğretim elemanları görevlendirilmektedir. Danışmanlık hizmetinde öğrenciler öğretim üyeleri ile her zaman rahatlıkla görüşebilmekte, akademik ve mesleki gelişimleri için gerekli yardımı alabilmektedir. Meslek Sahipleri ve İşadamları ile Kariyer Günleri TIP FAKÜLTESİ Kariyer Merkezi tarafından öğretim yılı içerisinde sürekli olarak düzenlenen “Kariyer Günleri” programlarıyla özel sektör ve kamu kurumlarının başarılı temsilcileri ile Turgut Özal Üniversitesi öğrencileri bir araya Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, üst düzeyde bilgi birikimi ve “bilgikullanım” yetenekleri ile donatılmış, iyi insan ve iyi hekimliğin bir gereği olarak iyi teşhis koyabilen ve tedavi edebilen, koruyucu hekimliği ve SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 73 toplum sağlığını ön planda tutan, sağlıklı iletişim kurabilen, etik değerleri olan hekimler yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Temel, Cerrahi ve Dâhili Tıp Bilimleri Bölümlerinden müteşekkildir. Temel Tıp Bilimleri Bölümüne bağlı 4 bilim dalı, Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümüne bağlı 12 anabilim dalı, Dâhili Tıp Bilimlerine bağlı 11 ana bilim ve 10 bilim dalı mevcuttur. Bütün anabilim ve bilim dallarının organizasyonu, uzmanlık ve yan dal uzmanlık eğitimleri verilecek şekilde tamamlanmıştır. Bütün anabilim dallarında ve 4 bilim dalından üçünde Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) veya yan dal uzmanlık eğitimi giriş sınavları ile ihtisas yapmaya hak kazanmış doktorların eğitimi sürmektedir. Bugün için; Anesteziyoloji, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Genel Cerrahi, İç Hastalıkları, Çocuk Cerrahisi, Klinik Biyokimya ve Mikrobiyoloji, Üroloji ve Beyin Cerrahisi anabilim dalları ile Yeni Doğan, Gastroenteroloji bilim dallarında araştırma görevlilerine 1997 yılından beri uzmanlık eğitimi verilmektedir. Tıp eğitimi için gerekli altyapıyı hazırlayan Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, çok kısa süre içinde tıp öğ74 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 rencilerine eğitim vererek ülkemizin eğitimine de önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Bilgili, yeterli, karakter sahibi, kendi kendini eğitebilme yeteneğine ve ilk defa karşılaştığı problemleri çözebilecek niteliklere sahip, verdiği kararları bilgi, bulgu ve tecrübeye dayanan, çalışkan, dürüst, davranışları tıp mesleği ve hekimlik geleneklerine uygun olan, hayatı boyunca öğrenmeye kararlı, ülkeye ve insanlığa hizmet amacı ile tıp biliminin gelişmesi için çalışan, hastalarına karşı müşfik, anlayışlı ve sorumlu olan ve hasta bakımında çevre şartlarına göre en yüksek tıp standartlarını kullanan mezunlar vermeyi amaçlamaktadır. en verimli şekilde sunmayı, hasta memnuniyetini ön planda tutarak teknolojik imkânları, tanı ve tedavi metotlarını uygulamayı, böylece, ülkemiz insanına yararlı olmayı ve devletimizin sağlık alanındaki yükünü azaltmayı öncelikli hedefleri arasında saymaktadır. Kısa zamanda akademik örgütlenmesini tamamlayan Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, sağlık hizmetlerini, anlaşmalı hastanelerde vermektedir. Sahasında kendini ispatlamış öğretim üyeleri hasta hizmetleri ve asistan eğitimi faaliyetleri yanında, araştırmalara da önem vermektedirler. Yaptıkları ve yurt