Bir Hoş Görememe Durumu Olarak: Türkiye
Transkript
Bir Hoş Görememe Durumu Olarak: Türkiye
Bekir Mert Pehlivanlı BİR HOŞ GÖREMEME DURUMU OLARAK: TÜRKİYE Hoşgörü ve liberalizm ilişkisine genel bir bakış Hoşgörü insanlığın bir parçasıdır. Hepimizin hataları ve eksikleri var; gelin karşılıklı olarak birbirimizin hata ve eksiklerini bağışlayalım, çünkü hoşgörü doğanın ilk yasasıdır... Eğer aklınla öfkeni yenemiyorsan, kendini insandan sayma... Voltaire Liberalizm her türlü hoşgörüsüzlüğe hoşgörüsüz olmalıdır. Ludwig von Mises TDK, ‘hoşgörü’ kavramını ‘’Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans’’ şeklinde tanımlamaktadır. Ünlü liberal düşünür John Locke’un Hoşgörü Üstüne Bir Mektup eseri bir nevi hoşgörünün manifestosudur. İlk liberal diyebileceğimiz bir düşünür olan John Locke’un hoşgörü üzerine bu derin analizi bizi şaşırtmalı mıdır? Neden bu konuyla ilk liberal diyebileceğimiz bir düşünür bu kadar kafa yormuştur? Cevap basittir; liberal düşünce geleneğinin en çok önem verdiği kavram ‘’hoşgörü’’dür. Liberal düşünce geleneği oldukça eskiye dayanan ve geniş bir düşünce geleneğidir. Locke, Hume, John Stuart Mill, Kant, John Rawls, Robert Nozick, Karl Popper, Hayek, Ayn Rand, Ludwing von Mises, Spencer gibi düşünürlerin hepsi de geniş liberal gelenek içinde yer alır. Bu düşünürler arasında önemli farklılıklar vardır birçok konuda. Örneğin liberalizmin pragmatist olması gerekip gerekmediği sorulsa; J.S Mill gibi bir düşünür buna, kısmen olumlu cevap verirken Kant, buna şiddetle karşı çıkacaktır. Ya da bu düşünürlerin rasyonalizme bakışına bakalım. Anti-rasyonalist bir çizgide yer alan Hume ile akla büyük önem veren Rawls’ın yaklaşımı şüphesiz ki farklı olacaktır. Peki, öyleyse, bu farklılıklara rağmen bu düşünürleri geniş liberal gelenek içinde saymamızın sebebi nedir? Cevap bize kalırsa, bu düşünürlerin hepsi için de hoşgörü kavramının vazgeçilmez olmasıdır. Bu düşünürlerden hiçbirinin hoşgörü kavramına soğuk bakması beklenemez. Toplumsal bütünleşmeyi tek tipleştirme ile değil, farklılıklarımızı öne çıkararak sağlamanın tek yolu da hoşgörüye önem vermektir. Hoşgörü kültürünün olduğu toplumlar kendiyle barışık olacaktır. Hoşgörü kültürünün yaygın olduğu Batı’ya/ABD’ye bakacak olursak hepsinin de liberal demokrasi ile yönetildiğini görürüz. İlk liberal düşünür olan Locke’un, hoşgörüyü derinlemesine analiz eden ilk düşünür olması tesadüf değildir. Locke, liberal bir toplum için hoşgörünün önemine dikkat çekmiş; ondan sonra gelen liberal düşünürler de buna katılıp üzerine birçok ekleme yapmıştır. Haliyle bu liberal düşüncelerden büyük oranda etkilenen Batı ve ABD liberal demokrasiyi kurmuş, böylece hoşgörü kültürü gelişmiştir. Liberal değerlerin baskın olmadığı, liberal demokrasinin olmadığı bir yerde hoşgörü kültürünün gelişmesi beklenemez. Daha ilerde ayrıntılı göstereceğim üzere Türkiye gibi devletçi, tek tipçi, kolektivist düşüncelerin uzun süre hâkimiyetini koruduğu ülkelerde, hoşgörü kültürü kolay kolay gelişememektedir. Birçok araştırmayla destekleyeceğim bu konuda görüşlerimi ve bu ‘’hoş görememe durumu’’nun sebebi olarak da liberalizmin ülkemize çok geç kazandırılmış bir düşünce geleneği olması ve hala da devletçi, tek tipçi düşüncelerin hegemonyasının hala devam etmiş olmasını ileri süreceğim. Hoşgörü kültürünün, katı pozitivist aydınlanma geleneğinin mirası olan ‘’katı laiklik’’ ile değil sekülerizm ile geliştirebileceğini göstereceğim. Bunun için John