Peltek se - Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
Transkript
Peltek se - Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
İSESİ • A PL Tİ IZ ANA İ•K D İC A ÖZDE RIZ R Lİ U İMAM HA OL ALİ RIZA ÖZDERİCİ KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ DERGİSİ “Kapımız açıktır girene, lokmamız helaldir yiyene...” Dünyanın Ticaret Merkezindeyiz. Sivas Caddesi/Kayseri Şubesi Mimarsinan Mah. Sivas Bulvarı No :145-B Kocasinan / KAYSERİ Tel: 0 352 235 18 00 Peltek İÇİNDEKİLER se Peltek BİR GARİP HİKAYE İSESİ • A PL Tİ HATİPLER IZ ANA İ•K D İC ZDEAM A ÖİM RIZ R Lİ se Peltek 7 se 11 20‘li Yaşlarda Olsaydınız!.. BÜYÜKLERİMİZE SORDUK Beyza Boydak Şule Şaşmaztürk 1) Şükrü Köroğlu: 20’li yaşlarda olmak istemiyorum ki... 2) Abdullah Öztürk: Daha çok ibadet ediyor olurdum. 3) Ayşegül Ünal: Karamsar olmazdım. Güzel şeyler düşünürdüm. İslamın emirlerine uygun yaşamak isterdim. 4) Erkan Peçenek: İstemezdim... 5) Sevilay Torunoğlu: Yüksek lisans için Ankara Üniversitesi’ni tercih ederdim. 6) Songül Asker: Üniversiteye derslere gidiyor olurdum. 7) Gülhanım Yeşiltaş: Okulumu bitirip mesleğimi almak isterdim. 8) Ümit Koçak: Bisiklet ile dünya turuna çıkardım. 9) Akgül Sarıcan: Üniversitemi bitirip yükseğini yapmak isterdim. 10) Nuray Demirci Gedük: Daha iyi yerlere gelmek isterdim. 11) Mehmet Akkaya: O dönemin 20’li yaşlarında olmak istemezdim. 12) Ali İhsan Avşar: Okula devam ederdik, ibadete devam ederdik, Kuş beslemek isterdim. 13) Tahsin Dursun: Şu an “keşke” dediğim şeyleri yapardım. 14) Ahmet Kuzucu: İyi bir üniversite için gece gündüz, iyi bir özveri ile çalışırdım. 15) Kadir Erbil: Derslere çalışır, daha başarılı olmaya gayret ederdim. 16) Ünzile Bediz: Kesinlikle eğitimime devam ederdim. Üniversiteme devam etmek isterdim. 17) İlhan Çakır: Profesyonel futbol hayatıma devam ederdim. Eğitimimi tamamlardım. 18) Eyüp Karaaslan: 20’li yaşlarda olsaydım, üniversite için daha bilinçli çalışılmasını isterdim. 29) Ahmet Erbayat: 20’li yaşlarda olsaydım daha çok gezerdim. 20) Veysel Canözkan: Başladığım okulu bırakmazdım. Sigaraya da asla başlamazdım. Nezaket mi dediniz? Esma Alibal Torunları olmakla gurur duyduğumuz ecdadımız Osmanlılar, edep, nezaket ve incelikte üstün bir seviye yakalamışlardır. Onların edep, erkân, nezaket ve incelik hususunda sergiledikleri davranışların önemi gün geçtikçe artmaktadır. Tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, atalarımızın, giyiminden kuşamına, oturup kalkmasından mezar taşlarına, hastalara ve hayvanlara şefkatinden Peygamberimiz (s.a.v.)’e hürmete kadar her husustaki nezaket ve zarafetleri takdire şayandır. Bizim bugün bunları bilmemiz ve evlatlarımızı bu yüce ahlak ve edep düsturları ile yetiştirmemiz gerekmektedir. Ecdadımızın sergilediği davranış ve anlayışlardan birkaç misali zikredelim: 4 Misafir kabullerine ayrıca önem verilir, ağırlama ve ikram had düzeydeydi. Kim olursa olsun, kapıya gelen eli boş geri çevrilmezdi. 4 Cumalar ve bayramlar umumi barış günüydü. Birbirlerine rastladıklarında musâfaha ederler ve küçükler büyüklerin ellerini öperdi. 4 Evlerinin salon duvarlarına “Edep Ya Hu” tabloları asılır ve edebin her şeyin başı olarak görüldüğü mesajı baş tacı edilirdi. 4 Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde hasta var... Evin önünde hatta bu sokaktan gürültü yapma...” anlamına gelirdi... 4 Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var... Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme...” anlamına geliyordu... 4 Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun «diz izine” bakılırdı... 4 Kahvenin yanında su gelirdi... Şayet misafir tok- 7 SAYFA U İMAM HA OL ALİ RIZA ÖZDERİCİ KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ DERGİSİ sa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı... Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi... 4 Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın biri ince... Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu... Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı... Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu... Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bimahremi (kocası vs.) açardı... 4 Peygamber Efendimiz (sav) in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda “Haddi aştık” derlerdi... 4 Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi... 4 Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dâhilkapıya kilit vurmadan giderlerdi... 4 Fitre, zekât Ramazan ayından önce Şaban ayında verilirdi... Fakir fukara Ramazan ayına erzaksız girmesin diye... 4 Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin “borç defterini” kapatırdı... 4 Avrupa halklarında mevcûd olan küstahlık, taşkınlık ve sokak kavgaları yoktu. Sokaklar, gâyet sâkin ve emniyet içindeydi. Hiç kimse yerlere tükürmezdi. 4 Konuşanın sözü kesilmezdi. Konuşan da, son derece vakar ve sekînet-içinde olurdu. İfâdeleri gâyet zarîf ve düzgündü. Bunları gören Charles MacFarlane şöyle demekten kendini alamaz: “Bu milletin konuşması, ne kadar güzel ve mükemmel! Öyle ki, bütün medenî milletlere örnek olabilir.” 4 Oturuş, kalkış ve yürüyüş, hep müstesnâ bir nezâket ve vakurluk arz ederdi. 4 Yaşlılara hürmet, kusursuz ve pek yüksekti. 4 Hanımlara karşı hürmet ise, umûmî bir an’aneydi. Anne, teyze, hala ve bacı olarak telâkkî edilirlerdi. 11 SAYFA İSESİ • A PL Tİ IZ ANA İ•K D İC A ÖZDE RIZ R Lİ Peltek U İMAM HA OL 14 se 28 Kayseri’den Geçen Büşra Bozdağ ‘Diriliş Ertuğrul’ ekibi Kayseri’de söyleşiye katıldı. TRT 1’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinin senaristi Mehmet Bozdağ ile oyuncuları Engin Altan Düzyatan, Osman Soykut ve Cengiz Coşkun söyleşiye katıldı. Kadir Has Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen söyleşide Mehmet Bozdağ, kendisinin de Kayserili olduğunu ve projeyle ilgili bir yıldır çalıştıklarını anlattı. Projenin başlangıcında iki soruyla yola çıktıklarını belirten Mehmet Bozdağ, “Birincisi, biz kimiz? İkincisi, 1071 yılında Anadolu’ya Türkler girdi. Haçlı seferleri başladı ve Kösedağ savaşlarıyla da Moğollar Anadolu’ya geldi. Neden haçlılar değil de biz bu dünyada kalıcı olduk?” dedi. Bozdağ, Türk milletinin Anadolu’ya gelişi ve varlık gayesinin ‘nizamı alem’ ülküsü olduğunu belirtirken, “Bu gaye ve arzuyla bir dünya şekillendirmeye başladılar. Bu tür problemleri çözmeye çalıştılar. Orta Asya’dan gelen Kayı Boyu’nun önemli bir lideri vardı. Tarihte Ertuğrul Gazi dediğimiz kahramanın hikayesi bence çok önemliydi.” diye konuştu. Dizinin bir filmini ve daha sonra Osman Gazi ve 1071 Malazgirt filmlerini çekmeyi düşündüklerini belirten Bozdağ, “Diriliş dememizin nedeni, dirilten Allah’tır. Diri- Yıl: 1 • Sayı: 1• Mayıs 2015 48 14 liş, milletimizin de dirilişine vesile olur. 21’inci yüzyılda da tarih sahnesine çıkacağımıza inanıyorum.” dedi. Dizide Ertuğrul Gazi rolünü canlandıran Engin Altan Düzyatan da hazırlık sürecinin yaklaşık 3 ay sürdüğünü anlattı. At binmeyi ve kılıç kullanmayı öğrendiklerini belirten Düzyatan, “13-14 yıldır televizyonda iş yapıyorum hayatımda böyle bir hazırlık süreci görmedim. Ertuğrul Gazi ile ilgili tarihte çok bilgi yok ve içimizde canlandırmak için kitaplar ve çeşitli hikayeler okuduk. Bu hikayelerle birlikte dönemin içinde kendimizi hissetmeye çalıştık.” dedi. İbn’ül Arabi rolünü canlandıran Osman Soykut da bu rolden oldukça etkilendiğini belirterek, “İbn’ül Arabi tasavvufun erken gelen hocalarından. İbn’ül Arabi rolü, şimdiye kadar oynadığım rollerden en önemli ve etkileyen rol. Bu dünyanın felsefeye ve sevgiye ihtiyacı var. Bu rol beni bu yöne zorluyor.” diye konuştu. Dizide Turgut Alp’i canlandıran Cengiz Coşkun da “Birçok işte çalıştım fakat burada farklı bir sinerji oluştu. Başarımızda da bunun rolü var.” dedi. Peltek se Genel Yayın Yönetmeni: Kâni ÇINAR Edebiyat Öğretmeni Tasarım: Mustafa İbakorkmaz Baskı: Orka Matbaa (0352 322 17 00) Adres: Alpaslan Mah. Bahar Cad. No. 40 Melikgazi/KAYSERİ http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/38/14/375030/ Ticari bir amacı yoktur. Yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Yayın kurulu yazılarda her türlü değişikliği yapmaya yetkilidir. Yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. twitter:@peltek_se instagram:@peltek_se Facebook:Peltek_se 28 SAYFA DİRİLİŞ Yazı İşleri Müdürü: Ümit KOÇAK Müdür Yardımcısı Yayın Kurulu: Beyza Boydak, Şule Şaşmaztürk, Ahsen Polat, Büşra Bozdağ, Afra Nur Tuna, Ali Burak Alışkan, Zeynep Kayacan, Rumeysa Çiftcibaşı, Beyza Doğan, Pembe Betül Karasu, Beyza Utku, Ayşenur Olgun, Taha Oğuzhan Kılavuz se SAYFA Sahibi: Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi adına, Hüseyin EFE Okul Müdürü Kapak Fotoğrafı Divriğ Ulucamii kapısı Peltek DİZİMİZİ KIRIP İZLEDİKLERİMİZ Beyza Utku Diziler, diziler, diziler... Zamanımızın çoğunu bilinçsizce harcadığımız, her gün evlerimize konuk olan, bizi gerçek hayattan koparan diziler. Günümüzde hemen hemen her evde izlenen bir sonraki bölümü merakla beklenen “Acaba gelecek bölümde ne olacak”, “Kim vuruldu” düşünceleriyle aklımızı kurcalayan ve bizleri okumaktan, düşünmekten, manevi hayattan uzaklaştıran hayali karakterler... Hayatımıza bu kadar hakim olan dizilerdeki gizli mesajlardan ne kadar haberdarız. Dizilerin bizi ne kadar etkilediklerinin farkında mıyız? İsterseniz bu gizli mesajlara beraber bakalım... Al ver Ekonomiye can ver! Dizi sayısı çok değilken alışveriş tutkusu şimdiki kadar fazla mıydı? İzlediğimiz tüm dizilerde, istisnasız her bölümde, oyuncular elbiseden ayakkabıya, çantadan takıya, hatta ev eşyalarına kadar sayısız eşya satın almaktadır. Değişik modeller ve markalar dizilerde boy göstermektedir. Ünlü oyuncuların giyimleri bizim gerçek hayatımızda şüphesiz bir moda akımı ve alışveriş çılgınlığı oluşturuyor. Özellikle gençler bu konularda çok hassas oluyorlar. İstedikleri olmayınca mutsuzluğa, umutsuzluğa sürüklenen bireyler oluyorlar. Bu da ister istemez yaşamlarına yansıyor... Mekan olarak okulu seçen diziler Mekan olarak genelde okulu tercih eden gençlik dizileri genç nüfus üzerinde en çok söz hakkına sahip dizilerdir. Öğretmenler, arkadaşlıklar ve dostluklar ayrıca kavgalar, kötü alışkanlıklar da yine en yoğun bu dizilerde işlenir. Bu dizilerde gördüğümüz üzere bizler aslında eğitim görmemeli, okuldan iyi ve güzel şeyler almamalı ve okul hayatı boyunca gırgır ve şamatayla vakit geçirmeliyiz. Peki, bu sizce de bizleri yanlış düşüncelere yöneltmiyor mu? Vuruyorum öyleyse varım Yakın bir zamanda yapılan araştırma sonuçlarına göre şiddetin ve ölümün çok olduğu bölümün, dizinin diğer bölümlerine oranla daha fazla izlendiği gözlemlenmişir. Bu da insanlarımızın şiddete ne kadar meyilli olduğunun kanıtıdır. Nuri Pakdil Rumeysa Çiftcibaşı Çok üst düzeyde bir sorumluluk, büyük bir titizlik, derin bir bilgelik, muazzam bir birikim, olağanüstü bir sezgi ve dikkat, klas bir duruş ayrıca bizlere antiemperyalist, antikapitalist ,antifaşist, antisiyonist ve antifiravunist klas duruşu, devrimci başkaldırışı öğreten:Nuri Pakdil.Kimdir Nuri Pakdil? İnsanlardan kaçıyor, kimseye yanaşmıyor, kimseyle konuşmuyor. Konuşur gibi duruyor, ama konuşmuyor. Konuşmaya başladı mı büyük bir duygu yoğunluğu boğazında düğümleniyor.Gerekli gördüğünde ‘geri çekilmeyi de bilen’ adamdır. Ricat anlamında değil, topluma biraz zaman tanıma anlamındadır bu ‘geri çekilme.’ Tıpkı Türkiye’ye ve yaşadığımız dönemlere ‘erken’ gelmiş diğer ‘adamlar’ gibi. Onların söylediklerini, anlattıklarını toplum biraz hazmetsin, birazını bari anlasın, birazını algılasın, kafasında, gönlünde dolaştırsın diye, bu ‘adam’lar uzun molalar verirler kendilerine, sonra yeniden yola koyulurlar, simurg olurlar, ‘Kaygususz Abdal’ olurlar. Az olmanın ağırlığını yüklenir, çilesini çekerler, çoğunluğun ruhu duymaz. İtalyan Türkolog Prof. Anna Masala Pakdil için 1970’li yıllarda şöyle der: “İnsanlar Pakdil’i ikibin yılından sonra anlayacaktır.”Evet, Nuri Pakdil 1934 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuştur ve halen Ankara’da yaşamaya, yaşama direnmeye ve yazmaya devam etmektedir. İ.Ü Hukuk Fakültesi mezunudur.Bir süre bir bakanlıkta hukuk müşaviri (1965/67) ve devlet planlama teşkilatında uzman (1967-73) olarak çalıştıktan sonra 1973 Mart’ında bu görevinden ayrılır. Nuri Pakdil’in yazı çalışmaları ilkokul sıralarında başlar. Durmadan bir şeyler karalar, durmadan yazar. Kendi deyimiyle “çeşit çeşit kelebekler uçurur gökyüzüne.” Sürekli “yeni kuşlar, yeni sözcükler konar penceresine.” Çok küçük yaşlardan itibaren şu cümleyi söyler: «Ben oyumu sanata, edebiyata ve bunları tutuşturacak büyük ateşe veriyorum.» Ortaokulda da devam ettirir yazmayı. Bir taraftan yazarken bir taraftan da hız kesmeden okuma eylemine girişmiştir.O yıllarda Büyük Doğu dergisi ile tanışması da Pakdil için yazı ve fikir dünyasında bir dönüm noktası olur. Artık temel felsefesini oluşturmuş daha biliçli ve dirençlidir. Hayata yalın bakışın temel amacı yalnızca insan emeğini kutsamak, yalnızca insan emeğini tüm durumlarda her şeye egemen kılmak istemektir. Temel felsefesi de budur. Lise yıllarında Maraş’ta yayımlanan Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazetesinde yazıları yayımlanır.Lisede Hamle adında lise ölçülerinin çok üzerinde dergi çıkaran aykırı bir öğrencidir de.Öğretmenlerini de örgütleyebilen, onları eğitebilen tuhaf, ayrıksı biri öğrenci… Dergi çıkartmak için öğretmenleri ona değil, o öğretmenlerine görev verir, onlardan yazı ister. Nuri Pakdil adı, sonraki dönemlerde aynı lisede okuyan edebiyat heveslisi gençler arasında bir efsane halinde büyür. O yıllarda, aynı dergiyi birkaç sayı kadar da yeni bir Peltek Gerçekten de son yıllarda kadına şiddet ve ölümlerin, cinnet getirmelerin, katliamların sayısı epey arttı. İşin kötüsü biz artık ölümlere sıradanmış gibi bakıyoruz. İnsanlığımızın önemli unsurlarından olan vicdanımızı acıma duygumuzu yavaş yavaş kaybediyoruz. Teknoloji “yükleniyor” Teknolojinin her geçen gün geliştiği bir dünyada bunun dizilere yansımaması mümkün değil. Telefonlar, tabletler, bilgisayarlar... Çoğumuz bunları aldırmak için kim bilir kaç defa ailelerimizi zor durumda bıraktık. Mutlu olmamız için belki de beğendikleri bir çok şeyi almayıp bize istediklerimizi aldılar. Sizce aileniz bu davranışları hak ediyor mu? Herkes ailesini sever; ama söz konusu telefon, bilgisayar vb. teknolojik alet veya lüks eşyalar olunca onlara haksızlık etmekten çekinmeyiz. “Ama arkadaşımda var çok güzel”, “Onun telefonu daha iyi” gibi aslında anne babamızı kıran bu sözleri defalarca yüzlerine vururuz. Kitap “okuma” Ülkemiz kitap ve gazete okuma oranında gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Bunun en büyük etkenlerinden biri şüphesiz dizilerdir. İstisnasız bütün dizilerde vakitler telefon, bilgisayar, sinema veya arkadaşlarla geçirilir. Bizleri apayrı dünyalara götürebilecek olan kitapların varlığından haberleri yok dizideki oyuncuların. Türkiye toplumunun bir yılda kitaba ayırdığı para gülünçtür. İngilizler tarafından yapılan bir ankette Almanya’da yaşayan bir kişi yılda kitaba ortalama olarak 60 sterlin ayırmaktadır. Bu rakam Türkiye’de ise sadece 2 sterlindir. Bu sıralamada Türkiye Avrupa ülkeleri arasında 40. sıradadır. Kitap okumanın, ihtiyaç sıralamasında kaçıncı sırada bulunduğuna baktığımızda ortalama 25 kitap, bir İsveçli 10 kitap, bir Fransız 6 kitap okurken, Türkiye’de yılda 6 kişiye bir kitap düşmektedir. Günde en az 25-30 sayfa kitap okuyarak ruhumuzu tazelemek gibi bir şansımız varken zamanımızın büyük kısmını beynimizi yıkayan dizilere yöneltmemiz ne kadar doğrudur acaba? Bazı diziler kitaplardan yola çıkılarak hazırlanmış olsa da kitap ile alakasızdır. Gençliğimiz kitaptan ve edebiyattan o kadar uzaklaşmıştır ki “Bu dizinin kitabı çıkmış” gibi cümlelerle kitaplar dünyasına olan uzaklıklarını dile geirmişlerdir. Bu dizilerden birinde aslında geçmişte yaşıyor olması gereken kahramanların ellerinde son model telefonlar, evlerinde bilgisayarlar bulunması absürttür. Ama her şeyden öte bunların oluşmasında bizim de suçumuz var. Bu gibi dizileri izlemeyip şikayet etsek, köşe yazarlarımız onları yapıcı bir üslupla eleştirse, toplumca güzel günler için çalışsak. Her şeyden önce RTÜK’ün işlevini se 48 49 yerine getirmesi için kampanyalar, konuşmalar düzenlesek. RTÜK’ün görünen diziden öte dizinin toplum üzerindeki etkilerini araştırması ve göz önünde bulundurmasını sağlasak. “Diziler bütün kötülüklerin anasıdır” Silah kullanımı ülkemizde epey yaygınlaşmış durumda. Haberlerde gördüğümüz “Babasının silahını alıp arkadışını vurdu” gibi haberler de dizilerin etkilerinin kanıtıdır. Böylece kötü alışkanlıklar ülkede sıradanlaşmış ve toplum üzerindeki etkisi göz ardı edilmiştir. Bunun dışında dizilerde eroin, esrar, hap ticareti de ister istemez bizleri kötü etkiliyor ve bilinçaltımıza giriyor. Köşe başlarında görmekten hiç hoşlanmadığımız uyuşturucu madde alım-satımı bizlere anormal gelmemekte ve bu ticaret gittikçe büyümektedir. Bunun oluşmasında tabii ki dizilerin etkisi tartışılmaz. Bu durum artık sokaklarda rahatça dolaşmamızı bile engelleyecek bir hal almış ve insanların dolaşma özgürlüğünü dahi elinden almıştır. Samimiyetsiz ilişkiler Dizilerin en büyük sorunlarından biri de sevgi yoksunluğudur. Samimiyetsiz ilişkiler, iki günde bir değiştirilen sevgilililer. Adına “Aşk” denen çıkar ilişkileri... Bunlar toplumumuzu derinden yaralayan kötü düşüncelerdir. Etrafımızda bunların yüzlerce örneğini görmemiz sizce normal karşılanabilir mi? Birini sevmek, ona tüm hayatı boyunca sahip çıkmak dizilerdeki gibi basit mi? Biraz empati kurarsak birinin size iki gün önce “Canım, hayatım, her şeyim” deyip iki gün sonra “Seni istemiyorum”, “Bundan sonra hayatımda yoksun” tarzı cümleler kullanması bizleri derinden etkilemez mi? Sanal hayata sevgili olmalar, özel hayatını açığa vurmalar, daha sonra da terk edildiğinde hiç görmediği biri yüzünden günlerce ağlamalar da kaynağını gizli mesajlı dizilerden almaktadır. Masa başında oturup zengin olmak, emek vermeden en güzel arabayı, evi, elbiseyi almak, dizilerin lüks evlerde çekilmesi, insanlarımızda çalışmadan, emek vermeden oturduğu yerden para kazanma fikrini oluşturmuştur. Bu da insanların çalışma şevkini kırmış, alın teri kavramının yavaş yavaş yok olmasına sebep olmuştur... Gerçekte de olayın ayrıntısına indiğimizde dizilerin toplum üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Bu etkilerin en aza indirilmesi ve dizilerin olumlu etki bırakması açısından bir kaç öneri vermemiz gerekirse şunları sıralayabiliriz. * Dizilerdeki oyuncuların alışveriş merkezleri yanı sıra kitapçılara, kütüphanelere gitmeleri. * İkili ilişkilerde daha güzel örnekler verilmesi. İki-üç günlük sevgililer yerine gençlere örnek olabilecek mutlu aileler, anlayışlı bireyler olması. * Şiddet kültürünün dizilerden uzaklaştırılması * Aile içi ilişkilerde anneye ve babaya saygılı olunması. * Öğrenciliğin güzel bir şekilde lanse edilmesi ve öğretmenlerin görevlerini ciddiyetle yapması. * Silah ve uyuşturucu maddeler gibi gençleri kötü yönde etkileyebilecek nesnelerin gösterilmemesi. * RTÜK’ün dizilerde, perde arkasında olan gerçekleri görmesi ve bunlara karşı önlem alması. * Dizilerin arasında insanları düşünmeye yöneltecek konuşmaların yapılması (arkadaşlık, aile ilişkileri üzerine vs.) * Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, her şeyden önce insanlık sevgisini ön plana çıkaran olayların sahneye aktarılması. * Üreten, paylaşan bir gençlik profili çizilmesi. * Yozlaştıran ve değersizleştiren kurguların dizilerde yer almaması. * Ötekileştiren anlayışların dizilerden uzaklaştırılması. * Bazı kesim ve inançların geride kalmışlık çerçevesinde gösterilmemesi. SAYFA Hayırseverimiz................................................. Ali Rıza Özderici..................2 Bir Garip Hikaye, İmam Hatipler.........................Ümit Koçak......................6 Bir Eğitimci Olarak Hz. Peygamber......................Ahsen Polat....................12 Helal Lokma............................................. Hüseyin Kâmi Büyüközer........19 Elfaz-ı Küfür......................................................... Melike Çelik....................26 Bi Çay....................................................................Beyza Doğan...................32 Benim Sinemalarım............................................ Dilruba Aslan...................37 Kadraj..................................................................Vuslat Yılmaz..................46 Okulumuzdan Haberler..................................................................................56 2 Peltek se HAYIRSEVERİMİZ ALİ RIZA ÖZDERİCİ 1926 yılında Ürgüp´te dünyaya geldi. Babasının adı Ahmet, annesinin adı Necmiye´dir. Küçük yaştan itibaren çalışma hayatına atıldı. Çalışmanın hazzına daha küçükken vardı. İlkokul öğrencisi iken bisiklet alıp kiraya çalıştırdı. Bakkallık ve şoförlük yaptı. 1945 yılında Besime ÖZDERİCİ ile evlendi. Bu evlilikten 2 erkek 2 kız çocuğu dünyaya geldi. 