Anemon Dergi 1.sayı - Muş Alparslan Üniversitesi
Transkript
Anemon Dergi 1.sayı - Muş Alparslan Üniversitesi
ANEMON MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ULUSAL HAKEMLİ DERGİ ISSN: 2147-7655 CİLT/VOL: 1 SAYI/NO:1 YIL/YEAR: HAZİRAN/JUNE 2013 ANEMON MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİS Sahibi Muş Alparslan Üniversitesi Adına Prof. Dr. Nihat İNANÇ (Rektör) Editör Doç. Dr. Emin ÇELEBİ Editör Yardımcıları Doç. Dr. Abdülcelil BİLGİN Yrd. Doç. Dr. Cemil ORUÇ Yrd. Doç. Dr. Ercan ÇAĞLAYAN Yrd. Doç. Dr. Veli SIRIM Yayın Kurulu Prof. Dr. Bayram COŞKUN Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT Prof. Dr. Hasan ÇİFTÇİ Doç. Dr. Abdullah KIRAN Doç. Dr. Abdülcelil BİLGİN Doç. Dr. Emin ÇELEBİ Yrd. Doç. Dr. Cemil ORUÇ Yrd. Doç. Dr. Ercan ÇAĞLAYAN Yrd. Doç. Dr. Fikret GEDİKLİ Yrd. Doç. Dr. İsmet KESEN Yrd. Doç. Dr. Kadir ÜÇAY Yrd. Doç. Dr. M. Kamil COŞKUN Yrd. Doç. Dr. Nurullah ULUTAŞ Yrd. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ Yrd. Doç. Dr. Süleyman AYDENİZ Yrd. Doç. Dr. Veli SIRIM Sekreterya Arş. Gör. Bahattin ÇATMA Arş. Gör. Berat ÇİÇEK Arş. Gör. Kübra KULAKLIKAYA Arş. Gör. Önder TİLCİ Grafik Tasarım Erdal YILDIZ Danışma Kurulu/Advisory Board Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi), Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA (Mardin Artuklu Üniversitesi),Prof. Dr. Alev SINAR UĞURLU (Uludağ Üniversitesi),Prof. Dr. Ali TAŞKIN (Cumhuriyet Üniversitesi),Prof. Dr. Ali UZUN (19 Mayıs Üniversitesi),Prof. Dr. Bayram COŞKUN (Muş Alparslan Üniversitesi),Prof. Dr. Bilal ERYILMAZ (İstanbul Medeniyet Üniversitesi),Prof. Dr. Bilgehan PAMUK (Gaziantep Üniversitesi),Prof. Dr. Erdoğan ERBAY (Atatürk Üniversitesi),Prof. Dr. Eyüp G.İSPİR (Gazi Üniversitesi, TODAİE),Prof. Dr. M. Faysal GÖKALP (Uşak Üniversitesi),Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT (Muş Alparslan Üniversitesi),Prof. Dr. Hasan ÇİFTÇİ (Muş Alparslan Üniversitesi),Prof. Dr. Hüsamettin ERDEM (Selçuk Üniversitesi),Prof. Dr. İsmail TAŞ (Şırnak Üniversitesi),Prof. Dr. Kazım YOLDAŞ (Bingöl Üniversitesi),Prof. Dr. Mehmet Hüseyin BİLGİN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi),Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK (Necmettin Erbakan Üniversitesi),Prof. Dr. Mahfuz SÖYLEMEZ (İstanbul Üniversitesi),Prof. Dr. Mustafa AYDIN (Selçuk Üniversitesi),Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK (Çukurova Üniversitesi),Prof. Dr. Ramazan YELKEN (Selçuk Üniversitesi),Prof. Dr. Şamil DAĞCI (Ankara Üniversitesi),Prof. Dr. Şehabettin YALÇIN (Kâtip Çelebi Üniversitesi),Prof. Dr. Şehmus DEMİR (Atatürk Üniversitesi),Prof. Dr. Tuncer ASUNAKUTLU (Muğla Üniversitesi),Prof. Dr. Turgay UZUN (Muğla Üniversitesi),Prof. Dr. Veli URHAN (Gazi Üniversitesi),Prof. Dr. Yasin AKTAY (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi),Doç. Dr. Abdullah KIRAN (Muş Alparslan Üniversitesi),Doç. Dr. Ali UTKU (Atatürk Üniversitesi),Doç. Dr. Bülent SÖNMEZ (Dicle Üniversitesi),Doç. Dr. Emin ÇELEBİ (Muş Alparslan Üniversitesi),Doç. Dr. Erdal BAYKAN (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Doç. Dr. Hasan ÇİÇEK (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Doç. Dr. Mustafa ÇEVİK (Adıyaman Üniversitesi),Doç. Dr. Mustafa YAĞBASAN (Fırat Üniversitesi),Doç. Dr. Yılmaz KARADENİZ (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ahmet AKKAYA (Adıyaman Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ahmet YAYLA (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ercan ÇAĞLAYAN (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. İbrahim KESKİN (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. İskender DÖLEK (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATAR (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Naim ÜRKMEZ (Erzurum Teknik Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ömer Tuğrul KARA (Çukurova Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Recep Arslan (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Yusuf BATAR (Muş Alparslan Üniversitesi) ANEMON MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi yılda en az iki sayı olarak yayınlanan ulusal hakemli bir dergidir. ANEMON’da yayınlanan yazıların bilimsel ve hukukî sorumluluğu yazarlarına aittir. Yayınlanan yazıların bütün yayın hakları Muş Alparslan Üniversitesi’ne ait olup, yayıncının izni olmadan kısmen veya tamamen basılamaz, çoğaltılamaz veya elektronik ortama taşınamaz. İletişim: Tel:0 436 249 49 49 - 1201 - Fax:0 436 213 00 28 Web:www.alparslan.edu.tr / e-mail:sosbildergi@alparslan.edu.tr Adres: Muş Alparslan Üniversitesi / Rektörlük BU SAYININ HAKEMLERİ Prof. Dr. Bayram COŞKUN (Muş Alparslan Üniversitesi) Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT (Muş Alparslan Üniversitesi) Prof. Dr. Hasan ÇİFTÇİ (Muş Alparslan Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet Hüseyin BİLGİN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. Abdullah KIRAN (Muş Alparslan Üniversitesi) Doç. Dr. Abdülcelil BİLGİN (Muş Alparslan Üniversitesi) Doç. Dr. Ali SAYILIR (Muş Alparslan Üniversitesi) Doç. Dr. Hasan ÇİÇEK (Yüzüncü Yıl Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim ERDOĞAN (Muş Alparslan Üniversitesi) Doç. Dr. Mehmet ÖNAL (İnönü Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa ÇEVİK (Adıyaman Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ahmet AKKAYA (Adıyaman Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Cemil ORUÇ (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin DOĞAN (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İskender DÖLEK (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İsmet KESEN (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Kadir ÜÇAY (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. M. Kamil COŞKUN (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Nurullah ULUTAŞ (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk ALTUNÇ (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ömer Tuğrul KARA (Çukurova Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Serdal SEVEN (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Süleyman AYDENİZ (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Şahin EFİL (İnönü Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Veli SIRIM (Muş Alparslan Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Yusuf BATAR (Muş Alparslan Üniversitesi) İÇİNDEKİLER / CONTENTS SİYASETİN KÜLTÜREL VE SOSYAL HAYATTAKİ YANSIMALARI BAĞLAMINDA “ENSÂR VE MUHACİR” KAVRAMLARI / REFLECTIONS OF THE POLITICS ON THE CULTURAL AND SOCIAL LIFE IN THE CONTEXT OF THE CONCEPTS; “ANSAR AND MUHADJIR” Adnan DEMİRCAN 7-16 THE ARAB SPRING AND THE CHANCE OF DEMOCRATIC TRANSFORMATION IN SYRIA / ARAP BAHARI VE SURİYE’DE DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM İMKANI Abdullah KIRAN 17-33 WHITEHEAD’IN MEDENİYETLEŞMEYE İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ/ WHITEHEAD’S THOUGHTS ON CIVILISATION Kasım MOMİNOV 35-44 DELİLİK VE ESER YOKLUĞU: BİR SINIR DENEYİMİ OLARAK DELİLİK / MADNESS AND THE ABSENCE OF AN OEUVRE: MADNESS AS A BOUNDARY EXPERIENCE Ümit KARTAL 45-54 BİLGİ YÖNETİMİ VE EĞİTİM YÖNETİMİNE UYGULAMASI / KNOWLEDGE MANAGEMENT AND APPLICATION OF EDUCATIONAL MANAGEMENT İsmet KESEN 55-85 EĞİTİM MÜFETTİŞLERİNE GÖRE MESLEKTAŞ İZLENİMİ / COLLEAGUE IMPRESSION ACCORDING TO EDUCATION INSPECTORS Müzeyyen ÖVÜR – R. Şamil TATIK 87-104 OKUL YÖNETİCİLERİNİN REHBERLİK HİZMETLERİNE BAKIŞ AÇILARI ÜZERİNE OKUL REHBER ÖĞRETMENLERİNİN GÖRÜŞLERİ/ PERCEPTIONS OF SCHOOL GUIDANCE TEACHERS ON SCHOOL ADMINISTRATORS’ PERSPECTIVES ABOUT GUIDANCE SERVICES İbrahim Hakan KARATAŞ Murat POLAT 105-124 ÇOCUK EDEBİYATINDA YAŞ GRUPLARINA GÖRE KİTAPLAR VE ÖZELLİKLERİ / FEATURES OF JUVENILE BOOKS ACCORDING TO AGE GROUPS IN CHILDREN’S LITERATURE Ferhat ÇİFTÇİ 125-138 DERLEME SÖZLÜĞÜ’NDE AYAKKABI VE AYAKKABICILIKLA İLGİLİ SÖZ VARLIĞI VOCABULARY ABOUT SHOES AND SHOEMAKING IN GLOSSARY OF REVIEW Murat PARLAKPINAR 139-154 KÜLTÜR FARKLILIKLARI EKSENİNDE GİRİŞİMCİLİK ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİMLER VE YABANCI GİRİŞİMCİLİK / THE VARIEGATIONS IN ENTREPRENEURSHIP PERCEPTION AS PART OF CULTURAL DIVERSITY AND FOREIGN ENTREPRENEURSHIP Hayriye BAŞCI NUR Filiz ERATAŞ 155-171 KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA KALKINMA POLİTİKALARINA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ / A SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE TO DEVELOPMENT POLICIES IN THE CONTEXT OF GLOBALIZATION Atik ASLAN 173-190 YALIN LOJİSTİK AÇISINDAN KONAKLAMA İŞLETMELERİNİN TEDARİK ZİNCİRİ YAPISI VE KARŞILAŞTIRMALI BİR MALİYET ANALİZİ/ SUPPLY CHAIN STRUCTURE OF ACCOMMODATION ENTERPRISES IN TERMS OF LEAN LOGISTICS AND A COMPARATIVE COST ANALYSIS Halil SAVAŞ İsmail KILIÇ 191-222 TEZ TANITIM VE DEĞERLENDİRME / INTRODUCTION AND ASSESMENT OF A THESIS Ayhan BİLMEZ 223-126 Adnan DEMİRCAN Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 SİYASETİN KÜLTÜREL VE SOSYAL HAYATTAKİ YANSIMALARI BAĞLAMINDA “ENSÂR VE MUHACİR” KAVRAMLARI REFLECTIONS OF THE POLITICS ON THE CULTURAL AND SOCIAL LIFE IN THE CONTEXT OF THE CONCEPTS; “ANSAR AND MUHADJIR” Adnan DEMİRCAN*1 Özet Peygamberliğin Medine döneminde Müslümanları tanımlamak üzere kullanılan alt kimlik arasında Ensâr ve Muhacir kavramlarının özel bir yeri vardır. Bununla birlikte Resûlullah’tan sonraki dönemlerde Ensâr ve Muhacir kavramlarına nispet edilmede farklılıklar ortaya çıkmıştır. Ensâr kavramına mensubiyet ve bu kelimeyi kimlik olarak kullanmak daha yaygın iken Muhacir kavramını kimlik olarak kullananlar yok denecek kadar azdır. Hz. Peygamber döneminde Muhacirlerden olmak büyük bir şeref ve iftihar sebebi iken Muhacirlerin çocuklarının kendilerini babalarının bu sıfatına nispet etmemeleri dikkat çekicidir. Elinizdeki makalede, bunun siyasî sebepleri üzerinde durulacaktır. Anahtar Sözcükler: Muhacirler, Ensâr, Kureyş, siyaset. Abstract There is special importance of the concepts of Muhajir and Ansar that were the sub-identity to describe Muslims when the prophet was at Madina. However, there are differences in the usage of those concepts after the prophet. While the concept of Ansar and their usage as an identity was so commonly used, concept of Muhadjir was much less in usage as an identity. Although it was considered to be Muhadjir as a great honor in time of the Prophet, it is interesting that their descendants did not attach themselves to their father’s honorary title “Muhadjir”. In this article, we will deal the political reasons of them. Keywords: al-Muhādjirūn [Emigrants], al-Ansār [Helpers], Quraysh, politics. Y *1 Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi. İlahiyat Fakültesi., adnandemircan@gmail.com 7 Demircan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Giriş “İnsanlar emirlik işinde Kureyş’e tabidirler. Müslümanları Müslümanlarına, kâfirleri kâfirlerine tabidir.”1 Hadis Siyasetin, din, kültür, sosyal hayat, hukuk ve ekonomi ile sıkı bir ilişkisi olduğu inkâr edilemez. Bu alanlarda karşılıklı etkileşimin izlerini çeşitli yönleriyle tespit etmek mümkündür. Günümüzde siyasîlerin çeşitli görüşlerinin teşekkülü ve sergiledikleri icraatları gibi konularda; mensup oldukları şehrin, bölgenin, dinin, mezhebin; aldıkları eğitimin; aile ve çevrelerinden etkilendiklerine dair iddiaların zaman zaman dillendirildiğini görüyoruz. Siyasîler, manevî dünyalarını inşa eden birçok etkenle birlikte siyaset yaparlar. Keza siyasilerin aldıkları kararların ve icraatlarının farklı etkilerini toplumun çeşitli katmanlarında ya da kurumlarda görmek de mümkündür. Biz bu kısa makalede, siyasî tutumun mensubiyet anlayışını nasıl şekillendirebildiğini Muhacir ve Ensâr kavramlarına nisbet çerçevesinde ele almaya çalışacağız. Sözlükte “ilgi kurmak, nispet etmek, atfetmek, akraba olmak, yakınlık kurmak” gibi anlamlar taşıyan ve nesep kökünden gelen nisbe kelimesi (çoğulu niseb) “bir şeyin bir yere, bir aile, kabile ya da topluluğa, bir din yahut mezhebe, bir meslek ya da sanata, bir sıfata vb. bağlanması, onunla ilişkilendirilmesi” demektir. Nisbeye neseb, [çoğulu ensâb] veya izafe adı da verilmektedir.2 Araplarda nispe bir tür kimliktir, kişinin biyografisinin parçasıdır; hatta günümüzde iş başvurularında talep edilen özgeçmişin gördüğü işlevin bir kısmını görür. Zira kişinin, hayatında önemli bir yere sahip olan kabile, şehir, mezhep gibi mensubiyetlere nispet edilerek tanınması sağlanır. Kişinin ailesine, kabilesine, şehrine ya da bölgesine nispet edilmesi onun kökeni açısından büyük önem taşır. Kişinin hayatında önemli olan seyahat ettiği ya da yaşadığı yerin zikredilmesi de önemli bir biyografik bilgidir. Araplar buna değer verdikleri için bazen bir kişinin birden çok yere nispet edildiğini görüyoruz. Karşımıza çıkan bir âlimin aynı zamanda el-Kûfî, el-Bağdâdî, el-Mısrî olarak zikredilmesi bizi şaşırtmamalıdır. Bu nisbelerden, kişinin bütün bu yerlerle doğum, eğitim, görev sebebiyle ilişkisi olduğunu anlarız. Muhacir ve Ensâr Kavramlarının İslâm Kültüründeki Yeri Hz. Peygamber’in hicretinden sonra ortaya çıkan Muhacir ve Ensâr kavramları, onun yaptığı önemli sosyal düzenlemelerin göstergelerinden biridir. Bu kavramlar Kur’ânî kavramlar olarak İslâm toplumunu tanımlamak üzere kullanılmaya başlanmıştır. Kavramların ortaya çıkışı Mekkeli Müslümanların hicret etmesi ve Medineli Müslümanların onları yurtlarında barındırmalarıyla başlamıştır. Ancak bu kavramların, yerine ihdas edildiği nitelemelerden ve nisbelerden farklı özelliklere sahip oldukları görülmektedir. Hz. Peygamber döneminde İslâm ümmetini tanımlamak için Müslüman [muslim=muslimûn] adı kullanılıyordu. Bunun dışında alt kimlikler olarak kabile kimlikleri de Müslim, İmâre 1. 1 2 Avcı,“Nisbe”, DİA, XXXIII, 142. Y 8 Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları vardı. İslâm, ırkçılığı yasaklamakla birlikte kişinin ailesini ve soyunu tanımlayıcı nitelemeleri reddetmemiş, bilakis kişinin soyunu inkâr etmesini yasaklamıştır. Medine döneminde, Mekke’den hicret eden Müslümanlar için Muhacir adı betimleyicidir. Zira onlar Allah’ın rızasını umarak yurtlarını terk edip Medine’ye gitmişlerdir. Muhacirlerin çoğu Kureyş kabilesinin farklı kollarına mensuptu. Burada alt kimlikleri ortaya çıkarmak, ümmetin birliği açısından faydasız bir iştir. Bu sebeple birleştirici ortak özellikleri olan hicret eylemini gerçekleştirmiş olmaları uygun bir tanımlamadır. Medineli Müslümanlar ise yurtlarına hicret eden din kardeşlerine Allah’ın rızasını umarak yardım edenlerdir. Onların bu yardım ve destekleri Ensâr olarak isimlendirilmeleri suretiyle tescil edilmiştir. Medinelilerin kabile kimlikleri de mevcuttur. Bunlar esasen iki kardeş kabile olan Evs ve Hazrec kabilelerine mensuplardı. Bu iki kardeş kabile arasında İslâm’dan önce var olan bir kan davası sebebiyle savaşlar meydana gelmişti. Kabile kimliği, onlar için düşmanlığı hatırlatan, birleştirici değil bölücü bir kimliktir. Oysa Ensâr adı, birleştirici bir özelliğe sahiptir. Kur’ân’da Ensâr ve Muhacirler Allah rızasını kazanmak için yaptıkları fedakârlıklar sebebiyle övülmüşlerdir: “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihat edenler, (Muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihat edenler de sizdendir...”3 “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler ve (Muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır.”4 Dikkat çeken ilginç hususlardan biri şudur: Hz. Peygamber döneminde Kureyş ismi daha çok Mekkeli müşrikler için kullanılıyordu. Kur’ân-ı Kerim’de sadece bir yerde geçen bu isim, Cahiliye dönemi Kureyş’inin ticarî amaçlı yaz ve kış seferlerinden bahseder.5 Hz. Peygamber Kureyş’le daha çok müşrik Mekkelileri kasteder. Çünkü Allah Resûlü tebliğe başladığında Kureyş’in ileri gelenleri (mele’) atalarının dinine aykırı gördükleri yeni dinle mücadele ettiler. Onların meşruiyet dayanağı atalarının dini, yani Kureyş’in diniydi. Bir anlamda onlar Kureyş kimliğini kullanarak Allah Resûlü’nü engellemeye çalışmışlardır. Muhacir Kavramı 3 Enfâl 8/74-75. 4 Enfâl 8/72. 5 Kureyş 106/1-4. 6 Ankebût 29/26; Nisa 4/100. 7 Tevbe 9/100, 117; Nur 24/22; Ahzab 33/6; Haşr 59/8. 8 Mümtahine 60/10. Y Muhacir [çoğulu: muhâcirûn] kelimesi Kur’ân’da tekil olarak iki yerde,6 eril-çoğul olarak beş yerde7 ve dişil-çoğul (Muhacirât) olarak bir yerde8 geçmektedir. Allah Resûlü döneminde Ensâr’dan olmak önemli bir şeref ve iftihar vesilesi olmakla 9 Demircan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. birlikte Muhacir olmak daha değerli vasıftır. Allah Resûlü bir konuşmasında, “Eğer hicret (şerefi) olmasaydı Ensâr’dan olmak isterdim.”9 buyurur. Mekke döneminde Müslümanların gördükleri baskılar hicreti zorunla hale getirmiş; hatta hicret etmek hak-batıl mücadelesinde taraf olmak anlamına gelmiştir. İmkânı olduğu halde hicret etmeyenler ise eleştirilmiştir: “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken, ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar, ‘Biz yeryüzünde çaresizdik.’ diye cevap verdiler. Melekler de, ‘Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir! Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.”10 Mekkeliler açısından bakılırsa Muhacir kavramının Mekke Müslümanları için kullanılması, onları yurtlarından çıkaran Kureyşli akrabalarından ayıran ve hicretin önemine vurgu yapan bir özelliğe sahiptir. Hicretten sonra Kureyş isminin Hz. Peygamber’i ve davasını reddeden ve onlara meşruiyet tanımayan müşrik Mekkeliler için kullanılmasının bilinçli bir tercih olduğu muhakkaktır. Zira Kureyşliler, kendi varlıklarını ve kimliklerini bu tanımlamayla ortaya koymuşlardır. Oysa Kur’ân ve Peygamber Medine’ye hicretten sonra kendilerini inanca bağlı bir nitelemeyle tanıtmayı tercih etmişlerdir. Bu da Allah yolunda memleketini terk eden Müslümanları ifade eden Muhacir kavramıdır. Muhacir kavramı, Mekke fethine kadar Mekkeli Müslümanlar açısından dine bağlılığı ifade eden bir kavram olmuştur. Zira Mekke’nin fethine kadar imkân bulan Müslümanların hicret etmesi, Hz. Peygamber ile onu reddeden Kureyş arasında tercih yapmak anlamına gelmektedir. Bu öneminden dolayı Muhacir olmanın kültürde ayrı bir yeri vardır. Hz. Peygamber döneminde Müslümanlar arasında Mekke’den Medine’ye hicret etmiş olmak fazilet sebebi olarak değerlendiriliyordu. Bir gün Hz. Ömer, Esma bt. Umeys’e “Hicrette sizi geçtik. Bundan dolayı Resûlullah’a (s) sizden daha layık ve yakınız!” dedi. Esma, Hz. Ömer’in bu sözlerinden alınarak söylediklerini Resûlullah’a (s) anlattı. Hz. Peygamber ona ne cevap verdiğini sordu. Ardından, “Bu hususta o bana sizden daha layık ve yakın değildir. Onun ve arkadaşlarının bir hicreti, siz gemiyle yolculuk yapanların [Habeşistan Muhacirlerinin] ise iki hicreti vardır.” buyurdu.11 Bilindiği gibi Esma, eşi Cafer b. Ebî Tâlib’le birlikte Mekke’den Habeşistan’a gemiyle hicret etmiş; oradan da Kızıldeniz’i geçerek Medine’ye gitmiştir. Hz. Peygamber Mekke’den Habeşistan’a, oradan da Medine’ye gidenlerin iki hicret yaptıklarını vurgulayarak Esma’ya iltifat etmiştir. Hz. Ömer de atıyyelerin dağıtımında Mekke fethine kadar geçen zaman aralığında Müslüman olanlara, ya da belli başlı hadiselerde yer alanlara fetihten sonra Müslüman olanlardan daha fazla atıyye vermiştir. Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethinden sonra hicretin sona erdiğine dair “Fetihten sonra hicret yoktur.”12 sözü fetihle birlikte Müslümanlar için yükümlülük olan hicretin Müslim, Zekât 139; Ahmed b. Hanbel, II, 315. 9 10 Nisâ 4/97-99. 11 Buhârî, Meğâzî 38; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 169. 12 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45. Y 10 Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları sona erdiğini ifade eder. Bununla birlikte hicretin kıyamete kadar devam edeceğine dair bir hadis de nakledilir: “Tövbe sona ermedikçe hicret sona ermez; güneş batıdan doğuncaya kadar da tövbe son bulmaz.”13 Bu hadis, hicret olgusunun sadece bu döneme mahsus olmadığını, tarihin değişik zamanlarında hicret koşullarının oluşabileceğini ifade eder. Ancak rivayetin Muaviye’den nakledilmiş olması yaşadığı dönemde Muhacir olmanın toplum nezdindeki değerini göstermektedir. Eğer hadis sahihse, bu rivayetin Muaviye tarafından tespit edilmesini gerektirecek sosyal koşulların olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi Muaviye, Mekke fethinden sonra Müslüman olmuş; fetihten kısa bir süre sonra Medine’ye gitmesine rağmen İslâm kültürü içinde muhacirlerden sayılmamıştır. Hz. Ali, kendisiyle siyasî mücadeleye girişen Muaviye’yi Mekke fethi sırasında Müslüman olması sebebiyle eleştirmiş; onun Tulekâ’dan14 olduğunu söyleyerek hilafet iddiasının olamayacağını vurgulamıştır.15 Ensâr Kavramı Ensâr kelimesi “yardım etmek” anlamındaki nasr kökünden türeyen nasîr ya da nâsır sıfatının çoğulu olup ism-i mensubu ensârîdir [çoğulu: ensâriyyûn].16 Enes b. Mâlik’in belirttiğine göre bu isim ilk defa Kur’ân’da yer almıştır.17 Ensâr tabiri bu anlamıyla Kur’ân’da iki yerde18 Muhacirlerle birlikte geçmekte ve Allah’ın her iki topluluktan da hoşnut olduğu belirtilmektedir.19 Müslümanların hicretinden önce Medine ahalisi, Yahudiler ve Araplar olmak üzere etnik-dinî iki gruptan meydana geliyordu.20 Yahudiler Nadîr, Kaynuka ve Kurayza kabilelerine ayrılırken Araplar Evs ve Hazrec gibi iki büyük kabileden oluşuyordu. Bu iki Arap kabilesi arasında düşmanlık bulunduğu için kan bağına dayalı tasnifin yerine “Allah Resûlü’ne ve Mekkeli Müslümanlara yardım edenler” anlamında Ensâr tabirinin tercih edilmesi, hem onları birleştirici hem de akideye dayalı bir tasniftir. Ensâr tabirinin Medine yıllarında zaman içinde yerleştiği görülmektedir. Bu kavram hem Hz. Peygamber tarafından, hem de Raşid Halifeler döneminde birçok olay sırasında Medineli Müslümanlara iltifat amacıyla kullanılmıştır. Kavram, olumlu anlamı sebebiyle Medineliler tarafından da sahiplenilmiş, her zaman bir iftihar vesilesi olmuştur. Ülkemizde bugün bile kendilerini Ensâr’a nispet eden birçok insanın olduğunu biliyoruz. Bu bağ13 Dârimî, Siyer 70. 14 Tulekâ, Mekke fethinden sonra yaptığı konuşma sırasında Hz. Peygamber’in Mekkelilere “Entumu’t-tulekâ” (Özgürsünüz, gidebilirsiniz!) dediği için kullanılan bir tabirdir. 15 Minkarî, s. 29; İbn Kuteybe, I, 85; İbn A‘sem, I [I-II], 515. 16 Algül,“Ensâr”, DİA, XI, 251. 17 Buhârî, Menâkibü’l-ensâr 1; Algül, “Ensâr”, DİA, XI, 251. 18 Tevbe 9/100, 117. 19 Algül, “Ensâr”, DİA, XI, 251. 20 Yahudilerin bir kısmının Arap olduğu hesaba katılırsa bu tanımların zaman zaman iç içe geçtiğini söylemek de Y mümkündür. 11 Demircan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. lamda Ensâr, Ensaroğlu, Ensari, Ensarioğlu ve ismin Türkçesi olan Yardımcı soyadının çokça kullanıldığına şahit oluyoruz. Siyasî İlişkilerin Kimlik Tanımlamaya Etkisi Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ensâr ve Muhacir kavramlarının farklı amaçlarla kullanıldığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ensâr tarafından düzenlenen Sakîfe toplantısına katılan Hz. Ebû Bekr, Hz. Peygamber’in yerine birisini seçmek amacıyla bir araya gelen Ensâr’a Resûlullah’a (s) ve Müslümanlara yaptıkları yardımlar sebebiyle iltifat etti. Öte yandan Hz. Ebû Bekr, Muhacirlerin faziletlerinden söz ettikten sonra Arapların ancak Kureyşli birisine itaat edebilecekleri tezini temellendirmeye çalışarak iktidarın kendilerinde olması lazım geldiğini savundu. Hz. Ebû Bekr’in buradaki konuşması planlanmış bir konuşma değildi, ancak Kureyş’i parçalayıcı bir tanımlama yapmasının elini zayıflatacağını biliyordu. Ayrıca kullanabileceği en etkileyici siyasî argümanlardan biri buydu. Buradaki konuşmalarda Kureyş’in kimliğini bütünleştiren bir tanımlama yaparken, Ensâr tanımının da Medineli Müslümanları bütünleştirici yönüne vurgu yapmış; aynı toplantıda, iktidarın Ensâr’ın eline geçmesi halinde Hz. Peygamber’in hicretiyle birlikte Medine’de sağlanan birliğin ve kardeşliğin zarar görebileceğine işaret edilmiştir.21 Hz. Ali, Sakîfe toplantısındaki Kureyşîlik vurgusuna, akrabalık açısından bir değerlendirme yaparak karşı çıkmaktadır: Ona Sakife toplantısı hakkında haber ulaşınca, “Ensâr ne dedi?” diye sordu. “Bizden bir emir, sizden bir emir olsun dediler.” cevabını alınca, “Onlara karşı Resûlullah’ın (s) onların iyilerine iyilik yapılmasını, kötülerinin ise bağışlanmasını vasiyet etmesiyle delil getirmediniz mi?” diye sordu. “Bunda, onlar aleyhinde nasıl bir delil var ki?” dediler. Hz. Ali, “Eğer emirlik onlarda olsaydı onlar hakkında vasiyette bulunulmazdı.” dedi. Sonra “Kureyş ne dedi?” diye sordu. “Kendilerinin Resûlullah’ın (s) ağacı olmalarıyla delil getirdiler.” dediler. Hz. Ali, “Ağacı delil getirdiler; ama meyveyi ihmal ettiler.” dedi.”22 Hz. Ali Sakîfe’de mağdur edildiği düşüncesini Kureyş üzerinden eleştirmektedir: Allahım! Senden Kureyş’e ve onlara yardım edenlere karşı yardım diliyorum. Onlar, akrabalığımı kopardılar ve konumumun yüceliğini küçülttüler. Bana ait olan bir iş hususunda benimle çekişmek üzere birleştiler.23 Hz. Peygamber’den sonra iktidara gelen dört halife Kureyş’in farklı boylarına mensuptu. Bunların siyasî birliği sağlamaları ve güçlerini koruyabilmeleri için Kureyşîlik kimliğini öne çıkarmaları gerekiyordu. Hz. Ali’nin Kureyşîlik kimliğine fazla vurgu yapmadığını söyleyebiliriz. Ancak ona muhalefet eden Muaviye ve etrafındakiler bu kimliği yeterince öne çıkarıyorlardı. Öte yandan Hz. Ali’nin ordusunda Kureyşlilerin azlığı göze çarpar. Raşid Halifelerden sonra Emevî hanedanının kurucusu olan Muaviye dâhil olmak 21 İbn Kuteybe, I, 13-16. 22 eş-Şerîf er-Radî, s. 189-190. 23 eş-Şerîf er-Radî, s. 406-407 Y 12 Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları üzere hiçbir Emevî halifesi, Muhacir kimliğini kullanamazdı. Zira onlar arasında Muhacir olan kimse bulunmadığı gibi babaları da Muhacirlerden değildi. Bu sebeple Muhacir adının kullanılması onların siyasî nüfuzlarına zarar verebilirdi. Aynı şey, Emevîlerin iktidarına son veren Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın torunları olan Abbasîler için de söz konusudur. Dedeleri Hz. Abbas’ın hicretten önce Müslüman olduğu ve Müslümanlığını gizleyerek Bedir’e katıldığı,24 Tulekâ’dan olmadığı ve Mekke fethedilmeden önce Hz. Peygamber’e ulaştığı ifade edilir.25 İbn Saʻd, Hz. Abbas’ı, “Bedir’e [Müslüman olarak] katılmayan,26 ancak eskiden Müslüman olan, tamamı Habeşistan’a katılan ve Uhud ve sonrasındaki savaşlara katılan Muhacirler ve Ensârın ikinci tabakası”nın içinde en başta zikretmektedir.27 Oysa Hz. Abbas, Müslümanların ele geçirdikleri Bedir esirleri arasındadır. Hz. Peygamber, kendisinin ve beraberinde esir edilen üç akrabasının fidyesini ödemesini istedi. İbn Saʻd’ın naklettiği rivayete göre Hz. Abbas, Hz. Peygamber’e Müslüman olduğunu, istemeyerek Bedir’e geldiğini söylemiş; ancak Hz. Peygamber, “Müslümanlığını Allah bilir.” diyerek muaf tutulma talebini reddetmiştir.28 Bazı rivayetlerde Hz. Abbas’ın Hendek’ten sonra hicret ettiği nakledilir.29 Başka bir rivayete göre Hz. Peygamber Hayber’i fethederken Hz. Abbas hicret ederek Cuhfe’ye ulaşmış ve Hz. Peygamber’e hicret ettiği haberini göndermiş, o da Abbas’a ganimetten pay vermiştir.30 Ancak Hz. Abbas’ın Hayber’in fethi sırasında Mekke’de olduğuna dair rivayetler de nakledilmektedir. Buna göre Hz. Abbas Hayber’in fethinden sonra hicret etmiştir.31 Bunların yanı sıra Mekke fethinden hemen önce hicret ettiğine dair rivayetler de vardır.32 Bütün bu farklı rivayetler, Hz. Abbas’ı Muhacirler arasında zikretme çabasının ürünüdür. Oysa Hz. Abbas’ın Mekke fethinden önce meydana gelen olaylarda rolüne rastlamıyoruz. Sadece Mekke’de olup bitenlerle ilgili Resûlullah’a istihbarat sağladığına dair rivayetler mevcuttur.33 Hz. Abbas’ın muhacirliği bile sonradan kurgulanmış gibi göründüğüne göre muhacir kimliği, Abbasîler için de siyasî bir ranta dönüştürülebilecek durumda değildir. O halde Hz. Peygamber’in vefatından başlayarak, ama daha çok Emeviler döneminden itibaren Muhacirlik yerine Kureyşîliğe vurgu yapılması, Mekkeliler açısından Muhacir nitelemesinin ayrıştırıcı ve siyasî gücü zayıflatıcı bir anlam kazanmaya başlamasıyla 24 Zehebî, II, 78. 25 Zehebî, II, 78. 26 Hz. Abbas, müşriklerin baskısı karşısından istemeyerek Bedir savaşına katılmıştır (İbn Saʻd, IV, 9, 10). Bununla birlikte onun müşrik ordusunun iaşe ihtiyacını karşılayanlardan biri olduğu da nakledilir (İbn Hişâm, II, 320). 27 İbn Saʻd, IV, 5. 28 İbn Saʻd, IV, 12. 29 İbn Saʻd, IV, 15. 30 İbn Saʻd, IV, 15. 31 İbn Saʻd, IV, 16. 32 İbn Hacer, II [III-IV], 30. Y 33 İbn Hacer, II [III-IV], 30. 13 Demircan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. ilişkilidir. Öte yanan Muaviye döneminden başlayarak Kureyş’in iktidar gücünün belirgin bir şekilde görünmeye başlaması, nitelemenin Kureyş olarak tercih edilmesinin sebeplerindendir. Kureyşliler, daha Resûlullah’ın (s) hayatında, Mekke’nin fethinden sonra istikbalin İslâm’da olduğunu anladıkları için siyasî güçlerini İslâm kimliği altında sürdürmüşlerdir. Mekke fethinden hemen sonra Kureyş’in önemli liderlerinden biri olan Ebû Süfyan’ın ailesini toplayarak Medine’ye göç etmesi şaşırtıcı değildir. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Ebû Süfyân onun Necrân ve çevresinin zekât amiliydi.34 Medine’ye döndüğünde Hz. Ebû Bekr’in halife seçildiğini öğrenince Abdumenâf’tan biri dururken bir Teymlinin halife seçilmesine rıza gösterdikleri için Hz. Ali’yi eleştirmiş -halife seçimi tamamlanmış olmasına rağmen- ona biat etmeyi önermiştir.35 Ancak Ebû Süfyân, kısa sürede istikbalin iktidarın yanında olmakta olduğunu gördü. Bundan sonraki süreçte çocuklarıyla birlikte aktif bir şekilde Hz. Ebû Bekr’in hizmetinde görev aldı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra siyaset hep Kureyş’in önderliğinde yürütülmüştür. Öyle ki, iktidardan uzak kalan Hâşimoğulları bile yöneticilerden rahatsız olan muhaliflerin sığındıkları bir Kureyş boyudur. Kureyş’in sahip olduğu siyasî nüfuza Ensâr’ın karşılık verememesi, ilk Müslümanlara verdikleri desteği gündemde tutmakla yetinmelerine sebep olmuştur. Hatta bu durumdan dolayı Ensâr’ın muhayyel bir tarih uydurduğu iddiası ileri sürülmüştür.36 Yukarıda kısaca tasvir etmeye çalıştığımız siyasî koşulların, birçok alanda olduğu gibi İslâm tarihi boyunca sosyal sınıflandırma ve kimlik tanımlamada da belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim kaynaklarımızı incelediğimizde el-Ensârî nisbesi çok kullanıldığı halde el-Muhacirî nisbesinin pek kullanılmadığını görürüz. Bu duruma Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan İslâm Ansiklopedisi’nde “Muhacirûn” maddesinin yazarı Buhl da işaret etmiş;37 ancak sebepleriyle ilgili bir değerlendirmede bulunmamıştır. Sözünü ettiğimiz kimlik tercihinin kaynaklara nasıl yansıdığını tespit etmek amacıyla el-Mektebetü’ş-şâmile (el-isdâru’s-sâni) kitap programında yaptığımız basit bir tarama, durumu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Bazıları mükerrer olan 6688 kitap ihtiva eden programda 116.378 “el-Ensârî” kelimesi geçmektedir. Kuşkusuz bunların hepsi nisbe değildir; ancak aralarında çok sayıda nisbe de mevcuttur. “el-Muhâcirî” kelimesi ise sadece 614 defa geçmektedir. Ancak incelediğimiz kadarıyla bunlar da nisbe değildir. Oysa el-Kureşî nisbesi 49.093, el-Kureyşî nisbesi ise 371 defa geçmektedir. Eğer Ensârî ve Muhâcirî nisbelerinin ikisi de yaygın olarak kullanılsaydı, Ensârın sayısının Mekke muhacirlerine göre daha fazla olması sebebiyle Ensârî nisbesinin daha çok kullanılması, anlaşılır bir durum olurdu. Ancak Muhâcirî nisbesinin kullanılmaması, nisbe tercihinin sayısal çoklukla ilişkili olduğunu söylememize imkân vermemektedir. 34 Taberî, III, 318. 35 Bk. Belâzurî, II, 271; Ya‘kûbî, II, 126. 36 Reckendorf, H., “Ensâr”, İA, IV, 277. 37 Buhl, Fr., “Muhâcirûn”, İA, VIII, 452. Y 14 Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde “Ensâr” maddesi yer alırken “Muhacir” kavramı madde olarak yer almamış, sadece kelimenin geçtiği yerde Ensâr maddesine atıf yapılmıştır. Yine aynı ansiklopedide Ensârî nisbesiyle anılan üç kişinin biyografisine yer verilmiştir. Bilindiği gibi nesebin bilinmesi, kişinin sosyal ve siyasî kimliği için önem arz ettiğinden Araplarda nesebin muhafazası için Ensâb ilmi ortaya çıkmış; bu alanda birçok eser telif edilmiştir. Sadece bir kabileye tahsis edilmiş kitaplar içinde Kureyş kabilesiyle ilgili olanlar ise çoğunluğu oluşturmaktadır.38 Bunun Kureyş kimliğini öne çıkarıcı bir tercih olduğunu düşünmek yanlış değildir. Sonuç Bu çalışma, kavramlarla siyaset arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla yapılmış bir denemedir. Aslında Ensâr ve Muhacir kavramları İslâm medeniyetinin insana bakışını yansıtan, insanı dinî tercihine göre niteleyen bir anlayışın tezahürüdür. Bu nitelemelerle dine taraf olmak ve kişinin dine hizmet için rol üstlenmesi övgüye mazhar olmuştur. Hz. Peygamber döneminde birleştirici olan Ensâr ve Muhacir kavramları siyasî gelişmelere göre şekillenmiştir. Kureyşli yönetici elitin yönlendirmesinin etkisiyle de Muhacir kavramı, Kureyş’in gücünü bölen ve onları ayrıştıran bir özelliğe sahip olması sebebiyle nisbe olarak tercih edilmemiştir. Allah Resûlü’nün vefatından sonra Ensâr nitelemesi, Medineli Müslümanlar için, Kureyş nitelemesi ise Mekkeli Müslümanlar için bütünleştirici bir özelliğe sahip olmuştur. Kaynaklar Ahmed b. Hanbel (241/855), Müsned, İstanbul 1402/1982. Algül, Hüseyin, “Ensâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], XI, İstanbul 1995. Avcı, Casim, “Nisbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], XXXIII, İstanbul 2007. el-Belâzurî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbu’l-eşrâf, Thk.: Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Beyrut 1417/1996. el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), Sahîh, İstanbul 1992. Buhl, Fr., “Muhacirûn”, İslâm Ansiklopedisi [İA], VIII, 3. Basım, İstanbul 1979. ed-Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. el-Fadl b. Behrâm (255/869), Sünen, İstanbul 1401/1981. Fayda, Mustafa, “Ensâb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], XI, İstanbul 1995. İbn A‘sem el-Kûfî, Ebû Muhammed Ahmed (314/926 civarı), el-Fütûh, Beyrut 1406/1986. İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut (t.y.). İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es-Sîretu’n-Nebî, Thk.: Mustafa es-Sakkâ, İbrahim el-Ebyârî, Abdülhafîz Şelebî, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, Beyrut Y 38 Fayda, “Ensâb”, DİA, XI, 248. 15 Demircan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. (t.y.). İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (276/889), el-İmâme ve’s-siyâse, Thk.: Tâhâ Muhammed ez-Zeynî, Beyrut (t.y.). İbn Saʻd, Muhammed (230/844), Kitâbu’t-Tabakâti’l-kebîr, Thk.: Ali Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001. el-Minkarî, Nasr b. Müzâhim (212/827), Vak‘atu Sıffîn, Thk.: Abdüsselam Muhammed Harun, Kahire 1382/1962. Müslim, Ebü’l-Hüseyin b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî (261/874), Sahîh, Thk.: M. Fuâd Abdulbâkî, İstanbul 1413/1992. eş-Şerîf er-Radî (406/1015) [Derleyen], Nehcü’l-belâğa, Thk. ve Şerh: Muhammed Abduh, Müessesetü’l-ma‘ârif, Beyrut 1410/1990. Reckendorf, H., “Ensâr”, İslâm Ansiklopedisi [İA], IV, İstanbul 1993. et-Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, Thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, 2. Basım, Dâru’l-maʻârif, Kahire (t.y.). Watt, W. Montgomery, “al-Ansar”, The Encyclopaedia of Islam, New Edition, I, Leiden 1986. el-Ya‘kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (284/897), Târîhu’l-Ya‘kûbî, Beyrut 1412/1992. ez-Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Siyeru aʻlâmi’n-nübelâ, Thk.: Şuayb el-Arnavut, 2. Basım, Müessesetü’r-risâle, 1402/1982. Y 16 Abdullah Kıran The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 THE ARAB SPRING AND THE CHANCE OF DEMOCRATIC TRANSFORMATION IN SYRIA ARAP BAHARI VE SURİYE’DE DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM İMKANI Abdullah KIRAN*1 Abstract It cannot be denied that the Arab Spring has started a very important transformation process in the Middle East but it is very difficult to expect that this transformation will lead to a democratic change within a very short period of time and contribute to a democratic development in the sense of Western experience. Transition from oppressive and authoritarian regimes to a democratic regime does not take place in a short period of time through uprising and revolution. Democracy is a phenomenon that requires possession of democratic culture and tolerance rather than accepting it as a regime. Besides, the ethnic and religious structure of the countries taking part in Arab Spring is different from each other. In some of those countries, ethnic and religious demands come before the desire for democracy and democratic aspirations. For instance, the Kurds in Syria, who do not have even identity cards and have not been considered as citizens until recently, demand the recognition of the Kurds as a national entity and their participation to Syria government, while Sunni Muslims in Syria essentially want to put an end to the Shiite dictatorship and to establish a majority regime under their rule. On the other hand, the major fear of Syrian Christians is that the Sunni majority government which will be potentially established after the collapse of Assad regime will not recognize their basic rights. In this paper we will focus on different and contradicting demands of Kurds, Christians, Sunni and Shiite Muslims in Syria. Keywords: Arab Spring, Syria, Kurds, Christians, Sunni, Shiite Özet Arap Baharı’nın Ortadoğu’da çok önemli bir değişim sürecini başlattığı inkâr edilemez. Ancak bu değişimin kısa bir süre içinde demokratik bir dönüşüme yol açması ve Batılı anlamda demokrasilerin gelişmesine katkı sağlamasını beklemek oldukça zordur. Baskıcı ve totaliter rejimlerden demokratik rejimlere geçiş, bir ayaklanma veya bir devrimle kısa bir süre içinde olabilecek bir durum değil. Demokrasi, bir rejimin kabullenmesinden ziyade demokratik bir kültüre sahip olmayı gerektiren bir olgudur. Ayrıca Arap Baharı zincirine dâhil olan ülkelerin etnik ve dini yapılanmaları birbirinden çok farklıdır. Kimi ülkelerde etnik ve dini talepler, demokrasi ve demokratik taleplerden önce gelmektedir. Örneğin Suriye’de, daha yakın zamana kadar kimliği bile olmayıp vatandaş kategorisinde yer almayan Kürtlerin en önemli önceliği ulusal varlıklarının tanınması ve yönetimde pay sahibi olmak iken, Sün- Y *1 Assoc. Prof. Dr., Muş Alparslan University, Head of Department of International Relations, a.kiran@alparslan. edu.tr 17 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. nilerin temel amacı Şii diktatörlüğe son verip kendilerinin yönetimde olacağı bir çoğunluk rejiminin kurulmasıdır. Suriye’deki Hıristiyanların en büyük korkusu Esat rejiminin yıkılmasının ardında iktidarı devralacak Sünni çoğunluğun Hıristiyan azınlığa yaşam tanımamasıdır. Çünkü bizler her çoğunluk rejiminin demokratik bir rejim olmadığını çok iyi biliyoruz. Anahtar Kelimeler: Arap Baharı, Suriye, Kürtler, Hıristiyanlar, Sünniler, Şiiler The Minority Rules in the Middle East Right after the First World War, the borders of North Ireland, Yugoslavia and Middle East were established within 17 months (Fisk, 2007, s.XXi). So the borders of the Middle East were controversial from the very beginning. However, the administrative bodies appointed by the mandatory power were much more problematic. When countries such as Great Britain and France terminated their direct rule in countries under their protection, they introduced minority regimes that would remain faithful to them so that they would be able to intervene in the domestic policies of those countries. Especially in Iraq, Syria and Lebanon, rather than establishing legitimate regimes which are based on the rule of majority, ethnic and religious minorities were assigned as the administrative body. And these minority groups in power preserved their oppressive and totalitarian essence in order to ensure the stability of their power and not to share it with other elements of society. Actually this kind of ruling was in favor of western powers that were ruling the region indirectly and it was in harmony with the spirit of Cold War. But these borders and minority rules never brought peace and tranquility to the region. These problematical borders and administrations are the main reason for the continuous bloodshed in the Middle East. The minority rules continued for decades in the region and it was not easy for the majorities of these societies to terminate the minority character of these regimes in the Middle East. In Lebanon, it took a 15-year of destructive civil war to abolish the Maroni’s dominant rule. Iraq, which was established with the combination of three province of the Ottoman Empire, was one of those to have the most problematical borders in the region. Great Britain formed new Iraq by bringing Mosul, Baghdad and Basra together; the majority of the population was Kurds, Sunnis and Shiites respectively in these provinces. Then Prince Faisal of Hejaz, a Sunni Muslim, was appointed as the head of state. Faisal and his successors ruled Iraq until the military coup of 1958. However, this coup d’état could not overthrow the Sunni reign in the country. Consisting 25% of the total population approximately, the Sunnis would be able to rule nearly half century further over the Shiites who were around 55% and Kurds who were 20% of the population (Galbraith, 2006:7 ). It was the intervention of US after which the Sunni reign in Iraq was brought down and terminated. Moreover, Sunnis’ struggle for power continued and caused a civil war in Iraq in spite of US. There is a high probability that Syria will also share the same fate with Iraq and Lebanon. The more Basher al Assad stays in power, the more the chance of civil war in Syria will exacerbate. In addition, all parameters show that he will not give up easily and voluntarily. This situation inevitably will prolong the period of the uncertainty Y 18 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria in Syria; because Hafez al Assad didn’t repeat the mistake Hosni Mubarak made and did not give the control of military forces to those that were not the members of his family. While Mubarak’s son was working in private sector, the gun-shy Hafez al Assad left the supervision of the military forces to his sons. Besides, he educated and trained his sons such that they could keep the military and the politics under their strict control. In his governing process, rather than relying on Arab nationalism, he based his rule on traditional attachment factors such as family, clan, tribe and religious sect. In Egypt, there was no army who could sacrifice itself for the sake of Mubarak and initiate a war against its people. But in Syria, there is an army which will remain loyal to Basher al Assad almost forever (Landis, 2012). . It has been nearly two years since Syria’s revolt, no action has been initiated like the one on the Tahrir Square that could overthrow the al Assad reign in Syria. At first, Syria opposition leaders considered that foreign sanctions would be effective and soon after the regime would fall. However, that was not the case. Given that the Special Forces, the Intelligence, elite units and the army’s administrative body have no alternative but to gather tightly around Basher al Assad when they think of the aftermath of Assad regime, it seems such an action will not be initiated in near future. When we look at the whole picture in Syria, we see that almost each Nusayrie family has a member either in army, police unit, the Ministry of Education or other public institutions. Not only Nusayries, Shiites or Alawites, there are also some Sunnis that have cooperated with Assad and share the same fate with him. All these factors force Assad Dynasty to maintain their reign of forty years (Haling & Birke, 2012). Baath and Minority Rule in Syria With a surface of 185.180 km2 and a population of 22.5 million, Syria used to have a unique position in the Middle East policies. In modern times, it played a key role in the Arab awakening and with its pan- Arab stance; it has been mentioned as the heart of Arab nationalism (Ismael, 2001, s.237). The geographical position of the country played a critical role in its evaluation. Located on a spot where three continents meet historically, Syria has a heterogeneous social and cultural structure. With Muslims, Christians, Arabs, Sunnis, Alawites, Kurds, Druzes, Armenians and different sects of Christianity, the country turned out to be a real example of social and cultural mosaic. Y Right after the independence, the Sunni leaders initiated a struggle in order to undermine the Alawites power over the country, but they failed. This pressure encouraged the Alawites minorities to expand their influence over the army and politics. The first parliamentary election held in 1947 was marked with corruption and disorder in the country. In the first Arab- Israeli war of 1948-1949, when the Arab armies were defeated, the distrust against the government was at peak. This situation made the way for the first military coup in Syria and Colonel Husni al Zaim took control of the country. The military coup brought an end to the ruling of former nationalists, which consisted mainly of rich merchants and aristocrats. The military coups followed one after another and General staffs 19 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. always found the opportunity to manipulate the parliament members. Against the weak resistance of the Parliament, the General Staff was always successful in appointing the head of state. In 1951, the army abolished the parliament and banned all the political parties and gave the executive and legislative power to the General Staff. In 1953 a new constitution was accepted and General Staff Colonel Abid al Shishakli became the head of state. But upon the unending unrest and corruption allegation, on 25th of February 1954 he escaped to Lebanon. Then he settled in Argentine where he was assassinated two years later. All these events and uncertainties paved the way for Baath Party rule. In 1956 the Baas Party joined the National Union Government and took the major positions in the cabinet. Thus the Alawites, Druzes and Isma’ilis became dominant in the army and Baath Party. Baath Party created great opportunities for other minorities in the country excluding Kurds (Ismael, 2001:237). In Syria, during the Ottoman period, Sunni Arabs were controlling the army and the Alawites were not allowed to assume public offices. But the mandatory regime acted in the opposite way and deprived Sunnis from all important posts. In 1963, the number of Alawite army officers in Syria was 65%. In 1970, when Hafiz al Assad came to power, he offered a secular constitution which allowed that even Christians could become president. These factors led to frustration among Sunnis and they began to protest him all around the country. In 1976, the sectarian conflict brought Sunnis and Alawites against each other and the Muslim Brotherhood organization called Alawites as infidels. The Alawites, who were intimidated by the Sunni reaction gathered around Hafiz al Assad and the tension continued for six years. Actually the Muslim Brotherhood and other fundamental Islamic organizations were against Baas Party rule since the beginning (Seale, 2012).. When the sectarian conflict reached its peak, in 1982, Hafiz al Assad massacred 20.000 people in Hamma in order to suppress the revolt. After 1982 events, the Alawite supervision over the state apparatus increased and nowadays, the major part of the army, which is around 700.000 and intelligence, is mainly consisted of Alawites (Goldsmith, 2012). When Hafiz al Assad came to power, Syria’s population was around 6 million and the majority of people were living in rural areas, but by the time he died, the population had reached 18 million and urban population had increased significantly. In 2000 Hafiz al Assad’s son Basher al Assad took power; at the beginning, he wanted to create an impression that he was different from his father and as a moderate leader and supporter of reforms, he wanted to lead his country into a democratic path. At that time both his people and westerners had the hope that he could initiate some reforms, but they were disappointed soon. He was quick in promising reforms; nevertheless he couldn’t maintain this policy. In order to liberate the economy he began to take some steps, but soon he came across with Baas Party obstacle. The economy was based on bribe and corruption, Baas Party was controlling this net and was never eager to give up. When Basher couldn’t pass over the Party’s veto, he began to catch and punish the opposition members that were asking for reforms and imprisoned them (Murphy, 2012). Another issue that distracted Basher’s attention to domestic affairs was the country’s foreign agenda. While dealing with Y 20 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria an intensive foreign agenda, he closed his eyes to the acts of his family members and of those who were violating rights (Seale, 2012). As his father did, Basher himself was relying on Alawite population in the country. They had the key positions in security and economy, and Sunnis were deprived from such positions. But if one is a rich merchant or a successful artist, regardless of his sect or religion (Sunni, Druze or Christian), the administration always maintained good relations with such people and was eager to develop a kind of cooperation with them. But the privileges that Alawites owned were totally different. While they are not eager to abdicate their privileges, they fear that if Basher goes, a Sunni administration might replace him, in which case they will certainly pursue a revenge policy and not forgive them. This security concern shapes their attitudes and forces them to be faithful to the current regime (Goldsmith, 2012).. The more the crisis continues, the more the chance that the conflict between Alawites and Sunnis turns into a civil war increase (Byman, 2012). When the Syria crisis broke out, many leaders and the Syrian opposition representatives predicted that the end of regime was near. The leader of Syria’s Muslim Brotherhood Riad al Shaqfa estimated that Assad would fall just within a few months. While US Foreign Secretary mentioned Assad as “a walking dead”, Israel Defense Minister predicted that Assad would fall within a few weeks. But this didn’t happen. In August 2011 U.S. President Barack Obama and EU leaders explicitly called Basher al Assad to resign, but Assad ignored those calls and continued to proceed on his own way. All those assumptions did not go beyond a wish. While the crisis and the violence in Syria continue, it frequently brings the foreign intervention to the agenda. Foreign Intervention Until very recently the Arab world was proud of its longstanding leaders. Muammar Kaddafi came to power in 1969, and Hafiz al Assad family has been ruling Syria since 1970. Ali Abdullah Selah came to power in 1978 in South Yemen and then the country united with North Yemen. In 1981, after Anwar Sadat assassination, Hosni Mubarak came to power and in 1987 Zine Abidin Bin Ali became the president of Tunisia. The Hasimi family has been ruling Jordan since 1920 and Saud family has been ruling Saudi Arabia since 1932. The Alouite dynasty, who rules Moroco, first came to the power in 17th century. The wind of democracy blew in East Asia, Eastern Europe, Latin America and even Sub- African countries, but Arabs monarchies were still in power (Gause,2011). The Arab spring shook some of the Arab monarchies, but in some places that kind of a change was not possible with domestic dynamics, therefore there was need for foreign intervention. Y Rising in Tunisia, the Arab Spring has brought changes to the form of regimes in four countries till now. More than one and half year passed over the Syrian uprising which started on 15 March 2011 yet the former regime is still in power and in annually of the events there were the supports of Basher all Assad who rallied in Damascus, not members of opposition. During all this time, Assad ignored the call of US, EU leaders and 21 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Turkey Prime Minister to resign and to leave the ruling of country. Besides he wanted to suppress the revolt by violence. When the bloodshed and violence reached at an unbearable level, the call for foreign intervention was put on the agenda. A few months after Syrian revolt, in June 2011 Turkey came forth with idea to create a “buffer zone” within the borders of Syria. In December 2011, France Foreign Minister Alain Juppe suggested to open a “humanitarian corridor” inside Syria to provide food and medicine to the victims of violence. On November 02, 2011, in her address to UN Human Rights Counsel, Navi Pillay of United Nations High Commissioner for Human Rights said that “in order to take urgent and effective measures to protect Syrian people, international community must act urgently.” It was not for the first time that UNHRC brought up the atrocities conducted in Syria; UN Human Right Council had previously explained that Assad regime was committing crimes against humanity (Weiss, 2012). Although the international community was in expectation of tough measures against Syria, the idea to intervene in the country did not find sufficient support in UN Security Council. Russia and China vetoed the Security Council resolution which called Assad to resign. In November 2011 and February 2012, Russia and China acted jointly and did not let the Security Council to take any resolutions against atrocities conducted by Syria government. According to both countries, the veto resolution would mean an intervention in the domestic affairs of Syria which also meant the breach of the principle of sovereignty (Dyer, 2012). The attitudes of Russia and China drew the reaction of some countries that were in favor of external intervention. Many people consider that this policy of Russia and China stem from their interests in the Middle East and their relations with Syria. Actually the history of Soviet Union’s (Russia) relations with Syria dates back to the independence of the country from France mandate. Especially after Second World War, in 1950’s both countries developed close relations in different fields. In March 1963, when Baas Party came to power their relations were strengthened and both countries came closer ideologically. Russia, China and Iran are strictly resisting against any foreign intervention to Syria, and justify their claims with the argument that as a sovereign country Syria has the right to suppress the revolt within its borders. Almost regretful for their intervention policy in Libya, the US has a different approach to the issue. While the US does not support the idea of foreign intervention explicitly, it prefers regime change in Syria. If the regime is changed through domestic opposition, the US and its allies may be glad. There are a few reasons why the US pursues such a policy and is in favor of regime fall. Firstly, Syria has a kind of strategic relationship with Iran, which dates back to Iranian revolution; it considers Israel as its enemy and always supports Palestinian groups against Israel. In addition, Syria was the first on the line of the countries that were against the US intervention in Iraq. There are other factors that make US refrain from direct intervention. Washington is concerned about the crisis and the chaotic situation in the event of the total failure of the state of Syria, which will cause terror and even a regional war. The struggle to topple Assad can cause unexpected clashes around the country. Besides, like other dictator- Y 22 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria ships, Assad had converted Syria into a society and state that will be the guardians of the regime. Not only the army and the police organization, but also the courts, the economy, almost everything has been structured to ensure the regime’s survival (Byman , 2012). At this stage, the number of countries who are eager to intervene into Syria is very limited. Neither United States, nor EU and Arab League are in favor of direct intervention. Former US Secretary of State Henry A. Kissinger point outs the difficulties why the US is not in favor of an intervention: “In Syria, calls for humanitarian and strategic intervention merge…While the United States accelerates withdrawals from military interventions in neighboring Iraq and Afghanistan, how can a new military commitment in the same region be justified, particularly one likely to face similar challenges?” (Kissinger, 2012). It is estimated that without involving in a direct intervention, US may support Turkey and Arab League intervention, but on the condition that the US will not get involved in such an operation. It is known that in the Middle East, Turkey, Qatar and Saudi Arabia are pursuing a policy of foreign intervention. While Saudi Arabia and Qatar’s attitudes mainly stem from fear from Iran and its ambitions over the region, Turkey holds different concerns regarding Syria. Besides, no one can guarantee that a foreign intervention can bring stability to Syria and finish the conflict. There is a high probability that a foreign intervention could aggravate the instability around the country. When Syrians take the Iraq example, even those who are not happy with Assad reign are doubtful about the idea of foreign intervention ( Joshua, 2012).. Another reason is why many countries refrain from a foreign intervention stem from Syria’s antagonistic opposition group’s attitudes. It is not only the Free Syrian Army (FSA) that has launched a war against the regime in the country; the groups such as Jabhat an Nusra (Salvation Front), Ahrar al Sham (the Liberation of Greater Syria), Strangers for a Greater Syria Brigade and some fundamentalist Islamic group who call themselves Salafists are also waging a war against the regime. There are also some Islamic groups that came from countries such as Libya, Iraq, Chechnya, and Pakistan and even from Great Britain. Especially the foreign groups are considered to be much more radical and extremists. Even sometimes, some of the representatives of FSA express their concerns about these radical groups. On the other hand, to what extent these extremist groups are cooperating with others and what they are doing are unknown. The FSA, which considers itself as an umbrella organization, has no influence or control on these groups. Mustafa Sheikh, a member FSA Military Council, claims that 60% of those who are struggling to overthrow Basher al Assad are working under FSA umbrella, and their number is estimated to be around 50.000. Considering that the number of government forces who are involving in war is around 280.000, we understand that the opposition groups are no less in number, if only they could struggle in harmony (The Economist, August 4th 2012). Y In the list of these different groups who struggle to overthrow Syria government, there is an internationally well known terrorist group, the infamous El Qaida. The organization works independently from FSA and it has members and supporters from countries such as Caucasia, Afghanistan, Yemen, Libya, Jordan, Egypt and Turkey. The organization works 23 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. with extremist Islamic groups that have come from different countries. Those countries that are in favor of quick fall of Syrian regime, namely Turkey, Saudi Arabia and Qatar, while providing base and concrete support to the opposition, to some extent, they are indirectly being in cooperation with El-Qaida. According to some analysts, these countries consider El- Qaida as “an organization that inflames the planned struggle” against Syria regime (Düzel, 8 Ekim, 2012). Especially countries that are ruled by Shiite administrations such as Iran, Iraq and Lebanon think in this way. According to them the Wahabies are targeting Shiite and in Syria the main target is to remove the Shiite administration. For example, when the jihadist groups in Damascus attached Seid Zeynep neighborhood, they massacred everybody without taking care of women and children. The graveyard of Prophet Mohamed’s granddaughter Zehra was at that neighborhood and that place was holy for all Shiite. This situation directly makes Iranian and Iraqi Shiite groups a part of the conflict. Thus Mehdi Army in Iraq, which acts under the leadership of Muqteda al Sadr and once fought against the US forces, considers Syria’s situation as threat to its existence and proclaim that they will not just sit and watch it. Mehdi Army doesn’t see any inconvenience to proclaim that it has trained suicide teams to act within Syria. This things forces Iran, Iraq and Syria regimes to take Syria disputes as a real sectarian war. According to them, this war which was launched by Sunni jihadists groups such as Wahhabi, Salafies and El- Qaida are targeting Shiites. They know when the Shiite government of Syria replaced with a Sunni administration it will creates a major threat to the Iraq’s Shiite regime and eventually to Iran. Henry A. Kissinger too considers Syria’s interim crisis as a sectarian war and writes in this way: “The real issue is a struggle for dominance between Assad Alawites backed by many of other Syrian minorities, and Sunni majority (Kissinger, August 3, 2012).” The situation of extremist and jihadist groups in Syria concerns the United States and western world seriously and thus they avoid directly involving into the conflict and having an active role. They realized how Syria’s revolution has been kidnapped by extremist and jihadist groups. Actually at the begging of the crisis the US has some sympathy to the Syrian National Opposition, but currently they try to prevent the provision of heavy arms to opposition groups in centers such as Doha and Riyadh. So one of the reasons why opposition doesn’t have sufficient arms and artillery stems from recently changed US policies. It seems even after the Presidential election the US will follow the same policy (Bozkurt,2002). Because for the US, el Qaida is a sworn enemy and they will not act jointly with this group even if the war is against a common enemy. The US public opinion which has been shaped by the spirit of 9/11 syndrome cannot endure such policy. Obviously if the US has to make a choice between El- Qaida and Syria’s current regime, there is no doubt that it will prefer Assad. The other disadvantage of intervening into Syria is the possibility of a deepening instability. Especially a unilateral intervention will directly increase the chance of involvement of regional powers such as Iran, Iraq and Saudi Arabia. The regional interventions always have the potential to draw global forces into the conflict, internationalize the prob- Y 24 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria lems and make it more complicated. Another risk of intervention, except for politicized opposition, is to interlock the other segments of society around the regime and force them to be supporter of Assad. Throughout its history, Syria has always been exposed to external intervention which led to a fragile sensitivity among people. In various periods the country has been invaded by Babels, Assyrians, Persians, Macedonians, Romans, Byzantine, Eyyubies, Seljuk, Crusaders, Ottomans and France. In the case of any intervention, the Syrian regime, in order to extend its life, will pursue such a rigid sectarian policy, which will be harder than the one Iraq and Lebanon had. Saudi Arabia and Qatar were always in favor of external intervention, but their main concern was sectarian sensitiveness. Both countries refrain from revolts which could occur within their borders and devising a proxy war over Syria against Iran. The more the Syria crisis continues, the more the chance that it will spread to neighboring countries. Turkey continuously warns and keeps it in its agenda that it can intervene into the Kurdish region of Syria in order to disperse newly emerging Kurdish autonomy. Even from now the events in Syria have spread to Lebanon and Syria could destabilize this tiny and fragile neighbor at any time. In the case of a dismemberment of Syria, all the borders which have been drawn after the collapse of Ottoman Empire will be discussed again. It is probable that any intervention can prolong the duration of war. Unless the supporters of Syrian government and the opposition groups reach an agreement among themselves, it will be difficult to reduce violence or compromise(Milne, 2012. Kurds as the Milestone of the Revolt Assad has been acting very cautiously from the beginning in order to prevent Kurdish people’s assistance and support to the revolt. He knew very well that the support of the Kurds would determine the result. In order to keep Kurds outside of the revolt, he began to provide hundred thousand of Kurds with their citizenship rights. In 1962, with the pretext that they were not born in Syria, the government dispossessed 120 000 Kurds of their citizenship rights. When the Syrian revolt started, the number of Kurds that were not citizen was around 300 000. The Syrian regime was pursuing a policy to break the Kurds in every field of life. So it was not enough to deprive Kurdish people of their citizenship rights; in order cut off the connections between Kurds in Syria and Kurds in Turkey, in 1973 the government began to cast all Kurds that were leaving on the border. Within the frame of this policy it evacuated Kurds over a 300 km distance on borders and confiscated their land; replaced Arabs with Kurds in order to create an “Arab corridor” on the border. All this things increased the Kurdish people awareness of the regime policies towards them. They were aware of the Syrian policy adopted against them, which is why they acted very cautiously, in order to not draw the regime’s wrath upon themselves. In the past, when they resisted against government policies they were punished brutally and they could find no supporters. That is why they act politically in this last revolt, and they do not want to lose their last chance. Y There are a few reasons why Kurds stay away from the opposition groups or keep a 25 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. distance between themselves and them. Firstly, the mighty Syrian opposition, which basically consists of Muslim Brotherhoods and Arab nationalists, has never had any sympathy for Kurdish people’s legitimate rights. Second, especially this time Kurds do not want to miss the opportunity to rule over them. Not only the Kurds, but also everybody is aware of the fact that Kurds are in a unique position that can determine the fate of war. The side they support will be victorious. Henry Jackson Society, which is located in London and acts as foreign policy center, points out that Kurds are able to determine the fate of the revolt. The Kurds are aware that the opposition is not sincere in their attitude toward them and when they become victorious, their attitude might be worse than Assad regime. It is true, Assad regime was not democratic, but at least, to some extent it was secular towards other minorities. So another reservation of Kurds stems from fundamentalist Islamic regime, which will not be tolerable and inclusive. Last but not least, Kurds do not want to become a part of a game that they will lose (Kennedy, 2012).. Actually, at the beginning the Kurds never rejected taking part in Syria National Council. But their attempts always failed. The Arabs blamed Kurds on not supporting revolt against the regime; the Kurds accused Arabs of ignoring Kurdish people’s national rights and acting in parallel with Turkey. In July 2012 Istanbul Meeting, when the Arabs, without any concession, insisted on the name of “Syria Arab Republic” and didn’t take the demands of the Kurds into consideration, the Kurds left the meeting. Later, in Cairo meeting, when the Arabs acted in the same way and insisted on their attitude and did not want to compromise, the Kurds again had to leave the meeting. The Kurds asked the opposition to accept an article stating that “The Kurdish people must be recognized,” but the Arabs declined the request. They simply wanted the Kurds to follow them as a “big brother” and do not to hesitate about doing anything. At the end all these conditions caused Kurds to pull themselves away from the opposition and forced them to work on their own solutions. Although once the leader of SNC was a Kurd, the Kurdish people existence in this organization is just symbolic (Tol, 2012). On the other hand the policies of the neighboring countries deeply affect the Syrian Kurds political deployment and their position. For example Turkey wants Syrian Kurds to act with Iraqi Kurds rather than to act with PYD, which has close relation with PKK. Within this frame Turkey wants Barzani to use his own credit and influence Syrian Kurds to keep away from PYD. But Syrian Kurds do not trust Turkey and they believe that Turkey is mostly close to the Arab opposition rather than the Kurds. The PYD and their supporters think, after the collapse of Assad, Turkey, in collaboration with Arab’s Muslim Brotherhood organization and nationalists, will establish a Sunni puppet state and shall not share or give any responsibility to them in the governance of the country. This idea is not limited with the supporters of PYD alone; it is quite common among other Kurds too. While Turkey constantly focuses on the threat of PYD to attack Turkey or violent its borders from the lands that they have taken under their control after withdrawal of Assad forces, Salih Muhmmed Muslim, the head of PYD, in one of his interviews with members of the International Middle East Peace Research Center(IMPR) explicitly says that Y 26 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria there will not be such an attack against Turkey. In answering IMPR’s member questions such as, “Is there any possibility that there will be attacks by the PKK from settlements controlled by the PYD in northern Syria?” He replies: “I guarantee that there won’t be any shooting from security forces towards Turkey. We haven’t brought up our community or our young generation with fear of or hostility toward Turkey. But among the Turks I see that there is a Kurdish phobia. If they leave this aside we can live in peace together. We have inherited these lands from our fathers and ancestor”(Ergil, 2012). The External and Internal Factors of the Crisis In order to stop the war in Syria and be able to establish peace, two factors play a main role; one of them is internal and the other is external. The internal factor stems from Syria’s domestic dynamics, mainly its ethnic and religious structure. If the ethnics and religious components were sharply divided, then to some extend it would be easy for proper and acceptable solution. Rather than such a division, in many centers of Syria, such as Damascus and Aleppo, the ethnic and religious groups are mixed. For example 70% of Aleppo population is Sunni and the other %30 consists of Alawites and Christian minorities. Neither Sunnis, Alawites and nor Christians is homogeneous. Each of them has their own sub- groups. Usually, when the division is on a religious and sectarian base, the ethnic root is not considered. 