dışındaki çok saygın dergilerde yayınlanan makalelerle, Üniversitenin bilimsel yetkinliğinin artmasına katkıda bulunmaktadırlar. MODERN VE DONANIMLI LABORATUVARLAR İnsanlık için en kutsal hizmet kabul edilen sağlık hizmetini insanlığa Turgut Özal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastaneleri, 40 yıllık köklü bir hastane geleneğine sahiptir. Hastane hizmetlerini tıp fakültesi ile taçlandırmıştır. Fakülteye bağlı olarak Beştepe’de, Çankaya’da ve Demetevler’de 3 hastane hizmet vermektedir Temel Tıp Bilimleri binasında modern teknoloji ile donatılmış öğrenci eğitim ve araştırma laboratuvarları bulunmaktadır. Anatomi, Fizyoloji, Histoloji ve Embriyoloji, Biyokimya, Mikrobiyoloji, Patoloji ve Farmakoloji öğrenci ve araştırma laboratuvarları mevcuttur. Turgut Özal Üniversitesi öğrencileri bu laboratuvarlarda tecrübeli hocalardan uygulamalı tıp dersleri almaktadır. Laboratuvarlarda her öğrenciye bir mikroskop düşmektedir ve öğrenciler temel REKTÖRDEN Ulusal, Bölgesel ve Küresel Alanda İhtiyaçlara Cevap Verecek Bir Dünya Üniversitesi Eğitime hak ettiği değer ve önemi veren, en verimli yatırımın insana ve eğitime yapılan yatırım olduğunun bilinciyle hareket eden, Türkiye’nin dışa açılmasında, çağ atlamasında ve özgürlüklerin genişletilmesinde önemli hamleler gerçekleştiren 8. Cumhurbaşkanımız Rahmetli Turgut Özal’ın ismini taşıyan Üniversitemiz; gelişmiş ülkelerin standartlarını her yönüyle yakalamış, bölgesinde ve dünyada sözü dinlenen güçlü bir Türkiye hedefi istikametinde var olan güzide yükseköğretim kurumlarımız arasında yeni bir sıçrama ve atılım rampası olmaya adaydır. Çağın bilimsel seviyesini yakalamış ve aşmayı hedef edinmiş; analitik, önyargısız ve kuşatıcı bir perspektif ve ufuk sahibi öğrenciler yetiştirmeyi misyon edinen üniversitemizin hedefi ülkemizin en iyilerden biri olmaktır. Üniversitemiz, öncelikle günümüzün gelişmiş üniversitelerinde aranan modern altyapı; çağdaş eğitim-öğretim ve araştırma ortamı; öğrencilere günün şartlarına uygun bir formasyon kazandıran, kariyer planlamada yardımcı olan ve evrensel düzeyde bilgi üreten, kendini bilimsel olarak sürekli yenileyen, araştıran, üreten aktif ve dinamik bir akademik kadro; kaliteli bir yabancı dil eğitimiyle birlikte, çok kültürlü ve uluslar arası ortam gibi özellikleriyle sürekli araştıran ve düşünen nitelikli öğrencilere ev sahipliği yapmayı amaçlamaktadır. Dinamik akademik kadromuz, çok yönlü hazırlanmış programlar çerçevesinde, güncel kitaplar ve yayınlarla, öğrencilerle iyi bir iletişim kurarak ve interaktif yöntemlerle dünyada yaşanan değişimleri de yansıtacak biçimde öğrencilerin fonksiyonel uyum kazanmasını; yüksek bir motivasyonla bireysel çalışma disiplinine sahip, inisiyatif alabilen ve liderlik yapabilen; yenilikçi ve üretken; insanî ve ahlaki değerlere ve sorumluluk bilincine sahip; insan hak ve özgürlüklerine saygılı; başarılı ve yararlı fertler olarak toplumla bütünleşmesini sağlayacak ve onlara araştırma ruhu ve öğrenmenin yolunu öğretecektir. Özetle; Turgut Özal Üniversitesi, ulusal, bölgesel ve küresel alanda ihtiyaçlara cevap verecek ‘Bir Dünya Üniversitesi’ olacaktır. Prof. Dr. Erol ORAL laboratuvar uygulamaları ve deneysel araştırmaları planlama ve yapma imkânına sahiptirler. Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi ve Araştırma Laboratuvarı Son yılların yükselen trendi olan Genetik, bünyesinde moleküler genetik, sitogenetik, pediatrik genetik, moleküler biyoloji, bitki ve hayvan gene- tiği, biyoteknoloji, tıbbi genetik, adli tıp, nörogenetik, kök hücre genetiği, epigenetik, sentetik biyoloji, genetik mühendisliği, gelişim biyolojisi gibi birçok çalışma alanını barındıran geniş bir bilim dalıdır. Bu yüzden genetik, bir disiplin olmaktan öte, biyolojik hadiselere bakış ve yaklaşım tarzı olarak da adlandırılabilir. Dolayısıyla genetik, tıbbın her alanındaki kişiyi yakından ilgilendirmektedir. Mesleki Beceri Laboratuvarı Laboratuvarın kuruluş amacı, insancıl tıp eğitimi yaklaşımıyla Turgut Özal Üniversitesi Üniversitesi Tıp öğrencilerine, hasta üzerinde uygulama yapmadan önce maketler üzerinde uygulama yaptırarak, çeşitli tıbbi girişimleri gerektiği gibi yapmayı öğretmektir. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 75 Simüle Hasta Laboratuvarı Tıbbi simülasyon son on yılda hızla gelişen bir alandır. Tıbbi simülasyon sistemleri sayesinde hastaya herhangi bir zarar verme riski olmadan yeni teknikler öğrenilebilmektedir. Kadavra Salonu Laboratuvarın ilk kısmında maket ve kemikleri sakladığımız dolapları bulunmaktadır. Burada, teorik derslerde anlatılan insan anatomisi ile ilgili yapıların modelleri ve insan iskelet sistemine ait kemikler yer almaktadır. İkinci kısım öğrencilerin aktif olarak kullanabildikleri esas kısmı oluşturmaktadır. Bu bölüm de öğrencilerin modelleri-maketleri inceleyebilecekleri bir bölümdür. BÖLÜMLER ve ANA BİLİM DALLARI TEMEL TIP BİLİMLERİ BÖLÜMÜ • Anatomi Ana Bilim Dalı • Biyofizik Ana Bilim Dalı • Biyoistatistik Ana Bilim Dalı • Fizyoloji Ana Bilim Dalı • Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı • Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim • Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Dalı • Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı • Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı • Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı • Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı • Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı • Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Ana Bilim Dalı • Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı • Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim Dalı lim Dalı • Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları Ana Bilim Dalı • Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bi• Acil Tıp Ana Bilim Dalı lim Dalı • Anesteziyoloji ve Reanimasyon • Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim CERRAHİ TIP BİLİMLERİ BÖLÜMÜ Ana Bilim Dalı 76 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 • Romatoloji Bilim Dalı • Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı • Allerjik Hastalıklar Bilim Dalı • Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı • İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı • Gastroenteroloji Bilim Dalı • Hematoloji Bilim Dalı • Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı • Nefroloji Bilim Dalı • Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı • Romatoloji Bilim Dalı • Onkolojik Cerrahi Bilim Dalı • Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bi- • Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı lim