PDF ( 29 )
Transkript
PDF ( 29 )
Ýktisadi ve Ýdari Bilimler Fakültesi e-Dergi Faculty of Economics and Administrative Sciences e-Journal http://iibfedergi.trakya.edu.tr ISSN 2147-2483 Temmuz - Aralýk 2012 Cilt 1 Sayý 2 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Cilt: 1 Sayı: 2 Aralık 2012 ISSN: 2147-2483 http://iibfedergi.trakya.edu.tr TRAKYA UNIVERSITY Faculty of Economics and Administrative Sciences e-Journal Volume: 1 No: 2 December 2012 ISSN: 2147-2483 http://iibfedergi.trakya.edu.tr TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TRAKYA UNIVERSITY İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Cilt: 1 Sayı: 2 Aralık 2012 Faculty of Economics and Administrative Sciences e-Journal Volume: 1 Number: 2 Aralık 2012 Dergi Sahibi/ Owner Trakya Üniversitesi Rektörlüğü İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Adına Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN Editör/Editor Doç. Dr. Ayhan GENÇLER Dergi Yayın Kurulu/ Editorial Board Başkan/ Chairman Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN Üyeler/Members Prof. Dr. H. Berke DİLAN Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN Prof. Dr. Sibel TURAN Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU Pof. Dr. Fehmi YILDIZ Doç. Dr. Kıymet ÇALIYURT Doç. Dr. Berkan DEMİRAL Doç. Dr. Ayhan GENÇLER Doç. Dr. Nurcan METİN Yrd. Doç.Dr. Ebru Z. BOYACIOĞLU Yrd. Doç. Dr. Özlem ÖZKIVRAK Yayına Hazırlayan Öğr. Gör. Sedat KOCADOĞAN İletişim Adresi/Address T.C Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Balkan YerleşkesiEdirne/ TÜRKİYE Tel: 0284 235 71 51 -52 Faks: 0284 235 73 63-18 57 DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Ali AKDEMİR Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Ayşe Akyol Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Işıl AKGÜL Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Akın AKSU Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Sudi APAK Beykent Üniversitesi Prof. Dr. Nurdan ASLAN Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Şahamet BÜLBÜL Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Ebru ÇAĞLAYAN Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Canan ÇETİN Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Fatma Füsun İSTANBULLU DİNÇER İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Hasan DİLAN Trakya Üniversitesi Doç. Dr. Dilek ALTAŞ Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Ünal Halit ÖZDEN İstanbul Ticaret Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa TEKİN İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Selahattin GÜRİŞ Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Serdar ONGAN İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Nadir ÖCAL Orta Doğu Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Süleyman ÖZDEMİR İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Vedat PAZARLIOĞLU İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Prof. Dr. Burak SALTOĞLU Boğaziçi Üniversitesi Prof. Dr. Bedriye SARAÇOĞLU Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Sibel TURAN Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Münevver TURANLI İstanbul Ticaret Üniversitesi Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Fehmi YILDIZ Trakya Üniversitesi Doç. Dr. Ayhan GENÇLER Trakya Üniversitesi Doç. Dr. Abdülkadir SENKAL Kocaeli Üniversitesi I BU SAYININ HAKEMLERİ Prof.Dr. Derman KÜÇÜKALTAN Trakya Üniversitesi Prof.Dr. Sadi UZUNOĞLU Trakya Üniversitesi Prof.Dr. Nadir EROĞLU Marmara Üniversitesi Prof.Dr. Mustafa AKSU Haliç Üniversitesi Doç.Dr. Ayhan GENÇLER Trakya Üniversitesi Doç.Dr. Ercan SARIDOĞAN İstanbul Üniversitesi Yrd.Doç.Dr. Ayhan UÇAK Trakya Üniversitesi Yrd.Doç.Dr. Veysi AKIN Trakya Üniversitesi Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman BENLI Sakarya Üniversitesi II İÇİNDEKİLER Burak Sencer ATASOY JAPONYA’NIN TAHVİL GETİRİLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME 1-32 Ali ERDOĞAN TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI: EKONOMETRİK BİR ANALİZ 33-48 Sinem YILDIRIMALP OSMANLI DÖNEMİ SİVİL TOPLUM VE DEVLET İLİŞKİSİNDE VAKIFLARIN YERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME 49-77 Hasan Murat ERTUĞRUL, Ahmet KENAR EXTERNAL DEBT AND GDP RELATIONSHIP: A DYNAMIC ANALYSIS FOR TURKEY 78-94 Serdar ONGAN THE VITAL IMPORTANCE OF TOURISM RECEIPTS ON THE LARGE CURRENT ACCOUNT DEFICITS OF TURKEY 95-106 Aytül ÇOLAK 21.YÜZYILDA İSTİHDAM EĞİLİMLERİ; İŞİN KALİTESİ SORUNSALI VE İNSANA YAKIŞIR İŞ OLGUSU 107-125 Cemal İYEM SPORDA ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ ve SOSYAL HAKLAR: 6356 SAYILI YENİ SENDİKALAR ve TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ KANUNU BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME 126-145 III Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) JAPONYA’NIN TAHVİL GETİRİLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME Burak Sencer ATASOY1 ÖZET Bu çalışmada, GSYH’ye oran olarak dünyanın en yüksek borç stokuna sahip olan ve yaşlanan nüfusuna bağlı olarak mali dengelerin ilerleyen dönemde daha da bozulmasının beklendiği Japonya’nın, ortaya çıkan mali sürdürülebilirlik kaygılarına rağmen dünyanın en düşük ikinci 10 yıllık devlet tahvili getirisine sahip olmasının nedenleri araştırılmaktadır. İlk olarak kamu mali dengelerindeki bozulmanın nedenleri incelenmekte, daha sonra düşük devlet tahvili getirilerine neden olan faktörler analiz edilmektedir. Çalışmada devlet tahvillerine çoğunlukla yerli yatırımlar tarafından sahip olunması, geniş yurtiçi tasarruf havuzu ve Japonya Merkez Bankası ile kamu sermayeli emeklilik ve sigorta şirketlerinin yüksek düzeyde tahvil tutmasının tahvil getirilerinin düşük kalmasına imkân tanıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Diğer taraftan, hızla yaşlanan nüfusuna bağlı olarak tasarruf oranının gerilemesi, cari işlemler dengesindeki bozulma ve sosyal güvenlik/emeklilik harcamalarında beklenen artış borçlanma maliyetlerinin artmasını ve ülkenin temerrüde düşmesini beraberinde getirebilecektir. Anahtar Kelimeler: Japonya, Tahvil Getirisi, Borç Sürdürülebilirliği, Kamu Borç Stoku, Bütçe Açığı AN INVESTIGATION ON JAPANESE GOVERNMENT BOND YIELDS ABSTRACT Despite having the largest government debt stock as a share of GDP in the world and fiscal fundamentals expected to deteriorate in forthcoming period, Japan’s government bond yields remain extremely low. In this study, we first analyze the reasons behind the deterioration in public finances. After that, we examine the possible factors behind low government bond yields. It 1 Hazine Uzmanı, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, burak.atasoy@hazine.gov.tr 1 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) is concluded that, high bond ownership ratio among domestic investors, large pool of household savings, and Bank of Japan’s strong government bond demand plays a key role in reducing government bond yields. Nevertheless, sharp reduction in saving rates due to rapidly aging population, deterioration of current account balance and expected increases in social security/pension expenditures could bring along a surge in borrowing costs and a possible default. Key Words: Japan, Bond Yields, Debt Sustainability, Government Debt Stock, Budget Deficit JEL Classification Codes: E21, E43, E44, E52, E62.* 1. GİRİŞ 2011 yılı itibarıyla kamu brüt borç stokunun GSYH’ye oran olarak yüzde 230’a ulaştığı Japonya dünyanın en borçlu ülkesi durumundadır. Her ne kadar 2003-2007 döneminde sınırlı bir mali konsolidasyona gidilse de, 2008 yılından itibaren etkili olan küresel kriz mali dengelerin yeniden bozulmasına yol açmıştır. Halihazırda yüksek düzeyde bulunan borç stokuna ek olarak, 2011 yılında yaşanan depremin etkisiyle GSYH’ye oran olarak yüzde 10’a yaklaşan bütçe açığı, pek çok AB ülkesinin temerrüde düştüğü mevcut konjonktürde Japonya’nın mali sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Şekil 1’den de görüleceği üzere, Japonya’nın mali göstergelerinin ilerleyen dönemde de olumsuz seyretmeye devam etmesi beklenmektedir. * Makalede yer alan görüşler yazara ait olup, Hazine Müsteşarlığının görüşlerini yansıtmamaktadır. 2 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: IMF Dünya Ekonomik Görünümü Veri Tabanı, Ekim 2012 * 2011 yılı sonrasındaki veriler resmi projeksiyonları ifade etmektedir. Şekil 1: Japonya’nın Mali Göstergeleri Diğer taraftan, borç sürdürülebilirliğine ilişkin olarak ortaya çıkan kaygılara rağmen, Japonya’nın devlet tahvili getirileri karışık bir tablo çizmektedir. 1990’lardan itibaren borç stoku hızla artarken, tahvil getirilerinin istikrarlı biçimde gerilediği dikkat çekmektedir. 2003 yılının sonlarına doğru yüzde 1-2 aralığına yerleşen 10 yıllık Japon devlet tahvillerinin getirisi, Avrupa borç krizinin derinleştiği dönemde Japon tahvillerinin güvenli liman olarak görülmesine bağlı olarak 2011 yılının son aylarından itibaren yüzde 1’in altına gerilemiştir. Japonya, 2011 yılı itibarıyla, dünya genelinde GSYH’ye oran olarak en yüksek borç stokunun ve gelişmiş ülkeler arasındaki en yüksek üçüncü bütçe açığının kaydedildiği, buna rağmen en düşük maliyetlerden biriyle borçlanan ülke olarak ilginç bir profil çizmektedir. Bu çalışmada yüksek seyreden kamu açıklarına ve borç stokuna rağmen gerilemeye devam eden tahvil getirilerinin nedenleri araştırılmaktadır. Girişi takip eden ikinci bölümde Japonya’nın mali dengelerinin 2. Dünya Savaşı sonrasındaki seyri incelenmiş, üçüncü bölümde düşük tahvil getirilerinin nedenleri üzerinde durulmuş, dördüncü bölümde Japonya’nın borç sürdürülebilirliğine ilişkin riskler analiz edilmiştir. Sonuç bölümünde ise çalışmanın bulguları özetlenmiştir. 3 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) 2. JAPONYA’DA İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÖNEMDE MALİ GÖSTERGELERİN SEYRİ 2. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde denk bütçe politikası izleyen Japonya, 1965 yılına kadar tahvil ihracı gerçekleştirmeye gerek duymamıştır (Ihori, Doi, Kondo, 2001). 1973 yılında ortaya çıkan petrol kriziyle beraber ivme kazanan bütçe açıkları, borçlanma ihtiyacının da hızla artmasına yol açmıştır. Bu dönemde, kamu açıkları esas olarak sosyal harcamalar ve kamu yatırımlarındaki artış ile ekonomideki yavaşlamaya bağlı olarak daralan vergi tahsilatından kaynaklanmıştır (Asako, Ito, Sakamoto, 1991). Açık verme eğiliminin sürmesiyle birlikte 1987 yılında zirveye ulaşan borç stokunun GSYH’ye oranı, o dönemde uygulanan mali konsolidasyona bağlı olarak 1991 yılında yüzde 61’e gerilemiştir. Ancak, Japonya’nın kayıp on yılı olarak da adlandırılan ve 10 yıl süren bir ekonomik durgunluk ve finansal krizin yaşandığı 1990-2000 döneminde mali dengeler yeniden bozulmuştur. Bu dönemde, Asya Krizinin de etkisiyle, ekonomide meydana gelen yavaşlamaya bağlı olarak düşen vergi tahsilatı, deflasyonist baskı, ekonomiyi canlandırmak amacıyla artırılan kamu harcamalarının borçlanma ihtiyacını artırması, yaşlanan nüfusa bağlı olarak artan harcamalar ve yerel yönetim borçlanmasında kaydedilen artış borç stokunun GSYH’ye oranının tırmanışa geçmesine neden olmuştur (Doi, Hoshi, Okimoto, 2011). Bu gelişmelere bağlı olarak, borç stokunun GSYH’ye oranı 1997 yılında yüzde 100 seviyesini aşmıştır. İlerleyen yıllarda çeşitli mali konsolidasyon girişimlerinde bulunulsa da, devlet bütçesi açık vermeye devam etmiş ve borç stoku/GSYH oranı 2002 yılında yüzde 150 seviyesini, 2009 yılında ise yüzde 200 seviyesini aşmıştır. 2011 yılında yüzde 230 düzeyine yükselen borç stokunun GSYH’ye oranı, Japonya’yı açık ara dünyanın borç yükü en yüksek ülkesi yapmaktadır. Küresel kriz ve kriz sonrasında meydana gelen doğal afetlerin etkilerine bağlı olarak yüksek seyreden bütçe açığı dikkate alındığında, borç stokunun GSYH’ye oranının ilerleyen dönemde de artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir. Nitekim, IMF’nin 2012 yılı Ekim ayı Ekonomik Görünüm Raporu’nda, Japonya’nın borç stokunun GSYH’ye oranının 2017 yılında yüzde 250’ye yükseleceği öngörülmüştür. Japonya, 2011 yılı verilerine göre, gerek bütçe açığının gerekse borç stokunun GSYH’ye oranları değerlendirildiğinde mali açıdan dünyanın en sorunlu ülkelerinden biri konumundadır. Bütçe açığının yüksek seyretmesinde düşük vergi tahsilatı, yüksek sosyal güvenlik harcamaları gibi yapısal 4 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) sorunların yanı sıra, doğal afetlere bağlı olarak artış gösteren kamu harcamaları da etkili olmaktadır. 2.1 Gerileyen Vergi Tahsilatı ve Kamu Harcamalarındaki Artış İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1991 yılına kadar dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer alan Japonya ekonomisi, 1991 yılından itibaren yıllar boyunca sürecek durgunluk ve deflasyon dönemine girmiştir. Ülkede 1990 yılı sonrasında göreve gelen hükümetler vergi indirimleri gerçekleştirerek ve kamu harcamalarını artırarak iç talebi canlandırmaya çalışmışlardır. Bunun sonucunda kamu mali dengeleri ciddi anlamda bozulmuş, 1993 yılından itibaren yüksek bütçe açığı verilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan, ekonomiyi canlandırmak amacıyla alınan önlemler başarılı olamamış; Japonya, durgunluk ve enflasyona ek olarak bozulan mali denge sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Japonya, 2010 yılı verilerine göre, OECD ülkeleri içinde vergi gelirleri/GSYH oranının en düşük olduğu 6. ülkedir. 1989 yılında yüzde 29,7 seviyesinde bulunan vergi gelirlerinin GSYH’ye oranı, 1990 yılından itibaren sürekli gerilemiştir. 2003 yılında yüzde 25,7’ye gerileyen söz konusu oran, sınırlı ekonomik toparlanmaya ve o yıl gerçekleşen vergi artışlarına bağlı olarak yeniden yükselme eğilimine girmiş ve 2008 yılında yüzde 28,4 düzeyinde gerçekleşmiştir. Ancak, 2008 yılından itibaren etkili olan küresel kriz vergi tahsilatının bir kez daha düşmesine yol açmıştır. Şekil 2’den görüleceği üzere, Japonya’daki vergi tahsilatı GSYH’ye oran olarak diğer gelişmiş AB ülkelerinin yaklaşık 10 puan altındadır. Bu problem, vergi tahsilatının sosyal güvenlik katkıları haricinde incelendiği durumda daha da çarpıcı hale gelmektedir. Nitekim Japonya, sosyal güvenlik katkıları haricindeki vergi tahsilatı/GSYH oranı sıralamasında OECD ülkeleri içinde Meksika’nın ardından ikinci sırada bulunmaktadır. 5 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: OECD Şekil 2: Vergi Gelirlerinin GSYH’ye Oranı Kaynak: OECD Şekil 3: Vergi Gelirlerinin (Sosyal Güvenlik Primi Hariç) GSYH’ye Oranı Japonya’da vergi tahsilatının düşük seyretmesinin en önemli nedenlerinden biri düşük oranlı uygulanan tüketim vergisidir (katma değer vergisi, KDV). İlk olarak 1989 yılında uygulanmaya başlanan ve oranı yüzde 3 olarak belirlenen KDV’de, düşük seyreden vergi gelirlerini artırmak amacıyla 6 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) 1997 yılında 2 puanlık oran artışına gidilmiştir. 1997 yılından bu yana yüzde 5 olarak uygulanan KDV oranı, 2012 yılı itibarıyla dünya genelindeki en düşük tüketim vergisi oranlarından birisi konumundadır2. Tasarruf oranının yüksek ve tüketim vergisi oranının düşük olması, tüketim üzerinden alınan vergi gelirlerinin GSYH içindeki payının da düşük olmasına yol açmaktadır. Nitekim, 2011 yılı itibarıyla tüketim üzerinden alınan vergi gelirlerinin GSYH’ye oranı yüzde 2,7 düzeyindedir3. Kaynak: OECD Şekil 4: Ortalama Gelir Vergisi Oranı 2 Kanada ve Japonya, yüzde 5 ile OECD genelinde en düşük KDV oranını uygulayan iki ülkedir. 3 OECD Economic Outlook No. 91 veritabanı. 7 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: OECD Şekil 5: Ortalama Vergi Yükü Kaynak: OECD Şekil 6: Katma Değer Vergisi Oranı Tüketim üzerinden alınan vergilerin yanı sıra, artan oranlı olarak yüzde 5-40 aralığında uygulanan gelir vergisinde de vergi tahsilatını olumsuz etkileyen faktörler yer almaktadır. Gelir vergisi sistemi, belirli şartlar sağlandığında vergi matrahından önemli indirimlere imkân sağlamakta ve özellikle orta gelir grubu için düşük marjinal vergi oranları sunmaktadır. Örneğin, 2011 yılı itibarıyla Japonya’da orta gelir düzeyine sahip bekar ve çocuksuz bir kişinin ortalama gelir vergisi oranı yüzde 7,6 düzeyindedir (OECD, 2012a). Bu oran, 2 çocuklu bir karı koca için yüzde 4,8’e gerilemektedir. Diğer taraftan, ortalama gelir vergisi oranı OECD genelinde bekar ve çocuksuz bir kişi için yüzde 15,1, 2 çocuklu bir karı koca için yüzde 9,4 seviyesindedir. Dolayısıyla, Japonya’nın ortalama gelir vergisi oranı 2011 yılı itibarıyla OECD ortalamasının yaklaşık yarısı düzeyinde bulunmaktadır. Tüketim ve gelir vergisinde düşük oranlar uygulayan Japonya, kurumlar vergisinde uyguladığı yüksek oranla dikkat çekmektedir. 2012 yılına kadar uyguladığı yüzde 40,7 lik efektif kurumlar vergisi oranı4 ile dünyanın 4 Bu oran 1 Nisan 2012 tarihinden itibaren ilerleyen 3 mali yılda yürürlükte kalacak ve bu tarihten sonra yüzde 35,64’e düşecektir. Japonya’nın uyguladığı kurumlar 8 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) en yüksek oranlı kurumlar vergisini uygulayan ülke olan Japonya, kurumlar vergisi oranında 2012 yılının nisan ayından itibaren gerçekleştirdiği indirim ile efektif kurumlar vergisi oranını yüzde 38’e çekmiş ve ilk sıradaki yerini ABD’ye bırakmıştır. Kurumlar vergisi tahsilatının GSYH’ye oranının 2010 yılı itibarıyla OECD ortalamasına yakın seviyede bulunduğu Japonya’nın, ekonomideki toparlanmayla birlikte bu oranı artıracağı tahmin edilmektedir. 2012-13 Küresel Rekabet Raporu’nda5, Japonya’nın son dönemde bozulan rekabet gücüne vurgu yapılmakta ve iş yapma kolaylığı önündeki en büyük engelin yüksek kurumlar vergisi oranları olduğu belirtilmektedir. Aynı raporda, Japonya’nın inovasyon ve Ar-Ge alanlarında ilk sıralarda bulunmasına rağmen, bozulan kamu mali dengelerinin rekabet gücünü aşağı çektiği ifade edilmektedir. Mali göstergelerin her geçen gün daha da bozulduğu Japonya’da, vergi gelirlerini artırmak amacıyla vergi reformu gerçekleştirilmesi gerek politik gerekse akademik alanda üzerinde yıllardır tartışılan bir konu olmuştur. Gelir ve kurumlar vergisinde de reform önerileri tartışılmakla birlikte, yıkıcı etkilerinin daha az olmasına ve daha kolay uygulanabilir olmasına bağlı olarak reforma ilk olarak KDV oranında artış gerçekleştirilerek başlanması fikri ağırlık kazanmıştır. Japonya’nın yüzde 5 ile dünyanın en düşük satış vergisi oranlarından birini uygulaması da, 2011 yılı itibarıyla KDV oranında OECD ortalamasının yüzde 18,5 olduğu düşünüldüğünde, artış için yeterli manevra alanı sağlamaktadır. Diğer taraftan, 2000 yılı sonrasında göreve gelen pek çok hükümet KDV oranını artırmayı gündemine alsa da, çıkan anlaşmazlıklara bağlı olarak oran artışı gerçekleştirilememiştir. 2002 yılında yayımlanan planla6 harcama kesintileri yoluyla mali konsolidasyona gidilmesi, tüketim vergisi oranının kademeli olarak yüzde 5’ten yüzde 10’a yükseltilmesi ve 2011 yılından itibaren faiz dışı fazla verilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak, 2008 yılından itibaren etkili olan küresel kriz ve 2011 yılında meydana gelen deprem nedeniyle KDV oranında öngörülen artış gerçekleştirilememiştir. Kriz sonrasındaki toparlanma eğiliminin ivme kazanmasıyla birlikte, KDV oranı artışı yeniden gündeme gelmiş ve 2012 yılı Ağustos vergisi ulusal kurumlar vergisi (national corporation tax), yerel kurumlar vergisi (local corporate tax), yerel şirket vergisi (local business tax) ve il ve belediye sakinleri vergisi (prefectural and municipal inhabitant tax) olmak üzere 4 kısımdan oluşmaktadır. 5 World Economic Forum, The Global Competitiveness Report 2012-13, 2012. 6 Basic Policies for Economic and Fiscal Policy Management and Structural Reform 9 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) ayında alınan kararla KDV oranının 2015 yılı Ekim ayına kadar kademeli olarak yüzde 10’a yükseltilmesi kanunlaşmıştır. IMF (2011a), başta olmak üzere uluslararası organizasyonların desteklediği KDV artışının vergi tahsilatını olumlu yönde etkilemesi beklenmektedir. Literatürde, katma değer vergisi benzeri tüketim vergilerinin, gelir ve kurumlar vergisine kıyasla ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkilerinin daha az olduğuna ilişkin çalışmalar mevcuttur. 21 OECD ülkesi verilerini kullanarak panel veri analizi gerçekleştiren Arnold (2008), gelir üzerinden alınan vergilerin büyüme üzerindeki bozucu etkisinin tüketim ve emlak vergilerine kıyasla daha fazla olduğu sonucuna ulaşmıştır. Çalışmada, kurumlar vergisi büyümeyi en fazla olumsuz etkileyen vergi olarak ön plana çıkmıştır. 1965-1990 dönemi için 23 OECD ülkesi verilerini kullanarak yatay kesit analizi yapan Widmalm (2001), gelir vergisi artışları yoluyla vergi tahsilatını artırmanın büyümeyi olumsuz yönde etkilediği, tüketim üzerinden alınan vergilerin ise büyümeyi destekleyici olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Turnovsky (2004), vergileri büyümeyi olumsuz yönde etkileme şiddetlerine göre sermaye, gelir ve tüketim üzerinden alınan vergiler olarak sıralamıştır. Peretto (2003) yarı endojen büyüme modelinde sermaye ve şirket gelirleri üzerinden alınan vergilerin durağan durumda büyüme üzerinde olumsuz etkiye sahip olduğunu, fakat bu etkinin kişisel gelir ve tüketim üzerinden alınan vergilerde gözlenmediğini göstermiştir. Bu çalışmalar, KDV oranında artış gerçekleştirmenin, bir yandan mali durumunu düzeltmeye çalışırken bir yandan da kronik deflasyon ve düşük büyüme ile mücadele eden Japonya için en etkili adım olacağına işaret etmektedir. 2.2. Yaşlanan Nüfusun Etkileri Japonya, 2011 yılı itibarıyla ortalama yaşam beklentisinin en yüksek olduğu ve yaşlı nüfusun (64+ yaş) çalışan nüfusa oranının (15-64 yaş) en yüksek olduğu ülke konumundadır (OECD, 2012b). Nüfusun yaşlanmasında hızla gerileyen doğum oranlarının yanı sıra, 1960’lı yıllarda hızlı nüfus artışı kaydedilen dönemde doğan bebeklerin eşzamanlı olarak emeklilik çağına gelmeleri etkili olmaktadır. 1960’lı yıllarda yüzde 2-2,5 aralığında seyreden anne başına düşen doğum oranı 2000’li yıllarda yüzde 1,3’e kadar gerilemiştir. Doğum oranındaki gerilemede kadınların işgücüne daha aktif katılım gerçekleştirmek için çocuk sahibi olmayı ertelemeleri veya çocuk sahibi olmaktan tamamen vazgeçmeleri etkili olmaktadır. Yapılan araştırmalar, başta küçük işletmelerde olmak üzere pek çok sektörde kadınların hamile 10 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) oldukları dönemde işlerini tamamen kaybettiğini göstermektedir (Ogasawara, 1998; Shu, 2003; Nakamura A., Nakamura M., Seike, 2004; Oyama, 2005). Bu durum, kadınların kariyerlerine başarılı olmak için çocuk sahibi olma planlarını ertelemelerine yol açmaktadır. Nitekim, 2010 yılı verilerine göre ülke genelindeki en düşük doğum oranı en gelişmiş şehir ve başkent olan Tokyo’da görülmektedir7. Doğum oranındaki gerileme ve ortalama yaşam beklentisindeki artış, Japonya’da 1970 yılında yüzde 10,3 seviyesinde bulunan yaşlı nüfusun (64+ yaş) çalışan nüfusa oranını (15-64 yaş) ifade eden bağımlılık oranının (age dependency ratio) 2010 yılı itibarıyla yüzde 36,3 seviyesine yükselmesine yol açmıştır. Nüfus artışını teşvik edici önlemlere rağmen düşük seyreden doğum oranına ve ortalama yaşam süresinin yüksek oluşuna bağlı olarak yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payının ilerleyen yıllarda daha da artması beklenmektedir. 2010 yılı itibarıyla, ortalama ömür beklentisinin erkeklerde 80 yıla, kadınlarda 86 yıla ulaştığı Japonya, hem yaşlanan hem de azalan bir nüfusa sahiptir. Kaynak: Japan Statistics Bureau Şekil 7: Nüfus 7 Statistics Bureau of Japan, 2010 Japan Census, http://www.stat.gov.jp, 2011. 11 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: Japan Statistics Bureau * Toplam nüfus için 2010 yılı sonrasındaki, nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı için ise 2011 yılı sonrasındaki veriler resmi projeksiyonları ifade etmektedir. Şekil 8: Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Geride kalan 40 yılda hızla yaşlanan nüfus, Japonya ekonomisi için pek çok sorunu beraberinde getirmiştir. Toplam nüfusun 2008 yılından bu yana azaldığı; işgücüne katılım oranının 1990’lı yılların başından bu yana, işgücü arzının ise 1998 yılından bu yana gerilediği ülkede işgücüne katılım oranındaki gerilemenin yol açtığı sorunlar potansiyel büyüme oranını aşağı çekmekte ve ekonomide son 20 yıldır yaşanan duraklamayı derinleştirmektedir. Yaşlanan nüfusun yarattığı diğer bir olumsuzluk sağlık, emeklilik, uzun dönemli bakım gibi yaşlılığa bağlı olarak artış gösteren harcamaların hızla artmasıdır. Nitekim, 1970 yılında sırasıyla yüzde 4,1 ve yüzde 5,8 düzeyinde bulunan sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının GSYH’ye oranı, 2008 yılı itibarıyla yüzde 10 ve yüzde 26,8 düzeyine ulaşmıştır. Halihazırda bozuk olan mali dengelerin daha da bozulmasına yol açan bu artış, Japonya’nın ilerleyen yıllara ilişkin mali sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Japonya’nın yaşlanan nüfusunun sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarını ilerleyen dönemde de artırmaya devam etmesi beklenmektedir. Fukawa ve Sato (2009), yaşa bağlı sağlık, yaşlı bakım ve emeklilik harcamalarına ilişkin gerçekleştirdiği projeksiyonda 2006 yılında GSYH içinde sırasıyla yüzde 9,3, yüzde 6,5 ve yüzde 1,3’lük paya sahip olan emeklilik, sağlık ve yaşlı bakım harcamalarının, bir politika değişikliği veya reform yapılmadığı takdirde 2030 yılında sırasıyla yüzde 9,9-11,1, yüzde 8,9-9,9 ve yüzde 2,212 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) 2,9 seviyelerine yükseleceğini öngörmüştür. Kotlikoff (2006), GSYH’nin yaklaşık beşte biri düzeyinde bulunan yaşlı nüfusun emeklilik ve sağlık giderlerinin 2025 yılında GSYH’nin üçte birine ulaşacağını tahmin etmiştir. Hansen ve İmrohoroğlu (2011), 2010 yılı itibarıyla 3 çalışanın 1 emekliyi finanse ettiği ülkede 2065 yılı itibarıyla 1 çalışanın 1 emekliyi finanse edeceğini hesaplamış ve yaşlanmaya bağlı harcama artışının tüketim ve gelir vergisindeki artışlar yoluyla finanse edildiği senaryoyu incelemişlerdir. Çalışmada, gerçekleşen harcama artışlarının karşılanması için tüketim vergisi oranının yüzde 5’ten yüzde 35’e, gelir vergisi oranının ise yüzde 30’dan yüzde 60’a yükselmesi gerektiği hesaplanmıştır. Masson ve Tyron (1990) ise yaşlanmaya bağlı olarak Japonya’da 2025 yılı itibarıyla işgücü arzının daralacağı, sosyal güvenlik dengesinin kötüleşeceği, çıktı düzeyinin gerileyeceği ve reel faiz oranlarının artacağı öngörüsünde bulunmuştur. Yaşlanan nüfusun Japonya ekonomisinde yarattığı bir diğer önemli etki tasarruflardaki gerilemedir. 1961-1990 döneminde diğer gelişmiş ülkeler ortalamasının oldukça üzerinde gerçekleşen ve Japonya’nın söz konusu dönemde yabancı tasarruflara muhtaç olmaksızın hızlı bir büyüme süreci yaşamasına yardımcı olan yurtiçi tasarruf oranı8, nüfusun yaşlanmasına ve ekonomide 1990 yılından itibaren kaydedilen yavaşlamaya bağlı olarak hızla gerilemiştir. Esas olarak kamu tasarruflarında kaydedilen gerileme, özel sektör tasarruflarındaki artış ile telafi edilse de, 1990’lı yıllarda yüzde 30’un üzerinde seyreden ulusal tasarruf oranı 2008 krizinin de etkisiyle 2011 yılı itibarıyla yüzde 22 düzeyine düşmüştür9. Japonya’nın ulusal tasarruf oranındaki gerileme, tasarruflardaki gerilemeyi açıklamayı amaçlayan pek çok akademik çalışmaya ilham vermiştir. 8 Literatürde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında genel olarak yüksek seyretmekle birlikte dalgalı bir seyir izleyen Japonya’nın tasarruf oranını inceleyen pek çok çalışma mevcuttur. Hayashi (1986), Japon hane halklarındaki geniş aile yapısı ve miras bırakma güdüsünün diğer faktörlere kıyasla tasarrufları etkileyen en önemli unsur olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Horioka ve Watanabe (1997), tasarrufların esas olarak ihtiyat güdüsüyle ve emeklilik dönemindeki harcamaları finanse etmek amacıyla gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Yaş gruplarına göre tasarruf oranlarını inceleyen Horioka (2004) tasarrufların Ando ve Modigliani’nin Yaşam Boyu Gelir Hipotezi ’ne uygun olarak yaşlanmayla birlikte gerilediği ve hane halklarının net finansal varlıklarının emeklilik sonrası dönemde erimeye başladığı sonucuna ulaşmıştır. 9 2011 yılı itibarıyla, hane halkı tasarruf oranı da yüzde 3 seviyesine gerilemiştir. 13 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Literatürde, tasarruflardaki gerilemenin genel olarak yaşlanan nüfus ve toplam faktör verimliliğindeki düşüş ile açıklandığı görülmüştür. Horioka (1989), yaşlanan nüfusa bağlı olarak Japonya’nın özel tasarruf oranının gerileyeceğini öngörmüş ve 2005 yılından itibaren ABD’nin özel tasarruf oranının altında kalacağını tahmin etmiştir. Braun ve diğerleri (2004), Japonya’nın ulusal tasarruf oranında 1990-2000 döneminde kaydedilen 9 puanlık gerilemenin yaklaşık üçte birinin yaşlanan nüfusa bağlı olarak gerçekleştiğini ifade etmiştir. Çalışmada ayrıca, tasarruflardaki gerilemede yavaşlayan toplam faktör verimliliğinin de önemli rolü olduğu belirtilmiş ve gerilemenin ilerleyen yıllarda da süreceği öngörülmüştür. Koga (2006), tasarruflarda 1990 yılından bu yana meydana gelen gerilemenin yaşam boyu gelir hipotezi çerçevesinde yaşlanan nüfusa bağlı olarak gerçekleştiğini göstermiştir. 19602000 dönemindeki tasarruf oranlarını inceleyen Chen ve diğerleri (2006), söz konusu orandaki keskin gerilemeyi toplam faktör verimliliğindeki düşüş ile açıklamışlardır. Yazarlar (2007), nüfus artış hızındaki düşüş, ortalama yaşam süresindeki artış ve sosyal güvenlik sisteminin yapısı gibi faktörlerin tasarruf oranlarına etkisini inceledikleri diğer bir çalışmada ise bu üç faktörün tasarruf oranındaki gerilemede sınırlı bir etkisi olduğu, ancak tasarruf oranını etkileyen esas faktörün toplam faktör verimliliğindeki düşüş olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Katayama (2006), önceki çalışmalarda değinilen demografik ve ekonomik faktörlere ek olarak, Japonya’daki tasarrufların yaşam tarzındaki değişikliklerden de etkilendiğini belirtmiştir. Özetle, yaşlanan nüfus gerek sosyal güvenlik sistemi gerekse tasarruflar kanalıyla Japonya ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu olumsuz etkileri bertaraf edecek önlemler alınmadığı takdirde, Japonya’nın mali sürdürülebilirliği sorgulanmaya devam edilecektir. 3. JAPONYA’NIN DÜŞÜK TAHVİL GETİRİLERİNİN ANALİZİ Mali disiplinden uzaklaşılması, Japonya’nın borç stokunun son yıllarda önemli düzeyde artmasına ve borç sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına yol açmıştır. Diğer taraftan, dünyanın en yüksek borç stoku/GSYH oranına sahip olan, düşük büyüme ve kronik deflasyonla mücadele eden Japonya’nın tahvil getirileri düşük ve istikrarlı seyrini sürdürmektedir. Bu bölümde, yüksek kamu borcuna sahip olmasına rağmen Japonya’nın düşük maliyetle borçlanabilmesinin nedenleri araştırılmaktadır. 14 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Bir ülkenin borç sürdürülebilirliğinin sorgulanmaya başlaması genellikle tahvil faizlerinin artması, ülkenin kredi notunun düşürülmesi ve CDS seviyelerindeki yükseliş gibi olumsuzluklarla sonuçlanmaktadır. 1990’lı yıllarda Latin Amerika’da kaydedilen kriz ve 2009 yılında Avrupa’da ortaya çıkan Avrupa Borç Krizi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Ancak, 1997’den bu yana Japonya’da ülke kredi notu bir çok kere düşürülmesine rağmen tahvil faizlerinde yükseliş gözlenmemiştir. Tersine, 2012 yılının Ekim ayı itibarıyla Japon devlet tahvillerinin faizi dünyanın en düşük ikinci tahvil faizi konumundadır. Şekil 9’dan görüleceği üzere, 1998 yılından bu yana yüzde 2’nin altında bulunan 10 yıllık tahvil getirisi, günümüzde yüzde 1’in altında seyretmektedir. 3.1 Yerli Yatırımcı Payının Yüksek Olması Japonya’nın düşük tahvil getirisinin en önemli nedeni olarak Japon devlet tahvillerinin yaklaşık yüzde 92’sinin yerli yatırımcılar tarafından tutulması ön plana çıkmaktadır. Nitekim, devlet tahvillerinin yatırımcı profili incelendiğinde toplam borç stokunun yaklaşık dörtte üçünün yurtiçinde faaliyet gösteren bankalar, sigorta firmaları ve emeklilik fonları tarafından tutulduğu dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, kamu borcundaki tehlikeli artış trendine rağmen, borçlanmanın esas olarak yurtiçi tasarruflar yoluyla finanse edilmesi, Japonya’nın risk primini önemli ölçüde düşürmektedir. Kaynak: Bloomberg Şekil 9: 10 Yıllık Tahvil Getirisi 15 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: Bloomberg Şekil 10: 5 Yıllık Dolar Cinsi CDS Oranı Diğer gelişmiş ülke vatandaşlarına kıyasla çok daha muhafazakar bir yatırımcı profili çizen, kur riskine ve volatiliteye maruz kalmaksızın istikrarlı bir getiri elde etmeyi amaçlayan Japon hane halklarının yurtiçi tasarruf oranı diğer ülkelere göre nispeten yüksek, fakat düşme eğilimindedir. Riskten kaçınmak isteyen Japon yatırımcıları birikimlerini genellikle bankalar, emeklilik fonları ve sigorta şirketleri aracılığıyla mevduat veya sabit faizli yen cinsi varlıklar cinsinden değerlendirmektedir. Geleneksel bir yatırımcı profiline sahip olunması, oldukça gelişmiş bir finans sektörüne sahip olunmasına rağmen, ülkedeki türev araçların ve hisse senedi yatırımlarının yatırımcı portföyü içindeki payını düşük tutmaktadır. (Ito ve Parulian, 2010). Bankalar ekonomideki durgunluğa bağlı olarak düşük seyreden yatırım ve kredi talebi karşısında finansal sisteme sokulan mevduatları devlet tahvili alımında kullanmaktadır. Basel ölçütlerine göre bilançoda sıfır riske sahip olan Japon devlet tahvilleri, düşük fakat istikrarlı getirisi sayesinde bankaların gözde yatırım aracı konumundadır. 