uluslararası katılımlı kadına ve çocuğa karşı şiddet sempozyumu
Transkript
uluslararası katılımlı kadına ve çocuğa karşı şiddet sempozyumu
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Ankara, 27-28 Nisan 2012 The Symposium of Violence against Women and Children Ankara, 27-28 April 2012 ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI I.CİLT Yayına Hazırlayanlar: Doç. Dr. Dolunay Şenol Yrd. Doç. Dr. Sıtkı Yıldız Talat Kıymaz Hasan Kala ANKARA-2012 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 2846 Sayılı Kanuna göre bu eserin bütün yayın, tercüme iktibas hakları Mutlu Çocuklar Derneği’ne aittir. Bildiri ve panel metinleri içinde geçen görüş, bilgi ve görsel malzemelerden bildiri sahipleri ve panel konuşmacıları sorumludur. Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu (1: 2012: Ankara) Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Bildiri Kitabı/Yayına Hazırlayanlar: Dolunay ŞENOL, Sıtkı YILDIZ, Talat KIYMAZ, Hasan KALA. Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları, Ankara: 2012. ISBN: 978-605-5307-00-4 (tk) ISBN: 978-605-5307-01-1 (1.c.) (MÇG) Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları Mutlu Çocuklar Derneği Mebusevleri Şerefli Sokak No:27/3 Çankaya-ANKARA Tel: (+90 312) 2220355 Fax: (+90 312) 2220309 Web: www.mutlucocuklar.org E-Posta: info@mutlucocuklar.org Kapak Tasarım: Yakup Akdemir Baskı: Neyir Matbaacılık Adres: Matbaacılar Sitesi 35. Cad. No:62 İvedik/Yenimahalle-ANKARA Tel: (+90 312) 3955300 Fax: (+90 312) 3958420 Web: www.neyir.com E-posta: neyir@hotmail.com Baskı Sayısı: 300 II Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Sempozyum Düzenleme Kurulu Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU – Turgut Özal Üniversitesi Prof. Dr. Remzi FINDIKLI – Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Doç. Dr. Dolunay ŞENOL – Kırıkkale Üniversitesi Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Doç. Dr. Nazife YİĞİT- Kırıkkale Kadın Dayanışma ve Destekleme Derneği Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ – Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN – Kırıkkale Üniversitesi Sevgi MERMERCİ – Mutlu Çocuklar Derneği Talat KIYMAZ – Mutlu Çocuklar Derneği Hasan KALA – Mutlu Çocuklar Derneği H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği Sempozyum Bilim ve Danışma Kurulu Prof. Dr. Remzi FINDIKLI - Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Prof. Dr. Ali ŞAFAK - Turgut Özal Üniversitesi Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU - Turgut Özal Üniversitesi Prof. Dr. Ertan BEŞE - Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH-Uluslararası Afrika Üniversitesi, Sudan Prof. Aicha TAJ- 20 Şubat Fas Gençlik Hareketi, Fas Doç. Dr. Dolunay ŞENOL-Kırıkkale Üniv., Kadın Sorunları Uygul. Araş. Merk. Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Doç. Dr. Faouzi BENDRİDİ- Souk Ahras Üniversitesi, Cezayir Dr. Zohra Ben MANSOUR -Tunus Üniversitesi, Tunus Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ - Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Neriman AÇIKALIN - Mersin Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Şamil ÖCAL - Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN – Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Anzavur DEMİRPOLAT – Bingöl Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gülsüm DUYAN - Fatih Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Fatma ELİBOL - Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gözde AKOĞLU - Kırıkkale Üniversitesi Dr. Mezher YÜKSEL- Ankara Kalkınma Ajansı Dr. Özgür KARAASLAN- TRT Radyo Haber Müdürlüğü Dr. Faruk AYIN- Özel Dost Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi Dr. Lütfi ALTINSU- Ahiler Kalkınma Ajansı Dr. Özcan Kars -Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İsmail YELPAZE- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Şebnem Avşar KURNAZ- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hasan ŞEN- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Abdullah KÜTÜK- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sempozyum Sekretaryası Hasan KALA - Mutlu Çocuklar Derneği Yüksel BAĞIŞLAR - Mutlu Çocuklar Derneği H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği III Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İÇİNDEKİLER CİLT I ÖNSÖZ ............................................................................................................................... X GİRİŞ ..................................................................................................................................XI Kadına ve Çocuğa Karşı Fiziksel Şiddet Kadına Karşı Fiziksel Şiddetin Biyopsikososyal Sonuçları Yrd. Doç. Dr. Nalan Linda FRAİM ................................................................................................ 1 Bir Bataklık Olarak “Namusun Temizlenmesi” Mefhumu Dr. İhsan ÇETİN ............................................................................................................................. 5 Türkiye’de Kadın Rol ve Haklarına Yönelik Tutum ve Şiddet Yrd. Doç. Dr. Aslı BUGAY-Yrd. Doç. Dr. Raquel DELEVI ......................................................... 12 Üniversitelerde Kadına Yönelik Şiddet Nasıl Tartışılıyor? Öğr. Grv. Yasemin YÜCE TAR ..................................................................................................... 24 Kadına ve Çocuğa Karşı Psikolojik Şiddet Erken Yaş Evlilikleri: Diyarbakır Örneği Prof. Dr. Aytekin SIR-Doç.Dr. İlhan KAYA-Yrd. Doç.Dr. Mehmet Cemal KAYA- Yrd. Doç.Dr. Yasin BEZ ........................................................................................................................ 37 İşyerlerinde Mobbing (Psikolojik Şiddet) Sarmalında Kadın:Kamu Üniversitesinde Bir Uygulama Doç. Dr. Fatma GEÇİKLİ-Arş. Gör. Merve GEÇİKLİ .................................................................. 54 İletişim Çatışması Olarak Kadına Yönelik Şiddet Doç. Dr. Rüçhan GÖKDAĞ-Yrd. Doç. Dr. Özgül DAĞLI ............................................................ 75 Kadına Yönelik Şiddete Psikoloji İçinden Bakmak Yrd. Doç. Dr. Canani KAYGUSUZ-Doç. Dr. Melek KALKAN ................................................... 84 Kadına Yönelik Psikolojik Şiddetin Boyutlarının Belirlenmesi ve Değişken Durumlara Göre Değerlendirilmesi-Rize İl ÖrneğiÖmer KESKİN ................................................................................................................................ 92 Yoksul Ailelerin Güzel Kızları ve Beş Eksenli Tanı Sistemi Prof. Dr. Erol GÖKA-Doç. Dr. Verda TÜZER- Dr. Emine YILDIZGÖREN................................ 103 Üniversitede Okuyan Kadınların Travmatik Yaşantıları ve Psikolojik Yardım Alma Durumları Arş. Gör. Fatma ALTUN-Doç. Dr. Hikmet YAZICI ...................................................................... 109 Funnyhouse of A Negro: Bir Zenci Kadının Kimlik Bunalımı Yrd. Doç. Dr. Özlem ÖZEN ........................................................................................................... 119 Kadına ve Çocuğa Karşı Cinsel Şiddet Kadına Karşı Cinsel Şiddet Prof. Dr. Mustafa Tevfik ODMAN ................................................................................................. 130 AVM’lerde Çalışan Kadın Satış Danışmanlarının Cinsel Tacize İlişkin Görüşleri Doç.Dr.Mustafa ŞAHİN-Arş. Gör. Betül AYDIN-Arş. Gör. Serkan Volkan SARI ....................... 172 IV Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kadına Yönelik Şiddetin Görünmeyen Yüzü: Fuhuş Pazarı -Mersin ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Neriman AÇIKALIN ............................................................................................... 187 Fuhuş Amaçlı İnsan Ticareti Arş. Gör. Bahar GÖDEKMERDAN- Arş. Gör. Hilal CECANPINAR .......................................... 203 Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet ve Medya Kadına Karşı Şiddete Medyanın Yaklaşımı ve Habertürk Gazetesi’nin Yaptığı Haber Üzerine Bir Araştırma Yrd. Doç. Dr. Barış BULUNMAZ .................................................................................................. 217 Kadına Yönelik Şiddette Medyanın Dili Arş. Gör. Halime ÜNALDI ............................................................................................................. 234 Gazete Haberlerinde Kadına Yönelik Şiddet Arş. Gör. Nagihan TUFAN YENİÇIKTI ....................................................................................... 244 Sosyal Medyada Kadına Şiddet Üzerine Söylemler:İtiraf.com Arş. Gör. Dr. Ayşe ŞİMŞEK ........................................................................................................... 258 0-6 Yaş Çocuğunun T.V. İzleme Davranışları ve T.V. Programlarının Çocuğa Etkileri Üzerine Ebeveyn Görüşleri Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir KABADAYI ......................................................................................... 274 Yerel Basında Kadın ve Çocuğa Karşı Şiddetin Ele Alınışı, Samsun İli Örneği Yrd. Doç. Dr. Yaşar BARUT- Yrd. Doç. Dr. Hatice KUMCAĞIZ- Kemal ÖZCAN-Arş. Gör. Esat ŞANLI ............................................................................................................................. 286 Kadına Karşı Şiddetin Medyada Ele Alınışı-HABERTÜRK Gazetesi ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ- Merve BİLİCİ .................................................................................. 292 Günümüzde Türk Medyasında Kadın Sanatçı Kavramı ve Kadına Karşı Şiddete Son Kampanyası Kapsamında ‘Kadınlarımız ve Türküler Konseri’ İlknur TUNÇDEMİR ...................................................................................................................... 299 Kadına ve Çocuğa Karşı Ekonomik Şiddet Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet Doç. Dr. Funda Rana ADAÇAY-Arş. Gör. Gül GÜNEY .............................................................. 312 Türkiye’de Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet (Boşanmış Kadınlara Yönelik Araştırma) Doç. Dr. Rana EŞKİNAT ................................................................................................................ 329 Düşük Sosyo-Ekonomik Yapıdaki Kadın ve Çocuğun Şiddet Algısı Yrd. Doç. Dr. Bekir KOCADAŞ-Arş. Gör. Metin KILIÇ .............................................................. 349 Kadına Ekonomik Şiddetin Sebepleri ve Sonuçları Üzerine Hani Gerçeği İsmail ŞANLI .................................................................................................................................. 360 Ambargonun İflası Vildan ULAŞ .................................................................................................................................. 373 Kadına ve Çocuğa Karşı Sosyal Şiddet Aile İçi Şiddete Sosyal Öğrenme Kuramı Açısından Bir Bakış Doç. Dr. Melek KALKAN-Yrd. Doç. Dr. Canani KAYGUSUZ ................................................... 384 V Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Popülerleşen Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Kültürel Dayanağı Yrd. Doç. Dr. Ünal ŞENTÜRK....................................................................................................... 389 Arafta Cehennemi Yaşamak Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM-Ayşe Sayı ÜÇER.............................................................................. 402 Sosyal Hizmet Perspektifinden Eş İstismarı Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER ......................................................................................................... 415 Bölge Planlarında Kadın ve Aile İçi Şiddet Dr. Mezher YÜKSEL...................................................................................................................... 420 Dini Metinlerin Yorumu Bağlamında Kadına Karşı Şiddet Dr. Hafsa FİDAN VİDİNLİ ............................................................................................................ 428 Gecekondu Bölgesinde Kadına Yönelik Şiddetin Boyutları Arş. Gör. Bilge KALANLAR ......................................................................................................... 437 Törenin Cinayeti Cinayetin Töresi Prof. Dr. Mazhar BAĞLI ................................................................................................................ 446 Çalışan Kadın ve Erkeklerin Ebeveynlik İzin Haklarına Yönelik Görüş ve Düşünceleri: Niteliksel Bir Çalışma Arş. Gör. Gizem ÇELİK-Yrd. Doç. Dr. Arzu İÇAĞASIOĞLU ÇOBAN ...................................... 458 Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete Karşı Sivil, Yasal ve Siyasal Alanda Gelişmeler Yrd. Doç. Dr. Gülay ERCİNS ......................................................................................................... 470 Türk Eğitim Sistemi, Türk Kültürü ve Kadına Şiddet Yrd. Doç. Dr. Mehmet OKUTAN................................................................................................... 483 Evlilikte Yaşanan Sorunlar ve Eşlerin Problem Çözme Becerilerinin Değerlendirilmesi Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM-Yrd. Doç. Dr. Burcu GEZER ŞEN .................................................. 491 AKP Ve CHP’nin Kadına Karşı Şiddete Yaklaşımları Yrd. Doç. Dr. Şebnem CANSUN ................................................................................................... 500 Masumiyet İmgesinden Şiddetin Tarihine: Çocuk ve Toplum Öğr. Grv. Mehmet ÖZCAN ............................................................................................................ 511 Kadına yönelik Sosyal Şiddeti Belirleyen Değişkenler Arş. Gör. Gamze ERÜKÇÜ-Murat ÖZ .......................................................................................... 517 CİLT II Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddetin Hukuki Boyutu ve Suç İle İlişkisi Şiddet Sarmalındaki Hükümlü Kadınların Demografik Özellikleri: Sincan ve Delice Cezaevleri Örnekleri Doç. Dr. Dolunay ŞENOL- Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ ............................................................... 528 Risk Altındaki Çocukların Aile Yapıları ve Suça Yönelimleri Arasındaki İlişki-Mersin İli ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Mehmet GÜNGÖR .................................................................................................. 547 Tutuklu/Hükümlü Çocukların ve Annelerinin Şiddet Deneyimleri Öğr. Gör. Ayşe ÖZADA ................................................................................................................. 562 VI Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Lise Öğrencilerinin Genel Saldırganlık Düzeyleri Bağlamında Şiddet İçeren Davranışları Sergileme Sıklıklarının İncelenmesi Arş. Gör. İsmail SEÇER ................................................................................................................. 572 Aile İçi Şiddete Maruz Kalmış Olan Kadınların Hukuki Uygulamalara Bakış Açıları Özden SALMAN-Yrd. Doç. Dr. Nilüfer NEGİZ ............................................................................ 589 Cinsel Saldırı Suçu ve Kadın Arş. Gör. Fahri Gökçen TANER ..................................................................................................... 600 Töre Saiki İle Kasten Öldürme Suçu (TCK m. 82/1-k) Arş. Gör. Mehmet GÖDEKLİ ......................................................................................................... 609 Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri Türkiye’de Aile içi Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Sığınmaevlerinin Unutulan Yüzü: Çocuklar Prof. Dr. Songül SALLAN GÜL-Arş. Gör. Ayşe ALİCAN ........................................................... 630 Antikçağ’da Çocuk Olmak: Ölmek ya da Ölmemek Doç. Dr. Hatice P. ERDEMİR-Yrd. Doç. Dr. Halil ERDEMİR ..................................................... 643 Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri Yrd. Doç. Dr. Sezer AYAN ............................................................................................................ 660 Kadına Şiddet ve Gölgesindeki Çocuk Yrd. Doç. Dr. Veda BİLİCAN GÖKKAYA ................................................................................... 671 Kadına Karşı Evlilik İçi Şiddetin Çocuğa Yansıması ve Çocuğun Şiddetten Korunma Hakkı Öğr. Gör. Dr. Gülçin ALGAN-Öğr. Grv. Saibe Özlem KAYA...................................................... 678 Kadına Yönelik Şiddetin Küçük Mağdurları Çocuklar ve Şiddete Tanık Olmuş Çocuklar İle Çalışma Ural NADİR- Engin FIRAT ........................................................................................................... 690 Aile İçi Şiddetin Çocukların Yaşam Kalitesine Etkisi Şeyda YILDIRIM............................................................................................................................ 703 Şiddet Algısı Muhafazakâr Otoriteryen Eğilimler, Cinsiyet Ayrımcılığı ve Kadına Yönelik Şiddet Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ................................................................................................................ 717 Kadına Yönelik Şiddet ve Başa Çıkma Tarzları Bağlamında Çocuklarda Algılanan Güçlüklerin Yordanması Nilgün YENİOCAK- Doç. Dr. Şennur TUTAREL-KIŞLAK ........................................................ 729 Sahip(lik) Algısı ve Kadına (Çocuğa) Şiddet Yrd. Doç. Dr. Mevlüt ÖZBEN ........................................................................................................ 744 Kadın ve Erkeklerin Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine ve Önlenmesine İlişkin Görüşleri Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ- Arş. Gör. Betül DÜŞÜNCELİ- Arş. Gör. Tuğba Seda ÇOLAK ..... 748 Türkiye’de Namus Uğruna Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutumlar (Gülcü Mahallesi ve Hemşirelik Öğrencileri Örneği) Öğr. Gör. Işıl KALAYCI-Abdullah Yavuz AKINCI- Öğr. Gör. Fatime UYSAL .......................... 758 VII Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Toplumsal Cinsiyet Çerçevesinde Kadın Mağduriyeti: Ankara Örneği Esra SERDAR TEKELİ .................................................................................................................. 770 Üniversite Öğrencilerin Şiddet Mağduru Kadın Algısı: Bir Niteliksel Araştırma Arş. Gör. Seda ATTEPE- Arş. Gör. Melike TUNÇ ........................................................................ 785 Türkiye’den ve Dünya’dan Şiddet Örnekleri Yüksekova’da Kadın Olmak Prof. Dr. Behçet YEŞİLBURSA- Özlem BAYKAL ...................................................................... 798 Kadın Sığınmaevinde Kalan Kadın ve Çocukların Sistemden Kaynaklı Karşılaştıkları Güçlükler:Eskişehir Örneği Doç. Dr. Medine SİVRİ- Eylem AKA ........................................................................................... 808 Doğunun Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınları-Elazığ İli ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM- Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ....................................... 818 Kadın Şiddetine Karşı Şiddet Birimleri- Artvin ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Hatice KARAKUŞ ................................................................................................... 831 Almanya’da Göçmen Türk Kadınlarına Uygulanan Şiddetin Niteliği ve Nedenleri Yrd. Doç. Dr. Mehmet SEMERCİ .................................................................................................. 844 Tekirdağ’da Kadın ve Şiddete Bakış Tülin YILDIZ- Sevinç ADİLOĞLU- A. Handan DÖKMECİ- Turgut BAKKALLAR- İsmail Bahri ŞARDAĞI ............................................................................................................................. 852 4320 Sayılı Kanun Kapsamında Yürütülen Şiddet Uygulayan Kişilere Yönelik Muayene ve Tedavi Çalışmaları- Ankara İli ÖrneğiTülay ERÇİN ŞAHİN-Özlem GÜLER AYDIN- Bülent TOSUN-Soner AKBAŞ-Ercan SAPMAZ......................................................................................................................................... 856 Erzurum’da Çocuk ve Şiddet Doç. Dr. Yıldız AKPOLAT- Dr. Yusuf İNCİ ................................................................................. 866 Azerbaycan Edebiyatında Kadına Karşı Uygulanan Sosyal Şiddet Doç. Dr. Tamilla ALİYEVA-ABBASHANLI ................................................................................ 887 Sosyolojik Açıdan Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri-Malatya ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Vehbi BAYHAN ...................................................................................................... 895 Aile İçi Şiddete Etken Sosyo-Kültürel Faktörler: Elazığ İli Kovancılar İlçesi Örneği Yrd. Doç. Dr. Ali Sırrı YILMAZ-Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ................................. 907 Sosyal Şiddet Kıskacında Kadın: Mardin’den Bazı Görünümler Arş. Gör. Nazife GÜRHAN- Arş. Gör. İbrahim YÜCEDAĞ ......................................................... 916 İngilizce ve Arapça Bildiriler / English and Arabic Papers Domestic Violations Against Woman And Children In Sweden Mats SJÖSTEN ............................................................................................................................... 928 The Media As A Source of Judgments: Fighting the Gender Based Violence Doç. Dr. Nurdan AKINER, Dr. Jana WALDNEROVÁ -Dr. Györgyi RÉTFALVI ....................... 936 Psychological and Social Violence Against Divorced or Single Women In Morocco Prof. Aicha TAJ .............................................................................................................................. 947 VIII Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tunus Ailesinde Şiddet: Nedenleri, Görünümleri ve Kadınlar ve Çocuklar Üzerine Yansımaları Dr. Zohra Ben MANSOUR ............................................................................................................ 959 Kent Yoksulluğunun Artması ve Kadın ve Çocuklara Karşı Şiddetin Ortaya Çıkmasına Etkisi Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH .......................................................................................... 981 IX Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ÖNSÖZ Günümüzde şiddet, ilkel ve insanlık dışı bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Ancak bütün toplumların şiddete bakış açıları aynı değildir. Bazı toplumlar, şiddeti doğal olarak algılamakta, bazıları da “terbiye amaçlı şiddet”’in desteklenebileceğini savunmaktadır. Şiddet, insan hayatının herhangi bir döneminde, farklı şekillerde karşımıza çıkabilmektedir. Ancak insanlar, şiddetle en erken ve fazla aile içinde karşılaşmaktadırlar. İnsan üzerinde en fazla tahribata sebep olan şiddet şeklinin de aile içinde yaşanılan şiddet olduğu bilinmektedir. Bilindiği gibi aile, insanların ilk etkileşimde bulundukları yerdir. İnsanların sosyalleşmeye ilk başladıkları, ilk temel eğitimlerini alıp, duygusal gelişimlerinin temellerinin atıldığı bu yerde, uğrayacakları şiddetin etkisinin çok daha büyük olacağını söylemeye gerek yok. Aile içinde yaşanılan şiddetin insan üzerindeki olumsuz etkisinin çok fazla olmasına rağmen, aile içi şiddet oldukça da sık yaşanmaktadır. Aile içinde özellikle kadına ve çocuğa karşı şiddet en yaygın olanıdır. Çünkü kadın ve çocuk, ailenin diğer fertlerine göre kendisini savunma noktasında daha dez avantajlı durumdadır. Özellikle ataerkil toplumlarda erkek, kendisini evin hakimi ve reisi olarak gördüğü için, aile fertlerinin davranışlarından ve terbiyesinden kendisini sorumlu hissettiğine inandığı için, fiziksel gücünün farkında olduğu için ve diğer aile fertlerinin de bunun farkında olmasını istediği için, vb. pek çok sebepten dolayı, aile fertlerine şiddet uygulama hakkını kendisinde bulabilmektedir. Oysa hiçbir gerekçe ya da dayanağın şiddeti haklı ve meşru göstermesi mümkün değildir. Bazı ataerkil toplumlar, sosyalizasyon sürecinde erkeğe bunu hak olarak öğretmesine rağmen, hiçbir insanın bir diğerine şiddet uygulayabilme hakkının olmadığı ,bugün kabul edilen bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. İstatistiklere bakıldığında, sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de şiddetin, özellikle de kadına ve çocuğa yönelik şiddetin yaygın olduğu görülmektedir. Ülkemizde de çok sayıda insan şiddeti doğal bir olgu olarak algılamakta ve şiddetin terbiye amaçlı gerçekleştirildiğine inanarak meşrulaştırmaktadır. Bu sebeple de ailede, okulda, sokakta şiddet yaygın olarak görülmekte, gücü elinde bulunduranın gücü az olanı terbiye etmesi, sosyalleştirmesi olarak algılanmaktadır. Bu da sorunun kaynağının bireysel değil, toplumsal olduğunu ve çözümünün çok daha zor olduğunu işaret etmektedir. Bir yanda hoşgörü ve barış söylemlerinin arttığı, diğer yanda da insan hakları ihlallerinin, silahlanmanın ve savaşların arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Ülkemizde de aynı çelişkiler yaşanmaktadır. Bir yandan insan, kadın ve çocuk hakları savunulmaya çalışılırken diğer taraftan özellikle kadına ve çocuğa uygulanan şiddet haberlerinin artıyor olması, dünya ile yaşanan çelişkiler noktasında paralellik yaşadığımızı göstermektedir. Bireyin temel güven duygusunu geliştirip tatmin ettiği en temel kurum olan aile içinde uygulanılan şiddetin boyutlarının toplumun genelini etkileyeceğinin bilinmesi, problemin çözümünün de oldukça karmaşık olduğunun bilinmesini zorunlu kılmaktadır. Gerçek olan bir şey var ki toplumun geleceğini bu derece yakından ilgilendiren bir konunun öneminin ne derece fazla olduğunun bilinmesi ve gerekli hassasiyetin, özellikle üzerine daha fazla görev düşenler tarafından, gösterilmesinin gerekliliğidir. Bu noktada, Mutlu Çocuklar Derneği olarak, üzerimize düşen sorumluluğu bir ölçüde hafifletebilmek adına, konu ile ilgili çalışmalar yapacaklara, uzun vadede ışık tutabileceğine inandığımız bu çalışmayı, ilgili konuda çalışmalar yapacakların hizmetine sunmaktan kıvanç duyuyoruz. Diğer sorumluluklarımızı yerine getirirken yollarımızın kesişmesi dileğiyle… Sempozyum Düzenleme Kurulu X Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Aile, toplum ile bireyler arasındaki ilişkiyi birinci elden inşa eden bir sosyal kurumdur. Bu özellik aileyi, sağlıklı bir toplum oluşturabilmenin vazgeçilmez koşulu haline getirmektedir. Bireyler arasında sağlıklı ilişkiler kurulabilmesi gereği, öncelikle, onları topluma hazırlayan aile içindeki ilişkilerin sağlıklı olması gereğini de beraberinde getirmektedir. Aile içinde maruz kalınan şiddetin yol açtığı ve açacağı zararların, diğerlerine göre daha derin olabileceğini unutmamak gerekir. Günümüzde artık görmemiz gereken, şiddete karşı geliştirilecek politikaların ve önlemlerin en önemli hedeflerinden birinin, toplumun temel kurumu olan ve şiddetin kendini gösterebildiği bir yer olan aileden başlaması gerekliliğidir. Daha çok kendine yetebilecek bir ekonomik yapıya, hoşgörü, eşitlik ve katılıma dayalı daha demokratik bir yapıya sahip olan aile ve toplumda şiddetin kendine yer bulabilmesi oldukça zor olacaktır. Duygusal, sözel, fiziksel, cinsel, siyasal, ekonomik ve daha birçok boyutta kendini gösteren şiddet olgusu, doğaldır ki, aile içinde de görülmektedir. Özellikle, kadına yönelik aile içi şiddet, hem birey olarak kadınları, hem de toplumu temelden etkileyen ciddi sorunlar doğurmaktadır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, şiddet özellikle yakın ilişkideki kişiler tarafından uygulanıyorsa yabancılardan gelen saldırılardan çok daha fazla etkilemektedir. Çocukluğunda anne ve babasından, evliliğinde eşinden şiddet görerek büyüyen kadın, şiddet olgusunu içselleştirmektedir. Şiddeti bir tek kadının kendisi de yaşamamaktadır. Aile içindeki çocuklara da, ebeveynler tarafından psikolojik ya da fiziksel baskı şeklinde ortaya çıkan şiddet davranışları uygulanmakta ve bu durum ailede yetişmekte olan çocukların da bir çok fiziksel ve psikolojik sorunlarla karşılaşmasına sebep olmaktadır. Gerek aile içinde, gerekse toplumsal alanda ortaya çıkan şiddetin hangi şekillerde ortaya çıktığının ve boyutlarının belirlenmesi bu konuya yönelik çözüm önerileri ve politikaların geliştirilmesi için önemlidir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, Aralık 1993’te kabul edilmiş olan Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi ile kadına yönelik şiddet; “ ister kamusal, isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” olarak tanımlanmıştır. Kadına ve çocuğa karşı şiddetin engellenmesi için yapılan yasal çalışmalar da büyük önem taşımaktadır. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzalanan İstanbul Sözleşmesi 8 Mart 2012 tarih ve 28227 sayılı Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Türkiye'nin ilk olarak imzaladığı ve yürürlüğe geçirdiği sözleşmenin amacı, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kadın ve erkek arasındaki temel eşitliği teşvik etmek, şiddet mağdurlarının korunması ve bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politikalar ve tedbirler geliştirmek, uluslararası işbirliğini teşvik etmek, etkili işbirliğini sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamaktır. İstanbul Sözleşmesi, uluslararası hukukta kadına yönelik ve aile içi şiddet konusunda yaptırım gücü olan ilk sözleşme olma özelliğini taşımaktadır. Yaşanan ilerlemelerin en önemli yansımasını Anayasa’da yapılan değişiklikler oluşturmaktadır. Anayasa’nın 10 uncu maddesine, 2004 yılında yapılan değişiklikle “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” Hükmü, 2010 yılında yapılan değişiklikle ise “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.”, “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” hükmü eklenmiştir. Yine Anayasanın 41’inci maddesine 2001 yılında “Aile Türk toplumunun temelidir” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” Hükmü, 2010 yılında yapılan değişiklik ile “Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu XI Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tedbirleri alır.” Hükmü getirilmiştir. Ayrıca, Anayasanın 90 ıncı maddesi gereği CEDAW Sözleşmesi de ulusal düzenlemeler karşısında üstün konuma getirilmiştir. 2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Kanununda da kadınlar lehine olarak kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi ve kadının yaşam hakkının ihlali olan töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak töre cinayetleri işleyenlerin kanunda belirlenen en ağır ceza ile cezalandırılacağı, kasten yaralamada, bu suçun anne veya babaya, çocuklara ya da eş veya kardeşe karşı işlenmesi halinde ceza artırılmakta, işyerinde cinsel taciz ve cinsel saldırı suçunu işleyenlerin cezalandırılacağı hüküm altına alınarak bu madde ile çalışan kadınlar korunmakta ve aynı konutta birlikte yaşayan kişilerden birine kötü muamelede bulunulması da cezalandırılmaktadır. Bu temel düzenlemelerin yanı sıra aile içindeki şiddetin önlenmesi amacını taşıyan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı Kanun 8/3/2012 tarihinde kabul edilmiş, 20/03/2012 tarihli ve 28239 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun ile 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Şiddeti önlemedeki rolü açısından 6284 Sayılı Kanun aile içi şiddet mağduru kadınların korunması amacıyla çeşitli önlemler içermektedir. Kanunda, şiddet mağduru olan kadınlara verilecek sosyal destek ve hizmetlerin sunulmasında yalnızca ulusal mevzuat hükümlerinin değil, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de esas alınacağı vurgulanarak önemli bir açılım sağlanmıştır. Bu bağlamda kadının şiddetten korunmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izleneceği, kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirlerin ayrımcılık olarak yorumlanamayacağı ifade edilmektedir. Yasal düzenlemelerin dışında, 2005 yılında Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde Meclis Araştırma Komisyonu, 24 Mart 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. Bu anlamda Komisyonlar, kadın-erkek eşitliği konusunun devletin en üst düzeyinde ciddi şekilde ele alındığını göstermektedir. Temmuz 2006’da “Çocuk ve Kadına Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi için Alınacak Tedbirler” konulu 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi yayımlanmıştır. Söz konusu Genelge, ciddi bir toplumsal sorun olan şiddetle mücadelenin, kadınların ve ülkenin refahı ve esenliği açısından önemini vurgulamakla birlikte kadın erkek eşitliğinin ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin Devlet politikası olarak kabulünün de bir göstergesidir. Genelge ile kadına yönelik şiddet ve töre/namus cinayetleri konusunda alınacak önlemlere ilişkin öneriler ve bu önerilerin hayata geçirilmesinden sorumlu kurum ve kuruluşlar belirlenmiştir. Yapılan düzenlemelerin bir takım sosyal hizmetlerle desteklenmesi, toplum içinde kadına ve çocuğa yönelik var olan şiddet eğiliminin çeşitli yollarla giderilmesi gerekmektedir. Kadına yönelik şiddet ile diğer aile bireylerine yönelik şiddet, ülkemizde tüm sonuçlarıyla önlenmesi gereken ancak yalnızca mevzuat değişiklikleri ile halledilemeyen, aynı zamanda tüm kamu kurum ve kuruluşlarının koordineli bir şekilde çalışması, yapılacak çalışmaların süreklilik içinde yürütülmesi, bu alanda toplumsal bilincin ve farkındalığın artırılması ve tüm vatandaşların bu konuda duyarlı olmasını gerektirmektedir. Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılması için gerekli araştırmaları yapmak ve projeler geliştirmek, kamu kurumlarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının öncelikleri arasında bulunması ve işbirliği içerisinde bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarının yapılması da önem arz etmektedir. Özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler dahil XII Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tüm sosyal tarafların işbirliği ve katkılarıyla sahiplenmesi ile kadına ve çocuğa yönelik şiddetin ortadan kaldırılması sürecinin kısalacağı açıktır. Mutlu Çocuklar Derneği tarafından, toplumsal bir sorun olan şiddete ilişkin devlet politikalarına yön ve şekil vereceği ümidiyle Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27- 28 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, proje danışmanlarımız tarafından kadına karşı şiddet ile ilgili 7 ilde 3500 kadın ve 3500 erkek olmak üzere anket uygulaması gerçekleştirilmiştir. Ankara, İstanbul, İzmir, Trabzon, Malatya, Erzurum, Adana illerinde gerçekleştirilen anketlerin sonuçları sempozyumda paylaşılmıştır. Sempozyumda; İsveç, Slovakya, Macaristan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Fas, Somali, Tunus gibi çeşitli ülkelerden gelen katılımcılar tarafından, kadına ve çocuğa karşı; fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel ve sosyal şiddet konuları ile şiddet ve medya, şiddetin hukuki boyutu ve suç ile ilişkisi, şiddetin çocuk üzerindeki etkileri, şiddet algısı, Türkiye’den ve Dünya’dan şiddet örnekleri alt başlıları altında bildirilerin sunumları yapılmıştır. Bu kitap, 27- 28 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumunda sunulan bildirileri içermektedir. Kitapta yer alan bildirilerdeki görüş ve düşünceler tamamen yazarlarına ait olup adı geçen kurumların resmi görüşlerini ifade etmemektedir. Bu sempozyumun düzenlenmesine katkı veren bilim, danışma ve düzenleme kurulu üyelerine, sempozyum sekreteryasına, proje danışmanı hocalarımız Doç. Dr. Dolunay ŞENOL ve Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ’a, Mutlu Çocuklar Derneği Yönetim Kurulu üyelerimize, dernek genel koordinatörü Talat KIYMAZ’a, Ankara koordinatörü Hasan KALA’ya, tüm dernek çalışanlarına ve elbette sempozyum katılımcılarına ve dinleyici olarak bulunan herkese teşekkürlerimi sunarım. Sevgi MERMERCİ Mutlu Çocuklar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı XIII Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA KARŞI FİZİKSEL ŞİDDETİN BİYOPSİKOSOSYAL SONUÇLARI Yrd. Doç. Dr. N. Linda FRAİM* ÖZET Kadına karşı uygulanan fiziksel şiddetin temelinde bir güç gösterisi ve kontrol etme mekanizması yatmaktadır. Nesilden nesle geçen ve içerisinde yetiştiğimiz toplumsal cinsiyet rollerimiz bulunmaktadır. Bu roller arasında her kültürde kadınlar için empoze edilmiş olan toplumsal rollerin arasında “susmak” “itaat etmek” “karşılık vermemek” “söylenileni koşulsuz şartsız yerine getirmek ve yapmak” ve “hizmet etmek” gibi geleneksel roller aşılandığından dolayı toplumda kadınlarımız savunmasız ve kontrol edilmeye ihtiyaç duyulan varlıklar oldukları yönde doğru olmayan bir portre çizilmektedir. Dolayısıyla asırlardır var olan şiddet döngüsü bu geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin güçlü bir şekilde desteklenmesi sonucunda ve de bir kadının nasıl olması gerektiği ile ilgili oluşan lineer tutumlar nedeniyle kadına yönelik şiddet ciddi oranlarda artmaktadır. Bu artan şiddetin sonuçlarına bakıldığında tek yönlü olmadığı da aşikârdır. Tek bir darbe ya da yumrukla sonuçlanmıyor. Dolayısıyla, kadına karşı şiddet ve sonuçlarına tek yönlü bakılamayacağı gibi biyopsikososyal açıdan da ele alınmalıdır. Ayrıca, kadına karşı şiddet’in önlenmesinde ele alınan ve uygulanan lineer bir yaklaşım yetersiz kalacağı gibi var olan şiddet vakaların da artmasına sebebiyet vermektedir. Bu bildirinin amacı kadına karşı şiddet ve sonuçlarını hem toplumsal cinsiyet rolleri açısından hem de biyopsikososyal bir perspektiften ele almak ve bu doğrultuda çeşitli öneriler sunmaktır. Anahtar Kelimeler: Biyopsikososyal perspektif, fiziksel şiddet, kadın ABSTRACT The foundation of violence against women is based on power and control. Our gender roles are generational transmissions. Within these roles, various gender roles imposed onto women include being "quiet" "subservience" "not talking back" "unconditional obedience" and "domesticated service" and because these traditional roles have been instilled women in our society have been portrayed as beings who are defenseless and should been controlled. As a result, the existing cycle of violence finds strong support through these traditional gender roles and therefore, the linear attitude of how a woman should be result in an increase in the number of domestic violence incidents. When we look at the results of this violence, it is evident that they are not unidirectional and does not result from a single hit or punch. Therefore, domestic violence against women cannot be perceived through a linear perspective and should be considered through a biopsychosocial perspective as well. In addition, while a linear perspective is insufficient, the persistent use of such perspectives may lead to an increase in the number of domestic violence cases. The purpose of this presentation is to examine violence against women and offer suggestions from a biopsychosocial perspective. Keywords: Biopsychosocial perspective, physical violence, women * Fatih Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, linda.fraim@gmail.com / nfraim@fatih.edu.tr 1 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Son yıllarda ülkemizde kadınlara karşı uygulanan şiddetin boyutu ne yazık ki ciddi noktalara gelmiştir. Yapılan çalışmalar her ne kadar önleme odaklı olsa da bu çalışmalar da sistematik bir şekilde de eksik kalmaktadır. Gerek yasal boyutu ile gerekse de toplumsal boyutu ile. Kadınlara ve çocuklara karşı uygulanan şiddeti henüz tam önleyebilmiş veya durdurabilmiş değiliz. Türkiye için rapor edilen çeşitli istatistiklere baktığımız zaman ülkemizde yaklaşık 37.688.700 kadın bulunmaktadır (Stop Violence Against Women, 2012) ve her 5 kadından biri kocasından, partnerinden, ailesinden ya da çocuğundan bir şiddet görmekte olduğunu görmekteyiz. Gazetelere ve ana haber bültenlerine baktığımız zaman bu rakam sanki çok daha yüksek. Ülkemizde şiddet pandemik boyutuna ulaşmış bulunmaktadır. Daha iyi şartlarda bu duruma bir çare ve çözüm bulunabilmesi için "Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi" yasası 8 Mart 2012 tarihinde kabul edildikten sonra 20 Mart 2012 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte şiddet mağduru olan kadınlara çeşitli destek ve hizmetlerin sağlanması amaçlanmaktadır (Resmi Gazete, 2012). Şiddet mağduru olan kadınlarda, gördükleri şiddetin boyutu ve türü fark etmeksizin, çeşitli problemlerle yüzleşmektedirler. Bu teorik çalışmanın amacı şiddet mağduru olan kadınlarda görülen şiddetin sonuçlarını biyopsikososyal bir perspektiften incelemektir. Bu çerçevede kadınların yaşamış oldukları biyolojik, psikolojik ve sosyolojik sonuçlar incelenecektir. Biyopsikososyal Yaklaşım Şiddete temelinde baktığımız zaman lineer bir perspektiften bakarak tanımlamaya çalışırız. Ancak şiddet tek bir faktörden kaynaklı lineer bir oluşum değildir ve lineer nedensellik aramak doğru bir yaklaşım değildir. Bununla birlikte biyopsikososyal yaklaşımın kullanılması şiddet oluşumuna daha sirküler bir bakış açısı sağlamanın yanı sıra şiddete yolan açan çeşitli etmenleri ve şiddetin yol açtığı çoklu olumsuz sonuçlarını da farklı perspektifleri ele alarak değerlendirmemize imkan sağlamaktadır (Engel, 1977). Bunun dışında da şiddet mağdurlarının yaşamış oldukları sonuçları biyopsikososyolojik bir yaklaşımdan ele aldığımız zaman da sunacağımız hizmetler de bu yönde geniş kapsamlı olacaktır. Örneğin fiziksel şiddet mağduru olan bir kadına sadece psikolojik ya da psikiyatrik destek sağlamak var olan fizyolojik zararın tedavi edilmesinde yetersiz kalacağı gibi aynı zaman sosyolojik açıdan da yaşacağı stigma, sosyal destek yoksunluğu ve kaynak yoksunluğu için yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla multimodal bir yaklaşım olan biyopsikososyal yaklaşımı da şiddet mağduru olan kadınlar için geniş kapsamlı tedavi ve destek olanakları da sağlamaktadır. Biyolojik Sonuçlar Fiziksel şiddetin sebep olduğu fiziksel ve fizyolojik sonuçları değerlendirdiğimiz zaman şiddetin boyutuna baktığımızda bazen geriye dönüşü olmayan kalıcı sonuçlarla karşılaşabiliyoruz. Fiziksel şiddetin biyolojik sonuçlardan bahsederken iki tanım yapmak gerekmektedir. Fiziksel sonuçlar arasında deride oluşan hematomlar (morluklar), ödemler, kesikler, yanıklar, bağlama izleri gibi gözle görülebilen sonuçlardan oluşmaktadır. Fizyolojik sonuçlar arasında da gözle görünmeyen nörolojik, jinekolojik, darbe sonucunda iç fizyolojiye zarar veren ve geriye dönüşü kalıcı 2 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara hasarlardan oluşmaktadır. Örneğin, fiziksel şiddet mağduru olan bir kadının eşi kafasına herhangi bir cisimle vurduğunda öncelikle darbe sonucunda bir şişlik, olası deri yarılması ve kanama gözlemlenebilir ancak daha ciddi boyutta mağdur nörolojik sorunlar yaşayabilir ve sağlıklı bir kadınken bir anda bilişsel fonksiyonlarında kayıplar hatta kafanın neresine vurulduğu ile bağlantılı olarak da alınacak hasarların boyutları da değişebilir. Daha başka bir örnek vermek gerekir ise de fiziksel şiddet ile bağlantılı olarak cinsel şiddet de söz konusu olduğunda ve yaşatılan cinsel şiddet herhangi bir cisim ile yapıldığında, jinekolojik açıdan kalıcı hasarların arasında doğurganlığın yitirilmesi ve iç kanama sebebiyle ölüm de sadece çoklu sonuçlardan bazılarıdır (McKenry et al., 1995). Bu potansiyel sonuçlar göz önünde bulundurulduğu zaman, şiddet mağduru olan kadınların sadece biyolojik açıdan disfonksiyonellik yaşamadıkları gibi uygulanan şiddetin boyutu, frekansı ve modalitesi sonucunda da ölümle yüz yüze kalabilirler. Ölüm riskinin dışında da ömür boyu kalıcı fizyolojik hasarlar ve sakatlıklar nedeniyle şiddet mağduru kadınların yaşam kaliteleri de ciddi ölçüde olumsuz etkilenmektedir. Psikolojik Sonuçlar Fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar çeşitli psikolojik sonuçlarla yüz yüze gelmektedirler. Benlikleri zedelenmekte, özgüvenleri kaybolmakta, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu yanı sıra geniş bir spektruma yayılan çeşitli psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar. Fiziksel şiddet mağduru olan kadınların bu yaşanan şiddet sonrasında yaşadıklarını hiç kimseye anlatamadıklarından dolayı da içsel bir birikim söz konusudur. Birikim kapasiteleri dolduğu zaman da kendi içlerinde yaşadıkları öfke, agresyon, üzüntü, hesap sorma ve intikam duyguları neticesinde de ya kendilerine bir zarar veriyorlar ya da onlardan daha güçsüz olan çocuklarına zarar verebiliyorlar. Bu potansiyel sonuçların oluşması sonucunda da bir çok şiddet mağduru kadın ya eşini/partnerini öldürmekte ya da hırslarını ve öfkelerini çocuklarını öldürerek çıkartıyor. Fiziksel şiddet çok sık olmamakla birlikte filiside yol açabiliyor (McKenry et al., 1995). Fiziksel şiddetin psikolojik sonuçlarının sadece şiddet mağduru olan kadının kendi başına yaşamış olduğu bir olgu olarak düşünülmemelidir. Evet, birinci dereceden kadın yaşamaktadır ancak yaşamış olduğu travmanın uzantısal etkileri de hem ailesine hem de çocuklarına, varsa sosyal çevresine ve bir yerde çalışıyorsa da çalıştığı işyeri ve iş performansına da uzandığı da unutulmamalıdır. Sosyolojik Sonuçlar Fiziksel şiddet mağduru olan kadınlar yaşadıkları şiddet sonucunda doğrudan ve dolaylı yoldan sosyolojik sonuçlara da maruz kalmaktadırlar. Küçük toplumsal oluşumlarda ya da çok fazla gelişmemiş şehirlerde ve gelişmiş metropollerde yaşayan kadınları ele aldığımız zaman "hemşeri mahalleleri" gibi oluşumların getirmiş olduğu bazı olgular arasında kimse duymasın, el-alem ne der, destek amaçlı yandaşlarının aslında var olduğunu ancak pratikte ve uygulamada olmayışı, ele güne rezil olmak ve stigmatizasyon bulunmaktadır. Tabii ki bunlarla sınırlı değildir. Dolayısıyla uygulanan şiddet çok ciddi boyutlara ulaşmadan yaşanan fiziksel şiddet rapor edilmemektedir ve şiddet döngüsü kapalı kapılar ardında devam etmektedir (HRW, 2012). Bununla birlikte toplumsal geleneklerin arasında "gelinlikle babanın evinden çıktın, ancak kefenle geri gelirsin" mantığının da güçlü bir yere sahip olmasından dolayı da aileler çocuklarına sahip çıkmıyor çünkü kadının namusu artık kocasınındır ve buna 3 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara yetkililer dahi engel olamaz gibi bir anlayış bulunmaktadır. Fiziksel şiddet mağduru kadın ailesine anlatsa bile aile herhangi bir şey yapmıyor. Bunun örneklerini defalarca medyaya yansımıştır ve yansımaktadır. Özellikle çocuk yaşta evlendirilen kızlarda. Bütün bunlara rağmen şiddet istikrarlı bir şekilde devam etmektedir. Şiddet mağduru bir kadının kocasından şiddet gördüğü bir şekilde ortaya çıktığı zaman kadın utancından dolayı ne dışarıya çıkabilmektedir ne de herhangi bir önlem alabilmektedir. Dolayısıyla şiddeti evinde yaşamaya mahkum edilmektedir (McKenry et al., 1995). Şiddet mağduru olan bir kadın yetkililere sığındığı zaman sosyolojik açıdan her şey bitiyor mu? Ne yazık ki hayır. Yetkililer önlem almaya çalışsa da sonuçlar yine olumsuz. Sığınma evlerine gitmeye çalışan şiddet mağduru kadınların eşi bir şekilde onlara ulaşabiliyor ve yaşanan şiddet döngüsü yaşanmaya devam etmektedir ta ki şiddeti uygulayan kişi kadını öldürünceye kadar ve akabinde de yasal süreçlerle uğraşmamak adına kendini de öldürmektedir. Tartışma 20 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi yasası ile birlikte şiddet mağduru olan kadınların korunması ve çeşitli hizmetlerin sunulması öngörülmektedir (Resmi Gazete, 2012). Alanda çalışan klinisyenler olarak bizlere ne gibi görevler düşüyor ve neler yapmalıyız? Tabii ki şiddete baktığımız zaman tek yönlü olarak bakmamız gerekiyor çünkü ne şiddetin oluşumu ne de sonuçları lineer oluşumlar değildir. Dolayısıyla biyopsikososyolojik bir yaklaşımı ele almak zorundayız. Dahası mutlaka interdisipliner çalışmak zorundayız (McKenry et al., 1995). Psikolojik travmanın tedavisi alanında uzman bir klinisyenle mümkündür ancak fizyolojik açıdan travmanın yaratmış olduğu fizyolojik değişimleri tedavi etmekte yetersiz kalacaktır. Nitekim travma ve şiddet alanında hizmet veren uzmanın da kendi başına her şeyi tedavi etmeye çalışması etik olmayacağı gibi şiddet mağduru olan kadının tedavisini de eksik yapacaktır. Bunlar göz önünde bulundurarak özel ekiplerin kurulması gerekmektedir. Psikiyatr, piskolog, nörolog, pratisyen hekim, sosyal hizmet uzmanı ve avukattan oluşan ekipler oluşturulmalıdır ki şiddet mağduru olan kadına maksimum düzeyde "doğru" tedavi planları oluşturulup rehabilitasyon gerçekleşsin. Tek bir uzmanın yapabilecekleri sınırlı kalacağını göz önünde bulundurursak donanımlı uzman bir ekibin çok daha faydalı ve çözüm odaklı olabilecektir. Kaynakça Engel, G. L. (1977). The need for a new medical model: A challenge for biomedicine. Science, 196, 129-136. Human Rights Watch. (March 7, 2012). Türkiye: Ev içi şiddeti önlemek için güçlü bir Kanun yürürlüğe girmeli. Retrieved from http://www.hrw.org/node/105628 on April 3, 2012. McKenry, P.C., Julan, T. W., ve Gavazzi, S. M. (1995). Toward a biopsychosocial model of domestic violence. Journal of Marriage and Family Therapy, 57(2). pp:307. Resmi Gazete (20 Mart 2012). Sayı: 28239. Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi yasası. Ankara. Stop Violence Against Women. (2012). Turkey http://www.stopvaw.org/turkey.html on April 2, 2012. 