sayı 110 / nisan 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
sayı 110 / nisan 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Nisan 2009 İÇİNDEKİLER AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹ YIL: 10 G SAYI: 110 G ISSN-1302-5600 G N‹SAN 2009 SAHİBİ Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK Millî Eğitim Bakanı N Genel Yayın Yönetmeni Aziz ZEREN Yayımlar Dairesi Başkanı N Yazı İşleri Müdürü Selâmi YALÇIN (selamiyalcin@meb.gov.tr) Dinçer Eflitgin / TENEFFÜS OLUNCA EVE KAÇMAK EN ‹Y‹S‹ 2 Murat Soyak / DÖRT ‹fiLEM 3 ‹smail Karakurt / BADEM A⁄AÇLARI ‹LE KONUfiAN ATTAR 6 Mehmet Nur Karageçi / MEKTEPTEN MEMLEKETE DÖNEN N Yayın Kurulu Dinçer EŞİTGİN Şaban ÖZÜDOĞRU Hakkı USLU Çağrı GÜREL Aysun İLDENİZ Macit BALIK N Tasarım Hakkı USLU (huslu@meb.gov.tr) N İletişim ve Koordinasyon Dinçer EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) fiA‹R YAHYA KEMAL BEYATLI 11 Bestami Yazgan / KIR Ç‹ÇE⁄‹ 19 Abdurrahman Bayç›nar / K‹M‹N TÜRKÜSÜ 20 Çetin K›zg›n / MED CEZ‹R 21 Mustafa Ökkefl Evren / SAAT, AYNA VE FOTO⁄RAF 22 Handan Konak / ‹Ç SESLE ‹Ç‹M‹N fiEHR‹ 23 N Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 Feridun Eser / L‹SE DERS K‹TAPLARINDA N Dizgi Reyhan İLKER ERMEN‹ SORUNU 25 Menekfle Gültekin / D‹KS‹YON KURSLARI VE TÜRKÇE 30 N Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü N Abone / Dağıtım Fikri NAYIR Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermayesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan/ANKARA” adresine gönderilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4646 Süreli Yayınlar Dizisi: 249 Özlem Ak› / ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEM‹ YABANCI D‹L Ö⁄RET‹M‹ 35 Ramazan Çeken / FEN VE TEKNOLOJ‹ E⁄‹T‹M‹NDE YAfi VE ALGI DÜZEY‹NE UYGUN E⁄‹T‹M‹N B‹REYSEL VE SOSYAL GEL‹fi‹M AÇISINDAN ÖNEM‹ 40 GÜNDEM 44 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dinçer Eşitgin teneffüs olunca eve kaçmak en iyisi bana hep matematikten soruyorsun gibi sevip sevmediğimi ben kaç bilinmeyenli denklem içinden çözeyim bu bilmeceyi anlatsam hayatım roman diyen kimler söyle bugüne kadar bir mısra bilemedin bir şiir olmadı bir hikâye hadi bir destan yazabilmiş çaresi yok sulhu yok aşkla uzayıp giderken kerrat cetvelleri avaz avaz siyaha bulanmış bir âleme seslemişsin ismimi kıtalardan okyanuslardan dağlardan ovalardan söz açıp da sonra gökyüzü görmez bu uğursuz vadiye elimi kolumu bağlamak oh ne iyi bir teneffüs buldum ben de kaçtım işte her şeyden önlüğümü duvara astım kalbime duvarı önlüğüme kalbimi ki ben kaç bilinmeyenli denklem içinden çözeyim bu bilmeceyi bana hep matematikten soruyorsun sevip sevmediğimi 2 Nisan 2009 Murat Soyak DÖRT İŞLEM -toplama bir varmış bir daha iki elma bir varmış iki daha üç kiraz bir varmış üç daha dört erik bir varmış dört daha beş taş elele verir de büyür sayılar topladıkça 3 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim -çıkarma bir elde beş parmak uçunca serçe parmak kaç kalır elde on elmamız vardı ikisi çürümüş ama içinden çıkarmak gerek teneffüse çıkınca şeker aldın ya eksildi paran -çarpma çarpılmış sayılar bak bak iki kere iki dört köşe çarpılır sayılar çoğalsın diye dört kere dört on altı yıldız 4 Nisan 2009 çarpılınca kırılmaz koşar da koşar yorulmaz mı sayılar on altı kere on altı -bölme bölüyoruz her öğün yetsin diye hepimize ekmeği bölmek gibi dört ceviz var elde kalan bu kardeşim de ister iki sana iki bana dört bölündü ikiye paylaşmak güzel 5 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim BADEM AĞAÇLARI İLE KONUŞAN ATTAR İsmail Karakurt “Yalvarıyorum sana, karlı dağların eteklerinde Çiçeklenen badem bahçeleri içindeki evler adına. Çocukların uykusunu kaçıracak hiçbir anı Ve içimizde hiçbir acılık bırakmadan Çoktan yaşanıp bitmiş o aşklar gibi Çiçeklenen badem ağaçları adına yalvarıyorum sana...” (Yakarış’tan, Henrik Nordbrandt) er ne varsa insan içindir bu dünya- arasında bir diyalog, bir etkileşim söz konusudur. da. Karlı dağlar, serin sabahlar, gök Bu ilişkisinin bahar ile yeniden kazanımı, aynı za- ekinler, çiçeklenen badem ağaçları, manda insanın aşkın bir yaşantıyı yakalayabil- evler, kış uykusuzluğu, yalvarışlar... mesi bakımından da bir kazanımdır... Bu aynı za- Hepsi insana gerçeği anlatmak ve manda, tabiat dilinin insan diliyle kendi zamanı insanın gerçekliği algılaması içindir. Parklarda, ve tonunda örtüşmesi, hani şairin “Ben gurbette bahçelerde, yol kenarlarındaki papatyalar, zak- değilim/Gurbet benim içimde” diyen uzak ve yakınla ‘tekrarlanan buluşma’sını ya da içkinliğini belirler. H kumlar, güller, ağaçların nimetleri bakmayı bilen gözlere sevinç; ruh burkuntusuna teselli verir. Tabiatın yeniden dirilme işlevi bütün varlığı olduğu gibi, bu toprakların atmosferini soluyan insan- Bir güzellemedir tabiatın baharla yeniden uya- ları da yakından ilgilendirir. Çünkü tabiat ile insan nışı... Sonsuz Güzel’in, yeryüzünde, güzellerin yüzünde en güzelinden gülümsemesidir. İnsanın 6 Nisan 2009 tabiata bu şekilde bakışı, zamanın ve hayatın ye- larla oynaşan ay ışığıyla, ırmaklarla, başı du- niden yakalanışı, gerçeği derinden kavrayışının manlı bir dağ ile arkadaşlık kurmak, onlarla ko- bir ifadesidir. Yenilenme hayatın içinde var oldu- nuşmak için vakit ayırabilir, ağaçlardan dostlar ğuna göre, aslında gerçeği derinden kavrayanlar edinebilir. Bazen her birinin yanına gider onlara için yaşanan her an yenidir, yenilenir durur. Tabi- dokunur, onlarla merhabalaşır, onlarla söyleşir atla ya da toprakla ünsiyet kuran insan, dünya ve can sıkıntısını giderebilir. Çünkü insan, fıtra- gerçekliği dediğimiz bahar kompozisyonunun bir tında yaratılan her şeyi sarıp sarmalayacak de- parçasını oluşturan ağaçlarla binlerce konuşma rinleşme, bağlanma ve sevme mayasını taşı- yapabilir. maktadır. Bu maya, kişiyi tabiatın yaşayan bir parçası yaparak, yüreğini tekmil sevinç ve coş- İnsan evrenin sonsuzluğunda ağaçlarla, çi- kunluğuyla toprak gibi kabartmaktadır. çeklerle, böceklerle, otlarla, sürüp giden gökyüBahar gelince kuştüyü gibi hafif, taze bir kan- züyle, yıldızlarla, dallar arasından süzülerek su- 7 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim la yüzü gülecek yeryüzünün. Bir tebessüm sıcak- Yeryüzü… lığı, deli yeşile doğru bir coşku, bir sevinç merhaZaman, bu gün… bası dokunacak aşkla her şeye. Bahar, gökyüzü kadar süren, çocukluk kadar bir şey; iyi ki gele- Hava çıngılanır, su dillenir, toprak söylenir cek! O gelince, ağaç dallarının ıslıkları Rumî’nin cemreyle... Bahar kanı bu, bahar heyecanı işte. nefesi gibi hem hışırtılı hem yanık olacak. O ge- Hava açık, bahardan çalıntı bir gün, baş dönme- lince, penceresini açarak çayını yudumlayan bir si ve sarhoşluk!... Atalara uyarak söylersek, gü- şair olmayı çok isterdim, gökte taklalar atan bir neş ağaçlardan bazılarını yanıltırmış. Hani bir kuş gibi bakışlarının boşluğuna biçim vermeyi. söz dolanır ya halkın dilinde, “yalancı bahar” diye. Öyle olmaz inşallah bu yıl. Ağaçların erken çi- *** çeklenme zamanı. Artık durdurulamaz bir süreç Vakit uçar, bahar gelir. başlamıştır. Otlar yeşermiş sağda solda. Ağacın dallarında bir kuş, aralıklarla ötüyor. Ben duy- Uyanış ve arınma... dum, bir de Allah! Uyanış ve arınmayla tabiat ağaçları yeniden Zaman, bu gün... Vakit tamam... Baharın tay- konuşturuyor. Ben de konuşabilir miyim ağaçlar- ları hazır... Cümle ağacın köklerine bahar havası la?... Acaba ağaçlarla konuşmaya, dibinde kuru- sızmıştır. Kökler, yazgıya uyar. Ağaçlara çiçek, muş otlardan, gövdesinde gezinen karıncalardan insanlara aşk yürür. Ağaçların da tıpkı insanlar ya da uçamayan küçücük böceklerden hareket gibi canı, yüreği ve hisleri vardır. Güneşle biraz ederek mi başlamalıyım? Evet, bir yerden başla- oynaşınca birden bakmışsınız ki nazlarını bitire- malıydım halleşmeye. Çünkü onlarla konuşmak, rek salkım saçak çiçek donanması olmuşlar... yazılan bir kitabın sonuna gelmek gibi keyifli. Yeter ki “Dilinden anlayan olsun” hiç nazlanmadan Zaman, bu gün… kendisiyle halleşmek isteyenlere “neler söyler!” ağaçlar... Eğer konuşamazsam, ‘ağaçlarla konu- Zaman ya da zamansızlığın içinde her ağacın şan bir attar olmak’ isteği, içimde kurumuş bir dal parçası gibi kalırsa... yanarım o zaman! Okuldan kıra, kırdan eve varıncaya kadar “Nasibe inanacaksın, nasipten öteye yol yok!” diye içimdeki endişeyi sakinleştirmeye çalıştım. Çünkü çocukluğumdan beri düşlediğim bir şey vardı: Ağaçlarla konuşmak! Ağaçlarla konuşan bir attar olmak!... Az şey mi bu! Az şey mi bahar; iğdenin baygın kokusunu, şeftalinin pembe çiçekleriyle mevsime kattığı coşkuyu, deniz kıyılarından yaylalara kadar her yerde rastlanan erik ağaçlarının sık dokulu bembeyaz çiçeklerini, taze dut kokusunu bilenlerle badem bahçeleri içindeki evlerde oturanlar için... “Çiçeklenen badem ağaçları adına” yalvaranlar için... kendine özgü bir dili, çözülmeyi bekleyen imgesi ve dinlemeye değer bir öyküsü vardır. Badem ağacının öyküsü... Toprak ayırmaz. Güneşli, ılık yerleri daha çok sever. Yaygın ya da dik dikensiz dalları. Mevsimdeki ve topraktaki en küçük değişikliklere hemen tepki verir. Baharı özleyenlerin imdadına kar taneleri gibi bembeyaz çiçekleriyle yetişmesi badem ağaçlarına özgü bir imtiyaz, “bir ilk” olma özelliğidir. Bu mevsimde insanları önce çiçekten rüyaya götürür. Ardından ince uzun yapraklarıyla yeşile döner. Badem ağaçları, aşkla çiçeğe yürüdü. 8 Nisan 2009 Ben de bugün badem ağaçlarının çiçekli göl- Havada bir salvo! Çiçek korosu halinde insanın geleriyle örtülen yoldan yürüdüm eve doğru. İç- üzerine üzerine saldırıyor. Bu ses, bu ışık, bu ko- ten içe ‘hoşça bir bakış’ etkisini hissettiriyor. Her ku, bu renk cümbüşü, göğün maviliğinde sağa şeyde bir coşku, bu coşkuya Türkçenin süt dişli sola dağılmış birkaç fırça darbesi kar beyaz bu- şairinin adının verildiği camiden yükselen ezan lutlar akıyor. Cennetten koparılmış gibi bu baş sesi de karışıyor... Sağ tarafımdaki Turgutlu’ya döndürücü manzarayı seyrediyorum. Deli olma- nazır küçük tepenin yamacı deli yeşil. Vadinin iki mak işten değil. Siz hiç “tepeden tırnağa çiçek yanı zeytinlik. Biraz ötede, yeni tomurcuklanan açmış” badem ağacı gördünüz mü? Gördüğünüzde Orhan Veli’nin; birkaç incir ağacı; az yukarıda her yana dağılmış, dal budak salmış nar ağacı ve çalılar... “Deli eder insanı bu dünya, Bu gece, bu yıldızlar, bu koku, Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç...” İşte şubat sonu. Turgutlu’da da mart ayı gelmeden bademler çiçek açtı. Uzaktan baktığınızda siyah beyaz lekeler şeklinde görünüyor ba- dizelerini mırıldandınız mı? Hiç kuşkusuz, dem ağaçları. Hassas ve narin. böyle bir yaşamak hazzı kışkırtır insanı; bir duyTepede güneş pırıl pırıl. Gökyüzü masmavi, gu, bir buğu hali buram buram. Çiçek açan ba- ova alabildiğine çıldırmış bir çiçek ormanı gibi. dem ağaçlarının önünde çocuklar gibi poz verdi- 9 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim niz mi? Bilmiyorum çiçeklenmiş bir badem dalını yakarışını duyarak, acının badem ettiği gönülleri kopararak bir yakınınıza, bir büyüğünüze, bir yad ediyorum. Bahar zamanı çağla halini meyve, sevdiğinize armağan ettiniz mi? Badem çiçekleri- kuruyunca çekirdeğini badem diye yediğimiz ni bir tebessüm gibi dallarıyla sevdiklerinize su- ağacın çiçeklerine bakıp yaradılışı ve bereketi, nabilmeniz için uygun yerlerinden koparmanız mevsimlerin tazeliği ve gençliğini, zarafeti ve yer- gerekiyor. yüzünün şiirini dinliyorum. Boşuna mı “Nerden baksak kendini anlatıyor Dal yeşil, çiçek beyaz, gök mavi; bir Meryem her şey!” diyor İlhan Berk? Onun “Ağaçlardan arkadaşları oldu. Hâlâ da var.” Artık benim de ağaçlardan arkadaşlarım var. Baharın gençlik çavlanı çağrışımıyla göz kırpan, ruha akan çiçekleri, yaprakları ve üzeri tüylü çağlasıyla badem ağaçları; yalnız olmadığımızı hissettiriyor. tebessümü yüzlerde. Badem çiçekleri, Van Gogh’un bir resmine de konu olmuştur. Ünlü ressam, dallar üzerindeki beyaz lekelerin oyununu ve görsel çekiciliğini fırçasına yansıyan duyarlılıkla sanki yeşil dallarda değil gökyüzünde dans eden siluetler gibi çizmiştir. *** *** Bir de, bağımızdaki badem ağaçlarını hiç unutamam. Biri her yıl meyve verirdi, diğeri iki yılda Enfes bir görünüş. Bir nazlı salınış, yaşanmış bir. Yine de babam, gölgesi hatırına onu kesmek ya da yaşanacak sevdalar kadar saf. Yelkenler istemezdi. Geçmiş, sözcükler, hayalen ve düşle. gibi açılan tuhaf bir duygu içerisindeyim. “Badem çiçeklerine açtım penceremi Bu duyguyla, bir şaire daha, Fransız şair Paul Hayra yoruyorum umudun çağlasını Bir şarkı gibi, bir düş gibi.” Celan’a kulak veriyorum; “say bademleri, / say acı olanı, uyanık tutanı say / beni de onlara kat” 10 Nisan 2009 MEKTEPTEN MEMLEKETE DÖNEN ŞAİR YAHYA KEMAL BEYATLI Mehmet Nur Karageçi Y ıllar var ki aydınlarımız, şairlerimiz, gerçek manada aydınlarımızın az oluşu, olanla- romancılarımız hülasa geniş bir ka- rın ise topluma hareketlilik kazandırmaktan çok lem erbabı aydınlarımız; bir Mehlika geri planda ve savunmada kalması; üzerinde du- Sultan uğruna nice sahillere yelken rulması gereken, sosyolojik ve tarihî açıklamala- açtılar. Ancak ne aradıkları Leyla’yı ra muhtaç bir husustur. bulabildiler ne de ayrıldıkları sahillere dönebildiAydınlarımızın Gurbet Yılları ler. Kimi yaşadığı zamanı anlayamadı, kimi çağın gerisinde olduğumuzu düşünüp yabancı diyarlar- Psikolojik olarak kabul edilen bir gerçektir ki dan devşirdiği anlayışlarla yaraya merhem olma- insan, bir işe, bir düşünceye kendini kaptırdığı öl- ya çalıştı kimi de geçmişin hülyalarına sarılarak çüde o iş veya düşüncenin etkisine yavaş yavaş yaşadığı çağı bu bakış açısıyla yeniden kurmaya girerek âdeta onda fani olur. Artık zihnini işgâl çalıştı. Ama gaye ne olursa olsun herkesin kendi eden ve fani olduğu düşüncenin penceresinden birikim ve kültürüne göre yeni bir dünya kurmak eşya ve hadiseleri yorumlar. istediği ve geleceğe bir ses ve soluk olarak kalmak istediği bir gerçekti. Bu gerçeklerle yüzleşen Tarih biliminin verilerine göre aydınlarımızın aydınlarımızın birçoğu kendi değerlerine yabancı eşya ve hadiseleri yorumlayıştaki bu bakış açısı ve gaflet içindeydi. Milletin kaderiyle ilgili ileriye sorunu Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesini izle- dönük hiçbir kanaat ileriye süremeyen, günü kur- yen yıllarda hız kazanmıştır. 