Dalı • Kardiyoloji Ana Bilim Dalı • Üroloji Ana Bilim Dalı • Nöroloji Ana Bilim Dalı • Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı • Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı • Radyoloji Ana Bilim Dalı DÂHİLİ TIP BİLİMLERİ BÖLÜMÜ • Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim • Adli Tıp Ana Bilim Dalı Dalı • Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bi• Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana • Ruh lim Dalı Bilim Dalı • Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı • Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı • Çocuk İmmünolojisi ve Allerji Has- • Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı • Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı talıkları Bilim Dalı • Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı • Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı • Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı • Neonatoloji Bilim Dalı • Tıp Eğitimi ve Bilişimi Ana Bilim • Çocuk Hematoloji ve Onkoloji BiDalı Bilim Dalı Dalı SAĞLIK YÜKSEKOKULU Sağlık Yüksekokulu bünyesinde kurulan, Çocuk Gelişimi, Sosyal Hizmet ve Odyoloji Bölümleri 2012-2013 eğitim öğretim yılında öğrenci alarak eğitim vermeye başlamıştır. İlerleyen dönemde Okulumuzun; Üniversitemiz Hemşirelik Yüksekokulu ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu ile birleşerek Sağlık Bilimleri Fakültesine dönüşümü hedeflenmektedir. Böylece sağlığın çok boyutluluğundan hareketle; bilimsel bilgi ışığında, değişime ve gelişime açık, toplumsal duyarlılık ve sorumluluğu olan, sorun çözme yeteneği gelişmiş, öğrenmeye istekli, öğretim ve akademik faaliyetlerde insan ve sağlık konularına bütüncül ve kesintisiz yaklaşım ilkeleriyle donanımlı hemşirelik, fizyoterapi, çocuk gelişimi, sosyal hizmet ve odyoloji alanında nitelikli lisans mezunları yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Sağlık konusuna çeşitli boyutlarla yaklaşan, sağlık-yaşam kalitesi ilişkisini kavrayan, sağlık sektöründe bilimsel, teknolojik, sosyal ve ekonomik değişimleri izleyen ve bu değişimleri yönetebilen, uluslararası düzeyde geçerli bilgi ve beceri birikimine sahip mezunlar yetiştirmek de diğer amaçlar arasındadır. Bu amaçlarla Sağlık Yüksekokulu bünyesindeki bölümler, günümüz bilim, meslek ve disiplin alanlarının ışığında ve ülke gereksinimlerine göre ele alınarak; akademik kadro, altyapı ve donanım açısından nitelikli eğitim vermeyi hedeflemektedir. Sağlık Yüksekokuluna bağlı bölümlerin öğretim programları, uluslararası akreditasyon kuruluşlarının öngördüğü ölçütler ve Bologna süreci doğrultusunda hazırlanmıştır. Her bölümün öğretim programında temel bilimler ve mesleğe özgü dersler yer almaktadır. Kuramsal olarak işlenen dersler, deneysel ve beceri laboratuvarlarında yapılan uygulamalarla desteklenmektedir. Mesleklere özgü bilgi, beceri ve değer boyutlarıyla öğrenci yetişmesine önem verilmektedir. Öğrencilere klinik stajlar, saha çalışmaları, bitirme projeleri ve sosyal sorumluluk çalışmaları ile profesyonel meslek hayatına hazırlanma olanağı sunulmaktadır. Bu süreçler, danışman öğretim elemanları gözetiminde ve öncelikli olarak Turgut Özal Üniversitesinin çeşitli kurumlarında gerçekleştirilmektedir. HEMŞİRELİK YÜKSEKOKULU Turgut Özal Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, insan