4 Statistics. Retrieve from Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara BİR BATAKLIK OLARAK “NAMUSUN TEMİZLENMESİ” MEFHUMU THE CONSEPT OF RESTORATION OF HONOR AS A MAIN MOTIVATION İhsan Çetin Özet Bu bildiri başta Türkiye olmak üzere, Ortadoğu ve bünyesinde göçmenleri barındıran Batılı ülkelerde yaşanan kadın cinayetleri için başlıca gerekçe olarak kullanılan “namusun temizlenmesi” mefhumunu sorgulamaktadır. Bildiride, bu mefhumun kadın cinayetleri için temel sebeplerden birisi olduğu iddia edilmekte ve çözümü için bunun şiddet dışı bir yöne kanalize edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Kadının namus gerekçesiyle öldürülmesinin önlenebilmesi için namus kavramının, namusun kanla (özellikle kadının) temizleneceği düşüncesinden ayrıştırılması gerektiği ifade edilmektedir. Bunun başarılması için ise şiddet geleneğinin hem özneleri hem de nesnelerinin, özellikle erkeklerin, namusun alternatif bir anlayışının yerleştirilmesi bağlamında merkeze alınmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Namus Cinayetleri, Namusun Temizlenmesi, Kadın Cinayetleri Abstract This article examines the concept of honor and the practice of restoring honor as the main motivations behind femicide (the murder of women and girls) in Turkey, the Middle East countries and some western countries with immigrant populations. It argues that in order to prevent killing of women for honor violations, we need to decouple the concept of honor from the practice of restoring honor by shedding (primarily women’s) blood. To achieve this, both the subjects and objects of this violent tradition, especially men, need to be targeted for an alternative understanding of the concept of honor. Keywords: Honor Killings, Restoration of Honor, Femicide Dr., Arş. Gör., Çukurova Ünv., cetinihsan@gmail.com 5 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Son birkaç yıldır ülkemizde önemli sorunlardan biri haline gelen kadına yönelik şiddettin temelinde Türkiye toplumunda geleneksellik ile modernliğin aynı anda yaşanıyor olmasının yarattığı çelişkiler olduğu iddia edilebilir. Bu toplumda erkek halen geleneksel rolünü idame ettirmeye çalışmakta ve halen geleneksel kodlara göre hareket etmektedir. Buna karşın, sosyal değişmeyle birlikte kadının kamusal alana katılımında sergilediği birtakım “gelenek dışı davranışlar” (erkeğe boşanma davası açması gibi) erkeğin gözünde kendi geleneksel rolünü yerinden oynatan, onu değersizleştiren, onurunu zedeleyici eylemler olarak algılanmaktadır. Örneğin, boşanma davası açan bir kadın kocası tarafından öldürülebilmektedir. Kadının bu davranışı bir irade beyanıdır. Erkek ise -daha doğrusu koca- ona yüklenen bu geleneksel erkek rolünü korumak amacıyla, (koruması gerektiğini ve toplumun ondan bunu beklediğini düşündüğü için) kadının bu gelenek dışı davranışlarını cezalandırmaktadır. Zihninde taşımış olduğu geleneksel erkek kodlarına göre bu rolünü koruması aynı zamanda onurunu koruması anlamına gelmektedir. Kısacası, “Türkiye’de kadına yönelik artan şiddetin başlıca sebebi; toplumsal yapıda geleneksellik ile modernliğin arasındaki çelişkilerin bugün ailelerin yaşamlarında daha hissedilir ve daha görünür hale gelmiş olmasıdır” denebilir. Bilindiği üzere başka toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de işlenen kadın cinayetlerinin başlıca gerekçelerinden birisi “namus” kavramıyla ilişkilidir. Namus mefhumu her şeyden önce sosyal çevreye referansta bulunan bir kavramdır. Türk Dil Kurumu Arapça kökenli bu kavramı, “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet, dürüstlük, doğruluk” (www.tdk.gov.tr/bts) şeklinde tanımlamaktadır. Tanımlar kişiyi kuşatan birtakım ahlak kurallarını çizmektedir ve bu kişinin sosyal çevresine karşı sorumlu, onurlu ve dürüst olmasını salık vermektedir. Bu bağlamda kavram tek başına cinayeti gerektiren, bunu zorunlu kılan bir pratik taşımamaktadır. Oysa bu pratik çeşitli kültürlerde bazen bir ritüel olarak namus kavramına yüklenmiştir. Bu sebeple olsa gerek, Türkiye gibi çeşitli ülkelerde işlenen namus cinayetleri sebebiyle kavram gerçek anlamının dışında, ama özellikle cinayet ve kanla birlikte düşünülmeye başlanmıştır. Namus hakkında olumlu bir cümle kurmak dahi neredeyse güç hale gelmiştir. Bu bağlamda başta şunun vurgulanması gerekir; namus kavramı başka toplumlarda olduğu gibi Türkiye toplumunun da kültürel sisteminde varolan temel bir değerdir. Bu sebeple itiraz edilecek bir kavram değildir. Oysa itiraz edilmesi gereken bunun kan, cinayet gibi şiddet üzerinden temizlenebileceği mefhumudur. Töre ve Namus Cinayetleri TBMM Araştırma Komisyonu Raporunda vurgulandığı üzere, bu tür namus cinayetlerini tasvip etmemek, namusun korunmasına karşı olmak demek değildir. Namus, insan hayatı ve haysiyeti güvence altına alınarak korunmalıdır. (2006:6) KADINA ŞİDDET VE NAMUS CİNAYETLERİ Kadına yönelik şiddet ve namus cinayetleri konuları özellikle son on yılda Türkiye gündeminde daha görünür hale gelmiştir. Bunda sivil toplum örgütlerinin çalışmaları kadar görsel ve yazılı medyanın konuya daha duyarlı olmasının payı vardır. Bu sosyal problemin görünürlüğünün artması, bunun insanlar arasında daha yaygın şekilde konuşulması ve tartışılmasını sağlamıştır. Daha görünür hale gelen kadın cinayetleri 2011 Avrupa Komisyonu ilerleme raporuna da yansımıştır. Rapora göre Türkiye’de halen kadın haklarının korunması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin 6 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara desteklenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele temel sorunlar olmayı sürdürmektedir. Raporda Kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına alan hukuki çerçeve esas itibarıyla mevcut olmasına rağmen söz konusu hukuki çerçevenin ülke genelinde tutarlı bir şekilde uygulanmadığı belirtilmektedir. Raporda ifade edildiği üzere, namus cinayetleri, erken yaşta ve zorla yaptırılan evlilikler ve kadına yönelik aile içi şiddet ülkede ciddi sorunlar olmaya devam etmektedir. (www.abgs.gov.tr/files) Kadına yönelik şiddet yalnızca Türkiye özelinde değil fakat aynı zamanda göçmenleri barındıran batılı ülkelerin de gündeminde yer almaya başlamıştır. Göçmen ailelerde yaşanan namus cinayetleri sonrasında birçok Avrupa ülkesinde bu konu sosyal bir problem olarak konuşulmaya başlanmıştır. Örneğin, Elden, namus cinayeti kavramının İsveç’teki bilimin, siyasetin ve medyanın lügatında daha önce bulunmamasına rağmen, bugün neredeyse herkesin hakkında bir şeyler bildiği ve tartıştığı bir kavram haline geldiğine işaret etmektedir (2006:97) Kolayca tahmin edileceği üzere kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri neredeyse evrensel bir olgudur ve dünyanın her tarafında bulunmaktadır. Bu durum elbette erkeğin egemenliğine dayalı toplumsal yapıda görülür ve bu uzun bir tarihselliğin ürünüdür. “Roma ailesini anlatan Engels, mülkiyetin babaya geçmesiyle birlikte aile reisi olan babanın evlilik bağını sonlandırma hakkını elinde bulundurduğunu, sadakatsizliğin de yine töre tarafından yalnızca erkeğe tanınmış bir hak olduğunu aktarır (akt. Özbek, 2011:37). Kadına yönelik şiddet, erkek ve kadın arasındaki tarihsel olarak eşitliğe dayanmayan güç ilişkilerinin bir göstergesidir. Erkekler iki cinsiyet arasındaki bu eşitsizlikten cesaret alarak kadınlar üzerinde hakimiyet kurmuşlar, onlara karşı ayrımcılık uygulamışlar ve onların gerçek anlamda ilerlemesini önlemeye çalışmışlardır. Kadına yönelik şiddet, kadınları erkeklere göre daha aşağı bir statüde varolmaya zorlayan en önemli sosyal mekanizmalardan bir tanesidir (Mojab, 2006:26) Kadına yönelik şiddetin en trajik olanı şüphe yok ki kadın cinayetleridir. Kadın cinayetlerinin şiddetli geçimsizlik, kıskançlık, ailevi veya kişisel durumlar gibi çeşitli sosyal, ekonomik ve kültürel sebepleri olabilir. Bu cinayetlerin bir kısmı namus gerekçesiyle işlenmektedir ve bu tür vakalar genelde geleneksel toplumlarla ilişkilendirilmektedir. Bir başka deyişle, namus cinayetleri genelde töreye bağlı ve yazılı olmayan normların yaptırım gücü bulunduğu toplumlara özgü olduğu kabul edilir. Oysa bugün Türkiye’de özellikle son yıllarda işlenen kadın cinayetlerinin kırda olduğu kadar kentlerde gerçekleştiğini görmekteyiz. Ne de bunları bir etnik gruba özgü olarak kabul etmek doğrudur. Nihayetinde bu tür bir sav bizleri ırkçı bir tutuma sürükleme tehlikesi taşımaktadır. (2006) Bu konuda Nahla Abdo namus cinayetlerine ilişkin iki savda bulunur. Bunlardan ilki, namus cinayetlerinin aşırı bir örnek olmasına rağmen kadınların varlığına yönelik cinsel şiddetin bir türü olduğu, ikinci ise, namus cinayetlerinin evrensel bir fenomen olduğu yönündedir. Ona göre bu tür cinayetler özel mülkiyet kültürünün, ataerkilliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Abdo namus cinayetleri kapsamında değerlendirilebilecek ve çeşitli kültürlerde farklı isimler altında kadın cinayetlerinin işlendiğini ileri sürmektedir. Buna örnek olarak Batı’daki cadı avını, bekaret kemeri uygulamasını, Brezilya’daki ihtiras suçlarını ve Hindistan’daki “drahoma ölümlerini” göstermektedir. Bu sebeple 7 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Nahla Abdo namus cinayetlerinin yalnızca Arap ve İslam toplumlarına özgü olmadığını iddia eder (2006:63) Aynı iddia Türkiye için de geçerli kabul edilebilir. Türkiye’de namus cinayetleri genelde töre cinayetleriyle ilişkilendirilir. Bu bakımdan daha çok kırsal bölgeler, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri kastedilir. Türkiye’nin doğu bölgelerinde yaşayan kadın meselesi gündeme geldiğinde akla ilk gelen hususlardan birisidir töre ve töre cinayetleri. Oysa ülkede işlenen namus cinayetleri istatistiklerine bakıldığında bunun düşünüldüğü gibi sözü geçen bölgeler kadar diğer bölgeler için de geçerli olduğu görülür. Örneğin, 2000-2005 tarihleri arasında Türkiye’de işlenen namus cinayetlerinin coğrafi bölgelere göre dağılımı şu şekildedir: %19 Marmara, %19 Ege bölgesi, %18 İç Anadolu, %14 Güneydoğu Anadolu, %13 Akdeniz, %9 Doğu Anadolu, %8 Karadeniz. İllere göre dağılımda ise ilk on il şu şekilde sırlanmaktadır: %10 Ankara, %9 İstanbul, %9 İzmir, %7 Diyarbakır, %6 Bursa, %4 Antalya, %4 Aydın, %3 Adana, %3 Kayseri, %2 Mersin. (TBMM Ar. Rap, 2006) Oranlardan da anlaşılacağı üzere, namus gerekçesiyle işlenen cinayetler yalnızca Doğu bölgeleri ve illerinde değil, daha çok nüfusu büyük olan kentlerde söz konusudur. TBMM Araştırma Komisyonunun raporunda belirtilen namus cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı ise şu şekildedir: %29’u namus, %29’u aile içi uyuşmazlık, %15’i yasak ilişki, %10’u kan davası, %9’u cinsel taciz, %3’ü kız alıp verme, %3’ü tecavüz ve %2’si diğer (töre). Namus cinayetleri yalnızca töre cinayetleriyle ilişkilendirilemez. Boşanmak isteyen kadının öldürülmesi veya geçimsiz olan bir çiftin evliliğinin kadın cinayetiyle sonuçlanması elbette töre kapsamında değerlendirilemez. Oysa işlenen kadın cinayetlerinin önemli bir kısmı kıskançlık, aldatma, sevgiliyle kaçma veya çok daha basit olabilecek sebeplerden oluşabilecek, ama hepsinin namusla ilişkilendirilebileceği türlü gerekçelere dayanmaktadır. Bu sebeple, namus cinayetlerine ilişkin büyük boylu kuramlar geliştirilemez. Bunlar yalnızca gelenek, kültür, toplum temelli bir açıklama yerine birtakım özel koşulları da içine alan bir açıklamaya ihtiyaç duymaktadır. NAMUSUN TEMİZLENMESİ MEFHUMU Namus cinayetlerinin temel dinamiğinin toplumsal baskı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Namusun kanla temizlenebileceği şeklinde bir fikri kolektif bilinçte taşıyan toplumlarda yetiştirilen erkeklere, gerektiği hallerde “namusunu temizlemesi” için onu kirleten varlığı (bu genelde kadındır) ortadan kaldırması gerektiği öğretilmiştir. Bu bilinç yalnızca erkekler tarafından taşınmamakta ama aynı zamanda kadınlar ve çocuklar tarafından da paylaşılmaktadır. Bu bağlamda namus cinayetlerinin bireysel olmaktan çok toplumsal olduğu ileri sürülebilir. Çünkü bunu yaptıran sosyal çevredir. Bunu işleten başlıca mekanizma sosyal dışlanmadır. Kişi veya aile kamusal alana yeniden dahil olabilmesi için bu cinayeti işlemesi gerektiği, arınmasının ancak bu yolla olabileceğini düşünmektedir. Namusun temizlenmesi bir bakıma sosyal çevreye yeniden katılmanın bir ön koşulu olarak görülmektedir. KAMER başkanı Nebahat Akkoç Diyarbakır’da recm edilerek öldürülen Şemse ile başı taşla ezilerek katledilen Kadire’ye hakkında şunları belirtir. “Şemse’yi öldürenler de, Kadriye’ye ölümcül darbeler indiren ağabeyi de namuslarını “temizlemiş” bir şekilde ortalıkta gururla dolaşırken, diğer katiller (öldürdükleri kadınları Diyarbakır-Elazığ karayolunun kenarına bırakanlar) kendilerini ifşa etmediler. Aslında, namuslarını temizlemek için kadınları öldüren insanlar buralarda kahraman 8 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara olarak görülürler, çünkü bu görevi onlara veren toplumdur. Bu yüzden de bu katiller, görevlerini yerine getirmiş olduklarını herkese gösterirler” (2006:123). Bu durumda kadına yönelik şiddetle mücadelede öne çıkarılması gereken başlıca olgu “namusun temizlenmesi” mefhumudur. Akkoç’un verdiği bu örnekte görülüyor ki, namusun kanla temizlenebileceğini taşıyan zihniyet değişme eğilimi taşıyabilmektedir. Değişmelidir de. Türkiye toplumuna namusun kanla temizlenmediği öğretilmelidir. Namus gerekçesiyle işlenen kadın cinayetlerinin önüne geçilebilmesinin birincil yolu bu zihniyetin taşıyıcı olan kolektif bilincin dönüştürülmesinden geçmektedir. Cinayet işlemeden kişinin namuslu kalabileceği, hiçbir sebep altında birisinin başkasının canını almaya hakkı olmadığı düşüncesini taşıyan bir nesil yetiştirilmelidir. Bunlar uzun vadede yapılabilecek eylemleri oluşturmaktadır. Ancak bunun dışında ve bundan önce bu zihniyetin nasıl dönüştürülüp şiddet dışı bir yöne sevk edileceğine ilişkin hukuki düzenlemeler, projeler ve eylem planları hazırlanmalıdır. Bataklık bu zihniyetin kendisidir. Bu mefhumun şiddet dışı bir yönteme kanalize edilmesi halinde şiddet olaylarının da doğal olarak azalması söz konusu olabilecektir. Hukuki düzenlemeler konusunda Türkiye’nin yıllar önce imzalamış olduğu çeşitli uluslararası antlaşma ve sözleşmeler bulunmaktadır. Sözgelimi, Türkiye 1992 yılında “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni (CEDAW) imzalamış ayrıca Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin +5 Sonuç Bildirgesinde taahhüdü bulunmuştur. Mevcut ulusal mevzuatta ise 4320 sayılı Ailenin Korunmasına dair bir kanun bulunmaktadır. Ancak açıktır ki kanun bu haliyle kadını şiddetten korumak konusunda bugüne kadar yeterli olmamıştır. Bu bağlamda, 8 Mart 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi”ne dair kanunun getirmiş olduğu yeni önleyici tedbir, yaptırım ve düzenlemelerle birçok olumlu özellik taşımaktadır. Şiddete uğrayan kadının korunmasına ilişkin alınacak tedbirlerin hızlandırılması, şiddeti önleme merkezlerinin kurulması, sosyal ve psikolojik danışmanlık hizmetinin sunulması, erkeğe getirilen yasal ve ekonomik yaptırımlar gibi düzenlemeler kadını şiddetten koruma konusunda etkili olabilecek hükümler gibi durmaktadır. Elbette yasal düzenlemeler sorunun çözümü için tek başına yeterli değildir ama öncelikli ve zorunludur. Bu tür düzenlemeler dışında bu konuda birtakım eylem planları da hayata geçirilmelidir. Sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, yerel yönetimlerin çalışmalarının dışında bakanlığın bir politikası olarak ulusal ölçekte düzenlenecek bir eylem planı kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda olumlu sonuçlar alınmasını sağlayabilecektir. Bu tür bir eylemde kadına yönelik şiddetin başlıca failleri olan erkeklerin de hedef grup olarak yerleştirilmesi isabetli olacaktır. SONUÇ Namus adına işlenen kadın cinayetleri birçok ortak özelliğine rağmen kendi özel koşullarını da barındırır. Bu sebeple bu konu hakkında genel geçer sebep ve yasaların olduğu ileri sürülemeyeceği gibi, sorunun çözümü için belirli yol ve yöntemlerin olduğu söylenemez. Ancak tüm bunlara rağmen açık olan bir şey var ki, o da her ne gerekçeyle olursa olsun biri veya birilerinin bir kadının canını almaya hakkı olmadığıdır. Son yıllarda Türkiye’de daha görünür hale gelen ve hem ulusal hem de uluslar arası düzeyde tartışılan namus cinayetlerinin anlaşılabilmesi için toplumsal yapı ve kültürel sistemin derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir. Denebilir ki, bugün Türkiye’de geleneksel kodlarla çevrili erkek rolü ile bu gelenekselliğin dışına çıkmaya 9 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çalışan kadın rolü arasında bir çatışma söz konusudur. Verili iktidarını korumaya çalışan, onu sürdürmeye gayret eden erkek ile bireysel ve toplumsal kimliği için mücadele eden, kendi iradesini ortaya koymaya çalışan, bu anlamda ona biçilen geleneksel kalıbı kırmaya çalışan kadın arasında devam eden bir mücadeledir bu. İşlenen cinayetlere bakıldığında genelde bu kalıpların dışında davranmaya çalışan kadınların öldürüldüğü görülmektedir. Kocasına boşanma davası açmış veya boşanmış veya sevdiği biriyle kaçmış kadının öldürülmesi gibi… Namus adına işlenen bu cinayetler bir kişi tarafından işlense bile kolektif bir nitelik taşır. Arkasında geleneksel sosyal yapıya dayanan güçlü bir toplumsal baskı vardır. Bu tür bir baskıya neden olan zihniyet ise başta erkekler olmak üzere toplumun pek çok üyesi tarafından desteklenmektedir. Sorunun çözümü için her şeyden önce namusun kanla temizlenemeyeceği, bu tür bir yolun ancak kadının değersizleştirildiği kültürlere ait olabileceği ve her ne sebeple olursa olsun bir erkeğin bir kadını öldürmeye hakkı olmadığı, varsa sorunun yasal zeminde çözümlenmesi gerektiği mefhumu toplumda yerleştirilmelidir. Bu bağlamda, cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddeti önleme tartışmalarına erkekleri dahil etmeden bu sorunu çözmek çok zor, belki de imkansızdır. Bu sebeple namus cinayetlerine ilişkin zihniyetin değişebilmesi için her şeyden önce erkek öznelerde bilinç ve duyarlılık düzeyini yükseltmek, sorunun çözümüne onlardan başlamak gerekir. Namus cinayetleri gibi kadına yönelik şiddetin önüne geçebilmenin öncelikli yollarından bir tanesi; Türkiye’de halen geleneksel kodlar içinde hareket eden erkek rolünün değişimidir. Kadının özerkliğini ve iradesini tanıyan, onu kendi yaşamını çizebilecek şahsi kararlar alabilen bir birey olarak kabul eden, kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali olduğunu bilen, bireyi topluma göre önceleyen, demokratik bir erkek rolüyle ikame edilmesinden geçtiği ileri sürülebilir. Somut Bir Öneri: Birer Eğitim Merkezleri Olarak Kahvehaneler Yukarıda bahsedilen zihniyet değişikliğinin yapılabilmesi ve başlıca hedef kitle olarak belirlenen erkek bireyler üzerinde yoğunlaşılması için Türkiye’de en ideal ortamı sunan mekanların başında kahvehaneler gelmektedir. Erkek bireylere yönelik gerçekleştirilecek her tür proje ve çalışma için bu mekanlar iyi birer sohbet yeri, tartışma alanı ve konferans salonları olarak kullanılabilir. Kahvehaneler erkeklerin boş vakitlerini geçirdikleri mekanlar oldukları kadar, birer eğitim merkezleri olarak da değerlendirilebilir. Bunun için bu mekanlarda, hedeflenen davranış ve tutum değişikliklerine yönelik tanıtıcı film, belgesel türünde gösterimler yapılabileceği gibi, tartışmalar ve seminerler düzenlenebilir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve diğer kurumlar tarafından yürütülecek çalışmalarda kahvehaneler konuyla ilgilenen araştırmacı, sosyal çalışmacı ve psikologlar gibi uzman kişiler tarafından etkin şekilde kullanılabilir. KAYNAKÇA - Abdo, Nahla, (2006), Namus Cinayetleri, Ataerkillik ve Devlet: İsrail’de Kadın, “Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar” (içinde), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. - Elden, Asa, (2006), “Hayat Memat Meselesi Olarak Namus: Genç Kadınların Şeref, Bekaret ve Namus Hakkındaki Şiddet Dolu Hikayleri-İsveç Bağlamı” (içinde), Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar” (içinde), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. 10 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara - Mojab, Shahrzad, Abdo, Nahla, (der), (2006), Namus Adına Şiddet, Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. - Mojab, Shahrzad, (2006), Namusun Tikelliği ve Öldürmenin Evrenselliği: Erken Uyarı Sinyallerinden Feminist Pedagojiye, “Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar” (içinde), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. - Özbek, Sinan, (2011), Pratik Felsefe Yazıları, Savaş, Namus Cinayetleri, Ahlak, Ölüm, Asimilasyon, İktidar, Notos Kitap, İstanbul. - Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, TC. başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, 2006 http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerle me_raporu_tr.pdf (21.02.2012) 11 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara TÜRKİYE’DE KADIN ROL VE HAKLARINA YÖNELİK TUTUM VE FİZİKSEL ŞİDDET Aslı Bugay* Rakel Delevi† ÖZET Problem durumu: Kadına yönelik şiddet büyük ölçüde kadın rol ve haklarına ilişkin tutumla ilişkili görülmektedir. Türkiye’de kadın rol ve haklarına yönelik tutumu ortaya koyan çok az bilimsel veriye dayalı araştırma bulunmaktadır. Amaç: Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencilerinin kadın rol ve haklarına ilişkin tutumunu betimlemek ve bu tutumun fiziksel şiddet ile ilişkisini ortaya koymaktır. Yöntem: Araştırma örneklemini 295 (167 kız, 128 erkek) üniversite öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş aralığı 18-24 arasındadır. Araştırmada gerekli bilgileri toplamak amacı ile Bugay ve Delevi (basımda) tarafından Türkçeye adapte edilen Kadına Yönelik Tutum Ölçeğinin kısa versiyonu (Spence ve Helmreich,1978) ve fiziksel şiddet ile ilgili bilgileri toplamak amacı ile araştırmacılar tarafından geliştirilen Fiziksel Şiddet Anketi ve Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen nitel veriler betimsel analiz yöntemi, ki-kare ve iki-yönlü varyans analizi (ANOVA) ile yorumlanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerinden 93’ü (% 31,5) hayatları boyunca en az bir kez fiziksel şiddete uğradığını, geriye kalan 202 (% 68,5) öğrenci ise hiç bir zaman fiziksel şiddete uğramadığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen öğrencilerin 55’i kız 38 ‘i ise erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Ayrıca, öğrencilerden 53’ü (12 kız, 41 erkek) hayatları boyunca en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu 242’ si (155 kız, 87 erkek) ise hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette bulunmadıklarını belirtmiştir. Sonuçlar: Araştırma sonuçları, ülkemizde hala şiddetin yaygın olarak sürdüğünü ve şiddet gösterenlerin daha sıklıkla erkekler olduğunu doğrulamaktadır. Ayrıca bu araştırmanın bulguları, toplumsal cinsiyet rollerine yönelik geleneksel bakış açısıyla ile fiziksel şiddet arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Kadına yönelik tutum ve şiddet arasındaki ilişki, kadın rol ve haklarına ilişkin daha eşitlikçi tutum geliştirilmesine yönelik sosyal sorumluluk projelerinin geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Anahtar kelimeleri: Kadın rol ve haklarına ilişkin tutum, kadın, şiddet ABSTRACT Problem statement: There is a close association between violence towards women and attitudes towards women. Research in this area is scarce in Turkey. Purpose of the study: The purpose of this study was to better understand college students’ attitudes towards women and how attitudes towards women are associated with physical violence. Methods: The sample consisted of 295 (167 female, 128 male) college students between the ages of 18 to 24. The Attitudes towards Women (ATW) Short Scale, Physical Violence Questionnaire, and a Demographic Questionnaire were administered and the results were analyzed by using chi-square test and ANOVAs. * † Yrd. Doç. Dr., TED Üniversitesi, Ankara, asli.bugay@tedu.edu.tr Yrd. Doç. Dr., California State University, Los Angeles, rdelevi@calstatela.edu 12 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Results: Out of the 295 the participants, 93 (% 31,5) reported having been recipient of violence at least once, whereas 53 participants reported having displayed violence at least once. The resulsts also suggested that those with traditional attitudes toward women were more likely to have displayed violence. Key Words: Attitudes towards women, gender attitudes, violence GİRİŞ Kadın erkek arasındaki farklılıklar sadece betimsel (görünümsel) ve biyolojik kökenli olarak varsayılmaktadır. Ancak toplumsal cinsiyet alanında yapılan araştırmalar biyolojik temelli cinsiyet farklılıkları yerine daha çok toplumsal cinsiyet rollerinin oluşmasına katkı da bulunan sosyo-kültürel etmenlerle ilgilenmektedir (Unger, 1979). Toplumsal cinsiyet rollerinin gelişimi insan hayatını etkileyen en önemli etkenlerden biri olarak görülmektedir. “Toplumsal cinsiyet’ rolü gelişimini anlayabilmek için “cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” arasındaki temel farkların anlaşılması çok önemlidir. Cinsiyet daha çok kromozomlar, hormonlar ve cinsel organlardaki biyolojik mekanizmalarla ilgili farklıkları ifade etmektir. Toplumsal cinsiyet ise kadın ve erkek için uygun olduğu düşünülen kişilik özellikleri, rol ve sorumlulukları ile ilgili toplumsal ve kültürel beklentileri ifade etmektedir (Dökmen, 2004). Buna göre, cinsiyet sadece biyolojik olarak belirlenirken (gelişirken), toplumsal cinsiyet çoğunlukla sosyo-kültürel etkileşimler sonucu gelişir. Buna bağlı olarak toplumsal cinsiyet rolleri de toplumun ve kültürün öngördüğü normlar, değerler ve beklentilere göre şekil almaktadır. Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan toplumsal cinsiyet rolü ile ilgili bir çok çalışma yapılmış ve toplumsal cinsiyet rolleri ile depresyon (Hankin ve Abramson, 2001; Nolen-Hoeksema ve Girgus, 1994), stres (Matud, 2004), ve öfke (Milovchevich, Howells, Drew ve Day, 2001) de dahil olmak üzere birçok ruhsal sağlık değişkeni (Jeon, Jang, Rhee, Kawachi ve Cho, 2007) arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur. Son yıllarda toplumsal cinsiyet alanında ki araştırmalar toplumsal cinsiyet rollerine yönelik tutumların değerlendirilmesi için geliştirilen ölçekler yardımı ile gelişmiştir. Bu alandaki en popüler ölçekler biri olan Kadına Yönelik Tutum Ölçeği (Spence ve Helmreich (1972) toplumdaki kadın rol ve haklarına ilişkin tutumu ölçmek için kullanılmaktadır. Ölçek maddeleri, mesleki, eğitimsel evlilik, romantik ilişkiler, cinsel davranış gibi konularda kadına uygun görülen sorumluluk ve rollerle ilgili normatif beklentileri içermektedir. Eagly ve Mladinic (1989) belirttiği gibi, Kadına Yönelik Tutum Ölçeği erkeklerin kadınlara yönelik tutumlarından çok erkeklerin kadın haklarına yönelik tutumlarını ölçmektedir. Ölçekten alınan düşük puan kadına yönelik daha geleneksel, antifeminist, tutumu yüksek puan ise daha olumlu ve profeminist tutumları yansıtmaktadır. (Spence ve Helmreich, 1972). Kadına Yönelik Tutum Ölçeğinin kısa versiyonu (SpenceveHelmreich,1978) son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır ve kadın mağdurlara yönelik tutum (Kristiansen ve Guilietti, 1990; Whatley ve Riggio, 1992), tecavüze yönelik tutum (Lee, Kim ve Lim, 2010), kürtaja yönelik tutum (Patel, 2009), kadın ve erkek suç aktivitedeki farklılık (Rudolph, 1996), kadına yönelik şiddet ile kültürlenme arasındaki ilişkide toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi (Bhanot ve Senn, 2007) ve psikolojik iyilik hali (Pyant ve Yanico, 1991) gibi birçok değişken ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca araştırmalar kadınlar ve erkekler arasında kadının rol ve haklarına yönelik anlamlı bir tutum farkının olduğunu göstermiştir. Alanyazına göre, erkekler kadınlara kıyasla kadın rol ve haklarına yönelik daha geleneksel ve antifeminist 13 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara oldukları hem yurtdışı araştırmalarda (Fine-Davis, 1983; Nelson, 1988; Whatley, 2008; Whatley ve Riggi, 1992) hem de Türkiye’de yapılan araştırmalarda (Delevi ve Bugay, 2012; Öngen, 2006) ortaya konmuştur. Kadının rol ve haklarına yönelik tutum kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve nedenleri ile de ilişkili görülmektedir. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü (2002) tarafından aile içi şiddetin yaygınlık oranını ve nedenlerini bulmak için 48 ülkede yürütülmüş olan araştırma sonuçları kadına yönelik şiddetin yerleşik kadın-erkek rolleri ile hâkli gösterilmeye çalışıldığını göstermektedir (Gracia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, ve Watts, 2006; WHO, 2002a, 2002b). Buna göre, erkekler eşleri is yaşamında ya da hayatinin herhangi bir alanında kadından beklenen toplumsal cinsiyet rolleri dışına çıktıkları zaman eşlerine şiddette bulunabilmektedir (WHO, 2002b). Ayrıca, sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kocanın şiddet eğilimini tetikleyen faktörlere bakıldığında; (1) kocanın kurallarına uymama, (2) (sözle) karşılık verme, (3) yemeğin zamanında hazır olmaması, (4) çocuk veya ev ile yeterince ilgilenmeme; (5) para ya da kız arkadaşları hakkında kocayı sorgulama; (6) erkeğin izni olmadan bir yere gitme; (7) koca ile cinsel ilişkiyi reddetme ve (8) karisinin aldattığından şüphe etmenin başlıca nedenler olarak sıralandığı görülmektedir (WHO, 2002b). Ülkemizde yapılan araştırma sonuçları da benzer olarak, sözle karşılık vermenin, yemeği yakmanın, çocuklarla yeterince ilgilenmemenin, lüzumsuz para harcamanın ve cinsel ilişkiyi reddetmenin kocanın karısına şiddet uygulaması için haklı gerekçe oluşturacağını ortaya koymaktadır (Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması, 2003). Kalaycıoğlu ve Tılıç (2001)’da eşine şiddet uygulayan erkeklerin büyük çoğunluğunun, eşe uyguladıkları şiddetin nedenini kadının “geleneksel kadınlık görevlerini” yerine getirmemesi olarak ifade ettiklerini rapor etmişlerdir. Kadına yönelik şiddetin yaygınlık yüzdelerine bakıldığında, Dünya Sağlık Örgütü (2005)’nun çalışma sonuçları, kadınları % 6-59 arasında eşi tarafından şiddete maruz kaldığını saptamıştır. Heisse, Ellsberg ve Gottemoeller’in (1999) yaptıkları çalışma bulguları da kadınların 1/3’ünün hayatlarının belli bir noktasında en az bir kez karşı cins tarafından şiddet gördüklerini rapor etmişlerdir. Ülkemizde kadına yönelik şiddet konusunda Güler, Tel ve Özkan (2005) tarafından yapılan çalışma bulguları da kadınların % 40,7’sinin eşi ya da eşinin yakınları tarafından şiddete maruz kaldıklarını göstermiştir. Arat ve Altınay (2007) ‘da Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel şiddete maruz kaldığını ve bu kadınların eğitim düzeylerine bakıldığında eğitim düzeyi yükseldikçe bu oranın düştüğünü rapor etmiştir. Buna göre, okuma–yazma bilmeyen kadınların fiziksel şiddet görme oranı %43 iken yükseköğrenim görmüş kadınlarda bu oran %12 olarak tespit edilmişidir. Özet olarak, bulgular, kadına yönelik şiddetin evrensel bir olgu olduğunu vurgulamakta ve kadın ve erkek arasındaki eşitsiz ilişkinin ve yerleşik kadınlık-erkeklik rollerinin kadına yönelik şiddeti mümkün ve meşru kıldığını göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde fiziksel şiddetin yaygınlığını betimlemek ve kadın rol ve haklarına yönelik tutum ile fiziksel şiddet arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. YÖNTEM Katılımcılar Araştırma 295 (167 kız, 128 erkek) üniversite öğrencisi ile yürütülmüştür. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş aralığı 18-24 arasındadır. Katılımcıların 64’ü 14 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara (%21,7) 1. sınıf, 74’ü (25,1) 2. sınıf, 58’i (%19,7) 3. sınıf ve 99’u (%33,6) son sınıf üniversite öğrencisidir. Veri Toplama Araçları Kadına Yönelik Tutum Ölçeği (KYT) kadın rol ve haklarına yönelik tutumu ölçmek amacıyla Spence and Helmreich (1972) tarafından 55 madde olarak geliştirilmiştir. Daha sonra aynı yazarlar tarafından ölçeğin 15 maddelik kısa formu oluşturulmuştur (Spence ve Helmreich, 1978). Ölçeğin kısa formunun geçerlik ve güvenirliği için yapılan çalışmalar sonucunda, test tekrar test katsayısının yeterli olduğu rapor edilmiştir (Daugherty ve Dambrot, 1986). Ayrıca ölçeğin faktör yapısı ile ilgili bulgular, olcegin tek boyutlu olduğunu doğrulamıştır (Whatley, 2008). Kadına Yönelik Tutum Ölçeği’nin kısa formunun Türkiye için çeviri ve uyarlama çalışması Delevi ve Bugay (basımda) tarafından yapılmış ve ölçeğin üniversite öğrenciler için geçerli ve güvenilir olduğu rapor edilmiştir. Şiddet Anketi: Katılımcıların fiziksel şiddet ile ilgili görüş ve yaşantılarına ilişkin bilgilerin elde edilmesi amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan Fiziksel Şiddet Anketi kullanılmıştır. 7 sorudan oluşan anket, “Hayatınızda daha önce hiç fiziksel şiddete maruz kaldınız mı?”; “Hayatınızda daha önce hiç fiziksel şiddet uyguladınız mı?” gibi soruları içermektedir. Öğrenci Kişisel Bilgi Formu: Katılımcılara ait cinsiyet, yaş ve bölüm gibi kişisel bilgilerin elde edilmesi amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. İşlem Araştırmada kullanılan ölçekler gerekli etik izinler aldıktan sonra öğrencilere sınıf ortamında araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Uygulama öncesinde öğrencilere araştırmanın amacı hakkında bilgi verilmiş ve gönüllü olan öğrencilere ölçekler uygulanmıştır. Uygulama yaklaşık olarak 15-20 dakika arasında değişmiştir. Verilerin analizi Verilerin analizinde betimsel istatistik yöntemleri, Ki kare (χ2) analizi ve iki yönlü varyans analizinden (ANOVA) yararlanılmıştır. Araştırma 2X2 faktöriyel desende yürütülmüştür. Bu desende bağımlı değişken üzerinde etkisi incelenen 2 faktör bulunmaktadır. Verilerin analizinde the PASW (SPSS) Statistics 18 paket programından yararlanılmış ve çalışmada istatistiksel anlamlılık derecesi olarak p < .05 seçilmiştir. BULGULAR Çalışmaya katılan öğrencilerin, cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri arasındaki ilişki Ki kare (χ2) analizi ile test edilmiş ve 2*6‟lik çapraz tablo sonuçları Tablo 1’de verilmiştir. Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri arasındaki ilişkiyi belirlemek için yapılan χ2 analizi sonucunda, öğrencilerin cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılığın olduğu tespit edilmiştir ( χ2 (5) = 82.365; p = .000; p <.05 ). Değişkenler arası ilişki katsayısı (Cramer's V = .528)’ na göre kız ve erkek öğrencilerin fiziksel şiddete ilişkin görüşleri arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Kız öğrencilerin yarısı fiziksel şiddetin yaygın olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin sadece 15’i fiziksel şiddetin yaygın olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Ayrıca, kız öğrencilerin %25’i fiziksel şiddetin ceza olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin %30’u fiziksel şiddeti tahrik edilme/kışkırtılmak olarak tanımlamıştır. 15 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 1. Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri arasındaki ilişki Fiziksel şiddete ilişkin görüşler Cinsiyet Yaygın Gerekli Ara-sıra Tahrik Ceza Yok Toplam Kız 84 7 21 12 42 1 167 Erkek 15 32 17 39 22 3 128 Toplam 99 39 38 51 64 4 295 χ2 Analizi *82.365 *P < .05 Ayrıca, çalışmaya katılan öğrencilerin cinsiyetleri ile fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin görüşleri arasındaki ilişki ki-kare ile test edilmiş ve 2*6‟lik çapraz tablo sonuçları Tablo 2’de verilmiştir. Yapılan χ2 analizi sonuçlarına göre, öğrencilerin cinsiyetleri ile fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin görüşleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılığın olduğu tespit edilmiştir ( χ2 (5) = 14.263; p = .014; p <.05 ). Değişkenler arası ilişki katsayısı (Cramer's V = .220)’ na göre kız ve erkek öğrencilerin fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin görüşleri arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Kız öğrencilerin yarıya yakını (%46) fiziksel şiddetin evde yaygın olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin yarıya yakını (%46) fiziksel şiddetin medyada yaygın olarak gösterildiğini belirtmiştir. Tablo 2. Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri ile fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin görüşleri arasındaki ilişki Fiziksel şiddet nerde en yaygın Cinsiyet Kız Erkek Toplam Ev 77 44 121 Okul İş yeri Cadde Eğlence Medya Toplam χ2 Analizi 17 15 2 2 54 167 *14.263 11 4 6 3 60 128 28 19 8 5 114 295 *P < .05 Çalışmaya katılan öğrencilerinden 93’ü (%31,5) hayatları boyunca en az bir kez fiziksel şiddete uğradığını, geriye kalan 202 (%68,5) öğrenci ise hiç bir zaman fiziksel şiddete uğramadığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen öğrencilerin 55’i kız 38’i ise erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen kız öğrencilerin 28’i babası,11’i erkek kardeşi, 10’u romantik partneri, 6’sı ise annesi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen erkek öğrencilerin 17’si babası, 8’i erkek kardeşi, 10’u aynı cinsten arkadaşı, 2’si erkek akrabası ve 1’i annesi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen kız öğrencilerin 13’ü, erkek öğrencilerin ise sadece 1’i fiziksel şiddet nedeniyle psikolojik destek aldığını göstermiştir. Ayrıca, öğrencilerden 53’ü (12 kız, 41 erkek) hayatları boyunca en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu 242’ si (155 kız, 87 erkek) ise hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette bulunmadıklarını belirtmiştir. Fiziksel şiddette bulunduğunu söyleyen 16 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kız öğrencilerin 6’si kız arkadaşına, 4’ü kız kardeşine ve 2’si romantik partnerine fiziksel şiddete bulunduğunu belirtmiştir. Fiziksel şiddette bulunduğunu söyleyen erkek öğrencilerin 18’i romantik partnerine, 13’ü kız kardeşine, 10’u aynı cinsten arkadaşına fiziksel şiddete bulunduğunu belirtmiştir. Öğrencilerin Kadına Yönelik Tutum Ölçeği sonuçlarına göre, kız öğrencilerin kadına yönelik tutum ortalaması ( = 34.46, SS = 5.27) erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum ortalamasından ( = 27.82, SS= 5.91) yüksek bulunmuştur. Ayrıca, fiziksel şiddete uğradığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 33.56, SS = 6.85) hiç fiziksel şiddete uğramadığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 30.67, SS = 6.05) yüksek bulunmuştur. Son olarak, hiç fiziksel şiddette bulunmadığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutumu ( = 33.88, SS = 4.35) en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 21.07, SS = 3.19) yüksek bulunmuştur. Cinsiyet ve fiziksel şiddete maruz kalmaya göre kadına yönelik tutum Öğrencilerin cinsiyete ve hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette uğrayıp uğramadıklarına ilişkin olarak kadının rol ve haklarına yönelik tutum düzeyleri arasındaki farkı görmek amacıyla iki yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. İki yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, kız ve erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum puanları arasında anlamlı fark bulunduğu, yani cinsiyetin KYT puanları üzerindeki temel etkisinin anlamlı olduğu görülmüştür (F(1, 291) = 118,16 p < .001; partial η2 =.29). Ayrıca, fiziksel şiddete uğradığını belirten öğrenciler ile hiç fiziksel şiddete uğramadığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum puanları arasında anlamlı bir fark olduğu, buna göre yaşanan fiziksel şiddetin KYT puanları üzerindeki temel etkisinin anlamlı olduğu görülmüştür (F(1, 291) = 11.55, p <.001; partial η2=.03) görülmüştür. Ancak, cinsiyet ve yaşanan fiziksel şiddet değişkenlerinin KYT puanları üzerindeki ortak etki (interaction effect) de istatistiksel açıdan anlamlı (F(1, 291) = 10.26, p < .001; partial η2=.03) bulunmuştur. Ortak etki’nin anlamlı bulunması değişkenlerin temel etkilerinin yanı sıra değişkenlerin karşılıklı olarak da bağımlı değişken üzerinde etkisi olduğunu göstermektedir (Büyüköztürk, 1997) . Ortak etki’nin kaynağını görmek amacıyla analizlerin devamında basit temel etki analizleri (the simple main effect analysis) yapılmıştır. Basit temel etki analizleri sonuçlarına göre, erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum puanları arasında fiziksel şiddete maruz kalmaya göre fark bulunmamıştır (p >.05). Ancak, kız öğrencilerin yaşanan fiziksel şiddete göre kadına yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 4.48, SE = .88, p < .001, CI.95 = 2.75, 6.21). Buna göre, fiziksel şiddete uğradığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 37.47, SS = 2.31) hiç fiziksel şiddete uğramamış kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 32.99, SS = 5.67) yüksek bulunmuştur. Ayrıca, fiziksel şiddete maruz kalmış öğrencilerin cinsiyete göre kadına yönelik tutum puanlarının farklılaştığı görülmektedir (MD = 9.55, SE = 1.12, p < .001, CI.95 = 7.33, 11.77). Buna göre, fiziksel şiddete uğradığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 37.47, SS = 2.31) fiziksel şiddete uğradığını belirten erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 27.92, SS = 7.33) yüksek bulunmuştur. Son olarak, hiç fiziksel şiddete uğramamış öğrencilerin cinsiyete göre kadına yönelik tutum puanlarının farklılaştığı görülmektedir (MD = 5.20, SE = .75, p < .001, CI.95 = 3.71, 6.69). Buna göre, hiç fiziksel şiddete uğramadığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 32.99, SS = 5.67) hiç fiziksel şiddete 17 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara uğramadığını belirten erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 27.78, SS = 5.24) yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak, fiziksel şiddete maruz kalmış kız öğrencilerin kadına yönelik tutumları hem erkek öğrencilerden hem de hiç fiziksel şiddete maruz kalmamış kız öğrencilerden daha yüksek bulunmuştur. Cinsiyet ve bir başkasına fiziksel şiddete bulunmaya göre kadın yönelik tutum Öğrencilerin cinsiyete ve hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette bulunup – bulunmadıklarına ilişkin olarak kadının rol ve haklarına yönelik tutum düzeyleri arasındaki farkı görmek amacıyla iki yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. İki yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, cinsiyetin (F(1, 291) = 7,39, p < .001; partial η2 = .02) ve bir başkasına fiziksel şiddete bulunmanın (F(1, 291) = 372, 92, p < .001; partial η2 =.56) KYT puanları üzerindeki temel etkilerinin anlamlı olduğu görülmüştür. Ayrıca cinsiyet ve fiziksel şiddete bulunma değişkenlerinin KYT puanları üzerindeki ortak etki de istatistiksel açıdan anlamlı (F(1, 291) = 13.28, p < .001; partial η2=.06) bulunmuştur. Ortak etki’nin kaynağını görmek amacıyla analizlerin devamında basit temel etki analizleri yapılmıştır (the simple main effect analysis). Basit temel etki analizleri sonuçlarına göre, fiziksel şiddete bulunduğunu belirten öğrencilerin cinsiyete göre kadına yönelik tutum puanlarının farklılaşmadığı görülmektedir (p >.05). Ancak, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten öğrencilerin cinsiyete göre kadına yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 4.68, SE = .48, p < .001, CI.95 = 3.72, 5.65). Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 35.57, SS = 3.43) hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 30.88, SS = 4.21) yüksek bulunmuştur. Ayrıca, kız öğrencilerin fiziksel şiddete bulunup bulunmamasına göre kadına yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 15.40, SE = 1.09, p < .001, CI.95 = 13.25, 17.55). Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 35.57, SS = 3.43) fiziksel şiddete bulunduğunu belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 20.16, SS = 3.66) yüksek bulunmuştur. Son olarak, erkek öğrencilerin fiziksel şiddete bulunup bulunmamasına göre kadına yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 9.54, SE = .69, p < .001, CI.95 = 8.18, 10.90). Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 30.88, SS = 4.21) fiziksel şiddete bulunduğunu belirten erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 21.34, SS = 3.04) yüksek bulunmuştur. SONUÇ VE ÖNERİLER Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde fiziksel şiddetin yaygınlığını betimlemek ve kadın rol ve haklarına yönelik tutum ile fiziksel şiddet arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Araştırma bulgularına göre, kız öğrencilerin yarısının fiziksel şiddetin yaygın olduğunu düşünmesine rağmen, erkek öğrencilerin sadece 15’i fiziksel şiddetin yaygın olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Fiziksel şiddete daha çok kadınlar maruz kaldığı için “yaygınlığın” farklı algılandığı varsayılmaktadır. Ayrıca, kız öğrencilerin ¼’u fiziksel şiddetin ceza olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin ¼’ ü fiziksel şiddeti tahrik edilme/kışkırtılmak olarak tanımlamıştır. Bu sonuçlar, yerleşik kadınlık-erkeklik rolleri ile ilgili görülmektedir. Fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin görüşlere göre, kız öğrencilerin yarıya yakını fiziksel şiddetin evde/ailede yaygın olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin yarıya yakını fiziksel şiddetin medyada yaygın olarak gösterildiğini belirtmiştir. 18 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Araştırma sonuçları, üniversite öğrencilerinin 1/3’ünün hayatlarında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Bu sonuçlar, yurtdışı (Heisse, Ellsberg ve Gottemoeller 1999) ve yurtiçi (Arat ve Altınay, 2007) çalışma sonuçlarıyla da tutarlılık göstermektedir.Fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten öğrencilerin büyük bir çoğunluğunu kız öğrenciler oluşturmaktadır. Fiziksel şiddete kimin tarafında maruz kaldığı sorulduğunda, kız ve erkek öğrencilerin çoğunlukla erkekler tarafından şiddet gördükleri görülmüştür. Kız öğrencilerin daha çok babaları ve erkek kardeşleri tarafından aile içi şiddete maruz kalmasının yansıra romantik partnerleri tarafından da şiddete maruz kaldıkları saptanmıştır. Benzer olarak, Gümüşoğlu (1998)’nun çalışması da kadınların daha çok en yakın çevreleri tarafından şiddetle karşı karşı kaldığını ve kadınların çoğunun yaşamları boyunca en az bir kez baba ya da koca şiddetine maruz kaldığını saptamıştır. Erkek öğrencilere bakıldığında ise, fiziksel şiddete hem aile içinde hem de akrabaları dışında ki hemcinsleri tarafından maruz kaldıkları görülmektedir. Sonuçlara göre, fiziksel şiddetin kaynağında yine erkeklerin olduğu görülmektedir. Ayrıca, öğrencilerden 53’u hayatında en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu belirtmiştir. Fiziksel şiddette bulunduğunu belirten kız öğrencilerin genellikle kız kardeşi, kız arkadaşı gibi hemcinsi kişilere yönelik fiziksel şiddete bulunduğu, erkek öğrencilerin ise daha çok romantik partner, kız kardeş, ve erkek arkadaşlarına yönelik fiziksel şiddete bulunduğu görülmektedir. Bu sonuçlar, ülkemizde hala şiddetin yaygın olarak sürdüğünü ve şiddet gösterenlerin erkekler olduğunu doğrulamaktadır. Araştırmaya katılan öğrenciler, Türkiye’de başkentte bulunan bir üniversitenin öğrencisi olduğu için şiddetle ilgili oranların diğer eğitim düzeyinde ve kırsal alanlarda yasayan kadınlara göre daha düşük olduğu varsayılmaktadır. Arat ve Altınay (2007)’de yaptığı çalışmada öğrenim düzeyinin artmasıyla fiziksel şiddet görmen oranın düştüğünü ortaya koymuştur. Buna göre, kırsal alanda ve eğitim düzeyi daha düşük çevrelerde ki aynı yaş döneminde ki kadınlarda fiziksel şiddete maruz kalmanın daha yüksek olacağı düşünülmektedir. Kadın rol ve haklarına yönelik tutum ile fiziksel şiddet arasındaki ilişkiye bakıldığında, fiziksel şiddete maruz kalmış kız öğrencilerin kadına yönelik tutumları hem erkek öğrencilerden hem de hiç fiziksel şiddete maruz kalmamış kız öğrencilerden daha yüksek bulunmuştur. Ancak erkek öğrencilerin kadına yönelik tutumunda daha önce fiziksel şiddete maruz kalmaya göre bir farklılık görülmemektedir. Hayatında en az bir fiziksel şiddete bulunmuş kız ve erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinde bir farklılık bulunmamıştır. Ancak, fiziksel şiddette bulunmuş ve hiç fiziksel şiddete bulunmamış erkek öğrencilerin kadın rol ve haklarına yönelik tutumlarında anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten erkek öğrenciler kadına yönelik tutum ölçeğinden daha yüksek puan almışlar, yani bu öğrencilerin kadın rol ve haklarına yönelik daha yeniliğe açık ve özgürlükçü olduğu söylenebilir. Ayrıca, bulgular fiziksel şiddette bulunmuş erkek öğrencilerin kadın rol ve haklarına ilişkin tutumlarının daha olumsuz olduğunu göstermiştir. Kısaca özetlemek gerekirse, bu araştırmanın bulgularının kadının toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin daha geleneksel bakış açısı ile fiziksel şiddet arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu ilişki, fiziksel şiddete maruz kalmış kadınlarda muhtemelen karşıt tepki olarak kadının rol ve haklarına yönelik daha yenilikçi ve özgürlükçü olmalarıyla ilişkili görülmüştür. Ayrıca, kız öğrencilerin kadına yönelik tutum puanlarının fiziksel şiddete maruz kalma faktöründen bağımsız olarak erkek öğrencilerden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu sonuca benzer olarak, Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin yapılan diğer çalışmalarda da, erkek öğrencilerin kız 19 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara öğrencilere kıyasla daha geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bakış açısına sahip oldukları belirlenmiştir (Aşılı, 2001; Güvenç, 1996; Vefikuluçay, Demirel, Taşkın ve Eroğlu, 2007). Ayrıca, bu araştırmanın sonuçları, hayatında hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten erkek öğrencelerin kadın rol ve haklarına yönelik daha yeniliğe açık ve özgürlükçü olduklarını ortaya koymakladır. Bu sonuçlar, erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin geleneksel bakış açılarıyla kadınlara yönelik şiddet arasında bulunan yakın ilişkiyle (Kalaycıoğlu ve Tılıç, 2001) tutarlı bulunmaktadır. Bu bulgular, kadın rol ve haklarına ilişkin daha olumlu tutum geliştirilmesine yönelik sosyal sorumluluk projelerinin geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Ayrıca, kültürün toplumsal cinsiyet eşitliliğine yönelik olumsuz etkilerin dönüştürülmesi için toplumsal dönüştürme stratejilerinin geliştirerek yaşama yansıtılmasına devlet, akademik çevreler ve sivil toplum kuruluşlarının caba sarf etmesi gerekmektedir. Bununla birlikte kitle iletişim araçları da bu sürecin yapılandırılmasında aktif rol alarak toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlılığın geliştirilmesine destek vermelidir. Çalışmada, toplumsal cinsiyet rolleriyle fiziksel şiddet arasındaki ilişkileri ortaya çıkaran bu bulgular, seçilen örneklem çerçevesinde sınırlılık arz etmektedir. Ayrıca, bu araştırmanın konusu olan şiddet, bireylerin sosyal beğenilirlik kaygısı nedeniyle genellikle eksik olarak beyan edilebilmektedir (Denzin, 1978; Szinovacz ve Egley, 1995). Özellikle, kişinin kendi şiddet uygulamasına yönelik öz bildirime dayalı bulgular sosyal beğenirlik nedeniyle eksik beyan edilmektedir. Bu durum da çalışmanın geçerliliğini tehdit edebilmektedir (Sugarman ve Hotaling, 1997). Bu nedenle, yapılan bu çalışmada yalnızca öz bildirime dayalı ölçeklerden elde edilen bilgilere ulaşıldığı için sonuçların bu sınırlılığa göre değerlendirilmesi ve yapılacak yeni çalışmalarda sosyal beğenirliğin de ölçülmesi önerilmektedir. Ayrıca, kültürel etkilerin toplumsal cinsiyet rolleri ve şiddet arasındaki ilişkiye etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için farklı örneklemlerden (kırsal kesim, farklı eğitim ve yaş düzeyleri gibi) elde edilecek verilerin değerlendirilmesi, daha genellenebilir sonuçlara ulaşılması açısından önem taşımaktadır. Son olarak, bu araştırılmada sadece fiziksel şiddet ile ilgili bulgulara yer verilmiştir; yapılacak yeni çalışmalarda kadın rol ve haklarıyla, duygusal, sözel, cinsel ve ekonomik şiddet ilişkisinin de araştırılması önerilmektedir. KAYNAKLAR Açıkel, S. (2009). Kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın Sığınma evi önlemi: Türkiye örneği. Ankara üniversitesi Sosyal bilimler enstitüsü Kadın çalışmaları Anabilim dalı. Akhter, R. (2011)Attitude Toward Physical Abuse Among Women and Men of Bangladesh: An Empirical Investigation of Demographic Health Survey Data 2007. Journal of US-China Public Administration, 8(10), 1156-1164. Aşılı, G. (2001). Üniversite öğrencilerinin cinsiyet rolleri ve ego durumları arasındaki ilişki. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. Baydur, E. ve Ertem, B. (2006). Kadına yönelik evlilik içi şiddetin hukuki boyutları Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun Kapsamında Bir İnceleme. TBB Dergisi, 65, 89-118. Bhanot, S. ve Senn, C. Y. (2007). Attitudes towards violence against women in men of South Asian ancestry: Are acculturation and gender role attitudes important factors? Journal of Family Violence, 22(1), 25-31. 20 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Büyüköztürk, S. (1997). İki faktörlü varyans analizi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 30(1), 141-58. Civil B. ve Yıldız H. (2010). Erkek öğrencilerin cinsel deneyimleri ve toplumdaki cinsel tabulara yönelik görüşleri. Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 3(2), 58-64. Daugherty, C. G.,ve Dambrot, F. H. (1986). Reliability of the Attitudes toward Women Scale. Educational and Psychological Measurement, 46, 449-453. Delevi, R. ve Bugay, A. (basımda). Assessing reliability and validity of the Turkish language version of the Attitudes toward Women Scale (AWS).The Journal of International Women's Studies. Delevi, R. ve Bugay, A. (2012). Gender and Socio-Economic Status (SES) differences in the attitude toward women among Turkish university students. Western Psychological Association Conference, Burlingame, CA, 26-29 April. Denzin, N. K. (1978). Sociological methods: A sourcebook (2nd ed.). New York: McGraw-Hill. Dişsiz, M. ve Hotun Şahin, N. (2008). Evrensel bir kadın sağlığı sorunu: Kadına yönelik şiddet. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 1(1), 50-58. Dökmen, Y.Z., 2004. Toplumsal cinsiyet sosyal psikolojik açıklamalar. Ankara: Sistem Yayıncılık. Eagly, A. H. ve Mladinic, A. (1989). Gender stereotypes and attitudes toward women and men. Personality and Social Psychology Bulletin, 15, 543-558. Fine-Davis, M. (1983). Women and Work in Ireland A Social Psychological Perspective: Main Report, Council for the Status of Women, Dublin. Gracia-Moreno, C., Jansen, H. A., Ellsberg, M., Heise, L., ve Watts, C. H. (2006). Prevalence of intimate partner violence: Findings from the WHO multi-country study on women’s health and domestic violence. Lancet, 368, 1260-1269. Güler, N. , Tel, H. ve Özkan Tuncay, F. (2005). Kadının aile içinde yaşanan şiddete bakışı Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 27(2), 51-56. Gümüşoğlu, F. (1998). Sayılarla Kadına Yönelik Şiddet. Geleceğim Elimde: Kadın İncelemeleri Dizisi. 1. Basım, Mor Çatı Sığınma Vakfı -Mor Çatı Yayınları, İstanbul. Güvenç, G. (1996). Kız ve erkek üniversite öğrencilerinin aile içi etkileşime ilişkin algıları ile toplumsal cinsiyet rolüne ilişkin tutumları. 3P Dergisi 4(1), 34-40. Hankin, B. L.ve Abramson, L.Y. (2001). Development of gender differences in depression: An elaborated cognitive vulnerability-transactional stress theory. Psychological Bulletin, 127, 773-796. Heise, L., Ellsberg, M. ve Gottemoeller, M. (1999). ‘Ending Violence Against Women’ (Kadınlara Yönelik Şiddetin Durdurulması). Population Reports, Series L, No. 11. Baltimore, Johns Hopkins University School of Public Health. Jeon, G. S., Jang, S. N., Rhee, S. J., Kawachi, I. ve Cho, S. I. (2007). Gender differences in correlates of mental health among elderly Koreans. Journals of Gerontology:Psychological Sciences and Social Sciences, 62B(5), 323-329. Kayrın, N. (2011). Fiziksel şiddete uğramış kadınlar ve tıptan beklentileri: Kadın hasta hakları çerçevesinde bir değerlendirme. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı, Adana. Kalaycıoğlu, S. ve Tılıç H. R. (2001). Evlerimizdeki Gündelikçi Kadınlar. İstanbul: Su Yayınları. 21 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kristiansen, C. M. ve Guilietti, R. (1990). Perceptions of wife abuse: Effects of gender, attitudes toward women, and just-world beliefs among college students. Psychology of Women Quarterly, 14, 177-189. Lee, J., Kim, J. ve Lim, H. (2010). Rape myth acceptance among Korean college students: The roles of gender, attitudes toward women and sexual double standard. Journal of Interpersonal Violence, 25, 1200-1223. Matud, M. (2004). Gender differences in stress and coping styles. Personalityve Individual differences, 37, 1401-1415. Milovchevich, D., Howells, K., Drew, N. ve Day, A. (2001). Gender and gender role differences in anger: An Australian community study. Personality and Individual Differences, 31, 117-127. Nolen-Hoeksema, S. ve Girgus, J. (1994). The emergence of gender differences in depression during adolescence, Psychological Bulletin, 115(3), 424-443. Öngen, D. (2006). Attitudes Towards Women: A study of gender and academic domain differences in a sample of Turkish university students. Social Behavior and Personality, 34(5), 467-486. Patel, C. J. (2009). Gender role attitudes and attitudes to abortion: Are there gender differences? The Social Science Journal, 46, 493-505. Pyant, C.T. ve Yanico, B. J. (1991). Relationship of racial identity and gender-role attitudes to Black women's psychological well-being. Journal of Counseling Psychology, 38(3), 315-322. Rudolph, M. K. (1996). Characteristics and attitudes regarding sex roles of violent and non violent female offenders. Journal of Police and Criminal Psychology, 11(2), 2433. Salaçin, S., Ergönen, A.T. ve Demiroğlu Uyanıker, Z. (2009). Kadına Yönelik Şiddet. Klinik Gelişim,22(Adli Tıp Özel Sayısı), 95-100. Spence, J. T. ve Helmreich, R. (1972). The Attitudes toward Women Scale: An objective instrument to measure attitudes toward the rights and roles of women in contemporary society. JSAS Catalog of Selected Documents in Psychology, 2, 6667. Spence, J. T.ve Helmreich, R.L. (1978). Masculinity and femininity: Their psychological dimensions, correlates, and antecedents. Austin, TX: University of Texas Press. Sugarman, D. B. ve Hotaling, G. T. (1989). Dating violence: Prevalence, context, and risk markers. In M. A. Pirog-Good ve J. E. Stets (Eds.), Violence in dating relationships: Emerging social issues (pp. 3-32). New York: Praeger. Szinovacz, M. E. ve Egley, L. E. (1995). Comparing one-partner and couple data on sensitive marital behaviors: The case of marital violence. Journal of Marriage and the Family, 57, 995-1010. TNSA (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) 2003.Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı ve Avrupa Birliği. http://www.hips.hacettepe.edu.tr./tnsa2003. Unger, R. K. (1979). Toward a redefinition of sex and gender. American Psychologist, 34(11), 1085-1094. doi: 10.1037/0003-066X.34.11.1085. Vefikuluçay, D., Demirel, S., Taşkın, L. ve Eroğlu, K. (2007). Kafkas Üniversitesi son sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bakış açıları. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi,14(2), 12-27. 22 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Whatley, M. A. (2008). The Dimensionality of the 15 item attitudes toward women scale. Race, Genderve Class, 15(1-2), 265-273. Whatley, M. A. ve Riggio, R. E. (1992). Attributions of blame for female and male victims. Family Violence and Sexual Assault Bulletin, 8, 16-18. WHO. (2002a). Making decisions about contraceptive introduction: A guide for conducting assessments to broaden contraceptive choice and improve quality of care. World Health Organization, Geneva. WHO. (2002b). World report on violence and health: Violence by intimate partner. World Health Organization, Geneva. WHO (2005). Multi-country Study on Women’s Health and Domestic Violence Against Women Initial Reports on Prevelance, Health Outcomes and Women’s Responses, Geneva. http://www.comminit.com/en/node/221950/38 23 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ÜNİVERSİTELERDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET NASIL TARTIŞILIYOR? Yasemin YÜCE TAR* Özet Genel olarak akademinin toplumsal yaşam ve onun sorunlarıyla ilişkisi eleştirilmekte ve toplumsal sorunlara uzak durduğu belirtilmektedir. Yapılan bu araştırma, kadına yönelik şiddet konusunda akademinin nasıl bir tavrı olduğunu gösterme çabasındadır. Çalışmanın temel sorusu, 1990 yılından bu yana Türkiye Üniversitelerinde yapılan yüksek lisans ve doktora çalışmaları içerisinde kadına yönelik şiddetin hangi boyutlarıyla yer aldığıdır. Araştırma, kadına yönelik şiddet gibi önemli bir konunun hangi yıllarda daha fazla akademik olarak çalışıldığını, kimler tarafından çalışıldığını, hangi bölümlerin bu konuda araştırma yaptığını ortaya koymaya çalışmıştır. Araştırma aynı zamanda akademi ile kadına yönelik şiddet konusunun bağını da görmeye çalışmaktadır. Araştırma, üniversitelerde yapılan tezlerin toplandığı merkez olan YÖK tez merkezinde bulunan tezlerle kendini sınırlamıştır. Başka kurumlarla yapılan ortak projeler bu çalışmanın dışında tutulmuştur. Çalışmanın sonunda üniversiteler bünyesinde yer alan Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin bu alandaki faaliyetleri etkileme gücünün olduğu, kadına yönelik şiddet gibi çok önemli bir sorunda toplumsal kurumların hepsinin harekete geçmesi gerektiği ve son olarak da üniversitelere önemli görevler düştüğü iddia edilmiştir. Anahtar sözcükler: kadına yönelik şiddet, bilimsel araştırma, tez Abstract Generally academia has been criticized by not only its limited attention to social life and social problems but also has being away from social problems. Submitted study gaining importance is to show academia’s attitude towards violence against women. The basic question of the study is to search the proportion of the dissertations (both masters and doctorates studies) dealing with the violence against women in Turkish universities since 1990. The study tries to examine the dissertations on the issue of violence against woman; has it been worked by whom, by which departments and by which years. Moreover the study is to see a connection between the academia and the issue, violence against women. This study limits itself by the Higher Education Thesis Center, a collection center of dissertations done by the universities in Turkey. Other studies, joint projects done by other institutions, are excluded for the aim of the study. The study claims that Woman’s Studies Research Centers of Universities can be very influential tools, all social institutions has to take actions, and the last but not least, universities has to take important responsibilities considering the importance and urgency of the issue. Key words: violence against women, academic research, dissertation * Öğretim Görevlisi, 19 Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, yyuce@omu.edu.tr 24 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Giriş Üniversitelerin toplumsal sorunlarla ilgisi veya ilgisizliği, toplumsal sorunların çözümü için yapacakları katkılar ve duyarsızlıkları çok boyutlu bir tartışmayı beraberinde getirir. Üniversite ve toplumsal yaşam arasındaki ilişki tartışması, bilim ve yaşam arasındaki kaçınılmaz ilişkinin hangi biçimlerde olduğu üzerine, aralarında bir hiyerarşik ilişki olup olmadığı üzerine devam edip gider. Bilimsel çalışmalar ne kadar toplumsal yaşamın içinden çıkar? Bilimsel çalışmalar toplumsal yaşamın sorunları çözmekle yükümlü müdür? Sosyal bilimler toplumsal yaşamın dinamiklerini anlamakta ne kadar muktedirdirler? soruları bahsi geçen tartışmanın önemli mihenk taşlarını ifade ederler. Bunun yanında sosyal bilimler için üniversitenin kendisi bir toplumsal oluş ve toplumsal ve siyasi gelişmeler ışığında değişen, değiştirilen, hükmedilen bir kurum olarak da tartışma konusudur. Üniversitelerin nasıl çalıştığı, işlevleri, yönetimi, karar alma güçleri, siyasi ve ideolojik oluşum içinde şekillendiği göz ardı edilemeyecek kadar aşikârdır. Buradan da baktığımızda üniversite ve bilimsel çalışmalar ama hangi kriterlerle, kim yararına, kimin kararıyla soruları akademik hayatın kendi içinde tartışmaya devam edeceği konular içindedir. Özerk üniversite, bilimsel özgürlük gibi kavramlarla yürütülen akademinin kendisinin toplumsal bir sorunun içinde ve bizzat toplumsal sorunun kendisi olması yürütmeye çalışılacak tartışmanın önemli bir boyutunu meydana getirmektedir. Bu bağlamlar ışığında yapılan bu çalışma yakıcı bir toplumsal sorun olan kadına yönelik şiddet konusunda üniversitelerde yapılan çalışmaları değerlendirmeye çalışacaktır. Üniversitelerin konuyla ilgili merkezleri ve yüksek lisans ve doktora düzeyinde yürüttüğü çalışmaları derlemeye çalışan bu araştırma, toplumsal anlamda önemi ve aciliyeti bir çok kurum tarafından ifade edilen kadın cinayetleri konusunda neler yaptığını özetlemeye çalışacaktır. Çok boyutlu bir sorun olan kadına yönelik şiddet konusu kısaca ifade edildikten sonra bu çok boyutlu sorunun çözümü için birçok kurumun birlikte çalışması gerektiği ve bu kurumlar içinde üniversiteler de yerini alması gösterilmeye çalışılacaktır. Problem Durumu: Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet’in Boyutları “…Hayriye konuşmaya başladı, kendini anlattı, ismini söyledi ve benim ismimi sordu. Öyle şok oldum ki… Yani doğaldır şimdi, artık insan köpeğine, kedisine bile isim koyuyor. Benim 44 yaşında bir kadının, illa ki bir ismi olacak ama ben ismimin farkında değilim, ismimi unutmuşum. Ondan sonra derin bir şok yaşadım, bir an böyle titredim. İsmimi söyledim.” KAMER çalışanı (KAMER-Ben Varım, 2007:55) Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak tanımlanmış kadınlık ve erkeklik rollerinden kaynaklı yaşadıkları tüm şiddet türleri ve bunların yaşandığı tüm mekanlar (ev, sokak, işyeri, okul, karakol, kışla) “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” kapsamına giriyor. Konunun sayılarla, soyut kavramlarla ifade edilişi konuyu zaman zaman gerçek yakıcılığından bizi uzaklaştırıyor. O sebeple birkaç kadın cinayeti haberini aktarmak konuyu kavramakta etkili olacaktır. 25 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 2011 Haziran ve Ekim aylarında yaşanan kadın cinayetleri vakalarından birkaç örnek; Mersin’de M.Y. (52) boşanmak isteyen karısı Hayriye Yakıcı’yı (49) tabancayla vurarak öldürdü. Kadının bir süre önce savcılığa “Eşim tarafından tehdit ediliyorum. Başıma bir şey gelirse bunun sorumlusu eşimdir.” Diye dilekçe verdiği ortaya çıktı. Manisa’da şiddet gördüğü için sığınmaevinde kalan, daha sonra eve dönen 2 çocuk annesi Ş.E. (33) kocası İ.E. (45) kendisini aldattığı iddiasıyla karnından ve sırtından 33 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Ardından evi yaktı. İ.E. tutuklandı. Diyarbakır’da KOCASI V.İ.H.’den (31) şiddet gören Seher Haşimoğlu (29) sığınmaevine yerleştirildi. Kocasının iknası üzerine sığınmaevinden ayrılan kadını V.İ.H ruhsatsız tabancasıyla öldürdü. Polise teslim olan koca karısının hamile olduğunu bilmediğini ve kendisini aldattığı iddiasıyla öldürdüğünü söyledi. Mahkeme sanığı tahrik indirimi uygulayarak müebbet hapis cezasını 20 yıla, iyi hal nedeniyle 16 yıl 8 aya indirdi. İzmir’de S.Ç. boşanmak isteyen karısı Ferdane Çöl’ü (28) bıçaklayarak öldürdü. Kadın 2 yıl önce şiddet gördüğü için boşanma davası açmış, koruma talebinde bulunmuştu. Mahkeme kocaya ve ailesine 6 ay yaklaşmama cezası vermişti. İzmir’de H.B. (40) şiddet gördüğü için boşanma davası açan ve sığınmaevinde kalan karısı Yeşim Baytar’ı (34) 10 gün boyunca evde rehin aldı, ardından bıçakla öldürdü. Adli Tıp incelemesinde H.B.’nin öldürmeden önce karısının sırtına jiletle ismini yazdığı ortaya çıktı. Eskişehir’de M.D. (20) adlı erkek, annesi G.Ö. (43) evde bıçakladı. 18 yıl önce kocasından şiddet gördüğü için boşanan kadın, savcılığa birçok kez şikayette bulunduğu ancak oğlunun mahkemede serbest bırakıldığını, kendisine de koruma sağlanmadığını belirtti. (Hürriyet ve Milliyet gazeteleri arşivleri) Kadın cinayetleri 7 yıl içinde (2002-2009) yılda %1400 (14 kat) arttı. Adalet Bakanlığının verileri yıllar içinde öldürülen kadınların sayıları hakkında şöyle; 2002 yılı—66 kadın 2003 yılı—83 kadın 2004 yılı—128 kadın 2005 yılı—317 kadın 2006 yılı—663 kadın 2007 yılı—1011 kadın 2008 yılı—806 kadın Yine Adalet Bakanlığı’nın verdiği Resmi rakamlara göre Şubat 2010 ile Ağustos 2011 arasında 19 ayda yurt genelinde 78 bin 500 aile içi şiddet vakası yaşanmıştır. Günde 138, saatte 6, her 10 dakikada bir aile içi şiddet olayı olmaktadır. Durumun vahim olduğu her yönüyle ortadadır. (www.adalet.gov.tr) Görüldüğü gibi sayılarla ve soyut kavramlarla kadına yönelik şiddeti anlatmak aslında genel anlamda bize yaşanan vakaları “normalleştiriyor”. Yaşanan cinayetler istatistikî bilgiler içinde yer almış oluyor. Yalnızca sayılarla şiddet anlatmanın zararları üzerine düşünmek gerekmektedir. Ama sayılar aynı zamanda konunun vahametini göstermek 26 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara adına da önemlidir. Kadın cinayetlerinin sayıların sunduğu tablo konunun aciliyetini bize sunmaktadır ama aynı zamanda konu üzerine düşünmeyi bir kısmıyla bağlıyor. Kadın cinayetleri üzerine yapılan sayısal vurgular şiddet türlerinden olan fiziksel şiddet (tokat, itme, vurma, v.s.), psikolojik şiddet (tehdit, aşağılama, küfür v.s.), ekonomik şiddet (aç bırakma, ihtiyaçlarını karşılama izni vermeme, parasına el koyma v.s.) cinsel şiddet (tecavüz, sarkıntılık, v.s.) gibi şiddet türlerini konuşmamızı engelliyor veya önemsizleştiriyor. Yine kadın cinayetlerini konuşma zorunda oluşumuz ve sorunun çözümünde yol alınamayış bizi bu kategori dışında şiddete uğrayanları görmemizin önünde engel teşkil etmektedir. Bu kategorilerin en başında kız çocuklarına uygulanan şiddet gelmektedir. Kadın cinayetlerinin aile içi işlenen cinayetler olduğunda yine kadınlara ve kız çocuklarına uygulanan sokaktaki, okuldaki, iş hayatındaki şiddet türleri kategori olarak görünmez olmaktadır. Eğer ölüm varsa diğer şiddet türleri “affedilebilir”, idare edilebilir” kategorilerine yerleşiyor. Bu konunun çok boyutlu olmasını göstermesi ve bu boyutluluk içinde yalnızca birini öne çıkararak diğerlerini daha az görerek karmaşıklığının artığını göstermektedir. 2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat’ın TÜBİTAK’ın Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Grubu tarafından desteklenmiş araştırma Türkiye’de bu konuda yapılmış ulusal çaptaki 2. araştırma ve en yeni araştırma olarak ortaya çıkmıştır. Bundan önce yapılan araştırma ise T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından 19931994 yıllarında yürütülen “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları araştırmasıdır. Yapılan son ulusal çaptaki araştırmanın bildiğimiz sonucu her 3 kadından birinin fiziksel şiddet gördüğüdür. Bir diğer bulgusu ise her 10 kadından 9’u dayağı haklı görmemektedir. “Her kadın cinayeti hayatta kalan kadınlar için bir gözdağı değilse nedir?”Sığınmaevinde kalan bir kadın (Tekeli(Ed), 2008:6) Araştırma da şiddetin değişkenleri olarak ele alınan kriterler şunlar olmuştur. 1. Kadının Annesinin babasından dayak yemesi 2. Eşinin anne/babadan dayak yemesi 3. Kayınvalidenin eşinden dayak yemesi 4. Kadının Babasından dayak yemesi 5. Kadının Öğrenimi 6. Kadının Geliri 7. Kadının anneden Dayak yemesi 8. Kadının Medeni Durumu 9. Eşinin Öğrenimi 10. Nikah Türü 11. Aileye daha çok gelir getirme 12. Taşınmaz Mal 13. Evlenme Biçimi 14. Doğum Yeri 15. İş Bu değişkenlere bakıldığında Türkiye’de kadına yönelik şiddet araştırmasının bulguları kadının eşinden dayak yeme riskini en fazla artıran etkenin kendi annesinin babasından 27 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara dayak yemesi olduğu ortaya çıkıyor. Bu kadınlar, şiddet görmeyenlere oranla iki misli daha risk altındalar. İkinci değişken Kocanın kendisinin anne veya babasından dayak yemesi olarak tespit edilmiştir. Daha sonra kocanın annesinin eşinden dayak yemesi olarak yapılan tespitler bizi “şiddet döngüsü” kavramına getiriyor. Dördüncü etken kadının babasından dayak yemesi, olarak karşımıza çıkıyor. Şiddet döngüsü olarak adlandırılan bu bulgu başka ülkelerde yapılan araştırmalarda da paralellik gösteriyor. Daha sonra etken olan Kadının eğitim durumu olarak tanımlanan kriterin bize söylediği eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranının genel eğilim olarak azalmasıdır. Okuma-yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı %43 iken bu oran yüksek öğrenim görmüş kadınlarda %12’dir. Ancak bunu yorumlarken yüksek öğrenim görmüş kadınların sosyo-ekonomik statü arttıkça kadınların şiddet yaşadıklarını itiraf etmelerinin zorlaşmasıdır. Yine eğitim meselesinde eşi okur-yazar olmayan kadınların %50 si en az bir kez fiziksel şiddet gördüğünü söylerken, eşin eğitimi yüksekokul ve üniversite düzeyine çıktığında oran %18 olmaktadır. Gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı düşmektedir. Kadınların gelir getiren bir işlerinin olup olmaması eşlerinden şiddet görüp görmeyecekleri konusunda açıklayıcı bir değişken olarak görünmemektedir. Ancak eşler arasındaki statü farkının kadın lehine olması şiddet olasılığını artıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Aileye eşinden daha çok gelir getirdiğini söyleyen kadınların %63’ü eşlerinden en az bir kez fiziksel şiddet gördüklerini ifade etmiştir. Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, fiziksel şiddet riskini en az iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Fiziksel şiddetin en az olduğu durum, iki eşin eşit gelir getirdikleri durumdur. Medeni durum ve Nikah türü değişkenine bakıldığında Kocalarından boşanmış veya ayrılmış kadınların fiziksel şiddet deneyiminin %78 gibi çok yüksek bir orana ulaştığını görüyoruz. Buradan çıkarılacak sonuç, şiddet gören kadınların bir bölümünün ayrılma ve boşanma yoluyla şiddetten uzaklaşıyor olduklarıdır. Ancak ikinci bir yorum da: Bu farkın bir bölümü devam etmekte olan şiddeti konuşmanın zorluklarından kaynaklanıyor olmasıdır. Hangi şartlarda evlenildiğine bakıldığında ise; kendileri tanışıp anlaşarak ailelerin onayıyla evlenenlerin %28 ‘i, görücü usulüyle evlenenlerin %37 si en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalmaktayken, bu oran kendileri tanışıp anlaşarak ancak ailelerinin onayını almadan evlenenlerde %49 a çıkmaktadır. Kadınların yalnızlaşması özellikle yakın çevrelerinden yalıtılmaları ile aile içi şiddet arasında güçlü bir ilişki vardır. Fiziksel ve sosyal yalıtım çoğu kez fiziksel şiddete eşlik eder. Kır-kent farkına bakıldığında nerede doğulduğu, nerede yaşandığı değişkeniyle incelendiğinde şehirde oturanların fiziksel şiddete maruz kalma oranları ilçelerde oturanlara göre yaklaşık %42 daha fazladır. Bu tabloya göre dayağın en az yaşandığı yerler ilçeler en çok yaşandığı yerler ise şehirlerdir. (Altınay, Arat, 2008:92) Yapılan araştırmadan çıkarılacak sonuçlardan biri de kadına yönelik şiddeti anlamanın ve konuşmanın çok boyutlu bir tartışma olduğudur. Kadına yönelik şiddeti konuşurken ataerkil zihniyeti, toplumsal cinsiyet rollerini, kadın-erkek arasında kurulmuş olan 28 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara hiyerarşik ilişkiyi konuşma zorunluluğu konuyu daha fazla karmaşık hale getirmektedir. Her iktidar ilişkisi potansiyel şiddet içerir. Her hiyerarşik ilişki içerisinde “zor” barındırır. Efendi-Köle, Yöneten-Yönetilen, Patron-İşçi, Ebeveyn-Çocuk ilişkileri içerisinde yaptırım gücü olarak şiddet barındırmaktadır. Erkek-Kadın ilişkisi de hiyerarşik bir ilişkidir ve içerisinde şiddet potansiyelini saklı tutar. (Canetti, 2010:48) Kadına yönelik şiddetle mücadele de literatürde çokça bahsi geçen sığınmaevlerinin açılması, şiddet uygulayan erkeğin cezalandırılması, kadının ekonomik gücünün artırılması, eğitim düzeyinin artırılması sıkça dile getirilmekle birlikte şiddete son vermediği araştırma bulgularıyla sabittir. Araştırma bulguları şiddetin iyi gelirli ailelerde de yaşandığını, yüksek eğitim almış kadınların da şiddet gördüğü, sığınmaevlerinin olduğu Batı Avrupa’da da kadına yönelik şiddetin ortadan kalkmadığı gözlenmektedir. Eğer kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak isteniyorsa, kadın ve erkek arasında kurulan tarihsel, kültürel, dinsel, siyasal, sosyal hiyerarşik ilişkiyi eşitlerin ilişkisi haline getirmek için adı geçen toplumsal yapıların ve zihniyetlerin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da sorunun çözümünü daha da zorlaştırmaktadır. Amaç Toplumsal bir sorun olan kadına yönelik şiddetin üniversitelerde hangi bağlamda hangi önem düzeyinde tartışıldığını ortaya koymak temel amacına sahip bu çalışma üniversitelerin hangi bölümlerinin konuyu daha fazla ele aldığını görmeye çalışmıştır. Akademinin üstte tariflenen kompleks sorun karşısındaki tutumu ve gerçek hayat içinde üniversitelerin sorun çözücü olma özelliklerinin boyutunu görmek bağlamında önemlidir. Genelde üniversitelerin özelde sosyal bilimlerin içinde bulunduğu toplumun sosyal sorunlarıyla ne kadar ilgili olduğu, sorun çözme bağlamında ne kadar etkin olduğu tartışması kadına yönelik şiddet hususunda görülmeye çalışılmıştır. Sosyal bilimlerin temel hedefi toplumsal olanı anlamaya çalışmak olduğu, sorun çözümü için de önerilerde bulunabileceği konusunda işlevini ne kadar yerine getirmektedir? Sorusunu somutta kadına yönelik şiddet konusunda bakmak temel amaç olarak ele alınmıştır. Tartışma 2011 yılı itibariyle Toplamda 165 üniversite var. 103 i devlet üniversitesi, 62’i vakıf üniversitesidir. (YÖK internet sayfası) Bunlardan yalnızca 19 üniversitede Kadın Sorunları Araştırma Merkezleri bulunmaktadır. Yine 165 üniversiteden kaçında Kadın Çalışmaları yüksek lisans programı var diye bakıldığında aşağıdaki üniversiteler karşımıza çıkmaktadır. Üniversitelerin bu konuyla en yakından ilgili olacak birimleri ilk önce eğer varsa bünyelerinde kurulan Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleridir. Türkiye üniversitelerinde hangi üniversitelerde bu merkezlerin olduğu aşağıdaki gibidir. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri 1. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KAUM) (1989) 2. Ankara Üniversitesi Kadın Sorunlar Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM) (1993) 29 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 3. Gazi Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (1996) 4. Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM) 5. Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (EKAM) (1996) 6. Atılım Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi 7. Çankaya Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (1998) 8. Çukurova Üniversitesi Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi (KADAUM) (1996) 9. Gaziantep Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (GÜKAMER) (1997) 10. Yüzüncüyıl Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (YÜKAM) (1998) 11. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Kadın ve Toplum Uygulama ve Araştırma Merkezi (OKTAM) (2010) 12. Mersin Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (MERKAM)(1998) 13. Marmara Üniversitesi Kadın İşgücü İstihdamı Araştırma ve Uygulama Merkezi (1982) 14. Eskişehir Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi 15. Akdeniz Üniversitesi Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Araştırma ve Uygulama Merkezi, (2008) 16. Erciyes Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (2008) 17. Uşak Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi 18. Kocaeli Üniversitesi Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (2000) 19. Yalova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi 1970'lerde Batı'da yeniden canlanan feminist hareketin kazanımlarından birisi de üniversitelerde Kadın Çalışmaları bölümlerinin açılması oldu. Kadın Çalışmaları bölümleri, üniversiteyi hem üretim hem de mücadele alanı olarak gören yaklaşımla, çoğunlukla disiplinlerarası bir alan olarak faaliyet gösterdi. Türkiye'de ise 1980'lerde ortaya çıkan kadın hareketinin üniversiteyle ilişkilenmesi 80'lerin sonunu buldu. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri'nin ilki 1989'da İstanbul Üniversitesi (İÜ) bünyesinde kuruldu. Merkez, 1990-1991 öğretim yılında disiplinlerarası bir bilim dalı olarak Kadın Araştırmaları Yüksek Lisans Programına başladı, 1993'te ise İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü içinde Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı kuruldu. Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans programı olan üniversiteler 1. 2. 3. 4. 5. ODTÜ İstanbul Üniversitesi Ankara Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Ege Üniversitesi 30 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 6. Mersin Üniversitesi 7. 19 Mayıs Üniversitesi Kadına yönelik Şiddet araştırmasında (Altınay, Arat, 2008:53) belirtildiği gibi üniversitelerde kadın çalışmaları alanında yapılan akademik çalışmalar ağırlıklı olarak; Feminist Tarih yazımı Edebiyat Emek Çalışma Hayatında kadınların konumu İslam-Başörtüsü Kadınların siyasi katılımı Kadın Hareketinin demokrasiye katkıları konularından oluşmaktadır. Yapılan bu araştırma YÖK tez merkezinde 1990’dan bu yana yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerini dizin ve konu olarak kadına yönelik şiddet konusunda tarayarak verilerine ulaşmıştır. Yapılmış Tezler YÖK’e bağlı Ulusal Tez Merkezindeki tezlerin incelenmesi sonucu ortaya çıkan tablo şu şekildedir. Sosyal Bilimler Enstitüsü 55 Sağlık Bilimleri Enstitüsü 41 Adli Tıp 5 Eğitim Bilimleri 1 Güzel Sanatlar Enstitüsü 1 Fen Bilimleri Enstitüsü 1 Toplam 104 Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları içinden yapılan tezlerin toplamı Yüksek Lisans tezleri olarak 137 dir. Bu tezler içerisinde kadına yönelik şiddet az bir yer tutmaktadır. Zaten Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı tezleri zaten aynı zamanda Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde görmekteyiz. Sosyal Bilimler Enstitüsünde yapılmış tezlerin analizi: Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi Doktora Tezi 49 6 31 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Yıllar 1990-1999 2000-2009 2010-2012 6 35 14 Tez yazanlar Kadın Erkek 52 3 Tez Danışmanları Kadın Erkek 37 18 Alanlarına göre Sosyoloji Psikoloji Kadın Çalışmaları Gazetecilik İktisadi idari bilimler (İşletme, Çeko, Siyaset Bilimi, Uluslar arası İlişkiler) Hukuk Sosyal Hizmetler İlahiyat İngiliz Dili ve Edebiyatı 12 12 10 10 4 3 2 1 1 Sağlık Bilimleri Enstitüsünde yapılmış kadına yönelik şiddet konulu tezlerin analizi: Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tıpta Uzmanlık Doktora 27 8 6 Yıllar 1990-1999 2000-2009 2010-2012 3 27 11 32 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tez Yazanlar Kadın Erkek 39 2 Tez Danışmanları Kadın Erkek 29 12 Alanlarına göre Halk Sağlığı Hemşirelik Psikiyatri Aile Hekimliği Disiplinlerarası Tıp Adli Tıp 15 17 5 2 1 1 Bundan başak Adli Tıp, Eğitim Bilimleri, Güzel Sanatlar Enstitüsü ve Fen Bilimleri enstitüsünden de konuyla ilgili yapılmış tezler vardır. Oradakilerin analizi: Adli Tıp alanında yazılan tezlerin hepsi yüksek lisans tezleri. 2002-2009 yılları arasında yazılmışlar. Tezi yazanların 3 tanesi kadın. Tez danışmanlarının 4 tanesi erkektir. Eğitim Bilimlerinde yazılan tez yüksek lisans tezidir. 2011 yılında yazılmıştır. Yazarı erkek danışmanı kadındır. Güzel sanatlar Enstitüsünde yazılan tez yüksek lisans tezidir. 2008 de yazılmıştır. Tezin yazarı kadın, danışmanı erkektir. Fen Bilimleri Enstitüsünde yazılmış tez yüksek lisans tezidir. 2006 yılında yazılmıştır. Yazarı ve danışmanı kadındır. Sonuç “Hakkında konuşulamayan şey karşısında susmak gerekir.” Wittgenstein Kadına yönelik şiddet Türkiye’de katlanarak artarken yukarda alıntıladığımız Wittgenstein sözü üniversitelerin kadına yönelik şiddet konusundaki tavrı için geçerli midir? Yapılan bu araştırma göstermektedir ki; üniversitelerin Kadın Sorunları Araştırma Merkezleri sayısı itibariyle çok eksiktir. Ayrıca belirtilen bu merkezlerin kimileri aktif işler durumdayken kimileri yalnızca kâğıt üzerinde gözükmektedir. Yine bünyesinde merkez olan bu üniversitelerin çok azının yalnızca 7 üniversitenin Kadın Çalışmaları Anabilim Dalında yüksek lisans programları vardır. Özel olarak bu alanda hem sahada hem de akademik alanda çalışma yapacak bu merkezlerin yalnızca tabela merkezler oluşları öyle olmasalar bile sayılarının çok yetersiz oluşu üniversitelerin kadına yönelik şiddet konusundaki tutumu hakkında bilgi vermektedir. 33 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tezlerin içeriklerine bakıldığında kadına yönelik şiddet deyince yalnızca aile içi şiddetin ve şiddet türlerinden fiziksel şiddetin konu edinildiği görülmektedir. Kadına yönelik şiddetin yalnızca aile içinde gerçekleşmediğini bilmemize rağmen, şiddet deyince yalnızca fiziksel şiddet kastedilmese de diğer kategoriler araştırma konusu yapılmamıştır. Kadına yönelik fiziksel şiddetin ve özelde Kadın cinayetlerinin artması karşısında üniversitelerin ilgisinin ve ilgilenecek alanlarının da az olması sebebiyle yapılmış tezler genelde aile içi fiziksel şiddetin nedenleri, sonuçları, sığınmaevi pratikleri, hukuksal tartışmaları kapsamaktadır. Ayrıca kız çocuklarına yönelik şiddette kadına yönelik şiddet kapsamında kategori dışı olmaktadır. Kadına yönelik şiddet deyince üniversitedeki akademik çalışmalarının gördüğü evli kadınların eşlerinden gördükleri şiddet akla gelmektedir. Bu da alanı en dar kapsamda değerlendirmek olarak gözükmektedir. Konuyu tartışmanın çok boyutluluğu akademik çalışmalar için inter-disipliner çalışmayı da zorunlu kılmaktadır. Üniversitelerin inter-disipliner çalışma tecrübesinin az olduğu göz önüne alınırsa bu alanda çalışmanın zorluğu da ortaya çıkabilir. Yine üniversitelerin bünyesinde kurulan Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin bütçe konusunda sıkıntılar çektiği, yapılacak faaliyetler için tanımlı bütçelerinin çok düşük olması onları bu konuda etkisiz kılmaktadır. Yapılan analizler göstermektedir ki; konuyu akademik olarak çalışan sosyal bölümler içinde sosyoloji ve psikoloji bölümleridir. Sağlık bilimleri içinde de halk sağlığı ve hemşirelik bölümleri konunun muhataplarıdır. Sağlık bilimleri bölümleri olan halk sağlığı ve hemşirelik bölümleri şiddet vakalarıyla birebir karşılaşan ilk elden karşılaşan kurumlara çalıştıkları için bir sonuç olan kadına yönelik şiddeti sağlık çalışanların tutumlarını araştırma ve şiddetin sebeplerini sorgulama kapsamında şekillenmiştir. Konuyu çalışanlara baktığımızda da kadın akademisyenlerin ağırlıkta olduğunu görmekteyiz. Kadın konusu kadınların ilgilendiği akademik bir alan olarak gözlemlenmektedir. Bu da konuyu gettolaştırmakta ve bir alana hapsetmekle sonuçlanmaktadır. Son olarak konunun hangi tarihlerde daha fazla çalışıldığını bakıldığında 2000 yılından sonra konuya ilginin artığını söyleyebiliriz. Özellikle 2005-2012 yılları bu konunun araştırmalara en fazla konu edildiği yıllar olmaktadır. Öneriler Konunun ehemmiyeti oranında üniversiteleri bu konunun daha fazla muhatabı yapmak için özellikle sosyal bilimler bölümlerinde toplumsal cinsiyet dersleri lisans düzeyinde koyulabilir. Eğitimin kadına yönelik şiddetin önlenmesinde bir çözüm olarak tekrarlanması bunu gerekli kılmaktadır. Üniversite eğitimi içinde karşılaşmadığı bir konuda akademik çalışma yapmak istemek zor olacağından lisans düzeyinde konuyla ilgili derslere ve uygulamalara yer verilmelidir ki sonrasında konuyla ilgili bilimsel çalışma yapmanın alt yapısı oluşabilsin. Daha fazla kadın çalışmaları yüksek lisans programlarının açılması üniversitelerin sosyal bilimler enstitülerinin teşvik etmesi gerekli bir konu olarak gözükmektedir. 34 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Bakıldığında Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri konuyu üniversiteler için canlı tutma konuyu araştırma konusunda en etkili alanlar olarak gözükmektedir. Kadın Çalışmaları yalnızca kadınların içinde olduğu bir akademik olarak düşünülmemeli, toplumsal cinsiyet tartışmalarının aynı zamanda erkekler için biçilmiş toplumsal cinsiyet rollerini de kapsayan bir alan olarak değerlendirilmelidir. Toplumsal cinsiyet tartışmaları ve araştırmaları yalnızca kadın ve onun sorunları araştırması değildir. Aynı zamanda da erkeklik, onun toplumsal olarak tanımlanmış rolleri ve sorumlulukları tartışmasıdır. Gerek sosyal bilimin gerekse tüm akademik çalışmaların yalnızca teorik çalışmalar olarak kalmasının önüne geçebilmek için toplumsal yaşamla daha fazla ilişki kuran, gerçek hayatla bağlarını kuvvetlendiren üniversite modelleri konusunda düşünmeye başlamak gerekmektedir. Sosyal bilimlerin özelde sosyolojinin toplumu anlamak gibi asıl derdini ondan uzakta gerçekleştiremeyeceği gün gibi aşikardır. Kadına yönelik şiddet tartışmalarının yalnızca fiziksel şiddeti ifade etmediğini ve kadına yönelik şiddet kız çocuklarına yönelik şiddeti kategorik olarak kapsadığını konuyu tartışanlara hatırlatmak akademik çalışmaların temelini oluşturmalıdır. Üniversitelerin inter-disipliner çalışma pratiklerini artırması ve ayrıca yine üniversitelerin başka kurum ve kuruluşlarla çalışabilme becerisi göstermesi gereklidir. Eğer böyle olursa çözümün bir parçası olabilecektir. Bu haliyle çözüm üretmekte çok yetersiz kalmaktadır. Kaynakça Altınay, A. G., Arat, Y. (2008). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri Aslan, S. (Ed) (2009). Kadınlar Arasında. İstanbul: Amargi yayınları Berktay Hacımirzaoğlu, A. (Ed) (1998). 75 yılda kadınlar ve Erkekler. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları Bora, A., Günal, A.(Ed) (2002). 90’larda Türkiye’de Feminizm. İstanbul:İletişim Bottomore T., Nisbet, R. (Ed) (2002). Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. Ankara: Ayraç yayınevi Canetti, E. (2010). Kitle ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Dedeoğlu, S., Yaman Öztürk, M. (2010). Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği. İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı Donovan, J. (2010). Feminist Teori. İstanbul: İletişim Durudoğan, H., Gökşen, F., Emrah Oder, B., Yükseker, D. (Ed) (2010). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları-Eşitsizlikler Mücadeleler Kazanımlar. İstanbul:Koç Üniversitesi Yayınları 35 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Gibson-Graham, J.K. (2010). Bildiğimiz Kapitalizmin Sonu. İstanbul:Metis Güven, S. (1998). Türkiye’de Sosyal Sorunlar ve Sosyal Politikalar. Bursa: Ezgi Kitabevi yayınları KAMER-Ben Varım, (2007). KAMER Vakfı Yayınları, Diyarbakır Kandiyoti, D., Saktanber, A. (Ed) (2003). Kültür Fragmanları, Türkiye’de Gündelik Hayat. İstanbul:Metis Özbudun, S., Demirer, T., Demirer, Y. (2000). Kadın Yazıları. Ankara:Ütopya Tekeli, Ş. (Ed) (2008). Şiddete Karşı Anlatılar, Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri. İstanbul: Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı http://tez2.yok.gov.tr/ www.adalet.gov.tr www.hurriyet.com.tr www.milliyet.com.tr www.yok.gov.tr 36 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ERKEN YAŞ EVLİLİKLERİ: DİYARBAKIR ÖRNEĞİ Prof. Dr. Aytekin SIR* Doç. Dr. İlhan KAYA Yrd. Doç. Dr. Mehmet Cemal KAYA Yrd. Doç. Dr. Yasin BEZ Çalışmanın Özeti Bu araştırmaya Diyarbakır ili merkezinde ikamet etmekte olan kadınlar dahil edilmiştir. Araştırmaya katılan kadınlarla yüz yüze görüşülmüş ve araştırma sorularını cevaplamaları istenmiştir. Araştırmada ele alınan ve cevap aranan konular şu şekilde özetlenebilir: Kadınların evlenmeden önceki aile özelikleri (maddi durum, kardeş sayısı, annebabasının akraba olup olmadığı, göç hikayesi), Evlilikleri ile ilgili sürecin sosyal ve kültürel özellikleri (başlık parası, berdel, beşik kertmesi, akraba evliliği), Evlilik yaşı, ilk gebelik yaşı, çocuk sayısı, düşük sayısı, eşleri ile anlaşabilme durumları, Hem evlenmeden önce hem de evliliği süresince istismara uğrayıp uğramadığı. Çalışmanın Amacı ve Metodu Bu çalışma Dicle Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi (DÜSAMER) tarafından Diyarbakır merkezinde yaşamakta olan evli kadınlarda aile-evlilik özelliklerini ve aile içi şiddeti araştırmak ve ayrıca erken yaşta (18 yaşından önce) evlenenleri erişkin yaşta evlenenler ile karşılaştırarak erken yaşta evlenme ile ilişkili sosyal ve kültürel faktörleri ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Çalışmanın veri toplama süreci 14 – 18 Kasım 2011 tarihleri arasında 456 kişiye uygulanan bir anket ile gerçekleştirilmiştir. Daha sonra toplanan veriler bilgisayar ortamını aktarılmış ve gerekli istatistikî analizler yapılarak, sonuçlar raporlaştırılmıştır. Çalışmanın örneklemi alınırken şu hususlara dikkat edilmiştir. Öncelikle TUİK verileri temel alınarak Diyarbakır’ın nüfus yapısı (yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir durumu) çıkarılmış ve buna göre kotalar belirlenmiştir. Bu kotalara göre nüfusun yaş ve cinsiyet yapısı tutturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Diyarbakır kent merkezi dört ana ilçe sınırlarına göre bölünmüş ve daha sonra da bu ilçelerde kendi içerisinde bölümlere ayrılarak anketör görevlendirilmesi yapılmıştır. Eğitime tabi tutulan anketörlerin TUİK verilerini dikkate alması ve buna göre nüfusun yaş ve cinsiyet temsiliyetini sağlamaları istenmiştir. Araştırma sonuçları ise 2 şekilde incelenmiştir. İlk olarak araştırmaya katılan tüm kadınların verileri tanımlayıcı istatistikler kullanılarak incelenmiştir. İkinci kısımda ise erken yaşta (18 yaşından önce) evlenmiş olan kadınlar ile 18 yaşında veya daha sonra evlenmiş olan kadınlar karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırma ile çocuk yaşta evlenmiş olanların erişkin yaşta evlenmiş olanlardan araştırmada elde edilen veriler açısından ne gibi farkları olduğunu ortaya koymak amaçlanmıştır. * Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı 37 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Araştırmaya yaş ortalaması 38.1±11.6 olan 17 ve 65 yaşları arasında 456 kadın katılmıştır. Tüm grubun sahip olduğu ortalama kardeş sayısı 7.2±2.5 idi. Evlenmeden önce ailelerinin maddi durumunu kadınların %22’si fakir olarak, %63’ü orta halli olarak ve %7’si zengin olarak nitelendirmiştir. Katılımcıların %18’i evlenmeden önce ailecek göç yaşamış kişilerdi. Anne ve babası arasında akrabalık bağı olduğunu bildiren kadınların oranı %31 idi. Eşler olguların yarısında ya amca oğlu ya da hala oğlu idi. Araştırmaya katılan kadınların %17’si evlenmeden önceki dönemde fiziksel istismara %2’si ise cinsel istismara maruz kaldığını ifade etmiştir. Kadınların %37’si 18 yaşından önce evlendiğini bildirmiştir. Erken evlenen bu kadınların yarısından fazlası ise 15 yaşında veya daha da öncesinde evlendiği anlaşılmıştır. Bildirilen en düşük evlenme yaşı 10 yaş olmuştur. Dolaylı yoldan erkeklerin evlenme yaşlarını tespit etmek için kadınlara evlendiklerinde eşlerinin kaç yaşında olduğu sorulduğunda evlendiğinde eşinin 18 yaşının altında olduğunu bildirenlerin oranı %5 olarak tespit edilmiştir. Bu orandan da anlaşılacağı gibi kadınlarda erken evlenme erkeklerden çok daha yüksek orandadır. Kocası kendisinden en az 6 yaş büyük olan kadınların oranı %39 iken en az 10 yaş büyük olan kadınların oranının %9 olduğu görülmüştür. Araştırma grubunda resmi nikahı olmayan yaklaşık %4 kadın mevcuttu, bu kadınların önemli bir kısmının ikinci eş (kuma) olması nedeniyle resmi nikahları yoktu. Kadınların yaklaşık %32’si ilk gebeliğini 18 yaşının altında yaşamıştı. Araştırmada bildirilen en düşük gebelik yaşı 13 yaş idi. Tüm katılımcıların ortalama çocuk sayısı 3.48±2.34 (en düşük=0, en yüksek=13) Kadınların yaklaşık dörtte biri (%26) ailesi istediği için evlendiğini bildirdi. Sevdiği veya mutlu olacağını düşündüğü için evlenenlerin oranları ise sırasıyla %46 ve %18 idi. Vakti geldiğini düşündüğü için evlendiğini ise kadınların %13.3’ü bildirdi. Görücü usulü ile ikna olarak veya anlaşarak evlenenlerin oranı %85 iken istemediği halde evlendirilmiş veya kaçırılarak evlenmiş olan kadınların oranı %15 olmuştur. Evlenirken kadınların %22’sinin fikri hiç sorulmamıştı. Öte yandan kendisi için başlık parası ödendiğini kadınların %21’i bildirmiştir. Ödenen başlık paralarının yaklaşık üçte biri 1000 TL’den az, diğer üçte biri 1000 ile 5000 TL arasında ve kalan üçte biri de 5000 TL’den fazla idi. Kendisi için 100.000 TL den fazla başlık parası ödendiğini ifade eden 3 kadın olmuştur, bunlardan 1 tanesi kaçırıldığını ve kendisi için 250.000 TL ödendiğini ifade etmiştir. Evliliklerinde berdel veya beşik kertmesi bulunan kadınların oranı %3.5 olmuştur. Bir akrabasıyla evli olanların oranı %37’dir. Bu oran çalışmaya katılanların anne babaları arasında görülen akraba evliliği oranından daha yüksektir. Akraba evliliği yapmış bu kadınların yaklaşık yarısı ya amca oğluyla veya hala oğluyla evliydi. Bu açıdan eşlerin akrabalık bağları bir önceki nesilde gözlemlenen ile benzer özellikler göstermekteydi. Tüm katılımcıların %11’i eşinden fiziksel veya sözel şiddet gördüğünü ifade etmiştir. Bununla birlikte araştırmaya katılanların %35’i eşiyle çok iyi anlaştığını, %30’u iyi anlaştığını, %26’sı ise orta düzeyde anlaştığını bildirmişken kalan %9’u eşiyle ilişkilerini kötü veya çok kötü şeklinde nitelendirmiştir. Araştırmaya katılan kadınların %35’i “hastalığınız var mı?” sorusuna evet yanıtını vermiştir. Katılımcıların %33’ü ise doktorların nedenini bulamadıkları ağrıdan şikâyetçilerdi. Araştırmaya katılan kadınlardan 18 yaşından önce çocuk yaşta evlenenler ile 18 yaşında veya sonrasında evlenenler kıyaslandığında ortalama kardeş sayısı, ailenin kaçıncı çocuğu oldukları, evlenmeden önce ailece göç edip etmedikleri, resmi nikah yapıp yapmadıkları ve çocukluk çağında herhangi bir cinsel istismara maruz kalıp kalmadıkları açısından önemli bir fark yoktu. 38 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Yapılan karşılaştırmalar sonucunda 18 yaşından sonra evlnenlere kıyasla erken yaşta evlenen kadınlarda evlenmeden önce fakirliğin ve fiziksel ve sözel istismara maruziyetin daha yüksek oranda olduğu, evlilikle ilgili kadının görüşüne daha seyrek başvurulduğu, başlık parası, berdel ve beşik kertmesi adetlerinin daha sık uygulandığı, akraba evliliğinin daha yüksek oranda gerçekleştiği, ortalama çocuk sayısının ve düşük sayısının daha yüksek olduğu, 18 yaşından önce evlenen tanıdıklara daha sık rastlandığı ve ayrıca hastalık ve nedensiz ağrı bildiriminin daha sık olduğu tespit edilmiştir. Bu paragrafta belirtilmiş olan sonuçlar çalışmanın belki de en önemli sonuçları niteliğindedir. Sonuç olarak bu çalışma ile Diyarbakır ilinde yaşamakta olan evli kadınların aile, evlilik ve istismar ile ilgili durumları tespit edilmiş; erken yaş evliliklerinin daha sonraki yaşlarda yapılan evliliklerden farklılaşan çeşitli yönleri olduğu ortaya koyulmuştur. Araştırma Sonuçları Araştırmaya toplam 456 evli kadın katılmıştır. Çalışmaya katılan kadınların ortalama kardeş sayısı: 7.2±2.5 (en az=0, en çok=15) Araştırmaya katılan kadınların büyük çoğunluğu evlenmeden önceki maddi durumunu orta halli olarak nitelendirmiştir. 