İçindekiler - Bizturkmeniz.com
Transkript
İçindekiler - Bizturkmeniz.com
Türkmen Kardeşlik Ocağı İçindekiler Birkaç Söz kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 309 - 310 - 311 Temmuz - Ağustos- Eylül 2015 Mayıs 1961 yılında yayın hayatına başlayan bu dergi Türk Dünyası Edebiyat Dergileri üyesidir TKO Adına imtiyaz sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Dr. Sabah Abdullah KERKÜKLÜ Yazı İşleri Kurulu Habib HÜRMÜZLÜ Vahideddin BAHAEDDİN Dr. Ali Hüseyin MÜFTÜ Dr. Ahmet Ferman ÇELEBİ Adnan Ahmet GAİP Temsilciler Gülşen CELAL Bağdat Behcet GAMGİN Kerkük Adnan ASAFOĞLU Tuzhurmatı Dilşat TERZİ Erbil Dergi , Irak Gazeteciler Sendikası Üyesidir Üyelik Numarası : 1510 E-mail : kardeslikdergisi@gmail.com 2 Diyale-Hanekin İlçesi Halk Masallarının Motif Yapısı (İnceleme-Metin) Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI 4 Mehmet Aki̇f Ersoy’un “Çanakkale Şehi̇tleri̇ne” Adlı Şi̇i̇ri̇ni̇n Tahli̇li Prof. Dr. Nurullah ÇETİN 16 Cinassız Hoyrat Cumhur KERKÜKLÜ 31 Cengiz Aytmatov’la Hazar Şiir Akşamlarında Yaşadığım Bir Tâlihsizlik Hikayesi Prof. Dr. Mehmet Ömer KAZANCI 32 1 Mi̇lyon, 2 Mi̇lyon, 3 Mi̇lyon Yeşi̇l Ey Yeşi̇l, Dolar Da Yeşi̇l - Öykü Kasım AKBAYRAK 36 Adana Mutfak Kültürü ve Adana Yemeklerinden Örnekler Prof. Dr. Erman ARTUN 40 Türkçe Öğretmeni̇ Yeti̇şti̇rme Programında Mevcut Alan Dersleri̇ni̇n Kültürel Boyutu Prof. Dr. Fatma AÇIK 50 Çi̇çeği̇ Si̇lah Kadınlar Gülbeniz BAYRAMLI 57 Dadalı Türk Halk İnançları Dr. Yaşar KALAFAT 58 Tasarım Hüseyin Lütfi Avni 1 Birkaç Söz... Irak Türkmenlerinin baba ocağı Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından 1961 yılından günümüze kadar yayınlanan Kardeşlik dergisinin değerli okurları, dergimizin yeni bir sayısını sizlere sunma onurunu ve mutluluğunu yaşıyoruz. Her sayıda olduğu gibi bu sayıda da bir önceki sayı ile bu sayı arasındaki süreçte genel olarak Irak’ta ve özel olarak Türkmenler arasında yaşanan gelişmelere kısaca değinmenin yararlı olacağını düşünüyoruz. Başkent Bağdat olmak üzere Irak›ın birçok kentinde, ülkedeki yoğun yolsuzluklar, yetersiz kamu hizmetleri, elektrik kesintileri ve ekonomik krizin yaşanması nedeniyle yetkililerin sorumlu tutulmasını ve soruşturulmasını talep etmek amacı ile yüz binlerce Iraklı sokağa dökülerek gösteri yapmışlardır. Söz konusu gösteriler, sekiz haftadan bu yana Cuma günleri düzenlenmeye devam edilmektedir. Bu çerçevede Irak Temsilciler Meclisi, Irak Cumhuriyeti başbakanı Dr. Haydar el-İbadi›nin «Yolsuzlukla Mücadele»yi içeren reform kararını oybirliğiyle kabul etmiştir. Başbakan el-İbadi›nin reform paketi çerçevesinde aldığı karara göre, üç başbakan yardımcılığı görevi, İnsan Hakları Bakanlığı, Kadın İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Vilayet ile Temsilciler Meclisi İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Devlet Bakanlığı lağvedilmiştir. Söz konusu karar uyarınca, Bilim ve Teknoloji ile Yükseköğretim ve Bilimsel Araştırma Bakanlığını, Çevre ile Sağlık Bakanlığını, Belediyeler ile İmar ve İskan Bakanlığını ve Turizm ile Kültür Bakanlığını tek çatı altında birleştirdiği kaydedilmiştir. Bununla birlikte cumhurbaşkanı ve başbakan yardımcılığı mevkilerinin kaldırılması kararı alan el-İbadi, ayrıca Irak›ta geçmiş ve halihazırdaki yolsuzluk dosyalarının derhal açılması talimatı vererek, bu dosyaların incelenmesi için de uzman yargıçlardan oluşan bir komite oluşturulmasını istemiştir. Başbakan el-İbadi, tüm başkanlık ve devlet kurumlarına tahsis edilen istisnai bütçenin de kaldırılmasına karar vermiştir. Halk tarafından yapılan gösterilere büyük dinî merci Ayetullah Ali Sistani de destek vermiştir. Gösteriye Irak›ın bütün kesimlerinden vatandaşlar katılmışlardır. Kuzey Irak›ta ise yaşanan gelişmeler pek memnun edici değildir. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi başkanı görevi için Kürt partileri arasında hala bir mutabakata varılmamıştır. Bölgede siyasî gerginlik yanı sıra ekonomik sıkıntısı da devam etmektedir. Son bir buçuk yılda Irak›ın genelinde yaşanan gelişmeler, Arap, Kürt ve Türkmenler başta olmak üzere bütün Irak halkını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bu gergin ortamın bir an önce sona ermesi en büyük dileğimizdir. Aynı zamanda bir buçuk yıla aşkın IŞİD›in estirdiği terörden kaçan ve yerini yurdunu bırakarak mecburen göç eden yüz binlerce göçmen ailenin acılı, kasvetli ve dramatik hayatı devam etmektedir. Türkmen Kardeşlik Ocağı olarak imkanlarımız dahilinde Bağdat›ta yaşayan Türkmen ailelerine yardım etmeye devam etmekteyiz. Ocağımızın kapısını çalan göçmen ailelerini boş elle geri göndermemeye çalışmaktayız. Geçen süre içinde Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından birçok etkinlik düzenlenmiştir. Mübarek Ramazan ayının gelmesi münasebetiyle Bağdat›ta yaşayan Türkmenleri bir araya getirmek için büyük bir iftar yemeği verilmiştir. İftar yemeğine Türkiye Cumhuriyeti Bağdat 2 Büyükelçisi Sayın Faruk Kaymakçı, ITC başkanı ve Kerkük Milletvekili Sayın Erşat Salihi, Tuzhurmatı Türkmen milletvekili Sayın Niyazi Mimaroğlu, bir önceki dönem Türkmen milletvekili Sayın Fevzi Ekrem Terzioğlu, Belediyeler Bakan müsteşarı Sayın Yılmaz Şahbaz, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği üyesi Sayın Mesrur Esvet Muhittin, Irak Yüksek Seçim Komiserliği üyesi Sayın Gülşen Kemal, Kerkük Islah Hareketi temsilcisi Sayın Ammar Kehye, Bağdat ITC Temsilcisi Sayın Sabit Gaffur gibi çok sayıda yetkili ve üç yüzden fazla Türkmen ailesi katılmıştır. Birkaç ay önce ani ve beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılan Avukat Dr. Şahin Yunus Bayatlı için Türkmen Kardeşlik Ocağı›nda bir taziye meclisi kurulmuştur. Taziye meclisine bir önceki dönem milletvekillerinden Sayın Hasan Özmen Bayatlı ve Sayın Feyha Zeyneabidin Bayatlı, Bağdat İl Meclis üyesi Sayın Erkan Bayatlı gibi çok sayıda Türkmen yetkilisi katılmıştır. Merhuma Allah›tan rahmet, ailesi ve sevenlerine sabır dileriz. Araplara Arapçayı öğreten büyük Arap Dili uzmanı Türkmen kökenli Dr. Mustafa Cevat için 29 Ağustos 2015 tarihinde Türkmen Kardeşlik Ocağı, Irak Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı ile işbirliği yaparak ocakta büyük bir etkinlik düzenlemiştir. Etkinliğe Kültür Bakanını temsilen Bakan müsteşarı Sayın Fevzi El-Etruşi katılmıştır. Etkinliğe yüzlerce Arap ve Türkmen vatandaşı katılmıştır. Doç Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Sabah Abdullah Kerküklü, gazeteci Tevfik Temimi ve Rıfaat Abdurrazzak, Mustafa Cevat hakkında ayrı ayrı konuşma yapmışlardır. Aynı zamanda Mustafa Cevat›ın eserleri ve kitapları için bir kitap sergisi düzenlenmiştir. Etkinliğe Mustafa Cevat›ın kızı Faize katılmış ve düzenledikleri bu etkinlik için Türkmen Kardeşlik Ocağı yönetimine teşekkür etmiştir. Aynı günde uzun zamandır beklenen rüya gerçek olmuş ve Türkmen Kardeşlik Ocağı Yönetim Kurulu Başkanı Doç Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Kültür Bakanı Müsteşarı Sayın Fevzi El-Etruşi, Türkmen Kardeşlik Ocağı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Sabah Abdullah Kerküklü ve Türkmen Kardeşlik Ocağı fahri başkanı Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı tarafından Irak›ta Türkmenlerin en büyük kütüphanesi sayılan Türkmen Kardeşlik Ocağı Kütüphanesi›nin açılışı yapılmıştır. Türkmenlerin ilk merkezî ve büyük kütüphanesi sayılan kütüphanede binlerce Türkçe, Arapça, İngilizce kitap bulunmaktadır. Kütüphane okur ve araştırıcıların hizmetine açılmıştır. Kurban Bayramı›nın ilk gününde Sayın Ezel Bayraktar›ın vefat etmesi başta Bağdat›taki Türkmenler olmak üzere onu tanıyan herkesi yasa boğmuştur. Merhuma Allah›tan rahmet ailesi ve sevenlerine sabır dileriz. Elinizde bulunan dergimizin bu sayısının Türkçe bölümünde Prof. Dr. Nurullah Çetin, Prof. Dr. Erman Artun, Prof. Dr. Fatma Açık, Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı, Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Yaşar Kalafat, Cumhur Kerküklü, Kasım Akbayrak, Gülbeniz Bayramlı; Arapça bölümünde ise Habib Hürmüzlü, Vahideddin Bahaeddin, Dr. Sabah Kerküklü, Dr. Orhan Bayatlı, Dr. Suphi Şeyh Hasan, Ahmet El-Darrafi, Abbas Bayatlı, Nermin Tahir Baba, Tahsin Huveyyiz, Şirzat Şeyh Baba, Muhammet Hıdır Mahmut, Münevver Molla Hassun, Fahri Celal, Ahmet Muhammet Kerküklü, Fazıl El-Hallak, Talat Nimet Bayatlı, Faruk Mustafa ve Mecit Sadun tarafından ele alınan inceleme, araştırma ve şiir parçalarına yer verilmiştir. Elinizde bulunan bu sayıda herhangi bir eksiklik varsa hoşgörünüze sığınarak bağışlamanızı diliyor, hataların telafi etmesi ve dergimizin zenginleştirilmesi için notlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyoruz. Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI Türkmen Kardeşlik Ocağı Genel Başkanı 3 Diyale-Hanekin İlçesi Halk Masallarının Motif Yapısı (İnceleme-Metin) GİRİŞ Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin önemli bir parçasını teşkil eden Irak, Türk halk kültürü açısından çok önemli bir yere sahip olduğu gibi, farklı vilayetlerde ve yerleşim birimlerinde yaşayan Türkmen topluluğu arasında varlığını sürdüren halk edebiyatının oldukça önemli eserleri olduğu bilinmektedir. Irak Türkmenleri, Kerkük, Erbil, Musul, Selahattin ve Diyale vilayetlerinde ve bu vilayetlere bağlı Telafer, Tazehurmatı, Tuzhurmatı, Dakuk, Altunköprü, Kifri, Karatepe, Hanekin, Kızlarbat gibi onlarca ilçe ve nahiye ile yüzlerce köyde yaşamaktadır. Uzun Yıllar Türk dünyası ile tamamen ayrı Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI 1 kalmasına rağmen söz konusu ilçe, nahiye ve köylerde günümüzde de Türk dili ve Türk halk kültürü canlı olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye’de Irak Türkmenlerinin edebiyatı ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bu konuda elle sayılamayacak kadar fazla sayıda yüksek lisans ve doktora tezi bulunmasına rağmen söz konusu çalışmaların birçoğunun antolojik nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu alandaki çalışmaların büyük bir kısmı genel olarak Irak Türkmenleri ve özel olarak da Kerkük Türkmen halk edebiyatının şah damarını teşkil eden hoyratlarla ilgili olmuştur. Hâlbuki Irak Türkmenlerinin halk edebiyatının sadece hoyratlardan ibaret olmadığı bir gerçektir. Irak Türkmen halk edebiyatı masal, halk hikâyesi, efsane, ağıt, ninni, tekerleme vb. ürünler açısından da zengindir. Başka bir ifadeyle Orta Asya ve Anadolu’da yaşayan Türklerin halk edebiyatında mevcut olan tüm ürünlere Irak Türkmen halk edebiyatında ziyadesiyle rastlanabilir. Bu çalışmada Irak Türkmenlerinin önemli bir yerleşim birimini teşkil eden ve Irak’ın başkenti 2 Bağdat’ın 184 Km. kuzey doğusunda yer alan Diyale iline bağlı Hanekin ilçesinin masalları ele alınmıştır. Irak Türkmen halk masalları ile ilgili ilk ve tek müstakil bilimsel çalışma 3 tarafımızdan yapılmıştır. Söz konusu çalışmada Hanekin ilçesinden derlediğimiz on beş masal metnine yer verilmiştir. Anılan çalışma dışında genel olarak ilçenin halk edebiyatı ve özel olarak masal türü ile ilgili günümüze kadar herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmada Hanekin ilçesinde yaptığımız çalışmalar sonucu derlediğimiz on masal metnine yer verilmiş, metinler incelenmiş ve motifleri tespit edilmiştir. METİN Sözlü halk edebiyatının en önemli ürünlerinden olan masallar, diğer sözlü ürünlerde olduğu gibi kültürümüzü bünyesinde taşıyan ve yansıtan ve aynı zamanda gelecek kuşaklara aktaran bir işleve sahiptir. Masallar; toplumların gelenek-görenekleri, yaşam biçimlerini, 4 sürekli değişen ve gelişen olaylara karşı toplum bireylerinin tepki ve davranışlarını yansıtması ve dolayısıyla aktarılan toplumu iyi tanımak açısından oldukça önemlidir. Türk topluklarında “nağıl”, “ertegi”, “ertek”, “ekiyet”, “çörçök”, “şörçek”, “çöçek”, “nımah” ve “tool” (Oğuz vd.;2010:146, Kaya;2007:489) gibi kavramlarla tanınan masal türüne Irak Türkmenleri arasında “matal” adı verilmektedir. Masallar Şükrü Elçin tarafından “Bir zaman içinde, köklü geleneğe bağlı, kolektif karakter taşıyan, hayalî-gerçek, mücerret-müşahhas, maddî-manevî birtakım konu, macera, vaka, problem gibi motif ve unsurları içine alan, nesir dili ile yazılan, vakit geçirmek, insanları eğlendirirken öğretmek düşüncesinden hareketle hususi bir üslupla anlatılır.” şeklinde tanımlanırken (Elçin;1993:369), Saim Sakaoğlu tarafından ise şu şekilde tanımlanır: Kahramanlarından bazıları hayvanlar ve tabiatüstü varlıklar olan, olayları hayal ülkesinde cereyan eden, hayal mahsulü olduğu halde dinleyenleri inandırabilen bir sözlü anlatım (Sakaoğlu;2002:4). Hanekin ilçesinden değerlenen masalların motif yapısına geçmeden önce motif kavramı hakkında bilgi vermekte yarar var. Latincede “Motivum” kelimesinden gelen motif kavramının edebiyattaki anlamı, nakış, resim ve mimarideki anlamından farklıdır. “Hikâye etmenin en küçük unsuru” (Alptekin; 2002a:287) şeklinde tanımlayabileceğimiz motif, Max Lüthi tarafından, “Kendisimi gelenekte koruma gücüne sahip olan hikaye etmenin en küçük unsurudur” (Sakaoğlu; 1980:24), şeklinde tanımlanmıştır. Motifle ilgili en önemli çalışmaya imza atanların başında Stith Thompson motifi şöyle tanımlar: Eskiden beri yaşama kabiliyetine sahip olan masalın en küçük unsurudur (Thompson;1946:415416-, Alptekin;2002b:113). Thompson Motif İndex Of Folk-Literature adlı altı ciltlik İngilizce çalışmasının ilk cildinin giriş kısmında çalışmanın amacı ve planı, neden A’dan Z’ye doğru tasnif edildiği; çalışmada kullanılan materyal ve indeksin kullanışı hakkında bazı kısa bilgilere yer vermiştir. Eserin ilk beş cildi, naratif türlerde bulunan motiflere ayrılmış, alfabetik sırayla konularına göre tasnif edilmiştir. Altıncı cildi ise indeksler kısmına ayrılmıştır. Bu tasnife göre her harf bir konuyu göstermektedir (Bayatlı;2009:140). Hanekin masallarını yukarıda bahsedilen motif sırasına uygun olarak aşağıdaki şeklide vereceğiz. Katalogda yer almayan yeni motiflerin yanında T harfi konulmuştur. A. B. C. D. E. F. G. H. J. K. L. M. N. P. O. R. S. T. U. V. W. X. Z. Mitolojik Motifler Hayvanlar Yasak Sihir Ölüm Tabiatüstülükler Devler İmtihanlar Akıllılar ve Aptallar Aldatmalar Kaderin Ters Dönmesi Geleceğin Tayini Şans ve Talih Cemiyet Mükâfatlar ve Cezalar Esirler ve Kaçaklar Anormal Zulümler Cinsiyet Hayatın Tabiatı Din Karakter Özellikleri Mizah Çeşitli Motif Grupları Daha önceki çalışmalarda yapıldığı gibi Motif İndex’te tespit edilemeyen bazı motifleri uygun yerlere yerleştirilerek, Türk 5 masallarına özgün olduğunu belirtmek için başına (T) harfi konulmuştur. A.MİTOLOJİK MOTİFLER A. 1549 Dinî Merasimler Adam, sultanın kızını ve 39 cariyesini imam yatırlarını ziyarete götürür. 5 Koca, karısından kendisinden başka hiçbir erkekle birlikte olmadığına dair dağa yemin etmesini ister. 10 (T) A2493.4. 2. İnsan ve Vahşi Hayvan Arasındaki Dostluk Küçük kız kardeş vahşi hayvanla konuşuyor. 2 (T) A2493.4. 3. İnsan ve Papağan Arasındaki Dostluk Tüccarın konuşan bir papağanı var. 9 B. HAYVANLAR B210. Konuşan Hayvan Küçük kız kardeş vahşi hayvanla konuşuyor. 2 Tüccar papağanla konuşuyor. 6 B 251 Hayvanların Dinleri B 251.4. Hayvanların Duası Vahşi hayvan, küçük kız için hayır duası yapar. 2 B 300 Yardımcı Hayvanlar Küçük kız vahşi hayvan sayesinde birçok ayrıcalık elde eder. B 880890- Hayvanlar Ülkesi Suudan papağanların anavatanı sayılır. 9 C.YASAK C 611. Yasaklanan Oda Adam karısına güvenmediği için evden çıktığında evin bütün kapılarını kilitler ve dışarı çıkmasını yasaklar. 10 D. SİHİR D 435.1.1 Heykelin Canlanması Kardeşler, yaşlı aslanın kemik parçasına bildiklerini yapar. Dördüncü kardeş de hayvana üfleyip ruh verir. 3 E. ÖLÜM E.700799- Ruh. Dördüncü kardeş de hayvana üfleyip ruh verir. 3 F. OLAĞANÜSTLÜLÜKLER F260 Perilerin Görünüşü Düşünceli ve efkârlı yürüyen yoksul babanın 6 karşısına aniden gölden bir huri çıkıverir. 1 F 566 Bekârlar Sultanın kızı ve 39 bekâr cariyesi var. 5 F 575.1. Tabiatüstü Güzellikte Kadın Adamın biri çok güzel bir kızla evlenir. 15 F 750. Olağanüstü Dağlar ve Ülkelerin Özellikleri. Çok yüce bir dağ vardı. O dağa kim yalanla yemin ederse hemen öleceğine inanılırdı. 10 F 814. Olağanüstü Gül Adam, karısına aşklarının sembolü olarak bir çiçek verir ve ona biz birbirimizden her ne kadar uzak olsak da birbirimize vefalı olduğumuz sürece bu çiçekler solmayacak, ama birimiz diğerine ihanet ederse, ihanete uğrayanın çiçeği solacak, der. 4 G. DEVLER G.210 Cadı Karının Görünüşü Üç arkadaş, tüccar arkadaşlarının eşini kendilerine getirmesi için kötü karının yardımını ister. 4 H. İMTİHANLAR 1140011459- Namus İmtihanları İffetli kadın, kocasının üç arkadaşının entrikalarına rağmen namusunu korudu ve kocasına sadık kaldı. 4 H 11.1. Baştan geçeni hikaye etme. Küçük kız başından geçeni ablasına anlatır. 2 (T) H 122. Mühürle tanıma Tüccar adamın karısı, kocasının üç hain arkadaşlarının alın ve kıçlarına bastığı köpek pençesi mührünü sultana söyler ve onları deşifre eder. 4 11.1301. Güzel Kadınları Araştırma Tüccar adam, oğlunu evlendirmek için iffetli ve güzel bir kız arar.4 J. AKILLILAR VE APTALLAR J 1115.11. İmam (Hoca) Akıllı ve hikmetli hoca, çocuğu her üç sorusuna cevap verir. 6 K. ALDATMA K 15001599- Zina ile İlgili Aldatmalar Kadın, kocasına ihanet ederek başka bir erkekle birlikte kalır. 10 L Kaderin Ters Düşmesi L 11. Talihli En Küçük Çocuk Küçük kız kardeş, tatlı dilli olduğundan vahşi hayvan ona “Git Allah sana senin bana söylediklerin gibi güzel huylar versin, konuşurken de ağzından altın ve gümüş çıksın” şeklinde dua eder. 2 Hile ile kıyafet değiştirme Tüccarın karısı, erkek kıyafetini giyerek sultanın karşısına çıkar. 4 M. GELECEĞİN TAYİNİ M 130.Evlilikle İlgili Yeminler Adam, karısından dağa yemin etmesini ister. 10 400 Beddualar Vahşi hayvan kıza beddua eder. 2 401 Bedduaların yerine gelmesi Vahşi hayvanın kıza yaptığı beddua tutar. N. ŞANS VE TALİH N 205 Şanslı Kız Küçük kız, kaderine razı olup tatlı dilli olduğu için vahşi hayvanın duası sayesinde Allah onu mükâfatlandırır. 2 N 815 Yardımcı Peri Yedi çocuk babası olan adamın karşısına göl hurisi çıkar. 1 P CEMİYET P 10 Krallar Memleketin sultanı Sabiîdir. 5 Sultan, halkını meydana toplar. 4 P 40. Padişahın kızları Sultanın kızı Müslüman adamı kurtarır. 5 (T) P43. Hoca Çocuk, 3 soru sormak için kendisine bir din hocasının getirmesini ister. 6 P 150. Zengin Adamlar Zengin tüccar oğlunu evlendirmek için iffetli ve güzel bir kız arar. 4 Zengin bir aile çocuklarının daha iyi seviyede eğitim görebilmesi için onu başka bir memlekete gönderir. 6 Bağdat’ta tüccarın birinin bir papağanı vardı. P 231 Anne ve Oğulları Bir karı kocanın dört erkek çocuğu var. 3 P 233 Baba ve Oğlu Fakir adamın yedi çocuğu var. 1 Bir karı kocanın dört çocuğu var. 3 Tüccarın biri tek bir oğlu var. 4 Adamın biri kırk oğlu var. 5 Adamın biri, bir oğlu var. 12 P 250 Erkek ve Kız Kardeşler İki kız kardeş çamurlu bir evde yaşarlar. 2 Bir karı kocanın dört erkek çocukları var. 3 Kırk kardeş babaları ile birlikte bir dere kenarında yaşarlar. P 251. Altı veya Yedi Erkek Kardeş Fakir adamın yedi çocuğu var. 1 Müslüman adamın 40 çocuğu var. 5 P252 Kız Kardeşler İki kız kardeş çamurlu bir evde yaşarlar. 2 P 299 Arkadaşlar İffetli kadının kocası üç arkadaşı ile birlikte ticaret için yola çıkar. 4 İki arkadaş kırda birlikte yürürler. 7 P 414 Avcılık P 431 Tüccar Tüccar adamın tek oğlu var. 4 Tüccar adam karısına çiçek verir. 4 Avcı adam, oğluna avcılığı öğretir. 8 P710 Milletler Memleketin sultanı Sabiîdir.5 Q.MÜKÂFATLAR VE CEZALAR Q02. İyiler ve Kötüler Küçük kız kardeşin iyi olmasına karşın ablası çok kötüdür. 2 Karı kocanın dört çocuğu çok sorumsuzdur.3 İffetli karının kocası üç kötü arkadaşı var. 4 Q10. Mükâfatlandırılmış İşler Yedi çocuk annesi kadı ve huri gün boyunca göl başında ağladıkları için ertesi gün bir beyaz nur iner ve her ikisinin muradını verir. 1 Küçük kız iyi olduğu için vahşi hayvan aracılığı ile Allah onu mükâfatlandırır. 2 Müslüman adam, iyi niyetli olduğu için Allah ona tekrar kırk erkek çocuk verir. 5 Q 114 Hediye Vererek Mükâfatlandırma Küçük kız tatlı dilli olduğu için vahşi hayvan onu mükâfatlandırır.2 Q211 Öldürerek Cezalandırma Sultan üç hain arkadaşı iki deli katıra bağlar ve onları bir güzel cezalanır. 4 Q 302. Kıskançlık Cezalandırır. Abla, kız kardeşini kıskanır. 2 Üç arkadaş, tüccar arkadaşlarını kıskanırlar. 4 Q416. Atların kuyruğuna bağlayarak cezalandırma Sultan, üç hain arkadaşı iki deli katıra bağlar ve onları cezalandırır. 4 R. ESİRLER VE KAÇAKLAR 7 (T) Odaya Hapsetme Sabiî sultan Müslüman adamı hapseder. 5 R 110. Esirlikten Kurtarma Sabiî sultanın kızı, babasının hapsettiği Müslüman adamı zindandan kurtarır. 5 S. ANORMAL ZULÜMLER S 400499- Zalim İşkenceler Sabiî sultanın emri üzerine korumalar Müslüman adama işkence yapmaya başlarlar. 5 S.25.4. Zalim Abla Kıskanç abla, kız kardeşini kıskanır. 2 T.CİNSİYET T 100. Evlilik Tüccar adamın oğlu iffetli ve güzel bir kızla evlenir. 4 Müslüman baba, Sultanın kızı yanı sıra 39 cariyesi ile evlenir. 5 Adamın biri çok güzel bir kızla evlenir. 10 T 130. Evlenme Adetleri Tüccar adam oğlunu iffetli, namuslu ve helal süt emmiş bir kızla evlendirir. 4 Müslüman adam sultanın kızı dâhil 40 kızla evlenir. 5 T145. Birden Fazla Kadınla Evlenme Müslüman adam birden 40 kızla evlenir. 5 T210.1 Sadık Kadın İffetli kadın, eşine vefalı ve sadık kalır. 4 T210.2. Sadık Koca Tüccar adam evlendiği iffetli kıza karşı vefalı ve sadık kalır. 4 T230. Evlilikte Sadakatsizlik T254 Sadakatsiz Kadın Vefasız karı kocasına ihanet eder. 10 U HAYATIN TABİATI U60. Zenginlik ve Yoksulluk Yedi çocuk babası olan adamın birisi çocuklarına yiyecek bulmak için göle gidip balık tutmak ister. 1 İki yoksul kız kardeş çamurdan yapılmış bir evde otururlar. 2 Zengin bir aile çocuklarının daha iyi seviyede eğitim görebilmesi için onu başka bir memlekete gönderir. 6 U 110. Aldatmanın Ortaya Çıkması Koca, karısı başka bir adamla kendisini aldattığını öğrenir.10 8 V.DİN V50 Dua Yedi çocuk annesi huri ile sabaha kadar ağlar dua ederler. 1 Vahşi hayvan küçük kız için hayırlı dua eder. 2 (T) V 207 İmam (Hoca) Eğitim gördükten sonra memleketine dönen zengin aile çocuğu üç soru sormak için kendisine bir hocanın getirilmesini ister. 6 V 300 Dinî İnanç Hoca, Allah’ olan inancı çocuğa öğrenek vererek gösterdi. 6 (T)V390. Kader İnancı Kırk çocuk babası çocuklarını kaybedince kadere olan inancını yitirmez. 5 W. KARAKTER ÖZELLİKLERİ W26. Tahammül/Sabır Küçük kız kardeş çok sabırlı bir insandır. 2 Kırk çocuğunu birden kaybeden baba sabreder.5 W28 Fedakârlık Arkadaş boğulmak üzere olan arkadaşını kurtarır. 7 W33. Kahramanlık Müslüman adam, kahramanlık yapıp odasına atılan yılanı etkisiz hale getirir. 5 Arkadaş kahramanlık yapı arkadaşını boğulmak üzereyken kurtarır. 7 W 34. Bağlılık iffetli karı, kocasın bağlıdır. 4 W45 Şeref İffetli kadın, kocasının gıyabında şerefini korur. 4 Adam, şerefini ihanet eden karısından yemin etmesini ister. 10 W111 Tembellik Dört kardeş sorumsuz ve tembeldirler. 3 W157 Namussuzluk Kadın namussuzluk yapı kocasına ihanet eder. 10 W 181. Kıskançlık Abla, kardeşini kıskanır. 2 X.MİZAH Masal metinlerinde bulunmamıştır. Z.ÇEŞİTLİ MOTİF GRUPLARI Z71 Formülistik Sayı 7 çocuk. 1 2 kız kardeş. 2 4 çocuk. 3 3 arkadaş. 4 40 çocuk 5 İki yolcu 5 39 cariye 5 40 kadın 5 3 soru 6 2 arkadaş 7 1 oğlan 8 1 papağan 9 MASAL METİNLERİ 1 Göl Hurisi Yedi çocuk sahibi olan adamın biri çocuklarına yiyecek bulmak için evlerine yakın olan göle gidip balık tutmak ister. Gölün başında saatlerce beklemesine rağmen hiçbir şey tutamaz. Eve dönmek için gölün kenarında gözünde yaş dolu, düşünceli ve efkârlı yürüyerek yüksek sesle Cenab-ı Allah’a yalvarırken aniden karşısına gölden bir huri çıkıverir. Huri adama “Ben bu gölün hurisiyim, ayrıca yedi denize de hâkimiz; ancak sadece bir çocuğum var, o da çok hastadır. Ölmek üzeredir bir insanoğlunun kalbine ihtiyacı var; yedi çocuğundan birinin kalbini bana verirsen, ben sana dilediğin kadar para ve mülk vereceğim.”der ve aniden kaybolur. Adam evine eli boş döner ve karısına başından geçenleri ve kendisine söylenen teklifi anlattıktan sonra ondan yedi çocuğu arasından birini seçmesini ister. Karısı gece sabaha kadar gözlerinin önünde uyuyan çocuklarına düşünceli düşünceli bakar ve aralarında bir seçim yapmak istediyse de hiçi birinden vazgeçmeye gönlü yanaşmaz. Ertesi gün güneş doğar doğmaz gölün başına gider ve yüksek sesle ağlar, sızlar ve Allah’a dua ve şikâyet eder. Kadının ağlamasını, yalvarmasını yakarmasını duyan Huri hemen karşısına çıkıverir ve neden ağladığını sorar. Bunun üzerinde bir Hurinin kocasına yaptığı teklifi anlatır. Huri de kadına kendisini tanıtır ve kalp hastası olan ve sadece insanoğlunun kalbinin nakli ile şifası olacak çocuğunu ağlayarak, sızlayarak anlatır. Kadın, Huriye: “Her yedi çocuğu da kendisi için çok değerlidir ve hiç birinden vazgeçemeyeceğini” söyler. Böylece hem kadın hem de Huri bir gün boyunca gölün başında ağlarlar. Ertesi gün gökten beyaz bir nur iner ve Huri anneye “Allah’ın merhameti hasta çocuğuna şifa verdi ve artik insanoğlunun kalbine ihtiyacı yoktur” söyledikten sonra yoksul kadına “Cenab-ı Allah size bol rızık verdi, zengin olacaksınız ve hiçbir çocuğunun kalbini kurban veremeyeceksiniz” der. 2 İki Kız Kardeş Çok küçük ve çamurdan bir evde iki kız kardeş yalnız yaşarlar. Bunlar geçimlerini koyunların yününü temizleyip satmakla sağlarlar. Büyük kız çok sorumsuz, sivri dilli, işini iyi yapmayan terbiyesizin tekidir. Küçük kardeş ise titiz, sorumlu ve tatlı dilli bir kızdır; gece sabaha kadar işini en güzel şekilde yapar ve sabahın erken saatinde yününü satmaya gider. Yünün parası ile hem ablasına hem de kendisine yiyecek alır. Bir gün yününü satmaya giden küçük kız, dükkân sahibinden “Bu gün yüne ihtiyacımız yok, birkaç gün sonra bana getir.” cevabını alınca çok üzülür ve hiçbir yiyecek alamadan evin yolunu tutar. Yolda çok iri cüsseli bir vahşi hayvan görür. Vahşi hayvan kıza bakar ve ona “Benim kim olduğumu bilir misin?” diye sorar kız da ona ; “Evet, sen güçlüsün, cesursun, cömertsin, güzelsin…” der. Vahşi hayvan kızın söylediklerini duyunca gülümser ve “Git Allah sana senin bana söylediklerin gibi güzel huylar versin, konuşurken de ağzından altın ve gümüş çıksın” der. Eve dönen kız ablasına olup bitenleri anlatırken ağzında altın ve gümüş çıkar. Bunu gören ablası kıskanır ve o vahşi hayvanın nerede olduğunu kendisine göstermesini ister. Küçük kız da ablasına hayvanının bulunduğu yeri tarif eder. Hayvanın yanına giden abla kardeşinin tarif ettiği yerde bulamaz. Bunun üzerinde 9 sinirlenir ve eve geri dönerken karşısında çok çirkin bir hayvan çıkıverir. Çirkin hayvan kıza “Benim kim olduğumu bilir misin?” diye sorar. Kız da sinirli bir şekilde “Çekil yolumdan çirkin hayvan, pis kokundan nefes alamıyorum, çehren de beni korkutuyor, çekil” der. Bunu duyan vahşi hayvan “Git Allah lanet eylesin, ağzından hep kötü kokular çıksın, dilin lal olsun.” der. Abla yoluna davam eder ve eve döner. Kız kardeşine olup bitenleri sinirli bir şekilde anlatırken ağzında çok pis kokular çıkar ve lal olur. Bunun üzerine kardeşi ona “Abla sana hep söylüyordum, insanlarla konuşurken dilin tatlı olsun, onları incitme, rencide etme; dilin tatlı yüzün güler olsun. Ama dinletmedim. Allah da sana cezanı verdi.” 