Locke’un aslında kitapta betimlediği sekülerizmi önereceğim. Öncelikle liberalizm ile hoşgörü arasındaki bu bağı daha iyi görmek için liberal düşünce geleneğinde önemli yer tutan Isaiah Berlin’in değer çoğulculuğu anlayışını incelemeliyiz. Isaiah Berlin’e göre hiçbir değer, diğer değerden üstün görülemez. Çünkü bireylerin farklı amaçları vardır, bundan dolayı çoğu zaman değerleri çakışır. Mustafa Erdoğan’ın da ifadeleriyle (http://liberal.org.tr/incele.php?kategori=MTg=&id=MzY5) ‘’Çoğulculuğun belli bir siyasî sistem türü ile nedensel bir ilişkisi olup olmadığı veya bundan nasıl bir politik sistemin türetilebileceği tartışmalı olmakla beraber, siyaset felsefesinde liberalizmle çoğulculuk arasında yakın bir ilişki bulunduğu görüşü yaygındır. Berlin’in kendisi de değer çoğulculuğunun tercih özgürlüğünü zorunlu kıldığını düşünmektedir ki bu bir bakıma liberalizmin çoğulculukla meşrulaştırılmasıdır.’’ “Gündelik tecrübemiz içinde karşılaştığımız dünya, eşit derecede nihaî amaçlar ve eşit derecede mutlak iddialar arasında tercihler (choices) yapmak durumunda olduğumuz bir dünyadır ki bu amaçlar ve iddiaların bazılarının gerçekleştirilmesi kaçınılmaz olarak diğerlerinin feda edilmesini gerektirecektir. Esasen, böyle olduğu içindir ki insanlar tercih hürriyetine böylesine çok değer verirler. (...) Şu halde, mutlak talepler arasında tercihte bulunmanın zorunluluğu insanlık durumunun kaçınılmaz bir niteliğidir. Bizatihi bir amaç olarak özgürlüğe değerini veren budur” (akt. Erdoğan, Berlin 1970: 168, 169). Isaiah Berlin bu çoğulculuk anlayışı temelinde liberalizmi iki şekilde savunur. Birden çok rakip değerin olduğunu kabul ediyorsak, tek bir değer üzerine inşa edilen toplumların diğer değerleri yok edeceğini kabul etmemiz gerekir. Burada Türkiye’yi düşünelim… Cumhuriyet de ‘’Beyaz Türkler’’in değerleri üzerine inşa edilmiş olup muhafazakâr, Kürt kimliklerinin değerlerini yok saymış, bastırmıştır. Çünkü bir değer diğer değerlerden üstün görülmüş, diğer değerler zorla bastırılmıştır. İkinci olarak da birçok değerin eşit olarak görüldüğü bir toplumda bütün değerleri de içine aldığı için hakikati de içerir. William’ın ifadesiyle (akt. Erdoğan,Williams 1980: xvii-xviii) “Çok sayıda farklı değerin varlığının bilincinde olmak bizatihi bir iyidir, bu mutlak ve temel bir hakikatin bilgisi demektir”. Görüldüğü gibi, değer çoğulculuğuna dayanan liberalizmin hiçbir değeri diğerine göre daha “iyi”, “yüce” vb. görmesi beklenemez. Her birey kendi amaçları doğrultusunda değerlerini belirler ve liberal bir toplumda bu, sadece bireyi ilgilendirir. Bu teoriyi din özgürlüğü çerçevesinde düşünelim… Liberal bir toplumda başörtüsü takmanın ya da takmamanın daha “iyi” bir değer olduğu ya da cem evlerinin ibadet yeri olup olmadığı tartışılmaz. Çünkü liberalizm için her bireyin amacı farklı olduğundan değerleri de farklı olacaktır; haliyle bu değerlerin hangisinin daha iyi, daha yüce olduğunu belirleyecek bir otorite yoktur. Bunun sebebini Rasmussen ve Uyl şu şekilde açıklar: “İnsani gelişim arayışı ve ona ulaşılması herkesin aynı ödül için mücadele ettiği bir yarış değildir; (bu) tek bir hız standardı olan birleşik bir yarış” olmayıp, “her bir kişinin, dysdaimonia’ya (mutsuzluğa) karşı (...) kendi başına koşması gereken” bir yarıştır (akt. Erdoğan, Rasmussen & Uyl 1997: 46). Değer çoğulculuğu üzerine kurulmuş bir toplumda hiçbir değer diğerinden daha önemli görülmediği için bütün değerlere sahip çıkılacak