18. asırda yenileş- tarmaya çalışan ve hepsinden önemlisi olup bi- me hareketinin tarihi, toplumda herhangi bir tenleri sağlıklı bir şekilde değerlendirebilecek esaslı değişmeyi hedef almadan, belirli bir ihtiyaç 11 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim daha kolay ulaştığından kendini diğer kesimlerin önünde gören ve kendisine öteki kesimleri eğitme, değiştirme ve yönlendirme görevini üstlenen bir aydın grubu ortaya çıkar.” (Hanioğlu,148.) karşısında bazı teknik ve bilgilerin memlekete nakledilmesi için yapılmış az çok ciddi teşebbüslerden ibaretti. Fakat 19. yüzyılda fikir hareketlerinin gelişmesi, bazı olayların etkisiyle daha çabuk olur ve yenilik hayatın her alanına kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla rahatça yayılır. Bu aydın topluluğu Batı’nın teknik ve teknolo- Artık Batılılaşmanın amacı, bir önceki yüzyıla gö- jik üstünlüğü karşısında başı dönmüş, bakışı bu- re orduyu teknik bilgilerle donatıp ıslah etmek de- lanmıştır. Medeniyet adına gidip oralardan ne ğildir. Bütün bir hayatın özelliklerini ve sosyal ya- alacağını bilememiştir. Asırlarca yaşana yaşana pının dokusunu birden değiştirmektir. Bu bir asır- billur bir öz olan kendi medeniyetini ve bu mede- lık süreçte Devlet-i Âliyenin çökmüş olmasının niyetin oluşturduğu, yaşamın her karesine sinmiş payı büyüktür. Önce 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın sanat, mimari, örf, âdet gibi ayırıcı özelliklere ya- kaldırılıp yeni ordunun kurulması ile ilk büyük za- bancılaşarak müstağrip (Batı hayranı) haline gel- fer elde edilir. 1839’da devlet, kendisi için Avru- mişlerdir. Böyleleri, artık kesinlikle kendileri ola- palılaşmayı (Tanzimat Fermanı’yla) resmî bir rak duyamamış, kendileri olarak düşünememiş program olarak kabul eder. Ahmet Hamdî Tanpı- ve kendileri olarak zevk alamamışlardır. Bu iti- nar’ın da dediği gibi, bundan sonra memleket barla da, bütün bir tarih boyunca birikip gelişen içinde yapılacak mücadeleler, artık devlete ait bir örfler, âdetler, dinî duygu ve düşünceler, sanat ve ıslahat, orduyu modernleştirme çalışmalarından edebiyat gibi hayatî unsurlar onlara ters gelmeye ziyade, nesillerin yaşayış tarzı ve yeni bir hayat başlamıştır. etrafında gelişir. Varoluşçu akımın temsilcisi Jean Paul Sartre “Yeryüzünün Lânetleri” kitabının önsözünde bu durumu çok açık ve ibret verici bir şekilde açıklar: “Amsterdam, Paris, Londra gibi ülkelere, birkaç aylığına, bir kısım Asyalı ve Avrupalı gençleri getirip gezdirecek; giyim-kuşamlarını değiştirecek; biraz yabancı dil, biraz da Batı kültürü verdikten sonra kendi kültür ve manevi değerlerinden uzaklaştırarak yeniden ülkelerine göndereceğiz. Artık bizim borazanlarımız haline gelen bu gençler, gittikleri ülkelerde bizim düşündüğümüz gibi düşünecek ve bizim söylediklerimizi haykıracaklardır.” Bunun neticesinde kendi kültürünü bilmeyen ama onu aşağılamada oldukça usta, kültür ve medeniyet köklerinden bütün bütün habersiz, bu kökleri yerden yere vurmada müsamahasız ve peşin hükümlü bir nesil yetişecektir. Edebiyattan anlamayan, şiir, roman, tiyatro, tenkit gibi edebi birikim, araştırma ve ilim ciddiyeti isteyen alanlarda yetersiz; geçmişi karalamada alabildi- Yöneticiler, Batılılaşmanın bundan sonraki safhasını askerî ve ekonomik ıslahatlar olarak görmez. Devlet-i Âliyenin Batı kültür ve müesseselerine olan ilgisi artar. Yirmi sekiz Mehmet Çelebi, Damat İbrahim Paşa tarafından Paris’e elçi olarak gönderilir. Kendisinden Fransa’nın medeniyet araçlarına, kültürüne ve eğitimine dikkat ederek, bunlardan uygun olanlarının ülkeye uygulanması istenir. Batı ile geliştirilen ilişkiler sonucunda buradaki değişik sosyal yapı ve kültürle karşılaşan Osmanlı aydınları ciddi bir zihniyet değişikliği geçirir. Bu zihniyet değişikliği, yakın tarihte yaşanılan büyük toplumsal değişimin hazırlayıcısı olur. “Böylece Batılılaşma düşüncesinin en önemli yansıması 19. yüzyılda kendini aydınlar üzerinde hissettirir. Batıyı diğer kesimlere göre daha iyi tanıdığı, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçlarına 12 Nisan 2009 ğine merhametsiz, alabildiğine cüretkâr ve kendi ikliminde gurbet yaşayan bir aydın topluluğu ortaya çıkacaktır. Tarihi ve Kültürüyle Barışık Bir Yaşam Tanzimat Fermanı’nın bir kurtuluş reçetesi olarak kabul edildiği ve daha sonraki dönemlerde aydınlarımız, çeşitli arayışlara girmişlerdir. İnsanı, ilim yoluyla gerçeği bulan, ilimle kemale ermeye çalışan bir anlayışla değerlendirmeye çalışırsak, bu arayışların “mükemmele sahip olma veya mükemmeli elde etmeye çalışma” ortak paydasında buluştuğunu görürüz. İşte bu arayış sahiplerinden biri de Üsküp’te Yıldırım Bayezid Han diyarında doğup, asıl adı Ahmet Agâh olan Yahya Kemal Beyatlı’dır. Çocukluğu, belli bir döneme kadar şefkâtli bir annenin yanında geçen, eğitimi için verildiği mahalle mektebinden “Yeni Mekteb”e geçişi çocuk denebilecek yaştaki şairimizde ciddi bir yabancılaşma hissi uyandırır. Bu okul değişimi ona çok ağır gelir. On sekiz yaşına gelince tahsilini tamamlaması için İstanbul’a gönderilir ve burada tanıştığı Şekip adlı daha önceleri Fransa’ya kaçmış ve etrafına topladığı gençlere Avrupalı filozofların fikirleri ve Paris’ten hayranlıkla bahseden biriyle tanışır. Gençlik hülyalarıyla dolu olduğu bir dönemde tanıştığı Şekip Bey, Yahya Kemal’de bir Paris sevdası tutuşturur. Bir dönem edebiyatının rüya şehri Paris’e doğru yola çıkan şair âdeta yeni bir hayata gözlerini açmış gibidir. Paris’te dokuz yıl kalan şair, İstanbul’a çok farklı düşüncelerle döner. Eski Yunan ve Latin hayranlığı manasına gelen “Nev-Yunanilik” fikrini kısa süre de olsa büyük bir hararetle savunur. Bu fikirlerinden dolayı ciddi tepkilerle karşılaşır. Osmanlı tarihine ilgi duyarak bu kültürün asıl köklerine inmeye karar verir. Geçici de olsa uzaklaştığı ve bir türlü başaramadığı toplumun içine karışmak onda tarifsiz keder- 13 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim ler oluşturur. Birgün bayram namazına gitmeye yolojik manada bir ad koymamışsa da, bir kültür karar verir ve sabah uyanamamak korkusuyla o meselesi olarak değerlendirmiştir. Kapanan bir gece gözüne uyku girmez ve sabah abdest ala- medeniyet dönemini, kendi çağı içinde yeniden rak camiye gidişini: “Ben kapıdan girince bütün yaşamış ve Sezai Karakoç’un ifadesiyle: “Bir ne- cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğru- vi mermerlerle o dönemi mumyalıyorum, tâ gelecekte bir çağ onun bu mumyalarını çözdüğünde onu taptaze görebilme imkanına ersin.” anlayışıyla “kökü mazide olan âti” olmanın mücadelesini vermiştir (Karakoç,52). Yahya Kemal, herhangi sistem iddiası bulunmamasına rağmen Batı’nın teknolojik üstünlüğü karşısında hemen hiç ezilmemiş, asli değerlerimizi şuurlu bir şekilde savunmaya devam etmiştir. Batı’yı da çok iyi idrak etmiş olan şair, ruh esaretine düşmeden, Batıyla eşitlik içinde konuşabilmiş birkaç aydından biridir. Dokuz yıl kaldığı Paris’te, Batı kültürünün mahiyetini kavramış, İstanbul’a döndükten sonra, büyük iddialarla ortaya çıkan fikir akımlarından uzak durmuştur. Son asrın fikir çilesini çeken mütefekkirlerinden Cemil Meriç “Jurnal”inde onun bu yönüne dikkat çeker: “Yahya Kemal’de kemal var, ihtilal yok. Uçmuyor, yürüyor.” der. Evet, Yahya Kemal bir ilim adamı değildi, düşüncelerini her zaman bir sanatkâr olarak ifade ediyordu. Başka bir deyişle o, bir sistem adamı değil, “vecd adamı”ydı (Ayvazoğlu,62). Bunun doğal sonucu olarak da kültürün, işporta malı gibi bedeli ödenince alınıp eve götürülecek bir tablo, bir resim olmadığını, onun içinde varolup geliştiği çevrenin; bütün zaman ve mekân unsurlarının birleşik noktası olması açısından bir bütün olduğunu ve geliştiği çevreyle anlam kazanacağını çok iyi biliyordu.Bu nedenle medeniyeti oluşturan ve besleyen bütün anlamlı parçaları birleştirmeye ve bir çerçeveye yerleştirmeye, onu ayakta tutan bütün anlamlı parçalarla değerlendirmeye çalışmıştır. Bunu yaparken kültürümüzün, “nev-i şahsına mahsus” belli bir hayat biçimi ve o milleti meydana getirenlere ait bir davranışlar bütünü olduğunu unutmayarak kültür ve medeniyete, maziye sarılmış, onu sevmiştir. su bizim nesilden benim gibi birini camide gördüklerine şaşırıyorlardı. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının girdiğini zannediyordu. Ben; içim hüzünle dolu, yavaş yavaş gittim. Va’zı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar, bütün cemaatin içinde yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücud olarak gördüm. O sabah, o Müslümanlığa az aşina Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik. Namazdan çıkarken, kapıda âyandan Reşid Âkif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: ‘Bu bayram namazında iki defa mes’udum, hamdolsun sizlerden birini kendi başına camie gelmiş gördüm. Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapaman evvel bunu görmek beni müteselli etti.’ dedi. O sabah gönlüm her zamankinden daha fazla açıktı.” cümleleriyle dile getiren şair belki de daha sonraları hiç yaşayamayacağı duyguları terennüm etmenin ve insanlarla kaynaşmanın huzurunu yaşıyordu. Bir Mehmet Âkif gibi siyasi ve toplumsal yelpazede mücadeleci kişiliğe sahip olmayan Yahya Kemal, Âkif’in şiiriyle kurtarmaya çalıştığı koca devleti, medeniyeti; tarih çerçevesinde tespit etmeye, onun büyüklüğünü anıtlaştırmaya, en üstün değerlendirmeyle onu gözler önüne sermeye çalışmıştır. Yahya Kemal, Osmanlı Devleti’nin inkırazı karşısında hiçbir zaman siyasi manada bir teklifin sahibi olmamıştır. Esasen o bir sistem adamı değildi. Bununla beraber, meseleye sos- 14 Nisan 2009 Osmanlı tarihine özel bir ilgi duymuş, “Eski Şi- Yahya Kemal’in zamanının Türkçesiyle söyle- irin Rüzgârıyla” şiir kitabında yer alan “Selimna- diği şiirlerini bir araya getirdiği “Kendi Gök Kub- me” bölümünde Yavuz Sultan Selim’in 1514’ten bemiz” adlı şiir kitabında millî hayata ait birçok 1517’ye kadar doğuya ve güneye açılan iki bü- sahneyle karşılaşabiliriz. “Süleymaniye’de Bay- yük seferinin safhalarını, kendi zamanının Türk- ram Sabahı” , “Mohaç Türküsü”, “Akıncılar”, çesiyle destanlaştırmıştır.İstanbul’a şiirlerinde “Koca Mustafa Paşa”, “Yol Düşüncesi”, “Hayal özel bir önem vermiş ve bu aziz şehri vatanın ter- Şehir”, “Üsküdar’ın Dost Işıkları” gibi şiirlerinde kibi olarak görmüştür. “İstanbul’u Fetheden Yeni- bu kültür içinde yaşanan tarihî ve kültürümüzün çeriye Gazel”inde fethin kahramanlarını alkışla- mümin, mütevekkil insanlarının kelimelerle nasıl mış, fethin mübarek askerlerini ebedi olarak dil- hayat bulduğunu rahatlıkla görebiliriz: lerde yaşatmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesi adına bir kilometre taşı olan Malazgirt Savaşı’nı ve Koca Mustâpaşa! Ücra ve fakir İstanbul! Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul, Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada. Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rû’yâda. Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz. (Kendi Gök Kubbemiz, Koca Mustafa Paşa) bu savaşın komutanı Sultan Alparslan’ın ruhuna, yazdığı gazelle fatihalar göndermiş ve tarih şuurunu hep canlı tutmaya çalışmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın millet için bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu ruhunda hissetmiş, düzyazılarıyla desteklemiş, şiirinde kelimeler en içli dua olup yaratana akmış, yaratanın ezanlarla müeyyed namının artması için, İslam’ın son ordusunu galip et- Yahya Kemal, Osmanlı tarih ve medeniyetine mesini istemiştir: düşkünlüğü, şiirlerinde tarihle barışık, anlayışından dolayı, yer yer eleştirilmiş, şiir dili küçümsen- Şu kopan fırtına Türk ordusudur yarabbi Senin uğrunda ölen ordu budur yarabbi Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın Galib et çünkü bu son ordusudur İslam’ın (Eski Şiirin Rüzgârıyla, 26 ağustos 1922) miş ve adeta tarihin çıkmaz sokağına hapsedilmek istenmiş, “Harabisin harabati değilsin /Gö- zün mazidedir, âti değilsin” suçlamasına maruz kalmıştır. Bu suçlamaya: “geçmişi bilmenin gerekliliğini, geleceği onsuz kuramayacağımız gerçeğini ve geçmişle barışık olmanın milliyetinin gereği olduğu hakikatini” söylemek istercesine “Ne harabi, ne harabatiyim / Kökü mazide olan atiyim” mısralarıyla cevap vermiştir. Bir zamanlar fikrî olarak anlaşamadığı Ziya Gökalp’ın önem vermediği musikiye ömrü boyunca yakın durmuş, “Tanburi Cemil Beyin Ruhuna Gazel” şiirinde vefasını göstermiş, İsmail Dede Mektepten Memlekete Dönüş Efendi’yi şiirlerinde bayraklaştırmış; çok insanın eski musikimizden anlamayacağını ve ondan an- 1902 senesinde on sekiz yaşında, alafranga lamayanın bizden bir şey anlamayacağını ifade neslin birçok çocuğu gibi Paris sevdasına tutulan ederek kültürümüzü oluşturan önemli hususlara Yahya Kemal’in bu isteği aslında o dönem genç- dikkati çekmiştir: liğinin hazin hikâyesini özetlemektedir. Memleketten mektebe kaçışını “Çocukluğum, Gençli- Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlamayan bir şey anlayamaz bizden ğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım” eserinde ayrıntılarıyla anlatır. İstanbul’da avare bir taşra genci 15 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim “Babıâli caddesinden geçerken bir rüya görüyor gibiydim. İki tarafımdaki binalar, arabadan daha alçak hissini veriyordu. Uzun seneler yüksek binalarla çevrilmiş şehirlerin rüyetim üzerindeki tesiri hâlâ devam ediyordu. Gelip geçen halkın esvapları soluk, vücudları bücür görünüyordu.”(Hatıralar,126.) Yine de bu uzun Avrupa hayatından dönerken Müslümanlaşmış, kendi vatandaşları için fazla duygusallaşmış bir ruha dönmüş olarak görür kendini. “İstanbul’dan bize ait her şeye nefret hisleriyle dolu olarak kaçan çocuk, tarih ortasında ve coğrafyada Türklüğü aramak üzere, genç bir adam olarak döner. Fikirleri henüz oturmamıştır; fakat evin sıcaklığı onu kısa sürede bir anne şefkâtiyle sarar.”( Ayvazoğlu,27.) olan ve hiç Fransızca bilmeyen şair, memleketi bir zindan, Avrupa’yı nurlu bir âlem olarak görmekteydi. Özellikle Asya ahlakından nefret etmekte; vapurda, tramvayda, sokakta binlerce insan tarafından kendisine dikilen şarkın göreneklerini kollayan bakışlarına kendisini isyan etmektedir. Bu ruh hali, şairi millî muhitin çevresinden kurtulmak için arayışa iter ve edebi eserlerde, romanlarda tanıdığı âlemlere atılmak için harekete geçirir. Özellikle Paris bir ihtiras ateşi olarak yakar şairi, buna o dönem gençliğini etkileyen Jön Türklük düşüncesi de eklenince artık Mehlika Sultan’ın peşine düşmek vakti gelir: Mehlika Sultan’a âşık yedi genç Gece şehrin kapısından çıktı. Mehlika Sultan’a âşık yedi genç Kara sevdalı birer âşıktı. İstanbul’a döndükten sonra kendini arayış devresine girer şair. Bir taraftan Yunan medeniyetine kısa bir merak sarar. Paris’ten aldığı Batı zevkinden de kurtulamaz. Bir kültür bileşimini gerçekleştirmek ister. Bir hayalet gibi dünya güzeli, rüyalarına girdiğinden beri hepsi büyülenmiştir ve o sırlı güzeli Son Söz Yerine: Millî Edebiyatın Ayak Ses- görmek için Kaf dağlarına giderler. Hepsinin içi; leri hicranla doludur. Bu emel gurbetinin yoktur ucu; daima yollar uzamakta, kalp üzülmektedir. Her milletin geçmişten miras olarak aldığı kül- Paris’te aralıksız dokuz sene kalır Yahya Ke- tür değerleri vardır. Bu değerler onun kanı-canı mal. Gençlerin hayal beldesi Paris’in eğlence ölçüsündedir. O, bu değerler sayesinde kendi gi- yerleri, kahvelerinin müdavimi olur. Bir ara kendi- bi düşünür, kendi gibi hareket eder ve her zaman ni bohem hayatın içinde bulur. Bununla birlikte kendi olmanın rahatlığı içinde bulunur; hayatını Fransız şiirini ve şairlerini tanır. Kendi estetiğini da daha bir engince ve daha bir net duyar. Bu ha- kurmaya çalışır. Ünlü tarihçi Albert Sorel’den al- yat farklı şekil ve desenlerde edebi eserlere yan- dığı şuurla Türk tarihi üzerinde düşünmeye baş- sır. Her yazar, aynı zamanda bir aydın olmanın lar ve Leon Cahun’un Türk tarihiyle ilgili kitabını sorumluluğu içinde kendi millî muhitini eserlerin- okuduktan sonra millî tarihle ilgili düşünceleri bir de canlandırmak durumundadır. Tarih, ona bir bütünlük teşkil etmeye başlar. vazife vermiştir: “Gerçek bir entelektüel, önce ül- kesinin haklarını, düşman bir dünyaya haykırmakla görevlidir. Yani rüşeymi bir mahiyet taşıyan, şu veya bu sınıfın ideolog ve demagogu olmamak, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa etmek.”(Meriç, 54.) Kendi kafasıyla dü- 1912 Nisanında İstanbul’a döner. Dokuz sene süresince alıştığı Paris hayatından ayrılmak ona çok ağır gelir. Paris yaşamı şaire o kadar sinmiştir ki onda, artık ikinci bir fıtrat olmuştur âdeta. 16 Nisan 2009 şünen, kendi gönlüyle hisseden, uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir merakla bu vazifeyi yapmaya azimli olmalıdır. Yahya Kemal Beyatlı, Paris dönüşü, kafasındaki fikirlerle edebi bir hareket noktası arar. Batıyı görmüş, kendi geçmişi ve şiir birikiminin üzerine kuracağı bir anlayış inşa etmek ister. Artık “mektepten memlekete dönen” Yahya Kemal, 1936 yılında yayımlanan “Memleketten Bahseden Edebiyat” adlı yazısıyla bu düşünceyi açıkça ortaya koyar. Yahya Kemal bu yazısında: “Türk- çede yazarken, onda dokuz oranında, yabancıların ülkelerinden, onların yazarlarından, sanatçılarından, siyaset adamlarından, onların tarihteki kişilerinden, kısaca onların olmuş ve olan işlerinden, onların geçmiş ve geçen hayatlarından söz ederiz. Bununla birlikte konuşurken de eğer konu bilimle, edebiyatla ve sanatla ilgiliyse yine kendimizden ziyade daha çok onların konusuna dalarız.” diyerek edebiyatta, sanatta ve günlük hayatta batı edebiyatının ve düşüncesinin bizi nasıl sarıp sarmaladığını çok dikkatli bir şekilde ortaya koyar. Yahya Kemal bu müşahedesini bir fıkrayla daha da somutlaştırır: “Gazete sahibi bir arkadaşım vardı. Bir gün bana: ‘Bizim gazeteyi okuyor musun?’ dedi. ‘Hayır’ dedim. ‘Niye?’ dedi. Sizin gazetenizi bir gün okudum. İlk yazıdan haberlere kadar ve haberlerden sinemaya kadar hep Amerika’dan ve Avrupa’dan söz ediyordu. Türkiye’yle ilgili bir şey görmedim. O zamandan beri okumuyorum, dedim. Arkadaşım güldü ve açıklamada bulunduktan sonra, sözünü şöyle bitirdi; Türkçe gazete, tıpkı bildiğimiz gibi, Avrupa gazetesinin kopyasıdır. Gazetenin yazı odaları vardır. Orada bir masanın üstünde Avrupa’dan gelen gazeteler yığılı durur, onların bazı konularını mütercimler seçip tercüme ederler. Birçok gazetenin sayfalarını işte bu tercümeler doldurur. Edebiyat yazarlarımız genellikle Fransa’nın son durumundan, edebiyatçı ve yazarlarından söz eden makaleler getirirler; ben de Avrupa siyasetiyle ilgili bir başyazı yazarım. İşte böylece âlâ bir sayı çıkar. Senin istediğin gibi, büyük oranda bu ülkeden söz eden bir gazete bu ülkede çıkamaz. Çünkü her sabah, şu koca Anadolu’nun ve Trakya’nın bu geniş İstanbul’un bütün hayatını yansıtacak bir memleket gazetesini çıkarmak gerektir.” İşte bunlar da gösteriyor ki Anadolu’dan, memleketten söz eden bir fikir dünyasına, iletişim araçlarına ve edebiyata şiddetle ihtiyaç vardır. Yahya Kemal bu yazısında ümitsiz değildir. Millî bir edebiyatın ve düşünce dünyasının doğacağını inancı tamdır. 1860’ta Şinasi ve Agâh 17 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Efendi’nin yeni bir düşünüşle, millî bir görüşle çı- Yahya Kemal, bir vecd adamıdır. O, tarihte ve karmış oldukları ilk bağımsız Türk gazetesini yet- kültürde devamlılığa inanıyordu. Değişimin ve miş altı yıl sonra şimdi de çıkarmak gerekliliğini devamlılığın geçmişi yeniden inşa ederek sağla- vurgular. O halde geçen yetmiş altı yılı taklit dö- nacağını biliyordu. Gerek şiiri gerekse düzyazıla- nemi saymak gerektiğini söyler. rıyla bunu savundu. Ne yazık ki kültür ufkumuzda doğan bu anlayış sonra gelenlerce devam et- Yahya Kemal, edebiyatımızda memleketin ve tirilemedi ve Beşir Ayvazoğlu’nun ifadeleriyle Anadolu’nun anlatılması ihtiyacının yeni edebi- söyleyecek olursak “şark ufuklarında başlayan yatın doğmasıyla birlikte doğduğunu vurgular: vuzuh, başladığı yerde kaldı.” “Sultan Abdülaziz döneminde her işimizde milliliği unutarak frenk düşüncesine bağlandığımızdan söz eden şair, o dönemin en büyük yenilikçisi sa- KAYNAKÇA: yılıyordu ve onun bu görüşü, o zaman yenileşen Ayvazoğlu, Beşir(1996). Eve Dönen Adam milliyetçilerin alafrangaya karşı bir görüşü gibi Ötüken Yayınları, İstanbul. görünmüştü; ondan sonra kaç şair, kaç şair, kaç Beyatlı Yahya Kemal (1986). Çocukluğum, mütefekkir, kaç yazar, kaç romancı, kaç kez hem Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, Yahya de kuru bir iddia ile değil, örnekler göstererek, Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul. eser vererek; kimi şiirde milletin beğenisini, sesi- Beyatlı Yahya Kemal (1990). Edebiyata Dair, ni, duygusunu dil haline getirerek, kimi milletin İs- “Memleketten Bahseden Edebiyat”, Yahya Kemal tanbul’da ve taşradaki hayatından en gerçek Enstitüsü Yayınları, İstanbul. sayfalar parıldatarak, kimi tarihimizin sayfalarını Beyatlı Yahya Kemal (1961). Kendi Gökkub- en doğru belgelerle canlandırarak, bu özlediği- bemiz, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul. miz gelecek edebiyatın varlığını müjdelediler.” di- Beyatlı Yahya Kemal (1985). Eski şiirin Rüz- yerek millî bir edebiyatın ayak sesleri hakkında gârıyle, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstan- bilgi verir. bul. Hanioğlu Şükrü(1992). “Batılılaşma”, İslam An- Onun şiirlerinde millî hayat gerçekçi, fiziki gö- siklopedisi, C.5 s.148, T.D.V. Yayınları, İstanbul. rünüşüyle değil; estetik bir zeminde yer alır. Zira Karakoç, Sezai(1986). Edebiyat Yazıları – II, o, kendi devirleri itibariyle küçültülmüş, ufalanmış Diriliş Yayınları, İstanbul. bir coğrafyayı bir türlü hazmedememiştir. Onun Meriç, Cemil (1985). Kırk Ambar, İletişim Ya- için teselli olarak geçmişe sığınmış, eserlerinde yınları, İstanbul daima geçmişe olan özlemlerini dile getirmiştir. Hâlihazırdaki buhranı hayal dünyasında genişleterek rahatlamaya çalışmıştır. 18 Nisan 2009 Bestami Yazgan KIR ÇİÇEĞİ Bir okulun bahçesinde Sevdim seni kır çiçeği Cıvıl cıvıl zil sesinde Sevdim seni kır çiçeği Koşup gelince yanıma Misafir oldun canıma Alır almaz kucağıma Sevdim seni kır çiçeği Alfabeyi öğrenince Düştün tatlı bir sevince Yaprak yaprak, hece hece Sevdim seni kır çiçeği Kanatlanıp uçtuğunda Mutluluklar saçtığında Her sınıfı geçtiğinde Sevdim seni kır çiçeği Yılları kaygı ederken İlköğretim, lise derken Mezun olup da giderken Sevdim seni kır çiçeği 19 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Abdurrahman Bayçınar KİMİN TÜRKÜSÜ Yüce dağlar nerden aldın dumanı Zalim elden verdin bize fermanı Baykuş saldın çamlarına yurdumun Eğil, başın duman almış oy dağlar Dağların ardında analar ağıt yakar Delikanlı saçları kar beyazla taralı Kaç gün geçti sıla bizi buralarda tutalı Sarıkamış dağlarında kaç yerinden yaralı Eğil, başın duman almış oy dağlar Gözlerinde Mehmet’in soğuk soğuk ölüm var Selam ettik süngümüzle zirvesinde dağların Düşlerimiz saklı kalsın kollarında karların Nazlı gelin, yetim çocuk divanesi yolların Eğil, başın duman almış oy dağlar Mehmet’imden anasına sitem dolu mektup var Ensesine askerimin ecel gelmiş ayaz kor Hastalık mı açlık mı yoksa savaş mı zor Nerde kaldın Bezm-i Âlem Mehmet sana gel diyor Eğil, başın duman almış oy dağlar Allahuekber’in kucağında hüzün var. 20 Nisan 2009 Çetin Kızgın MED CEZİR Çekildi önümde hayal perdesi, Bir adım ötesi nur, çamur bir adım gerisi, Ezelin raflarında çürüyen yüreğimden Akıyor adının her hecesi, Sen olmaya geliyorum. Serin bir poyraz, tenimi okşar gibi, Sezdim seni. Bir ışık tut yüreğime, Gönlünden gönlüme akan. Geçer gibi Mecnun'un Leyla'sından Senden öte bir 'sen'e vardım, Ebedi bir sevdaya kapıldım; 'Ben'i 'sen'de bıraktım. Bir nefes ver bana, Ruhundan ruhuma akan. 21 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim SAAT, AYNA VE FOTOĞRAF Mustafa Ökkeş Evren D uvarda uzun zamandır aynı kaderi Fotoğraftan bir kadın sıcaklığı yayılıyordu paylaşan saat, ayna, bir de fotoğraf odanın soğuk duvarlarına. Simsiyah saçlarıyla asılıydı. Paylaştıkları kader yalnızlık- bir siluet gibiydi ve iri gözlerinde buğulu bir bakış tı Saat hiç durmadan işliyordu zama- vardı kadının. Tebessümü çalınmış tenha dudağı nı. Niçin işleyip durduğunun farkında söylenmemiş sözlerin çeyiz sandığını duyumsatıyordu insana. değildi. Onun için gecenin üçü ile gündüzün üçü arasında bir fark yoktu. Çünkü şimdiye kadar “Aa Kapı gıcırdayarak açıldı. Her zamanki vakitte saat üç olmuş” diyen hiç kimse çıkmamıştı. gelmişti yine. Saate bakmadı. Saatin de umurunAyna, darağacında sallanan yalnızlığı imgeli- da olmadı akşamın gelişi. Adam kendisiyle göz yordu sanki. Bakılmamak acı veriyordu. Duvara göze gelmemek için aynaya çarpan bakışlarını asıldığı günden beri yalnız bir adamın kısa ve hızla kaçırarak fotoğrafa odakladı gözlerini. anlamsız bakışlarıyla yetiniyordu sadece. 