39 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Evlenmeden önce ailesiyle birlikte çeşitli nedenlerle göç yaşamış olma hikayesi araştırmaya katılan kadınların %18’inde mevcuttu. Katılımcılar içerisinde anne ve babası birbirinin akrabası olanların oranı %31’dir. Katılımcıların anne ve babaları arasındaki akrabalık bağı %39 oranı ile en sık amca çocukları düzeyinde idi. 40 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Katılan kadınların %17’si çocukluk döneminde fiziksel istismara uğradığını bildirmiştir. Katılanların yaklaşık %2’si çocukluk döneminde cinsel istismara maruz kaldığını bildirmiştir (gerçekte olduğundan daha az bildirilmiş olabilir). Kadınların %37’si 18 yaşında önce evlenmiştir. Erken evlenenlerin yarısından fazlası da 15 yaşında veya daha da öncesinde evlenmiştir. Çalışmaya katılanlarda en düşük evlenme yaşı olarak 10 yaş bildirilmiştir. Bildirilen en düşük evlenme yaşı 10 yaş idi. 41 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Dolaylı yoldan erkeklerin evlenme yaşı sorulduğunda 18 yaş altında erken evlilik oranının erkeklerde %5 oranında olduğu tespit edildi. Bu oran kadınlar arasında görülen erken evlenme oranından çok daha düşüktü. Kocası kendisinden en az 6 yaş büyük olan kadınların oranı %39 idi. Eşi kendisinden en az 10 yaş büyük olan yaklaşık %9 evli kadın vardı. 42 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Resmi nikahı olmayan yaklaşık %4 evli kadın mevcut, ancak bu kadınların önemli bir kısmının ikinci eş (kuma) olması nedeniyle resmi nikahları yoktu. Kadınların yaklaşık %32’si ilk gebeliğini 18 yaşının altında yaşadığını bildirmiştir. Bildirilen en düşük gebelik yaşı 13 yaş idi. 43 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tüm katılımcıların ortalama çocuk sayısı 3.48±2.34 (en düşük=0, en yüksek=13) Kadınların yaklaşık dörtte biri (%26) ailesi istediği için evlendiğini bildirdi. Sevdiği veya mutlu olacağını düşündüğü için evlenenlerin oranları ise sırasıyla %46 ve %18 idi. Vakti geldiğini düşündüğü için evlendiğini ise kadınların %13.3’ü bildirmiştir. 44 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İstemediği halde evlendirilmiş veya kaçırılarak evlenmiş olan kadınların oranı toplam yaklaşık %15’dir. Kadınların %22’sinin evlenirken görüşü sorulmamış. Başlık parası araştırmaya katılan kadınların %21’i için ailelerine ödenmiş. 45 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kendisi için ödenmiş başlık parasının 100.000 TL den fazla olduğunu bildiren 3 kadın olmuştur. Bunlardan 1 tanesi kaçırılan bir kadındı ve kendisi için ödenmiş başlık parası bu araştırmada bildirilen en yüksek miktar olan 250.000 TL idi. Araştırmaya katılan kadınların %37’si eşi ile akrabalık bağının olduğunu bildirmiştir. 46 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Eşinin aynı zamanda akrabası olduğunu bildiren kadınların %34’ü amca oğlu ile evliydi. Aralarında akraba evliliği olan eşlerin akrabalık bağları bir önceki nesilde gözlemlenen ile benzer özellikler göstermekteydi. Evli kadınların %11’i eşlerinden fizikse veya sözel şiddet gördüğünü bildirmiştir. Araştırmaya katılanların %35’i eşiyle çok iyi anlaştığını, %30’u iyi anlaştığını, %26’sı ise orta düzeyde anlaştığını bildirmişken kalan %9’u eşiyle ilişkilerini kötü veya çok kötü anlaştıkları şeklinde nitelendirmiştir. Hastalığınız var mı ? sorusuna araştırmaya katılanların %35’i EVET yanıtını vermiştir. 47 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Doktorların nedenini bulamadıkları ağrılarınız var mı ? sorusuna araştırmaya katılanların %33’ü EVET yanıtını vermiştir. Araştırma bulgularının bundan sonraki kısmında erken yaşta (18 yaşından önce) evlenen 166 kadın ile sonraki yaşlarda (18 ve üzeri yaşlarda) evlenmiş 288 kadın elde edilen çeşitli veriler kullanılarak kıyaslanmıştır. Erken yaşta evlenen kadınlar ile 18 yaşında veya daha sonrasında evlenmiş kadınlar ortalama kardeş sayısı, ailenin kaçıncı çocuğu oldukları, evlenmeden önce ailece göç edip etmedikleri, resmi nikah yapıp yapmadıkları ve çocukluk çağında herhangi bir cinsel istismara maruz kalıp kalmadıkları açısından değerlendirildiğinde benzer özellikler göstermekteydi. Bu iki grubun birbirlerinden farklılık gösterdiği konular aşağıdaki şekildeydi. Erken yaşta evlenen kadınların yaklaşık %30.7’si evlenmeden önceki maddi durumlarını “fakirdik” şeklinde nitlendirmişken daha ileriki yaşta evlenmiş olanlarda bu oran %16.7 olarak tespit edilmiştir. Bildirilen maddi durumlar gruplar arasında istatistiksel olarak farklılık göstermekteydi (χ2=15.778, p<0.001). 48 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Erken yaşta evlenmiş olan kadınlar arasında çocukluk çapında fiziksel istismara maruz kalma daha yüksek oranda mevcuttu (χ2=4.479, p=0.04). Erken yaşta evlenmiş olan kadınların çocukluk çağında sözel istismara maruz kalma oranı daha yüksek bulundu. Ancak her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değildi. 49 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 18 yaşından önce evlenen her 3 kadından 1 tanesine evlenmekle ilgili görüşü sorulmamakta. Bu oran 18 yaşından sonra evlenen kadınlar arasında çok daha düşük seyretmekte (χ2=21.272, p<0.001). Erken yaş evliliklerinde başlık parası ödenmesine daha sık rastlanılmaktadır (χ2=17.902, p<0.001). 50 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 18 yaşında önce evlenenlerde berdel/beşik kertmesi adetleri daha sıktır (χ2=10.295, p=0.001). Erken yaş evliliklerinin neredeyse yarısı akraba evliliği ve 18 yaş sonrasında evlenmiş kadınlarda görülenden anlamlı düzeyde daha fazla (χ2=16.235, p<0.001). 51 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Erken yaşta evlenen kadınların yaşadığı ortalama düşük sayısı daha ileri yaşta evlenenlerinkinden yüksekti, bununla birlikte bu kadınların sahip oldukları ortalama çocuk sayısı da daha yüksekti. 18 yaşından önce evlenmiş kadınların %59.1’i yakın çevresinde kendisi gibi 18 yaşından önce evlenmiş kişiler tanıdığını bildirmiştir. Bu oran 18 yaşından sonra evlenmiş kadınlarda daha düşüktü (%52.6). Gruplar arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değildi. 52 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 18 yaşından önce evlenmiş kadınların %49,7’si kendisinde herhangi bir hastalık bulunduğunu, %46,2’si ise doktorların nedenini bulamadığı ağrıları olduğunu bildirmiştir. Bu oranlar 18 yaşında veya sonrasında evlenmiş kadınlarda sırasıyla %26 ve %26,1 şeklinde bulunuştur. Erken evlenen grupta oranların yüksekliği istatistiksel olarak da anlamlı düzeydedir. 53 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İŞYERLERİNDE MOBBİNG (PSİKOLOJİK-ŞİDDET) SARMALINDA KADIN: KAMU ÜNİVERSİTESİNDE BİR UYGULAMA Fatma GEÇİKLİ1 Merve GEÇİKLİ2 1 Atatürk üniversitesi , İletişim Fakültesi, fgecikli@atauni.edu.tr 2 Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, İngiliz Dili ve Eğitimi Anabilim Dalı merve.gecikli@atauni.edu.tr ÖZET Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, ona her şekilde zarar veren fiziksel, cinsel ve ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, aile içerisinde, işyerlerinde ve toplumda baskı oluşturarak özgürlüklerinin ve yaşam alanlarının keyfi olarak kısıtlanmasına yönelik gerçekleştirilen her türlü davranıştır. Araştırmalarda şiddetin daha çok fiziksel yönü ön plana çıkarılmıştır oysa şiddet psikolojik olarak da ortaya çıkmakta ve kadına yönelik bu psikolojik baskı yani bir diğer ifade ile Mobbing (psikolojik şiddet ) işyerlerinde farklı boyutlarda net bir şekilde gözlemlenmektedir. Mobbing (Psikolojik Şiddet ) bir veya birkaç kişi tarafından hedef alınan kişilere ve bu kişilerin özgüvenlerine ve özsaygılarına karşı sistematik ve sürekli bir şekilde uygulanan, ve böylece çalışanın performansını düşüren üzüntü ve sıkıntı verici problemli bir çalışma ortamının oluşmasına neden olan etik dışı bir iletişim biçimidir. Haksız suçlamalar, küçük düşürmeler, genel tacizler, duygusal eziyetler yoluyla bir kişiyi çalıştığı örgütten dışlamayı amaçlayan kötü niyetli bir eylemdir. Dr.Heinz Leymann çalışmasında kırk beş ayrı mobbing davranışı belirlemiş ve bu davranışları çalışanın kendini göstermesi ve iletişiminin engellenmesi, sosyal ilişkilerine, mesleki konumuna, itibarına ve sağlığına saldırılar şeklinde beş başlık altında sınıflandırmıştır. İşyerlerinde temel sorunlarından biri olarak ifade edilen mobbing, Türkiye’deki işyerlerinde de, kavram olarak bilinmemesine rağmen çok sık karşılaşılan sorunlardan biridir. Mobbing’e maruz kalan kişilerin çoğunluğunun kadınlar olduğu görülmektedir. Mobbing mağdurlarının hem psikolojik hem de fiziksel olarak sağlıkları tehdit edilmektedir. Elbet deki bu durum sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Hatta ilgisizlik, tatminsizlik, verimsizlik, bıkkınlık ve yalnızlığa itilmeye neden olmaktadır. Bu çalışmada, “İş Yerlerinde Mobbing(Psikolojik Şiddet ) Sarmalında Kadın: Kamu Üniversitesinde Bir Uygulama”, kuramsal ve alan araştırması olmak üzere, iki temel araştırma yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Kuramsal boyutta psikolojik şiddet kavramı, anlamı ve kapsamı, mobbingin boyutları ve nedenleri üzerinde durulmaktadır. Alan araştırmasında ise, kamu üniversitesindeki akademisyenler üzerinde psikolojik şiddet algısı incelenmektedir. Kuramsal ve saha araştırmasına dayalı olarak hazırlanan çalışmada literatür taramasının yanında gözlemlerden faydalanılmaktadır. Anahtar Kavramlar: Mobbing (psikolojik yıldırma-şiddet), kadın 54 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara WOMAN IN THE MOBBING-ORIENTED ATMOSPHERE IN WORKPLACES: AN EMPRICAL STUDY IN A PUBLIC UNIVERSITY ABSTRACT Violence against women is the all patterns of violent behaviours, mainly based on sexual discrimination, , through which it is intended to arbitrary restrict the personal liberties and the ways of living of women by force, and which may result in psyhocological, physical and sexual damage to women within families, workplaces and communities. In the researches, the physical violence against women has been widely studied. However, there is also psychological violence against women and this physcogological force, in other term, Mobbing is clearly observed in the work places in different dimensions. Mobbing is an unethical form of communication, which is systematically and continueously carried out by a person or several people towards the target ones , and towards their self-respect and self-confidence, and thus results in a problematic working atmospehere causing stress, worry and lowering the performance of employee. It is a malicious act aiming at the exclusion of a person from the organization where s/he works via unnjustified accusations, humiliation, general harassment, emotional violence. In his study, Dr. Heinzz identified forty-five mobbing behaviours and grouped into five categories as follows: attacks on self -expression and communication, attacks on a person’s social relations, attacks on a person’s reputation, attacks on the quality of a person’s professional and life situation and direct attacks on a person’s health. Mobbing, stated as one of the main problems in workplaces, is, though it is not known as a term, among problems front and center frequently experienced in workplaces in Turkey,as well. It is seen that the significant majority of people exposed to mobbing is women. Health of mobbing martries are physically and psychologically threatened. Thus, naturally, this negatively affects their social life. Additionally, it results in the feeling of apathy, dissatisfaction, inefficiency, boredom and loneliness. In this study, “ Woman in the Mobbing Oriented-Atmosphere in workplaces: An emprical study in a public university” is studied by following two research designs , theoretical information and survey design. In theoretical section, the concept of mobbing, and the its meaning and the overall scope of mobbing, and the dimensions of mobbing and the reasons behind are presented. In application section, mobbing perception by the academic staff in a public university is investigated. In this theory and application based study, besides the presentation of the previous literature, the general observations are also included. Key words: mobbing, women 1.GİRİŞ Kadına yönelik şiddet her ülkede, toplumda, işyerlerinde ve ailede karşılaşılan “cinsiyete dayalı şiddet” olarak değerlendirilen bir olgudur. Ciddi bir toplumsal sorun haline gelen bu olgu, sadece fiziksel boyutta kalmamakta, cinsel ve hatta psikolojik şiddet şeklinde yer almaktadır. Kadına yönelik şiddetin her şeklinin, son yıllarda yaygınlaşarak devam ettiği görülmektedir. Kadınlar üzerinde önemli ve iyileştirilmesi zaman alan fiziksel ve ruhsal sorunlara yol açmaktadır. Kadına uygulanan şiddetle sadece kadın yara almamakta, yetiştirilen nesil yok edilmektedir. Unutulmaması gereken nokta, çocukları yetiştiren ve en yakın iletişimi sağlayan kadındır. Kadının annelik rolünün çocuğun gelişiminde önemli bir yeri vardır. Bu nedenle kadının fiziksel 55 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ve psikolojik yıkımı çocuklarıda derinden etkilemektedir. İşyerlerinde ise kadın çalışanlar üzerinde yapılan araştırmalar incelendiğinde mobbing (psikolojik şiddet) davranışı karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz psikolojik şiddet sadece kadınla sınırlı değildir. Konumuz kadına şiddet olduğu için bu açıdan bakılmıştır. İşyerlerinde psikolojik şiddet davranışı son yıllarda ön plana çıkmış gibi görünen, geçmişten günümüze kadar var olan, sadece adı yeni konulan bir davranış biçimidir. Psikolojik şiddet hızla yayılan, oldukça karmaşık bir sorun alanı haline gelen bir işyeri terörüdür. Mobbing (psikolojik şiddet), kişiye zararlı etkisi olan, sosyal ilişkileri zedeleyen, çaresizlik oluşturan düşmanca davranışlardır. Mağdurun istenen reaksiyonları göstermesi için işkence etmek, kışkırtmak, ısrar etmek, baskı uygulamak, korkutmak, zorlaştırmak, düşmanlık göstermek gibi davranışları içeren sinsi örgütsel bir hastalıktır (Soares, 2004:3). Psikolojik şiddet davranışlarının asıl amacı hedef alınan kişi ya da kişileri duygusal açıdan zayıflatmak ve şiddeti uygulayan kişinin veya kişilerin istediği şekilde davranışlar sergilemesini sağlamaktır. Psikolojik şiddet zaman içinde mağdurun biyolojik ve psikolojik ritimlerini etkileyerek sağlığına zarar vermektedir. Dolaylı bir şekilde gerçekleşen şiddet davranışları sürekli tekrarlanarak kişilerin kendilerine olan güvenlerini kaybetmelerine, hasta ve tükenmiş hissetmelerine, kronik yorgunluğa, insanlardan uzaklaşmaya, sinirli olmaya, uyumakta güçlük çekmeye ve aile ilişkilerinin bozulması gibi olumsuz etkilere yol açmaktadır. Bu çalışmada “İş Yerlerinde Mobbing(Psikolojik Şiddet ) Sarmalında Kadın: Kamu Üniversitesinde Bir Uygulama”, kuramsal ve alan araştırması olmak üzere, iki temel araştırma yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Kuramsal boyutta psikolojik şiddet kavramı, anlamı ve kapsamı, mobbingin boyutlarıve nedenleri üzerinde durulmaktadır. Alan araştırmasında ise, kamu üniversitesindeki akademisyenler üzerinde psikolojik şiddet algısı incelenmektedir. Kuramsal ve saha araştırmasına dayalı olarak hazırlanan çalışmada literatür taramasının yanı sıra gözlemlerden faydalanılmaktadır. 2.MOBBİNG (PSİKOLOJİK ŞİDDET) KAVRAMI ANLAMI, KAPSAMI VE NEDENLERİ Mobbing (psikolojik şiddet) kavramını insan davranışlarında ilk kez Heinz Leymann kullanmıştır. Mobbingi; birine karşı cephe oluşturma, duygusal saldırıda bulunma ve “psikolojik terör” olarak tanımlamaktadır (http://www.leymann.se/English/11110E. HTM [26.04.2006]). Diğer taraftan ABD’de psikiyatrist Dr. Carroll Broadsky psikolojik şiddet kavramını başkalarına acı çektirmek, engel olmak, eziyet etmek ve tepki oluşturmak amacıyla sürekli yapılan, muhatabı kışkırtan, baskı yapan, korkutan, yıldıran ya da huzurunu bozan davranışlarda bulunmak olarak tanımlamıştır (Çobanoğlu, 28) Vickers, mobbing davranışlarını isteyerek başkalarına acı verme ve bu durumdan zevk alma olarak ifade etmekte ve bu davranışlarda bulunan kişileri sosyopat olarak adlandırmaktadır. Sosyopatın temel amacı kişinin moralini bozarak, mağdurun kendisini yetenekli, verimli ve etkin bir çalışan olarak görmesini engellemektedir (Vickers;2001;205-217).Psikolojik şiddet bir veya daha fazla kişiye yönelik, düşmanca bir çalışma ortamı yaratan, sürekli ve tekrar eden olumsuz davranışlardır. Psikolojik şiddetin eşit güce sahip taraflar arasında gelişen bir çatışma olmaması nedeniyle hedef alınan kişi kendisini korumakta zorluk çeker(Vartia; 2002; 9–10). Browne’ a göre mobbing basit veya aniden gelişen bir personel arası çatışma olarak algılanmamalıdır. Aksine doğrudan bir çalışana yönelik, 56 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara sistemli ve uzun süreli, sonuçları psikolojik ve fizyolojik zararlara sebep olabilecek bir davranış biçimidir ( Browne ve Smıth, 2008: 132). Einarsen ve Raknes’a göre mobbing “bir veya birkaç kişi tarafından hedef alınan kişi veya kişilere karşı sistematik bir şekilde uygulanan üzüntü ve sıkıntı verici ve aynı zamanda çalışanın performansını düşüren bir ortamın oluşmasına neden olan etik dışı bir iletişim biçimidir’’(Einarsen,1999;17). Psikolojik yıldırma darbeleri fiziksel değil psikolojik olduğundan fiziki olarak tespit edilmesi güçtür. Faili genellikle bir kişi değildir. Hazırlanışı genellikle hiçbir şahidin olmadığı kapalı kapılar ardında, gizli kapaklı ortamlarda gerçekleşir. Bu nedenle kanıtlanması genelde imkânsızdır. Buna rağmen mağdurun pes etmesi, büyük hatalar yapması veya baskılar nedeni ile aşırı bir davranışta bulunması ise herkesin gözü önünde meydana gelir(Westhues, 2004: 13)Mobbing bilerek ve isteyerek yapılan psikolojik bir şiddettir. Çalışanın zararlı davranışların hedefi olmasıyla başlayan sözlü saldırı ve tehditlerle devam eden, iletişimine, itibarına, mesleki konumuna, siyasi fikirlerine ve dini inançlarına, fiziki sağlığına saldırılar şeklinde işten çıkarılmasına kadar süren ve hatta iş arayışlarında dahi kendini gösteren bir davranıştır. Mobbing birkaç gün içinde bütün belirti ve sonuçlarıyla ortaya çıkan bir olgu değildir. Uzun bir süre tekrarlanarak devam eder. Leymann mobbinge ilişkin süreci 5 farklı grupta ele almakta ve mobbing mağdurlarının karşılaşabilecekleri olası 45 ayrı yıldırma davranışı belirlemektedir. Leymann tipolojisi şeklinde ifade edilen bu davranışlar aşağıdaki gibi sıralanmaktadır (Geçikli,2007;355-369). I. Aşama; İletişim biçimi ve etkileri Üstünüz tarafından kendinizi ifade etme olanağınız sınırlandırılır. Toplantılarda veya farklı ortamlarda sözünüz sürekli kesilir veya ısrarlı bir şekilde söz verilmez. Birlikte çalıştığınız kişiler tarafından kendinizi ifade etme olanağınız sınırlandırılır. Yüksek sesli azarlamalara maruz kalınır. Yaptığınız iş sürekli eleştirilir Özel yaşamınız sürekli eleştirilir. Telefonda rahatsız edilirsiniz. Sözlü tehditler alırsınız. Beden diliyle iletişim reddedilir. İma yoluyla iletişim reddedilir. Yazılı tehditler gönderilir. II. Aşama; Sosyal ilişkilere saldırılar Çalışma arkadaşlarınız sizinle konuşmazlar. Kimseyle konuşamazsınız, başkalarıyla görüşmeniz engellenir Diğer çalışanlardan izole edilirsiniz. Çalışma arkadaşlarınızın sizinle konuşması yasaklanır. Yokmuş gibi davranılırsınız, haklarınıza ve kişiliğinize saygı gösterilmez. III. Aşama; İtibara saldırı Arkanızdan karalama kampanyası yürütülür. Asılsız söylentiler çıkartılır. Gülünç durumlara düşürülürsünüz, herhangi bir kusurunuzla alay edilir. Akıl hastasıymışsınız gibi davranılır. 57 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Psikiyatrik tedavi görmeye zorlanırsınız. Özrünüzle alay edilir. Yürüyüşünüz, el ve kol hareketleriniz, mimikleriniz ve ses tonunuzla alay edilir. Siyasi ve dini inançlarınızla alay edilir. Özel yaşamınızla alay edilir. Milliyetinizle alay edilir. Özgüveninizi etkileyecek işler verilir. Başarılarınız küçültücü bir şekilde yargılanır. Kararlarınız sürekli sorgulanır. Küçük düşürücü isimlerle çağırılırsınız. Cinsel imalara maruz kalırsınız. IV. Aşama; Yaşam kalitesine ve iş durumuna yönelik saldırılar Size önemli görevler verilmez. Görevleriniz kısıtlanır. Önemsiz ve anlamsız görevler verilir. Yeteneklerinizden daha düşük görevler verilir. Sürekli yeni görevler verilir. Özsaygınızı etkileyen görevler verilir. İtibarınızı zedeleyecek şekilde, niteliğinizin dışında görevler verilir. Oluşan zararların faturası size çıkarılır. İşyerinize ve evinize zarar verilir. V. Aşama; Doğrudan sağlığı etkileyen saldırılar Fiziksel olarak zor görevleri yapmaya zorlanırsınız. Fiziksel şiddet tehditlerine maruz kalırsınız. Hafif şiddete maruz kalırsınız. Fiziksel olarak taciz edilirsiniz. Cinsel olarak taciz edilirsiniz. Mobbing davranışı yukarıdan aşağıya (yöneticiden asta), aşağıdan yukarıya(astan yöneticiye) ve yatay (aynı kademedeki çalışanlar arasında) gerçekleşmektedir. Yukardan aşağıya mobbing de uygulayıcı, kurbana göre üst konumdadır ve doğrudan doğruya mağdura yönelik, son derece saldırgan, acımasız, cezalandırıcı ve yıldırıcı davranışlar sergiler. Yatay mobbing aynı statüyü paylaşan, aşırı rekabetin olduğu ortamlarda çalışkan ve yaratıcı çalışana yönelik gerçekleşir. Aşağıdan yukarıya mobbing ise yöneticinin yetkisi sorgulanmaya başlandığı takdirde ortaya çıkar. Mobbingciler genellikle birden fazladır. Bazen tüm çalışanlarda dahil olabilir. Yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen mobbing davranışlarının etik açıdan daha endişe verici olduğu ifade edilmektedir. Bu yatay ve aşağıdan yukarıya gerçekleşen mobbing türlerinde mağdura daha az zarar verdiği veya daha az şiddetli olduğu anlamına gelmemektedir. Yukarıdan aşağıya mobbing Vredenburg ve Brender’in tanımladığı gibi çalışanın itibarına zarar verecek davranışlar göstermek, performansını küçümsemek, hak ettiği ödüllere karşı engeller oluşturmak ve çalışanlara eşit davranmamak, gücü sistematik bir şekilde kasıtlı olarak hiyerarşik açıdan kötüye kullanmaktır. Leymann ve Rayner’e göre mobbing inkar edilemez bir duruma geldiğinde üst yönetim “baş belası’’ olarak görülen mağduru uzaklaştırarak sorunu çözme eğilimi göstermektedir. Mağdurlar kendi lehlerine açıklamada bulunmak için nadiren şans ele geçirmektedirler 58 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara (Vandekerckhove ve Commers; Genç ve Pamukoğlu;2006;320-329). Sistem psikolojik şiddeti uygulayan bireyin yanında yer almaktadır. Bu durumla birlikte kurumda mobbing izleyicileri de zaman içinde şiddeti uygulayanın yanında yer almaya başlamaktadırlar. Sonuçta, psikolojik şiddet aşırı baskı altındaki mağdurun istemediği davranışları göstermesine neden olmaktadır. Vartia çalışmasında psikolojik şiddetin nedenlerini şu şekilde sıralamıştır (Vartia,1996;203-214) (1) İş yerinde düşmanlık (%63), (2) Yönetimin zayıflığı (%42), (3) Görev ve ilerlemede rekabet (%38), (4) Yönetimin onayını ve takdirini kazanma çabası (%34), (5) İş güvenliğinin olmaması (işini kaybetme riski) (%23), (6) Yaş (yaşlı veya genç olma) (%22), (7) Diğerlerinden farklı olma (%21) ve (8) İş tatmininin yaşanmaması veya işin monoton olması (%7). Mobbing çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilmektedir. Yamada, örgütsel yaşamda görülen yıldırma davranışlarının kaynağını yarı zamanlı çalışma ve sık iş değişikliklerine bağlamış ve insanlara değiştirilebilir bir eşya gibi bakılmasının mobbing ortamının ortaya çıkmasına katkıda bulunduğunu ifade etmiştir(Yamada,2002;491). İşsizliğin yüksek olması ve çalışanın değersiz görülmesi mobbingin oluştuğu örgüt sayısını artırmıştır. Her örgütte mobbing yaşanabilir. Organizasyon bozukluğunun daha fazla olduğu örgütlerde disiplin getirmek, verimliliği artırmak, amacıyla yapılır. Ayrıca bir örgütte sözleşmeli personel olarak çalışma da mobbing ortamının oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Örneğin; özellikle üniversitelerde, Araştırma görevlisi, Okutman, Öğretim Görevlisi, Uzman ve Yardımcı Doçent Doktor konumundaki çalışanların bir, iki ve üç yıllık süreler dâhilinde sözleşmeleri yapılmaktadır. Sözleşme süresinin yenilenmesine yakın, yöneticilerden gelen, ara ara gözlemlenen olumsuz davranışlar sistematik bir şekilde tekrarlanır duruma gelir ve çalışan üzerinde baskılar artmaya başlar. “Sözleşmeni uzatmam”; “Sen vazgeçilmez değilsin”; “Türkiye, üniversite bitirmiş, mastır ve doktora yapmış gençlerle dolup taşıyor”; “İşine son veririm”; “Üniversitelerde tanıdığım çoktur hiçbir yerde göreve başlayamazsın” gibi tehditler sürüp gider (Geçikli,2007;355-369). Ayrıca son yıllarda Araştırma Görevliliği kadrolarının Enstitü kadrolarından verilmesi hem bölümün hem de enstitünün işlerinin yapılmasına Araştırma Görevlilerinin zorlanması ve üzerlerinde baskı oluşmasına neden olmakta ayrıca aitlik hissi ve motivasyonsuzluğu ortaya çıkarmaktadır. Çalışanın kurumu ile bütünleşememesi ve kuruma karşı güvensizlik yaratmakta, etkinlik ve verimliliği düşürmektedir. Mobbing örgütsel, yönetsel, mağdurun ve saldırganın özellikleri gibi birçok nedenden kaynaklanabilir. 3.LİTERATÜR TARAMASI Bursa’da sağlık, eğitim ve güvenlik sektörlerinde yapılan bir çalışmada 944 kişinin %55’inin son bir sene içinde psikolojik taciz davranışlarıyla karşılaştığı ; %47’sinin ise işyerinde psikolojik tacize tanık olduğu belirlenmiştir (Bilgel; Aytaç; Bayram, 2006:226–231). Otel işletmelerinde çalışan 427 kişinin katıldığı bir çalışmada ise katılımcıların %27,4’ünün psikolojik tacize maruz kaldığı saptanmıştır (Aydın; Özkul, 2007:169– 186). Türkiye’de Kütahya ilinde faaliyet gösteren iki kamu hastanesinde yapılan bir 59 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara araştırmaya göre kadınların erkeklere göre kişinin kendini gösterme ve iletişim kabiliyetini etkileme, kişinin yaşam kalitesi ve mesleki durumunu etkileme ve kişinin fiziksel sağlığını etkileme açılarından daha fazla etkilendiği gözlenmiştir. Yine aynı çalışmada deneklerin 18–30 yaş aralığında daha fazla mobbinge maruz kaldığı saptanmıştır. Bu durum da; çalışanın çalışma hayatında deneyim kazanmaya başladığı ve işinde yükselmeye çalıştığı yaş aralığında daha fazla baskıya maruz kalmasıyla açıklanmaktadır. Aynı araştırma eğitim düzeyi arttıkça psikolojik tacizin de arttığını belirlemiştir(Altuntaş, 2010: 3002). Aytaç ve Dursun’un Bursa il merkezinde üç farklı sektörde (hizmet, otomotiv ve tekstil) çalışan toplam 204 kişiyle yaptığı araştırmada katılımcıların %44,3’ü erkek, %55,7’si ise kadındır. Cinsiyet ve maruz kalınan ilişkiye baktığımızda erkeklerin daha çok fiziksel şiddete maruz kaldıkları(%55,6), kadınların ise daha çok, duygusal baskı ve yıldırma davranışına (%68,7), sözel saldırıya(%68,1) ve cinsel tacize(%100) maruz kaldıkları dikkati çekmektedir (Aytaç; Dursun, 2011, 18). Koçak ve Hayran‘ın yaptıkları araştırmada, kadınların iş hayatında maruz kaldıkları psikolojik taciz davranışları söyle sıralanabilir: iş yerinizde hissettiğiniz psikolojik baskı nedeniyle işe gitmekte isteksizlik (%23,9–32 kişi), yaşanılan psikolojik baskı nedeniyle sağlık ya da uyku düzeninin bozulması (%23,9–32 kişi), çalışanın işini tam, doğru ve zamanında yaptığında dahi kasıtlı olarak olumsuz eleştirilmesi (%20,9 -29 kişi) en sık karşılaşılan taciz davranışları olmuştur. Çalışanın varlığının görmezden gelindiği ya da yok sayıldığı (%17,2 -23 kişi), diğer çalışanlar yanında kasıtlı olarak yapılan rencide edici davranışlar (%17,2–23 kişi), çalışana anlamsız, kapasitesinin altında işler verilmesi (%16,4–22 kişi), kendini gösterme olanaklarının diğer çalışanlar tarafından engellenmesi (%15,7–21 kişi), imalı bakışlara ve olumsuz mimiklere maruz kalma (%15,7–21 kişi), yapılan işlerin yanlış ve küçümseyici tavırla değerlendirilmesi (%14,2–19 kişi), üst yönetime karşı üstler ya da diğer çalışanlar tarafından olumsuz lanse edilme (%13, 4–18 kişi), çalışan hakkında asılsız dedikoduların ya da iftiraların üretilmesi (%11,9–16 kişi), çalışma alanının (ofis, masa, isle ilgili gereçler veya görev yeri anlamında) aynı düzeydeki çalışanlara göre daha kısıtlı veya dezavantajlı olarak tahsis edilmesi (%10,4–14 kişi), sözlü ya da yazılı tehditler alma (%8,2–11 kişi) diğer taciz davranışlarındandır. Koçak ve Hayran çalışan bayanın maruz kaldığı veya tanık olduğu psikolojik taciz davranışlarının çalışanların öğrenim durumuyla ilişkisini analizleri sonucunda, hemen hemen her eğitim seviyesindeki kadının mobbinge maruz kaldığını belirtmektedirler. Araştırma da toplam 20 ilköğretim mezunu kadından 7 kişi (%35); toplam 40 lise mezunu kadından 18 kişi ( 45) ; toplam 20 ön lisans mezunu kadından 6 kişi (30) ; toplam 44 lisans mezunu kadından 15 kişi (%34); toplam 10 lisansüstü eğitim görmüş kadından 5 kişi (%50) işyerinde mobbingle karşı karşıya kaldığını ifade etmiştir. Mobbinge maruz kalan veya tanık olan çalışan kadınları çalıştıkları sektöre göre incelendiğinde; sağlık sektöründe çalışan toplam 34 kadının 15’i (%44,2); sanayi sektöründe çalışan toplam 34 kadının 15’i (%50); eğitim sektöründe çalışan toplam 37 kadının 10 ‘u (%27); finans sektöründe çalışan toplam 29 kadının 11’i (%38) mobbinge maruz kaldığını ifade etmiştir. Bu durumda en çok sağlık ve sanayi sektöründe çalışan kadın çalışanların, mobbinge maruz kaldığı görülmektedir. Kök’e göre yıldırma boyutları ile banka çalışanlarının cinsiyeti arasında fark vardır. Yıldırma “mağdurunun kişisel özellikleri”, yıldırmaya neden olan “örgütsel faktörler”, “aktörün pozisyonu”, “yönetsel faktörler” ve “yıldırma sonuçları” boyutları açısından desteklenmektedir; söz konusu bu 6 boyutla çalışanların cinsiyetleri arasında 60 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara anlamlı bir fark vardır. Boyutların ortalamaları gözlendiğinde, kadın banka çalışanlarının erkek banka çalışanlarından daha yüksek ortalamaları temsil ettikleri görülmektedir. Araştırmalar yıldırma mağdurlarının önemli bir bölümünün kadın olduğunu göstermektedir. Stockdate, Vau ve Coshin (1995) kadınların maruz kaldığı yıldırmanın erkeklerinkinin 4 katı olduğunu tespit etmişlerdir. Namie tarafından yapılan araştırmalarda toplamda mağdurların % 72’sinin kadın olduğu belirtilmektedir (ERQ, 2000:1). Pryor, Giedd ve Williams (1995) cinsiyetçi yaklaşımın kültürel ve yönetsel normlarla, Tangri ve Hayes (1997) güç rolleriyle ve özellikle kadın-erkek arasındaki güç eşitsizlikleriyle (Scott,1986), (Hzin,1995) ise, sosyal, tarihi ve kültürel olarak kadınsılık ve erkeksilik anlamlarının yapı sallaştırılmasıyla (Timmerman ve Bajeme, 2000;189) ilgili olduğunu belirterek konunun sosyo-kültürel boyutlu geliştiğine dikkat çekmektedir. Ekiz’e göre işyerlerinde mobbing davranışlarından biri yada bir kaçı bilinçli ve sürekli olarak size uygulandı mı? Sorusuna verilen cevap ile cinsiyet arasında bir bağ olduğu görülmüştür. Bayan çalışanlar yüksek bir oranda mobbing davranışlarına maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Doğan’a göre “İyi çalışmama rağmen bana bağırılıyor ve azarlanıyorum.” İfadesine verilen cevaplarda cinsiyet değişkeni bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Bu ifadeye verilen cevaplar incelendiğinde kadınların bu konuda daha fazla baskıya maruz kaldığı görülmüştür. Ayrıca “Başkalarının önünde gülünç durumlara düşürülüyorum” ifadesinde de anlamlı fark bulunulmuş olup kadınların bu davranışta da baskıya maruz kaldığı görülmüştür. Dankaç’a göre, yıldırma davranışları sonucu hissedilen psikolojik etki ile cinsiyet arasındaki farklılık vardır. Yıldırma davranışları sonucu hissedilen psikolojik etki cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Cinsiyet ve yıldırma davranışları sonucu hissedilenler arasında (,000<,05) istatistikî açıdan anlamlı bir fark ortaya çıkmıştır. 4.YÖNTEM 4.1.Araştırmanın Amacı ve Önemi Araştırmanın asıl amacı, işyerlerinde çalışanların psikolojik şiddet algısını ve maruz kalma düzeylerini ölçmeye yöneliktir. Bu doğrultuda kamu üniversitesinde çalışan akademisyenler üzerinde araştırma gerçekleştirilmekte ve akademisyenlerin psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ve bıraktığı etkiler incelenmektedir. Yapılan çalışmaların bir kısmında sektör ayrımı gözetmeksizin kadın çalışanların ciddi bir şekilde psikolojik şiddete maruz kaldıkları gözlenmektedir. İşyerlerinde psikolojik şiddet kadın ve erkek ayrımı yapmaksızın var olduğu bilinmektedir, ancak kadınlar bu süreçten daha fazla etkilenmektedir. Bu çalışma psikolojik şiddet ile ilgili yeni bulgular ortaya koyabilmek, işyerleri için önemli olan bu soruna dikkat çekmek ve araştırmacılara katkı sağlamak açısından önemlidir. 4.2.Araştırmanın Sınırlılıkları Araştırma kamu üniversitesinde çalışan kadın akademisyenler ve anketi cevaplayanlarla sınırlıdır. 61 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 4.3.Araştırmanın Metodolojisi 4.3.1.Örnekleme Süreci İşyerlerinde Mobbing(Psikolojik Şiddet) sarmalında kadın: Kamu üniversitesinde bir uygulama adlı bu araştırma kapsamında, bir kamu üniversitesinde çalışan kadın akademisyenler araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Anket toplam 124 kadın akademisyene uygulanmıştır. Ancak 92tane anketten araştırma içerisinde yararlanılabilecek sonuç alınmıştır. 4.3.2.Veri Toplama Yöntem ve Aracı Kuramsal ve alan araştırmasına dayalı olarak hazırlanan çalışmada literatür taramasının yanında gözlemlerden faydalanılmaktadır Bu çalışma da birincil veriler anket yöntemiyle elde edilmiştir. Araştırma için hazırlanan anket üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çalışanların demografik özelliklerini belirleyici sorular sorulmuştur. Bu bölümdeki sorular anketi cevaplayan kadın çalışanın yaş, medeni durum, akademik unvanı, kurumda çalışma süresini belirlemeye yönelik sorulardır. İkinci bölümde kurumlarda psikolojik şiddet olgusunu araştırmaya yönelik sorular bulunmaktadır. Bu bölümde çalışanların üstler, astlar, iş arkadaşları veya diğerleri tarafından maruz kaldığı Duygusal Şiddet, İtibara Saldırı, Kültürel Ayrımcılık, Yıldırma ve Mesleki Konuma Saldırı ile ilgili sorulara cevap alınmaktadır. Üçüncü bölümde ise, Bu saldırıların kişinin üzerinde bıraktığı etkiler 9 soru ile incelenmektedir. Algı ölçeği, yukarıda da belirtildiği gibi 3 bölümden oluşmaktadır. İkinci bölüm işyerinde mobbing (psikolojik şiddet) davranışları algısını ölçmeyi amaçlamaktadır. Bu ölçek hazırlanırken NAQ(Negative Acts Questionnaire (Einarsen&Raknes, 1997 kullanılmıştır. 18 soru içeren NAQ ölçeğine Leyman’ın tanımladığı mobbing (psikolojik şiddet) davranışları temel alınarak 6 soru daha eklenmiş ve 24 soruluk bir ölçek elde edilmiştir. Çalışanlar üzerinde etkilerini saptamak için ise 9 soruluk bir ölçek uygulanmıştır. Ankette yer alan soruların cevaplandırılmasında demografik özelliklerle ilgili sorularda muhtelif seçenekler sunulmuş, diğer değişkenlerle ilgili sorularda beşli likert tipi ölçek kullanılmıştır (1.Hiçbir Zaman Karşılaşmadım, 2.Bir Defa Karşılaştım, 3.Birkaç Defa Karşılaştım, 4.Sık Sık Karşılaştım, 5.Her Gün Karşılaştım; 1.Hiç Katılmıyorum, 2. Katılmıyorum, 3.Ne Katılıyorum Ne Katılmıyorum, 4. Katılıyorum, 5. Tamamen Katılıyorum). Ölçeğimizin genel güvenilirlik katsayısı Cronbach’s Alfa, 911 olarak tespit edilmiştir. Bu yüksek bir değerdir ve kullanılan ölçeğin oldukça güvenilir olduğunu ifade eder. Ölçeğin alt boyutlarına ilişkin olarak Duygusal Şiddet, 901; İtibara Saldırı, 860; Kültürel Ayrımcılık, 625; Mesleki Konuma Saldırı, 849;Yıldırma, 844 ve Etkiler, 862saptanmıştır. 4.3.3.Araştırmanın Deseni Araştırma, genel tarama modeline göre yürütülmüştür. Tarama modeli, geçmişte ya da halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne, kendi koşulları içinde ve olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır. Genel tarama modelleri, çok sayıda elemandan oluşan bir evrende, evren hakkında genel bir yargıya varmak amacıyla evrenin tümü ya da ondan alınacak bir grup, örnek ya da örneklem üzerinde yapılan tarama düzenlemeleridir (Karasar, 2004).Bu araştırmada Kamu Üniversitesinde görev yapan 62 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kadın akademisyenlerin işyerinde mobbinge (psikolojik şiddete) maruz kalıp kalmadıkları değerlendirilmektedir. Analiz teknikleri açısından bakıldığında bu çalışma, sayısal bir araştırmadır. Kadın akademisyenlerin işyerinde psikolojik şiddet algıları çeşitli değişkenler açısından incelenmektedir. Araştırma modelinde demografik özellikler değişkeni, yaş, medeni durum, akademik unvanı, kurumda çalışma süresi değişkenlerinden oluşmaktadır. Araştırma modeli demografik değişkenler dışında 5 temel değişkenden oluşmaktadır. Bunlar Mesleki Konuma Saldırı, İtibara Saldırı, Duygusal Şiddet, Kültürel Ayrımcılık ve Yıldırma algılarından oluşmaktadır. Mobbing(Psikolojik şiddet) etkilerini saptamak için 9 soru sorulmuştur. 4.3.4.Araştırmanın Hipotezleri Araştırmanın modeli kapsamında geliştirilen hipotezleri şu şekilde sıralamak mümkündür: H1: İşyerlerinde kadın akademisyenler psikolojik şiddete maruz kalmakta ve etkilenmektedirler. H2: Yaş ile model değişkenler arasında ilişki vardır. H3: Akademik unvan ile model değişkenler arasında ilişki vardır H4: Kurumda çalışma süresi ile model değişkenler arasında ilişki vardır. H5:Yaş değişkenine göre Üniversitenin psikolojik şiddet algısı farklılaşmaktadır. H6: Akademik unvan değişkenine göre psikolojik şiddet algısı farklılaşmaktadır. H7: Kurumda çalışma süresi değişkenine göre psikolojik şiddet algısı farklılaşmaktadır. 5.BULGULAR VE YORUMLAR Uygulama sonucunda veriler SPSS paket istatistik programının 18,0 sürümü ile çözümlenmiştir 5.1.Demografik Veriler Şekil 1. Cinsiyet Sayı ve Yüzde Dağılımı Sayı Kadın Geçerli % 92 100,0 Kümülatif % 100,0 100,0 Şekil 1. Kadın–sayı ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi92 kadın akademisyen cevaplamıştır. Şekil 2. Medeni Durum Sayı ve Yüzde Dağılımı Sayı Geçerli % % Kümülatif % Bekâr 35 38,0 38,0 38,0 Evli 56 60,9 60,9 98,9 1 1,1 1,1 100,0 92 100,0 100,0 Dul/boşanmış Total 63 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Şekil 2. Medeni durum sayı ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi cevaplayan katılımcılardan %38’i (n=35 kişi) bekâr , %60,9’u (n=56 kişi) evli, %1,1’i (n=1 kişi)dul/boşanmıştır. Şekil 3. Yaş Sayı ve Yüzde Dağılımı Sayı Geçerli % % Kümülatif % 21-25 8 8,7 8,7 8,7 26-30 24 26,1 26,1 34,8 31-35 18 19,6 19,6 54,3 36-40 8 8,7 8,7 63,0 41+üstü 34 37,0 37,0 100,0 Total 92 100,0 100,0 Şekil 3. Yaş -frekans ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi cevaplayan katılımcıların yaşları ile ilgili grafiğe bakıldığında 21-25 %8,7( n=8 kişi), 26-30 %26,1’i (n= 24 kişi) ,31-35 (n=18 kişi ), 36-40 %8,7(n=8 kişi)‘sini ve 41+ üstü ise (n=34kişi) %37’sini oluşturmaktadır. Şekil 4.Akademik Unvan Sayı ve Yüzde Dağılımı Sayı % Araştırma Görevlisi 31 33,7 Okutman 13 14,1 Öğretim Görevlisi 3 3,3 Yardımcı Doçent 21 22,8 Doçent 11 12,0 Profesör 13 14,1 Total 92 100,0 Şekil 4. Akademik unvan sayı ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi cevaplayan katılımcıların %33,7’si (n=31 kişi) Araştırma Görevlisi, %14,1’i (n=13 kişi) Okutman, %3,3’ü (n=3 kişi) Öğretim Görevlisi, %22,8’i (n=21 kişi) Yardımcı Doçent, %12’si (n=11 kişi) Doçent, %14,1’i (n=13 kişi)Profesör den oluşmaktadır Şekil 5.Kurumda Çalışma Süresi Sayı ve Yüzde Dağılımı 1 yıldan az 1-3 yıl 4-6 yıl 7-10 yıl 10 yıldan fazla Total Sayı 3 18 14 9 48 92 % 3,3 19,6 15,2 9,8 52,2 100,0 64 Geçerli % 3,3 19,6 15,2 9,8 52,2 100,0 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Şekil 5 de görüldüğü gibi araştırmaya katılanların kurumlarındaki çalışma süreleri incelendiğinde en yüksek oran %52,2 ile 10 yıl ve üstü çalışma süresi olanlara aittir. 10yıl ve üstü çalışma süresi olanları, sırasıyla %19,6 ile 1-3 yıl arası ,% 15’2 ile 4-6 yıl arası , %9,8 ile 7-10 yıl arası ve%3’3 ile 1 yıldan az çalışma süresi olanlar izlemektedir. 5.2.İlişki Analizleri Tablo 1.Değişkenlerin Ortalama, Standart Sapma ve Güvenilirlik Değerler Sayı Ortalama Standart Sapma Alpha Mesleki Konuma Saldırı 92 3,2065 ,96477 ,849 İtibara Saldırı 92 2,5543 ,95850 ,860 Duygusal Şiddet 92 3,4379 ,91137 ,901 Kültürel Ayrımcılık 92 2,0797 ,51205 ,625 Yıldırma 92 3,3783 ,96554 ,844 Etkiler 92 3,5652 ,92357 ,862 Cronbach’nın Alpha testi ile değişkenlerin içsel tutarlılığı test edilmiştir. Daha sonra değişkenleri oluşturan sorulara verilen cevapların her değişken için ortalaması alınarak değişkenlerin 1 ila 5 arasında puanları hesaplanmıştır. Değişkenlerin ortalamaları, standart sapmaları ve güvenilirlik değerleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Anketi cevaplayan katılımcıların sorulara 1 ila 5 puan arasındaki ölçek üzerinden verdikleri cevapların değişken bazında alınan ortalamaları şunu göstermiştir ki, psikolojik şiddet algıları yüksek olup, sadece kültürel ayrımcılık algısı nispeten biraz düşüktür. Psikolojik şiddete maruz kalan akademisyenlerin maruz kaldıkları psikolojik şiddet davranışları incelendiğinde akademisyenlerin göreceli olarak en sık duygusal şiddete (O=3,4379), yıldırma (O=3,3783) ve mesleki konuma saldırı (O=3,2065) boyutlarında psikolojik şiddet davranışlarına maruz kaldıkları görülmektedir. Bu boyutları sırasıyla itibara saldırı (O=2,5543) ve kültürel ayrımcılık (O=2,0797) boyutları izlemektedir. Psikolojik şiddetin mağdurlar üzerinde gösterdiği etkilerin ortalaması ise 3,5652’dir. Bu ise önemli oranda etkilendiklerini göstermektedir. H1 hipotezimiz kabul edilmiştir. Bu durumun topluma yön veren eğitim kurumlarından üniversitelerde görülmesi çarpıcıdır. Tablo 2.Psikolojik Şiddet Uygulayanlar Sayı ve Yüzde Dağılımı Sayı % Yöneticiler 55 59,8 İş arkadaşları 2 2,2 Yönetici ve iş arkadaşları 35 38,0 Total 92 100,0 Tablo 2 incelendiğinde psikolojik şiddet uygulayıcıları olarak %59,8 ile yöneticiler birinci sırayı almaktadırlar. Yöneticileri %38 ile hem yönetici hem de iş arkadaşları ,%2,2 ile ise iş arkadaşları yer izlemektedir. 65 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 3. Psikolojik Şiddetin Mağdur Üzerindeki Etkisini Gösteren Sayı ve Yüzde Dağılımı Kendime olan güveni kaybettim Sayı 92 Ortalama 2,6196 Standart Sapma 1,37355 Kendimi hasta hissetmeme neden oldu 92 3,5109 3,32983 Kendimi tükenmiş hissettim 92 3,4130 1,07061 Aile ilişkilerim olumsuz etkilendi 92 3,0435 1,19443 İnsanlardan uzaklaşmaya başladım 92 3,5000 1,11434 Uyumakta güçlük çekiyorum 92 3,9783 1,02687 Kronik yorgunluğa neden oldu Sinirli olmama neden oldu 92 92 4,1522 4,3370 ,91309 ,95247 İşi bırakmayı düşünmeme neden oldu 92 ,3,5326 1,44078 Tablo 3’de görüldüğü gibi mağdurun üzerindeki en yüksek etki algısı sinirli olmama neden oldu (O=4,3370) ve kronik yorgunluğa neden oldu (O=4,1522) şeklinde yer almaktadır. Bu etkileri sırasıyla uyumakta güçlük çekiyorum (O=3,9783), işi bırakmayı düşünmeme neden oldu (O=3,5326), kendimi hasta hissetmeme neden oldu (O=3,5109), insanlardan uzaklaşmaya başladım (O=3,50), Aile ilişkilerim olumsuz etkilendi (O=3,0435) ve en düşük etki kendime olan güveni kaybettim (O=2,6196) izlemektedir. Psikolojik şiddet ve sağlık ile ilgili yapılan araştırmalarda, psikolojik şiddetin çalışanın ruhsal ve fiziksel sağlığına zarar veren önemli bir etken olduğu görülmektedir. H1 hipotezimiz kabul edilmiştir. Tablo-4. Bulgulara bakıldığında yaş ile itibara saldırı(r=-,214 ), duygusal şiddet (r=-432), yıldırma (r=-398) ,etkiler (r=-386) arasında anlamlı ve negatif bir ilişki vardır. Yaş artıkça psikolojik şiddet davranışı ve mağdur üzerindeki etkileri azalmaktadır. H2 hipotezimiz kabul edilmiştir. Akademik unvan ile mesleki konuma saldırı (r=-241) ; itibara saldırı (r=-269 ); duygusal şiddet (r=-552) ; yıldırma (r=-452) ; etkiler (r=-431) arasında istatiksel açıdan anlamlı ve negatif bir ilişki vardır. Akademik unvan yükseldikçe psikolojik şiddet davranışı ve mağdur üzerindeki etkileri azalmaktadır. H3 hipotezimiz kabul edilmiştir. Kurumda çalışma süresi ile duygusal şiddet (r=-403 ); yıldırma (r=-361) ; etkiler ( r=-357) arasında istatiksel açıdan anlamlı ve negatif bir ilişki vardır. Kurumda çalışma süresi artıkça psikolojik şiddet ve etkileri azalmaktadır. H4 hipotezimiz kabul edilmiştir. Model değişkenlerin kendi aralarında da istatiksel açıdan anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Mesleki konuma saldırı arttıkça itibara saldırı (r=775), duygusal şiddet(r=786), kültürel ayrımcılık(r=302) ve yıldırma da(r=760) artmaktadır. Bütün bu psikolojik şiddet davranışları mağdur üzerindeki etkileri(r=577)artırmaktadır. İtibara saldırı artıkça, mesleki konuma saldırı (r=775), duygusal şiddet (r=727), yıldırma (r=790) ve etkileri (r=614) artmaktadır. 66 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Duygusal şiddet arttıkça mesleki konuma saldırı (r=786) , itibara saldırı(r=727), kültürel ayrımcılık (r=285), yıldırma (r=808) ve etkileri (r=656) artmaktadır. Kültürel ayrımcılık arttıkça mesleki konuma saldırı (r=302) , duygusal şiddet (r=285), yıldırma (r=257)artmaktadır. Yıldırma artıkça mesleki konuma saldırı (r=760), itibara saldırı (r=790), duygusal şiddet (r=808), kültürel ayrımcılık (r=257) ve etkileri (r=717) artmaktadır. 67 Tablo 4.Demografik Veriler ve Model Değişkenler Arasında İlişki Korelasyon AnaliziSempozyumu Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet 27-28 Nisan 2012, AnkaraKURUMDA MEDENİ DURUM MEDENİ PearsonCorrelation DURUM Sig. (2-tailed) 1 N YAŞ PearsonCorrelation Sig. (2-tailed) ÇALIŞMA UNVAN SÜRESİ YAŞ PearsonCorrelation MKS İTS KA YL ETK ,718** ,735** -,072 -,116 -,271** -,012 -,205 -,263* ,000 ,000 ,000 ,492 ,269 ,009 ,908 ,050 ,011 92 92 92 92 92 92 92 92 92 92 ,671** 1 ,829** ,867** -,149 -,214* -,432** -,048 - - ,398** ,386** 92 92 ,718** ,829** ,000 ,000 ,157 ,040 ,000 ,649 ,000 ,000 92 92 92 92 92 92 92 92 1 ,820** -,241* - -,552** -,048 UNVAN ,269** Sig. (2-tailed) N KURUMDA DŞ ,671** ,000 N AKADEMİK AKADEMİK PearsonCorrelation ,000 ,000 92 92 92 ,735** ,867** ,820** Sig. (2-tailed) ,020 ,010 ,000 ,649 ,000 ,000 92 92 92 92 92 92 92 -,205 -,403** -,018 1 -,092 MKS ,000 ,863 ,000 ,000 92 92 92 92 92 92 92 -,241* -,092 1 ,775** ,786** ,302** ,760** ,577** ,157 ,020 ,382 ,000 ,000 ,003 ,000 ,000 92 92 92 92 92 92 92 92 92 92 -,116 -,214* -,269** -,205 ,775** 1 ,727** ,185 ,790** ,614** ,269 ,040 ,010 ,050 ,000 ,000 ,077 ,000 ,000 92 92 92 92 92 92 92 92 92 92 -,271** - -,552** -,403** ,786** ,727** 1 ,285** ,808** ,656** ,006 ,000 ,000 Sig. (2-tailed) N İTS PearsonCorrelation Sig. (2-tailed) N DŞ PearsonCorrelation ,000 92 92 92 -,072 -,149 ,492 ,357** ,050 PearsonCorrelation ,000 ,361** ,382 N ,000 ,431** ,000 ÇALIŞMA SÜRESİ ,452** ,432** Sig. (2-tailed) N KA PearsonCorrelation Sig. (2-tailed) N YIL PearsonCorrelation ,009 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 92 92 92 92 92 92 92 92 92 92 -,012 -,048 -,048 -,018 ,302** ,185 ,285** 1 ,257* ,127 ,908 ,649 ,649 ,863 ,003 ,077 ,006 ,013 ,226 92 92 92 92 92 92 92 92 92 92 - -,452** -,361** ,760** ,790** ,808** ,257* 1 ,717** -,205 ,398** Sig. (2-tailed) N ETK PearsonCorrelation ,050 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,013 92 92 92 92 92 92 92 92 92 92 - -,431** -,357** ,577** ,614** ,656** ,127 ,717** 1 -,263* ,000 ,386** Sig. (2-tailed) N ,011 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,226 ,000 92 92 92 92 92 92 92 92 92 ** İlişki 0.01 seviyesinde anlamlı ve önemlidir. * İlişki 0.05 seviyesinde anlamlı ve önemlidir. 68 92 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 5. Yaş Model Değişkenler Arasında İlişki ANOVA Analizi Mean Sum of Squares MKS İTS DŞ KA YIL ETK BetweenGroups df Square 5,981 4 1,495 WithinGroups 78,720 87 ,905 Total 84,701 91 BetweenGroups 10,378 4 2,595 WithinGroups 73,225 87 ,842 Total 83,603 91 BetweenGroups 15,627 4 3,907 WithinGroups 59,957 87 ,689 Total 75,584 91 ,329 4 ,082 WithinGroups 23,531 87 ,270 Total 23,860 91 BetweenGroups 15,750 4 3,937 WithinGroups 69,087 87 ,794 Total 84,837 91 BetweenGroups 13,935 4 3,484 WithinGroups 63,686 87 ,732 Total 77,621 91 BetweenGroups F Sig. 1,653 ,168 3,083 ,020 5,669 ,000 ,304 ,874 4,958 ,001 4,759 ,002 İlişki 0.05 düzeyinde anlamlı ve önemlidir. Tablo 5.“Akademisyenler arasında algılanan psikolojik şiddet yaşa göre farklılık göstermektedir” hipotezinin test edilebilmesi için yaş değişkeni ile model değişkenleri arasında Tukey ve Bonferroni çoklu karşılaştırma kriteri kullanılarak yapılan ANOVA testi sonucunda yaşa göre psikolojik şiddet algılarında farklılık görülmektedir. 26-30 ve 31-35 yaş Aralığı 41 ve üstü yaşlara göre daha fazla psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Bu durum çalışma yaşamının ilk yıllarında deneyim kazanmaya başladığı ve işinde yükselmeye çalıştığı yaşlarda engellendiği şeklinde açıklanabilir. Bu anlamsal farklılık 0,05 önem düzeyindedir. H5 hipotezimiz kabul edilmiştir. 69 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 6. Akademik Unvan ve Model Değişkenler Arasında İlişki ANOVA Analizi Sum of Squares MKS df MeanSquare BetweenGroups 30,180 5 6,036 WithinGroups 54,521 86 ,634 Total 84,701 91 BetweenGroups 16,733 5 3,347 WithinGroups 66,870 86 ,778 Total 83,603 91 BetweenGroups 33,823 5 6,765 WithinGroups 41,760 86 ,486 Total 75,584 91 1,727 5 ,345 WithinGroups 22,133 86 ,257 Total 23,860 91 BetweenGroups 28,557 5 5,711 WithinGroups 56,279 86 ,654 Total 84,837 91 BetweenGroups 22,680 5 4,536 WithinGroups 54,941 86 ,639 Total 77,621 İlişki 0.05 düzeyinde anlamlı ve önemlidir. 