haklarına saygılı, toplumun sağlık ihtiyacı doğrultusunda, bilgili ve becerikli, bireylerin bakımını mesleki standartlar içinde karşılayabilecek, bunları yerine getirirken mesleki etik ilkeleri göz önünde bulundurabilecek profesyonel hemşireler yetiştirmek ve hemşirelikte eğitim, araştırma ve bakım alanlarında uluslararası seviyenin üstüne çıkmayı amaç edinmiştir. FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU Fizyoterapistlik mesleğinin icrasında insan sevgisi, iletişim becerisi, pozitif ve yaratıcı düşünme, yaşam boyu öğrenme motivasyonu ve multidisipliner çalışmalara yatkınlık önemli prensiplerdendir. Turgut Özal Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu öğrencileri eğitim süresince, anatomi, fizyoloji, nöroloji, ortopedi, beyin sinir cerrahisi, kadın hastalıkları ve doğum, histoloji, patoloji, dahiliye, romatoloji, pediatrik nöroloji ve nöroanatomi gibi temel tıp bilimleri yanında, biyomekanik, ısı-ışık, kinezyoloji, psikoloji, rehabilitasyon ilkeleri, normal motor gelişim, manipulatif fizyoterapi, elektroterapi, nörofizyolojik yaklaşımlar, kardiyak rehabilitasyon, nörolojik rehabilitasyon, ortez ve rehabilitasyon, iş ve uğraşı tedavisi, sporcu sağlığı, tedavi hareketleri ve psikososyal rehabilitasyon gibi kapsamlı, mesleğe özgü teorik ve pratik dersler almaktadırlar. Eğitimin 2. ve 3. sınıflarda 2 şer haftalık 4.sınıfta ise yıl boyu süren klinik stajlar, yılsonunda ise hastalar üzerinde uygulama ve değerlendirme sürecini içeren bitirme sınavı uygulanmaktadır. Eğitim müfredatı ülkemizdeki kurulmuş okullar ile gelişmiş ülkelerdeki ders ve koşulların harmanlanması ile oluşturulmuş süreğen bir güncelleme faaliyeti ile desteklenmiştir. Okulumuzun hedefi fizyoterapist yetiştirme konusunda çalışan uluslararası kurum ve kuruluşlarla ortaklaşa çalışmalar yürüterek bu alanda ülkemizde ve dünyada adı anılır bir yere sahip olmaktır. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 77 kültürsanat Orijinal Adı : “Epic” Tür: Macera, Animasyon Süre: 1 saat 42 dakika ) DOGAL KAHRAMANLAR Eğlenceli bir animasyon filmi olan Doğal Kahramanlar, doğayı ayakta tutma çabası içindeki iyilerle, dünyayı yok etmeye çalışan kötüler arasında geçen savaşı konu ediniyor. Genç bir kız bir anda kendisini iyi ve kötü güçlerin kıyasıya savaştığı bir ormana sürüklenmiş olarak bulur. Kendinin bambaşka bir dünyanın içinde bulan Mary kendi dünyasında olduğundan çok daha inançlı bir şekilde onlara yardım etmek için çalışacaktır. Bir grup ayak takımı ile iş birliği yapan Mary, hem onların dünyasını hem de bizimkini kurtarmaya çalışacaktır. Yönetmenliğini Buz Devri’ndeki deli sincap Scrat karakterine sesiyle hayat veren ve Buz Devri serisinin çeşitli kısa filmlerinde yapımcı olarak yer alan Chris Wedge’in üstlendiği filmin senaryosu ise Tom J. Astle, Matt Ember, James V. Hart, William Joyce ve Daniel Shere’dan oluşan kalabalık bir ekibin elinden çıkma. BİLİNMEZE DOĞRU: STAR TREK Orijinal Adı : “Star Trek Into Darkness” Oyuncular: Chris Pine, Zachary Quinto, Zoe Saldana, Karl Urban, Simon Pegg, John Cho, Benedict Cumberbatch, Anton Yelchin, Bruce Greenwood Tür: Bilim-Kurgu, Aksiyon, Macera Süre: 2 saat 10 dakika Ünlü yönetmen J. J. Abrams, Star Trek’i Bilinmeze Doğru götürecek muhteşem bir aksiyon macera sunuyor. Atılgan gemisi