22 Nisan 2009 İÇ SESLE İÇİMİN ŞEHRİ Handan Konak İ çim bir şehir. Ve içimin şehrinde bir ne haldeydi de şimdi bu kadar büyüdü? Yoksa gürültü, kalabalık, sorunlar ve sorun- hep büyük fakat boş muydu? ların trafiği artıyor günden güne. Ben büyüdükçe içimin şehri büyüyor. Ço- Dönüp baktım şehrime farklı bir gözle, başka- cukken belki de en çok istediğim şey sının penceresinden. Ne çok derdim varmış. Her büyümekti. Fakat nereden bilebilirdim ki o zaman şeyi ne çok sorun etmişim hayatımda. Her olay, içimde bir şehir olduğunu, bu şehrin sürekli büyü- her kişi, her mekân ve beni yaralayan, acıtan, ka- düğünü ve gökyüzümün daraldığını? Çocukken natan her şey için bir bina dikmişim. Bazısı çok 23 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim katlı bazısı kaçak bir gecekondu bazısı ise koca bir gökdelen. Her biri için farklı düşünmüş, üzülmüşüm. Fakat şimdi anlıyorum ki tüm bu içimdeki karmaşa beni hakikatten, insanlıktan, hayallerimden alıkoymuş. Düşünemez olmuşum çevremdekileri, insanlığı, doğruyu, doğru yolu. Ve doğru yolun izinden gitme gayretimi yitirmişim. Artık fazlasıyla unutkan olmuş ve bu unuttuklarıma çok daha fazla umursamaz olmuşum. Yaralamaz olmuş etrafımda cereyan eden tüm olumsuzluklar, hayasızlıklar, insafsızlar. Fark edemediğimden karşı koymak bir yana buğz bile edemez olmuşum zalimlere. Kafamı kaldırıp bakmak istiyorum göğüme ama içimdeki trafiğin kırmızı ışığı olmadığından süratle geçen dünya telaşesinin altında ezilmemek için çekiveriyorum kendimi kenara. Yaslıyorum sırtımı bir binanın duvarına, kaldırıyorum kafamı görmeye çalışıyorum göğümü. Gördüğüm sadece mavi bir ufaklık, oysa bu olmamalı gök. Gök dediğin, alabildiğince geniş ve masmavi ve bulutsuz olmalı. Baktın mı için açılmalı, baş başa kalmalısın kendinle. Meğer ne çok hata etmişim diyorum o an kendime, ne saçma şeyler uğruna ıskalamışım değerleri, insanlığı, beni ben yapan her şeyi. Bir boy aynası alıyorum içimin şehrine, bakıyorum kendime. Gördüklerim, görmek isteyip göremediklerim hüsrana uğratıyor beni. Gördüklerim, hırs, azgın bir nefs, bitmeyen arzu ve istekler, yalanlar, adaletsizlik. “Kararmışım ben” diyorum. Kalabalıklaşıp büyürken kararmış içimin şehri. İs kaplamış her yanı. Olduğum sandığım ben değilim aynadaki. Hani nerede, diyorum, insanlık namına yaptıklarım? Ve anlıyorum ki ben büyüdüm, kirlendi içimin şehri, daraldı gök yüzüm. 24 Nisan 2009 LİSE DERS KİTAPLARINDA ERMENİ SORUNU Feridun Eser Ermenileri Türklere karşı kışkırtmaları ve isyana 1. Giriş: teşvik etmeleri ile başlamıştır. Dün, sorunun do- E rmeni sorunu hakkında, ne dünya ğuşunu sağlayan odakların, bugün soruna taraf- kamuoyu ne de milletimiz yeterli bil- sız yaklaşmaları beklenemez. giye sahiptir. Ermeni lobileri, buldukları her fırsatta kendi iddialarını ade- Asıl üzerinde durulması gereken husus şudur: ta beyin yıkarcasına dünya kamu- Ermeni sorunu ile ilgili kendi tezlerimizi yıllardır oyuna sunmakta ve insanları etkilemektedirler. dünya kamuoyuna neden anlatamadık? Dünya Bu propagandaların etkisiyle birlikte, Batı kamu- kamuoyu bir yana, Türk toplumunda bile Ermeni oyunun Ermeni sorunu karşısında Ermenileri sorunu hakkında şüphesi olanlar vardır: Çoğu in- mazlum ve mağdur görerek Türkleri suçlamaları, sanımızın zihninde, “Acaba katliam yapmış ola- milletimizin Batı ile yaşadığı tarihsel serüvenin bilir miyiz?” sorusu yer almaktadır. Haklı olduğunuz bir davayı, gerçeği, kendi toplumunuza anlatamamışsanız, dünya kamuoyunun anlamasını, size hak vermesini bekleyemezsiniz. Peki bu durumun sebebi nedir? Bizce sebeplerden biri, belki de en önemlisi, her yıl yüzbinlerce mezun ver- Batılılara kazandırmış olduğu perspektife de bağlanabilir. Ermenilere daha yakın olmuşlardır. Ermeni sorunu, temelinde, Batılı emperyalist devletlerin menfaatleri (Osmanlı coğrafyası üzerindeki emelleri ve şark meselesi) doğrultusunda 25 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim diğimiz, yarınlarımızın büyükleri olan öğrencileri- yer aldığı görülecektir. mize Ermeni sorununu yeterince anlatamamış Bizce hem Osmanlı Tarihi’ni anlatan hem İnkı- olmamızdır. lap Tarihi’ni anlatan ders kitaplarında Ermeni soTürk veya yabancı, insanların genelinin Erme- rununa mutlaka ayrı bir ünite halinde yer verilme- ni sorunu hakkında sahip oldukları bilgiler, kulak- lidir. Ve yine mutlaka Çağdaş Türk Tarihi adı ile tan duyma veya maksatlı propagandalara dayalı 2008- 2009 eğitim öğretim yılında okutulmaya bilgilerdir ve yüzeyseldir. Bilginin öneminin daha başlanmış olan ders müfredatında da “Cumhuri- iyi anlaşıldığı, bilgiye daha kolay ulaşılabildiği gü- yet Dönemi Ermeni Sorunu” adlı bir ünite bulun- nümüzde insanların çoğunun slogan ve propa- malıdır. gandalarla şartlandırılması kabul edilebilecek bir Tarih kitaplarında Osmanlı-İran, Osmanlı-Ma- durum değildir. Bilgi, ancak eğitim öğretim yolu car, Osmanlı-Fransız, Osmanlı-Rus ilişkileri alt ile planlı ve etkili bir biçimde bireylere aktarılır. başlıklar halinde yer alırken Osmanlı-Ermeni veya Osmanlı-Rum ilişkileri konularına yeterince 2. Lise Ders Kitaplarında Ermeni Sorunu: yer verilmemiştir. Ermeni, Rum gibi azınlıklarla 2.1. Mevcut Durum: Türklerin ilişkileri, azınlıkların toplumsal yapıdaki konumları bağlamında, birkaç satırla geçiştiril- Ülkemizde okutulmakta olan lise ders kitapla- miştir. Ermeni lobileri her fırsatta sözde soykırı- rında Ermeni sorunuyla ilgili yeterli bilgi olmadığı- ma ait rakamlar vererek dikkat çekmekte iken, nı söyleyebiliriz. Ermeni sorunu ile ilgili bilgilerin ders kitaplarımızda çetecilerin katletmiş olduğu kısmen Tarih ve Milli Güvenlik Bilgisi kitaplarında 26 Nisan 2009 Türklere ait hiçbir rakam yoktur. Ermeni sorununa, en fazla yer vermiş olan ders kitabı, İnkılap Tarihi’dir. Günümüzde Ermeni lobilerinin Türkiye karşıtı faaliyetleri ve Ermenistan’ın politikaları (Ermenistan’ın lobilere verdiği destek ve 1991’den beri Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin Ermenistan tarafından işgal edilmesi bölgesel güvenliğe yönelik bir tehdittir) millî güvenliğimizle doğrudan alakalıdır. Ermeni lobilerinin yürüttüğü faaliyetler, ğini söyleyebiliriz. Bu gerçeğe rağmen, Edebiyat millî güvenliğimize yönelik tehditlerden biridir. Bu ve Dil ve Anlatım kitaplarında doğu ve batı ede- nedenle Ermeni sorununun Millî Güvenlik Bilgisi biyatından örnek edebi eserler tanıtılırken Erme- kitaplarında yer alması doğaldır. Ancak liseleri- ni dil ve edebiyatından hiç bahsedilmemektedir. mizde okutulan Millî Güvenlik Bilgisi ders kitabı incelendiğinde, bu kitapta da yeterli bilginin bu- Unutulmamalıdır ki, ortaya konan edebi eser- lunmadığı görülecektir. Millî Güvenlik Bilgisi kita- ler, hangi toplumda üretildi ise o toplum hakkında bı, Ermeni örgütlerinin yurt dışındaki dış ilişkiler da bazı bilgiler verir. Osmanlı döneminde ortaya görevlilerimize ve kurumlarımıza yaptıkları terör konan Ermeni edebi eserleri incelendiğinde, saldırılarına birkaç satırda yer vermiştir. Bilhassa Türk- Ermeni ilişkileri/ kültür etkileşimi hakkında Ermenilerin Batılı ülkelerde yürüttükleri Türkiye önemli bilgilere ulaşılacaktır. Böylelikle, Ermeni karşıtı etkili lobi faaliyetlerine hiç değinilmemiştir. lobilerinin sunduğu gibi, Türk-Ermeni ilişkilerinin Kitapta Ermenistan’ın 1991’de Karabağ’a saldır- sadece çatışma ekseninde yürümediği görüle- dığı yer almasına rağmen Karabağ’ın 1991’den cektir. beri işgal altında olduğu gerçeğine yer verilme2.2. Öneriler: mesi önemli bir eksikliktir. -Ermeni Sorununun Anlaşılabilmesi İçin- Liselerde okutulmakta olan Edebiyat, Dil ve Anlatım kitaplarında yüzyıllarca birlikte yaşamış Osmanlı Tarihi’ni anlatan ders kitaplarında olduğumuz Ermenilerin edebi eserleri (şiir, ma- muhakkak, “Osmanlılar döneminde Ermeni So- sal, müzik, öykü, destan, atasözü…) hakkında hiçbir bilgi olmaması şaşılacak bir durumdur! Türklerle Ermeniler, 11.yy.dan beri birlikte yaşamış iki toplumdur. Birlikte yaşamın bir getirisi olarak yüzyıllar içinde kültürel etkileşimler olmuştur. Ermeni halk ve âşık edebiyatı ile Türk halk ve âşık edebiyatı arasında bir yakınlık/ benzerlik vardır. Masallar, öyküler, şarkı ve şiirler, atasözleri incelendiğinde her iki toplum mensuplarının ortaya koymuş oldukları edebi eserlerin konu ve şekil bakımından birbirlerine benzerlik gösterdi- 27 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Türk-Ermeni Teali Cemiyeti etrafında Kurtuluş Mücadelemize verdikleri destek kitaplarda yerini almalıdır. Göz ardı edilmemesi gereken bu gerçek, Ermenilerin soykırım iddialarının da asılsız olduğunun bir işaretidir. Çağdaş Türk Tarihi ve Millî Güvenlik Bilgisi kitaplarında, Ermeni terör örgütlerinin yapmış oldukları eylemler ve Ermeni lobilerinin faaliyetleri, kısa ama net olarak anlatılmalıdır. Her fırsatta Türkiye’yi adeta teyakkuza geçiren lobi faaliyetrunu” adı ile bir ünite olmalıdır. Bu ünite içinde lerinin yabancı siyasiler ve halk üzerindeki etkisi karşılaştırmalı olarak farklı dönemlerdeki Erme- küçümsenmemelidir. Ermeni lobilerinin yürüttük- ni, Rum, Yahudi ve Türk nüfusları tablolar halin- leri sözde soykırım iddialarına Ermenistan’ın ver- de verilmelidir. “Millet-i sadıka” denilen Ermenile- diği destek ve Azerbaycan’a ait Karabağ toprak- rin, Türk toplum yapısı içindeki konumları, kaza- larının 1991’den beri Ermeni ordusunun işgali al- nımları, diğer azınlıklara göre sahip oldukları ay- tında olduğu, 1.000.000’dan fazla Azeri’nin va- rıcalıkları somut örnekler verilerek anlatılmalıdır. tanlarından ayrı yaşamak zorunda kaldıkları, Do- Batılı güçlerin hangi maksatlarla, hangi kanallar- ğu Anadolu bölgemizin Ermeniler tarafından la Ermenileri Türklere karşı kışkırttıkları Rusya, kendi haritalarında “Batı Ermenistan” olarak nite- Fransa, İngiltere alt başlıkları halinde tek tek net lendirildiği bilgisi kitaplara ilave edilmelidir. Ünite bir şekilde işlenmelidir. Osmanlı toplumu içinde aralarına konulan “okuma parçaları”nda, öyküle- yer alan azınlıkların, Türklerle ilişkileri ve kültür yici anlatımla, konunun ayrıntılarının verilmesi ol- etkileşimleri somut örneklerle ortaya konmalıdır. dukça etkili olacaktır. Nitekim eski İnkılap tarihi Ermeni çetecilerinin yaptıkları eylemlerde öldü- kitaplarında (1990’lı yıllarda okutulan ders kitabı) rülmüş olan Türklere ait rakamların kitaplarda yer Kazım Karabekir’in Ermeni katliamıyla ilgili hatı- alması çok çarpıcı olacaktır. Zorunlu göçün se- ra ve gözlemlerinin yer aldığını hatırlatmak bep ve sonuçları, göçün sorunsuz yapılabilmesi gerekir. için devletin aldığı tedbirler de yine net bir şekilKültürümüzde önemli bir yeri olan Nasreddin de ortaya konmalıdır ki göç hakkındaki şüpheler Hoca fıkralarımız, Ermeniler arasında da bilinir. ve olumsuz propagandalar etkisiz kılınabilsin. Türk halk hikayelerinden Kerem ile Aslı’ya Erme- 90.000’den fazla askerimizin donarak şehit oldu- ni şair Sayat Nova tarafından nazire yapılmıştır. ğu Sarıkamış faciasında Ermeni çetecilerin rolü K. Garliyan’ın, Sultan Abdülhamit için marş yaz- olduğu vurgulanmalıdır. dığını biliyoruz.. Son zamanlarda dikkatleri çeİnkılap Tarihi kitaplarında yer alması gereken ken “Sarı Gelin” türküsünün Türk halk edebiyatı- önemli bir husus da şudur: Türk karşıtı fikirlere na mı, Ermeni halk edebiyatına mı ait olduğu tar- kapılmamış, çetecilere destek vermemiş, tüm tışmaları medya tarafından günlerce haber yapıl- kışkırtmalara rağmen, Türklerle beraber yaşama mıştı. Bu türkü, her iki toplumun da sahip çıktığı istek ve iradesi gösteren, çetecileri eleştiren Er- bir türküdür; iki toplumun ortak değeridir. Yine se- meniler de olmuştur. Bu anlayıştaki Ermenilerin, vilerek okunan ve dinlenen, “Hani sen benim idin, 28 Nisan 2009 sözünden döndün niye?” türküsü de bir Ermeni bestekar tarafından bestelenmiştir. Bu somut örnekler, Edebiyat ve Dil ve Anlatım kitaplarında yerini almalıdır ki Türk- Ermeni ilişkilerinin sadece çatışma boyutlu olmadığı görülsün. rım gerçeği budur. Bu gerçeğin, dünya kamuoyu bir yana, Türk toplumunda anlaşılamaması makul görülecek bir durum değildir. Ermeni sorununun doğru ve etkili bir şekilde öğretilememesi, bireylerin, geçmişleriyle ilgili şüphelere kapılmasına yol açmaktadır. 