91 İTS DŞ KA YL ETK BetweenGroups F Sig. 9,521 ,000 4,304 ,002 13,931 ,000 1,342 ,254 8,728 ,000 7,100 ,000 Tablo 6.”Algılanan psikolojik şiddet akademik unvanlara göre farklılık göstermektedir” hipotezinin test edilebilmesi için akademik unvan değişkeni ile model değişkenleri arasında Tukey ve Bonferroni çoklu karşılaştırma kriteri kullanılarak yapılan ANOVA testis onucunda Akademik unvanlara göre psikolojik şiddet algılarında farklılık görülmektedir Bu anlamsal farklılık 0,05 önem düzeyindedir.H6 hipotezimiz kabul edilmiştir. Araştırma görevlisi, okutman, öğretim görevlisi, yardımcı doçentler, doçentler ve profesörlere göre daha fazla psikolojik şiddete maruz kalmaktadırlar. Bu bağlamda, sözleşmeli olarak görev yapan çalışanların 1’er yıllık ve 3’er yıllık sürede sözleşmelerinin uzatılmasına karar veren yöneticilerin bu durumu bir yaptırım kaynağı olarak kullanmaları bir psikolojik şiddet sebebi olarak gösterilebilir. Ayrıca, katı hiyerarşik yapının üst yöneticilerin bu süreci kullanmalarına zemin hazırlamış olduğu söylenebilir. Araştırma Görevlileriyle ilgili 2547 Yüksek Öğretim Kanununda yer alan görev tanımındaki belirsizliklerin Araştırma Görevlisinin, bilimsel çalışmanın ötesinde kurum veya kurum dışı her faaliyeti ve resmiyette diğer kişi veya kişilere ait her türlü sorumluluğu yürütmek zorunda bırakılma ihtimalleri göz önünde bulundurulduğunda, psikolojik şiddete maruz kalmalarında önemli bir etken olarak gösterilebilir. Öğretim Görevlisi ve Okutmanların ders verme yetkisine sahip olduğu bilinmesine rağmen öğretim üyesi yoksa verebilir düşüncesi, gerekli değil ama boşluk dolduran çalışanlar algısı yine psikolojik şiddet nedeni sayılabilir. Ayrıca kendini aşırı beğenmiş, dediğim dedik, her şeyi ben bilirim diyen ve astları görmezden gelen narsist yöneticilik de psikolojik şiddet nedeni sayılabilir. Yöneticiliğin bilgi, beceri ve donanım gerektirdiği 70 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara dikkate alınmadan unvanlara sıkıştırılması ve yardımcı doçent, doçent ve profesörlük unvanını almış ise yöneticilik yapabilir algısı, yöneticilik erkinin güç gösterisine dönüştürülmesi üniversitelerde psikolojik şiddetin artmasında yönetsel nedenler olarak gösterilebilir. Üniversiteler de Rektör seçimlerinde yıllarını üniversitede geçirmiş Öğretim Görevlisi ve Okutmanların ve üniversitenin geleceğini teslim edeceği Araştırma Görevlilerinin oy hakkının olmaması, görmezden gelinmelerine ve yöneticiler tarafından dikkate alınmamalarına neden olmaktadır. Bu durum mesleki itibarsızlaştırmaya neden olmakta ve psikolojik şiddet nedenleri içine girmektedir. Tablo 7. Kurumda Çalışma Süresi Model Değişkenler arasında İlişki ANOVA Analizi Sum of Squares MKS MeanSquare 5,665 4 1,416 WithinGroups 79,036 87 ,908 Total 84,701 91 4,743 4 1,186 WithinGroups 78,861 87 ,906 Total 83,603 91 BetweenGroups 13,920 4 3,480 WithinGroups 61,664 87 ,709 Total 75,584 91 2,568 4 ,642 WithinGroups 21,292 87 ,245 Total 23,860 91 BetweenGroups 12,147 4 3,037 WithinGroups 72,690 87 ,836 Total 84,837 91 BetweenGroups 11,909 4 2,977 WithinGroups 65,712 87 ,755 Total 77,621 İlişki 0,05 düzeyinde anlamlı ve önemlidir. 91 İTS DŞ KA YIL ETK BetweenGroups df BetweenGroups BetweenGroups F Sig. 1,559 ,192 1,308 ,273 4,910 ,001 2,623 ,040 3,635 ,009 3,942 ,005 Tablo 7 ‘de görüldüğü gibi “algılanan psikolojik şiddet kurumda çalışma süresine göre farklılık göstermektedir” hipotezinin test edilebilmesi için kurumda çalışma süresi ile model değişkenleri arasında Tukey ve Bonferroni çoklu karşılaştırma kriteri kullanılarak yapılan ANOVA testi sonucunda kurumda çalışma süresine göre psikolojik şiddet algılarında farklılık görülmektedir.1-3 yıl ve 4-6 yıl arası çalışanlar 10 yıl ve üstü çalışanlara göre daha fazla psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Çalışma döneminin ilk yıllarında psikolojik şiddetin daha fazla yaşandığı söylenebilir. Bu anlamsal farklılık 0,05 önem düzeyindedir. H7 Hipotezimiz kabul edilmiştir. 6.SONUÇ VE ÖNERİLER Kamu Üniversitesinde kadın akademisyenler üzerinde yapılan çalışmada psikolojik şiddet algılarının yüksek olduğu belirlenmiş ve etkileri algılarının da yüksek olduğu saptanmıştır. Psikolojik şiddet çalışanlarda fiziksel ve ruhsal rahatsızlara, endişe 71 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ve kaygılara yol açmaktadır. Etkileri bireyin yaşamını çekilmez hale getirmekte, hem kişisel ve sosyal hem de iş yaşamını olumsuz etkilemektedir. Bireyin motivasyonunun azalmasına neden olmaktadır. Bu sürece dayanamayan bireylerin sık sık rapor alması, hatta işi bırakmaları bile söz konusu olmaktadır. Mağdurun iletişimi de bu süreçte olumsuz etkilenmektedir. Mağdur ortamdan soyutlanmaktadır. İşyerinde psikolojik şiddetle mücadelede en önemli husus, soruna ilişkin farkındalığın, mağdurun kendisi tarafından olduğu kadar; işveren, iş arkadaşları ve tüm toplum tarafından aynı önemde sağlanmış olmasıdır. Bu yöndeki ihlaller ceza hukuku kapsamında suç olarak değerlendirilmelidir. Mobbinge uğrayan kişilerin uğradıkları maddi ve manevi zararların giderilmesi yönünde ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. İş ve çalışma hukuku kapsamında mobbing’e uğrayan çalışana derhal fesih hakkı ile birlikte diğer tazminatlardan hariç olmak üzere cezai şart mahiyetinde caydırıcı bir “mobbing tazminatı” ödenmesi konusunda ilgili kanunlarda düzenlemeler yapılmalıdır. Türkiye, kadınların işgücüne katılımı açısından OECD ülkeleri içinde en düşük orana sahiptir. Çeşitli yasal ve pratik önlemlere rağmen, cinsiyet ayrımcılığı ülkemizde bir problem olarak kalmaya devam etmektedir. İşyerlerinde ve işe girişlerde, cinsiyet, ırk veya etnik köken, din veya inanış, özürlülük, hükümlülük, yaş ve cinsel eğilim sebebiyle yapılan ayrımcılığın herhangi bir açığa yer bırakılmadan düzenlenmesi gerekmektedir. Mağdurun, baskı gördüğü işyerinden ayrılmasıyla gördüğü maddi zararın tazmini gerekmektedir. Tazminat olarak uygun görülen miktarın belli bir oranı zorbadan, diğer kısmı ise kurumdan alınırsa, bu yaptırımın etkisiyle, mobbing daha çabuk kontrol altına alınacaktır. Mobbing ile ilgili bakanlık ve kurumlar birbirleriyle bağlantılı olmalı, çalışmalar, oluşturulacak ortak bir birim aracılığıyla daha sistemli bir şekilde yürütülmelidir. Japonya’da olduğu gibi ALO MOBBİNG hattı oluşturulabilir. Bu hattı arayanlar hem sorunlarını iletmiş, hem de mobbingle ilgili araştırmalarda bir veri tabanı oluşturmuş olur. (Tetik,2010;81-89). Kurumlarda mobbinge yönelik eğitimler verilmesi hem mağdurların nasıl bir süreçle karşı karşıya kaldıklarının anlatılması hem de baş etme yolarının gösterilmesi açısından önemlidir. Kitle iletişim araçlarından mobbing ile ilgili bilgilendirmeler yapılarak duyarlılık oluşturulması, yasal düzenlemelerin yapılması ve ancak yasal düzenlemelerin mağduru daha da mağdur olacak hale getirmemesi gerekmektedir, çünkü sonuçlanmayan mobbing davaları bireyleri karamsarlığa itmektedir. Yapılan araştırmalar Mobbing vakalarının özellikle duygusal zekadan yoksun yöneticilerin idare ettiği örgütlerde ortaya çıktığını göstermektedir. Mobbing’i önlemek için öncelikle yöneticilere sonra çalışanlara duygusal zeka, insan odaklı yönetim, etkili iletişim, örgütsel iletişim ve duyarlılık geliştirme konularında eğitim verilmeli, çalışkan ve başarılı çalışanları köreltmemek için azami dikkat gösterilmelidir. KAYNAKÇA ALTUNTAŞ Ceren (2010). ‘Mobbing Kavramı ve Örnekleri Üzerine Uygulamalı Bir Çalışma’, Yasar Üniversitesi Bülteni, BAİLEY JE, Kellermann AL, Somes GW, Banton JG, Rivara FP, Rushforth NP. Risk FactorsforViolentDeath of Women in the Home. Archives of InternalMedicine 1997; 157(7): 777-782 BROWNE M. Neıl, SMITH Mary Allıson(2008) “MobbıngInTheWorkplace: TheLatestIllustratıon Of PervasıveIndıvıdualısmInAmerıcanLaw”, EmployeeRıghtsAndEmploymentPolıcyJournal, [Vol. 12:131-161] 72 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ÇOBANOĞLU, Şaban (2005). “ Mobbing”, “ İşyerinde Dıygusal Saldırı ve Mücadele Yöntemleri” Timaş Yayınları, İstanbul DANKAÇ Gönül (2007) Örgütlerde Psikolojik Yıldırma (mobbing) ve Bir Araştırma, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir DJİKANOVİÇ B, Celik H, Simic S, Matejic B, Cucic V.(2010) HealthProfessionals’ Perceptions of Intimate Partner ViolenceagainstWomen in Serbia: OpportunitiesandBarriersforResponseImprovement. PatientEducationandCounseling ; 80(1): 88-93 DOĞAN Mehmet Ali (2009) İlköğretim Okullarında Öğretmenlere Uygulanan Psikolojik Şiddetin(Mobbing) İş Doyumuna Etkisi: Ankara İli Sincan İlçesi Örneği, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara EINARSEN, Stale (2006). “Harassment&Bullying At Work: A Review of TheScandinavianAproach” AggressionandViolentBehavior, Vol.5, No.4 EİNARSEN S. (1999)Thenatureandcauses of bullying at work. International JournalofManpower, Vol 20 p.1- 2, EKİZ Volkan(2010) İşletmelerde Yaşanan Psikolojik Şiddet, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara GENÇ, Nurullah; PAMUKOĞLU, Esra(2006). “ Psikolojik İşyeri Terörü: Dr. Siyami Ersek Göğüs Ve Kalp Damar Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde Bir Uygulama” 14. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, 25-27 Mayıs, Erzurum GÜLER N, Tel H, Tuncay FÖ (2005) Kadının Aile İçinde Yaşanan Şiddete Bakışı. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi ; 27(2): 51-56. KOÇAK Orhan, Hayran Nihal(2011), Çalışma Hayatında Kadına Yönelik Taciz(Mobbing):Körfez İlçesi Örneği, 9th Internatıonal Conference On Knowledge Economyand Management Proceedings, Uluslararası 9. Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongre Bildirileri, Jun 23-25, 2011 Sarajevo-Bosnia&Herzegovina / 23-25 Haziran , Saraybosna-Bosna Hersek KÖK Bayrak Sebahat (2006) İş Yaşamında Psiko-Şiddet Sarmalı olarak Yıldırma Olgusu ve Nedenleri” 14. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, 25-27 Mayıs Erzurum KÜÇÜKER H.(2002)Zonguldak’ta Sulh Hukuk Mahkemelerine Yansıyan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Olgularının İncelenmesi. Adli Tıp Dergisi; 16(2): 40-45. LEYMANN Heinz, “IntroductiontotheConcept of Mobbing, TheMobbingEncyclopepaedia”, http://www.leymann.se/English/11110E. HTM [26.04.2006]. LEYMANN Heinz; “Mobbing-Its Course Over Time” TheMobbing Encyclopedia http:///www.leyman.se/English/1220E.HTM SOARES, Angelo (2004). “LIKE 2 + 2 = 5: BullyingAmongHydro-QuébecEngıneers”, Unıversıty of QuebecınMontreal,School of Management ScıenceDepartment of Organızatıonand Human Resources. SÜRAL N. (2002) Avrupa Topluluğunun Çalışma Yaşamında Kadın-Erkek Eşitliğine Dair Düzenlemeleri ve Türkiye. Kadın Erkek Eşitliği ; 65-66. TETİK Semra Mobbing Kavramı: Birey ve Örgütler Açısından, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 12 (18): 81-89, 2010 ISSN: 1309 - 9132, www.kmu.edu.tr 73 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara VARTİA M. (1996)Thesources of bullyingPsychologicalworkenvironmentandorganisationalclimate. EuropeanJournal of WorkandOrganizationalPsychology, (2),p.203-214 VİCKERS, Margaret H. (2001) ; “Bullying As UnacknowledgedOrganizationalEvil; A Researher’sStory, EmployeeResponsibilitiesandRightsJournal, Vol.13, No.4 December WESTHUES, K.(2004), AdministrativeMobbing at theUniversity of Toronto, Edwin Melen Pres, USA. WESTHUES,Keneth (2002). TheMobbings at MedailleCollege in 2002, Canada; University of Waterloo, October 74 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İLETİŞİM ÇATIŞMASI OLARAK KADINA YÖNELİK ŞİDDET Rüçhan Gökdağ* Özgül Dağlı† Özet Şiddet kuramlarında saldırgan davranışlar; temelde yatan psikolojik yapı, süreç ve mekanizmaların bir sonucu olarak görülür. Ancak hiçbir kuram bir başına şiddet davranışını açıklayamamaktadır.. Aslında şiddet, bu kuramlarda belirtilen bütün dinamiklerin bir sonucudur. Şiddet bizim psiko-soayal ve biyolojik bütünlüğümüzün bir ürünüdür; dolayısıyla kaynak bizim içimizdedir. Saldırganlık da dâhil bütün insan davranışları bir iletişim bağlamında gerçekleşmektedir. Dolayısıyla saldırgan davranışlar kişilerarası çatışma olarak görülebilir ve incelenebilir. Kişilerarası iletişimin temlinde dört ilke vardır: Kaçınılamaz, geri döndürülemez, karmaşıktır, bağlamsaldır. Bu çalışmada saldırgan davranış, Triandis’in “Kişilerarası Davranış Kuramı” aracılığıyla incelendi. Model, davranışın kendisinin incelenmesiyle başlıyor ve sonrasında davranışın öteki belirleyicilerini tanınmaya çalışılıyor. Modele göre bir davranışın ortaya çıkma olasılığı üç etken tarafından belirlenmektedir. Alışkanlık (önceki davranışın hedef davranışı üretme gücü), davranışsal niyet (belli bir durumda saldırıya geçme niyeti) ve kolaylaştırıcı koşullar (belli bir davranışta bulunmayı kolaylaştıracak koşulların varlığı ya da yokluğu). Anahtar kelimeler: Şiddet kuramları, kişilerarası iletişim, kişilerarası çatışa, kişilerarası davranış kuramı VIOLENCE AGAINST WOMEN AS A COMMUNCATION CONFLICT Abstract In violence theories aggressive behaviors are seen as an outcome of underlying psychological structures, processes, and mechanisms. But no one theory is capable to explain the violence act by itself. Actually violence is the result of all the dynamics mentioned in these theories Violence is a product of our psycho-social and biological totality. The source of violence is in the inside of us. All human behaviors, including aggression have been realized in a communication context. So aggressive behaviors can be seen and analyze as an interpersonal communication conflict. There are four principles underlie the interpersonal communication: It’s inescapable, irreversible, complicated, and contextual. * † Doç Dr. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilileri Fakültesi Öğretim Üyesi, rgokdag@anadolu.edu.tr Yrd. Doç Dr. Yeni Yüzyıl Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi, ozgulinam@gmail.com 75 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara In this study aggressive behavior is e amined through the “theory of interpersonal behavior” developed by Triandis. His model starts with examining the behavior itself, and then tries to identifying the other determinants of behavior. In that moel the probability that a particular behavior will occur is determined by three factors. Habit (the strength of previous behavior in producing the target behavior), behavioral intent (the intention to engage in the particular act), and facilitating conditions (the presence and absence of conditions that facilitate the performance of particular behavior). Key words: violence theories, interpersonal communication, interpersonal conflict, theory of interpersonal behavior GİRİŞ Toplumsal ve bireysel yaşamın özü iletişimdir. Dünyaya bir hayvan yavrusu olarak gelen insanoğlunu “insan” yapan bütün özelikler; onun iletişim kurmadaki becerisinin bir sonucudur. Ne var ki başarı ve mutluluğun olduğu kadar, mutsuzlukların nedeni de iletişim olmaktadır. İnsanlar arasında yaşanan çatışma ve şiddet, iletişimin güç kazanma ve tahakküm kurma amacıyla kullanılmasının bir sonucudur. Çatışma da dahil; en basitinden en karmaşığına kadar bütün iletişim edimleri, altta yatan son derece karmaşık dinamiklerin bir fonksiyonudur. Bu çalışma üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda kişilerarası şiddetin nedenleriyle ilgili olarak geliştirilen kuramların meseleyi nasıl ele aldıkları kısaca özetlenmektedir. Sununun ikinci kısımda; iletişimin ve kişilerarası iletişimin ne olduğu birey yaşamındaki önemi ve kişilerarası iletişimin temel özellikleri üzerinde durulmaktadır. Bildirini son bölümünde ise şiddet davranışı bir iletişim biçimi olarak ele alınmakta ve “Kişilerarası Davranış Kuramı”nın temel kavramları esas alınarak saldırganlığın nasıl açıklanabileceği üzerinde durulmaktadır. Devamında Türkiye’de kadına yönelik şiddetin önlenmesi için girişilen çabalara; Gramsci’nin “kültürel hegemonya” ve Althousser’in “devletin ideolojik aygıtları” bağlamında değerlendirlecektir. SORUN İnsanlar arasındaki iletişimden beklenen; bilgi alma, bilgi verme, anlaşmazlıkların giderilmesi ya da belirsizliklerin azaltılmasıdır. Bu amaçla düşüncelerin karşılıklı paylaşımıdır iletişim. Ne var ki yaşadığımız gerçekler; dünyaya geldiğinden beri hep iletişim içinde olan insanoğlunun bu konuda pek de becerikli olmadığını gösteriyor. Bu çalışmanın sorunu; amacı anlatmak, anlamak ve anlaşmak olan iletişimin nasıl oluyor da yanlış anlamalara, hayal kırıklıklarına, saldırganlığa dönüştüğüdür Şiddetin biyolojik, psikolojik ve toplumsal kuramları; insanların neden saldırgan davrandığını, neyin ya da nelerin onları saldırgan yaptığına açıklayan hipotezlerdirler. Benzer şekilde kitle iletişim araçlarıyla ilgili olarak geliştirilen kuramlar da bu teknolojilerin neden ve nasıl insanları etkilediği ve şiddete neden olduğu konusuna yanıt arama çabalarının ulaştığı sonuçladırlar. Şiddetin nedenlerine ilişkin kuramların sayı olarak çokluğu; soruna tam olarak tanı konulamadığı şeklinde yorumlanabileceği gibi; sorunun çok boyutlu olduğunun bir göstergesi olarak da yorumlanabilir. 76 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Şiddet ve saldırganlıkla ilgili bilimsel çalışmaların bir kısmı suç ve şiddet sorununda bireyin kendisine odaklanmakta, bireyin doğasını tartışma masasına yatırmaktadır. Örneğin biyolojik yaklaşımda; şiddetin nedeni olarak insanın genetik yapısı, kimyasal ya da hormon düzeyleri gibi etkenlere odaklanılmaktadır. Psikolojik yaklaşımlar ise tutarsız, hırçın ve ihmalkâr aile, önemli sayılan yakınların kaybı, çocuklukta yaşanan psikolojik veya cinsel istismarın neden olduğu anksiyetenin saldırganlık üzerindeki etkilerini ön plana çıkarmaktadır. Öte yanda toplumsal kuramlar; şiddetin yaygınlık ve sıklığını kestirmeyi çalışmakta, şiddet uygulayan ya da şiddete karışan insanların belli toplumsal gruplarla olan bağı sorgulanmaktadır. Bu çalışmaların; bizim özellikle bireysel düzeydeki şiddet biçimlerine ilişkin bilgimizi artırdıkları kuşkusuzdur. Öte yanda saldırganlığa neden olan insan özelliğinin bilinmesi, alınacak önlemlerin isabeti bakımından da kritik öneme sahiptir. Ancak saldırganlık, hiç bir kuramın tek başına açıklayamayacağı kadar karmaşık ve çok yönlü bir süreçtir. İletişimin saldırganlık üretmesi ya da saldırgan niyetlerle kalkışılan iletişim; Rummel’in (1979) belirttiği gibi bizim bütünlüğümüzle, yani genetik mirasımız, biyofizyolojik yaradılışımız, biyo-nörolojik durumumuz ve psikolojimizle ilgili bir durumdur. Kaynak bizim içimizdedir. İnsanlar; doğumla başlayan kültürlenme sürecinde neyin “doğru”, neyin “yanlış” ya da “haklı-haksız” gibi değerleri ve bu değerleri kullanarak çerçevesinde olup bitenlere teşhis koymak, talepte bulunmak, yargılamak, rekabet etmek üzere şekillendirilmektedir. Kişilerarası etkileşimlerde insanı en çok etkileyen, sıkıntı ve sorun yaratanı çatışma; bu yetiştirme biçiminin bir sonucudur. İLETİŞİM SÜRECİ İletişim kavramının anlamı, kullandığı bağlama göre değişmektedir. Yapılan bir literatür taramasında; iletişim sözcüğünün 4500’ü aşkın anlamda kullanıldığı saptanmıştır (Zıllıoğlu, 1993: 4). Bu anlam çokluğunun nedeni, iletişimin yaşamın her alanını kapsamasıdır; öyle ki yaşıyor olmak iletişimde bulunmak demektir. Dolayısıyla bütün düşüncelerimizin, davranışlarımızın ve ilişkilerimizin gerisinde isteyerek ya da istemeyerek alıp-verdiğimiz iletiler vardır. İletişimin sözlü ve sözsüz olanı; bireylerarasında, örgüt ve grup içerisinde ya da kitle ölçeğinde olanı vardır. İletişimin türü ne olursa olsun, sürecin işleyişi şekilde görüldüğü gibidir ve değişmez. Öte yanda; iletişimin fraklı türleri olsa da, iletişim deyince ilk akla gelen insanlar arasındaki iletişimdir. KAYNAK MESAJ (İLETİ) Şekil 1. İletişim Sürecinin Temel Öğeleri ve İşleyişi 77 ALICI Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kişilerarası iletişimde kaynak ve alıcının etkileşimi iletilerin gönderilip alınmasıyla sağlanır. Şekil’de gözüktüğü haliyle süreç son derece basittir. Aslında çoğumuz öyle yani basit olduğunu düşünürüz; çünkü bütün hayatımız boyunca iletişimde bulunuyoruz. Ancak kişilerarası iletişimin aşağıda açıklanan temel özellikleri incelendiğinde; çok basit ricaların bile ne derece karmaşık olduğu görülecektir. Kişilerarası İletişimin Temel Özellikleri Kişilerarası iletişimin saldırganlıkla olan ilişkisindeki derinliği daha iyi kavrayabilmek için sürecin temel özelliklerinin bilincinde olmak gerekir. Aşağıda kişilerarası iletişimin dört temel özelliği kısaca açıklanmıştır. Kişilerarası iletişim kaçınılmazdır İki kişi bir arada olduğunda, iletişimde bulunmamaları mümkün değil. İsteseler de bunu başaramazlar. Diyelim ki bu iki insan iletişimde bulunmamak için özel çaba gösteriyorlar. Bu çabaları aslında iletişimin ta kendisidir. Eğer susuyorsak sessizliği iletiyoruzdur. Sonra hiç sesimiz çıkmasa da jest ve mimiklerimizle, bakışlarımız, duruşumuz... Kısacası bütün vücudumuzla iletişimde bulunuruz. Kişilerarası iletişim geri döndürülemez Söz ağızdan çıktığında onu geri alamazsınız. Tabi ki bu sözler güzelse hiçbir sakıncası yoktur; ama onlar “zehir saçan”, “kırıp-döken” sözler olduğunda fırlatılan ok gibidir. Delip geçer, yaralar insanları. Kişilerarası iletişim karmaşıktır Aslında iletişimin hiçbir biçimi basit değildir. İletişim sürecinde yer alan değişkenlerin çokluğu nedeniyle, basit ricalar bile son derece karmaşıktır. İki kişinin iletişiminde; onların zihinlerinde canlanan en az 6 “insan” sürece dâhil olmaktadır: 1. Siz kendinizin kim olduğunu düşünüyorsunuz; 2. Siz öteki insanın kim olduğunu düşünüyorsunuz; 3. Siz, öteki insanın sizin kim olduğunuzu düşündüğünü düşünüyorsunuz; 4. Öteki insan kendisinin kim olduğunu düşünüyor; 5. Öteki insan sizin kim olduğunuzu düşünüyor 6.Öteki insan sizin kim olduğunuzu düşündüğünüzü düşünüyor. Öte yanda biz iletişim sürecinde düşünceleri değil, o düşünceleri temsil eden sembollerin değiş-tokuşunu yapıyoruz. İletişimi bu da karmaşık kılmaktadır. Sözcükler yani semboller Kişilerarası iletişim bağlamsaldır İletişim izole bir şekilde oluşmaz. Özellikle psikolojik ve kültürel bağlam sürecin gidişatında önemli etkiler yapmaktadır. Psikolojik bağlam, sizin kimliğiniz ve etkileşime ne getirdiğinizle ilgilidir: İhtiyaçlarınız, istekleriniz, değerleriniz, kişiliğiniz vb bütünüyle psikolojik bağlamı oluşturur. Burada “siz” etkileşime giren her iki katılımcı anlamında kullanılmaktadır. 78 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kültürel bağlam iletişimi etkileyen öğrenilmiş bütün davranış ve kuralları kapsar. Eğer siz, uzun süreli göz göze bakışmayı kabalık olarak gören bir kültürden geliyorsanız; göz temasından kaçınacaksınız. Ama karşınızdaki insanın kültüründe gözün içine bakmak güvenirlik ve sadakat anlamına geliyorsa, bir yanlış anlama durumu söz konusudur. Kişilerarası Çatışma İnsanlar bazen; kendileri için olumsuz olacağını düşündükleri bir durumu değiştirmek, engellemek ya da ortadan kaldırmak için iletişim kurmaktadırlar. Bu bağlamda iletişim güç kaynağı olarak kullanılan bir mekanizmadır. Birey hemen ya da belirlediği bir süre sonunda beklediği tepkiyi almak ister. Saldırgan iletişim; beklenen tepkinin alınmadığı durumlarda; ihtiyaç ve isteklerin, muhatabın sağlık ve mutluluğu dikkate alınmadan ifade edilmesi ya da karşılanması yöntemidir. Bu iletişim biçiminde, genellikle başkalarını incitme ve intikam duyguları baskındır. İletişimde sonucun belirleyen iletidir. İleti konuşmadır, susmadır, yazıdır, herhangi bir bakış, jest ya da mimik olabileceği gibi öldürmek üzere çekilen bir silah, bir tekme ya da tokatta olabilmektedir. Dolayısıyla bütün mutluluk ve güzelliklerin de, korku ve nefretin de sebebi onların taşıyıcısı olan iletidir. Ancak unutmamak gerekir iletiyi hazırlayan insandır. Yunus’un “söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı” özdeyişindeki “söz” iletidir, ama sözü söyleyen insandır. İleti bir sonuçtur bir üründür. Önemli olan ve bizim de burada üzerinde duracağımız o ileti ya da iletilerin nasıl oluştuğudur. Biz iletişim davranışımızın nasıl olacağını belirleyen sahip olduğumuz bilişsel şemalarımızdır. Bilindiği gibi şemaları iletişim yoluyla oluşturuyor, sonra dönüp o şemaları kullanarak iletişimde bulunuyoruz. İletişimi şiddete dönüştüren etkenlerden birisi, bize doğru, haklı, adil... diye benimsetilen ve mutlaka uyulması-korunması gereken ahlak yargılarıdır. İletişim ahlaki yargılar içine hapsedildiğinde karşımızdakini ve davranışlarını yargılarız. Yargılar üzerine kurulan iletişimde kaçınılmaz olarak karşıdakini suçlama, aşağılama ve etiketleme olacaktır. Kişilerarası çatışma konuları Kişilerarası çatışmalar çok farklı ortam ya da durumlar için söz konusu olabilmektedir. Buna bağlı olarak konusu ve sınıflandırılması da farklı olmaktadır. Sözgelimi Canary (2003. Aktaran: DeVito, 2011: 160) çatışma ya neden olan konuları şu dört başlık altında toplamıştır. 1. Amaç ya da isteklerin farklılığı (genç kızın evlenmek istediği kişi ile ailenin uygun bulduğu kişinin farklı olması nedeniyle yaşanan çatışma) 2. Para, zaman gibi kaynakların ne için-nasıl kullanılacağı (kadının eşi tarafından ailesine yapılan yardıma itiraz etmesi; eşin gece yarılara kadar kıraathanede zaman geçirmesi, eşin ailesi için zaman ayırmasını istemesi) 3. Alınacak kararlar (paralarını biriktirme ya da gösteriş olsun diye savurma). 4. Birisinin uygun- istendik gördüğü bir davranışı diğerinin yanlış ya da olumsuz bulması (örneğin içki içmeyi erkeğin normal karşılaması, kadının yanlış bulması ya da kadının ayrılmak istemesi, erkeğin buna karşı olması.) KİŞİLERARASI DAVRANIŞ KURAMI VE SALDIRGANLIK Sosyal psikolog Harry Triandis tarafından geliştirilen “Kişilerarası Davranış Kuramı”, ağırlıklı olarak bir davranışı nelerin belirlediği ya da genel olarak hangi etkenlerin davranışa neden olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Kuram özellikle toplumsal ve fiziksel ortamın etkili olduğu karmaşık insan davranışlarını anlama ve açıklamada yaralı olmaktadır. 79 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Birinci aşama Sonuçlara ilişkin inançlar Sonuçların değerlendiril. Normlar Roller Kendilik kavramı Duygular İkinci aşama Üçüncü aşamaz Algılanan sonuçlar Kolaylaştırıcı koşullar Toplumsal etkenler Niyet Duygulanım Geçmiş davranışların sıklığı sıklığı Şekil: Triandis’in Kaynak: GCN, 2009: 32 Davranış Alışkanlıklar Kişilerarası Davranış Modeli. Bu model üç aşamalıdır. Birinci aşama kişisel özellikler ve geçmiş yaşantıların insan tutumlarını biçimlendirmesiyle ilgilidir. İkinci düzey biliş, duyuş ve toplumsal belirleyiciler ile kişisel normatif inançların belirli bir davranışa ilişkin niyeti nasıl biçimlendirdiğini açıklamaktadır. Üçüncü düzey ise davranışla ilgili niyet, geçmiş deneyim ve durumsal koşulların kişinin söz konusu davranışın gerçekleştirilmesindeki etkilerini açıklamaktadır. Bu model davranışın kendisinden başlar ve geriye doğru davranışın belirleyicilerini tanımaya doğru işler. Sununun bundan sonraki kısmında davranışı saldırganlık olarak alalım ve modeli oluşturan kavramları buna göre açıklayalım. Modeli oluşturan kavramların ilki “davranış” tır; yani saldırganlık. Davranış olarak saldırganlık, gerçekleştiği bağlam içerisinde anlam kazanır. Çünkü herhangi bir durum ya da ortamdaki saldırganlık; niyetin, alışkanlıkların ve kısmen de ortamın bir fonksiyonudur. Şimdi bu üç kavrama şiddet özelinde biraz daha yakından bakalım. Niyet Saldırganlığın bilişsel geçmişidir. Saldırganın bilinçli planıdır; kendi öğrenmelerikültürlenmesi sonucunda oluşturduğu bir plandır. Dolayısıyla saldırganlığı hedefleyen davranış örüntüsü, zarar vermek amacıyla düşünülmüş ve planlanmış olma özelliği ile belli bir niyete –zarar vermeye- bağlıdır. Tekrarlamakta yarar var; Niyet rasyonel düşünce, toplumsal normlar ve duygusal faktörlerden etkilendiği için; saldırı niyeti, aslında bir dizi farklı genel niyetlerin bir bileşkesidir. Normlar, belli davranışların doğru, uygun ya da istendik mi; yoksa yanlış, uygunsuz, ahlak dışı ya da istenmedik olduğuna ilişkin inançlar olarak tanımlanabilir. Farklı şekilde söylersek normlar neyin yapılması ya da yapılmamasına ilişkin toplumsal kurallardırlar. Saldırganın sahip olduğu ve şiddet uygulamayı, öldürmeyi öngören özel normlar; esas olarak, saldırganın ait olduğu toplumsal grubun normlarıdırlar. Dolayısıyla normlara aykırı davranmanın sonuçları-bedeli vardır. Roller, Bir grup içerisinde belli bir konumu olan insanın yerine getirmesi gereken davranışlar seti anlamına gelmektedir. Toplumun erkeğe ve kadına yakıştırdığı ve “cinsiyet benlik şeması” olarak zihinlere kazdığı özellik ve davranışlar; onlardan beklenen rollerin ne olduğunu göstermektedir (Gökdağ, 2011: 132). Bu bağlamda bir kadının evini terk etmesi, eşine –onun istemediği-sorular sorması, boşanmaya 80 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kalkışması ya da erkeğine karşı çıkması; Türk toplumundaki egemen ideolojinin kadına şemasıyla örtüşmemektedir. Kendilik imajı, bir insanın kendisini ne kadar değerli gördüğü anlamına gelir. Bireyin kendilik imajının oluşumunda; hangi tutum ve davranışların doğru, uygun ve istendik olduğuna ilişkin düşünceler de etkili olmaktadır. Eğer birey kendisini dürüst olarak düşünüyorsa; onun davranışları, kendisini öyle görmeyen birisinden daha dürüst olacaktır. Kendilik değeri ayrıca, önemli bulduğu ve peşinden gittiği amaçlar anlamına da gelmektedir. Duygular Bir insanın belli bir davranışı düşündüğünde hissettiği duyguyla ilgilidir. Duygulanım, saldırmanın, saldırganda uyandırdığı duygusal durumu temsil etmektedir. Yani evli bir kadının “boşanma isteği”, “evi terk etmesi”, “kocayı şikâyet etmesi” vb davranışların erkekte yarattığı duygulardır. Yine Türkiye’de sıkça tanık olunan genç kızın ya da evli bir kadının yasak ilişki yaşaması karşısında eş, ebeveyn ve yakınların hissettikleri duygulardır. Duygulanım karar vermede az çok bilinçsiz bir girdidir ve içgüdüsel davranış tepkilerince yönetilmektedir. Algılanan sonuçlar, saldırganın uygulayacağı şiddetin neden olabileceği olumlu ya da olumsuz sonuçlara ilişkin algılarıdır. Saldırganın sonuca atfettiği değer, yani karşısındaki insana ne olacağı, nasıl acılar çekeceği onda oluşacak tutumun önemli bir belirleyicisi olacaktır. Sonuçların değerlendirilmesi, saldırganlık kararı aynı zamanda bir kafa yorma işidir. Davranışı etkileyen bütün faktörlerin birlikte düşünülüp, getiri ve götürülerinin dikkate değerlendirildiği bir süreçtir. Evini terk eden kadının öldürülmesi, toplumda” başı dik dolaşma”, “erkek adam” olma “namus gereği” vb değerlerin etkin olduğu bir sonuçtur. Alışkanlıklar Saldırganlığa götüren alışkanlıklar; saldırganın hoş karşılamadığı davranışları bastırmak üzere daha önce denemiş olduğu yollardır. Bu kimi zaman tehditkâr bir bakış, kimi zaman azarlama, kötü söz, fiziksel saldırının çeşitli biçimleri olabilir. Tekrar tekrar kullanıldığı için; zaman içerisinde bir sorun çözme yöntemi olarak benimsenir ve benzer durumlarla her karşılaşıldığında uygulanır. Kişilerarası davranış modelinin birleşenlerine ilişken açıklamalardan şunun açıkça ortaya çıkmış olması gerekir: Bu modelde yer alan kavramlar biri biriyle ilişkili olduğu gibi, davranışın ortaya çıkmasıyla da ilişkilidir. Niyet, toplumsal ve duygusal etkenler kadar ussal kafa yormalardan da etkilenmektedir. Modele göre bir kimse ne bütünüyle düşünüp taşınarak, ne de bütünüyle otomatik bir şekilde nkarar vermektedir. Bir kimse ne bütünüyle bağımsız, ne de bütünüyle toplumsaldır. Davranışlar ahlaki inançlardan etkilenir, ancak bunların etkileri duygusal içgüdü ve bilişsel sınırlılıklarca yumuşatılmaktadır. KÜLTÜREL HEGEMONYA YA DA DEVLETİN İDEOLOJİK AYGITLARI Triandis’in yukarıda açıklanan modelinde insanları şiddete yönelten etkenlerin önemli bir kısmının kültürlenme yoluyla öğrenildiği görülmektedir. Zaten bu nedenle kültürel antropologlar insan için “kültürel hayvan” nitelemesinde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla bireyin içine doğduğu kültürü sorgulamadan insan davranışlarını açıklamaya çalışmak her zaman eksik ve yüzeysel kalmaya mahkûmdur. Bu başlıktaki “kültürel hegemonya” Antonio Gramsci’nin “devletin ideolojik aygıtları” ise Louis Althousser’in ideoloji kavramına açıklamak için kullandıkları anlatımlardırlar. Kadına yönelik şiddete ideolojik açıdan bakılmadıkça sorunun özüne inilemeyecektir. İdeoloji; insanların düşünce ve davranışlarını etkileyen ve çeşitli 81 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kaynaklardan beslenen (Mardin, 1969: 16) ya da belli bir sınıfa ya da gruba özgü inançlar sistemidir. Bell (1960) ise iyasal sistemlerin bir görüntüsü, ördükleri bir ağ olarak tanımlıyor ideolojiyi. Althousse’e göre insanlara ideoloji yükleme adeta otomatik, kendiliğinden gerçekleşmektedir. Egemen ideoloji, varlığını bu otomatik bilinç yüklemeye borçludur. Toplumdaki gelenekler, görenekler, din ve öteki toplumsal alışkanlıklar, kitle iletişim araçları var oldukça ideolojiler de yaşayacaktır. İnsanları okul çağında okul, eğitim sistemi ya da aile denetlerken, olgun yaşta bireyin ideolojik denetimi daha çok din ve kitle iletişim araçlarına geçer. Dolayısıyla insanı biçimlendirip yönlendiren ve denetleyen bu saydığım aygıtlardır. Althousse bunlara devletin ideolojik aygıtları diyor. Bu mekanizmalar aracılığıyla egemen ideolojinin benimsetilmesi, Gramsci’de “kültürel hegemonya” kavramıyla açıklamaktadır. Gramsci “insanı kafasından yakaladınız mı, kol ve bacaklar kolay gelir” diyor. Bu özet bilgiden sonra; aşağıda verilen bir araştırmanın sonuçları dikkate alındığında, Türkiye’nin bu ideolojik gerçekliğinde kadına şiddetin önlenip önlenemeyeceği ya da ne kadar önlenebileceği üzerinde düşünmek gerekir. Dünyanın birçok ülkesinde aynı soru setiyle uygulanan ve dolayısıyla Türkiye’de de tekrarlanan 2011 Dünya Değerler Araştırması’nda sorulan kimi sorular ve alınan yanıtlar şöyledir ( Tekelioğlu, 2011). “Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor” gibi bir “tutum” içeren ifadeyi kabul edenlerin oranı yüzde 39. Daha da acısı, bu cümleyle hemfikir olan kadınların oranıysa yüzde 27. “Bir erkeğin birden fazla karısının olması kabul edilebilir” ifadesini kabul edenlerin oranı yüzde 39; bu ifadeyi kabul eden kadınların oranıysa, düşük ama hâlen yüzde 20 gibi bir seviyede. “Ev kadını olmak da, çalışmak ve para kazanmak kadar tatmin edicidir”. Bu konudaki genel kabul yüzde 54 gibi kadının iş yaşamında neden az bulunduğunu açıklayacak oranda. Bu ifadeye katılan kadınların oranıysa daha da yüksek, yüzde 66. “Ülkede, eğer insanlar iş bulamıyorsa, çalışmak kadınlardan çok erkeklerin hakkıdır” ifadesine kadınların yarısından çoğu (yüzde 54) katılıyor. “Eğer bir kadın, kocasından daha fazla para kazanıyorsa, bu durum evlilikte sorunlara yol açar” ifadesine erkeklerin yüzde 52’si, kadınların yüzde 45’i katılıyor. Peki, yıllar içinde bir değişim olmuş mu? Araştırmanın Türkiye ayağını yürüten araştırmacının yanıtlarına göre; Örneğin, birden çok eş durumunun kabulü 1990’da yüzde 10, 2009’da yüzde 11 iken, 2011 araştırmasında yüzde 23’e yükselmiş. 1996’da kadına gerekirse kocası tarafından şiddet uygulanabilir ifadesi yüzde 19 oranında desteklenirken, 2011’de bu oran yüzde 30 seviyesine yükseliyor. Eğitim sisteminin yeniden yapılanmasıyla getirilecek düzenlemelerin diyelim ki bir 10 yıl sonra yukarıdaki yanıtları nasıl değiştireceğini düşünmek gerekir. Şimdi soruyorum: “bu ideolojik gerçeklikte kadına şiddet önlenebilir mi? Ya da bugünkü düzeyini koruyabilir mi? 82 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara SON SÖZ Şiddet; gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun; bütün dünyada, milyonlarca insanın özellikle kadın ve çocukların yaşamını etkilemeye devam etmektedir. Batılısı doğulusu, yoksulu zengini her toplumun ortak sorunudur şiddet. Temel insan haklarının, eşitlik, gelişme ve barışın önündeki en ciddi engeldir. Ortadan kaldıramadığımız hatta giderek artan şiddet olayları karşısında; ulaştığımız medeniyet düzeyinin ne kadar yüksek olduğunun bir anlamı, bir değeri olabilir mi? Şiddet öyle bir davranış ki vazgeçtim, değiştiriyorum demekle değişmiyor hemencecik. Dahası bireyin kendisine, karşısındakine ve çevresine verdiği tahribat; şiddet uygulayan tarafından kolay kolay anlaşılmıyor. Bu bağlamda tek tek saldırganları suçlamak, onları cezalandırmak Nasrettin hocanın ahırda kaybettiği anahtarı dışarıda aramasına benzemektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde kadına yönelik şiddetin azaltılması amacıyla çıkarılan yasa; elbette caydırıcı olacaktır. Ancak bu yasanın tolumdaki egemen kültürle uyuşmadığını da kabul etmek gerekir. Bu bağlamda şiddetin bireysel ve toplumsal yaşamdaki etkisini azaltmanın yolu, saldırgan davranışa götüren egemen kültürün değiştirilmesinden geçmektedir. Bu kültürün temel birleşenleri arasında; işlevsel olmayan aile yapısı, inanç sisteminden beslenen ahlak anlayışının belirleyici olduğu toplumsal normlar ve roller başta gelmektedir. KAYNAKLAR Bell, D. (1960). The End of Ideology. NewYork: Free Press. ( Kazancı, M. “Althusser, İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Son Söz” içinde, s.9). 22.03.2012 tarihinde internetten alındı. https://docs.google.com/ DeVito, J.A. (20119. Essentials of Human Communication. Seventh Eddition. Pearson. GCN (Government Communication Network). (2009). Communication and Behavior Change. 20 Ocak 2012 tarihinde internetten alındı. http://coi.gov.uk Gökdağ, Rüçhan. (2011). “Toplumsal Cinsiyet”. Sosyal Psikoloji II. Editör: Sezen Ünlü. Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi yayını No:1269. Kazancı, M. Althusser, İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Son Söz. 22.03.2012 tarihinde internetten alındı. https://docs.google.com/ Mardin, Ş. (1966). Din ve İdeoloji. Ankara: SBF yayını. Rummel, R.J. (1979). “Aggression and Conflict Heli ” (Vol. 3) Understanding Conflict and War. Beverly Hills, CA: Sage 20 Ocak 2012 tarihinde internetten alındı. http://www.hawaii.edu/powerkills/CIP.CHAP2.HTM Tekelioğlu, O. (2011) Değerler Araştırması ve Diziler 22 Mart 2012 tarihinde internetten http://www.radikal.com.tr/ Zıllıoğlu, M. (1993). İletişim Nedir? İstanbul:Cem Yayınevi. 83 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA YÖNELİK ŞİDDETE PSİKOLOJİ İÇİNDEN BAKMAK Canani KAYGUSUZ* Melek KALKAN† Özet Tüm dünyada erkek karşısında kadının konumunun daha “zayıf” olduğu bilinmektedir. Ancak ataerkilliğin hüküm sürdüğü coğrafyalarda bu konum “zayıflığı” kadını sadece belli yaşam alanlarından mahrum bırakmamakta; zaman zaman kadının hayatını tehdit eden ve yaşam hakkını gasp eden uygulamalara da zemin hazırlamaktadır. Hatta toplumsal alanda güçlü görünen kadınların bile erkek egemen kültür karşısındaki kaderi gene de fazla değişmemektedir. Bu durum, kadın-erkek ilişkilerinde var olan sorunları sadece sosyolojik anlamda “güç-iktidar” ilişkileriyle açıklamanın eksikli bir bakış açısı olduğuna işaret etmektedir. Kadın-erkek ilişkisindeki sorunları sadece kültürel/sosyolojik faktörlere dayandırmak; bu kültürel faktörlerle yüzlerce yıl içinde biçimlenmiş “kadın” ya da “erkek” olmanın kendine özgü yarattığı psikolojik iklimi göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Bu da, sorunun büyük bir kısmını görmemek anlamına gelmektedir. Bu inceleme, kadın erkek ilişkilerinde, ilişkinin doyurucu biçimde sürdürülmesini zorlayan ve kadının aleyhine işleyen sürecin psikolojik arka planına odaklanmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, “pozitif gelenekten beslenen psikolojinin” ve “psikoanalitik” yaklaşımların kadını nasıl ele aldığı irdelenmektedir. Ayrıca, kadına yönelik şiddetin arka planında yatan “erkek” psikolojisinin anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşünülen, özgüven eksikliği, kıskançlık, “sorunlu sevgi dili”, yetersizlik, kaybetme kaygısı gibi psikolojinin kavramlar da tartışmanın içine katılmaktadır. Anahtar Sözcükler: Şiddet, psikoloji, kadın, ailede şiddet Abstract It is known that the position of women in relation to men is "weaker" throughout the whole world. However; in the geographies of patriarchal reign this positional "weakness" not only deprives the women of certain areas of life but also at times paves the way to practices of threatening the lives of women and usurping the right to life. In fact, within the male-dominated culture even the fate of the women who seem strong in the social field still does not change much. This situation indicates that to explain existing problems within the male-female relations only with "strength-power" relationships in sociological terms would be a deficient point of view. To attribute the problems within the male-female relations only to the cultural / sociological factors; means to ignore the psychological climate which has specifically been created by being the "woman" or "man" that itself has been formed by hundreds of years under the influence of these cultural factors. This in turn means not to see most of the problems. This study aims to focus on the psychological background of the process that goes against the woman and makes the maintenance of a satisfactory relationship between man and woman harder. In this context, how approaches of "the psychology that is fed by positive tradition" and of the "psychoanalytic" addressed the issue of women are scrutinized. In addition, the concepts of the psychology such as lack of self-esteem, jealousy, "the problematic language of love", incompetence, anxiety of losing were also involved to deepen the discussions on the subject. Keywords: Violence, psychology, woman, violence in family Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Samsun, cananikaygusuz@hotmail.com Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Samsun, mlkalkan@gmail.com * † 84 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Türkiye’de, 2011'in ilk 10 ayında 220 kadın öldürüldü. 93 kadın tecavüzü uğradı. Katillerin %71 bu kadınların eşleri. Erkekler Şubat 2012’de 14 ilde 24 kadın öldürdü. Bu kadınlardan 11ini kocası, 3ünü reddettiği erkekler, ikisini ağabeyi, birini babası, biri eski kocası, birini imam nikahlı kocası, birini sevgilisi öldürdü. Kadına yöneltilmiş erkek şiddeti uzun yüzyılların konusu olsa da, konu üzerine akademik olarak eğilerek şiddetin nedenlerini anlama ve şiddeti önleme çalışmaları son yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Gerçi diğer bilim alanlarından farklı olarak kadın konusu psikolojinin ilgisine daha erken zamanlarda girmiş; özellikle psikanaliz bağlamında birçok yönüyle tartışılmış ve “kadınlık hali”ne ilişkin sonraki yıllardaki bakış açılarını güçlü biçimde etkileyen tartışmalar yürütülmüştür. Ancak, gerek diğer bilim alanları gerek psikolojinin konu üzerinde farklı görüşler geliştirmesi ve bu konudaki tartışmaların çeşitliliği son 70 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Konunun son 70 yıldır çok yönlü tartışılmasının ana nedeni, dünyada gelişen insan hakları hareketi ve bu hareketler içinde özellikle kadın hareketinin 1960’lı yıllardan itibaren kazandığı ivmedir. Yükselen kadın hareketi, kadının toplumsal yapı içindeki eşitsiz konumundan hareketle, kadın konusundaki egemen paradigmanın parçalanması için yaşamın her alanında kadınla ilgili yeni değerlerin üretilmesine çok güçlü katkı sağlamıştır (Mellor, 1993). Yine de kadının toplumsal konumunu güçlendirme çalışmaları, ancak 1990’lı yıllarda uluslararası kuruluşların gündemine girmiş ve 1993’de Birleşmiş Milletlerde, “Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Beyannamesi” imzalanmıştır. 1. Psikoloji Kadına Nasıl Bakmaktadır? Psikolojinin kadına bakışını sistematik biçimde sınıflandırmak; kadına yönelik ilgisinin ayrıntılarını değerlendirmek kolay değildir. Çünkü psikolojinin kadına ilgisi, kadınla ilgili değerlerde meydana gelen değişime bağlı olarak kadının zaman içinde değişen konumundan etkilenmiştir/etkilenmektedir. Ancak genel olarak bakıldığında psikolojinin kadını araştırma nesnesi olarak incelediği, bunu da gene genel hatlarıyla, pozitivist paradigma içinde kalarak ve psikanaliz eksenli çalışmalar aracılığı ile yürüttüğü görülür. 1.1. Pozitivist Paradigma İçinde Araştırma Nesnesi Olarak Kadın Günümüzde psikoloji kadınla ilgili araştırmalar sürdürürken, genelde kadını bir araştırma nesnesi olarak değerlendirmeye yönelmektedir. Bu araştırmalarda kadın ya da erkek olma bağımsız bir değişken olarak ele alınmakta ve cinsiyetin etkileri ya da sonuçları incelenmektedir. Gerek Türkiye’de gerek yurtdışında daha çok pozitivist paradigmaya bağlı olarak yürütülen çok sayıda niceliksel çalışmada cinsiyetin çeşitli değişkenlerle ilişkilerine yer verilmekte ve “cinsiyet psikolojik yardım almayı etkilemekte midir” (Türküm, 2005); “cinsiyetle psikopatoloji ilişkili midir” (Özfırat,2007) türünden sorulara cevap aranmaktadır. Bu çalışmaların büyük bir çoğunluğunda cinsiyet demografik bir değişken olarak nitelendirilmekte; cinsiyetin psikolojik sağlamlıkla (Önder ve Gülay 2008 ), psikolojik belirtilerle (Alver, 2011), atılganlıkla (Erdoğan ve Uçukoğlu, 2011), tükenmişlikle (Aslan ve ark., 1997) ve benzeri psikolojik süreçlerle ilişkileri değerlendirilmektedir. Bu çalışmalarda ele alınan cinsiyet, tıpkı yaş, sosyo-ekonomik durum, eğitim gibi tasarlanmakta, cinsiyetin kendine özgü kültürel doğası üzerine herhangi bir değerlendirme yapılmamaktadır. Cinsiyetin pozitivist paradigma içindeki bu türden bir tasarımı her ne kadar cinsiyetle ilişkili değişkenlerin anlaşılmasını kolaylaştırsa da, cinsiyeti biyolojik özelliklerinden ayırıp kültür içinde yeniden üreten durumları göz ardı etmesi nedeniyle, 85 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara cinsiyetin ve kadının toplumdaki konumunun anlaşılmasına fazla katkı sunmamaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramını görmezden gelen bu çalışmaların bazıları (Yılmaz ve ark., 2009; Vefikuluçay ve ark., 2007; Dökmen, 2004) cinsiyet rollerine eğilmekte; bu cinsiyet rollerinin kültürel bir yapı içinde nasıl oluştuğu ve bu yapının bireyi nasıl etkilediği irdelenmektedir. Ancak, cinsiyet rolleri üzerine yapılan bu çalışmalar, kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik özellikleri, rol ve sorumlulukları olarak tanımlanan (Akın ve Demirel, 2003) toplumsal cinsiyeti tam olarak kapsamamaktadır. Bu yüzden toplumsal cinsiyet rolleri çalışmaları kadının içinde bulunduğu eşitsiz konumu deşifre etmede fazla bir rol üstlenememektedir. Baskın “güç” ilişkileri içinde şekillenen “kadın olma” hali, egemen pozitivist paradigma içinde deşifre edilemediği gibi zaman zaman yeniden üretilmekte; kadın olma ile psikolojik durum arasında kadının aleyhine olan bulgular (Özgüven, 1990; Yanbastı, 1990; Kaya ve Ünal, 2006; Dolbier ve ark., 2007), sanki kadının toplumsal konumundan değil de, kadın olmasından kaynaklı bir süreçmiş gibi yeninde üretilmektedir. 1900’lü yılların ilk çeyreğinde insana ilişkin egemen söylemin dışında, dönemin entelektüel çevrelerinin bile kabullenmekte zorlandığı bilgiler üreten psikanaliz bile, kadının içinde bulunduğu duruma ilişkin bilgi üretirken muhafazakar davranmış (Breger, 2001), aşağıda tartışılacağı üzere kadının içinde bulunduğu durumu erkek cinsel organına duyduğu imrenmeyle açıklama indirgemeciliğinden kendini kurtaramamıştır. 1.2. Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Psikolojik Açıklamalar Kadına şiddet konusunda yapılan irdelemelere bakıldığında durumun daha karmaşık hale geldiği görülür. Aile içi şiddetin yaygınlığı, şiddetin çok faktörden etkilenmesi ve kültürel kodların şiddete yüklediği anlam, psikolojide konuya ilişkin birbiriyle bağlantılı çok sayıda kuramsal görüşü ortaya çıkarmıştır. Kurst-Swanger (2003), bu kuramları dört ana başlıkta ele almayı önerir: Biopsikopatolojik modeller; sosyokültürel modeller, sosyopsikolojik modeller ve çok boyutlu modeller. Bu kuramsal modellerin oluşmasına başlangıçta farklı araştırmalar katkıda bulunsa da, birçok araştırma bu kuramları temel alarak şekillenmiştir. Biyopsikopatolojik modellerin ağırlıklı olarak, şiddet uygulayanın ve/veya şiddete maruz kalanların bireysel bio-psikopatolojilerine ve/veya bireylerin kişilik özelliklerine odaklanmaktadırlar. Bu bağlamda bu modeller, şiddetle genetik yatkınlık, endokrin yapılar, beyin disfonksiyonları (Greene ve ark, 1997) ya da şiddet uygulayanların veya mağdurların kişilik özellikleri ve kişilik sorunları üzerinde durmaktadırlar ve indirgemeci olmakla eleştirilmektedirler. Sosyo-kültürel modeller, aile içi şiddetin sosyal, kültürel ve politik temellerine dikkat çekilmeden bu olgunun açıklanamayacağını öne sürmektedirler. Aile içi şiddet varyansının %90’ının sosyal faktörlerle açıklanabileceğini belirten çalışmaların varlığı (Gelles ve Maynard,1987) bu görüşe yaygın destek sağlamaktadır. Kendi içinde alt modellere ayrılan bu yaklaşımda, toplumdaki yoksulluk, issizlik ve eşitsizliklerin, dezavantajlı grupların birbirlerine yönelik şiddeti destekleyen kültürel normlarla ilişkisine eğilmekte (Kurst-Swanger, 2003); toplumun şiddet kullanımının farklı bağlamlarda (örneğin militarizmin destek bulduğu kültürlerde) onaylanmasının ev içi şiddeti arttırdığını iddia etmektedir. Feminist kuram ve çalışmaların da içinde yer aldığı bu modelde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı bu yapının varlığı aile içi şiddetin temel kaynağı olarak değerlendirilmekte; ataerkil sistemin erkeğin kadınlar üzerindeki ayrıcalıklı egemen konumunu ekonomik, politik ve legal bağlamda sürdürdüğü sürece aile içi şiddetin önünün alınamayacağına vurgu yapmaktadır. 