mürettebatıyla dünyaya geri çağrıldığında, karşılaştıkları manzara çok güçlü bir terör örgütünün donanmalarını ve ona bağlı olan her şeyi yerle bir ettiği bir facia olur. Kaptan Kirk’ün bitirmesi gereken şahsi bir kavgası vardır ve bu tek kişilik kitle imha silahını bulmak için 78 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 aramaya koyulur. Hayatta kalmak ile ölüme teslim olmak arasında mekik dokuyan kahramanlar, bu macerada aşk, dostluk ve fedakârlıklar sınavlarından geçeceklerdir. Kirk tek ailesi olarak nitelendirdiği mürettebatı için fedakârlığın anlamını yeniden sorgulayacaktır. Bilim-kurgu, aksiyon ve dramı harmanladığı yapımlarla 2000’li yılların en sevilen yönetmen-yapımcıları arasına giren J.J. Abrams, seyirciyi kendi imzasını taşıyan ikinci Star Trek macerasına götürüyor. Filmin senaryosunda Roberto Orci, Alex Kurtzman ve Damon Lindelof’un imzası bulunurken Chris Pine, Zachary Quinto, Benedict Cumberbatch ve Zoe Saldana kadronun öne çıkan isimleri arasında. SA RAYDA N K I Z K AÇI R M A - PEKİ N PEKİN’DE SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Pekin’de ilk kez sahneye çıkan W.A. Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” operası ÇİN’de Türk Kültür Yılı Etkinlikleri çerçevesinde ilklere imza attı. Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Türkiye’den bir opera topluluğu ile ilk kez bu denli kapsamlı bir turne gerçekleştirildi ve bu eserin Pekin Prömiyeri Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından yapıldı. Türkiye adına heyecan ve gurur verici olan bu etkinlikte Orkestra şefliğini Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Rengim Gökmen’in yaptığı eseri Başrejisör Yekta Kara sahneye koydu, dekor tasarımını Çağda Çitkaya, kostüm kreasyonunu Şanda Zıpçı, ışık tasarımını ise Fuat Gök yaptılar. Ankara Devlet Opera ve Balesi solo, koro ve orkestra sanatçılarının üst düzey bir performans sergiledik- leri eserin koro şefliğini Lyubomira Aleksandrova üstlendi. Ankara Devlet Opera ve Balesi Müdürü Aykut Çınar’ın başrollerden birini üstlendiği eserde Selim Paşa rolünü Devlet Tiyatrosu sanatçısı Okan Şenozan oynadı. Temsil Pekin’de, 219.400 metrekarelik bir alana yayılan, 6513 seyirci kapasiteli 4 adet salonu olan ve Fransız mimar PAUL ANDREU’nun imzasını taşıyan bir tasarım harikası olarak kabul edilerek “THE GIANT EGG” (dev yumurta) adıyla da anılan Ulusal Sahne Sanatları Merkezinde gerçekleştirildi. 2416 kişilik Opera Salonu’nu dolduran seyirciler, Türk sanatçıların sahnelediği ve Osmanlı kültürü ile geleneklerini konu alan Saraydan Kız Kaçırma eserini büyük bir beğeniyle izledi ve temsil bol alkış aldı. Temsil- den 2 saat önce ise; iki Ülkenin Opera Kurumları işbirliklerini bir Mutabakat Zaptıyla taçlandırdılar. Çin halkına sanat alanında hizmet etmeyi, sanatta mükemmeliyeti elde etmeyi ve evrensel olarak kabul görmeyi hedefleyen Çin Ulusal Sahne Sanatları Merkezi Başkanı Dr. Jingmao Yang ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Prof. Rengim Gökmen arasında imzalanan 3 yıl süreli Mutabakat Zaptı iki Ülkenin Opera Kurumları arasında sanatçı ve prodüksiyon değişimini amaçlıyor. Her iki Ülkenin ulusal sanat kurumları olan bu iki kuruluş, profesyonel işleyişlerini en üst düzeyde güçlendirmek ve sanatçı kaynaklarının yoğun değişimini sağlamak için karşılıklı