1949 yılında özel sektör demir madenciliğine Yahyalı ilçesinde başladı. Bu madencilik firması 1980 yılından bu yana Türkiye´nin en büyük özel sektör üretici firması olarak milli ekonomiye katkıda bulunmaya devam etti. Kayseri Sanayi Odası Başkanlığı yaptığı 10 yıl zarfında Türkiye´nin en büyük Organize Sanayi Bölgesinin Kayseri´de kurulmasına vesile ve öncü oldu. YAPTIRDIĞI EĞİTİM KURUMLARI 1) Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi 2) Besime Özderici İlkokulu 3) Besime Özderici Ortaokulu 4) Eyüp Ali Rıza Özderici Anadolu Lisesi 5) Özel Ali Rıza Özderici Anadolu Lisesi Peltek se 3 Sevenlerinin Dilinden Ali Rıza Özderici 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün dilinden Ali Rıza Özderici Bazı insanlar vardır ki, topluma karşı görevlerini eskizsiz olarak yerine getirdikleri için isimleri doğup büyüdükleri şehirle anılır. Kayseri söz konusu olduğunda da Ali Rıza Özderici, yapmış olduğu sayısız hayır ve hizmetleriyle akla gelen ilk isimlerden biridir. Sempatik ve cana yakın kişiliğini gençlik yıllarımdan beri tanıdığım “adını sen getir” deyiminin sembolü olan Ali Rıza Bey’in bana hatırlattığı ilk şey, hayırseverliğidir. Ali Rıza Bey, toplumun ortak hizmetlerine katılmayı ve hayırseverliği bir dünya görüşü ve yaşama biçimi haline gelmiştir. Kayseri ve çevresindeki ilçelerde yaptırmış olduğu çok sayıda okul, kurs, sağlık ocağı ve spor tesisi bulunmaktadır. Şehrin muhtelif semtlerinde onun veya aile fertlerinden birinin adını taşıyan bir park, çocuk bahçesi, cami, okul veya sağlık ocağına rastlanmaktadır. Kayseri’ye kazandırdığı hayır kurumları içerisinde en önemli olanı ise, kimsesiz ve yaşlı vatan Mehmet Özhaseki’nin Ali Rıza Özderici ile ilgili düşünceleri Ali Rıza ağabey, benim için ağabeydir, arkadaştır, güzel bir insandır, hayırseverdir, ibretlik bir hayatı vardır. İnşallah cennet ehlidir. Her gördüğümde gülümseyen yüzü ve güven çehresi ile onu bir ağabey gibi yakın hissettim. Ama aynı zamanda mesafesiz bir arkadaş gibi de sevdim. Şakacılığı, cana yakın, dost canlılığı ile de çok sevdim. Ali Rıza ağabey, yaşadığı hayatı pişirdiği olgun bir insan olarak bize örnektir. İyi bir hayırseverdir. Allah rızası için olan her işte destektir. Annesi, babası, eşi ve kendi adına hep hayırlar işlemiştir. İnşallah çocukları da babalarının adına işlemeye devam eder. Ali Rıza Beyin, bende iz bırakan en önemli hatırası Taşçıoğlu Hafız Okuluna mütevelli olarak atanması olayıdır. Sıkıyönetim adına geldiği yerde, kendi kalp temizliği ve ihlası ile adeta yıldızlaşmadır. Oraya kendini vakfetmesidir. Bu olay elbette Yüce Yaratan’ın bir takdiridir, ama manen de kendi iç güzelliğinin de bir tezahürüdür. daşlarımızın bakımı için yaptırmış olduğu huzurevidir. Onun bu hayırlı hizmetleri ve topluma yararlı faaliyetleri nedeni ile TBMM, 2008 yılında kendisine “Üstün Hizmet Ödülü” vermiştir. Milletine önemli hizmetler sunan başarılı insanların yaşadığı tecrübelerin yeni kuşaklara aktarılması, yaptıkları işlerde gençlerin daha doğru kararlar almasında yol gösterici bir öneme sahiptir. Ali Rıza Bey, gibi bir mücadele ve hizmet insanının başarılarla dolu hayat öyküsünden, genç nesillerin çıkaracağı değerli dersler olacağını düşünüyorum. O, gençlere hitaben yaptığı bir konuşmasında, “Hayatımda hiç boş zamanım olmadı. Bu sayede en zor şartlarda bile hiç bunalıma düşmedim, stres nedir tanıyamadım.”demesi beni çok etkilemiştir. Bu nedenle, onun hayatını anlatan bu kitaba bir takdim yazısı hazırlamam benden istenince, bunu zevkle yerine getirdim. Ali Rıza Beye hiçbir anı boşa geçirilmeyen daha nice mutlu yıllar ve sevdikleriyle birlikte sağlıklı uzun ömürler geçirmesini diliyorum. Bekir Yıldız, Eski Kocasinan Belediye Başkanı Adını Sen Getir. Her üç cümlesinden biri ‘adını sen getir’ olan Ali Rıza Özderici, bu sıcak ve samimi başlangıçla bir avantaj elde ediyor. Adını sen getir ile birlikte samimi üslubuyla kendisi için önemli bir iletişim kapısı aralıyor. Mizacındaki sıcaklık, samimiyet ve güvenirlik, Ali Rıza Özderici için hayır ve hasenat duygusu ile çıktığı yolda, ‘adını sen getir’ desteğiyle isteklerine geri çevrilemez bir cazibe kazandırıyor. Dr. Memduh Büyükkılıç, Melikgazi Belediye Başkanı Toplumda bireyler yaptıkları ile tanınır ve bilinir; iyi olarak tanınan, iyi insan denilen, çok iyi arkadaş ve dost olarak tabir edilenlerin ortak bir noktası vardır ki bu da “paylaşım ve armağan etmeyi” sevmeleridir. Çünkü insan için en güzel ve en yüce duygu, hatırlamak ve hatırlanmaktır. Ali Rıza Özderici ismi artık şahsınızdan çıkmış Anadolu topraklarına bir isim ve hayırseverlik markası olmuştur. Gerçekleştirmiş olduğunuz okullar, sağlık merkezleri, sosyal ve dini yapılar ve diğer eserleriniz ile adınız, Anadolu tarihine damgasını vurmuştur. Sadece eserleriniz ile değil ‘Kayseri’yi Kayseri yapan’ ticaret ve sanayi şehri olmasında, girişimciliğiniz, genç iş adamlarına vermiş olduğunuz fikirleriniz ile öncülüğünüz; oda, dernek ve meslek kuruluşlarındaki görevlerinizde isabetli ve akılcı kararlarınız ile hep öncü ve saygın iş adamı olarak örnek gösterilmektesiniz. Size ve sizler gibi ömrünü hizmete ve hayır işlerine adamış olan Anadolu’nun yıldızlarına; başta şahsım olmak üzere hemşerilerim ve milletimiz adına teşekkür ediyorum. Hayırlı uzun ömürler diliyorum. Peltek 4 se Hüseyin Efe Okul Müdürü Gayemiz Sevgili Gençler Eğitim, bir birey için anne karnında başlayan ve ölümüne kadar devam edecek olan bir süreçtir. İnsanlar öğrendikleri bazı bilgileri belli bir zamandan sonra unutabilirler ama aldıkları eğitimleri hayatlarının her aşamasında kullanırlar ve buna bir ömür boyu gereksinim duyarlar. Bir düşünür “Bir insanı ahlâken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmak demektir.” der. Ne kadar güzel bir söz. Sadece zihnen verilen eğitimi ön planda tutup ahlaken verilmesi gereken eğitimi asla göz ardı etmemeliyiz. Ahlak, yaratılan varlıklar içerisinde sadece insana verilen en güzel hasletlerden bir tanesidir. Bizler eğitimciler olarak ahlaklı bireyler yetiştirirsek, toplumumuzun geleceğini kurtarır ve neslimizin sağlam bir temel üzerinde yetişmesini sağlamış oluruz. Eğitimciler olarak sorumluluğumuz büyük, yükümüz ağır. Yetiştirdiğimiz yavrularımızın eğitiminde hata yapma lüksüne sahip değiliz. Çünkü bizim yetiştirdiğimiz öğrenciler geleceğin toplumunu oluşturacak, bu toplum içinde söz sahibi olacak ve bu topluma yön verecekler. Ailelerinden ve okuldan nasıl bir eğitim aldılarsa toplumda onu uygulayacaklar. Dolayısıyla hata yapma riski belki de en asgari seviyede olması gereken bir görev icra ediyoruz. Öğrencilerimiz kendinden emin bir tavır içerisinde ahlaklı, kişilikli, milli ve manevi duygularla bezenmiş bir eğitim anlayışıyla yetişmeleri, yegâne gayemiz. Ali Rıza Özderici Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenim gören 901 öğrencimizi “Ahlâkı Kuran’dan ibaret olan” bireyler olarak yetiştirmeyi, onlarda üsvet-i hasene olan efendiler efendisi Peygamberimizin(SAV) güzel ahlakını örnek alan bir ümmet bilinci oluşturarak topluma kazandırmayı amaçlıyoruz. Bu amacımızı gerçekleştirirken en büyük yardımcımız ve destekçilerimizin de velilerimiz olduğunu ifade etmek istiyorum. Zira velilerimiz bizim en değerli yol arkadaşlarımız. Aynı yolun yolcusu olduğumuzdan ve aynı derdi paylaştığımızdan ve yegane gayemizin çocuklarımızı en güzel noktalara ulaştırmak olduğundan dolayı bir ve beraber hareket etmek ve yavrularımızı desteklemeli onlara güzel hasletler kazandırmak yegana gayemiz olmalıdır diye düşünüyorum. Bu sene 186 öğrencimizi mezun ediyoruz. 4 sene boyunca verilen emeğin karşılığını almak en büyük temennimiz. LYS’ye girecek son sınıf öğrencilerimize başarılar diliyor, bundan sonraki yaşamlarında sağlık ve huzur dolu bir yaşam geçirmelerini temenni ediyorum. Okulumuzun eğitim öğretime açıldığı ilk günden bugüne kadar maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen değerli büyüğümüz Ali Rıza Özderici Beyefendiye teşekkürlerimi sunuyorum. Dergimiz bir emek buketi adeta. Dergimizin yayına hazırlanmasındaki büyük emeklerinden dolayı başta Edebiyat Öğretmenimiz Kâni ÇINAR’a, Müdür Yardımcısı arkadaşlarım Tahsin DURSUN ve Ümit KOÇAK’a yazılarıyla destek veren öğretmenlerimize ve bu derginin asıl mimarı olan öğrencilerimize teşekkür ediyorum. Peltek se Okulumuzdan Kareler 5 Peltek 6 se BİR GARİP HİKAYE R E L P İ T A H M İMA Ümit KOÇAK Müdür Yardımcısı B Esasında hem uzun, hem de garip dikkatleri üzerine çeken oş sloganlara malzeme bir hikayedir, İmam Hatipler… Ülkenin bu okullar, ülkenin istiolmadan, çağın akıntısına sosyal ve tarihi seyrine göre anlam dekameti doğrultusunda rinliği olan, kimi zaman bir can simidi, ayarlama yapmak isteyenkapılmadan. Küçük hesaplarla kimi zaman bir tehdit olarak algılanan, lerin ilk hedefi olmaktan İmam Hatipler… Halkın yoğun tevec- savrulmadan yürüyebilmektir kurtulamamış, 8 yıllık cühünün insanın inanma ihtiyacından İmam Hatipli olmak… Bu yoldan zorunlu eğitime geçiş bakaynaklandığını, değerlerine sahip çıkhanesi ile orta kısımları ma arzusunda olan halkın hassasiyetini şimdiye kadar geçenlerin, halen bu kapatılarak mezunlarına algılamak istemeyen zihinlerin, uyku- yolda olanların, bundan sonra bu katsayı uygulaması dalarını kaçıran İmam Hatipler… Öğrenci yatılmaya başlanmıştır. sayıları ve manevi değerlere bağlı prog- yoldan geçeceklerin tüm vebalini 4+4+4 eğitim uygulaması ramları ile ülkenin değerler erozyonuile orta kısımları yeniden omuzlamaktır, İmam Hatipli olmak. na uğramasını isteyenlerin planlarını açılan ve katsayı eşitsizlibozan İmam Hatipler… Sırf bu yüzden ğine son verilen bu okulülkeye yapılacak operasyonların bir çoğunun ilk hedefi olan lar hala halkımızın teveccühleri ile yoluna devam etmektedir. İmam Hatipler.... Kimi zaman çıkarlara malzeme yapılan, İmam Hatipli Olmak Diye Bir şey: kimi zaman üzerinden küçük hesaplarla kazanımlar elde edilPeki nedir bu sihirli tanım? meye çalışılan İmam Hatipler…Ülkenin siyasi, sosyal, kültüÇoğu zaman ifadesinin ağırlığı altında ezilen mensupları rel dengelerine göre önemli bir unsur olan, her hesabın için- için ağır gelen, ama özünde Hz peygamberin Dar’ul Erkam’da de zorunlu olarak kendini bulan İmam Hatipler... Bütün bu başlattığı o kutlu sürecin misyonunu yüklenen bir tanımdır, hesaplara rağmen en zemheri mevsimlerde dahi Rahman’ın İmam hatipli olmak. En önemlisi kapısından girmenin herlütfu ile hayat bulan, filiz veren İmam Hatipler... kese nasip olmadığı her girenin de bu şerefe nail olamadığı Okulların tarihi süreci: mühim bir şuurun ifadesidir İmam Hatipli olmak. Her bir İmam Hatip Liseleri İlk olarak 1913 yılında din görevlisi tuğlasında tarifsiz fedakarlıkları barındıran, harcı; sadece yetiştirmek üzere açılan ‘’ Medresetü-l Himmeti ve Huta- rıza-ı ilahi uğruna dökülen alın terlerinden yoğrulan bir duyba’’ adı verilen 2 yıllık bir programla eğitim tarihindeki ye- gu şahlanışıdır İmam Hatipli olmak. En tahripkar iklimlerin rini almıştır. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile 1924 yılında din sığınağıdır imam hatipli olmak. Halka ait olmaktır, umut olgörevlisi ihtiyacını karşılamak üzere 4 yıllık ortaöğretime maktır, hayat olmaktır. Hesapsız bağlanmaktır, kollektif bir yönelik bir programla İmam hatip mektepleri adıyla açılan şuur oluşturmaktır. Dik durmaktır, sağlam bir duruşa sahip bu okullar 1930 yılında kapatılacak, 1949 yılında tekrar 10 olmaktır. İmam Hatipli olmak. aylık kurs şeklinde ihtiyaca yönelik olarak açılacaktır. 1951 Boş sloganlara malzeme olmadan, çağın akıntısına kayılında lise kısmı ile birlikte toplam 7 yıllık bir program çer- pılmadan. Küçük hesaplarla savrulmadan yürüyebilmektir çevesinde açılan okullar, zaman içinde orta kısmının kaldırıl- İmam Hatipli olmak… Bu yoldan şimdiye kadar geçenlerin, ması ve benzeri ekleme çıkarmalarla eğitim hayatına devam halen bu yolda olanların, bundan sonra bu yoldan geçecekleedecektir. İlk kez 1976 da kız öğrencilerin de kayıt edilmeye rin tüm vebalini omuzlamaktır, İmam Hatipli olmak. başlandığı imam hatip liseleri 1985 yılında bünyesine yabancı Rabbim kıymetini bildirip, şuurlandırdığı nesillerden eydil ağırlıklı Anadolu imam hatip programını katarak yoluna lesin… devam edecektir. Başarıları ve halkın yoğun ilgisi ile birlikte Peltek se 20‘li Yaşlarda Olsaydınız!.. BÜYÜKLERİMİZE SORDUK Beyza Boydak Şule Şaşmaztürk 1) Şükrü Köroğlu: 20’li yaşlarda olmak istemiyorum ki... 2) Abdullah Öztürk: Daha çok ibadet ediyor olurdum. 3) Ayşegül Ünal: Karamsar olmazdım. Güzel şeyler düşünürdüm. İslamın emirlerine uygun yaşamak isterdim. 4) Erkan Peçenek: İstemezdim... 5) Sevilay Torunoğlu: Yüksek lisans için Ankara Üniversitesi’ni tercih ederdim. 6) Songül Asker: Üniversiteye derslere gidiyor olurdum. 7) Gülhanım Yeşiltaş: Okulumu bitirip mesleğimi almak isterdim. 8) Ümit Koçak: Bisiklet ile dünya turuna çıkardım. 9) Akgül Sarıcan: Üniversitemi bitirip yükseğini yapmak isterdim. 10) Nuray Demirci Gedük: Daha iyi yerlere gelmek isterdim. 11) Mehmet Akkaya: O dönemin 20’li yaşlarında olmak istemezdim. 12) Ali İhsan Avşar: Okula devam ederdik, ibadete devam ederdik, Kuş beslemek isterdim. 13) Tahsin Dursun: Şu an “keşke” dediğim şeyleri yapardım. 14) Ahmet Kuzucu: İyi bir üniversite için gece gündüz, iyi bir özveri ile çalışırdım. 15) Kadir Erbil: Derslere çalışır, daha başarılı olmaya gayret ederdim. 16) Ünzile Bediz: Kesinlikle eğitimime devam ederdim. Üniversiteme devam etmek isterdim. 17) İlhan Çakır: Profesyonel futbol hayatıma devam ederdim. Eğitimimi tamamlardım. 18) Eyüp Karaaslan: 20’li yaşlarda olsaydım, üniversite için daha bilinçli çalışılmasını isterdim. 29) Ahmet Erbayat: 20’li yaşlarda olsaydım daha çok gezerdim. 20) Veysel Canözkan: Başladığım okulu bırakmazdım. Sigaraya da asla başlamazdım. 7 8 Peltek se Mazlum Coğrafyalar Halid Aslan Dünyanın çeşitli coğrafyalarında Müslüman topluluklar, zalim yönetimlerin, baskıcı rejimlerin ve diktatörlerin mezalimi altında uzun yıllar tarifsiz zulümler görmüş, ve halen farklı coğrafyalarda bu zulümlere maruz bırakılmaktadır. Kimi zaman siyasi, kimi zaman ekonomik nedenler bu zulme önayak olsa da esasında asıl ayırt edici unsur din faktörüdür. Müslüman kimliğinin öncelikli hedef olmasının yanı sıra birtakım içsel nedenlerden de söz edilebilir. Zira ümmet bilinci ile bilinçlenemeyen İslam coğrafyası birbirine samimi olarak kenetlenemediği gibi çoğu zaman kendi içinde de çatışma halinde yaşamıştır. Emperyalizmin ve siyonizmin dikte ettiği düzene karşı çıkacak gücü kendisinde bulamayan İslam Coğrafyası sunni gündem ve sorunlarla zayıflatılarak iç çatışmalara sürüklenmiştir. Bu durum ümmet içinde derin tefrikalara ve tarifi olmayan acılara neden olmuştur. Aşağıda kısa başlıklarla ele alacağımız örnekler İslam coğrafyası içerisinde bu ayrışma sonucunda savrulan ve mahzun kalan ümmet evlatlarından sadece birkaçıdır. BOSNA Çağdaş, modern ve özgürlükçü olarak lanse edilen Avrupa’nın yanı başında ısrarla görülmek istenmeyen büyük bir insanlık ayıbıdır, Bosna Katliamı… Dünyada Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından yaşanan gelişmeler Yugoslavya’nın dağılmasına neden oldu. Yugoslavya’yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Bosna, 1992 yılının Şubat ayında yapılan bir referandumun ardından bağımsızlığını ilan etti. Ancak Bosna’nın bağımsızlık kararını tanımayan Sırplar, Saraybosna’yı kuşatma altına alarak üç buçuk yıl süren Bosna Savaşı’nı başlattılar. Yıllar süren bu savaş adeta İslam ile olan bir davanın intikamı gibiydi. 1992-95 yılları arasında sistematik olarak yürütülen büyük çaplı bir etnik temizliğe maruz kalan Bosna’da, tüm dünyanın gözleri önünde, Sırp kuvvetleri Boşnaklara karşı her türlü savaş suçunu işledi. 1995’in Temmuz ayında Srebrenitsa’da Sırplar tarafından 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanan en büyük soykırım gerçekleştirildi. Sırp kuvvetleri Srebrenitsa’da beş gün içinde 8.372 Boşnak’ı öldürdü, yüzlerce kadına ve küçük yaştaki kız çocuğuna tecavüz etti. Bir gün içerisinde 20.000’in üzerinde mülteci Srebrenitsa’dan zorla çıkarıldı. Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalı- şan 12.000’i aşkın Boşnak, dağlık güzergâh üzerinde pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tarafından âdeta tek tek avlandı. Dağlardaki bu zorlu kaçış yolundan yaklaşık 3.000 kişi sağ olarak Tuzla’ya ulaşabildi. Srebrenitsa’dan Tuzla’ya uzanan yolda 10 gün içerisinde 10.000’den fazla kişi katledildi. Srebrenitsa’da yaşanan bu katliam Avrupa’da hukuksal olarak belgelenen ilk soykırım olarak tarihe geçti. Bosna’da üç buçuk yıl devam eden savaşta 312.000 kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. 27.734 kişi resmî kayıtlara kayıp olarak geçti. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda 20.000 kayıbın cesedine ulaşıldı, bunlardan yaklaşık 18.000’inin kimliği belirlendi. Toplu mezarlarda bulunan cesetlerin çoğu parçalandığı ve yakıldığı için kimlik tespit çalışmaları zorlukla sürdürülüyor. SURİYE Suriye’de 2011 yılının Mart ayında başlayan devrim hareketi ile başlayan iç savaş rejim yanlıları ve muhalif güçler arasında gibi görünse de esasında bölgede emeli olan karanlık güçler ve mazlum Suriye halkı arasında cereyan etmektedir. Zira resmi olmayan kayıtlara göre şu ana kadar ki bilanço 2 milyona yakın insanın ölümü on binlerce ailenin yok oluşu ve milyonlarca insanın mülteci durumunda oluşunu ortaya koymaktadır. İnsan hakları örgütlerinin ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin raporları, rejimin ve rejim yanlılarının uyguladığı işkence yüzünden yüz binlerce kişinin öldüğünü bir çoğunun kaybolduğunu ortaya koymaktadır. Halen Suriye halkının %75 mülteci durumundadır ve komşu ülkelerde veya mülteci kamplarında çok zor şartlarda hayatlarına devam etmektedir. Diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi BM ve benzeri örgütler bu dramın sona erdirilmesinden daha çok emperyal devletlerin denge siyasetine göre duruş belirlemektedir. DOĞU TÜRKİSTAN Ata yurdumuz gözden ve gönülden ırak bıraktığımız bir mazlum coğrafyadır Doğu Türkistan. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 1933 yılında Kaşgar’da kurulmuştur. Ancak çok geçmeden komünist Çin kuvvetleri ve Stalin’in ortak hamlesi ile ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında komünist Rus yönetiminin askeri yardımları ile Doğu Türkistan’ın kaderi Çin yönetimine terk edilmiştir. Doğu Türkistanlılar, kısa süreli bağımsızlık dönemleri yaşamışlarsa da yıllardır Çin’in etnik asi- Peltek se 9 Ümmetin Ortak Günahı milasyon politikaları ile ezilmektedirler. Çin’in 1949 yılından bu yana yürüttüğü politikalar Doğu Türkistanlıları asimilasyon ve etnik temizliğe maruz bırakmıştır. Öyle ki, Katledilen Türkistanlıların sayısının 35milyon gibi rakamlara ulaştığı belirtilmektedir. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş ya da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu hayatını kaybetmiştir. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır. Doğu Türkistan’da meydana gelen insan hakları ihlalleri, zaman zaman kimi insan hakları örgütleri tarafından dillendirilmiş olsa da bu girişimler, Çin devletinin bölgeyi dünyaya kapatması ve uluslar arası siyasetteki gücü nedeni ile yeterince duyurulamamış ve yaşanan zulmün engellenmesinde etkili olamamıştır. FİLİSTİN Birinci dünya savaşı ile birlikte Osmanlı hakimiyetinden çıkan Filistin bu dönemden sonra bir daha barış ve huzura kavuşamamıştır. Yaklaşık bir asırdır binlerce masum insan İsrail terörünün, katliamlarının, kıyımlarının ve işkencelerinin sonunda hayatını yitirmiştir. Pek çok Filistinli evlerinden ve yurtlarından sürülüp mülteci kamplarında açlık sınırında sefalet içinde yaşamaya mahküm edilmiştir. 1948 yılında bir çıban gibi ümmet coğrafyasında oluşturulan İsrail devleti o günden bu güne sistematik olarak yayılmacı bir politika ile Filistin topraklarını işgal etmiş ve İnsanlık onuruna yakışmayan katliamlara imza atmıştır. Yüzbinlerce Filistinlinin öldürüldüğü 5 milyon civarında Filistinlinin mülteci durumuna düştüğü bu savaş halen orantısız bir şekilde devam etmektedir. Özellikle Gazze şeridinde Müsülman filistin halkı abluka altına alınmış büyük bir açık cezaevi gibi dış dünya ile iletişimleri kesilmiştir. Diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi sözde barış örgütleri İsrail lobilerinin etkisi altında bu zulme karşı üç maymunu oynamaktadır. HOCALI KATLİAMI 1992 yılında Azerbaycan’nın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında Ermeni kuvvetleri yüzlerce Türkü katletti. 336.Sovyet Mekanize Alayının da desteği ile Hocalı kasabasına giren Ermeniler kadın çocuk erkek ayrımı yapmadan işkenceye varan yöntemlerle eşine az rastlanır bir katliam gerçekleştirdiler. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren SSCB’nin dağılma sürecine girmesi Azerbaycan ile Ermenistan arasında gerilimli bir süreci başlattı. Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti Azerbaycan’a ait olan Karabağ bölgesinin dağlık kısmında Ermeni nüfusunun fazla olduğunu belirterek bölgenin kendisine ait olması gerektiğini iddia edecekti. 1989 yılında yapılan nüfus sayımına göre Dağlık Karabağ bölgesinin nüfusunun %75’i Ermenilerden, %25’i Azerilerden oluşmaktaydı. Ancak bölgede Ermeni nüfusunun fazla olmasının sebebi Sovyetler Birliğinin yıllar süren politikalarıydı. Bölge uluslar arası örgütlerin de kabul ettiği gibi tarihi ve hukuki olarak Azerbaycan’a ait topraklardı. Rus desteğini arkasına alan Ermeni kuvvetleri 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede Hocalı kasabasında, 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 kişiyi katletti. Yaşanan sadece insanların katledilmesi değildi. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde bir çoğunun yakılmış olduğu, gözlerinin oyulduğu tespit edildi. Hamile kadınlar ve çocukların da bu vahşete maruz kaldığı belirlendi. ÇEÇEN KATLİAMI Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya içindeki etnik gruplardan bazıları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Yıllar süren komünist Rus yönetimi altında çok büyük baskılar gören 1 milyon nüfusa sahip Çeçenler, Cahar Dudayev önderliğinde başladıkları bağımsızlık savaşı sonucunda 1996 yılında bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1999 yılında Çeçen gazisi Şamil Basayev’in kendilerinden yardım isteyen Dağıstanlılara yardım etmesiyle başlayan yeni savaş sonucunda bazı Çeçen köyleri bombardıman altına alındı. Bu köylerden sadece iki kişi kurtulabildi. Rus kuvvetleri Çeçenistan topraklarında önlerine çıkan herkesi, kadın, çocuk ya da yaşlı demeden masum halkı acımasızca katletmeye ve sivil hedefleri bombalamaya başladılar. Kimyasal bombaların, Scud ve Napalm füzelerinin kullanıldığı bombalamalar sırasında da, özellikle hastaneleri, doğum evlerini, çarşıları, mülteci konvoylarını hedef olarak seçtiler. Rusların sivil halka yönelik yaptığı vahşi saldırılardan biri de birçok Çeçen köyünün kullandığı Argun Nehrine zehir katmak oldu. Zehirli sudan içen kadın ve çocuklardan büyük çoğunluğu ölürken, yüzlercesinde de kalıcı etkiler oluştu. İki yıl içinde Çeçenistan, nüfusunun dörtte üçünü kaybetti. Bir kısmıysa sığındıkları komşu ülkelerde çok zor koşullarda hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlardı. Rusya’nın planı 2000 yılının Kasım ayına kadar kendileriyle mücadele eden tüm Çeçen savaşçıları yok etmekti. Ancak bu planları gerçekleşmedi ve Çeçen halkı özgürlüğü için mücadeleye devam etti. Çeşitli insan hakları örgütlerinin Rus katliamından kaçan Çeçen mültecilerin durumuyla ilgili yaptığı incelemeler, burada yaşanan insan hakları ihlallerinin çok büyük boyutlarda olduğunu göstermektedir. 10 Peltek se Zeki Soyak Hoca Efendi’nin Mü’minlere Vasiyeti Vasiyetimdir Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vessalâtu vesselâmu alâ rasûlinã muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim. 1. Hangi şart ve durumda bulunursanız bulunun İslam’ı yaşamaya, tebliğ etmeye bütün imkânlarınızı kullanarak gayret edin. Sakın dininizden taviz vermeyin. 2. Dünyanın basit geçici menfaatleri için ahiretinizi harap etmeyin. 3. Şahsınızla ilgili hususlarda her zaman hoşgörülü, affedici olun. Fakat dinimizin her hangi bir hükmü mevzubahis olduğu zaman yapılması gereken ne ise mutlaka onu yapın. Bu hususta asla hoşgörülü davranmayın. 4. İslamî hizmetlerde mutlaka yerinizi alın. Bu hizmetleri aşk, şevk ve heyecanla, yalnız Allah rızası için yapın. Biliniz ki, Allah rızası için yapılmayan bir işte, konuşulan bir sözde asla hayır yoktur. Üstelik kişiyi vebal altında bırakır. 5. Allah yolunda hizmet ederken birçok engel ve sıkıntılarla karşılaşacaksınız. Sakın ola ki bu sıkıntılar, bu engeller sizleri hizmetten alıkoymasın, yılgınlık, bıkkınlık, usangınlık vermesin. 6. Hizmetler sabır ister, sebat ister, azim ve gayret ister, fedakârlık ister, bizim inancımızda asla ve asla ümitsizliğe yer yoktur. Müslüman en kötü şartlarda bile ÜMİTVAR olacaktır. 7. Hizmet ehli kişiler, hiç beklemedikleri kimselerden hatta en yakınlarından bile birçok olumsuz davranışlarla karşılaşabilirler. Böyle durumlarda bile hizmet heyecanı kaybedilmemelidir. Her müslüman, hele hele bir hizmet eri; sevdalı, sancılı ve heyecanlı olmalıdır. 8. İnsan hayatı zamandan ibarettir. Zaman ise büyük bir hazinedir. Hayat hazinemizi sakın ola günah sermayesi yapmayalım. 9. Her insanın beşeriyet icabı iyi ve kötü yönleri bulunabilir. Bizler her zaman iyi yönlerine bakalım. Kötü işleri başkalarına zarar vermediği müddetçe onları ifşâ etmeyelim. Ancak kendilerine de gizli gizli nasihat yapmayı ihmal etmeyelim. 10. Dünyada ne aldanan ne de aldatan olalım. Hele hele asla aldatanlardan olmayalım. Ahiret işlerinde ise asla nefsimizin, şeytanın ve kötü çevrenin yanıltıcı, saptırıcı söz ve işlerine aldanmayalım. 11. Amelin az da olsa devamlı olanı makbuldür. Onun için hizmetlerimizde, kulluk vazifelerimizde devamlılık ve sürekliliğe özen gösterelim. 12. Beşerî münasebetlerde İslam’ın öngördüğü esaslara azami şekilde dikkat edelim. 13. Akrabalık bağlarını asla kesmeyelim. Karşı taraf kesse bile biz kesmemek için elimizden gelen fedakârlığı yapalım. 14. Nesillerimizde ilim ehli, Kur’an ehli asla eksik olmasın. Evlerimizi bir mektep haline getirmeye gayret edelim. Ailemizin her ferdi asgaride farz-ı ayn ilimleri muhakkak öğrenmelidir. 