86 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Sosyo-psikolojik modellerin, aile içi şiddeti, aile yapısı ve aile bireylerinin etkileşimlerini bir arada ele alarak açıklarlar (Kurst-Swanger, 2003). Bu model içinde travmatik bağlanma, stres, sosyal değiş-tokuş, kaynak ve sosyal öğrenme kuramları yer alır. Bu kuramların her birinin aile içi şiddete ilişkin teorik formülasyonları farklı olsa da genel olarak model, hem mağdur hem failin, suç, sorumluluk, güç ve güvenle ilgili bilişsel çarpıtmalarının olduğunu, mağdurun kendine şiddet uygulayan kişiye patolojik bağımlılık geliştirdiğini (Herman, 1997); aile içinde ekonomik, sosyal veya kişisel gerilim düzeylerinin artmasının şiddeti arttırdığını; diğerlerinin istismar edilmesi durumundaki yaptırımların gevşekliği; aile ilişkilerinde, karar verme gücünün büyük oranda her bir üyenin aileye sağladığı kaynakla doğrudan ilişkili olduğu ve nihayet şiddetin sosyal ilişkiler içinde öğrenilip aktarıldığını iddia eder. Modelin aile şiddeti ve doğal olarak kadına yönelik şiddet konusuna en önemli katkısı şiddetin aktarılmasında ailenin döngüsel rolüne ilişkindir. Şiddet döngüsünün öğrenilmiş saldırganlıkla bağı üzerinde de duran kuram, çocuklukta aile içi şiddete maruz kalmanın, aile içi şiddetin gelişimini etkilediğini ve yetişkinlikte şiddet uygulayıcısı veya kurbanı olmanın çocukluktaki örnek alma davranışlarıyla ilişkili olduğunu savunmaktadır. Aile içi şiddet konusunda yapılan çalışmalarda bazı faktörlerin tutarlı biçimde aile içi şiddeti açıklama gücü varmış gibi gözükse de, bu açıklamalar aile içi şiddeti ve özellikle kadına yönelik şiddeti anlamaya yetmemektedir. Son yıllarda çalışmalar ağırlıklı olarak çok boyutlu modellere kaymıştır. Bu bağlamda, ‘genel sistemler kuramı’ ve “ekolojik kuramlar” konuyu daha ayrıntılı değerlendirme gücüne ulaşmıştır. Günümüzde aile içi şiddeti, sistemin bir ürünü veya çıktısı olarak yani bir sistem problemi olarak ele almanın (Kurst-Swanger, 2003) ve psikolojik (bireysel), sosyopsikolojik (aile içi etkileşim), ve sosyolojik (toplumsal) faktörlerin birlikte değerlendirilmesinin daha kapsamlı bilgi sağlayacağı varsayılmaktadır. Çok boyutlu yaklaşım, farklı kuramsal yaklaşımlar tarafından vurgulanan ailedeki çatışma düzeyi, toplumda yüksek şiddet düzeyi, kaynakların kontrolü, şiddetin kuşaklar arası geçişi, çekirdek ailenin izolasyonu, şiddeti meşrulaştıran kültürel normlar, toplumun cinsiyetçi organizasyonu gibi çeşitli bileşenleri bir arada ve birbirleriyle etkileşim içinde ele alır (Levinson, 1989) ve şiddetin, sistemi düzenleyen ve stabilize eden roller, ilişkiler ve geribildirim mekanizmaları yoluyla sürdürüldüğünü öne sürer. 2. Psikanaliz ve Kadın Psikanalizin çalışma odağının özünde cinsiyet ve cinsellik olguları yer alır. Psikanaliz ruhsallığın temeli olan bilinçdışının içeriğinde “kadın oluş”, “erkek oluş” ve bu olguların cinsellikte bir araya gelişleri ile ilgili düşlemler (fanteziler) olduğunu ileri sürer. Freud’un eserleriyle şekillenen bu kuramsal bakış çeşitli eleştiriler görmüş, revizyondan geçmiştir. Freud’un kuramında kadın hastanın kliniği önemli bir yer tutar. Daha çok histerik kadının çözümlenmesi üzerine odaklanan klasik analiz deneyimleri kadının dramını, “penissiz çocuk olma”da görür. Sonraları “cinsel monizm” veya “fallosantrizm” adları verilen bu bakışa göre, kız çocuk, penise sahip olmadığını anlayınca, erkek organına engelleyemediği bir haset duyar ve bu haset tüm psikocinselliğe egemen olur (Hall,1999). Aslında ruhsallık ve cinsellik konusuna yoğunlaşan tek bir psikanalizden bahsetmek mümkün olmadığı için, psikanalizin kadına bakışında da tek bir görüşün olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Her ne kadar “kadın ya da erkek oluş” cinsel organların fark dilmesiyle başlayan ve buna bağlı olarak yaşanılan yoğun cinsel fantezilerle şekillenen bir temel üzerine kurulsa da, “kadın ya da erkek” olmanın salt 87 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara biyolojik karşılığı yoktur; bu “oluşun” simgesel dünyada bir karşılığı vardır (Walker, 2002). Kadın ya da erkek olma her şeyden önce değer sistemleri içinde kurulur, yani kadınlık hali kadının kadın olarak biyolojik varlığına değil, onun simgesel dünyadaki anlamına karşılık gelir. Simgesel dünya, biyolojik varlığın sosyal dünyadaki karşılığıdır ve dil üzerinden biçimlenir. Kadının sosyal alanda simgesel karşılığı ağırlıklı annelik üzerine oturtulmuştur. Babanın soy zincirine tabi olacak çocuk yapmak ve çocuğa kendi babası tarafının değerlerini ben-ideali alarak aktarmak bu annelik görevi içinde yerine getirilir (Cournut, 2001). Kadının anne olarak simgesel kurulumu, kadını toplumsal değer hiyerarşisi içinde çoğu kez onun aleyhine işleyen bir konuma hapseder. Annekadın olarak kadının bu toplumsal konumu eğretidir. Kadını toplumsal alanda zayıf düşürür. Keza bu konumlanma, ruhsal alanda da “penis yokluğunun” çocukluk dramıyla kadının bilinç dışından kadını zorlar (Alptekin, 2001). Ortaya çıkışından itibaren birçok konuda radikal fikirler öne süren Psikanaliz, 1930’lu yıllara gelindiğinde bile, kadınlık konusunu hala bilinmezliklerle dolu, karanlık bir alan olarak görmekteydi. Freud, her iki cinsiyetteki çocuk için de, tanınan tek cinsel organın erkek cinsel organı olduğu görüşünü hep korumuştur (Gürdal,2001). Freud, kadının erkek cinsel organına sahip olmadığını anlamasının yarattığı hayal kırıklığı telafi etmek üzere babaya yönelmesini ve babayla “birleşerek” ondan bir çocuk sahibi olma fantezisini kadın olmanın zorunlu geçiş alanı olarak tanımlamıştır. Ona göre kız çocuğunun babadan çocuk yapma arzusu, babanın aslında kendine zarar vereceği korkusuyla birleştiğinden, kız çocuğu babaya yönelik çift değerli duygular yaşar. Bu karmaşanın çözümü anneyle özdeşlemeden geçer. Bu andan itibaren ve özellikle ergenlik döneminde erkeklerle ilişkisini annenin rol modelleri üzerinden kurar. Bu karmaşanın çözülmemesi, yetişkin bir kadın olduğunda da babanın yerini alacak olan erkeğe karşı da kadın çift değerli duygular taşımayı sürdürür (Abrevaya, 2001). Kız çocuğu ancak anneyle işbirliği yapıp, erkeklerin iyiliği ve gelişimi için çalışması gerektiğine ilişkin anne tarafından aktarılan anne-kadınlık rollerini sürdürebildiği durumda karmaşadan kısmen kurtulmuş, yoğunluğu azalmış duygularla yaşamı devam ettirebilir. Psikanalizin “penis imrenmesi” üzerine oturttuğu cinsiyet gelişimi, psikanaliz içindeki kadınlar tarafından eleştiriye uğramıştır. Horney (1995) Freud’un açıklamalarını kültürel yapıyı göz ardı ettiği için eleştirmiş; kadın ya da erkek olmanın kültürel karşılıklarını atlayarak, organ eksikliği kıskançlığının ve bunun aile içinde yarattığı karmaşık ilişki sistemlerinin (odipal çatışma ve fanteziler gibi) cinsiyet kimliğini belirlediği görüşüne karşı çıkmıştır. Kadının eksikli olduğu görüşünün cinsiyetçi olduğunu savunan Horney, meselenin “penis kıskançlığında” değil, “erkeklerin kadınların doğurganlık ve annelik özelliğini kıskanması” ve bu kıskançlıkla kadını sürekli aşağılamaya yönelik toplumsal ilişki sistemleri inşa etmesiyle açıklamanın daha uygun olacağını savunmuştur. Feminist teorilerinde yoğun olarak eleştirdiği psikanalizin kadına bakışı, zaman içinde önemli değişiklikler geçirse de, özünde Freud’un (2006), cinsellik üzerine yazdığı denemelerde ana fikrini sunduğu, kadının eksikli doğduğu ve bunu fark ettiği andan itibaren neredeyse tüm hayatını bu eksikliğin giderilmesi fantezileri üzerine kurduğu biçimindeki temel görüşünden çok ta ayrılmamıştır. Psikanalizin kadına ilişkin açıklamalarında ev içi şiddetin ya da erkeğin kadına yönelik şiddetinin neden kaynaklandığı pek sorgulanmaz. Saldırganlıkla ilgili önemli çalışmalar yapan Freud, insanda içgüdüsel olarak saldırganlık duygularının olduğundan bahseder. Ona göre, yaşam ile ölüm iç içedir ve saldırganlık duyguları yıkıcı, yok edici 88 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara erkeklerin biyolojik yapılarından kaynaklanmaktadır (Hall,1999). Bireyin özellikle çocukluğundaki deneyimleri ile saldırganlık duyguları birleşmesi, şiddetin yönünü ve oranını belirlemekte; şiddet, kişiliği asan cinsel itkiler ve kişinin öz korunmasını hedefleyen nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda ask ve nefret simetrik konumdadır. Ask, cinsel itkiler kapsamında kendine alan ararken, “ben”in varlığını sürdürme ve kendini kabul ettirme arzusu nefreti körükler ve bireyi saldırganlaştırır (Freud, 2011). Kuram, bazı psikolojik özelliklerin; örneğin nevrotik, psikotik, psikopatik kişiliklerin şiddeti uygulayanı teşvik ettiğini öne sürmektedir. Klein (2011), Freud’un kavramlarını daha da ileri götürerek, Çocukluk gelişimi başladığı andan itibaren ölüm itkisinin belli oranlarda dışlanarak nesnelere çevrildiğini; böylelikle dış dünyaya yönelik sadistik tepkilerin daha yaşamın ilk evrelerinde çocuğun kendini kendi sadizminden koruması için şekillendiğini öne sürmektedir. Bu sadizmin üstesinden ancak başarılı bir cinsel gelişimin gelebileceğini savunan Klein, cinsel gelişimin duraksamasının saldırganlığı tetiklediğini iddia etmekte, aile içi şiddeti de bu eksene yerleştirmektedir. Çok genel olarak bakıldığında psikanaliz, kişiler arası bir fenomen olarak örselenmeye ilişkin henüz bir analiz sunmamıştır, dolayısıyla aile içi şiddetin nasıl ortaya çıktığına ilişkin ayrı bir açıklama gösterememiştir (Walker, 1986). SONUÇ VE TARTIŞMA Kadın olma haline ve kadına yönelik şiddete ilişkin psikolojinin değerlendirmelerini içeren bu inceleme, kadına ve ona yöneltilen şiddete tek bir merkezden bakılmadığını göstermektedir. Bir ucunda kadın olgusunu sadece biyolojik temele indirgeyerek açıklayan ve kültürel öğeleri göz ardı eden Freudyen bakışın, öte ucunda kadının toplumsal cinsiyet üzerinden kurulan bir olgu olduğuna dikkat çeken feminist görüşlerin olduğu bir yelpaze üzerinde temsil edilen kadın incelemeleri aslında konunun tartışmasının bitmediğini ve hiç bitmeyeceğini de göstermektedir. Bu inceleme bağlamında kadın ve kadına yönelik şiddet irdelendiğinde, psikolojide bir cinsiyet değişkeni olarak kadını ele alan pozitivist paradigmanın son zamanlarda ülkemizde yapılan çalışmalarda da sıklıkla rastlanılan bir tavır olduğu görülmektedir. Kadını toplumsal cinsiyet temelinde irdeleyen ve kadına yönelik şiddeti sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik bağlamlarda irdeleyen bazı çalışmaların ve kuramların varlığı, kadın üzerine yapılan çalışmalarının oldukça geniş alana yayıldığını da göstermektedir. Daha çok sosyoloji ve sosyal psikolojik irdelemelerin temelinde yer alan ve kadının çok yönlü kültürel etkileşim içinde ve sistem yaklaşımları temelinde incelenmesini hedefleyen çalışmalar ise, indirgemeci yaklaşımların sınırlamalarına dikkat çekmekte; kadını, -ona yönelik şiddeti anlamakta dahil- anlamak için, kadını her koşul altında var kılan bütün öğelerin birlikte anlaşılmasının gerekli olduğunu savunmaktadır. Psikolojide kadın konusunda ilk incelemeleri yapan Psikanaliz, kadını, daha çok analist-analizan ilişkisi içinde gelişen çalışmalarla irdelemiştir/irdelemektedir ve bu bağlamda aslında “nevrotik kadın” üzerinden kadına ilişkin bilgi edinmiş/edinmektedir. Görünen o ki, kadının toplumsal konumunu daha derinden inceleyen ve onun kişilik özeliklerini şekillendiren ve ilişki sistemlerini belirleyen çok disiplinli çalışmalara duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Bu türden çalışmalara psikoloji yer açmadıkça, bu alanda ürettiği bilgi kısır kalmaya devam edecek gibi gözükmektedir. 89 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kaynakça Abrevaya, E. (2001). Anneden Kıza Kadınsılığın İletimi. (Ed. T. Parman), Psikanaliz Yazıları 2 (sayfa 43-53). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Akın, A., Demirel, S. (2003). Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkileri. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Halk Sağlığı Özel Eki, 25, 4, 73– 83. Alptekin, G. (2001). Kadınlarda Üstbenlik Gelişimi. (Ed. T. Parman), Psikanaliz Yazıları 2 (sayfa 17-31). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Alver, B. (2011). Üniversite öğrencilerinin sosyodemografik özelliklerine göre psikolojik belirtileri. Eğitim Araştırmaları Dergisi, 43, 2-15. Aslan S. H., Aslan. R. O., Alparslan. Z. N., Gürkan. S. B. ve Ünal. M. (1997). Hekimlerde Tükenmede Cinsiyetle İlişkili Etkenler. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 22, 2, 132-136. Breger, L. (2001). Freud, Görüntünün Ortasındaki Karanlık (Çev: A. Biçen). İstanbul: YKY. Cournut, J. (2001). İletimde Kadının Rolü. (Ed. T. Parman), Psikanaliz Yazıları 2 (sayfa 39-42). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Dolbier,C.L., Simith,S.E., Steinhardt,M.A. (2007). Relationship of protective factors to stress and symptoms of illness. American Journal of Health Behavior, 31,4, 423433 Dökmen, Y.Z. (2004). Toplumsal cinsiyet sosyal psikolojik açıklamalar. Ankara: Sistem Yayıncılık. Erdoğan,Ö. Ve Uçukoğlu, H, (2011). İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Anne-Baba Tutumu Algıları İle Atılganlık Ve Olumsuz Değerlendirilmekten Korkma Düzeyleri Arasındaki İlişkiler. Kastamonu Eğitim Dergisi, 19,1, 51-72. Freud, S. (2006). Cinsellik Üzerine. (Çev. E.Kapkın), İstanbul: Payel Yayınları. Freud, S. (2011). Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları. (Çev. A.Yardımlı), İstanbul: İdea Yayınları. Gelles, R.C., Mayrand, P.E. (1987). A structural family system approach to intervention in cases of family violence. Family Relations, 36, 3, 270 – 275. Greene, A.F., Lynch, T.F., Decker, D., Coles, C. (1997). A psychobiological theoretical characterization of interpersonal violence offenders. Aggression and Violent Behavior, 2, 3, 273 – 284 Gürdal, A. (2001). Psikanalizde Kadınlık Üzerine İlk Görüşler. (Ed. T. Parman), Psikanaliz Yazıları 2 (sayfa 11-16). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Hall, S.C. (1999). Freudyen Psikolojiye Giriş. (Çev: E Devrim), İstanbul: Kaknüs. Herman, J.L. (1992). Trauma and Recovery-The aftermath of violence-from domestic abuse to political terror. Basic Boks, New York. Horney, K. (1995). Kadın Psikolojisi, (Çev. S. Budak), Ankara: Öteki yayınevi. Kaya, Y. ve Ünal,S. (2006). Psikotik bir hastalık durumunu açıklama ve çare arama davranışında cinsiyetin rolü. Anatolian Journal of Psychiatry, 7, 197-203. Klein, M. (2011). Haset ve Şükran. (Çev. O. Koçak ve Y. Erten). İstanbul: Metis Yayınları. Kurst-Swanger, K. (2003). Violence in the Home : Multidisciplinary Perspectives. Cary, NC, USA: Oxford University Press. Levinson, D. (1989). Family Violence in Cross-Cultural Perspective. California: Sage Publications. 90 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Mellor, M. (1999). Sınırları Yıkmak, Feminist Yeşil Bir Sosyalizme Doğru. (Çev: O. Akınay) İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Önder,A.,ve Gülay, H. (2008). İlköğretim 8.sınıf öğrencilerinin Psikolojik sağlamlığının çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Dergisi, 23, 192-197. Özfırat, Ö. (2007). Malatya İl merkezinde Lise Son Sınıf Öğrencilerinde depresyon prevalansı ve etkileyen faktörler. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Malatya Özgüven, E. (1990). Yurtlarda Kalan Üniversite Öğrencilerinin Sağlık ve Psikolojik Sorunları. İzmir, 5. Ulusal Psikoloji Kongresi, 8, 53. Türküm, A. S. (2005). Who seeks help? E amining the differences in attitude of Turkish university students toward seeking psychological help by gender, gender roles and help-seeking experiences. The Journal of Men’s Studies, 13, 389-401. Yanbastı, G. (1990). Kız ve Erkek Üniversite Öğrencilerinin Kendi Ruh Sağlıklarını Değerlendirmeleri: Bir Karşılaştırma. İzmir, 5. Ulusal Psikoloji Kongresi, 8, 45. Yılmaz, V. D., Zeyneloğlu,S., Kocaöz,S., Kısa,S., Taşkın,L., Eroğlu, K. (2009). Üniversite Öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin görüşleri. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6,1, 776-792. Vefikuluçay, D., Demirel, S., Taşkın, L., Eroğlu, K. (2007). Kafkas Üniversitesi son sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bakış açıları. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 14, 2, 12–27. Walker, L.E.A. (2002). Psychology and battered women’s movement. Journal of Trauma Practice, 1, 1, 81-102. 91 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA YÖNELİK PSİKOLOJİK ŞİDDETİN BOYUTLARININ BELİRLENMESİ ve DEĞİŞKEN DURUMLARA GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ: RİZE İL ÖRNEĞİ Ömer KESKİN* Özet Kadına yönelik psikolojik şiddet; kadına bağırmak, hakaret etmek, onu aşağılamak, başka kadınlarla kıyaslamak, kıskanmak, nasıl giyineceğine, nereye gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kadınlara veya çocuklara zarar vermek, ölüm ile tehdit etmek, onu diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak, kendini geliştirmesine engel olmak, yaşadığı şiddetin sorumlusu olarak görmek, kültürel farklılıklarını reddetmek, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü muamelede bulunulması gibi anti demokratik ve insan haklarına aykırı süreçleri içeren uygulamalardır. Bu araştırmanın amacı; kadına yönelik çağdışı bir uygulama olan psikolojik şiddetin bilinen varlığının boyutlarını belirlemektir. Kadına yönelik psikolojik şiddete maruz kalma sıklığının kadınların; yaş, eğitim düzeyi, medeni hal ve şiddetin uygulandığı yer gibi değişkenlere göre bir farklılık gösterip göstermediğinin belirlenmesi ise alt amaçlardır. Bu amaçla Rize il genelinde Nicel Araştırma Yöntemi ve Anket Tekniği kullanılarak değişik yaş, eğitim düzeyi ve medeni hal durumdaki 15 -60 yaş arası kadınlara ulaşılmıştır. Psikolojik şiddetin; kadınların medeni hallerine göre,yaş seviyelerine ve şiddete maruz kalınan yere göre değişiklik gösterdiği,ancak kadınların eğitim düzeylerine göre değişiklik göstermediği bulgularına ulaşıldı. Ankete katılan kadınların yaş, eğitim düzeyi, medeni hal, şiddete maruz kalınan yere ilişkin elde edilen bulgular ayrıştırılıp tablo haline getirilmiştir. Önce örneklem içinde psikolojik şiddet gören kadınların, şiddet görmeyenlere oranı belirlenmiştir. Yaş seviyeleri, medeni halleri ve eğitim düzeyleri ile şiddete maruz kalma arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırma neticesinde elde edilen bulguların ışığında; toplumda demokrasi kavramının yerleşmesi ve uygulanabilmesine yönelik süreç eğitimlerinin verilmesi, bu konuda her türlü Sivil Toplum Kuruluşları ve derneklerin aktif hale getirilmesi, kadınları daha çok koruyan ve şiddete karşı güçlendiren yasal değişikliklerin bu kurumlarla iş birliği halinde hazırlanması, kadınların bilinçlenmesi için seminer, konferans, panel gibi eğitsel çalışmalar ve bunları tamamlayan sosyal kültürel çalışmaların yapılması önerilmiştir. Anahtar Sözcükler: Kadına Yönelik Şiddet, Şiddet, Psikolojik Şiddet, Kursiyer, Sivil Toplum Örgütü, Rize Abstract: Psychological violence against woman can be defined as a kind of series of antidemocratic treatments such as shouting,insulting,humiliating,comparing her with other women, being jealous, deciding the way she get dressed and the places she goes, to whom to chat with,also giving harm to her children and herself, threating her with death, limiting her relations with others, preventing her self-development process, 92 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara accusing her for being responsible for the violence she faces, ignoring her cultural differances and making pressure or for that reason facing bad treatments. The main purpose of this study is to determine the existence of pysicological violence against women. The lower goals of the study is to determine If women, facing psychological violence, varies according to their age,education level and marital status. For this purpose the Rize province-wide Quantitative Research Method and Survey Technique using different age, educational level and marital status was reached to women between the ages of 15-60. Psychological violence; According to the condition of women, and the violence of the civil code, age level, but that changes according to where incurred by training women to change the clocks on the findings has been reached. The findings of the research,releated to the women surveyed, are disseminated and tabulated according to their age, education level, marital status and the exposure to violence. First, the rate of the women facing violence and non-facing violence is defined. Also, the relation between women’s age, marital status, education level and facing violence is examined. In the light of the findings of the research, educating the society about the concept of democracy to apply it in their lives, activating all kinds of NGOs and associations, making legal changes to strenghten and to protect women in corporation with these associations and NGOs, making educational seminar, conferences, panels and other supportive socio-cultural studies, are recommended. Key words: The Violence For Women,Violence, Psychological Violence, Trainees, Non- Governmental Organizations, Rize. GİRİŞ Kadına yönelik şiddet, çeşitli biçimlerde günümüzün en ciddi toplumsal sorunlarından biri olarak asırlardan bu yana da tüm dünyada maalesef varlığını göstermeye devam ediyor. Kadına yönelik psikolojik şiddet ile kadınların medeni hali,yaşı,eğitim düzeyi ve şiddete maruz kaldıkları yere göre değişiklik gösterip göstermediğini belirlemek için bu araştırma sonuçları Acar ve Dündar tarafından “İşyerinde Psikolojik Yıldırmaya (Mobbing) Maruz Kalma Sıklığı İle Demografik Özellikler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi” adlı araştırmanın sonuçları ile benzerlik göstermektedir (Acar, ve Dündar,2008:37/2). Televizyon, radyo, internet, gazete ve dergilerde her gün bir örneğine rastladığımız, kadına karşı şiddetin psikolojik boyutu, sadece bizim toplumumuzda değil doğudan batıya, Amerika’dan Avrupa Birliği Ülkelerine, gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kadar birçok ülkede toplumsal yara haline gelmiştir. 15–60 yaş aralığındaki değişik yaş, medeni hal, eğitim düzeyindeki kadınların şiddete maruz kalması olayın gerçek boyutunu öne çıkarmaktadır. Ülkemizde de yaşamın bir çok alanında tanıklık ettiğimiz kadına yönelik psikolojik şiddetin, kişiler üzerinde moral bozukluğu, kaygı,performansta düşme, stres ve strese bağlı psikolojik ve fizyolojik birçok rahatsızlığı da beraberinde getirdiği bilimsel bir 93 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gerçektir.Kadına karşı psikolojik şiddet onun sadece fiziksel ve ruhsal sağlığını değil aynı zamanda üretkenliğini de olumsuz yönde etkilediği adı geçen çalışmada da belirtilmiştir. KADINA YÖNELİK ŞİDDET Kadına yönelik şiddetin bir çok tanımı yapılmıştır.Bunlardan en son ve resmi olanı ise Birleşmiş Milletler tarafından yapılmış olanıdır. Birleşmiş Milletler, Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde kadınlara yönelik şiddeti; "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" (1. madde) şeklinde tanımlamıştır. Bildirge, önsözünde kadınlara yönelik şiddeti, "erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir göstergesi" ve "erkeklerle karşılaştırıldığında kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın çok önemli toplumsal mekanizmalarından biri" olarak tanımlamaktadır Kadına Yönelik Uygulanan Şiddetin Türleri Kadına yönelik şiddetin toplumlardaki görünümleri fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel ve sosyal şiddet (İzole ederek) şeklinde olmaktadır. Türkiye’de yapılan araştırmalar her üç kadından en az birinin kocası tarafından fiziksel şiddete, birinin de psikolojik şiddete uğradığı belirlenmiştir. Psikolojik Şiddet Genel anlamda Kadına yönelik psikolojik şiddet; kadına bağırmak, hakaret etmek, onu aşağılamak, başka kadınlarla kıyaslamak, kıskanmak, nasıl giyineceğine, nereye gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kadınlara veya çocuklara zarar vermek, öldüm ile tehdit etmek, onu diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak, kendini geliştirmesine engel olmak, yaşadığı şiddetin sorumlusu olarak görmek, kültürel farklılıklarını reddetmek, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü muamelede bulunma gibi anti demokratik süreçleri içeren uygulamalar şeklinde tanımlanabilir. PROBLEM DURUMU Problem Cümlesi Kadına yönelik psikolojik şiddetin boyutları ve değişken durumlara göre değerlendirilmesi nasıldır? Alt Problemler 1. Toplumumuzda kadına yönelik psikolojik şiddetin varlık düzeyi ve boyutları nasıldır? 2. Kadına yönelik psikolojik şiddet uygulanması kadınların medeni hallerine göre farklılık göstermekte midir? 3. Kadına yönelik psikolojik şiddetin uygulanması şiddete maruz kalan kadınların eğitim düzeyine göre farklılık göstermekte midir? 4. Kadına yönelik psikolojik şiddetin uygulanması şiddete maruz kalan kadınların yaş seviyelerine göre bir farklılık göstermekte midir? 5. Kadına yönelik psikolojik şiddetin uygulanması, şiddete maruz kalınan yere göre bir farklılık göstermekte midir? 94 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara AMAÇ Araştırmanın Amacı Bu araştırmanın amacı, kadına yönelik psikolojik şiddetin bilinen varlığını değişik boyutlarıyla ortaya çıkarmak, medeni hal, yaş, eğitim düzeyi ve şiddete maruz kalınan yer gibi değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemektir. Araştırmanın Önemi Kadınların ailede, iş yerinde, açık ve kapalı yerlerde kısacası toplumun her kesiminde psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile demografik profilleri arasındaki ilişkinin varlığının belirlenmesi ve oluşturduğu etkinin bilinmesi, remi ve özel iş yerlerindeki insan kaynaklarından sorumlu olan yöneticilerin özellikle bu konuya önlem almaları, Sivil Toplum Örgütlerinin konuya ilgi duymaları ve toplumsal duyarlılığın oluşturulması açısından araştırmanın bulguları önem taşımaktadır. Varsayımlar 1. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile medeni halleri arasında anlamlı bir ilişki vardır. 2. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile yaşları arasında anlamlı bir ilişki vardır. 3. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile eğitim düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki vardır. 4. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile şiddete maruz kaldıkları yer arasında anlamlı bir ilişki vardır. Sınırlılıklar 1. Araştırma evrenine Halk Eğitimi Merkezi Müdürlükleri tarafından açılan kurslara devam eden kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler dâhil edilmiştir. Örneklem olarak belirlenen kadınların fikirleri araştırmaya veri olarak kabul edilmiştir. 2. Yaygın eğitimin örgün eğitim gibi bir başlama ve bitiş tarihi yoktur. Bu yüzden araştırmanın yapıldığı 2010–2011 eğitim ve öğretim yılında Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü’ nden hizmet alan kadınların ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler oluştursa bile, araştırmanın yapıldığı zaman dilimindeki mevcut kadın kursiyerler ve öğreticiler araştırma evrenine alınmıştır. 3. Araştırma evrenine dâhil edilen kadınların yaşam alanları farklılık göstermektedir. Köy, kasaba ilçe ve il merkezide değişik yaşam koşulları ve kültür düzeyindeki kadınlar araştırma ya dâhil edilmiştir. YÖNTEM Araştırma Modeli Bu araştırma da Nicel Araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgulara “Anket” tekniği ile ulaşılmıştır. Evren Rize Merkez ve ilçelerinde bulunan Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüklerine bağlı kurslara devam eden kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler ile bu kurumlardaki kadın çalışanlar bu araştırmanın evrenini oluşturmaktadırlar. Araştırmanın 95 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara yapıldığı Rize merkez ve ilçelerinde 2010–2011 Eğitim - Öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığı, Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’ne bağlı on iki Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü tarafından açılan 513 kursa devam eden toplam 7635 kadın kursiyer, öğretmen ve usta öğreticiden oluşmaktadır. Örneklem Rize merkez ve ilçelerindeki Halk Eğitimi Merkezlerindeki “E-Yaygın Eğitim Otomasyon Sisteminde”, 2010–2011 Eğitim Öğretim yılında açılmış olan kurslardan belirlenen kurala göre aşağıdaki örneklem tablosunda da belirtildiği gibi seçilen kursa devam eden kursiyerlerin % 10’u (yaklaşık 763) örneklem olarak alınmıştır. Örneklem olarak (Sosyal Bilimlere ait araştırmalar da genellikle araştırma evreninin % 10’u örneklem olarak kabul edilmiştir; Kaptan, 1984) % 10 kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler ile kadın çalışanlara ulaşabilmek için, artı % 23 (yaklaşık 170) kursiyere daha veri toplama aracı gönderilmiştir. 14-60 yaş aralığındaki değişik demografik özelliklere ( medeni hal, eğitim düzeyi, yaş ve şiddete maruz kalınan yer) sahip köy,kasaba ,ilçe ve kent merkezlerinden gibi değişik yaşam alanlarından seçilen 763 kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticilerin tamamından veri toplama araçları alınmış ancak 180 kadına ise çeşitli sebeplerle ulaşılamamıştır. Verilerin Analiz Edilmesi Araştırma neticesinde elde edilen bulguların değerlendirilmesinde SPSS 16.0 paket programı kullanılmıştır. Verilerin çözümlenmesinde Frekans Dağılım Analizi, Tek Yönlü Anova Korelâsyon analizi ve Te Testi kullanılmıştır. Veri toplama aracının geçerliliğini ve güvenirliğini test etmek için aracın tutarlılık katsayısına (Cronbac’h Alpha) bakılmıştır. Araştırmada kullanılan her bir değişken için birden fazla önermeden oluşan ölçekler (multiple item scale) kullanılmıştır. Elde edilen bulgular tablolar halinde düzenlenmiştir. Araştırmada kadınların demografik dağılımlarına ait bulguların değerlendirilmesi amacıyla frekans dağılımlarından, ölçek sonuçlarını yorumlarken ortalama ve standart sapma değerlerinden yararlanılmıştır. Demografik değişkenlerle psikolojik şiddete maruz kalma sıklığı arasındaki ilişkilerine yönelik oluşturulan varsayımları ölçmek amacıyla ANOVA Testi (tek yönlü varyans analizi) yapılmıştır. Örnekleme dâhil edilen kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler demografik özellikleri 4 alt gruba ayrılmıştır. Bunlar: 1. Medeni Hal 2. Yaş 3. Eğitim Düzeyi 4. Psikolojik şiddete maruz kalınan yer Veri toplama aracında kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları 4 derece ile değerlendirilmiştir: a) Her zaman (4) b) Genellikle (3) c) Ara sıra (2) d) Hiç bir zaman (1) 96 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Anova testi sonucunda kadınların psikolojik şiddete maruz kalmaları ile ilişkili olduğu varsayılan demografik özellikleri önem derecesine göre,kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları arasında anlamlı bir farklılığın varlığı ölçülmektedir.Sonuçta burada ilişkinin varlığını , İlişkinin yönünü ve gücünü test etmek için, Pearson korelasyon katsayısına bakılmıştır. Bu katsayı -1 ile +1 arasındadır ve 1’e yaklaştıkça ilişkinin güçlü olduğu anlaşılmıştır. BULGULAR ve TARTIŞMA Sosyal yaşamım her alanında aktif rol alarak toplum içindeki konumunu ve saygınlığını koruyan kadınların, psikolojik şiddete maruz kalmalarıyla ilgili genel anlamda yapılan bu araştırmanın alt problemlerinin her birisi aslında bir araştırma konusudur. Varsayımlardan hareket edilerek kadınların psikolojik şiddete maruz kalmaları; medeni hal,yaş, eğitim düzeyi ve psikolojik şiddete maruz kalınan yer gibi alt başlıklar halinde incelenip araştırma sonucunda aşağıdaki tablolara ve bulgulara ulaşılmıştır. Psikolojik Şiddet İle Medeni Hal Arasındaki İlişki Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile medeni hal durumlarına göre karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda aşağıda Tablo 1 ‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır. Tablo:1 Kadınların Psikolojik Şiddete maruz kalmalarının Medeni Halleri Bakımından Karşılaştırılması N % Psikolojik Şiddete Maruz Kalanların sayısı Evli 515 67,4 303 58,83 Bekâr 248 32,6 139 56,04 Toplam 763 100,0 442 (%57,9) Medeni Hal % X 3,5222 3,1150 S ,23587 ,21917 Örneklemi oluşturan kadınların, 515’i (%67,4) evli iken, 248’i (%32,6) bekârdır. Bununla birlikte, araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin medeni hallerine göre psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların dağılımında farklılık vardır. Veri toplama aracına cevap veren evli 515 kadından 303’ünün (%58,83),bekar 248 kadından ise 139’u (%56,04) psikolojik şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Buradan hareketle evli kadınların, bekar kadınlara göre psikolojik şiddete maruz kalmalarında sayısal olarak üstün oldukları söylenebilir. Kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin medeni hallerine göre psikolojik şiddete maruz kalmalarına ilişkin bulguların ele alındığı Tablo 1’e göre, Medeni hal ( evli, bekar) bakımından anlamlı bir farklılık görünmektedir (t(763)=7,489; p<,01). Evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında ilişkin puanları X=3.52 iken bekar kadınların puanları ise puanları X=3,11 olarak bulunmuştur. Bu bağlamda evli kadınlar “her zaman” bekar kadınlar puanlarının “genellikle” düzeyinde çıktığı görülmüştür. Ancak istatistikî bakımdan anlamlı bir farklılık belirlenmiş olduğundan dolayı evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında bekar kadınlara göre yüksek 97 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara olduğundan psikolojik şiddete maruz kalmanın üzerinde medeni halin anlamlı bir etkisinin bulunduğu ileri sürülebilir. Psikolojik Şiddet İle Yaş Arasındaki İlişki Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile yaş düzeyleri açısından karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda aşağıda Tablo 2 ‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır. Tablo:2 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Yaş Düzeyleri 15–19 arası 20–29 arası 30–39 arası 40–49 arası 50–59 arası 60 ve Üstü Toplam N % Psikolojik Şiddete Maruz Kalanların sayısı 106 125 274 212 32 14 763 14 16,3 36 27,7 4 2 100,0 32 72 186 143 8 1 442 (%57,9) % X 30,1 57,6 67,8 67,4 25 7,1 100,0 3,3381 3,5063 3,5593 3,5477 3,2001 3,1908 3,5222 S ,31230 ,26548 ,22708 ,16526 ,12949 ,16540 ,23587 Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü tarafından açılan değişik kurslara devam eden ve araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin yaş gruplarına göre psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların dağılımında farklılık vardır.Veri toplama aracına cevap veren 763 kadından 442’si (% 57,9) psikolojik şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Toplam örneklemin içerisinde En çok psikolojik şiddete maruz kalan 186 kişi (% 67,8) ile 30–39 yaş grubu kadınlar iken en az olanı ise 1 kişi (%7,1) ile 60 yaş ve üzeri yaş grubu kadınlar oluşturmaktadır. Kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin yaş gruplarına göre psikolojik şiddete maruz kalmalarına ilişkin bulguların ele alındığı Tablo 1’e göre, yaş grupları bakımından anlamlı bir farklılık görünmektedir. 30–39 arası kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında ilişkin puanları X=3,55 iken 60 ve Üstü kadınların puanları ise X=3,19 olarak bulunmuştur. Bu bağlamda 20–29 arası, 30–39 arası ve 40–49 arası kadınlar “her zaman” diğer yaş grubu kadınların puanlarının “genellikle” düzeyinde çıktığı görülmüştür. Ancak istatistikî bakımdan anlamlı bir farklılık belirlenmiş olduğundan dolayı yaş gruplarının kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında anlamlı bir etkisinin bulunduğu ileri sürülebilir. Psikolojik Şiddet İle Eğitim Düzeyi Arasındaki İlişki Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile eğitim düzeylerinin karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda aşağıda Tablo 3‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır. 98 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo:3 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Öğrenim Düzeylerine Göre Dağılımı Öğrenim Düzeyleri Okur-Yazar Değil Okur-Yazar İlkokul (5. sınıfa kadar) İlköğretim Lise ve Dengi Ön lisans (2-3 yıllık) Lisans Yüksek Lisans ve üzeri Toplam Frekans % Psikolojik Şiddete Maruz % Kalanların sayısı 16 43 135 175 263 117 14 - 2,1 5,6 17,7 23 34,4 15,3 1,8 0,0 5 19 72 91 175 76 4 0 31,25 44,18 53,3 52 66,5 64,9 28,5 0,00 763 100,0 442 (57,9) 100,0 X S 3,3848 3,2863 3,3330 3,3889 3,4203 3,3869 2,1641 0,00 3,3687 ,21310 ,22508 ,26929 ,23079 ,33004 ,11500 ,26748 0,00 ,26753 Veri toplama aracına cevap veren kadınların 442 ‘si (%57,9) değişik sıklıklarda Psikolojik şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir. Bununla birlikte, araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın ve usta öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların öğretim düzeylerine göre dağılımında farklılık vardır. Eğitim düzeyi lise ve dengi okul olan kadınların sayısı 263, ( % 34,4) ile sayısal olarak diğer eğitim düzeylerine göre üstün iken eğitim düzeyi lisansüstü ve yukarı seviyede olan hiçbir kadın araştırmaya katılmamıştır. Ayrıca Eğitim düzeyi lisans düzeyinde olanların sayısı 4 (% 28,5) örneklem içinde en az eğitim düzeyini oluşturmaktadır. Tablo 3’e göre araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın ve usta öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların öğretim düzeylerine arasında anlamlı farklılık bulunup bulunmadığını belirlemek amacıyla varyans analizi (ANOVA) yapılmıştır. Analiz sonuçları kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarına ilişkin bulgular arasında öğrenim düzeyleri bakımından istatistikî olarak anlamlı farklılık göstermediği belirlenmiştir (F(6, 741)=2.057, p>.01). Başka bir deyişle, göre araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın ve usta öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların öğrenim düzeylerine bağlı olarak anlamlı bir şekilde değişmemektedir. Öğrenim düzeyi değişkeninin kadınların psikolojik şiddete maruz kalma düzeyine ilişkin görüşleri üzerinde anlamlı etkisinin olmadığı ileri sürülebilir. Buna karşın ortalamalara bakıldığında Lise ve Dengi Eğitim düzeyindeki kadınların psikolojik şiddete maruz kalma düzeyine ilişkin puanlarının (X=3,42) diğer kursiyerlere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir. 99 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Ayrıca lisans deyinde eğitim seviyesi olan kadınların diğer kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait ortalama puanlarının, (X=2,16) ile daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Psikolojik Şiddet İle Şiddete Maruz Kalınan Yer Arasındaki İlişki Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile şiddete maruz kalınan yerin karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda aşağıda Tablo 4‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır. Tablo:4 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Şiddete Maruz Kaldıkları Yere Göre Dağılımı Şiddete Maruz Kaldıkları Yer Cadde , Sokak (Açık Hava) Evde (aile içinde) İş Yerinde Diğer(kapalı alanlar, seminerler, konferanslar, toplantılar v.b) Toplam Frekans % X S 88 138 119 19,9 31,3 26,9 3,3381 3,5593 3,5477 ,31230 ,26548 ,22708 97 21,9 3,2001 ,16526 442 (57,9) 100,0 3,4113 ,24253 Veri toplama aracına değişik sıklıklarda psikolojik şiddete maruz kaldığını belirten evli ve bekar kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kaldıkları yerin dağılımında da değişiklik vardır. Psikolojik şiddete maruz kaldığını belirten evli ve bekar kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin en çok 138’i (31,3) evde ve aile içinde ,en az ise cadde , sokak ve açık havada 88 (19,9) psikolojik şiddete maruz kaldıkları bulgusuna ulaşılmıştır. Başka bir deyişle analiz sonuçları kadınların psikolojik şiddete maruz kaldıkları yere göre dağılımlarına ilişkin bulgular bakımından istatistikî olarak anlamlı farklılık olduğu ileri sürülebilir. (p>.01). Buna karşın psikolojik şiddete maruz kalıma sıklıkları açısından aldıkları puanlara bakıldığında evde yani aile içinde kadınların psikolojik şiddete maruz kalma düzeyine ilişkin puanları (X=3,55) ile en yüksek iken diğer alanlarda (kapalı alanlar, seminerler, konferanslar,toplantılar v.b) kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait puanlarının, (X=3,20) ile en düşük düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Psikolojik Şiddet ile Medeni Hal ve Yaş arasındaki İlişki Medeni hal ve yaş bakımından psikolojik şiddete maruz kalan kadınların medeni hal ve yaşlarına göre karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda aşağıdaki Tablo5 ‘deki bulgulara ulaşılmıştır. 100 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo:5 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Medeni hal ve Yaşlarına Göre Dağılımı N % Psikolojik Şiddete Maruz Kalanların sayısı 21 19,8 3 2,8 3,3381 ,31230 20–29 arası 76 60,08 31 24,8 3,5063 ,26548 30–39 arası 204 74,4 134 48,9 3,5593 ,22708 40–49 arası 186 87,7 129 60,8 3,5477 ,16526 50–59 arası 18 56,25 5 15,6 3,2001 ,12949 60 ve Üstü 10 71,42 1 7,1 3,1908 ,16540 515 100,0 303 21,67 15-19 arası 85 80,02 29 27,3 3,2151 ,32874 20–29 arası 49 39,02 41 39,2 3,5143 ,26356 30–39 arası 70 25,6 54 25,5 3,1403 ,28742 40–49 arası 26 12,3 14 12,2 3,5411 ,16526 50–59 arası 14 43,75 3 43,8 3,0121 ,23949 60 ve Üstü 4 28,58 - - 3,2702 ,12254 139 29,6 442 25,6 Yaş Düzeyleri Medeni Hal Evli 15-19 arası Bekar Toplam Toplam 248 Genel Toplam 763 100,0 % X S 3,5222 3,3035 3,4128 ,23587 ,20966 ,22276 Tablo 5’e göre psikolojik şiddete maruz kalan kadınların medeni hal ve yaşlarına göre puanları çift yönlü olarak birbiri ile (Çift Yönlü Anova) ikili değişkene göre (yaş ve medeni hal) incelenerek şu bulgulara ulaşılmıştır: Evli kadınların yaş gruplarına göre dağılımları dikkate alındığında 40–49 arası evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanının (3,52) diğer yaş gruplarına göre daha fazla olduğu,60 yaş ve üzeri yaş grubundaki kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanının (3,19), diğer yaş gruplarındaki evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanına göre daha düşük olduğu anlaşılmıştır. Bekâr kadınların yaş gruplarına göre dağılımları dikkate alındığında 20–29 arası bekar kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanı ile (3,54) diğer yaş gruplarına göre daha fazla olduğu, 40–49 yaş arası yaş grubundaki bekar kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanının (3,14) daha düşük olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca 60 ve üstü bekar kadınlar veri toplama aracına hiç Psikolojik şiddete kalmadıklarını belirtmişlerdir. Her iki medeni hal durumundaki kadınların (evli ve bekar) psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanı incelendiğinde evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanının (3,52) bekar kadınların psikolojik şiddete maruz kalma puanlarına göre (3,30) daha düşük olduğu anlaşılmıştır. ARAŞTIRMANIN SONUÇLARI VE ÖNERİLER Araştırma sonucunda kadına yönelik psikolojik şiddetin kadınların medeni hallerine göre,yaş seviyelerine ve şiddete maruz kalınan yere göre değişiklik 101 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gösterdiği,ancak kadınların eğitim düzeylerine göre değişiklik göstermediği bulgularına ulaşıldı. Araştırma sonunda elde edilen bulgular ışığında yorumlar ve değerlendirmeler yapılmış, kadına yönelik şiddetin her türlüsünün ortadan kaldırılabilmesine aşağıdaki öneriler sıralanmıştır. 1. Psikolojik şiddete maruz kalmanın sonucunda aile içinde,toplumda,iş hayatının içinde ve dışında meydana gelen yaşam kalitesindeki düşme, sağlıksız bir toplum yapısı, mücadele etme azmi azalmış bir insan profili oluşturduğundan, devletin ilgili kurumları ile özel sektörün insan kaynakları birimleri bu alanda çalışmalarını yoğunlaştırmalıdırlar. 2. Psikoloji ve sosyoloji ile olaylar bağlantılı hale getirilip akademik çalışmalar yapılmalıdır. Bu alanda uygulama deneyimi olanlarla iş birliği içinde oluşturulacak olan sivil toplum deneyimi güçlendirilmelidir. 3. Yapılacak yasal düzenlemeler ile şiddete maruz kalan kadınlara gereken maddi destek verilmesinin yolu açılmalıdır. 4. Kamu ve özel sektör temsilcilerinin insan kaynakları bölümünde çalışanların bu alanda yapılan bütün akademik çalışmaları kendilerine rehber seçmeleri , araştırma sonuçlarını yapmayı düşündükleri değişikliklerde dikkate almalıdırlar. 5. Toplumda demokrasi kavramının yerleşmesi ve uygulanabilmesine yönelik süreç eğitimlerinin verilmeli, bu konuda her türlü Sivil Toplum Kuruluşları ve derneklerin aktif hale getirilmelidir. 6. Kadınları daha çok koruyan ve şiddete karşı güçlendiren yasal değişikliklerin Kadın dernekleri ve STK’ları ile iş birliği halinde hazırlanmalı, kadınların bilinçlenmesi için seminer, konferans, panel gibi eğitsel çalışmalar ve bunları tamamlayan sosyal kültürel çalışmalar yapılmalıdır. KAYNAKLAR 1. Acar A.B., Dündar G., İşyerinde Psikolojik Yıldırmaya (Mobbing) Maruz Kalma Sıklığı İle Demografik Özellikler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi İstanbul Cilt/:37, Sayı/:2, 2008, 2. Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları s.7,2 hs. Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Bizim Büro Basımevi 2000 3. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile içi Şiddetle Mücadele El Kitabı, 2010, Ankara, MEB Matbaası. 4. Güneri, Feride Yıldırım, Aile İçinde Kadına Yöneltilen Şiddet" Evdeki Terör: Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul Morçatı Kadın Sığınağı Vakfı Yayınları,1996,s.87-92 5. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı resmi, 03.3.2012, http://www.aile.gov.tr/tr/ 6. Tınaz, Pınar, İşyerinde Psikolojik Taciz, Çalışma ve Toplum, No: 4, s. 13-28 (2006). 102 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara YOKSUL AİLELERİN GÜZEL KIZLARI VE BEŞ EKSENLİ TANI SİSTEMİ Prof. Dr. Erol GÖKA* Doç. Dr. Verda TÜZER* Dr. Emine YILDIZGÖREN* GİRİŞ Son 20 yıldır psikiyatride ortaya çıkan gelişmeler, psikiyatrik hastalıkların anlaşılmasında bir yol ayrımına gelinmesine neden olmuştur. Psikiyatri doğa bilimleri ve genel tıp ile yakın olan tıbbi hastalık modeline yakınlaşmıştır. Tıbbi hastalık modeliyle çalışmanın birçok avantajı olduğu tartışılmaz ama eğer bu süreçte, psikiyatrik rahatsızlıkların doğasında bulunan psikososyodinamik etmenlere yeterince dikkat edilmezse yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. DSM sınıflamasını yapan deneyimli klinisyenler, psikolojik ve sosyal etmenlerin önemini elbette bilmektedirler ancak ne var ki bu sınıflandırmanın temeli ampirik olduğu için, bu etmenleri Eksen 4 ve 5’te ampirik olarak saptamakla yetinmek zorundadırlar. Zaten bir tanı sisteminden de daha fazlası beklenemez; tanı sistemi psikiyatrik öykü almanın ve psikiyatrik görüşmedeki teknik becerilerin önemini ortadan kaldırmaz, tam tersine öykü, görüşme ve tanı sistemi birbirlerini gereksinir ve pekiştirirler. Elimizdeki tanı sisteminin ne kadar yetkin ve gelişmiş olursa olsun, ampirik olmasından kaynaklanan eksiklikleri olacağını hep göz önünde bulundurmak; psikososyal ve çevresel problemleri her olguda dikkatle gözden geçirmek çağdaş psikiyatri uygulaması için bir koşuldur. Psikososyal ve çevresel etmenleri iyice ortaya seren bir gelişim öyküsü ve ruhsal değerlendirme, çağdaş tanı sistemlerini daha da zenginleştirecek, hastayı insan olarak bütünlüğü içinde kavramamızı sağlayacaktır. (1-3) Yine bu sayede psikodinamik kuramların ve sosyal psikiyatrideki çalışmaların klinik psikiyatriye katkıları sağlanacak, onlar olmaksızın çağdaş psikiyatrinin hep eksik kalacağı anlaşılabilecektir. Aşağıda bir bütün olarak anlaşılabilmeleri için ampirik tanı sistemleri içinde sıkışıp kalmamak, psikodinamik kuramların ve sosyal psikiyatrinin katkılarından da faydalanmak gerektiğini gösteren üç vaka sunacağız. VAKALAR 1.Vaka: 18 yaşında, bekar, kadın, lise mezunu, işsiz, Ankara’da oturuyor. Üniversite sınavından bir gün sonra polikliniğimize başvuran hasta son 1-1.5 aydır zaman zaman içine başka bir insanın girdiğini, onun hareketlerini yönlendirdiğini, ne yaptığını hatırlamadığı saatler geçirdiğini ve sıkıntılı, üzüntülü olaylardan sonra bayıldığını söylüyordu. Yakınlarına “İçime bir ruh giriyor, kontrolu eline alıyor. İçimden onun sesinin geldiğini duyuyorum. Beni asla terk etmeyeceğini söylüyor.”diyormuş. Yine bir buçuk ay önce kardeşiyle tartıştıktan sonra bayılmış. Kendine geldiği zaman gülmeye başlamış. Ölmüş olan dedesinden bahsediyormuş. “Dedem beni mezara * Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Kliniği 103 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çağırıyor.”diyormuş. Son bir aydır bayılmaları sıklaşmış. İdrar inkontinansı, kasılma, ağzından köpük gelmesi gibi epileptik nöbeti düşündürecek semptomlar yokmuş. Bir beyin cerrahına götürülmüş. EEG tetkiki yapılmış ve normal olarak değerlendirilmiş. Zonguldak’a anneannesinin yanına gönderilmiş. Bir gün alt kattaki komşuya gideceğini söyleyerek evden ayrılmış. Yaklaşık 3 saat sonra eve dönmüş. Bu dönemde nereye gittiğini ve ne yaptığını hatırlamadığını söylüyor. Yine bir gün dayısı minibüse bindirmiş. Ancak hastamız eve gideceği yerde minibüsten inip, mezarlığa gitmiş. Geç bir saatte eve dönmüş. Yine bu olayı hatırlamadığını söylüyor. Anneannesi endişelenerek eczacı bir yakınlarını aramış. Eczacı hastamıza “Sen çok güzel bir kızsın, umarım bu hastalık uzun sürmez” demiş. Dün üniversite sınavına girmiş. “Sorular kolaydı ama içimdeki ruh beni uyuttu, bana yaptırmadı“ diyor. Hasta Dissosiyatif Bozukluk ve Konversiyon Bozukluğu ön tanılarıyla kliniğimize yatırıldı. Oldukça güzel ve alımlı olması dikkat çekiyordu. Alınan gelişim öyküsünde 8-9 yaşından itibaren babasının düzenli bir işinin olmadığı, hastamız 10 yaşındayken bir yıl evden ayrılıp başka bir kadınla yaşadığı, hastamız orta sondayken 6-7 ay hapse girip çıktığı öğrenildi. Baba hapisten çıktıktan sonra paraları olmadığı için hastamız liseye başlayamamış. Ancak bir sonraki yıl dedesinin desteği ile okula gidebilmiş. Lise 1 ve 2’deyken babası yine hapisteymiş. Bu yıl hastamız lise sondayken babası hapisten çıkmış. Ama iş bulamamış, onun hapisten çıkmasıyla çevreden gelen maddi yardım da kesilince ekonomik sıkıntıları giderek artmış, kirayı faturaları ödeyememişler. 