Anadilde Eğitim Kampanyası Belgeleri
Transkript
Anadilde Eğitim Kampanyası Belgeleri
1 ANADĐLDE EĞĐTĐM (KÜRTÇE SEÇMELĐ DERS) KAMPANYASI DOSYASI 2001 yılında Türkiye’nin bir çok ilinde Üniversite öğrencileri tarafından Kürtçe’nin seçmeli ders kapsamına alınması talebiyle rektörlüklere dilekçe ile başvuru yapıldı. Aşağıda bu kampanyanın başlangıcından sonucuna kadar olan süreçle ilgili tüm dosyaları bulacaksınız. ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ Klasör: 1 Dilekçe başvurusu örneği ve Başvuru dosyası DĐLEKÇE HAKKININ KULLANILMASINA DAĐR KANUN Kanun Numarası : 3071 Kabul Tarihi : 1/11/1984 Yayımlandığı R.Gazete : Tarih: 10/11/1984 Sayı: 18571 Yayımlandığı Düstur : Tertip: 5 Cilt: 24 Sayfa: 64 Amaç: Madde 1 - Bu Kanunun amacı, Türk vatandaşlarının kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili makamlara yazı ile başvurma haklarının kullanılma biçimini düzenlemektir. Kapsam: Madde 2 - Bu Kanun, Türk vatandaşlarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi ile idari makamlara yapılan dilek ve şikayetler hakkındaki başvuruları kapsar. Dilekçe hakkı: Madde 3 - Türk vatandaşları kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili makamlara yazı ile başvurma hakkına sahiptirler. Dilekçede bulunması zorunlu şartlar: Madde 4 - Türk vatandaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine veya yetkili makamlara verdikleri veya gönderdikleri dilekçelerde, dilekçe sahibinin adı soyadı ve imzası ile iş veya ikametgah adresinin bulunması gerekir. Gönderilen makamda hata: 2 Madde 5 - Dilekçe, konusuyla ilgili olmayan bir idari makama verilmesi durumunda, bu makam tarafından yetkili idari makama gönderilir ve ayrıca dilekçe sahibine de bilgi verilir. Đncelenemeyecek dilekçeler: Madde 6 - Türkiye Büyük Millet Meclisine veya yetkili makamlara verilen veya gönderilen dilekçelerden; a) Belli bir konuyu ihtiva etmeyenler, b) Yargı mercilerinin görevine giren konularla ilgili olanlar, c) 4 üncü maddede gösterilen şartlardan herhangi birini taşımayanlar, Đncelenemezler. Dilekçenin incelenmesi ve sonucunun bildirilmesi: Madde 7 - Türk vatandaşlarının kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri konusunda yetkili makamlara yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine en geç iki ay içinde cevap verilir. Đşlem safahatının duyurulması halinde alınan sonuç ayrıca bildirilir. Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan başvuruların incelenmesi: Madde 8 - Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen dilekçelerin, dilekçe komisyonunda incelenmesi ve karara bağlanması esas ve usulleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Đçtüzüğünde gösterilir. Kaldırılan hüküm: Madde 9 - 26 Aralık 1962 tarih ve 140 sayılı Türk Vatandaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine Dilekçe ile Başvurmaları ve Dilekçelerin Đncelenmesi ile Karara Bağlanmasının Düzenlenmesine Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Geçici Madde 1 - (3071 sayılı Kanunun kendi numarasız geçici maddesi olup teselsül için numaralandırılmıştır.) Türkiye Büyük Millet Meclisi Đçtüzüğünde gerekli değişiklikler yapılıncaya kadar, 140 sayılı Türk Vatandaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine Dilekçe ile Başvurmaları ve Dilekçelerin Đncelenmesi ile Karara Bağlanmasının Düzenlenmesine Dair Kanunun Dilekçe Komisyonunun çalışma esas ve usullerine ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Yürürlük: Madde 10 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme: Madde 11 - Bu Kanun hükümlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ile Bakanlar Kurulu yürütür. 3 ....../....../2001 ............................... ÜNĐVERSĐTESĐ REKTÖRLÜĞÜ’NE Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasanın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükleri düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasa’da yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasa’nın 28. maddesinde düzenlenmiş olan “Kanunla yasaklanmış dil...” kavramının Anayasa’dan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır. Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük ve yaygın dil olan Kürtçe’nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme, 1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adımdır. Bu son değişiklik Anayasa’nın Eğitim ve Öğrenim Hakkı’nı düzenleyen 42. maddesiyle birlikte düşünüldüğünde, herkesin eğitim ve öğrenim hakkını, bildiği en iyi dil olan anadilinde görmesi hakkının anayasal bir hak olarak belirdiği görülmektedir. Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki, kişi anadilinden farklı bir dilde düşünmeye, eğitime ve yaşamaya zorlandığı taktirde eğitim ve öğrenimde geri kalma, uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve yabancılaşma gibi bir dizi sorunla karşılaşmaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi, sadece o halkın yok olması sonucunu doğurmakla kalmaz, toplumun bütününde sağlıksız bir gelişmeye, ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olur. Toplumsal barış ve ortak çıkarlar için birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Anadil, kişinin kendi varoluşunu tamamlayabilmesi ve toplumsal ilişkiler ağı içerisinde kendi kimliği ile yerini alabilmesi, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği yegane önsel araçtır. Gerek uluslararası antlaşmalar, gerekse de diğer ülkelerde yaşanan benzer deneyimler incelendiğinde, uygar dünyada anadilde eğitim hakkı ile kendi kültürünü yaşama ve geliştirme, anadilini yaşamın her alanında kullanabilme olanaklarının tanındığı ve bir çok ülkede bu tür girişimlerin devlet tarafından desteklendiği, hatta bütçeden kaynak aktarıldığı görülmektedir. Ne yazık ki Türkiye’de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmış, bu halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri ülkenin bölünmesi kaygısıyla engellenmiştir. Bir çok ülkede yaşanan deneyimler göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine toplumsal barışı ve uyumu geliştirir, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Halktan gelen çağdaş demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek ulusçu yapıya dayanan toplumsal düzenden artık vazgeçmelidir. Birden fazla halkın bir arada yaşadığı Türkiye Coğrafyasının gerçeğine uygun olarak, anayasal vatandaşlığa dayalı, çok uluslu, çok kültürlü, katılımcı bir toplumsal sistem yaratmalıdır. Bunları yaratmak, demokratik toplum düzeninin olmazsa olmaz gereğidir ve tüm idari kurum ve kuruluşların öncelikli görevleri arasındadır. Yukarıdaki anayasal gereklilikler ve bilimsel görüşler ışığında; Ben, ................ Üniversitesi’nde öğrenim gören bir öğrenci olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacağına inandığım bir adım atıyor ve üniversitemiz rektörlüğünden, Kürtçe dersinin seçmeli dersler kapsamında, üniversitemiz bünyesinde okutulmasını talep ediyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Adı Soyadı : 4 Bölümü Numarası Đmza : : : M.Ü. REKTÖRLÜĞÜ SORUŞTURMA KURULU BAŞKANLIĞI’NA KONUSU: Hakkımda açılan disiplin soruşturması ile illgili yazılı savunmamım sunulmasıdır. AÇIKLAMALAR: USULE ĐLĐŞKĐN SAVUNMA 1- 22.11.2001 tarihinde Üniversite Rektörlüğü’ne hitaben bir dilekçe vermiş hakkımda soruşturma açılmış bulunmaktadır. olduğumdan dolayı 2- Hakkımda açılan disiplin soruşturması ile ilgili olarak tarafıma yapılan tebligatta hakkımdaki suçlamanın Disiplin Yönetmeliği’nin hangi maddesini ihlal ettiğim belirtilmemiştir. 3- Bu nedenlerle savunmamı hakkımdaki suçlamayı ve Disiplin Yönetmeliği’nin hangi madde veya maddelerini ihlal ettiğimi “açık ve net olarak” öğrenemeden hazırlamış bulunmaktayım ESASA ĐLĐŞKĐN SAVUNMA 12- 22.11.2001 tarihli Rektörlüğe hitaben yazmış olduğum dilekçeyi Anayasanın 74. Maddesine göre ve 3071 Sayılı, 1984 tarihli “Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun” kapsamında dilekçe hakkımı kullanarak vermiş bulunmaktayım. Anayasanın 74. maddesinde”Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve Türkiye büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.Kendileriyle ilgili başvurmalarının sonucu dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir” denmektedir. Yine 3071 Sayılı Kanunda da aynı konu 34- 5- 6- düzenlenmektedir. Bu düzenlemeler kapsamında Üniversite Rektörlüğü’ne vermiş olduğum dilekçe ile ilgili bir soruşturma açılmıştır. Açılan bu soruşturma dilekçe hakkının kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır. 22.11.2001 tarihli dilekçenin son paragrafında belirtilen “...Kürtçe dersinin seçmeli dersler kapsamında üniversitemiz bünyesinde okutulmasını talep ediyorum” ibaresi 4709 sayılı yasa ile değiştirilen Anayasanın 28. Maddesi’nde “kanunla yasaklanmış dil” kavramının Anayasadan çıkarılmış olmasına dayandırılmıştır.Bu nedenle de dilekçe Anayasaya veya herhangi bir yasaya da aykırı değildir. Ayrıca Kürtçe’nin seçmeli ders olarak üniversitelerde okutulması ve isteyen herkesin bu seçmeli dersi alma hakkının bulunmasını talep etmiştim.Bu talebim tamamen insani bir taleptir. Bu talebin yazılı olarak sunulması bölücülük olarak veya başka kavramlarla değerlendirilemez. Ve Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinin de herhangi bir maddesini ihlal etmez. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu ve Anayasaya göre artık Türkiye’nin iç hukuku olarak kabul edilen “Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi” ve “BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi” de “Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulması” hakkına imkan sunmaktadır. 5 7- Üniversite Rektörlüğü’ne vermiş olduğum dilekçe ile Disiplin Yönetmeliği’nin 7-8-9-10. maddelerini ihlal etmiş değilim. Sadece bu dilekçe ile isteyenlerin diğer seçmeli dil dersleri gibi Kürtçe’nin de konulmasını ve isteyenlerin de bu dersleri seçmelerini talep ettim. Ben de Kürtçe bildiğimden ve geliştirmek istediğimden dolayı böyle bir imkan tanınırsa bundan yararlanmak isteğini dile getirdim. Herhangi bir suç işlemedim ve Disiplin Yönetmeliği’nin herhangi bir maddesini ihlal etmedim.02.02.2002 FARUK UYSAL M.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü Hazırlık Sınıfı-20010025 Adres: Merkez Mah. Türker Sok. No:12 Güngören-Đstanbul SAVUNMAMDIR 21 Ocak 2002 Suat Çetin 20 Kasım 2001 tarihinde Đstanbul Üniversitesindeki arkadaşlar "Kürtçe Seçmeli Ders " talebi ile dilekçelerle rektörlüğe başvurdular. O günden bu güne, başlatılan kampanya Türkiye'nin birçok üniversitesine yayıldı. 20 bine yakın öğrenci arkadaş bu kampanyaya katıldı ve katılımlar hala devam ediyor. Biz de kendi üniversitemizde bu kampanyayı başlattık ve dilekçelerimizi rektörlüğe sunduk. Bunun üzerine Kürtçe Eğitim istiyoruz diye hakkımızda soruşturma açıldı. Şu an birçok üniversitede soruşturmalar açılmış hatta bazı üniversitelerde kampanyaya katılan öğrenciler hakkında örgüt üyeliği ve yardım-yataklıktan davalar açılmış durumda. Bu kampanyaya katılmak her şeyden önce birey olabilmenin, insan olabilmenin gereği. Düşünen, sorgulayan, üreten, kendine ve topluma faydalı bir birey olabilmek için, sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olabilmek için, anadili yaşamın her alanında kullanabilme olmazsa olmaz bir koşul. Anadilin bireyin düşünce gücüyle kişiliği ile ilişkisi yapılan birçok araştırmada yeni bir çok somut örnekte görünmüştür. Bu konuda çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kürt gençlerine ve çocuklarına baktığımızda bunu çok rahatlıkla görebiliriz. Kürt gençlerinin ve çocuklarının, düşünce gücündeki zayıflık, düşüncelerini aktarmada yaşadığı zorluklar, yine özgüvensizlik, çekingenlik, edilgenlik, asosyallik gibi kişilik sorunları anadilin önemini bize göstermektedir.Elbette ki bu sorunların yaşanmasında daha farklı etkenlerde söz konusudur. Ama anadilini kullanamamanın temel faktörlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok yoğun ve uzun süreli bir eğitimden geçen üniversiteli Kürt öğrencilerinde dahi bu sorunlar ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Şahsen ben de sorunları çeşitli düzeylerde yaşıyorum. Hiç kimsenin ırkını ve dilini seçme özgürlüğü yoktur. Sizler dininizi, düşüncelerinizi değiştirebilirsiniz ama dilinizi, ırkınızı değiştiremezsiniz. Đnsanın anadili ile yaşaması doğuştan gelen doğal bir haktır. Hiçbir bireyin, grubun, devletin bunu yasaklamaya hakkı olamaz. Ben dilimi bu devletten almadım ve bu devlet de benim dilimi yasaklayamaz. 6 Anadil bir birey için ne kadar önemli ise bir halk için, ulus için çok daha fazla önemlidir. Bir halk diliyle, kültürüyle, tarihiyle vardır. Kültür ve tarih de, dil ile iç içedir, bir bütündür. Sanat, edebiyat, basın, ekonomi, spor....vb. hangi alana bakarsanız bakın dilin etkisini görürsünüz. Yaşamın hiçbir alanını dilden bağımsız ele alamazsınız. Dil, bir ulusun temel var olma dinamiğidir. Bir ulusu insan vücuduna benzetirsek dil de bu insanın iskeletidir. Dolayısıyla Kürt dilini yasaklamak aynı zamanda Kürt kültürünü, sanatını, edebiyatını yasaklamaktır, Kürdün varlığını inkar etmektir. Đlklerin yurdu olan Mezopotamya'nın, uygarlığın doğduğu yerin ilk sahiplerinden olan Kürt halkının yaşamını yasaklamaya, değerlerini yok etmeye hiç kimsenin hakkı olamaz. "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası" demokratik, aydınlık bir Türkiye yaratmak için çok iyi bir fırsattır. Bu ülkede yaşayan 20 milyondan fazla Kürt'ün dilini yasaklamak bu ülkenin bir ayıbıdır, geriliğidir. Dil yasağının olduğu bir yerde hiç kimse demokrasiden, birlikten, beraberlikten, kardeşlikten bahsedemez. Dolayısıyla bu kampanyaya katılmak ülkemizi bu ayıptan kurtarmak, aydınlık bir geleceğe kavuşturmaktır. Birliği, bütünlüğü tehdit eden bu kampanyaya katılan öğrenciler değil, polisiye yöntemlerle, baskıyla, zorla, işkenceyle kampanyayı engellemeye çalışan zihniyettir. Unutmamak gerekir ki zora, korkuya, baskıya dayanan hiçbir grup, parti, örgüt, devlet meşru değildir. " Örgütün talebidir, örgüte hizmet ediyor, izin veremeyiz " yaklaşımı konuyu saptırmaktır. Bu kampanyanın talebi çok açık ve nettir. Tartışılması gereken bu taleptir. Yoksa Kürtçe Eğitimden TÜSĐAD da bahsediyor, MĐT de, ANAP da, HADEP de. Farklı grupların, partilerin konuyu dile getirmesi talebin haklılığını ve meşruluğunu ortadan kaldırmaz. Amacımız eğitimi engellemez, toplumun huzurunu bozmak değil ve bunu da hiçbir zaman yapmadık. Demokrasinin bütün dünyada hızla yayıldığı, demokratik çözüm yöntemlerinin işletildiği bir çağda yaşıyoruz. Biz de demokratik ve çağdaş yöntemlerle soruna çözüm bulmaya çalışıyoruz. Meşruluğu herkes tarafından tartışılan ve değişmesi gerektiğini herkesin söylediği anayasaya göre dahi suç teşkil etmeyen yöntemlerle taleplerimizi dile getiriyoruz. 20 binden fazla öğrencinin talebini görüp çözüm üretmesi gereken ilgili makamlar dilekçeleri almayarak, korku yayarak, öğrencilerin evlerini basarak, gözaltında işkence yaparak sonuç almaya çalışıyor. Sorunları yok sayarak, inkar ederek bir yere varamayız. Bazılarının hoşuna gitsin ya da gitmesin bu ülkede Kürtler yaşıyor ve bu halkın kendine ait dili, kültürü, sanatı, edebiyatı var, var olmaya devam edecek. Hiç kimse Kürt halkının, özellikle de gençlerin kendi dilinden, kültüründen, tarihinden vazgeçmesini beklemesin. Bunlar Kürt halkının varlık gerekçeleridir, onurudur, yaşam damarlarıdır. Çözümün yolu bilimdir, bilimi esas almaktır. Bilimsel yöntemin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Gelin soruna bilimsel yöntemlerle yaklaşalım, aydınlık, demokratik bir Türkiye'yi birlikte yaratalım. Kaynak: www.anadil.8m.com …/…/2002 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI BASKANLIGINA ANKARA Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasanın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükleri düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasada 7 yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasanın 28. maddesinde düzenlenmiş olan “Kanunla yasaklanmış dil...” kavramının Anayasadan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır. Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük ve yaygın dil olan Kürtçe’nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme, 1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adimdir. Bu kapsamda Kürtçe dersinin seçmeli ders olarak verilmesi amacıyla Üniversite Rektörlüğü’ne verdiğim dilekçeme henüz yanıt verilmemiştir. Başka arkadaşlarımın dilekçeleri de yanıtsız kalmıştır. Tam aksine, yasal olarak herhangi bir suç unsuru içermeyen dilekçeler, Đçisleri Bakanlığı, Üniversite yönetimleri ve YÖK tarafından yasadışı bir örgütün yasadışı faaliyeti olarak gösterilerek, Đçisleri Bakanlığınca 81 ilin valiliklerine gönderilen genelgede Kürtçe seçmeli ders talebinin anayasaya aykırı olduğu ve bu tür dilekçeleri verenler hakkında anayasa hükümlerinin ihlalinin önlenmesi için gerekli yasal işlemlerin yapılması istenmiştir. YÖK ve Đçisleri Bakanlığı’nın talimatlarıyla su ana kadar güvenlik güçlerince bir çok öğrenci tutuklanmış, okul yönetimlerince de yüzlere öğrenciye disiplin soruşturması açılmış, disiplin cezaları verilmeye başlanmıştır. Bazı devlet yetkilileri “Kürtçe’nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması” seklindeki talebimizi Kürtçe’nin anadil eğitimi olarak kullanılması seklinde çarpıtarak bizi hedef gösterdiler. Bunda amaç; cezai ve idari soruşturma açtırmanın gerekçelerini yaratmaktır. Anayasanın dilekçe hakki başlıklı 74. maddesinde de yer alan hükme göre “Yetkili makamlara ve TBMM’ye dilekçe ile başvuruda bulunma hakki, karşılıklılık esasi gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılara da tanınmıştır.” Maddeye “Başvuruların sonucu, başvurulara ‘gecikmeksizin’ bildirilir.” kuralı da eklenmiştir. Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dilekçe verilmesi değil, alınmaması anayasanın ihlalidir. T.C.’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşmasının 38. ve 39. maddeleri ülkemizde yasayan ve gayri Müslim olmayan vatandaşların da dil ve eğitim haklarını tanımıştır. T.C. Anayasasının 42. maddesinin son fıkrası aynen şöyledir “Türkçe’den başka hiçbir dil eğitimöğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez….milletler arası antlaşma hükümleri saklıdır.” Anayasanın 42. Maddesindeki yasaklayıcı hüküm tek başına ele alınmamalıdır. Ayni madde milletlerarası antlaşma hükümlerini saklı tutmuştur. Lozan antlasması bu kapsamda değerlendirilmelidir. Mevzuatımızda T.C. Anayasasının 42. maddesi dışında Kürtçe’nin eğitim-öğretim kurumlarında öğretilmesini yasaklayan bir hüküm yoktur. Bu anayasal gereklilikler kapsamında su ana kadar yapılan hukuk dışı uygulamaların iptal edilmesini, Kürtçe’nin seçmeli dersler kapsamında üniversite müfredatlarına yerleştirilmesini talep ediyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Adı : Soyadı : Okuduğu Üniversite : Đmza : 8 …/…/2002 CUMHURBAŞKANLIĞINA ANKARA Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasanın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükleri düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasada yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasanın 28. maddesinde düzenlenmiş olan “Kanunla yasaklanmış dil...” kavramının Anayasadan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır. Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük ve yaygın dil olan Kürtçe’nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme, 1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adimdir. Bu kapsamda Kürtçe dersinin seçmeli ders olarak verilmesi amacıyla Üniversite Rektörlüğü’ne verdiğim dilekçeme henüz yanıt verilmemiştir. Başka arkadaşlarımın dilekçeleri de yanıtsız kalmıştır. Tam aksine, yasal olarak herhangi bir suç unsuru içermeyen dilekçeler, Đçisleri Bakanlığı, Üniversite yönetimleri ve YÖK tarafından yasadışı bir örgütün yasadışı faaliyeti olarak gösterilerek, Đçisleri Bakanlığınca 81 ilin valiliklerine gönderilen genelgede Kürtçe seçmeli ders talebinin anayasaya aykırı olduğu ve bu tür dilekçeleri verenler hakkında anayasa hükümlerinin ihlalinin önlenmesi için gerekli yasal işlemlerin yapılması istenmiştir. YÖK ve Đçisleri Bakanlığı’nın talimatlarıyla su ana kadar güvenlik güçlerince bir çok öğrenci tutuklanmış, okul yönetimlerince de yüzlere öğrenciye disiplin soruşturması açılmış, disiplin cezaları verilmeye başlanmıştır. Bazı devlet yetkilileri “Kürtçe’nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması” seklindeki talebimizi Kürtçe’nin anadil eğitimi olarak kullanılması seklinde çarpıtarak bizi hedef gösterdiler. Bunda amaç; cezai ve idari soruşturma açtırmanın gerekçelerini yaratmaktır. Anayasanın dilekçe hakki başlıklı 74. maddesinde de yer alan hükme göre “Yetkili makamlara ve TBMM’ye dilekçe ile başvuruda bulunma hakki, karşılıklılık esasi gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılara da tanınmıştır.” Maddeye “Başvuruların sonucu, başvurulara ‘gecikmeksizin’ bildirilir.” kuralı da eklenmiştir. Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dilekçe verilmesi değil, alınmaması anayasanın ihlalidir. T.C.’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşmasının 38. ve 39. maddeleri ülkemizde yasayan ve gayri Müslim olmayan vatandaşların da dil ve eğitim haklarını tanımıştır. T.C. Anayasasının 42. maddesinin son fıkrası aynen şöyledir “Türkçe’den başka hiçbir dil eğitimöğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez….milletler arası antlaşma hükümleri saklıdır.” Anayasanın 42. Maddesindeki yasaklayıcı hüküm tek başına ele alınmamalıdır. Ayni madde milletlerarası antlaşma hükümlerini saklı tutmuştur. Lozan antlasması bu kapsamda değerlendirilmelidir. Mevzuatımızda T.C. Anayasasının 42. maddesi dışında Kürtçe’nin eğitim-öğretim kurumlarında öğretilmesini yasaklayan bir hüküm yoktur. Bu anayasal gereklilikler kapsamında su ana kadar yapılan hukuk dışı uygulamaların iptal edilmesini, Kürtçe’nin seçmeli dersler kapsamında üniversite müfredatlarına yerleştirilmesini talep ediyorum. 9 Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Adı : Soyadı : Okuduğu Üniversite : Đmza : ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ TÜRKĐYE’NĐN ANADĐLDE EĞĐTĐM POLĐTĐKASI VE KÜRT DĐLĐ Kürtçe Eğitim ve Öğrenimi için Kürt Öğrenci Girişimi Giriş Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması için yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde, hem tartışmalara katkı sunmak, hem de Türkiye’deki demokrasi mücadelesine destek olmak için “anadilde eğitim ve anadil eğitimi” konulu bu araştırmayı yapmış bulunmaktayız. Anadilde eğitim ve anadil eğitimi konularındaki sıkıntıları en çok yaşayan ve bunu yaşamın bütün alanlarında hisseden biz öğrencileriz. Böyle bir çalışma yapmanın, yaşamda bir birey olarak varolabilmenin ve bir 10 üniversiteli olabilmenin koşulu, aynı zamanda ülkemizin demokratik ve özgür yarınları için bir yurttaşlık görevi olduğu kanısındayız. Araştırmamızı mümkün olduğu kadar geniş tutmak ve konuyu açıklayabilmek için, dilin öneminden başlayarak, anadilde eğitimin önemini, Türkiye’nin anadilde eğitim ve anadil eğitimi konularına yaklaşımını, diğer ülkelerin konuya yaklaşımını, anadilde eğitim ve anadil eğitimi ile ilgili uluslararası sözleşmeleri, Kürtçe eğitimi tarihi ile bugünü konularını inceledik. Konunun daha iyi anlaşılması için somut örneklere yer verdik. Araştırmamızın sonuna eklediğimiz ekler kısmının, konunun daha iyi anlaşılmasını, sorunlara daha gerçekçi ve çözümleyici yaklaşılması gerektiğini, sağlayacağı inancındayız. Ekler kısmının birinci bölümünde Kürtçe yayınlanan eserlerden örnekler yer almaktadır. Đkinci kısımda ise Đstanbul Kürt Enstitüsü’nün yayınladığı, Kürtçe, Türkçe, Đngilizce yazılan “Kürt Dilini Tanıyalım” broşürü yer almaktadır. Biz sadece Kürtçe ve Türkçe bölümlerini çalışmamıza kattık. Ekler kısmının birinci ve ikinci kısmının son dönemlerde yaşanan “Kürtçe dil midir, değil midir?” , “Kürtçe yazılı eser var mı?” , “Kürtçe ile eğitim yapılabilir mi?” , “Kürtçe Türkçe’nin Farsça’dan etkilenmiş bir lehçesidir.” ....vb tartışmalara ışık tutacağı inancındayız. “Kürt Dilini Tanıyalım” broşürünün Kürtçe kısmını da yaşanan tartışmalara ışık tutan somut bir örnek olduğunu düşüncesiyle çalışmamıza kattık. Çalışmayı inceleyenlerin de bunu rahatlıkla görebileceği düşüncesindeyiz. Araştırmamızı yaparken kaynakların çokluğu ve çeşitliliği karşısında şaşırdık. Örneğin uluslar arası boyutta sadece Đsveç’te anadilde eğitim için 30 sayfa, Kürtçe kitap listesi için 80 sayfa ayırmamız gerekiyordu. Tekrardan kaçınmak ve araştırmanın okunabilirliğini artırmak için özetler ve kısaltmalar yaptık. Görüş, düşünce ve bildirgeleri ise anlam bütünlüğünü bozmamak için tam olarak aktardık. Her ne kadar yetersiz olsa da çalışmamızın anadilde eğitim ve anadil eğitimi konularındaki araştırmalara katkı sağlayacağı, konuyla ilgili araştırma yapanları aydınlatacağı düşüncesindeyiz. BĐRĐNCĐ BÖLÜM ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ SORUNUNA GENEL YAKLAŞIM 1. DĐL VE ÖNEMĐ “Dil insanların düşündükleri ve duydukları bildirmek için ve işaretlerle yaptıkları anlaşma,lisan”.(Türkçe sözlük) “Dil bir yaklaşıma göre, düşüncelerin sözcük haline getirilmiş sesler aracılığıyla anlatılmasıdır.”(Ana Britanica) “Genel anlamda dil, insanların duygu, düşünce, istem ve beklentilerini birbirlerine aktardıkları en önemli iletişim aracıdır. Bununla birlikte onun işlevi, bilgi düşünce ve duygu aktarımı veya iletişimi ile sınırlı değildir. O dünyayı yansıtmakla kalmaz; gerçekleri ve dünyaları da yaratır. Siyaset, bilim, edebiyat, din ve kültürün diğer belirtileri, dil olmadan, hayal (tasavvur) edilemezler. Bu nedenle dil bir iktidar kaynağıdır. (Hasan Pir. 1991, s.11) 11 “Dilin önemi ve gücü ilk çağlardan beri vurgulanmıştır. Adlandırma, nesnelere ad verme dilin sadece bir yönü de olsa, ilk insanlar için büyüleyici bir değer taşımıştır. Birçok kültürde adlandırma yeteneği, nesneler üzerinde otorite kurmanın, onlara sahip olmanın en kesin yolu olarak görülmüştür. Đlkel kültürlerde insanların adlarını insanlara açıklamaktan kaçınmaları da buna bağlanabilir. (Ana Britanica, 1993, s.109) “Bir ulusun dili onun ruhudur; ruhu da dilidir.” (W. von Humbolt) “Dil kültürün aynasıdır.” (K. Vossler) “Eğer dil geliştirilmemiş olsaydı, insan insan olarak yaşayamazdı”. (Rossi Londi) “Dillerimizin sınırları, dünyamızın sınırlarıdır”. (Wittgenstein) Đnsan doğumuyla başlayan varolma olgusu, onu çevreleyen toplumun varolma olgusuyla bütünleşerek devam eder. Đnsan, kendisini saran bu toplumu anladığı ve kavradığı oranda onunla bütünleşmeyi başarır. Toplumu oluşturan kültür değerleri, bilgi, bilim ve sanat, insan davranışları, kurumlar ve bunları yönlendiren normların devamlılığını birikim-iletim yoluyla sağlar. Bireyin, bu çerçeve içerisinde yer edinebilmesi, kendisini katabilmesi, yeri ve zamanı geldiğinde değişim ve gelişime katkıda bulunabilmesi, birikim-iletim zincirinin bir halkası olabilmesiyle mümkündür. Kültürel değerler, tarihi süreçler, inançlar, kazanılanlar ve kaybedilenlerle, mekana, zamana ve bunları anlamlı kılan topluma, toplumu oluşturan insanların her yönüne yansımıştır. Bu yansımalar ise en ince şekilde dile işlenmiştir. Birey ile toplum arasındaki bu bütünlüğü sağlayan araç da dildir. (Rengin 6. Sayı, s.24) Dil insanların yabanıl dönemden çıkarak insansı edimlere başladıkları uygarlık tarihinin ilk aracı durumundadır. Dil insanların doğayı tanıma, anlama ve bunu ifadelendirerek diğer insanlarla paylaşmada önemli bir faktördür.Çünkü dil herhagi bir niyetin açığa vurulması dolayısıyla bir zihinden başka bir zihne aktarılması amacına da hizmet eder. Bu anlamda insanın insansı edimlerini gerçekleştirerek bir topluluğa ait olmasının yani toplumsallaşmasının önemli bir durağıdır. Doğanın bir parçası olan insanın doğada tüm duyumsadıklarının bir ifadesidir dil. Kendini ve doğayı tanımaya başlayan insan, bu birikimi çıkardığı sesler aracılığıyla simgeleştirir ve bu simgeleştirme zamanla kendi içinde sistematiği bulunan bir sesler bütününe ardından da sözcükler bütününe dönüşür. Bu bağlamda dilin toplumsal ve bilinçli bir varlık olan insan için bir varolma koşulu olduğunu belirtebiliriz. Dilin, bir toplumla ve toplumun kültürü ile de bağlarının olması, onun bir toplumsal kurum olarak nitelenmesine yol açar. Bu özelliğiyle dil kültürün, kültürde toplumun bel kemiği sayılabilir. Đnsanın edimlerini kendi türdeşleriyle paylaşması, bu paylaşımın üretime dönüşmesi ve üretimin kendi sistematiğini yaratabilmesinin temelinde dil vardır. Daha da açarsak bu sistematiğin özünde diyalog, diyalogun özünde iletişim, iletişimin özünde dil vardır. Dilin önemini bir kez daha belirtmek için dünyanın en büyük düşünürlerinden biri olan Konfüçyüs’ü dinleyelim. “Bir gün Konfüçyüs’e sorarlar, ‘Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?’ Konfüçyüs soruyu şöyle yanıtlar, ‘Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım.’ Konfüçyüs kendini dinleyenlerin şaşkın bakışları arasında şöyle devam eder. ‘Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmasa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılamasa idare ve kültür bozulur. Đdare ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Đşte bunun içindir ki, hiçbir şey dilden daha önemli değildir.’ “Dil düşüncenin kendisidir” diyen bilim adamı Karl Marks, dilin, bireyin kendini dış dünyaya açması ve dış dünyada edindiklerini yorumlayabilmesi için temel bir işlev gördüğünü belirtir. Bu yönü ile dilin düşünce ile içiçeliği hemen kendini göstermektedir. Bu anlamda, 12 bilinçteki gelişme dilden bağımsız değildir. Đnsan, doğayı, evreni anladığı ve bunun sonucunda oluşan birikimi ses dizgelerine dönüştürdüğü oranda bir üretime geçerse bu, gelişimin temel basamağı olur. Yukarıda bahsettiğimiz birikim düşüncedir. Ve düşüncenin hayat bulması, yaşam içinde etken olabilmesi için dil şarttır. Düşünce olmadan dil olmaz, dil olmadan düşünce olmaz. 2. ANADĐLĐN ÖNEMĐ Dilin insan için önemini açtıktan sonra dil olgusu içerisinde anadil kavramını açabiliriz. Anadil, daha çok annenin kullandığı dil olarak algılansa da bu tanımlama eksik bir tanımlamadır. Anadil kavramını kısaca tanımlarsak, çocuğun aileden, çevreden, soydan ve ulusundan belirli, bilinçli bir öğrenim evresi olmaksızın edindiği dildir. Dilbilimci Brkont’a göre insanlar bildiklerini dilin yardımı ile biliyorlar. Bilginin unutulması dil ile engelleniyor. Yani dil, bilgi ve kültürün yaratıcısı ve koruyucusudur. Almanya’daki Türk çocuklarının özürlü okullara gönderilmesinin asıl nedeninin ulusal dil ve ulusal kültürün yabancı eğitime ve kültüre adapte olamamasından kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Server Tanilli, dil ile özellikle anadil ile düşünce ilişkisinin önemine vurgu yapmaktadır. Bu açıdan, insanın en iyi özümsediği dil,doğaldır ki, kendi anadilidir. Anadil bilginin oluşumunda temel etmendir. Anadilde eğitimi engellemek özde bilginin gelişimini engellemektir. En iyi iletişim aracı olan anadil insanlar arasında ilişkiyi, yakınlaşmayı ve uyumu sağlar. Anadil eksikliği bu uyumun bozulmasına neden olur. Bireyin sağlıklı kararlar almasını engeller, karamsarlığa iter. Đnsanda düşünsel ve davranışsal dengesizliği geliştirir. Çoğu zaman ölüm ve intihar olaylarına varan ruhsal çöküntülere yol açabilir. Sağlıklı ve gelişkin bir kişiliğin yaratılmasında anadiln büyük önemi vardır. Böyle bir insan çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurar. Düşünce ile anlatım, birbirlerine sıkı bağlarla bağlıdır ve dile hakimiyet çocukların ve gençlerin eğitiminde üstün bir yer tutmaktadır. Dile hakimiyet, öğrencinin okuduğu değişik bilim dallarında kendisini geliştirmesi için zorunludur. Öğrencinin bir konuyu anlama gücü, bir kavramı formüle edebilme ve somuttan soyutta geçebilme yeteneğine bağlıdır. Bu da bireyin dile hakim olma düzeyinin bir ürünüdür. O halde dilin anlaşılması, düşüncenin anlaşılmasından da önemli bir rol oynar. Dilin iyi öğrenilmesi düşüncenin düzene konulması için zorunludur. Birey, kendi anadilini kullanabildiği ölçüde iyi bir düşünce gücüne kavuşur. Dilin en önemli görevi düşünceleri nesnel ve açık biçimde başkalarına ulaştırmak olduğuna göre, dilin düşünceden ayrılamayacağı apaçık bellidir. Đnsanlar kendi düşüncelerini anlatmak ve başkalarıyla anlaşmak isterlerse, her şeyden önce kendi dillerinden yararlanmayı bilmelidirler. Çok kültürlü toplumlarda, göçmen-azınlık çocuklarının büyük bir kısmı bulundukları ülkenin dilini ilk olarak okulda öğrenmeye başlar. Ne anadilini ne de eğitimin dilini gerektiği gibi kavrayamayan bu çocuklar, öğrenim alanından başlayarak insanlarla ilişki kurmada, toplumsallaşmada, sosyal bir varlık olmada çeşitli başarısızlıklar ve uyumsuzluklar yaşar. Okulda, içinde yaşadığı toplum normlarıyla ve değer yargılarıyla ilk kez karşılaşan çocuklar kültür çatışması sonucunda kişilik sorunları yaşamaya başlar. Dil bilgileri yetersiz olan bu çocuklar kendilerine olan güveni yitirerek, aileleriyle ve çevreleriyle sağlıklı bir ilişkiye giremezler. Bu da asosyal kişiliklerin oluşmasına neden olur. Yeni bir çevreye uyum sağlayabilmesi için bireyin öncelikle kendi kişisel ve kültürel kimliğini geliştirmesi gerekir. Bu da anadil aracılığıyla, anne-baba çocuklar arasındaki sağlıklı bir iletişimle mümkün olan kültür aktarımı sonucunda olur. Göçmen-azınlık gençlerdeki psikolojik hastalıkların aile-çocuk arasındaki dil uçurumu ile ilintili olduğu saptanmıştır. Kaynaşmayı, pozitif ilişki kurma ve karşılıklı ilişkiler geliştirmeye hazır olma olarak kabul ettiğimizde, böyle bir kaynaşma motifinin oluşması kültürel kişiliğin yaşamasıyla kolaylaşacaktır. Çok kültürlü ve çok dilli toplumlarda demokratik ve özgür bir birlikteliğin çabası yoksa, aksine zoraki bir uyum uygulanmaya çalışılıyorsa, bu kültürel çatışmalara neden olur. Göçmenazınlık toplumların hem kültür hem de dil olarak aşağılanması, toplum dışına itilmesi söz konusu 13 olacaktır ki; bu yaşamın her alanında çeşitli sorunlar doğurur. Böyle bir çatışma ortamında ikinci plana itilmekten ve aşağılanmaktan korkan bireylerin kendi dillerinden tamamen uzaklaşıp egemen toplumun dilini öğrenmeye çalıştığı, kendi diline ve kültürüne karşı büyük tepki duyduğu görülür. Đki dilli bir ortamda yetişen çocuklarda ana babalarının kendileri ile anadillerini konuş(a)mamaları durumunda, aslında sevdikleri bu dili sevmedikleri yönde bir saplantı gelişir ve kendi dillerine karşı bir antipati duymaya başlarlar. Đsveç’teki Finli çocuklar üzerinde yapılan bir araştırma sonucuna göre, egemen kültür tarafından sürekli olarak ikinci plana itilip, aşağılandıkları için, çocukların pasif konumda kalmaya, kendi dil ve kültürel kişiliğine küçültücü tavırlar almaya yöneldiği görülmüştür. Çocuklar ve gençler yaşlarına uygun olarak anadillerinde kendilerini geliştirebilirlerse kimliklerini koruyabilirler. 1956’da Macaristan’da meydana gelen ihtilali bastırmak isteyen Sovyetler Birliğinin Macaristan’ı işgal etmesi üzerine, yüz binlerce Macar batıya göç etmek zorunda kaldı. Đsveç’e sığınan Macar aileler kısa sürede ülkelerine dönmenin mümkün olmadığını düşünerek çocuklarını Đsveçlileştirmeye, geçmişlerini unutturmaya çalıştılar. Gerçektende o dönem hiçbir Macar çocuğu Macarca öğrenememişti. Fakat bu çocuklar gençlik dönemlerinden itibaren köklerini araştırmaya ihtiyaç duyunca, geç kalındığını acı bir şekilde öğrendiler. Geçmişi olmamak Macar gençlerini intihara sürüklemeye başladı. O dönemler Đsveç’te yoğun yaşanan intihar olaylarında, grup sayısına göre en fazla intihar edenler, geçmişinden koparılan bu Macar gençleriydi. Yapılan bu araştırma şunu göstermektedir; bir birey kendi kültürünü yaşayıp kişiliğini gerçekleştiremediğinde, ne bir başka kültüre uyum sağlayabilir, ne de kendisine, ailesine ve topluma yararlı bir birey olabilir. Aksine bu bireylerin her biri toplumsal düzen için potansiyel birer tehlikedir. 3. ANADĐLDE EĞĐTĐMĐN ÖNEMĐ Dil ve anadilin önemini açtıktan sonra anadilde eğitimin gerekliliğini irdeleyebiliriz. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, önce eğitimin genel anlamda neyi amaçladığına bakalım. 3.1. Eğitimin Amaçları Eğitim, bireyin ruhsal, zihinsel ve bedensel biçimlenmesine yönelik, bilgi, beceri ve anlayış kazandırma etkinliğidir. Đnsanı zenginleştirme etkinliği de denilebilir. (Önen, 1993: 1) Eğitimin çok çeşitli amaçları vardır. Bunlardan birkaç tanesini yazarsak; • Düşünen, araştıran, inceleyen, kuşku duyan, • Kendisini ve çevresini sorgulayan ve eleştiren, • Kendisinin ve çevresinin sorunlarına çözüm arayan, • Günü gününe yaşamayıp, hem geçmişi değerlendiren, hem de geleceği ve geleceğinin sorunlarını öngörmeye çalışan, • Kendinin ve başkalarının hakkını arayan, haksızlıklara karşı gelebilecek cesarete sahip, başkaları mutsuzken mutlu olmayan, toplumsal sorumluluğu olan, • Yetenek ve sınırlarının ayrımında, ama aynı zamanda bu yetenek ve sınırları zorlayan, kendini durmadan yetiştiren ve yenileyen ve kendini yenilemenin zorluğunun bilincinde olan, • Bir iş üzerinde yoğunlaşabilen, başladığı işi bitiren, • Tükettiğinden çok üreten, kırıcı değil, yapıcı olan, • Ayrımında olsun olmasın, çözemediği kişisel sorunları olumlu yönde değerlendirebilen insanlar yetiştirmektir (Nesin, 1997, s.22) 14 Kısaca eğitim, bireyin kendisini, toplumu ve doğayı daha iyi tanımasına ve bunlarla daha iyi ilişkiler kurup, bunları geliştirmesine olanak sağlayan bir süreç olmalıdır. Đnsan kişiliğine saygı, her sosyal problemde ama özellikle eğitimde bilgeliğin bir koşuludur (Russell, 1996, s.229). 3.2. Eğitimde Anadilin Önemi ve Gerekliliği Yukarıda belirttiğimiz eğitimin amaçlarına ulaşabilmek için, eğitim sürecinde kullanılan dil çok önemlidir. Çünkü eğitim sürecinde kazandırılmak istenenlere dil aracılığı ile ulaşılır. Ancak bu dil çocuğun yapısına uygun olduğu oranda eğitimden amaçlananlar gerçekleşebilir. bu dil de onun anadilidir. Çocuk okul öncesi kendi dilini (anadilini) biliyordur. 6-7 yaşları altındaki çocuk, verilen eğitimi alabilmek için gereken gelişimi tamamlamamıştır. Ancak 6 yaşındaki çocuk senkretizm aşamasını tamamlayıp, günlük kavramlar aşamasına başlamış olur. Bundan dolayı bir çok ülkede okula başlama yaşı 6-7 yaşlarıdır. Bu süreçte, okulun, çocuktaki bu gelişimi destekleyerek, kavram oluşumunu sistemleştirip geliştirmesi gerekir. Okulun bu görevini yerine getirebilmesi, çocuğun önceki aşamalarda oluşturduğu birikimi değerlendirmesiyle mümkündür. 6 yaşına kadar gelen aşamayı sistematikleştirmeye çalışan okul, böylece çocuğun zihinsel gelişimini hızlandırarak, onu bir üst aşama olan bilimsel kavramlar aşamasına hazırlar. Çocuk, okul dönemine kadar ki (6-7 yaş) birikimlerini, çevresindeki yaşam tarzına ve ilişkilere göre oluşturur. Bunu, anadilini temel araç olarak kullanarak yapar. Anadil, 6 yaşına kadar, hemen hemen tüm temel dilbilgisi yapısıyla, çocuğun zihninde oluşur. Bir dilbilimcinin açıklamasına göre 6 yaşındaki çocuk, etken olarak 5000’in üzerinde, edilgen olarak da (ya da duyunca anladığı) 27000 kadar sözcük kullanabilmektir. O halde okula başlayan çocuğun biriktirdiği bilgi dağarcığı anadilinde somutlaşmakta, kavram gelişimi bu temelde oluşmaktadır. Đşte burada anadil eğitimi önem kazanmaktadır; çünkü çocuğun anadilini değerlendirememek, yani okulda kullandırmamak, var olan zenginliğinden, sözü edilen dil ve kavram hazinesinden, yani konuşma ve düşünme yeteneğinden yararlanmasına engel koymak, çocuğun geleceğini öldürmek demektir. Göçmen/azınlık çocuklarında yaşanan en büyük sorun olan eğitim dilinin yabancı bir dilde olması durumunda, çocuk, o ana kadar oluşturduğu birikimi kullanamamaktadır. Günlük kavramlar aşamasına kadar gelen çocuğun bu aşamayı okul aracılığıyla yeni bilgiler ve kavramlarla geliştirip pekiştirmesi gerekirken kendisine yabancı bilgileri-kavramları kendisine yabancı olan bir dil ile almak durumundadır. Böylece çocuğun zihinsel gelişimi engellenerek, neredeyse yeniden başlama noktasına doğru geriletilmektedir. Çocuğun anadili ne olursa olsun, Türkçe-Kürtçe-Đngilizce-Almanca-Arapça vs. diller arasında şu veya bu fark olabilir, ama bu dillerin çocuk için işlevleri hemen hemen aynıdır. Çocukların ana dillerini öğrenmek için çektikleri zahmetleri ve çalışkanlıklarını değerlendirmek zorundayız. Eğer çocukları küçük düşürmek isterseniz, işte o zaman anadillerini yasaklar ve onlara başka bir dille eğitim yaptırırsınız. Çocuğa yapacağınız en büyük saygısızlık budur. Saygısızlığı bir tarafa bırakalım, dil deposu bir düşünme deposu olduğuna göre, bu yetenekleri kullandırmamak, çocuğun insanca gelişmesine engel olmaktır (GEW: 1996). Prof. Eren Omay, Wittgenstein’in “Dilimin sınırları, dünyamın da sınırlarıdır” sözünü anımsatıyor: “Hiçbir insan yabancı dili anadili gibi konuşamaz. Yabancı dille eğitim yaptığınız zaman, dünyanızı sınırlıyorsunuz demektir” diye ekliyor. Dil konusundaki çalışmalarıyla tanınan Prof . R. Nermi Uygur da “Bilimi yaratabilmeniz, anlayabilmeniz için anadilde çalışmanız gerekir” diyor. Bilim dilinde ana dile vurgu yapan bir diğer bilim insanı da Prof. Bedia Akarsu, “Dil-kültür Bağlantısı” isimli eserinde, “Bilim yaratmak demek, bir düşünce etkinliği üretmek demektir” diyor. Hubords’a göre dil düşünceyi tamamlayan, düşünceyi yaratan bir şeydir. Ancak dilini oluşturan, yükselten bir toplum, gerçek bir düşünce etkinliği gösterebilir (Uğuz, 1997:21) 15 Gelişmiş ülkelere bakıldığında, anadile büyük önem verilmekte ve bunun için oldukça önemli çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin Fransa’da, Fransız Öğretmenleri Derneğince hazırlanmış bulunan yeni bir amaçlar listesi, anadil öğretiminin gereklerini özetlemekte ve bu amaçları üç büyük kategoride, dil-edebiyat ve yaşama hazırlama olarak sınıflandırmaktadır: Konuşma ve yazı diline hakimiyet, okuma, büyük edebi eserler (Fransız edebiyatı ve yabancı edebiyatlar, klasik ve çağdaş metinler), diğer haberleşme araçlarının (basın, sinema vb) eleştirel incelenmesi, kişiliğin gelişmesi ve yaşama hazırlama. Yine Rohat’a göre, anadille eğitimin sağladığı yararları şöyle sıralamak mümkündür: Bir insan yabancı bir dil yerine, kendi diliyle daha rahat düşünür, anadilini iyi bilen bir insan, ikinci bir yabancı dili daha iyi öğrenir, çocuk, eğitimin içeriğini çok iyi bildiği anadiliyle daha kolay kavrar, anadilini bilen çocuk, kendisini güven içinde hisseder, benliği üzerindeki tasarımları gelişir, kişiliği zedelenmez, dil-kültür arasındaki güçlü bağ çerçevesinde anadilini bilen çocuk, çevresiyle, yakınlarıyla iyi ilişkiler içine girer. Toplumsal bir varlık olarak kişiliği daha da gelişir. “Anadil öğretimi ikili bir rol oynar; hem kişiliği geliştirir, hem de anlatım olanağını arttırır. Anadili iyi bilmek, dile hakim olmanın düşünceye de hakimiyet sağlaması dolayısıyla, ilerlemiş derslerin izlenmesinde en öncül bir koşulu oluşturur. Dile olan bu hakimiyet, okulun birinci amacıdır. Bu anadil öğretiminin yalnızca bir dersin okutulmasında tamamlayıcı bir nitelik oluşturması gerekir” diyen J. Marshall’a göre gelişmesi halinde anadilinden etkilenebilecek türlü yeteneklere verilen önem derecesi aşağıdaki öncelik sırasında görülmektedir. Estetik Yönden • Edebiyatın değerinin bilinmesi • Okuma zevkinin gelişmesi • Dilin değerinin bilinmesi • Edebiyata bağlı boş zamanların değerlendirilmesi • Öbür sanatların değerlerinin bilinmesi Moral Yönden • Öbür çağların anlaşılmasının geliştirilmesi • Fikir namusunun geliştirilmesi, kültür mirasının değerinin bilinmesi • Öbür ulusların anlaşılmasının güçlendirilmesi • Kişisel moral değerlerinin güçlendirilmesi • Diğer kültürlerin anlaşılmasının geliştirilmesi Anadil eğitimi, aynı zamanda bizde rasyonel düşünce ile sezgisel düşünceyi oluşturmaktadır. Anadil öğretimi sözcüklerin dış anlamlarının gizlediği derin kavramın öğrencilere tanıtılmasına çok fazla yardımcı olur. Kavramlar, düşünmenin temel araçlarıdır. Çocuğun zihinsel düzeydeki etkinliğinin bir ürünü olan kavram, dil düzeyinde sözcükle ifade edilir. Buna göre sözcük veya sözcüklerle kavram arasında veya daha geniş anlamda dil ile düşünme arasında karşılıklı etkileşime dayalı bir bütünsellik vardır; yani biri diğeriyle var, birinin gelişimi diğerini de geliştirir veya birinin yavaşlaması diğerini de yavaşlatır. Düşünme yeteneğiyle anadil bilgisi arasında ilişki olduğuna göre düşünme gücünün gelişimi, dil gelişimiyle mümkündür. Duygular, düşünceler ve bildirimler dil ile gerçekleştiği gibi, her dilin de kendine göre duyguları, düşünceleri oluşturma ve bildirme kuralı vardır. Bu kurallar kavrandığı ve kullanma becerisi kazanıldığı oranda eğitime katılım ve öğrenme süreci hızlanacaktır. 16 Dilin kullanımı ve eğitimi düşünsel ruhsal yönlerdeki etkisinin yanı sıra siyasi yönüyle de büyük bir anlam taşır. Bir toplumun her türlü alışverişi, dertlerini ve sorunlarını ortaya koyabilmesi ve bunları örgütleyerek gerçekçi istemler haline getirebilmesi için, ortak bir iletişim aracını yakalaması gerekir ki, en basit olanı dildir. 4. BÖLÜMLE ĐLGĐLĐ ÖZEL EKLER Klaus Liebe Harkort’un Almanya Eğitim Sendikası GEW Adına ve Đsveç delegesi JAN FORSELL’ĐN Đsveç Eğitim Sendikası Lararförbundet adına Eğitim-Sen’nin yaptığı DEMOKRATĐK EĞĐTĐM KURULTAYI’NA sundukları bildirgeleri konuyu daha iyi aydınlatmamızı, çalışmamıza katkı sağlayacağı düşüncesiyle çalışmamıza ekledik. 4.1. Klaus Liebe-Harkort’un Almanya Eğitim Sendikası DEMOKRATĐK EĞĐTĐM KURULTAYI’NA Sunduğu Bildirge GEW Adına 4.1.1. DĐLĐN ĐŞLEVLERĐ Dil ne kutsal bir mücevher, ne tanrının bir yarattığı, nede telefon veya bilgisayar gibi basit bir iletişim aracıdır. Dil insanlığın gelişiminin bir ürünüdür; yüz binlerce yıllık insanlık tarihinin bir sonucudur. Dil bir varlık değildir, kendi yaşamı yoktur. Dil insanın bir parçasıdır, aynı insanın, dilin bir parçası olduğu gibi. Hayvanların dili yoktur. Hayvanlar iradeleri dışında ve niyetleri olmadan düşünmeden basit iletişimde bulunur. Dilsiz insan yoktur. Sağır ve dilsizler de insanların dillerinden paylarını alırlar. Đnsanı dilinden tanıyabiliriz, aynı şekilde dille kendimizi tanıtabiliriz. Yalnızca dille bilgi edinebiliriz. Her zaman vurgulanan, iletişim dilin ilk işlevi değildir. Dil aracılığıyla kazandığımız şeyler hakkında iletişimde bulunabiliriz. Ama dil bir araç değil. Dilde daha çok kültür ve kültürel çabalar, hem büyük yapıtlarda hem de tek tek sözcüklerde yansır. Dil kültürdür. Bilimsel, alanda dilin aşağıdaki işlevlerine değinilir. Dil; 1. Toplumsal ilişkileri düzenler 2. Geçmişteki bilgileri edinip geleceğe aktarmayı olanaklı kılar 3. Yeni kazanılmış bilgilerin belleğidir. 4. Đnsanlığın ve de bireyin belleğidir. 5. Đnsanları geçmiş hakkında düşünüp onu yansıtmaya ve gelecek hakkında kafa yormaya götürür. 6. Đnsana duygusal dünyasını düzenlemekte yardım eder. 7. Tabi, tüm insanların bu olanaklarla birbirleriyle iletişimde bulunmasını da sağlar. Dil ve davranışta özel bir ilişki içindedir. Dilbilimcilerden biri olarak Wolf Schneider bu konuda şöyle diyor: 1. Emirlerle, dileklerle, buyruklarla davranışa yol açar. 2. Etkileme ve değerlendirmelerde davranışı yönlendirir 3. Onaylama ve cesaretlendirmemelerle davranışı kolaylaştırır. 4. Yansıtmayla sözcüklerle, içsel dille davranışa eşlik eder. 5. Đleriye yönelik güzel düşüncelerle davranışın yerini alır 6. Karalamalarla, hakaretlerle, onaylama ve övgülerde davranışın kendisidir. Sözcüklerde ve günlük yaşamda dil, çok sık iletişimi aracına indirgenir. Böylece dilin önemi küçümsenmiş ve sınırlandırılmış olur. Bu da politik bir karar, bir erk sorunudur; çünkü dili 17 kullanabilen kişi, kendisine dilin kullanımı öğretilmiş biri, dili edilgen ve üretken olarak çok sınırlı kullanabilen birine göre toplumsal ve politik yaşamına katılabilmek için geniş bir olanağa sahip demektir. Diğer yönden; dille bir insan yıkılabilir, halklar saf dışı bırakılabilir, kimliğin gelişimini terk etmeye zorlanabilir. Dil, aşağılamanın, hakaretin, ayrımcılığın bir aracı olur. Bu tek tek kişiler tarafından yapılabildiği gibi, toplum veya devlet tarafından da gerçekleştirilebilir. Dil çarpıtmanın, etkilemenin, yalanın ve aldatmanın aracıdır. Dil kişiyi tüketmeye yönlendirmeli, kurban olmaya hazır hale getirmeli, hatta hiç de açık seçik olmayan hedefler için kendi yaşamından vazgeçecek duruma getirmeli. Dille asla kişisel düşman olmamış sözde düşmanlar gösterilir. Dil, insanı korkuya ve öfkeye boğar, zor kullanacak hale getirir, zor kullandırır. Dil sayesinde, insanın dikkati kazanılmış mevcut bilgilerden başka yönlere kaydırılır. Dil etkiler, yani manipule eder, yönlendirir ve uçuruma sürükler. Dille ölüm kararları hazırlanır, duyurulur ve nedenlenir. Mahkum edilenler kararı dil aracılığıyla alırlar. Yine dille intikam yeminleri edilir, intikam çığlıkları atılır, attırılır. Dil medya aracılığıyla yada doğrudan, kişiden kişiye korku dehşet saçar. Dil bütün bunları salt anlatımla, yani ifade ile değil, düşünce ve toplumsal sistemimizle bir ilişki içinde gerçekleştirir. Dil her türlü kötüye kullanıma açıktır. Diğer bir deyile dil, insanın insanca yaşaması için en önemli aracıdır: çünkü şiirlerin oluştuğu, aşkların, umudun dillendirildiği yerdir. Çünkü dil, geleceğe güvenle bakmamızı sağlar. 4.1.2. DĐL VE GERÇEK Dil ve gerçek tuhaf bir ilişki içindedir. Dil olmadan gerçeği düşünmek olanaklı değildir. Ama gerçeğin oluşması, gelişmesi ve yayılmasını da dil ile engellenir, hem de dilin esas görevi bizi engellemek değil, bilgilere götürmek. Dilin asıl işlevi, dil ve düşüncenin birbiriyle bağında yatmaktadır. Bu konuda dil bilim bize ne öğretebilir? 4.1.3. DĐLBĐLĐMSEL SORUNSAL OLARAK DĐL VE DÜŞÜNCE Dil bize soyutlama yapma olasılığı sağlamasıyla insanı insan yapar. Gerçi işaretler dizgesidir; ama dili dil yapan ve işaretlerden daha çok, bu işaretlerin neyin karşılığı olduğudur işaretlerde anlamlar yatar. Anlamlar ebedi değildir ve zamanla, kişiden kişiye veya gruptan gruba değişirler. Ama yine de dil insanı düşünen veya düşünme yeteneği olan yaratık yapar. Gara veya tiyatroya giden yolun sorulduğu iletişim olayı dilin asıl işlevi değildir, dilin asıl işlevi, bir garın veya tiyatronun ne olduğu, bunlara ne zaman gereksinme olduğu,bunları nasıl göründüğü, nasıl kullanılacağı, orada neler yapıldığı, nasıl tasarlanıp geliştirildikleri, gar ve tiyatro kültürel olarak nelerin bağladığı, hangi toplumsal bağlantıda olduklarını vb. bilebilmektedir. Buda ancak ve ancak dille öğrenilebilir. Bu şeyler dille öğrenilmekle kalmaz, dil aynı zamanda bunların biçimlenmesine, bağlantıların kurulmasına etkide bulunma olanağı da sağlar. Çünkü salt, garın veya tiyatronun ne anlama geldiği değil, aynı zamanda bunların çevresi ve bağlantıları da dille öğrenilir. Tabii, basit örnekler bunlar. Bizim bütün bilgilerimiz dile bağlı bilgilerdir. Bu bilgiler, dil doğasında bilgilerdir ve dilsel alış verişe dayanır. Birlikte geliştiririz bilgileri, geçmiş kuşakların elde ettiği bilgileri de dil yardımıyla öğrendik, kuşaktan kuşağa verilenler. Kullanıp birlikte çalışıp geliştiriyoruz bu bilgileri. Bunun içinde dili kullanıyoruz. Dilin en önemli etkisi düşüncelerin gücü olmasındadır.duyarak yada okuyarak algıladığımız diğerlerinin dili değil, dil yoluyla belirlenen içeriği ve bizim tanıma, düzenleme, ayırma, depolama ve depoladığımızı anımsayabilme ve kullanabilme yeteneği dilin önemini gösterir. Dil, salt insanlığın yada bireyin belleği değildir, yani ancak insanlığın kültür kileri değildir, dil aynı zamanda bunların üretildiği yerdir ve onların ürünüdür. Dili, salt gördüğümüz kadarıyla görürsek onun gerçek gücünü ve önemini unutmuş oluruz. O durumda salt semboller dizgesini görürüz, onun ardındaki kavramsal dünyayı göremeyiz. 4.1.4. ÇOCUKLARIN DĐL GELĐŞĐMĐNDE SORUMLULUK 18 Gerçi çocuklar dil öğrenimini ve kullanımını etken ve edilgen biçimde olanaklı kılan tüm organlara sahip olarak dünyaya gelirler; ama bu olanağın eğitimi için dili artık öğrenmiş olan ve dilsel davranışlarda bulunan yetişkinlerin dünyası gereklidir. Bizim çocuklara ve sonraki kuşaklara bütün bilgileri aktarma sorumluluğumuz vardır. Tabii ki; birey olarak bu görevle karşı karşıyayız; ama örgütlü bir devlet yapısıyla ve örgütlü bir toplumda bu sorumluluğumuzu başkalarıyla paylaşırız. Çocukların ve gençlerin dil eğitimi konusunda devlet ve okul yetkilidir. Öğretmen olarak bizim burada özel bir sorumluluğumuz vardır ve özel olan şeye karşı da özel bir sabır göstermemiz gerekiyor. Devlet, dil işlerine sınırlayıcı olarak karışmayı bir kenara bırakmalı; bunun yanı sıra bütün vatandaşlara ana dillerinde ve resmi devlet dili gelişimlerinde bir gelişimi de garanti etmelidir. Çocuklar, gelişmelerinin başında bulunurlar. Gelişmek için bütün olanaklara sahiptirler. Devlet, eğitim yoluyla toplumu destekleme şansına sahiptir. Biz sendikacı olarak; devleti dikkatle izlemeliyiz; engellemeleri ve sınırlamaları görüp buna tepki göstermeliyiz. Eğitimci olarak bizler çocuklarla çalışırken onlar açısından dilin özel rolünü vurgulamalıyız. Bunu yaparken de dilin iletişim aracı özelliğinden daha çok, çocukların insanları düşünce deneyimlerinin karmaşasında yitip gitmemek için dili kullanmayı öğrenmeleri gerektiğine ağırlık vermeliyiz. Ama aynı zamanda şunu da düşünmeliyiz: çocuklar dil çalışması yaparken, her zaman yukarıda da değindiğim dilin olumsuz işlevlerinin kullanma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Yetişkin, veli, eğitimci, sendikacı olarak her an dili çocuklara karşı diğer insanların yaptığı gibi kötüye kullanma tehlikesiyle bizde yüz yüzeyiz. 4.1.5. SÖZCÜKLER VE KAVRAMLAR Düşünce ve dil sıkı sıkıya birbirlerine bağlıysa, tek tek öğelerinde böyle sıkı sıkıya bir ilişki içinde bulunması gerekir. Dilin en önemli ve sayıca en zengin öğeleri sözcüklerdir. Yani burada sesbilgisinden ve dilbilgisinden değil, sözcüklerden söz ediyorum. Dil, nasıl bir anlam içeren işaretler dizgesiyse, aynı şekilde sözcüklerde anlamların işaretleridir. Sözcükleri anlamları kavramalarında yatar. Anlamı belirleyen, işareti anlamla dolduran kavramlardır. Kavramsallık olmasa sözcüklerde anlamsız olur, anlamları olmaz. Anlam bizlerin insanlar olarak nesnelerden kazandığımız şeydir. Böylece doğa ile insan ilişkileri, anlamsı soyutlamalar olan kavramlar ve nesnelerin anlamları için kullanılan algılanabilir işaretler arasında üçlü bir ilişki ortaya çıkıyor. Kavramlarda insani bilgi ve deneyim yatar. Sözcükler, kavramların bize anlamı ileten kılıfıdır. Bir dilde 500.000 veya daha çok sözcük vardır. Çocuklar okula başladıklarında 3.000 veya 5.000 sözcük öğrenmiş durumdadır. Salonda oturan bizler ortalama olarak 80.000 sözcük biliriz ve 30.000 sözcüğü etken olarak kullanırız ama sözcüklerin ardında, onların yardımıyla anlamları tanıyabildiğimiz kavramlar gizlidir 4.1.6. ÇOKANLAMLILK VE EŞANLAMLILIK Çocuklarda dil gelişimine ve daha sonrada iki dilliliğe geçmeden önce iki önemli dil terimini açıklamam gerekiyor. Çokanlamlılık ve eşanlamlılık. Çokanlamlılık, sözcüklerin çoğunda açıkça, hemen tamamında gizlice görülen birçok anlamı olma özelliğidir. Bu dilin ekonomisinin bir aracıdır. Her nesneye ona ait bir ad veremeyiz: şişe, yalnızca süt, bira, su vb. gibi sıvıların değil her türlü sıvının konduğu kaptır. Şişe sadece camdan değil, plastikten yada madenden yapılmış olabilir. Bütün bu şişelere şişe diyoruz. Buna çokanlamlılık diyoruz. Ama bilinen çokanlamlılık bir sözcüğün anlamını çeşitli alanlardan alır, yüzmek suda hareket etme biçimidir, ama nesnelerin suda yada diğer sıvılarda sıvıdan daha hafif olduğu için batmama özelliğidir de. Sözcüklerin çokanlamlılık, ağacın, malzeme yada doğada bildiğimiz bitki; incenin, kalının yada kabanın karşıt anlamlısı; bakmanın, gözlerin bir etkinliği veya hastaya yardım etme vb. sözcüklerde daha açık görülür. Buna bir de dillerdeki zenginliğin tüm eğretileme, yani resimlendirme eklenir. Örneğin, karşılaştırma yapmak için hayvanları dile katarız, sevdiğimiz insanlara kuzum diyebiliriz, kavga etmek istediklerimize eşek, belki korktuklarımıza da aslan deriz. Deyilerde sözcükler yeni veya yeniden canlandırılmış anlamlar kazanır. Dalga geçmek, kalın kafa, fıstık gibi. Bütün sözcüklerin 19 birden çokanlamı vardır. Gitmek, geçmek, çekmek gibi sözcüklerin sözlüklerdeki anlamlarına bir göz atmak yeter: 1983 basımı “Türkçe Sözlük”te ‘çekmek’ sözcüğünün 44 anlamı veriliyor. Çokanlamlılık bütün dillerde vardır. Onlar olmasa sözcük dağarcığı yetersiz kalır; günlük konuşmalarda bile dil, çokanlamlı sözcükler olmasa görevini yerine getiremez. Çok anlamlılık karşıtı eşanlamlılıktır. Eşanlamlılık anlam benzerliği olan ama onlar sayesinde daha ayrıntılı veya üslup açısından daha iyi, daha uygun sözcüklerin kullanımını olanaklı kılar. Anlam yönünden birbirine benzer sözcüklere birkaç örnek verirsek, orman, koru, bağ veya ev, konut veya görmek, bakmak veya çabuk, hızlı veya konuşmak, sohbet etmek veya gitmek, yürümek. Her örnekte farklılıkları da görüyoruz. Bunları sözcükler birbirinden ayırıyor. Anlam yakınlığı olan sözcükler bir sözlüksel alan biçimini alıyor. Örneğin; hayattan ölüme geçişi veya tümbaşa giyilen, takılan, örtülen şeyler vb. bir sözlüksel alandaki bütün sözcükler bir ağ veya bir şebeke içindedir; bütün sözlüksel alanlar da birbiriyle bir ilişki içindedir. Hayattan ölüme geçiş hastalıklarla, duygularla, tıpta ama tabii yaşamakla da ilişkilidir. Başa giyilen, takılan, örtülen şeyler de modayla, giyimle, soğuktan korunmayla, kendini beğenmişlikle ilişkilidir. Böylece dili bütünlüğü içinde belirleyen çok ayrıntılı bir anlamlar dokusu ortaya çıkıyor. Bunlar düşünme yaşamımızı somut yaşam koşullarımıza bağımlılığı içinde bir bütüne götürüyor 4.1.7 ANLAM FARKLILIKLARI : Anlamsal Özellikler, Çokanlamlılık, Sözlüksel Anlamlar, Yan Anlamlar Dil insanları birleştirir. Bütün insanlar ortak bir anlam bağlantısında yaşar. Nesnelerinin çoğunun tüm insanlar için bir anlamı vardır. Buna rağmen birçok şeyin bizim için anlamı yoktur. Bu da dillerde yansır. Çok yıldızın adı vardır ama bizim tanımadığımız yıldızların adları yoktur. Onların bizim için anlamı yoktur. Tıp, sınıflamayı yapıp adlarını bizi aşina ettiği için vücudun hastalığı ile ilgili birkaç yüz kavram vardır. Psikolojik alandaysa hastalık adları daha az, oysa ruhsal sıkıntılarımız muhtemelen vücutla ilgili sıkıntılarımız kadar ayrıntılıdır. Ne var ki psikolojik acılarla ilgili bilgiler henüz o kadar gelişmiş değil yada bu bilgiler yaygınlaşmamış yada kabullenilmemiştir. Henüz anlamı olmayan çok şey var, bu nedenle de bunların sözcüklere gereksinimi yoktur. Yeni şeylerin ortaya çıktığı, tanındığı veya bulunduğu zaman çok sayıda yeni sözcük de yaratılıyor. Diğer kimi şeyler de anlamlarını yitirir ve onların nitelemesi olan sözcüklerde yitip gider. Nesneleri anlamı yada dizgedeki yerleri dünyanın her yerinde aynı değildir, hele hele her dönemde de aynı değildir. Örneğin; Eskimoların dilinde kar için, Arapça’da rüzgar için pek çok sözcük, benzer anlamlı sözcük vardır. Biz birkaçıyla yetiniyoruz; çünkü bu rüzgar ve kar biçimlerinin bizim için anlamı yoktur. Almanya’da yüzün üstünde ekmek çeşidi vardır ve her çeşidin bir adı vardır. Türkiye’de bu sayının çok daha az olduğunu sanıyorum. Buna karşılık Türkiye’de sakal, bıyık veya aile akraba bireyleri için daha çok sözcük var. tabii burada konuşanın yaşamındaki anlam veya önem buna neden oluyor. Sözcük dağarcığı ve ardındaki kavramlar insanlığın öyküsünü, tek tek dil topluluklarının ve toplumsal grupların, bireylerin kültürünü yansıtır. Düz anlamın yanı sıra yan anlamda bir rol oynar. Herkes sözcüğe kendine özgü veya toplumsal konumuna göre özel bir anlam verir. Bu yaşa, cinsiyete, medeni duruma, dine, işe veya mesleğe, toplumsal sıralamadaki konuma, eğitim durumuna vb. da bağlıdır. Başörtüsü bir kadın için bir erkeğe göre daha başka bir anlam taşır. Soğuğun anlamı doğu köylerinde başka. Ankara’nın mali durumu zenginlerin oturduğu semtlerde başkadır. Bu konuyu daha fazla açmak istemiyorum. 4.1.8. ÇOCUKLARDA KAVRAMLARIN YAPILANMASI Çocuklara dönelim. Çocukların gelişiminin sorumluluğu biz yetişkinlerde, velilerde, öğrencilerde, sendikacılarda, ama devlette özel bir sorumluluk vardır.çocuklar yola çıkmış durumdadır. Bizim onlara eşlik etmemiz ve onları dile egemen olma yolunda desteklememiz gerekiyor. Dil eğitim işaretler dizgesinin öğreniminden daha başka şeyleri de içerir. Çocuklar gelişimlerinin başlarındadır. Bu, tek tek kavramların yapılandırılması, kavram çeşitliliğinin 20 öğretilmesi, ve bunların bir ağa oturtulması, çokanlamlılık, eşanlamlılık ve yan anlamlar içinde geçerlidir. Düşünmeye, hazır düşünceleri almaya, ölçüp biçmeye, değiştirmeye ve geliştirmeye başlarlar. Giderek toplulukta eşit haklı bir konum almayı talep edecek insan olmaya doğru gelişirler. Düşünme yeteneği, bilme, bilgi, toplumsal bağlar, duygularını yaşayabilme ve karşılıklı ilişki içinde olması gerekiyor. Çocukların başarmak zorunda oldukları iş gerçekten hoş da olsa zor bir iş. Ama yine de çocukların okula gelirken beraberlerinde getirdikleri birikimlerini küçümsememek gerekir: gelişmiş bir bellek, bu temelde düşünme yeteneği, çocuğun yaşına uygun insani ilişkilerde bulunma, kültürel çevreyi kavrayış ve bu çevreyle ilgilenme ve… 3000 veya daha fazla sözcük. Çocuklar okula başlamadan önce bütün bunları öğrenir, kazanır. çok şeydir bu. Sözcükleri kavramların üst düzeyleri olarak kabul edersek bunu daha da iyi kavrarız. Çünkü 3000 veya 5000 sözcüğün her birinin ardında kavramlar dünyası vardır. Bu sözcüklerin her biri öğelerden, çocukların kazandığı tek tek anlamsal unsurlardan oluşur. Örneğin; bir çocuk çeşmenin ne olduğunu biliyorsa, çeşmenin biçimini, yapısını, kullanılışını, işlevlerini, evdeki yerini ve belki de masraflarını vb. de tanıyor, biliyor demektir. Suyun henüz belki esas olan tanımını, yani kimyasal yapısını bilmese de, suyun neden önemli olduğunu, suyla nelerin yapılabileceğini, suyun elde nasıl bir duygu bıraktığını, susuz nelerin yapılamayacağını vb. bilebilir. Sadece doğadaki bir madde olarak fiziksel özellikleri değil, suyun oynadığı rollerin insanlar için ne kadar önemli olduğunu bilir okul çağındaki çocuk. Pek çok çocuk orman, bağ ve belki de koru sözcüklerini iletişim bağlamında anlam olarak doğru olarak kullanır. Yetişkinler olarak bizim tanımlamada kesin tartışmaya gireceğimiz bu üç sözcüğün birbirinden ayırt edilmesini de becerir çocuklar: bir yerin bağ, koru veya orman olabilmesi için hangi ağaçların olması, bu ağaçların ne kadar büyüklükte olması, ve alanı ne kadar geniş olması gerekir? Veya çokanlamlı sözcük olan aramak: “cüzdanımı arıyorum”, “polis evimizi aradı” veya “son haftalarda seni çok aradım” yada “sigarayı artık hiç aramıyorum” cümlelerindeki aramaklar farklı anlamlar taşırlar. Çocuklar anlam farklılıklarının içine girmiştir. Yada hareket türlerinin alanı: bir yerden bir yere hareketi ifade eden geniş bir sözcük grubu vardır. Duruma göre, eylemde bulunan kimdir, hareket nerede yapılıyor, hareketin hızı, hangi yöne olduğu, hangi tür yüzeyde, hangi nedenle, hangi sesler çıkararak, ne kadar süreyle, hangi amaçla vb. yapıldığı hareketin değişik türleri için yüzlerce sözcük vardır.soyut kavramların dünyası daha da karışıktır. Çocuk korkuyla dehşeti, umutla güveni, onurla saygıyı, sevgiyle yağcılığı, düşünmekle hayal etmeyi birbirinden ayırt edebilir. Bütün bunları ve hatta binlerce kavramı çocuk kendine mal etmiştir. 4.1.9. VE NĐHAYET ĐKĐ DĐLLĐLĐK VE ĐKĐ DĐLDE EĞĐTĐM Đki dilde çok şey aynıdır; çok şey de birbirinden ayrıdır. Ortak olanlar şunlardır: 1. Ana dil olarak öğrenilmiş her dil insanın belirttiğimiz yeteneklerinin temelidir. 2. Her dil bu yetenekleri geliştirmeye uygundur. 3. Her dil okulda gerçekleşecek olan gelişim için uygun durumdadır ve kullanılabilir 4. Her dil ve bu dilleri konuşanlar, ilkesel olarak aynı haklara sahiptir. 5. Çocukların her dilde eğitimde yardıma ihtiyaçları vardır 6. Đlkesel olarak devletin her dil için çocuklara karşı aynı sorumluluğu vardır 7. Bütün dillerde aynı olan dilbilimsel fenomenler vardır. Farklı olanlar yada olabilenler şunlardır: 1. Devletin dillere yaklaşımı ve dillerin toplumda gördüğü saygı 2. Medya aracılığıyla yayılması ve buna bağlı olarak kalıcı yapıtların yaratılması 21 3. Konuşanın kendi diline karşı öznel tutumu ve gelişimi 4. Dilin sözcük dağarcığının gelişimi 5. Dilde yansıtılan kültüründe değişik olmasıdır Önce anlamlar konusuna değinmek istiyorum. Çevirisi yapılamayacak sözcükler vardır. Çünkü sözcüklerin içeriği diğer kültürlere yabancıdır. Almanya’da dertleşmek veya baklava veya gelin veya emanet yada uzun havayı karşılayacak sözcüklerimiz yok. Ama tabii bizimde Türkçe’ye çevirilemeyec4ek sözcüklerimiz var: gemütlichkeit, brezel, leistung, jodeln, ballade veya mitternachtsmesse sözcükleri gibi. Bu işin bir yanı. Đkinci yanı ise iki dilin sözcüklerinin tam aynı anlamda olamayacağıdır. Schule okuldan farklıdır, bruder kardeş demek değildir. Wandern de yürümek demek değildir. Bett’in yatak olmadığı gibi pflegen de bakmak değildir.ikinci yönde budur ve az veya çok bütün sözcükler için geçerlidir. Üçüncü yanı da şudur: bir dildeki çokanlamlılığın dilsel ekonomi aracı bir diğer dilden farklı işler: Almanca’daki Himmel sözcüğü üzerimizdeki dünya ve Tanrının dünyası yani ölümden sonra da insanların dünyası. Ama Türkçe’de böyle değil: iki ayrı sözcük var cennet ve gök. Yurt, insanların geçici olarak yaşadığı yapı ve kökenimizin bulunduğu ülke anlamına gelir ama Almanca’da böyle değildir. Almanca’da iki ayrı sözcük vardır. Çokanlamlılığın farklı olduğuna ilişkin yüzlerce örnek verilebilir. Çokanlamlılık iki dilde nadiren çakışır: nest (=yuva) Almanca’da olduğu gibi Türkçe’de de aile için mecaz anlamda kullanılabilir. Ocak (=ofen) da ev (heim) anlamında kullanılabilir. Dördüncüsü dilin eş veya benzer anlamlılığının yardımıyla ayrıntılı bir biçimde ifade edebilmemizdir. Hareket etme ifade eden sözcükleri yukarıda dile getirmiştim. Biz burada, her iki dili de mükemmel biliyor olsak da bu sözlük alanını her iki dilde karşılaştırıp bu alanda iki dilli bir sözlük yapacak olsak günlere gereksinmemiz olur bunun için, eminim. Beşinci madde yan anlam ve altıncı nokta da kültürel çerçevedir. Sadece bir örnek: gülmek. Gülmeyi tanımlamak kolay değildir. Bu insani eylem için gerekli ölçütlerin toplanmasının zorluğu bir yana, dış biçimi, ardındaki nedenleri, sonuçları, her dildeki bağları çıkarırsak; gülmeyi gülümsemekten, sırıtmaktan, yılışmaktan ve fıkırdamaktan ayırt edebilirsek aynı şekilde Almanca’daki benzer sözcükleri anlamsal olarak net bir biçimde birbirinden farklı görebilirsek, o zaman bile şu sorular ortaya çıkar, yani daha yanıtlanmamış olur: nerede ve nasıl, hangi vesileyle, hangi etmenlerle güler Türkiye ve Almanya'daki insanlar. Bir toplumda bile bir dostun, bir yabancının, bir sevgilinin, bir tanıdığın, bir babanın ve bir şefin gülüşünü doğru olarak yorumlayabilmek bir toplumda bile güçtür. Kültürler arasında dünyalar vardır ama yine de birlikte yaşayabilir, gülüşebiliriz. Aynı şeylere gülmüyoruz yani en azından her zaman aynı şeylere gülmüyoruz, ancak belirli durumlarda. Bir örnekti bu. Her sözcük dil toplulukları arasında kültürel kökenli yeni farklılıklar getiriyor. Dilin kültürün temeli ve kültürün kendisi olduğu savından yola çıkmıştık. Kültürlerdeki farklılıklar dilde kendini gösterirler insanların yaşamında ve bütün halkların tarihinde, tek tek insanların geçmişlerinde aynı olan sayısız öğeler olsa da. Bu dediklerimizden iki dillilikle ilgili hangi sonuçları çıkarabiliriz? Üç noktaya değinmek istiyorum 4.1.10 KĐ DĐLLĐ ÇOCUKLARIN EĞĐTĐMĐNĐN ZORUNLU OLARAK ĐKĐ DĐLLĐLĐĞE DAYANMASI Şimdiye değin bütün söylediklerimiz, çocukların yoğun bir hazırlıkla okul kapısına dayandıklarını bize gösteriyor. Dil, iletişim yeteneği, pek çok temel bilgi, toplumsal alışkanlıklar, duygularını yaşayabilme ve hepsinden önemlisi gelişmiş bir düşünme yeteneği başlayan okul sürecinin temelidir. Bütün bunlar ana dilde geliştirilmiştir yani belirli bir dile bağımlıdır. Ana dilini okul yaşamına katmamak, bu çabaların ve bunların ürünlerinin aracı olan ve çocukların düşünmeleriyle sıkı sıkıya bağlı olan dilin okul dışında bırakılması demek, hatta reddedilmesi 22 demek, çocukların ve onların bu zamana değin yaptıkları çalışmaların aşağılanması ve yok edilmesi demektir. Çocukları çok gerilerde bıraktıkları yerden yeniden başlamaya mahkum etmektir. Bu çocukları dikkate alan iki dilli bir eğitim, onların okul yaşamlarını kolaylaştırır, yaptıkları çalışmaya saygı gösterir ve bununla kalmaz, çoğunluğun konuştuğu anadile mensup çocuklarda olduğu gibi, bu çocuklarında o güne değin oluşturdukları temeline yönelişi olanaklı kılar. Bu olanaklardan çok uzaktayız, biliyorum, hem Avrupa’da hem de Türkiye’de. Ama yine de bunları belirtmeliyiz, bir vizyon olarak görmeliyiz. 4.1.11. ĐKĐ KÜLTÜRÜN ORTAK YAŞAMASI OLARAK DA ĐKĐ DĐLLĐLĐĞĐN KARMAŞIKLIĞI Çocukların çalışıp kazandıkları ve kazanacaklarında, çocuklara uygun davranmak istersek çocuk olarak veya öğretmen olarak bir dille ilgilenme bizden büyük çaba ister. Bu şunun için böyledir; zira biz işaretler dizgisi olarak dilin yüzeysel bölümünü değil dilin belirttiğimiz alanlara çok yönlü dallanıp budaklanmasını görür, değerlendiririz. Đki dilliliği dikkate aldığımızda bu karmaşıklık çok yönlü bir hal alır. Ama bunu bir kıyıya bırakıp göz ardı edemeyiz. Bu, iki dilli çocukların gerçeğidir. Başka seçenekleri yoktur, bizim de başka seçeneğimiz yoktur. Gerçekliğin şaşırtıcı çok yönlülüğü biz ürkütmemeli. Bizler bunu iyice inceleyip görüşler geliştirmeli ve olabilen her yerde etki etmeliyiz. Kurulmasına doğru atılacak adımlar düşünülmeli. Şimdi, bu adımların atılması olanak dışıysa da, insani kültürün ürünü ve kültürün kendisi olarak dile ve dil öğrenmek için gösterilen çabaya, çocukların çabasın da saygı göstermek oldukça önemli bir adımdır. Çocuklar bu saygıyı hissederse, ki hisseder, uzun yolun bir bölümü kat edilmiş olur. Bu saygıyı merak, ilgi ve kabul etme izler. 4.1.12. AŞAĞILANMIŞ AZINLIKLARA MENSUP ÇOCUKLARA DEVLETĐN, TOPLUMUN VE BĐREYLERĐN SORUMLULUĞU KARŞI Kastettiğimiz çocuklar iki dilli yaşıyorlar; iki dillilerdir de. Bu iki dillilik onların okuldaki eğitimlerinin temelidir. Bu, çoğunluğun konuştuğu dilin tek dil olarak kabul edildiği ve bu dilin devlet kuruluşları tarafından desteklenen dil olduğu ve çoğunluk toplumunun aşağılanan azınlıkların dillerini reddettiği veya ilgisiz kaldığı Almanya ve Türkiye gibi ülkelerde de böyledir, ona uygun uygulamaları yoksa da. Bizde de sizde de çocuklardan ana dilden çoğunluğun diline ani ve çok kapsamlı bir geçiş isteniyor. Ama bunun böyle olması gerekmiyor, okul kapısını açarken çocuklar. Öyleyse ne yapalım? Sürekli olarak içeriği kapsayan gerekçelerle devlete bu konudaki sorumluluğu hatırlatılmalı. Toplum aydınlatılmalı. Öğretmenler kendilerini çocukların yerine koymalı, durumlarını anlamalı. Sendikacılar çocukların ve öğretmenlerin bu alandaki çıkışlarını savunmalı. Böylece ve bilimsel gerekçelerle çocukların gerçekliğine etkide bulunabiliriz. Her birimiz, çelişkilerle başa çıkmanın yollarını bulmalıyız; hem de şehit veya devrimci olmadan, işyerimizi tehlikeye atmadan yapabiliriz bunu. Bizim bu konuda Almanya’daki durumumuzun, Türkiye’de sizlerin durumundan çok çok daha kolay olduğunun bilincindeyim. 4.2. Đsveç delegesi JAN FORSELL’ĐN Đsveç Eğitim Sendikası Lararförbundet Adına DEMOKRATĐK EĞĐTĐM KURULTAYI’NA Sunduğu Bildirge Sayın başkan değerli konuklar, Bana kurultayınıza katılma fırsatı verdiğiniz için sizlere bir kez daha teşekkür ediyorum, Eğitim-sen Türkiye’de eğitimin geliştirilmesi konusunda önemli bir misyon yüklenmiştir. Ücret ve çalışma koşullarının iyileşmesi mücadelenizde olduğu kadar bu tür önemli çalışmalarınızda da bizler, Đsveç Öğretmenler Sendikası ve Đsveç öğretmenleri olarak her zaman yanınızda olacağız. 4.2.1. ĐSVEÇ OKULLRINDA GÖÇMEN YÖNELĐK ANA DĐL EĞĐTĐMĐ VE MÜLTECĐ ÇOCUKLARA 23 Sizlere Đsveç’te uygulanan ana dilde eğitim konusunu tam olarak resmedebilmek için Đsveç eğitim sistemini detaylı olarak anlatmak isterdim. Ne yazık ki zaman sınırlı. Bu yüzden yalnızca okul öncesinden yetişkin eğitimine olmak üzere Đsveç eğitim sisteminde tüm düzeylerde uygulanan anadil eğitimini anlatmakla yetinmek zorunda kalacağım. Ayrıca sanırım birkaç tarihi gerçekliğe de değinmekte yarar vardır. 4.2.2. TARĐHĐ GERÇEKLER Đsveç ile Finlandiya sınırları arasında yaşayan Fince konuşan küçük bir topluluğu ve Đsveç’in kuzeyinde bulunan eski göçebe Samileri saymazsak ülkede ülke dilini konuşan azınlık yoktur. Bu yüzden, ana dilde eğitim sorunu 2.dünya savaşın sonundan itibaren Đsveç’e gelen mülteci ve göçmenleri ilgilendiren bir sorundur. 2. Dünya savaşına kadar Đsveç bir göçmen ülkesiydi. Đsveç’ten 1850-1950 yılları arasında çoğunluğu Amerika’ya olmak üzere 1 milyon insan göç etmiştir. Bunun esas nedeni yoksulluktu. Öte yandan birçok insan dini yada politik baskılardan dolayı ülkeyi terk etmişti. Đsveç’te göç ve mülteci politikası diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte gelişti. 2. Dünya savaşı sırasında ve sonrasında Baltık ülkelerinden (Estonya, Litvanya ve Letonya) Đsveç’e büyük mülteci akını olarak başlayan ve 1970’lere kadar süren göç esas olarak yoğun iş gücü talebine dayanıyordu. Bu süreçte göçmenlerin büyük kısmı Finlandiya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’den gelmiştir. Daha sonra mülteci göçünün sebebi yavaş yavaş değişmeye başladı. Yerini bugünde geçerli olan başka göç nedenlerine bıraktı. 1960 yılının sonunda Yunanistan, 1970 yılının başında da Şili ve diğer Latin ülkelerinden mülteciler geldi. 1970 yılında Ortadoğu’dan gelen mülteciler Đran, Doğu Afrika ve son zamanlarda Bosna’dan gelenler izledi ve mülteci sayısı artmaya başladı. Artık bu noktada göçün nedeni Đsveç’in işgücü talebi değil can güvenliği ve daha iyi gelecek kaygılarıydı. Şimdiki Durum Bugün Đsveç’e dünyanın her yerinden 100’den fazla ulusu temsil eden göçmen gelmektedir. Bu uluslardan 20 kadarının 10.000’den fazla nüfusu vardır. Đsveç’in toplam nüfusu 9 milyon civarında olup yine bunun %10’u yurtdışı doğumludur. Buna ikinci kuşak göçmenlerde eklenirse oran %17’ye çıkar. Birinci kuşak göçmenlerle yurtdışı doğumluları kastediyoruz. Đkinci kuşak göçmenler, Đsveç’te doğan ama annesi yada babası , bunlardan en az biri yurtdışı doğumlu olan kuşaktır. Đsveç’te 18 yaşın altında yaklaşık 2 milyon çocuk vardır. Bunların 1/5’i birinci yada ikinci kuşak göçmen sınıfındadır. Sığınma talebindeki bu hızlı artış doğal olarak tüm toplum üzerinde bir gerginlik yaratmış ve göçmen çocuklarına elverişli eğitim sunacak yeterlilikte olan okul gereksinimini arttırmıştır. Đsveç eğitim sistemine göre okul, ekstra destek gereksinimi duyan öğrencilerle ilgilenme konusunda özel bir yükümlülüğe sahiptir. Bu yüzden, göçmen çocukların dil öğrenimi gereksinimi okulların özel sorumluluğundadır. 4.2.3. GÖÇMEN ÇOCUKLARA DĐL DESTEĞĐ Bugün, göçmen çocukların dil desteği, ana dilde eğitim, anadil öğrenme çalışma rehberliği ve Đsveççe’yi yabancı dil olarak öğrenme çalışmaları olmak üzere iki yolla verilir. Anadil eğitimi gönüllüdür ve buna öğrencinin katılıp katılmayacağına öğrencinin kendisi ve anne babası karar verir. Đsveççe’yi yabancı dil olarak öğrenmek, gereksinimi olduğuna karar verilen çocuklar için zorunludur. 4.2.4. ANA DĐLDE EĞĐTĐM 1968 yılında, belediyelere ana dili Đsveççe’nin dışında olan öğrenciler için ana dilde eğitim düzenlemesi yapma izni verildi. O zamanlar bu konuda yasal zorunluluk yoktu. Buna her 24 belediyenin kendisi karar veriyordu. Bununda nedeni her öğrencinin kendi kültürel kimliğini ve dilini korumasını ve geliştirmesini sağlamaktı. 4.2.5. RESMĐ KOMĐSYON Yine 1968 yılında, Đsveç’teki göçmenlerin durumunu incelemek üzere bir göç komisyonu oluşturuldu. 1974’e kadar çalışmalarını sürdüren bu komisyon belediyelere, ana dili Đsveççe’nin dışında olan öğrenciler için ana dilde eğitim sağlamalarını tavsiye etti. Ana dilde eğitim belediyeler için zorunlu, ama çocuklar açısından gönüllü olmalıydı. Parlamento bunu daha sonra 1977’de yasalaştırdı. 4.2.6. HÜKÜMET TASARISI Hükümet tasarısında Eğitim bakanının açıkladığı yasa şöyle der: “Đki dillilik, dil öğrenimi ve geliştirilmesi konusunda yapılan yeni bir araştırma ana dilini ideal düzeyde geliştiremeyen ve okulda kendi dili dışında bir dilde eğitim gören bir çocuğun büyük bir zihinsel ve duygusal gerginliğe itildiğini ortaya koymuştur. Bu yüzden çocuğun gelişimi altüst olabilir. Ayrıca erken yaşlarda tamamıyla bir başka dile ayak uydurmaya çalışan bir çocuk anne ve babasıyla önemli iletişim sorunları yaşayabilir. Kendi dilini iyi bilen bir çocuk için diğer yabancı dili de öğrenmek kolaydır. Toplumun bütün bunları hesaba katarak tüm çocuklara ana dillerini geliştirme konusunda gerekli olanakları yaratması gerekir.” 4.2.7. MÜFREDAT VE DERSLER Bu, ufak tefek değişikliklere uğrayarak 1980 yılında kabul edilen zorunlu eğitim müfredat programına girdi.1993’de kabul edilen şu anki müfredat programı ana dile ilişkin kısmında şunları söyler: Ana dil, bireyin dil; kişilik ve zihin gelişimi açısından büyük öneme sahiptir. Ana dil, insanların kimlik ve öğrenme yeteneklerinin gelişmesinde bir iletişim aracıdır Ana dil, kültürel geçmişin anahtarıdır. Aynı bölümde şunlara yer verilir: Ana dil öğretiminin amacı öğrencilerin; Ana dilde yazma, sözlü olarak kendilerini anlatma ve anlama yeteneklerini geliştirmelerini, Farklı konuları ana dilde okuyup anlayarak öğrenebilmelerini, Ana dilleri ile Đsveççe arasında kıyaslamalar yapmak üzere dil yapısını öğrenmelerini iki dilliliklerini geliştirmelerini, Kendi kültürlerine ilişkin sosyal yaşam, gelenek ve tarih bilgilerini edinmelerini ve Đsveç kültürü ile kıyaslamalar yapabilmelerini, Đsveç’te bulunan kendi azınlık kültürleri için bir vakıf kurma olanağı yanı sıra sıkı ilişki zemini oluşturmalarını, Edebiyat okuyarak okuma alışkanlığı edinmelerini, kültürel geçmişlerini tanımaları ve okuduğu şeylerle kendileri ve kendi kişisel konumları arasında bağlantı kurabilmelerini, Ana dillerini bilgi edinme aracı olarak kullanmayı öğrenip farklı alanlardaki kelime ve kavram hazinelerini geliştirmelerini garanti eder. 4.2.8. ÖĞRENCĐLER VE DĐLLER Daha önce sözü edildiği üzere Đsveç’te 18 yaşın altındaki çocukları 1/5’I yani 400.000 çocuk; ya birinci ya ikinci kuşak göçmen çocuklarından oluşmaktadır. Zorunlu okullarda okuyan çocukların yaklaşık %12’sinin ana dili Đsveççe’den farklı bir dildir. Bunların %55’I kendi dillerinde 25 ana dil eğitimi almaktadır. 1993-94 eğitim öğretim yılında yaklaşık 156 farklı dilde ana dil eğitimi verilmiştir. Bunların en yaygın olanları Fince, Arapça, Sırpça, Hırvatça, Boşnakça, Đspanyolca, Fasça, Lehçe, Türkçe, Đngilizce, Arnavutça ve Kürtçe’dir. 4.2.9. ANA DĐLDE EĞĐTĐM HAKKININ SINIRLARI Ana dil eğitiminin yada ana dilde çalışma rehberliğinin yeterli olabilmesi için, çocuğun anne ve babasından birinin Đsveççe dışında bir dili ana dil olarak bilmesi gereklidir. Ayrıca bu dilin çocuk ve anne yada çocukla baba arasında evde günlük olarak kullanılması gereklidir. Bunların dışında iki gereklilik daha vardır. Đlki, çocuğun temel ana dil bilgisine sahip olması, ikincisi annebaba ve çocuğun ana dil eğitimi talebinde bulunması. 4.2.10. ANADĐLDE ÇALIŞMA REHBERLĐĞĐ Bir çocuk gereksinim duyduğu ana dilinde çalışma rehberliği alabilir. 4.2.11. EĞĐTĐM DĐLĐ OLARAK ANA DĐL Eğitim dili olarak ana dilin kullanılması Đsveç’te yaygın bir uygulama değildir. Özellikle büyük şehirlerde bu tür eğitim veren okullar vardır. Ancak bu, okul yetkililerince çok fazla cesaretlendirilmemektedir. Đsveççe’den farklı bir dil ile eğitim yapan bazı özel okullar vardır. Ayrıca bu devlet okullarının bazı sınıfları içinde geçerlidir. bU okullar uyarlanmış müfredata göre ve Milli Eğitim Bakanlığının oluru çerçevesinde eğitim verirler. 4.2.12. ÖĞRETMENLER En yaygın 6 dilde ana dil öğretmenlerine yönelik eğitim programı vardır. Bu programın amacı, eğiticiyi ana dil dışındaki öğretilmesinde yetkin kılmaktır. Bunun nedeni, tek bir ders öğreten ana dil öğretmenlerinin öğrenci sayısında olabilecek değişime karşı iki yada daha fazla derse giren öğretmenlere göre daha hassas olmalarıdır. Bir diğer neden, Đsveçli öğrencilerin göçmen asıllı öğretmenlerle tanışmasının çok kültürlü bir toplumun gelişimine katkıda bulunacağı düşüncesidir. Şimdiye kadar ana dil öğretmenlerinin geneli tek derse giriyordu. Yaygın kullanılan dillerde eğitim veren öğretmenlerden bazıları kendi ülkelerinde eğitim görmüşlerdi. Diğerlerinde, özellikle yaygın kullanılmayan dillerde yetişmiş öğretmen yoktu. 4.2.13. ÖĞRETĐM MATERYALLERĐ Đsveç okullarında yüzden fazla dilde ana dili eğitimi verilmektedir. Genelde uygun ders kitabı ve ders materyali bulmakta büyük zorluklar yaşanmaktadır. Đsveç’te Milli Eğitim Bakanlığı eğitim materyallerinin üretiminin desteklenmesinden sorumludur. Buna karşın, öğretim materyali üretecek yeterlikte çok az yazar bulunması büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden bir çok öğretmen kendi eğitim materyalini kendi hazırlamaktadır. Kitaplar ve diğer öğretim materyallerini yurtdışından, başka ülkelerden edinmek elbette ki zor değildir. Ama bazı ülkelerden alınan kitaplar politik, propagandaya yönelik yada taraflıdır. Đsveç müfredatına göre bu kitapların kullanımı olanaksızdır. 4.2.14. ĐKĐNCĐ DĐL OLARAK ĐSVEÇÇE Đsveççe zorunlu ikinci dil olarak okullarda 1960’larda öğretilmeye başlandı. O zamandan beri hem ikinci dillerin öğretimi hem de öğrenimi konusunda yapılan önemli araştırmalar sayesinde bilimsellik çerçevesinde hakkıyla gelişti. Đkinci dil olarak Đsveççe için 1988’den beri bir öğretmen eğitim programı var. bu eğitimin amacı öğrencilerin ana dili Đsveççe olan öğrencilerin okulda edindiğine eşit bir Đsveççe bilgisi 26 edinmesini sağlamaktır. Buna karşın bu bilgi bazen aynı ölçüde olmayabilir. Her şeyden önce göçmen öğrencilerin gereksinim duyduğu şey, onları okuldaki arkadaşlığa katan, daha geniş düşünürsek toplum yaşamına tamamıyla girmesine yardım eden bir dildir. Yeni gelen çocuklar kabul grupları yada hazırlık sınıflarına alınır. bunlar sınıflandırılabilir yada karışık yaş grupları şeklinde ayarlanabilir. Bu çok az yada hiç Đsveççe bilmeyen çocuklar için geçerlidir. Öğrenciler bu hazırlık sınıfında çok az kalırlar. Çocuğun Đsveççe eğitimi farklı derslerde de götürebileceğine karar verildiğinde düzenli eğitime geçiş sağlanır. ÖZET Günümüzde, hem Đsveç’te hem uluslararası düzeyde yapılan araştırmaların ana dili öğrenmenin bir başka dili öğrenme üzerinde büyük etkisinin olduğunu gösteren kesin sonuçlar vardır. Yeni bir dil öğrenme, yalnızca yeni bir dilin konuşulduğu ortamda bulunma ile gerçekleşmez. Yeni bir dil öğrenme kişinin bildiği bir dil ve anladığı bir ortamın olduğu koşullarda gerçekleşmelidir. Đsveççe’nin göçmen çocuklar tarafından ikinci yada yabancı dil öğrenilmesi, eğer çocuk belirli bir düzeyde gelişmiş ana dil bilgisine sahipse daha basittir. Eğer ana dil ve yabancı dil paralel olarak gelişirse, ikisi de birbirinin gelişmesine yardımcı olur ve birbirini destekler. Eğer ana dil gelişimi durursa, ikinci dilin gelişimi de yavaşlar. Özellikle ileri düzeyde ders kitapları ve diğer ders materyalleri çocukların günlük yaşamda yada arkadaşlarıyla okuldayken ender olarak karşılaştıkları kelime ve kavramlar vardır. Ana dil eğitimi, göçmen çocukların kendilerine saygı ve güvenini güçlendirme ve iki ayrı kültürel kimliği ve kültürel yeterliliği olan ve iki dil konuşan bireyler olarak yetişmelerine yardımcı olmayı amaçlar. ĐKĐNCĐ BÖLÜM TÜRKĐYE’NĐN ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ SORUNUNA YAKLAŞIMI 1. Giriş Türkiye Cumhuriyeti, reel olarak tek bir etnik kökene dayalı insan topluluğundan meydana gelmemiş olmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, yurttaşlık hakları söz konusu edildiğinde, Türk etnik kimliğine bağlı “Türk Vatandaşı” olarak nitelenmektedirler. Bu durumun somut analizi anayasadan başlayarak yapılmalıdır. Anayasanın 66.maddesi başlığıyla birlikte aynen şöyledir; Türk Vatandaşlığı Madde 66-Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür Bu durum vatandaşlığın hukuksal bağ olarak anlaşılmadığı vatandaşlığın etnik kökene göre belirlendiğini göstermektedir. Oysa Türkiye’de 1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımında konuşulan dil (ana dil) istatistikleri yayımlanmıştır. Daha sonraları bu istatistiklerin yok sayılmasına karşın Türkiye’de Türkçe, Kürtçe, Abhazca, Arapça, Arnavutça, Çerkezce, Ermenice, Gürcüce, Kıptice, Lazca, Pomakça, Rumca, Süryanice, Tatarca, Đbranice dilleri konuşulmaktadır. 27 Şimdi bu açıklamalardan sonra Türkiye’de uygulanan dil politikasına bakalım. Anadilin eğitim-öğretimde kullanılması belli dillerle sınırlıdır. Çünkü anadilin eğitim aracı olarak kullanılması veya anadilin öğrenilmesi (yazınsal olarak), basın-yayında iletişim aracı olarak kullanılması, bu temelde kendi dilinde bilimsel ve sanatsal üretimin sağlanması politik olarak ele alınmış, bu nedenle Anayasadaki düzenlemelerle açıkça yasaklanmıştır. 1983 tarihli 2932 sayılı kanuna göre: Madde 1-Amaç ve kapsam: Bu kanun, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin korunması amacıyla düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında yasaklanan dillere ilişkin esas ve usulleri düzenler. Madde 2-Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kullanılamayacak diller; Türk devleti tarafından tanınmış bulunulan devletlerden birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır. Türkiye Devleti’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşma hükümleriyle eğitim öğretim, bilimsel araştırma ve kamu kurum ve kuruluşlarının yayınlarına ilişkin mevzuat hükümleri saklıdır. Madde 3-Türk vatandaşlarının anadili Türkçe’dir. A)Türkçe’den başka dillerin anadil olarak kullanılması ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunulması yasaktır. 1.Maddede açıklandığı gibi “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün sağlanması” adına Türkiye’de yaşayan ve Türk olmayan ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olan milyonlarca çocuğun insani, tabii olan anadilde eğitim hakkının, açık bir şekilde gasp edilmesi demektir. Böylece, milyonlarca insanın, Türk etnik yapısı içinde eritilmesi -asimile edilmesi amaçlanmaktadır. Burada söz konusu olan doğal erime değil, zora dayalı, kişiyi ulusal benliğinden koparma ve başkalaştırmadır. Türkiye sınırlarının içinde bugün 20 milyon Kürt yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’de okuma çağında yüz binlerce Kürt çocuğu bulunuyor. Bu yüz binlerce çocuğun anadilleriyle eğitim ve öğretiminin yasaklanması, aynı zamanda kendi kültürleri ve tarihleriyle ilişkisinin koparılması demektir. Bu, yüz binlerce çocuğun kişilik ve düşünce geliştirmelerini engelleme demektir. Anadilde eğitim (veya anadil eğitimi) bu çerçevede temel hak olarak ele alındığında, kişi özgürlükleri ve kültürel haklar olarak iki bölümde incelenebilir. Kişi özgürlüklerinden olan “Düşünce ve Đfade Özgürlüğü” hukuk kitaplarında şöyle tanımlanır: Düşünce özgürlüğü, insan için, kişisel ve toplumsal yaşamın getirdiği bütün sorunlara vermek istediği yanıtları, kendi kendine seçme ve hazırlama, davranış ve işleyişini buna uygun hale getirme ve gerçek addettiğini başkalarına iletme olanağıdır”. Düşünce özgürlüğü, başka bir tanımla, insanın serbestçe düşünce ve bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına ya da başkalarıyla birlikte, çeşitli yollarla serbestçe açıklayabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Düşünce ve Kanaat Hürriyeti konusunda 1982 Anayasası madde 25/1’de “Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir” demektedir. Madde 26/1 “herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” şeklinde belirtmektedir. Fakat aynı maddenin 3. Fıkrası “düşüncenin açıklanması ya da yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz” ifadesiyle kabul edilmiş bu hakkı kaçınılmaz olarak sınırlamıştır. Kanaatlerin yayılması ise 28/2’de “kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamaz” şeklinde düzenlenmiştir. Kültürel Haklar bölümünde inceleyebileceğimiz “Eğitim Hakkı ve Öğrenim Özgürlüğü” ise 1982 Anayasası’nda şöyle işlenmiştir :“madde 42/1- Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” Aynı maddenin son fıkrasında ise şöyle bir anlatım vardır: “Türkçe’den başka hiç bir dil eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve 28 öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır.” Bu eğitim ve öğretim, Düşünce ve Kanaat Hürriyeti politikası, günümüzün özgürlükçü çoğulcu demokrasi prensipleriyle, demokratik değerlerle çatışan, gayri insani ve insan haklarını ihlal eden, çağdışı, ırkçı bir politikadır. Đfadelerde de kendini belli eden bu anti-demokratik, ırkçı eğitim ve öğretim politikasından vazgeçilmesi gerekiyor. Ayrıca bu politikadan vazgeçmek çağdaş olmanın, farklı kültürlere, dillere saygılı olmanın ve demokratik değerlere sahip çıkmanın bir gereğidir. Türkiye’de milyonlarca insanın (Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Laz, vs.) diline, kültürüne, dolaylı olarak beynine ve duygusuna vurulan bu zincir artık çözülmelidir. Anadille eğitim ve anadil öğrenimi hakkı başta Kürtler olmak üzere, diğer etnik gruplara da verilmelidir. Anadille eğitim hakkının kullanılıp kullanılmaması, Türkiye’de yaşayan ulusal grupların tamamen özgür iradesine bırakılmalıdır. Önemli olan bu hakkın tanınması ve eğitimin içerik olarak demokratikleşmesidir. Türkiye’de demokratik bir eğitim ve öğretim sisteminin gerçekleştirilebilmesi, Anadolu’da yaşayan bütün ulusal toplulukların her alanda hak eşitliğini sağlayan demokratik bir anayasanın hazırlanması ve kabul edilmesiyle mümkündür. Bu anayasa, Anadolu’da yaşayan halkların eşitlik temelinde ve özgürce oluşturacakları birlikteliğin belgesi olmalıdır. Anadolu’da yaşayan birçok etnik grup kültür ve dil var. Devlet varolan bu dillerin özgürce gelişimini sağlayacak gerekli koşulları hazırlamalıdır. Bu aynı zamanda Anadolu’da bulunan dil ve kültür zenginliğinin korunması demektir. Çoğulculuk ilkesinin kabulününün doğal sonucu farklı dil, din ve kültürlerin tanınması, varlıklarının kabulü, farklı düşüncelerin ifade edilmesi özgürlüğünün bulunduğunun kabulü anlamına gelir. Yalnızca kabul değil ‘devletin temel amaç ve görevlerinin de buna göre belirlenmesi gerekir.’ Belirtilen durum anayasal vatandaşlığın kapsamını da tayin eder. Anayasal vatandaşlıkta, devletin milli niteliği kaybolmaz. Milli nitelik, tek bir etnik kökene, topluluğa dayanmak olarak algılanamaz. Anayasal vatandaşlıkta ve yukarıda tartışılan vatandaşlık anlayışında, millilik, çeşitli kökenlerden gelen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına dayalı olmak demektir. Anayasal Vatandaşlık uygulaması bu ülkede yaşayan farklı halk gruplarının hem barış içinde bir arada yaşama duygu ve iradesini güçlendirecek, hem de toplumların zenginleşen kültür ve dil hazinesinden, karşılıklı yararlanma olanağını arttıracaktır. Böyle bir uygulama, bu ülkede özgürlükçü demokrasi kültürünün yeşermesine, gelişip güçlenmesine hizmet edecektir. Bugün dünyada birden çok resmi dile sahip onlarca devlet var. Anadolu’da gönüllü birliktelik temelinde oluşturulacak demokratik bir devlette, birden çok dil ve kültür bir arada ve eşitçi neden yaşamasın. Bırakalım yüz çiçek bir arada yaşasın. 2. Türkiye’nin Soruna Yaklaşımını Ortaya Koyan Bazı Örnekler Basından aldığımız bazı ilginç haberler, Türkiye’nin anadilde eğitim ve anadil eğitimi sorununa, özelde Kürtçe eğitime ve Kürtçe öğrenimine yaklaşımını daha iyi ortaya koymaktadır. • Yücelen: Ordu da Kürtçe Yayın Yaptı 15 Kasım 2000 NTV Đnsan haklarından sorumlu ANAP’lı Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, Kürtçe yayın konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hassasiyetini değerlendirdi. NTV’nin soruların yanıtlayan Yücelen, terörün yoğun olduğu dönemde askerlerin bölge halkı ile iletişim için Kürtçe bildiri dağıttıklarını ve radyo yayını yaptıklarını belirtti. Yücelen, şöyle dedi: 29 “Terör olaylarının çok fazla olduğu dönemlerde askerler, çalışmaları sırasında, oradaki vatandaşlara Kürtçe çağrıda bulundular. Seyyar radyo frekanslarından onlara seslendiler. Onlara yayın yapmaya çalıştılar. Demek ki böyle bir ihtiyaç o zaman duyuldu.” “MGK’ya Soralıma Son Verelim” Kürtçe yayına karşı çevreleri ima eden Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, “Sıkıştığımız konuda, Milli Güvenlik Kurulu şöyle konuşuyor; askerlerimiz böyle düşünüyor konusunu kaldırmamız lazım. Karara doğru gidilirse, tabii ki Milli Güvenlik Kurulu’na bu konudaki fikirlerini sormak lazım” diye konuştu. Yücelen, özel televizyonların Kürtçe yayın yapmasına izin verilecekse anayasanın, sadece belirli saatlerde TRT’den yayın yapılacaksa da RTÜK kanununun değiştirilmesinin yeterli olacağını söyledi. Bakan Yücelen, hükümetin karar vermesi halinde Kürtçe yayın için bir ay içinde tüm hazırlıkların tamamlanabileceğine de dikkat çekti. Yücelen, Kürtçe yayının serbest bırakılması halinde bu konuya olan ilginin de azalacağını ifade etti. Rüştü Kazım Yücelen, “bir ara Kürtçe kaset münakaşası vardı. Kürtçe kaset serbest bırakıldı. Aynı şeyi o zaman da dinledik. Ama şimdi görüyoruz ki satışlar düştü. Sordum, Kürtçe şarkıdan çok Tarkan’ın şarkılarının dinlendiğini bana söylediler” diye konuştu. Yücelen, hükümet ortağı MHP’nin Kürtçe yayına karşı çıkışlarını, kendi tabanına gönderilen mesaj olarak nitelendiriyor. • Akbulut Mecliste Kürtçe'yi yasakladı 9 Ağustos 1999 Hürriyet Gazetesi TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut, resmi bir dil olmadığı gerekçesiyle ‘‘Kürtçe’’yi TBMM kayıtlarından sildirdi. Başbakanlık yaptığı 1990-91 yıllarında ‘‘Kürtçe konuşma ve yayın yasağını’’ kaldıran yasayı çıkaran Akbulut, MHP'nin başvurusu üzerine, bu kez Kürtçe'nin Meclis kayıtlarına girmesini bile yasakladı. FP Đstanbul Milletvekili Mehmet Fuat Fırat, TBMM albümü için hazırladığı özgeçmişinde bildiği diller arasında ‘‘Kürtçe’’ yi de yazmıştı. Bunun üzerine MHP Đstanbul Milletvekili Mustafa Gül, TBMM Başkanı Akbulut'a resmi bir dilekçe ile başvurarak Fırat'ın uyarılmasını istedi. Gül başvurusunda, ‘‘Mehmet Fuat Fırat'ın özgeçmişiyle ilgili verdiği bilgiler ve internette yer alan tanıtım formunda bildiği diller arasında Arapça, Farsça ve Kürtçe yer almaktadır. Bu talihsiz ifadenin tüm Meclis kayıtlarından silinmesi ve internetten de çıkarılmasını, kendilerinin de uyarılarak gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederiz’’ dedi. Kendi Çıkarmıştı Akbulut da, 9 yıl önce kendi çıkardığı yasayla ters düşerek, bu kez Kürtçe'nin resmi dil olmadığı gerekçesiyle Meclis kayıtlarından çıkarılmasını istedi. Akbulut'un talimatıyla, basımı süren TBMM albümünde değişiklik yapıldı ve FP'li Fırat'ın özgeçmişinde bildiği yabancı diller bölümünde yer alan Kürtçe çıkarıldı. Aynı düzeltme internette de yapıldı. Kürtçe TBMM kayıtlarına 1991 yılında ‘‘bilinen yabancı dil’’ olarak dönemin HEP milletvekillerince sokulmuş ve bugüne kadar diğer partilerde bulunan Kürt kökenli çok sayıda milletvekilince de kullanılmıştı. • Kürtçe Davetiye Beraat Etti 16 Ocak 2001 Hürriyet Gazetesi Namık DURUKAN / DĐYARBAKIR, DHA 30 Öğretmenler Günü nedeniyle geçen yıl Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi tarafından düzenlenen kutlama gecesi için bastırılan davetiyelerde Türkçe ve Kürtçe çağrı metinlerini yan yana kullanan 6 öğretmen beraat etti. Diyarbakır DGM, resmi olmayan toplantıda Türkçe'nin yanında Kürtçe metine yer verilmesinin suç teşkil etmediğine ve bunun Anayasanın ‘Devletin resmi dili Türkçe’dir' maddesine aykırı olmadığına karar verdi. Sanık öğretmenlerin avukatı Mahmut Vefa, bu kararın Kürtçe yayın yapmanın suç olamayacağını kanıtladığını söyledi. Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi yöneticileri Hüseyin Kaya, Mehmet Nesip Gültekin, Ali Erdemirci, Medeni Alpkaya, Figen Aras ve Müzeyyen Akıncı'nın 'Devletin bölünmezliği aleyhine propaganda yaptıkları' iddiasıyla Terörle Mücadele Yasası'nın 8/1'inci maddesi uyarınca 1- 3 yıl arasında hapis istemiyle yargılandıkları dava sonuçlandı. Diyarbakır 2 No'lu DGM sanıkların üzerlerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığına kanaat getirerek beraatlerini kararlaştırdı. Kararda, Türkçe ve Kürtçe çağrı metinlerinin içeriğinin yürürlükteki yasalar açısından herhangi bir şekilde suç teşkil edecek unsur taşımadığı, düzenlenmek istenen gecenin resmi niteliği olmadığı için Kürtçe de yazılmasının Anayasaya aykırılık taşımadığı yer aldı. • Kürtçe Eğitime Yeşil Işık 31 Mart 1999 Hürriyet Gazetesi Apo'yu yargılayan Ankara 2 No'lu DGM, EĞĐTĐM-SEN yöneticilerinin yargılandığı davada, Kürtçe eğitime yeşil ışık veren bir karar aldı. Karara, yalnızca askeri üye karşı çıktı. BÖLÜCÜBAŞI Abdullah Öcalan'ı Đmralı'da yargılayacak olan Ankara 2 No'lu DGM heyeti, oy çokluğuyla aldığı bir kararla Kürtçe eğitime yeşil ışık yaktı. Karara, askeri üyesi Albay Abdülkadir Davarcıoğlu, karşı çıktı. Mahkeme, EĞĐTĐM-SEN yöneticilerinin ‘bölücülük propagandası’ndan yargılandığı davada, ‘Kürtçe anadille eğitim isteyen’, ‘Kürt halkı ve başka halklar üzerinde asimilasyon ve inkar politikaları sürdüğünü iddia eden, Atatürk'ün ‘‘Ne mutlu Türküm diyene’’ sözünü ‘ırkçılık’ olarak niteleyen kitapla ilgili beraat kararı verdi. DGM, ‘Bilimsel bir çalışma sonunda kitap yayınlandığı ve taraftar toplamak için bir görüşün propagandasının yapılmadığı’, yani ‘suç kastı olmadığının’ anlaşıldığı ve ‘Bölücülük propagandası suçunun unsurları bulunmadığı’ gerekçeleri ile beraat kararı verdi. DGM, toplatma kararını da kaldırdı. Tartışmalı Karar DGM çevrelerinde, bu kararla, Kürtçe eğitime ‘bilimsel öneri’’ denilerek, Anayasaya aykırı şekilde vize verildiği iddia edildi. 7 sayfalık gerekçede şöyle denildi: Düşünce Özgürlüğü EĞĐTĐM-SEN'in sorunlarla ilgili görüş bildirmesi doğaldır. Bilimsel anlamda anadilin okul öncesi öğrenilen dil olduğundan kuşku yoktur. Kitaptaki ifadeler düşünce özgürlüğünün bir ürünüdür. Anadil Eğitimi 31 Gelişmiş ülkelerde, okul öncesi eğitimde anadil eğitimi konusunda imkanlar tanınmakta, okullar açılmaktadır. CHP ve TÜSĐAD Aynı husus Mayıs 1998'de CHP'ce yayımlanan Demokratikleşme ve Đnsan Hakları ön raporunda dile getirilmiştir. Keza TÜSĐAD tarafından yayımlanan Doğu Raporu'nda da bu husus fikir olarak belirtilmiştir. Toplumlar ancak düşüncelerini özgürce açıkladıkları sürece gelişebilirler. Herkesin aynı şekilde düşünmesi beklenemez. Demokratik Çözümler Yatılı Đlköğretim Bölge Okulları (YĐBO) uygulamasının sakıncalarının belirtilmesi de düşünce özgürlüğü kavramı içersinde değerlendirilmelidir. Bölücülük Yok Kitapta, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhinde bölücülük propagandası yapılmadığı gibi, sanıkların böyle bir kasıtı da tespit edilmemiştir. 680 sayfa olan kitabın sadece birkaç sayfasından cümleler alınarak, sanıkların bölücülük propagandası yaptığı iddia edilemez. Savcıdan Jet Temyiz Beraat kararının bozulmasını isteyen Savcı Ünal Haney ise kitapla ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda’ yapıldığı gerekçesiyle Yargıtay'da temyize başvurdu. Asker Üye Karşı Mahkemenin Albay üyesi Abdülkadir Davarcıoğlu ise karşı oy yazdı. Karşı oyda, Anayasaya aykırı şekilde Türkçe'den başka dillerde özellikle Kürtçe eğitim yapılmasının önerilmesinin bölücülük olduğunu savunuldu. • Kürtçe Kitaba Beraat 16 Ocak 2001 Hürriyet Gazetesi Ayşegül USTA / ĐSTANBUL Kürtçe yayımlanan kitapla PKK’ya yardım ve yataklık etmekle suçlanan yazar Mehmet Uzun ve yayıncı Hasan Öztoprak’ın yargılandığı Đstanbul DGM’deki duruşma beraatle sonuçlandı. Yazar Uzun, mahkeme kararının Türkiye’ye yakışan bir karar olduğunu söyledi. Duruşmaya çok sayıda yabancı yazar, diplomat ve gazeteci de katıldı. ‘Aşk gibi aydınlık, ölüm gibi karanlık’ adlı kitapla ‘terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık ettiği' gerekçesiyle, 4.5 ile 7.5 yıl arasında hapis istemiyle yargılanan yazar Mehmet Uzun ile yayıncı Hasan Öztoprak beraat etti. 32 Đstanbul DGM'deki duruşmasında, Kürtçe yazılan daha sonra Türkçe'ye çevrilen kitabın yazarı, Đsveç'te yaşayan Uzun ve Öztoprak'ın ifadeleri alındı. Gendaş Yayınevi'nin sahibi Öztoprak, kitabın edebiyat eseri olduğunu belirterek, suçlamaları kabul etmedi. Uzun ise ‘‘Hiçbir devletin, siyasetin, ideolojinin, rejimin yazarı değilim. Yazarlığın temeli siyaset ve ideoloji değil hümanizmdir. Đyi bir edebiyatçının görevi edebiyatı kullanarak insanlara örnek olmaktır. Hiçbir zaman kimseyi övmedim, övmem’’ dedi. Yazar Mehmet Uzun'u duruşmada Abdullah Öcalan'ın avukatı Hasip Kaplan savundu. Mahkeme sanıkların beraatlerine karar verdi. Duruşmayı Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Metin Kaçan, Yılmaz Erdoğan, Akın Birdal, Nadire Mater, Şanar Yurdatapan'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda yazar ve sanatçı ile Đsveç'in Đstanbul Başkonsolosu Sture Theolin, Lahey Adalet Divanı eski savcısı Eric Östberg, Pen Uluslararası Yazarlar Birliği Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanı Eugene Schoulgin, Đsveç Pen Yazarlar Birliği'nden Elisabeth Zila Olin, Norveç Đfade Özgürlüğü Forumu Başkanı Beate Slydal ve çok sayıda yabancı gazeteci izledi. Apo'nun Avukatı Savundu Yazar Mehmet Uzun'u, duruşmada Abdullah Öcalan'ın avukatı Hasip Kaplan savundu. Kaplan, ‘‘Diyarbakır DGM Cumhuriyet Savcılığı, yedi kitabı kitapların Türkçe tercümesini bile yaptırmadan toplatmak istedi. Ancak kitapların yayınlandığı sürenin üzerinden bir yıl geçtiği için toplatma kararı kaldırıldı. Kitabın Kürtçe baskısına da dava açılmamış, Kürtçe baskısına da zaman aşımına 15 gün kala dava açılmıştır’’ dedi. Edebiyatın Mutlak Serbestliği Duruşmadan sonra DGM dışında bir açıklama yapan yazar Mehmet Uzun, mahkeme kararının Türkiye'ye yakışan bir karar olduğunu kaydederek, ‘‘Edebiyat ve sözün kesin ve mutlak olarak serbestliği yönünde karar alındı’’ dedi. Uzun, duruşma sonunda kendisini arayan Đsveç Kültür Bakanı'na da duruşmayla ilgili bilgi verdi. Lahey Adalet Divanı eski savcısı Eric Östberg, davayı izlemek ve destek olmak için geldi. Yazar Yaşar Kemal, böyle bir davanın olmasını utanç verici bulduğunu, ancak bu kararla demokrasiye doğru bir adım daha atıldığını söyledi. Gazeteci-yazar Zülfü Livaneli ise ‘‘Türkiye de bir şeyler kazandı, kin ve nefret kaybetti’’ diye konuştu. Yılmaz Erdoğan, duruşma sonunda kararı 'Savcı 'Pardon' dedi' diye yorumladı. • Kürt ve Ermeni Müziğine Veto 6 Aralık 1998 Hürriyet Gazetesi Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi'nde bu yıl ikincisi düzenlenen ‘Đstanbul Müzik Şenliği’nin programında yer alan Reşo adlı Kürt türkücü ve Knar adlı Ermeni müzisyenlerden oluşan grubun konserleri, şenliğe birkaç gün kala iptal edildi. Şenlik organizatörleri, konserlerin, Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı tarafından ‘Ülkenin içinde bulunduğu hassas durumu’ gerekçe gösterilerek iptal edildiğini öne sürdüler. Konferans Salonu'nda dün gece 21.30-22.30 saatleri arasında yapılması gereken Reşo'nun konseri ve bugün 14.30-15.30'da Konferans Salonu'nda gerçekleşecek Knar'ın konseri iptal edilirken, Birol Topaloğlu'nun dün Yeşil Salon'da 21.15-22.15 arasında verilecek ‘Etnik Müzik- 33 Laz’ başlıklı konseriyle önceki gece Büyük Konser Salonu'nda saat 17.00-18.00 arasındaki Zuğraşi Berepe'nin ‘Laz-Rock’ konserine ise izin verildi. Pozitif Organizasyon Şirketi ve Açık Radyo'nun ortaklaşa 4-6 Aralık tarihleri arasında düzenlediği şenlikte bazı Kürtçe türkülerin seslendirildiğini belirten yetkililer, ‘‘Örneğin ‘Kardeş Türküler' konseri çeşitli yörelerin türkülerinden derlenmişti ve Kürtçe türküler de vardı. Ancak programda Kürtçe türkü olduğu açıkça gözükmüyordu. Reşo'nun adının altında ‘Deneysel Kürt Müziği'nden örnekler vereceği yazılmıştı’’ dediler. Sivas’ta 1959'da doğan Reşo, Kürtçe caz denemeleri yaptı. Reşo'nun ‘Zardüşt-1' ve ‘Zerdüşt-2' adlı kasetleri bulunuyor. 6 Türkiye Ermenisi'nin oluşturduğu Knar Grubu elemanları 1977'den beri Anadolu Ermeni müziği üzerinde çalışıyor. • Akbulut: Kürtçe Dil Değil, Şive 10 Ağustos 1999 Hürriyet Gazetesi TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut, milletvekili albümünde, ‘‘Kürtçe’’nin yabancı dil olarak yazılmasını, artık bir sorun olmaktan çıkardıklarını söyledi. Akbulut, ‘‘Milletvekillerinin bildiği dilleri, devletlerarası ilişkilerde kullanmak üzere öğreniyoruz. Kürtçe dil değil şivedir. Artık bu değişik boyutlara çekilmesin’’ dedi. Akbulut, dün TBMM Basın Bürosu'na gelerek, gazetecilerin çalışma mekanlarında inceleme yaptı. Akbulut, Parlamento Muhabirleri Derneği'ni de ziyaret ederek, gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı. Akbulut, Meclis albümüne, bazı milletvekillerinin, bildikleri yabancı dil bölümüne ‘‘Kürtçe’’ yazmalarına bundan böyle izin verilmeyeceğini kaydetti. • Ecevit'in Kürtçe genelgesi 31 Mart 2001 Hürriyet Gazetesi Şehriban OĞHAN/ ANKARA Başbakan Bülent Ecevit, coğrafi bölge ve yer adlarının, Kürtçe ve Đngilizce adlarla anılmasının son dönemde gittikçe yaygınlaşması üzerine bir genelge yayınladı. Ecevit genelgede ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarını bunları kullanmaması’’ konusunda uyardı. Ecevit, bunların karşılığı olan Türkçe kelimeleri içeren bir kullanma kılavuzunu da genelgesiyle birlikte gönderdi. Türkçe'nin ‘‘başta Đngilizce olmak üzere’’ yabancı diller karşısında bozulmaya uğradığına dikkat çeken Ecevit, Türkçe'ye etkinlik kazandırılmasının, küreselleşme olarak adlandırılan süreçte Türkiye'nin siyasal ve kültürel varlığının korunması ve ulusal birliğin güçlendirilmesi açısından önem taşıdığını vurguladı. Ecevit, genelgede isim vermeden coğrafi adlar ve yer adlarında Kürtçe kullanılmasından yakınarak ‘‘Ülkemiz üzerinde amaçları bulunan kesimlerin, Türkiye'nin toplum yapısında yapay ayrılıkçı eğilim ve hareketler yaratabilmek amacıyla, öncelikle ‘dil' ile yani ‘Türkçe' ile oynamaya çalıştıkları bilinmektedir. Türkçe kavram ve kullanım biçimlerindeki tutarsızlıklar ile bunlardan kaynaklanan, algılamadaki karışıklıklar ve anlam kaymaları yoğun bir şekilde istismar edilmektedir.’’ dedi. 34 Kurul Đzleyecek Kamu kurumlarına genelgeyle birlikte, ülkenin siyasal, tarihsel, ulusal ve kültürel yapısına ve önceliklerine uygun Türkçe anlatım ve kullanım biçimlerinin benimsenmesini ve yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla ‘‘Türkçe Anlatım ve Kullanım Biçimleri Kılavuzu’’ da gönderdi. Genelgeye göre uygulamalar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı'nın eşgüdümünde Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Đçişleri, Dışişleri, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ile Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı'nın temsilcilerinden oluşan ‘‘Đzleme ve Yönlendirme Kurulu’’ tarafından izlenecek. RTÜK’ ten Kürtçe Yasağı Bu arada RTÜK, Kürtçe yayının suç olduğuna da karar verdi. Kayış bunun gerekçesini, ‘evrensel bir dil olmamasına’ bağladı ve şöyle dedi: ‘‘Kanun hazırlanırken bilim adamları ve hukukçulardan hangi dillerin evrensel olduğu konusunda görüşler alınmış. 15 kadar dil sayılmış. Bu diller arasında Kürtçe yok.’’ • Đlk Yeminli Kürtçe Tercüman Đşe Başladı 10 Kasım 1999 Sabah Gazetesi Đsviçre Uppsala Üniversitesi'nden diplomalı Songül Yıldız Adana noterinden yeminli Kürtçe tercümanlık belgesini de aldı. Đsviçre Uppsala Üniversitesi Afrika ve Asya Dilleri Bölümü'nde Kürtçe dili konusunda 5 aylık eğitim alan 25 yaşındaki Songül Yıldız, Adana 10'uncu Noteri'nden Yeminli Kürtçe Tercümanlık yapacağına dair tasdikli belge aldı. Türkiye'nin ilk yeminli Kürtçe tercümanı olduğunu söyleyen Songül Yıldız, "Baroya başvurumu yaptım. Kürtçe tercüman gerektiğinde beni arayacaklar. Bu alanda büyük bir boşluğun olduğunu sanıyorum. Bunun için yurt dışına giderek kurs gördüm. Başarılı olup, diplomamı alarak ülkeme geri döndüm. Türkiye'de mahkemelerde çaycılara, yoldan geçenlere tercümanlık yaptırıyorlar. Akademik anlamda katkı sunmak istiyorum. Adalet Bakanlığı'na da uluslararası alanda resmi tercüman olmak için başvurumu yapacağım" dedi. • MHP'li Vekiller Denetledi Ama Kürtçe'yi Anlamadı! 1 Nisan 2001 Sabah Gazetesi Kürtçe filmin galasına MHP'li siyasiler akın etti. Filmin Kürtçesi'ni anlamadıklarını söyleyen MHP'liler, "Kasıt var mı, yok mu, araştıracağız" dediler Đranlı Bahman Ghobadi'nin "Sarhoş Atlar Zamanı" adlı ilk Kürtçe filmin Ankara galasına aralarında MHP milletvekillerinin de bulunduğu çok sayıda siyasi izledi. Filmin Kürtçe olması nedeniyle, sinemada olağanüstü güvenlik önlemleri alındı, davetliler tek tek arandı, sivil polisler de salonda kontrol yaptı. Galaya katılan MHP Ağrı Milletvekili Nidayi Seven, MHP Bayburt Milletvekili Şaban Kardaş ve DSP Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet Turgut, Kürtçe bildikleri halde, filmi Đngilizce bir film gibi izlediklerini söylediler. MHP'li Seven, "Film, Kürt kimliğini siyasi malzeme yapmak isteyen nitelikte de değil. Ancak, yine de bu filmin arkasında bir kasıt var mı, yok mu bunu araştıracağız" dedi. Filmin 35 Sorani lehçesiyle çekildiğini, söyleyen Seven, "Kürtçe arka planda kalıyor. Hatta Kürtçe'nin varlığı bile takip edilemiyor" yorumu yaptı. DSP'li Turgut ise, filmin Kürtçesi'ni anlayamadığını, ama izlerken çocukluğunu yaşadığını söyledi. "AB'ye Tarihi Adım" Eski kültür bakanlarından Fikri Sağlar ile Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal Genç de davetliler arasındaydı. Sağlar filmin çok gerçekçi olduğunu belirtirken, Müsteşar Yardımcısı Genç "Siyasi içeriği olmayan komşu ülkede çevrilmiş yabancı bir film" değerlendirmesi yaptı ve "AB ülkeleri bu filmi görerek o bölgelere yardıma gelsinler" diye konuştu. Filmin ithalatçısı ve Türkiye Film Yapımcıları Derneği Genel Başkan Sabahattin Çetin de, ilk Kürtçe filmi "Ulusal Program'ın Avrupa'ya sunulması aşamasında bu bir tarihi adım" olarak değerlendirdi. • Vizontele Filmine Kürtçe Soruşturması 29 Ağustos 2001 Sabah Gazetesi Diyarbakır'ın Çınar ilçesine bağlı Karalar köyü Başalan mezrasında geçtiğimiz ay, köylülerin sinema izlemesini sağlayabilmek amacıyla Kaymakamlık, seyyar perde kurarak Vizontele filmini izlettirdi. Film gösterisini duyurmak için Türkçe'nin yanı sıra kadın ve yaşlıların anlaması için Kürtçe anons da yapıldı. Bunun üzerine Valilik, Kaymakam Osman Yenidoğan hakkında, "Kürtçe anons yaptırdığı gerekçesiyle" soruşturma başlattı. Kaymakam Yenidoğan, köyde bulunmadığını ve anonstan haberi olmadığını belirtti. Mürsel ACAY • DGM'de ilk defa Kürtçe tercüman 16 Ocak 2000 Hürriyet Gazetesi Devlet Güvenlik Mahkemesi, tarihinde ilk kez, Kürt Ensititüsü'nden resmen Kürtçe tercüman istedi. Yasadışı bölücü PKK örgütü üyesi olmak ve iki kişinin öldürülmesi eylemine katılmak suçlamasıyla, idam cezası istemiyle yargılanan Fatma Tokmak'ın, Türkçe bilmediği için sorgusu Kürtçe tercüman aracılığıyla alındı. Tercüman aracılığıyla ifade veren sanık Fatma Tokmak, hakkındaki suçlamaları kabul etmeyerek, kendisine gözaltında bulunduğu sırada, maddi manevi baskı yapıldığını, cinsel tacize uğradığını ileri sürdü. Đstanbul 3 Nolu DGM'de görülen, 3'ü tutuklu 9 sanıklı davanın dün yapılan duruşmasına, tutuklu olarak yargılanan Fatma Tokmak, Raif Damar ve Abdulcabbar Evin katıldı. Anadili Kürtçe olan ve Türkçe bilmeyen, idam cezası istemiyle yargılanan sanık Fatma Tokmak ile avukatı Eren Keskin, mahkemeden Kürtçe tercüman talebinde bulundu. Kürtçe tercüman bulunamaması üzerine, avukat Eren Keskin tarafından mahkemeye önerilen, "Kürt Ensititüsü"nden tercüman talep edildi. "Kürt Ensititüsü" Mülazım Özcan'ı Kürtçe tercüman olarak görevlendirdi. • Resmi Törende Kürtce Türkü 27 Şubat 2000 Sabah Gazetesi Türkiye'nin en büyük kavşağı olan Topkapı Katlı Kavşağı, Đbrahim Tatlıses konseriyle açıldı. Tatlıses, konserde Kürtçe türkü de söyledi Đstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve 60 trilyon liraya mal olan Topkapı Katlı Kavşağı, dün düzenlenen resmi törenle hizmete girdi. Kavşağın açılışını Đstanbul Büyükşehir 36 Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna yaptı. Vatan ve Millet Caddesi, Sahilyolu ve E-5'i birbirine bağlayan kavşak, 2X3 şerit ve 30 metre açıklıkla Türkiye'nin en büyük kavşağı olma özelliğini taşıyor. Kavşak çalışması çerçevesinde, 20 bin 300 metrekaresi kapalı geçit olmak üzere, toplam 39 bin 300 metrekare yol düzenlemesi yapıldı. • CHP, Kürtçe Eğitim Vaat Etti 5 Mart 1999 Hürriyet Gazetesi Şaban SEVĐNÇ / ANKARA Kürtçe televizyon ve kültürel ayrıcalıklar tartışması, CHP'nin seçim bildirgesiyle yeniden gündeme geldi. CHP'nin ‘Sözleşme 2000’ adıyla hazırladığı 40 sayfalık seçim bildirgesinde, ‘Türkiye’nin çok kültürlü bir toplum' olduğu vurgulanıyor. Bildirgede, CHP iktidarında Türk ulusu üst kimliğinin zedelenmemesi kaydıyla, alt kimliklerin kendi ana dillerinde eğitim ve iletişim olanaklarından yararlandırılacağı taahhüt ediliyor. CHP Merkez Yönetim Kurulu, Deniz Baykal'ın başkanlığında önceki gün gece yarısına kadar süren toplantısında, ‘Sözleşme 2000’ bildirgesine son şeklini verdi. Bildirgeye göre Kürtçe eğitim verecek özel okullar açılabilecek. Ancak bu okullar Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına bağlı olacak. Hürriyet'in sorusunu yanıtlayan bir MYK üyesi, bu haberi doğrulayarak, ‘‘Milli Eğitim Bakanlığı müfredat programı içinde resmi dil Türkçe olmak kaydıyla ana dilde eğitim olanağı, özel okul açma, radyo-televizyon gibi yayınlar, kitap ve gazeteler çıkarma haklarının tanınacağı, bunun bir ulusal zenginlik olacağını bildiriyoruz’’ dedi. 27) • Kürtçe TV'ye Vize 28 Kasım Hürriyet Gazetesi MĐT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Yardımcısı Mikdat Alpay, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Star gazetelerinin Ankara temsilcilerine, ilginç açıklamalarda bulundular. Teşkilat Sözcüsü Cem Koca'nın da hazır bulunduğu sohbette, MĐT'in, Güneydoğu'daki vatandaşa ulaşabilmek için devletin Kürtçe TV'yi kullanması düşüncesinde olduğu vurgulandı. MĐT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve teşkilatın ‘‘iki numarası’’ Mikdat Alpay, söz birliği etmişçesine aynı ihtiyacı vurguluyorlar: ‘‘Türkiye, PKK'nın Öcalan'ın yakalanmasından sonra girdiği eylemsizlik dönemini iyi değerlendirmelidir...’’ ‘‘Peki değerlendirilebiliyor mu?’’ sorusuna MĐT Müsteşarı, olumlu bir yanıt vermekten uzak duruyor: ‘‘Özellikle Silahlı Kuvvetler büyük gayret gösteriyor. Ama zaman da kaybediliyor. Adam (Öcalan) iki senedir burada. Ama yapılmış olması gerekenlerin çoğu hala yapılamadı.’’ Atasagun, bu noktada, ‘‘Hatalarımızın nedenlerini hep dışarıda, başkalarında aramak alışkanlığımızdan artık vazgeçmeliyiz. Hatalarımızın nedenlerini biraz da kendimizde aramalıyız’’ diyerek, Türkiye'deki sisteme dönük bir eleştiri getiriyor. Medya TV’den Đyidir MĐT, Öcalan'ın yakalanmasından sonra 25 Şubat 1999 tarihinde düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu toplantısına yeni dönemde neler yapılması gerektiğine ilişkin ayrıntılı bir rapor sunmuş. Kültürel alanda önlemlerin de öngörüldüğü rapor MGK'da sıkıntı yaratmış, MĐT temsilcileri ‘‘Bunları nasıl söylersiniz?’’ tepkisiyle karşılaşmışlar. 37 Bu rapor gibi, Atasagun ve Alpay'ın önceki günkü açıklamaları da, MĐT'in Güneydoğu sorununa oldukça kapsamlı ve esnek bir açıdan yaklaştığını ortaya koyuyor. Nitekim, Kürtçe TV serbestisine ilişkin sürmekte olan tartışma karşısında da bu esnek ve liberal yaklaşımın izlerini görmek mümkün oluyor. Atasagun, bu konudaki bir soruya şu karşılığı veriyor: ‘‘Bu öncelikle hükümetin alacağı bir karar. PKK çizgisindeki Medya-TV Güneydoğu'da çok rahat seyrediliyor. Olayları kendi açılarından aktarıyorlar, bir sürü yalan söylüyorlar. Herkes de çanaklar üzerinden bu yayınları izliyor... ’’ Derdimizi Anlatalım Bu noktada söze Mikdat Alpay giriyor ve önce şu soruyu yöneltiyor: ‘‘Oradaki vatandaşı kazanmak istiyor musunuz? Đstemiyor musunuz?’’ Alpay, 1965'te Urfa'da stajyer hakimlik yaparken vatandaşla anlaşabilmek için Arapça ve Kürtçe çevirmen kullanmak zorunda kaldıklarını hatırlattıktan sonra, şöyle konuşuyor: ‘‘Bugün de böyle, eğer vatandaşı kazanmak istiyorsanız, ona derdinizi anlatmanız lazım. Derdinizi neyle anlatacaksınız? Đşaretle mi anlatacaksınız? Onu kazanmak istiyorsanız, ona ulaşmanız lazım. Adamın anadili Kürtçe. Türkiye'nin doğrularını onlara neyle anlatacaksınız? Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarı için Apo'yu nasıl kullanırsak, Kürtçe’yi de kullanabilmeliyiz. Bunu da başkalarının bizden istediği şekilde değil, kendi istediğimiz şekilde yapabiliriz. Bakın, bir tiyatro grubunun Kürtçe oyun oynayıp Kürtçülük yapması başka bir şeydir, devletin vatandaşıyla anlaşması için Kürtçe kullanması başka bir şeydir.’’ Alpay, sözlerine şöyle devam ediyor: ‘‘Sözcükler iyilik için de, kötülük için de kullanılabilir. Türkiye Cumhuriyeti akıllılık edip, sözcükleri iyilik için de kullanmanın altyapısını kurabilmelidir. Ama bu iş bizim değil, hükümetin işidir.’’ Anaları Kazanamadık MĐT'in iki numaralı yetkilisi, ardından sohbetin belki de en can alıcı değerlendirmesini yapıyor: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti anaları kazanamadı. Bazı araştırmalara göre, bölgedeki anaların yüzde 60'ı Türkçe bilmiyor. Anaları kazanacak sistemi kuramadık. Bu devlet analara hitap etmesini bilemedi. Anaları kazanabilseydik mesele zaten bugüne kalmazdı. Bunu yıllarca yazdık, ama bir sonuç alamadık.’’ Peki, MĐT Kürtçe TV konusunda daha esnek bir bakış içeren bu görüşünü devletin diğer birimlerine aktardı mı? Hükümet bu konuda MĐT'in görüşünü sordu mu? Atasagun, ‘‘Soruldu. Biz de size şimdi açıkladığımız bu kanaatimizi kendilerine bildirdik. Benzer şekilde Apo'nun idamına da karşı çıktık, bu görüşümüzü de hükümete bildirdik. Buna Türkiye'nin çıkarları için karşı çıktık. ’’ diye yanıtlıyor. Atasagun ve Alpay'ın bu açıklamalarıyla aslında MĐT'in uzun bir zamandan beri Kürtçe TV'ye esnek baktığı, üstelik bu görüşünü hükümete ve devletin diğer katmanlarına da aktardığını ortaya çıkıyor. Peki, MĐT'in bu görüşlerinin yaşama geçirilmesi önündeki engel nedir? MĐT Müsteşarı, şu karşılığı veriyor: 38 ‘‘Tabii, bizim bürokrat olarak oy sorunumuz olmadığı için daha rahat konuşuyoruz. Politikacının belli bir tabanı var. Bir de bazı şeylerde çok süratli gidilemiyor. Bir söylemden diğerine geçiş o kadar kolay olmuyor. Burada örgütün tutumu da önemli. Bu benim şartım derse, buna karşı çıkılır. O zaman biz de karşı çıkarız. Şantaj olmaması lazım.’’ Atasagun, konuyu şöyle toparlıyor: ‘‘Mesele sahayı bölücülere bırakmamak meselesidir...’’ • Kürtçe TV'ye Sıcak 14 Kasım 2000 Hürriyet Gazetesi Başbakan Ecevit Kürtçe TV konusunda, ‘‘Çağdaş iletişim teknolojisi sınır tanımıyor. Şu sırada Kuzey Irak'tan ve Avrupa'dan Kürtçe yayınlar Türkiye'den alınıyor. Bu verileri göz önünde tutarak bir sonuca varmak gerekir’’ diye konuştu. BAŞBAKAN Bülent Ecevit, AB'nin Katılım Ortaklığı Belgesi'nin açıklanmasıyla gündeme yerleşen Kürtçe TV ve radyo yayınları konusunda esneklik işaretleri vererek, ‘‘Çağın bir takım gerçekleri var. Çağdaş iletişim teknolojisi sınır tanımıyor. Bu verileri göz önünde tutarak bir sonuca varmak gerekir’’ dedi. Ecevit, Hürriyet'in bu konudaki sorularını yanıtlarken, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin ‘‘genellikle gerçekçi davrandığını’’ belirterek, koalisyonun MHP kanadının bu konuda bir uzlaşıya yanaşacağı umudunu ifade etti. Başbakan Ecevit'e dün bu konuda yönelttiğimiz sorular ve kendisinin yanıtları şöyle: - AB'nin Katılım Ortaklığı belgesinde Kürtçe TV ve radyo yayınlarının serbest bırakılması beklentisi yer alıyor. Bu konuda koalisyonun içindeki durum nedir? ECEVĐT: Henüz ayrıntılarıyla görüşmedik. Ama görüşmemiz gerekiyor. Görüşmeden bir sonuca varılmadan da, ben üstümde Başbakanlık sıfatı varken, bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü çok duyarlı bir konu. Zaten kültürel haklar fiilen tanınmış halde. Biliyorsunuz dergiler, kitaplar çıkıyor. Daha kapsamlı olarak da düşünülebilir. Ama şu sırada hükümette ele alınmadığı için ben şimdilik kendi düşüncelerimi söylemeyeyim. Ama er geç gelecektir. - Ne zaman gelebilir? ECEVĐT: Şu sırada bir şey söylemeyeyim. Ama herhalde geciktirmemek gerekir. Henüz Sayın Bahçeli ile bu konuyu görüşmedik. - Türkiye, yıl sonuna kadar AB'ye sunacağı ulusal programda bu konuya yer vermek durumunda. Yıl sonuna kadar bu sorunun çözümlenmesi gerekmiyor mu? ECEVĐT: Fazla bir zaman kaybı yok. - MHP ile bu konuda belli bir uzlaşma noktasına gelebileceğinizi ümit ediyor musunuz? 39 ECEVĐT: Sayın Bahçeli genellikle gerçekçi davranıyor. AB'ye üyeliği istediğimize göre bazı koşullara uymak gereğini genellikle kabul ediyor. Tabii, hepimizin zorluk çektiği konular var. Ancak bu nihayet kulübün kuralları, üyeliğin kuralları... MGK'da Gündeme Gelebilir - Kürtçe konusu sizce MGK'da gündeme gelmesini gerektiren boyutta bir konu mu? ECEVĐT: Tabii. Bu güncelliği olan bir konu. Ama şu sırada gündemde değil. Güneydoğu ile ilgili konular her zaman ayrıntılı olarak ele alınıyor MGK'da. - Şimdilik kendi düşüncelerinizi söylemek istemediğinizi belirttiniz. Ancak kısa bir süre önce Eruh'un içinden geçerken gazetecilere evlerin çatısındaki çanak antenleri gösterip, dışarıdan yapılan Kürtçe yayınların bu evlere uzandığını söylemiştiniz... ECEVĐT: Çağın bir takım gerçekleri var. Çağdaş iletişim teknolojisi sınır tanımıyor. Şu sırada Kuzey Irak'ta Türkiye'ye de yönelik TV var. Ayrıca muhtelif Avrupa ülkelerinden PKK'nın veya PKK ile ilgili kuruluşların televizyon yayınları var. Bunlar Türkiye'den alınıyor. Bunlar birer veri. Bu verileri göz önünde tutarak bir sonuca varmak gerekir. Öksüz: Kürtçe TV'nin millete ne hayrı var HÜKÜMETĐN, daha önce Bakanlar Kurulu'nca benimsenen Đnsan Hakları Üst Kurulu Raporu ile paralel bulduğu AB Ortaklık Belgesi, MHP çevrelerince sert bir dille eleştiriliyor. Belgeye karşı çıkan MHP'liler arasındaki Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz ‘‘Türkiye'yi bölecek taleplere karnımız tok’’ dedi. Ortaklık Belgesi'ni savunan ANAP Lideri Yılmaz'a, ‘‘Kürtçe TV'nin millete bir hayrı var mı’’ sorusunu yönelten Öksüz şunları söyledi: ‘‘Kürtçe TV isteyenler, yarın öbür gün, 'biz ayrı devlet olacağız' diyecekler. PKK böyle bir avuç eşkıya denilerek buralara gelmedi mi? Yılmaz ne yapmak istiyor.’’ MHP'li TBMM Başkanı Đzgi de, Ortaklık Belgesi'ni ve Türkiye'den talepleri, ‘‘Sevr'den de kötü’’ diye niteledi. • Yeni bir Kürtçe film: Karatahta 10 Eylül 2001 Hürriyet Gazetesi Türkiye'de Kürtçe olarak gösterilen ''Sarhoş Atlar Zamanı'' adlı filmden sonra 22 yaşındaki Đranlı genç yönetmen Samira Makhmalbaf'ın Kürtçe çektiği ''Blackboard-Karatahta'' adlı film de, 21 Eylül 2001 tarihinde gösterime girecek. Uluslararası üne sahip yönetmen Mohsen Makhmalbaf'ın kızı olan Samira Makhmalbaf'ın 1999 yılında Cannes Film Festivali'nde dünya promiyerini yapan ''Elma'' adlı kısa metrajlı filminden sonra çektiği ilk uzun metrajlı filmi ''Karatahta'', 2000 Cannes Film Festivali'nde ''Jüri Özel Ödülü''ne layık görüldü. Halepçe katliamından sonra Đran-Irak sınırında yaşayan insanların kaçak mal taşıması ve verdikleri yaşam mücadelesini konu alan film, 21Eylül Cuma günü Türkiye'deki sinemalarda gösterime girecek. Filmin Türkiye'deki dağıtımcısı Belge Film'in Sahibi Sebahattin Çetin, 2000 yılında Cannes'te ''Altın Kamera'' ile ödüllendirilen ve bu yıl Türkiye'de gösterilen ''Sarhoş Atlar Zamanı'' ile Kürtçe film tartışmalarının yaşandığını hatırlatarak, ''Karatahta adlı Kürtçe filmin vizyona girmesi için Kültür Bakanlığı Film Değerlendirme Kurulu'ndan onay aldık'' dedi. 40 Kurul'un, filmin diline değil, verdiği mesaja, çocuklara ve yetişkinlere yapacağı olumsuz etkilere bakarak onay verdiğini vurgulayan Çetin, ''Biz bu filmleri Kürtçe olduğu için getirmedik. Bunlar, dünya sinemalarında bir anlamda sanat kantarı sayılabilecek filmler. Bunların, sanatsal değeri bizim için birinci sırada yer alıyor. Bu yüzden Türk izleyicisiyle buluşturmaya karar verdik'' diye konuştu. Türkiye'de 1991 yılından itibaren yasalara göre Kürtçe film ve müziğin zaten yasak olmadığını belirten Çetin, ''Türkiye Avrupa Birliği'ne doğru ilerliyor. Milat öncesinde kalan düşüncelerle bir yere varılamaz. Dille uğraşacaklarına, filmin sanatsal değerini, topluma vereceği mesajı incelesinler'' dedi. ''Karatahta''nın Kanada, Japonya, Đngiltere ve Fransa'da büyük beğeni topladığını, Đtalya'da ise kapalı gişe oynadığını dile getiren Çetin, Türkiye'de 100 bin izleyici toplayan ''Sarhoş Atlar Zamanı''ndan daha kaliteli olduğu için bu filmin daha çok ilgi göreceğini umduğunu sözlerine ekledi. 3. Türkiye’de Yaşayan Farklı Ulus ve Azınlıklar Türkiye’de 24 temmuz 1923 tarihli Lozan antlaşmasının sonucu olarak; Rum, Musevi ve Ermeni yurttaşlarımız statü olarak, azınlık kabul edilmektedir. Adı geçen antlaşmanın Azınlıkların Korunması başlıklı 37-45 maddeleri, azınlıkları ve haklarını düzenlemektedir. Antlaşmanın 39.maddesinin 4.paragrafı aynen şöyledir “Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticari ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanılmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.” Bu yasal ifadenin ne denli yerini bulduğunu azınlık kabul edilmiş ve etnik kültürel yapılarıyla herhangi bir kabuliyeti kazanmamış yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyetinin tarihsel bakış ve uygulayışı çerçevesinde inceleyelim. Ermeniler Yaklaşık bin yıldır Anadolu’da yaşamakta olan bir topluluktur. 19. Yüzyılın son çeyreğinde milliyetçilik akımının etkisinin Ermeniler üzerinde de görülmesine kadar otoriteyle uyum içinde oldular. Bu, Ermenilere fiili özerklik kazandırırken “sadık millet” olarak tanımlanmalarına neden oldu. Günümüzde Lozan antlaşmasında resmen azınlık olarak tanımlanmanın verdiği avantajla özel okul açabilme, Ermenice konuşabilme ve yayın yapabilme, dinsel özgürlük gibi haklara sahip olan Ermenilerin, büyük bir bölümü Đstanbul’da yaşamaktadır. Kastamonu, Hatay, Bolu, Sinop, Sivas, Amasya, Diyarbakır, Malatya, Yozgat, Ankara, Artvin’le (Đslamiyeti kabul eden Ermenilerin yaşadığı) Erzurum, Siirt, Kars bu azınlık toplumunun yaşadığı tespit edilen şehirlerdir. Rumlar Başta Đstanbul olmak üzere büyük bir bölümü büyük kentlerde yaşayan bir azınlıktır. Trabzon başta olmak üzere çok az sayıda Đslamiyeti benimseyenler dışındaki Rumlar, Fener Rum Patrikhanesine bağlı Ortodoks’turlar. Ermeniler gibi Osmanlı döneminde millet, Cumhuriyet döneminde azınlık statüsünde olan bir topluluktur. Türk ve Yunan hükümetleri arasındaki sorunların çatışma aşamasına geldiği 1930, 1959, 1963 yıllarında toplulukça getirilen kısıtlamaların dışında Lozan’la sağlanan eğitsel, kültürel, dinsel haklardan yararlanırlar. Rumlara ilişkin yukarıdaki özet bilgiye çoğu Doğu Karadeniz’de olmak üzere Rumca konuşan Müslümanlar dahil değildir. 41 Museviler Başta Đstanbul olmak üzere, Đzmir, Ankara, Bursa, Çanakkale, Edirne’de yaşayan bir topluluktur. Ülkemizdeki Musevi nüfusun çoğu Đsrail’e göç etmiştir. Đbranice, Fransızca, Almanca konuşan, tamamı Türkçe bilen Yahudiler de azınlık statüsünün verdiği haklara sahip olan gruptur. Çerkezler Kafkas halklarından olan Çerkezler 19. Yüzyılın ikinci yarısında kitlesel olarak Osmanlı topraklarına göç ettiler. Bilinçli politikalarla dağıtılarak, farklı bölgelere iskan ettirildiler. Her dönem merkezi otoriteyle uyumlu olmaları genel tutumları oldu. Günümüzde Sakarya, Bolu, Kocaeli, Đstanbul, Çanakkale, Eskişehir, Kütahya, Çorum, Düzce, Bursa, Bilecik, Yozgat başta olmak üzere, dağınık olarak her bölgede Çerkezlere rastlamak mümkündür. Topluluk, dil açısından da benzer özelliği gösterir. Çerkezce topluluğun kendi içinde kullandığı farklı lehçelerin tümünü ifade eden dil adı olarak kullanılır. Besleneyce, Abhazca, Ubıkça ülkemizdeki Çerkezlerce konuşulan başlıca lehçelerdir. Asimilasyondan en fazla etkilenen topluluklardan olan Çerkezlerin, büyük bir bölümü iki dillidir. Özellikle kentlerde yaşayanlar arasında Türkçe kendi aralarındaki iletişim için başlıca araçtır. Halen Kafkasya ve çevresinde yaşayanlar kiril alfabesini kullanır. Ancak ülkemizde bu alfabeyi bilen ve kullananların sayısı çok azdır. Çerkezlerin yoğun olarak bir arada bulunduğu kent merkezlerindeki Kuzey Kafkas Kültür Dernekleri, Çerkez tarihi ve kültürüne ilişkin Türkçe, kitap, dergi, broşür yayınlamaktadır. Kurtuluş savaşının önder kadrolarından önemli bir bölümü Çerkez olmalarına karşın Yunanlılara sığınmaya zorlanan, katkıları bir anda silinip resmi tarih tarafından hainlikle ödüllendirilen Çerkez Ethem’le ilgili yürütülen olumsuz propaganda bu toplumun önemli bir bölümünü kendisini Türk olarak hatta daha da ileri giderek gerçek Türk biziz kabullenmesine kadar savurdu. Gürcüler Artvin, Sakarya, Giresun, Bolu, Sinop, Kocaeli ve Đstanbul’da yoğunlukla yaşadıkları saptanan, Güney Kafkasya dil ailesinin temel dili olan Gürcüce’yi kullanan topluluktur. Ancak Gürcüce daha çok köylerde aile içinde konuşulmakta, kentlerde yaşayan Gürcülerin büyük bir bölümü Türkçe’yi tek dil olarak kullanmaktadır. Çoğu Müslüman olan ülkemizdeki Gürcülerin, Ortodoks Hıristiyan olanları da vardır. Lazlar Doğu Karadeniz kıyıları başta olmak üzere Bolu, Đstanbul, Kocaeli, Ankara illerinde yaşayan topluluktur. Güney Kafkasya dil grubundaki Lazca’yı konuşurlar. Yaygın bir şekilde yazıya dönüştürülemeyen fakat yerel edebiyat geleneğinin oluşmasında belirleyici olan dildir. Fahri Lazoğlu tarafından oluşturulan bir Laz alfabesi mevcuttur. Lazların yoğun olarak yaşadığı Doğu Karadeniz’de konuşulan Lazca ve Türkçe içiçe geçmiş durumdadır. Lazlar da, Çerkezler, Gürcüler gibi hemen hepsi Türkçe konuşan, özellikle çalışmak için ülkenin çeşitli yerlerine dağılan kısmi etnik özellik taşıyan bir topluluktur. 42 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1. BAZI ÜLKELERDE ANADĐLDE EĞĐTĐM 1.1. Birden fazla anadili olan ülkeler: Günümüz dünyasında birçok ülkede birden fazla dil resmi dil olarak kullanılmaktadır. Bu ülkelerden bazıları dünyanın belli başlı ekonomik ve siyasal güçleridir. Bu ülkeler: Đsviçre: Romans dili, Fransızca, Almanca ve Đtalyanca Çin Halk Cumhuriyeti: Çince, Tibetçe ve diğer bütün azınlık dilleri Afrika Cumhuriyeti: Đngilizce ve Afrikanca Madagaskar: Madagaskar dili ve Fransızca Batı Samua: Samuaca ve Đngilizce Rusya: Rusça, Çeçence ve Beyaz Rusça Brundi Cumhuriyeti: Brundi dili ve Fransızca Hindistan Cumhuriyeti: Hintçe, Đngilizce, Bengali, Tolugu; Marati, Tamil, Urdu Dilleri Kameron Cumhuriyeti: Fransızca ve Đngilizce Kanada: Fransızca ve Đngilizce Kıribati: Kıribati dili ve Đngilizce Komor Federal Đslam Cumhuriyeti: Laosça ve Fransızca Lüksemburg: Lüksemburg dili, Fransızca ve Almanca Malavi Cumhuriyeti: Çiçeve dili ve Đngilizce Maldiv Adaları Cumhuriyeti: Maldivce ve Đngilizce Malta Cumhuriyeti: Malta dili ve Đngilizce Muritanya Đslam Cumhuriyeti: Arapça ve Fransızca Namibya: Afrikanca, Almanca ve Đngilizce Pakistan Đslam Cumhuriyeti: Urduca, Sindice ve Đngilizce Palav Cumhuriyeti: Mikronesca ve Đngilizce Peru Cumhuriyeti: Đspanyolca ve Keçuva dili Ruanda Cumhuriyeti: Kınyaca, Kısuhalice ve Fransızca Seysel Cumhuriyeti: Krolce, Đngilizce ve Fransızca Singapur Cumhuriyeti: Đngilizce, Tamilce, Çince ve Malezyaca Srilanka: Seylanca ve tamilce Sıvazilan Krallığı: Sıvazi dili ve Đngilizce Tacikistan Cumhuriyeti: Tacikçe ve Özbekçe Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti: Tacikçe ve Özbekçe Tonga Krallığı: Tonga dili ve Đngilizce Vanuatu cumhuriyeti: Bsilama dili, Fransızca ve Đngilizce Söz konusu ülkelerde resmi diller o ülkelerde kullanılan ana dillerini kapsamaktadır. Bu çok seslilik bir zenginlik kaynağı olarak yorumlanmaktadır. Herhangi bir anlayış, ana dillerine baskın olmamakta, onları devletin kullandığı resmi dil kapsamına alarak iletişimin genel bir mekanizması haline getirmektedir. 1.2. Yerli Dillere Özel Hukuk Tanıyan Ülkeler 43 Belçika : Flemence, Almanca Hollanda: Frezence Đngiltere: Galler dili Đsveç : Sami dili Đspanya: Bask dili ABD : Đspanyolca Đsrail : Arapça Irak : Kürtçe Đran : Kürtçe, Azerice Norveç :Sami dili Fransa : Kostarika dili Yukarıda isimleri sayılan ülkelerde bu dillerin kullanımına ilişkin çeşitli uygulamalar vardır. Bu uygulamaların incelenmesi ülkemizin koşullarına uygun ana dilde eğitimin mümkün olduğunu ortaya çıkarmaktadır. 