3. Sonuç: Tarih öğretiminin ve tarih bilinci kazandırmaDünya kamuoyu, Ermeni lobilerinin ileri sür- nın önemi küçümsenemez. Geçmişin eksik ve düğü tezlerden etkilenmekte ve Türklerin, Erme- kusurlu öğrenilmesi, gelecekte telafisi zor veya nilere soykırım yaptığı yalanına inanmaktadır. Ül- mümkün olmayacak durumlara yol açabilir. Tari- kemizde de bir kısım insanlarımız, bu propagan- hin doğru öğretilmesi, millete ve devlete duyulan dalardan etkilenerek tarihimiz hakkında şüpheye saygı ve güven bağlarını pekiştirir. Okullarımızda kapılmaktadırlar. Bu şüphelerin, doğru ve etkili okutulan ders kitaplarında Ermeni sorunu ile bil- bilgilendirme ile ortadan kaldırılması gerekmek- hassa Türk- Ermeni ilişkileri ile ilgili yeterli kap- tedir. samda bilginin yer almaması çok mühim bir eksikliktir. Tarih, Millî Güvenlik Bilgisi, Edebiyat ve Tarafsızlığını koruyabilen yabancı bilim adamı Dil ve Anlatım kitaplarındaki sözkonusu eksiklik- ve araştırmacılar da ifade etmektedirler ki, ger- ler bir an evvel giderilmelidir. Bu, aciliyeti bulunan çekte soykırıma maruz kalanlar Türklerdir. Soykı- insani ve millî bir yükümlülüktür. 29 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim DİKSİYON KURSLARI VE TÜRKÇE Menekşe Gültekin T ürkçe dünyanın yaşayan en eski dil- Kursların açılışı iyi niyetten olsa da Türkçe lerinden biridir. Zaten o, Banarlı’nın eğitimi almamış kişilerin bu kurslarda hocalık da tabiriyle bir imparatorluk dilidir. yapması birçok sakınca doğurmaktadır. Çünkü Ancak dünyanın bütün dillerinde ol- güzel konuşmak demek sadece güzel bir ses to- duğu gibi onun da sancıları, sorunla- nu ile beden dilini doğru kullanarak konuşmak demek değildir. Aynı zamanda kelimelerin kök ve rı olması doğaldır. ekli anlamlarını bilmek, harflerin çıkış yerlerini Şahsi kanaatime göre Türkçenin günümüzde- bilmek, ona göre telaffuz etmektir. Bunu da dil ki en önemli sorunları diksiyon, telaffuz ve yazıl- alanında uzman olan kişilerin tam anlamıyla bil- dığı gibi okunup okunmama meselesidir. Uzman- mesi mümkündür ların ve “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” özdeyişi mucibince Türkçenin sorunlarını kendine Ben de bir öğretmen ve mesleki anlamda ken- dert edinen birçok kişinin bu konularda kalem oy- dini geliştirmek amacıyla diksiyon kurslarına de- nattığını, çare aradığını gerek köşe yazılarından vam etmiş biri olarak meseleye yaklaşacağım. gerekse makale ve bildirilerden öğreniyoruz. Ancak güzel konuşma ve diksiyon, sırf Türkçeyi vur- Üzerinde durmak istediğim birinci mesele bu gu, tonlama ve doğru nefes alma ve beden dili kurslarda öğretildiği üzere Türkçenin yazıldığı gi- konusunda yetenekli oldukları düşünüldüğü için bi okunup okunmaması meselesidir. Aslında dil- dil konusunda uzman olmayan eski spiker ve ti- ciler dünyanın hiçbir dilinin yazıldığı gibi okunma- yatrocular eline bırakılınca ortaya vahim tablolar dığını iddia ederler. Alfabesi farklı olan Arapçada çıkmaktadır. bile “el” harf-i tarifinin şemsi ve kameri harflere 30 Nisan 2009 göre tamlamalarda nasıl şekil aldığını dille uğra- nuşmalarına bakarak görebiliriz. Ellili, altmışlı yıl- şanlar bilirler. Bu Türkçe için de geçerlidir. Ko- ların siyah beyaz filmlerinde “yapıciim, görüci- nuşma dili ile yazı dili birbirinden farklıdır. Mese- im,kalıciim” şeklinde bir telaffuz var. Ancak günümüzde ne İstanbul’da ne Anadolu’da konuşulmayan bir Türkçe olarak bu dil çok suni kalıyor. Millî Edebiyat döneminde İstanbul hanımlarının konuştuğu Türkçe konuşma ve yazı dili olarak esas alınmış, peki “yapiciim, görüciim, ediciim, bişi” biçiminde bir Türkçeyi neye göre esas alacağız, büyük ünlü uyumu kuralını göz ardı mı edeceğiz? Gerçi büyük ses uyumu kuralını, Türkçeleşmiş nice yaşayan sözün yabancı sayılması şeytanlığına yol açtığı için yıkıcılar elinde bir çeşit silah olarak gören yazarlarımız var (Banarlı 2002:193) ama burada gördüğümüz gibi Türkçe filler bu kuralın hilafına değişmektedir. Burada yine Ziya Gökalp’in kalemiyle cevap vermek istiyorum: “Türk halkının bildiği ve kullandığı her sözcük Türkçedir. Halk için alışılmış olan ve yapma olmayan her sözcük ulusaldır. Bir ulusun dili kendisinin cansız köklerinden değil, canlı kullanımlarından oluşan canlı bir organizmadır.”( Gökalp 1987:121) la Türkiye’de hiç kimse “Akşama dolma pişirece- ğim” diye konuşmaz, “akşama dolma pişiriceem” biçiminde söyler, yine hiç kimse “Arabamı tamir ettireceğim.” demez, “Arabamı tamir ettiriceem” der. Toplumda doğal konuşan hiçbir insan “değil” demez “diil” der. Yakup Kadri: “Ben bizim dili son derece fonetik buluyorum. Söylendiği gibi yazılan bir dildir bu, İtalyanca gibi. İtalyanca bu yüzden ahenkdardır ve bizim dilimizin de ahengi bu sayede artmıştır” der. Dil yaşayan, gelişen bir varlık olarak kabul edildiğine göre yazara ancak yaşadığı döneme göre hak verebilirim. Çünkü Genç Kalemler yazarlarının da marifetiyle dilde Türkçülüğün bir esası olarak o dönemlerde konuşma ve yazı dilinin birleştirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Ziya Gökalp dildeki bu ikiliği hastalık olarak görür ve bu hastalığın çaresi olarak şu iki şeyden birini yapmak gerektiğini vurgular: “Ya yazı dilini aynı zamanda konuşma dili durumuna getirmek ya da konuşma dilini aynı zamanda yazı dili durumuna getirmek.” (Gökalp1987:98) Ancak bu tür çalışmalar zamanına göre yazı dilini konuşma diline göre güncellese de zaman içinde konuşma dili yazı diline göre ister istemez farklılaşmakta. Çünkü dil canlı bir varlıktır, kelimeler doğar, gelişir, değişir ve ölür. Zaten verdiğim örnekler de Türkçenin yazıldığı gibi okunmadığına kanıttır. Eğer böyle “yapıciim, ediciim” biçiminde konuşmamız icap edecekse de milletçe topyekûn bir dil eğitiminden geçmemiz gerekecek. Şüphesiz her kelimenin de Avrupa dillerindeki gibi yazıldığı gibi okunmayacağına dair bir kural da yok. Mesela yazı, imam, gelirken, olsa vs. bin- Peki bu alanda sorun nedir? Sorun kurslara lerce kelime de Türkçede yazıldığı gibi okunur. göre kelimelerin nasıl telaffuz edileceğine dair Açıklığa kavuşturulması gereken bir başka me- çelişkilerdir. Ben “pişireceğim, yapacağım, bağır- sele de bunların ayrımının yapılması. 9. sınıf Dil dı, bir şey” şeklinde yazılan kelimeleri okunuş itibarıyla “pişiriceem, yapıcaam, baardı, bi şey” biçiminde öğrenmiş isem bir başka kurstan bir başka kişi bunları “pişiriciim, yapıciim, bişi” şeklinde öğreniyor. Misaller bu kelimelerle de sınırlı değil. Bu söyleyiş farlılıklarını akşam dizilerinin seslendirmelerine ve farklı spikerlerin, tiyatrocuların ko- ve Anlatım kitabında yazı ve konuşma dili ayrımı verilirken; herkes, inşallah, hakikaten, nasıl, İstanbul, geç kelimelerinin konuşma dilindeki karşılığı herkez, iişallah, hakkaten, nası, İstambul, geş olarak verilmiş. Yine değerli tiyatro sanatçısı Işıl Yücesoy bir bildirisinde benzeşme kuralına göre “anlat” kelimesini “annat”, “dinle”yi “dinne”, 31 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim “karanlık”ı “karannık” ,“ilaçları” “ilaşları” biçiminde konuşma dilindeki dönüşümler olarak vermiş. (Yücesoy 2002:183) Bu kelimeler gerçekten böyle mi söylenmelidir? Üstelik biz benzeşmeyi dilbilgisinde sertleşme ve boğumlanma noktasına göre benzeşme olarak iki şekilde bir ses olayı diye bilmekteyiz. 2002,178) Türk Dil Kurumu’nun 2005 basımı kılavuzunda bu kelimeler lügat, hülya, lüzum, lütfen şeklinde iken neye ve kime inanacağız. Nur, Nuh, Nuri, numara, nutuk, nohut, normal, nokta, nota kelimelerinde ise doğrusu uğraşmama rağmen û’yu ve o’yu nasıl ince çıkaracağımı anlamadım. Bu kitaplarda verilen rûya, rûzgâr gibi telaffuzlar da abartıdan öteye gidemiyor. Yok keli- Diksiyon kurslarında ve kitaplarında güzel ko- melerin Arapça ve Farsça asıllarına sadık kalma- nuşmaya isnat olarak harflerin çıkış noktaları ve mız isteniyorsa Çamaşıra câmeşuy, nâneye nâ- çeşitleri de verilmekte. Çünkü Türkçede sesler na, haftaya hefte, çerçeveye çarçube, sokağa ince-kalın, açık-kapalı olarak ayrılmakta. Uzun zukak, paraya pâre, hastaya haste dememiz ge- bir sesin kısa olarak söylenmesi nasıl kulak tır- rekmez mi? Kitapların geneli de sanki sözleş- malıyorsa kapalı e (é) nin de açık olarak söylen- mişler gibi aynı örnekleri vermekte. N’yi bir tara- mesi güzel konuşmayı ilke edinenlerin kulakları- fa bırakacak olursak bir başka düşündürücü nok- nı tırmalar. Öyle ki önemli kelimesini sürekli “öne- ta da bu ünsüzlerin kendilerinin ince olabilecek- emli” şeklinde telaffuz eden konuşmacıya taham- leridir. Mesela Arapçada hem t hem tı, hem kaf mülsüzlüğümden gıda ile ilgili bir seminerden na- hem kef, hem lam hem lamelif vardır. Misal; sa- sıl sıkılıp kaçtığımı, televizyondaki sunucuya kı- at, seyahat, sıhhat, kelimelerinde son harf kalın zıp kanal değiştirdiğimi, ukala damgasını göze olan ‘tı’ harfi değil t’dir. Kâse kelimesindeki k, alıp insanları uyarmaktan kendimi alamadığımı kalın ‘k’ değil ince ‘k’ dir. Fransızcada ise kalın l ben bilirim. Tabii ki bu konuda bir eğitim hem in- yoktur. sanları geniş geniş “pencere, el, temsil” deme çirkinliğinden kurtaracak hem de kapalı e’yi Türk- Ğ ’nin varlığı ya da yokluğu bir başka tartışma çenin kaybolan sesleri arasına girmekten kurta- meselemizdir. Diksiyon kursları ve kitaplarına ba- racaktır. Diğer ünlülerin de uzun, kısa, dar, geniş kılırsa böyle bir ses yoktur, bu ses ya kendinden şekillerinin öğretilmesinde bir beis yok. Ancak bu önceki ünlüyü uzatmaya, bir değer uzun söyle- konudaki çelişki şu: Kısa ve uzun a’nın yanında meye ya da iki ünlüyü kaynaştırmaya yarar. Me- bir ince a (alkol, halbuki, laf, lavabo, seyahat, sela tiyatro sanatçısı Can Gürzap buna şu örnek- sıhhat, saat, kase) normal o’nun yanında bir in- leri vermiş: ce o(loca, lokma, lokum, vs.) kalın u’nun yanında ağlamak- a:lamak, doğan-do an, sağa-sa, da- bir ince û (lûgat, hûlya, lûzum, lûtfen vs.) var mı- ğa-da:(Gürzap,2007:100) dır, yoksa bunlar l, t gibi bazı harflerin inceltici etkisine mi girmiştir? Ki dikkat edilirse bunlar l ve t Nüzhet Şenbay da bu sesin, varlığını kendin- gibi belli seslerle beraber kullanılmaktadır. Diksi- den önce gelen ünlünün süresini uzatmakla his- yon ile ilgili birçok kitapta bu kelimeler bu şekilde settirdiğini belirtir. (Şenbay 2004:41)Dolayısıyla yazılmış, üstelik yazarları da lütfen kelimesini onun örnekleri de aynı doğrultudadır. Ancak göz- “lûtfen” biçiminde telaffuz etmemiz gerektiğini den kaçırılan bir husus var ki o da ğ’nin arka da- özellikle vurguluyorlar. Yine Işıl Yücesoy bu keli- mak konsonantı olduğudur.(Ergin,1989:43) Me- melerdeki û’nun halk arasında ü olarak söylendi- sela bağ kelimesini hakkını vererek söylediğimiz- ğini ve bunun yanlış olduğunu söylüyor.(Yücesoy 32 Nisan 2009 de ğ’nin arka damakta boğumlandığını görürüz. Uzun a’nın kurslarda imâle olarak öğretilme- Ama kelimeyi diksiyoncular gibi ba: veya baa bi- si de dikkatimi çeken bir başka husus. Oysa biz çiminde söylediğimizde a sesi ğ’nin boğumlandı- imaleyi vezin gereği kısa ünlünün uzun söylen- ğı yeri vermemektedir. Zaten kelimeyi konuşma mesi şeklinde bir aruz kusuru olarak biliriz. dilinde söylediğimiz zaman kendisine bir ünlü ek (misal a) getirdiğimizde araya kaynaştırma koya- Ben piyasadaki az sayıdaki diksiyon kitabını mayız, bağa diye söyleriz. Madem kendinden ön- inceledim. Az sayıda diyorum çünkü bu konuda ceki ünlüyü uzatıyor neden baaya demiyoruz da fazla kitap yok. Yazılanlar da eski spikerlerin, ti- bağa şeklinde ek getiriyoruz. Böyle olsaydı yatrocuların kitapları. Aslına bakarsanız spikerler, tiyatrocular eski ama kitaplar yeni. Bu konu- “Bağa girdim bağ budanmış bağa bülbül dadanmış” türküsünü ‘Türkçede iki ünlü arasına kaynaştırma sesi girer’ kuralına göre herhalde şöyle söylememiz gerekecekti. daki en eski kitap da Devlet Konservatuarı’nda diksiyon hocalığı yapmış rahmetli Nüzhet Şenbay’ın “Alıştırmalı Diksiyon Sanatı” kitabı. Piyasadaki güzel konuşma ve diksiyon kitaplarının çoğu epeyce Nüzhet Şenbay’dan kotarılma. An- “Baaya girdim baa budanmış baaya bülbül dadanmış” cak 1940’lı yıllarda yazılmış bu kitap doğrusu günümüze göre çok kadük kalıyor. Zaten Şenbay da kitabı hocası Karl Ebert’in asistanı iken o yıl- Ğ’nin bazı durumlarda y’ye dönüştüğü doğru- lara kadar mevcut bir diksiyon kitabı bulunmadı- dur. Mesela ‘değirmen’in ‘deyirmen’, ‘eğlence’nin ğı için, Fransızcadaki diksiyonla ilgili kitaplardan ‘eylence’ okunması gibi. Ama onu yok saymak da yararlanarak yazdığını ifade ediyor. (Şenbay temelsiz. 