2011 yılı Eylül ayı itibarıyla, kamu borç stokunun yalnızca yüzde 3’ünü finanse eden hane halkları, kamu borçlanması için doğrudan finansman sağlamamaktadır. Diğer taraftan, yüksek seviyedeki hane halkı tasarruflarının değerlendirildiği finans sektörü, fonlarını yoğun biçimde kamu borç senetleri üzerinde değerlendirdiğinden, hane halkları doğrudan tahvil alımı yoluyla olmasa da, dolaylı yoldan kamu borcunu finanse etmektedir. 16 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Devlet tahvillerinin çoğunlukla yurtiçi yerleşikler tarafından sahip olunması, dış faktörlerin Japonya’nın tahvil getirisi üzerindeki etkisini sınırlamakta; tahvil getirileri, gerek kurdaki dalgalanmalardan gerekse sermaye giriş-çıkışlarından önemli düzeyde etkilenmemektedir. Diğer taraftan, Japonya devlet tahvilleri düşük getiriye sahip olmasına rağmen, düşük volatiliteyle birlikte sunduğu reel getiri imkanı ile yatırımcıları cezbetmektedir. Geride kalan 20 yılda deflasyonun da etkisiyle ortalama yüzde 2 civarında istikrarlı getiri sunan bu tahviller, özellikle kriz dönemlerinde pek çok yatırımcı tarafından güvenli liman olarak görülmektedir. Nitekim, son küresel kriz dahil olmak üzere, küresel piyasalardaki gerginliğin en yüksek düzeyde olduğu dönemlerde, Japon devlet tahvillerinin volatilitesinin ABD, Almanya ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerin tahvillerinin volatilitesinin altında kaldığı dikkat çekmektedir (Şekil 11). Kaynak: Bloomberg Şekil 11: 10 Yıllık Tahvil Getirisi Volatilitesi 3.2 Japonya Merkez Bankası’nın ve Kamu Sermayeli İşletmelerin Rolü Japonya’nın kamu borç stokuna ilişkin bir diğer önemli unsur, borcun önemli bir miktarının kamu sermayeli işletmeler tarafından finanse edilmesidir. Devlet kontrolünde bulunan ve 2007 yılında özel şirket niteliğine kavuşan 3 finans kurumu (Japan Post Bank, Japan Post Insurance ve Ja17 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) pan Public Pension Fund) kamu borcunun yaklaşık üçte birini finanse etmektedir. Bu kurumlar özel şirket niteliğine kavuşsa ve 2017 yılına kadar tamamen özelleştirilmeleri öngörülse de, halen yüzde 100 kamu sermayeli olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir. Diğer taraftan, 2011 yılında kabul edilen bir düzenlemeyle, 2017 yılına kadar bu kuruluşların hisselerinin en az üçte birine devletin sahip olmaya devam etmesi öngörülmüştür. Kamu borç senetlerinin önemli bir bölümüne kamu hisseli kuruluşlar tarafından sahip olunması, Japonya’nın kamu net borç stokunun brüt borç stokunun yaklaşık yarısı düzeyine gerilemesine yol açmaktadır. Bu durum, Japonya devlet tahvillerin riskini aşağı çeken diğer bir faktör olmaktadır. 3 4 8 3 Hanehalkları 9 BOJ Sigorta Firmaları 18 8 44 3 Kamu Emeklilik Firmaları Özel Emeklilik Firmaları Bankalar Diğer Kamu Teşekkülleri Dış Dünya Kaynak: Japan Cabinet Office * 2011 yılı Eylül ayı itibarıyla Şekil 12: Kamu Borç Stokunun Alacaklılara Göre Dağılımı Japonya’da, Japonya Merkez Bankası (BOJ) da kamu finansmanında önemli rol oynamakta ve dolaylı yoldan kamu borçlanmasını finanse etmektedir. 2011 yılı sonu itibarıyla, 92 trilyon yen tutarında kamu tahviline sahip olan banka, bu bağlamda diğer gelişmiş ülke merkez bankalarından ayrışmaktadır. BOJ’un tuttuğu devlet tahvillerinin GSYH’ye oranı yüzde 19,2 seviyesindeyken, bu oran ABD merkez bankası (FED) için yüzde 11, Avrupa Merkez Bankası (ECB) için yüzde 6,7 seviyesindedir (Şekil 13). Nitekim, literatürde Japonya Merkez Bankası’nın bilançosunda tuttuğu yüksek seviyedeki devlet tahvili stokunun borç sürdürülebilirliğini olumlu yönde etkile18 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) diğine ve borçlanma maliyetlerini aşağı çektiğine ilişkin pek çok çalışma mevcuttur (Lebow, 2004; Japonya Merkez Bankası, 2010; Tokuoka, 2010; Lam, 2011; Berkmen, 2011; Ueda, 2012). Dolayısıyla, Japonya Merkez Bankası’nın, bilançosunda bulunan yüksek tutardaki devlet tahvili ile dolaylı yoldan kamu borçlanma maliyetlerinin düşük düzeyde kalmasına destek olduğu öne sürülebilir. Kaynak: BOJ, FED, ECB Şekil 13: Merkez Bankalarının Bilançosunda Bulunan Devlet Tahvillerinin GSYH’ye Oranı (2011 Yılı) 4. BORÇ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNE İLİŞKİN RİSKLER 4.1 Hanehalkı Tasarruflarındaki Gerileme 2012 yılının ilk çeyreği itibarıyla 1,5 katrilyon yen tutarında brüt, 1,1 katrilyon yen tutarında net varlığa sahip olan Japon hane halkları finansal sisteme yeterli miktarda likidite sunmaktadır. Ancak, yavaşlayan ekonomik büyüme ve yaşlanan nüfusa bağlı olarak ilerleyen yıllarda hane halkı varlıklarının artış oranının borç stokunun artış oranının altında kalacağı tahmin edilmektedir (Taki, 2008; Taki ve Hattori, 2009). Bu durum, Japonya finans sektörünün sağlıklı işleyişi için son derece önemli bir unsur olan hane halkı varlıklarının kamu brüt borç stokunu tamamen karşılamasını ortadan kaldırabilecektir. Nitekim, hane halkı net varlıklarının 2007 yılının ikinci çeyreğinde zirve yaptıktan sonra gerileme 19 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) gösterdiği görülmektedir. 2012 yılının ilk çeyreği itibarıyla, 1998 yılının ilk çeyreğinde yüzde 221 düzeyinde bulunan hane halkı net varlıklarının kamu brüt borç stokuna oranı yüzde 119,3 seviyesine gerilemiş bulunmaktadır. Gerek borç stokunun gerekse hane halkı net varlıklarının son 10 yıldaki ortalama artış oranlarının korunduğu varsayımı altında (sırasıyla yüzde 4,3 ve yüzde 0,8), söz konusu oran 2016 yılından itibaren yüzde 100’ün altına düşecek ve kamu brüt borç stoku hane halklarının net varlıkları tarafından karşılanamaz hale gelecektir (Şekil 15). Diğer taraftan, 2012 yılının ilk çeyreği itibarıyla 870 trilyon yen tutarında varlığa sahip olan Japon reel sektörü ise bu varlıkların yalnızca dörtte birini devlet tahvili alımında kullanabilecekleri nakit ve mevduat olarak tutmaktadır. Dolayısıyla, kamu finansmanında yurtiçi tasarruf oranındaki gerilemeye bağlı olarak ilerleyen dönemde sıkıntı doğması ve Japonya’nın borç finansmanı için dış kaynak ihtiyacının artması muhtemel görünmektedir. Kaynak: IMF Şekil 14: Yurtiçi Tasarruflar / GSYH Oranı 20 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: IMF, BOJ, Bloomberg Şekil 15: Hane halkı Varlıkları ve Kamu Borç Stoku 4.2 Cari İşlemler Dengesindeki Bozulma 2011 yılında meydana gelen deprem ve tsunami felaketlerinde zarar gören nükleer santrallerin çoğunu kullanamayan ve enerji ihtiyacını ham petrol ithalatı yoluyla karşılamak zorunda kalan Japonya’nın ithalatı önemli düzeyde artış göstermiştir. Ayrıca, küresel piyasalardaki gerginliğin arttığı dönemde güvenli liman olarak görülen yendeki değerlenme ve Avrupa borç krizine bağlı olarak küresel talepteki gerileme de ihracatı olumsuz yönde etkilemiştir. Bunun sonucunda Japonya’nın dış ticaret ve cari işlemler dengeleri bozulma göstermiştir. Nitekim, uzun yıllardır yüksek dış ticaret ve cari işlemler fazlaları veren ülkede, cari işlemler fazlası 2012 yılının ilk çeyreği itibarıyla GSYH’ye oran olarak yüzde 1,7’ye gerilemiş ve 1997 yılının ikinci çeyreğinden bu yana en düşük seviyede gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, borçlanma ihtiyacının hane halkları ve reel sektör yoluyla karşılanamamaya başladığında yurtdışı tasarruflar kullanılarak finanse edilmek zorunda kalınacağı ülkede, ülkeye giren yurtdışı tasarruflar da ilerleyen döneme ilişkin olumlu bir görüntü vermemektedir. Japonya’da, yurtdışı tasarruflara bağımlılığın ve borç stoku/GSYH oranının daha da artması risk primlerini, dolayısıyla da tahvil getirilerini artırmaya başlayabilecektir. Bu durumda, 2011 ve 2012 yıllarında Japonya’nın kredi notunu düşüren kredi değerlendirme kuruluşlarının yeniden not indirimine gitmesi gündeme gelecektir. Not indiriminin yaratacağı risk primi 21 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) artışı ülkenin iflas riskini daha da artırarak tahvil getirilerinin yukarı yönlü daha da ivmelenmesine yol açacaktır. Bu sarmal sonrasında, dünyanın en güçlü finans sektörlerinden birine sahip olan Japonya’nın iflas etmesi söz konusu olabilecektir. 5 4,5 4 (yüzde) 3,5 3 2,5 2 1,5 1990-Ç1 1991-Ç1 1992-Ç1 1993-Ç1 1994-Ç1 1995-Ç1 1996-Ç1 1997-Ç1 1998-Ç1 1999-Ç1 2000-Ç1 2001-Ç1 2002-Ç1 2003-Ç1 2004-Ç1 2005-Ç1 2006-Ç1 2007-Ç1 2008-Ç1 2009-Ç1 2010-Ç1 2011-Ç1 2012-Ç1 1 Kaynak: Bloomberg Şekil 16: Cari İşlemler Dengesi / GSYH Oranı 4.3 Kamu Varlıklarının Borç Ödemede Kullanılmasının Güç Olması Literatürde, borç sürdürülebilirliği analizinde kamu brüt borç stoku/GSYH oranı yerine kamu net borç stoku/GSYH oranının kullanılması gerektiğini belirten çalışmalar mevcuttur (Broda ve Weinstein, 2004). Özellikle Japonya gibi yüksek kamu net varlığına sahip olan ülkeler için, borç sürdürülebilirliği analizini net borç stokunu dikkate alarak yapmak büyük önem arz etmektedir. Ancak, devletin zor durumda kaldığı durumlarda sahip olduğu varlıkları satarak borçlarını ödeyebilmesini sağlayan bu mekanizmada, pratikte bazı güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Örneğin, Japonya’da önemli düzeyde tahvil stokuna sahip olan resmi emeklilik yatırım fonu (Government Pension Investment Fund), mevcut varlıklarını prim ödeyen vatandaşlara gelecekte emekli maaşı ve sağlık hizmeti sağlamakta kullanmaktadır. Bu fonların borç ödemede kullanılması durumunda emeklilik sistemi işlevsiz hale gelebilecek ve halihazırda sorunlara sahip olan Japon sosyal güvenlik sistemi çökme riskiyle karşı karşıya kalabilecektir. Dolayısıyla, sürdürülebilirlik analizlerinde kamu net borç stokunu kullanmak Japonya için yanıltıcı sonuçlar verebilecektir. Diğer taraftan, gerek brüt gerek net kamu borç sto22 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) kunda kaydedilen yüksek oranlı artış, hangi borçluluk göstergesi kullanılırsa kullanılsın Japonya’nın mali sürdürülebilirliğinin yakın zamanda tehlikeye gireceğine işaret etmektedir. 4.4 Mali Disiplinin Sağlanamaması Japonya’nın bütçe açığı son yıllarda artış eğilimindedir. Küresel krizin ve 2011 yılında yaşanan doğal afetlerin olumsuz etkilerini hafifletmek amacıyla artırılan kamu harcamalarının etkisiyle bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 10’a ulaşmıştır. Ayrıca, yaşlanan nüfusa bağlı olarak artan sosyal güvenlik ve emeklilik harcamaları ile artan borçlanma ihtiyacının tetiklediği borç servisi ödemeleri 2011 yılı mali yılı bütçesinde en büyük paya sahip olan iki kalem durumundadır. Bu iki kalem, 92 trilyon yen tutarındaki genel bütçe harcamaları içerisinde sırasıyla yüzde 31,8’lik ve yüzde 23,3’lük paya sahiptir (Japonya Maliye Bakanlığı, 2010). İlerleyen dönemde, deprem sonrasındaki imar çalışmalarını finanse etmek amacıyla çıkarılan tahvillerin (construction bonds) borç servisini daha da artırması beklenmektedir. Benzer biçimde, yaşlanan nüfusa bağlı olarak sosyal güvenlik ve emeklilik harcamalarının da ilerleyen dönemde hızla artacağı tahmin edilmektedir. Hükümetin yaptığı tahminlere göre, 2011 yılı itibarıyla yüzde 22 düzeyinde bulunan sosyal güvenlik ve emeklilik harcamalarının GSYH’ye oranı 2025 yılında yüzde 25’e yükselecek ve 2060 yılında nüfusun yüzde 40’ı emeklilik yaşına ulaşacaktır (Japan Ministry of Health, Labour and Welfare, 2010). Dolayısıyla, Japonya’da kamu mali dengelerinin gelirlerde meydana gelecek bir artış söz konusu olmaksızın kısa vadede iyileşmesi beklenmemektedir. 23 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) 18.2 31.8 Sosyal Güvenlik ve Emeklilik Eğitim ve Bilim Savunma Toplum Çalışmaları Diğer 23.3 6.0 10.2 5.2 Ulusal Borç Servisi Teşvik ve Yardımlar 5.4 Kaynak: Japan Cabinet Office * 2011 yılı Eylül ayı itibarıyla Şekil 17: 2011 Mali Yılı Bütçesinde Öngörülen Bütçe Harcamaların Dağılımı Her ne kadar, Japon hükümeti vergi gelirlerini artırmak amacıyla yüzde 5 olarak uygulanan KDV’yi 2014 yılında yüzde 8’e, 2015 yılında ise yüzde 10’a yükseltme kararı alsa da, bu artışın bütçe disiplinini sağlamak için yeterli olmayacağı düşünülmektedir. IMF’nin hesaplamasına göre, Japonya’nın borç stoku/GSYH oranının 2010’lu yılların sonuna doğru stabilize edilmesi için yapısal bütçe dengesinde GSYH’ye oran olarak 10 puanlık iyileştirme gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, KDV oranının yüzde 5’ten yüzde 15’e yükseldiği durumda dahi bu iyileşmenin ancak yarısının gerçekleşeceği tahmin edilmektedir (IMF, 2011b). 4.5 Japonya Merkez Bankası’nın Genişletici Para Politikasının Sınırları Japonya Merkez Bankası, ekonomik büyümeyi canlandırmak ve deflasyonla mücadele etmek için uzun zamandır genişletici para politikası uygulamaktadır. Küresel krizin etkisi para politikasındaki gevşemeyi daha ileri boyuta taşımış, ikincil piyasadan devlet tahvili alımını öngören varlık alım programı ve sıfıra yakın politika faizi uygulanmaya başlanmıştır. Düzenli devlet tahvili alımına ek olarak, varlık alım programı kapsamında da tahvil alımı yapılması halihazırda oldukça büyük olan merkez bankası bilançosunu daha da büyütmüştür. 2012 yılı Ekim ayındaki para politikası kurulu toplan24 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) tısında kapsamı bir kez daha genişletilerek kapsamı 91 trilyon yene yükselen varlık alım programının, 2013 yılı sonunda uygulamadan kaldırılması öngörülmüştür (Japonya Merkez Bankası, 2012). Varlık alım programı öngörüldüğü sürede sonlandırılmasa da, Japonya Merkez Bankasının ikincil piyasadan tahvil alımının bir sınırı bulunmaktadır. Banka’nın 2001 yılındaki niceliksel gevşeme uygulaması sırasında benimsediği banknot kuralına (banknote rule) göre, merkez bankası bilançosundaki devlet tahvili tutarı dolaşımdaki para miktarını aşamamaktadır10. Bu durum, Merkez Bankası’nın daha önceden benimsediği kurala uyduğu durumda, varlık alımının bir süre sonra sınırlanmasını veya dolaşımdaki para miktarının artırılmasını gerektirmektedir. Diğer taraftan, banknot kuralı Merkez Bankası Kanununda yer almadığından, kanunen bankayı bağlayıcı bir yanı bulunmamaktadır. Yine de, bankanın daha önceden benimsediği bir kuralı ihlal etmesi, gerek bankanın kredibilitesini gerekse piyasaların borç sürdürülebilirliğine olan inancını olumsuz yönde etkileyecektir. Japonya’nın borç sorununun çözümü için söz konusu olabilecek diğer bir unsur Merkez Bankası’nın monetizasyon yoluyla enflasyon yaratarak borç stokundaki artışı hafifletmesidir. Yatırımcılar yalnızca vadesi gelen tahvillere ilişkin enflasyon beklentisini fiyatladıklarından, enflasyondaki ani artış sonrasında ortalama tahvil faizi belirli bir gecikme sonrasında artacaktır. Ayrıca, oluşacak negatif reel faiz oranları yatırımları tetiklemek suretiyle ekonomik aktiviteyi canlandırabilecek ve vergi tahsilatını artırabilecektir. Diğer taraftan, bu senaryonun Japonya için uygulanması oldukça güçtür. Şekil 18’den görüleceği üzere, Japonya’nın borç stokunun yaklaşık beşte birinin vadesi 2013 yılı sonunda dolacak olup, bu borcun yeniden çevrilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, yatırımcılar borcun yenileme sürecinde para politikasındaki değişikliğe bağlı olarak ortaya çıkan enflasyonist bekleyişleri faiz oranlarına yansıtacaklardır. Bu durum, Banka’nın enflasyon yaratmak yoluyla da tahvil faizlerini uzun süre etkileyemeyeceğini göstermektedir. 10 Japonya Merkez Bankası’na göre, Varlık Alım Programı kapsamında alınan devlet tahvilleri farklı bir sınıflandırmaya tabi olup, banknot kuralı hesabına dahil edilmemektedir. 2012 yılı Ekim ayı itibarıyla varlık alım programı kapsamında BOJ bilançosuna dahil edilen tahvil tutarı 18,7 trilyon yen tutarındadır. Bu miktarın banknot kuralına dahil edildiği durumda, banknot kuralı ihlal edilmektedir. 25 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Kaynak: IMF Şekil 18: Japonya’nın Vadesi Gelen Borcunun Toplam İçindeki Payı 5. SONUÇ Dünyanın en yüksek borç stoku/GSYH oranına sahip ülkesi konumunda bulunan Japonya, yurtiçi tasarrufların yüksek olmasına bağlı olarak oldukça düşük seviyelerde borçlanabilmektedir. Ancak, hızla yaşlanan nüfusuna bağlı olarak ortaya çıkan tasarruf oranındaki gerileme ve sosyal güvenlik/emeklilik harcamalarında beklenen artış riski Japonya’nın kamu mali yapısına ilişkin olumlu sinyaller vermemektedir. Diğer taraftan, ülkenin cari işlemler dengesinde de bozulma eğilimi gözlenmektedir. Mevcut borç servisinin yüksek yurtiçi tasarruflara ve düşük borçlanma maliyetlerine sahip olunması sayesinde gerçekleştirilebildiği ülkede, olası bir borçlanma maliyeti artışının iflası beraberinde getirmesi söz konusu olabilecektir. Bu riskin aşılabilmesi için faiz dışı dengenin önemli düzeyde iyileştirilmesi gerekirken, borç finansmanında küresel kriz sonrasındaki toparlanma sürecini yöneten hükümet ve merkez bankasının yaratacağı etki sınırlı düzeydedir. Ülkenin orta ve uzun vadede iflas riskinden kurtulmak için etkin reformlar gerçekleştirerek güven tesis etmesi tek çare olarak görülmektedir. Bu reformlar arasında vergi reformu gerçekleştirerek vergi gelirlerinin G7 ülkeleri ortalamasına yakın bir düzeye yükseltilmesi ilk sırada gelmektedir. Bu bağlamda, katma değer vergisi oranının 2015 yılına kadar 26 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) kademeli olarak artırılması olumlu bir adım olarak değerlendirilmektedir. Vergi reformuna ek olarak, yaşlanan nüfusa bağlı olarak artması beklenen harcamaları ve sosyal güvenlik giderlerini kontrol altına almak ve yurtiçi tasarruflardaki azalmanın önüne geçmek de ön plana çıkan diğer reformlar arasındadır. 27 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) KAYNAKÇA Ardagna, S., Caselli, F., Lane, T., “Fiscal Discipline and the Cost of Public Debt Service: Some Estimates for OECD Countries”, NBER Working Paper No. 10788, 2004. Arnold, J., “Do Tax Structures Affect Aggregate Economic Growth? Empirical Evidence from a Panel of OECD Countries”, OECD Working Paper No. 643, 2008. Asako, K., Ito, T., Sakamoto K., “The Rise and Fall of the Deficit in Japan”, Journal of the Japanese and International Economies, Vol.5, Issue 4, pp.451-472, 1991. Ballabriga, F., Martinez-Mongay, C., “Sustainability of EU Public Finances”, European Commission Economic Papers, Number 225, 2005. Berkmen, S. P., “Bank of Japan’s Quantitative and Credit Easing: Are They Now More Effective?,” IMF Working Paper, WP/12/2, 2011. Bohn, H., “The Sustainability of Budget Deficits in a Stochastic Economy.”, Journal of Money, Credit and Banking, Vol. 27, pp. 257-271, 1995. Braun, A., Ikeda, D., “Saving and interest rates in Japan: Why They Have Fallen and Why They Will Remain Low”, 2005 Meeting Papers 625, Society for Economic Dynamics, 2004. Broda, C., Weinstein, D. E, “Happy News from the Dismal Science: Reassessing the Japanese Fiscal Policy and Sustainability”, NBER Working Paper No. 10988, 2004. Chen, K., Imrohoroglu, A., Imrohoroglu, S., “The Japanese Saving Rate”. American Economic Review, Vol. 96(5), pp. 1850–1858, 2006. Chen, K., Imrohoroglu, A., Imrohoroglu, S., “The Japanese Saving Rate Between 1960 and 2000: Productivity, Policy Changes, and Demographics”, Economic Theory, Vol. 32, pp. 87–104, 2007. Doi, T., Hoshi, T., Okimoto, T., “Japanese Government Debt And Sustainability Of Fiscal Policy”, NBER Working Paper, No 17305, 2011. Fukawa, T., Sato, I., “Projection of Pension, Health and Long-Term Care Expenditures in Japan Through Macro Simulation”, The Japanese Journal of Social Security Policy, Vol. 8, No. 1, 2009. 28 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Fukuda, S., Teruyama, H., “The Sustainability of Budget Deficits in Japan”, Hitotsubashi Journal of Economics, Vol 35, pp. 109-119, 1994. Greiner, A.,, “Human Capital Formation, Public Debt and Economic Growth”, Journal of Macroeconomics, Vol 30, Issue 1, pp. 415-427, 2008a. Hansen G., İmrohoroğlu, S., “Fiscal Reform and Government Debt in Japan: A Neoclassical Perspective”, Paper Presented in Fiscal Policy Under Fiscal Imbalance Conference, Becker Friedman Institute, University of Chicago, November 2011. Hamilton, J. D., Flavin, M. A., “On the Limitations of Government Borrowing: A Framework For Empirical Testing”, American Economic Review, Vol. 76, pp. 808-816, 1986. Hayashi, F., ‘Why Is Japan's Saving Rate So Apparently High?’, NBER Macroeconomics Annual, Vol.1, No.1, pp. 147-210, 1986. Horioka, C. Y., "Why is Japan's Private Saving Rate So High?" In: Developments in Japanese Economics, pp. 145-178. Academic Press/Harcourt Brace Jovanovich, Publishers, Tokyo, Japan, 1989. Horioka, C. Y., Watanabe, W., “Why Do People Save? A Micro-analysis of Motives for Household Saving in Japan”, Economic Journal, Vol.107, No.442, pp537-552, 1997. Horioka, C.Y., “Do the Elderly Dissave in Japan?”, The Institute of Social and Economic Research (ISER) Discussion Paper, No. 605, 2004. Ihori, T., T. Doi, H. Kondo, “Japanese Fiscal Reform: Fiscal Reconstruction and Fiscal Policy”, Japan and the World Economy, Vol.13, Issue 4, pp. 351370, 2001. IMF, “Japan 2011 Article IV Consultation”, IMF Country Report No. 11/181, 2011a. IMF, “Raising the Consumption Tax in Japan: Why, When, How?”, IMF Staff Discussion Note, SDN/11/13, 2011b. IMF, “Japan 2012 Article IV Consultation”, IMF Country Report No. 12/208, 2012. 29 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Ito, T., Parulian, F., “Sustainability of Japanese Sovereign Debt”, In: Assessment on the Impact of Stimulus, Fiscal Transparency and Fiscal Risk, ERIA Research Project Report 2010, No. 1, 2010. Iwaisako, T., Okada, K., “Understanding the Decline in the Japanese Saving Rate in the New Millennium”, PRI Discussion Paper Series, No 10A-06, 2010. Japan Cabinet Office, Economic and Fiscal Projections for Medium to Long Term Analysis,2012) Japan Ministry of Health, Labour and Welfare, “The Point of the Pension Plan”, http://www.mhlw.go.jp, 2010. Japonya Maliye Bakanlığı, “Highlights of the Budget for FY2011”, http://www.mof.gov.jp, 2010. Japonya Merkez Bankası, Financial System Report, September 2010, 2010. Japonya Merkez Bankası, “Enhancement of Monetary Easing”, Monetary Policy Meeting Statement, 30 Ekim 2012, 2012. Katayama, K., “Why Does Japan's Saving Rate Decline So Rapidly?”, PRI Discussion Paper Series, No.06 A-30, Policy Research Institute, Ministry of Finance Japan, 2006. Koga, M., “The Decline of Japan’s Saving Rate and Demographic Effects”, The Japanese Economic Review, Vol.57, Issue.2, pp. 312-321, 2006. Kotlikoff, L.J., “Avoiding a Fiscal/Demographic/Economic Debacle in Japan”, in Tackling Japan’s Fiscal Problems, Keimei Kiazuka and Anne O. Krueger, eds., IMF Volume, 2006. Lam, R.W., “Bank of Japan’s Monetary Easing Measures: Are they Powerful and Comprehensive?,” IMF Working Paper, WP/11/264, 2011. Lebow, D.E., “The Monetisation of Japan’s Government Debt”, Public Debt Conference, p. 901, Available at SSRN: http://ssrn.com/abstract=2070742, 2004. Masson, P. R., Tryon, R. W., “Macroeconomic Effects of Projected Population Aging in Industrial Countries”, IMF Staff Papers, Vol. 37, No. 3, pp. 453-485, 1990. 30 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Nakamura, A., Nakamura, M., Seike, A., “Aging, Female and Foreign Workers, and Japanese Labour Markets: An International Perspective”, in Changing Japanese Business, Economy and Society: Globalization of PostBubble Japan, Basingstoke, UK, Palgrave Macmillan, 2004. OECD, “Taxing Wages 2011”, OECD Publishing, 2012a. OECD, “OECD Pensions Outlook 2012”, OECD Publishing, 2012b. Ogasawara, Y., “Office Ladies and Salaried Men: Power, Gender, and Work in Japanese Companies”, University of California Press, First edition, 1998. Oyama, S., "Subjectivities of Women Temporary Workers in the Context of Flexibilization of Labor in Japan in the Era of Globalization", Paper Presented at the Annual Meeting of the American Sociological Association, Marriott Hotel, Loews Philadelphia Hotel, Philadelphia, 2005. Peretto, P.F., “Fiscal Policy and Long-run Growth in R&D-based Models With Endogenous Market Structure”, Journal of Economic Growth, Vol. 8, pp. 325-347, 2003. Shu, E. “Childcare Services and the Female Labour Supply After Childbirth”, in Structural Reforms for Enterprise-Based Welfare Provisions, Tokyo, 2003. Statistics Bureau of Japan, 2010 Japan Census, http://www.stat.gov.jp, 2011. Takayama, N., Kitamura, Y., Yoshida, H., “Generational Accounting in Japan”, Chapter in NBER book “Generational Accounting around the World”, pp. 447 - 470, University of Chicago Press, 1999. Taki, T., “Household Financial Assets in Japan: 2007 in Retrospect”, Nomura Capital Market Review, Vol. 11, No. 2, April 2008, 2008. Taki, T., Hattori, T., “Trends in Japanese Household Portfolio Flight to Safety Setback to Investments”, Nomura Journal of Capital Markets, Spring 2009, Vol.1 No.1, 2009. Tokuoka, K., “The Outlook for Financing Japan’s Public Debt”, IMF Working Paper, WP/10/19, 2010. Turnovsky, S.J., “The Transitional Dynamics of Fiscal Policy: Long-run Capital Accumulation and Growth”, Journal of Money, Credit and Banking, Vol. 36 (5), pp. 883-910, 2004. 31 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32) Ueda, K., “Japan's Deflation and the Bank of Japan's Experience with Nontraditional Monetary Policy”, Journal of Money, Credit and Banking, Blackwell Publishing, vol. 44, pages 175-190, 2012. Widmalm, F., “Tax Structure and Growth: Are Some Taxes Better Than Others?”, Public Choice, Volume 107, Numbers 3-4 (2001), pp. 199-219, 2001. World Economic Forum, “The Global Competitiveness Report 2012-13”, 2012, http://www3.weforum.org. 32 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI: EKONOMETRİK BİR ANALİZ Ali ERDOĞAN1 ÖZET Doğrudan yabancı sermaye yatırımları (DYSY), ülkelerin kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duydukları sermaye birikimini sağlayan en önemli araçtır. Çünkü doğrudan yatırımlar, teknolojik yenilik ve yönetim bilgisiyle rekabeti geliştirip istihdam yaratılmasında, ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasında, büyüme ve ekonomik kalkınmanın finansmanında önemli katkılar sağlamaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına en fazla ve en acil ihtiyaç duyan ülkeler, gelişmekte olan ülkelerdir. Bununla birlikte, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ev sahipliği yapma rekabetinde gelişmiş ülkeler de yer almaktadır. Öyle ki, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının büyük bölümü, gelişmiş ülkeler tarafından yine gelişmiş ülkelere yapılmaktadır. Özellikle son yıllarda ulaşım, iletişim ve bilgi teknolojilerindeki gelişmeler küreselleşme sürecinin hızlanmasına yol açmıştır. Diğer taraftan, bu alanlardaki maliyet düşüşleri doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını gerçekleştirilebilir hale getirmiştir. Ülkeler doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından daha fazla pay almak için aktif yabancı sermaye politikaları izlemiş ve ilerlemeler kaydetmişlerdir. Türkiye ise, 1980 yılından sonra serbest piyasa ekonomisini benimsemiş olmasına rağmen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından kendi ekonomik gücüyle doğru orantılı bir pay alamamıştır. 1 Yrd. Doç. Dr., Haliç Üniversitesi İşletme Fakültesi 33 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Bu çalışmada, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ulusal ekonomi, uluslararası sermaye akışları ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler üzerindeki rolü analiz edilmektedir. Anahtar Kelimeler: Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme, dış ticaret, ödemeler dengesi. FOREIGN DIRECT INVESTMENTS IN TURKEY: AN ECONOMETRIC APPLICATION ABSTRACT Foreign direct investment (FDI) is one of the most important tools that provide capital accumulation which countries need in order to realize their development. Because, foreign direct investments make important contribution to develop competition and create jobs with the knowledge of technological innovation and management information to pay off balance of payments deficit, financing growth and economic development. Mostly countries in need of foreign direct investment urgently, are still developing countries. In addition to this, developed countries also take place in competition of hosting to foreign direct investment. Such as, most of foreign direct investments are performed by developed countries towards developed countries. Especially within the last few years, developments in transportation, communication and information technologies have caused acceleration in the process of globalization. On the other hand, cost reduction in those areas has made foreign direct investments possible. The countries, in order to have more shares in foreign direct investments, have followed active foreign investment policies and developed in this sense. Although Turkey has embraced free market economy after 1980, 34 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) is not able to have a share from foreign direct investments, that is proportional to its own economic power. In this study, the roles of foreign direct investments on national economies, international capital flows and developments of Turkish economy are analyzed. Key words: Foreign Direct Investments, economic growth, foreign trade, balance of payments. 1. DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARININ MAKROEKONOMİK DEĞİŞKENLER ÜZERİNE ETKİLERİ Yabancı sermaye bir ülkenin karşılığını ödemeksizin dış ülkelerden sağladığı iktisadi kaynaklardır.1 Diğer bir tanıma göre yabancı sermaye, bir ülkenin karşılığını değişik biçimlerde ileride ödemek üzere, başka ülkelerden kısa sürede ekonomik gücüne ekleyebileceği mali ve (veya) teknolojik kaynaklardır.2 Bu tanımlar doğrultusunda yabancı sermaye, ekonomideki kaynakları kısa sürede arttırmanın en önemli yollarından biridir ve ev sahibi ülke ekonomisine kısa sürede rahatlama yaratacak bir araçtır. Bu çalışmada, yabancı sermeye yatırımları ile yatırıma ev sahipliği yapan ülkenin makroekonomik değişkenleri arasındaki ilişki incelenecektir. Bu bağlamda çalışmada yer verilen makroekonomik değişkenler; yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme ve dış ticarettir. 1 Kenan Bulutoğlu, 100 Soruda Türkiye’de Yabancı Sermaye, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970. 2 T. Güngör Uras, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İktisadi Yayınlar, İstanbul, 1979. 35 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Ekonomik büyüme, bir ülkenin üretiminin reel olarak artmasıdır. Ekonomik büyümenin üretim fonksiyonu çerçevesinde, üretim faktörlerinin miktarlarının artması ve üretim faktörlerinin verimliliklerinin artması olmak üzere iki kaynağı söz konusudur. Dolayısıyla ülkeler arasındaki ekonomik büyüme farklılıklarının nedenini de, bu iki kaynaktaki gelişmelerde aramak gerekir.3 Ekonomik büyümenin, mal ve hizmet üretiminde sürekli ve önemli artışlar olarak tanımlanması, ekonomide kişi başına reel gelir düzeyinin üretim kapasitesindeki artış sayesinde sürekli olarak yükselmesi anlamına gelir.4 Dolayısıyla, ev sahibi ülkenin gayrisafi milli hasılası (GSMH), iç pazar büyüklüğünü ve potansiyel talep yapısını göstermesi açısından yabancı sermaye yatırımını etkileyen faktörlerden biridir. Gelirin artması, yabancı yatırımların artmasında itici bir kuvvet meydana getirmektedir.5 Doğrudan yabancı sermeye yatırımları, iktisadi küreselleşme sürecinin diğer bir boyutunu oluşturan dış ticaretin gelişmesine de katkıda bulunmakta, dolayısıyla yatırım yapılan ülke ekonomisini olumlu yönde etkilemektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülke ekonomisine sağladığı en önemli fayda, dış açıkların giderilmesine yaptığı katkıdır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ev sahibi ülkeye getirdikleri döviz cinsinden sermaye ile ülkenin ödemeler dengesine de olumlu katkıda bulunur. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ev sahibi ülkenin ödemeler dengesi üzerinde olumlu etki yapar (döviz rezervlerinin artması), ancak bu geçici bir durumdur. Şirket iç pazara değil de dış pazara dönükse, kurulduktan sonra yaptığı ihracat ve sağladığı ithal ikamesi ile ödemeler bilançosuna olumlu katkılar sağlar. Ancak üretimin sürdürülebilmesi için gerekli olan girdilerin ithali, yurtdışına yapılan kar transferi, yerel olarak yaratılan yüksek 3 Ferit Kula, “Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkinliği: Türkiye Üzerine Gözlemler”, C.Ü. İİBF Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, Sivas, 2003. 