2. BAZI ÜLKELERDEKĐ ANADĐLDE EĞĐTĐM UYGULAMALARI ĐNGĐLTERE Birleşik Krallık, çok uluslu bir devlet olma iddiasında olmasına karşın sadece Galler dilinde eğitim olanağı bulunmaktadır. 1980 tarihli eğitim yasasına göre Đngilizce eğitim sisteminde zorunlu dildir. Eğitim alanında Galler vatandaşına Đngilizce öğrenim olanağı sağlanmıştır. Galler bakımından ise durum bölgelere ve kantonlara göre değişmektedir. Đsteyen veli çocuğunu Galler dilinde eğitim veren ilk ve ortaokula gönderebiliyor ancak Đngilizce eğitim zorunlu ve önceliklidir. Başka bir deyişle; Galler dilinde eğitim iki dilde eğitim veren okullarda sağlanmaktadır. Katolik Đrlanda, bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen, Kuzey Đrlanda Đngiltere’ye bağlı olmaya devam etmektedir. 1,5 milyon nüfuslu Kuzey Đrlanda’da resmi dil Đngilizce’dir, ancak bazı ilkokullarda Đrlanda dilinde de eğitim verilmektedir. 2.2. FRANSA 1992 anayasasının ikinci maddesi, Cumhuriyet dilinin Fransızca olduğunu belirtmiştir. Ülkede yaklaşık 25 başka dilde konuşulmaktadır Fransa’nın uyguladığı dil politikası karma sistemdir. Fransa, ülkede konuşulan bazı dillere Fransızca’dan farklı bir hukuki statü tanımıştır. Bunun dışında bazı bölgelerde Özerk Bölge Statü Politikası uygulanmaktadır. 1975 tarihli Haby yasasının 12. Maddesine göre “Tüm eğitim sürecinde yerel dil ve kültürler hakkında eğitim verilebilir.” Yarı özerklik statüsü bulunan Korsika’da halkın %98’i hem Korsika hem de Fransız dilini kullanmaktadır. 1970’den beri Korsikalıların özerklik taleplerinin artmasına bağlı olarak parlamento, 1991 yılında, Korsika’nın statüsü hakkında yeni bir yasa kabul etmiştir. Bu yasaya göre; eğitim alanında sadece Korsika dilinde eğitim veren resmi okul yoktur. Eğitim dili Fransızca’dır. Ancak okullarda haftada 6 saat Korsika dilinde eğitim verilebilir. 1984 yılında ise Yeni Kaledonya Toprakları hakkında yasa kabul edilmiştir. Yasaya göre Bakanlar konseyinin bütün eğitim kurumlarında yerel dillerin ihtiyari seçimlik ders olarak okutulmasıyla ilgili kuralları saptayabileceği belirtilmektedir. Bunun anlamı, zorunlu eğitim konusunda sadece Fransa devleti tarafından kararlaştırılabileceğidir. 2.3. BELÇĐKA Belçika toplumu, Flamanca konuşan Flaman ve Fransızca konuşan Valon olmak üzere iki büyük topluluğa dayanıyor. Ayrıca az sayıda (%1) Alman bu ülkede bulunmaktadır. 44 Belçika anayasası, farklı ulus ve azınlıkların varlığını, onlar arasındaki farklılıkları reddetmiyor. Tersine onları adlandırıyor. Nitekim bu farklılıklardan ötürü anayasa ve diğer yasalarda ulus ve azınlık yerine sıkça “topluluk”, “bölge”, “dil grubu”, “dil bölgesi” terimleri kullanılmaktadır. Fransızca, uzun süre toplumsal yaşamda öncelikli durumda idi. Geçmişte, hatta yakın zamana kadar, Valon ve Flaman ilişkilerini ve bütün olarak Belçika’nın pratik yaşamını sık sık “diller kavgası” olarak da adlandırılan Flaman, Valon çekişmesi belirliyordu. 1870’de çıkarılan yasa ile Fransızca’nın yanında Flamanca da ceza mahkemeleri duruşmalarında kullanılmaya başlandı. 1898’de “Eşitlik Yasası” ile yasa ve kararnameler iki dilde yayınlanmaya başlandı. 1932’de çıkarılan “Dil Yasası” ile bölgesel temelde “tek dillilik” ilkesi getirildi. Buna göre her bölgede konuşulan dil o bölge için geçerli tek dil oldu. 1963’te bu durum daha da geliştirildi. Bu yasaya göre toplulukların 6 büyük yetki alanı vardır. Bunlar; dillerin kullanılışı, kültürel konular, eğitim, işbirliği, bilimsel araştırma, maliye, sosyal hizmetlerdir. Bölgelerde ise bölge dili tek resmi dildir. Đdare, resmi ilanlar, yargı, eğitim ve işaretler resmi dille ifade edilir. Đki resmi dili bulunan başkent Brüksel’de, Fransızca ve Flamanca iki dilliliği merkezi idare dahil, tüm kent kurumları ve sokak işaretlerinde dahi titizlikle uygulanır. Hatta memurlar dahi %50 oranında dağıtılır. Veliler çocuklarını kent içinde oturdukları komünlere göre Fransızca ya da Flamanca okullara göndermektedir. Tüm Brüksel okullarında Flamanca konuşanlar Fransızca; Fransızca konuşanlar Flamanca öğrenmek zorundadırlar. 2.4. ĐSPANYA 1980 yılına kadar Đspanya’da, eğitim dili sadece Đspanyolca idi. Bu durum, hem Đspanyol halkını hem de kuzeyde yaşayan Bask halkını rahatsız etmekteydi. Bask bölgesi uzun süre bir iç savaş yaşadı. 1982 yılında, Đspanyol parlamentosu bir karar alarak ülkeyi yeni bir idari sisteme göre bölgelere ayırdı. Buna göre; yeni bir anayasa ve yeni bir eğitim sistemi belirlendi. Bu sistem içerisinde Bask bölgesi ayrı bir bölge oldu. Đspanya Devleti, kimi yetkilerini yerel hükümetlere devretti. Katalon, Bask ve Galler dilleri konuşuldukları bölgenin resmi dili oldu. Bask bölgesinde 5.000.000 kişi yaşıyor. Özerklik statüsünün 6. Maddesine göre Bask dili resmi dildir. Herkes bu dili bilmek zorundadır, kullanmak hakkına da sahiptir. Bask meclisinde her iki dil de kullanılmaktadır, simültane çeviri hizmeti mevcuttur. Bask Hükümeti, eğitim alanında dillerin kullanımı konusunu düzenlemekte serbesttir. Ortaöğretim sonunda, her öğrenci hem Kastilyon (Đspanyolca ) hem de Bask dillerinde kendini anlatabilme yeteneğine sahip olmak zorundadır. Özel okullar hariç sadece Bask dilinde eğitim veren okul yoktur. Đlkokulda öğrenciler haftada 16 saat Baskça eğitimi görürler. Orta öğretimde bu süre 25 saate kadar çıkabilmektedir. Bask ülkesi üniversitesi, felsefe, tarih, coğrafya, dilbilimi ve eğitim alanlarında Bask dilinde öğrenim vermektedir. 2.5. ĐSRAĐL Đsrail’in nüfusu 4.4 milyondur. Nüfusun %82 Musevi, %18’Đ Arap'tır. Resmi diller Đbranice ve Arapça'dır. Resmi yayınlar aynı zamanda Arapça yayınlanır. Devlet dairelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, eğitim ve kültür konularında Arapça’nın özel statüsü bulunur. Parlamentoda Arapça ve Đbranice kullanılmakta ve Arapça’dan Đbranice'ye simültane çeviri yapılmaktadır. Arap azınlığı ilkokuldan lise sona kadar Arapça eğitim görebilmektedir. Araplar ikinci dil olarak Đbranice öğrenmek zorundadır. Musevilerin ise Arapça öğrenme zorunluluğu yoktur. 45 2.6. KANADA Kanada’nın nüfusu 25,5 milyondur. Nüfusun %63’ünü anadili Đngilizce olanlar %25’ini ise anadili Fransızca olanlar oluşturur. Ülkenin bir federal hükümeti ve 12 eyaleti vardır. 1982 anayasasına, göre Kanada’nın anadilleri Đngilizce ve Fransızca'dır. Bu diller parlamento ve hükümette eşit hak ve imtiyazlardan yararlanırlar. Anayasa talep eden bütün vatandaşlarına Đngilizce ve Fransızca eğitim verilmesini öngörür. Kanada hak ve özgürlükler yasasına göre bir azınlık, kendi dilinde eğitim görebilmek için oturduğu eyaletin Fransız ya da Đngiliz azınlığına mensup olacaktır. Anayasanın azınlık dillerine tanıdığı hak, yeterli azınlık ya da öğrenci sayısının bulunmasına bağlıdır. Fransızca konuşanların çok az olduğu Yeni Đskoçya gibi eyaletlerde bunlara tanınan hak sadece semboliktir. Anlaşılacağı gibi yeterli sayıda oldukları takdirde eğitim, yargı ve hizmetlerde kendi dilleri konuşulacaktır. Ancak sorun yeterli sayının ne olduğunun açıklanmamasıdır. 2.7. ĐSVĐÇRE Nüfusu 6,5 milyon olan Đsviçre, 23 kantonlu resmi adı Helvet Konfederasyonu olan bir devlettir. Ülkenin resmi dilleri ve ulusal dilleri Almanca, Fransızca ve Đtalyanca’dır. Ayrıca Romans dili de ulusal dildir. Đsviçre Anayasasına göre; vatandaşlar dil konusunda eşittir, bölgeler dillere göre ayrılmıştır, azınlık dilleri korunacaktır. Federal Parlamentoda milletvekilleri istedikleri dilde konuşurlar. Yasaların çoğu Almanca hazırlanır sonra Fransızca ve Đtalyanca’ya çevrilir. Eğitim o kentin resmi diline göre yapılır. Milli Eğitim Bakanlığı yoktur. Her kanton eğitim alanında özerktir. Bu nedenle eğitim sistemlerinde, sınav yöntemlerinde, öğretim programlarında ve bilimsel terminolojide büyük çeşitlilik söz konusudur. 2.8. SSCB VE BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Eski SSCB 15 cumhuriyet ve ulustan oluşmuştur. Anayasaya göre bütün cumhuriyetler statü yönünden eşittir. Sovyet vatandaşları 130 dil konuşurlar. Ayrıca 6 alfabe kullanırlar. Her bir cumhuriyet eğitim ve öğretimde kendi dilini kullanır. Sayıları on altıyı bulan muhtar (özerk) cumhuriyetlerde vardır, bunlarda eğitimde kendi dillerini kullanırlar. Ekim devrimi sonrası çok yaygın olan okuma yazma bilmezlik sorunu ele alındı. Birçok yerde bu halk için hiç bir zaman sahip olmadıkları alfabe ve yazı dili yaratmak anlamına gelmiştir. Dilbilgisi kitaplarını topladılar; birçok dil ve lehçelerde sözlük, dilbilgisi kitapları, ders kitapları yayınladılar. Sovyetlerde ilk öğretim tümüyle mahalli halkın anadiline göre geliştirildi. 1917 devriminden sonra düzinelerce dil grupları kendi edebi dillerini geliştirdiler ve bu dilleriyle yüz binlerce kitap yazıldı. 1930 yılında Sovyet hükümeti ilkokullarda 70 değişik dilin kullanılmakta olduğunu bildirdi. Ulus ve azınlıkların kendi bölgelerinde tarihlerine, sanat eserleri ve olaylara bakışları tamamen serbesttir. Ayrıca kendi anadilleriyle kendi ülkelerinde yüksek öğrenim yaparlar. Rusça eğitimin belirli kademesinden sonra kurumlarda yer alır ve öğretilir. Eğitimde, yetkisi bütün Sovyetleri kapsayan birlik bakanlığı ve yetkisi bir cumhuriyete özgü olan Cumhuriyet Bakanlığı vardır. Bütün ilkokulların ve ortaokulların işiyle cumhuriyet bakanlığı ilgilenir. Birlik bakanlığı ortak politikalar için eşgüdüm merkezidir. Ayrıca her cumhuriyette, yüksek öğretim bakanlığı bulunur. Bu bakanlıklar da birlik bakanlığınca koordine edilir. 15 Özerk (muhtar) cumhuriyetin her birinin kendi eğitim bakanlığı vardır; ancak bunlar birlik cumhuriyetlerinin bakanlığına bağlıdır. Mesela Yakutistan Özerk Cumhuriyeti Rusya F.S.S.C.’ ye bağlıdır. Eğer yüksek makamdan verilmiş yönergeler yoksa mahalli eğitim bakanlığı birçok hareket serbestliğine sahiptir. 46 Cumhuriyet bütçesinden bir miktar ödenek eğitim bakanlığına tahsis edilir ve bakanlık da bunu mahalli yönetim dairelerine dağıtır. Her cumhuriyet kendi bütçesini yapar ve bu bütçenin, merkezi hükümet tarafından onaylanması gerekir. Bakanlık ile mahalli makamlar ve mahalli okullar arasında bağlantıyı sağlayan bakanlığın atadığı müfettişlerdir. Her bir cumhuriyet ve muhtariyet eğitim programını yapmakta serbesttir. Söz konusu tek kısıtlama sosyalizm karşıtı içeriği olması durumundadır. Ders kitapları cumhuriyetlerdeki değişik yayın evleri tarafından birçok dillerde basılır. 2.9. HOLLANDA Bu ülkede iki yerli halk yaşamaktadır. Hollandalılar ve ülkenin kuzeyinde yaşayan Frezenler. Eğitim Hollanda ve Frezen dillerinde yapılmaktadır. Ayrıca Frezenler, Hollanda dilini de yabancı dil olarak öğrenmektedir. 2.10. NORVEÇ Bu ülkede iki halk yaşamaktadır. Ülkede yaşayan Sami ve Norveç halklarının ikisinin de eğitimi yapılmaktadır. 1980 yılına kadar bu ülkede yalnız Norveç dilinde eğitim yapılırdı. Sami okullarında Sami dilinin konuşulması bile yasaktı. 1980 yılında Norveç parlamentosunun aldığı kararla yeni eğitim sistemi benimsendi. Buna göre; Sami bölgesinde Sami dilini bilen öğretmenler görevlendirildi. Sami dili öğrenimi teşvik edildi. Yavaş yavaş bütün Sami bölgesinde Sami dilinde eğitime geçildi. Sami öğrencilere Norveç dili yabancı dil olarak okutulurken, Sami bölgesi dışındaki öğrencilere isterlerse Sami dilini yabancı dil olarak okuma hakkı tanındı. Yukarıda sayılan ve açıklamada bulunulan bazı ülkelerdeki dil kullanım olanaklarından başka, son dönemlerde özellikle çok göç alan Avrupa ülkelerinde göçmen çocukları için anadillerinde eğitim hakkı da bulunmaktadır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE ANADĐLLE EĞĐTĐM VE ANADĐLĐ EĞĐTĐMĐ HAKKI Dünyada, azınlık haklarının neler olduğu değil azınlığın tanımı konusunda tartışmalar sürmektedir. Ancak, azınlıkların sahip olması gereken hakların listesi ve içeriği giderek genişleme eğilimindedir. BM, Avrupa Konseyi, AGĐT, Avrupa Birliği gibi uluslar üstü toplulukların çalışmalarında, azınlıkların haklarına özel bir önem verilmektedir. Azınlıkların yada başka bir deyişle farklı olanların, içinde bulundukları toplumun zenginliği olduğu anlayışı yerleşmektedir. Çeşitliliğin çoğulcu, demokratik bir ülke için tehlike değil, birleştirici ve zenginleştirici bir unsur olduğu artık ortak görüştür. Gelişme, çoğunluğun sahip olduğu hakların tümünün azınlıklara, yani farklı olanlara tanınması yönündedir. Dünyadaki gelişmeleri görmek için anadilde eğitimin örneklerine ve uluslar arası anlaşmalara, tarihin gelişimine bakmak yeterlidir. Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı; 47 Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen “Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı” 1992’de imzaya açılmıştır. Söz konusu sözleşme beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, resmi olmayan dil tanımlaması yapılmaktadır. Resmi dillerin diyalektikleri, devletin özel bir alanı olarak tanımlanamayan “Yerel Olmayan Diller” ile özel anlaşmalar ayrı tutulmaktadır. Đmza atan devletler bölgesel ve azınlık dillerini tanımlamak, belirtmek zorunda kalmışlardır. Đkinci bölümde temel alınan hedef ve prensipler listelenmiştir: Bölgesel ve Azınlık Dillerinin tanınması, Kapsamında oldukları coğrafi bölgeye saygı gösterilmesi, Bu dillerin yararına saygı ve olumlu davranış gösterilmesi, Bu dillerin öğretilmesi ve bu dillerde öğrenim görme garantisi, Bu dilleri konuşamayanlar için öğrenim kolaylığı sağlanması, Ayrımcılığın kaldırılması, Dil grupları arasında karşılıklı saygı ve anlayışın arttırılması, Bu dillerin çıkarlarını temsil edecek organların kurulması, Yerel olmayan diller hakkında şart ilkelerinin uygulanması. Üçüncü bölüm ise bölgesel ve azınlık dillerinin toplumsal yaşamda kullanımının arttırılması için önlemler alınmasını şart koşmaktadır: Eğitimde, Adli ve idari işlerde, Kamu hizmetlerinde, Basın ve yayında, Kültürel etkinliklerde, Ekonomik ve sosyal yaşamda, Sınır ötesi ilişkilerde Dördüncü bölüm sözleşmenin uygulanmasını içermektedir. ANA DĐLNĐN KULLANIMINA ĐLĐŞKĐN DĐĞER ULUSLAR ARSI BELGELER Birleşmiş Milletler Teşkilatı, AGĐT, UNESCO ve Avrupa Konseyi çerçevesinde kaleme alınan uluslararası belgelerdeki ana dilinin kullanımı ve ana dilinde eğitimle ilgili kararları içeren sözleşme ve bildirgeler: 1. 26.6.1945 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Bu belgede ana dilinde eğitimle ilgili özel bir madde düzenlenmemiş olmakla birlikte, örgüt amaçlarıyla ilgili düzenlenen 1.madde de “…Đnsan haklarına yada temel özgürlüklere ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı olmaksızın saygı duymayı teşvik etmek ve bunu yerleştirmek” denilmekte, bu maddenin örgütün tüm üyelerini bağladığı vurgulanmaktadır. 2. Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 48 Bu belgede de kültürel haklar konusunda özel düzenleme yapılmamakta, bildirgenin 2.maddesinde ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal yada toplumsal köken farklılıkları nedeniyle insanlar arasında ayrımcılık yapılamayacağı vurgulanmaktadır. 3. Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Paktı 1966 yılında imzalanan ve Türkiye gibi taraf olmayan ülkeleri bağlayıcı niteliği olmayan paktın 13., 14., ve 15.maddeleri ana dilinde eğitimle ilgili doğrudan karar içermeyen fakat eğitimin herkes için temel bir hak olduğunu vurgulayan daha detaylı kararları kapsamaktadır. 4. Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Paktı 1966 yılında imzalanan ve 1976 da yürürlüğe giren bu pakta da Türkiye taraf olmamıştır. Paktın 27.maddesi “etnik, dinsel, yada dilsel azınlıkların bulunduğu ülkelerde, bu azınlığa mensup kişilerin kendi gruplarına mensup şahıslarla birlikte kendi kültürlerini yaşamak, kendi dinlerinin gereğini uygulamak ve kendi dillerini kullanmak hakkı yadsınamaz” denmektedir 5. Ulusal yada Etnik, Dinsel ve Dil azınlıklarına Üye Kişilerin Hakları Konusunda Birleşmiş Milletler Teşkilatı Bildirgesi Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu 18 aralık 1992 tarihinde aldığı kararla yayınladığı bu belge ile azınlıklara üye kişilerin hakları arasında, kendi kültürünü yaşama hakkı, kendi dilini kullanma hakkı, üyesi bulunduğu azınlıklarla ilgili karar alma mekanizmalarına katılma hakkı, dernek kurma ve bunları denetleme hakkı, başka ülkelerde yaşayan aynı grubun diğer bireyleri ile barışçı ilişkiler kurma hakkını saymıştır. 6. Eğitim Ayrımcılığına Karşı UNESCO Sözleşmesi Kültürel haklar konusunda en önemli belgelerden birisidir. 1962’de yürürlüğe giren Türkiye’nin taraf olmadığı bu belgeye 84 ülke taraf konumundadır.Sözleşmenin 5/1-c maddesinde “üye devletler, Ulusal azınlık mensuplarına kendi eğitim faaliyetlerinin yürütme hakkını tanımanın önemli olduğunu kararlaştırmışlardır. Bu faaliyet kendi dillerinin kullanımını veya öğretimini sağlamayı da içerecektir” denilmektedir. Aynı belgede “dinsel veya dilsel nedenlerle ayrı eğitim sistemi oluşturmak ya da eğitim kurumları kurmanın” öğrencilerin ana-babalarının talep etmesi ve bu eğitim kurumlarına katılmanın zorunlu olmaması koşuluyla hak olduğunu vurgulamıştır. 7. XIV. UNESCO Genel Konferansında Kabul Edilen Bildirge Bu belgede `her kültürün saygı duyulması ve korunması gereken bir saygınlığı vardır. Her halk kendi kültürünü geliştirme hak ve görevine sahiptir” denilmektedir. 1978 yılında yapılan UNESCO Genel Konferansı’nda onaylanan bildirgede: “tüm şahısların ve grupların farklı olmak, kendilerini farklı görmek ve böyle kabul olunmak hakları vardır.” ifadesi yer almaktadır. 8. AGĐK Çerçevesinde Kültürel Haklar 01.08.1995 tarihinde Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanması ile sonuçlanan Avrupa Güvenlik ve Đşbirliği Konferansı’nda “insan hak ve özgürlüklerine ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı yapılmaksızın saygı gösterilmesi, siyasal, medeni, ekonomik, kültürel sosyal hak ve özgürlüklerin tam olarak gelişmesi için gerekli diğer hak ve özgürlüklerin teşvik edilip geliştirilmesinin Helsinki Nihai Senedi’ne taraf olan devletlerin sorumluluğunda olduğu onaylanmıştır. AGĐK çerçevesinde kültürel haklarla ilgili düzenlenen bir diğer belge de 1990 tarihli Kopenhag Dokümanı’nda ulusal azınlık üyelerinin kendi etnik, kültürel, dile ilişkin ve dini kimliklerini özgürce koruma, geliştirme hakkına ve kendi istekleri dışında asimile edilmeme hakkına sahip oldukları belirtilmiştir. Aynı belgede ulusal azınlık mensuplarına, ana dillerini özel hayatlarında ve kamu yaşamında özgürce kullanmaları ile ilgili ayrı bir madde daha düzenlenmiştir. Başka bir madde de “azınlıklara kendi ana dillerinin öğretilmesi yada ana dillerinin resmi merciler nezdinde mümkün olduğu ölçüde ve gerekli olduğu taktirde kullanılmasını sağlayacak 49 önlemlerin alınması, eğitim kurumlarında tarih ve kültür öğretimi çerçevesinde ulusal azınlığın tarih ve kültürünün de göz önünde tutulması” belgeye taraf olan devletlerin sorumluluğu olarak belirtilmiştir. “Hiç kimse istediği dili özellikle ana dilini öğrenmekten alı konamaz.” Bu da Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde kurulan Ad Hoc Komitesinin benimsediği karardır. Avrupa Konseyi’nde bölge ve azınlık dilleri ile ilgili geçici olarak oluşturulan komitenin sözleşme metni 1992’de imzaya açılmıştır. Azınlık dillerin korunması ve gelişmesi ile ilgili en detaylı düzenlemeleri içermesine karşın dillerin kullanımına ilişkin kişisel hak getirmekten çok “devletler sözleşme hükümlerinin uygulayacağı dilleri saptamakta serbesttir.” Anlayışı, sorunu bütünü ile devletlerin inisiyatifine terk etmektir. Türkiye bu sözleşmeyi de imzalamamış ülkelerden biridir. Ancak göçmen işçilerin sözleşme kapsamı dışında tutulduğunu belirtmek gerekir. 9. Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşme Avrupa Konseyi’nde 1 şubat 1995’te imzaya açılan, Türkiye’nin imzalamadığı bu belge de soruna ilişkin çeşitli hükümler içermektedir. “Çoğulcu ve gerçekten demokratik bir toplum, bir ulusal azınlığa üye kişilerin etnik, kültürel ve dinsel kimliklerine saygı duyulmasını, bu kimliği açıklamak, korumak ve geliştirmek için gerekli olan koşulların oluşturulmasını sağlamak zorundadır. “Sözleşmeye taraf olan ülkeler ulusal azınlığa üye kişileri özel yaşamında olduğu gibi kamu ile ilgili ilişkilerinde de, sözlü yada yazılı olarak azınlık dilini özgürce ve engellemeden kullanma hakkını tanımayı üstlenirler.” Kararlarını içeren sözleşme Türkiye gibi ülkelerindeki azınlıkların varlığını reddeden devletlerce imzalanmamıştır. BEŞĐNCĐ BÖLÜM KÜRTÇE EĞĐTĐM UYGULAMALARI Osmanlı ve Pers imparatorlukları ile Türkiye-Đran-Irak ve Suriye cumhuriyetlerinin her türlü engellemelerine karşın Kürtçe eğitim, kimi zaman açık kimi zamansa gizli olarak; bazen dar, bazen geniş alanlarda, ama her zaman uygulanma imkanı bulabilmiştir. Osmanlı ve Pers imparatorluklarının iki taraftan uyguladıkları baskılara karşın, özerkliklerini koruyabilen Kürt beylikler, dönemlerinin en büyük okullarına ve bilginlerine de sahip olabildiler. Bu dönemde medrese olarak bilinen eğitim yerleri ve buralarda öğretmenlik yapan bilginler açısından Kürt Beylikleri’nin Osmanlı’dan geri olmadığı söylenebilir. Bu durumu XVII yüzyılın en önemli Türk coğrafyacılarından Evliya Çelebi de doğrulamaktadır. Evliya Çelebi’ye göre Bilis’te, Van’da 20 mektep vardı. Şerefhan Bitlisi, Şerefname adlı eserinde Van, Bitlis, Ahlat, Ercis, Hizan, Amadiye ve Cizre’deki medreselerden övgü ile söz ederken, Cizre Emiri Bedirhan Bey için şunları söyler: “Bilgin ve alimlerle çok ilgilendiği ve onlara sahip çıktığı için onun döneminde çok sayıda bilgin ve konularında otorite olan ulema, Cizre’de toplanıyorlardı. Hiçbir yerdeki şair ve bilginler Cizre’dekilerle boy ölçüşemez. Şerefhan Bitlisi, Ahlat’lı Muheddin’in bir astronomi bilgini olduğunu ve Hutagu Han’ın fermanı ile Nasreddin Tusi ve başka bazı bilginlerle astronomi gözlemevi yaptıklarını söylüyor. 50 Đslamiyet’ten önce Kürtler arasında yaygın olan din Yezidilik’ti. Yezidi dinin kutsal kitapları olan “Mishefa Reş” ve “Kitabı Cliwe” Kürtçe yazıldılar ve günümüze kadar okunarak korundular. VII. yüzyılda orduların Kürdistan’a girmesi, Kürtlerin müslümanlaştırılması, Kur- an’ın Arapça olması ve Arapça öğretimin zorunlu olarak dayatılmasından sonra, Kürdistan’da eğitim dili Arapça oldu. Fakat daha sonra medreselerde okutulan ders kitaplarının Kürtçe yazılması ile Kürtçe eğitim dili haline geldi. Bu Kürtçe kitapların en önemlileri, Hazreti Muhammed’in doğumunu anlatan Mevluda Kurmanci, Ehmed’e Xani’nin Nubar ve Mela Yunis’in Arap grameriyle ilgili yazdığı Tasrif, Zuruf ve Terkip’tir 1. OSMANLI DEVLETĐ’NDE KÜRTÇE EĞĐTĐM Medreselerdeki eğitim dili Kürtçe’dir. Kürtçe eğitimin en saygın uygulayıcılarından olan Ehmede Xani, Doğu Beyazıt’ta bir okul açmış ve okulun öğretmenliğini yapmıştır. Ehmede Xani’nin Mem û Zin isimli eseri dil, edebi anlatım, stil olarak hala aşılamamış bir baş yapıttır. Ehmede Xani’nin ölümünden sonra Doğu Beyazıt’taki okulun öğretmenliğini, öğrencisi olan, Đsmail Bayezedi sürdürmüştür. Bayezedi, Kürt çocuklar için Gülzar ismi ile Kürtçe-ArapçaFarsça bir sözlük yazmıştır. Kürtçe eğitim amacıyla Diyarbakır ve Bitlis’te iki okul açan Mikitiç Tigranyan (Ermeni eğitimci) 1848’de bu okulların Kürtçe dersi öğretmenliğini de yapmıştır. Tigranyan, 1860’da Kürt ve Ermeni Alfabesi’ni, daha sonra Kürtçe-Ermenice sözlük hazırlamıştır. 1892’de Đstanbul ve Bağdat’ta zengin Kürt aşiret reislerinin çocukları için Aşiret Mektepleri olarak bilinen iki okul açıldı. Sultan Abdülhamit’in aşiret reislerini ödüllendirmek ve kendisine daha çok bağlamak için açtığı bu okullarda, din ve savaş teknikleri ağırlıklı dersler okutuluyordu. Bu okulları bitirenlerin Harp akademilerine gitmeleri gerekiyordu. Bu okulları bitiren Kürt gençleri Osmanlı’ya karşı mücadelede aktif olarak yer aldılar. Bu da okulların 1902’de kapatılmalarına neden oldu. 1908’de kurulan Kürt Teavvün ve Terakki Cemiyeti (Kürt Yardımlaşma ve Đlerleme Cemiyeti), Kürtçe eğitim veren okullar açmak ve Kürtçe kitaplar hazırlamak ve yayınlamak amacı ile bir komite oluşturur. Bu komitenin çabalarıyla Đstanbul divan yolunda Dıbistana Meşrutiyete (Meşrutiyet Okulu) açıldı. Okul yöneticiliğini Abdurrahman Bedirhan yapıyordu ve başlangıçta okulun 30 kadar Kürt öğrencisi vardı. (Celile Celil -s.88) Bu okul, dört kurucusundan ikisinin Kürt olduğu, Đttihak ve Terakki Cemiyeti’nin yöneticileri tarafından kapatıldı. 1912-13 yıllarında Abdülrezzak Bedirhan ve Simko’nun çabalarıyla Đran’ın Xoy kentinde Gihandin ismiyle kültürel bir cemiyet kuruldu. Cemiyetin amacı Kürt okulları açmak, Kürtçe alfabe hazırlamak, Kürtçe dergi gazete çıkarmaktı. Bu cemiyet halktan topladığı paralar ve Rusya ve Fransa’dan aldığı teknik yardımlarla (Osmanlı ve Đran devletlerinin bütün karşı koymalarına rağmen) Xoy’da Dıbistana Destpeki A Kışt ü Kal (meslek okulu) açmayı başardı. Açılan bu okul, öğretmenler odası, yemekhane ve revir gibi bölümlerin bulunduğu yatılı bir meslek okuluydu. 22 Ekim 1913’de açılan bu okulun 29 öğrencisi vardı. Okulda tarih, coğrafya, matematik gibi dersler veriliyordu. Marangozluk, terzilik, demircilik silah yapım ve onarım gibi bölümleri de vardı. 1919’da kurulan Kürt Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti (Kürt Eğitim Yayınlarını Yaygınlaştırma Cemiyeti) programında eğitim ile ilgili kısımlara özel bir yer verilmişti. • Kürtçe eğitim yapacak ilkokulların Kürdistan’da açılıp yaygınlaştırılması • Bir Kürt öğretmen okulunun açılması 51 • Kürtçe ders kitaplarının basılması • Kürtçe sözlük hazırlanması Bir dil komisyonu da kurmayı amaçlayan cemiyet amaçladıklarından sadece Ehmedê Xanê nin yazdığı Mem û Zîn kitabının çıkarılmasını gerçekleştirebilmiştir. 2. KUZEY IRAK’TA KÜRTÇE EĞĐTĐM Kürtçe eğitimin en yaygın ve kesintisiz uygulandığı Kuzey Irak’a Milletler Cemiyeti 1925’te özel statü tanımıştı. Bu nedenle, Irak yönetimini elinde bulunduran Đngiltere, Kürtlerin okul açmalarına azda olsa imkan tanımaktaydı. 1926’da Kuzey Iraklı Kürtlerin ilk kültürel örgütü olan Cemiye’ı Zandti Kurt (Kürt Bilim Cemiyeti) Süleymaniye’de kuruldu. Cemiyetin programı daha çok eğitimle ilgili konulardan oluşuyordu. • Kürdistan’da eğitimi yaygınlaştırmak için gazete ve bülten yayını • Genel kitaplar ve okul kitaplarının tercümesi ve yazılması • Gündüz ve gece eğitimi yapabilecek okulların açılması • Kütüphane ve kitapevlerinin kurulması • Yurtdışına öğrencilerin gönderilmesi ve Kürt tarihi, coğrafyası, ve etnografyası üzerine çalışmalar yayınlamaya öncelik verilmesi 1930’lu yıllarda Kürtçe eğitim veren ikisi ortaokul düzeyinde olmak üzere 60 okul vardı. Bu okulların 1411 öğrencisi bulunmaktaydı. Kürt okulları olmalarına rağmen haftada 37 saat dersin ancak 3’ü Kürtçe idi. 1932’de Đngiltere’nin çekilip, Irak’ın Birleşmiş Milletler Cemiyetine kabul edilmesinden sonra da Kürtçe eğitim devam etmiştir. Ancak Kürtçe eğitimin uygulanma alanı, Kürtlerle merkezi yönetim arasındaki güç dengelerine göre daralmış ya da genişlemiştir. Örneğin 1944’te Kürt ulusal mücadelesinin bir sonucu olarak, merkezi iktidar Kürtlerle bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Ve bu anlaşmaya göre öğrenim ve kültür alanında Kürdistan özerk olacaktır. Bağdat üniversitesinde açılan Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün öğretmenliğini 1960’dan ölümüne kadar yapan Alaaddin Secadi, tüm ülkenin en büyük dilbilimcisi, edebiyat tarihçisi ve eleştirmeni olarak biliniyordu. Ulusal mücadele güçlendikçe , merkezi iktidar daha çok okul açıyordu. 4 Ağustos 1968’de Irak Đhtilal Komite Konseyi Kürt Dili’nin bütün Irak okullarının her aşamasında öğretilmesi kararını aldı. Süleymaniye’de bir Kürt akademisi ve üniversitesinin açılması programa alındı. 21 Eylül 1968’de Newroz resmi tatil günü haline geldi. Kürdistan Demokratik Partisi’nin sekreterliğini yapmış, 1956’da yazdığı “Jani Gel” (Halkın Sancısı) romanı ile önemli Kürt romancılarından olan Đbrahim Ahmet, Kürt Akademisi’nin başına getirildi. 52 11 Mart 1970 tarihli özerklik antlaşmasına göre; 1. Nüfusun çoğunluğu Kürt olan bölgelerde Kürt dili, Arap dili ile birlikte resmi dil olacaktır 2. Bu bölgelerde eğitim dili Kürtçe olacaktır. 3. Kürtçe eğitim yapan bütün okullarda Arapça’da öğretilecektir. 4. Kürtçe Irak’ın diğer bölgelerinde yasal sınırlar içinde ikinci dil olarak öğretilecektir. Bu antlaşmadan sonra Bağdat Sülemaniye’ye ve Erbil’de Kürdoloji Enstitüleri, Erbil’de Selahattin Eyyübi Üniversitesi açıldı. Kuzey Irak’taki Kürt okullarında Kürtçe eğitim antlaşmaya tam uygun olmasa da devam etti. Örneğin; 1980 yılında sadece Erbil’de 990 ilkokul, 94 ortaokul Kürtçe eğitime devam ediyordu. Kürtçe eğitim, Kuzey Irak’ta her kademedeki eğitim kurumlarında bugün de devam etmektedir. 3. ĐRAN’DA KÜRTÇE EĞĐTĐM Ocak 1946’da kurulan Mahabbat Kürt Cumhuriyeti’nin resmi ve eğitim dili Kürtçe idi. Cumhuriyet’in eğitim bakanı Manaf Kerimi, bir yandan Kürtçe eğitim veren okullar açarak bir yandan da 600 kadar Kürt çocuğunu SSCB’ye göndererek eğitim alanındaki ihtiyaçları karşılamaya çalışıyordu. Gırugali Mındala (Çocukların Cıvıldaması) adlı bir çocuk dergisi yayınlandı. Mahabat kuşağından olan Rehime Gazi, Kürdistan’ın Đran-Irak alanında ortaya çıkmış baş yapıtlardan olan “Pêşmerge” romanının yazarıdır. Đkinci dünya savaşından sonra dünya devletlerinden tek birinin bile elini uzatmadığı Mahabbat Kürt Cumhuriyeti Đran tarafından yıkılmış ve yöneticileri idam edilmiştir. Bu aynı zamanda Kürtçe eğitim veren eğitim kurumlarının da yıkılışıydı. 1979’da şahın devrilmesiyle Kürtçe eğitim süreci tekrar başladı. 4. SSCB’DE KÜRTÇE EĞĐTĐM Kürt dili ve kültürünün en iyi yaşam alanlarından birisi de SSCB’ydi. Bu durum daha çarlık Rusya’sı döneminde başladı. 1914’de Petersburg Üniversitesinde Kürt Dili ve Etnografyası kursu açıldı. Kürt dili ve kültürüyle çok yakından ilgilenen Orbell, bu kursun öğretmenliğini yapıyordu. Erzurum’da çarlık Rusya’sı adına konsolosluk görevi yapan Aleksandr Jaba, 1848-1866 yıllarında; Kürt kültüründen seçmeler, Kürtçe-Fransızca büyük sözlük, Fransızca-Kürtçe büyük sözlüğü yayımladı. Ekim devriminden sonra sayıları 300 bin civarında olan SSCB’deki Kürtler, Kürtçe eğitim imkanına kavuştular. Çeşitli üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri açıldı ve bu bölümlerin bazılarına Kürt bilim adamları başkanlık yapıyordu. Örneğin Heciyê Cındi, Ermenistan bilimler akademisinin Kürt dili bölümünde profesör ve okullarda okutulan Kürtçe ders kitaplarından onlarcasının yazarıdır. Leningrad Üniversitesinin Şark Dilleri Bölümü’nün Kürt Dili Kürsüsü profesörü olan Qanate Kurdo, Kürt Dili ve Edebiyatına ilişkin çok sayıda kitap yanında Rusça-Kürtçe sözlük de (34.000 kelime, 1960) yazmıştır. 1925’den itibaren Erivan ve çevresinde, Kürtçe eğitim veren ilk ve orta dereceli okullar açıldı. Bu okullarda bütün dersler Kürtçe veriliyordu. Ayrıca Rusça ve Ermenice dersler vardı. Eğitim dilinin Kürtçe olmadığı ama Kürt nüfusunun çok olduğu bazı yerlerdeki okullarda ise, Kürt Dili ve Edebiyatı dersi yer alıyordu. Gerek Kürtçe ders kitaplarının hazırlanması, gerekse söz 53 konusu okullara Kürtçe ders verecek öğretmenler yetiştirmek amacıyla Erivan’da bir yüksek okul açıldı. Ayrıca kısa süreli kurslarda düzenlenerek öğretmen açığı giderilmeye çalışıldı. Bu kurslarda da öğretmenlik yapan Qanate Kurdo şunları söylüyor: “1935’de Abaran nahiyesine gitmiştim. Burada Kürt okullarına öğretmen yetiştirme kursu açılmıştı. Burada, Büyük Çavuşan Köyü’nde Kürt Dili ve Edebiyatı dersleri veriyordum.” 1928 yılında Latin harfleriyle bir alfabe hazırlayan Kürtler, günümüze kadar yayın faaliyetini sürdüren Riya Teze isimli bir gazete çıkardılar. 9 Temmuz 1934’de Erivan’da ilk kez Kürdoloji kongresi yapıldı. Bu kongrede şu kararlar alındı: • Kürtçe edebi dilinin geliştirilmesi • Doğru yazma ve Kürtçe alfabenin geliştirilmesi • Kürtçe gramerinin yeniden yazılması • Yeni sözcüklerin üretilmesi 1930-31 yıllarında 27 Kürt okulunda 1951 öğrenci Kürtçe eğitim görüyordu. Ancak Kürt okullarında Ekim devrimi ile açılan özgürlük kapısı, 1938’e kadar devam edebildi. Bu yıllarda bir çok demokratik hak gibi, Kürt okulları da ortadan kaldırıldı. Ancak Kürtçe eğitim, Ermeni okullarında Kürt Dili ve Edebiyatı dersi olarak okutulmaktadır. SSCB’de Kürtçe eğitimin yaşam bulduğu diğer bir yerde Kürdistan’a Sor’dur. 1923’te Azerbaycan Cumhuriyetine bağlı olarak kurulan Kürdistan’a Sor (otonom Kürt bölgesi), bugünkü Karabağ ile Ermenistan sınırları arasında yer alıyordu. Başkent Laçin’di. 1926’da 42 bin nüfusu olan Kürdistan’a Sor, aynı yıl Azerbaycan Komünist Partisinin emriyle ortadan kaldırıldı. 5. AVRUPA’DA KÜRTÇE EĞĐTĐM Avrupa ülkelerinin çoğunda üniversite veya yüksek okullara bağlı Kürdoloji bölümleri vardır. (Sorbon Üniversitesi gibi...) Yine Avrupa ülkelerinin çoğunda Kürtçe kurslar vardır. Her 10 - 15 öğrenci için bir sınıfın açıldığı bu Kürtçe kurslarında genellikle Kürt öğretmenler görev almaktadır. Bu kursların organizasyon ve finansmanını, belediyeler yapmaktadır. Almanya ve Đsveç’te Kürtçe ilk ve orta dereceli okullarda bir ders olarak okutulmaktadır. Almanya’nın Aşağı Saksonya Eyaletideki Kürt öğretmenler, Kürt dili, kültürü ve eğitimi temel stratejisi ile, Aşağı Saksonya Kürdistan’lı Öğretmenler ve Eğitimciler Derneği’ni 1992’de kurdular. Đsveç bütün yabancılar için olduğu gibi, Kürtler için de anadil eğitimi olanağını en iyi sağlayan Avrupa ülkesidir. 1977’de yürürlüğe konan anadil reformu yabancılara kendi anadilleriyle eğitim imkanı sağlamaktadır. Đsveç’te Kürt nüfusunun fazla olduğu şehirlerdeki temel öğretim okullarıyla liselerde Kürtçe bir ders olarak okutulmaktadır. Bu okullardaki Kürtçe dersine öğretmen yetiştirmek amacıyla 1984’te “Kürt Yüksek Öğretmen Okulu” açıldı. Batı Avrupa’nın ilk Kürt çocuk yuvası 1984’te Đsveç’te açıldı. Đkisi Đsveçli, üçü Kürt olan okulun eğitimcileri çocuklara Đsveççe ve Kürtçe olarak iki dilden bir eğitim vermeye çalışıyorlar. Kürt çocukları için bir başka hizmet de, çocukların hafta sonundaki zamanını değerlendirmek amacıyla açılan cumartesi okullarıdır. Yetersizde olsa Kürtler, Kürtçe eğitimi hep önemsemişler ve ulusal talepleri arasında sürekli yer vermişlerdir. Buna en iyi örnek, 1907 baharında Osmanlı baskılarının yoğunlaşması nedeniyle toplanan Kürt aşiret reislerinin, köklü ailelerin liderlerinin ve şeyhlerin Osmanlı yönetim merkezine gönderdikleri telgraftır: • Kürt dilinin bütün Kürt bölgelerinde resmi dil olması • Öğrenim dilinin Kürtçe olması 54 • Kürdistan’daki yönetici ve memurların Kürt olması • Vergi sisteminin olduğu gibi muhafazası ancak toplanan paranın Kürdistan’da okul ve yol yapımı için kullanılması Ulusal ve insani talepler içeren yukarıdaki telgraf, başka diyarlara medeniyet götüren Osmanlı Devleti tarafında bir “başkaldırı ilanı” olarak ilan edildi ve seferberlik ilanına yol açtı. 6. ĐNTERNETTE KÜRTÇE EĞĐTĐM Son yüzyılda yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmelerle, dünyamızda büyük değişimler yaratılmıştır. Öyle ki yaşanan son bilimsel gelişmeleri bilimsel devrim olarak niteleyenler dahi vardır. Bilimsel gelişmelerle birlikte gelişen en büyük alanın iletişim alanı olduğunu söylenebilir. Özellikle son yıllarda internetin gelişmesiyle iletişim alanında büyük bir adımın atıldığı bir gerçek. Bu gelişmeler hukuktan siyasete, sanattan kültüre, sosyal ilişkilere kadar birçok olumlu ve olumsuz etkiyi yaratmıştır. Örneğin bir çok ülkede, çeşitli konularda var olan yasal engeller internetle birlikte aşılıp, anlamsızlaşmış, bu da beraberinde hukuksal ve düşünsel değişimlere sebep olmuştur. Kürt halkı da bilimsel gelişmelerle birlikte birçok yasal engeli aşmış, anlamsızlaştırmıştır. Đnternette Kürtlerle ilgili bir çok site kurulmuştur. Türkiye, Đran, Irak, Suriye, Avrupa ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Kürtlere internetle kolayca ulaşılabilir. Kürt dili, edebiyatı ve tarihiyle ilgili bir çok bilgiye rahatlıkla ulaşmak mümkün. Ayrıca Kürtçe gazete, dergi ve kitapları okumak da mümkün. Arama motorlarından (www.legerin.com), Kürtçe günlük gazeteye (www.rojev.com) kadar birçok sitenin mevcut olduğu internette birkaç Kürtçe eğitim sitesini de bulabilirsiniz. Kürt dilinin öğretildiği, ayrıca Kürtlerle ilgili çeşitli bilgilerin yer aldığı bu sitelerden Haydar Diljen’nin kurduğu www.diljen.com sitesi bunlardan en önemlisi. Anadilde Eğitim ve Anadil Öğrenimi’le ilgili yaptığımız bu araştırmaya katkı sağlayacağı düşüncesiyle bu sitenin çeşitli bölümlerini araştırmamıza ekledik. Sonuç Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki; kişi anadilinden farklı bir dilde yaşamaya ve eğitime zorlandığı takdirde uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlar yaşanmaktadır. Yaşadığı bu sorunlar nedeniyle toplum için yararlı, üretken bir birey olamamaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi; o halkın yok olmasına ve toplumda sağlıksız bir gelişmeye neden olur. Böyle bir toplumda yetişen bir bireyin kendisine ve topluma faydalı olması beklenemez. Bununla birlikte bu tür yaklaşımlar toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı, ortak çıkarlar için birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği yegane araçtır. Türkiye’de başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmakta, bu halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri engellenmekte, bunun için gereken koşullar yaratılmamaktadır. Her Türkiye yurttaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte, Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz ...vb. bütün halkların Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın her alanında uygulanmaktadır. Toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasada da bu anlayış mevcuttur. (66. Madde : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür). “Devletin varlığı ve ülkenin bölünmez bütünlüğü” olarak kanunlara, dolayısıyla bütün toplumsal yaşama yansıyan parçalanma 55 ve bölünme paranoyası, ülkemizde demokratikleşme yönünde atılan her adımın karşısına engel olarak çıkarılmaktadır. Gerek uluslararası antlaşmalar, gerekse de diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; bütün dünyada anadilde eğitim, kendi kültürünü yaşama ve geliştirme, anadilini yaşamın her alanında kullanabilme haklarının tanındığı ve bir çok devletin bu tür girişimleri desteklediği, bu konularda özel çabalar sarf ettiği görülmektedir. Bir çok ülkede yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp, parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Bu anlayışın sonucu olarak hükümetler yaşamın her alanında halkların haklarını tanıyarak barış içinde bir arada yaşamanın yollarını aramaktadırlar. Bu konudaki hassasiyet her geçen dün artmaktadır. Kültürler mozaiği ülkelerde etnik kökene değil, anayasal yurttaşlığa dayanan devletler oluşturmaktadırlar. Kürt halkı her türlü engellere rağmen, yaşadığı her yerde ve tarihin her döneminde kimi zaman dar, kimi zaman geniş, kimi zaman açık, kimi zaman gizli Kürtçe eğitimi sürdürmüştür. Bu gün de Irak, Đran, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde, Đsveç, Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde Kürtçe eğitimler ve Kürtçe’nin öğretilmesi çalışmaları devam etmektedir. Yine internet üzerinden Kürtçe’nin öğretilmesi için açılan siteler mevcuttur. Bilimsel gelişmelerle birlikte bir çok yasal engel aşılıp, anlamsızlaştığı çağımızda internet yasaklara meydan okumaktadır. Halktan gelen çağdaş, demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye Devleti, artık etnik kökene dayanan toplumsal düzenden vazgeçip, bir çok halkın yaşadığı Türkiye’nin gerçeğine uygun, anayasal yurttaşlığa dayalı, çok kültürlü, çoğulcu bir toplumsal düzeni yaratmalıdır. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği’ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan kaldıracaktır. Bunları yaratmak Türkiye’de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir. EKLER EK 1 : KÜRTÇE YAYINLANAN ESERLER EK 2 : KÜRT DĐLĐNĐ TANIYALIM / EM ZIMANÊ KURDÎ BINASIN ĐSTANBUL KÜRT ENSTĐTÜSÜ / ÎNSTÎTUYA KURDÎ YA STENBOLÊ EK 3 : ANADĐLLE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ KONUSUYLA ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLER EK 1 KÜRTÇE YAYIMLANAN ESERLER’DEN ÖRNEKLER 56 PIRTÛKÊN KURDÎ YÊN LI TIRKIYEYÊ HATÎYE ÇAPKIRIN (TÜRKĐYE’DE YAYIMLANAN KÜRTÇE KĐTAPLAR) WEŞANÊN ENSTÎTUYA KURDÎ YA STENBOLÊ ( ĐSTANBUL KÜRT ENSTĐTÜSÜ YAYINLARI ) (Stenbol) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. Antolojiya Tekstên Kurdî / Stig Wikander Bixwîne Birengîne Çend Xezel û Helbest / Siyapûş Çîrokên Gelêrî / Đkram Đşler Çîrokên Kurdî / F. Huseyn Sağnıç Dermanên Bijîşkiya Gelêrî / C.Hekîm – M.Qûtup Em Zimanê Kurdî Binasin / Kurmancî-Tirkî-Îngîlîsi Ey Avê Av ( Dîwana ) / Feqiyê Teyran / Kurmancî Girnewas / Hasan Kaya Kurdiya Nûjen / Çeto Özel Memê Alan / Roger Lecsot Rojnameya Kurdî ya Pêşîn Kurdistan / F.Dilgeş Senem Xanim / H. Akyol Şêxê Senanî / Feqiyê Teyran Türkçe – Kürtçe Sözlük / Zana Farqînî Xanî’den Platona Îkî Demet Çiçek / H.Mem / Kurmancî-Tirkî Xwendin Ronahî Ye Yûsiv û Zuleyxa / Selîm Zargotin / Enstîtuya Kurdî Zend (6) / Enstîtuya Kurdî WEŞANÊN PÊRÎ (PERĐ YAYINLARI) Pirtûkên Kurmancî 1. Dîwaro Tera Dibêm Bûkê Tu Guhdar Be / Celîlê Celîl 2. Atobiyografya / Abdurrezak Bedirxan 3. Bîranînên Şer (Rojaneya Kuba) / Ernesto Che Guevara. 4. Hêlîn / Mahmud Baksi. 5. Filîtê Quto / Salihê Kevirbirî 6. Nameya Dîjle / Faysal Dağlı 7. Xewnên Pînekirî / Medeni Ferho. 8. Marê Di Tûr De / Medenî Ferho. 9. Zîlan, Agir û Stranên Jîyanê / Medeni Ferho. 10. Hevî û Jiyan / Derwêş M. Ferho. 11. Salar û Mîdya / Cegerxwîn. 12. Di Siya Dara Xacê De Serhildan / Miraz Ronî. 13. Kejê / Adîl Zozanî. 14. Destpêka Rêzimana Kurdî / Haydar Diljen 15. Berhavoka Kurdî / Stig Wikander 16. Destanên Kurdî / Celilê Celîl 57 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. Hemu Berhemên Casime Celîl Alfabeya Kurdî / Torî Kurdîstana bi Fîftî Fîftî / Osman Aydar Şahmaran / Lokman Polat Çîrokên Kurdan / Selahaddîn Mihotulî Birîna Bêar / Îlhamî Sertkaya Xevna Avê / Raif Yaman Ziman û Roman / Mehmet Uzun Pirtûken Kirmanckî / Zazakî 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. Bavê Gul / C. Çarekiz (Wejîayîşê Tiji). Biza Kolê / Vedat Dalokay (Wejîayîşê Tiji). Dûrî Şiya Nêzdî Ama / Xal Çelker (Wejîayîşê Tiji). Ebê Yaranîyê / X. Çelker (Wejîayîşê Tiji). Hesretê (Garod) Hraçya Koçar Kapriyelyan Karkerê Nonî / Maksim Gorkî (Wejîayîşê Tiji). Rozê Yena / Hawar Tornêcengî. (Wejîayîşê Tiji). Zazaca – Türkçe Sözlük / Harun Turgut Ziwanê Ma / Alfabe / Haydar Diljen AVESTA YAYINLARI 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. Bajarê Mirinê /Suzan Samancî / Kurteçîrok / 1996/ 95 1997 / 38 rûpel Bîra Qederê / Mehmet Uzun / Kurmancî Birakujî / Evdila Peşêv / Kurmancî Birina Reş / Musa Anter / Kurmancî Çinara Min / Musa Anter / Kurmancî Ez / Reşîdê Kurd / 1996 / 59 rûpel / Kurmancî Ferhenkekê kirdkî – Pehlewkî – Kurmanckî / Malmisanîj / Ji Nav Şiîrên Min / Şêrko Bêkes / Helbest / 1995 / 60 rûpel / Kurmancî Jinên Qatên Bilind / Helîm Yusiv Kimil / Musa Anter / Kurmancî rûpel / werger: Songul Keskin / Kurmancî Kulîlkên Ezêb / Kamiran Elî Bedirxan / 1998 / Kurmancî Labîrenta Cinan / Hesenê Metê / 2000 / Kurmancî Li Ba Me Li Wan Deran / Migirdîç Margosyan (Werger: Rûken Bağdu Keskin) / 1999 / Kurmancî Mehabad Ber bi Olimpiyada Xwedê de / Selim Berekat Memê Alan / Berhevkar: Roger Lescot / Kurmancî Mêrê Avis / Helîm Yûsiv Mirî Ranazin / Helêm Yûsiv Mirina Kalekî Rind / Mehmet Uzun / Kurmancî Ramûsan Min Veşartin Li Geliyekî / Arjen Arî / Kurmancî Rojeke Îvan Denîsovîç / Aleksandr Soljenîtsîn / Kurmancî Ronî Mîna Evînê Tarî Mîna Mirinê / Mehmed Uzun / 1998 / Kurmancî Sirûda Baranê / Bedir Şakir El Seyyab / Kurmancî Sobarto / Helîm Yûsiv / 1999 / Kurmancî 58 24. Şiîrên Windabûyî / Cegerxwîn / 1996 / Kurmancî 25. Türkçe - Zazaca / Zazaca - Türkçe Sözlük / Vate Çalışma Grubu 26. Veger-Birakujî û Şiîrên Bijarte / Evdila Peşêw 27. Were Dotmam / Celadet Elî Bedirxan / Kurmancî DENG YAYINLARI 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. Azadi û Jiyan – Özgürlük ve Yaşam / Kemal Burkay Bêdeng Mane Zozanên Kurdan / Fatma Bozarslan / Kurmancî Berf Fedî Dike / Kemal Burkay / Kurmancî Bîraninêd Min / Ahmedê Mirazî Çarîn (Rubaîler) / Kemal Burkay Dawiya Dehaq / Kemal Burkay Dersên Zimanê Kurdî / Baran Rizgarî Dîtihezar / M.Emîn Bozarslan / Kurmancî Dîwana Heftan-Dîwana Heştan-Hêvî-Aşitî / Cegerxwîn / Kurmancî Dîwana Pêncan – Dîwana Şeşan / Cegerxwîn Dîwana Sisêyan - Dîwana Çaran / Cegerxwîn Dîwana Yekan-Dîwana Diduyan –Sewra Azadi / Cegerxwîn Em Binivîsin / Haydar Diljen Em Bixwînin-1 / Haydar Diljen Em Bixwînin-2 / Haydat Diljen Evdalê Zeynikê / Ahmet Aras Ferheng Kurdî - Tirkî / Türkçe-Kürtçe / D.Đzoli Ferheng Zazaca-Türkçe / Malmîsanij Gula Çile / Ferhad Can Gurê Bilûrvan / M.Emîn Bozarslan / Kurmancî Îdyomên Kurdî / Ahmet Cengîz Çamlibel Jiyana Bextewar / Ereb Şemo Keçika Darin / M. Emin Bozarslan / 1999 / Kurmancî Keçika Qirşfiroş / M.Emin Bozarslan / 1999 / Kurmancî Kird (Broşür) / Malmîsanij Mir Zoro / M.Emin Bozarslan / 1999 / Kurmancî Şivanê Kurd / Ereb Şemo DOZ YAYINLARI 1234567891011121314- Binefşên Tariyê / Zeynel Abîdîn / 1999 / Kurmancî Cer Hard Cor Asmen / Kemal Astare / 1994 / Zazakî Danezana Gerdûnî ya Mafên Mirov / Kurmancî-Engilîzî- Frensewî-Erebî-Tirkî Ehmetê Xanî / Murad Ciwan Evdalê Zeynikê / Mehmed Uzun Ferheng (Zazakî-Tirkî / Tirkî-Zazakî) / Turhan Erdem Fîl Hemdî / Azîz Nesîn (Werger: Mustafa Aydoğan) / 1999 / Kurmancî Đncîla Lûqa Janya / Rênas Jiyan / 1999 / Kurmancî Li Kurdistanê û Rojhilata Navin Çekên Kîmyayî – Bîyolojîkî û Atomî / Celadet Çelîker Reş û Spî / Îbrahîm Seydo Aydoğan / 1999 / Kurmancî Siya Evînê / Mehmed Uzun Xaltîka Zeyno / Medenî Ferho Zimanê Çiya / Harold Pînter 59 FIRAT YAYINLARI 12345678910111213- Dîwan / Melayê Cizirî Doza Jîn / Huseyn Elî Başar Evîna Cemilê / Cengîz Aytmatov Gula Derengî An Jî Rengên Kurdî / M.Rojasor Ker û Kulik / Ahmet Aras Kürtçe Dil Dersleri / Turan Erdem / 1998 / Zazakî-Tirkî Lêkolînekî Qicik li Ser Zimên / Beyhanî Şahîn Mevlûdê Nebî / Mela Ehmedê Xasî / Zazakî Mevlût / Mele Ehmedê Batê Nûbar / Ehmedê Xanî Qaqlîbaz / (Werger: Osman Ozçelik) / Rîchard Bach Qulînga Birîndar / Veysel Çamlıbel / 1999 / Kurmancî Sîpan / Sîpan Xîzan / 1991 / Kurmancî KORAL YAYINLARI 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Berhevoka Kurdi / Stig Wikander / Kurmancî Birîna Reş / Musa Anter / Kurmancî Çîrokên Kurdan / Selahaddin Mihotulî / Kurmancî Dîroka Kurd û Kurdistanê / Amed Tigris – Aso Germiyanî / Kurmancî Ferheng / Torî / (Kurmancî-Tirkî) Gramera Zimanê Kurdî / Qanatê Kurdo / Kurmancî Kula Dêrsimê / Felat Dilgeş Qeydan Kevn Kir Min Ji Hesreta Te / Ahmet Arif / Werger: Felat Dilgeş Siltan Salahaddîn û Malbata Eyyubî / Torî / Kurmancî NÛBĐHAR YAYINLARI 123456789101112- Cîldên Nûbiharê (Cîldek) / Kurmancî Çarîn / Sabah Kara / Kurmancî Çil Hedîs / Îmamê Newlewî / Werger: Selman Dilovan / 2000 / Kurmancî Dîwan / Seyid Eliyê Findikî / Kurmancî Dubeytî / Baba Tahirê Uryan / Kurmancî Feqiyê Teyran / M. Xalid Sadînî / Kurmancî Gaziya Min / Berhîm Paşa / Kurmancî Hz. Muhemmed / Ebdilhadî Botî / Kurmancî Leyla û Mecnûn / Siwadî / Kurmancî Mersiyeyên Rojhilat / Sabah Kara / Kurmancî –Tirkî Nameyên Bêcewab / Sabah Kara / Kurmancî-Tirkî Nimêj Dikim / Abdurrahman Nursî/ Kurmancî 60 13141516- Peyiva Bîst û Sêyemên / Seîdê Norsî / Kurmancî Peyivên Piçûk / Seîdê Nursî / Kurmancî Risala Biratiyê / Seîdê Nursî / Kurmancî Rûbaiyat / Omer Xeyyam / Kurmancî BERFĐN YAYINLARI 1. 2. 3. 4. 5. “Destanek ji Bihuşta Winda..” / M.Zahir Kayan Gotinên Pêşiyên Kurdan / Mustafa Barok Gulbihar / Latîf Özdemîr Kundê Kor / Sadik Hîdayet Zazakî-Elîfba / U.Pulur MELSA YAYINLARI 1234- Evîna Welat / Abdurrahman Dürre Kêla Dimdimê / Jan Dost Pêşeriya Hevistina Zimanê Kurdî -I / Feqi Hüseyin Sağnıç Rêzimanê Kurdî / Feqî Huseyîn Sağniç WEŞANÊN ZÊL (ZÊL YAYINLARI) 1. Destanên Kurdî / Prof. Dr. Cêlîlê Celîl – Prof.Dr. Ordîxanê Celîl ALAN YAIYNCILIK 1. Rêzimana Kurmancî / A.Balî / Kurmancî ARYA YAYINLARI 1. Destpêka Xwendin û Nivîsandina Kurdî – Torî ASO YAYINCILIK 1. 2. 3. Awazên Xeribiyê / Bedirhan Epözdemîr / Helbest / 1998 / Kurmancî Civata Kulîlkan / M.Hemo–X. Remo / Kurmancî Evîna Qedexe / A. Sivar Yalçin / Helbest / 1998 / Kurmancî 61 BELGE YAYINLARI 1. 2. Evîna Dilê Min / Mehdî Zana Sîyabend û Xecê / Hüseyîn Erdem BEYBÛN YAYINLARI 1. 2. Destpêka Edebiyata Kurdî / Mehmet Uzun Kevoka Spî / Firat Cewerî DÎLAN YAYINLARI 1. 2. Hîroşîma Duwem Halepçe / Riza Çolpan Xidê Naxirvan û Tevkuştina Dersim / Riza Çolpan GOVEND YAYINLARI 1- Diljan / Latîf Özdemîr TÎGRÎS YAYINLARI 1- Ew der sare / Mansur Tural / 2000 / Kurmancî BERHEM YAYINLARI 1. Dêrsîm De Dîwayî Qesê Pî-Kalikan Erf U Mecazî Çibenokî Xeletnayênî / Mustafa Düzgün & Munzır Comerd & Hawar Tornêcengi / 1992 / Zazakî-Tirkî KAYNAK YAYINLARI 1- Dêrsim (Zaza) Atasözleri / Mesut Özcan / 1992 / Zazakî-Tirkî KOMAL YAYINLARI 123- Jana Gel / I.Ahmed Qolinç / Torî / Kurteçîrok Şîlan / Torî 62 KORA YAYIN 1. 2. Alfabe / Alphabet / Elfabe / Zazaki, Kirmanckî, Dimilkî / U. Pulur Gulbihar / Latîf Özdemîr/ Kurmancî METÎS YAYINLARI 1- Li Rojhilatê Dilê Min / Murathan Mungan VARTAN YAYINLARI 1. Kilama Pepûgî / Deniz Gûndûz / Roman / 2000 / Zazakî WEŞANÊN SÎPAN (SĐPAN YAYINLARI) 12- Dîroka Dugelên Kurdan Cild l / Abdullah Varlı Qur’ana Pîroz û Arşa wê ye Bilnid / Abdullah Varlı NÛJEN YAYINLARI 123456789- Bayê Azadî / Lokman Polat Birîna Bêar / Îlham Sertkaya Destanên Kurdî (Zargotin ) / Prof. Dr. Celîlê Celîl û Prof. Dr. Ordixanê Celîl Destpêka Rêzimana Kurdî / Haydar Diljen Kurdistanê Bi Fîftî Fîftî / Osman Aytar Rewşa Edebiyata Kurdî / Lokman Polat Salar û Midya / Cegerxwîn Xatê Xanima Dêrsimê / Prof.Eli Ebdurrahman Mamedov Ziman û Roman / Mehmed Uzun / 1996 / Kurmancî ÖZGE YAYINLARI 1234- Doza Kurdistan / Kadrî Cemil Paşa Ferheng / Kurdî-Tirkî / Prof. Farizof Rojnamegeriya Kurdî / Malmîsanij – M.Lewendî Tarîxa Edebiyata Kurdî / Pof.Dr. Qanadê Kurdo WEŞANÊN PELÊ SOR (PELÊ SOR YAYINLARI) 63 1234- Antolojiya Helbestvanên Kurd / A.Bali Gotinên Peşiyan ên Kurdî – Kürt Atasözleri / A.Bali Helbestên Welatê Bindest / M. Seyîd Alpaslan Kîne Em / Cegerxwîn SCALA YAYINCILIK 1. Xezala Min Delala Min / Rahmetullah Karakaya WEŞANÊN REWŞEN ( REWŞEN YAYINLARI ) 1. Ristemê Zal / Xurşîd Mîrzengî / 2000 / Kurmancî. WAŞANÊN WELAT (WELAT YAYINLARI) 1- Serhildana Mala Eliyê Ûnis / Mahmud Baksi / 2001 / Kurmancî 2- Serok û Sokrates / Hüseyin Kaytan /2000 / Kurmancî TĐJ YAYINCILIK 1. 2. 3. Daka Phire û Lûya Dizde / Hamdi Özyurt – Memê Koêkorta / 1998 / Zazakî Ebe Yaraniye Kewtime rae (Hêket û Meselê Welati) / Xal Çelker / 1998 / Zazakî Karkerê Noin / Maksim Gorki (Çarnoğ: Kemal Akay) / 1999 / Zazakî MED YAYINCILIK 1. 2. 3. Birîna Bêar / Đlhami Sertkaya / 1994 / Kurmancî Salar û Mîdya / Cegerxwîn /1991 / Kurmancî Xatê Xanime Dêrsimê / Prof. Alî Ebdurrahman Mamedov (Wergêr: Serhat Elîxan Zerşatî / 1994 / Kurmancî TÜMZAMANLAR YAYINCILIK 1. Antolojiya Edebiyata Kurdî – 1 / Mehmed Uzun / 503 rûpel / 1995 / Kurmancî 2. Antolojiya Edebiyata Kurdî – 2 / Mehmed Uzun / 476 rûpel / 1995 / Kurmancî KĐTABI MUKADDES ŞĐRKETĐ 64 1. ÎNCÎL / Mizgînî / Kurmancî 2. Mizgîniya Îsa Mesîh Li gor Lûqa (ÎNCÎL) / Kurmancî 3. Mizgîniya Îsa Mesîh Li gor Yûhenna (ÎNCÎL) / Kurmancî PIRTÛKÊN DIN YÊN KURDÎ YÊN KU LI TĐRKÎYEYÊ HATÎYE ÇAPKIRIN (TÜRKĐYE’DE YAYIMLANAN DĐĞER KÜRTÇE KĐTAPLAR) 1. Baran / A.Qadir Botan / 1991 / Helbest / Kurmancî 2. Çerxa Felekê / M.Şakirê Koçer / Helbest / Kurmancî 3.Çivîkên Beravêtî / Pîr Rustem / Çirok / Kurmancî 4. Di Bin Dilovaniya Jiyanê De / M. Hemo / 1999 / Kurmancî 5. Dîtin û Bîrhatinên Min 1907-1985 / Hesen Hişyar / 1993 / Kurmancî 6. Gelperwerî û Nijadperestî / Celaleddîn Yöyler / Kurmancî 7. Gotinên Pêşîyan / Kurmancî û Dimilî / Seîd Verroj / Kurmancî 8. Helbestina Bê Ziman / Axîn Welat / Helbest / Kurmancî 9. KURDĐSTAN / Bîranîna Welatê Rojê / Mehmet Selim Türk / 2001 / Kurmancî 10. Kurdistana Turkî Di Navbera Herdû Cengan De / Prof.A. Hesretyan / Werger: Dr.M.S.Cuma / Kurmancî 11. Li Xelkî Tehl e Li Min Şirîn e / Ebdirehmanê Mizûrî / Werger: Dilawerê Zengî / 1991 / Kurmancî 12. Nalînên Min / M.Şakirê Koçer / Kurmancî 13. Pêdarî / Dilawere Zengî / 1985 / Kurmancî 14. Şerefnameya Menzûm / Cegerxwîn / Werger: Dilawerê Zengî / 1997 / Kurmancî 15. Tiştanokên (Mamikên) Kurmancî / Seîd Verroj / Mertalî Dimilî / Seîd Verroj / Kurmancî 16. Xortê Min Ji Yek Ji Wan / Bîlge Acar / Kurmancî PIRTÛKÊN KURDÎ YÊN LI EVRÛPAYÊ HATÎYE WEŞANDIN (AVRUPA’DA YAYINLANAN KÜRTÇE KĐTAPLAR) WEŞANÊN ROJA NÛ (ROJA NÛ YAYINLARI) (Stockholm,1980) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. Almanaxa Kurdî / Amadekar: Navenda Lêkolînên Kurdî-Moskova / 1997 / 264 rûpel / Kurmancî. Azadî û Jîyan / Kemal Burkay / Helbest / l988 / 256 rûpel / Kurmancî–Tirkî. Çarîn / Kemal Burkay / Helbest / l992 / 70 rûpel / Kurmancî Çend Pirsên Alfabeya Kurdî / Dr. Celadet Çelîker / Lêkolîn-Şîrove / 1996 / l73 rûpel / Kurmancî. Daxwazname / Namî / Helbest / l986 / 54 rûpel / Kurmancî. Dersên Zîmanê Kurdî / Baran Rizgar / l988 / l67 rûpel / Kurmancî-Tirkî. Dimdim / Ereb Şemo / Roman / l983 / 206 rûpel / Kurmancî. Dîsa Şer û Hesret Para Me Ket / Vazgal Bazîdî / Helbest / 88 rûpel / l989 Dîwan / Melayê Cizîrî / l987 / 570 rûpel / Kurmancî. Duaya Serê Sibê / Eskerê Alîko û Baz / Baran / Çîrok / 1985 / 40 rûpel / Kurmancî. Em û Dijmin / Seydayê Keleş / Helbest / 1986 / 212 rûpel / Kurmancî. Folklora Kurdî / Cegerxwin / Lêkolîn-Berhevok / 1988 / 206 rûpel / Kurmancî. 65 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. Gardîyan / Bûbê Eser / Roman-Serpêhatî / 1994 / 163 rûpel / Kurmancî. Gramera Zimanê Kurdî / Prof.Qanatê Kurdo / 1990 / 335 rûpel / Kurmancî-Soranî. Hêvî / Cîgerxwîn / Helbest / 1983 / 186 rûpel / Kurmancî. Hopo / Ereb Şemo / Roman / 1990 / 208 rûpel / Kurmancî. Hotay Serra Usivê Qurzkizî / Mûnzûr Çem / Roman / 1992 / 343 rûpel / Dimilkî. Jîyana Bextewar / Ereb Şemo / Roman / 1990 / Kurmancî. Kilam û Miqamêd Cimaeta Kurda / Cemîla Celîl / 1982 / 143 rûpel / Kurmancî. Li Ser Rîya Cegerxwîn / Helbest / 1986 / 166 rûpel / Kurmancî. Mem û Zîn (Duwanzde Varîyant) / Qanatê Kurdo / Berhevok / 1996 / 320 rûpel / Kurmancî. Mem û Zîn / Eskerê Boyîk / Tîyatro / 1989 / 80 rûpel / Kurmancî. Mewlûd / Mela Ehmedê Batê / 1987 / 64 rûpel / Kurmancî. Nûbar / Ehmedê Xanî / 1968 / 80 rûpel / Kurmancî. Oda Çîroka 1 / Eskerê Boyik / 1997 / 103 rûpel / Kurmancî. Peyvên Me / Haluk Öztürk / Ziman-Zarok / 1984 / 208 rûpel / Kurmancî. Ronak / Cegerxwîn / Helbest / 1980 / 208 rûpel / Kurmancî. Sîyabend û Xecê / Tosinê Reşît / Tîyatro /1989 / 70 rûpel / Kurmancî. Şefaq / Cîgerxwîn / Helbest / 1982 / 180 rûpel / Kurmancî. Şervanekî Biçûk ê Vîetnamî / Nguyen Than / Werger: Aram Bawer / 1988 / 64 rûpel / Kurmancî. Şêx Senan / Feqîyê Teyran / 1986 / 142 rûpel / Kurmancî. Tarîxa Edebiyata Kurdî - 1 / Qanatê Kurdo / 1983 / 192 rûpel / Kurmancî. Tarîxa Edebiyata Kurdî - 2 / Qanatê Kurdo / 1985 / 178 rûpel / Kurmancî. Tarîxa Kurdistan - 1 / Cegerxwîn / 1985 / 216 rûpel / Kurmancî. Tarîxa Kurdistan - 2 / Cegerxwîn / 1987 / 256 rûpel / Kurmancî. Wîllîam Tell / Scherman Katharîne / Çîrok / 1993 / 62 rûpel / Kurmancî. Zembîlfiroş / A. Gernas / Tîyatro Boyik / 1997 /79 rûpel / Kurmancî. Zembilfroş / A.Gernas / 1995 / 104 rûpel / Kurmancî. Zend Avesta / Cîgerxwîn / Helbest / 1981 / 176 rûpel / Kurmancî. Zozan / Casimê Celîl / Helbest / 1982 / 186 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN ÇANDA KURDÎ (ÇANDA KURDÎ YAYINLARI) (Stockholm, 1980) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. Akin Di Bawekî Namo Da / B.Kristal-Anderson / Zarok / 1989 / 42 Rûpel / Soranî. Akin Di Hembêza Welatê Nû De / B. Kristal-Anderson / Zarok / 1989 / 42 rûpel / Kurmancî. Alfons û Cinawir? / Gunilla Bergström / Zarok / 1981 / 30 rûpel / Kurmancî. Alfons û Janawarake / Gunilla Bergström / Zarok /1985 / 30 rûpel / Soranî. Alfonsê Şît / Gunilla Bergström / Zarok / 1983 / 22 rûpel / Kurmancî. Alfonsî Şîteke / Gunilla Bergström / Zarok / 1990 / 22 rûpel / Soranî. Arhuaco / B.A. Runnerström / Zarok / 1983 / 50 rûpel / Kurmancî. Baharî Taze / Astrid Lindgren / Zarok / 1990 / 32 rûpel / Soranî. Bavo, Were Derve / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1986 / 32 rûpel / Kurmancî. Belê Lotta Kare Bajo / Astrid Lindgren / Zarok / 1982 / 32 rûpel / Kurmancî. Binêre Madîkan Berf Dibare / Astrid Lindgren / Zarok / 1983 / 32 rûpel / Kurmancî. Çîyayê Agirî / Yaşar Kemal / Novel / Werger : Kurdî Şerefnazê / 1990 / 128 rûpel / Kurmancî. 66 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. Emîl, Mîha Nîvçe / P.Szabo / Zarok / 1986 / 28 rûpel / Kurmancî. Gava Rindikê Dixwast Şûmîyan Bike / Astrid Lindgren / Zarok / 1985 / 60 rûpel / Kurmancî. Keça Şerrût Lotta / Astrid Lindgren / Zarok / 1981 / 60 rûpel / Kurmancî Kela Jînê / Veronika Leo / Zarok / 1986 / 32 rûpel / Kurmancî. Kino Digot: Alîkarî Bikim / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / zarok / 1983 / 32 rûpel / Kurmancî. Kino Digot: Ka Lingê Min / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1991 / 32 rûpel / Kurmancî. Kino Digot: Li Wê Derê Binêre / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1983 / 30 rûpel / Kurmancî. Kundirê Helez / L. Hellsing / Zarok / 1986 / 27 rûpel / Kurmancî. Ma Gakûvî Kûçikan Dixwin? / L.Frick / Zarok / 1983 / 30 rûpel / Kurmancî. Ma Tu Tirsonekî Alfons? / Gunilla Bergström / Zarok / 1981 / 30 rûpel / Kurmancî. Nebezê Li Çîyayê Mazî De / J. Ahlbom / Zarok / 1986 / 30 rûpel / Kurmancî. Ordîya Meşên Hunguv / Bekir Yildiz / Zarok / Werger: Şerefnazê / 1990 / 46 rûpel / Kurmancî. Pîppî ya Goradirêj / Astrid Lindgren / Zarok / 1982 / 24 rûpel / Kurmancî. Pisîngê Ku Wenda Bû / M. Ekström / Zarok / 1985 / 30 rûpel / Kurmancî. Sampo Lapecan / Z.Topelius / Zarok / 1984 / 28 rûpel / Kurmancî. Spî û Reş û Hemûyên Din / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1987 / 29 rûpel / Kurmancî. Şevbaş Alfons Aberg / Gunilla Bergström / Zarok / 1985 / 24 rûpel / Kurmancî. Şûmîya Zîrek ya 325 / Astrid Lindgren / Zarok / 1986 / 54 rûpel / Kurmancî. Tuan / Eva Boholm-Olsson & Pham van Don / Zarok / 1986 / 27 rûpel / Kurmancî. Tuan / Eva Boholm-Olsson & Pham Van Don / Zarok / 1986 / 27 rûpel / Soranî. Xwençe 1 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1989 / 278 rûpel / Kurmancî. Xwençe 2 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1990 / 288 rûpel / Kurmancî. Xwençe 3 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1991 / Kurmancî Xwençe 4 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1991 / Kurmancî Xwençe 5 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1991 / Kurmancî Xwençe 6 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1993 / Kurmancî WEŞANÊN JINA NÛ (JINA NÛ YAYINLARI) (Uppsala,1984) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Agirê Sînema Amûdê / Mela Ehmedê Namî / 1987 / 82 rûpel / Kurmancî. Bê Nav û Nîşan Man / Zeynelabîdîn Özalp / 1998 / Kurmancî Bi Xewna We Pênûsê Dilorînim / Ehmed Huseynî / 1993 / 118 rûpel / Kurmancî. Celadet Bedirxan (jiyan û ramanên wî) / Konê Reş / Biyografî / 1997 / 112 rûpel / Kurmancî. Dengê Xêzikan / Mamoste (Abdurrahman Gezgîn) / Karîkatur / 1984 / 80 rûpel Destpêka Rêzimana Kurdî / Haydar Diljen / 1994 / 64 rûpel / Kurmancî. Diwana Rûhî / Şêx Ebdurrehmanê Axtepî / Helbest / Wergera ji tîpên Erebî: Z.kaya, M.E. Narozî / 1988 / 130 rûpel / Kurmancî. Folklora Kurdan-I- / Celîlê Celîl & Ordîxanê Celîl / 1995 / 498 rûpel / Kurmancî. 67 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. Folklorê Ma Ra Çend Numûney / Malmîsanij / 1991 / 319 rûpel / Dimilî. Herakleîtos / Malmîsanij / Helbest / 1988 / 51 rûpel / Dimilî. Hêsir û Baran / Bavê Nazê / Çîrok / 1986 / 62 rûpel / Kurmancî. Hunerê Tabloyên Şerefnamê / Ebdulreqîb Yûsif / Wergera ji tîpên Erebî: Elîşêr / 1991 / 129 rûpel+19 tablo / Kurmancî. Jiyana Rewşenbîrî û Sîyasî ya Kurdan (Di Dawîya Sedsala 19’a û Destpêka Sedsala 20’a De) / Celîlê Celîl / Tarîx / Wergera ji Soranî: Elîşêr / 1985 / 200 rûpel / Kurmancî. Komara Demokratîk a Kurdistan (Mahabad) / Kerîmî Husamî / Tarîx / Werger (aji Soranî): Elîşêr / 1986 / 113 rûpel / Kurmancî. Kurdistan û Kurd (Lêkolînek Siyasî û Aborî) / Abdurrehman Qasimlo / Wergera ji Soranî: Elî Şêr / 1991 / 326 rûpel / Kurmancî. Kurdistana Bi Fîftî Fîftî / Osman Aytar / Hevpeyivîn / 1995 / 318 rûpel / Kurmancî. Le Bîrewerîyekanim (Bergî yekem, le minalîyewe ta salî 1957) / Kerîmî Husamî / Bîranîn / 1986 / 316 rûpel / Soranî. Li Kurdistana Bakur û li Tirkîyê Rojnamegerîya Kurdî (1908-1980) / Malmîsanij & Mahmûd Lewendî / Lêkolîn / 1989 / 309 rûpel / Kurmancî. Mêr Mêra Nasdike! / Mamoste / Karîkatur / 1993 / 98 rûpel Mîrsad-ul Etfal (Amadegaha Zarokan) / Şêx Mihemed Kerbela / Werger (ji herfên Erebî): Z.Zinar / 1989 / 127 rûpel / Kurmancî ( 78 rûpel lat. + 49 rûpel er.), Na Xumxum a / Koyo Berz / Folklor / 1988 / 213 rûpel / dimilî. Roja Nû (Çapa hemû hejmarên -73 hejmar- rojnama Roja Nû ku di navbera salên 1943-1946’de ji alî Kamûran Elî Bedirxan li Beyrûdê bi fransî û kurdî dihat derxistin.) / Dokument / 1986 / 290 rûpel / Kurmancî (lat.) + Fransî. Ronahî (Çapa hemû hejmarên –28 hejmar- kovara Ronahî ku di navbera salên 19421945’an de ji alîyê Celadet Alî Bedirxan li Şamê dihat derxistin.) / Dokument 1985 / 584 rûpel / Kurmancî. Rono û sirûdên bêrîkirinê / Ehmed Huseynî / Helbest / 1994 / 70 rûpel / Kurmancî. Şaîrên Klasîk ên Kurd / Ebdulreqîb Yûsif / Biyografî / Wergera ji tîpên Erebî: Elîşêr / 1988 / 110 rûpel / Kurmancî. Tîr Di Nîvê Kezebê De / Zekî Seyda / Helbest / 1992 / 87 rûpel / Kurmancî. Türkçe Açıklamalı Kürçe Dilbilgisi (Kurmanc lehçesi) / Mûrad Ciwan / 1992 / 224 rûpel / Tirkî-Kurmancî. Xwendina Kurdî / Dr. Kamiran Eli Bedirxan / Ziman / 1997 / 80 rûpel / Kurmancî. Zargotina Kurdan I / Ordîxanê Celîl & Celîlê Celîl / 1995 / 498 rûpel / Kurmancî Zargotina Kurdên Surîyê / Celîlê Celîl / Folklor / Wergera ji tîpên kirîlî: Ahmet Ömer / 1989 / 408 rûpel / Kurmancî. Zazaca-Türkçe Sözlük / Ferhengê Dimilkî-Tirkî / Malmîsanij / Ferheng / 1987 / 431 rûpel / Dimilî-Tirkî. Zimanê Min-1 (Em bibirin, bizeliqînin, binivîsin û bixwînin) / Haydar Diljen / 1990 / 78 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN DENG (DENG YAYINLARI) (Uppsala, 1984) 1. 2. 3. Alfabe / M.Emîn Bozarslan / Perwerde / 1993 / 64 rûpel / Kurmancî. Berf Fedî Dike / Kemal Burkay / Helbest / 1995 / 120 rûpel / Kurmancî Bûka Gulsûn / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1990 / 88 rûpel / Kurmancî. 68 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. Derdname / Fatma Bozarslan / Helbest / 1996 / 96 rûpel / Kurmancî. Gula Çile / Ferhad Can / 1995 / Kurmancî Gulî Xatûn / M.Emîn Bozarslan / Çîrokên Gelî / 1997 / 120 rûpel / Kurmancî. Îlmê Tûrik / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1989 / 88 rûpel / Kurmancî. Ji Dînan Dîntir / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1988 / 72 râupel / Kurmancî. Jîn (çapa hemû hejmarên kovara Jîn ku di navbera salên 1918-1919’an de li Stanbolê dihat derxistin.) / ji çapê re amadekirin û wergera ji tîpên Erebî bo tîpên latînî: M. Emîn Bozarslan / Dokument / Cild I (1985, 325 rûpel), II (1985, 172 rûpel), III (1986, 208 rûpel), IV (1987, 180 rûpel ) û V (1988, 183 rûpel / Kurmancî-Tirkî. Kemal Paşa Weledê Kê Ye / M.Emîn Bozarslan / Meselok / 1993 / 136 rûpel / Kurmancî. Kurdistan (çapa hemû hejmarên rojnameya Kurdistan ku di navbera salên 18981902’an de li Qahîrê û li hin welatên Ewrûpa dihat derxistin.) / ji çapê re amadekirin û wergera ji tîpên erebî bo tîpên latînî: M. Emin Bozarslan / Dokument / Cild I (1991,332 rûpel), II (1991, 248 rûpel) / Kurmancî-Tirkî. Kurê Mîrê Masîyan / M.Emîn Bozarslan / 1998 / Çîrokên Gelî / Kurmancî Masiyên Bejî / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1987 / 91 rûpel / Kurmancî. Mela Kulî / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1991 / 96 rûpel / Kurmancî. Meleyê Meşhûr / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1986 / 90 rûpel / Kurmancî. Mem û Zîn / Ehmedê Xanî / Destan / Wergera bo tîpên latînî û kurdiya xwerû: M.Emîn Bozarslan / 1995 / 703 rûpel / Kurmancî. Meyro / M.Emîn Bozarslan / Kurteçîrok / 1995 / 80 rûpel / Kurmancî. Pepûk / M.Emîn Bozarslan / Meselok / 1985 / 71 rûpel / Kurmancî. Serketina Mişkan / M.Emîn Bozarslan / Meselok / 1984 / 88 rûpel / Kurmancî. Şerefa Ristem Keya / M.Emîn Bozarslan / Kurteçîrok / 1992 / 128 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN ORFEUS (ORFEUS YAYINLARI) (Stockholm, 1985) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Antolojiya Tekstên Kurdî / Berhevkar: Stig Wikander / 1996 / 180 rûpel / Kurmancî. Beserhatinekî Şesî Niweyî Hawînê / Veronica Leo / Werger: Hassan Ghazî / 1994 / 32 rûpel / Kurdî (Soranî), Erebî, Asûrî, Farisî. Çirokên Kurdî / Berhevkar: Roger Lescot / 1987 / 144 rûpel (bi wêne) / Kurmancî. Destana Memê Alan / Roger Lescot / 1996 / 238 rûpel / Kurmancî. Gundikê Dono / Mahmud Baksi / Roman / 1988 / 112 rûpel / Kurmancî. Mirina Kalekî Rind / Mehmed Uzun / Roman / 1987 / 136 rûpel / Kurmancî. Siya Evînê / Mehmed Uzun / Roman / 224 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN PUBLISHING HOUSE OF KURDISTAN (PUBLISHING HOUSE OF KURDISTAN YAYINLARI) (Stockholm, 1985) 1. 2. Aşitî/ Cegerxwîn / Helbest / 1985 / 173 rûpel / Kurmancî. Berbang / Erebê Şemo / Novel / 1988 / 131 rûpel / Kurmancî. 69 3. 4. Nehc-ul Enam / Mele Xelîlê Sêrtî / Helbest / 1988 / 55 rûpel / Kurmancî. Zevîyên Soro / Nurî Şemdîn / Novel / 1988 / 313 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN SERBIXWE (SERBIXWE YAYINLARI) 1. 2. 3. 4. Etno-demografîyê Başûrî Kurdistan / Abdullla Ghafor / Coxrafya / 1995 / 96 rûpel / Soranî Ferheng – Kurdi (Zazakî) – Tirkî / Munzur Çem / Ferheng / 1995 / 589 rûpel / Kurmancî Pîyawe Spîyeke – Papalangî / Tuîavîî / Werger: Khabat Marouf / 1995 / 131 rûpel / Soranî Tayê Kilamê Dersimî / Munzur Çem / Folklor / 1995 / 322 rûpel / Kurmancî (Dimilî, Zazakî) WEŞANÊN KOMELEYÎ FERHENGÎ SWÊD-KURDĐSTAN (KOMELEYÎ FERHENGÎ SWÊD-KURDĐSTAN YAYINLARI) (Stockholm,1985) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. Be Yadî To Dejî Dilim / Hejar / Helbest / 1993 / 75 rûpel / Soranî. Boris Pasternak / Evgenî Pasternak / Lêkolîn / Werger: Ferhad Şakelî / 1995 / 56 rûpel / Soranî. Çawpêkewtinekî Tişhawêj / Ezîz Keyxusrewî / Hevpeyivîn / 1994 / 44 rûpel / Soranî. Geştêk Bo Erzerom / Elexander Puşkîn / Werger: Dr. Marûf Xeznedar / 1995 / 112 rûpel / Soranî. Helbijarde Le Çîrokî Bêgane / Goran / Kurteçîrok / 1995 / 76 rûpel / Soranî. Nîgarî to Le Dîwarî Zîndanekem Heldekolim / Ferhad Şakelî / Helbest / 1994 / 92 rûpel / Soranî. Perjinî Bêdengî / Mesûd Mihemed / Felsefe / 1996 / 98 rûpel / Soranî. Selîqeyî Kurdewarî / Mihemed Emîn Hisên / Lêkolîn / 1994 / 148 rûpel / Soranî. Şazadeyî Bextiyar / Oskar Wilde / Zarok / Werger: Goran / 1995 / 42 rûpel / Soranî. Wênekanî Kilawî Kurdî / Seîd Ebdullayî Semedî / Huner / 1997 / 40 rûpel / Soranî. Zayele / Enwer Qadir Mihemed / Helbest / 1988 / 121 rûpel / Soranî. WEŞANÊN PENCÎNAR (PENCÎNAR YAYINLARI) (Stockholm, 1986) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Balafira Jînê / Zeynelabidin Zinar / Folklor-Çîrvanok / 1993 /134 rûpel / Kurmancî. Çanda Warê Talankirî / Ebas Alkan / Folklor / 1997 / 140 rûpel / Kurmancî. Çarmix / Zeynelabidin Zinar / Helbestên Îşkencê / 1996 / 70 rûpel / Kurmancî. Hostanîbêja Zaraweyên Kurdî / Mele Nûrî / Rêziman / 1996 / 245 rûpel / Kurmancî. Jiyana Mele Seîdê Kurdî / Ebdurehman Norsî / Wergera ji Tirkî: Zeynelabidin Zinar / 1996 / 140 rûpel / Kurmancî. Kadîna Mişkan / Zeynelabidin Zinar / Folklor-Çîrvanok / 1993 / 144 rûpel / Kurmancî. Leyla û Mecnûn / Şêx Mihemed Can / 1992 / 352 rûpel / Kurmancî. 70 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. Mîrate / Zeyenelabidin Zinar / Folklor – Leyztikên Zarokan / 1994 / 120 rûpel / Kurmancî. Nehc-ul Enam / Mele Xelîlê Sêrtî / 1988 / 54 rûpel / Kurmancî. Nimûne Ji Gencîneya Çanda Qedexekirî / Zeynelabidin Zinar / Antolojî / 1991 / 377 rûpel / Kurmancî. Rewdneîm / Şêx Evdirrehmanê Axtepî / 1991 / 440 rûpel / Kurmancî. Serfa Kurmancî / Tesrîf / Mele Elî Teremaxî / Rêziman / 1997 / 140 rûpel / Kurmancî. Siyabend û Xecê / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1992 / 160 rûpel / Kurmancî. Xwençe 4 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1990 / 262 rûpel / Kurmancî. Xwençe 5 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1991 / 293 rûpel / Kurmancî. Xwençe 6 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1993 / 266 rûpel / Kurmancî. Xwençe 7 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1994 / 280 rûpel / Kurmancî. Xwençe 8 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1995 / 288 rûpel / Kurmancî. Xwençe 9 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1996 / 290 rûpel / Kurmancî. Xwendina Medresê / Zeynelabidin Zinar / 1993 /100 rûpel / Kurmancî. Xweşber / Zeynelabidin Zinar/ Folklor / 1994 / 86 rûpel / Kurmancî. Xwençe 10 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1997 /268 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN HAYKURD (HAYKURD YAYINLARI) (Stockholm, 1987) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. ‘Em Bixwînin - 2 / Ahmet Cantekin, N.A., J.R. / Perwerde / 1989 / 76 rûpel / Kurmancî. ABC Kurdî / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 71 rûpel / Kurmancî. Bihizire, Bigere û Bibîne / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 35 rûpel / Kurmancî. Em Hîn Dibin / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 58 rûpel / Kurmancî. Fêrbûna Zimanê Kurdî-Tîpên Dengdar / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 41 rûpel / Kurmancî. Gav-1 / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1991 / 24 rûpel / Kurmancî. Gulê û Nazê / Ahmet Cantekin / Çîrok / 1989 / 34 rûpel / Kurmancî / Bi Kaset (deng: Ş.B.Soreklî). Heval / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 34 rûpel / Kurmancî. Hirç û Daristan / Ahmet Cantekin / Çîrok / 1988 / 22 rûpel / Kurmancî. Kurdî Şîrin e - KOLIK / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 58 rûpel / Kurmancî. Kurdî-1 / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1991 / 24 krûpel / Kurmancî. Mehkemekirina Selahiddînê Eyyûbî / Şahînê Bekirê Soreklî / Şano / 1989 / 46 rûpel / Kurmancî. Namûsa Êmo / Şahînê Bekirê Soreklî / 10 Novel / 1994 / 112 rûpel / Kurmancî. Panda / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 18 rûpel / Kurmancî. Pênc Sehkarên Me / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1987 / 20 rûpel / Kurmancî. Qeşmer / Ahmet Cantekin / Çîrok / 1988 / 18 rûpel / Kurmancî. Reng, Mêwe û Matematîk / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 26 rûpel / Kurmancî. Yên ku ji aliyê SIL (Statens Institut För Laromedel)’ê hatine weşandin: 18. Ziman / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 30 rûpel / Kurmancî. 71 WEŞANÊN NEWROZ (NEWROZ YAYINLARI) (Stockholm, 1987) 1. 2. Çirûskên Rizgariyê / Mihemed Dehsuwar / Roman / 1995 / 327 rûpel / Kurmancî. Mizgîn-Ferhengoka Zarokan a Bi Wêne / Mihemed Dehsuwar / Perwerde / 1995 / 289 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN SARA (SARA YAYINLARI) (Stockholm, 1987) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. Aladîn î Lampaya Bi Efsûn / Bavê Barzan / Çîrok / Kurmancî. Berxole / Kakabes / Çîrok / Soranî. Bîra Qederê / Mehmed Uzun / Roman / Kurmancî. Bîrewerî Rojanî Jiyanim / Ehmed Dilzar / Bîranîn / Soranî. Bizey Xon / Hêris / Helbest / Soranî. Dastanî Dû Palawan / Remzi Qezzaz / Soranî. Efsaney Şamaran / Berhevkar: Bavê Barzan-Mahabad Kurdî / Folklor / Soranî. Esta û Dahatûy Meseley Kurd / Goran / Lêkolîn / Soranî. Estêre / Xessan Kenefanî / Soranî. Ew Nameney ke Daykim Nayanxondîtewe / Letîf Helmet / Helbest / Soranî. Gulbijêrek Navên Kurdî / Fexredîn Gerdî / Lêkolîn / Soranî. Gundeke Man / K.Ebas / Soranî. Gur û Heft Karik / M. Yilmaz / Çîrok / Kurmancî. Helebçe Xezay Şemnak e / Heme Seîd Hesen / Helbest / Soranî. Helwêstî Yekêtî û Talebanî Derbarey Şorişî Başûr / Rêbwar / Lêkolîn / Soranî. Hewkirdinewe Be HIV î Nexoşîy AIDS / Dr. Zahîr Soran / Lêkolîn / Soranî. Hêze Bizwênerekanî Prose Şoriş / Goran / Lêkolîn / Soranî. Hîveron / Fêrîkê Ûsiv / Helbest / Kurmancî. Jiyanî Beethoven / Roman Rolain / Lêkolîn / Soranî. Kêlgey Ajel / George Orwell / Roman / Soranî. Kurdistan Le Salekanî Şerî Yekemî Cîhan Da / Kemal Mezher Ehmed / Tarîx / Soranî. Le Pêsawî Çî Da / Pêşew Mêrîwanî / Helbest / Soranî. Mam Rêwî I / Pêşew Merîwanî / Çîrok / Soranî. Mam Rêwî II / Peşêw Merîwanî / Çîrok / Soranî. Meryem / Refîq Fayeq / Kurteçîrok / Soranî. Mîraxur / Selam Ebdulla / Şano / Soranî. Pala Bêşop / Xemgîn Temê / Roman / Kurmancî. Qendîlok / Xessan Kenefanî / Soranî. Qurîng / Ezîz Gerdî / Çîrok / Soranî. Razî dil / Peşêw Merîwanî / Helbest / Soranî- Kurmancî. Sêr û Seferî Dûr / Alan Dilpak / Helbest / Soranî. Şahmeran / Berhevkar: Bavê Barzan / Folklor / Kurmancî. Şengul û Mengul / Kurmanc Zengene / Folklor / Kurmancî. Terkîb û Zurûf / Mele Yûnisê Helqetînî / Klasîk / Kurmancî. Tolesendeweyî Mêrûlan / Îbrahîm Derexşanî (Werger: Bavê Barzan) / Folklor / Soranî. Wêneyek Bê Çarçiwa / Babê Rojê / Kurteçîrok / Soranî. Xebatî Gelî Kurd, Le Yadastekanî Ehmed Teqî da / Celal Teqî / Tarîx / Soranî. 72 38. Zêrab / Aram Kakey Fellah / Kurteçîrok / Soranî. WEŞANÊN WELAT (WELAT YAYINLARI) (Stockholm, 1988) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. Ardû / Hesenê Metê / Novel / 1990 / 173 rûpel / Kurmancî. Keça Kapîtan / A.S. Pûşkîn / Roman / Wergêr: Hesenê Metê / 1988 / 143 rûpel / Kurmancî. Labîrenta Cinan / Hesenê Metê / Novel / 1994 / 197 rûpel / Kurmancî. Mehkûm / M.Alî Kut / Novel / 1994 / 112 rûpel / Kurmancî. Merivên Reben / M.F. Dostoyevskî / Roman / Wergêr: Hesenê Metê / 1991 / 185 rûpel / Kurmancî. Mirina Egîdekî / Mehmed Uzun / Destan / 1993 / 40 rûpel / Kurmancî. Mirina Karmend / A.P. Çêxov / Kurteçîrok / Wergêr: M. Alî Kut & Hesenê Metê & Batal Azîz & N.Krîv / 1989 / 143 rûpel / Kurmancî. Rojek Ji Rojên Evdalê Zeynikê / Mehmed Uzun / Roman / 1991 / 164 rûpel / Kurmancî. Siwarên Êşê / Fawaz Husên / Novel / 1994 / 116 rûpel / Kurmancî. Smîrnoff / Hesenê Metê / Novel / 1991 / 95 rûpel / Kurmancî. Tilûrê Bêgane / Redwanê Alî / Novel / 1991 / 112 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN APEC (APEC YAYINLARI) (Stockholm, 1988) 1. Ax Şilêrok Pervîz Cîhanî / Helbest / Kurmancî 2. Azad / Babê Rojê / Zarok / 1992 / 24 rûpel / Kurmancî (Herfên Erebî). 3. Balûlka Şekirê / Hesen Silêvaneyî / Kurteçîrok / 87 rûpel / Kurmancî. 4. Berbangên Newrozê / Edip Polat / Serpêhati / 1996 / 80 rûpel / Kurmancî. 5. Binaxegistiyekanî Komelnasî / Dr. Husênî Xelîqî / 1991 / 447 rûpel / Soranî. 6. Bonî Tariki / Ferhad Şakelî / Kurte Çîrok / 1997 / 124 rûpel / Soranî. 7. Cembelî (Kurê Mîrê Hekaryan) / Îhsan Cûlemêrgî / Roman / 1995 / 197 rûpel / Kurmancî 8. Cografya Kurdistanê / Amed Tigris & Nasir Razazî & Fahad Gardawan / Pirtûka Dersê / 1993 / 93 rûpel / Kurmancî. 9. Cografyay Kurdistan / Abdulla Ghafor / Lêkolîn / 1996 / 458 rûpel / Soranî. 10. Cografyay Kurdistan / Amed Tigris & Nasir Razazî & Fahat Gardawan / Wergera ji Kurmancî bo Soranî: Nasir Razazî / Pirtûka Dersê / 1994 / 95 rûpel / Soranî. 11. Compûtera Ber Dilê Min / Mahmûd Lewendî / Pêkenîn / 1997 / 160 rûpel / Kurmancî. 12. Culanewe Le Bazneyekî Boş da (Deqî çawpêkewtin û demeteqêyek legel Cercîs Fethullayî parêzer da ) / Dr. Hussein M. Azîz / Hevpeyivîn / 1997 / 126 rûpel / Soranî. 13. Çend Rûpel Ji Dîroka Gelê Kurd / K.Mazhar Ehmed / Wergera ji Soranî bo Kurmancî: Elîşêr / 1991 / 274 rûpel. 14. Çerx û Mêjûy Hunerî Mosîqa Le Ewrûpa da / Amêd Mihyeddîn Mihemmed / Lêkolîn / 1992 / 192 rûpel / Soranî. 73 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. Dal / Şêrko Bêkes / Helbest / Wergerandina ji Tîpên Erebî: Xalid Xalid / 1989 / 44 rûpel / Soranî. Dastanî Rûh / Fehed Gerdewanî / Helbest / 1994 / 94 rûpel / Soranî. Dengê Metîn û Cûdî – Dîwana – 3 / Sebrî Botanî / Helbest / 1993 / 94 rûpel / Kurmancî. Despêkên Şevînê / M.Zîlanî / Helbest / 1994 / 80 rûpel / Kurmancî. Dewletî Cumhûrî Kurdistan-Bergî Duqem / Mahmûd Mela Îzet / Dokûment / 1995 / 297 rûpel / Soranî. Dîcle-Firat (rojname, 1962-1963) / Amadekirin û Pêşgotin: Malmîsanij / Dokument / 1997 / 64 rûpel / Tirkî-Kurmancî. Dîroka Edebiyata Fransî (Sedsala 1700-1800)- Fawaz Husên / Kurmancî Dîroka Kurdî Kurdistanê / Amed Tigris & Aso Germiyanî / Pirtûka Dersê / 1990 / 85 rûpel / Kurmancî. Dîwanî Şêrko Bêkes , Beş: 3 / Şêrko Bêkes / Helbest / 1995 / 551 rûpel / Soranî. Du Heval / Leo Tolstoy / Wergera Kurmancî: A. Tigris / Kurte Çîrok / 1996 / 80 rûpel. Evîn / Babê Rojê / Zarok / 1992 / 24 rûpel / Kurmancî (Herfên Erebî). Ez û Şev û Bêdengî / Mehfûz Mayî / Helbest / 1994 / 124 rûpel / Kurmancî (Herfên Erebî). Gêgire Piyawî Biçûk / Wilhelm Reich / Wergera ji Swêdî bo Soranî: Xebat Arif / 1994 / 172 rûpel. Geranewey Estêrekan / Xebat Arif / Helbest / 1997 / 73+36 rûpel / Soranî. Gulbijêrek Ji Helbestên Şêrko Bêkes / M.Mayî ji tîpên erebî wergerandiye / 1991 / 110 rûpel / Soranî. Gulçinînewe le Xermanî “Henbane Borîney Hejar” / Abdullah Hesenzada / Ferheng / 1995 / 150 rûpel / Soranî. Gurî / Zinar Soran / Çîrok û Serpêhatî / 1993 / 60 rûpel (bi wêne) / Kurmancî. Helbijardeyek Le Çîrokî Folklorî Kurdî, Cilt:1/ Farûq Hefid (Farok Hafid) / 1991 / 346 rûpel / Soranî. Herdûbat / Mele Zahîdê Diyarbekirî / Wergêr ji tîpên erebî: Zeynelabidin Zinar / 1990 / 74 rûpel Hêvîya Welêt (Geryanek di nav Kurdên Sovyeta berê de, her ji Tiblîsê heta derdora sinorê Çînê) / Nezîf Mayî / 1994 / 127 rûpel / Kurmancî. Heyranok / Gilî û Gazindên Evînê.. Muzîk û Mork... / Beşîr Botanî / Musîk / 1995 / 108+XII rûpel / Kurmancî Hikayetên Civata Kurda / Prof. Heciyê Cindî / Folklor / 1996 / 112 rûpel / Kurmancî. Hindik-Rindik / Pêkenîn / Zinarê Xamo / Kurmancî Iqde Durfam / Şêx Eskerî / Çîrokên bi Helbestkî / transkrîpsiyona ji tîpên erebi: Zeynelabîdîn Zinar / 1989 / 203 rûpel / Kurmancî. Jana Gel / Îbrahîm Ehmed / Roman / Wergera ji soranî bo kurmancî : Elîşêr / 1992 / 188 rûpel. Jinên Kurd... / Rohat Alakom / Kurmancî. Jînenîgariya Min / Cigerxwîn / Bîranîn / 1995 / 414 rûpel / Kurmancî. Kalemimden Sayfalar / Necmettin Büyükkaya / 1992 / 504 rûpel / KurmancîDimilkî. Ken û Girîn / Amed Tîgrîs & Roman Motkî (Berhevkar) / Pêkenîn / çapa yekemîn: 1989, çapa duyemîn 1994 / Kurmancî. Kolan (Komele çîrok ) - Deh Kurteçîrok / Reûf Bêgerd / 1994 / 143 rûpel / Soranî (bi herfên erebî). Komputer (Computer) / Enwer Necmedîn / 1994 / 58 rûpel / Soranî. 74 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. Kurdên Haymanayê / Georges Perrot / 2000 / Kurmancî. KURDĐSTAN Irak / Albüm / Îngilîzi, kurdî û Fransî Kurdiya Şîrîn / B.Welatevîn & Zinar Soran / Perwerde / 1994 / 96 rûpel / Kurmancî. Kurmancî / Rohat Alakom / Lêkolîn / 1995 / 164 rûpel / Kurmancî Kurtemêjûy Bizûtnewe Netewayetîyekanî Kurd / Dr.Sadiqî Şerefkendî / Lêkolîn / 1995 / 164 rûpel / Soranî. Kurtemêjûy Kurd û Kurdistan / Amed Tigris & Aso Germiyani / Pirtûka Dersê / 1992 / 97 rûpel / Soranî. Kurterastî ji bo Cografyayê / Amed Tigris & B.Welatevîn / Pirtûka Dersê / Wêneçêker: Kemal Culemergî / 1991 / 47 rûpel / Kurmancî. Kurteyekî Cografya / Amed Tigris / Wergera ji kurmancî bo soranî: Nasir Razazî / Pirtûka Dersê / 1993 / 47 rûpel / Soranî. Laleşîn – Dîwana Şêx Memduhê Birîfkanî (beşa yekem) / Zahid Birîfkanî / Helbest / 1997 / 117+123 rûpel / Kurmancî (bi tipên erebî û latînî.). Li Kurdistanê Hêzeke Nûh : Jinên Kurd (Lêkolîneke dîrokî - bi albumeke înformatîv / Alakom, Rohat / 1995 / 225 rûpel (145 rûpel+80 rûpel foto) / Kurmancî. Lirawengeyekî Kurdîwa Herîşê Xachilgiranê / J.Kurdo / Lêkolîn / 1997 / 132 rûpel Marif Wirêne Diket / Abdulla Qeredaxî / Pêkenîn / 1996 / 165 rûpel / Soranî. Memik Axawo Dêrsimij / Haydar Işık / Wergera ji tirkî bo kurdî (dimilkî ): Mihem Himbêlij / 1994 / 147 rûpel / Dimilkî. Mihemed Arifê Cizîrî Kewê Ribad e / Segvan Ebdulhekîm / Transkrîpsiyona aji tipên Erebî: S.Zaxoyî / Lêkolîn / 1990 / 67 rûpel / Kurmancî. Mindaleket Bo Wa Ekat! / Amadekirdin û Kokirdinewe : Şêrzad Feqê Elî, Serperiştî zanistî: Drûpel Ebdulbaqî Ehmed / 1994 / 200 rûpel / Soranî. Mindaleket Le Temenî Qutabxane da / A.Mustafa Şêrzad / Perwerde / 1997 /176 rûpel / Soranî. Mîtolojîyên Mezopotamya / Edward Petîşka / Wergera ji Bulgarî: Cemal Batun, Îllustrasyon: Vanya Lapardova –Batun / 1993 / 88 rûpel / Kurmancî. Mûzexaney Etnografî Kurd le Başûrî Kurdistan da / Farûq Hefîd / 1993 / 272 rûpel / Soranî. Navên Kurdî / Amed Tîgrîs / 1990 / 84 rûpel / Kurmancî. Nêw Le Komelî Kurdewarî da (Di Civata Kurdewarî de Nav ) / Nasir Rezazî / 1991 / 344+3 rûpel / Soranî. Nişan û Dawet / Tigris, Amed / 1991 / 96 rûpel (bi foto) / Kurmancî. Rêgûzerî Bîrî Sîyasî / Sven Erîk Liedman / Werger: Asos Kemal / Lêkolîn / 1997 / 298 rûpel / Soranî. Roj bi Roj Şerê Kevdavê û Kurd / Amed Tigris & Cemal Batun & Xorto / 1992 / 376 rûpel / Kurmancî. Rondikê Çavên Tî.../ Faruk Îremet / Helbest / 1993 / 55 rûpel / Kurmancî-Dimilkî. Simko: Îsmaîl Axay Şukak û Bizûtnewey Netewayetîy Kurd / Mihemed Resûl Hawar / Lêkolîn / 1996 / 697 rûpel / Soranî. Sîsirkê Hesinî / Selîm Berekat / Bîranîn / Wergera ji erebî: Ahmed Huseynî / 1997 / 96 rûpel / Kurmancî. Sîyamed û Xeca / Koyo Berz / Çîrok / 1993 / 255 rûpel / Dimîlkî. Şerefname / Şerefxanê Bedlîsî / Kurmancî. Şûjin / Dr. Cuwan Batû / 2000 / Kurmancî. Wênek Bê Çarçove / Babê Rojê / Kurteçirok / 1988 / 73 rûpel / Kurmancî (Herfên Erebî). Xaç û Mar û Rojjimêrî Şaîrê / Şêrko Bêkes / Helbest-Roman / 1997 / 374 rûpel / Soranî. 75 77. 78. Zaway Zînete Xatûnê (Zavayê Zînet Xatûnê) / Sîyamend Şêxaxayî / Kurteçîrokî Tenz / 1991 / 183 rûpel / Soranî. Zerteşt / Qeredaxî, Abdulla (Mela Elî) Qeredaxî / Lêkolîn / 1997 / 152 rûpel / Soranî. Pirtûkên zarokan; Ev hemû çîrokên zarokan in û bi wêneyên rengîn in. Wergera wan a ji Swêdî li ser daxwaza APEC’ê ji aliyê redasiyonek û hin kesan hatiye çêkirin. 79. 80. Baxçê Zarokan-Baxçey Zarokan / A.Gernas & Ferîd Nedher / Stran û Muzîka Zarokan / 1997 / 127 rûpel / Kurmancî-Soranî. Rêwîtîya Dûr û Dirêj - Geştêkî Dûr û Dirêj / Rose Lagercrantz / Wergera ji swêdî: Alî Çîftçî & Xebat Arif; Îllustrasyon: Îlon Wikland / 1996 / 50 rûpel / KurmancîSoranî (lat.-erebî). Gunilla Wolde: 81. 82. 83. 84. 85. 86. 87. 88. 89. 90. Emma Diçe Ser Doktor / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Dimilkî. Emma Diçe Ser Doktor / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Emma Diçe Ser Doktorê Diranan / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Dimilkî. Emma Diçe Ser Doktorê Diranan / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Emma û Birayê Biçûk / 1996/ 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Tûtê Diçe Derve-Tûte Yo Şino Teber / Kurmancî-Dimilkî. Tûtê Paqijiyê Dike / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Tûte Paste Çêdike / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Dimilkî. Tûtê Xanî Çêdike / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Yekem Roja Emmayê li Kreşê / 1996 / Kurmancî-Soranî. Ulf Löfgren: 91. 92. 93. 94. 95. 96. 97. 98. 99. 100. 101. 102. Doktor Rindo / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Rindo Holikê Çêdike / 1994 / 24 rûpel / Kurmancî. Rindo Şorbe Dide Ser / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. Rindo û Ereba Çargoşe / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. Rindo û Gulê li Çîrokistanê / Kurmancî-Soranî Rindo û Hesso li Tîrenê Siwar Dibin / Kurmancî-Soranî Rindo û Hevalên Xwe / Kurmancî-Soranî Rindo û Mişko / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Rindo û Orkestra / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. Rindo û Seyran / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. Rindo û Silo / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Rindo û Telefon / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî. Rose Lagercrantz: 103. Rêwîtiya Dûr û Dirêj / Kurmancî-Soranî. Pirtûkên dersê: 104. 105. 106. 107. 108. 109. 110. Kurtemêjûy Kurd û Kurdistan / Kurmancî Kurteyekî Cografya / Kurmancî Cografya Kurdîstanê / Kurmancî Cografyay Kurdistan / Kurmancî Zimanê Min-2 / H. Diljen / Kurmancî Baxçê Zarokan (Stran bi Kurmancî û Soranî - bi wêne û nota / Kurmancî Kurterastî / Cografya / (sinifên 5-7) / Kurmancî 76 111. Dîroka Kurd û Kurdistanê (sinifên 5-9) / Kurmancî Tord Nygren: 112. Soro Diçe Semestrê / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. 113. Soro Êç Digere û Lê Digere / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. Petra Szabo: 114. Hişt Hişt! Li Derûdoro Avê / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. 115. Hişt-Hişt! Li Mala Me / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî. Sven Nordqist: 116. Nêçîra Rovî / 1995 / 28 rûpel / Kurmancî. 117. Pasteya Kiloran / 1995 / 28 rûpel / Kurmancî. Astrid Lindgren: 118. Keça Şerrûd Lotta / 1997 / 64 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN KOMELEYA JĐNÊN KURD LĐ SWÊDÊ (ĐSVEÇ KÜRT KADINLARI YAYINLARI) (Stockholm, 1988) 12345- Çiyayê Kurmênc û Tevgera Murodan / Roger Lescot / Tarîx / 1992 / 80 rûpel / Kurmancî. Çiyayên Bi Xwînê Avdayî / Bavê Nazê / Roman / 1989 / 240 rûpel / Kurmancî. Horas û Kuryas / Bertolt Brecht / Şano / 1992 / 56 rûpel / Kurmancî. Kerwan / Reşîdê Kurd / Helbest / 1991 / 73 rûpel / Kurmancî. Mistek Ji Şîna Bêcir / Ehmed Huseynî & Mihemed Huseynî / Helbest / 1990 / 56 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN MEZOPOTAMYA (NEZOPOTAMYA YAYINLARI) (Stockholm, 1989) 1. 2. Stêrka Zêran / H.Awas Ackblad (Berhevkar) / Zarok / 1996 / 121 rûpel / Kurmancî. Destê Min Li Destê Te Digere / Mehmet Tanrıkulu / Helbest / 1995 / 82 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN ÇANDA NÛJEN (ÇANDA NÛJEN YAYINLARI) (Stockholm, 1990) 1. 2. 3. 4. 5. Bayê Azadiyê / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1996 / 106 rûpel / Kurmancî. Çirokên Kurmancî / Aleksander Jaba / 2000 /Kurmancî. Çivanoka Evînê / Samed Behrengî / Werger: Lokman Polat / Zarok / 1995 / 44 rûpel / Kurmancî. Dêrsim / Adil Duran / Destan / 1996 / 105 rûpel / Kurmancî. Edik û Bedik / Samed Behrengî / Werger: Lokman Polat / Zarok / 1996 / 44 rûpel / Kurmancî. 77 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. Efsaneya Şahmaran / Lokman Polat / Kurmancî Evîn û Jiyan / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1990 / 80 rûpel / Kurmancî. Evîndar / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1996 / 100 rûpel / Kurmancî. Ey Şehîd, Hey Hebûn / Lokman Polat / 1997 / 156 rûpel / Kurmancî. Fîlozof / Lokman Polat / 2000 / Kurmancî. Gotina Mêrê Kurd Gotin e / Elî Cafer / 2000 / Kurmancî Hawar û Qêrîn Bese Şerê Birakujiyê / Lokman Polat / Çîroka Dirêj / 1996 / 84 rûpel / Kurmancî. Hespê Boz û Şêxzade / Berhevkar: Lokman Polat / 1997 / 66 rûpel / Kurmancî. Jin û Zindan / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1995 / 80 rûpel / Kurmancî. Lawikê Keçel / Erol Karabiyik / Werger: Lokman Polat / Zarok / 1996 / 44 rûpel / Kurmancî. Mêrxas / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1996 / 100 rûpel / Kurmancî. Rewşa Edebiyata Kurdî-1 / Lokman Polat / Hevpeyivîn / 1996 / 108 rûpel / Kurmancî. Torina Şêx Seîd / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1993 / 112 rûpel / Kurmancî. Weyla Licê, Weyla Licê / Dilpêt Jêlî / 1997 / 96 rûpel / Kurmancî. Xwîn û Hêstirên Çavan / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1995 / 118 rûpel / Kurmancî. Ziman û Roman / Mehmed Uzun / Hevpeyivîn / 1996 / 152 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN BERHEM (BERHEM YAYINLARI) (Stockholm, 1991) 1. 2. Hazar Dengiz ê Zerrê Mi De / Kemal Astare / Helbest / 1991 / 64 rûpel / Dimilkî, Almanî. Tarîxa Felsefeyê ya Rojava (Qirna Antîq) / Mustafa Düzgün / Felsefe / 1995 / 189 rûpel / Kurmancî WEŞANÊN NÛDEMÊ (NÛDEM YAYINLARI) (Stockholm, 1992) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. Antolojiya Çîroka Nû ya Kurmancên Başûr / Xelîl Duhokî / 1995 / 104 rûpel / Kurmancî. Banga Hawarê / Medenî Ferho / Şiîr / 1996 / 95 rûpel / Kurmancî. Bexçeyê Vîşne / Çexov / Werger: Firat Cewerî / Piyes / 1995 / 92 rûpel / Kurmancî Bingehên Gramera Kurmancî / Celadet Elî Bedirxan / Gramer / 1993 / 95 rûpel / Kurmancî. Biyanî / Albert Camus / Roman / Werger: Fawaz Husên / 1995 / 108 rûpel / Kurmancî. Çîroka Malbata Evdo / Firat Cewerî / 1999 / Kurmancî Dê û Dêmarî / Egîdê Xudo / Roman / 1995 /112 rûpel / Kurmancî. Dil Folklora Kurdî de Serdestiyeke Jinan / Rohat / Lêkolîn / 1993 / 153 rûpel / Kurmancî. Dîwar / j. P. Sartre / Werger: Firat Cewerî / 1998 / Kurmancî Evîna Reben / Derwêş M.Ferho / Şîîr / 1996 / 80 rûpel / Kurmancî. Girtî / Firat Cewerî / Çîrok / 1996 / 174 rûpel / Kurmancî. Gotin / Yaşar Kaya / Ceribandin / 1996 / 115 rûpel / Kurmancî. 78 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. Gotinên Navdaran / Amadekar: Firat Cewerî / Aforîsma / 1995 / 106 rûpel / Kurmancî. Hêz û Bedewiya Pênûsê / Mehmed Uzun / Ceribandin / 1993 / 203 rûpel / Kurmancî. Hingê / Rojen Barnas / Çîrok /1997 / 83 rûpel / Kurmancî. Keça Kurd Zengê / Cemşîd Bender / Çîrok / 1997 / 127 rûpel / Kurmancî . Keskesor / Nûredîn Zaza / Çîrok / 1995 / 58 rûpel / Kurmancî. Kevoka Spî / Firat Cewerî / Çîrok / 1996 / 60 rûpel / Kurmancî. Kultur û Raman / Şerefxan Cizîrî / Ceribandin / 1996 / 150 rûpel / Kurmancî. Kultur, Huner û Edebiyat / Firat Cewerî / Ceribandin-Hevpeyvîn / 1996 / 423 rûpel / Kurmancî. Kurê Zinarê Serbilind / Sidqî Hirorî / Roman / 1996 / 156 rûpel / Kurmancî. Lawkê Xerzî / Mahmûd Baksî / 2000 / Kurmancî. Li Benda Godot / Samuel Becket / Piyes / Werger: Firat Cewerî / 1995 / 112 rûpel / Kurmancî Li Mala Mîr Celadet Elî Bedirxan / 1998 / Kurmancî Milkê Evînê / Rojen Barnas / Helbest / 1995 / 81 rûpel / Kurmancî Mircana Qelew / Guy de Maupassant / Werger: Serdar Roşan / 2000 / Kurmancî. Mîrza Mehemed / Medenî Ferho / Roman / 1995 / 107 rûpel / Kurmancî. Mîrzayê Biçûk / A. De Sain-Eksupêry / Çîrok / Werger: Fawaz Husên / 1995 / 99 rûpel / Kurmancî. Mişk û Mîrov / John Steinbeck / Werger: Firat Ceqerî / Roman / 1993 / 126 rûpel / Kurmancî. Pêlên Bêrîkirinê / Mustafa Aydogan / Roman / 1997 / 171 rûpel / Kurmancî. Pêşmerge / Rehîmê Qazî / Roman / 1997/ 120 rûpel / Kurmancî. Sorê Gulê / Süleyman Demîr / Roman / 1997 / 224 rûpel / Kurmancî. Şerefa Wendabûyî ya Katharina Blum / Heinrich Böll / Roman / Werger: Şahînê Bekirê Soreklî / 1997 / 139 rûpel / Kurmancî. Şevên Spî / Dostoyevskî / Roman / Werger: Firat Cewerî / 1993 / 80 rûpel / Kurmancî. Şiîrên Bijarte / Mayakovskî / Şiîr / Werger: Süleyman Demîr / 1996 / 132 rûpel / Kurmancî. Xezal / Sîma Semend / Çîrok / 1996 / 71 rûpel / Kurmancî. Zaroka Şevê / Jack London / Çîrok / Werger: Mustafa Aydogan / 1995 / 81 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN HOGĐR (HOGIR YAYINLARI) (Bonn) 1. Raperîna Çanda Kurdî Di Kovara Hawarê de / Husên Hebeş / 1996 / 256 rûpel / Kurmancî WEŞANÊN HÊLÎN (HÊLÎN YAYINLARI) (Stockholm, 1992) 1. Mala Xwedê / Mahmûd Lewendî / Pêkenîn / 1992 / 118 rûpel / Kurmancî. WEŞANÊN NEWROZ (NEWROZ YAYINLARI) 79 (Falköping, 1993) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. Afret Le Mejû da / Dr. Kemal Mezher / Lêkolîn / 1996 / 90 rûpel / Soranî. Bîrewerî 21 Salî Tekoşan / Naîb Abdulla / Bîranîn / 1997 / 230 rûpel / Soranî. Danpiyananekî Piyawane / Dr.Newal Sadawî / Çîrok / Werger: Mehabad Qeredaxî / 1994 / 175 rûpel / Soranî. Filîpok / Liv Tolistoy / Zarok / Werger: Rewas Ahmed / 1996 / 25 rûpel / Soranî. Goran; Şaîrî Ciwanî û Huner / Kemal Mîrawdelî / Lêkolîn / 1996 / 174 rûpel / Soranî. Hezar û Yek Pirsiyar / Fehmî Kakeyî / Perwerde / 1997 / 125 rûpel / Soranî. Koç / Mehabad Qeredaxî / Roman / 1994 / 178 rûpel / Soranî. Le Kotayî Da Bîrim Kewtewe Temaşey Xom Bikem / Dilsoz Heme / Helbest / 1996 / 95 rûpel / Soranî. Le Pênawî Jiyanewey Afret da / Mehabad Qeredaxî / Lêkolîn / 1995 / 174 rûpel / Soranî. Mejûyî Ardelan / Enwer Sultanî / Tarîx / 1997 / 101 rûpel / Soranî. Midalya / Mehabad Qeredaxî / Helbest / 1995 / 101 rûpel / Soranî. Nanî Jehrawî / Visilin Hanchev / Şano / Werger: Mehabad Qeredaxî / 1994 / 50 rûpel / Soranî. Panorama / Mehabad Qeredaxî / Helbest / 1993 / 206 rûpel / Soranî. Pîkaso / Zagros Zerdeştî / Huner / 1997 / 106 rûpel / Soranî. Qelewî Nexoşî Serdem / Mustafa Qeredaxî / Zanistî / 1994 / 120 rûpel / Soranî. Semay Derûn / Mustafa Qeredaxî / Helbest / 1994 / 80 rûpel / Soranî. Şax Kêlgey Genmeşamî ye / Mehabad Qeredaxî / Helbest / 1994 / 90 rûpel / Soranî. Şiîr Henasey Gerdûn e / Amadekar: Mehabad Qeredaxî / Helbestên Cihanê / 1994 / 95 rûpel / Soranî. Tenya Deng Demenetewe / Amadekar: Mustafa Qeredaxî / Helbestên Farisî / 1994 / 112 rûpel / Soranî. Tewnî Guman / Abdullah Qeredaxî / Helbest / 1994 / 95 rûpel / Soranî. WEŞANÊN DILJEN (DILJEN YAYINLARI) (Uppsala, 1995) 1. 2. Zimanê Min - 2 / Haydar Diljen / Perwerde / 1997 / 104 rûpel / Dimilkî. Ziwanê Ma / Alfaba / Haydar Diljen / Perwerde / 1996 / 90 rûpel / Dimilkî. WEŞANÊN NEFEL (NEFEL YAYINLARI) (Stockholm, 1997) 1. Bingehên Rastnivîsandina Kurdiyê / Arif Zêrevan / Ziman / 1997 / 160 rûpel / Kurmancî. PIRTÛKÊN DIN YÊN KURDÎ YÊN LI DERVEYÎ TĐRKÎYEYÊ HATĐYÊ ÇAPKIRIN (TÜRKĐYE DIŞINDA YAYIMLANAN DĐGER KÜRTÇE KĐTAPLAR) 80 1. Antolojîyê Hozanvanê Swedî / Faruk Îremet / Helbest-Antolojî / 1995 / 80 rûpel / Kurmancî 2. Apo Osman Sebrî 1905-1993 / Lehengek / Konê Reş / 1997 / Beyrût / Kurmancî 3. Bîrova Çavan / Gabar Giyan / Drama / 1995 / 92 rûpel / Kurmancî 4. Evîna Şahmaran / Gabar Çiyan / 1997 / Kurmancî 5. Govenda Li Ber Mirinê / Kurteçirok / Bavê Nazê / Weşanên “Axîna Welat” /1996 / Kurmancî 6. Gula Derengî An Jî Rengên Kurdî / M.Rojasor / Helbest / Kurmancî 7. Hebû Tunebû / Rêza Çîrokên Zarokan / Prof. Celîlê Celîl / Weşanên NÇM / 1992 / Kurmancî 8. Ji Bo Dîrok Vajî Neyê Nivîsandin / Pranso Herîrî / Hevpeyvîn / Weşanên PDK / 1995 / Soranî 9. Mirov û Welat Du Helbestên Refîq Sabrî De / Xelîl Duhokî / 1996 / Kurmancî 10. Pêkenokên Me / Gabar Çiyan / Lêkolîn / Kurmancî 11. Sazek Ji Çavên Kurdistan Re / Jan Dost / Helbest / 1994 / Kurmancî 12. Seyrana Dil / Di Şîna Evînê De / M.Hemo / 1997 / Kurmancî 13. Sîpan û Jînê / Konê Reş / Helbestên Zarokan / 1993 / Kurmancî KÜRDOLOJÎ ESERLERĐ BĐBLĐYOGRAFYASI (1983-1986) 1. DĐL 1.1. DĐLBĐLĐM ARAŞTIRMALARI 12- Fonetika Kurdskogo Yazika (Dialekt Mukri) / Smirnova, I.A., Eyyubi, Ke.,/ Kürt Dili Fonetiği, Mukri şivesi ) / Nauka Weş. / 1985 / 340 rûpel Rêzimaî Kurdî Be Berestey Diyalêktî Kurmancî-w-Soranî / Kurdoev, K.K. / Werger: Kürdisatan Mukriyani / 1984 / 381 rûpel 1.2. SÖZCÜKLER 1. 2. 3. KURDOEV,K.K., VE YUSUPOVA Z.A., / Kurdso-Russkiy Slovar (Sorani), Kürtçe (Sorani)_ Rusça Sözlük ) / 1983 / 752 rûpel Taha, Nobere, Gelaleyek Bo Qamûsekî Zarawe / Feyzizada / Suruş Yay. / 1985 / 94 rûpel TAHÎR, Şarif, Abd Al-Sattâr, Qamûsî Derûnnasî Înglîzî- Erebî-Kurdî (ĐngilizceArapçe-Kürtçe Psikoloji Sözlüğü), Ata Basımevi / 1985 / 252 rûpel 1.3. ÇEŞĐTLĐ 1- TODD,Terry Lynn, A Grmammer of Dimili (Also known as Zaza-Zazaca olarak dabilinen Dimilî grameri), yayınlanmamış doktora tezi. The University of Michigan, 1985 / 295 rûpel 2. EDEBĐYAT VE SANAT 81 2.1. EDEBĐ ESERLER 2.1.1. Şiir 1- ‘UMER FERHAD, Fazil, Roşenayî le dengewe (Sesin Aydınlığı), 1983 / 218 rûpel 2- BACELAN, Rostem, Baxçey’mdalan (Çocuk bahçesi), 1963 / 84 rûpel 3- BÊXEW, Midhat, Darberû (Çinar), 1983 / 95 rûpel 4- CEGERXWÎN, Hêvî, Dîwana 7’a , Roja Nû Yayınları, 1983/ 186 rûpel 5- CEWERÎ, Firat, Dê şêrîn e (Ana şirindir), 1983 / 74 rûpel 6- HERDÎ,Ehmed, Razî Tenyayi , 1984/ 99 rûpel 7- ŞAKELÎ, Ferhad, Jê (Ok), 1985 / 108 rûpel 2.1.2. Hikayeler 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. BOZARSLAN, M. Emin, Pepûk , Deng Yayınları, Uppsala, 1985 / 70 rûpel BOZARSLAN, M.Emin, Serketina Mişkan, Deng Yayınları, Uppsala (Đsveç) 1984, 85 r. BRÎNDAR, Soro, Roman, Federal Almanya, 1983 / 179 rûpel MUHAMMAD, Tahir, Anwar, Ev çîrok bi domahî nehat , NÛRÎ, Cemal, Zêrîn û Kalê , Bağdat, 1983. QÎZILCÎ, Hesen, Pêkenînî Geda , Bağdat, 1985 / 160 rûpel RIZGAR, Abdullah, Le Gazêweyek Da , Stockholm, 1984 / 54 rupel 8. ŞEMO, Ereb, Dimdim, Roja Nû Yayınları, Stockholm, 1983 9. UZUN, Mehmet, Tu , Dengê Komal Yayınları, 1984 / 220 rûpel 2.2. EDEBĐ MĐRAS 1. 2. FEYZÎ BEY, Emîn, Encümeni Edîban , Irak Bilimler Akademisi, Kürt Bölümü, Bağdat, 1983 / 177 rûpel HEMDÎ, Dîwanî Hemdî , Serkewtin Basımevi, Süleymaniye, 1984 / 424 rûpel 2.3. FOLKLOR 12- CINDÎ, Hecî, Meselok û Xerebokêd Cemeata Kurda, Ermenistan Sovyet CUmhuriyeti Bilimler Akademisi Yayınları, Erivan, 1985 / 784 rûpel. FETTAHÎ QAZÎ, Qader, Amsâl va hekam-e kurdî , Tebriz Üniversitesi yayınları, 1985 / 616 rûpel 2.4. EDEBĐ ÇEVĐRĐLER 12345- BERGSTÖM, Gunilla, Alfonfsê Şît , Kurdiska Kultur Förlaget, Stockholm, 1983 Efsanekanî Milletanî Asya , Werger: Kaus Qeftan, I. Cilt: 1985 / 229rûpel GOGOL, N.V., ve PÛŞKĐN A.S., Lût û Kirêwe, Rusçadan çeviren Ewirehmanî Hacî Marif, Bağdat, 1983 / 72 rûpel KEMAL, Yaşar, Karî, Ya Ew Diwî Çiya, Werger: Şukir Mustafa, Bağdat, 1983 / 431 rûpel LERMONTOV, L., Yu., Helbestên Bijarte, Werger: Husen Rehber Rêzan, Bağdat, 1985 / 80 rûpel 82 67- PETROV, S.M., Pûşkîn, Jiyan û Berhemî Şakarî, Arapça’dan çeviren Mihemmedî Mela Kerim, Bağdat, 1983 / 312 rûpel SANDBERG, I. Ve l., Kino Digot Alikarî Bikim, Đsveçce’den çeviri, Kurdiska Kultur Föirlaget, Stockholm, 1983 / 32 rûpel 2.5. EDEBĐYAT TARĐHĐ VE MONOGRAFĐLER 12345- Hawdeng, Şîr û Çîrok , Hewlêr (Erbil), 1983 / 66 rûpel HÊMIN, Paşerokî Mamosta Hêmin, Mahabad, Seyediyân Yayınları, 1983 / 220 rûpel KURDO, Qanat, Tarîxa Edebiyata Kurdî , c.I, Stockholm, 1983 / 192 rûpel, c.II, Stockholm, 1985 / 176 rûpel MUSTAFA CELALÎ, Muslih, Şêx Nûrî, Dengî Resenî Şiîr, Bağdat, 1984 / 185 rûpel XEZNEDAR, Marif, Le babet Mêjûy Edebî Kurdiyewe, Bağdat, 1984 / 499 rûpel 0 2.6. GAZETECĐLĐK 1- Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî, Kürtçe-Türkçe Dergi, 1918-1919, c.I ve 2, Deng yayınları, Uppsala, 1985 / 494 rûpel + (100r + 100r). 2.7. MÜZĐK 1- ŞARBAJÊRT, Osman, Gencinêy Goranî Kurdî, Kürt Kültür ve Dağıtım Örgütü Yayınları, sayı:120, Bağdat, 1985 / 419 rûpel 2.8. HAT SANATI 1- EZZATPÛR, Fâteh, Nagareş-ê Kutâh Ber Xoşnevîsî Der Kordestân, (Đran Kurdistan Vilayeti Đslami Yönlendirme Genel Dairesi Yayınları, 1983 / 61 rûpel 2.9. KARĐKATÜR 1- MAMOSTE, Dengê Xêzikan (Çizgilerin sesi), Roja Nû Yayınları, Uppsala, 1984 2.10.TĐYATRO 1- XIŞBE, Samî, Kêşekanî Şanoy Hawçerxe, Arapça’dan çeviren Mahmud Zamdar, Bağdat, 1983 / 113 rûpel 2.ll. TAKVĐMLER 1. 2. SAMADĐ, Seyyed Mohammad, Rojjimêrî Mehabad, Mahabad, 1983 / 108 rûpel SIRACUDDÎNÎ, Mihemmed, Rojjimêrî Çiya, Tahran, 1985 / 96 rûpel 3. TARĐH VE TOPLUM 3.l. ESKĐ TARĐH 1- CIGERXWÎN, Tarîxa Kurdistan, 2. Cilt, Roja Nû Yayınları, Stockholm, 1985 / 216 rûpel 83 3.2. MODERN TARĐH 1. CELÎL, Celîl, Jiyana Rewşenbirî û Siyasî ya Kurdan di Dawiya Sedsala XIX. û Despêka Sedsala XX. de, Jîna Nû Yayınları, Uppsala, 1985 / 200 rûpel 2. CELÎL, Celîl, Raperînî Kurdî Salî 1880, Werger: Samî Şoreş, 1985 / 92 rûpel 3.3. ÇAĞDAŞ TARĐH 1. MEZHER EHMED, Kemal, Çend Lapereyek le Mêjuy Gelî Kurd, c.I. Bağdat, 1985 / 321 rûpel 2. ZEKÎ, (Muhammad Emin), Du Teqelay bê Sûd , Helwest Basımevi, Londra, 1984 / 110 krûpel 3.4. MONOGRAFĐLER 123- AHMED HOWAYZÎ, Tâhir, Mêjûj Koye, c.2, 1984 / 304 rûpel QASIMLO, Abdul-Rahman, Çil Sal Xebat le Pênawî Azadî, Kurteyek le Mêjuy Hizbî Demokratî Kurdistanî Iran , c.I., (Basımyeri belli değil), 1985 / 101 rûpel SAMADĐ, Seyyed Mohammad, Tarixçeyê Mahabad, 1984 / 40 rûpel 3.5. GENEL TARĐH 1. MEZHER EHMED, Kemal, Mêjû, Kurte Basekî Zanistî Mêjê û Kurd û Mêjû, Bağdat, 1983 / 384 rûpel 3.6. ETNOGRAFYA 1- DIZEYÎ Hemed Emîn, Awazî, Folklorî Kurdî le Nawçey Dizeyiyanda, Bağdat, 1984 / 98 rûpel 3.7. DĐN 1- ZOHDÎ Raûf Mihemmed, Bo le Heqqe Kewtine Teqe?, Bağdat, 1985 /182 Rûpel 3.8. ÇEVĐRĐLER 1234- GARNETT, Lucy, Afretî Kurd le Turkiya , Werger: Eziz Gerdli, Bağdat, 84 rûpel HANSEN, Henny Herald, Jiyanî Afreti Kurd, Werger: Eziz Gerdi, Irak Bilim Akademisi, Kürt Bölümü Yayını, Bağdat, 1983 MINORSKY, .F. Kurd, Werger: Seîd Heme Kerîm, Salaheddin Üinversitesi, Erbil, 1984 / 192 rûpel NOEL E., Yaddaştekanî Major Noel le Kurdistan, Werger: Seîd Heme Kerîm, Salaheddin Üniversitesi Yayınları, Bağdat, 1984 / 192 rûpel 84 4. BĐYOGRAFĐLER 4.1. DERLEMELER 123456- EBRAHÎMÎ MIHEMEDÎ, Mihemmed Salih, Jianewerî Zanayanî Kurd le Cîhanî Êslametî ya Gencîney Ferheng û Zanist, Tahran, 1984 / 886 rûpel HEYRAT SECCADĐ, Seyyed Abd-el Hamid, Golzarê Şaeranê Kordestan, Tahran, 1985 / 285 rûpel MARDUX RUHAN, Bâbâ, Tarîxê Meşahirê Kurd, c.I, Suruş Yayınları, Tahran, 1985 / 474 rûpel MELA ABDULKERĐM MUDERRĐS Muhammad, Binemaley Zanyaran, Bağdat, 1984 / 632 rûpel MELA ABDULKERĐM MUDERRĐS, Muhammad, Yadî Merdan, II. Cilt, Irak Bilim Akademisi Kürt Bölümü Yayını, 1983 / 668 rûpel SOLTANÎ, Mohammad Ali, Hadiqeyê Soltanî, l. Cilt, Îran, 1985 / 39 rûpel 4.2. MONOGRAFĐLER 12345- BEKIR, Şahîn, Hokirina Zimanê Kurdî , c.I. Bankstown (Avusturalya), 1983 / 48 rûpel EFTEXAR, Abdullah Nâhid, Xatiratê Man, Tahran Nafisifar Yayınları, 1983 / 107 rûpel, Jiyan û Xebat, Ferbûnî Xöndinewe-w-Nûsîn Taybetî Gewre Salan, c.I. Îran Kürdistanı, 1984 / 144 rûpel Xûndinî Kurdî, Polî Duwemî Sertayî, Îran Kürdistanı Kültür Komitesi, 1983 / 137 rûpel Zanistî Ezmûnî, Îran Kurdistanı Kültür ve Eğitim Komitesi, 1983 / 144 rûpel 5. KOLLEKTĐF ESERLER VE ARAŞTIRMA DERGĐLERĐ 1234567891011- Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd , C.X, Bağda, 1983 / 492 rûpel Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, c.XI. Bağdat, 350 rûpel Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, cild XIII, Bağdat, 1985 / 383 rûpel Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, cild XIV, Bağdat, 286 rûpel Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, cild XV , Bağdat, 1986 / 302 rûpel Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, V.XII, 1985, Bağdat, 428 rûpel Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no: 2, Mayıs 1984 / 208 rûpel Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no:1, Paris, 1983 / 208 rûpel Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no:3, Şubat 1985 / 208 rûpel Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no:4, Eylül 1985 / 208 Rûpel Hêvî (Kovara Çandiya Giştî ), no: 5, Mayıs 1986 / 208 rûpel 85 ROJNAME Û KOVARÊN KU LI SWÊDÊ DERKETĐNE (ĐSVEÇ’TE YAYINLANAN KÜRTÇE GAZETE VE DERGĐLER) 12345678910111213141516171819202122232425262728293031323334353637383940414243444546- AŞTÎ (PEACE-FRED), Stockholm, Kovar, 1983, Kurmancî ALA, Spanga, Kovar, 1986, (Berey Yekgirtuy Dimukrati Kurdistan, Kurmancî) ALA, Swed, Organi Partî Serbexoyî Kurdistan, No:5, l993, sal:7, Kurmancî ALAY SÛRÎ KURDA YETÎ, Kovar, Irak, 1981(Çapi 2. Stockholm, Kurmancî) ALAY YEKGIRTIN, Uppsala, 1976, (Organa Komîta Merkezî ya Partiya Komunîsta Iraqê) Kurmancî ARARAT, Eskilstuna, Kovar, Kurdî-Swêdî, 1994 ARMANC, Stockholm, Rojname, 1979 (Destpêk Kurdî-Tirkî, piştre Kurdî) ASO, Uppsala, Kovar, 1976, Kurmancî AVAŞÎN, Stockholm, 1996, Kovar, Kurmancî BELAVOK, Uppsala, no:7, 1979, Kurmancî BERGEH, Stockholm, Kovar, no;1, 1989, Tirkî-Kurmancî BERHEM, Stockholm, 1988, Kurmancî-Tirkî BERXWEDAN, Stockholm, 1983, Kovara Federasyona Demokrat ya Komelên Kurd li Swêdê, Kurmancî BÎRNEBÛN, Almanya-Swêd, Kovar, 1997, Tirkî-Kurmancî BULTENA KOMKAR SWÊD, Stockholm, 199O , Kurmancî. BULTENA KOMELA PIZÎŞKÊN KURDĐSTAN LI SWÊD, Stk. 1988, Kurmancî ÇARÇIRA-ÇIWARÇIRA, Stockholm, Kovar, 1/1986, Kurmancî. ÇIRA, Stockholm, Komela Nivîskaran, 1995, Kovar, Kurmancî. ÇIRRO, NYNASHAMN, Kovar, 1992, Kurmancî. DEMOKRAT, Stockholm, Kovar, 1988, Tirki-Kurmancî DENG, Stockholm, 1/1985, KSSE, Kurmancî DENGÊ ŞAGIRTAN, Stockholm, 1991, Kurmancî DENGÊ WELAT, Stockholm, 1989, Stockholm, Organa TSK, Tirkî-Kurmancî DENGÎ YEKÊTÎ, Stockholm, 1978, “Rojnamey YNK-Liqî Ewropa” DÎDAR, Stockholm, Kovar, 1992, YCK Swêd, Kurmancî DÎMANE, Vesterâs, Kovar, 1991, Kurmancî DUGIR, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî ERKÎN WÊ, Uppsala, 1988, YNK, Kurmancî GIZING Swêd, Kovar, 1/1993, Kurmancî HELEBCE, Molndal, Kovar, 1/1988, Kurmancî-Erebî HÊLÎN, Stockholm, Kovar Zarokan, 1982, Kurmancî HELWEST, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî HEVGIRTIN/EL-ÎTTÎHAD, Stockholm, 1/1989, Kurmancî-Erebî HEVAL, Stockholm, Kovara Zarokan, 1995 (? B.t.), Kurmancî HÊVÎ, Stockholm, 1981, Kovara Zarokan, Kurmancî HÊVÎYA ME, Stockholm, Kovara Zarokan, 1997, Kurmancî HOMIL, Linköping, 1990, Kurmancî ÎNSÎYATÎF, Stockholm, Kovar, 1996, Kurmancî-Tirkî ÎSOT, Stockholm, Kovar , 1/1985, Mîzahî, Kurmancî JÎNDAN, Stockholm, Kovar, 1/1996, Kurmancî KOÇER, Stockholm, 1/1988, Kovara Zarokan, Kurmancî KOMAR, Stockholm, 1/1990, Kurmancî KONSEYA KURD, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî KONTRAKT, Uppsala, Kovar, 1998, Kurmancî KORMIŞKAN, Stockholm, Kovar, 1995 , Kurmancî (Dimilkî) KULÎLK, Stockholm, Kovara Zarokan, 1980, Kurmancî 86 4748495051525354555657585960616263646566676869707172737475767778798081828384858687- KURDĐSTAN PRESS, Stockholm, Rojname, 1986, Kurmancî-Tirkî LEDAYIKBÛN, Uppsala, 1/1987, Kurmancî MAMOSTAY KURD, Stocckholm, 1985, Kurmancî MÎRKUT, Stockholm, Kovar, 1/1985, Mîzahî, Kurmancî MUZÎK Û HUNER, Stockholm, Kovar, 1980, Kurmancî NEWROZ, Angered, no: 1/1986, Kurmancî NEWROZ, Komela Norsborg, Stockholm, Kovar, no: 2/1986, Tirkî-Kurmancî NIŞTIMAN, Stockholm, Kovar, 1983, Tirkî-Kurmancî NÛDEM, Stockholm, Kovar, 1/1992, Kurmancî NÛSER Stockholm, 1991 (?) (Kovara Yekiti Nuserani Kurdistan), Kurmancî PALE, Uppsala, Kovar , no:2, 1978, Kurmancî PÊŞENG BO ŞOREŞ, Kurdistan, Stockholm, Kurmancî-Tirkî PÊŞREW, Swêd, 2/1984, (Organi K.X.K.E.) Kurmancî PEYAM, Jönköping, no:5-6/1997, Kurmancî PÎYA, Stockholm, Kovar, 1/1988, Tirkî-Kurmancî (Dimilkî) QÊRÎN, Stockholm, Kovar, 1981, Tirkî-Kurmancî RABÛN, Stockholm, Kovar, 1/1991, Kurmancî RASTÎ, Stockholm, Kovar, 1998, Kurmancî REHEND, Stockholm, Kovar, no: 2/1997, Kurmancî RÊNASÎ, Stockholm, Bulten, 1984, Kurmancî, xwedî: Kurdiska Projekt ROJA NÛ, Stockholm, Kovar, 1978, Tirkî-Kurmancî (piştre Kurmancî) ROJBAŞ, Lulea, no:2/1997, Kovar, Kurmancî-Tirkî ROJEV, Uppsala, Kovar, 1991, Kurmancî-Tirkî ROJNAMA BIYANÎYAN, Norköping, Hejmara Taybetî, 1985, Kurmancî RONAKBÎRÎ, Stockholm, 1/1992, Kurmancî (Soranî) SERDEMÎN WÊ (Serdema Nû), Stockholm, 1/1986, Kurmancî, SERHILDAN, Swêd, Kovar, 1/1992, PAK, Kurmancî STÊRKA SOR / RÖDA STJARNAN, Stockholm, 1977, Kurmancî-Swêdî ŞANO, Stockholm, Kovar, 2/1987, Kurmancî ŞANO Û SÎNEMA, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî TEVGER, Stockholm, 1/1989, , Tirki – Kurmancî TÎRÊJ, Îzmîr / Stockholm, Kovar, 1979, Kurmancî (Kurmancî-Dimilkî) VATE, Stockholm, Kovar, 1/1997, Kurmancî (Dimilkî) WAN, Stockholm, Kovar, 1/1992, Kurmancî (Yekitiya Niviskarên Kurd) XEBERNAME, Linköping, 1/1989, Kurmancî XERNAME, Stockholm, Kovar, 1991, Kurmancî XWÊNDIKARÎ KURD, Stockholm, Kovar, 1/1982, Kurmancî (SOKSE) YAYIN DÜNYASI / CÎHANA WEŞANAN, Stockholm, 1997, Tirkî-Kurmancî YEKBÛN ÎNFO, Stockholm, 1993, Kurmancî YEKÎTÎ/YEKÊTÎ, Swêd, 3/1981, Erebî-Kurmancî, Xwedî: Komela Xwendavanên Iraqî ZENGIL, Stockholm, 1985, Mîzahî, Kurmancî, 87 EK 2 KÜRT DĐLĐNĐ TANIYALIM ĐSTANBUL KÜRT ENSTĐTÜSÜ YAYINLARI EM ZIMANÊ KURDÎ BINASIN WEŞANÊN ENSTÎTUYA KURDÎ YA STENBOLÊ Kürt Dilini Tanıyalım Giriş Kürtler, yerleşik olarak dört devletin (Türkiye, Đran, Irak ve Suriye) sınırları içinde yaşamaktadırlar. Söz konusu ülkelerin resmi dilleri ise Türkçe, Farsça ve Arapça’dır. Türkçe Ural-Altay, Arapça Sami, Farsça da Hint-Avrupa dil ailesindendir. Bu dillerden yalnızca Farsça Kürtçe ile aynı dil grubunda yer almaktadır. Ancak ilginç olan, yalnızca Arap ve Fars resmi otoritelerinin Kürtçe’nin varlığını ve kendi başına bir dil olduğunu kabul etmeleridir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yasaları ve idarecileri (son dönemlerdeki konuyla ilgili olumlu tartışmaları ve anayasa değişikliği amacıyla hazırlanan taslakları ayrı tutarsak) hala Kürtçe’nin varlığını ve kendi başına ayrı bir dil olduğunu kabullenememektedirler. Bu anlayış özellikle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından sonra yaygınlaştı ve resmi görüş haline geldi. Herkesçe biliniyor ki Cumhuriyet’ten önce Kürtler dilleri, kültürleri ve kavim kimlikleriyle tanınıyor, biliniyordu. Örneğin Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Kürtçeden ve Kürtçenin lehçelerinden söz eder. Kürtçenin zengin ve kadim bir dil olduğunu; Farça, Đbranice ve “Derice”den ayrı olduğunu vurgular. Şemsettin Sami Kamus’ül Alam adlı eserinde, Ziya Gökalp de çeşitli makalele ve demeçlerinin yanı sıra Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı eserinde, Kürtçe’nin diğer dillere benzemediğini ve bağımsız, zengin bir dil olduğunu söyler. Ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, özellikle de 1924 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra, Kürtler’in varlığı güvenceye alınmadı. Kürt dili, kimliği, kültürü yok sayıldı. Oysa biliyoruz ki Osmanlı Đmparatorluğu’nun ve Cumhuriyet’in birçok resmi belgesinde “Kürt” ve “Kürdistan” ibaresi yer almaktadır. Bütün Kürdologlar Kürtçe’nin bağımsız bir dil olduğunu, Arapça ve Türkçe ile bir bağının olmadığını tespit etmişlerdir. Öte yandan Kürtler ve Farslar Ari kökenlidirler. Dilleri aynı grup içinde yer alır, ama her biri bağımsız bir dildir. 88 Kürtler geçmiş dönemlerde kendi dilleriyle eğitim ve öğretim yapmışlardır. Medreselerde matematik, mantık, gramer, fıkıh ve benzeri konularda eğitim ve öğretim, Kürtçe ve Arapça yapılırdı. Ama öğretim birliği (tevhidi tedrisat) kanunuyla bu medreseler kapatıldı ve yeni sistemde Kürtçe öğretim ve eğitime yer verilmedi. Günümüzde nisbeten olumlu bir tartışma ortamı var. Eskisi kadar katı ve Kürtçe öğretime peşinen reddiyeci şekilde yaklaşılmıyor. Statükocular artık Kürtçeyi yok saymıyorlar; ama onu “geri”, “mahalli bir dil” olarak niteledikleri gibi, mevcut lehçe ve şivelerin varlığının da eğitimöğretim önünde bir engel olduğunu ileri sürüyorlar. Kürtçe’de lehçe ve şivelerin varlığı bir gerçekliktir. Bu gerçeklik yalnızca Kürtçe’ye ait bir özellik de değildir. Tüm dillerde lehçe, şive ve ağızlar vardır. Dilde standartlaşmadan söz ediliyorsa bu, yazı dilinde aranır. Hangi dilde hem konuşma, hem de yazı dilinde birlik sağlanmıştır ki! Standart bir dil için ise her açıdan elverişli koşullara ve zamana, modern kurum ve kuruluşlara ihtiyaç vardır. Kürtçe’nin “karma ve derleme bir dil” olduğunu söylerler. Tümüyle arı ve öz bir dilin varlığını hangimiz ileri sürebiliriz ki? Her dilde yabancı sözcükler vardır. Bu konuyla ilgili ilginç bir örnek verilebilir. Bütün Müslüman toplumların dillerinde Arapça’nın etkisi göze çarpacak denli fazladır. Hıristiyan dinine mensup ulusların dillerinde aynı etki Latin dili için söz konusudur. Bu etkinin kaynağı dinseldir. Öte yandan, bütün komşu halklar birçok ayrı nedenden ötürü, dil açısından birbirlerinden etkilenmişler ve sözcük alışverişinde bulunmuşlardır. Günümüzde bile Türkçe, Kürtçe ve Farsça’da birçok Arapça sözcüğe rastlamaktayız. Bir zamanlar Fars edebiyatı etkileyici olduğu için Kürtçe, Türkçe ve Arapçaya Farsçadan birçok sözcük geçmiştir. Bu son derece doğal bir olgudur. Kürtler Mezopotamya’nın yerleşik halkı olup zengin bir kültüre sahiptirler. Kürtler’in atalarından birçok kültürel ve tarihi miras kalmıştır. Bu tarihi miras ve kalıntıların bir kısmı da yazılı belgelerdir. Mevcut belgelerden anlaşılıyor ki Kürtler, öteden beri yazıyı kullanagelmişlerdir. Tabii ki bu kitapçık, dünyada birçok uzmanın ve hatta sıradan insanın bildiği bu gerçekleri kanıtlama gibi bir “malumu ilan” peşinde değil. Fakat, son zamanlarda konu ile ilgili olarak, Kürt tarafının ya da konuyla ilgilenen enstitü vb uzmanlık alanlarının katıl(a)madığı tartışmalar ve dezenformasyon çabaları, özet birkaç değinmeyi zorunlu kıldı. Temel yaklaşımları ve gerçekleri içeren bu kitapçığın, tartışmaların doğru bir temelde yürütülmesine yardımcı olacağına inanıyoruz. Kürtlerin Kullandığı Alfabeler Mevcut yazılı kanıtlar, Kürtler’in geçmiş tarihlerinde birçok alfabe kullandıklarına tanıklık etmektedir. Buna rağmen Kürtler’in ilkin hangi alfabeyi kullandıkları henüz kanıtlanabilmiş değildir. Aşağıda sıralayacağımız alfabelerin dışında Kürtler Arami, Süryani ve Grek alfabelerini de kullanmışlardır. Bugüne kadar Kürtler’in kullandıkları alfabeler: 1) Çivi yazısı: Medler bu alfabeye altı harf daha eklemişler, böylece bu alfabenin harf sayısı 36’dan 42’ye çıkmıştır. Bu alfabe soldan sağa doğru yazılırdı. 2) Avesta Alfabesi: 44 harften oluşan bu alfabe, sağdan sola doğru yazılıyordu. Kimi kaynaklara göre ise bu alfabede 48 harf vardı. 3) Arami Alfabesi: Kürtçe’nin en eski ürünleri bu alfabeyle yazılmıştır. Bu belgeler Hewraman yöresindeki mağaralarda bulunmuştur. Kürtçe belge ve eserlerin çoğunun bu alfabeyle yazıldığı söyleniyor. Bulunan belgeler ceylan derisi üzerine yazılmış metinlerden oluşuyor ve en eskileri MÖ 88-87 yıllarına rastlıyor. 89 4) Eski Pehlevi Alfabesi: Bu alfabeyle “Soranî dinkerd” adında bir kitap yazılmıştır. 5) Masi Sorati Alfabesi: Arap tarihçi Đbn Wehşiye, MS 855 yıllarında bitirdiği kitabında Kürtler’in Maso Sorati alfabesini kullandıklarını ve bu alfabeyle yazılmış üç kitabı gördüğünü söyler. Bu alfabenin 36 harften oluştuğunu ve Kürtlerce bu alfabeye altı harf daha eklendiğini söyler. 6) Yezidi Kürtlerin Kullandıkları Alfabe: Bu alfabe yüzyıllarca Kürtler tarafından kullanılmıştır. 31 harften oluşan ve sağdan sola doğru yazılan bu alfabeye “Gizemli alfabe” ya da “Hurujul sır” da denmiştir. Yezidilerin kutsal dini kitabı Mushefa Reş ile Cîlwe bu alfabeyle yazılmıştır. 7) Arap harflerinden oluşan Kürtçe alfabesi. 8) Latin-Kürtçe Alfabesi. 9) Kiril-Kürtçe alfabesi. Bu alfabelerin dışında, Đran’ın Kürdistan eyaletindeki Zêwê mıntıkasında, gümüş bir tepsi üzerinde bir çeşit yazıya rastlanmıştır. Araştırmacılara göre bu yazı milattan önce 8. yüzyıldan kalmadır ve Medler tarafından kullanılmıştır. Bu belgenin dışında başka yerde bu yazıya rastlanmamıştır.(1) Kürtçenin Dünya Dilleri Đçindeki Yeri Birçok dilbilimci ve Kürdoloğun belirttiği gibi, Kürt dili Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer almaktadır. Bu ailede yer alan Đran dil grubu, Kürtçe’yi de içermektedir. Kürtçe, bu grubun kuzeybatı bölümünde yer almaktadır. Bu dil grubunda yer alan bazı dilleri şöyle sıralayabiliriz: Farsça, Kürtçe, Belucice, Osetçe, Yexnubçe, Peştûca, Pamirce vd. Kürt dilinin yerinin iyice bilinmesi için dilleri sınıflandırmakta yarar var. Dilbilimciler, genel olarak dili iki yönden; biçimine (morfolojik) ve akrabalık ilişkilerine (genetik) göre ayırırlar.(2) a) Biçim bakımından diller Dilbilimciler biçim açısından dili üç gruba ayırırlar. 1) Tek heceli diller: Çin ve Tibet dilleri bu grupta yer alır. 2) Sondan eklemeli diller: Türkçe ve Macarca bu grupta yer alır. 3) Bükümlü diller: Bu grupta Hint-Avrupa ve Sami dilleri yer alır. Kürtçe de bükümlü bir dil olduğu için, büküm üzerine birkaç şey söylememiz gerekir.(3) Dilbilimciler bükümü şöyle ifade ederler: “Çekim sırasında kökün, özellikle de fiil kökündeki ünlünün değişmesi.”(4) Bükümlü diller için Arapça iyi bir örnektir. Arapça’da ünsüzler (konsonant) değişmeyip, sözcüğün başına ve ortasına gelen ünlülerden sözcükler oluşur. Örneğin “ktp” ünsüzlerinden kitap, mektep, katip vb sözcükler ünlülerin değişmesiyle oluşurlar. Yine “chl” ünsüzlerinden cahil, cehele sözcükleri oluşur. Kürtçe’de sözcükler yüklendikleri göreve göre değişkenlik gösterirler ve bükülürler. Bu kurala göre, değişiklik bazen fiilin köküne kadar yansır. Örneğin, “kirin” fiili birinci tekil şahıs takısını alıp şimdiki zaman kipine göre çekimlendiğinde, di-k-im (yapıyorum) olur. Bu örnekte görüldüğü gibi, fiil kökünden sadece “k” sesi değişmiyor. Bir başka örnekle, “parastin” (korumak) fiilini şimdiki zaman birinci tekil şahısa göre çekimlediğimizde, ez di-parêz-im durumuna geliyor. Ez birinci tekil, yalın şahıs zamiridir; di- şimdiki zaman takısı; parêz, emir halindeki fiil kökü; im, birinci tekil şahıs zamiri ekidir. Aynı fiili di’li geçmiş zamana göre çekimlediğimizde, min parast oluyor. Min, birinci tekil, bükümlü şahıs zamiri; parast, geçmiş zaman halindeki fiil köküdür. 90 Örneklerden anlaşıldığı gibi, Kürtçe’de yalnızca ünsüzler değil, ünlüler de değişip bükülmektedirler. “Parastin” fiili şimdiki zaman kipinde çekimlendiğinde, fiilin kökünde (p a r a s t) bulunan “a” “ê”ye; “s” de “z”ye dönüşüyor. Türkçe’de çekim sırasında fiil kökü değişmez ve böyle bir vakaya rastlamayız. Örneğin Türkçe’deki “gitmek” fiilini değişik zaman köklerine göre çekimlediğimizde, fiilin sonuna birçok çekim eki gelir ama, kurallı olarak bir ünlü veya ünsüz bükümüne rastlamayız. Gittim, gidildi, gidecek, gitmişlerdi: Örneklerde sadece ünsüz yumuşamasına rastlamaktayız. b) Akrabalık ilişkilerine göre diller Akrabalık ilişkilerine göre diller beş gruba ayrılır. 1) Hint-Avrupa dil grubu (Đngilizce, Fransızca, Kürtçe, Farsça). 2) Sami dil grubu (Arapça, Đbranice, Akatça). 3) Bantu dil grubu: (Orta ve Güney Afrika dilleri). 4) Çin dilleri (Çin ve Tibet). 5) Ural-Altay dil grubu (Fince, Macarca, Uygurca, Türkçe, Moğolca). Yukarıda da belirtildiği gibi Kürtçe Hint-Avrupa dil grubunda yer alır. Hint-Avrupa dil grubu incelendiğinde, bu gruba dahil dillerde birçok ortak ve yakın sözcük görülür. Bu durum aynı dil grubunda yer alan tüm diller için söz konusudur. Bu yakınlık için, hazırladığımız örnek tabloya bakmakta yarar vardır: Kürtçe Đngilizce Almanca Fransızca Farsça Grekçe stêr star stern astre sitare astron kurt short kurz court - - lêv lip lippe levre leb - jenû - - geneou - - dilop drop tropfen - - - nav name name nom name - no/na no nein non - - tu - du tu/te - - nû/niwe new neu neu - - neh nine neun neuf - - dot douther - - - - bira brother - - brader - Bu konuyla ilgili olarak Minorsky şöyle der:(5) “Kürtçe de Farsça gibi Batı Đran dillerinden biridir. Andreas, Salamann, O. Monn, Meillet, Lent ve T. Tedesco da Batı Đran dillerinin iki gruba ayrıldığını söylerler. Bunlar Güney ve Kuzeybatı Đran dilleridir ki, iki grup da birbirlerinden çok etkilenmişlerdir. Bu etkileşim ve benzerliklere rağmen, günümüz Đran dillerinin birbirlerine yabancı gelen birçok özellikleri vardır. Kürtçe ve Farsça özgün niteliklere sahiptirler. Kürtçe Kuzeybatı Đran kolunda yer almaktadır.” 91 Birçok kişi, Kürtçe ve Farsça’da bulunan ortak kelimelerden dolayı, Kürtçe’yi Farsçanın bir lehçesi gibi tanımlar. Ama Kürtçe’yi yakından inceleyenler bunu kesinkes reddederler. Kürtçe ve Farsça arasındaki bazı ayrılıkları sıralayalım. Kürtçe ve Farsça Arasındaki Farklılıklar Kürtçe ve Farsça’nın aynı dil grubunda yer almalarından dolayı birçok yönden benzerlik gösterdiklerini belirtmiştik. Birçok çevre bu konuyu istismar ederek, benzerlikleri siyasal inançlarına, etnik arındırma perspektiflerine malzeme olarak kullanmışlardır. Bu istismar bilimsel bakış açısından son derece uzaktır. Tamamıyla öznel bir durumdur. Bu tezi ileri sürenler, Kürtçe’nin “karma” ve “Farsça’nın bozulmuş hali” olduğunu söylerler. Bu nedenle yüzeysel de olsa bu iki dil arasındaki ayrılıklardan söz etmek gerekir. En belirgin ayrılık Kürtçe’de olup da Farsça’da olmayan “cinsiyet”liktir. Kürtçeyi Farsça’dan ayıran önemli özeliklerden biri olan “cinsiyet” özelliğine çalışmamızın ileriki aşamalarında ayrıntılı olarak değineceğiz. Kürtçe’de iki grup şahıs zamiri bulunmasına rağmen, Farsça’da böyle bir özellik görmüyoruz. Bu iki grup şahıs zamiri geçişli fiillerde farklıca kullanılmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Kürtçe ergatif bir dildir. Kurmanci için örnek: Min nan xwar (Ben ekmek yedim). Ez nên dixwim (Ben ekmek yiyorum). Kirmancki (Zazaki) için örnek: Min nan werd (Ben ekmek yedim). Ez nanî wena (Ben ekmek yiyorum). Kısacası, Kürtçe’de şahıs zamirlerinde erillik ve dişillik vardır ama, Farsça’da böyle bir durum yoktur. Ayrıca Kürtçe’de iki grup işaret zamiri vardır. Ama Farsça’da böyle bir özellik bulunmaz. Bu iki dilin birçok ayrı özelliğinden söz edebiliriz, ancak biz sözü Vlademir Minorsky’ye bırakırsak daha yerinde olur. Kürdolog Minorsky, Kürtçe ve Farsçanın birbirlerinden ayrı ve bağımsız diller olduğunu söyleyerek bu ayrılıkları beş başlık altında toplar:(6) 1) Fonetik bakımdan: Kürt dilinin fonetiği Farsça’nınkinden ayrıdır. 2) Ses değişmeleri: Farsça ve Kürtçe’de bulunan ortak kelimeler ses bakımından büyük bir değişime uğramışlardır. 3) Şekil ayrılıkları: Zamirlerden tutalım fiil çekim ve bükümlerine, aitlik takılarından isim tamlamalarına kadar birçok ayrılık mevcuttur. 4) Sözdizimi farkları. 5) Kelime ayrılıkları. Kürtçenin Lehçeleri Kürtçe’nin lehçeleri konusunda birçok ayrı görüş bulunmaktadır. Özellikle de Kürtler’in varlığını ve dillerini kabul etmek istemeyenler, bütün Kürtçe şive ve ağızları lehçeymiş gibi göstermektedirler. Hatta bu çevreler bazen Kürtçe lehçelerin ayrı diller olduklarını bile ileri sürerler. Oysa bu konu uzun zamandan beri Kürdologlar ve dilbilimciler tarafından aydınlatılıp tanımlanmıştır. 92 Daha 16. yüzyılda Şerefxanê Bedlîsî, Şerefname(7) adlı tanınmış eserinde, Kürtçe lehçeleri şöyle sıralamıştır: 1) Kurmanci, 2) Lori, 3) Kelhûri, 4) Gorani. 1836-37 yıllarında Kürt etnografyası üzerinde çalışmalar yapan G. Girvinli’ye göre Kürtçe iki gruba ayrılır: Aşağı Kürtçe, yukarı Kürtçe. Peter Lerch (1857-58) Kürtçe’yi beş lehçeye ayırır: Zazaki, Kurmanci, Kelhûri, Gûrani ve Lûri. Oscar Mann, Kürtçe’yi batı, güney ve doğu olmak üzere üçe ayırır. Mann, Gorani ve Zazakiyi bir kol ya da lehçe saymıyor. E. B. Saane, Gramer of Kurmanji or Kurdish Langauge (1913) adlı eserinde, Kürtçe’yi üç bölüme ayırır: Aşağı Kurmanci, yukarı Kurmanci ve Lori-Zazaki (Hewrami ve Gorani).(8) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında sosyolojik Tetkikler(9) adlı çalışmasında, Kürtçe’yi beş lehçeye ayırır: Kurmanc, Zaza, Soran, Goran ve Lor. Gökalp bu lehçelerin kadim Kürtçe’den çıktıklarını söyler. Dr. Mac Kenzie, Kürtçe’yi üç gruba ayırır: Kuzey grubu, orta grup ve güney grubu. Kürt dilbilimci Cemal Nebez de Kürtçeyi dört gruba ayırmaktadır. Kuzey Kürtçe’si, orta Kürtçe’si, güney Kürtçe’si ve Gorani-Zazaki. Alaedin Secadi, Destûr û Ferhengî Kurdî, Erebî û Farisî adlı eserinde Kürtçe’yi Behdinan Kürtçesi ve Sorani olarak iki bölüme ayırıyor. Dr. Kemal Fuad’a göre ise Kürtçe dört lehçeden oluşur: 1) Batı Kürtçesi (yukarı), 2) Doğu Kürtçesi (aşağı), 3) Güney Kürtçesi 4) Zazaki-Gorani. Fuat Heme Xurşid, Zimanî Kurdî, Dabeşbûnî Cografyayî Diyalêktekaniy adlı yapıtında Kürtçe’yi şöyle sınıflandırır: 1) Kuzey Kürtçesi, 2) Orta Kürtçe, 3) Güney Kürtçesi, 4) Gorani. Emir Hesenpûr’un(10) National and Language. In Kurdistan (1918-1985) adlı eserinde ise Kürtçe lehçelerin sınıflandırılması şu şekildedir: Kurmanci, Sorani, Hewrami, Kırmanşahi. Bu dilbilimcilerin çalışmalarından, genel olarak Kürtçe’nin başlıca dört lehçeye ayrıldığını görmekteyiz: 1) Kurmanci (Kırdasi), 2) Orta Kurmanci (Sorani), 3) Kırmancki (Kırdki, Zazaki-Gorani), 4) Lorani. Kuzey Kurmancisi (Kurmanci) ve güney Kurmancisi (Sorani) başlıca iki lehçedir. Bu iki lehçenin zengin bir yazılı edebiyata sahip oldukları kabul edilir. Son dönemlerde Kırmancki (Zazaki) lehçesi de yazılı bir edebiyata doğru adım atmaktadır. Kürtçe lehçeler içinde en çok konuşulanı Kurmancidir. Kürtler’in yaşadıkları bütün bölgelerde bu lehçe konuşulmaktadır. Türkiye’de sadece Kurmanci ve Zazaki lehçeleri vardır. Lehçeler konusunda karmaşıklık çoğu kez adlandırmadan kaynaklanmaktadır. Örneğin, kuzey Kurmancisine Irak’ta yaşayan Kürtler Behdıni, Đran’da yaşayan Kürtler ise Şıkaki derler. Aşağı Kurmanci (Sorani) için yalnızca Kurmanci ya da Sorani denir. Aynı karışıklık Kurmancki (Zazaki) için de söz konusudur. Bu lehçe için, Kırmancki, Dımıli, Dêrsımki, Sobê vb isimler kullanılmaktadır. Hewrami için de Gorani ismi kullanılmaktadır. Oysa yukarıdaki örneklerde izah 93 edildiği gibi, bütün araştırmacıların üzerinde hemfikir oldukları adlandırmalar Kurmanci, Kırmancki ve Kırdki’dir. Diğer adlar bölge ve aşiret adlarıdır. Kürtçe’nin Ağızları Daha önce de belirtildiği gibi, Kürtçe’nin varlığını kabul etmek istemeyenler her şehrin, her köyün konuşmasını bir şive hatta lehçe olarak adlandırmaktadırlar. Bütün dillerde lehçe ve şiveler bulunduğu gibi Kürtçe’de de lehçe, şive ve ağızlar bulunur. Unutulmamalı ki dilde birlik yazılı dilde mümkündür. Bir statü oluşmadan, uygun, elverişli koşullar sağlanmadan standart bir dil oluşmaz. Ehmedê Xanî (17. yy) ünlü eseri Mem û Zîn’de(11) Kurmanci lehçesinin üç temel şiveye ayrıldığını ifade etmiştir. Onun bu belirlemesini, şaheseri olan Mem û Zîn’den bir dizeyle aktaralım: Boht û Mehmedî û Silîvî Hin la’l û hinik ji zêr û zîvî. (Bohtî, Mehmedî ve Silivî şiveleri Kimisi altın ve gümüş, kimisi l‰l taşı.) Ehmedê Xanî‘nin bu belirlemesi, Kürt dili şiveleri konusunda yapılmış en sağlıklı belirlemedir. Dilbilimciler, diğer lehçelerin şiveleri konusunda genel olarak aşağıdaki sınıflandırmaları yaparlar: Orta Kurmanci (Sorani): Sılêmani şivesi, Mukri şivesi, Sine şivesi. Kırmancki (Zazaki): Dersim şivesi ve Siverek şivesi. Sözdizimi Sözdizimi (sentaks), dildeki sözcüklerin birbirleriyle hangi ilişkiler içinde bulunduklarını, nasıl sıralandıklarını anlatır ve bir dilde kurulması olanaklı bütün tümce tiplerinin sıralanmasını gösterir. Kürtçe’de sözcükler arasındaki bağlantı harf-i tarif, yani takılar sayesinde oluşuyor. Kürtçe’deki takılar iki çeşittir: Belirli ve belirsizler takılar. Önce belirli olanlar için örnekler verelim. mala mezin (mal: ev [isim], mezin: büyük [sıfat], “a” takı). mastê we (mast: yoğurt [isim], we: siz [zamir], ê: takı). keçên bedew: (keç: kız [isim], bedew: güzel [sıfat], ên: belirli çoğul takısı.) Belirsiz takılar için aşağıdaki örnekleri sıralayabiliriz: maleke mezin (mal: ev [isim], mezin: büyük [sıfat], eke: belirsiz dişi, tekil takısı). keçine bedew (keç: kız [isim], bedew: güzel [sıfat], ine: belirsiz çoğul takısı). Örneklerde görüldüğü gibi Kürtçe tamlamalar Türkçe tamlamaların tam tersi şekilde oluyor. Örnek: mala min = benim evim (mal: ev, a: belirli dişi tekil takısı, min: birinci tekil, bükümlü şahıs zamiri). Bu tamlamayı Türkçe yazarsak şöyle olur: benim evim. 94 Hem takıların yerleri hem de cümle kuruluşunda öğelerin dizilişi farklıdır. Türkçe’de önce şahıs zamiri, sonra zamire ait olduğu belirtilen isim geliyor. Kürtçe’de ise önce zamire ait olduğu bildirilmek istenen isim, sonra zamir geliyor. Türkçe’de zamir takı alırken, Kürtçede böyle bir şey söz konusu değildir. Kürt dili sentaksı, birçok yönden Fars dili sentaksından da ayrılıyor. Bu hususta Minorsky şöyle diyor: “Özellikle birleşik kelimelerde, geçişli fiillerin geçmişinde bilinmeyen biçimlerin korunması konusunda Kürt dili sentaksı ile Fars dili sentaksı arasında ayrılıklar bulunmaktadır.”(12) Cümlenin öğelerinin sıralanışı Türkçe ve Farsça’dan ayrıdır. Türkçe’de kurallı cümlelerin yüklemi hep cümle sonuna geliyor. Örnek: Ben dün Ankara’ya gittim (özne+zarf tümleci+dolaylı tümleç+yüklem). Aynı cümleyi Kürtçe olarak kuralım: Ez duh çûm Enqereyê (özne+zarf tümleci+yüklem+dolaylı tümleç). Görüldüğü gibi Türkçe’de yüklem cümlenin sonuna gelirken, Kürtçe’de cümle kurallı olmasına rağmen yüklem, cümlenin sonuna gelmektedir. Kürtçe’de bir cümlenin kurulabilmesi için iki temel öğeye gereksinim vardır. Bu öğeler özne ve yüklemdir. Basitten karmaşığa doğru örnekleri sıralayalım: ez (ben) çûm (gittim) özne yüklem Yüklem şahıs zamirini alarak, yalnız başına da bir cümle oluşturabilir. Yukarıdaki örnekteki birinci tekil şahıs zamirini kaldırdığımızda, çûm (gittim) yalnız başına bir cümle oluşturabilir. Kürtçe basit cümlelerde özne başa, yüklem sona geliyor. Geçişli ve geçişsiz cümlelerin kuruluşu farklıdır. Kısacası cümlenin yapısına göre, öğelerin yeri de değişebilir. Cümlenin öğeleri şu biçimlerde dizilir: 1) Özne + tümleç + yüklem Tu li serê çiyayê Sîpanê dijî. Özne Tümleç Yüklem 2) Özne + nesne + tümleç + yüklem Şivên nanê xwe dereng xwar. Özne nesne tümleç yüklem 3) Özne + tümleç + yüklem + tümleç Hûn dê tu caran neçin Özne tümleç yüklem tümleç Geverê. Kürtçe cümlelerde vurgulanmak istenen öğe yükleme yaklaştırılır. Örnek: Ez ê kevirekî bi tevşo bişkînim. (3) (2) (1) Ez ê bi tevşo kevirekî bişkînim. 