70% of Aleppo is Sunni, but the Kurds are also included in this figure. In reality they alone constitute 10% of the city. Jonah Galtung points out different and antagonistic demands of Syria’s ethnic and religious community and tries to illustrate their demands. According to him : “ 1) Alawites (15%): want to remain in power, fort the best of all, 2) Shias in general want the same, 3)Sunnis: want the majority, their rule, democracy, 4) Jews, Christian, minorities: want security, fear of Sunni rule, 5) Kurds: want high level of autonomy, some community with other Kurds” (Galtung, 2012). Y It is clear that external factors are as complicated as the internal factors. Because there are a number of global and regional actors who monitor Syria’s events very closely from America to Asia. As global actors of the opposite camp we can mention US and RussiaMiddle East bloc. The US comes as vanguard of western block, which includes some EU countries, Turkey, Saudi Arabia and Qatar. Russia vanguard a block of countries, mainly located in Asia and Middle East. In this block nearby to Russia we can mention China, Iran, Iraq and Lebanon to some extent. Although they seem to be in the same camp, the privileges that Turkey and US have show big differences. Both powers believe that Basher al Assad has lost his legitimacy and has to resign, but they cannot agree on how the balance of power should be reshaped. While Turkey supports a united Syria, with a Sunni majority rule in which the Kurds will not pose a threat in the future for Turkey, the US is keen on the security of oil and natural gas. Although Israel could be classified under the western group, she has a different agenda and comes forth with various demands and has some priorities. In Cairo, the demonstration in Tharir Square reminded the Europeans the 1989 events, but Israelis looked from a 27 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. very different point of view. One of the Israeli officials stated: “We see it as Tehran 1979.” From the beginning Israel was very pessimistic about Egypt’s future and according Israeli Prime Minister Netanyahu, “Egypt will go in the direction of Iran.” There upon, in general the Israelis are very sensitive about their security, and with security oriented perception they began to examine how the developments will affect their society. With this point of view they attempt to understand how a regime change in the Middle East could affect their future. Through all history of Israel, Egypt was their most dangerous enemy. In the Arab- Israeli wars of 1948, 1956, 1967, 1969-70, and 1973 Egypt fought against Israel. After a while, with the meditations of US, Anwar Sadat agreed to make a peace agreement with Israel. When he was assassinated, Hosni Mubarak took his place and walked in the same direction. Mubarak was faithful to the peace agreement and on the issues like terrorism he acted with Israel as a strategic partner. Israeli analyst Aluf Been point out that: “Israel has replaced eight prime ministers, fought several wars and engaged in peace talks with multiple partners and Mubarak was always there ( Byman, 2011). Israel considers, in the event that Assad is overthrown, the new comer to power could easily create a risk for Israel’s security. Although Syrian regime supported organizations like Hezbollah and Hamas, she didn’t want to launch a total war against Israel, especially after 1967. During the period that Hafiz al Assad was in power he always refrained from entering a direct war with Israel and, if the war was inevitable, he could appease Syria public opinion and manipulate the events, as he wishes. Basher al Assad, who replaced his father could take some risks, but never was eager to launch a war against Israel. He always wanted to stay away from a war that he could not win. In 2007 Israel bombed Syria’s nuclear facility, but again two countries didn’t go into a war. Syria always supported Hezbollah in Lebanon, but never let the tension rise such that it would go out of control. If Basher Assad is overthrown, it is unknown whether the new administration will take care of these sensitive issues (Byman, 2011). On the other hand, while Turkey and Israel seems to take part in the same block, it is almost impossible for them to compromise on their demands and expectations. In the first place, Israel will prefer Assad to a new administration which could cause a potential war in the future (Byman, 2011). If Israel comes to a point to choose between Assad and someone else, it is certain that Israel will prefer Assad as his policies with Muslim Brotherhood are known to Israel. If the Muslim Brotherhood comes into power in Syria as it did in Egypt, it will constitute a serious threat against Israel’s security. If in the future, the Muslim Brotherhood or any other Islamic party comes into power in Jordan, Israel will be surrounded from the north, south and west. There is no doubt that this situation will increase its vulnerability. Even the possibility of such a condition would disturb Israel seriously (Engdalh, 2012). If Basher falls, Syria protects its territorial integrity and a Sunni majority comes into power as Turkey expects, this new situation will absolutely be a disadvantage for Israel. If decline of Bashers al Assad is unavoidable, then Israel will not support Syria’s territorial integrity; it will certainly prefer dismemberment of the country. A Syria that has Y 28 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria been divided into small pieces will be in favor of Israel. Besides, in the event of such dismemberment, Iran will lose its control over Syria and lose one of its strategic partners. The change in the borders and a new map for the Middle East shall strategically serve for Israel’s interests (Galtung, 2012)”. There is no doubt in Middle East, the change of borders and a new map, strategically will serve Israel interest” (Galtung, 2012). Obviously, in the case of a dismemberment of Syria, all the borders which have been drawn after the collapse of Ottoman Empire will again began to be discussed. Another reason why countries such as US, EU, Turkey, Saudi Arabia and Qatar are organized in the opposite block of Russia, China, Iran, Iraq and Syria is energy geopolitics. Especially natural gas, as clean energy resources is much more preferable than coal and nuclear energy. Following the Fukushima disaster, Germany, one of the leading EU countries, decided to give up the use of nuclear energy gradually and replace it with natural gas, which is known to be environmentally friendly. Other leading EU countries such as Germany, France and Spain have decided to reduce the use of CO2 seriously by 2020. In order to achieve this target, they have to replace coal with natural gas. When natural gas is used instead of coal, it reduces CO2 emission by 50-60%. These factors forces EU to reconsider its energy needs and makes EU one of the biggest demanding markets in the world for natural gas. In the international power struggle, while some members of Western Block were making estimations regarding the time of the fall of Syria regime, in July 2011 Syria, Iran and Iraqi administrations made a mutual agreement on natural gas transmission pipe line among themselves. The pipeline length is more than 1,500 kilometers with capacity to transfer 110 million cubic meters of natural gas a day and it will be constructed within three years (Hafidh & Faucon, 2011).When this natural gas pipe line project is implemented, it will start from Port Assalouhey nearby South Pars natural gas fields, and it will travel over Iraq, reach to Damascus and from there to Lebanon Mediterranean port and via this port it will reach European markets. The South Pars natural gas resources have been divided between Iran, Qatar and Gulf and constitute one of the largest natural gas fields in the world. On August 2011, in Syria, around Qara region which is close to the Lebanon border, a large natural gas field was discovered. Syria plans to add this field to the common line, too. If this line is implemented, the region known as Shiite Crescent will be interlocked economically. Another target of this initiative is to dysfunction Washington-supported Nabucco pipe line project. It is estimated that this “Shiite” pipe line will cost around 10 billion dollars, which is equal to Nabucco project cost. That pipe line, which will come from Iran and will be merged with Syria natural gas line, will be transferred over Russian base of Tarsus. There is no doubt that this situation will strengthen Russia hand in natural gas market and create a kind of monopoly (Engdalh, 2012). The Remedies and Possibility of Democratic Transformation Y It is toughest part to come up with a solution for the ever-increasing and aggravating crisis in Syria. Each drop of bloodshed enlarges the distance between parts of the conflict 29 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. and shrinks the hope for solution. Although we know each country has its own conditions and the solution must be derived from country’s realty itself, again we can’t refrain ourselves from thinking on some other examples that can inspire us. Can a country in the region or in the world become a model of solution for Syria? Jonah Galtung suggests a solution based on Switzerland model. Thus he writes: “One Syria, federal, with local autonomy, even down to the village level, with Sunnis, Shias and Kurds having relations to their own across the borders. International peacekeeping also for the protection of minorities. And non- aligned, which rules out of foreign bases and flows of arms… Napoleon invaded to control Switzerland in 1998- 1806, but gave up” (Galtung, 2012). If the neighbors of Syria were countries like Germany, France, Italy and Austria, then it wouldn’t be difficult to implement solutions that resemble Switzerland model. Unfortunately Syria doesn’t have such neighbors and besides this kind of solutions may instigate their ethnic and religious minorities to ask for same rights. Moreover, almost all of its neighbors have got involved in the problem to some extent and none of them even has the chance to meditate objectively. If the aim is to preserve Syria’s territorial integrity, it is true then the federal solutions look like the most reliable alternative. In order to implement such a solution we need the consent of the domestic and external parties of the problem. As mentioned above, unless we get the consent of external parties of the conflict, mainly US led western block and Russia-Middle East block; it will not be possible to achieve peace and stability. The external parties of the conflict must agree among themselves and impose a proper and acceptable solution to domestic parties of the conflict. It is clear that when the external parties of the conflict cease their support for the beleaguering parties and when they do not get logistic support, it will not be possible for them to continue on war. Although the Kurds speak of a kind of autonomy, they actually claim for a federal arrangement as a political solution. They are inspired by the Kurdistan region of Iraq in this case. It was the federalism which brought peace and tranquility to Iraq’s restless people who suffered a lot from dictatorship and totalitarian regimes. Just like in Iraq, the Kurds constitute the majority of the population in some geographical areas in Syria and in this way they differ from other ethnic and religious communities of country. After Basher al Assad era, the Sunnis in Syria will probably not be in favor of such a solution and will resist it. It is not secret that they will struggle for Sunni dominant reign and when they came to power, they will be “armed with unlimited supply of weapons from Sunni Gulf Arabs and Turkey (Olson, 2013)” and surely not hesitates to attempt to overthrow Shiite government in Iraq. Even the Shiites will not like the idea of federalism as they are already in power. But when they lose their power, they will take into consideration the balance of power within the country and then will be willing to adopt a decentralized administration. That is the basic reason why Basher, without going a war against the Kurds left the administration of Kurdish region to the Kurds. In the Middle East, in order to terminate the traditional and inflexible monarch rules and transfer them to the democratic and federal administrations is not an easy deal that could be achieved within a short period of time. It Y 30 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria is certainly a matter of time and it requires a democracy culture, a spirit of understanding and embracing the “other”. After French Revolution, from 1793 to 1794, Mamilmilien Robespierre was among the 12 members of Executive Organ of the government and was responsible for Public Security. In spite of his powerful position, he still had a restricted area of execution for the policies that were expected to be fulfilled. He confronted a dilemma, which is the fate of almost all revolutions. Without involving the former regime’s crimes, he had to guarantee the individual rights, show respect for universal freedom and preserve people’s property. To that end, he imposed a virtual life to the people. But some parts of the society showed resistance to his impositions. While he tried to break this resistance he became the architect of an era which is known as the Terror Reign in France history. During this period, which continued from 5 September 1793 to the 28 July of 1794, 17000 people were beheaded by guillotine and ten thousand people were imprisoned. The Jacobins executed everybody they regarded as an enemy of the revolution. The civil war erupted after France Revolution coasted a hundred thousand of people’s lives and paved the way for Napoleon Bonaparte to come reign in 1799(Patrice, 2012). Y Arab Spring reminds of the France Revolution and 1848 revolutions that occurred in many parts of Europe to some extent. These revolutions caused wide range violence and civil wars, which stemmed from intolerance and the lack of a democratic civil culture. In the viewpoint of many westerners the Middle East has always been considered to be the synonym of terror, Islamic fundamentalism, dogmatism and intolerance (Pappê, 2005). Hence, these features and the identity of the region have been taken as a threat to world’s peace and stability. Unfortunately, due to the political climate of the Middle East, violence and force have always been brought up as the solutions to problems therein. These facts can easily shed light on our prediction about what Assad will do and especially after the fall of his regime, and how a brutal and sectarian war will erupt in Syria. So what about democracy? The answer is hidden in a Turkish idiom: “It has been postponed to another spring.” A spring which might come after the Arab Spring. 31 Kıran, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Resources Ajami, F. (2009). “The Ways of Syria Stasis in Damascus” Foreign Affairs, May/June. Bozkurt, A. (2012). “The pro- war lobby Rallies in Turkey,” Today’s Zaman, October 13. Byman, D. (2011). “Israel’s Pessimistic View of the Arab Spring,” The Washington Quarterly, 21 Jun. Çandar, C. (2012). “Arap”a Muhabbet, ya Kürt” e, Hürriyet, 28 Temmuz. Dağı, İ. (2012). “Ready for a war, but who will be the warriors?” Today’s Zaman, October 8. Daniel, B. (2012). “Preparing for Failure in Syria,” Foreign Affairs, March 20. Düzel, N. (2012). “Esad Askeri Açıdan Güçleniyor,” Pazartesi Konuşmaları, Kaan Dilek röportajı, Taraf, 8 Ekim. Engdalh, W. (2012). “Syria, Turkey, Israel and Greater Middle East Energy War,” Voltaire Network, 12 October. Fisk, R. (2007). The Gerat War of Civilization, The Conquest of Middle East, Vintage Books, New York. Galbraith, P.(2006). The End of Iraq, How American Incompetence Created a War Without End, Simon& Schuster Paperback, New York. Galtung, J. (2012). “Solution oriented conflict transformation- Syria,” The Daily Star, Strategic Issues: 23/06/ Gause III, F. G. (2011). “Why Middle East Studies Missed the Arab Spring, the Mighty of Authoritarian Stability, Foreign Affairs. Geoff D. Quentin P. & Abigail F. S. (2012). “US ‘disgusted’ with Syria peace plan veto,” Financial Times, February 5. Goldsmith, L. (2012). “Alawites for Assad Why the Syrian Sect Backs the Regime,” Foreign Affairs, April 16. Haling, P. & Birke, S. (2012). “Beyond the Fall of the Syrian Regime, “http://www. merip.org/mero/mero022412?ip_login_no_cache=e788a5777b05511144b68d6b734af5aa, February 24. Hafidh, Hassan and Faucon, Benoit (2011).’Iraq, Iran, Syria Sign $10 Billion Gas-Pipeline Deal,’ The Wall Street Journal, Moday, July 25. Hopkins, N. S. & Ibrahim, S. E. (1997). Arab Society: Class, Gender, Power, and Development(Cairo: American University Press, 1997. Ismael, T. Y. (2001) Middle East Politics Today Government and Civil Society, University Press of Florida. “Jihadists on the way,” The Economist, Aug 4th 2012. Kennedy, M. (2012) .”Kurds Remain on the Sideline of Syria’s Uprising,” The New York Times, April 17. Y 32 The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria Kissinger, H. A. (2012) “Meshing realism and idealism in the Middle East,” The Washington Post, August 03. Landis, J. (2012). “The Syrian Uprising Of 2011: Why the Assad Regime Is Likely To Survive To 2013”, Middle East Policy, Vol. XIX, No.1, Spring. Milne, Seumas, “Intervention is now driving Syria’s descent into darkness,” The Guardian, 7 August 2012. Murphy, R. W.(2011). “Why Washington Didn’t Intervene In Syria Last Time Comparing 1982 to 2012,” Foreign Affairs, March 20. Olson, Robert (2013). “The Resugence Of The Sunnis,” Today’s Zaman, January 4. Pappê, I.(2005). The Modern Middle East, Routledge, New York. Patrice, .R. H. (2012). “Robespierre’s Rules for Radicals How to Save Your Revolution without Losing Your Head,” Foreign Affairs, July/August. Patrick J. M. & Richter, P.(2012) Los Angeles Times, March 15. Seale, P. (2012) “Assad Family Values “How the Son Learned to Quash a Rebellion From His Father,” Foreign Affairs, March 20. Tol, G. (2012). “Syria’s Kurdish Challenge to Turkey” Foreign Policy, August 29. Tol, G. (2012). “Turkey Cozies Up to the KRG”, Middle East Institute, May 24. Weiss, M. (2012). “What it Will Take to Intervene in Syria” Foreign Affairs, January 6. Y World Directory of Minorities and Indigenous Peoples (October 2011) - Syria : Overview, The UN Refuge Agency. 33 Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 WHITEHEAD’IN MEDENİYETLEŞMEYE İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ WHITEHEAD’S THOUGHTS ON CIVILISATION Kasım MOMİNOV*1 Özet A. N. Whitehead, ortaya koymuş olduğu düşünceleri ile XX. Yüzyıl felsefesinde önemli etkiler bırakmış bir filozoftur. Süreç felsefesi içinde yer alan Whitehead, teolojik düşüncelerine paralel olarak sosyal ve kültürel alanlardaki görüşlerinde de “süreç” anlayışından ayrılmaz. Bu çerçevede ele aldığı konulardan biri de medeniyetleşmedir. Medeniyetleşmeyi bireyin kendisini yaşadığı toplumda gerçekleştirme süreci olarak ele alan filozof, bunun eğitim yolu ile tekâmüle ereceğini savunur. Bu çalışmanın amacı, süreç filozofu Whitehead’ın, medeniyet anlayışına ilişkin görüşlerini ve özellikle onun süreç felsefesi bağlamında medeniyet sorununa yaklaşımını ortaya koymaktır. Anahtar Sözcükler: Whitehead, medeniyet, süreç felsefesi, değişme, gelişim, birey, modern dünya, din ve Tanrı. Abstract A. N. Whitehead is a influential philosopher who affected on contemporary thought. As a thinker of process philosophy, Whitehead, in parallel with his theological thoughts, handles his socio-cultural thoguhts in the context of process philosophy. In this frame, one topic he treats is civilisation. According to him, the importance of civilization emerges in self-realization of individual and the civilisation reachs its peak by education. In this article, we will try to show his thought concerning civilisation, particularly his approach to the matter of civlisation, in the context of process philosophy. Keywords: Whitehead, civilisation, process philosophy, change, development, individual, modern world, religion and God. Y *1 Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, k.mominov@alparslan.edu.tr 35 Mominov, K. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Giriş Batı dillerinde “medeniyet”in karşılığı olan “civilization” kelimesi, ilk defa Victor Riqueti Mirabeau tarafından 1757 yılında yayımlanan L’ami des hommes ou traité de la population (Er kişinin dostluğu veya nufüz üzerine yazı) adlı kitabında kullanılmış ve kısa sürede diğer Avrupa dillerine yayılmıştır. Latince civitas kelimesinden türetilen “civilization” kelimesi ve türevleri Türkçede “medeniyet” kavramına karşılık gelir ve Arapça, şehir anlamına gelen “Medine” kelimesinden türetilmiştir. Yunancada şehir anlamına gelen polis kelimesi ise, civitas gibi, nezaket, kibarlık, incelik (“politeness”) anlamını taşır (İbrahim, 2010, 2:2). Bir medeniyeti meydana getiren kültürel değerler hangi şartlarda ve ne tür toplumlarda ortaya çıkar? Bazı toplumlarda maddi ve manevi alanlarda gelişme gösterebilirken, neden diğer toplumlarda aynı gelişmeyi gösteremez? Bütün bu sorulara Whitehead’ın medeniyet hakkındaki felsefi düşüncelerinin temeline inerek cevap bulabileceğimiz kanaatindeyim. Whitehead Ve Medeniyet Olgusu Aydınlanma dönemi düşünürlerine göre “medeniyet” kavramı, toplumsal ilerleme düşüncesiyle iç içedir. Başka bir ifadeyle, medeniyet aklîliğin (rationality) dine baskın gelmesi anlamında hem yerel ve bölgesel adet ve geleneklerin çöküşü hem de doğa bilimlerinin gelişmesiyle bağlantılıdır. Avrupa kültür çevrelerinde ilerlemenin sanayi toplumunun ortaya çıkışı ve devletlerarasındaki tek kültürel biçimliliğin artışı ile ilgili olduğu düşünülmüştür. Oysa Whitehead’e göre, XVIII. yüzyıl Aydınlanma kuşağı ve onların XIX. yüzyıldaki takipçileri, insan zihni ile ilerlemenin mümkün olduğu yolunda yaygın bir inanç yaratarak, geleceğin her zaman geçmişten daha iyi olacağı yönünde pozitivist bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bu pozitivist akıl, medeniyet ve teknolojinin gelişiminde büyük ölçüde etkili olmakla birlikte, insan yaşamında özlü bir öneme sahip olan kültürel, dini, sosyal vb. değerlerin insanlığın gelişmesini olumsuz etkileyeceğini savunmuştur. Bu bağlamda Whithead medeniyetleşme konusundaki düşüncelerini metafizikle ilişkilendirmiş ve bunları kendi içinde bir bütün olarak sunmuştur. (Roland Faber, Brian G. Henning and Clinton Combs, 2010: 227, 249). Durand’ın ifade ettiği gibi Whitehead medeniyet hakkında geniş çaplı düşüncelerini Adventure of İdeas, Process and Reality ve Modes of Thought adlı eserlerinde ortaya koymuştur. Bu anlamda Whitehead’ın medeniyet teorisine bakışı olumludur. Durand’ın Johnson’dan alarak açıkladığı şekliyle, Whitehead’ın medeniyet konusunda dikkatle üzerinde durduğu üç temel teori vardır: 1) Kolektif eylem teorisi. 2) Eğitim. 3) İlerleme (progress) mit’i (Durand, 2001: 1-15). Whitehead’ın düşüncesinde kolektif eylem teorisi olumsuz yapı arz ettiği gibi aynı zamanda sosyalleşme yolunda gelişmemiş toplumların başvurdukları bir yoldur. Bütünsel bir eğitim sisteminden yoksun, sadece tek taraflı bir eğitimi esas aldıkları için böyle bir toplumda yetişen bireylerin toplum içinde yaratacağı kolektif eylemler, her zaman yıkıcı ve trajik sonuçlarıyla insan hayatında olumsuz etkiler yaratabilir. Oysa progressive (ilerlemeci) yapı, medenileşmiş toplumu kurmaya açıktır; Güçlü, yüksek düzeyde eğitim sahibi, her zaman Y 36 Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri progressive özelliğe açık olan bireylerin oluşturduğu toplum medenileşmiş toplumdur. Whitehead’ın düşüncelerinde yüksek birey; hayatın tüm parçalarını en ince ayrıntısına kadar tecrübe eden bireydir. Bu birey, din, ahlak, sanat, siyaset, adalet ve özgürlük gibi alanlarda bütün bir organik yapıya sahip “great individual/mükemmel birey” bir bireydir (Johnson, 1950: 45). Bu bakımdan medeniyetleşmenin getirdiği bazı bunalımların aşılabilmesi için ahlaka özel bir önem atfedilir. Medeniyetleşmenin getirdiği bulanımlar, her ne kadar fırsatlar zamanı olarak görülse de, Whitehead’e göre felsefe şimdi son hizmetlerini sergileyecektir. Whitehead, toplumlarda görülen bu bulanıklıklardan kurtulmak için esas bu bulanıklıklara sebep olan enkazların araştırılıp öğrenilmesi gerektiğini söyler. (Whitehead, 1932: 159). Whitehead 1932 de bunları dile getirirken, silahlaşmanın gelişmesini sağlayan II. Dünya Savaşı’ndan bile önce, bunların medeniyetleşme yörüngesinde, kötü bir enkaza sebep olabileceğinin farkına varmıştır. Whitehead’a göre felsefenin görevi, bu enkazdan kurtulmayı sağlayacak anlayışı hazırlamak olmalıdır (Whitehead, 1932: 98). Yine Whitehead tüm medeniyetleşme çabalarını güçlendiren, “önem hissi”, “hayatın değeri” gibi düşüncelerin insan ve toplum yaşamında çok önemli olduğunu belirtir. Nitekim o bunu felsefenin armağanı olarak diğer bir yazısında açıklamaktadır (Fisher, 2001: 1, 3). “Perspektif duygunun neticesidir, önem, duygunun bir görümümüdür, önem kendisini duygunun halden hale geçmesi gibi ortaya koyuyor!”. (Whitehead, 1967: 178) Bu bağlamda konumuzu açıklığa kavuşturmak için bütün bir çerçeve içinde, bazı ana kavramlarda temellenen düşüncelerinden söz ederek Whitehead’ın konu ile ilgili fikirlerini anlaşılır kılabiliriz. Çünkü Whitehead’ın düşünceleri, birçok konuda, tıpkı şeylerin yapısı gibi bileşik bir yapıya sahiptir. Bu düşüncelerin bileşenlerini teker teker çözmeye başladığınızda, o şeylerin anlamı açıklığa kavuştuğu gibi varlık temeli de açığa çıkacaktır. Bunun için Whitehead’ın görüşlerini ilk sırada Tanrı ve din, sanat ve mistisizm, kavrayış (Prehension), topluluk, bilfiil şey, kendini gerçekleştirme, ben, ezeli objeler (eternal objects) gibi kavramlar üzerinden okuduğumuz zaman onun fikirlerinin aslında bütün bir felsefi sistemiyle bütünleştiğini görürüz (Whitehead, 1967: 48, 66, 34; 1925: 12; 1948: 88; Albayrak, 2001: 9 ). Y Whitehead de, tıpkı M. M. Sherebatov ve M. M. Speranskiy gibi insanı merkeze alır. Ona göre insan aktüel (faal) bir varlıktır. Ancak onun insana atfettiği bu faal oluşu anlamak için önce Whitehead’ın metafizik görüşünü incelemek gerekir. Çünkü aktüel (faal) olma durumu, “Whitehead’e göre aktüel dünyanın temsil ettigi metafizik durumdan ibarettir. Bu ise düzenin varlığının işleyişinin bir çeşidine işaret eder. Aktüel metafizik durumda tabiatın düzeninin isleyişinden bahsetmek Tanrı’dan bahsetmek anlamına gelir. O, bu anlamda Tanrı’yı kâinatın şahıssız bir düzeni olarak görür” (Türer, 2002: 46). İnsan bu anlamda topluluk içinde yaşayan bir birey olarak bu potansiyele sahiptir. Bir bireyin toplum içinde kendisini ortaya koyması, temelde kendini belirlemesi anlamına gelir. Yani toplum içinde yaşamakta olan her bir birey, bir şekilde yaşadığı şeyleri tecrübe ederek o şeyi gerçekleştirir. Bireyin hayatındaki her yeni tecrübe, ona bir adım ileriyi belirleme gücü verir. Dikkat edersek Whitehead’ın düşüncesinde, tıpkı Tanrı için söz konusu 37 Mominov, K. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. olan aktüellik, birey için de hatta ve hatta tüm varlık için de geçerli olan bir durumdur. Hal böyle olunca, birey aktüel bir şekilde toplum içinde kendisini belirledikçe bir düzeni oluşturmaktadır. Bu düzen ise sırasıyla cemaat (grup), toplum ve medeniyette kendisini bütünlüğe erdirmektedir. İşte Whitehead’e göre medeniyetin temel çekirdeğini aktüel olan insan oluşturur. Medeniyet toplum ve insanı değil; insan, toplumu ve medeniyeti var kılmaktadır. O bakımdan gerçek medeniyeti oluşturan insan ve insan toplumu ne akıldan (düşünceden) ne de dinden yoksun olabilir. İnsan özünde bilfiil olanı kavramadan bir düzen kuramaz; düzenin olmadığı yerde ne medeni toplum ne de medeniyet olur. Bunu anlamak için de Whitehead’ın organik felsefesini iyi kavramak gerekir. Çünkü “kavrama” eyleminde, Whitehead’e göre, üç önemli faktör bulunur: a) Eylemi yapan, gerçekleştiren süje. Yani kendi yapısında kavramayı somut bir unsur olarak bulunduran “bilfiil şey”. b) Kavranan “veri” c) “Subjektif form”. Yani öznenin veriyi nasıl kavradığı konusudur. Whitehead bilfiil şeylerin birbirini kavramasını “fiziksel kavrayış”, ezeli objelerin birbirini kavramasını “kavramsal kavrayış” şeklinde adlandırır. Her iki durumda da kavrayış tarzının (sübjektif formun) şuurluluğu ihtiva etmesi şart değildir. Bu, en geniş anlamda bir “duyma” olayıdır. Duyulan bilfiil bir şey, duyanın dünyasında “objektifleşir” (objectification); yani orada bir gerçeklik kazanır” (Aydın, 1985: 38). Whitehead’in felsefesinde Sonuç da önemli ve faaldir. Her bilfiil şeyde, kendisinin ilgili olduğu bütün öteki şeyleri kavraması ve fiilin oluşturduğu bir bütünlük vardır. Her bilfiil şey, “karmaşık”tır. Bu, onun yapısında vardır. Dolayısıyla, terkibi açıklamak için klasik metafiziğin başvurduğu Yeter-Sebep kavramına gerek yoktur. Zaten Whitehead’e göre, her şeyde, belli ölçüde de olsa, kendi kendisini belirleme (Self-determining) gücü vardır. Çağdaş düşüncenin yarattığı birçok problemlere yer veren Whitehead XVIII. ve XIX. yüzyılda köleliğin ortadan kaldırılması için gayret sarfetmiştir. (Whitehead, 1932: 26,28). Çünkü ona göre “Medeniyetleşmiş toplumların gücü yüksek amaçların gerçekleşmesi için harcanan zamanın bilincini anlayan bireylerin yaygın anlayışınca korunur”. Whitehead’ın fikir serüvenlerinde insanın öz hakları ayrıca bir öneme sahiptir. Ona göre Batı medeniyetlerinin en iyi özelliklerinin temelinde, sırf insanlıklardan kaynaklanan, insanın öz hakları fikrini içeren “insan ülkü”sü yatmaktadır (Whitehead, 1932: 11). Bu ülkü esas olarak, tanrısal acun bilimsellik içinde bu doktrinini bütünleştiren Hırıstiyanlık ve insan ruhu doktrini ile Plâtonculuğun birleşen etkisi sonucu Batı medeniyetine aşılanmıştır. Whitehead’a göre bu başarı tam vaktinde gelmiş, bununla birlikte bir sürü ayrı düşünce ortaya çıkmıştır ve bunlar hümaniter ülkünün tam karşısında yer almışlardır. Bu ayrılıkçı görüşlerden biri, Hobbes ve Hume tarafından temsil edilen, insan ruhunu yok sayan materyalist veya duyumcu fenomenalist görüştür. Hume’un izlenimlerinin ve izlenimlerine tepkisinin sürekli değişikliği, (her bir izlenim ayrı bağımsız varlık olarak) Platonik ruhtan ayrıdır. İnsanın evrendeki statüsü yeniden gözden geçirilmeyi gerektirir. “Senin düşünebildiğin insanoğlu nedir?” Yaratmanın en üst düzeyinde olan insanın kardeşliği, ahlaki prensipleri için iyi tanımlanmış gerçeklik olmaktan ayrılmıştır. Niçin bir izlenimin sürekli değişikliği, efendi köle ilişkisine benzer diğer bir izlenimin sürekli değişikliğiyle ilgili olmasın? Bunun için çok açık bir neden Y 38 Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri yoktur (Whitehead, 1932: 29, 30). Hume, Platon’a ait din geleneğinden kaynaklanan psikolojik mirastan dolayı, muhtemelen kişisel olarak köleliği sevmemesine rağmen, buna karşı olduğuna dair hangi fikri verebilirdi? Bu soru insanların zihninde, insani değerlerin, hislerden ya da kendimize ait olan ilişkilerimizden bağımsız bir insanoğlu sevgisi yoktur diyen Hume’un sözlerinde yatıyor. İster Fenomenalist ister materyalist nedenle olsun insan ruhunun reddi, modern düşünce ve hayatın somut işlerinde varsayılan, yani bir özgürlüğümüzün olduğu, davranışlarımızın bilinçli bir şekilde edindiğimiz ülkülerce şekillenebileceği, iki nesil öncesi, ahlaki değeler arasındaki diğer bir şekliyle yakından ilişkilidir. Whitehead insan toplumlarının güç ve inanç ya da çelişki ve uyum, birbiriyle karşılaştığında, herşeyin etkili bir nedensellikle belirlendiğine dikkat çeker. Bu nedenle ülkülerin güçsüz, sosyal ilişkilerin hem toplum içinde hem de toplumlar arasında tamamen güç ve ilişkiye dayandığını ima eden bir fikir içerdiğini gördüğü zaman gerçeğin bu olduğuna inanır. Oysa Whitehead belli miktarda güç ilkelerinin her zaman gerekli olduğuna da inanır. Sağlıklı toplumların esasen paylaşılan ülkülerin ikna edici gücüyle toplandığını, bu nedenle kuvvetin tamamen aza indirilmesi gerektiğini iddia eder (Whitehead, 1932: 30, 32, 56). Bu kuvvet ilkesine en önemli katkı özellikle sosyal Darwincilerce yorumlanan evrim görüşüdür. Bu görüşe göre var olma çabası, güçlünün hayatta kalması açısından anlaşılan doğal seleksiyonun üstünde durarak ilerleme, daha iyi bir tür meydana getirdiğini görerek bireylerin şaşırmasıdır. Bu doktrin Platon tarafından ifade edilen “insanların kardeşliği üzerinde durmaktansa, şu an uyumsuz olanın yok edilmesini sağlamaya yönelmemiz” gerektiği fikrinden oldukça farklı bir ilkeyi destekler. Bu ilerlemenin acımasızlığından meydana geldiği görüşündeki bu evrime ait doktrin, tüm insanlık hareketleri için bir meydan okumadır. Whitehead yazılarının önemli bir kısmında din ve dini inancın güçlü ve esaslı bir şekilde bireyde yaşaması gerektiğine vurgu yapar. Ona göre dini duyguların zayıflamaya başlaması, medeniyetin çöküşünde en önemli unsur olarak karşımıza çıkar. Zira din, görev ve ihtiram duygularını yüceltir. Bu duygular olmaksızın medeniyeti geliştirmek mümkün değildir (Türer, 2002: 39) . Whitehead’ın düşüncelerinin en önemli yanı insanlık için mümkün olan değerlerin aktüalitede tüketilemez oluşudur (Hartshorne, 1981: 18, 19). Yine O’nun için önemli olan, anlam ve düşüncenin eksikliğinin, medeniyetleşmede bir durgunluğa yol açan ve birçok skandallara kaynak olan örneklerinin tarihte görülmüş olmasıdır. Whitehead çalışmalarında hep bu yöndeki düşünceleri işleyerek, insanlığın gelişmesi için her bireyin kendi özünü keşfetmesi gerektiğini vurgular. Bu keşif sonucunda ait olduğu toplumun değerlerini; dini değer ve inançlarını benimsenmesi ve bu değerlerin, bireylerce tecrübe edilmesiyle bireyin kendi kendini kontrol altına alabilmesi beklenir (Whitehead, 1967: 337). Y Whitehead’ı bu görüşlere getiren düşünce, şüphesiz onun metafizik düşünce temelinden gelmektedir. Çünkü onun düşüncesinde her şeyde belli ölçüde de olsa kendini belirleme gücü vardır (Aydın, 1985: 38). İnsan da bir varlık olarak bu düzenin bir parçasıdır ve faal bir varlıktır. İnsan bu düzenin içinde kendini belirlerken bir takım şeyleri tecrübe ediyor demektir. İnsanın tecrübe etmesi, onun bilfiil olanla ilişkisini ortaya koyar. Bilfiil 39 Mominov, K. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. olanla kurulan düzenli ilişki, aynı zamanda toplumun oluşturduğu medeniyetin, başka bir ifadeyle yaşamın kendisinin düzenli oluşuna işaret eder. Bu düşünce Whitehead’ın “ben” ile “sen” olanın ilişkisinde işlediği benlik konusu ile ilgilidir. Kişi bu benlik sayesinde medeni ilişkilerini düzene koymaktadır. Stascha Rohmer konuyla ilgili olarak bireyin kendi kendini (self experience) tecrübe ederek belirlediği gibi medeniyetlerin de kendilerini bu şekilde kanıtladığını belirtir. (Faber ve arkadaşları, 2010: 215). Whitehead bunu şu sözleriyle dile getirir: “...Bizi sarmalayan dünyayı anlama çabalarının devamı ve tüm ideallerle birlikte değerleri anlamak ve yaşamak…” (Whitehead, 1971: 137) için benlik, kendisini tecrübe sürecinde etkin olan “faktör”lerinde ortaya koymaktır. (Mominov, 2008: 22). Çünkü Whitehead’ın medeniyetleşmeye ilişkin düşüncelerinde barışıcıl bir yöntem tutumluluğunu vurgulayan düşünceler yer almaktadır. Whitehead’e göre medeniyetleşmede insan zihni ile ilerlemenin mümkün olduğu yolunda yaygın olan kanaat, temelde tıpkı doğmatik inançlarda olduğu gibi yanlış yola götürür ve istenmedik kültür değişikliklerine sebep olur. Bu şekilde pozitivist akılcılığın getirdiği kültürel değişim sorun çözmekten öte, ortaya yeni sorunlar çıkarır. Toplumda olması gereken davranış yolları ile olma şekilleri arasında birçok norm çatışmasına sebep olur. Bu bakımdan Whitehead, toplumun kültürel bakımdan değişme için değil gelişme için çaba göstermesi gerektiğini söyler. Çünkü değişme, bireylerin ahlaki yapısına etkide bulunduğu gibi, davranışlarında anomik tutumlara da sebep olabilir. Diğer taraftan toplumlar arası sosyal gerginliklere de zemin hazırladığı gibi kendi kültürlerine yabancılaşmaya da yol açar. Bu anlamda Whitehead The Function of Reason adlı eserinde konuyla ilgili olarak medeniyetleşmede, pozitivist akıl yürütmesini tehlikeli bulur (Whitehead, 1971: 130, 135). Whitehead bu noktada benlik sorununa bir ontolojik mesele olarak bakmaktadır. Çünkü Varlığın idraki ile insanın bu varlık içinde nasıl davranması gerektiği problemi, metafizik, kozmoloji, epistemoloji, ahlak ve siyaset alanlarının sorusu olarak tümünü birbirine bağlar. Varlığın idrakini “nasıl davranmalıyım?” sorusundan ayırmak, bizi bir tarafta ahlakî temelleri olmayan bir ontolojik-epistemik sisteme, öbür yandan ontolojisi olmayan bir ahlak sistemine götürür. Varlık hakkında kapsamlı ve tutarlı bir çerçevenin ortaya konması için, farklı varlık mertebeleri ve yaşam alanları arasında tutarlı ve anlamlı bir ilişkinin kurulmasına ihtiyaç vardır. Bir medeniyetin geliştirdiği sosyal-siyasî düzene şekil veren ve içerik kazandıran şey, o medeniyetin sahip olduğu dünya görüşü ve varlık hakkında düşünceleridir. Medeniyet bunların sonucunda ortaya çıkan fikrî, fizikî, siyasî ve ekonomik düzeni ifade etmektedir. İşte Whitehead geliştirdiği süreç felsefesiyle bu düşüncelere, hem geleneksel teistleri, hemde aşırı idealistleri, materyalistleri, barışçıl ikna metotları ile gerçeği anlamaya çağırmaktadır. Whitehead bu metodlarını ve modellerini modern medenileşmiş kişi üzerinden, bilim ve din, doğa ve evren, tanrı ilişkileri düşüncesinde geliştirmiştir (Whitehead, 1971: 43, 45). Lynne Belaief bir çalışmasında konu ile ilgili olarak Whitehead’ın spekülatif türden düşünce sistemi geliştirmekte olduğunu ileri sürer. Ona göre Whitehead, ustalıkla zamanın toplum problemlerini tespit edip felsefesinde bu problemlerin, hem düşünce Y 40 Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri hem de yaşamsal boyutta bir bütün olarak, çözümleyici yollarını açıklığa kavuşturmaya çalışmaktadır (Belaief, 1966: 277, 286) . Jay Tidmarsh (1998:1) Whitehead’ın Metafiziği ve Kanun Hakkında Bir Diyalog adlı çalışmasında Belaief’in yorumlamakta olduğu o spekülatif düşüncenin Whitehead’ın metafizik düşüncesinde, bir başka ifadeyle sürecin yayılımında tezahür ettiğini ifade eder. Çünkü hakikaten, Whitehead’ın medeniyet anlayışı, toplumların ve hatta toplumun bir parçası olarak yaşamakta olan insanın dahi, bu sürece katılmasıyla gerçekleşir. Nitekim medeniyet dediğimiz yapı, sürecin yayılımında, yani süreçle beraber gerçekleşiyor olmalıdır. Bu açıdan baktığımızda Whitehead bireylerin farklı medeniyet tasavvurlarının farklı ben-idraki formları ürettiğini savunmak suretiyle, hem medeniyet kavramına pozitif bir anlam yükler hem de medeniyetlerin çoğulluğuna işaret eder. Şu kadarını söylememiz gerekirse, Whitehead konu ile ilgili düşüncelerini ustalıkla eski Yunan’dan, Platon ve Aristoteles’ten alarak Orta Çağ’ın ünlü düşünürleri Augustinus ve Abelardus’un insan ve Tanrı hakkında ileri sürdükleri düşüncelerini yeniden yirminci yüzyıla taşımaktadır. Tıpkı ortaçağın Hıristiyan filozoflarının yapmaya çalıştığı gibi, medeniyetleşme yolunda hem dinin hem de insanın konumunu felsefi bir biçimde temellendirmeye çalışmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Whitehead, spekülatif bir sistem geliştirmenin nedenlerine ilişkin en esaslı açıklamaları sağlamaktadır. En azından bugün, bu sistemin, düşüncenin gelişimi için gerekli olduğuna inanmaktadır. O aynı zamanda, medeniyeti oluşturan öğelerin doğruluk, güzellik, sanat ve barış olduğuna dikkat çekerek bugünün insanlığının bu sürece katkısını, Hegel’in ifade ettiği gibi organik bir bütünlük içerisinde, bu öğeler doğrultusunda gerçekleştirmesi gerektiğini vurgular. Bu ise Whitehead’ı ayrıcalıklı kılan yanlarındandır. Çünkü Whitehead’in geliştirdiği metot ve modellerinde yaptığı şey, sözünü ettiğimiz medeniyetleşmeye doğru giden yolda modern insan prototipinin aydınlanma ile birlikte kaybettiğini yeniden ona kazandırmak olmuştur. Çünkü ona göre inançtan yoksun bir toplum, medeniyetleşme yolunda kendi özünü kaybetmiş bir bireye benzer. Whitehead bu problemi bireyin üzerinden bir varlık problemi olarak ele almaktadır (Bruce, 2011: 33, 88, 135). Ona göre insanın farkında olduğu her fenomen sürekli bir oluşum halindedir (Whitehead, 1929: 33). Ayrıca tıpkı bireyin süreçte kendisini tecrübe ederek oluşturduğu gibi, sosyal yaşam ve sosyal organizasyonlar da süreçte bir oluşum içerisindedirler. Medeniyet de, bu oluşumda varlığa gelir ve belli bir süre sonra tıpkı insan gibi tarihin derinliklerine gömülür. Sonuç Yerine Y Whitehead bütün bu arz ettiğimiz çerçeveyi yalın bir biçimde formüle etmektedir. Şöyle ki, zamanında sosyalleşmekte olan bir medeni toplumun karşılaştığı kolektif eylem problemine, eğitim yoluyla, toplumun en küçük parçası olan bireyi yüksek birey konumuna çıkartarak çözüm üretmektedir. Bu çözümün üçüncü yapısını ise ilerlemeci (progressive) sistem oluşturmaktadır. Nitekim Whitehead’a göre ilerlemeci yapıda yıkıcı eylemler değil barışçıl, entelektüel faaliyetler daha aktif olup medeniyetleşmenin en ileri safhalarını oluştururlar. 41 Mominov, K. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Whitehead, kendi mantığının kıyısında olmaktan uzak olan modern dünyanın, kasıtlı olarak ufkunu daralttığına işaret etmektedir. Bu aslında iyi pratik amaçlar için yapılmıştır. Onun, fazlasıyla meyve verdiğini gösteren gerçeklik ile ilgili basit bir modeli vardı ve o bunu tartışmakla zaman kaybetmek istemiyordu. Bu modeli kullanarak doğayı öğrenme işine devam edebilirdi. Sosyal bilimlerde analojik modeller iyi işlemekteydi. Başlangıçta model redüksiyon ve esasen analitikti. Bütün, araştırma için daha basit parçalara ayrılmaktadır. Parçalar kendi ile sınırlı düşünülmektedir, öyle ki içsel ilişkilerin dikkate alınması gerekir. Bu modele dayalı araştırma büyük sayılarda araştırmayı bir araya getirmiştir. Bir anlamda parçalar arası ilişkiler Leibniz’in monadlarını hatırlatmaktadır. Ancak aralarında önemli bir fark vardır: Zira Leibniz’in monadlarının dış dünyaya açılan pencereleri yoktur. Kendi dışındaki dünya ile bütün bağlantılarını kopararak kendi içine kapanmıştır. Fakat Whitehead’ın düşüncesinde ise parçalar aynı zamanda kendi dışındaki dünyaya açıktır ve diğer bireylerle bağlantıları vardır. Çünkü Whitehead için gerçeklik, ilişkiseldir. Bu ise daha da etkileyici bir şekilde, insan varlığı tarafından çok büyük miktarlarda manipulasyonu ve kontrolü olanaklı kılmıştır. Diğer taraftan, bu modele dayanarak dünyaya ilişkin kavramsal anlam kazandırma çabaları başarısız olmuştur. Modelin üzerinde oluşturulan gerçeğe ilişkin nosyonlar ve yeterli nedensellik, analiz altında yetersiz kalmıştır. Felsefi açıdan bakıldığında, sürecin gerçekliği metafizik olarak doğru algılanamamıştır. Bu da süreci, metafiziğin reddine götürmüştür. Whitehead’a göre bu hareketi yapan Kant olmuştur ve O’na göre Kant son iki yüzyılın en etkili felsefecisidir. Kendisi sadece bu modelde yer alan düşünce kategorilerinin akıl tarafından anlaşılabileceğini ileri sürmüştür; fakat aynı zamanda da bunların aslında bizim deneyimlediğimiz dünyadan farklı bir dünyayı karakterize ettiklerini ileri sürmek için herhangi bir temelin olmadığını da fark etmiştir. Bir hareketin keskin sınırları yoktur. Birçok düşünür süreç düşüncesine ilişkin en açık alternatifleri bile onu tam olarak benimsemeden reddedebilmektedir. Whitehead’ın süreç düşüncesi olarak ifade ettiği hareket yeni bir sentezi oluştururken, yirminci yüzyılın genel entelektüel iklimini, analitik düşüncesini sentetik olana tercih etmiştir. Bu artık “metafizik” ya da “spekülasyon” gibi yeni pejoratif terimler tarafından kolaylıkla ortadan kaldırılabilir. Berkeley’den Hume’a ve Wittgenstein’dan Derida’ya kadar süreç düşüncesine alternatif çözümler üretmiş olan kişiler, genellikle önceki bakış açısı temelinde yeni bir sistemi oluştururken pozitif adımları ele almayı reddetmektedirler. KAYNAKÇA Aydın. M. (1985). Süreç (Proses) Felsefesi Işığında Tanrı-Âlem İlişkisi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 27, s. 31-87, Ankara Albayrak. Mevlüt.(2001). Tanrı ve Süreç, Isparta: Fakülte Kitabevi. Belaief, Lynne. (1966). Whitehead and Private-Interest Theories, Ethics, 76. Bruce, E, G. (2011). Process Theology A Guide For The Perplexed, Published by T&T Clark International, London. Y 42 Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri Cihan, Mustafa. (2008). A. N. Whitehead, Süreç Felsefesi ve Eğitim, KKEFD, Sayı 18. Ertürk, Ramazan.(2000). Giriş, Süreç Felsefesi Bağlamında Sembolizm,Whitehead, Ankara: A yayınları. Durand, K.K. J. (2001). Whithead’s Philosophy of Civilization: İdeas Great İndiviuals, Education and The Problem of Collective Action, Henderson State University Summer Hartshorne, Charles. (1981). Whitehead’s View of Reality, New York: Pilgrimm Press. Johnson A. H. (1950). Whitehead‘s Philosophy of Civilization, Whitehead and the Modern World: Science, Metaphysics, and Civilization, Victor Lowe, et al. eds., (Boston: The Beacon Press, Kalın, İbrahim. (2010/2) Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet Kavramına Giriş, Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, Cilt 15 Sayı 29. Laurence, F, Wilmot. (1979). Whitehead and God: prolegomena to theological reconstruction, Wilfrid Laurier University Press, Canada. Matthew, Fisher. (2001). Human Development and the Nature of Creativity, Concrescence Vol. 2. Mominov, K. (2008). Süreç Felsefesinde Ahlak, DEÜ, Sos. Bil. Ens, Flesefe ve Din Bilimleri Bölümü, İzmir: Basılmamış Doktora Tezi. Roland Faber, Brian G. Henning and Clinton Combs. (2010). Byeond Metaphusics? Explorations in Alfred North Whitehead’s Late Thought, Amsterdam - New York, NY (Michael. Halewood: Fact, Values, Individuals, and Others: Towards a Metaphysics of Value) Türer, Celal. (2002). Whitehead’ın Din Felsefesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II. Sayı: 2. Tidmarsh, Jay (1998), Whitehead’s Metaphysics and the Law: A Dialogue, Albany Law Review, Vol. 62, No. 1. Whitehead, A, N. (1926). The Aims of Education and Other Essays, Macmillan Company. Whitehead, A, N. (1932). Adventure of Ideas, Harvard University Press Whitehead, A, N. (1971). The Function of Reason, Boston: Beacon Press. Y Whitehead, A, N.(1967). Process and Reality, Edited by David Ray Griffin New York. 43 Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 DELİLİK VE ESER YOKLUĞU: BİR SINIR DENEYİMİ OLARAK DELİLİK MADNESS AND THE ABSENCE OF AN OEUVRE: MADNESS AS A BOUNDARY EXPERIENCE Ümit KARTAL*1 Özet Michel Foucault, kendi ifadesiyle, bir düşünce sistemleri tarihçisidir. Burada tarihçilik klasik anlamın dışına taşar ve nedenselcilik, ilerlemecilik ve sürekliliklere bağlanan tarih kavrayışından kendini özgün bir biçimde ayırt eder. Deliliğin klasik çağdaki tecessümü bir zamanlar mümkün olan akıl ve delilik arasındaki iletişimi ilga eder. Delilik ve anormallik sadece dışlayıcı, olumsuzlayıcı bir iktidar söylemi etrafında anlaşılamaz, asıl olarak kurucu bir işlevi de vardır. Akıl ve akıldışı, geleneksel batı metafiziğinin özdeşlik ve başkalık mantığı dairesinde başkalığın yalnızca aynının özdeşliğinin onaylanması, aynının ebedi geri dönüşü, bağlamında hiyerarşik bir ikilik olarak kurulur. Dolayısıyla Foucault bu mantığın, özdeşlik ve başkalık hiyerarşisinin dışında başka bir mantık, “farkı fark olarak” deneyime açan bir mantık, arayışındadır. Bu nedenle Foucault ilkin bir sınır ihlalinin mümkün olup olmadığı sorusuna, sonrasında ise sınır ihlalinin bir sınır varsayımına dayanmasını göz önünde bulundurarak bir “dışarı” arayışına yönelir. Bu yöneliş ifadesini edebiyat ve delilik arasındaki yakınlıkta bulur. Bu çalışmada, öncelikle, deliliği bir “eser yokluğu” olarak ele alan Foucault’nun, Deliliğin Tarihi’inde ifadesini bulan, “sessizliğin arkeolojisi”nin aradığı “aklın dilinin beri tarafı”nın imkânı üzerinde durulacaktır. Ardından, Foucault’nun bu arayış dolayısıyla temellendirmeye çalıştığı bir dış-dışarı düşüncesinin vardığı ufka odaklanılacaktır. Bu çalışmanın son uğrağı bu yönelimin, edebiyat ve delilik deneyimlerinin yakınlığında açığa çıkan deneyimin, imkânı üzerine temellenmiştir. Anahtar kelimeler: akıl, delilik, eser yokluğu, dışarı, sınır deneyimi. Abstract Michel Foucault, in his own words, is a historian of the systems of thought. Nevertheless his conception of historiography, differentiating itself in a peculiar way, goes beyond the classical understanding of history which is centered on causality, progress, and continuities. The emergence of the madness through the classical age does away with the communication between reason and madness which has been possible once. Madness and abnormality cannot only be understood in terms of a discourse of power which is exclusive and negative, but it also has a constructive function. Reason and irrationality are constructed as a hierarchical dualism in terms of the western metaphysics’ identity and difference logic; in this context difference does make sense only in so far as it is understood as the affirmation of the identity of the same, which only means the eternal return of the same. Thus, Foucault is in search for a distinct logic, other than the one which is based on identity-difference hierarchy, through which Y *1 Arş. Gör., Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalı. umutkartal@gmail.com 45 Kartal, Ü. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. one could experience “the difference as difference”. Therefore, Foucault, first of all, tends to figure out whether a transgression of boundary is possible or not and then he proceeds to a search for “outside” since the assumption of the transgression has already taken for granted the boundary. This tendency finds its expression within the affinity between the madness and literature. In this work at first I will put some emphasis on the possibility of “this side of the language of the reason” which was put forth in the History of Madness by Foucault as he was seeking for “archaeology of silence”, that is, that of the madness as an “absence of an oeuvre”. Then I will focus on the horizon sprung from Foucault’s search, that is, the idea of an “outside”. Finally, I will deal with the possibility of this tendency which aims at finding an outside emerging through the experience of the affinity between the madness and literature. Keywords: reason, madness, the absence of an oeuvre, outside, the experience of boundary. Başka’nın sınır deneyinden tıbbi bilginin kurucu biçimlerine ve bunlardan şeylerin düzenine ve Aynı düşüncesine girerken kendini arkeolojik düşünceye sunan şey, tüm klasik bilgi veya daha doğrusu, bizi klasik düşünceden ayıran ve modernliğimizi kuran şu eşiktir. İnsan adı verilen ve insan bilimlerine kendine özgü bir alan açan şu garip bilgi figürü, ilk kez bu eşiğin üzerinde ortaya çıkmıştır. Batı kültürünün bu derin düzey değişikliğini gün ışığına çıkarmaya uğraşırken, bizim kendi sessiz ve safçasına hareketsiz zeminimize kopuşlarını, istikrarsızlıklarını, kırıklarını iade etmiş oluyoruz; ve ayaklarımızın altında yeniden kaygıya kapılan o olmaktadır. Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler Dilin, özellikle insan dilinin, kökenine ilişkin arayış geniş bir literatür oluşturur. İnsani iletişimin dayanağı olarak dilin kökeni sorunu özne-nesne, ben-dış dünya ayrımına ve bu “ayrı” varlık düzeylerinin iletişiminin imkân ve imkânsızlığına odaklanır. Kök, köken ya da kaynak arayışı özgün bir dizi yaklaşımı açığa çıkarırsa da temelde önemli bir problemi gündeme taşır: kelimeler ve şeyler arasındaki ilişkinin ne olduğu ve nasıl işlediği sorusudur bu. Babil söylencesi kelimeler ve şeyler arasındaki Tanrı tarafından mühürlenmiş özdeşliğin ortadan kalkmasını, “kendine ad vermek” ve “göğe yükselmek”, yani “sözün iktidarını kullanmak”, isteyen insani “meydan okuma”nın Tanrı tarafından cezalandırılmasını hikâye eder (Revel, 2006: 37). Bu cezalandırma, nasıl ilk günah cennetten kovulma ile cezalandırılırsa, dillerin saydamlığını ortadan kaldırır. İlk günah ve ceza tarihi başlatırken, ikincisi bu tarihsel varlığın iletişim olanağını güçleştirir. Kelimeler ve şeyler arasında Tanrı tarafından tesis edilmiş özdeşliği ifade eden bu altın çağ, kibrine yenik düşen insan tarafından ortadan kaldırılsa da, Ortaçağ boyunca hüküm süren benzerlik mantığı bu Tanrısal izi takip ve yeniden tesis etme çabası olarak karşımıza çıkar. Foucault Söylemin Düzeni (1970) konuşmasının hemen başında kişisel dilden kurtulmak ve “hiç kimseye sezdirmeden [söylemin içinde] eriyip gitme[k]… söylemin kendisinden kaynaklandığı kişi olacak yerde, onun uzayıp gidişinin rastlantısallığında, zayıf bir boşluk, olası eriyişindeki bitiş noktası” olmak arzusundan bahseder (2001: 9). Bu arzuya rağmen, Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi’nde sorduğu biçimiyle kim, nereden, nasıl ve hangi yetkiyle konuşuyor sorularını sormadan, dolayısıyla söylemi belirleyen episteme ve bu epistemenin gündeme getirdiği dışlama mekanizmalarını hesaba katmadan, ya da onu ihlal ederek veya onun dışına çıkarak konuşmak mümkün müdür sorusunu Y 46 Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik sormak gerekir. Konuşan öznenin ya da genel olarak özne ve dilin dışına çıkmak mümkün müdür? Bu çalışmada sözü edilen sorulara odaklanılarak Foucault’nun delilik ve edebiyat arasında işaret ettiği yakınlığın bu imkânı sunup sunmadığı tartışılacaktır. Yapısalcılık, dili kendi içsel bütünlüğü içerisinde olarak, batı metafiziğinin özne kavrayışını tehdit eder. Bu tehdit Nietzsche’de öznenin, mutlak özne olarak Tanrı’nın, bir dilbilgisi hatası olduğu kavrayışının mirasçısı olarak görülebilir. Saussure’ün yapısalcılığı öznenin ölümünü dil (langue) ve söz (parole) arasındaki ilişkide ilan ederken yeni bir açmazla, “yapı” kavramıyla karşımıza çıkar. Kendisi tarihsel olmayan ama tarihi oluşturan bir yapı olarak dil. Getirdiği eleştirel ufkun ve yeniliğin yanı sıra, yapısalcılık, Derrida’nın “mevcudiyet metafiziği” olarak adlandırdığı ve eleştirel düşüncesinin radikal olarak hedef aldığı, batı metafiziğinin çerçevesi içinde kalır. Bir “yöntem” olarak yapısalcılığın amacı “tecrit edilmiş olay ya da anlamları onların taşıyıcısı [underlying] olan yapısal yasalar vasıtasıyla çözümlemek” ve “tikelleri onları yöneten genel kodların bütünlüğüyle [totality] karşılıklı münasebeti içerisinde betimleyerek kavramak[tır]” (Kearney, 1994: 240).1 Saussure dilin ne olduğu ya da neye göndermede bulunduğunu değil bir “biçimsel ilişkiler sistemi olarak” dili kendi dışında herhangi bir şeye götürmeden açıklamaya çalışır. Anlamın kökeni ne Tanrı ne de insandır. Dolayısıyla göstergenin anlamı ne aşkın bir mutlak varlıkta ne de tarihsel bir varlık olarak insandadır, fakat “dilin içerisinde olan göstergeler arasındaki farklılık ve karşıtlıklar” vasıtasıyla belirlenir. Dil ve söz arasındaki ayrım evrensel ve zamandışı olan bir sistem ile gündelik hayatın, şimdi ve burada olan, somut ifadelerine karşılık gelir. Saussure tarihsel olan söz karşısında tarihdışı olan dile öncelik verir. Bu ikincisi yalnızca tarihsel olan sözü değil aynı zamanda tarihin anlamını da mümkün kılan bir yapıdır. Saussure dilin kökeni üzerine metafizik ve mistik açıklamaları bir kenara bırakmaya çalışırken metafizik geleneğin mirasçısı olmayı sürdürür. Bütünsel ve tamamlanmış bir sistem olarak dilin bir dışarısı yoktur. Foucault’yu Kearnay’in belirttiği gibi Levi-Strauss, Barthes ve Lacan gibi Sassure’ün ortaya attığı semiyoloji metodunun “keşfedilmemiş alanlara” uygulanması eğiliminin bir bileşeni olarak okumak mümkün ama problemlidir (1994: 251). Foucault düşüncesinin ilk evresinde, çağdaşlarında da belirgin olarak takip edilebileceği gibi, “anlamın biçimsel olarak nasıl kurulduğu” sorusuna odaklanır. Burada Husserl’in fenomenolojisinin belirleyiciliği öne çıkar. Fenomenoloji şeylerin kendisine dönerek özlerin bilgisini yakalama uğraşında öznelci aşkın idealizmin sınırında iş görür. Yapısalcılık ise tamamlanmış, bütünsel bir dil kavrayışından yola çıkarak tarihdışı yapılara odaklanır. Foucault çağının kendisi üzerinde de etkisi olan bu yaklaşımlar karşısında kendi düşünsel eğiliminde bir farklılaşma anına değinir. Bu farklılaşma anı aynı zamanda onun yapısalcılıkla olan farkının da altını çizer. Kimsiniz siz, profesör Foucault adlı söyleşide Foucault bunu şöyle ifade eder: “ben ne anlamla ne de anlamın ortaya çıkış koşullarıyla ilgileniyorum; benim üstünde durduğum şey, anlamın değişim ya da kesintiye uğrama koşullarıdır, anlamın, başka bir şeyi ortaya çıkarmak için yok olma koşullarıdır” (FS, 2011: 85). Bu bağlamda, özellikle ilk döneminde, Foucault’nun yapısalcı yöntemin açtığı ufukMetnin devamında Saussure’ün temel görüşleri Kearney’in metnine dayanarak aktarılmıştır. Y 1 47 Kartal, Ü. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. ta yol aldığı söylenebilirse de onun ısrarcı reddedişine kulak vermek gerekir. Episteme kavramı Foucault’nun yapısalcılıkla olan müphem ilişkisini, yakınlık ve ayrışma, belirgin kılar. Bu belirginleşme Bilginin Arkeolojisi’nde gündeme gelir. Foucault Bilginin Arkeolojisi’nde önceki tarihlerinde (Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu ve Kelimeler ve Şeyler) muhtelif biçimlerde ele aldığı söylemi genel olarak açımlamaya çalışır. Bu girişim ne önceki yapıtların “yeniden ele alınışı” ne de onların “doğru olarak tasvir edilmesi” olmadığı gibi onlardan “farklıdır” (BA, Foucault, 1999: 31). Yine de bu çaba okuyucu açısından ciddi bir güçlük taşır. Blanchot bu zorluğu şöyle ifade eder: Bilginin Arkeolojisi’ni (bu başlık kendi başına tehlikelidir, çünkü kaçınılması gereken şeyi arche’nin logosunu veya köken sözün çağrıştırmaktadır) okuyun ve tekrar okuyun ve orada negatif teolojinin birçok kalıbını gördüğünüzde şaşıracaksınız. Foucault reddettiği şeyi muhteşem cümlelerle tasvir etme yeteneğini burada sergilemiştir: “…değildir, bununla beraber …de değildir, … hiç değildir,” öyle ki “değer” düşüncesinin kesin bir biçimde reddettiği şeyi belirginleştirmek için elinde neredeyse hiçbir şey kalmaz… (2005: 74). O halde, bu yapıtta tanımlandığı biçimiyle episteme nedir? Episteme “değişik söylem türlerini birbirine bağlayan ve belirli bir tarihsel döneme karşılık gelen bir ilişkiler bütünü” olarak karşımıza çıkar (Revel, 2006: 35). Episteme adlandırmak, bölmek, sınıflandırmak ve düzene sokmanın yanı sıra “olası bilginin alanını önceden düzenler” (age., 43).2 Revel’e göre bir çağın söylemine ve pratiğine hâkim olan, onu belirleyen, belirlerken sınırlayan, sınırlarken dışlayan bir epistemeden diğerine geçiş sorunu Foucault’nun açıkta bıraktığı bir sorudur (2006: 40). Bununla birlikte bu açıkta bırakma anlamlıdır. Bir geçiş, sıçrama ya da kopuş geleneksel tarihçiliğin ilerlemeci ve nedenselci açıklamalarını çağrıştırır. Oysa Foucault’nun arkeolojisi bu yaklaşımların dışında ve ötesinde tarihe yaklaşmak ister. Episteme kavramı geçiş sorunu bağlamında bir açmazla karşılaşıyor olsa da yapısalcılıktan uzak bir kavrayışı işaret eder. Epistemik çerçeve, Revel’in ifadesiyle, “tarihselleştirilmiştir”, “bir doğum ve ölüm anı vardır” ve her ne kadar “sınıflandırıcı, taksonomik düzen olarak işlev” görse de “statik değildir” (2006: 50). Dolayısıyla soru tekrar gündeme gelir bir dışarısı var mıdır? Blanchot Bilginin Arkeolojisi’nde “bilgi ve iktidar” arasındaki ilişkinin Foucault’yu siyasal bir yönelime götürdüğünü vurgular (2005: 79). Bu siyasal yönelim bir karşı-iktidar arayışında açıklanamaz. Revel’in ifade ettiği gibi “iktidarı tersinden ya da baş aşağı yeniden üretmekle sınırlı kaldığı sürece, karşı-iktidar iktidarı kesintiye uğratmaz, uzatır (ters simetri şeklindeki paradoksal biçim altında), üretmez, kaçınılmaz olarak yeniden üretir” (2006: 42). Bu bağlamda akıl ve akıldışı arasındaki kurucu yarılmaya geri gitmek gerekir. Deli klasik çağdan önce de vardır ve toplumsal hayatın bir bileşeni olarak oradadır: tanrısal cezbeye uğramış meczup ve dünyevi aşkın divane ettiği mecnun. Klasik çağda ortaya çıktığı yeni formla delilik sessizliğe mahkûm edilerek bir iktidar teknolojisi 2 Revel buna örnek olarak kimyanın elementler tablosunu gösterir. Bu tablo yalnızca mevcut elementleri belirtmekle kalmaz ama yer verdiği boş kutucuklarla bulunabilecek yeni elementleri de bu tasnifte konumlandırır. Önemli bir ayrıntı olarak, Revel bu elementler tablosunun Fransız dersliklerinde genel olarak “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” yazısıyla birlikte asılı olduğunu belirtir. Y 48 Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik beraberinde dışlanır, ortadan kaybolur; kaybolurken aklın hükümranlığını tahkim eder. Foucault bunu “delilik üzerine geliştirilen rasyonel bilgi deliliği bastırsa ve ona patolojik araz statüsü vererek elini kolunu bağlasa da kültürümüzde delilik olmadan akıl olamayacağı” biçiminde ifade eder (BK, 2011: 26). Modern insan bir zamanlar mümkün olan iletişimi ortadan kaldırır. Deli ve akıllı arasındaki iletişim “kesintiye uğramış” ve “ortak dil” ortadan kalkmıştır (age., 22). Deliliğin Tarihi Foucault’nun düşünsel projesinin merkezi bir uğrağıdır. Bu belirleme Foucault’nun düşünsel projesinin doğrusal bir çizgide ilerlediği; kesinti ve kopuşları barındırmadığı anlamına gelmez. Bu kesinti ve kopuşları Foucault’nun kendisi de ortaya koyar.3 Deliliğin Tarihi’inde Foucault “sessizliğin arkeolojisi”ni yaptığını ifade eder (age., 22). Delilik bir “eser yokluğu”dur (age., 24). Bu nedenle Foucault deliliği bir bilimsel söylemin nesnesi olarak değil ama bir bilimsel söylemi mümkün kılan bir sınır durumu olarak kavrar. Bu yaklaşım Foucault’yu fenomenolojik ve yapısalcı yöntemlerden ayırt eden önemli bir noktadır. Deliliğin Tarihi bir sessizliğin arkeolojisi olduğu kadar sınırların, sınır deneyimi olarak deliliğin tarihidir. Bir sınır-kavram (Grenzbegriff) “bilgiyi sınırlayan, ama aynı zamanda bu sınırın ötesinde bir şeyin bulunduğunu da gösteren” bir kavramdır (Akarsu, 1998: 160).4 Bununla birlikte burada bir sınır deneyimi olarak deliliğin Foucaultcu anlamda ele alınışında Bilginin Arkeolojisi’nde ifadesini bulduğu biçimde a priori’nin önüne ayırt edici bir “tarihsel” nitelemesi eklenmelidir. Bu sınır deneyimi aynı zamanda “insan”ı ortaya çıkaran bir deneyimdir (BK, 2011: 94). Foucault bu sınır deneyiminin arkeolojisini yaparken “aklın dilinin beri tarafında” kalan bir bölmeden bahseder (BK: s. 29). Dolayısıyla Foucault’nun sınırların tarihçiliği ve sessizliğin arkeolojisine yönelen projesi “hiçbir zaman yeniden kurulamayacak olan bir deliliği esir tutan tarihsel bütünün -nosyonlar, kurumlar, hukuki ve polisiye önlemler, bilimsel kavramların- yapısal bir incelemesini” yaparak “akıl ile deliliği aynı anda hem ilişkilendiren hem de birbirinden ayıran karara yaklaşmak” ister (age., 27). Sınır deneyimine yönelen bu araştırma aynı zamanda “aklın beri tarafı”na geçmenin sınır ihlalinin imkânını da araştırır. İktidarın klasik kavranışı açısından baskıcı ve yasaklayıcı bir kurumsal pratik olarak algılanır. Oysa Foucault’ya göre iktidar ne yalnızca bu baskıcı ve yasaklayıcı kurumsallık üzerinden ne de genel olarak bir olumsuzlayıcı-negatif bir uygulama olarak ele alınır. İktidar, Foucault’nun arkeolojik yöneliminde genel olarak söylemi ele alışında olduğu gibi, başka bir şeyin işareti olarak kendi dışında bir yerde değil pozitif varoluşunda algılanır.5 Akıl ve akıldışı arasındaki kurulan ilişki Revel’in ifadesiyle Foucault’nun iktidar 3 Yöntemsel olarak arkeolojiden soybilime geçiş, yönelim olarak düşünce sistemleri tarihçiliğinden siyasal sorunlara eğilen bir aktivizme geçiş Foucault’nun düşünsel ve kişisel yaşamında belirgin olarak takip edilebilir. 4 Arı Usun Eleştirisi’nde Kant metafiziğin temel problemi olarak “sentetik a priori yargıların nasıl mümkün olduğu” sorusunu yanıtlamaya girişmeden önce a priori-a posteriori, sentetik-analitik yargılar arasındaki ayrımı belirgin kılar. Bu bağlamda a priori yalnızca deneyimden bağımsız olmakla değil “mutlak” anlamda deneyimden bağımsız, evrensel ve nesnel olarak belirlenir. Bu bağlamda Foucault hem Marksist ideoloji hem de Freudcu baskı-bastırma kuramı çerçevesinde belirlenen iktidar analizlerini hedefine alır. İdeoloji Foucault için üç açıdan sakıncalıdır: 1. Hakikat karşısındaki tavrı problemlidir, 2. Bir özne tasarımından hareket eder ve son olarak 3. Alt yapı karşısında ikincil bir duruma düşer Y 5 49 Kartal, Ü. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. analizlerine yansıyan “asimetrik simetri”yi belirgin kılar (2006: 34). Bu ilişki simetriktir, çünkü akıldışı ancak aklın kendisinden kalkarak düşünülebilir, buradaki olumsuzlama aynı zamanda bir kurucu unsurdur. İlişkinin asimetrikliği ise aklın akıldışını suskunluğu itmesi, konuşma hakkını elinden almasında ortaya çıkar (age., 33–34). Delilik, akıl hastalığı ya da anormallik/patolojik, bir kez bilimsel söylem ve uygulamanın nesnesi haline geldiğinde bir iktidar sorunu haline gelir, iktidarın kurumsal siyasal örgütlenme olarak kısıtlı kavranışını aşan bir sorun. Foucault bir kurucu karşıtlıklar sistemin toplumsal yapı üzerindeki belirleyiciliğinin altını çizer. Fakat onun temel meselesi batı tarihinin belirli bir döneminde ortaya çıkan “normallik” ve “patolojik” ikiliğinin diğer tüm ikilikler kendi bünyesine yayması sorunudur (FS, 2011: 86). Bu totalleştirici yayılma iktidar sorununun düğümlendiği anı işaret eder. Patolojik, normal dışı, sapkın olanın belirlenmesi iktidarın “sağaltıcı” otoritesine gündeme getirir. Bilgi ve iktidar arasındaki ilişki “denetim” mekanizmaları üzerinden işler. Foucault “bize bir bireysellik dayatarak bizim için bir kimlik imal eden” bu mekanizmanın belirleyici özelliğini “her bir bireye uygulanıyor olması” olarak tanımlar ve şöyle devam eder: Her birimizin bir biyografisi, bir okul dosyasından kimlik kartına, pasaporta kadar, herhangi bir yerde her zaman belgelenen bir geçmişi vardır. Herhangi bir anda her birimize kim olduğumuzu söyleyebilecek bir yönetim organizması her zaman vardır ve devlet, istediğinde, tüm geçmişimizi bir uçtan diğerine kat edebilir” (BK, 2011: 282). Foucault’nun suç ve cinsellik sorunlarını ele aldığı son dönem yapıtlarında, Hapishanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi, suç ve cinselliğe karşı tertibatın nasıl suçlu ve günahkârın, her iki durumda da sapkın olanın, bedeni üzerinde bir tasarrufta bulunma, cezalandırma-ehlileştirme, ritüelinin on sekizinci yüzyıldaki kırılma noktasını işaretler. Bu kırılma noktası disiplinden denetime geçiş anına karşılık gelir: disiplin “epistemik ve toplumsal uzamın düzenini belirleyip güvence altına almak için bireyleştirirken”, denetim “iş gücünün tutalı kalıcılığını sağlamak için insanları niteliklerine göre sıralar” (Revel, 2006: 48). Foucault açışından temel mesele bilgi ve iktidar arasında sürekli bir ilişki olduğu değil bu ilişkinin nasıl tecessüm ettiği ve bunu mümkün kılan kırılma, kopma anını tespit etmektir. Bedenin doğrudan ve kamusal bir gösteri biçiminde cezalandırılmasından söylem ve pratikler aracılığıyla iktidar teknolojisinin normallik ve patolojik olanın tasnif ve tecrit edilmesini akıl üzerinden tesis edişi birbiriyle bağımlı ya da bağımsız bir dizi söylem ve pratiği belirleyen kırılma anı. Dolayısıyla delilik ya da akıl hastalığı onu nesnesi kılan psikiyatrinin tarihinden, bu tarihin ortaya koyduğu külliyattan “teşhis” edilemez. Burada vurgulanan teşhis tıbbi söylemin kullandığı anlamda değil, Nietzsche ve onu takip ederek Foucault’nun kullandığı bağlamda “felsefenin görevi” olarak karşımıza çıkan teşhistir. Felsefenin gündemini değiştiren bu Nietzscheci müdahale felsefenin artık tarih ötesi, aşkın bir hakikat söyleminin etrafında temellenemeyeceğinin işareti olarak okunmalıdır (FS, s. 89). Bu okuma Foucault’nun “günümüzde felsefe yapmak ne anla(“Hakikat ve İktidar”, 2000: 69). Y 50 Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik ma gelir?” sorusuyla bitişir. Foucault’nun bu soruya verdiği yanıt “hakikatin analitiği” karşısında “şimdinin ontolojisi”nde temellenir (Öİ, 2000: 172). Burada Foucault’nun hakikati reddettiği anlamını çıkarmamak gerekir. Foucault “benim yapmaya çalıştığım şey, düşünce ile hakikat arasındaki ilişkilerin tarihini yazmaktır; hakikatin düşüncesi olarak düşüncenin tarihi. Benim için hakikatin var olmadığını söyleyenlerin hepsi, sorunları basitleştirmeye eğilimli kafalardır” derken “hakikati kendi tekelinde bulundurduğunu iddia eden bir siyasi sistemden daha tehlikeli bir şey yoktur” diye ekler (age., 85, 97). Foucault burada bir tersyüz etme işlemi uygular. Geleneksel batı metafiziği hakikati kendi tekelinde tuttuğuna inanır ve onun aynının özdeşliği etrafında yinelenen ontolojisi bu hakikat kavrayışıyla döngüsel bir ilişkide temellenir. Foucault’nun hakikat kavrayışı önsel bir kabulden değil şimdinin ontolojisinden, güncellikten hareket eder. Kendini geçmiş ve şimdi, dolayısıyla gelecek, üzerinde hakikati elinde bulundurma otoritesi olarak gören tarihçinin “epistemolojik masumiyet” söylemi bilgi ve iktidar arasındaki bağıntının üzerini örter. Geçmiş üzerine nesnel bir temsil iradesi ve hakikat otoritesi bakışından kaynaklanan tarihçiliğin onu bir süreklilik olarak okuması kaçınılmazdır. Böylesi bir okuma “öznenin kurucu görevi için gerekli olan korelattır: özneden kurtulan herşeyin ona geri dönebileceğinin garantisi” (BA, 1999: 26). Bilgi ve iktidar arasındaki ilişkinin altının çizilmesi bir sürekliliği işaret etmek yerine tarihin evrimci, teolojik ya da nedenselci bir bakış açısından ele alınamayacağını gösterir. Foucault batının “tarih saplantısı”nın dikkat çeker (Öİ, 2000: 291). Bu bağlamda “batı tarihi bir mittir” (Descombes, 1993: 110). Mit aynının ebedi yinelenişi, tekrar geri dönüşü olarak okunduğunda “aklın delilik hakkındaki monoloğu” olan psikiyatri bize akıl ve akıldışının bölünme anını, sınır deneyiminin kendisini değil “temeldeki önyargının” yinelenmesini vermesi anlamında bu mitin önemli bir bileşenidir (BK, 2011: 22). Mit ritüelsiz olmaz. Bununla birlikte delilik, tarih ve eser yokluğu arasındaki ilişki belirginleşir. Descombes tarih ve yapıt arasındaki ilişkiyi Yeni-Hegelcilere bağlar: “Yeni-Hegelci öğretide tarih par excellence ‘yapıt’tır. Delilik tarih oyununda oynayacak hiçbir rol bulamayacak ve ‘tarihin sonuna’ hiçbir katkıda bulunamayacak herşeydir” (age., 112).6 Eğer bir sınır durumu olarak delilik bir eser yokluğu ise ve delinin konuşma imkanı geri dönüşü olmayan biçimde elinden alınmış, sessizliğe itilmişse, Foucault’nun “aklın dilinin beri tarafı”na geçme, yani sınır ihlali nasıl mümkündür, ya da daha açık bir ifadeyle mümkün müdür? Foucault Deliliğin Tarihi projesiyle bu ihlalin mümkün olduğu kanısındadır ama bu projenin başarıya ulaşmadığı, ya da asla ulaşamayacağı eleştirileri haklı olarak gündeme gelir. Blanchot L’entretien infini’deki şu ifadesi dikkate değer: Sınır-yaşantı herşey kendi dışındaki herşeyi dışlarken herşeyin dışında varolanın yaşantısıdır; ve bir kez herşeye erişildikten sonra erişilecek kalanın, ya da herşey bilindikten sonra bilinecek kalanın: girilemezin kendisinin, bilinemezin Descombes tarih meselesinde Foucault ve Sartre arasındaki gerilime de dikkat çeker. Descombes’in aktardığına göre Sartre Foucault’yu “tarihin arkasında, hiç kuşkusuz, hedef Marksizmdir. Bu yeni bir ideoloji oluşturma girişimidir, burjuvazinin henüz Marks’a karşı dikebileceği son siperi” cümleleriyle sert bir biçimde eleştirir, daha doğrusu suçlar. Çalışmanın kapsamını aştığından Sartre-Foucault tartışmasına burada girilmemiştir. Bu konuda Mark Poster’ın Foucault, Marksizm ve Tarih yapıtının ilk bölümü detaylı bir analiz sunar (2008: s. 15–54). Y 6 51 Kartal, Ü. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. kendisinin” (akt. Descombes, 1993: 113). Böylesi bir deneyim mümkün müdür? Sınır ve sınır ihlali önemli sorunları açığa çıkarır. İhlal ve sınır arasındaki ilişki müphemdir. Daha önce akıl ve akıldışı arasında sözünü ettiğimiz asimetrik simetri burada da devreye girer. İhlal sınırı varsayar, bu varsayım aynı zamanda bir onaylama olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda Derrida’nın Foucault’ya yönelik eleştirisinin önemi ve haklılık ihtimali öne çıkar. Derrida Cogito and History of Madness yazısında Foucault’yu basit bir tuzağa düşmekle suçlar. Bu tuzak “deliliği çoktan sürgüne göndermiş olan bir araçla –yani, aklın diliyle– deliliğe ulaşabileceğinin sanılmasından” kaynaklanır (Boyne, 2009: 83).7 Foucault bu imkânsızlığın farkındadır ama bir çıkış arayışının onun erken dönemimden itibaren var olduğunu dikkate aldığımızda, bir vaz geçişten ziyade başka bir ufka yönelişi buluruz. Blanchot’nun etkisiyle sınır ihlali fikrinden “dışarı” fikrine ve bunun “somut arayış”ına girer. Bu ufukta delilik ve edebiyat vardır. Foucault bunun işaretlerini daha Kelimeler ve Şeyler’de verir: Bu kitabın doğum yeri, Borges’in bir metninin içindedir. Okunduğunda, düzene sokulmuş tüm yüzeyleri ve varlıkların kaynaşmasını bizim için yatıştıran tüm düzlemleri sarsalayarak, bizim bin yıllık Aynı ve Başka uygulamamızı şirazesinden çıkartarak ve onu uzun bir süre boyunca kaygılara sevk ederek, tüm düşünce alışkanlıklarını -bizimkileri: bizim çağımız ve coğrafyamızın sahip olduklarını sarsan gülüşün içindedir (1994: 11). Foucault burada “başka bir düşüncenin egzotik cazibesi” ve bizim düşüncemizin sınırını ifade eden Borges’in “bir Çin Ansiklopedisi” metnine göndermede bulunur. Yine de bu başka düşünme bir imkânsızlık olarak belirir. Çünkü temel mantığı olanaksız kılmaya dayanır. Oysa “yeni bir dünya kurmak için yeni sözcükler yeterli değildir. Yıkıcılık, sözcükler ile şeyleri bir arada tutan ve onların ilişkilerinin içsel biçimi –doğal değil saymaca, tarihselleştirilmiş, iktidara sıkı sıkıya bağlı bir biçim– olan ince bir gerilim hattından geçer” (Revel, 2006: 59). Edebiyat ve delilik arasındaki yakınlığın vurgulandığı diğer örnek, yine Kelimeler ve Şeyler’de, Don Quijote’dir. Foucault’ya göre Don Quijote “Rönesans dünyasının negatifini temsil etmektedir” (KŞ, 1994: 85). Kelimeler ve şeyler arasındaki karşılıklı ilişki yakınlık ve benzerlik üzerinden değil ama kelimelerin şeylerin düzeni tesis ettiği bir temsil üzerinden kurulur. Don Quijote’nin “benzerliğin bütün işaretleri önünde mola veren özenli bir hacı” olarak maceraları bir sınır deneyimi olarak açığa çıkar (KŞ, 1994: 83). Don Quijote gösterge ve gösterilen arasındaki kopukluğu gidermek, ilişkiyi yeniden inşa etmek ister. Bu isteği modern edebiyat için de söylenebilir. Katedral Heyeti Üyesi’nin tanımıyla Don Quijote “komik bir mensur epiktir”. Komedi ve dolayısıyla kahkaha ciddiyeti tehdit eder, onun özgüvenini sarsar. Bu anlamda Don Quijote “geleneğe ve otoriteye başkaldırı” anlamına gelir (Parla, 2013: 56). Don Quijote ardına düştüğü kelimeler ve şeyler arsındaki benzerliği yeniden tesis etme arayışı başarılı olmaz ama edebiyatta özgün bir yer açar: roman. Kelimeler ve şeyler arasındaki benzerlik bağının çözüldüğü ve yeni bir temsil ilişkisinin açığa çıktığı Rönesans edebi türler “tanımlamış ve sınıflandırmıştır. Bu metin Derrida’nın Writing and Difference yapıtında yer alır (2005: ss. 36-76). 7 Y 52 Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik Neoklasik dönemde bu tanım ve sınıflandırmalar kurallaştırılmaya” çalışılmıştır (age., 29). Don Quijote bu sınıflandırmadan kaçar. Don Quijote romanın ilk örneğidir, roman on dokuzuncu yüzyıla kadar edebi bir tür olarak algılanmaz. Bunun nedeni ise farklı türleri iç içe geçiren bir yapısı olması dolayısıyladır. Bu bağlamda, Don Quijote’nin başarısız girişimi bir hayal kırıklığına değil, başka bir dil olanağının, söylemin dışına çıkmanın olanağını işaret ettiği söylenebilir. Foucault’nun tarihçiliği zaten çoktan yitmiş olan geçmişin yeniden kurulması, yakalanması değil, bu yitip gitmiş, sessizliğe gömülmüş, cansız olanın izine şimdinin ufkunda yönelir. Bu yüzden arkeoloji özgün bir yöntem olarak ortaya çıkar: O, dilsiz anıtların, cansız izlerin, bağlantısız nesnelerin ve geçmiş tarafından terkedilmiş şeylerin disiplini olarak, arkeolojinin tarihe yöneldiği ve ancak tarihsel bir söylemin yeniden kurulmasıyla ancak anlam kazandığı bir zaman idi; …diyebiliriz ki, günümüzde, tarih arkeolojiye –anıtın içsel tasvirine–yönelir” (BA, 1999: 19).8 Foucault’nun tarihçiliği anlatıcının, hakikati ve nesnelliğin otoritesi olarak tarih yazarının, ya da kahramanın belirleyiciliğinde gündeme gelen klasik tarihçilikten radikal bir biçimde ayrılır. Foucault “deliliğin tarihinin Başka’nın [the Other] tarihi” olduğunu “şeylerin tarihini” ise “Aynı’nın [the Same] tarihi” olduğunu vurgular, fakat onun aradığı bu özdeşlik ve başkalık mantığının dışında bir ilişkidir (KŞ, 1994: 24). Anlatıcının ve kahramanın olmadığı, deliliğin sınırlarında açığa çıkan edebiyat incelemeleri Foucault’nun aradığı başka bir anlatım, özdeşlik-ötekilik ikileminin “dışında”, farkı fark olarak düşünebileceğimiz bir mantık imkânını sunar. Yine de Foucault’nun siyasal arayışının son dönem etik düşüncesinde daha rafine bir boyut kazandığını vurgulamak gerekir.9** 8 Anlatım bozukluğu çevirmene ait. 9 Metin içerisinde Foucault’nun Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Seçme Eserler’i içinde yayınlanan yazı ve söyleşilere yapılan gönderme doğrudan kitap içerisindeki sayfa numaralarına yapılmıştır Y ** 53 Kartal, Ü. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Kaynakça Akarsu, Bedia (1998). Felsefe Terimleri Sözlüğü. 7. Baskı. İstanbul: İnkılap Kitapevi Yayın Sanayi ve Tic. A.Ş. Bayne, Roy (2009). Foucault ve Derrida: Aklın Öteki Yüzü. Çeviren: İsmail Yılmaz. Ankara: BilgeSu. Blanchot, Maurice (2005). Hayalimdeki Michel Foucault. Çeviren: Ayşe Meral (Michel Foucault’nun Maurice Blanchot: Dışarının DüşüncesiMaurice Blanchot: Dışarının ile birlikte). İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Derrida, Jacques (2005). Writing and Difference. Translated, with an introduction and additional notes, by Alan Bass. London and New York: Routledge. Descombes, Vincent (1993). Modern Fransız Felsefesi. Çeviren: Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi. Foucault, Michel (1994). Kelimeler ve Şeyler (KŞ). Çeviren: M. Ali Kılıçbay. Ankara: İmge Kitabevi. —. (1999). Bilginin Arkeolojisi. Çeviren: Veli Urhan. İstanbul: Birey Yayıncılık. —. (2000). Özne ve İktidar (Öİ). Çevirenler: Işık Ergüden-Osman Akınhay. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. —. (2001). “Söylemin Düzeni”. Çev. Turhan Ilgaz. Ders Özetleri içinde, çeviren: Selahattin Hilav. 5. Baskı. İstanbul: YKY. —. (2011). Büyük Kapatılma (BK). 3. Basım. Çevirenler: Işık Ergüden-Ferda Keskin. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. —. (2011). Felsefe Sahnesi (FS). 2. Basım. Çeviren: Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Kearney, Richard (1994). Modern Movements in European Philosophy: Phenomenology, Critical Theory, Structuralism. 2nd edition. Manchester and New York: Manchester Univeristy Press. Parla, Jale (2013). Don Kişot’tan Bugüne Roman. 13. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları. Poster, Mark (2008). Foucault, Marksizm ve Tarih. Çeviren: Feride Güder. İstanbul: Otonom Yayıncılık. Revel, Judith (2006). Michel Foucault: Güncelliğin Bir Ontolojisi. İtalyancadan çeviren: Kemal Atakay. İstanbul: Otonom Yayıncılık. Y 54 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 BİLGİ YÖNETİMİ VE EĞİTİM YÖNETİMİNE UYGULAMASI1* KNOWLEDGE MANAGEMENT AND APPLICATION OF EDUCATIONAL MANAGEMENT İsmet KESEN2** Özet Yönetim bilimi alanında yüzyılın en önemli iki kavramı bilgi ve teknolojidir. Bilgi, örgütlerin yeni üretim etkeni, teknoloji ise onun vazgeçilmez unsurudur. Bilgi yönetimi, zihinsel sermayeyi yönetilebilir bir değer olarak ele alan en önemli örgütsel yönetim alanıdır. Örgütsel etkinlikler, yönetim modelleri ve teknoloji bilgi yönetiminde kullanılan araçlardır. Bilgi toplumuna geçişte eğitim büyük önem taşımaktadır. Eğitimin etkililiği büyük oranda etkili okullara, etkili okul geliştirmek de bilgi yönetimi alanında yetkin, etkili okul yöneticilerine bağlıdır. Bu araştırmanın amacı, bilgi, bilgi yönetimi ve eğitim örgütlerinde bilgi yönetimi kavramlarını ve uygulamalarını incelemektir. Anahtar Kelimeler: Bilgi, bilgi yönetimi, teknoloji, eğitim yönetimi Abstract Two most important concepts of the century in management science are knowledge and technology. Knowledge is the new production factor of the organizations while the technology is the vital part of it. Knowledge management is the most important area of organisational management which deals with intellectual capital as a manageable value. Organisational activities, management models and technology are the tools that are commonly used in knowledge management. Education is seen as the key to knowledge ecology. The effectiveness of education heavily depends upon effective schools, which themselves rely on effectiveness and competency of school administrators on knowledge management. The purpose of this study is examining concepts and applications of knowledge, knowledge management and knowledge management in educational organizations. Keywords: Knowledge, knowledge managment, technology, education managment, *1 Bu çalışma, yazarın doktora Tezinin bir bölümünden derlenmiştir. İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Bilgi Yönetimi Yeterlikleri (Ankara İli Çankaya İlçesi Örneği. (2006). Ankara: Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Y **2 Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, i.kesen@alparslan.edu.tr 55 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Giriş Bilgi, bilmeyi bilmektir, Bilmek, kendini bilmektir. İnsan dışındaki tüm canlılar yaşamak için ne yapacaklarının bilgisine önceden sahiptirler. Hayvanlar neyi yemeleri gerektiğini, otoburlar zehirli olmayan otları, etoburlar kendilerini besleyebilecek yaratıkları bir başkasının bilgi aktarmasına gerek olmaksızın ayırt edebilirler. İnsan ise, ne yapacağını bedeninde hazır bulunan bir donanımdan çıkaramaz, çevresiyle baş edebilmesi, yaşamını sürdürebilmesi, herhangi bir şeyi bilebilmesi için, güdülerinin yanında ‘bilgi’ denilen bir soyutlukla ilinti kurması gerekir. İnsan bilgiyi alır. Aldıklarının yardımıyla türetir. İnsanın aldığı veya türettiği bilgi hiçbir zaman bedeninin bir parçası olmaz. İnsanın bedenine bitişik olan yalnızca yeti denilen bir imkândır. İnsan olmak veya insan kalmak ancak bir bilgi dağarcığıyla yani bir takım soyut uzlaşma alanlarıyla mümkündür. İnsanın bilgisiz yaşayamayışı da onun topluluklar halinde, örgütsel yaşamasını zorunlu kılmaktadır (Özel 2004: 21). İnsan, özü gereği bilmek ister, dolayısıyla düşünce tarihi, insanın bilme çabalarının tarihidir denilebilir. Düşünebildiği takdirde var olabileceğini duyumsayan insan ruhu, her defasında daha iyi ve/veya en iyi duruma gelmeyi isteyerek, adımladığı her basamağı düşünme ve üretme sürecinin ara duraklarından biri ve düşünmeyi de varlığının bir teminatı olarak görmüştür. İnsanlık bu yeteneği sayesinde yaptığı tüm çalışmalarında aslında huzur ve rahat içinde sürdürülebilir bir yaşam imkânına kavuşmayı amaçlamaktadır. Kuramsal ve uygulamalı bilimler de yaptıkları çalışmalarla hep bu amaca hizmet etmektedirler. Bu amaç doğrultusunda, birçok aşamadan sonra içinde yaşadığımız çağda ‘bilgi toplumu’ denilen yeni bir boyuta ulaşılmıştır. İnsanlık tarihinde geçilen her önemli aşama, zenginlik kaynaklarının da değişimine sebep olmuştur. Tarihsel bağlamda insanlığın en önemli üç aşaması olduğu kabul edilen tarım toplumu, sanayi toplumu ve ardından bilişim (bilgi+iletişim) toplumu, farklı zenginlik kaynaklarına sahip olmuştur. 16. ve 17. yüzyılların zenginlik kaynağı olan toprak, sanayi toplumuna geçişle yerini makine ve fabrikaya bırakmış, bilişim toplumuna dönüşüm ile ise her dönemde değerli olan, ancak belirli merkezlerde toplanan bilgi, giderek artan bir güç olarak en önemli zenginlik kaynağı olmuştur. İnsanlık, sanayi toplumundan bilişim toplumuna bir bilişim devrimi yaparak geçmiştir. Sosyal ve ekonomik gelişme sürecinde başta insan etkeni ve bilgi olmak üzere tüm alanlarda yapısal değişimi gerekli kılan, sanayi toplumunun uzantısı olarak ortaya çıkan bilgi toplumu; ‘bilgi ekonomisi’, ‘sanayi-sonrası toplum’, ‘bilişim toplumu’, ‘bilgi çağı’ gibi adlandırmalarla ifade edilmektedir. Ayrıca, sosyal ve ekonomik gelişme sürecinde tarım devrimi birinci dalga, sanayi devrimi ikinci dalga, enformasyon devrimi veya bilgi toplumundaki gelişmeler ise üçüncü dalga olarak nitelendirilmektedir. Üçüncü dalga, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda yeni bir yaşam biçimi doğmasına neden olmuştur. Daha önceki dönemlerde başlıca üretim etkenleri toprak, emek, hammadde ve sermaye iken bilgi toplumu (üçüncü dalga) ekonomisinin temel kaynağı bilgi olmuştur (Toffler ve Toffler 1996:42). Y 56 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması Günümüzde gelişmiş ülkeler bu yeni zenginlik kaynağına sahip olmanın; bilgiyi üretmek, paylaşmak, saklamak ve etkin olarak kullanmak ile mümkün olacağının bilinci ile hareket etmektedirler. Şan’ın (2005) aktarımına göre; Romer (1993), “gelişmiş ve kalkınmakta olan ülkeler arasında, düşünce ve nesne boşluklarının (idea gaps and object gaps) var olduğunu, nesne boşluğunun; fabrikaların, yolların ve hammaddelerin olmaması, düşünce boşluğunun ise kalkınmakta olan ülkelerin gelişmiş ülkelerde ekonomik değer olarak üretilen ve kullanılan bilgiye erişilememesi durumu olduğunu” belirtir (Şan 2005:1). Bilgi temelli gelişimin odağında entelektüel sermaye ve teknoloji kavramları yer almaktadır. Öğrenme süreçlerini başarıyla gerçekleştiren ve insan sermayesi olarak yatırım yapılmış bireyler ekonomiye devinim kazandırmakta ve geliştirilen teknolojiler ile ekonomik etkinlikler kolaylaşmakta ve hızlanmaktadır. İyi eğitimli, yenilikçi ve girişimci bireylerin oluşturduğu insan sermayesi, toplumun ekonomik etkinliklerini de olumlu etkilemektedir (Laszlo ve Laszlo 2002:409). Dünyayı kısa zamanda etkisi altına alan bilgi toplumunun temel özellikleri sanayi toplumunun özellikleri ile karşılaştırmalı olarak şu şekilde sınıflandırılabilir (Aktan ve Tunç 1998): Sanayi toplumunda maddi sermaye ve kol gücünün yerine, bilgi toplumunda bilgi ve insan sermayesi (beyin gücü) geçmiştir. • Sanayi toplumunda mal ve hizmet üretiminde gelişmenin başlangıcı olan buhar makinesinin yerini bilgi toplumunda bilgisayar almıştır. • Sanayi toplumundaki fabrikaların yerini bilgi toplumunda bilgi kullanımını içeren bilgi ağları ve veri bankaları (iletişim ağ sistemi) almaktadır. Bilgi, dünyanın her tarafında üretilmekte ve iletişim teknolojileriyle her tarafa yayılmaktadır. • Sanayi toplumundaki genel eğitimin yerini bilgi toplumunda eğitimin bireyselleşmesi ve sürekliliği almaktadır. • Sanayi toplumundaki özel ve kamu iktisadi kuruluşlardan farklı olarak bilgi toplumunda gönüllü kuruluşlar önem kazanmaktadır. • Sanayi toplumunda, üretilen mal ve hizmetlerin kıtlığı söz konusu iken, bilgi toplumunda bilgi kıt değil, paylaşıldıkça artmaktadır. • Sanayi toplumunda üretilen mal ve hizmetlerin bir yerden bir yere taşınmasında uzaklık ve maliyet önemli iken, bilgi toplumunda bilgi otoyollarıyla tüketici ile bilgi arasındaki uzaklık önemini kaybetmekte ve maliyetler en aza inmektedir. • Sanayi toplumunda tüketici taleplerinin karşılanmasında mal ve hizmetlerin devinimi oldukça düşük, bilgi toplumunda ise bilginin devinimi kolaydır. Bu durum, bilginin sınırsız bir tüketici tarafından tüketilmesine ve yenilikleri özendirmesine yol açmaktadır. Y • 57 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Bilgi toplumunda, ekonomik ve sosyal yaşamın merkezinde bilgi ve iletişim teknolojileri bulunmaktadır. Artık bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişim ve kişi başına kullanım oranı, ülkelerin gelişmişliğinin ölçütü olarak görülmektedir. Bilgi toplumunda bir örgütün uzun erimli başarısı ve etkinliği, sahip olduğu bilgi birikimine, bu bilgiyi doğru biçimde ve hızlı değerlendirebilmesine ve örgütsel hafızasına (arşivine) bağlıdır. Kurumun etkinliği bilgiye yön vererek aldığı kararlar ile değerlendirilebilir. İyi ve doğru kullanılan bilgi, etkinlik ve verimliliği yanında getirir. Bununla birlikte başarılı örgütler yalnızca teknoloji ve yöntemlere yatırım ile amaçlarına ulaşamaz. İnsangücü yatırımı, bilgi toplumunda giderek daha da önem kazanmaktadır (Şan 2005:i). Bilgi toplumuna geçişle yaşanan dönüşüm örgütsel çalışmalarda yöneticilerin, geometrik olarak artan bir bilgi ve belge akışına, sesli, görüntülü, elektronik, basılı olarak, internet, e-postalar, yazışmalar, raporlar ve telefonlar gibi yöntemlerle kolaylıkla ulaşmalarına imkân sağlamıştır. Bu durum, giderek gelişen teknolojinin de etkisiyle örgütlerin, yoğun bir bilgi ve belge yönetimi sorunu ile karşı karşıya kalmasına sebep olmuştur. Geometrik olarak artan bilgi ve belge üretimi örgütlerde bilgilerin üretilmesi ve geliştirilmesi, sınıflandırılarak saklanması, aktarılarak paylaşılması ve kullanılarak değerlendirilmesi süreçlerinin belirli bir sistemle yönetilmesini zorunlu hale getirmiştir. Bilgi Türk Dil Kurumu Sözlükleri, bilgiyi eğitim bağlamında; “insan usunun kapsayabileceği olgu, gerçek ve ilkelerin tümüne verilen ad; insan anlığının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünsel ürün; genel olarak ve ilksezi biçiminde zihnin kavradığı temel düşünceler; bir yargılamada bulunabilmek için bilinmesi gereken öğelerin her birine verilen ad; bir şeyi bilme hali” olarak (Oğuzkan 1974), bilişim bağlamında; “bilgi işlemde, kullanılan uzlaşımsal kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam” olarak (Aydın 1981) ve felsefi bağlamda; “bilme edimi; bilinen şey; bilme edimi sonunda ulaşılan şey; bir şeyin bir şey olarak kavranması” olarak tanımlamıştır. Aynı Türkçe Sözlük’de; bilginin şu biçimlerde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir: “insandaki ruhsal bir olay olarak; kavrama edimi, asalt bilinç edimi, yönelme (eğilim, intention) olarak; özne (bilen) ve nesne (bilinen) arasındaki ilişki olarak (bilgi bağlantısı); nesnenin öznedeki imgesi, tasarımı, izdüşümü olarak (bilgi oluşumu); tasarım imgesinin nesneyle uyuşması olarak; bilgimizin ve bilgi imgemizin nesnenin tüm içeriğine yaklaşma eğilimi olarak (bilgi süreci, bilgi ilerlemesi); bilginin başkasına ulaştırılabilir, aktarılabilir sonucu olarak (bilgi ürünü, bilgi sonucu)” (Akarsu 1975). İngilizce’de ise bilgi iki farklı kavramla nitelendirilmektedir: İstatistiksel verilerin oluşturduğu ‘information’ ve bu verilerin yorumlanarak daha anlamlı ve bütüncül olarak ortaya konduğu ‘knowledge’. Bilgi kavramı üzerine yerli ve yabancı kaynaklarda değişik yorumlar yapılmaktadır. Bu nedenle bilginin ne olduğu ve ne olmadığının anlaşılabilmesi için bu terim kavramsal, felsefi ve örgütsel bağlamda ele alınarak incelenmelidir. Aşağıdaki bölümlerde bilgi kavramı, farklı disiplin ve yaklaşımlardan yararlanılarak aydınla- Y 58 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması tılmaya çalışılmıştır. İngilizce’deki ‘knowledge’ ve ‘information’ kelimeleri, Türkçe’de ‘bilgi’ kelimesi ile tek karşılık bulmaktadır. Hançerlioğlu (1976:165), bilgiyi İngilizce ‘cognition’ ve ‘knowledge’ kelimelerinin karşılığında kullanmış ve “insanın toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimi” olarak tanımlamıştır. İngilizcede ‘cognition’, “bilme eylemi veya süreci; algılama” (Unabridged Dictionary 2006); ‘knowledge’ ise, “bilme durumu, anlama, aşina olma, farkında olma” anlamında kullanılmaktadır (Unabridged Dictionary 2006). Hançerlioğlu (1977a:272), İngilizce ‘information’a karşılık olarak Türkçede ‘haber alma’ ifadesini kullanır ve “dille ya da fiziksel bir uyaranla bildirme ve bilgi alma” olarak tanımlar. İnam (2006), bilgi konusunda dört farklı kavramın olduğunu ve bunların birbirinden ayrılması gerektiğini vurgular. Bunlar; veri (data), haber-malumat (information), bilgi (knowledge) ve bilgeliktir (wisdom). Veri, bir canlı organizma olarak insana ulaşan her şeydir. Yani, insanın yüzünü yalayıp geçen rüzgâr, başının üzerine yağan yağmur, kulağına gelen ses vb. bunlar birer veridir. Türk Dil Kurumu Sözlükleri’nde ise veri; “sonuç çıkarmak, çıkarsama yapmak, ya da bir incelemeyi sürdürmek için gerekli olaylara, ilişkilere ve sayısal ham bilgilere verilen ad; bir araştırmada sorunun çözümünü sağlamak amacıyla derlenen bilgiler” olarak tanımlanmıştır (Oğuzkan 1974). Verilerin bir üst basamak olan habere (malumat, enformasyon) dönüşebilmesi için insanın onun farkında olması ve yorumlaması gerekir. Örneğin bir uçak biletinde harflerden ve rakamlardan oluşmuş karmaşık yazılar biletin sahibi için bir veri grubudur ve biletin sahibi bu yazıların bir şeyler ifade ettiğinin farkındadır. Bu verilerin habere dönüşebilmesi, insanın onu okuyup çözebilmesini gerektirir. Bu veriler çözüldüğünde uçağın kalkış saati, kapısı gibi anlamlar elde edilir, bunlar da insan için haberdir (malumat, enformasyon). Haberin varlığı, insanın hayatta karşılaştığı veya çözmeye çalıştığı sorunları çözmesi için gereklidir fakat yeterli değildir. Çünkü haberin de bir üst basamağı olan bilgiye çevrilmesi gerekir. Eğer uçak biletinin sahibi uçak kalkış durumu ile elde ettiği haberi, içselleştirerek, yorumlayarak davranışlarını bu haber doğrultusunda yeniden düzenleyerek, programını habere göre yaparsa, haberi kendisi için bilgi boyutuna çıkarmış olur. Y Bilgi, veri ve haber gibi daha ham anlam biçimleri ile anlayış, kavrayış, akıl ve bilgelik gibi daha karmaşık ve işlenmiş anlam biçimleri arasında yer alır. Veri, gözlemlenebilen, ölçülebilen veya hesaplanabilen bir davranış ya da tutuma ait değerdir. Enformasyon ise, verileri ve belirli yorum ya da işlemleri içerir ve verilere göre daha belirli bir çerçeveye sahiptir. Başka bir ifade ile enformasyon elde edilebilen, filtrelenen ve işlemden geçirilen verilerdir. Bilgi, deney, deneyim, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan, sosyal olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir enformasyon şeklidir. Bilgi, kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve genelde deney ve deneyimlerin bileşiminden oluşur. Veri, haber ve bilgiden sonra anlam piramidinin en üstünde akıl ve bilgelik bulunur. Bilgelik, sosyal olaylarda doğru ya da yanlış olanı ayırt etmeye yarayan bütün bilgileri kapsar. Sosyal olayların nedenlerini doğru bir şekilde kavrayabilmeye ve en doğru ya da en güzeli seçebilmeye yardımcı olan anlama, kavrama ve 59 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. akıl yürütme aşamalarında doğru kararlar alınabilmesi, bilginin sistematik bir biçimde işlenmesi, gözlem ve deneyimlerle yeniden şekillendirilmesi halinde mümkün olabilir. Bu aşama anlam piramidindeki son aşama olan akıl-bilgelik aşamasını simgeler (Aktan ve Vural 2005). İnsan, kalıtım bilgileriyle biyolojik; algılama, depolama, hatırlama, düşünme ve konuşma yetenekleriyle bilişsel; toplumla etkileşimi ve dil kullanımıyla toplumsal bir varlıktır. İnsani bilgi, insanın eksiklik duyduğu ortamlarda gereksinim ve istemleriyle üretilir. Ülken (2001:208-214), insan gereksinimini iki bölüme ayırır: Bilinen ve bilinmeyene duyulan gereksinim. Bilinene duyulan gereksinim, varlığından haberdar olunan ve bilincine varılmış şeye olan gereksinimdir. Bilinmeyene duyulan gereksinim ise, varlığından haberdar olunmayan ve bilincine varılmamış şeye duyulan gereksinimdir. Habermas’a göre: Bilgi, insanın istemleri ile oluşur. İstem, bilgi edinmenin nedeni değil, bilgi edinme kılavuzu, yönelimi ve stratejisidir. İstemler, teknik, pratik ve özgürleşimci istemlerdir. Teknik istemle insanın doğayla etkileşimi sonucu ampirik-analitik; pratik istemle toplumla etkileşimi sonucu, tarihsel-yorumsamacı; özgürleşimci istemle kendisiyle etkileşimi sonucu eleştirel bilimler ortaya çıkar. İnsani bilgi, beyinde gömülü bilgi, bedende gömülü bilgi ve yetenek bilgisi (beyinde ve bedende gömülü bilginin etkileşimli kullanımını sağlayan) olarak sınıflandırılabilir. Bu özellikler, aynı zamanda insanın bilgi üretme potansiyeli taşıyan bir varlık olduğunun da ifadesidir. İnsan, kendisinin yeniden üretimi sürecinde, çalışma ve etkileşim ile bilgi üretir. Habermas’a göre insani bilginin kökenleri, insanın düşüncelerinde, eylemlerinde ve istemlerindedir (Çiğdem 1997:67-74). Rosenthal (1970), ‘Bilginin Zaferi’ adlı eserinde İslam dünyasında bilgi üzerine yaptığı kapsamlı ve derin araştırmasında, Arapça ‘ilm’in İngilizcedeki ‘knowledge’ (bilgi) ile adeta tamamen örtüştüğünü, bununla beraber ‘knowledge’(bilgi)’nin ‘ilm’in olgusal ve duygusal içeriğini bütünüyle ifade etmede yetersiz kaldığını belirtmiştir (Rosenthal 2004:12). Rosenthal (1970), yaptığı incelemede onlarca bilgi tanımına ulaşmıştır. Bu tanımların çoğunun, öznel olanın nesnel olan ile girdiği ilişki içinde yaşadığı zihni (psikolojik) eyleme dair bir açıklamanın -somut veri hâkimiyetinin- bir şekilde bilginin doğasını yakalama hususunda yeterli olacağı varsayımını temel alındığını söyler. Bu tanımlarda bilinen (ma’lum) nesnenin bilgiden önce geldiğinin kabul edilmiş bir olgu olduğunu da vurgular. Bu tanımlardan üst tanım olarak gösterdiği bazıları şunlardır (Rosenthal 2004:74-90): • Bilgi, bilme işlemidir, bilen ve bilinen ile özdeştir ya da bilene bilmesini sağlayan bir niteliktir. • Bilgi, marifettir. • Bilgi, zihni algılama sayesinde bir ‘elde etme’ ya da ‘bulma’ işlemidir. • Bilgi, açıklama, tespit etme ve kesinlikle belirleme eylemidir. • Bilgi, bir suret, bir kavram ya da mana, zihni bir şekillendirme ve canlandırma ve/ veya zihni bir doğrulama eylemidir. Y 60 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması • Bilgi, inançtır (bu bilgi anlayışı, aslen felsefidir). • Bilgi, hatırlama, hayal gücü, hayal, görüş ve düşüncedir. • Bilgi, harekettir. • Bilgi, davranış ile ilişkilendirilerek tanımlanabilir. Aristoculuk, ‘bilginin, amelin (edim) mebdei (başlangıç) ve amelinde, bilginin menşei (kök) olduğunu’ ileri sürer. • Bilgi, cehaletin tam tersi olarak anlaşılabilir. • Bilgi, dışarıdan gelen bir ilhamın ya da bir iç müşahedenin (gözlem) sonucudur. Dilsel bağlamda bakıldığında bilgi (knowledge), tek özne tarafından enformasyon veya haber ise birden fazla özne tarafından gerçekleştirilen eylemde ortaya çıkan üründür. Kavramsal olarak bilgi ve haber (enformasyon) arasındaki fark; özne sayısı ile eylemin gerçekleştirilme ve nesnelleştirilme biçimlerindedir. Bilgi, insanın düşünmesiyle oluşan bilişsel birikimidir. Haber ise bilginin toplumda dolaşan halidir ya da toplumsal bilme sürecine girmiş bilgidir ve hareket yönü bilenden bilmesi istenene ya da bilmek isteyene doğrudur. Bilgi kavramında; tek özne ve tek kişi tarafından gerçekleştirilen eylem, haber kavramında ise birden çok özne ve etkileşimli eylem vardır. Haber bilgilendirme amacı taşır, bilgi ise amaç ve ihtiyaç durumunda kullanılabilecek durağan ya da potansiyel bir bütündür. Enformasyon ayrıca enformasyon teknolojisi aracılığı ile üretilen veri için de kullanılmaktadır (Şan 2005:26). Tonta (2004)’nın aktarımına göre Kuçuradi (1995), felsefi olarak bilgi (knowledge) ve bilginin nesnesini inceleyerek; bazı Avrupa dillerinde bilgi teriminin hem bilme etkinliğini hem de bu etkinlik sonucu elde edilen çıktıyı tanımlamak için kullanıldığına değinmekte ve insanlara ait bir etkinlik olan bilginin iç içe geçmiş birçok etkinlikten (algılama, anlama, düşünme, karşılaştırma, yorumlama, açıklama, doğrulama, değerlendirme, vb.) oluştuğunu vurgulamaktadır. Yine felsefi olarak Mengüşoğlu (1992:47-48), bilgiyi, insani bağlamda ele almış ve bilme etkinliği sürecinde bilen ile bilinen (bilinmek istenen) arasında oluşan ürün olarak tanımlamıştır. Bilgi olgusu, kuramsal çerçevede; İngilizce epistemologia (bilimsel bilgi) ve gnosiology (sezgisel bilgi) terimleri ile Türkçe’de ise ‘bilgi kuramı’ terimi ile incelenmektedir. Usçular grubundaki filozoflar, bilginin insan usunda doğuştan var olduğunu; duyumcular ise, insan bilgisinin doğuştan sonra duyularla kazanıldığını savunmuşlardır (Hançerlioğlu 1979b:37). Y Sokrates “hiç kimse bilerek yanlış yapmaz” der ve bilgi ile erdemi, cehalet ile de erdemsizliği özdeşleştirir. O’na göre “bilgi, bizzat güzel ve iyidir; bilgi, bizzat erdemdir.” Fakat Sokrat, her türlü bilginin değil ancak özel bir bilgi türünün erdem olabileceğini belirtmektedir. Bu özel bilgi ise iyi ve kötünün bilgisidir. Bilginin özel bir çeşidi olan bu bilgi ise ‘hikmet’tir. Hikmet, tıp, geometri gibi bir bilimdir ve tıp nasıl sağlığın bilimi ise aynı şeklide hikmet de ‘insan benliğinin bilimidir.’ Aristo ise bilgi-davranış ilişkisini temelde kabul etmesine rağmen ahlaki zayıflığın kötü davranışlara yol açabileceğini ilk defa savunan kişi olarak Sokrat’ın “bilgili kişi, erdemli kişidir” görüşüne karşı çıkmıştır. Ancak Aristo, düşünce sisteminin temel yapısı olan ilk felsefesi’ne (metafizik) şu cümle 61 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. ile başlamaktadır: “Bütün insanlar tabii olarak bilmek isterler.” Aristo tüm bilgileri dört temel sınıfta toplamaktadır. İlk kademe bilgiyi sadece duyularla elde edilen bilgi, ‘algısal bilgi’(sense-perception) olarak adlandırmaktadır. Bu bilginin daha kullanılır bir duruma getirilmesine ise ‘deneyim’ demektedir. Bundan daha üstün olan bilgiyi ise ‘sanat’ olarak adlandırmaktadır. Aristo’ya göre sanatkâr, bilginin sebeplerini bildiği halde, deneyim sahibi kimse sadece ‘bilginin öyle olduğunu bilmektedir.’ Aristo’ya göre bütün bu bilgilerden daha üstün olan bilgi ise ‘hikmet’tir (sofia). Hikmet, ilk sebeplerin ve ilkelerin bilgisini içeren ‘kuramsal bilgi’dir (Açıkgenç 1992:17-19). Krishnamurti (1979); bilgiyi değişik bir bakış açısı ile değerlendirerek; insanın gelişmesinin giderek daha çok bilgi elde etmesinde yani biriktirilen bilgide yatmadığını, bilginin her zaman geçmiş olduğunu ve geçmişten özgürleşme olmadan gelişimin her zaman sınırlı kalacağını ve belirli bir düzene sıkışılıp kalınacağını vurgulamaktadır. O’na göre bilginin tüm hareketini bütünüyle görmekle elde edilen farklı bir öğrenme yoluyla gelişim sağlanabilir. Bilgi gereklidir ama bilginin sınırlılıklarını anlamak ve bütün hareketine ilişkin bir içgörü elde etmek gerekir (Krishnamurti 1999:110). Farklı yönleriyle incelenmeye çalışılan bilgi kavramı, İngilizce, Osmanlıca ve Türkçe’deki bilgi ile ilişkili kavramlar karşılaştırılarak şu şekilde çözümlenebilir (Çizelge 1): Çizelge 1. İngilizce ve Türkçe’de Bilgi İle İlişkili Kavramlar İngilizce Osmanlıca Türkçe Data Muta Veri Information Malumat Haber Knowledge İlim Bilgi, bilmek Wisdom İrfan, hikmet Bilgelik, tanımak Kaynak: Kesen (2006:12) Çizelge 1’de belirtilen ve genellikle birbirleriyle karıştırılan bilgi ile ilgili kavramlar şöyle çözümlenebilir: ‘Bilen’in (özne) bilebilmesi için ‘bilinen’e (nesne) ihtiyacı vardır. Diğer bir deyişle ‘bilen’ (bilgin, âlim) ve ‘bilinen’ (nesne, malum) olmazsa bilgi (ilim) de olmaz. Bilgi, bilen ile bilinen arasındaki bir ilişkinin ürünüdür. Bu ilişkiden, ‘bilinen’ iki farklı konum alabileceği için, iki farklı bilgi yaklaşımı çıkarılabilir. ‘Bilinen’ olarak insan zihninin dışında kalan dünyaya ait nesneler kastedildiğinde farklı bir bilgi türünden, ‘bilinen’ olarak aynı zamanda ‘bilen’ olan insanın kendisi, zihni, davranışı, düşünmesi, değerleri kastedildiğinde ise farklı bir bilgi türünden bahsediliyor demektir. Başka bir deyişle bilgi ile ilgili olarak, ‘bilinen’e göre ‘bilgi’ ve ‘bilen’e göre bilgi sınıflandırılması yapılabilir. ‘Bilinen’e göre bilgi; ‘bilinen’in bilen’in zihnindeki kavramsal görüntüsü olan bilgi türüdür. Yani dış dünyadaki nesnelerin bilgisidir. ‘Bilen’e göre bilgi ise, insanın dış dünyadan duyuları aracılığıyla algıladıklarının kendisi olan bilgi türüdür. Birinci yakla- Y 62 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması şımda tikellerin bilgisi, ikinci yaklaşımda ise tümellerin bilgisinden söz edilebilir. Yani birinci tür bilgide daha çok parçalı bir yaklaşım, dış dünyadaki tek tek nesnelerin bilgisi söz konusu iken ikinci yaklaşımda tümel yani zihindeki kavramsal, bütünsel bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Bilgi kavramı, yapılan bu tartışmalardan sonra, kavramın Türkçe’deki karşılıkları da gözetilerek anlaşılabilirliğinin kolaylaşması için şu şekilde özetlenebilir: İngilizce’de ‘Knowledge’ ve Arapça’da ‘İlim’ kelimesi, Türkçe’de fiil kökü (mastar) anlamı ve isim anlamı olmak üzere iki şekilde karşılık bulmaktadır: Mastar anlamıyla ‘bilmek’ eylemi, isim anlamı ile ise bilme eyleminin çıktısı olan ‘bilgi’ kastedilmektedir. Mastar anlamıyla bakıldığında ‘bilgi’nin, bilmeyi bilmek yani bilebilmek anlamına geldiği görülmektedir. Bu anlamıyla bilgi, öğrenme kavramına yaklaşmaktadır. O halde bilgi aynı zamanda öğrenmek, anı yakalayabilmek ve sürekli yenilik halidir denilebilir. Bilinmiş olan bilgi yani isim anlamındaki bilgi ise paylaşılmak istendiğinde habere (enformasyon) dönüşmektedir. Nesnel, objektif (kesin) bilgi’ye ‘bilim’, bu tür bilgi sahibine ise ‘bilgin’ (alim) denilmektedir. Bu bilgi türü ‘bilinen’e göre bilgi türüdür. Yani bilgin kendi dışındaki nesnelerin bilgisine sahiptir. Eğer bilgin aynı zamanda kendine ait bilgilere sahip ise, yani ‘kendini bilen’ ise ona ‘bilge’ (arif) denilmektedir. Bu bilgi türü de ‘bilen’e göre bilgi türüdür ve Türkçe’de tanımak (irfan) olarak, İngilizce de ise ‘Wisdom’ olarak karşılık bulmaktadır. Bilgi Çeşitleri Şan (2005), kalkınmanın öznesinin ülke(ler) olduğunu ve kalkınma kavramının temelini değişme ve gelişme (development) felsefesinden aldığını, insansal, nesnel, ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik boyutlarının bulunduğunu belirterek bilgiyi insansal, nesnel/fiziksel, ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik boyutlarda incelemiş ve bilginin gelişmede ve kalkınmada araç olduğunu belirtmiştir (Şan 2005:27-30). Y Nesnel olarak bilgi, evrende dengesizlik olduğunda ortaya çıkar. Heisenberg’e göre nesnel bilgi (maddenin iç düzenine ait bilgi), enerjinin maddeleşmesi ile eş zamanlı olarak oluşur (Öner 2000:216-218). Enerjinin maddeye dönüşmemesi durumunda ise enerji bir başka enerji formuna dönüşür ve dağıntı (entropy) oluşur. Bir olgu olarak dağıntı, bilgi veya enerji taşıyan bir sistemde düzensizlik ve rasgelelilik miktarını belirleyen bir niceliktir. İç düzen bilgisine sahip ve çeşitli biçimlerde oluşmuş olan maddeler (okyanuslar, kıtalar, dağlar vb.), bir bütün olarak doğada sürekli bir değişimle birbirlerini etkilerler. Ekonomik olarak bilgi, bir mal, bir üretim etkeni ve bir ticari etkileşim aracıdır. Mal olarak bilgi, alınır, satılır, üretilir, pazarlanır ve tüketilir. Bilgi ve bilgi taşıyan nesneler, ekonomik bir değere ve çeşitli kullanım işlevlerine sahiptir. Üretim etkeni olarak bilgi, hem somut bilgi ürünlerindeki bilgi stoku hem de yetişmiş insangücündeki potansiyel bilginin kullanılması bağlamında bir işleve sahiptir. Toplumsal olarak bilgi, toplumsal bir ürün ve toplumsallaşma aracıdır. Toplumda bilgi, her bireyin, topluluğun ve toplumun konumlarına göre birbirleriyle etkileşmesi sonucu üretilir (din, ideoloji, kültür, değerler, normlar, kurallar, fikirler, deneyler, inançlar, hukuk, kararlar vb.). Bunları içeren kav63 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. ramlar; toplumsal bellek, toplumsal bilinç, toplumsal biliş ve yaygın bilgidir. Toplumda üretilen her tür bilgi toplumsallaşmanın aracı ve ürünüdür, toplumsal uzlaşma ve değer yaratılmasını sağlar ve toplumu bütünleştirir. Kültürel olarak bilgi, bir kültür ürünü ve kültürel etkileşim aracıdır. Hançerlioğlu (1977:363), günlük kullanımda bilgi ile kültür kavramlarının aynı anlam taşıdığını belirtir. Soyut kültür ürünü olarak bilgi, insanın kendisi, doğa ve toplumla etkileşimi sonucu oluşan ve biriken felsefe, mantık, bilim, keşifler, icatlar, hukuk, din, dil, ahlak, siyaset, sanat, eğitim, ideolojiler, inançlar, toplumsal normlar, toplumsal bilinç, günlük ve örtük bilgi olarak çeşitlenmektedir. Somut kültür ürünü olarak bilgi, her kültürel üründe gizli olarak var olan iç düzen bilgisidir. Soyut ve somut kültür ürünü olarak bilgi, bilgi kaynaklarında dil ve/veya yazı ile nesnelleştirilerek içerilen bilgidir. Kültürel etkileşim aracı olarak bilgi, dil ve yeniliklerdir. Dil ve yazı, bilginin üretilmesi, nesnelleştirilmesi, iletilmesi, yayılması ve kullanılmasında bir araçtır. Ayrıca, bilginin üretilmesi, nesnelleştirilmesi, saklanması, iletilmesi, çoğaltılması, yayılması, kullanılması için yararlanılan araçlar ve mekanizmalar da somut kültür ürünleridir ve kültür oluşturma aracıdır. Toplumda kültürel etkileşim, iletişim, bilgi alış verişi ve eğitim ile gerçekleşir. İletişim, bilgi alış verişi ve eğitim, kültürün oluşturulması ve aktarılmasında rol oynayan bilgi ile ilgili süreçlerdir. Politik olarak bilgi, politik bir ürün ve politika oluşturma aracıdır. Sözen (1999:65), bir bilgi türü olan bilimsel bilginin, hakikati ve kişileri, bedensel ve toplumsal denetim altına aldığını belirtir. Bu bağlamda bir güç aracı olarak kullanılması ile bilgi, politik bir ürün olma konumuna girer. Bu nitelik bilgiye politika oluşturma aracı olma işlevini de yükler (Şan 2005:27-30). Kavramsallaştırma çabaları açısından bilgi çeşitleri ve bilgi dönüşümlerinin değerlendirilmesi önemlidir. Bilgi çeşitli bakış açılarına göre farklı biçimlerde bulunabilmektedir. Örgütsel bilginin kendi içinde değişik biçimlerde sınıflandığı çeşitleri vardır. Bunlar; bir şeyi veya olayı tanımlayan ‘açıklayıcı bilgi’, tarihi gerçeklere dayanan ‘tarihi bilgi’, deneyime dayanan ‘tecrübi bilgi’, sebep sonuç ilişkilerine dayalı ‘kuramsal bilgi’ açık (explicit) bilgi ve örtük (tacit) bilgi, derin (deep) bilgi ve yüzeysel (shallow) bilgi, açıklayıcı-anlık (declarative) bilgi ve süreçsel (procedural) bilgi, sınırlı sayıda kişinin bilgisi (esoteric) ve herkese açık bilgi (exoteric), işlevsel (functional) bilgi, yorumlayıcı (interperative) bilgi ve kritik (critical) bilgi gibi çeşitlerdir (Courtney 2001:23; Nonaka 1999:35). Bu adlandırmalar farklı olsa da içeriklerine göre bu alanda birçok araştırmacı temelini Polanyi’nin sistemleştirdiği; açık bilgi (explicit knowledge) ve örtük-davranışsal-zımni bilgi (tacit knowledge) kavramlarını kullanmaktadır (Bhatt 2000; Nonaka 1999:35). Bilgi yönetimi açısından bilginin türleri Çizelge 2’de olduğu gibi beş boyutta ele alınabilir (Campos ve Sanchez 2003:6). Y 64 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması Çizelge 2. Bilginin Kavramsal Boyutları ve Çeşitleri Kavramsal Boyutlar Bilgi Çeşitleri ve Sınıfları Bilgi kuramı açısından Açık: objektif, formüle edilmiş Örtük: sübjektif, uzmanlığa ve deneyime dayalı Beşeri bilimler açısından Bireysel: bir kişiye ait Sosyal: bir gruba veya örgüte ait Sistem açısından Harici: enformasyona dayalı, teknik Dâhili: üretilen, içselleştirilen, kavramaya dayalı Stratejik açıdan Kaynak: genellikle açık bilgi Kapasite: genellikle örtük ve teknik Vizyon: genellikle örtük ve kavramaya dayalı Ticari açıdan Bireysel: çalışanların beyninde, örtük ve açık bilgi Örgütsel: grupsal öğrenme, örtük ve açık bilgi Yapısal: süreçler, el kitapları, etik kurallar, örtük ve açık bilgi İnsan bilgisini ele almaya ‘anlatabileceğimizden daha fazlasını bilebiliriz’ şeklinde ifade edilen olguyu temel alarak başladığını belirten Polanyi, örtülü bilginin önemini vurgulamıştır. Örtülü bilgi, örgütlerdeki çalışmalar sırasında bireylerin edindikleri deneyimler sonucunda oluşan bilginin kaydedilmemiş veya ifade edilmemiş şeklidir. Bu bilgi türü bireysel, bağlama özgü, biçimlendirilmesi, ifade edilmesi ve iletilmesi güç bir bilgi türüdür. Açık bilgi ise biçimsel, yerleşik, kayıtlı ve sistematik dilde ifade edilebilen, herkesin kolayca ulaşabildiği bir bilgi çeşididir. Yazılı olan her türlü bilgi açık bilgi özelliği taşır. Bir yemeği tarifine ve ölçülerine bakarak yapmak açık bilgiye, uzman bir aşçının aynı yemeği göz kararı ile yapması örtük bilgiye örnek verilebilir. Y Her örgüt, farklı oranlarda örtük ve açık bilgiye sahiptir. Örtük ve açık bilgi bir madalyonun iki yüzü gibidir ve bir örgütte her ikisi birlikte bulunur. Örgütlerde yeni bir ürün, süreç ve hizmet geliştirme aşamalarında, örtük bilgi, açık bilgi haline dönüştürülebilirse, örtük bilgiye sahip bireyler örgütten ayrıldığında bu bilgilerin kaybedilmesinin önüne geçilmiş olur. Bir örgütte örtük bilgi miktarının az olması, bir olumluluk gibi görünse de açık bilginin kolay erişilebilirliği nedeniyle örgütü rakipleri karşısında zayıflatabilir. Bu nedenle örgütler önemli bilgilerini korumalıdırlar. Örgütte örtük bilginin toplam bilgiye oranı düşünce, açık bilgilerinin rakiplerce edinilmesi olasılığı artacağından örgütün ‘dışsal kırılganlığı’ (rekabet gücünün zayıflaması) artar. Örtük bilginin örgütün toplam bilgisine oranı artınca, bireylerin örgütten ayrılmasına bağlı olarak oluşacak bilgi kaybıyla örgütün ‘içsel kırılganlık’ artar. 65 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Nonaka (1994), öğrenmenin, “örtük bilgi ile açık bilginin kesişmesinden” oluştuğunu belirtmiştir. Örneğin bir süre önce yeni bir satış tekniği denemiş bir yönetici bu konuda ‘örtük’ bilgiye sahiptir. Eğer deneyimini yazıya döker ve şirketin intranet sitesinde yayınlar ise bilgisinin bir kısmı yakalanmış ve ‘açık’ hale gelmiş olacaktır. Daha sonra bir başka satış yöneticisi okuduğu tekniği bir sonraki satış görüşmesinde kullanırsa, bilgi bir kez daha ‘örtük’ biçime dönüşür. Bu süreçte bilgi yakalanmış, aktarılmış ve üretilmiştir. Böylece öğrenme, bu iki tür bilginin sürekli “kesişmesiyle” hiçbir zaman sona ermeyen bir kapalı dönüşüm sürecine dönüşür (O’Dell ve diğerleri 2003:22). Örgütsel Bilgi Bilgi enformasyondan daha büyüktür. Örgütlerde enformasyon bolluğu yaşanır ve insanlar kullanmadığı sürece bu enformasyonun bilgi olduğu söylenemez. Bilginin fazlası olmaz ama enformasyonun fazlası olabilir. Günümüzde çok sayıda örgüt elektronik araçlarla daha hızlı ve daha büyük hacimlerde taşınabilen enformasyonun çalışanlarına güven vermek yerine akıllarını karıştırdığını, odaklanma becerilerini kaybettirdiğini, proaktif davranmak yerine hareketsiz kalmalarına neden olduğunu fark etmiş durumdadır (O’Dell ve diğerleri 2003:22). Bu tespitten hareketle O’Dell ve diğerleri (2003:23), bilgiyi, “harekete geçmiş enformasyon” olarak betimlemektedirler. Yazarlara göre “çerçevesi çizilmemiş ve yorumu yapılmamış gerçekler ve rakamlar” olan veriler ile “verilerdeki genel modeller” olan enformasyon kendi başlarına bilgi değildir. Davenport ve Prusak’a (1998:5) göre bilgi; “yeni deneyimleri ve enformasyonu değerlendirmek, içselleştirmek için bir ortam ve çerçeve sağlayan, deneyim, değerler, sözel enformasyon, uzmanlık kavrayışı ve mesnetli sezginin akışkan bir karışımıdır. Bilenlerin dimağından doğar ve gene orada uygulanır. Örgütlerde bilgi, çoğu kez yalnızca belgelerde ya da sır gibi saklanan evraklarda değil, örgütün gündelik işleyişinde, süreçlerde, pratiklerde ve normlarda gizlidir.” Choo (2000), örgütsel bilgiyi, örgütsel öğrenme denilen ve bilgi kullanımının son aşaması olan döngünün odak noktası olarak görmekte, Nonaka ve Takeuchi (1995:58) ise, bilginin gerekçelendirilmiş gerçek inançlar olduğunu vurgulamaktadır. Birey kendi inançlarının doğruluğunu dünyaya ilişkin gözlemlerine dayanarak gerekçelendirir. Bu gözlemler ise bireye özgü bakış açısına, kişisel duyarlılık düzeyine ve bireysel deneyimlere dayanır. Dolayısıyla bilgi üreten birey gerekçelendirilmiş inançlar geliştirerek ve bunlara bağlı kalarak yeni bir durumdan bir anlam çıkarmaktadır (Krogh ve diğerleri 2002:16). Diğer bazı araştırmacılar ise örgütsel bilgiyi şöyle tanımlamaktadırlar: Aktan ve Vural’ın (2005) aktarımına göre, Allee (1997), bilgiyi, önceden belirlenen bir dizi sistematik kural ve prosedüre uygun bir biçimde işlenmiş enformasyon yani insanlar arasındaki iletişim sürecinde aktarılan, paylaşılan ve yeniden şekillendirilen deneyim ve enformasyon; Bennet ve Bennet (2000) belirli bir durum, sorun, ilişki, teori veya kurala ait veri ve enformasyondan oluşan anlayış; Argyris (1993) ise, içinde yaşadığımız dünyayı ve olayları yorumlamak ve yönetmek için uyguladığımız bir dizi anlayış, kavrayış ve genellemeler ile bize güçlü bir kavrayış ve bakış açısı kazandıran her türlü zihni etkinlik, sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kodlamalar, insan- Y 66 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması ların ve örgütlerin etkin bir biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken kapasite olarak betimlemişlerdir. Bilgi, belli bir süreçten geçmiş verilerdir. Bilginin elde edilmesinde belirli bir sıra vardır. Sırasıyla imgelerden veriler, verilerden enformasyon, enformasyondan da bilgi elde edilir. Belirli durumlarda yararlı olacak şekilde kullanılan enformasyona bilgi adı verilmektedir (Catherine ve Clarke 2000:237). Bilgi, enformasyon ve veri kavramları arasındaki farkı O’Dell ve diğerleri (2003:23), ‘süpermarket örneği’ ile açıklamaya çalışmıştır. Bu benzetime göre; “bir süpermarketler zinciri yeni bir müşteri veri madenciliği uygulamasına geçtiğinde satın alma davranışlarına ilişkin veri biriktirmeye başlamıştı. Sonra bu verilere dayanarak satın alma davranışı modellerini ortaya çıkarmak amacıyla görünürde birbiri ile ilgisiz noktalar arasında korelasyon (karşılıklı ilişki) analizleri gerçekleştirdi. Örneğin Cuma öğleden sonraları yapılan bebek bezi ve bira alışverişleri arasında açık bir korelasyon olduğu hemen görüldü. Yönetim bu tuhaf enformasyon parçacığını aldı ve Cuma öğleden sonraları alışverişe çıkan erkeklerin kendileri için bira, eşlerinin verdiği listeye göre de bebek bezi aldıkları varsayımını yaptı. Müşterilerinin davranışlarına ilişkin bu bilgi ile donanmış olarak da harekete geçti ve bebek bezleri ile biraların raflarındaki konumunu yeniden düzenledi.” Bu örnekten de anlaşılacağı gibi veri, enformasyon ve bilgi arasındaki ilişki dönüşümlü-yinelenmeli türden ilişkilerdir (Keskin ve Kalkan 2005). Bilgi ve enformasyon içinde bulundukları bağlama özgü olarak anlam kazanma ve insanlar arasındaki sosyal etkileşim sürecinde dinamik olarak yaratılma bakımından ortak niteliklere sahiptirler. Fakat bilgi insan eylemi ve bireylerin değer sistemleri ile daha derinden ilişkilidir (Nonaka ve Takeuchi 1995:58-59). Martensson (2000) bilginin temel özelliklerini şöyle toparlamıştır (Aktan ve Vural 2005): Bilgi kolayca biriktirilip saklanamaz. Bilgi, bilgisayarlardan daha çok insanların beyninde yer alır ve gerektiğinde çalışanların kullanımına sunulabilmesi için sınıflandırılması ve saklanması genellikle zordur. • Enformasyon, insan aklı ile işlenmediği sürece değersizdir ve bilgi haline gelmez. Bilgi, enformasyonun insan aklı ile işlenmesi, yeniden üretilmesi, düzenlenmesi veya kullanılmasıdır. Bilginin oluşma süreci, olay ve verilerin genel enformasyonları oluşturacak şekilde düzenlenip, yapılandırılması ile başlar, belirli bir kullanıcı grubunun gereksinimlerine uygun bir biçimde yeniden düzenlenip filtreden geçirilmesi ile sürer ve belirli bir düzen ve yapıya kavuşmuş bu enformasyonu bireylerin özümseyip bilgiye dönüştürmeleri ile son bulur. Bu dönüştürme süreci bireylerin içinde bulundukları koşullardan etkilenir. • Bilgi, deneyim, yorum ve içinde bulunulan şartları bünyesinde barındıran enformasyondur ve yeni bir bakış açısının ortaya çıkmasına yol açar. • Bilgi, kullanılmadığında herhangi bir anlam ifade etmez. Bilgi, karar ve eylemlerle uygulanmaya hazır yüksek değerdeki enformasyondur. Y • 67 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Tonta (2004)’nın aktarımına göre konuya bilgi araştırmaları (information studies) açısından yaklaşan Buckland (1991) ‘bilgi’ (information) terimini üç ayrı anlamda ele alarak tanımlamaktadır: 1) Süreç olarak bilgi (information-as-process); 2) Bilgi olarak bilgi (information-as-knowledge); ve 3) Nesne olarak bilgi (information-as-thing). ‘Süreç olarak bilgi’ ye örnek olarak insanın yeni bir şeyler öğrendiği zaman mevcut bilgilerinin değişmesi ve yeni öğrendikleriyle ilişkili olarak mevcut bilgilerini gözden geçirmesi durumundaki öğrenme eylemi verilebilir, yani birisine bir şeyler aktarma ya da söyleme süreci ‘süreç olarak bilgi’ olarak adlandırılmaktadır. Bu süreçte karşı tarafa aktarılan şeye ise ‘bilgi (knowledge) olarak bilgi’ adı verilir. ‘Bilgi’ terimi bilgilendirici, bilgi taşıyıcı nesneler (kitap, dergi, film, belge, vb.) için de kullanılmaktadır. Bu anlamda ise ‘nesne olarak bilgi’den söz etmek mümkündür. Bilgilenme sürecinde (süreç olarak bilgi) insan beyninde meydana gelen değişiklikler tam olarak açıklanamadığı gibi, bu süreç sonunda edinilen bilgiyi (knowledge) elle tutup, gözle görmek ya da nesnel yöntemlerle ne kadar bilgi edinildiğini ölçmek de mümkün değildir. Bu süreç sonunda elde edilen bilgi (knowledge) ancak tanımlanarak nesneler üzerine aktarıldığı zaman (nesne olarak bilgi) elle tutulur, gözle görülür ya da ölçülebilir hale gelmektedir. Bilgi taşıyan nesneleri işleyerek yeni formlarda bilgi elde etmek ise ‘bilgi işleme’ (information processing) olarak adlandırılmaktadır (Tonta 2004:1). Buckland (1991), bilginin soyut ya da somut olmasına ve varlık ya da süreç olmasına göre bir sınıflandırma yapmış (Çizelge 3) ve hangi disiplinlerin ne tür bilgiyle uğraştıklarını saptamıştır. Örneğin, varlık olarak ele alındığında ‘bilgi olarak bilgi’ soyut, ‘nesne olarak bilgi’ ise somuttur. Süreç olarak ele alındığında ise ‘süreç olarak bilgi’ soyut, nesneleri işleyerek yeni formlarda bilgi elde etme (bilgi işleme) ise somuttur. Varlık ya da süreç olarak soyut bilgi (bilgi olarak bilgi, bilgilenme) bilişsel (cognitive) bilimlerin ve eğitimin ilgi alanına girmektedir. Somut olan nesne olarak bilgi ve bilgi işleme ise ‘bilgi yönetimi’nin ilgi alanına girmektedir. Çizelge 3. Bilgiye Dört Farklı Bakış Açısı SOYUT SOMUT VARLIK Bilgi olarak bilgi Bilgi (knowledge) Nesne olarak bilgi Veri, belge, kayıtlı bilgi SÜREÇ Süreç olarak bilgi Bilgilenme Bilgi işleme, veri işleme, belge işleme, bilgi mühendisliği Kaynak: Buckland (1991); aktaran Tonta (2004:2) Belge ise süreç ya da varlık olarak soyut bilginin nesneler üzerine aktarılarak elle tutulur, gözle görülür hale gelmiş halidir. Çok genel anlamıyla, bilgi taşıyan kil tablet, yontu, papirüs, harita, yazma, kitap, dergi, resim, film, kaset, cd-rom, dvd, ağ aracılığıyla erişilebilen web sayfası, vb. gibi nesneler ‘belge’ olarak adlandırılır. ‘Belge’ (document) terimi de tanımlanması güç terimlerden biridir. Latince ‘document’ sözcüğü ‘docere’ Y 68 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması (öğretmek, bilgilendirmek) fiili ile ‘-ment’ (araçlar) son ekinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Yani ‘belge’ terimi öğretmeye veya bilgilendirmeye yarayan ders, deney ya da metin gibi araçlar için kullanılmaktadır. ‘Madam Dokümantasyon’ olarak anılan Fransız dokümantalist Suzanne Briet (1951), ‘belge’yi; “bir fiziksel ya da entelektüel olguyu temsil etmek, yeniden yaratmak ya da ispatlamak için korunan ya da kaydedilen tüm somut ve sembolik dizinsel işaretler” olarak tanımlar ve Briet (1951), “Yıldız bir belge midir? Selden sürüklenen bir taş belge midir? Yaşayan bir hayvan belge midir?” sorularına karşılık olarak, bunların belge olmadığını ancak “yıldızların fotoğrafları ve katalogları, mineraloji müzesindeki taşlar, kataloglanmış ve hayvanat bahçesinde gösterilen hayvanların birer belge” olduğunu belirtmiştir (Tonta 2004:2). Bilgi Yönetimi Tiwana (2003), 1950’lerden 2000’lere ulaşan dönemde yöneticilerin başvurduğu gözde araçların evrimini belirterek (Şekil 1), bu araçların bazılarının sadece bir yönetim modasının oluşumuna katkıda bulunduğuna, bazılarının ise günümüze kadar hala yaşamakta olduğuna vurgu yaparak, bu araçların hepsini tehdit eden bir unsurdan söz eder. Bu unsurun, bilginin takviyesi, deneyim, entelektüel varlık ve tüm bunların yönetilebilmesi olduğunu ve bu inatçı tehdidin de günümüzde bilgi yönetimi diye adlandırdığımız gelişmeye neden olduğunu belirtir (Tiwana 2003:22-23). Günümüzde örgütlerin tek ve en önemli rekabet avantajı olan bilgi, yaşamını sürdürmek isteyen ve bunu başaran örgütlerin kilit unsurudur. Özellikle iş süreçlerinde edinilen ve ele avuca gelmez örtük bilginin temelinde bilginin değerlendirilmesi yatmaktadır. Örtük bilgi, eski veya yeni, büyük ya da küçük tüm örgütlerin değerini artırmaktadır. Bilginin önemine dayanarak Tiwana (2003:72-74), örgütler için bilgi yönetiminin gereğini şöyle sırlamaktadır: Örgütlerin piyasa değeri büyük ölçüde örtük bilgiye dayanmaktadır, • Rekabet üstünlüğü açısından teknoloji artık ölü bir kaynaktır, • Bilgi, fiziki malvarlığının aksine artan ölçülerde getiri sağlamaktadır, • Bilgi yönetimi gereksiz iş tekrarını önler, pahalı yeniden icatları engeller ve hataların tekrarlanmasına mani olur, • Bilgi yönetimi örgütleri bilgi kaybından korur, • Bilgi yönetimi iş süreçlerinde zamanlamayı kolaylaştırır, • Bilgi yönetimi düşünsel işbirliğini teşvik eder, • Bilgi yönetimi, örgüte geleceği önceden sezme becerisi kazandırır, • Bilgi yönetimi örgütün fırsatları değerlendirmesini sağlar, • Bilgi yönetimi süreç yeterliği yaratır, iyi süreçler rekabet avantajı sağlar, • Bilgi yönetimi örgüte esneklik sağlar. Y • 69 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. 2000’li Yıllar Bilgi Yönetimi Düşünsel Sermaye Teşebbüs Entegrasyonu Bilgi Paylaşım Kültürü 1990’lı Yıllar Öğrenme, öğrenileni unutma Bilgi yönetimi birleştirici kuruluş hedefi olarak belirir Temel Beceriler Öğrenen Örgütler Yeniden Yapılanma Stratejik Enformasyon Sistemleri Intranet’ler & Extranet’ler Piyasa Değeri 1980’li Yıllar Toplam Kalite Yönetimi (TKY) Yerinden Yönetim Kurumsal Kültür Teori Z Küçülme Kültürel özellikler hesaba katılır 1970’li Yıllar Örtük bilgi resimdeki yerini alır Stratejik Planlama – Mintzberg & Porter Tecrübe Eğrisi Portföy Yönetimi Otomasyon 1960’lı Yıllar Teori Y Holdingleşme T – grupları Merkezileşme ve Adem-i Merkezileşme 1950’li Yıllar Hedeflerle Yönetim (HY) Program Evrimi ve Gözden Geçirme Tekniği (PEGG) Çeşitlilik Kantitatif (Niceliksel) Yönetim Elektronik Veri İşleme İşyerlerinin odak noktası dağıtılan uzmanlık ve bilgiye doğru kayar Şekil 1. Bilgi Yönetiminin 1950’lerden bu yana gelişimi (yöneticilerin seneler boyunca kullandığı araçlar) Bir örgütün daha iyi kararlar alması, daha etkili ve verimli olması, yüksek güdülü çalışanların oluşturduğu yenilikçi bir kültür oluşturabilmesi, sürekli gelişebilmesi ve bilgi paylaşımını sağlayabilmesi için ‘bilgi yönetimi’ örgütlerin önemli bir gereksinimdir. Bilgi yönetiminin temel amacı, bir örgütün yaşama yeteneğini ve başarısını gerçekleş- Y 70 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması tirebilmek için örgütün mümkün olduğunca akıllıca hareket etmesini sağlamak ve bilgi varlıklarının değerini yükseltmektir (Wiig 1997:8). Bollinger ve Smith (2001:10)’e göre bilgi yönetiminin amacı, bir örgütü oluşturan her bir parçanın toplamından daha güçlü ve değerli ve rakiplerinden daha rekabetçi bir örgüt oluşturmak için çalışanlarının uzmanlık ve özgün bilgilerini ölçebilen, saklayan, kullanan ve değerlendirebilen bir ‘öğrenen örgüt’ yaratmaktır. Beijerse (1999:97) ise bilgi yönetimi ile örgütlerin neler kazanacağını şöyle açıklar: “Bilgi yönetimi örgütlerin verimliliğini artırır, hizmet alanında daha akıllıca hareket ederek alandaki konumlarını iyileştirir, devamlılığını sağlar, kârlılığını artırır, ürün geliştirme ve pazarlama arasındaki ilişkiyi geliştirir, çalışma gruplarının beceri ve yeteneklerini geliştirir, öğrenmeyi daha verimli ve etkin bir hale getirir, karar alma sürecini etkinleştirir, bilgi çalışanları arasındaki iletişim ve sinerjiyi destekler, bilgi çalışanlarını örgütte tutar ve örgütlerin asıl iş ve önemli örgütsel bilgileri üzerinde odaklanmasını sağlar.” Bilgi yönetiminin amaçları şöyle sıralanabilir: Yenilik ve buluşları özendirmek, örgütün rekabet gücünü artırmak; örgütün düşünme gücünü artırarak yeni düşünceler üretmek; bilgi üretme anlayışı ve deneyimi geliştirmek, ilgili kişiye doğru yer ve zamanda gereksinim duyduğu bilgiyi kullanışlı ve yararlı kılarak zaman kaybını önlemek; uzmanlık ve bir işin nasıl yapılacağı (know-how) ile ilgili kaynak bilgi bulmak ve bunları tekrar kullanabilmek için saklanmasını sağlamak; işbirliği, paylaşım, sürekli öğrenme ve gelişmeyi desteklemek; bilgi paylaşmanın değerini artırarak çalışanlar arasında güven ve yardımlaşma duygusu geliştirmek; karar verme kalitesi geliştirmek; müşterilere yönelik sorumluluğu artırmak, çalışanların bilgi yüklenmesini önlemek; entelektüel varlıkların değerini anlamak ve onların değer, etkililik ve başarısını artırmak; ürün ve hizmetlerin kalitesini yükseltmek (Levett ve Guenov 2000:258; Jarrar 2002:322-323). Bilgi yönetimi uygulamalarının amacı örgütlere göre farklılık gösterir fakat genel olarak şu noktada birleşirler; örgütün sahip olduğu bilgi varlıklarından en üst düzeyde yararlanmak ve örgütün entelektüel sermayesini en iyi şekilde değerlendirmektir. Bilgi yönetimi ayrıca rutin tekrarları önleyerek örgüte zaman ve emek yönünden artırım sağlar. Yetki devrini kolaylaştırır, örgütün çevreye karşı esnekliğini artırır, çalışan devrinin yüksek olduğu örgütlerde bilgi kaybını azaltır ve süreklilik sağlayarak yönetim süreçlerinin hızını artırır (Çınar 2002:22). Yönetimde daha etkin kararlar alınarak verimlik artırılır. Y Bilgi yönetiminin temel amacı örgütsel üstünlük sağlamak için çalışanların örtük bilgilerini en ileri düzeyde kullanabilen ve içinde bulunulan çevredeki en iyi uygulamalardan yararlanabilen bir ‘öğrenen örgüt’ oluşturmak olduğundan bilgi edinmede örgütsel öğrenme son derece önemlidir (Aktan ve Vural 2005). Bilgi yönetimi kavramı ile birlikte anılan öğrenen örgüt kavramı, bazı noktalarda bilgi yönetimi kavramıyla örtüşmektedir. Öğrenen örgütlerde örgütsel öğrenmenin temel etkeni olarak takım kavramı üzerinde durulur. Buna karşın bilgi yönetimi bireyi temel almaktadır. Öğrenen örgüt takımdan örgüte ve oradan bireye ulaşırken bilgi yönetiminde bireyden örgüte ve oradan takıma giden bir 71 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. ilişki kurulur (Barutçugil 2002:77). Entelektüel sermaye, öğrenen örgüt ve bilgi yönetimi aynı ağacın dalları gibidir (Stewart 1997:60). Öğrenen örgütler, entelektüel sermaye, bilgi varlıkları, şirket bilinci, şirkette bilgelik olarak adlandırılan çalışmalar, temelde tek hedefte birleşmektedirler: Örgüt içindeki bilgi, korunmaz, değerlendirilmez ve geliştirilmezse örgüt yok olur. Bilgi yönetimi bir örgütün ‘neyi bildiğini bilmesi’ olarak nitelenirse, bilgi yönetimine öncelikle örgütsel amaçlarla bilgi gereksinimlerinin belirlenmesi, örgütün sahip olduğu bilgi kaynakları ve kanallarının açığa çıkarılması, örgütte bilgi paylaşımını destekleyecek yönetimsel düzenlemelerin yapılması ile başlanmalıdır. Bir örgütte, çalışanlar aradıkları bilgiye nasıl erişeceklerini bilmiyorlarsa, bilgi aramaya nereden başlayacakları konusunda ikilemde kalıyorlarsa, gerekli bilgiyi bulmak için fazla zaman ve emek harcanıyorsa bilgi yönetimi uygulamasına başlanılması gerekir. Bilgi yönetimine geçiş sürecinde örgütler şu noktalara dikkat etmelidirler (Choo 2000): • Örgütsel amaçların ve bilgi gereksinimlerinin belirlenmesi, • Mevcut bilgi kaynak ve kanallarının değerlendirilmesi (teknoloji+hizmetler) • Mevcut ve olası kaynaklara göre örgüt yapısının düzenlenmesi (yönetimsel yapı) • Örgüt kültürünün bilgi paylaşımını destekler hale getirilmesi (insan kaynakları) Bilgi, karar verme, planlama, denetleme gibi tüm yönetim süreçlerinin temelini oluştur ve yönetim dünyasının oksijeni gibidir. Örgüt yönetiminin belirlenen amaçlara ulaşabilmesi için sürekli belirli kararlar alması gerekir. Alınan kararların doğru ve amaca uygun olabilmesi için ise karar için kullanılan girdilerin (bilgilerin) nitelikli olmasını, doğru zamanda doğru yerde doğru kişide olmasını gerektirir. Bu nedenle bilgi yönetimi örgütler için vazgeçilmez bir gerekliliktir. Davenport (1998), bilgi yönetiminin oldukça politik bir etkinlik alanı olduğunu belirtir. Bilginin güç, dolayısıyla politik bir araç olmasından kaynaklanan bu görüş, örgütlere bilgi politikası olarak yansımaktadır. Örgütsel bilgi ile ilgili politikalar, hem örgütün bilgi ile ilgili kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı, hem de örgüt çalışanlarını, bilgi kirliliğinden, yoğunluğundan ve gereksiz bilgiden korumak üzere yapılır. Bilgi yönetimi, örgütlerde bilgi faaliyetlerinin bütüncül yönetimi; bilgi politikası ise zamana ve duruma göre oluşan koşullarda bilgi etkinliklerinin uyumlu yönetimi için çizilen yol ya da yollardır. Bilgi Yönetimi Modelleri Ve Stratejileri Stratejik yönetim anlayışı örgütü çevresiyle kıyaslayarak tanımlar. Örgütün stratejik konumu ve yönü onu rakiplerinden farklı kılan yetenekleri ve bu yeteneklerin kendisinde sürdürülebilir rekabet üstünlüğü kazandırabilecek biçimde nasıl kullanıldığı ile ilgilidir. Stratejik bilgi yönetimi ise stratejik yönetim sürecinin tamamlayıcı bir unsurudur ve teknolojik sistemlerle sosyal ve kültürel süreçlerin birlikte etkin olarak kullanılarak örgütsel değer yaratılmasını amaçlar. Bilgi toplumu, bilginin sermaye, insangücü ve maddi kay- Y 72 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması nakların yanında stratejik bir üretim etkeni olarak kullanıldığı toplumdur. Bir kaynağın stratejik değer olması dört özelliği bünyesinde barındırmasına bağlıdır (Bollenger ve Smith 2001:9) bir örgütte bilginin stratejik değeri olabilmesi için: • Değerli bilgi olması, • Az bulunan bilgi olması, • Taklit edilemez veya zor taklit edilebilen bilgi olması, • Yerine yedeği olmayan değiştirilemez bilgi olması. Stratejik bilgi yönetiminde izlenecek stratejiler belirlenirken örgütün örtük ve açık bilgi boyutu dikkate alınmalıdır. Örtük bilgi, yeniden yapılanma sürecine giren örgütlerde, gelişmiş yönetim yöntemlerini kurumlarında uygulamak isteyen yöneticiler için ortaya çıkarılması gereken önemli bilgi kaynağıdır. Bilgi yönetimi kısaca örtülü bilginin açık bilgiye, açık bilginin de yeniden açık bilgiye dönüştürülme sürecidir. Bu nedenle örgütlerde, uygulanacak yönetim biçemlerinin örtülü bilgiyi açık bilgiye, açık bilgiyi de yeniden açık bilgiye dönüştürebilecek nitelikte olması gerekmektedir (Odabaş 2003). Stratejik bilgi yönetimi yaklaşımına göre, örgüt için stratejik önemi en yüksek olan kaynak bilgi, en önemli yetenek ise bilgiden en üst düzeyde yararlanabilme becerisidir. Stratejik bilgi yönetiminin temel amacı örgütün uzun erimli bilgi gereksinimi belirlenerek, bu gereksinimin giderilmesine yönelik var olan kaynakların ve imkanların en etkin biçimde yönetilmesine yönelik stratejiler geliştirmektir (McCann ve Buckner 2004:50). Bilgi yönetimi stratejileri genellikle üç grupta toplanır: teknoloji ağırlıklı stratejiler, birey ağırlıklı stratejiler ve sosyal süreçlere göre stratejiler (Nicolas 2004:21). Etkin bir bilgi yönetimi stratejisi bir örgütte teknolojik sistemlerin, sosyal ve kültürel unsurların, insangücü yönetiminin ve örgütün iş stratejisine odaklanmasının dengeli bileşimidir (Tiwana 2003:174). Bilgi yönetimi anlamında ise strateji, bilgi politikasının kısa ve uzun dönemli olarak ortaya konulmasıdır (Celep ve Çetin 2003:47). Y Açık bilgi ve örtük bilgi sınıflandırması temel alınarak bilgi yönetimi, dinamik, sisteme yönelik, insana yönelik ve pasif olarak dört aşamada ele alınabilir. Açık bilgiye ulaşmak ve kullanmak için bir kişinin gereksinim duyduğu örgütsel bilginin kodlanma ve saklanma derecesi Şekil 2’de açık bilgiye yönelik hat üzerinde gösterilirken, örtük bilgiye yönelik hat, kişisel ilişkiler yoluyla örgütsel bilginin elde edilmesi ve paylaşılmasını ifade etmektedir (Choi ve Lee 2003:406). Pasif bilgi yönetim biçemine sahip olan örgütler bilgi yönetimi ile pek ilgilenmeyen örgütlerdir. Bu tür örgütlerde sistemli bir yönetim olmaz ve bilginin yönetilmesinde örgütsel yapı, kültür ya da bilgi teknolojileri kullanılmaz. Bilgiden yararlanılmayan bu yönetim biçemi ile örgütlerin verimliliklerini artırmaları son derece zordur. Sisteme yönelik bilgi yönetim biçemine sahip olan örgütler bilginin kodlanması ve yeniden kullanılmasına önem verirler. Gelişmiş bilgi teknolojileri yoluyla bilginin kodlanmasında başarı sağlayarak bilgiye erişim ve bilginin kullanımındaki karmaşıklığı azaltabilirler. Bu yönetim biçeminde müşterilere daha hızlı tepki verme ve bilgi uygulamalarını daha düşük maliyetlerle gerçekleştirmek mümkündür. Bilgi, önceden hazırlanan prosedürler, kodlar ve elkitapları yoluyla yönetilir ve paylaşılır. Bu 73 Yüksek Sisteme Yönelik Dinamik Düşük Açık Bilgiye Yönelik 2003:406). Pasif bilgi yönetim biçemine sahip olan örgütler bilgi yönetimi ile pek ilgilenmeyen örgütlerdir. Bu tür örgütlerde sistemli bir yönetim olmaz ve bilginin yönetilmesinde örgütsel yapı, kültür ya da bilgi teknolojileri kullanılmaz. Bilgiden yararlanılmayan bu yönetim biçemi ile örgütlerin verimliliklerini artırmaları son derece zordur. Sisteme yönelik bilgi yönetim biçemine sahip olan örgütler ve yeniden kullanılmasına önem verirler. Kesen, İ. bilginin Anemonkodlanması MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Gelişmiş bilgi teknolojileri yoluyla bilginin kodlanmasında başarı sağlayarak bilgiye erişim ve bilginin kullanımındaki karmaşıklığı azaltabilirler. Buekonomilerinden yönetim biçeminde müşterilerevedaha şekilde kodlanan bilgi yeniden kullanılarak ölçek yararlanılabilir ör- hızlı tepki gütsel vermeetkinlik ve bilgi uygulamalarını daha düşük maliyetlerle gerçekleştirmek mümkündür. artırılabilir. İnsana yönelik bilgi yönetimi biçemi, örtük bilginin ve kişisel Bilgi,deneyimlerin önceden hazırlanan prosedürler, kodlar ve elkitapları yoluyla ve olmayan paylaşılır. Bu elde edilmesi ve paylaşılmasına büyük önem verir. yönetilir Bilgi, resmi şekilde kodlanan bilgi yeniden kullanılarak ölçek ekonomilerinden yararlanılabilir örgütsel sosyal ağlardan elde edildiği için standart prosedürler ihmal edilebilir. İnsan boyutuve etkin etkinlik artırılabilir. İnsana yönelik bilgi yönetimi biçemi, örtük bilginin ve kişisel deneyimlerin bir bilgi yönetimi için son derece önemlidir. Anlamlı ve işe yarar bilgiler veritabanları elde edilmesi ve paylaşılmasına büyük önem verir. Bilgi, resmi olmayan sosyal ağlardan elde veya benzeri kaynaklardan daha çok dostluk ve samimiyetin geçerli olduğu ilişkiler yoedildiği için standart prosedürler ihmal edilebilir. İnsan boyutu etkin bir bilgi yönetimi için son paylaşılır. Bu nedenle arasındaki güvenin iletişimin gücü, başarının dereceluyla önemlidir. Anlamlı ve işeörgüt yararüyeleri bilgiler veritabanları veyavebenzeri kaynaklardan daha çok sağlanmasında önemli bir etkendir. Dinamik bilgi yönetimi biçemine sahip olan örgüt örgütler dostluk ve samimiyetin geçerli olduğu ilişkiler yoluyla paylaşılır. Bu nedenle üyeleri her ikigüvenin tür bilgiye yöntemlere de önemsağlanmasında verirler ve bu nedenle bütüncülDinamik ve arasındaki ve yönelik iletişimin gücü, başarının önemli daha bir etkendir. saldırgan örgütlerdir. ve açık bilgiyi bir tarzda yönetirler ve bu de sa-önem bilgi daha yönetimi biçemine sahip Örtük olan örgütler her ikidinamik tür bilgiye yönelik yöntemlere verirler vedoğruluğu bu nedenle daha bütüncül daha yeni saldırgan örgütlerdir. Örtük ve (Aktan açık bilgiyi yede kanıtlanmış bilgileri ve kullanıp imkânlardan yararlanabilirler dinamik bir tarzda ve Vural 2005). yönetirler ve bu sayede doğruluğu kanıtlanmış bilgileri kullanıp yeni imkânlardan yararlanabilirler (Aktan ve Vural 2005). Pasif İnsana Yönelik Düşük Yüksek Örtük Bilgiye Yönelik Kaynak: (2003:406)’denaktaran aktaranAktan AktanveveVural Vural(2005). (2005). Kaynak: Choi Choi ve ve Lee Lee (2003:406)’den Şekil 2. Bilgi Yönetimi Türleri Şekil 2. Bilgi Yönetimi Türleri İlkolarak, olarak, 1986 1986 yılında yılında Dr. Dr. Karl Karl Wiig Wiig tarafından tarafından işletme işletme alanyazınına alanyazınına kazandırılan kazandırılan bilgi İlk bilgistratejisi, yönetimi örgütsel stratejisi,başarımı örgütsel başarımı içineyleme bilgiyi eyleme dönüştürmeye yönetimi arttırmakarttırmak için bilgiyi dönüştürmeye yönelikyöbilinçli nelik bilinçli bir uygulama tanımlanır (Özgener 2004:3). Örgütler sonkendilerinin zamanlarda sahip bir uygulama olarak tanımlanırolarak (Özgener 2004:3). Örgütler son zamanlarda oldukları stratejiksahip değeri olan entelektüel varlıkları (değer, fikir, eser, yazı, belge vb.) dikkate kendilerinin oldukları stratejik değeri olan entelektüel varlıkları (değer, fikir, eser, yazı, belge vb.) dikkate almaya başlamışlardır. Bilgi yönetimi, bir girişimin modellenmesi ve çözümlenmesi ile onun stratejik nesnelerinin birleştirilmesi üzerine temellendirilen gelecekteki evrimini kuşatır. Bilgi yönetimi yaklaşımı, bilginin, elde edilmesi, saklanması, paylaşılması ve değerlendirilmesi üzerine odaklanarak, varlık modelleri, sorun çözümü, yeniden kullanım, stratejik planlama ve karar verme tarzında bir süreç şekillendirerek yönetimin etkili olmasına yardımcı olur (Kuswara 2001:1). Stratejik bilgi yönetiminin iki temel refleksi vardır. Bunlar bilmek ve cevap vermektir. İç etkenler açısından bilmek, örgütün kendi bilgi kaynaklarını tanıması, güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olmasıdır. Dış etkenler açısından bilmek, dış bilgi kaynaklarından haberdar olmak, örgütün dış çevresindeki fırsat ve tehditleri tanımasıdır. İç etkenler açısın- Y 74 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması dan cevap verebilmek, örgütün kendi bilgi kaynaklarını ve iç dinamiklerini etkili biçimde kullanarak stratejik yönetimin beklentilerini karşılayabilmektir. Dış etkenler açısından cevap verebilmek, örgütün dış bilgi kaynaklarını (müşteri bilgisi, rakipler hakkındaki bilgiler vb.) rakiplerine karşı üstünlük ve kendisi için rekabet avantajı sağlamak amacıyla etkili bir biçimde kullanmasıdır (Zaim 2005:288-299). Bilgi Yönetimi Bağlamında Eğitim Örgütlerinin Genel Durumu Bilgi (information) toplumu olma durumuna göre dünyadaki bazı ülkeler hızla koşarken bazıları büyük adımlarla ilerlemekte bir kısmı ise teknolojik alt yapı ve ekonomik, toplumsal ve politik değişimlerini gerçekleştirmeye çalışmakta diğerlerinin de imkânlarının sınırlı olduğu gözlenmektedir. Ülkelerin enformasyon kapasitelerini ve zenginliklerini ölçmeyi amaçlayan Bilgi (Enformasyon) Toplumu Endeksi (Information Society Index, ISI - 2002), göstergelerine göre Türkiye Bilgi toplumu olmanın eşiğinde olan ülkeler grubunda görülmektedir. Ülkelerin enformasyon kapasitelerini ve zenginliklerini ölçmeyi amaçlayan bu değerler: Bilgisayar alt yapısı (kişiye, hane halkına, işgücüne düşen bilgisayar sayısı, eğitim amaçlı kullanılan bilgisayar sayısı, ağa bağlı bilgisayar sayısı, yazılım ve donanım harcamaları); bilgi (information) alt yapısı (kişi başına düşen kablo aboneliği, mobil telefon, faks, radyo ve tv sahipliği, telefon konuşma maliyeti, telefon hatları hata oranı, hane halkına düşen telefon sayısı); İnternet alt yapısı (işletmelerde, evlerde, eğitim faaliyetlerinde ve elektronik ticarette İnternet kullanımı) ve toplumsal alt yapı (insan hakları, gazete okunurluğu, basın özgürlüğü, okullara kayıt sayısı) ile ilgili değişkenler temel alınarak hesaplanmaktadır (Çizelge 4). Çizelge 4. Bilgi (Information) Toplumu Endeksi, 2002. BT olma durumu (ISI Puanı) Hızla koşanlar (3500’ün üzerinde) Büyük adımlarla İlerleyenler (3500 – 2000) Ülkeler (55 ülke) İsveç, Norveç, İsviçre, Birleşik Devletler, Danimarka, Hollanda, Birleşik Krallık, Finlandiya, Avustralya, Taiwan, Hong Kong, Japonya, Singapur, Kanada. Almanya, Avusturya, Yeni Zelanda, Kore, Belçika, Fransa, İrlanda, İsrail, İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz. Birleşik Arap Emirlikleri, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Malezya, Polonya, Arjantin, Şili, Panama, Bulgaristan, Güney Afrika, Türkiye, Romanya, Venezuela, Meksika, Kosta Rika, Brezilya. İmkânları sınırlı olanlar (1000’e kadar olanlar) Kolombiya, Rusya, Filipinler, Tayland, Suudi Arabistan, Peru, Ekvador, Ürdün, Mısır, Çin, Hindistan, Endonezya, Pakistan Y Eşiğinde olanlar (2000 – 1000) 75 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Kaynak: Information Society Index (2002) aktaran Şan (2005) TİSK’in 2002 yılında 49 ülkede yaptığı ve Türkiye’nin bilgi ekonomisi yarışındaki yerini gösteren anketinde Türk örgütler, değişime uyum sağlama yeteneği açısından dünyanın en başarılı örgütleri arasında yer almıştır. Değişimlere uyum yeteneğinde Türkiye, 49 ülke arasında dünya dördüncüsü olmuştur. Aynı araştırmada birinci sırada olan Çin, 2002’de milli gelirinin % 2’ye yakınını telekomünikasyon yatırımlarına harcamıştır. Telekomünikasyon yatırımlarında Türkiye 2000 yılında 13. sıradayken 2002 yılında 43. sıraya gerilemesi yatırımlar açısından olumsuz bir durum olarak görülmektedir. ABD, internet yatırımları, bilgisayar kullanımı ve bilgisayar gücü açısından diğer ülkelerden oldukça ileri konumda bulunmaktadır. 49 ülke içinde ABD’den sonra İsveç, Finlandiya, Japonya ve Almanya gelmektedir. Bunun sebebi bu ülkelerin AR-GE faaliyetlerine ağırlık vermelerine ve teknolojiyi ekonomik hayata yansıtmayı amaçlayan reformların başarısına bağlanmaktadır. Türkiye, teknolojik rekabette 33. sırada yer almaktadır (TİSK 2002:4). Dünyadaki gelişmelere paralel olarak, Türkiye’de de 1980’li yıllardan itibaren başlayan ve giderek hız kazanan sosyal, politik ve ekonomik alanlardaki yeni uygulamalarla bir değişim süreci yaşanmaktadır. Her değişim ve yeniliğin başarıya ulaşmasında en önemli etken iyi yetişmiş insan kaynağıdır. Türk eğitim kurumlarında etkili eğitimin gerçekleştirilebilmesi her alandaki değişim ve gelişimi yakından izleyen bilgi üreten ve bilgiyi etkin kullanabilen insan kaynağı ile mümkündür. Buna rağmen, Türk eğitim kurumlarının etkililiğine ilişkin olarak, göstergeler pek iç açıcı değildir. Eğitim örgütlerinde istenen etkililiğin sağlanabilmesi açısından sistem çapında değişime ihtiyaç vardır (Erdoğan 2003:261). Bugün Türk eğitim sisteminin en önemli sorununu yenilenme sorunu olarak belirten Çetin (2004:16), Türkiye’nin ikinci dalga (sanayi toplumu) toplumunun ihtiyaçlarına uygun insan modelini belirleyemeden dünyanın bilgi toplumuna geçtiğine işaret ederek, eğitim sistemindeki temel sorunun yeni gereksinimleri karşılayacak yeni yönetim stratejileri belirleyememesi olduğuna dikkat çekmektedir. Sürekli eğitim olgusu, geçmişte hiç olmadığı kadar uygulama alanı bulmuştur. Eğitim kurumlarının fonksiyonlarını yerine getirmeleri değişim ve bilginin etkili kullanılması ile ölçülmektedir. Dünyada değişim ve yenileşmeler eğitim kurumlarını hem çıktılarını pazarlama hem de aldığı girdilerin beklentilerine cevap vermek açısından iki yönlü etkilemektedir. Türk eğitim örgütleri bunun dışında kalmakla eleştirilmektedir (Özdemir 2000:1). Okulda bilgi yönetiminin lideri olarak okul yöneticisi paylaşılan bir okul kültürü oluşturduğu zaman, bilginin paylaşılmasını ve davranışa dönüştürülmesini başarabilir (Çelik 1999:60). İlköğretim okullarının örgütsel öğrenmesine yönelik yapılan bir araştırma sonucu sürekli öğrenme boyutunun diğer boyutlara göre daha zayıf olduğunu göstermektedir (Celep 2004:557-575). Okullarda çağın gereklerine uygun etkili eğitimin gerçekleştirilmesinde okul yöneticiliği mesleği daha önce olmadığı kadar önem kazanmıştır. Okulun bir öğrenen örgüt haline gelmesini sağlayan, okul ve çevresiyle birlikte bir okul topluluğu oluşturan, öğretmenlerin mesleki gelişimlerini ve öğrencilerin bilgi ve becerilerini en üst düzeye çıkara- Y 76 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması cak ortamları oluşturan kişi, liderlik nitelikleri taşıyan okul yöneticileridir. Okul yöneticileri okullarda öğretmen, öğrenci ve diğer çalışanlarla olduğu kadar okul çevresiyle de etkili iletişim ve işbirliği oluşturarak, okulun gelişmesi ve etkili eğitim için bilginin etkili yönetimini sağlayabilir (Muratoğlu ve Özmen 2005:4). Buket Çetin’in 2002 yılında, bilgi yönetimi açısından ilköğretim okul yöneticilerinin gösterdikleri davranışlara ilişkin öğretmen algılarını konu alan araştırmasında, ilköğretim okullarında bilgi merkezlerinin oluşturulmasına yönelik olarak, deneklerden elde edilen veriler eşliğinde şu sonuçlara ulaşılmıştır. Öğretmenlerin %34,9’u okulda bilgi kaynak merkezinin bulunmadığını, %31,2’si çok az bulunduğunu, %15,8’i ise ara sıra bulunduğunu dile getirmişlerdir. Aynı araştırmada, öğretmenlerin %66,7’si okullarında, ilgili bütün yayınlara yer veren iyi bir biçimde kataloglanmış bir kütüphanenin olmadığını ya da çok az olduğunu; %81’i okullarında eğitim-öğretimle ilgili bilgi haritasının oluşturulmasında ve bunun sürekliliğinin sağlanmasında sorumlu bir merkezin veya bir grubun olmadığını ya da çok az olduğunu dile getirmişlerdir (Celep ve Çetin 2003). Çınar’ın 2002 yılında yaptığı, “Eğitim Yöneticilerinin Bilgi Yönetimindeki Yeterlikleri (Malatya İli Örneği)” isimli doktora çalışmasında; milli eğitim müdürleri bilginin elde edilmesi ve depolanması boyutunda kendilerini “üst düzeyde yeterli”, bilginin paylaşılması boyutunda “en üst düzeyde yeterli” değerlendirirken, bilginin kullanılması boyutunda “orta düzeyde yeterli” olarak değerlendirmişlerdir. Okul yöneticileri bütün boyutlarda milli eğitim müdürlerini “orta düzeyde yeterli” olarak değerlendirmiş, ilköğretim müfettişleri ise milli eğitim müdürlerini bilginin elde edilmesi ve paylaşılması boyutunda “orta düzeyde yeterli”, bilginin kullanılması ve depolanması boyutunda “alt düzeyde yeterli” olarak değerlendirmişlerdir. (Çınar 2002). MEB (2005:3) verilerine göre, Türkiye okullarında 250 bin civarında bilgisayar ve yaklaşık % 50-60 oranında bilgisayar laboratuarı bulunmaktadır. MEB projesine göre 2005-2006 eğitim öğretim yılında bilgisayar laboratuarı bulunmayan hiçbir okul kalmayacaktır. Yine MEB verilerine göre İstanbul’da 15-17 yaş grubundaki gençlerin yüzde 33,7’si interneti hiç kullanmamaktadır. Türkiye genelinde okullarda 240 bin bilgisayar bulunmakta, fakat 17 milyon öğrenci göz önüne alındığında, yaklaşık 71 öğrenciye bir bilgisayar düşmektedir. Bu durum, gösterilen gayretlere rağmen, okullarımızın teknoloji açısından ihtiyacının ne denli büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, MEB desteği ile yeni teknolojik donanım ve yazılımların kullanılmasının teşviki için etkili olabilecek uygulamalar da görülmektedir. Ülkelerin kalkınmasında önemli unsur olan eğitim kurumlarımızın çağdaş eğitim ortamlarını oluşturabilmesi, bilişim teknolojisinin eğitim bilimlerinin hizmetine sunduğu imkanlardan yararlanarak yeni sınıf donanımlarının kurulması ve eskilerinin düzenlenmesinin gerekli olduğu düşünülerek, 2005/23 sayılı genelgede yayımlandığı şekli ile MEB ve Türkiye Bilişim Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜBİSAD) işbirliği ile ‘Bilgisayarlı Eğitime Destek’ projesi başlatılmıştır (Muratoğlu ve Özmen 2005:4). Y Bilginin örgütsel süreçlerde etkili kullanılması örgütlerin gelişmesini sağlamakta ve küreselleşen iş ortamında rekabet gücü oluşturmaktadır. Bilgi toplumunda örgütlerin ger77 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. çek sermayesi entelektüel sermaye olarak da bilinen bilgi ve beceri olarak iyi yetişmiş insan gücüdür. Bireysel ve örgütsel bilginin iyi yönetilmesinin çarpıcı boyutta yarışmacı avantaj sağladığını ve özellikle iş örgütlerinin pazar ortamında karlılıklarını ve meydan okuyuculuklarını artırdığını belirten Friehs (2004:4-5), genellikle kar amacı gütmeyen eğitim örgütlerinin bilgi yönetimi meselesiyle fazla ilgili görünmediklerine dikkat çekerek bu örgütlerin etkili bilgi yönetimi stratejilerini yaşama geçirmeleri ile performanslarını artıracağını belirtir. Toplumun yenileşmesine öncülük eden eğitim örgütleri bilgiyi yönetime uygularken bilginin kullanılmasını ve üretilmesini örgütün ve çevrenin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak dengelemek zorundadır (Valdez 2004:6). Bilgi toplumunda maddi üretim değil bilgi üretimi önceliklidir. Bilginin kaynağını bilimsel düşünce ve bilgi teknolojisi oluşturmaktadır. Bilgi toplumunda bilginin etkili bir şekilde kullanılması anlayışının ve değişmelerin eğitim örgütlerinde yaşanması kaçınılmazdır. Bilginin üretildiği, öğretildiği ve sunulduğu yerler olan eğitim örgütleri bilgi toplumunun vazgeçilmez kurumlarıdır (Can 2002:2). Bilginin paylaşımı etkili bilgi yönetiminde diğer önemli bir husustur. Bilgi paylaşımı için bilgiyi oluşturan ve bilginin gücüne inanan toplumun oluşması gerekir. Bilgi toplumu, örgütler toplumudur ve temel amacı, bilgiyi bir görevle bütünleştirerek gerekli paylaşımı sağlamaktır (Öğüt 2001:20). 