3 Sorumsuz Çocuklar Bir karı kocanın dört erkek çocuğu vardı. Bu çocuklar, çok tembel olup hiçbir şekilde baba ve annelerine yardım etmezler ve her şeyin kendilerine hazır gelmesini isterlerdi. Bu çocukların bir süre sonra babaları, daha sonra anneleri vefat etti. Hiçbir işi yapmaya yanaşmayan ve yapmak istemeyen dört kardeş babalarından kalan mirası birkaç günde yediler ve bitirdiler. Paraları kalmayınca annelerinin akrabaların yanına gitmeye karar verdiler. Annelerinin akrabaları yanına giden dört sorumsuz kardeş orada hiç bir şey yapmadan aylarca kaldılar. Akrabaları bunun üzerine onları kovdu. Dört kardeş kendi aralarında konuşur ve iş bulmak ve meslek öğrenmek için her biri bir memlekete gitmeye karar verir. Daha sonra akrabalarının yanına dönüp buluşmaya karar verirler. Aradan 3 sene geçtikten sonra dört kardeş bir araya gelirler. Büyük kardeş: Ben kemik parçalarının üstüne et koymayı öğrendim. İkinci kardeş: Ben söylediğin etli kemiğin üzerine deri, yün ve saç koymayı öğrendim. Üçüncü kardeş: Ben o söylediğiniz parçayı bir hayvan şekline dönüştürmeyi öğrendim. Dördünü kardeş: Ben o hayvanı üfleyip ruh 10 getirtebilirim. Kardeşler hadi o zaman bir vahşi hayvan yapıp, insanları korkutalım ve hiçbir şey yapmadan para kazanalım, derler. Bunun üzerine dört kardeş hep beraber ormana giderler. Ormanda bir yaşlı aslanın kemik parçasını bulurlar. Her kardeş kendi bildiklerini kemiğe yapar. Dördüncü kardeş de hayvan üfleyip ruh getirir. Canlanan yaşlı aslan açlıktan yanındaki dört kardeşi birden yer bitirir. 4 İffetli Kadın Eski zamanlarda bir tüccar adamın tek bir oğlu vardı. Tüccar ve oğlu ticaret yapmak için sürekli diyar diyar dolaşıyordu. Gel zaman git zaman oğlanın evlenme vakti geldi ve ona iffetli, namuslu helal süt emmiş bir aile kızı aramaya başladılar Sonunda oğlana iyi bir aile kızı bulundu. Oğlanla kız birlerine vefalı olma hususunda söz verdiler. Daha sonra oğlan ticarete gittiği bir ülkeden iki tane nadir bulunan ve oldukça güzel olan çiçek getirdi. Bu çiçeklerden birini karısına verdi ve biri de kendisinde kaldı. Oğlan karısına; ‘’Bu çiçekler aşkımızın ve evliliğimizin sembolü olacak, biz birbirimizden her ne kadar uzak olsak da birbirimize vefalı olduğumuz sürece bu çiçekler solmayacak ama birimiz diğerine ihanet ederse, ihanete uğrayanın çiçeği solacak’’ dedi. Genç damat üç arkadaşı ile birlikte ticaret için yola çıktı. Arkadaşlar sürekli solmayan bu çiçeğin hikmetini kendisine sormalarına rağmen onlara hiç cevap vermedi. Bu durumu çok merak eden üç arkadaş genç adama içki içirdiler ve sarhoş ettiler. Sarhoş olduktan sonra onlara çiçeğin hikâyesini ve ne anlama geldiğini anlattı. Bunu kıskanan üç arkadaş bir oyun oynamak istediler ve hemen genç adamın karısının olduğu şehre döndüler. Orada kötü bir kadın ile tanışırlar ve bu ticaret yapan gencin karısını kendilerine getirmesi konusunda yardım isterler. Kötü kadın bunun üzerine diğer kadını kandırmak için falcılık yapmak bahanesiyle evine girer, ona yalnızlıktan ve kocasının yokluğundan bahseder. Kötü karı, kadını yoldan çıkarmak için uğraşır. Bunu fark eden zeki kadın kötü karıya “Ben sarayımdan çıkamam, çünkü hizmetçi ve bekçilerimiz var.” der. Kötü karı “ O zaman seni eğlendirecek adamı ben saraya kadar getireceğim” der. Kötü karı, ertesi gün adamı getireceğini söyler. Ertesi gün iffetli kadın hizmetçisinden kendi yerine geçmesini ve uyku ilacı ile köpek pençesi mührünü yanında bulundurmasını ister. Akşam saatinde kötü karı ilk adamı getirir. Hizmetçi yüzünü çarşafla örtüp kadının rolünü oynayarak adamı karşılar. Hanımının rolünü oynayan hizmetçi kadın adama içinde uyku ilacı olan bir bardak meyve suyu içirir. Bunun üzerine adam uyur. Bu esnada adamın elbisesini soyarlar ve adamın alnına ve kıçına köpek pençesi mührünü bastıktan sonra saraydan dışarı atarlar. Ertesi gün sabah adam kendine gelir ve başına gelenleri hatırlamaya çalışır. Arkadaşlarının yanına dönen adam kendisiyle dalga geçmemeleri için başından geçenleri onlara anlatamaz; geceyi kadınla geçirdikten sonra saraydan çıktığında hırsızlar tarafından soyulduğunu söyler. Bu sefer sırası ile diğer iki arkadaş da kadının evine giderler ve aynı şeyler onlarında başına gelir. Ancak yine de bu durumu birbirlerine anlatamazlar ve herkes sırırını saklar. Ancak kadın, bu üç adamın kocasının arkadaşları olduklarını ve solmayan çiçeğin hikâyesini bildiklerini öğrenince korkar ve telaşa kapılır ve bunların eşini öldürmelerinden endişe eder. Daha sonra erkek kıyafeti giyip yanında cariyesini alarak üç adamın peşine düşer ve kocasının yanına gider. Kocasının olduğu memlekete ulaşan erkek kıyafetli kadın, buranın sultanından üç kişinin kendisini soyduktan sonra kaçtıklarını ve onları bulmak istediğini kendisine yardımcı olmak için halkını toplatmasını ister. Sultan bunun üzerine halkını meydanda toplar. Erkek kılığındaki kadın meydanda bu üç adamı bulur. Ancak bunlar olanları inkâr ederler ve onu tanımadıklarını söylerler. Erkek kıyafetli kadın sultana hizmetçilerinin alınlarında ve kıçlarında köpek pençesi mührünün bulunduğunu söyler. Bu arada kadının kocası halk arasında olup bitenleri seyrediyordur. Sultan üç adamı yanına çağırır. Kadın da olup bitenleri herkesin önünde anlatır. Kadın bunları anlatırken kocası da olup bitenleri dinliyordur, ve koca üç arkadaşının ihanetini ve karısının vefalığını ve gıyabında namusunu koruduğunu öğrenir. Bunun üzerine herkesin önünde karısını kucaklar ve her ikisi de memlekete dönerler. Sultan da üç hain arkadaşı iki deli katıra bağlar ve onları cezalandırır… 5 Baba ve Kırk Evladı Adamın birinin kırk erkek çocuğu vardı. Bu kırk çocuk babaları ile birlikte bir dere kenarında yaşarlardı. Baba dâhil her birinin kendi başına bir evi vardı. Babanın evi derenin en başındaydı. Diğer çocukların evleri ise babalarının evi yanından sırasıyla aşağı doğru sıralanırdı. Günlerden bir gün derenin kenarından geçen iki yolcu babanın evine misafir olurlar. Baba misafirleri ile evinde otururken çocuklar sırasıyla eve girer ve selam verirler. Bu kırk erkek çocuğu gören misafirler hayrete düşer ve babaya “Bu kırk çocuk senin çocukların mı?” diye sorarlar. Baba da “Evet, hepsi benim oğullarımdır.”der. Misafirler geceyi babanın evinde geçirdikten sonra ertesi gün içlerinden babayı acayip bir şekilde kıskanarak evden ayrılırlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra çocukların biri babasına gelir ve baba “Baba çok acayip bir rüya gördüm.” der. Baba “Oğlum ne gördün hele anlat bakalım.” der. Oğlan “Baba çocuklarını tek tek derenin yukarısına doğru taşıyan bir fare gördüm. Bu gördüklerimi ağabeyime anlattım. Ağabeyim de bana bunun yakında bir tufan olacağının işaretidir, dedi” der. Baba oğlunun dediklerine gülümseyerek “Oğlum boş ver bir şey olmaz.” der. Aradan üç gün geçtikten sonra gece herkes uyurken dereden acayip bir sel gelir ve bütün evleri alıp götürür. Sadece derenin başında yani tepesinde olmasından ötürü su babanın evini götürmez. Baba çocuklarının evlerini tek tek sele kapıldığını görünce, dili tutularak gözyaşları içerisinde yavaş yavaş evinden çıkar ve derenin başındaki uçuruma doğru tırmanır. Tepenin başına 11 ulaşan baba, kırk çocuğunun tek tek suda boğulduklarını görür ve derenin suyunun her şeyi götürdüğüne şahit olur. Baba çok imanlı bir insan olduğundan ötürü, Cenab-ı Allah benim sabrımı denemek istiyor, der ve metanetli olmaya çalışır. Baba daha sonra tek başına yola çıkar ve uzun bir mesafeden sonra nehrin kenarında bir memlekete varır. Bu memleketin sultanı Sabiîdir. Sabiî sultan memleketine bir Müslüman’ın geldiği haberini duyunca onun getirilmesini ve kendi dinine mensup olmayanların işkence yapılacağı yere götürülmesini emreder. Korumalar sultanın emri üzerine Müslüman babaya işkence etmeye başlarlar. Sultan da Müslüman babayı yemesi için işkence odasına bir büyük yılan getirtir. Büyük yılanı gören Müslüman baba, kötülüğünden kurtulmak için Allah’a, peygambere ve 12 imama dua etmeye başlar, daha sonra üzerindeki gömleği çıkarır ve yılanın ağzında soktuktan sonra üzerine çullanır ve onu öldürür. Sabiî sultanın çok güzel bir kızı vardır. Müslüman adamın yılana yaptığını görür ve onunla kapının arkasından konuşmaya başlar. Kız “Ben senin yaptıklarını gördüm, babam bunu öğrenirse seni öldürür. Ancak bir şartla seni kurtarabilirim” der. Adam “Şartın ne?”. Kız “Dua ettiğin 12 imam nerede ise beni onlara götür. Çünkü ben onların kerametlerini ve babamın zulmünden seni nasıl kurtardıklarını gördüm.” der. Adam kızın şartını kabul eder. Sultanın kızı gece 39 cariyesinin yardımı ile adamı işkence odasından çıkarır ve kendi odasında saklar. Sultanın kızı daha sonra cariyelerine “Hazırlanın buradan kaçacağız, bu esnada sizi gören olursa biz sultanın kızı ile nehirde gezmeye gideceğiz deyin” der. Müslüman baba, sultan kızı ve cariyeleri imamların yatırlarına götürür. Yatırları ziyaret ettikten sonra sultanın kızı cariyeleri ile birlikte İslam dinine girer ve kendisi dâhil her cariyeye bir ev alır ve yerleşirler. Baba artık buralardan gitmek istediğini sultanın kızına söyler. Sultanın kızı da ona “Hayır hiçbir yere gitmiyorsun, sen bizim kurtulmamıza sebep oldun, burada bizimle evlen, hep beraber yaşayalım” der. Müslüman adam bu teklifi kabul eder ve her gece bir cariyenin 12 yanında kalır. Dokuz ay sonra her bir cariye bir erkek çocuğu doğurur. Böylece Allah Müslüman adama tekrar kırk erkek çocuğu verir. 6 Çocuk ve Hoca Zengin bir aile çocuklarının daha iyi seviyede eğitim görebilmesi için onu başka bir memlekete gönderir. Gönderildiği memlekette bir süre eğitim gördükten sonra çocuk köyüne döner. Çocuk “Kendisine üç soru sormam için bana bir din hocasını getirin” der. Din hocasını gören çocuk ona “Sen kimsin?” diye sorar. Din hocası “Ben Allah’ın bir kuluyum” der. Çocuk “Peki, benim sana soracağım üç soruya cevap verebilir misin?” diye sorar. Hoca: Allah’ın izniyle cevap vereceğim. Çocuk: Emin misin? Çünkü senden önce birçok âlim ve doktor bu üç soruma cevap veremediler. Hoca: Allah’ın izniyle sana cevap vermeye çalışacağım. Çocuk: Pekâlâ, ilk sorum şudur: Gerçekten Allah mevcut mudur? Eğer mevcutsa bana göster. İkinci sorum ise, Kaza ve kader nedir?, üçüncü sorum da Eğer ki şeytan ateşten yaratılmışsa, Allah daha sonra onu neden tekrar ateşe atacaktır? Hoca çocuğun sorularını dinledikten sonra çocuğun yüzüne hemen bir tokat atar. Çocuk acılar içinde “Neden beni tokatladın? Neden bana sinirlendin?” Hoca: Ben sinirlenmedim, ancak tokat senin her üç soruna cevaptır. Çocuk: Ama ben bir şey anlayamadım. Hoca: Sana tokadı attıktan sonra neyi hissettin? Çocuk: Tabi ki acı hissettim. Hoca: Bu acının mevcut olduğunu sanıyor musun? Hoca: Şeklini bana göster. Çocuk: Gösteremem. Hoca: O zaman ilk cevabım bu sayılır. Hepimiz Allah’ın varlığını hissederiz ama onu göremeyiz. Hoca. Peki, yarın seni tokatlayacağımı rüyanda gördün mü? Çocuk: Hayır. Hoca: Peki, seni tokatlayacağımı hiç aklına geldi mi? Çocuk: Hayır. Hoca: O zaman kaza ve kadar budur. Hoca: Sana tokat atan elim neden yaratıldı? Çocuk: Balçıktan Hoca: Peki, yüzün neden yaratıldı? Çocuk: Balçıktan Hoca: Seni tokatladıktan sonra ney hissettin? Çocuk: Acı hissettim. Hoca: Tamamen öyledir. Şeytan ateşten yaratılmış olmasına rağmen, Allah onu ateşe attıktan sonra onun yine de acıyan yeri olacaktır. 7 İki Arkadaş Günlerden bir gün iki arkadaş kırda birlikte yürürken bir konudan bahsederler ve konuyu tartışırken bir birlerine iyice sinirlenirler. Bunun üzerine biri diğerine bir tokat atar. Tokadı yiyen arkadaş yakındaki kumların üzerinde “Şu tarihte, falan arkadaş bana bir tokat attı.” şeklinde bir not yazar. Tokat olayından kısa bir süre sonra iki arkadaş yine kırda yollarına devam ederler. Önlerinde bir göl çıkınca ikisi de kendilerini göre atar ve yüzmeye başlarlar. Daha önce tokadı yiyen arkadaş boğulmak üzereyken arkadaşı onu kurtarır. Boğulmak üzere olan arkadaş Sudan çıktıktan sonra bir kayanın üzerine “Şu tarihte, falan arkadaş beni boğulmaktan kurtardı” şeklinde bir not yazar. Diğer arkadaş ona “Sana tokat attığımda neden olayı kumların üzerine, hayatını kurtardığımda ise neden kayanın üzerinde yazdın?” diye sorar. Diğer arkadaş: “Tokat olayını kumların üzerine yazdım ki, rüzgar esince unutulsun, kurtarma olayını ise dostluğumuz daim kalsın diye kayanın üzerinde yazdım” der. 8 Avcı Adam Eski zamanlarda adamın birinin bir oğlu vardı. Adam oğlunu sürekli ormana götürür ve av hayvanlarının nasıl avlanacağını ona öğretirdi. Bir süre sonra oğlan büyüdü ve bir delikanlı oldu. Babası oğluna artık kendi başına ava gidebileceğini ve kendisine güvenmesi gerektiğini söyledi. Bir gün delikanlı yanına yiyecek bir şeyle alarak tek başına ava gitti. Ormanda yürürken, etrafta boş boş dolaşan aç bir yaşlı tilki gördü. Delikanlı kendi kendine bu hayvanın nasıl yiyecek temin edeceği falan düşünmeye başladı, bu arada biraz ilerden garip sesler duydu ve hemen bir kayanın arkasında saklandı. Sesin geldiği tarafa doğru baktığında aslanın bir hayvanı yediğini gördü. Bir sure aslanı kayanın arkasından seyretti. Aslan yiyip doyduktan sonra bir ağacın altına gitti ve yattı. Bu esnada yaşlı tilki leşin başına geldi aslanın artığını yemeye başladı. Bunu gören delikanlı, kendi kendine tilki nasıl çalışmadan yiyecek bir şeyler buldu, ben neden yiyecek bir şeyler için kendimi yorayım ve ailemden uzakta olayım!!! dedi ve avı bırakıp eve geri döndü. Delikanlı neden av yapmadan eve döndüğünü babasına anlattı. Babası da ona “Ben senin aslanların artığıyla beslenen bir tilki değil, artığınla tilkilerin besleneceği bir aslan olmanı isterdim” dedi. Bunun üzerine delikanlı genç, utanır ve kendi başına avlanmak için tekrar ormana gider. 9 Papağan Bağdat’ta tüccarın birinin bir papağanı vardı. Bu papağan insan gibi konuşabilirdi. Bir gün tüccar adam papağanların anavatanı sayılan Sudan’a ticarete gitmek istedi. Papağan “Tüccar baba, oradaki arkadaşlarıma, benim demir kafeste olduğumu ve uçamadığımı anlatır mısın?” tüccar adam Sudan’a gidince papağanının dediklerini oradaki papağanlara anlatır. Papağanlar da hemen uçup yere düştüler ve öldüler. Tüccar adam Bağdat’a dönünce papağanına olup bitenleri anlatır. Bunun üzerine papağan kanatlarını kafese çarparak kendisini öldürür. Tüccar adam da kafesi açar ve onu atar. Papağan atılınca uçmaya başlar ve “Tüccar baba, Sudan’daki arkadaşlarım ölmediler, onlar bana nasıl kaçacağımı öğrettiler” der. 13 10 Kadınların Entrikaları Günlerden bir gün adamın biri, çok güzel bir kızla evlenir. Karısına güvenmediği için evden çıktığında evin bütün kapılarını kilitle kitler. Bir gün adam evine döner ve dinlenmek ister. Çok meraklı olan karı evin kapısına çıkar ve orada çok yakışlıklı bir genç görür. Her gün aynı şeyi yapan kadın, kocasına fark ettirmeden yakışıklı delikanlıyı evine alır. Böylece her gün kocası evden çıkınca kadın yakışıklı delikanlıyı eve alır ve onunla birlikte olur. Bir gün komşulardan biri bunu görür ve kocaya anlatır. Koca duyduklarına inanmaz ve o zamanda çok yüce bir dağ vardır. O dağa yemin edilirdi. Kim ki yalanla bu dağa yemin ederse hemen öleceğine inanılırdı. Koca eve döner ve kendisinden başka hiçbir erkekle birlikte olmadığına dair bu dağa yemin etmesini ister. Kadın da dağdan korktuğu için ne yapacağını bilemez ve hemen eşine “Tamam yarın bir araba kiralayıp beraber dağın üstüne çıkalım. Orada sana yemin edeceğim.” der. Koca evinden çıkar çıkmaz kadın dışarı çıkar ve delikanlıya yarın evlerinin önünde bir araba getirip arabacılık yapmasını ister. Ertesi gün koca bir araba ararken yakışıklı delikanlı evlerinin önüne arabacı kılığında gelir. Böylece karı, koca yakışıklının arabasına biner ve dağın üstüne çıkarlar. Dağ karşına geldiklerinde kadın arabadan inince kendisini arabadan düşürür ve bacaklarını çıkarır. Kocası hadi yemin et. Kadın da “Bu dağa yemin olsun ki benim vücudumu senden ve arabacı adamdan başkasını kimse görmedi” der. Adam karısının hilebazlığını ve entrikasını anlar. Bu arada dağ hemen o anda çöküverir ve yerle düz olur. Adam buna hayretle bakar ve “Dağ bile kadınların hilebazlığına ve entrikalarına dayanamadı” der. SONUÇ Bu çalışmada sözlü geleneği süsleyen; zamana, teknolojiye ve zor şartlara karşı direnen Hanekin masalları bilimsel 14 metotlarla çerçevesinde motif açısından incelenmiştir. Çalışmada yer alan on masal metnin biri (9) hayvan masalıyken dokuzu asıl halk masallarıdır. Bazı masalların kahramanları erkekken bazıları kızdır. Tüm Türk dünyasının masalları gibi Hanekin masallarının dünyası da çok geniştir. Masal olaylarının geçtiği yerler belli değildir. Sadece 9 numaralı masal Sudan ülkesi adı geçmektedir. Diğer masallara bakıldığında herhangi bir yerin veya memleketin ismi geçmemektedir. Masallarda çoğunda sonunda kötüler cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir. Bununla birlikte masala dinleyenine bir ibret kazandırılır. Örneğin 12 numaralı masalda, baba, oğluna nasıl kendisine itimat edeceğini öğretmeye çalışmaktadır. Masallarda yer alan topluluk bir kesime sınırlı değildir. 5 numaralı masal da yer alan Sabiî topluluğunun ismi haricinde diğer masal metninde herhangi bir dinin veya etnik grubunun adı geçmemektedir. Hanekin Türkmenlerinden derlenen on masal metni ile ilgili bir karşılaştırma çalışması yapılırsa, bu masalların benzerleri Türk dünyasında rahatlıkla bulunabilinecektir. Bu da Türk kültür birliği ve varlığının göstergesidir. Masallarda yer alan tipler incelenirse, bu tipler genellikle iyi ve kötü tipler olmak üzere ikiye ayrılır. Masalın sonunda iyiler hep kazanır, kötüler ise yenilir ve cezalandırılır. Yukarıda da bahsi edildiği gibi, 9 numaralı masal haricinde masal kahramanlarının hepsi insandır. Hacim açısından kısa olan Hanekin masallarının formel unsurları bakımından, daha önce yapılan masal çalışmalarındaki formel unsurlara nispetle zayıfladığı görülmüştür. Masallar tamamı giriş ve sonuç kısımlarında kalıp ifadelerden yoksundurlar. 4 ve 5 numaralı masallar haricinde diğer sekiz masal motif açısından fakir oldukları görülmüştür. Motif İndex’te bulunmayan sekiz yeni motif tespit edilmiştir.. Masalı anlatan kaynak kişilerin senelerdir masal anlatmadıklarını bize söylemişlerdir. Bunun gerekçesi de gelişen teknolojiden ötürü insanların artık masal dinlemeye ihtiyaç duymadıklarını göstermişlerdir. Hanekin Masalları ses kayıt cihazıyla dinlenerek dikte edilmiştir. Ancak çalışma hacmini büyütmemek için sadece Türkiye Türkçesi ile verilmesi uygun görülmüştür. Hanekin masallarında ele alınan konular ve yer alan tip ve motifleri ele alacak olursak, bu masalların genel Türk masalları içinde önemli bir yerinin olduğunu görürüz. Türk insanının yaşayışı ve tarihiyle bağlantısı, bu masallara yansımıştır. Çalışmada olağanüstü masallara yer verildiği gibi gerçekçi masallara da yer verilmiştir. Masallarda kadın ve aile yaşamı önemli ölçüde ele alınmıştır. Kadınlar, genç kızlar, genellikle evlerine ve ailelerine bağlı birer Türk kadını olarak tasvir edilmişlerdir. Hanekin dâhil diğer yörelerde de masal geleneğinin gittikçe ortadan kaybolmaya yüz çevirmekte olduğu acı bir gerçektir. Masallar, sadece halk edebiyatının bir türü değiller, aynı zamanda halk kültürü yanı sıra toplumun gelenek-göreneklerini nesillere aktarmaktadırlar. Dolayısıyla bu önemli kültür hazinemizi yok olmaktan kurtarıp yazıya geçirmemiz gerekir. . SAKAOĞLU, Saim, Anadolu Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Katalogu, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1980. SAKAOĞLU, Saim, Gümüşhane ve Bayburt Masalları, Akçağ Yay. Ankara 2002 KAYNAK KİŞİLER Adil Adnan Ethem, 1969, Lise mezunu memur, Anlattığı masal numarası: 1, 2, 3. Masal Hayriye İbrahim Murat, 1958 Hanekin doğumlu, ev hanımı, Anlattığı masal numarası: 4,5 Murtaza Ali Hurşit, 1952 Hanekin doğumlu, Manav, Anlattığı masal numarası: 6 Şefik Ali Kadir, 1970 Hanekin doğumlu, Şoför, Anlattığı masal numarası:7,8 İzzettin Abbas, 1949 Hanekin doğumlu, emekli öğretmen, Anlattığı masal numarası:9 Şükriye Ali Hüseyin, 1944 Hanekin doğumlu, Anlattığı masal numarası:10 1. Bağdat Üniversitesi Diller Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm başkanı 2. İlçe hakkında daha fazla bilgi için bknz. KAYNAKÇA Necdet Yaşar Bayatlı, Irak Türkmen Halk Kültürü Araştırmaları, Berikan Yayınevi, Ankara 2011, ALPTEKİN, Ali Berat, Halk Hikâyelerinin Motif s.251255-. Yapısı, 2.baskı, Akçağ Yayınevi, Ankara 2002. 3. Necdet Yaşar Bayatlı, Irak Türkmenlerinin ALPTEKİN, Ali Berat, Taşeli Masalları, Akçağ Halk Masalları (İnceleme-Metin-Sözlük), Berikan Yayınevi, Ankara 2002. Yayınevi, Ankara 2009. BAYATLI, Necdet Yaşar, Irak Türkmenlerinin Halk Masalları (İnceleme-Metin-Sözlük), Berikan Yayınevi, Ankara 2009. BAYATLI, Necdet Yaşar, Irak Türkmen Halk Kültürü Araştırmaları, Berikan Yayınevi, Ankara 2011. ELÇİN, Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınevi, Ankara 1993. KARADAVUT, Zekeriya, Kırgız Masalları, Kömen Yay. Konya 2003. KAYA, Doğan, Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yay. 1.baskı, Ankara 2007. OĞUZ, M. Öcal, Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yay. 5.baskı, Ankara 2010. 15 Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” Adlı Şiirinin Tahlili Çanakkale Savaşları, I. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında 19151916- yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara savaşlarıdır. Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- «Bu, bir Avrupalı!» Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. Sonra melundaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab. Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor amâkı; Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer. Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâûna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asil, Ne kadar gözdesi mevcut ise, hakkıyla sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 16 Prof. Dr. Nurullah ÇETİN 1 Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmert eller, Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyare. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü tesis-i İlâhî o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi; «O benim sun-i bedî’im, onu çiğnetme» dedi. Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar, Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? «Gömelim gel seni tarihe» desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitab... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. «Bu, taşındır» diyerek Kâbe’yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile avizeni lebrîz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultanı Selâhaddin’i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, asâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. Şiir Hakkında Genel Bilgi: Bu şiir, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat adlı eserinin 6. kitabı olan Asım adlı şiir kitabının içinde yer alan bir bölümdür. İlk defa 10 Temmuz 1924 tarihinde Sebilürreşad dergisinde “Asım’dan Bir Parça” adıyla yayınlandı. Çanakkale Savaşlarının devam ettiği sıralarda Akif, resmî bir görev münasebetiyle Berlin’de bulunmaktadır. Savaşları büyük bir heyecanla takip eder ve arkadaşı Binbaşı Ömer Lütfi Beye şöyle der: “Ömer Bey, bu Çanakkale ne olacak? -Allah bilir ama vaziyet tehlikelidir. Askerlik noktasından düşünülünce ümit yok. Ancak fen kaidelerinin (kurallarının) haricinde, fevkalbeşer (insanüstü) bir şey olmalı ki dayanabilsin? Ben böyle dedikçe: -Eyvah, son istinadgâhımız (dayanağımız) da yıkılırsa ne olur? diyerek çocuk gibi gözlerinden yaşlar dökülmeye başlardı. Akif’in Çanakkale için ağlamadığı gün yoktu. Ben kavâid-i harbiyyeden (savaş kurallarından) bahsettikçe canı sıkılırdı. Onun böyle askerî muhakemelere tahammülü yoktu. O, daima katî (kesin) bir kelime isterdi. -Bütün dünya toplanıp hücum etse yine Çanakkale sukût etmez! (düşmez) derdi. Onun büyük imanı başka bir ihtimale asla 17 2 müsait değildi.” Akif, Berlin’den döndükten hemen kısa bir süre sonra Teşkilat-ı Mahsusa 3 tarafından Arapların isyanına engel olmak için yanında Tunuslu Şeyh Salih ve bir başka zat ile Arap yarımadasına gönderilir. Arabistan’da 4 bulunduğu bir sırada El-Muazzam ’da tren şefi Mısırlı Mahmud, İngilizlerin Çanakkale’den kaçtıklarını müjdelediği zaman Akif, sevincinden çıldıracak gibi olur. Âdeta inanamıyordu: “-Sahih (doğru) mi?... Allah aşkına doğru söyleyin.. Muhakkak mı? -Resmî tebliğat var efendim. -Ya Rabbi, sana binlerle, milyarlarla şükür. Yaşasın arslan ordumuz!.. Baktım Kahraman Akif’in gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Sanki dünyalar ona verilmişti. Binbir tehlike karşısında ufak bir teessür alameti göstermeyen koca Akif, şimdi masum bir çocuk gibi ağlıyordu. O teessürünü belli etmezdi. Elemini de sevincini de içine gömerdi. Ancak bu hadise karşısında kendini zaptedemeyerek gözyaşları döktü. Onun bu hali hepimize tesir etti. Biz de ona iştirak ettik. O hem ağlıyor, hem Allah’a şükrediyordu. O teessür içinde ellerini kaldırdı: -Allah’ım dedi, şu Çanakkale’de dövüşen kahramanları yazmadan canımı alma! Sonra gözüm arkada kalır. Bize döndü: -Haydi arkadaşlar, dedi, ne duruyorsunuz? Kurbanları kessenize.. O çölde koyun ne gezerdi! Kuraklıktan kurban bile bulunmuyordu. El-Muazzam, Hicaz demiryolunun hemen ortasına tesadüf eden bir çöl istasyonu. İstasyondan başka hiçbir bina yok. Ne insan, ne hayvan, ne 5 yeşillik, ne umran..” Akif, Çanakkale zaferinin müjdesini alınca kafile başkanı Eşref Bey’in boynuna sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlar. Bütün gece uyumaz, çölde “Allah’ım Çanakkale destanını yazmadan canımı alma” diye ağlar. Eşref 6 Sencer Kuşçubaşı hadiseyi şöyle anlatır: “Geceleyeceğimiz istasyonun ilerisinde bir tepeye çekildi ve görenlerin bildiği çölün yıldızlı gökyüzüne ışıklarını eklemiş mehtabın aydınlığında hıçkıra hıçkıra şiirini yazdı. Bu müsveddeyi (karalamayı) daha 18 sonra defalarca okudu. Fakat hiçbir esaslı değişiklik yapmadı. O erişilmez ilham Şeyh Salih Şerif’in dediği gibi sünuhat-ı Rabbaniye (ilahî ilhamlar) idi.” *Şiirin Nazım Birimi: Beyit *Şiirin Nazım Şekli: Yeni Mesnevi *Şiirin Nazım Türü: Bu şiir, geleneksel Türk şiirinin destan ve gazavatnâme türlerinin pek çok özelliğini taşımaktadır. Gazâ, Arapça bir kelime olup, savaş, cenk demektir. Gazavat, gazanın çoğulu olup savaşlar demektir. Gazavatnâme ise savaşları konu alan destan, eser, mektup, şiir demektir. En eski Türk edebiyatı örneklerinde destan ve gazavatnâmeler önemli bir yer tutar. Türk ordusunun, komutanlarının, askerinin kahramanlıklarını, savaşlarda gösterdiği büyük yararlılıklarını, zaferlerini anlatan edebî bir türdür. Yalnız eski Türk edebiyatında gazavatnâmeler, genellikle padişahları, vezirleri, komutanları, İslam büyüklerini öven metinlerdi. Dolayısıyla eski gazavatnâmeler, kişi merkezli metinlerdi. Mehmet Akif, bu modern gazavatnâmesinde ve destanında ise büyük ölçüde; hatta tamamen denilecek ölçüde Türk askerini, Mehmetçiği övmektedir. Yani bu metin, kişi değil millet merkezli bir gazavatnâmedir. *Şiirin Vezni: Fe’ilâtün / Fe’ilâtün / Fe’ilâtün / Fe’ilün *ŞİİRİN BEYİTLER HALİNDE AÇIKLAMASI VE YORUMU: Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, Boğaz Harbi: Çanakkale savaşları kesîf: Koyu, çok sık, sert. Çanakkale Boğazı’nda yapılan savaşın dünyada bir benzeri, bir eşi yoktur. Çünkü dünyanın en güçlü orduları gelmiş ve zayıf durumda olan Türk orduları tarafından mağlup edilmiştir. O güne kadar yenilmeyen İngiliz donanması ilk defa Çanakkale Savaşı’nda denize gömülmüştür. Bu savaş, dünya tarihinin ender gördüğü destanlardan biridir. Türk askerinin ve toptan Türk milletinin destanlaştığı bir olaydır. Ufacık bir yarımadada her yer asker kaynıyor, âdeta askerler yan yana sırt sırta idi. Gökten iğne atsan yere düşmezdi. O kadar yoğun bir asker kalabalığı vardı. Ayrıca kara, hava ve deniz savaşları iç içe ve en yoğun şekilde yaşandı. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü bir savaştı bu. Türk ordusuna yüklenen en kesif ordular; yani hem çok, hem sert ve güçlü ordular: İngiltere, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Hindistan askerlerinden oluşuyordu. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Marmara: Bir Türk adasının ismi. Bu adanın bulunduğu deniz, Asya ve Avrupa kıt’alarını birbirinden ayırır. Türkiye’nin içdenizidir. donanma: Belli bir amaçla kullanılan gemilerin bütünü. Burada savaş gemilerinin tamamı. Haçlı orduları, Çanakkale Boğazı’nı geçmek için Birleşik Filo oluşturdular. 12 muharebe gemisi, üçü ağır olmak üzere altı kruvazör, 16 muhrip, 12 mayın tarayıcı, 6 denizaltı ve çeşitli sınır gemileri, Queen Elizabeth ile Irresistible zırhlıları, Fransızlar da dördü zırhlı, dördü denizaltı olmak üzere 26 parçalık bir filo tahsis ettiler. Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- «Bu, bir Avrupalı!» hayâ: Utanma, edep, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak. tahaşşüd: Birikme, toplanma, yığılma. vahşet: Yabanilik, acımasızca, canavarca saldırganlık. Haçlı orduları o kadar çok asker ve silah getirmişler ki her tarafa yığınak yapmışlar. Fakat düşman ordularının kendi ülkelerinden kalkıp gelerek Çanakkale’ye yığılması hayasızca, arsızca, utanmazca, şerefsizce bir saldırıdır. Çünkü gelip üzerimize çullanmalarının haklı, ahlakî hiçbir gerekçesi yoktur. Bu tamamen saldırganca, vahşice bir abanmadır. Avrupa kendisini medeni, Müslümanları da vahşi olarak ilan ediyordu. Halbuki, Çanakkale’ye yığdığı orantısız güçle Müslümanları tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemişçesine medeniyet davasını bir tarafa bırakarak tamamen vahşice saldırdılar. İnsanlık dışı, acımasızca, Türk ordusunu tamamen ortadan kaldırmaya dönük bir niyetle abandılar ve yüklendiler. Akif, burada tezat sanatına yer vererek, yargısını kuvvetlendirme yoluna gidiyor. Yani kendini dünyaya medenî ve uygar olarak ilan eden Avrupa’nın aslında ortaya koyduğu davranışlar ve eylemleriyle hiç de medenî olmayıp vahşî bir canavar olduğunu vurguluyor. Çanakkale Savaşları barbar, Haçlı Batı vahşiliğine karşı Müslüman Türk’ün medeniliğinin sergilendiği bir ortam olmuştur. Nitekim bu hükmümüzü doğrulamak üzere Çanakkale Savaşı’nın bazı esirlerinin ifadelerini aktaralım: *Yüzbaşı A. J. Dawes (Gurkha Rifles): “Almanlara esir olmaktansa Türklere esir olmak daha iyidir. Çünkü Mısır’da Mısır ordusunda çalıştığım zaman pek çok Türk subayı ve halkı ile temasta bulunduğum cihetle iyi bir şekilde bilgi sahibiyim. Dolayısıyla zaten pederim de aynı fikirde bulunduğu cihetle beni Türklere ısındıracak surette nasihatlarda bulunmuştur. Ve hakikaten vurulduktan sonra bana ettikleri iyi muameleden olağanüstü etkilendim. Bana ilk kardeşlik kelimesini sarf eden subay iki gün sonra vurulmuş ve benim bulunduğum hastaneye sevk edilmiş olduğundan orada gördüm ve gayet iyi surette seviştik.” *Yüzbaşı Liuetenant S. T. W. Goodwin (Avustralya Emperyal Forsu): “Asker çekildiği gün sabahleyin uçuyordum. Makineme arız olan sakatlıktan dolayı denize indim. Canımı kurtarmak için sahile doğru yüzmeye başladım. Pek ziyade yorulmuş bir halde iken Türkler tarafından kurtarıldım.” *Teğmen William George Stewart Fawkes: “Kendime geldiğim zaman semada yıldızlar parlıyordu. Beni ölü zanneden Türkler, kafama vücuduma tüfeklerini koymaya başladılar. Biraz kıpırdasam mahvolacaktım. Yine kendimden geçmişim. Tekrar kendime geldiğim zaman zabt etmeye çalıştığım Türk siperinin içinde ve etrafımda şefkatli ve merhametli yüzlü Türk evlatlarını gördüm. Bana su, yiyecek verdiler ve omuzlarında taşıyarak ilk yardım mevkiine getirdiler. Bu soylu muamelenin ve bundan buraya gelinceye kadar gördüğüm insani muamele için hakikaten teşekkür borçluyum. Bunu burada söylediğim gibi vatanıma dönmek nasip olursa orada da çekinmeden 19 söyleyeceğime namusumla temin eylerim.” * John Styl adlı askerin 21 Ağustos 1915’te kaleme aldığı ve gazetelerde yayınlanmak üzere ülkesindeki basın müdürlüğüne gönderdiği mektuptan: “Bu ayın dokuzundan beri burada savaş esiri olarak bulunuyorum. Ben Doğu Lokşir Alayı’nın 6. Taburu’nda idim. Gerek ben ve arkadaşlarım her hal ve hususta Türk subaylarının en güzel manasıyla birer centilmen olduklarını burada söylemeye fırsat bulduğumdan dolayı cidden bahtiyarım. Nöbetçi neferinden tutunuz da subaylara kadar hepsi hakkımızda tam bir nezaket gösterdiler. Yemek ve buna benzer hususlardaki muamelelerine gelince her ne kadar tabiatıyla Türk yemekleri bizimkilere benzememekle beraber pek bol miktarda verilmektedir ki aynı zamanda pek temiz ve lezzetlidir. Yedi pencereli odamız büyüktür. Odamız her gün süpürülüp yıkanmaktadır. Yataklarımız şikâyeti mecbur olmayacak derecede rahat ve üzerimizde fanila örtüler de pek iyidir. Kısaca hepimiz iyi muamele 7 görmekteyiz.” Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! sırtlan: Genellikle leş yiyen, gececi memeli hayvanlar grubundandır. Dişleri kuvvetlidir, en iri kemikleri bile rahatlıkla öğütebilir. Ömrü, 25 yıl kadardır. Gündüzleri toprak altı inlerinde veya mağaralarda barınır, geceleri ortaya çıkar. Başları iri, boyunları kalın, ön bacakları uzundur. Çok kuvvetli, fakat ürkektir. Tehlike anında ölü taklidi yapar, uygun anda kaçar. Aslan, pars gibi yırtıcıların artık avlarını yer, mezar yağmacılığı da yapar. Antilop, zebra ve çiftlik hayvanlarına da saldırır. mahbes: Hapishane, cezaevi. Burada, İtilaf Devletleri adını alan ama aslında modern bir Haçlı ordusu olan düşmanlar, açılan kafesinden, hapishaneden ya da ahırından boşanmış canavar hayvanlar gibidirler. Türk ordusuna öylesine vahşice saldırıyorlar ki bütün insanî duygulardan arınmış, duygusuz ve medenî insan toplumu davranışlarından uzak bir şekilde olarak, âdeta sırtlanlar gibi canavarca saldırıyorlar. Üzerimize saldıran Haçlı ordularını Akif, sırtlana benzetiyor. Bu anlamlıdır. Zira 20 aralarında benzerlikler var. Sırtlan leş yer, gündüzleri siner, gece karanlığında ortaya çıkar, ürkek, korkaktır, arslan gibi soylu hayvanların artıklarıyla beslenir ya da antilop, zebra ve çiftlik hayvanları gibi masum hayvanlara saldırır. İşte Çanakkale’de üzerimize saldıran düşman orduları da aynen sayılan bu sırtlan özelliklerine sahip birer canavardı. Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer. Eski Dünya: Avrupa, Asya ve Afrika’ya topluca verilen addır. Coğrafi keşifler öncesinde yeryüzünün bilinen kısımları olan ana karalar. Yeni Dünya: Amerika ana karasıdır. akvâm-ı beşer: İnsan toplulukları. tufan: Şiddetli yağmur. mahşer: Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Çanakkale’ye hem eski dünyadan hem yeni dünyadan çok kalabalık insan toplulukları, Türkleri öldürmek için savaşa gelmişler. O kadar çoklar ki yerden kum gibi kaynıyorlar, gökten sağanak yağmur gibi yağıyorlar. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada! iklim: Bölge, ülke, diyar. “Yedi iklim” de bütün dünyayı ifade etmek için kullanılan bir söz öbeğidir. cihan: Dünya. Ostralya: Avustralya. İtilaf devletlerinin orduları dünyanın her tarafından; pek çok ülkeden derlenip toplanmış bir Haçlı ordusu halinde karşımızda durmuştur. İngiltere ve Fransa ordularının içinde Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, İrlanda, Bangladeş, Pakistan, Hindistan’dan da gelen askerler bulunmaktadır. Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. çehre: Yüz, surat, görünüş, şekil. lisan: Dil hadise: Olay vahşet: Yabanilik, acımasızca, insanlık dışı bir şekilde saldırganlık. Düşman orduları yüz şekilleri, dilleri, derilerinin rengi farklı farklı askerlerden oluşuyor ama tek ortak noktaları, Türkleri vahşice yok etme ihtirasları. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tauna da züldür bu rezil istîlâ! Hindu: Hindistan’ın Mecusi halkından olan kimse. Hindistan’da Brahman ahalisinden olan. Burada genel manada Hindistanlı asker. yamyam: insan eti yiyen, yabani, vahşi. Orta Afrika’da yaşayan bir kabilenin adı. Buradaki anlamı hem İngiltere ve Fransa’nın Afrika sömürgelerinden getirdiği askerler, hem de Türklerin etini yemek için yani öldürmek için gelen düşman askerlerinin tamamı. Şair tevriyeli olarak hem Afrikalı askerleri hem de Türk’ü öldürme heveslisi olan bütün düşman ordusunu kastetmektedir. taun: Veba denilen dehşetli bulaşıcı bir hastalık. zül: Alçalma, horluk. rezil: Alçak, adi, utanmaz, hayasız, soysuz. istila: Kaplamak, yayılmak, ele geçirmek, işgal etmek, basmak. Dünyanın değişik yerlerinden Türk askerlerini öldürmek için gelen bu istilacı, işgalci, saldırgan Haçlı ordusu, o kadar iğrenç bir yayılma gösteriyor ki bulaşıcı hastalık olan taun yani veba bile bunun yanında çok hafif kalır. Biz Çanakkale Savaşında veba hastalığından daha felaketli bir işgal ve istilaya maruz kaldık. “Dün sabah işgalci Müttefik kuvvetlerin Kerevizdere’deki savunma hatlarımıza gemilerden ve sahildeki topçu bataryalarından yoğun ateşi başlattığı haberini aldık. Çoğu Müslüman Kuzey Afrikalı lejyonlardan oluşan Fransız birliklerinin kontrolü altındaki bölgenin sağ kanadında yer alan Kerevizdere’nin özelliği gereği, bu taarruzla düşmanın taktik değiştirdiği anlaşılmakta. Seddülbahir cephesinde iki hafta önce, 4 – 6 Haziran günleri 3 gün boyunca devam eden taarruzlarından elle tutulur bir başarı çıkaramayan Müttefik Başkomutanı General Sir Ian Hamilton’un artık cephe boyunca genel taarruz yerine dar cephelere taarruzlar yapacağı, bu topçu ateşinin bir müddet süreceği ve ardından taarruz başlatacakları tahmin edilmekte.” (Çanakkale 1915, İnternet Gazetesi, S. 27, 19 Haziran 1915) Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asil, Ne kadar gözdesi mevcut ise, hakkıyla sefil, yirminci asır: Aslında kelime anlamı itibariyle, zaman olarak bir dönem ve çağ adı ise de burada mecazî olarak Avrupa kastedilmektedir. Çünkü Avrupa yirminci asrı modernizm, gelişmişlik, insanlık, medeniyet asrı olarak inşa edeceğini söylemiştir. Dolayısıyla yirminci asır ile kendisini özdeşleştirmiş, bu asrı kendisine mâl etmiştir. mahlûk-ı asil: Soylu yaratık. gözde: Benzerleri arasında nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen kimse veya şey. Önemli bir kimsenin beğendiği kadın. Odalık. Göze girmiş olan, sevilen, beğenilen, benimsenen. Osmanlı sarayında padişahın ilk dört cariyesine verilen ünvan. hakkıyla: Tamamıyla, bütünüyle. sefil: Muhtaçlık içinde olan, çok sıkıntılı, perişan, yoksul, alçak. Avrupa kendisinin yirminci yüzyılda medeniyeti, soyluluğu, insanlığı getirdiğini iddia ediyordu. Uluslararası siyasetinde de insan haklarına saygı duymayı, başka millet ve devletlerle onların siyaseten egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne saygı duyarak barış içinde, medenice yaşamayı, işbirliğini, dayanışmayı esas aldığını ilan ediyordu. Ama kendisini soylu bir yaratık olarak ilan eden yirminci asır Avrupasının dünya kamuoyuna ilan ettiği söylemleriyle bizzat ortaya koyduğu eylemleri, hareket ve fiilleri birbirini tutmuyor, söylediklerinin tam tersini yapıyordu. Avrupa’nın göz koyduğu, işgal ettiği, köleleştirip esir ettiği, sömürgeleştirdiği her varlık, her topluluk, her millet ve devlet tamamiyle sefil, perişan ve yoksul durumdadır. Çünkü sömürge edinerek kendisine bağladığı milletleri iliklerine kadar sömürüyordu, onlara bir şey bırakmıyordu. Yani yirminci yüzyılın insanlıktan, haktan, hukuktan, adaletten yoksun olan Avrupa medeniyetine bir şekilde maruz kalmış olan, Batılı devletlerin sömürgesi olan bütün topluluklar, milletler her anlamda perişan durumdadırlar. Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 21 Mehmetçik: Türk askerine sevgi duygusu ile verilen ad. Mehmed, Arapça “Muhammed” olan ismin Türkler tarafından söylenen şeklidir. Mehmetçik ise “Küçük Muhammed” demektir. Yani Türk askeri, Hz. Muhammed (sav)in askeri manasındadır. Biz Türk milleti olarak tarih boyunca kendimizi, askerlerimizi Hz. Muhammed (sav)in İslam davasını koruyan, yayan bir ordu olarak görmüşüz. Bu yüzden Türk ordusuna peygamber ocağı, Asâkirullah (Allah’ın askerleri), cündüllah (Allah’ın ordusu) denir. esrâr: Gizlenen sırlar. 20.Yüzyılın Batı medeniyeti içinde gizlediği, dünya kamuoyuna söylemediği ama hep içinde saklı tuttuğu sömürme, yağmalama, öldürme, yakıp yıkma, işgal ve istila etme niyetlerini ve eylemlerini nihayet Çanakkale’ye kadar gelip Mehmetçiğin karşısına geçip vahşice saldırarak bir bakıma kusmuş oldu. Dolayısıyla Çanakkale Savaşları aslında bir bakıma Batı emperyalizminin, Avrupa medeniyetinin gerçek yüzünü gösteren bir turnusol kâğıdı gibidir. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. âfet: Görünce insanın aklını başından alan olağanüstü güzel yüze ve vücuda sahip kadın. kahpe: Namussuz kadın, fahişe, hilekâr kalleş, sözünde durmaz. 20. yüzyıl Avrupası, Modern Batı, kendisini medeni, ileri, gelişmiş, güzel, iyi; kendi dışındaki toplumları da medeniyetsiz, ilkel, vahşi olarak tanımlamıştır. Dünya toplumlarına yaptığı büyük propagandalarla kendisini hep üstün, değerli, uygar, insancıl, merhametli, yardımsever, erdemli bir toplum olarak sunuyordu. Burada Batı medeniyeti, yüzü güzel, süslü, çekici, albenili ama içi, ruhu, kalbi kötü, güvenilmez, kalleş bir fahişe kadına benzetilmektedir. Âdeta yüzüne bir maske takmış, gerçek niyetlerini gizlemiş, hileci bir kadına benzetiliyor. Dünya toplumlarına gösterdiği yüzü güleç, iyiliksever, insancıl ama ruhu, kalbi simsiyah, kötülüklerle, canavarlıklarla dolu. Tanzimat’tan bu yana Türk milleti olarak biz de bu süslü, boyalı, cilalı Batı medeniyeti fahişesini hep taktığı maske ile tanıdık, 22 gerçek kimliğini, yüzünü ve niyetini görememiştik. Modern Batı medeniyetine âdeta romantik duygularla âşık olmuştuk. Tek kurtuluşu Batı medeniyetine girmekte görmüştük. Onun için Tanzimat’tan beri hep batılılaşmaya, batılılar gibi olmaya, Avrupa ailesine girmeye çalışıyorduk. Kendi Türk-İslam kültür ve medeniyetimizden vazgeçerek Batının batıl değerlerinden oluşan sahte medeniyetine tutulmuştuk. Ama Çanakkale Savaşları bize gösterdi ki Batı denilen Haçlı-Siyonist dünya ikiyüzlüdür, yüze güler, arkadan hançerler. Sonra melundaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. melun: Lanetlenmiş. Burada işgalci İtilaf devletleri orduları kastediliyor. tahrip: Yıkma, mahvetme. müvekkel esbâb: Vekil edilmiş olan sebepler. Burada Türk ordusunu, Türk devlet ve vatanını yakıp yıkmak için kullanılan modern silahlar. mülk: Ülke. İşgal orduları Çanakkale’ye o zamanın en modern ve gelişmiş silahlarıyla gelip saldırdılar. Bu silahların tahrip gücü o kadar yüksekti ki her biri koca bir memleketi, ülkeyi harap edebilecek, yerle bir edebilecek seviyedeydi. Amaçları Türk milletini ortadan kaldırmaktı. Emperyalist Haçlı Batı, bir tahrip yani yakıp yıkma, yok etme, öldürme, katliam ve vahşilik uygarlığıdır. Onun için Akif bunlara melun diyor. İslam ise yapma, inşa etme, diriltme, iyilik, yardım ve insanlık medeniyetidir. Akif, bu beyitte dolaylı olarak bu iki medeniyet arasında bir karşılaştırma yapmaktadır. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor amâkı; sâika: Yıldırım. âfâk: Ufuklar, gözle görülebilen her taraf. amâk: Derinlikler, çukurlar. Çanakkale Savaşları öylesine şiddetli oluyor ki her yerde bombalar, silahlar, kurşunlar, şimşekler, yıldırımlar gibi her tarafı âdeta yangın yerine çevirmektedir. Düştükleri yerlerde âdeta zelzele gibi yeryüzünü darmadağın eden bombalar, her yerde derin çukurlar açmaktadır. Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Türk askerinin bulunduğu her sipere düşmanların yağmur gibi yağdırdıkları bombalar gelip patlıyor, her tarafı darmadağın ediyor. Ama kahraman Türk askeri bundan en ufak bir yılgınlık göstermeden, insanüstü bir dirençle düşmana karşı koyuyor, cesaretle savaşmaya devam ediyor, siperini bırakıp kaçmıyor. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. lağam: Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar vermek maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. İstihkâm da denir. Savaş o kadar şiddetli ki her yerden ateş kaynıyor, arka arkaya binlerce lağam atılıyor ve yüzlerce adam yanıyor. Âdeta cehennem görünümü arz ediyor. Askerler kalabalık gruplar halinde âdeta ateş içinde kalmışçasına yanıyor. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer... enkâz-ı beşer: İnsan yıkıntıları, harabeleri, parçaları. Karşılıklı olarak devam eden savaşın şiddetini tasvir eden etkili bir söylem. Yerden cesetler püskürüyor, göklerden ceset parçaları yağıyor. Her tarafa insan organları savruluyor. Bir kasırga gibi devam eden savaşta her taraftan ceset parçaları yağmaktadır. Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Bu beyit de öncekiler gibi savaşın şiddetini gösteren bir tasvirdir. Özellikle ölen o kadar çok asker var ki vadilere, sırtlara her yere insan organları savrulmaktadır. Savaş alanında âdeta boş bir yer kalmamacasına her tarafta ölen askerlerin organları serilmiş vaziyettedir. Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller, Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. zırh: Ok, kılıç, süngü gibi silahlardan korunmak için giyilen, demir ve tel levhalardan yapılmış giysi. Savaş gemilerinin veya bazı araçların dışına kaplanılan çelik levha. namert: Korkak, insaniyetsiz, alçak, kalleş. yaylım: Aynı anda birden çok ateşli silahın ateş etmesi. tufan: Çok yoğun ve şiddetli olan şey. Şiddetli yağmur. Namert eller olarak vasıflandırılan, düşmanlardır. Düşmanların silah gücü daha üstün olduğu için zırha bürünmüşlerdir. Daha korunaklı bir şekilde, sığındıkları sağlam siperlerden ya da savaş araç ve gereçlerinden Türk ordusuna yağmur gibi yağan şiddetli ateş ediyorlar. Âdeta Türk askerinin üstüne ateşten seller boşaltıyorlar. Türk askeri ise zırhı, kendisini koruyacak bir nesnesi olmayarak olduğu gibi meydandadır. Yani bir şeyin arkasına saklanmadan mertçe dövüşmektedir. Düşman askeri ise mert değil, namerttir. Türk askerinin karşısına erkekçe çıkmaz. Kalleşçe korunduğu, gizlendiği yerden ateş eder. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyare. sine: Göğüs. tayyare: Uçak. Türk ordusunun savaş araç ve gereçleri, düşman ordusuna göre daha az ve kendileri daha korunaksız olduklarından âdeta savaş meydanında açıkta duruyorlar. Düşman orduları ise gökyüzünden sayısız uçakla meydanda korunaksız olan Türk askerine ateş yağdırıyorlar. Türk ordusu “açık sineler” olarak ifade edilirken, düşman uçakları da “sürü” olarak nitelendirilir. Bunun ince bir anlamı ve mesajı vardır. “Açık sine”, göğsünü gere gere düşmana mertçe meydan okumayı ifade eder. “Sürü” ise olumsuz bir mana taşır. Türk ordusu merttir, düşmanlar ise sürüdür ve kalleştir. Yani Türk ordusu, meydanda çıplak bedeni ile, salt pazu gücü ile durur ama düşman, aynı şekilde, aynı şartlarda eşit şekilde karşısına çıplak kollarıyla çıkma cesareti gösteremez, kalleşçe havadan uçaklarla saldırır. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! gülle: Taş, demir veya çelikten yuvarlak veya silindir biçiminde bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi. Düşman ordularının topları, tüfekleri, mermileri yani silahları daha fazladır ve yoğun biçimde ateş ediyorlar, âdeta ateş kusuyorlar. Fakat Türk askeri o kadar kahraman, o kadar yiğit ve cesur ki üzerine yağmur gibi yağan mermilerle âdeta alay edercesine onlardan korkmuyor ve gülüyor. 23 Yani düşmanları hafife alıyor, gözünde büyütmüyor, ümidini kırmıyor, kahramanca savaşmaya devam ediyor. Türk ordusunun kahraman olması, her türlü zorluğa, sayı çokluğuna, güç ve silah üstünlüğüne boyun eğmemesi, azimli, imanlı, kararlı, sebatlı olması ve ümidini hiçbir zaman yitirmeyerek erkekçe savaşmasıdır. Kendinden kat kat üstün ordulara ve her türlü güç gösterisine karşı gülmek, onu gözünde büyütmemektir, hafife almaktır, alaya almaktır. Türk askeri Allah’tan başka kimseden korkmamıştır, fiziksel anlamdaki gücü büyük görmemiş, azimle savaşmıştır. Türk tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Tarih boyunca Türk orduları hep kendinden kat kat büyük ve üstün ordularla savaştı, onların sayı çokluğunu ve silah üstünlüğünü hep hafife aldı, düşman tehdidine hiçbir zaman boyun eğmediği gibi, hep küçük gördü. Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen yapı. hasım: Düşman kal’a: Kale Türk askeri, içine girip saklanacağı çelikten yapılmış tabyalara ihtiyaç duymadığı gibi düşman askerlerinden de korkmamaktadır. Zira çok güçlü, çok sağlam bir Allah inancına sahiptir. Allah’a büyük bir imanla bağlı olan kişi, hiç kimseden korkmaz. Türk askeri, kuvvetli bir İslam imanına sahip olduğu için göğsü âdeta kale gibidir ve hiçbir düşman, bu iman kalesini teslim alamaz, ele geçiremez. Zira Çanakkale savaşları, âdeta Türk milletinin imanını, İslam’ını, kimliğini koruma savaşlarıdır. Emperyalist Haçlı orduları, Çanakkale’ye bir bakıma Müslüman Türk varlığını yok etmek, Türk milletinin imanını, İslam’ını ortadan kaldırmak için gelmişlerdir. Ama sağlam mümin ve Müslüman olan Türkler buna izin vermedi. Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü tesis-i İlâhî o metin istihkâm. hâşâ: Asla, katiyen, Allah korusun. Bir durum veya davranışın kesinlikle kabul edilmediğini anlatan bir söz. râm etmek: Boyun eğdirmek, itaat ettirmek. tesis-i ilâhî: Allah’ın kurduğu, yaptığı bir 24 kurum ve kuruluş, ilahi yapı. metin: Sağlam, dayanıklı İstihkâm: Düşman saldırısını durdurmak, düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenen yer. Müslüman Türk askerinin imanlı göğüsleri, Allah’ın yarattığı, yaptığı, kurduğu çok sıkı bir duvar, çok sağlam bir kale gibidir. Bu çelikten daha sağlam imanlı göğüsleri hiçbir düşman kuvveti emrine alamaz, esir edemez, boyun eğdiremez, kahredemez, yok edemez. Bu savaş âdeta düşmanların maddi silah üstünlüğüyle karşı Müslüman Türk ordusunun manevi iman üstünlüğü savaşı olmuş ve sonuçta iman, silaha galip gelmiştir. Dolayısıyla burada verilmek istenen mesaj, açıktır. O da: İmanınız ne kadar güçlüyse her türlü zorluğa, sıkıntıya, zulme, saldırıya karşı o kadar fazla direnme ve dayanma gücünüz olur. Önemli olan madde ve silah üstünlüğü değil, iman üstünlüğüdür. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer; mevki: Yer, durum, konum. müstahkem : Dayanıklı , güçlü, sağlamlaştırılmış, desteklenip güçlendirilmiş. mevki-i müstahkem: Türlü savunma tesislerini kapsayan bölge. beşer: İnsan tevkif etmek: Durdurmak sun-i beşer: İnsan yapımı, insan elinden çıkma. Her iki ordunun da yaptığı sağlam ve güçlü savunma tesisleri darmadağın edilir, bozulur, yakılır yıkılır. İnsanın yaptığı hiçbir engel yine insanın azmini, kararlılığını durduramaz. Yani insan ne kadar güçlü yapılar yaparsa yapsın, ne kadar sağlam engeller koyarsa koysun bir başka insanın imanı, azmi, kararlığı bütün bunları yerle bir edebilir. Bu beyitte esas itibariyle Müslüman Türk ordularının azim, kararlılık ve büyük imanının düşman ordularının yaptığı güçlü savunma tesislerini darmadağın ettiği, yakıp yıktığı ifade ediliyor. Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi; «O benim sun-i bedî’im, onu çiğnetme» dedi. Hudâ: Farsça bir kelime olup “Allah” demektir. ebedî: Sonsuz, sonu olmayan, sınırsız. serhad: Sınır boyu. sun-i bedî: Eşsiz sanat eseri. Allah’ın yarattığı eşi benzeri olmayan yegâne, biricik sanat eseri. Burada 3 manası birden kastedilmiştir: 1. Müslüman Türk milletinin imanlı göğüsleri, bedenleri, 2. İslam dini, 3. İslam vatanları Müslüman Türk ordularının imanlı göğüsleri ve bedenleri, sonsuza kadar Allah’ın dininin, İslam memleketlerinin sınırlarını düşmanlara karşı koruyan sınır boyu muhafızlarıdır. Allah, Müslümanlara: “Sizin imanlı göğüsleriniz, İslam dini ve İslam vatanları benim eşsiz sanat eserimdir, özene bezene yarattığım eserlerimdir, bu üç önemli unsuru düşmanlara çiğnetmeyin” dedi. Çanakkale savaşları, Müslüman Türk ordularının Müslüman Türk milletini, İslam dinini ve İslam vatanlarını Haçlı ordularına çiğnetmemesi davasıdır. Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Çanakkale Savaşlarında kahramanca savaşan ve “Asım’ın nesli” olan Müslüman Türk askerleri, namusları olan milletlerini, dinlerini, vatanlarını, şereflerini Haçlı ordularına çiğnetmediler, ezdirmediler. Burada bahsedilen “Asım’ın nesli” nde 2 ayrı Asım’a gönderme vardır: 1. Hz. Muhammed (sav)’in yol arkadaşı yani sahabe olan Asım, 2. Asım adlı kitabında bahsedilen Asım adındaki genç. Asıl olarak kastedilen Asım ise Safahat’ın 6. kitabı olan ve bu şiirin de içinde yer aldığı “Asım” kitabında kendisinden bahsedilen kişidir. Manzum bir hikâye olan Asım adlı bu eserde Hocazâde (Mehmet Akif), Köse İmam (Mehmet Âkif’in babası Tahir Efendi’nin eski bir öğrencisi olan Ali Şevki Hoca), Köse İmam’ın oğlu Âsım (Köse İmam’ın oğlu) ve Hocazade’nin oğlu Emin adlı 4 kişi arasında geçen konuşmalara yer verilir. Bu eserde Asım, Batıdan müspet bilimleri öğrenen, İslam inancı ve Türk ahlakıyla donanan, çalışkan, gayretli, ahlaklı, bedenen güçlü, olgun, zeki Müslüman Türk gençliğinin her bakımdan kendisini örnek aldığı bir kişidir. İşte Çanakkale Savaşlarında kahramanca savaşan Müslüman Türk askerleri bu Asım’ın neslindendir, onu örnek alırlar. Bununla birlikte Mehmet Akif, eserini yazarken sahabe olan Hz. Asım’a da gönderme yapmış olabilir. O sahabe ile Türk askeri arasında bir benzerlik kurmuş olabilir. Ebu Süleyman künyeli ve Medineli olan sahabe Hz. Asım, hayatı boyunca Allah’ın dini için savaştı. Kız kardeşi Hz. Ömer’in hanımıdır. Uhud Savaşı’nda müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talha ile kardeşi Hâris bin Talha’yı ok ile öldürdü. Bunların anneleri Sülâfe binti Sa’d, Hz. Âsım’ın kafatasından şarap içme yemini ederek onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti. Müşrikler alçakça bir plan hazırladılar. Buna göre bir heyet Medine’ye gidip Resûlullah’a: “Yâ Resûlullah! Bizim kabilelerimiz, İslâmiyet’i kabul ettiler. Yalnız Kur’ân-ı Kerim öğretmenine ihtiyacımız var. Lütfen bize İslâmiyet’i, Kur’ân-ı Kerim’i öğretecek kimseler yollar mısınız?” dediler. Peygamberimiz de onlara 10 kişilik bir öğretmenler heyeti gönderdi. Başlarında da Hz. Âsım vardı. Bu öğretmenler kafilesi, istenilen yere gittiler. Konakladıkları yerde etrafları 200 eşkıya tarafından kalleşçe sarıldı. «Bize öğretmen lâzım!» diyenler, çekip gittiler. Esir ticareti ile geçinen eşkıya «Teslim olun! Canınızı kurtarın!» teklifinde bulundular. Asıl niyetleri onları Mekke’de köle olarak satıp para kazanmaktı. Çünkü Mekkeli müşrikler onlara: ”Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz!” demişlerdi. Hz. Asım: “Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.” Dedi ve sonra şöyle dua etti: “Allah’ım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et! Ölmekten korkmayız.” Hz. Âsım müşriklere şöyle haykırdı: ”Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dinimizde basiretliyiz. Ölünce şehit olur, Cennete gideriz!” Müşrik başı Süfyan bağırdı: “Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zayi etme, teslim ol!” Hz. Âsım ona ok atmak suretiyle cevap verdi. Ok atarken: ”Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli 25 gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir. Mukadderatın hepsi başa gelicidir. İnsanlar er geç Allah’a dönücüdür. Eğer ben sizinle çarpışmazsam anam üzüntüsünden aklını kaybeder, manasında şiirler söylüyordu. Senin dinini korudum.” Hz. Âsım’ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriği öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, «ölünceye kadar dövüşeceğim, teslim olmayacağım» manasına gelirdi. Sonra da şöyle dua etti: “Allahım! Ben bugüne kadar senin dinini koruyup sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu korumanı istiyorum.” Çünkü Uhud’da öldürdüğü iki kardeşin anneleri Hz. Âsım’ın kafatasından şarap içmeye yemin etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. Şiddetli savaş sonunda Hz. Asım’la birlikte orada bulunan on sahabiden yedisi şehit oldu, üçü esir edildi. Allahü Teâlâ, Hz. Âsım’ın duasını kabul etti ve mübarek cesedine müşrikler el süremediler. Allahü Teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım’ın üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. “Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız”, dediler. Akşam olunca Allahü Teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım’ın cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Mehmet Akif, bu beytinde Çanakkale’de savaşan Müslüman Türk askerlerini dolaylı olarak bu bahsedilen sahabe olan Hz. Asım’ın nesli, torunları olarak algılıyor ve Türk askerlerinin de Hz. Asım gibi kendilerini, dinlerini, vatanlarını düşmanlara çiğnetmediğini ve çiğnetmeyeceğini vurguluyor. Hz. Asım’a yapılan bu gönderme dolaylı bir göndermedir. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar, şühedâ: Şehitler. rükû: Allah’ın huzurunda eğilmek. Namazda elleri dize dayamak suretiyle yere doğru eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek. Burada iki mana birden vardır. 1. Çanakkale 26 savaşlarında dağ, taş, görülen her yer şehitlerle dolu. 2. Anadolu toprakları üzerinde dağ, taş gibi görülen hemen her şey, sembolik olarak tarih boyunca bu vatan için canlarını gözlerini kırpmadan feda etmiş olan şehit atalarımızı hatırlatır. Dağlar, taşlar, âdeta şehit atalarımızın gövdelerinin cisimleşmiş, somutlaşmış şekli gibidir. Müslüman Türk milleti sadece Allah’ın önünde eğilir yani rükua gider. Allah’ın huzurunda namaz kılarak rükua gitme olmasa, Müslüman Türk başka hiçbir şekilde başını eğmez. O’nun dışında hiçbir kişi, devlet, düşünce, ideoloji, felsefe ve beşerî güç önünde başlarını eğmez, Allah’tan başka kimseye kul köle olmaz, hele HaçlıSiyonist odaklara hiçbir şekilde esir ve köle olmaz. Çanakkale Savaşları, işte Müslüman Türk milletinin Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmeme iradesinin, azminin ve kararlılığının bir ifadesidir. Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Türk askerleri düşman kurşunlarıyla tertemiz olan alnından vurulmuş halde yatıyorlar. “Temiz alın” ifadesi zengin bir anlam yapısına sahiptir. Zira Türk milletinin alnı aktır, temizdir. Tarih boyunca hiçbir millete zulmetmedi, kötülük yapmadı, hak hukuk yemedi, temiz, dürüst, ahlaklı, hakkaniyetli, medeni bir hayat yaşadı. O bakımdan Türk’ün alnı aktır, utanacağı bir suçu ve günahı yoktur. İşte tarihin efendisi ve temiz kalmış bir milleti olan Müslüman Türk milleti katil, cani, zalim, sömürgeci, yağmacı, hırsız emperyalist Batılılar tarafından vurulmakta, öldürülmekte ve yok edilmek istenmektedir. “Hilâl” İslam medeniyetinin, haç da Hristiyan medeniyetinin sembolüdürler. Bu beyitte “güneş” de Türk askerlerinin simgesidir. Her bir evlat, anasının babasının gözünde güneşler kadar kıymetlidir. Batan güneşler, şehit olan Türk askerleridir. Hilâl yani İslam uğruna şehit olmaktan çekinmemişlerdir. Bu durumda güneş kadar değerli ve parlak olan nice Türk askeri, hilalin temsilciliğindeki İslam medeniyetini, Müslümanları, İslam vatanlarını korumak adına canını vermekten çekinmemektedir. Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer. ecdad: Cedlerimiz, atalarımız, dedelerimiz. Şehit olan Türk askerleri, Müslüman Türk vatanını korumak için, Haçlı sürülerinin çizmeleri altında çiğnenmemesi için, bu vatanın İslam vatanı olarak kalması için şehit oldular. Direnmeleri, savaşmaları, kararlılıkları bunun içindi. Bir insanın yapabileceği en büyük fedakârlık canını vermektir. Türk askeri vatanı için bu fedakârlığı seve seve yapmıştır. O yüzden daha önce ölmüş olan atalarımızın ruhları göklerden süzülüp gelse ve bu tertemiz şehit Türk askerlerinin alınlarını öpse yani takdir ve tebrik etse, kutlasa buna değer. Çünkü ölen atalarımız da vatanlarını Haçlı sürülerine karşı tarih boyunca kahramanca korudular, vatanları, dinleri, milletleri uğruna savaştılar. Torunları olan Çanakkale şehitlerinin de kendileri gibi vatansever olduklarını görmekten büyük gurur duyarlar, sevinirler. Bu beyitte ayrıca Çanakkale Savaşlarının toprak için yani yer altı ve yer üstü bütün ekonomik kaynaklarımızı korumak, sömürtmemek, yağmalatmamak için de yapıldığı ifade ediliyor. Yani Çanakkale Savaşları din için, millet ve devlet için olduğu gibi; vatan için de yani Haçlı Batının ekonomik anlamdaki emperyalist projelerine karşı da verilmiş bir savaştır. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. tevhîd: Birleme. Bir Allah’tan başka tanrı olmadığına inanma. Lâ ilâhe illallah: ‘Allah’tan başka ilah yoktur’a inanma. Bedr’in arslanları: 13 Mart 624 tarihinde Mekke’nin Kureyş kabilesine mensup kâfirlerle yapılan savaşta kahramanca savaşan Müslümanlar. Çanakkale’de savaşan askerler o kadar büyüktür ki korkmadan ve çekinmeden akıttığı kanı tevhidi kurtarıyor. Yani Çanakkale Savaşları bir bakıma teslise karşı tevhid savaşıdır. Teslis, üçleme demektir, Hristiyanlığın üç tanrı inancıdır. Fransız ve İngilizlerin öncülüğünde üzerimize çullanan Haçlı orduları, bir bakıma bu topraklardaki İslam medeniyetini, tek Allah inancını yani tevhidi ortadan kaldırıp yerine Hristiyanlık inancını, teslisi yani üç tanrılı dini yerleştirmek istiyorlardı. İşte Çanakkale’de kahramanca savaşan ve şehit olan Türk askeri teslise karşı tevhidi, Hristiyanlığa karşı İslam’ı korumuş ve kurtarmıştır. Bu şiirin en tartışılan beyitlerinden biri budur. Bazıları Akif’in bu beyitte Bedir Savaşına iştirak eden sahabeye saygısızlık yaptığını söylemektedirler ki bu cahilce bir değerlendirmedir. Zira iyi bir İslam âlimi ve iyi bir dindar Müslüman olan Akif’in sahabeye saygısızlık yapmak gibi bir niyeti olmaz. Burada edebî sanatlardan hem teşbih hem mübalağa sanatları yapılmıştır. Teşbihte yani benzetme sanatında benzeyen ve benzetilen diye iki unsur olur. Benzeyen, bazı özellikler bakımından benzetilenden zayıf olur. Yani zayıf olan güçlü olana benzetilir. Burada benzeyen “Çanakkale şehitleri”, benzetilen ise “Bedr’in arslanları”dır. Mısra dikkatle okunursa “ancak” edatı ve devamındaki virgül vurgu, ton ve manayı değiştiriyor. Buna göre mısrayı şöyle bir cümleye aktararak okumamız mümkündür: “Çanakkale şehitleri o kadar büyük bir kahramanlık gösterdiler ki karşılaştırma yapabileceğimiz tek unsur ancak Bedr’in arslanlarıdır. Bedr’in arslanları olan sahabelerden başkası bu kadar şanlı olamaz. Çanakkale şehitleri, kahramanlık bakımından ancak Bedr’in arslanlarına benzeyebilir, benzetebileceğimiz başka bir unsur yoktur.” Bu durumda görüldüğü gibi Çanakkale şehitleri, Bedr’in arslanlarının altında benzeyen konumunda kalmaktadır. Bedr’in arslanları ise kendisine benzetilen, güçlü özelliklere sahip, ideal ölçü birimi olarak konumlanmaktadır. Dolayısıyla şanlı olmak konusundaki üstünlük “Bedr’in arslanları”ndadır. Bedir savaşıyla Çanakkale savaşları arasında kurulan benzerlik ise şudur: *Her iki savaş, İslam’ı korumak için yapıldı. *Her iki savaş da daha fazla ve daha güçlü düşmanlara karşı verildi. *Her iki savaş da Müslümanlar için ölüm kalım savaşıydı. Çanakkale Savaşlarının Müslüman Türk milleti tarafından nasıl büyük bir iman 27 gücüyle yapıldığını Mustafa Kemal Atatürk şöyle anlatıyor: “Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir sakinlik, olgunluk ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, ufacık bir ümitsizlik bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrik edilmeye değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşını kazandıran, bu yüksek ruhtur.” Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? «Gömelim gel seni tarihe» desem, sığmazsın. makber: Mezar, kabir. Vatanı, milleti, dini, devleti için şehit olmuş Müslüman Türk askerlerini defnetmeye uygun, ona layık mezar bile bulunmaz. Onlar o kadar büyüktür ki daracık mezarlara sığmazlar. Onları koskoca tarihe gömmeye kalkmak bile çare değildir, tarihe de sığmazlar. Yaptıkları, başardıkları iş o kadar büyük ve önemlidir ki daracık mezar çukurlarında unutulmaya mahkum edilemezler. Dünya tarihinin kaydedeceği en büyük kahramanlığı ortaya koymuşlardır. Burada “tarihe gömüp sığmamak” ifadesi şu manaya geliyor: Türk askerinin büyüklüğünü tarih kitaplarıyla anlatata anlata bitirememek demektir. Yani onların kahramanlığını hem hiçbir tarih kitabı tam olarak yazamaz, anlatamaz; hem de ne kadar çok kitap yazılırsa yazılsın yine anlata anlata bitiremezler. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitab... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. herc ü merc etmek: Darmadağınık, karmakarışık, allak bullak. edvâr: Devirler, zamanlar, dönemler. 28 ebediyyetler: Sonsuzluklar. istîâb etmek: İçine almak, kaplamak, toplamak. Türk ordularının hem daha önceki asırlarda, devirlerde hem Çanakkale Savaşlarında darmadağın ettiği o muhteşem dönemleri anlatmak için tarih kitapları yetmez. Yani Türk askeri tarih boyunca o kadar çok ve büyük işler başarmıştır ki bunları yazmaya tarih kitapları yeterli olmaz. Türk askerinin kahramanlıklarını ancak sonsuzluklar içine alabilir. «Bu, taşındır» diyerek Kâbe’yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Kâbe: Hürmetli mescit. Mekke’de bulunan İslam’ın ilk ve en kutsal mekânı. Küp şeklindedir. Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail peygamberler tarafından yapıldı. Dünya’daki bütün Müslümanlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar namazlarını kıble yönü olarak Kâbe’ye dönerek kılarlar. İslâm’ın beş temel şartından biri olan Hac sırasında Kâbe; farz olan ziyaret tavafı ve vacip olan veda tavafı ile en az iki kere tavaf edilir. Bunların dışındaki tavaflar ise sünnettir. Tavaf, yukarıdan bakıldığında saat yönünün tersine bir yönde Hacerü’l-Esved köşesinden başlayarak Kâbe’nin etrafında yedi tam tur yürümektir. Tavaf sırasında dönülen her bir tura ise şavt denir. Tavaf ayrıca Umrenin de şartları arasındadır. Hac sırasında yaklaşık 6 milyon hacı toplanarak aynı gün tavaf yaparlar. vahiy: Buyruk veya düşüncelerin Allah tarafından peygamberlere bildirilmesi eylemine veya bu bildirinin kendisine denir. Burada “ruhumun vahyi” ifadesi ile ise Çanakkale savaşlarının verdiği şevkle şairin kalbine gelen ilham, duygu ve heyecanlar kastedilir. Akif, Çanakkale şehitlerini o kadar önemsiyor ve yüceltiyor ki onlar için mezar taşı olarak sıradan bir taşı değil, Kâbe’yi mezar taşı olarak dikmek istiyor. Yani Çanakkale şehitlerine kutsallık anlamı yüklüyor. Bu mezar taşına da ilham yoluyla kalbine gelen büyük heyecanları, duyguları, düşünceleri mezar taşı kitabesi olarak yazmak istiyor. Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyla; ridâ: Örtü, şal, hırka. lahd: Mezar, üstü yükseltilerek yapılan mezar. ecrâm: Cirmler, yıldızlar. Sonra boydan boya bütün gökyüzünü örtü niyetine alsam da tüm yıldızlarıyla birlikte kanayan mezarına örtsem. Şairin Çanakkale şehitlerine verdiği önem o kadar büyüktür ki onların mezarı sıradan bir mezar olmayacaktır. Görkemli bir türbe yapılacak ve bu türbenin örtüsü de gökyüzünün tamamı olacaktır. Bu türbeyi aynı zamanda gökyüzündeki bütün yıldızlar ışıl ışıl süsleyecektir. Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; Süreyyâ: Ülker yıldız kümesi. Bir açık yıldız kümesidir. Bir adı da Pervin’dir. Çıplak gözle çok güzel görünür. Boğa takım yıldızında bulunur. Yedi kız kardeş. Yedi yıldızlar kümesidir. İkişer ikişer karşılıklı dururlar ve Ay’ın geçtiği yerlere yakın görünürler. Gerdanlığa benzer. Şair, âdeta Çanakkale şehitleriyle konuşuyor, onlara hitap ediyor. Çanakkale şehitlerinin türbesi, bütün gökyüzüne açık olmalı, tavanı mor bulutlarla çatılmalıdır. Mor bulutlardan oluşan doğal tavanından türbelerin üzerine çok güzel bir görüntü oluşturan ışıl ışıl Ülker yıldız kümesi uzatılmalı ve türbeyi hem süslemeli, hem kandil gibi aydınlatmalı. Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, avize: Tavana asılan, şamdanlı, lambalı, cam veya metal süslü aydınlatma aracı. Fakat bu beyitte kastedilen avize, âdeta avize gibi gökyüzünden türbenin üstüne sarkmış olan Ülker yıldız kümesidir. mehtab: Ay ışığı. Çanakkale şehitleri, Ülker yıldız kümesinin güzel, parlak ışıkları altında kutsal kanına bürünmüş halde yatarken, şair ayrıca onların yanına Ay ışığını da getirmek ister. Gece vakti Ay’ın dünyaya gönderdiği ışık da çok güzel bir görüntü oluşturur ve seyredenlerde çok hoş duyguların uyanmasına sebep olur. Böylece Çanakkale şehitleri, güzellikler içinde rahat, huzurlu ve mutlu bir şekilde ebedî istirahatgâhlarında uyumalıdırlar. Çünkü onlar, böyle bir ortamı hak ettiler. Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile avizeni lebrîz etsem; türbedâr: Türbeleri bekleyen, onlara bakan, koruyan kişi. fecr: Şafak. Tan yerinin ağarması, sabah vakti. Güneşin doğuş sırası. lebrîz etmek: Ağzına kadar doldurmak. Akif, Çanakkale şehitleri için düşündüğü, hayal ettiği güzellikler içinde kurduğu türbelerinin başında Ayı ve yıldızları türbe bekçisi gibi bekletmeyi istiyor. Ayrıca güneş doğduktan sonra da avizesini bu sefer güneş ışığı ile doldurmayı hayal ediyor. Yani şehitlerin türbelerinin, hem gece hem gündüz vakti ışıklar içinde olmasını arzu ediyor. Gece gündüz ışıklar içinde yüzen ışıl ışıl bir türbe imgesi üretiyor. Şehitlerimiz, hem manevi hem de maddi anlamda nurlar, ışıklar içinde uyuyacaklardır. Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana. mağrib: Batı, Güneşin battığı yön. Akşam vakti. Şair ayrıca şehitlerimizin yaralarına tüllenen akşam alacakaranlığını bir bez gibi sarsa, o büyük hatıraları için yine bir şey yapabildiğini söyleyemiyor. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i, ehl-i salîb: Bayrağında Haç bulunanlar. Müslümanlara karşı Haçlı saldırısı düzenleyen Hristiyanlar. Haçlı orduları. Burada Çanakkale Savaşlarına katılan İngiliz ve Fransızların başını çektiği Haçlı ordularıdır. O dönem için bu düşman orduları, son Haçlı ordularıdır. savlet: Ani ve şiddetli saldırı. şark: Doğu İslam dünyası. Selahaddin: (11381193-), Mısır ve Suriye sultanı ve Eyyubî Hanedanının kurucusu olan Müslüman Türk hükümdarıdır. 2 Ekim 1187’de Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtararak oradaki 88 yıllık Hristiyan hâkimiyetine son verdi. Ayrıca sonraki III. Haçlı saldırılarını da etkisiz hale getirdi. Çanakkale Savaşlarında Müslüman Türk askerleri, o zaman için son Haçlı ordusu olan emperyalist Batı ordularının şiddetli 29 saldırılarını etkisiz hale getirdi. Bu büyük kahramanlığı ve başarısı ile Doğu İslam dünyasının en sevgili sultanlarından biri olan Selahaddin-i Eyyubi’yi kendisine hayran bırakmıştır. Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, Kılıç Arslan: (1079 - 1107) Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın oğlu ve ikinci Anadolu Selçuklu Sultanıdır. İlk Haçlı saldırılarına karşı büyük kahramanlıklar gösterdi. iclâl: Ağırlama, ikram, büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek, büyüklük, azamet. Çanakkale Savaşlarına katılan Müslüman Türk askerleri, İslam’ı boğup yok etmek için gelen son Haçlı ordularına karşı gösterdikleri kahramanlık ve başarılarından dolayı yine İslam’ı boğmak, Müslümanları yok etmek, Müslüman vatanlarını işgal etmek için gelen Haçlı ordularını geri püskürten Selahaddin-i Eyyubi ve Kılıç Arslan gibi Türk-İslam tarihinin büyük komutanlarının hayranlığını, takdirlerini, beğenilerini kazanmışlardır. O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; demir çenber: Burada kastedilen, düşmanların her yönden üstün ve güçlü silahlarıdır. ecrâm: Yıldızlar. Müslüman Türk ordusu, Haçlıların bütün gelişmiş modern silahlarını iman dolu göğsünde paramparça etmiştir. Yani düşmanın maddi silahları etkili olamamıştır. O yüzden Türk askerlerinin adı, ruhlarıyla beraber yıldızları dolaşır. Yani şehit olan kahraman Türk askerlerinin, mübarek ruhları ve şanlı adları gökyüzünde, yıldızlarda saygın bir şekilde dolaşır. Mertebeleri o kadar yükseklere çıkmıştır. Sen ki, asâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... asâr: Asırlar, yüzyıllar, eski devirler. heyhât: Yazık ki, ne kadar uzak ki ufuklar: Her taraf. cihât: Cihetler, taraflar, yönler. Şehitleriyle, gazileriyle bütün Türk ordusu, dünya tarihini değiştirecek şekilde o kadar büyük bir iş başarmıştır ki, bütün asırlara, 30 tarihî dönemlere gömülse yine sığmaz ve taşar. Yazık ki gözle görülebilen her yer, nereye bakılsa her yön ve her taraf, bu büyük Türk ordusunu içine alamayacak kadar dardır. Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. makber: Kabir, mezar. âğûş: Kucak, sığınılan yer. Çanakkale şehitleri, eski şehitlerin, şehit olan atalarının oğullarıdır. Zira yüzyıllar boyunca bu vatanı korumak adına onlarca kez düzenlenen Haçlı saldırılarına karşı kahramanca direnen atalarımız da din, vatan, millet uğruna şehit oldular. Dolayısıyla şehit ecdadımızın torunları da Çanakkale’de şehit oldular. Akif, bu mübarek şehitlerimize hitaben “benden kabir isteme, Hz. Muhammed, sana kucağını açmış bekliyor” diyerek onların asıl kabirlerinin peygamber kucağı olacağını ifade ediyor. Bu tabii, şehit Türk askerlerinin Hz. Muhammed’in bile takdirini, sevgisini, beğenisini kazandıklarını, çok büyük bir iş başarmış olduklarını gösteriyor 1. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim üyesi 2. Eşref Edip, Mehmet Akif, İstanbul 1938, s.1081093. Teşkilât-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde faaliyete Enver Paşa’nın başlayan, 5 öncülüğünde Ağustos 1914’te 1911’de Harbiye Nezaretine (Millî Savunma Bakanlığına) resmî bir teşkilat olarak bağlanan gizli istihbarat, propaganda, örgütlenme teşkilatıdır. 8 Ekim 1918’de İttihat ve Terakki hükûmetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir. 4. El-Muazzam: Hicaz demiryolunun hemen ortasına tesadüf eden bir çöl istasyonudur. 5. Eşref Edip, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, hzl. Fahrettin Gün, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s.94956. Eşref Sencer Kuşçubaşı (d. 1873, İstanbul - ö. 1964, İzmir) Kuşçubaşı Eşref adıyla da anılır. Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katıldı. I. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında 19141915- yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yaptı. Ayrıca Teşkilat-ı Mahsusa’nın başkanı oldu. (19151918-). 7. Destan ve Abide: Çanakkale, Kültür ve Turizm Bakanlığı Cinassız Hoyrat Kerküg’ün asasıydan Xoşlannam xasasıydan Olmazneftinxax alsın Biz öleğ bambasıydan ......................................... Bağa girdim bar taptım Heywa taptımnar taptım Ne düyadan xeyr gördüm Ne gewlımceyartaptım ......................................... Dıwar qaxtım dam olsun Dort etrafı cam olsun Gel elıw wer elime Bayram ki bayramolsun ........................................ Wuruldum oyağ oyağ Ne dal qaldı ne budağ Allam başımgiderem Ne el bilsin ne ayağ .............................. Xeber wer Kerkük Duz’dan İmdat gelmedi sizden Şafaq söktü gün döğdu Umut kestıx xoruzdan ............................... Yar nece gözden itti Sordum dedıler gettı Bir göz açtım bir yumdum Baxtım omur da bitti .............................. Reqibin waxtın görüm Dewr olusun taxtın görüm Cumhur KERKÜKLÜ Baxtım bağladı getti Bağlansın baxtın görüm ................................... Qarşıma Tatar çıxtı Tatardan xatar çıxtı Her kime canım dedım İlannan beter çıxtı ..................................... Dağlar buzun çıxarttı Gül nergizin çıxarttı Ğem qehır yexem salmaz Dadın duzun çıxarttı ........................................... Sen gideni yas qaldı Ne zewq ne hewes qaldı Her şeyim sen apardıw Bir qurru nefes qaldı .............................................. Çaldıw çek çıxar oxuw Menıydım warıw yoxuw Harda gül qeddeh görsem Burnuma gelı qoxuw ........................................................ Darılmadım sözüwden Sen küsüldüw özüwden Gözümün gözü çıxsın Tox olmuru gözüwden 31 Cengiz Aytmatov’la Hazar Şiir Akşamlarında Yaşadığım Bir Tâlihsizlik Hikayesi Prof. Dr. Mehmet Ömer KAZANCI Türkiye’nin Elazığ şehrinde her yıl düzenlenen Uluslararası Hazar Şiir Akşamları Türkiye’de ve Türk dünyasında bilinen en uzun soluklu bir kültür ve edebiyat faaliyetidir. Bu faaliyetin ana amacı Türk dünyasını ortak kültür değerler etrafında buluşturmak, kaynaştırmak, hızla gelişen ve değişen dünya dengeleri karşısında ortak tarih, kültür ve birlik şuurunu oluşturmaktır. Ayrıca 2003 yılından bu yana Hazar Şiir Akşamlarında Türk dünyasının mümtaz şahsiyetlerine bir şükran ifadesi olarak “Türk Dünyası Hizmet Ödülü” verilmektedir. Bu ödülün birincisi 2003 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başkanı Rauf Denktaş’a verilmiştir, ikincisi 2004 yılında İskece Müftüsü M. Emin Ağa ile Gümülcüne Müftüsü İbrahim Şerif’e verilmesi uygun görülmüştür. 2005 yılanda ise bu ödülün sahibi Kazakistan Cumhurbaşkanı Nur sultan Nazarbeyev olmuştur. 2527- Ekim 2007 tarhlerinde düzenlenen 15. Hazar Şiir Akşamlarına katılım fırsatımız olduğu zaman, bu büyük ödüle, dünyaca ünlü Kırgız Türk Yazarı Cengiz Aytmatov layık görülmüştü. Dolayısıyla o yılın Hazar Şiir Aksamlarına onur konuk olarak çağrılmıştı. İşte Aytmatov ile o tadı damağımdan çıkmayan muhteşem törende tanışmıştım. Otele vardığım zaman, kayıtlarımı yapatıktan sonra odama valizimi sürükleyerek çıkarken kendisini bir grup dostyla karidorda ilk görmüştüm. Göz göze gelince sevimli bir tebessümle başını eğerek selamlamıştı beni. Hoş geldiniz gibi bir anlam taşayan bir selamlamaydı bu. Valizimden olmalı, törene davetli olduğumu anlamış ve selamlamıştı galiba. Anyı tavırla karşılık vermiş, fakat tanımamıştım. Boyu uzun, saçı kar bayazı, yüzü dolgun ve parlaktı. Kim olabilir diye odaya varıncaya kadar hep merak etmiştim. Odaya girince masa üstünde törenin programıyla ilgili broşürler vardı, bu merakı gidermişti. Zira her kağıtın üstünde 32 o yılki Hazar Şiir Akşamlarının Cegiz Aytmatov’un onuruna yapıldığı yazılıydı. Broşürlerin kapağında üstelik, güçlü şahsiyatini yansıtan bir resmi vardı. İşte oradan, bir az önce beni başıyla selamlayan kişinin büyük romancı Aytmetov olduğunu anlamıştım. Kendisiyle durup tanışmadığım, soruşmadığım için pişmanlıklar geçirmeye başladım. Güzel bir fırsat kaçırmıştım. Ancak bir az dinlenince Şiir Akşamlarının üç gün süreceğini hatırladım. Bu üç gün içersinde fırsatım olacak diye kendimi avutmaya çalıştım. İkinci gün, her yıl olduğu gibi, o yılki Hazar Şiir Akşamları töreni de, başta Elazığ valisi, Elazığ belediye başkanı, Türk edebiyatı vakfı başkanı, Kırgızlı büyük yazar Cengiz Aytmatov ve Türk dünyasından katılan şairlerin öncülük yaptıkları, Elazığ’ın eski belediye binası önünden Öğretmen Evi’ne kadar 3 kilometrelik, Osmanlı devri elbiseli mehter takımı eşikliğinde görkemli bir yürüyüş ile başladı. Yol boyunca halk tarafından alkışlanan şairler arasında en çok ilgi gören, ön sırada Elazıg Valisyle kol kola yürüyen Aytmatov’du. Öğretmen Evi önünde hazırlanan, üstü çadır ile kapalı özel bir sahnede yerlerimiz alırken Türk Dünyasından gelen her kes Aytmatov’a yakın bir yerde oturmak istiyordu, ancak bu, yetkililer ile Kırgız şairlerine nesip oluyordu en fazla. Töreni kontrol edenler, kemsenin fazla yaklaşmasına izin vermiyordu. Yerlerimizi alır almaz törenin açılışına saygı duruşu ve İstiklal marşıyla başlandı. Açılış töreninde ilkin 15. Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarını düzenleyen komite üyelerinden birisi, Hazar Şiir Akşamları’nın amaçlarıyla kısaca tarihçesinden söz ederek, katılan şairlere, Elazığ’lılar adına hoş geldinizdi bulundu. Daha sonra, Muhtar Şahanov (Kazakistan), Cengiz Aytmatov, Sabir Rüstemhanlı (Azerbaycan), birer konuşma verdiler. Ardından bizi mikrofona çağırdılar .Daha sonra Ali Akbaş (Türkiye), Elazığ valisi, Elazığ belediye başkanına sıra gelmişti. Aytmatov çevirmen yoluyla uzun bir konuşma verirken, ara sıra kendini zorlayarak Türkiye Türkçesiyle konuşmaya çalışıyordu. “Elazığ halkının benim için düzenlemiş olduğu bu bayram, benim alınyazım olsa gerek. Bugüne kadar çok törenlere katıldım, çok ödüller aldım; fakat hiçbirinden bu kadar manevi lezzet almadım. Ben de artık Elazığ’ın bir hemşehrisi, 33 bir vatandaşıyım. Şu anda mutluluğun zirvesini yakaladım. Rabbim bana ömür verirse her yıl Elazığ’a gelmeyi düşünüyorum.” dedikten sonra bu gibi faaliyet ve etkinliklerin önemine değinerek, Türk dünyasını birbirine, değil yalnız kültürel açıdan, her bakımdan yakınlaştırmada ve hatta gelecekte birleştirime olanağını sağlamakta büyük değer taşıdığınının altını çiziyordu. Konuşurken oldukça herkesle ilgilenmeye gayret ediyordu. Tek bir kişiye değil, herkese hitap ettiğini, her ketsen memnun olduğunu bildirmek için gözlerini tek bir noktaya dikerek değil, her kesin üzerinde gezdirerek konuşuyordu. Açılış töreninden hemen sonra, Elazığ’ın Cumhuriyet mahallesine ayrılmıştık. Orada Cengiz Aytmatov’un adını taşıyan bir parkın açılışına katılıyorduk. Bu tören de, ötekisi gibi halk oyunları ile mehter takımının heyecanlı konserleri eşikliğinde yapıldı. Burada belediye başkanıyla Cengiz Aytmatov birer konuşmada bulundular. Aytmatov konuşmasında yer yer eğlendirici tavurlar takınıyor katılımcılarla şakalaşıyordu. Hata bir yerde etrafımızı saran okul öğrencilerine seslenerek parkın temiz tutulmasını ciddi ciddi tavsiye ediyordu, «ara sıra geleceğim, teftiş edeceğim, yerde bir çöp görürsem sizi sorumlu tutacak, hesap soracağım» diye herkesi güldürüyor sonra çevre temizliğinden söz ediyordu. Bunu vatanperverliğin bir parçası sayıyordu. Akşam üstü, Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezindeydik. Merkezin geniş salonunda geniş bir halk topluluğu vardı. Cengiz Aytmatov hakkında Yıldırım Sesli Manasçı Aytmatov adlı bir konferans verildi. Türk Edebiyatı dergisinin genel yayın yönetmeni, tanınmış Türk yazarı rahmetli Ahmet Kabaklı’nın oğlu Servet Kabaklı’nın oturum başkanlığını yaptığı bu konferansta, Aytmatov’u kürsüye çağırırken, kalkıp elinden öpmüştü. Aytmatov’u, “Vicdanını, milletini Nobel ödülüne satmayan” yazar olarak nitelediği için, her kesin ayakta alkışını kazanmıştı. Saat 19.30 da Aytmatov’a Türk Dünyası Hizmet Ödülü töreni başladı. Törende Aytmatov’un hayatından ve eserlerinden ayrıntılı olarak söz eden Prof Dr. Ramazan Korkmaz bir yerde şöyle dedi: Cengiz Aytmatov’u başarılı kılan en önemli etken, acılara saplanıp kalmadan, büyük bir empatiyle dünyayı kendinde deneyimleyebilme ve anlatma yeteneğidir, O, en 34 yerel ve ulusal sorunları anlatırken bile, evrensel bir kavrayışla bütün bir dünyayı bilir. Bu konuşmadan sonra, 2006 yılı Türk Dünyası Hizmet ödülü’nün gerekçeli kararı Prof. Dr. Ahmet Buran tarafından okunarak, Elazığ valisi Muammar Muşmal tarafından Aytmatov’a, tufanlı alkışlar arasında takdim edildi. Ayrıca Fırat Üniversitesi Reatörlüğü ve Türk edebiyatı vakfı taraflarından Aytmatov’a sırasıyla Fahri Doktora ile Türk Dünyasının Yaşayan En Büyük Yazarı unvanlarının belgeleri sunuldu. Bu muhteşem tören, Kırgızlı manasçı Urkaç Mambetaliev’nin okuduğu Manas destanından parçalar ve Elazığ Musiki Konvatuvarı Derneği Halk Oyunlar topluluğunun sunduğu solistlerle sona erdi. Aytmatov bu törende, sahnede uzun bir süre kaldığı için, çok yorulmuştu. Konuşmasında bile sağlık durumunun iyi olmadığını ima etmişti: «sizlere nasıl teşekkür etsem, bilmiyorum. Sağlığım el verirse yeniden bir kitap yazacak olursam, bu hayalim gerçekleşirse, kendimi Elazığlı bir insan olarak göstereceğim” diyor ve ikide bir terlerini silerek zorlukla yakata kalmaya çalışıyordu. Bir yerde fazla yorulduğunu kimseden saklayamaz bir duruma gelmişti. Kendi isteğiyle sahneden indirildi ve daha sonra acil bir şekilde hastaneye götürüldü. Bu olaydan sonra Aytmatov’u artık görmek mümkün olmadı. Elazığ’dan ayrılmıştı. Bunu, ikinci gün, Mehmet Akif Ersoy Lisesi öğrencilerinin hazır olduğu Elazığ Öğretmen Evi salonunda gerçekleştirilen Şairin Gönül Dünyası adlı bir panelde öğrendim. Isa Kocakaplan’nın başkanlık yaptığı panele Türkiyeli yazar İmdat Avşar’la birlikte katılıyordum. Bir buçuk saat süren Panelde Kocakaplan’ın yönelttiği soruların doğrultusunda Türkmenlerin dünkü ve bugünkü siyasi durumu ile edebiyatından ayrıntılı olarak söz ettikten sonra, salondan ayrılırken Aytmetov’u görmeye gidelim diye bir öneride bulundum. Kocakaplan ile İmdat Avşar, Aytmatov’un, sağlık durumu nedeniyle Elazıg’dan ayrıldığını bildirdiler. Aytmetov’u ilk gördüğüm dakikaler, canlanmaya başladı gözlerimin önünde nedense. O sevecen tebessümleri, o hiç unutmayacağım başını hafifçe eğerek beni selamlaması canlanmaya başladı. Bu defa «hoş geldiniz» türünden değil «elvallah» türündendi bunlar. Yüreğimde bir sızı hissettim. 10 Haziran 2008 tarihinde ebediyete elvada ettiğini öğrenince bu sızı bütün canıma yayıldı. Gençliğimde tek bir eserini Arapça çevrisinden okumuştum, Hazar Şiir Akşamlarında ele geçirdiğim Türkçeye çevrili eserlerini döne döne okuyorum şimdi. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın, ve o coğrafyada yaşayan Türk insanının, tarih içinde kazandığı değerlerini, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiştir. Halkının içine düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları vermiştir. Hikâyelerinde milletinin temel mülkü olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal hikâye ve türküleri, bunların meydana geldiği şartları, ardındaki hikâyeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginlikleriyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalışmıştır. Aytmatov eserlerini Kırgızca ve Rusça yazmıştır. Ancak bunlar çoğunlukla Rusçadan 150 civarında dile çevrilmiştir. Bunlardan Cemile adlısı filim olarak işlenmiştir. 1928 yılında Kırgızistan’ın Şeker köyünde dünyaya gelen Aytmetov edebi çalışmalarına ek olarak, 15 yıl Avrupa’da Sovyetler Birliği’nin, ardından da Kırgızıstan’ın büyükelçiliğini yapmıştı ve NATO, UNESCO gibi uluslararası örgütlerde Kırgıztan temsilcisi olarak bulunmuştur. Bu bilgileri Hazar Şiir Akşamlarında öğrendim. Ondan öce Aytmatov’u yalnız, Cemile gibi güzel aşk romanlarının başarılı bir yazarı olarak biliyordum. Şimdi her hangi bir hikayesini okusam veya kitaplığımda bulunan eserlerine baksam, derin hasretler geçiririm. Yanı başımdayken kendisiyle yakından tanışmak fırsatım varken, bu fırsatı iyi kullanmadığıma üzülürüm. Bir talihsizlik işte.... Hiç bir fırsat iki kez ele geçmiz.. ne kadar doğru.. 35 1 Milyon, 2 Milyon, 3 Milyon Yeşil Ey Yeşil, Dolar Da Yeşil ( Öykü ) ■ Boz bir köpüğe üfürdü, unuttu ki onu bundan önce imgelemişti, köpüğün yollar kesişmesinin tadı var, bir varlığı olduğundan emin olabilmesi için, acısı kendisini giyiyor, donuk ışıldayış mesafeleri çiğniyor, azalma herşe ye egemendir, bundan önce tanıdığı kutup ılgım çöllerinin tacıdır, koltuk dilsizdir odada bir boşluk tutuyor, koltuğun üstüne dalgaları gözüken bir göğüsle fırlandı, od şöleni, kar hamamından az önce çıkıvermiş bir cesetcesine, cesedini koltuğun üstüne uzattı, onca eski savaşçılar yorucu simgedir, o tutktya tutuşmuştur, ona dalmakla hoşlanıyor, Kasım AKBAYRAK \ Bugün dolar kaç,\. Dükkançıların birisisoruyor, \ Bilmiyorum, Şişman’dan bir ima almadım hala, bekle\. insan kitleleriyle kalaba caddeden gözünü çekmeden aldırmaksızın yanıt veriyor, dükkanın içinden caddeyi gözetliyor, - Odanın tavanı, ona içindeki gökyüzü arı, evleri mermerle ipekten yapılmış, insanları dolarların bolluğu yüzünden onları kemirirler, bir ak memleket görünüyor, zamanından önce çıkıvermiş kıvrıkları ayırtetmeye o vurgunluklu özleyen iki gözü vardır, oda tıpkı o oda, renk tıpkı o renk, yeşil iki gözünü yumuyor, koyu karalık mutlak güçle dörtgen bir uzayı kablıyor, bu gibi görünüşle bundan önce dışlanmayı alışmamışcasına, ayrıcalıklı boz efsanevi perdeler, nurun anlarından önce, onlara bakıverdi, gözlerini dışladı, amacını yakalamak için köpüğe yalvardı, köpüğün gizli niteliği aldatmayı umma parçalarıdır, o nedenle bie şeye katlanmıyor, - \ Ne zaman evlenirsin, \. Gizemli şeytanlıkla arkadaşlarının yinelediği bir sorudur, \ Bilmiyorum,her şeyden önce para biriktirmek sonra bu sorunu düşünmek\. Parmakları göğsününsoluna bırakılmıştır, iyicesine becerdiği ani bir davranıştır, yüreği çırpıyor ve çırpıyor, - O kuruntulatma sanatında uzmandır, deniz sesini unutuyor, dalgaların kargaşasıyla ikizleşiyor, mesafeleri kısaltmak için, bırakıldığı an, atların davrandığı gibi davranıyor, yaşam kendi temposunu patlamaların şafkatına ısmarlamıştır, bu sorun onu bir istikrarsızlıkla donatıyor, her kes yere döşeli bombalardan şikayet ediyor, 36 çığlık şenlikleri, parçalanmış cesetlerin üçüşü, çocukların ağlayışı, kadınların ağıtları, onun mezacını bozuyor, başını koltuğuna koyuyor, Tanrı’ya yaltanarak şükr ediyor, kişnemenin akışındaki açılan günlerle, şansı unutulmuş köpüktür, nasıl bir kişneme bu ?, bir imayı yardımsıyor, annesi ona bağırıyor:- \ Başın nerde,?,\. \ Bilmiyorum, \. Yanıtveriyor, - Yeşil soyadını, gözlerinin, ve doların benzi yeşil olduğu için almıştır, - \ Yeşil, ey Yeşil bu dilenciye bin dinar ver,\. Çarşıda, komşu dükkancıların onu kışkırttığı an, sinieleniyor, kıvılcım ardıca kıvılcım, annesinin gömütüne yemünediyor : - \ Bende bin dinar yok, ben tıpkı başka dülenci gibiyim, \. Ona kimsenin gözü değmesin diye, yoksulluk idiaediyor, karalık şehri onu sıkıyor, atların kaçışı, kışnemesi uyku tadını çalan yeşil köpüğün kusmasıdır, içindeki azıcık ışık ona yeter, gündüzün olguları belleğine sızııp kalmıştır, ki bir adam destanın kenarlarını gizliyor, o da başkalarının umutlarını alıkoyan bir evren korkusundan merakediyor, sanki yüreğini cesedinin dışında bırakmışcasına, unuttuğu bir nesneyi geri dönderiyor, canlı cennettir çırpıyor,besini kandır, dolara tutuşmuş bir ektidir, - 1 – 2 – 3 - , cesedin dışında, yüreği rakamlara gözatıyor, onu dinliyor, Bir – İki – Üç -, seviniyor, kirpikleri aşırı şoktan ürperiyor, yüreği fısıldayarak dilaçıyor:-\ Her şeyi bir kenara bırakınız, tecelli zamanııdr, ey yoksulluk alıcıları, gölge sefilleri, insan yalnızca ekmekle geçinmez, para gerçek efendiliktir, yüreklere binen konumdur, yandaşları çeker, yücelik gizi dolarlardır, insanlar neden zenginlerle yetkililere saygı gösterirler?!,dehşetleniyorsunuz, öyle değil mi?kendinize sorunuz!, öz paralı yakınlarınız ve dostlarınızdan söz ederken kıvanç duymazsınız!, yetkililere zelil zelil yaltanırsınız, elbet ki bana inanaamzsınız, yüreğinize danışınız, yadsamaya gerek yok, tümümüz dinarla dolar tutsağıyız, çünkü ben aldatmaksızın sizin eşitiniz olduğum için, tümünüz aldatma gerekçelerini uyguluyoruz,\. – bir milyon İki milyon – Üç milyon – Dört milyon, ... ( Ey Tanrı’m, bu insanlar, bu evren birlikte benim olacak, ancak doğru Sevebileceğim birisi var mı?, keşke gönlüm kendi kendinden yağabilen yağmurun yolunu tutan bir gümüş bulut olsaydı, doların korku ve aldatıcılığı olmaksızın,beni sevebilen birisi var mı?,izinsiz her şeydeki hava gibi, ona kavuşsun, sevgi doların gururuyla bağdaşabilir mi?, bağdaşması gerekir mi?, \ Bilmiyorum – Biliyorum \ .- Bir milyon, iki milyon, üç milyon,........... Yüz milyon, onu çok diliyorum, nasıl bir dilek, onu kapsıyorum, o da beni kapsıyor, gömüt sonsuzluğun saptama kanıtıdr.). Karalıkta koyuluk var, iki gözü hızlı bir ışıldayışla ışıldıyor, tıpkı öküzlerin öfkeyle içrrilircesine, - Yeşil ey yeşil, şimdi Kiyamet kopsa, ne yaparsın?, : - \ Bilmiyorum,biliyorum, Kiyamet belirtilerinin zamaı gelmemiştir,! \.Büyük ekranda rakamlar, ansızın karanlıkta zıplıyor, rakam ( 1 ) le başlıyor, binlerce rakam, sonlanmıyor, Zevallıların avuncu yok, - Yutkunuyor –Yaşam bir alış yarışıdır, zenginler 37 onun kahramanlarıdırlar, ölüm yalnızca rakamlardan bir rakamdır, rakamlar çok çoktur, - İki gözü ekrandaki raklamları gönlünün temposuna göre dizgiliyor, bu inanışın bir zamanlaması yok ki ondan yardım istesin, - \ Yok yok, sen ey rakam kalıver, yerin burdadır, sakinol, akıllıol, uysana emirlere,nasıl bir yaramaz kulsun,sus, ey milyon çekil yerini başka bir miloyn alsın,\. Ekrandakiraakmları bir körün görmesicesine parçalayarak parçalıoyr,bir neşedir yüceliyor ve yücelioyr,esenlik üfüren gökyüzünde uçarcasına, - Dolar → dinar – Dinar → dolar dövizi, dükkancıların ve alıcıların dükkanına gelme sınavıdır, içinde yangınlar oluşturuluyor, annesinin onu doğurmamasını umar, dükkanın içinde dolaşarak, havayı püskürtüoyr, eğer koltuğa otursa, buna hiç katlanmaz, gürekleri suyunun kişnemesi önünde inerek yeniliyor, nur kucaklarına doğru fışkıran atlarının köpüğüdür, toprak renkli odanın dört yönüne gözlerini dolaştırıyor, tapınak çölde yabancı kervanların özlryişindedir, onu bedenine binlerce ok gömülü bir savaşçının duygusu doluyor, canı sıkılıyor, can sıkılmada ne bir umut var, öletli mehter gibi çarpan yüreğine bu umutlar bom boştur, mutlaka gerçekleşmez, bir iki kendisini dükkanın dişindabular, kaldırım üstünde durmuş, üzgün, asık, gök üzüntü ondan payını almış, çarşı yakışıklı açımasızlığıyla hiç bir şeyi önemsemiyor, insanları karınca olmaksızın, karınca toplulukları gibi göreceksin, bir şey ki tümünün kafasını karıştırmış, ( Domates – Soğan ), ( Kırmızı et – Beyaz et ) kokusu ( Dinar 38 – Dolar ) la kadınların kokusu ve erkeklein teriyle karışmış, cansız cadde, acımasızdır kafakarışması, satıcıların çığlıkları ve araçların kuyruğu od gündüzlerinin kaygısıdır, bir patlama yeli esse, sesi getiren bir yer var, \ Selamu Aleykum,\. Geçenlerin birisi ansızın söylese, susar. \ Ben dertteyim, nasıl bir dert, ulan senin derdin ne?,\ İmge onu akla gelmeyen çevrenlerde uçuruyor, şu anda AB ülkelerinin birinde mülteci olmasını diler, neden olmasın, insanlar AB’deki mülteci yakınlarıyla kıvanmıyorlar mı?, EURO’lar yağmur gibi başlarına yağıyor, bu hale kim dayanabilir!,\ EURO’ları bir biri üzerine koyup biriktirirdim, kıvanç içimi doldursun diye, onları kucaklayıp öperdim, yaşam istediğini istiyor, ABD’lilerden konturat, kendimi yeşil dolarların içinde bulmuş olurdum, ona nasıl bir yol bulabilirim,( Bilmiyorum – Biliyorum ),\. insan kalabalıkları, kendilerine özge önsezileri var, kimi nesnelerle ilgilenirler, kimi nesnelerlede ilgilenmezler, ak bir sıcaklık kırmızı bıkkınlığa uymuş, - \ Babam para yüzününden kendi kardeşinden vazgeçti, ben dolar yüzünden kimden vazgeçeceğim, ( Biliyorum – Bilmiyorum ). – Şişman, onu bu hale geldiği yüzünden kınıyor, öfkeleniyor, Şişman’ın yokoluşunu diliyor, - Koltuk cansızdır, kımıdayışsızdır, ne bir sevinç ki içinde sarsıyor, rakamlar ekranı hala karalıkta gözünün önünde dimdik duruyor, soluklar kendi duygularıyla kıvanç duyuyor, insanlaşma sevincini örtüyor, o’nca bundan önce ne tutuştuğundan daha önemsediği aşırı sayısız rakamlar avunç vericidir, onu kabullenmeye kendisini zorluyor, milyonlar ve dinarlarla dostukluk gerçek mutluluktur, huzur getirir, zorlukları katlanmaya değer, - \ Yeşil ey yeşil, yokluğa düşüp ve o senin dostun o - lsa, nasıl davranırsın, ( Bilmiyorum – Biliyorum ) – Karalık karalıktan bir renk içermeyen bir görünüştür, ışığın önünde, bir sel iki karşıtın yolunu kesti, her günün etkisi tıpkı tuz gibidir, \ Şöyle sanıyorum, Lanetolmuş bu koltuk, sürekli dilsizdir, bir şey beklenilmez ondan\.EURO, dolaı, Irakdinarı’ fotografları değişik boyularda döviz dükkanın duvarlarını dolduvmuş, mobilya, eskimiş bir tahta masa, eski demir koltuk, ön cephe boyanmamış tahtadan ve kirli camdan oluşuyor,- \ Allah kahretsin onları, başlarında bile kafaları yok, yeşil doları önemsemezler, yrşil de benimdir, para kocamanlıkkaynağıdır, hani EfendiMillet idialarınız, kafamızı karıştırdınız, şimdi, bir Bombalı araç patlasa, ben ne yapacağımı bilmem?, geleceğim, ne olacak?, büyük ve küçük nasıl gerleşecek?!, üzülüyor, içindeki endişe geçici bir öfkeyi desteklemeye kalkıyor, günahsız kuzu gibi mırıldıyor: - \ Önsezilerdir, beni etkilemesine ve mezıcımı bozmasına izin veremem, onlar beni yenilgiye sürüklüyor, ey milyonlar geliniz, bir milyon, iki milyon, ü ç milyon, ....Milyonlar, \. – Yeşil ey yeşil, baban babasından ( BüyükBabandan) ne kadar para çaldı, sen de babandan ne kadar para çaldın,aldırmaksızın susar, koyu ruhlu sağır yanıtlardır, dolar töresizdir, ona eldeğen lanete kavuşur, ve Şeytan hastalıklarına tutuşur, kıvılcımlardır onu basıyor, onun boşlukları ıslak küldür, duyguları bundan önceki imgelediği köpüktür, \ Doları biriktirsen, her gün, her an onu koklasan, güzel bedenini okşasan eğer, bir sıcaklık sıcayacak, sana sızacak, tuhaf soğukluk saçıyor, \. – Bir balondur büyüyor, yeryüzünü ayakları altına gömmek için, hızlanmış atların soluklarıyla, yeryuvalağı cesediyle çevrelenmiş, iki eli bir kıtada, iki ayağı bir kıtada, başı bir kıtada, karnı bir kıtada, sırtı bir kıtada, yüreği bir kıtada, usu bir kıtada, yeryuvalağı tutsaktır, hiçlikten bir ruh oluşunun başlayışıdır, kendisinin ötesinde ne varsa belirli bir zamanlamaya göre onun izinde yürüyor, - Yeşil ey yeşil: -\ Ne olur, gökyüzü yağur yerine dolar yağdırsa?,\. - \ Umuttur, diüştür, istediğim almaktır,\. Böcekcesine fısıldıyor, -1milyon, 2milyon, 3milyon, 4milyon, ... Milyonlar,milyonlar, Parmaklarının, denizlerin kişnemesi, karalık dalgalarının canlılığı, havanın yüreklerini delen atların sesizliği, durmaksızın dolarları sayması vardır, cansız cesettir, ölümü idda ediyor, yeşil tanelercasine rakamlar ekranında dağılıyor, yeniden rakamların düzenlemesi için, sanki ki sevincin ansızın mor bir pusuya göre gelebilme imasını veriyor, kaygıdan param parça olmuş bi r yüreğe doğru imekleyen bir umuda seyretmek için, eriyor, ve erimiyor, - İki gözünü açtı, bir sarsıntı gelmişcesine, kıranfıl renkli odanın ışığı anü saldırıp, dört yöne güzel renkleri saçtı, annesi başı üstünde durmui, onu ışıktagördü, akşam temeğine gelmesini istiyor, dolarların tat kalıntıları hala içinde gömülüdür, bir tuzağa düşüp, ve durumu yabansamışcasına.■ 39 Adana Mutfak Kültürü ve Adana Yemeklerinden Örnekler Prof. Dr. Erman ARTUN İnsanoğlu, ilkçağdan beri yaşamak ve çevresindekileri yaşatmak için sürekli besin kaynağı aramak zorunda kalmıştır. insan ilk dönemlerinde avcılık, toplayıcılık yapmışsa da belirli bir evrim sonucu hayvanları evcilleştirmeyi yabani bitkileri yetiştirmeyi başarmıştır. Ateşin bulunmasıyla üretim biçiminde büyük bir değişme olmuş, buna bağlı olarak yemek türleri ve pişirme biçimleri sürekli gelişmiştir. Bir toplumun beslenme kültürü, yaşama biçimiyle doğrudan ilişkilidir. Yaşama biçiminin değişmesi beslenme kültürünün de değişmesine neden olur. İlk çağlardan bu yana yiyeceklerini yetiştirmeyi öğrenen insanoğlu onları saklamayı, pişirerek daha lezzetli bir hale getirmeyi öğrendi. Eski Türklerin yaşamı tarıma ve hayvancılığa bağlıydı. Türkler Orta Asya’da tarım koşulları uygunsuz hale gelince batı ve güneye göç etmişlerdi. Yeni yurtlarında doğal yetişen hayvan ve bitkilerden yararlanmanın yanı sıra yöre koşullarına uygun olanları yetiştirip, işleyip saklamışlardı. Eski Türklerin yetiştirip yedikleri hayvanların başında koyun keçi ve sığır gelirdi. Bu hayvanların etlerinin yanı sıra sütlerinden de yararlanmışlardır. Etler tandır adı verilen toprak kuyuda veya ateş üstünde pişirilirdi. Ayrıca sonbaharda kestikleri hayvanları yağı ile birlikte pişirdikten sonra küplere doldurup, kış için saklamışlardır. Süt ve mamullerini çeşitli şekilde yiyecek olarak kullanmışlardır. Türklerin bitkisel besinlerinin başında buğday gelir. Buğday, un, yarma (döğme), bulgur vb. şekillerde kullanılmıştır. Un saç ve tandırda pişirilerek yufka, bazlama vb. yapılmıştır. Geleneksel Türk mutfağında yufka, börek, gözleme, katmer, pide vb. önemli yer tutar. Bazı meyve ve sebzeler taze yenmelerinin dışında kurutularak kış yiyeceği olarak saklanır. Türk mutfağı uygarlık içinde özel bir yere sahiptir. Türkler farklı coğrafyalarda çeşitli devlet ve uygarlıklar kurmuşlar, değişik inanç sistemlerini kabul etmişlerdir. Yeni yerleştikleri, yurt tuttukları coğrafyada çeşitli devlet ve uygarlık kurmuşlar, değişik inanç sistemlerini kabul etmişlerdir. Yeni yerleştikleri, yurt tuttukları coğrafyanın bitki örtüsünden 40 yararlanarak, yeni yemekler yapmayı öğrenmişlerdir. Divanü Lugati’t-Türk’te yer verilen yemek ve içecekler bize Türklerin Orta Asya mutfak kültürü hakkında bilgi vermektedir. İnsanın beslenme ile ilgili davranış ve uygulamaları tarım, ekonomi, coğrafya, dini inançlar, demografı, eğitim vb. çeşitli faktörlerin etkisiyle oluşur,gelişir. Bir yemek sistemine özellik kazandıran başlıca öğeler yemekte kullanılan malzemeler ve yemeğin yapılış biçimidir. Türk mutfağı genel olarak tarımsal ve hayvansal ürünlere dayalıdır. Halkımızın yaşadığı coğrafyaya göre çeşitlilik gösterir. Gelenek ve göreneklerimizle, dini yapımız mutfağı da etkilemiştir. Batıyla etkileşim, Türk mutfağını hızlı bir değişim içine sokmuştur. Orta Asya Türk kültürüne dayalı Türk mutfağı, Anadolu ve İslam uygarlığıyla beslenmiştir. Batı kültürüne açılma, hızlı sanayileşme ve kentleşme kadının çalışma hayatına atılması, eğitim düzeyinin yükselmesi, yemek alışkanlıklarının ve ona bağlı olarak lezzet alışkanlıklarının değişmesine neden olmuştur. Ayrıca ekonomik koşullar Türk mutfağının değişimini hızlandırmıştır. Yemek yemek bir kültürel alışkanlıktır. Bir milletin kültürel alışkanlıkları sosyokültürel yapının gereği olarak ortaya çıkar. Bu kültür yılların birikimiyle tarihsel bir süreçte oluşur. Türk yemek kültüründe et ve hamur işleri iki önemli temel kaynaktır. İkisinin birlikteliği bir sentez oluşturmuştur. Anadolu’da son yıllara kadar süren hayvancılığa ve tarıma dayalı ekonomik yapı belirleyici olmuştur Kırsal kesimde yemek yemek yerine ekmek yemek tabirinin kullanılması karın doyurmakta ekmeğin ve ekonomik yapının ne denli etkin olduğunu ortaya koyar. Orta Asya yemek kültüründen, zengin Osmanlı ve Selçuklu mutfağından dünyaca ünlü Türk mutfağı ortaya çıkmıştır. Bu zenginliğin bir yönü bol çeşitli yemeklerdir. Her toplumun kendine özgü bir mutfak kültürü vardır. Anadolu’ya gelen Türkler kendi beslenme kültürlerini getirdikleri gibi Anadolu’da yaşayan toplulukların beslenme kültürlerinden de etkilenmişlerdir. Günümüz Türk mutfağı çeşitli uygarlıkların bir bileşimidir. Kültürel değişim ve gelişime bağlı olarak toplumsal yaşamdaki değişmelerin yemek kültürünü de etkilemesi doğal ve kaçınılmazdır. İslamiyet sonrasında, İslamiyet gereği bazı hayvanlar yenmemiş, alkollü içeceklerden kaçınılmıştır. İslamiyet’le birlikte Arap mutfağı Türk mutfağını etkilemiştir. Yeni yurt Anadolu’daki meyve ve sebzeler Türk mutfağına girerek zenginleştirmiş yeni mutfak araç ve gereçleriyle pişirilen besinler çeşitlenmiştir. Saray yaşamı Türk mutfağını zenginleştirmiştir. Hayvani yağlar dışında, zeytinyağı Türk mutfağına girmeğe başlamıştır. Özellikle saray mutfağıyla tatlı kültürü zenginleşmiştir. Bal ve pekmezin yerini yavaş yavaş şeker almağa başlamıştır. Bugün Türk mutfak kültüründe çeşitli yörelerde pişirilen yemekler arasında çok eski geçmişe dayalı geleneksel örneklerin yanı sıra Anadolu’da şekillenmiş yemekler de vardır. Tarihsel birikim ve çeşitlilik, coğrafya ve kültür değişikliği Türk mutfağını olumlu etkilemiştir. Türk mutfağı Anadolu’da şekillenmiştir. Günümüzde birçok yemek unutulmağa yüz tutarken, birçok yemeğimiz de bütün yörelere yayılıp yöresel olmaktan çıkmıştır. Yakın zamana kadar yerel mutfak araştırmaları yapılmadığı için Türk mutfağı olarak yalnızca İstanbul mutfağı biliniyordu. Osmanlı döneminde kışlalarda, tekke ve dergâhlarda, loncalarda, medreselerde ve sarayda yenilen toplu yemekler Türk mutfağının zenginleşmesini sağlamıştır. Türklerin törenlerini dinsel, toplumsal ve kişisel gibi başlıklarda toplayabiliriz. Bu törenlerde yemek yeme, ziyafet verme iç içedir. Bu törenlerle birlikte bu törenlere özgü bir mutfak ve yiyecek, içecek çeşidi ortaya çıkmıştır. İnsanların ne yediği ekonomik ve coğrafi 41 koşullara bağlı olsa da bunu belirleyen kültürdür. Bu araştırmalardan bir dönemin kültür yapısına ait ipuçları elde ediyoruz. Selçuklu dönemi ve 9. yüzyıl Türk mutfağıyla ilgili araştırmalar bize bugünkü yemeklerle eski Türk mutfağı hakkında karşılaştırma yapma olanağı yapma olanağı verecektir. Türk toplumu ve ona bağlı olarak Türk kültürü Tanzimat döneminde yoğunlaşıp artan bir hızla büyük bir değişme sürecini yaşamaktadır. Batı kültürü etkisiyle bütün geleneksel kültür kurumları gibi Türk mutfağı da hızlı bir değişime girmiştir. Kökeni Orta Asya’ya dayalı, İslami kültür ögeleriyle beslenmiş mutfak hızla değişerek asıl karakterini kaybedecek duruma gelmiştir. Yemeğe girecek malzemeyi coğrafi öğeler belirlediğine göre Türk yemeklerinin de çeşitli bölgelerde farklılıklar göstermesi doğaldır. ADANA MUTFAK KÜLTÜRÜ Adana mutfak kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerdir. Adana mutfak kültürünün şekillenmesinde, Adana’nın tarihi ve kültürel mirasının önemli bir rolü vardır. Adana’ya iç göçler nedeniyle konargöçer, köy, kasaba kültürü ve dış göçler nedeniyle çeşitli illerden kültürler taşınmıştır. Bu olgu da Adana mutfak kültürüne’ zenginlik ve çeşitlilik kazandırmıştır. Toroslar ve cıvan dağlık coğrafyaya sahiptir. Yakın zamana kadar kapalı toplum yapısına sahip olan bu yörede geleneksel mutfak kültürünün korunduğunu görüyoruz. Adana’da dağ, yayla, ova ve deniz kültürü iç içedir. Bu da Adana mutfağına zenginlik sağlamıştır. Adana’da tarım ve sanayinin gelişmesi ulaşım ve teknolojinin getirdikleri yenilikler geleneksel mutfak kültürünün hızla değişmesine neden olmaktadır. Değişim ve etkileşim nedeniyle Adana mutfağının bir bölümü unutulmağa yüz tutmuştur. Geleneksel yemeklerin bir bölümü nadiren yapılıyor. Bu yemeklerin yapılışını bilenler yavaş yavaş azalıyor. Yemeklerin bir bölümü de anılarda kaldı. Adana kadınının mutfak konusunda tutucu olması, binlerce yılda oluşan bu kültürün günümüze gelmesini sağlamıştır. Hayvancılık yakın zamana kadar temel geçim kaynağıydı. Tarım, buğday, hububata bağlı ekonomi Adana mutfağının oluşmasında önemli etkendir. Ada-na’nın Akdeniz Bölgesi’nde olması baklagiller, sebzeler ve meyveler yönünden çok zengin olması Adana mutfağını zenginleştirmiştir. Adana insanı, çeşitli mutfak kültürleriyle beslenen mutfağını kendi yetenekleriyle öğrendikleri yemeklerin bir sentezini yaparak kendi damak zevkine uygun bir özgün bir adana mutfağı oluşturmuştur. Adana mutfağına hamur işleri, etli ve sebzeli yemekler hâkimdir. Adana mutfağında tat vericilerin önemli bir yeri vardır. Bunlar arasında maydanoz, nane, kırmızı biber, kırmızı pul biber, sumak, karabiber, kimyon, süs biberi, kekik, nar ekşisi soğan, sarımsak vb. sıralanabilir. Göçebe kültürden yerleşik kültüre en son geçen Adana Türkmen ve Yörükleri binlerce yıllık Türk mutfak kültürünü de günümüze kadar koruyup saklayarak taşımışlardır. Onlarda Orta Asya Türk mutfak kültürünün örneklerini görüyoruz. KIŞ HAZIRLIKLARI Adana’da iklimin yumuşak, kışın ılık geçmesine rağmen kış hazırlıklarına önem verilir. Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında avlularda büyük kazanlar içinde buğday kaynatılır, damlara çekilir kurutulur. Buğday kurutulduktan sonra değirmenlerde kırdırı-lır,bulgur yapılır. Değirmenden gelen buğday bezler üzerine serilir savrulur. Bulgur savrulduktan 42 sonra Turşucu (V.A.). altta kalana ‹setik’ adı verilir, o malzeme setikli ekmek yapmakta kullanılır. Çuvallara konan bulgur kurtlanmaması için tuzlanır. Yine aynı aylarda domates salçası çıkarılır. Domatesler yıkanır, büyük bir kazana doldurulur. Güneşte ezilinceye kadar bırakılır. Sonra suyu sıkılar, bez torbalarda süzdürülür, tuzlanır, güneşte kurutulur. Dolmalık patlıcan oyulur, ipe dizilerek kurutulur. Üzüm zamanı bidonlara ve küplere sirke kurulur. Üzümler şırahanelerde çiğnenir, şırası çıkarılır, pekmez kaynatılır. Mayıs ve Haziran aylarında bağ yaprağından salamura yapılır. Bidonlara kışlık peynir basılır. Ağustos ayında olgun incirler toplanır, dörde bölünür, güneşte kurutulur, reçeli yapılır. Bamya yörenin sevilen yemeğidir, yazın bamyaların başı alınır, ipe dizilir, kurutulur. Ayrıca salamurası ve konservesi yapılır. Yörede tarhana pek bilinmez, Balkan göçmenleri yaparlar. Kışlık nişasta çıkarılır, çeşitli turşular kurulur. Adana’da kırıntıların odaya yayılmaması için yemekten önce sofra örtüsü yayılır, üstüne sofra veya bir yükselti üstüne büyük bir sini konularak yemek yenilirdi. Sofraya büyükler bağdaş kurarak, kadınlar, gençler ve çocuklar diz üstü otururlardı. Sofraya önce çorba getirilirdi, sonra yemekler büyük servis kaplarıyla ortaya konurdu. Sofraya oturmadan ve kalktıktan sonra eller yıkanır. Ellerin yıkanması için leğen, sabun, ibrik, peşkir getirilirdi. Adana, hazırlanması el becerisi ve zaman isteyen lezzetli ve zahmetli bir mutfağa sahiptir. Son yıllarda yörede yapılmağa başlanan seracılık birçok sebze ve meyvenin yetiştirilmesi, farklı kültürlerden insanların birarada yaşaması mutfağın çeşitlenmesini sağlamıştır. Adana yemeklerinin en büyük özelliği bol yağlı, salçalı, baharatlı, baharatlı ve koyun etli olmasıdır. Yörede bulgur ve un en fazla kullanılan malzemelerin başında gelir. Her mevsim kadınlar ekmek saçında yufka ekmekler pişirirler, kışın tandırlara tandır ekmeği vururlar. Bol yağlı koyun kıymasından yapılan «kıyma» adı verilen Adana kebabı ve içli köfte özel günlerin ve Kurban Bayramının vazgeçilmez yemeğidir. Kebabın yanında içecek olarak şalgam içilir. Adana mutfağında özellikle maydanoz, nane, süs biberinin tatlandırıcılar arasında özel bir yeri vardır. Ayrıca pul biber, sumak, karabiber, kimyon, kekik, salça, nar ekşisi, limon, turunç, soğan, sarmısak çok kullanılır. Törenler, toplumsal yaşamda önemli yer tutar. Adana’da belli günlerde yapılan törenler vardır. Bu törenler için özel yemekler hazırlanır. Bu törenlerden bazılarını şu başlıklar altında toplayabiliriz. Şalgam (V.A.). a) Özel Günlere Ait Yemekler: 1) Hedik (Bırbara) Buğday, fasulye, nohut, mercimek vb. kaynatılır. 2) Mileytut: Dut aşı, zerde, mileytut pişirilir. 3) Miladiler: Miladi yemeği, tel kadayıf, lokma, karakuş vb. hazırlanır. 4) 1516- Ocak: Özel yemek yapılır. Kokulu çörek yapılıp dağıtılır. 5) Kuddas: Taş kadayıfı hazırlanır. 6) Aşure günü: Aşure pişirilir. Ceviz, tarçın serpildikten sonra komşulara dağıtılır. 7) Namaz çorbası (Kamhi): Döğme, nohut ve etle yapılan bir çorbadır komşulara dağıtılır. 8): l Mart Muhallebi-Süt-laç Bayramı: Kırk çeşit baharatla pişirilen sütlaç kırk kapıya dağıtılır 9) Yumurta Bayramı: Eskiden 17 Martta mesire yerine gidilir, boyanan yumurtalar önce tokuşturulur sonra yenirdi. 10) Kurban Bayramı Pilavı: Kurban etiyle kazanda pişirilen pilav topluca yenir. 12) Bayram Kömbesi: Bir tür tatlıdır, komşulara dağıtılır. 13) Bayram sabahı pişirilen yufka ekmektir, Şekerli tereyağlı olarak tatlı olarak pişirilir, komşulara dağıtılır. b) Doğumla İlgili Yemekler : Doğum sonrası Kaynar, Şerbet vb. çeşitli içecekler hazırlanır. c ) Evlenme Törenleriyle İlgili Yiyecek ve İçecekler: Söz Tatlısı, Nişan Şerbeti, Düğün Ekmeği, Yüksük Çorbası, Düğün Köftesi, Gelin Tutarı, Davul Aşı vb. çeşitli yiyecek ve içecekler hazırlanır. d) Ölüm Törenleriyle İlgili Yiyecek ve İçecekler: Kazma Tıkırtısı Yemeği, Yedi Yemeği, Kırk Yemeği, El-liiki Yemeği vb. çeşitli yiyecek ve içecekler hazırlanır. e) Adaklarla İlgili Yiyecek ve İçecekler : Bir kişinin adağı gerçekleştikten sonra dağıtılan yiyecek ve içeceklerdir. Birkaç örnek verelim. Acele Bacı Adağı, Ze-keriya Sofrası Adağı, 43 Halil İbrahim Sofrası Adağı, Sütlü Kahve Adağı, Derder Pilavı. Bunlar dışında pek çok adak ve bunlara bağlı adak yiyecek ve içecekler vardır. SONUÇ Adana yemeklerinin genellikle bitkilerden, etlerden ve hamurdan olmak üzere üç kaynaktan oluştuğunu görmekteyiz. Adana mutfağında ana yiyecek maddesi ekmektir. Hamur işi yemekler yemek çeşitlerinin başında gelmektedir. Kebap çeşitleri çok sık pişirilmektedir. Pek çok sebze yemeği çeşidi vardır. Bunlar etle soğanlı domatesli salçalı olarak pişirilmektedir. Sebzeler haşlanmış olarak et yanına konmaz. Yağa çok önem verilir, sütten elde edilen yağların yanı sıra iç ve kuyruk yağları da kullanılır. ADANA YEMEKLERİNDEN ÖRNEKLER: I) BULGURLU ÇORBALAR, KÖFTELER, PİLAVLAR VE HAMURİŞİ YEMEKLER. A) Çorbalar Hayır Çorbası «Kamhi», Namaz Çorbası Malzemeler: 12/ kg. dövme, 12/ kg. gerdan eti, l su bardağı nohut, 2 kaşık yağ, yeterince tuz, kimyon, karabiber. Hazırlanışı: Bir gece önceden suda ıslatılan dövme ve nohut etle birlikte ateşe atılır. Tuzu eklenerek kaynamaya bırakılır. Yemeğin suyu eksildikçe üzerine kaynar su eklenir. Et kemikten ayrılıp, yemeğin malzemesi eriyince kemikler çıkarılır. Tahta bir kaşık yardımıyla karıştırılır. Muhallebi kıvamına gelince altı kapatılır. Çorbanın üzerine kızgın yağ gezdirilip, baharatlar serpilir. Yüzük Çorbası Malzemeler: l kg. un, 12/ kg. yağsız iri kıyma, l baş soğan, l kaşık salça, l yumurta, l adet limon suyu, l bardak haşlanmış nohut, yeterince tuz, karabiber, kırmızıbiber. Hazırlanışı: Un, yumurta, limon ve su karışımı hamur haline getirilir. Dört parçaya ayrılan hamur oklava yardımıyla yufka şeklinde açılır ve kare kare kesilir. Başka bir kenarda rendelenmiş soğan, kıyma ve baharatlar karıştırılarak nohut büyüklüğüne getirilip hamurun üzerine konularak dört köşesinden tutularak kapatılır. Bir tencerede 3 litre kadar su kaynatıp kapatılan hamurları ve pişmiş nohudu içine atarız. Hamurlar yüze çıkınca başka bir kapta oluşturduğumuz salça, yağ ve baharat karışımını yemeğin üzerine dökülerek birkaç dakika kaynatılır. Toga Malzemeler: l su bardağı nohut, 12/ demet ıspanak, 12/ kg. dövme, l yemek kaşığı un, l kaşık yağ, l kg. yoğurt, yeterince tuz. Hazırlanışı: Dövme ile nohut pilav haline gelene kadar pişirilir. Yoğurt iyice çırpılarak ateşe konur ve üzerine pilav kıvamını alan dövme ile nohut dökülür. İnce ince kıyılan ıspanaklar yemeğin pişmesine yakın içine atılır. Un ise bir parça su ile eritilerek çorbanın içine dökülür ve birkaç dakika kaynatılır. Üzerine bir kaşık yağ eritilerek dökülür. Tirşik Malzemeler: l demet gâvur pancarı, l çay bardağı nohut, l çay bardağı fasulye, l kâse yoğurt, alabildiğince un, yeterince nar ekşisi ve tuz. Hazırlanışı: Dövme bir süre pişirilir, içine önceden haşlanan nohut ile fasulye dökülür. Daha sonra yoğurt ve nar ekşisi eklenir. Pişmesine yakın kıyılmış pancar içine dökülür ve üzerini örtecek kadar un serpilir. Altı kapatılan tencerenin üzeri kalın bir bezle örtülerek ekşimeye bırakılır. Sabah tencerenin üzerindeki hamuru 45- saat pişirilir. Bu yemeğin birçok hastalığa iyi geldiğine inanılır. Topalak Malzemeler: 12/ kg. ince bulgur, 12/ kg. yarma, l çay bardağı haşlanmış nohut, l kaşık salça, l kaşık yağ, yeterince ekşi, tuz, nane, sarımsak ve kırmızıbiber. 44 Hazırlanışı: Bulgur ile yarma derin bir tepsiye konup, üzerine bir miktar sıcak su dökerek yoğurur. Bu karışımdan parçalar alınarak bilye gibi yuvarlanın. Topalaklar kaynamış suya atılıp kaynatılır. İçine haşlanmış nohutlar da atılarak iyice pişirilir. Diğer tarafta başka bir tavada yağ, salça ve baharat karışımı kaynatılarak sos haline getirilir ve çorbanın içine dökülür. Mırmırik Malzemeler: l su bardağı yeşil mercimek, l baş soğan, l çorba kaşığı katı yağ, l çorba kaşığı salça, l adet limon suyu, 1,5 litre et suyu, yeterince tuz ve kırmızıbiber. Hazırlanışı: Mercimek et suyuna katılarak pişinceye kadar kaynatılır. Küp şeklinde doğranmış soğan yağ ve salça ile kavrulup et suyunun içine bir limon suyu ile birlikte dökülür. 5 dakika kadar kaynatılır Tirşik Çorbası Malzemeler: 12/ kâse dövme,2 su bardağı yoğurt, l su bardağı un, l baş sarımsak, l bağ yılanotu (tirşik). Hazırlanışı: Yılanotu yıkanır. İnce ince kıyıldıktan sonra nohut ve dövme ile büyük bir tencereye konur. Ilık su eklenip iyice karıştırılarak kaynatılır. Malzemenin üstünü örtecek kadar un serpilerek tencere ateşten alınır. Ağzı kapalı olarak bir gün mayalanmaya bırakılır. Ertesi gün un hamur haline gelmiştir. Bu hamur kaşıkla toplandıktan sonra malzeme tekrar karıştırılarak ocağa konur. Bir saat pişirildikten sonra dövülmüş sarımsak ilave edilir, bulgur pilavıyla servis yapılır. Püsürük Çorbası Malzemeler: l kg. su, 2 kâse un, 2 baş soğan, 2 yemek kaşığı tereyağı, bir miktar kızartma yağı, yeteri kadar tuz, kuru nane, pul biber. Hazırlanışı: Yayvan bir kaba serilen unun üzerine el yardımıyla su serpilerek küçük hamurlar oluşması sağlanır. Un eklenerek oluşan hamurlar ayrılır. Bir süre kuruması beklenen küçük hamurlar, halka halka doğranmış soğanla birlikte kızartılır. Kızartılan hamurlar tencereye alınarak yarım saat kadar suda haşlanır. Bu arada tereyağında kızdırılan pul biber, kuru nane ve tuz ilavesiyle kaynayan çorbanın üzerine dökülür. Çorba dinlendikten sonra servis yapılır. Analı Kızlı Malzemeler: 1,5 kg. ince bulgur, l kg. kıyma, 23- baş soğan, l adet yumurta, l bardak haşlanmış nohut, 2 kaşık salça, 2 kaşık yağ, yeterince tuz, kırmızıbiber, kuru nane ve karabiber. Hazırlanışı: Bulgurun içine un, yumurta, tuz ve kırmızıbiber eklenerek su yardımıyla yoğrulur. Soğanlar ince ince kıyılır. Kıyma ile karıştırılarak yağda kavrulur. Kavrulmuş kıymaya salça ve maydanoz koyularak soğutulur. Daha önce yoğrulan bulgurlardan küçük yuvarlak parçalar koparılarak oyulur. Oyulan köftenin içine kıymalı iç konularak iri ceviz büyüklüğünde köfteler yapılır. Bulgurun bir kısmı da içi boş küçük yuvarlaklar haline getirilir. Hazırlanan köfteler kaynamış suda haşlanır. Kaynamış nohut ilave edilir. Kızgın yağ ve salça dökülerek malzemeler pişene kadar çorba kaynatılır. Çorba piştikten sonra limon sıkılarak servis yapılır. Dul Kadın Çorbası (Dul Avrat Çorbası) Malzemeler, l kg. un, l bardak haşlanmış yeşil mercimek,, 2 litre et suyu, 12/ paket yağ, l kaşık domates salçası, yeterince pul biber ve tuz. Hazırlanışı: Un, bir tatlı kaşığı tuz ve su yoğru-larak kulak memesi kıvamına getirilir. Bu hamur açılarak küçük kareler halinde kesilir. Et suyuyla kaynatılan mercimeğe ilave edilir. 10 dakika kaynadıktan sonra üzerine salça ile yağ dökülür. Arzu edilirse limon sıkılarak veya pul biber serpilerek servis yapılır. B) Köfteler .. «; :Çiğ Köfte 45 Malzemeler: l kg ince bulgur, 12/ kg. ince çekilmiş yağsız dana kıyması, l kaşık domates salçası, l kaşık biber salçası, l demet ince doğranmış maydanoz, 12/ kg. yeşil soğan, l demet ince doğranmış yeşil sarımsak, 12/ demet yeşil nane, yeterince kimyon, tuz, kırmızıbiber, karabiber ve su. Hazırlanışı: Bulgur, kırmızıbiber, karabiber, domates ve biber salçaları tuz ve su serpilerek yavaş yavaş yoğrulur. Bulgur biraz yumuşayınca et de eklenerek yorulmaya devam edilir. Geri kalan bütün malzeme de bu karışıma eklenerek yoğrulur ve avuç içinde sıkılarak servis yapılır. İçli Köfte Malzemeler: l kg. ince bulgur, 12/ kg. koyun kıyması, 12/ kg. yağsız ve dövülmüş dana eti, 4 baş ince doğranmış soğan, l demet ince doğranmış may danoz, kaşık salça, bardak yarma, l kaşık yağ, l adet limon suyu, l çay bardağı zeytinyağı, l baş dövülmüş sarımsak, yeterince tuz, karabiber, kırmızıbiber ve su. Hazırlanışı: Bulgur, yarma ve, dövülmüş et, su ve tuz serpilerek iyice yoğrulur. Malzeme birbirini tutunca bir kenara konulup dinlendirilirken, içinin malzemesi hazırlanır. Kıyma, salça, yağ ve baharatlar bir kapta iyice kavrulur. Sonra içine maydanoz da eklenip bir süre buzlukta bekletilerek iyice yağının donması sağlanır. Hazırlanan bulgur karışımından yumurta büyüklüğünde parçalar kopartılarak ortası oyulur ve içine hazırlanan iç konularak kapatılır. İçine ekşi konulan bol suda köfteler haşlanıp zeytinyağı ve sarımsak karışımına batırılarak servis edilir. Hırçıkli Köfte Malzemeler, l adet rendelenmiş soğan, 2 bardak bulgur, l bardak un, l yumurta, 12/ bardak irmik, l deste kıyılmış ıspanak, adet limon suyu, l çorba kaşığı yağ, l bardak pişmiş nohut, l bardak pişmiş yeşil mercimek, l kaşık salça, yeterince tuz, kimyon, karabiber ve kırmızı biber. Hazırlanışı: Bulgur, un ve, yumurta önceden ıslatılmış irmikle karıştırılarak su yardımıyla yoğrulur. Bu karım küçük köfteler şeklinde yuvarlanır. Rendelenmiş soğan, salça, tuz ve diğer baharatlar karıştırılarak uyuşuncaya kadar kavrulur. Üzerine kıyılmış ıspanak atılarak 2,5 litre su eklenir. Nohut, yeşil mercimek ve limon suyu da koyularak pişinceye kadar kaynatılır. Bu karışıma önceden yuvarlanan köfteler de atılarak pişirilir. En son kızgın yağa nane serpilerek yemeğin üzerine dökülür. C) Pilavlar Kömeç Lapası Malzemeler. 14/ bulgur, 12/ ince kıyılmış kömeç, l baş sarımsak, l kaşık tereyağı, 12/ kg. yoğurt, l kaşık salça, yeterince tuz ve pul biber. Hazırlanışı: Salça ve yağ ile kömeç iyice kavrulur. Üzerine bulgur eklenir. 12- dakika sonra üzerini örtecek kadar su eklenerek pişmeye bırakılır. Pişen yemek servis tabağına alındıktan sonra üzerine dövülmüş sarımsak ve yoğurt karışımı dökülür. Tereyağı ise bir tavada eritilerek yemeğin üzerine dökülür. D) Hamurişi Yemekler Baharatlı Ekmek (Bayram Çöreği-İftir) Malzemeler: l kg. un, l paket margarin, l paket yedi türlü baharat, l kibrit kutusu maya, l bardak şeker, 2 adet yumurta, l bardak süt, yeterince susam ve çörekotu. Hazırlanışı: Unun ortası açılır. İçine şeker, süt, yumuşatılmış margarin, baharat ve maya konulur. Mayalanması için yarım saat bekletilir. Mayası gelen hamur 20 parçaya (bezilere) ayrılır. Her bezi 1,5 cm. kalınlığında açılarak üzerine yumurta sarısı sürülür ve susam, çörekotu karışımı serpilir. Yağlanmış tepsiye dizilerek kızarmcaya kadar (fırın veya tandırda) pişirilir. Bu çörek çok uzun süre bozulmadan saklanabilir. Setikli Ekmek Malzemeler: l kg. setik, 2 bardak un, l çorba kaşığı Pakmaya. 46 Hazırlanışı: Setik 4 bardak su konulup pişirilerek soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra tuz ve maya konularak karıştırılır. Kulak memesi kıvamında yoğrulur. Mayalanması için üzeri örtülerek sıcak bir yerde 12- saat bekletilir. Hamur mayalanınca elma büyüklüğünde beziler yapılır. 25 cm. çapında ve metal para kalınlığında açılır. Ekmek sacında çevrilerek pişirilir. Sertleşmemesi için pişen ekmekler üst üste bir bezin arasına koyulur. Sıkma Malzemeler: l kg. un, 12/ kg. peynir, 12/ demet maydanoz, 4 baş soğan, 12/ paket margarin, 12/ adet bayat ekmek, yeterince tuz, karabiber, su ve pul biber. Hazırlanışı: Soğanlar küçük küçük kıyılarak iki kaşık margarinle sararmcaya kadar kavrulur. Peynir ilave edilir. Tuz, karabiber ve pul biberle birlikte karıştırılan malzeme tekrar kavrulur. Hamurun hazırlanışı: Bayat ekmek bir bardak su ile ıslatılır. Islanan ekmeklerin suyu sıkılarak; un, tuz ve su ile yoğrulup hamur haline getirilir. Hamurun sert olmasına dikkat edilir. Hamur küçük parçalara ayrılır. Unlanarak küçük yufka biçiminde açılır. Açılan yufkalar iki taraflı olarak sıcak sıcak margarin sürülür. Hazırlanan iç, yufkaların arasına konularak rulo şeklinde sıkıca sarılır. II) ET YEMEKLERİ Kebaplar Biryan KebabıMalzemeler: l adet kuzu, yeterince tuz, karabiber ve toz biber Hazırlanışı: Yüzülmüş kuzu (tuz, karabiber ve toz biber sürdükten sonra) tüm olarak fırına sürülür. Kuzu fırında kızardıktan sonra etlerinin dökülmesi için bir yere asılır ve sallandırılır. Dökülen etler tabaklara koyularak servis yapılır. Cığırtlak Kebabı (Cartlak Kebabı) Malzemeler: 750 gr. kuzu ciğeri, böbreği, dalağı, 14/ kg. gömlek yağı, yeterince tuz, karabiber, toz biber. Hazırlanışı: Kuzu ciğeri, dalağı ve böbreği küp şeklinde doğranır. Gömlek yağı zar şeklinde kesilir. Tuz ve baharatlarla karıştırılarak şişlere dizilir. Şişler kömür ızgarasının üzerine konur ve kızarmcaya kadar pişirilir. Şiş Kebabı Malzemeler: l kg. kuşbaşı koyun eti, yeterince tuz ve pul biber. Hazırlanışı: Kuşbaşı etlere tuz ve pul biber eklenir. Etler yağlı ve kırmızı et karıştırılarak şişlere dizilir. (İki tike kırmızı etin arasına bir tike kuyruk yağı koyulur.) Önceden hazırlanan mangalın üzerinde her tarafı eşit kızarana kadar pişirilir. Adana Kebabı (Kıyma) Malzemeler: l kg. orta yağlı koyun kıyma, yeterince tuz ve pul biber. Hazırlanışı: Kıyma, tuzu ve biberi eklendikten sonra iyice yoğrulur. Kıyma parçaları birbirini tutunca on iki eşit parçaya ayrılır. El ıslatılarak enli kebap şişine yayılır. Mangal üzerinde her iki tarafı da kızarmcaya kadar pişirilir. Pişen kebap pide ekmek arasına konularak servis yapılır. III) SEBZE YEMEKLERİ Ekşili Pancar Malzemeler, l baş sarı pancar, l çay bardağı pişmiş yeşil mercimek, l çay bardağı pişmiş nohut, l baş soğan, l adet limon suyu, l kaşık salça, l kaşık yağ, 3 diş sarımsak, yeterince tuz ve kuru nane. Hazırlanışı: Pul pul doğranan pancar rendelenir, yağda pembeleştirilen soğanla birlikte iyice kavrulur. Bu karışıma salça eklenerek eritilir. Nohut ve yeşil mercimek de eklenip üzerini örtecek kadar su dökülür ve pancarlar yumuşayıncaya kadar pişirilir. Pişmek üzereyken limon suyu eklenip 12- dakika daha kaynatılarak altı kapatılır. Dövülmüş sarımsak ve kuru nane karışımı yemeğin üzerine dökülerek servis yapılır. IV) SALATALAR 47 Muammara Malzemeler: 200 gr. tahin, 2 adet soğan, 12/ bayat ekmek içi, 2 baş soyulmuş sarımsak, 200 gr. ceviz içi, l adet limon suyu, 12/ çay bardağı zeytin yağı, yeterince tuz ve pul biber. Hazırlanışı: Soğanlar ince kıyılır. Tahin, dövülmüş ceviz içi, soğan, bol pul biber, ufalanmış ekmek içi, tuz ve dövülmüş sarımsak eklenerek iyice karıştırılır. Karışımın üzerine kızdırılmış zeytinyağı gezdirilerek servis yapılır. Haydari Malzemeler. 12/ kg. süzme yoğurt, 12/ demet dereotu, yeterince tuz. Hazırlanışı: ince ince kıyılan dereotu süzme yoğurt ve tuz ile karıştırılarak servis yapılır. Muhammara Malzemeler, l /2 bardak ceviz içi, 3 dilim beyaz ekmek içi, 45- diş sarımsak, 12/ kaşık salça, yeterince tuz, nar ekşisi ya da limon suyu. Hazırlanışı: Ayıklanan ceviz içi, güzelce dövülür. Başka bir kapta ekmekler çok hafif ıslatıldıktan sonra ufalanarak dövülmüş cevize karıştırılır. Dövülmüş sarımsak, salça ve limon suyu da eklenerek, servis tabağına alınır, domatesler ufak ufak doğranır. Maydanoz da kıyılır. Bütün malzemeler karıştırılarak servis yapılır. Arzuya göre domates ve yeşillikler eklenmeden soğanla çökelek ateş üzerinde biraz öldürüle-bilir. Babagannüç Malzemeler: 4 adet iri patlıcan,, 2 baş soğan, l kaşık salça, l kaşık ince yağ, l adet domates, l adet limonun suyu, yeterince tuz ve toz biber. Hazırlanışı: Patlıcanlar közde iyice pişirildikten sonra soyulur. Halka şeklinde doğranan soğan, yağ ve salça ile kavrulur. Başka bir kapta dövülen patlıcan da bu karışıma eklenerek bir müddet daha kavrulur. Ateşten indirilen bu karışımın üzerine ince doğranmış domates, baharatlar ve limon suyu ilave edilerek servis yapılır. Humus Malzemeler: 2 bardak iyi haşlanmış nohut, l adet orta boy patates, 12/ bardak tahin, 3 adet limonun suyu, l baş temizlenmiş sarımsak, l kaşık tereyağı, yeterince tuz, kimyon, pul biber ve sumak. Hazırlanışı: Haşlanmış nohut ve patates süzgeçten geçirilerek püre haline getirilir. Üzerine tahin, limon suyu, dövülmüş sarımsak ve baharatlar da eklenerek servis tabağına alınır. Üzeri kaşığın tersiyle düzeltilen humus kızdırılmış tereyağı ile yağlanır ve arzuya göre sumak ve pul biber ile süslenir. Bartavit (Bartafit) Malzemeler: 200 gr. tahin, 56- adet sarımsak, l adet limon suyu, 12/ ekmek, önceden kalan kuru fasulye yemeği, l kaşık tereyağı, yeterince tuz, kekik, pul biber ve kırmızı biber. Hazırlanışı: Tahin ile limonsuyu karıştırılarak içerisine dövülmüş sarımsak, kırmızı biber ve kekik ilave edilir. Daha sonra ekmekler küçük küçük doğranarak tabaklara yerleştirilerek kuru fasulye yemeği ile ıslatılır. Üzerine tahinli malzeme dökülüp, kızdırılmış tereyağı, pul biber ve kekikle servis yapılır. Vartabi Malzemeler: 2 su bardağı haşlanmış kuru fasulye, l çay bardağı tahin, l adet limonun suyu, 34- diş sarımsak, l çorba kaşığı ince yağ, yeterince tuz. Hazırlanışı: Haşlanan kuru fasulye tahinle karıştırılır ve üzerine limon suyu ile yağ dökülür. Dövülen sarımsak da üzerine serpelenerek servis yapılır. 48 V) TATLILAR Künefe Malzemeler: 12/ kg. tel kadayıf, 12/ kg. tuzsuz beyaz peynir, 4 kaşık tereyağı, 5 su bardağı şeker, 3,5 su bardağı su, l tatlı kaşığı limon suyu. Hazırlanışı: Kadayıflar ufak ufak koparılır. Altı hafif yağlanmış tepsiye kadayıfın yarısı bastırılarak yerleştirilir. Üzerine peynir rendelenerek serpilir. Geriye kalan kadayıf tepsinin üzerine serpilerek güzelce bastırılır. Bir tavada eritilen tereyağı kadayıfın üzerine gezdirilir. Fırına sürülen kadayıf, altı ve üstü kızarmcaya kadar pişirilir. Diğer tarafta 5 su bardağı şeker ile 3,5 su bardağı su, limon suyu ilavesiyle kaynatılarak şurup haline getirilir. Soğutulan şurup sıcak kadayıfın üzerine dökülerek servis yapılır. Bandırma Malzemeler: l litre üzüm suyu, 12/ kg. şeker, l çay bardağı nişasta, l bardak ceviz içi Hazırlanışı: Üzüm suyu şeker ve sulandırılmış nişasta yardımıyla kaynatılarak koyu muhallebi kıvamına getirilir. Ceviz içleri ipe dizilerek bu karışımın içine batırılır. Bu esnada «Haydar, Haydar gel sana kızım (...) vereyim.» diye bağırılır. Haydar diye seslendikleri rüzgârdır. Böyle bağırınca rüzgarın çıkıp bandırmayı kurutacağına inanılır. Kurutulan bandırmalar kutularda saklanarak gelen misafirlere ikram edilir. Bici Bici Malzemeler: l bardak nişasta, 6 bardak su, l tatlı kaşığı bici boyası, l su bardağı pudra şekeri, yeterince gül suyu ve kar şekline getirilen buz Hazırlanışı: 6 bardak suya l bardak nişasta eklenerek pişirilir. Bu arada devamlı bir tahta kaşık yardımıyla karıştırılarak topaklaşması engellenir. Koyulaşan karışım bir tepsiye dökülerek buzdolabında soğumaya bırakılır. Üzerinin kurumaması için bir ıslak bezle örtülür. Dolapta bekleterek dondurduğumuz bici küçük kaselere küp şeklinde doğranır. İçine kırmızı boya ile hazırlanan su, pudra şekeri, kar haline getirilen buz ve gül suyu eklenerek servis yapılır. Karakuş Malzemeler. 12/ kg. irmik 2 bardak süt, l adet yumurta, 12/ kg. ceviz içi, l bardak şeker, l adet limon kabuğu rendesi, yeterince un. Şurup için: 6 bardak şeker, 5 bardak su, 12/ adet limonun suyu. Hazırlanışı: Bir gece önceden irmik ılık süt ile ıslatılır. Üzerine yağ ve yumurta eklenerek, yoğrulur. Kulak memesi kıvamına gelinceye kadar üzerine un serpilir. Hazırlanan hamur 8 eşit parçaya bölünür ve üzerine nemli bez örtülerek dinlendirilir. Bezeler tek tek üzerine un serpilerek açılır. Açılan yufkaya dövülmüş ceviz içi ve limon rendesi serpilir. Tekrar oklavaya sarılarak rulo haline getirilir ve baklava dilimi şeklinde kesilir. Diğer taraftan şurup malzemeleri kaynatılarak soğutulur. Kesilen karakuşlar bol yağda kızarıncaya kadar pişirilerek şerbetin içine atılır. El ile bastırılarak şekeri emmesi sağlanır. Bu tatlı yapılırken iki ayrı tava kullanılmalıdır. Her kızartmadan sonra yağ süzülmelidir. Kaynar Malzemeler. 50 gr. yedi türlü baharat, l kg. şeker, 200 gr. ceviz içi, 2 kaşık tarçın. Hazırlanışı: Baharatlar bir tülbente sarılır. Baharatlar ve şeker 4 litre su konulan tencereye eklenerek kıvam alıncaya kadar kaynatılır. Sıcak olarak servis yapılan kaynarın üzerine ceviz içi ve tarçın serpilir. Palıza Malzemeler: 200 gr. nişasta, 250 gr. şeker, 12/ litre süt veya su, yeterince tarçın. Hazırlanışı: Süt ve şeker eriyene kadar kaynatıldıktan sonra nişasta ilave edilir. Malzeme kaynayıp da koyu muhallebi kıvamını aldıktan sonra, tarçınla süslenerek servis yapılır. 