2 ay önce başka bir eve taşınmışlar. Ancak bu evin kirasını da ödeyememişler. Elektrik faturasını da ödeyemedikleri için karanlıkta oturuyorlarmış. Her an evden çıkarılacaklarını düşündükleri için çoğu eşyaları paketlerinden çıkarılmamış halde duruyormuş. Hastamız kardeşiyle aynı odada kalıyormuş. “Müzik dinlemeyi çok severim, onu bile yapamıyorum” diyor. Başka bir görüşmede de “İstediğim şeyleri alamadığım için saatlerce vitrine yapıştığımı bilirim. Arkadaşlarıma yaşamadığım şeyleri anlatıyordum. Alışverişe gittiğimi, babamla yemek yediğimizi, tatile çıktığımızı söylüyordum” demişti. Son 1-1.5 aydır bayılmaları ve hatırlamadığı dönemler olunca yakınları “seni manken yapacaktık, nereden çıktı bu hastalık?” diyorlarmış. 2. Vaka: 19 yaşında, bekar, kadın, lise mezunu, işsiz, Ankara’da oturuyor. Üniversite sınavından üç gün sonra acil polikliniğimize başvuran hasta, bir haftadır annesi ve babası ile ilgili cinsel içerikli görüntüler görüyormuş. Bunlardan dolayı çok sıkıntı ve üzüntü duyduğunu ve geceleri hiç uyuyamadığını belirtiyordu. Hasta kısa psikotik bozukluk ön tanısıyla kliniğimize yatırıldı. Hastanın oldukça güzel olduğu görülüyordu. Alınan öyküde yaklaşık üç ay önce, hastanın taksi şoförü olan babasının bir trafik kazası sonrasında ayağının kırılıp çalışamaması üzerine ekonomik sıkıntılarının başladığı ve yine maddi durumu çok iyi olmayan dedesinin yanına taşındıkları öğrenildi.. Özellikle bu son 3 aylık dönemde, hastamızın babası sürekli olarak “seni arkadaşımın futbolcu oğluna vereceğim, seni bir mimara vereceğim” demeye başlamış, annesi de “artık genç kız oldun, ben de senin yaşında evlenmiştim, eğer üniversiteyi kazanamazsan seni evlendireceğim” diyormuş.. Yaklaşık 1 ay kadar önce de babasının bahsettiği bu kişiler sırayla hastamızı istemeye gelmişler. Fakat hastamızın dedesi torununun evlenmesine kesinlikle karşı çıkmış, daha çok genç olduğunu söylemiş ve “o benim küçük prensesim, kimselere vermem” demesi üzerine babası ve annesi geri adım atmış. Hastamız da aynı dedesi gibi düşünüyormuş; şu an için evlenmek aklından bile geçmiyormuş, fakat hem korkusundan hem de saygısından ötürü babasına bu 104 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara düşüncesini açıkça söyleyemiyormuş. Damat adaylarını beğenmediğini söyleyerek zaman kazanmaya çalışıyormuş. Hikaye derinleştirildiğinde dedesinin sağlığının iyi olmadığı ve terminal dönem mide kanseri olduğu öğrenildi. Ayrıca hastamız, üniversite sınavının da çok iyi geçmediğini ve istediği bölümü kazanamayacağını söylüyordu. 3. Vaka: 19 yaşında bekar, kadın, lise mezunu, işsiz, Ankara’da oturuyor. Çabuk öfkelenme, sıkıntı hissi, uykuya dalmakta ve sürdürmekte zorlanma, yaptığı işlerden keyif alamama ve mutsuzluk şikayetleri ile polikliniğe başvuran hasta ile yapılan görüşmelerde ‘güzel bir kız olması’ ‘babasının işinin iyi olmaması’ ‘güzel bir kız olarak iyi bir yaşamı yaşamı hak ettiği’ nin anne tarafından sıklıkla vurgulanması dikkat çekmekteydi. Yaşıtlarını ‘çocuk’ olarak görüyor, yaşça büyük iş sahibi kişilerle ‘mesajlaşıyor’ TARTIŞMA: Sunduğumuz üç vaka, bize göre, giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi, ampirik tanı sistemleriyle kısıtlanmadan, psikodinamik kuramları ve sosyal psikiyatriden sağlanan bilgileri de hastayı anlayabilme çabasının içine katmak gerektiğini göstermektedir. Aşağıda kısaca sunacağımız psikososyodinamik formülasyon, bu hastaların DSM sınıflamasında eksen 4 ve 5 tanılarına daha bir açıklık kazandıracak, tedavi planlarını kolaylaştıracaktır. Psikososyodinamik formülasyon: Üniversite sınavından hemen sonra kliniğimize yatan bu iki kızın ortak yönleri dikkat çekiciydi. Oldukça güzel olan her iki kızın da aileleri şiddetli geçim sıkıntısı çekiyordu. Her ikisi de ailenin en büyük çocuklarıydı ve her ikisi de başarılı öğrencilerdi, üniversiteye gitmek istiyorlardı. İlk vaka için ailesinin planı “manken” olması, ikinci olgu içinse zengin birisiyle evlenmesiydi. Polikliniğimize başvuran birçok vakanın bir özeti olan 3. vakada da aynı tema söz konusudur. Böylece aileler varolan ekonomik sıkıntılardan kurtulmuş olacaktı. Her üçü de üniversiteyi kazansalar bile okuyacak paraları yoktu. İkinci olgumuzda babasının evlendirme planlarına karşı onu koruyan dedesinin giderek yaklaşan ölümü hastamızın endişesini giderek arttırıyordu. Üniversite sınavı ile birlikte kazansalar bile okuyamayacakları ortaya çıkınca her ikisinin de hastalıkları artmıştı. Üçüncü vakada ise güzelliğin hak ettirdiği zengin bir eş isteği ile olumsuz sonuçların yarattığı hayal kırıklığı ve öfke dikkati çekiyordu. Kadınların sağlığı sadece biyoloji ile değil aynı zamanda sosyal durumla da belirlenir. Hem kadın hem de erkeklerin sağlığı yoksulluktan dolayı olumsuz şekilde etkilense de oldukça yüksek oranda kadın, yoksulluğun feminizasyonunun artmasından dolayı yoksulluğun etkilerine daha fazla maruz kalmaktadır. Kanada’da her yaştan grupta kadınların yoksulluk oranları erkeklerden daha fazladır. 1987’de kadınlar populasyonun %51’ini oluştursa da düşük gelirlilerin %56’sını oluşturmuşlardır. Tüm düşük gelirlilerin %67’si kadınlardır. Tek ebeveynli ailelerde ve bekar kadınlarda yoksulluk problemi özellikle etkilidir.1986’da Kanada’da tek ebeveynli aileler tüm ailelerin %13’ünü oluşturmaktaydı ve bu ailelerin %82’sinde tek ebeveyn kadındı. Bu ailelerde yoksulluğun görülmesi daha muhtemeldir. Çünkü ortalama aile geliri erkeklerin gelirinin yarısından daha azdır. Harman, yoksulluğun feminizasyonunu kadınların yoksulluğunun 105 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara yeni bir şekil aldığına işaret ederek yeni bir isimle ortaya çıkmış oldukça eski bir problem olarak tanımlıyor. Kadınlar her zaman eş, anne ve çocuk olarak bağımlı olduklarından dolayı onların yoksullukları potansiyel bir durum olarak gizlenmiştir. Fakat artık çok daha fazla kadın seçim veya zorunluluktan dolayı erkeksiz yaşadığı için kadınların yoksulluğu görünür hale gelmiştir. Yalnız yaşayan kadınlar arasında bu artan yoksulluk, yeterli bir aile geliri sağlamak amacıyla her iki partnerin kazançlarına artan bağımlılığı yansıtmaktadır. Kadınlar için yoksulluğun kökeni pek çok sosyal, politik, kültürel çevreyi yansıtmaktadır. Primer faktör, erkeklere ekmek kazananlar ve kadınları da ücretsiz bakıcılar olarak tanımlayan seksüel bölünmeye bağlıdır. Bu nedenle kadınların çocuk bakıcılığı ve diğer domestik sorumluluklarının sonucu olarak kadınların evde veya düşük gelirli ve düşük statülü işlerdeki finansal sıkışmasını açıklayan zalim bir döngü gelişmektedir. Bu doğuştan gelen eşitsiz bölünmeden dolayı kadınlar daha az eğitim fırsatı ve gelişmeye sahip olabiliyor ki; bu da ortalama kazançların erkeklerin baskın olduğu iş sektörlerinden daha düşük olduğu kadın iş gettolarında aşırı bir yığılmaya neden oluyor. Hatta eşit değer pozisyonlarında bile kadınlar sıklıkla erkeklerden daha az ücret alıyor. Sonuç olarak full-time çalışan kadınlar erkeklerin sadece %66’sı kadar kazanabiliyor. Yüksek statülü işlerde bile kadınlar erkeklerin kazancının ortalama %61’ini kazanıyor. Bundan başka kadınlar ailede bakıcı rolleriyle sıklıkla işi bırakmak, programlarını tekrar gözden geçirmek veya ücretsiz izin almak durumunda kalabiliyorlar. Kadın çalışanların düşük gelirli işlerde kümelenmesi, aile sorumlulukları yüzünden devamsızlıkla birleşince, kadınların yoksulluğuna katkıda bulunan en önemli faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar arasında yoksulluğun seviyesinin erkeklere göre daha yüksek olmasından dolayı, yoksulluğun sağlık üzerindeki zıt etkilerinin kadınlar üzerinde daha büyük olması beklenir. Çok sayıda rapor, kadınların sağlığını geliştirmek yerine yoksulluğu düşürmenin önemini vurgulamıştır. Kadın sağlığı üzerine olan raporlar ortaya koymuştur ki; çok yoksul kadınlar kendi yaşıtlarına göre sağlıklarının mükemmel veya çok iyi olduğunu söylemeye daha az eğilimlidir. İşsizlik de sağlığı, anksiyete, depresyon veya özgüven kaybıyla direkt; ya da gelir veya yerleşme gibi diğer sağlık kaynakları üzerine olan indirekt etkisiyle etkiler. %58 çalışmayan kadına kıyasla çalışan kadınların %71’i sağlıklarının çok iyi veya mükemmel olduğunun söylemektedir. Bu, özellikle önemlidir, çünkü işsizlik oranları kadınlar için erkeklere oranla daha yüksek olma eğilimi göstermiştir.(4) Mental sağlık problemleri hastalıkların global ağırlığının (GBD=global burden of disease) %8,1’ini oluştursa da, mental sağlık uluslar arası sağlık ajandasından büyük oranda kaybolmaya başlamıştır. İhtiyaçlar ve servisler arasındaki ayrılıkların önümüzdeki milenyumda artması bekleniyor. Yalnızca depresyon, dünya üzerindeki yetkisizliğe bağlı hayat yıllarının ( DALYs= disability adjusted life years ) dördüncü önde gelen nedenidir ve 2020 yılında ikinci nedeni olması bekleniyor. Dünya ulusları; erken teşhis ile çocukluk ve adölesanlarda psikiyatrik problemlerin önlenmesini de kapsayan mental sağlık servislerinin kalitesini yükseltmek; alkol ve ilaç kullanımının global ağırlığı üzerine sistematik verilerin toplanmasını temin etmek; yenilikçi tedavi ve önleyici ölçümleri geliştirmek ve tedavi etkililiği üzerine araştırma yapmak için esaslı bir 106 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara destek temin etmek gibi sorumlulukların altına girmelidir. Açlık, yoksulluk ve şiddet kadınları aşırı derecede olumsuz etkilediğinden, devletin eşit eğitim fırsatı ve kadınlar için geliştirilmiş sağlık bakımını da içeren cinsiyet politikası geliştirmesi ve ev içi şiddeti önlemesi için artan bir ihtiyaç vardır. Aşırı kalabalıklaşma ve düşük kalitede evleşmenin düşük mental sağlıkla direkt ilişkisi vardır. Pek çok düşük gelirli ailede evin geçimini sağlayan kimse için uzun bir iş gününün sonunda eve gitmek bir mücadeledir fakat bu, işe vardıkları andan itibaren dört gözle bekledikleri bir mücadeledir. Sonunda bu kişi, dış dünyanın tehlikelerine kapalı kapı ve odaların, sevgi dolu bir aile ve bir hoş geldin komitesinin olduğu konforlu evine ulaşır. Ev, bizim kendimizi güvende hissetmek istediğimiz yerdir. Dinlenip, rahatlanabilecek bir yer ve zorunlu bir sığınak olarak güvenli ve rahat bir eve giriş hem psikolojik hem de fiziksel bir gerekliliktir. Bugünün korku ve izolasyon kültürü pek çok aileyi özellikle kalabalık şehirlerde yaşayanları evin sıkıca kapalı kapıları ardında emniyet ve güvenlik arayışına yöneltmiştir. Ailenin her üyesi tarafından izlenen televizyon sayısı her geçen gün artmaktadır ve böylece bireyler ayrı odalarda, ayrı televizyon programlarını tek başlarına izlemekte ve iletişim azalmaktadır. Talihsiz gerçek şu ki; ev kendine ait tehlikeleri barındırır ve evin içinde izole olma eğilimi aile sağlığı üzerine hastalıklı etkilere sahiptir. Yetersiz evleşme ve düşük sağlık arasındaki bağlantı gittikçe daha iyi bir şekilde belgelenmektedir. Standartların altında ve kötü evleşme nörolojik bozukluklardan psikolojik ve davranış bozukluklarına kadar çok çeşitli hastalıklara katkıda bulunmaktadır. Gerçek hayatın cazibesine dayanmak oldukça güç olabilir. Kişisel bilgisayarların kullanımı, Web sitelerinde gezinti yapma, internet alışverişi ve telekomünikasyon orta sınıftakiler için hızlı bir şekilde norm haline dönüşmektedir. Pek çok kişi evden dışarı çıkmak için bir neden görmemektedir. Bu lükse bütçesi elvermeyenler, bu yaşamı televizyondan yani oturarak yapılan tüketimi destekleyen reklam bombardımanıyla bulur. Tüm bunlar, artan kötü beslenme seviyeleriyle birlikte, obezite ve çok çeşitli kronik hastalığa katkıda bulunur ki; bunlar da halk sağlığı ve konut krizini kötüleştirmektedir. Yukarıda değindiğimiz sorunlara ek olarak toplumsal cinsiyetle ilişkili bir sorunda dikkati çekmektedir. Masallarda yer alan güzel kız, beyaz atlı prens teması bir sonraki kuşağa yani çocuklara aktarılırken onların ‘davranış ve kültüre ilişkin şablonları, değer sistemlerini, eylemleri ve sonuçlarını öğrenmelerine’ de yol açar. Bu şablon toplumsal cinsiyete ilişkin rollere, davranışlara ilişkin belirleyici bir rol oynar. Cinsiyet stereotipisi de olarak adlandırılabilecek bu duruma son dönem televizyon dizilerinden ‘Adını Feriha Koydum’ aracılığıyla biraz daha yakından bakabilirsiniz. Emek, kanaat, rızk semte uğramaz. İlk bölümde tüm tema izleyiciye sunulur. Güzel Feriha’nın Beyaz atlı ama mutlaka zengin bir prens bularak yoksulluktan kurtulması hepimizin hayali haline geliverir. ‘Bir piyango masalı’ olarak da adlandırılabilecek bu emek vermeden zengin olmanın bileti ‘Güzel bir kız’ olmaktan geçer. Her ne kadar Feriha mağrur, yeri geldiğinde sözünü esirgemeyen bir duruşu ara sıra sergilese de ‘iyi, yoksul ve güzel bir kız olarak zengin ve yakışıklı prensleri kazanma’ yolunda ilerlemesi dışında bize yeni bir şey sunmaz. Yani kız güzel, doğal olarak iyi huyludur ve güzelliği refahı da getirir.(5) Feriha, başucunda Barbie ile yatar. Barbie’nin bu güne dek bir işte çalıştığı görülmemiştir. Veteriner, balerin, dansçı kılıklarına girse de düzenli bir işi olan, zekasını 107 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kullanan ya da “anne” rollerinden biri olmamıştır hiç. Güzeldir ve iyi yaşar. Pembe bir hayattır Barbie’nin ki. Feriha’nın başucundaki Barbie aslında bedeli ödenmemiş bir sosyal sıçramanın çok mümkün olduğunu hatırlatan bir nesnedir. Anne “ilk okulu zor bitirmiş oğlu” Feriha’nın zengin kızın eskilerini giymesini istemeyince “ne olmuş ki” der; “yumuşacık, böylesini ne nenen gördü ne de ben” diye devam eder. Eskilerin deyimiyle ‘çula çaputa’ yapılan bu yatırımın aslında gerçek bir ekonomik yatırım olmadığı da ortadadır. Yatırım tıpkı Barbie gibi güzel giyinen ve kaynağı belli olmayan bir para ile rahat bir hayat yaşayan kadın imgesinedir. Feriha’nın aklı ve güzelliğiyle farklı olduğunu söyleyen annesine “korkmuyormusun bu heves Feriha’yı nereye götürecek, bizi nereye götürecek” diyen ağabeynin sorusu havada kalır. Sen “kursakta kalan hevesten kork” der anne . İşte bu koşullanmışlık içinde bir başka şiddet türünü de barındırmaktadır. Dolaylı şiddet olarak da adlandırılan bu şiddet türü kültürel-normatif şiddettir. Topluma istenecek ve istenmeyecek şeylerin ne olduğunun filmler, açık-örtük mesajlar aracılığıyla iletildiği bu dolaylı şiddet türünde yanlış ölçütler ve normlar ‘fark ettirilmeden’ kabul ettirilir.. Dayatılan yanlış değerler ruhsal yapıyı kırılganlaştıran sosyal arka planı oluşturmakta, ruhsal hastalığa zemin hazırlamaktadır. Sonuç olarak tüketimin dayanılmaz cazibesinin karşısında genç kızların %44,3 nün işe ya da okula gidemediği, güzelliğin refaha giden yolun bileti olarak belirlendiği bir tablo karşımızda oturmaktadır. Buna karşı çıkmak ya da başaramamak kişinin öfkesini kendisine yöneltmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu durumda kültürel dayatmayı tersine döndürecek yeni açıklama ve metaforlara yani ‘hikayeyi yeni baştan yazmaya’ ihtiyacımız olabilir. KAYNAKLAR 1. Kültüre duyarlı yaklaşımın obsesif kompulsif bozuklukta önemi. (Dr. E. Göka, Dr. M. Beyazyüz) Anadolu Psikiyatri Dergisi 2010;11(4):360-366. 2. Türkiye’ye özel bir parçalanmış aile örneği: Kadınlar Doğu’da erkekler Batı’da. (Dr. E. Göka, Dr. V. Tüzer ile birlikte). Kadın Çalışmaları Dergisi, Ocak- Nisan 2007 2:4:56-64. 3. Aile terapisinin klinik psikiyatriye katkısı: Psikiyatrik hastalarda aileye yaklaşım ve uygulama. (Dr. E. Göka, Dr. V. Tüzer) Yeni Symposium, Temmuz-Ağustos 2002, 40:3:111-117. 4. www.adnangumus.net/siddetturleri.doc. 5. Joosen V. (Çeviri: R.B. Soluk) Milli Folklor 2011, yıl 23 sayı 92 5/152-160 Sanat ve Pedagoji arasında peri masalı uyarlamaları 108 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ÜNİVERSİTEDE OKUYAN KADINLARIN TRAVMATİK YAŞANTILARI VE PSİKOLOJİK YARDIM ALMA DURUMLARI Fatma ALTUN* Hikmet YAZICI† Özet Bu çalışmada üniversitede öğrenim gören kadınların travmatik yaşantıları ve profesyonel psikolojik yardım alma durumları incelenmektedir. Tanımlayıcı nitelikteki bu araştırmada travmatik yaşantıların belirlenebilmesi için araştırma sonuçları ve kültürel unsurlar dikkate alınarak travmatik olaylar listesi oluşturulmuştur. Listede 16 travmatik yaşantıya yer verilmiştir. Türkiye’nin değişik illerinden gelerek Karadeniz Teknik Üniversitesinin farklı fakülte, bölüm ve programlarında okuyan 328 kadın üzerinde gerçekleştirilen çalışmada oransal olarak sevilen bir kişinin ölümü ya da hastalığı (%36.3), özel bir insandan ayrılma (%15.9) ve yaşanan kişisel bir hastalık (%10.4) ilk üç travmatik yaşantı olarak saptanmıştır. Cinsel zorlanmaya/tacize maruz kalma (%0.03), gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalma (%0.03) en az yaşanan travmatik durumlar olarak belirlenmiştir. Katılımcıların % 27.1’i travmatik yaşantılarını aşırı derecede sarsıcı olarak değerlendirirken, % 2.1’i bu durumu sarsıcı olarak algılamadıklarını belirtmişlerdir. Travmatik yaşantılara maruz kalanların sadece %11’i profesyonel düzeyde psikolojik yardım almıştır. Sonuçlar, kadınlar arasında travmatik yaşantıların farklı düzeylerde gözlendiğini ve bu yaşantılara maruz kalanların önemli kısmının profesyonel düzeyde yardım almadığını ortaya koymaktadır. Anahtar Kelimeler: Kadın, Travmatik Yaşantı, Psikolojik Yardım Abstract This study examined that traumatic experiences and receiving psychological help status of female students at university. In this descriptive study, to determine the traumatic experiences, a list of traumatic events is created by taking into cultural factors and results of previous researches. 16 traumatic experiences are included in the list. The research group constitute of 328 female students studying in different departments of Karadeniz Technical University, coming from different provinces of Turkey. According to the results, the death or illness of a loved one (36.3%), break up with a special one (15.9%), and personal illness (10.4%) were the most frequent three of traumatic experiences. Sexual coercion/harm (0.03%), robbery or harmful physical contact (0.03%) were found as the least traumatic situations. Sexual coercion/harm (0.03%), robbery or harmful physical contact (0.03%) were at least traumatic situations. 27.1% of participants evaluated that the traumatic experiences are extremely traumatic but 2.1% of participants stated that their experiences are not as traumatic. Only 11% of participants exposed to traumatic experiences received psychological help at professional level. The results showed that observed traumatic experiences at different levels among women, and a significant part of women who were exposed to traumatic events didn't receive the psychological help at professional level. Keywords: Women, Traumatic Experiences, Psychological Counseling * † Arş. Gör. Fatma ALTUN, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi, fatmaaltun@msn.com Doç. Dr. Hikmet YAZICI, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi,hyaziciktu@gmail.com 109 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Travmatik olay, bireyin gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma, kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğünü tehdit eden bir olayı yaşaması ve bu olaya karşı korku, dehşet, çaresizlik gibi tepkiler göstermesi olarak tanımlanır (APA, 2001:200). Doğal afetler, çeşitli kazalar, önemli kayıplar, insanlar tarafından kasıtlı olarak gerçekleştirilen bazı olaylar bu kapsam içinde değerlendirilir (Aker, Hamzaoğlu & Boşgelmez, 2007). Kişinin bu tür olayları yaşamadığı fakat tanık olduğu durumlarda da travma etkisi görülebilmektedir (Öztürk &Uluşahin, 2008:496). Yaşam boyu travmatik bir olayla karşılaşma yaygınlığının % 9.2 ile 26 arasında olduğu bildirilmektedir (Breslau, ve diğ., 1998; Perkonigg, Kesler, Storz & Wittchen, 2000). Travmatik bir olay yaşamış olan kişiler, aşırı korku, çaresizlik ve dehşet tepkileri gösterebilirler, sıkıntı veren bu anıları tekrar tekrar anımsayabilir ya da rüyalarında görebilirler. Travmatik olay yeniden oluyormuş gibi davranabilir veya hissedebilirler. Sarsıcı yaşantının bir yönünü çağrıştıran olaylarla karşılaşmaya dönük yoğun psikolojik sıkıntı duyabilir veya fizyolojik tepkiler verebilirler (APA, 2001:201). Bir kişinin akut ağır bir olaydan etkilenmesi olayın şiddeti ile ilişkilidir fakat travmatik olay karşısında dayanma gücü kişinin kalıtımsal yapısına, gelişimsel özelliklerine, öğrenmelerle geliştirdiği benlik gücüne, böyle bir olaya hazır olup olmadığına ve daha birçok değişkene bağlı olarak değişiklik gösterebilir (Öztürk &Uluşahin, 2008:496). Travmatik olaylardan sonra psikolojik rahatsızlık yaşama olasılığı, kadın olma, aileden erken ayrılma, halen geçirilmekte olan bir ruhsal bozukluk gibi çeşitli faktörlerden etkilenmektedir (Breslau, Davis, Andreski, & Peterson, 1991). Yapılan bir araştırmada fiziksel yaralanmaya kadar giden bir travmatik olayı yaşayan insanların %25’inin travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) geliştirdiği belirtilmektedir (Shalev, Peri, Canetti & Schreiber, 1996). Bununla birlikte, geniş kitleleri etkileyen olaylardan ya da afetlerden sonra psikopatoloji gelişme riski % 17 oranında artmaktadır (Aker, Hamzaoğlu ve Boşgelmez, 2007). Bu oran toplumun ruh sağlığını tehdit edici nitelikte, oldukça yüksek bir orandır. Bu nedenle insanların bu tür stres verici veya travmatik olaylarla nasıl başa çıktıkları ya da başa çıkmak için neler yapmaları gerektiği konuları önemli hale gelmektedir. Gershuny, Najavits, Wood ve Heppner’ın (2004) üniversite öğrencileri üzerinde yaptıkları bir araştırmada katılımcıların her birinin en az bir travmatik olay yaşadığı saptanmıştır. Bu araştırmaya göre en sık karşılaşılan travmatik olaylar; sevilen kişinin ciddi şekilde hastalanması (%83), sevilen kişinin trajik ölümü (%71), kaza (%76) ve doğal afet (%50) olarak sıralanmıştır. Yaşanan travmatik olaylar bireylerde çeşitli psikolojik sorunlara neden olabilmektedir. Bir psikiyatri kliniğinde yapılan araştırmada hastaların %75.4’ünün başlarından en az bir travmatik yaşam olayının geçtiği belirtilmektedir (Eskin, Akoğlu & Uygur, 2006). Kadınların travmatik bir olaydan sonra stres bozukluğu geliştirme ve etkilerini sürdürme riski erkeklerden iki kat fazladır (Holbrook, Hoyt, Stein & Sieber, 2002). Sadece kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada hayat boyu herhangi bir travmatik olaya maruz kalma oranı %69 olarak bulunmuştur. Bu travmatik olayların %36’sı yakın bir arkadaşın ölümüne şahit olma, cinsel saldırı veya taciz gibi suç sayılabilecek nitelikte olaylardır. Bu kadınların %12.3’ü ise travma sonrası stres bozukluğu tanısı almıştır (Resnick, Kilpatrick, Dansky, Saunders & Best,1993). Travmatik olay sonrasında kadınların yaşam kalitelerinin anlamlı derecede düştüğü, yüksek oranda akut stres tepkileri ile depresyon belirtileri gösterdikleri bulunmuştur (Holbrook & Hoyt, 2004). 110 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Stres verici ve travmatik olaylar sonrasında, ruh sağlığının korunması için etkin başa çıkma yöntemlerinin uygulanması önemlidir. Başa çıkma tarzları genel olarak problem odaklı ve duygu odaklı olmak üzere iki kategoride incelenir. Problem odaklı başa çıkma, stres yaratan durumun ortadan kaldırılması, etkisinin en aza indirilmesi veya kişinin stres kaynağı ile ilişkisini değiştirmesine yönelik çabalardır. Bu başa çıkma türü, hem bilişsel hem de davranışsal stratejileri içerir (stresörün fark edilmesi, değerlendirilmesi, durumu değiştirecek seçeneğin belirlenmesi ve problemi çözmek için aktif bir şekilde harekete geçilmesi gibi). Duygu odaklı başa çıkma ise problemi veya stres yaratan durumu doğrudan değiştirmek yerine bu duruma yeni anlamlar vererek ya da olaya ilişkin duyguları düzenleyerek bu duyguların azaltılmasını ve ortadan kaldırılmasını içerir (Folkman ve Lazarus, 1985). Carver, Scheier ve Weintraub (1989), problem ve duygu odaklı başa çıkma tarzlarına ek olarak kaçıngan başa çıkma tarzlarından bahsetmişlerdir. Kaçıngan başa çıkma tarzını kullanan kişiler, dikkat dağıtıcı yöntemlere başvurur, diğer insanlarla birlikte olmak veya televizyon seyretmek gibi başka etkinliklere yönelir ya da durumu inkar ederler. Buna göre kaçıngan başa çıkma, stres verici durumla ilgili deneyimlerden veya düşüncelerden uzaklaşmayı, stresle baş etmeye yönelik amaçlardan vazgeçmeyi ve duruma yönelik herhangi bir girişimde bulunmamayı içerir. Duygu ve problem odaklı başa çıkma stratejilerin her ikisi de kaçıngan başa çıkma tarzından daha etkili olarak görülmektedir (Brown, Mulhern & Joseph, 2002; Marmar, Weiss, Metzler & Delucchi,1996). Başa çıkma davranışı hem olayın nesnel özellikleriyle hem de bireyin öznel değerlendirilmesiyle yakından ilişkilidir (Folkman ve Lazarus, 1985). Bu nedenle seçilen başa çıkma tarzı, bireyin önceki deneyimlerinden, yatkınlığından ve durumun özelliklerinden etkilenir (Baum, Fleming ve Singer, 1983). Travmatik olaya maruz kalan ya da tanık olan bireylerde, kısa ve uzun dönemde çeşitli psikolojik sorunların ortaya çıktığı bilinmektedir. Bunlardan en sık görülenler yaşam kalitesinde düşme, depresyon ve TSSB’dir (Holbrook & Hoyt, 2004). Dolayısıyla travmatik olaylardan sonra bireylerin yardım arama davranışının araştırılması önemlidir. Bu çalışmada üniversitede okuyan kadınların travmatik yaşantılarının ve aktif başa çıkma tarzlarından olan profesyonel düzeyde psikolojik yardım arama davranışlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM Araştırma Grubu Türkiye’nin değişik illerinden gelerek Karadeniz Teknik Üniversitesinin farklı fakülte, bölüm ve programlarında okuyan ve en az bir travmatik olay yaşadığını belirten 328 kadın öğrenci araştırma grubunu oluşturmaktadır. Araştırmaya Fen, Edebiyat ve Eğitim olmak üzere üç fakülte, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi, Eğitim Bilimleri, Türkçe Eğitimi, Özel Eğitim, Güzel Sanatlar Eğitimi, İlköğretim, Orta Öğretim Fen ve Matematik Alanlar, Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Biyoloji, Kimya ve Matematik Bölümleri olmak üzere 13 faklı bölüm dahil edilmiştir. Yaşları 17 ile 35 arasında değişen katılımcıların yaş ortalamaları 21.12±3.01’dir. Veri Toplama Araçları Bilgi Formu Araştırmaya katılan öğrencilerin bazı demografik özelliklerinin belirlenmesi amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanmıştır. Bu formda yaş, cinsiyet, okudukları fakülte ve bölüm, anne-baba eğitim durumu, ikamet yeri ve sosyo-ekonomik gelir düzeylerine ilişkin sorular bulunmaktadır. 111 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Travmatik Olaylar Listesi Literatür bulgularına dayalı olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan bu listede en sık karşılaşılan 16 travmatik olay yer almaktadır (Tablo 2’de verilmiştir). Katılımcılara bu listedeki olaylardan başlarına gelen ve kendilerini en çok sarsan bir olayı işaretlemeleri istenmektedir. Son madde ise belirtilen olaylar dışında farklı bir travmatik olay yaşayanlar için açık uçlu olarak hazırlanmıştır. Travmatik olayı ne kadar sarsıcı buldukları ve bu olayla ilgili profesyonel düzeyde psikolojik yardım alıp almadıkları da bu listede sorulmuştur. Verilerin Analizi Veriler SPSS 15.0 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Tanımlayıcı istatistik tekniklerinden yüzdelikler ve frekanslar kullanılmıştır. İşlem Yolu Araştırmanın ölçme araçları, üniversite öğrencilerine sınıf ortamında tek oturumda araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Ölçme araçlarının cevaplanma süresi yaklaşık 30 dakikadır. Araştırmanın konusu hakkında bilgilendirilen öğrencilerden en az bir travmatik yaşantı geçiren ve gönüllü olan öğrenciler araştırmaya dahil edilmiştir. Veri toplama aşamasında öğrencilerin birbirlerinden etkilenmeyecek şekilde oturmasına özen gösterilmiştir. Bu çalışmada yalnızca kadın öğrencilerden elde edilen veriler kullanılmıştır. BULGULAR Tanımlayıcı Bulgular Araştırmaya katılan kadınların bazı demografik özellikleri ile ilgili bulgular Tablo 1’de özetlenmektedir. Katılımcıların daha çok düşük (29.9) ve orta ekonomik gelir düzeyine (29.3) sahip oldukları tespit edilmiştir. Katılımcıların annelerinin eğitim düzeylerine bakıldığında, %51.5’lik büyük bir kesiminin ortaokul mezunu olduğu, %7.3’ünün okur-yazar olmadığı, %20.4’ünün ise lisans ve lisansüstü düzeyinde eğitim gördüğü görülmektedir. Katılımcıların babalarının da büyük oranda ortaokul mezunu olduğu (%32.3) fakat anne eğitim düzeyinden farklı olarak, babalarda okur-yazar olmayanların oranı %0.9 iken, % 44.5’inin lisans ve lisansüstü eğitim düzeyinde olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan kadın öğrencilerin %38.4’ü şehirde, %30.5’i ilçede, %20.4’ü ise büyük şehirde ikamet etmektedir. Tablo 1: Katılımcılara ait bazı tanımlayıcı bulgular Değişkenler Ekonomik Gelir Düzeyi Anne eğitim düzeyi Katılımcılar (n=328) f % Çok Düşük 46 14.0 Düşük 98 29.9 Orta 96 29.3 Yüksek 59 18.0 Çok Yüksek 29 8.8 Okur-yazar değil 24 7.3 İlkokul 20 6.1 Ortaokul 169 51.5 112 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Baba eğitim düzeyi İkamet yeri Lise 48 14.6 Üniversite 45 13.7 Lisansüstü 22 6.7 Okur-yazar değil 3 0.9 İlkokul 8 2.4 Ortaokul 106 32.3 Lise 60 18.3 Üniversite 80 24.4 Lisansüstü 66 20.1 Büyük Şehir 67 20.4 Şehir 126 38.4 İlçe 100 30.5 Kasaba Köy 11 24 3.4 7.3 Kadınların Yaşadıkları Travmatik Yaşantılara İlişkin Bulgular Katılımcıların yaşadıkları travmatik olayların yüzdeleri incelendiğinde %36.3 oranı ile sevilen bir kişinin ölümü ya da hastalığının başta geldiği görülmektedir. Bunu %15.9 ile özel bir insandan ayrılma, %10.4 ile kişisel bir hastalık izlemektedir. Doğal afet ile aile içi şiddet veya istismar olaylarının %7 oranında olduğu görülürken, başka birisinin yaralandığına ya da şiddete uğradığına şahit olma oranı %5.2’dir. Daha az görülen travmatik yaşantılar ise % 4 oranıyla önemli bir kaza, %3.4 ile akademik baskı, %3 ile işsizlik veya işini kaybetme, %1.8 oranıyla ise toplumdan soyutlanmadır. Öğrenime ara verme, yoksulluk ve terör olaylarına maruz kalma yada şahit olma eşit oranda (%0.6) görülmektedir. 14 yaş öncesi istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya taciz %1.2 oranında görülürken katılımcıların en az yaşadığı travmatik olaylar 14 yaş ve sonrasında istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya cinsel taciz (%0.3) ile 14 yaş öncesinde gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalmadır (%0.3). Katılımcıların %2.4’ü ise bu travmatik olayların dışında farklı travmatik yaşantılar geçirdiklerini belirtmişlerdir. 113 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 2: Kadınların Yaşadıkları Travmatik Yaşantılar Travmatik Olaylar 1 14 yaş öncesinde istenmeyen cinsel ilişki, cinsel zorlanma/zarar görme veya cinsel taciz 2 14 yaş ve sonrasında istenmeyen cinsel ilişki, cinsel zorlama/zarar görme veya cinsel taciz Önemli/Büyük bir kaza 3 n 4 % 1.2 1 0.3 13 4.0 4 Doğal afet (örn. deprem, sel) 23 7.0 5 119 36.3 6 Sevilen bir kişinin ölümü ya da hastalığı (doğal sebepler, kaza ya da intihar nedeniyle) Kişisel bir hastalık (Yaşanan bir hastalık) 34 10.4 7 14 yaş öncesinde gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalma 1 0.3 8 Başka birisinin yaralandığına ya da şiddete uğradığına şahit olma (örn. kavgada veya diğer durumlarda) Akademik baskı 17 5.2 11 3.4 10 Aile içi şiddet veya istismar 23 7.0 11 Özel bir insandan ayrılma (örn. boşanma, duygusal bir ilişkiyi bitirme) 12 Toplumdan soyutlanma ve akran grubundan dışlanma 52 15.9 6 1.8 13 Yoksulluk 2 0.6 14 İşsizlik veya işini kaybetme (kendinizi veya ailenizi kapsayan) 10 3.0 15 Öğrenime ara verme 2 0.6 16 Terör olaylarına maruz kalma ya da şahit olma 2 0.6 17 Diğer 8 2.4 9 Katılımcıların yaşadıkları travmatik olayı ne kadar sarsıcı bulduklarını “hiç sarsıcı değil” ile “aşırı derecede sarsıcı” arasında derecelendirmeleri istenmiş ve verilen cevaplara ilişkin bulgular Tablo 3’te özetlenmiştir. Tabloda görüldüğü gibi katılımcıların büyük çoğunluğu (%37.8) yaşadıkları olayı oldukça sarsıcı olarak değerlendirmektedir. Katılımcıların %27.1’i ise yaşadıkları olayı aşırı derecede, %22.9’u ise orta düzeyde sarsıcı bulmaktadır. Katılımcıların %10.1’i yaşadıkları olayı biraz sarsıcı olarak değerlendirirken %2.1’lik kısmı ise hiç sarsıcı bulmadığını belirtmiştir. 114 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 3: Bu olay sizin için ne kadar sarsıcıydı? n % Hiç sarsıcı değil 7 2.1 Biraz sarsıcı 33 10.1 Orta düzeyde sarsıcı 75 22.9 Oldukça sarsıcı 124 37.8 Aşırı derecede sarsıcı 89 27.1 Araştırmaya katılan kadın öğrencilerin psikolojik yardım alma durumları ile ilgili bulgular Tablo 4’te görülmektedir. Yaşadıkları travma ile ilgili olarak katılımcıların yalnızca %11’inin profesyonel düzeyde psikolojik bir yardım aldığı, geriye kalan %89’unun ise profesyonel bir psikolojik destek almadığı tespit edilmiştir. Tablo 4: Profesyonel düzeyde psikolojik yardım aldınız mı? n % Evet 36 11 Hayır 292 89 TARTIŞMA Bu çalışmada üniversitede okuyan kadınların travmatik yaşantıları belirlenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre oransal olarak en fazla yaşanan travmatik olay sevilen bir kişinin ölümü ya da hastalığıdır. Bunu sırasıyla; özel bir insandan ayrılma, kişisel bir hastalık, doğal afet, aile içi şiddet veya istismar, başka birisinin yaralandığına ya da şiddete uğradığına şahit olma, önemli bir kaza, akademik baskı, işsizlik veya işini kaybetme, toplumdan soyutlanma, 14 yaş öncesi istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya taciz, öğrenime ara verme, yoksulluk ve terör olaylarına maruz kalma ya da şahit olma, 14 yaş ve sonrasında istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya cinsel taciz ile 14 yaş öncesinde gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalma izlemektedir. Gürdil’in (2007) üniversite öğrencilerinin travmatik yaşantılarını incelendiği çalışmasında da benzer sonuçlara ulaştığı görülmektedir. Söz konusu araştırmada kız öğrencilerin en fazla yaşadıkları travmatik olaylar sırasıyla; sevilen birinin ölümü, doğal afet, kaza, tanınan bir kişi tarafından cinsel olmayan saldırı, hayatı tehdit eden bir hastalıktır. 18 yaşından küçük olunan dönemde kendinden büyük biriyle cinsel temas, tanınmayan bir kişi tarafından cinsel saldırı, tanınan bir kişi tarafından cinsel saldırı oranlarının ise bu çalışmada olduğundan daha yüksek olduğu görülmektedir. Yine benzer şekilde Gershuny ve arkadaşları (2004) üniversite öğrencileri arasında en sık karşılaşılan travmatik olayların; sevilen kişinin ciddi şekilde hastalanması, sevilen kişinin trajik ölümü, kaza ve doğal afet olduğunu saptamıştır. Araştırma sonuçlarına göre katılımcıların çoğu, yaşadıkları travmatik olayı oldukça sarsıcı olarak değerlendirmişlerdir. Travmatik olayların bireylerde yoğun korku, çaresizlik ve dehşet hissi yarattığı bilinmektedir. Fakat travmatik olaydan etkilenme düzeyinin ve olay sonrasında gelişen psikolojik semptomların olayın 115 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kendisinden çok öznel anlamlandırma ile yakın ilişkili olduğu belirtilmektedir (Davison & Neale, 2004). Holbrook ve arkadaşları (2002) yaptıkları çalışmada, kadınların erkeklere göre travmatik olayları daha faza tehdit edici olarak algıladıklarını ve TSSB geliştirme olasılıklarının erkeklerden daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca kadınların bir travma sonrasında stres belirtilerini sürdürme olasılığının erkeklerden daha yüksek olduğu bulunmuştur (Holbrook & Hoyt, 2004). Araştırmadan elde edilen bulgular travmatik yaşantıları olan kadınların oldukça büyük bir kısmının profesyonel düzeyde psikolojik yardım almadığını göstermektedir. Toplumda yapılan araştırmalar, DSM’ye göre tanı alan hastaların yalnızca %13,3’ünün psikolojik bir nedenle tedaviye başvurduğunu ortaya koymuştur (Kesler ve ark., 1999). Buna göre ciddi psikolojik sorunları olduğu halde yardım alamayan çok sayıda kişi vardır. Ülkemizde çeşitli travmatik yaşantılardan sonra bireylerin ruh sağlığı hizmetlerine başvurma oranlarının araştırıldığı çalışmalarda benzer oranların (%13.7) elde edildiği görülmektedir (Kılıç, 2008; Aker ve ark., 2008). Aker ve arkadaşları (2008) bir terör olayı sonrasında erişkinlerin ergenlerden daha fazla ruhsal sorun yaşadıkları ve yardım alma ihtiyacını belirttiklerini bulmuşlardır. Yine aynı çalışmada, travmayı aynı şartlarda yaşayan kız öğrencilerin olası TSSB oranlarının erkeklerden anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu fakat yardım alma ihtiyaçları arasında cinsiyetler arasında fark olmadığı bulunmuştur. Bu sonuç bizim araştırmamızdaki bulguyu destekler niteliktedir. Goldberg ve Hu ley (1992) bireylerin psikolojik tedaviye başvuru kararını etkileyen faktörler arasında en fazla; farkındalık, adını koyma, damgalanma, ekonomik ve demografik nedenlerin etkili olduğunu belirtmişlerdir. Ülkemizde psikolojik yardım alma konusundaki farkındalığın istenilen düzeye ulaştığını söylemek güçtür. Özellikle üniversite düzeyinde öğrenim gören bireylerde bu farkındalığın daha yüksek olması beklenen bir durumdur. Bununla birlikte psikolojik yardım arama, bireylerin travmatik olaylarla başa çıkmasında tek yol değildir. Farklı başa çıkma tarzları ile de bireyler yaşadıkları travmatik olayların etkilerinden kurtulabilmektedirler. Bundan sonraki çalışmalarda, kadınların travmatik olaylarla başa çıkma tarzları araştırılabilir. Ayrıca psikolojik yardım aramaya dönük farkındalıklarının ve tutumlarının da incelenmesine ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. KAYNAKLAR Aker, A. T., Hamzaoğlu, O. ve Boşgelmez, Ş. (2007). Kocaeli - Ruhsal Travma Kısa Tarama Ölçeğinin (Kocaeli - Kısa) Geçerliği. Düşünen Adam, 20(4):172-178. Aker, A. T., Sorgun, E., Mestçioğlu, Ö., Karakaya, I., Kalender, D.,Acar, G. & ark. (2008). İstanbul’daki bombalama eylemlerinin erişkin ve ergenlerdeki travmatik stres etkileri. Türk Psikoloji Dergisi, 23 (61), 63-71. APA (Amerikan Psikiyatri Birliği) (2001). Psikiyatride Hastalıkların Tanılanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSMIV-TR), APA Washington DC, 2000’den çeviren E. Köroğlu, Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Baum, A., Fleming, R., & Singer, J.E. (1983). Coping with victimization by technological disaster. Journal of Social Issiues, 39 (2), 117-138. Breslau, N., Davis, G. C., Andreski, P. & Peterson, E. (1991). Traumatic events and Posttraumatic Stress Disorder in an urban population of young adults. Archeves General Psychiatry, 48(3),216-222. 116 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Breslau, N., Kessler, R. C., Chilcoat H. D., Schultz L.R., Davis G. C.& Andreski, P. (1998). Trauma and Posttraumatic Stress Disorder in the Community. Archeves General Psychiatry, 55 (7), 626-632. Brown, J., Mulhern, G., & Joseph, S. (2002). Incident-related stressors, locus of control, coping and psychological distress among firefighters in Norther Ireland. Journal of Traumatic Stress, 15 (2), 161-168. Carver, C. S. , Scheier, M. F. & Weintraub, J. K. (1989). Assessing coping strategies: A theoretically based approach. Journal of Personality and Social Psychology, 56 (2), 267-283. Davison, G. C. & Neale, J.M. (2004). Anormal Psikolojisi. İ. Dağ (Çev. Ed.). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Eskin, M., Akoğlu, A. & Uygur, B. (2006). Ayaktan tedavi edilen psikiyatri hastalarında travmatik yaşam olayları ve sorun çözme becerileri: İntihar davranışıyla ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(4): 266-275. Folkman, S. & Lazarus, R. S. (1985). If It Social Behavior Changes It Must Be a Process: Study of Emotion and Coping During Three Stages of a College Examination. Journal of Personality and Social Psychology, 48 (1), 150-170. Gershuny, B. S., Najavits, L., Wood, P. K., & Heppner, M. J. (2004). Relation between trauma and psychopathology: Mediating roles of trauma and dissociation. Journal of Trauma and Dissociation, 5, 101–117. Gürdil, G. (2007). Üniversite Öğrencilerinde Travma Yaşantısı, Stresle Başa Çıkma Tarzları ve İç-Dış Kontrol Odağı İnancı İle Riskli Alkol Kullanımı Arasındaki İlişki. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Goldberg DP, Huxley P (1992) Common Mental Disorders: A Biosocial model. London, New York: Tavistock/Routlege. Holbrook, T. L., Hoyt, D. B. (2004). The impact of major trauma: Quality-of-life outcomes are worse in women than in men, independent of mechanism and injury severity. Journal of Trauma-Injury Infection &Critical Care, 56 (2), 284290. Holbrook, T. L., Hoyt, D. B., Stein, M. B., Sieber, W.J. (2002). Gender differences in long-term posttraumatic stress disorder outcomes after major trauma: Women are at higher risk of adverse outcomes than men. Journal of Trauma-Injury Infection &Critical Care, 53 (5), 883-888. Kesler, R. C., Zhao, S., Katz, S., Kouzis, A.C., Frank, R.G., Edlund, M. & Leaf, P. (1999). Past-year use of outpatient services for psychiatric problems in the national comorbidity survey. The American Journal of Psychiatry, 156 (1): 115123. Kılıç, C. (2008). Depremzedelerde ruh sağlığı hizmeti kullanımı: 1999 depremlerinin sonuçları. Türk Psikiyatri Dergisi, 19(2):113-123. Marmar, C. R., Weiss, D. S., Metzler, T. J., ve Delucchi, K. (1996). Characteristics of emergency services personel related to peritraumatic dissociation during critical incident exposure. The American Journal of Psychiatry, 153 (7), 94-102. 117 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Öztürk, M.O. & Uluşahin, A. (2008). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları (1. Cilt, 11. Baskı). Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri. Perkonigg A. Kesler, R.C., Storz, S. & Wittchen, H. (2000). Traumatic events and posttraumatic stres disorder in the community: prevalence, risk factors and comorbidity. Acta Psychiatrica Scandinavica,101,46-59. Resnick, H.S., Kilpatrick, D. G., Dansky, B.S., Saunders, B. E. & Best, C. L. (1993). Prevalence of civilian trauma and posttraumatic stress disorder in a representative national sample of women. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 61(6): 984-991. Shalev, A.Y., Peri, T. Canetti, L. & Schreiber, S. (1996). Predictors of PTSD in injured trauma survivors: a prospective study. American Journal of Psychiatry, 153:219-225. 118 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara FUNNYHOUSE OF A NEGRO: BİR ZENCİ KADININ KİMLİK BUNALIMI Özlem Özen* Özet Bell Hooks’a göre siyah kadın “dünyanın katırı” olup insanlığın en alt seviyesinde yer almaktadır. Siyah kadını aşağı gören bu düşünce sistemi yüzünden Hooks, yalnızca kadın olarak temel hakları için değil, aynı zamanda beyaz erkek ve kadının ve hatta siyah erkeğin de sahip olduğu haklar ve pozisyonlar için mücadele vermesi gerektiğini belirtir.† Afrikalı-Amerikalı kadın yazarlar eserlerinde kadın ve kadın deneyimlerini yansıtmakla kalmaz, 1950 ve 60’ların süregelen politik kaygılarını da dile getirir: kadının sesini duyurma mücadelesi konusu ve geleneksel kadınlık kavramını içeren eserlerde siyah kadının kendi gerçeğini ifade etme çabası vardır. Adrianne Kennedy’nin tek perdelik oyunu Funnyhouse of a Negro Afrika-Amerika kültüründe zenci kadının durumunu gözler önüne sererken sevgi ve şiddet, umut ve şüphe, geçmiş ve bugün gibi konuları da işlemektedir. Kennedy özellikle politik bir söylem olarak kimlik sorunsalını ele alan ve varlığını hissettiren kadın yazarlardan biridir. Ayrıca oyun gerçekçi politik tiyatro eserlerinin üretildiği bir dönemde Amerikan tiyatro oyunları arasında Absürd tiyatro, sembolizm, ekspresyonizm ve sürrealizm gibi 20.yüzyılın avangard (öncü) sanat akımlarını yansıtan iyi bir örnektir. Oyunun merkezinde tecavüz teması olsa da ana karakter Sarah’ın yaşadığı kimlik bunalımı daha baskındır. Annesi babasının tecavüzüne maruz kaldıktan sonra dünyaya gelen Sarah, annesinin aklını yitirdiğine ve babasının bundan dolayı suçluluk duygusuyla halusinasyonlar gördüğüne tanık olur. Kökleriyle ve geçmişiyle bir türlü barışamaz; çünkü babasının Harlem’de bir otel odasındaki intiharı onda kabuslar oluşturur ve sonunda sahnede Sarah’ın intiharı gerçekleşir. Bu çalışmada zenci bir kadındaki kimlik bölünmeleri, beyazların kabul ettiği güzellik anlayışından kaynaklanan saç takıntısı ve sonuçta intihar olgusu incelenecektir. Oyunun olay örgüsü Sarah’ın bilinçaltında geçer. Zenci kadının dört ayrı kimlikle temsil edilişinde Kennedy, postmodern ve deneysel bir yaklaşımla kadının fiziksel özellikleri olduğu kadar ruhsal özelliklerini de yansıtmayı başarmıştır. Oyunda ayrıca Sarah’ın beyaz kadına benzeme arzusu saç takıntısıyla ortaya konulur. Beyazların benimsediği güzellik standartlarına uyum sağlamaya çalışan Sarah’ın ırk ve cinsiyet karmaşası ve tecavüz saplantısı birleşince, kimlik bölünmesi ortaya çıkar. Böylelikle, vurgulamak istediğimiz nokta şudur: Kimlik bunalımında yaşadığı boşluk duygusunun üstesinden gelemeyen ve beyaz toplumun yok saydığı zenci kimliğini bastırmayı başaramayan bu zenci kadın için hayatını sonlandırmak kaçınılmaz olmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kimlik bunalımı, tecavüz, intihar, Funnyhouse of A Negro FUNNYHOUSE OF A NEGRO: THE IDENTİTY CRISIS OF A NEGRO WOMAN Abstract Bell Hooks states that the black woman is “the mule of the world” who is placed at the lowest level of humanity. Because of this system of thought that regards black woman as inferior, Hooks maintains that she should struggle for not only her basic rights as a woman, but also for the rights and position possessed by white man and woman and * † Yrd. Doç. Dr., Osmangazi Üniversitesi, omlek@ hotmail.com Ain’t I A Black Woman Black Women and Feminism South End Press, New York, 1981. 119 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara black man as well.1 In the literary works of the African-American women writers, the main issue is not only women and women experience, but the ongoing political concern of the 1950s and 60s: there is a struggle for e pressing the black woman’s reality in the works that reflect the theme of making her voice heard and the concept of traditional femininty. The one-act play of Adrianne Kennedy Funnyhouse of a Negro deals with the condition of black woman in African-American culture as well as revealing the themes of love and violence, hope and doubt, past and present. Kennedy is one of the women writers who takes the issue of identity as a political discourse into consideration and prevails with her presence. In addition, the play is a good example among American theater plays to reflect the twentieth century avanguard artistic movements such as absurd theater, symbolism, expressionism and surrealism during a period when realistic political plays were produced. Even though the rape issue is at the core of the play, the identity crisis of the main character Sarah is more focused. Being born as a result of her father’s rape of her mother, Sarah witnesses her mother going insane and her father having hallucinations because of his feeling of guilt. She can never reconcile with her roots and past; since her father’s suicide at a hotel room in Harlem causes her to have nightmares and finally she performs her suicidal act on stage. This study examines the split identities of a negro woman, the fact that the idealised beauty accepted by the whites leads her to be obsessed with hair and and as a result the concept of suicide. The plot of the play happens in the subconscious of Sarah. In her demonstartion of the four different identities of the negro woman, Kennedy has managed to reflect the physical as well as the spiritual characteristics of a woman with a postmodern and experimental approach. Besides, the desire of Sarah for being like a white woman is revealed by her hair obsession. When Sarah, trying to fit in the white beauty standard, has a conflict based on race and gender mixed with her rape obsession, she experiences split identities. Thus, we need to focus on this point:It will be inevitable for this negro woman to end her life, who cannot overcome with the sense of emptiness out of her identity crisis and repress the negro identity disregarded by the white society. Key words: Identity Crisis, rape, suicide, Funnyhouse of A Negro Giriş Adrianne Kennedy’nin tek perdelik oyunu Funnyhouse of a Negro oyunu 20.yüzyılın Amerikan Tiyatrosundaki avangard sanat akımlarını yansıtan iyi bir örnektir. Kennedy özellikle politik bir söylem olarak kimlik sorunsalını ele alan ve erkek yazarlardan sonra varlığını hissettiren ilk kadın yazarlardan biridir. Ayrıca Amerikan feminist tiyatro eserleri arasında Absürd tiyatro, sembolizm, ekspresyonizm ve sürrealizm gibi akımlardan etkilenen öncü oyunlardan biridir. Kennedy’nin oyunları kadın ve kadın deneyimlerini yansıtmakla kalmaz, 1950 ve 60’ların süregelen politik kaygılarını da dile getirir: kadının sesini duyurma mücadelesi, geleneksel kadınlık kavramıyla çatışan oyunlarında siyah kadının kendi gerçeğini ifade etme çabası vardır. Bu modernist tarzdaki oyunun sahne kurgusu aslında postmodernizmin öncülüğünü yapmaktadır: bağlantısız olanı birleştirme, gelenekselin dışına çıkma, monologlar içinde tekrarlamalar… Kennedy gerçekçi politik tiyatro 1 Ain’t I A Black Woman Black Women and Feminism South End Press, New York, 1981. 