1996 yılında New York Times’ın yaptığı bir araştırma, iş görenlerin sadece % 20’sinin diğerleriyle işbirliğine girdiğini, yöneticilere ise çoğu zaman gerekli çözümler yerine, yöneticilerinin duymak istediklerinin verildiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bilgi yönetimini uygulayan örgütlerin, bilgiyi paylaşmayı bir öncelik haline getirerek, çalışanların performanslarını iyi düzenlemeleri ve değerlendirmeleri gerekmektedir (Özmen 2003:5). Bu nedenle okulda bilgi paylaşma kültürü meydana getirilmelidir. Okul kültürü açısından bilgi temel bir kaynak olarak görülmelidir. Bilgiyi ön planda tutan bir okul kültüründe bilgi okul yöneticisinin mülkiyetinden çıkmakta, bilgiye ihtiyaç duyan herkes ondan yararlanabilmektedir. Bilgi temelli bir okul kültüründe okul yöneticisi de bilgiyi temel bir değer ve güç olarak görür, bunun etkin paylaşımını sağlar (Çelik 1999:61). Karadal ve Özçınar’ın (2004:3) 2000 yılında örgüt içi bilgi paylaşımını belirlemek için yapmış oldukları örnek olay çalışmasında; çalışanların büyük çoğunluğunun (%84) bilgiyi bir güç olarak gördükleri; %73’ünün bilgiyi paylaşmak zorunda olduğunu düşündüklerini; %68’inin örgüt sayesinde kazandıkları bilginin kendilerine özel olmayıp, örgütün bir değeri olduğunu algılamadıklarını; %57’sinin ise, bilginin kendi pozisyonlarını koruduğunu düşündüklerini göstermektedir. Bilgi hizmetleri ve içeriği ile ilgili önemli sorunlardan birisi ülkemizdeki bilgi okuryazarlığı düzeyinin çok düşük olmasıdır. Bilgi okuryazarlığı bireylerin basılı ve elektronik ortamdaki bilgi kaynaklarından, gerekirse bilgisayarları ve ağları da kullanarak, ihtiyacı olan bilgilere erişebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de orta öğretimde ve üniversitelerde öğrencilere kütüphane kullanımı, bilgisayar ve internet hakkında bazı dersler verilmesine karşın, okul ve üniversite kütüphanelerinin yeterince gelişmemiş olması, bilgisayar ve internet imkânlarının yetersizliği nedeniyle bilgi okuryazarlığı konu- Y 78 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması sunda büyük eksiklikler bulunmaktadır. Bu nedenle bilgi okuryazarlığı sorununun henüz yeterince farkında olunmadığı ve bu soruna köklü çözümler getirmek üzere sistematik bir çaba harcanmadığı söylenebilir. İngilizce konuşulan ülkelerde her alanda internet kullanımının daha yüksek olduğu görülmektedir. İngiltere’de çiftçilerin interneti daha yaygın olarak kullandıkları, Fransa’da ise daha az kullandıkları ortaya çıkmıştır. Tarımla ilgili İngilizce web sitelerinin daha fazla olması bunun nedeni olarak gösterilmektedir. Türkiye açısından da internetin tabana yaygınlaştırılması ve her sektörde kullanılabilmesi, Türkçe web sitelerinin artırılmasına bağlıdır. Bu konuda ilgili sektörlerin web sitelerini kurup geliştirmeleri gerekmektedir (Bilişim Teknolojileri ve Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu 2001:28). Bilgi yoğunluklu örgütler olan eğitim kurumlarında Milli Eğitim Sistemi bilgi yönetim sisteminin alt yapısını oluşturmak için bilgisayar destekli program çalışmaları başlatmıştır. Bu proje Milli Eğitimi Geliştirme Projesi kapsamında uygulamaya geçirilen ve e-devlete ulaşma adımlarının en önemlilerinden biri olan; Milli Eğitim Bakanlığı Bütünleşik Yönetim Bilgi Sistemi (MEBSİS)’tir. Bu kapsamda Bakanlığın çeşitli birimlerinin etkinlikleri elektronik ortamda yapılmakta ve yönetim işlerinde bilgi teknolojilerinden yararlanılmaktadır. MEBSİS’in hayata geçirilmesi 1987 yılında PERSİS (Personel Sistemi) ile başlamıştır. Bu sebeple çeşitli alt sistemler oluşturulmuş ve Bakanlık birimlerinin hizmetine alınmıştır. Oluşturulan alt sistemler: Yüksek Öğretim Sistemi (YÖSİS), Dış İlişkiler Sistemi (DİDİS), Bütçe Sistemi (BÜSİS), İdari Mali İşler Sistemi (İMİSİS), İller ve İlçeler Yönetim Bilgi Sistemi (İLSİS), İşletmeler Sistemi (DÖNERSİS), Sosyal İşler Sistemi (SOİSİS)’tir. Bu alt sistemlerin en önemlisi İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri Yönetim Bilgi Sistemi (İLSİS) Projesidir. Bu proje kapsamında; Bakanlık birimlerinin iş ve işlemlerinin bilgisayar desteğinde yürütülebilmesi için çeşitli donanım ve yazılımlar temin edilmiştir. Bu bağlantı ile yönetim bilgi sistemi gerçekleştirilerek istenilen bilgilere kısa sürede ulaşmak mümkün olmaktadır. İLSİS kapsamında illerde kullanılmak üzere hazırlanan yazılımlar sayesinde bir öğretmenin hizmet cetveli hazırlanması işlemi daha önceki yöntemlere göre % 90 oranında daha az zaman harcanarak alınabilir hale gelmiştir. Bu projenin bir alt sistemi olan Okul Yönetim Bilgi Sistemi’nin (OKSİS) 2003 yılı içerisinde uygulamaya geçeceği belirtilmiş fakat henüz tamamlanamamıştır. Bu kapsamda ilk olarak öğrencilerin; sınavlardan aldıkları notlar, devam-devamsızlık durumları, ders günlük planları ve ders yıllık planlarının bulunması düşünülmüştür. OKSİS tamamlanamadığından dolayı okullar kendi imkânları ile dışarıdan okul yönetimi bilgisayar paket programları satın almışlardır. Okulların çoğunda BİLSA adlı bir şirketin yaptığı paket programlar bilgi yönetimi için kullanılmaktadır. Fakat bu programın ne derece verimli kullanıldığı hakkında kapsamlı bir bilgi bulunmamaktadır. Sonuç Ve Öneriler Y Yönetim bilimi alanında yüzyılın en önemli iki kavramı bilgi ve teknolojidir. Bilgi, örgütlerin yeni üretim etkeni, teknoloji ise onun vazgeçilmez parçasıdır. Bilgi yönetimi, zihinsel sermayeyi yönetilebilir bir değer olarak ele alan en önemli örgütsel yönetim ala79 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. nıdır. Örgütsel etkinlikler, yönetim modelleri ve teknoloji bilgi yönetiminde kullanılan araçlardır. Bilgi yönetimi uygulamalarında bu araçlar, örgütsel bilginin elde edilmesini ve geliştirilmesini, sınıflandırılarak tekrar kullanılmak üzere saklanmasını, ilgili bireylere aktarılarak paylaşılmasını ve doğru zamanda doğru yerde kullanılarak değerlendirilmesini sağlamak üzere birlikte ve uyum içinde çalışırlar. Dünyada ve ülkemizde teknoloji devrimi ve bilgi toplumuna geçişte eğitim büyük önem taşımaktadır. Bilgi toplumunda en değerli varlık insangücüdür. Tarım ve sanayi toplumlarında insanın bedensel gücü ön planda iken bugün artık insangücü denildiğinde beyin gücü akla gelmektedir. Eğitimin etkililiği büyük oranda etkili okullara bağlıdır. Etkili bir okul geliştirmek için etkili bir okul yöneticisinin olması zorunludur. Etkili okul yöneticisi olabilmek için bir yöneticinin bilgi yönetimi alanındaki yeterliğinin üst düzeyde olması gerekir. Bilginin üretilmesi ve geliştirilmesi, sınıflandırılması ve saklanması, aktarılması ve paylaşılması, kullanılması ve değerlendirilmesi bilgi yönetiminin bileşenleridir. Bu bileşenlerde yöneticinin başarı derecesi onun yeterliliğinin de derecesidir. Türkiye’de “enformasyon” ve “bilgi” kavramları arasındaki önemli ve kritik fark, fark edilemediğinden ve bu kavramlar birbirleri yerine kullanıldığından özellikle haber (malumat, enformasyon) sözcüğünün bilgi olarak algılanmasından, eğitim örgütlerinin bilgi kavramı bağlamında karmaşıklık içerisinde olduğu söylenebilir. Bu karmaşıklık nedeniyle, eğitimcilerin sınıflarda öğrencilere aktardığı birçok şey haber (malumat, enformasyon) düzeyinde kalmakta ve bilgi düzeyine çıkamamaktadır. Ölçme ve değerlendirme işlemleri de öğrencilerin bilgi düzeylerini değil enformasyon edinme düzeylerini hedeflediğinden ezberci ve taklit üzerine bir eğitim öğretim sürdürülmektedir. Yani öğrenciler aldıkları verileri, sadece haber düzeyinde tutup, sınıflarını geçebilmekte, sınavlarda sorulan sorulara önceden belirlenmiş cevaplar verilmekte ve bu özellikleri ile bir öğretmen, matematikçi, fizikçi, doktor vb. olabilmektedirler. Enformasyonun bilgiye dönüşebilmesi, o enformasyonun insan yaşayışıyla bütünleşmesini, içselleştirilmesini, yorumlanmasını ve değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bir insan kendisine ulaşan enformasyonu, kendi sözcükleriyle yeniden dile getirilebiliyorsa, içselleştirebiliyorsa, tartışabiliyorsa, eleştirebiliyorsa, yaşamında kullanabiliyorsa ona katkıda bulunabiliyorsa ancak o zaman onun bilgisi haline gelir. Ülkemizde çok kullanılan bir deyim vardır: “doktorun (imamın) dediğini yap, yaptığını yapma.” Bu deyim ülkemizin eğitim durumunu çok iyi yansıtmaktadır. Öğrenciler, öğretmenlerinin dediklerini yapmaya zorlanılmakta, yaptıklarından ise uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Çünkü ülkemizde hemen hemen her meslek grubundaki insanlarda, istisnalar elbette var, bilginin insan yaşamı ile bütünleştiği zor görülebilecek bir durumdur. Bilginin insan üzerinde bir üst düzeyi daha vardır, o da bilgiyi bilgece (wisdom) kullanmaktır. Bilgelik sözcüğü bilimsel düzlemede pek kullanılmadığından, bilimle uğraşanlar da haber (malumat, enformasyon) düzeyinde çalışıp, öğrencilere ya da meslektaşlarına bilgi verdiğini sanmakta ve fakat aslında malumat aktarmaktadırlar. Bunun sonucunda ise insanlar, kendilerine öğretilen şeyleri taklit etmenin ötesinde bir şeyler üretememektedirler. Y 80 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması Sonuç olarak, bilginin bilincine sahip olunmadan, bilgin ve bilge olabilmenin, erdemli insanların olduğu topluluklar oluşturabilmenin mümkün olamayacağı unutulmadan, eğitim kurumlarından başlanılarak bilgi üzerine yeniden ve özenle eğilmeli, bilgi ve bilgi ile ilgili kavramlar, kitaplar, eğitim filmleri, dizi filmler vb. görsel etkinliklerle aydınlatılmalı ve tüm etkinlikler bu aydınlık sağlandıktan sonra yeniden tasarlanmalıdır. Bilgi yönetimi her kurumun titizlikle takip etmesi gereken bir yönetim tarzına dönüştürülmelidir. Özellikle açık bilginin sınıflandırılması ve saklanması için okullarda ve kurumlarda işlevsel bir arşiv sistemi kurulmalıdır. Bu sistem elektronik sistemler üzerinden de aktif olarak kullanılabilmelidir. Her insanda saklı olarak bulunan örtük bilginin paylaşılması ve yaygınlaştırılabilmesi için kurum içi formel veya formel olmayan etkinlikler (seminerler, paylaşım sohbetleri, eğitimler vb.) düzenlenerek örtük bilginin paylaşımı sağlanmalıdır. Bilginin etkin bir şekilde paylaşıma sokulabilmesi için bireylerin iletişim yeteneklerinin üst düzeyde olması gerekmektedir. Bu nedenle her kurumda özellikle eğitim kurumlarında çalışan bireylerin iletişim becerileri eğitimlerle geliştirilmelidir. Kaynakça Açıkgenç, A.(1992). Bilgi Felsefesi. İstanbul: İnsan Yayınları. Akarsu, B. (1975). Felsefe Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aktan, C. C. ve Tunç, M. (1998). Bilgi Toplumu ve Türkiye. Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan: 118-134. Aktan, C. C. ve Vural, İ. Y. (2005). Bilgi Çağı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri. Konya: Çizgi Kitabevi. Allee, V. (1997). Expanding Organizational Intelligence. The Knowledge Evolution, Butterworth-Heinemman, 44-50 Barutçugil, İ. (2002). Bilgi Yönetimi. İstanbul: Kariyer Yayıncılık, Beijerse, R. P. U. (1999). Questions in Knowledge Management: Defining And Conceptualizing A Phenomenon. Journal of Knowledge Management, Volume 3, Number 2. Bhatt, G. D. (2000). Organizing Knowledge in The Knowledge Development Cycle. Journal of Knowledge Management, Vol. 4, Number 1, 15-26. Bilişim Teknolojileri ve Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu. (2001). DPT: 2560, ÖİK: 576. Y Bollenger, A. S. ve Smith, R. D. (2001). Managing Organizational Knowledge As A Stra- 81 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. tegic Asset. Journal of Knowledge Management, Vol.5, No 1. Campos, E. B. ve Sanchez, P.S. (2003). Knowledge Management in The Emerging Strategic Business Process: Information, Complexity and Imagination. Journal of Knowledge Management, Volume 7, Number 2. Can, N. (2002). Eğitim Örgütlerinde İnsan Kaynakları Yönetiminin Bütünleştirme İşlevi İle İlgili Görevleri. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, 12-28. Catherine, B. ve Clarke, M. (2000). How Do Managers Use Knowledge About Knowledge Management? Journal of Knowledge Management, Volume 4, Number 3, 237 Celep, C. (2004). Örgütsel Öğrenme Açısından İlköğretim Okulları. XII. Eğitim Bilimleri Kongresi, Eğitim Bil. Enst. Gel. Derneği, Ankara. Celep, C. ve Çetin, B. (2003). Bilgi Yönetimi. Ankara : Anı Yayıncılık. Choi, B. ve Lee, H. (2003). Knowledge Management Strategy and Its Link to Knowledge Creation Process. Expert Systems with Applications. 23, 173-187. Choo, C. W. (1998). The Knowing Organization: A Process Model of Knowledge Management. http://choo.fis.utoronto.ca/Workshops/ Wittenburg.ppt.html/sld007. htm. Choo, C. W. (2000). Working with Knowledge: How Information Professionals Help Organizations Manage What They Know. Library Management, 21(8), 395-403. Courtney, J. F. (2002). Decision Making and Knowledge Management in Inquiring Organizations: Toward a New Decision-Making Paradigm for DSS. Decision Support Systems, http://www.elsevier.com. Çelik, V. (1999). Eğitimsel Liderlik. Ankara: Pegem Yayınları. Çetin, Ş. (2004). Değişen Değerler ve Eğitim. Milli Eğitim Dergisi, No:161 Çınar, İ. (2002). Eğitim Yöneticilerinin Bilgi Yönetimindeki Yeterlikleri. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Çiğdem, A. (1997). Akıl ve Toplumun Özgürleşimi: Jürgen Habermas ve Eleştirel Epistemoloji Üzerine Bir Çalışma, İkinci baskı, Vadi Yayınları 69 (10), Toplum dizisi, 30(4), Konya Davenport, T. H. ve Prusak. L (1998). Working Knowledge: How Organizations Manage, What They Know. Boston: Harvard Business School Press. Erdoğan, İ. (2003). Karşılaştırmalı Eğitim: Çağdaş Eğitim Sistemleri. İstanbul: Sistem Yayıncılık, Friesh, B. (2004). Knowledge Management in Educational Settings. http://www.see-educoop.net/education_in/pdf/erasmus2009-oth-enl-t03.pdf Hançerlioğlu, O. (1976-80). Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, (7 Cilt). An- Y 82 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması kara: Remzi Kitabevi, Hançerlioğlu, O. (1977a). Düşünce Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Hançerlioğlu, O. (1979b). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi. İnam, A. (2006). Bilgi Toplumu ve Türkiye. http://www.metu.edu.tr/~www41/ahmet-inam/bilgi-toplumu-2.htm Jarrar, Y. F. (2002). Knowledge Management: Learning for Organizational Experience. Managerial Auditing Journal, 17 (6), 322–328 Karadal, H. ve Özçınar F. (2004). Örgüt içi Bilgi Paylaşımı Bir Örnek Olay Çalışması. http://www.nigde.edu.tr/ Karadal, H. ve Özçınar, F. (2004). Örgüt içi Bilgi Paylaşımı Bir Örnek Olay Çalışması. http://www.nigde.edu.tr Keskin, H. ve Kalkan V. D. (2005). İşletmelerde Bilgi Yönetiminin Tanımlanması ve Kavramsallaştırılması: Kobi’lerde Bilgi Yönetimi Araçlarının Kullanımına İlişkin Bir Araştırma. Kocaeli Üniversitesi 1.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=166 Kesen, İ. (2006). İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Bilgi Yönetimi Yeterlikleri. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Krishnamurti, J. (1993). Öğrenme ve Bilgi Üzerine, (Çev: Anita Tatlıer). İstanbul: Ayna Yayınları. Krogh, V. G.; Ichiro, K.; Nonaka, I. (2002). Bilginin Üretimi. (Çev: Günhan Günay). İstanbul: Dışbank Kitapları. Kuswara, A. U. (2001). An Experience in Knowledge Management System Implementation at Indonesian Leading IT School. http://www.hds.utc.fr/~barthes/ISMICK01/papers/IS01-Anbulagan.pdf Laszlo K. C. ve Laszlo, A. (2002). Evolving Knowledge For Development: The Role Of Knowledge Management In A Changing World. Journal of Knowledge Management. Volume 6, Number 4. Levet, G. ve Guenov, M.D. (2000). A Methodology for Knowledge Management Implementation. Journal of Knowledge Management. vol.4, no.4, 258-270. Mccann, J.E. ve Buckner, M. (2004). Strategically Integrating Knowledge Management Initiatives. Journal of Knowledge Management. Vol:8, No:1, 47–63. MEB. (2005). Haberler. www.http://meb.gov.tr/index1024.htm Mengüşoğlu, T. (1992). Felsefeye Giriş. İstanbul: Bilgi Kitabevi, Y Muratoğlu, V. ve Özmen, F. (2005). Eğitim Örgütlerinde Bilgi Yönetimi Stratejileri-Yaş Ve Okul Türü Değişkenlerine Göre Eğitimci Görüşleri (Tunceli İl’i Örneği). 83 Kesen, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. http://www.ab.org.tr/ab06/bildiri/85.pdf Nicolas. R. (2004). Knowledge Management Impacts on The Decision-Making Process. Journal of Knowledge Management. Vol:8. Nonaka, I. (1994). A Dynamic Theory of Organizational Knowledge Creation. Organization Science (5:1), 14-37, Nonaka, I. (1999). Bilgi Yaratan Şirket, Harvard Business Review (Seçmeler) Bilgi Yönetimi. İstanbul: MESS Yayınları. Nonaka, I. ve Takeuchi, H. (1995). The Knowledge-Creating Company. Oxford: Oxford University Press, O’dell, C.; Grayson, J. C.; Essaides, N. (2003). Ne Bildiğimizi Bir Bilseydik, (Çev: Günhan Günay). , İstanbul: Dışbank Kitapları-3. Odabaş, H. (2003). Kurumsal Bilgi Yönetimi. http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_07.html Oğuzkan, F. (1974). Eğitim Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Öğüt, A. (2001). Bilgi Çağında Yönetim. Ankara: Nobel Dağıtım, Öner, Y. (2000). İdealizm Determinizm’den Olasılığa Doğru W. Heisenberg: Fizik ve Felsefe: Diyalektik Olasılıktan Determinizme Doğru. İstanbul: Belge Yayınları Düşünce Dizisi. Özdemir, S. (2000). Eğitimde Örgütsel Yenileşme. Ankara: Pegem Yayınları. Özel, İ. (2004). Şiir Okuma Kılavuz. İstanbul:Şule Yayınları, Özgener, Ş. (2004). Global Ölçekte Değer Yaratan Bilgi Yönetimi Stratejileri. http: // www. bilgiyönetimi. org/ cm/ pages/yazAek.php? Özmen, F. (2003). 21. Yüzyılda Bilgi Yönetimi ve Eğitim Örgütleri. Açık ve Uzaktan Eğitim Sempozyumu, 2-13, 23-25, Mayıs. Rosenthal, F. (2004). Bilginin Zaferi-İslam Düşüncesinde Bilgi Kavramı. İstanbul: Da Yayıncılık. Sözen, E. (1999). Söylem: Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite. İstanbul: Paradigma Yayınları. Stewart, T. A. (1997). Entelektüel Sermaye. İstanbul: MESS Yayınları. Şan, M. (2005). Kalkınma Planlamasında Bilgi Yönetimi ve Devlet Planlama Teşkilatı İçin Kurumsal Bilgi Politikası Modeli. Ankara: Yayın No: DPT: 2687. TİSK. (2002). Türkiye’nin Bilgi Ekonomisi Yarışındaki Yeri. http://www.tisk.org.tr/yayinlar.asp?sbj=jcrid=678 Tiwana, A. (2003). Bilginin Yönetimi. (Çev: Günhan Günay), Dışbank Kitapları-5. Y 84 Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması Toffler, A. ve Toffler, H. (1996). Yeni Bir Uygarlık Yaratmak. İstanbul: İnkılap Kitabevi. Tonta, Y. (2004). Bilgi yönetiminin kavramsal tanımı ve uygulama alanları. Kütüphaneciliğin Destanı Uluslararası Sempozyumu, (Bildiriler) içinde, 55-68, 21-24 Ekim. Ankara. Unabridged Dictionary (2006). Based on the Random House Unabridged Dictionary, Random House, Inc. Dictionary.com Unabridged (v 1.1). Valdez, G. (2004). Technology Leadership: Enhancing Positive Educational Change. http:// www. ncrel. org/ sdrs/ areas/issues/educatrs/leadrshp/le700 Wiig, K. (1997). Knowledge Management: Where Did It Come From And Where Will It Go? Expert Systems With Applications, Pergamon Press/Elsevier, Vol.14. Y Zaim, H. (2005). Bilginin Artan Önemi ve Bilgi Yönetimi. İstanbul: İşaret Yayınları. 85 Müzeyyen ÖVÜR – R. Şamil Tatık Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 EĞİTİM MÜFETTİŞLERİNE GÖRE MESLEKTAŞ İZLENİMİ COLLEAGUE IMPRESSION ACCORDING TO EDUCATION INSPECTORS Müzeyyen ÖVÜR1* – R. Şamil TATIK2** Özet Bireyler bulundukları ortamda etkileşimde bulundukları kişilerin kendileri hakkında sahip oldukları izlenimleri merak ederler ve öğrenmek isterler. Bu izlenimlerin kendi arzularıyla paralel olması halinde mutlu olmaktalar, aksi takdirde ise çoğunlukla üzülmektedirler. Görünmek istedikleri gibi bir izlenim bırakmak isteyen bireyler bunun için çeşitli girişimlerde bulunurlar ve çaba gösterirler. Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapmakta olan eğitim müfettişi ve yardımcılarının görüşlerine göre, meslektaşlarının izlenim yönetimi taktiklerinden hangilerine ve ne düzeyde başvurduklarının belirlenmesini amaçlayan bu araştırma, tarama modelindedir. Araştırmanın örneklemi, tesadüfî örnekleme yöntemi ile belirlenen 100 eğitim müfettişi ve yardımcısından oluşmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Literatür analizinden elde edilen bilgiler ışığında daha önce yapılan bir çalışmada geliştirilmiş ve uygulanmış olan anket formu üzerinde değişiklikler yapılmış ve izlenim yönetimi taktikleri 4 faktör boyutu açısından ele alınarak kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) programında çözümlenmiş, verilerin çözümlenmesinde, sınıflama türündeki sorular için frekans ve yüzde kullanılmıştır. Yöneticilerin izlenim taktiklerini kullanma düzeylerini betimlemek amacıyla aritmetik ortalama, standart sapma; gruplar arası karşılaştırmalar yapmak amacıyla da ilişkisiz örneklemler için tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Ortalamalara bakıldığında müfettişlerin baskın olarak belli bir taktiği çok sık kullanmadıkları görülmüştür. En çok kullanılan taktiğin “Niteliklerini Tanıtma” olduğu saptanmıştır. Bunu “Açıklama Yapma”, “Yıldırma” ve “Övgü” taktikleri izlemiştir. Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik özellikleri arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Anahtar sözcükler: izlenim modelleri, izlenim taktikleri, izlenim yönetimi. Abstract Individuals are always curious about and want to learn about peoples’ impressions about themselves with whom they are in interaction in their environment. If their impressions show parallelism with their wishes, they are happy, otherwise they are mostly upset. Individuals, who wish to create such an impression that they want to be seen or recognized, put forth in many different ways. This research which aims to determine the impressions of inspectors’ colleagues according to the education inspectors and their assistants, who work in the Ministry of National Education, is survey research model. *1 Eğitim Denetmen Yardımcısı, İstanbul Eğitim Denetmenleri Başkanlığı, muzeyyendonmez@yahoo.com Y ** Araştırma Görevlisi, Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, r.samiltatik@ gmail.com 87 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Study group which consists of 100 education inspectors and their assistants, was determined through random sampling method. A questionnaire was used as a data collection tool. In the light of results of the literature review, the questionnaire which was used before was developed and adapted and the impression method strategies in the questionnaire was used from the point of 4 scale dimension. Findings were analyzed through SPSS (Statistical Package for Social Sciences), frequency and percentage were used for the classification questions in the analysis of the findings. In order to describe the levels of administrators’ using impression strategies, arithmetic mean and standard deviation were used; one-way analysis of variance was used in order to make comparisons between groups for the unrelated samples. According to the mean average, it is understood that the inspectors are not often using a certain strategy commonly. It has been stated that “Self promotion” is the most commonly used strategy. This strategy is followed by “Explaining”, “intimidiation” and “ingratiation” strategies. Any meaningful correlations couldn’t be found between the inspectors’ colleagues’ impression method strategies and their demographic characteristics. Keywords: impression models, impression strategies, impression management. Giriş İzlenim Yönetimi İzlenim yönetimi 1990’lı yılların başlarında örgüt alanyazınında ilgi uyandırmaya başlayan, bireyler ve örgütler için negatif ve pozitif etkilere sahip, sosyal ilişkileri yönetmeyi ifade eden bir kavramdır (Akdoğan ve Aykan, 2008). İzlenim yönetimine ilişkin ilk sistematik çalışma sosyolog Erving Goffman (1959) tarafından yapılmıştır (Leary, 1996). Goffman’ın bu konuya ilişkin en büyük katkısı 1959’da yayınlanan “The Presentation of Self in Everyday Life” adlı kitabıdır (Jones, 1990; Leary, 1996). Sosyal hayatındaki ve iş hayatındaki etkileşimlerinde başarıyı yakalamayı, diğer insanlar tarafından kabul görmeyi ve onaylanmayı hedefleyen birey, bu hedeflerine ulaşabilmek için bilinçli ve bilinçsiz çaba göstermeye başlar (Schlenker, 1980; Kacmar ve Carlson, 1994) ve artık izlenimlerini yönetme sürecine girmiş demektir (Yıldırım ve Bozdoğan, 2009; Akdoğan ve Aykan, 2008). Akdoğan ve Aykan (2008), bireylerin izlenim yönetimi taktiklerini uygulayarak sosyal çevrelerindeki diğer bireyleri etkilemeye çalıştıklarını ifade etmektedir. Bireyler sosyal yaşam kapsamında iletişim halinde oldukları kişilerde arzu ettikleri izlenimi oluşturabilmek için birtakım roller oynamaktadır. Bu roller, bireyler için benlik haline gelebilmektedir; çünkü bireyler girdikleri ortamlarda amaçlarına ulaşabilmek için çeşitli roller oynamak durumunda kalmaktadır (Yıldırım ve Bozdoğan, 2009). Bireyler farklı rol ve durumlara göre sosyal kimliklerini ortaya koymaktadır (Bozeman ve Kacmar, 1997). Tabak, Basım, Tatar ve Çetin (2010), insanların kendileri hakkında başkalarında oluşan değerlendirmelerini ve davranışlarını etkileyebilecek imajlar oluşturma gayretinde olduklarını ifade etmektedir.Bireylerin sosyal ilişkilerini tesis edebilmeleri ve bu ilişkilerini sürdürebilmeleri için kendilerini ortaya koymalarını net düzenlemeleri ve iletişim halinde oldukları kişilerin kendilerini ortaya koyuşlarını doğru algılamaları gerekmektedir. Kısaca, kendini ortaya koyma davranışlarını organize etme ve kontrol etme becerisi etkili sosyal ve kişilerarası iletişimin ön şartıdır (Yıldırım ve Bozdoğan, 2009). Akdoğan ve Aykan (2008)’e göre, birey diğer bireylerin kendisinde oluşturduğu izlenimlere dikkat ederek ilişki içinde olduğu bireyler ile düzgün ve uyumlu ilişkiler ge- Y 88 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi liştirmektedir. Akdoğan ve Aykan (2008), izlenim yönetimini bireylerin diğer bireylerin kendilerine dair oluşan algılarını, bilinçli veya bilinçsiz olarak kontrol etme ve yönlendirme davranışları olarak tanımlamaktadır. Ancak, başlangıçta bazı psikologlar tarafından izlenim yönetimi sosyal ilişkilerin manipülasyon, kandırma ve yalan üzerine kurulu çirkin yüzü olarak tanımlanmıştır (Rosenfeld, Giacalone ve Riordan, 1995). Bu çalışmada, Schenkler (1980), Kacmar ve Carlson (1994) tarafından yapılan bireyin sosyal hayatındaki ve iş hayatındaki etkileşimlerinde başarıyı yakalamayı, diğer insanlar tarafından kabul görmeyi ve onaylanmayı hedefleyerek bu hedeflerine ulaşabilmek için bilinçli ve bilinçsiz çaba göstermesine izlenim yönetimi denir tanımı esas alınmaktadır. İzlenim Yönetimi Modelleri Leary ve Kowalsky (1990), yaptığı araştırmada izlenim yönetimini etkileyen birçok değişkeni mümkün olduğunca teorik olarak anlamlı en küçük faktörler setine indirmeyi amaçlamıştır. Ancak, her biri farklı ilkelere göre işleyen ve farklı durumsal ve önceki eğilimlerden etkilenen izlenim yönetiminin iki ayrı sürecinin olduğu açıktır. Birinci süreç, izlenim güdülemesi iken ikinci süreç, izlenim oluşturmadır. Bozeman ve Kacmar (1997) tarafından geliştirilen sibernetik modelde ise izlenim yönetimine güdülenme; hedef birey ile aktörün arzu edilen sosyal benlik duygusu, referans bireyden alınan dönütler arasında temel olarak algılanan farklılıkların bir işlevidir. Bu farklılıklar karşılaştırma yapılarak bulunur. Karşılaştırmalar aktöre, istediği imajın başarıldığını gösteriyorsa, o zaman zaten kullanılan taktikler devam ettirilecektir (örneğin senaryo mizanseni). Ancak, bir farklılık meydana gelmişse, aktör kullanmak için alternatif taktikleri araştıracaktır. Y İzlenim yönetimine ilişkin bir diğer model de Gardner ve Martinko (1988) tarafından geliştirilmiş modeldir. Bu model Goffman’ın dramaturjik bakış açısını yansıtmaktadır. Temel olarak çevre, aktörlerin izleyiciler için performans gösterdiği bağlam ve ortam sağlar. Bu bağlamda, aktörün ve izleyicilerin davranışları ve özellikleri, uyarıcı rolü oynamak için çevresel belirtilerle birleşir. Her bölümün durum tanımını üretmek için bu uyarıcılar algılanır çeşitli bilişsel, güdüsel ve duygusal süreçlerden geçirilerek yorumlanır. Bu uyarıcılar aktör ve izleyiciler tarafından algılanır ve bilişsel, güdüsel ve duygusal süreçlerden geçirilerek yorumlanır sonra da durum tanımlaması yapılır. Aktör ve izleyiciler şüphesiz ki durumun birçok yönünü farklı şekilde tanımlamaktayken, onların yaptıkları tanımlar birçok açıdan örtüşmektedir. Tanımlamayı bir rehber olarak kullanan aktörler, en çok arzu edilen etkiyi bırakacağını umdukları o davranışları seçerler. Bir aktörün sunum başarısı, aktörün performansının seyircinin durum tanımlamasıyla uyumlu olarak algılanma derecesinden etkilenir. Uyum ne kadar yüksekse, aktörün arzu edilen etkiyi yaratması ve lehte cevaplar alması o kadar mümkündür. Buna karşılık, izleyici aktörün sunumunu uygun olarak algılamazsa, olumsuz etkiler ve istenmeyen izleyici tepkileri daha muhtemeldir. İzleyici aktörün sunumuna tepki verdikten sonra, aktör bu tepkiyi algılar ve performansın başarısına veya başarısızlığına dair nedensel bir yorum yapabilir. 89 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. İzlenim Yönetimi Taktikleri Tedeschi ve Norman (1985) ise izlenim yönetimi taktiklerini, kendini tanıtmaya yönelik taktikler ve kendini savunmaya yönelik taktikler olmak üzere iki grupta toplamıştır. Kendini tanıtmaya yönelik taktikler: kendini sevdirme, niteliklerini tanıtma, yıldırma, örnek olma, yardım isteme ve vurgulama. Kendini savunmaya yönelik taktikler: açıklama, özür dileme, engel koyma ve yadsıma. Bozeman ve Kacmar (1997) izlenim yönetimi taktiklerini; kimliği geliştirme, kimliği koruma ve kimliğe uyum taktikleri olarak üçe ayırmaktadırlar. Kimlik geliştirme taktikleri, bireyin hedefin gözündeki sosyal kimliğini geliştirmesine ve ilerletmesine yönelik davranışlar ve stratejilerdir. Kimlik koruma taktikleri ise, bireyin hedefin gözündeki sosyal kimliğinin zarar görmesini engellemeye yönelik davranışlar ve stratejilerdir. Kimliğe uyum taktikleri de arzu edilen sosyal kimliklerle aktörün mevcut sosyal kimlikleri arasındaki pozitif farklılıkları çözmektir. Schutz (1998), izlenim yönetimi taktiklerini dört grupta toplamıştır: girişken, saldırgan, korunmaya yönelik ve savunmaya yönelik taktikler. Crane ve Crane (2002), izlenim yönetimi taktiklerini girişken taktikler ve savunma taktikleri olarak iki sınıfta toplamıştır. Girişken taktikler; kendini sevdirme, niteliklerini tanıtma, örnek davranışlarda bulunma, kendine acındırma ve tehdit etme iken savunma taktikleri; masumiyet, olayı kabul etme ancak sorumluluk almama, sorumluluğu kabul etme ve özür dileyerek sorumluluğu alma ve cezaya razı olmadır. Bu çalışmada, kendini tanıtmaya yönelik taktiklerden övgü (ingratiation), niteliklerini tanıtma (self promotion) ve yıldırma (intimidiation) taktikleri; kendini savunmaya yönelik taktiklerden ise sadece açıklama (explaining) taktikleri kullanılmıştır. Bu bağlamda, bu taktiklerden övgü, kendini sevdirme, niteliklerini tanıtma ve yıldırma şöyle açıklanabilir (Jones & Pittman, 1982’den akt: Bolino & Turnley, 1999): Övgü, diğer bireyler tarafından beğenilmek için onlara yağcılık yapmaya ve iyilikte bulunmaya yönelik bir taktiktir. Niteliklerini tanıtma, diğer bireyler tarafından uzman olarak görülmek için başarıları ve yetenekleri önplana çıkarmaya yönelik bir taktiktir. Yıldırma, diğer bireyler tarafından tehlikeli olarak algılanmak amacıyla cezalandırmak için insanın gücünü ve potansiyelini kullanmasına yönelik bir taktiktir. Luthans (1992), açıklama yapma taktiğini bireylerin kendi yaptıkları konusunda mazeret bildirmesi ya da meşrulaştırma girişiminde bulunması olarak tanımlamaktadır (akt: Akdoğan ve Aykan, 2008). Crane ve Crane (2002)’ye göre, olumsuz bir durumda, o durumun güçlüğünü azaltmak için açıklama yapma yoluna gidilir. Yöntem Araştırmanın Modeli Tarama modeli geçmişte ve halen var olan durumu var olduğu şekilde betimlemeyi Y 90 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi amaçlayan bir araştırma yaklaşımıdır. Korelasyon türü, iki ya da daha çok değişken arasında birlikte değişim varlığını ve/veya derecesini belirlemeyi amaçlayan bir araştırma modelidir (Karasar, 1998: 79-81). Araştırmada tarama modeli kullanılarak eğitim müfettişi ve yardımcılarının görüşlerine göre meslektaşlarının izlenimlerinin ne olduğunun ve bu görüşlerin kişilerin demografik özelliklerine göre değip değişmediğinin betimlemesi amaçlanmıştır. Çalışma Evreni ve Çalışma Grubu Evren, araştırma sonuçlarının genellenmek istendiği elemanların tümüdür (Karasar, 2003). Araştırmanın çalışma evrenini, mufettişler@googlegroups mail grubuna üye olan 2350 eğitim müfettişi ve yardımcısı oluşturmaktadır. Google Grup, ortak ilgi alanlarına dayalı olarak birçok haber grubu ağları dahil olmak üzere tartışma gruplarını destekleyen Google şirketinin sağladığı ücretsiz bir servistir (Google, 2013). Evrenden herhangi bir örnekleme yoluna gidilmemiş olunup, ankete yanıt veren eğitim müfettişi ve yardımcıları çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Değerlendirmeye alınan 100 anketten 7 tanesinin boş olması veya aynı soruya birden fazla yanıt verilmesi gibi nedenlerle değerlendirme için uygun olmadığı tespit edilmiş ve bu nedenle çalışma 93 anket üzerinden yapılmıştır. Örneklemin Demografik Özelliklerine İlişkin Bulgular Bu alt bölümde; örneklemin demografik özelliklerine göre dağılımı, frekans ve yüzde tanımlayıcı istatistikleri kullanılarak incelenmiştir. Örneklemin cinsiyetlerine göre dağılımları Tablo 1’de özetlenmiştir. Tablo 1: Örneklemin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı Cinsiyet Kadın Erkek Toplam Frekans 8 85 93 Yüzde 8,6 91,4 100,0 Örneklemin cinsiyetlerine göre dağılımları Tablo 1’de özetlenmiştir. Tablodaki değerlerden katılımcıların % 8,6’sının kadın, % 91,4’ünün erkek olduğu anlaşılmaktadır. Örneklemin kıdemlerine göre dağılımları Tablo 2’de özetlenmiştir. Tablo 2. Örneklemin Meslekteki Kıdemlerine Göre Dağılımı Frekans 22 8 15 23 25 93 Yüzde 23,7 8,6 16,1 24,7 26,9 100,0 Y Kıdem 5 Yıl Ve Daha Az 6-10 Yıl 11-15 Yıl 16-20 Yıl 21 Yıl ve Üstü Toplam 91 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Tablodaki değerlerden katılımcıların % 23,7’unun kıdeminin 5 yıl ve daha az, % 8,6’sının kıdeminin 6-10 arası, % 16,1’inin kıdeminin 11-15 arası, % 24,7’sinin kıdeminin 16-20 arası, % 26,9’unun kıdeminin 21 yıl ve üzeri olduğu anlaşılmaktadır. Örneklemin branşlarına göre dağılımları Tablo 3’te özetlenmiştir. Tablo 3: Örneklemin Branşlarına Göre Dağılımı Branş Sınıf Öğretmeni Diğer Branşlar Toplam Frekans 60 33 93 Yüzde 64,5 35,5 100,0 Tablodaki değerlerden katılımcıların % 64,5’inin sınıf öğretmeni, % 35,5’inin diğer branşlarda olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle son dönemlerde yapılan eğitim müfettiş yardımcılığı sınavlarında branş öğretmenlerine de başvuru hakkının tanınması meslekte branş öğretmeni kökenli müfettiş sayısını artırıcı etki yapmıştır. Çalışma grubunun eğitim düzeylerine göre dağılımları Tablo 4’de özetlenmiştir. Tablo 4: Örneklemin Eğitim Düzeylerine Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi Eğitim Enstitüsü Lisans Tamamlama 4 Yıllık Fakülte (Lisans) Lisansüstü Toplam Frekans 1 8 41 43 93 Yüzde 1,1 8,6 44,1 46,2 100,0 Tablodaki değerlerden katılımcıların % 1,1’inin eğitim enstitüsü, % 8,6’sının lisans tamamlama, % 44,1’inin lisans mezunu, % 46,2’sinin lisansüstü mezunu olduğu anlaşılmaktadır. İlkokul öğretmenlerini de yükseköğretimde yetiştirmek için 1974 yılından itibaren iki yıllık eğitim enstitüleri açılmaya başlanmıştır. 1976 yılında sayıları 50’yi bulan bu kurumların 30’u daha sonra kapatılmış ve 20 Temmuz 1982’den itibaren eğitim yüksekokulları haline dönüştürülerek üniversiteler bünyesine alınmıştır (M.E.B-T.T.K.B, 1992: 8). Bu nedenle eğitim enstitüsü kökenli müfettişlerin sayısının az olması olağandır. Lisansüstü mezunu müfettişlerin oranının fazla olması ise bu tür araştırmalara daha ilgili olmaları ihtimali ile açıklanabilir. Y 92 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi Veri Toplama Araştırmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Anket, literatür analizinden elde edilen bilgiler ışığında Demir (2002) tarafından yapılan “Resmi ve Özel Liselerde Görev Yapmakta Olan Öğretmenlerin İzlenim Yönetimi Taktiklerini Kullanma Düzeyleri ve Bu Taktiklerin Seçimine Etki Eden Etkenlerin Saptanması” adlı çalışmada geliştirilmiş ve uygulanmış olan anket formu üzerinde değişiklikler yapılmış Anket iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde demografik bilgilere ilişkin 4 kapalı uçlu soru yer almaktadır. İkinci bölüm izlenim yönetimi taktiklerini içeren 21 sorudan oluşmaktadır. Bu bölümde yer alan sorular likert tip beşli dereceleme türünde hazırlanmıştır. Ölçek, (1) her zaman, (2) çok sık, (3) ara sıra, (4) çok nadir, (5) hiçbir zaman seçeneklerinden oluşmuştur. Ancak yapılan çalışma sonucu faktör analizleri ile ölçeğin 4 faktör boyutundan oluştuğu görülmüştür. Bu nedenle faktör analizi sonucu birden fazla boyut içine giren sorular elenmiş ve izlenim yönetimi taktikleri 4 faktör boyutu açısından ele alınarak kullanılmıştır. Ölçeğin test edilmesinde ve faktör yapılarının geliştirilmesinde; uzman görüşüne başvurulmuştur. Kullanılan ölçeğin güvenilirliği Alfa Katsayısı kullanılarak tekrar test edilmiştir. Bulunan Alpha = ,90 olup ölçeğin güvenilir olduğu görülmüştür. Anketin uygulanmasında anket formları müfettişlere araştırmacı tarafından e-mail yoluyla ulaştırılmış, formlar doldurulduktan sonra yine araştırmacı tarafından aynı yöntemle toplanmıştır. Yanıtlanan anket formlarından 7 tanesinin yanlış kodlama, birden fazla şık işaretleme gibi nedenlerden dolayı geçersiz olduğu görülmüş ve analizler 93 anket formu üzerinden yapılmıştır. Verilerin Analizi Elde edilen veriler SPSS programında çözümlenmiş, verilerin çözümlenmesinde, sınıflama türündeki sorular için frekans ve yüzde kullanılmıştır. Yöneticilerin izlenim taktiklerini kullanma düzeylerini betimlemek amacıyla aritmetik ortalama, standart sapma; gruplar arası karşılaştırmalar yapmak amacıyla da ilişkisiz örneklemler için tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Bulgular ve Yorumlar Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Y Bu bölümde müfettişlerin kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri ile bu taktikler arasındaki ilişki incelenmiştir. İzlenim yönetimi ölçeğinde katılımcılara meslektaşlarının belirtilen davranışları hangi sıklıkla yaptıkları sorulmuştur. Cevap seçenekleri arasında bulunan “Hiçbir zaman”ın karşılığı 0 puan, “Çok Nadir” 1 puan, “Ara Sıra” 2 puan, “Çok Sık” 3 puan, “Her Zaman” 4 puan olarak bilgisayara girilmiştir. 93 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Tablo 5: Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Boyut N En Düşük En Yüksek Ortalama Standart Sapma Övgü Niteliklerini Tanıtma Yıldırma Açıklama Yapma 91 ,00 4,00 1,69 1,09232 92 ,00 4,00 2,31 ,91094 88 ,00 4,00 2,02 1,00872 90 ,00 4,00 2,05 ,90092 Bu ortalamalardan anlaşıldığı üzere tüm izlenim yönetimi taktikleri müfettişler tarafından “Ara Sıra” kullanılmaktadır. Söz konusu faktörlere ait standart sapma değerleri ise 0,90 ile 1,09 arasında değişmektedir. Müfettişler izlenim yönetimi taktiklerinden en fazla, niteliklerini tanıtma taktiğini kullanırken; en az, övgü taktiğini kullanmaktadır. Ortalamalar değerlendirildiğinde müfettişlerin baskın olarak izlenimleri için bir taktik kullanmadıkları görülmektedir. Niteliklerini tanıtma taktiğinin diğer taktiklere kıyasla daha sık kullanımı müfettişlerin saldırgan bir tavırdan kaçınarak olumlu bir izlenim sergilemeyi tercih ettiklerini göstermektedir. Yıldırma taktiğinin az da olsa kullanılıyor olması ise meslektaşlar arasında olumlu örgüt ikliminin etkilenmesine, performansın düşebilmesine neden olmakla beraber ileri boyutta mobbing(yıldırma) davranışlarının ortaya çıkması ihtimaline de neden olabilir. Bu nedenle müfettişlerin bu tür yıldırma taktiklerinden gerek kurum içinde gerek ise okul ortamlarında mutlaka kaçınması gerekmektedir. Övgü taktiği ise müfettişler tarafından en az başvurulan taktiktir. Bu sonuç diğer araştırmalar ile karşılaştırıldığında farklılıklara rastlamak mümkündür. Örneğin, Ünaldı (2005) tarafından emniyet örgütlerinde yapılan araştırmada yöneticilerin en sık kullandığı izlenim yönetimi taktiği övgü iken; müfettişler en az övgü taktiğini kullanmaktadır. Benzer şekilde Akdoğan ve Aykan (2008) tarafından Erciyes Üniversitesi’nde çalışan akademisyenlerin kullandığı izlenim yönetimi taktiklerinde de ilk sıralarda övgü taktiği yer almaktadır. Bu sonuçlardan anlaşılacağı üzere müfettişler emniyet örgütü mensubu yöneticiler ve akademisyenlerden farklı olarak övgü taktiğini çok az kullanmaktadırlar. Bunun nedeninin meslektaşlar arasında kendini övmenin olumsuz anlaşılabileceği kaygısı ve yakın iş arkadaşlıklarının bu davranışa engel olabileceği düşünülebilir. Müfettişlerin kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri arasındaki ilişki ise korelasyon analizi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo 6’da sunulmaktadır. Y 94 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi Tablo 6: Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişkiler Boyut Övgü Pearson Korelasyonu Övgü Niteliklerini tanıtma 1 ,716(**) ,549(**) ,480(**) ,000 ,000 ,000 Anlamlılık Niteliklerini Tanıtma Yıldırma Açıklama Yapma Yıldırma Açıklama yapma N 91 90 87 88 Pearson Korelasyonu ,716(**) 1 ,652(**) ,617(**) Anlamlılık ,000 ,000 ,000 N 90 92 87 89 Pearson Korelasyonu ,549(**) ,652(**) 1 ,673(**) Anlamlılık ,000 ,000 N 87 87 88 85 Pearson Korelasyonu ,480(**) ,617(**) ,673(**) 1 ,000 Anlamlılık ,000 ,000 ,000 N 88 89 85 90 ** α= 0.05 düzeyinde anlamlı Buna göre Övgü-Niteliklerini Tanıtma, Övgü-Yıldırma, Övgü-Açıklama Yapma, Niteliklerini Tanıtma-Yıldırma, Niteliklerini Tanıtma-Açıklama Yapma, Yıldırma-Açıklama Yapma değişkenleri arasında (0,5’in üzerinde) pozitif doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri ile Demografik Özellikleri Arasındaki İlişki Bu başlıkta müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik özellikleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Y Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile cinsiyetleri arasındaki ilişki t testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo 7’de sunulmuştur. 95 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Tablo 7: Müfettişlerin Cinsiyetleri İle Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki Levene Testi Boyut Övgü Niteliklerini Tanıtma Yıldırma Açıklama Yapma F t testi Anlamt lılık Serbestlik Anlamlılık Derecesi Varyansların Eşitliği Varsayımı ,001 ,979 ,493 89 ,623 Varyansların Eşitsizliği Vars. ,470 8,247 ,651 Varyansların Eşitliği Varsayımı ,051 ,822 ,746 90 ,458 Varyansların Eşitsizliği Vars. ,843 8,895 ,421 Varyansların Eşitliği Varsayımı ,887 ,349 ,337 86 ,737 Varyansların Eşitsizliği Vars. ,288 6,738 ,782 Varyansların Eşitliği Varsayımı ,005 ,944 -,688 88 ,493 Varyansların Eşitsizliği Vars. -,709 7,130 ,501 Buna göre; Övgü, Niteliklerini Tanıtma, Yıldırma ve Açıklama yapma faktörleri ile cinsiyet arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Müfettişlerin cinsiyetlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ise Tablo 8’de sunulmaktadır. Tablo 8: Müfettişlerin Cinsiyetlerine Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Boyut Övgü Niteliklerini Tanıtma Yıldırma Açıklama Yapma Cinsiyetiniz Nedir N Ortalama Std. Sapma Std. Hata Kadın 8 1,8750 1,15728 ,40916 Erkek 83 1,6747 1,09164 ,11982 Kadın 8 2,5417 ,79557 ,28128 Erkek 84 2,2897 ,92240 ,10064 Kadın 7 2,1429 1,19965 ,45342 Erkek 81 2,0082 ,99858 ,11095 Kadın 7 1,8214 ,87457 ,33056 Erkek 83 2,0663 ,90568 ,09941 Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden erkek ve kadın müfettişlerin, “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma” “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bulgu Tablo 7’de t-testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına Y 96 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi ilişkin müfettiş algılarının, cinsiyetlerine bağlı olarak farklılık göstermediği sonucuna varılmıştır. Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile branşları arasındaki ilişki t testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo 9’da sunulmuştur. Tablo 9: Müfettişlerin Branşları İle Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki Levene Testi F Övgü Varyansların Eşitliği Varsayımı ,291 Anlamt lılık Serbestlik AnlamDerecesi lılık ,591 Varyansların Eşitsizliği Vars. Niteliklerini Varyansların Eşitliği Varsayımı ,326 Tanıtma ,569 Varyansların Eşitsizliği Vars. Yıldırma Varyansların Eşitliği Varsayımı 2,207 ,141 Varyansların Eşitsizliği Vars. Açıklama Yapma Varyansların Eşitliği Varsayımı 2,192 t testi ,142 Varyansların Eşitsizliği Vars. ,131 89 ,896 ,130 62,170 ,897 ,782 90 ,436 ,792 69,035 ,431 -,378 86 ,707 -,397 74,600 ,693 -,869 88 ,387 -,938 75,080 ,351 Buna göre; Övgü, Niteliklerini Tanıtma, Yıldırma ve Açıklama yapma faktörleri ile branş arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Müfettişlerin branşlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ise Tablo 10’da sunulmaktadır. Tablo 10: Müfettişlerin Branşlarına Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Övgü Branşınız N Ortalama Std. Sapma Std. Hata Sınıf Öğretmeni 59 1,7034 1,08722 ,14154 Diğer Branşlar 32 1,6719 1,11882 ,19778 Niteliklerini Tanıtma Sınıf Öğretmeni 59 2,3672 ,92785 ,12080 Diğer Branşlar 33 2,2121 ,88513 ,15408 Yıldırma Sınıf Öğretmeni 56 1,9881 1,07490 ,14364 Diğer Branşlar 32 2,0729 ,89497 ,15821 Açıklama Yapma Sınıf Öğretmeni 59 1,9873 ,96872 ,12612 Diğer Branşlar 31 2,1613 ,75705 ,13597 Y Boyut 97 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden sınıf öğretmeni ve branş kökenli müfettişlerin; “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bulgu Tablo 9’daki t-testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına ilişkin müfettiş algılarının, branşlarına bağlı olarak farklılık göstermediği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle müfettişin sınıf öğretmeni ya da branş öğretmeni kökenli olmasının söz konusu taktikleri algılamasında önemli bir fark oluşturmadığı görülmektedir. Sınıf öğretmeni ilköğretimin ilk beş yılında öğrencilere toplumsal yaşamda gerekli olan temel bilgi, beceri ve tutumları kazandıran kişidir. Branş öğretmeni ise genellikle ortaöğretim kurumlarında görev yapan veya üniversitelerin ilköğretim ikinci kademe için öğretmen yetiştiren lisans bölümü mezunu öğretmenlerdir. Her iki meslek grubunun üniversitede almış olduğu eğitim farklı olmasına rağmen izlenim algılarına herhangi bir etkisi olmadığı görülmektedir. Müfettişlerin eğitim durumlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri Anova testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo 11’de sunulmuştur. Tablo 11: Müfettişlerin Eğitim Durumları ile Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki Gruplar Arası Kareler Toplamı 2,949 Serbestlik Derecesi 3 Ortalama Kare ,983 Grup İçi 104,436 87 1,200 Toplam 107,385 90 Gruplar Arası ,729 3 ,243 Grup İçi Toplam Gruplar Arası Grup İçi Toplam 74,783 75,512 2,879 85,645 88,524 88 91 3 84 87 ,850 Gruplar Arası 1,196 Grup İçi Toplam 71,041 72,237 Boyut Övgü Niteliklerini Tanıtma Yıldırma Açıklama Yapma F Anlamlılık ,819 ,487 ,286 ,835 ,960 1,020 ,941 ,425 3 ,399 ,483 ,695 86 89 ,826 Buna göre “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” faktörleri ile eğitim durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Müfettişlerin eğitim durumlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri ise Tablo 12’de sunulmaktadır. Y 98 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi Tablo 12: Müfettişlerin Eğitim Durumlarına Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri N Ortalama Std. Sapma Std. Hata Eğitim Enstitüsü 1 3,0000 . . Lisans Tamamlama 8 1,5000 1,10195 ,38960 4 Yıllık Fakülte (Lisans) 39 1,8077 1,09193 ,17485 Lisansüstü 43 1,5930 1,09792 ,16743 Toplam 91 1,6923 1,09232 ,11451 Eğitim Enstitüsü 1 3,0000 . . Lisans Tamamlama 8 2,1667 1,29713 ,45860 4 Yıllık Fakülte (Lisans) 41 2,3496 ,82648 ,12907 Lisansüstü 42 2,2857 ,93290 ,14395 Toplam 92 2,3116 ,91094 ,09497 Eğitim Enstitüsü 1 3,0000 . . Lisans Tamamlama 7 1,9048 ,37090 ,14019 4 Yıllık Fakülte (Lisans) 38 2,1754 1,03899 ,16855 Lisansüstü 42 1,8730 1,04623 ,16144 Toplam 88 2,0189 1,00872 ,10753 Eğitim Enstitüsü 1 2,7500 . . Lisans Tamamlama 7 1,8214 ,71755 ,27121 4 Yıllık Fakülte (Lisans) 41 2,1220 ,94393 ,14742 Lisansüstü 41 1,9939 ,89876 ,14036 Toplam 90 2,0472 ,90092 ,09496 Boyut Övgü Niteliklerini Tanıtma Yıldırma Açıklama Yapma Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden müfettişlerin; “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bulgu Tablo 11’deki Anova testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına ilişkin müfettiş algılarının, eğitim durumlarına bağlı olarak farklılık göstermediği sonucuna varılmıştır. Bu sonuç kullanılan izlenim yönetimi taktiklerinin gözlenmesinde bireylerin algılarının eğitim durumlarına göre farklılık göstermediğini açıklamaktadır. Y Müfettişlerin kıdemlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri Anova testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo 13’de sunulmuştur. 99 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Tablo 13: Müfettişlerin Kıdemleri ile Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki Kareler Toplamı Serbestlik Derecesi Ortalama Kare F Anlamlılık Gruplar Arası 2,949 3 ,983 ,819 ,487 Grup İçi 104,436 87 1,200 Toplam 107,385 90 Gruplar Arası ,729 3 ,243 ,286 ,835 Grup İçi 74,783 88 ,850 Toplam 75,512 91 Gruplar Arası 2,879 3 ,960 ,941 ,425 Grup İçi 85,645 84 1,020 Toplam 88,524 87 Gruplar Arası 1,196 3 ,399 ,483 ,695 Grup İçi 71,041 86 ,826 Toplam 72,237 89 Boyut Övgü Niteliklerini tanıtma Yıldırma Açıklama yapma Buna göre “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” faktörleri ile kıdem arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Müfettişlerin kıdemlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri ise Tablo 14’de sunulmaktadır. Tablo 14: Müfettişlerin Kıdemlerine Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Övgü Örnek olma Y 100 N Ortalama Std. Sapma Std. Hata 5 Yıl Ve Daha Az 21 1,7619 1,14694 ,25028 6-10 Yıl 8 1,6875 1,03294 ,36520 11-15 Yıl 14 2,0714 1,08941 ,29116 16-20 Yıl 22 1,5227 1,06321 ,22668 21 Yıl ve Üstü 25 1,6200 1,12064 ,22413 Toplam 90 1,7056 1,09106 ,11501 5 Yıl Ve Daha Az 22 2,4091 ,83528 ,17808 6-10 Yıl 8 2,5417 ,88976 ,31458 11-15 Yıl 13 2,5128 ,82345 ,22838 16-20 Yıl 22 2,4697 ,91234 ,19451 21 Yıl ve Üstü 25 2,3733 ,82395 ,16479 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi Niteliklerini tanıtma Yıldırma Açıklama yapma Toplam 90 2,4407 ,83737 ,08827 5 Yıl Ve Daha Az 21 2,1746 ,89826 ,19602 6-10 Yıl 8 2,5000 ,71270 ,25198 11-15 Yıl 14 2,5952 ,89804 ,24001 16-20 Yıl 23 2,1449 1,02408 ,21354 21 Yıl ve Üstü 25 2,4000 ,88192 ,17638 Toplam 91 2,3223 ,91010 ,09540 5 Yıl Ve Daha Az 22 2,1515 1,05774 ,22551 6-10 Yıl 8 1,6250 ,89863 ,31771 11-15 Yıl 14 2,5000 1,07616 ,28762 16-20 Yıl 22 1,8939 ,93371 ,19907 21 Yıl ve Üstü 21 1,9206 ,94225 ,20562 Toplam 87 2,0383 ,99796 ,10699 5 Yıl Ve Daha Az 21 2,1667 1,06164 ,23167 6-10 Yıl 8 1,9688 ,81763 ,28908 11-15 Yıl 14 2,2143 ,87077 ,23272 16-20 Yıl 23 1,8913 1,00234 ,20900 21 Yıl ve Üstü 23 2,0652 ,69584 ,14509 Toplam 89 2,0590 ,89904 ,09530 Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden müfettişlerin; “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma” “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bulgu Tablo 13’deki Anova testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına ilişkin müfettiş algılarının, kıdemlerine bağlı olarak farklılık göstermediği sonucuna varılmıştır. Bu nedenle yaş ve tecrübe bakımından kıdemli olan müfettiş algıları kıdemi daha düşük olan diğer müfettişlerin algılarından farklı değildir. Y Araştırmada müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik arasındaki ilişki yönünde bir bulgu elde edilmiş ancak gözlem yapılan müfettişin demografik özelliklerine yönelik bir ayrımdan söz edilmemiştir. Benzer araştırmalarda izlenim yönetimi taktiklerini kullanma konusunda demografik özellikler arası farklılıklar ele alınmıştır. Örneğin, Akgün (2009); izlenim yönetimi taktikleri kullanımında, cinsiyet, yaş, mesleki deneyim gibi demografik değişkenlerin etkisini incelemek için yapılan analizlerde, taktiklerin kullanımının cinsiyet ve mesleki deneyime göre anlamlı bir farklılık göstermediğini ancak yaşa bağlı olarak farklılaştığını ortaya koymuştur. Ünaldı (2005) tarafından yapılan araştırma sonuçları da bu sonuca 101 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. paralellik göstermesine rağmen alanyazında yer alan bazı görüş ve araştırmalar kadınların ve erkeklerin izlenim yönetimi taktiklerini kullanma konusunda farklılıklar olduğunu göstermektedir. Örneğin, Demir (2002) tarafından yapılan araştırmada ise resmi ve özel liselerde çalışan erkek öğretmenler, örnek olma taktiği dışında kendini tanıtmaya yönelik izlenim yönetimi taktiklerini, kadınlara göre daha sık kullanmaktadırlar. Ayrıca 26 yıl ve daha fazla mesleki deneyime sahip öğretmenler, niteliklerini tanıtma taktiklerini daha az mesleki deneyime sahip olanlara göre daha sık kullanmaktadır. Açıklama yapma taktiklerini kullanma sıklıkları ise mesleki deneyime göre anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Sonuçlar Eğitim müfettişlerinin meslektaşlarının kullandığı izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşlerinin saptanması amacıyla yapılan bu araştırmada, ilk olarak müfettişlerin kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerinin kullanılma sıklığı verilerle analiz edilmiştir. Ortalamalara bakıldığında müfettişlerin baskın olarak belli bir taktiği çok sık kullanmadıkları görülmektedir. En çok kullanılan taktiğin “Niteliklerini Tanıtma” olduğu saptanmıştır. Bunu “Açıklama Yapma”, “Yıldırma” ve “Övgü” taktikleri izlemiştir. Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik özellikleri arasındaki ilişki ise aşağıdaki gibidir: Görüş bildiren müfettişlerin cinsiyetleri ve branşlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık yoktur. Ancak göreli de olsa kadın müfettişler erkek müfettişlere kıyasla meslektaşlarının açıklama yapma dışındaki diğer izlenim yönetimi taktiklerini daha çok kullandıklarını belirtmişlerdir. Açıklama yapma taktikleri ise erkek müfettişler tarafından daha çok gözlenebilen bir durum olmuştur. Müfettişlerin eğitim durumlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ANOVA testi kullanılarak incelenmiştir. Buna göre “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” faktörleri ile eğitim durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Müfettişlerin kıdemlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ANOVA testi kullanılarak incelenmiş ve Övgü, Niteliklerini Tanıtma, Yıldırma, Açıklama Yapma faktörleri ile kıdem arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görülmüştür. Kaynaklar Akdoğan, A. A. ve Aykan, E. (2008). İzlenim Yönetimi Taktikleri: Erciyes Üniversitesi’nde Görev Yapan Akademisyenlerin İzlenim Yönetimi Taktiklerini Belirlemeye Yönelik Bir Uygulama. Yönetim. Yıl:19, Sayı: 60 (Haziran). Akgün, T. (2009). İzlenim Yönetimi Taktikleri İle İş Performansı Değerleme Puanları Y 102 Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi Arasındaki İlişki: Bir Uygulama. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi. Bolino, M. C. ve Turnley, W. H. (1999). Measuring İmpression Management In Organizations: A Scale Development Based On The Jones And Pittman Taxonomy. Organizational Research Methods. (2):187-206. Bozeman, D. P. ve Kacmar, M. K. (1997). A Cybernetic Model of Impression Management Processes in Organizations. Organizational Behavior and Human Decision Processes. Vol:69, No:1, March, pp:9-30. Crane, E. ve Crane F. G. (2002). Usage and Effectiveness of Impression Management Strategies in Organizational Settings. Journal of Group Psychotherapy Psychodrama and Sociometry. 25-34. Demir, K. (2002). Türkiye’deki resmi ve özel lise öğretmenlerinin izlenim yönetimi, Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara. Gardner, W. L. ve Martinko, M. J. (1988). Impression Management in Organizations. Journal of Management, 14, 321-338. Goffman, E. (1959). The presentation of Self in Everyday Life. Anchor Books. A Division of Random House, Inc. New York. Google (2013).Wikipedia, The Free Encyclopedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Google_ Groups. Erişim Tarihi: 15.05.2013. Jones, E. E. (1990). Interpersonal perception. New York: W. H. Freeman and Company. Kacmar, K. M. ve Carlson, D. S. (1994). Using Impression Management in Women’s Job Search Processes. American Behavioural Scientist. 37(5): 682-697. Karasar, N. (2003). Bilimsel Araştırma Yöntemi. 12. Baskı, Ankara: Nobel Yayıncılık. Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayıncılık. Leary, M. R. (1996). Self-presentation, Impression Management and Interpersonal Behavior. Oxford: Westview Press. Leary, M. R. ve Kowalsky, R. M. (1990). Impression Management: A Literature Review and Two-component Model, Psychological Bulletin, 107(1):34-37. MEB, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı. (1992). Öğretmen Yetiştirmede Koordinasyon. Ankara. Rosenfeld, P., Giacalone, R. A. ve Riordan, C. A. (1995). Impression Management in Organizations. New York: Routledge. Schlenker, B. R. (1980). Impression Management: The Self-concept, Social Identity, and Interpersonal Relations. Brooks/Cole Pub. Co. (Monterey, Calif.). Schutz, A. (1998). Assertive, Offensive, Protective, And Defensive Styles Of SelfPresentation: A Taxonomy. The Journal of Psychology. 132(6):611-628. Y Tabak, A., Basım, H. N., Tatar, İ. ve Çetin, F. (2010). İzlenim Yönetimi Taktiklerinde Beş Faktör Kişilik Özelliklerinin Rolü: Savunma Sanayiinde Bir Araştırma. Ege 103 Övür, M. ve Tatık, R. Ş. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Akademik Bakış/Ege Academic Review. 10 (2), 539-557. Tedeschi, J. T. ve Norman, N. (1985). Social Power, Self-Presentation, And The Self. In B. R. Shlenker (Ed.), The self and social life (pp. 293-322). New York, NY: McGraw-Hill. Ünaldı, S. (2005). Emniyet Örgütü Yöneticilerinin İzlenim Yönetimi. Ankara: Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi. Yıldırım, K. ve Bozdoğan, A. E. (2009). Öğretmen Adaylarının Kendini Ayarlama Psikolojilerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Durum Çalışması. Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. Cilt:10, Sayı:3. (Aralık).ss.129-134. Y 104 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 OKUL YÖNETİCİLERİNİN REHBERLİK HİZMETLERİNE BAKIŞ AÇILARI ÜZERİNE OKUL REHBER ÖĞRETMENLERİNİN GÖRÜŞLERİ PERCEPTIONS OF SCHOOL GUIDANCE TEACHERS ON SCHOOL ADMINISTRATORS’ PERSPECTIVES ABOUT GUIDANCE SERVICES İbrahim Hakan KARATAŞ1* Murat POLAT2** Özet Bu araştırmanın amacı, ilk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin okul rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesine yönelik bakış açılarının okul rehber öğretmenlerinin görüşleri doğrultusunda değerlendirilmesidir. Araştırmanın çalışma grubunu 2011-12 eğitim öğretim dönemlerinde İstanbul ili Bağcılar ve Fatih ilçelerindeki ilk ve ortaöğretim okullarında görev yapmakta olan n=95 katılımcı oluşturmaktadır. Katılımcıların n=59’u kadın n=36’sı erkektir. Araştırma nitel araştırma desenindedir. Veri toplama aracı olarak ilgili alanyazın doğrultusunda araştırmacılar tarafından geliştirilen yarı yapılandırılmış bir görüşme formu kullanılmıştır. Katılımcılara okul rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci kişilik hizmetleri ile ilgili sorular yöneltilmiştir. Öğretmenlerin yanıtları kaydedilmiş ve cevaplarda yer alan ifadeler betimsel analiz tekniği ile özetlenmiş ve yorumlanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulara göre rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde okullar yeterli görülmemektedirler. Rehberlik hizmetlerine okul yöneticilerinin inançları vardır ancak kimi uygulamalar sözde kalmaktadır. Öğrenci kişilik hizmetleri okullardaki sınıf mevcutlarının fazlalığı, fiziki koşulların yetersizliği, yeterli zamanın olmaması ve çoğu zaman yöneticilerle işbirliği eksikliği nedenleriyle sekteye uğramaktadır. Çalışmada elde edilen bulgular tartışılmış ve önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Okul yöneticileri, rehberlik hizmetleri, okul rehber öğretmenleri, nitel araştırma Abstract The purpose of this study is to evaluate perceptions of school guidance teachers on school administrators’ perspectives about school guidance services. The study was carried out among 95 school guidance teachers employed in the primary and high schools in İstanbul, affiliated with the Ministry of National Education. For the purpose of this study, easily accessible sampling method is selected from among purposive sampling methods. The teachers in the sample were interviewed. During the interview they were asked questions about school administrators’ perspectives about school guidance services. Their responses were recorded, and their expressions were summarized and interpreted using descriptive analysis technique. The findings of the analysis show that implementation of guidance services in schools is not sufficient. School administrators have beliefs to guidance services. But some of the so-called guidance applications can’t be done . The findings of the study are discussed and recommendations are made. Keywords: School administrators, guidance services, school guidance teachers, qualitative research *1 Yrd. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, ihkaratas@gmail.com Y **2 Arş. Gör., Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, m.polat@alparslan.edu.tr 105 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Giriş Ülkemizde tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi ilk ve ortaöğretim kurumları eğitim sisteminde muhatabı oldukları hedef kitlenin 6-18 yaş aralığında olması nedeniyle oldukça stratejik bir öneme haizdirler. Bu açıdan ilk ve ortaöğretim çağındaki neslin gerek akademik gerekse sosyo-psikolojik gelişim ve ilerlemeleri üzerinde önemli etkileri olduğu düşünülen ilk ve ortaöğretim okullarının rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci kişilik hizmetleri açısından öğrencilerine yeterli düzeyde bir hizmet sunmaları beklenir. Bu beklentinin okullarda gerçekleşmesi sürecinde en başta okul yöneticilerine ve okul rehber öğretmenlerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Okullarda rehberlik hizmetlerinin geliştirilmesine yönelik çalışmalar bir ekip işidir. Okula ait tüm birimlerce desteklenmesi gerekir. Özellikle eğitim kurumlarında okul rehberlik hizmetleri sürecine ve bu sürecin devamlılığına yönelik nitelikli hizmetlerin sağlanmasına okul yöneticilerinin olumlu katılım göstermeleri beklenen bir durumdur. Bu durumun önemi en başta öğretmen ve öğrencilere yönelik hizmetlerde, okul yöneticilerinin, okullarındaki rehberlik hizmetlerinin etkililiğine olan inançlarını okul kalitesinin artırılmasına imkân tanıyacak şekilde düzenlemiş olmalarında yatmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın okullarda rehberlik hizmetlerinin yürütülmesine işlerlik kazandırabilmek amacıyla hazırladığı Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yönetmeliği 2001 yılında yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğe göre Türk Milli Eğitim Sisteminin genel amaçları çerçevesinde okullardaki rehberlik ve psikolojik danışma hizmetlerinin amacı, öğrencilerin kendilerini gerçekleştirmelerine, eğitim sürecinden yetenek ve özelliklerine göre en üst düzeyde yararlanmalarına, en uygun şekilde kullanmalarına ve geliştirmelerine imkân sağlamaktır. Buradan hareketle okullardaki rehberlik hizmetleri öğretim ve yönetim hizmetlerine destek olmakla birlikte, esas amacı öğrencinin kendisini tanımasına yardımcı olmak ve bireyin doğru kararlar alma becerisini geliştirmek olan profesyonel bir hizmettir. Ancak bir okulda psikolojik danışmanın okul personelini işe katmadan tek başına bu hizmetleri yürütmeye çabalaması uygun bir davranış olmaz (Güven, 2009). Çünkü okullarda rehberliğin profesyonel bir hizmet olarak yürütülmesinde temel ilkelerden biri, okul rehberlik sürecinde birey ile yakından ilgili olan psikolojik danışmanlar, öğretmenler, veliler ve yöneticiler gibi birçok unsurun anlayış ve işbirliği içinde olmasının elzem olduğu şeklindeki düşüncedir. Başka bir deyişle okullarda rehberlik adına yürütülecek hizmetlerde işbirliği ve katılımın önemli olduğu ön görülmektedir (Erkan, 2001; Özabacı, Sakarya ve Doğan 2008; Güven, 2009; Kuzgun, 2009; Şahin, 2010; Camadan ve Sezgin, 2012). Günümüz okullarında okul yöneticilerinin rolleri, görevleri ve yöneticilerden beklentiler daha karmaşık bir hal almıştır. Okullarını başarılı bir biçimde yönetmek isteyen yöneticilerden, okullarını ve toplumu çok iyi tanımaları, liderlik yapmaları ve sürekli olarak kendilerini geliştirmeleri ve okuldaki öğretmen ve psikolojik danışmanlar ile koordinasyon içinde olmaları istenmektedir. Bu durum rehberlik hizmetlerine dair okullardaki yöneticilere düşen rollerin genel olarak: a) Rehberlik Programına Liderlik Yapma ve Destekleme, b)Programın Organizasyonunu Sağlama ve Müşavirlik Yapma, c) Programa Y 106 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri Kaynak Sağlama çerçevesinde oluşturulması sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla okullarda rehberlik hizmetleri okula ait en temel işlevlerden biri olarak görülmektedir. Başka bir deyişle okul yöneticileri okullarındaki rehberlik hizmetlerinin etkili ve başarılı olması konusunda doğal sorumludurlar (Karip ve Köksal, 1999; Yeşilyaprak, 2000; Paskal, 2001; Tan, 1998; Akbaş, 2001). Okullarda öğretim faaliyetleri dışında öğrencilerin gelişimine uygun ortam sağlamak, karşılaşılan güçlükleri gidermek ve gerekli önlemleri almak için bazı hizmetler sunulmasından, bu hizmetlerin etkililiğinden, önemli ölçüde sorumlu ve okullarda kurulan Rehberlik ve Psikolojik danışma servislerinde görevli rehber öğretmenler vardır. Rehber öğretmenlerin okullardaki rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesi sürecinde okul yönetimiyle işbirliği yaparak süreci geliştirme yönünde eğilim göstermesi beklenir. Ancak okullarda rehberlik hizmetlerine dair özellikle yöneticiler ve okul rehber öğretmenleri arasındaki işbirliği her zaman gerektiği gibi sağlanamayabilir. Rehberlik hizmetlerine dair okullarda oluşturulan veya oluşturulacak işbirliği sürecinde okul rehber öğretmenlerinin ve yöneticilerinin rolleri ile ilgili çeşitli tartışmalar ve araştırma sonuçları mevcuttur (Taylı, 2008; Ünal ve Ünal, 2010; Camadan ve Sezgin, 2012; Tagay ve Sarı, 2012). Örneğin rehber öğretmen ve yönetici arasındaki karşılıklı iletişim eksikliği, vb problemlerin varlığı, süreci olumsuz etkileyebilmektedir. Rehber öğretmenlerin öğrencilerle doğrudan iletişim kurması okul rehberlik süreçlerinin gelişmesinde önemli bir durumken bu konuda Murray (1995a, 1995b), rehber öğretmenlerin okuldaki tüm rehberlik hizmetleri sürecinde öğrencilerle sadece zamanlarının %40’lık bir diliminde doğrudan iletişime geçebildikleri belirtmiştir. Ayrıca kimi zaman okul yöneticileri okul rehberlik hizmetleri kapsamında ders programı hazırlamayı da rehber öğretmenlere şart koyabilmektedirler. Yani bu şekilde okul yöneticileri rehber öğretmenlerin zamanlarının çoğunda asıl görevleri olmayan ders programlarını hazırlamaya vakit ayırmalarını isteyebilmektedirler (Stalling, 1991; Partin, 1993; Tennyson, Miller, Skovholt ve Williams, 1989; Pasmad, Alexander, Farris ve Hudson, 2003’ten Akt. Owen ve Owen, 2008). Öte yandan Türkiye’deki araştırmalar okul rehberlik hizmetlerinin bir işbirliği süreci olduğunu ve bu süreçte sadece rehber öğretmenlere değil okul yöneticisi, sınıf öğretmeni, öğrenci ve velilere ait önemli sorumlulukların da olduğu yönündedir (Taylı, 2008; Ünal ve Ünal, 2010; Camadan ve Sezgin, 2012; Tagay ve Sarı, 2012). Bu açıdan okullarda yürütülen rehberlik hizmetlerinden birinci derecede sorumlu kişiler olan rehber öğretmenlerin okul rehberlik hizmetlerinin kaliteli bir düzeyde gerçekleştirilebilmesi için gerek okula gerek yönetime dair işbirliği sürecinin değerlendirilmesine yönelik görüşlerinin belirlenmesinin, sürece dair daha sağlıklı sonuçların alınmasında yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Bu düşünce ile ilk ve ortaöğretim okullarındaki yöneticilerin okul rehberlik hizmetlerine yönelik algılarının rehber öğretmenlerce değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Böylece eğitim kurumlarındaki rehberlik hizmetlerinin daha sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesine bir katkı sağlanacağı düşünülmektedir. Bu amaçla araştırmanın alt problemlerini okul rehber öğretmenlerine yönelik olarak: Y 1. İlk ve ortaöğretim okul müdürleri rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor mu, 107 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. okul rehber öğretmenlerine manevi destek oluyor mu? 2. İlk ve ortaöğretim okul müdürleri rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahip mi, okul rehber öğretmenlerine fiili destek oluyor mu? 3. İlk ve ortaöğretim okullarında öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde mi? 4. İlk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin rehberlik hizmetlerine bakış açılarına yönelik okullardaki rehber öğretmenlerin görüşleri nasıldır? soruları oluşturmaktadır. Yöntem Araştırma modeli Bu araştırma nitel araştırma modelinde yürütülmüştür. Yıldırım ve Şimşek’e (2005) göre nitel araştırma gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi veri toplama tekniklerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik bir sürecin izlendiği araştırma türüdür (Camadan ve Sezgin, 2012). İlk ve ortaöğretim okullarındaki yöneticilerin rehberlik hizmetlerinin etkililiğine dair tutumlarının okul rehber öğretmenlerinin görüşleri doğrultusunda tespitine yönelik betimsel bir araştırma yapılmıştır. Çalışma Grubu Araştırmanın çalışma grubunu amaçlı örnekleme yöntemiyle seçilen ve 2011-2012 eğitim öğretim dönemlerinde İstanbul ili Bağcılar ve Fatih ilçelerine bağlı 47 resmi ilk ve ortaöğretim okulunda görev yapmakta olan n=95 (36’sı erkek 59’u kadın) rehberlik ve psikolojik danışmanlık (PDR) öğretmeni oluşturmaktadır. Katılımcıların mesleki kıdemleri 2 ile 18 yıl arasında değişmektedir. Çalışma grubu ve özelliklerine dair bilgiler Tablo1.’de verilmiştir. Tablo 1. Çalışma Grubu ve Özellikleri Sıra No İlçeler Erkek Kadın 1 Bağcılar 19 27 Okul Sayısı 26 2 Fatih 17 32 21 Toplam 36 59 47 Veri Toplama Aracı Araştırmanın kuramsal yapısını oluşturmak üzere ilgili alan yazın incelenmiştir. Bu alan yazın taraması sonrasında eldeki veriler doğrultusunda bir soru havuzu oluşturulmuş ve bu soru havuzundaki 14 soru maddesi konu ile ilgili iki akademisyen ve bir ortaöğretim rehber öğretmenine sunularak uzman görüşleri alınmaya çalışılmıştır. Alınan dört uzman görüşü doğrultusunda soru havuzu içerisinden en temel üç soru maddesi alınarak Y 108 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri yarı yapılandırılmış bir görüşme formu (Rehberlik Hizmetleri Öğretmen Görüşme Formu (Ek:1)) geliştirilmiştir. Görüşme formu içeriğinde katılımcılara yönelik olarak cinsiyet ve kıdem değişkenlerinin sorulduğu bir kişisel bilgiler bölümü de yer almaktadır. Geliştirilen görüşme formu kapsam ve yapı geçerliliğinin sağlanabilmesi için yeniden bir uzman grubunun görüşüne sunulmuş ve sırasıyla Fatih Üniversitesi (iki yardımcı doçent), Fatih ilçesi (iki psikolojik danışma rehberlik (PDR) öğretmeni) görev yapmakta olan uzman grubunun görüşü alınmıştır. Alınan uzman görüşleri doğrultusunda gereken düzeltmeler yapılarak görüşme formu araştırma kapsamında kullanılmıştır. Görüşme formu okul rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci kişilik hizmetleri olmak üzere belirlenen üç ana temaya yönelik olarak hazırlanmıştır. Araştırmanın veri toplama sürecinde, verilerin toplanmasına yönelik olarak, 2011-2012 öğretim dönemi Fatih Üniversitesi Formasyon Eğitimi Programı Rehberlik dersi öğrencileri görüşme formlarının çalışma kapsamındaki okullarda görevli rehber öğretmenlere ulaştırılması konusunda katkı sağlamışlardır. Katılımcılar görüşme formlarına yanıtlarını daha çok yazılı olarak vermeyi tercih etmişlerdir. Ayrıca kimi katılımcılar ses kaydı yapılmasını ve yazılı olarak yanıt vermeyi istemediklerinden görüşme formundaki açık uçlu sorulara istenen yanıtlar görüşmeciler tarafından kayıt altına alınmıştır. Verilerin Analizi Çalışma sonunda 95 ilk ve ortaöğretim rehber öğretmeni ile görüşülmüştür. Katılımcılardan 8›ine ait görüşme verileri betimsel analiz için yeterli görülmediğinden araştırma kapsamından çıkarılmıştır. Bunun nedeni 8 katılımcının verdikleri yanıtların oldukça yüzeysel ve kısa cevaplar şeklinde olmasıdır. Geriye kalan 87 katılımcıdan elde edilen veriler üzerinde betimsel analiz tekniği kullanılarak bulgulara ulaşma yoluna gidilmiştir. Bulguların analizinde kimi katılımcıların doğrudan ifadelerine yer verilmiştir. Araştırmada katılımcı görüşleri Ö1, Ö2, Ö3,... vb şekilde kodlama yapılarak kimi zaman birebir alıntı yapılarak kullanılmıştır. Görüşme formlarının analizinde her soru maddesine verilen yanıtlar kendi içerisinde betimsel analize tabi tutulmuştur. Bulgular 1. Okul müdürü rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor mu, size manevi destek oluyor mu? Okul rehberlik hizmetleri ana teması altında ilköğretim ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ayrı alt başlıklar altında aşağıda verilmiştir. a) İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri: Y İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre görev yaptıkları okullarda okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inandıkları ve rehber öğretmen olarak kendilerine manevi destek sağladıkları görülmektedir. Bu durumu bir katılımcı «Öğrencilere daha iyi bir rehberlik hizmeti sunabilmek için okul müdürü maddi manevi her konuda bizlere yardımcı oluyor” (Ö6) şeklinde ifade ederken başka bir katılımcı ise “Evet, ben 109 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. bu konuda şanslıyım. Çalıştığım okullarda idarecilerle sorun yaşamadım. Şu anda da rehberliğin gerekliliğine ve rehberlik hizmetlerinin tampon bir unsur olduğuna inanan idarecilerle bir aradayım. Sadece manevi değil maddi-manevi tüm eksikliğimizi gideren bir okul müdürüne sahibiz” (Ö10) sözleriyle açık şekilde belirtmiştir. Öte yandan kimi rehber öğretmenler ise okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerini destekleyici görüşte olduklarını ancak kendileriyle doğrudan iletişim yolunu tercih etmediklerini söylemektedirler. Bir katılımcı «Okul müdürümüz rehberlik hizmetlerinin gereğine bu okul için inanıyor. Müdür yardımcılarıyla iletişim kuruyor. Rehber hocaları olarak rehberlik hizmetlerine hangi müdür yardımcısı bağlıysa onunla iletişim içerisindeyiz. Müdürümüz destekliyor fakat doğrudan iletişim kurmuyor” (Ö9) sözleriyle okul içi süreçlerde rehberlik konusunda kendi okullarında iletişimin çoğu zaman müdür yardımcılarıyla sınırlı olduğunu vurgulamıştır. Diğer taraftan okul rehberlik hizmetlerinde görev yaptıkları okulların müdürlerinden yeterli desteği alamadıklarını, gerekli maddi ve manevi desteği göremediklerini savunan rehber öğretmenlerde bulunmaktadır. Bu durumu “Okul müdürü gerekliliğine inanıyormuş gibi görünse de manevi destek verdiği söylenemez, haftada iki saat rehberlik dersi koyuluyor ancak özellikle ilkokul kademesinde sınıf öğretmenleri bu derslere girip başka dersler işliyor, müdür bu konuda denetleme yapmıyor” (Ö25) sözleriyle anlatırken “Rehberlikle ilgili bir durum olduğunda sözel olarak destek var; ama bu işlevselleştirilmek istenince baskılanma oluyor. Seminer tarzı etkinliklerde arkamda duruluyor; ama manevi desteğin çok olduğuna inanmıyorum” (Ö28) şeklinde dile getirmektedirler. Bu iki katılımcının görüşlerini Ö24, Ö26, Ö27, Ö29 ve Ö30 kodlu katılımcılarda benzer ifadelerle desteklemektedirler. Özellikle katılımcı Ö29 “Okul müdürü manevi destek olarak, önerilerimi dikkate alıyor. Ama yine de bazen bildiğini okuyor” ifadesiyle okul müdürü ile arasındaki diyalog sürecini dikkat çekici bir şekilde anlatmaktadır. b) Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri: Ortaöğretim rehber öğretmenlerinden konu hakkında olumlu görüş bildiren katılımcıların görüşleri daha çok “Okul müdürümüz rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor. Bize elinden gelen desteği veriyor. Bize okul içinde sağlıklı çalışma ortamı oluşturmaya azami gayret ediyor” (n=19) görüşü etrafında birleşmektedirler. Ayrıca katılımcı Ö56 “Başka okullardaki gibi müdüre rehberlik sorunlarını yazılı iletip yazılı cevap alanların aksine müdürle birebir iletişime geçme durumumuz var” sözleriyle okul müdürüyle iletişimde kendilerinin bir problem yaşamadıklarını ancak diğer bazı okullarda rehberlik hizmetleri ile ilgili sorunların çözümünde yazılı başvuru yönteminin kullanıldığını belirtmektedir. Katılımcı Ö64 ve Ö35 ise okullarda rehberlik hizmetlerinin etkililiğinde fiziksel şartlarında elverişli olması gerektiğine dikkati çekmektedirler. Bu durumu “Okulumuz büyük bir okul, pek çok bölüm bulunmakta ve bütün bölümlere okul rehberlik hizmetlerinin ulaşması da gerekli, idare destek veriyor. Ancak manevi anlamda ne kadar destek verilse de hem okulda tek rehber öğretmen olmasından dolayı hem de okul mevcudunun fazla olmasından dolayı hizmetlerin sunulmasında sıkıntılar yaşanmaktadır. Yani sıkıntıların büyük çoğunluğu, fiziksel şartlar nedeniyle gerçekleşmektedir” sözleriyle özetlemektedir. Y 110 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri Okullarda rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde yöneticilerdeki rehberlik algısının önemli olduğunu ifade eden katılımcı Ö65 “Okul müdürü büyük oranda rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor ve elinden geldiğince destek olmaya çalışıyor ancak daha fazla desteğe ihtiyaç olduğu da bir gerçek şüphesiz. Rehberliğin ihtiyaçlarının ikinci sınıf ihtiyaç değil gerekli ve birinci sınıf bir ihtiyaç olduğuna inanması daha önemlidir” ifadesiyle rehberlik hizmeti için gereken ihtiyaçların ikinci sınıf ihtiyaçlar olarak görülmemesinin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Öte yandan katılımcı Ö70 okullarında okul müdürünün kendilerine her türlü şekilde destek olduğunu belirtir ve okulda düzenlenen öğretmenler kurulu toplantılarına dikkat çekerek “Okul müdürü öğretmenler kurulu toplantılarında mutlaka bana da konuşmam için söz verir. Eğitim ve öğretim yılını değerlendirmek için rehberlik çalışmaları adına söylemek istedikleriniz veya tavsiyeleriniz var mı? Diye soru yöneltir. Bir rehber öğretmen olmam hasebiyle söylediklerini benimde desteklememi bekler” ifadeleriyle öğretmenler kurulunda rehber öğretmenlere söz hakkı verilmesinin rehber öğretmene manevi destek olunması açısından önemini belirtmektedir. Okullarında rehberlik hizmetlerine yeterli düzeyde destek olunsa bile rehber öğretmenlerin kimi zaman görev ve sorumlulukları haricinde işlere yönlendirildikleri görülmektedir. Konuyla ilgili olarak katılımcı Ö72 “Çoğu okulda rehberlik danışmanlarının farklı görevlere yöneltildiğini görebiliyoruz. Alanı olmayan derslere bile girenler var. Ancak bu okulda bu söz konusu olmuyor ve işimi çok rahatlıkla yapıyorum” sözlerini kullanırken katılımcı Ö77 ise rehberlik hizmetlerinde işbirliğinin önemine işaret ederek “Okul müdürü rehberlik hizmetlerine hem inanıyor hem de manevi destekte bulunuyor. Ama manevi destekten ziyade okul içerisinde alınan kararlar her zaman işbirliğinde yürütülür. İşbirliği dâhilinde yürütüldüğü zaman bir sorun çıkmaz. Her şey birlik ve beraberlik çerçevesi altındadır” şeklinde görüş belirtmektedir. Ayrıca katılımcı Ö75 okullarında öğrenci sayılarının fazlalığını dile getirerek “Öğrencilerle ilgili herhangi bir problemle karşılaştığımız zaman okul müdürüyle rahatça iletişime geçebiliyoruz. Ancak sınıfların çok kalabalık olması sebebiyle her öğrenciyle bireysel ilgilenemiyoruz. Okulumuzda 5 öğretmen rehberlik hizmeti vermesine rağmen 2500 öğrenciye ulaşmak çok zor oluyor” anlatımıyla kurum içi rehberlik hizmetlerinin etkililiğinde okuldaki öğrenci sayılarının göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmektedir. Burada yer alan okullarda rehberlik hizmetlerine yeterli düzeyde destek olunsa bile rehber öğretmenlerin kimi zaman görev ve sorumlulukları haricinde işlere yönlendirildikleri, okullarda rehberlik hizmetleri konusunda işbirliği ve okulların öğrenci sayılarının kapasitenin üzerinde olduğu yönündeki katılımcı görüşlerini diğer katılımcıların (n=39) görüşleri de benzer şekillerdeki anlatımlarla desteklemektedir. Y Diğer taraftan rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesine ya da etkililiğine yönelik okul yönetiminin olumsuz görüşe sahip olduğunu bildiren katılımcılarda mevcuttur ve bu katılımcıların ortak görüşleri genellikle “ Okul müdürleri rehberlik faaliyetlerine inanmıyorlar ve manevi destek de vermiyorlar” noktasında birleşmektedir. Bunun yanı sıra katılımcılardan bazıları ise okul rehberlik hizmetlerine verilmesi gereken destek faaliyetlerinin sözde kaldığını “Evet, genellikle okul yöneticileri çok inandıklarını söylerler. 