ziyaretler ve idari personel değişimleri yapmak üzere anlaştılar. SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 79 kitap YİYELİM İÇELİM, TARİHİNİ BİLELİM Antik Çağdan günümüze, beslenmenin ve yiyecek-içecek kültürünün binlerce yıllık serüveninin anlatıldığı kitabın yazarı Deniz Gürsoy, kitabın içeriğini şöyle anlatıyor: “Yemek, bireyin en temel gereksinimi olduğu kadar toplumsal, hatta ulusal kimliğin oluşturucu öğelerinden biri olarak da nitelendirilebilir. Bu nedenledir ki, yemeğin toplumsal süreçlerle değişim ve gelişimi gelenek oluştururken, onu aynı zamanda sanat katına da yükseltti. Yazar: Deniz Gürsoy Yayınevi: Oğlak Yayıncılık Yayın Tarihi: 2013 Dili: Türkçe Yemek sanatı, binlerce yıldır değişik amaçlarla, farklı açılardan değerlendirildi. Konuyla ilgili akademik çalışmalar, bilimsel incelemeler bir yana, bugün yalnızca yemek tariflerini içeren kitapların sayısı bile binlerle ifade edilebilecek rakamlara ulaşmıştır. Ancak, insanların ev dışında, gerek tek başına, gerek aile olarak, gerekse daha kalabalık gruplar hâlinde yeme ve içme gereksinimlerini karşılayan yiyecek içecek hizmetleri sektörünün tarihsel evrimine ışık tutacak yeterli inceleme olmadığı gibi, günümüzde üstlendiği misyonu yansıtacak çalışmalardan da yoksunuz. Tam yirmi yıl boyunca toplu yemek hizmetleri sektöründe görev yapan biri olarak, bu tür çalışmaların eksikliğini hep duydum. Böyle bir kitabı hazırlama düşüncesi de özellikle, duyduğum bu eksiklikten kaynaklandı.” FENA: MEVLÂNA’DA ÖZGÜRLÜK Yazar: Ekrem Özdemir Yayınevi: Otorite Yayınları Yayın Tarihi: 2013 Sayfa Sayısı: 206 Yedi asır sonra bugün Mevlâna bize insan iradesi konusunda ne söylemektedir? Özgürlük anlayışıyla nasıl bir model sunmaktadır? İnsan nasıl özgürleşir? Kişinin iradesiyle Allah’ın iradesi arasındaki ilişki Mevlâna’da nasıl şekillenmektedir? İslam âleminin pasiflik ve kadercilikle itham edildiği bir çağda, İslam’ı Mevlâna üzerinden anlamaya çalışan ve en büyük derdi özgürlük olan dünyamıza büyük mütefekkirimiz neler söyleyebilir? İnsanın aklına, iradesine ne kadar değer verir? Bilimsel gerçeklerle, geleneksel değerler arasına sıkışan insanımıza bir bakış açısı sunabilmekte midir? Yazar, Ekrem Özdemir’in Fena-Mevlâna’da Özgürlük kitabı, Mevlâna’nın eserlerinden yola çıkarak bu sorulara cevap veriyor ve ekliyor: “Yaşadıklarımız hak ettiklerimizdir.” 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013 AŞKIN COĞRAFYASI Yazar: Ahdaf Soueif Çevirmen: Zeliha Babayiğit Sayfa: 579 Dil: Türkçe Yayınevi: Everest Yayınları Yayın Tarihi: 2013 İki kadın, yirminci yüzyılın iki ucunda konforlu dünyalarının dışına çıkmaya cesaret eder. 1901 yılında Lady Anna Winterbourne, İngiltere’yi terk ederek, milliyetçi duygularla dolup taşmaya başlayan Mısır’a doğru yola koyulur. Ancak şimdiye kadar kendisine yabancı olan bu toprakları sevinçle keşfederken, yeni bir aşk da onu beklemektedir. Aradan neredeyse yüzyıl geçer. Bu kez bir aile yadigârı sandıkta keşfettiği defter ve günlüklerin izini sürmek için Mısır’a yolu düşen Isabel Parkman adında bir gazeteci olur. Keşfettiği belgeler atalarının yaşamını gün yüzüne çıkarırken onunkini tümden değiştirecektir. Farklı düşüncelere sahip iki insanın aynı duyguları paylaşma hikâyesini konu edinen bu kitap sürükleyiciliğiyle okuyucularını etkiliyor.