ve kimse ötekileştirilmeyecektir. Eğer cumhuriyet kurulurken değer çoğulculuğu hususuna zamanında dikkat edilseydi, değerleri yok sayılan, aşağılanan bireylerin, grupların, etnik kimliklerin, farklı mezhepteki insanların sorunlarıyla uğraşmıyor olurduk. Değer çoğulculuğunu tamamen yok sayan toplumlarda hoşgörü kültürünün gelişmesi imkânsızdır. Örneğin tek doğrunun Marksizm ve onun içindeki değerler olduğunun kabul edilip buna göre bir toplum modeli inşa edildiğini düşünelim. Bu toplumda hoşgörü kültürünün gelişmesine imkân var mıdır? Stalin’in Sovyetler’inde en küçük farklı düşünen bireylerin bile kurşuna dizildiğini bilinmektedir. Çünkü tek değer varsa, diğer değerler yanlıştır. Bu toplumda düşünmek, sorgulamak hoşgörü ayıplanacak kavramlar olacaktır. Peki liberalizm her şeye hoşgörü gösterebilir mi? Bu sorunun cevabı liberalizmin hoşgörüsüzlüğe hoşgörü gösteremeyeceği olacaktır. Mises, hoşgörü adlı makalesinde şöyle demektedir (http://www.ozgurtoplumundegerleri.com/res/Ludwig_von_Mises_Hosgoru.pdf); “ liberalizm her türlü hoşgörüsüzlüğe hoşgörüsüz olmalıdır. Eğer bir kimse insanların barış içinde beraber yaşamasının sosyal evrimin amacı olduğunu düşünürse, papazların ve fanatiklerin bu barışı bozmasına izin vermez. Liberalizm bütün metafizik ve dini inançlara hoşgörü gösterir. Bunu, bu ‘yüce’ şeylere olan kayıtsızlığından değil, toplum içindeki barışın, güvenliğinin herkes ve her şeyden önce geldiği inancından yapar. Ve bütün düşünce, din ve mezheplere aynı hoşgörü gerektiği için, biri ötekilere karşı hoşgörüsüzlüğe cüret ederse, ona kendi sınırlarını hatırlatmak zorundadır.’’ Liberalizmin diğer hoşgörülerden farkını da yine gayet güzel göstermiştir. Mises, liberalizmin hoşgörüsünü şu şekilde ayırır: “Şüphesiz, üstün olduklarında, karşı görüşe zulme doymayan din ve mezhepler, azınlık olduklarında en azından kendileri için hoşgörü talep ederler. Fakat bu hoşgörü talebinin, liberal hoşgörü talebiyle ortak hiçbir noktası yoktur. Liberalizm hoşgörüyü fırsatçılıktan değil, bir prensip meselesi olarak talep eder.’’ Türkiyede hoşgörü yada bir başka deyişle hoş görememe durumu Siyasi yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle ayırt etmeyi ve ikisi arasına adil sınırlar koymayı bütün her şeyin üzerinde zorunlu buluyorum. Eğer bu yapılmazsa, bir tarafta insan ruhunun çıkarlarıyla ilgilenenler yahut en azından ilgilendiklerini iddia edenler ile öte tarafta devleti koruyan yahut en azından koruduklarını ileri sürenler arasında sürekli ortaya çıkacak olan ihtilaflara son verilemez. John Locke Devlet bana göre, sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için teşkil edilmiş bir insan toplumudur. John Locke Türkiye’de hoşgörü ile yapılan araştırmalar konusunda literatür taraması yapıldığında, genel olarak dinî hoşgörünün üzerinde durulduğu görülür. Hâlbuki hoşgörünün birçok çeşidi vardır dini hoşgörü bunlardan sadece biridir. Örneğin, Mustafa Erdoğan (http://www.3hhareketi.org/basindanyazi.php?id=181) hoşgörünün diğer bir çeşidi olan politik hoşgörüyü “devletin veya toplumun kendi inançlarını, hayat tarzını ve kültürünü devlet gücü kullanarak başkalarına dayatmaktan kaçınması” olarak tanımlamaktadır. John Locke da bu kitabında, farklı dinden kişiler arasındaki hoşgörü ve farklı mezhepteki kiliselerin hoşgörüsü üzerinde durmuştur. Buradan dinî hoşgörü, politik hoşgörü gibi kişiler arası hoşgörü olduğu da söylenebilir. Hoşgörüsüzlüğün tek sebebi dinî sebepler