15. İslam yaşantımızdan bir parça değildir. O, hayatımızın her safha ve sahasında hükümdar olan bir nizamdır. Ona göre hareket edelim. İslam’ı bütünüyle, hayatımızın bütününde yaşamaya gayret edelim. 16. Dünya aldatıcı bir süstür, bir duvaktır. O duvağın arka planını görenler ona asla rağbet etmemişlerdir. O bakımdan dünyamız için dostlarımızla, akrabalarımızla, müslümanlarla olan ilişkilerimizi asla zaafa uğratmayalım. 17. Toplumda örnek insanlara, örnek ailelere ve örnek cemaatlere ihtiyaç vardır. Sadece öğreten ve öğrenen değil amel eden ve her yönüyle örnek olan kişi, aile ve cemaatlerden olmaya çalışalım. 18. Bir müslümanın iman, ilim, amel ve hizmetlerinin meyvesi güzel ahlaktır. Güzel ahlak demek, Kur’anî ve Muhammedî ahlak demektir. Bu ahlakla ahlaklanmayanlar meyvesiz ağaca benzerler. Onun için hem kendimizi, hem nesillerimizi Kur’anî ve nebevî ahlakla ahlaklandırmaya çalışalım. 19. Kibir, ucub, haset, kin, yalan ve iftira, cimrilik, acelecilik, hırs, içten pazarlıklı olmak, azgın şeytanların ahlakındandır. Bu gibi kötü ahlaklardan şiddetle sakınalım. 20. Gerek şahsî işlerinizde gerekse İslamî hizmetlerde muvaffak mı olmak istiyorsunuz? Öyleyse: Önemseyecek, Benimseyecek, Planlayacak, Fedakarâne çalışacaksınız. Bu hususlara dikkat edilerek yapılacak hizmetlerde, hayırlı neticeler alınır, hizmetler bereketlenir. Hizmetin küçüğü büyüğü olmaz. Hizmetlerde Allah rızası gözetildiği takdirde küçücük bir hizmetten çok büyük sevap alınır. Allah indinde makbul bir amel olur. Peltek se 11 Nezaket mi dediniz? Esma Alibal Torunları olmakla gurur duyduğumuz ecdadımız Osmanlılar, edep, nezaket ve incelikte üstün bir seviye yakalamışlardır. Onların edep, erkân, nezaket ve incelik hususunda sergiledikleri davranışların önemi gün geçtikçe artmaktadır. Tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, atalarımızın, giyiminden kuşamına, oturup kalkmasından mezar taşlarına, hastalara ve hayvanlara şefkatinden Peygamberimiz (s.a.v.)’e hürmete kadar her husustaki nezaket ve zarafetleri takdire şayandır. Bizim bugün bunları bilmemiz ve evlatlarımızı bu yüce ahlak ve edep düsturları ile yetiştirmemiz gerekmektedir. Ecdadımızın sergilediği davranış ve anlayışlardan birkaç misali zikredelim: 4 Misafir kabullerine ayrıca önem verilir, ağırlama ve ikram had düzeydeydi. Kim olursa olsun, kapıya gelen eli boş geri çevrilmezdi. 4 Cumalar ve bayramlar umumi barış günüydü. Birbirlerine rastladıklarında musâfaha ederler ve küçükler büyüklerin ellerini öperdi. 4 Evlerinin salon duvarlarına “Edep Ya Hu” tabloları asılır ve edebin her şeyin başı olarak görüldüğü mesajı baş tacı edilirdi. 4 Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde hasta var... Evin önünde hatta bu sokaktan gürültü yapma...” anlamına gelirdi... 4 Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var... Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme...” anlamına geliyordu... 4 Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun «diz izine” bakılırdı... 4 Kahvenin yanında su gelirdi... Şayet misafir tok- sa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı... Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi... 4 Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın biri ince... Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu... Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı... Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu... Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bimahremi (kocası vs.) açardı... 4 Peygamber Efendimiz (sav) in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda “Haddi aştık” derlerdi... 4 Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi... 4 Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dâhilkapıya kilit vurmadan giderlerdi... 4 Fitre, zekât Ramazan ayından önce Şaban ayında verilirdi... Fakir fukara Ramazan ayına erzaksız girmesin diye... 4 Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin “borç defterini” kapatırdı... 4 Avrupa halklarında mevcûd olan küstahlık, taşkınlık ve sokak kavgaları yoktu. Sokaklar, gâyet sâkin ve emniyet içindeydi. Hiç kimse yerlere tükürmezdi. 4 Konuşanın sözü kesilmezdi. Konuşan da, son derece vakar ve sekînet-içinde olurdu. İfâdeleri gâyet zarîf ve düzgündü. Bunları gören Charles MacFarlane şöyle demekten kendini alamaz: “Bu milletin konuşması, ne kadar güzel ve mükemmel! Öyle ki, bütün medenî milletlere örnek olabilir.” 4 Oturuş, kalkış ve yürüyüş, hep müstesnâ bir nezâket ve vakurluk arz ederdi. 4 Yaşlılara hürmet, kusursuz ve pek yüksekti. 4 Hanımlara karşı hürmet ise, umûmî bir an’aneydi. Anne, teyze, hala ve bacı olarak telâkkî edilirlerdi. 12 Peltek se Bir Eğitimci Olarak Hz. Peygamber Ahsen Polat Hz. Peygamber’in eğitiminin özelliklerinden ve kullandığı yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: söylerken, bu amellerden birini diğerine tercih etmesi değil, soruyu soranın durumunu dikkate alması söz konusudur. 1. Bilimi, öğrenme ve öğretmeyi teşvik etmiştir. Hz. Peygamber, İslam’ın bir ilkesi olarak, bilim öğrenmeyi, beşikten mezara kadar ve kadın erkek her Müslümana görev olarak bildirmiştir. Konuyla ilgili bir çok hadisten birisinde şöyle buyrulur: “Ya alim ol, ya öğrenen ol, ya (bunları) seven ol, ya dinleyen ol, beşincisi olma, helak olursun.”(ElAclunî, Keşful Hafa, c.1,s.138) 3. Başta insan olmak üzere, Allah’ın yaratıklarını sevmemizi istemiştir. Zaten “alemlere rahmet olarak gönderilen” bir peygamberden sevgiden başka bir şey beklenemezdi. 2. Bireysel ayrılıklara dikkat etmiştir. Bu konuda o, insanlara güçlerinin ve akıllarının yettiğince hitap edilmesini ve sorumluluk yüklenilmesini istemiş ve kendisi de öyle yapmıştır. Örneğin, kendisinden en iyi amelin hangisi olduğunu soranlara, durumlarına göre cevaplar vermiştir. Birine annene ve babana iyilik etmendir, diğerine beş vakit namazını kılmandır, bir diğerine ise, Allah yolunda cihad etmendir vb. diyebilmiştir. Bunları 4. Kendisi tüm insanlara eşit ve adaletle davranmış ve bizim de davranışlarımızda adil olmamızı istemiştir. Irk, renk, kabile, cinsiyet vb. ayrımları kaldırarak insanların eşit olduklarını bildirmiştir. Meşhur Veda Hutbesinde şöyle buyurur: “Sizler hepiniz Ademdesiniz. Adem de topraktan yaratılmıştır. Arap olanın Arap olmayana üstünlüğü olmadığı gibi, Arap olmayanın da Araba karşı üstünlüğü yoktur.” 5. Dinî yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş, basamak basamak, alıştıra alıştıra) bir yöntemle öğretmiştir. 6. Her türlü aşırılıktan sakındırmış, öğretmede Peltek orta yolu tercih etmiş ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya özen göstermiştir. 7. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde ortaya koymak için aklî ölçüleri kullanmıştır. 8. Konuşmalarını oldukça etkili bir şekilde yapmıştır. Efendimiz, konuşmalarında kısa ve özlü, akıcı, samimi, nazikce, seviyeye uygun, ses tonunu iyi ayarlayarak, jest ve mimikleri yerinde kullanarak, bakışlarıyla dinleyiciyi etkileyerek, heyecanlarını kontrol ederek, kendisine karşı çıkanlara karşı olgunlukla cevap vererek konuşmaya özen göstermiş; anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir. Konuşmalarında, benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri, kıssaları kullanmıştır. Konuşmalarında, öğretilen hususun önemine göre sözü üç kere tekrar etmiş; öğrettiği bazı hususları yeminle kuvvetlendirmiş, perçinlemiş; konunun önemini, oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederek göstermiş; muhatabın omuzundan veya elinden tutmuş; muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı, bazı hususların gizli kalmasını sağlamıştır. 9. Karşılıklı diyalog, tartışma ve soru-cevap tekniklerini etkili bir şekilde kullanmıştır. Efendimiz, soru cevap tekniğini, öğretime hazırlık se 13 için soru, soruya karşı yönlendirici soru, özel bir soruya genel bir cevap, dikkat çekmek için soru, bilmece şeklinde soru, dikkat çekme amaçlı soru, aynı soruya değişik cevap, makul her soruya cevap şeklinde kullanmıştır. Kendisine sorulan soruları cevaplandırırken, bazen, cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu uyarmış; cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymış; sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmış veya muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir. 10. Zaman zaman, latife ve şaka yoluyla öğretmeyi kullanmıştır. 11. Bazen, önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir. 12. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatları değerlendirmiştir. 13. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir. 14. Okuma yazmayı ve yabancı dil öğrenmeyi teşvik etmiştir. Peltek 14 se Kayseri’den Geçen Büşra Bozdağ ‘Diriliş Ertuğrul’ ekibi Kayseri’de söyleşiye katıldı. TRT 1’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinin senaristi Mehmet Bozdağ ile oyuncuları Engin Altan Düzyatan, Osman Soykut ve Cengiz Coşkun söyleşiye katıldı. Kadir Has Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen söyleşide Mehmet Bozdağ, kendisinin de Kayserili olduğunu ve projeyle ilgili bir yıldır çalıştıklarını anlattı. Projenin başlangıcında iki soruyla yola çıktıklarını belirten Mehmet Bozdağ, “Birincisi, biz kimiz? İkincisi, 1071 yılında Anadolu’ya Türkler girdi. Haçlı seferleri başladı ve Kösedağ savaşlarıyla da Moğollar Anadolu’ya geldi. Neden haçlılar değil de biz bu dünyada kalıcı olduk?” dedi. Bozdağ, Türk milletinin Anadolu’ya gelişi ve varlık gayesinin ‘nizamı alem’ ülküsü olduğunu belirtirken, “Bu gaye ve arzuyla bir dünya şekillendirmeye başladılar. Bu tür problemleri çözmeye çalıştılar. Orta Asya’dan gelen Kayı Boyu’nun önemli bir lideri vardı. Tarihte Ertuğrul Gazi dediğimiz kahramanın hikayesi bence çok önemliydi.” diye konuştu. Dizinin bir filmini ve daha sonra Osman Gazi ve 1071 Malazgirt filmlerini çekmeyi düşündüklerini belirten Bozdağ, “Diriliş dememizin nedeni, dirilten Allah’tır. Diri- DİRİLİŞ liş, milletimizin de dirilişine vesile olur. 21’inci yüzyılda da tarih sahnesine çıkacağımıza inanıyorum.” dedi. Dizide Ertuğrul Gazi rolünü canlandıran Engin Altan Düzyatan da hazırlık sürecinin yaklaşık 3 ay sürdüğünü anlattı. At binmeyi ve kılıç kullanmayı öğrendiklerini belirten Düzyatan, “13-14 yıldır televizyonda iş yapıyorum hayatımda böyle bir hazırlık süreci görmedim. Ertuğrul Gazi ile ilgili tarihte çok bilgi yok ve içimizde canlandırmak için kitaplar ve çeşitli hikayeler okuduk. Bu hikayelerle birlikte dönemin içinde kendimizi hissetmeye çalıştık.” dedi. İbn’ül Arabi rolünü canlandıran Osman Soykut da bu rolden oldukça etkilendiğini belirterek, “İbn’ül Arabi tasavvufun erken gelen hocalarından. İbn’ül Arabi rolü, şimdiye kadar oynadığım rollerden en önemli ve etkileyen rol. Bu dünyanın felsefeye ve sevgiye ihtiyacı var. Bu rol beni bu yöne zorluyor.” diye konuştu. Dizide Turgut Alp’i canlandıran Cengiz Coşkun da “Birçok işte çalıştım fakat burada farklı bir sinerji oluştu. Başarımızda da bunun rolü var.” dedi. Peltek se 15 İLK GÖRÜŞ İLK DUA Ayşenur Olgun Kimi için sözün bittiği, kimi için sözün başladığı yer. İlk görüş sevgiliye olan özlemmiş meğer. Mesafeler kısaldıkça hüznü ve sevinci iç içe yaşadım. Yaradanın misafiri olmak ne güzelmiş. Edepten, başlar önde girdik huzura. “Bu bir rüya mı Allah’ın? Bu ne güzel bir rüya” ve ilk bakış, ilk dua. Gözlerimi Harem-i Şerif’ten ayırmadan, dilimin döndüğünce dua ettim. Bir an olsun gözlerimi ayırmasam, bakışlarımı geri çevirdiğimde Kabe’yi görememekten korktum. Sonra utandım... Günahlarımdan, yerine getiremediğim kulluğumdan utandım. Ama biliyordum ki burası Beytullah’tır ve tövbeleri kabul eden Allah, bana içten ve samimi bir şekilde tövbe edebilme imkanı sunmuştur. Ve burası günahlardan arınma ve temizlenme yeridir. TAVAF Tavafa başlamak için yeşil ışık hizasına geldim ve yüzümü Kabe’ye çevirip, ellerimi kaldırarak Hacel-ül Esved’i selamladım. “Ben geldim ey siyah taş, duyduğuma göre sen cennetten yeryüzüne indirildiğinde bembeyazmışsın, seni insanların günahları karartmış. Ben de seni günahlarımla karartmaya geldim. Ahirette şahit olacakmışsın kendine selam verenlere, benim de şahidim ol” Burası dünyanın en emin beldesi. Burası peygamberimin şehri. Bir avuç sahabe ile İslam’ın yayıldığı belde. Şimdi ise milyonların buluştuğu yer. Her adımda aklıma sahabeler ve imanlarını yaşamak için çektikleri sıkıntılar geldi. Amr bin Yasir, Hz. Sümeyye, Bilal-i Habeşi... İbni Mesut’un Harem-i Şerife girip o cılız bedeni ile müşriklerin karşısında Kur’an okuması ve ölümüne dövülüp Kabe’ye sığınması... SA’Y Tavafın ardından Hz. Hacer valitemizin oğlu İsmail ile birlikte Rabbine teslim olup eşi İbrahim Peygambere “Bize Allah yeter” dediği yere geldik. Safa tepesinden Kabe’ye selam vererek tıpkı hacer annemiz gibi Merve’ye doğru Sa’ya başladık. Hacer annemiz kadar olamaz fakat bizler de elimizden geldiğince Allah’a teslim olduk. VAHYİN ŞAHİDİ MAĞARA Cebel-i Nur Dağı kayalıklarla dolu bir dağ. Vahyin ilk noktası. Dağa çıkarken ben bu genç yaşımda zorlanıyorum. Hatice annemiz peygamberimize nasıl bir sevgi ile bağlıymış ki 60 yaşında her gün bu dağa tırmanarak eşine yemek getiriyormuş. Dağa çıkarken, inenlerin bize söyledikleri pes etmek üzere olanlara tekrar güç veriyordu. “Hadi az kaldı, Allah aşkına az kaldı. Mağara adeta peygamber kokuyor, sabredin...” Yukarı çıktığımızda iki büyük taş arasında güllerle dolu bir bahçeydi sanki mağara, ama dünyada hiçbir gül böylesine güzel kokamaz... SON TAVAF VE SON NAMAZ Veda tavafı yaparken her adımda içimi hüzün kaplıyor. Ben buradan ayrılmakta zorlanırke canımız, Peygamberimiz evinden, yurdundan nasıl ayrıldı?.. Kabe’ye bakarak son sabah namazını kılmak... Daha Kabe’den ayrılmadan özledim. Beytül Haram’dan çıkarken, Kabe’ye sırtımı dönmek dahi istemiyordum. Birinin orada bana “Hayatın boyunca burada 16 Peltek kalabilirsin” demesini o kadar çok istedim ki... Ama hasret de güzelmiş... MEDİNE YOLU Medine’ye gitmek için yola çıktığımızda aklımıza hicret gelmeden olmaz. Hicretteki sıkıntılar, sadakatler, acılar ve fedakarlıklar... Mekke’den ayrılmanın hüznünü yaşarken, bir taraftan da Medine’de Peygamber Efendimizin İslam tohumunu ekip meyve haline getirdiği beldeye gitmenin heyecanını yaşadım. Yolculuk boyunca şaşkınlık içerisinde o engemeli yollara baktım. “Canım Peygamberim bu yollarda kaç kez tökezledin? Kaç melek sana eşlik etti? Sıddık unuttu senin yanında yorğunluğunu, derdini, hüznünü. Onun yoldaşı sen olduktan sonra dert olur muydu o sadakat dolu yürekte?” Biz ise bu yolu klimalı araçlarımızda, kimimiz uyuyarak, rahatça koltuklara oturarak gidiyoruz. daha bu ne ki ülkemizde rahat içinde yaşadığımız halde onca şeyden şikayetçiyiz ki... İçim buruk... ÜÇ BİN MELEK VE BEDRİN ASLANLARI Medine’ye varmadan Bedir kuyularını ve Bedir Şehitliğini ziyaret ettik. Şehitlik çevresi duvarlarla kapatıldığı için dışarıdan şehitlerin ruhuna dualar okuduk. Bedr’e harp için donanımlı olarak gelen bin kişilik müşrik ordusuna karşı üç yüz civarında ashabın, üç bin kişilik alaca atlı melek yardımıyla kazandığı muharebenin yapıldığı mekandaydım. Meleklerin indiği tepe diğer tepelerden çok farklı ve kayalıksız kumsal görünümündeydi. Sanki meleklerin yumuşakça inişi için tasarlanmıştı. Orada üzerinde bedir şehitlerinin isminin yazılı olduğu birde anıt bulunmaktadır. İslam ordusunun yaptığı ilk savaş ve Allah adına kılıçların babanın evlada, amcanın yeğene karşı kullanıldığı bir savaş. Müminleri kardeş yapan unsurun gerçekte kan bağı değil iman bağı olduğunun gösterildiği bir mekan. Ne mübarek bir mekan... YEŞİL KUBBE Peygamberimize bu kadar yakın olmak, onun bastığı toprağa basmak, onun sohbe ettiği ve ashabı ile her vakit namaz kıldığı bu güzel mescitte bulunmak, onun gördüğü yerleri görmek, onu görmek kadar olmaz. Ama inanıyorum ki Peygamberim burada olduğumdan haberdar. “Esselamu Aleyke Ya Rasulallah, Esselamu Aleyke Ya Habibullah...” se Ravzaya bayanlar bazı belirli vakit namazlarından sonra girebiliyorlar. Erkekler ise her vakitte girebiliyorlar. Ravzaya ilk girebilmek için peygamberimizin ashabı ile sohbet ettiği, gelen vahyleri onlara ilettiği önceden hurma bahçesi olan şimdi ise mescide dahil edilmiş olan alanda bir kaç saat bekledik. Gözlerimiz Sevgilinin baktıı yerlere dalarken beklemenin en güzelinin bu olduğunu düşündüm. Usulca ve halimizden mahcup bir şekilde girdik huzura... Selamlarımızı ilettik Nebiler serverine... Çok şükür bize de nasip oldu Peygamberimin “Mimberim ve evim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir” dediği o yeşil halıda namaz kılmak... BİZ DE UHUD’U SEVERİZ Uhud’a gitmek için yola çıktığımızda okçular tepesini çöl kumları ile oluşmuş bir tepe olarak düşünürdüm. Fakat okçular tepesi taşlardan ve kayalardan bir tepeymiş. Uhud’u izlemeye doyamaz insan; taşı toprağı ashap kanıyla sulanmıştır... Efendimiz’in mübarek dişi şehid olduğunda titreyen dağ... Ey Uhud! Habibullah taşına ayak bastığında heyecandan tir tir titreyen Uhud! Yerinde durabildin mi Hamza’nın kanı yere dökülürken? Peygamberin canı yandığı zaman sabredebildin mi acıya? İçinin yangınını susturabildin mi? Sen en sabırlı dağsın, sahabeler tek tek şehit olupta düşerken toprağına Hz. Hamza’nın ciğeri ayrılırken bedeninden nasıl dayandın Ey Uhud! Peygamberimiz “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” buyurmuştur. Biz de seni çok sevdik Uhud, bağrında yatan şehitlere selam olsun. Uhud şehitliği okçular tepesinin sol tarafında yani Uhud dağı ile Ayneyn Tepesi arasındadır. Araplarda kabir anlayışı oldukça mütevazidir. Kabirlerin yalnızca baş kısmında yerini belirtmek için bir taş bulunmakta ve üzerinde herhangi bir yazı bulunmamaktadır. KUTSAL TOPRAKLARA VEDA Her şeyin bir sonu olduğu gibi en güzelin sonu da varmış meğer. Ömrümün en güzel vakitleriydi bu on beş gün... Bilmiyorum bir kere daha nasip olur mu ama şunu biliyorum ki her duamda eksik etmeyip tekrar tekrar isteyeceğim bir yolculuk olacak. Rabbim herkese nasip etsin İnşallah. Özlüyorum... Çok özleyeceğim... Peltek se 17 Seyahatnamelerde KAYSERİ Afra Nur Tuna EL HEREVÎ (1215) Gezip gördüğü yerlerdeki daha çok sanat eserlerini ve tabiat harikalarını anlatan El Herevi’nin Kayseri’ye ne zaman geldiği ve ne kadar kaldığı hakkında net bir bilgi yoktur. Bununla birlikte kentteki bazı yapılar hakkında verdiği bilgiler daha sonraları başka araştırmacılar tarafından da aynen kullanılmıştır. El Herevi, şehir hakkında şu bilgileri verir: “Şehirde Ali bin Ebu Talib’in oğlu Muhammed bin elHanefiyye’nin hapsedildiği yer ve Battal Camii vardır. Yine içinde antik kalıntıları bulunan bir hipodrom, Atlar Tablası ile Sezar için inşa edilmiş ve bir lamba ile ısıtılan hamam vardır. Allah doğrusunu bilir. Buranın yakınında Asib tepesi ve üzerinde ünlü Arap şairi İmru’l Kays’ın mezarı vardır” KADI İBNİ ABDÜ’Z-ZAİR (1277) 1243 Kösedağ Savaşı sonrasında Anadolu’da yaşanan Moğol istilası ve ardından baş gösteren başıbozukluğu gidermek üzere Mısır’dan Anadolu’ya hareket eden Memluk Sultanı Baybars ile birlikte Kayseri’ye gelmiştir. 21 Nisan 1277’de Kayseri’ye gelen İbni Abdü’z-zair, gezi boyunca günlük tutar gibi bilgiler vermiş ve Kayseri hakkında önemli tasvirler yapmıştır. Şehrin yakınlarındaki Gürpınar Köyü olarak adlandırı- lan Salkuma köyünden bahseden İbni Abdü’z-zair, bu köyde Arapların ünlü şairi İmru’l Kays’ın mezarının olduğunu belirtse de bununla ilgili başka bilgi vermez. İbni Abdü’z-zair, şehrin tasvirini yaparken, “Kayseri’de akar sular vardır. Şehrin güzel bahçeleri arklar ile sulanır. Kayseri çarşısı da şehrin etrafını çevirir. Şehrin içinde çarşı ve hatta dükkân bulunmaz” diyerek o zamanlarda şehrin düzenli bir sulama sistemine sahip olduğunu ortaya koyar. XX. yüzyıla kadar varlığı bilinen bu arkların bir kısmı şehrin güneydoğusunda yer alıyordu. Yine şehrin pis su sisteminin de ayrıca bulunduğunu biliyoruz. İBNİ BATUTA(1332-1333) 14. yüzyılda pek çok ülkeyi gezen ünlü seyyah İbni Batuta, 1330-1340 yılları arasında Anadolu’yu dolaşmış ve 1332-1333 (H.733) tarihinde Kayseri’ye gelmiştir. Seyyah’ın Kayseri’ye geldiği dönemde Ahiler’in yönetimde söz sahibi olduğunu ve ayrıca ilk kez bir kadının bir şehri yönettiğini öğreniyoruz. Seyyah kent ve idaresi hakkında şunları söyler: “Burası da Irak hükümdarının elinde olup Anadolu’nun en büyük şehirlerinden birisidir. Irak askerlerinden bir kısmı burada bulunduğu gibi, anılan Alaaddin Eratna 18 Peltek Beğ’in hanımlarından biri de bu şehirde oturmaktadır. Bu hatun en iyi ve faziletli kadınlardandır. Irak sultanı ile de akrabalığı vardır. Kendisine ‘Ağa’ diye hitap edilir. Ağa büyük manasına gelmektedir. Sultana yakınlığı bulunan herkese bu unvan verilir. Asıl adı Taga Hatun’dur. Huzuruna çıktığımızda bizi ayakta karşılayarak iyi şeyler söyledi. Yemek hazırlanmasını emretti, karnımızı doyurduk. Yanından ayrılırken, bize kölelerinden birisinin vasıtasıyla koşumu mükemmel bir at, bir hil’at ve bir miktar da para göndererek özür diledi” EVLİYA ÇELEBİ (1649) Anadolu hakkında önemli bilgiler veren ve pek çok konudaki tek yerli kaynağımız olan Evliya Çelebi, 1649 yılında şehre gelmiştir. Kentte ne kadar kaldığı belli olmamakla beraber, verdiği bilgiler değerlendirildiğinde uzunca bir süre kentte kaldığı anlaşılmaktadır. Kentin dış kale surlarının çevrelediği alanı aşağı şehir olarak adlandıran seyyah, buralardaki ev sayısını 1.000 olarak verir. Surun beş kapısının ismini ise şöyle sıralar: “Boyacı kapısı ve Keçi kapısı güneye bakar, Mahkeme kapısı yanında Asar önü kapısı doğuya açılır. Pazar kapısı kuzeye doğrudur. Atpazarı kapısı da kuzeye açılıp Paşa Sarayı yakınındadır. Bu surun etrafı hendektir. Kışın bu hendek su ile dolup baharda da hendek içine bostan ekerler. Hoş sebzesi olur.” Seyyah, kentin mahallelerinden önemli gördüklerinin isimlerini verir. Bunlar; Müftü hamamı önündeki Büyük ve Küçük Çeşme Mahalleleri, İshak Çelebi, Katırcızade, Oduncu, Fırıncı, Tekke Ovası pazarı, Debbağlar ve Hacı İvaz Mahalleleridir. Ulu Cami’nin en eski cami olduğunu ve avlusunda salkım söğütlerin bulunduğunu anlatan Evliya Çelebi, şehirdeki camilerin isimlerini de tek tek belirtir: Şeyh Emir Sultan, Lala Paşa, Osman Paşa, Hacı Paşa, Çiğdelizade, Hunat Hanım, Hatırcızade, Kurşunlu, Ulvan, Hacı İvaz, Hacı Kılıç, Yeni Cami, Debbağlar, Akçorbacı Camileridir. Bu camilerin bir kısmı maalesef günümüze kadar gelmemiştir. Bunlar; Hacı İvaz, Debbağlar, Akçorbacı ve Yeni Camileridir. Debbağlar Camii aslında bir mescit olup, kuruluşu Ahi Evran’a kadar gitmektedir. Kentin güneyinde Yoğunburcun önünde yer almaktadır. Yeni Cami ise 1960’lı yıllara kadar sağlam olarak gelmesine karşılık daha sonra tamamen yıkılmıştır. Şehirdeki medrese isimlerini de sıralayan Seyyah, Sultan Ziba Medresesi, Hunat Hanım Medresesi, Hacı Kılıç Medresesi ve Müftü Medresi’ni zikrettikten sonra, şehirdeki eğitim hakkında da şu bilgileri verir: “Bilginleri Kur’an-ı Azimuşşan okunuşuna son derece dikkat edip, harfleri ve kelimeleri hakkıyla okurlar. Elan hazfa okunuşu üzere okurlar. Her cami ve medresede hadis ilmi öğrenenler vardır. Her camide mutlaka bir mektep bulunur. Çocuklar oldukça zeki olup, hafızaları çoktur” Evliya Çelebi, şehrin çarşı ve pazarları hakkında da önemli bilgiler verir. Şehirdeki pazarların isimlerini vererek bu bölümü şöyle anlatır: “Kayseri’nin de Bursa ve Edirne gibi iki yerde kagir kapalı çarşısı vardır. Bir kuyumculardır ki her türlü kıymetli eşya ve mücevherler bulunur. Çeşitli kap kacak eşyaları pek çoktur. Kuyumcuları mücev- se her eşya işlerler. Büyük bedestende zengin tüccarlar alış veriş edip, nice çeşitli kumaşlar satın alırlar. Büyük çarşılardan Uzun Çarşı gayet süslüdür. At Pazarı’nın yanında olup sadece Kapamacılar çarşısıdır. Bunun sağ tarafında Un Kapanı vardır. Beyaz un burada satılır. Acaib hikmettir ki, bu şehirde un çuvalı içine unu koyup on sene kadar durdursalar asla çürümeyip yine has, beyaz ekmeği olur. İç kale kapısından çıkınca, Atarlar çarşısı vardır ki, çeşitli ilaçların kokusundan gelen gidenin dimağları kokulanır. Attarlardan aşağı temiz ve güzel berber dükkanları vardır. Her birinde temiz ve namuslu birer civanları bulunur. Birden aşağı, ‘Pine duran’ yani eski pabuç ve çizme yamayıcı dükkanlar vardır. Oradan yine caddenin iki tarafı Kara keçili dükkanına varınca bütün kapama ve zubun yapan terzi dükkanları bulunur. Sonra temiz bakkal dükkanları vardır. Muhtesip dükkanı buradadır ki, bütün sarraflar devlet ayarı dışında bir dirhem noksan vermezler. Buradan aşağı hep kasap dükkanlarıdır. Kasap çırakları yüzlerce Karaman koyun ve kuzularını parça parça edip her parçaya gül takarak, zağferan sürüp satarlar. Bunların alt tarafında has ve beyaz börekçiler ile çörekçiler vardır. Muhtesip Ağa dükkanını geçince, Arpacılar Çarşısı, Kazancılar Pazarı, Samurcular Çarşısı gelir. Buradan iç kale önüne varılır. Sol tarafı Mevlevihane bahçe kapısıdır. Bahçe Uzun Çarşı başında son bulur. Saraçhane ile Haffafhane Pazarı, aydınlık, düzenli ve çok kalabalık pazarlardır. Debbağlar Pazarı da çok temizdir. Odun Pazarı kale kapısında olup, o kale kapısına da Odun Kapısı derler. At Pazarı Kapısı, Paşa Sarayı yakınındadır. Koyun Pazarı da o civardadır.” O dönem Kayseri’sine ait çok önemli bilgiler veren Evliya Çelebi, çeşmelerden ve içme suyu şebekesinden de bahsetmeden geçemez. Şehirde çok sayıda çeşme bulunduğunu ve çeşmelerin suyunun Germir’de Kens Pınarı denilen yerden çıktığını belirten Seyyah, çeşmelerin isimlerini de tek tek sayar. Bugün birçoğu ayakta olmayan çeşmelerden bazıları şunlardır: Mevlevihane kapısı önündeki çeşme, Seyremisli Çeşmesi, Keçi Kapısı Çeşmesi, Paşa Sarayı Çeşmesi, Kuyumcularbaşı Çeşmesi, Kağlamaz Sebili ve Hundiye Sebilidir. Evliya Çelebi şehirdeki gayrimüslimler hakkında bilgiler verse de bunlar kısıtlıdır. Şehirde üç tane kilisenin olduğunu, bunlardan ikisinin Gemçi (Kiçikapı olsa gerek) Kapı’sının iç yüzünde, diğerinin ise Mevlevihane’nin yanında yer aldığını anlatmıştır. Kentte Yahudilere ait bir havranın da bulunduğunu belirten Seyyah, bunun yeri hakkında ise hiçbir bilgi vermemiştir. Kente gelen ilk Türk Seyyahı olan Evliya Çelebi, gözlem ve incelemelerine dayanan bilgilerini, kendinden önceki dönemlerde yazılmış bazı kaynaklarla pekiştirmiştir. Aktardığı bilgilerle XVII. yüzyıl Kayseri’si eksiksiz bir biçimde tanımlanmıştır. Eserinde tarihi yapılar dışında kentin fiziki ve sosyal yapısı ile ilgili bilgiler vermesi de önemlidir. Seyahatnameler içinde sadece Evliya Çelebi’ninkinde şehrin mahalle ve pazarları gibi unsurlar tam olarak verilmiştir. * Seyahatnamelerde Kayseri / Osman Eravşar / Kayseri Ticaret Odası Yayınları Peltek se 19 Helal Lokma Dr. Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER GİMDES Başkanı “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Helal, bir müslümanın haya standardının olmazsa olmazını teşkil eder. Doğumundan ölümüne kadar helal dairesi içerisinde yaşamak onun en önemli hedefidir. Bu hedefinin en önemli halkası ise helal lokmadır. Bu sebeple, helal yaşam, helal yemek, helal içmek, kısaca helal lokma müslümanın olmazsa olmazı, onun imani bir meselesidir. O boğazından geçecek her lokmanın hesabını Allah (cc)’a vermek zorundadır. Bu sebeple, bir müslümanın yediği, içtiği her lokmanın mutlaka helal olması şarttır. Maddi ve manevi hayatının sağlıklı ve feyizli devam edebilmesinin en önemli güvencesi helal lokmadır. İlk insan ve ilk peygamberimiz olan Hz. Adem (as)’ın ve eşi Havva anamızın, Allah tarafından kendilerine yasaklanmış ağacın meyvesini, şeytanın aldatması sonucu yemeleri, onların imtihanı kaybetmelerine ve cennetten çıkarılmalarına neden olduğu gerçeğini düşündüğümüz zaman, helal lokmanın bütün insanlar için ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Yüce Allah (cc), bir çok ayet-i kerimede hem insanlığa, hem iman edenlere ve hem de bütün peygamberlere seslenmiş, onların helal, hoş, sağlıklı ve temiz gıdaları tüketmeleri ve pis zararlı çirkin ve haram olan şeyden uzaklaşmalarını emretmiştir. “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin, eğer yalnız O’na kulluk ediyorsanız” (Sure 2, Ayet 172) “Ey Peygamberler, pak ve helal taamlardan yiyiniz. İyi ve hayırlı işler yapınız. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim” (Sure 23, Ayet 51) Kur’an’da ‘Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir’ denilen Kehf suresinde ashab-ı kehf ile ilgili ayette; “Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: “Ne kadar durup kaldınız?” (Kimi) “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” dediler. (Kimi de) şöyle dediler: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.” (Kehf suresi, ayet19) bildirilmektedir. Son peygamber Hz. Muhammed (sav)’de müslümanların helal lokma yemeleri ve içmeleri üzerinde çok önemle durmuş, haramdan kaçınmaları için her türlü örnek uygulamaları üzerinde çok önemle durmuş haramdan kaçınmaları için her türlü örnek uygulamaları hayatında göstermiştir. Sahih sünnet uygulamaları, bu konuda müslümanlara aydınlatıcı bir yok ve rehber olmuş ve olmaktadır. BİZE AİT OLMAYAN MODERNİTENİN VE GIDALARIMIZIN DURUMU Günümüzde gıda, kozmetik ve ilaç sektörlerinde en büyük problem bu ürünlerin üretiminin teknoloji, ham madde ve katkılar bazında gayrimüslim güçlere bağımlı olarak yürütülmesidir. Ülkede kolları, ayakları vardır. Bunların kazanmanın, insanları sömürerek kazanmanın dışında hiçbir düşünceleri yoktur. Hatta yahudi kökenli mafialarda daha da kötüsü, Tevrat’ın tahrif edilmesi ile oluşturulmuş kaynak kitapları olan Talmut’un öğretileri içerisinde ırklarından olmayanların insan olarak değer taşımadıkları, öldürülmeleri, nesillerinin köreltilmesi ve sömürülmeleri dini birer emir olarak sunulması sebebi ile daha da büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu bilmek zorundayız. Farkında olmadan, sinsi propagandalarla bize dayatılan ve her geçen gün bizi biraz daha bu güçlerle bağımlı kılan, hastalıklarımızı, dertlerimizi artıran, neslimizi zayıflatan bu yaşam tarzından, bu moderniteden süratle uzaklaşmada irademizi ortaya koyarak boykot mekanizmasını her an canlı tutarak bizi biz yapan yaşam tarzımıza dönüşümümüzü sağlamak çözümlerin başında gelmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Kur’ani emre uygun olarak bilmeye bilinçlenmeye karar vermek. Bildikçe, bilinçlendikçe yanlış olduğunu gördüğümüz alışkanlıklarımızı terk etme kararlılığını göstermek. Bütün bunlar birlikte yürütülmesi icab eden çözümlerdir. Bu çözümler için GİMDES insanlarımıza yol gösterici hizmetler yapmaktadır, yapmaya devam edecektir. Bilerek veya bilmeyerek yapmaya devam ettiğimiz ve bize dayatılmış “Sağlıksız yaşam tarzı”nın bir uzantısı olan “Sağlıksız beslenme” alışkanlıklarımızı evlerimizde ve okullarımızda terk etmeliyiz. Lütfen artık müslümanlar olarak “helal hokma” sorumluluğumuzun farkında olalım. Allah yar ve yardımcımız olsun. 20 Peltek se a c ı l n a m Os Hakkında Kim Ne Diyor? Hayriye Şahan Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz. Türk milleti tarafından fethedilmiş topraklar nasıl Türk vatanı olmuşsa, aynı millet tarafından Fethedilmiş kelimeler de öyle Türk kelimesi olmuştur. Asırlarca Türk’ün malı olmuş, Türk sesiyle ve Türk san’atıyla işlenmiş; ev, âile, köy Türkçesine, aşk ve îman Türkçesine girmiş; Türk›ün heyecânına işlenip vicdânına yerleşmiş ve Türk olmuş kelimeler de Verilemez!.. Bunlar, bizim zafer ve şeref hâtıralarımızdır. Nihad Sâmi BANARLI Yeryüzünde milli kütüphanelerindeki eserlerin dili- ni ve harflerini bilmeyen, bunları okumaktan aciz bir tek millet var mıdır? Tarihinden edebiyatından, ilmi, felsefi ve dini eserlerinden, milli kültür hazinelerinden haberi olmayan bir miletin bir toprak parçasında rastgele toplanmış bir kuru kalabalıktan farkı nedir? Avrupalılar okullarında Shakesper’e, Milton’a, Schiller’e, Voltaire’e dair bilgi verirken talebeye bu yazarların okul kütüphanesindeki eserleri de okutulur. Bir kitabın bir parçası değil, tamamı okutulur. Bugün yirmi yaşlarında bir Türk genci Naima’yı, Fuzuli’yi, Cevdet Paşa tarihini orjinalinden okuyamaz. Yeni yazıya çevirisini okusa da anlayamaz. Bu talihsiz Peltek Nihat Sami Banarlı Peyami Safa delikanlı için Baki’nin o muhteşem “Mersiye” si Galib’in o enfes “Hüsn ü Aşk” ı Hamid’in “Tarık Bin Ziyad”ı simsiyah karanlıklara batmış muazzam abidelerdir. O zavallıcık bu eserlerin arasında, İstanbul’un göklere fırlayan tarihi eserleri arasında iki gözü kör dolaşan bir turist gibi gezip durur. Kendi tarihini, atasını, dilini, edebiyatını bilmez ve sevmez. Yani kendini bilmez ve sevmez. Peyami SAFA Kamus bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiştir: Kamusa… Heyhat! Batıda cinnet bile terbiyeli. Cemil MERİÇ Osmanlıca ilgisini iyi ama geç kalınmış bir hamle olarak değerlendiren araştırmacı- yazar Dursun Gürlek şunları söylüyor: “Rahmetli Cemil Meriç’ten defalarca duydum. Türkiye’de Osmanlıca öğrenmenin Arapça öğrenmek kadar hatta daha mühim olduğunu söylerdi. Çünkü kütüphanelerimiz Osmanlıca eserlerle dolu ve işin garibi bu eserlere bizden çok Avrupalı oryantalistler ilgi gösteriyor. Düşünebiliyor musunuz benim kütüphanemdeki eserleri bir Fransız ya da İngiliz araştırıcı rahatlıkla okuyup çevirebiliyor, ben tabiri caizse bön bön bakıyorum. Yahut çevremdeki mezar taşlarını okuyamıyorum. Dedemden kalan tapu belgesini okuyamıyorum. En güzel tarihi eserler İstanbul’da, fakat Osmanlı çeşmelerinin, camilerinin kitâbelerini okuyamıyorum. Tabii bu lüzum, bu boşluk gün geçtikçe daha iyi açığa çıktığı için Osmanlıca’ya rağbet var. Kanaatim odur ki rağbet artacak.” Dursun GÜRLEK Osmanlı Türkçesi; Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dildir. Arapçadan da Farsçadan da yararlanmış ama ikisi de olmamış; yeni Türk kuşakları Osmanlı Türkçesini anlayabilmelidir ki, gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler. Attila İLHAN Attila İlhan se 21 Cemil Meriç Bugün Türkiye’de bir münevverin Osmanlıca okumayı bilmesi lâzım. Atla deve değil. Osmanlıca öyle Fransızca ve Rusça gibi ayrı dil olarak anlaşılamaz, Arap harfleriyle yazılan bir Türkçedir. Her dil asırdan asıra bazı değişiklikler geçirir ama bu durum ayrı bir dilden söz etmeyi gerektirmez. Nihayet anneannemizle dedemizin mektuplaşma dilidir. İlber ORTAYLI Türkiye’de entelektüelliğin şartı Osmanlıca bilmektir. Bizde kendi kültürünü bilmez,İngilizceden okumaya çalışır. Batı’yı bilmez sadece kafa çekip ahkâm keser. Ben şunu söylüyorum: Türkiye’de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç ‘okur-yazarım’ diye geçinmeyin. Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare’i, Shelly’yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim’i, Fuzuli’yi anlamaz, Şeyh Galip’i utanmadan İngilizcesinden okurlar. Birçok tarih kitabı hâlâ Osmanlıcandır bizde. Kendi kültürünü bilmeyen entelektüel olamaz. Murat BARDAKÇI Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan dil, şüphe yok ki Türkçeydi. İçinde fazlasıyla Arapça ve Farsça kelime bulunmasına rağmen cümle yapısı Türkçeydi. Bugün de anlaşılabilen ve sade bir Türkçeyle yazılmış olan metinleri gözden uzak tutmamalıyız. Fatih Sultan Mehmet dönemi tarih yazarlarından Tursun Bey’in yazdığı Târîh-i Ebü’l-Feth adlı eseri okurken işaretlediğim bazı cümleler vardı. “Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi?” tartışmasında aklıma bu eserde işaretlediğim cümleler geldi; birkaçını aktarayım: “Gel imdi her gün ah eyle, Günahlarını anup inile; Biz kıssaya girelim, sen dinle ...” Prof Dr. Hamza ZÜLFİKAR Murat Bardakçı İlber Ortaylı 22 Peltek se e n ü g u b n e t ş i Geçm r e l m i s i r a e t s mü Ali Burak Alışkan Edebiyat ve basın dünyasının özellikle siyasi baskıların yoğun olduğu dönemlerde çokça kullandığı müstear isimle yazı yazma geleneği cazibesini giderek kaybediyor. Müstearla yazanlar o kadar azaldı ki, müstearın neredeyse sadece adı kaldı. Edebiyat, sanat ve basın dünyasının vazgeçilmez unsuru olan ‘müstear’ yani ‘takma’ isimler, Türkiye’nin fikir ve düşünce özgürlüğü yolunda aldığı mesafenin de etkisiyle artık pek kullanılmaz oldu. Siyasi baskıların yoğun olduğu dönemlerde, edebiyatçıların ve gazetecilerin sıkça farklı isimlerle yazı yazma geleneği sona erme noktasına geldi. Türk basınında müstear isimle yazı yazan gazetecilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Müstearlar gerçeğin önüne bile geçti Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde görülmeye başlanan müstear isim kullanma geleneği, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarında da devam etti. Siyasi baskıların yoğun olduğu ihtilal dönemlerinde ise birçok aydın ve yazar seslerini müstear isimlerle yazdıkları yazılar vasıtasıyla duyurmaya çalıştı. Öyle bir noktaya gelindi ki, bazen müstear isimle yazı yazan kişiler, bu isimlerle anılır oldu. Gerçek isimleriyle yazdıkları yazılar popülerleşme anlamında, müstear isimlerle yazdıkları yazıların gerisinde kaldı. Günümüz yazılı basınında bunun en canlı örneği ise Taha Kıvanç ismiyle yazı yazan Gazeteci Fehmi Koru oldu. Edebiyat dünyasında bir dönem müstear isimle yazan yazarlar, baskılardan çekindikleri için kadın adı kullanarak bile yazılar yazdıkları oldu. Geçmişten bugüne kimler ne adlar aldı? İşte edebiyat, sanat ve basın dünyasından müstear isimle bugüne kadar karşımıza çıkan isimlerden bazıları: Ahmet Turan Alkan: Recai Güllaptan Attila İlhan: Abbas Yolcu, Beteroğlu, Ali Kaptanoğlu, Nevin Yıldız Aziz Nesin: Bahri Filefil, Berdi Birdirbir, Fettane Şatifil, Kerami Pestenkerani, Kerim Kihkih Çetin Altan: Hadi Borazan, Hüseyin Zurna Ercüment E. Talu : Çekirge, Karga, Torik Necmi, Kertenkere Faruk N. Çamlıbel: Akıllı Ozan,Çamdeviren, İğne ile Kuyu Kazan Fehmi Koru: Taha Kıvanç Halide Edip Adıvar: Halide Salih Haldun Taner: Can Enişte, Haldun Hasırcıoğlu Hamdullah S.Tanrıöver : Toplu İğne Hilmi Yavuz: İrfan Külyutmaz, İsmail Hami Danişmend, Rabia Hatun Kemal Tahir: Bedri Eser, Nurettin Demir, Kemal Tahir Tipi, Melih Cevdet Anday: Gani Girgin, Zater Murat Belge: Raif Özben Muhsin Ertuğrul: Ertuğrul May, Nabi Zeki, İp Çeken, Nazım Hikmet Ran: Ahmet Oğuz Saruhan, Ercüment Er, İbrahim Sabri, Kartal, Nurullah Ataç : Sabiha Yağızlar Orhan Veli Kanık: Adil Hanlı, Mehmet Ali Sel Orhan Kemal: Yıldız Okur, Hayrullah Güçlü, Raşit Kemali Peyami Safa: Server Bedii, Çömez, Şerazat Reşat Nuri Güntekin: Ateşböceği, Mizah Yazarı, Yıldızböceği Rıfat Ilgaz: Mehmet Rıfat, Stepne, Remzi Işık Sedat Simavi: Rasim Servet, Çileli, Güleryüz Samet Ağaoğlu: Samet Agayef Yusuf Ziya Ortaç: Akbaba, Çimdik, Kamber Yahya Kemal Beyatlı: Ahmet Agah, Süleyman Sadi, S.S. Ziya Gökalp: Bimar, Büyük Baba, Meclis-i İdare Vilayet Kitabesinden Ziya Peltek se 23 Vesiletü’n-Necat Zeynep Kayacan Günümüzde İslam dünyasında neşeyle karşılanan Mevlid Kandili bizim ortak yönlerimizden birisidir. Peygamber Efendimiz (sav) hayatta iken ve sonraki ilk dönemlerde böyle bir uygulama yoktu. Mevlid kutlamalarını resmi manada ilk başlatan kişi Erbil hükümdarı Selahaddin Eyyubi’nin kayınpederi Begteginli Muzafferüddin Kökböri’dir. kökböri bazı tasavvuf erbablarında gördüğü bu uygulamayı beğenmiş ve bir hayra vesile olmak için büyük bir mevlid öreni tertip ettirip devrin alimlerini, tasavvuf erbabını davet etmiştir. Mevlid törenlerine katılan ve haberdar olan bir çok muhaddis alimimiz bu işin güzelliğinden bahsetmiş ve konuyu desteklemek için eserler yazmışlardır. Günümüzde sadece Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’nNecat isimli mevlidi bulunmamaktadır. Farklı dillerde ve yüzlerce eserde mevlid bulunmaktadır. ARAPÇA: Arapça bir çok mevlid olmakla beraber en yaygınları İmam Busiri’nin Kaside-i Bürde ve Kaside-i Muhammediye’si, Berzenci ve İbn Hacer Askalani hazretlerinin mevlid için yazdığı eserler okunmuş ve hala okunmaktadır. TÜRKÇE: Türkçe mevlid denilince akla gelen ilk eser Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ıdır. İlk Türkçe mevlid de odur zaten. Bundan sonra iki yüz eser yazılsa da hiçbiri onun kadar tanınmamıştır. KÜRTÇE: Yaygın olarak Molla Hüseyin Batei hazretlerinin eseri okunmaktadır. Kısmen özgün tarafları olsa da Süleyman Çelebi’nin mevlidinin tercümesi sayılabilir. BOŞNAKÇA: Rumali’de uzun asırlar Türkçe mevlid okunduğu gibi tercümeler de yapılmıştır. Bunlardan birisi de Salih Gaşiyaviç tarafından tercüme edilmiş ve günümüzde hala okunmakta olan eserdir. Bununla beraber Kırım’da, Kafkasya’da ve daha birçok İslam ülkesinde kendi dillerinde veya Arapça mevlid ve kasideler okunmaktadır. Kaynak: Semerkand Dergisi Ali Sözer/Tarihten günümüze İslam Dünyasında Mevlid. 24 Peltek se Büşra Sönmez 1913 yılında Arjantin’e giden ve orada üç yıl çalışan Kayserili Osmanlı vatandaşları, seferberlik emri üzerine bir Fransız vapuruna binerek anavatana doğru yola çıkmışlardı. Umulmadık bir şekilde Fransa’nın Marsilya şehrinde esir edilen Kayserililerin, Osmanlı Hariciye Nezaretine yani Dışişleri Bakanlığı’na gönderdikleri “Feryatname” adını verdikleri mektup 100 yıl sonra ortaya çıktı. Feryatnâme “Bern Osmanlı Sefiri Fuad Selim Bey’e; Beyefendi, bizler Türkiye Anadolusu’nun Kayseri sancağına tâbi Develi kazası ahalisindeniz. Üç seneden beri ailemizin geçimi için Amerika’nın Buenos Aires şehrinde çalışmakta idik. Mukaddes vatanımıza kavuşmak hevesiyle ve Sabah gazetesinin ilan ettiği seferberlik emri üzerine harp ilanından evvel Buenos Aires Şehbenderhanesi’ne (konsolosluk) giderek pasaportlarımızı aldık. Fransız vapuruyla Buenos Aires’ten hareket ettikten bir ay sonra Marsilya’ya geldik. Bizleri vapurdan bütün siviller çıkana kadar bırakmadılar. Bir iki saat sonra polis bizleri alıp doğruca karakola götürdü, pasaportlarımıza bakıp bizleri Anton Fareş isminde bir otelciye teslim etti. Meğer bizler vapurda gelirken Türkiye ile Fransa arasında harp ilan olunmuş. Marsilya’ya geldiğimizde bizim konsolos on gün evvel Marsilya’dan hareket etmiş. Türkiye’ye gitmek için müsaade talep ettik, vermediler. İtalya’ya, Bulgaristan’a ve Yunanistan’a dahi yol vermediler. Bu halde Marsilya’da otuz sekiz gün serbest bıraktılar. Birkaç gün evvel iki polis ile otelci ve bir komiser saat beş raddelerinde gelip bizlerden zorla 1160 frank aldılar. Otelci, üç gün sonra sabahleyin hepimizi kaldırıp bir vapura götürdü. Yarım saat sonra beş yüzü aşan Alman ve Avusturyalı savaş esiriyle beraber Fransa’nın Korsika Adası’na getirdiler, bir kışlada esir ettiler. TÜRKÇE MEKTUP DAHİ YAZDIRMIYORLAR Ah! Beyefendi bunca zamandır memleketimizden ne mektubumuz ne paramız ne elbisemiz geliyor. Bu yatalak hasta haline düşen aciz insanlar size halini arz ediyor. Bizlere Türkçe mektup dahi yazdırmıyorlar. Bizler ise ne Fransızca ne Almanca lisan biliyoruz. Burada Alman ve Avusturyalıların içerisinde sefil ve perişan bir halde geziyoruz. Merhamet ediniz. Vicdanlı yüreğinizden cümlemiz rica ve istirham eyliyoruz. Marsilya’da olan paramız için Marsilya resmi dairelerine birkaç defa mektup yazdırdık. Bu şikâyetimiz üzerine 617 frank geldi. Kalan 543 frank için tekrar vali ve Amerika Konsolosuna birkaç defa mektup yazdırdık, bir cevap alamadık. Ne bu paramızı alabiliyoruz, ne de memleketten paramız ve de mektubumuz geliyor. NAMAZ KILAMIYOR ORUÇ TUTAMIYORUZ Bir de dikkatinizi çekecek bir mesele ki, bu her gün için verdikleri pirinç ve mercimek çorbasıdır. Yenecek bir hali yoktur. Ne yapalım, takdir-i İlahî böyle imiş. Cenâb-ı Hak bizi bir an evvel şu bedbahtlıktan kurtarsın, âmin. Bizler yalnız dokuz kişiyiz. İbadetlerimize dair hiçbir şey yapamıyoruz. Ne namaz, ne oruç. Başka bir Türk kampına gitmek için müsaade talep eyledik, bir cevap alamadık. Af edersiniz, Anadolu lisanıyla yazdığımız şu mektubumuzu değil mektup, feryatnâmelerimiz olarak telakki ediniz. Cümlemiz istirham ile bizlere bir imdat etmenizi rica eyleriz. Kayseri Sancağına tabi Develi kazası ahalisinden Ali İsmail, Hüseyin Mustafa, Mehmed Mehmed, Beyzade Osman, Hacı İbrahim, İbrahim Halil, Muhsin Mehmed, Ali Mehmed, Durmuş Mehmed Paramızı alan otelcinin adresi: Anton Fareş Hotel Du Mout Libon Magenod Caddesi 30-38 Marsilya. Bu paramız için de bir hal çaresi bulup bu alçak heriften alınmasını rica ederiz.” HERKES GİTTİ BİR BİZ KALDIK Korsika’daki esaret günlerini anlattıkları bu mektuptan sonra başka bir Türk esir kampına gitme istekleri kabul edilen bu Osmanlı vatandaşları ikinci mektubu La Chartrouse kampından yazdılar. 18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı için Fransa’ya gelen Osmanlı Murahhasları reisi bulunan Sadrazam Damad Ferid Paşa’ya gönderdikleri ve vatanlarına iade edilmeleri için gerekli Peltek teşebbüslerin yapılmasını talep ettikleri mektuplarında ise özetle şöyle diyorlar: “Devletlü Paşa Hazretleri: … Dört buçuk senedir sebepsiz ve kabahatsiz tutuklu bulunmaktayız. Bu müddet zarfında vatanımıza gitmek için defaatle müracaat ettik. Fransa Dâhiliye Nezareti’nden bir cevap alamadık. 1918 senesinde Fransa ve Türkiye’de bulunan sivil esirlerin mübadele olunmaları için ilannâme asıldı. Derhal vatanımıza gitmek için imzalar verdik. Talihsizlik, bugüne kadar bir netice hâsıl olmadı. Şimdi ise yedi buçuk ayı aşan bir süre önce mütareke olundu. Muharebeye son verildi. Biçare Osmanlı esirleri şimdi burada beklemekteler. Alman sivil esirleri 1918 senesinde Bern Muahedesi gereği mübadele olundu. Avusturya-Macaristan esirleri de bu tarihten iki hafta önce memleketlerine hareket ettiler. Fransa’da yalnız Osmanlı esirleri kalmıştır. Bu biçarelerin de vatanlarına hareketleri için Fransa hükümetine bir an evvel müracaat eylemenizi buradaki Osmanlılar adına rica ederim. Senelerden beri memleketlerimizde bulunan ailelerimizle mektuplaşamıyoruz. Memleketimizde bulunan anne, baba, eş ve çocuklarımız bizlerin gelmesini sabırsızlıkla gözlemektedirler. 