49 Türkçe Öğretmeni Yetiştirme Programında Mevcut Alan Derslerinin Kültürel Boyutu Bir devletin varlığı ve sürekliliği öncellikle milli birlik ve beraberliğini korumasına bağlıdır. Bu da bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve milli şuur kazandırmakla sağlanabilir. Milli şuur sistemli bir şekilde ancak eğitimle gerçekleşebilir. Kültürel erozyonun önüne geçmek için de bireylere kültürel bilincin yerleştirilmesi gerekir. Bu bilincin yerleştirilebilmesi dilin ve edebi ürünlerin azami derecede öğretilmesi, içselleştirilmesi ile sağlanabilir. İlköğretim ikinci basamak Türkçe eğitimi lisans programını son hali incelendiğinde mevcut dersler ile öğretmen adaylarının bu bilinci kazanmasını ve Türkçenin inceliklerini kavramasını beklemek mümkün görülmemekte dolayısıyla onların öğrencilerinin 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 2. Prof. Dr. Fatma AÇIK Maddesi’nde belirtilen; “Türk milli eğitiminin genel amacı Türk milletinin bütün fertlerini; Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek…” hedefine ulaşamayacağı görülecektir Giriş: Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğü’nde kültür kavramı şu şekilde tanımlanmaktadır: 1. Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin. 2. Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü. 3. Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi. 4. Bireyin kazandığı bilgi. Din, dil ve bunlara bağlı sanatlarla hukuk, âdet, gelenek gibi toplumsal değerler ve kurumlar, yalnız başlarına ayrı ayrı kültür ögeleri değildirler. Söz konusu değerler ve kurumlar arasında karşılıklı ilişkilerin varlığı hepsini birden bir bütünün parçaları haline getirir. Bu bütünlük ya da kaynaşma işinde, toplumsal kurumlar, kişisel ve ortaklaşa tavır ve davranışlar, yaşam görüşü ve anlayışları yer alması sebebiyle toplumbilim bakımından kültür karmaşık bir konu hâline gelmiş olur. Yetiştiğimiz toplumun dilini öğrenirken hem o toplumun düşünme etkinliğini hem de kültürünü elde ederiz. Bu nedenle M.K. Atatürk’ün: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri 50 öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça hâlinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır….” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1952).sözünden alınan eğitimin, içeriği ne olursa olsun, millî değerleri yücelten ve korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini algılamaktayız. Bir devletin varlığı ve sürekliliği öncellikle millî birlik ve beraberliğini korumasına bağlıdır. Bu da bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve millî şuuru kazandırmak ile sağlanabilir. Millî şuur sistemli bir şekilde ancak eğitimle gerçekleşebilir. Kültürel erozyonun önüne geçmek için de bireylere Türklük kültürel bilincinin yerleştirilmesi gerekir. Bu bilincin yerleştirilebilmesi için Türk insanının duygularında ortak bir anlam, düşüncelerinde millî bir şuur oluşturulması gerekmektedir. Bu bilinçaltının oluşturulabilmesi, dilin ve edebî ürünlerin azami derecede öğretilmesi, içselleştirilmesi ile mümkün olabilir. Dille kimlik arasında nasıl bir bağlantı vardır? Dil kullanımı kimliğin bir göstergesi olabilir mi? Humboldt’a göre belli bir biçimde dili kuran, oluşturan insan kitlesi millet olarak tanımlanabilir ve dille millet ayrılmaz biçimde birbirlerine bağlıdır. Humboldt; milletlerin karakterlerinin biçimlenmesinde dilden başka fizyonomi, beden yapısı, töreler, gelenekler, giyim, yaşayış biçimleri ve eserlerin de önemli etkenler olduğunu vurguluyor (Akarsu 1998). Ona göre milletlerin karakterinin en net biçimde yansıdığı olgu dildir. Dil de edebiyat sahasında şekillenir. Dilin en güzel ifadesi edebiyattadır. O halde diyebiliriz ki milletlerin karakterini edebiyatlarında görebiliriz. Dolayısıyla ana dili eğitim öğretim programlarında da özellikle edebî eserlerin bu yönleriyle verilmesi gerektiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi ilköğretimin birinci kademesinde anadil öğretimine yönelik dersin adı; Okuma, ikinci kademesinde Türkçe, orta öğretimde ise Türk Dili ve Edebiyatı adını almaktadır. Öyleyse bu derslere giren bir öğretmende bulunması gereken özellikleri; a) Genel kültür b) Özel alan bilgisi c) Öğretmenlik meslek bilgisi başlıkları altında toplayabiliriz. Eğer bir öğretmen bu bilgilerle yeterli derecede donatılmamışsa, onların yetiştirdiği öğrencilerin de ana dilini iyi kullanmasını, kendini içinde bulunduğu toplumun bir parçası olarak görmesini ve değerleri geleceğe taşımasını beklemek abes olacaktır. Bir toplumun tüm yaşam biçimini ifade eden kültürle, toplumun yaşamının yaşanmak amacıyla öğrenilmesi olarak tanımlanabilecek olan eğitim arasındaki ilişkinin yakınlığı açıkça görülmektedir. «Eğitim bir toplumun tüm kültürüne dayanır” diyen Ottaway, kültürle eğitim arasındaki ilişkiyi çarpıcı biçimde vurgulamaktadır. Eğitimin niteliği önemli ölçüde kültürel değerler tarafından belirlenir. Başka bir anlatımla, bir toplumun eğitim sisteminin niteliği, o toplumda egemen olan siyasal iktidarlar tarafından önemli ölçüde etkilenir. Hangi kültürel değerlerin eğitim yolu ile yeni kuşaklara aktarılması gerektiği, önemli ölçüde siyasal iktidarlar ve bu iktidarların dayandığı toplumsal güçler tarafından belirlenir. Bir kültür aktarma ve yenilik aracı olarak işlev gören eğitimin, bu işlevlerinin niteliği, eğitime yön veren değerler tarafından belirlenir. Bu değerlerin yeniliğe açıklığı ölçüsünde, eğitim, yenilikçi bir etken olarak işlev görür diyebiliriz. Toplumun temel kültürel varlığını sürdürmesi, toplumsal bir zorunluluktur. Toplum için hayati önem taşıyan bu gereksinimin karşılanmasının sağlıklı bir yolu, bunu toplumsal bir girişim ve görev olarak kabul etmek ve devlet tarafından yürütmektir. Kültürel mirasın aktarılmasında temel kültürel mirasın ve geleneksel değerlerin sürekli kılınması ile çağın gerektirdiği değişme ve yenilik arasında akılcı bir denge kurulmalıdır. Bu dengenin Türkçe öğretmeni yetiştirme programına göz atarak (GÜ GEF Türkçe Eğitimi Bölümü’nde uygulanan program esas alınmıştır) nasıl sağlandığı konusuna gelince; aşağıdaki tablodan Türkçe aleyhine bir durum sergilediğini görebiliriz. 51 Yarıyıl .1 II. Yarıyıl Dersin Adı Kredi Dersin Adı Kredi Türk Dil Bilgisi: Ses Bilgisi 2 Türk Dil Bilgisi-II: Şekil Bilgisi 2 Osmanlı Türkçesi I 2 Osmanlı Türkçesi-II 2 Edebiyat Bilgi ve Kuramları 2 Sözlü Anlatım II 2 Sözlü Anlatım I 2 Edebiyat Bilgi ve Kuram. II 2 Yazı Yazma Teknikleri 2 Yazılı Anlatım I Yabancı Dil I Yabancı Dil II 3 2 Yazılı Anlatım II 2 3 Atatürk İlkeleri ve İnk.Tarihi II 2 Atatürk İlkeleri ve İnk.Tarihi 2 Eğitim Psikolojisi 3 Eğitim Bilimine Giriş 3 III. Yarıyıl 52 IV. Yarıyıl DERSİN ADI Kredi DERSİN ADI Kredi Türk Dil Bilgisi: Kelime Bilgisi 2 Türk Dil Bilgisi-IV: Cümle Bilgisi 3 Eski Türk Edebiyatı-I 2 Eski Türk Edebiyatı-II 2 Yeni Türk Edebiyatı-I 2 Yeni Türk Edebiyatı-II 2 Halk Edebiyatı-I 2 Genel Dilbilimi 3 Metin Bilgisi 3 Bilgisayar II 3 Öğretim İlke ve Yöntemleri 3 Halk Edebiyatı-II 2 Bilgisayar I 3 Öğretim Teknolojileri ve Materyal Tasarlama 3 Bilimsel Araş. Yöntemleri 3 Etkili İletişim Becerileri 3 V. Yarıyıl VI. Yarıyıl DERSİN ADI DERSİN ADI Anlama Teknikleri I: Okuma Eğitimi 2 Anlama Teknikleri I: Konuşma Eğitimi 2 Anlama Teknikleri II: Dinleme Eğitimi 2 Anlama Teknikleri II: Yazma Eğitimi 2 Özel Öğretim Yöntemleri I 2 Yabancılara Türkçe Öğretimi 3 Sınıf Yönetimi 2 Türk Eğitim Tarihi 3 Dünya Edebiyatı 3 Uygarlık Tarihi 3 Çocuk Edebiyatı 3 Özel Öğretim Yöntemleri-II 3 Topluma Hizmet Uygulamaları 3 Ölçme ve Değerlendirme VII. Yarıyıl VIII. Yarıyıl DERSİN ADI DERSİN ADI Türk Soylulara TT Öğretimi 2 Çağdaş Türk Edebiyatı 2 Tiyatro ve Drama 3 İlkokuma ve Yazma Öğretimi 3 Türkçe Ders Kitabı İnceleme 3 Öğretmenlik Uygulaması 3 Okul Deneyimi-I 3 Türk Eğitim Sistemi ve Okul Yönetimi 2 Rehberlik 2 Yurt Dışındaki Türk Çocuklara Türkçe Öğretimi 2 Eğitim Sosyolojisi 2 Dil ve Kültür 2 Tablo incelendiğinde önceliğin “38 kredi” mesleki anlamda yeterliliğe ( Eğitim Bilimine Giriş, Öğretim İlke ve Yöntemleri, Özel Öğretim Yöntemleri I, Sınıf Yönetimi, Okul Deneyimi, Rehberlik, Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Psikolojisi, Öğretim Teknolojileri ve Materyal Tasarımı, Özel Öğretim Yöntemleri II, Ölçme ve Değerlendirme, Türk Eğitim Sistemi ve Okul Yönetimi, Öğretmenlik Uygulaması) ayrıldığı görülecektir. Mesleki anlamda yeterliliği desteklemek için mevcut alan eğitimi ile ilgili derslerin dağılımı ise şu şekildedir. Alan eğitimi dersleri “17 kredi” (Okuma Eğitimi, Dinleme Eğitimi, Konuşma Eğitimi, Yazma Eğitimi, Özel Öğretim Yöntemleri, Türkçe Ders Kitabı İncelemeleri) bir bakıma öğretmenlik meslek bilgisi dersleri ile örtüştüğü ve onları tamamlar nitelikte olduğu görülecektir. Genel Kültür dersleri kapsamında “31 kredi” (Atatürk İlke ve İnkılâpları I/II, Yabancı Dil I/II, Bilgisayar I/II, Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Etkili İletişim Becerileri, Dil ve Kültür, Topluma Hizmet Uygulamaları, Türk Eğitim Tarihi, Uygarlık Tarihi, Yurt Dışındaki Türk Çocuklarına Türkçe Öğretimi). “Dil ve Kültür” ile “Uygarlık Tarihi” öğretmeni adaylarına kültürel anlamda yeni bir şeyler katmaya yöneliktir. “Bilgisayar, Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Etkili İletişim Becerileri, Topluma Hizmet Uygulamaları” ise öğretmen adaylarının becerilerine geliştirmeye yönelik derslerdir. “Atatürk İlke ve İnkılâpları ile Türk Eğitim Tarihi” ise ait olduğu toplumun tarihi süreç içerisindeki durumunu göstermeyi hedeflemektedir. Genel olarak bakıldığında yukarıdaki dersler kısmi oranda öğretmen adaylarına genel kültür verici olduğunu gösterecektir. Öğretmen adaylarının bilgiyi öğrencilerine nasıl aktaracağı konusu elbette önemlidir. Tabii yeterli derecede bilgi birikimine sahip olabilmişlerse! Türkçe öğretmen adaylarının alanla ilgili bilgilerle donanıp donanmadığını anlayabilmek için aldıkları derslere bakmak gerekir. Alan dersleri “53 kredi” Yazı Yazma Teknikleri, Ses Bilgisi, Edebiyat Bilgi ve Kuramları I, Yazılı Anlatım I, Sözlü Anlatım I, Osmanlı Türkçesi I, Şekil Bilgisi, Edebiyat Bilgi ve Kuramları II, Yazılı Anlatım II, Sözlü Anlatım II, Osmanlı Türkçesi II, Türk Halk Edebiyatı I, Eski Türk Edebiyatı I, Yeni Türk Edebiyatı I, Metin Bilgisi, Türk Halk Edebiyatı II, Eski Türk Edebiyatı II, Yeni Türk Edebiyatı II, Genel Dilbilim, Çocuk Edebiyatı, Dünya Edebiyatı, Yabancılara Türkçe Öğretimi, Türk Soylulara Türkiye Türkçesi Öğretimi, Tiyatro ve Drama Uygulamaları, Çağdaş Türk Edebiyatı” ayrıldığı görülmektedir. Bu dağılımda dikkat çeken nokta modern edebiyata (“Yeni Türk Edebiyatı, Çağdaş Türk Edebiyatı, Dünya Edebiyatı” isimleriyle dört dönem yer almakta) ağırlık verilmesidir. Eski Türk edebiyatının iki dönem, Türkçenin gramer yapısıyla ilgili dört dönemlik derslerin yer aldığı programda modern edebiyatın ağırlıklı olarak yer almasının karşısında bir dönem Çocuk Edebiyatı dersinin olması anlaşılmamaktadır. Ayrıca ilköğretim ikinci basamakta kültürel değerleri aktarma konusunda halk edebiyatı ürünlerinin ağırlıklı olarak kullanılması uygunken bu dersin programda iki dönemde iki saatlik bir ders olarak yer alması önemli bir eksiklik olarak görülmektedir. Programda yer alan Türk Soylulara Türkiye Türkçesinin Öğretimi dersinin de yukarıda belirtilen ve bir önceki programda yer alan Yaşayan Türk Lehçeleri ve Edebiyatları dersinin kaldırılmasıyla birlikte öğretiminde yetersiz kalındığı daha doğru bir ifadeyle herhangi bir anlam taşımadığı görülecektir. İlk ve ortaöğretim kademelerinde Türk dünyası ile ilgili bilgi edinemeyen kişilerin Türkçe bölümlerinde ancak sekizinci dönemde bir dersle Türk soyluların ortak ve farklı kültürel unsurlarını ve lehçe özelliklerini öğrenmesi sonrasında ise onlara Türkiye Türkçesini nasıl öğretilebileceği ile ilgili yöntem ve metotlarla tanıştırması mümkün görülmemektedir. Önemi her geçen gün daha da artan Türkçe öğretimi konusunda ders malzemeleri ve öğretim üyeleri konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Gerek TÖMER’lerde gerek Türk dünyasındaki ortak üniversitelerimizde gerekse yurt dışında bazı üniversitelerin Türkoloji bölümleri bünyesinde görev yapacak öğretim üyelerinin yabancılara ve Türk soylulara Türkçenin öğretimi konusunda daha donanımlı yetiştirme zorunluluğu vardır. 53 Gerçekte insanın anadilini öğrenmesi, kültür edinmesinden başka bir şey değildir. Dil yönünden kişisel bir büyüyüp serpilme kültürce zenginleşmeyle el ele gider. İnsan dilde ne denli güçlenirse kültürde kök salan kökleri de o denli derinlere gidip yayılır. Başka bir deyişle, dilin her türlü kullanımı, kişinin sahip olduğu kültür değerlerine bir yenisini daha eklemesi olarak görülebilir. Bir kişi dilini ne kadar doğru ve güzel kullanabiliyorsa, kültürünü de o kadar iyi biliyor demektir. Ayrıca, dil konusunda kaydettiği herhangi bir ilerleme kültürüyle paralel boyuttadır, yani insan dil konusunda kendini geliştirdikçe kültür konusunda da o kadar kendini geliştirmiş sayılır. Bu şekilde, hem kendisi kültürlenir hem de gelecek kuşaklara kullandığı dil yoluyla kültür değerlerini aktararak bu değerlerin daha da kalıcı olmasına katkıda bulunur. Programa bakıldığında mevcut derslerle Türkçe öğretmen adaylarının anadili Türkçeyi kavraması dolayısıyla kültürünü incelikleriyle tanıması mümkün değildir. Dolayısıyla eski programda mevcut Türkiye Türkçesi, tarihi Türk lehçeleri gibi derslerin yeni programda kaldırılmış olması ve ses, şekil, kelime ve cümle bilgisi ile sınırlandırılması anlaşılabilir bir uygulama değildir. Tarihi süreç içerisinde anadilin geçirdiği evreleri ve günümüzdeki durumunu uzmanlık seviyesinde öğrenen kişi sadece dilbilgisi kurallarını öğrenmiş olmakla kalmaz, aynı zamanda onun dünya görüşünü de, manasını da anlar. Ayrıca kendi kültürünü ve dünyasını daha yakından tanıma, karşılaştırma, değerlendirme ve yargılamasına yol açar. Sonuç ve Öneriler: 1. Birimbilgi bize sunulan, ilgi ya da gereksinim duyarsak öğrenip dağarcığımıza kattığımız bilgilerdir. Edimbilgi ise bilgilerimizin beynimizde bilişsel süreçlerle işleme uğraması sonucu ortaya çıkan yeni ve özgün bilgilerdir. Toplumu diğer toplumlardan farklı kılan edimbilgidir. Birinci durumda bilgi ihraç edilir, ikinci durumda ithal edilir. Dil farkındalığı, bireyin kendi dilinin özelliklerine ve kullanımına karşı geliştirdiği bilinç ve duyarlılık olarak kullanılmış, bu bilinç ve duyarlılığın etkili eğitim süreçleri ile kazandırılabileceği vurgulanmıştır. Dilbilimsel farklılık ise, örtük olan bilgilerin farkındalığına yönelik bilişsel bir süreci kapsamaktadır. Örtük bilgi, bireyin farkında olmadan edinmiş olduğu ve kendi dil kullanımında otomatik olarak uyguladığı bilgidir. Toplumsal bir uzlaşının ürünü olmakla birlikte, dil, insanın üzerinde uzlaştığı herhangi bir sistem olmanın ötesine geçip, kültürün özelliklerine göre insanın zihnini ve eylemlerini koşullamayı başarır. Dil aracılığıyla oluşan dünya görüşü böylesi bir durumun sonucudur. Bir milletin kültürünün temelde dil birliği çerçevesinde yoğrulması «vatan» kavramına yeni ve zengin bir boyut kazandırır. Akarsu (1998)’ya göre belli bir ulusun karakteristik gelişmesini o ulusu kuran halkın tarihsel gelişmesi gösterir. Yani bireyde, diyalektte ve duygu biçiminde ayrı ayrı kökler, ayrı halk toplulukları, çeşitli göçlerin meydana getirdiği coğrafi karışma, hepsi birden o ulusu meydana getirir. Bununla birlikte her halk topluluğunun özellikleri vardır ve birbirlerine benzemezler. Bunlarda ortak olan yönler ulusun karakterini ortaya çıkarır. Böylece o ulusa özgü karakter meydana gelir. Ulusların karakterini en iyi şekilde ortaya koyan da, sanat ve bilim yapılarında işlenmiş olan dildir. Türkçe eğitimi lisans programında mevcut birer dönemlik haftada ikişer saatlik Ses Bilgisi, Şekil Bilgisi, Kelime Bilgisi ve üç saatlik Cümle Bilgisi dersleri ile Türkçenin zenginliği, derinliği ve inceliklerini öğrenmek mümkün değildir. Pratikte ilköğretimin ikinci basamağında okuyan bir öğrenci için bu bilgiler yeterli gibi görünse de öğretmen için temeli olmadan yani Türkçenin tarihî gelişimi verilmeden eksik olduğu anlaşılacaktır. 2. Bir milletin dilinin ifadesinin en güzel şekillendiği alan edebiyattır. Edebiyat, milletin dilinin ruhunu yansıtır. Bununla birlikte edebiyatın ana malzemesi dildir. Yazarlar ve şairler herkesin gördüğü ve bildiği bir olayı, ustalıkla kullandığı dil aracılığı ile daha canlı ve etkileyici bir biçimde ortaya koyarlar(Güzel ve Torun, 2005). Dilbilimcilerin gramer araştırmalarında ilk başvurduğu kaynakların başında edebi eserler gelir. Zira dilin tüm kurallarıyla en geniş ifadesini bulduğu alan edebî eserlerdir. Bir şairin şiirlerinde dilin zarafetini, ses özelliklerini, ahengini ve sanatsal gücünü bulabildiğimiz gibi, bir yazarın romanlarında, hikâyelerinde de dilin anlatım özelliklerini, söz servetini, gramerini 54 bulabiliriz. Türkçe eğitimi lisans programında mevcut iki dönemlik haftada ikişer saatlik Halk Edebiyatı ve Eski Türk Edebiyatı dersi ile öğretmen adaylarının edebi eserlerimizi tanıması, anlaması ve anlamlandırması da mümkün olmayacaktır. 3. Dil öğretiminde kültür aktarımının büyük önemi vardır; fakat kültür çok kapsamlı bir olgu olduğu için ve dil öğreniminde dilin dizgesel yapılarının yanında kültür başlığı altında öğrenciye 6 verilebilecek olan türküler, deyimler, atasözleri, şiirler, hikâyeler vb. şeyler öğrencinin dilini anlamasına yardımcı olacak nitelikte unsurlardır. Bu unsurları içeren özellikle halk edebiyatı derslerinin programda oldukça sınırlı bir şekilde yer aldığı buna karşın çağdaş edebiyat, dünya edebiyatı, yeni Türk edebiyatı gibi ortaöğretimde ağırlıklı olarak verilmesi gereken derslerin varlığı dikkat çekmektedir. Dünya edebiyatına yer veren yeni programda Türkçe bölümü olmasına rağmen Türk dünyasından hiç söz edilmemekte ve Türk soylulara Türkiye Türkçesinin öğretimi dersi temellendirilmeden verilmek durumunda kalmaktadır. Öğretmen adaylarının kendi toplum düzeni içinde var olan, kendi deneyim alanları ile örtüşen konularla diğer Türk topluluklarının dili ve kültürü içinde karşılaşması, onun yeni olanla kendisine yakın olan arasında ilişkiler kurmasına, benzer ve farklı yanları ile ilgili düşünceler üretmesini, öte yandan da kendini sorgulamasını sağlayacaktır. 4. Ayrıca kültürü tanıma meselesinde önemli rolü olan bu derslerin programda gerektiği şekilde yer bulamaması bizim diğer coğrafyalarda yaşayan Türk topluluklarının varlığından habersiz nesiller yetiştirmemize de neden olacaktır. Türk dünyası kültürü evrensel kültüre çok önemli katkılar yapabilecek zengin bir kültürdür. Fakat ortak Türk kültürü Türkçe bölümlerinde hiç öğretilmemektedir. Kültür ve eğitim politikalarının tekrar gözden geçirilmesi, programların yeniden ele alınması ve ortak Türk halk kültürü mirası olan eserler eğitim programlarında yer alarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunluluğu vardır. Türk toplumunun binlerce yıllık tarihsel bir süreçte meydana getirdiği halk kültürü geleneği geçmişi ve bugünüyle bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bu eserler halkın kültür yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu milletin söz sanatlarındaki sembolüdür. Eserlerin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi vardır. 5. Mevcut programda yer alan bir dönemlik ve üçer kredilik Genel Dilbilim ve Dil Sosyolojisi dersleri, günümüzdeki çağdaş dil öğretimi teknikleri açısından da Türkçe öğretimini olumsuz yönde etkilemekte ve Türkçenin gerçek performansını zayıflatmaktadır. 6. Kültürleme, kısmen okulda kültürel muhteva ve tekniklerin bilinçli olarak öğretilmesi, kısmen de hayatın günlük akışı sırasına bireyin ilişki kurduğu kişilerle karşılıklı etkileşimi içinde bilinçsiz olarak öğrenmesi ile mümkün olmaktadır. Eğitim sisteminden, temel kültürel değerlerin yeni kuşaklara sistemli bir biçimde aktarılması istendiği ve beklendiği kadar, ulusal değerlere bağlı, çağdaş bireyler yetiştirmesi de beklenmektedir. Burada vurgulanması gereken toplumsal ilerleme, kültürel kalıtıma yapılacak değişiklik kadar, geleneksel değerlerin ve kültürel kalıtın sürekli kılınmasına da bağlıdır. 7. Bir öğretmende bulunması gereken a) Genel kültür b) Özel alan bilgisi c) Öğretmenlik meslek bilgisinden yola çıkarak, Gazi Üniversitesi’nde Türkçe bölümünü kuran Prof. Dr. Abdurahman GÜZEL hocamızın mevcut programın eksiklerini ele aldığı “Türkçenin Eğitimi-Öğretimi Bölümlerinde Kurulması Gerekli Görülen Anabilim Dalları Hakkında Yeni Projelerimiz” başlıklı çalışmasında yer alan “Türkçe-Kompozisyon; Eski Türkçe Metin İncelemeleri, Türk Dünyası Edebiyatları, Hızlı Okuma Teknikleri; Diksiyon; İki Dilli ve Kültürlülere Türkçe Öğretimi; Edebiyat Eğitimi; Türk Kültür Tarihi; Türkçe Öğretiminde Halk Bilimi; Türkçe Öğretiminde Destan Edebiyatı; Seçmeli Dersler: Dil Psikolojisi; Karşılaştırmalı Türk ve Dünya Edebiyatı” dersleri aslında dikkatle düşünüldüğünde özel alan bilgisine ait eksikleri tamamlamaya yönelik oldukları görülecektir. 8. Kırk dokuz üniversitede oldukça sınırlı kadro ile verilmeye çalışılan eğitim de meselenin başka bir vahim boyutunu göstermektedir. Türkçe Eğitimi Bölümü mezunları ilköğretim okullarının ikinci basamağında Türkçe öğretmeni olarak görev yapmaktadırlar. Birinci 55 basamakta mevcut Türkçe Dersi (15-.Sınıflar) Öğretim Programı, öğrencilerden; “Dinleme, konuşma, okuma, yazma, görsel okuma ve sunu yapma; düşünme, anlama, sıralama, sınıflama, sorgulama, ilişki kurma, eleştirme; tahmin etme, analiz, sentez yapma ve değerlendirme; bilgiyi araştırma, keşfetme, yorumlama ve zihninde yapılandırma; iletişim kurma, arkadaşlarıyla iş birliği yapma, tartışma, sorun çözme, ortak karar verme ve girişimcilik, gibi becerileri geliştirmeleri beklenmektedir” (MEB TTKB 2009: 9- 10). Öyleyse ilköğretim ikinci basamakta bir adım öteye giderek okuma, dinleme, yazma, konuşma becerilerinin yanında dilini, kültürünü tanıma edebi metinlere yönelmesi gerekir. Bunun içinde önceliği altıncı ve yedinci sınıfta çocuk edebiyatı, sekizinci sınıftan itibaren de halk edebiyatı ve yeni Türk edebiyatı metinleriyle tanıştırmak gerekir. Böylece ortaöğretimde yer alan Türk dili ve edebiyatı dersine geçiş de daha kolay ve sağlıklı olacaktır. Kültür öğeleri, eğitim açısından önemlidir. Çünkü kuşaktan kuşağa aktarılma ve kültürü canlı halde tutma işlevi okula, daha geniş anlamıyla eğitim örgütlerine verilmiştir. Buradan yola çıkarak, eğitimin en önemli parçası olarak okul, kültürü ileten temel araçlardan birincisidir. Özellikle de bu amaçla kurulmuş bir kurumdur (Duverger 1972). Bu kurumda yer alacak öğretmenlerinde kültürel öğeleri yukarıda vurgulanan öneriler ışığında alabilecekleri programlarla yetiştirilmeleri elzemdir. KAYNAKLAR 1. AKARSU, B. (1998), Dil-Kültür Bağlantısı, İnkılâp Yayınları, İstanbul. 2. AKSAN, D. (2003), Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dil Bilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. 3. ASANALİYEVNA, N. (1999), Gençlerin Sosyal Yönden Şekillenmesinde Halk Edebiyatından Faydalanmanın Yolları ve Şekilleri, Ankara. 4. ATATÜRK, M. K. (1952), Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, Türk İnkılâp Tarihi Enstitü Yayınları, Ankara. 5. Duverger, M. (1972), Siyaset Sosyolojisi, Varlık Yayınları, İstanbul. 6. ERGİN, M. (1984), Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul. 7. ERGİN, M. (2001), Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul. 8. GÜZEL, A. (2003), Türkçenin Eğitimi – Öğretimi Bölümlerinde Kurulması Gerekli Görülen Anabilim Dalları Hakkında Yeni Projelerimiz, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. A.B. Ercilasun Armağanı, Selçuk Üni. Türkiyat Araştırmaları Enst., Konya. 9. Küçükahmet, Leyla ve diğerleri. (2000), Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Nobel Yayınları, Ankara. 10. Turhan, M. (1994), Kültür Değişmeleri, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul. 11. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük. 12. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı “İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (1 ve 5. Sınıflar) Ankara. Abant İzzet Baysal Ü. (Kadro:16 ), Adıyaman Ü. (Kadro:3), Adnan Menderes Ü. (Kadro:1), Ağrı İbrahim Çeçen Ü. (Kadro:3), Afyon Kocatepe Ü. (Kadro:5), Ahi Evran Ü. (Kadro:7; 1 Prof.), Amasya Ü. (Kadro:7), Atatürk Ü. (Kadro:17; 1 Prof, 2 Doç.Dr.), Balıkesir Ü. (Kadro:7; 1 Doç. Dr.), Celal Bayar Ü. (Kadro:4); Cumhuriyet Ü. (Kadro:4), Çanakkale Ü. (Kadro:9; 1 Prof, 1. Doç.Dr.), Çukurova Ü. (Kadro:4), Dicle Ü. (Kadro:2; 1 Prof.), Dokuz Eylül Ü. (Kadro:11), Dumlupınar Ü. (Kadro:2), Ege Ü. (Kadro:5; 1Prof.), Erciyes Ü. (Kadro:4), Erzincan Ü. (Kadro:5; 1 Prof.), Fırat Ü. (Kadro:7; 1 Doç. Dr.), Gazi Ü. (Kadro:13; 1 Prof., 3 Doç. Dr.), Gaziantep Ü. (Kadro:5), İnönü Ü. (Kadro:10; 2 Prof.), İstanbul Ü. (Kadro:6, 1 Prof, 1 Doç.Dr.), Kafkas Ü. (Kadro:4), Karadeniz Teknik Ü. (Kadro:3), Kastamonu Ü. (Kadro:6; 1 Prof.), Kırıkkale Ü. (Kadro:6), Kilis Yedi Aralık Ü. (Kadro:6), KocaeliÜ. (Kadro:1), Marmara Ü. (Kadro:11; 2 Prof.), Mehmet Akif Ü. (Kadro:6), Mersin Ü. (Kadro:7, 1 Doç.Dr), Muğla Ü. (Kadro:1;1 Prof), Mustafa Kemal Ü. (Kadro:5; 1 Doç.Dr), Muş Alparslan Ü. (Kadro:2), Niğde Ü. (Kadro:5), On Dokuz Mayıs Ü. (Kadro:7; 1 Prof.), Pamukkale Ü. (Kadro:11; 1 Prof., 1 Doç.Dr.), Sakarya Ü. (Kadro:8, 2 Doç.Dr.), Selçuk Ü. (Kadro:15; 2 Prof, 2 Doç.Dr.), Trakya Ü. (Kadro:2), Uludağ Ü. (Kadro:7; 1 Prof.), Uşak Ü. (Kadro:5; 1 Doç.Dr), Yüzüncü Yıl Ü. (Kadro:5), Zonguldak Karaelmas Ü. (Kadro:1), Başkent Ü. (Kadro:10; 2 Prof., 2 Doç.Dr), Doğu Akdeniz Ü. (Kadro:9; 1 Prof, 2 Doç.Dr) ve Girne-Amerikan Ü. (Kadro:9; 1Prof. 3 Doç. Dr) (bu bölümlerin bazılarına henüz öğrenci alınmamıştır ) 56 Çiçeği Silah Kadınlar Sevmek ve benimsemek şart değil, uğruna ölmek de lazım aşkın. Ve bazen de uğruna yaşamak. Neyin pahasına olursa olsun, çiçek tutacak kınalı ellerine silah almak zorunda kalsan bile yaşamak. Çünkü yaşatmak için ölmek kadar, yaşamak da bir gerçeğidir hayatın. Çaresiz kalemim onları yazmanın acizliği ve mahcubiyeti içinde sızlıyor bu gün. Hiçbir kalemin o dayanışmanı, o direnişi kolay ko enişinin öyküsü... Eminim bu satırları okurken bakışlarımız oraya çevrilecek lay yazamayacağı kanaetindeyim şu an. Aslında Irak Türk’ü olan, çok değerli şair ve yazar bir can dostumun uyarısı üzerine beni kendime getiren, gecikmiş bir yazıdır bu. Irak Türk kadınlarının yıllardır devam eden kahramancadır, kalplerimiz onlarla atacak, göz yaşlarımız o vatan topraklarına damlayarak onların yanaklarındaki sızıyı bir nevze de olsa dindirecek. Bir öksüz Türklüğümüz var göğsümüze gurur, alnımıza yazı ... Savaşmak, direnmek, feda etmek, düşman bellenmek kaderimize pay biçilmiş. Bu paydan en çok da onlar nasibini almış. Dünyanın görmediği, bizim ise sık sık unuttuğumuz Türk’lerin yurdu, Kerkük, Musul, Tuzhurmatu, Talafer, Tazehurmatu, Beşir Köyü yıllardır insanlık dramı, yaşam savaşı, Türklük davası, mezhep çatışması yaşıyor. Hele bir de Amirli ilçesi var ki, küçücük bedeniyle tek başına mücadele verirken çoğumuz habersiziz varlığından. Her gün çatışma , her yer kan, her an ölüm tehlikesi ... Yıllardır susmayan patlamaların, bitmeyen çatışmaların, durmayan kanın sebebi Türk oluşumuz, zararı Türk kadınına... Çünkü kaybediyorlar ...Eş, evlat, kardeş, Gülbeniz BAYRAMLI Gülbeniz BAYRAMLI Gence – Azerbaycan baba. Gerektiğinde ellerine silah alıp canlarını vatana, çocuklarına, ailelerine ve namuslarına siper ediyorlar. Eğer bu gün dünyanın bile baş edemediği IŞID’e, o Türk Yurtları kafa tutup, teslim olmuyorsa, eğer bugün Amirli ayakta ve özgürse bunu o kahraman Türk kadınlarının azimli, korkmaz ruhlarına borçluyuz. İşte benimIrkım, Irzını, namusunu, toprağını, yuvasını korumak için silaha sarılan bu yüce Türk kadınlarının zarif omuzlarında yücelecek ve kutlanacak . Yazdım , dertlerine derman olamasam da, acılarına ortak olup hafifletmek umudu ile... Kelimelerimin ulaştığı herkese selam olsun, . 