değildir. İfade özgürlüğü de hoşgörünün bir parçasıdır. Hoşgörülü birey, farklı görüşlere katılmasa da onları hoş görebilir. Türkiye ise AİHM tarafından bu konuda en çok yargılanan ülkedir. İnsanlar düşüncelerini ifade ettiğinde (-özellikle bu düşünce Kemalist-solmuhafazakâr hegemonyanın dışındaysa) kendileri hakkında birçok dava açılabilmektedir. Türkiye’de liberal düşüncenin en önemli ismi Atilla Yayla bir konferansta Mustafa Kemal Atatürk hakkında “bu adam” dediği için linç kampanyasına maruz kalmış ve hakkında dava açılmıştır. Dinî hoşgörü konusunda sorun olarak genelde literatüre bakıldığında diğer mezhepteki insanların sorunları (özellikle Aleviler’in sorunu), zorunlu din dersi, devletin diğer bireyleri bir nevi zorla Sünnilik mezhebini empoze etmesi, herkesten alınan vergilerle Sünnilik mezhebinin temsilci olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ayakta tutulması, başörtüsü özgürlüğü, gayrimüslim bireylerin yaşadığı sorunların ağırlıkta olduğu görülür. Tüm bu sorunlar aydınlanmacı, katı pozitivist zihniyetin bir ürünü olan katı laikliğin sorunlarıdır. John Locke’un vurguladığı gibi (Locke,1689:82) “Halbuki onların her biri kendisini, kendi hudutları içinde tutsaydılar -biri toplumun dünyevi refahıyla, diğeri ruhların selametiyle meşgul olsa- aralarında bir ihtilaf çıkması hiçbir zaman mümkün olamaz.’’ Burada Locke, sekülerizm kavramını önermektedir bizlere aslında. Sekülerizm ile din, özerklik kazanacak; böylece devletin baskısından kurtulacaktır. Batı toplumlarının genelde seküler olduğu söylenmektedir. Birçok Hıristiyan’a göre Hıristiyanlık esasta seküler devlet modelini önermektedir. Burada genelde Luka İncili 20. Bölüm 25. Bölüm ayetine atıf yapılır. Bu ayette ‘’ O da ’Öyleyse sezar’ın hakkını sezar’a,tanrının hakkını tanrıya verin’ dedi ‘’ yazar. Bu ayetin sekülerizm önerdiği söylenir genelde. Bunun için Batı da seküler devlet ve seküler bir toplum yaratmak kolay olmuş bu tarz sorunlarla uğraşmamışlardır. İslam toplumlarında ise Kuran’ın Maide süresi 44. Ayetine atıf yapılır ve sekülerizm reddelidir genel olarak. Bu ayet de “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir” denilmektedir. Eğer Batı gibi katı laiklikten Batılı anlamda seküler bir devlet ve seküler bir toplum yaratırsak bu sorunlar çözülecektir. Seküler bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı, zorunlu din dersi, nerenin ibadethane olacağı, Sünnilik mezhebini empoze etme vb. sorunlar söz konusu olmayacaktır. Şenol Kaluç Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması konusunda şunları söyler: (http://www.stargazete.com/acikgorus/din-ve-vicdan-ozgurlugu-ve-cemaatler-haber- 396970.htm) “Böyle bir düzenlemenin en ateşli savunucularının bizatihi samimi Müslümanlar olması gerektiği çok açık. Kendilerine sorulmadan alınan ve DİB eli ile Sünni İslam için harcanan paraları helal etmeyen milyonlarca insan varken, bu paraların kullanılmaya devam edilmesinin ne kadar ahlaki olduğu tartışmalıdır.’’ Ben bu makalemde ama Türkiye’deki hoşgörü sorunun çok daha derin olduğunu göstermeye çalışacağım. Bunun için bazı araştırmalara bakmalıyız. İlk önce 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nı inceleyelim: (http://t24.com.tr/haber/turk-halki-farkiliklara-hosgorugostermiyor/157879) Türkiye’de insanlar, kendiyle benzer olmayan insanlar ile komşu olmak istememektedir. Türkiye’de insanların %84’ü eşcinsel, %74’ü AİDS’Lİ, %68’i nikâhsız yaşayan çiftler, %64’ü tanrıya inanmayan, %54’ü şeriat yanlısı, %48’i Hıristiyan komşu, %39’u başka dinden insanlar, %39’u göçmenler, yabancı işçiler, %26’sı kızları, şortla dolaşanları, %20’si oruç tutmayanlar, %17’si sevmediği partiye oy veren insanlar ile komşu olmak istememektedir. Bu oranlar oldukça ürkütücüdür. Bu oranlar bize gösteriyor ki toplumsal hoşgörü kültürümüz yok denilecek kadar az. Yine başka bir araştırmaya bakacak olursak; (http://www.milliyet.com.tr/2006/03/16/guncel/gun01.html) eşcinsellerden rahatsız olanların oranı %76, evlenmeden yaşayan çitlerden rahatsız olanların oranı %65, küpe takmış erkeklerden rahatsız olanların oranı %63, barlara, diskoteğe gidenlerden rahatsız olanların oranı %56, açık giyinen kadınlardan rahatsız olanların oranı %54, flört eden gençlerden rahatsız olanların oranı %44, başını örtmeyen kadınlardan rahatsız olanların oranı %24, tek başına yaşayan kadınlardan rahatsız olanların oranı %20, boşanmış kadınlardan rahatsız olanların oranı %17’dir. Her iki araştırmada da daha bir çok benim makalede hoş görememe durumu olarak adlandırdığım duruma rastlanılmış ve Türkiye’deki hoşgörünün sıfıra yakın olduğu gösterilmiştir. Bugün ekonomik gelişmenin arkasındaki gizli gücün hoşgörü olduğu bir çok araştırma ile ispatlanmaktadır (http://www.bilgicagi.com/Yazilar/202322ekonomik_gelismenin_arkasindaki_gizli_guc_hosgoru.aspx) “Toronto Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Sosyal Siyaset uzmanı Richard Florida 2002’de Yaratıcı Sınıfın Yükselişi (The Rise of Creative Class) isimli kitabında ortaya koyduğu 3T teorisiyle gelişmiş ülkelerin sırrının hoşgörü ortamı olduğunu ortaya attı. Florida’nın 3T (Technology, Talent, Tolerance) yaklaşımı teknoloji, yetenek ve hoşgörünün önemine dikkat çekiyor. Buna göre yetenekli insanların oluşturduğu yaratıcı sınıf, hoşgörülü ortamlarda birikiyor ve teknolojinin gelişmesine yardımcı oluyor. Bu üç unsur bir araya geldiğinde de bu bölge ekonomik anlamda kalkınmaya başlıyor.” Görüldüğü gibi hoşgörüyle ekonomik gelişme arasında doğrudan bir ilişki vardır. Türkiye’de hoşgörü kültürünün yerleşmemesi ekonomik olarak geri kalmamıza da yol açmaktadır. SONUÇ Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz ki Türkiye’de dini hoşgörü, kişiler arası hoşgörü, ifade özgürlüğü, politik hoşgörü konularının hepsinde sınıfta kalmaktadır. Dini hoşgörü dini kurumları özerk bir hale getiren sekülerizmi hedefleyen bir reformla çözülebilir ama genel anlamda hoş görememe durumumuz uzun vadede liberalizmin ülkemize yayılmasıyla çözülebilecektir. Bunun için hoşgörüsüzlüğü körükleyen Kemalist, muhafazakâr, Marksist vb. kolektif ideolojilerin hegemonyası kırılmalıdır. Liberal bir demokrasiye yakışacak bir sivil anayasa ile uzun vadede de olsa liberal bir devlet ve liberal bir toplum yaratılabilir. Böylece hoşgörü kültürü de her boyut da topluma yayılacaktır. KAYNAKÇA John Locke (1689),Hoşgörü üstüne bir mektup ,Çev. M. Yürüşen (Ankara: Liberte Yayınları) http://liberal.org.tr/incele.php?kategori=MTg=&id=MzY5 http://www.ozgurtoplumundegerleri.com/res/Ludwig_von_Mises_Hosgoru.pdf http://www.3hhareketi.org/basindanyazi.php?id=181 http://www.stargazete.com/acikgorus/din-ve-vicdan-ozgurlugu-ve-cemaatler-haber396970.htm http://t24.com.tr/haber/turk-halki-farkiliklara-hosgoru-gostermiyor/157879 http://www.milliyet.com.tr/2006/03/16/guncel/gun01.html http://www.bilgicagi.com/Yazilar/202322ekonomik_gelismenin_arkasindaki_gizli_guc_hosgoru.aspx