4 Ömer Gürkan, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon, 1989 5 N. Batmaz, H. Tunca, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Türkiye (19232003), Beta Basım A.Ş., İstanbul, 2005. 36 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) gelirin marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak artan ithalat eğilimi ve üretimin sona ermesi durumunda getirilmiş olan sermayenin ülke dışına çıkarılması, ödemeler bilançosu üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır.6 Bununla birlikte, yabancı sermayenin ödemeler dengesine olumlu katkıları da vardır. Yabancı sermayeli şirketlerin ihracat olanaklarının fazla olması sayesinde bu katkı sağlanır. Uluslararası piyasalardaki etkinlikleri ile yabancı sermayeli şirketler ülke ihracatının artmasını sağlamaktadırlar. Bu suretle ödemeler dengesi üzerinde kar transferinden doğan olumsuzluğun etkilerini de azaltmaktadırlar. Yabancı sermayeli şirketler kendileri ihracat yapmasalar bile üretim kapasitesini arttırarak yerli müteşebbisi ihracata zorlamaktadırlar ki, bu daha çok tercih edilen bir durumdur.7 2. LİTERATÜR ÇALIŞMASI VE EKONOMETRİK ANALİZ Ekonomik büyüme ile yabancı yatırımlar arasındaki güçlü ilişki, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için daha gerçekçidir. Borensztein, Gregorio ve Lee, yaptıkları çalışmada gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan 69 ülkeye yönelik yabancı yatırımları incelemişler; ekonomik büyüme, beşeri sermaye ve yabancı sermaye yatırımları arasında güçlü bir ilişki bulmuşlardır.8 Choe, 2003 yılında yaptığı 80 ülkeyi kapsayan araştırmasında, ekonomik büyüme ve yabancı yatırımlar arasında iki yönlü nedensellik bulmuştur. Nedenselliğin yönü ise, daha çok büyümeden yabancı yatırımlara doğrudur.9 6 Birol Efe, Küreselleşme Sürecinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Analizi “İzmir Örneği”, İZTO Yayını, İzmir, 2002. 7 Muhammed Akdiş, “Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Beklentiler”, YASED, İstanbul, 1988. 8 Nihat Batmaz, Sevinç Tekeli, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri: Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Türkiye Örneği (1996-2006)”, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Denizli, 2009. 9 F. Bilgili, R. Düzgün, Uğurlu, Erginbay, “Büyüme, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Yurtiçi Yatırımlar Arasındaki Etkileşim”, Erciyes Ü., SBE Dergisi, Sayı:23, 2007/2. 37 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) De Mello, 1999 yılında durağanlık ve eş bütünleşme testlerinin yanı sıra dinamik panel yöntemini de kullandığı çalışmasında, 1970-1990 dönemine ait 33 ülkenin verilerini kullanmış ve ekonomik büyüme ile yabancı sermaye yatırımları arasında güçlü bir ilişki tespit etmiştir.10 2004 yılında Makki ve Somwaru, 1970-2000 dönemi için gelişmekte olan 66 ülkenin verilerini inceleyerek gerçekleştirdikleri çalışma sonucunda, yabancı yatırımlarla birlikte; dış ticaret, beşeri sermaye ve iç yatırımların da büyümeyi pozitif yönde etkilediğini bulmuşlardır.11 Dış ticaretin söz konusu olduğu ülkeler, ihracat ve ithalatın yapıldığı ekonomiye sahip ülkelerdir. Literatürde, bir ülkeye giriş yapan yabancı sermaye yatırımı ile yatırımcı ülkenin ev sahibi ülkeye ihracatı arasındaki ilişkiye dair ilk değerlendirmelerin rastlandığı Heckscher-Ohlin-Samuelson modelinin ulaştığı sonuç; yatırım yapan ülkenin ihracatını doğrudan yabancı sermaye yatırımı ile ikame edeceğidir.12 İkame ilişkisinin yanında, ihracat ve yatırımlar arasında tamamlayıcılık ilişkisinin olması da beklenir. Bu ilişkinin ortaya çıkmasına yol açacak faktör, kısa dönemde üretim tesisinin kurulabilmesi için gerekli yatırım mallarının ve ara malların yatırımı yapacak ülke tarafından ihraç edilmesidir.13 Literatürde yer alan çalışmalar, bir ülkenin yaptığı doğrudan yatırımlar ile yatırımın yapıldığı ülkeden ithalatı arasında bir tamamlayıcılık ilişkisine işaret etmektedir. Zaman serileri analizlerinin etkin sonuçlar verebilmesi için, serilerin durağan olması gerekmektedir. Seriler, zaman serisi bileşenleri tarafından etkilendiklerinden serilerin bir bölümü diğer bölümüne göre farklı dalgalanmalar göstermektedir. Böyle serilerde gözlem değerlerinin birleşik olasılık 10 T. Gür, S. Akbay, “Yabancı Sermaye Akımları ve Ekonomik Büyüme: Bir Literatür Çalışması”, Hacettepe Ü., İİBF Dergisi, Cilt:25, Sayı:2, 2007 11 S. Makki, A. Somwaru, “Impact of FDI and Trade on Economic Growth: Evidence from Developing Countries”, American Journal of Agricultural Economics, 86(3), 2004. 12 Pınar Emirhan “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Dış Ticaret: Türkiye Örneği”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı:256, 2007. 13 J. Markusen, A. Venables, “Multinational Firms and New Trade Theory”, Journal of International Economics, Vol:46, 1998. 38 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) dağılımı, gözlemlerin yapıldığı zaman devrelerinin ileriye veya geriye doğru kaydırılması ile değişikliğe uğramaktadır. Durağanlığın incelenmesi için literatürde farklı birim kök testleri yer almaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme ve dış ticaret değişkenleri arasındaki ilişkinin incelendiği bu ekonometrik çalışmada DF (Dickey – Fuller) birim kök testi kullanılmıştır. Herhangi bir Y serisi ele alındığında seriye ait süreç: olarak ifade edilebilir. Bu modelin geçerli olabilmesi için ’nin durağan olması gerekmektedir. Bu durağanlığın incelenmesi adına DF testi için izlenmesi gereken adımlar; Birim kök vardır. Birim kök yoktur. Birim kök varlığını ifade eden hipotezi durağan olmayan seri, alternatif hipotez ise durağan seri sonucunu vermektedir. Hipotezlerinin kurulması ile test istatistiğinin hesaplanması gerekmektedir. Bu test için hesaplanan istatistik, Dickey ve Fuller’in Monte Carlo çalışmalarında ortaya koydukları Tau ( ) test istatistiğidir. Bu istatistik t dağılımına uygun değildir. Çünkü hipotezi altında geçerlidir ve bu hipotez de durağan olmama özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle Dickey Fuller dağılımına uymaktadır.14 14 Cem Kadılar, Uygulamalı Çok Değişkenli Zaman Serileri Analizi, Bizim Büro Basımevi, 2000. 39 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Test istatistiği; ̂ ̂ olarak hesaplanmaktadır. Test istatistiğinin hesaplanmasının ardından karar; elde edilen istatistik ile Tau dağılımı tablosundan elde edilen tablo değerinin karşılaştırılması ile verilmektedir. Eğer hesaplanan Tau değeri tablo kritik değerinden daha negatif ise hipotezi reddedilecek ve serinin durağan olduğuna karar verilecektir. Uzun dönem ilişkisinin fark alma yönteminde kaybolması ve çoğu iktisat kuramının serinin düzey değerleri arasındaki ilişkiden söz etmesi, eşbütünleşme analizinin çıkış noktası olmuştur. Engle ve Granger (1987)’in geliştirdikleri eş bütünleşme yaklaşımı bu sorunu ortadan kaldırmıştır. Bu yaklaşıma göre, düzeyde durağan olmayan, birinci farkı durağan olan zaman serileri düzey halleri ile modellenebilmekte ve böylece uzun dönem bilgi kaybı engellenmiş olmaktadır. Eş bütünleşme testi düzeyde durağan olmayan serilerin uzun dönemde birlikte hareket edip etmediklerini ortaya koymaktadır.15 Ekonometrik çalışmalarda, analize tabi tutulan seriler arasındaki nedensel ilişkinin yönü teorik bilgiye göre belirlenmektedir. Nedensellik, istatistiksel açıdan ise; serinin gelecekteki tahmini değerlerinin, kendisinin ya da başka bir zaman serisinin geçmiş dönemlerinden etkilenerek elde edilmesi olarak tanımlanabilmektedir. Granger (1969) X ve Y serileri için, X’in geçmiş değerleri ile yapılan Y öngörüsünün X’in geçmiş değerleri olmadan yapılan öngörüden daha başarılı olmasını, X’in Y’nin Granger nedeni olması ile açıklamıştır. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi, Granger nedensellik 15 John W. Keating, “Identifying VAR Models Under Rational Expectations”, Journal of Monetary Economics,1990. 40 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) gecikmeli değerlerle yapılan öngörünün başarılı olmasından kaynaklanan bir olgudur.16 3. TÜRKİYE UYGULAMASI Çalışmada kullanılan veri seti 1980-2009 yıllarını kapsamaktadır. Değişkenler TCMB (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası) Elektronik Veri Dağıtım Sisteminden (EVDS) ve Hazine Müsteşarlığı “Hazine İstatistik Yıllığı”ndan alınmıştır. Zaman serisi analizlerinde, analizin ilk adımı serilerin deterministik öğelerinin incelenmesi, modellerin oluşturulabilmesi için bu öğelere göre karar verilmesidir. Serilerin grafikleri incelendiğinde varyansta durağan olmadıkları ve sabit parametrelere sahip oldukları gözlenmiştir. Seriler arası ilişkilerin incelenmesi için gerekli olan uygulamalar adına serilere logaritmik dönüşüm uygulanmıştır. Serilere logaritmik dönüşüm uygulanması, hem varyansta durağanlığı hem de serilerin daha kolay yorumlanabilir olmalarını sağlamaktadır. Değişkenler arasındaki ilişki için Eşbütünleşme ve Nedensellik analizleri kullanılmıştır. Analizler için “eviews 4.1” paket programından yararlanılmıştır. Analizlerin uygulanabilmesi için öncelikle serilerin durağanlıkları incelenmelidir. Bu nedenle, Dickey-Fuller (1979) birim kök testleri ile serilerin durağanlıkları incelenerek hangi mertebede durağan oldukları belirlenmelidir. Serilere ait birim kök testi sonuçları Tablo 1’de yer almaktadır. 16 David F Hendry, Katarina Juselius, Explaining Cointegration Analysis: Part II, Nuffield College, Oxford, OX1 1NF. Dept. of Economics., Univ. of Copenhagen, Denmark, http://www.econ.ku.dk/okokj/papers/kjdhengii.pdf 41 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Tablo 1. Birim Kök Testleri Seriler ADF Test istatistiği ΔLYSY -4.669 ΔLGDP -6.337 ΔLDT -5.925 Elde edilen sonuçlar incelendiğinde serilerin, düzey halleri için hesaplanan Tau değerlerinin kritik değerlerden daha negatif olmadığı gözlenmiştir. Bu durum birim kök varlığının göstergesidir. Bu nedenle, fark alınarak serilere birim kök testleri uygulanmıştır. Birim kök testlerinin geçerli sonuçlar verebilmesi için yapılan model tahminlerinde, hata terimlerinde otokorelasyon sorunu olup olmadığı incelenmiştir. Serilerin korelogramlarında otokorelasyona rastlanmadığından ADF tipi modele geçiş yapılmamıştır. Fark alınması ile serilerin durağanlığa ulaştığı görülmüştür. Bu nedenle, üç seri de birinci mertebeden durağan seridir. Serilerin durağanlık mertebeleri belirlendiğinden eş bütünleşme analizi ile uzun dönem ilişkileri belirlenebilir. Uzun dönemde söz konusu değişkenler arasında anlamlı bir ilişkinin olup olmadığını tespit etmek için, bu çalışmada Johansen Juselius testi kullanılmıştır. En Çok Benzerlik Yönteminden faydalanılan Johansen-Juselius tekniği VAR modelinden hareketle kullanılmaktadır. Bu analizlere geçmeden önce uygun gecikme uzunluklarının belirlenmesi gereklidir. Bilgi kriterleri incelendiğinde, minimum değerlere sahip olana AIC ve SC kriterleri ile yıllık verilerle çalışıldığı da dikkate alınarak uygun gecikme uzunlukları 3 olarak belirlenmiştir. 42 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Tablo 2: Trace İstatistiğine Göre Test Sonuçları Hipotezler Özdeğer Trace Kritik değer Yok 0.566918 38.10196 29.68 En fazla 1 0.463531 14.34444 15.41 En fazla 2 0.005869 0.153034 3.76 Elde edilen istatistiklere göre 1 eş bütünleşme vektörü olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar, yabancı sermaye yatırımları (DYSY) ile GDP (GSMH) ve DT değişkenlerinin uzun dönemde birlikte hareket ettiklerini göstermektedir. Uzun dönemde beraber hareket eden değişkenlerin ilişkilerinin incelenmesi için Granger Nedensellik Analizlerine de tabi tutulmuştur. Nedensellik sonuçları Tablo 3’te yer almaktadır. 43 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Tablo 3. Nedensellik Analizi * Nedenselliğin yönü F istatistiği Olasılık değerleri DYSY DT 0.22830 0.87558 DT DYSY 3.18559* 0.04608 GDP DT 1.08276 0.37904 DT GDP 1.70006 0.19913 GDP DYSY 3.9714* 0.02264 DYSY GDP 0.03360 0.99148 %5 güven olasılığına göre anlamlı sonuçları ifade etmektedir. Granger Nedensellik testi sonuçlarına göre; dış ticaretten (DT) doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru ve GDP’den de (GSMH) doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru nedensellik ilişkisi söz konusudur. 44 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) 4. SONUÇ Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ev sahipliği yapan ülkelerde makroekonomik unsurlarda önemli bir problem yaşanmıyorsa, söz konusu yatırımların ev sahibi ülke ekonomilerinde üretime, milli gelir ve büyümeye, ödemeler dengesi ve dış ticaret açıklarına olumlu katkıda bulunduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, ülkenin elde ettiği bu ek sermayenin ülkenin makroekonomik değişkenlerini nasıl etkilediği eş bütünleşme analiziyle araştırılmıştır. Makroekonomik değişkenler olarak ise; gayri safi milli hasıla, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve dış ticaret dikkate alınmıştır. Analiz sonuçlarına göre, Gayri Safi Milli Hasıla (GDP) değişkeninden doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Dış ticaret ile birlikte bu değişkenin de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının nedeni olması, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından beklenen en önemli yararlardan birinin, dış açıkların giderilmesine yaptığı katkı olduğunu doğrulamaktadır. Dolayısıyla, yabancı sermayeli şirketlerin ülke dışına çıkardıkları kar transferleri, üretimlerini gerçekleştirmek için yaptıkları ara ve yatırım malı ithalatı da döviz çıkışından kaynaklanıyor olabilir. Yatırımların ticaret edilebilir sektörlere yöneldiği görüşünden hareketle, dışa açıklık oranı yüksek olan ülkelerin daha fazla yabancı yatırım çekeceği kabul edilmektedir. Türkiye’de dış ticaret hacminin geniş olması, yabancı sermaye yatırımlarını olumlu yönde etkilemektedir. Yabancı yatırım ile dış ticaret ilişkisi, kısa ve uzun dönem itibariyle farklılık gösterebilir. Kısa dönemde ithalatın artmasına neden olan yabancı yatırım, uzun dönemde diğer sektörlerde ithal ikamesi sağlayan veya ihracata yönelik yeni endüstrilerin kurulmasını teşvik edebilir. Bununla birlikte, yatırım sonucu milli gelir düzeyinin yükselmesi, marjinal ithalat eğilimine bağlı olarak ekonominin ithalat talebini de arttırabilir. Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin dış ticareti olumlu yönde etkileyebilmesi için, sermayenin doğrudan yatırım yapmayı hedeflemesi gerekmektedir. 45 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Analiz sonucunda, doğrudan yatırımlardan GDP’ye doğru nedensellik ilişkisinin bulunmamasının nedeni ise, Türkiye’ye gelen yatırımların yüksek oranda şirket birleşmesi ve satın almalar ile gerçekleşiyor olmasıdır. Bu durum, milli gelir artışının sağlanması için tüm ülkelerin olduğu gibi ülkemizin de sabit sermaye yatırımlarına (Greenfield Investments) ihtiyaç duyduğunun bir göstergesidir. 46 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) KAYNAKÇA Akdiş, Muhammed, “Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Beklentiler”, YASED, İstanbul, 1988. Batmaz, N., Tekeli, S., Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri: Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Türkiye Örneği (1996-2006)”, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Denizli, 2009. Batmaz, N., Tunca, H., Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Türkiye (1923-2003), Beta Basım A.Ş., İstanbul, 2005. Bilgili, F., Düzgün, R., Uğurlu, Erginbay, “Büyüme, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Yurtiçi Yatırımlar Arasındaki Etkileşim”, Erciyes Ü., SBE Dergisi, Sayı:23, 2007/2. Bulutoğlu, Kenan, 100 Soruda Türkiye’de Yabancı Sermaye, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970. Efe, Birol, Küreselleşme Sürecinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Analizi “İzmir Örneği”, İZTO Yayını, İzmir, 2002. Emirhan, Pınar, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Dış Ticaret: Türkiye Örneği”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı:256, 2007. Gür, T., Akbay, S., “Yabancı Sermaye Akımları ve Ekonomik Büyüme: Bir Literatür Çalışması”, Hacettepe Ü., İİBF Dergisi, Cilt:25, Sayı:2, 2007. Gürkan, Ömer, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon, 1989. Hendry, David F. and Juselius, Katarina, Explaining Cointegration Analysis: Part II, Nuffield College, Oxford, OX1 1NF. Dept. of Economics., Univ. of Copenhagen, Denmark, http://www.econ.ku.dk/okokj/papers/kjdhengii.pdf. Kadılar, C., Uygulamalı Çok Değişkenli Zaman Serileri Analizi, Bizim Büro Basımevi, 2000. Keating, John W., “Identifying VAR Models Under Rational Expectations”, Journal of Monetary Economics,1990. 47 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48) Kula, Ferit, “Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkinliği: Türkiye Üzerine Gözlemler”, C.Ü. İİBF Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, Sivas, 2003. Makki, S., Somwaru, A., “Impact of FDI and Trade on Economic Growth: Evidence from Developing Countries”, American Journal of Agricultural Economics, 86(3), 2004. Markusen, J., Venables, A., “Multinational Firms and New Trade Theory”, Journal of International Economics, Vol:46, 1998. Uras, T. Güngör, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İktisadi Yayınlar, İstanbul, 1979. 48 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) OSMANLI DÖNEMİ SİVİL TOPLUM VE DEVLET İLİŞKİSİNDE VAKIFLARIN YERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Sinem YILDIRIMALP ÖZET Osmanlı devletinin en önemli kurumlarından biri vakıflardır. Vakıflar, Osmanlı döneminde devlet organizasyonu içinde yer almayan ancak devletin bilgisi dahilinde sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bir faaliyet alanı gösteren dayanışma ve yardımlaşma örneği olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Osmanlı vakıflarının fonksiyonları ele alınarak vakıf geleneğinin tarihsel temeli tespit edilebilir. Vakıflar sosyal politikanın alanına giren eğitim, sağlık, sosyal yardım, gelir dağılımı, ücret politikası ve istihdam gibi konularda toplumda etkin rol oynamışlardır. Bu çalışmada öncelikle Osmanlı Türk toplumunda sivil toplumun anlaşılabilirliği için Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ve sivil toplum arasındaki ilişkinin özellikleri tartışılmaktadır. Daha sonra Osmanlı vakıflarının tarihsel olarak gördüğü fonksiyonlar üzerinde durulmaktadır. Böylece sivil toplum düşüncesi ile Osmanlı vakıfları arasında bir karşılaştırmanın mümkün olup olmadığı araştırılmış olmaktadır. Çalışmada Osmanlı vakıflarının önemi ve sivil toplum kuruluşu olup olmadığına yönelik değerlendirme yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Vakıflar, Sivil Toplum Yrd.Doç.Dr.,Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bil. Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve End.İlş. 49 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) AN EVALUTION ON THE ROLE OF FOUNDATIONS IN RELATION TO CIVIL SOCIETY AND THE STATE IN THE OTTOMAN ERA ABSTRACT One of the most important institutions of the Ottoman State is foundations (Waqfs). Waqfs in the Ottoman era do not take place in the organization of state but we can encounter them as an example of solidarity and cooperation that has a field of activity with the approval of the government. The historical basis of the foundation tradition could determined by considering the Ottoman foundations. Waqfs have been played an important role in the fields of social policy such as education, health, social benefit, distribution of income, wage policy and employment in society. In this study, the understanding of the civil society of Ottomon-Turk society will be discussed that the article focuses on the characteristics of the relationship between the state and civil society in Ottoman Empire. Then, Ottoman foundations have been historically emphasized. In this study, the importance of the foundations will be discussed and examined whether or not waqfs are civil society organizations. Key Words: Ottoman Empire, Civil Society, Foundations (Waqfs) 50 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) 1.GİRİŞ Türkiye’de devlet-sivil toplum ilişkisinin temel belirleyeni devlettir ve Osmanlı İmparatorluğu itibariyle güçlü devlet karşısında zayıf bir sivil toplumun varlığı görülmektedir. Bürokratik ve merkeziyetçi bir yapıya sahip olan Osmanlı devletinin kendine özgü örgütlenme ve yapılanma biçimi toplum ile devlet arasında aracı kurumların oluşmasına izin vermezken, sivil toplumun gelişmesine uygun bir zeminde oluşmamıştır. Diğer yandan İmparatorluk, sivil toplum potansiyeli taşıyan vakıflar gibi unsurlara yer vermekle birlikte, devletin baskın konumu bu tarz oluşumlar üzerinde de hakimiyetini göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğunda dayanışmanın ve yardımlaşmanın kurumsallaşmış halini ifade eden vakıfların literatürde tartışmalı bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim Osmanlı dönemi vakıflarını, sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayan çalışmalar olduğu gibi, sivil toplum kuruluşlarının özellikleri açısından değerlendirildiğinde dönemin vakıflarının bu özellikleri taşımadığına ilişkin ifadeleri de görmek mümkündür. Bu çalışma ile Osmanlı İmparatorluğu dönemi sosyal politikasının temel uygulayıcısı olan vakıfların, sivil toplum ve devlet ilişkisi içinde nerede yer aldığına ilişkin bir değerlendirme yapmak amaçlanmaktadır. Bu suretle öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal yapısı, devlet geleneği ve sivil toplum arasındaki ilişki incelenecek, daha sonra bu ilişki içerisinde vakıfların yeri değerlendirilecektir. 2. OSMANLI TOPLUM YAPISI, DEVLET GELENEĞİ VE SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ Osmanlı- Türk toplumunda siyasal iktidarın devlet ağırlıklı konumlanışı, sivil toplumun alt yapısını hazırlayan Aydınlanma geleneğinin ve Avrupa’da görülen sanayi devrimiyle ortaya çıkan burjuvazi ve aristokrasi gibi sosyal sınıfların yokluğu, iktidar alanına merkez-çevre bölünmesi olarak 51 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) yansıyan saray kültürü-taşra kültürü ikiliği, Osmanlı toplum yapısını, devlet geleneğini ve sivil toplumun gelişimini Avrupa ülkelerinden farklı kılmaktadır1. İnalcık’ın merkeziyetçi, bürokratik ve patrimonyal bir devlet olarak tanımladığı Osmanlı İmparatorluğu2, sahip olduğu güçlü merkezi otoriteyi sınırlandırıp sorgulayacak oluşumlara izin vermezken, sivil alanı oluşturup, geliştirebilecek bir burjuva sınıfının varlığına da olanak tanımamıştır3. Sivil toplumun temel unsurları olan sınıfların ortaya çıkamaması, devletin sınırlandırılabilmesi noktasında da engel oluşturmuştur4. Bürokratik bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun en belirgin özelliği merkez-çevre arasındaki uzaklıkta yatarken, Osmanlı-Türk devlet geleneği güçlü bir devlet ile zayıf bir çevrenin varlığı üzerinden tanımlanmaktadır. Devletin topluma baskın olduğu yapı içerisinde merkez-çevre ilişkisi Batı toplumlarından farklı bir karaktere sahiptir. Batı toplumlarında merkezileşme süreci feodal sınıflar, kentli ve kasabalılar ve endüstriyel işçiler gibi çevresel güçlerle yaşanan çatışmalar ile gelişirken5 muhalefete karşı olan Osmanlı’da merkezde sultan ve sultanın dini-idari yetkilerle donattığı Askeri denen yönetenler, çevrede ise tek geçim kaynağı devlet olan ve devletin baskın konumunu içselleştirmiş Reaya denen yönetilenler sınıfı yer almaktadır. Toplumsal düzeni sağlamak adına benimsenmiş olan yönetenyönetilen ayrımı, Osmanlı toplumsal-siyasal yapısı içinde katı ve hassas bir dengeye dayanmaktadır. İnalcık’ın “Sultanizm” olarak adlandırdığı Patrimonyal hükümdar, otoritesini, ülke ve tebaayı babadan kalmış bir mülk (pat1 Mardin,1969’dan akt. Çaha, Ömer, Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Vadi Yayınları, Birinci Basım, Nisan, Ankara,1996, s.73 2 İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,2009, s.217 3 Biber, Ayhan, “Türkiye’de Sivil Alanın Darlığının Tarihsel Nedenleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 11/3 ss.27-42, 2009, s.27 4 Çaha, Sivil Kadın....,s.70-72 5 Mardin, Şerif , “Center-Periphery Relations:A Key to Turkish Politics?”, Daedalus, 102(1) ss.169-190,1973, s.170 52 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) rimony) gibi algılamakta, kendi kontrolü dışında kendisiyle toprak ve tebaa arasında başka bir otorite tanımamaktadır6. Osmanlı İmparatorluğu’nda bürokratik seçkinlerin, toplumu birarada tutmak için devlete son derece önem verdikleri görülürken, patrimonyal devletin temel politikası var olan kurumları ve değerleri muhafaza etmek üzerine inşa edilmektedir. Bu muhafaza aynı zamanda sultanın otoritesinin ve gelir kaynaklarının da zarar görmesini engellemeyi7 ifade etmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak, 17. yüzyıl itibariyle iktidarı toplumdan kaynaklanmayan askeri kesimin temsil ettiği devletin, toplumun (reaya) üzerinde baskın bir güç olarak hâkimiyetinin arttığı görülmektedir8. Osmanlı siyasal kültüründe “zilullah-i fi’lard” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olarak adlandırılan devlet, Sultan’ın kişiliği ile özdeş tutulmuştur. Dolayısıyla Sultan’ın iradesini sınırlandıracak fikir ve girişimlere izin verilmemiştir9. Osmanlı siyasal kültürünün muhalefete antipatiyle bakışı ve muhalefet oluşturabilecek unsurların sapıklıkla nitelendirilerek dışlanmış olması sivil toplum zemini için önemli engellerden birini oluşturmaktadır10. Toplumsal muhalefete karşı bu olumsuz tavırda Sultan’ın birincil amacı, toplumu yekpare bir bütün olarak birarada tutacak güçlü devleti korumaktır11. Osmanlı Devleti’nde Tımar –Dirlik sistemi ve Vakıf müessesesi, toplumun hukuki, iktisadi, sosyal ve siyasi yapısını demokratik bir temel üzerinde geliştiren ve gelişmede istikrarı ve dengeyi temine yarayan başlıca iki kurum olarak görülmektedir12. Tımar sistemi ve Devşirme (kulluk) siste6 İnalcık,Devlet-i Aliyye....,s.218 Biber,a.g.m.,s.36 8 Tosun, Erdoğan Gülgün, Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum İlişkisi, Ocak, Alfa Yayınları, 2001,s.194 9 Biber,a.g.m.,s.35-36 10 Çaha,Sivil Kadın....,s.72 11 Tosun,a.g.e., s.222 12 Zaim, Sabahattin, “Vakıfların Milli Ekonomiye Etkileri”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.209-218, Ankara,1987,s.209 7 53 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) mi, Osmanlı imparatorluğunda hakim olan toplum-devlet, yönetilen-yöneten yapısını besleyen temel kaynakları oluşturmaktadır. Devşirme (kul) sistemi, Osmanlı devlet idaresinin temel kurumlarından biridir ve merkezi otoriteyi güçlendirmek suretiyle devletin sürekliliğini sağlamada önemli rol oynamaktadır13. Devşirme sistemi sayesinde yöneten kesimine dahil olanlar sarayın denetimi altına alınırken, Tımar (toprak) sistemi reayayı ve reayanın ekonomik faaliyetlerini siyasal alanın denetimi altına almaktaydı14. Merkezi otoriteden bağımsız ve Batı Avrupa’da görülen şekliyle mülkiyet haklarına sahip olan bir sivil toplum unsurunun bulunmadığı Osmanlı’da en önemli üretim aracı topraktı ve onun mülkiyeti de devlete aitti. Tımar (toprak) sistemi, toprakların tasarruf hakkının, mülkiyeti devlette kalmak koşuluyla askeri ya da sivil hizmet karşılığında dağıtılması anlamına gelmektedir ve bu sistem ekonomi üzerindeki mutlak denetimi devlete vermektedir. Yani toprak, devlete vergi vermesi karşılığında has, zeamet ve tımar şeklinde çoğunlukla köylüye verilmekte ve toprağın kontrolü devlet adına ordunun bir parçası olan Sipahi’ler tarafından yapılmaktadır15. Küçükömer’e göre (1977:23) toprak mülkiyetine yer verilmemesi ve siyasal toplumda birliğin yukarıdan aşağıya doğru inen hiyerarşik tebaiyet ilişkileri aracılığı ile sağlanması sivil toplum kurumlarının, kültürünün ve değerlerinin gelişimini engellemiştir. Bu sistem ve yapı ile toprağın belli kişilerin mülkiyetinde toplanması engellenmeye çalışılırken, merkezi yönetimi zaafa uğratabilecek, işbaşından uzaklaştırabilecek büyük güç odaklarının da önüne geçilmiş olunmaktadır. Yine aynı paralelde devşirme (kul) sistemi ile de Osmanlı Sultanları, çevrede oluşabilecek güç odaklarını engellemek ve taşraya karşı daha bağımsız dav- 13 İnalcık,Devlet-i Aliyye..., s.205-217 Tosun,a.g.e.,s. 194 15 Çaha,Sivil Kadın.....,s.70-71;Timur, Taner, Osmanlı Toplumsal Düzeni, 3.Baskı, İmge Kitabevi, Ankara,1994,s.224-225 14 54 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) ranabilmek için Müslüman halkla akrabalık bağı olmayan devşirmelere yönetimde yer verme yoluna gitmişlerdir 16. Tımar (Toprak) ve Devşirme (Kul) sistemi, mevcut yapısı, işleyişi ile patrimonyal yapıyı sürekli olarak beslemektedir ve toplum-devlet arasındaki ilişki gruplara ayırma, herkesi olduğu yerde tutma ve denetime dayanmaktadır. Siyasal iktidarın sahip olduğu bu bürokratik ve merkeziyetçi görünüm karşısında sivil toplumun gelişmesine imkan verecek, devletin dışında ve ondan büyük ölçüde özerk kurumların gelişmesi de mümkün olamamıştır17. Diğer yandan herkesi olduğu yerde tutma gibi topluluğa sürekli düzen vermeye çalışan ve sosyal hareketleri denetim altında tutan18 (Mardin,1990:179) faaliyetler, sivil toplumun gelişmesinde önemli bir unsur olan bireyciliğin törpülenerek, tekdüzeliğin hakim olması sonucunu doğurmaktadır. Nitekim Çaha (1996) da, Osmanlı kültürünün, sivil toplumun gelişimine engel teşkil eden özelliklerini sayarken, önceliğin bireye değil kollektiviteye verilmiş olmasından bahsetmekte ve bireyciliğin Osmanlı kültüründe hoş karşılanmayarak sapıklıkla özdeş tutulduğunu, devlet, ulus, millet kavramlarına karşı ise aşırı bir duyarlılık geliştiğini ifade eder. Osmanlı siyasi kültürü içerisinde sivil toplum unsurlarına rastlanmadığını iddia eden yazarlar olmakla birlikte19, Osmanlı toplumsal yapısında sivil toplum potansiyeli taşıyan pek çok unsurun var olduğunu ve devletin hemen her alanda müdahaleci olmadığını savunan görüşler de yer almakta- 16 Yücekök, Ahmet, N., “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumundan Günümüz Türkiye’sine Sivil Toplum Kuruluşları ve Siyaset Sosyolojisi İlişkileri”, Tanzimattan Günümüze İstanbul’da STK’lar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul,1998,s.14 17 Tosun,a.g.e., s. 204 Mardin, Şerif , “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset – Makaleler I, Der. Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder, İletişim Yayınları, İstanbul,1990,s.179 19 Çaha,Sivil Kadın; Çaha, Ömer, Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayıncılık, İstanbul,1999 18 55 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) dır20. Millet sistemi, Lonca düzeni, kurumsallaşmış dini örgütlenmeler (tarikatlar) ve vakıflar sivil toplum potansiyeli taşıyan unsurlar olarak sayılmaktadır. Bu unsurlardan millet sistemi, lonca düzeni ve kurumsallaşmış dini örgütlenmelere ilişkin bilgilere yer verilecek ancak vakıflara ilişkin inceleme ayrıntılı olarak bir diğer başlık altında incelenecektir. Osmanlı toplumsal yapısı içinde Millet sistemi ile farklı milletlere sınırlı da olsa özerk bir alanın tanınmış olması sivil toplum görüntüsü çağrıştırmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu farklı olana siyasal, sosyal, kültürel yaşam hakkı tanıyarak, her millete kendi içinde belli bir dereceye kadar özerklik tanımaktadır ancak bu yaşam alanı vergi gibi mali yükümlülükler, giyim kuşam, ikamet gibi sosyal açılardan yapılan düzenlemeler ve getirilen siyaset yasağı gibi uygulamalar ile çeşitli sınırlamalarla karşılaşmaktadır21. Bu durum ise sivil toplum potansiyeli taşıyan görüntüye gölge düşürmekte ve hatta kimi yazarlarca bu potansiyeli tamamen ortadan kaldırmaktadır. Loncalar, toplumsal işlevleri nedeniyle Osmanlı toplum yapısı içerisinde sivil toplum unsuru olarak görülmektedir. Esnaf ile merkezi yönetim arasında önemli bir köprü görevi üstlenmiş olan loncalar vergi toplamakla, üretimin standartlara uygunluğunu ve fiyatları denetlemekle yükümlüydüler. Loncalar bazı yönlerden, merkezi otoriteyi Anadoluda temsil ederek, idari bir görev üstlenmekteydiler. Bu durum loncaların devletten özerk olamadığını ve devletin denetleme ve kontrol araçlarından biri olarak faaliyette bulunduğunu göstermektedir22. Böylece Çaha’nın da (1994:91) belirttiği üzere “loncaların bir yüzü sivil topluma dönük iken ağırlıkta olan diğer yüzünün devlete dönük” kaldığı söylenebilir. 