111 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Rehberlik bir okulun bel kemiğidir derler fakat onların rehberlik tanımları ve anlayışları bizimkilerden farklıdır. Onlar rehberlik hizmetinin kapsadığı alanı çok geniş görürler” (Ö33, Ö39) ifadeleriyle dile getirmişlerdir. Katılımcılardan Ö34 ve Ö37 ise okul müdürlerinin genel olarak rehberlik hizmetlerine destek olduklarını ancak manevi yönden bir destek görmediklerini belirtmişlerdir. Katılımcı Ö38 ise “Okul müdürleri genellikle rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanmıyorlar ve rehber öğretmenlere bu konuda destek olmuyorlar. Rehber öğretmenler hakkında derse girmedikleri için ve ayrı bir odaları olduğu için “çalışmıyor, boş oturuyor” gibi şeyler düşünülüyor ve idareciler de bu durumu kullanmak istiyorlar. Kendilerinin yapması gereken birçok işi rehber öğretmenin üstüne yıkmaya çalışabiliyorlar” anlatımıyla kimi okullarda rehber öğretmenlere karşı derse girmedikleri düşüncesiyle “çalışmıyor, boş oturuyor” türünden değerlendirmelerin olduğunu bir tür ön yargıya maruz kaldıklarını ve bu durumunda yöneticiler tarafından bir istismar aracı olarak kullanıldığını ifade etmektedir. 2. Okul müdürü rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahip mi, size fiili destek oluyor mu? Okul desteği ana teması altında ilköğretim ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ayrı alt başlıklar altında aşağıda verilmiştir. c) İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri: Okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inandıkları ve rehber öğretmenleri destekledikleri söylenebilir ancak rehberlik hizmetleri için çoğu zaman yeterli donanıma sahip değillerdir. Okullarda okul müdürleri ile rehberlik servisi arasında karşılıklı bir doğal yardımlaşma sürecinin olduğuna vurgu yapılmıştır. İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre konuyla alakalı olumlu görüşe sahip katılımcılar genel olarak şu ifadelerle görüşlerini dile getirmişlerdir: “Okul müdürümüz rehberlik hizmetleri hakkında tam bilgi birikim ve beceriye sahip olmasa da öğrenciler için sunduğumuz rehberlik hizmetlerine destek olmaktadır” (n=19). “Size söylediğim gibi kendisi rehberlik bölümünün öneminin farkında olan bir yöneticidir. Fakat rehberlik alanı ile ilgili bir alt yapısı maalesef mevcut değil. Fiili ve manevi destek olma konusunda ise hiçbir sıkıntımız yoktur. Destek olma konusunda ki tüm sorularınıza rahatlıkla evet diyebilirim” (Ö14). “Yeterince bilgiye sahip değil. Ben daha uzman olduğum için bana yardımcı olmaya çalışıyor ve ben bu konuda yeterince herkese destek sağladığım için oda bana manevi destek sağlıyor” (Ö16) Rehber öğretmenler bazıları ise okul müdürlerinin sınıf öğretmenliği branşından geliyor olmalarının rehberlik hizmetlerine olumlu katkı sağladığı yönünde görüş belirtmişlerdir. Bu konuda katılımcı görüşleri: “Okul müdürümüz sınıf öğretmenliğinden geldiği için rehberlik hizmetlerinde çok titiz davranıyor. Neler yapılması gerektiği konusunda görüşmeler yapıyoruz. Belirli aralıklarla neler yaptığımızı öğrenmek için toplantılarımız oluyor. Yeterli bilgi, birikim ve beceriye Y 112 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri sahip. Bu konuda gerçekten çok hassas davranıyor. Envanterlerde bir eksiklik var mı? Öğrencilere hangi etkinlikler nasıl yapılıyor? Bunların hepsini ciddi bir şekilde takip ediyor. Eksik olan ne varsa hemen tedarik ediyor” (Ö21). “Okulumuz müdürü kendilerinin branş öğretmeni değil de, sınıf öğretmeni olmalarından ötürü, rehberlik hizmetlerinin gerekliliğinin bilincinde olan ve gerektiğinde hem maddi hem manevi destekte bulunan bir yöneticidir” (Ö3) şeklindedir. Okul müdürlerinin rehberlik hizmetleri konusunda gerekli bilgi beceriye sahip olmadıklarını ve bu durumunda okul rehberlik hizmetlerinde bir aksaklığa neden olduğunu savunan katılımcılar bulunmaktadır. Konuyla ilgili öğretmen görüşleri şu şekildedir: “Müdürümüz bu konuda pek fazla bilgi sahibi değil. Kendisinin yönetici bir karakteri olduğu için bu konularla fazla ilgilenmiyor. Bu sebepten benim işim daha da zorlaşıyor çok fazla destek göremediğim için” (Ö24, Ö26, Ö28, Ö29, Ö30) “Rehberlik dersinde başka derslerin işlenmesine göz yumduğu için okul müdürünün fiili olarak ta çok fazla destek olduğu söylenemez” (Ö25). “Branş öğretmenlerinin rehberlik öğretmenleri ile irtibatı yeteri kadar kuvvetli değil. Bu durumda rehberlik hizmetlerinin aksamasına neden oluyor. Branş öğretmenlerinin de rehberlik konusuna yeteri kadar önem vermemesi de bu durumun bir sonucudur. Çoğu branş öğretmeni etkinlikleri tam olarak anlayamadığından yapamıyor. Öğretmenler, öğrencilere en çok meslek seçiminde yardımcı olabiliyor. Diğer rehberlik faaliyetleri ise çoğunlukla aksıyor” (Ö27). Kimi rehber öğretmenler ise okul yöneticilerinin rehberlik konusundaki bilgi ve motivasyon eksikliklerine dikkati çekmektedirler. Bu duruma katılımcılardan biri “Okul müdürü öğrenci başarısının her yönüyle rehberlik hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesine bağlı olduğuna inanıyor, bu konuda da elinden gelen her türlü desteği yapıyor. Ancak müdürün motive etmesi pek yeterli değildir. İstediklerini bildirir ve yapılmasını bekler çok fazla şeyde istediği olur fakat müdürün motive konusunda eksik olduğunu düşünüyorum bu tek rehberlik hizmetiyle sınırlı değil, okuldaki tüm öğretmenlere ve derslere yönelik diye düşünüyorum” (Ö19) şeklinde açıklık getirirken Ö4 bu durumu yaş unsuruna bağlamakta ve “Müdürlerin yaşlarının büyük olmasından rehberlik eğitimi ile ilgili eksikliklerinden dolayı negatif etkiler olabiliyor” görüşünü savunmaktadır. Başka bir deyişle okul müdürünün yaşı, rehberlik konusundaki bilgi düzeyi ve iletişim yeterliliği etkili rehberlik hizmetlerinin sunumunda önemli roller üstlenebilmektedir. Araştırmaya katılan öğretmenlerden diğer 18 rehber öğretmenin bu soru maddesine yönelik görüşleri de Ö6, Ö10, Ö9, Ö19 ve Ö4 ile benzer ifadeleri içermekle birlikte genellikle “Okul Müdürü rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor. Evet, manevi destek oluyor” cümleleriyle görüşlerini özetlemişlerdir. d) Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri: Y Ortaöğretim öğretmenlerinin okul müdürlerinin rehberlik konusunda bilgi ve yeterlilik düzeylerinin yüksek olduğunu düşündükleri görülmektedir. Katılımcılar okul müdürlerinin özellikle veli ve öğrenci boyutunda okullarındaki rehberlik hizmetlerine katkıları113 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. nın çok olduklarını belirtmişlerdir. Konuya ilişkin bazı katılımcı görüşleri şöyledir; “Okul müdürümüz rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahiptir.” gibi bir ortak ifade ile dile getirmektedirler “(Ö43, Ö44, Ö45). “Bizim müdürümüzün rehberlik hizmetleri hakkında gerekli olan bilgi ve birikime sahip olduğunu düşünüyorum. İlk olarak rehberlik hizmeti sadece öğrencilere değil velilere ve öğretmenlere de hizmet vermelidir. Okul müdürümüz bunun farkında olduğu için öğrencilere, velilere ve öğretmenlere yönelik paneller ve konferanslar düzenleme konusunda bize destek oluyor. Çok sık yapamasak da okul dışı etkinliklerinde uygun koşulları sağlamaya çalışıyor. Ayrıca bir diğer önemli nokta öğrencilerimizin her türlü sorunlarıyla rehberlik servisi ilgilendiği için, ihtiyacı olan öğrencilerimize burs verme ve bulma konusunda da okul müdürümüzün son derece ilgili olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında bir takım okul içi veya dışında sorunu olan öğrencilerimizi fark ettiğimiz zaman gerekirse okul müdürümüz velilerle birebir görüşmeler içine giriyor ve sorunun çözümü konusunda yardımcı olmaya çalışıyor” (Ö81). “Müdürümüz okulumuzun faaliyetlerini, öğretmen-öğrenci ilişkilerini öğrencilerimizin veliler ile olan görüşmelerini belirli bir koordinasyon sistemi ile yürütmektedir. Örneğin; hangi öğrencimizin ne tür ilaç kullandığını biliriz, ne tür sıkıntıları olduğunu bizzat öğrenciyle de velisiyle de görüşürüz bunlardan bizim ve müdürümüzün haberi olur” (Ö76). Diğer taraftan rehberlik hizmetleri için yeterince vakit ayrılmadığı, verilen sözlerin hep sözde kaldığı, hizmet içi eğitimlerin yeterli düzeyde olmadığı ve kimi okul müdürlerinin baskıcı ve otoriter tutumlarının okullardaki rehberlik hizmetlerinde çeşitli sorunlar yaşattığı yönünde katılımcı öğretmen görüşleri de mevcuttur. Öğretmenler bu konulara ilişkin şöyle ifadeler yer vermektedirler: “Hayır bu konuda bir birikime sahip değil. Bu çalışmaların gerçekliğine inanmadığı için bir destek de yok. Bunun altında yatan sebep de bir bilgi sahibi değil kendisini geliştirmesi lazım” düşüncesinde birleşmektedir (n=12). “Rehberlik hizmetine çok vakit ayrılmıyor. Yani müdürümüzle çok fazla bu hizmetle alakalı görüşemiyoruz” (Ö34). “Genellikle okul müdürleri rehberliğin gerekli olduğuna sözde inanırlar, fakat icraat ta pekte umursamazlar. Okul yöneticileri rehberlik yaklaşımını bilmedikleri için, içeriğini de bilmezler. Tek bildikleri rehberliğin gerekli olduğudur. Bakanlık her sene bu konuyla ilgili düzenli seminerler veriyor, fakat bu seminerler de sohbet şeklinde geçtiği için rehberlik hizmetlerine pekte bir faydası olmuyor. Asıl olması gereken, hizmet içi eğitimin daha destekli daha faydalı hale getirilmesidir” (Ö35). “Bir çok müdür yeterli bilgi birikimine sahip olmamakla birlikte rehber öğretmen rehberlik hizmeti dışında joker gibi farklı veya boş alanda değerlendirme durumu oluyor. Müdürlerin bu bilgi yetersizliği yüzünden rehber hocalar extra bir yük alıp yıpranıyor. Bu yüzden öğrenciler hepsiyle ilgilenme olanağımız olmuyor. Bir kişi veya olay hakkında objektif testler, görüşmeler yapılarak yapılan raporları kendi görüşlerine aykırı olduğu Y 114 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri takdirde kendilerine yapılmış hakaret ve saygısızlık olarak algılayabiliyorlar. Müdürlerin rehberlik servislerinin görev ve sorumluluklarını anlaması için çok ciddi eğitimden geçirilmeli” (Ö37). Son olarak bazı rehber öğretmenlerin kimi okullarda bir tür sekreter gibi görüldükleri düşüncesini bir öğretmen şu şekilde açıklamıştır: “Okul müdürleri genellikle rehberlik hizmetleri hakkında yeterli bilgi, birikim ve beceriye sahip değildirler. Onlara göre rehberlik hizmetinin belli bir sınırı yoktur. Rehberlik öğretmenini sekreter gibi görürler. Öğrencilerle ilgilenmek dışında okulun evrak işlerini de bize yaptırıyorlar. Gördüğünüz gibi yapılmayı bekleyen birçok dosya var. Onlara göre bir sınıf öğretmeni de öğrencilere rehberlik yapabilir. Bu yüzden bizden daha fazlasını bekliyorlar. Bu nedenle okulda bir koordinatör durumundayım. Bunlara rağmen okul müdürü yapmak istediğim çalışmalarda fiili desteğini de esirgemiyor” (Ö42). 3. Okulda öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde mi? Öğrenci kişilik hizmetleri ana teması altında ilköğretim ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ayrı alt başlıklar altında aşağıda verilmiştir. e) İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri: İlköğretim rehber öğretmenlerine göre okullarda öğrenci kişilik hizmetlerine dönük çalışmalar yeterli değildir. Öğretmenlere göre bu durumun önde gelen temel sebeplerinden biri okullardaki öğrenci sayılarının fazlalığıdır. Ayrıca kimi okullarda yeterli sayıda rehber öğretmen olmaması bir diğer etken olarak belirtilmiştir (Ö1, Ö2, Ö3, Ö12). Konuya ilişkin katılımcı görüşleri aşağıda verilmiştir: “Yani bu konuda evet desem yalan olur. Standardı yakalamak hedefimiz. Rehberlik ucu açık olan bir branştır. Bu okulda da bir tane rehber öğretmeni bulunmaktadır. 1300 öğrenci bulunan okulda bu rakam çok sıkıntılı bir durumdur. Bu konuda çok fazla eksik olduğunu düşünmekteyim” (Ö12), “Buna olumlu bir cevap veremeyeceğim. Öğrenci sayısı çok fazla fakat okulda sadece iki rehber öğretmeni var. Malum burası devlet okulu. Bu sebeple yeteri kadar ilgilenemeyebiliyor olabiliriz” (Ö2). “Okulumuzda iki tane rehberlik uzmanı var. Ben 350 öğrenciye bakıyorum. Hepsi ile ayrı ayrı ilgilenemesem de genel manada ilgilenmeye çalışıyorum. Özellikle sınıf öğretmenleri ile irtibata geçip sorunlu öğrencilerle ilgilenmeye çalışıyorum. Okulumuzda öğrenci kişilik hizmetlerinin yeterli düzeyde olmadığına inanıyorum” (Ö6). “Hayır, yeterli düzeyde değil. Türkiye genelinde olduğu gibi, Okulun norm kadrosu 3 iken 1 rehberlik öğretmeni istihdam ediliyor” (Ö11), “Okul zaten üç bin kişi ben okulda tek rehber öğretmeniyim ve istesem bile yardımcı olamıyorum ve bu yüzden uygulama yetersiz kalıyor uygulama tekniklerinde geri dönüşüm sağlayamıyoruz bu yüzden” (Ö16), Y “Öğrenci kişilik hizmetleri tarafımızdan tam olarak yapılmaya çalışılmaktadır. Yalnız 500 öğrenciye 1 rehber öğretmen olarak atama yapıldığından dolayı ve üzerimizdeki 115 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. sorumlulukların çok olmasından dolayı yetişememe sıkıntısı yaşamaktayız. Yetişebildiğimiz oranda yeterli olmaya çalışıyoruz. Kendi adıma ise gerçekten yetişmeye çalışıyorum demekle yetinebilirim” (Ö18). “Okulda öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde denemez, çünkü okulda tek rehberlik hocası olduğumdan her öğrenciye yeterli vakit ayıramıyorum, rehberlik derslerinin de yeterli düzeyde olduğunu düşünmüyorum” (Ö25). “Hayır, yeterli değil, gerek fiziksel koşullar (sınıfların kalabalık olması, imkânların yetersizliği, mali sorunlar, rehber öğretmenlerinin azlığı) gerekse velilerin rehberlik hizmetine bakış açısı, sosyoekonomik düzeyleri rehberlik hizmetinin yeterli düzeyde uygulanamamasına neden olmaktadır” (Ö19). f) Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri: Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ile ilköğretim rehber öğretmenlerin görüşlerinin okul öğrenci kişilik hizmetlerinin aksamasında öğrenci mevcutlarının fazla ve rehber öğretmen sayılarının az olduğu sonucunda birleştiği görülmüştür. Konuya ilişkin bazı katılımcı görüşleri şöyledir: “Okulun bir rehberlik hocasına düşen 500 öğrencinin her biriyle ayrı ayrı ilgilenip kişilik analizi yapılması ve onlarla tek tek görüşme imkanı olmaması, öğrencilerin çoğu zaman rehberlik hizmetlerinden yeterli oranda faydalanamamalarına yol acıyor. Bizimde kalabalık içinde onların fark edemiyor olmamız, öğrencilerin kişiliklerine çok fazla yardımcı olamıyoruz ve onların kişiliklerine çok az katkı sağlayabiliyoruz” (Ö75). “Hayır ne yazık ki çünkü öğrenci sayısı çok fazla ve onları tanımakta zorluk çekiyoruz. Kalabalık bir yana birde çocukların bu servisi kullanmak istememeleri bu servisin anlaşılamadığını ve yeterli olmadığını gösterir. Bazı öğrencileri haftada 2 veya 3 kez görürken hiç muhatap olmadan mezun olanlar bile olabiliyor” (Ö74). “ Okulda bulunan öğrenci sayısının fazlalığından dolayı herkesin isteği doğrultusunda hizmetler bulunmamaktadır. Bireysel ihtiyacı olanlara ve talep edenlere karşı gereken hizmet verilmektedir. Mesela derslerde başarısı düşük olan bir öğrenci için, bunun nedenlerini belirleyecek testler uygulanmaktadır. Ancak dediğim gibi bu rehber öğretmenin yanına gelip talep eden öğrencilere uygulanmaktadır” (Ö73), “Okulun kişilik hizmetleri yeterli düzeyde değil çünkü okulda 2000 öğrenci var. Bu konuda bir şeyler yapılmaya çalışılıyor ama yeterli düzeyde değil. Eğer benim 300 öğrencim olsaydı, her birinin ders, aile, kişisel durumları ve gelecekle ilgili planları hakkında bilgi sahibi olabilirdim ama 2000 öğrencili bir okulda bu pek mümkün olmuyor” (Ö33). “Öğrenci kişilik hizmetleri son derece yetersiz özellikler devlet okullarında böyle olduğunu düşünüyorum. şu anda bizim okulumuzda 3500 öğrenci var ve benden ayrı bir rehber öğretmen daha var ancak her birimize 1750 öğrenci ile ilgilenmek zorundayız bu durumda kişilik hizmetleri nasıl yeterli olabilir ki” (Ö65). “Hayır, yeterli düzeyde değil. Rehberlik öğretmeni sayısının 4 olması gereken bir lisede, 1 adet rehberlik öğretmeni çalışıyor” (Ö82). Y 116 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri Öte yandan kimi okullarda öğrenci kişilik hizmetleri adına yapılan çalışmaların sadece anketlerle sınırlandırıldığı, kırtasiyecilik anlayışının egemen olduğu ve yeterli alan uzmanının (psikolojik test uzamanı, ölçme uzmanı, vs) istihdam edilmediği ifadelerinde bulunan katılımcılar da vardır. Bu katılımcı görüşleri şu şekildedir: “Öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde değil. Öğrenciler soru sormak ve dertlerine çare olacak muhatap bulmakta zorluk çekmektedirler. Öğrencilere sadece anket uygulanıyor. Anket değerlendirilmeleri gerçek anlamda yapılmıyor. Fakat formalitede her şey çok düzgün” (Ö31). “Devletin dili yazılı metin olduğu için her şeyi yazılı hale dönüştürmek gerekiyor, kırtasiyecilik fazla, işler yavaş yürüyor. Teorikte 250 öğrenciye 1 rehber hoca düşmesi gerekirken, pratikte ise yaklaşık 1000 öğrenciye 1 rehber öğretmen düşüyor buda ciddi manada öğrencileri tanıma, araştırma ve ilgi yeteneklerini ortaya çıkarma konusunda çok eksik kalıyoruz” (Ö37). “Hayır, maalesef okulda ki öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde değil. Çünkü rehberlik servisi sadece rehberlik öğretmeninden değil, bir ölçme değerlendirmeci, eğitim programcısı vb gibi kişilerden oluşturulmalıdır. Eğitim öğretimin bütünleyici bir parçası olduğu için, kültürel, eğitsel, sosyal yardım, vb gibi faaliyetlerin bir arada toplandığı öğrenci işleri de okullarda bulundurulmalıdır” (Ö35). Tartışma Bu araştırmanın amacı, ilk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin okul rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesine yönelik bakış açılarının okul rehber öğretmenlerinin görüşleri doğrultusunda değerlendirilmesidir. Alan yazında okullardaki rehberlik hizmetleri sürecinin pek çok faydası olduğundan söz edilmektedir. Öncelikle rehber öğretmenlere okulu ve okul çevresini değiştirme imkânı vermektedir. Ayrıca okullarda her açıdan zamanın etkili kullanılmasını sağlar. Rehber öğretmenlere, ailelerle, öğrencilerle, sınıfla ve bütün okulla, sistemli ve bütüncül şekilde ilgilenebilmeleri için müdahale fırsatları sağlar. Bu faydalar, rehberlik hizmetlerinin bir parçası olan öğrenci, aile, öğretmen, yönetici ya da toplum için de geçerlidir. Dolayısıyla rehberlik hizmetleri, okul sistemine daha geniş bir etki yapma imkânı vermektedir (Dinkmeyer ve Carlson, 2001; Dollarhide, 2003b; Schmidt, 2003’ten Akt. Tagay ve Sarı, 2012). Y Yapılan araştırma kapsamında gerçekleştirilen görüşmeler sonunda ulaşılan bulgular, ilk ve ortaöğretim okullarındaki rehber öğretmenlerin okul yöneticilerinin rehberlik hizmetlerine inanıp inanmadıkları ve bu konuda bilgi sahibi olup olmadıkları hakkındaki ve belirlenen üç ayrı temaya (okul rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci kişilik hizmetleri) yönelik görüşleri arasında paralellik bulunduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle araştırmanın gerçekleştirildiği okullarda yöneticilerin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine olan inançlarının olumlu ve artan oranlarda olduğu konusunda öğretmen görüşleri birbirleriyle örtüşmektedir. Bu durumu Camadan ve Sezgin (2012) yaptıkları araştırma sonucunda, okul müdürlerine göre okullarında yürütülen rehberlik faaliyetle- 117 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. rinde gerek öğrencilere gerekse ilgili diğer kişilere yardımcı olunduğu anlaşılmaktadır, şeklinde ifade edilmiştir. Rehber öğretmenlere göre okul müdürleri, okullarındaki rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesi sürecinde okuldaki diğer unsurlarla birlikte olumlu katkılarının olduğunu düşünmektedirler. Rehber öğretmenlerin görüşlerine göre müdürler, rehberlik hizmetlerinin yararlılığına genellikle inanıyorlar ancak rehberlik hizmetleri, birçok okul müdürü için ikinci sınıf iş olarak görülüyor ve rehber öğretmenler, müdürlere okullarında rehberlik hizmetlerinin yürütülmesine olan destekleri konusunda aynı olumlu notu vermiyorlar. Müdürlerin destek konusunda bu durumda olmalarının sebepleri arasında okulun fiziksel koşullarının rehberlik hizmetleri için yeterli olmaması, sınıf mevcutlarının kapasitenin üstünde olması, okullardaki diğer branş öğretmenleri ve yöneticilerle olan işbirliği eksiklikleri ve rehber öğretmenler hakkında “rehber öğretmenler derse girmiyorlar, boş oturuyorlar, vb” şekildeki ön yargıların bulunduğu sonuçları görülmüştür. Bu sonuçlar çerçevesinde örneğin, Owen ve Owen (2008) tarafından yapılan bir araştırmada, rehber öğretmenlerin okullarda yeterli düzeyde psikolojik danışma ve rehberlik hizmetini veremedikleri çünkü yönetsel işlere fazla zaman ayırdıkları bulunmuştur. Okul müdürleri rehber öğretmenlerin yönetsel çalışmalarını görüp kişisel özelliklerini, özellikle de çalışkanlığını ön plana çıkarmış olabilirler. Özellikle ülkemizde rehber öğretmenlerin rol ve işlevleri fazla belirgin olmadığı için birçok yazar rehber öğretmenlerin rollerinin netleştirilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Pişkin, 1989; Doğan, 2000; Yöndem, 1999; Korkut, 2007; Yalçın, 2006; Ünal ve Ünal, 2010). Bununla yanı sıra araştırma kapsamındaki ilk ve orta öğretim okullarındaki kimi rehber öğretmenler ise, okullardaki fiziksel koşulların ve imkânların çoğu zaman rehberlik hizmetlerinde aksamalara neden olabildiğini kabul etmekle birlikte bu durumun okullardaki rehberlik hizmetlerinin ikinci sınıf bir ihtiyaç olarak düşünülmesine neden olacak şekilde bir davranışa dönüştürülmemesi gerektiğini düşünmektedirler. Okul müdürleri okul rehberlik hizmetlerini ikinci sınıf ihtiyaçlar olarak görmekten kendilerini sakınmalıdırlar. Bu noktada okul müdürleri öğrenci velileriyle işbirliği yaparak veya okul aile birliklerini sürece daha çok dâhil ederek kimi fiziksel koşulların iyileştirilmesine katkı sağlayabilirler (Finkelstein, 2009). Dahası konuya ilişkin görüşlerine başvurulan ilk ve ortaöğretim rehberlik öğretmenleri kendi okullarında okul müdürleriyle karşılıklı işbirliği sürecinin işletilmesinin rehberlik hizmetlerinin yürütülmesi sürecini kolaylaştırdığını belirtmektedirler. Dolayısıyla okullarda rehberlik hizmetleri sürecinde okul yönetimi ve okul rehberlik servisleri arasında oluşması beklenen işbirliği ikliminin pozitif etkilerinin önemli olacağı öngörülmektedir. Çünkü okullarda rehber öğretmenler ve yöneticilerin kendilerine yüklenen görevleri olduğundan etkili bir şekilde yerine getirmeleri beklenir. Ayrıca bu konuda ülkemizde ve yurt dışında yapılan birçok araştırma, okul rehberlik hizmetlerinin sadece okul yöneticileri ve rehber öğretmenlerine bırakılamayacağı özellikle öğrenci velilerinin de sürece dâhil edilerek işbirliğine gidilmesi gerekliliği vurgulanmaktadır (Özabacı, Sakarya, Doğan, 2008; Hamamcı, Murat, Çoban, 2004; Finkelstein, 2009; Hatipoğlu, 2010; Akgün, 2010). Y 118 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri Öte yandan rehberlik hizmetlerinin yürütülmesine dair işbirliğinin sağlanarak etkin işletilebilmesinde öncelikli olarak okullardaki yönetim kadrosunda bulunan müdür, müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı gibi unvan sahiplerinin okullarında rehberlik hizmetlerinin işleyiş süreci hakkında fikir birliği sağlamaları da önemlidir. Özabacı, Sakarya ve Doğan (2008) “Okul Yöneticilerinin Okuldaki Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Görüşleri” üzerine yürüttükleri bir araştırmada, okul rehberlik hizmetlerinin işleyişine dair okul yönetiminden sorumlu müdür ve müdür yardımcılarının görüşleri arasında birçok farklılıkların olduğunu belirlemişlerdir. Araştırma kapsamında kimi okul müdürlerinin “Rehberlik servisinin sürekli bir birim olarak okulda yer almasının öğrenci gelişimi açısından yararlı olacağını düşünüyorum” şeklindeki görüşe yüksek düzeyde katılım gösterdikleri sonucuna ulaşılmıştır. Öte taraftan okul müdür yardımcıları ise yüksek düzeyde “Rehber öğretmenlerin okuldaki rehberlik hizmetlerinin yürütülmesi dışında idari bölüme de yardımcı olduğu için okulda bulunması gerektiğini düşünüyorum” türündeki görüşe katılmış olmaları okullardaki rehberlik hizmetlerine bakış açısı konusunda oldukça dikkat çekicidir. Okullarda rehberlik hizmetlerine dair özellikle üst kademe yöneticiler arasında işbirliğine dayalı fikir birlikteliklerinin her zaman sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Özetle, mevcut araştırma bulguları doğrultusunda araştırmaya katılan ilk ve ortaöğretim okul rehber öğretmenleri genel olarak okullarındaki yöneticilerin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inandıkları inancını paylaşmaktalar ancak bu inancın daha çok manevi destek olarak kendilerine yansıtıldığı ve fiili desteğin geri planda kaldığını düşünmekteler. Birçok okul müdürü rehberlik hizmetleri hakkında yeterli bilgi, birikim ve beceriye sahip olma noktasında eksik ya da güncel olmayan bilgilere sahip ve özellikle bu nedenle okullardaki rehberlik hizmetleri sürecindeki öğrenci kişilik hizmetleri konusunda rehberlik servisleri yeterli düzeyde gelişim gösterememekteler. Bu durumun bir diğer öncelikli sebebi okullarda rehberlik servisleri ve okul yöneticileri arasında “hizmette işbirliği” kuralının etkin işletilemediğine dair rehber öğretmen görüşlerinin yüksek düzeyde olmasıdır. Sonuç ve Öneriler Araştırmaya katılan ilk ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre araştırmanın sonuçlarını şöyle sıralamak mümkündür: Y 1. Okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerine inançları vardır. Ancak kimi okul müdürleri rehberlik hizmetlerini okullarda gerekliliğini benimsemelerine rağmen bu konuda söyledikleri çoğu zaman uygulamaya geçmemektedir (n=31). Okullarda rehber öğretmenlere görev ve sorumlulukları haricinde işler verilebilmektedir. Bu durum en önce öğrenci kişilik hizmetlerinin aksamasına neden olabilmektedir (n=46). Okullarda rehberlik hizmet alanları ve konularına yönelik olarak kimi yöneticilerin eğitimleri yeterli düzeyde değildir. Bu konuda bilgilendirici seminer ve eğitim faaliyetlerine daha çok ihtiyaç olduğu belirtilmektedir (n=41). Okul yöneticilerinin rehberlik kavramının yararları üzerine olan inançlarının tazelenmesi, rehber öğretmenlerin okullardaki misyonlarının net olarak 119 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. anlaşılması ve daha etkin hizmet içi eğitim kurslarının oluşturulabilmesi amacıyla gerekirse okul rehber öğretmenleri aracılığıyla konu hakkında tanıtıcı ve bilgilendirici mini seminer çalışmaları yapılabilir. Ancak hizmet içi eğitim vurgusu eğitim araştırmalarında sıkça öne çıkan kavramların başında gelmekle birlikte özellikle ülkemizde hizmet içi eğitim kavramının ayrıntılandırılarak yenilikçi bir model çerçevesinde revize edilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir. 2. Okul müdürlerinin rehberlik hizmetleri konusunda bilgi, birikim ve beceri eksiklikleri olmakla birlikte hizmetlerin gerçekleştirilmesi noktasındaki desteklerini rehber öğretmenlere sağlamaktadırlar (n=17). Okullarda rehber öğretmenler okul yöneticileri ile olan işbirliklerini kuvvetlendirici takım çalışmalarında yöneticilerinde bulunmalarını isteyerek bilgi, birikim ve beceri paylaşımı için olumlu bir iklim oluşmasını sağlayabilirler. 3. Okullarda müdürler ve rehber öğretmenler arasında iletişim kopuklukları olduğu belirtilmektedir (n=59). Kimi zaman okul müdürlerinin yaş değişkenleri de rehberlik hizmetleri sürecine olan görüşlerinin ve inançlarını etkilemektedir. Bu etki daha çok olumsuz iletişim süreçleri şeklinde olmaktadır (n=8). Bu konular hakkında okullarda yüksek kıdemli okul yöneticilerine ve diğer personele yönelik personel güçlendirme çalışmalarının düzenli aralıklarla en başta il milli eğitim müdürlüklerince yürütülmesi yaş ve diğer değişkenlerin eğitim ortamlarında doğurabileceği olumsuz iletişim etkilerinin azaltılmasında yararları olabilir. 4. Birçok okuldaki rehber öğretmenleri okullarındaki sınıf mevcutlarının fazlalığından, fiziksel koşulların yetersizliğinden ve evrak işlerinin çokluğundan rahatsızdırlar (n=44). Bu durum daha çok Milli Eğitim Bakanlığı düzeyinde çeşitli çalıştaylar ve raporlar yoluyla dikkat çekilerek aşılabilir. 5. Okul içerisinde özellikle diğer branş öğretmenleri ve kimi yöneticiler arasında rehber öğretmenlere yönelik var olan “rehber öğretmenler derse girmiyorlar, boş oturuyorlar, vb” yöndeki önyargılar rehber öğretmenlerin performanslarını olumsuz etkilemektedir (n=29). Okullarda öğretmenler arasındaki iletişim iklimini kuvvetlendirici sosyal ortamların çeşitlendirilmesi kimi ön yargıların giderilmesinde etkin rol alabilir. dir: Araştırma sonuçları incelendiğinde özetle üç genel sonucun öne çıktığı görülmekte- 1. İlk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin rehberlik hizmetleri hakkında çeşitli bilgi eksikliklerinin olduğu bildirilmiştir. 2. Okullarda rehber öğretmenlerin rollerine ilişkin kimi önyargılar ve bu nedenle çoğu hallerde küçük ya da büyük oranlarda iletişim kopukları vardır. 3. Okul rehber öğretmenleri rehberlik hizmetlerinin daha etkin gerçekleştirilmesi noktasında yeterli buldukları desteği okul yönetimlerinden alamamaktadırlar. Bu araştırma ve sonuçlarının nitel araştırma modelinin bir özelliği olarak ebetteki tüm okullara genellenebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle araştırma sonuçlarının özellikle nicel ve nitel tekniklerin birlikte kullanılacağı karma yöntemler ve daha geniş örneklem gruplarıyla test edilmesi konuya ilişkin önemli başka ayrıntılara ulaşılmasında yardımcı Y 120 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri olabilir. Okullarda rehberlik hizmetlerinin, okul desteğinin ve öğrenci kişilik hizmetlerinin etkin olarak işletilmesi sürecinin aynı zamanda ciddi ve profesyonel bir denetim gerektirdiği düşünülmektedir. Bu nedenle ilk ve ortaöğretim okullarının gerçekleştirdikleri rehberlik hizmetlerinin rehberlik alan uzmanlarınca denetlenmesi hizmetlerinin kalitesini ve iyileştirilmesini sağlayıcı bir etki oluşturabilir. Okul müdürlerinin ve diğer branş öğretmenlerinin rehberlik konusunda farkındalık düzeylerini artırıcı türde eğitim ve seminer çalışmaları özellikle alan uzmanı akademisyenler ve müfettişlerce okullara gidilerek gerçekleştirilebilir. Teşekkür Araştırmanın veri toplama sürecinde verilerin toplanmasına yönelik katkılarından dolayı 2011-2012 öğretim döneminde Fatih Üniversitesi Formasyon Eğitimi Programı Rehberlik dersi öğrencilerine teşekkür ederiz. Kaynakça Akgün, E. (2010). Okul Öncesi Öğretmenlerinin Bakıs Açısıyla Anasınıflarındaki Rehberlik Hizmetlerinin Değerlendirilmesi. İlköğretim Online, 9(2), 474-483. [Online]: http://ilkogretim-online.org.tr Bardakçı, A. B. (2011) İlköğretim Okullarında Çalışan Sınıf Öğretmeni, Sınıf Rehber Öğretmeni Ve Psikolojik Danışmanların Kapsamlı/Gelişimsel Rehberlik Programına İlişkin Görüşleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana.: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Berkant, H. G. ve Tuncay, A. A. (2012). İlköğretim Birinci Kademedeki Sınıf Öğretmenlerinin Rehberlik Hizmetlerindeki Yeterlilikleri Gerçekleştirme Düzeylerinin Değerlendirilmesi. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 7/3, pp. 617-635. Camadan, F. ve Sezgin, F. (2012) İlköğretim Okulu Müdürlerinin Okul Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Görüşleri Üzerine Nitel Bir Araştırma. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi. 2012. 4 (38), 199-211. Finkelstein, D. (2009). A Closer Look at the Principal-Counselor Relationship: A Survey of Principals and Counselors. Erişim Tarihi: 10.11.2012 www.collegeboard.com/ advocacy Güven, M. (2009). Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişlerinin Okul Rehberlik Hizmetleri ve Denetimiyle İlgili Görüşleri. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, (9) 2, ss. 171-179. Y Hamamcı, Z., Murat, M. ve Çoban, A. E. (2004) Gaziantep’teki Okullarda Çalışan Psikolojik Danışmanların Mesleki Sorunlarının İncelenmesi. XIII. Ulusal Eğitim Bilimleri “Kurultayı, 6-9 Temmuz 2004. Malatya: İnönü Üniversitesi, Eğitim 121 Karataş, İ. ve Polat, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Fakültesi, Hatipoğlu, H. (2010). Okullarda Yürütülen Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Uygulamalarının Belirlenmesi Ve Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Konca, F. (2007). İlköğretimde Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Programlarının Geliştirilmesi Sürecinde Karşılaşılan Sorunlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eskişehir. Korkut, F. (2007). Counselor Education Program Accreditation and Counselor Credentialing in Turkey. Counselor Education Program Aınternational Journal for the Advancement of Counselling , 29 (1), 11-20. Owen, F. K. ve Owen, D. W. (2008). Okul Psikolojik Danışmanlarının Rol ve İşlevleri: yöneticiler ve Psikolojik Danışmanların Görüşleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, yıl: 2008, cilt: 41, Sayı. 1. ss. 207-221. Özabacı, N., Sakarya, N. ve Doğan, M. (2008). Okul Yöneticilerinin Okuldaki Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Görüşlerinin Değerlendirilmesi. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 11, Sayı 19, ss.8-22. Pişkin, M. (1989). Orta Dereceli Okullarda Görevli, Yönetici, Öğretmen Ve Danışmanların İdeal Ve Gerçek Danışmanlık Görev Algıları.Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Şahin, F. Y. (2008). Ortaöğretimdeki Öğrenci Görüşlerine Göre Psikolojik Danışma Ve Rehberlik (Pdr) Hizmetlerinin Değerlendirilmesi. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:5. Sayı: 2. ss 1-26, [Online]: http://www.insanbilimleri.com. Tagay, Ö. ve Sarı, T. (2012) Okullarda Konsültasyon Hizmetleri ve İşbirliğine Dayalı Konsültasyon Modelleri. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 12. Sayı. 23. Haziran 2012, 157 – 172. Taylı, A. (2008). Okul Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Hizmetlerinin Değerlendirilebilirliği. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 2008-2 Sayı. 17. ss: 133-145. Ünal, A. ve Ünal, E. (2010). Öğretmen Ve Öğrencilerin Rehber Öğretmeni Algılamalarına İlişkin Bir Durum Çalışması. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi. Cilt:7. Sayı.2 Yıl:2010, 919-944. Yalçın, İ. (2006). 21 Yüzyılda psikolojik danışman. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 39 (10. 117-133. Yeşilyaprak, B. (2000). Eğitimde Rehberlik Hizmetleri. Ankara: Nobel Yayıncılık. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Yöndem, D. Z. (1999). Liselerdeki Yönetici ve Öğretmenlerin Psikolojik Danışma ve Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Beklentileri. Çağdaş Eğitim Dergisi. 24 (257). Y 122 Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri EK1 Okullarda Rehberlik Hizmetleri Öğretmen Görüşme Formu Cinsiyet: ( )K ( )E Mesleki Kıdem : ( ) 1-4 yıl ( ) 5- 10 yıl Belirlenen Görüşme Süresi: 45 dk. ( ) 10 ve yukarısı: …… (Lütfen Süreyi Belirtiniz) Araştırma Soruları Okul müdürü rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor mu, size manevi destek oluyor mu? Okul müdürü rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahip mi, size fiili destek oluyor mu? Y Okulda öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde mi? 123 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 ÇOCUK EDEBİYATINDA YAŞ GRUPLARINA GÖRE KİTAPLAR VE ÖZELLİKLERİ FEATURES OF JUVENILE BOOKS ACCORDING TO AGE GROUPS IN CHILDREN’S LITERATURE Ferhat ÇİFTÇİ1* Özet Çocukluk dönemindeki okuma süreci, bu dönem için yazılan kitapların taşıması gereken özellikler ve bunlarla ilgili birtakım hususlar, çocuk edebiyatı kapsamında değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme başlıklarından birini, yaş seviyelerine göre çocuk kitapları oluşturmaktadır. Bu kitapların bulundurması gereken özellikler, doğru sonuçlar almak adına sürekli dillendirilmekte ve bu doğrultuda bazı tasniflere gidilmektedir. Çünkü çocuğun kitap okumasıyla doğrudan ilgili olan yaş seviyesi, çocuk edebiyatının içerdiği tezlerin amacına ulaşmasında kilit rol oynamaktadır. Bu bakımdan, seçilecek bir çocuk kitabının doğru zamanda doğru çocukla buluşması, bu edebiyat olayının sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bu makalede, çocuk edebiyatı ve kapsamında yer alacak kitaplara dair birtakım temel değerlendirmelerde bulunularak bunların yaş gruplarına göre sınıflandırılması üzerinde durulmuştur. Ayrıca bazı yaklaşımlar ileri sürülerek çocuğun dünyası ile kitapların dünyası arasında doğru bir ilişki kurulması gerektiğine değinilmiştir. Anahtar kelimeler: Çocuk, çocuk edebiyatı, çocuğa görelik, yaş gurupları, yaş gruplarına göre kitaplar. Abstract Reading process in childhood, the features that juvenile books should contain and some particularities related to those books are being evaluated in the context of Children’s Literature. One of the primary headings in this evaluation is Juvenile Books According to Age Groups. To percieve heathy results, the features theys hould contain are being articulated continuously and some classifications are being done. As age group is directly related to child’s reading process, it has a key role in the accomplishment and assertation of the thesis of Children’s Literature. In this respect, bringing together the proper book with the proper child will provide a healthy occurence for this literary event. In this article, some basic evaluations are made about Children’s Literature and juveniles and their classification according toage groups is pointed out. In addition, some opinions can be invoked that is emphasized to establish the relationship between the world of boks with the world of child. Keywords: Child, children’s literature, for children, age groups, books according to age groups. Y *1 Okutman, Muş Alparslan Üniv., fe.ciftci@alparslan.edu.tr 125 Çiftçi, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. 1. Giriş İnsanoğlunun yaşamında birtakım dönemler vardır. Bunlar, çocukluk, gençlik ve yaşlılık olarak karşımıza çıkar. Bu dönemlerin kendine has özellikler ve tecrübeler barındırdığı bir gerçektir. Tabii ki bunların aralarında keskin bir ayrım yapmak kolay değildir. Fakat insanoğlunun yaşam tecrübesini ortaya koyduğu orta yaşları doğuran güçlü bir çocukluk döneminden bahsetmek mümkündür. Çocukluk, insanın gençlikten önceki çağı1 olarak tanımlandığına göre, bir kesiklikten değil, gelişimden ve devamdan bahsetmek daha doğrudur. Bu bakımdan çocukluk döneminde edinilen her türlü bilgi ve donanımın ileri zamanlar için önemli olduğu üzerinde durulmaktadır. Bu anlayışa göre çocukluk, ileri zamanlar için bir çeşit depo işlevi görmektedir. Bu yüzden bu dönemin verimli geçmesi gerektiği sıkça dile getirilmektedir. Bu verimliliği sağlayacak en önemli şeylerden biri okumadır. Okuma, gelişi güzel bir şekilde yapılacak bir faaliyet değildir. Her şeyden önce, edinilmiş/edinilecek önemli bir beceridir. Bu noktada, okumayı daha anlamlı kılması adına çocuk edebiyatına ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü çocuk edebiyatı, okur-yazarlık konusunun temel taşını oluşturmaktadır.2 Fakat bu durum, sadece çocuk edebiyatı kavramının ileri sürülmesiyle eksikliklerin giderileceği anlamına da gelmemelidir. İrdelendikçe durumun farklı boyutlara sahip olduğu görülmektedir. Bu, hem edebiyat hem de çocuk kavramının derin yapısına işaret etmektedir. Bu bakımdan iyi çözümlenmiş çocuk ve edebiyat kavramları ışığında varılacak önemli bir adlandırma olarak çocuk edebiyatı üzerinde durmak gerekir. Çocuk edebiyatı, adında da anlaşıldığı üzere dönemsel bir nitelik taşımaktadır. Bu dönemselliğin kitapları da belirleyen önemli bir unsur olduğu açıktır. Çocukluğun bebeklikten ergenliğe kadar olan dönem olduğunu belirten Hasan Güleryüz, bu dönemin de kendi içinde ayrıldığını söyledikten sonra, o halde kendine göre kitapları olmalı düşüncesini ileri sürer.3 Bu belirlemeden hareket edildiğinde, çocuk edebiyatının en temel meselelerinden birinin “çocuğa görelik” kavramı ışığında kitapların nitelikleri olduğunu söylemek gerekir. Nitelikli bir kitabın okuyucu ile buluşmama durumu, yetişkinler için okuyucu aleyhinde değerlendirilecek bir şeydir. Çünkü okuyucunun, kitapla ilişkisini kuracak bir kararlılığa ve onu anlama donanımına sahip olması gerekir. Fakat bu, çocuk edebiyatında değişkenlik göstermektedir. Çocuk edebiyatında nitelik, çocukla buluşturulacak bir şey olmakla beraber, daha çok rehber konumundaki kişilerin planlaması gereken bir şey olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda, çocuklar için yazmak, yetişkinler için yazmaktan daha zordur.4 Ayrıca bu, doğrudan çocuk seviyesiyle ilgili bir şeydir. Bu bakımdan çocuk edebiyatının nitelikli olma durumu, farklı farklı değişkenlere bağlıdır. Yalnızca birkaç unsurun ortaklığından elde edilecek bir kavram olarak görünmemektedir. Bu yüzden, bu farklı değişkenlere bağlı verilerin toplanıp değerlendirilmesi ve belli ilkeler çerçevesinde çocuk edebiyatı kavramı adı altında yaygınlaştırılması gerekir. Çocuk edebiyatına dair 1 D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yayınları, Ankara,2011. 2 Gıyasettin Aytaş, “Okuma Gelişiminde Çocuk Edebiyatının Rolü”, TÜBAR-XIII-/2003-Bahar, s.157. 3 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, PegemAkedemi Yayıncılık, 2002, s.207. 4 Seyit Battal Uğurlu, “Çocuk Edebiyatı Eleştirisi”, Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/3, Summer 2010, s.1933. Y 126 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri teorik izahın belli bir kıvama geldiği düşünüldüğünde, eksikliğin daha çok pratik alana ilişkin olduğu görülmektedir. Çocuğa, “Okuduğunuz hikâyeden ne anladınız?” sorusu yöneltildiğinde, ana düşünceyi söylemek yerine hikâyeyi özetlemeye çalışmaktadır diyen Halil Karatay, öğretmenin rehberliğinde gerçekleşecek pratiklerin önemli olduğunu belirtir.5 Bu durum, tamamlanması gerekenlerin hem pratik hem de teorik karşılıklar taşıdığını ortaya koymaktadır. 2. Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları Çocuk edebiyatı, erken çocukluk döneminde başlayıp ergenlik dönemini de kapsayan bir yaşam evresinde, çocukların dil gelişimi ve anlam düzeylerine uygun olarak duygu ve düşünce dünyalarını sanatsal niteliği olan dilsel ve görsel iletilerle zenginleştiren, beğeni düzeylerini yükselten ürünlerin genel adı olarak tanımlanmaktadır.6 Bu tanım göstermektedir ki çocuk edebiyatı, çocukluk dönemindeki birçok bileşene bağlı olarak söz konusu olmaktadır. Çocukların dil gelişimi, anlam düzeyleri, sanatsal nitelikleri gibi durumlar, bu bileşenlerden ilk akla gelenlerdir. Ayrıca bu kavram, birtakım roller ortaya koymaktadır. Bu rollerin en başında gelenler “çocukluk” ve “yazarlık”tır. Bunların etkileşimiyle de “kitap” ve “çocuğa görelik” kavramları söz konusu olmaktadır. Edebiyatı bir inşa eylemi olarak düşündüğümüzde, çocuğa göreliği hedeflemesi bakımından yazar özne konumundadır. Ferhan Oğuzkan’ın çocuk edebiyatını, usta yazarlar tarafından özellikle çocuklar için yazılmış olan ve üstün sanat nitelikleri taşıyan eserler olarak tanımlaması7, bu açıdan yerindedir. Sever, bunu “çocuk gerçekliğinin iyi bilinmesi”8 olarak karşılar. Bu bakımdan, çocuk edebiyatının önde gelen kavramlarına ait özellikler ve olması gerekenler, çocuk edebiyatının işlevi ve gerekliliği için önemli açılımlar barındırmaktadır. Bu kavramların doğru şekilde anlaşılması, çocuk edebiyatına yüklenecek anlamlar için de oldukça önem arz etmektedir. Bunlardan birinde söz konusu olan bir eksiklik, çocuk edebiyatı kurgusunu bozmakla kalmayıp bu alana ilişkin bazı eleştirilerin ileri sürülmesine yol açmaktadır. Bu eleştirilerin, çocuk edebiyatının ontolojik mahiyetine yönelik olduğu gibi eser ve içeriğine ilişkin olarak da dillendirildiği görülmektedir. Genel bir belirlemeyle söyleyecek olursak, çocukların okuyacağı kitaba, çocuk kitabı denir. Bu çocuk kitaplarının en belirgin yönüdür. Bu belirleme, “çocuğa görelik” kavramsallaştırmasının söz konusu olmasını sağlar. Böylece çocuk ve kitap ilişkisinin özelleştirilmesiyle çocuk kitapları söz konusu olmuş olur. Çocuk kitapları, çocuğun üç yaşına ulaştığı dönemde, onlarla ana dilinin yapı ve işleyişine ilişkin ilk ipuçlarını sunan, dilin ve çizginin anlatım gücünü ve güzelliğini yansıtabilen görsel ve dilsel uyaranlar olarak çocuğun yaşamında yer edinmeye başlar.9 Aslında bu, oldukça normal bir durumdur. Çünkü iletişimin basit (sözlü) düzeyden yoğun (yazılı) düzeye varması kaçınılmazdır. Halil Karatay, “Karakter Eğitiminde Edebi Eserlerin Kullanımı”, Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/1, Winter 2011, s.1409. 6 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, Kök Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 9. 7 Ferhan Oğuzkan,Yerli ve Yabancı Yazarlardan Örneklerle Çocuk Edebiyatı, Anı Yayınları, Ankara,2001. s. 3. 8 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 21. 9 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 29. Y 5 127 Çiftçi, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Sosyal çevre, okul yaşantısı bunu gerektirir ve kitaplar, bu gelişimin somut nesneleri olarak bu ilişkiyi sağlamada rol alır. Böylece karşımıza çıkan nesne/kitap, çocuğa görelik çerçevesinde çocuk kitabı özelliğini kazanmış olur. Tabii ki burada, çocuğa göreliğin farklı kriterler ve verilerle oluşturulma durumu ortaya çıkmaktadır. Çünkü eğitim, belli açılardan karmaşık bir süreçtir ve bu çocuk gibi daha karmaşık bir yapıya yöneldiğinde, bazı planlamaları gerektirmektedir. Bu bakımdan çocuk kitaplarının, çocuklara ait kitaplar olduğu kabulü yetersiz bir belirlemedir ve bu, birçok boyutu göz önünde bulundurarak iyileştirilmelidir. 3. Çocuk Kitaplarında Yaş Gruplarına Göre Sınıflandırma Çalışmaları Çocuğun birey olarak kabulü ve çocuk psikolojisindeki gelişmeler sonucu eğitimci yazarlar “çocuk edebiyat” kavramını ortaya atmışlardır.10 Çocuğun belli gelişim dönemlerinden geçtikten sonra yetişkin olabileceği, bu gelişim evrelerine uygun kitaplar yazılmasını zorunlu kılınmıştır.11 Bu zorunluluğun ortaya çıkardığı ürünler, çocuk edebiyatı eserleri olarak geçmektedir ve çocukluk döneminin kendi içinde ayrılacağı bazı yaş guruplarını dikkate almak zorundadır. Aksi takdirde, yaş gurubuna uygun olmayan bir çocuk edebiyatı eserinin bir değer sunmak yerine, yıkıcı ve uzaklaştırıcı bir etkide bulunması, kaçınılmaz olacaktır. Öte yandan, keskin ayrımlarla çocuğun yaş guruplarından bahsederek değiştirilmez, esnetilemez kitap seviyelerini söz konusu etmek de yanlıştır. Çünkü her çocuk kendi içerinde ayrı bir gelişim durumuna sahiptir ve genel kategoriler içerisinde bunu dikkate almak gerekmektedir. Bu noktada “çocuğun takvim yaşı” ile “okuma yaşı”12kavramlarına başvurmak, yaşanacak sorunları giderecek bir rol oynayabilir. Bu yüzden edebiyat içerisinde çocuk edebiyatı, çocuk edebiyatı içerisinde çocuk kavramı özelleştirilebilirse daha iyi sonuçlar alınabilmesinin önü açılacaktır. Birçok araştırmacının yaş guruplarıyla ilgili temelde benzer ama birçok hususta da farklı ayrımlar ve değerlendirmeler yaptıkları görülür. Çocuğun takvim yaşı, yaş dönemi, devam ettiği sınıf, okuyacağı edebi türler, edebi türlere yönelik bazı tarzlar, metnin cümle yapısı, tema, yazım tarzı, (el yazısı, matbu) metni anlamaya yönelik sorular vb. durumların bu ayrımlara etki ettiği görülmektedir. Çocuk gelişim süreçlerinde tür ilişkileri üzerinde duran Hasan Güleryüz, çocuk kitaplarını türlere göre tasnif eder.13Bu tasnifte “masal çağı” ve “okul dönem”leri yer alır. Masal çağını çocuğun 3-9 yaşları arasındaki dönemi olarak belirleyen Güleryüz, okul öncesi dönemi ve ilkokulun 1,2,3. sınıf çağını bu dönem içinde değerlendirir. Ayrıca Beinlich’in bu dönemi, “büyülü düşünüş dönemi” olarak adlandırdığını söyleyen Güleryüz, türsel ayrımı, içerik ve tarz açısından da, “ilk evre”, “gerçeklere yönelme çağı” (9-12), yaratıcılığın ön planda olduğu “serüven çağı” (12-…) ve “soyut düşünme çağı” (yaratıcılık ) olarak dört kategoriyle ele alır.14 10 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 156. 11 Kelime Erdal, Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları, Milli Eğitim, S. 178, Bahar 2008, s. 157. 12 Miriam Zeliha Stebler, “Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek),Ankara, 2011. s. 128. 13 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 214. 14 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 216-217. Y 128 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri Yaş gruplarına yönelik kitaplarda başka bir tasnif değerlendirmesi de Serdal Seven’e aittir. Seven, çocuk kitaplarını “tanıma ve algılama kitapları”, “kabartma ve otomatik fırlayan sayfalı kitaplar”, “tekerleme ve yuva şarkısı kitapları”, “resimli ninni kitapları”, “ABC kitapları”, “sayı kitapları”, “kavram kitapları”, “resimli kitaplar”, “sesli kitaplar”, “okul öncesi faaliyet kitapları” (3-6), “okuma yazamaya hazırlık kitapları” şeklinde tasnif eder.15 Bu tasnifte, çocuk kitaplarının birçok açıdan bir ayrıma tabi tutulduğu görülmektedir. Temelde çocuk gelişimi ve çocuğun ilgi ve alakasına dayalı olan bu yaklaşım; kitabın içeriği, teması, kapağı, türü ile ilgili bir tutum benimsemektedir. Çocuk kitaplarının taşıması gereken özellikleri,“içyapı” ve “dış yapı”yla ilgili özellikler olarak gören İbrahim Kıbrıs,16 dikkat çekici olarak çocuk kitaplarındaki anlatımın, Maupassant tarzından Çehov tarzına doğru evrilmesi gerektiği üzerinde durur. Bu ayrımda, basit olay tarzından daha karmaşık durum tarzına doğru bir gidişat söz konusudur. Bu da, doğrudan çocuğun yaşı ve gelişimiyle ilgilidir ve çocuk kitaplarına ilişkin önemli bir belirleme içermektedir. Çocuk kitaplarını, iki ana başlık altında inceleyen Ömer Yılar, bunları “resimli kitaplar” ve “edebî kitaplar” olarak sıralar.17 Resimli kitaplar, genellikle 0-8 yaş arası -kendi içinde ayrılabilecek şekilde-, edebî kitaplar ise yaş grubu olmayan kitaplar olarak değerlendirilir. Çocuk ve okuma ilişkisini okul öncesi ve sonrası zamanlara ilişkin olarak belli yaşlar çerçevesinde ele alan Yılar, ayrıca, okuma eğilimlerinin kesin çizgilerle belirlenemeyeceğine hükmünde bulunur. Bunu da aile, çevre, ruhsal yapı, yetiştikleri kültürel durum, bulundukları sosyoekonomik düzey vb. birçok faktörle ilişkilendirir.18 Genel bir ayrım yapılması mantığına ek olarak çocuk odaklı bir sınıflandırmaya kapı aralayan bu ifadeler, daha sağlıklı görülmektedir. Daha evvel de belirtildiği üzere, çocuk edebiyatı, zaten kendi adlandırması üzerinden bir sınıflandırma durumuna işaret etmektedir. Buna ilaveten, çocuğa uygunluğun detaylandırılarak farklı sınıflandırmalara kapı aralanması gerekmektedir. Bu da, hem “çocuk edebiyatı” hem de “çocuğa görelik” kavramları ışığında, “çocuğun takvim yaşı” ve “okuma yaşı”yla tamamlanabilecek bir şeydir. Bir başka sınıflandırma da, çocuğun ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda devam ettiği sınıfa göre yapılmaktadır. Bu sınıflandırmada da genel bir eğilim olarak çocuk seviyesi ve buna göre edebî türler, bazı kitap içeriklerinin esas alındığı görülmektedir: 1 ve 2. sınıflarda basit masallar, hayvan öyküleri, büyük boyda bol resimli az yazılı kitaplar, boyanacak resimli kitaplar, albümler, oyun kitapları vb. 3. sınıfta efsaneler, masallar, gerçeğe yakın öyküler, başvuru kitapları, çocuk dergileri, vb. 4 ve 5. sınıflarda çocuk romanları, tarih öyküleri, gezi yazıları, biyografiler, anılar, 15 Serdal Seven, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı (Ed. Şener Demirel), Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2010, s. 110-114. 16 İbrahim Kıbrıs, Çocuk Edebiyatı, Kök Yayıncılık, Ankara, 2010, s. 39. 17 Ömer Yılar, “Çocuk Yayınları”, Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (Ed. Ömer Yılar-Lokman Turan),Pegem Akademi, 2011, s. 44. Y 18 Ömer Yılar, “Çocuk Yayınları”,Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (Ed. Ömer Yılar-Lokman Turan),s 41. 129 Çiftçi, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. büyükler için yazılmış ünlü eserlerin bu yaş çocuğuna göre uyarlanmış baskıları, şiir kitapları, piyesler, vb. 6. sınıfta şiir, öykü, anı (hatıra), masal, fabl, deneme, tiyatro, mektup, 7. sınıfta şiir, öykü, anı, makale, roman, deneme, söyleşi (sohbet), gezi yazısı, biyografi, 8. sınıfta şiir, öykü, anı, makale, roman, deneme, söyleşi, eleştiri, destan türlerinde metinler.19 Orhan Okay, zamanında okunmamış bazı eserlerin ilerleyen zamanlarda okunmasının güç olduğu üzerinde durur ve Heidi’yi 10, Polly Anna ve Keloğlan masallarını 12, Binbir Gece Masalları’ndan çocuklara uygun olanları 15, Pol ve Virgine’i 17 yaşına kadar okunması gereken ve ileri yaşlarda okutulması güçleşecek örnek eserler olarak sıralar.20 Bu ifadeleri, telafisi mümkün olmayacak bir okuma durumuna işaret etmesi bakımından dikkate almak gerekir. Çocuk kitaplarının dağılımı konusunda hem benzerlikler hem de farklılıklar söz konusudur. Fakat bu farklılıkların doğru sonuçlar almak adına pozitif bir durum oluşturması da mümkündür. Teknik bir konu olarak karşımızda duran çocuk kitaplarının yaş gruplarına göre dağılımı, doğru yaklaşımlar ve ayrımlar yapılabildiğinde, çocuk edebiyatı alanına bir gelişme sunmakla beraber, bu kavrama ve alana yöneltilen bazı eleştirilerin de karşılanmasını sağlayacaktır. Bu anlamda, çocuk edebiyatının bu teknik konusu, niteliğe ilişkin belirlemeler bakımından oldukça önemlidir. Öte yandan, bu teknik belirlemelerin alan içi değerlendirmeler olarak kalması, başka bir problem durumuna işaret eder. Çünkü sadece yaş gruplarına göre kitap dağılımı konusunda yetersizlikler yoktur. Bu, biraz da okuma kavramının toplumsal karşılık bulamamasıyla da ilintili bir durum olarak görülmelidir. Bir çocuğun okuma durumunu iyileştirecek sosyal, kültürel bir atmosfer yoksa iyi belirlemeler eşliğinde sunulmuş çocuk kitaplarının varlığı da anlamsız kalmaktadır. 4. Yaş Gruplarına Göre Kitaplar Çocuk kavramını merkeze aldığımızda, çocuğun gelişimine bağlı olarak yaş gruplarına ilişkin genel bir ayrım yapmak mümkündür. Dört aşamadan oluşan çocukluk döneminin birinci evresi doğumdan yaklaşık üç hafta oluncaya kadar, ikinci evresi on sekizinci aya kadar, üçüncü evresi 6-7 yaşına kadar, dördüncü evresi ise ergenlik dönemine kadar sürmektedir.21 Ayrıca çocukluk dönemini, “okul öncesi dönem” (0-6 yaş), “okul dönemi” (7-11 yaş) ve “yetişkinlik dönemi” (12-16 yaş) olarak da ayırmak mümkündür.22 Çeşitli durumlar dikkate alınarak bu tasnif değiştirilebilir. Fakat kesin olan, çocukluk döneminin belli bir gelişim seyrine sahip olduğudur. Bu yüzden çocuk gelişimine bağlı 19 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara, 2011, s. 57. 20 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.63. 21 Tacettin Şimşek, Fatih Yalçın, Yasin Mahmut Yakar, “Çocuk ve Edebiyat”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek), Ankara, 2011. s. 11. 22 Ali Fuat Bilkan, “Çocuk Edebiyatı –Kavram ve Mahiyet”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105, s.7. Y 130 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri olarak yaş guruplarına ve seviyelerine uygun kitaplar seçilmek zorundadır. Bu, oldukça doğal bir durumdur. Metnin anlaşılma düzeyinden tutun da renk, punto ve görsel destekleme unsurları, bu durumda dikkat edilmesi gereken önemli içermelere sahiptir. Algıyı oluşturan ve zihin dünyasında somutlaşacak olan bu göstergeler, çocuk edebiyatı metinleri için üzerinde dikkatle durulması gereken hususlar olarak anlaşılmalıdır. Bu yüzden, bu konuda yapılacak yanlışların çocuğun zihninde oluşturacağı tahribatın önüne geçmek için dikkatli olunması gerekmektedir. Çünkü yanlış bir girdi, sadece bulunulan zaman diliminde anlamsız olarak karşımızda olmayıp ilerisi için de bir engel oluşturmaktadır. 4.1. 1-3 Yaş Grubu İçin Kitaplar Kitabın çocuk algısındaki ilk izlenimleri nesne boyutunda değerlendirilmelidir. Çünkü çocuk, bu yaş diliminde çeşitli fiziksel becerileri kazanmış olarak oldukça hareketli bir konumdadır ve kitap ona kaldırabileceği, dokunmaktan zevk alacağı ve renklerinden haz alacağı bir nesne olarak görünmektedir.23 Fikret Uslucan, bu konuya ilişkin olarak çocukların görme, dokunma ve tatma duyularını kullanmalarına ve bunların sıralamasına dikkat çeker.24 Bu yüzden çocuğun kitapla ilişkisini kontrol eden ebeveynler, kontrollü olmak zorundadır. Bu konuda çocuğa okuma yazma eğitimi vermeden önce ebeveynleri eğitmek gerektiği ileri sürülmüştür.25 Ebeveynler, ne ilk karşılaşmayı zedeleyecek ne de bu ilk karşılaşmada kitaba zarar verecek bir durum oluşturmalıdırlar. Sakınmanın iki boyutlu olarak ileriye taşıma bilincini yüklenmesi gerekir. Bu da, çocuğun kitapla temas kurması için bazı kanalların açık bırakılması ve onun önemli bir nesne olduğunun daha ilk zamanlardan kavratılmasıyla ilgilidir. Dilsel olarak gelişimin atacağı bu zaman diliminde şarkılı ve sesli kitaplar, ses tekrarlarından oluşan minik tekerlemeler, sözcük tekrarlarına dayalı uyaklı şiirler çocuğun ilgisini çekmektedir.26 Ayrıca bu yaş gurubundaki kitapların belli bir oranda ¾’ü resim, ¼’ü de yazıdan oluşmalıdır.27 Bu yaş gurubu kitaplarını taşıdığı özellikle bakımından ayıracak olursak, daha çok “tanıma ve algılama kitapları” (bebeğin ilk kitabı)nın28 bu döneme denk düşeceğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan, çocuğun bu zaman diliminin özelliklerini taşıyan kitaplarla buluşturulması gerekmektedir. Bu yaş gurubundan 2-3 yaşları için Sedat Sever’in, Ülkü Ovat-Ümit Öğmel, Sesler; Nina Filipek, İlk Sözlüğüm; Can Göknil, Temiz Kirli; Leslie McGuire, Dişlerini Fırçalıyor musun?; Atsuko Morozumi, Minik Tavşan Yatma Zamanı adlı eserler, önerdiklerinden bazılarıdır.29 3-4 yaşları için de, Fatih Erdoğan, Kuşumu Kim Kışkışladı; Necdet 23 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105, s.191. 24 Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105, s.35. 25 Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, s.35. 26 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, s.191. 27 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, s.191. 28 Serdal Seven, “Çocuk Kitapları”, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı ( Ed. Şener Demirel), s.110. Y 29 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s.30-31. 131 Çiftçi, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Neydim, Düşler Teknesi; Ayla Çınaroğlu, Üç Kuzucuk; Seza Aksoy, Uyku Ağacı; Gülçin Alpöge, Ah Şu Su adlı eserler önerdikleri arasındadır.30 Hasan Güleryüz, 2-4 yaşları için Eriç Carle’nin, Mavi Bulut; 2-5 yaşları için Cames Levis’in Küçük Deneyci, Aseza Aksoy’un Uyku Ağacı adlı eserleri tanıtmaktadır.31 4.2. 4-6 Yaş Grubu İçin Kitaplar Bu yaş gurubu, okul öncesi dönem olarak da adlandırılmaktadır.32 1-3 yaş döneminden sonra çocuğun gelişimin daha bir somutlaştığı görülür. Bu yüzden masal ve öykü okuma/anlatma dönemidir.33 Seçilecek kitapların fazlaca uzun olmaması ve gerekli ölçüde bir kurguya sahip olması lazımdır. Bu durumda çocuk, kendisi ve yaşamı dışındaki farklı kurgulara yönelmiş ve böylece ilişki kurmayı öğrenmiş olur. Bu yaş gurubu çocuklarında aynı masalı veya öyküyü tekrar tekrar dinleme eğilimi görülür. Bu yüzden çocuğun dünyası ve mantığı içerisinde farklı kitaplarla buluşması sağlanmalıdır.34 Çocuğun tekrar okunması veya anlatmasını istediği masalın/hikâyenin aslında başka bir açıdan ne kadar etkili olduğunu da göstermektedir bu durum. Bu yüzden dengeli bir yaklaşımla bu isteğin ve durumun kontrolü sağlanmalıdır. Bir imkân olarak karşımızda olan çocuğun bu tekrar okunma arzusunun, bu açıdan dikkate alınması gerekir. “Kabartma ve otomatik fırlayan kitaplar, tekerleme ve yuva şarkısı kitapları, resimli ninni kitapları”35 gibi, bu yaş gurubunun algısına hitap eden kitapları, bu ayrımlar ve adlandırmalarla söz konusu etmek mümkündür. Çocuğun 10-12 yaş döneminde kalıcı bir alışkanlığa dönüşecek olan kitap okuma etkinliklerinin temelleri, özellikle ilk altı yaş içerisinde atılacağından,36 bu yaş döneminin son evresi olan 4-6 yaş dönemine dikkat etmekte fayda vardır. Sedat Sever, 4-5 yaşları için önerdikleri arasında Aytül Akal, Küçük Prens’in Doğum Günü; Nur İçiözü, Yalnız Yılan; Fatih Erdoğan, Fili Yuttu Bir Yılan; Aysel Gürmen, Ben Neredeyim adlı eserleri yer almaktadır.37 Hasan Güleryüz, 4-6 yaşları için Gülten Dayıoğlu’nun Öyle Eğleniyorum ki; 4-7 yaşları için İsmail Kaya’nın Uçmak İsteyen Kaplumbağa adlı eserlerini tanıtmaktadır.38 4.3. 6-8 Yaş Grubu İçin Kitaplar Bu dönem, okumanın artık okul düzeyinde gerçekleştiği bir yaş gurubudur. Bu yüzden okul bünyesi içerisindeki kitapların da bu yaş grubu kategorisinde değerlendirilmesi 30 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s.31-32. 31 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 207. 32 Miriam Zeliha Stebler,“Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”,Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek),s. 128. 33 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.192. 34 Miriam Zeliha Stebler, “Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek), s. 129. 35 Serdal Seven, “Çocuk Kitapları”, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı (Ed. Şener Demirel), s.111. 36 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.192. 37 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 33. 38 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 208. Y 132 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri mümkündür. Çocuğun kendi yaşam alanını içeren muhtevaya sahip kitaplarla bu dönemde karşılaşması, onda kitap bağlılığını oluşturacaktır. Ayrıca bu yaş gurubu kitapları, birtakım ahlaki ve toplumsal davranışın kazandırılmaya çalışıldığı bir içeriğe de sahip olmalıdır. Bu içerik, çocuğa dayatılan ve kabaca işaret edilen bir tarzda olmamalıdır. Çünkü bu konuda ciddi hatalar yapılmaktadır. Çocuğun bireysel ve toplumsal anlamda doğru kabul edilecek durumları keşfedecek içeriklerle karşılaşması, bu hataların giderilmesi için bir başlangıç oluşturabilir. Bu bakımdan, genelde edebi eser, özelde çocuk edebiyatı eseri, okurun tercihte bulunmasını sağlamalıdır. Ayrıca bunun, tercih kavramının şahsiyet gelişimine sunacağı katkıyı öngörmesi gerekmektedir. Bu güveni sağlayan çocuk kitabının başarı sağlaması oldukça mümkün görünmektedir. Bunun yanında, bu yaş gurubu için giderek estetik karşılığı güçlü olan kitaplara yönelmekte fayda vardır. Çocuğun, kendisinden hareketle dışarıyı algılama ve değerlendirme yetisi geliştikçe, buna paralel olarak estetik beğeninin de farklılaşacağı düşünülmelidir. Bu durumun göz ardı edilmesi, zamanla sadece içeriğe odaklanılan bir hal alacağından, olumsuz bir durum oluşmasına yol açar. Bu yüzden eserde, hem değer içeriğinin hem de estetik karşılığın bir gelişim dengesine sahip olması oldukça önem kazanmaktadır. Çünkü kitaplar, edebî düzlemde içerik ve biçim açısından doğruluk ve güzellik özelliklerine sahip olmalıdır. Bütün sanat yapıtlarında okuyucuya sunulacak katkılar, anlamsal ve estetik boyut olmadan düşünülemez. Bu durumun bizleri vardırdığı hassasiyetlere çocuk kavramını ve bilinç dünyasını da eklediğimizde, meselenin önemi daha da artacaktır. Bu bakımdan, çocuk merkezliliğinde doğru bir edebî etkileşim için söz konusu ayrıntıların bilinmesi oldukça önem arz etmektedir. Osman Gündüz ve Tacettin Şimşek, Okuma Eğitimi adlı eserlerinde, dil gelişimi, zihinsel gelişim, kişilik gelişimi, sosyal gelişim ilkeleri çerçevesinde belli yaş aralıklarına uygun kitap listesi önermektedir. 6-8 yaş aralığı için Abdulkadir Budak, Kuşların Alfabesi; Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kuş Ayak; Gülten Dayıoğlu, Ece ile Yüce-Annem Beni Sevmiyor mu?; Serpil Ural, Çiçeğin Ömrü adlı eserler, önerilen kitaplardandır.39 Fikret Uslucan da, Mesnevi, Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları’ndan bazı seçmelerin 7 yaş için uygun olduklarını belirtmektedir.40 Sedat Sever’in 5-6 yaşları için İsmail Kaya, Küçük Karganın Bir Günü; Tarık Demirkan (Derleyen), Her Güne Bir Masal; Ömer Lütfi Şadoğlu, Bulmacalı Bilmeceler adlı eserleri; 6-8 yaşları için de Yalvaç Ural, Gözü Boynuz ile İzi Yaldız; Ayla Çınaroğlu, Şiir Gemisi; Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yazıları Seven Ayı adlı eserleri önerdikleri arasında sıraladığı görülmektedir.41 4.4. 8-10 / 9-11 / 11-12 Yaş Grupları İçin Kitaplar Bu yaş döneminde okul bilgisindeki gelişime bağlı olarak sosyal bir gelişim de izlenir. Bu nedenle farklı duyguların geliştiği bir evre olarak düşünülmelidir bu yaş dönemi. 39 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.72. 40 Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, s.37. Y 41 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 34-35-36. 133 Çiftçi, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Çocuğun kendi cinsinden arkadaşlara yöneldiği bu dönemde bu yönelmenin nabzı tutularak bu durum bir imkâna dönüştürülmelidir. Erkeklerin bu yaştan itibaren serüven ruhu gelişirken, kızlarda daha çok düşsel ögelerle romantizm baskın bir hal alır.42 Bu dönemin kitapları, genel olarak öykü kitaplarının yanında fabl, şiir, çizgi roman, doğa ve fen olaylarıyla ilgili kitaplardır. Kişilik gelişimin ergenlik kavramıyla buluştuğu bu yaş grubunda, ergenlik gelişimine paralel bir şekilde edebî gelişimin de sağlanması gerekir. Doğru tercihler ve doğru müdahaleler, ergenliğin bu ilk zamanlarını imkâna dönüştürme olanağına sahiptir. Ayrıca, çocuğun bu dönemde, aile ve öğretmen gibi rehberlerden çok, arkadaş ve çevre etkileşimine açık olması, kitapların grup faaliyetleri eşliğinde söz konusu edilmelerini gerektirmektedir. Bu bakımdan, kendi tercih ve belirlemeleri yoluyla, kitapların yaşamlarında cazip bir konuma gelmesi sağlanabilir. Osman Gündüz ve Tacettin Şimşek’in önedikleri kitap listesinde, bu 8-10 yaş aralığı için, Cemal Süreya’nın Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Cin ile Cincik, Gökhan Özcan’ın Altmışikiden Tavşan, Mevlana İdris’in Çınçınlı Masal Sokağı, M. Ruhi Şirin’in Dünyaya Gelen Adam, Samed Behrengi’nin Bir şeftali Bin Şeftali adlı eserlerinin yer aldığı görülür.43 10-12 yaş aralığı için de, Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens, Gülten Dayığlu’nun Kafdağı’nın Ardına Yolculuk, Sevim Ak’ın Vanilya Kokulu Mektuplar, Ülker Köksal’ın Uzaydaki Arkadaşım adlı eserlerin, önerilenler arasında yer aldığı görülür.44 Fikret Uslucan ise, 9-10 yaşları için Alice Harikalar Diyarında, Peter Pan; Jules Verne ile Ömer Seyfettin’in eserlerini; 11- 12 yaşları için de Dede Korkut Hikayeleri, peygamber kıssaları, Kemalaettin Tuğcu’nun eserlerini önermektedir.45 Sedat Sever’in, önerdikleri arasında 8-10 yaşları için Yalvaç Ural’ın Müzik Satan Çocuklar’ı; Çetin Öner’in Portakal’ı yer almaktadır. 10-12 yaşları için Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Balina İle Mandalina’sı; Çetin Öner’in Gülibik’i; Gülten Dayıoğlu’nun Mo’nun Gizemi adlı eserleri önerdiği görülmektedir.46 Hasan Güleryüz, 7+ yaşları için Nazım Hikmet’in Sevdalı Bulut; 8+ için Kemal Ateş’in Yitik Kuzuları; 9+ için kendi eseri Rüzgârlı Vadi; Samet Behrengi’nin Küçük Kara Balık; 8-10 yaşları için de Tacim Çiçek’in Şeftali Dede adlı eserleri tanıtmaktadır.47 4.5. 13-15 Yaş Grubu için Kitaplar Çocuğun gençlik dönemine adım attığı bu ilk yıllar, genellikle içe kapanma ve isyankârlık eğilimlerinin arttığı görülür.48 Bu yüzden, bugüne gelinceye dek elde edilen 42 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.194. 43 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.74. 44 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.76. 45 Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, s.37. 46 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 37. 47 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 208-209. 48 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.194. Y 134 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri bazı kazanımların bir durağanlık belki de bir tehlike yaşadığı dönem olarak görülmelidir. Çocukta oluşan fikri arayışların ve gözlemlenen durumlarla oluşan memnuniyetsizliklerin uzun sürmesi halinde bazı sıkıntılar baş gösterebilir. Arayış döneminde olan çocuklara, bu dönemde biyografi tavsiye etmek faydalı olabilir.49 Tabii ki çocuğun çevresine karşı aktif olduğu bu yaş döneminde, toplu olarak ortam iyileştirici okumalara ve yönlendirmelere ihtiyaç vardır. Okul ortamlarında veya farklı sosyal merkezlerde kitap merkezli çalışmaların gerçekleştirilmesi ergen gruplarını motive edebilir. Sıkıcılığı önlemek adına mizah dergilerinin bu dönem için işlevselliği bir hayli fazladır. Çünkü bu yaş gurubunun bu tarz zekâ egzersizlerine karşı ilgili olduğu görülmüştür. Ayrıca, edebiyat çalışmalarında bu yaş gurubunu merkeze almak oldukça önemlidir. Okul dergisi gibi projelerle bu yaş grubunun aktifleşme isteği karşılanmış olur. Bu bakımdan okul içinde edebi faaliyetleri somutlaştırmanın büyük getirileri vardır. Osman Gündüz ve Tacettin Şimşek’in öneri listesinde 12-15 yaşları için, Halikarnas Balıkçısı, Parmak Damgası; Jose Mauro de Vasconcelos, Şeker Portakalı; Reşat Nuri Güntekin, Anadolu Notları; Server Bedii (Peyami Safa), Cingöz Recai-Elmaslar İçinde adlı eserler, önerilenler arasındadır.50 15 yaş ve üzeri için de, Adalet Ağaoğlu, Fikrimin İnce Gülü; Attila İlhan, Allah’ın Süngüleri; Cengiz Aytmatov, Elveda Gülsarı; Mustafa Kutlu, Uzun Hikâye; Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati adlı eserlerin önerilenler arasında olduğu görülmektedir.51 Sonuç Çocuk edebiyatında yaş grupları ayrımı ve bunlara yönelik kitaplar, kolayca belirlenecek bir şey değildir. Bu belirlemeyi etkileyecek birçok unsur söz konusudur. Bu konuda, çocuğun takvim yaşından okuma yaşına ve başka birçok değişkene dek bazı ayrıntılara ve bunların çocuğun dünyasındaki karşılığına değinmek gerekir. Okul öncesi dönemden gençlik dönemine kadarki olan süreçte gerçekleşecek okumalar, öncelikle çocuğa sunulacak nitelikli kitaplarla sağlanmalıdır. Bu bakımdan çocuk edebiyatı kitaplarının, birçok unsura sahip olması yanında, çocuğa görelik ilkesi çerçevesinde çocuğun yaşına uygun olması gerekir. Çocuk edebiyatı, bu anlamda, adlandırılması bakımından çocuğa görelik anlamını kabul etmektedir. Geriye kalan şey ise, bu kapsam içerisinde, çocuk kitaplarını farklı açıları gözetecek şekilde tasnif etmek ve buna uygun okuma süreçlerini desteklemektir. Bu konuda, çocuk kitaplarına yönelik genel bir kategori yapılmalı, içeriğe ilişkin bilgiler zenginleştirilmeli ve yapılacak tasniflerin esnek tutulması gerekmektedir. Böylece, bu olanakların hazırlandığı bir çocuk edebiyatının tutarlılığı artacak ve çocukluk dönemi okumaları anlamlı hale gelecektir. Çocuk edebiyatında yaş gruplarına göre kitap ve özellikleri, daha çok alanın teknik bir meselesi olarak anlaşılmaktadır. Her disiplinin belli açılardan ayrıştırılabilecek ko49 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.194. 50 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.80. Y 51 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.83. 135 Çiftçi, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. nuları olduğu gibi, çocuk edebiyatının da böyle bir durumu vardır ve bu doğal karşılanmalıdır. Bu doğallığın, konuyla alakalı belirlemelerin yapılması için zemin oluşturduğu söylenebilir. Fakat bu zeminin, araştırmacılar için farklılıklara olanak sağladığı ve bu farklılıkların konuya dair bir toparlamadan çok ters etkide bulunduğu da ileri sürülebilir. Çocuklar için yaş guruplarına göre kitapların, daha çok edilgen halde olan çocuk ve ebeveynler için karmaşık hale gelmesi, bu açıdan dikkat edilmesi gereken bir husustur. Bu yüzden kitap tercihlerine ilişkin olarak doğal karşılanacak uzman görüşlerinin mümkün olduğu müddetçe benzerlik göstermesi önem kazanmaktadır. Çocuk edebiyatında bürokratik bir engel oluşmaması için bunun üzerinde düşünülmelidir. Yazar, uzman, yayınevi ve katılımları sağlanacak diğer kişilerin/yapıların hemfikir olacağı kriterlerin oluşturulması gerekmektedir. Hatta bu kriterler, kalite standartları şeklinde belirlenip çocuk edebiyatının nitelikli sonuçlar alması için belirleyici konuma taşınabilir. Hem mevcut hem de yayımlanacak eserlerin bu kriterler eşliğinde ele alınması ve okunma alanına taşınması, bu konuyla ilgili dengeleyici bir etki gösterebilir. Hedeflenen kitle olan çocukların, belli bir gelişime ermeleri bakımından okumaları gereken kitaplara bu tarz bir müdahale yahut bu konu hakkında böyle bir strateji izlenmesi gerekli görünmektedir. Çünkü okuma eylemi, karakteri gereği çoklu bir yapıya sahiptir. Taraflardan biri çocuk olduğundan, bu daha makul bir durama işaret etmektedir. Çocuk edebiyatına dair her türlü konu ve belirlemenin kilit rolde değerlendirileceği eser kalitesi oldukça önemlidir. Bu kalitenin, çocuk edebiyatının özneleri tarafından karşılanması gerekir. Çocuk kitaplarını yaş gruplarına göre ayrıştırmada da bu gerekçe söz konusudur. Fakat kalite kavramı, bu konudaki belirlemelerin doğal süreçleri de gözetecek şekilde anlam kazanmaktadır. İnsanoğlunun tercihleri, daha çok deneme yanılma durumlarının belirlediği bir olgunluk sayesinde gerçekleşmektedir. Bu bakımdan çocuğun veya ebeveynlerin, kitap belirlemedeki hatalarının da biraz katkı sunacak bir durum oluşturduğu kaydedilmelidir. Bu ayrıntı, çocuğun tercihlerini ortaya koymasında biraz özgür bırakılmasıyla da ilgilidir. Ayrıca, çocuğun tercihinden sonra, gerçekleşecek okuma sürecinin birlikte müzakere edilmesi için de pedagojik anlamda önemli fırsatlar sunmaktadır. Y 136 Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri Kaynakça Akbayır, Sıddık - ŞAHİN, Şerife “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105. Aytaş, Gıyasettin, “Okuma Gelişiminde Çocuk Edebiyatının Rolü”, TÜBAR-XIII-/2003Bahar. Bilkan, Ali Fuat “Çocuk Edebiyatı –Kavram ve Mahiyet”,Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105. Doğan, D.Mehmet, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yayınları, Ankara, 2011. Erdal, Kelime, “Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları”, Milli Eğitim, S. 178, Bahar 2008. Güleryüz, Hasan, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, PegemAkedemi Yayıncılık, 2002. Gündüz, Osman – ŞİMŞEK, Tacettin, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara, 2011. Karatay, Halil, “Karakter Eğitiminde Edebi Eserlerin Kullanımı”, Turkish Studies İnternational Periodical For The Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/1, Winter 2011. Kıbrıs, İbrahim, Çocuk Edebiyatı, Kök Yayıncılık, Ankara, 2010. Oğuzkan, Ferhan, Yerli ve Yabancı Yazarlardan Örneklerle Çocuk Edebiyatı, Anı Yayınları, Ankara, 2001. Seven, Serdal, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı ( Ed. Şener Demirel), Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2010. Sever, Sedat, Çocuk ve Edebiyat, Kök Yayıncılık, Ankara, 2007. Stebler, Miriam Zeliha, “Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek) Ankara, 2011 Şimşek, Tacettin, YALÇIN, Fatih, YAKAR, Yasin Mahmut, “Çocuk ve Edebiyat”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı, Ankara, 2011. Uğurlu, Seyit Battal, “Çocuk Edebiyatı Eleştirisi”, Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/3, Summer 2010, s.1933. Uslucan, Fikret, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105, s.35. Y Yılar, Ömer,“Çocuk Yayınları”, Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (Editörler Ömer YILAR- Lokman TURAN, Lokman), Pegem Akademi, 2011. 