95 (3) (2) (1) Kevirekî bi tevşo ez ê bişkînim. (3) (2) (1) Bi tevşo kevirekî ez ê bişkînim. (3) (2) (1) Kürtçe’de devrik cümleler de vardır. Bu cümleler daha çok şiirde ve hitabetlerde olur. Örnek: Piştî ku roja me bû [yüklem] tarî, mirin xweştir e [yüklem] ji emberê (Ehmedê Xanî). Kürt dilinin önemli bir özelliği de ergatif oluşudur. Geçişli fiillerle oluşturulan cümleler, geçişsiz fiillerle oluşturulan cümlelerden farklıdır. Bundan dolayı da Kürtçe’de iki grup şahıs zamiri vardır. Bu durumlarda, fiil bazen özneye göre, bazen de nesneye göre çekimlenir. Örnek: Ez te dibînim (Ben seni görüyorum). Min tu dîtî (Ben seni gördüm). Birinci cümlede fiil özneye (ez) göre, ikincisinde nesneye (tu) göre çekimlenmiştir. Bu özelliğe göre geçişli fiillerde, ismin tekil ve çoğulluğu yüklem üzerinde belli olur. Örnek: Min sêv xwar (Ben elma yedim). Min sêv xwarin (Ben elmaları yedim). Birinci örnekte elma tekil, ikincisinde çoğuldur. Ama biz tekil ve çoğulluğu ikinci cümlenin yüklemindeki “in” takısından anlıyoruz. Türkçe, Arapça ve Farsça’da böyle bir olaya rastlamıyoruz. Şimdiki ve gelecek zaman kiplerinde tekil ve çoğulluk nesneden belli olur. Örnek: Ez sêvê dixwim (Ben elmayı yiyorum). Ez sêvan dixwim (Ben elmaları yiyorum). Cinsiyet Kürtçe, cinsiyet özelliğine sahip bir dildir. Tüm sözcükler dişil ve erildir. Canlı varlıklar gibi cansız varlıklar da bir cinsiyete sahiptir. Bu cinsiyet, gramatik bir olaydır. Sözcüklerin cinsiyeti iki biçimde; tamlama ve büküm takıları ile belirtiliyor. Sözcükler yalınken nötr durumdadırlar. Örnek: kevçi (kaşık), çav (göz), pênûs (kalem), giyan (ruh) vs. Tamlamalarla oluşan cinsiyet: çavê şîn: mavi göz (çav: göz [ad, eril], -ê tekil, belirtili, erillik takısı, şîn: mavi). pênûsa ziriçî: kurşun kalem (pênûs: kalem [ad, dişil], -a dişi, tekil belirlilik takısı). Bükümle oluşturulan cinsiyet durumu: siya darê 96 nikulê dîkî Yukarıda işaretli “-a” takısı dişilliği, “-ê” takısı da erilliği ifade ediyor. Veqetandek Kürtçe’de tamlamalar “veqetandek” denilen takılarla oluşturulurlar. Bu takılar eril ve dişildir. Belgili ve belgisiz olmak üzere takılar ayrıca ikiye ayrılırlar. Kürtçe’de ismin halleri olmadığı için, tamlama ve cinsiyet takılarıyla terkipler oluşturulur. Takılar aşağıda gösterilmiştir: -ê : tekil, eril ve belirli -a : tekil, dişil ve belirli -ên : çoğul, belirli (her iki cinsiyet için) -ekî : tekil, eril, belirsiz -eke : tekil, dişil, belirsiz -ine : çoğul, belirsiz (her iki cinsiyet için) Büküm Kürtçe’nin en önemli özelliklerinden biri de bükümlü bir dil oluşudur. Daha önce de değindiğimiz gibi büküm, çekim sırasında kökün, özellikle de fiil kökündeki ünlünün değişmesidir. Kürtçe’de cümlenin değişken öğeleri (fiil, isim, zamir, takı, sayılar) bükülürler. Kurmancide yalın isim ve zamirlerin çoğul durumu takı ve fiillerin yardımıyla oluşturulur. Ama Kırmanckide yalın isimlerin çoğul durumu “-î“ekiyle oluşturulur. Örnek: Kurmanci: min pênûs bir (tekil ve belirli) min pênûs birin (çoğul ve belirli) min pênûsek bir (tekil, belirsiz) min pênûs birin (çoğul, belirsiz) Kırmancki: min say verd min sayî werdî Kurmancide eril isimlerin bükümü iki halde olur: a) “-î“ eki sözcüğün sonuna gelir. b) Eğer sözcükte “a” ya da “e” sesi varsa, bu ses “ê”ye dönüşür. Yalın Bükümlü şivan gopalê şivanî/şivên nan nên/nanî bîne aş Zîlan û Ronahî ji aşî/êş tê nivîskar Nivîskêr/nivîskarî xweş nivîsandiye Dişil sözcüklerin bükümü: “ê” ünlüsü sözcüğün sonuna gelerek dişillik durumu oluşuyor. Örnek: meha biharê 97 porê jinikê Kürtçe bükümlü bir dil olduğu için iki çeşit şahıs zamiri vardır. Bir çeşidi sade, diğeri bükümlüdür. Sade olanlar Bükümlü olanlar ez min tu te ew wî/wê em me hûn we ew wan Not: Yalın sözcüklerin önüne bir edat geldiğinde sözcükler bükülürler. Sözcük Türetme Kürtçe önden, ortadan ve sondan eklemeli bir dildir. Kürtçe’deki türetme ekleri ikiye ayrılır. Birinci çeşidi yalın fiillerden türetilmiş bir fiil oluştururlar. Diğer çeşit ile isim ve sıfat türetilir. Bazen sözcüğün kökünde meydana gelen bir değişim ile de fiilden isim türetilir. Bu son kural özellikle de emir kipindeki fiillerin kökünde gerçekleşir. Örneğin, bi + şewit + e (yan); emir kipinde olan bu sözcükteki “şewit” fiil kökü, “bi” emir kipi eki, “e” de ikinci tekil şahıs takısıdır. Bu fiilin kökü olan “şewit”teki “i”yı “a”ya dönüştürdüğümüzde şewat (yanma) ismi oluşur. Bunun dışında, emir kipinin kökünden ismi failler oluşturulur. Örnek: Kuştin (öldürmek) fiili emir kipinde çekimlendiğinde bi-kuj-e olur. “bi” emir kipi takısı ve ikinci tekil şahıs takısı “e”yi atıp, agir sözcüğünü önüne getirdiğimizde, agir+kuj (ateş söndürücü) sözcüğü oluşur. Türetme eklerinin üzerinde uzunca durmayacağız, ancak anlaşılabilmesi için, örneklerle kısaca değineceğiz. Önce fiil türeten eklerden örnek verelim: a) Fiil türetme ekleri ber + dan (bırakmak) da + dan (kapatmak) der + anîn (çıkarmak) hil + kirin (sökmek) ra + kirin (kaldırmak) ro + kirin (dökmek-boşaltmak) ve + xwarin (içmek) vê + xistin (yakmak) wer + girtin (giyinmek-almak) tê + koşîn (savaşmak) Şimdi de sıfat ve isimlerin önüne gelerek, yalın fiiller türeten ekleri örneklendirelim: andin, isandin, ijandin 98 Bu eklerle geçişli fiiller türetilir. Örnek: Saz + andin : Sazandin (kurmak, tertip etmek) Nerm + ijandin : Nermijandin (yumuşatmak) Rep + isandin : Repisandin (tıkabasa doldurmak) Aşağıdaki eklerle de geçişsiz fiiller türetilir. în, isîn, ijîn rep + isîn : Repisîn (tıkabasa dolmak) saz + în : Sazîn (kurulmak, tertip olunmak) nerm + în : Nermijîn (yumuşamak) b) Đsim ve sıfat türetma ekleri Bunlardan sonra, sıfat ve isim türeten eklere değinelim. Bu eklerle türeyen sözcükler ikiye ayrılırlar; ismî fail (özne) ve ismi mefûl (nesne) adları. Bu ekler, hem sözcüğün önüne, hem de arkasına gelirler. Önce soneklere birkaç örnek dizelim: Soneklerle sözcük türetme: Kar + ker : karker (işçi) Ber + ek : berek (testere) Dar + ik : darik (sopacık) Ser + ok : serok (başkan) Aş + van : aşvan (değirmenci) Rim + baz : rimbaz (mızrakçı) Guh + ar : guhar (küpe) Mal + dar : maldar (malı olan) Teng + asî : tengasî (zorluk, engel) Kirîv + atî : kirîvatî (kirvelik) Xwîn + î : xwînî (kanlı) Şer + oyî : şeroyî (savaşkan) Yek + îtî : yekîtî (birlik) Öneklerle sözcük türetme: A + şûjin : aşûjin (çuvaldız ipi) Ber + av : berav (dere kenarında bir şeyler yıkama) Ser + dest : serdest (egemen) Ne + yar : neyar (düşman) Hem + pa : hempa (eş, dengi) Hev + kar : hevkar (işbirlikçi) Kele + girî : kelegirî (ağlamaklı) 99 Zir + keç : zirkeç (üvey kız) Bi + kuj : bikuj (katil) Bele + guh : beleguh (kulak arkası kemiği) Gû + stêrk : gûstêrk (ateşböceği) Ara eklerle sözcük türetme: Ser + an + ser : seranser (baştan başa) Dest + e + bira : destebira (kankardeş) Şad + û + man : şadûman (mutlu, şen) Rû + b i + rû : rûbirû (yüzyüze) Sonuç Her dilin kendine özgü kuralları, özellikleri ve kalıpları vardır. Diğer dillerden ayrılan farklılıklarının yanı sıra, ortak yanları da vardır. Bu ortak kurallar, aynı dil ailesinden olan dillerde çokca görülür. Bundan dolayı bazı dillerin ortak özelliklere ve benzer kurallara sahip olmaları son derece normal ve doğal bir durumdur. Kürtçe, birçok kural, kalıp ve özellikleriyle Farsça, Arapça ve Türkçe’den ayrılmaktadır. Sonuç bölümünde, Kürtçe ve Türkçe arasındaki dilbilimsel ayrımlara değinmek istiyoruz. Türkiye’de bazı dilbilimci, siyasetçi, bürokrat, hatta değişik ve ilgisiz mesleklerden pek çok kimse hala Kürtçe’nin bir dil olmadığını iddia ederler. Kürt dili hakkında merak sahibi olanların kafasında duru bir düşünce ve yargı oluşabilmesi için, bu iki dil arasındaki birkaç somut farkı şöyle sıralayabiliriz: Kürtçe Hint-Avrupa dil ailesinde, Türkçe ise Ural-Altay dil ailesinde yer almaktadır. Kürtçe cinsiyetli (eril-dişil) bir dildir. Türkçe’de böyle bir özellik yoktur. Kürtçe bükümlü bir dildir, oysa Türkçe eklemeli bir dildir. Kürtçe’de iki grup şahıs ve işaret zamiri mevcuttur. Türkçe ve Kürtçe tamlamalar birbirlerinin tam tersi bir biçimde oluşurlar. Kürtçe önden, ortadan ve sondan ek alırken, Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Kürtçe’de sözcükler iki ve üç ünsüzle (strî, stran vb) başlayabiliyorken, Türkçe’de sözcük başında birden fazla ünsüz bulunmaz. Kürtçe ve Türkçe gramer, fonetik, sentaks ve türetme bakımından birbirinden ayrılır. Kürtçe lehçe ve şiveler hakkında yapılan tartışma ve polemiklere de kısaca değinmekte yarar görüyoruz. Nasıl ki her dilde varsa, Kürtçe’de de lehçe ve şiveler vardır. Kürtçe lehçeler şunlardır: 1) Kurmanci 2) Orta Kurmanci (Sorani) 3) Kırmancki (Kırdki, Dımıli, Zazaki; bunlar eşanlamlı adlarıdır) 4) Lorani. Bu lehçelerden Türkiye’de sadece Kurmanci ve Kırmancki (Zazaca) mevcuttur. Kurmanci lehçesinin belli başlı üç şivesi vardır: Boti, Sılivi ve Mehmedi. Bu şivelerden Boti, Kurmanci lehçesinin yazı dili için temel alınmıştır. Gramer, imla ve sözlük bu şiveye göre hazırlanmıştır. 100 Kırmancki (Zazaki) lehçesinin iki temel şivesi vardır: Dersim şivesi, Siverek şivesi. Kürtçe uzun süre bir eğitim ve öğretim dili olarak kullanılmıştır. Kürt medreseleri buna örnektir. Bu medreselerde Kürt dilinin yanında Arapça ile de eğitim yapılmıştır. Sonuç olarak; Kürt dili kendine yetiyor. Eğitim ve öğretim dili olabilmesi için var olan dilsel engeller sınırlıdır. Olanlar da çözümlenebilecek, aşılabilecek, her dil için geçerli olmuş engellerdir. Bize göre bu dilin eğitim ve öğretim dili olabilmesinin önündeki en önemli engeller yasal ve anayasal engellerdir. Kaynakça: 1) Geniş bilgi için bakınız Varlı, Abdullah; Dîroka Dugelên Kurdan, Derpêç 1, Weşanên Sîpan, Đstanbul 1997; Çeliker, Celadet; “Kurtedîroka Alfabên ku Kurdan Bikaranîneî, Zend, Đstanbul Kürt Enstitüsü, Sayı 2, Yıl 1994. 2) Aksan, Doğan; Her Yönüyle Dil 1 (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1987. 3) Bedirxan, Emir Celadet & Lescot, Roger; Kürtçe Dilbilgisi, Doz Yayınları, beşinci baskı, Đstanbul 2000. 4) Aksan, Doğan; age. 5) Mînorsky, Vladîmîr; Kürtler, Koral Yayınları, Đkinci Baskı, Đstanbul 1992. 6) Age. 7) Şerefxanê Bidlîsî, Şerefname, Hasat Yayınları, Đkinci Baskı, Đstanbul 1998. 8) Ciwan, Mûrad; Türkçe Açıklamalı Kürtçe Dilbilgisi (Kurmanc Lehçesi), Weşanên Jîna Nû, Birinci Baskı, Swêd 1992. 9) Gökalp, Ziya; Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar, Birinci Baskı, Đstanbul 1992. 10) Hesenpûr, Emîr; Nationalism and Language In Kurdistan, Mellen Research University Press, Kanada 1992. 11) Ehmedê Xanî, Mem û Zîn, Hasat Yayınları, Üçüncü Baskı, Đstanbul 1990. 12) Mînorsky, Vladîmîr; age. Em Zimanê Kurdî Binasin Destpêk Li Rojhilata Navîn kurd di bin serweriya çar dewletan de dijîn, ev dewlet jî Tirkiye, Îran, Irak û Sûriye ne. Zimanê fermî yê van dewletan tirkî, erebî û farisî ye. Zimanê tirkî ji malbata zimanê ural-altay, erebî ji ya Semîtîk û farisî jî, ji ya îndo-ewropî ye. Ji van zimanan tenê kurdî û farisî ji heman koma zimanî ne. Lê belê li vir tiştekî seyr heye. Hem rêveberiya ereb û hem jî ya fars hebûna kurdan wek kurd û zimanê wan jî wek zimanekî serbixwe dipejirînin. Lê nêrîna fermî ya rêveberiya Tirkiyeyê, vê yekê red dike û dibêje ku kurd bi binyada xwe ve tirk in. 101 Ev raman bi taybetî piştî damezîrana komarê serdest bûye û wek bîrdoza fermî hatiye parastin. Em dizanin ku, beriya komarê, kurd wek qewmekî cihê û zimanê wan jî wek zimanekî serbixwe dihate dîtin. Ji bo nimûne, Evliya Çelebi di berhema xwe ya navdar ‘Seyahatname’yê de behsa zimanê kurdî û zaravayê wê dike. Evliya Çelebi, dide xuyakirin ku zimanê kurdî zimanekî dêrin ango qedîm e û ji zimanên mîna farisî, dêrî û îbrî cuda ye. Her wiha, Şemsettin Sami, di Kamus’ül Al‰m’a xwe de û Ziya Gškalp jî di gotar, daxuyanî û berhema xwe ya bi navê ‘Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’ê de, amaje dikin ku kurdî bi tu awayî naşibe zimanên din û kurdî zimanekî dewlemend û serbixwe ye. Lê piştî avakirina komarê, nemaze bi qanûna bingehîn a sala 1924’an, hebûna kurdan tê redkirin, her kesê li Tirkiyeyê dijî mîna tirk tê pejirandin. Peyvên mîna kurd, kurdî û Kurdîstan, ku di gelek belgeyên fermî yên Osmanî û Tirkiyeyê de dihatin bikaranîn, têne qedexekirin. Hemû zanyarên ku li ser zimanê kurdî lêkolînên zanistî kirine didin xuyakirin ku, kurdî zimanekî serbixwe ye û tu têkilî û pêwendiya wê ne bi tirkî û ne jî bi erebî re heye. Li hêla din, kurd arî ne û ew farisan lêzimên hev in, zimanên wan jî, ji heman koma zimên e. Lê her yek jê zimanekî serbixwe ye. Ji mêj ve kurdan bi zimanê xwe perwerde û hîndekariyê dikirin. Li medreseyan li ser mijarên wekî matematîk, mantik, gramer, fiqih û hwd. perwerdehî bi zimanê kurdî û erebî dibû. Ev medrese piştî avakirina komarê hatin qedexekirin. Her wiha ligel vê yekê, weşan û nivîsandina bi kurdî jî hatin qedexekirin. Îro, rewş piçek guheriye, Wekî berê bi tundî înkara kurdan û zimanê kurdî nayê kirin. Hejmara kesên ku vê yekê dikin, hindik e. Kesên statukoparêz, hebûna zimanê kurdî qebûl dikin, ancax zimanê kurdî wek zimanekî paşvemayî û cîgehî (mehelî) bi nav dikin û hebûna zarava û devokên di zimanê kurdî de jî wek asteng li pêşiya perwerde, hîndekarî û weşanê didine nîşandan. Rast e, di kurdî de zarava û devok hene. Ev rewş, ne tenê xweserî zimanê kurdî ye. Di hemû zimanan de zarava û devok hene. Standardbûn tenê di zimanê nivîskî de heye, ne di yê devkî de. Kîjan gel an netewe dikare biangiştîne (îdea bike) ku hem zimanê wan ê devkî û hem jî yê nivîskî zimanekî hevgirtî û standard e!... Rewşa zimanê standard bi rewşa dewlet-netewe, dewleta modern ve têkildar e. Dibêjin zimanê kurdî, zimanekî têkilhev û col e. Tu kes bi awayekî zanistî nikare bibêje ku filan ziman xwerû û sade ye. Di hemû zimanan de peyvên biyanî hene. Ji bo vê rewşê em nimûneyeke balkêş li vir bidin. Di zimanê hemû gel û neteweyên misilman de serdestî û bandora zimanê erebî berbiçav e. Her wiha di zimanê gelên îsewî de jî mirov rastî hîkarî û bandora zimanê latînî tê. Ev rewşa hanê ji ber ol û dîn e. Ji ber ku zimanê mizgeftê û Quranê erebî û yê dêrê jî latînî ye. Ji bilî vê yekê, hemû gelên cîranên hev ji ber sedemên cihê, ji aliyê zimên ve jî bandor li hev kirine û peyv dane hev û ji hev stendine. Îro em bi awayekî zelal di zimanê tirkî, kurdî û farisî de rastî peyvên erebî tên, her wiha van her çar zimanan ji hev û din peyv standine û dane hev. Ji ber ku wêjeya farisî demekê gelên wekî kurd, ereb û tirk ji xwe re hijmetkar hiştiye lewma jî peyvên wî zimanî ketine nav zimanê van gelan. Ev jî tiştekî asayî û siruştî ye. Kurd, gelekî dêrin ên vê herêmê (Mezopotamyayê) ne û xwedî şaristaniyeke zengîn in. Ji pêşiyên kurdan pir bermayî mane, ku hinek jê berhemên nivîskî ne. Ji belgeyên ku bi dest ketine, em pê dihesin ku kurdan ji berê de nivîs bi kar anîne. Belê, ev kitêbok ne li dû aşkerakirin û peyitandina wan tiştan e ku li cîhanê gelek pispor û mirovên sade jî pê dizanin. Lê ji ber ku di van demên dawîn de, li ser mijara zimanê kurdî û kurdan gelek gengeşî û hewlên berevajîkirina rastiyan pêk hatin û di van gengeşiyan de ne 102 pisporên mijarê yên kurd û ne jî saziyên wek enstîtuyê hebûn, ji lew re me pêwîst dît ku em bi awayekî puxteyî ji mijarên li ser zimanê kurdî behs bikin. Em xwedî wê baweriyê ne ku, ev kitêbok dê bi kêr bê da ku gengeşî û nîqaş li ser zemîneke rast bên kirin. Alfabeyên ku kurdan bi kar anîne Palpişt û belgeyên di dest me de, bi me bidin zanîn ku kurdan bi dirêjiya dîrokê re gelek alfabe bi kar anîne. Lê belê em pê nizanin bê kurdan serê pêşîn kîjan alfabe bi kar aniye û kengê dest bi nivîsandina nivîsê kiriye. Ji bilî alfabeyên ku em dê li jêrê bidin, kurdan xetên aramî, suryanî û grekî jî bi kar anîne. Alfabeyên ku heta niha kurdan bi kar anîne ev in: 1) Nivîsa Mixî: Medan şeş (6) tîpên din jî bi ser ve kirine û hejmara tîpên vê alfabeyê ji sî û şeşan (36) derxisitine çil û duduyan (42). Ev alfabe ji çepê ber bi rastê ve tê nivîsandin. 2) Alfabeya Avesta: Ev alfabe ji çil û çar (44) tîpan pêk tê û ji hêla rastê ber bi hêla çepê ve tê nivîsandin. Hin çavkanî destnîşan dikin ku, çil û heşt (48) tîpên alfabeya Avesta hene. 3) Alfabeya Aramî: Belgeyên herî kevn ên kurdî bi vê alfabeyê hatine nivîsandin, ev belge li şikeftên herêma Hewremanê hatine dîtin. Her wiha tê gotin ku nivîsarên Kurdî bêhtir bi vê alfabeyê ne. Belgeyên hatine dîtin, ku nivîs li ser çermê xezalan e, ji nav wan ên herî kevn ji salên 88-87 ên beriya zayînê ne. 4) Alfabeya Berê ya Pehlewî : Bi vê alfabeyê, bi navê ‘Dînkerd’ pirtûkek bi zaravayê soranî hatiye nivîsandin. 5) Alfabeya Masî Soratî: Dîrokzanê Ereb Ibn Wehşiye, di pirtûka xwe ya ku di sala 855’ê zayînî de qedandiye, dibêje kurdan ev alfabe (Masî Soratî) bi kar aniye û sê (3) berhemên ku bi vê alfabeyê hatine nivîsandin jî dîtine. Ev alfabe sî û şeş (36) tîp bûne, lê kurdan şeş (6) tîpên din jî lê zêde kirine. 6) Alfabeya ku Kurdên Êzîdî bi kar tînin: Bi sedan sal e ev alfabe ji aliyê kurdan ve tê bikaranîn û ji sî û yek (31) tîpan pêk tê. Ji milê rastê ber bi milê çepê ve tê nivîsandin. Hinek kes ji vê alfabeyê re ‘Alfabeya Sirê’ (ango Huruful el Sır) jî dibêjin. Pirtûka olî ya pîroz a æzîdiyan Mushefa Reş û Cîlwe bi vê alfabeyê hatine nivîsandin. 7) Alfabeya Erebî ya Kurdî 8) Alfabeya Latînî ya Kurdî 9) Alfabeya Kirîlî ya Kurdî Ji bilî van alfabeyan, li Hêrêma Zêwê ya Rojhilatê Kurdistanê, çav bi cureyeke nivîsê hatiye ketin ku li ser tepsiyeke zîvîn e. Li gor lêkolîneran, ev nivîs ji beriya zayînê (beriya mîladê) ji sedsala 8’an maye û ev nivîs aîdê medan e. Ji bilî vê belgeyê, li cihekî din kes rastî heman cureyê nivîsê nehatiye.(1) Di nav zimanê cîhanê de zimanê kurdî Zimanê kurdî, her wekî ku gelek zimanzan û kurdzanan jî destnîşan kiriye, ji malbata zimanê îndo-ewropî ye. Di nav vê malbatê de kurdî, ji koma zimanê Îranî ye. Ji nav koma zimanê îranî jî, li milê bakurê rojava dikeve. Niha em navên hin zimanên ku di koma zimanê Îranî de cih digirin bidin: Farisî, kurdî, belûcî, osetî, yexnûbî, peştoyî, pamirî û hwd. Ji bo ku cihê zimanê kurdî xweş diyar û zelal bibe, em bala xwe berdin ser senifandina zimanan. Zimanzan, wek adet zimanan ji du aliyan ve disenifînin û vê yekê li gorî şêwe û binyadê dikin.(2) 103 a) Ji aliyê şêweyê ve ziman Zimanzan ji aliyê şêweyê (morfolojiyê) ve zimanan li sê koman parve dikin: 1) Zimanên yek-kîteyî: Zimanên çîn û tîbetê gişt bi vî rengî ne. 2) Zimanên pêvekî: Tirkî û macarî pêvekî ne. 3) Zimanên tewangbar: Zimanên îndo-ewropî û samiyî tewangbar in. Ji ber ku zimanê kurdî jî, zimanekî tewangbar e(3) divê em li ser tewangbariyê çend tiştan bibêjin. Zimanzan tewangbariyê wiha rave dikin: “Tewang di dema kişandinê de guherîna rayekê (qurm, kok), bi taybetî jî guherîna dengdêrên rayeka lêkerê ye.Ó(4) Ji bo zimanên tewangbar mînaka herî navdar erebî ye. Di erebî de dengdar (konsenant, bêdeng) wekî xwe dimînin û bi dengdêrên (vokal, bideng) ku têne serî û dikevine nava peyvê, bêje pêk tên. Mînak, ktp sê dengdar in û bêjeyên kîtap, mektep, katîp, hwd. bi guherîna dengdêran pêk tê. Dîsa chl sê dengdar in, her wiha bi guherîna dengdêran peyvên mîna, cahîl, cehele, çêdibin. Di kurdî de cureyên peyvê yên guherbar ditewin ango li gorî peywira ku digirin ser xwe diguherin. Ev yek heta bigihe rayeka lêkerê jî diguhere. Ji bo nimûne lêkera kirin, di dema niha de dibe /di-k-im/, li vê derê ji lêkerê tenê tîpa /k/yê dimîne. Em nimûneyeke din jî bidin, lêkera parastin. Em vê lêkerê bi dorê, li gorî deman bikişînin. Pêşî li gorî dema niha. ez di-parêz-im ez, cînavka kesê yekemîn ê yekejimar (ji desteya cînavkên netewandî, xwerû) di, qertafa dema niha parêz, qurmê lêkerê (ya fermanî) im, jî qertafa kesê yekemîn ê yekejimar Niha jî em li gor dema borî bikişînin: min parast min, cînavka kesê yekemîn ê yekejimar (ji desteya cînavkên tewandî) parast, qurmê lêkerê (ya dema borî) Wek ku ji mînakan jî xuya dibe, di kurdî de ne tenê dengdêr her wisa dengdar jî diguhere. Çawa ji lêkera ‘parastin’ê xuya dibe, di çaxê kêşana dema niha de, de qurmê lêkerê (parêz) de, /a/ bûye /ê/ û /s/ jî bûye /z/. Li aliyê din, di tirkî de tu car di dema kêşanê de rayeka lêkerê naguhere, her tim wekî xwe dimîne. Çawa ku rayek naguhere her wisa dengdar û dengdêrên wê jî li dengê din naguherin. Mînak, lêkera çûn ‘gitmek’ e, koka wê /git/ e, mirov dikare gelek qertafên kişandinê û dariştinê bîne dawiya wê, wekî gittim, gidildi, gidecet, gitmişlerdi û hw. b) Ji aliyê binyadê ve ziman Ji aliyê binyadê ve zimanan li pênc komên sereke lêkve dikin: 1) Îndo-Ewropî (îngilîzî, fransizî, kurdî, farisî) 2) Semîtîk (erebî, îbranî, akadî) 3) Bantû (zimanên başûr û naverasta Afrîkayê) 4) Zimanên Çînî (zimanên çîn û tîbetê) 5) Ural-Altay (fînî, macarî, ûygûrî, tirkî, moxolî) 104 Çawa ku me li jorê jî dabû xuyakirin, zimanê kurdî zimanekî îndo-ewropî ye. Dema mirov bala xwe dide zimanên îndo-ewropî mirov rastî gelek peyvên nêzî hev tê. Ew rewşa hanê ji bo hemû zimanê ku di heman malbat û komê de ne, wisan e. Niha jî ji bo vê yekê em tabloya jêrîn derpêş bikin. Kürtçe Đngilizce Almanca Fransızca Farsça Grekçe stêr star stern astre sitare astron kurt short kurz court - - lêv lip lippe levre leb - jenû - - geneou - - dilop drop tropfen - - - nav name name nom name - no/na no nein non - - tu - du tu/te - - nû/niwe new neu neu - - neh nine neun neuf - - dot douther - - - - bira brother - - brader - Li ser vê mijarê Minorsky(5) wiha dibêje: “Kurdî jî wekî farisî yek ji zimanên rojavayê Îranê ye. Her wekî Andreas, Salamann, O. Mann, Meillet, Lent, T. Tedesco jî gotiye, zimanê rojavayê Îranê dibin du bir, bakur û başûr, ew her du bir tevî hev bûne. Digel vê yekê jî, di zimanên îroyîn de gelek tiştên ji hev re biyanî hene, kurdî û farisî ji gelek aliyan ve xwediyên taybetiyên serbixwe ne. Ango zimanê kurdî dikeve birê bakurê rojavayê zimanê îranî.Ó Gelek kes, ji ber ku zimanê kurdî û farisî xwediyê gelek peyvên hevpar in, zimanê kurdî wekî zaravayekî farisî bi nav dikin, lê zimanzanên ku li ser kurdî xebat kirine vê yekê red dikin. Ligel vê yekê em dîsan dixwazin cudahiyên di navbera kurdî û farisî de bidine xuyakirin. Cudahiyên di navbera kurdî û farisî de Zimanê Kurdî û faris ji ber ku di heman komê de ne, ji hin aliyan ve nêzî hev in. Ji ber vê yekê, hin dewletên ku li ser kurdan serwer in, hebûna kurdan napejirînin û zimanê wan wek zimanekî col (têkilhev) û xerabûyî yê farisî bi nav dikin. Pê namînin û vê yekê ji baweriyên xwe yên siyasî û perspektîfên xwe yên paqijkirina etnîkî re dikin kerese (malzeme). Ev îstismara hanê, ji awira zanistî gelekî dûr e. Lewma em pêwist dibînin ku cudahiyên van her du zimanan bi awayekî serkî be jî, li ber çavan raxin. Çendî ku ev her du ziman nêzî hev bin, ew qas jî, ji hev cihê ne û her yek ji wan zimanekî serbixwe ye. Kurdî zimanekî zayendî ye, ango nêr û mêtî tê de heye, lê ev yek di farisî de tune. Di kurdî de (di kurmancî û kirmanckî/zazakî de) du kom cînavk hene, lê di farisî de em rastî tiştekî wiha nayên. Ev her du komên cînavkên di kurdî de, di lêkerên gerguhêz de ji hev cuda têne bikaranîn, ango zimanê kurdî zimanekî ergatîv e. Mînak ji bo zaravayê kurmancî: Min nan xwar. Ez nên (nanî) dixwim. 105 Mînak ji bo zaravayê kirmanckî: Min nan werd Ez nanî wena Her wiha di zimanê kurdî de nêr û mêtî di cînavkên kesîn û nîşandanê de jî heye, lê belê di farisî de tiştekî wiha nîn e. Ji bilî vê yekê, di kurdî de du kom cînavkên nîşandanê hene, farisî ne xwedî taybetiyeke wiha ye. Em dikarin gelek cihêtiyên van her du zimanan destnîşan û amaje bikin. Lê belê ya baş ew e ku em gotinê bidin Vladimir Minorsky bê ka ew der barê van her du zimanan de çi dibêje. Kurdnas V. Minorsky dide xuyakirin ku, zimanê kurdî û farisî ji hev cihê ne û yer yek ji wan, zimanekî serbixwe ye. Mînorsky aşkera dike ku di navbera kurdî û farisî de pênc cudahiyên girîng hene:(6) 1) Denganî: Denganiya (fonetîka) kurdî ji ya farisî cihê ye. 2) Guherîna dengan: Peyvên ku ji heman kokê tên jî, ji aliyê deng ve guherîneke mezin di wan de çêbûye. 3) Cudahiya şeklan: Ji cînavkan bigire heta bi kêşan û çevana lêkeran, ji qertafên cînavkên xwedaniyê bigire heta bi qedaneka navdêran û hwd cudahî heye. 4) Cudahiya peyvsaziyê. 5) Cudahiya peyvan. Zaravayên kurdî Li ser mijara zaravayên kurdî gelek nêrînên ji hev cihê hene. Nemaze hin kesên ku naxwazin hebûna kurdan û zimanê wan bipejirînin, hemû devokên kurdî wekî zarava nîşan didin û hin caran zarava jî wekî ziman didine xuyakirin. Lê ev kêşe û arîşeya hanê, ji mêj ve ji hêla zimanzan û kurdnasan ve hatiye ronîkirin. Hê di sedsala 16’an de Şerefxanê Bedlîsî di berhema xwe ya navdar Şerefnameyê(7) de zaravayên kurdî wiha rêz dike: 1) Kurmanc, 2) Lor, 3) Kelhûr, 4) Goran Li gorî G. Girvinli ku di salên 1836-37’an de li ser etnografiya kurdî hinek lêkolîn kirine, zimanê kurdî dibe du beş: kurdiya jêrîn û kurdiya jorîn. Peter Lerch (1857-58) kurdî li pênc zaravayan dabeş dike: zaza, kurmancî, kelhûrî, gûranî û lûrî... Oscar Mann, kurdî wekî kurdiya rojava, rojhilat û başûr dike sê beş. Mann, goranî û zazakî wekî kurdî napejirîne. E. B. Soane, di berhema xwe ya bi navê Grammar of Kurmanji or Kurdish Langauge (1913) de, kurdî li sê beşan parve dike: kurmanciya jorîn, kurmanciya jêrîn, lorî-zaza (hewramî û goranî).(8) Ziya Gökalp, di xebata xwe ya bi navê Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler de,(9) kurdî wek pênc zarava hildaye dest: kurmanc, zaza, soran, goran û lor. Gškalp daye zanîn ku, ev gişt zarava ji kurdiya qedîm derçûne. Dr. Mac Kenzie, kurdî dike sê kom: koma bakur, koma navîn û koma başûr. Cemal Nebez jî kurdî dike çar beş: kurdiya bakur, kurdiya navîn, kurdiya başûr, goranîzazayî. Alaedîn Secadî, di berhema xwe ya bi navê Destûr û Ferhengî Zimanî Kurdî, Erebî û Farisî de, zimanê kurdî dike du beş: kurmanciya behdînî û soranî. 106 Li gorî Dr. Kemal Fuad zimanê kurdî çar zarava ne: 1) kurdiya rojava (jorîn) 2) kurdiya rojhilat (jêrîn) 3) kurdiya başûr 4) kurdiya zazakî-goranî. Fuat Heme Xurşîd, di berhema xwe ya bi navê Zimanî Kurdî, Dabeşbûnî Cografyayî Dîyalêktekanîy de, zimanê kurdî wiha dabeş dike: 1) kurmanciya bakur 2) kurmanciya navîn 3) kurmanciya başûr 4) goranî. Emîr Hesenpûr(10), di xebata xwe ya bi navê National and Language In Kurdistan (19181985) zimanê kurdî dike dike çar zarava: kurmancî, koranî, hewramî, kîrmanşanî. Ji xebatên van zimanzan jî diyar dibe ku, bi piranî ew xwediyê wê raman û hizrê ne, ku di kurdî de çar zarava hene: 1) kurmancî (kirdaskî) 2) kurmanciyanaverast (soranî) 3) kirmanckî (kirdkî, zazakî-goranî) 4) loranî. Kurmanciya bakur (kurmancî) û kurmanciya başûr (soranî) du zaravayên sereke ne. Ev her du zarava wekî zaravayên ku xwediyê wêjeyeke nivîskî ne, têne pejirandin. Van demên dawîn, zaravayê kirmanckî (dimilkî-zazakî) jî hêdî hêdî ber bi nivîskîbûnê ve gavan diavêje. Di nav zaravayên kurdî de zaravayê ku herî zêde pê tê axaftin kurmancî ye. Kurmancî li hemû deverên ku kurd lê dijîn pê tê axaftin. Li Tirkiyeyê bi tenê Kurmancî û zazakî hene. Ji bilî çend deverên mîna Anatoliya Navîn û Qerejdaxê, ku şêxbizinî lê dijîn. Ev jî devoka soranî ye. Tevliheviya di warê zaravayan de pirî caran jî, ji ber navlêkirinê tê. Wek nimûne, ji bo kurmanciya bakur, li başûr behdînî û li rojhilat jî şikakî tê gotin. Her wiha ji bo zaravayê kurmanciya jêrîn jî, kurmanciya xwarû, soranî tê gotin. Heman tevlihevî di warê dimilkî de jî balê dikişîne. Navên wekî kirdkî, kirmanckî, dimilî, dêrsimkî, sobê hwd. têne bikaranîn. Ji bo hewramî jî navê goranî tê bikaranîn. Wekî ji mînakên jorîn jî xuya dibe, navên ku hemû lêkolîner li ser li hev dikin, navên mîna kurdî, kurmancî, kirmanckî û kirdkî ne. Navên din tev navên herêm û êl û eşîran in. Devokên zaravayên kurdî Kesên ku naxwazin zimanê kurdî wek zimanekî serbixwe bipejirînin, axaftina her bajarî, heta ya her gundî wekî devok, heta hin caran jî wekî zarava bi nav dikin. Çawa ku di hemû zimanan de zarava û devok hene, wisa di zimanê kurdî de jî hene. Em ji bîr nekin ku standardî di zimanê nivîskî de heye, lê di zimanê devkî de. Bêyî mudaxele û statûya siyasî, zimanê standard pêk nayê. Ehmedê Xanî (sedsala 17’an), di berhema xwe ya navdar Mem û Zînê de(11) zaravayê kurmancî li ser sê devokên bingehîn pareve kiriye. Em vê peyt û tespîta wî bi malikeke ji şahesera wî nîşan bidin: Bohtî û mehmedî û silîvî Hin la’l û hinik ji zêr û zîvî. Mirov dikare vê gotina Ehmedê Xanî ji bo devokê kurmancî wekî bingeh bigire. Bi awayekî giştî lêkolîner, devokên zaravayên din jî wiha rêz dikin: Kurmanciya naverast (soranî): silêmanî, mukrî, sineyî. Kirmanckî (zazakî): devoka Dêrsimê û devoka Siwêregê. 107 Hevoksazî Hevoksazî, bi me dide zanîn bê cureyê peyvan di kîjan devera hevokê de cih digirin û çawa bi hev ve têne girêdan. Ango hevoksazî, rewşa peyvan û celebê peyvan a li hemberî hev û din e. Di kurdî de, di navbera peyvan de pêwendî û girêdan wiha pêk tê: Di kurdî de peyv, bi alîkariya veqetandekan (harfî tarîf) bi hev ve têne girêdayîn. Veqetandekên di kurdî de du çeşîd in; diyar û nediyar. Pêşî em ji bo veqetandekên diyar mînakan bidin. mala mezin (navdêr-rengdêr) mastê we (navdêr-cînavk) keçên bedew (navdêr-rengdêr) Ji bo veqetandekên nediyar jî mirov dikare van wekokan bide. maleke mezin mastekî tirş keçine bedew Her wekî ji mînakan jî xuya dike, pevgirêdana peyvan di kurdî de dijberî ya tirkî ye. Mînak: mala min Heke em vê terkîbê bi tirkî binivîsin, dê wiha be: Benim evim Di vê mînakê de aşkera dibe ku hem veqetandekên her zimanan û hem jî cihê hêmanan ji hev cihê ne. Di kurdî de veqetandek bi navdêrê ve dibe lê bi cînavkê ve nabe. Di tirkî de îcar veqetandek bi cînavkê ve dibe, lê bi navdêrê ve nabe. Hevoksaziya kurdî, her wiha ji gelek aliyan ve ji hevoksaziya farisî jî vediqete. Der barê vê yekê de em guh bidin peyitandinên V. Minorsky: “Sentaksa kurdî ji aliyê peyvên hevedudanî û lêkerên gerguhêz ve her du (kurdî û farisî) ziman ji hev cuda dibin.Ó(12) Di zimanê kurdî de rêza hêmanên hevokê ji yên tirkî û farisî cuda ye. Di hevokên tirkî yên sererast de pêveber tim li dawiya hevokê ye. Mînak: Ben Dün Ankara’ya gittim. (kirde+ têrker+pêveber.) Em vê hevokê bi kurdî saz bikin: Ez duh çûm Enqereyê. (kirde+têrker+pêveber+têrker.) Ji bo ku hevokek bê sazkirin, du hêmanên bingehîn divên. Ew hêman, kirde û pêveber in. Em bi nimûneyan ji sivikiyê ber bi giraniyê hevokan tevî hêmanan bidin: ez çûm kirde pêveber Bi tenê pêveber jî dikare hevokekê pêk bîne. Her wekî ji mînaka li jor jî diyar dibe, ku mirov cînavka kesê yekemîn a yekejimar /(ez/ biavêje, /çûm/ bi serê xwe jî hevokekê pêk tîne. Di hevokên sanahî de, kirde tê serî û pêveber tê dawiyê. Hevoksaziya lêkerên gerguhêz û negerguhêz ji hev cuda ye. Bi kurtasî, li gorî kompleksbûna hevokê, cihê hêmanên wê diguhere. Hêmanên hevokê wiha li dû hev rêz dibin. 108 1) Kirde + têrker + pêveber Tu li serê çiyayê Sîpanê kirde têrker dijî. pêveber 2) Kirde + bireser + têrker + pêveber Şivên nanê xwe dereng xwar. kirde bireser têrker pêveber 3) Kirde + têrker + pêveber + têrker Hûn dê tu caran neçin Geverê kirde têrker pêveber têrker Di kurdî kirpandina kîjan hêmanê bê xwestin, ew hêman nêzîkî pêveberê dibe. Mînak: Ez ê kevirekî bi tevşo bişikînim. (3) (2) (1) Ez ê bi tevşo kevirekî bişikînim. (3) (2) (1) Kevirekî bi tevşo ez ê bişikînim. (3) (2) (1) Bi tevşo kevirekî ez ê bişikînim. (3) (2) (1) Mirov di kurdî de rastî hevokên şikestî jî tê. Ev hevok bêhtir di helbest, axaftin û gotaran de têne dîtin. Piştî ku roja me bû [pêveber] tarî, mirin xweştir e [kirde] ji amberê (Ehmedê Xanî). Taybetiyeke balkêş a zimanê kurdî, ergatîvbûna wê ye. Hevokên ku bi lêkerên gerguhêz têne sazkirin, ji yên negerguhêz cuda ne. Ji ber vê yekê jî di kurdî du kom cînavk hene, her wiha lêker jî hin caran li gorî kirdeyê, hin caran jî li gorî bireserê têne kişandin. Mînak: Ez te dibînim. Min tu dîtî. Di hevoka yekemîn de lêker li gorî kirdeyê (ez), di ya duyem de jî li gorî bireserê (tu) hatiye kişandin. Ligel vê taybetiya ku me li jor dabaş kir, di lêkerên gerguhêz de mêjera navdêrê di demên borî de, di lêkerê de diyar dibe. Mînak: Min sêv xwar. Min sêv xwarin. Di mînaka yekem de /sêv/ yekejimar e û di hevoka duyem de jî /sêv/ pirejimar e. Di demên bê û niha de, pirejimarî ji bireserê diyar dibe. Nimûne: Ez sêvê dixwim. Ez sêvan dixwim. Zayend 109 Kurdî zimanekî zayendî ye û hemû peyv an nêr in, an jî mê ne. Ji bilî heyberên candar, heyberên necandar jî xwediyê zayendê ne, lê ev zayendîbûn tiştekî rêzimanî ye. Zayenda peyvan bi du awayan, bi veqetandek û qertafên tewangê diyar dibe. Peyv bi serê xwe nêtar in. Mînak: kevçî, çav, pênûs, giyan... Zayenda bi veqetandekê: Çavê şîn pênûsa zirîçî Di vir de veqetandeka /a/yê mêtiyê û veqetandeka /ê/yê nêrîtiya peyvê nîşan dide. Zayenda bi tewangê: siya darê nikulê dikî Li vê derê jî, qertafa /ê/yê zayenda mê, qertafa /î/yê jî zayenda nêr nîşan dide. Veqetandek Di zimanê kurdî de, terkîb bi veqetandekan tên çêkirin. Ev veqetandek jî nêr û mê ne. Her wiha veqetandekên di kurdî de du cure ne; diyar û ne diyar. Ji ber ku di zimanê kurdî de rewşa navdêran nîn e, bi veqetandek û qertafên tewangê terkîb tên sazkirin. -ê : yekejimar, nêr û diyar -a : yekejimar, mê û diyar -ên : pirejimar, diyar (ji bo her du zayendan) -ekî : yekejimar, nêr û nediyar -eke : yekejimar, nêr û nediyar -ine : pirejimar, nediyar (ji bo her du zayendan) Tewang Yek ji taybetiya zimanê kurdî jî tewangbarî ye. Di zimanê kurdî de, hinek beşên hevokê li gorî erka ku digirin ser xwe diguherin, hinek qertafan digirin; ji vê yekê re tewang tê gotin. Di kurdî de beşên hevokê yên guherbar (lêker, navdêr, cînavk, veqetandek, jimarnav) ditewin. Di kurmancî de, pirjmariya navdêr û cînavkên xwerû bi alîkariya veqetandek û lêkerê diyar dibin, lê di kirmanckî (dimilkî) de pirejimariya navdêrên xwerû bi alîkariya qertafa /-î/yê diyar dibe. Wekî mînak: Kurmancî: Min pênûs bir (yekejimar û binavkirî) Min pênûs birin (pirejimar û binavkirî) Min pênûsek bir (yekejimar û nebinavkirî) Min pênûsin birin (pirejimar û nebinavkirî) Kirmanckî: Min say werd 110 Min sayî werdî Tewanga navdêrên nêr: Di kurmancî de tewanga navdêrên nêr bi du awayan pêk tê. a) Qertafa /î/yê tê dawiya peyvê. b) Heke tê de dengê /a/ an jî /e/ hebe, ew deng dibe /ê/. Mînak: Xwerû Tewandî şivan gopalê şivanî/şivên nan nên/nanî bîne bajar Zîlan Ronahî ji aşî/êş tê. nîvîskar nivîskêr/nivîskarî xweş nivîsiye gotîn gotinê ez êşandim Tewanga navdêrên mê: Dengdêra /ê/yê tê dawiya peyvê û tewanga wê ya mêtiyê pêk tê; mînak: meha biharê porê jinikê Ji ber ku kurdî zimanekî tewangbar e, cînavkên kesîn du cure ne. Yek jê tewandî ye, yê din xwerû ye. ên xwerû ên tewandî ez min tu te ew wî/wê em me hûn we ew wan Nîşe: Dema ku daçekek bikeve ber cure peyvên guherbar wan ditewîne. Peyvsazî Kurdî, zimanekî wisa ye ku ji pêş, paş û navê ve qertafan digire. Ev qertafên çêkirinê jî di nav xwe de dibin du bir. Yek jê ew qertaf in ku tenê bi wan ji lêkeran, lêkerên çêkirî tên bidestxistin. Qertafên din jî, tenê bi wan navdêr û rengdêr tên çêkirin. Her wiha carinan di bastûra (bunyeya) peyvê de guherînek tê pêkanîn û jê navdêr tê peydekirin. Nemaze ev rewş, di raweya lêkera fermanî de çêdibe (ji bo halê negerguhêz ê lêkerê). Nimûne bi+şewit+e, /bi/ raweya fermanî, /şewit/ qurmê lêkera fermanî, /e/ jî qertafa kesê duyemîn a yekejimariyê ye. Em tenê qurmê lêkera fermanî hildidin dest û /i/ya di kîteya duduyan de dikine /a/ û navdêrê bi dest dixin: şewit, şewat /i/ bû /a/ û bi vî awayî şewit bû şewat. 111 Ji bilî vê yekê, ji qurmê lêkera fermanî jî qertafên kirdenavan bi dest tê xistin, nimûne: Ji lêkera kuştinê bi-kuj-e, /bi/ û /e/ bê avêtin dimîne |kuj/, em wê bînin deynin ber peyva /agir/ wê peyveke wiha bê himatê: agirkuj. Em bi berfirehî behs ji qertafan nekin, hema ji bo ku mijar zelal bibe û dabaş bê fêmkirin em dê li ser wan rawestin. Pêşî ji bo lêkeran em qertafan bidin. a) Qertafên lêkerçêker Ber + dan : berdan Da + dan : dadan Der + anîn : deranîn Hil + kirin : hilkirin Ha + kirin : rakirin Ro + kirin : rokirin Ve + xwarin : vexwarin Vê + xistin : vêxistin Wer + girtin : wergirtin Tê + koşîn : têkoşîn Niha jî em çend qertafên ku tên paşiya navdêr û rengdêran û bi wan lêkerên sade tên çêkirin bidin: andin, isandin, ijandin Bi van qertafan li jorê lêkerên gerguhêz tên bidestxistin. Nimûne: Saz + andin : sazandin Nerm + ijandin : nermijandin Rep + isandin : repisandin în, isîn, ijîn: Bi van qertafê hanê jî, lêkerên negerguhêz tên çêkirin. Rep + isîn : repisîn Saz + în : sazîn Nerm + ijîn : nermijîn b) Qertafên ji bo daraştina navdêr û rengdêran Piştî van, îcar em bên ser qertafên ku bi wan navdêr û rengdêr tên çêkirin. Ev navdêr jî dibin du bir; kirdenav (ismî fail) û tiştenav (ismî meful). Ev qertaf hem tên pêşiya peyvê û hem jî tên paşiya peyvê. Ji bo wan jî em çend nimûneyan bidin: Pêşî parkît (paşgir), di pey re pêrkît (pêşgir) û dawiyê jî em navkîtan (navgiran) bi nimûneyan derpêş bikin. Bi parkîtan daraştina peyvan: Kar + ker : karker Ber + ek : berek Dar + ik : darik Ser + ok : serok 112 Aş + van : aşvan Rim + baz : rimbaz Guh + ar : guhar Mal + dar : maldar Teng + asî : tengasî Kirîv + atî : kirîvatî Xwîn + î : xwînî Şer + oyî : şeroyî Yekt + îtî : yekîtî Bi pêrkîtan daraştina peyvan: A + şûjin : aşûjin Ber + av : berav Ser + dest : serdest Ne + yar : neyar Tele + bext : telebext Hem + pa : hempa Hev + kar : hevkar Kele + girî : kelegirî Zir + keç : zirkeç Bi + kuj : bikuj Bele + guh : beleguh Gû + sterk : gûstêrk Bi navkîtan daraştina peyvan: Ser + an + ser : seranser Dest + e + bira : destebira Şad + û + man : şadûman Rû + bi + rû : rûbirû Encam Her ziman xwedî rê û rêzikan e û taybetî û qalibên wî hene. Ligel vê yekê, hin rêzikên ku ji bo zimanan pişkdar in, jî hene. Ev rêzikên hevpişk (muşterek), bi giştî di navbera zimanên ku ji heman malbatî ne de, têne dîtin. Ji lew re, pir tiştekî asayî û siruştî ye ku hin ziman ji hin aliyan ve bişibin hev û hêlên wan ê hevpar hebin. Digel vî qasî, ji van mijarên ku em li jorê yeko yeko li serê rawestiyan, xuya dibe ku zimanê kurdî ji gelek aliyan ve hem ji erebî, hem ji farisî hem jî, ji tirkî cuda ye. Bi taybetî em dixwazin balê bikişînin ser cihêtiyên di navbera kurdî û tirkî de. Ji ber ku, hin zimanzan, siyasetmedar û kesên ji pîşeyên cuda yên tirk îdia dikin da ku zimanê kurdî ne tu ziman e û kurd bi eslê xwe jî tirk in. Ji bo ku der barê zimanê kurdî û tirkî de hizr û ramaneke zelal ji kesê meraqdar re çêbe, em dê bi çend xalên berbiçav cihêtiya van her du zimanan bidin xuyakirin. 113 Kurdî ji malbata zimanê îndo-ewropî, tirkî ji ya ural-altayî ye. Kurdî zimanekî tewangbar e, tirkî zimanekî pêvekî ye. Kurdî zimanekî zayendî ye, tirkî ne wisan e. Di kurdî de du kom cînavkên kesîn û nîşandanê hene, di tirkî de ev yek nîn e. Di kurdî û tirkî de awayên çêkirina terkîban dijberî hev in. Zimanê kurdî, ji pêş, paş û navê ve qertafan digire, lê di tirkî de qertaf tenê tên paşiya peyvê. Di kurdî de peyv bi du û sê dengdaran jî dest pê dike, lê dî tirkî de peyv tenê bi dengdarekê dest pê dike. Bi kurtî, rêzimana kurdî û ya tirkî qet naşibe hev, denganiya wan, hevoksaziya wan û peyvsaziya wan gelek dûrî hev in. Em bên ser angaştên der barê zarava û devokên zimanê kurdî de. Çawa ku di zimanên din de jî tê dîtin, di zimanê kurdî de jî devok û zarava hene. Ev zarava ev in: 1) Kurmancî (kirdaskî) 2) Kurmanciya naverast (soranî) 3) Krmanckî (kirdkî, dimilî, zazakî) 4) Loranî. Ji van zaravayan tenê li Tirkiyeyê kurmancî û kirmanckî hene. Di zaravayê kurmancî de sê devokên bingehîn hene: botî, silîvî û mehmedî. ji van, devoka botî ji bo zimanê nivîskî yê kurmancî wekî bingeh hatiye pejirandin. Rêziman, vekît û ferheng li gor vê yekê hatine amadekirin. Du devokên himî yên zaravayê kirmanckî hene: dêrsimî û sêwregî. Zimanê kurdî ji mêj ve wek zimanê perwerde û hîndekariyê hatiye bikaranîn. Medreseyên kurdan palpişt û delîlên vê yekê ne. Di van medreseyan de ji bilî kurdî zimanê erebî jî hatiye bikaranîn. Gotina dawî: Zimanê kurdî têra xwe heye, ji bo ku kurd bi zimanê xwe karibin perwerde bibin û hîndekariyê pêk bînin, ji hêla zimên ve asteng pir kêm in. Ji bo hemû zimanan çi astengên zimanî hebin pir hindik ew ji bo zimanê kurdî jî hene. Ji bo ku perwerde û hîndekarî bi kurdî bê kirin astengên herî girîng astengên qanûnî yên Tirkiyeyê ne. Çavkanî 1) Ji bo agahiya berfireh binêrin Varlı, Abdullah; Dîroka Dugelên Kurdan, Derpêç 1, Weşanên Sîpan, Stenbol 1997& Çeliker, Celadet; Kurtedîroka Alfabên ku Kurdan Bikaranîne, Kovara Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê Zend, hejmar 2, sal 1994. 2) Aksan, DoÛan; Her Yšnüyle Dil 1 (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Türk Dil Kurum Yayınları, Ankara 1987. 3) Bedirxan, Emir Celadet & Lescot, Roger; Kürtçe Dilbilgisi, Weşanên Doz , Çapa pêncemîn Stenbol 2000. 4) Aksan, DoÛan; berhema navborî. 5) Minorsky, Vladimir; Kürtler, Koral Yayınları, Çapa Duyemîn, Stenbol 1992. 114 6) Minorsky, Vladimir; berhema navborî. 7) Şerefname, Şerefxanê Bidlîsî, Hasat Yayınları, Çapa Duyemîn, Stenbol 1998. 8) Ciwan, Mûrad; Türkçe Açıklamalı Kürtçe Dilbilgisi (Kurmanc Lehçesi), Weşanên Jîna Nû, Çapa Yekemîn, Swêd 1992. 9) Gškalp, Ziya; Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar, Çapa Yekemîn, Stenbol 1992. 10) Hesenpûr, Emîr; Nationalism and Language In Kurdistan, Mellen Research University Press, Kanada1992. 11) Mem û Zîn, Ehmedê Xanî, Hasat Yayınları, Çapa Sêyemîn, Stenbol 1990. 12) Minorsky, Vladimir; berhema navborî. EK 3 TÜRKĐYE’NĐN ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ POLĐTĐKASI VE KÜRT DĐLĐ KONUSUYLA ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLER TÜRKĐYE’NĐN ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ POLĐTĐKASI VE KÜRT DĐLĐ KONUSUYLA ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLER Eğitim-sen genel sekreteri Kemal Ünal : Anadilde eğitim temel bir insanlık hakkıdır. Türkiye’de yurttaşların eğitim hakkını fırsat eşitliği temelinde kullanabilmesi gerekir. Bu hakkın kullanılabilmesi gerekir. Bu hakkın kullanılması Türkiye’yi bölmez. Kültürel hakların kullanılabilmesi Türkiye’yi zenginleştirir, demokratikleştirir. Korkular, yasaklar Türkiye’yi ileri götürmez, geriletir. ÖES başkanı Hayri Kozanoğlu : Đnsan hakları, politik, ekonomik ve kültürel haklardan oluşan bir bütündür, birisinin eksikliği diğerinin hayata geçmesini engeller. Bu anlamda Türkiye’deki her yurttaşın kendi kültürünü yaşama, yaşatma ve anadilinde eğitim hakkı temel insan haklarından biridir. Devletin bu hakkı kullanmak isteyen yurttaşlarına anadilde, parasız, kaliteli ve eşit bir eğitim hakkı olanağı sağlamasını savunuyorum. 115 Hıdır Aslan (Öğretmen) : Ben de Türkçe’yi okulda öğrendim. Đnsanın kendi dilinde eğitim görmemesi, düşünememesi, konuşamaması bir takım psikolojik sorunlar yaratır. Prof. Dr. Onur Bilge Kula : Toplum yada bireylerin doğayı biçimlendirme, özlerini geliştirme ve yaşam koşullarını insancıllaştırma sürecinde yarattıkları değerlikler ve değersizliklerin toplamı kültürü oluşturur. Kültür ‘öz’ ile ‘başka’nın karşılıklı etkileşimi içinde değişir, ilerler ya da zaman zaman geriler. Dil, kültürü taşır, korur ve aktarır. Kültürel özgünlükler dille edinilir, öğretilir, geliştirilir yada köreltilir. Feyza Hepçingiller ( Türkiye yazarlar sendikası 2. Başkanı) : Her halkın ana dilini kullanmaya ve dille eğitim görmeye hakkı vardır. Türkiye’de yaşayan bütün halkların da, kendi kültürlerinin korumanın neredeyse biricik yolu olan anadillerine sahip çıkmak ve bu dili kurallarıyla öğrenmek hakkı olmalıdır. Anadolu’nun bir kültür mozaiği oluşu gurur duyulacak bir gerçektir. Bu kültürlerin barış içinde bir arada yaşamasından rahatsızlık duyacak kişiler, ancak şoven duygularına yenik düşmüş kişiler olabilir. Dünyanın çeşitli yerlerindeki Türkler için kendi dillerinde eğitim hakkını savunmak, beraberinde Türkiye’de yaşayan halkların da kendi dillerinde eğitim hakkını savunmayı getirmelidir. Prof. Dr. Klaus Liebe Harkort (Almanya Eğitim Bilim Sendikası) : Bu tartışmayı keşke 10 yıl önce 20, 50 evet 73 yıl önce başlatabilseydik, bu kadar kan akmazdı. Okullarımız çok dilli olursa toplumun çok kültürlülüğü gelişebilir ve bir insanlık mozaiği gibi olabilir. Bu konuda birbirimizden çok şey öğrenebiliriz. Bu konuda devletlerimiz halklarından da çok şey öğrenebilir. Kjell Erik Aoos ( Norveç Öğretmenler Sendikası) : Bizler ana dil eğitimi verilmeden bir şey yapılamayacağına inanıyoruz. Sendikamız bu haklar uğruna mücadele edecektir ve inanıyoruz ki aynı ilkeler tüm dünya içinde doğrudur. Nuray Şen (Mezopotamya Kültür Merkezi) : Yaşamdan payını alamayan, kendi çocuklarına aktaramayan, dağların kuytularında yaşamaya zorlanmış bu ulus, dilini dünyaya dayatmak zorunda bırakılmıştır. Kürt insanı çok iyi biliyor ki insan olmak için nefes almak yeterli değildir. Üzülmek, ağlamak, gülmek, mutlu olmak; ve bütün bunlar temel olarak ana dil kültürüyle yaşanabilecek durumlardır. Kürt artık insan olmak istiyor. Đnsan olmak için konuşmak; konuşmak içinde anadil sahibi olmak istiyor. Bu bilimsel bir zorunluluktur. Şefik Beyaz (Kürt Enstitüsü) : Bugünkü eğitim ve öğretim politikası, günümüzün özgürlükçü demokrasi prensipleriyle, demokratik değerlerle çatışan, gayri insani ve insan haklarını ihlal eden çağdışı, ırkçı bir politikadır. Bu gerici-ırkçı eğitim öğretim politikasından vazgeçilmesi, çağdaş olmanın, farklı kültürlere, dillere saygı ve demokratik değerlere sahip olmanın bir gereğidir. Türkiye’de milyonlarca insanın (Kürt, Arap, Gürcü, Çerkez vs.) diline, kültürüne, beynine ve duygusuna vurulan bu zincir artık çözülmelidir. Ana dille eğitim ve öğretim hakkı başta Kürt halkı olmak üzere, diğer azınlık milletlerine de verilmelidir. Yılmaz Çamlıbel : Bugün 250 ülkede 2800 civarında dil konuşuluyor. Demek ki birçok ülkede birden fazla dil konuşulmaktadır. Dilin resmi olarak tanınması o dilin gelişiminde önemli bir rol oynar. Bu durum ülkelere parçalanmayı değil, aksine birlikte demokratik bir tarzda iç içe yaşamayı getirir. Bekir Çelebi (Diyarbakır Demokrasi Platformu) : Anadilde eğitim yapılmayışı hatta yasak oluşu birçok psikolojik ve toplumsal rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Olumsuzluklardan en çok etkilenen toplumlarda olumsuz kişilikler oluşmuş ve bu kişilikler hem o toplumda hem de çevresinde etkilerini göstermiştir. Sağlıklı bir insan ve toplum yaratmak için anadilde eğitim yapılmalıdır. Atilla Öngel (DĐSK Genel Başkan Vekili) : Bir ülkede demokrasinin gelişmişlik düzeyini belirleyen en temel etkenlerden biri eğitimdir. Eğitimin demokratikleşmesi ise eğitimin içeriğinin demokratikleşmesine bağlıdır, bu da ezberlemeyi değil, özgür düşünmeyi öğreten, ırkçı 116 ve gerici olmayan; dogmaların değil, bilim ışığında ilerleyen bir eğitimle gerçekleşebilir. Bu noktada, anadilde eğitimin önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü çağdaş ve demokratik bir eğitimin temeli anadil eğitimidir, anadil bilincidir.” Abdullah Saydın (HADEP) : Đnsanları hayvanlardan ayıran şey, düşüncedir. Düşünce ise ancak anadilde ifade edilebilir ve aynı zamanda gelişebilir. Ancak ülkemizde Kürt çocuklarının anadilde birikimi yok sayılıyor, okullardaki asimilasyon politikasıyla kişilerin gelişimi ve toplumsal iletişimi bozuluyor. Dayatılan şey insan doğasına aykırıdır ve çağdışılıktır. Mina Urgan : Soyların, dinlerin, milletlerin kaynaşmasına, sınırların ortadan kalkmasına yani tam enternasyonalizme inanıyorum. Onun içiz benim için önemli olan Türk kimliği yada Kürt kimliği değil sadece ve sadece insan kimliğidir. Oysa biz insan gibi davranmadık Kürt kardeşlerimize, onları insan yerine koymadık. Kendilerine özgü bir dilleri, kültürleri olabileceğini yadsıdık. Sanki ülkemizin geniş bir parçası değilmiş gibi Güneydoğunun ekonomik açıdan kalkınması için en ufak bir çaba göstermedik. Bunu okuyanlar hop oturup hop kalkacaklar, ama onları bir azınlık saysaydık keşke. Ama ‘siz Türksünüz’ diye tutturduk. Her iki taraftan insanların kanı yıllar yılı boşuna döküldü. Ufuk Uras : Ülkemizin çok kültürlü ve çok dilli toplum gerçeğine uyan politikaların, örgütlenmelerin ve faaliyetlerin geliştirilmesi, bu bağlamda devletin ve siyasetin çok kimlikli ve çok kültürlü hayata kapalı yapısının, anayasalar, yasalar ve idari yapı ve yerel yönetimler dahil olmak üzere, değiştirilmesi ve demokratik bir muhtevaya kavuşturulması gerekiyor. Eşit koşullarda, bir arada yaşamanın herkes için bir nimet olduğu, hiç kimsenin kendisini ikinci sınıf yurttaş olarak hissetmediği bir demokratik bir Türkiye böyle yaratılabilir. Ercan Karakaş : Bir süredir ‘Kürt realitesini tanıyoruz ama şiddet ortamında bir şey yapamayız’ diyen siyasetçiler, o realitenin gereğini yerine getirmelidirler. Sorumluluk onlardadır. Tüm yurttaşlarımızın anadillerini, kimliklerini, kültürlerini yaşamalarının, araştırmalarının ve geliştirmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Farklılık içerisinde birlik ancak böyle sağlanabilir. Ertuğrul Günay : Bölge insanının kazanılması ve gerçekten birinci sınıf, eşit yurttaş olduğunu duyumsaması sağlanmalıdır. Hukuksuz, antidemokratik, çağdışı uygulamalar sürdürüldüğü taktirde , barışı, kalkınmayı, refahı sürekli kılma olanağımız ortadan kalkacaktır. Kemal Bal (Eğitim-Sen Eski Başkanı) : Öncelikle sorun varlığın kabulü sorunudur. Bütünlük içerisinde kimlik, anadilde eğitim-öğretim boyutu da dahil çok çok kültürlülük olarak algılamak ve gereklerini yerine getirmek yaşamın ve demokrasinin gereğidir. Yok saymanın çözüm olmadığı artık görülmelidir. Siyami Erdem (KESK Eski Genel Başkanı) : Kürt sorunu yeni bir döneme evirilmiştir. Bu dönemin ortaya sunduğu olanaklar, tüm kesimler tarafından doğru bir biçimde değerlendirmelidir. Bu değerlendirmede inkarcı yaklaşımlardan vazgeçilmeli, demokratik hukuk devletinin gerekleri yerine getirilmelidir. Bu da farklılıkların zenginlik olarak kabul edileceği bir toplumsal düzenlemeyi gerektirir. Barış içerisinde bir arada yaşama; çok kimlikli, çok kültürlü bir toplum hayatının doğallığının kabul edilmesi ve buna uygun olarak başta anayasa olmak üzere her türlü düzenlemenin başlanmasıyla mümkündür. Fikri Sağlar : Kürt sorunu demokratikleşme ve ekonomik kalkınma önünde büyük bir engeldir. Artık Türkiye’nin, Kürt gerçeğini görmekten korkmaması gerekir. Kürtçe bir dildir. Kültürün devam etmesi ve gelişmesi için eğitimini, yazılı ve görsel iletişim araçları, yani tv, sinema, gazete vb. yollarını açmak demokratik devletin görevidir. Bölgesel kalkınma planları yapılmalı, siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik haklar kuşkuya yer vermeyecek eşitlikte özenle ve ivedilikle uygulanmalıdır. Türkiye, önünde duran barış şansını çok iyi kullanmalı, bir daha kirli ve kanlı savaşlarla karşı karşıya kalmamalıdır. Türkiye cumhuriyeti bir kan ve kafatası cumhuriyeti değildir. Varlığı ‘yurttaş’ gerçeğine bağlıdır. Cumhuriyet değişik ırk, dil, din ve mezhepten olan 117 yurttaşlardan oluşmaktadır. Bu temel anlayışla birlik, beraberlik, dayanışma ve barışı gerçekleştirebiliriz. Tahir Hatipoğlu ( Tüm Öğretim Üyeleri Birliği Başkanı) : Kürtçe’nin konuşulması, Kürtçe yayın yapılması, özel radyo ve tv yayınlarına izin verilmesi, Kürtçe kursların açılması gibi isteklerden korkmamak gerekir. Alaaddin Dinçer (Eğitim-Sen Genel Başkanı) : Türkiye’de hiçbir birey kimlikleri ve kültürleri nedeni ile ikinci sınıf muamelesi görmemelidir. Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli ve dinli yapısı ve bütünlüğü korunmalıdır. Bütün bireylerin eşit ve özgürce, birlikte, bir arada ve barış içinde yaşama ve kendini ifade etme olanakları yaratılmalıdır. Hasan Cemal : Türkiye'nin aşması gereken, anadil konusu var. Yani resmi dili Türkiye'nin Türkçe'dir, resmi dili. Đşte üniter devlettir, tek bayraktır ama aynı zamanda anadil konusunda nasıl insanlar kendi anadillerini konuşuyorlarsa, ailelerinde öğreniyorlarsa bunu okulda da öğrenmek, özel kursta da öğrenmek ya da müziğini, haberini radyoda ve televizyonda dinlemek imkanına kavuşması lazım bireysel anlamda. Bundan da kaçıyor Türkiye. Yani bunun şeyinde demokratikleşmeyle ilgili bazı kaçışlar var. AK Parti Programından : Resmi dil ve eğitim dili Türkçe olmak şartıyla Türkçe dışındaki diller de yayın dahil kültürel faaliyetlerin yapılabilmesini partimiz ülkemizdeki birlik ve bütünlüğü zedeleyen değil, güçlendiren ve pekiştiren bir zenginlik olarak görmektedir. Deniz Baykal : Devletin görevinin millete hizmet etmektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçe’dir. O nedenle devletin bir başka dili geliştirme çalışmalarına katkıda bulunmasını doğru saymıyoruz. Ama demokratik bir anlayış çerçevesinde herkes kendi dilini konuşabilir, yazabilir, yayın yapabilir, radyo ve televizyon yayını yapabilir. Bunların nasıl yapılacağı da o ülkedeki düzen tarafından şekillendirilir. Gelecekte bu doğrultuda bir gelişmenin olmasını uygun görüyoruz. Hükümetin nasıl bir yaklaşım içinde olacağını da merakla bekliyoruz. Rektörler Komitesi Bildirisi: Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık anlayışının temeli ırka veya dine dayalı olmayıp Anayasaldır. Türkiye Milleti’nin devleti, vatanı, bayrağı ve dili tektir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın çeşitli maddelerinde ifadesini bulan bu ilkelere bağlılık, Anayasal vatandaşlığın gereğidir. Mustafa Taşar : Đnsanı insan yapan değerler vardır. Bu değerlerden hiçbir insanın vazgeçmesi mümkün değildir. Bu kendi ana dilidir, inanışlarıdır, görüşleridir, düşünceleridir. Bunları, kafasını kesseniz de değiştirmeniz mümkün değildir. Bütün bunları yaparken de biz, AB istiyor diye değil, Türk insanı bunlara layık olduğu için, bu hürriyetlere layık olduğu için istiyoruz. Bu arada, AB’nde bu şartları istiyormuş, çakışıyorsa problem yok. Türkçe’yi bizim öğretemediğimiz, bundan dolayı kendilerinin de bizi anlayamadıkları ortamlarda, onlara ulaşabilmenin yollarını arayalım. Memleketimiz aleyhine yayın yapanların karşısında, memleketimiz lehine yayın yapan kuruluşların da, imkanlarının da sağlanması gerektiği konusunda düşünelim diyoruz. Kiminle düşünelim? Toplumca düşünelim diyoruz, koalisyon ortaklarımızla düşünelim ve buna bir yol bulalım. Ortada bir vaka vardır, bunun çözülmesi lazımdır, söylediğimiz budur. Cohn-Bendit : AP’nun kültürel haklar konudaki görüşleri son derece açıktır. Tüm azınlıkların kültürel kimliklerini korumaları gerekir. Yalnızca Kürtlerin değil, her yerdeki azınlıklar için aynı görüşü benimsiyoruz. Tüm azınlıkların radyo, televizyon, kitap aracılığıyla kendi dillerinde yayın yapma haklarının bulunması gerekir. Tiyatroda Kürtçe bir oyunun sergilenmesinin ne gibi bir zararı olabilir, ben bunu anlayamıyorum 118 Algan Hacaloğlu : Türkiye’de alt kimliklerin özgürleştirilmesi, alt kimliklere saygı anlayışının yayılması ve alt kimliklerin kendini geliştirme alanlarının açılması gerekir. Alt kimlikler kurumsal alan değil, özel alandır, o nedenle bu alanda devletin olmaması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının taşımaları gereken tek ortak kimlik resmi ve siyasal kimlikleri, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarıdır. Alt kültürel kimliklerin bu üst kimlikle çatışmaması gerekir. Bu anlayışla Kürt kökenli yurttaşlar da dahil her etnik kökenden, her alt kimlik ve kültürden olan yurttaşların, ortak “resmi cumhuriyet dili” olan Türkçe’nin yanında kendi ana dil, kültür ve folklorlarını daha iyi öğrenme, koruma ve geliştirme olanaklarının sağlanması gerekir. Đsteyenler kendi ana dillerinde Milli Eğitim Bakanlığı kuralları içinde, özel eğitim görebilmeleri, üniversitelerde ilgili araştırma enstitüleri kurulabilmesi ve her türlü özel iletişim, yazılı basın, yayın ve medyadan bu amaçla ve bu çerçevede yararlanabilmelerinin sağlanması gerekir. DYP Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu : GAP TV’ de Kürtçe ve Zazaca yayın yapılabilir. Devletin kontrolündeki bir televizyonda Kürtçe yayın yapılmamasını yanlış buluyoruz. Bölgedeki kadınların önemli bir kısmı Türkçe bilmiyor, bu nedenle GAP TV’de gerçekleştirilen eğitici yayınları anlamıyorlar. Günde 2 saat 3 saat Kürtçe ve Zazaca yayın yapılmasında ben bir sakınca olacağını düşünmüyorum. Devletimiz güçlüdür. Böyle şeylerden çekinmek yanlıştır diye düşünüyorum. Biz bunu yapmadığımız zaman mesela MED TV’yi açar izler. Veya Ermenistan tarafındaki Erivan radyosunu dinler. MED TV ile Ermenistan’daki yayınlarda Türkiye’nin reklamını yapmaz veya doğru yayın yapmaz. Sıkıntılarımızı Avrupa’ya bırakmadan kendimizin çözmesinin daha doğru olacağına inanıyorum. Hadi ULUENGĐN : TAM yirmi yıl önce şu sıra askerlik yapıyordum ve 12 Eylül totalitarizmi o inkarcı ideolojisini ‘dersler’ aracılığıyla bize de empoze etmeye çalışıyordu. Henüz ortada PKK yok ama söz konusu ‘dersler’de (!) bize ciddi ciddi ‘öğretilenlerin’ (!) en başında Kürtlerin ‘dağ Türkü’ (!) olduğu ve kelimenin de karda yürürken çıkan ‘kart kurt’ sesinden türediği teorisi geliyordu. Ve sosyolojik skala olarak bizim ‘ihtiyar tertip’, kışlaya girmeden önce Batı üniversitelerinde mürekkep yalamış; oralardan kah diploma, kah doktora almış; Çin-i Maçin'i gezmiş; bir - iki yabancı lisan öğrenmiş, yani Frenklerin ‘krem döla krem’ dediği cinsten ve kazık kadar yaşta bir ‘kaymak tabakaydı’... Olsun, sıkı mı Hint-Avrupa dillerinin Farsi branşına ve etnisitelerin aidiyet dürtüsüne dair soru sormak... Eğer böyle bir babayiğit anasından doğmak talihsizliğine düşmüşse alimallah derhal Mamak postasına yetiştirilir. Đtiraz yok, Kürtler ‘dağ Türkü’dür ve kelime kökeni ‘kart kurt’ sesidir! ARADAN yirmi yıl geçti. Bu dönemde on binlerce insanımızın öldüğü ‘düşük düzeyli’ bir iç savaş yaşadık. Terörün ve misillemesinin acısıyla kavrulduk. Kürt varlığını reddeden inkarcılık sürdü gitti. Paranoya, Đran vilayetinin adını taşıyan uçak Yeşilköy'e indi diye kıyametin kopması raddesine ulaştı. Sonra artık biraz biraz dank etti ki, gerçekler inatçıdır ve ‘Kürtler yok’ demekle Kürtler yok olmuyor. Onlar var! Biz istesek de, istemesek de varlar! Dolayısıyla, bir eski başbakan kalktı ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedi. Diğer bir eski başbakan ‘Brüksel’in yolu Diyarbakır'dan geçer' demecini verdi. Bu arada, yedi ceddi Türk olan ben hiç duymamış olmama rağmen, ne sihirdir ne keramet, aniden Nevruz'u kutlamaya başladık. Üstelik de imlasını, bildik alfabede yer almayan ve Kürtlerin kullandığı bir ‘w’ harfiyle yazar olduk. Bir de Bursa'daki sağır sultan bile işitti ki, Kürtçe ‘resmen’ yoksa da, resmi bir kurumun ‘gayrı resmi’ istasyonu bu ‘olmayan’ dilden yayın yapıyor. Dere tepe yol aldık ve sonunda ‘dağ Türkü’nden (!) ‘Kürt realitesi’ne; ‘kart kurt’ sesinden de ‘gayrı resmi’ (!) radyo istasyonuna geldik... DERE tepe yol aldık ama, yirmi yılda aslında bir arpa boyu yol aldık! Đşte bakanlar kurulunda onaylanan ve bununla ‘AB yolu’nun açılabileceğine ancak safdiriklerin inanacağı o dostlar alışverişte görsün cinsinden ‘Ulusal Program’ yine Kürtçe'nin adını koymuyor ve ‘lehçe’ diye geçiştiriyor. El insaf ! Yeter yahu !.. Allah rızası için yeter !.. Kimi kandırıyoruz? Kandırmak istiyoruz? Kandıracağımızı sanıyoruz? Ütopyamızı oluşturan refah, uygarlık ve demokrasi coğrafyasını mı? Yutmazlar ! Yutmazlar babam, onlar ‘lengistik’ denilen dilbilimle üç asırdır harıl harıl uğraşıyorlar ve neyin lisan; neyin de onun varyantı lehçe, ağız veya aksan olduğunu bin defa bilirler. Bunun teorisini yazmışlar... Peki, Kürtleri mi faka bastırmak istiyoruz? 119 Basmazlar! Sen adamın şakır şakır konuştuğu dili şöyle veya böyle de tanımlamışsın ne değişir?.. Senin tarifin onun umurunda değil ve olmaması da normal, çünkü onun meramı Kürtçe! Yoksa yine kendimizi mi aldatmak istiyoruz? Olmuyor ! Olmuyor ağam, olmuyor paşam, olmuyor beyim, işte durmadan ‘Kürt oktur, dağ Türkü vardır’ diye tekrarladık ve karda yürüşün ‘kart kurt’ sesini uydurduk, ama bugün ‘Kürt realitesi’ne ve ‘gayrı resmi’ (!) radyoya geldik ! Gerçeklerin inatçılığı karşısında, çaktırmamaya çalışarak geri adım attık. Ey Ankara devletlusu, lütfen tüm acıları ve tüm angaryalarıyla bir yirmi yıl daha yitirmeyelim ve bin bir dereden su getirerek Kürtlerin ve Kürtçe’nin varlığını inkarı bırakıp; tabii ki onlarla ve tabii ki onların diliyle beraber yek para bütün bir halinde, refah ve özgürlük uygarlığıyla bütünleşelim! Ertuğrul Özkök : Şu Kürtçe yasağı... Kaldırırsak ne olur? Müzik kasetlerinde yasak kaldırıldı, ne oldu? Hiçbir şey. Kürtçe televizyona izin verilirse de hiçbir şey olmaz. Daha doğrusu bugünkünden farklı bir şey olmaz. Yasak kaldırıldığı için var olan terör ne azalır, ne de artar... Türkiye'nin artık bu takıntıdan da kurtulması gerekir. Süleyman Demirel : Şimdi Kürtçe diye bilinen 8 tane dil var. Bunların bir kısmı birbiriyle konuşamıyor. Tahkik edin Zaza ile Kırmançoyu. Dilini anlamıyor. Hangisini koyacaksınız ortaya? Bu, bir süre sonra Türkiye'yi ayrılığa götürür. O zaman anayasal vatandaşlık şartında dediğimiz durum ortadan kalkar. Birbirleriyle kendi lehçeleriyle konuşamayan bu insanlar birbirleri ile dahi Türkçe anlaşıyorlar. Türkçe bir defa bir ulusal iletişim vasıtasıdır. Bugün pekala işte mektepte Türkçe okuyan, Türkçe televizyonu seyreden ama evinde çoluğu ile çocuğu ile anası, babası Gürcüce konuşan bir Türk vatandaşının, yarın 'biz de yapalım' demeyeceği ne malum? Yani Türkiye'yi bir arada tutacak olan, herkesin mezhebine, meşrebine, inancına hürmettir. Dini vecibelerini istediği şekilde yapabilmesine hürmet ve müsadedir. Türkçe’yi tek dil olarak kabullenmeye devam, eğitimi Türkçe yapmaya devamdır. Mesela adam Kürtçe gazete çıkarıyor, kitap da yazıyor. Hangi Kürtçe ile yazıyorsun? Ona da kimsenin bir şey dediği yok. Đlla ki adama sen Türk’ten geliyorsun, Kürt’ten gelmiyorsun diye zorlamaya bence gerek yok. Bu Türkiye'yi bir arada tutar. Bir tane Türkiye var. Bunun etrafında toplanmalıyız. Bundan saptığımız yerde çok şey kaybederiz. Ben 1991'de Diyarbakır'a gittiğimde ‘‘Kürt kimliği inkar edilemez’’ dedim. Bu koalisyon protokolünde de vardı. Benim orada söylediğim şuydu: Ben Kürdüm diyene, hayır sen değilsin diye zorlamaya gerek yok. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşısın ve Türk milletinin ferdisin. Ben Kürdüm diyene bir şey diyen yok. Ama oradan hareketle bayrak istiyorsa, toprak istiyorsa o Makedonya hadisesinin tekrarı olur. Makedonya meselesi Osmanlı Đmparatorluğu'nun bölünmesi ile neticelenmiştir. Ayrı devlet istiyoruz noktasına, oraya giden bütün yollar tıkalıdır. FP Genel Başkanı Recai Kutan : Kürt kökenli vatandaşlara kültürel kimlikleri yönünde bazı hakların tanınması gerekir. Kürtçe eğitim ve yayın hakkının, belli bir müzakere döneminden sonra ve normalleşme sürecinin ardından düşünülebilir. Kürt kimliği değil Güneydoğu meselesi olarak algılanması gerekir. Kürtler'e, üniter devlet yapısı hiçbir şekilde müzakere dahi edilmeden ve bundan vazgeçilmeden, elbette kültürel kimlikleri yönünde bazı hakların tanınması gerekecektir. Bölücü örgüt PKK'nın elebaşı Apo'nun televizyon ve radyosu yayın yapıyor. Vatandaş isterse, çanak antenle izleyebiliyor. Ortada böyle bir realite varken, böylesine mikropça bir yayın tek taraflı yapılırken, gerekirse belli bir müzakere döneminden sonra, kendi dillerinde de eğer yayın ve eğitim yapmak istiyorlarsa, normalleşme sürecinden sonra düşünülmesi gereken konulardır. Bunlar müzakere edildikten sonra gündeme getirilmelidir. DYP Genel Başkan Yardımcısı Hayri Kozakçıoğlu : Herkesin istediği dilde eğitim ve radyo yayını yapabilmesi gerekir. Türkiye'de insanların büyük bölümünün farklı etnik kökenlerden geliyor. Bana göre Orta Anadolu'da Türk yok. Türkmen var, Kırgız var, Kazak var. Azeriler'in dışında hiçbiriyle Türkçe konuşamıyoruz. Herkes istediği dilde eğitim ve yayın yapabilir. Böylece 120 etnik gruplar arasındaki problemi de kaldırırsınız. Đsteyen, dinletebilecekse gitsin Çerkezce, Abhazca radyo kursun. Mehmet Ali BĐRAND : Yıllar boyunca ekran karartmalarla yaşadık. RTÜK yasasının değişmesi için bu kadar eziyet çekmeye gerek var mıydı? Yeni taslağın mutlaka değişmesi gereken iki sakıncası var. Biri MGK temsilcisinin kurula girmesi, diğeri de Kürtçe yasağı. Bu iki nedenle başımız çok ağrıyacak. KAYNAKÇA 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. Günel, Gülçiçek( Eğitim-Sen Đzmir Şubesi),1997 (Anadil Üzerine Yaptığı Yayınlanmamış Bir Araştırma) Eğitim-Sen Merkez Yönetim Kurulu, 1996, Anadilde Eğitim Çözüm Bekliyor, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Güz Sayısı Çoşkun, Ali, 1996, Anadilde Eğitim, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Bahar-Yaz Sayısı Arayıcı, Ali, 1997, Uluslar arası Sözleşmelerde Çocuğun Anadilde Eğitim Hakkı, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Bahar Sayısı Kaygısız, Đbrahim-Akarsu, B. Çetin, 1996, Türkiye’de Anadili Eğitimi Üzerine Bir Deneme, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Güz Sayısı Ana Brittanica, 1993, Dil Maddesi, Ana Yayıncılık A.Ş., C: 10 MKM, 1996, Anadilde Eğitim Sorununun Türkiye Boyutu ve Etkilenmesi, (EğitimSen Anadilde Eğitim Sempozyumuna Sunulan Yayımlanmamış Bildiri), Ankara Nesin, Ali, 1997, Eğitim Bildirgesi, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak Sayısı Russell, Bornard, 1996, Sorgulayan Denemeler, Nurol Matbaacılık, Ankara Demokratik Eğitim Kurultayı, Eğitim-Sen, 2-6 şubat 1998 Ankara Đnsan Hakla Çira Dergisi, 1995, Sayı 4, Đsveç rının Kavramsal Temelleri, Ağustos 2000, ĐHD yayınları Đnsan Hakları Sözleşmeleri, Kasım 2000, Mazlum-Der Yayınları Demokrasi Gazetesi, Araştırma Đnceleme 1996, Ana Dili Kurultayı Notları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982, Yasa Yayınları: 47, Yasalar Dizisi: 35, Ankara A.K. Partisi Programı,2001 Anadilde Eğitim, Rengin Dergisi, Sayı 6, S.24, Đstanbul Çira Dergisi, 1995, Sayı 4, Đsveç Çira Dergisi, 1996, Sayı 5, Đsveç Çira Dergisi, 1996, Sayı 6, Đsveç Çira Dergisi, 1996, Sayı 8, Đsveç Çira Dergisi, 1998, Sayı 12, Đsveç Çira Dergisi, 1998, Sayı 14, Đsveç Çira Dergisi, 1998, Sayı 15-16, Đsveç Studia Kurdica Dergisi, Paris Kürt Enstitüsü, 1990, N0 2-6 www.diljen.com 121 ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ Klasör: 2 Kampanyaya yönelik baskı ve tutuklamalar dosyası TUTUKLANAN ÖĞRENCĐLER 1. Mürsel Sargut (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyasını” ilk başlatan öğrencilerden. Kampanya bünyesinde hazırlanan “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası ve Kürt Dili” isimli araştırma dosyasını hazırlayan üç kişiden biri. “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 3 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı. 2. Özcan Özsoy (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyasını” ilk başlatan öğrencilerden. Kampanya bünyesinde hazırlanan “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası ve Kürt Dili” isimli araştırma dosyasını hazırlayan üç kişiden biri. “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 3 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı. 3. Serhat Azizoğlu (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyasını” ilk başlatan öğrencilerden. “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 3 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı. 4. Yıldız Polat (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 29 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı. 5. Zafer Balcı (Uludağ Üniversitesi): ): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 6. Mehmet Ali Ertaş (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 7. Abdurrahim Aslan (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne e başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 8. Muhammed Gayrıanal (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 9. Yusuf Demir (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 122 10. Yunus Demir (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 11. Figen Yardımcıel (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 12. Tekin Çakmak (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 13. Gülşen Varışlı (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 14. Sevda Đldan (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 15. Mehmet Siraç Alp (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 16. Birkan Doğan (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 17. Mehmet Can Diri (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 18. Cihan Ballıkaya (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 19. Yakup Şahin (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 19 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıktı. 20. Çetin Işık (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 19 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıktı. 21. Pınar Barlak (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 19 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıktı. 22. Abdülbaki Kardaş (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 123 23. Ali Bağcı (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 24. Beyler Erkmen (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 25. Đlker Ateş (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 26. Sedat Gürer (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 27. Kemal Yiğit (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 28. Mücahit Kara (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 29. Şirin Akın (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 30. ..............................(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 31. Mehmet Bal (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 32. Muhammed Demirtaş (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 33. Zeynep Köse (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 34. Evren Aras (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 124 35. Đsmail Korkut (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 36. Numan Çelebi (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 37. Salih Çetin (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 38. Burcu Özcan (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 39. Erhan Kula (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 40. Hüseyin Demirci (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 41. Gülşen Aydın (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 42. Nesrin Gökalp (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 43. Đdris Benek (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 44. Sinanç Yavaş (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 45. Reşit Yazıcı (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 46. Hüseyin Aslan (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 47. Ramazan Yıldırım (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 125 48. Bilal Serhat Sarıdaş (Kocaeli Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 4 Ocak 2002 "Suç teşkil eden bir fiili övüp halkı tahrik etmek"ten tutuklandı. Avukatlarının bir üst mahkemeye başvurusu sonucunda serbest bırakıldı. 49. Azad Mete (Kocaeli Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 4 Ocak 2002 "Suç teşkil eden bir fiili övüp halkı tahrik etmek"ten tutuklandı. Avukatlarının bir üst mahkemeye başvurusu sonucunda serbest bırakıldı. 50. Çetin Oral (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 51. Şifa Dağdelen (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 52. Aslı Dolaş (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 53. Mikail Koyun (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 54. Salim Kaplan (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 55. Ahmet Keleş (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 56. Emin Kılıç (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 57. Erdal Yıldız (Hacettepe Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 14 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 58. Cem Fırat Halis (Çukurova Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Şubat 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 59. Đlhan Tunç (Fırat Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 06 Şubat 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı. 126 60. Hali Haki Sabit (Fırat Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 06 Şubat 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı Ayrıca isimlerini öğrenemediğimiz 16 öğrenci arkadaşımız da tutuklu durumda. Öğrencilerin 2’si Đzmir’de, 2’si Bolu’da, 3’ü, Kars’da, 1’i Bursa’da, 3’ü Antalya’da, 5’i de Ankara’da tutuklandı. Van 100. Yıl Üniversitesinde 16 Öğrencinin tutuklanmasından sonra davası devam eden öğrencilerden 8’i hakkında ““PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklama kararı çıktı. Not: Elimizdeki bilgiler basından alınmıştır. Bunların dışında tutuklularında olma ihtimali vardır. Son Güncellemem Tarihi: 24 Şubat 2002 KAMPANYAYA KATILAN ÜNĐVERSĐTELERĐN BĐLANÇOSU Dicle Üniversitesi: 1560 dilekçe verildi, alınmadı. Harran Üniversitesi: 900 dilekçe verildi, alınmadı. Đnönü Üniversitesi: 257 dilekçe verildi, alınmadı. Şu an 350 dilekçe var. Fırat Üniversitesi: 140 dilekçe verildi, alındı. Şu an ayrıca 50 dilekçe var. Çukurova Üniversitesi: 1030 dilekçe verildi, alındı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi: 300 dilekçe verildi, alındı. 155 dilekçe daha verildi, alındı. Dokuz Eylül Üniversitesi: 450 dilekçe verildi, alındı. 80 dilekçe daha verildi, alındı. Ege Üniversitesi: 450 dilekçe verildi, alındı. 100. yıl Üniversitesi : 2050 dilekçe verildi, alınmadı. Şu an 2200 dilekçe var. Kocaeli Üniversitesi: 138 dilekçe verildi, alınmadı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi: 450 dilekçe verildi, alınmadı. Posta yolu ile yollandı. Hacettepe Üniversitesi: 400 dilekçe verildi, alındı. Daha sonra verilen 100dilekçe alınmadı, posta yolu ile yollandı. Ankara Üniversitesi: 260 dilekçe verildi, alınmadı. Posta yolu ile yollandı. Đstanbul Teknik Üniversitesi: 140 dilekçe verildi, alınmadı. Yıldız Teknik Üniversitesi: 160 dilekçe verildi, alınmadı. 127 Marmara Üniversitesi: 300 dilekçe verildi, alındı. Şu an ayrıca 120 dilekçe var, alınmıyor. Mimar Sinan Üniversitesi: 100 dilekçe verildi, alınmadı. Boğaziçi Üniversitesi: 460 dilekçe verildi, alınmadı. Đstanbul Üniversitesi: 500 dilekçe alındı. 550 dilekçe alınmadı. Afyon-Kocatepe Üniversitesi: 60 dilekçe verildi, alındı. Sakarya Üniversitesi: 120 dilekçe verildi, alındı. Çanakkale Üniversitesi: 138 dilekçe verildi, alındı. Hatay M. Kemal Üniversitesi: 325 dilekçe verildi, alındı. Uludağ Üniversitesi: 140 dilekçe verildi, alınmadı. Balıkesir Üniversitesi: 163 dilekçe verildi, alındı. Pamukkale Üniversitesi: 100 dilekçe verildi, alınmadı. 19 Mayıs Üniversitesi: 1500 imza cumhurbaşkanına yollandı. Karadeniz Teknik Üniversitesi: 600 imza cumhurbaşkanına yolladı. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi: 80 dilekçe verildi, alınmadı. Antalya Akdeniz Üniversitesi: 95 dilekçe verildi, alınmadı Kampanyanın Başladığı Diğer Đller: Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi, Mersin, Gaziantep, Siirt, Hakkari, Bitlis, Kars, Erzurum, Amasya, Giresun, Edirne, Tekirdağ, Manisa, Denizli, Adıyaman. Not: Elimizdeki bilgiler basında çıkan haberlerden toparlanmıştır. Bilgi sahibi olmadığımız iller de mevcuttur. ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ 128 Klasör:3 Kampanyaya yönelik STÖ’lerinin açıklamaları Bu bölümde Anadilde eğitim talebi üzerine yapılan baskılara karşı yapılan basın açıklamaları yer almaktadır. Değerli Arkadaşlar; 24 Mayıs Cuma günü saat 13.00'de Diyarbakır'dan Mardin Cezaevine orada bulunan 6 arkadaşla dayanişma amaciyla ziyarete gidecegiz. Mardin Cezaevinin önünde Kürt dili ve edebiyatına karşı yürütülen sert uygulamaların son bulmasını isteyeceğimiz bir metine imza koymak isteyenler ve gelmek isteyenler 23.5.2002 tarihine kadar bana ulaşsinlar. Bu metin aynı gün cezaevinin önünde basına dağıtılacaktır. Cezaevine sadece Avukatlar ve ailesi girebilir, içeriye Avulatlari olarak girip, dışarıda bekleyen arkadaşları ve metine imza koyanların selamların iletip Diyarbakır'a geri döneceğiz. Muharrem ERBEY Diyarbakır 0.532.452 06 21 muharremerbey@hotmail.com KÜRT DĐLĐ VE EDEBĐYATI SANIK SANDALYESĐNDE ! Ülkemizde yakın zamanda Dil ve kültürel farklılıkları, potansiyel ihlal alanına dönüştü. Ana dil konusu, AB katılım ortaklığı belgesindeki kültürel haklar başligi altinda ele alinişiyla her zamankinden daha büyük bir güncellikle günlük tartışma konuları arasına girdi. Hükümetin tutum ve uygulamaları tartışmanın ötesinde bize etnik ayrımcılın olumsuz örneklerini oluşturmaya başladigini gösterdi. Öğrencilerin ve velilerin Anadilde seçimlik ders talebine, hükümet ve öğrenim kurumlarının idari soruşturmalar başlatması, gözaltılar, tutuklanmalar, üniversiteden atılmalarla yanıtlar verildi. Sert tutumla yetinmeyen ilgili yetkililer gizli genelgelerle nüfus müdürlüklerine Kürtçe isimlerin verilmemesi ve tashih davalarının açılması tebliğ edildi. Okul bahçesinde Kürtçe konuştugu için öğrenciler dövüldü,velilerine davalar açıldı. Bölgemizde yakın zamanlarda düğünlerde Kürtçe müzik yapan müzisyenler gözaltına alındı, Kürtçe müzik kasetlerini minibüslerde çalanlara yüksek miktarlarda para cezaları yazıldı, haklarında kamu davaları açıldı. Kürt dilinin binlerce yıldır konuşulduğu bölgede bu uygulamalar gittikçe arttı. Bu uygulamalara tepkiler dinmemişken Dilekçe hakkinin kullanimina ilişkin açılan davalarda birçok öğrenciye çok kısa sürede Mahkumiyetler verildi. Bu verilen cezaların ve okuldan uzaklaştırmaların temelinde, yurttaşların Ana Dil’e ilişkin masumane ve hayati ihtiyacin muhalif örgütlerin siyasallaşma çabası olarak açıklanmasıydı. 129 En iyi iletişim araci olan ana dil, insanlar arasinda ilişkiyi, yakinlaşmayi ve uyumu sağlar. Ana dil eksikliği bu uyumun bozulmasına neden olur. Bu uyumun sağlanması temelinde her dönemde sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları tarafından ortaya konan Ana dilde eğitim talepleri, silahların sustuğu bir dönemde dikkat çekti ve muhalif örgütlerin siyasallaşma çabası olarak dillendirilip oldukça sert bir şekilde cevap verildi. 07.05.2002’ de saat 21.00 civarında Mardin Đli Kızıltepe ilçesinde Eğitim Sen Üyesi 11 öğretmen ve bir mühendis misafir oldukları evde çay içip sohbet ederken, güvenlik güçleri evi basarak, evde bulunanları göz altına almıştır. Onları tek tek evlerine götürerek evde bulunan dergi,gazete ve kitapları ile bilgisayarları ve disketlerini alan güvenlik güçleri, Kürt Edebiyat dergi ve gazetelerine şiir öykü ve makaleleriyle bu dilin ve kültürün zenginligini yansıtmaya çalışan yazarlar ve edebiyata yeni ilgi duyanlara, nazi kamplarında görülmemiş işkenceleri reva gördü. Roman ve öykülerine konu olmaya aday işkence dolu uygulamalara tabi tutulan edebiyatçılar, soğuk ve tazyikli su ile ıslatılıp betona yatırıldılar, sonra koridorda ayakta yüzleri duvara dönük, başlarina kumaştan yapilmiş torba geçirilen öğretmenler, üç gün boyunca uykusuz bir şekilde ayakta bekletildiler. Beş alti saatte bir beş on dakika odada sadece oturmalarina izin verilen edebiyatçı öğretmenlere koridorda zorla marş söyletilerek, askeri düzen içinde yürütüldüler. Üç gün boyunca yüksek sesle müzik dinletilen,çeyrek ekmek verilen, bu insanların ortak tek bir özelliği vardı. Kürt edebiyatını sevmek! Mardin ili Kızıltepe ilçesinde Eğitim Sen’e üye olan Zübeyir Avcı, Yakup Başboga, Abdulkerim Koşar, Mikail Bülbül, Lokman Koçhan, Masum Bilen, halen Mardin Kapalı cezaevinde tutuklu olarak bulunmaktadırlar. Şu anda dünyanin dört bir yaninda Kürt edebiyati ile ugraşan insanlar vardır. Đran, Đrak, Suriye’de, Đsveç’ te, Rusya’ da, Avustralya’ da, Almanya’da, Amerika’da, ve daha bir çok ülkede Kürt edebiyatı ile çalışılmalar yapılmaktadır. Muhalif bir örgütün Kürt edebiyatının gelişmesini istemesi ile Kızıltepeli Edebiyatçıların Kürt Edebiyatı ile uğraşmaları arasında ĐLLĐYET BAĞININ kurulmaya çalışılması binlerce yıldan beridir konuşulan bir dilin edebiyat dili olarak REDDĐ anlamına da gelmektedir. Edebiyat tarihinde akımların ve gruplarının sürekli var olduğunu görmekteyiz. Türk şairlerine baktigimizda, beş alti kişi halinde kurduklari gruplarla Türk şiirinde akimlar ve yeni yönelimler yaratmişlardir. Tüm Türk yazarlarının biyografilerini okuduğumuzda böylesi dost ortamlarının haftanın belli günlerinde sürekli tekrarlandığı, içilip sanata, edebiyata dair sohbetlerin yapıldığı bilinmektedir. Zübeyir AVCI ’nın Kürtçe yazdığı Şiirleri Renas Jiyan adıyla “Janya” kitabında toplanmıştır. Şiirlerinde aşk, doga ve bireyin toplumdaki yerini işleyen konular mevcut olup, bu konuları işleyen onlarca Türk şairi vardır. Zübeyir Avcı’nın evinde 216 Kürtçe kitap, dergi ve gazete suç unsuru olarak dosyaya konulmuştur. Yakup Başboga’ nin kitabi göz altinda agir işkencelere maruz kaldigi günlerde çıktı. Henüz kitabını görmeyen Yakup, Kürt edebiyatını yakından takip eden Kürtçe öykü ve romanlar yazan biri olduğundan güvenlik güçleri tarafından potansiyel suçlu olarak apar topar evinde bilgisayarında kayıtlı olan öykü ve roman dosyasına el konularak gözaltına alınmıştır. Yakub’un kütüphanesinden 6l5 Kürtçe kitap, dergi ve gazete suç unsuru olarak dosyasına konulmuştur. Kürtçe gramer çalışması yaptığı el yazısı notları örgütsel doküman olarak dosyaya yansıtılmıştır. 130 Kürt diline karşi yürütülen bu kampanyalarin yurttaşlarimizin ifade özgürlüklerinin engellenmesi, verilen dilekçelere karşi idari soruşturma başlatilip, göz altı ve kötü muamele ile Anayasanın 74. maddesindeki hakkın engellenmesi ve evrensel insancıl hukukunun ihlali, Kürtçe edebiyat çalışmaları yürüten bu yurttaşlarimizin gözaltina alinip insanlik dişi muamelelere maruz kalması, bir dili yok sayma ve bölünme fobisinin henüz atlatılmadığını göstermektedir. BĐZLER ĐSĐMLERĐ AŞAGIDA YAZILI OLANLAR; Kürtçe konulmak istenen isimlere ilişkin halen uygulamada olan gizli genelgenin derhal kaldırılmasını, Anayasal hakkını kullanan öğrencilere ve ailelerine karşi açilan davalarin düşürülmesini, Üniversitelerden dilekçe hakkını kullandıkları için okuldan atılan ve uzaklaştırılan öğrencilerin eğitimlerine devam etmek için tekrar okullarına dönme koşullarının yaratılmasını, Kürtçe edebiyat çalışmaları yapan ve sohbet amaçlı olarak toplandıkları sırada gözaltına alınarak, insanlık dışı uygulamalara maruz kalan 6 öğretmenin derhal serbest bırakılmasını, özlenen demokratik yaşam standartlarının yakalanarak bir an önce toplumun vicdanını rahatlatmak amacıyla hükümetten ve ilgililerden somut ve acil adımlar bekliyoruz. Muharrem ERBEY Diyarbakır 18 Mayis 2002 BASINA VE KAMUOYUNA Bir süredir üniversitelerde Kürtçe’yi "seçmeli ders" olarak okumak talebi ile ,üniversite idarelerine dileçe ile basvuran öğrencilere yönelik baskılar devam ediyor. Bu nedenle birçok ögrenci gözaltına alınmış ve 4 öğrenci de tutuklanmıştır. Tutuklanan öğrencilere gözaltında işkence uygulanmıştır. Öğrencilerin anadillerinde eğitim görmek istemeleri son deece dogal bir talep oldugu gibi "Kürtce dili ögrenmek" talebin önünde hiçbir yasal engelde bulunmamaktadır. Türkiye’de yasayan herkes acısından Lozan Anlaşması’nın 39. maddasinin 4. ve 5. fıkraları bu konuda bir güvence oluştumaktadır. Özellikle 4. fıkra şöyle demektedir; herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticaret ilşkilerinde gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır koyulamayacaktır. Lozan Anlaşası’nın bu açık hükmü yanında Türkiye’nin taraf oldugu uluslararası sözleşmeler ve özellikle Kopenhag siyasi kriterleri de "anadilde eğitimi" ya da "anadili öğrenme" haklarını garanti altına almaktadır. Ayrıca varlıgını anti-demokratik bulsak da, YÖK öğrenci disiplin yönetmeliginde de söz kousu talebin suç sayılmasını ön gören bir belirlemede yoktur. Öğrencilerin son derece demokratik ve insani olan taleplerini polisiye tetbirler ile önlenmeye çalışılması,anayasa değişikliklerinin ne denli "sözde" oluşunun göstergesidir. Bizler insan hakları savunucuları olarak anadilde eğitim hakkının temel bir insan hakkı oldugunu düşünüyor ve Kürçe eğitim isteyen öğrencilerin üzerindeki baskıların son bulmasını istiyoruz. Kampanyaya destek sunan Türk ve Kürk aydınları: 131 A.Hicri ÖZGÖREN A.Rahman ÇELĐK Abdulmelik FIRAT Ahmet HUSEYN Arjen ARÎ Aydın BOLKAN Aydın SAYMAN Ayşe DÜZKAN Berken BERHEH Celal BAŞLANGIÇ Cezmi ERSÖZ Cihan ROJ Ehmed HÜSEYNÎ Erol EMERLE Feqi Hüseyin SAĞNIÇ Ferzende KAYA Firat CEWHERÎ Gülsüm CENGĐZ Helîm YÛSIF Hesenê METÊ Đrfan AMÎDA Đrfan CÜRE Đsmail GÖLDAŞ Kawa NEMĐR Kerim YILDIZ Lal LALEŞ Lokman POLAT M.Salih YILDIZ Mahmut ŞAKAR Mehmet UZUN Metin-Kemal KAHRAMAN MKM folklor birimi adına Vesile YÜKSEL MKM fotoğraf sanatçıları adına Rodi YALÇINKAYA MKM müzik birimi adına Serap SÖNMEZ MKM sinama sanatçıları adına Kazım ÖZ MKM tiyatro sanatçıları adına Kemal ULUSOY Mülazım ÖZCAN Münir CEYLAN Nebile Irmak ÇETĐN Osman BAŞ Osman ÖZÇELĐK Ragıp DURAN Ragıp ZARAKOLU Renas JIYAN Rodi Zerya Şanar YURDATAPAN Serdar KESKĐN Sevil EROL Şükrü ERBAŞ Suna ARAS Sunay AKIN Umay-UMAY Yaşar KEMAL 132 Yekitiya Niviskaren Rojavayê Kurdistanê ya li Elmanya ye Yusuf ÇETĐN Ziya OZANLAR ĐHD ĐSTANBUL ŞUBESĐ 08.01.2002 BASIN AÇIKLAMASI Ankara DGM Savcısı Hakan Kızılarslan'ın ĐHD hakkında soruşturma yürüttüğünü geçen hafta Perşembe günü öğrenmiştik. Ancak Sayın Savcı hazırlık soruşturmasının gizliliği ilkesinden hareketle bir bilgilendirmede bulunmamıştı. Hazırlık Soruşturmasının gizliliği ilkesi, Cumhuriyet Savcılarını da bağlayan bir ilkedir. Bize, yani sanık durumunda olanlara suçlamayı bildirmeyen Sayın Savcı Anadolu Ajansı'na bildirdi. Ajans da abonelerine 30 Nisan'da duyurdu. Suçlamayı böylece öğrendik. Olay şudur: Van Şubemizin Genel Kurulu'nda "Anadilde eğitim temel insan hakkıdır" yazılı bir bez pankart asılır. Altında ĐHD imzası vardır. Polisler pankartın kaldırılmasını isterler ve yöneticilerimiz bu isteğe uyarlar. Van DGM Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatır ve Van Şube yöneticileri hakkında dava açar. Genel Merkez yöneticileri hakkında da yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara DGM Savcılığı'na gönderirler. AA'nın haberine göre, Sayın Kızılarslan bu pankartta yazılanları, "Kürtçe eğitim talebi" olarak algılamaktadır. Ama aynı zamanda bu talebin terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak olduğu görüşündedir. Salonda "Kürtçe eğitim" ibareli hiçbir pankart bulunmamaktadır. ĐHD, anadilde eğitim hakkını, bir insan hakkı, bir kültürel hak olarak savunmaktadır. Ulusalüstü insan hakları belgelerinde de anadilde eğitim hakkı böyle değerlendirilmektedir. Ayrıca, Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de orta vadede, kültürel haklar "Kültürel çeşitliliğin sağlanması ve kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması. Bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hüküm-eğitim alanındakiler de dahil olmak üzere-kaldırılmalıdır." şeklinde yer almaktadır. ĐHD kültürel haklar konusuna yaklaşımını, hem "Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması)" kitabında ortaya koymuş, hem de ĐHD'nin internet sitesinde yer alan çeşitli basın açıklamaları ile değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaşmıştır. Hiçbir açıklamamızda, salt Kürtçe ile ilgili bir istem dile getirilmemiştir. Dolayısıyla, anadilde eğitim hakkı eşittir Kürtçe eğitim talebi kurgusu, ĐHD'ye ait bir kurgu değildir. Bu indirgemeci yaklaşımı, "terör örgütlerine yardım ve yataklık" suçlamasına dönüştürerek sürdürmek ise, aklın almayacağı bir durumdur. ĐHD, tüm farklı dilleri kullanan yurttaşlarımızın, farklı dil ve kültürel özelliklerini korumaları ve geliştirebilmeleri haklarını savunmaktadır. Buna Kürtçe de dahildir. Ama yalnızca Kürtçe değildir. ĐHD Genel Merkezi, savunduğu anadilde eğitim hakkını, bir pankarta, bir afişe yazarak ifade etme kararı almamıştır. Böyle bir karar almasına herhangi bir hukuksal engel de bulunmamaktadır. Ancak, hiçbir şubemize yazılı ya da sözlü talimat verilmemiştir. Buna gerek de yoktur. Anadilde 133 eğitim hakkını savunmada, pankart, afiş, broşür ya da yazılı ve görsel malzeme kullanmada şubelerimiz genel ilkelerimize uygun olmak koşuluyla inisiyatif geliştirme özgürlüğüne sahiptir. ANADĐLDE EĞĐTĐM TEMEL ĐNSAN HAKKIDIR! 01.05.2002 ĐZMĐR BAROSU BÜLTENĐ SAYI 126 / BASIN AÇIKLAMASI DĐLEKÇE HAKKI ANAYASAL BĐR HAKTIR! Dilekçe hakkına gözaltı ve şiddetle cevap vermek hukuk devletini polis devletine dönüştürür! Kamuoyunda ya da basında ve öğrenci aileleri arasında yankı bulan "Dilekçe Hakkı" kısa bir süre tartışıldı ve bırakıldı. Bu, biz Türkiye’li insanların alışkın olduğu bir durum. Gündemimize hemen ve çarçabuk başka konular oturuverdi. Dilekçe hakkının, bir hak olarak hukuksal içeriği tartışılamadı, kadük bırakıldı. Bu bağlamda, Đzmir Barosu Başkanlığı, 6 Şubat 2002 tarihinde, Av. Noyan Özkan imzasıyla konu hakkındaki görüşlerini basına ve kamuoyuna duyurdu. Aşağıda açıklamanın tam metnini bulacaksınız. Son dönemde çeşitli üniversitelerde ve diğer öğretim kurumlarında Kürtçe’nin seçmeli ders olması ya da Kürtçe’nin okullarda okutulması istemli dilekçe verenlere karşı, dilekçeleri kabul etmeme, disiplin soruşturması açma, gözaltı ve tutuklama gibi uygulamalar yapılmaktadır. Anayasanın 74. maddesi "vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve TBMM ‘ne yazı ile başvurma hakkına sahiptirler." hükmünü düzenlemektedir. Anayasanın 74. maddesinin devamında "kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir." denmektedir. Dilekçe hakkı ayrıca 3071 sayılı Yasa ile daha ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Yasanın 3. maddesi TBMM ve yetkili makamlara yazı ile başvuru hakkını, 4. maddesi dilekçede bulunması gereken unsurları ve 7. maddesi de dilekçenin sonucundan muhataplarının 2 ay içinde bilgilendirileceğini belirtmektedir. Yasa, dilekçelerin kabul edilmezliğinden bahsetmemekte ancak belli durumların varlığında incelenemeyeceğini belirtmektedir. Anayasal ve yasal düzenlemelerden anlaşılacağı gibi verilen dilekçenin içeriğinin kabul edilmez olduğu durumda dilekçelerin bu nedenle işleme konulamayacağının başvurucuya bildirilmesi hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Bu açık düzenlemelere karşın uygulama; dilekçe sahiplerinin saiklerinin sorgulanması, bazılarının gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları biçiminde olmuştur. Anayasa’nın 38. maddesine göre; "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." Aynı düzenleme Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesinin 7. maddesinde de yer almaktadır. Dilekçecilerin talebi Kürtçe dilinin seçmeli ders olarak okutulmasıdır. Dilekçe veren yurttaşların demokratik bir toplumun temel bileşenlerinden olan hak arama özgürlüklerini kullandıkları için 134 gördükleri bu muamele Anayasanın 38.maddesinde düzenlenen "suçların ve cezaların kanuniliği" ilkesine aykırıdır, yasadışıdır. Dilekçe sahiplerinin maruz kaldığı bu uygulama gerek Anayasanın 10. maddesinde ve gerekse Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde belirtilen "yasa önünde eşitlik" ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Günümüzde artık, toplumsal sorunların çözümü önemli olduğu kadar bu sorunlara nasıl yaklaşıldığı daha da önem kazanmıştır. Gerekçesi ne olursa olsun Anayasal bir hakkın kullanımında çifte standarda yer verilmemelidir. Bu nedenle, özgürlükler alanını daraltarak çözüm arayışından vazgeçilmelidir. Yurttaşların yasal ve şiddete dayanmayan hak arama talepleri zor ve baskı ile karşılanmamalıdır. Anayasanın da güvencesi altında olan hakların kullanılması engellenmemelidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'la yapılan görüşmede sunulan metin. Sayın Başkan, Đnsan Hakları Derneği (ĐHD), Đnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul ve ilan edildiği her 10 Aralık gününü bir haftalık etkinliklerle kutlamaktadır. Haftanın son gününde de, TBMM Başkanlarını ziyaretle, görüş ve istemlerini sunmaktadır. Bu çerçevedeki ziyaretimize olanak sağladığınız için teşekkür ederiz. Sayın Başkan, ĐHD, Türkiye'nin anayasal ve yasal sisteminin demokratikleştirilmesini istemektedir. Türkiye'nin anayasal ve yasal sisteminin demokratikleştirilmesi sorunu, birkaç yasanın birkaç maddesinin değiştirilmesi ile gerçekleşmeyecek boyuttadır. Zira anayasal ve yasal sistem, merkezinde insanın, yurttaşın bulunmadığı, devletin bulunduğu bir bakış açısıyla kurumlaşmıştır. Belirtilen durumda, insan, yurttaş, birey, hakların ve özgürlüklerin öznesi değil, nesnesi konumuna indirgenmiş olmaktadır. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, halk iradesine dayalı olmaktır. Halkın, yaşamın tüm yönlerine katılma olanağına sahip olması demektir. Oysa ülkemizde sistem, hem halkın iradesinin özgürce ortaya çıkmasına, hem de katılımına olanak tanımamaktadır. Hükümetlerden ve meclisten ayrı ve onun dışında ve üzerinde bir "devlet" kavramı, "devlet politikası" kavramları geliştirilmiştir. Herkes için bağlayıcı ve kapsayıcı olduğu belirtilen "milli siyaset"ten ve "milli siyaset belgesi"nden söz edilmektedir. Fakat bu siyaset, hükümetler ve yasama organı üyeleri tarafından yani halkın seçtiği kişiler tarafından üretilmemiştir. Bazı yüksek bürokratlar bu siyaset belgesinin bilgisine sahiptir ama, hükümetler içinde çoğu bakanlar ve yasama organı üyelerinden hiçbirisi bu siyaset belgesinin bilgisine sahip değildir. Biz yurttaşlar için Anayasa mı, yoksa hepimizin "iyiliği" için hazırlanmış, içeriğini bilmediğimiz milli siyaset belgeleri mi, "kırmızı kitaplar" mı bağlayıcı belgedir, bilmek istiyoruz? Demokrasinin, çoğulculuk, katılımcılık ve açıklık ilkesi ne yazık ki, ülkemizde geçerli değildir. Farklı fikirler, farklı kültürler toplum hayatında vardır, ancak anayasal ve yasal sistem bu özellikleri yadsımaktadır. Halkın iradesinin özgürce ifade edilmesinde sayısız engeller bulunmaktadır. Đfade 135 özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, yalnızca hapis cezası yaptırımından ibaret değildir. Yurttaşlar ülke yönetimine katılma haklarından da yoksun bırakılabiliyorlar. Örneğin fikirleri yüzünden hapisle cezalandırılanlar, ayrıca siyasi yasaklı hale gelebiliyor, ya da dernek ya da sendika kurucusu, üyesi olamıyorlar. Ayrıca yüzde onluk barajlarla halkın iradesinin parlamentoya yansımasına engel olunuyor. Halkın oylarıyla ülkeyi yönetmeleri için seçilenler, anayasal ve yasal sistem gereği bu yetkilerini gerçekte iktidar ortaklığı biçiminde kullanmak durumunda kalıyorlar. Ulusal egemenlik ortak kabul etmez. Egemenlik kayıtsız şartsız millette ise, anayasal sistemin oluşturduğu ortaklık, bu ilkeye aykırıdır. Halkın iradesi ile iktidar olanların devletin yüksek bürokrasisi ile, eşit oy hakkına sahip olması söz konusu olamaz. Üstün irade ve ortaklık kabul etmez irade, halkın oylarıyla seçilenlerdedir. Belirtilen durumda, Milli Güvenlik Kurulu gibi anayasal organların demokrasi ile çeliştiği tartışma götürmez. Kadroları ve bütçesi gizli Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği gibi kurumların demokrasi teorisi ile ilişkisi de bulunmamaktadır. ĐHD, demokrasiyi, demokrasinin evrensel ölçekte kabul edilmiş standartlarını savunmaktadır. Sivil otoritenin üstünlüğü ilkesi tartışma dışıdır. Dolayısıyla "bize göre demokrasi" anlayışından vazgeçilmelidir. Demokratik standartlar ile çelişen anayasal ve yasal düzenlemelerin yürürlükten kaldırılmasını istemekteyiz. Đnsan hakları iki temel güç tarafından korunur. Bunlardan birisi demokratik kamuoyu tarafından koruma ise, diğeri de, insan haklarının hukuk yoluyla korunmasıdır. Đnsan haklarının hukuk yoluyla korunması, salt yasaların insan haklarına dayalı olması ile sınırlı olarak kavranamaz. Asıl hukuk yoluyla koruma, yargısal korumadır. Hukukun üstünlüğü ilkesi en başta yargı yoluyla sağlanır. Bunun için de bağımsız yargı temeldir. Sayın Yargıtay Başkanı, 5 Eylül 2002 tarihinde yeni adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada, anayasal ve yasal sistemin, yargının bağımsızlığını nasıl engellediğini ve bağımsız yargı güvencesinden yurttaşlarının nasıl yoksun bırakıldığını çok açık bir biçimde ifade etmiştir. Anayasa, bağımsız bir güç olan yargının içersine, yürütmeyi sokmuş ve Adalet Bakanı'nı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun başkanı olarak nitelemiştir. Müsteşar da üyedir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun ise, kendisine ait bir sekreteryası bulunmamaktadır. Tüm işlemleri yürütmeye, başka bir ifadeyle Adalet Bakanlığı'na bağlı birimler tarafından yerine getirilmektedir. Kurulun kendisine ait özerk bütçesi de bulunmamaktadır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri anayasal ve yasal sistemde varlığını sürdürmektedir. Ayrıca siviller hâla olağan rejim koşullarında askeri mahkemelerde yargılanmaktadır. Pek çok Avrupa ülkesinde, savaş döneminde bile siviller sivil yargıda yargılanmakta iken, Türkiye'de, cumhuriyet döneminin yarısı sıkıyönetimle geçirildiği için ve sıkıyönetimde askeri yargı öngörüldüğü için, askeri mahkemelerde yargılamalar yapılmıştır. 57. hükümet döneminde Ulusal Program'da taahhüt edilen yargı reformu ile ilgili taahhütlerden Avukatlık Yasası hariç, hiçbiri yerine getirilmemiştir. Sayın Başkan, ĐHD, hukukun üstünlüğü ilkesini savunmaktadır. Adil yargılanma ve savunma hakkının sağlanması ve insan haklarının hukuk yoluyla korunması için ivedi önlemlerin alınmasını istemektedir. Türkiye toplumu çoğulcu etnik ,dinsel, dilsel ve kültürel özelliklere sahiptir. Toplumun bu özelliği ile, devletin tekçi anlayışı ve bu anlayışın anayasaya ve yasalara yansıması çelişmektedir. Devletin yurttaşlarının bu özelliklerini kucaklaması gerekir. Bu ülkemiz için bir zenginliktir. 136 Din ve vicdan özgürlüğü alanında, anayasa hem 2. maddesi ile laik devlet ilkesine vurgu yapmakta hem de zorunlu din dersleri öngörmektedir. Anayasa hem Diyanet Đşleri Başkanlığına anayasal bir organ niteliği kazandırmakta, hem de Diyanet Đşleri Başkanlığı'nın yasasının amaç maddesinde Đslam dini ile hizmetlerde bulunmayı amaç edinmektedir. Devletin laik özelliğine vurgu yapılmakta ama resmi radyo ve televizyonlarda tek bir dinin tek bir mezhebin tek bir kolu ile ilgili yayınlar yapılmaktadır. Din, bir nevi devletleştirilmiş durumdadır. Anayasal ve yasal sistem farklı inanç yollarını tanımadığı gibi, yasaklamalar da getirmektedir. Örneğin, Alevi inancı ve kültüründen insanlarımız yok muamelesi görmektedir. Farklı din ve mezheplerden yurttaşlarımız yok muamelesi görmektedir. Laiklik ilkesi çoğu kez şekli bir nitelik kazanmaktadır. Binlerce lise ve üniversite öğrencisi, bireysel hak niteliğindeki başörtüsü sorunu nedeniyle, eğitim haklarından yoksun bırakılabilmektedir. Bu şekli laiklik algılayışı tam bir baskı ortamının ifadesi olmaktadır. Türkçe'nin dışındaki dillerin kullanımı ile ilgili olarak da sorunlar devam etmektedir. Türkiye'de çeşitli araştırmalara göre sayısı 26-36 arasında değişen farklı dil konuşulmaktadır. Đnsanların çocuklarına kendi dillerinde isim koymaları engellenmekte, yerleşim alanları ve köylerin isimleri değiştirilmektedir. Farklı dillerin öğrenilmesi ile ilgili yasaklar devam etmektedir. Dillerin öğrenilmesi ile ilgili 3 Ağustos tarihli yasanın uygulamaya geçirilmesi, yönetmelikle imkansız hale getirilmiştir. Yine farklı dillerde yayın yapılabilmesine olanak sağlayan 3 Ağustos yasalarına karşın, yine yönetmelikle bu alanda devlet tekeli yaratılmış ve yasanın öngörmediği sınırlamalar getirilmiştir. TBMM'ye ya da üniversitelere Kürtçe'nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması için verilen dilekçeler üzerine binlerce insan hakkında davalar açılmış ve pek çok üniversite öğrencisi okuldan uzaklaştırılmıştır. Dilekçe hakkının kullanımı bile yasaklanabilmiştir. Siyasi partilere ve milletvekili adaylarına da dil yasakları getirmektedir. Seçmenlerine Kürtçe hitap eden milletvekili adayları, siyasi parti genel başkanları gözaltına alınabilmiş ve haklarında davalar açılabilmiştir. Sayın Başkan, ĐHD, kültürel hakları, insan hakları olarak kavramaktadır. Bu hakların yurttaşlarımıza tanınmasını ve kullanımı ile ilgili yasakların kaldırılmasını istemekteyiz. Ülkemizin bir bölgesi, Güneydoğu Anadolu bölgesinde, yoğun olarak Kürtler yaşamaktadır. Kürt sorunu "terör sorunu" değildir. Bölgenin yalnızca ekonomik ve sosyal sorunu bulunmamaktadır. 1978 yılı Aralık ayından beri önce sıkıyönetim, sonra olağanüstü hal yönetimi adı altında 24 yıl süren yönetim usulü sona ermiş olmakla birlikte, sorunlar devam etmektedir. 15 yıl süren silahlı çatışma dönemi son üç yıldır sona ermiş olmakla birlikte, koruculuk sistemi devam etmektedir. Bölgede, 3688 köy ve mezra boşaltılmıştır. Üç milyondan fazla nüfus göç etmek zorunda bırakılmıştır. Köye güvenli dönüş olanakları yaratılmamıştır. Resmi rakamlara göre, ancak %10'luk bir nüfus (OHAL Bölge Valisinin 30 Kasım itibariyle açıklamasına göre 51 bin kişi dönmüştür. Resmi bilgiler 500 bin civarında insanın zorunlu göç mağduru olduğunu kabul etmektedir.) köyüne dönebilmiştir. 9 Mayıs 2000 tarihinde kamuoyunun bilgi sahibi olmadığı Güneydoğu Eylem planı yürürlüğe konmuştur. Bütçesi belli olmayan ve kimin sorumluluğunda yürütüldüğü bilinmeyen 107 maddelik bu plan TBMM denetiminde de değildir. Köyüne dönmek isteyenlerden, köyünün PKK tarafından yakıldığına ilişkin beyan alınmaktadır. Bu beyanda bulunmayanlara izin verilmemektedir. Bölgeye, kapsamlı bir kalkınma-gelişme ve kültürel projeyle yaklaşılmalıdır. Bölge insanı böyle bir projenin hazırlığı dahil her aşamasına katılmalıdır. Đnsan hakları ve demokrasinin merkeze alındığı, açık bir uygulama ile bölge insanına yaklaşılmalıdır. Güneydoğudaki mayınlı araziler temizlenmelidir. Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır. 137 Ülkemizde ifade özgürlüğü hala koruma altında değildir. Radyo ve televizyonlar kapatılabilmekte, kitap, gazete ve dergiler toplatılmakta ve düşüncelerini basın ya da basın dışı araçlarla açıklayanlar cezalandırılabilmektedir. Đnsan hakları örgütleri yargı baskısı altında tutulmaktadır. Örneğin ĐHD üzerindeki yargı baskısı son iki yılda doruk noktasına ulaşmıştır. Son iki yılda Genel Merkez ve şube yöneticileri hakkında 437 dava açılmıştır. Malatya şubemiz iki yılı aşkın bir süredir kapalıdır. Genel olarak dernekler üzerinde polis baskısı sürmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı hâla izinle kullanılabilen bir hak durumundadır. Đşkence yaygın ve sistematik olarak uygulanmaktadır. Bu alanda hiçbir iyileşme gözlenmemektedir. Đşkencenin önlenmesi için kesin siyasi irade ve kararlılık gerekmektedir. Konu ile ilgili olarak insan hakları kuruluşlarının önerileri ciddiyetle ele alınmamaktadır. Đşkence ile ilgili olarak çalışmaları bulunan kişi ve kuruluşlara baskılar uygulanmaktadır. Örneğin Adli Tıp alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Şebnen Korur Fincan'cı hakkında soruşturmalar açılabilmektedir. Türkiye Đnsan Hakları Vakfı'nın Diyarbakır temsilciliği polis baskısına maruz bırakılmış, dava açılmıştır. Đşkenceye maruz kalan üç yüzün üzerindeki mağdurların hekimle aralarında sır olarak kalması gereken bilgilere polis el koymuştur. Yurttaşların işkence gördüğünün kanıtlarını taşıyan bu belgeler karşısında cumhuriyet savcıları dava açmaları gerekirken, Vakıf hakkında dava açma yoluna gidilebilmiştir. Bu yılın Ocak ayında ĐHD Genel Sekreteri, Bingöl emniyetinde işkence gördüğünü ifade eden bir kişinin başvurusunu Đçişleri Bakanı'na iletmiştir. Genel Sekreterin o anda emniyette bulunan ve başvurucunun işkence görmekte olduğunu bildirdiği üç kişinin işkenceye maruz kalmaması için önlem alınmasını isteyen dilekçesi, Cumhuriyet Savcısının ĐHD Genel Başkanı ve Genel Sekreteri aleyhine emniyet kuvvetlerine iftira atma suçuna dönüşmüştür. Bu tür yaklaşımlarla işkence önlenemez. Sayın Başkan, F Tipi cezaevlerinde iki yılı aşkın bir süredir ölüm oruçları sürmektedir. 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevine yapılan operasyonda yaşamını yitiren ikisi asker 32 kişi dahil toplam 106 kişi yaşamını yitirmiştir. F tipi cezaevlerinde tecrit koşulları devam etmektedir. ĐHD tecriti bir tür işkence yöntemi olarak değerlendirmektedir. Tutukluların kendi kendilerini tecrit ettiği yolundaki artık ezberlediğimiz ve hiçbir inandırıcılığı bulunmayan açıklamalar duymak istemiyoruz. Bu sorunun çözümü için TBMM iradesinin ortaya konmasını istiyoruz. Tecritin ortadan kaldırılması inanıyoruz ki, ölüm oruçlarının da sona ermesi sonucunu doğuracaktır. ĐHD, savaşa karşıdır. Barış savunucusu bir örgüttür. Hem dünyada hem de ülkemizde barışın egemen olmasını istiyoruz. ABD'nin çok açık bir biçimde petrol ve yeni nüfuz alanları yaratma savaşı diye nitelendirilebilecek Irak'a yönelik savaşına engel olunmalıdır. Türkiye bunu başarabilir. Türkiye'nin savaşın tarafı durumuna gelmesine de karşıyız. Ülkemizin hava ve deniz limanlarının ABD'ye açılmasına da karşıyız. ABD'nin Türkiye'de askerlerini konuşlandırmasına da karşıyız. TBMM'nin olaya el koymasını istiyoruz. Türkiye baskı altına alınmak ve savaşa sürüklenmekle karşı karşıyadır. Böyle bir kuşatma ancak TBMM iradesi ile halkın iradesinin birleşmesi sonucu aşılabilir. Türkiye halkı, onurlu bir halktır. Onurumuza sahip çıkılmasını istiyoruz. Đnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 54. yılında size en içten duygularımızla saygılarımızı sunarız. Đnsan Hakları Derneği Genel Yönetim Kurulu adına 138 Hüsnü Öndül Genel Başkan 27 Aralık 2002 20 Kasım 2001 BASINA VE KAMUOYUNA Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması için yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde; hem tartışmalara katkı sunmak, hem de Türkiye'deki demokrasi mücadelesine destek olmak için "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası" adlı bir kampanya başlatmış bulunmaktayız. Anadilde eğitim ve anadili öğrenimi konularındaki sıkıntıları en çok yaşayan biz Kürt öğrencileriz. Anadilimize sahip çıkmamız, yaşamda bir birey olarak varolabilmemizin, bir üniversiteli olabilmemizin gereğidir. Bu, aynı zamanda ülkemizin demokratik ve özgür yarınları için bir YURTTAŞLIK GÖREVĐ'dir. Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki; kişi anadilinden farklı bir dilde yaşamaya ve eğitime zorlandığı takdirde uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Yaşadığı bu sorunlar yüzünden toplum için yararlı, üretken bir birey olamamaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi; o halkın yok olmasına, toplumda sağlıksız bir gelişmeye neden olur. Böyle bir toplumda yetişen bir bireyin de kendisine ve topluma faydalı olması beklenemez. Bununla birlikte bu tür yaklaşımlar toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı, ortak çıkarlar için birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği çok önemli bir araçtır. ANADĐL ĐNSANIN VAROLMA KOŞULUDUR. Türkiye'de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmakta, bu halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri engellenmekte, bunun için gereken koşullar yaratılmamaktadır. Her Türkiye yurttaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte,Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz ...vb. bütün halkların Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın her alanında uygulanmaktadır. Toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasada da bu anlayış mevcuttur. (66. Madde ; Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür).Gerek uluslararası sözleşmeler, gerek diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; anadilini yaşamın her alanında kullanabilme, anadilde eğitim, kültürünü yaşama ve geliştirme haklarının tanındığı görülmektedir. Bir çok devlet bu tür girişimleri desteklemekte,bu konularda özel çabalar sarf etmektedir. Diğer ülkelerde yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini,kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Kürt halkı her türlü engellere rağmen, Kürtçe eğitimini sürdürmüştür. Bu gün de Irak, Đran, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde, Đsveç, Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde Kürtçe eğitim ve Kürtçe'nin öğretilmesi çalışmaları devam etmektedir. Yine internet üzerinden Kürtçe'nin öğretilmesi için açılan siteler mevcuttur. Bilimsel gelişmelerle birlikte bir çok yasal engelin aşılıp, anlamsızlaştığı çağımızda, internet yasaklara meydan okumaktadır. 139 Halktan gelen çağdaş, demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, artık etnik kökene dayanan toplumsal düzenden vazgeçip, bir çok halkın yaşadığı Türkiye'nin gerçeğine uygun, anayasal yurttaşlığa dayalı, çok kültürlü, çoğulcu bir toplumsal düzeni yaratmalıdır. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği'ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan kaldıracaktır. Bunları yaratmak Türkiye'de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir. Biz Đstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak, bu sabah Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünü açacağına inandığımız küçük bir adım attık. Anadilimizi öğrenmek ve geliştirmek için, Kürtçe dersinin, Üniversitemiz bünyesinde, seçmeli dersler kapsamında açılmasını, Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne verdiğimiz dilekçelerle talep ettik. Başvuruların artması için bizler "Kürtçe Eğitim ve Öğrenimi Đçin Kürt Öğrencileri Girişimi" adıyla bu kampanyayı devam ettireceğiz. Başta Kürt öğrenciler olmak üzere, Türk, Arap, Ermeni, Laz, Çerkez.. vb. bütün öğrenci arkadaşlarımızı, değerli hocalarımızı, Demokratik Kitle Örgütlerini, Sivil Toplum Kuruluşlarını bu kampanyaya sahip çıkmaya çağırıyoruz. Yine diğer illerde bulunan üniversiteli arkadaşlarımızı, kendi üniversitelerinde bu ve benzeri taleplerle bu kampanyaya katılmaya çağırıyoruz. Tüm öğrenci arkadaşlarımız, kampanya için hazırlamış olduğumuz araştırma dosyasını ve başvuru dilekçelerini, bize ulaşarak temin edebilirler. ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ Girişim Adına ; Ali Turgay JI ÇAPEMENÎ Û RAYA GIŞTÎ RE Di vê demê de ku nîqaş li ser perwerde û weşana bi kurdî têne kirin û ku di vê hêlê de ji bo rakirina qedexeyan bizavên demokratîk bi pêş dikevin, da ku em hem ji bo ku alîkariyê bidin nîqaşan, hem jî da ku bibin destek ji bo têkoşîna demokratîk a Tirkiyeyê, me kampanyayeke bi navê “kampanyaya perwerde û hîndekariyê” da dest pê kirin. Di mijara perwerdehiya zimanê zikmakî de tengasiyên herî mezin em xwendekarên kurd dikişînin. Xwedîlêderketina li zimanê zikmakî wekî kesekî sedema hebûna me ye û di heman demê de ji bo ku em xwendekarên zanîngehê ne peywira me ye. Di heman demê de, ev yek ji bo rojên azad yên welatê me, peywireke hemwelatiyê ye. Bi lêkolînên zanist tê dîtin ku; dema şexs bi zorî pêwîstî jiyan û perwerdeya ne bi zimanê zikmakî bê kirin, pirsgirêkên ahengî (uyum), hestên windakirin û neserketî, têkilî nedanîn û ketina nava tengasiyê pê re çêdibin. Qedexekirina dîrok, çand û wêjeya gelekî rêlibergirtinên di vê hêlê de, dibin sedema tunebûna wî gelî. Bi vê yekê ve girêdayî ev nêzîkbûnên wiha dibin sedemên cudabûna di civakê de, perçebûna rih û ramanî, dibe sedemê tundî, aştiya civakî û her wiha îmkanên bi hev re tevgerîna ji bo berjevendiyên hevpar ji holê radike. Zimanê zikmakî, ji bo ku 140 şexs hebe, têkiliyên rast bi civakê re saz bike, hilberînêr be, bifikireû ji bo ku bibe şexsek ku xwe û civakê bi pêş bixe, alavekî pir girîng e. ZIMANÊ ZIKMAKÎ HEBÛNA MIROVAYE. Li Tirkiyeyê, bi salan e, di serî de gelê kurd û gelên din wek tunene tên qebûlkirin. Pêşxistina zimanê van gelan, çanda van gelan tê astengkirin. Derfet ji bo vê yekê nayên afirandin. Her hemwelatiyekî/ê Tirkiyeyê wek tirk tê dîtin, ango her kes ji nijadeke tenê tê dîtin. Kurd, Ermenî, Rûm, Çerkez, Laz...û hwd,, hemû gel tirk tên dîtin û ev nêrîn di hemû qadên jiyana civakî de tê sepandin. Ev nêrîn di zagona bingehîn; ku bingeha jiyana civakî pêk aniye de jî mevcûd e. (Xala 66: her kesê girêdayî hemwelatiya Tirkiyeyê be tirk e) Gerek di peymanên nevnetewî, gerek rewşa şênber a di dewletên din de tê dîtin ku zimanê zikmakî di hemû warê jiyanê de tê bi karanîn. Mefên bi zimanê zikmakî perwerdehî, bi çanda xwe jiyan û pêşvexistina çandê, tên dayîn. Gelek dewlet teşebusên wek van destek dike û di vî warî de hewildanên taybet nîşan dide. Ev rewşa şênber ku di welatên din de tê jiyandin, bi me dide xuyakirin ku pêşvexistina zimên û çandên gelekî din, welêt perçe nake. Berewajiyê wê, yekitiyê, yekbûnê pêşvedibe û dike ku dewlemend û bi hêz bibe. Gelê kurd, li ber hema astengiyan, perwerdehiya bi kurdî domandiye. Îro jî li dewletên Rojhilata Navîn, Irak, Îran û Sûriyeyê, li dewletên Ewropa Swêd, Franse, Elmanyeyê xebatên ji bo perwerdehiya bi kurdî û perwerdedayîna bi kurdî, didomin. Dîsa li ser înternetê sîteyên ji bo perwerdedayîna bi kurdî mevcûd in. Bi pêşketinên zanistê re, gelek pêşîlêgirtinên bi zagonî ku bê wate mane hatine derbazkirin û di çaxê me de înternet qaqiba qedexeyan dixwaze. Komara Tirkiyeyê divê bibîne ku gel daxwaziya welatekî hemdem û demokratîk dike û divê êdî dev ji vê sîstema xwe ya ku li ser bingeha etnîkî hatiye danîn berde û divê ku li gorî rasteqîniya Tirkiyeyê, li ser esasên hemwelatibûna zagona bingehîn pergaleke civakî ya pirçand ava bike. Ji bo ku welatekî azad û demokratîk bê avakirin hewcedarî bi feraseteke wiha heye. Feraseteke bi vê rengî dê astengên li pêşiya tevlîbûna Yekitiya Ewropayê jî ji holê rake. Ji bo ku ev bên pêkanîn hemû kesên ku li Tirkiyeyê dijîn xwediyê maf pirsyarî ne. Me wek xwendekarên Zanîngeha Stenbolê vê sibehê pêngaveke ku em pê bawerin wê pêşiya demokratîkbûyîna Tirkiyeyê veke, avêt. Me bi daxwaznameyan, ji rektorê Zanîngeha Stenbolê xwest ku di bin banê zanîngeha me de dersên hilbijartî ên bi kurdî bên dayîn. Ji bo ku serîlêdan zêde bibin em bi navê “peyana xwendekarên ji bo perwerde û perwerdedayîna bi kurdî” emê vê kampanyayê bi domînin. Di serî de em bang li xwendekarên kurd, her wiha yên tirk, ereb, ermenî, laz, çerkez... êd. û mamosteyên xwe yên birêz, rêxistinên girseyî yên demokratîk, saziyên civakî yên sivîl dikin ku li vê kampanyayê xwedî derkevin. Dîsa em bang li hevalên xwe yên xwendekarên zanîngehên din dikin ku di zanîngehên xwe de xwestekên wiha û ên din bixwazin û tevlî vê kampanyayê bibin. Hemû hevalên me yên xwendekar dikarin dosyaya ku me ji bo kampanyayê amade kiriye û daxwaznameyên kampanyayê li cem me peydabikin. ZIMANÊ ME YÊ ZIKMAKÎ HEBÛNA ME YE SÎNORÊN ZIMANÊ ME SÎNORÊN CÎHANA ME NE PEYANA XWENDEKÊN KURD A JI BO PERWERDE Û HÎNDARIYA BI ZIMANÊ KURDÎ Li ser navê peyanê Ali Turgay 03 Aralık 2001 141 BASINA VE KAMUOYUNA Son dönemde kamuoyunda yoğunca gündeme gelen ve ülkemizin demokratik gelişimi açısından önemli bir adım olarak nitelenebilecek ‘Kürtçe Eğitim Kampanyası’ bir çok üniversitede başlatılmış durumda. Yapılan çağrılar ve anadil ve anadilin öğrenimi konusundaki yaşadığımız sıkıntıları dile getirip bunları aşabilmek için bizde Hacettepe Üniversitesi öğrencileri olarak bu kampanyaya başlamış durumdayız. Bilimsel araştırmalar da göstermedir ki kişi anadilinden farklı bir dilde eğitime zorlandığı zaman uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlarla karşılaşmakta ve bu sorunlar yüzünden toplumun gelişimine katkı sunamamaktadır. Bir halkın dilinin kültürünün tarihinin yok sayılması, o halkın yok sayılması anlamına geldiği gibi toplumun içinde de düşünsel ruhsal parçalanmaya, ayrılıkçılığa ve şiddete neden olup toplumsal barışı da zedeler. Anadil kişinin varolması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen kendini ve toplumu geliştiren bir birey olabilmesi için kullanabileceği çok önemli bir araçtır. Ne yazık ki Türkiye gerçekliğinde her Türk vatandaşı Türk yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte, Kürt, Ermeni, Çerkez , Laz vb. Halkların Türk olduğu düşüncesi toplumda ve yaşamın her alanında hakim kılınmak istenmektedir. Bu durum anayasa maddelerine açıkça yansımıştır. (Madde 66: Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.) Dünyanın bir çok ülkesinde yaşanan zengin deneyimler de gösteriyor ki, halkların kendi dillerini konuşmaları, geliştirmeleri ve yaşamın her alanında kullanmaları, o ülkeyi bölüp parçalamıyor aksine bütünleştiriyor ve zenginleştiriyor. Bir çok uluslararası sözleşmede de bu yön dikkate alınarak dile getirilmiştir. Günümüzde ise Irak, Đran, Suriye, Đsveç, Fransa, Almanya gibi ülkelerde Kürtçe’nin öğretilmesi çalışmaları devam etmektedir. Bu durum bu ülkelerin birliği bütünleşmesi ve zenginleşmesi açısından olumlu sonuçlar doğurmuştur. Ülkemizde ise bırakalım anadilde eğitimi anadilde eğitime yönelik çabalar , girişimler her türlü yolla engellenmek istenmekte ve tehdit edilmektedir. Rektörler Üst Kurulu (RÜK) daha kampanya başlamadan açıklama yaparak YÖK’ü ve Emniyeti tedbir almaya çağırmıştır. Yine YÖK başkanı Kemal Gürüz yaptığı açılamayla Kürtçe eğitim isteyenlerin bölücü olduğunu ilan etmiş ve üniversiteler de kampanyaya katılan ve destekleyenler hakkında soruşturma açılmasını istemiştir. Bizler tamamen insani ve meşru bir hak olan anadilde eğitim hakkını sonuna kadar savunacağız. Ülkemizin demokratikleşmesine büyük katkı sunacak olan bu kampanya YÖK gibi zihniyetlerinde değişmesini de beraberinde getirecektir. Türkiye devleti de artık etnik kökene dayalı düzenden vazgeçerek, Türkiye gerçekliğine uygun anayasal vatandaşlığa dayalı , çok kültürlü , çoğulcu ve katılımcı bir demokratik düzeni yaratmalıdır. Bizler Hacettepe Üniversitesi öğrencileri olarak diğer üniversitelerde başlamış bulunan anadilde eğitim kampanyasına destek vermek ve anadilimizi öğrenip geliştirmek için Kürtçe’nin seçmeli dersler kapsamına alınması amacıyla üniversitemiz rektörlüğüne 400 dilekçe ile başvuru yaptık. Diğer üniversitelerdeki arkadaşlarımızı sesimize ses katmaya çığlık olup haykırmaya, ve tüm baskı ve engellemelere rağmen kampanyayı daha da güçlü sürdürmeye çağırıyoruz. Kampanyamızı başvurular devam edecek şekilde sürdüreceğiz. Biz başta Kürt öğrenciler olmak üzere Türk, Arap, Çerkez, Laz vb. Halklardan öğrenci arkadaşlarımıza, değerli hocalarımıza, demokratik kitle örgütlerini , sivil toplum kuruluşlarını kampanyamıza sahip çıkmaya ve aktif olarak katılmaya çağırıyoruz. 142 ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR HACETTEPE ÜNĐVERSĐTESĐ KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ 12 Aralık 2001 BASINA VE KAMUOYUNA Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması için yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde; hem tartışmalara katkı sunmak, hem de Türkiye'deki demokrasi mücadelesine destek olmak için "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası" adlı bir kampanya başlattık. Anadilimizi öğrenmek ve geliştirmek için, Kürtçe dersinin, üniversiteler bünyesinde, seçmeli dersler kapsamında açılmasını, rektörlere verdiğimiz dilekçelerle talep ettik. Anadilde eğitim ve anadili öğrenimi konularındaki sıkıntıları en çok yaşayan biz Kürt öğrencileriz. Anadilimize sahip çıkmamız, yaşamda bir birey olarak varolabilmemizin, bir üniversiteli olabilmemizin gereğidir. Bu, aynı zamanda ülkemizin demokratik ve özgür yarınları için bir YURTTAŞLIK GÖREVĐ'dir. Kampanyamız, somut anlamda yaklaşık olarak üç aydır devam etse de anadilimizle yaşayamamanın sıkıntısını yıllardır yaşadığımızdan, bu soruna çözüm bulma istemi ve konuya ilişkin tartışmalarımız sürekli vardı. Bu anlamda tartışmalarımızın daha önceye dayandığını söyleyebiliriz. Ama, somut anlamda soruna çözüm arama, son üç aylık çalışma ile gelişti. Eylül ve Ekim ayında daha çok kampanyanın projesini oluşturmaya çalıştık. Đlk olarak bir araştırmainceleme çalışması yaptık ve bu çalışmanın sonunda “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası ve Kürt Dili” adlı bir araştırma dosyası hazırladık. Amacımız akademik, bilimsel, hukuksal ve siyasal yönden sorunu incelemekti. Kasım ayından itibaren pratik çalışma içerisine girdik. 20 Kasım’da Đstanbul Üniversitesi’nde 200 dilekçe ve hazırladığımız araştırma dosyasını rektörlüğe sunarak talebimizi dile getirdik. Aynı gün öğleden sonra Đnsan Hakları Derneği Beyoğlu şubesinde çeşitli sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve kimi aydın, yazarların katılımıyla birlikte bir basın toplantısı yaptık ve kampanyamızı kamuoyuna duyurduk. 23 Kasım’da 300’ü Đstanbul Üniversitesi’nde 300’ü Marmara Üniversitesi’nde olmak üzere 600 dilekçe daha rektörlere sunduk. Rektörlükler tarafından dilekçelerimiz alındı ve birkaç gün içersinde bize cevap verileceği belirtildi. Başvurularımızda genel olarak olumlu bir havanın olduğunu belirtebiliriz. Bir sonraki hafta YÖK başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz konuya ilişkin bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sonra Đstanbul Üniversitesi’nde(450), Marmara Üniversitesi’nde(200), Đstanbul Teknik Üniversitesi’nde(140), Yıldız Teknik Üniversitesi’nde(160), Boğaziçi Üniversitesi’nde(460), Mimar Sinan Üniversitesi’nde(100) verdiğimiz dilekçeler tüm çabalarımıza rağmen kabul edilmedi. YÖK başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz imzasıyla açıklanan YÖK kararında, başlatılan kampanyanın Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü bir faaliyet olduğu belirtiliyor. Yapılan açıklamada kampanyaya katılan öğrenciler hakkında Yükseköğrenim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği gereğince soruşturmaların açılacağı ve “üniversiteden 1 ya da 2 yarıyıl için uzaklaştırma veya üniversiteden atılma” gibi cezalarla cezalandırılacağı söyleniyor. 143 Yıllardır, ülkemizde gelişen her türlü demokratik girişim, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü faaliyetler” olarak nitelendirilerek bastırıldı, halktan gelen demokratik talepler yok sayıldı. Yapılan son açıklama, ülkemizde hala bu zihniyetin aşılmadığını gösteriyor. Đnsanların kendi anadillerinde eğitim talebinde bulunması bölücülük olamaz. Bizim yaptığımız bir sivil itaatsizlik bile sayılamaz, bu sadece bir hak talebi. Bir talep karşısında bu tarz açıklamaların yapılmasını, her Türkiye yurttaşının bir ayıbı, utancı olarak değerlendiriyoruz. Bu utançtan kurtulmayı da bir yurttaşlık görevi olarak biliyoruz. Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki; kişi anadilinden farklı bir dilde yaşamaya ve eğitime zorlandığı takdirde uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Yaşadığı bu sorunlar yüzünden toplum için yararlı, üretken bir birey olamamaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi; o halkın yok olmasına ve toplumda sağlıksız bir gelişmeye neden olur. Böyle bir toplumda yetişen bir bireyin de kendisine ve topluma faydalı olması beklenemez. Bununla birlikte bu tür yaklaşımlar toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı ve ortak çıkarlar için birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği çok önemli bir araçtır. ANADĐL ĐNSANIN VAROLMA KOŞULUDUR. Türkiye'de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmakta, bu halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri engellenmekte, bunun için gereken koşullar yaratılmamaktadır. Her Türkiye yurttaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte, Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz ...vb. bütün halkların Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın her alanında uygulanmaktadır. Toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasada da bu anlayış mevcuttur. (66. Madde ; Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür). Gerek uluslararası sözleşmeler, gerek diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; anadilini yaşamın her alanında kullanabilme, anadilde eğitim, kültürünü yaşama ve geliştirme haklarının tanındığı görülmektedir. Bir çok devlet bu tür girişimleri desteklemekte, bu konularda özel çabalar sarf etmektedir. Đngiltere, Fransa, Belçika, Đsveç, Đsrail, Kanada, Đsviçre ve Hollanda bunun en güzel örneklerindendir. Diğer ülkelerde yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Đnsanların dillerinin yasaklandığı, kültürlerinin yasaklandığı bir yerde, hiç kimse birlikten, beraberlikten, kardeşlikten bahsedemez. Ülkemizde fiziksel bir birliktelik olabilir ama, mevcut yasakçı zihniyet çok ciddi düşünsel, ruhsal, psikolojik parçalanmalar, bölünmeler yaratmıştır. Ülkemizde, kaybolan, bugün konuşulmayan bir çok dil için kürsüler, enstitüler açılırken, bunlar için özel bütçeler oluşturulurken, neredeyse ülke nüfusunun üçte birini oluşturan Kürt halkının kendi diliyle eğitim görmesini engellemek, yasaklar koymak ilkelliktir, geriliktir. Bu çağdışı, antidemokratik bir anlayıştır. Bu ülkeyi özgür ve demokratik yarınlara taşırmak istiyorsak farklılıkların kendisini ifade etmesine izin vermeliyiz. Demokratik bir toplumu böyle yaratabiliriz. Bu anlamda başlattığımız kampanya, bu ülkeyi bölmeye, parçalamaya çalışan bir çalışma olarak görülmemeli, tam tersine daha sağlıklı bir birliği, beraberliği yaratmak için bir fırsat olarak algılanmalıdır. Kampanyamız kısa bir süre içersinde, daha şimdiden Diyarbakır, Van, Adana, Ankara, Mersin, Gaziantep, Malatya, Bursa, Tekirdağ, Kocaeli, Đzmir gibi illere yayılmış ve 10.000’den fazla öğrenciyi kapsayabilmiştir. Yine okullarda Türk, Arap, Çerkez, Laz...vb diğer halklardan birçok arkadaşımız kampanyamıza katılmış, bize destek olmuştur. Tüm bunlar Kürtçe eğitim talebinin birkaç öğrencinin isteminden öteye, halkın temel bir talebi olduğunu göstermektedir. 144 Halktan gelen çağdaş, demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, artık etnik kökene dayanan toplumsal düzenden vazgeçip, bir çok halkın yaşadığı Türkiye'nin gerçeğine uygun, anayasal yurttaşlığa dayalı, çok kültürlü, çoğulcu bir toplumsal düzeni yaratmalıdır. Devlet yetkilileri, binlerce üniversiteli öğrencisinden gelen bu demokratik talebi olumlu karşılamalı, yurttaşlarının ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği'ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan kaldıracaktır. AB demokratikleşme yönünde bizden somut adımlar beklemektedir. Kürt diliyle eğitim imkanını yaratmak bu yönlü çabalara önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu anlamda kampanyamız demokratikleşme çabaları için çok iyi bir fırsattır. Bu çabayı göstermek Türkiye'de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir. DĐLEKÇE VEREREK TALEBTE BULUNMAK EN TEMEL ANAYASAL HAKLARDAN BĐRĐDĐR. En temel anayasal hakkımız engellenmektedir. Rektörlerimiz dilekçelerimizi almayarak suç işlemektedirler. Öğrenciler tehditlerle, fiili müdahalelerle, polisiye yöntemlerle korkutularak en temel anayasal haklarından vazgeçmeye zorlanmaktadır. Biz “KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ” olarak demokratik, yasal, meşru zeminde kampanyamızı sürdüreceğiz. Dilekçelerin alınmaması tutumunun devam etmesi durumunda hukuku devreye sokacağız. Biz, tekrar, başta Kürt öğrenciler olmak üzere, Türk, Arap, Ermeni, Laz, Çerkez.. vb. bütün öğrenci arkadaşlarımızı, değerli hocalarımızı, Demokratik Kitle Örgütlerini, Sivil Toplum Kuruluşlarını, bu ülkenin tüm yurttaşlarını kampanyaya sahip çıkmaya, ülkemizde varolan tabuları yıkmaya çağırıyoruz. Belirttiğimiz tüm çevrelerin kampanyamıza yönelik önerilerini, olumluolumsuz önerilerini bekliyoruz. ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ 13 Aralık 2001 JI ÇAPEMENÎ Û RAYA GIŞTÎ RE Kampanyaya "bi Zimane Kurdî Perverdehî û Hîndekarî" ku nêzîkî mehek berê li Zanîngeha Stenbolê dest pê kiribû, li, gelek zanîngehên Tîrkîye bi tevlibûna bi hezaran xwendekaran berdevcam dike. Di çarçoweya kampanmyayê de xwendekar maseyên xwendina bi Kurdî di zanîngehan de bibe waneya hilbijarî û pişkên Kurdî û beşên Kurdnasiyê vebin, serî li rektoriyan didin. Me jî, wekî xwendekarên li Enqerê dixwinin, ji bo piştgiriya vê kampanyayê û ji bo ku eme bikaribin pirsgirêkên ku di warê hînbûn û bikaranîna zimanê xwe yê zikmakî de em rastî tên bînin zimên, xebatekê da destpêkirin. Ji bo mîrovahiyê şermeke mezîn e ku zimanek li ber sedsala 21.ê jibo ku mafên xwe hilde têdikoşe. Heke ev ziman ji aliyê 40 mîlyon mirov ve tê axaftin, di warê perwerdehî de fermîbûna vî zimanî pêwistiyeke dirokî ye. Ev jî, ji bo pêşveçûna kesayetî û zêhna bi deh hezaran zarokên Kurd ên her Sal nû dest bi dibistanê dikin, pır girîng e. Divê neyê jibîrkirin ku ji bo ku takekesek 145 di nava cîvakê de cihê xwe bigire û ji bo pêiveçûna civakê alîkarî bike, şerta herî peşîn bîkaranîna zimanê zikmakî ye. Gavên ku ji bo demokratîkbûna welatê me û aştîya civakî tên avêtîn, gavên dîrokî ne. Pêjirandina zimanê Kurdî wê di civakê de û di polîtîkayên fermî de guherînên mezin bi xwe re bîne. Bi destpêkirina kampanya me re, YÖK û derdoren kevnperest ketin qilqalê û êrîşê kampanya me kirin. Daxûyanîyên Lijneha Bilind a Rektoran û YÖK bextreşiyek e û ne li gorî sinca zanistî ye. Ji bo zanistîtî berî her tiştî hewldana têgîhiştînê pêwîst e. Lê belê redkirina bêyî têgihîştinê, ji ramana zanisti dûr e û nîşaneya nêzîktêdayînên sîyasî, antidemokratîk û kevneperest e. Kesên ku me bi cûdaxwaziyê tawanbar dikin, bi şemartina ziman, çand û zanava me bi xwe cudaxwaziyê dikin. Berevajî gotinên cûdaxwaziyê, perverdehiya bi zimanê zikmakî wê takekesê bi civakê ve bi yek bike û wê pir alîkariya pêşveçûna civakê bike. Kampanya ji roja destpêkê vir de bi lezeke mezin belav bû û gelek bala raya giştî kişand. Di tevahiya Tirkîye de derdora 15000 daxwazname hatine berhevkirin û serî li rektoriyan hatiyre dayîn. Daxwazname di hin zanîngehan de nehat pejirandin, di hin zanîngehan de haat redkirin an jî rektorîyê daxwazname şandin beşan û rêveberen beşan ji bo ku xwendekar daxwaznameyên xwe bi şûn de bistinin zext li ser xwendekaran kirin. Di Zankoya Ziman, Sirok û Erdnîgarî ya zaningeha Enqerê de polîsan êrîş birin ser maseya hevalên me, 2 hevalên me girtin bin çavan û daxwazname dirandin. Hebalen me gefen wekî ji zanîngehê, wargehê avêtin, birîna bûrsan rû bi rû man. Di tevahiya Tirkiyê de jî di hin zanîngehande ji bo ber kampanya bê girtin, ji bo xwendekarên di kampanyayê de di xebitin bi sedemên cur bi cur lêpirsîn hatiye destpêkirin. Di Diyarbakirê de ji polisan derdorê zanîngehê giritiye û destûr nedaye xwendekar daxwaznameyan bidin rektoriyê. Stenbolê 3 xwendekarên ku kampanya yê dimeşînin hatine girtin. Çapemeniyê jî pêşveçunên di vî warî de ranegihandin raya giştî û tene nûçeyên ku di raya giştî de bandorên neyînî hiştin, weşandin. Bi vi awayi çapemenî bi aligîrî tevgeriya. Li gel van tiştan me li zanîngeha Hacettepe 500, li zanîngeha Enqere 270 û li zanîngeha ODTÜ 400 daxwazname berhev kirin û me hewl da ku daxwaznameyan bidin rektoriyan. Em, ligel hemû zext û zordarîyan, mafe xwe yê însanî û rewa perwedehîya bi Kurdî diparêzin û biryardarî xwe dubare dikin. Di mijara Perwerdehiya bi Kurdî de ku bûye hişkegirêkeke dîrokî u dibe sedema ew qas pest û pêkûtîyên dewlete, bang li hemû Saziyen Sîvil ên Civakî, Rêxistinên Girseyî yên Demokratik, Partiyên Sîyasî û li hemû rewşenbîr û mamosteyên xwe dikin ku tev li hemû ciwanên Kurd û ciwanên gelên Anatolya dikin ku ligel hemû zext û zordariyan kampanyayê hîn bi hêztir bimeşînin SÎNORÊN ZIMANÊ ME SÎNORÊN CÎHANA ME NE ZIMANÊ ME YÊ ZIKMAKÎ HEBÛNA ME YE JI BO PERWERDEHÎ Û HÎNDEKARIYA BI KURDÎ PÊNGAVA XWENDEKARÊN ENQERE 146 BASINA VE KAMUOYUNA Yaklaşık bir ay önce Đstanbul Üniversitesi’nde başlayan “Kürtçe Eğitimi ve Öğrenimi” kampanyası Türkiye’nin bir çok üniversitesinde binlerce öğrencinin katılımıyla devam etmektedir. Kampanya çerçevesinde üniversitelerde Kürtçe okuma masaları kuruluyor, dilekçeler toplanarak Kürtçe’nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması, Kürt kürsülerinin kurulması ve Kürdoloji bölümlerinin açılması amacıyla rektörlüklere başvurular yapılmaktadır. Bizlerde Ankara üniversitelerinde okuyan öğrenciler olarak başlatılan kampanyaya destek olmak ve anadilin öğrenilmesi ve kullanımı konusunda yaşadığımız sıkıntıları dile getirebilmek için bu yönlü bir çalışmaya başladık. 21. yüzyılın eşiğinde halen bir dilin kendisini ifade edebilmesi için bir hak alma mücadelesi yürütmek , insanlık açısından utanç verici bir durumdur. Hele ki bu dil yaklaşık 40 milyon insan tarafından konuşulmakta ise. Kürtçe’nin eğitim alnında yasallaşması, bir tarihsel zorunluluk olmakla birlikte, her yıl okula yeni başlayan on binlerce Kürt çocuğunun zihinsel ve kişilik gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Unutulmamalı ki bireyin toplumla bütünleşmesi, toplumun gelişimine katkı sunabilmesi için anadilini kullanması olamazsa olmaz bir koşuldur. Ülkemizin demokratik gelişimi, toplumsal barışı için atacağımız adımlar tarihsel anlamda ön açıcı rol oynayacaktır. Kürt dilinin kabul edilmesi, hem toplumsal anlamda hem de resmi politikalarda büyük bir değişikliği de beraberinde getirecektir. Kampanya başlamasıyla telaşa kapılan YÖK ve tutucu bazı çevreler kampanyamıza saldırmışlardır. Rektörler Üst Kurulu (RÜK) ve YÖK’ün yaptıkları açıklamalar talihsiz, bilimsel etiğe sığmayan açıklamalardır. Bilimsellik her şeyden önce bir anlama çabasını gerektirmektedir. Fakat talebin anlaşılmadan reddi yönündeki açıklamaların yapılması bilimsel kaygıdan uzak, tutucu ve antidemokratik bir siyasi yaklaşımın göstergesidir. Bizleri bölücülükle suçlayanlar dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi inkar ederek kendileri bölücülük yapmaktadırlar. Oysa anadilde eğitim toplumla bireyi bütünleştiren ve toplumsal gelişime büyük katkı sunacak olan önemli bir etkendir. Kampanya başladığı günden bugüne çok hızlı bir şekilde yayılmış ve kamuoyunun büyük bir ilgisini toplamıştır. Türkiye genelinde 15000 aşan dilekçe toplanarak Rektörlüklere başvurular yapılmıştır. Dilekçeler kimi üniversitelerde alınmamış, alınan yerlerde ise ya reddedilmiş yada bölümlere geri gönderilerek öğrencilere dilekçelerini geri çekmeleri yönünde baskı yapılmıştır. Dil Tarih Coğrafya Fakültesindeki masaya saldıran polis 2 arkadaşımızı gözaltına almış ve imzalı dilekçeleri yırtmıştır. Arkadaşlarımız, okuldan ve yurttan atılacakları, burslarının kesileceği yönünde bir çok tehdide maruz kalmışlardır. Ülke genelinde ise kampanyanın önünü almak için, kampanya çalışanı öğrenciler çeşitli gerekçelerle okuldan uzaklaştırılmış bazı üniversitelerde de soruşturmalar açılmıştır. Diyarbakır’da ise polis tüm üniversiteyi ablukaya alarak dilekçelerin toplanmasını ve verilmesini engellemeye çalışmış ve 4 öğrenciyi gözaltına almıştır. Đstanbul’da ise kampanyayı yürüten 3 öğrenci tutuklanmıştır. Basın, bu konudaki gelişmeleri aktarmayıp sadece kamuoyunda olumsuz etki yaratacak haberlere yer vermiş ve taraflı davranmıştır. Tüm bunlara rağmen bizler Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nde 500, Ankara Üniversitesi’nde 270, ODTÜ’de 400 dilekçe toplayarak rektörlüklere teslim etmeye çalıştık. 147 Tamamen insani ve meşru bir hak olan Anadilde Eğitim hakkını savunmaktaki kararlığımızı bir kez daha belirtiyoruz. Devletin bu denli siyasi bir katılıkla yaklaştığı ve tarihsel bir kördüğüm haline gelmiş olan Kürtçe Eğitim konusunda, başta tüm Sivil Toplum Kuruluşları olmak üzere, Demokratik Kitle Örgütlerini, Siyasi partileri ve tüm aydınlarla değerli hocalarımızı kampanyamıza katılmaya ve rollerini oynamaya çağırıyoruz. Yine başta Kürt gençliği olmak üzere, Anadolu’daki halkların gençliğini tüm baskı ve yıldırmalara rağmen kampanyayı daha da güçlü yürütmeye çağırıyoruz. ANADĐLĐM VAROLMA KOŞULUMDUR! DĐLĐMĐN SINIRLARI DÜNYAMIN SINIRLARIDIR KÜRTÇE EĞĐTĐMĐ VE ÖĞRENĐMĐ ĐÇĐN ANKARA ÖĞRENCĐ GĐRĐŞĐMĐ 6 Ocak2002 BASINA VE KAMUOYUNA Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’ne 22.11.2001 tarihinde KÜRTÇE SEÇMELĐ DERS talebini içieren dilekçelerimizi sunduk. Bununla ilgili olarak dilekçe verenlerin isimleri ÇEVRE KORUMA VE GÜVENLĐK AMĐRLĐĞĐ mührüyle Fen Edebiyat Fak. önünde asıldı ve 6 Ocak pazar günü öğrencilerin yemekhane önüne toplanılması istendi. Biz de bu çağrıya, elverişsiz hava şartlarına rağmen uyarak buğün (06.01.2002) Göztepe kampüsünde toplandık. Gruplar halinde sınıflara alınıp hiçbir mühür bulunmayan ve “Dilekçeyi kendi arzunuzla mı yazdınız?”, “Đçeriğinden haberdar mıydınız?”, “Dilekçe yazmanız için herhangi bir kişi ya da kişilerden teşvik ya da baskı gördünüz mü? Arzu ederseniz isim belirtiniz.”, “Dilekçenin içeriğine hala katılıyor musunuz?” şeklinde sorular içeren bir formu imzalamamız istendi. Formu imzalayıp okuldan çıkan bazı arkadaşlarımız okula gelen bazı emniyet güçlerinin gözleri önünde kendilerine “ÜLKÜCÜYÜM” diyen bir grubun döner bıçaklı saldırısına uğramıştır. Bunun üzerine polisten önlem alınmasını isteyen arkadaşlarımız da kendini “Đstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı ve Anadolu Yakası Sorumlusu” olarak tanıtan emniyet görevlisi tarafından gözaltına alınmakla tehdit edilmiştir. Saldırıya uğrayan R.A isimli arkadaşımız ağır yaralanıp, Haydarpaşa Numune Hastanesine kaldırılmıştır. Okula güvenlik için gelen polis soruşturma mekanlarına girerken ne hikmetse dışarı çıkan arkadaşlarımızın güvenliğini sağlamadığı gibi, saldırıya maruz kalan arkadaşımızı da korumadı. ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞOLUMUZDUR DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR 148 MARMARA ÜNĐVERSĐTESĐ KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐMĐ ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐ ĞĐRĐŞĐMĐ 25.01.2002 BASINA VE KAMUOYUNA Tüm Türkiye’nin gündemine girmiş olan ve kamuoyunda “Kürtçe Eğitim Kampanyası” olarak bilinen kampanyamız, “Seçmeli Kürtçe Dil Dersi” talebini içeren dilekçelerin, Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne verilmesiyle başladı. Kampanya, başladığı günden itibaren yarattığı coşkuyla, tüm Türkiye çapında hızlı bir yayılma gösteriyor. Kampanyamız, gittikçe güçlenerek, ailelerin Milli Eğitim Müdürlüklerine yaptıkları başvurularla genişlemesini sürdürüyor. Bu durum, devletin şimdiye kadar kampanyaya karşı sessiz kalarak, engelleme politikasını değiştirmesini getirmiştir. Bu noktada, bu kampanyayı başlatan öğrenciler olarak amacımızı tekrar ortaya koyma ihtiyacını duyuyoruz. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği çok önemli bir araçtır. Kürt gençlerinin ve çocuklarının, düşünce gücündeki zayıflık, düşüncelerini aktarmada yaşadığı zorluklar, yine özgüvensizlik, kaybetme korkusu, başarısızlık duygusu, çekingenlik, edilgenlik, ilişki kuramama, asosyallik gibi kişilik sorunları anadilin önemini bize göstermektedir. Çok yoğun ve uzun süreli bir eğitimden geçen üniversiteli Kürt öğrencilerinde dahi bu sorunlar ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Hiç kimsenin ırkını ve dilini seçme özgürlüğü yoktur. Sizler dininizi, düşüncelerinizi değiştirebilirsiniz ama dilinizi, ırkınızı değiştiremezsiniz. Đnsanın anadili ile yaşaması doğuştan gelen doğal bir haktır. Hiçbir bireyin, grubun, devletin bunu yasaklamaya hakkı olamaz. Anadil bir birey için ne kadar önemli ise bir halk için, ulus için çok daha fazla önemlidir. Bir halk diliyle, kültürüyle, tarihiyle vardır. Kültür ve tarih de, dil ile iç içedir, bir bütündür. Sanat, edebiyat, basın, ekonomi, spor....vb. hangi alana bakarsanız bakın dilin etkisini görürsünüz. Yaşamın hiçbir alanını dilden bağımsız ele alamazsınız. Dil, bir ulusun temel var olma dinamiğidir. Bir ulusu insan vücuduna benzetirsek dil de bu insanın iskeletidir. Dolayısıyla Kürt dilini yasaklamak aynı zamanda Kürt kültürünü, sanatını, edebiyatını yasaklamaktır, Kürdün varlığını inkar etmektir. Đnsanların dillerinin, kültürlerinin yasaklandığı bir yerde, hiç kimse birlikten, beraberlikten, kardeşlikten bahsedemez. Ülkemizde, kaybolan, bugün konuşulmayan bir çok dil için kürsüler, enstitüler açılırken, bunlar için özel bütçeler oluşturulurken, neredeyse ülke nüfusunun üçte birini oluşturan Kürt halkının kendi diliyle eğitim görmesini engellemek, yasaklar koymak ilkelliktir, geriliktir. Bu, çağdışı, anti-demokratik bir anlayıştır. Bu ülkeyi özgür ve demokratik yarınlara taşırmak istiyorsak, farklılıkların kendisini ifade etmesine izin vermeliyiz. Demokratik bir toplumu böyle yaratabiliriz. Bu anlamda başlattığımız kampanya, bu ülkeyi bölmeye, parçalamaya çalışan bir girişim olarak görülmemeli, tam tersine daha sağlıklı bir birliği, beraberliği yaratmak için bir fırsat olarak algılanmalıdır. Bir çok devlet anadil ile ilgili girişimleri desteklemekte, bu konularda özel çabalar sarf etmektedir. Đngiltere, Fransa, Belçika, Đsveç, Đsrail, Kanada, Đsviçre ve Hollanda bunun en güzel örneklerindendir. Diğer ülkelerde yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer 149 halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. SUÇLAMALARI RED EDĐYORUZ AB süreci ile Türkiye’de yoğunlaşan demokratikleşme tartışmaları, Kürtlerin kültürel ve sosyal hakları noktasında tıkanmaktadır. Ayrıca bu tartışmanın temel muhatabı olan Kürtlere bu tartışmada söz hakkı tanınmamaktadır. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan kararlar alırken halka danışılmalı, halkın ihtiyaçları esas alınmalıdır. Devlet yetkilileri, binlerce üniversiteli öğrencisinden gelen bu demokratik talebi olumlu karşılamalı, yurttaşlarının ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği'ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan kaldıracaktır. AB demokratikleşme yönünde bizden somut adımlar beklemektedir. Kürt diliyle eğitim imkanını yaratmak bu yönlü çabalara önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu anlamda kampanyamız demokratikleşme çabaları için çok iyi bir fırsattır. Bu çabayı göstermek Türkiye'de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir. Amacımız eğitimi engellemez, toplumun huzurunu bozmak değil ve bunu da hiçbir zaman yapmadık. Demokrasinin bütün dünyada hızla yayıldığı, demokratik çözüm yöntemlerinin işletildiği bir çağda yaşıyoruz. Biz de demokratik ve çağdaş yöntemlerle soruna çözüm bulmaya çalışıyoruz. Meşruluğu herkes tarafından tartışılan ve değişmesi gerektiğini herkesin söylediği anayasaya göre dahi suç teşkil etmeyen yöntemlerle taleplerimizi dile getiriyoruz. Kampanyamızı başlatırken, olumsuz gelişmelerin yaşanma riskini göz önüne almış olsak da, devlet yetkililerinin demokratik bir yaklaşım göstereceğini umuyorduk. Amacımız, bazı politikacı ve medya silahşörlerinin söylediği gibi, devletin yönelimine maruz kalıp, bunu AĐHM ve benzeri kanallarla dışarıya taşırmak değil. Ülkemizi zor durumda bırakmak gibi bir suçlamayı ise kesinlikle redediyoruz. Biz bu ülkenin vatandaşıyız ve sorunlarımıza demokratik yöntemlerle çözüm arıyoruz. Ama bu, tutuklamalar ve okuldan uzaklaştırmalar karşısında sessiz kalacağımız anlamına da gelmiyor. Her türlü yasal, meşru, demokratik, hukuksal yöntemlerle kampanyamızı sürdüreceğiz. Bu amaçlarla şekillenen kampanya bu güne kadar yoğun bir destek ve katılımı sağladı. Şu ana kadar 22 ilde, 30 üniversitede, 15 bin civarında dilekçe ile başvuru olmuş ve bunların sadece üçte biri kabul edilmiştir. 16 üniversitede de kampanyamız başlamış olup daha dilekçeler rektörlüklere sunulmamıştır. Bunlarla birlikte katılımlar 20 bini bulmaktadır. Ayrıca birçok ilde ailelerin Milli Eğitim Müdürlüklerine yaptığı başvurular vardır. Öğrencilerin ve ailelerin talebini görüp, çözüm üretmesi gereken ilgili makamlar, dilekçeleri almayarak, gece yarıları evleri basarak, gözaltında işkence yaparak, tutuklayarak sonuç almaya çalışıyor. Aralık ayındaki MGK toplantısından sonra Đçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı genelgeler sonucu başlayan baskılar, ailelerin katılımı ile üst boyuta çıkmıştır. Bu dönem içinde, 2000’e yakın kişi gözaltına alınmış, 64’ü öğrenci olmak üzere 100’ün üstünde insan tutuklanmış, binlerce kişi hakkında soruşturmalar açılmış, 100’e yakın öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır. Unutmamak gerekir ki zora, korkuya, baskıya dayanan hiçbir grup, parti, örgüt, devlet meşru değildir. Baskıların bu denli yoğunlaşmasında, insan haklarından sorumlu(!) devlet bakanlığından gelme Đçişleri Bakanı R.Kazım Yücelen’in hukuk dışı genelgesi etkili olmuştur. Yürütme 150 konumunda olduğunu unutan bakan “Anayasadan kaynaklanan haklar Anayasaya aykırı amaçlar için kullanılamaz” buyurarak, kendini yargı mercii yerine koyup, suç işlemiştir. Bu genelgeye uyup baskı politikasını hayata geçirenler de, bu suça ortak olmuşlardır. Bu durumda söyleyebileceğimiz, devlet bize mal etmeye çalıştığı yasa dışılığı kendisi yapmıştır. "Örgütün talebidir, örgüte hizmet ediyor, izin veremeyiz" yaklaşımı konuyu saptırmaktır. Bu kampanyanın talebi çok açık ve nettir. Tartışılması gereken bu taleptir. Yoksa Kürtçe eğitimden TÜSĐAD da bahsediyor, MĐT de, ANAP da, HADEP de. Farklı grupların, partilerin konuyu dile getirmesi talebin haklılığını ve meşruluğunu ortadan kaldırmaz. Basının tavrı, bazı istisnalar olmakla birlikte kampanyayı kriminalize edip, kampanyanın meşruiyetini gölgeleme şeklinde olmuştur. Medyadaki bazı silahşörlerin derin yelerden aldığı direktiflerle bu kampanyayı PKK’ye mal edip, bölücülükle suçlaması ve hatta bunu ispatlamak için “ahmakça” tezler ve yalan haber ve bilgiler vermesi medyadaki paranoyak durumu ortaya koymaktadır.. Medya etiği olarak tavsiye edebileceğimiz; bu kampanyayı biz başlattık, bunun ne amaçla ve nasıl gerçekleştirdiğimi bilmek istiyorlarsa bizi dinleme imkanları vardır. Basın ve medya toplumsal sorumluluğunu bir kez daha hatırlamalıdır. Dilekçelerimiz, hazırlamış olduğumuz “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası ve Kürt Dili” adlı araştırma dosyası incelendiği takdirde, mevcut bütün suçlamaların anlamsız ve dayanaktan yoksun olduğu görülecektir. Sorunları yok sayarak, inkar ederek bir yere varamayız. Kürtler bu ülkenin vatandaşı ve bu halkın kendine ait dili, kültürü, sanatı, edebiyatı var, var olmaya devam edecek. Hiç kimse Kürt halkının, özellikle de gençlerin kendi dilinden, kültüründen, tarihinden vazgeçmesini beklemesin. Bunlar Kürt halkının varlık gerekçeleridir, yaşam damarlarıdır. Kürt halkına ve kurumlarına bu güne kadar verdikleri destekten dolayı teşekkür ediyor, bundan sonra da desteği aşan, birebir kampanyanın bileşeni ve sahibi olarak yapacakları eylem ve etkinliklerle, mücadelenin demokratik sonuca götüreceği inancımızı belirtiyoruz. Bizler yaşamın her alanını; evlerimizi, okullarımızı, yurtlarımızı birer “Dil Eğitimi Alanları” na dönüştüreceğimizi belirtiyor, başta öğrenciler olmak üzere bütün Kürt halkını başlatmış olduğumuz “KÜRTÇE ÖĞRENME VE ÖĞRETME SEFFERBERLĐĞĐNE” katılmaya çağırıyoruz. Gerçek Türk yurtseverlerini, sahte Türk milliyetçiliğini açığa çıkararak, Kürt-Türk Kardeşliğinin gereği olan özgür birlikteliğe dayanan demokratik Türkiye’yi yaratmak için, kampanyamıza katılmaya, kardeş halkın dilini sahiplenmeye çağırıyoruz. Son olarak; çözümün yolunun bilim olduğunu belirtiyor, herkesi, soruna bilimsel yaklaşmaya, aydınlık, demokratik bir Türkiye'yi birlikte yaratmaya çağırıyoruz. ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAR OLMA KOŞULUMUZDUR DĐLĐMĐN SINIRLARI DÜNYAMIN SINIRLARIDIR 151 KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ 28.02.2002 BASINA VE KAMUOYUNA Kürtçe Eğitim ve Öğrenimi için Kürt Öğrencileri Girişimi olarak 20 Kasım 2001 tarihinde, Đstanbul Üniversitesinde başlattığımız kampanya çok kısa bir zamanda tüm Türkiye’deki üniversitelere yayılmış, hem dilekçe sayısı olarak 20 bine varan dilekçeyle hem de kampanyaya katılan kişilerin kararlılık düzeyiyle gerek Türkiye gerekse dünya genelinde kamuoyunun gündemine girmiştir. Biz Girişim olarak daha ilk gün kampanyamızı kamuoyuna deklere ederken amacını “son derece meşru bir istem olan anadilde eğitim hakkının tanınması ve bu yolla Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak” şeklinde belirtmiştik.Kampanya bu anlamda kamuoyunda yakaladığı tartışma zeminiyle amacına belli oranda ulaşmıştır. Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesini çıkarları açısından tehlikeli gören bazı rantçı, gerici kesimler kampanyaya karşı devamlı olarak bir karalamacı tutum içerisine girmişlerdir. Bunun en açık örneğini 12 Eylülün gerici zihniyetini temsil eden YÖK göstermiştir.Kampanya süreci boyunca devamlı olarak karalayıcı ve tehditkar tutum içerisine girmesi kampanyayı durdurmak şöyle dursun kampanya için tetikleyici bir rol oynamıştır. Bu tutum ve tehditler geçen aylarda, başta Van, Çanakkale, Malatya ve Hatay olmak üzere çeşitli illerde gözaltı ve tutuklamalarla kendisini göstermiş, Afyon’da 49 öğrencinin okuldan uzaklaştırılması, Antalya’da 44 öğrencinin burs olanaklarının elinden alınması son olarak da Đstanbul Üniversitesinden 30 Öğrencinin okuldan atılması 37’sinin ise bir yıl okuldan uzaklaştırılmasıyla tam bir kıyım politikasına dönüşmüştür. Rantçı-gerici anlayışlarla kışlalara çevrilen üniversiteler mevcut durumda, Kürtçe eğitim olanaklarını yaratmayı ve bunun tartışmasını yapmayı bir yana bırakalım Türkçe eğitim olanaklarını bile elimizden alan bir hale dönüştürülmüştür. Bu sistem en meşru istemlerle yola çıkan gençliğin elinden eğitim, barınma ve en temel insani haklarını alarak, gençliğe başka alanların yolu mu göstermeye çalışılıyor.Eğer bu tür istemler varsa bilinmelidir ki ; bizler, öncelikle talebimizin meşruluğu ve haklılığından gerek ülke içinden gerekse ülke dışından gelen desteklerden, en çokta haklı bir mücadele geleneğine sahip halkımızdan gelen yoğun destek ve katılımdan aldığımız güçle, bizleri baskı ve inkarla boğmaya çalışan ülkeyi karanlığa sürükleyen rantçı ve çeteci kesimlere duyduğumuz tepkiyle kampanyayı olabildiğince geliştirerek her koşulda takipçisi olacağız. Bu doğrultuda kampanyayı daha da geliştirmek için öncelikli olarak Kürtçe Eğitimin önündeki yasak ve engellerin kaldırılması, soruşturmaların geri alınması, uzaklaştırılan veya okuldan atılan arkadaşlarımızın eğitim haklarının geri verilmesi için gerekli hukuki ve siyasi girişimlerimiz ve bu doğrultuda Türkiye genelinde kampanyamız daha da geliştirilip zenginleştirilerek sürdürülecektir. Yine sadece başvuru ve istemle kalmayıp, Kürtçe’nin yaşamda kullanılması ve Kürtçe eğitimin fiiliyatta geliştirilmesi için kurumsal düzeyde girişimlerimiz ve aktif çalışmalarımız olacaktır. Bugüne kadar kampanyaya katılan tüm kesimleri desteklerini arttırmaya , sessiz ve tarafsız kalanları kamu vicdanı ve etiği gereği destek vermeye ve yeni geliştireceğimiz çalışmalara aktif katılmaya çağırıyoruz 152 DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR DĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐMĐ ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ adına Ruken IŞIK ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ Klasör: 4 Kampanya ile ilgili hazırlanan STÖ raporları ve destek açıklamaları TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI TĐHV 1990 1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları 24 Nisan günü yayınlanan Milliyet gazetesinde yer alan haberde, Genekurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt imzasıyla 5 Şubat 2002 tarihli "gizli" bir raporun Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrükler ve ilgili bakanlıklara gönderildiği bildirildi. Raporda, Habur Sınır Kapısı'nda 2001 yılında Türkiye'ye 120 bin ton kaçak ham petrol sokulduğu belirtilerek, "Irak'tan gerçekleştirilen petrol ithalatının PKK tarafından yapıldığı ve devletin 330 trilyon lira zarara uğratıldığı" ileri sürüldü. Irak'tan motorin ve ham petrol ithalatının durdurulması talimatının verildiği ifade edilen raporda ayrıca, "Kaçakçılık ve işleme işini yürütenlerin büyük kısmının bizzat PKK üyeleri veya yanlısı olduğu belirlenmiştir. Örgüt mensupları ve yandaşları elde ettikleri kazançla kısa sürede zengin olmakta, böylece rakipsiz kalmakta ve amaçları doğrultusunda yatırımları organize etmektedir. Böylece örgütün mali kaynağının artması yanında örgütün genişlemesine sebep olmaktadır." dendiği de ileri sürüldü. 1.1. Anadilde Eğitim Kampanyası "Anadilde eğitim kampanyası" nedeniyle Nisan ayında en az 159 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden en az 20'si "Anadilde eğitim kampanyasının PKK'nın aldığı karara dayandığı" iddiasıyla tutuklandı. Üniversitelerde ise en az 46 öğrenci okuldan atıldı, 502 öğrenciye 1 yıl ile 1 hafta arasında değişen sürelerde uzaklaştırma cezası, 23 öğrenciye de kınama cezası verildi. Kürtçe dil kursu açma talebi "yasal engeller" gerekçesiyle reddedilen Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı (Kürt-Kav) 1 , AĐHM'e başvurdu. Vakıf avukatı Kamber Soypak, Türkiye'de eğitim ve öğretim yapılacak dillerin Đngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Đtalyanca, Đspanyolca, Arapça, Japonca ve Çince olarak belirlendiğini belirterek yasaların bunların dışında bir dil için kurs 153 açılmasına olanak tanımadığını söyledi. Soypak, uygulamanın Anayasa'nın yanı sıra, Lozan Barış Antlaşması, Helsinki ve Paris Şartı, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve AĐHS'e aykırı olduğunu kaydetti. Soypak, ihlal edilen AĐHS maddelerini şöyle sıraladı: Öğrenim özgürlüğünün engellenmesi"ne ilişkin 2. madde, "ayrımcılık yasağının ihlali"ne ilişkin 14. madde, "herkesin düşünce, din ve vicdan özgürlüğü bulunması" hükmüne ilişkin 9. madde ve "herkesin kamu makamlarının müdahalesi ve ulusal, sınıfsal herhangi bir kısıtlama olmaksızın ifade özgürlüğü hakkına sahip olması"na ilişkin 10. madde. Soypak, ayrıca Lozan Barış Anlaşması'nın iç hukuk kuralı olarak benimsenen 37. ve 45. maddelerinin de ihlal edildiğini belirtti. Bu arada Erzurum'un Hınız ilçesinde kaymakamlık ve Đlçe Eğitim Müdürlüğü'nün köylülere Türkçe kurslarına katılmaları için baskı yaptıkları ileri sürüldü. Yetkililerin köylülere "Kurslara katılırsanız Yeşil Kart'ınız kalır ve sosyal yardımı almaya devam edersiniz, katılmazsanız ikisini de keseriz" dediği ileri sürüldü. HADEP Hınıs Đlçe Başkanı M. Diyettin Đmre, 2002 yılı başında gündeme getirilen Türkçe kurslarının Hınıs'a bağlı 82 köyün çoğunda sürdürüldüğünü söyledi. Đmre, kursların başlatıldığı Akçamelik, Parmaksız, Erence, Derince, Akören, Yeşilyazı, Yeniköy, Burhan, Alevi köyleri Alınteri, Avcılar, Güzeldere, Meydan, Bayyurdu ve Tekman ilçesine bağlı Gökoğlan köylerinden kendilerine şikayet ulaştığını bildirdi. Anayasa'nın "eğitim ve öğrenim hakkı"na ilişkin 42. maddesinin kaldırılması için TBMM'ye dilekçe gönderenler hakkında açılan soruşturmalar da Nisan ayında sürdü. TBMM'ye gönderilen dilekçelerde şöyle denildi: "Anayasa'nın 42. maddesi her ne kadar eğitim özgürlüğünü güvence altına almışsa da cumhuriyetin gelişim ve değişim sürecine ters düşen yasaklar da içermektedir. Özellikle 'Türkçe dışında hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz' şeklindeki yasağın, bilime, Türkiye'nin sosyolojik gerçekliğine ve yapısına, çağdaş uygarlık değerleri üzerinde yükselmek isteyen cumhuriyetin özüne aykırı düştüğünü düşünmekteyim. Ülkemizin resmi dili Türkçe dışındaki dillerde anadil eğitiminin sağlanmasının önündeki engellerin kaldırılması halinde ülkemizin önüne koyduğu hedeflerin gerçekleşmesinin hızlandırılması sürecine önemli katkı yapacağına inanıyorum." Nisan ayı başında HADEP Antep Đl Örgütü üyelerinin TBMM'ye dilekçe göndermesi nedeniyle 3 kişi gözaltına alındı. Ayrıca HADEP Antep Đl Başkanı Abdullah Đnce, Đl Örgütü yöneticisi Faik Tosun ve Şehitkâmil Đlçe Başkanı Mehmet Aslanoğlu ifade vermek üzere Antep Emniyet Müdürlüğü'ne çağrıldı. Van ĐHD Şubesi'nin 29 Mart günü düzenlenen kongresinde asılan "Anadil Temel Đnsan Hakkıdır" yazılı pankartı nedeniyle şube yöneticileri ile ĐHD Genel Yönetim Kurulu ve Merkez Yürütme Kurulu'nun 24 üyesi hakkında soruşturma açıldı. Soruşturma nedeniyle Van Şubesi yöneticileri 1 Nisan günü Van DGM'de ifade verdi. ĐHD Genel Merkez yöneticilerinin ifadesi de 1 Mayıs günü Ankara DGM'de alındı. (bkz. insan hakları savunucuları) Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Kürtçe eğitim dilekçesi veren öğrencilere çetecilerden daha çok ceza istenmesini haber yapan Radikal gazetesi muhabiri Adnan Keskin hakkında suç duyurusunda bulundu. (Bkz. Đfade Özgürlüğü) "Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması için" Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe veren 11 öğrenci hakkında "PKK'ye yardım ettikleri" iddiasıyla açılan davaya 4 Nisan günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşmada, Çetin Oral ve Beyaz Aydınoğlu adlı öğrenciler tahliye edildi 154 Đstanbul Avcılar ve Ümraniye ilçe milli eğitim müdürlüklerine dilekçe veren 22 kişi hakkında açılan davaya 5 Nisan günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada, Mehmet Sait Oba ve Mehmet Filizer tahliye edildi. Duruşma 24 Temmuz gününe ertelendi "Yolcu minibüsünde Kürtçe müzik dinlettiği" gerekçesiyle Diyarbakır DGM'de yargılanan Sülhaddin Önen, 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi. 9 Nisan günü sonuçlanan davada Sülhaddin Önen'e TCY'nin "yasadışı örgüte yardım" suçuna ilişkin 169. maddesi uyarınca verilen ceza ertelendi. Davanın gelişimi şöyle: Diyarbakır'la Çınar ilçesi arasında yolcu taşıyan Sülhaddin Önen, 11 Eylül 1999 tarihinde minibüsüne binen Ömer Şener adlı astsubay tarafından "yerel sanatçılar Welat ve Zozan'ın 'Soze Feleke' adlı Kürtçe kasetini defalarca çalarak PKK propagandası yaptığı" gerekçesiyle gözaltına alınmışdı. Đki gün gözaltında tutulan Önen hakkında Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından, "bölücülük propagandası yaptığı" iddiasıyla TMY'nin 8. maddesi uyarınca dava açılmış ve DGM, Sülhaddin Önen'i 10 ay hapis ve 666 milyon 666 bin 666 lira para cezasına mahkum etmişti. Yargıtay ise Önen'in "yasadışı örgüte yardım suçundan yargılanması gerektiği" görüşüyle bozmuştu. Elazığ'da "Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması" amacıyla Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe verdikleri için 30 Ocak günü tutuklanan öğrenci velileri Hatun Yılmaz, Fikriye Demirtaş ve Mukadder Uzun, Malatya DGM'de 9 Nisan günü yapılan duruşmada tahliye edildi. "Kürtçe eğitim" için Malatya Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe veren 35 öğrenci hakkında açılan davaya 16 Nisan günü devam edildi. Malatya DGM, öğrencilerden 13'ü hakkında tahliye kararı verdi. Böylece davada tutuklu sanık kalmadı. Duruşma 14 Mayıs gününe ertelendi. 17 Nisan günü Diyarbakır'ın Hazro ilçesinde oğlu Ferhat Çelik'i döven öğretmeni şikayet etmek için savcılığa giderken gözaltına alınan Kudbettin Çelik tutuklandı. Çelik hakkında "halkı düşmanlığa kışkırttığı" iddiasıyla TCY'nin 312. maddesi uyarınca dava açıldı. Çelik'in oğlu Ferhat Çelik, "okulda Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle" 16 Nisan günü Meliha Kahraman adlı öğretmen tarafından dövülmüş, Kudbettin Çelik de savcılığa giderken Kahraman'ın polis eşi tarafından gözaltına alınmıştı Adana'da "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle Tenzile Baydar, Adile Bayrak ve Hatice Kayran hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan dava, 18 Nisan günü Adana DGM'de yapılan duruşmada beraatla sonuçlandı. Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe seçmeli ders" dilekçesi verdikleri için tutuklanan 6 öğrencinin tahliye edilmesi için avukatları tarafından 20 Nisan günü yapılan itiraz başvurusu Ankara DGM tarafından ikinci defa reddedildi. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan öğrencilerin yargılanmasına 2 Mayıs günü başlanacak. 2 Ocak günü Seyhan Milli Eğitim Müdürlüğü'ne verilen "Kürtçe eğitim" dilekçeleri nedeniyle aralarında HADEP il ve ilçe örgütlerinin yöneticilerinin de bulunduğu 81 kişi hakkında açılan davaya 19 Nisan günü devam edildi. Adana DGM'de yapılan duruşmada, HADEP Adana Đl Başkanı O. Fatih Şanlı, Seyhan Đlçe Başkanı Ahmet Gül, Yüreğir Đlçe Başkanı Zeki Sekin, Đl Örgütü Sekreteri Ahmet Yıldız, Đl Örgütü Saymanı Hasan Beliren, Fatih Demir, Ferit Tatlı, Leyla Bayram, Đl Kadın Kolları Sekreteri Fadile Bayram tahliye edildi. DGM, Zeki Köklü, Saim Yalçın, Süleyman Sayar, Halil Bedir, Mehmet Cançelik, Zeki Aslan, Nihat Gök, Mehdi Yalçın, A.Selam Akdemir hakkındaki gıyabi tutuklama kararını da kaldırdı. Duruşma 13 Haziran gününe ertelendi. 155 Đstanbul Kadıköy, Esenler ve Bağcılar ilçe milli eğitim müdürlüklerine "okullarda Kürtçe'nin okutulması için" dilekçe veren 38 kişi hakkında açılan dava 22 Nisan günü Đstanbul DGM'de başladı. Duruşmada tutuklu sanık Deniz Topçu tahliye edildi. Meliha Can, Şükriye Tümüroğlu, Hanım Gülün ve Halime Günana adlı sanıklar hakkındaki gıyabi tutuklama kararı da kaldırıldı. Duruşma 21 Haziran gününe ertelendi. Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde dilekçe veren Tahir Aşkan, Sefer Dumar, Veysi Bor, Ecevit Bozacı, Abdurrahman Aşkan, Kısmet Karataş ve Umut Kesici hakkında açılan davaya 22 Nisan günü Van DGM'de devam edildi. Duruşmada Aşkan ve Duman tahliye edildi. Mardin'in Nusaybin ilçesinde 13 Şubat günü "Kürtçe eğitim için gösteri düzenledikleri" gerekçesiyle 10 kişi hakkında açılan davaya 22 Nisan günü Diyarbakır DGM'de devam edildi. Duruşmadan önce Şeyhmus Çetin adlı HADEP üyesi gözaltına alındı. Eğitim-Sen Erzincan Şube Başkanı Nuri Koç hakkında, şubenin 2 Şubat günü yapılan kongresinde "Kürtçe mesaj okuduğu ve Kürtçe eğitim için dilekçe veren öğrencilerin desteklenmesini istediği" gerekçesiyle dava açıldı. Erzurum DGM Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Nuri Koç'un TCY'nin "yasadışı örgüte yardım" suçuna ilişkin 169. maddesi uyarınca cezalandırılması istendi. "Okullarda Kürtçe eğitim verilmesi" için Đstanbul Kağıthane Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren 13 kişi hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan davaya 29 Nisan günü devam edildi. Đstanbul DGM'de yapılan duruşmada tutuklu sanıklar Saide Azrak, Hazal Çakır ve Zeliha Tacer tahliye edildi. Duruşma 4 Temmuz gününe ertelendi. Marmara Üniversitesi'nde "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 46 öğrenci 6 ay, 34 öğrenci 1 ay uzaklaştırma, 23 öğrenci de kınama cezası verildi. Malatya Đnönü Üniversitesi'nde 20 öğrencinin okulla ilişiği kesildi, 14 öğrenciye 1 yıl uzaklaştırma cezası verildi. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Kürtçe'nin seçmeli dersler arasına alınması için dilekçe veren 10 öğrenciye "okuldan uzaklaştırılma" cezası verildi. Van 100.Yıl Üniversitesi'nde 24 öğrenci okuldan atıldı, 21 öğrenciye 6 ay, 387 öğrenciye de 1 hafta okuldan uzaklaştırma cezası verildi. Uzaklaştırma cezaları sınav dönemine denk geldiği için öğrenciler birer dönem kaybedecekler. Öğrenciler kararın iptali istemiyle Van Bölge Đdare Mahkemesi'ne başvurdu. Bazı illerde de emniyet müdürlüklerinin hazırladığı raporların eğitim kurumlarına gönderilerek öğrenciler hakkında disiplin cezalarının verilmesinin sağlandığı öne sürüldü. Bunun örneklerinden biri Adana Şehit Temel Cingöz Lisesi son sınıf öğrencisi D.Ş.'nin (16) "Kürtçe eğitim" eylemine katılıp izinsiz gösterilere katıldığına ilişkin polis tutanaklarının gerekçe gösterilerek eğitim dışı bırakılması oldu. Adana'da 17 Ocak günü "Adana Demokratik Lise Birliği" tarafından yapılan basın açıklamasında "Kürtçe dahil ana dilde eğitim" talebinde bulunulmuş, paralı eğitim ve ÖSS sınav sistemi eleştirilmişti. Polisin düzenlediği tutanakta, D.Ş.'nin yasadışı kuruluşların eylemine aktif olarak katıldığı ve destek verdiği yazıldı. Seyhan Milli Eğitim Đlçe Disiplin Kurulu, bu tutanağa dayanarak D.Ş.'nin "Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği"ne göre "Örgün eğitim dışına çıkarma" cezası istemini üst kurula gönderdi. Üst Kurul da cezayı onayladı. Ailesinin itiraz üzerine karar Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderildi. Bakanlığın itirazı reddetmesi durumunda D.Ş. diploma alamayacak. 156 Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe vererek Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması talebinde bulunan 9 kişi okuldan atıldı, 116 kişi 6 ay, 200 kişi ise 1 ay okuldan uzaklaştırma cezası aldı. Öğrencilere verilen bu cezaların ardından Hatay Emniyet Müdürü Đhsan Ünal, ceza alan 325 öğrencinin ailesine birer mektup gönderdi. Ünal mektubunda, kampanyanın PKK'nin Türkiye'yi dünya önünde zor duruma düşürme taktiklerinden olduğunu ifade etti. Emniyet Müdürü Đhsan Ünal, üniversite rektörlüklerine verilen "Anadilde eğitim hakkı istiyorum" dilekçelerinin PKK'nin isteği üzerine hazırlandığını ileri sürerek "Maalesef Mustafa Kemal Üniversitesi öğrencisi olan çocuğunuz bu eylem içerisinde yer almıştır. Konusu suç teşkil eden bu eyleme iştirak eden ve idari yönden küçük de olsa bir ceza alacak olan çocuğunuzu, ülkesine faydalı bir fert olarak topluma kazandırmanız ümidiyle." dedi. Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde çocuklarına Kürtçe ad veren yedi aileye, çocukların adlarının değiştirilmesi için Nüfus Kanunu uyarınca açılan dava 2 16 Nisan günü Dicle Asliye Hukuk Mahkemesi'nde başladı. Davaya, kendi adı da Kürtçe ve Farsça kökenli olan hâkim Şirvan Ertekin baktı. Duruşmada söz alan Avukat Fırat Anlı, Yargıtay içtihatları 3 uyarınca böyle bir davanın açılmayacağını belirterek, Rojda adının "Türk örf ve adetlerine aykırı olmadığına" dair Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin 1992/1351 sayılı kararını mahkemeye verdi. Mahkeme, "adların Türk milli kültürüne, ahlak kurallarına, örf ve adetlerine uygun olup olmadıklarının" Türk Dil Kurumu'na sorulmasına karar verdi. Duruşma, 21 Mayıs gününe ertelendi. Davada, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinin "Çocuğun adını anne babası koyar, ancak milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz' hükmü uyarınca Dicle ilçesinin Meydan, Uğrak, Üzümlü, Bozoba ve Çavlı köylerinden yedi ailenin çocuklarına verdikleri Berivan, Zilan, Rojda, Baver, Velat, Serhat, Kendal, Zinar, Hebun, Baran, Rojhat, Agit, Zelal ve Zozan adlarını değiştirilmesi isteniyor. SES Van Şubesi'nin altı yöneticisi başka kentlere sürgün edildi. Sürgün kararının şubenin 2 Şubat günü yapılan genel kurul toplantısında salona asılan "Kendim ve Çocuğum Đçin Anadilde Eğitim Đstiyorum" pankartı nedeniyle alındığı öğrenildi. Valiliğin isteği üzerine Sağlık Bakanlığı tarafından Şube Başkanı Rıdvan Çiftçi Sinop'a, Yılmaz Berki Eskişehir'e, Aynur Engin Bolu'ya, Fikret Doğan Kastamonu'ya, Songül Morsümbül Bilecek'e, Ziya Balamir ise Afyon'a sürgün edildi. Pankart nedeniyle eski Şube Başkanı Fikret Doğan, yönetim kurulu üyeleri Aynur Engin, Kemal Tunçdemir, Rıdvan Çiftçi, Özcan Güneş, Faruk Yavrutürk, Songül Morsümbül, Ziya Balamir ve Yılmaz Belki bir süre gözaltına alınmıştı. (bkz. Örgütlenme özgürlüğü) 1.2. PKK ve Kürt Sorunu PKK'nin 4-10 Nisan günlerinde düzenlenen 8. kongresinde PKK'nin feshedilerek yerine Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi'nin (KADEK) kurulduğunu açıklandı. KADEK Genel Başkanlığına da Abdullah Öcalan seçildi. KADEK'in kuruluş bildirgesinde, "(…) bireylerin ve halkların özgürlükçü demokratik gelişimine zarar veren, kaos ve tahribat yaratan her türlü terörizmi de mahkum ederek sorunlara çözüm yöntemi dışında görür. Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde her türlü çatışmanın son bulmasını, barışın ve kardeşliğin tesis edilmesini, gerillanın bu çözüm temelinde ve buna bağlı olarak düzenlenmesini uygun bulur. Bunun başarıyla gerçekleşmesi için Kürt halkının her düzeyde meşru savunma konumunu geliştirip güçlendirmesini gerekli görür." dendi. KADEK'in kuruluşunun ardından basın yayın organlarında "Türk istihbarat birimlerinin elde ettiği bilgilere" ilişkin haberler yer aldı. Bu haberlerde "PKK'nın 'Serhıldan' adıyla halk 157 ayaklanmasını gerçekleştirmeyi amaçladığı, 'Demokratik Ortadoğu Federasyonu' adı altında yeni bir ülke kurmak istediği, bunun için Türkiye, Kuzey Irak, Đran, Suriye'de parti kuracağı ve Türkiye'de yasaların sokak gösterileriyle değiştirilmesinin hedeflendiği" iddia edildi. Haberlerde yer verilen istihbarat raporlarında PKK'nin yeni stratejisi de şöyle tanımlandı. "Kurulacak demokratik kitle örgütleriyle demokrasi blokları oluşturulacak, böylece hükümetler baskı altında tutulacak, Yasalar sokak gösterileriyle değiştirilecek, kadın ve çocuklar ön planda tutularak sokak hareketleriyle, halk devletle karşı karşıya getirilecek, etnik ve kültürel topluma göre demokratik anayasal oluşturulacak, etnik grupların kültürünün gelişmesi için mücadele edilecek, ölüm cezası, olağanüstü hal, köy koruculuğu gibi sistemlerin kaldırılması ve köye dönüşün sağlanmasına çalışılacak, bazı örgüt mensupları barış grubu olarak güvenlik güçlerine teslim olacak, silahlı mücadele Abdullah Öcalan'ın ölüm cezasının infaz edilmesi ve örgüte yönelik operasyona girişilmesi halinde yeniden başlatılacak". 16 Nisan günü Brüksel'de düzenlenen basın toplantısında, KADEK'in mevcut ülkelerin sınırlarını değiştirme amacının olmadığı ve şiddetin çözüm getirmediği anlayışıyla siyasete girmek istediği belirtildi. Basın toplantısında, KADEK'in temel istekleri "siyasete katılım hakkı, genel af, ölüm cezasının kaldırılması, Kürtçe yayın ve konuşma hakkının sağlanması, OHAL ve koruculuğun kaldırılması" olarak açıklandı. Basın toplantısı düzenlendiği sırada Brüksel'de bulunan Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, açıklamalara ilişkin olarak "PKK'nın şiddetin çıkar yol olmadığını anlaması olumlu gelişme. Ancak geçmişte teröre karışan kişiler yargının önüne çıkarılacak. Taktik değişiklikler Türkiye'yi etkilemez." dedi. Türkiye, Avrupa Birliği'nin 11 Eylül'den sonra hazırlamaya başladığı terörist kurum ve kişiler listesine PKK ve DHKP-C'nin de dahil edilmesi konusunda yaptığı girişimlerden olumlu sonuç aldı. Bu arada Đsveç hükümeti de, Avrupa Birliği'nin 2 Mayıs günü resmen açıklayacağı "terörist kişiler ve örgütler" listesine Kürdistan Đşçi Partisi'nin (PKK/KADEK) dahil edilmesini istedi. Đsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh, yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Đsveç prensip olarak AB'nin terör örgütleri listesine PKK'yi de koymasını destekliyor. Biz hep genel olarak terör eylemi yapan bütün örgütlerin terörist listesinde yer almasının makul olduğunu söyledik. PKK'nin yeri de orasıdır. Bizim Đsveç'te herhangi bir terörist listemiz yok. Ama biz PKK'ye karşı tavrımızı daha en erken safhada göstermiştik." PKK bundan 5-6 yıl öncesine dek Đsveç'te de terörist damgası yemişti. Halen Türkiye ve ABD'de yasaklı durumda. Đngiltere, Fransa ve Almanya bu örgütü yasadışı olarak kabul ediyor." Bitlis Devlet Hastanesi'nde görev yapan sağlık memuru Celalettin Toktaş, 19 Nisan günü Van DGM Savcılığı'nın talimatıyla gözaltına alındı. PKK itirafçısı Sami Demirkıran yazdığı "Ürperten Đtiraflar" 4 adlı kitapta, "Toktaş'ın Bitlis'in Yolalan köyünde 26 Ekim 1993 tarihinde Nazif Özbağrıaçık ve Ergun Komut adlı öğretmenlerin PKK militanları tarafından öldürülmesine yardım ettiği" yolundaki bilgi üzerine gözaltına alındığı öğrenildi. 1.3. Diğer Olaylar PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları Doğan Erbaş, Aysel Tuğluk, Đrfan Dündar ve Hatice Korkut hakkında "Öcalan'ın mesajlarını Yedinci Gündem gazetesine faksladıkları" gerekçesiyle 158 açılan dava 4 Nisan günü başladı. Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmada ifade veren avukatlar, gazete ve televizyonlarda yer alan haberlerin kendileri ile ilgisi olmadığını belirttiler. Duruşma, dosyadaki eksikliklerin tamamlanması için 10 Temmuz gününe ertelendi. Đddianamede avukatların "görevlerini kötüye kullandıkları" iddiasıyla cezalandırılması isteniyor. Đçişleri Bakanlığı'nın talimatıyla 22 Aralık 2000 tarihinde görevinden alınan Şemdinli Belediye Başkanı Ferman Özer, görevine geri döndü. Özer, hakkında "PKK'ye yardım ve yataklık ettiği" iddiasıyla açılan dava Van DGM'de 5 Mart günü beraatla sonuçlanmıştı. Beraat kararından sonra Özer, Đçişleri Bakanlığı'nın talimatıyla 29 Nisan günü yeniden görevine başladı. Şırnak'ın Aslan Başak köyünde Ç.E. (14) adlı kız çocuğuna Kamil Barış, Lezgin Fidan, Mustafa Yardımcı adlı korucular ve iki uzman çavuşun tecavüz ettiği bildirildi. Şırnak Haber gazetesinin olayın yayınlandığı 4 Nisan günlü sayısının toplatıldığı, muhabir Mustafa Şen'in geçtiğimiz günlerde gözaltına alındığı öğrenildi. Olayı araştırmak için 12 Nisan günü Şırnak'a giden HADEP Kadın Kolları üyelerinin de kente sokulmadığı belirtildi. 1 Kürtçe dil kursu açmak için 1996 yılında Đstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuran KürtKav'a, 20 Mart 1997 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliği tarafından verilen yanıtta, 1983 yılında çıkarılan 2923 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu'nun 2/c maddesi uyarınca talebin reddedildiği bildirilmişti. Yasa uyarınca, yabancı bir dilde kurs ve eğitim kurumu açılabilmesi için Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesi ve Bakanlar Kurulu kararının bulunması gerekiyor. Kararın iptali amacıyla açılan davayı görüşen Ankara 6. Đdare Mahkemesi 12 Kasım 1997 tarihinde kararında, Kürt-Kav'ın istemini reddetmişti. Đdare Mahkemesi'nin bu kararı üzerine Kürt-Kav, kararın bozulması için Danıştay'a başvurmuştu. Ancak Danıştay da aynı yönde karar vermişti. Bu arada Kürt-Kav hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından da "Kürtçe bilenlere burs verilerek 'belli bir ırkın desteklendiği" iddiasıyla soruşturma başlatılmıştı. Genel Müdürlük müfettişlerinin Kürt-Kav Yönetim Kurulu üyeleri Yılmaz Çamlıbel, Mehmet Parlak, Faruk Parlak, Kasım Ergin, Sırrı Feroğlu, M. Emin Eren, Mazhar Kara, Ali Beyköylü, Nuri Erdoğan, Bahattin Ayaz ve Hatip Mercan hakkındaki suç duyurusu üzerine Đstanbul DGM Savcılığı tarafından "bölücülük propagandası" iddiasıyla açılan dava, ilk duruşmada beraat kararıyla sonuçlanmıştı. 2 Dicle Jandarma Komutanlığı, 21 Aralık 2001 tarihinde nüfus kütüklerinde kaydedilen isimler üzerinde yaptığı araştırma sonucunda, 21 çocuğun isimlerini sakıncalı bularak Dicle Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. Dicle Cumhuriyet Savcılığı da yaşları 1.5 ile 15 arasında değişen Berivan, Zilan, Rojda, Baver, Velat, Serhat, Kendal, Zilan, Hebun, Baran, Rojhat, Agit, Zelal ve Zozan adlı çocukların isimleri nedeniyle aileleri hakkında dava açtı. Đddianamede, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinde 'Çocuğun ismini anası ve babası koyar. Ancak milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz' hükmüne atıfta bulunularak, çocuklara verilen Kürtçe adların PKK militanlarının kod adları olduğunu savunuldu. 3 Kürtçe isimlerle ilgili bugüne kadar onlarca mahkemede dava açıldı. 1989 ve 1992 yılında Berfin ve Rojda adları yerel mahkemeler tarafından iptal edildi. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 1989/1520 sayılı kararınıda şöyle dedi: "Đsim, kişiye sıkı sıkıya bağlı şahsi haktır. Hiçbir kişi veya kurum, kişinin rıza ve muvafakati olsa da bu hakka dayanarak taşınan bir ismi iptal edemez. Kişiyi isimsiz bırakamaz. Böyle bir işlem, mahkeme kararına da konu olamaz." Yargıtay 18. Dairesi'nin 1992/1351 sayılı kararında ise şöyle denildi: "Anayasamızın 2. maddesinde belirtilmiş olduğu üzere, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olan ülkemizde böyle bir davanın açılması söz konusu olamaz. Kanunda da bu tür davaya yer verilmemiştir." 159 4 Aynı kitap nedeniyle Nisan ayında türkücü Đbrahim Tatlıses hakkında "PKK'ye yardım ettiği" iddiasıyla soruşturma açılmıştı. TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI TĐHV 1990 1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları Milli Güvenlik Kurulu'nun 30 Mayıs günü yaptığı toplantıda, olağanüstü hal uygulamasının Hakkari ve Tunceli'de 30 Temmuz 2002 tarihinden geçerli olmak üzere sona erdirilmesi, Diyarbakır ve Şırnak illerinde de son defa olmak üzere 4 ay uzatılmasına ilişkin tavsiye kararı alındı. Toplantının arkasından yayınlanan bildiride şöyle denildi: "Ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumu ile bunu etkileyen iç ve dış gelişmeler gözden geçirilmiş; bu kapsamda, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Tunceli illerinde devam etmekte olan olağanüstü hal uygulamasının, 30 Temmuz 2002 tarihinden geçerli olmak üzere; Hakkari ve Tunceli illerinde sona erdirilmesi ve bu illerin mücavir iller kapsamına alınması, Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise Bakanlar Kurulunca olağanüstü hal uygulamaları sonrası alınacak tedbirlere hazırlık süresi verilmesi için, son defa olmak üzere 4 ay daha uzatılması uygun bulunarak bu husustaki tavsiye kararının Bakanlar Kurulu'na gönderilmesi kararlaştırılmıştır." Genelkurmay Başkanlığı, 1984-99 yılları arasında PKK tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen saldırılarla ilgili gazete haberlerini "Unutulan Gerçekler" adlı üç ciltlik kitapta bir araya getirdi. Genellikle Milliyet ve Hürriyet gazetelerinden derlenen haber kupürlerinin yer aldığı kitap, Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği Basın-Yayın, Tanıtım ve Halkla Đlişkiler Daire Başkanlığı tarafından çeşitli basın yayın kuruluşları ile sivil toplum örgütlerine gönderildi. Yayınevi, basım yılı ve basılan matbaa adının yer almadığı kitabın kapağında Abdullah Öcalan'ın kahkaha atan bir resmi ile saldırılarda ölen kadın ve çocukların görüntüleri yer aldı. Đdam ve Kürtçe/Emin Çölaşan (Hürriyet-30 Mayıs2002) "…ASKERLERĐN idam konusundaki görüşü net ve açık: "Đdamın kaldırılmasına razıyız. Ancak Türkiye'de sürekli af çıkıyor, Đnfaz Yasası diye bir uygulama var. En ağır suçu işleyen terörist bile, içeride en fazla 10 yıl kalıyor. Đdam kalksın ama Anayasa'ya kesin ve değişmesi mümkün olmayan bir hüküm konulsun. Đdam suçlusu, ölünceye kadar aftan yararlanmasın." (…) VE KÜRTÇE! Kürtçe derken, hangi Kürtçe?.. Çünkü böyle bir dil yok. Farsça, Arapça, Türkçe karışımı bir lehçeler topluluğu. Pek çok farklı lehçesi var. Örneğin Diyarbakır'da Kürtçe konuşan biri, Kuzey Irak'ta Kürtçe konuşanı anlamaz. Tuhaf bir olay. 160 AB bize bastırıyor, "Kürtçe öğrenim ve Kürtçe yayın" istiyor. Olmazsa olmaz! Bay Mesut Yılmaz ve AB'nin diğer hızlı yandaşları, bu gerçeklerden hiç söz etmiyor. Bu konudaki değerli görüşlerini kamuoyundan ısrarla saklıyorlar. Peki Kürtçe konusunda Genelkurmay ne düşünüyor? Askerler ne diyor? Edindiğim izlenim şöyle: - Kürtçe, sadece haber olarak ve günün belli saatlerinde TRT-GAP kanalında yayınlanabilir. Burada Zazaca, Kırmançi gibi çeşitli lehçeler kullanılır. Müzik vesaire gibi başka programlar söz konusu değildir. Kürtçe kasetlerin piyasada satılması zaten serbesttir. Đsteyen kaset alır. - Özel televizyon kanallarında Kürtçe'ye izin verilemez çünkü denetimi mümkün değildir. - Yapılacak olan "eğitim" değil, bazı dillerin öğretilmesi olacaktır. Türkçe dışında başka bir dilde eğitim düşünülemez. - Devletin ilköğretim okullarında -ilk 3 yıl hariç- ders saatleri sonrasında özel kurslar açılabilir. Öğrenci, ilk 3 yılda Türkçe öğrenmekle yükümlüdür. Kurs için yeterli sayıda öğrencinin başvurması gerekir. - Özel dershanelerde ve benzeri diğer özel yerlerde Kürtçe öğretilmesi söz konusu olamaz çünkü buraları denetlemek mümkün değildir. Mikrop yuvasına dönüşür. - Kürtçe basılı yayın, gazete, dergi ve diğerleri sakınca yaratmaz çünkü onları kimse okumaz. Bugün çıkanlar da okunmuyor. - Bu görüşler sadece Kürtçe için değil, "ana dil" için geçerlidir. Kürtçe, onlardan sadece biridir. Ana dilde yayın ve ana dili öğrenme hakkı örneğin Arapça, Boşnakça, Gürcüce gibi dillerde de, Kürtçe ile eş zamanlı olarak verilmelidir. - Bu uygulamalar, diğer AB ülkelerinde yapılan uygulamalarla benzerdir ve onlardan eksik bir yanı olmadığı gibi, fazlası vardır. (…) 1.1. Anadilde Eğitim Kampanyası ÇHD Diyarbakır Şubesi tarafından Anayasa'nın "eğitim ve öğrenim hakkı"na ilişkin 42. maddesinin değiştirilmesi amacıyla başlatılan kampanya kapsamında devlet yöneticilerine mektup gönderenlerin kimliklerinin PTT'deki mektuplar açılarak saptandığını ve bu kişilerin gözaltına alındığı bildirildi. Bingöl ve ilçelerinde, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı ve diğer bakanlıklar ile siyasi parti başkanlarına mektup gönderenlerden HADEP Karlıova Đlçe Başkanı Zeki Fırat ile yönetim kurulu üyeleri Ferit Karabağ, Đsmet Dilsiz, Tuncay Bingöl, Servet Karabağ, Mehmet Emin Seven 30 Nisan günü gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan ikisi aynı gün serbest bırakıldı. HADEP Đlçe Başkanı Zeki Fırat, Đl Genel Meclis üyesi Enver Ergüven, HADEP yöneticileri Ferit Karabağ, Cemal Yiğit, Đsmet Dilsiz, Remzi Genç, Zeki Nam, Tuncay Bingöl, Bertal Türkmen, M. Emin Sever, Servet Karabağ, Yusuf Đltaş ve Selahattin Baran 2 Mayıs günü tutuklandı. Yücel Özmen ise serbest bırakıldı. Haklarında gıyabi tutuklama kararı çıkan Halit Karabağ, Đdris Karabağ, Orhan Karabağ, Salahattin Kılıç, Mehmet Erdem, Hanifi Özmen, Nimet Tiryaki, Enver 161 Baran, Mehmet Araz, Nurettin Özen, Harun Tiryaki, Abdurrahman Karagöz ve Hamdullah Öge ise 15 Mayıs günü Karlıova Cumhuriyet Savcılığı'na teslim oldu. Eğitim-Sen Elazığ Şubesi eski Başkanı Nafiz Koç hakkında "Medya TV'de yaptığı bir konuşma" nedeniyle açılan dava 2 Mayıs günü başladı. Malatya DGM'de yapılan duruşmada ifade veren Mehmet Nafiz Koç, "konuşmasının anadilde eğitim hakkına ilişkin olduğunu" söyledi. Mehmet Nafiz Koç, 28 Şubat günü "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla tutuklanmış, avukatının itirazı üzerine 1 Mart günü serbest bırakılmıştı. Eğitim-Sen Đstanbul 4 No'lu Şube Başkanı Ahmet Korkmaz ve Cafer Polat adlı öğretmen hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava 22 Mayıs günü başladı. Duruşmada Ahmet Korkmaz tahliye edildi. Korkmaz, "Medya TV'de katıldığı bir programda 'Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasını' istediği" gerekçesiyle 6 Mart günü tutuklanmıştı. Ankara Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle 6'sı tutuklu 25 öğrenci hakkında açılan dava 2 Mayıs günü Ankara DGM'de başladı. Duruşma 28 Mayıs gününe ertelendi. Aynı gerekçeyle Çukurova Üniversitesi öğrencisi 19 kişi hakkında açılan davaya da Adana DGM'de devam edildi. Duruşmada tutuklu sanıklar Đsmail Serdar Altunay ve Düzgün Doğan tahliye edildi. Duruşmada ifade veren öğrenciler gözaltında ifadelerinin zorla alındığını belirttiler. Duruşma 20 Haziran gününe ertelendi. Adana Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim için dilekçe verdikleri" gerekçesiyle 16 öğrenci hakkında açılan davaya da 21 Mayıs günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşmada Emek Ulaş Aslan, Rojin Aslan, Hasan Kılıç, Ceyda Çetin ve Serok Kasımoğlu adlı öğrenciler kefaletle tahliye edildi. Ümraniye, Bağcılar ve Küçükçekmece ilçe milli eğitim müdürlüklerine dilekçe verdikleri için haklarında "PKK'ye yardım ve yataklık" iddiasıyla dava açılan 92 kişinin yargılanmasına 6 Mayıs günü başlandı. Đstanbul DGM'de görülen duruşmaya, tutuklu Mehmet Salih Anlı, Alican Babahan, Mehmet Orhan, Abdullah Akıncı, Ali Dinçer ve Mehmet Meriç'in de aralarında bulunduğu 65 sanık katıldı. Sanıkların tahliye talebini reddeden DGM, duruşmayı 5 Ağustos gününe erteledi. "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle Erzurum Cezaevi'nde bulunan 28 mahkum hakkında açılan dava, 11 Mayıs günü Erzurum DGM'de sonuçlandı. DGM, sanıklar hakkında beraat kararı verdi. "Kürtçe eğitim için dilekçe verdikleri" gerekçesiyle Marmara Üniversitesi'nden 6 ay süreyle uzaklaştırılan 25 öğrenci, yürütmenin durdurulması ve kararın iptali istemiyle dava açtı. Đstanbul Đdare Mahkemesi'ne başvuran öğrenciler, "kararın adil yargılanma ilkelerine uymadığını" bildirdiler. Başvuruda, Yüksek Öğrenim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 9/d maddesi uyarınca verilen cezanın ağır olduğu ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği vurgulandı. "Dilekçe vermenin Anayasa'nın 74. maddesinde düzenlendiği ifade edilen dava dilekçesinde, 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Yasa'nın 7. maddesinde "Türk vatandaşlarının kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri konusunda yetkili makamlara yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine en geç iki ay içinde cevap verilir" denildiği kaydedildi ve "Gerek Anayasa gerekse 3071 sayılı yasa dilekçenin içeriği ile ilgili bir sınırlama getirmiş değildir" denildi. Dilekçe hakkının "devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozma" şeklinde yorumlanarak Anayasal bir hakkın kötüye kullanılmadığı vurgulanan başvuruda, öğrenciler tarafından verilen dilekçelerde "Kürtçe'nin her hangi bir şekilde 'anadil' olarak okutulması talebinde bulunulmadığı, talebin sadece Kürtçe'nin 'seçmeli ders' olarak okutulmasından ibaret olduğu kaydedildi. Çeşitli üniversitelerde dilekçe veren öğrenciler hakkında farklı uygulamaların gündeme geldiği anlatılan başvuruda "Hangi sebeple farklı uygulama yapıldığı da belirsizdir. Aynı şekilde dilekçe veren bir çok öğrenciye de neden disiplin soruşturması açılmadığı, bunun 162 ölçütünün ne olduğu anlaşılamamaktadır" denildi. Aynı fiile farklı cezalar uygulayan idarenin, ayrımcılık yasağını ihlal ettiği ve idari işlemin hukukun eşitlik ilkesine aykırılık taşıdığı ifade edilen başvuruda bir kişinin örgüt üyesi olup olmadığına idari makamların değil ceza mahkemelerinin karar verebileceği hatırlatıldı. Anayasa'nın 42. maddesinin değiştirilmesi talebiyle TBMM'ye dilekçe gönderen HADEP Đzmir Đl Örgütü ve Konak Đlçe Örgütü yöneticilerinden Đsmail Şahin, Şerafettin Yetim, Ramazan Özen, Mehmet Şerif Yıldız, Deham Akın ve Şürkrüye Tunç hakkında "PKK'ye yardım ettikleri" iddiasıyla dava açıldı. Đzmir DGM Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, sanıkların TCY'nin 169. maddesi uyarınca cezalandırılması istendi. Dava, 23 Temmuz günü başlayacak. Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim için dilekçe veren" 14 öğrenci hakkında açılan dava, 21 Mayıs günü Ankara DGM'de başladı. Duruşmada davanın tek tutuklu sanığı Selma Güzel tahliye edildi. Duruşma, 4 Temmuz gününe ertelendi. Davada, Selma Güzel, Nazım Duman, Eylem Tuna, Tuba Atakan, Mesut Çağlan, Gözlem Güleç, Kahraman Elaltunkara, Durmuş Doğuateş, Özen Meral Uç, Serkan Erdoğan, Melih Gülgösteren ve Derya Cangöz'ün "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla TCY'nin 169. maddesi uyarınca hapis cezasına mahkum edilmesi isteniyor. Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikten sonra haklarında "PKK'ye yardım ve yataklık ettikleri" gerekçesiyle tutuklanan 5 öğrenci 24 Mayys günü görülen duruşmada tahliye edildi. Đstanbul'daki üniversitelerin rektörlüklerine "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 20 öğrenci hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan davaya 30 Mayıs günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada tutuklu yargılanan Meryem Yılmaz, Hozan Saatçioğlu ve Düzgün Bilgin adlı öğrenciler tahliye edildi. Duruşma 9 Ağustos gününe ertelendi. Đlçe milli eğitim müdürlüklerine aynı amaçla dilekçe veren 13 öğrenci velisi hakkında açılan davada ise Nevzat Gülmez, Ali Göregen, Hasibe Mengirkan, Şaziye Sincar, Havne Sağman ve Ali Kılıç tahliye edildi. Duruşma 27 Ağustos gününe ertelendi. Đstanbul'da üniversitelere "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Ali Doğan, Ali Turgay, Şahin Tüccar, Mürsel Sargut, Nurettin Fırat, Ruken Buketışık, Haşim Güler ve Ferhat Azizoğlu 30 Mayıs günü gözaltına alındı. Hatay Mustafa Kemal Paşa Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikleri için haklarında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla dava açılan 19 öğrenci 23 Mayıs günü Adana DGM'de yapılan duruşmada beraat etti. Aynı günlerde Muş ve ilçelerinde de TBMM'ye mektup gönderen çok sayıda kişi gözaltına alındı. Bunlardan HADEP Varto Đlçe Başkanı Behçet Özen tutuklandı. Bolu Abant Đzzet Baysal Üniversitesi'nde "Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması" istemiyle dilekçe verdikleri için haklarında dava açılan Ali Demir, Burhan Yeşilbaş, Ersin Urman ve Ömer Afşin adlı öğrenciler 14 Mayıs günü Ankara DGM'de yapılan duruşmada beraat etti. 1.2. Kürtçe Ad Davaları Ardahan'da çocuklarına Kürtçe "Rojin", "Rojhat" ve "Berivan" adı vermek isteyen Koç ve Akcan aileleri hakkında soruşturma açıldı. Đlk soruşturma Bayramoğlu köyünde yaşayan Kocalak Koç'un yeni doğan oğluna Rojhat ismini vermek istemesi üzerine açıldı. Bir hafta kadar önce Ardahan Nüfus Müdürlüğü'ne giderek oğlu için Rojhat, kimliği olmayan kızına da Rojin adıyla nüfus cüzdanı çıkarmak isteyen Kocalak Koç'a isteğinin yerine getirilemeyeceği söylendi. Kürtçe adlarda 163 ısrar eden Koç, polis tarafından gözaltına alındı. Bir süre sonra Bağdeşen köyünden Tufan Akcan ise yeni doğan kızına "Berivan" adı vermek için Nüfus Müdürlüğü'ne başvurdu. Akcan'ın işlemleri yerine getirilerek nüfus cüzdanı çıkarıldı. Ancak Nüfus Müdürü Kadriye Aksu'nun Ardahan Cumhuriyet Savcılığı'na bilgi vermesi üzerine hem Akcan, hem de Koç hakkında soruşturma açıldı. Ardahan Asliye Ceza Mahkemesi de Koç ve Akcan'ın dosyalarını TMY ve TCY'nin 169. maddeleri uyarınca Erzurum DGM'ye gönderdi. Erzurum DGM Savcılığı, Tufan Akcan ve Kocalak Koç hakkında takipsizlik kararı verdi. Mardin'in Nusaybin ilçesinde ise kızına "Rojin" adını verdiği için HADEP Đlçe Başkanı Hasan Bozkurt hakkında Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Malatya'da da kızına Jiyan adını veren Kadir Bilgiç, nüfus cüzdanı çıkarmak isterken gözaltına alındı. Kadir Bilgiç, "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla tutuksuz yargılanacak. Prof. Dr. Olcay Önartoy (Dilbilimci): Türkçe adlar koymak iyidir, ancak kullanılan adları yasaklamanın da bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Hülya Avşar'ın kardeşinin adı Helin. Türkçe değil. Bu adlar kullanılıyorsa, yasaklamanın anlamı yok. Artık bu isimler dilimize yerleşti. Böyle düşünürsek, Mehmet, Ahmet, Hüseyin, Đsmail, Osman, Makbule gibi adlar da Arapça. Bunlar kullanılıyorsa, diğerleri niye yasaklanıyor? Oya Baydar (Sosyolog): Sözkonusu adları, çok yakın tanıdıklarımız da taşıyor. Konu doğrudan Kürtçe meselesiyle ilgili. Yoksa dilimize farklı dillerden geçmiş pek çok ad var. Çağımıza uymayan, bizi ırkçı olarak küçük düşüren bir uygulama. 1980'lerde Bulgaristan'da azınlık olan Türkler'in adlarının değiştirilmesi konusunda hop oturup hop kalkıldı. Çirkin bir davranış. Türk adı taşıdığım için utanmaya başladım. Ergin Cinmen (Avukat): Türkçe ad konusunda hüküm var. Kültürlerin bu kadar birbirine girdiği bir ortamda bir yargıcın isimleri araştırması kadar anormal bir şey olamaz. Beylerbeyi'nde, yanımda Berivan Kepapçısı var. TV'de aynı adlı bir dizi gösteriliyor. Bu biraz da uygulayıcıların hatası. "Ne olur ne olmaz, dava açmadım diye başıma bir şey gelirse" diye düşünen savcının tavrının sonucu. Bu, yargının memurlaştırıldığının en tipik örneklerinden biri. Nusret Demiral (DGM eski Savcısı): Yasak isimler vardır. Bunların içinde Berivan bu konuda dava açılabilir. "Devletin, ülkenin, milletin bölünmez bütünlüğü içinde ters bir eylem yaratıyor mu" diye bir araştırmadır bu. Araştırmakta fayda vardır. Araştırma sonucu, adın yasak olduğu görülürse dava açılır ve ceza verilir. "Suç mudur, değil midir", şu an buna bakılıyor. Yasaksa neden yasak isimdir, bunlar anlaşılacak. Kökeninde devletin bütünlüğüne karşı eylem sergilemiş bir ortam içinde mi, değil mi, bakılması normal. Her şeyde böyle bir inceleme yapılır. Sonuca göre ilgili Cumhuriyet Savcılığı konuya bakacaktır. Yasak varsa insanlar buna uymak zorunda. Uymuyorsa gerekli ceza verilir. Vedat Çınaroğlu (MHP Samsun Milletvekili): Bu tür durumlarda amaç önemlidir. Bu isim ne amaçla veriliyor? Bu işin arkasında bir takım başka düşünceler, planlar varsa, tedbir alınmasında mahsur yoktur. Türkiye önemli bir süreçten geçiyor. Bu konuda bir takım tedbirler alınması gerekir. Sadece isim olayını düşününce, önemsiz diyebilirsiniz, ama olayın öbür yanını da incelemek gerekir. Bu Türkiye'nin önemli bir meselesidir. Ulusal Program'da da, bireyin kültürel hakları adı altında bu ve benzeri konular gündeme gelmiştir. Bunlar orta vadede çözülecek konulardır. Mahkemelerin verdiği kararlara saygı duyarız. Mahkemeler de bir görüş birliği içinde değil. Kimi suç unsuru bulmuyor, kimi buluyor. 164 Diyarbakır'da çocuklarına Kürtçe ad veren yedi aileye, adların değiştirilmesi için açılan dava 21 Mayıs günü Dicle Asliye Hukuk Mahkemesi'nde sonuçlandı. Duruşmada Türk Dil Kurumu tarafından mahkemeye gönderilen yazı okundu. Yazıda, "Baver", "Serhat" ve "Baran" adlarının Farsça, Zilan, Berivan, Velat, Rojda, Kendal, Zınar, Rojhat, Agit, Zelal, ve Zozan isimlerinin Türkçe olmadığı kaydedilen yazıda, adların Türk ad verme adetlerine uymadığı ifade edildi. Mahkeme davanın usul yönünden reddine karar verdi. Davada, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinin "Çocuğun adını anne babası koyar, ancak milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz' hükmü uyarınca Dicle ilçesinin Meydan, Uğrak, Üzümlü, Bozoba ve Çavlı köylerinden yedi ailenin çocuklarına verdikleri Berivan, Zilan, Rojda, Baver, Velat, Serhat, Kendal, Zinar, Hebun, Baran, Rojhat, Agit, Zelal ve Zozan adlarını değiştirilmesi isteniyordu. 23 Mayıs günü Đzmir'de çocuklarına Kürtçe ad verdikleri gerekçesiyle 11 kişi gözaltına alındı: Hamdiye Sincar, Hamdullah Sincar, Uğur Çelik, Halis Kaplan, Mehmet Kaplan, Sait Ataç, Siraç Aksoy, Lokman Barış, Hasne Yıldız, Abdullah Kol ve Erkan Dal. Gözaltına alınanlar 24 Mayıs günü serbest bırakıldı. Söz konusu kişiler hakkında daha sonra Đzmir DGM Savcılığı tarafından "yasadışı örgüt propagandası yaptıkları" iddiasıyla dava açıldı. 1.3. Olağanüstü Hal Bölgesi Avrupa Birliği'nin Mayıs ayı başında PKK'yi "terörist örgütler" listesine almasının ardından OHAL'in kaldırılması gündeme geldi. 30 Mayıs günü yapılan MGK toplantısında Tunceli ve Hakkari'de OHAL'in 30 Temmuz 2002 tarihinde sona erdirilerek bu illerin mücavir il statüsüne geçirilmeleri, Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise son defa olmak üzere 4 ay daha uzatılmasına ilişkin karar alındı. Al Terör Örgütlerini, Kaldır OHAL'i/Yalçın Doğan (Cumhuriyet-04 Mayıs 2002) Bir ülke, bir olay!.. Đspanya ve 11 Eylül!.. Yıllardır seyirci kaldığı terör örgütlerini, PKK'yi ve DHKP-C'yi AB bu kez Bakanlar Konseyi kararı ile yasaklıyor. Karardaki ifade çok net: "Türkiye'nin bütünlüğünü ve demokratik rejimini yıkmaya yönelik her eylem, AB için de terör eylemidir." Bu karar için, Türkiye yıllardır uğraşıyor. Ancak, her sefer sağırlar diyaloğuna çarpıyor. Taa ki 11 Eylül'e kadar!.. New York'taki terör eylemiyle birlikte, AB terörün dini, imanı, ülkesi, ilkesi olmadığını kavrıyor. AB içinde terörü en yoğun yaşayan ülke ise Đspanya. AB dönem başkanı olarak Đspanya, Türkiye'ye terör örgütlerinin yasaklanması konusunda söz veriyor. Sözünü, önceki gün yerine getiriyor. Yaptırımlar, hemen gelecek hafta Karara göre, büyük olasılıkla hemen önümüzdeki haftadan itibaren: - PKK ile DHKP-C'nin bankalardaki hesaplarına el konuyor. Ayrıca, para toplamaları yasaklanıyor. - Şube açmalarına, üye kaydetmelerine, bayrak asmalarına izin verilmiyor. - Bildiri yayımlamaları, ilan vermeleri ve gösteri yapmaları yasaklanıyor. Bugüne kadar, Ankara konuyu açtığında, her AB ülkesi hukuki güçlükten söz ediyor. Anılan terör örgütlerinin, kendi ülkelerinde suç işlemediği tezinden yola çıkan AB ülkeleri, işi yokuşa sürüyor. 11 Eylül ve Đspanya işin rengini değiştiriyor. Đsim değişikliği fark etmiyor Yasaklanma telaşına düşen PKK, isim değiştiriyor. Bu önlemlerden sıyrılmayı tasarlıyor. AB kararında yasaklanan iki örgüt var. Đsim değiştiren PKK'nin yeni adı KADEK'in adı listede yok. Önceki gün alınan kararın hemen ardından, Almanya, Đngiltere ve Fransa Ankara'ya mesaj gönderiyor: Đsim değişikliği fark etmez, bu yasaklar KADEK'i de kapsıyor!.. 165 Ankara rahatlıyor. Bu arada Ankara, yasaklanan iki terör örgütüyle ilgili tüm bilgileri AB ülkelerine iletiyor. Şimdi bizden bir jest Terör örgütlerini yasakladığını Ankara'ya yazılı olarak ileten AB, aynı anda Ankara'dan yazılı olmayan bir talepte bulunuyor: "OHAL'i kaldırın!.." Güneydoğu'da bazı illerde yirmi yıldan beri süren OHAL, altı ayda bir uzatılıyor. Son uzatmanın süresi 30 Haziran'da sona eriyor. Dolayısıyla, bu ay sonundaki MGK'de OHAL yeniden ele alınıyor. Ankara OHAL kalkarsa, ne olur, kalkabilir mi sorusuna yanıt aramak üzere, OHAL Valiliği'ne, emniyete ve MĐT'e talimat veriyor. MGK Genel Sekreterliği de benzer bir çalışma yapıyor. AB'de bir ilerleme sağlamak açısından, OHAL'in kaldırılması gerek. AB'ye, terör örgütlerinin yasaklanması açısından da, bir jest. Kaldı ki demokratik bir yönetimde OHAL'e yer yok. AB'nin Haziran'da Sevilla Zirvesi ve Aralık'ta da Kopenhag Zirvesi için, Türkiye elini güçlendirmek istiyorsa, OHAL'in kaldırılması, iyi bir fırsat. 1.4. Olağanüstü Hal Bölgesi'nde Kısıtlamalar ĐHD Diyarbakır Şubesi yöneticileri hakkında Newroz'un şube karar defterinde ve Newroz Bayramı nedeniyle düzenlenen resepsiyonda "w" harfiyle yazılması nedeniyle açılan dava 1 Mayıs günü Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başladı. Đddianamenin okunması ardından söz alan ĐHD Şube Başkanı Osman Baydemir, "w" harfi nedeniyle açılan davanın Kürtçe eğitim talebinden kaynaklandığı belirterek davanın hukuki bir dayanağının olmadığını söyledi. Newroz sözcüğünün yıllardan beri Ortadoğu halkları tarafından kullanıldığına dikkat çeken Baydemir, Newroz'un özel bir isim olduğunu anlattı. Avukat Muharrem Erbey ise olayların iyi anlaşılması için dilin iyi kullanılması gerektiğine dikkat çekerek, Newroz sözcüğünün 400 yıl önce Arap kitaplarında kullanıldığını söyledi. "w" harfinin 1995 yılına kadar Türkiye herkes tarafından kullanıldığını ancak, bu tarihten sonra değiştirilmeye çalışıldığını kaydeden Erbey, Newroz sözcüğünün Kürt destanlarında kullanıldığını belirtti. Duruşma, 6 Haziran gününe ertelendi. Davada, Şube Başkanı Osman Baydemir, şube yöneticileri Fikret Saraçoğlu, Selahattin Demirtaş, Abdulkadir Aydın, Reyhan Yalçındağ, Meral Danış Beştaş ve Piruzhan Doğrul'un Dernekler Yasası'nın 77/1. 1 maddesi uyarınca hapis cezasına mahkum edilmesi isteniyor. Hasankeyf'in Ilısu Barajı sularının altında kalmaması için Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği tarafından üçüncüsü gerçekleştirilen etkinliğe polis müdahale ederek Kürtçe şarkı söylenmesini engelledi. 5 Mayıs günü Diyarbakır'dan gelip Hasankeyf'te çadır kuran öğrencilere, geziye sanatçıların katılmaması ve basın açıklaması yapılmaması şartıyla izin verildi. Ancak, tiyatro oyunu ve skeçlerle başlayan gezi programına müdahale eden polisler, Kürtçe sözlü "Êdî bese lê dayê" oyununun sahnelenmesine izin vermedi. Grup Dicle müzik grubunun Kürtçe şarkı söylemesi de engellendi. Bunun üzerine Kürtçe şarkılar enstrümantal olarak çalındı. Diyarbakır Sur Belediyesi'nin ikincisini düzenlediği "Çocuk Şenliği" çerçevesinde 11 Mayıs günü için planlanan "Çocuk Sevgi Yürüyüşü" güvenlik gerekçesiyle yasaklandı. Giresun'da 4 kişinin kaçırılmasının ardından başlatılan operasyonlar nedeniyle bölgeye sivillerin girmesi yasaklandı. Tunceli Valiliği tarafından yapılan açıklamada, Çemişkezek'ten başlayarak Erzincan'ın Kemaliye ve Tunceli'nin Ovacık ilçesine kadar uzanan alana, Olağanüstü Hal Bölge Yasası'nın 9 ve 11. maddeleri uyarınca sivillerin girmesinin yasaklandığı açıklandı. 166 Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından 25 Mayıs-2 Haziran günleri arasında gerçekleştirilen "Diyarbakır 2. Kültür ve Sanat Festivali" etkinlikleri OHAL Valiliğinin kısıtlamalarına sahne oldu. Diyarbakır Valiliği tarafından Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na gönderilen yazıda, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın 7. maddesinin "Açık yerlerdeki toplantılar güneşin batışından 1 saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 23.00'e kadar sürebilir" hükmü uyarınca, açık alanda düzenlenmek istenen konserlere katılacak topluluğun en geç saat 20.00'ye kadar dağıtılması istendi. Yazıda, etkinlikler çerçevesinde konserlere, tiyatrolara, panellere ve diğer etkinliklere katılan yabancı uyruklu kişilerin de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın 3. maddesi uyarınca, topluluğa hitap etmek için Đçişleri Bakanlığı'ndan izin alması gerektiği belirtildi. Yazıda, "bölücü içerikli sloganların atılması, pankart açılması ve dövizlerin taşınması, şarkılar söylenmesi ve yetkililerin gerekli ikazlarda bulunmaması durumunda" topluluğa müdahale edileceği de bildirildi. Festivalde Yeni Yaşam Tiyatrosu tarafından sahnelenmek istenen "Şermola" adlı Kürtçe oyun da OHAL Yasası'nın 11. maddesi gerekçe gösterilerek yasaklandı. Diyarbakır Valiliği, festival etkinlikleri çerçevesinde sahnelenecek olan "TA", "Gurzek Ne Ledan", "De Afdekening", "Ada" ve "Zengin Mutfağı" isimli oyunların metinlerinin kendilerine gönderilmesini istedi. Diyarbakır Valiliği, Ahmek Kaya Bulvarı ve Ahmet Arif Parkı'nın açılmasına da izin vermedi. Valilik bu yerlere verilmek istenen isimleri hiçbir gerekçe göstermeden yasakladı. EMEP tarafından çıkartılan "Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik Đçin OHAL Kaldırılsın" yazılı afişler Mersin 4. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yasaklandı. Bu kararın ardından 23 Mayıs günü EMEP Adana Đl Örgütü binasına giden polisler afişlere el koydu. 1.5. Andrea Wolf Van'ın Çatak ilçesi Keleş köyü kırsal alanında 23 Ekim 1998 tarihinde düzenlenen operasyonda Alman vatandaşı PKK militanı Andrea Wolf'un öldürülmesi nedeniyle 2 açılan soruşturma 4 Mayıs günü takipsizlik kararıyla sonuçlandı. Wolf ailesinin avukatı Eren Keskin'in başvurusu üzerine Çatak Cumhuriyet Savcısı Raif Bıkmaz, soruşturma başlatmış ve olayda yakalanan PKK'lilerin DGM'de verdikleri ifadeleri incelemeye almıştı. Savcı Bıkmaz'ın başka bir yere tayininin çıkması üzerine yerine bakan Savcı Bekir Toprak ise operasyona katılan görevlilerin ifadelerinin ve olay tespit tutanağının incelenmesi sonucunda "operasyonda herhangi bir PKK üyesinin sağ veya ölü ele geçirilmediği" gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi. Avukat Eren Keskin, takipsizlik kararının iptali için ağır ceza mahkemesine başvurdu. Keskin, olaydan sonra Almanya'da sivil kişiler ve hukukçulardan oluşan soruşturma komisyonu tarafından dinlenen tanıkların, olayda yakalanan ve ölen kişilerin adlarını açıkladığını bildirdi. Đçişleri Bakanlığı'na yazdığı yazıya gelen yanıttaki tanık adlarının komisyonun dinlediği tanıkların adlarıyla örtüştüğünü belirten Keskin, "Savcılığa Wolf'un gömülü olduğu yerle ilgili bilgi verdik. Bizdeki tanık beyanları doğrultusunda mezarlığın açılması konusunda talebimiz oldu. Ancak savcı talebimizi dikkate almadan takipsizlik kararı verdi. Mezarın yerini bilmemize rağmen mezarı açtırmadan bitirdiler" dedi. Wolf'la ilgili hiçbir resmi kaydın olmadığının adli yazışmalarla ortaya çıktığını anlatan Keskin, "Olay son derece önemli ve araştırılması gereken bir iddia sözkonusudur. Bu olayda Türkiye'de sonuç almak isteriz. Ağır Ceza Mahkemesi de takipsizlik kararını kaldırmazsa dosyayı AĐHM'e götüreceğiz. Olay daha da büyüyecek o zaman. Olayın daha da büyümesi istenmiyorsa biran önce aydınlatılması gerekir" dedi. 167 1 TCY 64/1: Bir kaç kişi bir cürüm veya kabahatin icrasına iştirak ettikleri takdirde fiili irtikap edenlerden veya doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlardan her biri o fiile mahsus ceza ile cezalandırılır 2908 Sayılı Yasa: Dernekler Yasası Madde77/1: Bu Kanunun 6. maddesinin birinci fıkrasının (1), (2), (3) ve (4) numaralı bentlerine aykırı hareket eden dernek yöneticileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur ve derneğin kapatılmasına da karar verilir. Madde 6: Derneklerin; 1. Bir siyasi partinin veya kapatılmış siyasi partilerin veya sendikanın veya konfederasyonun veya bu Kanunun 76 ncı maddesi gereğince mahkemece kapatılmasına karar verilen bir dernek veya üst kuruluşun adını, amblemlerini, rumuzlarını, rozetlerini ve benzeri işaretleri ile daha önce kurulmuş Türk Devletlerine ait topluma malolmuş bayrak, amblem ve flamaları, 2. (Mülga: 12/4/1991 - 3713/23 md.) 3. Tüzük ve diğer dernek mevzuatının yazımında ve yayınlanmasında, genel kurullarında, özel veya resmi, açık veya kapalı yer toplantılarında kanunla yasaklanmış dilleri, 4. Dernekçe düzenlenen veya dernek adına iştirak edilen açık veya kapalı yer toplantılarında kanunla yasaklanmış dillerle yazılmış pankart, levha, plak, ses ve görüntü bandı, broşür, el ilanı, beyanname ve benzerlerini, 5. Mühür ve başlıklı kağıtlarda dernek isminden ve varsa işaretinden başka isim ve işaretleri kullanmaları yasaktır. Dernek üyelerinin, derneklerin her türlü toplantı ve faaliyetleri sırasında, ikinci bent ile yasaklanan işaret, sembol ve bunları hatırlatan benzerlerini kullanmaları yasaktır. 2 Almanya'daki sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu komisyonun yaptığı araştırmalarda Wolf'un yakalandıktan sonra ağır işkencelerle öldürüldüğünün tespit edilmesi üzerine Frankfurt Eyalet Mahkemesi savcıları soruşturma başlatmıştı. Olaydan sağ kurtulan PKK'lilerin hem Almanya'daki sivil toplum örgütlerine, hem de Frankfurt'ta soruşturmayı yürüten savcılara verdikleri yazılı ifadelerde, Wolf'un sağ yakalandıktan sonra askerler tarafından çırıl çıplak soyulduğunu, göğüslerinin kesildiğini, cinsel organına ve kafasına kurşun sıkıldığını anlatmışlardı. Anne Liselotte Wolf ise kızının cesedini almak için Türkiye'de girişimlerde bulunmuştu. TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI TĐHV 1990 1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları Yasal Düzenlemeler TBMM Genel Kurulu'nun 3 Ağustos günü yaptığı toplantıda kabul edilen 3. Uyum Paketi ile birlikte Kürtçe eğitim ve yayın hakkı yasal güvenceye kavuşturulmuş oldu. Resmi gazetede 8 Ağutos günü "4771 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Đlişkin Kanun' adıyla yayınlanan yasanın 8. maddesiyle RTÜK Yasası'nda değişiklik yapılarak Türkiye vatandaşlarının "gündelik yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları" farklı dil ve lehçelerde de yayın 168 yapılmasına olanak sağlandı. Yasanın 11. maddesiyle de "Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Yasa" değiştirilerek, Kürtçe öğrenimin yolu açıldı. "Bu dil ve lehçelerin öğrenilmesi için" Özel Öğretim Kurumları Yasası hükümlerine tabi olmak üzere özel kurslar açılabilecek. Bu yayınlar ve kurslar, "Cumhuriyetin anayasada belirtilen temel niteliklerine, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne" aykırı olamayacak. Kamuyounda 3. Uyum Paketi olarak bilinen yasa tasarısı Đçişleri, Sağlık, Milli Eğitim ve Anayasa komisyonlarında incelendikten sonra 30 Temmuz günü TBMM'nin gündemine alındı. 31 Temmuz günü TBMM Adalet Komisyonu'nda tamamlanan görüşmelerde tasarının Kürtçe'nin özel kurslarda öğrenilmesine olanak tanıyan bölümü, MHP'li milletvekillerinin ret oylarına karşın kabul edildi. Kursların "eğitim dili ile resmi dilin Türkçe olmasına aykırı olmamak koşuluyla" ve kursların açılış ile denetimine ilişkin esasların Milli Eğitim Bakanlığı yerine Bakanlar Kurulu'nca belirlenmesi yönündeki değişiklik önergesinin, DSP, ANAP, YTP ve AKP milletvekillerinin desteğiyle kabul edilmesi komisyonda tartışmalara neden oldu. Tasarının ölüm cezasına ilişkin birinci maddesi de Anayasa Komisyonu'nda yapılan görüşmeler sırasında benzer şekilde tartışmalara yol açtı. Ancak bu madde de MHP, AKP ve SP milletvekillerinin ret oylarına karşın kabul etti. 3. Uyum paketinin TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesine 1 Ağustos günü başlandı. Tasarının tümü üzerindeki görüşmelerin ardından maddelere geçilmesi 112'ye karşı 323 oyla kabul edildi. 23 Ağustos günlerinde TBMM Genel Kurulu'nda yapılan görüşmeler sırasında yoğun tartışmalar yaşandı. 2 Ağustos gün yapılan görüşmeler sırasında MHP'liler pakette en çok tepki gösterdikleri idam, anadilde yayın, öğrenim ve cemaat vakıflarına ilişkin maddelerin metinden çıkarılması için önerge verdiler. Paketin idamdan sonra en çok tartışılan maddeleri anadilde yayın ve öğretimle ilgili maddeler oldu. Anadilde yayınla ilgili madde üzerinde söz alan ANAP'lı Nesrin Nas, "AB içinde yer alıp da bölünen hiçbir ülke olmamıştır" dedi. SP'li Mehmet Bekaroğlu, "Bir insana, 'Neden ağzın burnun var' diye sorulamayacağı gibi 'Niçin anadilde yayın yapmak istiyorsunuz' diye de sorulamaz" dedi. MHP'li Kürşat Eser, "Türk milliyetçileri olarak AB konusunda elli kere düşünmek zorundayız" derken DYP'li Ahmet Đyimaya, "Bu o kadar büyük tehlikeyse hükümetten çekilirsiniz, müzakereler derhal kesilir. Samimi değilsiniz, seçim meydanları için malzeme üretiyorsunuz. Eğer bu işten yeni bayrak, yeni millet çıkacaksa hükümetten çekilir, bu görüşmeleri engellerdiniz" diyerek MHP'lileri eleştirdi. YTP'li Evliya Parlak da "Benim anadilim Kürtçe. Yasakken kasetleri yalvararak alıyordum, sonra yasak kalkınca o arayış kalmadı. Bundan bölücülük doğmaz, bütünleşme doğar" dedi. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk de bu maddenin iletişim özgürlüğünü çağdaş bir anlayışla genişleten bir açılım sağladığını söyledi. Görüşmeler sonunda yapılan açık oylamada, Kürçe yayına olanak veren madde 114 ret oyuna karşılık 267 oyla kabul edildi. MHP'liler Kürtçe kursların açılmasına olanak veren maddeye de itiraz ettiler. MHP Grup Başkanvekili Koray Aydın öneriyi "yapay azınlıklar yaratma gayreti" olarak nitelendirdi. MHP'lilerin istemi üzerine yapılan açık oylama sonucu söz konusu madde 113'e karşılık 235 oyla kabul edildi. 350 milletvekilinin katıldığı oylamada 2 üye çekimser kaldı. 4771 Sayılı Yasa'yla Kürtçe kurs düzenlenebilmesinin yolunu açmasına rağmen, "Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun"un diğer hükümleri uyarınca Kürtçe kurs açılabilmesi için üç aşamalı bir rotanın izlenmesi gerekiyor. Buna göre, hangi dil ve lehçelerde kurs açılacağı konusunda, önce MGK, 'olumlu görüş' verecek. Ardından Bakanlar Kurulu, MGK'nın 'olumlu görüş' bildireceği dil ve lehçelerde kurs açılabilmesi kararı alacak. Đzin verilen dilde kurs açılabileceğine dair yönetmelik, Milli Eğitim 169 Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'nca hazırlanacak. Yönetmeliğin yürütülmesinde, Bakanlar Kurulu sorumlu olacak. 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası'na göre, bu kurslarda, neyin öğretilip öğretilmeyeceğini belirleyen kurs programını Talim ve Terbiye Kurulu yapacak. Programın sınır ve içeriğiyle birlikte, kurs süresi, ders saatleri, kurs bitiminde ne tür belge verileceği gibi konuları da Talim Terbiye Kurulu belirleyecek. Kürtçe dil kursu düzenlemek için ilk resmi başvuru 6 Ağustos günü English Fast'ın sahibi Nazif Ülgen tarafından yapıldı. Đstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuran Ülgen "Başvurumuzda müfredat, eğitim saatleri, kursta kullanılacak lehçe ve kursu verecek öğretmen ile ilgili bilgiler yer alıyor" dedi. Ülgen, ilk etapta 3 bin kişiye eğitim verecek durumda olduklarını belirterek, "Đlk anda yoğun başvuru olacağını düşünüyorum" diye konuştu. Başvurusunu özel öğretimden sorumlu şube müdürü Nevin Çubukçuoğlu'na veren Ülgen'i sivil emniyet mensupları da izledi. Emniyet görevlileri, Kursta ğretmenlik yapacak olan Remzi Çakın'ın basın mensuplarına verdiği transkript belgesinin bir kopyasını da aldılar. RTÜK Kürtçe yayının yasal güvenceye kavuşturulmasının ardından çalışmalara başladı. RTÜK Başkanı Fatih Karaca yaptığı açıklamada, anadilde yayınların nasıl düzenleneceği konusunda ilgili kuruluşlara konu hakkında görüş sorulacağını söyledi. Uluslararası Đlişkiler Dairesi ve Hukuk Müşavirliği'nin çalışmaya başladığını bildiren Karaca, konu ile ilgili hazırlanacak yönetmeliğin 'ülkenin bölünmez bütünlüğünü bozmayacak şekilde olacağını' söyledi. Karaca, AB'ye üye ülkelerin anadilde ve lehçelerde yayın ile ilgili mevzuatının inceleneceğini ve yönetmelik hazırlanırken gözönünde tutulacağını söylerken, konu ile ilgili üniversiteler, ilgili kuruluşlar Eğitim Bakanlığı'ndan görüş alınacağını kaydetti. Karaca, yönetmelik hazırlanırken farklı lehçelerde yayının hangi saatlerde ve kaç saat yapılacağının özellikle gözönünde tutulacağını söyledi. Fatih Karaca, RTÜK'ün Kürtçe, Lazca, Çerkezce bilen personel sıkıntısı olabileceğini belirtirken, bunun için devletin belli kurumlarından yardım alınabileceğini bildirdi. Danıştay 10. Dairesi, Diyarbakır'da yayın yapan Can TV'ye verilen uyarı cezasını Temmuz ayı başlarında oybirliği ile bozdu. Bir programda Kürtçe konuşulduğu için verilen cezanın iptali için 10. Đdare Mahkemesi'ne yapılan başvuru reddedilmişti. Danıştay 10. Dairesi iptal gerekçesinde "Yayıncı tarafından Türkçe sunulan haber programı içerisinde; program içeriğinin gerektirdiği hallerde, olay yerinden Türkçe dışındaki bir dille yapılan kısa süreli konuşmaların aktarılmasının ve Türkçe çevirisi yapılan kısa süreli röportajlara yer verilmesi 3984 sayılı RTÜK Kanunu'nun 4. maddesinin (t) bendine aykırılık teşkil etmez" denildi. Kütçe yayın ve eğitimin yoğun olarak tartışıldığı bu donemde, Kürtçe üzerindeki baskılar da devam etti. "Yolcu minibüsünde Kürtçe müzik dinlettiği" gerekçesiyle Diyarbakır DGM'de yargılanan Abdullah Yağan, TCY'nin "yasadışı örgüte yardım" suçuna ilişkin 169. maddesi uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi. Bingöl'ün Karlıova ilçesinde minibüs şoförlüğü yapan Yağan, bir subayın şikayeti üzerine 2001 yılı Ağustos ayında gözaltına alınmıştı. Mehmet Nakaş adlı kişi "Kürtçe kaset sattığı" gerekçesiyle 23 Temmuz günü Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde gözaltına alındı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Diyarbakır 2. Kültür ve Sanat Festivali çerçevesinde 2 Haziran günü bir konser veren Koma Asmin müzik grubu üyeleri hakkında dava açıldı. "Kürtçe 'Hernepeş' şarkısını söyledikleri" için sahnede gözaltına alınan 11 sanatçı, dava nedeniyle 15 Ağustos günü Đstanbul DGM'de ifade verdi. "Yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan dava önümüzdeki günlerde Diyarbakır DGM'de görülecek. Davada, Besime Yağı, Kadriye 170 Şenses, Gülbahar Kavcu, Serap Sönmez, Nurcan Değirmenci, Yeşim Coşkun, Arife Düztaş, Zelal Gökçe, Kader Baştaş, Ruken Gökçe ve Selda Sezgin yargılanıyor. Elazığ'ın Karakoçan ilçesinde Grup Eylül Yağmurları'nın verdiği konsere polis müdahale etti. Polislerin, grubu, Kürtçe türkü söylemeye başlayınca sahneden indirdikleri bildirildi. Kürtçe eğitime izin veren yasanın kabul edilmesi nedeniyle 13 Ağustos günü Nusaybin'de halka çiçek dağıtan Abdullah Aktürk ve Aydın Kök adlı HADEP üyeleri gözaltına alındı. Aktürk ve Kök, bir süre sonra serbest bırakıldı. Kürtçe Eğitim Davaları Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim için dilekçe veren" 12 öğrencinin yargılanmasına 24 Temmuz günü Ankara DGM'de devam edildi. Duruşmada esas hakkındaki görüşünü açıklayan DGM Savcısı, "suçun kanıtları oluşmadığı" için beraat kararı verilmesini istedi. Duruşma 5 Eylül gününe ertelendi. Đddianamede öğrencilerin "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla cezalandırılması isteniyordu. Ümraniye Kaymakamlığı'na ve Avcılar Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 22 öğrenci velisi hakkında açılan davaya da aynı gün Đstanbul DGM'de devam edildi. ĐHD Van Şubesi yöneticileri hakkında, Şubat ayında düzenlenen şube kongresinde asılan "Anadilde Eğitim Hakkı Temel Đnsanlık Hakkıdır" pankartı nedeniyle açılan dava, 5 Ağustos günü sonuçlandı. Van DGM'de yapılan duruşmada Şube Başkanı Abdülvahap Ertan'ın da aralarında bulunduğu 6 sanık hakkında "suç unsuru oluşmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verildi. Đstanbul'da Kürtçe'nin okullarda seçmeli ders olarak okutulması" talebiyle Ümraniye, Bağcılar ve Küçükçekmece ilçe milli eğitim müdürlüklerine dilekçe veren 6'sı tutuklu 92 kişi hakkında açılan davaya 5 Ağustos günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmaya tutuklu sanıklar Alican Baba, Ali Dinçer, Mehmet Oran, Mehmet Merik, Abdullah Akıncı, Mehmet Salih Angın ile 16 tutuksuz sanık katıldı. Tutuksuz yargılanan 70 sanık ise gelmedi. Sanıklar bireysel olarak dilekçe verdiklerini, herhangi bir örgüte ya da partiye üye olmadıklarını belirttiler. Tercüman aracılığıyla Kürtçe savunma yapan sanıklar, "Çocuklarımız Kürtçe bilmediği için onlarla iletişim kuramıyoruz. Bu nedenle anadilde eğitim yapılması istemiyle dilekçe verdik" dediler. Sanık avukatlarından Hasip Kaplan, "Đlginç bir davanın yargılaması ile karşı karşıyayız. Buradaki sanıklar, Türkçe bilmedikleri için tercüman aracılığıyla yargılanıyorlar. Kürtçe istedikleri için haklarında dava açılıyor" dedi. TBMM'deki son düzenlemelerle, anadilde eğitim ve yayın hakkı verildiğini, kısa bir süre içerisinde resmi ve özel alanda Kürtçe eğitim ve yayının söz konusu olabileceğini belirten Kaplan, iddianameye dayanak olan maddelerin değiştiğini, bu nedenle davanın toptan düşmesi gerektiğini savundu. Tutuklu 6 sanığın da tahliyesini kararlaştıran mahkeme, eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı erteledi. Muş'un Malazgirt ilçesinde kaymakamlığa "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle 7 kişi hakkında açılan davaya 9 Ağustos günü Van DGM'de devam edildi. Duruşmada, HADEP Malazgirt Đlçe Başkanı Turgay Turan'ın da aralarında bulunduğu 7 sanık tahliye edildi. Duruşma 10 Ekim gününe ertelendi. "Kürtçe'nin okullarda seçmeli ders olarak okutulması" istemiyle Đstanbul'da üniversite rektörlüklerine dilekçe verdikleri için haklarında "PKK'ye yardım ve yataklık"tan dava açılan 28 öğrencinin yargılanmasına 9 Ağustos günü devam edildi. Đstanbul DGM'de görülen duruşmaya tutuksuz olarak yargılanan Servin Aydın, Gülvin Aydın, Zafer Tapancı, Helin Özer, Abdurrahman Şahin ile avukatları katıldı. "Okullarında Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması dilekçe 171 imzaladıklarını ve Anayasa'nın kendilerine tanıdığı dilekçe verme hakkını kullanarak bu dilekçeleri üniversite rektörlüklerine verdiklerini"belirten öğrenciler kendilerine yöneltilen suçlamayı kabul etmediler. Öğrencilerden Abdurrahman Şahin ve Helin Özer ise dilekçe vermediklerini belirterek, suçlamaları reddetti. Duruşma savcının esas hakkında görüşünü açıklaması için ertelendi. Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" dilekçesi verdikleri için 31 Mayıs günü tutuklanan Ali Doğan, Ruken Buket Işık, Serhat Azizoğlu, Ali Turgay, Mürsel Sargut, Nurettin Fırat, Haşim Gülen ve Şahin Tüccar adlı öğrenciler hakkında "yasadışı örgüte yardım ve yataklık ettikleri" iddiasıyla açılan dava 14 Ağustos günü başladı. Duruşmanın başında DGM Başkanı Ahmet Duymaz, tutuklu sanıkları getiren jandarmalara "salona silahla giremeyecekleri"ni söyledi. Jandarmaların komutanı astsubay ise "sanık sayısının en az yarısı kadar silahlı askerin duruşmaya alınmaması halinde sanıkları geri götürme emri aldıklarını" belirterek DGM Başkanı'nın talimatına uymayacağını açıkladı. Bunun ardından DGM Başkanı, jandarmaların komutanı ile telefonla görüştü. Görüşmeden sonuç alınamaması üzerine Bayrampaşa Cezaevi'nde tutuklu bulunan erkek sanıklar Şahin Tücer, Ali Doğan, Nurettin Fırat, Serhat Azizoğlu, Mürsel Sargut, Ali Turgay ve Haşim Gülen duruşmaya sokulmadan cezaevine götürüldü. Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde bulunan sanık Ruken Buket Işık ise silahsız jandarmaların eşliğinde duruşmaya katıldı. Işık'ın tahliye talebi reddedildi. Öğrencilerin avukatları Fatma Karataş, Eren Keskin, Đlhami Sayan ve Serdar Çelik "jandarmaların salona silahla girmesi" emrini veren Bayrampaşa Tabur Komutanı M.D. ve sanıkları duruşmaya sokmadan cezaevine götüren Astsubay Y.A.'nın yasaları çiğnedikleri"ni belirterek sözkonusu kişiler hakkında 21 Ağustos günü Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. "Kürtçe eğitim" için 2 Ocak günü Seyhan Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren 81 kişi hakkında açılan davaya 15 Ağustos günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşma, eksik belgelerin tamamlanması için 10 Ekim gününe ertelendi. Aralarında HADEP Adana Đl Başkanı Osman Fatih Şanlı'nın da bulunduğu sanıkların "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla cezalandırılması isteniyor. Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya hakkında "bölücülük propagandası yaptığı" iddiasıyla açılan dava, 27 Ağustos günü Đstanbul DGM'de sonuçlandı. Duruşmada esas hakkındaki görüşünü açıklayan DGM Savcısı, Kaya hakkında beraat kararı verilmesini istedi. DGM de, "suçun yasal unsurları oluşmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verdi. Enstitü'de "Kürtçe kursu düzenlendiği" gerekçesiyle Kaya'nın Şişli 10. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı dava 28 Aralık 2001 tarihinde beraatla sonuçlanmıştı. Mahkeme, dosyanın "Kaya'nın eylemlerinin Terörle Mücadele Yasası'na göre suç olup olmadığının belirlenmesi için" Đstanbul DGM Savcılığı'na gönderilmesine karar verilmişti. Ayrıca Kürt Enstitüsü yöneticileri hakkında "625 sayılı Özel Eğitim Kurumları Yasası'na aykırı davrandıkları" iddiasıyla açılan dava da 15 Mayıs günü Şişli 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde beraatle sonuçlanmıştı. Đstanbul'da ilçe milli eğitim müdürlüklerine "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 13 öğrenci velisinin yargılanmasına 27 Ağustos günü devam edildi. Đstanbul DGM'de yapılan duruşmada Nafiye Çaylak ve Yusuf Đlhan adlı sanıklar hakkında "ifade vermeye gelmedikleri" gerekçesiyle gıyabi tutuklama kararı verildi. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi'nin, "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren öğrencilerin okuldan uzaklaştırılması kararını iptal eden Đdare Mahkemesi kararına karşı yaptığı itiraz Adana 2. Đdare Mahkemesi tarafından reddedildi. Mustafa Kemal Üniversitesi'nde 251 öğrenci bir ay, 57 öğrenci bir dönem, 3 öğrenci bir yıl okuldan uzaklaştırılmış, 9 öğrenci de okuldan atılmıştı. Adana Đdare Mahkemesi ise "Prof. Dr. Hayrettin Ocakverdi'nin hem Soruşturma Kurulu'nda hem de Disiplin 172 Kurulu'nda yer almasının hukuka aykırı olduğu" gerekçesiyle okuldan atılan Çetin Oral dışındaki tüm öğrenciler hakkındaki kararı iptal etmişti. Ancak, mahkeme kararına karşın okuldan uzaklaştırılan öğrencilerin sınavlara ve okula girmesine izin verilmediği, öğrencilerin sınavlarına girmek için dekanlıklara verdikleri dilekçelerin işleme konulmadığı bildirildi. Van DGM, HADEP Kadın Kolları Genel Merkezi Yöneticisi Fatma Nevin Vargül hakkında, Van Kadın Platformu tarafından 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde düzenlenen panelde yaptığı konusmada "yasadışı örgüte yardım yataklık ettiği iddiasıyla dava açtı. Van DGM Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Vargül'ün, "PKK/KADEK'in 7. Konferans kararlarına göre anadilde eğitim hakkında konuşma yaptığı" iddia edildi. Diyarbakır DGM Savcılığı, Urfa'nın Viranşehir ilçesinde gözaltına alınan Ali Şüşük adlı kişi hakkında "Kürtçe eğitim için dilekçe topladığı" iddiasıyla dava açtı. Şüşük, "yasadışı örgüte yardım ettiği" iddiasıyla yargılanacak. Kürtçe Đsim Sorunu 30 Haziran günü Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde "tüm illerde tartışmalı ve farklı uygulamaları önlemek amacıyla, vali yardımcısı başkanlığında 'Đsim Komisyonu' oluşturulacağı" iddia edildi. Haberde "Đçişleri Bakanlığı'nın valiliklere gönderdiği bir genelge uyarınca kurulacak komisyonlarda Nüfus ve Vatandaşlık Đşleri Müdürü, Đl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kültür Müdürlüğü temsilcilerinin bulunacağı ve komisyonların "çocuğa konacak ismin ne anlama geldiği, yöresel olarak çok kullanılıp kullanılmadığı, devletin bölünmez bütünlüğüne aykırı olup olmadığı, Türkçe'de telaffuz zorluğu bulunup bulunmadığı konularını araştıracağı" öne sürüldü. Söz konusu haber üzerine Đçişleri bakanlığı tarafından yapılan açıklamada böyle bir genelgenin "kesinlikle söz konusu olmadığını" bildirdi. Đçişleri Bakanlığı'nın 3 Ocak günü 81 ilin valiliğine ve nüfus müdürlüklerine Rüşdü Kazım Yücelen'in imzasıyla bir genelge göndermiş ve bu genelgenin ardından Kürtçe isimlere dava açılması süreci başlamıştı. Genelgede, Kürtçe isim konusunda Đçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık Đşleri Genel Müdürlüğü'nün 15 Ekim 1986, 7 Ağustos 1990 ve 30 Mart 1992 tarihlerinde yayınlamış olduğu genelgeleri hatırlatılarak, son zamanlarda bazı nüfus müdürlüklerince, bazı isimlerin çocuklara ad olarak konulmasında tereddüde düştükleri belirtilerek, şunlar belirtilmişti: "1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16/4 maddesi 'milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz' hükmünü getirmiş ve bu hallerde ne yolda işlem yapılacağı da nüfus hizmetlerine ait kuruluş, görev ve çalışma yönetmeliğinin 77/2 maddesinde gösterilmiştir. 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16/4 maddesine aykırılığı nüfus müdürlüklerince açık ve kesin bir şekilde bilinse dahi Bakanlığımız genelgelerinde belirtildiği gibi doğum tutanağı istenilen isimle aile kütüğüne tescil edilerek, Bakanlığımız görüşü istenecektir. Bilgilerinizi ve gereğinin bu yolda yapılmasını rica ederim." Bakanlık, bu genelgeyle birlikte nüfus müdürlüklerine Kürtçe isim talebinde bulunanların kayıtlarının tutulması ve ihbar edilmesini isterken, bazı nüfus müdürlükleri de, hemen Kürtçe isim talebi için başvuranların kayıtlarını yapmamaya başlamıştı. TBMM Genel Kurulu'nda 3 Ağustos günü kabul edilen 3. Uyum Yasası'ya Kürtçe eğitim ve yayın hakkı yasal güvenceye kavuşturulmasına rağmen çocuklarına Kürtçe isim vermek isteyen ailelere yönelik baskılar devam etti. Đzmir'de çocuğuna Kürtçe Roger (Gündolaşan) ismini koymak için Mayıs ayında Balçova Nüfus Müdürlüğü'ne başvuran ancak talebi reddedilen kitapçı Gürsel Karabil, Balçova Nüfus 173 Müdürlüğü'nün ihbarı üzerine 4 Temmuz günü Terörle Mücadele Şube ekipleri tarafından gözaltına alındı. Karabil emniyette ifadesi alınırken çocuğuna koymak istediği ismin "PKK'nin siyasallaşma çabaları" ile bağlantılandırıldığını, polisin kendisine, "Bu isim yasak, yasalar izin vermiyor, ne yapacaksın" diye sorduğunu söyledi. 6 saat gözaltında tutulduktan sonra DGM savcılığına çıkarıldığını ve burada da ifadesi alındığını belirten Gürsel Karabil, şunları anlattı: "Savcı Roger'in ne anlama geldiğini sordu. Ben de Türkçe 'Gündolaşan' anlamına geldiğini söyledim. Kürtçe ismin PKK'nin siyasallaşma çabalarının bir ürünü olduğunu ve bununla devleti çökertmek istediğini söyledi. Neden başka isim değil de Kürtçe isim koymak istiyorsun? Bu isteğin bölücü örgütle bir bağlantısı var mı, şeklinde sorular yöneltti. Ben de, Kürt'üm ve çocuğumun ismini de kendi dilimde koymak istiyorum, dedim." Karabil, Roger isminden vazgeçmeyeceğini ve baskılara karşın çocuğuna bu ismi vermek istediğini söyledi. Kurtalan (Siirt) Cumhuriyet Savcılığı, çocuklarına Dilan (Şenlik), Sefkan, Helin (Kuş yuvası), Nupelda (Yeni açan yaprak), Gülşilan (Kuşburnu çiçeği), Pelşin (Yeşil yaprak), Emine Helen, Berşan (Şan veren), Sutail Can, Nujiyan (Yeni yaşam), Berzan (Bilgi üreten, geçmişi bilen), Berfin, Zilan (Dere, vadi ismi), Baran (Yağmur), Sipan (Dağ ismi), Zişar ve Dilgeş (Mutlu, sevinçli) adlarını koyan 19 aile hakkında dava açtı. Davanın Kurtalan Nüfus Müdürlüğü'nün ihbar yazısı üzerine açıldığı bildirildi. Dava 7 Ekim günü Kurtalan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde başlayacak. Davada yargılanacak kişiler şunlar: Nizam Dilek, Ercan Aydınlı, Şabeddin Delen, Mehmet Zakir Baba, Đlhami Sak, Feyzullah Bitkay, Mehmet Salim Atakan, Muhsin Kavak, Adli Baysal, Selman Deniz, Ali Haydar Kayra, Behçet Baysal, Beşir Petek, Đbrahim Kayra, Yusuf Tilki, Kamuran Karaman, Đsmet Akkurt, Sait Kul ve Lezgin Sak. Đzmir'de çocuğuna Kürtçe isim koymak için Balçova Nüfus Müdürlüğü'ne başvuran Gürsel Karabil, Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından 4 Temmuz günü gözaltına alındı. 6 saatlik polis sorgusunda sonra DGM savcılığınca ifadesi alınan Karabil daha sonra serbest bırakıldı. Van'da dişçilik yapan Salih Acar, "Rojhat" adını koymak istediği için oğlunun nüfus kaydının yapılmadığını açıkladı. 25 Temmuz günü Van Nüfus Đl Müdürlüğü'ne gittiğini belirten Acar nüfus memuruyla bir süre tartıştıktan sonra Cengiz isimli Müdür Yardımcısı'yla görüştüğünü, onun da kendisine, "Valilik'ten iki ay önce bize bir yazı geldi, Türkçe olmayan isimleri yazmıyoruz" dediğini söyledi. Acar, "Bunun üzerine müdür yardımcısına 'tamam sen yaz sonra da beni mahkemeye verirsiniz' dedim. O da bana, 'Hayır biz yazmıyoruz ve sana da yazmadığımıza ilişkin bir belge vereceğiz, sen bizi mahkemeye ver' dedi. Ve bir belge verdiler. Ben de belge ile birlikte avukatım Emrullah Akyürekli'ye başvurdum. Van Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Nüfus Müdürlüğü aleyhinde dava açtım. Dava reddedilirse, dosyayı AĐHM'e göndereceğiz" şeklinde konuştu. Van'ın Kalecik köyünde yaşayan Umut Yorulmaz adlı kişi de, oğluna "Rojhat" adını koymak için 5 Ağustos günü Van Nüfus Đl Müdürlüğü'ne gittiğini ancak aynı gerekçeyle oğlunun nüfus kaydının yapılmadığını açıkladı. Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde avukatlık yapan Bedran Acun, çocuğuna Kürtçe "Hejarpola" adını koymasının sekiz aydır engellendiğini söyledi. Ergani Kaymakamlığı ve Nüfus Müdürlüğü'ne yaptığı başvurularının sonuçsuz kalması üzerine baro aracılığıyla yeniden başvurduklarını anlatan Avukat Bedran Acun, dilekçenin "kimin tarafından gönderildiğinin belli olmadığı" gerekçesiyle iade edildiğini bildirdi. Kürtçe ad konusunda yasal bir sorun olmamasına karşın fiili bir engelleme ile karşılaştıklarını ifade eden Acun, Ergani Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduklarını belirtti. Ardahan'da çocuklarına Kürtçe "Rojin", "Rojhat" ve "Berivan" adı vermek isteyen Koç ve Akcan aileleri ile nüfus memurları hakkında açılan davalar sonuçlandı. Ardahan Asliye Ceza Mahkemesi'nde 18 Temmuz günü yapılan duruşmada, nüfus cüzdanlarını veren Merkez Đlçe 174 Nüfus Müdürü Kadriye Aksu ve memur Şengül Gök hakkında beraat kararı verildi. Memurlar, TCY'nin "görevi kötüye kullanma" suçuna ilişkin 240. maddesi uyarınca yargılanıyordu. Adların değiştirilmesi istemiyle Ardahan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan dava ise reddedildi. Erzurum DGM Savcılığı, Kocalak Koç ve Tufan Akcan hakkında TCY'nin 169 maddesi uyarınca açılan soruşturmada takipsizlik kararı vermişti. 1.1. Olağanüstü Hal Uygulamaları Tunceli ve Hakkari illerinde 1979 yılında Sıkıyönetim ilan edilmesiyle başlayan ve 1987 yılından bu yana Olağanüstü Hal uygulamasıyla (OHAL) devam eden 23 yıllık olağandışı yönetim, 30 Temmuz günü sona erdi. 30 Mayıs günü yapılan MGK toplantısında Tunceli ve Hakkari'de OHAL'in 30 Temmuz 2002 tarihinde sona erdirilerek bu illerin mücavir il statüsüne geçirilmelerine ilişkin alınan tavsiye kararı Haziran ayında TBMM Genel kurulu tarafından onaylanmıştı. Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise OHAL uygulaması hala devam ediyor. Tunceli ve Hakkari'de OHAL'in resmi olarak kaldırılmasıyla beraber, bölgede OHAL sonrası dönemde yürürlüğe konulacak yeni idari uygulamar Temmuz ve Ağustos ayında kamuoyunun gündemine oturdu. Milli Güvenlik Kurulu (MGK), 29 Haziran gün yapılan toplantısında OHAL'in yerine kurulması önerilen "Güneydoğu Müşteşarlığı" Temmuz ayında çeşitli siyasi parti ve sivil demokratik kuruluşlar tarafından yoğun olarak tartışıldı. ĐHD Đstanbul Şubesi tarafından 1 Temmuz günü yapılan basın açıklamasında MGK tarafından gündeme getirilen Güneydoğu Müsteşarlığı tartışmasının "bölge insanına yönelik ayrımcı uygulamaların devam edeceği ve OHAL'in kaldırılmasının sözde kalacağını" gösterdiği savunuldu. HADEP Şırnak Đl Başkanı Resul Sadak 15 Haziran günü Evrensel gazetesinde yayınlanan açıklamasında OHAL'den sonra getirilmek istenen müsteşarlığın isim değişikliğinden ibaret olacağını oysa mevcut zihniyetin değişmesi gerektiğinifade etti. Güneydoğu Müsteşarlığı'nın güvenlikten öte, bölgeyi ekonomik ve sosyal açıdan kalkındıracak bir kurum olarak lanse edildiğini kaydeden eski DEP Milletvekili Sedat Yurttaş, devletin politik yaklaşımının oluşturulacak yapının niteliğini belirleyeceğini dile getirdi. "Niyeti anlamak gerekir. Đlk çağrışım OHAL yerine benzer görevleri başka bir kuruma yapmak gibi görünüyor. Umarım niyet bu değildir" diyen Yurttaş, şiddet araçlarının çözüm olmayacağına dikkat çekerek bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarını çözecek bir yapılanmanın Kürt sorununa katkı sağlayabileceğini savundu. EMEP Diyarbakır Đl Başkanı Yavuz Karakuş ise, müsteşarlık adı altında getirilen uygulamanın OHAL'in başka bir ad altında devam ettirilmesi izlenimini verdiğini ve her şeyden önce OHAL uygulamalarının tümden kalkması gerektiğini belirtti. Karakuş, "OHAL kalkacak deniyor ama en küçük bir hak talebine bile tahammül edilmiyor. Örgütlenme hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, köylülerin köylerine geri dönüşü sağlanmalı ve zararları tazmin edilmelidir. Devletin yapması gereken ilk başta budur" diye konuştu. Güneydoğu Müsteşarlığı önerisi bölgedeki sanayici ve iş adamları dernekleri temsilcileri tarafından da tartışıldı. Diyarbakır Genç Đşadamları Derneği (DĐGĐAD) Başkanı Behçet Balık, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada "Olağanüstü halin (OHAL) sadece isim olarak kaldırılması yetmez. OHAL uygulamasının yakında kalkacak olmasından dolayı yerine düşünülen Güneydoğu müsteşarlığının statü ve konum olarak, OHAL'den farklı olması gerekir." derken, Diyarbakır Ticaret Borsa Genel Sekreteri Aziz Nart, OHAL yerine ekonomik OHAL istediklerine belirtti. Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kamil Đlhan ile Mardin Sanayici ve Đşadamları Derneği Başkanı Şehmus Duyan ise, Güneydoğu müsteşarlığı yerine ekonomik OHAL istediklerini ifade 175 etti. Sıkıyönetimler ve OHAL süreleri içinde bölgeye herhangi bir yatırımın yapılmadığını vurgulayan Cizre Ticaret Odası Başkanı Adnan Elçi, Müşteşarlığın MGK'ya bağlı bir kurum işlevi göreceğini kaydederek, "Đnsanlar zor günler yaşıyor. Bir an önce bölgeye ekonomik yatırımlar yapılmalıdır" diye konuştu. Olağan Yaşama Dönüş (Cumhuriyet-30 Temmuz 2002) Tunceli ve Hakkâri 24 yıl aradan sonra bugün saat 17.00'den itibaren olağan yaşama dönüyor. Diyarbakır ve Şırnak'ta ise OHAL uygulaması ekime kadar sürecek. 1978 yılında Maraş katliamı sonrasında bölgede sıkıyönetim ilan edildi. Katliamdan 2 yıl sonra ise baskılar 12 Eylül darbesiyle tüm yurda yayıldı. 3 yıldan fazla devam eden sıkıyönetim bazı kentlerde 1984, bazılarında da 1987'de kaldırıldı. Ancak bazılarında sıkıyönetim yerini OHAL uygulamasına bıraktı. OHAL kapsamına alınmayan Tunceli'ye 12 Temmuz 1987 gecesi yüksek kesimlerden Tunceli kent merkezine, kimliği bilinmeyen kişilerce kurşun yağdırıldı. Yetkililer konuyla ilgili çelişkili açıklamalar yaptı, ancak birkaç gün sonra yapılan toplantıda, Tunceli'ye yağdırılan binlerce kurşun kentin OHAL kapsamına alınmasına neden oldu. 1990'dan sonra bölgedeki gerilim daha da arttı. Đlk faili meçhul cinayet de 90'lı yılların başında vali Aslan Yıldırım döneminde Tunceli'de yaşandı. 1992 yılında göreve başlayan Vali Atıl Üzelgün'ün ilk işi de köyleri boşaltmak oldu. Boşaltılan 48 köyün tüzel kişiliği de valiliğin talebi üzerine kaldırıldı. Ancak bu köylerden birinin muhtarının Đçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı dava sonucunda köylerin tüzel kişiliği geri alındı. Ekim 1994'te ise bölgedeki en büyük operasyon başladı. 151 köy ve mezra boşaltıldı, büyük kısmı da yakıldı. Vali Üzelgün'ün talimatıyla gıda ambargosu da başlatıldı. Yurttaşlar gıda maddelerini köylere yakın karakollardan karnelerini göstererek alıyorlardı. 1998 yılında atanan Vali Mehmet Ali Türker ise ilk iş olarak gıda ambargosunu hafifletti. Uygulamaya 1999'da tamamen son verdi. Ovacık, Pülümür, Erzincan karayollarında da serbest seyahat özgürlüğü tanıyan Türker, birçok köye de geri dönüş izni verdi. Bu dönemde gözaltında işkence iddiaları, sürgünler de azaldı. 2000 yılında valiliğe atanan Mustafa Erkal da kâğıt üzerinde kalan gıda ambargosunu yayımladığı genelgeyle tamamen kaldırdı. Seyahat özgürlüğünü 24 saate yaydı, 40 köye geri dönüş izni verdi, ancak 97'den itibaren duran memur sürgünleri yeniden başladı. PKK'nin de silahlı eylemlerini durdurmasıyla birlikte başlayan huzur ortamı bölgede etkisini gösterdi. Köy yolları asfaltlanmaya başladı. Bölge halkı için kutsal sayılan Düzgün Baba Dağı da 15 yıl aradan sonra ziyarete açıldı. 1978 yılında nüfusu 160 binlerden, 15 bini asker olmak üzere 90 bine kadar inen, PKK ve TĐKKO'nun en büyük eylemlerini yaptığı, en kanlı çatışmaların yaşandığı, binden fazla militanın öldürüldüğü, yaklaşık 250 güvenlik görevlisinin şehit olduğu, ilk intihar saldırısı, gözaltında kayıpların, ambargoların yaşandığı kentte insanlar her şeye karşın umutlarını taze tuttu. Bugün saat 17.00'den itibaren olağan bir yaşama geçmeyi bekleyen Tuncelililerin tek endişesi vaatlerin kâğıt üzerinde kalması.Tunceli Valisi Mustafa Erkal, hiçbir zaman geçmişte yaşanan olayların unutulmayacağını belirterek "Artık köye dönüşleri hızlandırarak yeni bir sayfa açmak istiyoruz." dedi. Belediye Başkanı Hasan Korkmaz da bundan sonra geçmişin unutularak geleceğin planlanması gerektiğini belirterek "Umarım daha güzel günler yaşarız" diye konuştu. Tunceli'de Agustos ayında yaşanan hak ihlalleri de OHAL'in kaldırılmasının kağıt üzerinde kalabileceği kaygılarını artırdı. OHAL Valiliği'nin Kurulmasına dair 235 No'lu Kanun Hükmünde Kararname'nin 11/e maddesi uyarınca bölgeye girişi yasak olan Yedinci Gündem gazetesinin 3 Ağustos günü yayınlanan sayısı Tunceli'de OHAL kaldırılmış olmasına rağmen Emniyet müdürlüğü tarafından toplatıldı. Söz konusu yasa maddesi uyarınca bölgeya girişi yasaklanmış olan yayınların, OHAL'in kaldırılmasının ardından Tunceli il sınırlarında dağitımı rutin idari toplatma kararlarıyla engellendi. Yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre Tunceli'de, merkez ve ilçe yolları üzerindeki arama noktalarında kimlik kontrolleri eski sıklıkla olmamakla birlikte Ağustos ayı boyunca devam etti. Edinilen bilgilere göre Ovacık Đlçesi yolu üzerinde bulunan Geyiksu, 176 Tornova, Halbori ile Ovacık-Gözeler mevkii, Hozat Đlçesi girişinde bulunan Merkez ve Çiçekli karakolları ve Pertek ilçesindeki Đplik fabrikası girişinde ve feribot noktasında bulunan arama noktaları kaldırılmadı. Ağustos ayında düzenlenen 3. Munzur Kültür ve Doğa Festivali'ni izlemek için Tunceli'ye giden Atlas dergisi foto muhabirleri Ferda ve Dilek Çağlayan festivalin ardından fotoğraf çekmek için gittikleri Aliboğazı mevkiinde gözaltına alındılar. Sekiz saat süren gözaltının ardından çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece serbest bırakılan muhabirlerin çektikleri fotoğraflara ise "incelenmek" üzere el konuldu. Konuya ilişkin olarak bir açıklama yapan Ferda Çağlayan, "OHAL kaldırıldığı için izin almaya gerek olduğunu düşünmedik. Đkinci günün ardından evden alınarak karakola götürüldük. Jandarma Aliboğazı bölgesinde ne yaptığımızı sordu. Bize oranın yasak bölge olduğunu ve şüpheli şahıs oldukları gerekçesi ile bizi vurabilme durumlarının bulunduğunu söylediler" dedi. Jandarmaya OHAL kaldırıldığı için izin almadıklarını söylediklerini aktaran Çağlayan buna karşılık Jandarma'nın kendilerine "OHAL kaldırıldı ama OHAL Yasası içinde bulunan Mücavir Đller Yasası uygulanıyor" dediğini aktardı. Çağlayan "Hozat yaylalarına çıkarken iki üç yerde kimlik aramasına tabi tutulduk. Ve yaşadıklarım gördüklerim üzerine şunu söyleyebilirim ki Tunceli'de OHAL pek de kalkmış gibi gözükmüyor" diye konuştu. 1.1.1. Geçici Köy Koruculuğu Uygulaması Geçici Köy Koruculuğu (GKK) uygulaması 1985 yılında Köy Kanunu'na eklenen iki maddeyle uygulamaya konuldu. Aradan geçen 17 yıllık sürede yüzbinlerce kişi GKK olarak istihdam edildi. GKK'lar 90'lı yıllar boyunca adam öldürme/yaralama, işkence, tecavüz gibi bir dizi insan hakları ihlali ve kaçakçılık, gasp, çetecilik gibi suçlarla birlikte anıldılar. 1998 yılı Ocak ayında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan "Susurluk Raporu"nda geçici köy korucularının sayısal olarak "kirli işlere" en fazla bulasan kesim oldukları saptandı. Bu dönem içinde köy korucusu olarak istihdam edilen toplam kişi sayısı hakkında net veriler olmamakla birlikte bu sayının yüzbinlerle ifade edildiği biliniyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Şubat 2001 tarihli raporunda, askeri yetkililerden alınan bilgiler doğrultusunda, 2000 yılı sonu itibarıyla 65 bin kişinin bilfiil geçici köy korucusu olarak çalıştıkları belirtildi. SP Van Milletvekili Fethullah Erbaş Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada halen yaklaşık "56 bin kişinin GKK olarak istihdam edildiğini" belirtti. GKK uygulaması, 1999 yılı Ağustos ayından bu yana silahlı çatışma olaylarının büyük ölçüde azalmasıyla beraber her ne kadar cazibesini yitirmişse de şu ana kadar bu uygulamanın yürürlükten kaldırılması için somut herhangi bir adım atılmadı. Ancak OHAL uygulamasına son verilmesinin tartışılmaya başlanmasıyla birlikte GKK uygulamasının akıbeti konusundaki tartışmalar da hız kazandı. Kamoyunda GKK uygulaması hakkında yapılan tartışmaların en önemli gündemini uygulamaya son verildiği takdirde ortaya çıkacak "istihdam" sorunu, köylerine dönmek isteyen zorunlu göç mağdurları ile korucular arasında çıkabilecek muhtemel çatışmaların önlenmesi yolunda alınacak tedbirler ve korucuların normal yaşama yeniden ayak uydurabilmeleri için v erilmesi gereken sosyal, psikolojik ve iktisadi destek oluşturuyor. GKK uygulaması hakkında Temmuz ve Ağustos aylarında yapılan tartışmalarda özetle şu görüşler dile getirildi: "Koruculuğun işlevini yitirdiğini" belirten DYP Diyarbakır Đl Başkanı Galip Ensarioğlu, korucuların kendi köylerindeki okullarda, sağlık ocaklarında ve ormanlık alanlarda istihdam edilebileceklerini savundu. OHAL ve kouculuk sistemi kalktıktan sonra köye geri dönüşlerin önünün açılacağı düşüncesinde olduklarını belirten Ensarioğlu, korucuların yıllarca göç eden insanların arazilerini sürdüler, devletin verdiği silahla zorbalık yapmaya kalktıklarını ancak 177 OHAL'in kalkmasıyla beraber bu tür sorunların alt seviyede kalacağını beklediklerini ifade etti. "Korucuları dışlamanın yeni toplumsal yaralar açacağı" görüşünde olduklarını vurgulayan ANAP Diyarbakır Đl Başkanı Yardımcısı Resul Özbay, "Bu insanlar sosyal güvence altına alınmalı, emekliliği hak edenler emekli edilmeli, geri kalanlara iş imkânı sağlanmalı" diye konuştu. Saadet Partisi Diyarbakır Đl Başkanı Ramazan Yaruk ise, "koruculuk sistemi lağvedilerek korucuların silahsızlandırılmaları, kamu personeli olarak diğer alanlarda istihdam edilmeleri ve sivil hayata uyum sağlayabilmeleri için rehabilite edilmeleri gerektiğini" aksi takdirde "silahlı korucuların sorun çıkartacağını, bunun da bölgedeki yaraları daha da büyüteceğini" ifade etti. Köye dönüş projesi için koruculuk kaldırılması gerektiğini vurgulayan Yaruk, köylerin altyapısı tamamlanarak göç mağdurlarına maddi destek sağlanması gerektiğini bildirdi. Koruculuğun kaldırılması ve koruculara ayrıcalık ve öncelik verilmeden daha önceki işlerini yapmaları için olanak sağlanmasını isteyen Göç-Der Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Çavdar, köye dönüşler sırasında köylülerle korucular arasında gerginliklerin yaşanabileceğini belirterek "Ufak sürtüşmeler büyük kavgaların önünü açabilir. Çünkü şimdiye kadar korucular zorla göç ettirilen halkın arazilerini sürdü, mallarını işletti. Bu huzursuzluk yaratacaktır" diye konuştu. Köye dönüşlerle ilgili daha önce yaşanan birtakım sıkıntılar olduğunu, valiliğin hazırladığı forma imza atmayanlara izin verilmediği gibi imza atanlara da sadece çimento ve sac yardımı yapıldığını hatırlatan Bingöl ĐHD Şube Başkanı Rıdvan Kızgın, köylülerin evleri olmadığı için geçici olarak köye döndüklerini ve kışın tekrar yaşadıkları şehir veya ilçelere gitmek zorunda kaldıklarını belirtti. Kızgın, koruculuğun kaldırılmasıyla istihdamın sorunlar doğuracağını belirterek "Bunların hırsızlık, kız kaçırma, silah kaçakçılığı gibi suçlara bulaştığı biliniyor. Devletten gizledikleri silahlar var, bu büyük bir sorun. Koruculuk kaldırıldığında savaş döneminde koruculuğu kabul etmeyen göç mağdurlarıyla sorunlar yaşadıklarında bu silahlarla yönelimlere girebilirler. Koruculuk zırhı ellerinden alındığında güvenlik sendromu onları bazı yönelimlere itebilir" dedi. Korucuların zorla göç ettirilenlerin tarla ve meralarını kullandıklarını hatırlatarak, bu tarlaların ellerinden alınmasıyla köylüleri yeniden göçe zorlayabileceklerini vurgulayan Kızgın, koruculuk sisteminin kaldırılmasının ardından devleti daha büyük sorunların bekleyeceğini de sözlerine ekledi. Tarım Orman Kamu Çalışanları Sendikası (Tarım ORKAM-SEN) Diyarbakır Şube Başkanı Hasan Atsız, "korucuların beyinlerinin ve ruhlarının kirlendiğini ve rehabilitasyondan geçirilmeleri gerektiğini" belirterek başladığı açıklamasında şu görüşleri dile getirdi: "Üretimden koparılan ve ellerine silah verilerek toplum içine sürülen bu insanlar birer suç unsuru olmuşlardır. Korucuların işledikleri hırsızlık, çete kurma, kız kaçırma, köy yakma, gasp, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapma, cinayet ve tecavüz gibi suçlardan beyinlerinin ıslah edilmesi gerekir." Atsız, köy korucularının ıslah edilmesinin ardından istihdam için bir çok üretim alanının mevcut olduğunu belirterek, korucular için iş istihdamı olarak şu önerileri sundu: "Koruculuk sisteminin devam ettiği illerde 5.5 milyon hektara yakın ormanlık alanda ağaçsız-yakılmış ormanlık alanların ağaçlandırılmasında kullanılmaları, sınır illerini kapsayan 700 kilometre uzunluğunda 500 metre genişliğindeki mayınlı arazinin korucular tarafından mayınlardan temizlenerek, tarıma kazandırılan arazilerin koruculara dağıtılması, yeniden hayvancılığın teşvik edilmesi, yan sanayiinin oluşturulması." Bu arada sivil halka yönelik korucu saldırıları köye dönüşlerin yoğunlaştığı yaz aylarında kaygı verici ölçülerde arttı. 1.1.2. Nureddin Köyü Olayı 178 Muş'un Malazgirt ilçesine bağlı Nureddin (Nordin) köyünde 9 Temmuz günü ot biçmek isteyen köylülere korucuların açtığı ateş sonucunda Abdulsamet Ünal, Abdurrahim Ünal ile Yusuf Ünal adlı köylüler öldü. Ünal ailesinin, köylerinin 27 Kasım 1993 tarihinde düzenlenen bir askeri operasyondan sonra boşaltılmasının ardndan Van'a göç etikleri ve bu yıl Haziran ayı sonunda köylerine geri döndükleri öğrenildi. Abdulsamet, Abdurrahim ve Yusuf Ünal'ın öldürülmesinden sonra gözaltına alınan koruculardan 22'si Malazgirt Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. Koruculardan üçünün adının Mustafa Polat, Bahattin Polat ve Hüseyin Polat olduğu öğrenildi.14'ü, 15 Temmuz günü Malazgirt Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. Görgü tanıklarından Dilaver Demir, savcılıkta verdiği ifadede olayı şöyle anlattı: "Sabah saatlerinde tanımadığım bir şahıs Yusuf Ünal'a ot satın almak için geldiğini söyledi. Korucular da kamyonun geldiğini görmüş olacak ki 20-25 kişilik bir grup yanımıza geldi. Đçlerinden biri Yusuf Ünal ile 'Sen bu otu taşıyamazsın, bu ot buradan gitmez' şeklinde tartışmaya başladı. Bu sırada Yusuf'a bir yumruk attı. Diğer korucular da ellerinde silahlarıyla üzerimize yürüdü. 15 kişiydik. Tekme ve dipçiklerle vurmaya başladılar. Arbedede bir silah sesi duyunca kaçmaya başladık. Biz olay yerine yakın bulunan Konakkuran (Dügnük) Karakolu'na doğru kaçarken, silah sesleri arttı, korucular olay yerinde kalan Yusuf'u oğlunu ve kardeşini silahla taramışlardı." Abdulsamet Uçak adlı tanık ise "Korucuların ateş açması üzerine olay yerinden kaçtık. En yakın yer olan Konakkuran Karakolu'na gittik. Karakol komutanına korucuların silahlı saldırısına uğradığımızı, bazı köylülerin olay yerinde kaldığını ve can güvenliklerinin olmadığını söyledim. Bana 'Hadi s..tir ulan, gidin otunuzu biçin, eski tantanaları yapmayın. Yaralı yok, ölü yok. Bir olay olsun sonra gelin' dedi. Karakoldan ayrıldıktan sonra Malazgirt'e geri döndük. Bizden sonra yaşananları ise görmedik." dedi. Yusuf Ünal'ın eşi Nafya Ünal, Malazgirt'e getirilen yakınlarının cenazelerini almak için hastaneye gittiğinde askerlerle tartıştığını, bu sırada da üstüne panzer sürüldüğünü söyledi. Ünal, olayı şöyle anlattı: "Eşim, köye gitmeden önce bana askerlere 4 milyar lira rüşvet verdiğini söylemişti. Ama nereye verildiğini söylememişti. Cenazelerin Malazgirt'e getirildiğini öğrendikten sonra yakınlarımla birlikte oraya gittim. Eşimin ve oğlumun eşyaları ile parayı almak istedim. Hastane önünde bulunan askerlere içeri gireceğimi söyledim, bırakmadılar. Ben de onlara 'Köye gidebilmemiz için önce bizden para alıyorsunuz, daha sonra da koruculara öldürtüyorsunuz' deyince, üzerime panzeri sürdüler, o sırada yüzüstü yere düştüm. Yüzüm yara bere içinde kaldı. Eşim ve çocuklarıma ait hiçbir şeyi alamadan geri döndüm." Olayı araştırmak için HADEP'in çağrısı üzerine oluşturulan bir heyet 18 Temmuz günü bölgeye gitti. HADEP Parti Meclisi üyesi Orhan Miroğlu, gazeteciler Ferai Tınç, Celal Başlangıç, Oral Çalışlar, Helsinki Yurttaşlar Meclisi'nden Prof. Büşra Ersanlı, Toplumsal Hukuk Araştırma Vakfı'ndan Niyazi Bulgan ve Mustafa Eraslan yer aldığı heyet aynı gün Muş Valisi Cengiz Akın'la görüştü. Akın'ın heyet üyelerine olayın siyasi boyutunun olmadığını söylediği, köylüler ile korucular arasında 1994 yılında yaşanan bir olay nedeniyle düşmanlık bulunduğunu anlattığı bildirildi. Heyet üyeleri daha sonra ĐHD Muş Şubesi'ni ve HADEP örgütünü ziyaret etti. Heyet üyelerinin olay yerine gitmesine izin verilmedi. Gazeteci Celal Başlangıç, heyetin incelemelere ilişkin yaptığı açıklamada köye dönüşleri engellemek için "korucu tehlikesinin" yeni bir bahane olarak gösterilebileceğini vurguladı. Başlangıç, "Bunlar yalnızca bir köyde çıkan sorunlar, ve bu sorunu çıkaranlar da sadece 39 korucu. Tüm bölgede şu an 70 bin korucu olduğunu hatırladığımızda olayın vehameti daha açık görülür" diye konuştu. 179 Olayı gören kişilerle yaptıkları görüşmeler hakkında bilgi veren Başlangıç, şunları belirtti: "Köylüler olayı bize şöyle anlattı: On gündür köye gidip otlarımızı biçiyorduk. Korucular 9 Temmuz günü arazisini kullanmaya giden Ünal ailesine saldırdı. Üç kişiyi önce dipçiklerle döverek her taraflarını kan içinde bıraktılar. Daha sonra üzerlerine kurşun sıktılar. Korucubaşları köydeki diğer korucuları çağırarak hepsine üç köylünün üzerine ateş açmayı emrettiler. Jandarmalar gelene kadar öldürdükleri köylülerin başında duran korucular daha sonra kaçarak dağıldı." Bir Baba, Bir Oğul ve Bir Kardeş Sıfır Noktası/Oral Çalışlar (Cumhuriyet-19 Temmuz 2002) Süphan Dağı'nın eteklerine akşam karanlığı çökmüştü. Patnos'un dış mahallelerinden birine çamurları aşarak ulaştık. Köpekler havlıyordu. Yöre halkının ifadesiyle "taziye evi" ne gelmiştik. "U" şeklinde düzenlenmiş plastik sandalyelere oturduk. Abdüssamet Uçak anlatmaya başladı: "Köye daha önce gidip otları biçmiştik. O zaman jandarma koruması vardı. Son gün otları satmaya gittik. Yanımızda otu alacak olanlar da vardı. Tarlaya girer girmez etrafımızı silahlı korucular sardılar. Bir kısmı tepelere mevzilenmişlerdi. Đki çember yapmışlardı. Ateş etmeye başladılar. Ben bir traktörün arkasına saklandım. Yusuf Ünal'ı aldılar. Önce dipçiklemeye ve sopalarla kafasına vurmaya başladılar. Eli yüzü kan içinde kalmıştı." "Yusuf Ünal'ın kardeşi ve oğlu, onun halini görünce kurtarmak amacıyla atıldılar. Onlara da kurşun sıktılar. Üçünü vahşi bir şekilde dipçiklerle ve Kalaşnikof kurşunlarıyla öldürdüler. Herkesi çağırıp onlara kurşun sıktırdılar. Biz cep telefonlarıyla jandarmaya haber vermeye çalıştık. Yakındaki karakoldan cevap gelmeyince Muş Jandarma Komutanlığı'nı aradık. Epeyce bir zaman sonra jandarma geldi. Jandarma gelinceye kadar korucular ölülerin başında beklediler. Sonra kaçıp dağıldılar." **** Yusuf Ünal, Muş'un Malazgirt ilçesinin Nordin (Nurettin) köyünün muhtarıydı. Varlıklı bir aileydiler. 1992 yılından başlayan bir süreç içinde jandarma onları koruculuğa zorladı. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Koruculuk yapmak istemiyorlardı. 27 Kasım 1993 gecesi çok şiddetli bir soğukta köy basıldı. Bine yakın asker köyü kuşattı. Gelenler arasında 30 civarında maskeli kişi de vardı. Köyün gençlerinden 15'ini meydana çıkarıp ağır bir şekilde dövdüler. Sonra o gençleri yanlarına alarak belli şahıslara ait evleri göstermelerini istediler. Gösterilen 20 evi halkın gözleri önünde ateşe verdiler. Bu bir dönüm noktası oldu. 300 hanelik köyün koruculuğu kabul etmeyen 250 hanesi göçertildi. Nurettin köylüleri ülkenin dört bir yanına perişan bir şekilde dağıldılar. 35 kişi koruculuğu kabul etti. Gidenlerin evleri yıkıldı. Topraklarına el kondu. Tam on yıldır, bu köyün arazilerini korucular kullanıyorlardı. Eski köy muhtarı Yusuf Ünal, oğulları ve kardeşleri Patnos'ta perişan bir şekilde yaşamlarını sürdürdüler. Tek umutları topraklarına geri dönmekti. Köylerine geri dönmekti. Verimli toprakları vardı ve yeniden yaşamlarını kurabilirlerdi. Malazgirt Kaymakamlığı'na otlarını biçebilmek ve güvenliklerinin sağlanması amacıyla dilekçe verdiler. Kaymakamlık ve jandarma komutanlığı bu başvuruyu uygun gördü. Jandarma nezaretinde köylerine gidip otlarını biçtiler. Jandarma komutanı, korucuları Yusuf Ünal ve çocuklarına dokunmamaları konusunda uyardı. **** Yedi gün böyle geçti. Sekizinci gün, otlarının başına gittiklerinde onları Yusuf Ünal, Abdürrahim Ünal ve Abdülsamet Ünal'ı ölüm bekliyordu. 75 yaşındaki Yusuf Ünal'ın eşi Nafiye Ünal, bir heykel sessizliğiyle karşımızdaki plastik iskemleye oturdu. Kürtçe konuşmaya başladı: "Mağduruz, perişanız. Kocamı, oğlumu ve kayınımı hunharca öldürdüler. 18 çocuk yetim kaldı. Oğlum Kıbrıs gazisi. Suçumuz yok, günahımız yok. Dilekçe verdik, devletten izin alıp gittik. Onların silahı vardı, bizimkilerin yok. Devlet onların silahını neden almadı? Dün dilekçe verdik, köyümüze dönmek istiyoruz. Bize sahip çıkın. Çok perişanız." Yanımda Hürriyet gazetesinden Ferai Tınç oturuyordu. Acıyla birbirimizin yüzüne baktık. Radikal'den Celal Başlangıç, Profesör Büşra Ersanlı, HADEP Parti Meclisi üyesi Orhan Miroğlu, Patnos Belediye Başkanı'yla birlikte acıyı izliyorduk. Küçük çocuklar etrafımızı sardılar. Artık onların babaları yoktu. Evlerine ekmek getirecek kimseleri kalmamıştı. Nurettin köyünde ise 30 bin dönümlük toprakları 180 korucuların işgali altındaydı. Ankara'da siyaset pazarlıkları sürüyordu. Yusuf Ünal'ın kızı Yadigar Ünal, "Her şeyimizi kaybettik. Bize yapılanlar, Đsrail'in Filistin'e yaptığından daha beter." Muş'ta valiyi ziyaret ettik. Malazgirt Kaymakamı'yla konuştuk. ĐHD yöneticilerini dinledik. Halkı dinledik. Onları anlatmayı sürdüreceğim. Avrupa Birliği ve Muş'un Nurettin köyü, ne kadar birbirine uzak. Süphan Dağı'nın soğuğu içimize işledi. Olayın yaşandığı Nureddin köyünde 25'i geçici 14'ü de gönüllü olmak üzere 39 korucunun olduğunu belirten Başlangıç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Koruculardan 20'si şu an gözaltında tutuluyor. Muş Valiliği korucuların görevlerinden alınacağını söyledi. Nureddin köyüne 1993 yılında korucu olmaları yönünde baskılar olmuş. 400 haneli köyden 35 hane korucu olmayı kabul ediyor. Koruculuğu kabul etmeyenler de köyü terk etmek zorunda bırakılıyorlar. Korucular on yıldır köyde boşalan arazileri kullanıyor. şimdi de köylerine dönerek arazilerini kullanmak isteyen köylülere araziyi kaptırmak istemiyorlar." Heyetin ziyaret sırasında edindiği bulgulara ilişkin bir açıklama yapan HADEP yöneticisi Kapazan şunları söyledi: "Kaymakam da 'ailenin resmi olarak başvuru yaparak, köyüne döndüğünü' söyledi. Olayın 'kan davası' gibi yansıtılmak istenmektedir. Ancak olay böyle değildir. Öldürülen kişilerin öldürülenlerle hiçbir alakası yoktur" dedi. Kapazan "Hem halkın bize verdiği bilgilere göre, hem bizim edindiğimiz izlenimlere göre, 10 yıl sonra bu ailenin buralara dönmesi, 30 bin dönüm arazinin üzerine konan korucuları rahatsız etmiş durumda. Yani ateş ile barutu yan yana koyar gibi, bu köylüleri göndermişler ancak yeterince tedbir almamışlar. Olay günü köyde hiçbir asker yok. Sadece korucular var, onlarda tarayıp öldürmüşler Herkes tedbir alınmamasından şikayetçi" diye konuştu. Benzer bir olay da 28 Temmuz günü Muş'a bağlı Suluca köyünde yaşandı. Edinilen bilgiye göre, olay şöyle gelişti: Đki ay kadar önce Đzmir'den köylerine dönen Elhan ailesinden Maşallah Elhan, 28 Temmuz günü ot biçerken köy muhtarı Kamil Aktaş, korucular Tajdin Aktaş, Sadettin Aktaş, Gıyasettin Aktaş ile Şevket Solgun, Ali Solgun ve Şehmus Solgun tarafından sopalarla dövüldü. Daha sonra köye giden korucular Elhan'ların evine ateş açtı. Olayda Netice Elhan (15) adlı çocuk karnından yaralandı. 1.1.3. Pazarcık Olayı Maraş'ın Pazarcık ilçesine bağlı Harmancık köyünde çobanlık yapan üç kişi 21 Ağustos günü öldürüldü. Tahir Kasakoğlu (12) ve Mustafa Yentek'in (15) cesetleri evlerinde, Hasan Yentek'in (25) cesedi ise Pozaklı mevkii kırsal alanında bulundu. Her üç kişinin de başlarına kısa mesafeden sıkılan tek kurşunla öldürüldükleri bildirildi. ĐHD Antep Şubesi'nin yaptığı araştırmada, çocukların aileleri ve köylülerin saldırının korucu Hasan Dağlan (Dağılhan) tarafından düzenlendiği yönünde ifadele verdikleri bildirildi. ĐHD raporunda şu bilgilere yer verildi: "1991 yılında Harmancık köyünde korucuların evlerine yönelik bir eylemde Hasan Dağlan'ın (Đnce Hasan) eşi ve çocuğu öldürülmüştü. Hasan Dağlan bu olayın intikamını alacağının söyleyerek köylüleri tehdit etmişti. Köy korucuları köyden alınarak Pazarcık merkezinde bir mahalleye yerleştirilmişlerdi. 20 Ağustos günü Harmancık köyü çobanları ve köy halkı Đnce Hasan lakaplı Hasan Dağlan'ı asker kıyafeti giymis halde ve silahlı olarak köy civarında gördüklerini muhtara söyleyerek önlem alınmasını, bu şahsın çok tehlikeli olduğunu ve bir komplo peşinde olduğunu söylemişler. 21 181 Ağustos günü Hasan Yentek, Mustafa Yentek ve Tahir Kasakoğlu, ikisi kardeş biri teyze çocuğu aynı evden üç kişi kafakarına kısa mesafeden tek kurşun sıkılarak öldürülmüş şekilde bulunmuşlar. Olay duyulur duyulmaz baba Hüseyin Kasakoğlu, Baba Ali Yentek ve anne Elif Yentek gözaltına alınmarak üç gün karakolda tutulmuşlar, ve bu süre içerisinde 'bu olayı komşularının yaptığı, kiminle sorunlu olduklarını söylemeleri" yönünde baskıya maruz kalmışlardır. Aile kimseyle sorunları olmadığını, bu olayın Hasan Dağlan ve adamları tarafından yapıldığını söylemiştir. Bütün bunlara rağmen köyde çok sayıda kişinin gözaltına alınarak olayın çarpıtılmaya çalışıldığı iddia edilmektedir. Çeşitli girişimler sonucu olay köy karakoluna intikal ettirilince Hasan Dağlan ve eşi karakola alınmıştır. Bu sırada karakolda gözaltında tutulan köylülerin iddiasına göre Dağlan'ın eşi karakolda 'Kocam asker elbisesi giyip çıktığında üç çocuğu öldüreceğini nereden bilebilirdim' şeklinde konuşmuş ancak bu sözleri ifade tutanağına geçirilmemiştir. Daha sonra Hasan Dağlan'ın evinde, üzerinde kan lekeleri olan bir giysi bulunduğu ve bunun üzerine mezarların açılarak doku örneği alındığı söylenmektedir." Hasan Dağlan 4 Eylül günü tutuklandı. 1.1.4. Diğer Korucu Saldırıları Muş'a bağlı Suluca köyünde 28 Temmuz günü ot biçmeye giden Elhan ailesi de korucuların saldırısına maruz kaldılar. Olayda Netice Elhan (15) adlı çocuk korucular tarafından silahla yaralandı. Edinilen bilgiye göre, olay şöyle gelişti: Mayıs ayında Đzmir'den köylerine dönen Elhan ailesinden Maşallah Elhan, 28 Temmuz günü ot biçerken köy muhtarı Kamil Aktaş, korucular Tajdin Aktaş, Sadettin Aktaş, Gıyasettin Aktaş ile Şevket Solgun, Ali Solgun ve Şehmus Solgun tarafından sopalarla dövüldü. Daha sonra köye giden korucular Elhan'ların evine ateş açtı. Olayda Netice Elhan adlı çocuk ile evi tarayan koruculardan Tekin Aktaş yaralandı. Maşallah Elhan'ın olayın ardından gözaltına alındığı bildirildi. Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Samanyolu köyü korucuları 30 Temmuz günü aynı köyde oturan Mehmet Kaplan adlı HADEP üyesinin evine baskın düzenlediler. Edinilen bilgiye göre, Kaplan'ı evde bulamayan korucular kızları Laleş ile Hanife Kaplan'ı feci şekilde dövdü. Olay günü işte olduğunu belirten Mehmet Kaplan, baskının korucubaşı Ahmet Avcı öncülüğünde yapıldığını iddia etti. Korucuların uzun bir süreden beri kendisini rahatsız ettiğini dile getiren Kaplan, "Bu adamlarla bir alıp veremediğimiz yok. HADEP'li olduğum için saldırı yapılmıştır. Daha önce de bazı sorunlar bahane gösterilerek bu şekilde üzerimize geliyorlardı. Ancak bu kez çok çirkin bir saldırıda bulundular" diye konuştu. Korucular hakkında suç duyurusunda bulunacağını kaydeden Kaplan, halka yönelik baskı uygulayan koruculardan mutlaka hesap sorulması gerektiğini ifade etti. Hasankeyf'in Đncirli köyünde korucular ile köy sakinleri arasında 7 Ağustos günü kavga çıktı. Gerçüş'ün Serinköy, Deveiçi, Seki, Gönüllü ve Yaka köylerinden Đncirli köyüne göçen korucular ile köy muhtarı M. Emin Toy, Cemil Toy ve Halil Sönmez arasında saman deposu yüzünden çıktığı bildirilen kavgada M. Emin Toy, Cemil Toy ve Halil Sönmez yaralandı. Muhtar Emin Toy, korucular ile aralarında sürekli tartışmaların yaşandığını belirterek "Onların köyde bir karış toprağı yok. Biz bu yıl onlara ödünç verdiğimiz saman deposunu almak istedik. Bu yüzden taşla sopayla bize saldırdılar. Korucular ile küçük meseleler yüzünden dahi tartışmalar yaşıyoruz. Böyle giderse daha büyük kavgalar da çıkabilir. Canımızı zor kurtardık" diye konuştu. Olay sonrasında kavgaya karıştığı iddia edilen koruculardan Katibe Doğan ve Şevket Yılmaz'ın göz altına alındığı öğrenildi. Yaz aylarında korucuların kendi aralarında meydana çatışmalar da basına yansıdı. Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Hemkan köyünden 12 korucu ot biçmek amacıyla 15 Temmuz günü 182 gittikleri Suvari Xelil Bölgesi'nde Çeman köyü korucularının saldırısına uğradı. Çatışmada, bir adı öğrenilemeyen bir korucu başından yaralandığı bildirildi. Ağustos ayı başlarında ise Van'ın Çaldıran ilçesinde korucu aşiretleri olarak bilinen Şexki ile Bekıran aşiretleri arasında arazi yüzünden kavga çıktı. Edinilen bilgiye göre, Çaldıran'a göç eden Bekiran aşireti üyeleri, Egekümeyt ve Şexheyder köylerine dönerek arazilerinde ekim yapmak isteyince, Şexki aşireti mensuplarının saldırısına uğradı. Üç kişinin yaralandığı kavganın ardından Çaldıran Jandarma Komutanlığı'nın sokağa çıkma yasağı ilan ettiği bildirildi. 1.1.5. Gazal Berü Olayı 19 Mart 2001 tarihinde Bingöl'ün Karlıova ilçesi Yiğitler köyünde askerlerin köpekleri tarafından öldürülen Gazal Berü'nün (11) yakınları Đçişleri Bakanlığı aleyhine 1 trilyon 100 milyar liralık tazminat davası açtı. Malatya Đdare Mahkemesi'ne dava açan Gazal Berü'nün babası Hacı Berü, köpeklerin karakol nöbetçisi er tarafından çocukların üzerine saldırtıldığını, olay yerine 5 metre mesafedeki jandarmanın herhangi bir müdahalede bulunmadığını bildirdi. Dava dilekçesinde "karakolda tutulan köpeklerin terörle mücadele amacıyla eğitildiği, operasyon dışında bağlanmaları gerekirken yaya yollarına yakın yerlerde serbest bırakıldığı, bu nedenle idarenin olaydan birinci dereceden sorumlu olduğu" vurgulandı. Olaydan sonra yapılan resmi açıklamada, köpeklerin karakola ait olmadığı ileri sürülmüştü. Ancak, ĐHD heyetiyle görüşen ve Cumhuriyet Savcılığı'na ifade veren köylüler köpeklerin karakola ait olduğunu söylemişlerdi. Karlıova Kaymakamlığı'nın, olaydan sorumlu tutulan askerler hakkında soruşturma izni vermemesi nedeniyle "görevi ihmal" suçlamasıyla açılan soruşturma takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştı. Berü ailesinin avukatları, takipsizlik kararının iptali için Muş Ağır Ceza Mahkemesi'ne yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine, askerler hakkında Karlıova Cumhuriyet Savcılığı'na "kasten adam öldürme" iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştu. Ancak, bu soruşturma da takipsizlikle sonuçlanmıştı. Avukatların bu kararın iptali ve memurların yargılanmasına ilişkin yasanın iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurulması talebi halen Muş Ağır Ceza Mahkemesi tarafından değerlendiriliyor. Ev Baskınları Muş'un Varto ilçesinde 17 Temmuz günü Güzel Han, adı öğrenilemeyen 5 yaşındaki kızı, Davut Han, Mahmut Han (17), Şerafettin Han ve Đmdat Han gözaltına alındı. Davut Han'ın KADEK militanı olduğu ve tedavi için doktora götürüldüğü iddia edildi. Gözaltına alınanlardan Güzel Han ve kızı 18 Temmuz günü serbest bırakıldı. Olayın ardından 18 Temmuz günü Varto'ya bağlı Đnak köyüne düzenlenen baskında aynı aileden Hacı Ahmet Han (90) gözaltına alındı. Görgü tanıkları baskında jandarmaların yanında bulunan Mahmut Han'ın durumunun iyi olmadığını ve işkence gördüğünün anlaşıldığını bildirdiler. Van'ın Gevaş ilçesine bağlı Dokuzağaç köyünde bir eve 9 Ağustos günü yapılan baskının ardından bir evin ateşe verildiği bildirildi. Edinilen bilgiye göre Dokuzağaç köyünde yaşayan Salih Barlık adlı köylünün "uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı" ihbarı üzerine Van Alay Komutanlığı'nda görevli özel timler ile Gevaş Đlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı askerler 9 Ağustos günü Barlık'ın evine baskın düzenledi. Yerel kaynaklar askerlerin arama yaptıktan sonra evi ateşe verdikleri, bu sırada yaşanan tartışma üzerine köy muhtarı Mahir Altın ile oğlunun askerlerce tartaklandığı ve havaya ateş açıldığını ve olaydan sonra köye giriş ve çıkışların kontrol edildiğini bildirdiler. Bingöl'ün Karlıova ilçesine bağlı Yukarı Çığ, Dağlı Đsa ve Serpme Kaya köylerine düzenlenen Ağustos ayı ortalarında baskın düzenlendi. Baskınlar sırasında Hacı Yusuf Kısoğlu'nun (80) evinin 183 bir bölümünün askerlerce yıkıldığı iddia edildi. Baskınlarda gözaltına alınan Ekrem Genç, Selim Kısoğlu, Mehmet Ali Temuroğlu ve Ferit Karabağ 17 Ağustos günü "KADEK/PKK'ye yardım ettikleri" iddiasıyla tutuklandılar. Vedat Aydın anma töreni: Kapatılan Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır Đl Başkanı Vedat Aydın'ın öldürülmesinin 11. yıldönümü nedeniyle Diyarbakır'da 10 Temmuz günü yapılmak istenen anma törenine polis müdahale etti. Müdahale sırasında 12 kişi yaralanırken 38 kişi de gözaltına alındı. Olaylar sırasında Selami Demizhan, Şehnaz Turan, Gani Alkan, Umut Tekin, Veysi Akbaş, Nazım Çağlak, Nuran Ekti, Mehmet Yeşilbaş, Şerif Seven, Mehmet Deviren, Aynur Yapsun ve Medeni Kaya yaralandığı bildirildi. Şerif Seven'in durumunun ağır olduğu ve hastanede tedavisinin devam ettiği öğrenildi. Osman Baydemir (ĐHD Şube Başkanı), Arif Akkaya (Tek Gıda Đş 1 Nolu Şube Başkanı), Abdullah Akengin (TAYDER Başkanı), Mefahir Altındağ (HADEP Đl Başkan Yardımcısı), Elif Tokay (HADEP Đl Kadın Kolları Başkanı), Şerif Camcı (HADEP Merkez Đlçe Başkanı), Şakir Doğru, Mehmet Akın, Tezcan Us, Mehmet Ergük, Gülay Tekin, Necla Korkmaz, Hüseyin Bayrak, Veysel Dallı, Zeki Doğrul, Zübeyde Zümrüt, Pirozhan Doğrul, Erkan Erenci, Mehmet Akcan, Hasan Eroğlu, Abdullah Aydın, Metin Baran, Đbrahim Doğan, Şehmus Özcan, Reyhan Yalçındağ, Hanefi Işık, Halit Yaşa, Siracettin Irmak, Murat Avcı, Şaide Demirkıran, Musa Tekin, Sıddık Şeker, Halim Yamaç, Necdet Atalay, Fethullah Batur ile soyadları öğrenilemeyen Ramazan ve Ömer adlı kişiler de gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar, Metin Baran dışında, aynı gün serbest bırakıldılar. 