20 Dursun, Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İşaret Yayınları, İstanbul,1992; Dursun, Davut, Demoratikleşemeyen Türkiye, İşaret Yayınları, İstanbul,1999; Abay, A. Rıza, “Sivil Toplum Ve Demokrasi Bağlamında Sivil Dayanışma Ve Sivil Toplum Örgütleri”, 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kasım, Eskişehir, 2004b 21 Tosun,a.g.e.,s.209-210 22 Çaha,Sivil Kadın...,s.75-76;Tosun,a.g.e.,s.210-212;Abay,”Sivil Toplum ve Demokrasi...”,s.279 56 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Osmanlı İmparatorluğunda tarikatlar, devlet ve toplum arasında doğan boşluğu doldurarak, tampon görevi görmüş ve devlet ile toplum arasındaki iletişimi sağlayan kanallardan birini oluşturmuştur. Ancak Osmanlı’da din hem yönetenler hem de yönetilenler düzeyinde bir sivil toplum potansiyelinden çok, ideolojik bir araç olarak algılanmış ve zamana, koşullara göre farklı içerikler kazanmıştır. Dini örgütlenmenin, devletin idari yapısına bağlı olması nedeniyle devlet bürokrasisinin bir parçası olduğu görülmektedir. Dolayısıyla tarikatların sivil topluma özgü nitelikler taşıdığını söylemek zordur23. Sarıbay’ın (2001:62-63) ifade ettiği gibi burjuva sınıfının oluşmadığı toplumsal yapı içerisinde, birey ile devlet arasında aracılık sağlayacak, tampon görevi görecek sivil toplum örgütlenişine özgü kurumlar doğal olarak oluşamamıştır. Loncalar ve tarikatlar, bir ölçüde bu görevi üstlenmeye çalışmışlardır. Ancak loncalar ve tarikatlar, kendilerini sivil toplum parçası yapacak niteliklerden ve amaçlardan uzaktırlar. Cihan ve Doğan (2007:42) tarikatlerin koşulsuz itaat, tevhid, birlik, katı bir hiyerarşiye dayalı yapısının sivil toplumun farklılaşma, çeşitlilik, çoğulculuk, iktidarın paylaşımı üzerine kurulu normatif yapısından farklı olduğunu ifade etmektedirler. Yine loncaların da merkezi otoritenin kontrol altında tuttuğu, denetlediği oluşumlar olması sebebiyle sivil toplumun bir parçası sayılamayacağını belirtmektedirler. Osmanlı İmparatorluğu, özellikle 15. ve 16. yüzyılları kapsayan klasik dönemi içinde sosyal sınıfları ve ekonomiyi ilgilendiren ve dolayısıyla sivil toplum alanını da etkileyen bütün tutum ve önlemlerinde, Orta Doğu imparatorluklarından gelen bir bürokrat grubunun aktardığı rejimi ideal olarak benimsemiş ve titizlikle uygulamaya çalışmıştır. Bu suretle sosyal devingenlik fekalet sayılarak, sosyal düzeni ve ekonomik düzeni devlet kontrolüne alma anlayışı yerleşmiştir. Mardin’in de (1990:179) Osmanlı Devleti’nin parolası olarak belirttiği sosyal hareketleri denetim altında tutmak suretiyle sosyal kümelenmeleri izleme, düzen sağlama anlayışı sivil toplum 23 Çaha, Sivil Kadın...,s.76-77,Tosun,a.g.e.,s.215-221 57 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) açısından gelişimi engelleyici bir tavır olarak da değerlendirilebilir. Çünkü bu anlayış ile sivil toplumun oluşumu ve gelişimini olumsuz etkileyecek bir tekdüzelik oluşturulmaktadır. Diğer yandan İslam devlet düşüncesine uygun olarak, devleti devlet yapan unsurları oluşturan ahali ve ülkenin zenginlik kaynakları, yalnızca hükümdarın gücünü desteklemeye ve artırmaya hizmet etmelidir. Bu hizmete yönelik olarak, bütün siyasi-sosyal örgütlenmeler ve ekonomik faaliyetler hükümdar tarafından ayarlanmıştır. Herkesin kendi sınıfı içinde tutulmasının, bir sınıf üyesinin ötekine geçişinin önlenmesinin devletin birinci görevi sayıldığı ve siyasi-sosyal düzenin, uyumun salt koşul olarak görüldüğü24 bu anlayış içinde sivil toplum etkin gelişme gösterememiştir. 3. SOSYAL POLİTİKA UYGULAYICISI OLARAK VAKIFLARIN YERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Osmanlı İmparatorluğu içinde sivil toplum potansiyeli taşıdığı ifade edilen bir diğer oluşum ise vakıflardır. Vakıflar, dönemin sivil toplum potansiyeli olarak gösterilmekle birlikte ağırlıklı olarak, bugünün devletçe bakılma ilkesini yerine getiren sosyal politika uygulayıcısı olarak da anılmaktadır. Nitekim, Osmanlı yönetim anlayışına göre, devletin görevi sadece halkın can ve mal güvenliğini garanti altına almak, adaleti sağlamak, insanlara inanç özgürlüğü ve kendini geliştirme fırsatı tanımak iken bu görevler dışında kalan eğitim, sağlık, kültür, sosyal hizmetler gibi faaliyetlerin tümü vakıflara verilmiştir25. Diğer yandan bilinmektedir ki, sosyal politikanın uygulanmasında biri devlet (merkezi ve yerel yönetimler) diğeri sivil toplum kuruluşları olmak üzere iki temel taraf söz konusudur. Bu bakış açısından hareket ile İmparatorluğun üstlenmediği refahın sağlanmasına yönelik hizmetlerde başat 24 İnalcık, Devlet-i Aliyye...,s.256-257 Arslanel, Nazan ve Özkiraz, Ahmet “Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Osmanlıda Vakıflar”, Uluslararası VII.STK’lar Kongresi Bildiriler Kitabı, 3-5 Aralık, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale ss:232-239,2010,s.232-238 25 58 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) rol oynayan vakıfların sivil toplum kuruluşu olarak sosyal politika alanında işlev üstlendiğini söylemek mümkündür. Ancak vakıfların kuruluş şekilleri ve devlet ile ilişkileri incelendiğinde sivil toplum kuruluşlarının taşımaları gereken özellikleri taşımadıkları görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu dönemi ayrıntılı olarak incelendiğinde, vakıf müessesesinin devletin temel yapı taşı olduğunu ve sosyo-ekonomik hayatın hemen her alanının vakıflar tarafından şekillendirildiğini görmek mümkündür. Bu suretle Osmanlı dönemi vakıflarının genel görünümü, kuruluş özelliklerinin yanısıra sosyal politika alanında işlevlerinden bahsetmek, vakıfların yerini belirlemede önem arz etmektedir. 3.1. Osmanlı Vakıflarının Genel Görünümü ve Sosyal Politika Açısından İşlevleri Osmanlı İmparatorluğu’nun 15. ve 16. yüzyıllarında yaygınlık kazanmaya başlayan vakıflar, bireyin yaşamını iyileştirmek ve kolaylaştırmak, sosyal hayatı, toplum düzenini korumak ve devamlılığı sağlamak için kurulmuşlardır. Arapça bir kelime olan vakıf, insanların sahip oldukları mülklerini dini ve sosyal bir amaç ile karşılıksız ve Allah rızası için ebedi olarak tahsis etmelerini, bağış yapmalarını ifade etmektedir26. Vakıfların temel amacı, insanlığa hizmet sunmak ve toplumsal ihtiyaçları karşılamaktır. Geliştirdikleri sosyal yardım mekanizması ile insan onurunun korunmasını sağlamış, toplum ve devlet bütünlüğünü tamamlayıcı bir etken oluşturulmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde sosyal ve ekonomik hayat üzerinde oldukça etkili, dini ve hukuki bir kurum olan vakıflar, karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmayı da hukuki bir statüye kavuşturan, sosyal yar- 26 Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk Vakıf Hizmetlerinde Kalite ve Verimlilik, Plaka Matbaacılık, Ankara,1998,s.11; Akbulut, İlhan, “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar Dergisi, XXX. Sayı, 2007,s.63 59 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) dım mekanizmasına süreklilik sağlayan, tüzel kişiliğe sahip sosyal müesseselerdir27. Kuruluş amaçlarına geçmeden önce belirtmek gerekir ki, vakıflar içinde bulundukları çağa ve düşünce yapısına uygun olarak kurulmuşlardır. Dolayısıyla vakıflar, kuruldukları dönemin, ekonomik ve sosyal yapısını, kültürünü, zenginliğini, ihtiyaçlarını en iyi yansıtan kurumlar olmuşlardır28. Buradan yola çıkarak vakıf kurumunu oluşturan faktörlere de ulaşmak mümkündür. Vakıfların biri dini diğeri dünyevi amaçlar olmak üzere iki temel amaç üzerinden kurulduğu ifade edilmekle birlikte vakıf kurma nedenlerini, hayır işleme isteği, devletin birçok kamu hizmetini vakıflar eliyle yapma isteği ve aile vakıflarının kurulmasına izin verilmesi olmak üzere üç maddede toplayan araştırmacılar da bulunmaktadır29. İslam dininin yardımlaşmayı ve dayanışmayı ön plana çıkaran düşünce tarzının doğal bir sonucu olarak değerlendirebileceğimiz vakıfların oluşumunda sosyal ve kültürel nedenler ve servet sunumu, tüketim denetiminin sağlanması gibi faktörlerin de önemli rol oynadığı görülmektedir30. Vakıfların ortaya çıkışında siyasi, iktisadi faktörlerin değerlendirilmesi, dönemin vakıfları için daha ayrıntılı bilgi edinmeyi sağlayacaktır. Nitekim vakıfların faaliyet gösterdiği alanlar ve hizmetler incelendiğinde, bu hizmet ve faaliyetlerin temelde devlet tarafından yerine getirilmesi gereken alanlardan oluştuğu görülecektir. Zira devletin, birçok kamu hizmetini vakıflar aracılığıyla yerine getirdiği bilinmektedir. Günümüzde devletin yerine getirmekle sorumlu olduğu eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal yardım, belediyelere ait hizmetlerin önemli bir kısmı bu dönemde vakıflar tarafından yürütülmektedir. Bu suretle vakıflar yalnızca dini amaçlarla ilişkili olmayıp, 27 Özaydın, Mehmet. M., “Vakıfların Sosyal Politika İşlevleri ve Günümüzde Artan Önemi”, Kamu-İş, C:7, S: 2,2003 http://www.kamu-is.org.tr/pdf/7241.pdf (04.05.2012),s.4 28 Yediyıldız, Bahaeddin, 18. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi (Bir Sosyal Tarih İncelemesi), Türk Tarih Kurumu Yayınları / Yayınevi Genel Dizisi, İstanbul,2003,s.13 29 Eren, Fikret, “Osmanlı Dönemi Vakıfları”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.195-201, Ankara,1987,s.198 30 Özaydın,a.g.e.,s.7-10 60 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) sosyo-ekonomik yaşamı düzenleme ve sorunların çözümü amacını da yerine getiren önemli kurumlar olarak değerlendirilmelidirler31. Toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan ve devlet denetimine tabi olan vakıfların yaygınlığı Osmanlı Devleti’nin bir “Vakıf Medeniyeti” olarak adlandırılmasına da neden olmuştur. Osmanlı devleti sisteminden kaynaklanan ve halka da yayılan hayır yapma anlayışı ile gelişen ve servetin toplum içinde yeniden bölüşülmesinde önemli rol oynayan vakıfların32 yaygınlığının önemli bir nedeni de devletin merkezi otoritesinin tüm sınırlar içinde güçlü ve sürekli kılınmasındaki güçlüktür33. 19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda oldukça etkin ve olumlu bir rol oynayan, sosyo-ekonomik hayatı şekillendiren vakıf sistemi, devletin denetimi dışında olmayan bir özerklik ve demokratiklik niteliğine sahiptir. Nitekim özellikle 18. yüzyılda vakıfların, toplumun hangi tabaka ve bireyleri tarafından kurulduğu incelendiğinde, %80-90’nın askeri zümre, %10-20 kadarının ise reaya olduğu görülmektedir34. %80-90 oranında askeri yani yöneten sınıfı tarafından kurulmuş olan vakıfların da devletten özerk, bağımsız bir yapı sergilemesinin mümkün olamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Yine 18. yüzyıl vakıflarının, 15. ve 16. yüzyıl vakıflarından35 farklı olarak sosyal hayatın düzenlenmesine yönelik amaçlar taşıdığı da belirtil- 31 Akbulut,a.g.e.,s.71 32 İnalcık,Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1.Cilt, 1300-1600, Çev. Halil Berktay, İstanbul,2000,s.83-84 33 Buluş, Abdülkadir, “Sivil Toplum Kuruluşlarına Tarihsel Bir Örnek: Osmanlı Vakıfları”, Selçuk Üniversitesi, İ.İ.B.F., Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Yıl:9, Sayı:16, Ekim,ss.21-36,2008,s.28 34Tabakoğlu, Ahmet, “Klasik Dönem Osmanlı Vakıfları”, 2010a http://www.mimar.cc/makale/klasik-donem-osmanli-vakif-sistemi-105.html, 05.09.2012; Tabakoğlu, Ahmet, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul,2010b,s.161 35 15.yüzyıl Osmanlı vakıfları, zenginliği ve refahı önde tutan, gerçekçi bir yapı sergilerken, 16. yüzyıl vakıflarının güce bağlı olarak büyüklük ve üstünlük duygularını yansıttığı ifade edilmektedir. 61 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) mektedir36. Vakıfların kuruldukları zamanın fikri ve zihni yapısını yansıttığı düşüncesinden yola çıkarak baktığımızda, devlet denetimi altında siyasi ve sosyal düzeni, uyumu sağlamayı amaçlayan anlayışa uygun davranıldığı düşünülebilir. Bu değerlendirmeye 18. yüzyıl Batı dünyası gelişmelerini de eklediğimizde Osmanlı İmparatorluğu’nun Vergin’in (1994:11) ifade ettiği “bireyselliği törpüleyerek, tekdüzeliği hakim kılacak” anlayışı daha bir anlam kazanacaktır diyebiliriz. Diğer yandan siyasi ve sosyal düzeni sağlamayı hedefleyen Osmanlı devlet anlayışı içinde vakıflar karşılıklı yardımlaşma anlayışını geliştirerek, sınıflar arası yakınlaşmayı temin etmiş ve sosyal dengenin korunmasını da sağlamışlardır. Sosyal adaletin sağlanmasında37 ve toplumun birçok konudaki ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynayan vakıflar, sosyal politika amaçlarının gerçekleşmesinde de önemli rol üstlenmektedirler. Sosyal politika hedef ve amaçlarını her çağda ve toplumda, sistemde uygulayacak farklı kurumlar bulunmakla birlikte sosyal politikanın milli araçları biri kamu müdahalesi (devlet), diğeri devlet dışında kalan kollektif kendi kendine yardım mekanizması olarak iki grupta ele alınmaktadır38. Toplumun bütünlüğünü, adaleti ve refahı sağladığı için devlet, sosyal politika taraflarında ilk sırayı almaktadır. Devlet, sosyal politika hedeflerini gerçekleştirmek için yasalar çıkartır, bu yasaları denetler ve belirlediği politikaların finansmanını karşılar. Sosyal politika açısından kendi kendine yardım mekanizması olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşları ise sosyal politikanın diğer bir tarafını oluşturmaktadır. Osmanlı dönemi vakıfları, dönemin sosyal politikasının temel uygulayıcı tarafını oluşturmaktadır. Genel olarak İslam devleti ve Selçuklu Devleti geleneğini sürdüren Osmanlı Devleti’nde yönetim ve yurt savunması, can ve mal güvenliğini sağlama dışında kalan toplumsal ihtiyaçların karşılanması devlet görevi olarak kabul edilmemektedir. Osmanlı devleti, kamu 36 Yediyıldız,a.g.e.,s.56 Özaydın,a.g.e.,s.5 38 Tuna, Orhan, Yalçıntaş,Nevzat ,Sosyal Siyaset, Filiz Kitabevi, İstanbul,1991,s.195 37 62 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) hizmetlerinin yerine getirilmesini devlet eliyle ve devlet bütçesiyle yapmayıp bu hizmetlerin vakıflar aracılığı ile yürütülmesini benimsemiş, devletin bu vakıfları destekleme ve denetlemesini prensip edinmiştir. Devletin, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde ortaya koyduğu bu sınırlı hizmet anlayış,ı kamu hizmeti veren vakıfların yaygınlığının temel sebebidir. Osmanlı Devleti’nde kamu hizmetlerinden yönetim, güvenlik,savunma ve adalet hizmetleri merkezi yönetim tarafından gerçekleştirilirken, eğitim, sağlık, bayındırlık,sosyal yardım gibi hizmetler vakıflar kanalıyla yerine getirilmiştir39. Osmanlı Devlet yapısında sosyal politika açısından sosyal adaletin, fırsat eşitliğinin, dengeli gelir ve servet dağılımının temini yönünden vakıfların büyük önemi vardır40. Vakıflar, sosyal barışın, dayanışmanın ve yardımlaşmanın sağlanmasında, refahın dağıtılmasında önemli bir rol üstlenerek toplumsal sorumluluğun yerine getirilmesinde etkili olurken41, vakıfların kamu hizmetini sağlayarak devlet-toplum ilişkisi içinde “devletin sosyal niteliğinin” pekiştirilmesinde etkili rol aldığını42 ifade edenlerde bulunmaktadır. Vakıfların çok sayıda sosyal fonksiyonu bulunmakla birlikte, sosyal politika işlevleri arasında başlıca; sosyal güvenlik ve sosyal yardım sağlamak, sosyal çatışmaların engellenmesi, gelir ve servet dağılımını düzenlemesi, sosyal ilişkileri düzenlemesi, eğitim, sağlık hizmetleri sağlama, istihdama katkı, sosyal bütünleşmeyi sağlamak sayılabilir43. 39 Çizakça, Murat, “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Ekonomik Boyutları”, Rana Zincir ve Filiz Bikmen (ed.), Türkiye’de Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet, İstanbul: TÜSEV/Ford Foundation,2006 40 Zaim,”Vakıfların Milli Ekonomiye...”,s.209 41 Şen, Murat, “Tanzimat Öncesi (Klasik Dönem) Osmanlı Devleti’nde Sosyal Güvenlik”, 2002 http://www.e-akademi.org/makaleler/msen-1.htm (10.03.2012), s.181 42 Aydın,Vahdettin, “Türk Yönetim Tarihi Açısından Vakıf Sistemi ve Eğitim Yönetimine Katkısı”, SDÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı:1,ss.313338,2003,s.316 43 Soysaldı,Mehmet,“Vakıflar ve Psiko-Sosyal Fonksiyonları”,2004 http://web.firat.edu.tr/msoysaldi/vakiflar.pdf, (24.10.2012),s.17; Özaydın,a.g.e.,s.17-27 63 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Toplumun refah ve huzurunu sağlamak amacıyla dengeli bir gelir dağılımını amaçlayan sosyal politika, gelir dağılımını etkileyici ve geliri yeniden dağıtıcı her araçtan ve kurumdan yararlanmaktadır44. Sosyal politikanın önemli hedeflerinden biri olan dengeli bir gelir dağılımı politikasını oluşturma, dönemin vakıfları tarafından sağlanmıştır. Nitelikleri itibari ile gelir ve servet dengesini sağlamak için kurulmuş olmasalar da vakıflar, sosyal yardımlaşma ve dayanışma işlevini yerine getirirken, gelir ve servet dağılımına da etki etmektedirler. Vakıf yapan kişi, gelirini, servetini kendi mülkiyetinden çıkarmak suretiyle toplumun hizmetine sunmakta böylece özellikle ihtiyaç sahiplerine aktarılması ile vakfedilenlerin yeniden değerlendirilmesi sağlanmaktadır. Birşeyin bu şekilde vakfedilerek, toplumun mülkiyetine geçirilmesi, gelir transferinin vakıf yaşadığı sürece devam etmesinin sağlanması, vakıflar yoluyla yapılan gelir ve servet dağılımını, günümüz gelir ve servet politikalarından ayırmaktadır45. Vakıflar aracılığı ile toplumun değişik gruplarının kendi içinde ve gruplar arasında gelir-serveti yeniden dağıtılmaktadır. Bu yönüyle vakıflar bir sosyal politika aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Osmanlı’nın sosyal ve ekonomik sisteminde belli kişilerin teşviki ve zenginleştirilmesi yerine halkın sosyal refahı gözetilmiştir. Vakıflar aracılığı ile yapılan en yaygın hizmetlerden olan sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin temelinde de sosyal refahı yükseltmeye yönelik bir anlayış bulunmaktadır46. Bilindiği üzere, sosyal yardım bir tehlikeye, riske maruz kalanlara ve genel olarak topluma herhangi bir karşılık almaksızın çeşitli ihtiyaçların karşılanmasını amaçlayan hizmetlerdir. Vakıflar, sosyal politikanın önemli bir alanı olan sosyal yardımların ve sosyal güvenliğin sağlanmasında ve yine sosyal politikanın önemli hedeflerinden olan toplumda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürünün var olmasında büyük rol oynamışlardır. Sosyal hayatta herkesi aynı duygu ve düşünce etrafında birleştiren vakıflar, sosyal sınıflar arasında farklılığın olmaması, her gelir grubundan kişiye yardım konusunda 44 Yazgan, Turan, İktisatçılar İçin Sosyal Güvenlik Ders Notları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul,1992,s.19 45 Özaydın,a.g.e.,s.21-22 46 Tabakoğlu,a.g.m. 64 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) eşit davranılmasına imkân tanımıştır. Vakıflar insanlar arasında sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlaması, artırması sebebiyle toplumda sosyal gelişmeyi, sosyal adaleti ve sosyal barışı gerçekleştirmeye katkıda bulunmaktadırlar47. Sosyal yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği gibi hizmetleri ile Osmanlı vakıflarının sosyal bütünleşmeyi sağlayan nadir kurumlardan olduğu da belirtilmelidir. Vakıflar, fertlerin maddi ve manevi bir bütün etrafında hareket etmesine aracılık ederek, bütün sosyal kurumları içine alan, çalıştıran ve kullanan bir hukuki yapı olarak karşımıza çıkmaktadırlar48. Vakıflar, dengeli ve adaletli bir sosyal politikanın manevi temellerinin oluşturulmasına büyük katkılar sağlamaktadır. Bu noktada vakıflarca yapılan yardım ve sağlanan hizmetlerin vakıfları ayrıcalıklı kılan psikolojik bir boyutu da bulunmaktadır. Vakıf kurumu ile sağlanan yardım veya hizmetler, onur kırıcı nitelikten uzaktırlar. Kişi yardımı belirli bir kimseden sadaka niteliğinde değil, amacı belirlenmiş bir kurumdan yardım şeklinde almaktadır 49. Sosyal yardım ve sosyal güvenlik alanında vakıfların, kimsesiz, düşkün ve yoksullara ayni ve nakdi yardım yaptığı görülmektedir. Bazı vakıflar belli sayıda yoksula sürekli aylık bağlamıştır. Osmanlı dönemi vakıflarının sunduğu sosyal güvenlik hizmetlerinden, iktisadi ve sosyal açıdan güçsüz ve zayıf, kimsesiz, hasta, yoksul, yaşlı kimseler hiçbir aidat, prim veya ücret ödemeden yararlanabilmektedirler. Sosyal güvenlik alanının doğrudan çerçevesini oluşturan ve aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da hedeflemiş nitelikte olan Avarız Vakıfları ise özellikle şehir ve köy halkının önemli bir sosyal güvenlik kurumunu oluşturmuştur. Kimsesiz ve yetimleri gözeten Avarız vakıfları, uzun yıllar devam etmekle birlikte 1876-1877 tarihinden itibaren devlet tarafından yönetilmeye başlanmıştır50. 47 Soysaldı,a.g.m.,s.17 Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.234 49 Zaim,”Vakıfların Milli Ekonomiye...”,s.179;Özaydın,a.g.m.,s.17-18 50 Tabakoğlu,a.g.e. 48 65 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Osmanlı döneminde sosyal güvenlik hizmetini sağlamaya yönelik vakıflar çok çeşitlilik göstermekle birlikte, bazı vakıfların hizmetleri sosyal güvenlik kurumlarının dahi el atmadığı, el atma ihtimalinin zayıf olduğu ihtiyaçları karşılamaya yönelik olarak hizmet göstermiştir51. Çalışma hayatına ve sosyal hayata yönelik uygulamaları ile sınıf çatışmalarını, sosyal çatışmaları azaltan vakıf sistemi Zaim’in de (1987:210211) ifade ettiği gibi milli ekonomiye, istihdam artışı ve kaynakların dengeli dağılımına tesir ederek dengeli kalkınmanın sağlanması suretiyle etki etmektedir. Vakıflar, alt yapı hizmetleri ile hızlı kalkınmaya, sosyal yapıyı iyileştirerek gelişme sürecine, sağlık, eğitim, şehircilik alanlarında yatırımlar yaparak devletin güçlenmesini de sağlamaktadırlar. Osmanlı Devleti’nde sağlık hizmetlerine bakıldığında ülkenin her yerinde vakıflar tarafından kurulan sağlık kurumlarının olduğu görülmektedir. Bayındırlık ve şehircilik hizmetlerinin vakıflarca gerçekleştirildiği Osmanlı Devleti’nde tüm eğitim hizmetleri de vakıflar tarafından yerine getirilmiştir. Vakıflar, eğitimde fırsat eşitliğinin teminine büyük katkılar sağlamışlardır. Mesleki eğitimin yaygınlaşması ve meslek örgütleri içindeki çeşitli oluşumlarda da vakıfların etkisini görmek mümkündür52. Üretim ve istihdama katkıları ile ekonomik hayata da katkıları olan vakıfların, meslek vakıfları aracılığıyla da üretim üzerinde etkileri olmuştur. Buna göre vakıflar, mesleki dayanışmayı sağlarken, meslek mensuplarının teşviki ve mesleğin devamlılığı suretiyle üretimi de desteklemektedirler. Diğer yandan istihdam alanında da vakıfların önemli destekleri söz konusudur. Devletin, zorunlu olmadıkça emek piyasasına müdahale etmemesi gerektiği şeklinde bir anlayışın bulunduğu dönemde, vakıflar güçlü bir belirleyici rol oynamışlardır. Vakıfların birçok şekilde istihdam oluşturdukları görülürken, mesleğinde uzman kişilerin yetişmesine de önemli katkılar sağlamıştır. Vakıfların istihdam alanına katkılarını, istihdam alanının genişletilmesi ve yeni istihdam alanı açılması, ücretler politikalasına etkileri olarak 51 52 Zaim, ,”Vakıfların Milli Ekonomiye...”,s.179 Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.235;Özaydın,a.g.m.,s.25 66 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) incelemek mümkündür. Yapıları itibariyle insana büyük önem veren vakıflar, kuruluş amaçları içinde olmamakla birlikte çalışma hayatının düzenlenmesinde de rol almışlardır. Vakıfların, ücret (ücret istikrarını sağlayıcı, düzenli maaş ödemeleri, asgari ücret) ve iş güvencesi (görevi kötüye kullanma dışında vakıflarda iş süreklidir) konusundaki uygulamaları dikkat çekmektedir. Gelir-servet dağılımı üzerinde etkili olan vakıflar, ücet politikalarıyla da gelir dağılımı üzerinde ikinci defa etki etmektedirler. Çalışma yaşamında önemli bir kurum olan Ahi sisteminin kullandığı önemli araçlardan biri de vakıflardır. Vakıflar ve Ahi sistemi, ortak bir şekilde çalışma hayatına etkide bulunmuşlardır53. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanmasında çok önemli bir yeri olan vakıfların, bilim kültürden, istihdama, toplumun şekillenmesinde etkili olan mesleki dayanışmadan toplum ahlakına, bayındırlıktan ulaşıma kadar geniş bir faaliyet alanı ve etkinliği söz konusudur. Osmanlı vakıfları, her seviyede eğitim ve öğretim kurumları; sağlık kurumları; yol, köprü, kanal, kuyu, bent, çeşme, sebil, deniz feneri, kervansaraylar vs. gibi bayındırlık hizmetleri veren kurumlar; şehirlerin aydınlatılması, su ihtiyacının karşılanması, park ve bahçelerin inşa edilmesi ve bakımı gibi beledi hizmetler veren kurumlar; camiler, aşevleri, imaretler, iş kurmak isteyenlere borç temini, yaşlıların bakımı, mahkumların gereksinimlerinin karşılanması, misafirhaneler, kimsesiz çocuklara, öksüz ve yetimlere, gereksinim sahiplerine yardım edilmesi, düşmana esir düşenlerin fidyelerinin ödenerek kurtarılması, evlenecek kızlara çeyiz hazırlanması gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma işlevi gören kurumlar tesis ederek, toplumsal yaşamın her alanında faaliyette bulunmuşlardır54. Özellikle dönemin sosyal politika kurumu olarak sosyal yardım-sosyal güvenlik ve gelir-servet dağılımında çok önemli hizmetler yerine getirdiği görülmektedir. 53 Zaim, Sabahattin, “Vakıflarımızın İktisadi ve Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fak. Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt:37-38, İstanbul,1992 54 Kozak, İbrahim Erol, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, Adapazarı: Sakarya Üniversitesi Yay., 1994,s.15-26 67 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) 4. DEĞERLENDİRME Osmanlı Devleti döneminde gelişmenin zirvesine ulaşan vakıflar, sosyal politika bilim disiplininin yardım ve dayanışma anlayışını esas alarak toplum hayatının devamlılığını sağlama amacı ile sosyal, kültürel ve ekonomik fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Vakıflar başlangıçta, bireysel ve sosyal ihtiyaçların karşılanması amacı ile ortaya çıkmakla birlikte zamanla toplum hayatında meydana gelen tüm değişmelere uygun olarak farklılaşmış ve gelişmiştir. Bu suretle vakıflar, toplumun bütün ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan, tek yaygın toplumsal kuruluş haline gelmişlerdir55. Medeni bir toplumda olması beklenen tüm hizmetleri finanse etmiş, örgütlemiş, inşa etmiş ve korumuş olan vakıf sistemi sayesinde güçlü devlet tarafından mülkiyet haklarının çiğnenmesi engellenmiş, İslam medeniyetinin zengin mimari mirası finanse edilip korunabilmiş, yaşlılık ve maluliyet maaşları verilebilmiş, bir kurum olarak sigortanın bilinmediği bir çağda lonca ya da mahalle üyeleri için bir sigorta güvencesi sağlanmış, köprüler, yollar, kütüphaneler, çeşmeler, kaldırımlar inşa edilip korunabilmiştir56. Osmanlı vakıfları, dünyada sosyal adalet, soyal refah, dengeli gelir dağılımı, sosyal güvenlik ve sosyal hizmet gibi kavramların telaffuz edilmediği dönemlerde, devletin bilgisi dahilinde sosyo-ekonomik ve sosyokültürel bir faaliyet alanı ve örgütlü bir yardımlaşma ve dayanışma örneği olarak57 ortaya çıkmışlardır. Dengeli ve eşitlikçi bir sosyal politikanın manevi temellerinin oluşmasına önemli katkı sağlayan bir kurum olan vakıfların tarih boyunca çeşitli alanlarda ve farklı statülerde hizmetler vermesi, kendi içinde mahiyetleri, mülkiyetleri, idareleri ve kullanım şekilleri bakımından farklı gruplara ayrılarak incelenmesini mümkün kılmaktadır. Bilindiği üzere, vakıfların sivil 55 Özaydın,a.g.m. Çizakça,a.g.m.,s.22 57 Abay, A. Rıza, “Bir Sosyal Politika Olarak,Yoksullukla Mücadelede Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Yeri”, Sivil Toplum Dergisi, Sayı:6, İstanbul, 2004a,s.56 56 68 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) toplum potansiyeli taşıyıp taşımadığı vakıflar ile devlet arasındaki ilişkilerin boyutuna ve niteliğine bağlıdır. Bu noktada vakıfların, mülkiyetleri ve idareleri bakımından ele alınması önemlidir. Osmanlı döneminde merkezi yönetim tarafından hukuki sınırları belirlenen ve devlet denetimine tabi olan vakıfların %90’ı sultan veya sultanın dini-idari yetkilerle donattığı yönetenler (asker) sınıfı denilen saraya yakın kimseler tarafından kurulmuştur. Vakıfların yapımına sultanların önemli ölçüde katkıda bulundukları bilinmektedir. Geri kalan %10’luk kısım ise reaya yani yönetilenler sınıfı tarafından kurulmuş ve yaşatılmıştır. Büyük vakıflar, sadrazam, şeyhülislam, baş defterdar, kadı, Enderun, iç haznedar başı gibi devlet görevlilerinin nezareti altında58 hizmet görmekteydi. Vakıfların bu şekilde ağırlıklı olarak devlet eliyle kurulmuş ve yönetiliyor olması, vakıf-devlet arasındaki bağı güçlendirmiştir59. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde devlet ve vakıf sisteminin işbirliği içinde olduğu görülmektedir. Bu işbirliği, vergi muafiyetinin yanısıra devlet tarafından sağlanan doğrudan finansal destekler şeklinde gerçekleşmektedir. Örneğin mukataa adı verilen belli bazı vergi gelirlerinin, özellikle sultanlar ve aile üyeleri tarafından kamu politikaları gütmek üzere kurulan sultan vakıflarına ayrılması, Osmanlı devletinin vakıf sektörüne akıttığı gelirler arasında yer almaktadır. Ancak bu devlet gelirlerinin idaresinin, vakıf yöneticilerine bırakıldığı da belirtilmektedir60. Dönemin vakıflarının özel mülkiyetle devlet mülkiyeti arasında özel bir sosyal mülkiyet kategorisi içinde olması da vakıflara değişik bir özellik verecek kadar önem taşımaktadır. Özel mülkiyet ile kamu mülkiyeti arasındaki dengenin sağlanması, özellikle sosyal politika uygulamalarını yakından ilgilendiren çok temel bir meseleyi oluşturmaktadır61. 58 Tabakoğlu,a.g.e.,s.230 Öztürk’ten akt. Gürel, Deniz , “Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi: İstanbul Örneği”, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,2009,s.48-49 60 Çizakça,a.g.m.,s.23 61 Özaydın,a.g.m.,s.22 59 69 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Osmanlı Devletinde vakıflar, toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan, merkezi yönetim tarafından hukuki sınırları belirlenen ve aynı zamanda devlet denetimine tabi olan ancak kendi idareleri olan toplumsal kurumlardır. Nitekim bu kadar çok çeşit sosyal hizmetin vakıflar tarafından finanse edilip, örgütlenip, sürdürülebilmesi, kısmen de olsa vakıfların ademi merkezi karar verebilme yetisi sayesinde mümkün olabilmiştir. Ademi merkezi karar verme yetisinin bulunması vakıfların, toplumsal huzuru sağlayabilmesini ve yerel sorunları bürokratik merkezi otoriteye kıyasla çok daha hızlı bir şekilde iyileştirebilmesini sağlamıştır62. Vakıfların tam anlamıyla bir sivil toplum kuruluşu mu yoksa özellikle de devletin sınırlı hizmet anlayışından kaynaklı yapısı sebebiyle devlet adına kamusal hizmetleri üstlenmiş bir kamusal araç mı sorusuna yanıt ararken sivil toplum örgütlerinin devlet karşısında anlam kazandığı ve devlete göre konumlarının ön plana çıktığı unutulmamalıdır. Bu noktada vakıfların yerinin tayininde sivil toplum örgütleri ile devlet ilişkisine bakmak önemlidir. Literatürde bu ilişki üç farklı şekilde tanımlanmaktadır: İlki, devletle beraber hareket eden, ona eklemlenmiş bir görünüm sergileyen sivil toplum örgütleri, ikincisi devletin karşısında ve devletle savaş içinde olan, devleti yok sayan oluşumlar, üçüncüsü ise devletten bağımsız, devlet karşısında özerkliğini sağlamış, fakat devletle temas içinde olan sivil toplum örgütleridir. Sağlıklı bir sivil toplum için, devlet karşısında kendini üçüncü tanıma göre konumlandıran örgütlenmeler gereklidir. Böyle yapıdaki sivil toplum örgütleri kendi otonomisini sağlamış ve üyelerinin taleplerini devlete ulaştırabilecek iletişim yollarını kullanabilecek yapıda örgütlerdir63. Yine aynı zamanda sosyal politikanın uygulanması açısından baktığımızda, sivil toplum kuruluşları devlet ile toplum arasında bir köprü gibi kurgulandığında, toplum ihtiyaçlarının bu kuruluşlar vasıtasıyla mahalli veya yerel düzeyde daha iyi algılanıp, tespit edilmesi ve devletin yasal düzenlemeleri içinde bu 62 Çizakça, a.g.m.,s.23 Sarıbay, Ali Yaşar, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul,2001,s.140-141 63 70 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) ihtiyaçların giderilmesi suretiyle önemli bir sosyal politika fonksiyonunu yerine getirmekte olduklarını söylemek mümkündür. Sivil topluma ilişkin yapılan birçok tanım ve açıklamaya göre, sivil toplum devlet müdahalesini kabul etmeyen, bireylerin ya da grupların izin almadan kendi serbest iradeleri ile örgütlenebildikleri ve bu örgütlere girip çıkabildikleri, kendi kaderlerini belirleyebildikleri, bireysel özgürlükleri esas alan sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel faaliyetlerin örgütlü olarak gerçekleştirildiği alanı ifade etmektedir64. Osmanlı toplumu sivil örgütlenme açısından batı ile kıyaslandığında halkın demokratik anlamda yönetime katılması söz konusu olmadığından sivil örgütlenmeleri münhasıran sosyal amaçlı örgütlenmelerdir. Bu açıklamalar üzerinden baktığımızda vakıfların, bir sivil toplum örgütü niteliği taşımakla birlikte devlete göbek bağı ile bağlı kaldıkları, devlet ile ilişkilerinde devleti önceleyen bir yaklaşım içinde oldukları da görülmektedir65. Diğer yandan, sivil toplum ve sivil dayanışma kavramlarının, sivil toplum kavramının siyasi yönünün olması nedeniyle aynı anlama gelmediğinden hareketle, vakıfları “sivil dayanışma” şeklinde tanımlayan görüşler de bulunmaktadır66. Zira, ülkenin ekonomik ve sosyal hayatında toplumsal dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlamada çok önemli bir yere sahip olan vakıflar, toplumsal talepleri iktidara iletmek, ona baskı yapmak, sınırlandırmak, yönetsel politikaların oluşumuna katkıda bulunmak gibi sivil topluma ilişkin işlevlere sahip olamamışlardır67. Bu açıklamalar sonucunda özel kimseler tarafından kurulan vakıfların, sivil toplum kuruluşu özelliği gösterdiği söylenebilirken, yönetici kesim tarafından kurulan vakıfların toplumsal hizmetlerin sunulmasında kullanılan kamu politikalarının bir aracı olarak değerlendirilmesi mümkündür68. 