1915 senesinden itibaren Almanya ve Avusturya sivil esirlerinin hastaları İsviçre’ye, ihtiyarları memleketlerine gittiler. Zavallı biçare Müslümanların ihtiyarları ve hastaları Fransa’nın esir kamplarında hayatları bedbaht bir halde beklemekteler. Paşa hazretleri biçarelere acıyınız, merhamet ediniz. Yüzlerce Osmanlı esirinin hallerini nazar-ı dikkate alarak bir an evvel vatanlarımıza hareketimizi Fransa Hükümeti’ne arz eylemenizi insaniyetinizden istirham eyliyoruz. Paşa hazretleri biçare Müslümanlar, Osmanlı murahhaslarından imdat bekliyor. Bu günlerde kurtulacağımızı ümit eyliyoruz. Hareketimize dair gelecek emrin sabırsızlıkla se 25 beklendiği, buradaki Osmanlılar tarafından ihtiram[la arz] olunur. (13 Haziran 1919/Osmanlılar tarafından Mehmed Mehmed/Osmanlı sivil esiri/Le Puy yakınlarında Le Chartreuse Kampı (Haute-Loire) Fransa)” SİVİL ESİR MUAMELESİ! Dört buçuk sene sivil esir muamelesi gören bu biçarelerin yazdıklarına göre Alman ve Avusturya-Macaristan esirlerine farklı muamele edildiği anlaşılıyor. Bu durum Fransızların dindaşlarını kayırıp Müslümanlara kötü muamele ettiklerini gösteriyor. Kendisine ulaşan mektupla Damat Ferid Paşa o sıkıntılı günlerde ilgilenebilmiş midir, bilinmez. Zaten vakanın bundan sonraki kısımlarıyla ilgili yeni bir belgeye ulaşılamadı. Kayserili esirler yurda dönüp ailelerine kavuşabildiler mi, yoksa bugün hâlâ torunları 100 sene önce Arjantin’e çalışmaya gidip de dönmeyen dedelerinin hikâyelerini mi dinliyor? Kim bilir belki de dedelerinin Korsika Adası’ndan gönderdikleri mektup, bu satırlarla kendilerine daha yeni ulaşacak… Kaynak: Yedikıta Dergisi 26 Peltek se Elfaz-ı Küfür Melike Çelik “İki düşün bir söyle” sözünün anlamını hepimiz biliriz. Yahut da “dil belası” ifadesiyle konuşmalarımızdan yakınırız. Ama ne kadar ilginçtir ki bu sözleri kullanırken ifade ettiği anlamı asla hayata geçirmeyiz. Söylediğimiz sözün nerelere vardığını umursamadan çok rahat bir şekilde sözlerimizi sarf ederiz. Oysaki kullandığımız ifadeyle karşımızdakini de incitebiliriz (Allah muhafaza) imandan da olabiliriz. İşte böyle düşünmeden sarf ettiğimiz ama (Allah muhafaza) bizleri küfre götürebilecek sözlere “ELFAZ-I KÜFÜR” deniyor. Bunlardan bariz olan bir ikisini burada açıklayalım, geri kalan günlük hayatımızda kullandıklarımızı aşağıya maddeleyelim dedik. Mesela “Allah yukardadır” demek buna dahildir. Zira Allah-u Teala her yerdedir. Ama burada “yukarıdadır” dan kasıt bizden üstündür, yaratıcıdır ise sakıncası yoktur. Yahut “Seni benim elimden (haşa) Allah bile kurtaramaz” demek de buna dahildir. Allah-u Teala her şeye güç yetiren olduğu için (Allah korusun) bu söz bizi küfre götürebilir. Bu konunun hassasiyetine dikkat çekmek için ufak bir örnek daha verelim ve sözlerimizi bitirelim: Denilir ki tasavvuf erbabı, gönül ehli zatlar hoşlarına giden bir şeye “Ne kadar güzel” demezlermiş. Bunu elfaz-ı küfürden sayarlarmış. Çünkü gözlerindeki tek güzel Cemil olan Rabbu’l Alemin olduğu için “Ne kadar güzel yaratılmış” derlermiş. -Allah bu adamı unutmuştur. -Benden uzak Allah’a yakın ol. -Onun hakkından Allah bile gelemez. -Seni taparcasına seviyorum. Buraya dilimize dolanan ve fark etmeden söylediğimiz birkaç şarkı sözü de ekleyelim dedik: -Cenneti değişmem saçının teline… -Bas bas paraları Leyla’ya bir daha mı geleceğiz dünyaya… -Benim sana yaptığım canım aşk tadında ibadet… -Batsın bu dünya! -Beni tanrıya tekrar inandırabilir misin? -Seninle cehennem ödüldür, sensiz cennet bile sürgün sayılır… Peltek se 27 KİMYASAL ZEHİR BONZAİ Fatma Tuğba Çakıcı Nerden Çıktı Bu Bonzai? Bonzai yakın zamana kadar duymadığımız bir şeydi. Bu aslında bir marka ismi. Sentetik Kannabinoidler adındaki bu kimyasal maddeler Türkiye’de Bonzai ve Jamaika markalarıyla satılıyor. Yani esrarın aktif maddesi olan cannabis’ten türetilmiş sentetik/yapay ve beyin üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip bir grup madde. Hikâye şöyle başlıyor: Bu cannabisin bir takım tıbbi yararları da var. Bakara 219. ayette içki için buyrulduğu gibi, “bir takım yararları da vardır ama günahı (ve zararı) yararından fazladır.” Bilim adamları bağımlılık yapıcı etkileri olmayan ama aynı yararlı etkilerini yapacak bir molekül elde edebilmek için çalışmalar yapıyorlar. Yılan zehrinin de ilaç yapımında kullanılması gibi. Bu tarz bilimsel çalışmalar her zaman yapılan çalışmalardır, böyle birçok madde üretilir fakat genellikle deneyler sırasında görülen yan etkileri sebebiyle bir süre sonra rafa kaldırılır. Bu şekilde üretilen maddelerden ilaç olabilenler %10’un altındadır. Bonzai de kötü niyetli insanlar tarafından o raftan alınıp sokaklara indirilmiş uyuşturucu bir madde. Özellikle Çin ve Hindistan’daki laboratuarlarda üretilerek uyuşturucu piyasasına sürülüyor. Yaklaşık 5 yıllık bir geçmişi var. Başlarda internetten banyo tuzu, esans, baharat gibi isimlerle, doğal ve zararsız olduğu iddialarıyla satılmaya başlanmış. Ne doğal ne zararsız, düpedüz “kimyasal bir zehir.” Son yıllarda ülkemizde ve dünyada oldukça yaygınlaştı maalesef. Peki Neden Bu Kadar Yaygınlaştı? Bunun altında maddenin kendisinden kaynaklanan kimyasal sebepler ve sosyal sebepler var. Kimyasal se- bep, sentetik kannabinoidlerin bağımlılık etkisinin çok yüksek olması. Esrarı aratacak düzeyde. Esrar, bir miktardan sonra beyinde uyardığı yerlerde doygunluk oluşuyor, yani etkisi bir yerden sonra değişmiyor. Sentetik kannabinoidlerin en büyük farkı kimyasal yapısı dolayısıyla bu doygunluğu yaratmıyor olmaları. Miktar artıkça etkisi devam ediyor bu da sürekli artan kullanıma yol açıyor. Daha önce arada sırada esrar kullanan hastalar lanet ederek, bonzaiye geçtikten sonra durdurulamaz şekilde sabahtan akşama kullanır hale geldiklerini ve hayatlarının altüst olduğunu ifade ediyorlar. Yine çok önemli olan sosyal sebepler var. Bonzai şekil, kullanım ve etki olarak esrara oldukça benziyor. Sentetik Kannabinoidler aslında kristal/toz yapıda kimyevi maddeler. Bu maddeler aseton gibi çözücülerde çözülerek sıvı hale getirildikten sonra kurutulmuş bitkilerin üzerine spreyle sıkılıyor. Dolayısıyla kullanıcı da bunu esrar gibi kullanıyor. Bu şekil benzerliği bonzai’nin halihazırdaki esrar satıcı ve kullanıcıları altyapısında yayılmasını sağlıyor. Daha önceden esrar kullanan kişiler merak ettiklerinden ya da esrar bulamadıklarından bonzaiye başlamaktadırlar. Kullanıcılar, son yıllarda esrar bulmanın zorlaştığını, satıcıların “onun biraz serti” şeklinde yanlış yönlendirmelerle sentetik kannabinoidleri pazarladıklarını ifade etmektedirler. Yaygınlaşmasını kolaylaştırıcı diğer etkenler olarak: idrar testlerinde tespit edilememesi, kokusuz olması ve oldukça ucuz temin edilebilmesinden bahsedebiliriz. Tüm uyuşturucu bağımlılıklarında olduğu gibi gençler risk grubunda. Çünkü gençler dürtüsel davranabiliyor, yarını düşünerek hareket etmiyor, heyecan ve yenilik arıyor. 28 Peltek se Nuri Pakdil Rumeysa Çiftcibaşı Çok üst düzeyde bir sorumluluk, büyük bir titizlik, derin bir bilgelik, muazzam bir birikim, olağanüstü bir sezgi ve dikkat, klas bir duruş ayrıca bizlere antiemperyalist, antikapitalist ,antifaşist, antisiyonist ve antifiravunist klas duruşu, devrimci başkaldırışı öğreten:Nuri Pakdil.Kimdir Nuri Pakdil? İnsanlardan kaçıyor, kimseye yanaşmıyor, kimseyle konuşmuyor. Konuşur gibi duruyor, ama konuşmuyor. Konuşmaya başladı mı büyük bir duygu yoğunluğu boğazında düğümleniyor.Gerekli gördüğünde ‘geri çekilmeyi de bilen’ adamdır. Ricat anlamında değil, topluma biraz zaman tanıma anlamındadır bu ‘geri çekilme.’ Tıpkı Türkiye’ye ve yaşadığımız dönemlere ‘erken’ gelmiş diğer ‘adamlar’ gibi. Onların söylediklerini, anlattıklarını toplum biraz hazmetsin, birazını bari anlasın, birazını algılasın, kafasında, gönlünde dolaştırsın diye, bu ‘adam’lar uzun molalar verirler kendilerine, sonra yeniden yola koyulurlar, simurg olurlar, ‘Kaygususz Abdal’ olurlar. Az olmanın ağırlığını yüklenir, çilesini çekerler, çoğunluğun ruhu duymaz. İtalyan Türkolog Prof. Anna Masala Pakdil için 1970’li yıllarda şöyle der: “İnsanlar Pakdil’i ikibin yılından sonra anlayacaktır.”Evet, Nuri Pakdil 1934 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuştur ve halen Ankara’da yaşamaya, yaşama direnmeye ve yazmaya devam etmektedir. İ.Ü Hukuk Fakültesi mezunudur.Bir süre bir bakanlıkta hukuk müşaviri (1965/67) ve devlet planlama teşkilatında uzman (1967-73) olarak çalıştıktan sonra 1973 Mart’ında bu görevinden ayrılır. Nuri Pakdil’in yazı çalışmaları ilkokul sıralarında başlar. Durmadan bir şeyler karalar, durmadan yazar. Kendi deyimiyle “çeşit çeşit kelebekler uçurur gökyüzüne.” Sürekli “yeni kuşlar, yeni sözcükler konar penceresine.” Çok küçük yaşlardan itibaren şu cümleyi söyler: «Ben oyumu sanata, edebiyata ve bunları tutuşturacak büyük ateşe veriyorum.» Ortaokulda da devam ettirir yazmayı. Bir taraftan yazarken bir taraftan da hız kesmeden okuma eylemine girişmiştir.O yıllarda Büyük Doğu dergisi ile tanışması da Pakdil için yazı ve fikir dünyasında bir dönüm noktası olur. Artık temel felsefesini oluşturmuş daha biliçli ve dirençlidir. Hayata yalın bakışın temel amacı yalnızca insan emeğini kutsamak, yalnızca insan emeğini tüm durumlarda her şeye egemen kılmak istemektir. Temel felsefesi de budur. Lise yıllarında Maraş’ta yayımlanan Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazetesinde yazıları yayımlanır.Lisede Hamle adında lise ölçülerinin çok üzerinde dergi çıkaran aykırı bir öğrencidir de.Öğretmenlerini de örgütleyebilen, onları eğitebilen tuhaf, ayrıksı biri öğrenci… Dergi çıkartmak için öğretmenleri ona değil, o öğretmenlerine görev verir, onlardan yazı ister. Nuri Pakdil adı, sonraki dönemlerde aynı lisede okuyan edebiyat heveslisi gençler arasında bir efsane halinde büyür. O yıllarda, aynı dergiyi birkaç sayı kadar da yeni bir Peltek arkadaş topluluğu çıkarır. Dergi, lisenin yayın organı olarak çıkar. Ama finansmanını derginin kendisi reklâm parasıyla sağlar.O tarihte Nuri Pakdil, bu ekibi tanımasa da bu ekip kendini onun halefi olarak görür. Onun tek başına çıkarttığı dergiyi, bu ekip en az beş altı kişi olarak çıkarır. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören, Ali Kutlay aynı deneyimin içinde yer alır. Adı sonradan Edebiyat Dergisi ile özdeşleşecek olan Nuri Pakdil, bu derginin ilk kıvılcımını 1964’de yazdığı bir mektupla rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’na atar.Şubat 1969’da ise Büyük Doğu, Diriliş gibi edebiyat ve aksiyon geleneğimizin güçlü halkalarından biri olan Edebiyat Dergisi yayın hayatına başlar. Aralıklarla 1984’e kadar yayınlanan Edebiyat Dergisi,”Tüm çemberleri, edebiyat kıracaktır sonunda;bağımlılığın çemberlerini”diyen hayatımızda Nuri Pakdil’in adıyla özdeşleşen özel bir hava estirdi ve yayın hayatına son vermesi rüzgarını kesmeye yetmedi elbette. 1984 yılında Edebiyat Dergisi’nin kapanışı ve Pakdil’in 13 yıl sürecek ve her geçen yıl derinliğini artıracak bir “sessizliğe” çekilmesinden sonra, onun “eve dönün!” çağrısı bir uyarı olarak kaldı zihinlerde. Bu “eve dönün!” çağrısı aslında Nuri Pakdil’in Bir Yazarın Notları adlı kitap serisinde ki insanın süren sorgusu olarak nitelendirdiği bir özeleştiriden başka bir şey değildi. Bir kimlik erozyonu ile karşılaşan insanlar artık asıllarına dönmeliydiler. Çünkü bu kimlik erozyonu, kültürel hafızasını yitirmekte olan bir toplumun işaretiydi. Evet bu bağlamda “eve dönmeliydik!” 1970’li yılların en özgün yazın adamlarından birisidir. Kurcalayıcı bakışı, soyadına uygun dili, ince ince yontulmuş üslubu, dünyayı göğüsleyişinde ki acılı ama umutlu yoğunluğuyla özel bir yazar. Yakından tanıyanların anlattığına göre, yatağının yanında kâğıtla kalemi hiç eksik etmez. Açık ya da örtük, istenmiş ya da istenmemiş bir kılavuzluk konumu var. Denemeleri, oyunları, günlüğü, çevirileriyle top yekun bir ustalık. Bir atımlığına parlamış, söyleyeceğini söyleyerek çekilmiş, kalem kırmış bir yazar olarak görmemeliyiz Nuri Pakdil›i. Susmuşsa söyleyeceği kalmadığından değil besbelli. Kirlenen, gitgide kirlenen bir ortamın dışında durarak paklığını koruma çabası bu. Belki de kültürel bağlamda erozyonun hızlandığı bir dönemde geri çekilmeyi tek doğru çözüm yolu saymış seyrek ermişlerden birisidir şüphesiz. Yazmanın, insanın kendi yalnızlığı içinde gerçekleştirildiğini, bunun için kimi yazarların kendilerine yalnız yaşayabilecekleri mekanlar kurduklarını işitmişti. Böyle lüksleri yoktu Nuri Pakdil›in. O, yapay yalnızlıklara gömülüp kalmaktansa topluluk içinde yaşanan yalnızlıkların besleyiciliğine inanıyor ve öyle yaşıyor. Nuri Pakdil’de üslup, duruş, tavır çok önemlidir. Çünkü, ‘ her dağın bir duruşu vardır’.Zaman zaman biçimi özden de önde tutan bir duruş klas bir duruş... Pakdil Ortadoğu ile bütünleşmiş gibidir. Eline bir gazete alacak olsa, gazetede didik didik “Ortadoğu”, “Kudüs” kelimelerini arar, yolda bir arkadaşını görse ‘Nasılsın?’ der gibi ‘Kudüs nasıl bugün?’ der. se 29 Atasoy Müftüoğlu’na göre Nuri Pakdil, ‘Büyük bir entelektüel direnişçi’dir. Hep sorgulayan bir bilince sahiptir. Tutarlı bir hayat, düşünce ve edebiyat tarzının, bütünlüklü bir hayat ve edebiyat anlayışının, inandığı değerlerle uyumlu bir hayat pratiğinin sahibidir. Tarihin bilinçli, aşklı, tutkulu, öfkeli, hınçlı sorumlu tanığıdır. Kimsenin “adamı” olmayan, hiçbir şekilde çıkar peşinde koşmayan, yalnızlığı bir hayat biçimine dönüştüren, aykırı bir kişiliktir. Zor beğeniler ve zor seçimlerin adamı olan, ama kalabalıkların adamı olmayan Nuri Pakdil, yol arkadaşlarıyla yollarını ayırarak, kendi başına varolmayı tercih eder.’ Yükseklerde, tehlikeli yerlerde dolaşmayı seçer. Belki de devrimci ruh taşımanın bir özelliğidir bu. Zaman zaman gemileri yaktığı da olur. Sevdi mi tam sever, koptu mu tam kopar. Her zaman kalbinin üstünde bir avuç güneş vardır. Her an, seslere ses katacak yağmurları indirecek bulutları, en sarsıcı fırtınaları estirecek rüzgârları sürekli yedeğinde, yüreğinde taşıyan ‘çelik adam’dır. Duruşunda ‘entelektüel bir derviş’ saklıdır. Öfkesini, bulvarların utanç vitrinlerine düşürmüş gibidir. Konuşacak bir konu varsa, cesareti olanlar konuşur ve konu kapanır, der. İstanbul aşığıdır. İstanbul:insanın yaradılışını en iyi, en sağlam gerekçelendiği yer,Mekke›den, Medine›den Kudüs›ten sonra. Maraş sevgisi de onda bir başkadır.Maraş yol alır, sonsuzluğa doğru. Ve Ortadoğu aşığıdır. Bu aşkı inada dönüşür yer yer ve inadının ağırlığı ne büyüktür. «Ve yüreğinin üzerinde bir tül gibi duran Kudüs, ah Kudüs.» «Elimi Kudüs resminin üzerinde uzun süre tuttum,enerji niyetine,yarın Medine hurması alacağım.»der. 1972-1984 yılları arasında 18’i Nuri Pakdil imzasını taşıyan, 45 kitap yayımlamıştır.28 Şubat 1997 tarihinde Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan yeniden kitap yayımlamaya başladı. Daha önce yayımlanan 5 kitabın yeniden çalışılmış basımı ve 12 yeni kitabın ilk basımları yapıldı.Kasım 2014’te de Necip Fazıl Saygı Ödülü’nün ilkini aldı. Şuan 81 yaşında olan Pakdil geçtiğimiz günlerde Türkiye Koordinasyon ve İşbirliği Ajansı(TİKA) aracılığı ile bir Kudüs ziyareti gerçekleştirdi.Orada kendisine sorulan sorularda Kudüsü çok sevmesinin sebeplerini şu şekilde açıkladı:’’ Zaten Türk milleti her zaman Filistinlilerin yanında olmuştur. Daha da önemlisi Filistin bir bütün olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun parçasıydı. Müsaadenizle Kudüs’ü çok sevmemin sebebini de belirtmek istiyorum. Ezeli ebedi ulu önderimiz Hz. Muhammed’in miraca çıkarken ayak bastığı son yeryüzü parçası Kudüs olduğu için biz burayı çok seviyoruz. Kudüs bizim için çok kutsal bir yerdir. Kudüs sevgisi bizden uzaklaşamaz. Biz de Kudüs’ten uzaklaşamayız. Kudüs bizim namusumuzdur.” İnsanın süren sorgusu çerçevesinde koyu bir «hiç»liğin içinde «yaşamak» için savaş veren insanlar olarak Nuri Pakdil›e, Nuri Pakdil’in düşüncelerine -özellikle şimdi- çok ihtiyacımız var. 30 Peltek se BENİM KİTAPLARIM Edibe Büşra NAR AĞACI Nazan Bekiroğlu’ndan Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nın buluşturduğu iki hayatın hikayesi. İki gencin aşkının anlatıldığı muhteşem bir roman. Film seyreder gibi okuyacağınız, okurken kendinizi hikayenin içinde bulacağınız eşsiz bir eser. Uzun zaman etkisinden kurtulamayacağınız bir kitap. Şimdiden iyi okumalar! ÜÇYUSUFÜÇRÜYA ÜÇGÖMLEK Kıssaların en güzeliyle buluşma fırsatı bulacağınız bir kitap. Demirci’nin şiirsel üslubuyla yüreğinizde yer edinecek bir eser. Bu kitap sayesinde kendinizi Hz. Yusuf’un yerine koyup onun çektiği sıkıntıları müşahede edebileceksiniz. BİR DEĞİRMENDİR BU DÜNYA Zarifoğlu’nun dertli yüreğinden parça pinçik olan Ümmet coğrafyasına uzanan bir kitap. Okurken Müslüman olarak yaptığımız yanlışları, eksikliklerimizi ve kan gölü haline gelen Ortadoğu’nun ahvalini tahlil edebileceğiniz bir eser. Zannımca her İmamHatip’li gencin okuması gereken bir kitap. İyi okumalar! HAYAT TESELLİ BULMAKTIR Sayar’ın bugüne kadar yayımlanan yazılarının en sevilenlerini bir araya getirilerek oluşturulan bu kitap kişisel gelişim seviyesine inmeden insanın insanda dirileceği bir hayat anlayışının mümkün olduğunu fısıldıyor kulağımıza. NUR Kutlu’nun geniş ufkundan bir damla olan bu kitap zengin bir ailenin kızı olan Nur’un hidayet arayışını anlatıyor. Yazarın eşsiz üslubuyla satır aralarında kaybolurken hiç farkında olmadan kendinizi son sayfada buluyorsunuz. CENNETE OTOSTOP Adem Özköse’nin Ümmet coğrafyasına yaptığı yolculuklarda buluşma fırsatı bulduğu mühtedilerle yaptığı röportajlardan oluşan bir eser. Okurken etkileneceğiniz, gözyaşlarınıza hakim olamayacağınız, birbirinden güzel 19 hidayet öyküsü. Elinizden bırakamayacağınız ve hayatınızda büyük izler bırakacak bir kitap. İSLAM DEKLARASYONU Bilge Kral Aliya’nın kaleminden davasını anlattığı bir eser. Müslüman halklara bir rehber niteliğinde olan kitap başucu kitabı olmayı fazlasıyla hak ediyor. SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI Üstad Necip Fazıl’ın kaleminden son dönemde sırf görüşlerinden dolayı idama mahkum edilen mazlumların yürek yakan hikayeleri... Yakın tarihe ışık tutan bir kitap. Okuduğunuzda doğru bildiğiniz birçok şeyin aslında yanlış fark edeceksiniz. Şimdiden iyi okumalar! Peltek se EN GÜZEL ZÎNET Haya Pembe Betül Karasu Haya kelimesi, kök olarak “Hayat”tan türemiştir. Hayat ise, ölümün zıddı olan diriliğe denmektedir. Bu duruma göre haya, insanı manen diri tutan değerler manzumesinin can damarı demek oluyor. Bizim dinimizde, insanı kendisine ve çevresine karşı saygılı davranma, dürüst ve ölçülü hareket etme çizgisinde tutan iki temel müeyyide (yaptırım) vardır. Bunlar; Allah’tan korkma ve kuldan utanma duygusu şeklinde ifadelendirilmiştir. Her dinin bir ahlak düzeni vardır. İslam dininin ahlak düzeni de haya üzerine kurulmuştur. Utanma duygusunu yitirmiş insanın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Haya duygusu zedelenmiş, utanma hissini kaybetmiş insanların durumu, kontrolden çıkmış hareketli bir cisme benzer. Nerede duracağı, ne yapacağı, ne gibi zarar vereceği belli olmaz. Bugünkü sıkıntıların başı, iman zayıf olunca, imana bağlı olarak bulunan; haya, edep, takva gibi güzel hasletler de kaybolmakta yerini şeytanın pis amelleri almaktadır. Öyleyse; neslimizin ve nefsimizin iman noktasındaki zaaf ve eksikliklerini gidermede çok kararlı olalım. 31 32 Peltek se Bi Çay... Beyza Doğan …iki çay söylemiştik orda biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni… | cemal süreya …benim çay bardağımda senin gözlerin olur, senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda… | sezai karakoç …çay bulaşıcıdır, efkar da… | bekir erdoğan …soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm… | nevzat çelik …hadi iç de çay koyayım… | ah muhsin ünlü …çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle… | turgut uyar …yazsam okusam okusam yazsam biri devamlı çay verse bana… | ömer lütfi ege …ve oturdu mu bir masaya hakkını verir çay içmenin… | cahit zarifoğlu …çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen… | aşık veysel …ama bu kente gelirsen unutma beni ara. Sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım… | osman konuk …bir gün çay içelim seninle, çaylar benden manzara senden olsun… | orhan kemal …bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye çay söyledim kahveden… | ibrahim tenekeci …seni çay içerken izlemek, seni çay doldururken, seni demlerken çayı, kimseler inanmasa da düpedüz sevap… | alper gencer …şimdi ölsek en fazla kahvede çaylar soğur… | yılmaz odabaşı …biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz… | oğuz atay …masada çay bardakları ve senin ellerin olsun… | tarık tufan 9. …çay henüz her şey bitmedi demektir… | cezmi ersöz Peltek Hint çayı (masala) Hindistan’da ‘bana bir çay çek usta’ derseniz -tabii Hintçe bunu demek zor o yüzden ça, chai, çay sizi kurtarır- size tip olarak nescafeye benzer bir çay gelir. Çünkü Hindistan’da çay sütlüdür ve siz ‘no milk‘ demediğiniz sürece de sütlü gelir. Sütsüz istenilen çaylar da bizim damak tadımıza yakın siyah çaylardır. Çünkü siyah çaya sadece süt değil aynı zamanda ‘masala‘ adı verilen bir tür çeşni de katılmıştır. Yani toplarsak, klasik bir Hint çayı sütlüdür, şekerlidir ve baharatlıdır. Masala adı verilen baharat karışımının içine ise kakule, zencefil, tarçın, karanfil ve karabiber konulur İçine karıştırılan baharatlar ve bu baharatların oranlarına göre çayın tadı inanılmaz değişiyor. Bu yüzden gerçek bir masala chai için bir Hintli gerek. Hindistan soğuğa pek alışkın bir ülke değil, bu yüzden sütlü çay içerek ısınmaya ve enerjik olmaya çalışıyorlar. Masala çayı içmek isterseniz buyurun tarifi .. Biraz su biraz süt içine biraz tarçın katarak kaynatın içine isteğinize göre şeker atarak demlenmesini bekleyin Afiyet Olsun. :) Dostum çay çek oradan. Geçen giden ve gelecek olan tüm dertlere hafif demli bir çay içelim. Bir yudum daha çekip bu nimetten mahrum kalmadığımız için şükredelim. İç hadi bir yudum, tadını hissedip Subhanallah diyelim. İç iç çekinme, bunca soğuk, samimiyetsiz insanları unutturan sıcak çaydan içelim. Al ince belli bir bardak, şeffaf olsun, olsun ki içini görelim. Çayın samimiyetini bunca samimiyetsiz insana rağmen, onun içini görelim. Tek ona anlat derdini, her bir yudumda el uzatsın sana, her şeye rağmen ben yanındayım dediğini için ısınınca anla. Al bir kitap yanına göğe bakalım. Turgut Uyar’la ya da ba- se 33 Azerbaycan Azerbaycan’da çay servisi mürebbe adı verilen çeşitli reçellerle yapılır. Böğürtlen, patlıcan, domates, karpuz, ceviz gibi reçel çeşitlerinden birini çayınızla harmanlayabilirsiniz. Reçellerden gül ve vişne daha çok ev halkı için yapılırken, beyaz kiraz ve cennet elması reçeli misafirler için tercih edilen reçellerdir. Misafir çok çok önemli bir zat-ı muhterem ise de beyaz kirazın içine ceviz konulur ve çayın yanında verilir. Azerbaycan halkı soğuk algınlığı gibi hastalıklarda ise böğürtlen reçelini tercih eder çayın yanında. Reçel dışında çay sofrası kurulduğunda, çayın yanında kuruyemiş verilir. Şeker kullanımı ise kıtlama usulüdür. Azerbaycan’da kız istemeye gidilmişse, kız isterken çay ikram edilir. Kız tarafı ‘çayınızı şirin edin’ yani ‘çayınıza şeker alın’ derse kızlarını vermeye gönüllü olduklarını belirtirler. Vakit kınaya geldiğinde ise kına yakıldıktan sonra kız tarafından bir kişi ‘iki renkli çay‘ yapar ve damat ile arkadaşlarına ikram eder. Onlar da çayı içer ve tabağa para koyarlar. şucumuzda bir müzik olsun. Eskilerden çok eskilerden daha samimi olunan, duyguları samimi anlatan bir müzik aç. Kaybol onun içinde çek bir yudum daha aman ha soğutma ve sakın dudak payı bırakma çayında. Her eksik içtiğin çay daha az inmiş acı demek. Aç bir müzik. Hasretinden gönlümüz yanan insanlar için bir yudum daha içelim. Zeki Müren havası olsun. Biraz canlı, biraz buruk. Ölenlere sağ kalanlara... Sohbetine doyamadığımıza, onun için son yudumu da içelim. Haydi. Çayınıza sohbetinize sağlık. 