1991 yılında öldürülen Halkın Emek Partisi Diyarbakır Đl Başkanı Vedat Aydın'ın ölüm yıldönümünde düzenlenen anma töreninde gözaltına alınan HADEP Diyarbakır Đl Başkan Yardımcısı Abdulgani Alkan, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Bülent Yavaşoğlu hakkında suç duyurusunda bulundu. Alkan, Yavaşoğlu'nun adliye binasında kendisini tehdit ettiğini ve hakarette bulunduğunu belirtti. TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI TĐHV 1990 1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları Yasal Düzenlemeler Avrupa Birliği'ne (AB) giriş için çıkarılan uyum yasalarına işlerlik kazandırabilmek amacıyla gerekli düzenlemeleri yapmakla görevlendirilen Uyum Yasaları Komisyonu 3 Eylül günü çalışmalarına başladı. Komisyon Adalet Bakanı Aysel Çelikel, Đçişleri Bakanı Muzaffer Ecemiş, Milli Eğitim Bakanı Necdet Tekin, devlet bakanları Yılmaz Karakoyunlu ve Ali Doğan'dan oluşuyor. Đnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Ali Doğan, Komisyonun 3 Eylül günü gerçekleştirilen ilk toplantısının ardından yaptığı açıklamada, ağırlıklı olarak anadilde yayın ve öğrenim hakkının 184 tartışıldığını belirtti. Dışişleri Bakanlığı, AB Genel Sekreterliği ve RTÜK yetkililerinin de katıldığı toplantıda, RTÜK Başkanı Fatih Karaca, 'Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamda Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yayın Yapılmasına Đmkân Tanınmasına Đlişkin Yönetmelik' hakkında bilgi verdi. Karaca, hazırladıkları taslak için Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Adalet Bakanlığı'nın yanı sıra ilgili bakanlıklardan görüş ve düzenledikleri toplantılara temsilci istediklerini söyledi. Türkçe dışındaki dillerden yayının 'özel televizyon ve radyolarda belirli saatlerde ve kontrollü yapılmasının' öngörüldüğünü anımsatan Karaca, Kürtçe kurslarla ilgili yönetmeliğin de kendilerine yol gösterici olabileceğini söyledi. Haber, müzik ve eğitim içerikli yayımların hangi gün ve saatlerde yayınlanabileceği, Genelkurmay Başkanlığı'nın görüşünün ardından yönetmeliğe taşınacak. Taslakta günde bir saat ya da haftada iki gün iki saat seçenekleri yer alıyor. Taslağa göre, radyo ve televizyonlar RTÜK'ten izin almak koşuluyla "evrensel kültürün yayılmasına katkıda bulunan yabancı dillerle vatandaşların geleneksel olarak kullandıkları dil ve lehçelerde" yayın yapabilecek. Ancak bu yayın, toplam yayın süresinin belli bir oranını geçemeyecek. Taslakta "evrensel kültürün yaygınlaşmasına katkıda bulunan" dillerde müzik veya haberin yanı sıra öğrenime olanak tanınırken "Vatandaşların geleneksel olarak kullandıkları farklı diller ve lehçelerde" ise müzik, haber, eğlence gibi yayınlar serbest bırakılması öngörülüyor, ancak eğitim-öğretime ilişkin programlar yasaklanıyor. "Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkında Yönetmelik" 20 Eylül günü Resmi Gazete'de yayınlandı. Yönetmelik, Özel Öğretim Kurumları Kanunu'na göre açılabilecek özel kurslara ilişkin iş ve işlemleri kapsıyor. Buna göre kurslar şu esaslara bağlı olacak: Kurslar, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'na göre açılacak, işletilecek ve MEB denetim elemanları ile, gerektiğinde, valiliklerce görevlendirilecek uzmanlarca denetlenecek. Kurslarda, yalnızca MEB Talim ve Terbiye Kurulu'nca onaylanmış öğretim programı uygulanacak. Kurslarda görev alacak tüm personel T.C. vatandaşı olacak, MEB'in ilgili yasa ve yönetmeliklerdeki koşullarını taşıyacak. Kurslara T.C. vatandaşı ve en az ilköğretim mezunu olanlar öğrenci olarak alınabilecek. Kursiyer listesi her dönemin başında kursun doğrudan bağlı olduğu milli eğitim müdürlüğüne verilecek. Kurslarda kurucu, kurucu temsilcisi, yönetici, öğretmen ve diğer personelin kılık kıyafetleri, 'Milli Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevliler ile Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine Đlişkin Yönetmelik' hükümlerine uygun olacak. Kurslara devam edenler, kılık kıyafetlerinde yaygın eğitim kurumlarında uygulanan kurallara uyacak. 18 yaşından küçükler, bu kurslara ebeveynleri ve yasal velisinin yazılı izniyle katılabilecek. Đlköğretim 6, 7 ve 8. sınıf öğrencileri, ebeveyn izni olsa bile, bu kurslara sadece hafta sonu ve yaz tatilinde devam edebilecek. TRT Kürtçe'ye hazır/Murat Yetkin (5Eylül 2002-Radikal) Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'ya göre, kamunun yayın kurumu TRT, 'ha dense' Kürtçe yayına başlamaya hazır duruma geldi. Karakoyunlu ile dünkü telefon görüşmemizde, Meclis'ten geçen Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde anadilde yayın konusunda yapılabilecekler üzerine konuştuk: 1 Eylül Pazar günü TRT Genel Müdürü Yücel Yener ve diğer yetkililerle bu konuda bir toplantı 185 yaptıklarını söyleyen Karakoyunlu, şu bilgileri verdi: "Türkiye'nin yayın kurumu olarak TRT'nin böyle bir gelişmenin dışında kalmaması doğaldır. Zaten TRT bu konuda bir ön hazırlığa başlamış ve bana göre başlayarak da çok isabetli davranmıştır. Çalışmaların ileri bir aşamaya gelmesi memnuniyet verici." "Genel Müdür Yücel bey toplantıda görev dağılımına da başladı ve Kürtçe yayınlar konusunda bu konuda geniş tecrübeye sahip Güntaç Aktan'a görev verdi. Artık bütün gerekli çalışmaları o yürütecek. Bildiğim kadarıyla halen spikerlerin eğitimi, yedek spikerlerin belirlenmesi, dile hâkimiyet gibi konular üzerine çalışmalar devam ediyor." "Tabii bu hazırlıkların fiiliyata geçmesi, yani yayına başlanması için yasal zemin gerekli. Yasa, Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun bir düzenleme yapmasını öngörüyor. O düzenlemenin yayımlanması ardından TRT 'ha dense', çok kısa sürede yayına başlamaya göre hazırlığını yapıyor." Yayın Kırmanci, altyazı Türkçe Sivas'tan telefonla görüşme imkânı bulduğumuz Genel Müdür Yener'den de anadilde yayın hazırlığı konusunda daha ayrıntılı bilgi alma imkânı bulduk. "Önce RTÜK düzenlemesiyle böyle bir yayının hukuki temelinin oluşması ve TRT Yönetim Kurulu'nun onayı gerekecek" diyen Yener'in, çalışmalar konusunda verdiği bilgiler şöyle: Daha önce terörizmle mücadele döneminde GAP televizyonunda haber ve dizi programlar hazırlayan deneyimli televizyon gazetecisi Güntaç Aktan'ın koordinasyonunda yürütülecek çalışma, TRT'nin Orandaki haber merkezine bağlı olacak. Yayınlar muhtemelen Güneydoğu merkezli yayına ağırlık veren GAP TV üzerinden yapılacak. Kürtçe yayın Türkiye'de en yaygın Kürtçe lehçe olan Kırmanci ile yapılacak ve Türkçe öğrenimini ve konuşulmasını teşvik etmek amacıyla Türkçe altyazı ile verilecek. Yener, Türkiye'de yaygın konuşulan anadillerden Arapça konusunda da benzeri bir çalışma yürütmeyi planladıklarını, ancak bu çalışmanın henüz fiiliyata dökülmediğini söyledi. Karakoyunlu ve Yener'in sözlerinden özel sektör kadar, kamu sektörünün de anadilde yayın yapma hazırlığını son aşamaya getirdiği sonucu çıkıyor. Bu açıklamalar gözleri RTÜK'e çevirmiş bulunuyor. Önceki gün Bakanlar Kurulu bünyesinde anadilde öğrenim ve yayın konularında düzenleme yapmak için kurulan bakanlar komisyonuna bilgi veren RTÜK Başkanı Fatih Karaca, dün yayın düzenlemeleri konusundaki sorularımızı şöyle yanıtladı: "Aslında RTÜK Yasası, bu düzenlemeyi hükümetin onayı olmadan yapmaya el veriyor. Ancak RTÜK, yayınları anayasal ilkeler çerçevesinde düzenleyip denetlemekle görevli. Bu nedenle Dışişleri'nden Đçişleri'ne, MĐT'ten MGK'ya, AB Genel Sekreterliği'nden TRT'ye dek 11 kurum ve kuruluştan görüş ve önerilerini birer yazıyla talep ettik. Halen onları bekliyoruz. Meclisten çıkan yasa aslında RTÜK'e bu düzenlemeyi yapmak için 1 yıl süre tanıyor. Ancak hükümette, aralık ayındaki AB Kopenhag zirvesinden önce bu düzenlemeyi yapma doğrultusunda bir irade ağır basıyor. Biz de buna uygun çalışıyoruz. Ancak tabii çok hassas bir konu ve sonradan pişman olunacak bir yanlış yapmamak için titiz çalışmak ve aceleye getirmemek gerekiyor." Karaca'nın verdiği bilgiye göre, yayımlanacak yönetmelikte, AB ülkelerindeki durum da göz önüne alınarak anadil yayımlarının günün hangi saatlerinde, ne kadar süreyle yayımlanması gerektiği, reklamların hangi dilde, nasıl yayımlanabileceği ve ülke bütünlüğüne yönelik propagandaya dönük 186 yayımların nasıl denetlenip engelleneceği türünden ayrıntılar da yer alacak. Devlet Bakanı Ali Doğan, Bakanlar Kurulu'nda Başbakan Ecevit'e bu çalışmaların bir an önce tamamlanmasındaki önemi anlattı. Ecevit de komisyon çalışmalarının 1 Ekim'e dek bitirilmesi ve yönetmeliklerin yayımlanması talimatını verdi. Gelişmelerin takipçisi olacağız. Kürtçe Eğitim Kampanyası Sonuçlanan Davalar "Kürtçe eğitim" için Adana Çukurova Üniversitesi'ne dilekçe veren 11 öğrenci hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava 3 Eylül günü sonuçlandı. DGM, Evin Baltaş, Gül Bahar Sel, Menekşe Bingöl, Özlem Gülpınar, Deniz Yıldırım, Neriman Karabağ, Rukiye Demiröz, Ayfer Ali, Gülistan Taşkıran, Hülya Soysal ve Özlem Çaparoğlu adlı öğrenciler hakkında beraat kararı verdi. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Van Şubesi'nin 2 Şubat günü yapılan genel kurul toplantısında asılan "Kendim ve Çocuğum Đçin Anadilde Eğitim Đstiyorum" yazılı pankart nedeniyle Şube Başkanı Rıdvan Çiftçi, şube yöneticileri Yılmaz Berke, Aynur Engin, Fikret Doğan, Songül Morsümbül, Ziya Balamir, Faruk Yavrutürk, Kemal Tunçdemir ve Özcan Güneş hakkında açılan dava 4 Eylül günü sonuçlandı. DGM, sendikacılar hakkında beraat kararı verdi. Mardin'in Kızıltepe ilçesinde Mayıs ayında gözaltına alınan 11 Eğitim-Sen üyesi öğretmen ve bir ziraat mühendisi hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava 5 Eylül günü sonuçlandı. Diyarbakır DGM'de yapılan duruşmada Yakup Başboğa, Aldülkerim Koşar, Masum Bilen, Faruk Kılınç, Nurettin Demir, Zübeyir Avcı, Mahmut Kuzu, Abdülaziz Yücedağ, Lokman Koçan, Şermin Erbaş, Mikail Bülbül ile Ziraat Mühendisi Ahmet Ökten hakkında beraat kararı verildi. Gözaltına alındığında hamile olan Şermin Erbaş, işkence nedeniyle düşük yapmış, diğer sanıklar da işkence görmüştü. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Zeynep Demir, Umur Aydın, Ali Rıza Çiftçi adlı öğrencilerin yargılandığı dava 10 Eylül günü sonuçlandı. Diyarbakır DGM, Avrupa Birliği'ne uyum sağlamak amacıyla çıkarılan 4771 sayılı yasanın anadilde eğitime olanak tanıması nedeniyle öğrenciler hakkında beraat kararı verdi. 11 Aralık 2001 tarihinde Diyarbakır'ın Çarıklı beldesinde "okullarda Kürtçe eğitim yapılması" için düzenlenen yürüyüş nedeniyle yaşları 11 ile18 arasında değişen 27 çocuk hakkında açılan dava da 10 Eylül günü Diyarbakır DGM'de beraatla sonuçlandı. Adana Çukurova Üniversitesi'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 9 öğrenci hakkında açılan dava 18 Eylül günü sonuçlandı. Adana DGM'de yapılan duruşmada, Ceyda Çetin, Hasan Kılıç, Serok Kasımoğlu, Emek Ulaş Aslan, Rojin Aslan, Bilal Aslan, Erol Taşkın Yaman, Đbrahim Ağaoğlu ve Mehmet Ali Topal adlı öğrenciler hakkında beraat kararı verildi. Đçişleri Bakanlığı'na, "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle Yozgat E Tipi Cezaevi'nde bulunun 32 mahkum hakkında açılan dava 25 Eylül günü sonuçlandı. Ankara DGM'de yapılan duruşmada, esas hakkındaki görüşünü açıklayan DGM Savcısı, "sanıkların ülkeyi 187 bölmeye yönelik faaliyetlerinin olmadığını" belirtti. DGM de "suç unsurları oluşmadığı" gerekçesiyle sanıklar hakkında beraat kararı verdi. "Kürtçe eğitim için dilekçe veren Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencilerine hukuki danışmanlık yaptıkları" gerekçesiyle Van Baro Başkanı Hüsnü Ayhan, Baro Yönetim Kurulu üyeleri Bekir Kaya ve Ayhan Çabuk hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava, 27 Eylül günü Van DGM'de yapılan ilk duruşmada beraatla sonuçlandı. Devam Eden Davalar Tutuklu bulunduğu Ordu Cezaevi'nden Şırnak'ın Đdil ilçesi Milli Eğitim Müdürlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe gönderen Yusuf Vesek adlı mahkum hakkında açılan davaya 5 Eylül günü devam edildi. Diyarbakır DGM'de yapılan duruşma, Yusuf Vesek'in savunmasının alınması için ertelendi. 2 Şubat günü dilekçe gönderen Yusuf Vesek, "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla yargılanıyor. "Kürtçe eğitim için Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikleri ve 26 Mart 2001 tarihinde HADEP Bursa Đlçe Örgütü'nün düzenlediği şenlikte PKK lehine slogan attıkları" iddiasıyla Bursa Uludağ Üniversitesi öğrencileri Zafer Balcı, Murat Köse, HADEP üyeleri Rabia Tek, Kıymet Toprak, Nevzat Tekinalp, gıyabi tutuklu sanıklar Şahin Kotay, Vahyettin Polat, başka bir davadan tutuklu bulunan Neytullah Turgut ve Tecelli Karasu hakkında açılan davaya 6 Eylül günü devam edildi. Đstanbul DGM'de yapılan duruşmada sanıkların tahliye talebi reddedildi. Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi eski Başkanı Hayrettin Altun, Şube Mali Sekreteri Medeni Alpkaya ve KESK Müzik Grubu üyeleri hakkında "2 Şubat günü yapılan genel kurul toplantısında Kürtçe müzik dinletisi düzenlendiği ve Kürtçe eğitim için pankart asıldığı" gerekçesiyle açılan davaya 10 Eylül günü devam edildi. Diyarbakır DGM'de yapılan duruşma, eksik belgelerin tamamlanması için ertelendi. Davada Altun, Alpkaya, Müzik Grubu üyeleri Sedat Balıbey, Neşet Güçmen, Bendi Velat Eminoğlu, Ertaç Demirel, Ramazan Demir, Zahire Tetikbaşı ve Cangin Doğan'ın TCY 169. maddesi uyarınca cezalandırılması isteniyor. "Kürtçe eğitim için 16 Mart günü Đstanbul Bahçelievler'de gösteri düzenledikleri" ileri sürülen Şengül Kılıç, Onur Ekinci, Suzan Parlakyıldız, Nezir Nas ve Đslam Dayan hakkında açılan davaya 10 Eylül günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada, sanıkların "izinsiz gösteri düzenledikleri" iddiasıyla yargılanması gerektiği görüşüyle görevsizlik kararı verildi. Dosya bu amaçla Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 700 öğrenci hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan üç ayrı davanın ilki 25 Eylül günü Van DGM'de başladı. 225 öğrencinin yargılandığı davada, duruşmaya katılan 150 öğrencinin ifadesi alındı. Bu arada, dilekçe veren öğrenciler hakkındaki disiplin cezalarının iptali istemiyle açılan dava da Van Đdare Mahkemesi'nde görüldü. Okuldan bir yıl uzaklaştırılan 16, bir dönem uzaklaştırılan 17 ve bir hafta uzaklaştırılan 138 öğrenci tarafından açılan davada savunma yapan Avukat Fesih Kınav, üniversitede öğrenciler hakkında soruşturmayı yürüten ve disiplin cezası veren komisyonlarda aynı üyelerin görev yaptığına dikkat çekerek, bu durumun Anayasa'nın 36. maddesindeki adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu söyledi. Eğitim-Sen Van Şubesi eski Başkanı Hasan Çiftçi hakkında, "Kürtçe eğitim için dilekçe veren öğrencileri desteklediği" için TCY'nin 312. maddesi uyarınca açılan davaya 27 Eylül günü Van 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşma 15 Kasım gününe ertelendi. 188 Đptal Davaları Çukurova Üniversitesi'nde Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması talebinde bulundukları için okuldan atılma ve uzaklaştırma cezası alan 87 öğrencinin, yürütmenin durdurulması talebiyle Adana 2. Đdare Mahkemesi'nde açtıkları dava sonuçlandı. Mahkeme, dava dosyasındaki gözaltı ve DGM ifade tutanaklarının incelenmesi sonucu yürütmeyi durdurma şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle talebi reddetti. Mahkeme üyesi Mustafa Arslan ise gözaltı ve DGM ifade tutanakları arasında Tıp Fakültesi öğrencisi Hamza Aktaş'a ait ifade tutanaklarının yer almadığı için karara muhalefet şerhi koydu. Aktaş, söz konusu ifade tutanaklarının getirilerek incelenmesinden sonra bir karara varılmasını istedi. Aktaş'ın avukatı Pınar Gül ise müvekkilinin ne polis tarafından gözaltına alındığını, ne de DGM'de ifade verdiğini belirterek, "Aktaş sanki DGM ve gözaltında ifade vermiş gibi karar alınmış." dedi. Đdare Mahkemesi kararıyla öğrencilerin uzun süre mağdur kalacaklarını ifade eden Gül, kararın bozulması için Adana Bölge Đdare Mahkemesi'ne başvuracağını açıkladı. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri için çeşitli sürelerle okuldan uzaklaştırma cezası alan öğrencilerin, haklarındaki disiplin cezalarının iptali istemiyle Van Đdare Mahkemesi'nde açtıkları dava 25 Eylül günü görüldü. Okuldan bir yıl uzaklaştırılan 16, bir dönem uzaklaştırılan 17 ve bir hafta uzaklaştırılan 138 öğrenci tarafından açılan davada savunma yapan Avukat Fesih Kınav, üniversitede öğrenciler hakkında soruşturmayı yürüten ve disiplin cezası veren komisyonlarda aynı üyelerin görev yaptığını belirterek bu durumun Anayasa'nın 36. maddesindeki adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu söyledi. Aynı gerekçeyle Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdiği için okuldan bir ay uzaklaştırılan Zeynep Demir, AB Uyum Yasaları'nı gerekçe göstererek yürütmenin durdurulması talebiyle 11 Eylül günü Bölge Đdare Mahkemesi'ne başvurdu. Demir, başvurusunda, 4771 sayılı yasanın 11. maddesinde yer alan, "Türk vatandaşları günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için 625 sayılı Özel Eğitim Kurumları Yasası da dikkate alınarak farklı dil ve lehçelerde özel kurslar açılabilir" maddesi uyarınca mevcut uygulamaların geçerliliğini yitirdiğini" ve bu çerçevede hakkındaki cezanın hükümsüz sayılması gerektiğini belirtti. Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri için Diyarbakır DGM'de yargılanan ve "PKK'ye yardım ettiği" iddiasıyla 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edilen Ömer Kaçmaz, Reşat Bağıç ve Abdurrahim Demir adlı öğrenciler, kararı temyiz etti. Başvuruda, aynı iddiayla yargılanan Zeynep Demir, Umur Aydın ve Ali Rıza Çifti adlı öğrenciler hakkındaki beraat kararının emsal kabul edilmesini istediler. Kürtçe Ad Sorunu Diyarbakır Barosu avukatlarından Muharrem Erbey, çocuğuna Kürtçe "Robin" adını vermesinin Đl Nüfus Müdürlüğü tarafından engellendiğini bildirdi. Erbey, 29 Ağustos günü gittiği Nüfus Müdürlüğü'nde kendisine "Kürtçe ad verilmemesi konusunda emir geldiğinin" söylendiğini ve başka bir ad önerildiğini söyledi. Söz konusu uygulamalar ile yasaların ve insan haklarının ihlal edildiğini savunan Erbey, "Kürtçe isimin nüfus kağıdına yazılmamasının nedeni Nüfus Müdürlüğü Kanunu'nun 16. maddesi gerekçe gösteriliyor. Ancak 16. maddede geçen gelenek, görenek, örf ve adetlere uygun düşmeyen isimler 'müstehcen ve ayıplı isimler' için geçerli bu Kürtçe isimler için geçerli değil. Nüfus müdürlükleri bu hali ile yasaları kendisi yorumluyor. Ancak nüfus 189 müdürlüklerinin yasayı yorumlama yetkisi yoktur yasayı ancak yasa koyucular yorumlayabilir. Burada uygulananlar mevzuata aykırıdır" dedi. Tunceli'nin Pertek ilçesinde, çocuğuna Kürtçe "Berzan" adını koyan Đlyas Sayıt ve Đlçe Nüfus Müdürü Ahmet Yılmaz hakkında dava açıldı. Pertek Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülecek davada, Berzan adının 1587 Sayılı Nüfus Yasası'nın "Çocuğun adını anne babası koyar, ancak milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz" hükmünü taşıyan 16. maddesi uyarınca değiştirilmesi isteniyor. Ağustos ayı ortalarında Pertek Nüfus Müdürlüğü'ne gittiğinde Nüfus Müdürü Ahmet Yılmaz'ın, çocuğuna Berzan adını koymak istediğime dair bir dilekçeyi kaymakama onaylatmasını istediğini belirten Đlyas Sayıt, kaymakamın da Berzan adını onayladığını söyledi. Bitlis'in Hizan ilçesinde kızına Berivan adını koyan Ahmet Şimşek ve adı onaylayan Đlçe Nüfus Müdürü Fahrettin Ateş hakkında dava açıldı. Ahmet Şimşek, dört gün önce kızını kaydettirmek için Nüfus Müdürlüğü'ne gittiğinde, memurların kendisine "Berivan adını kayda geçiremeyeceklerini, geçirmeleri halinde savcılığa ihbarda bulunulacağını" söylediklerini bildirdi. Israr ettiği için Berivan adının kayda geçirildiğini anlatan Şimşek, daha sonra kendisi ve ihbarda bulunan Ateş hakkında, Berivan adının iptal edilmesi için dava açıldığını söyledi. Mardin'in Nusaybin ilçesinde yaşayan Saliha Bilen adlı kadın 1.5 yaşındaki çocuğuna "Diyar" adını koymak için gittiği Đlçe Nüfus Müdürlüğü'nde kendisine "Kürtçe isimleri kaydetmememiz için Kaymakam bize bir yazı gönderdi. Bu nedenle Diyar ismini de kaydedemiyoruz" denildiğini belirtti. ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş, 18 Eylül günü düzenlediği basın toplantısında, Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde, bir çocuğun nüfusa Kürtçe "Rojda" adıyla kaydedilmesinin kabul edilmediğini, bu nedenle nüfus cüzdanı alamayan 7 yaşındaki çocuğun okula kaydının yaptırılamadığını bildirdi. Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü, Aziz Đnci adlı kişinin kızına Ermenice "Lorin" adını koymasını "adın, Türk örf adet ve geleneklerine uygun olmadığı" gerekçesiyle engelledi. Aziz Đzci, görüştüğü Nüfus Müdürü'nün kendisine Yargıtay'ın bu konuda kararı olduğunu söylediğini ancak kararı göstermediğini söyledi. Siirt'tin Eruh ilçesinde yaşayan Selahattin Erden adlı kişinin çocuklarına Kürtçe adlar vermesinin Nüfus Müdürlüğü tarafından engellendiğini bildirdi. Erden, "Çocuklarıma Serhıldan, Hünermend, Rêber ve Rênas adlarını vermek istedim. Đlk gittiğimde bana gerekçe bile gösterilmeden bu isimlerin yazılamayacağını söylediler. Ben ısrar edince 'çocukların isimlerinin bölücülüğü çağrıştırdığı' gerekçesiyle kayıt yapamayacaklarını söylediler. Ayrıca ellerinde bir listenin olduğunu bu listede olan isimlerin kesinlikle kaydedilemeyeceğini belirttiler. Fakat ellerindeki listede benim çocukların isimleri yoktu. Buna rağmen isimleri yazmadılar" dedi. Đptal Davaları Oğluna "Rojhat" adını verme talebi 28 Temmuz günü Van Nüfus Müdürlüğü tarafından reddedilen Mehmet Salih Acar, Van Đdare Mahkemesi'ne iptal davası açtı. Acar, dilekçesinde Rojhat adının diğer nüfus idarelerinde kabul edildiğini belirterek, Hakkari Nüfus Müdürlüğü'ne 1991 yılında kaydolan Rojhat Kurt örneğini gösterdi. Dilekçede ayrıca Nüfus Müdürlüğü'nün "Rojhat" adının kabul edilmeme gerekçesi olarak gösterdiği Nüfus Yasası'nın 16. maddesinin 4. fıkrasına ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 1 Mart 2000 tarihli kararı da hatırlatıldı. Yargıtay Genel Kurulu'nun söz konusu kararında, "Farklı etnik yapıdaki insanların gelenek ve 190 göreneklerini, milli kültürün örf ve adetlerinin bir parçası" olarak gösterildiği belirtilerek Rojhat adının nüfus idaresince tescil edilmesi istendi Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde avukatlık yapan Berdan Acun, oğluna "Hejar Pola" adının nüfusa kaydedilmemesi nedeniyle Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. Acun, Ergani Kaymakamlığı ve Nüfus Müdürlüğü'ne yaptığı yazılı başvurularının sonuçsuz kaldığını, dilekçelerinin kabul edilmemesi nedeniyle Đdare Mahkemesi dahil hiçbir mahkemeye başvuru yapamadığını ve böylece iç hukuk yollarının tıkandığını kaydetti. 1.1. OLAĞANÜSTÜ HAL UYGULAMALARI 1.2. Korucu Saldırıları Iğdır'ın Aralık ilçesine bağlı Yukarı Çamurlu köyünde Eylül ayı başlarında köy korucuları Đsmail Savu ve Mehmet Dere'nin etrafa rasgele ateş açması sonucu HADEP üyesi Mehmet Mercan'ın evi isabet aldı. Olayın ardından iki taraf arasında gerginliğin tırmanması üzerine korucuların gözaltına alındığı ve silahlarına el konularak 500'er milyon lira para cezasına mahkum edildikleri bildirildi. Van'ın Şabaniye mahallesinde 15 Eylül akşamı yapılan bir düğünü basan Şimşekler Özel Tim Grubu'na bağlı bir grup korucu düğün sahibi Đshak Dağ'ı yaraladı. Olay büyümeden önlenirken, korucubaşı Şaban Kahraman'ın "olayın yanlış anlamadan meydana geldiğini, çocuklarının hakarete maruz kaldığını sandıkları için evi bastıklarını" söylediği öğrenildi. Tunceli'ye bağlı Mazgirt ilçesi Darıkent nahiyesinde Şükrü Bilen (80) adlı kişiyi sık sık dövdüğü belirtilen korucubaşı Hüseyin Demirtaş hakkında soruşturma açıldı. Edinilen göre olaylar şöyle gelişti: Darıkent nahiyesinde birbiriyle akraba olan Şükrü Bilen ve korucubaşı Hüseyin Demirtaş arasında bir yıl önce arazi anlaşmazlığı yüzünden kavga çıktı. Olaydan sonra Demirtaş tarafından dövülen Bilen'in oğlu Düzgün Bilen, ĐHD Elazığ Şube Başkanı Cafer Demir'den yardım istedi. Demir'in konuyu Mazgirt Kaymakamı Akif Yorulmaz'a aktarması üzerine Kaymakamlık, olayla ilgili soruşturma başlattı. Uğrak (Cadé) köyü olayı 26 Eylül günü Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Uğrak (Cadê) köyünde, korucuların bir ailenin üzerine ateş açması sonucunda biri çocuk üç kişi öldü, 6 kişi de yaralandı. Edinilen bilgiye göre, 8 yıl önce köyden göç ederek Diyarbakır'a yerleşen Tekin ailesi geri dönüşe izin verilmesi üzerine 26 Eylül günü köylerine geri döndüler. Köyün dışında kurdukları barakalara yerleşen Tekin ailesinin üzerine saat 17.00 sıralarında köyde bulunan korucular tarafından ateş açıldı. Saldırıda Agit Tekin (6), Nezir Tekin (45) ve Đkram Tekin (45) öldü, 6 kişi ise yaralandı. Yaralılardan dördünün adının Veysi Tekin, Hazal Tekin, Erhan Tekin ve Mazlum Tekin olduğu öğrenildi. Saldırıya katıldıkları ileri sürülen Emin Güçlü, Đbrahim Güçlü, Hasan Güçlü ve Hanifi Güçlü adlı korucular 27 Eylül günü gözaltına alındı. Olaydan sonra ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Avukat Selahattin Demirbaş, Göç-Der Şube Başkanı Serdar Talay ve ĐHD Yönetim Kurulu üyesi Metin Kılavuz'dan oluşan bir heyet, Bismil Kaymakam Vekili Đdris Akgül, Cumhuriyet Savcısı Đlkay Özcan ve HADEP Đlçe Başkanı Nedim Biçer'le görüştü. 191 Köyden göç eden ailelerin 10 gün kadar önce Bismil Kaymakamlığı'na köylerine dönmek için başvurduklarını anlatan Demirbaş, "Kaymakamlık dilekçeleri Đlçe Jandarma Komutanlığı'na havale ediyor, 10 gün sonra gelen sonuçta da köylerine geri dönebilecekleri söyleniyor. Köylüler 26 Eylül günü köye gittikten sonra korucular öğle saatlerinde havaya ateş açıyor. Bunun üzerine aileler tekrar Kaymakamlığa geliyor ve korucular tarafından tehdit edildiklerini söylüyorlar. Kaymakamlık kendilerini Đlçe Jandarma Komutanlığı'na gönderiyor. Đlçe Jandarma Komutanlığı'nda, aileden 4 kişi yüzbaşı ile görüşüyor. Yüzbaşı, güvenlik sorunu olmayacağını söylüyor ve köylülerle birlikte köye gidiyor. Köy meydanında köylülerle 15 dakika oturduktan sonra Jandarma Komutanı, bir kilometre uzaklıktaki Kamışlı Jandarma Karakolu'na gidiyor. Korucular, jandarma gittikten 5 dakika sonra meydanda bulunanları tarıyor." dedi. Demirbaş, saldırının Uğrak köyü korucubaşı Emin Güçlü tarafından azmettirildiği sonucuna vardıklarını bildirdi. Saldırıya uğrayanlardan Hüseyin Tangüner yaşadıklarını şöyle anlattı: "Olay günü 35-40 kişi köye gider gitmez korucular tarafından havaya ateş açıldı. Biz bu sırada eşyalarımızı indirdik. Köyün karakol komutanı yanımıza geldi. Durumu komutana anlattık, o da bize dönmek için Bismil Đlçe Jandarma Komutanlığı'ndan yazı getirmemiz gerektiğini, aksi halde köye girişimize izin vermeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Mehmet, Sait, Mehdi Tangüner adlı akrabalarım Bismil'e yüzbaşı ile görüşmeye gittiler. Daha sonra yüzbaşı ile birlikte geri döndüler. Yüzbaşıya, Emin Güçlü'nün bizim köyü terk etmemizden sonra 8 yıldır amcamın evinde izinsiz oturduğunu söyledik. Bunun üzerine yüzbaşı bir hafta sonra gelip bizi korucularla barıştıracağını, şimdi evlerimizi yapmamızı söyledi. Bizler de korucuların ellerinde silah olduğunu ve yanımızda gezindiklerini, güvenliğimizi sağlayacak birkaç asker bırakmasını istedik. Komutan da 'korucuların ellerindeki silahlar devletin, onlar devletin silahıyla hiçbir şey yapamazlar, size ateş edemezler' deyip gitti. Komutan tepeyi aşar aşmaz, 2 kişi dereden, 2 kişi de yukarı taraftan gelip saat 19.00 sıralarında 40 kişinin üzerine rasgele ateş ettiler. Saklanabileceğimiz hiç bir yer yoktu. Yalnızca yere uzandık, ateş 15 dakika kadar sürdü. Bir arabanın deposu ateş alınca korucular uzaklaştı. Olaydan 15 dakika sonra askerler geldi." Gazetecilere açıklama yapan Tekin ailesinin bir yakını ise "Aileleri yüzbaşı köye çağırıyor. 'Gelin bir sorun yok, köyünüzde yaşayın, topraklarınızı ekin' diyor. Aileler de gidince başta barakalara yerleşiyorlar. Ama aldığımız bilgilere göre, askerler saldırıdan önce Tekin ailesine gelip, 'çocuklarınızı barakalarda tutmayın' diyorlar. Bu olayın planlı olduğundan kuşku duyuyoruz" dedi. Saldırıda ölen Agit Tekin (6), Nezir Tekin (45) ve Đkram Tekin'in (45) köyde gömülmesine muhtar ve askeri yetkililer izin vermedi. Cenazeler bu nedenle Diyarbakır'da toprağa verildi. Bu arada köylülerinin, zorla köylerinden göç ettirildikleri ve arazilerinin korucular tarafından işgal edildiği gerekçesiyle AĐHM'e başvurdukları öğrenildi. Tangüner ve Tekin ailelerinin de arazilerinin korucular tarafından işgal edilmesi ve izinsiz ekilmesi nedeniyle dava açtıkları ve mahkemenin araziler üzerine ihtiyati tedbir kararı aldığı bildirildi. Avukat Sabahattin Acar, davanın Haziran ayında sonuçlandığını ve mahkemenin korucular tarafından ekilen ekinlerin hasadından sonra arazilerin hak sahiplerine teslim edilmesine karar verdiği belirtti. Beytüşşebap Olayı Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Ilıcak, Ortalı, Dağaltı ve Aşat köylerine 2001 yılında düzenlenen baskınlarda gözaltına alınan 31'i korucu 32 kişi hakkında açılan davaya 27 Eylül günü Diyarbakır DGM'de devam edildi. Duruşmada, Fahri Ceylan, Seyhmus Abi, Keser Acar, Orhan Abi ve Yakup Ceylan tahliye edildi. 192 Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesi Ilıcak köyü yakınlarında 26 Haziran 2001 ve 8 Temmuz 2001 tarihlerinde mayına basan Đsmail Kıvrak adlı askerin ölümü, Turhan Ataş, Sebahattin Çoban, Ali Osman Tekel, Nihat Döner, Gürkan Sarı ve Abdullah Demir adlı askerlerin de yaralanması üzerine Ilıcak, Ortalı, Dağaltı ve Aşat köylerine düzenlenen baskınlarda gözaltına alınan sanıkların yakınlarından Halit Aslan ve Ebuzeyt Aslan 7 Eylül 2001 tarihinde Yeşilöz köyü Geçitli mezrası Dereyatağı bölgesinde güvenlik görevlileri tarafından öldürülmüştü. Đddianamede, Şemsettin Abi, Cafer Aslan, Đsa Abi, Yasin Abi, Keser Acar, Fahri Ceylan, Şehmus Abi, Kemal Acar, Sadun Yeşil, Hamit Acar, Orhan Abi, Yakup Ceylan, Kerim Acar, Karaman Abo, Ali Abo ve Nazmi Abi hakkında TCY'nin 125. maddesi uyarınca ömür boyu hapis, Mirza Aşan, Naif Aşan, Yakup Aşan, Ekrem Aşkan, Nezir Abo, Zeydin Aşan, Hekim Aslan, Hakkı Aşan, Turan Aslan ve Bahattin Aslan hakkında TCY'nin 168/2 ve TMY'nin 5. maddesi, Đsa Abi, Ahmet Abi, Faki Aşkan, Nazmi Aslan, Cemil Abi ve Bengin Aşkan hakkında da TCY'nin 169 ve TMY'nin 5. maddesi uyarınca hapis cezası isteniyor. Diğer Olaylar Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Kazancı (Haciya Kurmanca) köyündeki ilköğretim okulunda Türk bayrağının yırtılması nedeniyle Kemal Saruhan, Sait Saruhan ve Müslüm Saruhan adlı kişiler 18 Eylül günü gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar aynı gün serbest bırakıldı. Olayla ilişkili olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan Fuat Saruhan'ın ise Bismil Cezaevi'nde bir hafta tutuklu kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı bildirildi. 19 Eylül günü Van'ın Bostaniçi beldesinde yaşayan Ayhan Yıldız'ı (28) gözaltına almak için Esendere mahallesinde operasyon başlatan askerler ve özel tim görevlilerinin, Yıldız'ı bulmak için Bahçeli sokakta 10 eve baskın düzenlediği bildirildi. Yaklaşık 3 saat süren operasyon sonucunda Yıldız gözaltına alındı. Yıldız'ın hangi gerekçeyle gözaltına alındığı konusunda bilgi alınamadı. Mardin'in Nusaybin ilçesinde görev yapan Seyfettin Yavuz (26) adlı öğretmen 20 Eylül günü gözaltına alındı. 21 Eylül günü Diyarbakır'a götürülen Seyfettin Yavuz'un JĐTEM tarafından sorgulandığı ileri sürüldü. Yavuz'un sorgusunun ardından "yasadışı örgüt üyeliği"suçlamasıyla tutuklanarak Diyarbakır Özel Tip Cezaevi'ne konulduğu bildirildi. Van'ın Saray ilçesinde Đran sınırına yakın Beyaslan, Kapıköy ve Çılık köylerinin sınırındaki 5 kilometre uzunluğunda bir alana girişlerin Kaymakamlık tarafından izne bağlandığı bildirildi. Saray Kaymakamı Đsmail Ustaoğlu, "Araziye giden bazı köylülerin sınırda başka işlerle uğraştığı için yeni bir uygulama başlatma kararı aldıklarını" söyledi. Kendilerine başvurarak arazi tapularını ibraz edilen köylülerin, daha sonra Đlçe Jandarma Karakol Komutanlığı'na gönderilerek "kimlik belgesi" verildiğini belirten Ustaoğlu, isteyen her köylüye izin belgesi verdiklerini, köylülerin mağdur edilmediğini öne sürdü. TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI TĐHV 1990 193 1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan "Türkiye'nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine Đlişkin 2002 Yılı Đlerleme Raporu" 9 Ekim günü açıklandı. Türkiye'de 2002 yılında "Kopenhag siyasi kriterlerinin karşılanması yolunda önemli ilerleme kaydedildiği" belirtilen raporda, Ekim 2001'de yapılan Anayasa değişiklikleri ile 2002 yılında gerçekleştirilen üç ayrı reform paketi ile "barış zamanında ölüm cezasının kaldırılması, Kürtçe radyo ve TV yayıncılığı yapma imkanı sağlanması, ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve Müslüman olmayan dini azınlıklara daha fazla özgürlük verilmesi" gibi değişikliklerin önemli olduğu, ancak, bu tür yasal düzenlemelerin ne tür gelişmelere yol açacağının "uygulamaya bağlı olacağı" vurgulandı. Raporda, TBMM'nin, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) 30 Mayıs günü aldığı tavsiye kararı uyarınca , 30 Temmuz gününden itibaren Olağanüstü Hal uygulamasına iki ilde (Tunceli ve Hakkari) son vermesinin "bölgedeki günlük yaşam şartlarının iyileşmesine yol açtığı"; "bölgede ordunun etkisinin hala hissedilmesine" rağmen "gerginliğin çok daha az olduğu, güvenlik şartlarının düzelmeye devam ettiği, kültürel haklardan yararlanma anlamında olumlu bazı işaretler bulunduğu"; ancak, "belirli sınırlamaların varlığı dikkate alındığında, olağanüstü halin kaldırılması sonrası Güneydoğu'da oluşan durumun izlenmesi gerektiği" ifade edildi. 1.1. Yasal Düzenlemer 3 Ağustos günü TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen 4771 sayılı yasa ile yasal güvenceye kavuşturulan Kürtçe yayın yapma hakkının pratikte uygulanabilmesi için gerekli yönetmelik Ekim ayında da çıkarılmadı. 1 Ekim gününe kadar hazırlanması planlanan yönetmeliğin, yayınların "TRT'den mi, yoksa özel kanallardan mı yapılacağı konusunda netleşme sağlanamadığı" ve "Kürtçe'nin hangi lehçesinde yapılacağı konusunda karar verilemediği" için tamamlanamadığı bildirildi. Söz konusu yönetmeliği hazırlamakla görevli olan RTÜK, yönetmelik için aralarında MGK, Milli Đstihbarat Teşkilatı (MĐT), Genelkurmay'ın da bulunduğu 11 kurum ve kuruluştan görüş almıştı. Bu arada, Kürtçe dil kursu düzenlemek için 6 Ağustos günü ilk resmi başvuruyu yapan English Fast Dil Okulları kurucusu M. Nazif Ülgen, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan "Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkındaki Yönetmelik"te koşulların ağır olması nedeniyle kurs açmaktan vazgeçtiğini söyledi. Ülgen yaptığı yazılı açıklamada yönetmeliğin Kürtçe kurs verilmesine engel olduğunu kaydederek şunları ifade etti: "Bu yönetmeliğe göre kurs açmak için yeni bir bina, yeni sekreterya, müdür, hizmetli, öğretmen temin etmemiz gerekli. Bu da yepyeni bir yatırım anlamına geliyor... Anlaşılan parlamento ne kadar kanun çıkarırsa çıkarsın, önce bürokrasiyi ikna etmesi lazım. Anlaşılan bürokrasi bu kanunun uygulanmasını mahsurlu buluyor. Ama eğer bu kanun 10 yıl önce çıksaydı belki 30 bin insan ölmeyecek, savaşa 100 milyar dolar harcanmayacaktı". Đstanbul Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya, 10 Ekim günü yaptığı açıklamada Kürtçe kurs açmak için Kasım ayında başvuru yapacaklarını belirtti. Kaya, Kürtçe öğrenimine yönelik altyapı çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, şu ana kadar sözlük, gramer ve temel ders kitapları hazırladıklarını kaydetti. Kaya, Milli Eğitim Bakanlığı'nın kursları denetlemek amacıyla bünyesinde bulundurmak zorunda olduğu müfettişi temin edebileceklerine ilişkin olarak Đstanbul Đl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne yaptıkları başvurunun hala yanıtlanmadığını da belirterek Milli Eğitim Bakanı Necdet Tekin'in "Kürtçe kurs için kimse müracaat etmedi" sözlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi. 194 1.2. Kürtçe'nin Kamusal Alanda Kullanılmasına Yönelik Engellemeler Van'ın Çatak ilçesinde 28 Ekim günü yapılan bir düğüne baskın düzenleyen polisler, Kürtçe şarkı söylediği gerekçesiyle Koma Gulen Azad müzik grubunun üyesi Đsmail Ayhan'ı gözaltına aldı. Emniyet Müdürlüğü'nde ifadesi alınan Ayhan, daha sonra serbest bırakıldı. 5 Ekim günü, Şırnak'ta "PKK/KADEK" propagandası yaptıkları iddiasıyla Haydar Çevik (20), Abdi Çevik (23)ve A.Y. (17) adlı kişiler gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre olay şöyle gelişti: Berberlik yapan Haydar Çevik'e (20) ait işyeri "Kürtçe bir müzik kaseti çalarak 'PKK/KADEK propagandası yaptığı'" iddiasıyla 5 Ekim günü Şırnak Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekipler tarafından basıldı. Haydar Çevik'in baskın sırasında gözaltına alınmasının ardından, söz konusu kaseti Çevik'e hediye ettikleri iddia edilen Abdi Çevik ve A.Y. (17) adlı kişiler de işyerlerinden gözaltına alındılar. Gözaltına alınanlar 6 Ekim günü "yasadışı örgüt propagandası yaptıkları" iddiasıyla tutuklandılar. Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından 23 Ekim günü düzenlenen iddianamede, "sanıkların 'PKK/KADEK' örgütünün propagandasını içeren kaseti bilerek aldıkları ve dinlemek suretiyle örgüte yardım ve yataklık ettikleri" savunuldu. Đddianamede, Haydar ve Abdi Çevik hakkında 4.5 yıldan 7.5 yıla kadar, A.Y. hakkında ise 1,5 yıldan 2,5 yıla kadar hapis cezası istedi. Sanıkların avukatı Tahir Elçi'nin, "emniyet tarafından yapılan kaset çözüm tutanağında yasadışı bir olguya rastlanmadığını" belirterek müvekkillerinin tutuklanmasına yaptığı itirazın reddedildiği bildirildi. Diyarbakır'da Kürtçe kaset satan Tahsin Bellek'in Kürtçe müzik albümlerinin yer aldığı 90 adet kaset ve 30 adet CD'sine el konulduğunu öğrenildi. Ekim ayı başlarında Diyarbakır'ın Seyrantepe semtinde DEHAP seçim bürosunun açılışı sırasında görevli polislerin istemi üzerine çalmakta olduğu Kürtçe kasetin sesini açtığını belirten Bellek, akşam saatlerinde ise başka bir polis ekibinin dükkanına gelerek tüm kasetlerini topladığını söyledi. Bellek, polislerin kendisine "ha Kürtçe kaset satmışsın ha bizi öldürmeye çalışmışsın aynı şey" dediklerini", ardından da duvarlarda bulunan posterleri söktüklerini anlattı. Bellek olayla ilgili yasal işlem başlatılması amacıyla gittiği Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan "Bu sana 7-8 milyara patlar" şeklinde bir yanıt aldığını ifade etti. 1.3. Kürtçe Đsim Davaları ĐHD Diyarbakır Şubesi tarafından hazırlanan, "Kürtçe Adların Yasaklanması" başlıklı rapor 11 Ekim günü açıklandı. Raporda 2002 yılının Ocak-Eylül dönemini kapsayan 9 aylık süreçte, 39 ailenin çocuklarına vermek istedikleri isimlerin reddedildiği ve haklarında dava açıldığı belirtildi. Đçişleri Bakanlığı, Đzmir'de nüfus müdürlüklerine yapılan başvuruda Kürtçe isim kayıtlarını yapmayan nüfus memurları ile başvuruyu yapan 10 kişiyi gözaltına alan Đzmir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli memurlar hakkında Ekim ayında soruşturma başlattı. 19 Haziran 2002 tarihinde Đzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunan ĐHD Đzmir Şubesi eski Başkanı Günseli Kaya ile Yönetim Kurulu üyesi Aysel Çiçek, soruşturma çerçevesinde bilgilerine başvurulmak üzere müfettiş Đhsan Çam'a olayla ilgili bilgi verdi. 21 Mayıs günü Đzmir Nüfus Müdürlüğü'ne giderek çocuklarına Kürtçe, Helin, Keji, Diyar, Rojhad, Şiyar, Metroş ve Zozan adlarını vermek isteyen Hamdiye Sincar, Uğur Çelik, Halis Kaplan, Mehmet Kaplan, Sait Ataç, Siraç Aksoy, Hasne Yıldız, Abdullah Kol ve Erkan Dal'ın istemleri kabul edilmemişti. Söz konusu kişiler, aynı gün evlerine yapılan baskında gözaltına alınmış, bir gün sonra çıkarıldıkları Đzmir DGM tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardı. 195 ĐHD Đzmir Şubesi Yönetim Kurulu tarafından Đzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç duyurusunda, isim kayıtlarını yapmayan nüfus memurları ile polis memurlarının "Görevi kötüye kullanma, siyasi maksatla keyfi muamele yapma" gerekçesi ile cezalandırılmaları istenmişi. Van'ın Çaldıran ilçesine bağlı Yuvacık köyünde yaşayan Kerem Alsak adlı kişinin, bir yaşındaki oğluna "Baran" ismini verme talebinin Đlçe Nüfus Müdürlüğü tarafından reddedildiği bildirildi. Alsak nüfus müdürlüğüne aynı taleple 4 kez başvurduğunu ve her defasında başvurusunun reddedildiğini belirtti. Alsak, "yetkilileri protesto etmek için çocuğuna kimlik almama kararı aldığını"ifade etti. Bitlis'in Tatvan ilçesinde çocuğuna Kürtçe "kuş yuvası" anlamına gelen "Helin" ismini verdiği gerekçesiyle Selahattin Özel adlı kişi hakkında açılan davaya 9 Ekim günü Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde devam edildi. "Helin isminin Türkçe yazım ve konuşma kurallarına uygun olmadığı, Türk kültürü, örf ve adetinde bulunmadığı" iddiasıyla açılan isim iptal davası 3 Aralık gününe ertelendi. Kurtalan (Siirt) Cumhuriyet Savcılığı'nın, çocuklarına Dilan, Sefkan, Helin, Nupelda, Gülşilan, Pelşin, Emine Helen, Berşan, Sutail Can, Nujiyan, Berzan, Berfin, Zilan, Baran, Sipan, Zişar, Jiyan, Zelal ve Dilgeş adlarını koyan 19 aile hakkında açtığı dava 17 Ekim günü Kurtalan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde başladı. Mahkeme, "idari yargıya başvurulması gerektiği" görüşüyle görevsizlik kararı verdi. Davada yargılananlar şunlar: Nizam Dilek, Ercan Aydınlı, Şabedin Delen, Mehmet Zakir Baba, Đlhami Sak, Feyzullah Bitkay, Mehmet Salim Atakan, Muhsin Kavak, Adli Baysal, Salman Deniz, Ali Haydar Kayra, Behcet Baysal, Beşir Petek, Đbrahim Kayra, Yusuf Tilki, Kamuran Karaman, Đsmet Akkurt, Sait Kul, Lazgin Sak ve Lazgin Karataş. Bu arada, Adana'da yaşamakta olan Hasan Malgıl adlı kişi, "'Türk örf ve adetlerine aykırı' olduğu iddiasıyla çocuklarına Kürtçe isim veren aileler hakkında açılan davaları protesto etmek" amacıyla kendisini ihbar edeceğini açıkladı. Malgıl, Adana Nüfus Müdürlüğü'nün 1992 yılında 3 çocuğuna Mervan, Delal ve Serok, 1999 yılında doğan çocuğuna da Beran ismi verdiğini bildirdi. 1.4. Kürtçe Eğitim Kampanyası Adana Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Servet Uçar adlı öğrenci, Adana DGM'de 3 Ekim günü yapılan duruşmada tahliye edildi. Uçar, "yasadışı örgüte yardım ve yataklık ettiği" gerekçesiyle 11 Haziran günü tutuklanarak Adana Kürkçüler Cezaevi'ne konulmuştu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 700 öğrenci hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan davaya 7 Ekim günü devam edildi. Duruşma, ifadesi alınmayan öğrencilerin dinlenmesi için ertelendi. Kürtçe'nin seçmeli dersler kapsamına alınması için Đstanbul'daki üniversite rektörlüklerine dilekçe veren 28 öğrenci hakkında "yasadışı örgüte yardım yataklık" iddiasıyla açılan davaya 9 Ekim günü devam edildi. Dava bir sonraki duruşmada karara bağlanmak üzere ertelendi. Đstanbul'da "okullarda Kürtçe eğitim verilmesi" talebiyle Ümraniye Kaymakamlığı ve Avcılar Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren Türkan Obuz, Arife Đrikmen, Mehmet Đrikmen, Hanife Selekli, Fatma Ongurlu, Elif Aslan, Makbule Batgi, Hanım Tosun, Salih Elçiçek, Zeliha Oba ve Türkan Özbarış adlı veliler hakkında "yasadışı örgüte yardım yataklık ettikleri" iddiasıyla açılan davaya 9 Ekim günü devam edildi. Đstanbul 4 Nolu DGM'de görülen duruşma sanık ifadelerinin tamamlanması için ertelendi. 196 2001 yılı Kasım ayında Adana Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne Kürtçe eğitim için dilekçe veren Deniz Karaca adlı öğrenci, 9 Ekim günü Adana DGM'de yapılan duruşmada tahliye edildi. Karaca'nın daha önce anadil talebinde bulunduğu için yargılandığı iki dosya hakkında delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verildiğini gözönünde bulunduran heyet, söz konusu dava dosyalarının istenmesi için duruşmayı erteledi. "Kürtçe eğitim" için 2 Ocak günü Seyhan Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren 81 kişi hakkında açılan davaya 10 Ekim günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşma, eksik belgelerin tamamlanması için ertelendi. Aralarında HADEP Adana Đl Başkanı Osman Fatih Şanlı'nın da bulunduğu sanıkların "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla cezalandırılması isteniyor. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Đzmir Ege Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 3 öğrenci hakkındaki kararı bozdu. Yargıtay kararında, dilekçe verme eylemiyle, TCY'nin 169. maddesinde belirtilen "yasadışı örgüte yardım" suçunun oluşmadığı, öğrencilerin beraat etmesi gerektiği belirtildi. Đzmir DGM'de 28 Şubat günü yapılan duruşmada, Hatip Aydın, Berivan Alataş ve Sanem Erdil adlı öğrenciler 3 yıl 9'ar ay hapis cezasına mahkum edilmiş, yedi öğrenci ise beraat etmişti. Daire'nin cezayı bozma kararı üzerine, dosya yeniden Đzmir DGM'ye gidecek. Đzmir DGM, mahkumiyete ilişkin kararında ısrar ederse, konu Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda görüşülecek. "6 Kasım 2001 tarihinde YÖK'ü protesto amacıyla Đstanbul Beyazıt meydanında eylem yaptıkları ve Kürtçe eğitim için Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikleri" gerekçesiyle 8 öğrenci hakkında açılan davaya 23 Ekim günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada ifadesi alınan Ali Turgay, gözaltında ifadelerinin zorla imzalatıldığını söyledi. Turgay, evine düzenlenen baskında polislerin kapıyı kırdıklarını, arama izni göstermediklerini ve evde bulunanları silahla korkuttuklarını bildirdi. Serhat Azizoğlu da, ifadesinin işkence ile alındığını anlattı. Duruşmada, Ruken Buket Işık, Ali Doğan, Nurettin Fırat ve Mürsel Sargut tahliye edildi. Davada, Şahin Tuncer, Ali Doğan, Nurettin Fırat, Serhat Azizoğlu, Mürsel Sargut, Ali Turgay, Haşim Gülen ve Ruken Buket Işık'ın "yasadışı örgüt üyeliği ve yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla cezalandırılması isteniyor. Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Ahmet Turan ve Hamit Kaçak adlı öğrenciler, 24 Ekim günü Diyarbakır DGM'de yapılan duruşmada beraat etti. "Kürtçe eğitim" için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne dilekçe veren 25 öğrenci hakkında açılan davaya 25 Ekim günü devam edildi. Van DGM'de yapılan duruşmada, Pınar Bağlar hakkında, ifadesinin alınamaması nedeniyle gıyabi tutuklama kararı verildi. Duruşma, 23 Aralık gününe ertelendi. Đstanbul'da, Kürtçe'nin seçmeli diller kapsamında okutulması isteğiyle dilekçe verdiği için tutuklanarak 3 ay cezaevinde kalan Hasibe Mengirkaon, hakkında Đstanbul 8. Asliye Mahkemesi'nde açılan dava beraatla sonuçlanmasına rağmen, cezaevi idaresinin sahte olduğu gerekçesiyle el koyduğu kimliğini 8 aydır geri alamadığını bildirdi. 1.5. Olağanüstü Hal Uygulamaları MGK'nin 22 Ekim günü yaptığı aylık olağan toplantısında Mayıs ayında alınan kararlar doğrultusunda Olağanüstü Hal uygulamasının Diyarbakır ve Şırnak'ta 30 Kasım gününden itibaren kaldırılmasına karar verildi. Toplantıda, bunun yanısıra OHAL'in ardından bölgede sürdürülecek ekonomik ve idari etkinliklerin tartışıldığı da belirtildi. 197 Milliyet gazetesinde 7 Ekim günü yayınlanan "Güneydoğu'ya 'Savaş' Valisi" başlıklı haberde "ABD'nin Bağdat'a yönelik harekatına yönelik olarak OHAL bölgesinde yapılacak düzenlemeler ile ilgili hazırlıkların tamamlandığı ve buna göre halen Bölge Valisi olarak görev yapan Gökhan Aydıner'in, OHAL'in kaldırılmasının ardından, 5442 sayılı Đller Đdaresi Yasası'nın 11. maddesi uyarınca 'Koordinatör Vali' sıfatıyla görevine devam edeceği" iddia edildi. Haberde, olası bir Bağdat harekatında Türkiye'ye yönelecek Kürt göçü ile ilgili olarak alınan önlemlere dair de şu iddialara yer verildi: "Harekatta Kuzey Irak'tan Türkiye'ye yönelik olası göç hareketinin kontrol edilmesi amacıyla Đçişleri Bakanlığı, çalışmaları büyük ölçüde tamamladı. Irak savaşının tetikleyeceği göçün Türkiye'ye doğru başlamasıyla Ankara'daki kriz merkezlerinin yanı sıra Diyarbakır'da oluşturulan "Bölge Kriz Yönetim Merkezi" de hemen faaliyete geçecek. Merkez, 'koordinatör vali' olarak çalışacak OHAL Valisi Gökhan Aydıner'e bağlı olarak çalışacak. Göçte en ağırlıklı görev Şırnak Valiliği'nde olacak. Valilik, biri Habur'da dördü Uludere bölgesinde toplam beş alanı kamp merkezi olarak belirledi. Sayının 250 bin kişiyi geçmesi durumunda göçmenler Sivas'ın Gürün ilçesinde oluşturulan büyük toplanma bölgesine nakledilecek. Valilik, düğmeye basıldığı anda, çalışmalarda görev alacak personel ile araç ve gereci tek tek saptadı. Köy Hizmetleri ile belediyelerdeki dozer, greyder, kepçe, kamyon ve diğer araçlardan oluşan yaklaşık 100 parçalık makine parkı hazır duruma getirildi. Göçte görev alacak tüm personelin yeri tek tek belirlendi. Valilik, önümüzdeki hafta tüm görevlilerin katılacağı "harekat ve göç tatbikatı" yapacak. Haberde ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) Ankara Temsilciliği'nin, Dışişleri Bakanlığı'na Türkiye'ye yönelik bir göç hareketi için maddi yardım önerdiği de savunuldu. Habere göre, BM ilk etapta 20 bin göçmen için Türkiye'ye 20 milyon dolarlık yardım yapacak. Ancak bu haberlere ilişkin, Ekim ayında yetkililer tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Diyarbakır Sanayici ve Đşadamları Derneği (DĐSĐAD), Kürt illerindeki sorunları ve çözüm önerilerini içeren bir raporu Ekim ayı sonlarında siyasi parti temsilcileri ile milletvekili adaylarına sundu. Raporda, Diyarbakır merkezli Kalkınma Müsteşarlığının kurulması, Habur Sınır Kapısının açılması, ulaşım olanaklarının geliştirilmesi, organize sanayinin teşvik edilmesi, köye dönüşün sağlanarak tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gibi başlıklara yer verildi. OHAL Valiliği'nin kaldırılmasının zamanının çoktan geldiğinin vurgulandığı raporda, uygulamanın son bulmasının ardından "bölgede uzun şiddet olaylarının yarattığı tahribatları ve ekonomik kayıpları telafi etmek üzere" Güneydoğu Ekonomik Kalkınma Müsteşarlığı türü bir yapının kurulmasına ihtiyaç olduğu belirtildi. Raporda, bölgesel tarım ve hayvancılığa dayan bölgesel ekonominin canlanması için kitlesel köye dönüşlerin gerekli olduğu da ifade edilerek Köye Dönüş Projesinin bir an önce hayata geçirilmesi talep edildi. Geçiçi Köy Korucuları 29 Ekim Cumhuriyet resepsiyonunda gazetecilerin geçici köy koruculuğu ile ilgili sorularını yanıtlayan Olağanüstü Hal Bölge Valisi Gökhan Aydıner, koruculuk sisteminin olağanüstü halle hukuki bağlantısının olmadığını, bu sistemin Köy Yasası'nın 74. maddesine göre kurulduğunu ifade etti. Türkiye'nin başka yerlerinde de her köyde korucu olduğunu, köyün büyüklüğü ve ihtiyacına göre bu sayının 1, 2, veya 3 olduğunu savunan Aydıner, "Geçici Köy Koruculuğu sisteminin kaldırılması bir yana, bölgede "eşkıya varsa" korucuların sayılarının arttırılabileceğini 198 iddia etti. Koruculuk sisteminin gönüllülük esasına göre işlediğini savunan Aydıner, köy korucularının durumuna ilişkin şunları söyledi: "Yaptıkları işin büyüklüğünü hiç bir zaman unutmayın. Vatanın birlik ve beraberliği için canlarını ortaya koymuşlardır. Bir kenara atılamazlar. 10 yıl mücadele etmişlerdir. Sağlık durumları ve diğer özlük durumları ile ilgili kanun tasarısı var. Mecliste komisyondan geçti, kanunlaşamadı. Kalanların durumlarının yeniden iyileştirilmesi için yeni mecliste sanırım ele alınacaktır." Korucu Saldırıları Bitlis'in Tatvan ilçesine bağlı Koruklu köyünde Alkan ailesinin korucuların saldırısına uğradığı bildirildi. 1996 yılında boşaltılan köylerine altı ay kadar önce dönen Alkan ailesinin evine 12 Ekim günü gelen korucu Bahattin Göle, kızı korucu Alya Göle ve altı kişinin Tahir Alkan'ı bıçakla yaraladığı, eşi, annesi ve çocuklarını dövdüğü öğrenildi. Tahir Alkan, olaydan sonra gittiği Kaynarca Jandarma Karakolundan kovulduklarını söyledi. Tatvan Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunan Tahir Alkan, aynı korucuların daha önce de kendilerine saldırdıklarını, ancak savcılığa ve kaymakamlığa yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığını belirtti. Saldırının ardından Tahir Alkan'ın, beyin travması teşhisiyle Van Devlet Hastanesine kaldırıldığı, eşinin ise, Tatvan Devlet Hastanesi'nden 7 günlük iş göremez raporu aldığı öğrenildi. Hakkari'de koyun ticaretiyle uğraşan Abdullah Esen, Abdulhakim Sadak ve Abdullah Soğunç adlı kişilerin koyunlarını almak için gittikleri Büyükçiftlik köyünde korucular tarafından ölümle tehdit edildikleri öğrenildi. Edinilen bilgiye göre olay şöyle gelişti: Abdullah Esen, Abdulhakim Sadak ve Abdullah Soğunç, 1999 yılında 700 koyunla birlikte Esendere Sınır Kapısını geçmek isterken operasyon düzenleyen Esendere Sınır Jandarma Karakolu devriyelerince gözaltına alındı. Hayvanlara el koyan jandarma, yasal işlem başlatılması için koyunları Gümrükler Müdürlüğüne teslim etti. Koyunlar daha sonra yediemin olarak Pinyaniş aşiretinden korucubaşı Mustafa Zeydan'a bağlı Büyükçiftlik köyü korucuları Sıddık Toktamış, Ömer Kulaç, Zübeyir Kulaç, Naif Duru ile Hıdır Tatlıya teslim edildi. Koyun tüccarları hakkında ise "1918 sayılı Kaçakçılık Yasasına muhalefet ettikleri" gerekçesiyle dava açıldı. Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dava 19 Ocak 2001 tarihinde beraatla sonuçlandı. Bunun üzerine tüccarların avukatı Mikail Demiroğlu, koyunların iadesi için mahkeme kararını ve koyunların iadesi için Esendere Gümrükler Müdürlüğüne yazı götürdü. Yazı üzerine Gümrük Müdürlüğü de koyunların yediemin olarak teslim ettiği koruculara koyunların iadesi yönünde iki defa tebligat yaptı. Av. Mikail Demiroğlu, bir süre önce koyunlarını istemeye giden müvekkillerinin korucular tarafından ölümle tehdit edildiğini söyledi. Av. Demiroğlu korucuların, müvekkillerini, "Ne koyunu, siz buranın neresi olduğunu biliyor musunuz? Sizi bir daha burada görmeyelim, yoksa hepiniz ölürsünüz" şeklinde tehdit ettiklerini bildirdi. Uğrak köyü Olayı 26 Eylül günü Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Uğrak (Cadê) köyünde biri çocuk üç kişinin (Agit Tekin, Nezir Tekin ve Đkram Tekin) ölümü ve altı kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan korucu saldırısının ardından ĐHD, Göç Edenler ile Yardımlaşma Derneği (Göç-Der), TĐHV ve mimar ve mühendis odaları ile sendikaların oluşturduğu heyetin hazırladığı rapor açıklandı. 2 Ekim günü düzenlenen basın toplantısında konuşan ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş, bazı yetkililerin olayı bir kan davasının sonucu gibi yansıtmak istediğini belirtti. Demirtaş, "20 yıl önce yaşanmış olan kan davası Güçlü ile Tangüler aileleri arasında olmuştur. Oysa olayda yaşamını yitirenlerin tümü Tekin ailesindendir. Olay köye geri dönüş yapmak isteyen ve buna çıkarları zedeleneceğinden dolayı izin vermeyen köy korucuları arasında yaşanmıştır" dedi. Kamışlı 199 Karakolu'nda görevli astsubayın olay günü korucuların havaya ateş ettiğinden haberdar olduğunu ifade eden Demirtaş, köylülerin güvenliğinin sağlanmamasının görevi ihmal olduğunu vurguladı. Korucuların devlete ait silahla cinayet işlediğinin göz ardı edildiğini belirten Demirtaş, "Kurulduğu günden bu yana toplumda tartışma yapan ve suç örgütü niteliğine bürünen köy koruculuğu derhal kaldırılmalıdır. Köye geri dönüşte yaşanan fiili engeller kaldırılmalıdır" dedi. Olayla ilgili olarak Đnsan Hakları ve Mazlumlar Đçin Dayanışma Derneği (Mazlum-Der) tarafından hazırlanan rapor ise 31 Ekim günü açıklandı. Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, tarafından açıklanan raporda, olay "tipik bir korucu terörü" olarak nitelendirildi. Koruculuk sisteminin tümüyle tasfiye edilmesi istenen raporda, köylerine dönmek isteyen Tekin ve Tangüner ailelerinden kadın ve çocukların köyde çadırlarda yaşadığı, erkeklerin ise can güvenliği endişesiyle şehirde kalmaya devam ettiği belirtildi. Korucu Güçlü ailesinden 10 kişinin tutuklandığı kaydedilen raporda, şu öneriler yer aldı: "Devletin yıllardır bölgede uyguladığı politikalar, korucu ve ailelerine sağlanan imkanlar, bazı kesimlere düşman muamelesi yapılması, toplumsal ilişkilerde onarılmayacak yaralar açıyor. Bu nedenle gerçekten köye dönüş isteniyorsa daha ciddi ve köklü projeler geliştirilmelidir. Köylerde ailelerin mağduriyetlerinin tazmin edilip, geçimlerini temin edebilecekleri, sağlıklı ve güvenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanmalıdır. Tazminat yükümlülüğünden kurtulmak için köylülere kendi istediğimizle köyü terk ettik şeklindeki belgelerin imzalatılması uygulamasından vazgeçilmelidir. Kamu görevlilerin korucuların hukuk dışı ve keyfi uygulamalarına destek verdiği yönünde bölge halkında oluşan kanaatin ortadan kalkması için önlemlerin alınması gerekiyor." Bingöl'ün Karlıova ilçesine bağlı Yanık köyü yakınlarında Mustafa Kapu, Haci Bulak, Vahap Bor ve Ömer Can adlı köylülerin 26 Ekim günü odun toplamaya gittikleri ormanlık alanda Taşlıçay köyü korucuları tarafından dövüldüğü bildirildi. Beytüşşebap olayı Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Ilıcak, Ortalı, Dağaltı, Aşat ve Hisarkapı köylerine yönelik Temmuz 2001'de düzenlenen askeri operasyon sırasında Ilıcak köyünden kaçıp ĐHD Diyarbakır Şubesi'ne başvuran Kasım Aslan, Beytüşşebapa dönüşü sırasında can güvenliğinin sağlanması için Đçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Şırnak Valiliğine başvurdu. Kasım Aslan başvurusunda, 9 Temmuz 2001 tarihinde Đlçe Jandarma Karakol Komutanı Hakan Turun yönetimindeki askeri birliklerin köylere operasyon düzenleyerek aralarında oğlu Cafer Aslan ve akrabalarının bulunduğu 37 kişiyi gözaltına aldığını, yoğun işkence göreceklerini bildiği için operasyon sırasında gizlenip daha sonra köyünü terk ettiğini ve o günden bu yana köyünden uzak yaşadığını belirtti. Karakurt hakkında çeşitli haberler nedeniyle açılan iki ayrı davaya da 12 ve 14 Kasım günlerinde devam edilecek. BASINA VE KAMUOYUNA Türkiye'nin Avrupa Birligi'ne girme sürecinde, Katilim Ortakligi Belgesi geregincebazi anayasal degisikliklere gidilmis ve anayasanin bazi maddeleri bu dogrultuda eniden düzenlenmistir. Bu gelismelerin ardindan Istanbul Üniversitesi'nde baslayan ve kisa zamanda Türkiye'nin bir çok üniversitesinde yayilan "Kürtçe'nin seçmeli dersler kapsamina alinma" kampanyasi, toplumun farkli kesimleri tarafindan olumlu tepkiler almistir. Türkiye'nin demokratiklesmesinde önemli bir adim olan bu kampanya, mesrulugu bir çok çevre tarafindan tartisilmakta olan YÖK'ün anti-demokratik uygulamalarina maruz kalmistir. Kürtçe'nin 200 seçmeli ders olmasini isteyen ögrencilerin dilekçeleri alinmamis, dilekçesi kabul edilen ögrenciler de haklarinda sorusturma açilacagi gerekçesiyle tehtit edilmislerdir. Rektörlükler, ögrencilere kampanyayi karalayici dilekçeler imzalatmak için baski yapmistir. Kampanyaya katilan ögrencileri yildirmak için evlere polis baskinlari düzenlenmis ve gerekçesiz gözaltilar yasanmistir. Biz asağida ismi bulunan aydinlar, ögrencilerin demokratik zeminde, demokratik yollarla hak arama mücadelelerinde, maruz kaldiklari anti-demokratik uygulamalari kiniyoruz. HADEP’LĐ BELEDĐYE BAŞKANLARI Mukaddes KUBĐLAY (Doğubeyazıt Belediye Başkanı) M.Tazıl TÜRK (Akdeniz Belediye Başkanı) Mehmet YAŞIT (Küçük Dikili Belediye Başkanı) Emrullah ÇĐN (Viranşehir Belediye Başkanı) Cezair SERĐN Cihan SĐNCAR Cabbar LEYGAR Nahsan ERCAN (Şanlıurfa Suruç Belediye Başkanı) Feridun ÇELĐK (Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı) Abdullah AKIN (Batman Belediye Başkanı) Şahabettin ÖZARSLANER (Van Belediye Başkanı) Selim ÖZALP (Siirt Belediye Başkanı) Hüseyin ÜMĐT (Hakkari Belediye Başkanı) Feyzullah KARAASLAN (Bingöl Belediye Başkanı) M.Remzi AZĐZOĞLU (Diyarbakır Yenişehir Belediye Başkanı) Nezir GÜLCAN (Kurtalan Belediye Başkanı) Muhammet ARSLAN (Van Bostaniçi Belediye Başkanı) M.Can TEKĐN (Kayapınar Belediye Başkanı) Dr. Mehmet TARHAN (Mardin Nusaybin Belediye Başkanı) Ayşe KARADAĞ (Mardin Derik Belediye Başkanı) M.Salih YALÇINKAYA (Diyarbakır Bismil Belediye Başkanı) M.Nasır ARAS (Muş Bulanık Belediye Başkanı) M.Tahir KAHRAMANER (Muş Malazgirt Belediye Başkanı) M.Raşit GÜLERYÜZ (Đzmir Asarlık Belediye Başkanı) 201 Đhsan ÇELĐK (Ağrı Patnos Belediye Başkanı) Hatem ĐKE (Hakkari Yüksekova Belediye Başkanı) Zülküf EMĐRHANOĞLU (Diyarbakır Ergani Belediye Başkanı) Abuzer BEKTAŞ (Adıyaman Kömür Belediye Başkanı) Şefik TÜRK (Diyarbakır Çarıklı Belediye Başkanı) Hüseyin YILMAZ (Ağrı Belediye Başkanı) Hüsnü TUR (Mazıdağı Belediye Başkanı) Mehmet GÜNER (Belediye Başkanı) HADEP’LĐ YÖNETĐCĐLER Đmam Akgül (HADEP Kocaeli Đl Başkanı) Ahmet Şeker (HADEP Gençlik Kolları Genel Başkanı) A.Kerim Adam (HADEP Mardin Đl Başkanı) Tuncer Bakırhan (HADEP Genel Sekreter Yardımcısı) Veli Büyükşahin (HADEP Genel Sekreter Yardımcısı) Erdal Söylemez (HADEP Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı) Alican Önlü (HADEP Tunceli Đl Başkanı) Ramazan Umar (HAEDP Gençlik Kolları Genel Merkez Yardımcısı) Zehra Đpek (HADEP Gençlik Kolları Genel Sayman) Mahmut Becerikli (HADEP Bingöl Đl Başkanı) Gülistan Ensarioğlu (HADEP Yolova Đl Başkanı) Abdullah Đnce (HADEP Gaziantep Đl Başkanı) Yusuf Polat (HADEP Adıyaman Đl Başkanı) Murat Ceylan (HADEP Batman Đl Başkanı) Mehmet Bozdağ (HADEP Konya Đl Başkanı) Cemal Coşkun (HADEP Đzmir Đl Başkanı) Mehmet Gündüz (HADEP Antalya Đl Başkanı) A.Melik Okyay (HADEP Erzurum Đl Başkanı) Mehmet Alkan (HADEP Kars Đl Başkanı) Gültekin Atmaca (HADEP Tekirdağ Đl Başkanı) 202 Đlhan Karakurt (HADEP Manisa Đl Başkanı) Erkan Baloğlu (HADEP Erzincan Đl Başkanı) Muzaffer Akad (HADEP Đçel Đl Başkanı) Mehmet Artan (HADEP Elazığ Đl Başkanı) Sabahattin Sıvacı (HADEP Hakkari Đl Başkanı) Musa Farisoğulları (HADEP Urfa Đl Başkanı) A.Gani Çiftçi (HADEP Sakarya Đl Başkanı) Av.Önder Şahiner (HADEP Malatya Đl Başkanı) Erdal Narman (HADEP Eskşehir Đl Başkanı) Abdullah Aydın (HADEP Osmaniye Đl Başkanı) M.Nezir Karabaş (HADEP Bitlis Đl Başkanı) Kubettin Güneş (HADEP Gençlik Kolları Genel Sekreter Yrd.) Nurhayat Altun (HADEP Genel Başkan Yardımcısı) Gazi Değirmenci (HADEP PM Üyesi) Hamza Büyüktaş (HADEP Gençlik Kolları Genel Merkez Üyesi) Ahmet Turan Demir (HADEP Genel Başkan Yardımcısı) Veysel Çamlıbel (HADEP PM Üyesi) Celalettin Yöyler (HADEP PM Üyesi) Kemal Okutan (HADEP PM Üyesi) Salih Yıldız (HADEP PM Üyesi) Sait Bıçakçı (HADEP PM Üyesi) Hüseyin Dağ (HADEP PM Üyesi) Emine Ayna (HADEP PM Üyesi) Hikmet Fidan (HADEP PM Üyesi) Filiz Uğuz (HADEP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi) Menderes Đnanç (HADEP PM Üyesi) Mehmet Işıktaş (HADEP Genel Sayman Yardımcısı) Orhan Miroğlu (HADEP PM Üyesi) Hayri Demirel (HADEP PM Yardımcı Üyesi) Eyyup Karageçi (HADEP PM Üyesi) 203 Süleyman Kılıç (HADEP PM Üyesi) Canip Yıldırım Naci Kutlay (HADEP Merkez Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı) Tahsim Ekinci (HADEP PM Üyesi) Alaettin Erdoğan Mahmut Arslan Sırrı Sakık Etem Bingöl Cemil Aydoğan (HADEP PM Üyesi) Aynur Gürbüz (HADEP PM Üyesi) Ali Rıza Yurtsever (HADEP PM Üyesi) Muammer Değer Kemal Birlik Handan Çağlayan Doğan Erbaş (HADEP Đstanbul Đl Başkanı) KAMPANYAYI DESTEKLEYEN AYDINLAR A.Hicri ÖZGÖREN A.Rahman ÇELĐK Abdülmelik FIRAT Ahmet HUSEYN Arjen ARÎ Ali ONGAN Aydın BOLKAN Aydın SAYMAN Ayşe DÜZKAN Ayşe DÜZKAN Hasan Kaya Bayram Ayaz 204 Berken BERHE Celal BAŞLANGIÇ Burhan KARADENIZ Cezmi ERSÖZ Cihan ROJ Ehmed HÜSEYNÎ Erol EMERLE Eyüb BURÇ Feqi Hüseyin SAĞNIÇ Ferhat Kaya Ferzende KAYA Firat CEWHERÎ Gülsüm CENGĐZ Günay ASLAN Helîm YÛSIF HesenêMETÊ Hüseyin KARTAL Ilhami YAZGAN Ilhan KIZILHAN Đrfan AMÎDA Đrfan CÜRE Đsmail GÖLDAŞ Kawa NEMĐR Kemal KIRAC Kenan AZIZOGLU Kerim YILDIZ Keya Izol Medeni FERHO 205 Mehmet AKTAS Lal LALEŞ Lokman POLAT M.Salih YILDIZ Mahmut ŞAKAR Mehmet UZUN Metin-Kemal KAHRAMAN MKM folklor birimi adına Vesile YÜKSEL MKM fotoğraf sanatçıları adına Rodi YALÇINKAYA MKM müzik birimi adına Serap SÖNMEZ MKM sinema sanatçıları adına Kazım ÖZ MKM tiyatro sanatçıları adına Kemal ULUSOY Mülazım ÖZCAN Münir CEYLAN Nebile Irmak ÇETĐN Nejdet BULDAN Osman BAŞ Osman ÖZÇELĐK Ozan EMEKÇĐ Pınar SELEK Rodi Alasor Ragıp DURAN Ragıp ZARAKOLU Renas JIYAN Rodi Zerya Ruşen Arslan Sami TAN 206 Selim FERAT Serdar KESKĐN Sevil EROL Suna ARAS Sunay AKIN Şanar YURDATAPAN Şükrü ERBAŞ Şükrü Erbaş Umay-UMAY Yasar KAYA Yaşar Karadoğan Yaşar KEMAL Yavuz BĐNGÖL Kıvırcık ALĐ Erdoğan Egemenoğlu Yusuf ÇETĐN Ziya OZANLAR KAMPANYAYA DESTEK VEREN YABANCI AYDINLAR Anthony Arno, Yayıncı South End Press, Boston, Massachusetts, ABD Jonathan Schwarz Yazar New York/ABD Prof. Dr. Edward S. Herman Emeritus of Finance Wharton School, University of Pennsylvania/ABD Jeffrey Perlstein Media Alliance Genel Direktörü 207 San Francisco, California/ABD Prof. Howard Zinn Boston University Boston, Massachusetts/ABD John Pilger, Gazeteci-yazar Londra/Đngiltere Dan Simon, Yayıncı Seven Stories Press, New York/ABD Tanya Reinhart, Dil profesörü Tel Aviv University, Tel Aviv, Đsrail David Barsamian, Produktör Alternative Radio, Boulder, Colorado/ABD Jeremy Brecher, yazar ve film yapımcısı West Cornwall, Connecticut/ABD Sherry Wolf, International Socialist Review Chicago, IL/ABD Hunter Gray, Profesör ve Organizatör Pocatello, USA Robert Freidin Barbara Freidin Princeton University Princeton, NJ/ABD Kenneth Andrew Wood Winston-Salem, North Carolina/ABD Prof. Philip Gasper Notre Dame de Namur University Belmont, California/ABD Siddharth Patel International Socialist Organization Berkeley, California/ABD Douglas Marshall, Orange Counties Legislation Committee, United Steelworkers of America Los Angeles California/ABD 208 Robert Ware Department of Philosophy University of Calgary Calgary, Alberta/Kanada Sabine Guez New York, NY Louis Clayton Jones, Yayıncı The African Century Atlanta, Georgia/ABD Charles Hammond Jr. University of California, Irvine/ABD Kathy Swift University of Lamar Guadalajara/Meksika Bill Godber Turnaround Publisher Services Genel Müdürü Londra/Đngiltere Steven J. Holmes Harvard Extension School Ellen V. Coen Brooklyn, New York/ABD Umar Syed The McKenna Group Toronto, Ontario/Kanada Sara Shakir, Los Angeles/ABD Johanna Thompson, Los Angeles/ABD Thomas L. Williams, öğrenci Western Michigan University Battle Creek, Michigan/ABD William R. Jettelson, D.C. White Plains, NY/ABD Roger van Zwanenberg Pluto Press N6 5AA/ABD Glenn Winstead, M.D./ABD 209 Mary C. Rumley Los Angeles/ABD Prof. Deepa Kumar Wake Forest Üniversitesi/ABD Martha Ojeda ve Megan Bobier Coalition for Justice in the Maquiladoras San Antonio/ABD Bo G. Ekelund, Araştırmacı Department of English Uppsala University/Đsveç Kathleen O'Nan, Organizatör Los Angeles Metro Labor Party NC/ABD Julie Stoll Pluto Press London/Đngiltere Elisabeth Watson Ordront Publishing House Stockholm/Đsveç Leif Ericsson MD Ordfront Publishing House Ordfront dergisi Genel Yayın Yönetmeni Stockholm/Đsveç Jan-Erik Pettersson, Yayıncı Ordfront Publishing House, Stockholm, (Noam Chomsky'nin Đsveç'teki yayıncısı) Maurice Zeitlin, Sosyoloji Profesörü University of California Los Angeles/ABD D. van Wyk Mafikeng North West Province Güney Afrika Mohsen S. Nazari Dallas, Texas/ABD Chris Wicke Regeneration TV/ABD 210 Lev Igolnikov University of Central Arkansas, Computer Science Department, Conway, AR/ABD Stephen Geller Boston Üniversitesi Đletişim Koleji Senaryo Programı Direktörü Boston, MA/ABD Rachel Coen Brookyln, NY/ABD Anne Venesky CUNY Graduate Center New York, NY/ABD Lisa Pietersma Halifax, NS/ABD Jeff Toste Yeşiller Partisi Senato Adayı Providence R.I./ABD Joanna Kallal of Carrboro, N.C/ABD Albert Pietersma Toronto Üniversitesi Yakın ve Ortadoğu Uygarlıkları Bölümü Toronto/Kanada Kevin Bertazzon MECHANICMAN productions Culver City, California/ABD Craig-Jesse Hughes, Plattsburgh, NY/ABD Prof. Robert Jensen School of Journalism, University of Texas at Austin Member, Nowar Collective/ABD David Peterson Chicago, Illinois/ABD Mark Crispin Miller Professor of Media Studies New york University New York/ABD Knut Rognes 211 Stavanger University College Stavanger, Norveç Seth Ackerman New York/ABD Prof. Robert W. McChesney Institute of Communications Research University of Illinois at Urbana-Champaign Urbana, Illinois/ABD Paul Elitzik Faculty Advisor, F Newsmagazine Director, Student Publications Dept. School of the Art Institute of Chicago/ABD Mary van Valkenburg The Nation New York/ABD Ahmed Shawki Editor, International Socialist Review, Chicago, Illinois/ABD Doug Henwood Left Business Observer NY/ABD Loie Hayes, Editör ve Yayıncı South End Press/ABD Gina Neff, Yazar New York City/ABD Roane Carey The Nation magazine New York, NY/ABD Andrej Grubacic, Tarihçi Felsefe Fakültesi Belgrat, Yugoslavya Paul Herman University College of the Fraser Valley Chilliwack, B.C., Kanada 212 KAMPANYAYI DESTEKLEYEN KURUMLAR Yekitiya Niviskaren RojavayêKurdistanêya li Elmanya ye Eğitim-Sen Diyarbakır Demokrasi Platformu Çağrı Dergisi'nden Kadınlar Dicle Kadın Kültür Merkezi Emekçi Kadınlar Birliği Feminist Kadın Çevresi Halkevlerinden Kadınlar Kadın Tavrını Geliştirme Đnsiyatifi (KATAGĐ) Đnsan Hakları Derneği Özgür Kadın Dergisi Sosyalist Eylem'den Kadınlar Üniversiteli Feminist Grup Azadiya Welat Barış Anneleri Đnisiyatifi Batman Kadın Platformu Bingöl Demokrasi Platformu Büro Emekçileri Sendikası Đstanbul 2 No'lu Şubesi Emekçiler Formu Kadın Okurları EMEP Göç-Der HADEP ĐHD Ankara Şubesi ĐHD Elazığ Şubesi MKM 213 Özgür Halk Dergisi SES Aksaray Şubesi SODEV Van Demokrasi Platformu Đstanbul Kürt Enstitüsü Paris Kürt Enstitüsü Berlin Kürt Enstitüsü Tahran Kürt Enstitüsü NAVENDA PENa KURD Federasyona Komeleyên Kurdistanê li Swêdê EM PIŞTGIRIYA KAMPANYAYA ZIMANÊ KURDÎ DIKIN Ev çend hefte ne, ku xwendekarên kurd li Bakurê Kurdistanê û li Tirkiyê ji bo mafê perwerdeya bi zimanê kurdî dest bi kampanyakê kirine. Berê jî kurdan bi awayên cuda daxwaza perwerdeya bi zimanê kurdî kirine, lê ev cara yekem e, ku vî mafî bi awayekî fermî û bi nivîskî ji dezgehên dewletê dixwazin. Zimanê kurdî li Tirkiyê û li Bakurê Kurdistanê hîn jî qedexe ye. Qanûna esasî ya Komara Tirkiyê bi vê madeya xwe perwerdeya bi zimanê kurdî qedexe dike: "bêyî tirkî kes nikare di dibistan û dezgehên perwerdeyê yên din de zimanekî din wek zimanê zikmakî fêrî hemwelatiyên Tirkiyê bike.” Herweha Qanûna nifûsê, qanûna komelan, qanûna partiyan jî bikaranîna kurdî qedexe dikin. Hemû dezgehên dewletê vê kampanyaya xwendekaran wek tevgereke li dijî yekitiya Tirkiyê dibînin û dixwazin bi zorê bifelişînin. Daxuyaniyên serokwezîr, wezîrê perwerdeyê, wezîrê parastinê û yên din vê yekê îspat dikin. Ji polîs û cendirman re emir hat dayin ku êrişî xwepêşandanên xwendekaran û kesên ku piştgiriya wan dikin, bikin. Ev helwesta rayedarên dewletê bû sedem ku heta niha gelek kes hatin girtin, bi wan îşkence hatin kirin û gelek şagird ji zanîngehan hatin bi dûr xistin. Tirkiye, gelek cara ji bo helwesta xwe ya li dijî mafên mirovan, ji aliyê gelek dezgeh û rêxistinên navnetewî ve hatiye rexnekirin. Bi taybetî jî ji aliyê dewletên Ewropî ve, ji ber ku Tirkiye dixwaze xwe nêzî Ewropayê bike. Qedexeya li dijî zimanê kurdî, binpêkirina mafekî mirovî yê herî bingehîn e. Bi awayekî bi înad berdewankirina vê qedexeyê şermeke mezin e ji bo Tirkiyê. Qedexebûna zimanê kurdî û endambûna Yekitiya Ewropayê û herweha demokrasiyê bi hev re nabe. 214 Loma em xwendekar û dersdarên zanîngehan yên ku di bin vê daxuyaniyê de navên xwe nivisîne, em piştgiriya kampanyaya xwendekarên kurd ya ji bo mafê perwerdeya bi zimanê kurdî dikin. Her weha em daxwaz dikin ku hukumeta Tirkiyê erîşên li dijî xwendekar û kesên ku piştgiriya wan dikin, rawestîne û daxwazên xwendekaran yên ji bo vî mafê herî mirovî bi cih bînin. JI ÎNSĐYATÎFA XWENDEKARÊN KURD RE Em 126 xwendekar û dersdarên kurd yên li derveyî welêt piştgiriya kampanya we ya ji bo perwerde û hîndekariya bi zimanê kurdî dikin. Em bi yekdengî diyar dikin, ku em êdî nexwazin li hember înkarkirina nafên xwe yên herî bingehîn yên mirovî bêdeng bimînin. Ev kampanya me ya ji bo piştgiriya we îspata vê yekê ye. Em dizanin, ku dewleta tirk ne tenê zimanê me înkar dike, her weha nasnameya me jî înkar dike. Loma em rûmeteke mezin didin kampanyaya we. Em di wë baweriyê de ne, ku kampanya we di riya azadkirina ziman û nasnameya me de gaveka girîng e. Daxwaza me ji dewleta tirk, Yekitiya Ewropayê û hemû rixistinên demokratîk yên navnetewî ew e, ku dewleta tirk divê hamû erîşên xwe yên dijminwarî yên li hemberî we rawestîne û daxwaza we ya ji bo perwerdeya bi zimanê kurdî bipejirîne. Bi silavên hevaltiyê Şîlan Otlu, xwendekara Zanîngeha (Unîversîte) Uppsalayê/Swêd, beşa Lêgerînê ya ji bo Aştî û Nakokîyên Navnetewî Asrîn Blend Masîfî, xwendekara beşa ji bo Kompîtor û zanyariyên sîstemê li Zanîngeha Stockholmê li Swêd SUPPORT CAMPAIGN FOR THE KURDISH LANGUAGE During the past several weeks Kurdish university students all over Northern Kurdistan and Turkey have undertaken a campaign for legalization of Kurdish as a language of instruction. Similar actions have been taken before, but this is the first time it is being held formally through signing of a petition to the Turkish government. Kurdish is forbidden as a language of instruction according to Article 42 of the&nb sp;Turkish constitution that says "Turkish citizens are not allowed to be instructed in any other language except Turkish as their mother tongue". The use of the Kurdish language is forbidden in public institutions and arenas such as within political parties and organizational activities. The whole body of the state authority, among others the Ministery of Defense and the Ministry of Education, are actively trying to rouse public opinion in favor of squashing this campaign, since they claim this is a threat against the unity of the country. In addition, the police and the military are ordered to stop this campaign. Students, parents and other sympathizers have been arrested during these last couple of days as a consequence of these stiff orders. Turkey has been criticized repeatedly by the international community because of its violations against human rights towards the Kurdish population. A good example of this condemnation is the sharp criticism of the European countries who are monitoring Turkey's accession proc ess 215 towards the European Union. Prohibition of the use of our native tongue is a serious violation of one of our most basic human rights. The fact that Turkey wants an on going prohibition is a shame for the entire country, and a sign indicating a need for a closer look at the Turkish constitution and their democracy. We, who have signed this petition, support the Kurdish students in their struggle for their rights to be able to educate themselves in their mother tongue, Kurdish. Moreover we demand that the Turkish government to put an end to the harassment of these students and sympathizers and that the Turkish authorities should carry out these demands which constitute some of the basic foundations outlined in UDHR (Universal Declaration of Human Rights) for human rights. TO WHOM IT MAY CONCERN Since this campaign that you have started is a very legitimate demand, we -the Kurdish students abroad- decided to support the campaign and the struggle of our fellow Kurdish students at home by starting a "support campaign" for the Kurdish language. 126 students (see the attachment) have showed their support by signing the text below. Since we Kurds have been deprived of the right to use our language in public in Turkey, we have been deprived from openly expressing our Kurdish identity. The purpose of this campaign that we the Kurdish students abroad have just initiated, is to show our support and solidarity for our fellow Kurdish students at home. We want to demonstrate to the world that we stand by the Kurdish students and with a united voice shout out: We no longer accept the criminalization of our language and denial of our basic human rights. GOOD LUCK DEAR FRIENDS! Yours sincery, Silan Otlu, Department of Peace and Conflict Research,Uppsala University, Sweden Asrin Blend Masifi, Department of Computer and System Sciences, Stockholm University, Sweden Along with 124 other Kurdish university students all around the world. Name Department University Country Abdulbaki Hussaini Media Oslo Norway 216 Abraham Shwaish Carnegie Mellon USA Musciology Vienna Graz Austria Austria Amer Salih System Development Uppsala Sweden Anna Kolahdozan Royal Institute of Technology Sweden Aram Aziz Arezu Soleimani, Ph.D. Vancouver Community Cellular and Ottowa Molecular Medicine Canada Canada Agnes Ghrond Alexander Lahbres Arjen Otlu Applied Information Technology Royal Institute of Technology Sweden Asrin Blend Masifi Computer and System Sciences Stockholm Sweden Azad Daran Humanities Örebro Sweden B. Ahmadi Computer Royal Institute of Technology Sweden Baris Bendav Basak Gel Behrooz Shojai, Ph. D. Student Law Stockholm Swinburne Uppsala Sweden Australia Sweden African and Asian Languages Bekas Bazlani Business Administration San Diego State, California USA Bercem Gündem History of Science and Ideas Uppsala Sweden Besir Kavak Beston Hamasur, assistant professor Mathematics Bacteriology Trollhättan/Uddevalla Swedish Institute for Infectious Disease Control Sweden Sweden Bextyar Husayin Asian and African languages Uppsala Sweden Social Sciences St Petersburg Technical Mechanical Optical Russia Burhan Deger Burhan Tasin Applied Information Technology Canan Alagös Dennis Altun Devrim Kilic Diar Abuzed Diar Kurd Dilovan Genedy Perwari Business Royal Institute of Technology Sweden Dalarna Mälardalen - Västerås La Trobe – Melbourne Oslo Sweden Sweden USA Sweden Norway California USA 217 Dilowan Ismail Stockholm Sweden Djahla Hewazy Dr. Abdulbaghi Ahmad, M.D., Ph.D Queen Mary Uppsala University Hospital United Kingdom Sweden Indiana USA Mitt - Sundsvall Sweden History Computer Sciences Uppsala Pennsylvania Sweden USA Law d’Yverdon Technique Stockholm France Sweden Faez Norolla, Applied Information Technology Royal Institute of Technology Sweden Medicine Department of Neurocience Child and Adolescent Psychiatry Dr. Burhan Elturan Multicultural Affairs, Diversity Eisa Mirvazade Ergin Sahindal Eril Gulsever Erturk Huseyin Evin Zakholi Farhad Abdulkarim, Ph.D Farhad Shakely, teacher Microbiology Asian and African Languages Stockholm Uppsala Sweden Sweden Ferhad Hopo Computer and System Sciences Royal Institute of Technology Sweden Ferid Demirel Firat Bademci Goran Qadi Goran Qeredaxi Hakan Orak, Ph.D. Law Economics Uppsala Stockholm Stockholm Sweden Sweden Sweden Textiles, Fiber and Polymer Science Clemson University USA Odontology Bollnäs Sweden Odontology Computer and System Sciences Umeå Stockholm Sweden Sweden Industrial Mohawk College of Art Engineering and Technology Technology Hiwa Nezhadian Engineering California State Ikbal Mohammadain Computer Networks Western Sydney Ilknur Acar Victoria University of Technology Canada Haval Ciziri Hawar Meradi Helin Ciziri Hemin Dezayi Hero Baqay Hishyar Kêstey Izzat Zawiti Riverside Medical Group USA Australia Australia USA 218 Jalal Melahaji Computer Networking System Chymaca College USA Jamileh Hashemi Oncology and Pathology Karolinska Hospital & Institute Sweden Social Sciences San Diego Örebro USA Sweden Westcliff Albert Einstein University United Kingdom USA Jani Diylan Jihan Maronsi Joanna Hewazy K. Alan Antar Kamal Khaledzadegan Kawa Amin, Ph.D. Linguistics Medical Sciences Uppsala Uppsala Sweden Sweden Kawa Onatli Lamya Yadullah Business Studies Electrical and Computer Engineering Medicine Södertörn George Manson, Virginia Sweden USA Albert Einstein USA Uppsala Royal Institute of Technology Sweden Sweden Jönköping Karolinska institutet Royal Institute of Technology Sweden Sweden Sweden Laura Antar Lawîn Shêrko Leila Khalandi Medical Cell Biology Applied Information Lezgin Bakircioglu Technology M. Can Onatli Makbule Sekersöz Mahir Misto, Computer Sciences tandhygienist Merxas Ciziri Mesut Satici Odontology Umeå Royal Melbourne Institute of Technology Sweden Australia Morad Kaveh Natural Sciences Mustafa Ongan International Studies Nalin Ciziri Medicine Narin Faka Law Nawzad Mohammed Computer Bawak Engineering Örebro Leeds Umeå Stockholm International Islamic – Malaysia (IIUM) Sweden United Kingdom Sweden Sweden Malaysia Oslo Stockholm Norway Sweden Stockholm Stockholm Sweden Sweden Teheran Iran Nehro Shehi Newal Kizil Nima Aliasgar Osman Ayatar, Ph.D. Candidate Pej Kokab Applied Information Technology Political Science Computer and System Sciences Sociology Computer Engineering 219 Rebin Zakholi Law Uppsala Sweden Rezan Mohamad Pharmacy and Allied Health St John’s USA Roni Demirbag Political Economy Sydney Australia Roza Germian Journalism and Communication Western Sydney Australia Ruken Cetiner Science and Technology Linköping Sweden Ruken Daran Safin Goulani Sweden IT engineering Technical University of Denmark Denmark Sakine Bahceci Political Science Södertörn Sweden Salah Nader Salih Karaaslan Social Studies Western Ontario Gävle Canada Sweden Sam Morrison Samman Nuri Sangar Hassan Seid Moustafa Serdil Ucmaz Serhad Murad Sertac Benday Serxwebun Perwer Economics Economics Economics Law Economics London United Kingdom Stockholm Western Sydney Uppsala Manchester Stockholm TVU-London College of Music and Media Sweden Australia Sweden United Kingdom Sweden United Kingdom Sewder Guven Technology Royal Institute of Technology Sweden Seyki Algan Shaho Porgord Shilan Daneshyar Shiler Amini Economics Stockholm Örebro Uppsala Linköping Sweden Sweden Sweden Sweden Royal Institute of Technology Sweden North Vancouver Uppsala Canada Sweden Japan Sweden Sweden Sweden Sweden Shoresh Siamak Najafi Silan Otlu Law Department of language and culture Computer Technology Peace and Conflict Research Simko Mohamad Sipan Ismail Sirin Ucmaz Political Science Law Peacemind, Tokyo Uppsala Uppsala Sorin Masifi Sukri Demir Oriental languages Education Stockholm Stockholm 220 Suphan Öcmaz Culture & Geography Uppsala Sweden Stockholm Sweden Alberta Anglia Polytechnic Cambridge USA United Kingdom IT manager Harris City Technology Education Stockholm Institute for Education United Kingdom Sweden Tahir Algan Tara Welat Welat Zeydan Political Science Cultural Studies Xebat Nizamedin, Zanko Masifi Zeki Algan Zerian Saeed Zuleyhan Öngörur Law Stockholm Sweden Political Science Stockholm Halmstad Sweden Sweden ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ Klasör: 5 Kampanya ile ilgili basında çıkan haber ve görüşler HADEP'ten anadilde eğitime destek Yedinci Gündem 22 Kasım 2001 ANKARA - HADEP Gençlik Kolları, üniversitelerde öğrencilerin başlattığı "Ana dilde eğitim ve Kürtçe'nin seçmeli dersler altına alınması" taleplerini desteklediklerini açıkladı. HADEP Gençlik Kolları Genel Merkez Yönetimi tarafından yapılan açıklamada, üniversite öğrencilerinin, dün rektörlere dilekçe ile sundukları taleplerinin desteklendiği ifade edildi. Açıklamada, aydın bir toplumun,eğitimin, ancak akademik, bilimsel ve anadilde gerçekleşmesiyle yaratılabileceği vurgulanarak, "Türkiye'de farklılıklar yönetim tarafından bir tehdit ve bölünme unsuru olarak gösterilmiştir. Oysa, tüm kültürlerin eşit, özgür ve barış halinde yaşadığı bir Türkiye önder bir ülke haline gelecektir" denildi. Bi Kurdî perwerdeyî 221 Yedinci Gündem 24 Kasım 2001 'Talep kabul edilmeli' Đstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Bakır Çağlar, son Anayasa değişikliği ile birlikte iyice tartışılmaya başlanan Kürtçe'nin üniversitelerde okutulmasının meşru bir talep olduğunu söyledi. AB'ye uyum süreci ile birlikte Türkiye'nin "Ulusal Azınlıkların Korunması ile Bölgesel Azınlıkların ve Onların Dillerinin Korunması Sözleşmeleri"ni imzalamadığını hatırlatan Prof. Dr. Çağlar, "Bu sözleşmeler imzalanmadığı sürece Anayasa değişikliğinin bir anlamı yoktur. Şu anda Anayasa'nın 26 ve 28. maddelerinde 'Türk vatandaşları gündelik hayatta Türkçe'den başka dil kullanabilir' ibaresi vardır. Bu da düşüncelerin herhangi bir dilde ifade edelebildiğini ama eğitim alanında böyle bir hakkın olmadığını ortaya koyuyor. Türkiye artık siyasi bir irade ortaya koymalı. Kendi dilini öğrenme hakkı verilmelidir" dedi. 'Sevinçle karşıladık' Kampanyayı "Önem ve sevinçle karşıladıklarını" söyleyen Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya ise, "Bilim çevrelerinin Kürtçe'den korkmasını ve tedirgin olmasını anlamsız buluyorum. Aksine böylesi bir hakkın verilmesiyle birlikte 'sorunların' çözüleceğine inanıyorum" dedi. 'Utanç duyuyorum' Öğrencilerin, kampanyayı duyurmak için ĐHD Đstanbul Şubesi'nde yaptığı basın toplantısına katılarak destek veren gazeteci-yazar Celal Başlangıç, Türkiye'nin Anadilde eğitimle ilgili birçok uluslararası sözleşmelere imza koyduğunu hatırlatarak, "Anadilde eğitim bir hak. Bugün hak olan bir şey talep ediliyor. Bu hakkın talep edilmesi kadar utanç verici bir şey olamaz" dedi. Kampanyayı destekleyen Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç ise, Kürtlerin Türkiye'de yıllarca inkar edildiğini ifade ederek, "Bu sadece Kürtlere değil, Türklere, islam alemine ve dünyanın zararınadır. Anadili inkar etmeye kimsenin hakkı yoktur. Đnsan yaşamında dilin önemli bir yeri vardır. Dinler değiştirilebilir, mezhepler değiştirilebilir ama bir millet değiştirilemez. Đnkar etseniz bile Kürt Kürttür" dedi. Anadilde Egitim için neler dediler? Yedinci Gündem 24 Kasım 2001 Dilimizi istiyoruz Şahin Tuncer (Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi): Bir Kürt olarak 15 yıldır kendi dilimin dışında bir dil ile eğitim gördüm. Ama hiç bir zaman gerçek anlamada kendimi ifade edemedim. Çünkü eğitimimin büyük bir bölümünü bilmediğim bir dili öğrenmeye ayırmak zorunda kaldım. Bu düşünme ve ifade etme yeteneğimde üretimsizliğe neden oldu. Bunca yıl bana kendi anadilimde eğitim olanağı olmadı. Ama bundan sonra herkes kendi Anadilini rahatlıkla konuşabilmeli ve o dilde eğitim görebilmeli. Bu benim ve benim gibi olan herkesin insan olmaktan gelen en doğal hakkıdır. Tüm duyarlı kesimler bu insani hakka sahip çıkmalı ve bu kampanyayı desteklemelidir. Metin Doğrul (Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencisi): Kampanyanın 222 ancak bütün öğrencilerin ve demokratik çevrelerin desteği ile sonuca götürüleceğine inanıyorum. Demokrasi mücadelesini ileriye götürecek, onun yolunu açacak bir mücadele olarak görüyorum. Bu yüzden tüm demokrat çevreler tarafından desteklenmesi gerekir. Şu ana kadar sonradan öğrendiğim bir dille eğitim yapmanın bir çok zorluklarını yaşadım Kendimi yeterince ifade edemedim. Hocalarımla ve diğer insanlarla iletişimimde sürekli sorunlar yaşadım. Kimi zaman konuşurken kelime dahi bulmakta güçlük çekiyorum. Ayrıca, kendi anadilimi kullanamamam tiyatro, müzik gibi ilgi duyduğum sanat dalları ile yeteri kadar ilgilenmeme engel oldu. Bu alanlarda sonradan öğrendiğim bir dille gelişme olanağı bulamadım. Adıyaman Eğim-Sen'den öğrencilere destek Yedinci Gündem 30 Kasım 2001 ADIYAMAN- Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi, "Anadilde eğitim" kampanyası başlatan üniversite öğrencilerine destek verdiklerini açıklayarak, kampanyanın Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sunacağını belirtti. Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi sendika binasında "Adilde eğitim" kampanyası ile ilgili bir basın toplantısı düzenleyerek kampanyaya desteklerini açıkladı. Açıklamayı okuyan Şube Sekreteri Hasan Ölgün, Anayasa'nın 37'inci Maddesi'nde yapılan değişikliğe dikkat çekerek, yetersiz de olsa bu değişikliğin Türkçe dışında dillerin kullanılmasının önünü açacağını belirtti. Ölgün, tüm bu değişikliklere rağmen bazı kurum, kuruluş ve kişilerin hala değişikliklerin karşısında durduğunu belirterek, "Bu yanlış tutumları kaygıyla karşılıyoruz" dedi. Đnsanın ancak kendini ifade ederek özgürü olabileceğinin altını çizen Ölgün, "Üniversite öğrencilerinin başlatmış olduğu 'Dilimizin sınırları, dünyanın sınırlarıdır. Anadilimiz varolma koşulumuzdur' sloganı ile anadilde eğitim talepli kampanyasını anlamlı buluyoruz" dedi. Ölgün, Üniversite gençliğinin Kürtçe eğitim ve öğretim talebinin Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sunacağına inandıklarını belirterek, sendikalarında önümüzdeki günlerde anadil ile ilgili çeşitli çalışmalar yapacağını söyledi. Kürtçe eğitim çözüm getirir Yedinci Gündem 1 Aralık 2001 Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi: DĐYARBAKIR- Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Hayrettin Altun, anadilde eğitimin yaşama hakkından sonra gelen en temel hak olduğunu belirterek, "Bu hakkı kullanma, ifade etme, düşünebilme, savunabilme; insan olmanın gereğidir" dedi. Anadilde eğitime ilişkin Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi'nin dün düzenlenen basın açıklamasına çok sayıda öğretmen katıldı. Açıklamayı yapan Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Hayrettin Altun, ülkede yaşanan iktisadi, siyasi ve sosyal krizin çürümeyi geliştirdiği ve giderek derinleşmeye doğru yol aldığını belirterek, ulusal güvenlik gibi tali gündemlerin tartışıldığı bir dönemde yaşanan olumsuzluklara sivil toplum örgütleri ile demokratik kitle örgütlerinin sesiz kalmayacağını söyledi. Toplumun içinde bulunduğu sıkıntıları ve sorunları aşma yolunun demokratik halk yönetimini yaratmaktan geçtiğine işaret eden Altun, "Demokratik bir ülke, demokratik kurumlarla var olacaktır. Demokratik bir kurum da bilimsel-teknik yöntemlerin, evrensel uygulamaların ışığında yaratılabilir" dedi. OHAL engel Anadilde eğitimin yaşama hakkından sonra gelen en temel hak olduğunu ifade eden Altun, parlamentoda anayasada anadilde eğitim ve benzeri hükümler üzerinde değişiklik yapılmayışının üzüntü verici olduğunu kaydetti. Anayasanın 'anadilde eğitim' fiilini düzenleyen 42. Maddesine de 223 değinen Altun, Türkiye'nin altına imza attığı uluslar arası sözleşmeler anadilde eğitim hakkını yok sayan anti-demokratik yasal hükümleri ortadan kaldırdığını söyledi. Dil, kimlik ve kültürel haklar alanında kopenhag kriterlerine uyum sağlanmadan Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesinin mümkün olamayacağını vurgulayan Altun, Đstanbul Üniversitesi öğrencilerinin rektörlüğe 'Kürtçe seçmeli dersler arasına alınması' yönünde başlattıkları kampanyanın kamuoyu tarafından büyük ilgi ile izlendiğini kaydetti. Anadilde eğitim konusunda demokratik adımların atılması durumunda Kürt probleminin çözümü noktasında da ilerici bir adımın atılmış olacağını belirten Altun, OHAL bölgesinde uygulanan 285 ve 430 sayılı KHK'lerin anadilde ifade ve yayın hakkını engellediğine dikkat çekti. Demokratikleşme Dil, kimlik ve kültürel alanda reformların geliştirilmesi Türkiye'nin demokratikleştirilmesinde çok önemli adımlar olacağını belirten Altun, "Olağan üstü gelişmelere, değişim ve dönüşümlere sahne olan 21. Yüzyıl dünyasında insani değerlerin üstünlüğü, hukukun üstünlüğü, adalettin, demokrasinin, barışın ve temel hak ve özgürlüklerin yükselen değerler olduğu bir gerçek olmaktadır" diye konuştu. Dersim'den anadil kampanyasına destek Yedinci Gündem 2 Aralık 2001 DERSĐM- Dersim'de bulunan sendika, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcileri ortak bir açıklama yaparak, herkesin kendisini anadiliyle ifade etmesinin temel hak olduğunu vurguladı. Yapılan ortak açıklamada, 21. yüzyılda Türkiye'de dillerin ve kültürlerin geliştirilip, yaşatılması önündeki yasal engellerin kaldırılması istenerek, "Eğitim, kültür, sanat, edebiyat, görsel ve yazılı basın alanlarında bireylerin kendi ana dillerini kullanmasını sağlayacak her türlü girişimleri, biz aşağıda imzası bulunan kurum temsilcileri olarak destekliyor ve bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz" denildi. Açıklamaya, imza atanlar şunlar: Eğitim Sen Şube Başkanı Murat Polat, Haber Sen Şube Başkanı Muharrem Özer, Genel Đş Şube Başkanı Hasan Çiçek, HADEP Đl Başkanı Alican Ünlü, Kültür Sen Şube Başkanı Murat Özman, BES Şube Başkanı Özcan Ateş, SES Şube Başkanı Hasan Toprak, ÖDP Đl Başkanı Yusuf Cengiz, Türkiye Komünist Partisi Yönetim Kurulu Üyesi Nadir Takak EMEP Đl Başkanı Salih Gündoğan, Hıdır Demir, Tunceli Kültür Sanat ve Dayanışma Derneği Başkanı Ekber Kaya, Türk Đş Đl Temsilcisi Kadir Evin, Yol Đş 2 No'lu Mali Sekreteri Bekir Ünal. Öğrencilerden baskılara tepki Yedinci Gündem 3 Aralık 2001 ĐSTANBUL - Anadilde Eğitim Hakkı talebiyle üniversitelerde "Kürtçe'nin seçmeli dersler arasına alınması için" kampanyaya destek veren 3 öğrenci, "PKK üyesi oldukları" iddiasıyla tutuklanırken, ĐHD'de basın toplantısı yapan öğrenciler, baskıları kınadı. ĐHD Đstanbul Şubesi'nde Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç, sanatçı Şanar Yurdatapan ve ĐHD yöneticisi katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. ......... Yurdatapan'dan destek Basın açıklamasına destek amacıyla katılan sanatçı Şanar Yurdatapan, "Herkes Lozan antlaşmasını bilir. Bu antlaşmada bile Türkiye'de her insanın kendi anadilini konuşabileceği açıktır. Bu bazı politikalar çerçevesinde tam tersine çevriliyor. Bunu söylemekten üzülüyorum ama bu durumda bize kalan ancak kanunlar çerçevesinde direnmektir" dedi. 224 Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç: Toplantıya katılarak destek veren Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç da "Tarih boyunca hiçbir yerde anadiliyle konuşmak gibi bir yasak yoktu. Bu ancak Türkiye gibi bir ülkede olabilir" dedi. Toplantıya destek amacıyla Dicle Kadın Kültür Merkezi, Azadiya Welat, TUAD, ve ĐHD'den de temsilciler katıldı. ................... Öğrenciler iddialı ĐZMĐR- "Ana dilimi istiyorum" diyerek girişim başlatan Đzmir üniversitelerinde okuyan Kürt öğrenciler, çalışmaları çerçevesinde HADEP Đzmir Đl Gençlik Kolları ile beraber panel düzenledi. Özgür Üniversiteden Ali Rıza Arslan ve Psikolog Zübeyit Gün'ün katıldığı panelde ağırlıklı olarak Kürtçe konuşuldu. Ali Rıza Arslan: HADEP Konak Đlçe Binası'nda yapılan panelde konuşan Ali Rıza Arslan, dil kullanılmadan düşüncenin olmayacağına vurgu yaparak, "Dil yoksa düşünce de yoktur, düşünce yoksa dil de yoktur" dedi. Toplumların en belirleyici özelliğinin dil olduğunu belirten Arslan, toplum, emek, düşünce ve dilin birbirine çok benzediğini ve tamamladığını söyledi. Kültürün temelinde dilin var olduğunu belirten Arslan, Kürt çocuklarının 6 yaşından sonra dillerini kullanamadıklarından dolayı bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu ifade etti. "O felaketi bizim düzeltmemiz lazım. O felaket devam ettiği sürece demokrasiden, barıştan, özgürlükten bahsedilemez" diyen Arslan, Kürt öğrencilerinin başlattığı "Anadilimi istiyorum" girişimi ile ilgili olarak da Kürt öğrencilerin bu taleplerini dışarıda da Kürtçe konuşarak, dağı, taşı, sokakları her yeri üniversiteye çevirerek, başarabileceklerini belirtti. Psikolog Zübeyit Gün: Anadilde eğitim yapmamanın çocuklar ve yetişkinler üzerindeki etkilerini anlatan psikolog Zübeyit Gün, dilin sadece ses olarak algılanmamasını ve dilin dört öğesi olan konuşmak, dinlemek, okuma ve yazmanın tam olarak kullanılması gerektiğini belirtti. Kendi anadilini dört öğesi ile sosyal ve kamusal alanda kullanabilenler için ikinci dilin tam hem zihinsel hem de kişilik olarak geliştireceğini belirten Gün, "Ancak bu dört öğe yokken öğrenilen ikinci dilin, kişide; kendine uzaklaşma, duygu ve düşüncelerde parçalanma yaratır. 6 Yaşında okula başlayan bir Kürt çocuğu için yeni karşılaştığı ikinci bir dil ile kendi kültürüne yabancılaşıyor. Kendi şahsında kültürünü ve ulusal değerlerini aşağılıyor. Benlik duygusunun aşağı düşmesi, saldırganlık, suça meyil belirtileri görülüyor. Kekemeliğin de en büyük sebebi ikinci dile uyum sağlayamama ve kendi isteği dışında ikinci bir dilin öğretilmesidir." dedi. .............. Ziman hebuna mirov e DĐYARBAKIR - Diyarbakır'da düzenlenen panelde konuşan Kürt Enstitüsü yöneticisi Mustafa Acar, anadilde eğitim talebinin ırkçıkla bağdaştırılamayacağını, insanın en doğal hakkı olduğunu söyledi. HADEP Diyarbakır Đl Gençlik Kolları, toplumun ancak diliyle varolabileceğinivurgulayan bir panel düzenledi. Merkez ilçe binasında dün düzenlenen "Anadilde eğitim ve kültürel haklar" konulu panele, Kürt Enstitü'sünden Mustafa Acar ile Đnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'nden Muharrem Erbey katıldı. Anadil doğal haktır Kürt Enstitüsü yöneticisi Mustafa Acar: 500 kişinin katıldığı panelde konuşan Kürt Enstitüsü yöneticisi Mustafa Acar, anadilde eğitimin önemine değinerek, "Anadilde eğitim istemek, ırkçılıkla bağdaştırılmamalıdır. Đnsanın en doğal hakkıdır" dedi. Konuşmasını Kürtçe yapan Acar, tüm dillerin o toplumun penceresi olduğunu ve bu pencereden gözlendiklerini belirterek, Konfüçyus, Yaşar Kemal ve Hz. Muhammed'in dil üzerine söylemlerinden alıntı yaptı. Kürt dilinin tarihsel gelişimine de değinen Acar, Kürt dilinin geliştirilmesi için aydın ve gençlere seslenerek, "Kürt aydın ve gençlerine çok iş düşüyor. Bu dilin gelişmesi için çaba harcamalılar" dedi. 225 Av. Muharrem Erbey: Panele ĐHD adına katılan Av. Muharrem Erbey, anadilde yayının hukuksal boyutuna değindi. Kürtçe yayın yapılabilme özgürlüğünün olduğunu ancak Anayasa'da yer alan 26 ve 28.maddelerin kısıtlama getirdiğine belirten Erbey, MHP'nin "Kürtçe, Arapça, Türkçe ve Farsça'dan alınan 600 kelimelik bir dildir" söylemini hatırlatarak, "Saf dil olamaz, tüm diller birbirinden etkilenir. Türkçe'deki kelimelerin sadece yüzde 5'i Türkçe'dir" diye konuştu. Erbey insanların anadillerini yüksek bir sesle istemesi üzerinde durarak, "Dili olmayan bir toplum varolamaz" dedi. Öğrencilerden baskılara protesto Yedinci Gündem 4 Aralık 2001 ............... MERSĐN - Mersin Üniversitesi öğrencilerinin "Anadilde Eğitim" kampanyası kapsamında düzenlediği panelde, Kürt tarihi ve Kürtçe tartışıldı. Kürt Enstitüsü'nden Mülazım Özcan: HADEP'te gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak Kürt Enstitüsü'nden Mülazım Özcan ile Azadiya Welat Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Cemil Oğuz katıldı. Öğrencilerin ve HADEP'li gençlerin dinleyici olarak katıldığı paneldeki konuşmasında Kürtlerin tarihsel sürecine ilişkin bilgiler aktaran Mülazım Özcan, Kürtlerin M.Ö 1000 yıllarında Mezopotamya'ya yerleştiğini ve bu bölgedeki en eski medeniyetlerden olduğunu söyledi. Kürtlerin Mezopotamya'da diğer medeniyetlerle barış içerisinde yaşadığına dikkat çeken Özcan, Kürt isminin çok eskilere dayandığını, Arapların bölgeye gelişiyle birlikte bunun daha da yaygınlık kazandığını söyledi. Üç bin yıllık tarihi bulunan Kürtlerin konuştuğu Kürtçe'nin Hint Avrupa dil grubunun Đrani dil grubuna girdiğini belirten Özcan, Kürtçe'nin birkaç lehçeden oluştuğunu söyledi. Özcan, "Kürtçe'ye ilişkin eserler bin yıl öncesine dayanıyor. Ancak bu eserler günümüze kadar gelememiştir. Siyasi otoritenin olmayışı bundan temel etkendir. Siyasi otorite oluşursa dil ve edebiyat gelişir. Yani dil ve edebiyat siyasi otoriteye bağlıdır" dedi. Kürtçe eserlerin azalmasının Osmanlı dönemine dayandığını söyleyen Özcan, "Cumhuriyetle beraber Kürtlerin hak talebi sonucu isyanlar gelişmiştir. Bu dönem Kürtçe yazılı eserlere izin verilmemiştir. Hatta konuşulması bile yasaklanmıştır. 1923'ten 1990'lara kadar yasaklar devam etmiştir. Günümüzde de bir çok Kürt edebiyatçı çalışmalarını yurt dışında yürütmek zorunda kalmıştır. 1990'ların başıyla birlikte bir açılım sağlanmış, Kürtçe kitaplar basılmaya başlanmıştır. 10 yıl içinde 2 bin dolayında Kürtlerle ilgili kitap çıkmıştır. Ama bunlardan sadece iki yüzü Kürtçe'dir" diye konuştu. Kürtçe'nin, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada tek dil olduğunu, ancak metropollerde ikinci dil durumuna düştüğüne dikkat çeken Özcan, metropollerde özellikle öğrenci gençlik tarafından genelde Kürtçe'nin kullanılmadığını söyledi. Anadilin insan yaşamında büyük önem taşıdığını, anadilin iyi bilinmesinin düşünceye hakimiyet anlamını taşıdığını belirten Özcan, "Anadil insanın doğumuyla başlayan bir olgudur. Kendi dilini iyi bilmeyen bir çok kavramı algılayamaz, düşünce eksikliğini beraberinde getirir. Bunun için Kürtçe'ye sahip çıkmak gerekir" dedi. ............... Öğrencilere ağır suçlama YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz: Kampanyayla ilgili açılan ilk soruşturmadan sonra Yükseköğretim Kurulu da (YÖK) 'harekete' geçti. YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, MGK ve Genelkurmay'ı aratmayacak şekilde yayınladığı bildiride, Kürtçe eğitim talebiyle dilekçe veren ve eylemde bulunan öğrenciler hakkında, üniversite rektörlüklerinin, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği hükümlerinin uygulanacağı tehditi savruldu. Öğrencilerin "PKK propagandası yapmakla" suçlandığı bildiride, şunlar yer aldı: "Son günlerde bazı üniversitelerimizde toplu dilekçeler verildiği, gösteri yapma, afiş ve pankart asma gibi eylemlerin yapıldığı görülmüştür. Bu eylemlerin neredeyse tek tip dilekçeyle dikte ettirilen Kürtçe eğitim talebinde bulunmanın masum bireysel hareketler olmadığı, bölücü terör örgütü PKK'nın doğrudan ya da dolaylı yandaşları ve 226 destekçileri ile birlikte planlayıp organize ettiği, doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü faaliyetler olduğu değerlendirilmiştir." Kürtçe eğitim dilekçeleri kabul edilmedi Yedinci Gündem 5 Aralık 2001 .............. VAN Eğitim-Sen Van Şubesi tarafından bugün yapılan yazılı bir açıklamayla, anadilde eğitim hakkının verilmesi istendi. Açıklamada, 21.yüzyılda insani değerlerin üstünlüğü, hukukun, adaletin, demokrasinin, barışın, temel hak ve özgürlük istemlerinin yükseldiği bir dönemden geçildiği belirtilerek, toplumum içinde bulunduğu sıkıntıları ve sorunları aşmanın yolunun demokratik bir halk yönetiminden geçtiği vurgulandı. Eğitim-Sen'in kuruluşundan bu yana anadilde eğitimi savunduğu ve tüzüklerinde buna yer verdikleri hatırlatılan açıklamada, şunlar belirtildi: "Anadilde eğitim, yaşama hakkından sonra gelen en temel insani haktır. Bu insani hakkı kullanma, ifade etme, düşünebilme ve savunabilme demokrat ile insan olmanın gereğidir." ............... Kampanya panikletti Yedinci Gündem 6 Aralık 2001 .......... ĐHD'den YÖK'e mektuplu protesto ĐSTANBUL - ĐHD Đstanbul Şubesi Barış Komisyonu, Anadilde Eğitim Hakki talebiyle kampanya başlatan öğrencileri "okuldan atmakla" tehdit eden YÖK'e faks çekerek "antidemokratik uygulamalara son vermesini" istedi. Galatasaray Postahanesi önünde YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz'e gönderilen faks metninde şu sözlere yer verildi: "Bir süredir anadilleri olan Kürtçe'de eğitim görmek isteyen öğrenciler verdikleri dilekçe ile bu taleplerini dile getiriyorlar. Ne Türkiye Cumhuriyeti yasalarında ne de Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerde böyle bir dil yasağı yoktur. Bütün bu gerçeklere rağmen sizin öğrencilere okuldan uzaklaştırılacağı yönündeki açıklamanız ve bu konudaki uygulamalarınız anlaşılmaz niteliktedir. ................ Seydaoğlu'ndan Kürtçe eğitime destek Yedinci Gündem 7 Aralık 2001 ANKARA - ANAP Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu, üniversitelerde Kürtçe Eğitim kampanyası başlatan öğrencilere destek verdi. Seydaoğlu yaptığı açıklamada, Kürtçe'ye ilginin gittikçe arttığına dikkat çekerek, "Bu yüzyıl, Kürtçe'nin ölüm kalım savaşı verdiği yüzyıl değil; kültür, sanat,edebiyat, tiyatro ve sinemada yeniden doğduğu bir yüzyıl olacaktır" dedi. Avrupa Konseyi'nin 2001 yılını "Diller Yılı" olarak kabul ettiğini hatırlatan Seydaoğlu, Hollanda'da da Kürt çocuklarının anadillerinde eğitim yapma haklarını elde ettiğine işaret etti. Kürtçe seçmeli ders talebinin evrensel hukuk ilkelerine göre suç teşkil etmediğini ifade eden Seydaoğlu, YÖK'ün Kürtçe seçmeli ders talebini dile getiren öğrencilere karşı geliştirdiği tavrın insancıl olmadığını dile getirdi. Seydaoğlu'ndan Kürtçe eğitime destek Yedinci Gündem 7 Aralık 2001 ............. MKM'den öğrencilere destek ĐSTANBUL - Anadilde Eğitim talebiyle başlatılan Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası'na birçok kurumdan tarafından destek gelirken, MKM çalışanları da yayınladıkları basın metni ile kampanyayı sahiplendiklerini bildirdi. 227 MKM Genel Merkezi'nden yayınlanan metinde, "Kürt dilinin serbestçe konuşulacağına dair uluslararası sözleşmelere imza atanlar bunu içine sindiremiyorlar. Ayrıcı böyle bir talebi dile getiren öğrencilerde cezai yaptırımlar ile karşılaşıyorlar ve bazı öğrenciler bu nedenle tutuklanıyor. Biz MKM çalışanları olarak bu tavırları kınıyoruz. Ayrıca demokratikleşme ve Kürt dilinin gelişmi açıdan engel teşkil eden yasaların derhal kaldırılmasını talep ediyoruz" dendi. .............. Öğrencilerden kampanyaya çağrı Yedinci Gündem 8 Aralık 2001 ............ Kadınlardan öğrencilere destek DĐYARBAKIR - HADEP Diyarbakır Đl Kadın Kolları, Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'nün öğrencilerin Kürtçe eğitim talebini içeren dilekçelerini kabul etmemesini kınadı. Kadın kolları tarafından bugün yapılan yazılı açıklamada, böylesi demokratik etkinliklerin engellenmesinin ülkede içinden çıkılmaz kaos ve krizlerin yaşanmasına neden olacağına işaret edilerek, "Anadilde eğitim istiyorum" kampanyasını destekledikleri belirtildi. Anadilin tarihsel, toplumsal, kültürel önemine değinen HADEP'li kadınlar, Finli yazar Antti Jalava'nın "Anadilim canımın derisi gibidir, diğer diller ise elbisem gibidir. Bir elbise bana uymasa değiştirebilirim ama derimi değiştiremem" sözüne işaret ederek, hiç bir gücün bir halkın dilini yasaklayamayacağını ifade etti. Açıklamada, "Bu girişimin ülkemizde varolan tıkanıklığı aşacağı, demokratikleşme sürecini hızlandıracağı inancıyla kampanyayı desteklediğimizi belirtiyoruz" sözüne yer verildi. ................ Anadilde eğitim kampanyasına destek sürüyor Yedinci Gündem 9 Aralık 2001 VAN- HADEP Van Đl Gençlik Kolları, bir basın açıklaması yaparak, üniversitelerde öğrenciler tarafından başlatılan "anadilde eğitim" kampanyasını desteklerini açıkladı. HADEP Van Đl Örgütü'nde yapılan açıklamada, kampanyada toplanan dilekçelerin rektörler tarafından kabul edilmemesi keyfi bir karar olarak değerlendirilerek, insanın güç ve yeteneklerini açığa çıkararak bilimin yuvası olarak görülen üniversitelerin böylesi kör politikaya alet olmasını ve insani bir hak olan anadilde eğitim hakkına tehditler savurarak öğrencilerin gözaltına alınmasının kınandığı belirtildi. Türkiye'de değişik dil ve kültürleri yasaklayarak sorunların çözülemeyeceğini vurgulanan açıklamada, şunlara değinildi: "Türkiye'de farklılıkları bir tehdit olarak gören yönetim anlayışı başta Kürtçe olmak üzere insanların kendi dilleri ile eğitim, yayın ve örgütlenmelerini yasadışı sayarak, şiddet yöntemleri ile bastırmaya çalışmıştır.Türkiye'nin sorunları şiddetle, baskıyla çözülemez. Anayasanın 42.maddesi olan 'eğitim-öğretim kurumlarında Türkçe'den başka hiçbir dille eğitim görülemez' maddesinin değiştirilmesini istiyoruz. Bu çerçevede öğrencilerin başlatmış olduğu 'Anadilimde Eğitim Görmek Üstiyorum' adlı kampanyayı biz de destekliyor ve sahipleniyoruz." Sempozyumda anadil tartışması DĐYARBAKIR - Đnsan Hakları Sempozyumu'nun 2'inci gününe ağırlıklı olarak anadilde eğitim ve çok kültürlük tartışmaları yer aldı. ĐHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, anadilde eğitim konusunde herkesin üzerine düşeni yapmasını isterken, Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Ragıp Zarakolu ve Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrank Dink ise çok kültürlülüğün öneminden bahsetti. Ayrıca, gazetemiz tarafından gönderilen çelenk de polisler tarafından salondan çıkarılmak istendi. Đnsan Hakları Haftası nedeniyle Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu'nda dün başlayan "Đnsan Hakları Sempozyumu"na bugün de sürdü. Yoğun katılımın olduğu gözlenen sempozyumda çok kültürlülük, anadilde eğitim ve göç üzerinde duruldu. ĐHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül konuşmasında, Anadilde eğitimin anayasal boyutu üzerinde durdu. Şu ana kadar eğitim konusunda yasal bir düzenlemenin yapılmadığına işaret eden Öndül, Türkçe dışında eğitimin yapılamayacağını öngören 42'inci maddeye dikkat çekerek, "Anadil 228 konusunda 26'ıncı ve 28'inci maddeler değiştirildi. Ama pratikte bir şey değişmedi. RTÜK gibi kurumların yapıları gözden geçirilmeli" diye konuştu. Sorunun sadece Kürtlerin sorunu olmadığını belirten Öndül, "Sadece Üniversite öğrencilerin de meselesi değil. Herkes anadilde eğitim konusunda üzerine düşeni yapmalı" diye konuştu. Öndül, Türkiye'nin derin bir değişim dönüşüm süreci yaşadığını da kaydederek, "Bir gecede değişim olmaz. Beklemek yerine, talep etmeliyiz" dedi. Avrupa Birliği Büyükelçisi Siyasi Đşler Danışmanlığı'ndan Feray Salmer de, ülkelerin anadillere ilişkin tutumlarına değindi. Bir çok ülkede, resmi dilin dışında bölgesel dillerin de kullanıldığını belirten Salmer, "Belçika'da sokak tabelaları 3 dille, Finlandiya'da 2 dille yazılı" diye konuştu. Salmer, Türkiye'nin de üye olduğu Avrupa Konseyi'nin bu yılı "Anadiller Yılı" ilan ettiğini de hatırlattı. Salondakileri Kürtçe selamlayarak konuşmasına başlayan Eğitim Sen GYK Üyesi Ömer Buzludağ ise, Uluslar arası sözleşmelerde anadilde eğitim konusu üzerinde dururken, üniversitelerde başlatılan kampanya dilekçelerinin kabul edilmemesini eleştirdi. Öğrenciler tutuklandı Yedinci Gündem 10 Aralık 2001 ........ Analardan Ecevit'e mektup ĐSTANBUL - Barış Anaları Đnisiyatifi üyeleri, Dünya Đnsan Hakları Günü nedeniyle Başbakan Bülent Ecevit'e mektup gönderdi. Barış Analarından Müyesser Güneş: Galatasaray Postanesi önünde bir araya gelen Đnisiyatif üyeleri adına Müyesser Güneş, burada bir açıklama yaptı. Güneş, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik krizin nedeninin siyasi kriz olduğuna dikkat çekerek, "Bu durum biz vatandaşlara insan hakları ihlalleri olarak yansımaktadır" dedi. Güneş, insan hak ve hürriyetlerinin anayasal güvenceye alınmasına karşın uygulamada sorunlar yaşandığını dile getirerek, "Bunlar ya uygulamada boşa çıkarılmış ya da devlet güvenliği kişi güvenliğinden önemli tutulduğundan Anayasada kısıtlayıcı önlemler alınmıştır" dedi. Üniversitelerde başlatılan "Anadilde Eğitim" kampanyasına da değinen Güneş, "Đnsanın vazgeçilmez ve devredilmez meşru hakkı bizzat dilidir" diyerek, kampanyaya destek veren öğrencilere karşı başlatılan uygulamaları kınadı. Đnsan hakları gibi evrensel değerlerin ancak barış ortamında korunup geliştirilebileceğine dikkat çeken Güneş, Barış Anaları Đnsayatifi olarak demokratik mücadele çerçevesinde verilecek olan her türlü insan hakları mücadelesinde, yer almaya hazır olduklarını belirtti. Çukurova'da dilekçeler kabul edildi Yedinci Gündem 11 Aralık 2001 .............. Kadınlardan öğrencilere destek BATMAN - HADEP Batman Kadın Kolları Başkanı Nuran Đmir, üniversitelerde başlatılan anadilde eğitim kampanyasını desteklediklerini açıkladı. Üniversitelerde başlatılan anadilde eğitim kampanyasına bir destek de HADEP Batman Kadın Kolları'ndan geldi. HADEP Batman Đl Kadın Kolları Başkanı Nuran Đmir tarafından yapılan yazılı açıklamada, anadilin kişinin fikir, dil ve kişilik yönünde gelişmesinde çok gerekli olan temel bir unsur olduğu belirtildi. Đmir, açıklamasında şunlara yer verdi: "Anadil bireyin mensup olduğu toplumun yüzlerce, hatta binlerce yıl biriktirdiği kültürel zenginliğin oluşturduğu hazinenin anahtarıdır. Yani birey atalarının tarih boyunca oluşturduğu zenginliğe ancak dille ulaşabilir. Eğer insan kendi anadilini bilmezse, kendi toplumunun türkülerini, masallarını, destanlarını hikayelerini, romanlarını, örf ve adetlerini yaşam biçimini de öğrenemez." Açıklamasında Đstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından başlatılan "Anadilimde eğitim istiyorum" kampanyasını desteklediklerini vurgulayan Đmir, ayrıca Diyarbakır Dicle Üniversitesi 229 öğrencileri tarafından rektörlüğe sunulmak istenen dilekçelerin engellenmesinin antidemokratik bir tutum olarak değerlendirdi. Öndül: Kürtçe bu toplumun dili Yedinci Gündem 13 Aralık 2001 ANKARA - ĐHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, Kürtçe'nin yabancı dil değil, bu toplumun dili olduğunu söyledi ve Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasını istedi. Kampanyaya ilişkin düzenlenen basın toplantısı esnasında Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasını isteyen öğrencilerin, basın açıklamasını Kürtçe de yapma girişiminde bulunması üzerine Öndül, Dernekler Yasası'nın 5 ve 6'ncı maddelerinin Türkçe dışındaki dillerin kullanılmasını yasakladığını hatırlatarak, "Bu durum hazindir ama ne yazık ki böyledir" dedi. Türkiye'nin dört bir yanında, üniversitelerde başlatılan " Seçmeli Kürtçe ders Kampanyası "çerçevesinde Ankara'da oluşturulan "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim için Ankara Öğrenci Girişimi" bugün saat 11.00'de ĐHD Genel Merkezi'nde, ĐHD merkez yöneticilerinin katılımıyla bir basın toplantısı düzenledi. Eğitim Kampanyası çerçevesinde düzenlenen basın toplantısına katılarak öğrencilere destek veren ĐHD Genel Başkanı Öndül, Kürtçe Eğitim Kampanyası'nın soruşturma ve disiplin cezalarıyla kriminal bir hale getirilmek istendiğine dikkat çekerek, şiddet dışı yollarla dile getirilen bu tür kampanyaların sevindirici olduğunu ve teşvik edilmesi gerektiğini söyledi. ĐHD'nin daha önce hazırladığı 'Kopenhag Kriterleri ve Türkiye' adlı çalışmadan alıntılar yapan Öndül, AB sürecindeki Türkiye'nin yalnızca bir etnik grubun değil tüm toplumun devleti olması gerektiğini söyledi. Öndül Kürtçe'nin yabancı bir dil olmadığına da işaret ederek, "Kürtçe ve Lazca gibi diller bu toplumun dilleridir" dedi. Öğrenciler hakkında disiplin soruşturmalarının açılmasını protesto eden Öndül, "Türkiye demokrasisi ancak böyle uygar fikri tartışmalarla gelişebilir. Yapılması gereken şey, sorun olduğu bilinen bir konuyu, bu sizim sorunumuzdur, toplumun sorunudur, diyenleri anlamaya çalışmak ve demokrasinin çoğulculuk ilkesinin doğal sonucu olan tutumu almaktır. Önemli olan farklı olanın farklılığını ifade edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi, kendisini koruma ve geliştirme olanaklarına sahip olmasıdır. Farklı dil ve kültürler devlet tarafından hem eşitlik ilkesi ile karşılık bulmalı hem de eşdeğer kabul edilmelidir. Üniversite gençlerinden bazıları sorunu gün yüzüne çıkarıp topluma 'tartışalım' çağrısı yapıyor. Bu bir sorundur ve bu sorunu tartışarak, ulusal üstü insan hakları belgelerinde yer alan ilkeleri gözeterek çözebiliriz" diye konuştu. Diyarbakır'dan kampanyaya destek Yedinci Gündem 14 Aralık 2001 DĐYARBAKIR - 32 sivil toplum örgütünden oluşan Diyarbakır Demokrasi Platformu, Anadilde Eğitim kampanyasına destek verdiğini açıkladı. Platform, üniversite yönetimlerini dil sorununa bilimsel yaklaşmaya çağırdı. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nde bugün açıklama yapan Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü ve ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Osman Baydemir, "Demokrasi platformu başta Kürt sorunu olmak üzere farlı din, dil, etnik kimlik ve kültürel sorunların çözümünde demokrasinin çoğulculuk ilkesi ve anayasal vatandaşlık anlayışının çözüm olacağını savunmaktadır" dedi. Türkiye'nin yapısal insan hakları ve demokrasi sorununun Anayasa'nın birkaç maddesinin değiştirilmesiyle çözülemeyeceğine dikkat çeken Baydemir "Farklı dillerin kullanımını olanaklaştıran Anayasa değişikliklerini oldukça önemli buluyoruz. Anayasanın 13, 14, 26 ve 28. 230 maddeleri değiştirilmiş olmakla beraber 42. maddede bir değişiklik yapılmadı" diye konuştu. Kampanyaya destek çağrısı "Türkçe'den başka bir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez" hükmünü içeren Anayasanın 42. Maddesi üzerinde duran Baydemir, üniversite öğrencilerinin Kürtçe eğitim taleplerinin desteklenmesi gerektiğini kaydetti. Baydemir şöyle devam etti: "Üniversite öğrencilerinin ve diğer toplumsal bireylerin anadilde eğitim ve öğretim konusunda dilekçe haklarını kullanmaları istemlerini şiddet dışı araçlarla gündeme getirmeleri son derece sevindiricidir. Đçeriği ve muhtevası ne olursa olsun dilekçe sunmak anayasal haktır gereği yerine getirilir veya getirilmez ilgili mekanizmaya ulaştırılması gerekir. Aksi taktirde bu anayasal bir suçtur. Bir kez daha hükümet ve ilgili otoritelerin mevcut negatif tutumlarından vazgeçmeye ve üniversite yönetimlerinin dil sorununa bilimsel yaklaşmaya çağırıyoruz." Kürtçe eğitim kampanyasına destek 15 Aralık 2001 Evrensel Diyarbakır Demokrasi Platformu, öğrencilerin başlattığı Kürtçe eğitim kampanyasına artan polis baskısını protesto etti. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nde yapılan basın toplantısına platform temsilcilerinin yanı sıra Dicle Üniversitesi öğrencileri adına iki öğrenci katıldı. Demokrasi Platformu adına açıklama yapan ĐHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Osman Baydemir, üniversite öğrencilerinin önemli bir sorunu dile getirdiklerini belirterek, sorunun gündeme getiriliş biçimini ve öğrencilerin taleplerini desteklerini söyledi Milletvekillerinden destek Özgür Politika 15 Aralık 2001 Kürt öğrencilerin anadilde eğitim kampanyasını değerlendiren DSP, ANAP, SP, DYP'den Kürt milletvekilleri, "Kürtçe eğitim, yayın evrensel ve doğal bir haktır" dediler. MEHMET ÖZGÜL Çeşitli partilerden Kürt milletvekilleri gazetemize yaptıkları değerlendirmede, Kürt öğrencilerin Türkiye üniversitelerinde anadil eğitimi için yürüttükleri kampanyayı "doğal hak" olarak değerlendirirken, uyum yasalarının çıkmasının daha uygun zemin sunacağını belirttiler. DSP Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan, anadilde eğitim ve yayının bir demokratikleşme süreci sorunu olduğunu belirterek, "12 Eylül Darbe Anayasası'nın 34 maddesi değiştirildi. Yeterli olmasa da olumlu bir adımdır. Bunların uyum yasaları bu tür özgürlüklerle ilgilidir. AB süreci de var. Üyelik durumunda Avrupa hukuku devreye girecek. Bu durumda kimin hangi dille konuştuğu sorun olmaktan çıkacaktır" diye konuştu. YÖK'ün kararının doğru olmadığını söyleyen Gündoğan, "Resmi dil Türkçedir. Kürtçe eğitim, yayın demokratik bir haktır. Birlik ve beraberlik 231 sağlandıktan sonra vatandaşın kendi anadilinde konuşması, eğitim görmesi, yayın yapması en doğal hakıdır" dedi. ANAP'ın Kürt Raporu'nu hazırlayan Diyarbakır Milletvekili Abdulbaki Erdoğmuş ise "Anadilde eğitim, yayın doğal ve evrensel bir haktır" vurgusunda bulunarak, Kürtçenin seçmeli dil olarak okutulmasını isteyen öğrencilere YÖK'ün takındığı tutumun bununla bağdaşmadığını söyledi. SP Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata da, "Bu ülkenin neredeyse üçte birini oluşturan Kürt vatandaşının kendi dilini konuşması, eğitim, yayın hakkanı istemesi suç değil haktır" dedi. Korkutata, ancak Anayasa değişikliklerine bağlı olarak çıkacak olan uyum yasalarının beklenmesinin daha doğru olacağını belirterek, "gerginlikten kaçınmak gerekir. Zaten hep fırsat kollayanlar"ın durumuna dikkat çekti. DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Selim Ensarioğlu da, Hacatepe Üniversitesi'nden Kürt öğrencilerin kendisini ziyaret ettiğini, yürüttükleri kampanyayı anlatıp destek istedilerini aktararak, "Tabiki kampanya son derece doğrudur. 20 milyonu aşkın Kürt insanının anadilde yayın, eğitimi son derece doğal hakkıdır. Ancak Anayasa daha yeni değişti. Uyum yasaları daha çıkmamış. Öğrencilere uyum yasalarını beklemenin daha doğru olacağını belirttim" dedi. Đmzalar 10 bini aştı Yedinci Gündem 15 Aralık 2001 ....... Anadilsiz yaşanmaz Cezaevindeki PKK'li tutuklular, öğrencilerin başlattığı Anadilde Eğitim kampanyasını desteklediğini bildirdi. Cezaevlerindeki tüm PKK'li tutuklular adına yapılan yazılı açıklamada, şöyle denildi: "Her gün çağdaşlık, demokratlık üzerine hamasi nutuklar verenler; başuçlarında binyıllarını paylaştıkları 'kardeş' dediği bizlerin; anadilimizi, kimliğimizi, kültürümüzü inkar ederek baskı uygulamaktadır. Halkımızın kutsal yaşam ve varolma hakkına dayalı olarak, asırların inkarcılığına ve statüsüzlüğüne karşı meşru zeminde ve demokratik çerçevede başlattığı 'sözlü ulusal kimlik bildirimi kampanyası'na zindanlardaki barış ve özgürlük mücadelesi tutsakları olarak tüm gücümüzle katıldığımızı belirtiyor, coşkuyla selamlıyor ve kimliksiz-anadilsiz yaşanmayacağını kabul eden herkesi halkımızın sesine katılmaya çağırıyoruz." ............ Kadınlardan kampanyaya destek Yedinci Gündem 20 Aralık 2001 ĐSTANBUL - Đstanbul Üniversitesi'nde bir grup öğrencinin girişimi ile başlatılan Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası'na destekler çığ gibi büyüyor. Kampanyaya başından itibaren yoğun ilgi göteren Çağrı Dergisi'nden Kadınlar, Dicle Kadın Kültür Merkezi, Emekçi Kadınlar Birliği, Feminist Kadın Çevresi, HADEP'li Kadınlar, 232 Halkevlerinden Kadınlar, Kadın Tavrını Geliştirme Đnsiyatifi (KATAGĐ), ĐHD'li Kadınlar, Özgür Kadın Dergisi, Sosyalist Eylem'den Kadınlar, Üniversiteli Feminist Grup, yaptıkları açıklama ile kampanyayı desteklediklerini bildirdi. Ayrımcılık nedeniyle eğitim olanaklarından daha az yararlandıkların söyleyen kadınlar, "Herkesin kendi kimliğini özgürce dile getirmesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun bir parçası olrakda anadilde eğitim hakkının tanınması ve Kürtçe'nin seçmeli ders olarak kabul edilmesini talep ediyoruz" dedi. Zimanê xwe dixwazim Yedinci Gündem 22 Aralık 2001 ............ Đmzalara devam Kampanyaya farklı kesimden birçok kurum, kuruluş ve kişi destek verirken Anadolu Üniversitesi öğrencileri de topladıkları 300 dilekçeyi rektörlüğe sundu. Son imzalarla birlikte 20 Kasım'dan bu yana başlatılan kampanyaya imza koyanların sayısı 15 bine ulaşırken, Barış Anneleri Đnisiyatifi, Dicle Kadın Kültür Merkezi, Özgür Kadının Sesi Dergisi, HADEP Kadın Kolları, Göç-Der Kadın Çalışanları, MKM Kadın Sanatçıları, Özgür Halk Dergisi Kadın Çalışanları, Azadiya Welat Kadın Çalışanları, Emekçiler Formu Kadın Okurları, Çağrı dergisinden Kadınlar, Emekçi Kadınlar Birliği, Feminist Kadın Çevresi, Halkevlerinden kadınlar, Kadın Tavrını Geliştirme Đnsiyatifi, ĐHD'li Kadınlar, Sosyalist Eylem'den Kadınlar, Üniversiteli Feminist Grup, yaptıkları açıklamalarla öğrencileri desteklediklerini açıkladı. ............ Dil talebi birliği Özgür Kadın Partisi (PJA) PM Üyesi Jiyan Çiya, Türkiye'deki anadilde eğitim taleplerinin demokratik bir istem ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için önemli bir kıstas olduğunu açıkladı. Çiya, "Bilimsel eğitimin anti-demokratik temelde denetlenmesi, bağımsızlaştırılıp kullanılması, bilime, demokratikleşmeye dolayısıyla insan özgürlüğüne en büyük hakarettir" dedi. Dil yasağının halkın gerçeğinin inkar edildiği anlamına dikkat çeken Çiya, bir halkın kendi yaşamını, kültürünü en iyi biçimde kendi diliyle ifade edebileceğini belirtti. Üniversite gençliğinin anadilde eğitim kampanyasına ilişkin yaptıkları etkinliklerin anlamlı olduğunu belirten Çiya, "Elbette antidemokratik bir miras, geçmiş kabul edilemez. Bu temelde toplumun dinamik güçleri olan aydın, yazar, öğrenci kesimleri ve güçlü bir Türkiye'den yana olan her birey bu husustaki duyarlılığını göstermek durumundadır" dedi. Demokrasi için Anadilde Eğitim Yedinci Gündem 29 Aralık 2001 Evrim Alataş / Ergülen Top 233 .............. Binlerce dilekçeyi imzalayan ve okuldan atılmakla tehdit edilen öğrencilerin talebi toplumun değişik kesimlerinde tartışılmaya başlandı. Eğitim hakkının insanın en doğal hakkı olduğunu savunan ANAP Milletvekili Sühan Özkan şöyle dedi: "Hem Adalet Komisyonu Başkan Vekili, hem ANAP'ı temsilen hem de kendi fikrimi söylüyorum. Eğitim hakkı gerçek anlamda bir haktır. Böyle bir talep varsa, YÖK'ün bunu disiplin müeyyideleri ile yok saymak yerine eğitim uygulamasında nasıl değerlendireceğine bakması, bu işlerden korkmaması lazım. Bunlar bütünlüğü bozmuyor." Çözüm yeri TBMM'dir ANAP Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu da öğrencilerin topladığı imzaları kabul etmeyen YÖK'ün anayasal suç işlediğini belirtti. Kürt öğrencilerin her yurttaş gibi dilekçe hakkını kullanabileceğini vurgulayan Seydaoğlu, "YÖK, Anayasa'nın üzerinde bir kurum değildir. Bu konuda tamamen keyfi hareket ediyor" dedi. Seydaoğlu, öğrencilerin gözaltına alınması ve tutuklanmasını da araştıracağını söyledi. Öğrencilere destek mecliste partisi bulunan diğer milletvekillerinden de geldi. SP Grup Başkanvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, "Bu sorunun çözüm yeri TBMM'dir. Siyaset kurumu bu sorunu bilimsel bir şekilde görüşerek ve ciddi kararlar alarak çözmelidir" dedi. Siyasi partilerin bir araya gelerek Kürtçe eğitimi ilgili komisyonlarda müzakere etmesi gerektiğini savunan Hatipoğlu, Kopenhag Kriterleri'nin sorunun çözümünde yol gösterici olabileceğini kaydetti. Hatipoğlu, YÖK'ü de "YÖK zaten antidemokratik bir kurumdur" sözleriyle değerlendirdi. Kampanyayı yürüten öğrencilerin mecliste ziyaret ederek destek istediği SP Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Đnsan Hakları Komisyonu üyesi Mehmet Bekaroğlu, öğrencilerin destek talebine olumlu yanıt verdi. Dili yasaklamanın, bir insanın rengini yasaklamakla aynı anlama geleceğini vurgulayan Mehmet Bekaroğlu devletin, kişilerin kendi dilini ve kültürünü korumasına yardımcı olması gerektiğini savundu. Bekaroğlu, "Bu şiddet içeren bir eylem değil, hangi yasaya göre suç, neye dayanarak bu öğrenciler hakkında soruşturma açılabiliniyor ya da okuldan atılıyorlar. Öğrenciler, Özel Đdare Mahkemesi'ne başvurmalıdır" önerisinde bulundu. Öğrencilerin Đnsan Hakları Komisyonu'na başvurarak, karşılaştıkları baskılara ilişkin şikayetlerin bildirdiklerini de vurgulayan Bekaroğlu, Đnsan Hakları Grup Toplantısı'nda söz alarak kampanyaya yönelik baskıları eleştirdiğini ve Kürtçe eğitimi savunan görüşleri dile getirdiğini kaydetti. 'Kürtçe'ye talep büyük' Bir dönemler Kürtçe konuşmanın dahi yasak olduğunu, Kürtlerin gündüz Türkçe, gece Kürtçe konuşmak zorunda kaldıklarını hatırlatan Saadet Partisi Đstanbul Milletvekili Ali Oğuz da bunun bir hak olduğunu vurgularken, SP Adıyaman Milletvekili Mir Mehmet Dengir Fırat da bu talebin insan hakları çerçevesinde ele alınmasını gerektiğini söyledi. SP'nin Kürtçe eğitimi TBMM gündemine getirmesini ve hükümetin, dış müdahalelere gerek kalmadan Kürtçe eğitim sorununu çözmesini isteyen Fırat, meclisteki son tüzük değişikliği nedeniyle Kürtçe eğitime ilişkin bireysel girişimlerde bulunamadıklarını ifade ederek, partilerin bu konuda girişimlerde bulunup, sorunu çözüme kavuşturabileceğini söyledi. Fırat, YÖK'ün tavrını ise kınadı. DYP Genel Başkan Yardımcısı Salim Ensarioğlu, yalnız Kürtçe eğitim değil, Kürtçe yayından da yana olduğunu belirterek, Anayasa'da yapılan değişikliklerle Kürtçe eğitimin önünde yasal engel kalmadığını ancak uyum yasalarının mecliste görüşüldüğü zaman Kürtçe eğitim ve yayına destek 234 vereceğini söyledi. Kürtçe'nin Türkiye'nin bir zenginliği olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade eden Ensarioğlu, Kürtçe eğitime bölge halkının büyük bir talebi olduğunu söyledi. Ensarioğlu, YÖK 'ün öğrencilere yönelik sert tavrını da eleştirerek, "YÖK'ün yaptıklarının yüzde ellisinden fazlası yanlış" dedi. Mecliste grubu bulunan AK Parti'nin Urfa Milletvekili Yahya Akman, anadilin doğal bir iletişim araca olduğunu belirterek, "Bu doğal iletişim aracını insanlar kendi tercihiyle seçemiyor. Bu insanları kökten bütün iletişim araçlarından mahrum bırakmak insan haklarına aykırı bir uygulama. Đnsanların suç işlemesi için falan dili konuşmasına gerek yok. Suç işleme iradesine sahip olan herkes suçu işler. Ama insanların kendi iradeleri dışında sahip oldukları bir dile de engel olmak doğru değildir" dedi. Kampanyayı Meclis'te gündeme getirip, arkasında durup durmayacaklarını sorduğumuz Akman, "Bu konuların arkasında olduğumuzu söylüyoruz. Yeter ki talep edilen şeyler meşru olsun, hukukun kabul ettiği genel prensipler içerisinde olsun" cevabını verdi. Rektörler suç işliyor Yedinci Gündem 29 Aralık 2001 Hukukçular da anadil talebinin temel hak olduğunu ve bu hak karşısında öğrencilerin okuldan atılmasını ya da tutuklanmasını anti-demokratik bulduklarını söylediler. Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan, Anayasa değişikliğinden sonra bu talebe soğuk bakılıyor olmasını doğru bulmadığını belirtti. Erdoğan, "Bunun için on bin imza, yirmi bin imza gerekli değil. Bu kişiler böyle bir eğitim istiyorlarsa, ki eğitim bile değil ders istiyorlar, çok doğaldır, haklarıdır" diyor. Rektörlüklerin dilekçeleri kabul etmemesinin de hukuki olmadığını belirten Sadık Erdoğan ise "Öğrenciler bunu yasal zeminde idari mahkemelere götürebilirler" görüşünde. Ağrı Barosu Başkanı Eyüp Duman ile Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan da Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi'ni hatırlatarak, bu sözleşmeye göre herkesin istediği yere dilekçe verme ve belirli taleplerde bulunma hakkı olduğunu söyledi. Duman, eğitim için yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirterek, "Demokratikleşiyoruz mesajını vermek için değil, demokrasiyi oturtmak için bu düzenlemelerin olması lazım" dedi. Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan ise "Sorunun çözümü demokrasi ve insan haklarıdır" yorumunu yaptı. Varolan bir şeyin halının altına süpürülmesiyle ortadan kaldırılamayacağını vurgulayan Adana Barosu Başkanı Necati Erdem de "Eğer bir suç varsa bunu engelleyebilirsiniz ama bir insanın kültürünü yaşama isteğini veya konuştuğu dilini baskıyla engellemek bana göre akılcı bir yaklaşım değildi. Bugüne kadar Kürtçe konuşulmuyor muydu, konuşulyordu. Terörist bir eylem yapmadığı sürece bunlara karşı çıkmak çok akılcı bir yaklaşım değil" şeklinde konuştu. Yurttaş Girişimi sözcülerinden Av. Ergin Cinmen, rektörlerin dilekçeleri almamasının suç olduğunu vurguladı. Cinmen, "Bu Anayasa'nın 74. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddede Türkiye'de ikamet eden her vatandaşın dilekçe verme hakkının olduğu, bu hakkın kullanılma biçimininde kanunlarla düzenleneceği belirtiliyor. Bu kanunlarda da dilekçe vermeye herhangi bir engel yoktur. Dilekçede belirtilen taleplerin kabul edilmesi ya da reddedilmesi ise ayrı bir konudur. Yani bu taleplerin yönetmelikler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir ama dilekçeleri almamak gibi birşey olamaz. Ayrıca rektörlerin dilekçeleri 'toplu verme' gerekçesiyle reddetmesi de çok 235 anlamsız. Çünkü dilekçeyi bir kişi de verebilir on kişi de. Bunu sınırlayan herhangi bir kanun da yok. Rektörler bu tavrı ile Anayasa'yı ihlal etmektedir" dedi. Genelge Anayasa'ya aykırı 19 Ocak 2002 Yedinci Gündem Đçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in dilekçe sahiplerini "PKK paralelinde hareket eden oluşumlar" olarak nitelendiren genelgesi, Anayasa'ya aykırı bulundu. Anayasa hukuku profesörleri, Bakan Yücelen'e tepki göstererek, genelgeyle Anayasa'nın ihlal edildiğini söyledi. Prof. Dr. Çağlar: Medeni haktır Genelge, öğrenci ve velilerin yanı sıra Anayasa hukuku profesörlerinin de tepkisine neden oldu. Genelgenin hukuka aykırı olduğunu belirten Prof. Dr. Bakır Çağlar, "Dilekçe veren insanlar medeni hakların kullanmışlardır. Vatandaşların bu haklarını kullanmaları kısıtlanamaz. Bu tür uygulamalar yasalarla düzenlenebilir. Yasa da böyle bir şeye karşı değil. Genelgede dilekçelerin Anayasa aykırılığı PKK'yle bağlantısına dayandırılıyor. Böyle bir bağlantı kurularak genelge yayınlanması da hukuk ihlalidir" dedi. Prof. Dr. Üskül: Seçmeli ders olabilir Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku profesörü Zafer Üskül de, dilekçelerin, Yücelen'in dayandırdığı gerekçede olması durumunda Anayasa'nın 42. Maddesi'nin ihlal edilmiş olacağını belirterek, "Eğer dilekçelerde Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasını istiyorum ibaresi varsa, o zaman iş değişir. Kürtçe seçmeli ders olarak okutulabilinir. Bunda sakınca görülmemeli" dedi. Prof. Dr. Donay: Genelge anayasaya aykırı Prof. Dr. Süheyl Donay da, genelgenin kendisinin Anayasa'ya aykırı olduğunu belirterek, "Böyle bir dilekçe verme hakkı vatandaşların hakkı. Ama dilekçenin sonucu belli, reddedilecek. Çünkü, Kürtçe eğitim Anayasa'ya aykırı ancak 'Kürtçe eğitim' için dilekçe vermek değil. Đçişleri Bakanlığı, bu durumda ancak polise talimat vererek bu kişileri adalete teslim edin diyebilir. Adalet Bakanı da dahil hiç bir bakan kanaatini kullanamaz" diye konuştu. Prof. Dr. Korbey: 42. madde değişmeli "Sadece dilekçe verilmiş, zorla değiştirme gibi bir durum sözkonusu değil. Dolayısıyla genelge hukuki açıdan yanlış" diyen Prof Dr. Ubeyd Korbey, "Türkçe eğitim dışında hiçbir dilde eğitim yapılamaz" hükmünü içeren Anayasa'nın 42. maddesinin değiştirilmesini istedi. Dorbey, şöyle devam etti: "Güçlü devlet olmak için böyle şeylerden korkmamak gerekiyor. Bugün ABD'de bir yerde Đspanyolca konuşuluyor. Ama hiç kimse yasaklamaya çalışmıyor veya 'bölünürüz' korkusunu taşımıyor. Sonuç olarak sorun 'yorgan kavgası'na benziyor. Bir gün yorganı yakarsak, bana göre kavga da bitecek. Artık karar vermeliyiz, 'hukuk devleti mi olacağız yoksa kanun devleti mi?" 236 Rektörler suç işliyor Yedinci Gündem Hukukçular da anadil talebinin temel hak olduğunu ve bu hak karşısında öğrencilerin okuldan atılmasını ya da tutuklanmasını anti-demokratik bulduklarını söylediler. Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan, Anayasa değişikliğinden sonra bu talebe soğuk bakılıyor olmasını doğru bulmadığını belirtti. Erdoğan, "Bunun için on bin imza, yirmi bin imza gerekli değil. Bu kişiler böyle bir eğitim istiyorlarsa, ki eğitim bile değil ders istiyorlar, çok doğaldır, haklarıdır" diyor. Rektörlüklerin dilekçeleri kabul etmemesinin de hukuki olmadığını belirten Sadık Erdoğan ise "Öğrenciler bunu yasal zeminde idari mahkemelere götürebilirler" görüşünde. Ağrı Barosu Başkanı Eyüp Duman ile Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan da Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi'ni hatırlatarak, bu sözleşmeye göre herkesin istediği yere dilekçe verme ve belirli taleplerde bulunma hakkı olduğunu söyledi. Duman, eğitim için yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirterek, "Demokratikleşiyoruz mesajını vermek için değil, demokrasiyi oturtmak için bu düzenlemelerin olması lazım" dedi. Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan ise "Sorunun çözümü demokrasi ve insan haklarıdır" yorumunu yaptı. Varolan bir şeyin halının altına süpürülmesiyle ortadan kaldırılamayacağını vurgulayan Adana Barosu Başkanı Necati Erdem de "Eğer bir suç varsa bunu engelleyebilirsiniz ama bir insanın kültürünü yaşama isteğini veya konuştuğu dilini baskıyla engellemek bana göre akılcı bir yaklaşım değildi. Bugüne kadar Kürtçe konuşulmuyor muydu, konuşuluyordu. Terörist bir eylem yapmadığı sürece bunlara karşı çıkmak çok akılcı bir yaklaşım değil" şeklinde konuştu. Yurttaş Girişimi sözcülerinden Av. Ergin Cinmen, rektörlerin dilekçeleri almamasının suç olduğunu vurguladı. Cinmen, "Bu Anayasanın 74. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddede Türkiye'de ikamet eden her vatandaşın dilekçe verme hakkının olduğu, bu hakkın kullanılma biçiminde kanunlarla düzenleneceği belirtiliyor. Bu kanunlarda da dilekçe vermeye herhangi bir engel yoktur. Dilekçede belirtilen taleplerin kabul edilmesi ya da reddedilmesi ise ayrı bir konudur. Yani bu taleplerin yönetmelikler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir ama dilekçeleri almamak gibi bir şey olamaz. Ayrıca rektörlerin dilekçeleri 'toplu verme' gerekçesiyle reddetmesi de çok anlamsız. Çünkü dilekçeyi bir kişi de verebilir on kişi de. Bunu sınırlayan herhangi bir kanun da yok. Rektörler bu tavrı ile Anayasa'yı ihlal etmektedir" dedi. Nasıl bir kürtçe eğitim -1 31 Ağustos-1-2 Eylül 2002 Evrensel SUNU Geçtiğimiz günlerde TBMM tarafından AB’ye uyum yasaları adı altında çıkarılan Kürtçe öğrenim hakkı, pek çok sorun ve soruyu da beraberinde getireceğe benziyor. Medyada AB uyum paketinin çıkmasıyla (üstelik henüz uygulamaya geçilmemesine rağmen) bölgede kimlik sorununun bittiği, Kürt sorununun çözüldüğü ve yerini ekonomik sorunun aldığı yazılıyor, çiziliyor. Oysa “sorun” Kürtler için yeni başlıyor. Çünkü forumumuza katılan katılımcıların da dikkat çektiği gibi Uyum Yasaları çerçevesinde çıkarılan “Kürtçe Öğrenme Hakkı” 80 yıllık Cumhuriyet pratiğine 237 bakıldığında çok büyük bir adım gibi görünse de, Kürtçe’yi kamusal alanda ve bir eğitim dili olarak kabul etmiyor. Bu da kuşkusuz Kürtlerin dar bir dil pazarına hapsedilip, fiili engellemelerin ve olur olmaz müdahalelerin yaygın olacağı yorumlarına neden oluyor. Bu yönlü propagandalar başladı bile. Kendisi de bir Kürt olan English Fast’ın sahibi Nafiz Ülgen, kendisine sadece 15-20 başvuru yapıldığını söylüyor gazetecilere. Yasaklar ortadan kalktıkça Kürtçe’ye olan ilginin azalacağını ileri sürüyor. Ülgen, elbetteki kamu yaşamı ve eğitimin dışına itilmiş, sadece “öğrenme” statüsünde eli kolu bağlanmış Kürtçe’nin, -yüzyıllardır Kürtçe’nin baskı altında ve yok edilmeye çalışılmış bir dil olduğu faktörünü eklemesek bile- Türkçe ve Đngilizce’yle rekabet edemeyeceğini bilerek konuşuyor. Biz de tüm bu tartışmalar içinde; Kürtçe kurs açma ve Kürtçe öğrenme hakkının, Kürtçe’nin gelişimi, Türkçe ve diğer egemen dillerle eşit statü hakkını elde etmesi yolunda nasıl bir mevzi olarak değerlendirilmesi gerektiğini, var olan ve yaşanması muhtemel sorunları aydın ve kurumlarla tartıştık. SORULAR 1. AB uyum yasaları çerçevesinde, önü açılan Kürtçe öğrenim ve yayın konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2. Bu gelişmenin sadece öğrenimi içermesi Kürtçe’nin bir eğitim dili olarak kabul edilmesini ve kamu yaşamının herhangi bir alanında kullanılmasını dışlıyor. Bu aşamada özel kurs ve öğrenim statüsü (Kürtçe’nin eğitim bilim edebiyat dili olarak geliştirilmesi açısından) nasıl değerlendirilmeli? 3. Bu süreçte ne gibi pratik sorunlar yaşanabilir. Öğretmen sıkıntısı, müfredat konusu ve kurs ücretleri vs. sorunlar nasıl çözülecek? 4. Devlet anadilde öğrenimi özel kurslarda gerçekleşmesini yasallaştırıp bu konudaki sorumluluğunu bir kenara bıraktığına göre, Türkiye’deki Kürt dili otoritelerinin ve kurumlarının sorumluluğu daha da önem kazanıyor. Sizce kime ne görevler düşüyor? Sorumluluk sahibi herkes görev başına Kawa Nemir / Şair-yazar 1.Türkiye’de devlet, bu topraklarda yaşayan halkların yararına olacak her ciddi ve önemli dönemeçte olduğu gibi işi ağırdan alıyor. Bu işleyiş, devlet olmanın dayanılmaz ağırlığı olsa gerek. Hakları on yıllardır ellerinden alınmış, varlıklarına kast edilmiş, budanmaya çalışılmış, fakat yine de direnip bugünlere çıkmayı bilmiş milyonlarca insan, devletin ağırlığına rağmen, kırıntı sayılabilecek haklara kavuştu. Kırıntı diyorum, çünkü sistem sözüm ona “ihsan eylediğini” nasıl budar, daha baştan onun derdinde. Bu da ilk etapta önemli gibi görünen kazanımları, umarım öyle olmaz, kısa vadede kuşa çevirmeye yetebilir. Değerlendirmeme hakim olan kuşku anlaşılsın isterim. Đlke olarak Kürtçe öğrenim ve yayın konusunun bir iki madde ile önünün açılması, arzulanan birçok kazanımdan sadece ikisidir. Ama bunların sağlıklı bir şekilde ve Kürtlerin yararına (devletin değil) uygun olarak hayata nasıl geçirileceği konusunda kuşkuluyum. Bir kere açılan alan çok dar. Đki, benim görebildiğim “devletlû” anlayış, Kürtleri dar bir dil pazarı, fiili engellemeler, olur olmaz müdahalelerle bizzat bu kazanılmış hakkı dar alanda ve uzun vadede çembere almayı, mümkün olursa boğmayı tasarlamaktadır. 238 Şunu da belirteyim: Kürtlerin yayınla ilgili bir sıkıntıları da yok. Devlet kontrollü, günde birkaç saatle sınırlı bir yayın pratiğine kaç kişi itibar eder bilmiyorum ama bunun daha baştan marjinal kalacağını söyleyebilirim. Asıl sorun Kürtçe eğitimdir. “Öğrenim” önermesi, büyük bir tuzaktır. 2.Özel kurslar ve öğrenim yöntemiyle uygulaması, herkesin hemen üstüne atlamaması gereken bu hak, madden ve manen nasıl uygulanabilir sorusu akla geliyor. Maddi çıkar hesabıyla yaklaşacak, halihazırda yabancı diller eğitimi veren kurslar var. English Fast adlı kuruluşun yaptığı bir ilk başvuru oldu geçenlerde. Ama kursun sahibi ile Kürtçe öğretmenliği yapması planlanan ve sanırım müfredatı da hazırlayan Remzi Çakın’la daha ilk günden ideolojik ve dizgisel bir sorun yaşandı. Orada patlak veren, maddi ve manevi bir sorundu. Kendisinin de Kürt olduğunu söyleyen kurs sahibi Nazif Ülgen’in, Kürtçe öğretmenlik sertifikası almış Remzi Çakın’a ‘Türk’ olmayı bir şekilde dayatması. Yani artık “Türküm, doğruyum, çalışkanım”ın Kürtçesini Kürtlere dedirtmek isteyecekleri bir zaman ve uygulamanın ilk sinyalleri... Ortada böyle planlama varken, devletin ağzından çıkan “yerel diller ve lehçeler” tanımının o dilleri konuşanlara ağır bir hakareti çağrıştırdığı bir ortamda, “Kürtçe evrensel bilgi üretmiş bir dil değildir” küstahlığının alanen oynandığı bir yaklaşım hakimken, sanırım Kürtler bu özünde kendisinin kocaman bir dıştalama, bir diskalifikasyon olan bu hakkın böyle uygulanmasına itibar etmeyecektir. Alternatif nedir derseniz: Kürtçe’nin kamu yaşamında, bilimde, edebiyatta ve sanatta sürekli ve zorlanarak, sivil itaatsizlik yöntemiyle geliştirilmesi. Ben, devletçe devlete yaraşır bir tarzda resmileştirilecek bir Kürtçe’nin, Kürtlerin hayrına olmayacağına inanıyorum. Bu iş, ne sadece Kürtlerin hazırlıksızlığına, ne de devletin soğuk ellerine emanet edilemeyecek kadar ciddi bir iştir. Çözüm, Kürt kurumları ile devletin artık beraber çalışıp detayları tartışmasındadır. 3.Dediklerim, yığınla sorunun varlığına işarettir. En başta kurs ya da başka bir uygulamayla olsun, binlerce insana Kürtçe öğretecek sayıda öğretmen bulmak zor bir iş. Bu ülkede özgürce Kürt dili öğretmenleri yetiştirecek bir eğitim enstitüsü hiç olmadı. Devlet kurumlarının varlığını bir türlü kabul etmek istemedikleri Đstanbul Kürt Enstitüsü, öğretmen yetiştirmeye yönelik kurslar düzenledi zaman zaman. Devletin buna verdiği cevap, enstitüye dava açıp, kapısını mühürlemek oldu. Farklı zamanlarda çeşitli kurumların yaptığı bu yönlü çalışmalar da aynı kaderi paylaştı. Müfredata gelince; sanırım Kürt kurum ve enstitülerinin Türkiye’de olsun, Avrupa’da olsun sıkıntılara rağmen edindikleri tecrübeler ve yaptıkları uygulamalar, müfredat ve eğitim materyalleri sorununu kısa sürede çözecek güçtedir. Özetle, öğretmen, müfredat, eğitim materyalleri, ders araç ve gereçleri konusunda devlet önünde sonunda bulmak ve seçmek zorundadır. Bunun için de, tilki-kürkçü hesabı, devlet yine Kürt kurumlarına gitmek, danışmak veya onları çağırmak zorundadır. Devlet, buna açık olmalıdır. Bu yapılmazsa, Kürtler bu işleri beceremeyecek değildir, devletin fiili engelleri yine devletin pratik tavrıyla söz konusu olacaktır. 4.Yeryüzünde, mükemmel olmasa da, tüm parçalarda ve tüm ülkelerin Kürtleri arasında belli düzeylerde sosyal, akademik, entelektüel, edebi türlerden ilişkiler mevcut. Halkların hayrına gibi görünmeyen küreselleşmenin ve teknolojinin, Kürtlere ve diğer ezilen uluslara getirdiği bir artı, bir kazanımdır bu. Kürtler, son yıllarda bu kanalları daha çok kullanmaya başladılar. Bu arada, yıllar öncesinden böyle açılımlara hazırlık amaçlı bir bilinç oluşmaya başladı. Bu bilinç de otoriter ve kurumsallaşma bazında belli bir mesafe kat ettirdi Kürtlere. Sorumluluk sahibi kişi ve kurumlar, her zaman vardı. Đşte şimdi onların bu işe müdahale etme zamanıdır. Đstanbul Kürt Enstitüsü 239 Enstitüsü ve onun ilişkiler ağı, Kürtçe bilen, devlet okullarında çalışan (Đlginçtir çoğu lise Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenidirler!) binlerce Kürt öğretmen, Kürtçe gazete ve dergi editörleri, yetişmiş gazete ve dergi kadroları ve nitel-nicel sıçramayı yaratacak seferberlik ruhu... Bunların bu hazırlıklara pratik olarak katılıp, tez elden Đstanbul Kürt Enstitüsü başkanı Sayın Hasan Kaya’nın çağrısına katılmalıdırlar. Son olarak bu konuda stratejik bir önerim var: Devlet çıkarılan yasalarla, kuşkulu bir çözümü öne sürmüştür. Örneğin; eğitim ya da öğrenim konusunda devletin bizzat talep edeceği ehliyet, ehil olma ya da bu konuda belge sahibi olma handikapı olacaktır. Diyorum ki, yukarda saydığım kişi ve çevrelere devlet bir şekilde bu belgeyi vermelidir ki, bu işte ne kadar ciddi olduğunu anlayalım. Bu iş, Uppsala Üniversitesi’nden üç-beş değerli arkadaşla çözülemez. Ben, Đstanbul Kürt Enstitüsü’nü adres olarak gösteriyorum. Enstitü’nün vereceği öğretmenlik belgesini devlet kabul edip işleme koymalıdır. Asıl sorun kültürel alandaki yasaklar Yavuz Önen / TĐHV Genel Başkanı 1. Evet mahalli dillerle ilgili bir düzenleme yapıldı. Fakat bu dil alanında toplumun istediği bir düzeyde değil. Ayrıca uygulama esaslarını belirleyecek RTÜK yönetmeliklerinin nasıl olacağı da belli değil. Benim tahminin daha ziyade kısatlayıcı olacak. Zaten yasanın düzenlenmesinde de devletin güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturması hali hariç gibi bir tehdit var. Tehdit olmadığı takdirde kurslarda öğrenimi söz konusu. Oysa bu kamu alanında da düzenlenmesi gereken ve MEB’in programına dahil edilmesi gereken bir konuydu. AB pazarlık sürecinde Hükümet çok önemli bir koz olarak kullandı, bunu idam cezasını da içine katarak. Ama buna rağmen çok daraltılmış bir yasa. Sonuç olarak bu haliyle bile tümden rededilmeyecek bir düzenleme. Olumlu bir adım olarak görüyorum. Đlginç bir şeyle karşılaşıyoruz, örneğin; hâlâ seçim propagandası Türkçe’den başka bir dille yapılmaz deniyor ve bu sıkıntıyı artırıyor. Kurslar sadece dil öğrenme kurslarıdır, başka bir işlevi yoktur. Sorun aslında kültürel alanda da Kürt dili üzerindeki yasakların kaldırılması sorunudur. Müzik, tiyatro, edebiyat ve sinemada, günlük yaşamın diğer kültürel alanlarında bir özgürlük ortamının düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü buralarda yoğun baskılar var. Uygulamaya da bakacağız. 2. Kendi olanaklarıyla bu kurslar düzenlenecek. Bir de ticari amaçlı kurslar açmak isteyenler var. Bir başka önemli boyutu da, lise ve üniversitelerde pek çok öğrenci anadil için talepte bulunduğunda, bunlar idari ve yargı yolu ile cezalara tabi tutuldular. Bunlar çok sayıda ve bu sorunun da çözülmesi gerekir. Bu öğrencilerin mağduriyetlerini ortadan kaldıracak bir düzenleme olmalı. Kürtçe isimlerle ilgili yasaklama süreçleri de bitirilmeli. Kürt dilinin sorun alanları var. Umarın bu süreç bu baskılarında bitmesini getirir. 3. Aslında kamusal alanda yapılması gerekir. TRT’nin programlarına Kürtçe yayınları da katması lazım. Yüzyıllar boyu sözlü olarak varlığını sürdüren bir dilin eğitiminin özel alana bırakılması başka pek çok sorunu da beraberinde getirecek. Bu sorunlar arasında eğitim verecek öğretim kadroları önem kazanıyor. Dünya çapında Kürt dili üzerinde birikimi olanların buna katkı sunması gerekiyor. Uluslararası alanda Kürt dili üzerinde yapılan çalışmalar var. Üniversitelerde kürsü ve kütüphaneler var. Bütün bu kurumların Türkiye’deki bu sürece yardımcı olması gerekir. 240 4. Tabii Türkiye’deki birikimleri de hatırlatmak lazım ki, ihmal edilmeyecek bir birikime sahip. Bunların da katkıları olacaktır elbette. Önümüzdeki dönem RTÜK bir yönetmelik yapacak, bu yönetmelikte kısıtlayıcı bir düzenleme yapılmamasını diliyorum. Kürtçe’ye devlet desteği şart Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Abdullah Demirbaş: Meclis’ten geçen bu uyum yasaları cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, atılmış önemli adımlar olarak değerlendiriyoruz. Ama bunu AB eksenli bir düzenleme değil, öncelikle Türkiye toplumunun çok kültürlü, çok kimlikli yapısı üzerinden ve bu yapının oluşturduğu ihtiyaçlar üzerinden ele alınmalı, yani AB istedi diye değil, Türkiye toplumunun değişime ve dönüşüme ihtiyacı olduğu üzerinden değerlendirilmeli, bu nedenle bunlar, bu süreçte olumlu bir adım. Dünyanın en iyi yasaları bile, kötü yöneticilerinin elinde aslında hiçbir şeydir, o nedenle bügün Türkiye’de gelişmeye yönelik bir atılmış bu adımda önemli olan uygulamaya dayalı yönü önem kazanmaktadır. Bu yasaların diğer bir önemli yanı da şu; AB uyum yasalarıyla ortaya çıkan değişimler, Türkiye’nin daha önce inkar edilen gerçekliklerinin kabulü anlamındadır. Bu ülkedeki tüm emekçiler, halklar ezilenler gerçekten acılar çekti. Yasalar uygulansın Mevcut uygulamalar geçmişten günümüze her yanıyla devam etti. Özellikle anadilde eğitime hakkı talebinde bulunan birçok eğitim emekçisi birçok sürgün, ceza, men gibi uygulamalara maruz kaldı. Yasaların çıktığı bu son süreçte de benim “memurluktan men” edilmem de ayrı bir gerçeği ifade ediyor. Yasalar çıkıyor ama bürokrasi yasama organına atıfta bulunurcasına, “Siz istediğiniz kadar değişiklik yapın ben yine bildiğimi yapacağım” şeklinde mevcut zihniyeti devam ettiren bir yaklaşımla atılan her olumlu adımın önü tıkanmaya çalışılıyor. O nedenle şu durumda bürokrasi her ne kadar “açılacak kursları engellemeyeceğiz” veya “kurs açmak için başvuruda bulunanlara bekleyin diyerek değişim olacak” şeklinde açıklamalar yapsa da, çalışanlarını sadece anadilde eğitimi savunduğu için meslekten men edebiliyor. Biz bunu şöyle değerlendiriyoruz: Yürütme kendisini yasamanın üstünde görüyor. Yani seçilmişler ile atanmışlar arasındaki tartışmanın dışavurumudur. Bu anlamda anadilde öğrenimin pratik sürecinin iyi işlemesi için bürokrasinin mevcut anlayışından vazgeçmesi gerektiğine dikkat çekmek istiyoruz. Kurslar parasız olmalı Şimdi Kürtçe kurslar var ama Kürtçe kurslarının açılmasının toplumsal zemini çok fazla yok. Her şeyden önce ekonomik olarak yok. Niçin yok? Çünkü kursun maliyeti yaklaşık olarak 1 milyar civarındadır. Şimdi şöyle düşünün, Doğu ve Güneydoğu’da 15 yıllık bir çatışma ortamı vardı. Bu çatışma ortamının yarattığı ekonomik tahribat vardı. Đnsanlar köylerinden göç etti. Köylerinden göç eden bu insanlar üretici konumdan tütketici konuma geçti. Ve bu insanların anadilleri Kürtçe. Bu insanlar şimdi bırakın kursa gitmeyi evde ekmek bulamıyorlar. Đşte çöpte ekmek toplayan insan manzaralarını görüyoruz. Toplumun büyük bir kısmı açlık sınırının çok altında bir durumda. Bu insanların kursa verecek paraları yoktur. Yarın yasayı çıkaracak olanlar şunu diyecektir: “Bakın biz yasayı çıkardık ama kursa giden yoktur” Đşte nihayetinde Đngiliz Fast’ın sahibi şu açıklamayı yaptı “Kursu açtım ben, yüzlerce binlerce telefon beklerken, bana 15-20 telefon geldi.” Şimdi bizim gibi orta düzeyde bir memur bile 1 milyarı bulacak güce sahip değil, onlar nereden bulsun. MEB desteklemeli 241 Đkinci bir problem bu işi yapabilecek öğretmen eksikliği. Türkiye’de yıllarca Kürtçe eğitim ve öğretim bu anlamıyla yasaktı, inkar ediliyordu. Ve bu nedenle kendini yetiştirmiş ve belli bir kurumdan seftifika almış eğitmen de yok. Şimdi bu nasıl çözülecek? En önemli sorunlardan biri bu. Bizim bu noktada önerimiz şu: Bu konuda edebiyat alanında dil alanında çalışma yapan Đstanbul Kürt Enstitü’sü var. Yapılacak bir yasal değişiklikle bir akademik kurum oluşturulmalı. Bu akademik kurumda özellikle filoloji alanında uzman olan akademisyenler bulunmalı. Ve bu işin akademik yanı oluşturulduktan sonra sertifikası olmayan öğretmenler, pedagojik formasyon almayan öğretmenler o akademik birimden geçirilerek sertifika almaları sağlanabilir. Bizce bir yıl önce kurslarda kurs verecek öğretmenler yetiştirilmeli. Bize göre Milli Eğitim Bakanlığı bunu yapmalı. Bu dili iyi bilen, çocuk psikolojisini, yetişkin psikolojisini bilen, bu tür insanları seçip böylesi yerlerde görev almaları için, yine bunların akademik eğitimden geçirilip sertifika almalarını sağlayarak bu iş yürütülebilir. Devlet kurslar açmak yerine tıpkı halk eğitim merkezlerinde açtığı kurslar gibi bir uygulama getirilebilir. Hatta okullarda eğitim öğretimin olmadığı zamanlarda okuma yazması olmayan insanlara kurslar veriliyor, tıpkı bunun gibi ücretsiz ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sertifika almış öğretmenler tarafından bu kurslar verilebilir. Bu ekonomik zemini olmayan yasayı uygulamaya geçirmek için önemlidir. Tabi bu işin bilimsel yanı da var. En önemlisi gramer, lehçesi ne olacak, müfredat programı ne olacak, bunun temel problemleri olarak duruyor. Bunun için akademik dili önermiştik, bir de Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi var. Orada bir Kürt kürsüsü açılabilir. Bununla ilgili gramer, lehçeler ve müfredat belirlenir ve hangi esaslara göre eğitim verilmesi gerektiği konusunda karara bağlanır. Hatta şu da yapılabilir özellikle yurtdışında açılmış Kürt Ensitütüleri, Kürdoloji kürsüleri var. Bu konuda onlardan da uzman temin edilebilir. EĞĐTĐM-SEN DĐYARBAKIR ŞUBESĐ’NĐN SUNDUĞU ÖNERĐLERDEN NOTLAR... a) Akademik birim (Kürsü, pedagojik formasyon, dil alanı) b) Đlk ve orta öğretim (dersaneler, özel eğitim kurumları) c) Okul öncesi eğitim (kreşler, ana okulları) AB uyum yasalarında belirtilen çerçevedeki eğitim modelindeki eğitimcilerin seçiminde; a) Milli Eğitim Bakanlığı’ndan çalışan personel olması b) Pedagojik formasyon alması c) O dili konuşuyor olması aranan nitelikler olmalıdır. Aynı zamanda bu konuda öğretmenlik yapmak için yukarda ifade edilen akademik birimden sertifika vb. belge almalıdır. Aynı durum bu konuda denetim yapacak personel için de geçerlidir. Öğrenimi yapılacak olan dilin lehçelere ilişkin kurumlar varsa bunlarla diyalog kurmak, birikimlerinden yararlanmak ve bu birikimleri akademik düzeyde işlemek önem kazanmaktadır. Örneğin Kürtçe’ye ilişkin dil kültür kurumları mevcuttu. Đstanbul Kürt Ensitüsü, MKM başvurulması gereken önecelikli kurumlar arasında yer alır. Kamuoyunda bu kurumların dışında da farklı özellikte kurumlarda olabilir. Bunların katkıları gözardı edilmemelidir. Anadil öğremini hem uzmanlık gerektiren hem de alan faaliyetlerinin yürütülmesi gereken bir konudur. Türkiye’de Türkçe dışında konuşulan dil ve lehçelere ilişkin istatistiki çalışmaları bilimsel veriler açısından önemlidir. Ayrıca bakanlık bu verilere dayanarak çapını ve boyutunu dengeli olarak yürütebileceği 242 dil ve lehçe programları da oluşturabilir. Bu konuda Kürtçe dil öğrenimi hem talepleri hem de potansiyeli olması açısından önemlildir. Kürtçe’ye ilişkin müfredatın oluşturulmasında ve kaynak temelinde bu alanda uzun yıllar Kürt dili ve edebiyatı üzerinde çalışma, inceleme ve araştırma yapan Đstanbu Kürt Ensitütüsü önemli bir adrestir. Öğrenim değil ifade hakkı Hava-Đş Genel Başkanı Atilay Ayçin: 1. Bu geç kalınmış bir değişiklik. AB ile ilgili ön görüşme süreci dayatılmamış olsaydı, inanıyorum ki Türkiye dil ile ilgili yasaklarla uzun süre birlikte yaşamak zorunda bırakılmış olacaktı. AB süreci devleti ister istemez adım atmak zorunda bıraktı. Burada yanış bulduğumuz şey şudur; söz konusu yasaları Türkiye insanının ve halklarının ihtiyacı olduğu için yapmalıydı. Ancak AB dayatmasının sonucunda bu reformların yapılmış olması, uygulanabilirliği ile ilgili ciddi şüpheler uyandırıyor. Çünkü insanlar kendi kimliklerine uygun davranırlar. Bunların engellenmesi demokratik ülke kimliği ile bağdaşmıyor. Kısacası yasal değişikliği yerinde ama geç kalınmış buluyorum. Dolayısıyla bu hakkın kullanılması yönünde endişeler taşıyorum. 2. Bu konuda mevcut yasakların kaldırılmaması endişeleri doğuruyor. Sonuç itibariyle devlet denetiminde olması, belirlenmiş kurs öğrenimi altında tutulması, dolayısıyla bilim ve sanat alanına yansımaması bir eksiklik. Bu dilin gelişmesi, kalıcı olması ve evrenselleşmesi ancak kendisini ifade edeceği alanlarla mümkün olabilecektir. Diğer bir yanı da söz konusu sınırlamalar. Bu sınırlama ve engeller insanların bu dile ilişkin teşvikini veya isteğini engelleyecektir. Rahat ifade edebilme alanları engelleneceği için, bilinecek öğrenilecek ama kullanılmayan bir dil olacaktır. 3. Devlet kendi sınırları içerisinde yaşayan insanların kendi dilinde kendini özgürce ifade etmesinden korkmamalıdır. Çözümü bilimin kendisini özgürce ifede etmesinden, belli alanlara sıkıştırılmamasından, resmi denetim ve kontrol altında tutulmaması ile mümkündür. Öğrenim devletin denetiminin dışında görülüyor, ama hayatın her alanında bu dil özgürce kulanılabilecek mi? Yıllardır ülkeyi yönetenler aynı felsefenin insanları, dikkat ederseniz bu yeniliği bir dış güç dayatması ile yaptılar. Asıl önemli olan bu değişikliğin insanların ihtiyaçlarına cevap veriyor olması. Bu değişiklik gerçekten içten olacak mı? 4. Geçmişten beri süre gelen pratik engeller yönündeki engelleri aşmak için ısrarcı tavırlarını sürdürmeleri gerekiyor. Kürtçe okullarda parasız öğretilmeli Berken Bereh (Şair-yazar) 1-) AB uyum yasalarının Meclis’te kabul edilmesi eksik olmakla beraber önemli bir olaydır. Yıllardır inkar edilen bir dilin kabulü ve öğrenilmesinin önündeki engellerin kaldırılması olumludur. Ancak bu işin kurslar yoluyla yapılması bence yasa koyucuların aynı zamanda bunun önüne engeller çıkarmak istemeleridir. Daha bununla ilgili yönetmelik belli olmamakla beraber, MEB açılacak kurslara karışmayacaklarını, yani herhangi bir destek vermeyeceklerini, ancak sürekli denetim altında tutacaklarını söylemekle asıl niyetlerini açığa vurmaktadır. Kürtçe’nin öğretilmesi amacıyla açılacak kurslar için şimdiden öğretmen sıkıntısı vardır. Zira bu konuda eğitim veren herhangi bir kurum yoktur. Yine açılacak kursların (basından takip ettiğim kadarıyla) ücretli olması da talebi azaltacaktır. Bunca ekonomik sıkıntının yaşandığı ülkemizde bu işe para ayıracak insan sayısı bence azdır. Eğer gerçekten Kürtçe’nin öğrenilmesi isteniyorsa, bunun devlet tarafından resmi okullarda ve parasız olarak yapılması gerekir. Örneğin Đsveç’te yaşayan 50 bin Romen için 243 devletin okullarında her türlü destek verilerek dillerinin öğrenilmesi sağlanmıştır. Keza Kürtçe için de aynı şey mevcuttur. Yunanistan’da 150 bin nüfüsa sahip Batı Trakyalı kendi dillerinde yayın ve eğitim görmektedirler. Kısaca AB uyum yasaları Kürt dilinin tanımış, yasal hale getirmiş ancak öğrenilmesini zorlamıştır. 2-) Kürtçe’nin sadece özel kurslar vasıtasıyla öğrenilmesi elbette dilin hızla gelişip serpilmesine fazla bir katkı sağlamayacaktır. Belirttiğiniz gibi yaşamın her alanında egemen olmadığı ve hayat bulmadığı sürece bir dilin gelişmesi uzun yıllar alacaktır. Aynı zamanda kursların para ile olması da bu zor ekonomik koşullarda talebi azaltacaktır. Yine de insanların dile yönelmesi ve onu edebiyatta da kullanması açısından az da olsa bir gelişme gösterecektir. Fakat bu kısa zamanda olmayacak bence. Dilin serbest olması ve öğretilmesi tek başına yeterli değil aynı zamanda kültürel değerlerin (folklor, gelenek, görenek, sanat ve bilim kurumlarının açılması) geliştirilmesi ve yaşatılması önündeki engellerin de kaldırılması gerekir. Yoksa sadece dili öğrenmek söz konusu alanlardaki gelişmeyi istenilen düzeyde gerçekleştiremeyecektir. 3-) Daha yönetmelik çıkmadığı için fazla bir şey diyemem. Ancak müfredatın ve kurs ücretlerinin şu ana dek yapılmakta olan kurslar baz alınarak yapılacağını sanıyorum. Kurs ücretlerinin ne kadar pahallı olduğunu biliyorsunuz. Yine öğretmenlik için hangi şartların aranacağı daha belli değil. Şayet bir eğitim kurumundan (pedagojik formasyon istense) mezun olmayı şart koşarlarsa açılmak istenen kurs sayısında da otomatik olarak büyük sıkıntı yaşanacaktır. Biliyorsunuz Fransa ve Đsveç dışında Kürdolojî kürsüsü olan başka ülke yok. Bütün bu sıkıntıların çözülmesinin tek yolu Kürtçe eğitimin ilköğretim okullarında seçmeli ders olarak konulması ve parasız olmasıdır. Yine öğretmen yetiştirmek amacıyla çeşitli kurslar ve üniversitelerde Kürdoloji kürsüleri açılmalıdır. 4-) Bence bu dille yaşayan ve gönül veren herkese görev düşüyor. Tabii öncelikle Kürt kurumlarına görev düşüyor. Açılacak ve Kürt dilini öğretecek kursların bu kurumlar tarafindan parasız olarak açılmasının sağlıklı olacağına inanıyorum. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu kurumlara danışarak ve onlarla ortak projeler hazırlamalarının bu konudaki çabaları olumlu yönde etkileyecektir. Yine öğretmen ihtiyacının u kurumlardan yetişen ve yetişecek elemanlar tarafından yapılmasının doğru olacağına inanıyorum. Bu dilde yazanların bir araya gelerek kurumsallaşmaları için çaba göstermeliler. Bu konuda yetenekli olanlarin hiçbir karşılık beklemeden görev istemeleri gerekmektedir. Kürt dil otoriteleri desteklenmeli Fevzi Bilge (Ressam) 1-) AB uyum yasaları çerçevesinde önü açılan dilimizde yayın ve öğrenim konusu, Kürtler için yakın tarihte belki de yakalayabildikleri çok önemli ve kutsal bir mevzidir. Bu durum her ne olursa olsun bizi bir rehavete sokmamalı, nasıl olsa kefeni yırttık deyip öyle bir tavır içine girersek baştan kaybettik demektir. Tam tersine bu mazinin kutsallığını kavrayıp topyekün bir kültür sanat ve özellikle de dil noktasında yeni demokratik mücadelelere hazırlanmalıdır. Bölgede yaşayan bütün halklar bizimle beraber seferber olmalı, Kürt diliyle ilgili tarih boyunca yaratılan tahribatları onarırken onlar da görevlerini unutmamalıdırlar. 2-) Devlet açısında ise, nasıl ki Kurtuluş Savaşı sırasında Türk dilinin gelişmesine ilişkin kurumlar programlar, yasal düzenlemeler vb. oluşturuluyorsa, Kürt dilinin gelişimi için aynı şeyler yapılmalı. “Size dilinizi verdik ne yaparsınız yapın!” gibi yaklaşımlar tehlikeli ve her iki halkın geçmişte yaşadığı ve doğal olarak da güvensizliğin devamı demektir. Tam tersine bir duruşla, kendi dili için yaptığı her türlü çabayı Kürt dili için de yapmalı, zorunludur da. Eğer devlet böyle samimi duruşlar sergilerse diğer konular tekniktir ve çözümü zor olan sorunlar değil. 244 3-) Kurs ücreti müfredat gibi konular tabii ki sorundur. Ama Kürtler bunların üstesinden kolaylıkla gelecektir diyorum. 4-) Türkiye’deki Kürt dil otoriteleri gerçekten otorite kabul edilmeli, komplekssiz desteklenmelidir. Söz konusu bu otoriteler şimdiye kadar hazır olmalıydılar aslında. Biraz hazırlıksız yakalandılar, bu ciddi bir eksiklik; öngörüsüzlüktür. En azından toplumsal gelişmelerin seyrinden, olayların bu noktaya geleceğini bilmeli, hazır olmalıydılar. Bu anlamda eksikliklerini çok hızlı ve ciddi adımlarla telafi etmeye çalışmalıdırlar. Sanatçılara büyük görevler düşüyor Nilüfer Akbal (Sanatçı) 1-) Geçmişte verilen bunca bedelden sonra “Bunun için miydi?” diyen çok insan var. Hem Türkler hem de Kürtler söylüyor bunu. Ancak benim şahsi görüşüm, en ufak bir adımı dahi geriden ileri olduğu için- olumlu buluyorum. Türkiye bu anlamda küçük de olsa bir adım attı. Bu toplumsal barışın önemli koşullarından biridir. Ki zorla verilen bir karar da olsa... (AB’nin dayattığı bir süreç olduğunu da biliyoruz) Gönül isterdi ki, Türkiye kendi iç sorunlarını kendi iç dinamiklerine dayanarak çözssün. Biz müzisyenler içinde biliyorsunuz yıllardır yasaklı müzik yapan, yurtdışında sürgün yaşayan, Türkiye’de yaşayıp da kendisini ifade edecek demokratik ortam bulamayan sanatçılar var. Bu yasağın kalkmasıyla birlikte biz de varlığımızı ortaya koyacağız. Henüz konserler yapmadığım için konser yapınca nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum örneğin. Bir soru işareti var. Eğer sivil polis beni kameraya almayacak, ikametgah kağıdı, nüfüs kayıtı ve ben bir ülkeyi bölmeye gidiyormuşum muamelesi yapılmıyacaksa, galiba yumuşama var diyebilirim. 2-) Burada görev aydınlara ve Kürtlere düşüyor. Bizler ülkenin politik yapısını çok iyi biliyoruz. Bizim bu küçük adımı nasıl yaygınlaştırmamızı düşünmemiz lazım. Tabii burada beni rahatsız eden bir şey daha var; bir şeyin içini boşaltarak, yani eğer sistem kendi doğruları ve asimilasyon politikasını dayatırsa, bu gene bir kazanım değildir. Bir halkın dilini serbest bırakmak, o halkın gelişimine saygı duyarak yapılmalıdır. Tüm kitle örgütlerine görevler düşüyor. Haklarımızı almak zor. 3-) Karşımızda; 30 yıldır savaşla yaşamış, köyleri yakılmış, asimilasyon ve sürgün yaşamış; diyelim ki otuz yıl önce doğmuş bir çocuk -ki ben silahlarla büyümüş böyle çok çocuk gördüm- kendi kültür ve edebiyatını yasaklardan dolayı bugüne ancak konuşma ya da dengbejlerin vasıtası ile aktarabilmiş bir halk var. Bu durumda hazırda bir öğretmen ve akademisyen bulma sıkıntıları olacaktır elbette. Bu bir başlangıç olabilir, artık kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda örgütlenme gerekliliği gündeme geliyor. 4-) Bu noktada kim nerede ve hangi düzeyde ise; diyelimki ben müzik, bir başkası şiir ve ya öğretmen ise çok dikkatli olunması gerekiyor. Eğer Türkçe’yi Kürtçe’ye çevirerek bir eğitim verilecekse hiçbir anlamı yok. Eğer Kürt tarihi Kürt kültür ve edebiyatı verilecekse anlamı olur. Burada görev tabiki en başta Türkiye aydınlarına düşüyor bence bu süreçte varlıklarını ortaya koyamayıp sessiz kaldılar. Bizi yalnız bırakmamaları lazım. Yasalar değişebilir ama zihniyetin de değişmesine ihtiyaç var Zübeyir Perihan (Mezopotamya Kültür Merkezi Başkanı) 245 1-) Kürtçe yayın ve öğrenime olanak tanıyan yasa Türkiye açısından olumlu bir yasa. Türkiye Cumhuriyeti’nin, tarihinde 80 yıldan beri uyguladığı politikadan geri adım atmaya dönük olumlu bir gelişme olarak değerlendiyoruz. Yıllardır Kürtlerin olmadığı, Kürtçe diye bir dilin olmadığı, bunun Türkçe’nin bir lehçesi olduğu savı ileri sürülüyordu. Fakat bu tek başına her şeyin hal olduğu anlamına gelmiyor. Yasakların kalkması tek başına yeterli değil. 2-) TBMM’de alınan karar sadece Kürtçe’nin öğrenilmesi açısından olanak tanıyor. Öğrenim konusu devlet destekli olmadığından çeşitli sıkıntıları bağrında taşıyor. Öğretimin özel alana verilmesi Türkiye’deki ekonomik sıkıntılar göz önünde bulundurulduğunda; her Kürt birey veya Kürtçe öğrenmek isteyen her birey, bu olanaktan yararlanamıyor. Bu nedenle devlet tarafından desteklenmesi, en azından okullarda seçmeli ders olarak açılması olumlu gelişmelere yol açabilirdi. Yasa uygulama açısından da sadece öğrenmeye olanak sağlıyor. Demokratik kriterler açısından eksik ve yetersiz bir gelişme olarak değerlendirilebilir. 3-) Bu konuda bir müfredatın olmadığı kesin. Geçmişte Kürtçe çalışmalarına ve öğrenimine olanak tanımadığı, sürekli olarak yasal engellerle karşılaştığı için herhangi bir altyapı söz konusu değildi. Bunlar kendi başına sıkıntı yaratır. Ayrıca, bu yasanın çıkmasıyla birlikte Türkiye’nin çeşitli illerinde muhtemelen kurslar açılacaktır. Fakat ortak bir müfredat olmadığından her ilde Kürtçe’nin öğretilmesi konusunda çeşitli farklılıklar gündeme gelebilir. Bunlar maddi-ekomomik sorunların yanında, dil konusunda da sorunlar yaratır. Bunların giderilmesi için Kürt diline hakim olan aydınların bir araya gelerek ortak bir müfredat oluşturmaları ve hatta Kürt dilini geliştirme ve korumaya dönük vakıf çalışmaları yürütmeleri, sorunun çözümüne elverişli koşullar hazırlar. Zaten yasağın kalkmasıyla birlikte çeşitli tartışmalar gündeme oturmuş bulunmaktadır. Bunlar giderek bu alanda daha güçlü arayışları gündeme getirir. 4-) Bu konuda aydınlara, akademisyenlere, Kürt Enstitüsü ve öğretmenlere büyük görevler düşüyor. Devletin kursların açılmasında ekonomik destek sunmaması Kürt çevrelerinin sorumluluğunu daha fazla artırıyor. Yasal değişiklik tek başına yetmiyor, zihniyetin de değişmesine ihtiyaç var. Kürtler kendi vergilerini ödüyorlar, dolayısıyla kendi dillerine ilişkin olanaklara da sahip olmalılar. Bu alandaki hizmet demokratik ülkelerde de böyle ele alınır. Bu sorunun aşılması için de demokratik kurum ve çevrelere büyük görevler düşüyor. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç: Dr. Mithat Sancar: Türkiye kabuğunu kırıyor ERSĐN ÖNGEL/ANKARA AB uyum yasaları beklenenin aksine meclisten geçti. Paketi en hassas kılan nokta ise idam cezası ve Kürtçe oldu. Paketin bir bütün, olarak ne getireceği düzenlemelerin ne anlama geldiği, demokratikleşme için bunun yeterli olup olmadığı, idam cezasının kaldırılmasıyla nasıl bir süreç işleyeceği, bunun AB ilişkilerine yansıması, Türkiye'nin üyelik süreci, Kürt sorununun çözümü ve MHP'nin tutumunu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mithat Sancar ile görüştük. Uzun süren tartışmaların ardından AB uyum yasaları meclisten çıktı. Nasıl değerlendirmek gerekir? Demokratikleşme için yeterli midir? 246 Bu paketi, önemli bir sürecin önemli bir aşaması olarak da değerlendirmek yanlış olmaz. Fakat aşırı heyecan ve coşkudan da uzak durmak ve sanki gerçekten bir devrimmiş gibi yansıtmaktan da kaçınmak gerek... Paketin toplam değer ve işlevini görebilmek için, mesela düzenlemeleri iki gruba ayırmak iyi bir yöntem olabilir. Bir defa hakkını teslim etmek lazım. Türkiye'de çok kritik iki konuda, artık yasal düzenleme var. Bunlar, herkesin üzerinde hemfikir olduğu gibi, idam ve farklı dillerde yayın ve öğrenim. Bu konularda bir yasal düzenleme yapılmış olması, bir yasal imkan yaratılmış olması son derece önemli. Ancak bu iki nokta dışında kalan konularda yapılan düzenlemeleri, demokratikleşme adına ciddi bir açılım olarak görmek çok zor, daha doğrusu fazlaca zorlama olur. Mesela Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda yapılan değişikliğin, bu alanda bir demokratik açılım için katkısı en zayıf noktadan, en etkisiz, önemsiz noktadan gerçekleştirildiği gözden kaçmıyor. TCK m. 159'la ilgili düzenlemenin de, mevcuda yeni bir boyut eklediğini, yasak alanını daraltıp özgürlük alanını genişlettiğini söylemek de aynı şekilde zordur... Paketin oluşturduğu sürecin tartışılması gereken başka özellikleri de var ve bunları ihmal etmek, sürecin işleyişini etkileyebilecek faktörleri ıskalamak gibi bir sonuç doğurabilir. Nelerdir tartışılması gereken yanları? Böylesine kısa bir sürede çok sayıda kanunun meclisten geçmiş olması, bunun böyle olmasını sağlayan güç ve hesaplar; en az düzenlemelerin içeriği kadar tartışılmayı hakediyor. Düzenlemelerin çıkmış olmasını, iki kritik konudaki düzenlemeleri memnunlukla karşılamamak bana da abartılı bir kuşkuculuk olarak gelir. Ama diğer yandan sürecin işleyişinin kaygı verici bir yanları olduğunu da görmezden gelemem. Belki Türkiye'de toplumda çok fazla talep olduğu zamanlarda bile yapılmayan değişiklikler, başka faktörler hesaba katılarak, çok kısa bir sürede yapılabiliyor. Burada toplumsal talepler ve toplumsal güçler ile hukuksal düzenlemeler arasındaki bağın mümkün olduğunca gevşetilmesi, hatta olabiliyorsa koparılması söz konusu... Asıl belirleyen bir dış dinamik, bir dış faktör ve buna bağlı hesaplar. O nedenle sanki Türkiye toplumunda bütün bu yapılanların ne olduğunun bilindiği ve buna destek verildiği gibi bir izlenim uyandıran değerlendirmeleri ihtiyatla karşılamak lazım. Öyle bir propaganda ve yönlendirme sürecinden geçildi ki, topluma "ne yapıldığı değil, bunun karşılığında ne elde edileceği önemli" fikri adeta sindirildi. Bu söylem, hak ve özgürlükleri kendi başına bir değer olarak değil, başka bir kazanç için işlevsel oldukları ve olacakları ölçüde önemser. Toplumun küçümsenmeyecek kesimi ile hak ve özgürlükler arasındaki bağ buradan kurulduğunda, hukukla güvence altına alınmış olsa bile bu hak ve özgürlüklerin toprağa basmaları zor olur; bunun için harcanması gereken fikri ve fiziki emek, sürecin bundan önceki aşamasına göre hiç daha az değildir. Yani bu düzenlemeler ve bundan sonra yapılması gerekenler, böyle bir toplumsal kaynaktan ve bağdan beslenmiyorsa bunlarla toplumsal hareketler ve mücadele arasındaki bağ gerçekten kuvvetli değilse, bunların hayata geçirilmesi aşamasında da önemli sıkıntılar yaşanabilir. Ne tür sıkıntılar? Özgürlükleri sahiplenecek bir toplumsal güç olmadığı zaman bunların uygulanmasında pek çok daraltıcı veya engelleyici oyunlar oynayabilir siyasi otorite. Siyasi otoritenin hukuktan da destek alarak, özgürlükleri kısma ya da yaşatmama yönünde gösterdiği tavır karşısında güçlü bir toplumsal muhalefet olmadığı zaman, bu uygulama hep daha da katlanarak ilerliyordu. Şimdi hukuksal açıdan bu uygulamaların meşruiyetini daha da kuşkulu kılacak düzenlemeler var. Temkinle yaklaşmak gerekiyor, paket demokratik açılım bakımından gerçekten sınırlı. Buna rağmen getirilenler için de güçlü bir toplumsal kaynak ve dayanak oluşmazsa bunların pratikte etkisiz kılınacağı pek çok yöntem geliştirilir. Üstelik Türkiye'de devletin ve devlet yapılanmasının bir bütün olarak özgürlükçü olmadığını da biliyoruz. Bürokrasinin birçok kademesinde, işte güvenlik aygıtlarının pek çok biriminde pekala bu hakların işlemesini engelleyecek veya etkisini azaltacak uygulamalara girilebilir. Đşte toplumsal dayanak oluşturmak, hem mevcut sınırlı 247 düzenlemelerin hayata geçirilmesi açısından önemli hem de bunların ötesine geçen genişletilmiş özgürlük alanlarının yaratılması açısından. Uygulama nasıl olacak? Esasen Türkiye'de uygulama/pratik ile norm arasında zaten hep belli bir uçurum, belli bir mesafe vardır. Kanunlarda yapılan bazı düzeltmelerin hayata yansıması genellikle çok daha alt düzeyde olur. Dolayısıyla mesela anayasada demokratik hakların bulunduğu bir alanda bile bunların kullanılmasını imkansızlaştıracak pek çok uygulama olduğunu biliyoruz Türkiye'de. Şimdi uygulamanın bugünkü hali böyle kaldıkça, şu anki halini dikkate aldığımızda norm daha da yükselmiştir. Yani norm ile gerçeklik arasındaki mesafe bugün itibariyle daha da açılmıştır. Bu mesafenin kapanması normların inandırıcılık kazanması ve hukuk yoluyla, hukuk üzerinden bir dönüşümün mümkün olduğu fikrinin topluma yerleşmesi açısından önemlidir. Bundan sonra uygulamada olabilecek bütün aksaklıklar, normların içini boşaltmaya yönelik manevralar, Türkiye'de hukuk yoluyla hakların garanti altına alınması fikrinde daha da derin gedikler açacaktır. Bunun da orta ve uzun vadede ciddi sıkıntılar yaratacağını söyleyebilirim. Eğer siz hukuk yoluyla dönüşümün aslında pratiğe pek de etkisi olmayan bir yöntem olarak kullanıldığına inanırsanız, bir toplumsal güç, grup olarak, hukukla bağınızı da sürekli kılmazsınız, hukuka, hukuk yoluyla dönüşüme inancınızı belli ölçülerde kaybedersiniz. Bu da siyasal mücadelelerin hukuk üzerinden ve hukuksal dönüşümü hedefleyerek ilerlemesinde bir moral bozukluğu, inanç eksikliği, hedef zayıflığı yaratır. Bu nedenle uygulama gerçekten çok önemli. Herşeye rağmen, bütün bu eksiklerine, bu sürecin sıkıntılı yanlarına rağmen, Türkiye hukuk sisteminde şu anda idam cezası diye bir ceza artık yok. Bu iki açıdan çok önemli. Önce, genel olarak Türkiye idam cezası uygulayan, mevzuatında idam cezasına yer veren bir ülke olmaktan çıkmıştır. Đdamın tamamen kalktığı söylene bilir mi? Savaş ve yakın savaş tehdidi halleri dışında tamamen çıktı. Meclis çalışmalarında başka bir önerge verilmişti, AĐHS'e ek 13 nolu protokol doğrultusunda idam cezasının bütün haller için kaldırılmasını içeren bir değişiklik önergesi; eğer kabul edilseydi, Türkiye'nin hukuk mevzuatında şu anda idam cezası bütün haller için kaldırılmış olacaktı. Fakat savaş ve yakın savaş tehdidi halinin ne zaman nasıl kullanılabileceğini bir kenara bırakabiliriz, bence önemli olan Türkiye gündeminde yakıcı yer tutan, idam tartışmasının merkezini oluşturan hal terör suçlularına idam cezasının korunup, korunmayacağı idi. Benim tercihim idam cezasının bütün haller için kaldırılması yönündedir. Ama bu paketteki haliyle de oldukça önemli bir düzenlemedir, böyle görmek gerek. Üstelik idam cezasıyla ilgili değişikliği, toplumsal kaynakları daha güçlü bir düzenleme olarak da görüyorum. Türkiye toplumunda idam cezasının savunulması yönünde güçlü bir kamuoyu olduğu fikrinde değilim. Eğer öyle olsaydı sıcak çatışmaların en yoğun yaşandığı dönemde bile, fazlaca kaale alınmayacak bir iki çıkış dışında idamın uygulanmasına yönelik etkili ve güçlü bir talep ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla Türkiye'de idam cezası diye bir sorun, bence toplumsal ve siyasal açıdan yoktur. Đdam cezası zaten 18 yıldır uygulanmıyordu. Hukuken de o iki hal dışında tarihe karışmış olması oldukça önemlidir. Peki idam neden gündemleştirildi? Bu tartışmaların arkasında neler var? Bu çok açık bir cevaba sahip. Öcalan dolayısıyla, Öcalan üzerinden geldi. Şimdi burda da bir zihniyet farklılığı, özellikle de Kürt sorununa yaklaşım ve genel olarak devlet zihniyeti açısından önemli bir saflaşma yaratıyor bu konu. Öcalan hakkında verilmiş hükmün infazı yönünde görüş belirten ve çaba harcayan güçler, genel olarak bir zihniyeti temsil ediyorlar. Toplumsal ve siyasal sorunların tartışma ve uzlaşma yöntemleriyle değil, şiddet, baskı, sindirme ve gerekirse yok etme yöntemleriyle çözülmesini tercih eden bir zihniyettir bu. Bu nedenle bu tartışmayı, sadece idamla sınırlı bir sorun, sadece bir kişinin asılması ya da asılmamasıyla ilgili sınırlı bir sorun olarak görmek 248 doğru olmaz. Burdaki tartışma genel olarak siyasal sorunların, toplumsal sorunların çözümüne yaklaşım ve bir devlet zihniyeti sorunuydu, özel olarak da Kürt sorununun çözümü konusunda belli bir tavrı yansıtıyordu burdaki saflaşma. Şimdi hangi sebeple olursa olsun, idam cezasının Öcalan faktörü ortadayken ve Öcalan üzerinden yürütülüyorken kaldırılmış olması aslında belli açılardan Türkiye'de demokratik süreç içinde çözüm yolunun da daha fazla güç kazandığını gösterir. En azından diğer tavrın şu anda genel kabulün dışında kaldığını, bu düzenlemenin bunun bir işareti, olumlu bir izi olduğunu söyleyebiliriz...Dolayısıyla çatışma yaratabilecek, çatışmaların kaynağını güçlendirebilecek bir tercih olan idam cezasının uygulanması tavrı bu süreçte devre dışı kalmıştır, genel mutabakatın dışına taşınmıştır diyebiliriz. Sorunların demokratik yöntemlerle, tartışma, arayış ve uzlaşma yoluyla çözülmesi için umut veren bir gelişmedir. Sertleşme, gerginlik ve kutuplaşma yaratabilecek tavır, idam cezasının infazı yönündeki tavırdı. Diğeri demokratik çözüm süreci için temkinli bir başlangıç olarak değerlendirilmelidir. Đdam kaldırıldı ama halen Anayasada varlığını koruyor... Anayasadaki düzenlemeden bir farkı var şimdiki düzenlemenin. Anayasa değişikliğiyle, sadece savaş ve yakın savaş tehdidi ile terör suçları için idam cezası mümkün kılınmış, bu hallerin dışında kalan suçlar için idam kaldırılmıştı. Şimdiki düzenlemeyle Anayasa arasında bir kopukluk olduğu iddiaları var, bu doğru değil. Çünkü Anayasa, saydığı üç halde mutlaka idam cezası öngörülmesini emrediyor değil. Anayasanın hükmü bu haller için idam cezası koymalısınız şeklinde anlaşılacak bir hüküm değil. Ama bu haller için idam cezası öngören bir kanun anayasaya aykırı olmaz. Bu üç hal dışında başka suçlar için idam cezası öngören bir kanun ise anayasaya açıkça aykırı olur. Lakin Paketle gelen düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu iddialarının hiçbir hukuksal dayanağı yok. Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek? MHP iptal başvurusuna hazırlanıyor. Anayasa Mahkemesi iptal eder mi? Ederse ne olur? Sanırım Anayasa Mahkemesi'ne intikal ederse mahkeme de bundan farklı bir karar vermeyecektir. Hatta sanırım da değil kesin olarak vermeyecektir. Durum çok açık. Varsayalım Anayasa Mahkemesi iptal başvurusuyla ilgili olarak idam cezasının kaldırılması kısmına dokunmadan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını anayasaya aykırı buldu. Anayasa Mahkemesi burda bir düzenleme öngöremez zaten. Bunun yerine hangi ceza geçer? Pek çok seçenek var. Olağan müebbet hapis cezası söz konusu olabilir, yani yürürlükteki hükümler uygulanır. Bütün bunların dışında, açık olan bir şey var, idam cezası iki hal dışında kalktı. Şu anda idama mahkum edilmiş olanların cezası da artık müebbet ağır hapis cezasına dönüştü. Bundan sonra bu kanun yürürlükten kaldırılırsa veya Anayasa Mahkemesi iptal etse bile, bu durum değişmeyecek. Sanık lehine olan kanun yürürlüğe girdiği anda etkisini doğurur, yürürlükten bir gün ya da bir saat sonra kalksa bile o bir saat içinde hükmünü yerine getirmiştir ve artık geri dönülemez. Peki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına itiraz yolu açık mı? Bu konuda bir tartışma var zaten. Acaba yürürlükten kaldırılan eksi kanunun öngördüğü düzenleme sanık lehine olduğu için müebbet hapis cezasının hesaplanması veya uygulanmasında bu düzenleme mi esas alınacak, yoksa bir bütün olarak yeni düzenleme mi esas alınacak. Bu konularda bir tartışma var. Bu tartışma sürecek. Ama böyle bir tartışmanın temelsiz olduğunu söyleyemem. Basından izlediğim kadarıyla Öcalan'ın avukatları böyle bir başvuruda bulunmaya hazırlanıyor. Türkiye 6 No'lu protokolü imzalamadı. Ama şimdi bu yeni düzenlemeyle bunun gereğini yerine getirmiş mi oluyor? 249 6 No'lu protokolün gereğini yerine getirmiş oluyor. Ancak, protokolün doğrudan doğruya imzalanıp onaylanması farklı bir etki doğurur tabi. Eğer Türkiye 6 No'lu protokolü onaylayıp taraf olursa idamla ilgili taahhüdünü uluslararası alana taşımış olur. Oysa şuanda Anayasanın da izin verdiği çerçeve şu: Bir süre sonra bir değişiklik yapılarak terör suçları için de idam cezası getirilebilir. Anayasa buna engel değil. Ama 6 no'lu protokol imzalanırsa Türkiye'nin bundan sonra böyle bir değişiklik yapması daha da zor olacaktır. Bir de 13 No'lu protokol vardır, 6 No'lu protokolden daha ileri. Orda idam cezası bütün haller ve herkes için kaldırılıyor. AK bünyesinde de, AB'de de süreç bu yönde işliyor, savaş ve yakın savaş tehdidi de dahil hiçbir hal ve suç için idam cezası kabul edilmiyor. Türkiye'nin karşısına idam yeniden çıkar mı? Anayasa, terör suçları için idam cezası öngörülmesine imkan tanıyor. Bu durum, Türkiye'de bu tartışmanın yeniden yapılabileceği ihtimalini canlı tutuyor. Hiç olmazsa bir yerde bu bir ihtimal olarak var. Türkiye'de şartların nasıl gelişeceğini kestirmek zor. Birkaç zaman sonra idam cezasının terör suçları için de uygulanması yönünde bir talep ve geleceğin hükümetinde böyle bir eğilim olursa pekala terör suçları için idam cezası tekrar getirilebilir. Đşte o zaman AK'yle de, AB'yle de ciddi bir çatışma yaşar türkiye. Böyle bir eğilim AB sürecinden çekilme anlamına gelir. Eğer 6 ve 13 nolu protokol imzalanıp onaylanırsa Türkiye'de idam tartışması tarihe gömülmüş olacak. Đdam kadar önemli olan Kürtçe'nin önündeki engellerin kaldırılması bir zihniyet değişikliği olarak görülebilir mi? Tabular yıkılıyor mu? Paketteki ikinci önemli düzenleme "farklı dil ve lehçelerde yayın ile öğrenim" imkanının açılmış olması. Buna ilişkin talebin Kürtlerde geniş bir toplumsal tabana oturduğu biliniyor. Cumhuriyet tarihinin her aşamasında, ama özellikle son 10 -15 yıllık süreçte çeşitli aşamalarda dile getirilmiş bir taleptir bu. Özellikle Kürt halkında bu talep bakımından mevcut toplumsal taban belli dönemlerde belli partileri de etkisi altına almıştı. Mesela SHP 1990'larda belli şekillerde bunu programına almıştı. SHP- DYP koalisyonu döneminde gündeme gelmişti. Yani Türkiye'de gidip gelen, bazen öne çıkan, bazen tartışılması engellenen veya bir parça arka plana atılan Kürt halkında güçlü bir tabanı olduğu son kamuoyu yoklamalarında açıkça görülen bir talep sözkonusu burada. Paketteki düzenlemenin sınırlı bir kapsamının olduğunu gözardı etmemek lazım, ama buna rağmen önemli olduğunu da söylemek lazım. Yani kapsamının dar olması bu düzenlemenin önemini azaltmıyor. Uzun süredir tartışılıyor olsa bile, hukuk alanında bir değişiklikle bunun mevzuata girmesi - özellikle Kürtçe üzerinden yapıldığı için bu tartışma - Kürtçe'nin yayın dili olarak kullanılabilecek olması bunun artık yasalarda yerinin olması, siyasal açıdan Türkiye'de bundan sonraki sürecin demokratik yönde ilerlemesi bakımından önemlidir. Tek başına tartışma, bazen tabunun ancak bir kısmını yıkabiliyor. Şimdiye kadar bu meseleyi tartışmayan hiçbir kesim kalmadı diyebiliriz. Ama salt tartışma tabuları yıkmak için bazen yeterli olmayabiliyor. Şimdi bir tabu yıkılmıştır ve tabu hukuk yoluyla yıkılmıştır. Tabunun yakılması toplumda nasıl bir etki yaratacak? Korkular aşılabilecek mi? Buradaki önemli gedik, bu tabuda açılan hukuksal gedik bana kalırsa şimdiye kadar Kürtler dışında kalan toplum kesimlerinde bu konuya yönelik tedirginlik veya sert tepki, ret tavrını belli ölçülerde yumuşatacak ve bir süre sonra olağan hale getirecektir. Dolayısıyla şimdiye kadar yaratılan o hava, eğer farklı dillerde Kürtçe'de yayın, öğrenim yapılırsa bölünme tehlikesinin ortaya çıkacağı yönündeki hava, yayın başladıktan ve kurslar açıldıktan sonra bunların toplumsal hayatın olağan akışı içine yerleşen, olağan faaliyetler olduğu görüldükten sonra insanlardaki o tedirginliğin de kırılacağını tahmin ediyorum. O zaman bu sürecin daha olağan görünmesi mümkün olacaktır. 250 Farklı dillerde kendi kültürünü yaşamaya ve geliştirmeye çalışan, yayın yapan gruplara başka grupların korku veya dışlama gibi dürtüyle yaklaşmaları azazlacak, hatta bir süre sonra bunları olağan bir biçimde paylaşma eğilimleri filizlenecek veya daha görünür hale gelecektir. Bu da Türkiye'de gerginlikleri azaltan, demokratikleşme sürecini daha somut bir hale getiren ayaklarının yere basmasını sağlayan bir dönüşüm olur. Bu sadece hukuki açından değil, sosyolojik açıdan da önemli bir adımdır. Düzenlemeler AB ilişkilerini nasıl etkileyecek? AB'den farklı tepki ve işaretler geliyor. Mesela AP'den bir temsilcinin açıklaması vardı; bunların yetersiz olduğunu söylüyordu. Başka alanlarda da düzenleme yapılmasının beklendiği ifade ediliyor. Bu düzenlemelerin önemli bir adım olduğunu hiç biri saklamıyor. Aralık'ta Kopenhag'ta yapılacak zirvede, eğer bu değişiklikler olmasaydı, müzakere için bir takvimin belirlenmesi ihtimali çok zayıftı. Çünkü Verhaugen birkaç kere Türkiye bu gidişle müzakere tarihi alamaz diye açıklama yaptı. Fakat sanki bundan sonra AB'nin Türkiye'nin müzakere tarihi talebini reddetmesi kolay olmayacak. Söyledikleri başka bir şey var: Uygulamaya bakacağız diyorlar. Eğer uygulamaya bakacaklarsa bu demektir ki, uygulamaya geçilebilmesi için pek çok yönetmelikler çıkarılması gerekiyor, bu da ancak seçimlerden sonra olabilir. Bu durumda Kopenhag'ta bir müzakere tarihi çıkmayabilir. Galiba seçimlerden çıkacak siyasal tabloyu da görmek istiyor AB organları. 4 Kasım'da çıkacak tablo müzakere tarihi verilip verilmeyeceği konusunda çok önemli bir rol oynayacak. Eğer AB organları çıkacak hükümetin AB'ye uyum yasalarının hayata geçirilmesi ve diğer alanlarda başka düzenlemelerin de çıkarılması konusunda istekli ve güçlü olduğunu hissederse, sanıyorum müzakere tarihi verilmesi eğilimi güçlenecek. Ama eğer aksi bir tablo çıkarsa nasıl bir tutum takınacaklarını kestirmek zor. Kürtçe'ye ilişkin düzenleme üniversitelerde Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması için dilekçe eylemi yapan öğrenciler hakkında 169'dan açılan davalara nasıl yansır? Dilekçe eylemi nedeniyle 169'un devreye sokulması bütünüyle siyasal konjonktür ve siyasal manevrayla ilgili bir uygulamaydı. Burda böyle bir talebin suç sayılmasını gerektirecek bir düzenleme bulmak mümkün değil. O zaman zorlama yoluyla, bu taleplerin önünü kesmek ve yaygınlaşmasını önlemek için olabilecek, en aykırı, bana kalırsa en saçma, hukuksal açıdan en temelsiz noktadan uygulama geliştirildi... Bence hukuken temelsiz bir uygulamaydı bu. Dolayısıyla orda hukuksal olmayan, tamamen siyasal nitelik taşıyan bir manevra söz konusu. Yeni düzenlemenin ne etkisi olabilir? Zaten 169'dan ceza verildiğini hatırlamıyorum. Şimdi siyasi konjonktür havayı değiştirdi. Bu hava değişikliğinin olumlu yansıyacağını bekleyebiliriz. 169'dan mahkumiyet verilmesi hukuk ihlali olur. AĐHM'e gittiğinde de bana kalırsa Türkiye aleyhine bir karara dönüşür bu tür davalar. Şimdi anadilin seçmeli ders olarak okutulmasına ilişkin bir talebi artık şüpheyle karşılamak, şimdiki düzenlemeler karşısında tamamen şizofrenik bir tutum olur. Hem yasalarda yayını mümkün kılacaksınız, hem özel kurslar açılmasına olanak tanıyacaksınız ve üstelik müzakere tarihi alınırsa bunların daha da geliştirilme ihtimalini açık tutacaksınız, bütün bunlar olurken de seçimlik ders olarak talepte bulunanları mahkum edeceksiniz. Sanıyorum bu kadar fazla çelişik bir durumu Türkiye de bile yaşamak mümkün olmaz. Yeni düzenleme özel kurslar açılmasına olanak tanıyor. Üniversitelere bir yansıması olacak mı? Bu düzenleme özel olarak bunun önünü açıyor, özel olarak bu konuda yasal bir imkan yaratıyor değil. Fakat bana kalırsa özellikle üniversiteler açısından bundan önce de buna engel bir durum yoktu. Herhangi bir üniversitede özellikle edebiyat fakültelerinde pekala, sadece Kürtçe için demiyorum, herhangi bir dilde de bir seçimlik dersin konulmasının önünde yasal bir engel yoktu bana göre. Hani bunun formel açıdan yasaklanmış bir duruma tekabül ettiğini düşünmüyorum. Herhangi bir üniversite seçimlik bir ders koyuyorum deseydi, herhangi bir kanuna aykırılık ortaya 251 çıkmazdı bence. Çünkü açıkça yasaklanmamışsa bu tür durumlar daha çok özgürlük lehine yorum ilkesi ışığında değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Yeni düzenlemenin özel kurslar dışında başka alanlarda uygulama bulmasını yakın zamanda beklemek bana gerçekçi gelmiyor. Özel kurslar alanında da uygulamanın nasıl gelişeceğini beklemek gerekiyor. Sadece bir dilin öğretilmesi için kurs açıldığında bile pekala burdaki hükümler kullanılarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırılık var denerek bu kursların faaliyetleri zorlaştırılabilir, engellenebilir. Uygulamada bu tür bir yorum sık sık yapılırsa açılan kurslar kapatılabilir, yeni kurslar açılması bu yolla zorlaştırılabilir. Uyulama bu yönde de gelişebileceği gibi, öbür yönde de gelişebilir. Engelleme yönünde yapılacak müdahalelerin korkulan sonucu, belli kesimlerin korktukları sonuçların uç vereceği şartları teşvik edeceğini düşünüyorum. ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦ Klasör: 6 Kampanya ile ilgili basında çıkan köşe yazıları Kürtçe eğitim istiyoruz 10 Kasım 2001 Cumartesi Yedinci Gündem CUMA ÇĐÇEK* Anayasa değişikliği paketi ile Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması için yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde, üniversite rektörleri Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) aracılığıyla bir bildiri yayınladı. Bildiride; Đstanbul, Ankara, Đzmir gibi büyük illerdeki üniversitelerde kimi öğrencilerin rektörlere "Kürtçe eğitim istiyoruz" dilekçeleriyle başvurdukları, öğrencilerin bu isteklerini kimi üniversitelerde duvarlara pankartlar asarak dile getirdikleri belirtiliyor. Kürtçe eğitime karşı olduklarını belirten rektörler, Kürtçe eğitime yeşil ışık yakan siyasileri de eleştiriyorlar. Gazi Üniversitesi rektörü ve ÜAK Başkanı Rıza Ayhan konuyla ilgili konuşmasında bakın ne diyor: "Biz etnik dilde eğitimin Türkiye'de yaratacağı sorunlara daha önce de bir bildiriyle karşı çıkmıştık ama demek ki, siyasi irade sesimizi duymuyor. Ama biz duyulana kadar sesimizi çıkarmak hakkına da sahibiz." Konuya bu mantıkla yaklaşan rektörlerimiz, çözümü de, zaten sivil polis ve çevik kuvvetle dolan kampüslerimizde güvenlik önlemlerini artırmakta buluyorlar. Rektörlerimiz bunun öğrenciler kadar kendilerini de rahatsız ettiğini ama üniversitelerde eğitimin huzur içinde gerçekleşmesi için gerekli olduğunu belirtiyorlar. (Đlginç! Kantinde, koridorlarda hatta anfilerde ellerinde telsizlerle dolaşan, öğrencileri taciz eden sivil polisler huzuru bozmuyor da, öğrencilerin kendi anadilinde eğitim yapma isteği huzuru bozuyor.) Öncelikle böyle bir açıklamanın Kürt halkına karşı yapılan bir saygısızlık olduğunu belirtmek 252 gerekiyor. Bu açıklama aynı zamanda ülkemizde yaşayan bütün insanların bir ayıbı, utancıdır. Burada Kürtçe eğitim konusunu uzun uzadıya tartışma imkanımız yok. Biz birkaç noktaya vurgu yapmakla yetinecegiz. Đlk olarak anadilin insan yaşamındaki öneminden bahsetmek gerekir. Anadilin düşünce, kişilik, kültür, ulus, eğitim... vb. gibi daha uzatabileceğimiz kavramlarla ilişkisi; anadilin buradaki önemi yapılan bir çok bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Yapılan bilimsel araştırmalar şu gerçeği açığa çıkarmıştır: Anadil, kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olabilmesi için kullanabileceği yegane araçtır. Birçok devlet bu gerçeği görmüş ve sistemini buna göre düzenlemiştir. Uluslararası sözleşmeler, diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; bütün dünyada anadilde eğitim, kendi kültürünü yaşama ve geliştirme, anadilini yaşamın her alnında kullanabilme hakkının tanındığı ve bir çok devletin bu tür girişimleri desteklediği, bu konularda özel çabalar sarfettiği görülmektedir. Her Türkiye vatandaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz... vb. bütün halklarrın Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın tüm alanlarında uygulanmaktadır. "Devletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü" olarak bütün toplumsal yaşama yansıyan parçalanma ve bölünme paranoyası, ülkemizde demokratikleşme yönünde atılan her adımın karşısına engel olarak çıkarılmaktadır. Artık bu paranoyadan kurtulmak gerekiyor. Kürt halkının kültürel kimliğinin tanınması, Kürt çocuklarının, gençlerinin anadilleriyle eğitim yapması ülkeyi bölüp parçalamaz. Bunu istemek de bölücülük olamaz. Asıl bölücülük buna karşı çıkmaktır, Kürt halkını yok saymaktır, varlığını inkar etmektir. Dil yasağı, Kürtçe eğitim yasağı, Kürt halkının inkarı anlamına gelmektedir. Kürtler dillerini konuşabiliyor deniyor. Konuşmak yetmez. Yazılı dilin gelişmesi, eğitim imkanının sağlanması, yazılı ve görsel medyasının olması, ekonomik ve kamusal alanda kullanılması gerekiyor. Kürt kültürünün, sanatının, edebiyetının gelişme imkanlarının yaratılması gerekiyor. Bunlara karşı çıkmak, yasaklar koymak toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı, ortak çıkarlar için birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Dil yasağının olduğu yerde eşitlikten, birlikten, beraberlikten bahsedilemez. Bilimin, aydınlanmanın merkezleri olması gereken üniversitelerimizi bu tarz gerici, ilkel anlayışların öncülüğünü yapmaktadırlar. Birçok üniversitemizde yok olmaya yüz tutmuş diller okutulmakta, bu dillerle ilgili araştırma enstitüleri, kürsüler bulunmaktadır. Yine birçok üniversitemizde "Đngiliz Dili ve Edebiyatı" , "Fransız Dili ve Edebiyatı" gibi bölümler bulunmakta, Almanca, Fransızca, Đtalyanca, Japonca, Đspanyolca...vb. gibi birçok dil, ders olarak okutulmaktadır. Bir yanda böyle bir gerçeklik sözkonusu iken diğer yandan milyonları bulan bir halkın anadiliyle eğitim yapması engellenmektedir. Üniversitelerde onbinlerce Kürt öğrenci kendi anadilini öğrenmekten mahrumdur. Aydın, akademisyen olarak sorunlara bilimsel yaklaşması gereken rektörlerimiz, bilim dışı ve üniversite misyonuna yakışmayan bir tavır almakta ve polisiye önlemler almak dışında bir çözüm üretememektedirler. ÜAK'un yayınlamış olduğu bildiri bu anlamda yüz kızartıcıdır. Bu ayıptan kurtulmak her Türkiye vatandaşının görevidir. Rektörlerin toplumsal sorunlara çözüm bulmada bırakalım engel olmayı, öncü çözüm gücü olmaları gerekmektedir. Kürtçe eğitim için, üniversitelerdeki hocalarımız, rektörlerimizin öncülüğünde biraraya gelip çalışmalı, projeler üretip komuoyuna sunabilmelidirler. Yine bu yönlü yapılan öğrenci çalışmalarına destek sunularak önaçıcı olunmalıdır. Bu da aydın olmanın, bilim insanı olmanın gereğidir. *Đ.T.Ü Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğrencisi 253 Kurdno, mal xirabno! 24 Kasım 2001 Cumartesi YedinciGündem HATĐCE KAYA* "Anadil gözümüz ise, yabancı diller gözlüğümüzdür." der bir şair. Bu yüzdendir ki anadilde eğitim yapmak, o dilde okumak ve bazı şeyleri o dilde aktarmak, kültürel kimlik sorunları yaşanmaması açısından gerekli. Anadil dilbilim, yeteneği ve toplumsal sorunlar, insan-ulus ilişkisi bakımından değer taşır. Ayrıca insanın bilinç altına inen ve pek çok yönleri olan bir varlık olarak ortaya çıkar. Her halkın anadilini konuşmak istemesi en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır ve halkın anadilini engel olmak istemenin hiçbir hukuki gerekçesi olamaz; çünkü bunu yapmak o halka yapılacak en büyük saygısızlıktır. 1960'lara kadar Đsveç, anti-demokratik bir ülkeydi ve hiçbir azınlığın kendi anadilinde eğitim yapmaya hakkı yoktu; fakat 1960'lardan sonra Đsveç, izlemiş olduğu bu politikanın aslında kendi aleyhine geliştirmiş bir strateji olduğunu fark etti. Şu an Đsveç Hükümeti, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının önemini anlamış olacak ki, hemen hemen her halkın kendi dilinde eğitim yapabilmesi için okullar açmış, hocalar yetiştirmiştir. Bu yaklaşım tarzı Đsveç'teki çok kültürlülüğü, çok sesliliği yansıtıyor ve böylece Đsveç, politik ve sosyal gelişiminin önündeki engelleri de kaldırmış oluyor. Đşte anadilde yazmak, düşünebilmek, okuyabilmek; anadilde müzik dinlemek bir ulusun kimliği yansıtmada hayati bir rol oynarken, bugün sayısı kırk milyonu bulan Kürt halkının dili olan Kürtçe, Türkçe'nin bir lehçesiymiş gibi gösteriliyor. Yürütülen bu politikanın amacı, tek dil, tek millet yaratmaktır. Eğer gerçekten Kürtçe, Türkçe'nin lehçesi ise(?), devlet bu lehçeyi geliştirmek için niye girişimlerde bulunmuyor? Kürtçe'nin Türk dilinin bir lehçesi olduğunu idia edenler bu lehçeyi işlemiyerek Türkçe'nin gelişmesine engel olmuyorlar mı? Türk diline önem veren Türk Dil Kurumu bu lehçeyi(!) niye geliştirmek istemiyor. Bu bir çelişki, daha doğrusu var olan gerçekliğin çarpıtılması sadece. Đran'ın batı ve güneybatısı, Irak'ın baştan başa kuzeyi ve kuzeydoğusu, Suriye'nin kuzeyi ve Türkiye'nin doğu ile güneydoğusu Kürtçe'nin anavatanıdır. Bugün Kürtçe Önasyada, Anadolu'da, Kafkasya'da, Fars, Arap topraklarına giren yerlerde, Batı Avrupa'da, Türkiye'de ve Amerika'da konuşulmaktadır. Kürtçe Hint-Avrupa dil ailesinin Hindu-Đrani kolunda Đrani bir dildir ve onun kuzeybatı grubundadır. Dünyada Kürtçe'nin 40 milyonluk bir nufus tarafından konuşulduğu tahmin edilmektedir. Kürtçe'nin beş lehçesi vardır. Bunlar Kurmancî, Zazakî, Soranî, Goranî, ve Lžrî'dir. Kürtçe çok zengin, en eski ve köklü dillerden biridir. Biçimsel özelliklerine göre diller dört gruba ayrılır: Yalınlayan, Bağlantılı, kaynaştıran, ve bükümlü diller. Kürtçe kuzeybatı Đrani grupta iken, Farsça güneybatı Đrani grubuna girer ve Kürtçe'nin morfolojik olarak bükümlü bir dil olduğunu söyleyebiliriz. Bükümlü dillerde, çekim ve yeni bir sözcüğün türetimi sırasında kök değişikliğe uğrar. Evet, Kürtçe gelişmekte olan bir dil: çünkü Kürtçe yıllarca ihmal edildi. Devletin yürütmüş olduğu ve hala yürütmekte olduğu özel bir politika ile Kürtler asimle edildi. Bu durumun, Kürtçe'nin gelişimini engellemesi bir yana, dilde büyük tahribat ve asimilasyona yol açtığı bir gerçek. Bugün özellikle Türklerle çok yoğun ilişkiler içerisinde olan yerlerde konuşulan Kürtçe, büyük oranda Türkçe'den etkilenmiş ve bu Kürtçe'nin ses sistemini, gramer ve düşünce yapısını değişime uğratmıştır. Her dil diğer diller ile etkileşim içerisindedir; fakat bu etkileşim diğer diller üzerinde bir baskı unsuru ise, o dil zamanla yok olmaya mahkumdur. Yukarıda belirtildiği gibi Kürtçe'de, Kürtçe kelimelerin sayısı Arapça ve Farsça kelimelerine oranla daha az ise (Kürtçe Arapça'dan 254 etkilenmiştir), bu dilinde etimolojik, morfolojik, fonetik...vb bakımdan değişime uğradığını gösterir. O zaman o dil Kürtçe olmaktan çıkar. Zaten bir halkı diğer bir halktan ayıran özellik dil unsuru değil midir? Kendimize Kürdüm, Türküm, Arabım, Đngilizim demekle Kürt, Türk, Arap, Đngiliz olunmuyor. Eğer anadilimizi konuşamıyorsak bu bizi ister istemez başka kültürün insanı yapar... Bilindiği üzere Türkiye AB'ye adaylığını gösterdi; fakat AB bazı koşullar öne sürüyor. Bu yüzden devlet, Anayasa'yı değiştirmek yerine, bir takım maddelerin değişmesini öngördü(!) Bu Anayasa'daki bir takım değişiklikler gözle görülür çok şey değiştirdi, bu değişiklikler sayesinde Türkiye hemen bir anda, demokratik bir ülke oldu(!) Anayasa'da ki değişikliklerden biri de dil konusu ile ilgili idi: "Kanunla yasaklanmış dillerle yayın yapılamaz" ibaresi çıkarılarak Kürtçe yayının serbest bırakıldığı söyleniyor. Dil yasağı kalkmıyor. Böyle bir yasak yoktu zaten ve yasaklanmış diller hangisi diye sorarsak, bunun da cevabını tam olarak bulamıyoruz. Kürçe konuşmak serbest, Kürtçe yayınlar serbest deniyor; fakat bu pratiğe yansımıyor ve pratikte yaşam bulamıyor. Hem Kürtçe yasağı kaldırıldıysa, niye Kürtlere kendi dillerinde eğitim yapması için okullar açılmıyor, öğretmenler yetiştirilmiyor? Yani söylemek istediğim şu: Türkiye'nin yeni hem de yep yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Anayasa'da değiştirilen maddeler makyajdır, aldatmacıdır. Anayasa'daki maddelerin çoğu işlevsizdir zaten. Son olarak şunları söylemek de fayda var: Kürt folklorunu tanımanın yolu, anadilimizi çok iyi bir şekilde ve akademik düzeyde öğrenmekten geçer. Bunu sadece Kürt halkı için değil, diğer dünya halklarının, kendi halk bilimlerini öğrenmeleri için, anadillerine gereken değeri vermeleri gerektiğini düşünüyorum; çünkü her halk özgürlüğün, barışın, yaşamın bir parçası. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Celaled Ali Bedirxan'ın kendisine Kürdüm diyenler için bir sözü var: "Kurdno, ma xirab no, nebêjin em kurd in, yan jî bi Kurdî bipeyvin" *Gaziantep Üniversitesi Đngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrecisi Üniversitelerde 'Kürçe dersi' kampanyası ve YÖK'ün bakışı Saygı Öztürk 24 Kasım Star Gazetesi Türkiye üzerinde oyunlar alabildiğine devam ediyor. Yurtiçi ve yurtdışında silahlı 5 bin PKK'lı terörist bulunuyor. Ülkemizde terör bitmiş değil, sadece bastırılmış durumda. 30 bin insanımızın ölümüne yol açanlar daha kan dökmeye doymadı. Yeni oyunlar, yeni tezgahlar içine girdiler. PKK sanki ülkemizde 30 bin kişinin ölümüne yol açmamış gibi şimdi batı ülkelerine kendilerini siyasi bir kuruluş gibi göstermeye çabalıyorlar. Bu girişimi başlatanlar, dağlarda 5 bin teröristin bulunduğunu ise hiç hatırlamak, hatırlatmak istemiyorlar. PKK'nın yeni oyunları devam ediyor. Bazı üniversitelerde yeni bir kampanya başlattılar. Üniversitelerde 'Kürtçe dersi' konulmasını istiyorlar. Hükümet ortağı bir parti, HADEP'le yakınlaşmak için bu tür girişimlere karşı çıkmak şöyle dursun, biraz da destek bile verdiği yolunda yoğun iddialar var. Bugün üniversitelerde, yarın liselerde, daha sonraki bir kazanımda ise ilköğretim okullarında 'Kürtçe eğitim' yapılmasının yollarını açmak istiyorlar. Boşuna bu gayretler... 255 Kürtçe eğitim için az sayıda olsa bazı üniversite öğrencilerinin imza toplaması ve Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe vermelerinin dayanağı ve bunun gerekçelerini okuyalım: 'EN ÖNEMLĐ ADIM': 'Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasa'nın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasa'nın 'Temel Hak ve Özgürlükleri' düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasa'da yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenmiş olan 'Kanunla yasaklanmış dil...' kavramının Anayasa'dan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır. Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis, Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük ve yaygın dil olan Kürtçe'nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme, 1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adımdır. Bu son değişiklik Anayasa'nın 'Eğitim ve Öğrenim Hakkı'nı düzenleyen 42. maddesiyle birlikte düşünüldüğünde, herkesin eğitim ve öğretim hakkını, bildiği en iyi dil olan anadilinde görmesi hakkının anayasal bir hak olarak belirdiği görülmektedir. 'KÜRTLER YOK SAYILDI': Ne yazık ki Türkiye'de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmış, bu halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri ülkenin bölünmesi kaygısıyla engellenmiştir. Bir çok ülkede yaşanan deneyimler göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine toplumsal barışı ve uyumu geliştirir, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Halktan gelen çağdaş demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek ulusçu yapıya dayanan toplumsal düzenden artık vazgeçmelidir. KÜRTÇE DERSĐ: Birden fazla halkın bir arada yaşadığı Türkiye coğrafyasının gerçeğine uygun olarak, anayasal vatandaşlığa dayalı, çok uluslu, çok kültürlü katılımcı bir toplumsal sistem yaratmalıdır. Bunları yaratmak, demokratik toplum düzeninin olmazsa olmaz gereğidir ve tüm idari kurum ve kuruluşların öncelikli görevleri arasındadır. Ben Đ.Ü.Edebiyat Fakültesinde öğrenim gören bir öğrenci olarak Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünü açacağına inandığım bir adım atıyor ve üniversitemiz rektörlerinden Kürtçe dersinin seçmeli desler kapsamında üniversitemiz bünyesinde okutulmasını talep ediyorum.' Đşte bu dilekçenin altına bazı öğrenciler imzalarını atmış. Yakında bu dilekçeler YÖK'e, büyük bir olasılıkla da Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne de gelecektir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, göreve atandığından bu yana YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz'e randevu vermemesini anlamak mümkün değil. Yasa, yönetmelik ve mahkeme kararlarını uyguladığı için belli bir kesimin yıllardır boy hedefi olan, hatta bazı şeriatçı yayın organları tarafından hemen hergün hakaret edilen Gürüz, tüm çabalara ve istifa ettirmek için yürütülen kampanyalara rağmen dim dik ayakta kalmayı başardı. YÖK ne der? Cumhurbaşkanı Sezer, üniversitelerin açılışlarına bile katılmıyor. Her yıl Cumhurbaşkanlığı'nda YÖK Başkanı, üniversite rektörleri bir araya gelir, Cumhurbaşkanı'na sorunlarını, üniversitelerin yeni projelerini anlatırlardı. Cumhurbaşkanı, bu geleneği de kaldırdı. Cumhurbaşkanı ne YÖK Başkanı, ne de kolay kolay rektörleri kabul ediyor... 256 YÖK Başkanı Gürüz'e, üniversitelerde 'Kürtçe dersi' okutulması yolundaki girişişimleri hatırlattım. Gürüz, 'Üniversitelerde Kürtçe dersi okutulması söz konusu olamaz' dedi. Peki bu girişimi yürütenlere destek veren üniversite mensupları olup olmadığına sordum, 'olmadığını' ifade etti. YÖK Başkanı, böyle bir dilekçenin de kendilerine henüz ulaşmadığını belirtti. Peki ulaşırsa yani üniversitelerde Kürtçe dersi okutulmasına ilişkin dilekçeler konusunda YÖK nasıl bir karar verebilir? Gürüz bunun cevabını çok net bir biçimde verdi: “Geçmişte olmamıştır. Şu anda söz konusu değildir. Gelecekte de asla olmayacaktır.” Gerginliğin uzatılması 29 Kasım 2001 Evrensel Çetin Diyar Meclis, Şırnak, Tunceli, Diyarbakır ve Hakkari’de uygulanan OHAL’i 4 ay daha uzattı. Bunda “olağanüstü” bir gelişme ya da “şaşılacak” bir durum yok. Çünkü, MGK’nın ve Meclis’te grubu bulunan partilerin “Huzur” ortamının güvenlik, önlem, baskı, zor ve şiddetle sağlanacağı konusunda hemfikir olduğu bilinen bir gerçek. Sonuçta bu partiler Kürt sorununu ağızlarına bile almayıp, söyleyeceklerinin bir “seçim yatırımı” olduğunu düşündükleri için Kürtler’in “olağanüstü koşullarda” yaşamasının onlar açısından pek bir anlamı bulunmuyor. MHP Grup Başkan Vekili Đsmail Köse’nin, OHAL’in uzatılması ile ilgili yaptığı konuşmada halktan çok “güvenlik kuvvetlerinin” mağdur olduğunu söylemesi bu partinin Kürtler’le ilgili bakış açısını yansıttığı gibi aynı zamanda kendi tabanına “tavizsiz” görünmek istemesinin bir başka durumudur. MHP’nin “katı”, AKP ve SP’nin “liberal”, DYP adına konuşan eski OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun “öfkeli” açıklamaları aslında OHAL’in gerçekten bir demokrasi sorunu olduğunu gösteriyor. Çizgiler Kalın Çiziliyor OHAL’in kabul edilemez bir uygulama olduğu açıktır. Bursa’da, Denizli’de, Trabzon’da, Kastamonu’da yaşayan insanların günlük yaşamları nasıl sürüyor ve bu günlük yaşamları çeşitli “yasaklar sonucu kesintiye uğramıyorsa”, Diyarbakır, Tunceli, Hakkari ve Şırnak’taki vatandaşlarında “normal bir yaşam” sürdürmeye hakları vardır. Aksini iddia etmek ve “Hayır, burada yaşayanlara şu yasak bu yasak” denilecekse o zaman kalın çizgilerle çizilmiş bir “ayrım”ın olduğu kabul edilmelidir. OHAL’in uzamasının gerekçesini “güvenlik” olarak gösteren MGK’nın ve hükümetin, uzamasını destekleyen her çevrenin önce OHAL’i tarif etmeleri, ardından da “olağanüstü” durumu göstermeleri gerekir. Kuru kuruya bir “bölücülük” tehlikesinden sözedip, paranoyak bir hastanın sayıklamalarına benzer biçimde “ille de OHAL” demenin ne kadar anlamsız olduğu ortada. Huzur Yerine Huzursuzluk Hakim Ama, OHAL ve benzer uygulamalı yönetimler yönetenler açısından bir ihtiyaç durumunda. Çünkü, bu tip yönetimlerin “dönemsel konjöktürlere” uygun biçimde yeniden yeniden gündeme getirilmesini böylesi uygulamaların doğruluğunu ispat için girişilen bir takım hareketler izler. Bölgede, arka arkaya yapılan yargısız infazlar, “huzur operasyonlarının” Diyarbakır’da yoğunlaştırılması ve diğer bölge illerine de kaydırılması hak ve özgürlükleri kısıtladığı gibi gerginlik politikasının da sürekli diri tutulmasına hizmet ediyor. Kürtler’in hak ve özgürlüklerini, çeşitli konularda dile getirdikleri taleplerini bastırmanın ve yok saymanın 257 tüm dünyayı sarmış olan “terörizmle mücadele” konseptine bağlanmak istenmesiyle olağanüstü uygulamaların sürekli hakim kılınması arasında güçlü bağlar bulunuyor. HADEP’e ve Kürt Öğrencilere Gözdağı Son zamanlarda “Aman, HADEP barajı geçiyor” diye ortalığı velveleye vererek hem güvenliğe, hem de diğer burjuva partilerine uyarı üstüne uyarı yapan holding medyasının OHAL uygulamalarına ve uzatılmasının mazaretlerine çanak tuttukları görülüyor. HADEP binalarına yapılan baskınların yanı sıra Yüksek Öğretim Kurumu’nun Kürt öğrencilerin “Kürtçe seçmeli ders olsun” diyerek rektörlüklere verdiği dilekçelere karşı aldığı sert tutum “terörle mücadele konsepti” dahilindedir. Yasaklama, baskı ve zor kullanma yöntemleriyle, hak ve özgürlük taleplerinin “terör” sayılmasına OHAL’in uzatılması da dayanak olmaktadır. OHAL’in kalkmasını bir demokrasi sorunu olarak gören tüm siyasi partilerin, sendikaların ve kitle örgütlerinin bunun için mücadele etmeleri ve çeşitli platformlarda ısrarla dile getirmeleri önemlidir. Emek Platformu bileşenleri ve bölgedeki sendikalar Emek Programı’nın aynı zamanda demokrasi ve özgürlüklere de sahip çıkması gerektiğini defarca vurguladılar. Bu demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin kapsamında OHAL’in kaldırılmasının önemli bir yeri olduğu unutulmamalı. Anadilde eğitim dalgasını yaymak için Gençliğin Sesi 3 Aralık 2001 Evrensel Anadilde eğitim, yıllardır öğrenci gençliğin en önemli gündemlerinden biri. Bugünlerde üniversitelerde başlayan kampanya ise bu gündemi yeniden canlandırdı. Yurdun dört bir yanındaki üniversitelerde, henüz başlayan ve sesini duyurmaya, yayılmaya çalışan bu kampanya, sayfamızda görüşlerine yer verdiğimiz öğrenci arkadaşların da anlattıkları gibi, YÖK tarafından hemen baskıyla karşılandı. “PKK’nin talebidir” deyip üniversite yönetimlerinden aman verilmemesi istenen talep, yanlış anlaşılmasın, üniversitelerin bütün öğrenim programlarını Kürtçe vermesi falan değil, Kürtçenin bir seçmeli ders olarak açılması! Ancak, üniversite kavramından başka her şeyle ilişkisi olabilecek bu tutum, alışık olunduğu üzere, ne tartışmayı, ne kulak vermeyi deniyor, yalnız yasaklıyor. Belki de, çoğu üniversitede öğrencilerin duydukları, arkadaşlarının ne için toplu dilekçeler verdiklerinden çok, “Yassah hemşerim” çığlıkları oldu. Ülkemizi yönetenlerin, başkalarına göstermek için “yolunu açtıkları” anadilde eğitimin yolu hâlâ yine bize kapalı gibi görünüyor. Oysa, bu talebin ne kadar doğal bir ihtiyaç olduğunu, dilekçeleri veren öğrenciler ellerinden geldiğince anlatmaya çalışıyorlar. “Biz Kürtçeyle büyüdük, kendimizi onunla ifade etmeye alıştık, eğitimimizi niçin o dille almayalım?” diyorlar. Bunun için Kürtçe diye bir seçmeli dersin açılmasının bir başlangıç olarak, hatta simgesel bir olay olarak oldukça anlamlı olacağını söylüyorlar. Kampanyanın birinci çıkış noktası bu. Sorunu daha açmayı sağlayacak bir olanak da, üniversite bölümlerinin, kürsülerinin Kürtçe dilini tartışmaya başlaması. Çünkü, üniversiteler, Hitit dili, Sümer dili, Urdu dili gibi zaman zaman mizah konusu da olan binlerce yıl önce konuşulan ya da hangi halkın konuştuğunun bile pek bilinmediği diller için kürsüler, dersler açıyor. Açması da normaldir, üniversitenin görevidir. 258 Ancak Kürtçe, bu sayılan ve benzeri dillerden de farklı olarak bugün, bizim topraklarımızda, hâlâ yaşayan bir halkın konuştuğu bir dildir. Kürtçeye karşı, kuşkusuz politik nedenlerle alınan bu tavır, halk için bilim kaygısı güden öğrenci ve akademisyenlerin elinde yok olup gidecektir. Başta her üniversitede bulunan Türk dili bölümleri, ya da kimilerindeki Kürtçe ile aynı dil ailesindeki Farsça gibi dillerle ilgili bölümler, akademik sorumluluklarının gereği olarak, Kürtçenin nasıl bir dil olduğuna ilişkin bir tutum almalıdır. Psikoloji vb. bölümlerde, eğitim fakültelerinde de yine, anadilde eğitim görmemenin yol açtığı zorluklar, kişinin öğrenim hayatında, kişisel gelişiminde sahip olduğu önem pekâlâ tartışmaya açılabilir. Bu, YÖK’ün anlayıp dinlemeden yasaklar koyma çabasını da zora sokacaktır. Daha da önemlisi, bilimsel sorumluluğunu hisseden bilim insanlarını ve doğrudan anadil sorununu duymayan Türk öğrencileri de, “Kürtçe’nin tarafında” olmaya zorlayacaktır. Bunun “demokratik üniversite mücadelesinin bir parçası” olduğunu söylemek, o zaman anlamlı olacaktır, çünkü öylelikle üniversitenin “üniversite olmak” çabasına dahil olacaktır. Bu talebin “bölücü” olma ya da kendisinden başka kasıtlar içermesi suçlamalarından kurtulmasının en kolay yolu da, Kürt öğrenciler dışındaki kesimlerin Kürtçe eğitim talebi için harekete geçmelerinin, Kürtlere destek vermenin ötesine geçmesini sağlamaktır. Üniversitenin “halk için bilim” yapmak görevini bırakıp “YÖK için bilim” yapmasının önüne geçilmesi de, Kürtçe ve anadilde eğitim konularını kantinlerin değil, tam anlamıyla üniversitenin gündemi haline getirmekle mümkün. Bu, YÖK’le de çok ciddi bir hesaplaşma anlamına gelecek. Pantolon yasağı ve Kürtçe 07 Aralık 2001 Radikal Hakkı Devrim Kamu çalışanı hanımlar haklı. Demet Bilge'nin yazdığı gibi, 1982 tarihli (bu demektir ki 12 Eylül ürünü) kılık kıyafet yönetmeliğine isyan ediyorlar. Đmza toplamaya başlamışlar. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK'in) öncülüğünde. 11 ocak 2002 cuma günü Meclis'in kapısına dayanıp, pantolon yasağının kaldırılmasını isteyecekler. - Kışın üşüyoruz, rahat hareket edemiyoruz, diyorlar. Özel işyerlerinde hanımlar (bizim gazete ve televizyonlarda, hele kış ayları yüzde yüze yakını) pantolon giyiyor. Kamudakilerin günahı nedir? * Benim bir kabahatim var bu konuda. Otuz beş yıl kadar önce, dergi-kitap-ansiklopedi ürettiğimiz işyerinde (Meydan Larousse), pantolonlu bir hanım görünce pek hayret ettim. Đşyeri ciddiyetine uymaz, bu hanımı uyarın dediğim bir hanım arkadaşım: «Alışırsın alışırsın», diyerek beni durdurdu. Durdurmasaydı, sonradan dediğimden utanmış olmakla kalmayacak, o gün orada, çoğu genç 259 üniversite mezunu olan hanım arkadaşlarıma rezil olacaktım. Sahiden hayret ederim, hele kış aylarında pantolonun hanımlar için ne kadar sağlıklı ve şık bir kıyafet olduğunu, nasıl olup da o gün idrak edemedim, diye... Doğrular sadece toplumdan topluma, insandan insana değişmiyor; devirlerin farklı doğruları olduğu gibi, bir insanın ömrü boyunca da doğruları değişebiliyor. * Günah çıkarmaya devam... Behice Boran, Urfa Milletvekili sıfatıyla mı, yoksa TĐP Genel Başkanı olarak mı bilemeyeceğim, Diyarbakır'da bir konuşma yaptı. Ertesi sabah neler dediğini gazetede okuyordum, kahvaltı masasında. Gülseren Hanım'a dedim ki: - Solculuğunu tartışmıyordum, ama şimdi ben de Behice Boran adlı hanım cezalandırılmalıdır, diyorum. Behice Hanım, Kürtçe de nihayet bir toplumun dilidir; evlerde olduğu gibi okullarda da konuşulmalı, öğretilmeli, geliştirilmelidir, demişti özetle. 60'lı yılların sonuna doğruydu. Cemal Gürsel'in Güneydoğumuzun bazı tatsız hadiselere gebe olduğu gerçeğini, ancak Çankaya'ya çıktıktan sonra fark etmesini çok yadırgadığımız yıllar. Siyasete bilimden gelmiş Behice Hanım'ın, endişe edilen, beklenen yangına körükle gitmesine isyan ediyordum. Bugün, tartışılması gereken bir görüşü tereddütsüz mahkûm edişimi kınıyorum. - Yeri mi, zamanı mı, hazır mıyız biz bu tartışmaya, diye karşı çıksaydım, belki daha isabetli bir davranış olurdu. Behice Boran'ın o tarihte bizim bir gerçeğimizi işaret etmiş olduğunu aradan geçen zaman bana da öğretecekti. Benzer, benzemez konuları bugün de tartışıyoruz. Katı ve kesin tavırların, ihmaller kadar zararlı olabileceğini hatırlamakta fayda var. Đnadına Kürtçe eğitim 8 Aralık 2001 Yedinci Gündem Rıza Yıldız* Binlerin katılımıyla "Kürtçe Eğitim Kampanyası" tüm hızıyla sürüyor. Kampanyada belirtilen istemlerin siyaset üstü insani talepler olduğu, bu nedenle yasakçı zihniyete karşı bunun savunulmasının ne kadar meşru bir hak olduğu aşikardır. Savunulan şey insanın olmazsa olmaz koşularından olan anadile dair şeylerdir . Dilin bir insanın ifade biçimi, düşüncesi, ilişkisi, diyaloğu vb. dolayısıyla yaşamsal fonksiyonu; bir toplumunda halklaşmasının, uluslaşmasının diğer uluslardan ayrışma sürecine girmesinin, kendisini yaşamsal fonksiyonla elde ettiği kültürel, düşünsel, sanatsal, eğitsel ve benzeri birikimlerle yarınlara taşmasının yegâne aracı olduğu bilimsel ve tarihsel verilerle kanıtlıdır. Dilin insan yaşamı ve sosyalitenin sağlıklı gelişimi açısından önemi böyle bakıldığında anlaşılır. Toplumların hoşgörü ve barış erdemiyle kaynaşmaları, tarihsel, kültürel birikimlerin insanlığın ve uygarlığın hizmetinde olacak şekilde paylaşımından, alış-verişinden geçer. Burada kardeşlik esastır. Tahakküm söz konusu değildir. Bir birlerinin gözlerinin içine bakarak bir ilişkilenme ve diyalog düzeyi söz konusudur; birisinin bastırmasıyla sayılması değil. Đnsanı insan yapan, dilin özgür ve eşit koşullar altında kullanımı tüm halk ve hürriyetleri temelini oluşturur. Halk ve hürriyetlerde mahrum bırakılmanın yada hak ve hürriyetlerin gaspını dilden başladığı ve bu yönlü asimilatif 260 fiiliyatlarda bulunulduğu siyasal-sosyal tahakümünü yapılanmaların tarihinde görülmüştür. Aslında hiç de yabancısı olmadığımız Türkiye'nin ekonomik-sosyla-siyasal yapısındaki çürumüşlüğün hep nedeni olagelen Kürtlerin durumu bunun tarihsel süreciyle hem de aktüel politik gelişmelerde ne bir şekilde gösteriyor. Bu anlayış doğrultusunda şekillenen Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt sorunu çözümüne ve Türkiye'de demokratik yapının gelişimine katkıda bulunacağını inancıyla başlatılan "Kürtçe Eğitim Kampanya"nın meşruyeti iyi anlaşılmalıdır. Bu politik bakış açısı bile Türkiye'nin demokratik uygarlık çizgisinde güçlenmesi, güven düzeyi tutturmasını isteyenlerin bu tür işlemlere sahip çıkmasının kaçınılmaz kılmaktadır. Hem insani, hem de böyle siyası yönü olan Kürtçe Eğitim istemine duyarsız kalmak, buna karşı üç maymunları oynamak Türkiye'nin demokratik gelişimini istemeyen anlayışla aynı potada olmak demektir. Bu da böylesi gerici anti-demokratik eğilimleri güçlendirici işlev görüyor. Bu açıdan yaklaşımları önemlidir. Bu Türkiye'de yürütülen tartışmaları demokratik tarzda sorun olması için ne yaklaşımlar zorunludur. En son 12 Eylül anti-demokratik sistemin ürünü olan, hiç bir meşru yönü bulunmayan kuruluş amacı zaten hak ve hürriyetleri kısıtlamak olan YÖK'ün açıklamaları da belirleyici olacağa benziyor. Önemli olması neyin meşru haklığı olduğunu cesurca ortaya koyabilmektir. Günümüz çağ koşullarıyla hiç bir şekilde bağdaşmayan uygulamalarından duyulan rahatsızlığın devletin en yetkili ağızlarınca da dile getirildiği demokratik talep ve gelişmelerin önemli statükocu anti-demokratik ve keyfi uygulamalarıyla ülkemin bölünmez bütünlüğü jandarması rolünü oynayan YÖK'ün ciddiye alınacak hiç bir yönü yoktur. Böyle bir zihniyetin yapabileceği tek şey eğitim harcamaları polisiye önlemlere ayırmak okulları kışlalaştırmak yada abluka altına almak bilimi devletin bütünlüğünü koruma silah olarak ele olmak, bilim adamının polisleştirmek ve antidemokratik zihniyetin somut savunmaları haline getirmektir. Türkiye'de değişimi gününde geniş toplumsal muhatabın bulunduğu 12 Eylül Anayasası'yla beraber gereksizleşen ve meşruyeti olmayan yapılanmanın da Türkiye'nin demokratikleşmesine hizmet edecek şekilde değiştirilmesi yada tamamen kaldırılması gerekir. En son olarak Kürtçe Eğitim başvuruları konusunda tehditler savuran, hiç bir haklı gerekçeye dayanmadan keyfi uygulamalarda bulunan ve öğrencilerin en doğal haklarından olan dilekçe hakkının da elinden alınmasını isteyen YÖK gerçekliğini ve demokratik gelişimin önünde ne kadar aşındığını bir kes daha gösterdi. Aslında YÖK'ün "bölücü" demogojisini yapması demokratik gelişmesini önündeki acizliğini gösteriyor. Kürtlerin ve dillerin zenginliğini bölücülüğü getirmediği aksine gönenç düzeyini yükselttiği, sağlıklı bir ilişkilenme ve gelişmeyi doğurduğu günümüz demokratik devlet yapılanmalarında görülmektedir. Bu anlayış, sosyal barışın, kardeşliğin ve "bütünlüğün" garantisidir. YÖK'ün orayla burayla ilişkilendirip öğrencileri yaftalandırmaları aynı zamanda hakaret olup suç duyurusuna neden teşvik etmektedir. Bu nedenle meşru ve haklı olanın ne olduğu iyi bilinmelidir. Kürtçe eğitim isteminin Türkiye'nin demokratikleşmesi sunacağı katkıların ve Türkiye'nin bu doğrultuda kardeşlik ve barış erdemiyle sağlayacağı güçlü bütünlüğün garantisi olduğunun görülmesi gerekir. Bu açıdan insan haklarında yana, Türkiye'nin güvencini isteyen ilerici ve demokrat herkesi Kürtleri en insanı talebi olan Kürtçe Eğitim istemini duyarsız kalmaması, buna aktif destek sunması gerekiyor. Bu misyon en önemli yurttaşlık görevi olarak algılanmalı. Öğrenci 261 Kürtçeye özgürlük 15 Aralık 2001 Radikal Murat Çelikkan Üniversitelerde yürütülen 'Kürtçe Eğitim ve Öğretim Kampanyası'ndan haberdar mısınız? Nedense 'Ey Türk Gençliği!'ne ilişkin haberlere medya, 12 Eylül'den bu yana itibar etmez oldu. Bu kampanyayı, Kürt Öğrencileri Girişimi yürütüyor. Kürtçe dilinin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulmasını istiyorlar. Anayasa'da Kürtçe’yi yasaklayan bir madde olmadığını, Kopenhag Kriterleri'nin Kürtçe diline yasağa imkân tanımadığını belirtiyor ve demokratik, çok kültürlü bir toplum çağrısı yapıyorlar. Öğrencilerin 200 dilekçeyle Đstanbul Üniversitesi'nde başlattığı kampanya bu güne kadar Türkiye çapında 7 bin dilekçeye ulaşmış durumda. Bu kampanya karşısında önce devletin resmi ajansı AA'dan Emniyet güçleri kaynaklı "terör örgütü PKK'nın, üniversitede okuyan sempatizanlarından, dilekçe verme yöntemiyle üniversitede gerginlik çıkarmasını istediği" haberleri gelmeye başladı. Sonra YÖK kararı geldi: "Kürtçe eğitim isteyeni üniversiteden atın!" YÖK, üniversitelerde afiş kampanyası başlattı ve öğrencilere dilekçelerini geri alma talimatı verdi. 200 öğrenci buna uydu. Sonra Diyarbakır'ın Çarıklı beldesinde anadilde eğitim istemiyle yürüyüş yaptığı iddia edilen 6 ilkokul öğrencisi çocuk gözaltına alındı, ifadeleri alındı akşam serbest bırakıldı. Đzmir'de dilekçe veren 900 öğrenciyle ilgili başlatılan soruşturma kapsamında 13 öğrenci gözaltına alındı. Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nde topladıkları 1500 imzayı rektörlüğe götüren üç öğrenci gözaltında. Ağrı Dağı tartışması "Kente, tarihimize adını veren dağa sahip çıkmaya kalkıyorsunuz. Adını değiştirmek istiyorsunuz. Bu dağ bizimdir." "Hayır, bu dağ bizim il sınırlarımız içinde. Ermenilerin Ağrı adını değiştirerek Ararat koymasına siz de tepki gösterin. 100 dönüm araziniz var diye şov yapmaktan vazgeçin!" Söz konusu dağ, Ağrı ya da Ararat. Hayır, bu tartışma Ermeniler ile Türkler arasında değil. O dağı paylaşamayan Iğdır ve Ağrı valilikleri. Đl encümen üyeleri, turizm canlanırsa bundan her iki ilin de yarar göreceğini söyleyerek tartışmayı noktalamış. Ermeni kökenli Kanadalı yönetmen Atom Egoyan'ın Đstanbul Film Festivali'nce de programdan çıkartıldığı söylenen filmi Ararat'ın galasını bu iki ilden biri talip olsa, hem turizm de canlanır. 19 yıl sonra Dev-Yol 22 kişi, dün Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Dava, 18 Ekim 1982'de Ankara 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde başlamıştı ve tam 574 sanığı vardı. Ana Dev-Yol davasıydı. Bu dava başladığında, bugünün dilekçeci gençleri henüz doğmamıştı bile. Sanık sayısının 723'e ulaştığı davanın ilk etabı, 19 Temmuz 1989'da sona erdi. Beş yıl sonra, 24 Aralık 1996'da Yargıtay 11. Daire, bu davadan yargılanan 22 kişi için verilen cezayı az buldu ve idam cezası verilmesi doğrultusunda bozulmasına karar verdi. 19 Kasım 2001'de savcı tarafından hazırlanan mütalaada, sanıkların hepsinin idam ile cezalandırılması istendi. Dün bazı sanıklar savunma yaptılar, dava ertelendi. 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerinden miras kalan bu dava 19 yıldır sürüyor. Bazı sanıklar Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'nde bu dava nedeniyle Türk devletini tazminat ödemeye mahkûm ettiler, olsun dava hâlâ sürüyor. Resmi ideoloji 12 Eylül öncesinde yaşanan çatışmayı 'sağ-sol kavgası' olarak adlandırmıştı. 262 O dönemin solcuları, gördüğünüz gibi hâlâ yargılanıyor. Sağcıları ne mi oldu? Ne olacak, milletvekili! Kürtçe'ye Özgürlük AYDIN BOLKAN 15 Aralık 2001 Özgür Politika Đstanbul'da bulunan üniversitelerde başlatılan ana dilde eğitim ve üniversitelerde Kürt kürsülerinin kurulması kampanyası ülkede yaygınlaşarak devam ediyor. Şu ana kadar üniversitelere verilen ya da verilmeye çalışılan dilekçe sayısı 15 bini aştı. Bu dilekçelerin verilmesinin ardından öğrencilere yönelik baskı da arttı. Öğrencilerin dilekçeleri alınmamaya, alınan dilekçeler ise işleme konulmadan iade edilmeye çalışılıyor. Üniversite kampusları ablukaya alınarak dilekçelerin verilmesi engelleniyor. Bazı üniversitelerde bölüm başkanları ya da hocalar öğrencileri çağırarak, "Bu dilekçeler PKK'nin siyasallaşmasına katkı sunuyor. Dilekçeni çekersen hiçbir işlem yapmayacağız. Çekmezsen idari soruşturmaya tabii tutulursun, bir de DGM'lik olursun" tehditlerini savuruyor. Ve bu tehditlerin bir kısmı da YÖK'e karşı çıkan, özerk demokratik bir üniversiteyi savunan, yeri geldiğinde kendini solcu ve ilerici olduğunu açıklayan hocalardan doğru geliyor. Dilekçe vermek Anayasal bir hak. Anayasa'nın 74. maddesi, "Vatandaşlar ve karşılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye'de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetler hakkında yetkili makamlara ve TBMM'ye yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir" deniliyor. 3071 sayılı yasanın 7'inci maddesinde "Dilekçe sahiplerine iki ay içerisinde cevap verilir" deniliyor. Bu dilekçelere zamanında olumlu ya da olumsuz yanıt verilmemesi idari ve adli kovuşturmayı gerektiriyor. Ve verilere baktığımızda binlerce insan bu dilekçe hakkını kullanmış. 1984 yılından 2000 yılına kadar TBMM'ye dilekçe ile yapılan başvuru sayısı 14 bin 769. Haziran 1999 ve Ekim 2000 tarihleri arasında Başbakanlık ve bakanlıklara 71 bin 348, Cumhurbaşkanlığı makamına ise 16 Mayıs 2000 Kasım 2001 tarihleri arasında 100 bin 26 adet dilekçe sunulmuş. Bu dilekçelerin geri çekilmesi için neden baskı yapılmıyor, dilekçe sahipleri çağrılarak bunları geri çek denmiyor? Yargının adil ve bağımsız olmadığına, idarenin yaptığı haksız işlemlere kadar bir yığın şikayet bulunuyor ve bunlar olumlu ya da olumsuz yanıtlanıyor, kimileri ise yanıtsız kalıyor. Üniversiteler de bu dilekçeleri kabul etmek zorunda, isterlerse olumlu, isterlerse olumsuz isterlerse de hiç yanıt vermeyebilirler. Ama yanıtlanmayan ya da olumsuz olarak yanıtlanan her dilekçeye yanıt AĐHM'den karar olarak geri dönecek. Sahte demokratikleşme söylemleri ve uygulamaları açığa çıkacak. Ve belki bu gün üniversitelerin ısrarla kaçındıkları ana dil hakkı, yine bir uluslararası mahkemenin 263 içtihat kararıyla yaşamımızda yerini alacak. Üniversitelerin tutumu bu ama bir de demokratik örgütlerin bu konudaki tutumlarına bakmak gerekir. Kürtçe Eğitimi ve Öğrenimi için Ankara öğrenci Girişimi bir hafta boyunca siyasi partileri, milletvekillerini, yazarları, aydınları, şairleri, kültürevlerini gezerek 13 Aralık günü ĐHD Genel Merkezi'nde yapacağı basın toplantısına davet etti. Bir kısmı katılacaklarını beyan etmelerine karşın gelmediler. Bir kısmı ise "Biz gelmeyeceğiz ama size baskı olursa buna karşı gereken kamuoyu oluşması için açıklamalar yapabiliriz" dediler. Ama basın açıklamasına ĐHD yöneticilerinin dışında HADEP Ankara Đl Başkanı, SES MYK üyesi ve Yedinci Gündem Gazetesi Ankara Temsilcisi katıldı. Bırakın sol, demokrat aydın geçinen çevreleri, kendilerini yurtsever olarak adlandıran bu konuda her her türlü bedeli göze alanlar dahi katılmadı. Bu ilgisizliğe sessiz kalmamak gerekir. Ve sormak gerekir hani sokaklarda haykırdığınız, bültenlerinizde kocaman puntolarla öne çıkardığınız sloganınız vardı ya: "Halkların kardeşliği" bunun gereğini neden yerine getirmezsiniz. Neden kardeşlerinizin ana dil eğitimi konusunda yaptıkları girişimleri desteklemez neden bu konuda olumlu ya da olumsuz adımlar atmazsınız. Aydınlar, yazarlar, şairler, alternatif sol partiler, sol oluşumlar ve aklımıza gelen tüm bireyler, tüm demokratik kuruluşlar ana dil konusunda susuyor Kendilerine Komünist adı verip, koca koca tabelaları ışıklandırıp caddelere asanlar, sonra üniversitelere ana dil konusunda verdikleri dilekçeleri gidip geri alarak, "Bizim bu konuda merkezi kararımız yok" diyorlar. Neden yok? Ana dil eğitimi konusunda resmen 12 Eylül sonrasının suskunluğu yaşanıyor. Milyonların kapısında sıraya girdiği Türkiye'nin en iyi üniversitelerinde okuyan yüzlerce genç okuldan atılma pahasına ana dilde eğitim konusundaki ısrarını sürdürüyor. Ve onurlarının, vicdanlarının sesini dinleyen 15 bini aşkın genç, YÖK'ün, idarenin, polisin baskısıyla karşı karşıya ve onlar her şeye rağmen anayasal bir hak olan dilekçe hakkını sonuna kadar savunmaya kararlı görünüyorlar. Ya demokrasi güçlerinin sessizliği? Buna da diyecek bir şey yok. Her şey ortada. Onlar kendilerine sosyalist, kendilerine demokrat, kendilerine aydın... `Dillerimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır` Hicri Đzgören 19 Aralik 2001 Evrensel Bağrında değişik kültürler barındıran toplumlarda demokratikleşme, bu farklı kültürlerin varlığının kabul edilmesi ve onlara gelişimlerini sürdürebilecekleri olanakların sağlanmasına bağlıdır. Toplumsal kutuplaşma ve bunalımın yaşandığı bir ortamda en akılcı yol; farklı kimlik ve kültürlerin birbirlerini karşılıklı olarak görmesi ve benimsemesi olarak ifade edilebilir. “Đnsan toplumsal bir yaratıktır” saptamasında onun kültürel bir varlık oluşununun da ifadesi vardır. Yaşam ve doğa içindeki çeşni, bu varlığın farklı oluşumundan alır zenginliğini... Bir kültürü başka bir kültürün insanına empoze etmek, diğer bir deyişle asimilasyoncu politikalar izlemek artık günümüz insanının kabulleneceği bir durum olmamalıdır. 264 Her türlü kimliğin temel ve zorunlu öğesi dildir. “Dil-kimlik” ilişkisini ünlü tarihçi F. Bradulel; “Kimlik eşittir dil” özdeşliği olarak kurar. Her dil güzeldir, bir başka evrendir. Çoğunluklu dilini, tek resmi dil olarak kabul eden, “öteki” dillerin zaman içinde gündelik kullanımdan düşmesini hedefleyen zihniyetler bu süreci hızlandırmak için eğitim kurumlarında bu dillerin kullanımını yasaklama yoluna giderler.. Oysa her insanın anadilinde eğitim görmesi kadar doğal ve masumane bir hak düşünülemez. Kişi ya da topluluğun herhangi bir nedenle bu haktan mahrum edilmesi, doğrudan insanlığa yapılmış bir saldırıdır. Farklı kültüre dayalı bir kimliğin kendini ifade olanaklarının engellenmesi de doğadan bir rengin silinmesi anlamına gelir. Oysa değişik kültürler çokkültürlü bir yapılanmada birbirlerine karşılıklı olarak, yeni boyutlar, yeni nitelikler kazandırırlar. Bu sayede çağın ve yaşamın gereklerine uymayan, birlikte var olamayı zorlaştıran ve gelişmeyi önleyen öğelerin ayıklanması da kolaylaşır. Değişik kültürlere serbestçe gelişme imkânlarının sağlanması, demokratik bir birliktelik, ortak bir gelecek oluşturabilmelerini de pekiştirir. Çoğulculuk esasına dayalı bir politika; kültürel politikaları merkezileştirmek yerine onları koruma, geliştirme ve tanıtmayı öngörür. Oysa yürürlükteki katı merkezci tutum ve anlayış; ulusçuluk adına ırkçılığa varan bir tutumdur. Yıllardır süren bu anlayışa çanak tutan sözümona kimi aydınlar (!) da en az yönetenler kadar militarist ve ırkçıdırlar! Ve ne yazık ki bu vebali boyunlarında bir tasma gibi taşıdılar hep. Halil Cibra’nın deyişiyle; “Zalim zulmünü işletirken ak ellilerin elleri temiz olamaz.” Kimliği ve kültürü yok sayılanlar da Apol Lianaire’nin şu sözünü hiçbir zaman unutmamalıdırlar; “... Bir başka kimliğin kültürüne teslim olmak, silah zoruyla teslim olmaktan daha tehlikelidir.” Üniversiteli öğrencilerin, “Ana Dilde Eğitim Hakkı” çervesinde başlattıkları, “Kürtçe’nin seçmeli dersler arasına alınması” talepleri; okuldan atılma tehdidi, ülkücü saldırılar, polis baskısı ve gözaltılarla devam ediyor... V. Wittgenistein’in sözünü şiar edinmişler; “Dillerimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır”. Đzliyor ve duyuyor musunuz? Kürt dili hem sembol hem de ihtiyaçtır 22 Aralık 2001 Yedinci Gündem Hesenê Qazi Bir konunun oturmuş bir teorik alt yapısı olmadığı zaman, açık ve net gözükmeyeceği, ele alınmasının, güçlü ve sağlam olmayacağını tekrar etmeye gerek yok. Kürt dilinin Türkiye'deki durumuna ilişkin eğer gerçekçi olmak gerekirse, durumu ortaya koyacak teorik bir ölçü kullanılmıyor, daha çok duygusal ve dile yabancı bakış açısıyla bakılıyor. Enerji ve çabanın çoğu da bu yöntem ve tarzda harcanıyor. Dili diriltme süreci artık başlamıştır ve bu gerçeğin kabul edilmesi o kadar haklı ve uygun ki dil düşmanları bu durumun karşısında duramıyorlar. Ancak bu yeterli değil. Enerji, emek ve çalışma, çok hızlı bir şekilde teorik bir alt yapının oluşmasına doğru yol almalıdır. Sık sık dilimizin serbestçe konuşulmasından bahsedemeyiz; ancak, bunu nasıl pratikleştireceğimizi de bilemiyoruz. Kürtlerin zihninde dilin bir kimlik olduğunu, 265 günlük yaşamın bir parçası olarak sürdürmenin nasıl olacağını da söylemek gerekiyor. Yasak ve engellemelerin, Kürt dilini sembolikleştirmeye doğru götürdüğü tespiti doğrudur. Fakat, bu dönem yeni bir aşamaya varmış bulunuyoruz. Bu nedenle hem kendimizin hem de dili yok etmek isteyenlerin er geç dilin bu gerçekliğini kabul etmeleri için dilin pratik bir ihtiyaç durumuna gelmesi sorunu ortaya çıkıyor. Eğer konuşma, bilimsel bir altyapıya oturtulmak istenirse, o zaman bir planlamaya ihtiyaç olur. O planlamanın da adım adım yürütülmesi gerekir. Örneğin: Kürtlerin hakları için mücadele eden bir kurum, birincisi doğal tecrübelerini derleyerek ve biraraya getirmeli ayrıca, kendi içindeki alış verişleri Kürtçe ile yürütmelidir. Böyle bir yapıda ilişki kurma dili Kürtçe olmalıdır. Böylece kısa bir süre içinde sembolik olarak kullanılan Kürtçe, giderek düşünsel etkileşimi sağlayan pratik bir işleve kavuşur. Bir söz vardır, söylenir: "Tecrübenin değeri bir aydır", yani deney ve tecrübe ölçü olabilir. Varsın bizi de bu şekilde denesinler. Eğer biz Kürt dili ile onun koşullarının değişimi için düşüncemizi değiştirme çabasında olursak, bunun sonucu olarak bir başka değişime de yol açabiliriz. Kürtçe neye göre evrensel değil? 26 Aralık 2001 Evrensel Çetin Diyar Kürtçe’nin, radyo ve TV yayınlarında kullanılmasının önündeki engeller, iniş çıkışlı olarak da olsa, hükümeti oluşturan partilerden MGK’ya, sermaye örgütlerinden medyaya kadar geniş bir egemen çevrede tartışılıyor. Dünkü köşe yazısını bu konuya ayırmış olan Hürriyet yazarlarından Sedat Ergin, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin önüne koyduğu tam üyelik koşulları içinde yer tutan bu konuda Anayasa metninde değişikliğe gidildiğini, ancak RTÜK Yasası’nda bulunun engelleyici hüküm nedeniyle yasağın devam ettiğini hatırlatıyor. Konu içindeki önemi bakımından RTÜK Yasası’nın söz konusu 4. maddesindeki sınırlamayı buraya da alalım: “Radyo ve TV yayınlarında ancak evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasında katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde haber iletilmesi amacıyla bu diller kullanılabilinir...” Sedat Ergin, AB ile ilişkilerin tıkanmaması için, Anayasa ile RTÜK’ün bu maddesi arasındaki çelişkinin giderilmesini, bu maddenin yasadan çıkarılmasını öneriyor, ancak şu ifadeleri kullanmayı da ihmal etmiyor: “Kürtçe, evrensel kültür ve bilime katkısı olan bir dil olarak değerlendirilmediğinden, RTÜK Yasası’ndaki bu ifadeyle doğrudan yasaklama kapsamı içinde kalıyor.” DĐLĐN EVRENSELLĐĞĐNE RTÜK MÜ KARAR VERECEK? Kürtçe kime ve neye göre, evrensel kültür ve bilime katkısı olan diller sınıfına sokulmuyor? Buna RTÜK mü karar verecek? Binlerce yıllık tarihi olan, binlerce ürün verilmiş olan bir dili “katkı” olarak görmeyen bir kültür anlayışı nasıl evrensel olabilir? Böyle bir anlayış ancak “evrensel bir gericilik” olarak tanımlanabilir. Ancak kaldı ki, söz konusu sınıflandırma evrensel değil, belli ülkelerin gerici yönetim ve kurumlarının sınıflandırmasıdır. Herhalde Kürtçe’nin, onu “evrensel” bulmayan RTÜK’ten ve bu yasal düzenlemeye gerek duyan yönetenlerden çok daha evrensel olduğunu aklı başında herkes kabul edecektir. KÜLTÜR BAKANLIĞI KÜRTÇE KASETLERE BANDROL VERĐYOR 266 Ayrıca, gelişmeleri iyi izleyen akıllı bir okur şu soruyu sormadan edemeyecektir: “Türkiye’nin Kültür Bakanlığı’nın bandrolünü taşıyan, onun onayından geçmiş Kürtçe kasetler piyasada satılırken, diğer bir kurumunun yasasındaki bu engel neyle açıklanacak? Bunu Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın evrensel olanla olmayanı ayıramadığına mı yormak gerekir?” Ancak, süreç iyi izlendiğinde tüm bunların, sıradan çelişkiler olmadığı, ya da kurumlararası algı sorunu ile açıklanamayacağı da açıktır. MGK’nın konuya yaklaşımı, AB kapılarını Türkiye’ye kapatmayacak kadar “kontrollü bir demokrasi” uygulamak biçiminde. Yani şimdilik Kültür Bakanlığı’nın denetiminden geçen kasetleri dinlemekle yetinsinler, yolu tamamen düzledikten, “zararlı unsurları” temizledikten sonra diğerlerine de bakarız deniliyor. AB VE TÜRKĐYE ARASINDAKĐ BĐR SORUN DEĞĐL Kaset, kitap vb. şeylerin, dolaşım bakımından radyo ve TV’ye göre çok daha sınırlı bir etkiye sahip olduğu noktasından hareket edildiği için, bugünkü dengeler içinde bununla yetinilmesi isteniyor. RTÜK Yasası’ndaki “evrensel kültür ve bilime katkısı olan bir dil” sınırlaması, MGK’nın bu tercihi bakımından bir tutamak noktası işlevini görüyor. Elbette bu sorun, AB ile Türkiye yönetenleri arasındaki bir sorun olarak daraltıldığında, “AB şunların burnunu sürtse de sorun çözülse” anlayışı, beklentisi aşılamayacaktır. Sürece irade koymak, müdahale etmek, anadilde yayın ve eğitim hakkını kazanılmış bir hakka dönüştürmek gerekiyor. Đçinde yaşadığımız dönemde evrenselliğin çağrıştığı olumlu değerleri temsil etme yeteneğine sahip tek sınıf işçi sınıfıdır. Ve onun değerleri içinde de, her halkın dilini tercih etme özgürlüğü en doğal haklardan biridir. Đşçi ve emekçilerin iktidarda oldukları bir Türkiye’de, “evrensellik” sınıflaması da ona göre yapılacak, Kürtçe bunun içinde yerini alırken, tüm gerici burjuva sınıflamalar da kapı dışarı edilecektir. Hollanda'da anadil ve kültür eğitimi 5 Ocak 2002 Yedinci Gündem Piro Kaplan* Anadil ve kültür eğitimi, kişinin doğuştan sahip olduğu ve olması gereken temel bir insan hakkı olduğu ve bunun hiç bir şekilde engelenmeyeceği, hiç bir devlet ve zümrenin bunu başkalarına karşı bir lütuf gibi sunamayacağı gerek Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde gerekse Avrupa Birliği Nihai Senedi'nde açıkça dile getirilmiştir. Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde yaşayan göçmen toplulukları, Türk, Kürt, Marokan ve diğerleri bu ülkelerde gidici olmadıklarını anladıkları seksenli yıllardan itibaren bu hakkın elde edilmesi için bir çaba içerisine girdiler. Nitekim söz konusu tarihe kadar, Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen toplulukları misafir işçi, "gastarbeider" olarak anılıyorlardı. Bir çoğu buralarda yalnız başına ve bekar yaşıyordu; eş ve çocuklarını geldikleri ülkelerde bırakmışlardı. Seksenli yıllarda kısmi geri dönüş yapanlar ise büyük oranda hüsrana uğradılar. Biriktirdikleri üç beş kuruşu gittikleri Türkiye gibi ülkelerdeki rejimlerin ortaya çıkardığı kapkaççı tefecilere kaptırdılar. Bu yıllarda insanlarda farkedilen en önemli özellik, büyük bir heyecan ile geldiği ülkeye dönüp orada birikimlerini kullanma hırsı oldu. Böylesi örnekler sonucu bu eğilim bir anda kesiliverdi. Üstelik Hollanda hükümetinin daha sonra uygulamaya koyduğu geri dönüşü teşvik amaçlı ekonomik yardım ve diğer kolaylıklar da pek işe yaramadı. Bu konu epey geniş, ancak bu yazının konusu olmadığı için şimdilik bunu özet olarak geçiyorum. Evet ne diyorduk Anadil ve kültür eğitiminin önemi üzerinde duruyorduk. Dolayısıyla, 1980'li yılların sonunda Türkiye'de cunta sonrası Avrupa'ya yönelik yoğun entellektüel 267 göçün de katkısı ile burada, yani Hollanda'nın geniş demokratik ortamı içerisinde bu hakkı dile getirmek pek de zor olmadı. Zaten Hollanda gibi ülkelerin temel özelliği, gelişmeleri önceden görebilen ve bu konu da uzmanlaşmaya önem veren, gelişmeleri önceden görmenin kolaylığı ile bunun kanallarını da zamanında açabilen bir özelliğe sahip olmalarıdır. Ta başından beri, tüm göçmen kurumları, yerel ise belediyelerden, ülke düzeyinde ise ilgili bakanlıklardan büyük oranda parasal destek gördüler. Bu arada belediyeler, yerel yönetim organı olarak Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar geniş yetki ve olanaklara sahipler. Örneğin, polis teşkilatının bir kısmından tutun da maliye, eğitim ve kültür politikları büyük oranda belediyelere bağlıdır. Tabi bu yardımlar belli sosyal kültürel çalışmalar için veriliyordu. Bunların başında kendi dilini ve Hollandaca'yı öğrenme kurslarından tutun da mesleki çalışmalara kadar. Ne varki bu deneyler pek başarılı olmadı. Çünkü hükümet, öz örgüt denilen göçmen örgütlerinin bu paraları rasyonel kullanmadıkları noktasından hareketle mesleki uzmanlık isteyen anadil eğitimi vs. çalışmaları okullarda sürdürmeyi ve anadil öğreten öğretmenler yetiştirmeyi ve aynı zamanda Türkiye'de mesleği öğretmen olan insanlardan da yararlanarak bu güne kadar başta ilk okullarda olmak üzere ülkesel ve bölgesel çok sayıda okulda anadil eğitimi verilmektedir. Ayrıca göçmen toplulukların kendi kurumlarında da devletin parasal desteği ile ana dil eğitimi verilmektedir. Her ne kadar 80'li ve 90'lı yılların başında anadil ve kültür eğitiminin önemini anlatmak gerektiyse de, bu konunun önemi en azından Hollanda gibi kendisini multi-kültürel (çok kültürlü) bir toplum olarak adlandıran ülkenin ilgililerince yeteri kadar bilindiği için bu konuda uzun bir çabaya gerek kalmadı denilebilir. Bugün Hollanda'da onlarca dilden eğitim yapılabilmektedir. Đlkokullarda ders saatlerin dışında başta Türkçe ve Arapça olmak üzere ders verilmektedir. Bunun dışında belli toplulukların bulundukları yerlerdeki okullarda farklı ana dillerde de eğitim yapılabilmektedir. Türkiye'de öcü olarak görülen Kürtçe anadil eğitimi de bir çok yerel belediyede Kürtçe Anadil Kursu adı altında yapılmaktadır. Şimdi bu yazıyı okuyan okuyan sivri zekalı bir Türk yetkilisi hangi belediye bünyesinde Kürtçe eğitim veriliyor diye, gidip bunu engellemek isteyebilir. Ama alacağı cevabı ben size söyleyeyim "bayım sen hangi yüzyılda yaşıyorsun" olacaktır. Çünkü, Türk devlet geleneği, başta Kürtler olmak üzere çok kültürlü yaşama karşı despotluğu ile bilinir. Bu yaklaşım ise ne Türkiye'nin içinde yer almaya çalıştığı dünya gerçekliği ile ne de Türkiye'nin sahip olduğu zengin halklar mozaiği ile bağdaşmaktadır. Türkiye'den de ısrarla istenen budur. Yukarıda anadil ve kültür eğitiminin tarihçesi hakkında kısaca bir şeyler dile getirmeye çalıştım. Đşin güzel yanı bu toplulukların her birinin buradaki geçmişi çok yakın olmasına karşın elde edilen kazanımlar bu ülkenin demokrasisi ve insan halkarı açısından büyük bir kazanımdır. Üstelik, kimsenin burnu bile kanamadan kazanılmış haklardır. Yani kazanılmış derken de öyle Türkiye gibi ülkelerde alışkın olduğumuz meydan muharebeleri gibi de değildir. Bu tamamen Hollanda'daki sistemin, kendi yapısını diğer topluluklara da açması kısacası kendi demokrasilerine güvenmelerinden kaynaklanıyor. Demokrasi deyince Türkiye'deki gibi değil elbette. Đşte, bir Avrupa topluluğu üyesi ülke ile bu topluluğa üyelik başvurusunda bulunan Türkiye'nin ne kadar farklı olduğu sanırım yukarıda dile getirdiklerimizlerden anlaşılıyordur. 268 Bu arada Hollanda'ya gelen bir Türk üst düzey devlet yetkilisinin bir ara bana sorduğu bir soruyu da aktarmak istiyorum; Şöyle demişti: "Peki orada bu kadar anadilde eğitim yapılıyor, özgürce radyo ve televizyon yayınları yapılıyor, peki o ülke bölünmüyor mu?" Böyle bir soruyu Hollanda'da kimseye soramazsınız. Çünkü ne dediğinizi anlamazlar. Çünkü, bir ülkenin bölünmesi ile anadil ve kültür eğitimi arasında bir bağ kurulmaz ve de kurulamaz. O zaman da bu soru sorulduğu sırada beni bir gülme tutmuştu, ama soru soranın Türkiye kökenli olmasına saygı duyarak bunu belli etmedim. "Ne bilsin adamcağız" demiştim içimden. Sonra, neden böyle bir bağ kurulamayacağını ona anlatmıştım. Bu arada kendisine demiştik ki, "bakın, Türkiye'de Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakları kaldırın, o zaman sorun kalacak mı görürsünüz." Ne yapalım tek diyebileceğim Allah hepimize, özelikle de Türkiye'de yaşayan Türk, Kürt halkına ve diğer azınlıklara geniş sabırlar versin. Kolay değil dinazorların yönettiği bir ülkede yaşamak... *Hollanda göçmen işleri görevlisi Anadili yasaklamak şiddettir 5 Ocak 2002 Yedinci Gündem Ergülen Top / Ankara Üniversitelerde Kürtçe seçmeli ders verilmesi amacıyla kampanya başlatan öğrencilere, yıllardır üniversitede Đngilizce ders veren Prof. Dr. Yusuf Eradam destek çıktı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Amerikan Kültür ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı Eradam ile anadilde eğitim, Kürt sorunu ve Türkiye'nin Kürtçe fobisi üzerine konuştuk. Prof. Dr. Eradam, 2001-2002 eğitim yılının başında kurulan Yeniden Yapılandırma Kurulu çalışmaları sırasında üniversitede Kürtçe eğitim verilmesi için talepte bulunduğunu ancak bunun Dekanlık tarafından reddedildiğini kaydediyor. Kürt öğrencilerin Kürtçe seçmeli ders için talepleri var. Türkiye'nin en eski üniversitelerinden biri olan Ankara Ünviversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Amerikan Kültür ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı olarak bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürtçe'nin eğitim dili olarak, yurdumuzdaki Kürtlere kullanma hakkı olarak verilmesini iki açıdan konuşabiliriz. Birincisi; iktidar siyasi açıdan bunu tehlikeli buluyor. Bunun önüne geçmeye çalışıyor. Đkincisi ise akademik toplantılarda bile bu 'tu kaka' konulara girilmemesi gerektiğini savunan bazı bağnaz ve yobaz akademisyenlerimiz var. Şimdi Türkiye'yi oluşturan 77 milletin kendi evlerinde, sokaklarında kullanabildikleri dillerini kullanmaları zaten doğal bir haktır. Buna kimse karışamaz, ananızın sütü kadar helaldir. Mesala Almanya'da doğmuş orada büyümüş ve kendini Alman gibi hisseden bir çocuğun sırf anası babası Türk diye Türkçe öğrenme zorunluluğu yoktur. Bir insanın doğduğu yer başka olabilir ama kendine ait hissettiği kimliğinin en önemli parçası olarak gördüğü dilini kullanmasını yasaklamak ona uygulayacağınız en büyük bir şiddettir. Öğrencilerin başlattığı "Seçmeli Kürtçe dersi" kampanyasından önce aynı talebi ben götürdüm üniversiteye. Ben fakültenin Yeniden Yapılanma Kurulu'nda iken Kürtçe'nin yardımcı dil olarak okutulması için dekana yazılı bir metin sundum. Ancak bu talep dekan tarafından kabul edilmedi. 269 Ben de bunun üzerine Yeniden Yapılanma Komisyonu'nundan istifa ettim. Dekan da kurulu lağvetti. Seçmeli Kürtçe ders talebinde bulunmaya nasıl karar verdiniz? Neden olmasın. Bir sürü saçma sapan, kullanılmayan ölü dil var. Ve bunu kullanacak insanların olduğu bir ülkedeyiz. Yani bu ülkede yaşayan insanların dilleri öncelikle öğretilsin. Ben istemez miyim, Kürt bir öğrencimle oturup, öğrenebildiğim kadar Kürtçe bir kaç laf edeyim. Öğrencilerinizden şimdiye kadar böyle bir talep gelmiş miydi? Gelmedi ama ben hocalığımın ilk yılında şöyle bir tecrübe yaşadım. 80 darbesi öncesi Türkiye'nin en karışık olduğu bir dönem. Sınıfta ders veriyorum. Kapıda da jandarma duruyor. Đçerden bir gürültü oldu mu içeri dalıyor bu jandarma. Ve ben "yasaktır" kelimesinin Đngilizcesini öğretiyorum. Ben Türkçe konuşmamaya çalışaraktan "Forbiden" kelimesini anlatıyorum. Tahtaya bir daire çizdim, üstüne de bir köpek resmi yaptım. Hani sağda solda köpek resmi olur, üstüne de çizersiniz "Yasaktır, girilmez" diye. Ben tam resmi bitirdim, arkadan "Köpekler giremez" diye Kürt öğrencilerden bir tanesinden ses çıktı. Ama bunu kast ettiği kişiye doğru söyledi. Oradan da "Sen kime köpek diyorsun, pis komünist" diye başladılar iki grup kavga etmeye. Gürültü üzerine jandarma içeriye daldı "bir şey mi var hocam" diye. Yok bir şey dedim. Sonra aynı çocuk bana "Hocam vallah billah ben Türkçe'yi zor konuşiyem, sen bana Đngilizce'yi öğretmeye çalışisen" dedi ben o sırada fark ettim. YÖK'ün Kürtçe eğitim kampanyasına yönelik büyük baskıları var. Öğrencilere soruşturmalar açıldı, okuldan uzaklaştırılanlar oldu, göz altına alınan ve tutuklananlar da var... Bence bu durum korkudan. Yani ülkenin temellerinin zayıf olduğunu zannetmelerinden kaynaklanıyor. Türkiye bölünecektir diye korkuyorlar. Bu korku nerden geliyor? Sen temelini doğru atmadın mı korkarsın. Bazıları Kürtçe'nin eğitim dili olmadığını iddia ederek karşı çıkılyor. Bir yapılsın, görelim. Yapılamayacaksa da yapılmayacaktır zaten. Eğer yapılamıyorsa, uygulanamıyorsa kendiliğinden düşsün. 'Yapılamaz' deyip de baştan reddetmek, bence çok mesnetsiz, dayanak noktası olmayan bir iktidar zorlaması. O da yapılsın. Niye Fildişi sahilindeki arkadaşımın kaynanasını anlaması için onun dilini öğrenmesine engel olmamışlar. Bir de gençlere soruşturma açmak yanlış. Gençler bunu hep yapacaklardır. Gençlerin böyle gözü kara olmaları, cesur düşünceleri savunmaları hep olagelmiştir ve olması da gereklidir. O yüzden de ben hiç bir zaman 'biz de gençliğimizde böyleydik, neyi değiştirdik' diyen hocalardan değilim. Gençlerin dünyayı daha iyiye değiştirmek için böyle bir dinamikleri vardır. Bir pozisyon edinmiş, köşe başlarını tutmuş titr sahibi insanların da bunları desteklemeleri, yönlendirmeleri gerekir, diye düşünüyorum. Gerisi bağnazlıktır, yobazlıktır, iktidarın uşaklığıdır. Ölü dil, yaşayan dil kavramlarından bahsettiniz. Bunları biraz açar mısınız? Ölü diller, insanoğlunun tarihini, nereden gelip nereye gideceğine ışık tutacak verilerin olduğu kaynakları okuyup araştırmamız için gerekli. Bunlar ana bilim dalı olarak kalmalı, yani o uzmanların öğrenmesi gereken bir dil. Ama öte yandan yaşayan diller var. O yaşayan dilleri öldürmemek gerekiyor. Dünya Yazarlar Konferansı'nda bu yüzyıl içinde yeryüzünde iki bin dilin yok olduğunu öğrendim. Bu nasıl mümkün olabilir? Bir de bunun müzesi olduğunu söylediler. Dehşet verici bir fikir. Öyle bir müzeye girmeyi kimse hakketmiyor. Đktidar hangi dildeyse onun global iktidarı olacaktır o dil aracılığıyla. Herkes, ürününü, malını da satmak istese iletişimini artık Đngilizce kullanmak zorunda. 270 Mevcut durumda Kürtçe konuşma konusunda bir yasaklama görünmüyor ama bütünlüğü bozar iddiasıyla eğitim konusunda sorun çıkarılıyor. Türkiye'de iki dilde eğitim olamaz mı? Tabii olabilir. Dünyada öyle yerler de bol miktarda var. Đskoçya'da sınıf arkadaşlarım, Fildişi sahilinden ya da Afrika'nın değişik yerlerindendi. Bir tanesi 8 dil birden konuşuyordu. Bizim öyle burun kıvırdığımız 'Afrikalı zenciler' diye aşağıladığımız adam 8 dil konuşuyor. Anadili dışında, diyelim kaynanasıyla anlaşacak, kaynanasının kabilesinin konuştuğu dili öğreniyor, alışveriş yaptığı bir köye gittiğinde oradakilerle anlaşabilmek için onların dilini bilmek zorunda. Bu arada o ülkenin üzerinden Fransa geçmiş. Fildişi'nde resmi dil Fransızca. Fransızca'yı çatır çatır konuşuyorlar ve bundan hiçbir rahatsızlık da duymuyor. Türkiye'de bu duruma 'bölücülük' olarak bakılıyor.... Evet bölücülük olarak bakılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın Afrika ülkelerinden birine gönderdiği bir arkadaşımız şöyle bir şey söylemişti: "Osmanlı biraz daha güneye inseydi, bu Allah'ın zencileri şimdi çatır çatır Türkçe konuşuyor olacaklardı." Ardından üzülmüştü. Burada şöyle bir sorun var. O milliyetçi arkadaşımız kendisine şu soruyu sormayı akıl etmiyordu: "Ben niye Türkçe'den başka bir dil öğrenmiyorum?" 'Allah'ın zencisi' çatır çatır Fransızca konuşuyor ve aynı zamanda kendi dilini de konuşuyor. Kendisinin Đngilizcesi bile çok kötüydü. Đki dil birden bence de olabilir. Keşke Cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye'yi oluşturan ulusların birbirlerine 'öteki' gibi, hasım gibi, bir düşman gibi gösterilmeden, kültürel zenginliklerini yaşatmaları değil, zenginleştirmeleri için olanak sağlansaydı. Siz, Türkçe dışında başka diller de öğrendiniz. Yeni bir dil öğrenmek bir insana neler kazandırabilir? Yeni bir dil öğrenmek Đngilizce de olsa başka bir dil de olsa ben bunu yaşadığım için biliyorum, o dilin ürünlerini okuyabilmek, dinleyebilmek, o dilin nüanslarında size ulaşan bir imgenin tadına sadece sizin varabilmeniz ve bir çeviriyle kaybolacak bir ek anlamı, bir yan anlamı sadece sizin kavrayabilmeniz büyük bir keyif. Peki kendi anadilini öğrenemeyen neler kaybeder? Anadil ne demek onu da bilmiyorum. Siz Diyarbakır'da doğmuşsanız, Kürtçe'yi konuşuyorsanız, Kürtçe'nin anadiliniz olduğunu düşünüyorsanız, ait olduğunuz kimliğin, ait olduğunuz bütünün parçası olduğunu düşünüyorsanız doğaldır. Ama Almanya'da doğmuş kendisini Alman gören anası Türk birisinin anadili Almanca'dır bana kalırsa. Bunun zorlamanın alemi yoktur. "Senin anadilin Türkçe'dir" diye zorlayan bir anlayış ancak kuşaklar arası bir çatışmayı doğurur. Bunun örnekleriyle dolu Amerika. "Benim anadilim budur" dediğin şey neyse o dilin engellenmesi o insanı başka bir dil öğrenmesine ket vuracaktır. Çünkü bir insanda kimlik çatışması yaratmak da kimin ekmeğine yağ sürer onu bilmiyorum. Bu benim anadilim ve ben bunu tercih ettiğim halde konuşamıyorum, diyorsanız, elbette ki çok zor bir durum bu. Đktidarla çatışmayı getirebilir, bir insanın kendi kimliğini oluşturamamasına yol açar. Öylesine kötü bir şeydir, bir şiddet yaşıyorsunuz, demektir. 271 Handan Đpekçi'nin yönettiği ''Büyük Adam Küçük Aşk" filminde alt yazıların Kürtlerin Türkçe'yi kullandığı biçimde yazılması da çok zekiceydi. Yani çocuğun kullandığı Kürtçe'nin tercümesini oraya "Ben annemi istiyorum" diye yazmamıştı, "Annemi istiyem" diye yazmıştı. Orda yönetmenin anlatmak istediği şey "Ben senin dilini kullanmıyorum, buna dilim dönmüyor" Çeviride bile sokakta Kürtçe zannettiğin şekilde söylüyorum. Mesela "değıldır", "Nereye gidiyorsun da" bunları Lazca zannettiğimiz gibi. Oysa değil, bu bir ağız. "Gelmiyem, bilmiyem" başka. "Nave te çiye?" başka. O soru bir öykümde benim de öykümün başlığını oluşturmuştur. Kimlikte çok önemli bir şey belki. Filmde de çok sık kullanıldı "Nave te çiye?", "Đsmin ne?"Amerikalıların çok sık başvurduğu bir araçtır bu. Bu konuda biraz temkinli olmak gerektiğini düşünürüm hep. "Adın nedir?"demek "Kimliğin nedir? Sen kimsin?". Sen kimsin, kimliğin ne demek denildiği zaman, hangi dili konuşuyorsun, konuş bakayım. Bu birinci akla gelen insanın anadilidir sorduğunuz şey. Dolayısıyla onun konuşturulmaması, kullandırılmaması uygulanabilecek en büyük şiddettir. Aynı zamanda da Amerikanın bugün körüklediği desteklediği bir tuzak var, globalleşme yolunda. "Ez dixwazım" cümlesinin Türkçe'deki tam karşılığı olan "Ben istiyorum" olarak verilmesi yerine "Ben istiyem" denmesi "Kürtler, Türkçe'yi ancak bu kadar konuşabilir" şeklinde de algılanamaz mı? Yok. Bana ulaşan anlam, Handan Hanım'ın çok başarılı bir şekilde verdiği şey şuydu: "Ben senin dilini konuşmak istediğim zaman da al işte ancak bu kadar konuşurum. Đstediğim gibi konuşurum. Senin de beklentine peşkeş çekmem bu alt yazıyı. Dilimiz dönmüyor, işte bu kadar dönüyor. Demek ki farklı dilleri konuşuyoruz. Biz farklıyız." Ben böyle anladım. Filmi nasıl değerlendiriyorsunuz? Filmi iki kere izledim. Đkisinde de hüngür hüngür ağladım. Yargıcın evi simge olarak Türkiye'ydi. O evde yaşamak Hejar için misafirlikti. Hejar annesinin, babasının öldürüldüğünü bile bile geri dönmek istiyor. Çocuğun inatla finalde evden çıkışı ve de tam da yargıç onu benimsemişken. Yargıç olarak seçilmesi de ayrı bir simge, Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarını simgeliyor. Ki bir sahnede de yerlerini değiştirdi Hejar, yargıçla Avdo'nun. Avdo'yu yargıcın masasına oturttu, kendisi ortada durdu, tedirgince oturulan misafir koltuğuna da ev sahibini oturttu. Bir gece yarısı uyandığında da yargıcın cüppesini giydi. Yani kendi geleceğini kendisinin karar vermesini yönelik bir mesaj vardı orada. Çekip gittiğinde de kendi elbiselerini giydi. Fakat yargıç ona gene "Bu senin" diye aynı elbiseleri verdi. Ama o kılık onun kılığı değildi. O kılık ona yargıç tarafından verildi ama Hejar'ın da hoşuna gitti. Hejar onu bir kez üstünden çıkardı. O da parkta salıncakta salınmak istediğinde, "zamanı değil" diye yargıç reddedince o sırada "Sen bana elbise aldın diye, bana bunu giydirdin diye her istediğini yapacağını zan ediyorsan yanılıyorsun" deme, yani iradenin onda olmadığını bir şekilde gösterme ihtiyacındaydı. Bazı simgeleri hep devirdi, işte oğlunun üniformalı o resmi gibi. Onu irticalen yaptı. Çünkü o çocuğun belleğinde o üniforma başka bir anlam taşıyor, yargıç için başka bir anlam taşıyor. Finalde gidiyor olması, elbisesiyle gidiyor olması iki yönlüydü. Bir, "Ben kaderimi kendim tayin ederim, sen bana karışamazsın, evlatlığın değilim ben senin." Đkincisi de gidecek yeri yok ki nereye gidecek? Evin hizmetçisinin kimliğini uzun bir süre saklamasını nasıl değerlendirdiniz? Evin hizmetçisinin kimliğini saklaması bence doğru bir gözlem. Saklamaması gerekir tabi ki. Bu çok simgesel bir şey. Kimliğinizi saklarsınız çünkü Kürt olduğunuz zaman o evde gördüğünüz o sıcak ilgiyi göremeyeceğiniz zannedeceğiniz bir aşağılanma sürecinden geçmişsinizdir. O ev öyle 272 olmayabilir dikkat ettiyseniz. Siz hizmetçi diyorsunuz ama bana hizmetçi gibi görünmüş olmasına karşın anahtarla evin kapısını yargıç kadar rahat olmasa da yani temkinlice de olsa kendi başına açması, evin ikinci sahibesi gibiydi. Kadın kendini bu evde aşağılanmış gibi hissetmiyordu. Ama o eşikteki bir karakter, ne Hejar gibi çekip gidiyor, gidebilecek çocuk masumiyete sahip, ne de yargıç gibi evin gerçek sahibi. Ama sonunda bir şekilde söylüyor gerçek adını yani o filimde değişen karakter bir şekilde yargıç oluyor. Türkiye değişiyor, değişmek zorunda mesajı geldi bana. Yargıç "hayır efendim" diye itiraz etmedi ve gerçek ismini o da telaffuz etti. Kabul etti yani kadının kimliğini. Türkiye eninde sonunda değişecek mi, diyorsunuz? Evet ama bu da çok yönlü. Yani burada tartışmamız gereken kabul etmek mi? Yani kimin kimin kimliğini kabul etme hakkı var. Benim sizin kimliğinizi kabul etme ne haddime ki. Bu konular çok rahatsız eden konulardır. Yani tahammül etmek, hoşgörü göstermek konuları derslerde de işlediğim bir konudur. "Hoşgörü ortamı yaratılmalı" falan derler ya siyasilerimiz. Hoşgörüyü gösterendedir iktidar. Ben size hoşgörü gösteriyorsam, bilirim burası benim bürom. Benim büromda yaptığınız ters bir davranış, çalışma ortamımı rahatsız eden bir davranışa karşı çıkmıyorsam size tahammül ediyorum demektir. Bir daha da gelmenizi istemeyebilirim, izin de vermeyebilirim. Anadil Eğitiminde Öncelikli Hak Sahipleri 10 Ocak 2002 Özgürpolitika Ali Dağdeviren 'Ana-Babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikle hak sahibidir.' Altına Türkiye'nin de imzasını koyduğu insan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 26/3 maddesi böyle istiyor. Bu ifade, demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerin anayasalarında, anayasalarla uyum içindeki alt yasalarda da yerini alıyor. Ancak bir polis devleti olmaktan bir türlü kurtulamayan Türkiye ise üniversiteli Kürt gençliğinin öncülüğünü yaptığı ve her gün genişleyerek ülke geneline yayılan Kürtçe anadil hakkı istemini çağımıza uymayan şoven / ırkçı bir öfkeyle engellemeye çalışıyor. Ayrıca bilimsel bir çalışma ile Kürtçe anadil hakkının yaşama geçirilmesi görevi bulunan üniversite sorumlularından bir kısmının polis şefleri gibi davranmaları, bu şovenizm dalgasının ne denli tehlikeyi boyutlara ulaştığının göstergesi olmaktadır. Bir ülkede iktidar partisi / partileri, başbakan, bakanlar ve muhalefet partileri olması, o ülkede demokrasinin yeşerip yerleştiği anlamına gelmez. Günümüzde uygarlığın ve gelişmenin ölçütü, o ülkenin insan temel hak ve özgürlüklerine yaklaşımı ile değerlendirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin durumu utanç vericidir. Her ne kadar Türkiye Osmanlı’lardan miras aldığı hile-i şeriyye (yani şeriata karşı hile yapmak) felsefesi ile kitabına uydurmaya çalışsa da inandırıcılığını her gün biraz daha yitirmektedir. Türkiye'nin uluslararası oturumlarda zor durumda kalması bunun açık örneğidir. Herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim görme hakkı; Türkiye'nin de altına imza koyduğu Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş Milletler Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO kararları, Helsinki Konferansı Nihai Belgesi, Roma Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerle kabul edilen evrensel bir ilkedir. Türkiye bu evrensel ilkeye karşı duramaz / durmamalıdır. Bunu, bu haklı 273 barışçıl istemi şiddet yoluyla bertaraf etmeye kalkıştığında, Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Başlangıç bölümünde "Đnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurma zorunluluğu" ile karşılaşabileceği de düşünülmelidir. Bu, Kürtlerin isyan edeceği anlamına alınmamalıdır. Üniversiteli Kürt gençliği gibi öğrenci velilerinin de barışçıl yasal yolu seçmeleri bunu ifade etmektedir. Demokrasi özlemi, ona hizmetle ölçülür. Kürtlerin bu haklı istemi, Türkiye'ye gerçek demokrasinin yerleşmesi çabalarına somut bir katkıdır. Türkiye demokrasi rayına oturduğu zaman kendi vatandaşı olan Kürt halkının demokratik istemlerini yerine getirecektir. Hal böyle olunca Türkiye'ye gerçek demokrasinin yerleşmesi, Kürt sorununun barışçıl/demokratik çözümüne bağlıdır. Bu gerçek, tüm demokrasi güçlerinin ortak noktası olmalıdır. Vatandaşına saygılı davranan bir devlet, hiç şüphe yok ki vatandaşından da saygı görür. Kürtler, Kürtçe anadil isteminin hemen bugün yarın çözülecek kadar basit olmadığını bilir. Devletten olumlu bir yaklaşım gördüğü anda, kendi yardımlarını esirgemez. Nitekim son birkaç yıldan beri Türkiye'de kayda değer bir demokrasi mücadelesi görülmüyor. Demokrasi ve özgürlük egemenlerce bağışlanan değil, demokrasi güçlerince kazanılan değerlerdir. Egemenlerin bağışı her an geri alınabilir ama demokrasi güçlerinin kazanımı kolay kolay alınamaz. Herkes şunu iyi bilmelidir ki, hiçbir sebep, şartlar ne olursa olsun, hür, onur ve haklarda eşit doğan insanların temel hak ve özgürlükleri tüm baskı ve şiddeti aşarak başarıya muhakkak ulaşacaktır. Genç olmak kolay değil 12 Ocak 2002 Radikal Murat Çelikkan Üniversitelerde kayıtlı öğrenci sayısı 1 milyon 607 bin 388. Bu yıl üniversite giriş sınavları için tam 1 milyon 542 bin genç başvuruyor. Bu gençlerin üçte ikisi, yani en az 1 milyonu, kontenjan yetersizliği nedeniyle üniversiteye giremeyecek. Bu yarışta 1 milyon genç ortada kalacak. Önemli bir kısmı muhtemelen tekrar sınava girmek için bir yıl boş gezecek, sonra yine giremeyecek. Her yıl üniversite kapısında umutlarını ellerine tutuşturup geri gönderdiğimiz genç sayısı 1 milyon. Üniversiteye girenleri de başka sorunlar bekliyor. YÖK'ün de desteklediği yeni yasa tasarısına göre, üniversite eğitimi artık paralı olacak. Katkı payları, öğrenci başına cari hizmet ödeneğinin yarısı kadar artırılabilecek. Bu da, rakam yanlış değilse, ortalama 550 dolarlık bir artış demek. Dünya Ticaret Örgütü, bütün dünyada üniversitelerde de liberalleşme talep ediyor. Buna karşı kurulan Eurodusnie adlı küreselleşme karşıtı örgüt, Hollanda'da başlattığı eylemlerle şunları talep ediyor: Okullarda ve üniversitelerde reklama hayır. Öğretmen ve öğrenci sponsorluğuna hayır. Araştırma sponsorluğuna hayır. Herkes için ücretsiz eğitim (yasadışı göçmenler dahil). Afyon'da örnek tavır 274 Belediyeler ve yan kuruluşlarının ihale ve harcamalarında yolsuzluklar, devleti aratmıyor. Çünkü yerel yönetimlerde de şeffaflık hak getire. Afyon Belediyesi, bu konuda bir ilke imza attı. Çöplerin toplanması, sokakların süpürülüp temizlenmesi ve çöp mahalline taşınması işleri, 4 bölge olarak ihaleye çıkarılacaktı. Belediye temizlik işi ihalesini, belediye encümeni ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile basın mensupların huzurunda gerçekleştirdi. Afyon Belediye Başkanı Hayrettin Barut, Bu tür ihaleler hiçbir şaibe bırakmaz. "Diğer belediyelere örnek olsun" diyor. Kürtçe kampanyası Üniversitelerde öğrencilerin, Kürtçe’nin seçimli ders olarak okutulması için dilekçe kampanyası sürüyor. Öğrenciler gözaltına alınıyor, saldırıya uğruyor, disiplin kurullarına sevk ediliyor. Anadilde eğitim hakkı için kampanya, üniversite dışına da taşmış durumda. Diyarbakır'ın Çarıklı beldesinde ilköğretim öğrencileri, Kürtçe eğitim talebiyle derslere girmedi ve 46 öğrenci ve okulun öğretmeni gözaltına alındı, sonra serbest bırakıldı. Mersin'de 20 kadın, Milli Eğitim Müdürlüğü'ne, "Çocuğumun yaşamında ve eğitiminde daha başarılı olabilmesi için kendi anadili olan Kürtçe ile eğitim almasını istiyorum" yazılı dilekçe vermek istedi. Polis, izin vermedi ve dilekçelerini ellerinden aldı. Adana'da 300 kadın, çocuklarının Kürtçe eğitim görmesi için Seyhan Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe verdi. ĐHD, 40 kadının evlerinden gözaltına alındığını açıkladı. Batman Milli Eğitim Müdürlüğü'ne Kürtçe eğitim verilmesini isteyen dilekçe verdikleri gerekçesiyle evlerinden gözaltına alınan sekiz kadın, mahkemece serbest bırakıldı. Velilerden Saime Onar, "Biz sadece çocuklarımıza seçmeli olarak Kürtçe derslerinin verilmesini istedik. Bu talebimiz karşısında gözaltına alınacağımızı beklemiyorduk" dedi. Anadil takvimi 16 Ocak 2002 Evrensel Çetin Diyar Avrupa Konseyi karşısında dersine çalışmamış öğrencinin öğretmeni karşısındaki mahcubiyeti ve atlatma numaralarıyla “sınav atlatan” egemen sınıfın temsilcileri bir kez daha “baltayı taşa vurdular”! Demokratikleşmeyi “takvime bağlayanlar” HADEP’in takvimini beğenmediler! Ayların Türkçe, Đngilizce ve Kürtçe olarak basıldığı takvime “suçüstü” yaptılar. Kürtçe ay isimlerini yazarak bölücülük, dahası “yardım ve yataklık” yapanlar gözaltına alındılar. Gözaltına alınanlar demokratikleşmede hızla yol aldığı söylenen Türkiye’deki muhtelif karakollarda gerekli muameleden geçirildiler, bir kısmı serbest bırakılırken, suçlananlar tutuklandılar, hâlâ arananlar var. Bir zamanlar çatılarda çanak anten toplayanların düştükleri aciz ve komik durumla bir kez daha başka bir biçimde karşı karşıyayız. Halkın iradesiyle tercih ettiğini baskıyla, zor ve tehditle engellemek yok etmek mümkün olmuyor. Çanak anten kullandığından dolayı kovuşturmaya uğrayan baskı görenlerden özür bile dilemeyenlerin giderek yaygınlaşacak bu talep karşısında gerçeği kabul etmek zorunda kalacakları da söylenebilir. 