64 Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.236 Abay,”Sivil Toplum ve Demokrasi..”,s.280 66 Abay, ”Sivil Toplum ve Demokrasi..”,s.278; Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.235-237 67 Biber,a.g.m.,s.37-38 68 Güran, Tevfik, Ekonomik ve Malî Yönleriyle Vakıflar, Süleymaniye ve Şehzade Süleyman Paşa Vakıfları, Kitabevi, İstanbul, 2006,s.1-2 65 71 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Sivil toplum potansiyeli taşıdığı savunulan millet sistemi, loncalar, tarikatlar ve vakıflar, Osmanlı’da devletin karşısında değil, yanında yer almışlar ve hem kendileri hem de sistem için var olmuşlardır. Bu oluşumların devlet için önemi, devlet adına toplumu kontrol aracı olmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu yapılar bir sivil toplum örgütlenişi, kendiliğindenlik şeklinde değil, güçlü devletin egemenliği altında, devletin siyasal iktidarını toplumsallaştırma ve meşrulaştırma aracı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir69. Birey anlayışını reddetmeden bireyin toplum içindeki değer ve itibarını yükselten bir özelliğe70 sahip olan dönemin vakıfları, aynı zamanda doğrudan gelir desteği sağlama rolünü de benimsemişlerdir. Oysa ki sivil toplum kuruluşları, doğrudan gelir sağlama yerine bireylerin gelir elde edici beceri ve donanımlar kazanmasını sağlayıcı mesleki eğitim gibi faaliyetlerde rol almalıdırlar71. Nitekim literatürde Osmanlı vakıflarının bu yönde eleştirildiği de görülmektedir. Ancak yapılan tüm araştırma ve çalışmalar göstermektedir ki, gerek toplumsal ihtiyaçların ileri boyutta karşılanması gerekse Osmanlı Devleti’nin birçok alanda gelişiminde vakıfların ve bu vakıfların ortaya koyduğu kültürün önemli bir yeri vardır. Her ne kadar literatürdeki sivil toplum özelliklerinin tümünü karşılamıyor olsalar da vakıfların sivil toplum kuruluşu olma niteliğini pek çok açıdan günümüzdeki kimi sivil toplum kuruluşlarından daha fazla hak ettiğine ilişkin görüşler de bulunmaktadır. Günümüzde vakıfların üçüncü sektör olarak anılmaya başladığı ve üçüncü sektör olarak vakıfların büyük önem kazandığı görülmektedir. Sahip oldukları tüm özellikler dikkat alındığında, vakıfların böyle bir kategori içinde yer bulması doğal olarak karşılanmalıdır. Tüm dünyada kamu ve özel sektörün yanında kendine özgü dinamikleri ve yapıları ile ortaya çıkan vakıflar, üçüncü sektör kuruluşları olarak, kar amaçlı özel sektör ile iktidar amaçlı 69 70 Tosun,a.g.e.,s.223 Kozak,a.g.e.,s.54 71 Buluş,a.g.m.,s.35 72 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) kamu sektörü yanında, kar amacı gütmeyen ancak kamu ile ilgili bir alanı dolduran kurumlar olmuşlardır 72. KAYNAKÇA Abay, A. Rıza, “Bir Sosyal Politika Olarak,Yoksullukla Mücadelede Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Yeri”, Sivil Toplum Dergisi, Sayı:6, İstanbul, 2004a Abay, A. Rıza, “Sivil Toplum Ve Demokrasi Bağlamında Sivil Dayanışma Ve Sivil Toplum Örgütleri”, 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 24-26 Kasım, Eskişehir, 2004b, http://www.siyasaliletisim.org/pdf/siviltoplumvesivildayanisma.pdf Erişim Tarihi: 21.05.2012 Akbulut, İlhan, “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar Dergisi, XXX.Sayı, 2007 Arslanel, Nazan ve Özkiraz, Ahmet “Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Osmanlıda Vakıflar”, Uluslararası VII.STK’lar Kongresi Bildiriler Kitabı, 3-5 Aralık, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale ss:232239,2010 Aydın,Vahdettin, “Türk Yönetim Tarihi Açısından Vakıf Sistemi ve Eğitim Yönetimine Katkısı”, SDÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı:1,ss.313-338,2003 Biber, Ayhan, “Türkiye’de Sivil Alanın Darlığının Tarihsel Nedenleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 11/3 ss.27-42, 2009 72 Özaydın,a.g.m.,s.14 73 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Buluş, Abdülkadir, “Sivil Toplum Kuruluşlarına Tarihsel Bir Örnek: Osmanlı Vakıfları”, Selçuk Üniversitesi, İ.İ.B.F., Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Yıl:9, Sayı:16, Ekim, ss.21-36,2008. http://www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/631348065576.pdf 01.12.2011 , Cihan, Ahmet ve Doğan, İlyas, Osmanlı Toplum Yapısı ve Sivil Toplum, 3F Yayınevi, İstanbul, 2007 Çaha, Ömer, “Osmanlı’da Sivil Toplum”, A.Ü.S.B.F. Dergisi, C:49, S:3-4 Haziran Aralık ss. 79-99,1994 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/465/5316.pdf 02.03.2012 Çaha, Ömer, Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Vadi Yayınları, Birinci Basım,Nisan, Ankara,1996 Çaha, Ömer, Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayıncılık, İstanbul,1999 Çizakça, Murat, “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Ekonomik Boyutları”, Rana Zincir ve Filiz Bikmen (ed.), Türkiye’de Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet, İstanbul: TÜSEV/Ford Foundation,2006 http://www.tusev.org.tr/userfiles/image/ford/Osmanli%20Donemi%20Vakifl arinin%20Ekonomik%20Boyutlari.pdf , 08.10.2011 Dursun, Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İşaret Yayınları, İstanbul,1992 Dursun, Davut, Demoratikleşemeyen Türkiye, İşaret Yayınları, İstanbul,1999 Gürel, Deniz , “Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi: İstanbul Örneği”, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,2009 74 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Eren, Fikret, “Osmanlı Dönemi Vakıfları”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.195-201, Ankara,1987 Güran, Tevfik, Ekonomik ve Malî Yönleriyle Vakıflar, Süleymaniye ve Şehzade Süleyman Paşa Vakıfları, Kitabevi, İstanbul, 2006 İnalcık,Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1.Cilt, 1300-1600, Çev. Halil Berktay, İstanbul,2000 İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,2009 Kozak, İbrahim Erol, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, Adapazarı: Sakarya Üniversitesi Yay., 1994. Küçükömer,İdris, “Asyagil Üretim Biçimi, Yeniden Üretim ve Sivil Toplum”, Toplum ve Bilim, S:2,Yaz ss. 3-30,1977 Mardin, Şerif , “Center-Periphery Relations:A Key to Turkish Politics?”, Daedalus, 102(1) ss.169-190,1973 Mardin, Şerif , “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset – Makaleler I, Der. Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder, İletişim Yayınları, İstanbul,1990 Özaydın, Mehmet. M., “Vakıfların Sosyal Politika İşlevleri ve Günümüzde Artan Önemi”, Kamu-İş, C:7, S: 2,2003 http://www.kamuis.org.tr/pdf/7241.pdf Erişim Tarihi: 04.05.2012 Sarıbay, Ali Yaşar, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul,2001 Soysaldı, Mehmet, “ Vakıflar ve Psiko-Sosyal Fonksiyonları”, 2004 http://web.firat.edu.tr/msoysaldi/vakiflar.pdf , 24.10.2012 75 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Şen, Murat, “Tanzimat Öncesi (Klasik Dönem) Osmanlı Devleti’nde Sosyal Güvenlik”, 2002 http://www.e-akademi.org/makaleler/msen-1.htm 10.03.2012 Tabakoğlu, Ahmet, “Klasik Dönem Osmanlı Vakıfları”, 2010a http://www.mimar.cc/makale/klasik-donem-osmanli-vakif-sistemi-105.html, 05.09.2012 Tabakoğlu, Ahmet, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul,2010b Tosun, Erdoğan Gülgün, Demokratikleşme Perspektifinden DevletSivil Toplum İlişkisi, Ocak, Alfa Yayınları, 2001 Tuna, Orhan, Yalçıntaş,Nevzat,Sosyal Siyaset, Filiz Kitabevi, İstanbul,1991 Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk Vakıf Hizmetlerinde Kalite ve Verimlilik, Plaka Matbaacılık, Ankara,1998 Vergin, Nur, “Demokrasi ve Sivil Toplum”, Yeni Türkiye Dergisi, S:1, Kasım- Aralık,1994 Yazgan, Turan, İktisatçılar İçin Sosyal Güvenlik Ders Notları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul,1992 Yediyıldız, Bahaeddin, 18. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi (Bir Sosyal Tarih İncelemesi), Türk Tarih Kurumu Yayınları / Yayınevi Genel Dizisi, İstanbul,2003 Yücekök, Ahmet, N., “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumundan Günümüz Türkiye’sine Sivil Toplum Kuruluşları ve Siyaset Sosyolojisi İlişkileri”, Tanzimattan Günümüze İstanbul’da STK’lar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul,1998 76 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77) Zaim, Sabahattin, “Vakıfların Milli Ekonomiye Etkileri”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.209-218, Ankara,1987 Zaim, Sabahattin, “Vakıflarımızın İktisadi ve Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fak. Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt:37-38, İstanbul,1992 77 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) EXTERNAL DEBT AND GDP RELATIONSHIP: A DYNAMIC ANALYSIS FOR TURKEY Hasan Murat ERTUĞRUL1 Ahmet KENAR2 ABSTRACT External debt and GDP relationship is mostly investigated empirically for different countries in the literature. Most of these studies employ cointegration and Granger causality tests and assume a static link. This study differentiates from existing papers by employing Kalman Filter algorithm in order to analyze time varying empirical link between external debt and GDP. In this paper, we investigated external debt and GDP relationship for 1989Q4-2011Q4 periods. Firstly, we analyzed stationarity characteristics of series employing various unit root tests and all series found in I(1). Then, we investigated co-integration relationship between GDP and external debt employing Bound test approach proposed by Peseran at al. 2001 and found long run co-integration relationship between external debt and GDP. Finally, we analyzed external debt elasticity of income dynamically by employing Kalman Filter models. The empirical results suggest that external debt elasticity of income is decreasing in 1994 and 2001 crises period and then increasing after last quarter of 2002 which coincides with the political stability term of Turkey. These findings support success of efficient debt management and fiscal policy after crises period. Keywords: External Debt, Bound Test, Kalman Filter, Turkey JEL Codes: H63; C22, *** 1 Corresponding Author, Dr., Undersecretariat of Turkish Treasury, Treasury Expert, e-mail: murat.ertugrul@hazine.gov.tr 2 Undersecretariat of Turkish Treasury, Assistant Treasury Expert, e-mail: ahmet.kenar@hazine.gov.tr 78 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) ÖZET Dış borç ve GSYH ilişkisi uygulamalı literatürde farklı ülkeler için oldukça çok incelenen bir konudur. Söz konusu ilişkiyi inceleyen çalışmaların çoğunda statik bir analiz olan eş bütünleşme ve Granger nedensellik analizi kullanılmaktadır. Bu çalışmada literatürde yer alan çalışmalardan farklı olarak dış borç ve GSYH ilişkisi Kalman Filtresi yöntemi kullanılarak dinamik olarak incelenmektedir. Bu çalışmada, dış borç ve GSYH ilişkisi 1989Ç4-2011Ç4 dönemi için incelenmiştir. Çalışmada ilk önce serilerin durağanlıkları çeşitli durağanlık testleri kullanılarak incelenmiş ve seriler I(1) bulunmuştur. Daha sonra GSYH ile dış borç arasındaki eş bütünleşme ilişkisi Peseran vd (2001) tarafından önerilen Sınır Testi yöntemi kullanılarak incelenmiş ve seriler arasında eş bütünleşme ilişkisi tespit edilmiştir. Son olarak GSYH'nın dış borç esnekliği Kalman Filtresi yöntemi kullanılarak dinamik olarak incelenerek uygulamalı analiz tamamlanmıştır. Çalışmanın bulgularına göre GSYH'nın dış borç esnekliği 1994 ve 2001 kriz dönemlerinde azalmakta ve Türkiye'de politik istikrarın başladığı 2002 yılının son çeyreğinden itibaren ise artmaktadır. Bu bulgular kriz sonrası dönemde etkin borç yönetimi ve maliye politikalarının başarısını desteklemektedir. Anahtar Kelimeler: Dış Borç, Sınır Testi, Kalman Filtresi, Türkiye JEL Kodları: H63; C22, * The opinions expressed in this paper are those of the authors and do not necessarily reflect the opinions of the Undersecreteriat of Turkish Treasury ** A preliminary version of the paper was presented at International Conference of Turkish Economic Assocation “Debt, Dynamics, Financial Stability, The Great Recession” 79 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) 1. INTRODUCTION The main objective of the countries is to increase the gross domestic product as well as to improve the social and economic development of society. This objective could be realized with sustainable economic growth which becomes a very important challenge for developing countries facing the budget deficit caused by the gradually expanding current account deficit and the high level of debt service, especially external debt service. The domestic resources of developing countries remain insufficient to maintain a sustainable economic growth. This inadequacy of domestic resources is especially due to inter-countries differences and inequitable distribution of resources among countries. Actual saving gap in developing countries raises the need of external funds for financing of investments. This gap is also viable for the Turkish economy. Especially after 1950, due to the lack of qualified labor force and technology, external debt has increased to maintain sustainable economic growth. External debt was firstly defined in 1984 by the working group of external debt statistics of four international institutions including IMF, World Bank, Bank of International Settlements (BIS) and OECD as follows; external debt, at any given time, is the outstanding amount of those actual current, and not contingent, liabilities that require payment(s) principal and/or interest by the debtor at some point(s) in the future and that are owed to nonresidents by residents of an economy (Klein, 1994). Between 1994-2001 period Turkey faced three economic crises and two of them had reflected Turkey’s own economic imbalances directly. After 2001 crises period, Turkish economy became more stable because of the political and structural transformation. The external debt stock of Turkey was $ 113.6 billion in 2001 and reached $ 208.4 billion by 2006 and $ 306.7 billion in 2011. Most of the studies in the literature investigate the relationship between external debt and economic growth employing co-integration and Granger causality tests and assume a static link. This study differentiates 80 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) itself from existing works by employing the Kalman filter algorithm in order to account for time varying empirical link between external debt and GDP. The paper is organized as follows. The next section briefly introduces literature review. Section 3 presents data and methodology. Section 4 shows empirical results and section 5 includes the conclusion. 2. LITERATURE REVIEW Many empirical studies especially focus on heavily indebted poor countries and analyze external debt and economic growth relationship via different econometric techniques including co-integration, causality analysis and GMM and panel data analysis in the literature. Chowdhury (1994) investigated public and private external debt and GNP relationship for developing and debtor Asian and Pacific countries between 1970 and 1988 by employing Granger causality test. He found public and private sector external debts have a small and negative effect on GNP. Clements et al. (2003) analyzed how external debt affects economic growth for low income countries. They investigated external debt and economic growth relationship for 55 low income countries for 1970-1999 periods employing panel data analysis and GMM method. They found that a decrease in the external debt stock has a direct positive effect on GDP per capita growth in low income countries, which means that there is negative relationship between external debt and economic growth. Scharek (2004) investigated the relationship between external debt and economic growth using data set of 59 developing and 24 developed countries for 1970-2002 period employing panel data analysis and generalized method of moments (GMM) model. He found negative and significant relationship between external debt and economic growth in developing countries. Moreover, he analyzed effects of public and private sector external 81 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) debt on economic growth separately and found negative relationship from public external debt to economic growth but not vice versa. Cordella et al. (2005) investigated how the relationship between external debt and economic growth changes according to debt level in developing countries employing panel data and General Methods of Moments (GMM) model for 79 developing countries covering the period 1970-2002. They found negative relationship between external debt and economic growth in the cases of no excessive debt burden. Wijeweera et al. (2005) investigated external debt and GDP and economic growth relationship for Sri Lanka for the 1952-2002 period employing co-integration analysis and error correction model. They found negative but statistically insignificant relationship between external debt service and Gross Domestic Product (GDP) in the long term and statistically insignificant relationship in the short-term. Butts (2009) investigated causality relationship between external debt and economic growth for 27 Latin American and Caribbean countries covering the period 1970-2003. He found unidirectional causality from economic growth to external debt for 13 Latin American and Caribbean countries in both long term and short term. Ogunmuyiwa (2011) investigated external debt and economic growth relationship for Niger using time series data for the period 1970 2007 within the framework of an error correction model. According to the empirical results, he found weak and statistically insignificant relationship between external debt and economic growth and he could not find any causality relationship between economic growth and external debt. There are also studies which investigated the external debt and economic growth relationship for Turkey. These studies are as Karagöl (2002), Javed and Şahinöz (2005), İpek and Yaşar (2008) and Uysal (2009). Karagöl (2002) examined the relationship between external debt burden and economic growth for Turkey using five variables VAR model employing co-integration and Granger causality analysis. He found external 82 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) debt burden negatively affects economic growth in the long run. Furthermore, he found unidirectional causality from external debt to GDP for Turkey. Javed and Şahinöz (2005) investigated effects of external debt on investment, export and economic growth for Turkey covering the 1983-2002 period and stated that external debt has a negative effect on investment and positive effect on exports, however no effect on economic growth. İpek and Yaşar (2008) analyzed the relationship between economic growth and external debt within the framework of the co-integration and causality analysis with data from 1989 to 2007. They concluded that there is a co-integration between external debt and economic growth and they found bidirectional causality between external debt and economic growth in both long term and short term. Uysal et al. (2009) investigated external debt and economic growth relationship for Turkey covering the 1965-2007 period by employing VAR model and found negative relationship between external debt and economic growth. Most of these studies in the literature concentrate on external debt and economic growth relationship. In this study, we investigated external debt and GDP relationship different from literature. 3. DATA AND METHODOLOGY In this study, we investigate the relationship between external debt and Gross Domestic Product (GDP). We use quarterly real GDP and real external debt series covering the period 1989Q4-2011Q4. The real GDP series in 1998 constant thousand Turkish Liras were obtained from Turkish Statistical Institute. Real GDP series between the 1989Q4-1997Q4 period were obtained by employing 1987 based constant GDP growth rates. External debt series were obtained from Undersecretariat of Treasury converted to Turkish Liras using average the exchange rate and deflated by employing GDP deflator. Both real GDP and real external debt 83 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) series were seasonally adjusted using the Tramo-Seats methodology and measured in natural logarithms similar to the empirical literature and natural logarithms of GDP and external debt were denoted as LY and LDB respectively. In the empirical analysis, we firstly analyzed stationarity properties of the series by employing mostly used unit root tests in empirical studies including ADF, PP and Ng-Perron tests in empirical analysis. After determining stationarity properties for series, we investigated the existence of the long term co-integration relationship between real GDP and real external debt series employing Bound Test developed by Pesaran et al. (2001). Bound test approach has some advantages over the conventional co-integration models. Firstly, The Bounds testing approach can be employed irrespective of whether the regressors are purely I(0) or I(1) (Peseran et al., 2001). Secondly, the bound test co-integration approach has superior properties in small sample sizes than other co-integration approaches (Narayan and Narayan, 2004; Mangir and Ertuğrul, 2012). Finally, we investigated dynamic relationship between external debt and GDP by following a dynamic approach employing Kalman filter to depict the time varying interaction between external debt and economic growth. 4. RESULTS 4.1. Unit Root Tests Firstly, we investigate stationarity characteristics of series. In this respect, we employed ADF (1979), PP (1988) and Ng-Peron (2001) tests. The results of unit root tests are presented in Table 1. 84 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) Table 1: Unit Root Test Results ADF Test Results LY -2.645 ΔLY -9.188* LDB -1.907 ΔLDB -8.290* ADF critical values for LY and ADF critical values for ΔLY and LDB %1=-4.066 and ΔLDB %1=-3.507 %5=-2.895 %5=-3.462 PP Test Results LY -2.883 ΔLY -9.196* LDB -2.094 ΔLDB -8.289* PP critical values for LY and PP critical values for ΔLY and ΔLDB LDB %1=-4.066 and %1=-3.507 %5=-2.895 %5=-3.462 Ng-Perron Test Results MZ a MZ t MSB MPT LY -12.550 -2.492 0.199 7.333 LDB -6.625 -1.809 0.273 13.762 ΔLY -32.902 -4.053 0.123 0.753 ΔLDB -55.287 -5.256 0.095 0.448 Ng-Peron critical values for LY and LDB series; MZa, MZt, MSB, MPT respectively; %1 significance level -23.80, -3.42, 0.14 and 4.03 %5 significance level for -17.30, -2.91, 0.17 and 5.48. Ng-Peron critical values for ΔLY and ΔLDB series; MZa, MZt, MSB, MPT respectively; %1 significance level -13.80, -2.58, 0.17 and 1.78 %5 significance level for -8.10, -1.98, 0.23 and 3.17 * denote %1 significance level ** denote %5 significance level 85 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) According to Table 1, For ADF and PP tests, the null hypothesis suggests that the series include unit root. The calculated t statistics for all variables are less than the critical values in their level forms for both ADF and PP tests. Thus, the null hypothesis cannot be rejected, suggesting that all variables are nonstationary in their level forms. The results of the first differenced variables show that the calculated t statistics for all variables are greater than the critical values at %1 levels, suggesting that all variables are integrated of order I(1) according both ADF and PP tests. For Ng-Peron test, according to MZ a , MZ t tests the null hypothesis indicates that the series have unit root and according to MSB and MPT tests the null hypothesis indicates that the series are stationary. For MZ a , MZ t tests, the calculated t statistics LY and LDB are less and for MSB and MPT tests the calculated t statistics for LY and LDB are greater than the critical values suggesting that LY and LDB are non-stationary in their level forms. For the first difference of series, according to MZ a , MZ t tests, the calculated t statistics for LY and LDB are greater and for MSB and MPT tests the calculated t statistics for LY and LDB are less than the critical values at 1% levels, suggesting that LY and LDB become stationary after differencing so that LY and LDB series are I (1) according to Ng-Peron tests. In summary, unit root tests shows that LY and LDB series are stationary after differencing so that LY and LDB series are I(1). 4.2. Bound Test Co-Integration Approach After investigating stationarity of series, we analyze co-integration relationship between real GDP and real external debt by employing Bounds Test approach developed by Pesaran et al. (2001). For the Bound test analysis, we firstly formed the Unrestricted Error Correction model (UECM). UECM specification for our study is shown in equation 1. 86 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) m LY t 0 a 1t m 2,i LY ti i 1 3 ,i LDB ti 4 LY t 1 5 LDB t 1 t i0 (1) Where, LY is log of real GDP, LDB log of real external debt. In UECM model in equation 1, “m” represents number of lags and “t” represents trend variables. For testing co-integration relationship, the statistic underlying the procedure is the Wald or F-statistic in a generalized Dickey-Fuller type regression, which is used to test the significance of lagged levels of the variables under consideration in a conditional UECM (Narayan and Narayan, 2004). Null hypothesis for F test is established as H 0 a 4 a 5 0 for our study and calculated F statistics is compared with table bottom and upper critical levels in Pesaran et al. (2001). If the computed F-statistic falls outside the critical bounds, a conclusive decision can be made regarding cointegration without knowing the order of integration of the regressors. For instance, if the empirical analysis shows that the estimated F statistics is higher than the upper bound of the critical values, then the null hypothesis of no co-integration is rejected. If the estimated F statistics is lower than the bottom bound of critical values, there is no co-integration relationship between the series (Narayan and Narayan, 2004). If the calculated F statistics is between the bottom and upper critical values, no exact opinion can be made (Karagöl, Erbaykal and Ertuğrul, 2007). Maximum lag number for UECM model is taken 8 and according to Schwarz criteria and lag number is found 11. After determining lag number of UECM model, we investigate co-integration relationship by comparing 1 Serial correlation for UECM model investigated by employing Breusch-Godfrey serial correlation LM test and no serial correlation found in UECM model. Test results can be taken from the authors. 87 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) the computed F-statistic from UECM model with table bottom and upper critical levels in Pesaran et al. (2001). Table 2 shows the bound test results. Table 2. Bound Test Results Critical Value at %5 Significance K F statistics Level Bottom Bound 1 8.33 6.56 Upper Bound 7.30 k is number of independent variable number in equation 1. Critical values are taken from Table C1.v at Pesaran et. al. (2001:300) According to Table 2, F statistics is higher than the upper bound of the critical values; therefore the null hypothesis of no co-integration is rejected. As a result, we found a significant long run co-integration relationship between real GDP and real external debt according to Bound test analysis. 4.3. Dynamic Approach In order to investigate dynamic relationship between real GDP and real external debt, we employ dynamic approach on a classical reference of Harvey (1990) that introduces Kalman filter approach. The Kalman filter approach is based on a form of state space representation. A linear state space of the dynamics of an equation can be represented as y t c t Z t t t (2) t 1 d t T t t vt (3) 88 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) Where in our case t is a 2 1 vector of unobserved state variables, where, c t , Z t , d t and T t are adaptable vectors and matrices, and where t and vt are vectors of mean zero, Gaussian disturbances. As stated in equation (3), un observed state vector t is assumed to change over time as a first-order vector auto-regression. The Kalman filter recursively estimates the parameters by updating the estimation with every additional observation (Ertuğrul, 2012). The Kalman filter specification used in our study is presented in equations 4 and 5 below. LY t a 0 a 1 , t LDB t t (4) a i ,t a i ,t 1 v i ,t (5) a 1,t Coefficient in equation (4) indicates external debt elasticity of income. External debt elasticity of income shows percentage change in income in response to a one percent change in external debt. If external debt elasticity of income increases, same proportion external debt change will cause more income change. The time varying parameter estimates for external debt elasticity of income employing Kalman Filter approach in 1994Q1-2011Q3 period are 89 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) shown in Figure 1. The parameter estimates for all variables of Kalman Filter approach are statistically significant. Figure 1: Parameter Estimates for External Debt Elasticity of Income 0.56 0.55 1994Q1 1994Q4 1995Q3 1996Q2 1997Q1 1997Q4 1998Q3 1999Q2 2000Q1 2000Q4 2001Q3 2002Q2 2003Q1 2003Q4 2004Q3 2005Q2 2006Q1 2006Q4 2007Q3 2008Q2 2009Q1 2009Q4 2010Q3 2011Q2 0.54 -1% TVP- External Debt Elasticity of Income 1% Our results show that external debt elasticity of income decreases in crises period of Turkey including 1994 and 2001 and then begins to increase after last quarter of 2002 which coincide with the political stability term of Turkey. 5. CONCLUSION The domestic resources of developing countries remain insufficient to maintain a sustainable economic growth. This inadequacy of domestic resources is especially due to inter-countries differences and inequitable distribution of resources among countries. Actual saving gap in developing countries raises the need of external funds for financing of investments. 90 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) External debt and economic growth and GDP relationship is mostly investigated empirically for different countries by employing various econometric techniques in the literature. Most of these studies employ cointegration and Granger causality tests and assume a static link. This study differentiates from existing papers by employing Kalman Filter algorithm in order to analyze time varying empirical link between external debt and GDP. In this study, we try to investigate dynamic relationship between external debt and GDP for Turkey. The study uses quarterly real Gross Domestic Product (LY) and real external debt (LDB) series covering the period 1989Q4-2011Q4. In empirical analysis firstly, we analyzed stationarity properties of the series by employing ADF, PP and Ng-Perron tests and all unit root tests shows that LY and LDB series are stationary after differencing so that LY and LDB series are I(1). Then, we investigated the existence of the long term co-integration relationship between real GDP and real external debt series employing Bound Test developed by Pesaran et al. (2001) and found a significant long run co-integration relationship between real GDP and real external debt according to Bound test analysis. Finally, we investigated dynamic relationship between external debt and GDP by following a dynamic approach employing Kalman filter. Our results show that external debt elasticity of income decreases in crises period of Turkey including 1994 and 2001 and then begins to increase after last quarter of 2002 which coincide with the political stability term of Turkey. These findings are compatible with prudential fiscal and monetary policy stance of Turkey after 2001 crises period and support success of efficient debt management and fiscal policy after crises period. 91 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) REFERENCES Butts, H., C. (2009), “Short Term External Debt and Economic Growth— Granger Causality: Evidence from Latin America and the Caribbean”, The Review of Black Political Economy, Vol. 36, 93 – 111. Chowdhury, K. (1994), “A Structural Analysis of External Debt and Economic Growth: Some Evidence from Selected Countries in Asia and the Pacific”, Applied Economics, Vol. 26, 1121 – 1131. Cordella, T., Ricci Antonio L. ve Ruiz-Arranz M. (2005), “Debt Overhang or Debt Irrevelance? Revisiting the Debt – Growth Link”, IMF Working Paper, WP/05/223 Clements B., Bhattacharya R., Nguyen T.Q. (2003), “External Debt, Public Investment and Growth in Low-Income Countries”, IMF Working Paper, WP/03/249, 2-24. Dıckey, D.A., Fuller, W.A. (1979), “Distributions of the estimators for autoregressive time series with a unit root”, Journal of the American Statistical Association, 74:427-431. Engle, R. F., Granger, C. W. J. (1987), “Co-Integration and Error Correction: Representation, Estimation, and Testing”, Econometrica, Vol. 55, No. 2, 251 – 276. Harvey A.C. (1990). Forecasting, Structural Time Series Models and the Kalman Filter. CambridgeUniversity Press, Cambridge. İpek, E., Yaşar, B., K. (2008), “Türkiye’de Dış Borç ve Ekonomik Büyüme İlişkisi”, Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Gelişmekte Olan Piyasalar Uluslararası Sempozyumu, 267 – 276. Javed, Z. H., ve Şahinöz, A. (2005), “External Debt: Some Experience From Turkish Economy”, Journal of Applied Sciences, 5 (2), 363 – 367. 