34 Peltek se MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ Her insan doğuştan getirdiği kendisine özgü yetenekleri, potansiyeli farklı gizli güçleri vardır. İnsanlar yaşamları boyunca bunları ortaya koymak, kullanmak ve geliştirmek ister. Bize bütün bu olanakları sağlayacak olan mesleğimizdir. Meslek, bir kimsenin hayatını kazanmak için yaptığı, kuralları toplum tarafından belirlenmiş ve belli bir eğitimle kazanılan bilgi ve becerilere dayalı faaliyetler bütünüdür. “Meslek seçiminin ne kadar önemli bir karar olduğunun farkında mıyız?” Meslek seçimi bizlerin hayatımızda verdiği en önemli kararlardan biridir; hatta en önemlisidir. Çünkü seçilen meslek bizim hayatımızı ekonomik, sosyal, psikolojik, fizyolojik ve biyolojik yönüyle tümüyle etkilemektedir. Bir başka deyişle bizim doğuştan getirdiğimiz yeteneklerimizin, potansiyelimizin ve daha sonra öğrenme yoluyla kazandığımız bilgi ve becerilerin en iyi şekilde kullanılabilmesi bizim için en doğru olan meslek alanı, işin seçilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu sayede birey kendini gerçekleştirebilecek benlik kavramı sağlıklı ve kuvvetli bir şekilde gelişecek, yaptığı işi, mesleğini severek yapacaktır. Yapmış olduğu meslekten sadece maddi bir kazanç değil ruh sağlığımız için çok önemli olan psikolojik doyum (kazanç) elde edilmiş olacaktır. İnsanlara “Elinizde yaşamınızı rahat bir şekilde sağlayacak bir para geçse yine çalışmak ister misiniz?” sorusunu yöneltildiğinde % 85 EVET yanıtı alınmıştır. Yaşamımızın 40 yılını bir mesleğe hazırlanarak ve icra ederek geçiriyoruz bu da hafta sonu tatilleri ve tatiller hariç yaşantımızın 10.000 gününü mesleğimiz ile ilgili etkinliklerle geçiriyoruz demektir (80.000 saat). Bir meslek kararımızı verirken bunun böyle olacağını hiç ama hiç düşünmüyoruz. Oysa meslek seçerken verdiğimiz karar, bizim ileride iş bulup bulamayacağımızı yada iş yaşamında mutlu ve başarılı olup olamayacağımızı belirler. Meslek, bireyin yeteneklerini, kendini geliştirme ve gerçekleştirme yoludur.Bireyin kişilik özelliklerini, ideallerini, hayat görüşünü, değerlerini belirler.Birey gününün büyük bir kısmını işinde geçirir. Bireyin yaptığı faaliyet ilgi ve yeteneklerine hitap ediyorsa kişi mesleki açıdan doyum sağlar . Bir nevi bireyin hayatta mutlu olması kendi özelliklerine uygun doyum sağlayacağı meslek seçmesine bağlıdır. Peltek Meslek seçimindeki kararı bireyin, işindeki başarı ve başarısızlığını da etkiler.Her birey farklı ilgi ve yeteneklere sahiptir.Her meslekte farklı yetenekleri gerektirir. Günümüzde meslek seçeneklerinin artması, buna bağlı olarak meslekte uzmanlaşmanın artması, mesleğe hazırlanmanın uzun süreli eğitimi gerektirmesi, meslek seçme işleminin önemini arttırmaktadır. Bireyin seçim yapmak zorunda olduğu meslekler geniş bir yelpaze göstermektedir.Tüm bunlar doğru ve gerçekçi seçim yapma zorunluluğunu artırmaktadır. EN İYİ MESLEK HANGİSİDİR? Geçmişte şu anda gelecekteki en iyi meslek bireyin özellik ve koşullarına en uygun olan onu en çok tatmin edecek ve tüm yeteneklerini kullanarak kendini geliştirebileceği meslektir. • Sevdiğiniz bir işi meslek edinirseniz, hayatta bir gün dahi olsa çalışmış olmazsınız (Konfiçyüs). • Hayatta bir gün bile çalışmadım, hepsi keyiften ibaretti (Edison). Bireyin gelecekteki yaşam tarzını belirlemesinde dönüm noktası olan mesleki tercihini yaparken doğru ve isabetli karar verebilmesi için izleyebileceği basamaklar şöyle sıralanabilir: 1.Bireyin yeteneklerinin belirlenmesi ( Ben neler yapabilirim? ) Yetenek belli bir eğitimden yararlanabilme gücüdür. Bireyin hangi eğitim programında başarılı olabileceğini gösterir.Yetenek meslekteki başarıyı etkileyen etmenlerden biridir ve temel gerekliliktir.Seçtiği mesleğin gerektirdiği en az yetenek düzeyine sahip olmayan bireyin o meslekte başarılı olması pek de mümkün değildir. Bunun yanında sahip olduğu yeteneklerin, kapasitenin altında bir yetenek düzeyi gerektiren mesleğe yönelen bireyin meslekte doyum sağlaması da mümkün olmayacaktır. Akademik yeteneğin, okulda derslerdeki başarının yada başarısızlığın araştırılması, sözel yada sayısal düşünme yeteneklerinden hangisinde daha başarılı olduğunun belirlenmesi gerekir. Bunun için bireyin Fen, Sosyal, Matematik, Türkçe derslerindeki başarısı bir ölçüt olacaktır. Bunun dışında cisimleri üç boyutlu görebilme, şekiller arasındaki benzerlik ve farklılıkları bulabilme gücünün belirlenmesi de araştırılması gereken yetenek alanıdır. Sayısal düşünme gücüne sahip olmayan, Fen, Matematik gibi sayısal derslerde başarılı olmayan bir bireyin Tıp fakültesi, Diş hekimliği, Mühendislikler gibi sayısal puan ile öğrenci alan yüksek öğretim programlarında başarılı olması mümkün değildir. Cisimleri üç boyutlu görebilme ,bir evin planına bakarak o evin yapılış halini göz önünde canlandırabilme, bir şeklin açılımını düzlem üzerinde çizebilme gücüne sahip olan birey, mimarlık eğitiminde başarılı olabilecektir. Sözcükleri ustalıkla kullanamayan, zengin bir sözcük dağarcığına sahip olamayan kişinin dil ve edebiyat programında başarılı olması beklenemez. 2.İlgi Alanlarının Belirlenmesi (Ben neleri yapmaktan hoşlanırım?) Yetenekler, bireyin hangi eğitim programında daha se 35 başarılı olabileceğini gösterirken ilgiler, bireyin hangi faaliyetlerle uğraşmaktan zevk duyacağını belirler ve işin özüne iner. İlgiler , yeteneklerle ilişkilidir.İlgi duyduğumuz alanlar çoğunlukla yetenekli olduğumuz alanlardır. Seçilecek olan mesleğin, insanlarla diyalogu, onları yönetmeyi, yönlendirmeyi, onlara hitap etmeyi, yardım etmeyi yoksa insanlarla değil de objelerle uğraşmayı gerektiren faaliyetlerimi içermesinin belirlenmesi, bunun dışında edebiyata, müziğe, güzel sanatlara karşı olan ilgilerinde belirlenmesi gerekir. Birey ilgi duyduğu, hoşlandığı işleri severek yapar. Bireyin ilgi duymadığı faaliyete yönelmesi hem mesleki doyumunu hem de başarısını olumsuz olarak etkileyecektir. İnsanlara yardım etmekten, insanların sorunlarını dinleyip sorunlarına çözüm aramaktan zevk almayan bir psikologun ne kendisine nede kendisinden yardım isteyen kişiye faydası olacaktır. 3.İş Değerlerinin Belirlenmesi (Ben ne istiyorum ? ) Yetenek ve ilgilerin belirlenmesinin ardından bireyin meslekteki beklentilerini tanımlaması gerekir. İş değerleri , bireyin meslekte nelere önem verdiğini, mesleki faaliyetin sonunda elde etmek istediği olanakları gösterir. Kazanç, liderlik, yeteneğini kullanma, işbirliği, ün sahibi olma, sosyal statü, düzenli yaşam, değişiklik gibi iş değerleri vardır. Birey bu değerlerden kendisi için önemli olanları belirlemeli.Kendisine belirlediği bu değerleri sağlayacak mesleğe yönelmelidir. Ancak ilgi ve yeteneklerini de göz ardı edilmemesi gerekir. Meslekte düzenli bir yaşama, sosyal statüye, işbirliğine, yaratıcılığın anlatım bulmasına önem veren birey kendisine bu beklentilerini sağlayabilecek olan ‘öğretmenlik mesleğini tercih edebilir. 4.Kişilik Özelliklerinin Belirlenmesi (Karakterim Nasıl? ) Meslek seçimi, bireyin kişiliğinin yansımasıdır.Bireyin meslek seçiminde isabetli olması kişilik özelliklerini çok iyi tanıyıp bu özellikleri gerektiren mesleklere yönelmesine bağlıdır. Bireylerin çok farklı kişilik özellikleri vardır. Atak, girişken, çekingen, uysal, hırslı, idealist, hayal gücü zengin, realist, mantıklı, sinirli, kendi başına buyruk, alçak gönüllü, düzenli, kurallara bağlı vb. çok çeşitli kişilik özellikleri bulunur. Bireyin sayılan bu özelliklerinden hangilerine sahip olduğunu belirlemesi ,seçimini bu doğrultuda yapması gerekir. İkna gücü yüksek,dışa dönük,insanlarla devamlı ilişki halinde olan girişimci niteliklere sahip olan birey avukat, politikacı yada pazarlamacı olabilir. Kurallara bağlı, düzenli, statüye önem veren, sorumlu, nesnelerle uğraşmaktan hoşlanan bireylerin, bankacılık, büro memurluğu, muhasebe gibi mesleki yönelmeleri isabetli olacaktır. Kişilik özelliklerinize, yeteneklerinize, günün koşullarına uygun, bilinçli bir meslek seçimi, toplumda sağlıklı, mutlu, kendi kendisiyle barışık insanlarında sayısını da çoğaltacaktır. 36 Peltek se Diyar-ı Küfrü Gezdim Zehra Nur Koç Birkaç ay öncesinden Fransa’ya gitmeye niyet etmiştik. Gitmek, on beş tatilde nasip oldu. Gideceğimiz yer Fransa’nın 8. büyük kenti olan ve Akdeniz kıyılarında bulunan Montpellier şehri idi. Montpellier kenti adını “Mont Pestellario” adlı bir dağdan alıyor. Yüzyıllar içinde değişe değişe Montpellier olmuş. Türkçedeki telaffuzu ise “Monpölye” dir. Gezmeye başladığımızda adım başı şaşkınlık, bazen hayranlık, bazen ise midemizi bulandıran birçok şey ile karşı karşıya kaldık. Öncelikle şehrin merkezi olan Comedi meydanından başladık gezmeye. Comedi meydanı birçok kafe ve restorantı içinde bulunduran, çok şık, geniş bir meydan. İnsanlar bu meydanda sanatlarını özgürce icra edebiliyorlar. Meydanın orta yerinde ise şehrin simgesel yapıları bulunuyor. Meydanda bulunan dilenciler, evsizler vs. ihtiyaçlarını sözlü bir şekilde veya etraftakileri rahatsız edecek bir biçimde değil; ellerinde bulunan yazılı kartonlarla ifade ediyorlardı. Bu yapılan şey çok ilgi çekici ve aynı zamanda kanaatimce çok hoştu. Bunun yanısıra günün hangi saatinde dışarı çıkarsan çık sana gülümseyen, “bonjour” diyerek selamlayan, bisiklet süren madamın biz ona çarptığımız halde, “pardon frenlerim bozuk galiba” diyerek bir değil iki kez özür dilemesi, çok samimi ve sıcak insanların varolduğunun kanıtıydı. Bulunduğumuz kentte ulaşım için tramvaylar şehrin bel kemiğiydi. Aktif bir ulaşım aracı olan tramvaylar; rengarenk desenler içindeydiler ve yepyeni gözüküyorlardı. Üstelik tramvaylarda turnike sistemi de yoktu. Bilet denetimi ise yok denecek kadar azmış. Yani anlayacağımız insanlar kendi vicdanlarıyla başbaşa bırakılmış. Türkiye Avrupa’ya yetişmek adına güzel baba yadigarı evlerimizi yıkıp, yüksek yüksek binalar dikiyor. Halbuki gezdiğimiz kentte böyle bir durum yoktu. Çoğunluğu müstakil ev olmakla beraber çok fazla yüksek binalar yoktu. Şehirde çok otantik güzel evler, kafeler, restoranlar vardı. Şehir mimarisine sahip çıkılmış. Alışverişte sebze meyveyi kendin tartman, aynı zamanda bir kısım yerlerde kasiyerin bulunmayıp kasadan kendin geçirmen , ya da petrol istasyonlarında arabadan inip kendi yakıtını yine kendin doldurman daha önce hiç görmediğim ilginç şeylerdi. Fransa devleti Fransız olsun olmasın halka çok iyi hizmet ediyordu. Hizmeten istifade için kendini ifade etmen yeterliydi. İnsanlarda bazı milletler müstesna yapılan hizmeti suistimal etmiyordu. Bunların hepsi çok güzel şeyler. Sadece bunlardan bahsedince insan; yaşanılası yerler, işte hayat bu diyor. Ama Müslüman olarak taviz veremeyeceğimiz, bizim için yaşantımızın temel taşı olan; hassasiyetlerimiz, değerlerimiz var. Bunların başında temizlik geliyor. İnsanların abartı bir şekilde olan hayvan sevgileri bu meseleye zıt bir durum. Çocukları olsa o kadar yani… zaten her yere hayvanlarla girip çıkmak serbestti. Kimisi köpeğiyle birlikte yemek yiyor, kimisi köpeğiyle beraber arabada yolculuk yapıyor kimisi köpeğiyle çok samimi… Benim gezimizle ilgili gözlemlerim, aktaracaklarım bunlar. Artılarıyla eksileriyle elhamdulillah güzel günlerdi. Hasılı kelam; Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm, Dolaştım mülk-i islamı ben dahi viraneler gördüm. Peltek se 37 EN RE SC Benim Sinemalarım Dilruba Aslan AKILALMAZ (Unthinkable): 2010 ABD yapımı olup Gregor Jordan’ın yönetmeliğini yaptığı film sonradan Müslüman olmuş bir ABD vatandaşı olan Muhammed Yusuf’un 3 ayrı yerlere yerleştirdiği nükleer bombaları ABD yönetimini korkutur ve FBI’ı hemen devreye sokarak çalışmalara başlar. Muhammed Yusuf’u aramaya koyulurlar. Muhammed Yusuf ise bilerek bir alışveriş merkezinde FBI’ın kendisini bulması için kameraların karşısında bekler. Ve yakalanıp sorguya çekilir ,sorguyla başlayan diyaloglar iki kişi arasında olsa da aslında bu ABD ile Müslüman devletleri simgelemektedir. ABD’nin Müslüman ülkelere yıllardır uyguladığı sömürge polikasını ve bu politikadan da vazgeçmeyeceğini filmde sürekli vurgulanmıştır.Ve sorgulamada kullanılan yöntemler ABD yönetiminin Ebu Gureyb’te Guantanamoda yaptığı hukuksuz sorgulamarı işkenceleri andıracak şekilde acımasızdır.Film izlerken Amerika yönetimin Müslüman sömürgelerine karşı net tavrını da gözler önüne sermektedir.İyi seyirler HUGO: 2011 de vizyona giren Martin Scorsese’nin yönetmenlğini üstlendiği macera dram ve aile türleri bir arada verilen film anne ve babasız olan sahipsiz bir çocuğun pariste bir tren istasyonunda gizlice yaşamak zorunda olduğu ve saatleri ayarlamakla görevli bir çocuğun hikayesi… Hayata dair bir şey bilmeyen hugo neden dünyada oğlunu ve ne yapması gerektiğini sorgulamaya başlar saatleri ayarlamakla uğraştığı için bu sorunun cevabına kolay ulaşır ve düşünür ki “saatlerde bulunan parçalar ne eksik ne fazla hepsinin bir görevi var ve hiçbir parça fazla değil o halde bende dünyaya geldiysem bir nedeni olmalı bir görevim olmalı, hiçbir şey boş değil” diyerek babasından kalan ‘automaton’ robutu tamamlamak için yola koyulur ama birdenbire yolu bakımını yaptığı saatlerin dişlileri gibi kitaplara meraklı, garip bir kızla ve tren istasyonunda oyuncakçı işleten umudu kırılmış bir adamla kesişir.Film bu esrarengiz olayların çözümlenmesi ile devam eder. TRUMAN SHOW: Peter Weir’ın hayatlarımızın gerçeklerini sorgulatan ve çevremize daha farklı bir gözle bakmamızı sağlayan 1998, modern yaşamımızı sorgulamaya yönelten başarılı bir filmdir. Filme adını veren kahramanımız Truman Burbank tablolardaki gibi eşsiz güzellikte bir adada yaşayan evli ve çok sevdiği bir eşi olan düzenli ve iyi bir işi olan görünüşte mutlu bir insandır.Truman tüm okul hayatı boyunca sorgulamamayı,keşfetmemeyi öğütleyen bir eğitim sistemi içinde yetişmiştir. Böylelikle kahramanımız aynen günümüzdeki miyomlarca insan gibi kapitalist,emperyalist seküler ve modern bir eğlence programında olduğunun var(a)mayacak vardıralamayacak ve mutlu olduğunu düşünerek geçirecektir hayatını. Öyle ki Trumana dış hayatın olmadığını çocukluktan itibaren aşılanmıştır tıpkı günümüzdeki sistem gibi ama Truman bunu aşıcak ve gerçeklere ulaşacaktır.Filmden bir replik vermek gerekir ise “Dünyanın gerçekliğini bize sunulan haliyle kabul ederiz”. Peltek 38 se Tarihin Köşe Taşları Derya Erincik ALİYA Aliya İzzetbegoviç 1925’te BosnaHersek’in Bosanski Samac ilinde doğdu. Saraybosna’da hukuk eğitimi gördü ve avukat olarak çalıştı. 1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkum oldu. Cesur, inançlı ve azimli mücadelesi ile tüm hayatı boyunca halkına önderlik yapan, bilge-zahid kişiliğiyle haklılığını her zeminde haykırarak güçlü ve şahsiyetli bir örneklik ortaya koyan Aliya, bu özellikleriyle İslam Dünyasında yeni bir lider tipinin de öncüsü oldu. Son derece güçlü entelektüel birikiminin yanında eylem adamı kişiliğini gösterebilen Aliya, 2003 yılında vefat etti. İSKİLİPLİ ATIF HOCA 1875 yılında doğdu. Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf, dedesi Hasan Kethüda’nın himayesinde yetişti. Köy hocasından başladığı tahsiline 1891’den itibaren iki sene İskilip’te devam etti. 1902’de medresedeki öğrenimini tamamladı. Atıf Hoca, şapka devriminden önce yayımlamış olduğu Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğüne davet ediyordu. Müslümanların Müslüman olmayanların kılık kıyafet ve kültürel alışkanlıklarına benzemeye çalışmasının caiz olmadığını söylüyordu. 26 Aralık 1925’te, risaleyi yayınlayan ve dağıtanlarla birlikte, 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara’ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayınlamış olduğunu, içerikleriyle ALİ ULVİ KURUCU 81 yaşında hayata veda eden Ali Ulvi Kurucu, 60 yıldır Medine–i Münevvere’de yaşıyordu. Senenin belirli bir bölümünü ise Türkiye’de geçirmeye özen gösterirdi. Emekli olduktan sonra bütün zamanını Medine’ye gelen misafirlerine ve ibadete ayıran Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi, yetişen imanlı nesli gördükçe kendini, “Sizler benim gerçekleşen rüyalarım, kabul olunan dualarımsınız.” demekten alıkoİBN-İ HALDUN İbn-i Haldun modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas’ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır’da çalıştı. Kuzey Afrika’nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır’da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam’ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti. Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe ge- ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı. Mahkeme başkanının şapka ve sarığı karşılaştırarak, ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun hammaddesinin de İngiliz bayrağının hammaddesiyle aynı olduğunu söyleyerek cevap verdi. Savcı, İskilipli Âtıf Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme, müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı. Ancak Atıf Hoca savunma haklarından tümüyle vazgeçtiğini belirterek idama götürülmesine razı bir tutum aldı. Ertesi gün, mahkeme reisi Ali Çetinkaya müdafaa yapmaya gerek görmeyen Atıf Hoca’yı idama mahkûm etti. Atıf Hoca 1 hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı’nda asıldı. yamıyordu. Ömrü Medine–i Münevvere’de Peygamber Aleyhisselâm’ın yanı başında huzur ve sükûn içinde geçirmiş, dünyanın her tarafından o nurlu şehre gelen ilim adamlarıyla, saf Müslümanlarla görüşmüş, onları misafir etmekten büyük haz almıştı. İlim çevrelerince İslam’ın nuru, vakarı, izzeti alnında parıldayan bir şahsiyet olarak nitelendiriliyordu. Ali Ulvi Kurucu , Âkifvârî şiirleri ve Safahat’ı ezbere bilmesiyle tanınıyordu. çiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime’yi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkiledi. Başta Katip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti’nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. Öyle ki Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle dedi: “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi”. Peltek se Havada Bulut Yok Göstereyi Sel Aldı Asu Turnacı Genel takvimlerimizde yazan meşhur sayılı günler, genellikle güneşin burç değiştirmesi ile meydana gelen hava değişikliklerini gösteren birtakım günlerdir. Eski takvime göre bir yıl iki bölüme ayrılır. Birinci bölüm ‘ Kasım Günleri ‘ ismini alır ve 180 gün olarak kabul edilir. 8 Kasım’da başlar. 5 Mayıs’ta sona erer. İkinci bölüm ise, ‘ Hızır Günleri ‘ olarak adlandırılır ve 186 gün olarak hesaplanır. 6 Mayıs günü başlar. 7 Kasım günü sona erer. Baharın gelişi, eski takvime göre ‘ Kasım Günleri ‘ içinde üç merhalede gerçekleşir. Bu aşamaların her birinde gökten ‘ Cemre ‘ düştüğüne inanılır. Cemre Arapça bir kelime olup ‘ Ateş Halinde Kömür ‘ manasındadır. Şubat ayında yavaş yavaş artan hava sıcaklığının sebebi olarak bilinen hayali bir olaydır. Birinci cemrenin ‘ Kasım Günleri’nin ‘ 105. günü yani 20 Şubat günü havaya düştüğü, İkinci cemrenin yine ‘ Kasım Günleri’nin ‘ 112. günü. Yani 26-27 Şubat günlerinde suya düştüğü ve Üçüncü cemrenin de 119. gün yani 4-5 Mart tarihlerinde toprağa düştüğü kabul edilir. Cemre, bu evreleri tamamlayıp toprağa düştükten sonra artık kış mevsiminin kesin olarak sona erdiği ve baharın başladığı varsayılır. Artık bu tarihten itibaren kalıcı soğuklar olmaz. Hatta kar yağsa bile hiçbir şekilde tutmaz. Diğer sayılı günleri de şöyle sıralayabiliriz. Mart dokuzu: 22 Mart Rumi Mart’ın dokuzunda başlar, birkaç gün sürer. Gece ile gündüz eşittir. Hava sıcaklığının sıfırın altında 20-25 dereceye kadar düştüğü görülmüştür. Güneş ‘ Hamel ‘ (Koç) burcuna girer. Don ve kar fırtınası olabilir. Şıvgın denilen sulu kar yağar. Mart dokuzundan 150 gün önce yani 9-12 Teşrinievvel günlerinde koyuna koç katılır ve böylece davarın kuzulaması bu soğuk günden sonraya rastlatılır. Dokuzun dokuzu: 22-31 Mart Mart’ ın (Azer) 9-18’ i arasındaki günlerdir. Fırtına, kar yağışı ve soğuk yapar. Yeni uyanan ağaçlara ve oğlaklara zarar verebilir. Mart otuzu: 13-14 Nisan Baharın girdiği günlerdir. Fırtına yapabilir. Halk arasında; ‘ Mart Dokuzu, Dokuzunun Dokuzu, o da olmazsa otuzu ‘ sözü ile sayılı günlerden kabul edilir. Aprıl beşi: 18 Nisan Rumi Takvim’ in beşine rastlayan bu günde ‘ Camız Kıran Fırtınası ‘ olur. Bu sebepten hayvanlar ahırdan dışarı çıkarılmaz. Halk arasında ‘ Kork aprılın beşinden, camızı ayırır eşinden hele hele on beşinden ‘ sözleri ile bu günün tehlikesi belirtilir. Bu en önemli sayılı günde kar yağabilir. Keskin poyraz eser, dolu yağarsa yeni uyanmaya başlayan ağaçları soğuk alır. Özellikle kayısı, badem ve kiraz çok etkilenir. Yine halk arasında; Sitte-i sevr: 21-26 Nisan Güneşin Sevr (Boğa) burcunda bulunduğu Nisan ayında, fırtınaları ile meşhur olan altı gündür. Hızır-İlyas (Hıdırellez) : 6 Mayıs Rumi 23-24 Nisan gününe rastlar. Baharın başladığı gün olarak kırlara gidilir. Dazdazlar kurulur. Anadolu da her yörenin adetlerine göre bir çok eğlenceler düzenlenir. Engir kıran fırtınası: 20 Mayıs Rumi mayısın haftasında olur. Güneş ‘ Cevza ‘ (İkizler) burcuna girer. Şiddetli rüzgar eser, ağaç dalları, üzüm engirleri ve bilhassa aşı sürgünleri zarar görür. Hava iyi iken birden bozar. Yağmur veya kar yağabilir. Türkmenlerin ‘ Karıyı Kazana Tıkan Fırtınası ‘ dedikleri bu gün için, Mahalli çevrelerde ‘ Havada bulut yok, Göstere’ yi sel aldı ‘ tekellemesi söylenir. Bağlara göçme zamanı: 28 Mayıs- 28 Haziran Rumi 15 Mayıs ile 15 Haziran arasında bağcılar şehire mafracı koyup bağa göçerler. Gün dönümü: 22-25 Haziran Rumi Haziran’ ın 9-12. günlerine rastlayan zamandır. Güneşin ‘ Seretan ‘ (Yengeç) burcuna girdiği bu günde çok şiddetli yağmurlar yağar, sel seylan olur. Bazen de kırcı yağabilir. Yanar: 1-8 Ağustos Rumi Temmuz’ un 19-26. günleri arasındadır. Senenin en sıcak günleridir. Takvimlerde ‘ Eyyam-ı Bahur ‘ (çok sıcak günler) olarak geçer. Kumsal bağlarda yalın ayak gezilemez. Yanar günlerine kadar sıcak olursa arkasından gelen kışında o derecede soğuk olacağına inanılır. Bu günlerde derede, ırmakta veya göllerde yıkanmak uğursuzluk sayılır. Ayrıca yıkananların vücutlarında alaca benekler oluşur. Pastırma yazı: 13 Eylül-13 Ekim Eski takvime göre Rumi Eylül ve 1. Teşrin aylarındaki günlerdir. Havalar ısınır. Bu sebeple bu günlere ‘ Fukara Yazı ‘ da denir. Henüz mangallar yanmaz. Ağaç budaması yapılmayan günler: 13 Kasım 13 Kasım’ dan 58 gün evvelden başlayarak 58 gün sonraya kadar budama yapılmaz. Ağaçların suyunun çekilmesi: 27 Kasım Rumi 14 Teşrin-i Sani gününden itibaren ağaçların suları çekilir ve bu günden itibaren ağaç fidesi dikilebilir, nakil yapılabilir. Gün dönümü: 23 Aralık Kara kışta yani, I. Kanun’ un, onuna rastlar. Güneş ‘ Cedy ‘ (oğlak) burcuna girer. Yağmur hatta kar yağar, soğuk artar sabahları don ve buzlanma olur. Hamsin başlangıcıdır. (50 günlük başlangıcı) yanarın yamacı: 1- 9 Şubat Rumi II. Kanun’ un 19-26. günleri arasındaki zamandır. Kışın en soğuk günleridir. Bu günlerde hamama gidilmez. Gidenlerin ciltlerinde alaca lekeler olabilir. Burç olarak ‘ Hamsin ‘ bitimidir. Yani 50 günlük kışın sonudur. Leylekler: Şubat sonlarında gelirler, Ağustos sonlarına kadar kalırlar. Ördekler: Şubat’ tan itibaren gelirler 18 Eylül’ e kadar kalırlar. Kırlangıç ve ebabiller: Mart sonlarında gelirler Ağustos sonuna kadar kalırlar. 39 40 Peltek se Mavi kelebeğin izinde Rumeysa Çiftçibaşı 1992-1995 yılları arasında Bosna savaşında Avrupa’nın göbeğinde 312 bin kişi içlerinden 35 bini de çocuk olan Srebrenitza katliamı sonrası Bosnalılar hep mavi kelebekleri takip ettiler.Biliniyordu ki o kelebek bir çiçeğin üzerine konuyordu .Ölüm çiçeği… Bu çiçek ise sadece toplu mezarların üzerinde çıkıyordu. Şimdi ise tüm İslam coğrafyası olarak mavi kelebeğin izini sürmekteyiz her yerde toplu mezarlar her coğrafya ayrı bir katliam …Suriye de insanlar sistematik bir katlima maruz bırakılıyor. Gazze acımasız siyonis israile karşı halen bağımsızlık mücadelesi veriyor. Mısır ise arkasında küresel güçlerin destek verdiği görünürde ise Sisi’nin askeri darbesinin ardından dirilen ve halkın ümidi olan Ihvan-ı Müslimini kendilerine göre belli hukuksal cezalar ile idam etmekte. Ve diğer bilmediğimiz mazlum insanlar: PATANİ: Taylantın güneyindeki Malezya sınırında 2 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı bir ülke Patani. Oldukça zarif bir halka asil ve köklü bir tarihe sahip olan Patani doğal güzellikleri ile adeta masallar diyarını andırıyor . İngiltere’nin işgal altında tuttuğu Patani topraklarından 1902’de çekilirken ülkeyi Taylant yönetimine devretmesi ile tıpkı medeniyetlerin çatıştığı Ortadoğu gibi Güneydoğu Asya’da da sınırlar cetvelle çizilmeye başlandı. Patanili halkı için ise sıkıntılı günler baş göstermeye başladı .O günlerden bugüne kadar da Patanililere yönelik zulüm aralıksız devam ediyor. Patanililer bu duruma herhangi bir direnme hareketi veya İslami bir çalışma yaptığında ise Taylant yönetimi sert cezalar ve işkencelerle karşılık vermekte . MORO: Filipinlilerin güneyindeki Mindanao ve Moro adasının çevresinde büyük nüfusa sahip olan Müslümanlar 1970’ten beri Filipinler yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi veriyor.Bu mücadelede Filipinler Müslümanları Hıristiyanlaştırmak ve direnişi kırmak için sert müdahalelerde bulundular. Müslümanlar bu asimile müdahalelerine karşı net tavrı Filipinlilerin Müslüman halkına savaş açmasına sebep oldu.Camiler bombalandı insanlar evlerinden alınıp topluca kurşuna dizildi .Müslüman halk ise savaşa karşı direndi ve kendi örgütlerini kurdular. 