137 Murat Parlakpınar Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 DERLEME SÖZLÜĞÜ’NDE AYAKKABI VE AYAKKABICILIKLA İLGİLİ SÖZ VARLIĞI VOCABULARY ABOUT SHOES AND SHOEMAKING IN GLOSSARY OF REVIEW Murat PARLAKPINAR1* Özet Türkler giyim kuşam konusunda belli bir kültüre sahip bir millettir. İlk vatanları olan Orta Asya’da yünden ve deriden giyim eşyaları yapmakta ustaydılar. Yünden keçe çizmeler yanında deriden çizmeler de yapıp kullanıyorlardı. Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken belirli bir ayakkabı kültürünü de beraberlerinde getirmişlerdir. Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlılar döneminde artan ihtiyaca paralel olarak ayakkabıcılık alanında büyük gelişmeler olmuş dolayısıyla ayakkabı çeşitleri çoğalmıştır. Eski Türkçeden günümüz Türkiye Türkçesine uzanan çizgide hem yazı hem de konuşma dilinde ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ilgili olarak önemli bir söz varlığının olduğu görülür. Bu bağlamda önemli kaynaklardan biri de Derleme Sözlüğü’dür. Bu çalışmada Derleme Sözlüğü’nde geçen ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürüyle ilgili söz varlığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Türkler, ayakkabı, ayakkabıcılık, Derleme Sözlüğü, söz varlığı. Abstract Turks are a nation with a culture in clothing. They were good at making wool and leather clothing at their first homeland in Central Asia. They were making and using wool felt boots also leather boots too. The Turks brought with them their culture of a particular shoe when they came to Anatolia from Central Asia. Parallel with the growing need of shoemaking in Anatolian Seljuks and Ottomans, there have been major advances in the field, so shoe kinds multiplied. It has been seen that there is an important vocabulary about the presence of shoes and shoemaking on line from old Turkish to present-day Turkey Turkish in both written and spoken language. In this context, one of the important sources is glossary of review. In this study, the presence of the vocabulary about shoes and shoemaking culture will be examined in the Glossary of Review. Keywords: Turks, shoes, shoemaking, Glossary of Review, presence of vocabulary. Y *1 Arş. Gör. , Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı, m.parlakpinar@alparslan.edu.tr 139 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Giriş Ayakkabı Türklerde giyim kuşam kültürünün önemli bir unsurdur. Orta Asya’da yaşadıkları dönemde izlik adını verdikleri kendilerine has bir çarıklarının olduğunu Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lûgat-it Türk (I, 104)’te verdiği bilgilerden öğrenmekteyiz . Bununla birlikte keçeden yapılmış uzun ve kısa konçlu çizmeler, hayvan derisinden yapılmış başmak adını verdikleri daha başka ayakkabılar da giyilmekteydi (Koca, 2000:161). Türkistan’ın Yedisu Bölgesi’nde yapılan bir kazıda ortaya çıkan Hun mezarındaki ölülerin ayakkabılarının bugünkü Orta Asya köylülerinin ayakkabıları biçiminde olup çok iyi işlenmiş ince deriden yapılmış olduğu görülmüştür (İnan, 1998: 518). Bunlar, Türklerin Anadolu’ya yerleşmeden önce belirli bir ayakkabı kültürüne sahip olduklarını göstermektedir. Türk boylarının Asya’dan Anadolu’ya göçleriyle bu kültür de Anadolu’ya taşınmıştır. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde değişen yaşam koşulları ve artan ihtiyaca paralel olarak ayakkabı çeşitleri çoğalmış buna bağlı olarak da ve ayakkabıcılık gelişmiştir. Osmanlı döneminde ayakkabılar; yapıldıkları malzemeye, biçimlerine ve kullanıldıkları yere göre değişik adlar almıştır. Başmak, çapula, çizme, çedik, edik, fotin, galoş, mest, kalçın, kundura, merkub, nalın, sandal, terlik, tomak, yemeni başlıca ayakkabı çeşitleridir. Genel anlamda ayakkabı için kullanılan bu değişik adlar Türklerde ayakkabı kültürü bakımından var olan zenginliğin de en güzel göstergelerindendir. Bunun yanında Türkçede “ayakkabı” sözcüğünün ne zaman ortaya çıktığı hususunda elimizde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Bu konuya bir yazısında yer veren Gülden Sağol (2007: 19)’un tespitlerine göre 15. yüzyıl eserlerinden Miftahü’l- cenne’de geçen: “kaçan ayagı kabın giyse ola ayak kabı duèâ kılur” (Miftahü’l-cenne, 191) cümlesi bize kelimenin Türkçede bu yüzyılda henüz birleşik kelime olma özelliği kazanmamışsa da tamlama olarak kullanıldığını göstermektedir “Ayakkabı” kelimesinin Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sinde varlığı görülmezken, Şemsettin Sami, Kamûs-ı Türkî’de ayak maddesi altında ele aldığı kelime için “ayağa giyilecek şey, papuç, kundura, çarık, potin, terlik vesâire” (s. 56) şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamadan anlaşılmaktadır ki kelime zamanla birleşik sözcük olma özelliği kazanmış, kelimenin kullanım anlamı genişlemiş ve yaygınlaşmıştır. Ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürüyle ilgili söz varlığı yazılı eserlerde karşımıza çıkmakla birlikte Anadolu ağızlarında da bu konuda bir zenginlik göze çarpmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı Anadolu ağızlarının söz varlığının en önemli kaynak eseri durumunda olan Derleme Sözlüğü (DS) üzerinde bir inceleme yaparak ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürü ile ilgili olarak Anadolu ağızlarında yaşayan söz varlığını tespit etmektir. Tespit edilen kelimelerin kimi zaman etimolojik, morfolojik, fonetik özellikleri üzerine de değerlendirilmeler yapılacaktır. 1. Ayakkabı ve Ayakkabıcılık Anlamlarına Gelen Terimler babba (I) (DS, II,451) “Fortlu ve fortsuz küçük çocuk ayakkabısı.” (İncesu *Di- Y 140 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı nar-Afyon, Uluğbey, Yassıviran *Senirkent, *Eğridir ve köyleri, Sücüllü, Hisarardı *Yalvaç, Tabay, *Keçiborlu-Isparta; Bunak *Tefenni, Anbarcık *Gölhisar, Çerçin-Burdur; Oğuz, Yukarıkaraçay, Beylerli, Çardak *Acıpayam, *Sarayköy ve köyleri, Yukarıboğaz, Garipköy, *Tavas, *Çal-Denizli; Bozdoğan, Alanlı-Aydın; Furunlu *Bayındır, Tepeköy, *Torbalı-İzmir; Dikilitaş-İstanbu; Gürnes *Akşehir-Konya; Bahçeli *Bor-Niğde; Kışla *Elmalı –Antalya; Yerkesik-Muğla).1 Ayrıca kelimenin Anadolu ağızlarında babaş (*Alaşehir-Manisa), babı (Kütahya) babık (Yozgat ve çevresi) babuk *Kandıra-Kocaeli) şeklinde olan söyleyişleri de bulunmaktadır. Ayrıca bapba~bappa~bapul (DS II, 522) “Küçük çocuk ayakkabısı” bapba (Isparta, Tekkeöy *Şavşat- Artvin), bappa (Nilüfer-Bursa). babba kelimesinden –cı ekiyle türetilmiş babbacı (Burdur) “çocuk ayakkabısı diken kimse” (DS, II, 452) kelimesi de ağızlarda geçmektedir. babuç (DS, II, 454) “Ayakkabı, papuç, bir çeşit terlik, yemeni.” Bu kelimenin Farsça “pâpûş” kelimesinden ses değişimi ile ortaya çıktığı söylenebilir. Pâpûş “ayak örten, papuç, ayakkabı” (OTL, 852) *pâpûş>papuç>babuç. Anadolu ağızlarında babıc (Silifke, *Gülnar- İçel) babıç (Kızılköy, Çiftlik *Dinar- Afyon, *Eşme köyleri- Uşak, Yakaköy, Çaltı *Gelendost, *Keçiborlu köyleri, Yassıviran, *Senirkent-Isparta; *Tefenni, Yeşilova köyleri-Burdur; *Tavas köyleri,*Acıpayam köyleri, Zeyve, Atabey, *Çal, Tekeköy-Denizli; Hamzabali, Sürez, *Bozdoğan-Aydın; *Savaştepe-Balıkesir; Yenice *Emet-Kütahya;*Sivrihisar-Eskişehir; Çorum; *Antakya ve köyleri-Hatay; *Bor-Niğde; *Karaman, Görmel, *Ermenek,-Konya; Karaisalı-Adana; Armutlu*Elmalı Antalya) babık (I)-1 (*Senirkent-Isparta), babış (I) (Hisarardı *Yalvaç-Isparta; -Burdur; Eymir, *Bozdoğan-Aydın; *Elmalı köyleri-Antalya; Müskebi *Bodrum, *Milas-Muğla) babu (II) (*Edremit-Balıkesir; Manca *Orhangazi-Bursa; Çayağzı *Şavşat-Artvin), babuş (II) (Çulhan *Bozdoğan –Aydın; Bursa; Engiz *Bafra-Samsun), bobuç (I) (Balıkesir) şeklinde söylenişleri de görülmektedir. Derleme Sözlüğü’nde bu kelimeden –cı ekiyle türetilmiş ve “ayakkabıcı” anlamına gelen babışcı (*Elmalı köyleri-Antalya), babuccu (Amasya), babuşcu (Engiz *Bafra-Samsun) ve yine babıç sözcüğünden -lık yapım ekiyle türetilmiş olan babıçlık (*Bor-Niğde) “ayakkabı konulan yer” kelimeleri de Anadolu ağızlarında varlıklarını sürdürmektedir. DS’de babıçlık kelimesinin babuşluò (*Ağın-Elazığ) şekli de yer almaktadır. başmak (DS, II, 564) “1. Ayakkabı (*Bergama, *Bornova-İzmir; Kastamonu; Trabzon; *Arpaçay-Kars; Erzurum, Macaris *Erciş-Van; Sivas; *Kayaş-Ankara, Kayseri) 2. Takunya (Kars, Çilehane *Reşadiye- Tokat; *Kangal-Sivas) 3.terlik (Çanakkale)”. TS’de başmak (paşmak) “ayakkabı”. Başmak “shoe, slipper” (EDPT, 383). Anadolu ağızlarında varlığını gördüğümüz sözcük ayakkabı anlamında kullanılan en eski sözcüklerden biridir. Kaşgarlı, kelimeyi “başak ‘papuç’ Çiğilce. Oğuzlarla Kıpçaklar bi “m” getirerek başmak derler.” (DLT I, 378) şeklinde bir açıklamayla vermektedir. Kaşgarlı’nın kelimeyle ilgili yaptığı açıklamadan anlaşılmaktadır ki başak~başmak < *baş-(m)ak aynı anlama gelBu çalışmada kelimelerin derlendiği yer adları DS’de geçtiği şekliyle verilmiştir. Buna göre kelimenin derlenme yeri köy ise başına hiçbir işaret konulmamış, ilçe merkezleri ise * işareti ile gösterilmiştir. İncesu *Dinar-Afyon şeklinde yazılı olan madde Afyon’un Dinar ilçesine bağlı İncesu köyünden derlenmiş demektir. Y 1 141 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. mektedir. Anadolu ağızlarında bu sözcükten türemiş başmakçı (Çilehane *Reşadiye-Tokat) kelimesi de geçmektedir. Bu kelimenin basmahcı (Iğdır Kars), basmaòçı (Taşburnu *Iğdır-Kars) gibi söylenişleri de görülmektedir. “Ayakkabıcı” anlamına gelen başmakçı kelimesinin Türkçe Sözlük’te geçen bir diğer anlamı “ Camilerde giriş bölümünde çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse” (TS, 219) dir. çapula (DS XII, 4476) “Ayakkabı” (Beşikdüzü *Vakfıkebir –Trabzon). Eyuboğlu, çapula için “kaba deriden yapılan ucu kıvrık ayakkabı” açıklamasını yapmakta kelimenin etimolojisini çap- > çap-u-l-a (2004:131) olarak vermektedir. Kaynaklarda her ne kadar çapulanın Doğu Karadeniz Bölgesi’ne has bir ayakkabı çeşidi olduğu belirtilse de DS’de kelimenin geçtiği yerlerle ilgili kayıtlardan bu ayakkabı çeşidinin İç Anadolu Bölgesi’nde de kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kelimenin Anadolu ağızlarında küçük ses değişiklikleriyle geçtiği görülmektedir: capul (Rize), cabula (Cumayanı–Zonguldak; *Zile–Tokat; *Mesudiye–Ordu; *Şebinkarahisar–Giresun;-Rize; Hacıilyas *Koyulhisar–Sivas), çapıla (*Kargı –Kastamonu; -Çorum; *Ünye –Ordu; *Tirebolu, *Nefsiköseli, *Görele –Giresun; Gümüşhane; *Bünyan –Kayseri; *Kozan-Adana), cabula (Kapıköy *Maçka –Trabzon). cizme~cızma (DS III, 992) “Konçlu ayakkabı, çizme.” cizme (Samsun; *Merzifon-Amasya; Gaziantep; *Antakya,*Reyhanlı-Hatay; *Bor-Niğde), cızma (Gaziantep). Ayrıca Anadolu ağızlarında “çizme” anlamında kullanılan çekme (DS, III, 1115) ve dizme (DS, IV, 1532) sözcükleri bulunmaktadır. “Çizme” kelimesinin kökeni konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Doerfer kelimenin çiz- “çizgi çekmek” ten geldiğini belirtmektedir. Hasan Eren (1999: 96) ise kelimenin “çözmek” anlamındaki çiz- fiilinden geldiğini savunmaktadır. Eren’e göre çiz- fiiline -me isim yapım ekinin getirilmesiyle oluşturulan bu kelime önceleri çizme edik olarak kullanılmaktaydı. Daha sonradan çizme edik yerine yalnız çizme adı kullanılmıştır. Anadolu ağızlarında çizmeye çekme adının da verildiği ve bu adın da çekme edik ten geldiği görülmektedir. dikici ustalığı (DS, IV,1487) “Ayakkabıcılık” (İstanbul). Belirtisiz isim tamlaması şeklindeki bu söz öbeğini oluşturan sözcüklerden “dikici” TS’de çeşitli anlamlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamlar incelendiğinde ayakkabıcılıkla ilgili olarak “Sökük ayakkabıları onaran kimse” veya “yeni yapılan ayakkabıların dikiş işini yapan kimse” (TS, 523) lere “dikici” denildiği görülmektedir. Dikici kelimesi dik- fiili ve fiilden isim yapım eklerinden biri olan –ici ekiyle türetilmiştir. Tuncer Gülensoy, ET ve OT’de tik“dikmek” fiilinin *tı:- “delmek, saplamak” (TTTSKS, 282) eyleminden türediği belirtmektedir. Ancak Gülensoy, bu bilgiyi Nişanyan’ın verdiği bilgilerden yola çıkarak vermektedir. Gülensoy bu konuda şunları da ek olarak belirtmektedir: Nişanyan ti:- fiili vermişse de EUTS’de ve DLT’de böyle bir fiilin bulunmamaktadır. ET’deki “tit-” fiili 1. “teberru etmek, bağışlamak, vermek” 2. “Adlandırılmak, değerlendirilmek anlamlarındadır” (EUTS, 24). DLT’de “tit-” 1. “(Yara) acımak; 2. direnmek, karşı koymak; dik bakmak” demektir. Gülensoy’a göre, Nişanyan, kaynak belirtmediği için “dikmek” sözcüğünün etimolojisiyle ilgili verdiği bu anlamlar da şüphelidir. Söz öbeğinde yer alan diğer sözcük olan usta< Far. ustâd kelimesinden gelmektedir. Ustâd “1. Bir zanaatı gereği Y 142 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı gibi öğrenmiş olan ve kendi başına yapabilen kimse 2. Zanaat öğreticisi, 3. Zanaatçılar için unvan” anlamlarını taşımaktadır. Kıpçak Türkçesinde de üstad “usta, öğretici” (KTS, 294) anlamındadır. Usta sözcüğü –lık yapım eki ve III. tekil kişi iyelik ekini alarak tamlanan durumuna gelmiştir. dübendi (DS, IV, 1616) “Ham deri ve ham köseleden yapılan yerli ayakkabı.” Kelime Farsça özellikler göstermektedir. Farsçada dü “iki” (OTS, 282) anlamına gelirken bendî de esir köle gibi, temel anlamları yanında “kapatan, örten” (OTS, 127) anlamlarına da sahiptir. Bu yönüyle iki ayağı örten, kapatan anlamında “dübendî” denilmiş olabileceği akla gelse de kelime sözlüklerde tespit edilememiştir. edik (I) (DS, V, 1664) “1. köylü çizmesi 2. patik, çocuk ayakkabısı 3. mest 5. köylü yemenisi 6. terlik 7. ayakkabı.” Kelimenin Türkçe Sözlük’te verilen anlamları şunlardır: “1. Yumuşak ve renkli sahtiyandan yapılmış yarım konçlu lapçın. 2. Kısa çizme” (TS, 601). Clauson, kelimenin anlamını “boot” (EDPT, 53) olarak vermektedir. Gülensoy, kelimenin etimolojisini “<*ötlüg “delikli, delinmiş” (DLT)<öt “delik, çukur+lüg> l ünsüzünün düşmesiyle “ötüg” şeklinde vermektedir. Bu sözcüğün eski Türkçede daha genel anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. ET Σtük “terlik, ayakkabı, çizme” (EUTS, 78). DLT’de etik “papuç, mest” ol etik yisin sızgadı = “o, papuç, mest gibi şeylerin dikişleri arasına parça koyup sızgı yaptı” (DLT, III, 283). Ayrıca bu kelime DLT’de etük “edik, papuç” (I, 68) şeklinde de geçmektedir. Kaşgarlı Mahmud büküm etük şeklinde bir söyleyişin de olduğunu belirtmektedir. Bu söz öbeği “kadın papucu” (DLT, I, 395) anlamındadır. DLT’de geçen bir başka benzer kullanım da çulkuy etük “topuğu çarpık papuç” (III, 242) ifadesinde görülmektedir. Bahaeddin Ögel’e göre etik, etük, ötük, edük deyişleri Kaşgarlı Mahmut zamanında “ayakkabı” için kullanılan adlardı (1978:115). Kıpçak Türkçesinde ise etik etük edük itük “mesh, çizme” (KTS, 70, 77, 117). Lehçe-i Osmânî’de edik “çekme ve çizmenin yumuşak nevi” (LO, 128). Ayrıca halk ağzında ödük (II) (DS IX, 3311) “Çocuk ayakkabısı, patik” ödük<edik<etik~etük. edikçi (DS V, 1665). “Kunduracı” (*Ödemiş-İzmir). Clauson (1972:53) *etükçi sözcüğünün etük’ten geldiğini belirtmekte ve anlamını da “bootmaker” olarak vermektedir. Kaşgarlı kelime için “etük kelimesinden de ‘etükçi’ denir ki ‘ekinci’, ‘papuççu’, ‘kavaf’ demektir” (DLT, II, 49) diyerek bu kelimenin etük’ten geldiğini ortaya koymaktadır. galevle~galevli (DS VI, 1900) “Ayakkabı.” galevle (Aşudu *Darende-Malatya; *Ayaş, *Beypazarı –Ankara; *Bor –Niğde), galevli (*Zile-Tokat). Bunlar yanında garevle~karevle (DS VI, 1922) “Ayakkabı” garevle (*Boyabat -Sinop, Çavundurbala *Çubuk –Ankara); gavelle (DS VI, 1938) “Ayakkabı” (Karkıncık *Artova -Tokat, Çanıllı *Ayaş –Ankara). Y galıç (II) (DS VI, 1901) “Bir cins köylü ayakkabısı.” (Balıkesir, Çorum); galuç (II) (DS, VI, 1904) “Eskiden giyilen bir çeşit kadın ayakkabısı.” (Uluşiran *Şiran- Gümüşhane); Ayrıca galuş (I) (DS VI, 1904) “Gönden yapılmış bir çeşit ayakkabı.” (Niğde). 143 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Anadolu ağızlarındaki bu varyantların galoş sözcüğüyle ilişkili olduğu söylenebilir. Galoş sözcüğü Fr. galoche “tabanı tahtadan yapılmış deri ayakkabı” sözcüğünden gelmedir. Dolayısıyla galıç/galuç/galuş<galoş<galoche. galik (II) DS VI, 1901) “Sivri topuklu kadın ayakkabısı, ayakkabı” (İzmir; Cenciğe-Erzincan). harik (I) 1. Kendirden yapılan bir çeşit ayakkabı (*Mutki-Bitlis), 2. Eski ayakkabı (Malatya; Çamova, *Divriği-Sivas). Kelime başı h>k değişimi ile karik (II) (DS VIII, 2664) “Üstü keçi kılından, altı ipten yapılmış bir çeşit ayakkabı”, (*Mutki – Bitlis). gondura (DS VI, 2199) “kundura, ayakkabı” (Samsun, Erzincan,*Erciş –Van DS VI, 2101). Kundura sözcüğü Yunanca olan ve “tiyatrolarda ayağa giyilen özel ayakkabı” anlamına gelen koytura dan gelmektedir: koytura > kondura > kundura. Anadolu ağızlarında gundura, gundire kondura, (*Yeşilova –Burdur) gibi söylenişleri vardır. kaltak (DS VIII, 2610) “Eski ayakkabı” (*Kandıra- Kocaeli). Bu sözcük Türkçede çeşitli anlamlara sahip bir sözcüktür: “1. Üzeri meşin, halı gibi şeylerle kaplanmış olan eyerin tahta bölümü. 2. Kuskunsuz eyer 3. Kaba, iffetsiz namusuz kadın” gibi anlamları bulunmaktadır. Tuncer Gülensoy, bu kelimeyle ilgili yaptığı açıklamada O. Nedim Tuna’nın bu kelimenin kalta- “sürmek”, kalta-k “sürtülmüş” anlamında olduğunu ve eyer için kullanılan anlamının da bu anlamdan türediğini söylediğini belirtmektedir. Bu bağlamıyla düşünülürse ayakkabı için kullanılan bu anlamın da kelimenin “sürmek, sürtülmüş” anlamından genişlemiş olduğu söylenebilir. Kelimenin DS’de katlık (Haşhaşı-Erzincan) ve kaluk (Gümüşhane) şekilleri de geçmektedir. keviş (DS VIII, 2776). “Ayakkabı” (*Aslanköy –İçel) Kelime Farsça kefş “ayakkabı” den halk ağzında keviş olmuştur. kortlana (DS VIII, 2928) “Yamalı, büyük ayakkabı” (*Bor- Niğde). köşker~koşker~köşger~köşkürcü (DS VIII, 2980) “Kunduracı, yemenici, kundura onarıcısı” köşker (*Uluborlu –Isparta; -İzmir;-Samsun; Diphacı, *Merzifon ve çevresi; -Amasya; *Erbaa–Tokat; *Nazimiye–Tunceli; Malatya;*Kilis–Gaziantep; Maraş; Amik ovası Türkmenleri; *Reyhanlı, *Antakya ve çevresi–Hatay; *Suşehri, *Gürün, Çepni *Gemerek, Maksutlu*Şarkışla–Sivas; *Şereflikoçhisar–Ankara; Köşker–Kırşehir; *Develi, Afşar aşireti *Pınarbaşı,*Bünyan, Nize–Kayseri; *Bor–Niğde; *Karaman –Konya; Gâvurdağı *Osmaniye, *Kadirli, *Kozan–Adana; -Antalya). koşker (*Bor-Niğde), köşger (Tez–Afyon; Tokat; -Eskişehir; *Divriği–Sivas; Pazar *Kızılcahamam–Ankara; Talas–Kayseri; Niğde), köşkürcü (Akçaviran, Sertaç –Burdur). Farşça kefş sözcüğüne –ger ekinin getirilmesiyle kefş-ger halk ağzında köşger/köşker/koşker olmuştur. lokman (DS IX, 3084) “Koncu kısa ayakkabı” (Konya). Özel ismin tür adı olarak kullanıldığı görülmektedir. Sözlüklerde bu sözcüğün ayakkabıcılıkla ilgili bir anlamına rastlanmamıştır. Y 144 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı markap (DS IX, 3129) “Burnu kıvrık, arkası basılarak giyilen ayakkabı, yemeni” (Erzurum). Yine Erzurum ağzında markop “topuklu terlik” olarak geçmektedir. metelik (DS IX, 3174). “Yemeniye benzer bir çeşit ayakkabı” (Maraş). metelik < Fr. metallique. metelik Türkiye Türkçesinde “çeyrek kuruş, on para değerinde demir para” (TS, 1381) anlamındadır. Kelimenin sözlüklerde ayakkabıcılıkla ilgili bir anlamına rastlanmamıştır. metot (DS IX, 3174) “Köylü kadınların giydiği üzeri işlemeli ayakkabı” (Tokat). metot < Fr. mΨthode “yöntem” (TS, 1382). minik (V) (DS IX, 3201) “Her çeşit çocuk ayakkabısı” (Muallim *Gebze –Kocaeli) Kelimenin Türkiye Türkçesindeki anlamı “küçük ve sevimli” (TS, 1028)’dir. Çocuklar için yapılan ayakkabıların boyut olarak küçük olmaları bu şekilde adlandırılmalarına sebep olmuş olabilir. moda (III) (DS IX, 3208) “Köylü kadınların giydiği lastik ayakkabı biçiminde bir çeşit ayakkabı.” (Tokat). moda < İt. mode sözcüğünden dilimize geçmiştir. Türkçe Sözlük’teki anlamları şunlardır. “1. Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik 2. Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük. 3. Geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan” (s. 1404). Verilen bu anlamları göz önüne alındığında sadece Tokat ağzında varlığını gördüğümüz kelimenin bu yörede bir dönem köylü kadınlar arasında giyilmesi yaygınlaşmış ya da bir başka deyişle moda olmuş bir ayakkabı çeşidi için kullanılmış olabileceği söylenebilir. napçıl (DS IX, 3239) “Lastik ayakkabı” (*Ürgüp -Nevşehir). nerdane (DS IX, 3247) “Kırmızı kadın ayakkabısı” (Isparta). pâbul (DS IX, 3375) “Ayakkabı” (Bağlıca *Ardanuç -Artvin); parpul (DS IX, 3400) “Bebek ayakkabısı” (*Niksar -Tokat). Ayrıca farklı söyleyiş özellikleriyle karşımıza çıkan popul~popol~poppu~popu (DS IX, 3469). “Çocuk ayakkabısı, patik.” popul (*Niksar –Tokat; -Rize; Suhara *Çıldır –Kars; -Erzurum), popol (Erzurum), popu (*Serik-Antalya), popu (Rumeli Göçmenleri İstanbul). rüzgâr (DS, IX, 3506) “Yemeniye benzeyen bir çeşit ayakkabı” (Maraş). Rüzgâr Farsça bir sözcük olup “1. Zaman 2. çağ, devir 3. Yel” anlamlarına sahiptir (OTS, 1249). Sözlüklerde ayakkabıcılıkla ilgili bir anlamına rastlanmamıştır. sulguç (DS, X, 3691). “Ayakkabı” (Tosya –Kastamonu). Y şıpırdak (DS, X, 3770) “Ayakkabı” (Balçova –İzmir). Tuncer Gülensoy, bu kelimenin etimolojisini şu şekilde vermektedir: şıpırdak <şí+p+ı-r-dak (TTTSKS, 842). 145 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. tabakayağı (DS, XII, 4796) “Bir çeşit ayakkabı” (Maraş). tomak (I) (DS, X, ) “Kısa konçlu ayakkabı, potin” (Sulusaray *Artova –Tokat; -Konya). Gülensoy, kelimenin etimolojisini şöyle vermektedir: tomak<*to-m-(a)k (TTTSKS, 908). Ögel (1978:115)’in Ahmet Vefik Paşa’dan aktardığı bilgilere göre tomaklar “kalın top çizmelerdir ve şekil olarak tokmağa benzedikleri için bu adı almışlardır.” yağubbe (DS XI, 4125) “Erkeklerin giydiği yumuşak deri çizme, edik” (Buruk-Adana). yanevre (DS XI, 4164) “Yemeni, ayakkabı” (Barla –Isparta). yemeni (I)~yimeni (DS XI, 4230) “Yumuşak yazlık bir çeşit ayakkabı.” (Bağıllı, Anamos *Eğirdir –Isparta; *Çivril, -Denizli; Karacasu –Aydın; *Alaşehir–Manisa; -Balıkesir; Muallim, *Kandıra –Kocaeli; Karabüzey *Araç, -Kastamonu; -Çankırı; *Perşembe,*Ünye –Ordu; Şehli *Tirebolu –Giresun; Karalar *Şiran –Gümüşhane; Çayağzı, Yavuz *Şavşat –Artvin; Cenciğe –Erzincan; *Divriği ve köyleri, Çepni, Karaözü *Gemerek –Sivas; -Yozgat; Kırık *Kızılcahamam, Kuyucu –Ankara; Elbaşı, Salkınma –Kayseri; *Ermenek, -Konya; -Adana; *Gülnar –İçel; *Gölcük –Muğla; Naip –Tekirdağ) Anadolu ağızlarında kelimenin ilk hece ünlüsünün darlaşması ile yimeni, (-Gaziantep; *Antakya ve köyleri-Hatay) şeklinde bir söyleyişinin de olduğu görülmektedir. “Yemenî” sözcüğü Türkçeye Arapçadan girmiş bir sözcüktür. Çeşitli anlamlara sahip bir kelimedir: “1.Yemen ülkesine ait 2. Kalıpla basılıp elle boyanan, kadınların başlarına bağladıkları tülbent 3. Bir tür hafif ve kaba ayakkabı” (ATKS,706). Yemeni Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Yemenî Ekber adlı bir usta tarafından Yemen’den getirilmiştir. “Yemeninin alt derisi manda, yüz derisi keçi, kenarı oğlak, iç yüzü koyun, iç tabanı sığır derisinden yapılır, çirişle yapıştırılarak balmumuna batırılmış pamuk ipliğiyle çapraz dikilir” (Emiroğlu, 2012: 223). 2. Ayakkabı Yapımında Ya da Tamirinde Kullanılan Alet ve Malzemelerle İlgili Terimler balık gözü (DS, II, 505) “Ayakkabıların bağ geçirilen deliklerine ve kemerlerin deliklerine takılan teneke”( Aliköy *Çaycuma-Zonguldak). Belirtisiz isim tamlaması şeklinde oluşmuş bu birleşik sözcüğün anlam aktarması yoluyla oluşturulduğu görülmektedir. Şekil olarak ayakkabıların bağ geçirme delikleri balık gözüne benzediği için “balık gözü” terimiyle adlandırılmıştır. basgı (II) (DS, II, 539) “Ayakkabıcılıkta kullanılan bir alet” (Bekilli *Çal –Denizli). basgı<bas-gı. Türkiye Türkçesinde baskı kelimesinin TS’de geçen anlamlarından biri “bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres” (s. 206) olarak verilmektedir. Kelimenin bu anlamı dikkate alındığında ayakkabıcılıkta kullanılan bu aletin bir sıkıştırma, pres aleti olduğu anlaşılmaktadır. Y 146 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı bıçkı~biçki~bikçi (DS, II, 658) “Deri ve kösele kesmek için ayakkabıcı ve saraçların kullandığı bir aygıt.” bıçkı (Isparta; Balıkesir; -Kocaeli; *Gerze –Sinop; Trabzon; Edirne); biçki (Çanakkale; *Vezirköprü –Samsun; *Boyabat –Sinop; -Rize); bikçi (Dere-Konya). Bıçkı kelimesi bıç- fiiline –kı isim yapım ekinin getirilmesiyle oluşturulmuştur. Eski Uygur Türkçesinde bıçġu “bıçkı, bıçak” (EUTS, 40) Orta Türkçe döneminde yine bıçgu olarak geçmektedir: “Ağaç kesilen şeye yıgaç bıçgu denir” (DLT, I, 13). Kıpçak Türkçesinde bıçkı “bıçkı, testere” (KTS, 30). bizgiç~bizi (DS, II,714). “Çarık dikmek için kullanılan demir, ağaç çivi.” bizgiç (Eşke *Divriği –Sivas ); bizi (Şavşat- Artvin). bizi sözcüğü Eski Türkçede varlığını gördüğümüz sözcüklerden biridir. Kök olan biz “ çuvaldız, çelikten yapılmış sivri uçlu ağaç saplı araç” anlamındadır ve Talat Tekin kelimenin etimolojisini biz <*bi:z olarak vermektedir. RÊsÊnen ise bí +yez olarak vermektedir (TTTSKS, 153). Şemseddin Sami Kâmûs-ı Türkî’de biz için “kunduracı ve sarrâçların iğneyi geçirdikleri yeri delmeye mahsus tahta saplı sivri demirden âlet” (s. 259) açıklamasını yapmıştır. danalya (DS, IV,1356) “1. Ayakkabıyı kalıba çekmeye yarayan aygıt” (Şehri–Giresun; Rize ). Kelimenin Türkçe adı “dişlidir” (Oğuz, 2004: 672). delecek~delgi~delgüç (I) (DS, IV,1409) “Ayakkabıcıların deriyi delmek için kullandıkları bir ağaç, zımba.” delecek (Rize; Çavuşköy *Babaeski–Kırklareli); delgi (*Senirkent –Isparta); delgüç (I) (Ulaş göçmenleri –Sivas). del- Eski Türkçede tel- er tam teldi= adam duvar deldi (DLT II, 22) Uygur Türkçesinde ise tΣlinmΣk “delinmek çatlamak” (EUTS, 232) fiilinde görüldüğü üzere tΣl- Kıpçak Türkçesinde de del- (KTS, 58) olarak geçmektedir. delecek<del-ecek, delgi<del-gi, delgüç>del-güç. dilbidir~dilfitil (DS, IV, 1491) “Kunduracıların kullandığı delik delmeye yarayan araç, zımba.” dilbidir (Muğla); dilfitil (*Ladik-Samsun). dipcik (III) (DS, IV,1510) “Yemeni, çarık gibi giyeceklerin ökçesiz tabanı” (Gâvurdağı *Cebelibereket –Adana). dip “asıl, kök, dip, temel” anlamlarına gelmektedir. OT’de tüb~tüp “kök, temel, taban” (TTTSKS, 287). Kıpçak Türkçesinde dip “bir şeyin nihayeti” (KTS, 62) anlamıyla geçmektedir. O halde dipcik kelimesi dip isim köküne +cik küçültme yapım eki getirilerek türetilmiştir. Y dişdiş (DS, IV, 1520) “Ayakkabıların kenarlarına diş yapmak için kullanılan bir ayakkabıcı aygıtı” (*Vezirköprü- Samsun). Aynı anlama gelen iki sözcüğün birleşip kaynaşmasıyla oluşmuş bu birleşik yapılı isimi oluşturan “diş” sözcüğünün organ anlamı dışında yan anlamlarından biri de “çark, testere, tarak gibi çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri” dir. Aletin diş yapma ya da açma özelliği düşünüldüğünde bu anlamı taşıyan iki aynı sözcüğün birleşmesiyle oluştuğu anlaşılmaktadır. “Diş” sözcüğü Eski Türkçe ve Orta Türkçede tış, ti:ş olarak geçmektedir. Tekin kelimenin etimolojisini *ti:ş RÊsÊnen ise tíş olarak vermektedir. 147 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. dişli (DS, IV, 1525) “Ayakkabıcıların sayayı kalıba çekmek için kullandıkları kerpeten gibi bir araç” (-Afyon; -Çorum; *Vezirköprü –Samsun; -Ankara; -Kırşehir; *Bor –Niğde). Kelime diş isim köküne –li isim yapım ekinin getirilmesiyle türetilmiştir. dişli < diş+li. dizdemiri (DS, IV,1530) “Islatılmış köseleyi döverek sertleştirmeye ve genişletmeye yarayan demir aygıt, muşta” (-Balıkesir; *Vezirköprü –Samsun). Belirtisiz isim tamlaması şeklinde kurulmuş olan bu birleşik yapılı kelime diz ve demir kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. DLT’de diz “diz” ti:z “diz” (III, 123) Talat Tekin, kelimenin etimolojisini <*ti:z; RÊsÊnen ise *tír olarak vermektedir. DLT’de, temür “demir” kök temür kerü turmas savında dahi gelmiştir= gök demir boş durmaz (DLT I, 363-364) <tĆmür (kapalı e). Sümercede tibira “metal” (Tuna, 2011: 74); EUTS tÊmir=tÊmür (233), KTS temir (269). gebgebi (I) (DS VI, 1956) “Ayakkabı çivisi”, (Eyüp –İstanbul,*Safranbolu –Zonguldak, İzvitler *Ermenek –Konya). Kelime Farsça kebkeb’den gebgebi. Kebkeb “nalçeye veya ayakkabının tabanına çakılan çiviye verilen isimdir” (Onay, 1993: 311). gerdel ~ gerder (DS VI, 1995). “Ayakkabıcıların, işlenmek için gön, kösele koydukları tahta kap.” gerdel (Samsun, Trabzon); gerder (Trabzon). gerdel sözcüğü Yunancadan alıntılama bir sözcük olup Türkçe Sözlük’te “süt vb. şeyler koymaya veya hayvanlara yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap” (TS, 541) olarak açıklanmaktadır. Bu sözcük LO’da da geçmektedir ve “kovanın bol, boysuz nevi”(LO, 156) olarak tanımlanmaktadır. İsmet Zeki Eyuboğlu (2004: 278) bu kelimenin Rumca khardori (ağaçtan yapılmış su kabı) den geldiğini ve dilimize kardor-kerder/gerdel şeklinde geçtiğini bildirmektedir. Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere gerdel genel amaçlı kullanılan bir çeşit kovadır. gizlengiç (DS VI, 2087) “Geyik boynuzundan yapılan, çarık dikmeye yarayan, sivri iki çatalı olan araç.” (İğneciler *Mudurnu –Bolu). TS’de benzer bir söyleyişe sahip bizlengiç sözcüğü geçmektedir: bizlengiç “Ucu çivili değnek” (s. 290). Kök olan biz sözcüğünün anlamı ise “katı bir şeyi delmek için kullanılan çelikten yapılmış sivri uçlu ve ağaç saplı araç, tığ: kunduracı bizi” (TS, 289). Bu açıklamalar kökün biz olabileceğini ortaya koymaktadır. Söyleyiş farklılığından kaynaklı olarak gizlengiç şeklinin olduğu anlaşılmaktadır. halça (III)~halçe (DS VII, 2259). “Kunduracıların kalıp üzerine koydukları meşin parçaları” halça (III) (*İskilip –Çorum; *Ermenek –Konya), halçe (Kütahya). haltan (I)~halta (IV) (DS VII, 2262). “Çarık ya da ayakkabı yamalığı” haltan (I) (*Kurşunlu –Çankırı); halta (IV) (*Kurşunlu, *Ilgaz –Çankırı). hamla- (DS VII, 2268). “Ayakkabıya pençe vurmak” (Adana). Kelimenin etimolojik özelliği dikkate alındığında ham isim kökü –la da isimden fiil yapım ekidir. Sözlüklerde Y 148 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı “ham” sözcüğünün kelimeyle ilişkili bir anlamına rastlanmamıştır. hartı (III) (DS VII, 2296) “3. Delinen çarığa konan parça” (Gebeme *Mesudiye –Ordu) hartı sözcüğünün Derleme Sözlüğü’nde bu anlamı dışında “deri, gön”, “derinin ince yeri” gibi anlamlarının da olduğu görülmektedir. Anlam genişlemesine uğrayarak kelimenin “çarığa vurulan deri yama” anlamı kazandığı görülmektedir. ilgi tığı (DS, VII, 2522). “Kundura dikmek için kullanılan tığ” (*Bor-Niğde). Belirtisiz isim tamlaması şeklinde oluşmuş bu birleşik sözcüğü oluşturan sözcükler tek başlarına ele alındığında nasıl bir alet olduğu hakkında fikir sahibi olmak kolaylaşmaktadır. İlgi sözcüğünün çeşitli söz anlamları bulunmaktadır. ilgi kelimesinin Anadolu ağızlarında geçen anlamlarından biri de “kaba dikiş” dir. Aynı zamanda bu sözcükten türemiş olduğunu düşündüğümüz ve halk ağzında kullanımı görülen ilgile- fiili de “iki parçayı birbirine eğreti olarak dikmek, teyellemek” (TS, 955)’tir. Tığ ise Farsça bir sözcüktür tığ <Far. tîg “dantel veya yün örmekte kullanılan ucu çengelli kısa şiş” (TS, 1973). Bu iki kelimenin birleşmesiyle oluşan “ilgi tığı” “kunduralara kaba dikiş atmakta kullanılan tığ” olarak tanımlanabilir. kabıra (DS VIII, 2583) “Ayakkabıların altına çakılan demir çivi” (İlyas *Keçiborlu –Isparta ; *Bozdoğan –Aydın). Bu sözcük kabara’dan halk ağzında kabıra olmuştur. Kabara TS’de “1. Dayanaklılık sağlamak amacıyla, ayakkabıların altına çakılan iri başlı çivi” (s. 1019) olarak açıklanmaktadır. Kelimenin kökü “kabar-”tır. Anadolu ağzında orta hece ünlüsünün daralmasıyla kabıra şeklinde söylendiği görülmektedir. kaçaburuk~kaçaburuk~kacabruk~kacaburuk~kaçabık~kaçaburuğ~kaçamık~ kaçanbu-ruk~kaçavruk (DS, VIII, 2586), “Ayakkabılara ağaç çivi çakmak için delik açmakta kullanılan bir ayakkabıcı aracı, biz.” kaçaburuk (*Düzce –Bolu; -Sinop; -Ankara; *Bor –Niğde; *Milas –Muğla); kacabruk (Niğde), kacaburuk (Manisa), kaçabık (Rize), kaçaburuğ (İstanbul), kaçamık (Denizli) kaçanburuk (*Bodrum-Muğla), kaçavruk (Kastamonu). Ayrıca kasaburuk (DS, VIII, 2672) “Ayakkabılara çivi çakmak için kullanılan ucu bizli bir çeşit araç” (*Akyazı –Sakarya; -Samsun; Trabzon; *Merzifon –Amasya; Kırşehir). Y kadak (I)~kadah (III)~kadek (III)~kadet~kodak (VII) (DS VIII, 2588). kadak “1. Ayakkabıların altına çakılan demir çivi 2. Küçük çivi” Kada- çivilemek, mıhlamak; bağlamak (KTS, 122) kadak<kada-k Kıpçak Türkçesinde kadav “çivi, mıh, çengel” (KTS, 122) ve hadak “çivi, çengel, mıh” (KTS, 89) olarak görülmektedir. Kelime başındaki h ünsüzünün k’ye değişimiyle Anadolu ağızlarında kadah (Cemele, Kırşehir), kadet (Kayseri) şeklinde söylenişleri görülmektedir. Kadak kelimesiyle aynı anlama gelen ancak ağız farklılığından kaynaklı olarak söyleyiş farklılıkları görülen gadak (II) “1. Çivi 2. Küçük ayakkabı çivisi”; gadah (II) “2. Büyük çivi”, gadah (II) -1. “küçük ayakkabı çivisi” Ayrıca gadah mıhı “çivi”, gadah (ğ) “gadamak işlemi”, gadah vur- “tamir etmek”, gadah mıhı “kundura çivisi” (DS VI, 1888) gibi kelimeleri de burada belirtmek gerekir. 149 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. kereste (DSVIII, 2753). “Kunduracı gereçleri (kösele, deri, çiriş vb.)” (*Silifke – İçel). Bu sözcük Far.kerâste den gelmektedir. Türkçede kereste şeklini almıştır. TS’de verilen anlamlarından biri de “ayakkabı yapımında kullanılan gereç” (s. 839) olarak açıklanmaktadır. Kelime Türkçenin ses özelliklerine bağlı olarak kereste olarak söylenegelmiştir. labunya (DS IX, 3058) “Kunduracılıkta ayakkabıya cila vurmakta kullanılan araç” (İstanbul, *Bor-Niğde). levger (DS IX, 3074) “Ayakkabıların dikiş yerlerini ütülemekte kullanılan bir araç” (Maraş). makat ağacı (DS IX, 3107) “Ayakkabıcıların gönleri parlatmak için kullandıkları yuvarlak değnek.” (Maraş). makat < mak’ad “minder üzerine örtülen çuha vesaireden yüz, ihram şal” (LO, 270) Tamlamada geçen makat kelimesinin çuha, bez anlamları düşünüldüğünde gönleri parlatmada kullanılan bu değneğin ucu bezli bir alet olduğu akla gelmektedir. menkir (II) (DS IX, 3164) “Meşin ve köselenin ensiz ince uzun parçası” (Isparta). mesul çekmek (DS IX, 3172) Ayakkabıya pençe vurmak (Karamanlı *Tefenni –Burdur). mesul <Ar. mes’ûl “sorumlu” (TS, 1378), çek- eylemiyle birleşip anlamca kaynaşmış birleşik fiil oluşturmuştur. muhat (DS IX, 3217 ) “Tersinden dikilen yemenilerin burnunu itmek ve çevirmek için kullanılan ağaçtan yapılmış araç” (*Beypazarı -Ankara). Muhât kelimesi Arapça bir sözcük olup “kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş” (TS, 1040) gibi anlamları vardır. Bu anlamları düşünüldüğünde yemenilerin burun kısımlarını çevirmede kullanılan bu aletin kıvrık bir şeklinin olduğu ve bu şeklinden dolayı da bu adı aldığı söylenebilir. muştu (DS XII, 4600) “Ayakkabıcı aracı” (*Kula- Manisa). Muştu kelimesi Farsça bir kelime olup “ sevindiren haber, müjde” (TS, 1047) anlamındadır. Ancak bu kelimenin kunduracılıkla ilgili olmadığı ortadır. Anadolu ağızlarında geçen ve ayakkabıcı aracı” anlamında olan muştu kelimesinin Farsça muşta sözcüğünün halk ağzında geçen bir şekli olduğu bu kelimenin sözlükte geçen anlamlarına göz atıldığında ortaya çıkmaktadır. Bu kelimenin TS’de geçen anlamları şunlardır: “1. Karşısındakine vurmak için özel olarak açılmış deliklerine parmakların geçirilmesiyle kullanılan demir parçası. 2. Kunduracıların derileri vurarak inceltmek için kullandıkları metalden tokmak 3. Parmağın biri bükülüp sivriltilerek vurulan yumruk” (TS, 1046). Verilen ikinci anlam Anadolu ağızlarındaki muştu sözcüğünün muşta kelimesiyle ilgili olarak ele alınmasını gerektirmektedir. O halde muştu<muşta<muşte. nallıma (DS IX, 3236) 1. “Küçük kundura çekici” (Bozlar –Burdur). Kelimenin Anadolu ağızlarında nallımba (*Çivril –Denizli) şeklinde de söylendiği görülmektedir. Y 150 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı Anadolu ağızlarında varlığı görülen bu sözcüğe sözlüklerde rastlanmamıştır. navlım (DS IX, 3242) “Çarık dikmekte kullanılan ince kesilmiş hayvan derisi” (Büyükkabaca *Senirkent –Isparta). oltan (DS IX, 3278) Bu kelimenin Anadolu ağızlarında çeşitli anlamlarda kullanıldığı görülmektedir: “1. Kesilip dikilmeye hazırlanmış yemeni (*İskilip –Çorum; Rize) 2. Eskiyen yemeni ayakkabı altına vurulan pençe (Mut köyleri –İçel, *Akseki –Antalya) 3. Mest ve yemeni yüzünü köseleye tutturmak için yapılan iri dikiş (Çorum, *Merzifon köyleri –Amasya; Beypazarı –Ankara) 4.Çarığın içine konulan bez ya da deri parçası (Çorum, *Merzifon köyleri –Amasya; Beypazarı –Ankara) 5. Çarık ipi (Geyikli- Çanakkale).” Mukaddimetü’l-edeb’de bir fiil olarak oltanla- veya ultaŋla- “(ayakkabıya) taban geçirmek” geçmektedir. Yine Çağataycada ultaŋ “gön deri” anlamında kullanılmaktadır. Oltan kelimesi Kırgızcada ultaŋ “taban, pençe” aynı kökten utlar-“ayakkabıyı dikmek” olarak geçmektedir (Kırbaç 2003: 35-36). Bu fiil Anadolu ağızlarında da yaşamaktadır: oltar- (I) (DS IX, 3278) “Eski bir ayakkabıyı ya da elbiseyi onarmak” Ayrıca yine ultang/ultan’dan gelen ortan (DS IX, 3289), sözcüğü de DS’de iki farklı anlamda geçmektedir: “1. “Yemeni denilen ayakkabının yüzüyle köseleyi birbirine tutturan dikiş” (PaluElazığ), 2. “Yama pençe” (İbradı *Akseki–Antalya). Sözcük eski bir Türkçe sözcük olan ultang’dan gelmektedir: *ultang>ultan>oltan/ortan. ortaayak (DS IX, 3288) 1. “Ayakkabıcıların kullandığı kadın ayakkabısı kalıbı.” 2. “Çizmeye benzeyen bir çeşit ayakkabı.” (Isparta; Amasya; Trabzon). Sıfat tamlaması şeklinde kurulmuştur. panko (DS IX, 3392) “Kunduracıların kullandığı diz tahtası” (Vezirköprü- Samsun). panzal (DS IX, 3392) “Yemeni yaparken dize geçirilen iki ucu birbirine dikilmiş bir çeşit kayış” ( Isparta). pasalak (DS IX, 3404) “Çarık yapmak için kesilen gönün orta parçası” (Şıhlar *Ulubey –Ordu). pine (DS IX, 3454) “Çarıkların, yemenilerin altına vurulan kösele parçası” (Malatya, Ankara) Ayrıca kelime sonundaki ince ünlünün kalınlaşmasıyla pina (Yozgat) şeklinde bir söyleyişinin olduğu görülmektedir. Farsça pîne “yama (özellikle ayakkabı yaması)” (OTL, 865). seğirden (DS X, 3565) “Kunduracılıkta 28 numara ayakkabı kalıbı” (Çocuklar için)” (*Zile-Tokat). vardala (DS XI, 4091) “Ayakkabının içine konulan meşin vb.” (*Düzce- Bolu). Y voltan (DS XI, 4107) 1. Delik çarığa boydan boya konan gön parçası (*Kargı- Kastamonu) 2. Çapulada saya ile köseleyi birbirine tutturan dikiş (*Ünye-Ordu). 151 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. yediyaşar (DS XI, 4222) “Ayakkabıcılıkta kullanılan bir yemeni ölçüsü” (Isparta). Kelime bir yedi sayı sıfatı ile yaşar sıfatfiilinin birleşmesiyle oluşmuştur. yolah, yolak (VII) (DS XI, 4289) “Ayakkabının üstüne vurulan yama” (*HozatTunceli). Sonuç Bu çalışmada Derleme Sözlüğü’nde kaydı verilen ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ilgili söz varlığı ayakkabı ve ayakkabıcılığın sözcüksel alanı dikkate alınarak sınıflandırılmıştır. Ayakkabı ve ayakkabıcılık anlamlarını karşılayan kelimeler bir grupta, ayakkabı yapımında ya da tamirinde kullanılan malzemelerle ilgili kelimeler de ayrı grupta ele alınmıştır. Söyleyiş farklılıkları gösteren ancak aynı anlama gelen kelimeler aynı maddede toplanmıştır. Derleme Sözlüğü’nde varlığını tespit ettiğimiz söz varlığı ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürünün Türklerin yaşamında önemli bir yerinin olduğunu göstermektedir. Çalışma sonunda ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ile ilgili Eski Türkçede varlığı görülen başmak, çarık, edik, oltan, biz gibi bazı kelimelerin günümüzde Anadolu ağızlarında varlıklarını sürdürdükleri görülmüştür. Değişen yaşam koşulları ve kültürel etkileşimlere paralel olarak ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ilgili söz varlığında önemli bir artış olduğu da ortadadır. Makalede öncelikli amaç Derleme Sözlüğü’nde ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ilgili söz varlığının tespiti olmakla birlikte kimi zaman kelimelerle ilgili morfolojik ve etimolojik açıklamalar da yapılmıştır. Ne var ki kültürel etkileşimlerin bir sonucu olarak çeşitli dillerden Türkçeye girmiş bazı kelimelerin etimolojileri hususunda bilgiler vermek mümkün olmamıştır. Bunda tam ve eksiksiz bir etimolojik sözlüğümüzün olmayışı en önemli nedendir. Dolayısıyla bu çalışmada da ancak sınırlı sayıda kelimenin etimolojisi konusunda bilgiler verilmiştir. Bunlar; babıc, babıç, babık, babu, babuç, babuş, bobuç < papuç < Far. pâ-puş; galıç, galuç, galuş < galoş < Fr. galoche; gondura, gundire, gundura, kondura < kondura < Yun. koytura; gebgebi < Far. kebkeb; keviş < Far. keşf; koşker, köşger, köşker; Far. keşfger; metelik < Fr. metallique; metot < Fr. mΨthode; moda < İt. mode;; gerdel,gerder < Rum. khardori; kereste < Far. kerâste; muştu<muşta < Far. muşte; pine, pina < Far. pîne kelimeleridir. Anadolu bir kültürler coğrafyasıdır. Bu coğrafyada çok çeşitli topluluklar yaşamış ve çok farklı diller konuşulmuştur. Bu durum Türkçeye ayrı bir zenginlik katmıştır. Özellikle ağızlar konusunda yapılan çalışmalarda bu daha da yakından görülmektedir. Y 152 Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı KAYNAKÇA Ahmet Vefik Paşa (2000). Lehçe-İ Osmânî (LO).(Haz. Recep Topraklı). Ankara: TDK Yayınları. Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü (EUTS). Ankara: TDK Yayınları, 2 Baskı. Clauson, G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-13th Century Turkish. London: Oxford University Press. Derleme Sözlüğü (DS). I-XII (1964). Ankara: TDK Yayınları. Emiroğlu, K. (2012). Gündelik Hayatımızın Tarihi.İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Eren, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü (TDES1). Ankara: Bizim Büro Basımevi. 2. Baskı. Ermiş H. (2008). Arapçadan Türkçeleşmiş Kelimeler Sözlüğü. (ATKS) İstanbul: Ensar Neşriyat. Eyuboğlu, İ. Z. (2004). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü (TDES2). İstanbul: Sosyal Yayınları. Gülensoy, T. (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü I-II (TTTSKS). Ankara: TDK Yayınları. İnan, A. (1987). Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: TTK Basımevi. Kanar, M. (2003). Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (OTS). İstanbul: Derin Yayınları. Kâşgarlı Mahmud (2006). Divanü Lûgat-it Türk (DLT) I-IV. (Çev. Besim Atalay). Ankara: TDK Yayınları. Kırbaç, S. (2003). ‘Oltan’ Kelimesi. Ayakkabı Kitabı. İstanbul: Kitabevi Yayınları. s.3537. Koca, S. (2000). Türk Kültürünün Temelleri II. Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi, Giresun Fen Edebiyat Fakültesi Yayını. Oğuz, B. (2004). Türkiye Halkının Kültür Kökenleri: Teknikleri, Müesseseleri, İnanç ve Âdetleri. C. 5. İstanbul: İstanbul Matbaası. Onay, A. T. (1993). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar (Haz. Doç. Dr. Cemal Kurnaz). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ögel B. (1978). Türk Kültür Tarihine Giriş C. 5. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Y Sağol, G. (2003). Ayakkabı Kelimelerinde Anlam Değişmeleri. Ayakkabı Kitabı. İstanbul: Kitabevi Yayınları. S. 19-27. 153 Parlakpınar, M. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Toparlı, R., Vural, H. ve Karaatlı R. (2007). Kıpçak Türkçesi Sözlüğü (KTS). Ankara: TDK Yayınları. Tuna O. N. (2011). Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi ilgisi ile Türk Dili’nin Yaşı Meselesi. Ankara:TDK Yayınları. 2. Baskı. Şemsettin Sami (2012). Kâmus-i Türkî (KT).(Latin Harfleriyle). (Haz. R. Gündoğdu, E. F. Önal E. F. ve N. Adıgüzel). İstanbul: İdeal Kültür Yayıncılık. Türkçe Sözlük (TS) (2005). Ankara: TDK Yayınları. 10. Baskı. Y 154 Hayriye Başcı Nur Filiz Erataş Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 KÜLTÜR FARKLILIKLARI EKSENİNDE GİRİŞİMCİLİK ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİMLER VE YABANCI GİRİŞİMCİLİK THE VARIEGATIONS IN ENTREPRENEURSHIP PERCEPTION AS PART OF CULTURAL DIVERSITY AND FOREIGN ENTREPRENEURSHIP Hayriye BAŞCI NUR*1 Filiz ERATAŞ2** Özet Son yıllarda üzerinde önemle durulan konulardan biri de girişimcilik ve girişimci kültürün toplumlar arasında gösterdiği farklılıklardır. Girişimciliğin öneminin artması, ekonomilerin iktisadi ve sosyal gelişimi açısından hayati işlev görmesiyle yakından ilişkilidir. Girişimcilik, ülkelerin kalkınmasında, teknolojinin gelişmesinde büyük rol oynarken, ayrıca ülkenin sanayileşmesine, endüstriyel çeşitliliğine ve rekabet gücünün düzeyine de önemli katkılar sağlamaktadır. Giderek artan girişimcilik faaliyetleri, durgun ekonomileri harekete geçirmekte, yeni iş alanlarının oluşturulmasına ve istihdam sorunlarının çözümüne yardımcı olmaktadır. Girişimcilik, aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler açısından ekonomik büyüme için vazgeçilmez bir araç olarak görülmektedir. Bu olgu, bugün için gelişmiş ekonomiler dahil olmak üzere küresel ölçekte kabul görmektedir. Girişimcilik, sosyal ve kültürel yapının olanaklarıyla yakından ilişkilidir. Bazı toplumlarda girişim ruhu ve coşkusu baskılanırken, bazılarında teşvik edilmektedir. Girişimciliğin genel kabul görmüş tanımı içinde yer alan “risk alabilme gücü” ve “yeniliklere açık olma” geleneksel toplumlarda zayıf kalabilmektedir. Geleneksek toplumlarda, düzeni değiştirmek ve alışılmış kalıpların dışına çıkmak hoş görülmez ve bastırılmak istenir. Bunu çözmek ve girişimci ruhtan olabildiğince yararlanmak adına yabancı girişimcilik devreye girmektedir. Türkiye’nin bugüne kadar yeterince yararlanamadığı yabancı girişimci (yabancı sermaye) kavramı, Türk ekonomisinin küresel düzeyde rekabet edebilen bir ekonomiye dönüşümü için önemli bir role sahiptir. Bu çalışmada, Türkiye’nin yabancı girişimciden en üst düzeyde yararlanabilmesi için oluşturulması gereken ekonomik ve politik yapı üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, Girişimci Kültür, Yabancı Sermaye. Abstract In recent years, one of the most emphasized subjects is entrepreneurship and the differences of the entrepreneurial culture between the societies. The increasing importance of entrepreneurship is closely related to having a vital role in the financial and social progress of the economies. Entrepreneurship, plays an important role in development of the countries and technology, also contributes to industrialization, industrial diversity and the level of competitiveness. The increasing entrepreneurial activities assists in stimulating stagnant economies, establishing new business areas and solving the employment issues. Entrepreneurship, also is considered as an indispensable tool for economic growth *1 Araştırma Görevlisi, Celal Bayar Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, hayriyebasci@hotmail.com Y ** 2 Araştırma Görevlisi, Celal Bayar Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, filizeratas@gmail.com 155 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. in developing countries. This phenomenon is accepted worldwide, including the developed economies. Entrepreneurship is closely related to the opportunities that the social and cultural structure can offer. In some societies, the enthusiasm and the spirit of entrepreneurship are suppressed while they are being encouraged in others. “The power of taking risks” and “being open to the new” which is a part of the generally accepted definition of entrepreneurship could be ineffectual in traditional societies. In the traditional societies, to change the rules of the social order and break with the tradition is not tolerated and is wanted to be suppressed. In order to deal with this problem and make the best of the spirit of the entrepreneurship, the foreign capital steps in. The concept of foreign entrepreneur (foreign capital) that Turkey has not benefited efficiently so far, has an important role in the transformation of the Turkish financial and industrial system to an economy that may be globally competitive. In this research, the financial and political structure which is needed to be established in Turkey in order to make the best use of the foreign entrepreneur will be examined. Keywords: Entrepreneurship, Entrepreneurial Culture, Foreign Capital. Giriş Girişimcilik, 1980’li yıllardan itibaren toplumların kalkınması ile ilgili yapılan araştırmalarda sıklıkla karşılaşılan ve önem verilmeye başlayan konulardan birisi olmuştur. Girişimcilik, mevcut durumun sürdürülmesinden ziyade yenilikçilik, yaratıcılık gibi mevcut durumun dışına çıkmayı gerektiren; toplumların ve organizasyonların değişimi başarılı gerçekleştirmelerini sağlamalarına yardımcı olan bir süreçtir. Klasik olarak bakıldığında girişimcilik faaliyetlerinde bulunan kişi, kar elde etmeyi amaçlayarak, kendi işini kuran, çeşitli üretim faktörlerini bir araya getirerek ve risk üstlenerek üretim sürecinde bulunan ve bunun sonucunda da kar elde etmeyi amaçlayan kişidir. Günümüzde ise girişimci, sürekli olarak mevcut durumun ötesine geçebilmek amacıyla yenilikler ve değerler ortaya koyabilen, daha önce fark edilememiş fırsatları tespit edip kullanabilen kişidir. Bazı toplumların girişimcilik konusunda gösterdikleri performans farkının oluşmasında, topluma ait kültürel değerler önemli ölçüde etkili olmaktadır. Girişimciliğin önemli niteliklerinden olan başarı ihtiyacı duyma, risk üstlenme, cesaret, birikim yapma gibi özelliklere dair ilk telkinler ve uyarımlar kültür tarafından sunulmaktadır. Çalışmada öncelikle girişimci ve girişimcilik kavramları incelendikten sonra, girişimci kişilik ve kültür kavramlarına değinilmiştir. Ardından, kültürün girişimciliğe ne şekilde etki ettiği konusu açıklanmaya çalışılmıştır. Günümüzde girişimciliğin kalitesinin gösteren birçok parametre vardır. Yenilikçilik, patent başvurusu, Ar-Ge harcaması ve bunun alt bileşenleri, rekabetçilik endeksindeki sıra, dış ticaret dengesi, ihraç ve ithal mallarının katma değer açısından düşük olması, açılan ve kapanan şirket sayısı, nesilden nesile başarıyla devredilen şirket sayısı gibi birçok gösterge tanımlamak olasıdır. Girişimciliğin taklit edilerek başarılı girişimcilerin bulunduğu ekonomik çevrelerde daha hızlı geliştiği varsayıldığında, ülkemizde girişimci ruhu arttırmak, başarılı girişim örneklerinin ülkemize girmesini sağlamak adına yabancı girişimciliğin artması gerekmektedir. Ancak bunun sağlanması için temel reformlara değinmek ve ekonomideki kurumsallaşma çalışmalarına dikkat etmek gerekmektedir. Çalışmada Türkiye’nin girişimcilik performansı değerlendirildikten sonra, yabancı girişimcilikten daha çok yararlanmak adına yapılması gerekenler üzerinde durulmaktadır. Y 156 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik 1.Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik 1.1. Girişimcilik Kavramı Girişimcilik kuramsal olarak iktisadi bir çerçeve içinde ele alınan bir kavramdır. Ekonomi biliminin temelini oluşturan kişi olarak bilinen Adam Smith, girişimci ile sermaye sahibi kavramlarını birbirinden ayırmamıştır. 19’uncu yüzyıl başlarında ortaya çıkan Neo-klasik ekol, bu görüşü devam ettirmiş ve girişimcinin işyeri yöneticisi olduğu kabul edilmiştir. Kısacası, girişimci, yönetici olarak maaş alan ve ekonomik teoride özel bir konumu olmayan kişidir (TÜSİAD, 2002:35). Girişimcilik konusundaki bilimsel tanım ilk kez 1803 yılında Jean Baptiste Say tarafından yapılmakla birlikte, Say’ın öncesinde, Cantillon, Condillac ve Von Thünen bu girişimciliği konu alan çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. 18. yüzyılın son çeyreğinde Cantillon, girişimciliğin risk alma ya da risk üstlenme vasfını öne çıkarmıştır. Say’ın tanımlaması ise, girişimci denilen yeni bir üretim faktörüne dikkat çekmiştir. Say, girişimciyi; toprak, emek ve sermayeyi temin ve organize ederek üretime yönlendiren üretim faktörü olarak tanımlamıştır (Schumpeter,1982:76). Üstelik Say, sermaye sahibi ile girişimcinin işlevini yönetim, işletmecilik, denetim, karar alma gibi süreçlerde birbirinden ayırmakta ve girişimciliğin kazancı olan karın, üretimin iyi ya da kötü taraflarının peşinen kabul edilmesi ile ortaya çıktığını ileri sürmektedir (Alada, 2001:48). 1934’te Joseph A. Schumpeter, girişimciliğin keşif ve yenilik yapma vasıfları üzerinde durmuştur. Schumpeter, riski üzerine alma vasfının girişimciliği tanımlayacak yeterli bir özellik olmadığını, yenilik yapmayan işadamının girişimci sıfatını alamayacağını dikkatle vurgulamıştır (Alada, 2001:51). Tablo 1’den izlenebileceği gibi girişimcilik kavramı farklı dönemlerde farklı açılardan incelenmiştir. Tablo1: Girişimcilik Kavramının Gelişimi Dönem Ortaçağ Dönemi Girişimcilik Kavramının Kullanımı Bu dönemde girişimcilik, büyük ölçekli üretim projelerini yöneten bir aktör ya da yönetici olarak benimsenmiştir. Bu türden büyük ölçekli üretim projelerinde girişimci, herhangi bir risk almamakta, sadece tahsis edilen kaynakları kullanarak projeyi yöneten kişidir. 1725 Richard Cantillon Girişimci, sermayeyi tedarik eden kişiden farklı olarak risk üstlenen kişidir. Girişimci belirli bir fiyattan satın alan, ancak belirsiz fiyattan ürününü satan, bu nedenle riskle faaliyetlerini sürdüren kişidir. Y 17. yüzyıl Girişimcilik kavramı ile risk arasında ilk kez bu dönemde ilişki kurulmuştur. Girişimci kar ya da zarar etme riskini üstlenerek, devletle anlaşma imzalamak suretiyle mal ya da hizmet tedarikinde bulunan kişidir. 157 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. 1797 Beaudeau Girişimci, risk üstlenen, planlayan, idare eden, organize eden ve sahip olan kişidir. 1803 Jean Baptiste Say Sermaye karından, girişimci karını ayırt etmiştir. 1876 Francis Walker Fonları tedarik edip faiz alanlarla, yönetsel becerilerinden dolayı kar elde edenleri ayırt etmiştir. 1921 Frank H.Knight Risk ile belirsizliği birbirinden ayırmıştır. 1934 Joseph Schumpeter Girişimci, inovasyon yapan ve denenmemiş teknolojileri geliştiren kişidir. 1961 David McClelland Girişimci, faal, orta düzeyde risk alan kişidir. 1964 Peter Drucker Girişimci fırsatları maksimize eden kişidir. 1975 Albert Shapero Girişimci, teşebbüs eden, insiyatif alan, bazı sosyal ve ekonomik mekanizmaları organize eden ve iflas riskini göze alan kişidir. 1980 Karl Vesper Girişimciler, ekonomistler, psikologlar, işadamları ve politikacılar tarafından farklı değerlendirilmektedir. 1983 Giffort Pinchot İç girişimcilik, işletme içinde çalışan bireylerin girişimciliğidir. 1985 Robert Hisrich Girişimcilik, finansal, sosyal, psikolojik risklerle birlikte parasal ve kişisel tatmin elde etme, bu amaçla, gerekli zaman ve çabayı harcayarak farklı bir değere sahip bir şey yaratma sürecidir. Kaynak: Hisrich,Robert D. ve Michael P.Peters, Entrepreneurship-Starting, Developing and Managing a New Enterprise, 3.Baskı, USA:Irwin Publishing,1995:6’dan aktaran Döm, S. (2006). Girişimcilik ve Küçük İşletme Yöneticiliği, Ankara: Detay Yayıncılık, s. 11. Günümüzde girişimci, emek, teknoloji, sermaye ve doğal kaynaklar olarak sayılan üretim faktörlerini en güncel teknik yöntem ve bilgilerle analiz edip bir araya getirerek mal veya hizmet üreten birey olarak ön plana çıkmaktadır (İGİAD,2008:21). Girişimcilik ise, girişimcilerin risk alma, fırsatları kovalama, hayata geçirme ve yenilik yapma süreçlerinin tümüne verilen bir ad olarak tanımlanmaktadır (TÜSİAD,2002:34). Y 158 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik 1.2. Girişimci Kişilik Girişimciliğin bir takım kişisel özelliklerin bileşimi olduğu konusunda önemli bir fikir birliği vardır. Genel anlamda girişimciler bağımsız, risk üstlenen, yenilikçi, sezgilerine ve şanslarına güvenen, belirsizliğe karşı toleransı olan, başarı için fırsat kollayan, ve başarma arzusuna sahip insanlardır. Yenilikçilik, girişimcilik tanımının odak noktasını oluşturmaktadır. Yenilikçi olmak, yeni ürünler, yeni yöntemler oluşturma, yeni pazarlara girme, yeni bir organizasyon yapısı kurma ve tüm bunlara yönelik bir irade ortaya koymayı içeren bir eğilimdir (Erdoğmuş, 2007:42). Yenilik, yaratıcı fikirler üzerinde çalışacak yetenekli ve birbirini tamamlayan insanların emeğini gerektiren zor bir iştir. Çağdaş toplumlarda, girişimciden beklenen sürekli şekilde yenilikleri geliştirmeleridir. Bu yönden modern girişimcinin gücü; yenilik yapma ve yaptığı yenilikleri somut ticari ürünlere dönüştürebilme yeteneğiyle değerlendirilmektedir (Duran, Saraçoğlu,2009:60). Girişimci değişimi normal ve sağlıklı görür, Schumpeter’in söylediği gibi “yaratıcı yıkıcılık” görevini üstlenmiştir. Bir diğer deyişle, geleneği yıkarak yeniyi yaratmaktadır. Değişim her zaman zordur, bu zoru yenmek için girişimci hem üretim, hem de kullanım aşamasında karşılaşabileceği dirençleri hesaplamak ve onları aşmaya yönelik çabalar göstermek zorundadır (TÜSİAD, 2002: 37). Geleneksel anlamda girişimcilik, risk üstlenme eylemidir. İşletmelerde özellikle yönetici kademesindeki kişiyle girişimciyi birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Çünkü girişimci işletmenin kar ve zarar riskini üstlenmektedir. Yüksek başarma güdüsüne sahip olan girişimcinin aldığı risk, maddi sınırları aşan niteliktedir. Girişimcilerin kişilik özelliklerinden biri de proaktifliktir. Proaktif kişilik, bulunduğu koşullardan daha iyisini arzulayan, fırsat kollayan, inisiyatif sahibi, dinamik ve değişimi yakalamaya çalışan kişidir. Girişimci, değişimi karlı bir çıkar kapısı olarak kavrayıp, onun içinde ortaya çıkacak somut geleceği, toplumun ihtiyaçları yönünde biçimlendiren kişileridir (Top, 2006: 6). 1.3. Kültürler Arası Farklılaşma Kültürel farklılıklar, farklı kişilik, benlik ve karakter yapılarının oluşumuna kaynaklık ederler. Bu yüzden birbirinden farklı kültürlerin yetiştirdiği insanlar benzer konu ya da koşullar karşısında farklı tepkiler vermektedirler. Kimi kültürler, dışa açık, özgür, bağımsız kişiliklerin oluşumuna fırsat tanırken, kimileri, bağımlı, korumacı ve güvensiz kişilikler üretir. Hofstede’in bir topluma ait olan kültürün farklı boyutlar kapsamında düşünülmesi gereğinden hareketle yaptığı çalışmasında, kültürel farklılaşmaya sebep olan, belirsizlikten kaçınma, güç mesafesi, erillik-dişilik ve bireycilik-toplumculuk boyutları bu alanda genel kabul görmüş boyutlardır. Bu boyutlara ek olarak Sargut’un (2001) çalışmasında yer verdiği denetim noktası boyutu da eklenmiştir. Y Belirsizlikten kaçınma boyutu; toplumların, bilginin yetersiz olduğu, açık olmadığı veya hiç olmadığı, değişimin hızının ve boyutunun öngörülemediği durumlar159 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. dan duydukları tedirginlik düzeyi ile ilgilidir (Hofstede, 1984:25). İnsanlar belirsizlik içeren ortamlara uyum göstermekte önemli sorunlar yaşarlar. Belirsizliğe toleransı yüksek olan bireylerin, belirsizlik ve bilgi yükü altında uygun ve esnek davranışlar sergileyebildikleri ve bu kişilerin diğer insanların içsel özelliklerine daha duyarlı oldukları görülmektedir (Sargut,2001:180). Bu toplumlarda insanlar daha özgür olmayı, risk üstlenmeyi, yenilik ve değişime açık olmayı tercih etmektedirler. Belirsizlikten kaçınma eğilimi yüksek bireylerden oluşan toplumlarda, bireyler kendileri için yaşamı daha güvenli hale getirmek adına biçimsel ve yazılı kuralları artırma çabasında olmaktadırlar. Düşünce yapılarına ters gelen fikirlere karşı çıkma ve mutlak doğruluğu olan arama faaliyetlerini gerçekleştirmeleri kaçınılmazdır. Güç mesafesi boyutu, bir topluluğun bireyleri ve örgütlerinde gücün eşit olmayan bir biçimde dağılımı ile ilgilidir. Bazı toplumlarda ve kültürlerde az gücü olan insanlar, gücün eşit olarak dağıtılmadığını kabullenmişlerdir. Başka bir deyişle, toplumdaki bireyler arasındaki güç mesafesi fazladır. Böyle bir toplumda üst makamlarda bulunanlar haklı olmak için doğruyu bilmek zorunda değillerdir. Çünkü haklılıkları sahip oldukları güçten kaynaklanmaktadır (Sargut,2001:182). Toplumlara göre; bireyin yaşının, ailesinin, eğitim gördüğü kurumun saygınlığının bireylere güç verdiği bilinmektedir. Bu faktörlerin etkisiyle, bireyin çabasına, eğitimine ve deneyimine bakılmaksızın bireye güç ayrıcalığı getirilmektedir. Düşük güç mesafeli toplumlarda, gücün neden olduğu farklılıklar en aza indirilmeye çalışılır. Toplumsal ve örgütsel hiyerarşinin az olması, insanların birbiriyle rahatça iletişim kurmasını, ve insanların risk almaktan korkmamasını getirir. Yüksek güç mesafeli toplumlarda ise, güç farklılıkları benimsenmekte ve kurumsallaştırılmaktadır. Astlar üstlerinin gücünü kabul etmişlerdir ve onların yönlendirmeleriyle hareket etmektedirler. Bu sistemlerdeki oluşabilecek belirsizliklerin güç mesafesi aracılığıyla azaltılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Kültürün erillik boyutu olarak da adlandırılan bir kültürün erkeklik boyutu, atılganlık, para kazanmaya önem verme, kendine güvenme, kararlılık, bağımsız olma eğilimlerinin egemen olması gibi özellikleri sergilemektedir. Dişi kültürün göstergeleri ise, uyumcu olmaları, fazla öne çıkmayan, içe dönük karakterlere açıklık göstermeleri, merhametli ve sadık olmaları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Erkek kültürlerde, çalışmak için yaşamak ilkesi benimsenirken dişi kültürlerde yaşamak için çalışmak ön plana çıkmaktadır(Aytaç, 2006:155). Erkek kültürlerde çocuklar, hırslı, girişken, rekabetçi bir tarzda yetiştirilmektedir. Bireycilik-toplumculuk algısı, belli bir toplumda, bireysel değerlerin mi yoksa toplumsal değerlerin mi egemen değerler olarak algılandığını gösteren kültürel bir boyuttur. Kimi toplumlarda bireyciliği ön plana çıkaran inançlar ve değerler daha önemli iken, kimi toplumlarda ise toplumculuk ön plandadır. Bireycilikte önemli olan nokta kişisel yeterlilik ve kontroldür. Bireyin amaçlarını oluşturması ve kendi başarılarından gurur duyması süreci söz konusudur. Bireyci kültürlerde kişiler ben merkezli düşünceye sahiptirler ve denetim bireyin içsel baskısıyla sağlanmaktadır. Ortak davranışçı (kolektivist) toplumlarda ise grubun ya da toplumun çıkarları bireyin çıkarlarından Y 160 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik üstün tutulmaktadır. Paylaşım, işbirliği ve grubun uyumuna önem verilmektedir. Bireyler kendilerini grubun bir parçası gibi hisseder, bireysel çıkarlarını düşünmeden gruba katkı vermeye hazırdırlar. Ortak davranışçı kültürler üyelerini dışsal-toplumsal baskıyla denetlenmektedir (Sargut, 2001:185). Denetim noktasına göre insanlar içseller ve dışsallar olarak ikiye ayrılır. İçseller kendi hayatlarını denetleyebileceklerine inanmaktadırlar. Başarı ya da başarısızlıklarının kendi ellerinde olduğunun bilincindedirler. Oysa dışsallar olayların ve durumların kendi davranışlarından bağımsız geliştiği inancındadırlar. Her toplumda ve kültürde içseller ve dışsallar vardır. Ancak bazı toplumların içselliği, bazı kültürlerin de dışsallığı özendirebileceği söylenebilmektedir. Örneğin belirsizlikten kaçınmayı öngören bir kültürün daha çok dışsal davranış biçimlerini ve değerleri dayatması olasılığı yüksektir. Çünkü belirsizliğe tolerans ile içsellik arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır (Sargut, 2001:196). 1.4. Kültürün Girişimciliğe Etkisi Kültür, insanların davranışlarına ve kişiliklerine doğrudan etki eden bir sistemdir. Geleneklerden aile içerisinde alınan eğitime, ahlaki kurallara, kişilik yapısına, davranış biçimine, yaşam tarzına ve sosyal çevreye kadar bir çok öğede kültürün izleri görülmektedir. Ön kabullerimiz ve tercihlerimiz büyük ölçüde, içerisinde yaşadığımız toplumsal kültürün bir eseridir (Aytaç, 2006:153). Girişimciliğin de; kültürel değerlerden etkilenmemesi olası değildir. Girişimci güdülerin ve davranış kalıplarının oluşumunda kültürel yapı önemli bir rol üstlenmektedir. Hiçbir kültür; girişimciliği destekleyen ya da girişimciliğe karşı olan bir kültür olarak tanımlanamaz. Kültürle girişimcilik faaliyeti arasında bir ilişki kurulurken, hangi tür kültürlerin girişimciliğe destek verdikleri, hangilerinin engelleyici etkilere sahip oldukları sorunu önem taşımaktadır. McClleand (l962), girişimciliğe destek veren kültürlerin üç temel davranışı öne çıkarttıkları ve bunların yüksek sorumluluk üstlenme, hesaplı risk alma ve performansa dönük geribildirim talep etme olduğu üzerinde durmaktadır (Aytaç, 2006:154). Girişimci özelliklerinin toplumda genel kabul görmesi, girişimci değerlerin ve davranışların onaylanması, hatta ödüllendirilmesi ile girişimcilik yaygınlaşmaktadır. Sosyal ve kültürel değer farklılıkları nedeniyle girişimciliğin çok kabul görmediği bazı ülkelerde başarısız olma korkusu yüzünden kişiler risk almaktan çekinmektedirler. Bu da yeniliklere açılabilecek kapıların kapatılması anlamına gelmektedir. Y Sosyal ortamın etkilerini inceleyen çalışmalar aile ortamının önemine dikkati çekmektedir. Kimi geleneksel, ataerkil aile yapıları girişimciliği kısıtlamaktadır. Ataerkil aile yapılarında, anne-babanın sıkı denetimi ve çocukların ebeveynlerine itaat güdüsü çok baskındır. Çocuklarının garanti bir işte çalışmasını isteyen aileler, yönlendirmeleri de bu şekilde yapmaktadır. ‘Az da olsa düzenli bir gelir olsun’ veya ‘çalışma saatleri belirli olsun’ gibi düşünceler girişimcileri kültürel yönde etkileyen engellerdendir. Bu yapı içinde yetişen çocuklarda yenilikçiliğe açıklık, bireysel başarının hedeflenmesi, dinamizm, 161 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. üretkenlik, risk almak gibi girişimciliğe özgü değerlerin oluşması zorlaşmaktadır. Buna karşın, modern toplumlar ve aile yapıları, görece değişken, dinamik, rekabetçi bir kültüre açıklık göstermektedirler (Aytaç,İhan, 2007:108). Türkiye’nin toplumsal yapısına bakıldığında da girişimcilikten çok mecburi bir garanticiliğin daha yaygın olduğu görülmektedir. Girişimciliği uyarmada eğitim önemli bir etkendir. Girişimciliğin, yüksek eğitimsel ortamlarda daha hızlı arttığı görülmektedir. Eğitimin, bireye, kendine güven ve bağımsızlık gibi özellikleri kazandırmasıyla birlikte, yüksek öğretim kurumları bireylere çeşitli kariyer seçenekleri sunmakta, onların ufkunu genişletmekte ve fırsatları algılamada bir adım önde kılmaktadır. Eğitimli kişilerin girişimciliği ileri teknoloji ve bilgi isteyen dolayısıyla rekabet gücü yüksek alanlarda yoğunlaşmakta, eğitim düzeyi düşük kişilerin geliştirdiği girişimcilik ise daha çok emek yoğun ya da geleneksel ve ulaşılabilirliği geçmiş olan teknolojiyi kullanan alanlarda yoğunlaşmaktadır (Ersoy, 2010:73). Bireyler arasındaki güven ilişkisinin düşük ya da yüksek olması da girişimciliği etkilemektedir. Araştırmalara göre, toplumlarda yükselen güven düzeyi işbirliği eğilimini arttırmaktadır. İşbirliği ise toplumsal dinamizm ve gelişme için ateşleyici bir rol oynamaktadır. Bazı kültürlerde birbirini tanımayan kişiler arasında bile güven duygusu gelişmiş olabilmektedir ki bu kültüre sahip toplumlarda toplumsal sermaye birikimi fazladır. Çizilen bu çerçeveden sonra kültürün girişimciliğe etkisi konusunda, kültürel farklılaşma adına genel kabul görmüş boyutların başlıkları altında girişimcilik özellikleri incelenecektir. Belirsizlikten kaçınma boyutu incelenecek olursa, belirsizliğe toleransı yüksek olan yöneticilerin eylemlerinde girişimci özellikler sergilediğini görülmektedir. Bu bireyler araştırmacı kişilikleri ve karmaşık işleri çözme yönündeki yetenekleri ile belirsiz bir ortamda hızlı ve doğru karar verebilmektedirler. Williams ve Narendran (l999), belirsizlikten kaçınmanın teşvik edildiği toplumlarda, kurumlar ve insan ilişkilerinde, yerleşik kalıpların tercih edildiğini ifade etmişlerdir (Aytaç,İlhan, 2007:111). Belirsizlik, endişe, korku ve stres yarattığı için güvenli bulunmaz. Bu nedenle girişimsel riske yönelim zorlaşır. Bu konuda Türk toplumunun kültürel niteliğine bakıldığında, belirsizlikten kaçınma düzeyinin yüksek olduğu sonucuna varılmaktadır. Örneğin ülkemizde yaygın bir uygulama olan “yaşam boyu istihdam” belirsizlikten kaçınma eğiliminin doğal bir sonucudur (Sargut, 2001:182). Bireyler çalıştıkları işten memnun olmasalar ve yeni bir iş kurma düşünceleri olsa dahi, işten çıkma riskini alamadıkları için, yeni iş fikirleri hayata geçirilememektedir. Güney ve Nurmakhamatuly (2007)’nin yaptığı çalışmada üniversiteli Türk gençlerinin mezun olduktan sonra ikinci sırada bir kamu kuruluşunda çalışmayı tercih ettikleri görülmektedir. Bunun nedeni, az olan belirsizlik toleransının Türkiye’de güç mesafesini artırması ve dolayısıyla da girişimcilik için gerekli olan riskleri almayı engelleyici olmasıdır. Çalışmalarda, girişimciliğe olan etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için, güç mesafesi boyutu belirsizlikten kaçınma boyutu ile birlikte değerlendirilmektedir. Türkiye’de güç mesafesi de, belirsizlikten kaçınma eğilimi de fazladır. Kültürün de etkisiyle, belirsizliğe karşı toleransı azalmış olan kişiler, risk almamak adına, üstlerinin Y 162 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik sözlerinden çıkmayarak, güç mesafesini arttırmaktadırlar. Böylesi bir ortamda kişilerin yenilikçi fikirler geliştirmesi ve gerçekleştirmeye çalışması bir yana sürekli verilen emirleri uygulamaktan başka şansları kalmamaktadır. Bir kültürün erillik-dişilik boyutunda kendine güven ile alçak gönüllülük özellikleriyle ilgi kurulmaktadır. Erkek kültürlerdeki insanların kendine güven duyguları daha yüksektir. Dişi kültürlerde ise alçak gönüllülük egemen faktör olarak görülmektedir. Girişimci kişilik özellikleri içinde bulunan kendine güven duygusunun erkek kültürler içinde daha rahat yer bulduğu söylenebilmektedir. Erkek kültürlü toplumlarda çocuklar, dişi kültüre göre daha hırslı, girişken, çalışmayı seven ve rekabetçi bir tarzda yetiştirilmektedir. Bir başka deyişle, erkek kültürler, girişimci kişilik oluşumunda daha etkindir. Kültürel çevrenin toplulukçu ya da bireyci olmasının girişimciliğin en önemli öğelerinden risk almada büyük etkisi bulunmaktadır. Bireyci kişi, bağımsız bir yönelime, kendine yeterlik üzerine bir vurguya, akılcılığa, insanların kendi başarısından gurur duyduğu ve kendine güvendiği bir kültüre işaret etmektedir. Buradan hareketle bireyci kültürlere hakim değerler de hatırlandığında, bireyciliğin girişimcilik için olumlu anlam ifade ettiği söylenebilir. Ortak davranışçı kişi diğer grup üyelerine kendini bağımlı hissedip, amaçlarını grubun amaçlarına uyumlandırmaya çalışmaktadır. Toplumsal davranışını, grup normlarına, görev ve sorumluluklarına göre belirlemektedir. Toplumlarda ise grubun ya da toplumun çıkarları bireyin çıkarlarının üstündedir. Ortak davranışçı kişi için, iç grupla ve diğer kişilerle ilişkide olmak akılcılıktan önce gelmektedir. Bireycilik çağdaşlığın koşutu olarak görülmektedir ve cinsiyet rolleri gibi çağdaş değerlerle bağdaştırılmıştır. Toplulukçuluk ise geleneksel ve tutucu bir ideoloji ile bağdaştırılmıştır (Kağıtçıbaşı,2000:98). Ülkemiz açısından bakıldığında, Türkiye bireyciliğin gelişmediği, ortaklaşa davranışın ağır bastığı bir toplumdur. Türklerdeki hemşehrilik ve adam kayırmanın, karşılaşılan problemleri devlete, Allah’a veya başka güce havale etme alışkanlığının veya kurtarıcı bekleme eğiliminin kökeninde bu ortaklaşa davranış kültürü yer almaktadır. Bu nedenle Türk toplumunda girişimcilik yeterince gelişememiştir (Coşkun, 2009). Y Denetim noktasına göre içseller ve dışsallar olarak ayrılan insanlardan içsel olanların, dışsallara oranla liderlik yetenekleri daha gelişmiştir. Dışsal liderler baskıcı gücü ve tehdidi daha yoğun kullanırken, içsel liderlerin ikna ve uzmanlık gücünü yeğledikleri gözlenmektedir (Sargut, 2001:197). Bir diğer taraftan, içselller yenilikçi ve yaratıcılık isteyen işlerde çalışmaya gönüllü olurlarken, dışsallar sıradan ve rutin işlerden yanadırlar. İçseller başlarına gelenin kendi yaptıklarının bir sonucu olduğuna inanmaktadırlar. Başarılı olmaya önem verirler, bunun için öğrenme, soru sorma ve sorumluluk üstlenme eğilimleri yüksektir. Bu durumda içsellerin girişimci niteliklerinin öne çıktığını söyleyebilmektedir. Türk toplumunda dışsallık eğiliminin yüksek olduğu yönünde bir kanı vardır. Toplumun genel performansına bakıldığında, belirsizliğe toleransı az olan, dış denetime gereksinim duyan, sürekli dış uyarılar bekleyen, sorumluluk almaktan kaçınan, kurtarıcı bekleme eğilimi fazla olan bireylerin nüfusça fazla olduğu gözlenmektedir. Girişimcilik adına daha çok içsel denetimli insan yaratmak için, egemen kültürdeki dışsallığı özendiren öğelerin ortadan kaldırılması gerekmektedir (Sargut, 2001:201). 163 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. 2. Türkiye’nin Girişimcilik Performansı ve Yabancı Girişimcilik Türkiye’nin girişimcilik konusundaki yeterliliğini inceleyeceğimiz bu bölümdeki bulgularımızla yabancı girişimcilere olan ihtiyacımızın ölçüsünü belirlemeye çalışacağız. Her ülkenin yabancı sermayeye ihtiyacı olduğunu söyleyebileceğimiz küreselleşme çağında, taklit edilerek öğrenilen disiplinli çalışma, düzenli organizasyon yapısı oluşturabilme, cesaret ve atılgan tavır sergileyebilme vasıfları açısından örnek oluşturabilecek yabancı girişimci modellerine olan gereksinimden bahsedeceğiz. Girişimci kişilerin yetişmesi veya girişimci ruhunun oluşabilmesi yeni bir kültürün oluşmasını gerektirmektedir. Bu nedenle toplum yapısının, bakış açısının da değişmesi zorunludur. Bu yeni bakış açısı da yabancı girişimcilerle ortaklık ya da yabancı girişimlerde istihdam edilen kişiler dolayısıyla sağlanabilecektir. 