2004:VIII) 33 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Günümüzde ana konusu diksiyon olmayıp “katagorize”, “aşçı”yı ahçı biçiminde telaffuz edip doğru Türkçe üzerine de kitaplar var. Yavuz Bü- diksiyon ve güzel konuşma dersi verenlerin elin- lent Bakiler, Hüseyin Movit, Oktay Sinanoğlu, de, Türkçeyi doğru konuşma meselesi, bir çık- Hakkı Devrim gibi eğitimleri dil alanında olmadı- maza girecektir. ğı halde kendilerini Türkçeye adamış ustaların Kaynakça: hakkını inkâr etmediğimi belirtmeliyim. Keşke Banarlı, Nihad Sâmi(2002) Türkçenin Sırları İstanbul: herkes onlar kadar duyarlı ve araştırmacı olsa. Kubbealtı Neşriyatı Neticede araştırma yapmayanın, ezbere konuşa- Devellioğlu, Ferit (1990),Osmanlıca Türkçe Ansiklo- nın söz hakkı yoktur. pedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi Ergin, Muharrem (1989), Türk Dilbilgisi, İstanbul: Sonuç Bayrak Basım/Yayım / Tanıtım Gökalp, Ziya (1989),Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Türkçeyi güzel konuşmak ve yazmak her Türk vatandaşının görevidir. Türkçe ve Türk dili ve İnkılap Kitabevi Gürzap, Can (2007),Söz Söyleme ve Diksiyon, İstan- edebiyatı öğretmenlerinin bu konuda yaptığı görevi bir ihtiyaç olarak diksiyon kursları ve eğitici bul: Remzi Kitabevi Şenbay, Nüzhet (2004), Alıştırmalı Diksiyon Sanatı”, kitaplar da üstlenmektedir. Doğru nefes alma, vurgu, tonlama, artikülasyon (boğumlanma) duy- İstanbul: MEB Yay. guların ifade edilebilmesi, doğallık, beden dilinin Yazım Kılavuzu, (2005) Ankara : TDK Yay. kullanılması, konuşma kusurlarının düzeltilmesi Yücesoy, Işıl (2002), “Diksiyon Nedir ve İnsanın Ya- bağlamında bunların faydaları yadsınamaz. An- şam Biçimindeki yeri Ne Olabilir” Eyüboğlu Eğitim Ku- cak bu işin dil uzmanı olmayan tiyatrocuların, su- rumları Türkçe- Türk Dili ve Edebiyatı Öğretiminde So- nucuların ve uzman olmayan başka kişilerin eli- runlar, Çözümler, Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu II 30 ne bırakılması sorun olarak görünmektedir. Yok- Mart 2002 İstanbul sa Türkçe dil kurallarına tam vakıf olmayanların veya “mütevazı”yı “mütevazi”, “kategorize”yi 34 Nisan 2009 ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ YABANCI DİL ÖĞRETİMİ Özlem Akı luslararası sosyo-kültürel, ticari iliş- bundaki çocuklara yabancı dil daha kolay, doğal kilerin hızlandığı, bilim ve teknoloji- ve eğlenceli bir yöntemle öğretilebilir, edinim yo- den gelen verilerin paylaşımının lu ile bilinçaltı bir sistem kurulabilir. Böyle bir sis- vazgeçilmez olduğu küreselleşen tem ile yetiştirilen çocukların yabancı dil bilgileri- günümüz dünyasında yabancı dilin nin daha kalıcı olduğu, yaşıtlarına göre daha ba- önemi her kesimden ve her yaştan insan için şarılı, duygusal zekâsının gelişmiş, utangaçlık- uluslararası iletişimin zorunluluğundan dolayı tan uzak ve rahat iletişim kurabilen bireyler ola- vazgeçilmez bir hâl almıştır. Uluslararası iletişi- rak geliştiği ispatlanmıştır. Türkiye eğitimde “Ya- mimizi sağlıklı bir şekilde yürütebilmemiz için, ya- bancı Dil Öğretimi” tartışmalarına 19.yüzyıl sonlarında ve 20.yüzyıl başlarında başlamıştır. Bu dönemlerde Osmanlıcanın yerine Batı dillerine geçilmesi düşünülmüş ve özellikle 1980’li yıllarda yabancı dil öğreniminde talepler artış göstermiştir. Unutulmamalıdır ki dil çağdaş uygarlığa açılan bir penceredir ve dünyadaki bilimsel gelişmeler ancak bu pencere aracılığıyla izlenebilecektir. U bancı dil konusunda iyi olmak ve yabancı dil ile rahatlıkla iletişim kurmak zorundayız. Bu yüzden daha akıcı konuşabilen, yazabilen kısacası yabancı dille sağlıklı iletişim kurabilen bireylerin oluştuğu bir ülke olabilmemiz için, en erken yaşta dil öğretimine başlamalıyız. Bu çalışmanın amacı, etkin ve kalıcı bir yabancı dil öğretimi için erken yaşta başlanan eği- Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Dil, insanların timin önemini vurgulamak ve bu amaç doğrultu- düşündüklerini, duygularını anlatmak için kullandıkları ses ve yazı işaretli dizgesidir.” şeklinde tanımlanmıştır. Dil, duygu, düşünce ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına sunda hangi yöntem ve tekniklerin kullanılabileceğini ortaya koymaktır. 0-5 yaş grubundaki çocuklar, yabancı dil öğrenimi açısından nörofizyolojik gelişimlerini tamamladığından, bu yaş guru- 35 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş nuşan bireylerin düzeyine erişebildiği ileri sürül- bir araçtır. İletişim kurma ihtiyacından doğmuş- müştür. Ancak her şeye rağmen, yabancı dil öğ- 1 tur . Kişinin iletişim yeteneğinin geliştirilmesi, dili- retimi ile yabancı dille öğretimi birbirine karıştır- ni kullanabilme becerisi ile doğru orantılıdır. Dil, mamak gerekmektedir. Çok gerekli olan yabancı bir düşünce tarzıdır, bu yüzden değişen ve geli- dil öğretimini bütün okul kademelerinde en etkili şen toplumlara ayak uydurabilmemiz ve çocukla- ve verimli bir şekilde gerçekleştirmek gerekir. Her rımızı her alanda diğer ülkelerin çocukları ile ya- şeyden önce çocuklarımıza yani gelecek nesille- rışabilecek, aynı zamanda bilimsel ve teknolojik rimize ana dili duygusu, duyarlığı ve dil bilincini yeniliklere ayak uydurabilecek düzeyde yetiştire- yerleştirmeliyiz. Ana dilinin yetersiz olduğu inan- bilmek istiyorsak; erken yaşta öğrenilen yabancı cı ile yetiştirilen bir gencin kendi diline ve kültürü- dilin en etkili öğrenme olduğunu görüp yabancı ne saygılı olması beklenemez. dil eğitim programlarımızı tekrar yeni bir dil eğitimi programı dahilinde düzenlemeye gitmek, ge- Bugüne kadar yapılan araştırmalar, dili hep lecek kuşağı en iyi şekilde yüzyıla hazırlamak nasıl ve niçin öğrenmeli sorusuna yanıt aramış- eğitim camiasının görevidir. tır. Birçok dil öğretim teknikleri üzerinde durulmuş, her yöntemin amacının da dilin en kısa sü- Yapılan araştırmalar, yabancı dilin küçük yaş- rede öğretebilmek olduğu gözlenmiştir. Oysa asıl larda ana dille beraber öğretilmesinin en faydalı önemli olan, yabancı dili en etkili ve en kalıcı şe- yol olduğunu göstermektedir. Yabancı dil öğreni- kilde nasıl ve hangi tekniklerle öğretilmesi gerek- mine çocuk yaşta başlayanların, ana dil gibi ko- tiğidir. Dünyadaki birçok dil bilimcisine göre, orta 36 Nisan 2009 ve yüksek öğretimde hangi yöntem uygulanılırsa mediğini düşündüğünüz bir konuyu, kısa bir süre uygulansın okutulan derslerin çoğu bilgiye daya- sonra karşımıza çıkıp şaşırtıcı bir biçimde açıkla- lıdır, oysa, yabancı dil “bir beceri işidir” ve bece- yabilirler. Bilim dünyası erken yaşta dil eğitimi ko- ri de yinelemeyle kazanılır, unutmamak için öğre- nusunda ikiye ayrılmış durumdadır. Bir grup ço- 2 nilen dili kullanmak gerekmektedir . Buradan da cuklara erken yaşta çok fazla bilgi yüklenmesinin anlaşıldığı gibi, dil öğretiminde yapılan tekrar bil- çocuğu zihinsel zekâ açısından geriletebileceğini gide kalıcılık sağlamaktadır. Yani dil öğretimine savunurken, diğer grup ise çocukların bilgi da- ne kadar küçük yaşta ve ne kadar erken dönem- ğarcıkları genişletilmezse istenilen başarı çocuk- de başlanırsa, tekrar o ölçüde fazlalaşacak ve larımızdan beklenemez demektedir. Ünlü Rus dilde kalıcılık sağlanmış olacaktır. akademisyen Nörofizyolog A. N. Şepovalnikov’a göre artık çağdaş araştırmacıların ellerinde insan Araştırmalar insan beyninin 5 yaşına kadar beyninin kapasitesini ve çalışmasını ölçüp ince- gelişmesini önemli ölçüde tamamladığını kanıtla- leyebilecek aletler bulunmakta ve bunların verile- mıştır, yani çocuğun beyni hayatının ilk 5 yılında rine göre aslında çocukların birçoğu fazla bilgi gerçekleri ve bilgileri alır ve bunları hafızasında yüklenmesinden değil aksine bilgi yetersizliğin- depolar, bu dönemde öğrenme daha kolay ve do- den sıkıntı çekmektedirler diye düşünmektedir4. ğal olur. Bu yüzden çocuklar için 0-5 yaş arası Bilindiği gibi çocuk beyni 3 yaşına kadar bir yetiş- dönem yabancı dil öğrenme açısından büyük bir kin beyninin %80’i kadar ağırlığa erişebilmekte- öneme sahiptir. Bu dönemde çocuğun beyninde- dir. Bu dönem içerisinde çocuk, ebeveyninden al- ki nörofizyolojik mekanizma çok faaldir ve bu me- dığına göre beynin algı kapasitesini arttırabilir. kanizmanın yardımıyla dil otomatik olarak beyne Eğer çocuk 5 yaşına kadar bir dilde ya da ana di- kaydedilmektedir. Bu dönemden sonra bu meka- linde konuşmayı öğrenmişse bu yaştan sonra nizma özelliğini kaybetmekte ve kayıt özelliği so- başka bir dili de öğrenebilir demektir. Her çocu- na ermektedir. Yabancı dil eğitimcilerinin çok iyi ğun zekâ ve hafıza kabiliyeti farklıdır. Eğer bir ço- bildiği gibi, hangi yaşta ve seviyede dil eğitimi ve- cuk dil öğrenmede zorluk çekiyor ve kendisini sı- rirseniz verin, yabancı dil öğretimi için, doğal bir nıfındaki diğer çocuklarla karşılaştırıyorsa neti- ortam sağlanmalı, dilin değişik çalışmaları ara- cede başarısızlık ve kendine güvenmeme gibi sında sıkı bir bağ kurulmalı, çeşitli ders araç ge- psikolojik problemler ortaya çıkabilir. Ama erken reçlerinden gerektiğinde ve yerinde, çoklu zeka yaşlarda dil öğretimine başlanırsa bu durum, söz kuramı da gözetilerek yani görsel, duyusal, işitsel konusu çocuklar için psikolojik problemlerin ol- ya da kinestetik açıdan eğitim verilmelidir. Öğret- maması ve birkaç dilin kolayca öğrenilmesi anla- men öğrenciyi sıkmadan, zorlamadan, eğlenceli mına gelmektedir. Eğer bir çocuk gerçekten iki yöntemlerle güncel ve o seviyenin ilgisini çekebi- veya daha fazla dili aynı anda öğrenebiliyorsa bu lecek konular eşliğinde yabancı dil eğitimini ver- durumu çok dillilik veya ‘’polilinguizm’’ olarak ad- melidir. Çocuk yaştaki bir öğrenci yabancı dili, landırmak mümkündür5. Çocuğun birkaç dili aynı edinim yolu ile çeşitli oyunlarla öğrenir. Bir dilin anda kullanabildiği örneklere genellikle yabancı öğrenilmesi esnasında hafızada en fazla ve ko- ülkelerde yaşayan ailelerin çocuklarında rastlan- lay saklanan şeylerin ne olduğunu araştıran bilim maktadır. insanlarına göre isimler, sayılar ve tabii ki şiir ve şarkılar ilk sıraları almaktadır3. Çocuklar tahmini- Yabancı dil öğrenmenin de, tıpkı ilaçlar gibi mizden çok daha zekidirler. Daha önce öğrene- yan etkileri vardır, ancak bunlar aranıp da bulu- 37 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim namayan türden olumlu etkilerdir, örneğin utan- kemmel bir şekilde öğrenebiliyorsa bu dönem gaçlığın ortadan kaldırılması, diyalog gücündeki içerisinde başka birkaç dili de aynı zamanda öğ- zayıflığın giderilmesi gibi. Akademisyen L. Bada- renebilir ki bu sadece uygulanan metoda ve za- lona’ya göre, başka işle meşgulken düşünceleri- mana bağlıdır. ni sesli olarak dile getirmek ve aynı zamanda konuşulanlara cevap hazırlamak günümüz şartla- Ülkemizde sekiz yıllık temel eğitim programla- rında ulaşılması zor bir şeydir6. Bunun gerçekleş- rının uygulanmasıyla birlikte, ilköğretimin 4. ve 5. mesi ise çocuklukta sağlanır. Daha önce de de- sınıflarında yabancı dil öğretimi de başlatılmıştır. ğindiğimiz gibi eğer çocuğun konuşma yeteneği Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma-Geliştirme Da- küçük yaşta geliştirilmezse ileride geliştirilmesi iresi Başkanlığınca yabancı dil dersi için prog- mümkün olmaz. Yabancı dil öğrenimi sırasında ramlar geliştirilmiş ve öğretim materyalleri hazır- çocuklar sadece bilgi almakla kalmayıp hayata lanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının Ekim 1997 ta- daha estetik yaklaşma ve daha estetik algılama rih ve 2481 sayılı Tebliğler Dergisi’nde, yabancı kabiliyeti de kazanırlar. Çocukların hangi tür mü- dil öğretimine 4. ve 5. sınıflarda başlamanın ge- ziği tercih ettikleri yönünde Japonya’da yapılan rekçeleri, dersin genel ve özel amaçları, içerikle- bir araştırmanın sonuçlarına bakıldığında Betho- ri, yöntem ve teknikleri yayınlanmıştır9. Ancak şu ven’ın 5. Senfonisi’nin çocukların en hoşuna gi- anda İngilizce dil öğretimi ilköğretim 4. sınıfta den müzik olduğu görülmektedir7. Çocuk eğitimi başlıyor olmasına rağmen, üniversite öğrencisi konusunda kitaplar yazmış olan Fransız Eğitimci olup hâlâ yabancı dil bilgisi zayıf olan ve cümle Sesil Lupan’a göre çocuklar, 3-5 yaşları arasında kuruluşunu bile anlayamayan bir nesille karşı oldukça meraklı olduklarından özellikle bu dö- karşıyayız. nemde çocuğu, seveceği güzel bir dil ile tanıştır- Türkiye şu anda öyle bir noktaya gelmiştir ki mak gerekir8. herhangi bir iş başvurusunda, memuriyete giriş- Bu çalışmada elde edilen bulgular değerlendi- te, yüksek lisans ya da doktora başvurularınızda rildiğinde, yabancı dil öğreniminin, dinleme bece- hangi branş mezunu olursanız olun, yabancı dil risini ve hafızayı geliştirdiği ve böylece iletişim ol- belgeniz mutlaka istenmektedir. Bu yüzden şayet gusuna önemli bir boyut kazandırdığı belirlen- erken yaşta yabancı dil öğretimine başlanabilir- miştir. Yine, ikinci dil öğrenenlerin kendi dillerini se, dilin yapı taşları olan sözcükler bol miktarda okuma-anlama becerilerini de geliştirdikleri ve öğrenilecek ve dilde yazılı anlatımı öğrenmek da- ayrıca okuma sınavlarında daha yüksek notlar ha da kolaylaşacaktır. Günümüzde yapılan ya- aldıkları bilinmektedir. Birçok durumda, başka bir bancı dil sınavlarının neredeyse tamamı yazılı dil öğrenmek çocuğun Türkçe yeteneğini gelişti- anlatıma, test çözme