42 yılı aşkın süre devam eden bu mücadele Filipinlilerle yapılan yeni anlaşmalarla savaş yeni merhaleler kazandı. NEPAL: Güney Asyada Çin ve Hindistan’ın arasında kalan 29 milyon nüfusa sahip bir ülke. Aynı zamanda Hinduizm ve Budizm gibi dinlerin de merkezlerinden biri sayılıyor.Öyle ki Hinduizm ve Budizm ilk defa Nepalde ortaya Çıkmıştır.Nepal denilince akla her ne kadar Doğu Asya dinleri gelsede ülkede ciddi manada İslami çalışmalarda yapılıyor.bugün iki milyon nüfusa sahip Müslüman halkı diğer dinlere karşı İslam kültürünü korumak ve yaymak için büyük bir uğraş veriyorlar. Tebliğ noktasında da bir çok faaliyet yürüten Müslüman halk İslam’ın daha iyi anlaşılması için belirli İslam kaynaklarını n çevirilerinide yapıyorlar. Müslüman halkın bu çalışmaları Budizm’in fanatik grupları tarafından engelleniyor ve camilere kültür merkezlerine bomba koyularak sert müdahaleler yapılıyor.Bu müdahaleler insan haklarına aykırı olmakla birlikte basınada duyurulmuyor. ARAKAN:Bangladeş,Burma ve Hint okyanusuna komşu olan bir Güney Doğu Asa ülkesidir. Bir zamanlar 50 bin kilometre karelik topraklarında kendilerine ait bir İslam devletine sahip olan Arakanlılar bugün ise Myanmar yönetiminin işgali altındalar.Budistler Arakan topraklarını ele geçirmek için arakan halkını katlediyor işgencelerden geçirip baskı altında tutuyor. Bir çok hakları ellerinden alınıyor ve sert kısıtlamalar getiriliyor misal seyahat etmeden önce Myanmar yönetiminden izin alınıyor.Evlerindeki alet edevatların bile sayısını Myanmar yönetimine bildiriliyor ve bildirilen eşyalar haricinde evde başka eşya varsa ağır cezalar veriliyor.Eğitim hakları da aynı şekilde kısıtlanmakta arakanlı bir öğrenci lise bittikten sonra ancak din değiştirdiği takdirde eğitim öğretim hayatına devam edebilir.Evlenmede de halk izne tabi tutuluyor sonuç ise genelde olumsuz sonuçlanıyor .Müslüman gençlerde yurt dışına çıkıp evleniyorlar myanmar yönetiminden izinsiz olduğu için bir daha ülkelerine dönemiyorlar.Ve türlü türlü işkenceler … DOĞU TÜRKİSTAN: Doğu Türkistan bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve tarihte iz bırakmış ülkelerden biridir. Günümüzde ise bir ülke terörüne maruz kalan katliamlarla bir Doğu Türkistan gerçeği var. Doğu Türkistan kısa süreli bağımsızlık dönemi yaşamışsa da Çinin etnik asimilasyon politikaları ile ezilmiştir.Aynı zamanda Uygur Türkleri şiddetli olarak yürütülen bir nüfus planlamasına da maruz kalmaktadır. Çin yönetimi tarafından tamamen Doğu Türkistan halkına uygulanan politika sebebi ile nüfus gittikçe azalmakta insan haklarına aykırı bir şekilde uygulanmaktadır.Doğu Türkistan da din ve vicdan özgürlüğü ise ancak bir hayal olarak görünmektedir.Çalışan nüfusun öğrencilerin ibadet yerlerine gitmeleri yasaklanmış ve sert cezalar verilmiştir.özgürce düşüncelerini söyleme hakları ellerinden alınmıştır.Çin hükümetinin 5 temmuz Pazar günü başladığı kitlesel kıyamda devam etmektedir. ÇEÇENİSTAN: Müslüman Çeçenlerin Ruslara kök söktüren tarihsel mücadelesi 92 yılından itibaren Cevher Dudayev, Zelimhan Yandarabiyev, Şamil Basayev gibi değerli insanların hem siyasal hem de askeri anlamda mücadelesi devam etmektedir . Bu süreçte malumunuz Rusya’nın şartsız sebepsiz insanlığa sığmayacak boyutta yapılan saldırılar acımasızca şehit edilen askerler ve arkalarında gazi aileler bırakmıştır.Rusların bu acımasız savaşında Müslümanlığın verdiği direnişçi ruh çeçen halkını ayakta tutmayı başarmış ve günümüzde de halen bu mücadele devam devam etmekdir. Peltek se 41 Türkçesi Varken... Zeynep Beyza Yetişen Sözcüğün yanlış kullanımı neden olmak (Bu başarıya ulaşmama o neden oldu) Doğrusu (!) Neden olmak olumsuzluk içerir. (Bu başarıya ulaşmamı o sağladı.) (Bu duruma düşmeme o neden oldu.) çok mersi merci beaucoup detay fonksiyon fonksiyonel avantaj kriter kriterler test etmek test sınavı layt (light) fest fud hard disk imeyıl (e-mail) meyil (mail) meyil çekmek maus (mouse) ran etmek (run etmek) server tekrardan detail function functional advantage criterion criteria testing ??? light fast food hard disc e-mail mail sending a mail mouse running ??? Türkçesi (veya en uygunu) Çok teşekkür ederim. Teşekkür ederim. ayrıntı işlev işlevsel üstünlük ölçüt ölçütler denemek, sınamak çoktan seçmeli sınav hafif hazır yiyecek sabit disk e-posta elmek, e-posta mesajı, ileti e-posta mesajı yollamak fare çalıştırmak sunucu tekrar veya yeniden DİLİNE SAHİP ÇIK BELLEĞİNİ KORU Dilimiz, en değerli varlığımız ve hızla yozlaşmaktadır. Yeni yetişen nesil kendi dilinden utanmakta, anlamı bilinmedik yeni kelimeler türetmekte, farklı olmak gayesiyle dilin doğallığından uzaklaşmaktadır. ÖZENTİ OLMAK YERİNE KENDİ DİLİMİZİ KULLANMAKTA ÖZENLİ OLMALIYIZ. *** Dilimizi yeniden dizayn etmek isteyen global güçler yeni jenerasyonun belleğine absürt sözcükleri empoze ediyor. SEN BU CÜMLEYİ KURARKEN ÜLKEYİ DÜŞÜNMELİSİN Dilimizi yeniden tasarlamak isteyen küresel güçler yeni neslin belleğine/hafızasına saçma kelimeler dayatıyor. *** BİLİYOR MUSUN? Bir Batı ülkesinde, dükkanlara ve çocuklara yabancı isim vermenin yasak olduğunu... Türkçenin on bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski ve en üretken bilim dili olduğunu... Dildeki bu hızlı yozlaşma ile, gelecekte şuursuz, kişiliksiz, geri kalmış çocuklara sahip olacağımızı... Büyük bir ulusu yok etmek için önce dilin yok edildiğini... Peltek 42 se Oku Bakayım ıkla olmuştur… az!.. Olmuşsa da yanlışl Kur’an aşırı dozda kullanabileceğ imiz eşsiz bir ilaçtır. Bende yanlışlık olm Zaten eskiden beri gösteriş meraklısıydı. oksun… s eşek arısı Hay dilini Dilini sıkı tut Acı veriyors a ın dişin kırılmas geçmiş geçm emiş deme ktir. Peltek se 43 İşte Yanlış Bildiklerimiz! Esra Nur Kaya İnsanoğlunun inşa ettiği hangi yapı Ay’dan görülebilir? Çin Seddi’nin “insanoğlunun inşa ettiği ve aydan görülebilen tek yapı” olduğu düşüncesi çok yaygındır ama bu doğru değildir. İnsan eliyle yapılmış hiçbir şey aydan çıplak gözle görülemez. Şu ana kadar yaşamış en tehlikeli hayvan hangisi? Bu sorunun cevabı açık ara sivrisinek…Şu ana kadar ölmüş olan insanların yarısını (muhtemelen 45 milyar kadar) dişi sivrisinekler tarafından öldürdü. Günümüzde bile her 12 saniyede bir kişi sivrisineklerden kaynaklanan sebeplerle hayatını kaybediyor. Üç saniyelik hafızaya sahip olan şey nedir? Bu konuda henüz kesin bir sonuca ulaşılmış değil. Ancak yaygın kanının aksine, bir Japon balığının hafızası birkaç saniyelik değil. Yapılan araştırmalar, Japon balığının en az üç aylık bir hafızaya sahip olduğunu ve değişik şekilleri, renkleri ve sesleri ayırt edebildiğini gösterdi. Yaşayan en büyük şey nedir? Fil, mavi balina ya da dev sekoya ağaacı? Hayır, dünyadaki yaşayan en büyük şey bir mantar. Kesilmiş bir ağaç kütüğünün üzerinde büyüyen bal mantarından (Armillaria ostoyae) şu ana kadar görülen ve Oregon’daki Malheur Ulusal Ormanı’nda bulunan en büyük numune 890 hektarlık bir alan kaplıyor ve yaşı 2000 ila 8000 arasında tahnin ediliyor. Roma yanarken Neron ne yapıyordu? Kesinlikle yanan şehri seyrederken lir çalıp şarkı söylemiyordu. Yangın çıktığı sırada Neron yangının 56 km uzağında, deniz kenarındaki yazlık evindeydi. Neron haberi alınca hızla Roma’ya gitti ve yangın söndürme çabalarının sorumluluğunu üstlendi. Savaştan üç kat daha tehlikeli olan şey nedir? Çalışmaktır… Çalışmak; içki, uyuşturucu ya da savaştan çok daha fazla insan öldürmektedir. Her yıl yaklaşık iki milyon insan, işle ilgili kazalar ve hastalıklar yüzünden hayatını kaybediyor; buna karşın savaşlarda her yıl 650 bin kişi ölüyor. Tek başına değerlendirildiğinde, en tehlikeli işin, Bering Denizi’nde çalışan Alaskalı yengeç avcılarına ait olduğu söylenir. “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyen kimdir? “1789 yılıydı ve Fransız Devrimi tüm hızıyla cereyan etmekteydi. Paris’teki yoksullar ayaklandılar çünkü yiyecek ekmekleri yoktu. Bu sırada Kraliçe Marie Antoinette “ekmek bulamayanlar pasta yesin” şeklindeki ahmakça öneriyi ortaya attı.” Çoğu kişinin doğru bildiği yanlışlardan birisi daha… İlk sorun şu ki, bahsedilen şey pasta değil brioche adlı verilen ve ekmeğe çok benzeyen bir çörekti. Bu durumda bu sözler iyi niyetli bir girişim olabilir: “Eğer ekmek istiyorlarsa onlara iyi cinsinden verin.” Kaldı ki bu sözleri söyleyen Marie Antoinette değildi. Bu ifade en aşağı 1760’tan beri aristokratik çürümenin tasviri olarak yazılı bir biçimde kullanılıyordu. Jean-Jacques Rousseau bu ifadeyi daha 1740’ta duyduğunu ileri sürüyordu. Kafasını kuma gömen şey nedir? Devekuşu yanlış cevap.. Asla bir devekuşunun kafasını kuma gömdüğü görülmemiştir. Bunu yapsaydı boğulurdu. Bir tehlikeyle karşılaştığında her aklı başında hayvan gibi devekuşu da var gücüyle kaçar. Roma İmparatorları bir gladyatörün ölüm emrini nasıl verirlerdi? Ne gladyatörün öldürülmesini isteyen Romalı seyirciler başparmaklarını aşağı indirirdi ne de bu ölüme izin veren Roma İmparatorları. Aslında Romalılar “başparmakları aşağıda duracak şekilde” bir işareti hiç kullanmadılar. Bir gladyatörün öldürülmesi istendiğinde başparmak yukarı kaldırılırdı – tıpkı kınından çekilmiş kılıç gibi. Kaybeden bir gladyatörün canının bağışlanması için başparmak, sıkılmış yumruğun içine sokulurdu – kınına sokulmuş bir silah gibi. Aşağıyı gösteren başparmakların ölümü işaret ettiği yanılgısının sorumlusu, yüzyıl ressamı Jean-Léon Gérôme’un Pollice Verso adlı tablosudur. Tabloda, imparator ölüm cezasını vermek için başparmağını aşağıya doğru uzatırken Romalı bir gladyatör bekliyor. Edison’un hangi icadını her gün kullanırız? Alo kelimesi… Alo kelimesinin ilk yazılı kullanımı, Edison’un “3 ila 6 metre uzaktan duyulabileceği için” telefon görüşmesine “alo”yla başlamak gerektiği önerisini belirttiği 1887 tarihli bir mektubudur. Yılanları en çok hangi müzik cezbeder? Onlar için fark etmez. Yılan oynatma numaralarında kobralar flütün görüntüsüne tepki verir, sesine değil. Yılanlar kesinlikle sağır olmamalarına rağmen müziği tam olarak “duymazlar.” Yılanların dışarıda bir kulak ya da kulak zarları yoktur fakat çeneleri ve karın kasları sayesinde yerden aldıkları titreşimleri hissedebilirler. Tırnak ve saçlar ölümden sonra ne kadar süre daha uzar? Bilinenenin tersine saç ve tırnaklar ölümden sonra hiç uzamazlar. Bu tamamen bir efsanedir. Öldüğümüzde vücudumuz su kaybeder ve derimiz sıkılaşır, bu da saç ve tırnağın uzadığına dair bir göz yanılgısı yaratır. Peltek 44 se KÜTÜPHANEMİZ BÜYÜDÜ Z KÜTÜPHANE Nagehan Bilaloğlu OLDU ÖNDER Tarafından projelenen Z-Kütüphanelerinden birini okulumuza kazandıran başta önder yönetimi olmak üzere özellikle Kimder eski başkanı Seyit Halil Yüzgeç beyefendiye ve açılışımıza katılan ilçe Milli Eğitim Müdürümüze, Talas belediye başkanımıza çok teşekkür ediyoruz. Peltek se 45 YGS sonrası ben... Vasfiye Tacettin • Türkçe soruları o kadar uzundu ki önce soruyu okuyorum sonra paragrafı. Paragraf bitince soruyu unutuyorum. Soruyu tekrar okuyup cevaplara geçiyorum. Bir bakmışım paragrafı unutmuşum! • Bir soru vardı: “Aşağıdakilerden hangisinin sınırları yakın zamanda değişmiştir” diye. Biliyorum cevap Kafkasya ama yazık Kuzey Afrika fakir dedim ve onu işaretledim. Evet yaptım bunu. • Türkçe sorularından yanmış beyinle sosyale geçtik. Coğrafya sorularını okuyorum, cevabı bilmiyorum. Dört ışık arasında kaldım. Sanki boş bırakmak yasakmış gibi hepsini attım. Bu konuda yalnız olmadığıma yemin edebilirim. • Din sorularının hangi dinin soruları olduğunu düşündük. • Gözetmen yanımdan geçerken optiğime bakıyordu. Baktım matematik çok boş görünüyor. Adama ayıp olmasın diye rastgele 2-3 soruyu “C” işaretledim. • Galiba Türkçe bölümüne paragraf sığmamış ki matematikte bile vardı. • “Süreniz bitti” denildiğinde, erkenden uyanıp dershaneye gittiğim günler gözümün önünden geçti. • YGS’nin bana tek kazancı stresten arkası yenmiş kurşun kalem. Zemzem’in bilim dünyasını şaşkına çeviren özellikleri Beyza Boydak Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporlarına göre dünyanın en sağlıklı sularından olan zemzem suyunun esrarı, günümüz teknolojisindeki tüm araştırmalara rağmen çözülemiyor. Sadece 1.5 metre derinliğindeki kuyudan hac mevsiminde milyonlarca hacı tüm su ihtiyacını karşılarken, su seviyesinde de hiçbir azalma olmuyor. Açlığı gidermek için içenin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin de susuzluğunu gideren suyun esrarı bilim adamları tarafından inceleniyor. Avrupa’da laboratuarlarda yapılan araştırmalarda, zemzem suyunun çok az kükürt içerdiği tespit edildi. Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre ise zemzem, içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su olma özelliği taşıyor. WHO tarafından da zemzem, dünyanın en içilebilir ve sağlıklı sularından biri olarak açıkladı. Fakat diğer sulara göre çok daha besleyici ve mineral barındıran suyun kaynağı ise halen araştırma konusu. 46 se J A R D RAJ KA Peltek D A K J KADRA Vuslat Yılmaz Peltek se 47 Kalpte İman Dilde İsyan Şeyma Batır Diline ve dinine sahip çıkmayan milletler kısa zamande kendi değerlerinden koparak başka egemen milletlerin sömürgesi haline gelirler. Onun içindir ki dilimizi ve dinimizi titiz bir şekilde korumalı ve yozlaştırmadan bir sonraki nesle aktarmalıyız. Kalpte iman dilde isyan! Dil insandan ayrı bir varlık alanı değil, onunla birlikte var olan bir varlık alanı olup varlık alemini adlandırmak suretiyle yeni şekiller kazanır. Yani dil ile varlık alemi arasında sıkı bir karşılıklı münasebet vardır. Bu yüzden dil olmadan düşünmenin olması mümkün değildir. Düşünme ise ancak varlık aleminde karşılığı olan, manası bulunan kelimelerle gerçekleşir. Bu yüzden yapay olarak türetilen kelimeler hemen göze çarpar. Bunlar cümlenin, fikrin yapısında boşluk meydana getirirler. Yani, varlık aleminde karşılığı olmayan bir kelimenin bir fikir ifade etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan uydurma kelimeler, içi boş kalıplar gibidir. Yeni kelimelerden ancak dilin düşünme ve işleyiş yönünden sindirilen ve halka mal olan kelimeler dilin gelişmesine yardımcı olur. Uydurma olanlar ise dilin gelişmesine engel olur. Dil Kültür Dilin esas görevi insanlar arasındaki bilgi aktarımını gerçekleştirmektir. Bu bakımdan iletişimde dilin önemi büyüktür. Bugün dilimizin bozulduğu ve kirlendiği yolundaki kanaatler, dilimizin tam olarak bilinmemesinden ileri gelmektedir. Bu durum, dili kullanan kişinin dil anlayışı, kültür ve bilgi seviyesi ile ilgilidir. Dilimizin doğru ve güzel kullanılmasını istiyorsak insanlarımıza bunun yollarını öğretmemiz gerekir. Bu yol da iyi bir dil eğitimidir. İnsanlarımızda görülen bu dil bozukluğunun sebebi, kültürsüzlük ve bilgisizliktir. Dil, kültürle birlikte gelişir ve canlanır. Çünkü dil insandan ayrı olarak bulunan bir varlık alanı değil, insanın kültürünü meydana getiren ve onu taşıyan bir araçtır. Dolayısıyla ilim, felsefe, sanat hepsi dilde saklıdır. Dilin taşıyıcısı ve kullanıcısı olan insan eğer konuştuğu dilde var olan kültür değerlerine sahip bulunmuyorsa anlatım bakımından da zengin ve üstün bir dil kullanamaz. Yani dilimizin geçmişten bugüne sahip olduğu üstün ve zengin kültür değerlerini insanlarımıza veremiyorsak onların Türkçeyi güzel kullanmalarını sağlayamayız. Dil Din Her milletin bir dili olduğu gibi yine her milletin bir de dini vardır. Hiçbir millet yoktur ki dilsiz ve dinsiz yaşasın. Nasıl ki yiyecekleri tuz korursa dil, dini; din de milleti korur. Diline ve dinine sahip çıkmayan milletler kısa zamanda kendi değerlerinden koparak başka egemen milletlerin sömürgesi haline gelirler. Onun içindir ki dilimizi ve dinimizi titiz bir şekilde korumalı ve yozlaştırmadan bir sonraki nesle aktarmalıyız. Bir milleti diğer milletlerden ayıran en önemli fark o milletin kendi kültürüdür. Kültürü oluşturan unsurların en başında da dil ve din gelir. Çünkü kültür dine bağlıdır. Bütün kültür faaliyetlerinin temelinde bunun ikisi yatar, insanlar onlarla bilgi edinir, onlarla yaşar. Düşünce dilin ruhudur, dile hayat ve şekil verir. Düşünceye bağlanmayan dil, bir papağanın konuşmasından farksızdır. İnsanın düşüncesi dili vasıtasıyla ortaya çıkar. O olmadan hiçbir şey olmaz. Çünkü dil, düşüncenin aynasıdır, evidir, aletidir hatta kendisidir. Şiirler Şarkılar Dil, düşünceyi ferdilikten çıkarıp toplumun malı haline getirir. Düşüncenin bütün meziyet ve eksikliklerini kendisin- de aksettirir. O zaman insanın düşüncesi neyse zikri de odur. Yani bir insan ne düşünüyor, gönlünden ne geçiriyorsa bunu hareket ve sözleriyle belli eder, açığa vurur. Devamlı kafasında ve gönlünde taşıdıklarının gündemde kalmasını ister. İnsanın düşüncesinde isyan içeren şeyler varsa bunu elbette sözlere dökecektir. Günümüzde ve geçmiş zamanlara bakığımızda yurdum insanı çeşitli düşüncelerin etkisinde kalmış ve Allah’a isyana kadar gidebilecek şekilde sözler sarf edebilmiştir ve bazen bu sözlerin ardı arkası kesilmemiş dilimizi ve dinimizi kötü bir şekilde etkilemiştir. Gençliğimiz bir şeye meylettiği zaman ondan geriş biraz zor oluyor. Bu meyletmeler bazen gençleri ve bazen de gençlik döneminden çıkamamış yaşları ilerlemiş insanları da etkilemiştir. Bu etkileme olayları şiirle ve şarkı sözleriyle olmuştur. O sözlerden bazılarını örnek olması için paylaşmak isiyorum ve bunları paylaşırken, yazarken yaratıcımız olan Allah’a sığınırım. Dilde İsyan Madem unutacaktın, beni neden yarattın? Kader, sen bize eşit davranmadın! Ben kulun değilim gücenme tanrım! Kul günahkarsa tanrı ne yapsın? Bir tanrıya taptın, bir sana taptım! Secde ettim aşka taparcasına! Kapansın camiler, açılsın meyhaneler! Dertlerin kalkınca şaha, bir sitem yolla Allah’a Bana kaderimin bir oyunu mu bu? Kitabına uydur gel, uysa da uymasa da! Dikkat Gençlik Var! İnsana her türlü nimeti veren Allah’a karşı aciz bir insanın bu sözleri ağzına dolayıp “İçen bir şekilde” söylemesi hayretler verici bir durum. Allah’a karşı isyan bildiren bu sözleri şarkı diliyle kullanması “Allah’a karşı isyan olmuyor” gibi bir izlenim oluşturdu ve bu yüzden müslüman olan insanlar bu şarkıları rahatça, sanki bir arıza yokmuş gibi yazıp rahatça dillendirip rahatça dinleyebiliyor. Bu şarkıları dinleyen insan, şarkının içindeki sözleri nasıl benimseyip aklını kullanarak kabul ediyorsa aynen bunun gibi isyan bildiren sözleri de kendi dilinden çıkmış gibi Allah’a iletiyor. Bu da muhakkak ki o insanın imanını korkunç derecede zayıflatıp Allah ile arasında olan iman bağına zarar veriyordur. Aklını kullanıp bilinçli düşünebilen her insan anlayacaktır ki bahsini ettiğimiz şarkılarda geçen ifadeler elbette Allah’a, Allah’ın kuluna dünya hayatına önüne sunduğu sınava isyandan başka bir şey değildir. Gençler bu zamanda günümüzün olumsuz, sosyal etkenlerinin de etkisiyle ufak bir sevgiye tutulduğu zaman kendini aşık zannedip derbeder eder, o anda kendi hislerine yakın zannettiği bu tür şarkıları dinler ve aklını devreden çıkararak kalbiyle ve diliyle bu sözlere eşlik eder, Ve ne yazık ki eşlik ederken de yaratıcısına ne gibi büyük bir isyanda bulunduğundan bihaberdir. Oysaki bizim ne dilimize ne dinimize ne de kültürümüzde böyle şeyler vardır. Bu tür şeyler bizleri içten içe bertaraf ediyor. Türk insanının büyük bir kısmı arık düşünmeden konuşuyor. Bu yüzdendir ki dilimizin tüm güzellikleri bir dil yozlaşmasıyla karşı karşıya. Toplumdaki herkesin milli değerlerimize sahip çıkacak bir dil şuruna sahip olmadığı, bu tür isyan dolu sözlerle hem dilimizi hem dinimizi yıpratmış oluruz. İsyan dolu sözlere körü körüne duyulan bu hayranlık ortadan kalkmadığı ve bu bayağılık iflas etmediği sürece, sağlık gidişten kurtulmamız mümkün değildir. Hatalar, kusurlar bize, güzellikler O’na (c.c) aittir. 48 Peltek se DİZİMİZİ KIRIP İZLEDİKLERİMİZ Beyza Utku Diziler, diziler, diziler... Zamanımızın çoğunu bilinçsizce harcadığımız, her gün evlerimize konuk olan, bizi gerçek hayattan koparan diziler. Günümüzde hemen hemen her evde izlenen bir sonraki bölümü merakla beklenen “Acaba gelecek bölümde ne olacak”, “Kim vuruldu” düşünceleriyle aklımızı kurcalayan ve bizleri okumaktan, düşünmekten, manevi hayattan uzaklaştıran hayali karakterler... Hayatımıza bu kadar hakim olan dizilerdeki gizli mesajlardan ne kadar haberdarız. Dizilerin bizi ne kadar etkilediklerinin farkında mıyız? İsterseniz bu gizli mesajlara beraber bakalım... Al ver Ekonomiye can ver! Dizi sayısı çok değilken alışveriş tutkusu şimdiki kadar fazla mıydı? İzlediğimiz tüm dizilerde, istisnasız her bölümde, oyuncular elbiseden ayakkabıya, çantadan takıya, hatta ev eşyalarına kadar sayısız eşya satın almaktadır. Değişik modeller ve markalar dizilerde boy göstermektedir. Ünlü oyuncuların giyimleri bizim gerçek hayatımızda şüphesiz bir moda akımı ve alışveriş çılgınlığı oluşturuyor. Özellikle gençler bu konularda çok hassas oluyorlar. İstedikleri olmayınca mutsuzluğa, umutsuzluğa sürüklenen bireyler oluyorlar. Bu da ister istemez yaşamlarına yansıyor... Mekan olarak okulu seçen diziler Mekan olarak genelde okulu tercih eden gençlik dizileri genç nüfus üzerinde en çok söz hakkına sahip dizilerdir. Öğretmenler, arkadaşlıklar ve dostluklar ayrıca kavgalar, kötü alışkanlıklar da yine en yoğun bu dizilerde işlenir. Bu dizilerde gördüğümüz üzere bizler aslında eğitim görmemeli, okuldan iyi ve güzel şeyler almamalı ve okul hayatı boyunca gırgır ve şamatayla vakit geçirmeliyiz. Peki, bu sizce de bizleri yanlış düşüncelere yöneltmiyor mu? Vuruyorum öyleyse varım Yakın bir zamanda yapılan araştırma sonuçlarına göre şiddetin ve ölümün çok olduğu bölümün, dizinin diğer bölümlerine oranla daha fazla izlendiği gözlemlenmişir. Bu da insanlarımızın şiddete ne kadar meyilli olduğunun kanıtıdır. Peltek Gerçekten de son yıllarda kadına şiddet ve ölümlerin, cinnet getirmelerin, katliamların sayısı epey arttı. İşin kötüsü biz artık ölümlere sıradanmış gibi bakıyoruz. İnsanlığımızın önemli unsurlarından olan vicdanımızı acıma duygumuzu yavaş yavaş kaybediyoruz. Teknoloji “yükleniyor” Teknolojinin her geçen gün geliştiği bir dünyada bunun dizilere yansımaması mümkün değil. Telefonlar, tabletler, bilgisayarlar... Çoğumuz bunları aldırmak için kim bilir kaç defa ailelerimizi zor durumda bıraktık. Mutlu olmamız için belki de beğendikleri bir çok şeyi almayıp bize istediklerimizi aldılar. Sizce aileniz bu davranışları hak ediyor mu? Herkes ailesini sever; ama söz konusu telefon, bilgisayar vb. teknolojik alet veya lüks eşyalar olunca onlara haksızlık etmekten çekinmeyiz. “Ama arkadaşımda var çok güzel”, “Onun telefonu daha iyi” gibi aslında anne babamızı kıran bu sözleri defalarca yüzlerine vururuz. Kitap “okuma” Ülkemiz kitap ve gazete okuma oranında gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Bunun en büyük etkenlerinden biri şüphesiz dizilerdir. İstisnasız bütün dizilerde vakitler telefon, bilgisayar, sinema veya arkadaşlarla geçirilir. Bizleri apayrı dünyalara götürebilecek olan kitapların varlığından haberleri yok dizideki oyuncuların. Türkiye toplumunun bir yılda kitaba ayırdığı para gülünçtür. İngilizler tarafından yapılan bir ankette Almanya’da yaşayan bir kişi yılda kitaba ortalama olarak 60 sterlin ayırmaktadır. Bu rakam Türkiye’de ise sadece 2 sterlindir. Bu sıralamada Türkiye Avrupa ülkeleri arasında 40. sıradadır. Kitap okumanın, ihtiyaç