92 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) Karagöl, E. (2002), “The Causality Analysis of External Debt Service and GNP: The Case of Turkey”, Central Bank Review 1, 39 – 64. Karagöl, E., Erbaykal, E., ve Ertuğrul, H.M. (2007). “Türkiye’de Ekonomik Büyüme ile Elektrik Tüketimi İlişkisi: Sınır Testi Yaklaşımı”. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 8(1), s.72-80. Klein, Thomas M. (1994), “External Debt Management”, World Bank Technical Paper, No. 245. Narayan S. and Narayan P. K. (2004). “Determinants of Demand of Fiji’s Exports: An Empirical Investigation”. The Developing Economics, 42(1), s.95-112. Ng, S. and Peron P. (2001). “Lag Length Selection and the Construction of Unit Root Tests with Good Size and Power”. Econometrica, 69(6), 1519–1554. Ogunmuyiwa, M., S. (2011), “Does External Debt Promote Economic Growth in Nigeria?”, Current Research Journal of Economic Theory 3(1), 29-35. Pesaran, M.H., Shin, Y., Smith, R.J. (2001). “Bounds testing approaches to the analysis of level relationships” Journal of Applied Econometrics, 16:289-326. Phillips, P. C. B. and Perron, P. (1988), “Testing for a unit root in time series regression”. Biometrica, 75:335-346. Schclarek, A. (2004), “Debt and Economic Growth in Developing and Industrial Countries”, Lund University, Department of Economics in its series Working Papers Uysal, D., Özer, H. ve Mucuk, M. (2009), “Dış Borçlanma ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği (1965-2007)”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 4, 161 – 178. 93 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94) Wijeweera, A., Dollery, B. ve Pathberiya, P. (2005), “Economic Growth and External Debt Servicing: A Cointegration Analysis of Sri Lanka, 1952 to 2002”, University of New England, Working Paper Series in Economics, No. 2005 – 8 94 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) THE VITAL IMPORTANCE OF TOURISM RECEIPTS ON THE LARGE CURRENT ACCOUNT DEFICITS OF TURKEY Serdar ONGAN1 ÖZET Cari işlemler açıkları, oldukça uzun zamandır Türkiye’nin en önemli ekonomik problemlerinin başında gelmektedir. Amerika ve özellikle avrupadaki bir çok ekonominin aksine oldukça yüksek büyüme oranları ve istikrarlı bütçe- kamu borç dengesine rağmen, yüksek oranlı ve kronik cari işlemler açıkları, ithalata bağımlılığın çok yüksek olduğu dünyanın bu onaltıncı büyük ekonomisini tehdit etmektedir. İthalata olan bu yüksek orandaki bağımlılık,artan ihracat rakamlarına rağmen cari işlemler açıklarının azalmasını engellemektedir. Diğer taraftan, çok hızlı bir gelişme gösteren turizm sektörünün, Türkiye’nin cari işlemler dengesine çok önemli katkılarda bulunduğu görülmektedir. Bu çalışma, 1984-2010 yılları arasında, turizm sektörünün, Türkiye’nin cari işlemler açıklarına olan söz konusu katkısını çarpıcı bir şekilde ortaya koymak ve ve dolayısıyla sektörün önemine dikkat çekmeye çalışmaktadır. Buna gore, ithalata olan bağımlılık devam ettiği sürece, Türkiye’nin cari işlemler açıklarını, en azından kısa dönemde azaltmanın tek yolunun, turizm gelirlerini arttırmak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Cari işlemler açıkları, Turizm gelirleri, Türkiye. Jel: O11, Q01, B22 1 Prof.Dr. İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi 95 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) ABSTRACT The current account deficits are the foremost economic problem of Turkey for a very long time. Although the country has high economic growth rates, considerably and comparatively strong budget-government debt balances unlike many European and US economies, the large and chronic current account deficits threaten world's 16th largest Turkish economy which exceedingly depends on the imports. This high import dependency impedes to reduce the current account deficits with even the recorded increases in exports. On the other hand, with its rapid development within the same period, the tourism sector has made important contribution to the current accounts balances in Turkey as a tourist destination country. This paper attempts to attract attention and show strikingly the vital importance of tourism receipts on the current account deficits and in Turkish economy from 19842010. The results indicate that the only way to reduce the current account deficits in Turkey at least in short run is to increase tourism receipts as long as its high import dependency continues. Keywords: Current Account Deficits, Tourism Receipts, Turkey Jel: O11, Q01, B22 1. INTRODUCTION The current account balance is equal not only to the difference between exports and imports, broadly defined, but also to the difference between savings and investment. For example, the reason of current account deficits do not stem from only the country’s import exceeding its export, but also from its investment over savings (Ghosh and Ramakrishnan,2006; Hussman, 2004; Krugman,1991). In other words, national income accounting shows that the current account balance is related to domestic saving and investment spending in the following way (Higgins and Klitgaard, 1998): 96 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) Current Account Balance = Domestic Saving – Domestic Investment The Current Account balance is one of the major indicators of the health of a nation’s economy and also a focal point for measuring the economic performance of an open economy (Roubini and Watchel, 1997). Fluctuations in this balance cause important and radical changes in the macroeconomic policies and time after time financial crises in the countries (Knight and Scacciavillani 1998). Although it is not possible to say that the large current account deficits definitely will cause the financial crises (Kaminsky et al.1998; MilesiFerretti and Razin 1996), the large current account deficits have triggerd the financial-economic crises in many countries such as in Chili Mexico, UK, the Nordic countries and Argentina as well as in the East Asian countries (Fountas et al. 2002), and in Turkey (early 1994 and late 2000) (Yeldan et al. 2002). Moreover, Blanchard O and GM Milesi-Ferretti (2011) define the terms of “good” and “bad” current account deficits. They describe the difference between “good” and “bad” current account deficits. Bad current account deficits are those which result from domestic distortions or excessive fiscal positions. Good ones are those which do not have such causes (Blanchard and Milesi-Ferretti, 2011). Since many countries have large current account deficits, one of the arguments and study areas on this issue is the sustainability and unsustainability of these deficits in the long run (Mann, 2002; Tanner and Liu, 1994 Husted, 1992; Hakkio and Rush,1991). According to Reisen (1998), policy makers should concentrate these terms at least in the short run. Current accounts deficits/GDP is a simple and mostly used method which provides an opinion on the sustainability of current accounts deficits. This ratio may imply the sustainability of a country’s external position in that the ratio measures the excess of domestic expenditures over domestic production as a fraction of GDP (Holman, 2001; Edwards, 2001; Sachs, 1981). 97 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) However, an evaluation based on this ratio may not always provide sufficient information on the sustainability of the current accounts deficits of a country. This general evaluation sometimes remains as an approach that ignores fundamental country characteristics such as the availability of investment opportunities and capacity of savings. For example, for the years 1991-1997 this ratio can be interpreted as unsustainable for Indonesia, where this ratio was 2.6%; and as sustainable in Peru, where this ratio was 5.2% (Calderón et al. 1999). On the other hand, conventional wisdom suggests that a current account deficit-to-GDP ratio of 5%-6% or higher implies that the current account is unsustainable ( Edwards, 2006; Freund, 2003; MilesiFerretti and Razin (1996). A number of indicators are used in the assessment of the sustainability of current accounts deficits. Currency exchange rate policies, trade openness, the health of the financial system, the levels of savings and investments, the openness of capital-account (Milesi-Ferretti and Razin 1996; Sachs 1981), large fiscal imbalances, low foreign reserves, increasing foreign dept, foreign dept-burden ratios, short-term portfolio investments (so-called “hot money”), political instabilities (Roubini and Wachtel 1998), oil prices (Chinn and Ito, 2008) and tax cuts (Boileau ve Normandin, 2008) are some of the indicators which are used. 2. CURRENT ACCOUNT BALANCES OF TURKEY Export as an engine of economic growth of Turkey which is world's 16th largest economy has increased considerably for the last years. But, at the same time, because of the high import dependency, import has also increased exceedingly the export. This structural problem of Turkish foreign trade balance caused foreign trade deficits, in spite of considerably increasing exports of the country. In below graph, it is shown the high import dependency of Turkey from 1984-2010. The increases of the imports continuously have exceeded the increases of the exports as it is seen in their slopes. 98 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) Source: State Planing Agency (DPT) Indicators. When it is looked at the continuously widening slopes of the exports (2) and imports (1) during the years, it can be seen easily seen and evaluated that the foreign trade deficits in Turkey are un- sustainable. Large and chronic current accounts deficits have created and still have been creating serious problems for the Turkish economy, particularly for three decades. Current accounts deficits, or to be more specific, foreign trade deficits, which are the main causes of current accounts deficits, have been very effective in the emergence of several financial-economic crises Turkey has encountered (1994 and 2000). Within this period we are in, the concern that the gradually increasing current accounts deficits may lead to similar crises is often discussed. The following graph shows the parallel relation between foreign trade deficits and current accounts deficits in Turkey between 1984 and 2010. 99 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) Source: State Planing Agency (DPT) Indicators. The graph above shows that current accounts deficits have reached to 47 billion dollars as of 2010, the share within the GDP of which is equal to 6.1%. Similarly, foreign trade deficits were at a level of 55.8 billion US Dollars, which was 7.5% of the GDP. However, at the end of 2011, the share of current account deficits within the GDP is expected to reach almost 8% with 70 billion dollars. Again, when the above figure is carefully examined, it can be seen that the current accounts deficits-foreign trade deficits had reached significant levels immediately before the financial-economic crises suffered in the years 1994 and 2000. These crises were followed by devaluations and currency adjustments in efforts to eliminate the deficits in question. Therefore, foreign trade deficits have become the most important reason and determinant of current account deficits. 100 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) Another important determinant within the current account balances of Turkey is tourism, which has had a very rapid uptrend particularly recently. The share of tourism receipts in GDP has reached to 2.8% in 2010 from only 0.5% in 1980 with the increase more than five times. In the same period, while the number of international tourist arrivals to Turkey reached to almost 28 million from only 1.2 million with the increase more than twenty times, tourism receipts also reached to 15.5 billion dollar from only 300 million dollar with the increase more than fifty times (TUİK, 2011). The below graph shows foreign trade balances consisting of exports receipts and import expenditures as well as the tourism balances consisting of tourism receipts and expenditures from 1984 and 2010. Source: State Planing Agency (DPT) Indicators. As can be seen in the graph above, within the period in question, imports were continuously higher than exports, and therefore foreign trade balances yielded deficits. In addition, within the same period, tourism rece- 101 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) ipts remained much higher than tourism expenditures, and therefore tourism balances yielded surpluses. In other words, tourism has contributed to the current accounts balances at considerable levels. The increased current account deficits when net tourism receipts are not taken into consideration within the current accounts balances between the years 1984 and 2010 are strikingly shown in the figure below which is similar and comparative to Graph 2. Source: State Planing Agency (DPT) Indicators. The contribution of tourism to current accounts balances is clearly seen in the graph above. The area between line number (1), which shows the shares of current accounts deficits within the GDP and line number (2), which shows the shares of current accounts deficits within the GDP when net tourism receipts are not taken into consideration reflects the contributions of tourism to current accounts balances. In other words, in case the net and significant contribution of tourism were not there, current accounts deficits were going to be much higher as indicated by line number (2). 102 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) 3. CONCLUSION The large and chronic current account deficits threaten Turkish economy for many years. According to many economists, one of the main reasons of the crises in 1994 and 2000 was seen this large and chronic current account deficits. This also increases the fragility of Turkish economy, in spite of very considerable amounts of exports and therefore economic growth rates. Because, the leakage rate of exports is very high. In other words, almost 85% of every dollar earned by exports is spent on imported goods such as mostly oil and capital goods. If Turkey wants to increase its exports, unfortunately, it must import paradoxically. Therefore, the only way to reduce the current account deficits in Turkey is to increase tourism receipts. At the same time, tourism as labor intensive sector will also help to reduce the unemployment rates of the country. Consequently, tourism sector and investments in this sector have a vital importance role for the Turkish economy. Therefore, Turkish policy makers have to seek the ways to increase tourism receipts. REFERENCES Blanchard O and GM Milesi-Ferretti.; (2011), “(Why) Should Current Account Balances be Reduced?”, IMF Staff Discussion Note 11/03. Boileau, M, and Normandin,M.; (2008), “Do Tax Cuts Generate Twin Deficits? A Multi-Country Analysis”, CIRPÉE Working Paper, 08-32, pp.1-37. Calderón, C., Loayza, N. Servén, L; (1999), External Sustainability: A Stock Equilibrium Perspective. Policy Research Working Paper Series, Number: 2281, World Bank. Chinn, Menzie D. and Hiro Ito.; (2008), “Global Current Account Imbalances: American Fiscal Policy versus East Asian Savings”, Review of International Economics, 16, (3), pp. 479 – 98. DPT. State Planing Agency Indicators. 103 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) Edwards, S.; (2006), “The End of Large Current Account Deficits, 19702002: Are There Lessons For The United States?”, NBER Working Papers, No: 11669, National Bureau of Economic Research, Inc. Edwards, S.; (2001), “Does The Current Account Matter?”,NBER Working Paper Series no:8275 Freund, L. C.; (2003), “Current Accont Adjustment in Industrialized Countries”, International Finance Discussion Papers (692) December. Fountas, S. Wu, J.L.; (1999), Are the U.S. Current Account Deficits Really Sustainable?, International Economic Journal 13, pp. 51–58. Ghosh,A. and Ramakrishnan,U.; ( 2006), Do Current Account Deficits Matter?, F&D, (43):4. Hakkio, C.S., Rush, M.; (1991), “Is The Budget Deficit Too Large?” Economic Inquiry 29, pp. 429445. Higgins, M. and Klitgaard,T.; (1998). Viewing the Current Account Deficit as a Capital Inflow, Current Issues in Economics and Finance, (4):13. Holman, J.A. 2001. Is The Large US. Current Account Deficit Sustainable?, Economic Review,First Quarter. Hussman John P.; (2004), Why the Current Account Deficit Matters, Hussman Funds, December. http://www.hussmanfunds.com/wmc/wmc041206.htm (January 20) Husted, S.; (1992), “The Emerging U.S. Current Account Deficit In The 1980s: A Cointegration Analysis”, The Review of Economics and Statistics 74, pp. 159-166. Kaminsky, G. L., S. Reinhart, C.; (1998), Leading Indicators of Currency Crises. IMF Staff Papers, 45, pp.1–48. 104 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) Knight, M., Scacciavillani F. ; (1998), Current Account: What is Their Relevance for Economic Policy Making?, IMF Working Paper, WP/98/71, IMF, Washington D.C. Krugman, P.;(1991),“Has the Adjustment Process Worked?” Policy Analyses in International Economics 34. Washington: Institute for International Economics. Mann, C.L., (2002), “Perspectives On The US Current Account Deficit And Sustainability.” Journal of Economic Perspectives 16, p. 131-152. Milesi-Ferretti, G.M., Razin, A.; (1996), Sustainability of Persistent Current Account Deficits. International Journal of Financial Economics 1(3), pp.161–81. Reisen, H.; (1998), Sustainable and Excessive Current Account Deficits, Working Paper, Number: 132, OECD. Roubini, N. Wachtel, P.; (1998), Current Account Sustainability in Transition Economies, NBER Working Paper No: W6468. Roubini, N., and P. Watchel.; (1997), Current Account Sustainability in Transition Economies, Paper presented at the Third Dubrovnik conference on Transition Economies, Dubrovnik, Croatia, June 1997. Sachs, J., (1981), The Current Account and Macroeconomic Adjustment in the 1970s. Brookings Papers on Economic Activity,201–68. Tanner, E., Liu, P.; (1994), “Is The Budget Deficit 'Too Large': Some Further Evidence”, Economic Inquiry 32, pp. 511-518. 105 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106) TUIK (State Statistics Institute of Turkey), The Economic Indicators. Yeldan, E., Bicer,G., Balkan,G. ;(2002), Patterns of Financial Capital Flows and Accumulation In the Post-1990 Turkish Economy, METU International Conference, VI September, Ankara. 106 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) 21.YÜZYILDA İSTİHDAM EĞİLİMLERİ; İŞİN KALİTESİ SORUNSALI VE İNSANA YAKIŞIR İŞ OLGUSU Aytül ÇOLAK ÖZET İşsizlik, 19.yy’da kişinin kendi yetersizliğinden kaynaklanan kişisel bir problem olarak görülürken, 20.yy’la gelindiğinde toplumsal bir sorun olarak ele alınmaya başlanmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde olduğu gibi çeşitli uluslararası belgelerde çalışma hakkı, sosyal haklar arasında yerini almıştır. 1970’lerde başlayan 1990’larda hız kazanan küreselleşme süreciyle birlikte değişen sosyo-ekonomik koşullar, çalışma biçimleri ve koşullarıyla bugün gelinen noktada, “insana yakışır iş” olgusu tartışılmaya başlanmıştır. ILO, 1999 yılında yayınladığı raporunda, bu kavrama dikkat çekmiştir. Önemli olan sadece iş yaratmak olmamalıdır düşüncesinden yola çıkarak, işin insana yakışır olmasının önemine vurgu yapmaktadır. İnsanlığın 18 yy’da sivil haklar, 19.yy’da siyasal haklar olarak yol aldığı medeni gelişim yolculuğunda, sosyal haklar 20. yy’da gelişmiştir . 21. yy’da gelinen nokta ise, standart dışı istihdam biçimlerinin yaygınlaşması ve yeni yaratılan istihdam biçimlerinin eğretiliğinin tartışılmasıdır. Bugün için yeni yaratılan istihdam biçimleri, ne derece istihdam kavramının anlamını, unsurlarını içermektedir ve çalışma hakkı olgusu, yeni istihdam biçimleri ve hükümetlerin rekabet ve işsizlik kaygıları ile geliştirdikleri neo-liberal politikaları ile acaba aşındırılmakta mıdır? Çalışmada, bu konuya bir bakış açısı getirilecektir. Anahtar kelimeler: istihdam, eğreti istihdam, işin kalitesi, insana yakışır iş Yrd.Doç.Dr.,Trakya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü. 107 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) EMPLOYMENT TRENDS İN THE 21ST CENTURY; THE PROBLEM OF WORK QUALİTY AND A CASE OF DECENT WORK ABSTRACT While the unemployment in 19th century was being accepted as a individual problem derived from his inadequacy, the unemployment was started to accept as a social problem in 20th century. As in The Universal Declaration of Human Rights, work permit has taken part in social rights in many various international documents. The decent employment for human has been started to discuss today with changing socio-economic conditions, employment types and conditions and also with the globalization process that started in 1970s and fastened in 1990s. ILO drew attention on this concept in its report in 1999. ILO has put an emphasis on the importance of decent employment by taking that the important thing is not creating employment into consideration. In humanity’s civilized journey with the gained civil rights in 18th century and political rights in 19th century, social rights has superseded its place in 20th century. The point in 21st is the expansion of nonstandart employing types and the discussion of the borrowedness of new employing types. What the extent of the meaning and elements of employing concept does new employing types include and is the eployment right phenomenon abraded by neo-liberal policies developed by governments with new employing types and their rivalry and unenployment anxiety? There will be a view point on this subject in the study. Keywords: employment, precarious employment, work quality, decent work 108 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) 1. GİRİŞ 1929 dünya ekonomik kriziyle birlikte ortaya çıkan ekonomik sorunlara çözüm, Keynesyen iktisat politikalarında bulunmuştur. Bu politikalar, ekonominin talep yönünü canlandırmaya yönelik bir dizi transfer harcamalarını kapsıyordu. Refah devleti, savaş sonrası yılların başında hem yüksek hem de istikrarlı büyüme oranlarını kapsayacak biçimde yeterli talep düzeyini genelleştirmeye hizmet etmiş ve refah harcamaları ekonomiyi dengelemiştir(Hay,2011:205). Bu dönem, çalışma hakkı ve sosyal hakların da uluslararası belgelerde duzenlendiği ve kabul gördüğü bir dönemdir. Üretim örgütlenmesi, Fordızm üzerine sekillenmiştir. Buna paralel olarak istihdam denildiğinde anlaşılan, standart istihdamdır. Çalışma hakkı ve sosyal hakların bir uzantısı olarak da sosyal güvenceler, örgütlenmenin varlığı, çalışma hayatının diğer özellikleridir. Bu süreçte görülmektedir ki iktisat politikası ve sosyal politikanın, elele vermişliği vardır (Hay,2011:205). Bu amaç birlikteliği, yani sosyal politikanın iktisat politikası önünde engel olarak görülmemesi de, refah devletinin gelişiminin yolunu açmıştır ve 1945 ten sonra 1975’lere kadar refah devleti, altın çağını yaşamıştır. Hakim olan görüşe göre, iktisat politikası ve sosyal politikanın birlikteliğinin sonunu getiren önemli değişim, küreselleşme olmuştur (Hay,2011:205). 1970’lerden itibaren, ekonomik şartlar değişmeye başlamıştır. 1973 petrol krizi beraberinde artan işsizlikle birlikte işsizlik sorunu, özellikle gelişmiş ekonomiler için de bir problem olarak varlığını ortaya koymuştur. İşsizlik sorununa çözüm olarak hükümetler bu dönemde “esneklik”i önermişlerdir. Küreselleşme sürecinin yaşanmaya başlaması, Japonya’nın Uzakdoğu’da kalite ile rekabet anlayışını kabul etmiş yalın üretim ile küresel üretim ve rekabette yerini almasıyla da, artan rekabet ortamı gündeme gelmiştir. Artan rekabet olgusu da, esneklik politikalarını gündeme getirmiştir. Sosyal politika çalışma hayatında esneklik politikalarına çok sıcak bakmazken iktisat politikasının isteği esneklik olmuştur. Ulusal rekebet gücünü korumak ve artırmak temel kaygı olurken, refah devleti bir maliyet olarak görülmüştür. Doğu blokunun yıkılması, bilgi iletişim teknolojilerindeki gelişim ile küreselleşme süreci, 1990’larda iyice hız kazanmıştır. Ekonomisini dünyaya açan Çin ucuz emekgücü ile dünya rekabetinde ve üretiminde yeni bir örgütlenmenin oluşmasına neden olmuştur. Bugün için dünya düzeyinde üretim ör- 109 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) gütlenmesinden bahsediyoruz. Ucuz emekgücü ve nüfus avantajına sahip Çin gibi ülkeler, dünyanın fabrikaları haline gelmiştir. Mobilitesi artan sermaye karşısında mobilitesi daha sınırlı olan işçilerin, pazarlık gücü düşmektedir. 21. yy dünyasında yeni üretim örgütlenmesi ve yeni çalışma koşulları ortaya çıkmıştır. Yeni çalışma koşulları, yaygınlaşan standartdışı istihdam biçimleri eğretiliği içerdiği için ILO işin kalitesi ile ilgili sorunlara, “insana yakışır iş”(decent work) kavramıyla yada “insanca iş” kavramıyla dikkat çekmek istemiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), iş kalitesi yerine “insana yakışır iş” (decent work) ya da “insanca iş” kavramını kullanmaktadır. ILO tarafından, resmi olarak ilk defa 1999 Uluslararası Çalışma Konferansı’nda bir raporla gündeme getirilen insana yakışır iş kavramı, kişilerin çalışma haklarına, sosyal güvenlik imkânlarına ve sendikalar aracılığıyla kendilerini ifade etme haklarına atıfta bulunan bir kavramsal çerçeveyi ortaya koymaktadır. ILO genel Direktörü tarafından 1999 da Konferansa sunulan raporda, insana yakışır işle ilgili şu önemli ifadelere yer verilmiştir: “ILO’nun bugün birincil hedefi, kadın ve erkekler için özgür, eşit, güvenli ve insan onuruna yakışır koşullarda düzgün ve verimli işler sunan fırsatları teşvik etmektir”(ILO,1999). 2. SOSYAL HAK OLARAK ÇALIŞMA HAKKI İşsizlik 19.yy’da kişinin kendi yetersizliğinden, kendi kusurundan ya da tembelliğinden kaynaklanan kişisel bir problem olarak görülürken, 20.yy’ la gelindiğinde toplumsal bir sorun olarak ele alınmaya başlanmıştır ve bu yüzyılda çalışma hakkı sosyal haklar arasında yerini almıştır. Nitekim 194575 arası altın çağını yaşayan refah devletleri için tam istihdam hedeflerden biri olmuş ve bu hedefe de bu dönemde yüksek istihdam rakamları ile neredeyse yaklaşılmıştır. Refah devleti, gelişmiş kapitalist ülkelerde devlet-toplum ilişkilerine ve bireyin toplumdaki konumuna bakışta radikal bir dönüşümü ifade etmekteydi. ILO’nun 1944 Philadelphia Bildirgesi’nde yer alan ve örgütün felsefesini anlatan “emek meta değildir” cümlesinde bu dönüşümün ifadesini bulmak mümkündür1. 1940’ lara ait sosyal politika metinleri2, sosyal hakların 1 Beveridge,W.(1942).Social Insurance and Allied Services,New York,The MacMillan Company. Beveridge, W.(1944) Full Employment in a Free Society, Lond- 110 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) hayata geçirilmesi kanalıyla emeğın meta olmaktan çıkabileceği, bu yolla kapitalist toplumun şekillenebileceği ve dönüştürülmesi gerektiği inancıyla biçimlenmişlerdir (Buğra,2011:65). Sosyal haklar, devletin bireylere sosyal alanda tanıdığı hakları ifade etmektedir. Modern anayasalarda yer verilen sosyal haklardan yola çıkarak sosyal hakları üç başlık3 altında toplamak mümkündür. Bu haklardan birisi, Çalışma hayatına ilişkin sosyal haklardır. Herkesin çalışma hakkı, çalışma özgürlüğü ve çalışma ödevi vardır. Sosyal devlette çalışma hakkı, yardım alma hakkının uzantısı olmaktan çıkmış ve çalışanların sahip olduğu haklardan biri olmuştur. Çalışma herkesin hakkıdır, çünkü kişi ancak çalışarak gerçek güvenliğe kavuşur ve maddi-manevi gelişmesini gerçekleştirir. Kişinin çalışma ödevi vardır, çünkü devletin yurttaşların çalışmasına ihtiyacı vardır. Kişinin yararlı ve verimli bir işte çalışma hakkı, onun güvenliğini sağlar ve onu gelecek endişelerinden kurtarır, insanın onurunu korur ve onu yaşayabilmek için başkalarının yardım ve sadakasını beklemekten kurtarır. Ancak çalışma hakkı tanınması çalışanı yoksulluktan kurtarmak için yeterli olmayacak, bunun yanında çalışma hayatına ilişkin çeşitli düzenlemeler yapılması da gerekecektir. Çalışma hayatına ilişkin bu düzenlemeler ise esas olarak çalışma yaşı, yapılan işe uygun adaletli bir ücret elde edilmesi, kişilerin yaşına, cinsiyetine, gücüne uymayan işlerde çalışılmasına izin verilmemesi, dinlenme, ücretli hafta ve yıllık izin hakkı, çalışma saatlerinin belirlenmesi gibi düzenlenmeleri kapsamaktadır (Göze, 1995:103-107). ra,George Allen and Unwin. Marshall,T.(1964,Türkçe çeviri 2006). Aktaran Buğra,2011:65. 2 Meseala Beveridge’in 1942 ve 1944 yıllarında yayınlanan iki raporu; Sosyal Sigorta ve İlgili Hizmetler ve Özgür bir Toplumda Tam İstihdam veya T.Marshall’ın “Vatandaşlık ve Sosyal Sınıf” başlıklı makalesi 3 Beden ve ruh sağlığı içinde yaşama hakkı: Herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşama hakkı vardır. Devlet, vatandaşlarının beden ve ruh sağlığı içinde insanca yaşamasını sağlamakla yükümlüdür. Bu kapsamda devlet; anayı, çocukları, gençleri, yaşlıları, sakatları, çalışamayacak durumda olanları korumakla yükümlüdür. Herkesin sağlıklı meskenlerde barınma hakkı vardır. Herkesin yoksulluk ve gelecek korkusundan kurtulma, dolayısıyla devletin sosyal güvenliği sağlama görevi vardır. Devlet kişinin bugününü, yarınını, güven altına alacak, mesleki, fizyolojik ve sosyoekonomik riskten ötürü kazancı sürekli ya da geçici olarak kesilen kimselerin geçimini sağlayacak sistemler oluşturacaktır. Kişinin fikri gelişmesiyle ilgili sosyal haklar: Herkesin eğitim ve öğretim görme yani fikri ve manevi değerlerini geliştirme hakkı vardır. 111 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) ILO’ nun 1944 yılında kabul ettiği ve anayasal nitelik taşıyan Philadelphia Bildirgesi, “emek meta değildir” ilkesiyle ve diğer sosyal hakları dile getirmesiyle, insan hakları konusunda evrensel düzenlemelere bir adım atılmış ve insan hakları konusunda uluslararası yazılı hukuka geçiş olan 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne bir anlamda öncülük etmiştir (Gülmez,2008:141). 3. 21.YY’DA İSTİHDAM VE İSTİHDAM EĞİLİMLERİ Çalışma hakkının hayata geçmesi durumu olan istihdamı, geniş ve dar kapsamlı olarak tanımlamak mümkündür. Istihdamdan anlaşılan genelikle istihdamı dar anlamda tanımlayan, üretim faktörlerinden biri olan emeğin üretim sürecinde girdi olarak kullanılmasıdır. Gerçek anlamda istihdamdan bahsedebilmek için ise, istihdam ürün artışı yaratmalı, istihdam edilen bireye yapılan işin karşılığı olarak gelir ve saygınlık sağlamalı ve devamlılık arz etmelidir. Başka bir ifadeyle emeğin üretim sürecinde kullanılmasının gerçek anlamda istihdam olarak tanımlanabilmesi için ürün, saygınlık, gelir, devamlılıktan oluşan dört unsuru da birlikte içermesi gerekmektedir (Kapar,2004:187). Nüfusun ekonomik faaliyetlere katılan ve işgücü olarak nitelendirilen kesiminin bir kısmı çalışma istek ve yeterliliği olmasına piyasada geçerli ve cari ücret düzeyinden iş aramasına rağmen istihdam dışında kalmakta ve işsizlik olgusu ortaya çıkmaktadır. Günümüzde yelpazenin bir tarafında iş arayanların iş bulamaması diğer tarafında ise istihdam yaratan işlerin kalitesi ile ilgili problemler yer almaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrası 1973 krizine kadar neredeyse tam istihdam hedeflerine ulaşmış altın çağını yaşayan refah devletleri için, bu tarihten sonra işsizlik kronikleşen bir sorun olarak gündemlerinde yerini almıştır. Avrupa işsizlik oranları, 1980'lerin başından bu yana ABD oranlarını aşmıştır. 1984 ve 2000 yılları arasında, on beş Avrupa Birliği üyesi ülkeleri içinde standardize işsizlik oranları , ortalama dört puan ile ABD oranlarını aşarak, yüzde sekiz ve on bir arasında şekillenmiştir. Bu durumu açıklamak için daha önce yapılan çalışmalar, kurumsal koşulların değerlendirilmesi üzerinde odaklanmış ve, popüler olarak bilinen adıyla bu durum “eurosclerosis” olarak adlandırılmıştır. Kısacası, ABD işgücü piyasasının deregulasyonu ve ücret esnekliği sayesinde yüksek işsizlikten kaçınırken, işgücü piyasası katılıkları, teşvik yapıları, aşırı işçi hakları ve geliri yeniden dağıtıcı refah devleti politikaları Avrupayı çıkmaza sokmuştur (Elvert,2002). 1970’ler 112 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) Avrupa’da “Eurosclerosis” adı verilen kriz yılları olarak da değerlendirilirken bugün için de kriz olgusu gündemdeki yerini korumakta ve kriz yaygın olarak işgücü piyasasının katılıkları ve cömert refah devleti uygulamaları ile açıklanmaktadır. “Altın çağ” yerini, günümüzde küresel boyutta hızla artan ve tüm ülkeleri derinden etkileyen işsizlik sorununa bırakmış durumdadır (Özsöz,2012). Büyüme sorunu yaşayan Avrupa Birliği’nde 2012 yılının üçüncü çeyreğinde de istihdam gerilemiştir. Avrupa Birliği istatistik kurumu Eurostat’ın açıkladığı verilere göre hem 17 ülkeli avro bölgesinde hem de 27 ülkenin yer aldığı Avrupa Birliği’nde istihdam oranları düşmektedir. Geçen yılın aynı dönemine göre ise istihdamdaki düşüş avro bölgesinde yüzde 0,7 Avrupa Birliği’nde ise yüzde 0,5 olmuştur. 