yeteneğine ve teknik bilgi- rir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken ye bağlıdır. İşte tüm bu sınavların üstesinden ge- Türkçe hakkında da birçok şey öğrenirler. Yaban- lebilmek; erken yaşta başlanan yabancı dil edini- cı bir dili öğrenmiş olan çocuklar, diğer kültürlere minin zamanla öğrenime geçilmesi aşamalarıyla karşı kültürel çoğulculuk, açıklık ve takdir duygu- mümkün olacaktır. su beslerler. Kendini ifade etme kabiliyetleri geli- Günümüzde bir veya birkaç yabancı dil bilmek şir, kelime hazineleri genişler ve bunun yanında hayatın çeşitli alanlarında neredeyse olmazsa ol- kendi dilini yeni alanlarda kullanma becerileri ar- maz kural hâline gelmiş durumdadır. Dünyanın tar. Eğer çocuk ana dilini çok erken yaşlarda mü- 38 Nisan 2009 her tarafında milyonlarca insan bir yabancı dil zenlemeler ve olgunluk önemli rol oynamaktadır, öğrenmek uğruna çok büyük oranda maddi güç, bu yüzden ergenlik dönemlerinde bu teknikler enerji ve vakit harcamaktadır. Yabancı dil öğren- geliştirilmeli, özellikle okuma ve yazma becerileri mek uğruna gösterilen bu büyük çabaya rağmen, üzerinde tüm teknolojik gelişmeler kullanılarak büyük oranda, alınan netice tatmin edici olmak- yine güncel ve ilgi çekici konularla öğretilmelidir. tan uzak olup harcanan çaba, enerji ve zamanın Bu konunun önemi özellikle ilköğretim okulların- 10 boşa gittiği gözlenmektedir . Bunun temel nede- da vurgulanmalı, öğrenci ve velilere “Erken Ya- ni ise kullanılan öğretim metodunun hatalı ve ek- bancı Dil Eğitiminin Faydaları” ve “Geleceğimiz sik olması, yabancı dil eğitimi verecek yeterli İçin Yabancı Dilin Önemi, Zorunluluğu” hakkında kadronun bulunamaması, ders kitaplarının içerik düzenli aralıklarla bilgilendirme toplantıları reh- eksikliği, dil laboratuarlarının birçok okulda bu- berlik ve yabancı dil eğitmenleri tarafından veril- lunmaması, varsa dahi etkin bir biçimde kullanı- melidir. lamaması ya da en önemli sorun olarak düşündüğüm yabancı dil eğitimi için çok geç kalınması ___________________________ gibi birçok sebebi vardır. 1. Yangın B. 1999. İlköğretimde Türkçe Öğretimi, MEB Yay. Ankara. Bu araştırmada, bu sebeplerden bahsetmek 2. Başkan Ö. 1988. Bildirişim, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. yerine çok fazla güç ve zaman harcamadan kolay bir şekilde ve erken yaşlarda dil öğretme me- 3. Kalinina L. 1969. Razvitiya Slovesnoy Pomyati, ‘’Doşkolnoe Vospitonoe’’, No:12, s:55-59 totları hakkında bilgiler verilerek, erken çocukluk döneminden başlamak üzere yabancı dil öğreti- 4. Martinov S. 1994. Haçu, ştobı moy rebyonok bıl vunderkındom, ‘’Doşkolnoe Vospitonoe’’, No:8, p. 79. minin önemi ve öğretim teknikleri üzerinde durulmuştur. Dilin insanla birlikte var olduğu düşünü- 5. ALAN Y. 1994. “Lisan ve İnsan”, İzmir:TÖV. ISBN 975-7744-32-8. lüyorsa, insana verilen değer kadar dile değer vermek gerekmektedir. Son zamanlarda çocuk- 6. Badalen L., Ustinov L. 1989. O roli rannıh vpeçatleniy, ‘’Doşkolnoe Vospitonoe’’, No:11, p.11. lara bir değil aynı zamanda birkaç yabancı dilin öğretilmesi yönünde uzmanlar çalışmalara baş- 7. Iduka M. 1992. Posle tryöh uje pozdno, Moskva, p.18. lamışlardır. Bunlara örnek olarak, M. Pavloviç (Yugoslavya), V. Leopold ve U. Penfild (ABD), G. 8. Lupan S. 1993. Pover v svoe ditya, Moskva, s. 119. Hes (Almanya), E. Negnevitskaya (Rusya), S. 9. Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu. 1983. Resmî Gazete, Yayım Tarihi ve Sayısı: 19/10/1983 18196, No: 2923. Lupon (Fransa) vd. gösterilebilir. Çocukların yaşları ilerledikçe dil öğrenme kapasiteleri de düşmektedir. Bu yüzden okul öncesi dönemde hatta 10. Valeri R. B. 2001. “Çok Erken Yaşlarda Çocuklara Yabancı Dil Öğretimi”, Üniversitetoplum.org / Üniversite ve Toplum Dergisi, Eylül 2001, Cilt 1, Sayı: 2. 0-5 yaş aralığında çocuklara yabancı dil eğitimi şarkılarla, şiirlerle, parmak oyunları ile drama tekniği ile doğal yöntemler eşliğinde verilmelidir. Dilin keşfi için zihinsel ve soyut sistemlerdeki dü- 39 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim FEN VE TEKNOLOJİ EĞİTİMİNDE YAŞ VE ALGI DÜZEYİNE UYGUN EĞİTİMİN BİREYSEL VE SOSYAL GELİŞİM AÇISINDAN ÖNEMİ Ramazan Çeken lköğretim çağında fen eğitiminde ku- Fen kavramlarının çevresel bağlantılarının ramsal soyut bilgilerin, akademik bi- güçlü olması kadar, bireyin yaş ve algı düzeyine lim sistematiği anlayışına göre öğ- hitap etmesi de önem taşımaktadır. Bireyin fen rencilere aktarılması, kavramların kavramlarının somut karşılığını dış dünyada ara- güncel yaşamla ilgi kurulmasına en- maya çalışması, beden ve zihin yapısı ile sosyal gel teşkil etmektedir. Çünkü akademik nitelikli gelişime etki etmektedir. Aktivitelerin etki alanının fen kavramlarının anlaşılması karmaşık ve zor bu denli geniş boyutlu olması, fen eğitiminde be- bir özellik taşırken, gerçek yaşam ile ilgili fen ko- den ve zihin gelişiminin yanında sosyal gelişime nuları öğrencilerin seviyesine uygun ve değer de gerektiği kadar yer verilmesini gerektirir. İ yüklüdür (Boujaoude, 2000:45). Akademik içerikli fen kavramlarının öğretilmesinde, öğrencilerin Öğrenme-öğretme sürecinde zihinde doğru aktivite düzenlemeye ve uygulamaya teşvik edil- şemaların oluşturulması, etkili, kalıcı ve anlamlı mesi, fen eğitimine hareketlilik getirebilir. Okullar öğrenme ile mümkündür. Doğru şemaların oluş- çevresel imkânlara yönelerek, yeni aktivite ma- turulması ise bireysel ve sosyal bağlantıları ne- teryallerine, kolay ve ucuz bir şekilde ulaşabilir deni ile karmaşık bir sürecin yaşanmasını gerek- (Çeken, 2007:13). li kılmaktadır. Bu süreçte gelişim dönemlerinin 40 Nisan 2009 özelliklerine uygun eğitim-öğretim yöntemleri uy- Uygulamaya konulan yeni fen programının bu gulanırsa, fen kavramlarının da bireyin yaş ve al- anlamda önemli bir bilimselliği bulunmaktadır. gı düzeyine uygun etkinliklerle aktarılması sağla- Ancak bu programın tüm ülke çapında uygula- nabilir. maya konulduğu 2008-2009 eğitim öğretim yılı sonunda gerçekleştirilecek araştırma çalışmaları Eğitimcilerin, bir yandan somut etkinlikler yolu ile kavramların hitap ettiği yaş ve algı düzeyi ko- ile bireyin beden ve zihin gelişimini sağlayacak nusunda en gerçekçi verilere ulaşılabilir. Mevcut çalışmalara yönelmesi, diğer yandan da bu geli- programın gelişime açık yapısı böyle bir yaklaşı- şimin gelecek için doğru bir zemin teşkil edecek ma destek olabilecek niteliktedir (MEB, Fen ve özellikte olması için etkinlikler kurgulaması gere- Teknoloji Dersi 4. ve 5. Sınıflar Öğretim Progra- kir. Bu amaçları gerçekleştirebilecek aktivitelerin, mı ve Öğretmen Kılavuzu, 2005: 35). bireyin etkileşim içinde olduğu doğal ve sosyal çevre ile birlikte, öğretim programına yansıtılması, gelişim dönemlerine olumlu etkiler yapabilecek bir yaklaşımdır. Basit Fen Aktiviteleri (Çeken, Akbüber, Güler, 2009) Basit Fen Aktiviteleri (Çeken, Akbüber, Güler, 2009) Yaş ve algı düzeyine uygun fen etkinliklerinin Aktivitelerin, bireyin yaş düzeyine ne derece- araştırılması, eğitim sisteminde sıklıkla karşılaşı- de uygun olduğuna yönelik olarak fen eğitimin- lan yeteneklerin doğru alanlara yönlendirileme- de, oldukça geniş bir araştırma alanı bulunmak- mesi ile yaş ve algı düzeyine uygun aktivite seçi- tadır. Her ne kadar yapılandırmacı öğrenme an- minde karşılaşılan sorunlara çözüm üretebilecek layışına uygun yeni fen ve teknoloji programı ile niteliktedir. Eğitimcilerin, öğrencileri doğru za- bazı kavramların sınıf düzeyi değiştirilse de eği- manda doğru etkinliklere yönlendirmesi, onların tim sistemimizde bu konuda öteden beri geniş yeteneklerinin geliştirilmesine önemli katkı sağla- çaplı bir araştırma eksikliği mevcuttur. Her yeni yabilir. Bu tür çalışmalar, normal zekâ düzeyinde- fen programı uygulamaya konulduğunda basınç, ki bireyler kadar, üstün zekâlı ve kaynaştırma ısı ve sıcaklık, kuvvet, hız, manyetizma gibi ko- eğitimine tabi bireyler için de büyük önem taşı- nuların, aktarılmasının önerildiği sınıf düzeyinin maktadır. sürekli değiştirilmesi, bu duruma örnektir. Bireyin somut ve soyut işlemler döneminde 41 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim uygulayacağı aktiviteler ile sosyal ve bireysel ge- münde ortak akla gerekli değeri verebilen öğren- lişimin bu denli iç içe olması, gelecekteki toplu- ciler, sosyal gelişim açısından öngörülen seviye- mun şekillendirilmesi açısından kaydadeğer bir ye ulaşmış kabul edilebilir. öneme sahiptir. Her bireyin örgün eğitim sonrasındaki vatandaşlık hayatı, bu gelişim dönemle- Doğayı sevme yönünde değer yargısı oluştu- rinde gerçekleşen bireysel ve sosyal etkileşimler- rabilen bir bireyin, zihin dünyasında oluşan sür- le şekillenmektedir. Aktivitelerin planlanmasın- dürülebilir bir kalkınma anlayışı, fen eğitiminin dan, sunumu ve yorumlanmasına kadar her aşa- sosyal gelişime sağlayabileceği diğer bir önemli masında, sosyal etkileşim gerçekleşir. katkıdır. Bu bilinç düzeyine günümüz dünyasında büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkelerin eğitim an- Fen eğitiminin sosyal gelişime en önemli kat- layışında bilimin öğretilmesi yaklaşımı ile değil, kısı, aktiviteler yolu ile bireyde özgüven duygusu bilimin eğitimi anlayışı hakim olsaydı, küresel bo- ve çevre bilincinin oluşturulmasıdır. Bu iki özellik yutlu çevre sorunları ile karşı karşıya kalınmazdı. bireyin kendini gerçekleştirebileceği gelişim sürecini yaşamasını ve bireysel yeteneklerini doğa Günümüz dünyasında salt bilim öğretimi ile ve toplum için faydalı olarak kullanabilmesini yetişen güç sahibi otoritelerin, doğa ve toplum sağlar. Özgüven duygusu, bireyin kendi içinde de odaklı bir yaklaşıma sahip olmamaları, fen eğiti- duygu, tutum ve davranış bakımından tutarlı bir minin sosyal etkileşim boyutunun yeterince kur- gelişim göstermesine katkı sağlar. Bireysel ola- gulanamamış olmasından kaynaklanmaktadır. rak her bakımdan güçlü, ancak sorunların çözü- Gelecekteki bilim uygulayıcılarının yetiştirildiği 42 Nisan 2009 günümüzde, fen ve teknoloji eğitimin bireysel ve dan ibarettir. Birey ve topluma etki boyutu ile ele toplumsal bağlantıları, sorumluluk bilincinin oluş- alınması gereken fen ve teknoloji dersinin, disip- turulmasına katkısı nedeni ile öğretim programla- linlerarası bir yaklaşımla öğretilmesi, yüz yüze rında hakettiği yeri bulmalıdır. Bu sağlanabilirse, kalınan çevre ve toplumsal sorunlar nedeni ile günümüzde fen ve teknoloji eğitimi gören birey- daha da bir gereklilik ve önem kazanmaktadır. lerinden, gelecekte doğa ve toplum ile ilgili so- Kaynakça rumluluk taşımaları beklenebilir. BOUJAOUDE, Saouma. (2000). What Might Happen If……? The Science Teacher. 67(4). 44-47. Fen eğitiminin bireysel ve sosyal gelişim alanları ile bu denli bağlantılı olması, örgün eğitimde ÇEKEN, R. (2007). Sekizinci Sınıf Öğrencilerine Fi- bilimin sadece öğretim etkinlikleri olarak değil, ziksel ve Kimyasal Değişmelerin Basit Fen Aktiviteleri İle eğitim odaklı ve geniş kapsamlı olarak dikkate Öğretilmesinin Başarıya Etkisi. Ankara: Gazi Üniversite- alınmasını gerektirmektedir. Fen öğretimi ile fen si Doktora Tezi. eğitimi arasında çok önemli farklar bulunmakta- ÇEKEN, R., AKBÜBER, C. ve GÜLER, S.Z. (2009). dır. Bu farkın öğretim programlarına yansıtılabil- Örgün Ve Bireysel Eğitimde Üstün Yeteneklilerin İhtiyacı- mesi için zor ve sıkıcı olarak kabul edilen kav- nın Karşılanmasında Basit Fen Aktiviteleri. Türkiye Üstün ramların bireyin ilgisini çekebileceği etkinlikler Yetenekli Öğrenciler 2. Kongresi. Anadolu Üniversitesi, yolu ile tüm bağlantıları dikkate alınarak tasarlan- Eskişehir. 25-27 Mart 2009. (Kabul Edildi). ması gerekmektedir. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı. (2005). İlköğretim Fen ve Teknoloji Dersi 4. ve 5. Sınıflar Öğretim Fen eğitimi, ne salt bilimsel bilgilerden ne de Programı ve Öğretmen Kılavuzu. Devlet Kitapları Müdür- ilgi çekme amacı ile sunulan aktiviteler yığının- lüğü, Ankara. 