2.1. Girişimciliğin Önemi Girişimciliğin son dönemde popüler olmasının başlıca sebepleri arasında üç önemli başlık altında toplanabilir (TÜSİAD,2002:40). Bunlardan ilki istihdam sorununun artması, ikincisi yeni ekonominin gittikçe güçlenmesiyle değişen ekonomik yapı ve son olarak ekonomi ve işletme alanlarında teorik gelişmeler ve girişimciliğin genel kabulüdür. Küresel Girişimcilik Platformu (Global Entrepreneurship Monitor -GEM) tarafından yayınlanan 2012 Küresel Girişimcilik Raporun’da, 69 ülke arasında yapılan araştırmada, yüksek girişimcilik faaliyetleri olan ülkelerin ortalama ekonomik büyümenin üzerinde gelişme gösterdiği belirtilmektedir. Çünkü girişimcilik, işletmeciliğin ve toplumun yapısında bir değişim başlatır ve geliştirir. Bu değişimi sağlayan yenilikçiliktir. Girişimci yeni düşüncelerin oluşturulması, yayılması ve uygulamasını hızlandırmaktadır. Yeni teknolojileri kullanan sektörlerde verimlilik artar ve hızla büyüyen sektörler üzerinden ekonomik büyüme ivme kazanmaktadır. Girişimcinin tüm faaliyetleri makro ekonomik dengeleri desteklemektedir. Örneğin satış hasılatını arttırmak isteyen girişimci iç ve dış piyasalarda yoğun bir faaliyet gösterecektir. Bu amaçla ihracatını arttıran girişimcinin ödemeler dengesi üzerinde olumlu katkıları olacaktır. Satış ve üretim artışı beraberinde kapasitenin artmasına ve yeni eleman alımına yol açacaktır. Satış hasılatını arttırmak için maliyetleri düşürme yoluna gidecek olan girişimci verimliliğini arttırmayı hedefleyecektir. Ardından, verimlilik artışı tasarruf artışını getirecektir. Tasarrufun bir kısmı yeni yatırımlara dönüştürülürken, bu durum tasarruf-yatırım dengesini olumlu etkileyecek, bir kısmı finans piyasalarında değerlendirilirken finansman dengesini iyileştirecektir. Girişimciliğin hedeflerinden biri de rekabet gücünün arttırılmasıdır. Rekabet, fiyat istikrarını beraberinde getirerek ve enflasyonu düşürecektir. Enflasyonun düşmesi faiz oranlarını aşağı çekerken kaynaklar-harcamalar dengesi üzerinde olumlu etki sağlayacaktır. 2.2. Türkiye’nin Girişimcilik Performansı Bir akademik araştırma konsorsiyumu olan Global Entrepreneurship Monitor (GEM) ülkelerin girişimcilik faaliyetinin düzeyini ve girişimciliğin ekonomik gelişmedeki rolü- Y 164 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik nü belirlemek için girişimcilik faaliyeti ile ilgili nitelikli araştırma verileri oluşturmaktadır. GEM’in yaptığı çalışmalarda ülkeler, faktör, verimlilik ve inovasyon odaklı ekonomiler olarak sınıflandırılmaktadır. Türkiye bu sınıflandırmada verimlilik odaklı ekonomiye sahip ülkeler arasındadır. GEM’nin girişimcilik tanımlamaları şöyledir: Kuruluş Aşamasındaki Girişimciler (Nascent Entrepreneurs): 18-64 yaş arasındaki yetişkin nüfus içinde, şu anda bir iş kurmaya hazır, henüz bir ücret-maaş geliri olmayan ya da üç aydan az süredir geliri olan kişilerdir. Yeni Girişimciler (New Firm Entrepreneurs): 18-64 yaş arasındaki yetişkin nüfus içinde, şu anda bir işletmenin yönetici ya da sahibi olarak aktif çalışan, üç aydan fazla ancak 3-5 yıldan az bir süredir geliri olan kişilerdir. Erken Evre Girişimciler (Total Early Stage Entrepreneurs-TEA): 18-64 yaş arasındaki yetişkin nüfus içinde, kuruluş aşamasındaki girişimciler ile yeni girişimcileri kapsar. Kurumsallaşmış Girişimciler (Established Business Owners): 18-64 yaş arasındaki yetişkin nüfus içinde bir iş kurup devam ettiren yönetici ya da işletme sahiplerinden 42 aydan fazla süredir geliri olan kişilerdir. Tablo 2’de 18-64 yaş aralığı için yukarıda tanımlanan girişimcilerin Türkiye’deki oranının yıllara göre değişimini gözler önüne sermektedir. Tablo 2: Türkiye’de Girişimcilik Faaliyetlerin Yaygınlığı (%) 2006 Kuruluş aşamasında girişimci Yeni girişimci Erken evre girişimci 2.2 4.0 6.1 2008 3.2 3.0 6.0 2010 3.7 5.1 8.6 2011 6.3 6.0 11.9 2012 7.0 5.0 12.0 Kaynak: GEM Raporlarından yararlanılarak yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Tablo 2’ye göre Türkiye’de erken evre girişimcilik oranı 2010 yılında % 8.6, 2011 yılında ise % 11.9’dur. GEM 2011 Küresel Girişimcilik Raporuna göre 2011 yılında ülkelerin girişimcilik notu da denebilecek bu endeks % 12’dir. Bunun anlamı her 100 yetişkinden 12’si girişimcidir. Geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında girişimcilik oranının arttığı görülmektedir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu verimlilik odaklı ekonomiye sahip diğer ülkelere bakıldığında ortalama girişimci sayısı %14’tür. Bu oran Çin’de % 24’e çıkmaktadır. 2010 yılına ait verilerin olduğu rapordaki çalışmada Türkiye, ekonomik gelişmede kendisiyle benzer özellikler gösteren ülkeler arasında değerlendirilmektedir. Araştırmaya konu olan 24 ülke arasında Türkiye’nin yeni girişimciler oranı % 5.1 ile dokuzuncu sıradadır. Kuruluş aşamasındaki girişimciler sıralamasında ise Türkiye’nin yeri % 3.7 ile yirminci sıradır. Y Bağlı olduğu grupta Türkiye’de kadın girişimci oranı düşüktür. Her 100 erkeğe karşı- 165 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. lık 28 kadının girişimcilik faaliyeti içinde olduğu görülmektedir (GEM,2010:31). İş yaşamında erkekler bilgi ve deneyimleri konusunda kendilerine daha fazla güven duymaktadırlar. Kadınlar erkeklere göre başarısız olmaktan daha çok çekindikleri için girişimcilik ruhlarını baskılamaktadırlar. Girişimcilerin yaş gruplarına bakıldığında, pek çok ülkede girişimcilerin 25-34 yaş arasında yoğunlaştığı görülmektedir. Türkiye’de ise 25-34 yaş arasındaki girişimcilerin oranı 2008’de % 44.36 iken 2010 yılında bu oran % 31.84’e gerilemiştir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun yayınladığı “Hanehalkı İşgücü Araştırmasına” göre genç işsizlik oranı ise % 21.6’dır. Bu duruma göre her beş gençten biri işsizdir. Buna karşın 35-44 yaş aralığındaki girişimciler ile 45-54 yaş arasındaki girişimcilerin oranı artmaktadır. Nüfusumuzun büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu göz önüne alınırsa girişimcilerimiz yaşlanmaktadır. Bu veriler göstermektedir ki, Türkiye’de bireyler girişimci olmadan önce ilk tercih olarak kurulmuş bir şirkette çalışmak ya da kamuda görev almak istemektedirler (GEM,2001:31). Gençlerimizi, bir kariyer yolu olarak girişimciliği seçmeleri adına cesaretlendirmemiz ve teşvik etmemiz gerekmektedir. TÜİK’in yayınladığı yıllık girişim istatistikleri 2008 yılında son bulmaktadır. Verilere göre girişim sayısı yıllık sanayi ve hizmet istatistikleri kapsamında olan sektörlerde faaliyet gösteren ve referans dönemde aktif olan tüm birimlerin sayısıdır. 2003 yılından başlayarak inceleyecek olursak, 2003 yılında 1 milyon 740 bin olan girişim sayısı, 2008 yılında 2 milyon 583 bin olmaktadır (TÜİK,2011). Yıllar itibariyle çalışan sayısıyla girişim sayısını oranlandığında ise bir artış gözlenmemektedir. 2.3. Yabancı Girişimcilik Yabancı sermaye yatırımları, yatırım yapılan ülkeye sermaye girişi sağladığı için sermaye sıkıntısı çeken birçok ülkede önemli bir kaynaktır. Yabancı sermaye yatırımları, uluslararası firmaların ülke içinde ya kendi başlarına ya da yerel ortaklıklar ile gerçekleştirdikleri yatırımlardır. Girişimcilerin yaratacağı zenginlik açısından yabancı girişimci (yabancı sermaye) gelişmekte olan ülkeler için oldukça anlamlıdır. Bununla birlikte girişimciliğin taklit edilmesiyle birlikte başarılı girişimcilerin bulunduğu ekonomik çevrelerde daha hızlı geliştiği varsayıldığında, yerel girişimciler de yabancı girişimcilerin başarısını görerek işletme kurma adına cesaret kazanmaktadırlar. Ekonomik, siyasal ve sosyal boyutlarıyla etkili olan küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı en önemli olgulardan biri, genellikle gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru yapılan orta ve uzun vadeli sermaye ve teknoloji getiren “Doğrudan Yabancı Yatırımlardır-DYY”. DYY, ülke ekonomilerini ayakta tutan temel taşlardan birini oluşturmaktadır. Bu yönüyle DYY’ler hem ekonomik hem de politik çevrelerde ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleştirilmesi için gerekli ve önemli bir araç olarak kabul edilmektedir. OECD tarafından yapılan bir sınıflandırmaya göre, doğrudan yabancı yatırımlar ülke ekonomilerine, bilgi ve teknoloji transferi, girişimcilik kültürünün gelişmesi, uluslararası ticari entegrasyonda artış, yerel işletmelerin rekabetçi özelliklerini ve beşeri Y 166 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik sermaye birikimini arttırma gibi olumlu katkılar sağlamaktadır (OECD,2003:87). Bu olumlu etkilerinden yararlanabilmek için dünya sistemi içinde Türkiye’nin belirgin bir fark oluşturması gerekmektedir. Yüksek büyüme ve alım gücü sürekli artan, genç çalışabilir ve tüketebilir bir nüfusa sahip olması Türkiye’nin en büyük farkı olmakla birlikte, bunlar gerekli ancak tek başına yeterli değildir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki; enflasyon, döviz kurları, kişi başına düşen GSYİH, emek gücü, faiz oranları ve ekonominin dışa açıklığı gibi makroekonomik göstergelerin yanı sıra, kurumsal faktörler de doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir (İGİAD,2008:74) UNCTAD’ın 2011 Dünya Yatırım Raporu’na göre 2010 yılında Türkiye’ye uluslararası doğrudan yatırım girişleri bir önceki yıla göre % 8 artarak, 9.1 milyar Dolara yükselmiştir. Türkiye dünya genelinde en fazla uluslararası doğrudan yatırım çeken 27. ülke olurken; gelişmekte olan ülkeler arasında 14. sırada yerini almaktadır. 2010 yılında en fazla uluslararası doğrudan yatırım çeken ilk beş ülke sırasıyla ABD, Çin, Hong Kong -Çin, Belçika ve Brezilya’dır. ABD’ye yapılan yabancı yatırım girişleri 228,3 milyar Dolar ve Çin’e yapılan yabancı yatırım girişleri 105,7 milyar Dolar’dır. Rakamlar çarpıcı bir şekilde önümüzde durmaktadır. Yatırım alanlarını yabancı sermayeye dolayısı ile yabancı girişimcilere çekici kılabilmek için bazı düzenlemeler gerekmektedir. Siyasal ve sosyal istikrarın sağlanması, enflasyonun düşürülmesi ve kayıt dışının önlenmesi bunların başında gelmektedir. Bununla birlikte bürokratik engellerin en aza indirilmesi gerekmektedir. Çünkü Türkiye’de yabancı sermayeli bir şirketin kuruluşunun uzun zaman alması yabancı sermayenin girişine engel olmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımların sektörel düzeyde göstereceği farklılıklar bütün boyutlarıyla çalışılmalı, sektörlerin özel durumları belirlenmelidir Stratejik hedefle uyumlu olarak, öncelikli sektörler belirlenmeli ve bu sektörlerde yatırım çekmek için gerekli olan altyapı ve üretim faktörleri arzı geliştirmeli, kurumsal çerçevedeki eksiklikler bir an önce giderilmelidir. Seçilen sektörlere ayrıcalıklı parasal teşvikler verilmemeli; ancak yatırımın büyüklüğü ve yaratılan istihdama göre vergi indirimleri sağlanmalıdır (Yılmaz,2007:16). Yabancı yatırımcılar, Türkiye’nin yabancı yatırımları gerçekten istediğinden emin değildirler. Yabancı sermayenin bir devlet politikası olarak kabul görülmediğine ve bürokrasinin içine sinmediğine inanmaktadırlar. Yabancı yatırımcılar, Türkiye’nin sunduğu yatırım teşviklerinin, enflasyonu ve yüksek işgücü maliyetini telafi etmekte yetersiz kaldığına inanmaktadır (Halis vd.,2007:317). Y Yabancı sermayenin ortak girişim şeklinde gelmesine olumlu katkıda bulunması açısından, yerli girişimcilere doğrudan yabancı yatırımları yakından tanımaları için yabancı girişimciler ile ilgili bilgi verilmelidir. Aksi halde işverenler yabancı sermayeye karşı temkinli davranacaklardır. Bununla birlikte, yabancı yatırımcıyı ülkeye çekecek alternatif yöntemler bulunmalı, karşılıklı olarak güven arttırmak amaçlanmalıdır. Özellikle günümüzde giderek önem kazanan fikri mülkiyet haklarının ve rekabetin korunmasına yönelik hukuksal sistem reforme edilmelidir. 167 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Sonuç Girişimciliğe yol açan ya da engelleyen faktörlerin ortaya konması ve ölçülmesi zordur. Bu konuda en ciddi çalışmalar OECD ve GEM tarafından yapılmaktadır. Yapılan çalışmaların sonucunda görülmektedir ki bazı toplumlar girişimcilik konusunda yüksek performans gösterirken, diğerlerinde aynı performans görülmemektedir. Sosyal bilimciler bu farkın oluşmasında “kültür” kavramının oynadığı rol üzerinde durmaktadırlar. Girişimcilik, iktisadi bir değer olmanın ötesinde, hem gerçekleştiği ortam hem de ortaya çıkardığı değişimci hareketlilik itibariyle, toplumsal, kültürel ve politik dinamiklerle yakından ilişkilidir. Bu bağlamda, son yıllarda girişimcilik araştırmalarında toplumsal/ kültürel boyut öne çıkmaktadır. Toplumun dinamik unsurlarından biri olan girişimcilerin, üyesi oldukları toplumun kültüründen soyutlanmaları olası değildir ve girişimciler, yaşadıkları toplumdan etkilenerek bir takım değer yargıları edinmektedirler. Gelişmişlik boyutunda çağın önünde giden toplumlara bakıldığında, sahip oldukları girişimci sayısının fazla olduğu görülecektir. Aynı paralelde, bu toplumların sahip oldukları kültürel değerlerin de girişimciliği destekleyen boyutlarda olduğu görülmektedir. Ekonomik büyümeyi hedefleyen ülkeler için, endüstriyel yapının iyileştirilmesi, rekabet gücünün artırılması, ekonomik büyümenin hızlandırılması, istihdamın artması ve gelir düzeyinin iyileştirilmesi için ekonomik yapının girişimci ve yenilikçi olması gerekmektedir. Bu nedenle, ekonomik ilerlemeyi sağlamak ve sık yaşanan krizlerden kurtulmak için Türkiye’nin günü kurtaran geçici çözümler değil, uzun vadeli bir çıkış yolu bulması gerekmektedir. Sunulan çözüm önerilerinden biri de girişimciliğin geliştirilmesidir. Bir ülkede girişimciliğin oluşturulması veya desteklenmesi için kullanılacak, kesin belirli yöntemler yoktur. Çünkü her ülkenin tarihsel gelişimindeki farklılıklar nedeniyle oluşan ekonomik, politik, sosyal ve teknolojik yapı değişiklik göstermektedir. Bu nedenle, bir ülkede girişimciliği açıklayan faktörler diğer bir ülke için geçerli olmayabilir. GEM raporuna göre Türkiye’de her 100 kişiden sadece 12’si girişimci olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu girişimcilerin % 80’i iş bulamadığı, yani mecbur kaldığı için kendi işini kurmaktadır. Başka bir deyişle, her 100 kişiden sadece 1 veya 2’si girişimciliği kendine bir kariyer seçeneği olarak tercih etmektedir. Türkiye’nin kalkınma düzeyi için bu girişimcilik oranı oldukça düşüktür. Bunun nedeni olarak, Türkiye’nin kültürel yapısında girişimcilikten çok, mecburi bir garanticiliğin daha yaygın olduğunu ileri sürülmektedir. Ticaret kanunlarının çok ortaklı kuruluşların işleyişini tam teminat altına alamayışı, kayıt dışı ekonominin varlığı da dikkate alındığında, güçlü bir sermaye yapısının oluşmadığı ve yatırımların küçük teşebbüslerden ileri gidemediği görülmektedir. Gerek mevcut tasarruf-yatırım açığının finansmanı gerekse yüksek katma değer elde edip yüksek kar marjlarıyla sermaye birikiminin tesis edilmesi için Türkiye yabancı girişimciye ihtiyaç duymaktadır. Çünkü Türkiye’de yaşanan eksiklik sadece finansman kaynağı değil, aynı zamanda bilgi görgü eldesi (know how) ve teknoloji transferi sağlanmasıdır. Gerçekleştirilecek yabancı yatırım, üretim, istihdam ve ihracat rakamlarının ötesinde, Y 168 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik çok uluslu şirketlerin teknoloji, yönetim birikimi ve mali deneyimlerinin ülkeye transferi için en etkin araç olacaktır. Uluslararası piyasada büyük çaplı ve teknoloji yoğun yabancı yatırımları çekmek için ülkeler arasında ciddi bir rekabet vardır. Türkiye’de bu alandaki yatırımcılara kendisinden daha cazip olanaklar sunan ülkelerin gerisinde kalmamak için vergi ve teşvik alanlarındaki rekabete katılmak zorundadır. Eylem planı içinde ele alınan adımlardan ilki, yatırım ortamının uluslararası düzeye çıkarılması için hukukun üstünlüğü ilkesinin eksiksiz uygulanması ve etkin yönetimin devletin bütün kademelerine yayılmasıdır. Kaynakça Alada, D.(2001). “İktisadi Düşünce Tarihinde Girişimcilik Kavramı Üzerine Notlar”, I.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 23:47-52. Aytaç, Ö.(2006). “Girişimcilik: Sosyo-Kültürel Bir Perspektif”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15:139-160. Aytaç, Ö. ve İlhan, S. (2007). “Girişimcilik ve Girişimci Kültür: Sosyolojik Bir Perspektif. http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articles/2007/18/Oaytac-Sılhan. Pdf,). Erişim Tarihi: 12.02.2012 Çarıkçı, İ.H. ve Koyuncu, O. (2010). Bireyci-Toplumcu Kültür ve Girişimcilik Eğilimi Arasındaki İlişkiyi Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2(3):1-18. Coşkun, M. (2009). Kültürün Girişimciliğe Etkileri. http://www.hrturkiye.com/index. php/kulturun-girisimcilige-etkileri/. Erişim Tarihi: 18.02.2012. Demirel, E. ve Tikici, M. (2004). Kültürün Girişimciliğe Etkileri. Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları. ss. 49-58. Döm, S. (2006). Girişimcilik ve Küçük İşletme Yöneticiliği. Ankara: Detay Yayıncılık. Erdoğmuş, N. (2007). Aile İşletmeleri Yönetim Devri ve İkinci Kuşağın Yetiştirilmesi. İGİAD Yayınları: 6. Ersoy, H.(2010). Kültürel Çevrenin Girişimcilik Tercihine Etkisi. Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 2(1):71-77. Global Entrepreneurship Monitor. (2010). “ Entrepreneurship in Turkey 2010. http:// www.gemconsortium.org/docs/2280/gem-turkey-2010-report> (09.03.2012). Global Entrepreneurship Monitor. (2011). 2011 Global Report. http://www.gemconsortium.org/docs/2201/gem-2011-global-report. (18.02.2012). Global Entrepreneurship Monitor. (2012). 2012 Global Report. http://www.gemconsortium.org/docs/2645/gem-2012-global-report (06.05.2013) Y Güney, S ve Nurmakhamatuly, A. (2007), “Kültürün Girişimciliğe Etkisi: Kazakistan ve 169 Başcı Nur, H. ve Erataş, F. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Türkiye Üniversite Öğrencilerinin Girişimcilik Özelliklerinin Belirlenmesine Yönelik Kültürlerarası Araştırma”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(18):62-86. Halis, M., Yıldırım, M., Özkan, B. ve G., Özkan. (2007). “Yabancı Girişimciliği Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesine Yönelik Bir Araştırma”, Selçuk Üniversitesi, Karaman İ.İ.B.F. Dergisi, 12(9):304-318. Hofstede, G. (1984). Culture’s Consequences: International Differences in Work Related Values.Newburg: Park Sage Publications. İGİAD. (2008). Girişimcilik Raporu. İstanbul: İGİAD Yayınları:8. Kağıtçıbaşı, Ç. (2000). Kültürel Psikoloji Kültür Bağlamında İnsan ve Aile, Sosyal Psikoloji Dizisi:2, İstanbul: Evrim Yayınları. Keat, R., Abercrombie, N. (1991). Enterprise Culture. London and New York: Routledge. Kınay, H. F.(2006). Girişimcilik Kalkınma ve Rekabet İlişkisi Kütahya’da Kobilerin Girişimcilik Profili, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmış Yüksek Lisans Tezi. OECD. Measures of Restrictions on Inward Foreign Direct Investment for OECD Countries, OECD Economic Studies No. 36, 2003/1. Erişim Tarihi: 10.02.2012 http://www.oecd. org/dataoecd/22/20/33638671.pdf . Ören, K. ve M. Biçkes .(2011). Kişilik Özelliklerinin Girişimcilik Potansiyeli Üzerindeki Etkileri (Nevşehir’deki Yüksek Öğrenim Öğrencileri Üzerinde Yapılan Bir Araştırma). Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 16(3):67-86. Sabahattin, P.(2002), Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ankara: Liberte Yayınları. Sargut, S.(2001), Kültürlerarası Farklılaşma ve Yönetim. Ankara: İmge Kitabevi. Schumpeter, J. A.(1982), The Theory of Economic Development, E-book: Transaction Publishers. www.books.google.com. Erişim Tarihi:26.03.2010. Top, S. (2006). Girişimcilik Keşif Süreci, İstanbul: Beta Basım A.Ş. TÜİK. (2011). Hanehalkı İşgücü Araştırması Aralık 2011 Dönemi, Sayı:56. TÜİK. Yılık İş İstatistikleri. http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=30&ust_id=9.Erişim Tarihi: 15.02.2012. TÜSİAD. (2002). Türkiye’de Girişimcilik. Ankara: TÜSİAD Yayınları. Wagner, P. (2003). Modernliğin Sosyolojisi. Çev. Mehmet Küçük. Ankara: Ege Matbaacılık. Y 170 Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik UNCTAD. (2011). World Investment Report 2011. Erişim Tarihi:12.02.2012. Y Yılmaz, K. (2007). Türkiye için Doğrudan Yabancı Yatırım Stratejisi’ne Doğru. ss.162. http://www.yased.org.tr/webportal/Turkish/Yayinlar/Documents/DYYStrateji-TR.pdf Erişim Tarihi: 15.03.2012. 171 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA KALKINMA POLİTİKALARINA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ A SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE TO DEVELOPMENT POLICIES IN THE CONTEXT OF GLOBALIZATION Atik ASLAN1* Özet Bu çalışmada kalkınma politikalarının azgelişmişlik, yoksulluk, işsizlik, bölgesel dengesizlik gibi temel toplumsal sorunları ne düzeyde ortadan kaldırdığı ve sosyo-ekonomik açıdan bir gelişme sağlayıp sağlamadığı ele alınacaktır. Kalkınma projelerinin yoksulluğu, azgelişmişliği ve gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermedeki rolü tartışılacaktır. Söz konusu toplumsal sorunların çözülmesi için ileri sürülen yaklaşımlar çalışmamızın temel problematiğini oluşturacaktır. Çalışmada takip edilen yöntem daha ziyade literatür taramasına dayanmaktadır. İnsani gelişme açısından ülkeler ve bölgeler arası farklılıkların nedenleri ve sosyo-ekonomik sorunların çözümü için uygulanan kalkınma politikalarının eleştirel bir yaklaşımla incelenmesi gerekliliği konunun önem derecesini göstermektedir. Kalkınma yazınında, kalkınma politikalarının toplumda var olan eşitsizlikleri azaltmadığı aksine eşitsizlikleri sürdürdüğü şeklinde eleştiriler bulunmaktadır. Ayrıca uygulanmakta olan kalkınma politikalarının etkinliği, yararlılığı ve geçerliliği tartışma konusudur. Çalışmamız neticesinde, uygulanan kalkınma politikalarının sosyo-ekonomik gelişme açısından istenilen başarıyı sağlayamadığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: İnsani Gelişme, Bölgesel Dengesizlik, Kalkınma Politikaları, Küreselleşme. Abstract In this study, it will be evaluated that at what level the development policies eliminate the basic social problems such as underdevelopment, poverty, unemployment, regional imbalances, and whether the implemented development policies provide an improvement in socio-economic perspective or not. The role of development policies in eliminating the poverty, underdevelopment and unfair distribution of income will be discussed. The main approaches that put forward to solve the sated social issues will form the main subject of our study. The method follow up in this study is mainly based on the literature review. The necessity of a critical approach in investigation of causes for the differences between regions and countries in terms of human development, and the implemented development policies to solve socio-economic problems indicates the severity of the subject. In the literature, it is criticized that the development policies do not reduce the existing inequalities in the society; in contrary they maintain the inequalities. Moreover, the usefulness and the efficiency of implement development policies is the issue of discussion. As a result of this study, it has been identified that the implemented development policies could not provide a desired success in terms of socio-economic development. Keywords: Human Development, Regional Imbalance, Development Policy, Globalization. Y *1 Arş. Gör., Muş Alparslan Üniv. İİBF., a.aslan@alparslan.edu.tr 173 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Giriş Küreselleşen dünyada sosyo-ekonomik açıdan bir eşitsizlik olduğu ve küreselleşmenin olumlu ve olumsuz etkilerinin bir yerden diğerine farklı sonuçlar doğurduğu görülmektedir. Ekonomik ve sosyal kapasiteleri gelişmemiş ülkelerin küreselleşme sürecinin getirilerinden yararlanamadıkları ve bu süreçten olumsuz anlamda etkilendikleri gözlemlenmektedir. Küreselleşme sürecinin etkileri sonucunda gerek ülkeler arasında gerekse de ülkelerin kendi içlerinde gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk oranı artarak kaygı verici düzeylere ulaşmaktadır. Küreselleşme, toplumsal kutuplaşmanın artmasına ve sınıf yapılarının dönüştürülmesine neden olmaktadır. Ulusal ekonomiler ve yerel düzeyde insanların refah düzeyleri belirlenmektedir. Azgelişmiş ülkelerde yaşayan milyonlarca insan yeterli beslenme, sağlık, eğitim gibi olanaklardan yoksun kalmaktadır (Şenses, 2007: 17; Şenses, 2009a: 235). Yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların sayısı her geçen gün artmakta, bu insanlar asgari temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadırlar. Tarımsal üretim artışına rağmen beslenme olanakları gelişememektedir (Nunnenkamp, 2007: 303). Mutlak yoksulluk içinde bulunan insan sayısının önümüzdeki yıllarda daha da artmasından endişe duyulmaktadır. Küreselleşme sürecinin heterojen bir yapısı olduğundan hareketle, kalkınma politikalarının bölgesel dengesizlik, azgelişmişlik, yoksulluk, işsizlik gibi temel toplumsal sorunlar üzerinde ne derece etkide bulunduğu; az gelişmiş toplumların sosyo-ekonomik yapısı üzerinde anlamlı bir farklılık oluşup oluşmadığı tartışılacaktır. İlgili yazında birbirinden farklı çok sayıda kalkınma kuramı bulunmaktadır. Kalkınma konusundaki temel sosyolojik kuramlar genel bir çerçevede ele alınacaktır. Bu çalışmada, etkinliği ve yaygınlığı bakımından önemi nedeniyle, “modernleşme ve bağımlılık” kuramları temel alınmıştır. 1. Kalkınma ve İlgili Temel Kavramlar Kalkınma, birtakım değerlere göre bir gelişme süreci ya da farklı ülkelerin kalkınma seviyelerinin görece karşılaştırılması olarak açıklanmaktadır. Sözü edilen değerler, toplumda istenilen durumlarla ilgilidir (Colman ve Nixon, 1978: 2). Kalkınma ekonomik temelli bir içeriğe ve toplumsal boyutlara sahip bir kavramdır (Başkaya, 2000: 33; Veltmeyer, 2006: 9). Sen’e göre kalkınma gerçek özgürlüklerin genişletilmesi sürecidir. Sen’e göre kalkınma yoksulluğun, yoksunluğun ve kamusal hizmetlerdeki ihmallerin ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir. İnsanlarının büyük çoğunluğunun temel özgürlükleri çağdaş dünya tarafından reddedilmektedir. Temel özgürlüklerden yoksunluk insanların özgürlüğünü elinden alan iktisadi yoksunlukla ilişkilidir. Sen’e göre “iktisadi özgürlük yoksunluğu sosyal özgürlük yoksunluğunu doğurabildiği gibi, sosyal ya da siyasal özgürlük yoksunluğu da iktisadi özgürlük yoksunluğunu besleyebilir.” Özgürlük kalkınmayı başarmanın aracı ve temel hedefidir (Sen, 2004: 17). Kalkınma bir bölgenin ekonomik etkinliğini ve istihdam olanaklarını o bölgede yaşayan herkesin lehine olacak şekilde artırma kapasitesi olarak açıklanmaktadır (Barnet, Y 174 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış 2008: 220). Kalkınma; eğitim, sağlık gibi alt yapının geliştirilmesinin yanı sıra geçimlik üretimin ulusal ve dünya pazarlarıyla bütünleşmesini mümkün kılacak yeni teknoloji, kurum ve ilişki örüntülerine dönüşüm süreçlerini de içermektedir (Ertürk, 1996: 343). Kalkınma, politik nitelikli, içinde farklı toplumsal tabakaların tercihlerini barındıran ve buna göre tanımlanan, biçimlendirilen, yönlendirilen planlı bir eylemdir. Kalkınma, insanı temel alacak bir biçimde, üretici güçlerin gelişmesi, emek verimliliğinin artması ve insanın daha fazla insanca yaşamasını ifade etmektedir. Kalkınma, herkesin temel hizmetlere ve bilgi kaynaklarına kolayca ulaşabildiği, katılımcı, cinsiyet dengeli, demokratik ve kültürel dönüşümlere açık, saydam/hesap verebilir yönetim yapılarına sahip, toplumsal anlamıyla tüm dezavantajlı grup ve tabakaların ortadan kalktığı, sorun çözme yeteneği gelişmiş, doğal kaynakları koruyan ve geliştiren, insanların geleceğe güvenle baktığı toplum ve topluluklar oluşturma eylemidir (Saltık ve Açıkalın, 2008: 149). Kalkınmada yoksulluğun azaltılması, izlenilen ilke ve stratejilerin başta kadınlar olmak üzere, toplumdaki tüm mağdur kesimler açısından doğurduğu olumlu ya da olumsuz sonuçlar dikkate alınmaktadır. Savunmasız toplum kesimlerinin durumunun iyileştirilmesi, yoksulluğun azaltılması, katılımcı demokratik yapıların güçlendirilmesi gibi ilkeler yeni kalkınma yaklaşımlarının benimsediği temel ilkelerdir (Shepherd, 1998: 17). Kalkınma kavramı “kendi kendine sürdürülebilen büyüme, üretim biçiminde yapısal değişme, teknolojik yenilik, sosyal, siyasal ve kurumsal yenileşme, insanların yaşamlarında yaygın iyileşme” gibi temel unsurlardan oluşmaktadır (Şenses, 2009a: 235). Büyüme, kalkınmanın gerçekleşmesi için gerekli olan fakat yeterli olmayan bir koşul olarak ele alınmaktadır. Büyüme ve kalkınma kavramları arasında farklılıklar bulunmaktadır (Tümertekin ve Özgüç, 2007: 86). Büyüme, ekonomik yapıda herhangi bir değişme olmadan toplam üretimde belli bir zaman aralığında meydana gelen herhangi bir artışı, niceliksel bir değişmeyi ifade eder (Freyssinet, 1985: 125). Büyümenin yapısı ve şekli, büyümenin yoksulluk ve eşitsizlik üzerindeki etkisi açısından önemlidir (Thorbecke, 2009: 165). Kalkınma, uzun bir geçmişi olan ve aynı zamanda bir süreci ifade eden teknik bir kavramdır (Mair: 1987: 1). Y Kırsal kalkınma kavramı kalkınmayla ilgili temel kavramlardan biridir. Kırsal kalkınma, belirli bir kırsal alanda yaşayan insanların bir bütün olarak tarımsal, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda gelişmelerine, tarım dışı istihdam ile gelir olanaklarının artırılmasına, çevre duyarlılığına yardımcı olacak tüm unsurların harekete geçirilmesine ve bu unsurların en uygun düzeyde yer almasına dayanmaktadır (Gündüz, 2006: 137). Kırsal kalkınma kavramı, sadece tarım sektörünü kapsayan bir olgu olarak görülmemekte, üretim ve tüketim kavramlarıyla doğrudan ilişkilendirilmektedir. Kırsal bölgelerde üretimin artırılması, kırsal alanda yaşayan bireylerin dinamik üreticiler haline getirilerek istihdam sorunlarının giderilmesi, üretilen malların değerlendirilebileceği sanayinin kurulması, kırsal kalkınmanın temel koşulları olarak sıralanmaktadır. Günümüzde kırsal kalkınma projeleri, bölgesel dengesizlik ve kırsal yoksulluğu gidermek üzere yaygınlık kazanmaktadır. 175 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Günümüzde kalkınma ile ilgili temel kavramlardan biri de sürdürülebilir kalkınma kavramıdır. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (Brundtland Komisyonu) 1987 yılında yayınladığı “Ortak Geleceğimiz” adlı raporda sürdürülebilir kalkınma kavramı şöyle tanımlanmaktadır: “Sürdürülebilir kalkınma gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin bugünkü kuşakların kendi ihtiyaçlarının karşılanması durumudur” (Pike, Pose ve Tomaney, 2008: 4; Keleş, Metin ve Sancak, 2005: 67). Gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünkü kuşakların ihtiyaçlarının karşılanması öngörülmektedir. Sürdürülebilir kalkınma temelde ekonomik büyüme, yoksulluğun giderilmesi ve doğal çevrenin korunmasını içermektedir (Başkaya, 2011: 121). Sürdürülebilir kalkınmanın çevresel, ekonomik ve toplumsal boyutları bulunmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma kavramıyla, ekonomik büyümenin tek başına yeterli olamayacağı, üretilen zenginliklerin ülkeler, bölgeler ve gelir grupları arasında adaletli bir şekilde dağıtılması ve aynı zamanda çevresel değerlerin de korunması gerekliliği vurgulanmaktadır (Kaynak, 2007: 41). Sürdürülebilir kalkınmada bugünkü ve gelecek kuşaklar arasında eşitliğin sağlanması vurgulanmaktadır. Kalkınmanın sürdürülebilirliği gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkelerin ortak sorunu olarak kabul edilmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın üzerinde önemle durduğu konulardan biri yoksulların temel ihtiyaçlarının giderilmesidir (Kırmızıaltın, 2008: 1063). Sürdürülebilir kalkınmanın aslında bir yanılsamadan ibaret olduğunu ileri süren görüşlere göre bu kavram sermayenin yeniden üretilmesini ifade etmektedir. Sürdürülebilir kalkınma kavramıyla kapitalist ekonomik sistemin temel dinamikleri sorgulanmadan biraz daha doğal kaynaklara saygılı bir ekonomik büyüme savunulmaktadır (Başkaya, 2002: 21; İdem, 2002: 84). Kalkınmanın dünya genelinde aynı hız ve etkide gerçekleşmemiş olması sosyal bilimler alanında tartışılmaktadır. Kalkınma tartışmaları genellikle Avrupa merkezlidir. Kalkınma düşüncesinin temelleri Eski Yunan dönemine kadar uzansa da kalkınmanın asıl şekillenişi Rönesans ve Aydınlanma’nın ortaya çıkması, merkantilizm ve sömürgeciliğin yükselmesi, bilim ve sanayinin gelişmesi, sanayi kapitalizminin büyüyerek dünya geneline yayılmasıyla açıklanmaktadır (Haque, 1999: 39). Kalkınma düzeyinin yükselerek yayılması bilimin gelişmesi, formel eğitimin yaygınlaşması, iç etkenlerin değişmesi, yeni siyasal yapıların oluşması ve ideolojik etkenlerin (rasyonel ve seküler yapı) güçlenmesine bağlanmaktadır (Meier, 1989: 62). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından, ülkelerin kalkınma sürecinde aldıkları mesafeyi göstermek amacıyla 1990 yılından itibaren her yıl İnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index) yayınlanmaktadır. UNDP’nin geliştirdiği İnsani Gelişme Endeksi, doğumda yaşam beklentisi ile ortalam yaşam süresi, eğitim düzeyi ve kişi başına reel GSYİH ile ölçülen yaşam standardı olmak üzere 3 gösterge üzerine kurulmuştur. İnsani gelişme kavramı, “sağlık, eğitim, beslenme, barınma, bilgiye erişim, katılım, demokrasi ve özgürlük derecesi gibi birçok boyut ve bakış açısı içermektedir” (Thorbecke, 2009: 166). UNDP İnsani Gelişme Raporları, “insanların sağlıklı bir yaşam, Y 176 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış gelir ve eğitim olanaklarına sahip olup olmadıklarını göstermeye ve ülkeleri bu eksende karşılaştırmaya çalışmaktadır.” UNDP’nin 1991 tarihli İnsani Gelişme Raporu’nda “insani gelişme makul insani tercihlerin çoğalmasını ifade eden bir süreç olarak” tanımlanmaktadır (UNDP, 1991: 2). 1994 İnsani Gelişme Rapor’una göre gelişme; ekonomik büyümeyi sağlamakla beraber gelir dağılımında eşitliği sağlamayı, çevreyi korumayı, istihdamı artırmayı ve kadınların konumunu güçlendirmeyi temel alır (Kaynak, 2007: 69). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) insani gelişmişliği ölçmede ortalama yaşam süresi (sağlık), ortalama eğitim süresi ve kişi başına düşen milli geliri kullanmaktadır. 2010 yılı UNDP İnsani Gelişme Raporu verilerine göre insani gelişmişlik sıralamasında Türkiye’nin yeri ülkenin ekonomik gelişmişliği ile sosyal gelişmişliği arasındaki dengesizliği net bir biçimde ortaya koymaktadır (UNDP, 2010). 2. Kalkınma ve Bölgesel Dengesizlik Bölgesel dengesizlik, bir ülkenin farklı yerlerinde görülen her türlü eşitsizlik olarak açıklanmaktadır. Yatırımların yetersizliği ya da azlığı, iktisadi ve siyasi nedenlerle yatırımların belirli bölgelerde yoğunlaşması, bölgeler arası dengesizliğin nedenleri arasında sayılmaktadır. Bir ülkenin geneli dikkate alınarak bölgelerarası karşılaştırma yapıldığında, sosyal ve ekonomik faktörler açısından kötü durumda olan bölge “azgelişmiş bölge” olarak nitelendirilmektedir. Azgelişmiş bölge, gelişme potansiyelini kaybetmiş veya gelişme olanakları olmayan bölgedir. Ülkenin genel ortalamasıyla karşılaştırılarak azgelişmiş bölgeye bakıldığında kişi başına düşen gelirin düşüklüğü, tarımla uğraşan nüfus oranının fazlalığı, nüfus artış hızının yüksekliği, yatırım oranın düşüklüğü, geleneksel yapıdan dolayı kadının toplumsal konumunun zayıflığı, dışa kapalı bir toplumsal yapının varlığı ve alt yapı olanaklarının yetersizliği göze çarpmaktadır (Erkal, 1978: 35). Gelir seviyesi ve gelir artış hızı ülke ortalamasının üzerinde olan bölge ise gelişmiş bölge olarak karşımıza çıkmaktadır (Gündüz, 2006: 137). DPT tarafından periyodik olarak her beş yılda bir yapılan -istihdam, eğitim, sağlık, sanayi, tarım, inşaat gibi göstergelerin değişken olarak kullanıldığı- sosyo ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik farklarının yüksek boyutlarda olduğu görülmektedir. İlk sıralarda bulunan İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli ve Bursa gibi illerin Türkiye’nin batısında, son sıralarda yer alan Muş, Ağrı, Bitlis, Şırnak ve Hakkari gibi illerin ise Türkiye’nin doğusunda yer alıyor olması bölgeler arası dengesizliğin somut bir göstergesi olarak kabul edilmektedir (Çabuk Kaya, 2010: 121). Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren; “Türkiye neden kalkınamıyor, nasıl kalkınabilir, Türkiye’de azgelişmişliğin nedenleri nelerdir?” gibi sorular çeşitli bilimsel çalışmalarla cevaplandırılmaya çalışılmıştır.1 Yerasimos, Türkiye’nin doğusuyla batısı arasındaki dengesizliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun süre Konuyla ilgili belli başlı çalışmalar için bkz. [Aytür, M. (1970). Kalkınma Yarışı ve Türkiye, Ankara: Bilgi Yayınevi; Gülalp, H. (1983). Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt Yayınları; Keyder, Ç. (1999). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları; Kırım, A. (2008). Türkiye Nasıl Zenginleşir. İstanbul: Remzi Kitabevi; Thornburg, M. W. (1949). Türkiye Nasıl Yükselir. Çev: Semih Yazıcıoğlu. İstanbul: Nebioğlu Yayınevi; Yerasimos, S. (1992). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye. Cilt:1,2,3. Çev: Babür Kuzucu. İstanbul: Belge Yayınları.] Y 1 177 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. uygulamış olduğu sosyo-kültürel politikalara dayandırarak, bölgesel dengesizliğin yeni olmadığını, tarihsel nedenlerinin bulunduğunu vurgulamaktadır (Yerasimos, 1992: 345). Bölgeler arası dengesizliklerle beraber gelir dağılımı adaletsizliği de varlığını sürdürmüştür. 1930’lardaki ekonomik bunalım ve 1960’lardan sonraki sanayileşme süreciyle birlikte Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliği yüksek boyutlara ulaşmıştır (Keyder, 1999: 278). 3. Kalkınmanın Amaçları Kalkınma olgusu ele alınırken ‘ne için kalkınma’ sorusunun sorulması önem arz etmektedir. Kalkınma çabalarının doğayı kontrol altına almak, yaşam standartlarını yükseltmek, istihdam olanaklarını artırarak çalışma koşullarını iyileştirmek, toplumlararası yarışta önde yer almak, çevreyi korumak ve ekonomik, sosyal, siyasal yönden özgürlük düzeyini yükseltmek gibi temel amaçları vardır. “Beslenme, barınma, sağlık, korunma gibi temel ihtiyaçların giderilmesi, istihdamın artırılması, eğitimde kalitenin sağlanması, kültürel ve insani değerlere daha fazla önem verilmesi, bireylerin ekonomik ve sosyal seçeneklerinin artırılması” kalkınmanın başlıca hedefleri arasında sayılmaktadır (Kaynak, 2007: 49). Kalkınma politikalarıyla tüm bölgelerin rekabet gücünü yükseltilerek ulusal kalkınmaya ve istihdama olan katkısının artırılması, bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılarak refahın ülke genelinde ve asgari refah standardının tüm toplum kesimlerinde dengeli dağıtılması hedeflenmektedir (Kara, 2008: 39). Kırsal ve bölgesel kalkınma projeleriyle, yoksulluk içinde yaşayan bireylerin sosyo-ekonomik açıdan yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi ve ekonomik yapının güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Günümüzde kalkınma sorunsalı, demokrasi sorunsalının çerçevesi içinde değerlendirilmekte, kalkınma hedefi ile demokrasi hedefi birbirini tamamlayan seçenekler olarak görülmektedir (İnsel, 2006: 198). “Bir ulusun zenginliğinin arttıkça demokrasisinin de gelişerek sürdürülme şansının artacağı” düşünülmektedir (Lipset, 1963: 48). Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeyi sağlamak amacıyla 1950’li yıllardan itibaren Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Bölgesel Kalkınma Ajansları (BKA) kurulmaya başlamıştır. Kalkınma stratejileri/planları hazırlamak ve kalkınmaya yönelik hedefleri gerçekleştirmek gibi temel işlevlere sahip olan kalkınma ajansları, sayısal ve yapısal açıdan her ülkenin özelliklerine uygun bir şekilde kurulmuşlardır. Kalkınma ajansları, yerel ve bölgesel düzeyde kalkınmayı sağlayacak kurumlar olarak ön plana çıkmıştır. 4. Kalkınma Kuramları Kalkınma yazınında farklı kalkınma kuramları bulunmakta; bu kuramların küresel eşitsizlik, yoksulluk gibi temel toplumsal sorunları ele almada kendilerine özgü güçlü ve zayıf yönleri bulunmaktadır. Kalkınma kuramlarının farklı yorumları bulunmaktadır. Bunlardan Veltmeyer (2006: 39), kalkınma konusunda çeşitli ‘düşünce ekolleri’ oldu- Y 178 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış ğunu belirtmektedir. Modernleşme kuramları, Latin Amerika yapısalcılığı, neo-Marksist bağımlılık kuramı, katılımcı alternatif kalkınma ve eleştirel alternatif kalkınma bu yaklaşımlardan bir kaçını oluşturmaktadır. Kalkınma kuramlarını pazar odaklı kuramlar, bağımlılık kuramları, dünya düzeni kuramları ve devlet merkezli kuramlar şeklinde sınıflandıran Giddens ise bu kuramların her birinin kendilerine özgü zayıf ve güçlü yanlarının bulunduğunu vurgulamaktadır (Giddens, 2008: 451). Kalkınma kuramları, kapitalist Batı dünyasının kuramları olarak değerlendirilmektedir. Kapitalist dünya sistemi içinde yer aldıkları sürece azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunlarını çözmeleri zor görünmektedir. Kalkınma kuramlarının toplumda var olan eşitsizlikleri azaltmadığı aksine eşitsizlikleri sürdürdüğü şeklinde eleştiriler bulunmaktadır. Kalkınmış ülkelerin bulundukları konuma, kalkınmamış ülkelere önerdikleri politikalar ya da kurumlarla gelmedikleri hatta öne sürülen reçetelerin kalkınmayı zorlaştırdığı ileri sürülmektedir (Chang, 2009a: 18). Bu çerçevede, birbirinden farklı kalkınma kuramları arasından, özellikle modernleşme ve bağımlılık kuramlarına yer verilecektir. 4.1. Modernleşme Kuramı Modernleşme kavramının içeriği sanayileşme sürecinde oluşmuştur. Modernleşme, sanayileşme ile birlikte oluşan ekonomik, siyasal ve toplumsal dönüşüm sürecidir. Modernleşme kuramına göre azgelişmiş ülkeler modern ekonomik kurumları, teknolojileri ve kültürel değerleri benimsemeleri durumunda ekonomik yönden gelişebileceklerdir (Wallerstein, 1994: 5). Modernleşme kuramında kalkınma problemi geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Modernleşme yaklaşımını savunanlar ekonomik ve toplumsal kalkınmanın başlatıcısı ve devam ettiricisi olarak rasyonelliği görmektedirler (Kaynak, 2007: 35). Kalkınma, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda bir modernleşme projesi olarak düşünülmektedir. Modernleşme kuramına göre, bir ülkenin kalkınmamasının temel nedeni, o ülkenin kendi koşullarıdır (Cirhinlioğlu, 1999: 16). “Modern endüstriyel devletlerin, nüfuz etme alanları görece olarak politikalarını hayata geçirmelerine olanak sağladığından, klasik despot devletlerden çok daha güçlü olduğu” varsayılmaktadır. Despotik gücün devletin zayıflığının bir kaynağı olduğu ve gücün gelişmişlik derecesinden doğduğu düşünülmektedir. Güçlü devletler tarihsel olarak başarılı olan, ekonomik kalkınmayı teşvik eden devletlerdir. Güçlü devletler bunu egemen gruplarla işbirliği yaparak gerçekleştirmişlerdir (Weiss ve Hobson, 1999: 159). Y Gelişme sosyolojisinde gelişmiş/azgelişmiş ayırımına benzer şekilde geleneksel ve modern toplumsal yapılar ayırımı yapılmaktadır. Gelişme sosyologlarından Talcott Parsons’a göre, her toplum geleneksel olandan modern olana doğru zamanla evirilecektir (Ercan, 1996: 107). Kalkınma süreci gelenekselden moderne doğru çizilmektedir. Hedef, azgelişmiş dünyada Batı tipi ekonomik yapılar veya kurumlar oluşturmaktır. Modern toplumun sahip oldukları, geleneksel ya da azgelişmiş toplumun “şimdilik” sahip olamadıklarıdır. Modernleşme kuramcıları, gelişmiş ülke özelliklerine sahip olmayan ülkeleri 179 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. “azgelişmiş” olarak değil “gelişmekte olan” ülkeler olarak nitelendirmeyi tercih ederler. Modernleşme sonucunda azgelişmiş ülkeler, Batı tarzı kurum ve değerleri kendi toplumlarında uygulayarak gelişeceklerdir. Modernleşmeci kuramcılardan biri olarak kabul edilen Rostow, her toplumun tarihsel olarak belirli aşamalardan geçerek gelişebileceğini ileri sürmektedir. Rostow’a göre her toplum geleneksel toplum, hazırlık aşamasındaki toplum, kalkış aşamasındaki toplum, kalkınma aşamasındaki toplum (iktisadi olgunlaşma yolundaki) ve refah aşamasındaki (kitle tüketimi) toplum aşamalarından geçerek kalkınmasını tamamlayacaktır. Geleneksel aşamada ekonomik yapı tarıma dayalıdır ve üretim biçimi ilkeldir. Tasarruf oranları düşük, iş ahlakı gelişmemiş ve kaderci bir toplumsal yapı egemendir. Toplum sınıflara ayrılmıştır. Hazırlık aşamasındaki toplumda ekonomik büyüme ve kalkınmaya geçiş görülmektedir. Üçüncü aşama olan kalkış aşamasındaki toplumda tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru bir değişim gerçekleşmektedir. Yeni toplumsal kurumlar oluşturulmakta ve üretimde yeni teknolojiler kullanılmaktadır. Kalkınma aşamasındaki toplumda ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleştiği görülmektedir. Refah toplumu aşamasında ise toplumun tüm ihtiyaçlarının karşılandığı ve sorunlarının giderildiği aşamadır (Rostow, 1971: 21; Giddens, 2008: 454). Ekonomik aşamalarla politik bakış açısı, güvenlik, refah ve anayasal düzenin oluşturulması arasında bir ilişki söz konusudur. 4.2. Bağımlılık Kuramı Bağımlılık kuramı temsilcileri, sınıflar arasındaki sosyal, siyasal ve maddi eşitsizlikler üzerinde durarak sosyo-politik sistemi eleştirmektedirler. Bağımlılık kuramcılarına göre yoksulluk, azgelişmişlik, açlık gibi temel sorunlar, kapitalist sistemden kaynaklanmaktadır. Bağımlılık, gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin yapısını anlatır. Azgelişmişlik açıklanırken, azgelişmişliğin gelişmişlikle olan ilişkisi vurgulanmaktadır. Azgelişmişlik kavramı üzerinde yoğunlaşan Bağımlılık kuramı temsilcileri, başta Yapısalcılık ve Marksizm olmak üzere iki temel kaynaktan etkilenerek sosyal problemler ve eşitsizlikler üzerinde durmaktadırlar (Harrison, 1988: 62; Ercan, 1996: 142). Bağımlılık okulunun en önemli özelliği iç ve dış etkenler arasındaki etkileşime yaptığı vurguyla analiz yapmasıdır (Meier, 1989: 105). Bağımlılık okuluna göre gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasında güç ve kontrole dayanan bir sömürü ilişkisi bulunmaktadır. ‘Bağımlılık okulu” temsilcileri gelişme sorununu azgelişmiş toplumlar açısından ele alarak bağımlılık kuramının gelişimine katkı sağlamışlardır. Bağımlılık kuramında gelişme ve azgelişme kavramları aynı madalyonun iki yüzü olarak değerlendirilmekte ve sosyo-ekonomik koşullar bir ülkenin dünya ekonomik sisteminde bulunduğu konumla ilişkilendirilmektedir. Bağımlılık kuramı temsilcilerine göre, küresel kapitalist sistemde azgelişmiş ülkeler, yoksulluk ve sömürü çarkının içine hapsedilmiştir. Küresel eşitsizlik, güç kullanma dahil her türlü yolla muhafaza edilmektedir. Kapitalist ekonomik sistemin değişmesiyle bu sorunlar ortadan kaldırılabilir (Giddens, 2008: 455). Ülkeler arasında görülen ekono- Y 180 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış mik ilişkilerdeki eşitsizlik, dünya kaynaklarının kullanımına ve kontrolüne yansımaktadır (Tümertekin ve Özgüç, 2007: 106). Azgelişmiş ülkelerin kalkınması, kapitalist ülkelerle eşitsiz ilişkilerin ortadan kaldırılmasını gerekli kılmaktadır (Freyssinet, 1985: 226). Azgelişmişlik, kapitalizmin dünya çapında yayılmasının bir ürünüdür. Azgelişmişliğin anlaşılabilmesi için kapitalist sistemin iyi incelenmesi gerekmektedir (Gülalp, 1983: 133; Freyssinet, 1985: 348; Savran, 2008: 256). Bağımlılık okulu temsilcileri azgelişmiş ülkelerde gelişmenin olabilmesi için devletin rolünün güçlü olması gerektiğini ileri sürmektedirler (Erbaş, 2009: 20). Bağımlılık teorisyenleri, devlete önem vermekle beraber, uluslararası sistemden bir kopma olmadığı takdirde kalkınmanın gerçekleştirilmesi konusunda devletin gücüne karşı eleştirel ve şüpheci bir bakış açısı sergilemektedirler (Tüylüoğlu ve Çeştepe, 2008: 77). Bağımlılık okulunun ulusal ve uluslararası düzlemlerde güçler dengesine verdiği önem günümüzün anlama çabalarına katkı sağlamaktadır (Şenses, 2009a: 277). Bağımlılık kuramcılarına göre kalkınma, tüm toplum kesimlerinin özellikle de yoksul kesimlerin daha iyi yaşam standartlarına kavuşmasını ifade etmektedir Tümertekin ve Özgüç, 2007: 171). Bağımlılık okulu, azgelişmişliği sömürü ilişkisine dayanan dış etkenlere bağlamaktadır (Meier, 1989: 62). Paul Baran’a göre merkezden çevreye doğru kapitalizmin yayılması, çevrede “gelişmişlik” sağlamak yerine “azgelişmişlik” üretmektedir (Başkaya, 2000: 79). Kapitalizm, dünya ekonomisinde eşit olmayan ilişkilerin egemenlik kurmasını sağlamaktadır. Andre Gunder Frank’a göre kapitalist mekanizmalar merkezde kalkınmayı, çevrede ise azgelişmişliği doğururlar (Merquior, 2008: 66). Baran’a göre azgelişmiş ülkelerin azgelişmişliğini, gelişmiş ülkelerin gelişme sürecinde aramak gerekmektedir. Baran, gelişmiş kapitalist ülkelerin azgelişmiş ülkelerin kalkınması için verdikleri çabaların oldukça tartışmalı ve inandırıcılıktan uzak olduğunu vurgulamaktadır. Baran’a göre azgelişmiş ülkelerin gelişmemiş olmasının nedeni Batı Avrupa kapitalizmidir. Baran, kapitalizmi bir devlet ya da bölgenin diğer devlet ya da bölgeler aleyhine gelişmesi olarak tanımlamaktadır (Ercan, 1996: 147; Keyder, 2009: 99). Baran’a göre ileri kapitalist ülkeler az gelişmiş ülkelerin nasıl ve nereye kadar kalkınacaklarını belirlemektedirler. Gelişmiş ülkeler pre-kapitalist ülkelerin yerli elitleriyle anlaşarak kalkınmayı geciktirmektedirler. Böylece ileri kapitalist ülkeler az gelişmiş ülkelerin iç kaynaklarını kolayca kullanabilmekte ve sömürü ilişkisini sürdürmektedirler. Yabancı sermaye sahiplerince bağımlı ülkelerin kaynaklarının büyük kısmına da el konulmaktadır. Geleneksel elitler ise lüks tüketime harcama yapmaktadırlar (Meier, 1989: 105). Baran, azgelişmiş ülkelerin kapitalist dünya sisteminin sömürü çarkından kurtulmaları için bu toplumlarda, akılcı çözümlerin üretilmesi ve kendine güvenin sağlanarak toplumcu ekonomik planlamanın gerçekleştirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır (Harrison, 1988: 71). Y Frank ise gelişmişlik ve azgelişmişlik olgularını, metropol ve uydulardan oluşan dünya kapitalist sistemine bağlamaktadır. Azgelişmişlik, büyük ölçüde azgelişmiş uydu ülke ile gelişmiş ülkeler arasındaki metropol-uydu ilişkilerinin tarihsel ürünüdür. Uydular, ancak metropollerin çıkarlarıyla uyumlu olduğu sürece ve metropollerin izin verdiği oran181 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. larda kalkınabilmektedirler. Uydu-metropol ilişkisinde belirleyici olan taraf uydu ülkeler değildir. Eğer belirleyici olan taraf uydu ülkeler olsaydı bu ülkelerde yerel kalkınma daha mümkün olabilirdi. Uydular, metropol merkezlerle bağlarının zayıfladığı dönemlerde en çok gelişmeyi sağlayabilirler (Kaynak, 2007: 139). Kapitalist dünya ekonomisi ülkeler arasında ve belli bir ülkede de bölgeler arasında bir “metropol-uydu” ilişkiler ağını oluşturmaktadır. Metropoller uyduların ekonomik artı değerine el koyarlar. Metropoller zenginleşirken “uydu”larda yoksulluk artmakta ve azgelişmişlik yeniden üretilmektedir. Metropol gelişmeyi, uydu ise azgelişmişliği ifade etmektedir. Kapitalist sistem aynı anda hem kalkınmayı hem de azgelişmişliği üretmektedir. Geri kalmışlık ve gelişmişlik dünya kapitalist sistemin işleyişinde eş zamanlı olarak üretilmektedir (Bernstein, 2008: 394; Hirschman, 2007: 44). Demokrasi ve kapitalist kalkınma arasındaki ilişkiyi inceleyen Frank, üçüncü dünya ülkelerinde 1970’lerde yaşanan sistematik insan hakları ihlalleri ve siyasal şiddet olaylarının tesadüfi olmadığını aksine bunun ekonomik sömürü için bir gereklilik olduğunu belirtmektedir (Frank; 1981: 88). Frank’a göre gelişmenin her ülkede aynı aşamalardan geçerek gerçekleşeceği vurgusu büyük bir yanılgıdır (Ercan, 1996: 153). Theotonio Dos Santos’a göre; bağımlılık ilişkisi eşitsiz bir ilişkidir. Sistemin belirli parçalarının gelişmesi diğer kısımlarının geri kalmasına bağlıdır (Ercan, 1996: 151). Azgelişmiş ülkelerin durumunda olumlu anlamda bir değişim olabilmesi, ancak azgelişmiş ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarında ve gelişmiş ülkelerle ilişkilerinde bütünsel bir dönüşüm olmasına bağlanmaktadır. Sözde kalkınma politikaları, yeni sömürü ve bağımlılık ilişkileri oluşturmaktadır (Hirschman, 2007: 39). Azgelişmiş ülkeler, mevcut dünya sistemi çerçevesinde uygulanan kalkınma politikaları sonucunda daha derin bir azgelişmişlik sergilemişlerdir. Bağımlılık kuramından esinlenerek şekillenen dünya sistemi kuramının tezlerine değinmekte yarar vardır. Dünya sistemi kuramcıları, yoksul ve zengin ülkelerdeki kalkınmayı, eşitsizliği etkileyen küresel, siyasal ve ekonomik ilişkiler ağını kritik etmektedirler (Giddens, 2008: 457). Azgelişmişlik ‘kapitalist olmayan bir dünyanın kapitalistleştirilmeye çalışılmasının’ bir sonucudur. Dünya sistemi yaklaşımı, Batı’nın gelişmişliğini ve Batı dışı toplumların azgelişmişliğini kapitalist dünya ekonomisi içindeki eşitsiz gelişme süreci ile açıklamaktadır. Çevrenin azgelişmişliği sürekli olarak yeniden üretilmektedir (İslamoğlu, 2010: 53). Dünya sistemi kuramının temsilcilerinden Wallerstein’e göre (2010: 347), dünya birbirine eşit olmayan ve zengin bölgelerin yoksul bölgeleri sömürdüğü üç ekonomik bölgeye ayrılmıştır: Merkez (ABD, Japonya ve Batı Avrupa gibi gelişmiş sanayi ülkeleri), çevre (düşük gelirli ve ekonomileri tarıma dayalı ülkeler) ve yarı çevre (kısmen sanayileşmiş, orta gelirli, çevre ülkeleri üzerinden kar elde eden merkeze yakın ülkeler). Wallerstein, teorisini uzun bir süreci kapsayan tarihsel bir perspektiften yola çıkarak açıklamaya çalışmıştır. Azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarının akıbeti, uluslararası ekonomik ve politik sistem tarafından belirlenmektedir. Dünya sistemindeki koşullar ve yapılara bağlı olarak ülkelerin kalkınma çabaları şekillenmektedir. Y 182 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış Kalkınmayla ilgili herkes tarafından kabul edilen ortak bir açıklama ya da tanım yapmanın zor olduğunu vurgulayan Wallerstein, son yıllarda herhangi bir yerde herhangi bir hükümetin kalkınmayla ilgili gerçek anlamda yararlı bir çalışmasının olduğundan da şüphe duymaktadır. Wallerstein, “daha fazlayı” elde teme çabası olarak nitelendirilen kalkınmanın nasıl olacağı, nasıl sürdürüleceği tartışmalarının yanısıra, kalkınma politikalarının toplumsal amacı elde etmek için sunuluyor olmasının çoğu insana umut verdiğini iddia etmektedir. Wallerstein, kalkınmaya yönelik olarak sunulan çeşitli iddiaları şöyle özetlemektedir: “Bize sosyalizmin kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize bırakınız yapsınların (laissez-faire) kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize geleneklerimizden uzaklaşmamızın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize geleneklerimizi yeniden canlandırmanın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize sanayileşmenin kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize tarımda verimliliği arttırmanın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize kapalılığın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize dünya piyasalarına açılmanın (ihracata dayalı büyüme) kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Hepsinin ötesinde, bize sadece ancak ve ancak doğru şeylerin yapılması halinde kalkınmanın mümkün olabileceği söylendi”(1994: 3). Wallerstein, bütün bu iddialardan hangisinin doğru olabileceğini sorgulayarak, bu sorulara güçlü bir şekilde hatta tutkuyla cevap vermek isteyenlerin de az olmadığını belirtmektedir. Wallerstein, dünyadaki devrimci hareketlerin sürüyor olmasını baskıcı duruma son verme isteğine ve en azından devlet bazında bu devrimci mücadelenin kendi ülkelerinde gerçek anlamda kalkınmanın kapılarını aralayacağına yönelik beklentilere bağlamaktadır. Wallerstein, buradan hareketle kalkınmanın toplumun sorunlarına çözüm bulmak için gerçekten bir yol gösterici mi yoksa bir yanılsama mı olduğunu ortaya çıkartabilmek için kapitalist dünya ekonomisi tarihinin yeniden sorgulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Kapitalist dünya ekonomisi tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden gözden geçirmek amacıyla Wallerstein, aşağıdaki beş sorunun cevaplarının tartışılmasını gerektiğini düşünmektedir. 1. Kalkınma neyin kalkınmasıdır? 2. Gerçekte kim veya ne kalkındı? 3. Kalkınma talebinin altındaki esas istek nedir? 4. Böyle bir kalkınma nasıl oluşabilir? 5. Yukarıdaki dört sorunun cevaplarının politik imaları nelerdir? Y Wallerstein’a göre kalkınmada iyi (sıçrama) ve kötü (durgunluk) zamanlar vardır. Azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerin seviyesine ulaşmaları zor görünmektedir. Kalkınma resminin geneline bakılarak karşılaştırma yapıldığında en üstteki devletler ile en alttaki devletler arasında büyüme ve daralma dönemlerinde farklı yansımalar görülmektedir. Her 183 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. iki durumda da en üsttekiler kazançlarının ne olacağıyla ilgilenmektedirler. En alttakiler ise büyüme dönemlerinde gelişme açısından umutlanırlarken daralma dönemlerinde kasvetli/karamsar bir atmosferi paylaşmaktadırlar. Bütün bunlara karşın kalkınmaya yönelik tutkulu bir beklenti varlığını sürdürmektedir (Wallerstein, 1994: 5). 5. Kalkınma Politikalarının Eleştirisi Küreselleşme bağlamında yerel ve bölgesel ölçekte başarılı bir kalkınmanın nasıl gerçekleştirileceği, kapsamı ve içeriği sorgulanmaktadır. Kalkınma konusundaki eleştirel görüşleriyle tanınan Ha-Joon Chang’a göre günümüzde kalkınmış ülkeler hem tavsiye ettikleri politikalar bakımından hem de oluşturdukları kurumlar aracılığıyla kalkınmakta olan ülkeler açısından “merdiveni itmektedirler.” Kalkınmakta olan ülkelere uygulanan reform baskısı pek de olumlu sonuç vermemektedir (Chang, 2009: 207-222). Chang, gelişmekte olan ülkeler 1960-1980 döneminde “kötü” politikalar uyguladıkları halde, daha “iyi” politikalar uyguladıkları 1980-2000 dönemine göre çok daha hızlı büyüdüklerini öne sürmektedir. Bu paradokstan hareketle sözde iyi olan politikaların aslında gelişmekte olan ülkeler için iyi olmadığı, “kötü” olan politikaların ise bu ülkeler için iyi olduğu sonucuna varılır. Bugünün gelişmiş ülkeleri, sözde iyi politikaları önermekle, daha önce zirveye ulaşmak için kullandıkları “merdiveni tekmeleyerek” gelişmekte olan ülkelerin gelişmelerini engellemektedirler(Chang, 2009b: 114; Chang, 2002: 128). “Merdiveni tekmelemenin” arkasındaki niyet ne olursa olsun, son 20 yıllık döneme bakıldığında uluslararası kalkınma kurumları tarafından tavsiye edilen politika ve kurumların gelişmekte olan ülkelerde vaat edilen kalkınma dinamiğini oluşturmadığı görülmektedir. Oysa gelişmekte olan ülkelere, bulundukları şartlara daha uygun olan politika ve kurumları seçmelerine olanak verilirse bu ülkeler daha hızlı büyüyecekler ve bu durum uzun dönemde gelişmiş ülkelerin de yararına olacaktır (Chang, 2002: 121). Günümüzde, kalkınmış ülkelerin benimsedikleri politika ve kurumların, kalkınmakta olan ya da kalkınmamış ülkelere tavsiye ve talep edilen kurumlardan, politikalardan farklı olduğu görülmektedir. Kalkınmış ülkelerin kalkınmakta olan ülkelerin çabalarını kolaylaştırdığını söylemek zor görünmektedir. Eski politikaların “doğruluğu” tartışmalıdır. Sözde “doğru” politikaların kalkınmakta olan ülkelerin o kadar da yararına olmadığına dair tespitler bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerin, dünyadaki değerli kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor olması, azgelişmişliğin temel nedenleri arasında kabul edilmektedir. Kalkınma ve ilgili temel kavramlar üzerinde yeniden düşünülmesi ve bu kavramların kapitalist ilişkiler bütününün karmaşık yapısı içerisinde ele alınması gerekmektedir. Sonuç Küreselleşme gelişmekte olan ülkeler için başarı olanaklarını artırmakla beraber yeni Y 184 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış riskleri beraberinde taşımaktadır. Genellikle ileri sanayi ülkelerin çıkarları gözetilerek kalkınma politikaları oluşturulmaktadır. Bu durum doğruluğu tartışmalı da olsa uygulanmakta olan kalkınma politikalarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Günümüzde kalkınma tartışmaları nicelikten niteliğe doğru yoğunlaşmakta, kalkınma hedeflerinin ne kadar gerçekleştirildiğinden ziyade kalkınmanın ne kalitede gerçekleştirildiği önem kazanmaktadır. Doğayla barışık, insani değerleri önemseyen, yaşam kalitesine vurgu yapan, eşitlikçi ve özgürlükçü bir kalkınma anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır. Kalkınma konusu yalnızca merkezden belirlenen, yukarıdan aşağıya dayatılan bir gelişme süreci olarak değerlendirilmemektedir. “Merkeziyetçi yaklaşım” yerine yerelden bölgesele, ulusaldan uluslararası düzeye “çok düzlemli bir yaklaşım” dikkate alınmaktadır. Günümüzde, tüm dünyada uygulanması düşünülen tek tip bir kalkınma modelinin geçerliliği kalmamıştır (Clark, 1996: 28). Bir ülkenin veya bölgenin geri kalmışlığı hem iç dinamiklerle hem de dış dinamiklerle ilişkilendirilmektedir. Kalkınma süreci değerlendirilirken, sosyal ve siyasal yapılar ile ilgili temel dinamikler dikkate alınmaktadır. Kalkınma, temel özgürlükleri genişletme sureci olarak kabul edilen “demokratikleşmeyle” birlikte değerlendirilmektedir. Geri kalmış bölgelerin kalkındırılması ve bölgeler arası dengesizliğin giderilmesi genel olarak tüm ülkelerin ve özel olarak da Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de çeşitli kalkınma araçları geliştirilmesine rağmen, uzun yıllar bölgesel gelişme farklılıkları varlığını sürdürmektedir. Uygulanan sekiz adet beş yıllık kalkınma planına rağmen, Türkiye’nin özellikle doğusu ile batısı arasındaki kalkınmışlık farkının önüne -coğrafi, kültürel, tarihsel, siyasal, ekonomik nedenlerle- geçilememiştir. Türkiye’de yoksullukla mücadele ile ilgili kurumlar istenilen düzeyde birlikte hareket etmemekte ve yoksullukla ortak bir mücadele stratejisi geliştirilmemektedir. Yoksulların demokratik örgütlenmesine giden yolu tıkayan, bağımlılık kültürünün oluşturulmasına neden olan bağış yapmak yerine, yoksulların işgücüne dahil edilerek topluma entegre edilmeleri yoksulluk sorununun çözülmesine daha fazla katkı sağlayabilir. Yoksulluğun, kamuoyunda, öncelikli bir gündem maddesi olarak işlenmesi ve yoksullukla mücadelenin toplumsal bir hedef olarak gösterilmesi bu sorunun çözülmesinde önem arz etmektedir (Şenses, 2003: 302). Y Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik farklarının giderilmesinde, kalkınma projeleri stratejik bir öneme sahiptir. Ülke içinde, bölgeler arası dengesizliğin nedenlerinin tespit edilerek farklılıkların giderilmesi amacıyla bilimsel çalışmalar yapılması bir gerekliliktir. İnsani gelişme açısından bölgeler arası farklılıkların nedenleri ve sosyo-ekonomik sorunların çözümü için uygulanan kalkınma projelerinin eleştirel bir yaklaşımla incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekliliği konunun önem derecesini göstermektedir. Kalkınma projelerinin temel amacının bölgeler arası gelişmişlik farkının azaltılması olduğu kalkınmayla ilgili kurum ve kuruluş yetkilileri tarafından vurgulanmaktadır. Bölgesel kalkınma ile ülke kalkınması arasında doğrudan bir ilişki kurulmaktadır. Bu nedenle dünyada ve Türkiye’de uygulanmakta olan kalkınma projelerinin bölgeler arası gelişmişlik farkını 185 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. azaltmada ne düzeyde etkili olduğu incelenmelidir. Kalkınma projelerinin hedeflenen sosyo-ekonomik unsurları ne derece gerçekleştirdikleri tespit edilmeye çalışılmalıdır. Uygulanan kırsal ve bölgesel kalkınma projelerinin hedef kitle üzerindeki etkileri, yoksulluğu ne ölçüde azalttığı, insani gelişme açısından nasıl bir ilerleme sağladığı, gelir dağılımı eşitsizliğinin giderilmesinde katkısı, kaynakların verimli kullanılıp kullanılmadığı üzerine bilimsel nitelikte incelemeler yapılmalıdır. Bölgesel ve yerel azgelişmişliğin hangi politikaların bir sonucu olduğundan hareketle kalkınma projelerinin yoksulluk ya da eşitsizliği gidermedeki yerinin ne olduğu; yoksulluğun, az gelişmişliğin ve toplumsal eşitsizliğin azaltılması için ne tür projelerin geliştirilmesinin yararlı olacağı gibi temalar üzerinde durulmalıdır. Kaynakça Aytür, M. (1970). Kalkınma Yarışı ve Türkiye, Ankara: Bilgi Yayınevi. Başkaya, F. (2011). Yeni Paradigmayı Oluşturmak, Ankara: Maki Basın Yayın. Başkaya, F. (2002). Kalkınma: Bir Efsanenin Sonu. Ankara: Özgür Üniversite Forumu, S.19. Başkaya, F. (2000). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Ankara: İmge Kitabevi. Bernsteın, H. (2008). Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü. Kalkınma ve Azgelişmişlik. Ed: William Outhwaite, (Çev.) Melih Pekdemir, İstanbul: İletişim Yayınları. Chang, H.J. (2009a). Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Çev: Tuba Akıncılar Onmuş, İstanbul: İletişim Yayınları. Chang, H.J. (2009b). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Merdiveni Tekmelemek.( 89-122). Der: Fikret Şenses, (Çev.) Nil Demet Güngör, İstanbul: İletişim Yayınları. Chang, H.J. (2002). Kicking Away the Ladder: Development Strategy in Historical Perspective. London: Anthem Press. Clark, J. (1996). Kalkınmanın Demokratikleşmesi. (Çev.) Serpil Ural. Ankara: Türkiye Çevre Vakfı Yayını. Colman, D. ve Frederick N. (1978). Economics of Change in Less Developed Countries. Oxford:Philip Allan Publishers Limited. Çabuk Kaya, N. (2010) Farkındalık Yaratarak Kadını Güçlendirme: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bir Kalkınma Modeli, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları, Cilt: 13 - Sayı: 2. Erbaş, H. (2009). Küreselleşme Kapitalizm ve Toplumsal Dönüşümler. Ankara: Palme Yayıncılık. Ercan, F. (1996). Gelişme Yazını Açısından Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik. İstanbul: Sarmal Yayınevi. Y 186 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış Erkal, M. E. (1978). Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması. İstanbul: Şamil Yayınevi. Ertürk, Y. (1996). Alternatif Kalkınma Statejileri: Toplumsal Cinsiyet Kadın ve Eşitlik. Ankara: ODTÜ Gelişme Dergisi. Sayı:23. Sayfa: 341-356. Frank, A. G. (1981). Crisis in The Third World, London: Heineman. Freyssinet, J. (1985). Azgelişmişlik İktisadı. Çev: Mehmet Ali Kılıçbay - Tezer Öçal, Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları. No:73. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (2012) Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Uygulama Rehberi, Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü. Ankara. Erişim Tarihi: 20.02.2012. http://www.tedgem.gov.tr. Giddens, A. (2008). Sosyoloji. Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel. İstanbul: Kırmızı Yayınları. Gülalp, H. (1983). Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt Yayınları. Gündüz, A.Y. (2006). Bölgesel Kalkınma Politikası. Ankara: Baran Matbaacılık. Haque, M. S. (1999). Restructuring Development Theories And Policies: A Critical Study. Albany: State University of New York Press. Harrison, D. (1988). The Sociology of Modernization and Development. London: Unwin Hymin Ltd. Hirschman, A. O. (2007). Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi. Der: Fikret Şenses. (Çev.) Sedef Öztürk. İstanbul: İletişim Yayınları. İdem, Ş. (2002). Sürdürülebilemez Kalkınma: Sürdürülebilir Kalkınma mı? Yaşam mı. Özgür Üniversite Forumu Dergisi. Sayı(19). İnsel, A. (2006). İktisat İdeolojisinin Eleştirisi. İstanbul: Birikim Yayınları. İslamoğlu, H. (2010). Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü. Yayına Hazırlayan: Ayşe Çavdar. İstanbul: İletişim Yayınları. Kara, M. ve Yaman, A. (2008). Bölgesel Kalkınma Ajansları. Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Politikasının Dönüşümü Sürecinde Kalkınma Ajanslarının Kuruluş Çalışmaları: Son Durum ve Değerlendirmeler. İstanbul: Günaydın Ofset. Kaynak, M. (2007). Kalkınma İktisadı. Ankara: Gazi Kitabevi. Keleş, İ., Metin, H.ve Özkan Sancak, H. (2005). Çevre Kalkınma ve Etik. Ankara: Birlik Matbaacılık. Keyder, Ç. (1999). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları. Keyder, Ç. (2009). Toplumsal Tarih Çalışmaları. İstanbul: İletişim Yayınları. Kırım, A. (2008). Türkiye Nasıl Zenginleşir. İstanbul: Remzi Kitabevi. Y Kırmızıaltın, E. (2008). Ekonomik Kurumlar ve Kavramlar Sözlüğü. Sürdürülebilir Kalkınma. Ed: Fikret Başkaya ve Aydın Ördek, Ankara: Maki Basın Yayın. 187 Aslan, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Lipset, S. M. (1963). Political Man, London: Mercury. Mair, L.(1987). Anthropology and Development. Hong Kong, Macmillan Educatin. Meier, G. M. (1989). Leading Issues in Economic Development. New York: Oxford University Press. Merquior, J. G. (2008). Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü. Kalkınma. Ed: William Outhwaite. (Çev.) Melih Pekdemir. İstanbul: İletişim Yayınları. Nunnenkamp, P. (2007). Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi. Üçüncü Dünyanın Geleceği, Mevcut Sorunlar ve Kalkınmada İşbirliğine Yönelik Sonuçlar. Derleyen: Fikret Şenses. (Çev.) Sedef Öztürk. İstanbul: İletişim Yayınları. Pike, A., Pose, A. R. ve Tomaney, J. (2008). Local and Regional Develpment. New York: Routledge. Rostow, W. W. (1971). Politics and the Stages of Growth. New York: Cambridge University Press. Saltık, Ahmet ve Açıkalın, O. (2008). Kırsal Kalkınmanın Önderlerinden Dr.Ahmet Saltık’a Armağan. Kalkınmada Yeni Kavram ve Stratejiler. Ankara: Sürkal. Savran, S. (2008). Kod Adı Küreselleşme 21.Yüzyılda Emperyalizm. İstanbul: Yordam Kitap. Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma. Çev: Yavuz Alogan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Şenses, F. (2009a). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Neoliberal Küreselleşme Kalkınma İçin Bir Fırsat mı Engel mi?. Der: Fikret Şenses. (Çev.) Nil Demet Güngör. İstanbul: İletişim Yayınları. Şenses, F. (2009b). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Neoliberal Küreselleşme Çağında Yoksulluk Araştırmalarındaki Kayıp Bağlantılar: Türkiye Deneyiminden Çıkarılacak Dersler. Der: Fikret Şenses, (Çev.) Murat Koyuncu, İstanbul: İletişim Yayınları. Şenses, F. (2007). Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi. Giriş. (Çev.) Sedef Öztürk. İstanbul: İletişim Yayınları. Şenses, F. (2003). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk. İstanbul: İletişim Yayınları. Thorbecke, E. (2009). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Kalkınma Doktrini Evrimi. Der: Fikret Şenses, (Çev.) Haki Pamuk, İstanbul: İletişim Yayınları. Thornburg, M. W. (1949). Türkiye Nasıl Yükselir. (Çev.) Semih Yazıcıoğlu. İstanbul: Nebioğlu Yayınevi. Tümertekin, E. ve Özgüç. N. (2007). Ekonomik Coğrafya Küreselleşme ve Kalkınma. İstanbul: Çantay Kitabevi. Tüylüoğlu, Ş. ve Çeştepe, H. (2008). Kalkınma Ekonomisi. Kalkınma Teorilerinin Temelleri ve Gelişimi. Bursa: Ekin Yayınevi. UNDP (2010) Human Development Report. New York: Published for the United Nations Y 188 Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış Development Programme. Veltmeyer, H. (2006). Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma. Çev: Özkan Akpınar. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. Wallerstein, I. (2010). Modern Dünya Sistemi, Cilt:1. Çev: Latif Boyacı. İstanbul: Yarın Yayınları. Wallerstein, I. (1994) Capitalism and Development. Development, Lodester or Illusion?. Ed: Leslie Sklair. London: Routledge. Weiss, L.ve Hobson, J. M. (1999). Devletler ve Ekonomik Kalkınma. Çev: Kıvanç Dündar. Ankara: Dost Yayınları. Y Yerasimos, S. (1992). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye. Cilt:3. Çev: Babür Kuzucu. İstanbul: Belge Yayınları. 189 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik İsmail Kılıç Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 YALIN LOJİSTİK AÇISINDAN KONAKLAMA İŞLETMELERİNİN TEDARİK ZİNCİRİ YAPISI VE KARŞILAŞTIRMALI BİR MALİYET ANALİZİ*1 SUPPLY CHAIN STRUCTURE OF ACCOMMODATION ENTERPRISES IN TERMS OF LEAN LOGISTICS AND A COMPARATIVE COST ANALYSIS Halil SAVAŞ**2 İsmail KILIÇ***3 Özet Günümüzde işletmelerin tedarik zinciri yapısının etkin olarak işletilmesine olan ihtiyaç, artan tedarik zinciri ve lojistik faaliyetlerine paralel olarak her geçen gün artmaktadır. Diğer yandan, rekabetin şiddetini gittikçe artırması ve piyasaların bu konudaki katı tutumu işletmelerin maliyetler üzerine odaklanmasına yol açmaktadır. Bu noktada, tedarik zincirinin yapısı ve lojistik faaliyetlerinin analiz edilerek, katma değer yaratmayan faaliyetlerden ve her türlü israflardan arındırılmış yalın bir tedarik zinciri ve lojistik yönetiminin oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada; yalın lojistik çerçevesinde tedarik zincirinin yapısı, bileşenleri, lojistik ve lojistik yönetimiyle yalın lojistik ilkeleri üzerinde durularak, seçilen iki farklı büyüklükteki konaklama işletmesinin tedarik zinciri yapısı analiz edilmiş ve bu iki konaklama işletmesinin çamaşır yıkama maliyetleri karşılaştırılmıştır. Yıkama hizmetinin otel içinde verilmesi yaklaşık % 10 maliyet tasarrufu sağlamaktadır. Otel işletmesinin bu hizmet alımını büyük oteller ölçeğinde gerçekleştirebilmesi durumunda ise, mevcut dışarıdan hizmet alma teklifine göre maliyet tasarrufu % 50’leri bulmaktadır. Anahtar Sözcükler: yalın lojistik, yalın lojistik ilkeleri, konaklama işletmeleri, maliyet karşılaştırması Abstract Nowadays, the need for an effective management of the structure of a supply chain in businesses is increasing day by day parallel to the increasing supply chain and logistic functions. On the other hand, the continuing increase in the competition and the strict attitude of the market in these subjects give rise to the businesses to focus on the cost. In this point, it is important to make a simple supply chain and a logistic management by analyzing the structure of a supply chain and the logistic functions which do *1 Bu çalışmanın maliyet karşılaştırmasını içermeyen kısmı 10-12 Mayıs 2012 tarihinde yapılan Ulusal Lojistik ve Tedarik Zinciri Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur. **2 Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü, hsavas@pau.edu.tr Y ***3 Öğr. Gör., Muğla Üniversitesi, Muğla Meslek Yüksekokulu, Muhasebe Bölümü, ikilic@mu.edu.tr 191 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. not make added value and cleared from all kinds of wasting.In this study, within the framework of lean logistics, supply chain structure, components, logistics and logistics management, with emphasis on the principles of lean logistics, supply chain structure and laundry costs with two chosen different sized accommodation enterprises have been analyzed and compared in the two accommodation enterprises. Giving the laundry service in the hotel provides cost savings of about 10%. If the hotel can perform this service purchasing in the case of the scale of the major hotels, according to the current bid to receive services outside, it finds more than 50% of cost savings. Keywords: lean logistics, principles of lean logistics, accommodation enterprises, comparison of costs 1. Giriş Rekabet üstünlüğü, firmaların rakiplerine göre kendilerine özgü, tek ve üstünlükleri olan bir sistem oluşturmalarıyla elde edilir. Temel düşünce, müşteri için etkin ve verimli bir şekilde katma değer meydana getirmek ve bunu sürdürülebilir kılmaktır. Bunu işlemler stratejisi araçlarıyla sürdürebilmenin yolu; farklılaşma, düşük maliyet ve müşteri isteklerine hızlı cevap verme stratejilerinde yatmaktadır (Heizer ve Render, 2008: 36). Bu stratejilerin başarılı bir şekilde uygulanması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması firmaların rekabet gücü açısından oldukça önemlidir. Ancak, farklılaşma stratejisinin, iletişim ve etkileşimin son derece arttığı, insanların ve firmaların dünyanın her yerindeki gelişmelerden kısa süre içinde haberdar olduğu, bir firmanın farklı bir uygulamasının diğer firma veya firmalar tarafından hemen taklit edildiği bir ortamda bu stratejiyi başarılı bir şekilde uygulamak ve sürdürmek kolay değildir. Düşük maliyet ve müşteri isteklerine hızlı yanıt verebilme stratejilerinin başarısı ise; hammadde ve malzemelerin tedarik edilmesinden, bunların mal ve hizmetlere dönüştürülmesi ve müşteriye teslimine kadar olan sürecin en iyi şekilde yapılandırılmasına bağlıdır. Tedarik zinciri olarak adlandırılan bu yapının müşteri isteklerine zamanında yanıt verebilmesi ve maliyetin düşük olması bu zincirde yer alan her bir bileşenin etkin, verimli ve doğru bir şekilde çalışmasına, zincirde yer alabilecek katma değer oluşturmayan her şeyin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu da, yalın üretim ilkelerinin tedarik zinciri ve tedarik zinciri içinde yer alan lojistik faaliyetlerine başarı ile uygulanması anlamına gelmektedir. 