275 ÜNĐVERSĐTELERDE SÜREK AVI DEVAM EDĐYOR Günlerdir üniversitelerde gözaltı ve tutuklamalarla süren baskılar sürek avına dönüşmüş durumda. Bölgedeki üniversitelerde baskı ve şiddet giderek artıyor. Üniversiteler jandarma ve polis kuşatmasından kurtulamıyor. Bölgede, Kürtler ve Araplar ve Türkler tarafından soğuktan korunmak için kaşkol yerine kullanılan, yediden yetmişe hemen herkesin boynuna bağladığı puşi suç unsuru olarak değerlendiriliyor, takanlar takibe alınıyor. Anadilde eğitim hakkı talebiyle dilekçe verenler gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Parti binaları basılıyor, takvimlere el konuluyor, binalarda kim varsa, ancak diktatörlükle yönetilen ülkelerde görülebilecek uygulamalarla arabalara dolduruluyor ve sorgulanmak üzere merkezlere toplanıyor. Van ĐHD şubesinin açıklamasına göre 526 üniversite öğrencisi Van Jandarma Alay Komutanlığı’nda iki gün boyunca gözaltında tutulmuş, sorgulanmış ve 13 öğrenci sadece dilekçe verdiklerinden dolayı suçlu olarak kabul edilip tutuklanmıştır. DEMOKRATĐK YOLLA HAK ARAMAYA TAHAMMÜL YOK Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tank ve panzerlerin, asker ve polislerin kuşatması altında bulunuyor. 500 öğrenci gözaltında bulundukları sürede, insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayan uygulamalarla karşılaştıklarını belirterek ĐHD’ye suç duyurusunda bulunmuşlar. Tüm bu baskınların, arama, soruşturma, gözaltı ve tutuklamaların nedeni anadilde eğitim talebidir. Üstelik oldukça pasif, “demokratik” bir yolla dilekçe vererek dile getirmektedirler. Ancak, baskıların nedeni inkar ve baskıda ısrarı sürdürme kaynaklıdır. Kürt sorununu dışarıda “demokratikleşmenin kriteri” olarak değerlendirmek isteyen gerici egemen sınıflar, içeride ise Kürt sorununu ırkçı ve şoven propagandanın malzemesi yapmak istemektedirler. Ekonomik krizin derinleştiği, açlık ve sefaletin arttığı, IMF ve DB’nın istediği tüm yasaları harfiyen yerine getirenlerin Kürtlerin demokratik talepleri, doğal ve insani istemleri karşısında bu denli saldırgan bir tutum almaları boşuna değildir. Yalan ve demagojiyle “demokratikleşiyoruz” gülücükleri dağıtanlar, Kürtlerin bu talebi karşısında suratlarındaki maskeyi fırlatıp atarak gerçek yüzlerini bir kez daha göstermiş oluyorlar. Kürtlerin “anadilde” yani Kürtçe veya Türkçe ifade ettikleri anadil de eğitim hakkı karşısındaki bu saldırgan tutumla bir yere varılamayacağı açıktır. ÖĞRENCĐLERE AÇILAN SORUŞTURMALAR DURDURULMALI AB’ne girmek için rapor ve programlar hazırlayarak “Uyum için ne gerekiyorsa yapıyoruz ve yapacağız” açıklamaları yapan gerici egemen sınıflar ve onların politik temsilcileri taahhüt ettikleri, hatta uyguladıklarını söyledikleri demokratik hak ve özgürlüklerin, Kürtler tarafından, yani ihtiyacı olanlar tarafından dile getirilmesine bile tahammül etmemektedirler. Ulusal Program’ın “siyasi kriterler” kapsamında bulunan anadilde eğitim hakkı için gerekli atımların atılacağı sözü bir yerde dururken üniversite öğrencileri ve halkın talebine bu denli saldırgan tutum karşısında işçi ve emekçilerin suskun kalmayacağı gözükmektedir. 19 Mart 2002 tarihine kadar yerine getirilmesi ve gereğinin yapılması taahhüt edilen “Ana dilde eğitim ve yayın” hakkı talebine yönelik bu pervasız saldırılar kabul edilemez. Dilekçe verdiklerinden dolayı tutuklanan, haklarında soruşturma açılan ve okuma haklarının elinden alınmasıyla tehdit edilen binlerce öğrencinin başlattığı bu talebin giderek yaygınlaşacağı da görülmelidir. Kürtçe’nin seçmeli ders olmasını talep eden ve bugün öğrenci olan gençler hakkında başlatılan soruşturmalar derhal durdurulmalı, bu gençlerin üniversitelerde okuma hakkı ellerinden alınmamalıdır. Hiç kuşku yok ki; Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri bununla da sınırlı değildir. 276 Kürtçe eğitim 17 Ocak 2002 Radikal Tarhan Erdem Son günlerin haberlerinden biri Kürtçe eğitim. Önce Marmara Üniversitesi'nde, sonra Trakya, Van ve Hacettepe üniversitelerinde Kürtçe eğitim dilekçesi verenlerin gözaltına alındığı, mahkemenin bunlardan bir kısmını tutukladığı geçen haftanın haberleri arasındaydı. Dünkü gazetelerde de, ilköğretim okullarında Kürtçe eğitim verilmesi için imza topladığı öne sürülen ve çoğu kadın 34 kişinin gözaltına alındığı haberi yayımlandı. Hükümet bu konuda strateji ve politika belirlemediği için, güvenlik güçleri yerine ve duruma göre değişik uygulamalarla olayları geçiştirmeye çalışıyor. Kürtçe eğitim isteği yeni çıkmamıştır; yıllardan beri açık veya kapalı ifade edilmektedir. Anayasa tartışmaları sırasında konu 'Kürtçe konuşma' ile sınırlı görülmüştür. Oysa konunun özü konuşma' değil, 'devlet okullarında Kürtçe eğitimdir. Pek çok ülkede, resmi dilden farklı olan bir dili geleneksel olarak kullanan gruplar yaşar. Bizde de, sadece Kürtçe değil başka dilleri konuşanlar vardır. Bölgesel ve azınlık dillerinin korunması ve gelişmesi uluslararası anlaşmaların konusu olmuştur. Geçen mart ayında açıklanan, Avrupa Birliği'ne verdiğimiz Ulusal Programda konu 'Resmi dil Türkçe'dir' denilerek geçiştirilmiştir. Belirsizlik bugün de devam etmektedir. Resmi dil dışında eğitim isteyenlerin de ne istediklerini açıklıkla bildiklerini sanmıyorum: Kürtçe konuşan insanlar, ülkemizin pek çok yerine dağılmıştır. Doğu illerinin bir kısmında yaşayanların çoğunluğunun Kürtçe konuştuğu söylenir. Kürtçe eğitimi nerede, hangi ayrımda, kimlere verilecektir? Eğitim Kürtçe’nin hangi ağzıyla verilecektir? Bilindiği gibi ülkemizde Kürtçe bir tek ağızla değil, değişik yerel ağızlarla konuşulmaktadır. Đlk, orta ve yüksek eğitim kurumlarıyla, devletin ve özel kişilerin okullarında, resmi dil dışındaki eğitim ayrı ayrı ele alınmalıdır. Kürtçe eğitim alanının, burada saydıklarımızla birlikte, çözümlenmesi gereken birçok tarafı vardır. Toplumsal sorunlar karakollarda ve yargı salonlarında tartışılmaz. Önce sorunun adını açıkça koymalıyız. Konunun her tarafını göz önüne alarak, konuşmadıklarımızı konuşarak tutarlı ve uzun süreli politikamızı, hedeflerimizi ve tavrımızı belirlemeliyiz. Kürtçe eğitim toplum düzeniyle ilgili siyasal bir konudur, siyaset adamları düşüncelerini tek anlama gelecek cümlelerle açıklamalıdır. Sadece siyaset adamlarımız değil, aydınlarımız ve sivil toplum kuruluşları da bu konuda durumlarını açıklamalı, tartışmalıdırlar. Bu anlayışla ben kendi yaklaşımımı belirteyim: Eğitim dili, kaynaklarımızla sınırlı genel eğitim politikasının bir parçasıdır. Devlet bölgesel ve azınlık dillerinin korunması ve gelişmesine yardımcı olmalıdır. Đlköğretim resmi dil ile yapılır. Bu eğitimin dışında ve devamında istenen okul açılabilir, istenen dilde eğitim yapılabilir. Eğitim kurumları yerel yönetimlerce de kurulup çalıştırılabilmelidir. Bakanlığın müfredat programı asgari koşuldur. Birim kararıyla müfredat programı genişletilebilir. Hükümetin politika belirlemekte gecikmesinin sakıncaları giderek artacaktır. Bugünkü koalisyon 277 hükümetinin yapısı, eğitim dili politikasının toplumca benimsenmesine çok uygundur. Bu fırsat kullanılmalıdır. Çıkmaz yolda ısrar neden? 19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem Ahmet Turan Demir Halk arasında; "Bir musibet, bin nasihatten iyidir" diye bir deyim kullanılır. Yani yaşanan bir olumsuzluktan önemli sonuçlar çıkarılacağına, ders alınacağına vurgu yapar. Boşuna bir söz değil. Nitekim her birimiz bireysel yaşamımızda da başımızdan geçen bir olay sonrasında "Bu bana ders oldu" demez miyiz? Lakin deyimin muhatabı Türkiye'yi yönetenler olunca durum değişiyor. Bizdeki egemenlere bir değil bin musibet de hayır etmiyor. Ve onlar yeni yeni musibetler peşinde koşmaktan bir türlü vazgeçmiyorlar. Bu coğrafyada 15 yıl silahlı çatışma oldu ve otuz bin insan öldü. Çatışmanın durması, nispeten bir sükunet havasının görülmesi, toplumsal barışa olan umutları güçlendirmiş, sorunun çok geç de olsa doğru kavranıp çözümü için uygun adımların atılacağına dair beklentileri arttırmıştı. Fakat olaylar aksine gelişiyor, toplum adım adım bir gerilimin içine çekilmek isteniyor. HADEP'e duyulan husumet, şu günlerde histeri halini aldı. Aylardır yapılan "Parlamentoya nasıl sokmayız" tartışmaları, boyutlanarak ve fiiliyata da dökülerek komple bir saldırıya dönüştü. Başsavcının bir sabah hidayete ererek "Ülke bütünlüğünün korunması" adına HADEP davasının sonuçlandırılması için Anayasa Mahkemesi'ne serzenişte bulunmasının ardından, partinin il ve ilçe örgütlerine baskınlar, gözaltı ve tevkifatlar furyası başlatıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı "yetkilerini aştı" diyerek başsavcıya cevap verirken, davanın seyrinin hızlandırılacağını söyledi. Öyle de oldu. Sonuç nasıl olur bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir şey var, o da HADEP'in Türkiye'deki siyasi partiler içinde açık, dürüst, takiyyesiz, özüyle sözü bir olan, lekesiz ve toplumun ihtiyaç duyduğu bir parti olduğudur. Gördüğü bunca zulme rağmen, verdiği onlarca şehit pahasına inançlarından taviz vermemiştir, vermeyecektir. HADEP'liler, kendilerine reva görülen bu hukuksuzlukları, serinkanlı ve büyük duyarlılıkla değerlendirip hiçbir haksızlığa baş eğmeden, hak bildikleri yolda, halkın kendilerine yüklediği Türkiye'nin demokratikleştirilmesi görevini yerine getirmenin çalışmasını azim ve kararlılıkla devam edeceklerdir. Bilinmelidir ki, -bilindiğini sanıyoruz- HADEP'i var eden ideoloji, elbette her şart altında kendini ifade etme yeteneğini gösterecektir. Bugünlerde gazetelerde çıkan manşet haberlerden bazılarına bakalım: "Bölücü takvime suçüstü. Ay isimlerini Kürtçe yazmak, PKK'ye yardım ve yataklık sayıldı." "Kürtçe eğitim dedi, tutuklandı" "Kürtçe için dilekçe verenler, DGM'de yargılanacaklar.""Kürtçe'nin seçmeli ders olmasını isteyen öğrenci TMY'nin 168. maddesinden yargılanacak." Yine bir gazetede okuduğum habere göre, Đçişleri Bakanı, Kürtçe'nin seçmeli ders olarak 278 okutulmasını talep eden öğrencilerle ilgili olarak Adalet Bakanı'na gönderdiği bir raporda, masumane gözüken bu talebin arkasındaki "tehlike"ye işaret edip savcıların harekete geçirilmesini istiyor. "Adalet Bakanı" da bunun üzerine, savcılara "cezalandırın" talimatını veriyor. Gazetecilere verdiği bir akşam yemeğinde, bir gazetecinin, "Đçişleri Bakanı'nın gönderdiği rapor üzerine savcılıklara talimat gönderdiniz mi?" sualine karşı "PKK'nin siyasallaşması söz konusu. Bu, Türkiye'nin kayıtsız kalacağı bir konu değildir" demiş. Tabi layıkı olan cevabı da almış. Bunlardan sonra Adalet Bakanı'nın "adalet anlayışı" üzerine herhalde söylenecek başka söz kalmıyor. Kendilerince kolayını da bulmuşlar. Her demokratik talebin önünün; "Bu istek masumane ama PKK siyasallaşır" deyip kesilmesinin mümkün olduğunu sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Aristo'ya binlerce rahmet okutacak bu mantıkla varılabilecek bir yer yoktur. Çıkmaz sokakta yürümenin boşa enerji tükettirmekten başka yürüyeni ulaştıracağı bir menzil de yok. Anadilde konuşmak, yazmak, okumak, öğrenmek; insanın doğuşuyla birlikte elde ettiği, havayı teneffüs etmek kadar en tabii hakkıdır. Eğitimin ancak anadilde yapılması halinde amacına ulaşabileceğine dair bilimsel olarak kanıtlanmış ve kabul görmüş dünya kadar belge var. Onun içindir ki, eğitim emekçilerinin hazırladığı raporlar cezaya uğratılamamıştır. Türkiye'de her yurttaşın dilekçe verme, talepte bulunma, mevcut kanunların herkese tanıdığı bir haktır. Veliler ve öğrencilerin yaptığı da kendilerine tanınan bir hakkın kullanımından ibarettir. Türkiye'de anadilde eğitim talebini suç sayan bir kanun da yoktur. Öyle ise bu gözaltı, eza, cefa, tutuklamalar neden? Adalet Bakanı'nın talimatları yerine gelsin diye mi? Gönlünden, anadilinde eğitim görmeyi geçirmeyen Kürt hemen hemen yok gibi. Yarın bu niyetin yüz binler halinde isteğe dönüşmesi söz konusu olursa ne olacak? Üstelik hapishanelerin kapasitesi ağzına kadar dolmuş durumda. Üzerinde uğraştığımız bu sorunlar, günümüz dünyasının gündeminden çıkmış, geride kalmıştır. Onun bir parçası olan bizim de, genele tabi olmaktan başka bir seçeneğimiz yok. Aksine davranışlar bizi ilerletmez, sorunlarımızı daha da ağırlaştırır. Farklılıkların kabulü, eşitliği ve kendilerini serbestçe ifade etme şartları, nerede ne kadar varsa, orada birbirlerini benimseme ve bir arada yaşama arzuları da o kadar güçlüdür. Bölücülük, objektif olarak bu gerçeğin tersine hareket etmektir. Sayın Adalet Bakanı'na hep sorduk. Sonuç alıncaya kadar da soracağız. Bir yıl önce devletin garnizonunun kapısından girip geri çıkamayan Serdar Tanış ile Ebubekir Deniz, hâlâ yoklar. Devletin tepe noktalarında yıllarını eskitmiş eski bir devlet "adamı" "Fırat'ın kenarında kaybolan kuzunun hesabı devletten sorulur" diyordu. Sayın Adalet Bakanı bu konuyla ilgili de savcılara bir talimat verdi mi acaba? Arkadaşlarımız bulununcaya kadar ellerimiz sorumluların yakasında olacaktır. Ecevit'e Lo Çiller'e Lê 19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem Şakir Kakaliçoğlu Hayal kırıklığı içindeki birilerinin dilinden şunlar dökülür: "Peki, şimdi halimiz n'olacak 279 barbarlarsız?/Onlar bir tür çözümdü bizim için" 1998 yılında Malatya'da KESK öncülüğünde ve ağırlıklı olarak HADEP destekli bir miting yapıldı. Mardin, Adıyaman, Antep, Batman, Diyarbakır vb. illerden akın akın gelen konvoylar şehre girdiğinde, bir ilk de gerçekleşmiş oluyordu. Miting, 12 Eylül sonrası, şehirde gerçekleşen ilk muhalif-sol gösteriydi. Yürüyüş sırasında polis tarafından apar topar el konulduğuna göre, Batman HADEP'in taşıdığı pankartta ne yazıldığına biraz daha yakından bakmalıyız. Polisin ilgisine fazlasıyla mazhar olan "bölücü" sözcükler üç dilde yazılmıştı; Türkçe, Kürtçe, Đngilizce. Suçlu sözcüklerimiz şunlar: Yaşasın Barış, Bıjı Aşiti, Longlive Peace. Olaydan dört yıl sonra, zihniyet pek değişmemiş olmalı ki bu kez Hakkari'de sözcükler kelepçelendi. Sözcükler yine Türkçe, Kürtçe, Đngilizce. Farklı olan, sözcüklerin ay isimlerini belirtmeleri ve bu kez yaman bir takip sonucu, pankart üzerinde değil takvim üzerinde derdest edilmeleri. Kim gözaltı ve tutuklama ister yarışmasından kazık bir soruyla yazımıza devam edelim. Baraj sorumuz şu: Panzerle dilekçe arasında ne ilişki vardır? Hayal gücümüzü ne kadar zorlarsak zorlayalım, böyle bir soruya cevap vermek güç. Fakat 2002 yılı Ocak ayında Batman Milli Eğitim Müdürlüğü önündeyseniz, bütün güçlükler kolaylığa döner. Efendim, sözcükler aralarındaki her türlü ayrılığı bir kenara bırakıp cümleler haline gelmiş, bununla da yetinmeyip "Kürtçe anadilde eğitim" isteyen dilekçe kuyruğuna girmişlerdir. Sonuçta, panzerlerle dilekçelerin güvenliği sağlanmış, necip milletimize yönelik bir "terörist" tehlike daha bertaraf edilmiştir. Enver Gökçe bugün yaşasaydı, şu olaylar karşısında, "Panzerler üstümüze kalkar" dizesini kuvvetle ihtimal, "Panzerler dilekçelerin üstüne kalkar" olarak değiştirir, belki de şairlikten istifa edip, mizah yazarlığına soyunurdu. Madem gündemimiz anadil kampanyası, dilin büyük ustalarından olan iki şairden bahsetmenin yeridir. Uzun yıllar birlikte yaşadığımız Greklerin ünlü ozanı Konstantinos Kavafis, bir zamanlar Đstanbul'da yaşamış bir kavafın oğluydu. Sürgün ve ülke özlemi, eserlerinin başlıca konusudur. Onca şiiri içinde gündemimize cuk diye oturan bir şiiri var ki, anımsamadan geçemeyiz. Şiirimizin adı "Barbarları beklerken." Siz, gündemimizle bağıntıyı kurabilmek için "barbarlar" sözcüğü yerine "teröristler", ya da "bölücüler" sözcüklerini koyabilirsiniz. Şiir'de, bütün siyasal yapılanmasını "Barbarlar gelecek" diye biçimlendiren bir ülkeden söz edilmektedir. Bekleyişin sonunda, evinin yolunu tutar herkes. Çünkü barbar marbar yoktur ortada. Hayal kırıklığı içindeki birilerinin dilinden şunlar dökülür: "Peki, şimdi halimiz n'olacak barbarlarsız? / Onlar bir tür çözümdü bizim için." Susurlukçuları çaresiz bırakan Kavafis'i karşı yakada bırakıp ülkemize geçelim. Türk dilinde yazılmış, en ünlü sürgün ve ülke özlemi şiirleri hiç şüphesiz Nazım Hikmet'e aittir. 100. doğum yıl dönümü nedeniyle Nazım yılı ilan edilmişken, şairimizin sürgündeyken Celadet Bedirxan'a yazdığı mektubu yayımlamak çok anlamlı olacak. Böylece, gecikmişte olsa Nazım Hikmet-Hakkari-Diyarbakır-Batman köprüsü kurulabilir, kurulmalıdır. 280 Anadil 19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem Selahattin Erdem Farz edelim ki, okullarda Kürt çocukları ve gençleri Türkçe ile birlikte, Kürtçe okuyup yazmayı da öğreniyorlar. Eğitimlerini kendi anadillerini de kullanarak yaptıkları için duygu, düşünce ve kişiliklerini daha güçlü geliştiriyorlar. Farz edelim ki, yüzlerce Türkçe gazete, dergi, radyo ve televizyon yayını yanında, Kürtçe gazete, radyo ve televizyon yayınları da yapılıyor. Đsteyen Türkçe gazeteyi okuyup televizyon izlediği gibi, Kürtçe gazete okuyup televizyon izleme imkanı da buluyor. Farz edelim ki, Kürt dilinin ve kültürünün geliştirilmesi için kurumlar kurulup özel çalışmalar yapılıyor. Zengin Kürt müziği her tarafta ruhları rahatlattığı gibi, Kürtçe sinema ve tiyatro ile Kürt insanının eğitilmesi ve güzel davranışlar kazanması sağlanıyor. Böyle daha bir çok şey sıralayabiliriz. Peki bütün bunlar oldu diye, gerçekten Türkiye bölünür mü!? Türkiye'de Türkçe dışında bir çok dilde gazete çıkartılıp, radyo ve televizyon yayını yapılıyor. Hatta devlet televizyonunun kendisi Türkçe dışındaki dillerde yayın yapıyor. Belli başlı bütün dillerin öğrenilip konuşulması için orta ve yüksek okullarda eğitim görülüyor. Hatta Türkçe dışı dillerde eğitim veren okullar var. Türkiye sokaklarında Đngilizce, Fransızca, Arapça türküler her tarafı çınlatıyor. Peki Türkçe dışındaki bu dillerde eğitim ve yayın yapıldığı için, hatta bunların büyük çoğunluğunu bizzat devlet yaptığı için Türkiye bölünüyor mu!? Avrupa ülkelerinde ve dünyanın dört bir yayında toplumlar artık tek dille düşünüp yaşamayı geri buluyorlar. En az iki veya daha fazla dili konuşup, bu dillerde eğitim görüyor ve çeşitli yayınlar yapıyorlar. Devlet ve toplum birden fazla dilde düşünen, çalışan ve yaşayan insanlar yetiştirebilmek için özel kaynaklar ayırıp çalışmalar yapıyor. Peki böyle yapıyorlar diye Avrupa ülkeleri ya da demokratik gelişme sürecine girmiş olan dünyanın diğer ülkeleri bölünüyorlar mı? Birden fazla dili konuşup çalışma yaptığı için dünyanın hiçbir yanında ülkelerin ve toplumların bölünmediği, tersine böyle bir durumun bireyin ve toplumun demokratik ve özgür gelişme düzeyini belirlediği, toplumların çağdaş demokratik uygarlığa ulaşma ölçüsünü verdiği açıktır. Türkçe dışındaki dillerde eğitim ve yayın yaptığı için Türkiye'nin ülkesi ve milleti ile bölünmediği, tersine bu durumun Türkiye'yi çağdaş uygarlık doğrultusunda ilerlettiği ortadadır. Bunlar böyle olduğu gibi, Kürtçe eğitim ve yayın yapmanın da Türkçe'yi zayıflatmayacağı, tersine daha saf ve güçlü hale getireceği; Türkiye'nin ülkesi ve toplumuyla birliğini ve bütünlüğünü bölüp parçalamayacağı, tersine daha bilinçli, istekli ve sağlam bir birlik ve bütünlük ortaya çıkartacağı açıktır. 281 Düşünelim bir kere, Kürtçe eğitim ve yayın yapmak Türkçe'yi niçin zayıflatsın? Kürt insanının kendi anadilini konuşması, yazması, onunla eğitim yapması Türkiye'yi neden bölsün? Esas Türkçe'yi zayıflatan kendi anadiliyle okuyup yazması yasaklanan Kürt insanına, Türkçe okuyup yazma zorunluluğu getirmek değil mi? Esas Türkiye'yi ve toplumu bölen, Kürt insanının kendi anadiliyle eğitim ve yayın hakkını elinden alıp yasaklamak olmuyor mu? Dikkat edilirse, günümüz Türkiye'si ve toplumu büyük bir kargaşa içinde yaşıyor. Sokağa şöyle bir göz gezdirilse, kimin hangi dilde konuştuğu hiç anlaşılmıyor. Sözde herkes Türkçe konuşuyor ama, konuşulana Türkçe demek bin şahit istiyor. Đşte Türkçe'yi zayıf, Türkiye toplumunu geri bırakan gerçek budur. Bunun da mevcut politikalarla yaratıldığı, oligarşik düzenin eseri olduğu açıktır. Demek ki, anadil üzerindeki yasağın kaldırılması, Kürtçe eğitim ve yayın hakkının yasal güvenceye kavuşturulması, Türkçe'yi güçlü ve Türkiye'yi ileri hale getirecektir. Türkiye'de demokrasinin gelişmesine yol açacak, Türkiye'yi çağdaş ve demokratik uygarlık düzeyine ulaştıracaktır. Dolayısıyla, Kürt gençlerinin büyük bir özveriyle geliştirdikleri anadilde eğitim kampanyası, Türkiye devletini ve toplumunu demokratik gelişmeye uğratacak, Türkiye'yi demokratik uygarlık düzeyine taşıyacak en temel güçtür. Türkiye de bölünme korkusunu yenerek, gerçek temellerde sağlam bir özgür birliğin gelişmesine yol açacaktır. Kendi anadilinde eğitim görerek gelişecek olan Kürt kişiliği, Türkiye yaşamına en güçlü ve sağlam katılımı sağlayacak, Türkiye'nin demokratik gelişimine önemli katkılar sunacaktır. Bu nedenle Kürt gençleri ve kadınları, doğru yolda olduklarına, halka ve demokrasiye büyük hizmette bulunduklarına derinden inanarak, başlatmış oldukları görkemli barış ve demokrasi mücadelesini her türlü yaratıcı demokratik yöntemi kullanarak ne kadar geliştirseler azdır. Ancak bu tarihi mücadeleyi sadece Kürt gençlerine ve kadınlarına bırakmak yeterli ve doğru olmaz. Türkiye'deki bütün gençlik ve kadınlar dayanışmanın ve kardeşleşmenin en şahane örneklerini vererek bu mücadeleye katılım göstermelidir. Zira yürütülen mücadele sadece Kürt kadın ve gençlerinin mücadelesi değildir. Tersine Türkiye'nin özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesidir. Dolayısıyla Kürt kadını ve genci kadar, belki de daha fazla Türkiye gençliğinin ve kadınlarının yararınadır. Çok iyi biliniyor ki, Kürt çocuğu ve genci anadilinde eğitim göremezse, Türkiye'de demokrasi, Türkiye insanı ve toplumu için özgürlük olamaz. Bir eğitim ve yayın dili olarak Kürtçe kullanılıp gelişmezse, Türkçe'nin de gelişip güçlenmesi ve zenginleşmesi mümkün olmaz. Demek ki, her gün polis saldırısını ve tutuklama tehdidini göze alarak Kürt gençlerinin geliştirdiği anadil mücadelesi Türkiye'de yaşayan herkesin mücadelesidir. Dolayısıyla barış, demokrasi ve özgürlük isteyen herkes bu mücadele sahip çıkmak, omuz vermek ve katılım göstermek durumundadır. Basın, aydınlar, sanatçılar, toplumun duyarlı ve ahlaklı olan tüm kesimleri, mevcut sessizliği bozarak onuruna yakışanı yapmalı, Kürt gencinin yükselttiği demokrasi çağrısına yanıt vermelidir. Bölünme korkusunu yaşayan Türkiye'yi bu birleştirecek, muğlaklık ve gerilik içindeki Türkiye'yi bu ilerletecek, herkes için yaşanır bir demokratik Türkiye'yi bu yaratacaktır. Özgürlükler dinamitleniyor, Đstanbul hançerleniyor 282 19 Ocak 2002 Yeni Şafak Nazlı Ilıcak Kürtçe eğitimin -seçmeli olarak- verilmesini isteyenler var. Bunlar, yetkili mercilere dilekçe sunuyorlar ve gözaltına alınıyorlar. Đçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen, taleplerin Anayasa'ya aykırı olduğunu söylüyor ve kendince, tutuklamaları haklı göstermeye çalışıyor. Acaba -önce kanunu, sonra da Anayasa'nın ilgili 26'ncı maddesini değiştirerek- yasak dil ayıbının kaldırılmasını takiben, Kürtçe eğitim istemek, Anayasa'nın hangi hükümlerine aykırı? "Türkiye Devleti'nin dili Türkçe'dir" diyen 3'üncü maddesine mi? Ülke bölünmezliğini teminat altına alan 14'üncü maddesine mi? Eğer Kürtçe konuşmayı bölücülük ad'ederseniz, haklısınız, bu dilde eğitim görme taleplerinin de Anayasa'nın 14'üncü maddesini çiğnediğini düşünebilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti Kürtçe konuşa konuşa mı bölünecek? Kaldı ki, Anayasa'da ve yasalarda sınırlama dahi bulunsa, özgürlüklerin genişletilmesi istikametindeki bu talepler, hiçbir surette suç sayılmaz. Şu anda, eğitim, kanun, tüzük ve yönetmeliklere göre Türkçe yapılıyor. Fakat, herkes, mevcut kanun ve yönetmeliklerin değişmesi talebini seslendirebilir. Diyelim ki, hükûmetin "demokratikleşme" adı altında getirdiği 312'nci madde tasarısı kanunlaştı; o zaman en masum istekler dahi, bu kapsama girecek. Ancak o takdirde bugün suç sayılmayan çok sayıda eylem cezalandırılabilecek. 312'nci madde, 1'inci fıkra Dün yazdım, ama bugün gene hatırlatmakta fayda var. Zira, AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın demeçleri, muhalefetin konuyu pek iyi kavramadığını gösteriyor. Evet, belki, 312'nci maddenin 2'nci fıkrasının değiştirilmesi, AK Parti Genel Başkanı'nın işini kolaylaştıracak; iyimser bir yorumla, milletvekili seçilme engelini kaldıracak. Ama 312'nci maddenin 1'inci fıkrası ile, düşüncelere idam sehpası kuruluyor. Haberiniz olsun! *** Mevcut birinci fıkra, "halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimseyi" cezalandırıyordu. Yeni şeklinde "kişileri kanuna uymamaya tahrik eden kimse" cezaya çarptırılıyor. "HALK" yerine "KĐŞĐLER" demek suretiyle, meselâ Kürtçe eğitim isteyenleri haklı bulanlar da, 312 kapsamına girecek. "Halk"a göre çok daha küçük bir topluluğun, haklarını genişletme çabasını övmek, suç işlemeye tahrik sayılacak. 283 Sadece kanuna değil, tüzük ve yönetmeliğe aykırı davrananlara destek vermek de, bundan böyle 312 kapsamında mütalâa ediliyor. 312'nci madde değişikliğinin gerekçesinde, muhteva açık bir dille, şu şekilde tarif ediliyor: "Maddede yer alan suç bakımından 'kanun' sözcüğüne, her türlü düzenlemeler girmektedir. Böylece tüzük ve yönetmeliklere, yönetim gücünün düzenleme yetkisi çerçevesinde çıkardığı bütün diğer işlemlere uymamaya tahrik halleri de, suçu meydana getirir. Madde, kişilerin kanunlara uymamaya tahrik edilmeleri bakımından yapılacak hareketleri teker teker belirleyip göstermemiştir. O halde, maddi unsurun değişik şekillerde gerçekleşebileceği meydandadır. Đşlenmiş olan bir suçun failini veya kanuna uymayan kişiliğini, sırf bu fiilleri işlemiş bulunması nedeniyle övme halinde, suçu övmenin oluşmuş bulunacağı kabul edilmelidir. Zira, bu hallerde fail, kişi marifetiyle fiili övme veya iyi görme beyanında bulunmuş olmaktadır." "Derin" tehlike Derin devlet, tehlike olarak değerlendirdiği iki konuda, "bölücülük ve irtica", mengeneyi iyice sıkıştırmak istiyor. Ama Kürtçe eğitim, bölücülükle bir tutulamayacağı gibi, başörtüsü de irtica anlamına gelmez. Hatalı tariflerden yola çıkarak önce hayali tehditler ve korkular inşa ediyorlar, sonra da, bunlarla mücadele gerekçesiyle, hak ve hürriyetlerin canına okuyorlar. Elbette 11 Eylül'den sonra olumsuz bir atmosfer meydana geldi ama, ABD veyahut Avrupa'nın Đslâmiyet'i tehdit olarak algılaması başka, bir Müslüman devletin kendi halkının inancından, bu inancını dışa vurmasından korkması başka. Amerika'da Bülent Ecevit, Kürtçe eğitim yolundaki taleplerin tutuklamalarla sonuçlanmasının, demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığı sorusuna muhatap oldu. "Biz ülkenin bölünmez bütünlüğü konusunda çok hassasız" cevabını verdi. Herhalde başörtülü eğitimin yasaklanmasını soran çıksaydı, ona da, Türkiye Cumhuriyeti'nin irticaya ilişkin duyarlılığını dile getirecekti. Ama o zaman, rejimin adına demokrasi demekte zorlanırız, öyle değil mi? Olasılık meselesi 312'nci maddenin 1'inci fıkrası, yeni şekliyle kabul edildiği takdirde, dün de yazdığımız gibi, üniversitelere başörtülü kızların gerebilmesini savunmak, YÖK yönetmeliğine aykırı olduğu için, suç işlemeye tahrik sayılacak. Hatta, eylemi yapan genç kızları desteklemek bile, bu bağlamda değerlendirilecek. Sivil itaatsizlik, demokratik mücadelenin bir parçasıdır. Yeni düzenlemeden sonra, bu fiiller hep 312'nci maddenin kapsamı içine giriyor. Kaldı ki, "kamu düzenini bozma olasılığını ortaya çıkaracak bir şekilde, insanları birbirine karşı düşmanlığa ve kin beslemeye tahrik" şeklindeki ikinci fıkra değişikliği de yeterli değil. *** Evet, bu noktada, çok ufak da olsa bir adım atılıyor. "Halkı düşmanlığa ve kin beslemeye tahrik" önceleri, kitleleri birbirine karşı tahrik olarak anlaşılıyordu. Halkın bir kısmının, diğerine karşı 284 düşmanlık beslemeye tahrik edilmesi söz konusu olmadığında ise, 312'nci maddenin 2'nci fıkrası uygulanmıyordu. Yargıtay 8'inci Ceza Dairesi'nin kararları da bu istikametteydi. Fakat daha sonra yorum değişti: Sınıf, din, mezhep, ırk ve bölge farklılığına dayanarak halkın bir kesimini, diğer bir kesimine karşı kışkırtmanın yanı sıra, halkı, devlete ve diğer kamu kurumlarına karşı kışkırtmak da, 312/2'nin muhtevasına alındı. Yeni düzenleme bu hatalı yorumun önünü kesecek; çünkü, "insanları birbirine karşı kışkırtmanın suç olduğu" tasarı metninde belirtiliyor. Dolayısıyla, kişileri devlete ve diğer kamu kurumlarına karşı kışkırtmak 312/2'nin kapsamına giremeyecek. Buna rağmen, "insanları birbirine karşı" demek yerine, "halkı birbirine karşı" demek daha doğru olacaktır. Zira "insanları" sözü ile, kalabalık kitleler değil, bir kaç kişilik gruplar da kastedilebilir. *** 159'uncu maddenin yeni şeklinin doğuracağı tehlikeleri dünkü yazımda uzun uzun belirtmiştim. Özellikle, tahkir ve tezyif bahsinde, kurumları bir bir sıraladıktan sonra "veya bunları temsil eden bir kısmını" ibaresiyle, kapsamın çok genişlediği hususu üzerinde durmuştum. Demokratikleşme paketi, zaten sınırlı olan hürriyetleri berhava etmeye hazır bir bomba gibi. Dikkat! Đstanbul hançerleniyor Đstanbul'u hedef alan bir başka bomba Çankaya'da patladı. 8.1.2002'de, Meclis'ten Đstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni ilgilendiren bir kanun geçti. Bu kanunla, Maliye Bakanlığınca, o kentte toplanan vergilerden Büyükşehir Belediyeleri'nin aldığı % 5'lik payın, hükûmet tarafından % 3'e indirilebileceği veya % 6'ya çıkarılabileceği kabul ediliyor. Ayrıca, Büyükşehir Belediyeleri, paylarının % 40'ını alacak, % 60'ı ise, Büyükşehir Belediyeleri arasında nüfuslarına göre taksim edilmek üzere, Đller Bankası'na devredilecek. Böylece, düşük gelirli ama kalabalık nüfuslu belediyelere kaynak aktarılması planlanıyor. Đstanbul Belediyesi'nin yaptığı hesaba göre, Đstanbul için kayıp 2002 yılında 600 trilyon liraya kadar çıkabilecek. Eğer hükûmet Đstanbul'un vergi payını % 3'e indirmeyip, bugünkü gibi % 5'te tutarsa, % 60'ın Đller Bankası'na devri yüzünden 300 trilyon liralık bir kaynak azalmasıyla karşı karşıya kalınacak. Pay % 3'e indirilirse, gelirin sadece % 40'ını alacağı ve geri kalan bölüm bütün Büyükşehir Belediyeleri arasında nüfusa göre pay edileceği için, kayıp 600 trilyon liraya kadar çıkacak. Yerel yönetimlerin güçlendirilmeye çalışıldığı bir devirde, çark aksine çevriliyor. Đstanbul eski yoksulluk dönemine geri döndürülüyor. Çivi üzerine çivi çakılmadığı, çakılamadığı dönemlere. Đstanbul'un halâ kaynakları yetersizken, bu kentte yaşayanların vergi gelirleri, bütün Anadolu'yu kalkındırırken, şimdi o zenginliği üreten koca Đstanbul'a daha da küçük bir pay ayrılacak. Cumhurbaşkanı kanunu onayladı. Ne siyasi partiler, ne sivil toplum örgütleri, ne de Đstanbul halkı, olan bitenin farkında değil. 285 Toplum hayatını ilgilendiren bu gibi önemli meseleler hep, gözlerden kaçırılıyor. Aş bir yerlerde pişiriliyor, tabldot mönü, müzakeresiz kabul ediliyor. Van'da bir çığlık 'dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır! 19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem Delil Karakoçan Haykırmak istiyorum.... Anadilde eğitim istiyorum! Sonra az biraz büyüyorum. 'Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır' diyorum.... Dünyamda anadilim kadar geniş ve zengin... Sonsuz ve mavi.... Ve masmavi umutlarla Đstanbul'a dönüyorum... Đşte Van Gölü Đşte Ax Tamara... 'Şu!' diyor yanımdaki ve ceylan gözlü genç bir kızı gösteriyor. Saygıyla selamlıyorum; gülümsüyor... Adı Tamara. Tatlı bir telaş içinde Tamara... Oturuyoruz... Tamara 100. yıl Üniversitesi 5. sınıf öğrencisi. Đlk aklıma gelen soru; biraz da merak 'Van'da katılım neden yüksek oldu?' oluyor ve soruyorum. Ceylan gözlü kız Tamara ciddiyetle yanıtlıyor: -'Geçen yazdan projemiz vardı, ama netleştirilememişti. Sonra dosya hazırladık. Kampanya öncesi duyarlılık çalışmaları yaptık. Seminerler, paneller düzenledik. Kürtçe dil dersleri verildi. Böylece belli bir düzey oluştu.... Ayrıca dil birimleri yaratıldı..' Anlıyorum... Önemsemiş ve kampanyaya ciddiyetle hazırlanmışlar. Başarılarının sırrı da bu. -'Ya şaşırtıcı olan?' diyorum, -'Türk, Laz, arkadaşların, Đslami kesimlerin, hatta bazı ülkücü öğrencilerin imza vermiş olması...' diye cevaplıyor. Seviniyor ve önemli bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Ve mavi dünyamda sessiz düşünüyorum. 'Dil, aynı zamanda bir iletişim aracı.... Her halk, toplum ya da birey, kendini en iyi kendi diliyle ifade eder.' Sonra ceylan gözlü kıza bakıyorum. Kararlı, kendinden emin bir yürek görüyorum. Van'da bahardan kalma güzel bir gün! Güneş, bu güzel yürekli, güzel dilli gençleri sımsıcak sarıyor. Đl binasındayız. Đçeri tıklım tıklım ve ceylan gözlü kız anlatıyor; dinliyorum: -'3 Aralık'ta başlattığımız etkinlikte ilk etapta 2050 imza topladık. Rektörlük kabul etmedi.' diyor. Ve devam ediyor, 'sonrasında da imza toplanmaya devam edildi. Gevaş, Tatvan, Bitlis, Hakkari'de de çalışmalar yapıldı...' Her yer kar altındayken, buz kesmişken Van'ın, neden böyle sıcak olduğunu daha iyi anlıyorum: Dil ısıtıyor... Rektörlük, öğrenci gençliğin kararlı duruşunu kırmak için arayışlara yöneliyor, 'Dilekçeleriniz noter onaylı olacak' diyor. Sonrası mı? Sonrası yaşanan toplu gözaltılar... -'Tepkiniz ne oldu? Diye soruyorum bu kez, duraksamadan yanıtlıyor: 286 -'Arkadaşlar gözaltına alınmak istenince sessiz yürüyüş yapıldı.' Gençler yılmıyor, Van mavi mavi gülüyor. ' Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır' diyen gençler, yeni bir dünyanın kapısını aralıyor. Sonra 2500 dilekçe veriliyor. Rektör kabul etmiyor, 'toplu değil, bireysel verin dilekçeleriniz kabul edilecek' diyor. Sonra dilekçeler tek tek veriliyor. Bireysel başvurular hemen o anda 500'ü aşıyor... Kampanya tüm hızıyla devam ediyor. Öğrencilerde bir koşuşturma... Ve ben, Van kedisini şimdi çok daha seviyorum! Orada- meydanda bir heykeli var Van kedisinin; bir gözü mavi... Derin bakıyorum masmavi gözün derinliklerinde kendini bulmuş, kimliğini bulmuş gençlerin güleç yüzünü görüyorum... Düş değil, gerçek! Ve gerçek Van'a daha yakın! Ceylan gözlü kız Tamara birazda sitemkar devam ediyor: -'546 arkadaş Alay Komutanlığına götürüldü. Komutan hatırı 'sayılır misafirleri ayırdık, aşağı aldık (aşağı: bodrum, nezarethane, işkencehane) sizlerde dilekçelerinizi geri alın' dedi.' Van kedisinin bir gözü sarı. Nedendir bilinmez. Ama sarı, bir leke gibi durur bazen. Anadilde eğitim talebi, Van kedisinin mavi gözü, mavişi... Dilekçelerini geri alanlarda olmuştur. 170 kişi geri alıyor dilekçesini... 170 sarı göz, geri çekiyor dilekçesini ama, 300'den fazlası geri çekmiyor mavi mavi duruyor; Van gölünün maviliği kadar duru ve derin.. derin algılıyor eylemini... dört gün dört gece düğün dernek olmuyor, dört gün dçrt gece gözaltında tutuluyor gençler. Sonra 13'ü tutuklanıyor. 13 mavi göz, mavi dil, maviş... Ve kedinin gözleri hala mavi... Ve ceylan gözlü kız maviliğin olanca derinliğinde hala, 'Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır.' Diyor... Bu gün pazartesi. -'Şimdi durum ne diye soruyorum, umutla. O cevaplıyor: -'Dilekçelerini geri çekenler dahil 300 kişi tekrar bireysel başvuru yaptı. Üniversite karakol gibi kullanıldı, 228 kişi gözaltına alındı. Yine ifadeler alındı... Yine 16 kişi alaya götürüldü. 7 arkadaş mahkemeye çıkarıldı ve serbest bırakıldı.' Sarı değil gözleri kedinin... Masmavidir şimdi... Bugün Salı... Đlk kez geldiğim ve anadil gibi benimsediğim Van'da ikinci günüm. Toprağın dili tanıdık geliyor, toprağı dinliyorum... Her şey bana çok yakın... Her şey mavi... Bugün de 100 kişilik bir başvuru yapılıyor. Dil dönüyor. Van sokakları satıcılarla dolu. Kürt müziği akşamın soğuk yüzünü ısıtıyor. Kürtlüğümü daha derinden yaşıyorum... Sokaklarda halkım... Sokaklar ana-baba.. Sokaklar bacıkardeş... Sokaklar mavi... Ve sokaklar beni çekiyor, sokakağa atıyorum kendimi, sonra dönüyorum; yüreğimde mavi bir heyecan: -'100 kişi yeni başvuru yaptı.' -'Başvurular devam ediyor...' Seni seviyorum Van. Seni seviyorum mavi göl ve sevdiğine kavuşamayan Ax Tamara! Seni seviyorum mavi gözlü kedi... hırçın çığlık... Ve anamın doğurgandili... Seni seviyorum... Ve anaları soruyorum, dilin yürek bekçilerini... Maviyi yaratan 'Sevgi Suyu'yu... Ax Tamara'ya gömülü aşkı.... 287 Analar, aileler... acının, yaralanmışlığın tanıdık dili, acılım..., acılım.... soruyorum bir genç cevaplıyor: -'Analar, aileler basın açıklamsı yaptı. Açıklama yapan ailelerin içinde tutuklanan 13 arkadaşın aileside var.' Güzel, güçlü bir dayanışma. Aileler basın açıklamalarında, rektörlüğün tutumunu kınadıklarını, anadilinin insani bir talep olduğunu, desteklediklerini belirtiliyor. Kürt kadını, Kürt anası bugünde önde, bugünde ana! Sonra 100 kadar kadın Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuru yapıyor... Kadın dilini, aile evladını sahiplenince ilkokullarda da başvurular başlıyor. Lise, dersane öğrencileri de katılıyor bu kervana. Kervan, dille buluşuyor ve kendi diliyle yürüyor... Toplu yürüyüşler, basın açıklamaları, afişlemeler, kuşlamalar gerçekleştiriliyor. Van'a cepheden bakan yalçın kayalıklara yazılan 'Ne Mutlu Türküm Diyene' sözü, kılıç gibi keskin duruyor. Ancak kılıç, dili kesemiyor. Dil, direniyor! Dersaneler, lise ve ilkokullar 3 günlük Kürtçe konuşma kampanyası gerçekleştiriyor. 3 gün... 3 mavi gün... Yorgun görmüyorum bu mavi kentin insanlarını. Kılıç kıramamış iradelerini... Ve Muş sırtlarına yazılan 'Önce Vatan', ' Ara, Bul, Vur!' kuruyup kalıyor yerinde. -'Moral bozukluğu, umutsuzluk var mı' diye soruyorum, -'Hayır kararlılık var. Daha ne yapılmalı' diye soruyor insanlar. Ben sormaya devam ediyorum... -'Baskılara karşı ne düşünülüyor?' -'Rektörlük ve Jandarma hakkında suç duyurusunda bulunma, Cumhurbaşkanı'na ve Adalet Bakanı'na protesto faksları çekme....' -'Peki bu da olmazsa?' -'Hepimiz gidip bu 'Suçu' bizde işledik diyeceğiz' Bu söz sessiz bir çığlık gibi düşüyor yüreğime. 'Bu suçu biz işledik'. 'Suç' işlemek istiyorum... Mavi gönlüm, ceylan gözlü kızın maviş gönlüne yakın duruyor, soruyorum; -'Kurumların desteği nasıl?' Duraksıyor, yüz hatları değişiyor Tamara'nın, yanıtlıyor: -'Van'da ĐHD, KESK vb. kurumlara gittik. ĐHD'liler 'gözaltına alının', sonra yardımcı oluruz, "Biz burda basın açıklaması yaparsanız biz kapatılırız, sonra size kim sahip çıkacak" dediler. Dışarı çıkıyoruz. Seyyar satıcının teybinde Kürtçe kasetler. Diyar söylüyor şimdi... Ve tanıdık bir yüz heyecanla yaklaşıyor, 'Az önce 100 kadar ilkokul öğrencisi okul çıkışı yürüyüş yapmış' diyor. Heyecanlanıyorum. O devam ediyor. -'Anadilde eğitim istiyoruz' diye de slogan atmışlar.' Haykırmak istiyorum.... Anadilde eğitim istiyorum! Sonra az biraz büyüyorum. 'Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır' diyorum.... Dünyamda anadilim kadar geniş ve zengin... Sonsuz ve mavi.... Ve masmavi umutlarla Đstanbul'a dönüyorum... Đşte Van Gölü Đşte Ax Tamara... Yaralı bir yürek Ax Tamara!..... 288 Anadilde eğitim: Hukuksal bir bakış 19 Ocak 2002 Yedinci Gündem Av. Mahmut Vefa Son dönemde geliştirilen önemli bir olay olan anadilde eğitim istemi, başta YÖK ve MGK olmak üzere bir çok merkezi kurumda büyük tartışmalara yol açtı. Merkezi hükümeti temsil eden bu kurumlar, "Anadilde eğitim istemi-sorununu" yine klasik bastırma yöntemleri ile ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Ancak burada iki handikap söz konusu: Birincisi; Avrupa Birliğine giriş süreci ve Türkiye'nin verdiği Ulusal programdaki taahhütler, Đkincisi ise; Olayın son derece demokratik, insani ve masum oluşu. Bu yaklaşım temelinde, Eğitim-Öğretim ve polis kurumları olaya oldukça sert bir yaklaşım geliştirdiler. Đstanbul, Ankara, Diyarbakır, Van, Hatay vb. yerlerde binlerce öğrenci polis merkezlerinde sorgulanırken YÖK, yayımladığı genelge ile üniversitelerin dilekçe veren öğrencilerin disiplin soruşturmalarına sevk edilmesini sağladı. Bu, klasik bir bastırma ve sindirme olayından başka bir şey değildir. Ancak, bu süreçte "Anadilde Eğitim -sorunu- istemi" konusu değişik yönlerden, siyasal kültürel ve hatta polisiye yönleri ile tartışılırken olayın hukuksal boyutlarının tartışılmaması, ortaya konulmaması temel bazı eksiklikleri ve sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Unutulmamalıdır ki hukuk yeni yüzyılda, önceki dönemlerin aksine öteki alanlardan etkilenen değil, bu alanları etkileyen ve hatta değiştirebilen bir boyut kazanmıştır. Bu durum özellikle uluslararası hukuk açısından daha da belirleyicidir. Anadilde Eğitim olgusu hukuksal boyutları ile tartışılırken, olayın ulusal ve uluslararası boyutuna bakmakta yarar var. Anadilde Eğitim, temel insan hakları metinlerinde düzenlenmiştir. Bu belgeler, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi - KĐSHUS (md. 27), Avrupa insan hakları Sözleşmesi 1 No'lu Protokol (md.2), Ulusal Azınlıkların ve Anadillerinin Korunmasına Dair Sözleşme, Çocuk Haklarına Đlişkin Sözleşme... Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme (UNESCO) ve Ulusal Azınlıkların Korunmasına Dair Sözleşmelerde düzenlenen konularda anadilde eğitim olgusu ile ilgilidir. 1.Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi; Kısaca KĐSHUS olarak adlandırılan bu sözleşmenin 27. maddesi şöyledir:"Etnik ve dinsel azınlıklarla dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde bu azınlıklardan olan kişilerin, grupların dahi öteki üyelerle birlikte topluluk olarak kendi kültürlerinden yararlanmak,.... ya da kendi dillerini kullanmak hakları yadsınamaz." KĐSHUS'un bu maddesi, özellikle dilsel azınlıkların dillerini yaşamın her alanında kullanmalarını, kültürlerini geliştirmelerini ve eğitim görme haklarını garanti altına almaktadır. 2.Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına Đlişkin Çerçeve Sözleşme(ULAZ): Bu sözleşmenin 9, 10/1, 10/2, 11 ve 12. maddeleri azınlık dillerinin günlük kullanımı dahil, yer ve kişi adlarının bu dilden olmasını vs. düzenlerken; aynı sözleşmenin 13 ve 14. maddeleri, tamamen 289 anadilde eğitim hususunu düzenlemektedir. Adı geçen sözleşmenin 13. maddesi şöyledir; "Madde-13. 1)Taraflar eğitim düzenleri çerçevesinde, ulusal azınlığa mensup kişilerin kendi özel eğitim ve öğretim kurumlarını kurma ve yönetme hakkına sahip olduğunu tanırlar. 2) Bu hakkın kullanımı Taraflara herhangi bir mali yükümlülük getirmez." Bu maddeye göre azınlıklar, anadillerinde özel eğitim ve öğretim kurumları kurabilirler. Ancak, sözleşmeye taraf devletler herhangi bir mali yükümlülük altına girmezler. Sözleşmenin 14. maddesi ise anadili öğrenme ve bu dilde eğitim olgusunu düzenlemektedir. Madde metni şöyledir: ("Madde-14. 1) Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin kendi azınlık dilini öğrenme hakkına sahip olduğunu tanırlar. 2) Ulusal azınlıklara mensup kişilerin geleneksel olarak ya da önemli sayıda yaşadıkları bölgelerde, yeterli talep varsa, Taraflar, mümkün olduğu ölçüde ve kendi eğitim düzenleri çerçevesinde, bu azınlıklara mensup kişilerin azınlık dilinin öğretilmesi ya da bu dilde eğitim görmeleri için yeterli fırsatlara sahip olmasını sağlamaya gayret ederler. 3) Bu maddenin 2. paragrafı, resmi dilin öğrenilmesi ya da bu dilde eğitim yapılması saklı tutularak uygulanır." Bu sözleşme, anadil ile ilgili önemli hükümler getirmekte ve bir çok sorunu, şiddet dışında çözme anlamında önemli bir işlev görmektedir. Avrupa konseyinin Belçika, Finlandiya, Đsveç vb. gibi bir çok ülkesi bu sözleşme çerçevesinde yaptıkları düzenlemelerle, anadil ile ilgili temel sorunlarından bir çoğunu demokratik temelde çözmüşlerdir. Ulusal program ve Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye'nin ev ödevlerinden biri de bu sözleşmedir. Ancak ülkede halen güçlü bir reaksiyon mevcuttur. Bu sözleşmenin onaylanması, Türkiye'de bir çok temel sorunu çözecektir. Kamuoyunun bu konuda talepte bulunması gerekir. 3. Birleşmiş Milletler Çocuk hakları Sözleşmesi: Bu sözleşmenin 30. maddesi şöyledir: "Madde-30. Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz." Sözleşmenin bu maddesi ülkedeki resmi dilden farklı dil konuşan çocukların, kendi dillerini kullanma haklarını düzenlemektedir. 4. Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'nde Konunun Yargılanması: Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bu sözleşme, ana metin ve 11 Protokolden oluşmaktadır. Bu sözleşme, yukarıda belirtilen uluslararası belgelerden farklı olarak, düzenlenen hak ve özgürlüklerin ihlali halinde, bir yargılama mekanizması getirmektedir.Üstelik benzer bir konuda Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'nin (AĐHM), somut olarak incelediği ve bazı sonuçlara vardığı "Eğitim Dili Davası/BELÇĐKA" vakası, ülkemizdeki tartışmalara da ışık tutacak niteliktedir. Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesine ek 1 Nolu Protokolün 2. maddesi şöyledir: "Madde-2. Eğitim Hakkı. Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir." Bu madde genel olarak sözleşmeyi imzalayan üye ülkelerin, vatandaşlarına eğitim olanakları sağlamasını öngörmektedir. Bu maddeyi sadece "anadilde eğitim" imkanı temelinde yorumlamak doğru değildir ve sınırlı bir yaklaşımdır. Bu maddeyi daha çok, eğitim olanaklarının sağlanması ve 290 anadilin öğretilmesi temelinde yorumlamak gerekir. Sözleşmenin bu maddesini, 8. maddedeki "aile yaşamı" ve 14. maddedeki "ayrımcılık yasağı" ile birlikte değerlendirmek daha uygun olur. Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi, sözleşmenin bu maddesini 8 ve 14. maddelerle bağlantılı olarak 23 Temmuz 1968 tarihli "Belçika Eğitim Dili" davasında yorumlamış ve bazı temel kriterler koymuştur. Davanın Özeti; Belçika vatandaşı olan başvurucu anne-babalar, hem kendileri adlarına hem de sayıları 800'ü bulan çocukları adına Komisyona başvurmuşlardır. Fransızca konuşan kişiler olduklarını belirten ve kendilerini daha çok Fransız olarak ifade eden başvurucular, çocuklarının Fransızca eğitim görmelerini istemektedirler. Altı başvurudan beşini imzalayan aileler kanunen Felemenkçe konuşulan bölge olarak kabul edilen bölgede yaşamaktadırlar. Bu beldelerin hepsinde nüfusun bir kısmı, bazen büyük bir kısmı Fransızca konuşmaktadır. Başvurucuların benzer noktaları şöyle özetlenebilir: a) Belçika Devleti başvurucuların yaşadıkları beldelerde Fransızca eğitim veren okullar açmamakta, özel statülü bölgelerde açsa bile bu eğitim yetersiz kalmaktadır. b) Bu beldelerde eğitim dil mevzuatına uygun düşmeyen kurumlara devlet tarafından maddi destek verilmemektedir. c) Bu tür kurumların verdiği diplomalara denklik verilmemektedir. d) Başvurucuların çocuklarının bazı bölgelerde Fransızca sınıflara alınmalarına izin verilmemektedir. e) Aileler çocuklarını, kendi inançlarına aykırı gördükleri yerel okullara yazdırmaya veya çocuklarını, çocuğun anadiline göre eğitim alabileceği Brüksel Büyükşehir bölgesine ya da Fransızca konuşulan bölgelere göndermeye zorlanmaktadırlar. Böylesi bir eğitim göçü ciddi riskler ve zorluklar taşımaktadır. Belçika eğitim dili mevzuatı, tek dilli olarak gösterilen bölgelerdeki eğitim dilinin o bölge dili olmasını; çift dilli olarak gösterilen bölgelerdeki eğitim dilinin çocuğun anadiline göre belirlenmesini; özel statülü altı bölgedeki eğitim dilinin, aile reisinin bu bölgede oturması şartıyla ilköğretimde seçmeli olmasını öngörmektedir. Belçika hükümetinin görüşüne göre, Mahkemenin önüne gelen sorunlar Sözleşme ve 1. protokole girmemekte ve fakat Belçika hukuk düzeninin münhasır alanına girmektedir.Hükümete göre dil ve eğitim konuları ile ilgili mevzuat, büyük ölçüde Devletin siyasal ve sosyal yapısının bütünleyici parçasıdır; bu mevzuat açıkça münhasır ulusal alan kapsamında yer alır. Hakları beyan eden belge olan Sözleşme hükümet makamlarının organizasyonu ile ilgili değildir; Sözleşmenin onaylanması sırasında Belçika Danıştay'ı ve Parlamentosu konuyu bu şekilde anlamışlardır. Bu nedenle Mahkemenin bu konuda yargı yetkisini kullanamayacağına dair içkin bir sınırlama vardır. Bu sınırlama, Sözleşmede açık bir hüküm yer almasına veya 64. madde bakımından bir çekince konulmasını gerektirmeyecek kadar aşikardır. Belçika Hükümetinin ileri sürdüğü münhasır ulusal alan kavramı, yetkisizlik konusunda yaptığı itirazın bir başka yönüdür ve esasa ilişkindir. Mahkeme bu itiraza katılmamıştır. Çünkü; normal olarak sözleşmeci tarafların iç hukuk düzenine giren konuları düzenleyen Sözleşme ve Protokol, devletlerin egemenlik alanlarında bulunan kişilerle ilişkilerinde, bu devletler tarafından uyulması gereken bazı standartları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Mahkeme, münhasır ulusal alan kavramına dayanan itirazı ret etmiştir. (...) Mahkeme sonuç olarak; yediye karşı sekiz oyla, Fransızca eğitim veren okullara çocukların sadece anne- babalarının ikametgahı dolayısıyla gitmelerini engellediği ölçüde, 2 Ağustos 1963 tarihli yasanın 7. maddesinin üçüncü fıkrasının , sözleşmenin 14. maddesi ile birlikte ele alınan 1 nolu 291 protokolün 2. maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir. Anadilde eğitim ve iç hukuk: Türkiye'de anadilde eğitim sorunu ve istemi konusunda hukuksal mevzuat nedir? Yasalarda ve diğer hukuksal belgelerde durum nedir? Bu soruların yanıtlanması son derece önemlidir. Đç mevzuat incelenirken Türkiye'nin temel kuruluş belgesi olan Lozan anlaşmasına bakmakta yarar vardır.Lozan anlaşmasının 38 ve 39. maddeleri incelendiğinde, bu sözleşmenin sözleşeme de tanımlanan gayrimüslim azınlıklar dışındaki vatandaşların dil ve eğitim sorunlarını çözdüğü açıkça anlaşılmaktadır.Ancak bu hükümler, sonraki süreçte yok sayılarak uygulanmamıştır. Türkiye cumhuriyeti Anayasası incelendiğinde, 42. maddede bazı yasaklamaların düzenlendiği görülmektedir.Anayasanın 42. maddesi son fıkrası şöyledir: " Türkçe'den başka hiçbir dil , eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez... milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır." Bu hüküm ilk bakışta, kesin bir yasaklama getirmiş gibi görülmesine rağmen, özellikle ülkede Đngilizce, Fransızca , Almanca ve Đtalyanca eğitim veren okulların varlığı düşünüldüğünde ,bu hükmün kesin yasaklamalar getirmediği görülmektedir. Özellikle Lozan anlaşmasının 38 ve 39. maddeleri incelendiğinde, olayın hukuksal boyutları daha iyi ortaya çıkmaktadır. Lozan anlaşması milletlerarası bir antlaşma olduğundan, bu antlaşma hükümleri geçerlidir ve dolayısı ile anadilde eğitim ve öğretim yapılmasına ilişkin anayasal bir engel bulunmamaktadır. Anayasada bu madde dışında kısıtlama getiren bir hükümde yoktur. Türkiye de Anayasanın bu hükmü dışında, eğitim ve öğretim ile ilgili temel mevzuat, 3 mart 1340 tarihli ve 430 sayılı tevhidi tedrisat kanununda, 1739 sayılı Milli Eğitim temel kanununda, 4.11.1981 tarih ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim kanunda (YÖK) düzenlenmiştir. Bu mevzuat incelendiğinde, anadilde eğitimi yasaklayan veya engelleyen hiçbir hükmün olmadığı açıkça görülmektedir. 1739 sayılı Milli Eğitim temel kanunu madde 10." .. Türk dilinin geliştirilmesine çalışılır", madde.20." ... çocukların Türkçe'yi doğru ve güzel konuşmaları sağlanacaktır" hükümleri getirilmiştir. 2547 sayılı YÖK kanunun 5. maddesi 1. fıkrası " Yüksek öğretim kurumlarında ........ Türk dili zorunlu derslerdendir." hükmünü getirmektedir. Dolayısı ile bu yasaların hiç birinde anadilde eğitimi yada anadilin öğretilmesini yasaklayan bir hüküm yoktur. Türkiye yasal mevzuatında, basın-yayın, konuşma, yazma vb. alanlarda, derneklerde, partilerde anadilde konuşma ve ilgili diğer bir çok mevzuatta yasaklamalar söz konusu iken, eğitim ile ilgili yasaklamalar bulunmamaktadır. Bu gerçekten ilginç bir durum ortaya çıkarmaktadır. Zanederim, kanun koyucu ve hükümetler, vatandaşlarının anadilde eğitim isteyebilecek kadar cesur olamayacaklarını düşündüklerinden bu konuda düzenleme ya da yasaklama getirmemişlerdir.!!!! Bu durumu kanun koyucunun istemeden de olsa demokrasiye katkısı olarak değerlendirmek gerekir!!! Resmi makamların tutumu Yukarıdaki açıklamalar ışığında, son günlerde özellikle üniversite öğrencilerinin okudukları okul yetkililerine verdikleri binlerce dilekçe ve bu dilekçeler üzerine yaşanan olaylar gerçektende vahimdir. Öğrencilerin dilekçelerini sunmalarında sonra, hemen hemen tüm üniversitelerde öğrenciler hakkında disiplin soruşturmaları açıldı ve polis ve jandarmanın yoğun göz altıları görüldü. Bu öğrenciler hakkında bir çok Devlet Güvenlik Mahkemesinde TCK.m.168 ve 169'a muhalefetten soruşturma ve davalar açıldı. Her şeyden önce öğrenciler, anayasanın 74. maddesine göre dilekçe haklarını kullanmışlardır. Đdari makamlar, bu dilekçelerde talep edilen istemleri kabul veya ret edebilirler.Ancak vatandaşların- 292 öğrencilerin verdikler dilekçeler nedeni ile takibata uğramaları, disiplin soruşturmalarına alınmaları ve hatta eğitim haklarının ortadan kaldırılacağı tehditleri ne yasal ne de anayasal hiçbir gerekçe ile açıklanamaz. Bu durum, tamamen bu kurumların hukuki değil ama siyasi saiklerle hareket ettiklerini gösterir. Yargıdaki durumda gerçekten vahimdir. Gerçi şu ana kadar mahkemelerce bu konuda verilen bir karar yoktur. Ancak bir çok öğrenci sadece dilekçe verdikleri için , Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yasadışı örgüt üyesi olmak veya bu örgütlere yardım yataklık yapmak suçlaması ile tutuklanmış ve haklarında dava açılmıştır. Bunu hukuk ile bağdaştırmak gerçekten güçtür. Her şeyden önce ceza hukukunun temel prensibi olan "kanunsuz suç ve ceza olmaz" maddesi karşısında, yapılan bu soruşturmalar,hukuki değil, tamamen hukukun zorlanması ve hatta siyasi olarak yorumlanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Türkiye'deki tüm ceza mevzuatı taransa bile "anadilde eğitim istemenin" suç olmadığı bu hususun hiçbir maddede düzenlenmediği, böyle bir suçun olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Buna rağmen Savcılıkların olayı örgütsel bir çerçeveye çekmeleri hukuken kabul edilebilir bir durum değildir. Bu aynı zamanda Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere de açıkça aykırıdır. SONUÇ a) Türkiye de anadilde eğitim hakkı önünde anayasanın 42. maddesindeki kısıtlama dışında bir yasaklamanın olmadığı, bunun ise Lozan anlaşmasındaki hükümler ile birlikte değerlendirildiğinde hükümsüz olacağı, b) Anadilde eğitim hakkının yada anadilin öğrenilmesi hakkının bir bütün olarak engellenmesinin Avrupa Đnsan hakları sözleşmesinin 8 ve 14. maddeleri ile sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 2. maddesinin ihlalini oluşturacağı, c) Anadilin öğrenilmesi-eğitimi hususundaki engellemelerin konu ile ilgili uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı olduğu, d) Öğrenciler hakkında başlatılan soruşturmaların Anayasanın 74.maddesine aykırı olduğu, hukukun temel prensiplerinin çiğnendiği, e) Üniversite öğrencileri ve diğer vatandaşların verdikleri dilekçeler nedeni ile eğitim haklarından mahrum edilmeleri ve takibata uğramalarının başta Avrupa Đnsan Hakları sözleşmesi olmak üzere hukuka aykırı olduğu, bu kişiler hakkında disiplin veya cezai sonuçların ortaya çıkması halinde, Türkiye'nin başta Avrupa Đnsan hakları Mahkemesi olmak üzere uluslar arası hukuk kurumları karşısında zor duruma düşeceği ve tazminat ödemek zorunda kalacağı unutulmamalıdır. *Diyarbakır Barosu Genel Sekreteri Bırakın siyasallaşsın... 20 Ocak 2002 Sabah Gülay Göktürk Teröre karşı demokratik mücadeleden yana olan herkes yıllarca Kürtlere aynı şeyi söyledi: Terörden uzak durun, sorunlarınızı şiddet yoluyla çözemezsiniz. Demokratik yoldan siyasi mücadele verin. Ancak o zaman başarı kazanabilirsiniz. 293 Şimdi Kürtler bunu yapıyor. Okullarda Kürtçe'nin seçmeli ders olması için imza topluyor. Yani demokratik bir hak için siyasi bir kampanya açıyor. Peki devlet ne yapıyor? Đmza toplayanları ve verenleri hapse yollayıp bu kampanyayı önlemeye çalışıyor. Gerekçe de, bu kampanyanın arkasında PKK'nın oluşu... Bilmiyorum, belki gerçekten de imza kampanyasının arkasında PKK vardır. Ama bilelim ki bu PKK, başka PKK... Şiddeti değil, demokratik mücadeleyi savunan bir PKK... Bu değişim, Đçişleri Bakanlığı açısından hiçbir anlam ifade etmiyor mu? *** PKK'nın siyasallaşmasını "yeni bir tehlike" olarak algılayanların anlayamadıkları şu ki; siyasallaşmak, PKK'nın PKK olmaktan çıkması anlamı taşır. Çünkü PKK deyince aklımıza gelen en temel özelliği bir terör örgütü olmasıdır. Terörden vazgeçmiş bir terör örgütü olabilir mi? Artık o örgüt, adı aynı kalsa da aslında başka bir örgüttür. Siyasallaşmak Đçişleri Bakanlığı'nın sandığı gibi korkulacak bir şey değil, tam tersine, örgütün içinde taşıdığı bütün hastalıkların panzehiridir. Demokratik parlamenter rejimi savunanlar, sadece Kürt hareketinin değil, o ülkede varolan bütün farklı menfaat gruplarının, etnik ve dinsel farklılıklara sahip bütün toplumsal grupların siyasallaşmasını ve böylece taleplerini meşru kurumlar içinde ortaya koymalarını tercih ederler. Siyasileşen bir örgüt, artık siyaset yaptığı ülkenin koşullarını gözetmek, halkın nabzını tutmak, o halkın desteğini almak zorundadır. Geniş kitlelerle kucaklaşmak için, temsil ettiği kitlenin haklı taleplerini meşru zeminlere aktarmak, demokratik çözüm yolları bulmak, haklı zeminde kalmaya çalışmak, somut kazanımlar uğruna gerektiğinde uzlaşmayı, geri adım atmayı bilmek zorundadır. Elbette PKK "artık siyasal mücadele vereceğim" demekle, terör örgütü olduğu döneme ilişkin suçlarının sorumluluğunu taşımaktan kurtulamaz. O dönemin hesabını vermeye, cezasını çekmeye devam eder. Ama eğer örgütün hayatında ikinci bir sayfa açılmışsa ve bu yeni sayfanın temel özelliği terörden vazgeçmekse, bu değişimi "yeni bir tehdit" olarak değerlendirmek yerine, olumlu karşılamak, samimiyetini sınamak için bir şans vermek gerekir. *** Bugün yerim biraz dar. O yüzden, son günlerde basına yansıyan ve "Güvenlik birimlerince" hazırlandığı söylenen rapor üzerinde bir sonraki yazımda duracağım. Kürtçe konusu ile devekuşu mantığı... 20 Ocak 2002 Milliyet Hasan Cemal 294 Ankara'dan yapılan açıklamalara göre, 17 üniversitede 5103 dilekçe verilmiş Kürtçe eğitim için... Resmi odaklar, eylemlerin siyasallaşma çabası içindeki PKK tarafından düzenlendiğini söylüyor. Çok sayıda gözaltı var. 11 de tutuklama... Kürtçe! Muhsin Kızılkaya'nın Yılmaz Erdoğan'ı anlattığı 'Yılmaz' isimli güzel kitabının bir yerini işaretlemiştim: "Hakkari'ye geldiğinde Ankara'yı özledi, Ankara'ya gittiğinde Hakkari burnunda tüttü. Đki dilli bir çocuk olarak büyüyordu. Hakkari'de evde daha çok Kürtçe konuşuluyordu. Ankara'da evde ise daha çok Türkçe... Hakkari'de sokakta herkes Kürtçe konuşuyordu, Ankara'da herkes Türkçe... Annesiyle Kürtçe konuşuyordu, babaannesiyle Türkçe... Hakkari'de başka bir Türkçe konuşuluyordu, Ankara'da başka... Hakkari'nin Türkçe’si Kürtçe'ye yakın bir Türkçe'ydi, Ankara'nın Türkçe’si düzgün bir Türkçe... Onun için Ankara'dan Hakkari'ye Ankara'da öğrendiği her şeyi unutarak gidiyordu, Hakkari'den Ankara'ya geldiğinde de Hakkari'de öğrendiklerini... Kafasının içinde hep iki kasetle dolaşıyor gibiydi; Hakkari'ye ulaştığında Ankara'nın kasetini çıkarıp Hakkari'ninkini takıyor, Ankara'ya gittiğinde de Hakkari'ninkini... Hakkari'ye geldiğinde düzgün Türkçe’siyle alay ediliyordu. Tam dilimi düzelttim, artık kimse benimle dalga geçemez dediği bir anda Ankara'ya gidiyor, bu kez bozuk şivesiyle Ankara'dakiler dalga geçiyordu." (Sel Yayıncılık, sayfa 79) Evet, ne olacak Kürtçe?.. Yılmaz Erdoğan'ın anadili Kürtçe. Ama o sahneye çıktığında milyonları Türkçe'yle dalgalandırıyor, çoşturuyor. Ne yapacaksınız Kürtçe'yle?.. Milyonlarca vatandaşımızın anadili Kürtçe. Konuşmak serbest. Kürtçe yazmak serbest. Kürtçe gazete çıkarmak serbest. Dergi de kitap da çıkarabilirsin. Kürtçe kaset doldurup satabilirsin. Bütün bunlar serbest. Ama iki yasak var: Kürtçe radyo televizyonla eğitim... Bütün bunları yapabilirsiniz, ama iş radyo ve televizyonlardan Kürtçe haber ya da müzik yayına gelince yasak. Bütün bunları yapabilirsiniz, ama örneğin iş köşe başında bir kurs, bir derslik açıp Kürtçe öğretmeye gelince yasak. Bugün televizyonlarda Türkiye dışından yayın yapan Kürtçe televizyon kanalları var. Özellikle Güneydoğu'da çanak antenlerle PKK'nın yayınları da izlenebiliyor. Kuzey Irak'tan, Đran'dan, Ermenistan'dan Kürtçe yayın yapan televizyon programları da yok değil. Bütün bu yayınlarda 295 Kürtçe de öğretiliyor. Biz ne yapacağız? Deniyor ki Ankara'da: "Kürtçe radyo ve televizyon serbest bırakılırsa, Kürtçe öğretilirse, Kürtçe eğitime izin verilirse, Kürt milliyetçiliği gelişir, bu da ayrılıkçılık fikrini güçlendirir." Bunda gerçek payı var. Ancak tersten düşünelim: Kürtçe'yi, Kürt kimliğini yok saymaya devam etsek, bütün bu yasakları Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde devam ettirsek, Kürtçe yok mu olacak? Hayır. Kürt milliyetçiliği yok mu olacak? Hayır. Türkiye'nin komşusu birçok bölge ülkesinde, birçok Avrupa ülkesinde Kürt dili geliştiriliyor, öğretiliyor. Birçok yerde Kürtçe eğitim var. Enstitülerde Kürt kimliği araştırılıyor, geliştirilmek isteniyor. Bütün bu ortamlarda tabii Kürt milliyetçiliği de varlığını gösteriyor. Kürtler yalnız Türkiye'de yaşamadıklarına göre ne yapacağız? Bugüne kadarki yasaklarımızı devam ettirmenin mantığı nedir? Bu biraz da devekuşu mantığı! Öyle değil mi? Başımızı kuma gömmekle artık bir yere gidemeyiz. Bu resmi mantığın Ankara'da gözden geçirilip değiştirilmesinin zamanı çoktan geldi. Önce radyo ve televizyona izin verilmesinde, sonra eğitim konusunun düzenlenmesinde yarar var. Devlet mi yapsın? Özel ellere mi bırakılsın? Đkincisi, yani konunun bireysel haklar çerçevesinde düzenlenmesi daha doğru olabilir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anadillerine, kimliklerine saygı ve duyarlık gösterilmesi, bu topraklarda yalnız barış ve esenliği değil, aynı zamanda devletin temellerini güçlendirir Bazı şeyleri konuşmak neden bu kadar zor... 21 Ocak 2002 Sabah Mehmet Tezcan Daha kuruluş günlerinde isyanın her türlüsünü gören, yaşayan bir ülkede.. Uzun yıllar her türlü terörün acısını çeken bir ülkede.. 296 Etnik teröre de.. Dinsel teröre de.. Đdeolojik teröre de on binlerce kurban veren bir ülkede.. Bazı şeyleri konuşmak çok zor oluyor.. Devlet de, toplumun bazı kesimleri de, anında tepki gösteriyor.. Çoğu zaman tepki refleks olarak ortaya çıkıyor.. Bu reflekssel tepki, aslında geçmişte yaşananların bilinç altında bıraktığı derin izlerin ürünü.. Bakın, üniversitelerde bir kampanya sürdürülüyor.. Kürtçe eğitim için 5103 dilekçe verilmiş.. Belli ki örgütlü bir eylem.. Bu ayrı bir konu.. Benim değinmek istediğim alan farklı.. Bir grup yazar Kürtçe radyo ve televizyon yayınının sakınca doğurmayacağını, Kürtçe eğitim konusunun düzenlenebileceğini söylüyor.. Ankara'nın resmi görüşü ise.. Bu, ayrılıkçı akımı güçlendirir.. Peki devletin bu konuda çok hassas olmasının, ayrılıkçı rüzgâr estirir diye karşı çıkmasının ardında yatan ne?.. Gelin bugün bu bilinç altına bakalım.. Varlık vergisi konusundaki incelemesiyle gündeme gelen Doç Dr. Ayhan Aktar resmi ideolojinin oluşumunu bakın nasıl anlatıyor: "Cumhuriyet'in kurucu heyeti uzun bir savaş yaşadı. Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve Đstiklal Savaşı..1912 ile 1922 arasında bu ülkeyi yönetenler on yıl savaştılar.. Bu insanlar ihaneti, işgali, milliyetçi hareketleri gördüler, mağlubiyeti yaşadılar. Savaş, ve toprak kaybettiler.. Farklı etnik ve dini gruplardan insanların Osmanlı şemsiyesi altında var olma anlayışı,1912'deki milliyetçilik akımlarının yarattığı Balkan Savaşı'yla terk edildi.. Yönetici seçkinlerin doğduğu yerler gitti. Atatürk biliyorsunuz Selanik doğumludur. Bir insanın doğduğu yere bir daha gidemeyecek olmasının yarattığı bir travma vardır. Cumhuriyet'i kuran kadronun kemiklerine işlemiş bölünme korkusu bu yıllara dayanır. O neslin bireysel tecrübesi bizde resmi görüş haline geldi. 30-40 yaşında olanlar böyle bir travmayı yaşamadılar.. Onlar kendilerine, topluma ve dünyaya daha çok güvenerek bakıyorlar." Đşte Kürtçe konusundaki tartışma da bu noktada düğümleniyor.. 297 Ülkeyi yönetenlerde, Balkan Savaşı'yla başlayan, PKK ile yeniden güçlenen 'bölünürüz düşüncesi' şimdilik ağır basıyor.. Dostum'un kirli ellerini sıkan Türkiye... 21 Ocak 2002 Yeni Şafak Koray Düzgören Türkiye'de yazacak çok şey var. Argo tabiri ile hepsi de faullü… Alın bir tek günün haberlerini, alt alta yazın, Türkiye'nin halini daha iyi anlayacaksınız: 'Siyasal Đslam'la haşır neşir olan ya da devletin 'bölücü' diye nitelendirdiği partilerin içinden gelen ve 'her nasılsa halkın oyunu alıp yerel yönetimlere seçilen', istenmeyen unsurlara karşı alınan tedbirlere bakın: Yerel yönetimlerin can damarları kesiliyor. Gelirleri azaltılıyor. Yetkileri kısılıyor. Utanmasalar yerel yönetimleri tümden valilere ya da merkeze bağlayacaklar... Bu da bir başka haber, Đçişleri Bakanı Yücelen'den yeni bir harika daha: Bakan, yayınladığı genelge ile ana dilde eğitim isteyen Kürt gençlerini peşinen mahkum etmiş. Mahkemeler dururken bakan kararını vermiş. Yasalarda olmadığı halde suçun tanımını bile yapmış, savcılara talimat veriyor. Kendini hem yasa yerine, hem polis yerine (zaten polis), hem de savcı ve yargıç yerine koyuyor. Bir tek hangi cezaevine konulmaları gerektiğini bildirmemiş. O konuda da Adalet Bakanı'na güvenmiş. Adalet Bakanı kendisine gereken yardımı nasılsa yapacak ve onları F tipine yollayacaktır. Böyle bir rejime ne ad verilebilir acaba? Bir icraat da Cumhriyet Başsavcısı'ndan. Cumhuriyet Başsavcısı ise yine HADEP'in kapatılmasını talep ediyor. Onun da gerekçesi aynı... HADEP'in ve HADEP'li yöneticilerin tabiri caizse‚ siyasi faaliyetler içinde olduğunu ve bu faaliyetlerin devletin bölünmez bütünlüğünü tehdit ettiğini söylüyor. Normal bir hukuk devletinde, benim, devletin başsavcısının 'saygın iddianamesi' hakkında bir mütalaada bulunmam çok abes kaçabilir. Tabii normal bir hukuk devletinde, böyle bir iddianame olmayacağı için, benim de böyle abuk bir yazı yazmam gerekmez... 298 Daha bitmedi... Emniyet Genel Müdürü de, ana dilde eğitim hakkı talep etmenin PKK'nın siyasallaşma çabalarının bir parçası olduğunu açıklayıp bunun suç olduğunu ilan ediyor. Bütün bunları alt alta yazın. Devlet sanki Kürtler'in yasal değil, illegal faaliyet göstermesini istiyormuş gibi bir manzara ortaya çıkıyor. Kürtçe eğitim, anadillerinde eğitim istemek siyasallaşma olarak görülüp mahkum ediliyor. Buna karşılık aynı devlet, ellleri kirli mi kirli, geçmişi karanlık mı karanlık bir adamın elini sıkıyor. Afganistan'ın kuzeyinde yaşanan Cenk Kalesi katliamının en önemli sorumlularından biri olan General Dostum'la cilveleşiyor. Afganistan'da işbirliği yaptığı isme bakar mısınız? Uluslararası Af Örgütü, Cenk Kalesi'nde bir insanlık suçu işlendiğini savunuyor. Đnsan haklarına duyarlı dünya kamuoyu, yakında Dostum'un yakasına yapışacak. Bu kesin. Dostum ise Türkiye'nin korumasında. MIT'in güvenli evlerinde barındırılan ailesini ziyarete gelip, Genelkurmay'ın askeri hastanesinde sağlık kontrolünden geçiriliyor. MĐT'in uçakları ile dolaştırılıyor. Peşinde bir gazeteci ordusu. Cenk Kalesi katliamından söz eden yok. Ön plana çıkarılan, Dostum'un şeriatçı olmadığı… Bu yetiyor. Şeriatçı olmasın da, elleri kanlı olsun... Devlet için farketmez. Bunlar yetmediyse başka haberler de var: Ecevit'in sona eren ABD gezisine ne demeli? Başbakan, ABD Başkanı Bush'un Irak'la ilgili açıklamalarından çok tatmin olmuş. O kadar tatmin olmuş ki, Irak konusundaki endişelerini bile dile getirmemiş. Onun, nasılsa Türkiye'nin endişelerini dikkate alacağını biliyormuş... 299 ABD Irak'a karşı harekata başladıktan sonra Türkiye'ye mutlaka haber verecektir, bundan ben de eminim. Türkiye dışarda, Dostum gibi şaibeli, eli kanlı liderlerin elini sıkıp sırtını sıvazlayarak, içerde kendi vatandaşlarına karşı düşmanca bir politika izleyerek; yine dışarda ABD ve IMF'ye boyun eğip, içerde şahinliğini ve zalimliğini sürdürerek nereye kadar gidebilecek? Üstelik bunlar sadece bir günün tutarsızlıkları.... Pusulasız Kürt siyaseti 21 Ocak 2002 Radikal Enis Berberoğlu Siyasi sorunu hukuki çerçevede tartışmak zaten zordur. Hele Kürtçe eğitim ve yayın hakkı gibi hukuken mayınlı sahaya girmek hepten akla ziyandır. Köşe yazılarını kanun hükmünde kararname zihniyeti ve üslubuyla kaleme alanlara özendiğimizi sanmayın. Ama teröre taviz veririz korkusuyla, Kürt oylarını toplama hevesi arasında sıkışan siyasetin direksiyon hâkimiyetini kaybettiği kaygan hukuki zemini birkaç soru-yanıtla yoklamamız zorunlu. *** Soru bir: Kürtçe yasağı ne zaman konuldu, nasıl kalktı? Yanıt bir: 12 Eylül yönetimi 2932 sayılı yasayla şu yasağı koydu: "Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır." Kürtçe herhangi bir devletin birinci resmi dili olmadığı için yasaklandı. 1991'de Körfez Savaşı sırasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın isteğiyle Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen hükümle bu yasa yürürlükten kaldırıldı. Böylece resmen yasaklı dil kalmadı, Kürtçe kitap, dergi ve gazeteler yayımlandı, kaset, CD'ler çıktı. Soru iki: O zaman Kürtçe TV neden hâlâ yasak? Yanıt iki: RTÜK Yasası, son Anayasa değişikliğine rağmen şu hükmüyle Kürtçe TV'ye geçit vermiyor: "Radyo ve TV yayınlarının Türkçe yapılması, ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasında katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde haber iletilmesi amacıyla bu dillerin kullanılması..." Soru üç: Son Anayasa değişikliği ile Kürtçe eğitim serbest bırakıldı mı? Yanıt üç: Hayır, Kürtçe eğitim Anayasa'nın 42'nci maddesine aykırı: "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez." 300 *** Son bağımsız Türk devletinin hukuk marifetiyle sergilediği siyasi komediye bakın. Kürtçe kitap yazmaya, türkü yakmaya izin var. Ama bu kitapları okuyacak, müziği dinleyeceklerin o dili öğrenmeleri kişisel gayretlerine bırakılmış. Resmi veya dershane gibi özel kurumlarda Kürtçe öğretilmesi yasak! Avrupa Birliği'nin gözünü boyamak için Anayasa'nın iki maddesi değişti. "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz" hükmü Anayasa'dan temizlendi. Ama TV'den Kürtçe kelam etmek yasak! Doğaldır ki siyaset bu kadar saçmalamayı, çelişkiyi affetmez. Nitekim üniversitelerde seçmeli Kürtçe ders konulmasını talep eden toplu dilekçeler verilmeye başlandı. Eylem Dicle Üniversitesi'nden Trakya ve 100'üncü Yıl Van Üniversiteleri'ne yayıldı. Đçişleri Bakanı Yücelen mesele asayişe tecavüz sınırına dayanınca hemen harekete geçti. Bakan bey, Jandarma Genel Komutanlığı ile valileri 'PKK yeni eylemiyle Kürt kimliğini öne çıkarmayı amaçlıyor' diye uyardı. (1992 ilkbaharında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile Erdal Đnönü'nün Diyarbakır'da Kürt kimliğini tanımalarının onuncu yıldönümü işte böyle kutlandı.) Đçişleri Bakanı'nın 'Bu durum Anayasa'ya aykırıdır' uyarısına uyan güvenlik güçleri dilekçe verenleri gözaltına almaya, DGM'ler inceleme açmaya başladı. Durumdan vazife çıkaran YÖK Başkanı Kemal Gürüz dilekçe eylemcilerini üniversiteden bir-iki yarıyıl uzaklaştıracak ve tamamen ilişkisini kesecek yönetmeliği işletti. Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde bu cezalar uygulandı. Anayasa korumasındaki dilekçe verme hakkı ayaklar altına alındı... *** Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin kitleler halinde rejim düşmanı yaratma hünerine her zaman şaştık kaldık. 12 Eylül öncesinde bu ülkedeki imanlı Marksist sayısı sanırız Sovyetler'den fazlaydı. Siyasi Đslam yanlış politikalar sonucunda ülkenin ilk partisi haline geldi, iktidardan uzaklaştırılması 'postmodern darbe'yle mümkün oldu. Güneydoğu'daki yangın o ölçüde büyüdü ki, dönemin Genelkurmay Başkanı 'Cudi'ye bayrak diktik' diye övündü. O nedenle Kürtçe eğitim deyip geçmeyin. Pusulasız Kürt siyasetinde despot devletimiz toplumu disiplin altına tutabileceği yeni öcüye kavuşuyor. Kürt kanıyla beslenen PKK taban yaratacağı taze çelişki buluyor. 'Ne olursa olsun, ama kavga çıkmasın' derdimiz bu yüzden. Meselenin hak alma-verme ekseninde tartışılması abestir. Siyaset kurumu ve devlet politikası ancak Kürtçenin resmi okullardaki statüsüne karışabilir. Ama vatandaşın kendi parasıyla ve zamanıyla yapacağına kimse müdahale etmemelidir. Dileyen Kürtçe öğrenir, isteyen Çinçe... Đsteyen Almanca kursu açar, müşterisini bulan Kürtçe. Hani 'Konuşan Türkiye' vardı. Dilden bu kadar korkulur mu? Dilekçelerden görünenler 301 21 Ocak 2002 Evrensel Gençliğin Sesi Dilekçe nedir? “Ben şunun olmasını istiyorum” diye yetkili makamlara sunulan bir talep. Yani, dilekçe yazma sebebi, olmayan, yapılmayan bir şeydir ki, “Bilginize arz ederim”, “Gereğinin yapılmasını rica ederim” densin. Çoğu zaman, “Büyüğümsün, derdime bir çare” anlamına da gelir. Sorun, birden çok kişinin sorunu ise, aynı taleple birden çok dilekçe verilmesinden, hatta bunun, daha etkili olması için planlanarak yapılmasından daha doğal bir şey olamaz. Bu kadar alçakgönüllü bir talep iletme biçimine, yetkili makamlar tarafından çeşitli karşılıklar verilebilir. Örneğin, kabul edilebilir elbette. Kibarca reddedilebilir, sözgelimi, değerlendirmeye alınır da bir türlü bir sonuç alınamaz vs. “Mümkünatı yok” diye açıklama yapılır. Hiç açıklama yapılmaz, dilekçe sahipleri süründürülür. Daha bunun gibi ilginç karşılıklara bu topraklar üzerinde yaşayanlar alışıktırlar. Geçen haftalarda bir de, dilekçe vereni tutuklayıp DGM’de yargılamak çıktı. Gerekçe ise, “güler misin, ağlar mısın?” türünden: Efendim, bölücü örgüt de aynısından istiyormuş, hem de onun için harekete geçme talimatı vermiş. “‘Sivil itaatsizlik’ yapın” demiş. Öyle ya, dilekçe verip, “gereğinin yapılmasını rica etmekten” daha büyük sivil itaatsizlik olur mu? Sözü edilenin anadilde eğitim görmek için dilekçe veren Kürt öğrenciler olduğu anlaşılmıştır. Bu ülkede ilk kez Kürtçe eğitim görme talebiyle harekete geçilmiyor. Önceden, hükümetlerin Avrupa hayalleri şimdiki kadar “uçuk” olmuyordu ama, daha başka karşılıklar gösterilmesine alışmıştık. “Anayasa’da yassak” diyorlardı ki, o zaman gerçekten de “daha” doğru oluyordu. Şimdi de aynısını diyorlarsa da, laf olsun diye söyledikleri ortada. Çünkü anadilde eğitim talebinin uygun olduğu yasal ve anayasal hükümler ve uluslararası antlaşmalar olduğu, hatta bir kısmının yeni kabul edildiği biliniyor. Dilekçe sahibi öğrenciler tarafından, “Yok öyle bir şey” denebileceği de tahmin edilmiş ki, dilekçe metninin çoğunu bu yasa, anayasa maddelerine ayırmışlar. “Terörist örgüt de bunu istiyor” savunması ise, gençliğin taleplerinin egemenler için nasıl algılandığının çok açık ve vahim bir göstergesi. Bu tuhaf savunma o kadar utanç verici ki, “Kürtçe diye bir dil bile yok” iddiasını aratıyor. O en azından nesnel bir tartışmaya girmeye ve hatta temelinde ikna etmeye dayalı bir iddiadır, gençlerin, halkın çoğu bunun doğru olmadığını bilse de. Oysa, anadilde eğitim görmek isteyen Kürt öğrenciler, ilkokula kadar kendilerini bir dilde ifade etmeye alıştıktan sonra, öğrenim hayatlarında başka bir dille karşılaştıklarında nasıl afalladıklarını ifade ediyor, üniversite öğrencisi olmuş gençler, ne Kürtçe’yi ne Türkçe’yi doğru düzgün konuşamadıklarını anlatıyorlar. Yetkililerin buna verdikleri karşılığın “Bunu bölücü örgüt istiyor” olması, bu yüzden çok acı. Yalnızca bu karşılığı vermekle de kalmıyorlar, hem Türkçe’de hem Kürtçe’de zorlanan öğrenciler bir çözüm yolu önerdiler diye DGM’lik olup, cezaevlerine giriyorlar. Bu, gençliğin, sorunlarına çözüm bulabilmek, sesini duyurabilmek için ne kadar sıkı bir çalışmanın, hareketlenmenin, örgütlenmenin ihtiyacını duyduklarını çok acı biçimde yeniden gösterdi. 302 Hatta birileri var... 21 Ocak 2002 Yeni Şafak Ali Bayranoğlu Pazartesi gecesi Adalet Bakanı'nın bir yemek daveti vardı, Yeni Şafak'tan Selahhattin Sadıkoğlu ve Kürşat Bumin'le katıldık bu yemeğe. Yemek öncesi ayaküstü sohbette bakana, Genelkurmay Başkanlığı'nın 8 ayrı şuç duyurusu üzerine, 8 ayrı dosyadan yargılandığım TCK'nın 159. Madde'si hakkında bir soru sordum. Sorum basitti: "Çoğu ilk celsede beraatle sonuçlanan, herhangi bir suç unsuru bulunmayan yazılar hakkında dava açılmasına neden izin veriyorsunuz; bu maddeden dava açılabilmesi, bir başka maddeye göre sizin izninize bağlı, onay vermezseniz açılmaz?" Yanıt da basitti: "Hep karıştırılıyor, yasa izin için bakan değil, bakanlık diyor, izin veren bakanlık…" Tekrar sordum: "Ama izin adalet bakanı adına veriliyor, imza sizin adınıza atılıyor; söz konusu olan ülkenin yazarları, aydınları olunca, neden bakan bu işe el atmaz?" Bunun üzerine, "Genelkurmay'ın suç duyuruları değil mi" dedi, bakan, "Đşte bizim önümüze suç duyurusu gelince, hüküm vermemiz olmuyor, mahkemelere havale ediliyor…" Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, beğendiğim, karışık meselelerde zor işlerin altından kalktığına inandığım bakanlardan birisiydi. Ne var ki, sadece 159. Madde konusunda değil, örneğin hapishane operasyonlarının yapılış şekli konusunda ipi elden kaçırdığını, devletin derin koridorlarında alınan kararları izlemek zorunda kaldığını, daha sonra bunlara aktif bir şekilde katıldığını gördükçe, bu beğenim yara aldı. Yine de zaman zaman bir başkası yerine onun Adalet Bakanı olmasının bir şans olduğunu düşünmüşümdür. Ama o akşam Hikmet Sami Türk'te madalyonun diğer yüzünü gördüm. Yemek esnasında Kürşat Bumin: "Bildiğim kadar, dilekçe vermek bir haktır, Kürtçe eğitim konusunda dilekçe veren ögrencilere Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde soruşturma açılması için Adalet Bakanlığı'nın DGM savcılarına genelge gönderdiği doğru mu?" diye sorunca, "Evet" dedi bakan ve ekledi: "Peki siz bu dilekçeleri okudunuz mu? PKK'nın siyasallaşma çabalarından haberiniz var mı?" 303 Bence bu mantık bildik bir devlet bakışı olsa da, bir hukuk profesörü tarafından yürütülürse, bardağı taşıran damla olur… Birileri için hak olan bir eylem, başkaları için suç olarak değerlendirilirse… Üstelik bu kişilerin eylemlerinden çok niyetlerinden yola çıkılırsa… Bu niyet tahmini devletin ne kadar manipülatif olup olmadığı belli olmayan istihbarat raporlarınca ürettiği bilgiye dayanırsa… Ve takibata uğrayan hukukun icap ettirdiği gibi tek tek kişiler değil, neredeyse dilekçe veren tüm öğrenciler ise, yani bir kimlikse… Bardak taşar… Yönetemeyen bir yönetimin aczi ortaya çıkar ve aczin bedeli ne yazık ki, hak gaspı ve otoriterleşme olur… Demokrasiyi dilinden düşürmeyen bakanı anlamak zor… Görünen o ki, istihbarat raporları Kürtçe eğitim talebini PKK'nın siyasallaşma çabasının ilk adımı olarak tanımlayınca düğmeye basıldı. Đçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve YÖK aynı anda harekete geçti. 1500 öğrenci hakkında soruşturma başlatıldı. Đvedi olarak 18 kişi tutuklandı, 162 kişi gözaltına alındı. Çünkü istihbarat raporları, Kürtçe eğitim eyleminin PKK'nın 6. Konferansında alınan bir kararla uygulandığını söylüyor. Ne var ki, biz bu "raporların gerçeği mi yansıttığını yoksa sistemi sıkıştıran bir talebin bastırılmasında kamuoyunu ve dış dünyayı tatmin edecek bir gerekçe olarak mı kullanıldığını bilmiyoruz". Şimdi soralım: Eğer istihbarat raporları doğruysa, yani üniversitelerde binlerce, onbinlerce öğrenci PKK'nın talebi üzerine bir anda harekete geçebiliyorsa, bu sorun siyasi önlemler almadan, "stratejik bilgi" dışında "toplumsal bilgi" merkez alınmadan, salt asayiş tedbirleriyle çözülür mü yoksa azar mı? 159. Ve 160. Madde konusunda olduğu gibi belli ki hatta birileri var. Ve Adalet Bakanı örneğinin işaret ettiği "yetkisi olmayan sorumlular cehennemi" her cephesinde alabildiğine yanmaya devam ediyor… 11 Eylül destekli güvenlik akımı, siyaset ve hukuk alanında ilerlemeyi ve sorunlar içinden çıkılmaz hale gelmeyi sürdürüyor. Dilekçe vermek suç oldu 22 Ocak 2002 Evrensel Çetin Diyar Đçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, yayımladığı genelgede, Kürtçe eğitim için dilekçe verenlerin sayısındaki artışa dikkat çekerek, bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtmiş. “Kürtçe genelgesi” 304 olarak da adlandırılabilecek genelgede, “Bölücü terör örgütünün sivil itaatsizlik ve siyasal başkaldırı adı verilen yeni bir stratejiyi uygulamaya çalıştığı” belirtilerek dilekçeler karşısında “uyanık” olunmasını istemiş. Genelge 81 ilin valiliklerine ve Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderildi. Böylece, ezmek ve sindirmek mantığına sahip olanlarca, dilekçe vermenin masumane bir tutum olmayacağı tespit edilerek gereğinin yapılması emredilmiş oluyor. Dilekçe verme hakkı yıllardır başvurulan “bölücülük”, “terörizm”, “anarşi” vb. kavramlarla sarmalanarak, halkın gözünde “vatan ve millet düşmanlarının bir eylemi” olarak mahkum edilmiş, bu suça teşebbüs edenler de linç edilmeyi hak eden “vatan hainleri” olarak cezayı hak etmiş oldular! Genelgeyle, dilekçelerle Kürt kimliğinin öne çıkarılmak istendiği belirtilmiş ve durumun “bölücülük” ve “terörizm” kapsamındaki suçlara dahil edilmesi istenip, dilekçe verilen her yerde karşılaşılan terör ve şiddet yasallaştırılmış oluyor. HAK TALEBĐ ĐHTĐYAÇTAN DOĞAR Kamuoyunun bilgisi dahilinde olduğu gibi, dilekçe verenlerin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi! Dolayısıyla, genelge süregeleni ve onaylamış olmaktan öte bir işlev görmeyecektir. Ancak, “Hukukun egemen olduğu bir ülkede dilekçe verme özgürlüğü vardır” laflarının nasıl bir yalan olduğu bir kez daha sınanmış oldu. 34 maddelik Anayasa değişikliği ve uyum yasalarının ne ifade ettiği de daha iyi anlaşılıyor. Ve aslında bu durum bir kez daha gösteriyor ki, işçiler ve emekçiler, ezilenler ve sömürülenler haklarını ve özgürlüklerini mücadele ederek kazanırlar ve kendi yasalarını kendileri yaparlar. Yasal haklar kullanılsın diye vardır. Ama burjuva egemenliği, ya da burjuva diktatörlüğünün bir karikatürü olan Türkiye’de her hakkın kullanımı sermayenin ve gericiliğin baskı ve saldırılarını göğüslemeyi ve püskürtmeyi gerektirmektedir. “Demokratik hukuk devleti, uygar, eşitlikçi ve bağımsız bir ülke” olduğu tekrar edilip durulan Türkiye’de vatandaşlar “Madem bu hakkımız yasalarda var öyleyse biz de kullanabiliriz” dedikleri an bu durum değişiyor. Dilekçe verme hakkının başına gelen de budur. Oysa, haklar insanların ihtiyaçları olarak ortaya çıkarlar ve söz konusu hakkın daha önce olup olmadığına bakılmaksızın, ihtiyaca yanıt vermesi asıl olandır. Ama, Đçişleri Bakanlığı’nın genelgesiyle, 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nde dilekçe verme hakkı resmen yasaklanıyor. BU GENELGE TARĐHĐ BĐR VESĐKADIR Đçişleri Bakanı’nın yayınladığı bu genelge aslında hak ve özgürlüklerin öyle herkes tarafından ve dilediğince kullanılamayacağı, hak kullanmanın ve dilekçe vermenin vatandaşın doğal hakkı olduğu gibi safsatalara inanılmaması gerektiğini resmen tebliğ etmiş oluyor. Bu durumda, anadilde eğitim hakkı talebinde bulunan Kürtlerin önce içeriğini izah ederek, nasıl bir dilekçe vermek istediklerini, bu dilekçeyi verip veremeyeceklerini Đçişleri Bakanlığı’na, ya da devletin uygun gördüğü makama sormaları ve yanıtını beklemeleri gerekecektir. Devlet uygun görürse dilekçe vermelidirler! Bu trajikomik durum gerici egemen sınıfların yönetme tarzlarının bir göstergesi olarak işlev görmektedir. On yıllardır gerici ve faşist yasaların hüküm sürdüğü yönetme tarzından başka seçenekleri bulunmayan, demokrasi ve özgürlük düşmanı gerici egemen sınıflar işçi ve emekçilerin ve halkların talepleri karşısında hep bu tutumu sürdürdüler. Vatandaşın dilekçe verme hakkı karşısında devletin takındığı tutumun resmi belgesi olması bakımından Đçişleri Bakanlığı’nın bu genelgesi tarihi bir vesika olarak işlev görecektir. HUKUKÇULAR BU DURUMA SESSĐZ KALMAMALIDIR Duruma hukuk çevreleri de duyarsız kalmaktadırlar. Dilekçenin içeriğine katılıp katılmamaktan 305 bağımsız olarak bir talebe yasaklama ve şiddetle yanıt verme tutumu kabul edilmemeli ve karşı çıkılmalıdır. Ortada bir hukuk skandalı varken, vatandaşın dilekçe verme hakkının doğal bir hak olduğu, dilekçenin içeriğinin ve dilekçeyle dile getirilenin talebin ne olduğundan bağımsız olarak bu hakkın engellenemeyeceği ve hiçbir şarta bağlanamayacağı gibi bir gerçek varken ve bu durum günlerdir şiddetle yanıt buluyorken barolar, hukukçu dernekleri, hukukçular ve kamuoyu bu durum karşısında sessiz kalmamalıdır. Dilekçe vermeyi bile “vatanın bölünmez bütünlüğü” ile ilişkilendiren ve “zorla değiştirme” kategorisindeki suçlara dahil eden baskıcı ve yasakçı yaklaşım kabul edilmemelidir. Eğitim dili, dil eğitimi 22 Ocak 2002 Radikal Tarhan Erdem Yaygın eyleme dönüşen 'anadilde eğitim' istekleri, 30 yıldır hastaneler, okullar, trafik.. yönetiminde gösterilen beceri ve basiretle karşılanıyor! Başka türlüsü de beklenebilir mi? Đçişleri Bakanlığı, Anayasa'nın, "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz" hükmünü içeren 42. maddesini hatırlatarak dilekçe verenlerin 'Anayasa'nın 14. maddesindeki hükmü de ihlal ettiğini' söyledi. (19 Ocak tarihli gazeteler) Bakanlığın dilekçe vermeyi, 'devletin bütünlüğünü bozmayı, demokratik ve laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyet' olarak gördüğü anlaşılmaktadır. 'Dilekçe vermekle', 'bölünmez bütünlüğün' bozulacağının bağdaştırılabileceğini sanan yöneticiye 'basiretli' diyebilir misiniz? Başbakan yardımcısının teşhisi de şöyle: "Son zamanlarda bölücü unsurların, yeni stratejileri çerçevesinde, çeşitli eylemler geliştirdiği ve amaçlarına dolaylı yoldan ulaşmak istediği anlaşılmaktadır." (Nevşehir, 20 Ocak) Sayın Bahçeli'nin söylediği gibi, 'bölücü unsurların', 'Kürtçe eğitim' dilekçelerini 'amaçlarına dolaylı yoldan ulaşmak' için kullandıkları doğrudur. Bir başka doğru da, kampanyayı başlatanların hükümetin tepkisini gerçekleştiği gibi tahmin etmiş olmalarıdır: Sorun çıkarmak isteyenlerin tam istedikleri gibi, gözaltına almalarla konu eğitim dışına taşırılmıştır. Rektörler, kaymakamlar, okul müdürleri.. dilekçeleri verenlere 'incelerim, elimden geleni yaparım' deseler; konuyu koalisyon partileri konuşup inceleseler, kamuoyunun tartışma yolu açılsa, işin sokağa dökülmesinden daha doğru olmaz mıydı? Sayın Bahçeli'nin sergilediği politikalarla devam edilirse, önümüzdeki günlerde başımızın belaya gireceği açık değil mi? Dönülmesi zor dehlizlere girmeden, saplantılarımızı irdelemeye başlamalı, olanaklarımızla insan haklarının uyumunu sağlamaya çalışmalıyız. Hükümet, şöyle veya böyle, ama mutlaka, açık bir politika belirlemelidir. Politika belirlemeden; okullarda yabancı dillerin öğretilmesi, okullarda Türkçe dışında dillerde eğitim yapılması, özel okullarla devlet okulları arasında yabancı dil öğretimi ve yabancı bir dille 306 eğitimde farklılık, devlet ve vakıf üniversitelerinde yerel dilleri inceleyen bölümlerin açılması, (...) konularında açıklığa kavuşulmalıdır. Okullarda Đngilizce, Kırgızca öğretilmesiyle; bir okulda matematik, kimya, coğrafya gibi derslerin Fransızca, Kürtçe anlatılması çok farklı şeylerdir. Özel veya devlet okullarında Çerkezce öğretilmesi veya eğitim yapılabilmesi, devlet okullarında Almancanın tercihli ders olması (...) açık politikalar yoksa nasıl kararlaştırılacaktır? Resmi dil, Türkçe dışında anadille eğitim, ilköğretimde dil, bir dilin öğrenilmesi, eğitimin bir yabancı dil ile yapılması, azınlık hakları, bireysel haklar, (...) kavramları değişik tanımlanıyor. Türkçe dışında anadil nerede, hangi düzeydeki hangi okullarda öğrenilecek ve geliştirilecek, bedelini kim ödeyecektir? Đlköğretim dışında ve devamında Kürtçenin öğretilmesini veya Kürtçe eğitim yapacak okul kurmayı istemek azınlık hakkı ya da bireysel hak olarak mı görülüyor? Bana göre bunlar azınlık hakkı değil, bireysel haklardır. Konuları ve kavramları ortak tanımlara ulaştırıp, açık politikalar belirlemeye çalışmak yerine; '42'nci madde', 'bölücülük', 'kamusal alan' gibi açıklamalarla sonuç alınamaz, huzur ve güven bozulur. Kürtçe eğitim 22 Ocak 2002 Evrensel Kamil Tekin Sürek Kürtçe eğitim talebinde bulunanlar beşer onar gözaltına alınıyor. Đçişleri Bakanı polise talimat göndermiş. Fakat, savcılar gözaltına alınanları hangi suçla itham edeceklerini bilemiyor. Çünkü, Kürtçe eğitim istemek bir suç değil. Bu nedenle birtakım zorlamalarla suç uydurulmaya çalışılıyor. Đçişleri Bakanı polise gönderdiği talimatta suçu da belirtiyor: PKK örgütüne yardım ve yataklık etmek. Yani, TCK 169. maddeyi ihlal. Peki, ‘Kürtçe öğrenmek istiyoruz, bunun için müfredatınıza Kürtçe dersi koyun’ demek nasıl PKK’ye yardım ve yataklık etmek oluyor? Đçişleri onu da düşünmüş elbet. Efendim, PKK, bilmem kaçıncı kongresinde Kürtçe eğitim konusunda karar almış. Sadece PKK mi böyle karar almış. Başka parti yok mu Kürtçe eğitim konusunu programında ya da kararlarında dile getiren? Var elbette. Benim bildiğim en azından EMEP Kürtçe eğitim, Kürt kültürünü geliştirme, Kürtçe yayın haklarını savunuyor. CHP bile zamanında bir Kürt Raporu hazırlamış ve sözde de olsa Kürtçe eğitim ve yayın hakkını savunmuştu. Demek ki, PKK işin bahanesi. Devlet Kürtçe eğitim talebini kabul etmiyor. Silahlı çatışmaların sürdüğü günlerde, pek çok aydın, yazar çizer ya da kendine demokrat diyen zevat, “terör bitsin Kürtçe eğitim, Kürtçe yayın hakkını devlet tanıyacak” diye sabah akşam fetva veriyordu. Hatta, bazıları bu sözleri devlet adına verdiklerini dahi ima ediyordu. Mesut Yılmaz AB’ye giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğini ilan etti. AB sözcüleri ve Avrupalı devletlerin temsilcileri ise, Kürtçe eğitim ve yayın hakkını her konuşmalarında dile getiriyordu. Bu sözler, çok sayıda insanı kandırmaya yetti. 307 Aslında, devlet dört sene önce, silahlı mücadeleyi kazanmasının hemen ardından Kürt politikasını ilan etmişti. Dağlara götürdükleri üniformalı gazeteciler aracılığıyla silahlı mücadelenin kazanıldığını, bundan sonraki aşamanın asimilasyon politikasını hızlandırmak olduğunu açıkladılar. Ecevit’in Köy-Kent Projesi de asimilasyon politikasının bir unsuru olarak yeniden hortlatıldı. Diyarbakırspor’u birinci lige çıkarttılar. 11 Eylül’den sonra da AB’li devletlerin sözde insan hakları savunucusu sözcüleri Kürtçe eğitim ve yayın hakkı vb. ağızlarına almaz oldular. Gelinen noktada tecrübe ile bir kere daha sabit oldu ki, her türlü hak ve özgürlüğün kazanılması için işçi sınıfı ve emekçi halkın mücadelesinden başka yol yoktur. AB’li ya da ABD’li emperyalistlere güvenmenin, egemen güçlerin sözlerine inanmanın sonu hüsrandır. Ne yapılacaksa işçi sınıfı ve emekçilerle yapılacak. ‘Đşçi sınıfı bizim sorunlarımıza duyarsız’ diye bahane ileri sürmek de doğru değil. Đşçi sınıfının taleplerimize duyarsız olduğunu düşünüyorsak, işçi sınıfını duyarlı hale getirmeye çalışacağız. Avrupalı emperyalistleri ve burjuvaziyi duyarlı hale getirmek için sarf edilecek çaba, işçi ve emekçileri duyarlı hale getirmek için harcansa, en azından işçi sınıfının sorunlarına ve eylemine bu kadar uzak durulmasa, şimdi farklı bir noktada olunurdu. Kürtçe dilekçeleri 23 Ocak 2002 Sabah Okay Gönensin Çeşitli üniversitelerde, Kürtçe’nin ders olarak okutulması için dilekçe veren öğrencilerin yarattığı sıkıntı, bir sıkıntıyı çözmek yerine kendi kendimize büyütme kapasitemizin son örneğidir. Olayın bir yanı, dilekçe "harekâtı"nın "örgütlü" olmasıdır. Birçok üniversitede yüzlerce öğrenci koordine bir şekilde hareket etmiştir. Bu örgütlü hareket kuşkucu yanımızı canlandırmıştır. Kimileri daha baştan bu eylemi "PKK'nın siyasallaşmasının bir parçası" olarak görmüştür. Terörle herhangi bir sonuç almanın imkânsızlığının görülmüş ve kabul edilmiş olması, başlı başına, terörden çok fazla acı çekmiş bir toplum açısından önemlidir. Dilekçe eyleminin ilk andan itibaren PKK'ya bağlanması ise çok anlamlı değildir. Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli Türk vatandaşlarının tümünün PKK kontrolünde olduğunu düşünmek ve bundan kuşkulanmak hem haksızlıktır hem de bu topluma güvensizliğin en tepe noktasıdır. Abartılı tepki, tersine sonuç Dilekçe eylemi kendi başına, yasalar açısından da temel hukuk kuralları açısından da suç değildir. Bu eylemin yasa dışı bir örgüt tarafından düzenlendiği kanıtlanana kadar da bu eyleme katılan öğrencilere "örgüt üyesi" ve "terör destekçisi" muamelesi yapılmasının, hukukun ötesinde vicdani olarak anlamı da yoktur. 308 "Baştan vuralım ki iş büyümesin" mantığının hiçbir geçerliliği olmadığı da bundan önceki sayısız örnekle kanıtlanmıştır. Ayrıca dilekçe eylemi bir süredir devam etmektedir. Dilekçeler kendi hallerinde verilmeye devam ederken birden "ağır" bir tepki ortaya çıkmıştır. Bu dilekçeleri alan yetkililer, üniversite yöneticileri basit cevaplarla olayı "kendi" boyutunda tutabilirlerdi, yine de tutabilirler. Bu tarz bir eylemin gerçek anlamda siyasallaşması ve kendi boyutunun dışına taşmasının en garantili yolu, ölçüsüz ve abartılmış tepkilerle karşılanmasıdır. Türkiye demokrasiye alışmalı Avrupa ile farklı bir süreç içine girildiğine ilişkin iyimser yaklaşımların öne çıktığı bir ortamda bu tarz "zorlamalar"ın gündemin önüne yerleştirilmesi çabaları da başka kuşkular yaratmaktadır. Asıl gündem, "uyum yasaları" adı verilen ve yasalarımızdaki çok açık anti-demokratik hükümlerin temizlenmesi ve düzeltilmesidir. Böyle bir dönemde dilekçe eylemlerinin birdenbire büyük bir mesele haline dönüştürülmek istenmesi, eylemin kendisinden daha tehlikelidir. Türkiye, bütün anlamlarıyla, bütün içeriğiyle demokrasiye "alışmak" ve onu hazmetmek aşamasındadır. Bünyede, alışmayı ve hazmetmeyi reddeden unsurlar vardır ve bunlar dilekçe eyleminde aradıkları gerekçelerden birini bulduklarını düşünerek seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Güvenliğin gerçek güvencesi Kürtçe dilekçesi verenlerin tutuklanması, birilerinin yine Türkiye'nin güvenliği büyük bir tehdit altına girmiş gibi bağırmaya başlamalarıyla ne Türkiye'nin güvenliği sağlanabilir ne de olaylar kendi boyutları içinde tutulabilir. Birileri Kürtçe için dilekçe versin, başkaları da başka diller için dilekçe versin ve bütün bunlara tepkimiz kendine güvenen, demokrasiyi hazmetmiş bir toplumun hoşgörü sınırları içinde kalsın. Türkiye'nin güvenlik ve bütünlüğünün gerçek güvencesi bu güven ve hoşgörüdür. Anadil Varoluştur 23 Ocak 2002 Özgürpolitika SUZAN SAMANCI 'Bir ulusu yok etmek istiyorsanız topa tüfeğe hiç gerek yoktur, anadilini kısıtlayın yeter" diyen filozoftan sonra insan bir şey yazmak istemiyor doğrusu. Anadilde eğitimin haklı talebi karşısındaki aymazlık ve sert duruşa bir anlam veremiyor insan! Nedir bu inat ve paranoya? Bu yaratıcılık çağında, ortaçağ mantığıyla hareket etmek; erimeye ve çürümeye evet demek değil midir? Đnsan tarih boyunca kendisini dönüştüren bir tarihsel varlıktır. Ve her birey dilini ait olduğu toplumdan edinir. Dil, duyularımızın ve düşüncelerimizin uzantısıdır, oluşumdur, iletişimdir. Hayvanlar doğal yetileriyle yaşamlarını sürdürebilirler, oysa insan dil sayesinde iletişim kurar. 309 Bu nedenle dil: Duygu ve düşüncemizin en önemli aracı ve bütünleyici öğesidir. Uygarlıklar, kültürler ve diller yarattı; bir çoğu tarihin çıkmaz sokaklarında boğulup kalırken, bir çoğu da serpilip özgürleşti. Ancak dili olanın tarihi vardır; dili olmayanın tarihi de olamaz. Düşünceyi oluşturan alt yapının kaynağı beyin ve dildir. Özgürleşen toplumlar anadilde eğitim görenler ve dillerini koruyanlar olmuştur; dil varoluştur. Dil konuşuldukça, düşünüldükçe, yazıldıkça doğurganlaşıp, esneklik kazanır. Hafıza: Düşüncenin deposu, dil ise aracıdır. Đrade: Denetleyicisidir. Akıl: Yönlendiricisidir. Bilinç ise bunların en üstünde yer alan parıldayan güneşidir. Kendi dilimizi kendimiz belirleseydik, sanırım hiç kimse acı çeken, yok sayılan, kelepçeli bir dili seçmek istemezdi. Asırlardır direnmiş ve bugünlere gelmiş Kürt Dili ne zincir vurup yadsımak çağın gerçekliği karşısında başını kuma gömmektir. Đnsan kendi özgürlüğünün bilincine vardığı anda başkasının özgürlüğüne de saygı duyar. Bırakalım halkları, Türkiye'deki aydınlar bile Kürt sorununa gereken duyarlılığı göstermekten kaçınıyorlar. Oysa başkasının özgürlüğü bizim özgürlüğümüzün ön koşuludur. Kendine istediğini başkasına istemeyen nasıl bir aydındır bilemiyorum. Anadil varoluşun ve kendine güvenin temelidir. Đki yıl önce, Diyarbakır'a gelen bir yazar (zamanında Komünist damgasını yemiş ve hakkında davalar açılmıştı) insanların yüzüne şaşkınca bakıyor ve susuyordu. Düşünce ve duygularını sorduğumda, "Đnsanlar kendilerine hiç güvenmiyorlar, çok çok güvensizler" dedi. Bunu söyleyen bir yazardı. Yıllardır baskı altında olmanın, aşağılanmanın, yok sayılmanın insanı güvensizliğe ittiğini bilmiyor muydu? Biliyordu bilmesine de işine gelmiyordu. Şimdi öğrenciler, analar, babalar bu tarihsel yanlışlığa karşı eylemleriyle tepkide bulunuyorlar. Aşağılanmak, yok sayılmak başkaldırıyı doğurmuş, dil bilinci gelişmiş, toplumsal etkileşim süreci içinde eyleme dökülmüştür. Üç yıl önce 8 martta Boğaziçi Üniversitesi'inde konuşurken, karşımda elit ve rahat bir kitle vardı. Onlara "Siz Kürtlüğünden utanarak büyümenin ne demek olduğunu biliyor musunuz?" dediğimde, ortalığı suskunluk kaplamıştı. Çocukluğumu anımsıyorum da, Kürt sözcüğünü ağzımıza alamadığımız gibi, konuşmaktan da utanırdık. Đnsanın belleği hiçbir şeyi unutmuyor, değişim ve dönüşümler yaşanmadığında o bastırılan duygular rahatsızlık olarak eyleme dökülüyor. Unutamadığım anlardan biri de: Đlkokul ikinci sınıftayım. Okula gelen stajyer bir öğretmen, teneffüste başımı okşayarak, "Sen bizim Hocanın kızısın, Tu Kurmanci zani? (sen Kürtçe biliyor musun?)" dediğinde, dilimi şaklatıp "nuç!" demiştim. Akşam bunu babama anlattığımda, babam sinirlenip kızmış, "Yarın gidip o öğretmene, 'Ez Kurmanci zanım' (Ben Kürtçe biliyorum) diyeceksin" dedi. Ertesi gün öğretmeni bulup söylediğimde, bana kokulu bir silgi almıştı. Son dönem gençliğinde bu tür duygular çok belirgin değil, ama yine de gizli tahribatların oluşacağı kaçınılmazdır. Türetilen aşağılayıcı deyimler, (Ağaçtan maşa olmaz Kürt'ten paşa olmaz, Gökten nur yağsa da Kürt Allah Allah demez, Kürt'ten evliya olsa da sakın koyma avluya, Kürt çalar çingene oynar, Kürt küveler...) Kart Kurt söylemlerinin hiçbir sonuç vermediği ortada. Ortak paydalarda buluşup kalıcı çözümler üretmek, uygarlığın ve gelişmenin biricik gereğidir. 310 Avrupa'da "Türkçe", Türkiye'de Kürtçe 'Anadilimi Đstiyorum' 23 Ocak 2002 Özgürpolitika Ali Ongan Son günlerde Kürtlerin ve Türkiye'nin gündemine oturan Kürtçe anadilde eğitim kampanyası ve bu kampanyayı sürdüren Kürtlerin karşılaştıkları baskılar ve yıldırma politikaları kamuoyu tarafında yakından takip ediliyor. Özü ve amaçları itibariyle tamamen politik çıkarlara dayalı buna benzer bir talep de Türkiye ve Türkiye'yi dışarıda temsil eden birçok kurum, kuruluş, dernek ve birinci elden Türk konsoloslukları tarafından uzun yıllardan beri "Türkçe anadilde eğitim" kampanyaları adı altında sürdürülüyor. Biri copla, gözaltına alınmalarla ve tutuklanmalarla Türkiye'de sürerken, diğeri tam bir ikiyüzlülükle içinde söz konusu Türk kurumları tarafından açık bir çifte standart ve büyük bir adaletsizlikle Avrupa'da hayata geçirilmek isteniliyor. Uluslararası hiç bir mahkemenin ve birazcık düşünme yeteneğine sahip hiç bir insanın kabul edemeyeceği bu çifte standarttan bir kaç örnek vererek bu işgüzarlığı ve adaletsizliği belgeleyebiliriz. 1-Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı Đstemihan Talay: Türk dilinin Almanya'da yaygınlaştırılması ve okullarda okutulması Alman demokrasisini güçlendirir. (Berlin-17 Ocak 2002 Hürriyet Gazetesi) 2- Almanya Berlin Türk Büyükelçisi Osman Korutürk: Türkçe Almanya'da yaşayan Türklerin varlık nedenidir. (Berlin 17 Ocak 2002 Hürriyet Gazetesi ) 3- Almanya Türk Başkonsolosu Ahmet Akarçay: Almanya'da Türk dilinin ve kültürünün yaygınlaşıp geliştirilmesi çalışmaları hız kazanmalıdır. (10 Ocak 2002 Milliyet Gazetesi) 4- Đsviçre Zürih Başkonsolosluğu Eğitim Müşaviri Ahmet Mutluoğlu: Đsviçre'de yaşayan birinci kuşağı kaybetmek istemiyorsak, Türkçe anadil eğitimine önem vermeliyiz ve bu girişimlerimizi burada bulunan okulların gündemine taşırmalıyız. Sivil toplum örgütleri öncü olabilirler. (20 Aralık 2001 Sera Dergisi-) 5- Danimarka Türk Büyükelçisi Fügen Ok: Danimarka'da Türkçe anadil eğitiminin resmi bir şekilde geliştirilebilmesi için çalışmalarımız devam ediyor. (11 Kasım 2001 Milliyet Gazetesi) 6- Türk Dil Kurumu Başkan Vekili Hamza Zülfikar: Avrupa'da Türkçe'nin kullanılması AB ilişkilerimizi olumlar. Bu hussustaki çalışmalara destekler katlanarak devam etmelidir. (23 Kasım 200 Yeni Şafak Gazetesi) 7- Toplumsal Gelişim Đçin Elele Platformu Basın Bildirisi: Dilimiz kimliğimizdir. Kimliğimizi korumanın tek yolu Türkçe'ye önem vermekten geçer. (18 Mart 2001 dilimz.gen.tr internet sitesi) 8- Ege Üniversitesi Avrupa Diller ve Kültürleri Araştırma ve Uygulama Merkezi: Türk Milli Eğitim Bakanlığı dünyada yaşayan tüm Türklerin Türkçe dilini geliştirebilmesi ve Türkçeyi evrensel diller boyutunda değerlendirebilmesi için çabalarına hız vermelidir. (2001 Avrupa Konseyi Avrupa Diller Yılı Basın Bildirisi ) 9- Almanya Türk Veliler Derneği, Almanya Türk Akademisyenler Kuruluşu, Almanya Türk Öğrenci Dernekleri Federasyonu, Wuppertal Veliler derneği, Đsviçre, Almanya ve Fransa 311 Atatürkçü Düşünce Dernekleri,Türk Dil Kurumu Almanya Temsilciliği, Marmara Koleji Sanayi ve Ticaret A.Ş, Ankara Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dilini ve kültürünü geliştirme ve yaygınlaştırma birimleri sempozyumu sonuç bildirgesi: Bir halkın varlığı anadilin varlığı ile mümkündür. Türkçe dilinin hukukunu oluşturmalıyız ve Avrupa'da yaşayan Türkleri anadil eğitimi konusunda donatmalıyız. (Mayıs 1999 Hamburg. Cumhuriyet Gazetesi) 10- Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu: Avrupa'da geliştirilen Türkçe anadil eğitimleri, Avrupa'nın ilgili kurumlarınca desteklenmelidir ki, bu Avrupa demokrasisinin bir görevidir. (26 Ekim 2001 TRT-ĐNT) Yaşamın her alanında çifte standartlar uygulayan Türk Devleti ve onun resmi kuruluşlarının yukarıdaki örneklerini siz okuyucularımızın yorumlarına bırakıyorum. Türk basınını birazcık takip eden ve göz ucuyla sorunu birazcık araştıranlar bu ve buna benzer çalışmalara, söylemlere ve icraatlara her zaman her yerde rastlayabilir. Dünya ne uyku öncesi çocuk masallarında yaşıyor ne de Kürtler bu dünyanın masal kahramanlarıdır ve bir kez olsun kendi çocuklarınızın gözlerine cesaretle bakın 'Deli' Emin'in Kaderi 23 Ocak 2002 Özgürpolitika SELĐM FERAT Kürd'e red! Kürtçe'ye red! Tüm kölelerini yitirdikten sonra, Kürdistan mührünü kaybetmek istemeyen histerik bir hükümranlık haykırışıdır. Türk ırkçılığı namına "gizli" tehdit olarak rezerve edilenlerden biri Çölaşan, Kürtçe diye bir dilin olmadığını yazdıktan sonra, çeşitli yorumlar yapıldı. Bunlardan kısa olanları ve herkese ayan olanları aktarıyorum: "Faşist, ırkçı; Kürt düşmanı; Kürtlerin kanını içse doymaz; bu adam herşeyi haketti artık; barbar; inkarcı; kudurmuş melez; aşağılık duygusuyla çıldıran adı... vs. vs..." Ancak, tüm bu kısa nefesli yorumlar ne Çölaşan'ın adına yazdığı kurumların, ne de O'nun halleti ruhiyesini aksettiriyor. Gerçek, Türkiye'de, anti-Kürt siyasetin tarihinin en derin krizini yaşadığıdır. Çölaşan'ın adına konuştuğu, buzul Türk dünyasının başına inanılmaz bir felaket geldi: Milyonları temsilen Kürtler, kendi dillerini okullarda öğrenmek için ayaklanacaklarının sinyalini verdiler. Ok yaydan çıkınca Çölaşan, hükümranlar adına tarihi kartını oynamış oluyor, Kürt dilini inkar edince. Yoksa Çölaşan, Kürt dilinin olmadığını savunacak kadar akıl fukarası biri değildir. Dünyadan bihaber olmayan Hürriyet yazarı, aynı zamanda Öcalan'ın yüzlerce kez MED ve MEDYA televizyonlarındaki açık oturumlarda Kürtçe konuştuğunu da biliyor. Aynı yazar, Kürtçe isteyenlerin bazılarının, dilleri yaşaklandığı ve asimile edildikleri için ya dillerini hiç öğrenmediklerini, ya da sadece "argo Kürtçe" konuştuklarını da biliyor. Ve yine aynı Hürriyet yazarı, biri kendisine: "Lo Emin, bi rastî tu be fam, an jî rola kerêkî dilizî?" derse, bunu anlamayacağını biliyordur. Önemlisi, bu cümleyi kendisine tercüme edeceklerin kim 312 olduğunu bilecek kadar becerikli biri olduğunu da biliyordur. Çölaşan en akıllılar için değil, dipçik zoruyla düşünmesi engellenenler için yazıyor. Özel Tim ve JĐTEM'e kurban edilmek üzere, reserve edilenlerin düşünmemesi için öğretim uzmanı oluyor, Çölaşan. Onun için Kürçe'yi kastederek: "Bu bir dil değil... çeşitli lehçeleri var... Kürtçe, aslında Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı bir dilcik" demenin, bir cümle içinde üç sivri çelişki anlamına geldiğini biliyor ve kartını zamanına uygun ve barut yüklü oynuyor. Bundan dolayı da, birincisi, Çölaşan'a, zavallı biri olduğu için çatmanın yararının olmadığını düşünüyorum. Đkincisi, Çölaşan'a "sopalı" saldırı en kötü eylem biçimi olur. Çünkü, bunu özellikle isteyen Çölaşan'dır. Üçüncüsü, Kürtlerin elinde hep bir sopa görmek isteyenlerin adresini Kürtler öğrenmiş bulunuyorlar. Eskidendi: "Akıllı kolonizatör!" Türkler, "zavallı bir Kürdü", hile doludüzenbaz bir kapana alırlardı ve Kürt, hilenin kendisini düşüren düzenbazlığına yenilir, hemen ya bir taşa, ya da sopaya sarılırdı. Elinde sopa olan Kürdü gören "akıllı Kolonizatör", amacına ulaşınca, Kürdü işaret ederek, etrafındakilere: "Ben söylememiş miydim, bakın kaba ve geri Kürt, nasıl hemen taşa-sopaya sarıldı, gördünüz mü?" der ve Kürt'ün "işini bitirirdi". Tiyatro sahnesindeki oyun, bir başka oynanıyor şimdi: Kürt öğrencileri, kadınları ve ilkokul çağındaki çocuklar, Kürtçe eğitimi mümkün kılan yasal düzenlemelerin gerçekleşmesini talep ediyorlar. Bu kadar "human" bir talep, o kadar tehlikeli bir oyuna dönüşüyor ki!: Bir taraftan, ilkokullara jandarma giriyor ve öğrencilerin Kürtçe konuşmaması için tehdit savunuyor, diğer taraftan Hürriyet yazarı, Kürtçe diye bir dilin olmadığını savunuyor. Öyle olunca da, sopaya sarılanların şimdi kimler olduğunu görebiliyor ve düşünüyorsunuz: "Kürçe konuşmayın!" diyenle, "Kürtçe diye bir dil yok!" diyen aynı adresin iki konuşanı oluyorlar. Acaba bir şizofreni mi var işin içinde? Şizofreni var çünkü, milyonlarca Kürdün en tabii hakkını istemesi, militarist siyasetin bir ayağının kaydığını gösteriyor. Bir ayağı ahirette, diğer ayağı "cennet"te yaşayan bir vücüdun hastalığı oluyor, şizofreni. Çölaşan'a gelince. Ağrılarını anlıyorum. Neden bu kadar derin bir çabayla "Kürt düşmanı" blokun yazarlığını yaptığını; korumalarla gezmek mecburiyetini kendisine farz ettiğini de anlıyorum. Ama o da biliyor: Şimdi milyonlarca Kürde "jenosit" uygulamak teknik olarak mümkün, ancak "akıl" dünyasında mümkün değil. Yeni bir jenosit için, dünyadaki sistemin rasyonallerinin ortadan kalkması gerekiyor. Hürriyet'in yazarı Emin, delilik istiyor! Ama deli değil. Eğer geri gelirse delilik, o zaman deliliği uygulayacak rezerve birliklere bilinç taşıyor Emin. Arsız biri; irrasyonal ırkçı mefkürenin, bir ulusu beyinsizleştirme çabasının inat adamı oluyor Emin. Şarkıya ve söze, kitaba ve kel‰ma saldıran olmaktan da kurtulmuyor. Ya keder, ya da kader kurbanı oluyor Çölaşan... Ahmak politikası 313 23 Ocak 2002 Evrensel Çetin Diyar Kürtçe ile ilgili başlayan tartışmalar sadece demokratik bir talebin baskı ve şiddet yoluyla yok sayılmak istenmesini göstermiyor. Çünkü, asıl konu Kürt öğrenci ile velilerinin üniversite rektörlüklerine ve milli eğitim müdürlüklerine verdikleri dilekçelere odaklanmış gibi gözükse de sorunun temelinin uzun yıllara dayandığı açık. Elbette, Kürtçe’nin seçmeli ders olmasına bile tahammül edemeyenlerin, yıllardır sürdürülen inkâr ve imha politikasının sıkı birer savunucuları durumunda olduklarını görmek sürpriz olmayacaktır. Bu yüzden tahammülsüzlüğün ardında ideolojik bir tutum olduğu ve bu ideolojik tutumun kırılması için verilecek mücadelenin birleşik bir halk hareketine dayanmasının ne denli önem taşıdığı bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Đlk bakışta, bir dosya kağıdına yazılmış, masum bir talep gibi görünen ve her vatandaşın doğal hakkı olduğu söylenen dilekçeyi verenlerin karşılaştığı baskılar anlaşılmaz gibi görünebilir. Ama, basit bir “dilekçe parçasının” sorunun içeriği nedeniyle “değer kazandığı” ve sırf bundan dolayı kabul edilmediği, verenlerin işkence görerek tutuklandığı bir gerçek olarak duruyorsa, “rahatsızlığın” sadece dilekçelerden kaynaklanmadığını kavramak zor olmaz. SĐSTEMLĐ BĐR PROPAGANDA SÜRÜYOR Kürtçe eğitim konusunda tıpkı Kürt sorunu dile getirildiği zamanki gibi inkârcı politikacılar ile sermaye medyası aynı kulvarda kolayca buluşabiliyorlar. Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök, kaynağını sakladığı “genelge” üzerine boşuna yazı yazmadı. Ardından Gülay Göktürk’ün, Enis Berberoğlu’nun ve birkaç köşe yazarının daha bu genelge üzerine çıkan makaleleri ortak bir noktaya değiniyordu. Bunların “sistemli bir propagandanın” ürünü olduğunu söylemek mümkün. Kürt sorunu konusunda oynadıkları uğursuz rol için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Yoksa, onları Kürtçe hakkında yazmaya iten dilekçelerin çoğalması ve tutuklamaların yoğunlaşmasından çok, Kürt sorununun daha kapsamlı bir şekilde önlerine çıkma olasılığıdır. Belki, bugün dilekçe verenler, Kürtçe eğitim isteyenler bir şekilde zor kullanarak bastırılıp, etkisizleştirilebilir ama, yarın öbür gün bu sorunu kavrayan, Kürtlerin demokratik hak ve taleplerini onaylayan ve isteyen Türk işçi ve emekçilerinin de ortaya çıkması inkârcı takımının tümünü endişelendiriyor. HASAN CEMAL SOKAK ĐSTEMĐYOR! Milliyet gazetesinden Hasan Cemal, dünkü “Avrupa Birliği’yle Kürtçe’de ahmaklık örnekleri” başlıklı yazısında gelişmelerin ucunu o bildik gerekçeye dayandırmaya çalışmış. Hükümetin tüm temsilcilerinin açıkça söylediği ama, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin etiketini kullanarak savunduğu görüşler ile Hasan Cemal’in yazısı yan yana koyulsa arada hiçbir farkın olmadığı görülecektir. Hasan Cemal, Kürtçe’nin seçmeli ders olması talebinin ve onu izleyen gelişmelerin Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerini zedeleyeceğinin tedirginliğiyle, ulaşabileceği her yere mesaj vermeye çalışıyor. Ama, yazısındaki temel nokta Kürtçe eğitim talebinin ve onun için yapılan eylemlerin birer “ahmaklık” ürünü olduğudur. Hasan Cemal, sokağın hareketlendirildiğini ve çözümü burada aramamak gerektiğini söylüyor. NE OLACAK BU AHMAKLIĞIN SONU ? Sokağı “ahmaklık” olarak gören Hasan Cemal’in Kürtlere tavsiyesi ise “Durun bakalım, acele etmeyin. Devlet, size de bir çare bulur” şeklindedir. Bir anlamda Hasan Cemal, hem Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerini kendilerinin isteyip, tayin edemeyeceğini hem de isteklerinin “terörle ilişkisi” bulunduğunu anlatıyor. AB’nin “terör listesi”ne bakıp aradığını bulamayan Hasan Cemal’in Kürtçe eğitimle ilgili talebin giderek kitleselleşmesinde AB’nin de rolü olduğundan 314 yakınıyor. Hasan Cemal ve diğerlerine göre AB, “PKK’yi terör listesine aldığı zaman” Kürtler hiçbir hak ve talepte bulunmayacak. Kürtlerin kendi kültür ve dillerini savunamayacaklarını, hak ve özgürlükleri için mücadele edemeyeceklerini ima eden Hasan Cemal’in bu söylediklerine bakan Kürtlerin, asıl ahmağın kim olduğuna karar vermeleri zaman almaz. Ne yazık, Hasan Cemal ve türdeşleri bu denli inkâr, yok sayma, başka türlü gerekçeler bulma ve alt etme politikasının sonu göremiyorlar. Kürtçe sorunu 23 Ocak 2002 Evrensel Ahmet Yaşaroğlu Bir süredir Kürtçe sorunu yeniden güncelleşmiş durumda. Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim yapmasını talep eden öğrenciler, 17 üniversitede bu amaçla dilekçeler verdiler. Ardından tutuklamalar ve kovuşturmalar başladı. Devlet ve hükümet yetkililerine bakılırsa, bu “bir dili öğrenmeye yönelik masumane bir hareket değil, ülkeyi bölmeye yönelik atılacak adımların ön hazırlıklarından birisidir” Aynı amaçla gösteri yapan bir grup HADEP’li de aynı suçlamalarla tutuklandı. Öğrenciler Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim yapmalarını talep eden dilekçeleri ile, gerçekten ülkeyi bölmeye yönelik bir hazırlığın adımlarını mı atmışlardı? Onların yaptıkları sadece anayasal bir hak olan dilekçe haklarını kullanmak, dilekçe gibi bir yöntemle bu hakkın verilmesini talep etmekten ibarettir. Dilekçenin verildiği merciler bu talebi ya kabul eder, ya da reddeder. Ayrıca cezai bir soruşturma açılması, tutuklamalar yapılması, sadece demokrasinin olmamasının yeni bir kanıtı; devletin, Kürtlerin bu en doğal haklarını vermeme konusundaki kararlılığının son örneğidir. Kürtçe sorununu gündeme getirmek, ülkedeki Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim yapmasını talep etmek gerçekten bölücü bir girişim midir? Bunun böyle olduğunun kanıtlanabilmesi için tarihsel ve güncel, benzer örneklere bakmak gerekir. Geçmişte ve bugün sadece farklı dilleri konuştukları için bölünmüş olan bir ülke var mı acaba? Sadece farklı dilleri konuştukları için bölünmüş, birden fazla halkın yaşadığı tek bir ülke bile bulunmamaktadır! Ne zaman ki dil sorunu, sistemleşmiş bir ulusal baskı politikasının en temel unsurlarından birisi haline gelmiş, işte o zaman ayrılma ve bölünme yönünde hareketler güçlenmiş; bu, özellikle büyük dış devletlerin bu ülkeye yönelik gerici ve emperyalist çıkarlarını sürdürecekleri uluslararası politikalarının malzemesi olmaya başlamıştır. Eski Yugoslavya’da olup bitenler de bunu kanıtlamaktadır. Bugün Balkanlar’da yeni devletler oluşmuş durumdadır. Bu yeni devletlerin hiçbirinin halkı, dil talebini öne sürmemiş, ayrılma bu yüzden gündeme gelmemiştir. Bu halklar zaten kendi dillerini konuşuyorlar, eğitimlerini yapıyorlar, kültürlerini geliştiriyorlar, ülkede en yaygın olarak kullanılan dili de ikinci bir dil olarak bu örnekte Sırpça- öğreniyorlardı. Ancak Sırp milliyetçiliğinin gemi azıya alması ile iş temelden değişti ve durum ulusal baskıya dönüştü. Emperyalist ülkeler kendi gerici politikalarını uygulayacak zemini buldu ve işte o zaman bölünme gerçekleşti! Đsviçre gibi bir ülkede ise yaygın olarak üç ayrı dil konuşulmakta ve eğitim yapılmaktadır. Ülkenin gündeminde bölünme gibi bir sorun bulunmamaktadır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir, ancak şimdilik yeterlidir. Eğer tarihsel ve güncel gerçekler böyle ise, o zaman öğrencilerin dilekçelerini “bölücülüğe hazırlık” olarak nitelendirmenin hiçbir temeli bulunmamaktadır. Sorun burada Kürtler üzerindeki sistemleşmiş ulusal baskıdan ve demokrasi yoksunluğundan doğmaktadır. Ancak bu gerici 315 politikayı sürdürmekte ısrarlı olan bir devlet, potansiyel olarak bölünmeyi kendi içinde taşıyor demektir. Bu, devletin ayrılığı ve bölünmeyi körüklüyor olması, sürgit devam edemeyecek olan, zorla birlik politikasını sürdürmek istediği anlamına gelmektedir. Bu durumda sorun büyük devletlerin dış politikaların bir unsuru haline de gelmekte, uluslararası konjonktüre göre alevlenmekte veya durgunlaşmaktadır. O halde Kürtçe’nin okullarda eğitim dili olarak kullanılması talebine karşı bilinçli işçilerin ve sağduyu sahibi geniş halk kitlelerinin tutumu ne olmalıdır? Onlar Kürtler için Kürtçe’nin okullarda eğitim dili olarak kullanılmasını savunmalıdırlar. Kürt çocukları kendi anadillerinde eğitim yapabilmeli, ikinci ortak dil olan Türkçe’yi de bu süreçte öğrenmelidirler. Nüfusun sadece Kürtlerden meydana geldiği yerler için bir sorun bulunmamaktadır. Ancak nüfusun karışık olduğu yerlerde dikkat edilmesi gereken okulların ayrışmamasıdır. Yani Türk ve Kürt çoçuklarının aynı okullarda, ama kendi anadillerinde eğitim görmelerinin sağlanmasıdır. Bilinçli işçilerin ve sağduyulu halk kitlelerinin savunması gereken bu politika bölünmeyi değil, demokrasi içinde gönüllü birliği sağlayan ve güçlendiren tek politikadır. Eğer bilinçli işçiler ve emekçi halk yığınları bu konuda inisiyatif koyamazlarsa, sorun emperyalist devletlerin, işbirlikçi gericiliğin elinde bir oyuncak haline gelecek, halkları biribirine kırdırmanın bir unsuru olacaktır. Türkiye'nin aşamadığı 4 çıkmaz 23 Ocak 2002 Cüneyt Ülsever TÜRKĐYE iç bünyesinde dört noktada tıkanıyor: 1) Kürtçe eğitim ve TV-radyo yayını. 2) Tesettürlü kıyafet ile üniversitede okumak. 3) TSK ile siyaset ilişkileri. 4) Yolsuzluklar. *** Bu dört çıkmaz ülkeyi adeta sürekli olarak yakasından geri çekiyor. Ne zaman aramızda birileri ileri fırlamak istese, diğerleri onu bu dört konuda sıkıştırıyorlar. Bu dört çıkmaz da şu dört önyargı yüzünden etkin: 1) Tüm Kürtler potansiyel PKK'lıdır. 2) Tüm Müslümanlar potansiyel mürtecidir. 316 3) TSK olmasa Türkiye'yi siviller yönetemez. 4) Tüm işadamları potansiyel hırsızdır. *** Açıkça ifade etmesek de, hatta inkárdan gelsek de, çoğumuzun düşünce sistematiğinin ardında bu önyargılar var. Kiminde tamamı egemen, kiminde bir kısmı var. Hatta bir önyargının töhmeti altında olduğu halde, diğer bir önyargı ile başkalarını yargılayanlar bile var. Kendisinin ‘‘normal yurdum Kürdü’’ olduğunu haykırıp, dindarların irticacı olduğunu söyleyen; kendisinin mütedeyyin olduğu konusunda ısrar ettiği halde Kürtlere herhangi bir hak sağlanırsa, PKK'nın gemi azıya alacağını iddia eden bir sürü insana rastlamak mümkün. Meclis'in askeri vesayet olmadan çalışamayacağını söyleyen işadamlarına veyahut işadamlarına çok fazla yüz verildiğinden dem vuran siyasilere de rast gelmek gayet kolay. *** Bu karmaşa içinde normal bir ülke olmayacağımızı gören insanımız hálá azınlıkta. Ancak, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti herkesin dilinde. Hálá farkına varmadık ki, herkes hak kelimesinden sadece kendi haklarını kastediyor. Birileri bizim 4 önyargımızdan işine geleni kaşıyarak, tutucu tavrını memleket meselesi gibi savunuyor ve ne yazık ki taraftar topluyor. O zaman da: *** Soramıyoruz ki, eli kanlı PKK savunsa dahi anadilde eğitim hak mıdır, değil midir? Soramıyoruz ki, madem Kürtçe bir dil değil, kimse Kürtçe öğrenmek istemiyor; o zaman neden Kürtçe öğrenmek isteyenlere bu kadar kızıyoruz? Soramıyoruz ki, Kürtler kendilerine anadilleri öğrenme hakkı verilirse, ‘‘şımarıp!’’ toprak da isterlerse onlara ‘‘hayır’’ diyecek gücümüz ve özgüvenimiz yok mu? *** Soramıyoruz ki, Stratejik Araştırmalar ve Etüt Merkezi (SAREM) kurulurken, TSK Başbakan'dan izin aldı mı? Kendisine bilgi verdi mi? Bu merkezin raporları sivil hükümete verilecek mi? Soramıyoruz ki, Milli Savunma Bakanı neden Genelkurmay Başkanı karşısında ayağa kalkar? Soramıyoruz ki, TSK'nın tüm üyeleri sivil hükümetin emrinde, bizlerin ödediği vergilerle bizlere hizmet etmek için görevlendirilmiş sivil hizmetkárlar değil midirler? Türkiye'yi esas bölen bu dört önyargıya dayanan dört çıkmazdır. 317 Dilekçe ülkeyi böler mi? Bir yandan sistemini Avrupa standartlarına çıkarmaya çalışan Türkiye, öte yandan otoriteryen tavrında ısrarlı. Kürtçe eğitim talebiyle dilekçe verenlerin yargıya yollanması bunun bir örneği 24 Ocak 2002 Radikal Prof. Dr. Mustafa Erdoğan: Hacettepe Üniversitesi ĐĐBF öğretim üyesi Son haftalarda çeşitli üniversitelerde bazı öğrencilerin Kürtçenin 'seçmeli ders' olması talebiyle üniversite yönetimlerine verdikleri dilekçeler dolayısıyla başları derde girdi. Bu öğrencilerin pek çoğunun gözaltına alındıklarını ve/veya yargılanmak üzere devlet güvenlik mahkemelerine sevk edildiklerini duyuyor ve medyadan izliyoruz. Gerçi böyle bir sürecin başlaması için bir tahrike ihtiyaç yoktu ama yine de Đçişleri Bakanı'nın, 'Bunun arkasında PKK var, amaçları Kürt kimliğini öne çıkarmak' yollu uyarısının bunda çok etkili olduğu anlaşılıyor. Meselenin politik yanına sadece işaret etmekle yetinelim. O da şu: Türkiye bir yandan sistemini Avrupa standartlarına yükseltmek üzere resmi vaatlerde ve girişimlerde bulunurken, öte yandan hâlâ eski otoriteryen kafa yapısını terk etmemekte ısrarlı görünüyor. Avrupa nezdindeki taahhütlerinin ve kendi kendisini resmen angaje ettiği ilkelerin kapsamlı Anayasa değişikliklerine gidilmesini gerektirdiği bir ortamda, meselenin hukuki yönü ne olursa olsun, bu tür talepler karşısında daha soğukkanlı ve hatta anlayışlı davranmak gerektiği halde, hemencecik asayiş mantığına dayalı tepkiler vermek, doğrusu çağdaşlık ve medenilik iddiasındaki bir devlete hiç yakışmıyor. 'Diğer tedbirler' Kaldı ki, Kürt sorunuyla ilgili bir süredir Türkiye'nin resmi iddiası 'Güneydoğu'daki terör'ün sona ermesi sayesinde, 'diğer tedbirler'in artık daha rahat gündeme getirilebileceği yolunda. Şüphesiz, burada sosyal ve iktisadi tedbirler de söz konusu, ama devletçe tanımlandığı şekliyle bu pozisyonun mantıki sonucu 'diğer tedbirler' arasında siyasi kanalların da açık tutulmasıdır. Şiddetin bir ifade biçimi olarak kullanılması istenmediğine göre, bu büyük ölçekli toplumsalkültürel sorunun barışçı-demokratik yoldan kendini siyasal alanda ifade etmesine fırsat vermekten başka çıkar yol var mı? Ne yazık ki, 'devlet eliti' bunun idrakinde olmak şöye dursun, medyaya yansıyan bilgiler doğruysa, sadece Đslamcı partilere değil, Kürt vatandaşların taleplerini dile getirmek iddiasındaki parti veya partilere de yeni engeller çıkarma arayışında. Dilekçeci öğrencilere suçlu muamelesi yapılması, devletin çok daha mütevazı taleplere bile hışımla mukabele etme kararlılığında olduğunu gösteriyor. Hukuki durum 318 Meselenin anayasal-hukuki yanına gelelim. Bazı üniversite öğrencileri Anayasa'nın açıkça tanıdığı dilekçe hakkını (Mad. 74), kullanarak yetkililere dileklerini iletiyor. Yetkililer de, 'Ardında PKK var, amaç bölücülük' diyerek, öğrenciler hakkında ceza kovuşturması başlatılmasını sağlıyor. Yani, anayasal bir haklarını kullandıkları için cezai müeyyide tehdidiyle karşı karşıya bırakılıyorlar. Oysa, bir hakkın anayasal olarak tanınmış olması onun devlet tarafından bırakınız ihlal edilmesini, ihlal etme ihtimali olanlara karşı güvence altına alınmasını gerektirirdi. Kaldı ki, Anayasa'ya göre, dilekçe hakkını kullananlara ilgili makamın yazılı olarak cevap verme zorunluluğu vardır. Bu olayda idari ve adli makamların hareket tarzı tamamen hukuk dışı. Bir kere, yürürlükteki Anayasa'ya göre, dilekçe hakkının konu bakımından sınırı yoktur. Yani, 'Şu veya bu konuda vatandaşlar kamu makamlarından dilekte bulunamazlar' denemez. Son Anayasa değişikliği temel haklar için genel sınırlama nedenlerini kaldırdığına ve dilekçe hakkını tanıyan 74. maddede özel bir sınırlama nedeni öngörülmediğine göre, bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlanması artık imkânsız. Bu durum, dilekçe hakkını kullananlara cezai müeyyide uygulanmasına da engel. Sınırlanması mümkün olmayan bir hakkı kullanan yurttaşların cezaya çarptırılması sadece vicdana değil akla da aykırıdır. Burada dilekçe hakkının kötüye kullanılmış olduğu öne sürülebilir ve hakkın, norm alanının (yani, onun koruduğu etkinliklerin kapsamının) daraltılması anlamına gelen 'sınırlama' ile, ceza gerektiren 'kötüye kullanmanın ayrı müesseseler olduğu hatırlatılabilir. Ne var ki, bu olayda dilekçe hakkının kötüye kullanılmış olduğu da kategorik olarak söylenemez. Đki nedenle: Birincisi, son Anayasa değişikliğinden sonra dil yasağı konusundaki durum konunun uzmanı olmayanlar açısından belirsiz hale gelmiştir. Bir süredir bu konularda herkesin kafası karışıktır. Bundan dolayı, herhangi bir yurttaş bu konudaki hukuki durumu doğru değerlendiremediği için muaheze edilemez ve cezalandırılamaz. Đkincisi, Anayasa madde 14'e göre, 'kötüye kullanmadan söz etmek için, 'Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü bozmayı amaçlamış' olmak gerek. Böyle bir amaç güdüldüğünün önceden bilinemeyeceği ve toptan kararlaştırılamayacağı hususu bir yana bırakılsa bile, olayda dilekçe hakkını kullananlar amaçlarını açıklamıştır: Anadillerinin müfredata seçmeli olarak konulması. Bu açık ve eylemin öznesince deklare edilmiş amacın dışında bir amacı, başka ve olaya özgü olmayan genel mülahazalardan hareketle özneye yakıştırmak hukuki muhakemeyle bağdaşır bir tutum değil. Anayasal ve demokratik kanallar Dilekçe sahiplerinin amacı, yani Kürtçe’nin seçmeli dil olmasını talep etmek -hatta okutmak- ise, devleti ne 'milletinden ne de 'ülkesinden ayırır. Aksine böyle bir talep bütünleştiricidir, zira çareyi/çözümü normal demokratik ve anayasal kanallarda aramayı tercih eden bir iradeye dayanır. Devlet seçkinlerinin hoşlanacağı biçimde söylersek, bu girişim sisteme karşı değil 'sistem içidir. Kaldı ki, bir hak kullanımının 'kötüye kullanma' olduğuna soyut olarak karar vermek, bir an için bunun vaki olduğunu düşünsek bile, o hakkın öznesinin her zaman cezalandırılabileceği anlamına gelmez. Cezalandırabilmek için, 'suçların kanuniliği' ilkesi (Anayasa, Mad. 38/1) gereğince, kanunda olayın şartlarına uyan bir suç tipi olmalı. Yani, ortada kanuni bakımdan suç teşkil ettiğinde şüphe bulunmayan bir fiil olmalı. Dolaylı akıl yürütmelerle kişilere suç isnat edilemez. Üniversitelerin tutumu 319 Peki kendilerine başvuru yapılan üniversite yönetimleri ne yapmalıydı? Öncelikle, dilekçeleri kabul etmek ve yazılı cevap vermek zorundaydı. Cevap, dileği kabul etmek anlamına gelmez. Rektörler maiyetlerindeki hukuk müşavirliklerinden ve/veya hukuk hocalarından görüş aldıktan sonra şu mealde cevaplar yazabilirlerdi: "Son Anayasa değişiklikleri, bu konuda olumlu bir hava yaratmış olsa da, yürürlükte bulunan Anayasa'nın 42. maddesinin son fıkrasının açık buyruğu karşısında dileğinizi yerine getirmek hâlâ hukuken mümkün görünmemektedir. Bu hukuki durumu değiştirmek de bizim yetkimiz dahilinde olmadığından, dileğinizi usulüne uygun olarak yetkili makam olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yöneltmenizi tavsiye ederiz. Mamafih, biz de dilekçelerinizi TBMM'ye havale ediyoruz. Konuyu artık oradan takip edebilirsiniz." Sonuç olarak, Türkiye bu meseleyi serinkanlılıkla ve medeni bir ülkeye yaraşır şekilde çözüme bağlamak zorundadır. Sadece Anayasayı ve ilgili yasaları değil, zihniyetimizi de 'insan onuru' düşüncesine ve insan haklarının gereklerine uygun olarak değiştirmemiz gerekiyor. Bir dili yasaklamakla onu yok edemez, bir insan hakkını tanımamakla da ona ilişkin talebin ahlaki gücünü ortadan kaldıramazsınız. Gerçekten çağdaş ve uygar olmak istiyorsanız, her şeyden önce 'polis devleti' mantığını terk etmek zorundasınız Chomsky yargılanmaya geliyor! 24 Ocak 2002 Milliyet Can Dündar 13 Şubat sabahı saat 9.00'da Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde çok ilginç bir duruşma var. Medya ve siyaset alanındaki görüşleriyle Batı'da kendi başına bir muhalefet odağı sayılan Amerikalı dilbilimci Noam Chomsky o gün, yazılarıyla DGM'de yargılanacak. Kitapları Batı'da olduğu gibi Türkiye'de de iletişim fakültelerinde okutulan Chomsky'yi sanık sandalyesine oturtan, onun Aram Yayınevi'nden çıkan makaleleri... Bu makaleler, Kürt sorunu konusunda içerdiği görüşlerden dolayı hakim huzuruna çıkacak... Ve o makalelerin yazarı da o gün orada olacak. Türk hukuku, ifade özgürlüğü konusundaki tahammülsüzlüğünü, dünya çapında bir entelektüeli yargılayarak evrensel düzeyde kanıtlamış olacak. *** Son haftalarda dilekçe vererek "Kürtçe eğitim" isteyen üniversite öğrencileri yaka paça gözaltına alınıyor, sonra da bölücülük suçlamasıyla tutuklanıyor. Hükümete göre bu, "PKK'nın son siyasi atağı..." Bence de öyle!.. 320 Amaç, konuyu gündemde tutmak, Türkiye'nin insan hakkı ve düşünce özgürlüğü tanımaz yüzünü teşhir etmek, sonra da mahkumiyet kararlarını Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyıp uluslararası camiada Türkiye'yi mahkum ettirmek. Peki bu atağa karşılık Türkiye ne yapıyor?.. Tam da PKK'nın istediğini... Dilekçeleri yırtıp parçalıyor, dilekçe verenleri doğduğuna pişman ediyor, Avrupa'dan döneceği ayan beyan olan davalar açıp bir tuzağa zemin hazırlıyor. Son eylem, gerçekten "Apo'nun bir tezgahı" ise, uzak bir adada tecritte tutulan adam, tek bir talimatla ve bir hafta içinde Türkiye'nin insan hakları konusundaki samimiyetsizliğini ve "dilekçe kağıdına bile" hoşgörüsüzlüğünü tüm dünyaya göstermeyi başarmış demektir. "Askeri yenilgi"nin "siyasi zafer"e dönüşmesi böyle bir şey olsa gerek. Hükümeti de bu başarıdaki katkısı nedeniyle kutlamalıyız(!). *** Dilekçe vermek Anayasa'nın güvence altına aldığı demokratik bir hak mı? Öyle!.. Kürtçe eğitim istemek, silahlı terör eylemi sayılır mı? Hayır!.. Đnsanların siyasi taleplerini, silahla dağa çıkmak yerine, yasal yollarla dile getirmesi daha iyi değil mi? Kesinlikle öyle... O halde nedir bu öfke?.. "Bölücü örgüt strateji değiştirmiş"miş? Biraz o köhne kabuğunuzu kırın da siz de değiştirin o zaman!.. Şiddete başvurmadan hak aramanın yollarını açın; coplanmadan tartışmanın zeminini yaratın; en temel insan haklarını askıya alarak "bölünürüz" paranoyasını aşamayacağınızı anlayın artık... Bu kafayla 21. yüzyılla baş edemeyeceğinizi görün!.. *** Kaçış yok: Türkiye, şiddet içermeyen muhalif düşünceye tahammülü, dilekçe hakkına saygıyı, "kim, ne amaçla söylüyor" demeden farklı görüş dinlemeyi öğrenecek, öğreniyor. 321 Hükümetin, sabrının sınırlarını zorlayan örgütler karşısında yapması gereken şey, çekildiği tuzağa gönüllü atlamak, "Batı'ya başka, kendi halkına başka" oynamak değil, hızla ve samimiyetle demokratikleşmektir. 20. yüzyılı bu umudun peşinde tükettik. Türkiye, hiç olmazsa 21. yüzyılın tarihine, dünya entelektüellerini yargılayan, dilekçe veren üniversitelileri hapseden bir "lanetliler bahçesi" olarak değil, terör belasını ve bölünme korkusunu demokrasi içinde aşabilmiş bir dünya numunesi olarak geçmelidir. Bunu yapabilecek gücümüz var; sadece hükümetimiz yok. Dilekçe eylemi 24 Ocak 2002 Yeni Şafak Ahmet Taşgetiren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74'üncü maddesi şöyledir: "Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yazı ile başvurma hakkına sahiptir." "Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir." Bu madde her Türk vatandaşına dilediği konuda dilekçe verme ve yazılı cevabını bekleme hakkını vermektedir. T.C. yasalarının hiç bir yerinde, "dilekçede 'uygunsuz' bir talep dile getirildiğinde, dilekçe sahibi veya sahipleri gözaltına alınır, hakkında soruşturma açılır veya tutuklanır" yolunda bir hüküm yoktur. Eğer dilekçede devletin, herhangi bir sebeple karşılayamayacağı bir talep söz konusu ise cevabı da o yönde vermek mümkündür. Bir kısım vatandaşımız, "Kürtçe eğitim istiyorum" diye dilekçeler veriyor. Ve dilekçe verenler topluca gözaltına alınıyor, sorguya çekiliyor ve bir kısmı tutuklanıyor. Devlet olarak yaptığımız iş hukuki mi? Değil. "Kürtçe eğitim istiyorum" diye dilekçe verene, "Anayasamız böyle bir talebin yerine getirilmesine izin vermiyor" diye cevap vermek ayrı, dilekçe vereni tutuklamak ayrı. Birincisi, normal - hukuki bir prosedür iken, yani "dilekçeyi cevaplandırma" prosedürü iken, ikincisi, insanları "anayasal bir hakkı kullandıkları gerekçesiyle dövme" anlamına geliyor. Ve tabii ki hukuk dışı bir uygulama niteliği taşıyor. Sonuç itibariyle de bu tavır, eğer "dilekçe eylemi" gerçekten planlı bir eylemse (ki bana göre de öyledir) bu eylemi planlayanların hesabına uygun bir gelişme oluyor. Yani devlet tam da işin arkasındaki güçlerin beklediği refleksi ortaya koyuyor ve Türkiye'de anayasal hakların iktidarı elinde bulunduranlarca nasıl kolayca çiğneneceğini örnekliyor. 