43 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim GÜNDEM 3. Robot Yarışması Millî Eğitim Bakanlığı Erkek Türkiye’de 2010’un “Japon Teknik Öğretim Genel Müdürlü- Yılı” olarak ilan edildiğini anla- ğü ve Japonya Uluslararası İş- tan Millî Eğitim Bakanı Çelik, birliği Teşkilatının (JICA) işbirli- 2003’ün Japonya’da “Türk Yılı” ğiyle düzenlenen 3. Robot Ya- olarak kutlandığını ve bu dö- rışması, Selim Sırrı Tarcan Spor nemde Japonya’nın Türkiye’nin Salonu’nda gerçekleştirildi. ve Türk kültürünün tanınması Yarışmanın açılış töreninde konuşan Millî Eğitim Bakanı kan Çelik, gelecek yıl Japonya üçüncüsüne de 500’e yakın ya- Büyükelçiliği ve JICA ile işbirliği rışmacı katıldığını anımsatarak, yaparak geniş katılımlı uluslara- “Bu şu demektir; her geçen gün rası bir robot yarışması düzen- bu yarışmaya katılan proje sayı- leyeceklerini söyledi. rüyoruz” dedi. zenlenmeye başlandığını ve bu yarışmaların robot teknolojisinin gelişmesine önemli katkı sağladığını vurguladı. olduğunu, ancak Japonya hak- manın ilkine 150, ikincisine 270, büyük işler başarabileceğini gö- Japonya’da 1980’li yıllarda dü- Türklerin Japonya’ya ilgisi dirdi. “Şimdi sıra bizde” diyen Ba- sat verildiği zaman onların ne Tanaka, robot yarışmalarının için büyük destek verdiğini bil- Doç. Dr. Hüseyin Çelik, yarış- sı katlanıyor. Gençlerimize fır- ğunu söyledi. Japonya Büyükelçisi Nobuaki Tanaka da Japon hükûmetinin Türkiye’yi desteklediğini belirterek, Japon firmaların Türki- Türkiye’nin Kyoto Protoko- ye’deki yatırımlarını anlattı. Bu- lü’ne imza attığını hatırlatan Ba- günkü ortamın bir “teknoloji fu- kan Hüseyin Çelik, bu yarışma- arına benzediğini” dile getiren nın “Temalı Robot” kategorisin- Tanaka, Japon Honda firması- de “Çevre” konusunun işlenme- nın yarışmanın sponsorluğunu sini anlamlı bulduğunu ifade etti. üstlenmesinin de anlamlı oldu- 44 kında fazla bilgileri bulunmadığını kaydeden Tanaka, “Japon- ya’da sadece robotlar yok. Bu nedenle 2010 Türkiye’de ‘Japon Yılı’ olarak kutlanacak ve Japonya çeşitli yönleriyle tanıtılacak. Bütün Türkler’in buna ilgisini bekliyoruz” diye konuştu. Erkek Teknik Öğretim Genel Müdürü Hüseyin Acır da yarışmanın “Öğrencilerin mesleki bil- gi ve becerilerini kullanarak girişimcilik, bilimsel düşünme, yaratıcı zekâ ve rekabet bilinciyle araştırmaya yönelmelerini teş- Nisan 2009 vik etmek” amacıyla düzenlen- ğını ifade eden Genel Müdür du. Temalı Robot Yarışması’n- diğini belirtti. Acır, 329’u liselerden, 88’i üni- da, öğrencilerin, çöp toplayarak versitelerden toplam 437 öğren- yerine ağaç diken robot gösteri- cinin yarışacağını belirtti. leri, arkadaşlarının tezahüratları Yarışmanın “Temalı Robot”, “Sumo Robot”, “Çizgi İzleyen Robot” ve “Serbest” olmak üze- Konuşmaların ardından öğ- re dört ayrı kategoride yapılaca- renciler “demo” gösterileri sun- eşliğinde ilgiyle izlendi. Millî Eğitim Akademisi Hizmete Açıldı Devlet Bakanı ve Başbakan verdiğini anlattı. 1990’lı yıllarda niyet seviyesine gelinebileceğini Yardımcısı Cemil Çiçek ile Millî temeli atılan iki binanın yapımı- ifade etti. Bunun birinci ayağının Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin nın da tamamlandığını kaydetti. eğitim olduğunu vurgulayan Ba- Çelik, Hasanoğlan ve Elma- Bakan Cemil Çiçek, “Eğer siya- kan Çiçek, dünyanın bütün ül- dağ’da, aralarında Millî Eğitim set hizmet için yapılıyorsa biz kelerinde eğitimin birinci planda Akademisinin de bulunduğu açı- bu hizmetleri yaptık” diyerek, bu geldiğine işaret etti. Bütçeden lış törenlerine katıldı. tesislerin temelinin Turgut Özal en fazla kaynağı Millî Eğitime döneminde ‘Hasanoğlan’ın eği- ayırdıklarını kaydeden Bakan tim konusunda bir cazibe mer- Çiçek, son 6-6,5 yıl içinde eği- kezi olması amacıyla’ atıldığını timde büyük sıçramalar olduğu- söyledi. nu dile getirdi. Bakan Çiçek, Hasanoğ- lan’daki Millî Eğitim Akademisi ve Ders Aletleri Yapım Merkezi’nin açılış töreninde yaptığı konuşmada, bu tesislerin ta- Millî Eğitim Akademisi Ka- Elmadağ’da da yüksekokul- mamlanmasında emeği geçen- nun Taslağı’nın TBMM’ye sevk lar ve diğer eğitim kurumlarının lere teşekkür etti ve “Ama en edildiğini belirten Bakan Çiçek, hizmet verdiğini ifade eden Ba- büyük teşekkürümüz Millî Eği- kanun taslağının Nisan ayında kan Çiçek, Hasanoğlan’da yap- tim Bakanımızadır” dedi. yasalaşmasını ve 2009-2010 tırılan bu tesislerin birçok ilde eğitim-öğretim yılında uygula- bulunmadığını, bu tesislerin ye- maya girmesini hedeflediklerini ni kurulan üniversitelerin birço- anlattı. ğundan daha mükemmel oldu- Elmadağ’ın eğitim alanında Türkiye’nin en çok yatırım yapılan ilçelerinden biri olduğunu kaydeden Bakan Çiçek, burada Bakan Çiçek, bir memlekette 7-8 eğitim kurumunun hizmet hizmet yapılarak çağdaş mede- ğunu dile getirerek, “İnşallah burası bir üniversite şehri olma noktasında önemli bir adım at- 45 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim mış oluyor” dedi. Bu merkezin birçok ders Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik de törendeki konuşmasında, akademinin temelinin neredeyse çeyrek asır önce atıldığını ancak iktidarları döneminde tesisin bitirilmesine hız verilerek bugün açılış yapma noktasına gelindiğini anlattı. kanlar Kurulu’ndan geçerek araç gerecinin yapıldığı dev bir TBMM’ye sunulduğunu anım- fabrika olduğunu dile getiren sattı. Bakan Çelik, Devlet Kitapları Müdürlüğü’nün İstanbul’dan buraya taşındığını, Eğitim Araçları Araştırma Geliştirme Dairesi Başkanlığı’nın da bu merkeze taşınacağını bildirdi. Buranın tam anlamıyla bir kampüs hali- Tesisin 20 bin metrekarede ne geldiğini vurgulayan Bakan çevre tanzimiyle birlikte hizmet Çelik, Hasanoğlan’da hizmet vereceğini kaydeden Bakan Çe- veren ve eskiden Köy Enstitüsü lik, kendi dönemlerinde inşaatın olan Anadolu Öğretmen Lise- yaklaşık yüzde 70’inin yapıldığı- si’nin binasını da yenileyecekle- nı ifade etti. rini belirtti. Akademide aynı anda 800 öğretmenin hizmet içi eğitim alabileceğine, Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki bütün çalışanların bu akademiden yararlanabileceğine işaret eden Bakan Çelik, “Burada bir lisans eğitimi verilmeyecek. Burası bir Adalet Akademisi gibi olacak. Yıllardır özlemi çekilen ve bir eksiklik olarak görülen bu bina Hasanoğlan’a, Elmadağlılara ciddi bir katkı sağlayacak, Millî Eğitim Ders Aletleri Yapım Merke- Bakan Çelik, açılışı yapılan Bakanlığı’nda da bir boşluğu zi’nin inşaatının da 1990 yılında tesislerin bugünkü rakamla 100 dolduracak. Burası bir beyin başladığını ancak temel atıldık- milyon TL’ye mal olduğunu bil- olacak” diye konuştu. tan sonra tamamlanmasına yö- dirdi. Millî Eğitim Akademisi’nin, nelik çalışmaların yavaş ilerledi- Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat ğini belirten Bakan Çelik, bina- Kanunu’nda yer almasına rağ- nın depreme dayanıklı olmayan men bir yasası bulunmadığını, bölümlerinin karşı bu nedenle sadece kağıt üzerin- güçlendirildiğini ve yapımının de kaldığını anlatan Bakan Çe- 2005 yılında tamamlandığını lik, hazırlanan Millî Eğitim Aka- kaydetti. demisi Kanun Taslağı’nın Ba- depreme Konuşmaların ardından Bakanlar Çiçek ve Çelik, Akademinin ve Ders Aletleri Yapım Merkezi’nin açılışını yaptı ve beraberindekilerle binaları gezerek bilgi aldı. Yüksek Öğretimde Türk-İngiliz İşbirliği Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. lu Devlet Bakanı David Lammy Bakan Çelik, mesleki eğitim ve Hüseyin Çelik, Türkiye’de Türk- ile bir araya geldi. Millî Eğitim diğer alanlarda iki ülke arasında İngiliz Üniversitesi kurulması Bakanlığı Tevfik İleri Toplantı nasıl işbirliği yapılabileceği üze- konusunu görüşmek üzere İngil- Salonu’nda gerçekleşen görüş- rinde duracaklarını söyledi. tere Yükseköğretimden Sorum- meye ilişkin açıklama yapan 46 Ele alacakları temel konula- Nisan 2009 rından birinin Türkiye’de bir son ziyareti esnasında İngiltere Türk-İngiliz üniversitesi kurul- ile stratejik, ortaklık anlaşması ması olduğunu ifade eden Ba- yapıldı. Bu anlaşmanın hüküm- kan Çelik, İngiltere’nin yükse- leri içerisinde böyle bir üniversi- köğretim bakımından dünyanın tenin kurulması da iki tarafın ira- önde gelen ülkelerinden birisi desiyle ortaya konulmuştur. Biz, olduğunu belirtti. Bakan Çelik, bugünkü toplantıda bunun im- “Biz de İngiltere’ye yıllardan be- kanları üzerinde konuşacağız. ri lisansüstü alanında öğrenci Bu bir devlet üniversitesi mi ol- gönderiyoruz. 2006 yılından iti- malıdır, yoksa bir vakıf üniversi- baren her yıl 1000 öğrenci gön- tesi mi olmalıdır? Bunlar üzerin- dermeye karar verdik” dedi. de duracağız” diye konuştu. kaydettiğimiz ilerlemedir” dedi. İngiltere ve Türkiye ortaklığında kurulabilecek bir üniversitenin yapısı hakkında görüşeceklerini belirten Lammy, İngiltere’nin önemli üniversitelerinden Liverpool Üniversitesi’nin böyle bir ortaklıkla yakından ilgilendiğini kaydetti. Lammy, bu ortaklığın en yakın bir zamanda kurulmasının çok olumlu bir gelişme olacağını İngiltere’nin yükseköğretim- Bakan Lammy de, “Türkiye deki önemli birikimini Türkiye’ye ile ilişkilerimiz hiç bir zaman şu taşımak için, Türk-İngiliz üniver- anda olduğu kadar iyi bir sevi- sitesi kurulmasını hedefledikle- yeye gelmemiştir. Bu iyi ilişkile- rini söyleyen Bakan Çelik, “Sa- rin en iyi göstergelerinden biri yın Başbakanımızın İngiltere’yi de ortak eğitim hedeflerinde ifade ederek, toplantıda öğrenciler arasında değişim projesini, eğitim kurumları arasında sistemli bir işbirliğini de konuşacaklarını söyledi. Öğretmen Okullarının Kuruluşunun 161. Yıl Dönümü Kutlamaları Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Tarım toplumunda insanların verenler, bilgiyi ön plana çıka- Hüseyin Çelik, Van Kültür Mer- geçimlerini kas güçlerini kulla- ranlar, dünyadaki en büyük zen- kezi’nde, Öğretmen Okullarının narak sağladığını belirten Ba- ginliğin sahibidir. Bilgi toplu- Kuruluşunun 161. yıl dönümü kan Çelik, “Sanayi toplumunda munda, büyük sanayiye, fabri- kutlamaları kapsamında düzen- insanlar makineleri keşfettiler ve kalara veya yer üstü, yer altı lenen törene katıldı. Burada ko- mekanikle insan gücünü birleşti- kaynaklarına sahip olanlar, zen- nuşan Bakan Çelik, insanlığın rerek zenginlik kazandılar” diye gin sayılmıyor. Kimde bilgi var- tarım toplumundan sanayi top- konuştu. Bilgi toplumunda ise sa ve bilginin teknolojiye uyar- lumuna, sanayi toplumundan insanların çok farklı evreye gir- lanması kimde en iyiyse onlar bilgi toplumuna geçerek bugün- diğini vurgulayan Bakan Çelik, en zengin toplumlardır. Bill Ga- lere geldiğini söyledi. şöyle devam etti: “Kafaya önem tes’i dünyanın en zengini yapan 47 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim fabrikaları değildir. Temelinde lardır. Çünkü yeryüzünün en dürdü: “Fakat bu şimdi değiş- bu kafa meselesinin ön planda saygın mesleği öğretmenliktir. miştir. Eğitim fakültelerinin öğ- olması ve kafaya verilen önem Öğretmenin yetiştirdiğine bir fi- renci alma yüzdeliği ile hukuk yatmaktatır. Japonya bu örnek- yat biçilemez. Kuyumcunun, el- fakültelerinin öğrenci alma yüz- lerden biridir. Japonya’nın nüfu- masçının üretimine paha biçebi- deliği hemen hemen aynıdır. Bu su Türkiye nüfusunun iki katıdır. lirsin ama öğretmenin yetiştirdi- son derece önemlidir. Göreve Kişi başına 45 bin dolara sahip ğine fiyat biçemezsin.” başladığımızda toplam 102 öğ- olan ve dünyanın en zengin teknolojisine sahip bir ülkedir. Yer altında ve üstünde madeni yok. Teknolojiyi ve bilgisayarı yakalaması Japonya’yı zengin hale getirmiştir. Bunun çok iyi okutul- Yeryüzünün en büyük zenginliğinin insan olduğunu vurgulayan Bakan Çelik, insan kaynakları konusunda Türkiye’nin son derece zengin olduğunu Malzemelerinin insan olduğunu ifade eden Millî Eğitim Bakanı Çelik, şunları kaydetti: “Ye- tiştirdiğimiz, yüceltmeye çalıştığımız ve aydınlatmaya çalıştığımız insandır. İşin şekli değişse de zamanın çarklarına göre yeni yeni uygulamalar ortaya çıksa da ruh ve öz aynıdır. Osmanlıcada bir atasözü vardır, ‘Devlet kalem ile kılıç üzerinde durmaktadır.’ İki türlü ordu vardır. Şüphesiz ki silahlı ordular idealimizi temin eder ama bizim kalemli 91 Anadolu Öğretmen Lisesi daha ekledik. Öyle derme çatma binalar da değil. Üniversite kampüslerine benzeyen okullar yaptık. Açtığımız bu yeni okulla- söyledi. ması ve iyi tecrübe edilmesi gerekiyor.” retmen okulu vardı. Bu sayıya rın binalarına bakarsanız gerTürkiye’nin, dünyanın en çekten çok güzel ve modern. genç nüfusuna sahip olduğuna Gençlerin ihtiyaçlarına cevap dikkati çeken Bakan Çelik, şöy- verecek okullardır. Bazı okulla- le konuştu: “Bu bizim için çok rımızın kendilerine ait kampüs- önemli bir imkândır. Biz pergel leri yok ama TOKİ ile yaptığımız gibi olacağız. Bir ayağımız Tür- anlaşmada, 2010’da tüm Ana- kiye’de, diğer ayağımız bütün dolu öğretmen liseleri söyledi- dünyayı içine alabilecek bir açı ğim tarzda birer kampüse kavu- oluşturmalıdır. Antenlerimiz şacak. Öğretmenler istikbale in- dünyaya açık olmalıdır. İnsan- san yetiştirmeye devam ede- lıkla nasıl uzlaşacağımızı öğre- cek.” ten ve öğrenen bir gençlik yetiştirdiğimiz zaman biz bu meseleyi hep birlikte aşarız. Bu gençliği siz öğretmenler yetiştireceksi- Etkinliklere, Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürü Ömer Balıbey, Millî Eğitim Müdürü Yahya niz.” ordularımız, bizim istikbalimizi Yıldız, okul müdürleri ve öğren- temin eder. Dolayısıyla eğitim Ailelerin, 70 ve 80’li yıllarda davası bir istikbal davasıdır. Öğ- çocuklarına ‘’Hiçbir şey olamaz- retmen arkadaşlarım bizim ka- san bari bir öğretmen ol’’ dedik- lemli kuvvetlerimizin komutanla- lerini ifade eden Millî Eğitim Ba- rıdırlar. Onlar saygıdeğer insan- kanı Çelik, sözlerini şöyle sür- ciler katıldı. Bakan Çelik, daha sonra “Dünden Bugüne Van’da Eğitim Fotoğrafları” sergisinin açılışını yaptı. 48