2012’nin üçüncü çeyreğinde en keskin düşüş Polonya’da gerçekleşirken krizin pençesindeki İspanya, Portekiz, Kıbrıs Rum Kesimi’nde de istihdam gerilemiştir. Avrupa’nın en büyük ekonomilerinden Fransa ve İtalya’nın da istihdamın düştüğü ülkeler arasında yer alması “kriz sona ermek bir yana, merkeze doğru ilerliyor” yorumlarının yapılmasına neden olmaktadır. Amerikan ekonomisinde ise, Ekim ayında yüzde 7,9 olan işsizlik oranı, Kasım ayında son dört yılın en düşük düzeyi olan yüzde 7,7'ye gerilemiştir (Eurostat,2012). ILO nun 2012 “Küresel İstihdam Eğilimleri: Daha Derin Bir İş Krizinin Önlenmesi” başlıklı raporunda, ekonomik büyümenin ve sosyal istikrarın sürdürülebilmesi için, daha fazla kişiye istihdam yaratılması gerektiği vurgulanmıştır. Rapora göre, küresel iş piyasalarında üç yıldır sürekli devam eden kriz nedeniyle küresel işsizlik krizin başlangıcından bu yana 27 milyonluk bir artışla 200 milyon kişiye ulaşmıştır ve bu sayının 2016 yılında 206 milyon kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. ILO’nun projeksiyon çalışmalarına göre, işsizliğin daha da artmaması için önümüzdeki on yılda 400 milyondan fazla yeni işe gerek olacaktır. (ILO,2012:9). Tablo1’de dünyadaki işsiz sayısını ve işsizlik oranlarının seyrini 2007 ve 2012 yılları itibariyle görmek mümkündür. 113 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) Tablo1. Dünyadaki İşsiz Sayısı ve Oranları (2007-2012) Toplam işsiz sayısı Yıllar İşsizlik oranları (milyon kişi) 2007 171 5,5 2008 176 5,6 2009 198 6,2 2010 197 6,1 2011 197 6,0 2012 200 6,0 Kaynak:ILO,2012 Genç işsiz sayısı (milyon kişi) 70,7 71,5 76,2 75,8 74,7 74,5 Veriler, dünyadaki işsizlik rakamlarının genel olarak artma eğiliminde olduğunu gösterirken gençlerin küresel çapta işsizlik riskiyle daha fazla karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır. ILO raporu,75 milyon gencin (15-24 yaş arası) işsiz olduğunu ve genç işsizlerin sayısının diğer yaş gruplarına kıyasla 3 katı daha fazla olduğunu ortaya koymaktadır. 2007’den 2011 yılına kadar genç işsiz sayısı 4 milyon artarak rekor düzeye ulaşmış durumdadır (ILO,2012). OECD 2011 yılı verilerine baktığımızda ise, OECD ağırlıklı ortalaması olarak 15-24 yaş grubu için işsizlik oranı, 16,2 iken 25-54 yaş grubu için yüzde 7,2, 55-64 yaş grubu içinse 5,8 dir (OECD,2012). Ekonomik krize çözüm bulma çabalarında 3 yılı geride bırakan Avrupa Birliği'nde ise, işsizlik sorununun aşılamadığı görülmektedir. 2012 Kasım ayında işsizlik rakamları rekor kırarak, yüzde 11,8 olarak gerçekleşmiştir. 12 ayda yaklaşık iki milyon insanın işsiz kaldığı avro bölgesinde, 19 milyon, Birlik genelinde de ise 26 milyon işsiz bulunmaktadır. Son veriler, Avrupa Birliği'nin 27 üyesinden, avro bölgesinde yeralan 17'si ile diğer 10'u arasındaki işsizlik uçurumunun giderek açıldığı belirtmektedir. Avro bölgesinde, işsizliğin en derin olduğu ülke, yüzde 26,6 ile İspanya, onu yüzde 20 ile Yunanistan takip etmektedir. Daha sonra gelen iki ülke de, Portekiz ve İrlanda’dır. Bu ülkeler genç işsizlik rakamlarında da üst sıralarda yer almaktadır. Öyle ki, İspanya ile Yunanistan'da genç işsizlik yüzde 57 civarında şekillenmektedir. Avrupa Birliği genelinde ise, yüzde 24 gibi bir oranda seyretmektedir. İşsizliğin en düşük olduğu ülkeler Avusturya, Almanya ve Hollanda. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso da, en kötünün geride kaldığı yorumunu yapsa da, bu rakamlar, birlik içinde sosyal patlama endişesini körüklemketdir. Çünkü, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 7,8; Japonya'daki yüzde 4,1'le kıyaslandığında, 330 milyon nüfuslu Avrupa Birl- 114 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) iği'ndeki yüksek işsizlik rakamları, hükümetlerin, borçların dengelenmesinde kritik sayılabilecek, vergi toplama işlemini zorlaştırmaktadır. Tehlikenin, en ciddi olarak İspanya, Yunanistan, Portekiz ve Rum Kesimi'nde görüldüğü belirtilmektedir (Eurostat,2013). Fabrikaların kapandığı, işsizliğin her geçen gün tırmandığı Avrupa ülkelerinde, yoksulluğun önemli bir problem olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Eurostat'ın son araştırmasına göre “120 milyon Avrupalı, yoksulluk veya sosyal dışlanma tehdidi ile karşı karşıya” bulunmaktadır. Bu rakam, Avrupa Birliği (27) nüfusunun % 24 ünü oluşturmaktadır. Buna göre 500 milyon kişinin yaşadığı Avrupa’da, her 4 kişiden biri zor durumdadır. Araştırmaya göre en büyük tehlike, yüzde 17 ile yoksulluktur (Eurostat,2012c). İstihdam politikaları, refah devletinin geleceği hakkında mevcut tartışmalarda önemli bir yer kaplamaktadır. Milyonlarca insan için ücretli istihdam sadece ana ve tek gelir kaynağı değil, aynı zamanda da sosyal var olma ve özsaygı kaynağıdır. Böylesi bir çalışma içinde yer almayanlar, yüksek yoksulluk ve hastalık riski içinde bulunmaktadır. Bununla beraber bu kişilerin çocuklarının da, eğitim hayatlarında başarılı olmaları ve şartları ve ücreti iyi bir işte çalışmaları daha zor olacaktır. Ayrıca hükümetler için yüksek istihdam seviyesi, vergi gelirlerinin artırılmasına, sosyal güvenlik sistemlerinin yükünün azaltılmasına neden olmaktadır (Deacon,2008:412). 4. STANDART-DIŞI ÇALIŞMA VE EĞRETİLİK Standart çalışma, altın çağ denilen dönemde egemen üretim şekli olan fordist üretimin çalışma şeklini tanımlamaktadır. Değişmezlik ve kitle mantığı üzerine şekillenmiştir. Kitle üretim, kitle işçiler, kitle tüketiciler vardır ve değişmezlik esastır. Çalışma ise, zaman ve mekan birlikteliği gerektirmektedir. Yani işin yapılabilmesi için, aynı mekânda ve aynı zamanda bulunmak gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle belirli mesai saatleri arasında, bir işverene bağlı olarak, bir işyerinde belirsiz iş sözlemesi ile gerçekleştirilen, sosyal güvenceleri içeren iş, bize standart istihdamı vermektedir. Ekonomik krizler ve işsizlik sorunu, küreselleşme süreci ve artan rekabet, gelişen teknoloji, kadınların ve gençlerin işgücüne daha fazla katılımları gibi nedenlerle, 1970’ lerde başlayan 1990’larda hız kazanan bir süreçte çalışma hayatındaki esnekleşme çabaları, standart dışı çalışma biçimlerini de artırmıştır. 115 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) Carnay, Esnek çalışma biçimlerinin ortaya çıkışı yönündeki dönüşümde dört unsur belirlemiştir (Carnay,2000 akt. Castells,2008:358 ); 1. Çalışma süresi; esnek çalışma, tam zamanlı bir işte haftada 35-40 saat çalışma anlamına gelen geleneksel çalışma biçimiyle sınırlı değildir. 2. İş güvencesi; esnek çalışma, göreve odaklıdır ve istihdamın gelecekte devamlılığı yönünde güvence içermez. 3. Yer; çalışanların çoğu düzenli biçimde şirketlerinde ve işyerinde çalışsa da giderek artan bir kesim çalışma süresinin bir kısmını yada tamamını evde, hareket halinde yada çalıştığı şirketin sözleşmeli olarak iş yaptığı başka bir şirkette geçirir. 4. İşverenle çalışan arasındaki toplumsal sözleşme; geleneksel sözleşme, işverenin çalışanın tanımlanmış haklarına, tazminat almasına, eğitim, sosyal güvenlik haklarına ve kariyerinin öngörülebilir bir düzende ilerlemesine dayanır yada dayanıyordu. Çalışanın ise şirkete sadık olması, işinde sebat etmesi, gerekirse fazla mesai yapmaya elverişli mizaçta olması beklenir yada bekleniyordu. Standart olarak nitelendirilen bu istihdam biçimi gerileme göstermekte yerini yukarıda belirtilen dört ayrı boyutta gelişen esnek çalışma biçimlerine bırakmaktadır (Castells,2008:358). Çalışma düzenlemelerinin mevcut dönüşümün gerisinde, esneklik yönünde rekabetin tetiklediği, teknolojinin yönlendirdiği eğilimler yatmaktadır. Esnek çalışma biçimleri standartdışı çalışmanın özelliklerini taşırken eğretilik özelliği de genelde beraberinde gelmektedir. Standart dışı çalışma ve eğreti istihdam kavramları, eş anlamlı kavramlar değildir. Yani bütün standart dışı çalışma biçimleri eğreti olmayabildiği gibi, tam tersi de olabilmektedir. Fakat standart dışılığın genelde beraberinde eğretiliği getirdiği görülmektedir. İki kavram arasındaki bu ilişki nedeniyle, eğreti istihdamın açıklanmasında genelde standartdışı istihdamdan yararlanılmaktadır (Temiz,2004:57). Standart dışı yada esnek çalışma biçimleri içerisinde kısmi süreli ( part-time) çalışma, en yaygın olanıdır. 2011 yılı rakamlarına gore OECD ülkelerinde kadınların yüzde 26,0’sı, erkeklerin ise yüzde 9,1’i part time istihdam ediliyorken, OECD ülkelerinde part time istihdam ortalaması yüzde 116 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) 16,5 olarak gerçekleşmiştir4. Toplam istihdamda part time çalışma oranı en yüksek ülke yüzde 37,2’le Hollanda, yüzde 25,9’la İsviçre ve yüzde 24,7’le Avustralyadır. OECD ülkeleri arasında toplam istihdamdaki part time çalışma oranı en düşük ülkeler ise yüzde 4,7 ile Macaristan, yüzde 4,0’la Slovak Cumhuriyeti, yüzde 3,9 ile Çek Cumhuriyeti olarak sıralanmıştır. En yüksek oran erkeklerde yüzde 17,1, kadınlarda da yüzde 60,5 ile Hollanda’dadır(OECD,2012). Bazılarına göre kadınlar, işsizliğin, hatta yoksulluğun işgücü piyasalarındaki resmidir (Temiz,2004). OECD verilerine baktığımızda part time istihdam edilenlerin önemli kısmını kadınların oluşturduğu görülmektedir. 2011 yılı verilerine gore OECD part-time istihdam oranı yüzde 16,5 iken , Part-time istihdam edilenlerin %69,3 ünü kadınlar oluşturmaktadır. Geçici istihdam oranlarına baktığımızda cinsiyete dayalı önemli bir ayrımın olmadığını fakat yaşa gore bir farklılaşma çıktığı görülmektedir. Geçici istihdam OECD ortalaması kadınlar için %12,5 erkekler için %12,0 iken 15-24 yaş grubu için %25,5, 25-54 yaş grubu içinse %9,9 dur. Tablo 2.OECD Ağırlıklı Ortalaması Olarak 2011 Yılı Part-time ve Geçici İstihdam Oranları Part-time istihdam oranları Geçici istihdam oranları (Toplam istihdamın oranı ola- (Toplam istihdamın oranı olarak) rak) kadın erkek 15-24 yaş 25-54 grubu grubu 26,0 9,1 25,3 yaş kadın erkek 9,9 12,0 12,5 Kaynak: OECD,2012 den derlenmiştir. 4 Türkiye’de ise toplam istihdamın yüzde 11,5’ini part time çalışanlar oluşturuyor. 117 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) Tablo’da da görüldüğü üzere, kadınlar ve gençler, standartdışı istihdam biçimleri içinde daha çok yer alırken eğretilik riskiyle de daha çok karşılaşmaktadırlar. ILO için Rodgers tarafından, çok boyutlu bir olgu olan eğreti istihdamın anlaşılması amacıyla, bir kriter listesi oluşturulmuştur. Bir işin eğreti olup olmadığının anlaşılmasında, dört ana boyut vardır. Bunlar, istihdam ilişkisinin süreklilik düzeyi, iş üzerinde bireysel yada toplu kontrol, sosyal koruma , yetersiz gelir- ekonomik güvence açığı. Bir başka ifade ile, yapılan işin sınırlı bir süresinin olması ya da işin kaybedilme riskinin yüksek olması durumunda eğretilik söz konusu olacaktır. Çalışanların, hem çalışma koşullarını hem de çalışma sürelerini düzenleme ve kontrol etme imkanlarının olmaması durumu da, eğretiliğin varlığını ortaya çıkaracaktır. Çalışanın sosyal güvenlikten yoksun olması, işsizliğe ya da ayrımcılığa karşı korunmaması ise, sosyal koruma boyutu itibariyle işin eğretiliğini ortaya koyacaktır. Son kriter, çalışılan işten elde edilen gelirle ilgilidir. Çalışılan işten elde edilen gelir düşük düzeyde ise, yine eğretilikten söz edilecektir (Dull,2003). Cranford ve Vosko, çalışmalarında düşük ücretin eğreti istihdamın anahtar unsurlarından biri olduğunu ortaya koymaktadırlar (bkz.Vosko ,2006:281). AB (27)’de 2010 yılında istihdam edilenlerden düşük ücretlilerin oranı, %17’dir. Bu oran üye ülkeler arasında, oldukça farklılaşmaktadır. Örneğin, en yüksek oran %27,8 (Litvanya) ve en düşük oran %2,5 (İsveç) olarak gerçekleşmiştir. Düşük ücretilerin profiline baktığımızda kadınların, düşük eğitimlilerin ve belirli sureli iş sözleşmesi ile çalışanların düşük ücret alma oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. Düşük ücretlilerin %21’ini kadınlar, %13’ünü erkekler oluşturmaktadır. Eğitim açısından ise, % 29’u düşük eğitimliler iken, sadece % 6’sı yüksek eğitimlilerdir. Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışanlar % 31, belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışanlar % 16 oranı ile düşük ücretliler kategorisine girmektedir (Eurostat,2012b). Eğreti istihdamı açıklamaya yönelik yapılan tüm tanımlamalarda, güvencesizlik ve istikrarsızlığın ön plana çıktığı görülmektedir. Güvencesizlik, iş ve gelir güvencesizliği şeklinde ifade edilebilirken bu güvencesizlik, işsizlik yardımlarının varlığı ve seviyesi, toplu pazarlığın kapsamı, merkeziyetçiliği gibi işgücü piyasasının kurumları ile de yakından ilgilidir. Standart istihdam ilişkisinde çalışmanın bir işverene, sözleşmeye ve sözleşmeden kaynaklanan güvencelere dayalı olması istikrarın temelini olururken; ücret, sosyal koruma, sosyal yardım ve örgütlenme gibi haklar istihdamdaki istikrarı sağlayan ve tanımlayan unsurlar olmaktadır (Temiz,2004:59). Dolayısıyla bah- 118 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) sedilen bu unsurların bir istihdamda yokluğu ya da yetersizliği eğretiliği beraberinde getirmektedir. 5. İŞİN KALİTESİ SORUNSALINA CEVAP İNSANA YAKIŞIR İŞ ILO genel müdürü Somavia tarafında ilk defa, 1999’da Uluslararası Çalışma Konferansı’na sunulan raporda kullanılan “İnsana yakışır iş” kavramı, örgütün küreselleşmeye cevabıdır ve yeni paradigmasını ifade etmektedir. 1980 sonrası ekonomik liberalleşme politikaları ile devlet emek ve sermaye ilişkileri değişmiş, piyasa güçleri ekonomik çıktılar üzerinde sosyal taraflardan, yasa normlarından yada devletten daha belirleyici olmuştur. Teknolojinin ve üretim ilişkilerinin değişimi, sosyal bilinci değiştirmiş ve kişisel kimlik ve insan hakları yönünde bilincin artmasına yol açarak, insan haklarına daha çok yer verilmesini gerekli kılmıştır. Değişim, sadece ekonomik ve sosyal değil politik olarak, birçok ülkede artık inceleme altındadır ve ülkelerin siyasi kaygıları arasında “güvencesizlik ve işsizlik” ön plandadır. ILO, küreselleşmenin yarattığı sosyal sorunlara uluslararası düzeyde çözüm getirmek görevini üstlendiğini, insana yakışır iş kavramıyla dünyaya duyurmuştur. Aslında, bu amaçların hepsi aynı zamanda yoksullukla mücadele politikalarının da temelini oluşturmaktadır (ILO,1999). ILO’nun insana yakışır iş program, başlıca 4 amaca ulaşmayı hedeflemektedir. Bunlar: istihdam yaratma, çalışanların temel haklarının korunması, sosyal korumanın geliştirilmesi ve sosyal diyalogun özendirilmesidir. “İnsana yakışır iş” in içerdiği 4 temel öge aslında, istihdama erişmeyi, uygun ücret elde etmeyi, iş güvencesini, sağlıklı çalışma koşullarını, sosyal güvenlik kapsamında olmayı, gelir güvenliğini, çalışmaya ilişkin temel hakları, sosyal diyaloğu içermektedir. Düzenli istihdam ve ücretli emek ile sınırlı değildir, kendi adına ve hesabına çalışanlar, evde çalışanlar ve kayıt dışı ekonomi için de insana yakışır iş amacına ulaşmak esastır (ILO,1999). Insana yakışır işin ilk boyutu, belirtildiği üzere istihdama erişmektir. Fakat küresel ekonomik krizler bu hedefe ulaşmayı zorlaştırmaktadır. ILO'nun yayınladığı 2012 Küresel İstihdam Raporu'nda, dünya ölçüsünde her üç çalışandan birinin işsiz olduğu veya bir işe sahip olmasına rağmen yoksulluk içinde yaşadığı vurgulanmaktadır. Raporda, işsizliğin ortadan kaldırılması ve çalışanların insanca yaşama kavuşması için gelecek 10 yılda dünyada 600 milyon kişiye istihdam yaratılması gerektiği bildirilmektedir. ILO Genel Direktörü Juan Somavia da, " Dünyada her 3 çalışandan biri 119 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) işsiz ya da çalışmasına rağmen çok yoksul yani yaklaşık 1,1 milyar insan işsizlik veya yoksulluk içinde yaşıyor. Ekonomi politikaların birincil önceliği iş yaratmak olmalıdır.” diye konuşmuştur (ILO,2012). Ayrıca, bir işe sahip olmasına rağmen yoksulluk sınırında yaşayan 900 Milyon kadın ve erkek işçinin de, insana yaraşır işlere yerleştirilmesi gerekmektedir (ILO,2012). Görüldüğü üzere, insana yakışır işin niteliklerinden birisi, ücret düzeyidir yani ücret düzeyi yeterli olan istihdamdır5. 21.yy’da yoksulluğu tanımlamada yeni bir kavram ortaya çıkmıştır, “working poor” yani “çalışan yoksullar”. Çalışan yoksullar, yoksulluğun değişen yüzü olarak karşımıza çıkmakta ve işsizlik dışı yoksulluk olarak da değerlendirilmektedir. Bu yoksullukla başa çıkmanın tek yolu da, insana yakışır işler yaratmaktır. Nitekim, ILO’da son raporunda bu amaça değinmiştir. 2011 verilerine göre, Tablo.3’ de görüldüğü üzere küresel işgücü piyasasında çalışan yoksulların oranı, % 29,5’ tur. Tablo 3.Küresel İşgücü Piyasasında Çalışan Fakirlerin Oranı (2006-2011) Yıllar Çalışan fakirlerin oranı 2006 34,9 2007 33,1 2008 32,0 2009 31,3 2010 30,2 2011 29,5 Kaynak:ILO, 2012 ILO’nun daha önce ki raporlarındaki analizlerde de , bölgeler arasında ve bölgeler içerisinde farklılıklar olmasına rağmen istihdamla ilgili olarak birçok ortak tehdidin varlığı ortaya konulmaktadır . Bugün için de varlığını devam ettiren yukarıda da değinilen bu tehditler ise ; gençlerin işgücü piya5 İnsana yakışır işi ölçmek için uygun bir gösterge geliştirmeden önce “yeterli ücret” kavramının tanımlanması gereklidir. Çoğu zaman doğrudan bir ölçü geliştirmek güç ya da maliyetlidir. Dolayısıyla, dolaylı bir ölçüye başvurulabilir. Örneğin, çocukların beslenme durumları, aldıkları çeşitli besinler aracılığıyla doğrudan ya da daha kolay ve ucuz bir biçimde, yaşlarına göre boy ve kiloları aracılığıyla dolaylı olarak ölçülebilir (Ghai, 2002:8 aktaran Gündoğan,2010:7). 120 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) sasında yetişkinlere oranla daha fazla zorlukla karşı karşıya kalması; Kadınlara, erkekler kadar fırsat tanınmaması; İnsan onuruna yakışan, yeterli istihdamın yokluğu; Yetersiz insan sermayesi gelişimi ve iş piyasasının arz ve talep arasındaki uyumsuzluktan dolayı potansiyelin her zaman tam kullanılamamasıdır. İnsana yakışır işin, yoksulluğu azaltacak tek sürdürülebilir yol olduğu yaygın bir görüştür. Bu nedenle “tam zamanlı, verimli ve insan onuruna yakışır istihdam” hedefi ortaya konmaktadır(ILO,2007). İşin insana yakışır özelIik kazanmasını sağlayan önemli niteliklerden biri, iş güvencesidir ki, doktrinde çalışma hakkının korunması anlamında da kullanılan iş güvencesi olgusu, çağdaş iş hukukunda, genel bir ifadeyle işçinin işveren tarafından yapılacak fesihlere karşı korunması ve iş ilişkisine süreklilik kazandırılmasını ifade etmektedir. Sözleşmesinin sona ermesi, çıkar çatışmasının en çok yaşandığı alan olması nedeniyle, işçinin en fazla korunmasının gerekli olduğu konuların başında gelmektedir (Mollamahmutoğlu,2005). İş güvencesi kavramı, temelinde geçimlerini emekleri ile sağlayan bağımlı çalışanların, haksız nedenle işverence iş sözleşmesine son verilmesi halinde, işverenin fesih işlemini sınırlayan ya da engelleyen böylelikle iş sözleşmesinin işçi açısından zayıflığını gideren ve koruyucu yönü ağır basan normatif düzenlemeleri kapsayarak çalışma hakkının korunması anlamına da gelmektedir. Günümüzde çalışma hakkı sadece, temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmektedir. Oysaki çalışma hakkının korunması, sosyal barış açısından da önem taşımaktadır. Çalışanlar hiçbir sebep gösterilmeksizin işten çıkarılıyorsa, toplumsal düzenin korunması ve huzurun sağlanması da, o kadar güç olabilecektir. Gerçekten de iş güvencesi, sadece işçiler açısından değil, tüm çağdaş toplumlar açısından yaşamsal öneme sahip bir konu olarak ele alınmakta ve sorunun sadece kişisel değil, siyasal ve sosyal bir boyutu olduğu da kabul edilmektedir. Emeği ile geçimini sağlayan işçinin en önemli sorunlarından biri, iş güvencesidir (Bayramoğlu,t.y.:83). Ülkeler arasında işlerin kalitesi konusunda karşılaştırma yapmak için, İyi İşler İndeksi (GJI) geliştirilmiştir. Bu indekse bakarak da iyi işin kritelerini sıralamak mümkündür. Küresel Politika Ağı (Global Policy Network) tarafından geliştirilen bu indeks, şu 5 alanda iş kalitesi konusundaki gelişmeleri yine bu alanlarda geliştirilmiş 5 alt indeksi dikkate alarak ölçmeyi amaç- 121 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) lamaktadır. İyi İşler İndeksi, basitçe bu 5 alt indeksin ortalamasından oluşmaktadır (bkz.Gündoğan,2010:12); - Kadınlar için eşit fırsatlar; Fırsat Eşitliği İndeksi (IEO), Bir yaşam ücreti; Ücret İndeksi (IS) İş güvencesi; İstihdam/İşsizlik Oranı (IEE) Sosyal güvenlik; Sosyal Güvenlik İndeksi (IASS) Temel çalışma haklarına saygı; Çalışma Haklarına Saygı İndeksi (IRLS) Kısacası insana yakışır iş, sadece ücretli çalışanlar için değil tüm çalışanlar için, istihdama erişmeyi, uygun ücret elde etmeyi, iş güvencesini, sağlıklı çalışma koşullarını, sosyal güvenlik kapsamında olmayı, gelir güvenliğini, kişinin örgütlenme, toplu pazarlık hakkı gibi çalışmaya ilişkin temel haklarını, fırsat eşitliğini, sosyal diyaloğu içermektedir. Sonuç itibariyle İnsana yakışır iş olgusunun sadece kişisel bir sorun olmadığı sosyal, siyasal sonuçlarına da dikkat çekmek gerektiği açıktır ki, bu olguyu hayata geçirmenin nihai hedeflerinden biri de, ILO tarafından da dile getirildiği üzere küresel ve kronik bir sorun olan yoksullukla savaşımdır. 6. SONUÇ 21. yy’lın küreselleşen dünyasında işsizlik, kronik ve küreselleşmiş sosyo-ekonomik bir problem olarak kendini göstemektedir. İşsizliğin gençler arasında daha yaygın olması, işsizlik probleminin boyutunu genişletmektedir. Bir yanda işsizlik problem olarak yaşanırken diğer yandan esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmasıyla, istihdamda eğretilik artmakta, işin kalitesi sorunu ortaya çıkmaktadır. İşsizliği ortadan kaldırmanın yani istihdamın amacı, insan onuruna yakışır, üretken, çalışmasının karşılığını yeterli ücret olarak alabileceği, sosyal güvenceleri olan işlerdir. Oysaki, esnek çalışma biçimlerinin özelliklerine baktığımızda çoğunun bu özellikleri taşımadığı görülmektedir. Gerek ILO gerek OECD gerekse Eurostat tarafından yapılan çalışmalar, kadın ve gençlerin tercih ettiği, hizmet sektöründe, fazla vasıf gerektirmeyen işlerde, part-time çalışmanın yaygınlaştığını ortaya koymaktadır. Part-time çalışma yanında geçici iş ilişkisi gibi diğer esnek çalışma biçimleri de artmaktadır. Bu durum diğer anlamda , güvencesiz, örgütsüz, düşük ücretli emek demektir. 122 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) Öyle görülüyor ki, 20. yy’da insan hakları içerisinde yerini almış olan çalışma hakkının, 21.yy’da “insanca iş” ya da “insana yakışır iş” hakkı olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. İstihdam, bu anlamda amacına ulaşmamakta, çalışan yoksulları yaratmaktadır. Yoksulluk riskinin ya da yoksulluğun arttığı ve/ veya geleceğe güvenle bakamayan bir toplumda, sosyal barışı sağlamak gittikçe zorlaşacaktır. 1. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Versay Barış Antlaşmasıyla gelinen noktada kurulan ILO’nun felsefesini de ifade eden “dünya barışı için sosyal adalet” bakış açısını da, günümüz dünyasında hatırlatmakta fayda vardır. Ki, diğer yandan işsizlik ve güvencesiz işlerin bir adım sonrası, toplumsal bütünleşmenin karşıtı olan sosyal dışlanma olabildiğini de, unutmamak gerekmektedir. KAYNAKLAR Bayramoğlu, Fatih (t.y). “İş Sözleşmesinin Feshi”, Adalet Dergisi, Sayı.37,ss.83-110. http://www.yayin.adalet.gov.tr/adalet_dergisi/sayi37/05%20%20FAT%C4% B0H%20BAYRAMO%C4%9ELU.pdf (Erişim; 12/12/12). Buğra, Ayşe (2011). Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İletişim Yayınları,İstanbul. Castells, Manuel(2008). Enformasyon Çağı;Ekonomi, Toplum ve Kültür, Çev.Ebru Kılıç,1.Cilt,2.Baskı,İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Deacon, Alan(2011). “İstihdam”, Sosyal Politika Kuramlar ve Uygulamalar, Edit.P.Alcock, M.May,K.Rowlingson,Çev.O.Tezgel,Siyasal Kitapevi,Ankara. Dull, Nicola(2003). “Is Precarious Employment Shaping European Labour Markets?”, Paper Prepared for the 15th Annual Meeting of the Society of Advanced Economics in Aix-en-Provence, June 26-28. Elwert, Felix (2002). “Incarceration, Unemployment, and “ rosis”,August.http://www.wjh.harvard.edu/~cwinship/cfa_papers/ElwertIncarc eration.pdf 123 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) Eurostat(2013).4/2013,08.January.2013 .http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-08012013-BP/EN/308012013-BP-EN.PDF (Erişim:10/01/13). Eurostat(2012a).182/2012,14.December.2012. http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/2-14122012-BP/EN/214122012-BP-EN.PDF (Erişim:10/11/12). Eurostat(2012b).189/2012,20.December.2012 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-20122012-AP/EN/320122012-AP-EN.PDF (Erişim:10/11/12). Eurostat(2012c).171/2012,3.December.2012. http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-03122012-AP/EN/303122012-AP-EN.PDF (Erişim:10/11/12). Göze Ayferi (1995). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul. Gülmez, Mesut(2008).Uluslararası Sosyal Politika, Hatipoğlu Yayınları,İstanbul. Gündoğan, Naci(2010). “İstihdam Politikalarının bir Hedefi Olarak “İş Kalitesi” ve Uluslararası Kuruluşların Bu Konudaki Yaklaşımları”, Çimento İşveren,Ocak, ss.4-15. Hay,Colin (2011). “ Sosyal Politika ve Ekonomi Politiası”, Sosyal Politika Kuramlar ve Uygulamalar, Edit.P.Alcock, M.May, K.Rowlingson, Çev.O.Tezgel, Siyasal Kitapevi,Ankara. ILO(1999). “Decent Work”,Intenational Labour Conference, 87th Session1999,Geneva. http://www.ilo.org/public/english/standards/relm/ilc/ilc87/rep-i.htm (Erişim.11/10/12). ILO(2009).Guide to the new Millennium Development Goals Employment Indicators: including the full set of Decent Work Indicators, International Labour Office, Geneva: ILO. (Erişim.11/10/12). 124 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125) ILO(2007). “Global Employment Trends Brief”, January 2007 . http://www.newunionism.net/library/internationalism/ILO%20%20Global% 20Employment%20Trends%20-%202007.pdf (Erişim.11/10/12). ILO(2012). “Global Employment Trends 2012: Preventing a Deeper Jobs Crisis”,Geneva. Kapar, Recep (2004). “ Uygun İş Bağlamında Çalışan Yoksullar”, Istanbul Üniversitesi İktisat Fak Sosyal Siyaset Konferansları 48.Kitap ,Istanbul Üniv Yay,No:4531,İstanbul. Littlewood, P., Glorieux, I., Herkommer, S., Jönsson I. (1999), Social Exclusion in Europe : Problems and Paradigms, Ashgate, Aldershot. Mollamahmutoğlu, Hamdi (2005). İş hukuku,2.Basım,Ankara. OECD(2012), “Statistical Annex”, in OECD Employment Outlook 2012,OECD Publishing. Özsöz Melih(2012), İşsizlik: Küreselleşen ve Kronikleşen Sorun, IKV Değerlendirme Notu, Mart.2012. Temiz Hasan E.(2004). “Eğreti İstihdam İşgücü Piyasasında Güvencesizliğin ve İstikrarsızlığın Yeni Yapılanması”, Çalışma ve Toplum, Şubat, s.55-77. Vosko, Leah F. (2006). Precarious Employment: Understanding Labour Market Insecurity in Canada, McGill Queenss University Press. 125 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) SPORDA ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ ve SOSYAL HAKLAR: 6356 SAYILI YENİ SENDİKALAR ve TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ KANUNU BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME Cemal İYEM1 ÖZET Sporun kazanç elde edilebilen bir faaliyet haline gelmesiyle birlikte spor kulüpleri de hızlı bir şirketleşme süreci içerisine girmişlerdir. Özellikle spor faaliyetlerinin bir meslek olarak görülmesi spor alanında çalışanların iş ve sosyal güvenlik hukuku bakımından konumlarını belirlenmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Sporun işverenlerinde yaşanan kurumsallaşmaya karşılık, çalışanları olan sporcuların haklarının savunmasının aynı oranda kurumsallaştığını söylemek maalesef mümkün değildir. Bu sporcuların en önde gelenlerinden biri de profesyonel futbolculardır. Özellikle profesyonelliğe genç yaşlarında adım atarak uzun süreli sözleşmeler imzalamaya zorlanan futbolcuların çalışma şartlarının ağır, işverenlerine karşı ise pazarlık güçlerinin olmadığı yadsınmaz bir gerçektir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin g fıkrası uyarınca İş Kanunu’nun kapsamı dışında bırakılan diğer bütün sporcular gibi profesyonel futbolcuların da kendi faaliyet gösterdikleri spor dalına göre ilgili federasyonlarca düzenlenen mevzuat hükümlerine tabi oldukları görülmektedir. Bu doğrultuda profesyonel futbolcular İş Kanunu’nda yer alan hizmet sözleşmesinin feshi, ihbar ve kıdem tazminatı gibi haklardan faydalanamamaktadırlar. Bu durum çalışma ilişkilerindeki adaletsiz yapının en güzel göstergesidir. İşte bu çalışma spor hukuku alanında çalışanların iş / çalışma ilişkilerini, sendikalaşma haklarını incelemeyi amaç edinerek, bu bağlamda çözümler üretmeyi amaçlamaktadır. Anahtar Sözcükler: Çalışma İlişkisi, Sosyal Haklar, Profesyonel Futbolcular 1 Yrd.Doç.Dr., Sakarya Üniversitesi 126 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) ABSTRACT When sports became an industry, the process of incorporation of sports clubs was came true quickly. After especially the sports activities became profession, the need to regulate the position of sportsmen/employees' labor and social security law has been revealed. For sport clubs/employers of the institutionalization in sport improves rapidly, however, it is not possible to say the same for the defense of the rights of sportsmen. This is one of the prominent sportsmen in professional football players. Especially the young age of professionalism players are forced to sign longterm contracts step severe operating conditions, the weak bargain power. According to Labor Law No.4 (g) of 4857, unionization of sportsmen in Turkish legal environment is possible, sport clubs and sportsmen are continuing to live without so many rights and obligations but they didn’t. This is the best indicator of labor relations structure is unfair. The aims of this study were to put forward the union and its functions with respect to sportsmen/employees, to examine whether unionization comes true or not for sportsman in Turkish legal environment. This study was conducted by reviewing the academic literature on unionization and, the rules and regulations related to unionization. Key Words: Labor Relationship, Social Rights, Professional Football Players 127 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) 1. GİRİŞ Endüstrileşmiş toplumlarda çalışma/iş birçok insanın hayatının merkezini oluşturmaktadır (Grint; 2005). Günümüzde sporculuğun bir meslek olduğunu kabul etmeyen hemen hemen kalmamıştır. Spor, bireysel ya da toplu olarak boş zaman kapsamı içinde veya tam zamanlı şekilde melekleştirilmiştir (Erkal;1992:119). Günümüzde spor, kişisel ve toplumsal sağlığı koruyucu, destekleyici ve geliştirici özellikleriyle önemli bir hizmet sektörü olarak kabul edilmektedir. Ayrıca kitle iletişim araçlarının etkisi ile karlı bir reklâm aracı haline gelen spor, bir taraftan geniş kitlelerin yoğun ilgisini çeken bir gösteri ve eğlence faaliyeti olarak tüketim sektörüne dönüşürken, diğer taraftan çok cazip bir ekonomik faaliyet alanı haline gelmektedir. Profesyonel sporda çalışma ilişkilerinin en temel aktörleri şüphesiz sporculardır. Sporcular hem fiziksel hem de psikolojik olarak günümüzün en yoğun çalışanlarıdır. Özellikle profesyonel sporun eğlence, gösteri olarak kabul edilmesi, sporcuların da dışarıdan görünen şekli ile bu sektörün yıldızları gibi algılanmalarına yol açmıştır (Aydın; 2007:24). Profesyonel sporcular spor sektörünün hem işçileri, emekçileri hem de ürünleridir. Bu yönüyle bu sektör çalışanları diğer pek çok sektör çalışanlarından farklılık arz eder. Profesyonel sporcuların eş zamanlı olarak işçi, girişimci, ürün, yıldız ve birer istatistik faktörü olmaları onlara çalışma ilişkilerinde birçok farklı rol yüklemektedir (Aydın; 2007:24). Aslında 19 yy.da pek çok spor dalı profesyonelleşme süreci içerisine girerken, futbolun endüstrileşmesi de buna paralel olarak, 20. yy.da çok hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Profesyonel futbolcular bu endüstrinin emekçileridir. Bu emekçilerin işlerinde başarıya ulaşabilmeleri için çok sıkı çalışarak mükemmelliğe sadık kalmaları gerekmektedir. Onların yaptıkları iş nedeniyle popüler olmaları, kitleleri etkilemeleri, hatta birer yıldız, idol olarak görülmeleri, zor yada yoğun çalışma koşullarının olmadığı, iş ilişkilerinde sorunlar yaşamadıkları anlamına gelmez. Bunun yanı sıra sporu sadece İstanbul merkezli düşünerek ya da sadece buradaki yıldız profesyonel sporcular üzerinden hareket ederek anlamak resmin bütünün görmemizi engellemektedir (İyem; 2012:188). Özellikle günümüz toplum yapısında her şeyin tüketime konu haline gelmesi 128 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) profesyonel sporcularında birer eşya gibi hızlı tüketime konu haline gelmelerini beraberinde getirmiştir. Profesyonel sporcular artık günümüz modern insanının eğlence ve boş zaman gereksinimlerini karşılayan birer ürün haline gelmiştir. Öyledir ki, insanlar bu ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için ciddi bütçeler ayırabilmektedir. Bauman’ın (2006) küreselleşmenin tanımını yaparken ifade ettiği gibi üreticiler toplumundan tüketiciler toplumuna geçişle birlikte insanların çalışma ve boş zamana yükledikleri anlamlarda da değişimler yaşanmıştır. Boş zaman faaliyetlerindeki çeşitlilik bunun en güzel göstergesidir. Artık günümüz modern insanı boş zamanını etkin bir şekilde değerlendirmeyi en temel ihtiyaçları arasında görmektedir. Bu durum insanların boş zamanlarını değerlendirme aktivitelerinde oldukça önemli bir yere sahip olan spor endüstrisinin çalışanlarının işlerini daha da ağırlaştırmaktadır. Bu bağlamda bu çalışma spor hukuku kapsamındaki bu ağır işçilerin / çalışanların iş ilişkilerini ve sosyal haklarını hem bireysel iş hukuku, hem yeni sendikalar kanunu ve ayrıca sosyal güvenlik mevzuatı çerçevesinde değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu değerlendirme spor endüstrisinin günümüzde en popüler alanı olan dünyada milyarlarca tüketicisi olan futbol endüstrisinin en temel aktörü olarak görülen profesyonel futbolculardan yola çıkılarak yapılacaktır. Çalışmada ikincil verilerden hareketle kanun ve mevzuatlar incelenerek, profesyonel futbolcuların sendika kurma ve sosyal haklarını güvence altına almaları, iş ilişkileri, ilgili mevzuatlar çerçevesinde değerlendirilerek çözüm yolları üretilmesi amaçlanmaktadır. 2. İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU BAKIMINDAN SPORCULARIN DURUMU Sporcular, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin (g) fıkrası gereğince kanun kapsamı dışında bırakılmıştır, buna göre İş Kanunu hükümleri sporcular hakkında uygulanmamaktadır (Alay; 2007:3). İş Kanunu kapsamına alınmayan sporcular Borçlar kanunu kapsamında iş ilişkilerini düzenlemekte ve haklarını bu kanun çerçevesinde korumaktadırlar. 6098 sayılı Türk 129 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) Borçlar Kanunu’nun 393. maddesine göre; Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt etmektedir. Spor kulüpleri gerek dernek gerek şirket şeklinde kurulmuş olsunlar, işveren sıfatını kazanmaları açısından bu durum, herhangi bir fark yaratmamaktadır. 4857 Sayılı İş Kanunu gereğince işçi çalıştıran tüzel veya gerçek kişiye işveren adı verilir. Tüzel kişi işveren, bir kamu hukuku tüzel kişisi veya özel hukuk tüzel kişisi olabilir. İşveren sıfatını taşıyan tüzel kişi, kazanç paylaşma amacı güden bir ticaret şirketi olabileceği gibi, dernek, sendika veya vakıf olabilir (Küçükgüngör; 1999). Türkiye Futbol Federasyonu ve diğer federasyonlar tarafından çıkarılan talimatlarda ise, yaptıkları spor karşılığında kulüplerinden ücret alan profesyonel sporcuların sosyal güvenlik haklarına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Sporcuları ikiye ayırmak gerekmektedir. Sporcuların bir kısmı hayatını sporculuktan sağlayan, sporculuğu meslek olarak yani profesyonelce yapmaktadır; bir kısmı ise meslek edinme ve para kazanma gayesi gütmeksizin, sporu sevdiği için amatörce yapmaktadır. Profesyonel sporcular, yaptıkları spor karşılığında kulüplerinden belli bir ücret karşılığında kulüple aralarında bir hizmet akdi oluşmaktadır. Mülga olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’ nun 2. maddesi gereğince; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar, Sosyal Sigortalar Kanunu gereğince sigortalı sayılırlardı. Aynı Kanunun 3. maddesinde sayılan istisnalar arasında sporcular sayılmadığı için, kulüplerinden ücret alarak spor yapan profesyonel sporcular Sosyal Sigortalar Kanunu gereğince sigortalı niteliğini1 kazanmışlardı. Yine ismi geçen kanunun 4. maddesinde işveren kavramı tanımlanmıştır. Buna göre işveren, sigortalıları çalıştıran gerçek veya tüzel kişilerdi. 1 Nitekim Yargıtay 10. Hukuk Dairesi de 1974 tarihli bir kararında profesyonel futbolcu ile kulüp arasında bir hizmet akdinin ortaya çıktığına ve bu sebeple profesyonel futbolcuların Sosyal Sigortalar Kanunu bakımından sigortalı sayıldıklarına hükmetmiştir: Yargıtay 10. HD. 24.01.1974 tarih, E. 1974/ 199, K. 1974/1274, Bak. Yargıtay Kararları Dergisi, Ocak 1975, C.1, S.1, s. 81-83. 130 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) Profesyonel sporcular ile işverenleri arasında, kulüplerin gösterdiği yer ve belirlediği saatlerde, işveren veya vekilinin emir ve talimatı altında çalışmaları, yapılan sözleşme uyarınca ücret almaları nedeniyle hizmet sözleşmesi kurulmaktadır. Bu sebeple, 5510 Sayılı Kanun'un 4/a maddesi kapsamında profesyonel sporcuların "hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar" sıfatıyla 4/a sigortalısı (SSK'lı) olarak sigortalı sayılmaları gerekmektedir. 4857 Sayılı İş Kanunu'nun kapsamına girmeyen sporculara İş Kanunu hükümleri uygulanmasa da, bu durum sigortalı sayılmalarına engel değildir, bilakis sporcuları SSK'lı yapmak zorunludur (Tezel; 2011). Kulüplerinden herhangi bir ücret almadan spor yapan amatör sporcuların, Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olmadıklarını ve federasyonlar tarafından getirilen düzenlemelerde de amatör sporcuların sosyal güvenliğine ilişkin herhangi bir hüküm yer almamaktadır. 1 Ekim 2008'den önce eski sosyal güvenlik sisteminde, amatör sporcu dernek ve federasyonların, SSK ile yapacakları protokolle iş kazaları ve meslek hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası kollarından birine, birkaçına veya tümüne tabi tutulmak üzere topluluk sözleşmesi imzalamak suretiyle amatör sporculara sosyal güvenlik hakları getirilmiş, fakat 5510 Sayılı Kanun'la topluluk sigortası kaldırılmış olduğundan, amatör sporcuların 1 Ekim 2008 gününden sonraki dönemde sosyal güvenlikleri konusunda yasal boşluk ortaya çıkmıştır (Tezel; 2011). Aslında Hardal’ın (2006:1) da ifade ettiği gibi sporcuların branşlarına göre profesyonel olurken imzaladıkları profesyonel sözleşmelerde bir iş görme edimi durumu söz konusudur. Yani taraflardan biri (işgören), diğerine (iş sahibine) karşı, daima iş görme borcu altına girmekte ve ilişki bu şekilde kurulmaktadır (Hardal;2006:1). Nitekim Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin verdiği bir kararda da, profesyonel sporculardan en popüler olarak görülen profesyonel futbolcular ile kulüp arasındaki akit ilişkisinin bir hizmet sözleşmesine dayandığı belirtilmiştir (YKD; 1975:81-83). Bu bağlamda oluşan bu problemin giderilmesi amacıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı arasında 08.10.1997 tarihinde yapılan protokolle; dernekler 131 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) yasasına göre kurulan ve amatör sporculardan oluşan dernek, birlik, federasyon veya başka kuruluşların Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri aracılığıyla Sosyal Sigortalar Kurumu'na başvurmaları halinde, iş kazaları ve meslek hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası kollarından birine, birkaçına veya tümüne tabi tutulmak üzere topluluk sözleşmesi imzalamak suretiyle amatör sporculara sosyal güvenlik imkânı getirildi. Fakat 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile topluluk sigortalılığı sona ermiştir dolayısıyla amatör sporcuların sosyal güvenliği artık mevcut değildir (Tezel; 2011). Buna göre, SGK'da sigortalı olan profesyonel sporculara sağlanan yardımlar şu şekilde sıralanabilir: - İş kazası halinde sağlık yardımı yapılması, geçici ya da sürekli iş göremezlik ödeneği verilmesi, protez araç ve gereç sağlanması veya tedavi için başka bir yere ya da başka bir ülkeye gönderilmesi. - İş kazası geçiren sporcunun eş ve çocuklarına ya da geçindirmekle yükümlü oldukları ana ve babalarına gelir bağlanması. - Sigortalının, eşinin, çocuklarının ya da bakmakla yükümlü olduğu anne ve babasının hastalanması halinde hekimlere muayene ettirilmesi ve gerekli sağlık yardımlarının yapılması. - Sigortalı sporcunun maluliyeti durumunda, gerekli şartların yerine getirilmesi halinde maluliyet aylığının bağlanması. - Koşulların yerine getirilmesiyle birlikte yaşlılık aylığı bağlanması veya toptan ödeme yapılması. - Sigortalı sporcunun ölümü halinde geride kalan eş ve çocukları ile bakmakla yükümlü oldukları ana ve babasına aylık bağlanması (Tezel, 2011). Ücret almayan amatör sporcuları hizmet akdi ile çalışan işçi olarak değerlendirmek mümkün değildir. Bu nedenle amatör sporcuların sendika üyeliği hukuken söz konusu değildir (Küçükgüngör, 1999:4). Amatör olmaları nedeniyle SSK sigortası olmayan sporcular tamamen sosyal güvence dışında da değildir. 15.06.2004 tarihinde Sağlık Bakanlığı ile 132 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı arasında imzalanan protokol gereğince 07.12.2001 tarih ve 24606 Sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe giren "Sporcu Lisans, Tescil, Vize ve Transfer Yönetmeliği" hükümleri uyarınca lisans almış, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmayan sporcular Sağlık Bakanlığı'na bağlı tedavi merkezlerinden ücretsiz olarak sağlık hizmeti alabileceklerdir. Yukarıdaki açıklamalar değerlendirildiğinde, ücret karşılığı çalışan profesyonel sporcular hizmet akdine sahiptirler. Sporcu çalıştıranlara işveren, çalışanlara da işçi denilebilir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin (g) fıkrası gereğince kanun kapsamı dışında bırakılan ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 393’üncü maddesine göre hizmet akdine sahip olan profesyonel futbolcular, İş Kanunu’nun sunduğu haklardan yararlanamasalar da mülga 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu kapsamında sendikal haklara sahiptirler. 3. SPORCULARIN SENDİKAL HAKLARI İşçilerin veya işverenlerin çalışma ilişkilerinde, ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar sendika olarak nitelendirilmektedir (Alay; 2007). Ülkemizde hem işverenler hem de işçiler Anayasa’nın 51. Maddesi ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’na göre sendikal haklara sahiptiler. Bilindiği üzere 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK) yürürlüğe girdi. 6356 sayılı yeni yasa (STİSK), 1983 yılından bu yana yürürlükte olan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunlarının yerini aldı. Bu bağlamda iki ayrı kanun ile düzenlenmiş olan sendikal mevzuat 6356 sayılı yeni yasada toplandı. Bu yeni yasa ile profesyonel sporcuların sendikal haklarında ne gibi değişimlerin meydana geldiğine değinmeden önce 2821’deki haklarını ifade edeceğiz. 133 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) 1982 Anayasasının 51. Maddesi şu şekildedir: C. Sendika Kurma Hakkı Madde 51– (Değişik: 3.10.2001-4709/20 md.) Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz. Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir (Mülga dördüncü fıkra: 7/5/2010-5982/5 md.) 6356 ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 1. maddesinde, kanunun amacı belirtilmiştir. Madde 1 - Bu Kanunun amacı, çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi için işçiler ve işverenler tarafından meydana getirilen sendikalar ile konfederasyonların kuruluşu, teşkilatı, faaliyeti ve denetlenmesi esaslarını düzenlemektir. (2821 Sayılı Kanun) Madde 1- Bu Kanunun amacı, işçi ve işveren sendikaları ile konfederasyonların kuruluşu, yönetimi, işleyişi, denetlenmesi, çalışma ve örgütlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere toplu iş sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine, grev ve lokavta başvurmalarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. (6356 Sayılı Kanun) Yukarıda da görüleceği üzere 6356 sayılı Yeni Kanun ile birlikte 2821 ve 2822 birleştirildiğinden dolayı madde 1 uyarınca toplu iş sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine, grev ve lokavta ilişkin usul ve esaslar düzenlenmesi eklenmiştir. 134 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) 6356 ve 2821 sayılı kanunların her ikisi de 3. maddelerinde işçi ve işveren sendikalarının nasıl kurulacağını açıklamaktadır. Eski Kanunda da yeni kanunda da sendikaların işkolu esasına göre kurulacakları belirtilmiştir. İşçi ve işveren sendikaları: Madde 3 - İşçi sendikaları, işkolu esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacı ile bu işkolundaki işyerlerinde çalışan işçiler tarafından kurulur. İşveren sendikaları, işkolu esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacı ile bu işkolundaki işverenler tarafından kurulur (2821 Sayılı Kanun) Madde 3- Kuruluşlar, bu Kanundaki kuruluş usul ve esaslarına uyarak önceden izin almaksızın kurulur. Sendikalar kuruldukları işkolunda faaliyette bulunur (6356 Sayılı Kanun). 2821 sayılı kanunun “Sendika üyeliğinin şartları” başlıklı 20. Maddesinde ise sendika üyeliğinin şartları düzenlenmişti. Madde 20 – On altı yaşını doldurmuş olup da bu Kanuna göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye olabilirler. On altı yaşını doldurmamış olanların üyeliği kanuni temsilcilerinin yazılı iznine bağlıdır. 6356 sayılı yeni kanunun 17. Maddesinde sendika üyeliği şartları düzenlenmiştir. Madde 17 - On beş yaşını dolduran ve bu Kanun hükümlerine göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye olabilir. Her iki kanunda da işveren sayılanlar işveren sendikalarına üye olabilirler. 6356 sayılı yeni yasa ile daha önce olduğu gibi sendika kurabilmek ve sendikaya üye olabilmek için işçi veya işveren olunması gerekmektedir. Buna göre, bir hizmet akdine dayalı çalışanlara işçi, işçi sayılan kişileri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye ve tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşlarına ise işveren adı verilir (Küçükgüngör, 1999). Bu anlamda iş kanunlarına göre çalışanlarla birlikte, Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet akdi hükümlerine göre çalışanlar da yeni Sendikalar Kanunu gereğince işçi sayılmaktadır. Yeni yasaya göre sendika üyesi olamayacaklar arasında sporcular sayılmadıkları için, kulüplerinden ücret almak suretiyle spor yapan profesyonel sporcuların 135 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) sendika kurmalarına veya bir sendikaya üye olmalarına hukuken engel yoktur. İşçi sayılan bir profesyonel sporcu çalıştırdıkları için işveren sayılan spor kulüplerinin de bir sendika kurmaları veya bir sendikaya üye olmaları, bu düzenlemeler çerçevesinde mümkündür (Alay;2007:3). Sendikalar, işkolu esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak üzere bu işkolundaki işyerlerinde çalışan işçiler tarafından kurulabilir. 16 yaşını doldurmuş olan işçiler sendikalarına üye olabilirler. Şayet 16 yaşını doldurmamışlarsa kanuni temsilcilerinin yazılı izniyle üye olabilirler (Küçükgüngör;1999). İşçi sendikalarının bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak üzere, işkolundaki işçiler tarafından kurulabileceği hükmü ile sendika kurma hakkı tanınmıştır. Meslek esasına göre sendika kurmak yasaklandığı için futbolcular mesleki esasına dayalı sendika kuramazlar. “Sporcular” dolayısıyla futbolcular, 4857 sayılı İş Kanunu’nun istisnalar bölümünde kapsam dışında bırakılmış olmalarına 5510 Sayılı Kanun'un 4/a maddesi kapsamında profesyonel sporcuların "hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar" sıfatıyla 4/a sigortalısı (SSK'lı) olarak sigortalı sayıldıklarından, yeni Sendikalar Kanunu’nda işçinin tanımı “hizmet akdine dayanarak çalışanlar” tanımına girmektedir. Nitekim Türkiye Futbol Federasyonu tarafından hazırlanan “Profesyonel Futbolcu Sözleşmesi” incelendiğinde futbolcular ile kulüpleri arasındaki ilişkinin iş ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sendikalı olabilme anlamında profesyonel futbolcular işçi sayılmaktadırlar. Futbolcuların hangi işkolunda örgütlenebilecekleri konusunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın konuya açıklık getiren bir kararı bulunmaktadır. 02.05.2002 tarih ve 2002/7 sayılı Kararı ile Beşiktaş Jimnastik Kulübü Derneği, Galatasaray Spor Kulübü Derneği, Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği işyerlerinin eski kanundaki 25 no.lu, “Konaklama ve Eğlence Yerleri” işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Söz konusu Karar’da bu tespitin gerekçeleri; “çeşitli yaş gruplarında sporcu yetiştirmek, amatör ve profesyonel sportif faaliyetleri yürütmek ve yurt içi ve yurt dışı müsabakalar yapmak, dernek üyelerinin 136 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) sosyal, kültürel ve sportif ihtiyaçlarını karşılamak, Dernekler Kanunu ve diğer mevzuata uygun olarak mal edinmek, sportif faaliyetler için tesisler kurmak, kiralamak, derneğe gelir temin etmek amacı ile öngörülen ticari faaliyetlerde bulunmak veya katılmak olduğu her üç işyerinin de spor kulübü olduğu, sportif faaliyetlerde bulunulduğu, bu nedenle işyerlerinde yapılan işlerin yeni yasada 25 sıra numaralı Konaklama ve Eğlence Yerleri işkolunda yer alması gerektiği tespit edilmiştir.” olarak açıklanmıştır. İş Kolları Tüzüğü’nün, işkollarına giren işler bölümünde açık ve kapalı spor yerlerinde yürütülen işlerin 25 no.lu işkolu kapsamında sayıldığını ve Bakanlığın isabetli tespitini esas aldığımızda spor kulübü, dernek ve şirketler tarafında yürütülen sportif faaliyetlerin 25 no.lu Konaklama ve Eğlence işkoluna girdiği anlaşılmaktadır (Binbir; 2006). Bu yönde bir karar verilmesinin sebebi konaklama ve eğlence yerlerinin kapsamına İşkolları Tüzüğü gereğince açık ve kapalı spor yerleri ile hipodromlarıngirmesidir(Yazarbelirtilmemiş;http://sendikam.blogspot.com/2011/01/spor-iskanunu-spor-iscileri-is-kanunu.html). Yeni yasada da bu durum farklı değildir. 19.12.2012’de Resmi Gazetede yayınlanan 6356 Sayılı İşkolları Yönetmeliği’nde 18 nolu sırada Konaklama ve Eğlence İşleri görülmekte olup profesyonel sporcular için ayrı bir işkolu tanımlaması yapılmamıştır. Dolayısıyla yeni yasa ile birlikte de profesyonel sporcuların eski yasada olduğu gibi “Konaklama ve Eğlence İşleri” işkolu kapsamında değerlendirileceklerini söyleyebiliriz. Ancak yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun da işkoluna göre sendikalaşma esasının benimsenmiş olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu esas gereğince, ülkede yapılan işler belirli sayıda gruplaştırılmış ve her bir gruba işkolu adı verilmiştir. İşçi ve işveren sendikalarının kurulabilecekleri işkolları Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 4. Maddesinin 1. bendinde belirtildiği gibi, bir işkoluna giren işlerin neler olacağı Kanunu’na ekli 1. sayılı cetvele göre belirlenmiştir. İşçiler veya işverenler bir sendika kurarken veya bir sendikaya üye olurken, bu işkolları dikkate alınmaktadır. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu anlamında işçi olarak kabul edilen profesyonel sporcuların, emeğini ücret karşılığında diğer işçilerden bir farkı yoktur. Yine gerek dernek gerek şirket şeklinde olsun, 137 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) spor kulüpleri de Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu gereğince işveren niteliğindedir (Küçükgüngör; 1999:3-4). İşçi statüsünde olan sporcular ile işveren statüsünde olan kulüpler arasındaki menfaat atışmalarında adil bir dengeye ulaşabilmek için en etkili usul, kuşkusuz her iki grubun sendikaları arasında gerçekleşecek bir uzlaşma olacaktır. Bu anlamda sporcuların ve spor kulüplerinin, 6356 sayılı yeni yasa kapsamında yer alan ve 19 Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazete ’de yürürlüğe giren İşkolları Yönetmeliği’nde yirminci işkolu olarak tanınan “genel işler” kapsamında değerlendirilmesi kanımızca daha mümkündür. Ancak günümüzde sporun ulaştığı nokta ve sporu meslek olarak yerine getirenlerin sayısındaki hızlı artış dikkate alınarak bütünüyle spora özgü bir işkolunun ihdas edilmesi gereği ortadadır. Bunun yeni yasada da yer almamış olması büyük eksikliktir. Bu işkolunun kapsamına sadece sporcuların değil, sporla ilgili faaliyetleri bir hizmet akdi gereğince gerçekleştiren sporla ilgili tüm kişilerin de alınmaları gerekir. Sporcuların İş Kanunu kapsamı dışında kalması, sporcuların sendikalaşma hakkını ortadan kaldırmaz. İş Kanunu kapsamı dışında olmak, işçi olmayı/ücretli olmayı engellememektedir. İş yasası iş sözleşmesi ile çalışanların önemli bir bölümünü kapsasa da, tümünü kapsamamaktadır. ILO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı tüm çalışanların sendikalaşma hakkını güvence altına almaktadır. Sporcuların ve tabii ki futbolcuların sendikalaşmasında hiçbir hukuki engel bulunmazken sporcuların sendikalaşması için hemen bugün bir adım atılabilir ve en elzem sendikal hedef olarak ise sporcuların İş Kanunu kapsamına alınması savunulabilir (Çelik; 2011). 1959 yılında Türkiye 1. Futbol Ligi kurulmasına ve ülkemizde futbolda kulüpleşme ve lig çok önceden gerçekleşmesine karşın, sporcuların ve işverenlerin bir araya gelerek sendikalaşmaları olamamış, ancak sendikalaşma girişimleri olmuştur. Futbol sektöründe sendikalaşma hareketinin temeli 1970’lere dayanmaktadır. İlk adım, Galatasaray takımında forma giyen Metin Kurt’un ‘idman boykotu’ ile başlamıştır. Boykotu organize ettiği gerekçesiyle takımdan gönderilen ve spor ortamından uzaklaştırılan Kurt’un sendikalaşma çabaları 12 Eylül ihtilaline kadar sürümüştür. Ancak bu girişim 138 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) sonuçsuz kalmıştır (Bozkurt; 2006). Yakın bir zamanda Hak-İş’e bağlı Futbol-Sen kurulmuştur. Sonuç olarak profesyonel futbolcuların Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun hükümlerine göre işçi, sporcuları çalıştıran kulüplerin de tüzel kişiliği haiz işveren sayıldığı anlaşılmaktadır. Yürürlükte olan mevzuata göre sendika kurma ve sendikaya üye olma gibi sendikal hakların Anayasa, yasa ve uluslararası sözleşmelerce teminat altında bulunduğu anlaşılmaktadır (Yorgun; 2006:3). 2821 sayılı Sendikalar Kanunundaki eksiklikleri yukarıda ifade ettik. Bu kanunun yerini alan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda da büyük ölçüde değişen bir durum yoktur. Çelik’in (2012) ifade ettiği gibi aslında bu yeni yasa taslak aşamasındayken Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından ciddi eleştirilere maruz kalmıştır (özellikle 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmelerinin). Avrupa Birliği (AB) 2012 Türkiye İlerleme Raporu’nda da taslağın yetersiz olduğu ifade edilmiştir. 6356 sayılı yeni yasa, 2821 ve 2822’nin temel taşlarını korumuştur. Sendikal hak ve özgürlüklere yönelik ILO normlarına uygun iyileştirmeler yapılmamıştır. Ancak yeni yasa ile birlikte sendika kurma konusunda ciddi iyileştirmelerden bahsedilebilir. Sendika kurum süreci eskisine göre daha kolaylaştırılmıştır. Yeni yasayı profesyonel sporcular bağlamında değerlendirecek olursak; profesyonel sporcuların sendika kurmaları konusunda daha kolay bir sürecin geldiğini ifade edilebilir. Ancak yeni yasa da sendikalaşma düzeyini sadece işkolu olarak sınırlamıştır. Dolayısıyla, işyeri-işletme ve meslek esaslı sendikaların kurulmasının yolunu kapatmıştır. Öncesinde olduğu gibi yeni yasayla da profesyonel sporcuların kendi içlerinde yaptıkları spor faaliyetlerine göre örgütlenmeleri (örneğin sadece profesyonel futbolcuların, yüzücülerin, güreşçilerin vb. örgütlenmeler) engellenmiştir. Bu durum, ILO normlarına tamamen zıt olmakla birlikte, merkeziyetçi, kontrole dayalı bir yapıyı ve anlayışı korumaktadır. 139 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) 4. SONUÇ ve ÖNERİLER Günümüzde spor pazarında işveren ve işçi konumunda olan spor kulüpleri ve sporcular, sendikal haklar içerisinde yer alan pek çok hak ve yükümlülükten uzak olarak çalışmaktadırlar. Ülkemizdeki lisanslı sporcu sayısı ve kulüp sayısına bakıldığında, sporcuların ülkemizde sendikalaşmalarının hem yönetimsel, yani kurumsallaşma, hem de spor pazarının kaliteyi ve rekabeti yakalayabilmesi için bir zorunluluk haline geldiğini ifade edebiliriz. Yasal olarak ülkemizde profesyonel sporcuların sendikalaşmaları konusunda herhangi bir engel olmamasına rağmen ülkemizde hala sporcu sendikalaşmasının faaliyete geçmemesi şaşırtıcı bir durumdur. Bu çalışmada profesyonel futbolcuların çalışma koşullarının zorluğu ortaya konulurken, bu zorlukların iyileştirilmesi adına fiziki koşulların yenilenmesinin yanı sıra profesyonel futbolcular arasında da örgütlü bir yapının gerekliliğine dikkat çekilmektedir. Sporcular insanların boş zamanlarını değerlendirmede çalışan ulaşılmaz yıldız kişiler gibi görülse de profesyonel spor sektörü incelendiğinde, (bu çalışmada futbolcular örneği ile bu ortaya konulmuştur) sporcuların tipik istihdamdan farklı birçok çalışma istihdam sorunu ile karşı karşıya oldukları bir gerçektir. Lig yönetimleri, kulüpler, taraftarlar, medya, menajerler sporcuların çalışma koşulları üzerinde etkili olmaktadırlar. Bu durum sporcuların dolayısıyla futbolcuların yaptıkları sözleşme özgürlüklerini sınırlamaktadır. Ayrıca profesyonel futbolcuları sadece üst liglerde, UEFA kupaları ve Şampiyonlar Ligi gibi üst düzey organizasyonlarda mücadele eden kişiler olarak görmek bizleri büyük bir yanılgıya sürükleyecektir. Futbol endüstrisinin çoğunluğunu bu endüstrinin görülmeyen yüzü olarak ifade edebileceğimiz alt liglerde (1.,2.,3, Liglerde) mücadele eden çalışanlar / emekçiler oluşturmaktadır. Bu çoğunluğu dikkate almamak ve futbol endüstrisini çok basit bir şekilde kolay para kazanılan bir alan, bu işi yapanları da birer yıldız olarak görmek futbol endüstrisindeki emekçilerin yaşadığı sorunları tıpkı günümüzde olduğu gibi duyarsız kalmayı maalesef beraberinde getirmiştir ve getirecektir. Bu çalışmada futbolcular örnek olayıyla konuyu açıklamaya çalıştık; ancak spor endüstrisinin farklı 140 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) branşlarında, farklı kategorilerde çalışan, işlerini yapan tüm profesyonel sporcular için de durum benzerdir. Yukarıda bahsi geçen mevzuat ve uluslararası anlaşmalar dikkate alınarak, kendi içinde gittikçe büyüyen bir endüstri olan sporun, başlı başına bir iş kolu olduğunu kabul etmek gerekir. Milyonları etkileyen sporun ve özellikle futbolun pastası, her geçen gün daha da büyürken, bu sektörün programlanması, düzenlenmesi, denetlenmesi ve tabii ki örgütlenmesi gerekmektedir. Yurtdışındaki örneklere bakıldığında, ilk olarak işverenlerin örgütlenerek sendikalaştığını görmek mümkündür. İşverenlerin sendikalaşmasının beraberinde futbolcuların da sendikalaşmasını getireceği şüphesizdir. Sendika kurmak için herhangi bir yasal engeli olmaya işveren ve futbolcuların örgütlenerek kuracakları sendikalar, işverenlerin ve futbolcuların meslek hayatını, hem de faal futbol hayatları sona eren oyuncuların geri kalan hayatının güvencesi olacaktır. Bu kapsamda, sözleşmelerde futbolcuların lehine bir takım düzenlemeler yapılabilir. Özellikle genç futbolcular bu yapı içeresinde en fazla haksızlığa uğrayan kişilerdir. Profesyonel olmaları adına uzun yıllar boş sözleşmelere imza atmak zorunda bırakılmaktadır. Arkasında sendikanın varlığını bilen genç bir futbolcu, hem hak ettiği değeri alabileceği bir ortam içinde çalışır, hem de geleceğini güvence altına alabilir. Bu durum gerekli yasal düzenlemeler ve önlemler alınarak hızlandırılabilir. Yine bu çalışmada da ifade edilen profesyonel futbolcuların örgütlenmeleri önünde herhangi bir engelin bulunmaması ve örgütlü bir hareketin kendilerine sağlayacağı avantajlar / yararlar profesyonel futbolculara doğru ve etkin bir şekilde aktarılmalıdır. Sendikalaşma hakkı konusunda kendilerine gerekli eğitim ve bilgilendirici programlar düzenlenmelidir. Günümüzdeki profesyonel futbolcuların birçoğunun bu mesleği yapabilmeleri için eğitimlerini yarıda bırakmaları dikkate alındığında sendikalaşma konusundaki eğitimler ve bilgilendirici programlar daha da önem arz etmektedir. Bu konuda devletin organlarının da destek vermesi, temel hak ve özgürlüklerinin bilincinde olan, huzurlu, adaletli, güvenli bir çalışma orta- 141 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) mında işini icra eden ve geleceğine daha umutla bakan profesyonel spor çalışanlarını ortaya çıkaracaktır. Özellikle profesyonel futbolcuların iş / çalışma ilişkileri ve sosyal haklar bağlamında karşılaştıkları sorunlara yönelik alınacak önlemler ve yapılacak uygulamalar bu emekçilerin iş – yaşam dengelerinin sağlanması ile spor hayatları boyunca ve faal meslek hayatları sona erdikten sonra da devam edecek sosyal güvenceleri gibi birtakım uygulamaları beraberinde getireceğini söyleyebiliriz. Bu çalışma makale haline getirilirken Hak-İş’e bağlı Futbol-Sen sendikasının kurulduğunu öğrendik. Bu durum aslında çalışmamızda vurguladığımız ülkemizdeki spor endüstrisinde yer alan profesyonel sporcuların çalışma ilişkilerinde yaşadıkları problemlerin görülmeye başlandığı ve örgütlenme yönünde gerekli bilincin yavaş yavaş da olsa oluşmaya başladığını bizlere göstermektedir. Ancak tabi ki sadece sendikalar kurmak yeterli değildir. Profesyonel sporcuların bu sendikalara neden üye olmaları gerektiği net bir şekilde kendilerine aktarılmalıdır. Gerekirse bu konuda birtakım bilinçlendirici ve bilgilendirici programlar planlanmalı, bu konuda da görsel ve yazılı medya kullanılmalıdır. Profesyonel sporcu sendikalarının önündeki en önemli engel meslek ve işyeri esasına göre sendikalaşmanın ülkemizde yasak olmasıdır. Ülkemizde işkolu esasına göre sendikalaşma yasal olduğu için, sadece bir spor kulübüne ait sporcuların sendika kurmaları mümkün değildir. Yeni yasa da sendikal örgüt olarak sadece işkolu sendikaları ve konfederasyonları güvence altına almış bulunmaktadır. Sendikalaşma düzeyini sadece işkolu olarak sınırlayan yeni yasa, işyeri-işletme ve meslek esaslı sendikaların kurulmasının yolunu kapatmıştır. ILO normlarına aykırı olan bu durumun düzeltilmesi sendikaların daha aktif hale gelmesini sağlarken, aynı zamanda sendika üyeliğinde de artışları beraberinde getirecektir. Çalışmamızda sporda çalışma ilişkileri ve sosyal hakları İş Kanunu, Borçlar Kanunu 142 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) ve 07.11.2012’de Resmi Gazetede yayınlanan 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu kapsamında değerlendirerek bazı çözümlerde bulunduk. KAYNAKÇA: ALAY, Sema (2007), Türkiye’de Sporcu Sendikalarının Hukuki Olarak Kurulabilirliği, Sporcu Sendikalaşmasının Sporcu ve Sporda Doğurabileceği Sonuçlar, Gazi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 10(1),http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/index.php?menu=2&secim=10&Yayi nBIK=967, Erişim: 04.12.2011 AYDIN, Ufuk (2007), Profesyonel Sporda Sendikalaşma, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Yayınları, Ankara. BAUMAN, Zgymunt, Küreselleşme, 2. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2006 BİNBİR, Sinan (2006), Yaklaşım Dergisi, Temmuz, Sayı: 163. Borçlar Kanunu; Kanun Numarası: 818, Kabul Tarihi: 22.4.1926, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 29.4.1926, Sayı: 359. BOZKURT,H.(20Şubat2006),http://www.zaman.com.tr/?hn=257722&bl, Erişim: 04.12.2011. ÇELİK, Aziz (2011), Bir Gün Gazetesi, http://www.futbolistan.net/nedediler.htm, Erişim: 06.12.2011. ÇELİK, Aziz (2012), Yeni Sendikalar Yasası Ne Getiriyor, Ne Götürüyor?, http:/t24.com.tr/yazi/yeni-sendikalar-yasasi-ne-getiriyor-negötürüyor/5858,09.11.2012 Erişim: 10.01.2013. 143 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) ERKAL, Mustafa (1992), Sosyolojik Açıdan Spor, Geliştirilmiş 2. Baskı, İstanbul. GRINT, Keith (2005), The Sociology of Work, 3nd Ed, Cambridge: Polity. HARDAL, Şekip (2006), Futbol Kulüpleri ile Futbolcuların Karşılıklı Hak ve Yükümlülükleri, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt.80, Sayı.6. İş Kanunu; Kanun No: 4857, Kabul Tarihi: 22.5.2003, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 10.6.2003, Sayı: 25134. İşkolları Tüzüğü, RG. 6.12.1983, 18243. İYEM, Cemal (2012), Kramponlu İşçiler: Bir Boş Zaman Çalışanı Olarak Futbolcular, On iki Levha Yayınları, İstanbul. KÜÇÜKGÜNGÖR, Erkan (1999) Türk Hukukunda Sporcuların Hukuki Durumu, http://www.hukuk.gazi.edu.tr/editor/dergi/2_11.pdf, Erişim: 28.11.2011 Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Kanun No: 6356, Kabul Tarihi: 18.10.2012, Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 07.11.2012, Sayı: 28460 Sendikalar Kanunu Kanun No: 2821, Kabul Tarihi: 05.05.1983, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 07.05.1983, Sayı: 18040. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Kanunu Kanun No: 5510, Kabul Tarihi: 31.5.2006, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 16.06.2006, Sayı: 26200. TEZEL, Ali (06.07.2011) Geçimi Spor Yaparak Kazanan İşçi Sayılmıyor, http://www.iskanunu.com/icerik/acikacik/gecimi-spor-yaparakkazanan-isci sayilmiyor.html, Erişim: 28.11.2011 144 Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145) Yazar Belirtilmemiştir, Spor Alanında Çalışanların İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku ile Olan İlişkileri http://sendikam.blogspot.com/2011/01/spor-is-kanunu-spor-iscileri-iskanunu.html, Erişim: 01.12.2011. YORGUN, Sayim, (2006), Spor Endüstrisinde Sendikal Örgütlenme Hakkı, http://www.isgüc..org/avc=arc_view.php&ex,10.06.2006, Erişim: 28.11.2011 145