322 Şimdi gözaltına aldığınız, sonra tutukladığınız çoluk çocuk, kadın erkek yüzlerce, belki binlerce insanı ne yapacaksınız? Yüz tane daha cezaevi, bin tane daha gözaltı odası mı inşa edeceksiniz? Stadyumları veya kapalı spor salonlarını mı kullanacaksınız? Buralarda kaç bin kişiyi dünyaya teşhir edeceksiniz? "Ben dilekçe vermekten başka bir şey yapmadım" diyen insanları neye göre yargılayacaksınız? Hadi diyelim, ifadeleri muğlak bir madde bulup (tıpkı 312 gibi) yargıladınız, mahkum ettiniz, (Adalet Bakanı Türk'ün tahmin ettiği gibi konu AĐHM'ye gidecek) AĐHM'de durum ne olacak? AĐHM bölücülük işlerine RP davasında olduğu gibi yaklaşmadığına göre, muhtemel ki ortaya Ankara'yı memnun edici bir karar çıkmayacak, AĐHM mahkumiyet kararlarınızı bozunca ne yapacaksınız? O zaman bölücülük meselesi, bugünkünden daha canlı mı olacak, yoksa başka bir şey mi? Bir tıkanma bu. Dünya değişti, "gözaltına aldım, oldu" diyemezsiniz. Öyle ki atılan her adım, her öfkeli refleks, Kürt meselesinin halk kitleleri nezdinde siyasallaşması noktasında bir merhale niteliği taşıyor. Bir ara yazılarımıza "şefkat harekatı" söylemi yansıyordu. "Din unsuru"na vurgu yapıyorduk bu ülkenin insan unsuru arasındaki iletişimi ayakta tutma imkanı açısından. "Ekonomik restorasyon"dan söz ediliyordu... Gittikçe bütün enstrümanlar etkinliğini yitiriyor, devre dışı kalıyor. Ortaya kitlevi gözaltılar, tutuklamalar, korku-endişe-bölünme söylemleri, uluslararası koruma girişimleri vs. geliyor. Yani sanki Ankara, 'kaçınılmaz bir gelişmeye direniyor' görüntüsü içine sürükleniyor. Bu tıkanmadır, diyorum. Türkiye, meseleyi bu noktaya gelmeden çözmenin yolunu bulmalıydı. Hadi bugünden sonrası için diyelim, daha da derinleşen bir krize dönüştürmeden çıkmanın yolunu bulmalı. Bu, asla tv'lere yansıyan polis-halk didişmesi, kitlevi gözaltılar, tutuklamalar değildir. Bu görüntülerin, evlerinde oturan ve gözaltına alınanlarla hissi yakınlıkları bulunan insanları bile siyasal anlamda bileyeceği kesindir. Öte yandan bir yabancı tv'ye bu polis-halk didişmesinin nasıl etnik boyutta yansıyacağı ve Türkiye için nasıl imaj oluşturacağını düşünün bir. Bugün artık Abdullah Öcalan'ın paketlenip kucağımıza bırakılan bir "sorun" haline geldiği açıktır. Bugün artık HADEP'in konumunun her türlü durumda meselenin siyasal boyutunu derinleştiren bir mahiyet kazandığı açıktır. Đster seçime sokun ister sokmayın, ister kapatın ister açık bırakın, DEP'li milletvekillerini ister cezaevinden çıkarın ister 50 sene daha orada tutun... 323 "Kürtçe eğitim"i ister verin ister vermeyin, tüm bunlar yaralı bir alanı kaşımaktan öte anlam taşımıyor ve acıyı derinleştiriyor. Ben sanmıyorum ki "Kürtçe eğitim" dilekçesi eylemini başlatanlar, bunun pratik sonucunu arıyor olsunlar. Yoo, bunun amacı evet, siyasal kanamayı derinleştirmektir. Bu eyleme zabıta marifetiyle müdahale etmek ise, tam da bu hesaba katkıdır. Đşte tıkanma bu. Ankara, bugüne kadar devreye soktuğu enstrümanlar üzerinde köklü bir özeleştiri yapma noktasına gelmiştir. Bunu yapabilir mi, o noktada bile kuşku duymak yerindedir. Ankara, sancılı alanları tedavi noktasında yeterli ufuk genişliğini sergileme başarısını göstermekte zorlanıyor. Millet olmak öncelikle bir duygu bütünleşmesidir, kader bütünleşmesidir. O duygu-kader ortaklığı, farklı kavimleri bir millet hamuru içinde karabilir. Bu toprakların tarihinde gerçekleşen de budur. Bu asla zabıta tedbirleri ile olacak bir şey değildir. Ankara başörtüsü olayında küskün milyonlar üretti. Ankara, milyonların duygularını allak bullak eden "Kürt meselesi" üretti. Ankara, cezaevi ölümleri üretti. Ankara dindar kesimler arasında bir siyasal yasaklılar zümresi üretti. Çözemiyoruz efendiler, çözemiyorsunuz. Birlik-bütünlük nutukları değil bu işin çaresi. Alt kimlik üst kimlik gibi teorik tartışmalar da değil. Cop da değil, cezaevi de değil, siyasal yasaklar da değil, silah da değil. Bu ülke insanlarını bu topraklarda harman edecek duygu bütünlüğünü sağlayacak bir enstrüman bulamadığımız takdirde ülke olarak işimiz zor. Ben bu enstrümanın hâlâ mevcut olduğuna inananlardanım. Çünkü toplumda mevcut sevgi atmosferi her şeye rağmen tükenmiş değil. Bunu belki medyanın Ankara'yı aşan "insan hakları duyarlılığı"nda gözlemek mümkün. Bu noktada medyanın halkı Ankara'dan daha iyi okuduğu tesbitine hak vermemek mümkün değil. Ankara'da hükümet edenlerin 312'deki kafa karışıklığını, halkın bu konudaki hislerini doğru yakalayan medya gidermeye çalışıyor. Ankara'nın kendine çeki düzen verme vakti daralıyor. Çünkü Türkiye tıkanıyor. Halkların pratiği yolu açıyor 24 Ocak 2002 Evrensel 324 A.Cihan Soylu Olayları, sorunların tersten gösterilmesi için kullanmak, burjuva politikasında “yöntem”lerden biridir. Gelişmeler koşullardan ve nedenlerden koparılarak; çoğu kez olumsuz sonuçlar nedenlerin reddi ve olumsuzlanması için kullanılarak, sorunlar birey ve toplulukların niyetleriyle açıklanmaya çalışılır. Böylece, düşünce ve eylemleri tehlikeli bulunan sınıf, kesim ve toplulukların tutumunun hangi “tehlikeli niyet”e ilişkin olduğuna dair kendi kurgu ve teorilerini pazarlama olanağını daha fazla bulmayı hedeflerler. Đşbirlikçi gericiligin ülke halkına düşman politikalarının “şirin” gösterilmesi için olduğu kadar; emekçilerin politik, ekonomik, sosyal ve kültürel taleplerini reddedip, “toplumsal huzura aykırı oldukları”nı “kanıtlamak” için de bu alçaklığı sürdürürler. Bugünlerde holding gazetelerinin sayfalarına bakanlar ya da televizyon kanallarının haber-yorum programlarını izleyenler “Kürtçe dil eğitimi”yle ilgili kara propagandanın tam da bu yöntemle sürdürüldüğünü görürler. Kürt gençliğinin ve Kürt emekçilerinin saflarından yükselen “anadilde eğitim” talebine ilişkin burjuva vaazında öne çıkarılan “karşı gerekçe”lerden biri, bu talebi ileri sürenlerin “Kürtçe bilmedikleri” biçimindedir. Sefil ve “sefih” burjuva mantığı için, “Kürtçe bilmeyenler”in “bilmek için öğrenme isteğini” anlamak mümkün görünmüyor! Ama Türkçe bilmeyen Kürtler’e “Türkçe ögretilmesi”nde herhangi bir tuhaflık yok. Kuşkusuz sorunu böyle görmek, -görmek istemek-, ve göstermek bir saptırmayı içeriyor. Đnkâr edilenin her fırsatta varlığını ve haklarını ifade etme çabası, sermayenin kara propaganda birliklerini rahatsız ediyor ve “Kürtün kimliği ve hakları” sorununu “PKK terörist örgütü”yle ilişkilendirerek, halk kitleleri içinde oluşmuş bazı hassasiyetleri gerici amaçlarına alet etmek, “etkili yöntem” sanısıyla kullanılıyor. Böyle olunca da, holding yazarı Çölaşan’ın deyişiyle “Kürtçe bilmeyen PKK Kürtçüleri”nin, Kürtçe’nin seçmeli dil olarak öğretilmesini gündeme getirmeleri, ve yayın organlarını “Türkçe çıkarmaları” bir “acaiplik” ve “masum olmayan bir istek” haline gelmiş oluyor. Olayların gelişmesi ve Kürt sorununun “sosyal-siyasal” bir yara olarak toplumun bünyesinde sürekli kangrenleştirici işlev görmesine karşın, bu sorunun sür-git varlığını sürdürmesinden sistem yararına “rant” getirisi beklentisinde olanlar, “15 yılda 100 milyar dolar harcanması”nı, Kürtlere yönelik baskıcı, inkârcı devlet politikaları ve bu politikaların sonuçlarıyla değil ama, “PKK terörü”yle izah ediyorlar. “Eger” diyorlar, “PKK olmasaydı, Türkiye şimdi bambaşka ve çok daha gelişmiş bir Türkiye olurdu.” Burjuva propagandacıları, iş, ekmek ve özgürlük isteyen işçi ve emekçinin eyleminin jop, dipçik, mermi ve bombayla bastırılması için harcanan milyar dolarları da “emekçi terörü”yle izah etmeye çalışırlarsa, buna şaşırmamak gerekir. Peki, Kürt varlığı ve politik olarak kendini bağımsız biçimde ifade etme hakkı kabul edilip; Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden emekçilerin kardeşçe birliğini dinamitleyen şoven, yok sayan devlet politikası sona erdirilseydi, PKK gibi bir örgüt ortaya çıkar mıydı? Ya da sermaye ve gericilik, burjuvazinin sınıf hakimiyetini sürdürmek için işçi sınıfı ve emekçi kitleleri baskı altında tutma ihtiyacı duymasa; bu amaçla milyarlarca dolarlık saldırı ve savaş araçları almasa, bu türden büyük paraların silahlanmaya ayrılmasına niye gerek olsundu; veya buna gerek olur muydu? “Kürtçe eğitim” gibi, “duyarlı bir sorun”un “sokağa dökülmesi”nden rahatsızlıklarını açıklayan H. Cemal, Taha Akyol gibi yazarların, sorunun sürüp gitmesine yol açan polititkaları değil ama bu politikanın neden olduğu “sokağa dökülme”yi “suçlu” görmeleri de, olay ve gelişmeleri sermayenin çıkarları yönünde tersten okuma mantığını açığa vuruyor. 325 Bu gerici mantık ve yöntemin Türkiye’nin toplumsal sorunlarının gerçek çözümü yönünde bir “ilerleme”yi sağlayamacağı, esasen bu gerici grüh tarafından da biliniyor. 80 yıllık inkâr politikasında ayak diremenin Türkiye’nin toplumsal açmazlarını derinleştirme dışında bir yararının olmadığını onlar da, efendileri de görüyorlar. Korkuları, “yolun açılması”dır! Ezilenler, kendi sorunlarını kendi güçleriyle çözme yolunda ilerleyip mevzi kazandıkça sermaye egemenliğinin ölüm çanlarının çalmaya başlayacağını biliyor ve ürküyorlar. Ama halkların pratiği yürünecek yolu hem gösteriyor, hem açıyor. Kürt işçi ve emekçileri özgürleşecek, baskı altında kalmaksızın kendi dilleri ve kültürlerini serbestçe kullanacak; Türkiye’nin bütün milliyetlerden işçi ve emekçileri sermaye hakimiyetine son vererek, halkların kardeşçe birliğinin sağlanacağı demokratik bir ülkeyi; sömürünün ve baskının olmadığı bir toplumu var edeceklerdir. Bu yürüyüş başlayalı hayli zaman oldu! Talepler sisteme yedeklenmek isteniyor 24 Ocak 2002 Evrensel Çetin Diyar Kürtçe eğitim etrafında dönen tartışmalar, tartışmaya katılanların tüm resmi tarafların demokrasi anlayışlarını bir kez daha gözler önüne sererek sürüyor. Hükümet ortaklarından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kürtçe eğitim talebi ile dilekçe verilmesini “ülkeyi bölme” planının bir parçası olarak nitelerken, aslında sadece bu konudaki bilinen şovenist tutumunu dile getirmiş olmuyor, onunla birlikte, iktidara geldikten sonra, politika üretememe nedeniyle, ya da imza attığı politikalar nedeni ile partisinin tabanında oluşan hoşnutsuzluğu tekrar toparlamayı da hesaplıyor. Bununla birlikte, konu etrafından oluşan kutuplaşmanın geleneksel kanadında durarak, yıllardır ülkenin bölüneceği paranoyası ile şekillendirilen geniş yığınların desteğini de arkasına almaya çalışıyor. MESUT YILMAZ’IN KURNAZLIĞI Hükümetin diğer ortağı ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise, böyle bir dilekçe eyleminin önünde Anayasal açıdan engel bulunduğunu söyleyerek, hem MHP’nin, bu konuda geleneksel endişelere sahip geniş halk yığınlarını arkasına alma planında gedik açmayı umuyor -en azından bu kesimi karşısına almamaya özen gösteriyor- hem de, AB’nin, TÜSĐAD’ın ve onlarla birlikte Türkiye’de demokratikleşmeyi sistem içi standartlarla sınırlı olarak algılayan genel “demokrat” kesimler ile bazı Kürt siyasi çevreleri ile genel olarak Kürt tabanın desteğini arkasına almaya çalışıyor. Yılmaz böylelikle, “MHP’nin bölücülüğe karşılığı güvenlik kaygılarını anlamıyor değiliz ama, bu kaygıları her türlü demokratikleşme isteminin önüne geçirirsek, demokratikleşme açısından adım atamayız” deme uyanıklığını gösteriyor. Dilekçe verenlere karşı daha yumuşak olunması gerektiğini de zaten bu amaçla söylüyor. TÜSĐAD sermayesi tarafından kontrol edilen ülkenin en büyük medya gruplarının konuyla ilgili yayınlarının da asıl olarak Yılmaz’ı güçlendirme üzerine kurulduğunu da belirtmek gerekir. ADALET BAKANI ORTADOĞU GAZETESĐNĐN MALZEMESĐ OLDU Bunun dışında Ortadoğu gazetesi de dünkü sayısında MHP’ye karşı oluşan bu medya tepkisini savuşturma kaygısı ile Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, “Kürtçe eğitim için dilekçe verenler 326 konuyu Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıma peşinde” sözlerini manşetine taşımış. Ortadoğu böylelikle, “Bakın bunu sadece biz (MHP) söylemiyoruz, DSP’li Adalet Bakanı da söylüyor” demiş oluyor. Zaten Bakan Türk, MHP’ye ihtiyaç duyduğu her konuda destek sunabilecek potansiyele sahip olduğu için Ortadoğu malzeme bulmak da güçlük çekmiyor. Bazı politikacıların söylediklerinden “büyük haber” kurmak için satır aralarına dikkat etmek gerekir. Ama Ortadoğu gazetesinin yazı işleri her gün Bakan Türk’ün ne dediğini şöyle bir üstten baksalar, her tarafından kendileri için manşet çıkabileceğini kolaylıkla göreceklerdir. DSP’NĐN ARADAN SIYRILMA HESAPLARI Hükümetin en büyük ortağı konumundaki DSP ise, kendince “en uyanık” davranan ortak durumunda. “Onlar -ANAP ve MHP- kendi aralarında kapışsınlar, nasıl olsa sonuç da ben ikisinin ortasını bulan taraf olarak ortaya çıkar ve puanları toplarım” diye düşünüyor. Ecevit, Kürt sorunu konusunda “milliyetçiliğini” kanıtlamış bir lider olduğu için MHP’ye bu konuda puan kaptırmayacağını umarak, ama Yılmaz gibi de geleneksel dengeleri karşısına alan taraf olmama “akıllılığını” gösteren taraf olarak hareket etmeye çalışıyor. Muhtemelen önümüzdeki dönemde yapılacak “süper patronlar” toplantısının konularından birisi de bu olacak ve oradan hem 11 Eylül sonrası ABD ile girilen ilişkileri, hem de AB’ye üyelik gereklerini ortalayan, dengeleyen bir “öneri”yle çıkılacak. Ancak, tüm bunların ortak özelliği, Kürt yoksullarının taleplerine tamamen sistemi güçlendirmek planı üzerinden yaklaşmalarıdır. Dolayısıyla Kürt yoksulları hem, tüm bu güçlerin kendi aralarındaki çelişmeleri iyi izlemeli, hem de onların, Kürt yoksullarının taleplerini sisteme yedeklemeye çalışmakta ortaklaştığını da gözden kaçırmamalı. Đnkar ve Şiddet=Çözümsüzlük 24 Ocak 2002 Özgür Politika M. ÖZTÜRK Đnsanı insan yapan, insana bir sıfat ve kişilik kazandıran, yaşamı anlamlı kılan, kimi doğuştan, kimi de sonra kazanılan bazı haklar var. Büyükten küçüğe her bireyin, her halkın ve her ulusun bu haklarını özgürce kullanma hakkı vardır. "Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" başta olmak üzere, bu çerçevede hazırlanan birçok sözleşme ile bu hakların kullanımı, güvence altına alınmasına rağmen, bunlar hep ihlal edildi. Herkesin kendisine göre yorumlamayacağı bu evrensel kavramlar da, çıkarlara göre yorumlanarak uygulandı. Dolayısıyla da kullanılması gereken bu halkların birçoğu engellendi. Bu haklarını kullanmaktan alı konulan halkların en istisnası da Kürtler oldu. Dünyadaki en küçük bir olaya müdahale eden BM, yaşamı tehlikede olan 40 milyon Kürt karşısında "üç maymunları" oynadı. BM'in tutumuna benzer tutum takınan, Kürtlerin bugünkü statüsünü çizen, bu statüyü Kürtlere dayatan, Kürtlere yapılan baskı, zülüm ve katliamların arkasında olan "uygar Batı da" Kürdün yaşama hakkı başta olmak üzere, tüm haklarının 327 engellemesine seyirci kaldı. Đnsan hakları ve temel özgürlüklerin bir garantörü konumunda olan BM'in, çifte standartlı bu yaklaşımından ve AB'nin yıllardır sürdürdüğü faydacı tutumundan cesaret alan TC, Kürt halkına inkar ve imhayı dayatmaya devem ediyor. Kürt halkının en masum ve en insani taleplerine bile tahammül etmiyor. Şimdiye kadar Kürt halkının demokratik taleplerine baskı, işkence, hapis, sürgün ve katliamlarla yanıt veren TC, aynı tutumunu Kürtlerin kendi diline sahip çıkma konusunda da sürdürüyor. Đnsanın en temel hakkı olan, anadilini konuşma, geliştirme ve okuma gibi hiç kimsenin karşı çıkamayacağı "Anadilde eğitim" isteme taleplerini şiddetle engellemeğe çalışıyor. Anayasasında yer alan dilekçe verme hakkını da ihlal ederek, "Ana dilde eğitim" istemi ile üniversite rektörlerine ve okul müdürlüklerine dilekçe veren Kürt öğrencileri ve bunları destekleyenleri suçlu ilan ediyor. Dilekçe sahibi öğrenciler ve bunlara destek verenler gözaltına alınıyor, işkenceden geçiriliyor ve tutuklanıyor. Kürtlerle ilgili her şeyi yasak, her etkinliği de bölücülük olarak niteliyor. Bir bölücülük sendromuna yakalanan TC, Kürtlerin dilini, kültürünü, tarihini, coğrafyasını, silahlı ve siyasi mücadelesini, dostluklarını, ilişkilerini, diplomasisini, kısaca Kürtlükle ilgili her şeyi ve Kürtlerin her türlü demokratik istemlerini bölücülük sayıyor. Yasal bir zeminde de olsa demokratik haklarının kullanmasına tahammül etmiyor. Yasal ve demokratik taleplere terörle karşılık veriyor. Bu tavrı ile TC, başta kendi anayasasını, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni, insan hakları ile ilgili sözleşmeleri ve Kopenhag Kriterleri de ihlal ederek suç işliyor. Ölüm sessizliğine bürünen BM başta olmak üzere, Kürt dili üzerendeki devlet terörüne kimse ciddi bir tepki göstermiyor. Sık sık demokratikleşmekten söz eden, zaman zamanda Kürt sorunun çözümünü gündeme getiren AB'den sorumlu devlet bakanı Mesut Yılmaz da, bu hususta takkiye yapıyor. Kendi partisine mensup Đçişleri Bakanı Kazım Yücelan'inin uygulamaları karşısındaki suskunluğu kendisini ele veriyor. Devletin son günlerde Kürt dili karşısında aldığı tutum ve uyguladığı şiddet de, devletin kendisine has yasakçı geleneğinin bir ürünü oluyor. Deneyimler göstermiştir ki yasak ve baskı çözüm getirmiyor. Yasak ve şiddetle bir sonuç alınsaydı. TC çoktan bir sonuç alır, ortada Kürt diye bir şey kalmazdı. Yetmiş yıllık inkar, şiddet, sürgün, katliam ve asimilasyon politikası Kürtleri bitirmedi. Ulusal taleplerinin de önüne geçemediği gibi, Kürt ulusal hareketinin gelişmesini ve Kürt halkı ile bütünleşmesini engelleyemedi. Bilakis inkar, yasak ve şiddet mantığı, siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda TC'ye çok şey kaybettirdi. Her gün binlerin katılımı ile dalga dalga yükselen, Kürt halkının yoğun desteği ile bir halk serhildanına dönüşen "Ana dilde eğitim" talebi karşısında Türk devletinin takındığı tavır, gereksiz, anlamsız bir tavırdır. Türk halkına olduğu kadar devlete de bir şey kazandırmayan beyhude bir zorlamadır. Çözümsüzlükle birlikte, işi yokuşa sürmedir. Bunun için de her iki halkın yararına çözümü kolaylaştıran yaklaşımlar esas alınmalı, 328 Şiddet yanlısı MHP'ye, rantçı çetelere, savaş kışkırtıcılığı yapan Emin Çölaşan gibi satılık kalemlere itibar edilmemelidir. Sadece talep etmek yetmiyor 25 Ocak 2002 Özgür Politika UFUKTAN Kürdistan ve Türkiye'de gündemin en sıcak tartışma konusu olan anadilde eğitim konusunda, ağırlıklı olarak Kürtleri ve demokrasi güçlerini ilgilendiren birkaç noktaya yeniden vurgu yapmakta yarar var. Çünkü yürütülen kampanya birden bire ortaya çıkan ve yine kısa ömürlü olacak bir girişim değil. Kürt olgusuna yaklaşımda inkar ve imhayı öngören ve her türlü farklılığı düşmanlık olarak kabul eden Türk siyasi sisteminin doğurduğu bir sonuç olarak karşımızda duruyor. Bu konudaki başarı, oligarşik sistemin geleceği, dolayısıyla halkların demokrasi içerisinde kardeşçe yaşamı konusunda da belirleyici olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, tekçi zihniyeti gibi merkezi idari yapılanmasını da Osmanlı'dan devraldı. Bunun içindir ki toplumsal yapılanma, üstten alta hiyerarşik bir öze sahiptir. Özgürlüklerin sınırı, ufkun genişliği üstten belirlenen kadardır. Aşırı merkeziyetçi otorite, devleti hükmeden, vatandaşı da sadece hizmet eden bir konuma getirmiştir. Vatandaş düşünemez, kendi kaderini belirleyemez; sadece emir komuta zinciri içerisinde hareket eder bir konuma getirilmiştir. Devlet herşeydir. Bu yaklaşım, doğal olarak Türk toplumunun da kıblesi olmuştur. Bu anlayışı eleştiren sol ve entelektüel çevreler bile kısırdöngünün dışına çıkamamış, değişim gücünü ortaya çıkaramamıştır. Günümüzde de yaşanan biraz budur. Dikkat edilirse herkes anayasadan, partiler konumundan, hak ihlalleri ile düşünceye kısıtlama getiren uygulamalardan şikayet ediyor. Bunlara göre devlet değişmelidir. Ancak sorun da burada başlıyor zaten. Devleti kim değiştirecek, nasıl değiştirecek? Yüzyıllardır tüm değerlerin üzerinde oturan oligarşik bir yapılanmadan gönüllülük temelinde tüm imtiyazlarından feragat etmesi beklenemez herhalde. Yine özgürlüklerin genişletilmesi, sistemin demokratikleşmesi için bu çevrelerin elini ateşe atmasına umut bağlanamaz herhalde. Özgürlükleri, ancak bunu isteyen ve demokrasiye su ve ekmek kadar ihtiyaç duyanlar getirebilir. Şimdi gelelim asıl meselemize. Talepleri sadece "devlet versin" noktasında tıkamak, bizi yeniden başarısızlığa götürecektir. Anadil kampanyasında şimdiye kadar yürütülen mücadeleyle önemli bir mesafe kat edildi. Sorunun yakıcılığı kadar sistemin bununla yüz yüze gelmek zorunda olduğu ispatlandı. Kuşkusuz devlet gerekli düzenlemeyi yapmak, yasaları değiştirmek ve uygulamanın hayat bulması için sorumluluklarını yerine getirmek durumundadır. Ancak kampanyayı yürütenlerin de yükümlülükleri vardır. Demokrasi ve özgürlük, devletin bahşedeceği bir olgu değildir. Mücadeleyle, pratik adımlarla kazanılır. Onun için devletin değişmesini dayatmakla birlikte, paralelde pratik bazı adımlar atılarak, şimdiye kadar kazanılan mevziler somut ürün verecek bir konuma getirilmelidir. Bunun yolu, her köyde, her mahallede; evde, işyerinde, okulda; kısacası yaşamın her alanında Kürtçe konuşmaktan, Kürtçe kurslar açmaktan, gazete, dergi çıkarmaktan ve herşeyden önce bunun bilimsel zeminini yaratmaktan geçiyor. Tarih, dil araştırmaları, sosyolojik veriler; bunların ekonomi, siyaset ve edebiyat alanına yansımaları; toplumsal yaşam içerisindeki yeri gibi konular, tam da şimdi mercek altına alınmalı, 329 alttan bir üretim olayı geliştirilmelidir. Böyle yapıldığında haklı talepler ile pratik üretim birleştirilerek, hiçbir gücün karşısında duramayacağı bir süreç başarıya kavuşturulmuş olur. Demokratik Hukuk Mücadelesi 25 Ocak 2002 Özgür Politika D. ALĐ KÜÇÜK Öğrencilerin anadilde eğitim hakkı, Kürtçe'nin seçmeli ders yapılması yönündeki dilekçe başvurularına yönelik tepkiler sürüyor. ANAP'ın esnek yaklaşımı dışında hükümet doğrudan karşı. Đçişleri Bakanı genelgesi, eski zihniyetin tam devamı olduğu gibi, meseleyi özünden saptırıp geçmiş yaklaşımların bir devamını sergiliyor. Adalet bakanı H. Sami Türk, cezaevlerine yönelik kasaplığı dile yönelik olarak da yapıyor. Gazetecilerin "esnek yaklaşılsınî sorularına alaycı ve terbiye sınırlarını aşan cevaplar veriyor. Güvenlik güçlerinin hemen ilgilendiğini söylüyor. Dilekçeyle başvuru hakkı varmış, ama siyasi olmaması gerekiyormuş. Kürtçe dil hakkını istemek doğrudan siyaset yapmak ve PKK'li olmakmış. Ayrılıkçılık körükleniyormuş. Kürtçe serbest olursa Türkiye bölünecekmiş. Türkiye'nin bölünmemesi için Kürt dili ve kültürünün yasak olması gerekiyormuş. Bunun için Türkiye'ye demokrasi gelemiyormuş. Hikayeleri, senaryoların, fantezi ve şovenist dalganın iniş-çıkışlarını çoğaltmak mümkün. Kürtçe'ye yönelik yasakçı, baskıcı ve inkarcı eğilimi sürdüren MHP ve onu onaylayan ortağı DSP'dir. Coşkun Kırca, çetecilik ve rantçılıkla geçinen YÖK "bilimi adamlarıî ve gazeteci-köşe yazarı türünden bazıları da aynı kafada. Bu politikaları hükümet sürdürüyor. Son kamuoyu yoklamalarında verilen destek % 2'nin (yüzde iki) altına düşmüş. Türkiye istikrar içinde yürüyor; demokratikleşme, dil ve kültür istemleri, ekonomik talepler olmasa ne güzel yürüyecek(!)... Masal aynı masal. Yıllardır dinliyorsunuz. Neredeyse gerekçeleri de benzer. Medya ve çeşitli çevrelerdeki ikinci eğilim ise, Kürtçe olabilir, kişisel ve özel olmak kaydıyla. Anadilde eğitim bildirimi yöntemiyle olmaz. Ayrılıkçılıktan vazgeçilsin. PKK olmasın, demokratik güçlerin siyasalaşması da olmasın.(!) Peki nasıl olacak?Bir yöntem siz söyleyin. Yapınız, doğrusunu yaptığınıza halk inansın. Medyanın tanınan bu tür bazı köşe yazarları vb. şahsiyetler; eğer tavır sahibi olamazsanız birileri işini yürütür, yürütüyorlar da. Ayrılık isteyen yok. Siz de gerçekten demokrat, Türkiye'nin AB'ye katılımını istiyorsanız, şimdiye kadar PKK'yi gerekçe yaparak hep Kürtlerin aleyhine yazdınız. Devlete güven verin mantığından vazgeçmek gerekiyor. Devletin buna ihtiyacı da yok. Tahrip eden devlettir. Halkın bir şeyi tahrip ettiği yok, tersine devlete karşı zayıf durumdadır. Artık biraz güven de halka verseniz sanırız hiç de fena olmaz. Üçüncü eğilim Kürtçe'nin serbest olmasına, anadilde eğitim ve yayın hakkına tam ve kısmen katılanlardan oluşuyor. Bunun için TÜSĐAD, ÖDP, CHP'nin önemli bir kısmını, HADEP, yeni oluşacak sosyal demokrat eğilimi, Đslami eğilimin değişimden yana olan kesimini KESK, ĐHD vb. 330 sivil toplum örgütlerini, Kürtlerin, hatta Türklerin önemli bir bölümünü sayabiliriz. Ki, bu eğilim demokratikleşme ve değişimin yapılması gerektiğine –farklılıklara rağmen- inanıyor, bunun mücadelesini vermeye çalışıyorlar. Devletin de demokratikleşmenin gereği olarak "Türkiye'nin anadili Türkçe'dir" ibaresinin değiştirilip "Türkiye'nin resmi dili Türkçe'dirî ibaresini koyması yerinde olur. böylece anadiller de kendini ifade etmeleri kolaylaşır. Yapılması gereken Türkiyeli olma kimliğinin ve böyle bir yurtseverliğin, buna uygun onun yasal vatandaşlık kavramının geliştirilmesidir. MHP'nin istediği dogmatik ve putçuların katıldığı "kimlik" çağdışı, Türkiye ve dünya gerçeğine uymuyor. Irak anayasası Araplar ve Kürtler oluşumu kabul ediyor. Kürdistan-Kürt kavramına karşı değiller. Đran'da Azerbaycan eyaleti olduğu gibi Kürdistan eyaleti de vardır. Üniversitelerde Kürtçe bölümler de var, kaba bir inkar yürütülmüyor. Radyolarda Kürtçe yayınlara da yer veriliyor. Bunlardan dolayı kimse Đran'ın bölüneceğini tartışmıyor. Dil ve kültür zenginliğinden dolayı ülkelerin bölündüğü görülmemiştir. Kürt yoktur, her şeyi yasaktır, Kürt ve Kürdistan kavramları dünyanın neresinde olursa olsun kullanılamaz. Đnkar, ezme ve baskıyı sürdürmek, özgürce, demokratikleşme temelinde nasıl bir arada, iç içe yaşanacağının ölçü ve yaklaşımlarını belirlememek orunu sürüncemeye bırakmak ve ayrılıkçılığın teşvik edilmesi oluyor. Ayın Taha Akyol ve benzerlerinin hala ayrılıkçılığı getirip Kürtçe'nin ve kültürel zenginliğinin önüne koyması anlaşılır değlidir. Eskiden vardı, ama bugün ayılmayı dayatan fazla kimse yoktur. Geçmiş argümanlara sığınmak Đçişleri Bakanının zihniyetine hak vermek olur. Bilimle uğraşanlar bilir; Kürt kimliği, kültürü, dili siyasi ve düşünülmüş politikalarla siyasi bir inkar kararı olarak dayatılıyorsa kültür, dil, kimlik bildiriminde bulunmak ister grupsal olsun, demokratik bir içerikte olduğu gibi belli yönüyle istense de istenmese de siyasi bir anlam içerir. Çünkü siyasi bir yasağın ve inkar anlayışının kaldırılmasını öngörüyor. Bu yönlü irade beyanında bulunuyor. Her şeye karşın Türkiye'deki tablo olumluyu yansıtıyor. Dillerin-kültürlerin sahiplenmesi gelişiyor. MHP gibi mezarlıkların, suskunlukların üzerine değil, uygarlık ve kültürel zenginliklerimizi keşfedip, büyütüp demokratik uygarlıkla birleştirme gün ışığına çıkıyor ve kendine yer arıyor. Kürtler inkarcı ve imhacı mantık ve uygulamalara gösterdikleri tepkilerini daraltmadan sabırlı ve direngen çalışmayla birlik esprisi için demokrasi ve hukuk mücadelesini sürdürür, dillerini ve kültürlerini her düzeyde uygun yöntemlerle geliştirerek yürüyebilirler. Sivil toplum örgütlenmesi ve bulunduğu her alanda bunu yapmaya çalışırken, aydın ve politikacıları bilimsel araştırma ve uygun yollarla bunu bütün hukuk ve demokrasi platformlarına taşıyabilirler. MGK'dan hayırlı bir şey çıkmaz. Đç ve dış güvenlik diyerek aynı nakaratı tekrarlayacak, Kürtçe konusunda yok deyip MHP'yi onaylayacak. Çünkü çözümsüzlük, inkar MHP zihniyetine pirim verir. Nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, demokratikleşme, kimlik, dil-kültür mücadelesi; üç kuşak hakları, AĐHS, anayasal demokratik hak ve özgürlükler için yürütülen meşru bir çıkıştır. Bunlar, pazarlık ve geri adım atmanın değil, ilerlemenin konusudurlar Kürtçe kampanyasında tuzağa düşüyoruz 331 25 Ocak 2002 Hürriyet Mehmet Ali Birand Kürtçe öğretimi ile ilgili dilekçe kampanyasında, Devlet son derece hatalı davranıyor. Bu yaklaşımdan dönülmezse, ardından gelecek yeni kampanyalarda, kendi kendimizi işin içinden çıkılmaz bir duruma sokmuş olacağız Kürt kökenli gençler bir süredir, çeşitli üniversitelerde bir kampanya sürdürüyorlar. Bunun bir merkezden ve koordineli şekilde yönlendirildiği açıkça belli. Bu konuda hiçbir kuşku yok. Đstedikleri, son Anayasa değişikliğinden ( 26'ncı madde) yararlanarak, Kürtçe'nin seçmeli dil olarak kabul edilmesi ve öğretilmesi. Son derece dikkatli yazılmış bir metin. Üniversitelerdeki derslerin Kürtçe okunması talep edilmiyor. Kürtçe'nin, Đngilizce veya Almanca gibi seçmeli dil olması üstünde duruluyor. Kürtçe konuşma yasağı zaten 1987 yılında kaldırılmıştı. Anayasa'daki son değişiklikle de Kürtçe'nin (anadil eğitimi hariç) öğretimine kapı açılmıştı. Bunun özel dershanelerde mi, yoksa devlet üniversitelerinde mi verilebileceği ise açık bırakılmıştı. Şu anda, Kürtçe sadece RTÜK çerçevesinde yasaklı. Türkiye bu yasayı da değiştireceğini AB'ye bildirdi. Medyanın en tutucu kalemleri dahi Kürtçe öğretimin özel dershanelerde serbest bırakılması konusunda görüş birliği içindeler. Yani, bu konuda toplumun önemli bir bölümünde görüş birliği var. Ben burada Kürtçe'nin ne şekilde serbest bırakılması gerektiğini tartışmak istemiyorum. Dilekçe veren gençlere karşı devletin tutumuna dikkat çekmek istiyorum. Gereksiz ve büyük bir hata işleniyor Başta da söylediğim gibi, bunun siyasi bir kampanya olduğundan ve bir merkezden yönetildiğinden hiç kimsenin kuşkusu yok. Ancak ortada bir de Anayasa'ya uygun bir yaklaşım var. Kürt kökenli gençlerin verdikleri dilekçelerden bazılarını gördüm. Anayasa'ya aykırı hiç bir söz yok. Sadece, seçmeli ders olarak Kürtçe öğretim sağlanması isteniyor, o kadar. Şimdi "dilekçe vermenin" suç olup olmadığına bakalım. Anayasa'da yapılan son ( 3 Ekim) değişiklikle birlikte, 74’üncü madde çok açık: "... Vatandaşlar, kendileriyle veya kamuyla ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve TBMM'ye yazı ile başvuru hakkına sahiptir. Başvuruların sonucu da gecikilmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir." Yani, bu öğrenciler anayasal haklarını kullanıyorlar ve Anayasa'da yazılı olduğu şekilde de bir yanıt istiyorlar. Devletin bu kampanyaya tepkisi ise, dilekçe verenleri tutuklamak, bazılarını üniversitelerden atmak, polislere coplatmak, direnenleri hapsetmek oluyor. Bu şekilde gerilim yükseliyor, gösteriler 332 artıyor ve olayın boyutları her geçen gün büyüyor. Sizlere sormak istiyorum, başvuru dilekçeleri alınsa ve her başvuruya "Đsteğinizi karşılayabilmemiz bugünkü yasalarla mümkün görülmemektedir. Saygılarımızla üzüntülerimizi kabul ediniz..." gibi bir yanıt verilse devlet ne kazanır, ne kaybeder? Hiçbir şey kaybetmez. Tam aksine kazanır. Kendi kendimizi aldatmayalım. Türkiye eninde sonunda, özel dershanelerde Kürtçe dili öğrenimine izin verecektir. Bu kampanyaya yumuşak şekilde yaklaşılmış olsa, hem biraz zaman kazanılmış, toplumun kendini hazırlama imkanı sağlanmış, hem de ülkede bir gerilim başlangıcı önlenmiş olmaz mı? Bu sertlik gösterisiyle, göz göre göre, kimden ve nereden kaynaklandığı bilinen bir kampanyanın tuzağına düşülüyor. Gerginlik artıyor. Devlet sinirlenip hoyratlaştıkça, karşı taraf daha da üstüne gidecektir. Yakında, köy isimleri eskisi gibi Kürtçe olsun denecektir. Bu bitmeden nüfus kağıdıma Kürt kimliğim yazılsın istemi ortaya atılacaktır. O zaman ne yapılacak ? Yine, her dilekçe veren hapishaneye mi yollanacak? Yüz binlerce insan dilekçe verdiklerinden dolayı hapishaneleri mi dolduracak ? Doğrudur, Kürt sorunu siyasallaşmaktadır. Siyaset engellenemez. Hele polis önlemiyle hiç önlenemez. Tam aksine siyasallaşmanın zararlı noktaya gelmesi, devletin yapısının bozulması demokrasi içinde durdurulabilir. Devlet demokrasiyle daha kolay savunulur. Örneğin, silahlı mücadele sırasında PKK ile mücadele etmek daha kolaydı. Đnsanların hayatına maloluyordu, ancak sonunda güçlü olan kazanıyordu. Siyasal alandaki mücadele çok daha zordur. Akıl ve mantık ister. Bu yaklaşım, siyasallaşmış hareketleri daha da güçlendirir. T.C. Devleti bu tutumuyla büyük bir hata işlemektedir. Yaklaşımını değiştirmediği taktirde, büyük bir tuzağın içine düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu kampanyayı yapanlar da hatalı davranıyorlar Türkiye son 20 yılının en önemli demokratikleşme sürecine girmiştir. Avrupa Birliği'ne doğru adımların atıldığı ve tüm temel yasaların gözden geçirildiği bir sırada bu kampanya Türk toplumunun bir bölümüne "Đşte görüyor musunuz, Kürt milliyetçileri fırsat bekliyorlarmış. Zaten PKK hâlâ ayakta ve bu gençleri yönlendiriyor" dedirtmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. Türk devleti sergilediği bu tutumunda ne kadar hatalı davranıyorlar. ise, Kürt gruplar da aynı şekilde hatalı 333 Nasıl Avrupa Birliği, aynı konuda hatalı davranıyorsa, PKK da güç gösterisiyle hatalı bir politika uyguluyor. Artık herkesin yeni bir başlangıç yapması gerekiyor. Bahaneler bitmez 26 Ocak 2002 Yedinci Gündem Editör'den Kürtçe eğitim meselesi geçen haftanın gündemiydi. Öğrencilerin bir ay önce dile getirdiği talep ay sonuna doğru ses getirdi. Şu anda ortalık toz duman... Yazılı ve görsel basına yansıyanlara bakılırsa, kafalar oldukça karışık. En büyük karışıklık da Hükümet ortaklarında. Her biri ayrı telden çalıyor. Çözüm gücü olan iktidar topu sağa sola atıyor. Hükümetteki çarpıklık diğer kesimlere de zuhur etti. Son bir kaç günlük basına bakıldığında bunu rahatlıkla görmek mümkün. Bütün bunlara sebebiyet veren neden ise Kürtçe seçmeli ders talebini içeren ve anayasal bir hak olan "dilekçe girişimi". Geçmiş dönemlerde yaşanan şiddet, güç gösterisi, kırma dökmeden eser yok. Buna rağmen bu girişimin karşılaştığı tutum tirajı komik. Dilekçe eylemine Đçişleri Bakanlığı gözaltı emri verdi. Adalet Bakanı ise Kürt sorununu "Uluslararası boyuta taşımak" olarak niteledi. Rektörler ise ispiyonlamaya devam ediyor. Hukukçular işe el atınca durum anlaşıldı: Suç işleyen öğrenciler değil, Đçişleri Bakanı'nın kendisi. Ancak bu gözaltıları ve tutuklamaları durduramadı. Hükümet, talebi boşa çıkarmak için dilekçeleri "PKK'nin siyasallaşma girişimi" gibi göstererek boşa çıkarma çabasında ancak, öğrencilerin talebi öyle çok da kolay savuşturulabilecek gibi gözükmüyor. Bundan dolayı olmalı ki, bir çok öğrenci gözaltına alındı, işkence gördü, tutuklandı. Kürt inkarı üzerine şekillendirilmiş 79 yıllık sistem zorlanıyor. AB yolu Diyarbakır'dan geçer diyen Mesut Yılmaz bile kaçamak yanıt verdikten sonra işin rengi ortaya çıkıyor. Bu arada dikkatlerden kaçan en önemli nokta, olan bitene yol açan Kürtçe ile eğitim isteğinin hak olup olmadığıdır. Yetkililer bundan mümkün olduğunca kaçmaya çalışıyor. Kürt deyince, arı yuvasına çomak sokulmuşcasına bir celallenme yaşanıyor. Ancak yapılan işin oldukça makul ve 334 mantıklı oluşu ise yetkililer açısından durumu çıkmaza sokuyor. Đşi, savaş dönemindeki gibi zıtlaşmaya çekerek ortadan kaldırma zemini de yok. Öğrenciler de tümüyle yasal çerçeve içinde hareket edince devlet zor durumda kalıyor. Sorunun şimdilik çıkmaz gibi gözüküyor. Ancak, demokrasi testinde devlete ter döktüren öğrenciler, böyle sürmesi halinde kendi kendilerine eğitim vereceklerini belirtiyorlar. Ancak, sorunun sadece öğrencilerin Kürtçe ders isteğiyle de ilgili olmadığı da biliniyor. Öyle saysak bile HADEP'in Ankara'daki gecesinde Kürtçe türkü söylemenin yasaklanmasına, Batman'da Kürtçe kasetlerin toplatılmasına, Đstanbul'un göbeğinde Kürtçe tiyatro oyununun engellenmesine, mahkemelerde Kürtçe dilin kabul edilmemesine, sokakta Kürt kimliği nedeniyle yaşanan gözaltılara, Gani Şavata'nın iki yıldır gösterimde olan ve Kürt sorununa değinen Sınır filminin Muş'ta gösteriminin yasaklanmasına ne denilmeli? Yaşananlar 20. yüzyılın ortalarına kadar Amerika'daki zencilerin durumun andırıyor. Beyaz adamın zenci fobisi Türkiye'de PKK ve Kürt şeklinde zuhur etti. Kültür devrimine doğru... 26 Ocak 2002 Yedinci Gündem Pınar Selek Gözaltılara, tutuklamalara, tehditlere, disiplin kurullarına, olağanüstü açıklamalara bakmayın, anadil talebi şimdiden zafere ulaştı. Kültürel hak taleplerinden korkanlar, bu talepleri terörize etmeye çalışanlar, artık geçmişteki destekçilerini yanlarında tutamıyorlar. "Resmi çevreler" Kürt sorunuyla doğrudan bağlantılı olan bir konuda ilk defa bu kadar yalnızlaştılar. Üstelik öğrencilerin ve ailelerin talepleriyle öne çıkan Kürtçe eğitim hakkı sorunu geçen seneki Kürtçe televizyon tartışmalarından çok daha ileri bir noktaya ulaştı. Hatırlanacağı gibi, Kürtçe televizyon tartışmaları daha çok Avrupa Birliği'yle ilişkiler kapsamında gerçekleşmiş, bu ilişkiler gerginleşince de rafa kaldırılmıştı. Anadil talebi ise yediden yetmişe, ülkenin her yanından sivil halk inisiyatifleriyle gelişti. Şimdiden önemli bedeller ödendi. Tutuklamalar bir yana binlerce öğrenci okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıya. Üstelik bu kampanyaya velilerin de destek vermeye başlaması önümüzdeki günlerde anadilde eğitim hakkı için yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın harekete geçebileceğini gösteriyor. Henüz çok başında olan ve tamamen sivil güçlere dayanan bu kampanyanın ülke kamuoyunda bu kadar etkili olması, tartışmaların salt Avrupa Birliği'ne uyum kapsamında değil, halkı harekete geçiren bu sorunu savaşsız çözmek kaygısıyla yürütülmesi toplumsal dönüşüm için çok önemli bir imkanın doğduğunu gösteriyor. Ancak coğrafyamızda devrim anlamına gelebilecek bu toplumsal dönüşümün başarıya ulaşabilmesi için hâlâ üzerimizde etkisini sürdüren kimi alışkanlıkları hızla aşmak zorundayız. Bilindiği gibi, anadil ve tüm kültürel haklar mücadelesinin hukuki ve siyasi boyutları var. Ancak bizler siyaseti de, hukuku da hep erkek eksenli öğrendik. Bu nedenle, siyasal ya da hukuki mücadelelerimizin yaşama yansıyışı oldukça geri bir düzeyde oldu. Siyasetin yaşamdan uzaklaşması ataerkilliğin en temel özelliğidir. Bu siyaset ölüdür. Yaşamda 335 karşılığı yoktur. Bu nedenle maskelerle yapılır. Đki yüzlülüğe dayanır. Bu siyaset insanda en basit, en ucuz duyguları perdeleme yeteneğini geliştirir. Örneğin, güçlenen kadından korkan, ilişkilerinde sürekli egemenliği üreten erkeğe, kadın özgürlüğü üstüne nutuklar attırır. Bu siyaset, dışlanan, hor görülen insanlara dönüp göz ucuyla bile bakmayanlara devrimcilik yaptırır. Kendinden başka kimseyi sevmeyen kariyeristleri halk adına öne çıkarır. Bu siyasetin bizimle ne ilgisi var, demeyelim. Bu topraklarda bambaşka bir gelenek yeşermekte olsa da, biz eski siyasetle yoğrulduk. Ona alıştık. Aşmaya çalışsak da kolay olmuyor. Yaşamla kucaklaşamıyor, yaşamı dönüştürme iradesini henüz tam olarak gösteremiyoruz. Örneğin Azadiya Welat, ana dil talebinin bunca yükseldiği bir dönemde satış rekorları kırmalıydı. Ama böyle olmuyor. Satışlarda bir artış değil, azalma var. Kampanyayı yürütenler, dilekçeler verenler, bu kampanyaya destek olanlar Azadiya Welat'ı sürekli takip ediyorlar mı? Eylem yapmak kadar, uğruna mücadele ettiğimiz talepleri gündelik hayatımızda ne kadar yaşamsal kılıyoruz? Her mahallede bir ev bir dil kursuna dönüşemez mi? Özel alanları birer kültür odağı haline getiremez miyiz? Kadınlar ana dillerinde okuma yazma kampanyası başlatamazlar mı? Bu kampanya her mahallede en az yüz kadının iki ay içinde kendi dilinde okuma yazma öğrenmesini hedefleyemez mi? Bunun için ille de kurumsal yapılara ihtiyaç yok. Herkes kendi bulunduğu yerde bu kampanyayı yaşamsal hale getirebilir. Böyle olursa, siyasal ve hukuki alanda, kültürel haklar kapsamında süren ana dilde eğitim mücadelesinin zemini daha da güçlenir. Biz, devletten çok toplumun dönüşmesine, kültürel ve sosyal devrimlere ihtiyaç duyuyoruz. Bu ülkede Kürt kültürünün gelişmesi, yazılı-görsel, tüm ifade biçimleriyle dile geliyor oluşu, hakim kültürün tek rengini çoğaltacak, bizi zenginliğe boğacaktır. Hiçbir çarpıtma, hiçbir zorbalık, hiçbir komplo sokak sokak büyüyen toplumsal dönüşümün önüne geçemez. Rönesans, Engizisyon mahkemelerinin en çok cadı avına çıktığı, insanların yığınlarca yakıldığı bir dönemde gerçekleşti. Bu topraklarda da öyle oluyor. Bize düşen bu dinamizmi kendi yaşamlarımıza taşımak, kendimizi kültür devriminin özneleri olarak görmektir. Örneğin, bu kampanyayı eylemlerle, hukuki ve siyasal kurumların zorlanmasıyla sınırlı ele almamaktır. Yukarıdan aşağıya gerçekleşen kültürel müdahalelerin bizleri ne kadar büyük acılara boğduğu ortada. Madem bu sorun açığa çıktı, betonlanmış bir gerçek yaşam ağacı gibi yeşerdi, o halde çözüm bizde. Daha fazla acı çekmemek için biz boy verelim, biz serpilelim, biz güzelleşelim, biz renklenelim, biz zenginleşelim. Ben kendi adıma, bir yerine iki Azadiya Welat almaya, bunlardan birini her seferinde başka bir arkadaşa hediye etmeye söz veriyorum... Đnsanlık kültürü olarak anadil 26 Ocak 2002 Yedinci Gündem Celal Beşiktepe Türkiye'de gündemde olan "Kürtçe Öğrenim" kampanyasını ve dolayısıyla Anadil konusunu daha kapsamlı ele almak gerekiyor. Konu, Kürt sorununun demokratik çözümüyle doğrudan ilgilidir. Bu sorun çözüme bağlanmadıkça, Türkiye'nin uygar bir ülke olarak, ekonomik, politik ve kültürel alanlarda büyük hedeflere yönelmesi mümkün görülmüyor. Türkiye'nin geleceği ve uygar bir ülke 336 olarak dünya insanlık ailesi içindeki onurlu yerini alıp almayacağıdır söz konusu olan. Đnsanlar arasında iletişimi sağlayan sesli ya da yazılı simgeler sistemi olan dilin, birçok tanımı yapılmıştır. Ansiklopedik tanıma göre: Dil, bir yaklaşıma göre, düşüncelerin, sözcük haline getirilmiş sesler aracılığıyla anlatılmasıdır. Bu tanım düşünce öğesine ağırlık vermiştir. Dil, düşünce dışında kalan, bilinçsiz varlık alanlarını, duyguları, düşleri de kapsar. Çoğunlukla insanlar önce bir tek dil öğrenirler. Çocuğun ailesinin ya da doğup büyüdüğü ortamdaki insanların konuştuğu bu dile anadili adı veriliyor. Bir çocuğun iki dili birden öğrenerek büyüdüğü durumlar enderdir. Bu özellikleriyle dil, insana özgü bir yetenektir. Dilin önemi ve gücü ilk çağlardan beri vurgulanmıştır. Dilbilim, dili ve dilleri bir sistem olarak gören ve niteliğini, yapısını, tarihini bilimsel olarak inceleyen bilim dalı olarak bilinir. Dilbilimcilere göre: Düşünme ve dil arasındaki ilişkiler sorunu, felsefe tarihinin derinliklerine götürür insanı. Her iki varolan alanını (düşünme-dil) kendi iç ilişkileri çerçevesinde ele almak bilimsel bakış açısının bir gereğidir. Noam Chomsky, Dil ve Zihin adlı kitabında "Zihnin doğasıyla, daha doğrusu, insan dilinin doğasıyla ilgili inceleme ve kurgulama tarihine dönersek, dikkatimiz doğal olarak 17. yüzyılda, çağdaş bilimin temellerinin sağlam olarak atıldığı ve bugün de bizi şaşırtan sorunların gözle görülür bir açıklık ve beceri ile dillendirildiği 'deha yüzyılı' üzerinde toplanır" diyor. Konuya daha geniş bir perspektifle bakan bilim insanları, dil incelemeleri aracılığıyla aslında, insan doğasını anlamlandırma çabalarına katkıda bulunmuşlardır. Chomsky'nin de sorduğu "Dil incelemelerinin insan doğasına anlamamıza katkısı ne olabilir?" Chomsky bütün dillerde evrensel düzenlerin, örüntülerin bulunduğunu öne sürmektedir. Felsefe tarihinde Platon, Aristoteles, John Locke, David Hume, John Stuart Mill, Immanuel Kant gibi filozoflar dil felsefesi alanında çalışmalar yapmışlardır. Aristoteles'e göre "Konuşma, zihnin yaşantılarının temsil edilmesidir" Kültürü ve bilimi bir tek insan değil, milyonların emeğine dayanan insan toplumu yaratmıştır. Antropolojik anlamıyla kültür, insan yaşamının toplumsal ilişkilerinden doğan bütün yönelerini kapsamaktadır. Bu anlamda kültürle dil, birbiriyle iç içe geçmiş olgulardır. Bir toplumun kültürü, değerleri, becerileri ve bütün bilgisi insanlığa dil yoluyla aktarılıyor. Dille kültür arasındaki ilişki: Dil, bireylere kültürün bir parçası olarak aktarılır, ama kültür de gene dil yoluyla aktarılır şeklinde özetlenebilir. Ve toplumsal gelişmenin dille gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Dillerini görsel simgeler aracılığıyla yazıya geçiren ilk insan toplulukları Mezopotamya'nın kuzeyinde yaşayan Sümerler ve Eski Mısırlılardır. Sümerler ve Eski Mısırlılardan kaldığı bilinen en eski yazılar Đ.Ö. 3500 yılına aittir. Bugün dünyada konuşulan üç bini aşkın dil olduğu bilinmektedir. Dünyadaki çeşitli insan topluluklarının doğalcı yaklaşımla betimlenmesi ve yorumlanması olarak tanımlanan Antropoloji (insan bilimi), insanları, etkinliklerini, kültürlerini ve ürünlerini araştırır. Đnsanbilimci için bir ulusun kültürü onun tüm yaşam biçimini kapsar. Bir halkın sahip olduğu, yaptığı, düşündüğü, inandığı ve çocuklarına aktardığı her şey kültür kavramının bir öğesidir. Çevre bilim olarak bilinen ekoloji, canlılar ve onları çevreleyen canlı ve cansız ortam arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı olarak çeşitli disiplinlerle yakından ilişkilidir. Bunlar arasında antropoloji ve pedoloji de vardır. Ekolojik bakımdan insan öteki canlılar arasında başka bir canlıdan ayrı bir varlık olmayıp o da diğer yaşam biçimleri gibi doğanın denge yasalarına bağlı bir canlı türünden başka bir şey değildir. Önceki koşullarda yaşayıp da değişen yeni koşullara geçme 337 imkanları ortadan kaldırılan canlılar ise yıkıma uğrar, yok olurlar. Canlı yaşamın sürekliliğinin korunması, sürdürülebilir yaşam ortamlarının yaratılması, canlıların geleceğini belirler. Orman yangınları sonucunda fiziksel çevre geçici bir süre için de olsa değişime uğrar. Yangın yalnız ormanın ağaçlarını yok etmekle kalmayıp bu ağaçların üstünde ve altında yaşayan canlıları da yok eder. Ama çevre yaşamındaki bir kopukluk uzun sürmez. Zamanla, önce çeşitli yaban çiçekleri, taneli bitkiler ve otgiller gibi mevsimlik bitki türleri yetişmeye başlar. Yanan ağaçlardan sonra engelsiz bol güneş alan ormanın tabanı bu tür bitkilerin ve onlardan besinlerini sağlayan hayvanların üremesi için elverişli bir ortam haline gelir. Yeni bir ormanın oluşması ise süre alacaktır. Ama yangın yeri, orman dışı bir kullanıma konu olursa, yeni ormanlar yetişmeyecektir. Đnsanlık, yeryüzünün biyolojik çeşitliliğinin toptan azalması ile tehdit eden bir süreci yaşamaktadır. Jeremy Rıfkın, Biyoloji Yüzyılı adlı kitabında "sorunun büyüklüğünü perspektif içinde ortaya koymuş olmak için, dinazorlar çağı sırasında türlerin yaklaşık bin yılda bir oranında azalmaya başladığı tahmin edilmiştir. Sanayi Çağının ilk aşamalarındaysa, türler ortalama on yılda bir oranında yok oluyorlardı. Bugün her saat üç türü yitirmekteyiz. Dünyada konuşulan diller de her geçen gün birer birer yok olmaktadır. Bir kültürün ortadan kalkması olan bu olgu ile ekolojik yok oluş arasında doğrudan bir bağ vardır. Çünkü, yok edilen canlı bir türdür. Kültürün ve bilimin yaratıcısı olan insanın içinde serpilip geliştiği bir orman yok edilmektedir. Canlı yaşamın ve kültürlerin korunması sözleşmeleri, insan hakları belgeleri bu yok oluşu engellemek için düzenlenmiştir. Türkiye'nin de çok sayıdaki belgenin altında imzası bulunmaktadır. Anadilde eğitim sorunu, yalnız Kürt öğrenci ve velilerin değil, ülkesini onurlu bir geleceğe taşımak isteyen herkesin sorunudur. Toplumumuzun bilimsel ve kültürel alanda açılıp serpileceği koşulları yaratmanın yolu, Anadolu'nun uygarlık birikimine sahip çıkan bir anlayıştan geçiyor. Bu yolun nirengi noktalarından birincisi bilimsellik, ikincisi de özgürce tartışmaktır. Kürtçe Sendromu 26 Ocak 2002 Özgür Politika AYŞE GÖKKAN Mezra-Botan coğrafyasının tanığı, sanığı, davacısı Ape Musa, köy karakoluna tayin edilen subayın dramını anlatırdı: "Komutan köye adım atar atmaz, muhtara köylülerle tanışmak istediğini bildirir. Başlar ilk günden kanunu, nizamı, yasağı anlatmaya. Evler tek tek aramadan geçirilir. Halılar, kilimler, örtüler, kazak, çorap ne varsa sarı-kırmızı-yeşil renkleriyle işlendiğini görünce çılgına döner, bağırır, çağırır. Köy sakinleri anlaşılmaz bir şaşkınlıkla seyreder. Muhtara haber yollanır. Komutan, üç rengi yan yana görünce baş ağrısından deliye döndüğünü söyler. O da köylülere komutanın derdini hüzünle anlatır. Köylüler üzüntü içinde kara kara düşünürler. Evlerini ateşe veremezler, renkleri yeryüzünden kaldıramazlar. Komutana da acırlar. Son çare olarak aralarında para toplayıp, komutanı tedaviye göndermeye karar verirler." 338 Son aylarda bazı Genel Kurmay komutanları, rektörler, gazetecilik adıyla geçinenlerin uykularına bir karabasan gibi çöken anadil talebini kapıdan atarlarken, bacalarından içeri girer. Kimi geri kalmışlığından, kimi çarasizlikten, kimi korkudan, kimi de ret-inkar geleneğine karşı çıkamadığından ne yapacağını şaşırır. Ülkeyi yöneten bazıları, yasaları çıkarıp bölüp çarpanlar, her sabah anadil eğitim talebiyle başvuranları duyunca, başta Emin Çölaşan çığlık çığlığa uyanır, gece uykuları haram olur. "Anadil" denince Kürtçe terörist olup kabus gibi çöker. Ülke parçalanır, bölünür naraları atılır. (Sanki Karaman otogarında kocaman hevhanın üzerindeki "Türkçe Konuş, Türkçe Yaz" sloganı bölmezmiş gibi.) En acısı Çölaşan rüyalarını Kürtçe görmeye başlar. Derdine derman arar. Dostlarını çağırır. Kürtçe masum mu, yasal mı, yenir mi, içilir mi, yazılır mı, okunur mu, konuşulur mu tartışmasını sürdürür. Yine de adını koyamaz. Araştırmacılar, biraz aklı başında olanlar anlatır, dünyadan örnekler verir, "Fransa'da 6 dilde eğitim verilir ve sadece 85 bin kişi Korsikaca dilini özgürce konuşur. Đsviçre'de bir avuç yerde 7 milyon nüfusla dört dil konuşulur yine de bölünmez" dense de Kürtçe karabasanı beyinlerine çöker. Allah kimseyi dünyaya rüsva etmesin. Gözü dönünce, ne yapacağı belli olmaz. Demokrasi, insan hakları, anadilde eğitim hakkını savunan partiye saldırır, kapatmayla tehdit eder, valiliklere özel genelgeler gönderir, binlerce kişiyi gözaltına alır. Ankara polisi gibi HADEP'in düzenlediği Kadın Kültür Şenliği'nde Kürtçe müziği durdurur. Kitle ezgiler eşliğinde Kürtçe söyleyip halay çekince, "Anadilde eğitimin önemi" panel başvurusunda "Türkçe Dilinin eğitimdeki önemi" anlatılmazsa yasaya aykırılık gerekçesiyle engelleneceği söylenir. Dünyanın hiçbir yerinde "Anadil eğitimde önemli değildir" tartışması yapılmamıştır. Milli Bilim zihniyetini taşıyanlar hariç. Utanç mı, Gurur mu? 27 Ocak 2002 Özgür Politika ARMANÇ GOÇKAR Kürt gençlerinin Kürdistan ve Türkiye'de başlattıkları ana dilde eğitim kampanyası yaygınlaşıyor, büyüyor. Üniversite öğrencilerinin başlattığı bu kampanyaya öğrenci velilerinin de yaygın katılımı, yıllardır her biçimde inkar edilen Kürt halkının varlığını tartışmalarına farklı bir boyut kazandırdı. Kampanyayı takip ederken büyüklerimizden duyduğumuz, ya da kitaplardan öğrendiğimiz inkar ve asimilasyon politikalarının uygulanma biçimleri geliyor aklıma. Đnsana 'bu kadar da olmaz' dedirten yaklaşımları, hiçbir biçimde açıklanamayacak bir paranoyayı Kürt halkı kendi eylemiyle ortadan kaldırmanın mücadelesini veriyor. Yıllardır bu paranoya Kürt halkının başına her tür baskıyı geliştirirken, yine de büyük bir alçakgönüllülükle, sabırla bunu halkların lehine değiştirmek yine Kürt halkına kaldı. Bunu daraltan, yalnız Kürtlerin sorunuymuş gibi yansıtan, kendi özgürlük mücadelesiyle bağını kurmayan yaklaşımlar maalesef Türkiye cephesinden aşılmış değil. Bu kampanyayı izlerken yıllar önce bu inkarcı zihniyetin bize karşı uyguladığı bir yöntem geliyor aklıma.Yıllarca bundan dolayı Kürt olduğumu bilmeden, kendimi tümüyle Atatürkçü Türklüğe yatırarak büyüyüşüme yüreğim burkulsa da, bu gerçeği bugün halk olarak değiştirmemiz en büyük 339 anlamı ifade ediyor. Sanırım Kürdistan'ın birçok yerinde uygulanan bir yöntemdi: '80'lerde cuntanın hemen ertesindeki yıllarda Kürtleri Türkleştirme politikasının bir sonucu olsa gerek, anadilimizi konuşmanın cezası ertesi gün "temiz" bir dayak yemek oluyordu. Okullarda -ki Kürdistan'ın küçük bir köyündeydiköğretmenlerimiz bize Türkçe dışında bir dili konuşmayı yasaklamıştı. Sadece okulda olsa iyi; evlerimizde bile Türkçe bilmeyen ailelerimizle konuşmanın cezası dayaktı. "Zazaca kolu başkanları!" gizli seçilir, kim olduğunu bilmediğimiz bu öğrenciler geceleri gizlice gezer, Zazaca konuşan çocukların isimlerini yazar, hiçbir şeyden haberi olmayan öğrenci de sabah sopayla iyi bir dayak yerdi. Öyle bir uygulama ki, korkunç bir şüphecilikle birlikte bir sindirme psikolojisi o yaşta hepimizin ruhuna sindirilirdi. Benden bir sınıf üstte olan ablam benden, ben ondan şüphelenirken, Türkçe bilmeyen yengemle Türkçe konuştuğumuz için iyi de bir küfür yerdik. Sanırım bir iki yıl boyunca bu korkuyla kendi anadilimizi rahatça konuşamadık. Ve tabii en önemlisi de kendimizi, dilimizi, halk gerçekliğimizi küçümsemeyi, inkar etmeyi, bundan yıllarca gizliden gizliye utanç duymayı öğrendik.. Ne yazık ki bize bilimi, bilmeyi, öğrenmeyi, sevmeyi öğretme iddiasında olan öğretmenlerimiz bize inkarı, utancı, nefreti öğretiyordu. Bu örnek inkarcı devlet politikasının en küçük köylere kadar nasıl girdiğini, bizlere çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Değerli Kürt aydını Musa Anter'in bahsettiği cezaları okuyunca bu uygulamalar hep bir acı olarak içimde yeniden yeşerirdi. Bugün de süren bir yara gibi. Ama binlerce insanımızın yaşamına mal olan uzun bir mücadele sonucunda Kürt çocukları şimdi sokaklarda, alanlarda, okullarda, her yerde dillerinin onurları olduğunu haykırıyor. Bu politikaların bize yıllardır kaybettirdiği birçok şeye rağmen onurumuzu, içimizde gizli kalan o gizli intikamı kaybettirememesi ne iyi. Kendi dilini, kültürünü, kimliğini sevmenin, yaşamanın, özgürce kendini ifade etmenin intikamını. Bugün de Kürt çocukları okullarda, sokaklarda, her yerde özgürce konuşmanın mücadelesini veriyor. Bu ne büyük bir gurur! Sesini yükselterek dilini, dünyasını, kaybettirilen sevgi gücünü istiyor. Bu istem dalga dalga büyüyor, bütün gizli kalmış, bastırılmış özgürlük duyguları yüreklere işleyerek yayılıyor. Bunu durdurmak artık imkansız. Beyhude bir çaba. Bu utancın kendisine ait olmadığının bilincini edinmek ne büyük bir özgürleşme imkanı! Ve bu utancı ortadan kaldırmak genç ve çocuk yüreklere düşüyor bugün. Đnsanlığın, kendisine 'insan, demokrat' diyenlerin bu kahrolası gerçeğini büyüyen, özgürleşen Kürt gençleri ve yeni oluşan Kürt kuşağı gerçekleştiriyor. Biz o zaman buna korkuyla uyarken, şimdiki çocuklar bunu büyük bir cesaretle reddediyor. Bu inkarcı zihniyetin yıllarca Türkiye için hiçbir fayda getirmediğini ne zaman anlayacaklar diye düşünmeden edemiyor insan. Çölaşan gibi şaklabanların aklına uyarak nasıl hasta, paranoyak bir toplum yarattıklarını düşünmek ve bundan vazgeçmek daha hayırlı olur Türkiye için. Kürt halkı mücadelesindeki kararlılığını gösterdi. Demokratik mücadelesini kazanma Türkiye'yi bu paranoyadan kurtarmayla mümkündür. O nedenle bu, Kürt halkının kendi kimlik ve kültürel özgürlük mücadelesi olduğu kadar, Türk halkının da özgür ve kendisi olma mücadelesidir. Bütün yasakçı zihniyetleri yıkmanın en iyi yolu, yasaklı şeyi uygulamadaki ısrardır. Kürtçeyi her yerde, yaşamın her alanında konuşmak, öğrenmek, öğretmek, bilimsel incelemelerle Kürt tarihini ortaya koymak, öğrenmek en iyi mücadele yöntemi olmaktadır. Bugün Kürt gençlerinin, Kürt kadınlarının yaptığı bu eylemler de, yine yaşamda, çalışmada Kürtçe konuşma eylemleri inkarcı mantığa en iyi cevap olmaktadır. Kürt halkı kendi geleceğini kendi elleriyle yaratıyor bugün. Özgürlük bu mücadeleye ortak olmakla gerçekleşir... 340 Kürtçe ve siyasallaşma Dilekçe hakkına gözaltı ve dava açma gibi totaliter tınısı yüksek otoriter tepkiler 27 Ocak 2002 Radikal AHMET ĐNSEL Bazı öğrencilerin ve velilerin, ilköğretim kurumlarına ve üniversitelere Kürtçe eğitim istemiyle dilekçe vermesi karşısında hükümetin aldığı tavır, bugün Türkiye yönetimine hakim olan siyasal aczin en saf haliyle dışavurumu. Farklı toplumsal istemlerin siyasal alanda dile getirilmesini bir suç olarak algılayan bu kahredici otoriter zihniyet, geçmişte "Aydınlar dilekçesi" nedeniyle ihdas ettiği "dilekçe verme" suçunu, bugün yeniden canlandırıyor. Dönüp dolaşıp, 12 Eylül rejiminin en karanlık günlerinin devlet reflekslerine geri dönüyoruz. Yakın zamana kadar Kürtlüğün etnik, kültürel kimliğe tekabül etmediğini, Kürtçe diye bir dil olmadığını, bunların aslında dağlı Türkler olduklarını ve Kürt tabirinin de "dağda yürürken 'kart, kurt' diye çıkan seslerden" geldiği türünden derin bilimsel doğruları empoze ettiler. Sonra "hangi Kürtçe, bir tane değil ki" diye sorma cin fikri akıllarına geldi. Türk dilinin farklı lehçeleri karşısında heyecanlanıp, sevecen gözyaşları dökenler, Kürtçe'nin farklı lehçeleri olmasını bir aşağılama veya yetersizlik unsuru olarak gördüler. Bunun ardından, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin büyük bölümünün Kürtçe bilmediği, Kürtçe öğrenme talebinin sahte veya maksatlı bir talep olduğu iddiası geldi. Almanya'da doğmuş, Alman vatandaşı ama Türkçe bilmeyen Türkleri görünce, yüzlerinde bir aşağılama ifadesiyle "buna anadilini, Türkçe'yi öğretin" diye ahkâm kesenler, Kürt ana babadan doğmuş ama Kürtçe bilmeyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının anne ve babalarının dilini öğrenme talepleri karşısında kızdılar. Bundan daha esaslı bir bölücülük faaliyeti olamazdı! Daha sonra, Kürtlerin esasen Türk soyundan geldikleri resmi iddiası, pek dile getirilmez oldu. Artık varlıklarını resmen tanıdığımız Talabani ve Barzani'yi de dağ Türkü diye tanımlayacak değildik ya! Kürtçe diye bir dilin hiç olmadığını söyleyenler, "iyi ama hangisi?" demeye başladılar. Bütün bu safsata ve yalanları, devlet ciddiyeti ve sorumluluğu içinde geçmişte gözümüzün içine baka baka söyleyenler, bugün halen iktidar mevkiindeler. Geçmiş inkâr ve yalanlarının yarattığı toplumsal yıkımın hesabını vermeden, şimdi oturmuş "dilekçe verme" suçu ihdas ediyorlar. Türkiye'de PKK'nın Kürt sorununu silahlı bir ayaklanma teşebbüsüne çevirmesine imkân sağlayan zemini, bu yukarıdaki inkârcı ve bir o kadar da baskıcı anlayış hazırladı. Kürtçe konuşmanın bile yasaklanması, PKK'nın 1984 yazında açıkça ayaklanma eylemine girişmesinden sonra değil, ondan önceydi. Kürt kimliği PKK'nın hızla gelişip güçlenmesine katkıda bulunan inkârcı, riyakâr ve devletin şiddete başvurma hakkını bir devlet terörüne çeviren bu anlayış, son on beş yılda yaşanan şiddetten PKK kadar siyasal olarak sorumlu. Bugün de, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için asgari hiçbir adım 341 atmamakta direnen bu zihniyet (dil eğitimi hakkından daha asgari ne talep olabilir?), Kürt kimliği üzerinden sürdürülen siyasallaşmanın PKK güdümünde kalması için sanki el altından çaba gösteriyor. Bilmektedir ki, bugün Türkiye'de Kürt kimliği eksenli her türlü hareket ve, daha genel olarak, Kürt kimliğinin de kendini ifade etmesini sağlayacak her türlü ileri demokratik adımın arkasında PKK umacısını göstererek, bu girişimleri gayrımeşru ilân etme ve bastırma silahı işlemeye devam edecektir. Kürt sorununun silahlar aracılığıyla değil, siyaset aracılığıyla tartışılmasının adıdır "siyasallaşma". Demokratik bir düzende, demokrasi güçleri sorunların siyasal alana taşınmasını isterler. Bunu teşvik ederler. Çünkü siyasallaşma, meşruiyetini fiziki güç kullanmadan, yurttaşlar topluluğunun bir kesiminin onayını ve desteğini, siyasal yollardan kazanma mücadelesidir. Köy ilkokulunu silahla basarak, Türkçe öğretilmesini engellemek şiddet yöntemidir. Đlköğretim veya üniversite yönetimine dilekçe vererek, "Kürtçe dersi" talep etmek bir siyasal girişimdir ve Anayasa ile korunmuş bir yurtttaşlık hakkıdır. Anayasa, sadece anayasada izin verilen konularda dilekçe verilir, bunun dışında dilekçe vermek suçtur demiyor. Üstelik idarenin her dilekçeye olumlu cevap verme yükümlülüğü olduğunu sanırım kimse iddia etmiyor. Bu girişimlerin arkasında PKK olduğunu bilmek, bu girişimlerin suç olarak damgalanmasına, dilekçe verenlerin gözaltına alınmalarına, tutuklanmalarına neden oluşturamaz. Eğer oluşturuyorsa, o zaman devlete totaliter zihniyet hakimdir demektir. Reddedileceğini bile bile bu dilekçelerin verilmesinin nedeni, ardından AĐHM'ne gitme gerekçesi hazırlamak içinse eğer, bu da meşru bir taktiktir. Zaten siyasal mücadele böyle bir şeydir. Bugün bazı Kürtler, "Anadilde Eğitim Kampanyası" yürütüyor. Bunun anadilde eğitim görme talebi mi, yoksa Abdullah Öcalan'ın birkaç gün önce Özgür Politika'da yayımlanan demecinde "resmi cumhuriyet dili" olarak tanıdığı Türkçe'nin yanında, bir ikinci dili öğrenme talebi mi olduğunu bile doğru dürüst öğrenemiyoruz ve sağlıklı biçimde tartışamıyoruz. Đçişleri bakanlığı, fiilen dilekçe verme anayasal hakkını askıya alan bir genelge yayımlayarak, şevkle yangına körükle gidiyor. Böylece PKK'ya, Türkiye'deki Kürt kimliği alanında inisyatif tekelini koruma olanağı sağlanıyor. Bunu tamamlayıcı unsuru olarak da, PKK'ya 12 maddelik "uygun siyasallaşma reçetesi", dolaylı biçimde iletiliyor. Diğer yandan da, Kürt sorununu demokratik siyasal platforma taşıyabilecek, özerk Türkiyeli Kürt girişimlerinin PKK'yla hesaplaşmalarının, ondan bağımsız bir siyaset etme alanı yaratmalarının önünü kesmek için ne gerekiyorsa yapılıyor. PKK tekeli "Kürtçe eğitim" istemiyle dilekçe verme girişimini PKK'nın da desteklediğini, hatta bu girişimin PKK'nın siyasallaşma çabalarının bir parçası olduğunu söylemek, malumu beyan etmektir. Avrupa'da faaliyetlerini sürdüren PKK'nın yayın organlarında geçen ilkbahardan beri, "sivil itaatsizlik" eylemleri teşvik ediliyor. PKK sözcüleri bu girişimleri, "Demokratik Halk Đnisyatifi" olarak tanımlıyorlar. PKK yönetimi, bu tür inisyatiflerle, hem Avrupa nezdinde Türkiye'deki rejimin baskıcı karakterini teşhir etmeyi, hem de PKK'nın denetimi dışında gelişebilecek Kürt hareketlerinin önünü kesmeyi, inisyatif üstünlüğünü elinde tutmayı planlıyor. Devletin ve hükümetin, en azından yöntem olarak meşruiyeti tartışılamaz eylemler karşısında, gözaltına alma, tutuklama, dava açma gibi totaliter tınısı yüksek otoriter tepkiler göstermesi, PKK'nın Kürt siyasal alanında egemen konumda varlığını sürdürmesine imkân veriyor. Böylece PKK'nın varolduğundan beri sergilediği hunharlık, her türlü iç ve dış ihtilafta başvurduğu son derece vahşi şiddet, Türkiye'deki Kürtlerin bu politikalar nedeniyle ödediği bedel, 342 bunun Türkiye'de demokratikleşme sürecine vurduğu ağır darbenin yanında, Türkiye'de Kürt sorununu uluslararası kamuoyuna kabul ettirme başarısı gibi, PKK'nın geçmiş politikalarının önce Türkiye Kürtleri tarafından toplu bir muhasebesinin yapılması engelleniyor. Bu ise, PKK'dan bütünüyle bağımsız olarak Türkiye'de siyasal alanda Kürt kimliğiyle yer almak isteyen girişimlerin önünü bütünüyle tıkıyor. Bugünkü resmi devlet politikası, Kürt kimliğiyle siyaset alanını fiilen PKK'nın tekelinde kalması için sanki elinden geleni yapıyor. Buna siyaset dilinde, nesnel ittifak denir. Dilimi istiyorum 27 Ocak 2002 Evrensel Ali Balkız Ben bir Türk’üm. Hay olmaz olaydım demiyorum. Gerçekten Türk’üm ve bununla öğünüyorum. Öğünecek ne çok şeyim var. Onların soyundan geldiğim atalarım, insanlık alemine ne çok şey katmışlar. Ne destanlar yaratmış, ne ozanlar yetiştirmiş, ne çok hikayeler uydurmuş, ne çok gülmeceler türetmişler. Kim öğünmez, Yunus Emre’nin, Emrah’ın, Karacaoğlan’ın Dadaloğlu’nun torunu olmakla. Kim öğünmez Baba Đshak’ın, Hacı Bektaş Veli’nin, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Şeyh Bedrettin’in torunu olmakla. Kim öğünmez Yaşar Kemal’le, Orhan Kemal’le Sabahattin Ali ile, Nazım’la aynı dili konuşmakla... Dilimi seviyorum. Türkçe’mi. Đlk onunla “ınga” dedim. Đlk onunla ağladım. Ekmek dedim onunla, su dedim. Sonra ‘cızz’ı öğrendim. Ana dedim, baba... Ali bal al... Karga karga gak dedi, çık şu dala bak dedi... Bunu öğrendim. Dilimle heveslendim, dilimle sevdim, coştum, düştüm, koştum... Sıfat, isim, yüklem... Dilimle öğrendim. ‘Hayır’ı öğrendim, ‘evet’i ve ‘belki’yi de... 343 Đlk şiiri dilimle okudum. Đmgeyi, uyağı, anlamı, sözü onunla öğrendim. Dünya’yı onunla tanıdım, kendimi onunla anlattım. Anlamadıklarımı, bilmediklerimi onunla sordum. Annemi onunla yolcu ettim, kardeşimi onunla karşılarken. Sorguda bilerek unuttum onu, koğuşta konuşurken... Kekliğe onunla seslendim, kargayı kovalarken... Seni seviyorum dedim, çirkini sevmezken... Dilimi istiyorum. Arı duru Türkçe’mi. Dolmuşta konuştuğum, mitingde haykırdığım, mutfakta mırıldandığım... Kaşgarlı Mahmut’u severim. Ali Püsküllüoğlu’nu ve Emin Özdemir’i de. Hulki Aktunç’u da aynı nedenle. Öğrendiklerimi öğrettim. Öğretmenlerime öğretmişlerdi zira. Her öğrenci de, dönüp kendi öğrencisine öğretiyor çünkü. Her anne-baba’nın kendi çocuğuna, her çocuğun da dönüp kendi çocuğuna öğrettiği gibi. Dilim Türkçe’nin güzelliklerini, inceliklerini, tuzaklarını, çözümlerini, başka dillere bakınca daha da çok seviyorum. Ben onunla oynarken, asıl onun benimle oynadığını anlıyorum. Dilsizlere “lal” denildiğini bile dilimle öğrendim. Her dilde “lal” ın bir karşılığı olmalı. Đngilizce’de nedir bilmem. Kürtçe’de nedir bilmem. Her Đngiliz bilmeli, “lal”, ne demek? Her Kürt bilmeli... “Kuş dili” konuşamayacaklarına, okuyup yazamayacaklarına göre... Lallık olamayacaklarına göre... Benim dilim, öbür diller var olduğu için güzel, onlarla güzel... 344 Dünya’da herkes Türkçe konuşuyor, düşünüyor, yazıyor... Ne korkunç... Ne fakir... Ey Kürt kardeş, kendi açından, sen de mi benim gibi düşünüyorsun yoksa?.. Deve Kuşu 28 Ocak 2002 Özgür Politika Hüseyin Akar 20 Ocak 2002 tarihli Milliyet'te Hasan Cemal. "Kürtçe konusu ile deve kuşu mantığı" başlığında Muhsin Kızılkaya'nın Yılmaz Erdoğan'ı anlattığı "Yılmaz" isimli kitabından söz ettikten sonra şunları yazıyordu: Milyonlarca vatandaşımızın anadili Kürtçe. Kürtçe konuşmak serbest, Kürtçe yazmak serbest, Kürtçe gazete çıkarmak serbest, dergi de kitap da çıkarabilirsin. Kürtçe kaset doldurup satabilirsin. Ama iki yasak var: Kürtçe radyo ve televizyonla eğitim... Deniyor ki Ankara'da: "Kürtçe radyo ve televizyon serbest bırakılırsa, Kürtçe öğretilirse, Kürtçe eğitime izin verilirse, Kürt milliyetçiliği gelişir, bu da ayrılık fikrini güçlendirir... Türkiye'nin komşusu birçok bölge ülkesinde, birçok Avrupa ülkesinde Kürt dili geliştiriliyor öğretiliyor. Birçok yerde Kürtçe eğitim ver. Enstitülerde Kürt kimliği araştırılıyor, geliştirilmek isteniyor. Bugüne kadarki yasaklarımızı devam ettirmenin mantığı nedir? Bu biraz da deve kuşu mantığı, öyle değil mi? Başımızı kuma gömmekle artık bir yere gidemeyiz. Bu resmi mantığın Ankara'da gözden geçirilip değiştirilmesinin zamanı çoktan geldi. Önce radyo ve televizyona izin verilmesinde, sonra eğitim konusunun düzenlenmesinde yarar var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anadillerine, kimliklerine saygı ve duyarlılık gösterilmesi, bu topraklarda yalnız barış ve esenliği değil, aynı zamanda devletin temellerini güçlendirir." Kalemin körelmesin, doğru olandan, birlikten yana, sağlıklı düşüncene kurban Cemal! Ne ki aynı gün Milli Savunma Bakanı Çakmakoğlu "Ülkemizin birlik ve bütünlüğü, bölünmezliği için bizim savunduğumuz görüşler bellidir" diyerek kırmızı ikaz düğmesine basmıştı. Çakmakoğlu, doğru olandan söz etmiyor, "savunduğumuz görüşler belli" demekle başınızı kumdan çıkarmayın uyarısında bulunuyordu. Hasan Cemal boş bulunmuş, başını kumdan çıkarınca (bakan da 345 gecikince) "savunulan görüşlerin" tam olmasa da gördüğünün ayırdına varmış "biraz da deve kuşu usu mantığı" deyivermişti. Peki şimdi ne olacaktı? Üzerinden ancak bir gün geçti. Cemal başını kuma gömüverdi: Aynı Hasan Cemal, aynı sütunda "Kürtçe eğitim gibi Türkiye'de sabır ve özen istiyen duyarlı bir sorunu sokağa dökmenin nasıl bir ahmaklık olduğu inşallah anlaşılır" diye yazıyordu. Böylece bir gün önce yazdıklarını "ahmaklık" olarak niteliyor; bir biçimde af diliyordu. Basının tüm yazarlarının "düğmeye basılmasıyla bukalemun gibi renk değiştirebileceği" kişilikte olamayacağı, yine de Hasan Cemal'ın: "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anadillerine, kimliklerine saygı ve duyarlılık gösterilmesi bu topraklarda yalnız barış ve esenliği değil, aynı zamanda devletin temellerini güçlendirir" tümcesinin altını çizerek 'doğru'dan sapmıyoruz. Ne ki ülkenin kaderine hakim olan çifte standartın, birçok köşe yazarının kişiliklerinde yer ettiği, ülkenin bu noktaya gelmesinin bir nedeni oldukları su götürmez. Aynı gazetenin baş temsilcisinin ertesi gün benzer görüntü vermesi rastlantı olamaz. Güvendiğim az kişilerden, başını kuma sokacağını beklediğim Taha Akyol şöyle diyordu: "Elbette bazı Kürt vatandaşları samimi otantik kimlik duygusuyla Kürtçe tv. istiyor, kurs istiyor, ders istiyor. Bu duygularını anlıyorum ve saygı duyuyorum. Ama terör yapılması devam ederken, militan etnik milliyetçiliği diri tutmak kastıyla yürütmekte olan "Kürtçe eğitim" kampanyasını çok yanlış buluyorum. Yürütülen kampanya bir "terör ikamesidir". Kürtlerin duygularını anlıyorum ve saygı gösteriyorum... Kürtçe eğitim kampanyasını yanlış görüyorum". Đki tümcede iki çelişki ve çifte standart yanyana. Akyol'un Kürtçe ile ilgili daha önceki söylemlerini bilmesem içim yanmazdı... Demek ki düğmeye basanlar çok iyi yerlerine basıyor. Đnanmak istemediğimiz, ancak "köşe olan" birçok köşe yazarının, belirsiz yerlerden aylık aldıkları, siyasi otoritenin emrinde oldukları, otlandıkları, "gündem değiştirmeci" olarak kullanıldıklarını yine medyamız (çıkar çatışmasında) isimleriyle de açıklıyor. Bir çokları da abartılarını, gerçek dışılığını "bunu bana kuşlar cıvıldadı" diye "kuşbeyinliliğe" yormaktan geri kalmıyor. Yapılan anketlerde, bu hükümete halkın güveni %2'ye düşmüştür. Bu yönetim, dünyanın en güvenilmeyen iktidarıdır. 'Devekuşu politikası' ile çetelerin devleti soymasını gizleme, içte ve dışta -Türk hariç- herkesi düşman görme, halkı sefalete, ülkeyi ĐMF'nin ayağına düşürdü. Medyada "köşe" olanların ülke geleceğini, hükümetin yerde sürünen ayakları ucunda izlemesi talihsizliği halka yansıyor, yanlış görüntü kitleyi yanıltıyor. Kürtçe Üstüne Đnciler 28 Ocak 2002 Özgür Politika 346 YAŞAR KAYA Kürtlerin Anadili Kürtçe'dir. Kürtler binlerce yıldır, kendi yurtlarında bu dili kullanarak, konuşarak, yazarak yaşadılar. Üstelik Kürtçe çok zengin bir dildir, üstelik Kurmanci, Sorani Dimili (Zazaca) ve Hevremani (Larû Kelhur) şiveleri de hesaba katılınca, bugün Konya'dan Mahabat'a, Erzincan'dan Süleymaniye'ye kadar, bu dört büyük lehçe ile Kürtler yalnız konuşma değil, dünya klasikleri arsında yer alan ölümsüz Ahmedê Xani'nin Memû Zin'inden, Diyarbekirli Melle Evdırahman'e Axtepi'nin divanına kadar binlerce eser yazmışlardır. Osmanlılar döneminde Kürdistan'daki -o dönemin üniversiteleri olan- medreselerde bir çok ders Kürtçe okutuluyordu. Cumhuriyet döneminin Kürt imha ve inkarı, beyaz katliam olarak da Kürt dili edebiyatı ve kültürünü katletti. Bugünkü Kürt yazar, akademisyen ve aydın kuşağı her tartışmada bunu inkarcıların, gözüne sokacak kadar güçlü ve donanımlıdırlar, neden ödünüz kopuyor. Kendinize güveniyor iseniz, işte size hodri meydan. Size bir Ermeni vatandaşımız olan Agop Dilacar öğretmedi mi ve bu Dilaçar soyadını Mustafa Kemal ona vermedi mi? Devlet ve holding basınında her gün en az onbeş yirmi kalem erbabı (!) Kürtlere kin ve kan kusarak saldırıyor. Kötü yerde yakalandınız. Kürtler dillerini konuşacaklar, yazacaklar, Kürtçe okul onların hakkıdır, çünkü onlarda insandırlar, insanın en doğal hakkı olan dilimize seksen yıl makas uzattınız, bir çoğunun dilini kestiniz, ama bundan sonra buna gücünüz yetmeyecektir. Dilekçe veren bir milyon üniversiteliyi, dilekçe veren bir milyon ana babayı, dilekçe veren bir milyon ilk okul ve orta okul öğrencisini hapsetsenize baba yiğitliğinizi görelim. Bu konuda çeşitli alçaklıklara başvuranları sıra ile teşhir etmeden evvel söyleyeceklerimiz var. Örfi Đdare Mahkemelerinde, DGM'lerde kart dilinin olmadığını iddia eden savcılara rahmetli Musa Anter, savcı bey tavukların bile bir dili var, siz Kürtçe mütehassısı mısınız, yoksa savcı mısınız diye tersliyordu. Ondan ders almadılar, çünkü esas görev; bu inkar ile Kürt dilini toprağın altına gömmekte başarılı olamadılar, bugün yine gülmecelere konu olan bir sürü zılgıt, yediler. Bunda başarılı olmayınca, başka saldırılara geçtiler. Neymiş efendim, Abdullah Öcalan Kürtçe bilmiyormuş. Bekaa'da dersler Türkçe imiş, eğitim kitapları Türkçe yayınlınıyormuş. Sanki Harran Üniversitesinde Kürdoloji fakültesi vardı da sayın Öcalan gidip Kürtçe öğrenmedi, seksen yıllık asimilasyon ve Kürt dilini inkar ve yok etme sizin ayıbınızdır. Saygısız Kürt kolonyalistleri bu bir, ikincisi Abdullah Öcalan Kürt televizyonunda saatler süren Kürtçe konuşmalar yaptı, bunları banta almayı galiba kaçırdınız. Başta MEDYA TV, MED TV. Kuzey Irak dediğiniz Güney Kürdistan'da Kurtsad ve Hindistan TV, Đran'da günde beş saat yayın yapan Đran Devletinin resmi televizyonu SAHAR televizyonu, günde 3 saat Kürtçe yayın yapan Saddam yönetiminin devlet televizyonu kuşdili ile mi yayın yapıyorlar. Yorgan kaydı, kıçınız gözüküyor, artık kıçınızın üstünü örtecek ne çul ne de yorgan var (Đran'ın sesi radyosu Kürtçe kısmı daha dün benimle uzun bir konuşma yaptı) gülünç olmak herhalde buna derler. Bu safsata da tutmayınca, Çöl Ajanı gibi 'kundoloğlar' efendim; Soranice konuşanlar Kurmanc'ıyı, Lorice konuşanlar Zazaca'yı anlamıyorlar. Herhalde sizin Raşit Dostumu anladığınızın on misli daha biz birbirimizi anlıyoruz. Beş yıl süren sürgünde Kürdistan Parlementosu'nun resmi dili Kürtçe idi. Zazası, Soranı, Goranı, Kurmancı herkes kendi şivesi ile konuştu. Herkeste herkesi anladı. Şimdi ateş bacayı sarmış, feryat figan etmeniz bundandır. Neden bu kadar korkuyorsunuz, bu işe yaramayan zayıf Kürtçe'den. Yumurtladıkları bir başka inci daha var: Efendim Kürtçe eğitim istemek; PKK'nin tahriki imiş. 1963'te Musa Anter'in yayınladığı Kürtçe KIMIL, şiiri de PKK'nin mi tahrikiydi. O şiir iddianame, savunma ve serüveni ile kitap oldu. Bindokuzyüzaltmışüç de, yarı Kürtçe yarı Türkçe çıkan DENG Dergisi PKK'nin mi tahrikiydi? Bu tarihten günümüze de bu Kürtçe yayınlar devam edip 347 geldi. Bu selin önünde duramazsınız, Kürtlerın doğal hakları olan kendi dillleri ile konuşmak istiyorlar, bunun ötesi var mı? Şimdi Türkiye'yi bölmekten bizler sizi yargılayacağız. Devran döndü, işte o günlerde geldi. Birileri çıkıp dört yüzyıl evel Ahmedê Xaniye Memû Zin siparişini de PKK verdi derse, hiç şaşırmayacağım. Genelde Kürt masası uzmanı geçinen Taha Akyol, Güneri Civaoğlu, Çöl Ajanı Emin başta olmak üzere, Türkiye basınının en az günde yedi-sekiz kalemi Kürtlere kin kusuyor ve açıktan düşmanlık yapıyor. Kendi yaptıkları şovenizmi, milliyetçiliği, inkarı, imhayı göz önüne alamadan Kürtçe eğitim için Kürtleri milliyetçilik yapmakla suçluyorlar. Eğer Kürtçe eğitim istemek milliyetçilik ise bırakın Kürtlerinde o kadarcık milliyetçilik yapma hakları olsun. Đmha edenler suçlu değil, kendisini, kimliğini, dilini savunanlar suçlu göstereliyor. Buna alçaklık denmez, buna düpedüz jenosit, vandalizm denir. Kürtçe eğitim üstüne bu saldırgan takımın yazdığı incileri özetlememiz ve onlardan alıntılar yaparak teşhir etmemiz ne yazıkki bu köşeye sığmaz. Ama onlarında köşeye sıkışmış bu devleti de, kendilerini de kurtarma şansı yok. Kürtçe Levhalar 29 Ocak 2002 Özgür Politika Ali Can Düşünün bir kaç ay sonra da başta bekçi, ondan sonra birinci, ikinci ve bilmem kaçıncı aza, ardından muhtar, encümen, taa belediye başkanına kadar olan yöneticiler 'Kürtçe Levhalar' için gerekli yerlere dilekçe verecekler. Şimdiden önlem alınsın diye değil. Bu işin nereye varacağını devlete ön uyarı olarak şikayet etmek istiyorum. Bu istemlerin ardı kesilmeyecek. Dil sorununun yaşanmadığı aşamaya gelinceye kadar bu kampanya sürecek. Anadilde eğitim için kampanya Türkiye'yi esir almış durumda. Buradan geriye dönüş yok. Ya Kürtçe konuşulacak, ya da Türkçe unutulacak. Tüm Kürtler Đngilizce öğrensin ve tüm resmi yazışmalarını da bu dilde yapsın, bakalım bu devlet daireleri o zaman ne yapacak. Kürtçe konuşmak serbest olduğu için ki bu da beyaz adamdan Kürtlere verilmiş çok büyük bir lütuftur. Kürtçe eğitim dedik. Ardından Kürtçe Levhalar; yani tüm Kürt yerleşim yerlerinin isimleri Kürtçe yazılmalı. Biz Türk devletinden daha demokrat olduğumuz için sadece Kürtçe yazılsın demiyoruz. Đki dilli levhalar olsun. Onlar Türkçe bilmeyen bazılarımızı düşünmediler, biz de Kürtçe bilmiyen ve hizmette kusur etmeyen memurlar zorluk çekmesin istiyoruz. Avrupa'nın birçok yerinde uygulanıyor diye değil. Kendimiz için istiyoruz. Köyümüzün yeni ismini ninem bir türlü aklından tutamıyor. Aile içi iletişimin kolaylığı için istiyoruz, yoksa siyasi bir niyet yoktur. Tabi, levhalar Kürtçe olduğu için köyden şehre gitmede artık zorluk çekmiyoruz. Şehre vardık, bürokratik işlemlerimiz için devlet dairesinin de yolunu bulduk. Kapıdan içeri girdik al sana bir başka sorun. Hani Türkçe bilmediği için tekniki hatadan dolayı tedavi edilemeyen hastayı hatırlarsınız ya, aynı sorun yaşanmaması için, üçüncü talebimizi de açıklıyorum: Kürt bölgelerinde çalışacak memurlar Kürtçe de bilmek zorunda. Türkçe'yi zaten yasaksız biliyorlar. Siyasi olarak bu devlette hiç bir şey istenmeyeceği sıkça vurgulandığı için farklı formüle etmek istiyorum. Tüm devlet daireleri ve özel dairelerde özel bir genelge ile "iki dilli hizmet" tavsiye edilmeli. MGK'nin parlamentoya yaptığı gibi. Sadece tavsiye şeklinde olmalı. Yoksa, MGK'nin ki de yasadışı olur. 348 Çünkü MGK'nin şu ana kadar parlamentoya yaptıklarınının bir anayasal veya başka yasal dayanağı yok. Onun için öneri ve tavsiye şeklinde oluyor. Bizimkisi de öyle bir şekilde formüle edilir. Hatta daha da genişletilir ve "Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki tüm kuruluşlarda çalışan tüm elemanların Türkçe esas olmak kaydıyla, Kürtçe de bilmek zorunluluğu vardır. Bunun tek amacı, bu devletin tüm vatandaşlarına sorunsuz hizmet vermesidirÉ" şeklinde formule de edilebilir. Daha başka önerilerim de var, ama hepsini birden istedin mi işin ucu biraz siyasete kaçıyor ve devlet 'bunlar tam bağımsızlık istiyor' diye huylanabilir. Onun için sadece yukarıda saydıklarımla falanca ve filanca kriterlerle gerekçeleştirebilirim. Hatta, 'biz bunları istiyoruz' diye devlet bunlarla yetinmek zorunda değil, bir kaç şey daha verebilir. Mesela, "Ülkemin en köklü zenginliği olan Kürt kültürünü geliştirme ve yaygınlaştırma" teşvik bütçesi ayırabilir. Ya da OHAL'ı kaldırabilir. Korucuları, Bulgar soydaşları ile kaynaşsınlar ve ülkelerine olan sevgilerini geliştirsinler diye Trakya'ya yerleştirebilir. Çünkü zavallılar sadece köyünü görmekle bu kadar ülke sevgisini geliştirip kanları ile savunuyorlar. Bir de asıl yerleri görseler, kimbilir bu ülke için ne tür fedekarlıklar yaparlar. Vallahi tüm milli maçlarda gerekirse, Kürtçe slogan bile atarlar. Devletin yapacakları tabiki bitmez. Planladığı barajlardan Munzur ve Ilısu'dan vazgeçebilir. Çünkü, bu vatandaşlarını yersiz yurtsuz nasıl seveceksin. Su üzerinde yaşanılmıyor. Tabi tüm bunları yapan devlet reformlar ve bu anayasal değişiklikleri yaptıktan sonra da, adını federatif yönetim ya da otonomi koyabilir. Biz şahsen itiraz etmeyizÉ Kolay kaybettik, zor (la) alıyoruz! Đşin ciddiyetine dönersek. Đş gerçekten ciddi. Bu devletten bir şey istemeye insan utanıyor. Đşin seviyesi çok düşük. Hangi mantık benim hangi dili kullanacağıma kısıtlama getirebilir. Benimle hiçbir maddi, manevi bağı olmayan herhangi bir Avrupai dili istediğim şekilde ve yerde kullanma hizmeti tanı, benim dilimi yasakla. Bu çok hainane ve art niyetli bir tutum. Dua edin ki Kürtler bugüne kadar Kürtçe'yi unutmadı. Şu an 70 bin kelime hazineli diye, sözlüklere yazılan Türkçe, başta Kürtçe olmak üzere diğer bölge dillerinden besleniyor. Belki de korkunuz ondandır. Suç biraz da biz Kürtlerindir. Doğuştan sahip olduğumuz şeyleri çok kolay kaybettik. Eee tarihlerdir sizinleyiz. Bize ait olandan çok başkalarınınkisi ilgimizi çekmiştir. Đsyanları bol bir halk sürekli mağdurdur veya haksızlığa uğramış diye bir kural yok. Siyasi açıdan belki de isyanlarımız haklıdır, ama işin özünde ise biz çoğu zaman asıl kendi kendimizi budamışız. En başta dil, kültür, sanat vb. konularda erken pes etmiş ve işin gürültüsüne kapılmışız. Tabi ki siyasi bilinçle alakalı olan bir durumdur. Eğer zamanında gerekli hasasiyeti gösterip, bazı şeyleri kolay kaybetmeseydik, bugun kendimiz kaybettiklerimizi almada bu kadar zorlanmazdık. Ama bedeli ödendi, son perdedeyiz. Efendilerin hoşuna gitmese de yakında Kürtçe herkesin çok hoşuna gidecek. Biz bundan sonra hep Kürtçe konuşacağız. Kürtçe yazacağız. Zaten bizi Türkçe ile dahi anlamıyorsunuz, biz de Kürtçe anlatalım. Belki anlarsınızÉ Bu arada bir Türk şahsiyeti çıkıp, Kürtçe serbest bırakılana kadar Kürtçe öğreneceğim deyip, bir kampanya başlatsa, bize iyi bir jest olurdu, ama buna biraz romantizm gerekÉ Ben Türküm, Kürtçe Öğrenmek Đstiyorum 29 Ocak 2002 Özgür Politika 349 Fehmi Erbaş Kürt arkadaşların Avrupa'da başlayan kimlik bildirimi ile birlikte, Türkiye metropollerinde ve Kürdistan'da kendi dillerini kullanma ve seçmeli ders olması istemleri ile başlattıkları eylemlilikler, oligarşinin şiddetine rağmen devam etmektedir. Analarımız, bacılarımız ve kardeşlerimiz saçlarından sürüklenerek tutuklanmakta ve işkencelere maruz kalmaktadır. Bir Türk devrimcisi olarak, bu haftaki köşe yazımı bir türlü öğrenemediğim Kürtçe ile yazarak onların haklı taleplerini desteklemek istiyorum. Ve böylece Türkiyeli devrimciler ve aydınları bu kampanyayı desteklemeye çağırıyorum. Her netewek xwediyê zimanekî ye. Jê re zimanê dayikê tê gotin. Sedema wî pir vekirî ye. Ji ber ku, em zimanê xwe, dayika ku me neh mehan di zikê xwe de digire, em ji wê hîn dibin. Bawer dikim rola cografyayê pir ne girîng e. Bi naskirina wan pir bextewar im, min gelek hevalên Ezidî nas kirin. Zarokên wan li Ewrupayê ji dayîk bûne lê dîsa jî min şahidiya axavtina wan a Kurdîyeke bê kêmasî kiriye. Çawa ku tê zanîn ziman, amrazeke vegotinê ye û di heman demê de pêkarek hebûna netewî ye. Wê çaxê kesekî xwe wekî endamê netwekî îfade dike, divê di bin kîjan sîstemê de û li kuderê be, di bikaranîna zimanê xwe de azad e. Azadiya ziman mecbûriyek e. Ev yek bi tu egereka qanûnî nayê agihandin. Ser de jî, ne raste rast be jî, zimanekî hebûna wî bê pejirandin, ango qedexekirin û cezakirina zimanê Kurdî ji derveyî mantiqê ye. Lê olîgarşî kirinên xwe yên bêpaxav wekî doh, îro jî berdewam dike. Beriya salan Poloniyên koç kiribûn Amerîkayê bi rewşeke azad xwe 'Amerîkayî' binav kiribûn. Lê dema min Poloniyên koçber bi rewşeke vesarî, ji bo ku zimanê xwe yê dayîkê jibîr nekin, li Amerka ya 'azadîperwer' di dibistanên 'legal zimanê Polon' xwend, ez şaş bûm û destxistina wan ya mafê hînbûna ziman bi min xerîb hatibû. Hey mirovno, hûn nizanin çi dikin. Çavbirçitiya desthelatiyê, ya ku ji fikarên wendakirina rayan pêk tê, deynin aliyekî, qet nebe, li bavê xwe yê ku hûn hertim jê his digirin mêze bikin. Eger ew nebe jî, ji Saddamê kû doh bi hezaran Kurd bi çekên biyolojîk kuştine, dersê bigirin. Lewre wî jî berî çend rojan dest bi weşandina televîzyona Kurdî kir, sedema polîtîk çi dibe bila bibe. Baş e ez dipirsim. Hûn dema kesekî Tirk li cîhê lê perwerde dibe bibêje, "Ez dixwazim wek zimanekî duyem Kurdî hînbibim" hûn vê daxwazê jî wekî cûdaxwaziyê dinirxînin? Eger wisa be hûn çima Đngilîzi, Almanî, Yewnanî, Fransî û hwd digirin nav sîstema xwe? Lê hûnê bibêjin dewleta wan heye! Dema Kurd ne bi daxwaza dewletbûnê werin, xwe li ser Tirkiyê îfade bikin û mafên xwe yên hemwelatiyê bigirin û bijîn, wê bibin sucdar? Nexêr begino. Çawa ku netewên cûre bi cûre dibêjin em Swîsrî, Bekçîkî û Amerîkayî ne, di çarçova zagonan de mafên xwe bikartînin û bi zimanê diaxivin, Kurd jî wekî van netewan dixwazin bi zimanê xwe biaxivin! Dema hûn vî mafî nedin, cudayîxwaz hûn in! Gelê bi salan e hûn pê re dijîn, înkara vî gelî bi we tiştekî nade qezenckirin! Divê drûşma we û drûşma me "Ne înkar, ne cûdabûn, Komara Demokratîk" be. 350 Beklemek Ömür Tüketmektir 29 Ocak 2002 Özgür Politika NURETTĐN YILDIRIM Kürtçe eğitim kampanyası dilekçeler, yasal demokratik mücadele, ölüm oruçları, tutuklamalar, ölümler çoğalıp giden hareketli dalgalanmalar ve beklentiler. Bu kadar gelişmelerden sonra Türkiye'de kendiliğinden iyi şeylerin olacağını beklemek hele bunu devletten umut etmek ham hayallerle kendini kandırmaktır. Türkiye aydınından sürüp gelen bir gelenektir devletten beklemek. Beklemeyle Türkiye'de bugüne kadar bir şey değiştiğini gördünüz mü hiç? Çok bekleyenler oldu, ömürleri geldi geçti, tükendi ama değişen bir şey olmadı. Đşte bugün yaşananlar karşısında bazı Türk aydınlarının sergilediği tavır, yine bekle-gör yaklaşımıdır. Neden bu kadar kıyametler koparılıyor? Ana dil isteminde bulunmak, ana dil hakkını kullanmak niye suç oluyor? Dünyanın neresinde bu var? Şimdi sormak gerekir; suçlu kim? Üniversitelerdeki öğrencilerin yasal yollardan Kürtçe ana dilde eğitim talepleri neden çok görülüyor ve suçlu olarak lanse ediliyor. Devlet bunu anlayışla karşılayacağına bu gençleri "Terör örgütü üyesiî koyuyor. Ne hakla? Türkiye işi bu kadar zavallılığa vardırıyor. Dilekçenin içeriği ne olursa olsun öğrencilerin geliştirdiği eylem anayasal bir haktır. Bu hak hiçbir şekilde baskıyla karşılanamaz. Genelde hukukçularında dile getirdiği, Dilekçe vermenin kapsamı ne olursa olsun bir anayasal hak olduğu, bu nedenle dilekçe sahiplerinin, yasal olarak tutuklanıp cezalandırılamayacaklarıdır. Bu savdan yola çıkıldığında kanunsuzluğu yapanın devlet olduğu apaçık ortadadır. Türkiye devleti Kürt kimliğini inkar etmekle kendini kabul ettirme şansını yitiriyor. Türkiye'yi bu zihniyetle yönetenler egemenliklerinde tuttukları ayrıcalık, güç ve imkanlarla değişime rıza gösteremeyeceklerini ortaya koymaktadırlar. Onlar için hukuk, yasa hepsi kendileri için işleyen bir mekanizmadan ibarettir. Halkların acı çekmesi, özgür, onurlu, hakça yaşam isteğini hiçbir anlamı yoktur. Kitap ve kanunlarında varsa yoksa egemenlik, bastırma, baskı şiddet uygulamalarıdır. Bizim sözümüz aydınlaradır. Đnsanlar acı çekiyor. Kendini ifade edemiyor, konuşamıyor. Yasal yoldan hak isteyenler, hukuk arayışında olanlar, siyasal mücadele diyenler "teröristî oluyor. Terörizm adı altında tutuklanıyor, ölüme terk ediliyor. Ölüm orucu eylemlerinde ortaya çıkan tablo tam bir faciadır. Vicdanları uyandıran ve derinden gelen "imdatî nidaları gündelik yaşama oturdu. Şimdi bu seslenişlere cevap vermek insan olup olmamanın, hele bu bir aydınsa, deneyi olmaktadır. Kaostan beter olan Türkiye gerçeği karşısında korku ve endişelere düşmemek, sorgulamamak mümkün mü? Đnsan vicdanını yaralayan gelişmeler karşısında durup beklemek, seyretmek, devletten bekleyen lakayt tutumlar en büyük vicdansızlıktır. Türk yazar çizerleri, aydınları sorunları eveleyip geveleyeceğine daha cesur ve açıkça tavır koymalıdırlar. Daha ne güne duruluyor, toplumun böylesine hiçleştirilmesine, insanların çok vahşice kırılıp dökülmesine, ana babaların acı çekmesine daha ne kadar kayıtsız kalınacak. Bu insanlara yazık. Sahip çıkılması gereken bu insanlara sahip çıkmak en başta aydınların görevidir. Bilinç, vicdan ve irade gücü olabilecek, insanların Çar çur edilmesine dur diyecek gelişmelere katkı sunmak aydın olmanın gereği değil midir? Aydınlar seslerini yükseltmelidir. Halkın sorunlarına çözüm üretmede çok önemli bir rol 351 oynayabilir. Halkın beklentilerine, dertlerine en iyi tercüman olacak aydınlardır. Türkiye'deki kötü yönetimin ve kötü gidişatın karşısında önce düzeyde tavır belirlemesi gereken aydınlar bu yönüyle isterlerse halka çok iyi öncülük edebilirler. Ama Türk aydını bu rolünden hayli uzak bir konumu yaşıyor. Sessizliği, tavırsızlığı, rejime ve başındaki gerici güç odaklarına cesaret veriyor. Antidemokratik uygulamalarla ortamı velveleye vererek bundan siyasi çıkar güden rantçı çetecilerin de istemi budur. Oligarşinin demagojisine karşı özgür birlik temelinde Türkiye halkını bilinçlendirmeli, halkı demokratik mücadeleye kanalize etmelidir. Aydın yaklaşımı bu temelde olmalıdır. Halkın hiçbir sorununu şu bu gerekçeyle sağa sola çekiştirmeden sahiplik edilmelidir. Türkiye'nin gündeminde olan değişim ve dönüşüm gerçeğine en büyük katkıyı sunarak kimliğine yaraşır olmasını bilmelidir. Dil, kültür, kimlik mücadelesi, hak arayışları, ölüm orucu eylemlerini, Türkiye'nin uluslar arası sözleşmeleri ve Avrupa Đnsan Hakları kriterlerine uyum sağlaması yönünde zorlayıcı gücünü kullanarak ağırlığını göstermenin zamanıdır. Beklemek ömür tüketmektir, sorululuklar altında ezilmektir. Klasik bir filmin fragmanları 29 Ocak 2002 Sabah Metin Münir Klasik bir filimin fragmanlarını yeniden görmeye başladık. Küçük gruplar şurada burada Kürtçe dilinde eğitim için nümayiş yapıyorlar. Gösterileri izinsiz olduğu için polis tarafından dağıtılıyor. Coplananlar. Saçlarından sürüklenen kadınlar. Çığlıklar. Süklüm püklüm genç insanların DGM tarafından tutuklanması. Sonra malum insanların, malum argümanları, malum mekânlardan -otomatiğe bağlanmış bir radyo istasyonu gibi- yayınlanmaya başlıyor: "Bunlar adam olmayacak! Taktik değiştiriyorlar! Kürtçe eğitim ayrılık yolundaki ilk adım! PKK siyasileşiyor! Türkiye'yi içeriden ve dışarıdan bölmeye çalışanlar var!" Filmin son bölümünde, her zaman olduğu gibi serteşme ve sessizlik olacak. Strateji Mori'nin yeni bir araştırması Türkiye'de yaşayanların yüzde 32,2'sinin Kürtçe konuştuğunu gösteriyor. Ama Türkiye Kürtçe konusundaki politikalarını en ekstrem uçların davranışlarına göre şekillendirmeye devam ediyor. Sokakta birkaç yüz kişi gösteri yapıyor. Onların davranışı "Türkiye'yi içeriden ve dışarıdan bölmeye çalışanlar var!" şeklinde değerlendiriliyor. Politikalar sokağa dökülmeyenlerin sessizliğine göre değil, sokaktakilerin gürültüsüne göre tanzim ediliyor. Ama sokaktaki insanlar toplamın yüzde kaçıdır? Kaç kişi Kürtçeyi bölünmenin ilk adımı olarak görüyor? Ve PKK, istediği kadar uğraşsın, etkin bir siyasi güç haline gelebilir mi? 352 Eğer Kürt kökenli insanların tümü Abdullah Öcalan'n peşine düşmüş olsaydı Türkiye Somali'ye dönebilirdi. Öcalan'ın başarılı olmamasının nedeni, ona karşı etkin bir savaş verilmiş olması kadar, Kürtler'in çok küçük bir bölümü tarafından desteklenmiş olmasıdır. Bunun bir anlamı, değeri ve sonucu olmalı. Kürtler'in ezici bir çoğunluğu, mutluluk ve refahı Türkiye hudutları içinde kovalamak istiyor. O zaman Türkiye'nin politikalarını teröristlere ve nümayişçilere (nümayiş yapmanın nesi kötü, o başka mesele) göre değil bunlara göre formüle etmesi gerekmez mi? Çünkü aksi bir mantıksızlıktır. Hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bazı gerçekler var. Şiddet, sertlik, kör milliyetçilik, duyarsızlık, demagoji çözüm değildir. Olsaydı, Cumhuriyetin ilanından bu yana her 15-20 yılda bir, her biri bir öncekinden daha uzun, kanlı ve yıkıcı başkaldırı yaşamazdık. Neden bizim yaşadıklarımızı çocuklarımızın da yaşayacağını neredeyse garanti eden politikalarda ısrar ediliyor? Her nesil ille bu acıyı en az bir defa yaşamak mecburiyetinde mi? Sertliğe alternatif yok mu? Đnternet çağında yasakçı mantıkla nereye?.. 29 Ocak 2002 Milliyet Hasan Cemal Avrupa Birliği isteniyor mu, istenmiyor mu? Đktidar ya da muhalefette olsun Meclis'teki bütün partiler istiyor. Hepsi AB'den yana. Kamuoyu da öyle. Bütün araştırmalarda Avrupa'ya evet diyenlerin oranı yüzde 80'in üzerine çıkıyor, 75'in altına düşmüyor. Đyi, güzel. Fakat AB üyeliğinin birtakım ilke ve kuralları var. Bunları benimsemeden, yerine getirmeden AB'ye girmek olanaksız. Briç kulübünde pişpirik oynamak yasak! Bu da malum. Hiç olmazsa kağıt üstünde öyle. Türkiye bin yıldır AB'ye nasıl girileceğini biliyor. Bunun için devlet olarak imzalanan çok sayıda belge var. Üstelik bunların bir bölümünün gereği de yapılmış durumda. 353 Nitekim, AB'nin 1999 sonundaki Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı, geçen yılın sonundaki Laeken Zirvesi'nde de Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerine yaklaştığı resmen kaydedildi. Ama daha çok iş var. Üstelik duyarlı konular! Çoğu ince ayarı gerektiriyor. O yüzden bunlar gündeme geldikçe, işler zorlaşıyor, çetrefil hal alıyor. Örnek: Đdam cezası. Avrupa'da idam cezasını kaldırmayan tek ülkeyiz. Bu konuda sorun, Öcalan. Koalisyon ortaklarından MHP, idamın Öcalan idam edildikten sonra kaldırılmasını istiyor. DSP ve ANAP farklı görüşte. Ancak Ecevit iyimser. Bahçeli'yle MHP'nin zaman içinde ikna edileceğini umuyor. Aklın yolu da bu. Devletle siyaset kurumunun Öcalan'ı idam ederek aklını ekmek peynirle yiyeceğine ihtimal veremiyorum. Öcalan'ın ömür boyu Đmralı'da oturması, çok daha akıllıca bir tercih. Çünkü Öcalan'ın idamı, Türkiye'yi karıştırmaktır. PKK'da şiddet ve teröre bel bağlayanları yeniden canlandırmaktır. Türkiye'nin AB ile ilişkilerini torpillemektir. Türkiye'nin iyiye giden ekonomik beklentilerini gölgelemektir. Onun için de aklını ekmek peynirle yemek istemeyenler, ölüm cezasının bir an önce kaldırılmasından yanadır. Bir başka konu: Kürtçe radyo, televizyon. DSP ile ANAP evet, yine MHP hayır diyor. Oysa MHP'nin karşı çıkışı, pratikte hiçbir şeyi değiştirmiyor. Çünkü, isteyen herkes çanak anteni koyup PKK'nınki dahil Kürtçe televizyon kanallarını kaç yıldır seyrediyor. O zaman bu yasakta ısrar niye? PKK'nın kanalı, Barzani ve Talabani'nin televizyonu seyredilsin diye mi? Yoksa şimdilik tribüne mi oynamak?.. Bir başka hassas konu: Kürtçe eğitim. Kürtçe anadili, konuşuyor. Yazması serbest. Şarkı kaseti çıkarıyor. Kürtçe kitap, dergi, gazete de serbest. Ama öğretmek yasak. Eğitime geçit yok. 354 Bunun mantığı nedir? Đnternet çağı değil mi yaşadığımız? Bilgisayarın önünde oturanca, internete girince Kürtçe öğrenmiyor mu? Kürt tarihiyle, edebiyatıyla, folkloruyla ilgili bilgiler edinmiyor mu? Yurtdışından yayın yapan Kürtçe televizyon kanallarında bunların hepsi yok mu? O zaman?.. Bu konudaki duyarlığı anlıyorum. Hak verdiğim yanları da var. Ama kafamızı kuma gömmenin bir yararı yok. "Kürtçe eğitim, Kürt kökenli vatandaşlara iyilik mi, kötülük mü? Kürtçelerin hangisiyle eğitim? Kim verecek? Hangi kitaplarla?" diye soranlar var. Bırakalım onlar düşünsün! Devlet ille de işin içinde olmasın. Kolektif değil, bireysel haklar çerçevesinde yapılsın anadilde eğitim. Demokrasinin, AB'nin gereği bu da. Tıpkı 159, 312'nin iyileştirilmesi, yani ifade özgürlüğü alanının genişletilmesi gibi... Bütün bunlar, devleti ve bayrağı tek olan, resmi dili ve genel eğitimi Türkçe olan Türkiye'de yapılır. Yapılmalıdır. Böylece, hem demokrasi ve Avrupa yolunda ilerleriz, hem de iç barışın temellerini sağlamlaştırırız. 2002 kritik yıl! Soğukkanlı, akılcı düşünüp hızlı adım atmak zorundayız hem siyasette, hem ekonomide... Kürtçe eğitim tabu sayıldı 30 Ocak 2002 Radikal Enis Berberoğlu Milli Güvenlik Kurulu'ndaki gündem ve tartışmalar gizlidir, kamuoyuna açıklanması yasaktır. Bu yüzden medya, MGK bildirisi ile yetinir, satır aralarını çözmeye çalışır. Bu kez oldukça uzun süren toplantının ardından yapılan MGK açıklamasında geçen ve Kürtçe eğitim için dilekçe eylemlerini değerlendiren şu ifade önemlidir: "...Özellikle terör örgütü tarafından yönlendirilen, resmi dilden başka bir dil ile eğitim konusundaki ayrılıkçı faaliyetlerle..." Sanırız bu kısa ifadeyle devlet politikasının sınırı çizildi: Anayasa zaten devlet okullarında Kürtçe eğitime kapalıydı. Dilekçe eylemlerinin bölücü örgüt (PKK) ile irtibatlı görülmesi farklı formül umutlarını da -örneğin özel dil kurslarına izin verilmesi gibi- en azından yakın gelecek için boşa çıkardı. Dahası Kürtçe eğitim konusu, tıpkı bir zamanlar Kürtçe TV yayınında olduğu gibi tabu 355 kategorisine sokuldu. Kürtçe eğitim yönündeki her talebin kaynağından bağımsız olarak bölücü niyet taşıyabileceği izlenimi yaratıldı. Bu genelleme ile örneğin AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın da Kürtçe eğitimine belli koşullar çerçevesinde sıcak baktığı göz ardı edildi. Kişisel görüşümüze gelince. Bu ülke tartışılmaz kabul edilen tabulardan çok çekti, yenilerine ihtiyaç yoktu! *** Ne var ki biz tabulardan kaçarken sanki birileri yolumuza mayın döşüyor gibi. Örneğin uyum yasalarında Türk Ceza Kanunu'nun 159'uncu maddesine ek yapılıyor. Asker ve polisin bir kısmına hakaret ve alay tamamına yönelik sayılmak isteniyor. Zaten bırakın maddenin kurgusunu, gerekçesi bile açık niyeti sergiliyor: "Tahkir (hakaret) ve tezyif (alay) suçunun işlenmiş sayılması için fiilin bu kuvvetlerin tümüne yönelik olarak işlenmesi gerekmez, örneğin sadece Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri'nden birine ya da polis veya jandarmaya karşı işlenmesi de yeterlidir." (Kaynak: Birinci Madde gerekçesi) Topuna birden hakaret suçu zaten vardı. Devlet memuruna hakareti düzenleyen hükümler de mevcuttu. Durduk yerde tekine sövmenin hepsine hakaret sayılması neden? 'Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için' ruh haliyle hukuka meydan okuma niçin? Anayasa'ya bu ölçüde aykırı maddelerin Çankaya'dan geri döneceği kesin gibidir. Ancak veto ne işe yarar ki? Veto Anayasa değişikliği ile sağlanan özgürlüklerin kısıtlanmasını önler, bu doğru. Ama aynı özgürlükler ancak yasa değişikliği yürürlüğe girerse uygulama şansı bulur. Dolayısıyla toplumsal muhalefetin öncelikli hedefi vetodan çok yasanın gerçek Anayasa'ya uyumlu ve özgürlükçü hale getirilmesi olmalıdır. Veto son çaredir. Vetolu Bankalar Yasası'na ilişkin hazırlık, hükümetin Çankaya ile kavgaya girerek çamura yatma niyetine diğer bir işarettir. Çankaya'dan veto yiyen üç maddenin ayrıntısına girilirse: 1) Yöneticilere özel hukuk koşulu zaten başka hukuki yollardan da sağlanabilir, 2) Sayıştay denetimine ilişkin madde Kamu Bankaları Ortak Yönetimi'ni değil BDDK'yı ilgilendirir, acil değildir. 3) Ziraat ve Halk Bankası'nın özelleştirilmesi açısından kritik önem taşıyan hüküm, şube kapatma ve personelin başka göreve transferine imkân verecek hukuki düzenlemedir. Çankaya'nın bu maddede takıldığı ifade takvime ilişkindir. Veto gerekçesinde bankaların personelinin özelleştirmeye hazırlık sürecinin tamamlanacağı 25 Kasım 2003'e kadar kamu görevlisi sayılmasını isteyen Cumhurbaşkanı'nın hukuki talebini yerine getirmenin zor olmadığı ortadadır. Nitekim Kamu Bankaları Ortak Yönetimi veto üzerine sorunlu üç maddeden ikisinden şimdilik vazgeçilmesini, üçüncü maddenin de Çankaya'nın takvim hassasiyetine uygun olarak değiştirilmesini, yasanın yeni haliyle onaya sunulmasını önerdi. Ama hükümet yasanın ilk -ve Çankaya'ya göre Anayasa'ya aykırı- halinde direndi, siyaseten meydan okumayı seçti. Hükümetin, sıkıştığı yerde düşman yaratma eğilimi ortada... Anayasa'ya aykırı yasa mı çıkardı, suçlusu ya Avrupa ya da Çankaya! 356 Hay hepsinin ve tekinin. Hatırını sorayım, hazır yasa çıkmadan. Balans ayarı 30 Ocak 2002 Özgür Politika UFUKTAN Milli Güvenlik Kurulu, son ayların en uzun toplantısını gerçekleştirerek, 6 saat gibi bir sürede "Türkiye'nin iç ve dış sorunlarını" ele aldı. Toplantıdan sonra yapılan basın açıklamasında, Kürtçe anadilde eğitim kampanyasının ana konu olarak ele alındığını çağrıştıracak belirlemelere yer veriliyor. MGK açıklamasında, Kürtçe anadil kampanyasının PKK tarafından yönlendirildiği ileri sürülerek, girişim "ayrılıkçılık" olarak nitelendiriliyor. Sonra da buna karşı alınan ve alınması gereken "önlemler" üzerinde durulduğu kaydediliyor. Anadilde eğitim kampanyası ve bununla birlikte sürdürülen demokratikleşme mücadelesi, Türkiye'de önemli bir zemin yakaladı. Toplum ve siyasi yelpazenin bütün renkleri, Türkiye tarihinde bir ilke imza atarak, sorun karşısındaki pozisyonunu tartışma ahlakı içinde kalarak kamuoyuna yansıttı. Bu anlamda kimisi böyle bir girişime destek çıktı, kimisi de dünya görüşü gereği karşı cephede yer aldı. Ama önemli olan, tartışma üslubunun bir nebze de olsa yakalanmasıydı. Ancak dün yapılan MGK toplantısıyla birlikte, bu sürece müdahale edildiği belirtilebilir. Anlaşılan, MGK şimdiye kadar kampanya karşısında ortaya konan duruşu "pasif" bir duruş olarak niteledi ve "aktifleştirilmesi" için karar aldı. Bunu da "PKK yönlendiriyor, ayrılıkçılık yapılıyor" biçimindeki klasik yaklaşımına dayandırdı. Bu şu anlama geliyor: Anadil ekseninde yürüyen demokrasi mücadelesi, şimdi daha fazla hedef tahtasına konacak, süreç ısınacak. Isınması, tartışma sürecinin emir-komuta zinciriyle kesilerek, yeniden şiddetin öne çıkarılması biçiminde olacak. Oysa unutulan bir gerçeklik var; Türkiye, çatışma ortamından yeterince zarar gördü. Kürdistan'da yürütülen savaş, sadece son 20 yılda 40 bin insanın yaşamına, onbinlercesinin yaralanmasına yol açtı. Köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, işkence ve her türden hukukdışılık, bir toplumun kaderi haline getirildi. Türkiye sadece askeri, ekonomik ve siyasi alanda kaybetmedi, aynı zamanda toplumsal çürümenin giderek derinleştiği bir ülke haline getirildi. PKK tarafından son 3 yılda yürütülen politikalar, kötü gidişattan kurtulmanın, demokratikleşmenin yolunu açtı, tartışma kültürünün oluşmasında belirleyici rol oynadı. Böyle bir süreçten sonra yeniden savaş naraları atmanın, toplumu kamplara bölmenin, şiddet ile göz konkutmanın kimseye faydası olmayacaktır. Darbeler, balans ayarları ile ulaşılacak boyut daha çok çöküş olacaktır. Türkiye, içte olduğu gibi dışta da önemli bir süreçle karşı karşıya. Avrupa Birliği üyeliği yolunda artık somut adım atması bekleniyor. Bölgenin yeniden düzenlendiği bu dönemde Türkiye'nin model olabilmesi için gelişim ve istikrara ihtiyacı var. Dolayısıyla, doğru olan, bu misyona cevap verebilecek açılımları yapmaktır. Süreci gerginleştirenlerin, yeniden şiddete sarılanların bunun farkında olması; balans ayarlarının toplumsal destek bulmadığını artık bilmesi gerekir 357 Kürtleri ve Kürtçeyi Đnkar Çıkmazı 30 Ocak 2002 Özgür Politika NACĐ KUTLAY 26 Ocak 2002 gecesi Hulki Cevizoğlu'nun yönettiği "Ceviz Kabuğu' programında Kürtçe ve eğitimi konusu konuşulurken, tartışma sırınları siyasi ve lengüistik yanları da içerdi. Katılımcılar HADEP Gen. Baş. Yard. Osman Özçelik, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı doçent bir hukukçu, Diyarbakır milletvekili Segbatullah Seydaoğlu ve bir süre önce bakanlıktan uzaklaştırılan MHP'li Prof.A.Haluk Çay'dı. Ancak tartışmaların haksız, insafsız ve hoşgörüden uzak davranışlar içerdiğini görerek üzüldüm. Programı yöneten Cevizoğlu, katılımcılara eşit olanak tanımıyordu ve özellikle Kürt kökenli iki katılımcıya karşı tutumu, Olağanüstü Hal Bölgesi'ndeki sorgulamacılarınki gibiydi. Soruların bazıları da provokatifti. Eskiden Kürtler, Türkçe'yi unutan Türklerdi, karda yürürken kart-kurt sesi çıkaran dağlılardı. Bilim dışı bu anlayış aşınıp terkedildiyse de yineleyenler hala var. Şimdilerde, 'Kürt var da Kürtçe yok' mantığını anlamak zor. Porf.A.Haluk Çay birkaç kez dile getirdi. Konuşanlar dil bilimci değildi. Bildiğim kadarıyle Özçelik Kürtçe yazıyor ve dil sorunlarına özel ilgi gösteriyor. Telefonla katılanla da dahil, Kürtçe'yi yadsıyanlar, Kürtçe bilmediklerini söylediler. Kürt dilini ve Kürtleri inkar eden bu katılımcılar, kendileri söyleyip ve onayladıkları "Bir Kürtçe yok, birçok Kürtçe var ve dolayısıyle Kürtçe'den söz edilemez" dediler. Bilmem ki, yok olan dilden niye korkulur? Derin araştırma ve analizlere gereksinim duyulmasına karşın, objektif ve önyargısız herkesin kabul edebileceği ve orta aydınların bildiği yanları var dilin. Dil, toplumlara ait tüm diğer yanlar gibi gelişir ve değişir. Ancak, dilin değişimi çok yavaş olur. Liberal ve sosyalistlerin birleştiği, dilin bir üst yapı kurumu oluşu, kapitalizmin gelişmesiyle standardize olduğu ve lehçelerin ortadan kalktığı ya da farklılıklarının azaldığı gerçeği tartışmalara az yansıdı. Kürtçe'nin lehçelerini ayrı birer dil olarak sunmaya çalışan MHP'li prof. Çay Turki Cumhuriyet başkan ve heyetlerinin Türkiye'de tercüman aracılığı ile konuştuklarını unuttu. Azerbaycan ve Türkmenistan dışındaki Orta Asya Cumhuriyetleri vatandaşları rahatça anlaşamıyor. Bu gerçeği görüp yaşadım. Duruma şaşmamak gerek, doğal bir olay. Dillerin birlik ve yakınlaşmaları uzun bir süreç işidir. Prof Çay, Segbatullah Bey'in elindeki Kürtçe sözlükteki bir kelimeye itiraz etti ve Farsça olduğunu söyledi. Oysa bu da doğaldır. Avrupalılar buna, "borç kelime alma" der, ama bu kelimeleri alır sahiplenirler. Böylece kökü bir dile ait ama "ortak" kullanılan kelimelerden söz edilir. Bu yönüyle Türkçe zengindir. Örneğin, katılımcıların tümü, Hulki, Osman, A.Haluk, Segbatullah ve bu anda ismini unuttuğum müsteşar yardımcısı hukukçu, Arapça isimlere sahiptiler. Ülkemizdeki günlük büyük gazetelerin tümünün isimleri de öyle. "Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet, Sabah, Vakit, Zaman, Yeni Şafak" Arapça ve bu arada "Radikal"de Latin kökenlidir. Bence bu da doğal, bu isimler artık bizim de malımız olmuş. Kürtçe'de olunca, nedense Prof. Çay'ın duyarlılığı artıyor. Ziya Gölalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü önderler yok artık. "Türkçülüğün Esasları"ndaki 358 Türkleşme, muassırlaşma, Đslami değerler ve Batılılaşma ya da Akçura'nın "Üç Tarzı Siyaset"teki anlayışlarından çok, bu yenilerde ırkçı, yayılmacı ve diğer toplulukları inkar etme egemen. Prof. Çay da bunlardan. Keşke Feqiy'ê Teyra'yı okuyup Yunus Emre'nin yalnız olmadığını görebilseydi. Đnsanlar kendilerine ait nesneleri güzelleştirmek, geliştirmek ve olumlulaştırmak ister. Dil de bunlardan biri. Anadilini iyi öğrenmek, zenginleştirmek ve geliştirmek istemi bundandır. Anadilini bilemez duruma gelenler ya da iyi bilmeyenler bu eksikliği gidermek ister. Cezizoğlu Özçelik'e "Kürtçe ne işinize yarayacak?" diye sordu, ingilizce ve diğer dilleri önerdi. Bilimi, uygarlığı değil de "tüccar"ca itici sorular yöneltti. Türkiye'deki Kürtler Kurmançca ve %10-15 kadarı da Zazaca konuşuyor. Çoklukla anlaşabiliyorlar. Zazaların tümüne yakını Kurmançca biliyor. Soranice Đran ve Irak Kürtleri arasında konuşulur ve Kurmançca'nın bir biçimi kabul edilir. Şeyh Sait ve Seyit Rıza Zaza idiler. Kürtçe'ye yayın özgürlüğünü istemeyenler Nasrettin Hoca'nın yaptığı gibi ipe un sermeye çalışıyorlar. Kürçe'nin seçmeli ders olması tartışıldı. Vatandaşlarımızın dilekçe verme hakkı var ve yazılı yanıtını alma ise Anayasa emridir. Bu dilekçede yer alan istemlerin başka birey, legal ya da illegal örgütlerce paylaşılması bu hakkı ortadan kaldırmaz. Demokratik istemler yasal ve demokratça karşılanmazsa sorunlar daha da derinleşip karmaşıklaşır. Yasaklarla yasal hakların önüne geçmek çağdışı olduğu gibi yeni bir yasadışılık olur. "Yasaklı dil" olan Kürtçe daha sonra bu durumdan kurtarıldı ve konum kısmi de olsa toplumu rahatlattı. Ayrılıkçılık korkusunu taşıyanların yersiz bir kuşkuya kapıldıkları görüldü. Kültürel kimlikler doğuştan ve yaşamda hep beraber olduğumuz bir yanımızdır. Onun üzerindeki baskılar yaşam boyunca bireyleri ve toplumları mutsuz kılar. Anayasa'da resmi dilin Türkçe oluşu tartışma dışıdır, ama resmi dilin dışında değişik anadillerin varlığı da bir gerçektir. Dilekçe sahiplerinin kendilerini ve istemlerini anlatmalarına olanak verilmiyor. Kaldı ki, yasalarımızda vatandaşların bu istemlerini yasaklayan maddeler olmadığı bilinince, bu kez de götürüp "PKK'ye yardım ve yataklık" eylemleriyle ilişkilendirmek, ülkemizi hem içerde ve hem de dışarda zor durumda bırakıyor. Sendikalardan, yazarlardan ve sivil toplum örgütlerinden kimseler de toplumsal barış ve demokrasi adına giderek dayanışma gösteriyorlar. Đstem sahipleri ve devlet yöneticileri gerginliğe fırsat vermeden, yasaların dışına çıkmamaya özen göstermeli diye düşünüyorum. Soruna soğuk kanlı yaklaşılmalı. Devlet yöneticileri anadil eğitimi ile Kürtçe'nin seçmeli ders olmasının farklı şeyler olduğunu bilerek gözden kaçırıyor. Kamuoyu bu farkı açıklıkla görmeli. Kürtçe TV bizi böler mi? 31 Ocak 2002 Radikal Enis Berberoğlu 359 Kürtçe eğitim talebinin MGK bildirisinde kategorik olarak bölücü terörle irtibatlı görülmesiyle yeni bir tabu yaratılmasını sakıncalı bulduğumuzu dün bu köşede ifade ettik. Doğaldır ki Kürtçe eğitim eylemlerinin PKK tarafından organize edildiği yönündeki istihbarat raporlarını tartışacak bilgiye sahip değiliz. Ancak Kürtçe eğitim talebi ile Kürtçe eğitim için dilekçe eylemleri arasında fark gözetilmesinin daha genel ölçekteki yorumların önünü açacağını düşünüyoruz. Kürtçe TV ve eğitim gibi toplumsal nitelikli taleplerin sadece terör veya örgüt odaklı tartışılmasının siyasi tuzaklara açık olduğunu hatırlatıyoruz. *** Profesör Baskın Oran'ın Siyasal Bilgiler Fakültesi üçüncü sınıf öğrencilerine verdiği 'Küreselleşme ve Azınlıklar' dersinin kitap olarak toplanmış notları çok eğitici. Notlarda Kürtçe TV veya eğitim gibi ilk bakışta radikal gelen taleplerin tartışılmasında hangi somut kriterlerin kullanılması gerektiği örneklerle aktarılıyor. Tabii ki tek kriter kitapta sayılanlar değil. Ama hiç değilse 'alırım-asla vermem' inadı yerine uluslararası kabul görmüş kriterler ekseninde tartışma yolunu hatırlatması hakikaten faydalı. Yanıtları beğenmeseniz bile en azından sorulara kafa yormak mümkün. Eğer hazırsanız gelin Kürtçe TV ve eğitim talebini elekten geçirelim. Đlk kriterimiz, 'Azınlığın kendisini çoğunluktan soyutlamak mı istediği, yoksa çoğunluğun yaşamına kendi kimliğini koruyarak mı katılmayı mı amaçladığı?' sorusu olsun. Varsayalım ki Kürtçe kursları açıldı, RTÜK Yasası değişti ve Kürtçe TV'ye izin çıktı. Kürtçe TV yayını Kuzey Irak'tan veya Bağdat'tan yapılmayacak, bugünkü gibi yıkıcı-bölücü mihrakların tekelinde kalmayacak. Kürtçe eğitim müesseseleri de Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı'na, TV ve radyo istasyonları RTÜK'e bağlı olacak. Gerçekçi olalım; Türkiye Cumhuriyeti, Kürtçe TV izni vermiyor diye kimse Kürtçe TV izlemiyor mu? Güneydoğu'da MED TV'ye çevrilmiş çanak antenleri tencere kapağı mı sandınız? MĐT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un bile gönlünden geçen Kürtçe TV modelinin aslında 'Kürt TRT'si' olduğunun da mı farkında değilller. *** Geçelim ikinci kriter sorusuna: 'Talepler sadece bu yaşam biçimini seçenleri mi yoksa ülkenin genel kamu düzenini mi ilgilendiriyor?' Farklı bir örnekten yola çıkarsak. Siyasal Đslam'ı yaşam biçimi olarak benimseyenler, cuma günlerinin hafta tatili ilan edilmesi, ramazan ayına özel mesai saatleri uygulanması talebiyle ortaya çıkabilir. Ne var ki bu durumda herkesin mesaisi ve tatili değişeceği için kararın çoğunluğa bırakılması zorunludur. Oysa Kürtçe eğitim ve TV yayını farklıdır. Kürtçe eğitim öğrenci ve velilerinin tercihidir; TV'de Kürtçe türkü dinlemek, müzik zevkiyle alakalıdır. Siz çocuğunuzu Kürtçe eğitim veren kursa yollarsınız, ben Đngiliz veya Fransız kolejine, siz Kürtçe kanal izlersiniz, ben Almanca. Birbirimize karışmadan/kamu düzenini bozmadan yaşar gideriz. Tartışma ekseni açısından diğer bir kriterimiz de, 'Eğer kamusal düzen bir ölçüde değişecekse, bu değişikliğin toplumda daha fazla entegrasyona mı olanak vereceği, yoksa toplumsal barışın ve insan haklarının daha mı fazla bozulmasına yol açacağı?' yönünde olsun. Đmam nikâhı bu konuda iyi örnek. Đmam nikâhlı yaşayanlar kamu düzenine tehdit sayılmaz, farklı hayat biçimini benimseyenleri rahatsız etmez. Ama imam nikâhının medeni hukuka göre kadın 360 haklarını sınırladığı da açık seçik gerçektir. Đmam nikâhı mirası engeller, mal bölüşümü hakkını yok sayar. Kanun karşısında hükümsüzdür. Kürtçe TV ve eğitim, talep sahiplerini toplumdan soyutlamaz, hatta tam aksine toplumsal uzlaşmayı, kenetlenmeyi güçlendirir. *** Unutmayın ki bu ülke, Güneydoğu'daki yangın sırasında çok daha açık ve yakın tehdit altındayken bile 'ver kurtul-vur kurtul' tuzağına düşmedi. Şimdi krampsız düşünme zamanıdır. Vardı da... 31 Ocak 2002 Özgür Politika UFUKTAN Ünlü fizikçi Albert Einstein, "önyargıları parçalamanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu" dile getirmişti bir dönemler. Bu sözün en fazla doğrulandığı ülkelerin başında Türkiye geliyor. Çünkü Türkiye'nin siyasal sistemi ile zihniyeti önyargılar, korkular ve tabular üzerine kurulmuştur. Kitabı toplatılan gazeteci Celal Başlangıç, zihniyet ve uygulamalar ile ülkeyi birleştirerek, bunu "Korku Tapınağı" olarak nitelemiş. Đlk göze çarpan da bu tapınağın kontları, feodal beyleri ile rahipleri. Günümüz nitelemesiyle hükümeti, bakanları, askerleri... Ülkenin başbakanı konuşuyor: "Kürtçe eğitim olmaz. Kürtçe eğitimi kabul etmek, ödün vermektir." Bu da yetmiyor, yardımcısı sözü alıyor: "Türkiye bu tür oyunlara gelmemeli. Türkçe dışında bir dille eğitim yapılamaz. Bizim bu konuda hiç kimseye taahhüdümüz yok. Bu kampanyanın amacı, Türkiye'de dil yasağının tekrar gelmesi ve Türkiye'nin AB sürecinden uzaklaşmasıdır. Üç-beş tane bölücünün Türkiye'nin AB sürecini engellemeye hakkı yoktur. Bölücülerin isteği gibi bu eyleme destek vermek, bu alanda siyasi rant sağlamaya çalışanların değirmenine su taşımaktır." Öncelikle; demokrasinin kurumsallaşması, toplumsal uzlaşıya dayalı ve yasaların güvencesindeki bir hak kullanımı, "ödün vermek" değildir. Demokrasi, sadece çoğunluğun belirlediği yaşam biçimi ya da kuralların hayat bulması değildir. Belki ondan daha fazla, farklılıkların kendini ifade etmesi, yaşam alanı bulmasıdır. Ki sonuçta bu ülkede toplumun hemen hemen tümüne yakını siyasal sistemden, onun idari çerçevesini çizen anayasadan şikayetçidir. O halde Ecevit'in "ödün verilmez" dediği şey, bir avuç imtiyazlının çıkarları ile toplumu yüzyıl önceki geri mantıkla yönetme sevdasından vazgeçmeyen ideolojinin tabularıdır. Kürtler, yürüttükleri demokrasi mücadelesiyle ödün almayı hedeflemiyor; kimseden ödün istemiyor. Bu ülkeyi oluşturan temeldeki harç olduğunun, asli öge olduğunun bilinciyle, ortak yaşamın en vazgeçilmez gereklerinin yerine getirilmesini istiyor. Đki halk sürekli etle tırnak gibi iç içe geçmiş biçiminde ele alınır. Biz de bu görüşe katılıyoruz. Ama Kürtler sürekli tırnak, Türkler de et olmamalı. Çünkü tırnak uzadığı yerde koparılıp atılır. Türk şovenizminin et-tırnak ilişkisine getirdiği yorum da ne yazıkki böyle. Đkincisi; Kürtlerin yürüttüğü mücadele, Türkiye'nin önünü açan, ona yeni gelişim imkanları sunan bir perspektife sahiptir. Bu açıdan "Kürtler, süreci provoke ederek geriletiyor" biçimindeki bir değerlendirme kesinlikle yanlıştır. Süleyman Demirel'in "petrol vardı da biz mi içtik" sözünü şimdi döneme uyarlayarak bu beylere hatırlatmakta yarar var. Demokrasi vardı da Kürtler mi 361 bozgunculuk yaptı? Okullarda Kürtçe eğitim başlatıldı da, Kürtçe TV açıldı da Kürtler mi engelledi? Đnsan hakları vardı da Kürtler mi bunun gereklerini yerine getirmedi? Memleket medeni topluma katıldı da Kürtler mi kapıdan geri çevirdi? Sosyal adalet vardı da Kürtler mi hortumculuk yaptı? Bu ülkeyi yönetmek adına yola çıkanlar, topu şuna buna atmadan, tabularını başkasına maletmeden; gerçek demokrasinin gereklerinin art arda hayat bulması için sorumluluklarını yerine getirmelidir. Kürtler, sorumluluklarının bilincindedir ve bunları gerektiğinde fedakarlık da yaparak yaşamsal kılmaktadır. Yardım yataklık suçu ve dilekçe 31 Ocak 2002 Radikal Đsmet Berkan Dilekçe hakkı, en temel anayasal hakların başında geliyor. Bu nedenle de, dilekçe vermek yoluyla yapılan demokratik hak talepleri, olabilecek siyasi eylem biçimlerinin en masumu, hatta deyim yerindeyse en çocukçası. Bir süreden beri Türkiye'de yeni bir dilekçe eylemi yaygınlaşıyor. Gün geçmiyor ki, birileri okullarda Kürtçe eğitim de verilmesi için dilekçesini ilgililere ulaştırmaya çalışmasın. Önce üniversite öğrencileri başladı, ardından ilk ve ortaöğrenimdeki öğrencilerin velileri de katıldı. Kürtçe eğitim isteğini içeren on binlerce dilekçe hazırlandı, ilgili mercilere sunulmak istendi. Ancak, ilgili kurum ve kuruluşların bu dilekçelere tepkisi çok sert oldu. Üniversiteler, Kürtçe eğitim isteyen öğrenci dilekçelerine 'Bu isteğinizin yerine getirilmesi Anayasa'ya aykırıdır' diye cevap vermek yerine öğrencilere okuldan uzaklaştırma cezaları yağdırdı. Tabii olay üniversite yönetimlerinin verdiği idari cezalarla da sınırlı kalmadı. Onlarca insan polis tarafından gözaltına alınıp Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne sevk edilmeye başlandı. Sadece üniversite öğrencileri de değil, ilk ve ortaöğrenimde çocuğu olan ve Kürtçe eğitim dilekçesi veren veliler de nasibini aldı, onlar da DGM'lere sevk edildi. DGM savcılıkları dilekçe veren bu insanlar hakkında iki ceza yasası maddesinden soruşturma yürütüyor. Şimdilik herhangi bir dava açılmış değil ama eli kulağında herhalde. Soruşturmaların yürütüldüğü Türk Ceza Yasası maddeleri 168 ve 169. maddeler. Bu maddelerden birincisi 'örgüt üyesi olmayı' cezalandırıyor, ikincisi ise 'örgüte yardım ve yataklık' suçunu. Anlaşıldığı kadarıyla bu dilekçelerin verilmesi için önayak olan, düzenleyici gibi gözüken zanlılar 168'den, eyleme masumca katılanlar ise 169'dan soruşturuluyor. 'Örgüt üyesi olmak' Türkiye'de ispatı hem zor hem de kolay bir suç. Genellikle polisin topladığı deliller mahkemeler tarafından peşinen kabul ediliyor, savunmanın ne dediğinin çok bir önemi kalmıyor. O yüzden duvara yazı yazan gençten bir protesto gösterisine katılanına kadar pek çok kişi, eli silahlı katillerle, teröristlerle aynı muameleyi görüyor, aynı ceza maddesinden yargılanıp 362 hapse giriyor. 'Yardım yataklık suçu' ise iyice bir âlem. TCK'nın en az 312 ve 159. maddeleri kadar meşhur olan 169. maddesi en çok can yakan maddelerden biri. Güneydoğu Anadolu'da PKK'nın köyleri bastığı, zorla yiyecek-içecek topladığı dönemde, caydırıcı olması bakımından bu madde (Terörle Mücadele Kanunu'nun 4. maddesiyle birlikte) oldukça geniş yorumlandı ve uygulandı. Madde aynen şöyle: "64 ve 65. maddelerde beyan olunan hal haricinde her kim, böyle bir cemiyete ve çeteye hal ve sıfatını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya elbise tedarik eder veya her ne surette olursa olsun hareketlerini teshil ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır." Bu maddenin oldukça karışık eski Türkçesinin bizim açımızdan en önemli bölümü son bölümü: "...her ne surette olursa olsun hareketlerini teshil ederse..." Bilmeyenler için söyleyeyim, 'teshil'in anlamı 'kolaylaştırmak.' Yani, ne biçimde olursa olsun terör örgütünün hareketlerini kolaylaştırırsanız 3-5 yıl hapis tehlikesiyle karşı karşıyasınız. Peki ama 'kolaylaştırmak' ne demek? Bu konuda mahkemelerin bir sürü gerekçeli kararı, Yargıtay'ın bir sürü gerekçesi var. Var, çünkü bu madde özellikle son on yıldır, siz örgütün üyesi ya da sempatizanı olmasanız, hatta örgütün düşmanı bile olsanız sizi örgütle bağlantılandırmak için kullanılıyor. Bu nedenle hapislerde yatan binlerce kişi vardı, son af yasasıyla çıktılar. Bu maddenin andığım bölümü artık o kadar esnek kullanılıyor ki, Adalet Bakanlığı bir ara ölüm oruçlarıyla ilgili 'Yahu şu çocuklar da o kadar haksız değil, onları F tipine koyunca tecrit etmiş oluyorsunuz' gibisinden masum eleştiriler yazanları bile bu madde kapsamına almaya kalkıştı. Bakanlığa göre bu eleştiriler, 'terör örgütünün hareketlerini kolaylaştırıyor'du çünkü. Şimdi de Kürtçe eğitim için dilekçe verenler aynı maddeden topun ağzındalar. Binlerce kişilik toplu davalar geliyor dilekçe vermek isteyen insanlar hakkında. Tam da Türkiye'nin insan hakları sicilinin düzeldiği iddia edilen bir dönemde böyle bir yola girmek siyaseten ne kadar doğru acaba? Acaba onlar dilekçe verdikleri için mi bu olaylar büyüdü, yoksa devletin gösterdiği gereksiz sertlikteki tepki yüzünden mi? Ne olurdu sanki dilekçeleri alıp sonra da içinde 'Anayasa'nın ilgili maddeleri izin vermediği için dilekçeniz işleme konamamıştır' diyen iki satırlık bir cevap verilseydi? Ama hayır, biz bu meseleyi de bir asayiş meselesi haline getirdik, en sonunda konuyu Milli Güvenlik Kurulu seviyesine kadar taşıdık. Arkada PKK'nın oyunu var ya da yok, önemli olan bu değil ki... önemli olan, Türkiye'nin dilekçe veren insanlara ne yaptığı. Bir Tartışmanın Düşündürdükleri 31 Ocak 2002 Özgür Politika Veysel Kızılırmak Türkiye'de herkes Kürtçe dil tartışmasına katılmak zorunda kaldı. Halbuki sürekli var olan bir tartışmaydı. Türk siyasetçileri hep görmezlikten geldi. Tabi halkın demokratik mücadelede basit 363 ama etkili bir yöntemle egemen politikayı sorgulaması herkesi şok etti. Mücadeledeki yöntem ve anlayış deşikliği alışılmış siyaset tarzını da sorgulatıyor. TV.8'de ayın 22'sinde yapılan tartışmada bunu görmek mümkündü. Bir tarafta yeni anlayışın gelişmesi gerektiği hissedilirken, diğer taraftan geleneksel politikaların inceltilmiş bir şekilde sunulması yaşanıyordu. Örneğin, SP adına konuşan katılımcının yorumu bu konuda dikkat çekiciydi. Kürtçe dil hakkı için verilen dilekçeler karşısında resmi politikanın çözümsüzlüğünü şöyle anlatıyordu: "Bugün dilekçe verenlerin sayısının on bin olduğu söyleniyor. Yarın bunlar yüz bin olabilir. Biz bunların hepsine 'Terörist' dersek felaket olur." SP'li katılımcının değerlendirmesi böyleydi ama 'Felaketi' önlemek için kendisi de bir çözüm önerisi getirmiyordu. Sonuç olarak; söylediği "Bırakınız dilekçe versinler, devlet de görmezlikten gelir olur biter." Ama, bu tavır bile Türkiye'de ileriye doğru atılan bir adım olarak değerlendirilmek zorunda. Çünkü çözüm önerisi yok. Stüdyonun katılımcılarından çıkan en ileri düşünce bu. Artık kimse Kürtleri kolayca inkar edemiyor. Bunu dil üzerine yapılan tüm tartışmalarda görmek mümkün. Kürtçe'nin kullanılmaması için hepsinin ortak tekerlemesi belli; "Bu eylem PKK'nin sivil itaatsizlik stratejisinin ürünüdür, Batı'nın dayatmasıdır. Ülkemizin parçalanmasının ilk adımıdır vb... Bunun için engellemek zorundayız" yani PKK'ye ait olan her şey dışlanmalı, kabul edilmemeli. Bu kadar saplantılı bir politikayla ayakta durmaya çalışıyorlar. Eğer, Kürt sorunu bu şekilde halledilseydi, cumhuriyet seksen yıllık ömrü içinde zaten hallederdi. Dolayısıyla söylenenler yeni değil. O zaman şunu söylemek gerekir; Kürtlerin bir sorun olarak sürekli gündemde kalması, hakim siyasetin işine geliyor. Bu Türkiye'nin faydasına olmasa da, bir taraftan sorgulansa da sistem Kürt inkarına, Kürt sorununa dayanarak onun üzerinde şekillenmiştir. Çıkış çabası olsa da hakim siyaset aşılamıyor. O zaman bu politikadan kim sorumlu? Türkiye'yi inkarcı politikaya, Kürtleri geleneksel isyancılığa sürükleyen, siyaseti bu kapana sıkıştıran egemen politika kime ait? Halklarımızın son iki yüzyıllık tarihine bakıldığında, bunu Ortadoğu'ya dayatanın egemen Batı sistemi olduğu kolayca görülür. Ama herkes kendisine göre bir yönünü görüyor. Ama şu gerçek, Kürtler de Türkler de kendilerine biçilen bu Batı orjinli siyasetin dışına çıkmayı bir türlü başaramadılar. Bunu panelde de görmek mümkündü. MHP sözcüsü, Kürt isyanlarında Đngiliz oyunundan bahsederken, bunun diğer yüzü olan ve en fazla kendilerinin sarıldığı inkarcı, ilkel milliyetçiliğin de aynı kaynaktan beslendiğini görmek istemiyor. Herkes bu siyaset tarzına alıştırılmış. Kürtler adına tartışmalara katılanların da söylemlerinden hissedilen budur. Sorunu ortaya koyuş tarzlarında; geleneksel yaklaşım hissediliyor. Çünkü, hala Kürt sorununun çözümünü ya da gündemde olan Kürt dilinin kullanım hakkına "Türkiye AB'ne girmek için tanımak zorunda, dünyanın da ABD'nin de istediği budur" anlayışını savunarak yaklaşmak ya da bunu hissettirmek ancak böyle açıklanabilir. Çünkü genelde Kürt sorunu üzerine yapılan tartışmalarda böyle bir yaklaşım var. Bazı Kürt çevreleri hala batıyı, ABD'yi kurtarıcı olarak görmek istiyor. Halbuki sorunun asıl yaratıcıları bunlardır. Onların Ortadoğu'ya oturttukları sistemdir. PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'ın son üç yıldır sürdürdüğü ısrarlı çabası, sorunu bu 364 eksenin dışına çıkarma çabasıdır. Artık batının dayattığı Kürt siyasetçiliğinden de, Türk egemen siyasetçiliğinden de vazgeçilmelidir. Çünkü şu tehlike vardır. Nasıl ki geçmişte Kürt isyancılığı ve Türk inkarcılığı sayesinde emperyalist güçler Ortadoğu'da kolayca hakim olmuşlarsa; demokratik siyasete bu anlayışın yansıtılması, gölgesinin düşürülmesi yine Batı'nın işine gelecektir. Egemen politikanın bu şekilde yaşatılmasına izin vermemek için duyarlı olmak şarttır. Dil bölü toplum formülü 1 Şubat 2002 Radikal Murat Belge Bugünlerde Kürtçe eğitim konusu gündeme geldi. MGK'da bunun bir 'bölünme tehlikesi' arz ettiğinin ve zaten bir PKK talebi olduğunun söylendiğini gazetelerde okuduk. Böyle dendiyse, bundan böyle bu konuda herhangi bir şey yapılmayacağı da belli olmuştur. Zaten medyada haber her zamanki üslupla verildi: 'MGK son sözü ve doğru sözü söyledi' edasıyla. Dolayısıyla konuyu tartışan da pek yok. Oysa söylenecek çok şey var. Söylenenin bu koşullarda herhangi bir etkisi olmadığını, olamayacağını bilsek de, hiç değilse aklımızdakini söylemiş olalım. Önce şu konudan başlayarak asıl soruna gideyim. Bugün dünyada siyasi sorunların çözümünde insan bilimlerinin, tarih, sosyoloji, toplumsal psikoloji ve siyaset bilimi gibi disiplinlerin önemli bir rol oynadığı ortada. Sorunlar üstüne karar verme konumunda olanlar, mümkün olduğu kadar, işlemeyeceği bilimsel bulgulara göre belli olan kararlar vermekten sakınmak istiyorlar. 'Think-tank' falan dedikleri, hep bu çerçevede oluşmuş kurumlar. Var olan bilimsel birikimle siyasi karar arasındaki 'kerte' olmaya çalışıyor bu kurumlar. Ama tabii toplumsal bilimler, olan ve olacak şeyleri pozitif bilimlerin dakikliğiyle bilmiyor ve bilemeyecek (onun için de 'pozitivist' ideoloji hiçbir yerde işlemedi); ikincisi, 'siyasi görüş' diye bir şey de her zaman var olacaktır. Gene de, bu çağın genel yapısı ve genel mantığı, gerek siyasi kararların verilmesinde, gerekse bu kararların toplum nezdinde meşrulaştırılmasında, toplumsal bilimlerin birikiminden azami derecede yararlanmayı zorunlu hale getiriyor. Her yerde mi? Yoo, her yerde değil tabii. Bilime gerçekten saygı duyulan yerlerde. O yerlerde de 365 bilime saygı duyan çevrelerde. Dolayısıyla, 'En hakiki mürşit ilimdir' gibi bir söz bu çağda her yerde genel kabul görecektir; ama 'ilim'den gerçekten yararlanmak, söz konusu toplumun bilimle ilişkisinin gerçekliğine göre değişecektir. Yerine göre, tam tersine süreç işler, ben kararımı kendime göre veririm, birilerine de, 'Şimdi buna bilimsel görünüşlü gerekçeler bulun' diyebilirim. Şu son aşamaya gelmeden önce, Kürtçe eğitim gibi konular açıldıkça, bildik bütün ideolojik retoriğin yanı sıra, böyle bilimsel görünen daha az hacimde sözler de işitiliyordu. Örneğin, milliyetçiliğin temel direğinin dil olduğu söyleniyordu. Dilde ayrılığın başlamasının siyasi planda da ayrılıkçılığı güçlendireceği ima ediliyordu. Bunlar öyle kolayca reddedilmeyecek görüşler, çünkü tarihte örnekleri var. Öyle olduğu için, dünyanın başka sorunlu bölgelerinde de tartışılmaları sürüyor. Ama yeterli de değiller. Çünkü karşıt örnekler de fazlasıyla var. Dil özgürlüğü tanınmayan, ama ayrılığın gerçekleştiği (veya ayrılıkçılığın ayyuka çıktığı) yerler olduğu gibi, dil özgürlüğü tanınan ama ciddi bir ayrılık tehdidi yaşanmayan örnekler de var. Bu konular bizi ilgilendiriyorsa ve bilimsel birikime cidden önem veriyorsak, tartışacak örnek-durum çok. Đkincisi, dille ilgili bu tespit, daha çok işin başında geçerli. Bu ülkede Cumhuriyet boyunca Kürt isyanı görüldü. Ama son 20 yıldır yaşananlar, sorunu bambaşka bir yükseltiye taşıdı. Bu koşullarda, 'Dil milliyetçiliği güçlendirir' diye konuşmak biraz abesleşti. 'Dil serbest kalırsa ayrılıkçılık güçlenir' demek mi 'bilimsel' bugün? Yoksa, 'Bu koşullarda dil serbest kalmazsa ayrılıkçılık güçlenir ve sertleşir' demek mi? Sonuçta, evet, bilimden ne anladığımıza ve bilimden hangi hizmeti istediğimize bağlı bunun cevabı. Özgürlükten korkmak 1 Şubat 2002 Radikal Đsmet Berkan Ne tuhaf değil mi, aynı anda gündeme gelen birkaç konu var ve hepsi de kişi temel hak ve özgürlükleriyle ilgili. Alın şu Kürtçe eğitim meselesini. Eğitim dilinin Kürtçe olması zaten pek mümkün gözükmeyen bir talep. Anayasa'daki engeli bir yana bırakacak olsak bile Kürtçenin bütün dersleri öğretmeye yetecek bir dil olup olmadığı tartışmalı. Ayrıca Türkiye'nin Avrupa Birliği çerçevesinde yapması gereken anadilin öğrenilmesini sağlamak, bütün eğitimin bu dilde olmasını sağlamak değil. Bu da Kürtçe ya da Gürcüce ya da Boşnakça gibi Türkiye'de konuşulan dillerin okullarda seçmeli ders olarak ya da dersanelerde özel kişiler tarafından öğretilmesi demek. Ancak bu mesele böyle tartışılmıyor. Konuşulan şey, anadilde eğitimi talep etmenin PKK'nın görüşü olduğu, dolayısıyla bu talebi yerine getirmenin PKK'nın siyasallaşmasına katkıda bulunacağı. Ben bu mantığı anlamakta güçlük çekiyorum. Hem Türkiye'de bazı insanların Türkçe 366 konuşulmayan evlerde doğduğunu kabul edeceksiniz, o dillerin varlığını inkâr etmeyeceksiniz hem de o dilin okullarda ya da dersanelerde öğretilmesinin ülkeyi bölebileceğini söyleyeceksiniz. Bu bakış açısı, sonunda diyelim Kürtçe konuşan ve çocuğunun Kürtçe öğrenmesini isteyen herkesi 'Türkiye'yi bölmek isteyen Kürt milliyetçisi' olarak görmeye varmaz mı? Anadili farklı olan insanlara bunu söylemeye, 'Sizler birer potansiyen vatan haini ve bölücüsünüz' demeye hakkımız var mı? Son haftalarda yaşananların kendi vatandaşlarımızı nasıl rencide ettiğinin farkında değil miyiz? Sonra neden hiç kimse şu ana kadar dilekçe hakkının gasp edilmesinden söz etmez? Özgürlükten, kendi vatandaşının özgürlüğünden korkmak Türk politikacısına özgü bir tutum olsa gerek. Radikal'in bugünkü manşeti, aslında bir komedi şaheseri bana göre. Devlet Bahçeli, partisinin savunduğu 159. maddeyi ihlal eden sözleriyle, bu maddenin siyasi eleştiriyi nasıl sınırladığına iyi bir örnek vermiş oluyor. Konuşmayı, düşünceyi ifade etmeyi engellemek kime ne kazandırıyor? Bir ülke, illa bir şeyden korkacaksa bu düşüncenin ifade edilmesi değil tam tersine ifade edilememesi olmalı. Anlaşılan o ki, gelecekte fikirler karaborsaya düşecek. Kürtçe eğitim talebi ve aydın sorumluluğu! 01 Şubat 2002 Evrensel Çetin Diyar Başbakan Bülent Ecevit, CNN Türk'teki konuşmasında Kürtçe'nin "seçmeli ders olarak öğretilmesi" yönündeki kitlesel talebe ilişkin olarak, "Olacak şey değil" diyordu. O'na göre "Bu, ucu bazı Avrupa ülkelerine kadar giden çevrelerin Türkiye'yi bölmek için çocukları, gençleri kullanarak yaymaya çalıştıkları bir tertip" idi! Ecevit'in "Kürtçe eğitim"e ilişkin "sert çıkışı" ve "olacak şey değil" buyruğuyla MHP'nin "başkurdu" Devlet Bahçeli'nin "olamaz" fetvası çakışıyordu ve holding basınının gerici papazları "olamaz"ın sözde dayanaklarını tefrika etmeye devam ediyorlar. Ecevit'lerin "aile gazetecisi" olarak "ti"ye alınan Fikret Bila, Ecevit, Bahçeli ve Genelkurmay'ın "hasasiyeti"ne işaret ettikten sonra şöyle yazıyordu: "15 yıldır çok ağır terör saldırısı altında kalan ve bu saldırıyı başarısız kılmayı başarmış olan Türkiye'nin, ulusal bütünlüğünü zedeleyecek veya zayıflatacak bir sürece sokulmak istendiği günümüzde Ankara, çok ileriyi düşünerek hareket etmek durumun sarsılmak ve gevşetilmek istenen Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleridir. Yerinden oynatılmak istenen Atatürk Türkiyesi'nin temel taşlarıdır." OHAL Bölge Valisi de, "Gençleri ideolojik yönlendirmelerden kurtarmak için Đngilizce öğretmeye çalıştıkları"nı açıkladı. TALEP EMEK CEPHESĐ SORUMLULUĞUNDADIR 367 Sermaye ve gericilik adına "görüş bildiren" ya da "açıklama yapan" çok çeşitli kesimlerin hemen hemen aynı kavramlarla ve benzer bir mantık yürüterek redettikleri "Kürtçe'nin seçmeli ders" olarak öğretilmesi talebinin Kürtlerin, anadillerinde eğitim de dahil, dil ve kültürlerini serbestçe geliştirme ve kullanma hakkının tanınması ve bunun ulusal baskı politikasının bütünüyle ortadan kaldırılmasına genişletilmesi "genel" talebiyle ilişkili olduğu kesindir. Sermaye ve gericiliğin politikalarını seslendiren politikacı ve yazarların büyük çoğunlukla aynı gerekçeyle bu talebe karşı çıktıkları da... Bu talep demokrati