57 Dadalı Türk Halk İnançları Dr. Yaşar KALAFAT GİRİŞ: Biz burada Dadalı Türkmenlerinin yaşadıkları yörelere, bölgeye gelmiş oldukları yerlere, inanç yapılarına, diğer kültürel özelliklerine,, çevredeki diğer halklarla ilişkilerine dair açıklamalar yapıp, bazı karşılaştırmalara gidip, tespitlerimizin genel Türk halk kültüründeki yerlerine işaret etmeye çalıştık. Bazı inanç içerikli etimolojik irdelemelerde bulunduk. Alandan derlenilen bu bilgilerde bize, Katip Musa Özmen Dede (2002 tarihi itibariyle 95 yaşında, Damalın Konuksever mahallesi halkından) ve Erol Özer (Koyunpınar köyünden Sazkara ilköğretim Okulu Müdürü, 2002 yılı itibariyle, 5o yaşlarında) yardımcı olmuşlardır. METİN : Dadalı Türkmenleri Alevi inançlıdırlar. Dadali Türkmenlerinin bir kısmı; Ardahan ilinin Damal ilçesi ve yakın çevresinde meskundurlar. Meskun bulundukları köyler; Eskikılıç (Kirpeşen), Obrura (Çıkara), Üçdere, Kalonder Dere, aşağı Gündeş, Yukarı Gündeş, Seyitveren, Tepeköy, Otağköy (Erzede), Burmadere (Sort), Deveköy, Damal (Yukarı Damal), Aşağı Damal, Küçük Damal, İkizdere (Sonu) dur. Damalın etimolojisi, dam=ev, eval şeklinde yapılmaktadır. Damal’daki tarihi kilisenin cemaatini yörede uzak geçmişte yaşamış olan Gregoryan Türkler ve Ermeniler oluşturuyorlardı. Hanak bölgesine bağlı Dadali Türkmenleri ise; Koyunpazarı (Sazkara), İncedere (Piklap), Güneygören (Kelkeden), Çavdarlı (Nakalaköy), Serinkuyu (Deneden), Çiçeklidağ (Payatlı), Çat (Dereçatağı) ve Çimliçayır köylerinde ikamet etmektedirler. Dadalı Türkmenleri iki koldan oluşmaktadırlar. Bu kollardan birisi Bektaşi Kolu ve diğeri ise Hüseyinli Kolu’dur. İsmi sayılan köylerin halkı her iki kolun karışımından meydana gelmiş olup, bir arada yaşarlar. Bektaşi ve Hüseyinli Dadali Türkmenlerinin dedeleri ayrı ayrıdır. Dedelerin akait içerikli tutumlarında bazı farklılıklar görülür. Hüseyinli Dadali Türkmenlerinde canlar Erkandan Geçirilir. Erkan esnasında, cennetten çıktığına inanılan Asa merasim için özel yerinden çıkarılır. Bu esnada dede, “Allah Muhammed Ya Ali” ifadesini 3 defa tekrarlar. Merasimdeki diğer zevat selam veririler. Selam veren can, 58 sağ ayağını sol ayağının üzerine atar ve sağ elinin baş parmağını öper vaziyette başı eğik selam verir. Bektaşi inançlı Müslüman Dadali Türkmenlerinde, Pençe (el) vurma vardır. Dede sağ eli ile cemaatın tek tek sırtına vurur. Sağ el ve sağ ayak uğurlu kabul edilir. Müslüman Bektaşi Dadali Türkmenlerinin dedeleri Çorum, Sivas ve yöresinden gelirlerken, Hüseyinli kolunun dedeleri, Gaziantep ve Maraş’tan gelirler. Bize göre Hüseyni ve Bektaşi Dadali Türkmenleri, Selim bölgesinden tanıdığımız Kars’ın diğer Alevi kesimleri gibi, cemaat içi toplumlar olup, Anadolu Türk İslam’ına getirdikleri renk, Tengricilik veya Eski Türk İnanç sisteminden gelmektedir. Dadali Müslüman Bektaşi_Hüseyni Türkmenlerinde dedeler, pir ve mürşit düzeyindedirler. Bunları Cem Ayinleri için, Zekir/Zakir ve Dede’nin bulunması şarttır. Zekir/Zakir Cem Ayini’ndeki Semah’ı yürüten çalgıcıdır. Dereköylü Aşık Veli Yaycı, bir zekir/zakirdir. Dadali yerleşim yerlerinden Damal’da ve Obruçak’da Cem Evi vardır. Cem Ayinleri’ne diğer Alevi inançlı kesimlerde olduğu gibi düşkünler katılamazlar. Karısını boşamış, kız kaçırarak evlenmiş, kalbi ikilenmiş, vesveselenmiş kimseler Cem’e katılamazlar. Dadalılarda gençler için hamailleri dede yapar. Gençler hamaillerinin içerisine sevgililerinin saç tellerini de koyarlar. Dadalılarda “Boynuzsuz koçun ahı, boynuzludan sorulacak” diye bir söz vardır. Dadali Türkmenlerinin küfür kültürleri yoktur. Evvelce Dadalılarda de az çok beddua var iken, şimdilerde o da tamamen kalkmıştır. İhtiyaç duyulunca bu konuda, “beddua bilmeyiz, Ulu Mevla’ya saldım seni denir” demektedirler. Dadalılarda “beddua eden kimse, bilmeden farkına varmadan, Allah’ın çarkına bulaşabilir” şeklinde bir inançları vardır. Bu söz Allah’ın işine karışma, karışmamalı, Allah’a bırakmalı anlamındadır. Bir iki örnek gerekir ise, “Allah ocağını kararta”, “Ali’nin kılıcına rast gelesin” Dadali Türkmenlerinde; “Ali baş Hızır Yoldaşın olsun” , “Ali Kanadının altında olsun”, “Kırklar yoldaşın olsun” gibi dualar vardır. Ayrıca közeyin (Köz odunun) göyersin (Çimlensin) de vardır. Dadali Özlü sözleri, “Dana öldü, hap/hesap kesildi”, “İti öldürenecek (Öldürmektense) Çalıya dola (ipini Çalıya dolandır” Dadali Türkmenlerinin ana dilleri tamamen öz Türkçe’dir. Anadolu Türkçe’sindeki birinci tekil şahıs ben, Azerbaycan Türkçe’sinde men ve Dadali Türkmenlerinde ise, ban şeklini almıştır. Bu konuyu ilk defa rahmetli hocamız Prof. Dr. M.F.Kırzıoğlu incelemiştir. Dadali Türkmen’i, bana değil bene der. Veya Çekiç değil, çeküç der. Ne yapıyorsun değil naluk edeyirsin der. Dadali Türkmenlerinin kadın kıyafetleri, baş süsleme şekilleri ve dokuma gibi kadın el sanatları da Prof. Dr. Neriman Kırzıoğlu tarafından incelenilmiştir. Damalın ünlü bebekleri, bölgenin folklorik özelikleri ile donatılmışlardır. Dadali Türkmenlerinin ünlü yerel sanatçıları; Aşık Veli Yaycı, Cafer Avalar, Seyit Ali Özbek, Aşık Niyazi, ayrıca Damal bebeklerinin ustalarından Fadime Atmaca ve Hatice ana vardır. Dadali kelimesinin etimolojisi yapılırken “Dedeli” üzerinde de durulmaktadır. Bize göre dedeli ile dadalı eş anlamlı olup, kelimenin orijinali Dedelidir. Dedesi olan, dedesi bulunan , bir dede’ye bağlı olan anlamında olmalıdır. Dadaliler aralarında hitap şekli olarak kardeşim, canım anlamında “dadam” ifadesini kullanırlar. Bu aynı mensubiyetin kapsamındanız, bizimki demektir. Samimi buldukları, içtenlikle hitap etmek istedikleri zaman dadali olmayana da dadam denildiği olur. “Naluh ediyisin Dadali” demek “ne yapıyorsun canım” anlamına gelir. Biz ihtiyatlı olmakla beraber Dadaloğlu isminin etimolojisinde de bir Dede bağlantısı arıyoruz. Bu yaklaşım tarzı üzerinde evvelce de durulmuş olabilir. Damalın yakın çevresinden Göle’de bir köy anadili Zazaca olan alevi köy iken, Yeniköy ve Kalecik köyleri ise Türk Alevi köyleri olarak bilinirler. Halk Damal ve Hanak Alevilerine Türkmen demişken, Göle’nin bu iki köyünü muhtemelen ağız farkından Dadali saymamıştır. Dadalılar her nedense bazı çevrelerce Kars Aleviliğinde farklı bir yere oturtulmuştur. Bunlara; Gürcü Türkmen’i, Türkmen, Yerli Türkmeni veya Cinçavut da denilmiştir. Karsın yerli halkı anlamında Bezbaşlar, Dadalılardan tamamen farklı ve Sünni inançlıdırlar. Dadali yerleşim yerleri daha ziyade, Yörenin Kıpçak Türk Coğrafyası kapsamındadırlar. Dadalılar bu bölgeye daha ziyade Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelmiş olmalarına rağmen, Kıpçak Türk kültür genleri de taşımış olmalılar. Halk çok kere isimlendirmeği bir esasa istinat etmeden 59 yapabilmektedir. Dadali Türkmenleri munis karakterli, çalışkan, çevre ilişkileri mükemmel insanlardır. Dadali Türkmenlerinin dürüst, sade, samimi ve içten oluşları ile ilgili olarak bazı fıkralar da anlatılır. Bunlardan bir ikisini anlatmak gerekir ise; Kaymakam Dadali köyüne gider ve halkın halini hatırını sorar, iyiliklerinin kaymakamın tutumuna bağlı olduğunu 5 anlatmak isteyen yaşlıca bir Dadali, “Kaymakam bey dadam nasıl olalım, sen bir kara katır biz guyruğunun altında bir kara sinek, O ki guyruğun gevşetiyirsin nefes aliyirik. O ki guyruğun sıkıştiriyirsin canimiz çikıyor” cevabını veriyor. Bir başka köyde kaymakama Posof’un meşhur elmasından ikram ederler. Elmayı yerken bıçak da kullanan kaymakam ezik kısmını ayıklamak ister. Bunun üzerine ev sahibi, “sağlamını ye kaymakam bey biz ezikleri mallara veriyirik” der. Bir gün de pazara merkebi ile iki sandık elma götüren Dadali’nin elmaları merkeple birlikte kayıp olunca Dadali, “hey gidi hallar, eşek kulakların sallar, eşek emanet idi gitti bizim zandığlar”der. Onun için elma sandıkları elmadan daha önemlidir. Merkep ise zaten onun değildir. Kars’ın merkez köylerinden; Hacıhalil, Karaören, Azat, Selim ilçesi’nin Böcüklü, Kotanlı ve Akpınar, Sarıkamış ilçesinin Boyalı, Tuzluca, Kağızman ve Iğdır’da 1 er 2 şer köy alevi inançlı köy olmakla beraber bunlar Dadali değillerdir. Iğdır, Ardahan ve Kars’ta anadili Kırmançca olan Alevi inançlı köy de yoktur. Dadali Türkmenleri arasında Selim ve Kars’ta sunileşme şeklinde inanç değişimi yaşandığı olabilmektedir. Bektaşi olan Dadaliler Sünnileşmeğe daha yatkındırlar. Bektaşi inançlı Dadaliler, camiye gider, vakit namazlarını kılar, oruç tutarlar. Hüseyni inançlı Dadali Kesimde namaz kılınma ve oruç tutulması pek görülmez. Bunlarda Muharrem Orucu 312- gün olarak tutulur. Bu toplumun inancına göre orucun aslı 12 gündür. 12 imam için 12 gün oruç tutulduğu ifade edilir. Ölmüş bir kimse için yakınları onun adına oruç tutarlar. Oruçlu olunan 12 gün zarfında traş olunmaz, et yenilmez, hayvan kesilmez, su içilmez, banyo yapılmaz, evli çiftler ilişkiye geçmez ayrı yatarlar. Bu zaman zarfında eğlenceye gidilmez eğlence yapılmaz. Radyo, televizyon ve benzerleri açılmaz. Aşık meclislerine gidilmez, aşık 6 dinlenilmez. Ağıtlar söylenir. Cenk/conk 60 ve deyiş/deyzaman/düezimam okunur. 12 İmam üzerine deyişler söylenir. Ölmüş Dadali Türkmenleri babaları için kurban kesmezler. “Kardaşlık” adına, mevtanın kardeşi “Dar kurbanı” keser. Dar kurbanı kesilmeyen Dadalının, kardeşi ölünceye kadar, öbür dünyada ayakta beklediği inancı vardır. Kardeşliği ölmüş bir Dadali ancak kardeşliği ölmüş bir dadalıyı kardeşlik edinebilir. Dadali Türkmenlerinde; Turna semahı, Kırklar Semahı, Ağır Semah, akşam Semahı gibi semahlar vardır. Dadali Türkmenlerinde, güneşten sonra, güneş battıktan sonra, kuşları yuvaya dönüş vaktinde defin yapılmaz, ertesi güne bırakılır. Benzeri bir çok iş daha ertelenir. Bu saatlerde dikiş yapılmaz, sakız çiğnenilmez. Bu inançlar Anadolu’nun diğer kesimlerinde de yaşamaktadır. Gece sakız çiğneyenin ölü eti çiğnemiş olacağı inancı vardır. Güneşin batma vaktine, dar vakit, denir. Bu saatten sonra yerlerin bağlandığına inanılır. Dadali Türkmenlerinde de Cuma akşamları helva, pişi gibi yağ kavrularak koku çıkarma uygulamasının hayrına inanılır. Bu tür hazırlıklar daha ziyade fakir ailelere ikram edilirler. Eskiden evlere gönderilirdi. Dadalilerde bu uygulamaya “Cumalık” denilir. Bu hayır işleme uygulaması kapsamında ayrıca süt, yoğurt ve yemek de gönderilirdi. Bu akşamlarda ruhların evlerini ziyaret ettiklerine ailelerinin yanına geldiklerine inanılır. Bu inanç ve uygulama, Türk kültürlü halklar arasında çok yaygındır. Eski Türk İnanç Sistemi’ndeki ataevrah ruhları ile ilgili olduğu kabul edilmektedir. Çıkarılan kokudan geçmişlerin mutlu 7 olacakları inancı vardır. Cuma geceleri kavgadan gürültüden kaçınılır, dedikodu yapmamaya çalışılır. “Cuma, canlının cinlinin ibadete ihtiyaç duyduğu gündür” diye bir inanç vardır. Dadali Türkmenlerinde ağıtçı kadınlar “Ağlayıcılar” olarak bilinirler. Ağıtlar açıktan ve sesli okunurlar. Hicap eden yaslı kadınlar kocaları için sessiz ağlarlar. Türklerin ölülerin defin sırasında yaptıkları merasimlere, “Yuğ Töreni” adı verilirdi. Bu törenlere, “Yuğcu”, “Sığıtçı” adı verilen hususi kişiler katılırdı. Bunlardan ilki ölenin macerasını hikaye edip anlatır, ikincisi ağlayıcılık görevini yerini getirirdi (A.İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Ankara, 1976, s.118120-) Ağıt ve ağıtcı geleneği Türk kültürlü halklarda yaygın bir uygulama olup hala devam etmektedir. Türkiye çapında birçok kere çalışılmış olan konunun biz Doğu Anadolu örneklerini inanç içerdikleri itibariyle incelemiştik. (Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ebabil Yayınları 5. baskı, Ankara 2006, s.206223-) Dadali Türkmenlerinde Cem Ayini’nin dışında, Kurban Bayramı ve Aşure Bayramı’nda, Pir’in evinde veya müsait bir yerde kurban kesilir. Dadali Aşuresi’ne 12 çeşit besin maddesi konulur ve aşure dağıtılınca hiç kalmamasına dikkat edilir. Aşure dağıtılırken kova ile ev ev dolaşılır ve evlerden kap alınır. Aşure kabının sahibine boş gönderilmemesi geleneği Dadalı Türkmenlerinde yoktur. Bazen aşure kabının sahibine yıkanmadan gönderilmesi gerektiğine inananlar çıkabilmektedir. Aşure kabının hiç kalmayacak şekilde boşaltılmasının bir izahı olmalı. Nevruz /Yeni Gün Bayramında kiler, depo ve benzerlerinin dipleri hiç kalmayacak şekilde temizlenir. Bulaşık aşure kabının temizlenilmeden iade edilmesi ve boş iade edilmemesi, bereket içerikli izahı gereken hususlardır. Dadali Türkmenlerinde Nevruz/ Yenigün kutlamaları geleneği yoktur. Geçmişte ilk baharda yumurtalar kırmızıya boyanır, bu yumurtalar akşamdan dışarıya bırakılır, sabahleyin 8 altında bir böcek olması halinde o yılın bereketli olacağına inanılırdı. Bu inanç ve uygulama Varto yöresi Alevi inançlı Zaza larında bir kült oluşmuş olup, Türk kültürlü diğer Anadolu kesimlerinde inancın çeşitli versiyonları vardır. (Ali Haydar Dedekurban, Zaza Halk İnançları, Zaza Kültürü Yayınları, Ankara, 1994; Ali Haydar Dedekurban, Zazalarda Şölenler ve Törenler, Zaza Kültür Yayınları, Ankara, 1994; Ali Haydar Dedekurban, Zaza Halk İnançlarında Kültler, Zaza Kültür Yayınları, Ankara, 1994) Dadali Türkmenlerinde Hıdrellez’de Kavut Haşılı yapılır. Kavut Hıdrellez’in 3. günü öğütülür ve ambara konulur, kapı kilitlenir, sabahleyin Hızır’ın atının nalı veya kamçısının izi aranır. Bu iz bereket emaresi olarak algılanır, ve orası ziyaret yeri olur. Kavut Haşılı veya pilav veya helva 3 ayrı eve gönderilir, zira oruç da 3 gündür. İnanca göre Hıdır, Ellez ve Nebi 3 kardeştirler ve bunlarla ilgili fırtına kardeşler diye bilinen efsaneler anlatılır. Gregoryan inançlı Türk ve Ermenilerde de Hıdırellez inancı vardır. Dadali Türkmen mezar taşlarında at, silah, demlik, ıbrık şekilleri vardır. At ve koç mertliğin, silah cesaret ve kahramanlığın sembolü olup, demlik açık sofralı, ikram severliği, ıbrık inançlı olmayı, ibadeti, tığ ise kilim, halı örgü maharetine işaret eder. Bu uygulama ve izahı Dağıstan ve Tunceli Türk kültür coğrafyasında da görmekteyiz. Gregoryan inançlı halkta gerek Ermeni ve gerekse Türk, koçlu koyunlu mezar taşları vardır. Diğer Hıristiyan mezheplerinden Ermenilerde koçlu koyunlu mezar taşları yok iken, bir kısım Gregoryan inançlı Ermenilerde olması ilginç olmalı. Dadali Türkmenlerinde Allah’ın ve peygamberi Hz.Muhammedin şefaati istenir. Hz. Muhammed İslam peygamberi olarak bilinir inanılır. Hz. Ali’ye İslam tarihinde haksızlık 9 yapıldığına inanılır. Bu konuda bazı söylemler, inançlar ve uygulamalar vardır. Bunlardan mersiyelerden bahsedilebilir. Dadali Türkmenlerinde hayvanlarla ilgili bazı inançlar da vardır. Dadali Türkmenleri tavşan eti yemezler, bu durumu tavşanın çift tırnaklı oluşu ve haiz görüşü ile izah ederler. Ayrıca tavşan yavrusunu çıplak/tüysüz doğurur ve onun gözleri eşek gözüne benzemektedir. Dadali Türkmen halk inancına göre karga Hz. Ali’nin mezarını kirletmiştir., bunun için sevilmez. Güvercin ise, ağzı ile su getirip ve kanadı ile bu pisliği temizlemeğe çalıştığı için sevilir. Turna Semahı, Saman Yolu’ndan esinlenerek gökyüzünde, yolunu şaşıranlara rehber olduğu için sevilir. Kaşıntıya düşmüş Alevi çocuklar için “Kurtdeşen” olmuş denilir. Bu hastalığa kurdun izini bozan çocukların yakalandığı inancı vardır. Bu hastalığın tedavisi için, hasta çocuğun kurdun aşık kemiği ile yıkanması gerektiğne inanılır. Tavşan etinin yenilmemesi alevi inançlı halkın genelinde var iken, bir kısın Sünni inançlı halkta da bu hayvanın etinin fazla yenmesinin kanser hastalığına yol açabileceği inancı vardır. Güvercinin bazı tasavvuf ehlince cin yiyici olarak bilindiği de ifade edilmektedir. Kurdeşen kaşıntı yapması ile Türk kültürlü halklarda bilinen bir hastalıktır. Türk halk tefekküründe, kurt izi kutsaldır. Kurt izine basan iki kişi yedi yıl kardeş olurlar. Kurdun dişinde, gözünde, tırnağında derisinde, kanında hikmet aranır, hikmet olduğuna inanılır. 61 (Yaşar Kalafat, “AzerbaycanAnadolu-Suriye Sözlü Kültüründe Kurt”, II.Kayseri ve Yöresi Kültür Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni, Kayseri, 1012- Nisan 2006; “Doğu Anadolu Halk Kültüründe Kurt”, I.Uluslararası Ağrı Dağı ve Nuh2un Gemisi Sempozyumu, 17 Kasım 2005 Doğubeyazıt; “sözlü Kültürde Bursa ve Yöresi Örnekleri İle kurt I”, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu bildirileri, 2022- Ekim 2005 Bursa, Bursa 2005, c.2, s.415423-; “Türk Halk İnançlarında Kurtla İlgili Yeni Tesbitlerimiz”, Prof. Dr. Fikret Türkmen armağanı, İzmir 2005, s.403409-) Dadali Türkmenlerinde çicek hastalığına yakalanmış hayvanların tedavisinde “Çiçek Tası” kullanılnır. Dede bu tas ile tedavide kullanılmak üzere “Okunmuş” verir. Çiçek tası, “Şifa Tası” veya “Şifa eli” olarak da bilinir ve bereketi celbetmek maksadı ile de kullanılır. Dede bu tas ile ürünleri artsın diye tarlaya ve hayvanların üzerine su serper. Bu neviden taslar Türk kültürlü halkların Sünni inançlı kesimlerinde de vardır. Bunlar kırk çıkarmada korku çıkarmada, nazar gidermede kullanılır. Bazen üzerlerine Allah’ın sıfatlarından kırk sıfatın yazıldığı veya üzerinde Allah’ın sıfatlarının yazılı bulunduğu kırk anahtarın olduğu da olur. Dadali Türkmenlerinde Yağmur Duası’nı Dede idare eder. “Davar Taşkesen” Ulgar Dağı’nda kutsal bilinen bir yer olup yağmur duası burada yapılır. Ulgar Dağının etimolojisi, Ulkar, ilk kar şeklinde yapılmaktadır. Kar yağınca ilkin bu dağın tepesine düşmektedir. Bulgar ve Ulgar kelimeleri arasında da müştereklikler aranılmıştır. Bu konuda merhum Eröz ve Kırzıoğlu hocaların çalışmaları bilinmektedir. Bölgedeki Kel Dağı’na da kuraklık ve kıtlıktan kurtulmak için duaya çıkılır ve dağa gidilirken “lokma” götürülür. Yerel ifade ile “Allah Allah Allah” çekilir. Yağmur duası uygulamaları, diğer Anadolu Türkmenlerinde Kars’ın diğer Alevi inançlı halkınkinden farklı değildir. Yağmur Duası Türk kültürlü halklarda ortak kültür paydalarındandır. Kars ve Ardahan’daki Alevi inançlı halk ile yörenin Şii inançlı Müslüman halkı arasındaki en bariz ortaklıkları İmam Caferi akaidine verilen özel önemdedir. Dadali Alevi- Bektaşi inancında yatır yoktur. Ziyaret yerleri vardır. Bunlar, “Ziyaret”, “Ziyaret Tepesi” gibi yerlerdir. Ziyaret, Eski Kılıç yol ayrımındadır. 62 Buradan saygı ile geçilir, buranın taşı toprağı öpülür. Buraya para atılır burada çaput/adak bezi bağlanır. Ziyaret Tepesi, Damal’ın karşısındadır. Burada da aynı dini uygulamalar yapılır. Cuma gibi ulu günlerde buradan ışık geldiğine inanılır. Buradaki Delikli Taş’da kurban kesilir. Kıtlığın giderilmesi ve 11 kuraklığın son bulması için burası kurban kesme yeridir. “Davar Taşkesen” de bir Dadali ziyaret yeridir. Davar Taşkesen Efsanesine göre, çiftçinin birisi koyun kırkıyormuş, bir pir gelip kendisinden yün istemiş, kırkım yapan ağa pire yalan söyleyip yün vermemiş. Bunun üzerine pir ağaya, “davarın taş kesile” demiş ve ağanın davarları taş kesilmiştir. Taş kesilmiş davarları bulunduğu yerin etrafına duvar örülmüştür. Arada geçilmesi zor bir dar yol vardır. Günahkarların bu yoldan geçemeyecekleri inancı vardır. Garibe isimli ziyaret yeri Otağ köyünde, Yeşilbaş isimli ziyaret yeri de Posof Yolu üzerindedir. Bu ziyaret yerlerindeki uygulamalar da, yer öpme, eşya bırakma, adak bezi bağlama ve benzerleri itibariyle diğer Dadali Ziyaretlerinden farklı değildir. Delikli taştan geçerek tedavi olma, hikmet bekleme oldukça yaygındır. Birçok yerde ağaç kovuğundan, demir halkadan da aynı amaçla geçilir. Kutsal yerlerdeki dar alanlardan geçerek günahsızlığa inanmak da çok yaygındır. Hacı Bektaş Veli Türbesinin yakınında da böyle bir yer vardır. Tarsus’taki 7 Uyurlar Mağarası ile ilgili de bu türden inançlar vardır. Keza Taş Kesilme motifi de yaygın bir inançtır. Bazen kurtulmak için taş olmak istenilir dua edilir. Bazen adak adanılıp yerine getirilmeyince taş kesilme ile cezalandırılır, bazen de büyük günahların cezası olarak taş kesilir. Taş Kesilme konusunu ilk defa ayrıntılı inceleyen, Prof. Dr. Sayım Sakaoğlu olmuştur. Dadali olarak bilinen İslam Türk kesimde kız alınıp verilirken, hayır işlerde, kız isteyen taraf kız ailesine 3 defa “mezhebimiz İmam Cafer mezhebi üzerine ....’nin oğluna ....’nin kızını istemeğe elciğim, elçiliğe geldim” der, kız tarafı aynı ifadeyi bir defa tekrarlar. Dadali Türkmenleri ile Şii Caferi İnançlı Müslüman Türk kesim arasında geçmişte kız alıp verme akrabalığı olmazken, şimdilerde bu iki kesim arasında evliliklerin yapıldığı görülebilmektedir. Sünni kesim ile Dadaliler arasında evlilik hemen hemen hiç olmaz. Alevi inançlı Zaza lar ile Dadaliler arasında kız alınıp verilmesi olur. Ancak Alevi inançlı Zazalar, Şii ve suni inançlı kesimlere kız vermezler. Zaza köylerinde esasen Zaza pek kalmamıştır. Ardahan’ın Cincöp, Hanak’ın Ortakent, Kars’ın Karacaören, Arpaçay’ın Uzunçayır / Zöhrap’ ında bir dönem Zazalar da yaşamışlardır. Posof’un dağınık halde bir iki köyünde yaşamakta olan Türk kültürlü Gürcü halk da Gürcüceyi unutmuştur. Bunların Kıpçak Türkleri olduğuna dair ciddi tespitler yapılmaya başlanılmıştır. Dadali Türkmenlerinde Aleviliğin gereğine icabet edilip cenaze saz eşliğinde kaldırılırmış. Defin esnasında mezara ölünün çok sevdiği bir eşyası, atının eğeri, silahı, boynunun kuşağı, takısı konulurdu, ancak şimdilerde bu uygulama kalkmaya başlamıştır. Mezara ölü ile birlikte bir takım eşyalarının konulması Eski Türk İnancındaki, hayatın ölümden sonra da devem edeceği inancının bir tezahürü bir sonucudur. Bu uygulama Türk Kültürlü diğer halklardan ziyade Alevi inançlı kesimlerde yaşamaktadır. (Yaşar Kalafat, “Kurban, İnsandan Kurban, Türklerde Kurban İnancı”, Türk Kültüründe Ölüm Sempozyumu, İstanbul , 2004) Dadali Türkmenlerinde Dede’nin geliri halkın yardımları ile sağlanır. Bunun için belirli ve mecburi bir tören yapılmaz, Dedenin avucuna veya cebine usulünce bir miktar para konur. Eskiden dedenin ekinine biçimine ve inşaatına, dini statüsüne hürmeten yardım edilirdi, şimdilerde bu uygulamalar pek kalmamıştır. Dadali Türkmen cemlerinde para toplanması usulü yoktur. Dede önayak olarak, işi gücü olmayanlara, dükkanı yananlara, dul kalanlara yardımcı olurdu. Dadali Türkmenlerinin “Can Aşı” nda da dedenin kolu vardır. Cenazeden 7 ve 40 gün sonra can aşı verilir. Seneyi devriyesinde ise “Heyrat/ Hayrat” verilir, Kur’an-ı Kerim okutulur. Tarikatta mahkemenin halledemeyeceği davaları dede halleder. Eskiden Dadali Türkmenleri mahkemeye gitmezlerdi. Mahkemelik işleri olmazdı ve dedelik müessesesi daha güçlü idi. Dadali Türkmenlerinde sırlı, kimliği gizli, özel kuvve sahibi olduğuna inanılan kimseler de vardır. Bunlardan Koyunpınarlı Şaan/Şahin, tevekkeli, budala olarak bilinir, ancak tekin değildir. Kendisini kızdıran değirmenciye, “dursun değirmenin” deyip değirmenin durmasını sağladığına inanılır. Bu şahsın aynı anda farklı yerlerde göründüğü söylenir. Bir isim de Burmadereli Kişi’dir. Bu şahıs atlara çok uzak mesafeden el hareketleri ile komut verip uygulamalarını sağlamaktadır. Bir diğer efsanevi şahıs da Ambarkaya’lıdır. Bu şahısın cinlere hükmettiğine, yağmurun yağmasını durdurduğuna inanılmaktadır. Dadali Türkmenlerinde çeşitli lakaplar da vardır. Bunlar; Kambur/Kuzikli, Ayağı lal/ topal, Kekeme/Kekeç, Cimri/Malyemez, İşmarcı/İşaret verici gibidir. Dadali çocuk oyunları; Hello/çelikçomak, Sündürme, Birdirbir, Uzun eşek, Hamam Kızdı, Kayış Kaçırma, Güvercin Taklası ve diğerleri vardır. Ayrıca Papağa Gitme, Yüz Ağlığı oyunları da vardır. Dadali Türkmenlerinde koyunların doğumuna 50 gün kala belirli günde Koç Katımı yapılır. Bunlar bereket temennili eğlencelerdir. Deve oyununda gelinin bacakları zillidir. Peşkir açılır para ve yiyecek toplanılır Deveciye, Şişman denir. Deveye sırayla binilir. Para ve yiyecek vermeyene alttan iğne batırılır. Ayrıca; Yüzük oyunu, Billlik/bilye/misket Oyunu ve aşık oyunları vardır. Aşığım Çik, Kala, Çulun Dök, Cız aşık oyunlarıdırlar. Bereket içerikli eğlencelerden birisi de, Horavellerdir. Horaveller Kotan zamanı söylenirler; “Kayada kuş olur, Kuş kuşa yem getirir Bıldırki şen gönlünde Şimdi baykuş oturur Ho ho ho” gibi parçalar okunur. Hodaklar atışırken hodak hodakğa “o gecede garda/karda Bu gece de garda Bacını yatırım harga Ho ho ho” denir. Cevaben de; Kara koyun saçak çeker, Benim maçkal (Kotanı tutan) anan sevse Baban bana bıçak çeker Ho ho ho” denir. SONUÇ Dadali Türkmenleri, Damal ve Hanak merkez ilçe ve köylerinde yaşayan Alevi Bektaşi İnançlı, halk kültürümüzün orijinal renklerini taşıyan, tekrar tekrar incelenmeleri gereken bir halk kesimimizdirler. 63