sıralamasında kaçıncı sırada bulunduğuna baktığımızda ortalama 25 kitap, bir İsveçli 10 kitap, bir Fransız 6 kitap okurken, Türkiye’de yılda 6 kişiye bir kitap düşmektedir. Günde en az 25-30 sayfa kitap okuyarak ruhumuzu tazelemek gibi bir şansımız varken zamanımızın büyük kısmını beynimizi yıkayan dizilere yöneltmemiz ne kadar doğrudur acaba? Bazı diziler kitaplardan yola çıkılarak hazırlanmış olsa da kitap ile alakasızdır. Gençliğimiz kitaptan ve edebiyattan o kadar uzaklaşmıştır ki “Bu dizinin kitabı çıkmış” gibi cümlelerle kitaplar dünyasına olan uzaklıklarını dile geirmişlerdir. Bu dizilerden birinde aslında geçmişte yaşıyor olması gereken kahramanların ellerinde son model telefonlar, evlerinde bilgisayarlar bulunması absürttür. Ama her şeyden öte bunların oluşmasında bizim de suçumuz var. Bu gibi dizileri izlemeyip şikayet etsek, köşe yazarlarımız onları yapıcı bir üslupla eleştirse, toplumca güzel günler için çalışsak. Her şeyden önce RTÜK’ün işlevini se 49 yerine getirmesi için kampanyalar, konuşmalar düzenlesek. RTÜK’ün görünen diziden öte dizinin toplum üzerindeki etkilerini araştırması ve göz önünde bulundurmasını sağlasak. “Diziler bütün kötülüklerin anasıdır” Silah kullanımı ülkemizde epey yaygınlaşmış durumda. Haberlerde gördüğümüz “Babasının silahını alıp arkadışını vurdu” gibi haberler de dizilerin etkilerinin kanıtıdır. Böylece kötü alışkanlıklar ülkede sıradanlaşmış ve toplum üzerindeki etkisi göz ardı edilmiştir. Bunun dışında dizilerde eroin, esrar, hap ticareti de ister istemez bizleri kötü etkiliyor ve bilinçaltımıza giriyor. Köşe başlarında görmekten hiç hoşlanmadığımız uyuşturucu madde alım-satımı bizlere anormal gelmemekte ve bu ticaret gittikçe büyümektedir. Bunun oluşmasında tabii ki dizilerin etkisi tartışılmaz. Bu durum artık sokaklarda rahatça dolaşmamızı bile engelleyecek bir hal almış ve insanların dolaşma özgürlüğünü dahi elinden almıştır. Samimiyetsiz ilişkiler Dizilerin en büyük sorunlarından biri de sevgi yoksunluğudur. Samimiyetsiz ilişkiler, iki günde bir değiştirilen sevgilililer. Adına “Aşk” denen çıkar ilişkileri... Bunlar toplumumuzu derinden yaralayan kötü düşüncelerdir. Etrafımızda bunların yüzlerce örneğini görmemiz sizce normal karşılanabilir mi? Birini sevmek, ona tüm hayatı boyunca sahip çıkmak dizilerdeki gibi basit mi? Biraz empati kurarsak birinin size iki gün önce “Canım, hayatım, her şeyim” deyip iki gün sonra “Seni istemiyorum”, “Bundan sonra hayatımda yoksun” tarzı cümleler kullanması bizleri derinden etkilemez mi? Sanal hayata sevgili olmalar, özel hayatını açığa vurmalar, daha sonra da terk edildiğinde hiç görmediği biri yüzünden günlerce ağlamalar da kaynağını gizli mesajlı dizilerden almaktadır. Masa başında oturup zengin olmak, emek vermeden en güzel arabayı, evi, elbiseyi almak, dizilerin lüks evlerde çekilmesi, insanlarımızda çalışmadan, emek vermeden oturduğu yerden para kazanma fikrini oluşturmuştur. Bu da insanların çalışma şevkini kırmış, alın teri kavramının yavaş yavaş yok olmasına sebep olmuştur... Gerçekte de olayın ayrıntısına indiğimizde dizilerin toplum üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Bu etkilerin en aza indirilmesi ve dizilerin olumlu etki bırakması açısından bir kaç öneri vermemiz gerekirse şunları sıralayabiliriz. * Dizilerdeki oyuncuların alışveriş merkezleri yanı sıra kitapçılara, kütüphanelere gitmeleri. * İkili ilişkilerde daha güzel örnekler verilmesi. İki-üç günlük sevgililer yerine gençlere örnek olabilecek mutlu aileler, anlayışlı bireyler olması. * Şiddet kültürünün dizilerden uzaklaştırılması * Aile içi ilişkilerde anneye ve babaya saygılı olunması. * Öğrenciliğin güzel bir şekilde lanse edilmesi ve öğretmenlerin görevlerini ciddiyetle yapması. * Silah ve uyuşturucu maddeler gibi gençleri kötü yönde etkileyebilecek nesnelerin gösterilmemesi. * RTÜK’ün dizilerde, perde arkasında olan gerçekleri görmesi ve bunlara karşı önlem alması. * Dizilerin arasında insanları düşünmeye yöneltecek konuşmaların yapılması (arkadaşlık, aile ilişkileri üzerine vs.) * Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, her şeyden önce insanlık sevgisini ön plana çıkaran olayların sahneye aktarılması. * Üreten, paylaşan bir gençlik profili çizilmesi. * Yozlaştıran ve değersizleştiren kurguların dizilerde yer almaması. * Ötekileştiren anlayışların dizilerden uzaklaştırılması. * Bazı kesim ve inançların geride kalmışlık çerçevesinde gösterilmemesi. Peltek 50 se HÎF HATUN (r.anhâ) Ayşe Utku Kadın sahâbîlerden. Medine-i Münevvere’de güzelResûlullah (s.a.v.) onlara çok duâ etti. Eshâb-ı liği ve ahlâkı ile meşhûrdu. Tevekkül sahibi kazaya rızâ Kirâm da, Hifâ Hatun’un bu hareketini çok övüp, Allagösteren ve Hz. Resûlullah’a çok bağlı olup, her sözünü hü teâlâ’ya hamd ettiler. Süheyb ve Hifâ Hâtun kalkıp, dinlerdi. Âhireti çok düşünüp, hiç aklından çıkarmaz- konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hîfâ dı. Hep ahirete hazırlanıp, ona yarar ameller işlemeye hatun (r.anha) “Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana nimeçalışırdı. Hîfâ Hatun, bir gün Peygamber efendimi- tim, sen bana mihnetsin (sıkıntı veren). Sen bu nimezin huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana beni te şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibaCennet’e götürecek bir iş (amel) öğret” dedi. Bu arzu det ve taatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabr ve isteği üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Önce bir erkekle ediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) evlenmen lâzımdır. Bununla dînin yarısını emniyete “Cennet’te yüksek çardak vardır. Burda yalnız şükr alırsın.” buyurdu. Bu emir üzeriedenler ve sabr edenler bulunur” ne; “Ey Allah’ın Resûlü! Küfvüm, buyurdu, dedi. îfâ Hatun’un (dengim) kim olabilir? Bana HaZifaf gecesi ikisi de Allahû tevekkülü, kazâya beşistan hükümdârı Melik Necâşî teâlâ’ya karşı ibâdet ve taatta burızâsı ve sabrı evlenme teklifinde bulundu. Falundular. Süheyb (R.a), Mescide kat, ben onun bu teklifini kabul asırlardır anlatılıp, geldi. Cebrâil (a.s.) geceki durumetmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz herkes tarafından dan Hz. Resûlullah’ı haberdar etti. deve ile birçok zînetler veren de Cennet ve Cemâl-i ilahi ile müjde sevilip, imrenilmesine oldu. Onu da kabul etmedim. Bu verdi. Resûlullah (s.a.v.); “Ey Sügün ise ahirette kurtuluşun ev- rağmen nesebi ve heyb, geceki halini, sen mi anlatırlenmekte olduğunu buyuruyor- başka hayat hikâyesi sın, ben mi söyleyeyim?”buyurunca sunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi be- bilinmemektedir. O Süheyb (r.a.) Yâ Resûlallah siz söyğenip, uygun görürseniz, ben ona gönüllerde taht kuran bir leyiniz dedi. Peygamber efendimiz râzıyım” dedi. Resûlullah (s.a.v.), sultandı. (s.a.v.) durumları hakkında bilgi Hîfâ Hatun’a Eshâbından kimin isverdikten sonra; “Siz Cennetliksimini verirse, diğerlerinin ümidsiz niz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz.” olacağını anlayıp,“Mescide en evvel kim gelirse, onunla müjdesini verdi. Süheyb (r.a.) sevincinden ve Allahü evlen.” buyurdu. Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. teâlâyı görmek ve O’na kavuşmak aşkından secdeye Allahü teâlâ, onlara (Eshâba) öyle bir uyku verdi ki, hiç- kapanarak şöyle duâ etti; “Ya Rabbi! Eğer beni mağfibir sahabî erken uyanamadı. Resûlullah (s.a.v.) önce ki- ret ettiysen, günahlara buluşmadan ruhumu ruhumu min geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Süheyb al.” Dedi. Allahü teâlâ, O’nun bu duâsını kabul ederek, (r.a.) göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi secdede ruhunu aldı. Eshâb-ı Kirâm bu duruma ağladı. siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zaif Resûlullah (s.a.v.), “Daha şaşılacak şey Hifâ’nın da bu ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabîydi. Hifâ Hâtun ise, son anda ruhunu Hakka teslim etmiş olmasıdır.” Buyurdu. derece güzel ve zengindi. Resûlullah (s.a.v.) namazdan Her ikisinin de namazını kılarak yanyana defn ettiler. sonra Hifâ Hatun’u (r.anha), çağırarak durumu bildirdi. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine; “Bu AlHîfâ (r.anha) Allahü teâlâ’nın kazâsına râzı olduğunu, lahü teâlâ’nın nimetine şükr edenin kabridir.” Diğerini Hz. Resûlullah’a arz etti. Resûlullah (s.a.v.) bu durum de; “Bu Allahü teâlâ’nın mihnetine sabr edenin kabriüzerine hutbe okudu, nikah akdi yapıldı ve; “Ey Süheyb! dir.” diye yazdılar. Eshâb-ı kirâm’ın Allahü teâlâ’ya karşı Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, aşkları ve Resûlullah’a (s.a.v.) karşı bağlılıkları bu kadar evine götür.” Buyurdu. Süheyb (r.a.); “Ya Resûlallah! kuvvetliydi. Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne Hîfâ Hatun’un tevekkülü, kazâya rızâsı ve sabrı de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. benim evim asırlardır anlatılıp, herkes tarafından sevilip, imrenilmesciddir.” Dedi. Bunları işiten Hifâ Hâtun (r. anha), mesine rağmen nesebi ve başka hayat hikâyesi bilinmeSüheyb’e (r.a.) onbir dirhem gümüşlük bir kese göndemektedir. O gönüllerde taht kuran bir sultandı. rerek, filanca yerdeki hazır konağı da O’na hediye ettiğini bildirdi. Süheyb’in kendisini götürmesini istedi. H Peltek Vuslat se [Eda Nur Çeri] Yeşil bu, alçaktan uçan bir kartal gibi Yüreği delik dağlardan kopmuş vuslat gibi Şahlanmış coşan güneşler sararken beni, Sandım ki ufuklarda bir ressam yeşermiş idi. Yeşildir yaşamak ötesi roldür 1 perdeli bir oyun sanki Onda doğmak ve de ölmek bir bilge gibi. Hülyalarında yeşile “anne” derim, kucaklarken beni, Ne olurdu yeşilin yeşili de ben olsa idim. Yasak Karanlığın a [Huriye Çalım] la Bu sokak, ta ca gölgeleri kovduğu bir şları sayarak vakitte ge Her defasınd a eksilterek çti önümden ömründen Kendi kendin e Veda etti. Nasıl ki düşl eri Bütün anlam nde bir rüzgar sı Sokağın pen zlığı tersine çevirdi çesinde kala n bu ömür Kendi kendin i Feda etti. Sokağı gerçe ğe Bir türlü yeti döndüren alaca gölgele rd şemeden vak Hayat bitti. it, üzgünüm i ş Beklenen Vakte Geç Kalı [Sare Esma Lafçı] zamandan vakti. Ayıramadık ki kalan soğurken. ktık, masa başında ra bı e ey em kl be yı Bir ça ... parlamaya çalışmak Dağıldığı yerden to lediklerimiz. n lamba gibiydi erte la kı ya ç ge a ığ nl ra Ka çayın tadı. kti geçmiş acımıştı va i, ps he ı ışt m lın Geç ka bir yanımız, ç kalışına küskündü Beklendiği vakte ge de boğulduk. ız. zamanların gölgesin içre dağınık yanlarım ik ed en rd tm lle ye a ya ha fın ra ın et rg Da mbaları, bıraktık ışık saçan la Mumun gölgesinde bedeli, Geç kalışı hatamızın edik. eyen dünlerden. Fark etmeye yetişem n kibrit çöpü değm la kı ya a lm ka e riy ge Ertelendiği vakitten yallerimiz ha ği ce bö Bugüne ateş 51 Peltek 52 BELKİ DE MUTLULUK Mutluluk nedir sence? Mutluluk denince ne gelir aklına insanın? Mutlu olmak gülümsemek midir ki? Tüm bu sorular gerçekten çok kafa karıştırıcı. Mutlu olmak için her zaman bir sebep aranmaz. Öylece olur, illa bir sebep gerekmez. Mutluluk belki de sebepsizliktir. Mutluluk denince insanın aklına bir şey gelmez, belki ama yanındakilere güvenden dolayı mutlu olur insan. Mutluluk belki de güvendir. Ya da umuttur. Bir umudun varsa, bir isteğin varsa hayal kurarsın. Hayal kurarken hiçbir malzemeden çalmaz insan. Belki de mutluluk hayal kurmaktır. Ya da ailedir mutluluk. Kimileri için zoru başarmaktır. Sevmektir, sevilmektir. Umursanmaktır. Mutluluğun tanımı herkes için farklıdır. Bir anne için bebeğinin kokusu, küçük bir kız çocuğu için yeni alınan bir bebek, bir futbolcu için atılan bir goldür mutluluk. Biraz somutlaştıracak olursak, mutluluk belki de uçan balonlardır. Kimi için çikolata, kimi se Sümeyra Özdin için bir demet papatyadır. Belki de annemizin gözüne baktığımızdaki ışıktır. Mutluluk; sabırdır, samimiyettir, mutluluk, anne kucağıdır, mutluluk babanın hep senin arkanda olmasıdır. Mutluluk belki de hep seni koruyacağını bildiğin ailendir. Mutluluk belki de eve gelince pişen çorbanın kokusudur. Mutluluk, tencere dibindeki pudingi sıyırmaktır, ya da fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusudur. Soğuk havada içtiğimiz çaydır belki de. Mutluluk, bazen saklanmaktır. Kaçmaktır daha doğrusu. Şu günlerde hiç çekilmeyen dünyadan kurtulmak düşüncesi mutlu eder belki insanı. Mutluluğun herkes için tanımı farklıdır. Ancak benim için mutluluk kitaplardır. Hani kitap okurken insan farklı dünyalara dalar ya. Benim için de mutluluk farklı dünya düşüncesidir. Daha yolumuz uzun daha çook görülecek günler var. Bugünlerin, geleceğin hep mutlu geçmesi dileğiyle... BİZ OLMAK • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Arabayı kötü kullanan birisini gördüğümüzde “bu kesin bayan şofördür” demektir. Yeni boyalı yazan yere parmağıyla dokunmaktır. Ev telefonunu arayıp “evde misin?” diye sorabilmektir. Arabanın arkasına “Hatalıysam ara!” yazıp numarayı vermemektir. Şampuan kutusu bitmek üzereyken kutuya su doldurup şampuanı çoğaltabilmektir. Bilgisayar donunca CTRL+ALT+DEL yapabilmektir. Google Earth’de kendi evini bulmaya çalışmakır. Maaşının iki katı değerindeki cep telefonuna sahip olabilmektir. Ambulansların sireni öterken hasta taşıdığına inanmamaktır. Televizyon, ev telefonu veya bilgisayarın üsünü dantelli örtü ile örtmektir. Araba kaymasın diye tekerleğin altına taş koymaktır. Tiki olan insanlarla ustalıkla uğraşabilmektir. Her güneş tutulmasını siyah camla izlemektir. Kitaplardaki resimlere bıyık, sakal çizebilmektir. Her canlı yayında “70 milyon bizi izliyor” diyebilmektir. Arabalardaki kirli camlara “beni yıka” yazabilmektir Yok cevabına “hiç mi yok?” diyebilmektir. Kapıyı çalarken “Kim o?” diye sorulduğunda “ben” diye cevap vermektir. Bu yazıları okuyup “harbiden de böyle oluyor” diyebilmektir. Peltek L L L L se 53 Face’mizi Book’lara döndürme zamanı... Taha Oğuzhan Kılavuz Hasan Uzun Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla._ Hamd ve övgülerin en güzeli ezelde ve ebedde var olan, bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatıp doğru gösteren Allah'a mahsustur. Salat ve selam ise, Efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed'e (sav), ashabına ve O'nun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun. İşgallere uğradık. Yüreğimiz, toprağımız, gökyüzümüz işgal edildi. Gökyüzüyle aramızda bir perde koydular. İstemediler bakmamızı. Kafalarımızın içine duvarlar ördüler. Dört duvar arasına sıkıştırmak istediler bizi. Duvarlar kendi resimleriyle kaplıydı. Ne yana dönsek onlar. Aldılar ellerimizden balyozlarımızı. Kırdırmak istemediler duvarlarını. Necip Fazıl bir şiirinde bahsettiği gibi “Durum diye bir şey var buyurun size durum, bu toprak çirkef oldu bu gökyüzü bodrum”. Gökyüzüne bakmayı unuttuk. Unutturdular. Topraklarımızı işgal ettiler biz fark etmeden. Bizi bizden, özümüzden, manevi değerlerimizden uzaklaşırdılar. Evet, üzülerek söylüyorum ki başarılı da oldular. Kendilerine, kendi değerlerine hayran bir nesil çıkarttılar ortaya. O büyük medeniyet çınarını, zalimin karşısında dimdik durup, mazlumun yanında olan, bu dünyaya merhamet tohumları saçan Osmanlı’yı, en önemlisi de kendisini yaratan, nimetleriyle yaşatan Rabbi’ni ve O’nun elçisi Kutlu Nebi’yi (sav) tanımayan hatta onlara söven bir nesil. Peki neden böyle oldu? Çünkü lâ dedirtemediler bize, İşgale lâ dedirtmediler. Lâ demeyelim diye korkuttular. Sessizlikler ülkesine gönderdiler bizi. Zulme ses çıkaramadık, kundaktaki bebeğini kaybetmiş o ananın feryatlarını duymadık. Gözlerimize birer uyku bandı taktılar, görmedik Suriye’yi, karına kan karışan Filistin’i, işgal altındaki Kudüs’ü. Ellerimizi bağladılar, elimizi uzatmamıza izin vermediler annesini ve babasına bir gece vakti evlerine atılan bombayla kaybetmiş çocuğa. Ayaklarımıza prangalar vuruldu, yürütmediler Gazze’ye, Türkistan’a, Halep’e. Bir tek lâ çözecekti her şeyi. Yıkacaktı duvarları, kaldıracaktı gökyüzüyle aramızdaki perdeyi, kıracaktı tüm prangaları. Kurtaracaktı bizi esaretten. Döndürecekti bizi özümüze. Ancak hiçbir şey için geç değil. Zulme lâ, işgale lâ, kula kulluğa lâ, ilahi kelamın, Efendimizin hayatı karıştı her şeye LÂ! LÂ! LÂ! Önce L sonra LÂ... Face: yüz, çehre Book: Kitap “Geçenlerde Facebook’ta okumuştum.”, “Geçen arkadaşın biri bir video paylaşmış...” diye başlayan cümleleri çokça duyar olduk. Oysaki “En son okuduğum kitapta şöyle bir söz okudum çok hoşuma gitti” ya da “Geçen gün şu dergide okumuştum.” gibi cümleleri neredeyse hiç duyamıyoruz. Çünkü artık yüzümüzü kitaplara döndürmek yerine, yüzümüzü kitaplardan döndürüp, internet alemine bakar hale geldik. Artık insanların bir konudaki bilgisi, Facebook’ta o konudaki gördüğü ya da okuduklarından ibaret! Hal böyle olunca da insanların her konuda bilgisi oluyor ama bunlar hep yüzeysel kalıyor ve bir türlü kabuktan öteye geçemiyor. Önceden televizyonlar, en önemli(!) bilgi kaynaklarımızdı. Şu an televizyonlar bu konudaki etkilerini yitirseler de yine de internetten sonra en önemli bilgi kaynakları arasında yer alıyor. İnsanlar yüzünü ya Facebook’a ya televizyona çeviriyor. Günde 2-3 saat televizyon izleyen bir insana “Asosyal misin? Çık biraz dolaş” vs. diye sorulmazken, günde 2-3 saat kitap okuyan insanlara bu tarzda soruların sorulduğu bir ülkede yaşıyoruz. Oysa kitap okuyan insanların çoğu, televizyon ve internetten mümkün olduğunca uzak duran insanlardır ve bu yüzden kitap okumaya da “Sosyalleşme”ye de bol bol vakitleri vardır. Aslında kitap okumak, en büyük sosyal aktivitelerden biridir. kitaplar okudukça, belki yüzyıllar öncesinden, belki de günümüzden yüzlerce farklı insanla sanki sohbet etme imkanı bulmuş, onların ilminden faydalanmış oluyoruz. Face’miz (yüzümüz), book’lara (kitaplara) döndüğü zaman aslında büyük büyük bir hazineye dönmüş demektir. Başka başka insanlardan -öyle durum güncellemesi, fotoğraf paylaşması niyetinde değil- insanlar faydalansın diye yazılan onbinlerce cümleyi avucunuzun içinde tutmaktır yüzümüzü kitaplara dönmek. Feysimiz, feys(buk)a döndüğü zaman ise ilah(!)lığını ilan edip beğeni beklemekten başka ne yapmış oluyoruz? Face’mizi book’lara dönme zamanı gelmedi mi? Bu arada Twitter’ı da unutuğumu sanmayın. Facebook sana söylüyorum Twitter sen anla :) Son olarak diyorum ki; Sinema icad oldu fil(i)m bozuldu Facebook icad oldu, ilim bozuldu Sonra s.a, kib, aeo, bye bye’lar ile Benim bu güzel dilim bozuldu (Şeytan Arkadaşlık İsteği Gönderdi) kitabından... 54 Peltek se Öğretmenlerimizin En’leri YUSUF ÇOMUK - Vallahi defterinizi düreceğim ha! - Efendiiiiiimmm ŞEVKET İSLAMOĞLU - Dinlemeyeceksen çık git evinde dinle - Mübarek yapma yaa! SELAHATTİN AYDEMİR - Yav Heee! - Heee yani METİN TOZOĞLU - Arife olan understands - Ne yapıyoruz? Zıplıyoruz, zıplıyoruz. MUSTAFA SERİN - O çok önemli - Devam et bekleme yapma ALİ İHSAN AVŞAR - Yoh ya! - Yapma yav! OKTAY ÇİFTÇİ - Evde kalasıcalar - Gözünüz çıkmasın emi SONGÜL ASKER - Bu soru çok uzun üşendim. - Çeneniz çıkmasın emi. ERKAN PEÇENEK - Bak şimdi. - Ben diyorum ki. NİHAT KURDOĞLU - Öyle her zaman artı olmaz bazen eksi de lazım. SELMA AKANSU - Allah şahidim olsuh. ÖMER KÜRŞAT YÜCEL - Ben bir dil anlatımcı olarak buna dikkat ederim. SALİH SÖNMEZ - Bacııııım. KANİ ÇINAR - Manyak mısınız nesiniz? - İsmet Özel okuma bağımlılık yapar. TURAN DOĞAN - Hem vallahi hem billahi hem tallahi - Tövbe tövbe SEVİNÇ SAMUR - Canım, tatlım, sevgili kızım bir bakar mısın? ERSOY AKBAŞ - Datlım gıymatlım. - Bre Doğan. HAZIRLAYANLAR ALİ DEMİR Ali Burak Alışkan - Ciddi misin yaaa! Ahmet Emin Kılıç Ahmet Özer Alperen Aydemir Zeynep Kayacan Fatma Doğansoy Vuslat Yılmaz Esma Alibal Kütüphanemiz için ne dediler? MEVLÜDE NUR AYDEMİR - Kütüphanemiz güzel ama daha fazla kitap olabilir. - HATİCE NUR ALBAYRAK - Okulumuzda bulunan kütüphane güzel, istediğim şeyleri genellikle buluyorum. En çok istediğim kitap Çalıkuşu yok. Lütfen Çalıkuşu’nu temin ediniz. (Var, iyi bak!...) BEGÜM SUDE DİNÇ Okulumuzda kütüphanenin bulunması çok önemli. Kitap insanı, insan dünyayı değiştirir. Bize bu imkanı sağlayanlara teşekkür ediyorum. (Biz teşekkür ediyoruz.) MERVE NUR DURMUŞ Okul kütüphanesi hem bilgi hazinemiz için hem de edebiyat dersi için çok önemlidir. Bu yüzden okul kütüphanesinden çok memnunum. Bu kütüphanede emeği geçen herkese teşekkür ederim... (Biz de teşekkür ediyoruz.) Ve ayrıca, Rana Gündüz, Havva Nur Coşkun, Fatma Usta, Belgin Alagaş, Rabia Özbek, Şeyma Yorulmaz, Ayşegül Gözütok, Sümeyye İz’e görüşlerini bizimle paylaştıkları için teşekkür ediyoruz. Peltek se 55 Yardım Kampanyamız Okulumuz 11’inci sınıf öğrencileri tarafından kentte bulunan Suriyeli vatandaşlar için başlatılan yardım kampanyasında toplanan gıda malzemeleri ve kıyafetler teslim edildi. Düzenlenen kampanya hakkında bilgiler veren Okul Müdür Yardımcımız Ümit Koçak, “Biz Sosyal Sorumluluk Projesi olarak tamamen öğrencilerimizin duyarlılığı ve sağ duyusu ile Suriyeli mülteci ailelere bir yardım kampanyası düzenledik. Yaklaşık 100 aileyi hedeflemiştik ve buna ulaştık. Öğrencilerimizin kendi başlarına sorumluluk sahibi olmaları ve duyarlı olmaları bizleri mutlu etti. Biz sorunlu nesiller değil, sorumlu nesiller yetiştirmeyi düşünüyoruz” dedi. 11’inci sınıf öğrencimiz Şeyma Küçükşahin ise, “Suriyeli kardeşlerimiz için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Onlara bir nebze de olsa yardım edebildiysek ne mutlu bize. Yardımlarını esirgemeyen herkesten Allah razı olsun” ifadelerini kullandı. Okul Müdürümüz Hüseyin Efe de, öğrencileri ile gurur duyduklarını söyleyerek, «Bize 11’inci sınıf öğrencilerimizden böyle bir talep geldi. Suriyeliler için yardım kampanyası yapmayı düşündüler. Bizde böyle duyarlı bir tavrı seve seve kabul ettik. Tamamen kendi emekleri ile böyle bir çalışma yaparak okul bünyesinde organize oldular. Çok hayırlı ve güzel bir çalışma oldu” şeklinde konuştu. Derece yaptık Değerler Olimpiyatı Afiş Tasarım Yarışmasında Türkiye 3. Olan Elif Yetişkin’in çalışması… 56 Peltek se OKULUMUZDAN HABERLER Son sınıf öğrencilerimizle üniversite tanıtım günleri etkinliğinde... EÜ İletişim Fakültesinde YGS Deneme Sınavı yaptık. Peltek se EÜ İletişim Fakültesinde YGS Deneme Sınavı yaptık. K.Kerim ve Ezan okuma yarışmaları gerçekleştirildi... 57 58 Peltek se Mevlid Kandili Etkinliğimiz Melikgazi Bel. Başk. Memduh Büyükkılıç’ın okulumuzu ziyareti Peltek se Melikgazi Belediye Başkanımız ve Okul Müdürümüz İş ve eğitim hayatı karşılaştırma projesi kapsamında ilk gezimizi Orta Anadolu Tekstil Fabrikasına gerçekleştirdik. 59 60 Peltek se TEMA Vakfı ve Gönül Erleri Derneği Tarafından Düzenlenen Ağaç Dikme etkinliğine katılarak engelli kardeşlerimize destek verdik... Aşure Günü Etkinliğimiz Peltek KİTAP FUARINDA... se 61 Yazar Bülent AKYÜREK’İ okulumuzda misafir ettik.... Yılın Öğretmeni seçilen Kadir Erbil Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül tarafından köşkte kabul edildi. Futbol takımımız... Arapça yarışmalarına ev sahipliği yaptık…. Peltek 62 se BULMACA 1 Beyza Doğan 9 7 8 9 5 2 4 6 2 5 4 3 7 8 3 6 10 11 10 SOLDAN SAĞA 1) Ay yüzlü 2) Alıntı 3) Ara 4) Konuşturma sanatı 5) Tavır 6) Yeşile çalan oprak rengi 7) İner çıkar 8) Maharetli, iş bilen, becerikli 9) Beceriksizlik 10) Fal, talih, şans YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Eğitim öğretim sistemi 2) Yağmur 3) Fıkıh bilgini 4) Kızamık çıkarmış kişi 5) Eski, ezeli 6) Gurbet, dışarı yer 7) Seçme ad 8) Memleket 9) Doğru yolda giden 10) Çığlık 11) Kur’an-ı Kerim’in 65. suresi (Boşanma) Döşemelik kumaş Güçteks Mensucat Ltd. Şti. Telefon: 0.352 321 16 76 • Faks: 0.352 321 16 80 Adres: Organize Sanayi Bölgesi 5. Cadde No:3 Melikgazi / KAYSERİ E-mail: info@gucteks.com www.gucteks.com Peltek se 63