2. Tedarik Zincirinin Yapısı Bir tedarik zinciri, bir mal veya hizmetin üretilmesi ve teslim edilmesiyle ilgili tesislerin, fonksiyonların ve faaliyetlerin organizasyonlarının sırasıdır. Bu sıra, hammaddelerin temel tedarikçileri ile başlar ve nihai müşteriye kadar uzanır. Bu zincirdeki tesisler; depoları, fabrikaları, işlem merkezlerini, perakende satış noktalarını ve ofisleri kapsar. Fonksiyonlar ve faaliyetler ise; talep tahminleri, satın alma, stok yönetimi, bilgi yönetimi, kalite güvence, çizelgeleme, üretim, dağıtım, teslimat ve müşteri hizmetleriyle ilgilidir. Tedarik zinciri yönetimi ise, arz ve talep yönetiminin bütünleştirilmesi amacına yönelik, tedarik zinciri boyunca ve işletme organizasyonu içindeki işletme fonksiyonlarının stra- Y 192 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi tejik koordinasyonudur. Tipik bir hizmet işletmesinin genel bir tedarik zinciri yapısı Şekil 1’de verilmiştir (Stevenson, 2009: 511). Tedarikçi Depolama Hizmet Müşteri Tedarikçi Şekil 1: Genel Olarak Tipik Bir Hizmet İşletmesinin Tedarik Zinciri Yapısı Tedarik zinciri boyunca sağlıklı olarak müşteriden tedarikçilere doğru eksiksiz, güncel ve hızlı bilgi akışının aynı zamanda ve tam ters yönde müşteriye doğru materyal akışının sağlanamaması durumunda birçok problem ortaya çıkmaktadır. Bunların içinde en çok bilinen ve karşılaşılanı “Bilginin Erozyonu” (Bullwhip Etkisi) olarak adlandırılan talepte ve teslim sürelerinde belirsizlik ve farklılaşma yaşanmasıdır. Söz konusu durumda tedarik zincirinin müşteriden uzaklaşılan her bir halkasında sipariş miktarlarında ve teslimatlarda ortaya çıkan ve tedarikçiler arasında yol aldıkça giderek büyüyen aksaklıkların etkisi büyüktür. Bilginin erozyonu sonucunda tedarik zinciri performansına yönelik olarak; üretim maliyetleri, envanter maliyetleri, ikmal zamanı, nakliyat maliyetleri, yükleme ve karşılama maliyetleri artarken, ürünün bulunurluk seviyesi ve karlılık azalmaktadır (Türker, Balyemez ve Biçer, 2005). Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, tedarik zincirinde yer alan herkesin, karmaşık ve gereksiz işlemlerden, hızlı, etkin ve doğru işlemeyen bir bilgi akışının olduğu tedarik zinciri yapısından olumsuz etkileneceği açıktır. Hizmet sektöründe yer alan işletmelerin imalat sektöründeki işletmelere göre, birbirinden farklı özellikler taşıması sebebiyle tedarik zinciri yapılarının da farklılıklar göstermesi doğaldır. Konaklama işletmelerinin de bu çerçevede; kuruluş, işleyiş ve üretim faaliyetleri için gerekli olan finans, personel ve malzeme tedarikleri açısından farklılıklarının olması kaçınılmazdır. Konaklama işletmelerinde finansman, personel ve malzeme tedariki aşağıda kısaca açıklanmıştır (Şahin, 2001). a) Finansman Tedariki: Bir işletmenin sermaye yapısı; öz sermaye ile kısa veya uzun vadeli borçlardan oluşur. Firma ilave sermayeye ihtiyaç duyarsa, bunu çok değişik kaynaklardan temin edebilir. Bunlar; sermaye artırımı yapılması, kredi temin edilmesi, yeni ortakların alınması veya kâr dağıtımının yapılmaması gibi tercihlerden oluşur. Burada önemli olan sermayenin en uygun şartlarda ve uygun zamanda temin edilmesidir. 1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan ve işletmelerin değerini maksimum yapmak için gerekli olan aktif, pasif yönetimi, 1980’li yıllarda da devam etmiştir. Günümüzde finansal yönetim, küreselleşmenin en yoğun yaşandığı alanlardan biridir. Türkiye’de turizm sektörünün finansman kaynakları; öz kaynaklar, kredi kaynakları, yabancı sermaye ve kamu kaynakları olmak üzere dört ana başlık altında toplanabilir. Y b) Personel Tedariki: Emek yoğun bir sektör olan konaklama işletmelerinin başarısı, 193 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. çalışanlarının niteliklerine ve başarılı yönetim uygulamalarına bağlıdır. Sunulan hizmetlerin kalitesi çalışanların nitelikleri ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle konaklama işletmelerinin personel tedarikinde, işletmeye maksimum derecede yararlı olabilecek personelin bulunması ve istihdam edilmesi gerekir. Personel seçim işleminin amacına ulaşabilmesi, başarılı olabilmesi için işin özelliklerinin gerektirdiği koşulların belirlenmesi gerekmektedir. Bunu sağlamak için yapılacak personel seçimi ön çalışmaları; iş analizi, personel planlaması ve personel kaynaklarının belirlenmesi şeklinde sıralanabilir. c) Malzeme Tedariki: Konaklama işletmelerinde sunulan hizmetlerin özelliğinden dolayı temin edilmesi gereken malzemeler çeşitlilik arz etmekte ve binlerce kalemden oluşmaktadır. Bu kadar çok çeşitten oluşan malzemelerin tedarik işlemleri, hem kuruluş aşamasında, hem de işletmenin faaliyet dönemi süresince yoğun olarak devam etmektedir. Örneğin, konaklama işletmelerinde kullanılan temizlik araç ve gereçleri veya yiyecek-içecek hizmetleri için gerekli olan araç ve gereçler, parasal açıdan çok yüksek meblağlar tutmakta ve beraberinde tedarik planlaması ve politikalarını gerektirmektedir. Konaklama işletmeleri malzeme tedarik işlemlerini satın alma yöntemi ile gerçekleştirmektedir. Satın alma, bir şirket veya organizasyonun işletme amaçlarını gerçekleştirebilmesi için gerekli olan mal ve hizmetleri tam zamanında ve maliyet etkin bir şekilde temin etmek için üçüncü kişilerle sözleşme yapması sürecidir (Quayle, 2006). 3. Tedarik Zincirinin Bileşenleri Yalın lojistik yönetimi ve ilkelerinin başarılı bir şekilde uygulanması tedarik zincirinin bileşenlerinin iyi bir şekilde anlaşılmasına bağlıdır. Bu açıdan tedarik zincirinin bileşenleri aşağıda kısaca ela alınmıştır (Ashish, 2009): Yalın Tedarikçiler: Yalın tedarikçiler değişimlere cevap verebilmelidirler. Fiyatları, yalın süreçlerin verimliliğinden dolayı genellikle daha düşüktür. Bir sonraki aşamada muayeneye gerek duyulmadığından kaliteleri gelişmiştir. Yalın tedarikçiler teslimatlarını zamanında yaparlar ve kültürlerinden biri de sürekli iyileştirmedir. Yalın tedarikçileri geliştirmek için, işletmeler tedarikçilerini değer akışına dâhil etmeli, tedarikçilerin yalın dönüşümü gerçekleştirmeleri için onları cesaretlendirmeli ve yalın faaliyetlerde bulunmalarını sağlamalıdırlar. Bu, onların problemlerini çözmelerini ve tasarruflarını paylaşmalarına yardım edecektir. Aslında böylece, işletmeler tedarikçilerine fiyat hedeflerini sürekli düşürmelerine ve kalite hedeflerini yükseltmelerine yardım edebilirler. Yalın Tedarik: Bazı yalın tedarik süreçleri, e-tedarik ve otomasyona dayalı tedariktir. E-tedarik, birçok işlemlerin web tabanlı uygulamalarla gerçekleştirilmesini sağlar. Otomatik tedarik, birçok tedarik fonksiyonundan insan faktörünü kaldıran ve finansal kaynaklarla bütünleşmiş yazılımları kullanır. Yalın tedarikin anahtarı görünürlüktür. Tedarikçiler, müşterilerinin işlemlerini, müşteriler de tedarikçilerinin işlemlerini görebilmelidirler. İşletmeler mevcut değer akışlarının haritasını çıkarmalı ve tedarik sürecinde mevcutla birlikte bir gelecek değer akışı oluşturmalıdırlar. Bir ürün veya bilgiyi çekmenin yanında, bir bilgi akışı tasarlanmalıdır. Y 194 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi Yalın İmalat: Yalın imalat sistemleri; müşterinin istediğini, istediği miktarda, istediği zamanda en az kaynakla üretir. Yalın çabalar genel olarak imalat ile başlar çünkü diğer alanlardaki sürekli geliştirme için kaynakları serbest bırakır ve işletmenin geri kalanı için bir çekme sistemi oluşturur. Yalın kavramların genel olarak imalata uygulanması, maliyetleri azaltma ve kalite geliştirme için büyük bir fırsat sunar, ancak birçok işletme, diğer fonksiyonlardaki yalın kavramlardan büyük faydalar elde etmişlerdir. Yalın depolama: Yalın depolama, ürün depolama süreçlerindeki atıkları ve katma değer oluşturmayan aşamaların ortadan kaldırılması anlamına gelir. Genel olarak depolama fonksiyonları: a) Kabul, d) Toplama, b) Biriktirme/depolama, e) Paketleme, c) İkmal (tekrar yerine koyma), f) Yükleme. Atık depolama, depolama süreci boyunca yer alabilir ve şunları kapsar: a) Geri iade edilen kusurlu ürünler, d) Aşırı hareket ve taşıma, b) Fazla üretim veya fazla yüklenen mal- e) Gereksiz ve verimsiz süreç adımları, lar, f) Taşıma adımları ve uzaklıkları, c) Ek alan gerektiren ve depo verimliliğini g) Parça, malzeme ve bilgi için bekleme. azaltan fazla stoklar, h) Bilgi süreçleri. Depolama sürecindeki her bir adım, ortadan kaldırılması için nerede gereksiz, tekrar eden ve katma değer yaratmayan faaliyetler var diye kritik bir biçimde incelenmelidir. Yalın Taşıma: Taşımadaki yalın kavramlar şunları içerir: a) Temel kariyer programları, d) Birleştirilmiş çoklu-durma yüklemeleri, b) Geliştirilmiş taşıma yönetim süreçleri e) Çapraz yerleştirme, ve otomatik fonksiyonlar, f) Doğru boyutlandırma ekipmanı, c) Optimize edilmiş mod seçimi ve sipariş g) İthalat / İhracat ulaştırma süreçleri, havuzu oluşturma, Değer akış haritalandırmasını da içeren yukarıdaki kavramları gerektiren anahtarlar; akışı oluşturma, süreçlerdeki atıkları azaltma, katma değer yaratmayan faaliyetleri ortadan kaldırma ve çekme süreçlerini kullanmadır. Y Yalın Müşteriler: Yalın müşteriler işletme ihtiyaçlarını anlarlar ve böylece anlamlı gereksinimler belirleyebilirler. Hız ve esnekliğe değer verirler, yüksek düzeyde teslimat ve kalite performansı beklerler. Yalın müşteriler, etkili ortaklıklar kurmakla ilgilenirler – maliyetleri azaltmak için toplam tedarik zincirinde daima sürekli iyileştirme yöntemleri ararlar. Yalın müşteriler, satın aldıkları ürünlerden değer beklerler ve etkileşimde bulundukları tüketicilere değer sağlarlar. 195 Savaş, H. ve Kılıç, İ. 4. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Lojistik ve Lojistik Yönetimi Lojistik, malların ileri ve geri doğru akışıyla ilgili tedarik zincirinin ayrılmaz bir parçasıdır. Lojistik yönetimi ise, gelen ve giden taşımanın yönetimi, malzeme taşıma, depolama, stok, siparişleri hazırlama ve dağıtım, üçüncü parti lojistik, müşterilerden malların dönüşünü içeren ters lojistiği içermektedir (Stevenson, 2009: 512). Tedarik Zinciri Yönetimi Profesyonelleri Konseyi (CSCMP) ise lojistik yönetimini, müşteri gereksinmelerini karşılamak üzere, üretim noktası ve tüketim noktaları arasındaki mal, hizmet ve ilgili bilgilerin ileri ve geri yöndeki akışları ile depolanmalarının etkin ve verimli bir şekilde planlanması, uygulanması ve kontrolünü kapsayan tedarik zinciri süreci aşaması olarak tanımlamaktadır. Lojistik, günümüzün çok kanallı iş dünyasında gittikçe daha da karmaşık hale gelen bu işlemlerin yönetimi ve sistemleri, lojistik ağları ve tedarik zincirinin ayrılmaz bir parçasıdır (Ashish, 2009:87). İşletmelerin bu tanımlamalar çerçevesinde gittikçe genişleyen faaliyetleri ve daha fazla uluslararası alana açılmaları lojistik faaliyetlerini artırırken, işletmelerin bu faaliyetlerle ilgili maliyetleri daha titizlikle incelemeleri gereğini ortaya çıkarmaktadır. Geniş bir bakış açısıyla lojistik yöneticilerinin iki temel amacı vardır. Birincisi, mümkün olduğunca verimli bir biçimde malzemelerin tedarikçilerden işletme içine taşınması, işletme içinde taşınması ve işletme dışına taşınmasıdır. İkincisi tedarik zincirinin tamamında verimli bir akışa katkı sağlamaktır. Geleneksel olarak lojistik yöneticileri, direkt kontrol yetkisine sahip oldukları birinci amaca odaklanmaktadırlar. Ancak dikkatle bakılırsa, malzemeler tüm tedarik zinciri boyunca hareket etmektedir. Lojistik, tedarik zinciri boyunca hareket eden malzemelerin depolanması ve hareketinden sorumlu olduğuna göre lojistik içinde yer alan faaliyetler şöyle sıralanabilir (Waters, 2003): • Tedarik ve Satın Alma: Bir organizasyonda malzemelerin akışı genellikle ilk olarak tedarik sorumlusunun tedarikçiye bir satın alma emri göndermesiyle başlar. Bu, tedarik biriminin uygun tedarikçileri bulması, şartları ve koşulları görüşmesi, teslimatı düzenlemesi, sigorta ve ödemeleri ayarlaması ve malzemelerin kuruluşa gelmesi için her şeyi yapması anlamına gelir. • Tedarik Lojistiği: Malzemelerin tedarikçilerden kuruluşun teslim alma yerine doğru hareketidir. Bunun için karayolu, demiryolu veya havayolu gibi bir ulaşım türünün seçilmesi, en iyi taşıma işletmesinin bulunması, rotanın belirlenmesi, bütün güvenlik ve hukuki gereksinimlerin karşılandığından emin olunması, teslimatların zamanında ve uygun maliyetle yapılması vs. gerekmektedir. • Siparişleri Alma: Malzemelerin siparişlere uygun teslim alındığından emin olmalı, makbuzları onaylamalı, teslimat araçlarını boşaltmalı, malzemelerin hasarlı olup olmadığını kontrol etmeli ve onları düzenlemelidir. • Depolama: Malzemeler depoya taşınır ve ihtiyaç duyuluncaya kadar depoda muhafaza edilir. Dondurulmuş gıdalar, ilaçlar, gazlı kimyasallar ve tehlikeli mallar gibi birçok malzeme özel bakım gerektirir. • Stok Kontrolü: Stoklar için politikaları belirler. Depolanacak malzemeleri, toplam Y 196 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi yatırım miktarını, müşteri hizmetlerini, stok düzeylerini, sipariş büyüklüklerini ve siparişlerin verilme zamanını saptamaya çalışır. • Siparişleri Çekme: Malzemeleri bulur ve depodan çeker. Genel olarak, müşteri siparişleri için malzemelerin yeri belirlenir, tanımlanır, kontrol edilir, raflardan alınır, tek yüklemede birleştirilir, paketlenir ve taşınacak araçlara yüklenmek üzere ilgili alana gönderilir. • Malzeme Taşıma: Kuruluş içinde işlemler için malzemelerin taşınmasıdır. Malzemeler bir işlemden diğerine taşınır veya depolardan ihtiyaç duyulan noktalara götürülür. Malzeme taşımanın amacı, kısa yollarla, uygun araçlarla, daha az zayiatla özel paketleme ve taşımayı kullanarak etkin ve verimli bir taşıma gerçekleştirmektir. • Sevkiyat Lojistiği: Malzemeleri depolama alanından alır ve müşterilere teslim eder. • Fiziki Dağıtım Yönetimi: Sevkiyat lojistiğini de kapsamak üzere, bitmiş mamullerin müşterilere teslim edilmesiyle ilgili faaliyetler için kullanılan genel bir kavramdır. Pazarlama ile aşağı doğru olan faaliyetler arasında önemli bir bağlantı oluşturur. • Geri Dönüşüm, İade ve Atıkları Ortadan Kaldırma: Ürünler müşterilere teslim edilmiş olsa bile, lojistiğin işi bitmiş sayılmaz. Teslim edilen malzemelerle ilgili problemler olabilir. −hatalı, çok az veya fazla, yanlış ürün− Bu hataların giderilmesi için bilgi toplanmalı ve geri dönüş sağlanmalıdır. Hatta bazı ambalaj malzemeleri müşterilerden toplanarak yeniden kullanılmak ve geri dönüşümleri sağlanmak üzere tedarikçilere geri gönderilebilir. Kullanılmayacak durumda olanlar ise çevreye zarar vermeden ortan kaldırılmalıdır. Buna ters lojistik veya tersine dağıtım adı verilir. • Konum: Bazı lojistik faaliyetleri farklı yerlerde olabilir. Örneğin, bitmiş ürün stokları üretimin sonunda tutulabilir, depo yakınlarına taşınabilir, müşterilere yakın depolara konulabilir, aracı kuruluşların depolarına da aktarılabilir. Lojistik, bu faaliyetler için en iyi yerleri bulmalı veya karar verirken önemli bir rol üstlenmelidir. • İletişim: Malzemelerin fiziksel akışı bilgi akışıyla birleştirilmek zorundadır. Bu tedarik zincirinin bütün bileşenlerini; ürün hakkında bilgi geçilmesi, müşteri talebi, taşınacak malzemeler, zamanı, stok düzeyleri, eldeki miktarlar, problemler, hizmet düzeyleri vs. birbirine bağlar. Lojistiğin tüm süreci, malzemelerin firma içine, firma boyunca ve firma dışına hareket etmesiyle ilgili olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır: (1) Gelen lojistik veya tedarik lojistiği, tedarikçilerden alınan malzemelerin hareketi ve depolanması, (2) malzeme yönetimi, malzemelerin firma içinde akışı ve depolanması, (3) giden lojistik veya fiziksel dağıtım ise, ürünlerin en son üretim noktasından müşterilere taşınması ve depolanmasını göstermektedir. Bu kavramlar diğer lojistik kavramlarıyla birlikte Şekil 2’de gösterilmiştir (Farahani, Rezapour, Kardar, 2011). Y Şekil 2’de görüldüğü gibi, lojistik iki tip akış ile ilgilidir: fiziksel akış ve bilgi akışı. Genel olarak fiziksel akış, lojistik ağı boyunca ileriye doğru bir akış olarak düşünülür ki, bu akışın ana yönü üretim noktasından tüketim noktasına doğrudur. Bilgi akışı ise geriye doğru olarak düşünülür ki, akışın ana yönü aşağıdan yukarıdaki elemanlara doğrudur. 197 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Ancak pratik açıdan, fiziki ve bilgi akışlarının yönleri tek yöne doğru değildir. Malzeme ve bilgi her iki yönde akışa sahiptir. Fiziksel akış dikkate alındığında, ürünün geri doğru akışı ters lojistik olarak adlandırılmaktadır. Bu, hurda ve atıklar ya da kullanılmış veya iade edilen ürünlerin sistem boyunca geri akışıdır. Şekil 2: Lojistik sürecinde malzeme ve bilgi akışlarının yönü Lojistik yönetimi ve tedarik zinciri yönetimi zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılsa da, klasik lojistik kavramı ile tedarik zinciri yönetimi kavramı arasında bir fark vardır. Lojistik genel olarak tek bir işletmenin sınırları içinde gerçekleşen faaliyetlerle ilgiliyken, tedarik zinciri birlikte çalışan, pazara bir ürün teslim etmek için eylemlerini koordineli olarak gerçekleştiren şirket ağlarıyla ilgilidir. Aynı zamanda klasik lojistik, dikkatini tedarik, dağıtım, bakım, stok yönetimi faaliyetleri üzerine odaklamaktadır. Tedarik zinciri, klasik lojistik kapsamındaki tüm faaliyetlerin yanında, pazarlama, yeni ürün geliştirme, finans ve müşteri hizmetleri gibi faaliyetleri de kapsamaktadır (Hugos, 2006). Lojistiğin dayandığı ve beraberinde hareket ettiği bazı temeller kısaca şöyle açıklanabilir (Öztürk, 2008): • Strateji: Mevcut faaliyet maliyetinin minimizasyonu, müşteriye katma değer sağlayabilme, kontrol edilme ve ortama uyarlanabilme gibi stratejilerin belirlenmesi lojistiğin temel dayanaklarındandır. • Yapı: İşletmeler arasında, fonksiyonel bir bütünlük sağlanabilmesi halinde lojistik hizmetleri daha sağlam yürütülebilmektedir. Y 198 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi • Kapasite: Lojistik firmasının güçlü ve sağlam bir lojistik ağ tasarımına ve kanal sistemine sahip olması, ağın çeşitli alanlarında kilit stok seviyeleri bulundurması çok büyük önem taşır. • Hareket: Malzeme, bilgi ve hizmet akışının maksimum düzeyde olması lojistik faaliyetlerinin daha hızlı ve doğru gerçekleşmesi açısından çok büyük önem taşır. • İnsan: Fonksiyonel bütünleşme, işletmeler arası ilişki ve etkileşimde en önemli ve kilit faktördür. • Finansal Öğeler: Pazar hareketlerinin takibi, zamanında müdahale ve iyi bir sermaye altyapısının önemi çok büyüktür. • Fiziksel Olanaklar: İşlevsel süreçler ve işlevlerin bütünleşmesi bu faktöre örnek olarak verilebilir. 5. Yalın Lojistik Ve İlkeleri Yalın lojistiğin bir işletmede uygulanabilmesi için tedarik zinciri ve onun bir unsuru olan lojistiğin tüm unsurları ve kapsamının yalın hale getirilmeye çalışılması gerekir. Bu sürecin yalın hale getirilmesi için, yalın üretimin de temel ilkeleri olan bu ilkelerin bilinmesinde yarar vardır. lean.org internet sitesinde yer alan “The Lean Fulfillment Stream” adlı dokümana göre, firmanın lojistik sistemindeki birçok gereksiz şeyin ortadan kaldırılması ve sistemin iyileştirilmesine imkân sağlayan bu ilkeler şunlardır: 1. Mudaların ortadan kaldırılması: Diğer bütün süreçlerde olduğu gibi lojistik sisteminde de mudalar mevcuttur ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu mudalar katma değer üretmeyen her şey olarak ifade edilebilir. Lojistiğin tedarik, malzeme taşıma ve sevkiyat ile ilgili süreçlerinde birikme, bekleme, stoklama gibi tüm mudalar gerekli çalışmalar yaparak sistemden kaldırılmalıdır. 2. Tedarik süresinin kısaltılması: Hem tedarikçi hem de üretim yönünde lojistik açısından hedeflenmesi gereken en önemli nokta tedarik süresidir. Tedarik süresinin kısaltılması aynı zamanda lojistik sisteminin en fazla değer üretir hale gelmesi demektir. Çünkü lojistik sisteminde tedarik süresi iki şeyin toplamından oluşmaktadır. Bunlar değer + israf olarak karşımıza çıkmaktadır. Tedarik süresinin kısalması ise yalnızca israfın önlenmesi ile mümkün olacağından, tedarik süresini kısaltmak lojistik sisteminin verimliliğini hızla artıracaktır. Oldukça kesin ve kolayca hedef olacak bir nokta olması ile tedarik süresi burada anahtar konumundadır. 3. Müşteri taleplerinin tüm tedarik sisteminde görünür yapılması: Yalın üretim sisteminde olduğu gibi bilgi akışı daima önde olmak zorundadır. Müşteri taleplerinin tüm tedarik zinciri tarafından bilinmesi ile sorunların azalması ve talebin zamanında karşılanmasını sağlamaktır. Y 4. Dengelenmiş akış (Heijunka) oluşturulması: Dengeleme muda, mura ve murinin azaltılması ve maliyetlerin düşürülmesi için anahtar kelimedir. Dengeli akış ile lojistik uygulamaları için aşırı yükü ve taşıma maliyetlerini optimize etme olanaklı hale 199 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. gelecektir. Milk run uygulamasına destek olacaktır. 5. Çekme sisteminin kullanılması: Çekme sistemi tüm sistemin bel kemiğidir. Çekme sistemi olmadan dengeleme, milk run, JIT uygulamak söz konusu dahi olmayacaktır. Yalın lojistik çekme sisteminin var olması ile hayat bulur. 6. Hızı artırılması, dalgalanmaların azaltılması: Bilindiği gibi akış ve hız yalın sistemin temel öğeleridir. Birikmeleri azaltmak, stokları yok etmek ve verimliliği artırmak için akış hızını olabildiğince artırmak önemlidir. Hız burada daha fazla çalışmak, daha çok üretmek anlamında kullanılmamaktadır. Tedarik süresinin azalması, sistemin çevik hale gelmesi temel hedef olarak düşünülmelidir. Dalgalanmaların azalması, müşteri taleplerinin dengelenmesi ile çalışma verimliliği hızla artacak, çalışanların moral ve motivasyonları ile sisteme uygulanan aşırı yükler ortadan kalkacaktır. Böylece pek çok kayıpların da ortadan kalkması ile sistem değer üreten daha yalın bir hale gelecektir. 7. Takım çalışması ve süreç yaklaşımının kullanılması: Her alanda olduğu gibi burada da takım çalışması ve dolayısıyla sinerji oluşumu önemlidir. Kişisel performanstan ziyade takım performansı ön planda tutulmalı, kişisel ihtiraslar törpülenmelidir. Böylece sinerji yardımı ile toplam performans katlanabilecektir. Yalın üretim sisteminde insan kaynakları yaklaşımı olarak benimsenen saygı, takım çalışması politikaları ile lider odaklı yaklaşım, çalışanlara gelişme fırsatı verilmesi, kaynakların adilce paylaşımı sinerji yaratmak için yapılan uygulamalardan bazılarıdır. 8. Tedarik sisteminin toplam maliyetine odaklanma: Bu yaklaşım tüm ticari işlerde olduğu gibi tek mantıklı seçenektir. Toplam maliyetin en düşük seviyede olması önemlidir. Örneğin çok lokasyonlu bir firmanın ortak platformdan satın alma yapması sonucu ortaya çıkan ve lokasyonlar tarafından sıkça yapılan maliyet itirazları bu bağlamda değerlendirilebilir. Temel olan grubun toplam maliyeti olacağından bir lokasyon için bir miktar maliyetin yüksek olması buna karşılık tedarikçi nezdinde önemli hacim oluşması sonucu toplamda en ucuz maliyetin elde edilmesini sağlayan ortak satın alma platformu doğru bir uygulamadır. 6. Bir Otelin Tedarik Zinciri Yapısı Ve Yalın Lojistik Açısından Değerlendirilmesi Turizm sektöründe, hizmet ve ürün sunan oteller ilk akla gelen işletmelerdir. Sunulan hizmet ve ürünler oldukça çeşitlidir. Binlerce ürünün tedarik edilmesi söz konusudur. Bu da çok karmaşık bir tedarik sürecini beraberinde getirmektedir. Bu kısımda, tedarik zinciri yönetimi yapısı ve lojistik faaliyetleri analiz edilerek, katma değer yaratmayan faaliyetlerden arındırma ve maliyetleri en aza çekme amacı çerçevesinde Muğla yöresinden bir otel işletmesi seçilmiştir. Otel işletmesi 1995 yılından beri faaliyet gösteren 325 odalı ve 990 yatak kapasitesine sahip 4 yıldızlı bir oteldir. Otelde konaklama tipi olarak HB uygulanmakta, müşteri portföyünü ağırlıklı olarak İngiliz turistler oluşturmaktadır. İşletme içinde bulunan Ana Mutfak, Alakart Restoran, Snack Bar ve Julian Bar üretim Y 200 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi departmanlarını oluşturmaktadır. Servis, Housekeeper, Teknik Servis, Önbüro, Güvenlik gibi departmanlar ise kendi görev alanlarında hizmet sağlayan departmanlardır. Muhasebe departmanı finans işlerini yerine getirirken, satın alma departmanı ise tüm işletmenin ihtiyacı olan her türlü malzeme ve hizmeti tedarik etmeye çalışmaktadır. Departmanların hizmet ve ürün sunumundaki zamanlama konusundaki hassasiyetleri hizmet ve ürün işlemleri açısından çok büyük önem arz etmektedir. Müşteri gözüyle bakıldığında departmanlardan birindeki aksaklık sadece o departmana değil, tüm işletmeye mal edilebilmektedir. Bu sebeple, departmanlarda çalışan personelin ürün tedariki ve sunumu noktasında bilgi sahibi kişilerden seçilmesi büyük önem arz etmektedir. Ayrıca tüm personel belli aralıklarla eğitime tabi tutulmaktadır. İşletmenin tedarik zinciri yapısı Şekil 3’de gösterildiği gibi; finans, personel ve malzeme tedariki olmak üzere üç gruba ayrılabilir. Otelin Tedarik Zinciri Yapısı Finans Tedariki Personel Tedariki Malzeme Tedariki Şekil 3: Otelin Tedarik Zinciri Yapısı i. Finans Tedariki İşletmenin tüm ihtiyaçlarının karşılanması için nakit akışının sağlanmasıdır. İşletme bu ihtiyaçları karşılama gücünü hizmet sağladığı müşterilerden elde etmektedir. Otel işletmelerinde gelirler, genellikle oda ücreti ve müşterilerin konaklama süresince gerçekleştirdikleri ekstra harcamalardan sağlanır. Oda ücretleri genelde seyahat acentaları vasıtasıyla gelen müşterilerden elde edildiğinden, bu ücretler acentalardan tahsil edilmektedir. Acenteler ödemeleri zamanında yapmadıkları için malzeme tedariki sırasındaki nakit akışını müşterilerin ekstra harcamalarından finanse etmek daha uygun olmaktadır. Kullanılan ticari programın kredili satış (kredi kartı verilerek ) yapma imkânı olduğu tespit edilmiş ve bu uygulama faaliyete geçirilmiştir. İzmir’den bir firma ile anlaşılarak kredi kartları otel logolu olarak bastırılmıştır. Y Müşteri resepsiyona ilk kaydını yaparken resepsiyon görevlileri tarafından ister kredili olarak isterlerse nakit para yatırarak kartların müşteri tarafından alınması sağlanmıştır. Her bir kartın şifresi olduğundan, müşteriler bu kartları kaybetseler bile harcama gerçekleşme ihtimali bulunmamaktadır. Bundan dolayı müşteriler istedikleri zaman istedikleri 201 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. yerde (otel içindeki bar ve restoranlar) harcamalarını yapabilme imkânına kavuşmuş oldular. Bu uygulama ile birlikte müşteri ekstra harcamaları, ilk yıllardaki ekstra gelirlere göre kişi başı ortalama 0.70 pound artma göstermiştir. Ayrıca, otel içindeki nakit akışı da tek bir noktadan sağlandığı için nakit kontrolü kolaylaşmış ve muhasebe departmanında personel sayısında azaltmaya gidildiği tespit edilmiştir. Kartların müşteri çıkışı sırasında geri alınmamasıyla, müşterilerin gittikleri bölgelerde veya şehirlerde otelin ücretsiz tanıtımına katkıda bulunduğu tespit edilmiştir. ii. Personel Tedariki Personel müdürü ile yapılan değerlendirme otel çalışanlarının % 40’ının otel lojmanlarında konaklatıldığı tespit edilmiştir. Personelin eğitim düzeyine bakıldığında, Housekeeper ve Mutfak departmanında ilköğretim mezunlarının çalıştığı diğer departmanlarda ise genelde yüksekokul veya üniversite mezunlarının çalıştığı tespit edilmiştir. İşletmenin personel alım politikası gereği, daha önceki yıllarda çalışan personelin tekrar işe alınması ön planda tutulmaktadır. Bununla birlikte bölgesel ve ulusal kariyer siteleriyle de işbirliği yapılmaktadır. İşletme aradığı özellikteki elemana bu sitelerden daha hızlı ulaşmakta ve sonuca çok daha çabuk varmaktadır. Personel konaklama maliyetlerinin daha düşük seviyelere nasıl düşürüleceği konusunda geçen yıl yapılan bir çalışmada; üç katlı bir binanın, her katında 12 personel olmak üzere 2 daire bay ve 1 daire bayan personele ayrılmak üzere kiralandığı tespit edilmiştir. 2011 yılı sezon başında ( Şubat – Mart ) personel alımında Marmaris içinde ikamet eden personele ağırlık verilmiş, bunun sonucunda 3 olan daire sayısı 2’ye indirilmiştir. İşletmeye kazancı 25.200.-TL – 18.000.-TL = 7.200.-TL dir. 2010 yılı daire kira fiyatı 700.-TL (12x700x3 = 25.200.-TL) 2011 yılı daire kira fiyatı 750.-TL (12x750x2 = 18.000.-TL) Kira artışına rağmen kira kazancı % 28,5’dur. iii. Malzeme Tedariki İşletmenin malzeme tedariki iki şekilde yapılmaktadır. Biri departmanların malzeme tedariki (işletme içi tedarik), diğeri ise tedarikçilerden işletmeye malzeme tedarikidir (işletme dışı tedarik). Hizmet işletmelerinin en önemli unsuru müşteri memnuniyetini sağlamaktır. Müşteriler işletmenin mimari yapısı yanında sundukları hizmetin ve ürünün hızı ve kalitesini de ön planda tutmaktadırlar. Bu noktada, satın alma departmanına büyük iş düşmektedir. Hem işletme içi malzeme tedarikini hem de işletmeye malzeme tedarikini çok iyi planlamaları gerekmektedir. Satın alma departmanı bu noktada malzeme sağlayan tedarikçiler ile iyi bir koordinasyon içinde olmalıdır. Y 202 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi Otel işletmeleri doluluk oranlarını göz önünde bulundurarak malzeme tedarikini sağlamaktadır. HB otellerde sabah kahvaltısı ve akşam yemeği ücretini oda fiyatları içinde yansıttıkları için bu hizmetler mutlaka sağlanmak zorunda olduklarından malzeme tedarikini aksatmadan gerçekleştirmek zorundadırlar. Bununla birlikte ekstra ücretli olarak da bar ve restoranlarda müşterilerine hizmet vermektedir. Tüm bu hizmetlerin dışında, otelde bulunan diğer departmanların da malzeme ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların koordineli ve zamanında yapılabilmesi için departmanlar arası ve tedarikçilerle çok iyi bir koordinasyona ihtiyaç vardır. İşletme satın almaları gerçekleştirirken Şekil 4’deki yolu izlemektedir. İşletme içi tedarik yönetimi incelendiğinde; bir departmanın malzeme isteğini depo sorumlusuna iletebilmesi için işletme fiziki yapısı da göz önüne alındığında 30-60 dakika arasında bir zaman geçtiği gözlemlenmiştir. Bu süre içinde personelin malzeme ihtiyacını departman amirine bildirmesi, amirin ihtiyaçları kendi alt deposundan mı yoksa ana depodan mı karşılayacağının tespiti ve yazılan sipariş fişlerinin genel müdüre onaylatılması sonrasında depoya ulaştırılması zaman almaktadır. Bazen genel müdür odasında olmadığında veya otel dışında olduğunda bu süre daha da uzamaktadır. Departman Çalışanları Departman Amirleri Depoda Olan Malzemelerin Depodan Verilmesi Genel Müdür Onayı Depo Sorumlusu Eksik Malzemelerin Temin İçin Bildirilmesi Satın Alma Müdürü Tedarikçiler Şekil 4: Otelin Tedarik Zinciri Yapısı Y Bu sorunu ortadan kaldırmak için işletme içinde kullanılan ticari programın stok yönetimi sipariş modülünden faydalanılması kararlaştırılmıştır. Bu program sayesinde departman amirleri siparişleri fişe yazmak yerine bilgisayar programına yazmaya başlamış ve bu sırada hangi malzemenin ana depoda olduğunu anında görerek olmayan malzemeler için gerekli önlemleri departman içinde almışlardır. Ana mutfak ürünün depoda olmadığını anında görerek bazen menülerde değişikliğe gitmesi depodan gelecek cevap beklenilmeden yapılmasının sağlanacağı ön görülmüştür. Bunun yanında, genel müdürün onay işlemini gerçekleştirmesi için makamında olmasına da gerek kalmamıştır. İnternet erişimi olan her yerden siparişleri görerek onay vermesi sağlanmıştır. 203 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Yapılan bu uygulama ile gün içinde ana depodan malzeme çeken departmanlar düşünülürse, yaklaşık her bir departmanın malzeme çekiminin minimum 30 dakika azalacağı öngörülmüştür. Her gün ana depodan malzeme çeken departmanlar (ana mutfak, alacarte restaurant, snack bar, julian bar, housekeeper) dikkate alınırsa gün içinde sadece siparişlerin bilgisayar ortamına aktarılması ile günde 5x30 dak. = 150 dak. = 2.5 saat günde personelin depodan malzeme çekmek ile uğraşması yerine başka işlere yönlendirilmesine imkân sağlayacaktır. Ayda 30 gün çalışıldığı dikkate alınırsa yapılan tasarruf 75 saati bulacaktır. a. Departmanlar Otel işletmesinin housekeeper, teknik servis, ana mutfak, alacarte mutfak, barlar, depo ve satın alma gibi kendi görev alanlarında hizmet sağlayan departmanları vardır ve bu departmanlarla ilgili elde edilen bilgiler aşağıda verilmiştir. i. Housekeeper Oda temizliği ve otelin genel temizliğinden sorumlu departmandır. Bu hizmetleri sağlama sırasında en fazla ihtiyaç duyduğu malzeme oda içinde bulunan mefruşatların temizliğinin sağlanması için kullanılan malzemeler yer almaktadır. Mefruşat temizliğini Marmaris’te bulunan bir şirketten karşılamaktadır. Bu işlemi her gün odalardan alınan malzemelerin akşamüstü saat 5 gibi tedarikçinin gönderdiği bir araç vasıtasıyla işletmeden alındığı ve ertesi gün akşam 5’te geri getirilip o günkü kirli malzemeleri aldığı tespit edilmiştir. Bu işlem için otelin tüm mefruşat malzemesi 2.5 katı olarak yedeklenmiştir. Malzemelerden biri odada kullanılırken diğeri temizlenmeye gönderilmekte ekstra durumlar içinde bir miktar stokta bulundurulmaktadır. Otel incelendiğinde çamaşırhanesinin olduğu ama kullanılmadığı atıl olarak durduğu tespit edilmiştir. Çamaşırhanenin çalıştırılması durumunda maliyetlerin azaltılabileceği düşünülmüş ve bu amaçlar otelin çamaşır yıkama maliyetleri analize tabi tutulmuştur. Maliyetlerin ayrıntılı bir analizi takip eden alt bölümlerde yer almaktadır. ii. Teknik Servis Bu servis; kullanma suyu arıtma, havuz hijyeni, ısıtma sistemleri ve teknik hizmetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlayan departmandır. Bu işlemler için tuz, ph, asit, LPG ve teknik malzemeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bunların tedariki için yılbaşında bir firma ile sabit fiyattan bir anlaşma yapıldığı ve yıl boyunca fiyatta bir değişme olmadığı görülmüştür. Malzeme tedarikinde de günü birlik ana depodan malzeme çekimi yapmadıkları için malzeme ihtiyacında bir zorlanma yaşanmadığı görülmüş olmasına karşın, bir personelin her akşam havuzlar için iki adet, biri 400 ton diğeri 220 ton olmak üzere asit ve PH attığı tespit edilmiştir. Bu işlemin bazı sıkıntıları olduğu görülmüştür. PH ve asit düzeyini belirlemek için atılacak asit ve ph’ın seviyesini belirlemek için her gün bir tüp içine biraz havuz suyu alındığı ve bunun derecesine göre malzeme atılması gerektiği saptanmıştır. 2012 yılı itibariyle yapılan araştırmalar sonucunda bilgisayarlı otomatik dozajlama sistemi kurulmasına karar verilerek, hem işlemin teknik şartlara daha uygun Y 204 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi olarak yapılması sağlanmış hem de buradaki teknik personelin yaklaşık 2 saat akşamüzeri başka işlere yönlendirilmesi sağlanmıştır. Birde LPG kullanımının gün içinde sıcak su ihtiyacında çok fazla kullanıldığı ve maliyetleri artırıcı bir sebep olduğu tespit edilmiştir. Marmaris bölgesinde yaklaşık 7-8 ay iyi derecede güneş olduğu dikkate alındığında, çatıya güneş enerjisi kurulumu ile gün içindeki sıcak su ihtiyacının karşılanabileceği saptanmıştır. 2011 Eylül ayı itibariyle kurulan 54 adet güneş enerjisi panelinden sıcak su ihtiyacının büyük bir kısmının karşılandığı görülmüştür. 2011 yılı sezonu başında teknik servis müdürü ile yapılan görüşmeler çerçevesinde suyun arıtılması için kullanılan tuzun tablet tuza çevrilmesine karar verilmiş ve yılsonunda başka bir 5 yıldızlı otelin arıtmasında kullanılan toz tuz kullanımına göre yapılan karşılaştırma sonuçları Şekil 5’deki gibi elde edilmiştir. Şekilde incelenen otel otel 1, diğer otel ise otel 2 olarak çalışmamızda adlandırılmıştır. Şekil 5: Toz tuz ve tablet tuz kullanım maliyetlerinin karşılaştırmalı grafiği iii.Ana Mutfak Y Otelin müşterileri için sabah kahvaltısı ve akşam yemeklerinin hazırlandığı bölüm ana mutfaktır. 2011 yılında günlük çıkarılacak menü listesi 1 haftadan 2 haftaya çıkarılmıştır. Bu sayede malzeme tedarikinde hangi malzemelerin kullanılacağı 2 haftalık periyotta belli olmaya başlamıştır. Satın alma departmanı buna göre malzeme tedarikini daha rahat bir şekilde temin etmeye başlamıştır. Uzun süreli kullanma zamanı olan malzemeler 2 haftalık olarak tedarikçilerden alınmaya başlamıştır. Temini gecikecek malzemeler önceden belirlenip aşçı başına bildirilerek son dakika değişikliklere ihtiyaç kalmadan 1-2 gün öncesinden menülerde değişiklik imkânı sağlanmıştır. Bunun yanında ana depoda bulunan ve kullanım süreleri kısalan malzemeler de departman ofislerine kurulan bilgisayar ile takip edilmeye başlanmış ve aşçı başı gerekirse menülerde ufak değişiklikler yaparak bu ürünlerin kullanımını daha hızlı bir şekilde uygulamaya başlamıştır. Bu sayede stok devir hızı ve zayiat oranı azalmıştır. Ana depodan malzeme tedariki bilgisayar sistemi ile 205 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. daha hızlı bir şekilde sağlanmaya başlamıştır. Müşterilere sunulacak olan ürünler birer haftalık tahminlerdeki müşteri sayılarına göre hazırlanmaktadır. Böylece ana depodan malzeme alımı daha rahat ve hızlı bir şekilde sağlanmaya başlanmıştır. Ana mutfak içinde bir kasaphanenin olduğu tespit edilmiş ve dışarıdan temin edilen et ürünleri buradaki depoya direkt olarak aktarılmaya başlanılmıştır. Bu sayede ana depodaki soğuk havada etler için ayrılan bölüme başka dondurulmuş ürünlerin konması sağlanmıştır. Maliyeti yüksek ve satın alma açısından birçok tedarikçilerle çalışma gerekliliği olan yiyecek tedariki iki haftalık menüler sayesinde önceden belirlenmeye başlamış ve satın alma malzemeleri daha hızlı ve kolay tedarik edilmeye başlanmıştır. iv. Alacarte Mutfak Müşterilerin HB harici ekstra ücret ödeyerek istedikleri ürünleri satın alıp yiyebilecekleri bir bölümdür. Müşterilere sunulacak ürünler ana mutfaktan farklılık göstermektedir. Önceden menü hazırlama şansları çok fazla yoktur. Bu durumda malzeme miktarlarının daha az depolanması ve çeşitliliği fazla tutmayı gerektirir. Çünkü müşterinin neler isteyeceği belli değildir. Satın alma ile çok iyi bir malzeme tedariki zinciri kurmayı gerektirir. Alacart mutfağının bir avantajı da otelde ağırlıklı olarak İngiliz müşterilerin konaklamalarıdır. Önceki yıllardaki satış rakamları göz önünde bulundurularak bazı ürünler ön hazırlık aşamasından geçirilerek departmanın sunum dolabında hazır olarak bekletilebilmektedir. Bu sayede satın alma hangi ürünlerin daha sık gideceğini tahmin edebilmekte ve malzeme tedarikini tedarikçilerden temin edebilmektedir. v. Barlar Tüm içecek çeşitlerinin satıldığı bir bölüm olan bar, malzeme saklama açısından en rahat bölümdür. Ana depodan yeterince malzemeyi çok rahat bir şekilde kendi depolarına alabilirler. Genelde kullandıkları malzemeler uzun ömürlü olduğundan depolama koşullarında bir sıkıntı çekmezler. Bununla birlikte depolanacak malzemelerin fiyatları yüksek olduğundan (bilhassa yabancı alkollü içecekler) stok devir hızının iyi ayarlanması gerekmektedir. Departmanın malzeme isteğini otelde müşterilerin kart sistemi kullanmaya başlamasıyla birlikte gün sonunda malzeme kullanımının sistem üzerinden üretim yapılarak sarf ettirilmesi sağlanmıştır. Bu sayede deposunda ne kadar malzemesinin kalması gerektiğinin kontrolü yapılarak elinde bulunan fazla malzemenin tekrar istenmesinin önüne geçilmiştir. vi. Depo Tedarik zinciri yönetiminin otel işletmesi içinde başlangıç yeri ana depodur. Malzemelerin gerekli koşullarda saklanması, departmanların malzeme isteklerinin karşılandığı bir bölümdür. Depo görevlisinin gelen ürünlerin, işletmeye girişinin sağlanması, eksik ürünlerin satın alma müdürüne bildirilmesi, departmanların isteklerini karşılama gibi gö- Y 206 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi revleri vardır. Bu işlemleri yapmak için iki personel depoda görevlendirilmiş olup bu personellerin günlük çalışma şekilleri şöyledir: Satın alma tarafından tedarikçilerden temin edilen malzemeler araçlarla depoya geldiğinde, öncelikli olarak gerekli sağlığa uygunluk kuralları çerçevesinde malzemelerin taşınıp taşınılmadığının kontrolü yapılmaktadır. Daha sonra düzenlenen fatura ile gelen malzemenin miktar ve marka olarak aynı olup olmadığı kontrol edilerek teslim alma işlemi gerçekleştirilmektedir. Gelen malzemelerin depoya aktarılması sırasında depo içi ile araç parkı arasında otelin fiziki yapısı itibariyle 40 mt lik bir mesafe bulunmaktadır. Bu mesafe yük taşıma çek-çekleri ile personel tarafından taşınmaktadır. Gün içinde gelen malzeme yoğunluğundan bu işlem bir personelin yaklaşık 2-3 saatini almaktadır. Depo da gerekli incelemeler yapıldığında deponun araç parkının altına kadar uzandığı tespit edilmiştir. Buraya bir yük asansörü inşa ettirildiğinde bir personel ile işlemlere devam edilebileceği ön görülmüş ve 2012 yılı itibariyle depoda bir personel çalıştırılmaya başlamıştır. Yapılan denemelerde asansörle malzemelerin direkt depo içine asansörle indirilmesiyle asansör yapım maliyeti personel ücretinden fazla olmakla birlikte 1-2 yıl içinde kendini amorti ederek işletmenin personel maliyetinin ana depo için minimum düzeye indirilmesi sağlanmıştır. Bunun yanında departman siparişlerinin bilgisayar ortamından gerçekleştirilmesiyle eksik malzemeler satın alma müdürü tarafından otomatikman görülmekte ve depo sorumlusunun tekrar bir liste hazırlamasının önüne geçilmektedir. Sağlanan bu kolaylıklarla birlikte depoda bir personelin işleri rahatlıkla yürütülebileceği görülmüştür. vii. Satın Alma Otelin bütün malzeme ihtiyacının karşılanması için tedarikçilerden satın alma yapan bölümdür. Satın alma Müdürü depo ile koordineli çalışmaktadır. 2011 yılında KDV hariç 1.563.073.-TL tutarında malzeme tedariki gerçekleştirmiştir. Çok fazla tedarikçi ile çalışılmakta ve bu tedarikçilerin hangi malzemeleri sağladıklarının çok iyi bilinmesi gerekmektedir. İşleyiş içinde her gün tedarik edilecek malzemeler için fiyat teklif listesi hazırlanıp firmalara faks çekilmekte ve gelen fiyatları değerlendirmek sabah saatlerinde en az 2-3 saat almaktaydı. Fiyat teklifi işlemlerinin bilgisayar programı üzerinden yapılmaya başlanmasıyla birlikte bu sürenin ortalama 1 saate indiği görülmüştür. Bu sayede satın alma müdürüne sabahleyin 1-2 saat arasında zaman tasarrufu sağlanmış ve bu süreyi malzemelerin daha uygun ve daha hızlı nasıl temin edilebileceğini araştırma imkânı olarak kullanması istenmiştir. Böylece satın alma müdürü tedarikçilere ziyaretlerde bulunarak; ürünleri saklama koşulları, malzeme nakliyesinde hangi tür araçların kullanıldığı, araçların fiziki durumları, tedarikçilerin ürünleri hangi sürelerde temin edebilecekleri gibi konularda daha fazla bilgi sahibi olmuş ve tedarikçileri de işletmenin koşulları ve istenilen özellikler hakkında bilgilendirme faaliyetlerini yapma imkânı elde etmiştir. Y Hizmet sektöründe müşteri memnuniyeti ön planda olduğu için müşterinin istediği 207 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. her ürünü bulup sunmak otel işletmeleri için büyük önem arz etmektedir. Bunu da işletmeye sağlayacak olan tedarikçilerdir. İyi bir tedarikçi seçimi işletmenin en önemli unsurudur. Otelin malzeme tedarikini sağlayan tedarikçilerin alt yapılarını iyileştirmeleri, işletmenin malzeme tedarikini hızlı ve etkin bir şekilde yapılabileceği hem otel işletmesi hem de tedarikçilerle yapılan görüşmelerde ortaya çıkmıştır. Otel işletmelerinde dışarıdan malzeme tedarikinin yanında otel içi departmanların malzeme tedariki ve kullanımı da yalın lojistik ilkeleri açısından incelenmeye değer görülmektedir. İşletme içi stok devir hızının daha yüksek seviyelerde olması kayıp malzeme oranını minimize etmiştir. Bilgisayar sistemlerini daha etkin bir şekilde kullanmakla birlikte iç tedarikin daha hızlı ve etkin bir şekilde kullanılması, bazı ürünlerin daha etkin alternatifleri kullanılarak maliyetlerin azaltılabileceği gözlemlenmiştir. İşletmenin malzeme tedariki sırasında da o coğrafyada bulunan tedarikçilerin teknolojik alt yapılarının olması, gerekli gıda hijyeni koşullarında taşıma işlemini hızlı bir şekilde sağlamalarının da önemi giderek artmaktadır. 7. İki Otelin Çamaşır Yıkama Maliyetlerinin Karşılaştırılması Otellerin seçiminde, özellikle maliyet verilerinin kolay temin edilebilmesi yanında otellerin yıkanacak çamaşır miktarının maliyetleri etkileyip etkilemediğinin belirlenmesi açısından çamaşır miktarıyla, çamaşır yıkama işleminin otel içinde ve dışında yapılma durumlarına göre otellerin seçimi yapılmıştır. Otel 1 olarak verilen otel, önceki kısımlarda tedarik zinciri yapısı incelenen dört yıldızlı, yıkama işlemini kendi içinde gerçekleştiren, yıkanacak ürünlerin havlu vb. için günlük, çarşaf ve nevresim gibi ürünlerin ise genel olarak iki günde bir değiştirildiği, yaklaşık 325 oda ve 900 yatak kapasiteli Muğla yöresinde hizmet veren bir oteldir. Otel 2 olarak adlandırılan otel ise, beş yıldızlı yaklaşık aynı kapasitede, yıkama işlemlerini ise dışarıya yaptıran yani bu hizmeti dışarıdan satın alan, yıkanacak malzemelerin büyük bir kısmının genel olarak her gün düzenli bir şekilde değiştirildiği, yaklaşık 1001 oda ve 2100 yatak kapasiteli yine Muğla yöresinde kurulmuş bir oteldir. Maliyet karşılaştırmalarının sağlıklı olabilmesi için her iki otelin aynı sezona ilişkin olarak 2011 yılı turizm sezonundaki maliyetleri analize tabi tutulmuştur. Maliyet hesaplamalarının nasıl yapıldığı takip eden kısımlarda verilmekle birlikte, karışıklık oluşturmaması için çok fazla ayrıntıya girilmemiştir. i. Yıkama Hizmetini Kendisi Veren Otelin Maliyetlerinin Analizi Öncelikle takip eden kısımlardaki hesaplamalarda kullanılacak ortalama temizlik malzemesi maliyetleri Tablo 1’de verilmiştir. Bu tabloda, temizlik malzemeleri birim maliyetler olarak yer alırken, personel ücreti üç kişilik, elektrik gideri birim olarak ve LPG gideri 8 ayı kapsayan bir sezonluk olarak verilmiştir. leri Y 208 Tablo 1: Otel 1 için temizlik maddelerinin birim maliyetleriyle diğer maliyet kalem- Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi Temizlik Maddesi Cinsi Birim Fiyatı Diğer Maliyetler Kalemi Klorak 0,40 TL/kg. Personel Maaşı Tutarı 1 36.000 Ozonex 7,12 TL/kg. Elektrik Gideri 2.25 Ventura Usona Ext 3,97 TL/kg. LPG Gideri 40.000 Softenit 1,98 TL/kg. Renoval 8,87 TL/kg. TL/sezon TL/KwSaat TL/sezon Otel 1’in yıkanan ürünlerinin cinsi ve miktarı, bu ürünlerin temizliği için yıkama firmalarının önerdiği standart temizlik malzemesi kullanım miktarları ve fiili kullanılan temizlik maddesi miktarları Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2’deki hesaplamalara ilişkin bir örnek vermek gerekirse, büyük havlunun ağırlığı 600 gramdır. İlgili sezonda 56235 adet büyük havlu yıkanmış ve bunun toplam ağırlığı 33741 kg.’dır. Bu ürün için yıkama büyük makinede yapılmakta ve büyük makine kapasitesi 75 kg olduğuna göre, 449.88 makine yıkaması yapılması gerekmektedir. Makine başına 0.4 kg klorak kullanılmakta olduğundan, kullanılan klorak miktarı 179.95 kg. olarak hesaplanır. Diğer temizlik maddelerinden ozonex makine başına 0.5 kg, ventura veya usone 0.5 kg, softenit ise 0.6 kg olarak kullanılmaktadır. Bu miktarlar, yıkama firmaları tarafından tavsiye edilen temizlik maddesi kullanım miktarlarıdır.4 Büyük makinede yıkanan miktar toplamı 127.389,01 kg. olduğuna ve büyük makinede 75 kg. Çamaşır yıkanabildiğine göre yaklaşık 1698 makinelik çamaşır yıkanmıştır. Fiili makine yıkama sayısı ise 1790’dır. Yıkanan miktar toplamı makine çamaşır sayısına bölünürse, makine başına düşen çamaşır miktarı bulunur ki, bu da 71.17 kg.’dır. Küçük makinenin yıkama kapasitesi 5 kg.’dır ve küçük makinede yıkanan toplam miktar yıkama kapasitesine bölünürse 2495.8 yani yaklaşık olarak 2496 makinelik çamaşır yıkanması gerekmektedir. Ancak ilgili sezonda küçük makinede yıkanan çamaşır miktarı fiili olarak 1728 makineliktir. Bu farkın sebebi ise, yıkama personelinin zaman zaman 5 kg. Kapasiteli makineye 7-8 kg. çamaşır atmasından kaynaklanmaktadır. Küçük makinede yıkanan çamaşırlar için makine başına 150 gr. olarak temizlik maddelerinden sadece ventura veya usona ext kullanılmaktadır. Fiili olarak 1728 makinelik çamaşır yıkandığına göre bu temizlik maddesinin kullanım miktarı 259.20 kg. olmaktadır. Diğer yandan Tablo 2’de kullanılması gereken temizlik maddesi miktarları ile kullanılan miktarlar arasında çok ciddi bir fark ortaya çıkmaktadır. Bu farkın sebebi ise, suyun sertlik derecesi ve malzeme kirliliğine göre personelin temizlik maddesi miktarını kendine göre ayarlamasıdır. Genel olarak da, yıkama firmalarının önerdikleri değerler üzerinden yıkama yapılmamaktadır. Tablo 2: Otel 1’in yıkanan ürünleri ve temizlik maddelerinin standart ve fiili miktarlarının dağılımı Y 14 Yıkamada çalışan üç kişidir. Bunlardan ikisi daha tecrübeli olduğu için ortalama 1600 TL, diğeri ise sigorta dahil 1300 TL aylık ücret ile 8 ay boyunca çalıştırılmıştır. 209 210 Y Tablo 3’de yıkanan ürün başına düşen temizlik maddesi miktarı hesaplamaları verilmiştir. Bu tabloda makine sayısı sütunundaki değerler, toplam yıkanan çamaşır miktarının makine başına çamaşır miktarı olan 71.17 kg değerine bölünmesi suretiyle hesaplanmıştır. Yıkanan Ürünlerin Toplam Kullanılması Gereken Malzeme Miktarları (Kg.) Ventura veya Miktarı Toplam Softenit Clorak (Kg.) Ozonex Cinsi Ağırlığı Birimi Usona Ext. (Ad.) Ağırlığı (Kg.) Büyük Havlu 600 Gr. 56.235 33.741,00 179,95 224,94 224,94 269,93 Küçük Havlu 420 Gr. 56.252 23.625,84 126,00 157,51 157,51 189,01 Ayak Havlu 420 Gr. 15.715 6.600,30 35,20 44,00 44,00 52,80 Büyük Çarşaf 1200 Gr. 25.870 31.044,00 165,57 206,96 206,96 Yastik Kilifi 100 Gr. 45.067 4.506,70 24,04 30,04 30,04 36,05 Küçük Çarşaf 450 Gr. 43.465 19.559,25 104,32 130,40 130,40 Sun.Havlu 500 Gr. 11.119 5.559,50 37,06 37,06 44,48 Yatak Örtüsü 2000 Gr. 206 412,00 2,20 2,75 2,75 Alez 3000 Gr. 349 1.047,00 5,58 6,98 6,98 Duş Perde 350 Gr. 843 295,05 1,57 1,97 1,97 Perde 520 Gr. 93 48,36 0,26 0,32 0,32 Nevresim 1600 Gr. 506 809,60 4,32 5,40 5,40 Battaniye 1800 Gr. 78 140,40 0,94 1,12 Büyük Makinede Yıkanan Çamaşır Miktarı Toplamı 127.389,01 Masa Örtüsü 280 Gr. 18.342 5.135,76 Peçete 50 Gr. 7.765 388,25 Müşteri Çamaşırı Mak. Ad. 295 1.475,00 259,20 Üniforma + Mak. Ad. 1.096 5.480,00 Personel Küçük Makinede Yıkanan Çamaşır Miktarı Toplamı 12.479,01 Yıkanan Çamaşır Miktarı Genel Toplamı 139.868,01 KULLANILMASI GEREKEN TEMİZLİK MADDESİ MİKTARI 649,01 848,32 1.108,46 593,39 KULLANILAN MİKTAR 30 488 961 479 FARK 619,01 360,32 147,46 114,39 Yıkanan Ürünlerin Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi Büyük havlu için kullanılan klorak miktarı hesaplanırken; sun. Havlu için klorak kullanılmadığından bunun makinesi sayısı toplam makine sayısından düşülmüş ve kullanılan 30 kg. klorak miktarı toplam makine sayısı 1711,81 değerine bölünmüştür. Bulunan değer büyük havlu için hesaplanan makine sayısı ile çarpılarak büyük havlu için kullanılan klorak miktarı 8.31 kg. olarak hesaplanmıştır. Diğer temizlik maddeleri için de hesaplamalar benzer şekildedir. Tablo 4’de ise, kullanılan malzeme miktarlarının yıkanan ürün başına maliyetleri verilmiştir. Temizlik maddeleri için maliyetlerin hesaplanmasında Tablo 1’de verilen maliyet değerleri kullanılmıştır. Tablo 4’de hesaplanan temizlik maddelerinin maliyetleri ile diğer maliyet kalemlerine göre yıkama birim maliyetleri hesaplamaları Tablo 5’de verilmiştir. Örneğin Tablo 4’de büyük havlu için temizlik maddesi maliyeti 2346.41 TL’dir. Bu tutar yıkanan büyük havlu miktarına bölünürse büyük havlu birim başına düşen maliyet 0.04 TL/birim olarak hesaplanır. Küçük makinede yıkanan çamaşırların maliyeti 1029.02 TL olduğuna göre, kg. başına ve makine başına maliyetler hesaplanarak tablodaki diğer değerler bulunabilir. Otel 1 konaklama işletmesi çamaşırları kendi yıkama biriminde değil de dışarıya yaptırmış olsa idi ortaya çıkacak maliyetler Tablo 6’da verilmiştir. Tablo 6’da otelin kendi çamaşır yıkama biriminin kullanılması durumunda hesaplanan Tablo 5’deki birim maliyetler dışarıdan yapılan teklif birim fiyatları ile kıyaslama yapabilmek açısından bu tabloda birlikte verilmiştir. ii. Yıkama Hizmetini Dışarıdan Satın Alan Otelin Maliyetlerinin Analizi Otel 2 yıkama hizmetini dışarıdan satın almaktadır. Otel 2’nin yıkanan ürünlerine ilişkin bilgilerle yıkama maliyetleri ve maliyet toplamı Tablo 7’de verilmiştir. Tablo 7’de dikkati çeken en önemli nokta, bu otelin yıkanacak çamaşır kapasitesinin çok fazla olmasından dolayı yıkama fiyatının neredeyse yarıya inmesidir. Eğer otel 1, otelin 2’nin fiyatlarından yıkama yaptırabilse idi Tablo 8’de verilen maliyetler oluşurdu. Y Bu tablodan da görüldüğü üzere, daha önce belirtildiği gibi otel 1’e verilen fiyat KDV dahil 0,53 Euro iken otel 2’ye verilen fiyat olan 0.27 Eurodan yıkama yaptırılabilse otel 1’in yıkama maliyeti 90.054 TL olarak gerçekleşecekti. Bu maliyet, otelin kendi yıkama maliyetlerinin de oldukça altındadır. Ancak yıkanacak çamaşır miktarının az olması, otele böyle bir fiyat verilmesinin önündeki en büyük engeldir. 211 212 Y 600 420 420 1200 100 450 500 2000 3000 350 520 1600 1800 Küçük Havlu Ayak Havlu Büyük Çarşaf Yastık Kılıfı Küçük Çarşaf Sun.Havlu Yatak Örtüsü Alez Duş Perde Perde Nevresim Battaniye Ağırlığı Büyük Havlu Cinsi Yıkanan Ürünlerin Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Birimi 78 506 93 843 349 206 11.119 43.465 45.067 25.870 15.715 56.252 56.235 140,40 809,60 48,36 295,05 1.047,00 412,00 5.559,50 19.559,25 4.506,70 31.044,00 6.600,30 23.625,84 33.741,00 1,97 11,38 0,68 4,15 14,71 5,79 78,12 274,82 63,32 436,20 92,74 331,96 474,09 0,20 0,01 0,07 0,26 0,10 4,82 1,11 7,64 1,63 5,82 8,31 3,10 0,19 1,13 4,01 1,58 21,30 74,93 17,26 118,92 25,28 90,51 129,25 Ozonex 0,77 4,46 0,27 1,63 5,77 2,27 30,63 107,75 24,83 171,02 36,36 130,16 185,88 0,91 35,97 29,16 42,70 152,86 218,31 Ventura veya Softenit Usona Ext. 16,51 3,80 26,20 5,57 19,94 28,48 Renoval Toplam Kullanılan Malzeme Miktarları (Kg.) Miktarı Toplam Makine Clorak (Ad.) Ağırlığı (Kg.) Sayısı (Kg.) Yıkanan Ürünlerin Tablo 3: Otel 1’in Yıkanan Ürün Başına Düşen Temizlik Maddesi Miktarlarının Dağılımı Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Y 1.096 295 7.765 18.342 139.868,01 5.480,00 12.479,01 1.475,00 388,25 5.135,76 30 619,01 FARK 649,01 77,65 1027,15 1789,93 KULLANILAN MİKTAR KULLANILMASI GEREKEN TEMİZLİK MADDESİ MİKTARI Yıkanan Çamaşır Miktarı Genel Toplamı Küçük Makinede Yıkanan Çamaşır Miktarı Toplamı Mak. Ad. Üniforma + Personel Gr. 50 Mak Ad. Gr. 280 Müşteri Çamaşırı Peçete Masa Örtüsü Büyük Makinede Sayısı Toplamı 360,32 488 848,32 147,46 961 1.108,46 259,20 114,39 479 593,39 Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi 213 214 Y 600 420 420 1200 100 450 500 2000 3000 350 520 1600 1800 280 50 Masa Örtüsü Peçete Müşteri Çamaşırı Üniforma + Personel Ağırlığı Büyük Havlu Küçük Havlu Ayak Havlu Büyük Çarşaf Yastık Kılıfı Küçük Çarşaf Sun.Havlu Yatak Örtüsü Alez Duş Perde Perde Nevresim Battaniye Cinsi 295 1.096 Mak. Ad. 18.342 7.765 56.235 56.252 15.715 25.870 45.067 43.465 11.119 206 349 843 93 506 78 Miktarı (Ad.) 474,09 331,96 92,74 436,20 63,32 274,82 78,12 5,79 14,71 4,15 0,68 11,38 1,97 Toplam 1027,15 77,65 Makine Sayısı 920,29 644,40 180,02 846,73 122,92 533,48 151,64 11,24 28,56 8,05 1,32 22,08 11,99 3470,73 0,04 0,10 0,03 0,00 0,08 3,32 2,33 0,65 3,06 0,44 1,93 Clorak Ozonex 1029,02 Ventura veya Usona Softenit Renoval Ext. 737,96 432,25 252,59 516,72 302,66 176,87 144,36 84,55 49,41 678,97 0,00 232,40 98,57 57,73 33,74 427,78 0,00 146,42 121,59 71,22 9,01 22,90 6,45 1,06 17,71 3,07 1,80 2786,15 950,22 891,44 Temizlik Maddelerinin Maliyetleri (TL) 5.480,00 Küçük Makinenin Temizlik Maddesi Maliyeti ile Genel Toplam 1.475,00 5.135,76 388,25 33.741,00 23.625,84 6.600,30 31.044,00 4.506,70 19.559,25 5.559,50 412,00 1.047,00 295,05 48,36 809,60 140,40 Toplam Ağırlığı (Kg.) Yıkanan Ürünlerin Mak. Ad. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Birimi Yıkanan Ürünlerin Tablo 4: Otel 1’in Yıkanan Ürün Başına Düşen Maliyetlerinin Dağılımı 9.139,54 2.346,41 1.642,98 459,00 1.761,16 313,40 1.109,62 344,45 20,29 51,56 14,53 2,38 39,87 4,87 8110,52 Toplam Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Y Büyük Havlu Küçük Havlu Ayak Havlu Büyük Çarşaf Yastık Kılıfı Küçük Çarşaf Sun.Havlu Yatak Örtüsü Alez Duş Perde Perde Nevresim Battaniye Masa Örtüsü Peçete Müşteri Çamaşırı Üniforma + Personel Cinsi Gr. 56.235 Gr. 56.252 Gr. 15.715 Gr. 25.870 Gr. 45.067 Gr. 43.465 Gr. 11.119 Gr. 206 Gr. 349 Gr. 843 Gr. 93 Gr. 506 Gr. 78 Gr. 18.342 Gr. 7.765 Mak. Ad. 295 Mak. Ad. 1.096 Küçük Makine İçin Toplam 600 420 420 1200 100 450 500 2000 3000 350 520 1600 1800 280 50 0,41 0,41 295 1.475,00 5.480,00 1096 12.479,01 2.495,80 0,04 0,03 0,03 0,07 0,01 0,03 0,03 0,10 0,15 0,02 0,03 0,08 0,06 0,02 0,00 474,09 331,96 92,74 436,20 63,32 274,82 78,12 5,79 14,71 4,15 0,68 11,38 1,97 1027,15 77,65 1,29 1,29 0,15 0,11 0,11 0,31 0,03 0,12 0,13 0,51 0,77 0,09 0,13 0,00 0,00 0,07 0,01 1,43 1,43 0,17 0,12 0,12 0,34 0,03 0,13 0,14 0,57 0,86 0,10 0,15 0,00 0,00 0,08 0,01 8,08 8,08 Genel Maliyet Toplamı 4,95 4,95 0,33 0,23 0,23 0,66 0,06 0,25 0,28 1,10 1,65 0,19 0,29 0,00 0,00 0,28 0,05 LPG Toplam Birim Maliyet 0,70 0,49 0,49 1,38 0,12 0,52 0,58 2,29 3,43 0,40 0,59 0,08 0,06 0,45 0,08 Yıkama Birim Maliyetleri (TL) Makine Temizlik İşçilik Elektrik Sayısı Malzemesi 33.741,00 23.625,84 6.600,30 31.044,00 4.506,70 19.559,25 5.559,50 412,00 1.047,00 295,05 48,36 809,60 140,40 5.135,76 388,25 Toplam Ağırlığı (Kg.) Yıkanan Ürünlerin Ağırlığı Birimi Miktarı (Ad.) Yıkanan Ürünlerin Tablo 5: Otel 1’in Yıkama Birim Maliyetleri ve Maliyet Toplamı 166.674 8.855 2.383 39.280 27.504 7.684 35.743 5.247 22.520 6.430 471 1.198 337 55 40 5 8.295 627 Toplam Maliyet Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi 215 216 Y 600 420 420 1200 100 450 500 2000 3000 350 520 1600 1800 280 50 Büyük Havlu Küçük Havlu Ayak Havlu Büyük Çarşaf Yastık Kılıfı Küçük Çarşaf Sun. Havlu Yatak Örtüsü Alez Duş Perde Perde Nevresim Battaniye Masa Örtüsü Peçete Müşteri Çamaşırı Üniforma + Personel Ağırlığı Cinsi Yıkanan Ürünlerin 295 1.096 Mak Ad. 5.480,00 1.475,00 Miktarı Toplam (Ad.) Ağırlığı (Kg.) 56.235 33.741,00 56.252 23.625,84 15.715 6.600,30 25.870 31.044,00 45.067 4.506,70 43.465 19.559,25 11.119 5.559,50 206 412,00 349 1.047,00 843 295,05 93 48,36 506 809,60 78 140,40 18.342 5.135,76 7.765 388,25 Mak Ad. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Birimi 1096 11,75 3,43 0,40 0,59 0,08 0,06 0,30 0,05 Otelin Yıkama Maliyeti (TL/Kg.) 0,70 0,49 0,49 1,38 0,12 0,52 0,58 2,29 11,75 Toplam Maliyet KDV (% 18) Genel Toplam Maliyet 1,00 1,00 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 14,71 4,15 0,68 11,38 1,97 1027,15 77,65 295 Yıkama Fiyatı (Euro/Kg.) 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 0,45 5.480,00 66.765,86 1.475,00 471,15 132,77 21,76 364,32 63,18 2.311,09 174,71 12.878 156.899 28.242 185.141 3.466 1.107 312 51 856 148 5.431 411 Toplam Maliyet Toplam (Euro) Maliyet (TL) 15.183,45 35.681 10.631,63 24.984 2.970,14 6.980 13.969,80 32.829 2.028,02 4.766 8.801,66 20.684 2.501,78 5.879 185,40 436 Dışarıdan Hizmet ve Otelin Kendisi Yıkaması Durumunda Maliyetler Makine Sayısı 474,09 331,96 92,74 436,20 63,32 274,82 78,12 5,79 Yıkanan Ürünlerin Tablo 6: Otel 1’in Yıkama Hizmetini Dışarıdan Alması Durumunda Maliyetler Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Y Birimi H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K H/K F&B F&B F&B H/K F&B F&B F&B F&B F&B F&B F&B F&B No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 Çarşaf Tek Kişilik Çarşaf Çift Kişilik Pike Tek Kişilik Pike Çift Kişilik Yastık Kılıfı Banyo Havlusu (Büyük Havlu) El Havlusu (Küçük Havlu) Ayak Havlusu Plaj Havlusu Alez Tek Kişilik Alez Çift Kişilik Yatak Örtüsü Küçük Yatak Örtüsü Büyük Battaniye Nevresim Tek Kişilik Nevresim Çift Kişilik Yorgan Masa Örtüsü 155*116 Kapak130*120 Bordo Peçete Bornoz Masa Örtüsü (Küçük) Yorgan (Küçük) Battaniye (Küçük) Masa Örtüsü Yuvarlak (K) Runner Masa Kapak Büyük Kidsen Yastık Kılıfı Yastık Malzeme Birim Fiyatı (€/Kg.) 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 0,27 Toplamlar Genel Toplam Maliyet (TL) Ağırlık (Kg./ Br.) 0,60 0,85 1,15 1,25 0,11 0,68 0,21 0,26 0,80 0,62 0,90 1,34 2,71 2,07 1,37 1,38 2,04 0,75 0,27 0,07 1,08 0,67 1,84 1,90 0,59 0,20 0,40 0,09 0,80 Toplam Miktar (Adet) 44.990,00 76.046,00 1.908,00 763 184.271,00 317.187,00 300.973,00 89.502,00 276.108,00 926 447 189 120 1 26.207,00 43.527,00 864 90.524,00 88.312,00 579.772,00 4.498,00 66.678,00 482 324 876 13.434,00 57.003,00 0 93 2.266.025,00 Tablo 7: Otel 2’nin Yıkanan Çamaşırları ve Bunların Maliyetlerinin Dağılımı 26.994,00 64.639,10 2.194,20 953,75 20.269,81 215.687,16 63.204,33 23.270,52 220.886,40 574,12 402,30 253,26 325,20 2,07 35.903,59 60.067,26 1.762,56 67.893,00 23.844,24 40.584,04 4.857,84 44.674,26 886,88 615,60 516,84 2.686,80 22.801,20 0,00 74,40 946.824,73 Toplam Miktar (Kg.) 7.288,38 17.452,56 592,43 257,51 5.472,85 58.235,53 17.065,17 6.283,04 59.639,33 155,01 108,62 68,38 87,80 0,56 9.693,97 16.218,16 475,89 18.331,11 6.437,94 10.957,69 1.311,62 12.062,05 239,46 166,21 139,55 725,44 6.156,32 0,00 20,09 255.642,68 600.760,29 Toplam Maliyet (€) Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi 217 218 Y 280 50 Masa Örtüsü Peçete Üniforma + Personel Müşteri Çamaşırı 600 420 420 1200 100 450 500 2000 3000 350 520 1600 1800 Büyük Havlu Küçük Havlu Ayak Havlu Büyük Çarşaf Yastık Kılıfı Küçük Çarşaf Sun. Havlu Yatak Örtüsü Alez Duş Perde Perde Nevresim Battaniye Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Gr. Birimi 56.235 56.252 15.715 25.870 45.067 43.465 11.119 206 349 843 93 506 78 (Ad.) Miktarı 295 1027,15 77,65 474,09 331,96 92,74 436,20 63,32 274,82 78,12 5,79 14,71 4,15 0,68 11,38 1,97 Makine Sayısı 5.480,00 1096 12.479,01 2.495,80 1.475,00 5.135,76 388,25 Toplam Ağırlığı (Kg.) 33.741,00 23.625,84 6.600,30 31.044,00 4.506,70 19.559,25 5.559,50 412,00 1.047,00 295,05 48,36 809,60 140,40 Yıkanan Ürünlerin Gr. 18.342 Gr. 7.765 Mak. Ad. 295 M a k . A d . 1.096 Toplam Maliyet (KDV Dâhil) Ağırlığı Cinsi Yıkanan Ürünlerin 0,35 0,27 0,27 0,35 4,11 4,11 0,18 0,03 1.918,00 38.320,76 516,25 1.386,66 104,83 4.507 90.054 1.213 3.259 246 Dışarıdan Hizmet Alınması ve Otelin Kendisi Yıkaması Durumunda Maliyetler Toplam Toplam Yıkama Birim Fiyat Maliyet Maliyet Fiyatı (Euro/ (TL/ürün) (TL) (Euro) Kg.) 0,27 0,38 9.110,07 21.409 0,27 0,27 6.378,98 14.991 0,27 0,27 1.782,08 4.188 0,27 0,76 8.381,88 19.697 0,27 0,06 1.216,81 2.860 0,27 0,29 5.281,00 12.410 0,27 0,32 1.501,07 3.528 0,27 1,27 111,24 261 0,27 1,90 282,69 664 0,27 0,22 79,66 187 0,27 0,33 13,06 31 0,27 1,02 218,59 514 0,27 1,14 37,91 89 Tablo 8: Otel 1’in Yıkama Hizmetini Otel 2 Fiyatından Dışarıdan Alabilmesi Durumunda Maliyetleri Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi 8. Sonuç ve Değerlendirme Yalın üretim ve yalın lojistik günümüz işletmelerinin rekabet gücünü artırmada en önemli araçlardan biridir. İşletmelerin tedarik zincirini en ayrıntısına kadar dikkatle gözden geçirmeleri, maliyetleri ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaları maliyetleri aşağı çekmenin de yolunu açacaktır. Nitekim bu çalışmada ele alınan tedarik zinciri içinde sadece çamaşır yıkama maliyetlerinin ayrıntılı bir değerlendirilmesi bile önemli maliyet tasarrufları sağlayabilmektedir. Tablo 5 ve 6’nın maliyet toplamlarının gösterildiği Şekil 6’dan anlaşılacağı gibi Otel 1’in maliyetleri dışarıdan yıkama hizmeti ile kendisinin yıkaması karşılaştırıldığında yaklaşık % 10 azalmaktadır. İşletmenin bu hizmet alımını büyük oteller ölçeğinde gerçekleştirebilmesi durumunda ise, mevcut dışarıdan hizmet alma teklifine göre maliyet tasarrufu % 50’leri bulmaktadır. Şekil 6: Çamaşır Yıkama Maliyetlerinin Karşılaştırmalı Grafiği Turizm sektöründe yıkama firmaları yıkanacak malzeme miktarına göre fiyatlarını daha düşük tutabilmektedir. Otel 1’in kapasitesi Otel 2’ye göre daha düşük olduğundan farklı bir fiyat teklifiyle karşılaşmıştır. Yıkama firmaları işletmenin firmaya uzaklığı ve malzemeleri otellerden almak için çıkacak araçların doluluk kapasitesi ile birlikte sabit maliyetlerindeki artışları göz önünde bulundurarak farklı duruma göre farklı fiyatlar verebilmektedirler. Y Dışarıdan yıkama hizmeti alındığında önemli bir boşluk da mefruşat malzemesinin ye- 219 Savaş, H. ve Kılıç, İ. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. dekli çalışma miktarının kapasitenin zaman zaman üç katına çıkabilmesidir. Zira yıkama firmalarında oluşabilecek yıkama aksaklıklarından dolayı gecikebilecek temiz malzeme temini işletmeleri böyle bir yola itmektedir. Maliyeti artıran bir nokta da, hizmet firmalarının müşteri memnuniyetini ön planda tutmalarından dolayı müşterilerin temizlik günü olmasa bile odasının temizliği ve mefruşatların değiştirilmesini gerçekleştirmek istemeleridir. Hâlbuki yıkama hizmetini kendi bünyesinde veren bir işletme çabuk ve ihtiyaca göre yıkama yaparak temiz ürünleri gün içinde müşterilerinin hizmetine sunabilmektedir. İşletmenin daha kuruluş aşamasında çamaşırhanesini kurması, makinelerini satın alması ve sonra da yıkama hizmetini dışarıdan satın almaya yönelmesi durumunda bu kuruluş maliyetleri de işletmenin aleyhine bir sonuç doğurmaktadır. Sonuç olarak, bu çalışmanın benzerinin tedarik zincirindeki tüm bileşenler için yapılması, farklı senaryoların dikkatli bir biçimde değerlendirilmesi konaklama işletmelerinin yalın lojistik ve maliyet araçlarıyla rekabet gücü ve gelirinin artmasında önemli bir rol oynayacaktır. Kaynaklar Ashish B. (2009). “Textbook of Supply Chain Management” – Global Media, Lucknow, IND. 195 p. Farahani R. Z., Rezapour S., Kardar L. (2011). “Logistics Operations and Management” – Elsevier Inc., 475p. Heizer J., Render B. (2008). “Operations Management” – Ninth Edition, Pearson International Ed., NewYork, 816 p. Hugos M. (2006). “Essentials of Supply Chain Management” – Wiley. Quayle M. (2006). “Purchasing and Supply Chain Management: Strategies and Realities” – Published in the United States of America by IRM Press, 377 p. Öztürk, G.C., (2008) Tedarik Zincirinde Milk-Run Sistemi ile Cross Docking Sistemlerinin Maliyetlerinin Karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi. Fen Bilimleri Enstitüsü Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı Endüstri Mühendisliği Programı. Stevenson W.J., (2009). “Operations Management” – Tenth Edition, McGraw-Hill International Ed., NewYork, 906 p. Türker M., Balyemez F., Biçer A.A., (2005) “Üretim Sürecinde tedarik Zincirinin Önemi ve Maliyet Yönetimi”, V. Ulusal Üretim Araştırmaları Sempozyumu, İstanbul Ticaret Üniversitesi, 25-27 Kasım, ss.459-465. Waters D. (2009). “Logistics: An Introduction to Supply Chain Management” – published by Palgrave Macmillan Houndmills, New York, 369 p. The Lean Fulfillment Stream, http://www.lean.org/downloads/BLFS_Part1.pdf, ErişimTarihi: 02.06.2013. Y 220 Tez Tanıtım ve Değerlendirme ANEMON Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi ISSN: 2147-7655 Cilt:1 Sayı:1 Haziran: 2013 TEZ TANITIM VE DEĞERLENDİRME INTRODUCTION AND ASSESMENT OF A THESIS Ayhan BİLMEZ1* Teceli Karasu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretimi Sürecinde Engelliler, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum - 2013, ss. X-152. Danışman: Yrd. Doç. Dr. Eyüp ŞİMŞEK Örgün din eğitiminde engellileri konu edinen tez, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tez konusunun niçin seçildiği, yapılan çalışmayla amaçlanın ne olduğu hakkında bilgi veren yazar, bu alan ile ilgili daha önce yapılmış çalışmaları ve kendi çalışmasının bunlardan farkını belirtmektedir. Araştırılan problemin niteliği ve kapsamı mümkün olan bütün açıklığıyla sunulmuştur. Araştırmanın yapılış yönteminin açıkça belirtildiği çalışmada, veri toplama teknikleri ve veri analizleri başka araştırmalarda rahatlıkla tekrarlanabilecek şekilde ortaya konmaktadır. Engellilere yönelik örgün din eğitiminde yaşanılan sıkıntıları en iyi bilenlerin bu alanda çalışan öğretmenler olduğu, dolayısıyla onların görüşleri ve gözlem yoluyla konuyu ele almanın doğru olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, çalışma yapılan konu ile ilgili farklı anlamlarda kullanılan kavramlar açıklanarak tezden daha iyi istifade edilmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın kavramsal çerçevesinin oluşturulduğu birinci bölümde: engellilerin tanımlanması için kullanılan kavramlar, sınıflandırılmaları, gelişim özellikleri, eğitimleri ve İslam dinin engellilere yaklaşımı üzerinde durulmuştur. Sakat, özürlü, özel eğitim gerektiren vb. kavramlar içerisinde bireyi en az inciten ve bireyin en iyi tanınmasını sağlayan kavramın “engelli” olduğu bu yüzden çalışmada engelli kavramına yer verildiği belirtilmektedir. Yetersizliği olan engellileri tanımlamada benzer tartışmaların batı da olduğunu belirten yazar, bu tartışmaların engellilerin sorunlarının gündeme gelmesinin önüne geçmemesi gerektiği kanaatindedir. Bilim adamlarının ilgili oldukları çalışma alanları çerçevesinde engellileri sınıflandırma yoluna gittiğini ifade eden yazar, on iki farklı guruba ayırdığı engellilerin gelişim özellikleri ile her bir gurubun özgün ve kritik evreleri hakkında bilgi vermiştir. Bununla Y *1 Araştırma Görevlisi, Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, ayyhann@windowslive.com 221 Bilmez, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. birlikte ülkemizde örgün din eğitiminde engellilere yönelik eğitim veren okul gurupları özetlenerek yeterlilikleri tartışılmıştır. Engellilere yaklaşım, tarihi seyri içerisinde kısa bir şekilde ele alınmış kutsal dinler ve özellikle de İslamiyet’in gelişinden sonra engellilere yaklaşımdaki farklıklara dikkat çekilmiştir. İslam dini gelmeden önceki toplumlarda engellilerin; musibetlerin ve doğal afetlerin sebebi olarak görüldüğü, ölüme terk etme veya öldürme yoluyla onlardan kurtulmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Engellilere yönelik din eğitiminin niçin olması gerektiği belirtildikten sonra Kur’an ve Hz. Muhammed’in engellilere yaklaşımları üzerinde durulmuştur. Din eğitiminin bireyin anlam arayışına cevap verdiği, içerisinde yaşanılan kültürü etkilediği, kişiler arası ilişler üzerinde belirleyici olduğu ve dolayısıyla engellileri bundan mahrum bırakmanın doğru olmadığını ifade eden yazar, Kur’an’ın indiği dönemde ortaya koyduğu prensiplerin ve Hz. Peygamber’in engellilere yaklaşımının, birçok yönüyle günümüzden daha ileride olduğunu belirtmektedir. Kur’an’ın ve Sünnetin yaklaşımı beş farklı engelli gurubu üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır. Ancak İslamiyet’in engelliler ile ilgili bu guruplar üzerinden ortaya koyduğu ilkeler tüm engelli guruplarına genellenebilir niteliktedir. Allah’ın bütün insanları eşit ve üstün yarattığı belirtilen çalışmada, engelin Allah nazarında eksiklik olarak değerlendirilmeyeceği, zira üstünlüğün takvayla olacağı vurgulanmaktadır. Hz. Yakup’un gözlerinin görmemesini görme engeli, Hz. Zekeriya’nın üç gün boyunca sadece işaret ile konuşmasını işitme engeli, Hz. Musa’nın dilinin yeterince dönmemesini konuşma ve dil bozuklukları engeli kategorisinde değerlendirilebileceğini belirtilen yazar, bu kıssaların gönümüzde engellilere yaklaşım ve din eğitimleri açısından örneklikleri özerinde durmuştur. Örnek yaşantısıyla insanlığa rehber olan Hz. Muhammed, sözleri ile engellileri onore ederek onlar ile iletişime geçmiştir. Hz. peygamberin ticaret yapıp sürekli aldanan sahabeyi ticaretten men etmeyip farklı tavsiyelerde bulunmasını toplumla bütünleştirme çabası olarak değerlendiren yazar, İslamiyet’in zihinsel yetersizliği olanlara hem inanç-ibadet boyutuyla hem de toplumsal boyutuyla sağladığı kolaylıkların lütuf değil, bir hak olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade etmektedir. Aynı şekilde, yaşadığı dönemde fiziksel olarak güzel görünmeyen ve sosyo-ekonomik olarak düşük seviyede değerlendirilebilecek engelli bir sahabe için dönemin ileri gelenlerinden birinin kızını istemeye bizzat kendisinin gitmesini de bu minval üzere değerlendirmiştir. Abese Suresi’nin ilk on ayeti üzerinde çok düşünülmesi gerektiği belirtilen çalışmada, bu ayetlerin inişine sebep olarak gösterilen Abdullah İbn-i Mektûm örneğinin tek başına bile engellilere bakış açısı oluşturma ve onların bireysel-toplumsal hakları konusunda içinde yeterli sayıda ilkeleri barındırdığı vurgulanmaktadır. 2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın işbirliği ile yapılan, “Türkiye Engelliler Araştırması” sonuçlarına göre engelli oranı % 12.29 olarak tespit edildiği bilgisini veren yazar, aileleri ve yakın çevreleri dikkate Y 222 Tez Tanıtım ve Değerlendirme alındığında engelli eğitiminin ve özellikle din eğitimi öneminin daha iyi anlaşılabileceğini ifade etmektedir. Ancak bu eğitimin öğrenci ve yaşam merkezli olması gerektiğinin de altını çizmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde, daha çok gözleme ve özel eğitim okulları ile özel eğitim sınıflarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine giren öğretmenlerin görüşlerine yer verilmiştir. Trabzon- Muş –Erzurum illerinde hem ayrı özel eğitim kurumları hem de normal okulların bünyesinde özel eğitim sınıflarında derse giren öğretmenler ile görüşülmesi, muhtemel farklı problemleri ortaya koyması ve derinlemesine konunun analiz edilmesine imkân sağlaması açısından önemlidir. Çalışmaya katılan örneklemin demografik bilgilerinin yer aldığı araştırmada konunun tüm detaylarıyla ortaya konması için yarı yapılandırılmış sorular ile görüşme tekniğini uyguladığını belirten yazar, gözlem, ön uygulama ve uzmanların görüşleri sonucu görüşme sorularının belirlediğini ifade etmektedir. Çalışmada öğretmelerin engellilere yönelik din eğitimi ile ilgili kanaatleri, engelli din eğitiminde iletişimin önemi, okulların fiziki çevrelerinin eğitimdeki yeri, lisans döneminde alınan eğitimin yeterliliği, Rehberlik Araştırma Merkezi ( RAM) ve Bireyselleştirilmiş Eğitim Programının (BEP) engelli din eğitimine katkısı, öğrenme-öğretme sürecinde kullanılan öğretim materyalleri, engelli din eğitiminde bilgisayar ve internet kullanımı ile FATİH projesi gibi konular, öğretmen görüşleri ve daha önce yapılmış çalışmaların verileri ışığında tartışılmıştır. Engellilere yönelik din eğitiminin onlara sağlanan bir lütuf olmasından ziyade bir hak olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten yazar, bu anlayışla başta bu alanda uzmanlaşmış öğretmen eksikliği olmak üzere, engellilere yönelik din eğitiminde yaşanan sıkıntıların ortadan kaldırılması gerektiğini belirtmektedir. Bu alana yönelik ihtisas alanın açılması, öğretim programlarının eğitimi yapılan engelli guruplarının merkeze alınarak belirlenmesi, buna göre öğretim materyallerinin hazırlanması gerekir. Bu alanda yaşanan bir çok sıkıntının ve çözüm önerilerinin ortaya konduğu araştırmada; zihinsel engellilere yönelik ders ve kılavuz kitaplarının olmayışı, görme engellilere yönelik farklı puntolar ile yazılmış başta ders kitapları olmak üzere öğretim materyali ve dini sesli kitap yokluğu, işitme engellilere yönelik görselliği ön planda olan materyal ve dini kavramların işaret dili sözlüğünde yeterince yer almaması gibi eksiklikler ilk göze çarpanlar arasında yer almaktadır. Ayrıca engelli öğrencilerin okullaşma oranlarındaki hızlı artışa dikkat çekildiği çalışmada, okulların kapasitelerinin üzerinde öğrenciye eğitim vermek zorunda kaldığı ve bu sıkıntının bir an evvel giderilmesi gerektiği belirtilmektedir. Y Sonuç itibariyle tanıtımını yaptığımız bu çalışma; engellilerin özellikleri ve eğitimlerini, engellilere yönelik din eğitiminin niçin gerekli olduğunu, Kur’an ve Sünnet’in engellilere bakışını ve örgün eğitimde engellilere yönelik din eğitiminde yaşanan problemleri başarılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışmanın, engellilere din öğretimi veren öğretmenler ile görüşülerek hazırlanmış olması, mevcut problemlerin tespiti ve ortaya 223 Bilmez, A. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013. konması açısından önemlidir. Açık ve anlaşılır bir üslupla kaleme alınan bu yüksek lisans tezinin İslam dininin engellilere yaklaşımı ve yaşadığımız dönemde örgün eğitim içinde din öğretiminde yaşanan problemler ile ilgili yapılacak yeni çalışmalara önemli katkılar sağlayacağı ve bu alana ilgi duyan herkese faydalı olacağı kanaatindeyim. Y 224