120 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara eserlerinin üretildiği bir dönemde deneysel bir yaklaşımla siyah kadının fiziksel özellikleri olduğu kadar ruhsal özelliklerini de yansıtmayı başarmıştır. Bu çalışmada zenci bir kadındaki kimlik bölünmeleri, beyaz toplumun kabul ettiği güzellik anlayışından kaynaklanan saç takıntısı, yüzleşmek zorunda kaldığı aynanın sembolü ve sonuçta intihar olgusu incelenecektir. Ayrıca amaçlanan zenci kadının yaşadığı kimlik bunalımı sonucu intiharı kaçınılmaz hale geldiğini göstermektir. Oyunda seyirciler sanki kadının zihninin içinde yer alıyormuş gibi iç diyaloglar yer almaktadır. Öznelliği ön plana çıkaran ekspresyonizm sayesinde abartılı makyaj ve kostümlerin kullanımı, güçlü ışıklandırma, garip olaylar kadının iç dünyasındaki yalnızlığını ve karmaşık ruh halini yansıtmada katkı sağlamaktadır. Ana karakter Sarah’ın üzerine yansıtılan beyaz ışık efekti o kadar çirkin ve gerçek dışıdır ki, onun siyahlığının üzerinde büyük bir zıt etki yaratır. Kennedy Afrika-Amerika tiyatrosu yazarı olarak bize şunu fark ettirir: kendimizi başkalarının yerine koyabilmeyi ve toplumun içindeki cinsiyet rollerinden çıkıp başkalarının içselliğini algılayabilmekteyiz. Siyah kadının maruz kaldığı ırksal, cinsel ve fiziksel yönlerden kurban edilişi konu edilmekte olan bu oyunda içselleştirilmiş ırkçılık özgüven eksikliği ve benlik nefretine dönüşmektedir. Bu yüzden, Hooks birçok siyah insanı kendi yazgılarını şekillendirip yön vermeyi başaramayan kurbanlar olarak görmektedir (1981:10). Oyun kapalı bir perdenin önünde başlar. Dağınık saçlı kadın, anne, elinde saçsız bir baş tutarak (sahnede kara bir karga başının üstünde dolanır) sahneye yürür. Kendi kendine mırıldanmaktadır. Sahneden ayrılınca perde açılır ve tam ortasında mezara benzeyen bir yatak olan Sarah’ın odası görülür. Sarah New York’ta İngiliz edebiyatı okumuş, şiir yazmayı seven, bir kütüphanede çalışan annesi çok açık tenli melez, babası AfrikalıAmerikalı bir zencidir. Sahnede tavandan sallanan ipin önünde intihar etmesi beklenen Sarah, duyulan silah sesi ve bilinçaltını yansıtan sahne efektleri ve ışıklar yabancılaşma… Tüm bunlar sürrealist oyundaki karakterin bilinçaltındakilerin dışavurumudur: öz nefret ve ırka duyulan tiksinti. Yüzlere takılan beyaz maskeler siyah ve beyaz kavramını vurgulamakla birlikte kadının kendine yabancılaştığını da gösterir. Oyun sahne yapısı Sarah’ın odası üzerine kurulmuştur ve bu mekanda gerçek ve hayal arasındaki ayırım yok olmuştur. Oyunun başlığının “deliler evi” (Funnyhouse) anlamına gelmesi Sarah’ın şizofren olduğunu göstermektedir. Zenci erkeğin beyaz veya melez kadın bedenini kirletmesi konusu oyunda oldukça çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır. Geçmişte babasının annesine tecavüzü Sarah için derin bir travma oluşturur. Annesinin saçlarının tamamen dökülmesi gerçeğinin de temelinde sembolik anlamda babasının annesine tecavüzü bulunmaktadır. Cinsel saldırıya uğrayan anne umutsuzluk ve suçluluk duyguları içinde, kızı dünyaya geldikten sonra hem kocası hem de bebeğiyle iletişim kuramamıştır. Sarah’ın annesi akıl hastanesine düşmeden önce baykuşlarla konuşmaktadır. Kennedy The Owl Answers (Baykuş Cevap Veriyor) isimli oyununda kullandığı baykuş sembolünü burada tekrar sergiler. Ana karakter olan Clara ruhsal çöküntüsünden sonra bir baykuşa dönüşür. Bu sembol kadının yalnızlaşmış ruhunun gizemini sergilemektedir. Clara gibi sadece baykuşlarla konuşan Sarah’ın annesi de, yaşamın gerçeğinden kopmuş kendi izole dünyasında bir çıkış noktası aramaktadır. Dolayısıyla, anne sevgisini hiç yaşamamış biri olarak, Sarah kendisini gerçek dünyaya ait hissedemez. 121 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kimlik Bölünmesi Çoğul kişilik ya da kişilik bölünmesine kadınlarda daha çok rastlanmaktadır. Vakalarda çoğunlukla çocuklukta ağır cinsel ya da fiziksel taciz öyküsü ortaya çıkmaktadır. Aslında tam olarak kişinin orijinal kişiliğinin yaşadığı bir travmayı yok sayarak, kaçamadığı, unutmak istediği bir acıyı, şiddeti hiç bilmeyen yeni bir kişilik yaratmasıyla başlar. Bu anlamda kişiyi yaşadığı travmadan koruyan bir fonksiyonla bölünme başlar. Ortaya çıkan belirtiler arasında hafıza kaybı, anksiyete bozukluğu, ruh hali bozukluğu, şizofreni, uzlaştırılamayan çatışmaların çözümü; gerçekten kaçış bulunmaktadır; dolayısıyla birden fazla kimliğin kişinin davranışlarını kontrol altına alması durumu ortaya çıkar. Sarah’ın yaşadığı kimlik bölünmesinin en çarpıcı göstergesi onun dört ayrı kimlikle temsil edilmesidir. Kimliklerin hiçbiri tam olarak Sarah gibi değildir, fakat onun Afrikalı-Amerikalı kimliğini kabullenmede yaşadığı iç çatışmayı yansıtırlar. Bunlardan ikisi beyaz asil kandan gelen Avrupalı kadınlardır: Hapsburg Düşesi ve Kraliçe Viktorya. Düşes ve Kraliçe tıpatıp birbirlerine benzeyen soğuk yüzlü ve çok kıvırcık saçlı kadınlardır. Birbirlerine çok benzer şekilde beyaz uzun elbiseler giyip beyaz maskeler takarlar. Sarah’ın odasında Kraliçe Viktorya’nın büyük bir heykeli ve diğer İngiliz kraliyet aile mensuplarının resimleri ve kitapları vardır. Düşesin odası ise tavanında büyük bir avizesi olan mermer tabanlı bir balo salonudur. Diğer kimlikler Hz.İsa ve Patrice Lumumba’dır. İsa da Lumumba (başı yarılmış ve kanı gözlerine akan biri) gibi çirkin fiziksel özelliklere sahip olarak tasvir edilir. Uzakdoğulu paçavralar giyinmiş sarı tenli kambur çirkin bir cücedir. Siyah ırkı kölelikten kurtardığına inanılan İsa, Afrika-Amerika mitlerinde “Afrika” adındaki cennete halkını çağırır ve halk da masmavi göğün, yemyeşil ovaların, ırmakların çağıldadığı bu vatanda sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarına inanır (Thompson, 1997:14). Sarah’ın büyükannesi oğlunun İsa yerine geçip, ırkını kölelikten kurtarmasını arzu etmiştir. İsa kimliğinde Sarah babasının amaçlarını ve hedeflerini görmek ister, ancak bunları ideal bir şekilde yansıtamaz ve yerine getiremez. Babasını Afrika ormanlarında Hıristiyan misyonerliği yapan ve ırkını kurtarmaya çalışan Hz. İsa ile özdeşleştirmesi bir bakıma onu bilinçaltında affetmek istediği anlamında gibi görünse de, Sarah’ın babasına duyduğu nefret daha çok vurgulanır. Siyahlığına duyduğu nefreti de babasına yöneltir ve sürekli onu öldürmeyi arzular. Babasının Afrika ormanlarından Düşes ve Kraliçeyi almaya geleceğini ima eder. Kapısının çalışı giderek yükselen bir tak tak sesiyle arkadan duyulmaktadır. Sarah kendini güvende hissetmez. Dört kimliği aynı anda konuşurlar: “Ama o (Babası) öldü. Ve geri dönüp duruyor. O zaman ölmemiş. O zaman ölmemiş. Yine de öldü, ama sürekli kapımı çalıyor” (24). Bu satırlarda tekrarlanan aslında bir bakıma oyun dilinde gerçekliğin anlamını yitirdiğini ima etmektedir. İç çatışmaların sonucunda yaşadığı psikolojik şiddet Sarah’ın babasını zihninde öldürmesiyle fiziksel şiddete dönüşür. Babasını öldürdüğüne inandığı için kendini odasına kilitler. Öte yandan Patricia Lumumba (Kongo Demokratik Cumhuriyetinin ilk başbakanı devrimci bir Afrikalı) kimliği hem Sarah hem de babası olarak konuşur: “Askerler geliyor ve ağaca çaktıkları çarmığa doğru beni sürükleyip çiviliyorlar. Kanım fışkırıyor” (20). Asılma imgeleri zencilerin kölelik dönemlerinde gördükleri zulüm ve işkencelerin Sarah’ın bilinçaltından açığa çıkmasıdır. Sarah atalarını temsil eden Lumumba’dan uzaklaşmaya çalışırken bir taraftan da Düşes ve Kraliçe kimlikleriyle siyah derisini beyazlaştırmaya ve Afrikalı özelliklerini silmeye çabalar. Sarah’ın kendine ve ırkına duyduğu nefret ve tecavüz takıntısı birleşip çoğul kimliklerinde açığa çıkar. Oyunda 122 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çoğul kimlikler bir yandan siyahlığa karşı bir savunma mekanizması olurken öte yandan beyaz toplum tarafından kabul görme çabası anlamına gelmektedir. Sarah bölünmüş kimlikleriyle belirli bir düzen içinde var olmayı başaramaz. Birbirlerinden farklıdırlar ve bunu sözel tekrarlamalarıyla göstermeye çalışırlar. Tekrarlanan cümleler onun şizofren ruh halinin göstergesidir. “O ormanda yaşayan bir Afrikalı. O hep ormanda yaşamış olan bir Afrikalı…” (9). Düşesin bu konuşmasının konusu siyahların içselleştirdiği ve mücadelesini verdikleri ırkçılığı gösterir. Monologların tekrarı ayrıca siyahların siyahlıklarını sürekli inkar etmesi anlamına da gelmektedir. Dört kimliği arasında Sarah kimliği öncelik kazanır; ancak hiçbirine bir türlü kendini yakın hissedemez. Çünkü hiçbiri kendi asıl kimliğiyle pek benzeşmez. Beyazlığın göstergesi olan düz saçlara sahip olmayı arzulayan Sarah, Partice Lumumba olarak yüzünde beyaz maskesiyle belirir ve şöyle der: “Hiçbir ahlaki değerim olsun istemiyorum, özellikle benim varlığımla ilişkisi olan. Var olmak istemiyorum… Ben iki neslin zencisiyim. Annemin doğumunda hortlayan kara gölgeyim… Avrupa antikalarının olduğu odalarda yaşamak, duvarları kitap dolu, piyanosu olan odalar… Arkadaşlarım beyaz olacak, beyaz cam masalarda yemeklerimi yiyeceğim”(5-6). Ancak beyaz arkadaşlar edinme isteğiyle tekrarladığı sözler kendi gerçek kimliğini bulma çabasına ters düşebilir. Kraliçe ve Düşes siyah ırkın beyaz bedenler içindeki tutarsızlığını gösterir. Dıştan beyaz olsalar bile, içleri (benlikleri) siyahtır. Kendini tamamen beyaz kültürle bağdaştıran Sarah, toplumundaki diğer kişilerle sağlıklı ilişkiler kurmaktan yoksundur. “Ben, içeriden konuşulanları ve yapılanları seyreder ve sanki bunları yapan başka bireymişcesine konuşan ve yapandan tiksinir. Bütün bunlarda, kişiler ve şeylerin dışarıdaki dünyasına başvurmadan, bireyin içindeki kişiler ve şeylerle ilişki kurma çabası bulunur” (Laing, 1993: 87). Bu bağlamda, Sarah kendi iç dünyasına kapanarak kendine güvenlik, yeterlilik ve kontrol aramaktadır. Dolayısıyla, yaşadığı kimlik bölünmesi üstesinden gelemediği ve onu intihara götürecek olan kimlik krizinin bir göstergesidir. Kimlik Krizi ve Paranoid-şizoid Durum Melanie Klein nesne-ilişkileri kuramında bebeklerin hem yaşama hem de ölme içgüdülerinin doğuştan var olduğunu, bunun da bölünme ve yöneltme yoluyla birbirine zıt endişeler yaratmakta olduğunu söyler. Paranoid-şizoid diye adlandırdığı bu durumda kişi dışarıda gördüğü nesneleri iyi ya da kötünün temsilcileri olarak görür ve umutlarını ya da korkularını bunlara yöneltir. Sonraki süreçte kişi böyle bölünmeleri birleştirip bütünleştirir. Klein’e göre, insan egosunu tehdit eden ve korkutan ölüm içgüdüsünü dışarıdaki nesneye atmak ve yaşama güdüsünü idealindeki nesneyle bütünleştirmek ister. Klein, kişinin korkuları bölünme özelliği gösteren bir paranoya oluşturduğu için bu duruma paranoid-şizoid adını verir. Barnett’e göre, Sarah bu bütünleşme dönemine geçemeyip, paranoid-şizoid durumda kalır (2000:378). Örneğin Sarah bazen Kraliçe olur, bazen de onunla konuşur. Kraliçe benlik ve ötekiyi temsil eder. Sarah odasına büyük bir kraliçe heykeli getirerek üç basamaklı bir kaidenin üzerine yerleştirir. Bu egosunu tehdit altına alan ve ölüm duygusunu hatırlatan bir durumdur. Çünkü zencilerin ortadan kaldırılmasını buyuran ırk düşmanı kraliçenin kendisidir. Dolayısıyla şaşırtıcı derecede ölümü hatırlatan bu şaşalı heykel sayesinde Sarah’ın yaşama içgüdüsü ölüm içgüdüsüyle birleşir. Diğer bir örnekte ise, dört farklı karakter bir araya geldiğinde birbirlerinin farkında olmadan sahneye çıkarlar ve konuşurlar. Sarah beyaz olan kimlikleriyle özdeşleşmek ister, ama kıvırcık siyah saçlı oluşu buna engel olur. İç dünyası oldukça karmaşıktır, 123 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çünkü zayıflıklarından kaçmaya çalıştıkça içindeki gerçek zenci ile olmayı arzuladığı beyaz kişi arasında sıkışıp kalmaktadır. Kimliğinde bütünlük arayışı sonuç vermez; yaşamını kelimelerle kontrol altına almak ister. Ancak iyi ve kötüyü birbirinden tam olarak ayıramaz. Her bir kimliğine hem iyi ve ideal olan hem de kötü ve zarar veren özellikler yükler, ancak nesne-ilişkileri kuramındaki gibi olumlu ve olumsuz nesneleri birleştiremez. Dolayısıyla kimliklerinin kendilerini yok etmelerine yol açar. Sarah’ın kendi kendine yaptığı tutarsız iç konuşmaları benlik duygusunun yıpratıldığını göstermektedir: “Kimliklerimle mantıklı bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Ama bu da bir yalan…ilişkilerin yalanlarına sadakatim sonsuz, tekrar ve tekrar bu kimliklerimle bir bağlantı kurmaya çalışıyorum. İsa Viktorya’nın oğlu. Annem saçları dökülmeden önce babamı sevmişti. Benimle kraliçe Viktorya arasında, ve benimle İsa arasında aşk ilişkisi var, ama bunlar yalan” (7). L. Kintz’e göre, Sarah’ın düşlediği yaşam biçimi burjuvazi yaşamı olup böyle yaşamdan zevk almayı amaçlayan kişinin bunu taklit etmesiyle devam eder (Akt.Özbek, 2003: 53). Siyah kültüre ait kalıp yargılar Sarah’ın bilinçaltında yer almaktadır. Zihninde takıntı halinde olan şey siyah adamın melez ya da beyaz bir kadına tecavüzüdür. Gerçek zenci kimliğe atfedilmiş tüm olumsuz kalıp yargılardan doğan sıfat ve adlandırmalar Sarah’ın bölünmüş kimliğinde bastırılmıştır. Kendini sürekli başkalarının görüş açısıyla değerlendiren bu kadın “beyazın öteki” olma halini içselleştirmiştir. Benston bu oyunda kimlik krizi yaşayan kadının doğal bir arayış ve mücadele içerisinde olduğunu belirtir (2000:235). Kendisine başkalarının gözünden bakması bir zayıflıktır: “Dışarıdan ben rahatsız edici biçimde iyi görünümlüyüm, hiç belirgin zenci özelliğim yok, normal bir burnum ve ağzım, soluk sarı ten rengim var. Tek kusurum kıvırcık ve dolaşık zenci saçlarımın olması ve bu da zaten fark edilmiyor” (15). Bu satırlar Sarah’ın içselleştirdiği ötekileşme duygusunu gösterir. Kendini beyaz egemen toplumun değerleriyle eleştirdiği için asla zenci teni ve bedeniyle uzlaşamayacaktır (Özbek, 2003:51). Kraliçeyi “oturan figür” olarak adlandırır. Oturmak ve durağanlık Sarah’ın beyazlığa olan takıntısını da ima etmektedir. Kraliçe ve Düşes gibi soylu ve beyaz olma arzusu, Düşes olarak Kraliçe kimliği ile karşılıklı konuşmasında belirgindir: “Kraliçe hep benden beyazlığından bahsetmemi istiyor. Benden asillerin dünyasında her şeyin ve herkesin beyaz olduğunu ve şanssız siyahların orada yeri olmadığını söylememi istiyor. Çünkü biz asil kanı olanlar biliyoruz ki siyah kötülük timsalidir ve en başından beri bu hep böyle olmuştur” (14). Irkçılığa maruz kalmış bir toplumda siyahlık ve beyazlık arasında sıkışıp kalan zenci kadının çifte ırklı olabilme durumu ruhunda işkenceler oluşmasına sebep olur. W.E.B.Du Bois Siyah Halkın Ruhları adlı eserinde Afrikalı-Amerikalı olmanın gerçek kimliğe sahip olamamak anlamına geldiğini belirtirken, siyah kişinin nasıl beyaz kişinin bakışıyla kendini algıladığının altını çizer (1994). Bu çifte bilinçlilik (doubleconsciousness), yani kendine sürekli başkalarının gözüyle bakma, zenci kişide bir ikilik yaratır. Sarah’ın sorunu tek bir bedende birbirleriyle savaş halinde iki ırk düşüncesine sahip olmaktır. Annesi, babasını ve kendisini terk etti diye kendini daha da suçlu hisseder. Hissettiği suçluluk ve nefret arasındaki karmaşık duygular bastıramadığı, kaçamadığı ya da yüzleşemediği bir deneyimdir. Bunun yaralanmış ve örselenmiş kimliğinde yansımasına bir örnek babasına sürekli “kara adam” diye seslenmesidir. “Evet…babam çok koyu tenli. O en koyu tenli. Annem en açık tenli.Ben ortadayım. Ama babam beni felakete sürükleyen zenci” (17). 124 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Saç dökülmesi Irkçılık siyah bireyin kendine olan güvenini baltalayıp ve kendinden nefret etme duygusunu tetiklemektedir. Atalarından devraldıkları bir inanış siyah toplumda yaygındır: beyazların egemen olduğu dünyada aşağılanmaktan ötürü incinmiş ruhunu iyileştirmek için siyah birey, nesilden nesile süregelen güçlü savunma stratejileri uygulamaktadır. Böyle acımasız bir dünyada siyah olan görüntüsünü kabullenebilmek için hoş bir dış görünüme sahip olmayı amaçlamaktadır. Özellikle siyah kadın için kendi görünümüyle barışık ve de toplumda saygın olabilmek oldukça zordur. İçselleştirilmiş ırkçılık aynı zamanda siyah kadının kendisini toplumda nasıl ne durumda gördüğüyle de ilintilidir. Küçük yaşlarda bedenini tanımaya başladığında ve başkaları onun hakkında fikir yürüttüğünde, siyah kadının bu içselleştirmeye alet olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin siyah kadının özgüveni ve kimliğini etkileyen konulardan biri de saç biçimidir. Bu konudaki olumsuz düşünceler önce evde aile bireyleri, sonra da dışarıda akraba veya arkadaş çevresi yoluyla zihinlerde yer alır. Hooks, Sisters of the Yam adındaki zenci kadınların dayanışmasını konu eden eserinde, siyah saç için söylenen olumsuz şeylere karşı kadınların güçlü bir tutum oluşturmalarını ve kendi siyah doğal saç yapılarını kabullenip bunu değiştirmek için herhangi bir işlem yapmamalarını tavsiye etmektedir (1993: 56). Dolaşık kıvırcık saçlar Sarah’ın güvensiz ve ezik kimliğini yansıtır. Sarah geçmişte Ghana’ya yaptığı yolculuk sırasında saçlarını ilk defa düzleştirmek için uğraşmadığını anlatır. Dolayısıyla saç ve güzellik olgusu kadının kendisini tanıması ile bağlantılı olarak kendisine duyduğu özsaygı ve nefreti göstermektedir. Sarah’ın uzun ve ipeksi saçlı beyaz kadın imgesine gösterdiği takıntılar hayali bir fantazi olmaktan öte geçemez. Örneğin annesinin düz saçlı olduğu vurgularken, suçluluk duygusu ve utanç içindedir; saçlarını dökerken de annesine ihanet ettiğini söyler. Annesinin düz saçlarıyla kendi kıvırcık saçlarını kıyasladığında zenci kimliğini yok saymak ister. Hayatında bir türlü uzlaşamadığı çelişkileri yaşarken beyazların dünyasına uyum sağlamayı başaramaz. Bu yüzden de babası onun için “Benden nefret eden bir melez yarattım” der (9). Saç takıntısı da siyahlığına duyduğu tiksinti gibi onu çaresizliğe sürükler. Ancak varlığının en önemli bölümünü oluşturan Afrikalı kimliği reddetmeye devam ettiği sürece saçları kel kalana kadar dökülecektir. Oyunda bölünmüş kimliklerini yansıtan oyuncuların da sahnede saçları dökülmeye başlaması Sarah’ın sağlam ve bütün bir kimlik veya birey olgusu taşımadığını gösterir. Hz. İsa saçlarını dökerek Düşesin yanına gelir; birbirlerine baktıkları anda aynada kendi yüzlerini görmüş gibi olurlar ve çığlıklar içerisinde geri çekilirler. Yüz ifadelerindeki acı ve dehşet, beyaz saçsız kafa derileri ve çatlak kafatasları ile canavarlara benzerler. Saç dökülmesi hem tecavüzün sembolik göstergesi hem de akıl sağlığının kaybedilmesi anlamında kullanılmaktadır. Ayna Bir röportajında Kennedy, “yazılarıma çeşitli imgelerin oluşumu olarak bakarım. Bütün oyunlarım bana göre rüyalarımdan ortaya çıkar” (1989:148). Bir mekanla birçok mekanı birleştirebilen rüyalar gibi, oyunda aynalar çoğul mekanlar ve kişilikler oluşturmada etkilidir. Sanki çatlak bir aynada yansıyan birden fazla kırık görüntü kendi içinde parçalara ayrılmış gibidir. Bu şeklen bozulmuş görüntü Sarah’ın yaşadığı travmanın temelinde bulunmaktadır. Ayna kişinin dünyasını içten dışa doğru bağlamakla görevli bir köprü gibidir. Sarah’ın iç karmaşası dış gerçekliğe yansıdığında, bilinçaltında kaydedilen tüm olumsuz deneyimler aynadaki yüzünün görüntüsüne yansımış olmaktadır. Lacan’ın özne oluşumundaki ayna evresi sağlıklı ve dengeli bir kimlik 125 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gelişimi için gereklidir. Ayrıca ayna evresinde benliğin kendiyle yüzleşmesi ve kişinin benliğinin farkında olması vardır. Oyundaki aynalar zenci kadının kendi kimliğini gözlemlemesine katkı sağlamakla birlikte, kimlik arayışında sürdürdüğü ruhsal mücadelesini de yansıtmaktadır. Oyun monologlar şeklinde geçerken, her bir kimliğinin sözcüsü olan Sarah hem bunların merkezinde yer alır, hem de konuşmalarıyla farklı yönlere sapma gösterir. Her monologun konuşmacısı da kendi içerisinde parçalara ayrılmıştır. Aynada benliklerini fark etme çabasıyla sürekli yüzlerini inceleyen karakterler kendilerine ait bir görüntü bulma arayışındadır. Ayna karşısında verilen pozlarla imgeler oluşur; ancak imgelerin çok sayıda yansıması vardır. Bu yüzden karakterin öznelliği çoğul kimliklerle oluşturulur. Yalanlar ve doğrular ikilemi arasında kalan Sarah, aynalarla yüzleştiğinde daha çok acı çeker. Aynada kendi kimliğinin yansımasını aramış ama bulamamıştır. Dolayısıyla, özneyi parçalara ayırarak silmeye çalışmak sonu intihara giden bir eylem haline gelmektedir. Laing’in Bölünmüş Benlik’te belirttiği gibi, aynada görebildiği kişi “ne bizzat kendi, ne de başkası olup, aksine yalnızca kendi kişisinin bir yansısı olmasına karşın, kendi kişisinin yansıtılmış öteki imgesini aynada göremediğinde” kendi kimliğini yitirmeye başlar (1993:134). Sarah kendi benliğini sildiği gibi mekan duygusunu da silmektedir. “Mekanlara inanmak, umut etmeyi bilmek, umut duygusunu bilmek ise güzelliğin farkında olmaktır. Bu bizi bir ufuk çizgisiyle dünyaya bağlar. Biliyorum ki benim için mekan sadece odalarım dışında yok. Caddeler, odalar, şehirlerdeki odalar, dış odalar. Kendime alanlar ve mekanlar yaratmaya çalışıyorum. Ama hepsi yalan” (6). Tüm her şey Sarah’ın sağlıksız düşüncelerinin bir ürünüdür. Somut bir yerde diğer insanlarla birliktelik duygusunu yitirmiştir. Yalnızca zihnindeki odası vardır. Odasının içinde yer alan ayna ve fotoğraflar kimliğinin bir yansıması, yazı masası ve kitapları gerçeklikten kaçmak için yaratmış olduğu seçenekler, yatak ve ortada duran heykel ise hareketsizlik ve sabitlik sembolleridir. Bulunduğu mekan gibi eşyaları da onun yaşadığı kimlik bölünmesinin göstergeleridir. Düşesin içinde bulunduğu balo salonunda siyah ve beyaz renkler çok belirgindir. Arka planda bembeyaz karlar, siyah-beyaz taban döşemesi, beyaz çiçekler ve Düşesin dökülen siyah saçları… Yatağındaki beyaz yastığın üzerinde ne olduğu belirsiz siyah bir cisim durmaktadır. Beyazlık asalet iken siyahlık onun tam tersine olumsuz olan çağrışımlar uyandırır. Kendi bedeniyle yüzleşemeyen zenci kadının yaşadığı kimlik bunalımı siyah ve beyaz renklerin tezatlığı ile de gösterilmektedir. Sarah aynada siyah kıvırcık saçlarıyla beyaz maskeli yüzünün yansımasından kaçamaz. Zenci yüzlere takılan beyaz maskeler de bilinçaltında taşıdığı düşmanlık ve nefret duygularını örtbas etmek içindir. Bu da siyah oyuncuların yüzlerinin beyaz makyajla ve pudralarla abartılı biçimde beyazlatılmış olmasında görülür. Ancak aynalar gibi maskeler de onu özgürleştirmekten çok kapana sıkıştırır ve sınırlandırır. İntihar Afrikalı kadın ataerkil toplumdaki beyaz kadına göre iki kat fazla baskı yaşar. Siyah toplumda özgüven eksikliği ve ırkına karşı nefret duygularıyla mücadele etmek zorunda bırakılır. Sarah siyah kimliği reddetmeye çalışmakla aradığı iç huzurunu bulamaz. Hayat acı ve umutsuzluk içinde yaşanıyorsa anlamını yitirmiştir. Karmaşık iç dünyasında intihar onun için bir çıkış noktası haline gelir. Sarah’ın sahneden ayrılmasından sonra çoğul kimlikler birleşemezler. Yaptıkları konuşmalar ve çıkardıkları kakofonik sesler birbirine karışır ve tekrarlanır. Her bir kimliğin monologunun bir diğeriyle çakışması oyunda yazarın kullandığı tekniklerden 126 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara biridir. Önce bir sessizlik ve sonra karmaşık sesli bir koro… Kimliklerin yüksek sesle kahkahalar atması onların herkes tarafından işitilmek istediği anlamına gelmekle beraber, bu durum Sarah’ın bilincinin parçalandığını da ortaya koyar. Çoğul kimlikler bu ortamda dolaşırken birbirlerinden ayrıdırlar. Arka plandan duyulan ses geleneksel zaman ve mekan algılarından farklı olarak sürreal biçimde zenci kadının iç dünyasındaki kabusların dışa vurumudur. Sarah’ın boynunun etrafında bir ip ve yüzünde akan kan vardır. Oyunun sonunda seyircinin hissettiği duygular karmaşa ve iç sıkıntısıdır. Çünkü ana karakterin kendini astığına tanık olurlar. Sahnede Sarah’ın odasında “şiddet ve karanlık bir parlaklık” la birlikte “kırmızı güneş ve uçuşan şeyler, vahşi siyah otlar” ortaya çıkar (24). Tüm bu sahne efektleri Sarah’ın deliliğinin bir yandan karmaşık ve çözümsüz duruma geldiğini anı gösterirken, öte yandan ruhunun sembolik anlamda Afrika’daki köklerine doğru bir yolculuğa çıkmakta olduğunu ima eder. Ormanda kızıl güneş ve havada uçuşan şeyler ruhunun özgürlüğe kavuşmasını simgeler. Bu bağlamda, intihar olgusuna kendini gerçekleştirme ve bir tür zafer olarak bakıldığında, Sarah’ın bölünmüş kimlikleri ve intiharı vasıtasıyla siyahlığının ruhunda yarattığı karmaşadan kaçabilmesi bir bakıma mümkün olmaktadır. On dokuzuncu yüzyılda zenci kadın sabır ve ağır işin timsali sayılırdı. Yirminci yüzyılın başlarında “Yeni Zenci Oluşumu” ile zenci kadına annelik ve duygusallık gibi geleneksel toplumsal kadınlık rolleri atfedilmeye başlandı. Günümüze değin tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, intihar olgusu siyah kadın için ruhsal anlamda bir çöküntü ve zayıflık göstergesi sayılmaya devam etmektedir. Siyah kadının kendi toplumundaki en yakınlarına bile intihar eğilimi olduğunu itiraf etmesi neredeyse hiç mümkün olmamaktadır (Hooks, 1992:181). Kennedy oyunda verdiği mesajla zenci kadının kendisinden beklenen cinsiyet rollerine uyarak bu tür duygularını bastırmasını değil, açığa çıkarmasını sağlamıştır. Siyah kadına bir açılım sağlayan bu politik söylem kadını her ne kadar ölüme götürse de, sadece her şeyden vazgeçme ve teslim olma anlamında değil, kimlik sorunsalıyla mücadelede yeni bir karar eylemi olarak da görülebilir. Sonuç Beyaz toplumun en olumsuz kalıp yargılarını taşıyan “zenci” etiketi Sarah’ın bedenine doğduğu andan itibaren yapışmıştır. “Zenci” kelimesinin kadına karşı aşağılayıcı şekilde kullanılması sözel şiddeti, boynundan akan kan ve kendini öldürmek için kullandığı ip fiziksel şiddeti yansıtmaktadır. Zenci kadın ırkıyla ortak ve de kişisel olan geçmişine ait şiddeti içinde yaşar. Fiziksel şiddetin psikolojik şiddete dönüşümü daha da yıpratıcıdır. Ancak en ağırı da zenci kadının mücadele etmek zorunda kaldığı psikolojik şiddettir. Kadın psikolojisine evrensel boyuttan bakıldığında, bu oyun bir anlamda dünyadaki kimlik mücadelesi veren kadınların da durumunu yansıtmaktadır. Kennedy bu oyunda Avrupalı, Amerikalı ve Afrikalı kimlikleri kullanarak okur ve izleyicinin zihninde sorular bırakmayı başarmaktadır. Sonuçta, Sarah’ın kimlik bunalımını Landlady ve Raymond (oyundaki beyaz karakterler) kendi bakış açılarıyla anlatırlar. Raymond bir Yahudidir ve zencilerle arkadaşlık kurmaktan zevk almaktadır. Gerçekte, Sarah’ın babası hem kızı hem de eşinden af dilemeye çalışmış; Sarah onu bir otel odasında görmeye gitmiş ama bulamamıştır. Landlady: Zavallı piç kurusu kendini astı… Raymond: O küçük komik bir yalancıydı. Landlady: Babası, Partice Lumumba ölünce, kendini Harlem Otelinde astı. 127 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Raymond: Partice Lumumba ölünce babası kendini asmadı. Adamı tanıyorum. Beyaz bir sürtükle evli bir doktor…(22) Sonuç olarak, Sarah’ın babasını öldürme arzusunun temelinde ona duyduğu kişisel nefretin yanı sıra toplumun şiddeti meşrulaştırmasına karşı bir tepki de vardır. Ayrıca, aynadaki dolaşık imgelerin ağından kurtulup çözülmek ve “kötü siyah”lığından kaçabilmek için beyaz ırka hayranlık duyar. Zenci kadın köklerine hem sevgi hem de nefretle bağlıdır. Fakat köklerinden ayrılmak arzusu onu daha çok onların ağına doğru çeker. Yazar Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından bir resim çizerek (kızıl güneş ve uçan şeyler) Sarah’ın kendi kanından ve köklerinden ne denli utandığını da ortaya koymaktadır. Kendini kirli olarak algıladığı siyah derisinden arındırmak için hayalinde yarattığı beyaz karakterlerle oyalanır. Her ne kadar oyunun üst anlamında parçalanmış kimlikleriyle bütünleşme arzusu zenci kadının trajik sonunu ortaya koysa da, intihar bu kadının yaşadığı kimlik bunalımına karşı bir arınma çabasıdır. Çoğul kimlikler oluşturmak bireyin iç çatışmalarıyla mücadelesinde bir tür savunma mekanizmasıdır. Sonunda intihar ırkçılığın toplumsal gerçekliğini vurgularken, aynı zamanda bireyin tüm çatışmalarından özgür hale gelmesi anlamına da gelebilir. Ne Afrikalı ne de beyaz kimliğini inkar edebilen kadın “beyaz kültüre saplantı derecesinde olan ilgisini ırkçı emperyalizmin farkındalığıyla birleştirerek” kendisine bir çıkış yolu aramaktadır (Hooks, 1992:183). Kennedy’nin politik söylemine göre bireyselliğin yok edildiği bir ideolojiyi yermek için yazılan Funnyhouse of A Negro, Afrikalı-Amerikalı kadının yaşadığı kimlik krizine farklı bir yönden ayna tutmaktadır. Kaynakça Barnett, Claudia. (1997): "A Prison of Object Relations: Adrienne Kennedy's Funnyhouse of a Negro." Modern Drama 40.3 374-384. Rpt. in Drama for Students. Ed. Ira Mark Milne. Vol. 9. Detroit. Literature Resource Center. Web. 25 Feb. 2012. DocumentURLhttp://go.galegroup.com/ps/i.do?id= GALE%7CH1420031220 &v=2.1&u=dumlu&it=r&p=LitRC&sw Benston, K. W. (2000). Performing Blackness. London& New York: Routledge P. Du Bois, W. E. B. (1994). The Souls of Black Folk. New York, Avenel, NJ: Gramercy Books. Hooks, Bell. (1981). Ain’t I A Woman. Boston: South End Press. ———. (1990). Yearning: Race, Gender and Cultural Politics. Boston: South End Press. ———. (1992). "Critical Reflections: Adrienne Kennedy, the Writer, the Work." Intersecting Boundaries: The Theatre of Adrienne Kennedy. Eds. Paul BryantJackson and Lois More Overbeck. Minneapolis: U of Minnesota P, 179-185. _______. (1993). Sisters of the Yam South End Pres, Boston. Kennedy, Adrienne. (1988).Funnyhouse of a Negro. In One Act. Minneapolis: U of Minnesota P, 1–24. _______. (1989).“An Interview with Adrienne Kennedy.” By Elin Diamond. Studies in American Drama, 1945–Present. 4,143–57. Laing,R. (1993). Bölünmüş Benlik. Çev. Ergün Akça.Mitos Yayıncılık, İstanbul. 128 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Özbek, Ö. (2003). “Transformations of The African-American Self in A. Kennedy’s Funnyhouse and Owldom” JAST 18, 49-64. Thompson, D. (1997). Reversing Blackface Minstrelsy, Improvising Racial Identity: Adrienne Kennedy’s ‘Funnyhouse of a Negro’. Post Identity, Fall, 13-38. Tura, S. M. (1996). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz. Ayrıntı Yay., İstanbul. 129 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara “Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri gibi, “Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri gibi, katmanlar halinde yükselir, bir kattan bir kata sizi yanınızdaki kadın götürür. Ve bugün durduğunuz katman, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının bulunduğu katmanı, manzarası ve hayatıdır... Hayatınız seçtiğiniz kadındır...” KADINA KARŞI CİNSEL ŞİDDET Prof. Dr. M. Tevfik ODMAN* ÖZET En önemli insan hakları ihlallerinden birini, kadınlara karşı şiddet ve özellikle de cinsel şiddet oluşturmaktadır. Günümüzde, kadına yönelik şiddet, gerek uluslararası gerekse ulusal alanda düzenlemeler yapılmasına ve kimi önlemler alınmasına karşın, tüm dünyada herhangi bir ülke ile ilgili coğrafi sınır tanımaksızın yaygın bir biçimde, varlığını sürdürmektedir. Şiddet, tam bir ayrımcılık örneği olup, kadının cinsel dokunulmazlığı, vücut bütünlüğü ve ruh sağlığını etkilemektedir. Bu bağlamda, uluslararası düzenlemelerin öngördüğü yükümlülükler çerçevesinde, yeterli olmamakla birlikte ulusal alanda gerekli düzenlemeler yapılmış, hem kamu kurum ve kuruluşları hem de sivil toplum kuruluşları nezdinde ilgili tarafların işbirliği ile bu konuda yoğun çalışmalar başlatılmıştır. Ancak, bu konuda yasal düzenlemelerin yapılmış olması yeterli olmayıp, kadına karşı şiddetin önlenmesinde toplumsal duyarlılığının arttırılması ve erkeklerin kadınlar üzerinde başat rol oynamalarının önlenmesi son derece önemlidir. Bu nedenlerle, sunumda kadınlara karşı cinsel şiddet ile ilgili uluslararası ve ulusal düzenlemeler ele alınarak, bugünkü durum açıklanmaya çalışılmaktadır. ABSTRACT One of the most important human rights abuses is violence against women especially sexual violence. Today, although international and national arrangements, violence against women, have been made and taken some measures without recognizing geographical borders of any country all over the world extensively, continue to exist. Violence against women and sexual violence are a complete example of discrimination and affect adversely women's sexual inviolability, bodily integrity and mental health. In the context of the obligations defined in the framework of international regulations, although not sufficiently made the necessary arrangements on the national level. Furthermore, the intensive studies in this regard have been initiated by civil society organizations and public institutions in cooperation with relevant parties. However, the legal arrangements made on this issue are not enough and the prevention of violence against women, increasing social awareness on women and men play more dominant role in prevention is extremely important. For these reasons, international and national regulations and implementations regarding sexual violence against women have been analyzed and explained the current situation according to this standpoint in this presentation. 130 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Ülke sınırları içinde yaşayan herkesin, sağlıklı bir sosyal çevrede yaşaması için gerekli koşulların hazırlanması bir devlet görevidir. Sağlıklı bir sosyal çevrenin oluşturulmasının önündeki en büyük engel ise, bireysel ve toplumsal şiddet* ve şiddet türleri içinde de ağırlıklı olarak üzerinde durulması gereken kadına yönelik şiddettir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır. Kadına yönelik şiddet, yaşam döngüsü içinde ele alındığında, daha konsepsiyon öncesi dönemde başlamaktadır. Aile içinde sahip olunacak çocuğun cinsiyetinin kız çocuklar aleyhine belirlenmesi, kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocuklarının cinsel istismarı, dövülmesi, çeyiz, başlık parası, namus cinayetleri, flörtte şiddet, evlilikte hırpalanma, dayak, tecavüz, ekonomik ve psikolojik baskı, genital mutilasyon gibi cinsel organlara zarar verici uygulamalar, işyerinde ve diğer kurumlarda cinsel ve psikolojik şiddet, kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, yaşlılıkta fiziksel, cinsel ve psikolojik saldırıya uğrama, cinayete kurban gitme şeklinde gerçekleşmektedir. Dulların kurban edilmesi ya da sürgün edilmesi, gebe kadına yönelik şiddet, ırza geçme, zinaya verilen cezalar da bunlara örnektir†. 2011 yılında, basın yayın organlarında, 102 kadın ve 59 kız çocuğunun tecavüze uğradığı haberleri yer almıştır. Bu haberlerden, kadınlara en çok tanıdıkları erkeklerin cinsel saldırıda bulundukları anlaşılmaktadır. Tecavüzcü erkekler arasında, en başta sevgililer gelmekte ve onları kocaları, eski kocaları, kocalarının arkadaşları, iş arkadaşları, babaları ve akrabaları izlemektedir. Kadınlar, sanılanın aksine, en çok evlerinde tecavüze uğramaktadır. Birçok kadın ve kız çocuğu fuhşa zorlanmaktadır. Tecavüze uğrayanlar ve tecavüzcüler her yaştan olabilmektedir. Eski Roma’da erkekler; eşlerini dövebilir, boşayabilirdi. 1700’lü yıllarda İngiltere’de yasalar kocaya, doğru yoldan ayrılan karısını fiziksel olarak cezalandırma hakkını vermekteydi. ABD’de her iki evlilikten birinde, fiziksel şiddet söz konusudur ve her yedi saniyede bir, bir kadın bir erkek tarafından dövülmektedir. Kadının aşağılanması, güçler arasındaki eşitsizlik, kadının mal olarak görülmesi, cinsiyetçi rollerin dayatılması, erkeğin saldırgan davranışlarına onay verilmesi, kadının ikinci sınıf insan sayılması, baskın konumundaki erkeğe bağımlılığın sürmesini sağlamaktadır. Sağlık ve adalet sisteminde görev yapanlar, 1960’lı yıllara kadar kadına yönelik şiddeti görmezden gelmiştir. 1970’li yıllardaki kadın hareketi, kadının toplumda yaşadığı her türlü şiddete dikkat çekilmesini sağlamıştır. İlk kez, genel anlamda kadınlarla ilgili olarak 1946 yılında, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey’e bağlı olarak “Kadının Statüsü Komisyonu” oluşturulmuştur. Uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ilk önemli belge olan, 20 Aralık 1993 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge”nin kabul edilmesi için, açılan imza kampanyasında söylenen, “Kadın Haklarını Çiğnemek İnsan Haklarını Çiğnemektir” sloganını hatırlatmanın gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Bunun yanında, insan haklarını, dolayısıyla kadın ve çocuk haklarını içeren, örneğin; 1948 Tarihli “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, 1966 Tarihli “Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi”, “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”, “Evlilikte Rıza, Asgari Evlilik Yaşı ve Evliliğin Tescili ile İlgili Sözleşme”, “Kadın Hakları Sözleşmesi”, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme”, “Çocuk Hakları Sözleşmesi”, *Çağ Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, mustafatevfikodman@gmail.com * Henüz yürürlüğe girmeyen, “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nda şiddet, “Bireyin, fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı” şeklinde tanımlanmaktadır. Bkz. http://www.aile.gov.tr/upload/mce/mevzuat/siddet_yasa_tasarisi.pdf † Atman Ümit Cihan, Kadına Yönelik Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme. 131 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun; “Kadın ve Kız Çocuk Ticaretine İlişkin 57/176 No’lu Kararı”, “Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi” gibi, çok sayıda uluslararası düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle, Türkiye’nin “Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi”ni ilk onaylayan devlet olması, ülkemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Ne var ki, iş pratiğe geldiğinde, bu düzenlemelerin tam olarak uygulanmadıkları gözlemlenmektedir. 03 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe konulan kadınlara karşı gerçekleştirilen cinsiyete dayalı şiddet dahil her türlü ayrımcılığın önlenmesini de içeren, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme”, bu konuda düzenlenmiş spesifik bir düzenleme olması bakımından önem taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 23 Şubat 1994 Tarih ve 48/104 Sayılı Kararı ile kabul edilen “Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon”, kadınlara karşı şiddeti spesifik olarak ele almış ve uluslararası standartları saptamış bulunmaktadır. Deklarasyon’un 1 inci maddesinde, kadınlara karşı şiddetin ne anlama geldiği genel olarak belirtildikten sonra, 2 nci maddesinde sınırlamaya tabi olmaksızın; ırza geçme, kadınların cinsel organlarına operasyon uygulayarak bozma, cinsel taciz ve suiistimal dâhil fiziksel cinsel ve psikolojik şiddet eylemleri ile kadın ticaret ve fuhşa zorlamanın devlet tarafından yapılması veya yapılmasına göz yumulması halleri, cinsel ayrımcılığa dayalı şiddet olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan, belirtilen cinsel şiddeti; tüm eylem türlerini kapsayan ve bunun dışında da gerçekleşmesi olası benzer eylemleri içeren bir boyutta anlamak gerekmektedir. Kadına yönelik olarak gerçekleştirilen bir cinsel şiddet türü de, cinsel yolla hastalık bulaştırılmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü-WHO, dünyada ölüm nedenleri arasında “cinsel yolla bulaşan hastalıkların” ikinci sırada geldiğine işaret etmektedir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ancak cinsel hastalığı olan birisiyle girilen cinsel ilişki sırasında ya da fiziksel temas sonucunda bulaşabilmektedir. Doğal olarak birden fazla seks partneri olan kişiler ve zorla cinsel ilişkiye zorlanan kadınlar, daha fazla risk altındadırlar. Kadına karşı değişik şekillerde şiddet veya cinsel şiddet olarak nitelendirilen eylemlerin, bazıları herkese karşı işlenebilen genel suçlar içinde, bazıları ise doğrudan kadına karşı olmak üzere spesifik olarak, Türk Ceza Kanunu’nda da açıkça düzenlenmiştir. Bunlar, Türk Ceza Kanunu’nun 80’inci maddesinde insan ticareti; 81 ve 82’nci maddelerinde kasten öldürme; 84’üncü maddesinde intihara yönlendirme; 86 ve 87’nci maddelerinde kasten yaralama; 94 ve 95’inci maddelerinde işkence; 96’ncı maddede eziyet; 99’uncu maddede çocuk düşürtme; 100’üncü maddede kısırlaştırma; 102’nci maddede cinsel saldırı; 103’üncü maddede çocukların cinsel istismarı; 104’üncü maddede reşit olmayanla cinsel ilişki; 105’inci maddede cinsel taciz; 109’uncu maddede kişi hürriyetinden yoksun bırakma; 122’nci maddede ayrımcılık; 226’ncı maddede müstehcenlik; 227’nci maddede fuhuş; 232’nci maddede kötü muamele ve 233’üncü maddede aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçları olarak sıralanabilir. Kadınlara yönelik, bu kişilerin kadın olmalarından kaynaklanan olumsuz cinsel eylem ve uygulamalar; terminolojik olarak Türkçe ve İngilizce literatürde; cinsel istismar veya cinsel suiistimal “se ual abuse-se ual e ploitation”, cinsel zorlama ve tehdit “se ual e tortion”, aile içi şiddet “domestic violence” cinsel şiddet “se ual violence”, cinsel taciz “se ual harrassment”, cinsel saldırı “se ual assault”, cinsel işkence “se ual torture” gibi, çeşitli şekillerde ifade edilmektedir. 1. PROBLEM DURUMU Yüzyıllarca, erkek egemenliğinin ve erkeklerin hâkim olduğu toplumların oluşturduğu, soyso-ekonomik ve siyasal kurumlar ile kültürel ve ahlaki değerlerin, normlar ile dini akideler ve önyargıların baskısı altında kalan kadınların, toplum içindeki statülerinin sorgulanmaya başlaması yeni bir olgudur. Bu sorgulama; demokrasinin gelişme ve olgunlaşma evrelerinde giderek artmış, insan hakları mücadeleleri ile birlikte, kadın hakları ve özgürlüklerinde kayda değer ilerlemeler sağlanmıştır. 132 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kadınlar, cinsiyetleri nedeniyle fiziksel ve cinsel istismar, aile içi şiddet, cinsel saldırı, cinsel taciz, etnik temizleme, fuhuş yapmaya zorlanma gibi, genelde fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet eylemlerinin pasif süjesini oluşturan hassas kişilerdir. Ancak, günümüze değin yapılan ve günümüzde de sürdürülen tüm çabalara ve yasal düzenlemelerle, bu konu açıkça ortaya konulmuş olmasına, kamuoyunda duyarlılık oluşturmayı hedef alan çalışmalar da sıklıkla yapılmaya başlanmasına ve gelişmeler sağlanmasına ve şiddet uygulayan kişilere yönelik cezalar, şiddet türlerine göre arttırılmasına karşın, halen kadın-erkek eşitsizliği tam anlamıyla ortadan kaldırılamadığından, hassas gruplar içinde yer alan kadınların, cinsiyet ayrımına dayalı değişik şekilde saldırıya uğramaları bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorunların başında ise, kadınların cinsel şiddet kurbanı olmaları sorunu gelmektedir. 2. AMAÇ Bu araştırmanın amacı; cinsel şiddete maruz kalan kadınların, gerek cinsel şiddet sırasında gerekse sonrasında, karşılaştıkları sorunları, uluslararası sözleşmeler, yayımlanan bildiriler, alınan kararlar ile ulusal mevzuat ve uygulamalar çerçevesinde incelemek ve tespit edilen bulguları göz önüne alarak devletimizin konuya ilişkin yükümlülüklerini ve alınması gereken tedbirleri ortaya koymaktır. Özellikle, cinsel dokunulmazlığa karşı eylemlerde, cinsel davranışların vücut bütünlüğünü ihlal edip etmediği hususları göz önüne alınarak değişik normların düzenlemesi yoluna gidilmesi ve bu bağlamda söz konusu normların; insan hakları başta olmak üzere, kadın hakları, cinsel ve vücut dokunulmazlığı yönlerinden incelenmesi ve konunun tüm boyutları ile ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu nedenlerle, araştırmada, cinsel ayrımcılık ve cinsel şiddete maruz kalan kadınların durumları, ayrıntılı şekilde ele alınmaya çalışılmaktadır. 3. TARTIŞMA İnsan hakları ve kadın haklarını içeren uluslararası düzenlemeler, kadınlara karşı ayrımcılığın önlemesi ve her türlü şiddete karşı korunma sağlanması açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda, göz önünde bulundurulması gereken düzenlemelerden önemli olanları şunlardır. -1948 tarihli “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi-Universal Decleration of Human Rights”, -1949 tarihli “Cenevre Sözleşmeleri ve bu Sözleşmelere Ek 1977 tarihli İki Protokol-The 1949 Geneva Conventions and the Additional Protocols of 1977”, -“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Hakkında Sözleşme-The Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Aganist Women”, -Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komitesi’nin 19 Nolu tavsiye kararı ile “Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon”, (aşağıda var burada yok) -16 Aralık 1966 tarihli “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi-International Covenant on Civil and Political Rights of 16 December 1966”, -16 Aralık 1966 tarihli “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası SözleşmesiInternational Covenant on Economic, Social and Cultural Rights of 16 December 1966”, -“Çocuk Hakları Sözleşmesi-Convention on the Rights of the Child”, -“Olağanüstü Hal ve Silahlı Çatışmalarda Kadınların ve Çocukların Korunması ile İlgili Bildiri-The Decleration on the Protection of Women and the Children in Emergency and Armed Conflict”, -“Evlilikte Rıza, Asgari Evlilik Yaşı ve Evliliğin Tescili Hakkında Sözleşme-The Convention on Consent to Marriage, Minimum Age for Marriage and Registration of Marriages”, -2011 tarihli “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi-Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence”. -Bu araştırma kapsamında, bahse konu düzenlemelerin kadına cinsel şiddetle ilgili bölümleri incelenecektir. 3.1. CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIK VE ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSLARARASI DÜZENLEMELER 133 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Yukarıda açıklandığı üzere, kadına karşı cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddet ile ilgili çok sayıda uluslararası düzenleme bulunmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası toplumda bu konudaki duyarlılık giderek artmakta ve yeni düzenlemeler ve önlemler alma yolunda, çeşitli girişimler gündemdeki yerini korumaktadır. Sırasıyla, bu düzenlemelerin önemli ve ilgili kısımları üzerinde durulacaktır. 3.1.1. BİRLEŞMİŞ MİLLETER ŞARTI VE İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde* temel olarak “tüm insanların; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer fark gözetilmeksizin bu Bildiri’de yer alan tüm hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanacakları” ifade edilmektedir. Bildiri, uluslararası hukuk yönünden bağlayıcılığa sahip olmamasına karşın, ilk kez insan haklarını bir bütün halinde düzenlemesi ve devletlere siyasi ve ahlaki yönden etki eder nitelikte olması bakımından, önem taşımaktadır. Bildiri’ye göre, insan haklarının korunması bireyin korunması anlamına geldiğinden, kişilerin ve özellikle de hassas gruplar içinde yer alan kadınların, söz konusu haklar yönünden korunması, anayasanın tümüne ve ulusal düzenlemelere egemen bir yaklaşım olmak zorundadır. Doğrudan cinsel şiddet ile ilgili bir hüküm içermemesine karşın, bu Bildiri kadınların; cinsiyetleri nedeniyle yüzyıllar boyunca uğradıkları ayrımcılık ve şiddet ile haksızlıklara karşı, kadın varlık ve olgusunu uluslararası platforma taşıyan bir belge olması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu niteliği icabı, cinsiyetler arası ayrımcılığı ve eşitsizliği ortadan kaldırmaya da yönelik olması nedeniyle, bir devrim niteliğini taşımaktadır. 3.1.2. KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ORTADAN KALDIRILMASI HAKKINDA SÖZLEŞME Kadınların ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda, gerek kamu gerekse yaşamın her kesiminde temel hak ve özgürlüklerinden hiçbir kısıntıya tabi olmaksızın yararlanmaları, bu hak ve özgürlüklerinin kullanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın önlenmesi amacıyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme †” kabul edilmiştir. Söz konusu Sözleşme, 01 Mart 1980 tarihinde imzaya açılmış ve 03 Eylül 1981 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Bu Sözleşme, doğrudan doğruya kadın konusunda düzenlenmiş uluslararası düzeyde bağlayıcı nitelikte ilk sözleşmedir. Sözleşme’nin Başlangıç Bölümü’nde, öncelikle “kadınlara karşı ayrım” kavramının anlamı belirtilmektedir. 1 inci maddesinde de, “Kadınların; medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer alanlardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama” kadınlara karşı ayrım olarak kabul edilmektedir. Sözleşme’ye taraf olan devletler, kadınlara karşı her türlü ayrımı kınamayı ve tüm yollardan yararlanılarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı ayrımcılığı ortadan kaldırıcı bir politikayı izlemeyi taahhüt etmektedirler. 3.1.3. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KADININ STATÜSÜ KOMİTESİ’NİN 19 NOLU TAVSİYE KARARI Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komitesi, 1992 yılındaki 11 nci oturumunda “19 Sayılı Kadınlara Karşı Şiddet İle İlgili Tavsiye Kararı” almıştır. Karar’da, kadınlara yönelik şiddet; cinsiyete dayalı şiddet olarak, kadınların erkeklerle eşit temelde hak ve özgürlüklerden yararlanma becerisini ciddi şekilde kısıtlayan bir ayrımcılık şekli olarak tanımlanmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi için bkz. Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949, Sayı: 7217. Anılan Bildiri’nin, Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra, okullarda ve eğitim kurumlarında okutulması ve yorumlanması ve Bildiri hakkında radyo ve gazetelerde uygun neşriyatta bulunulması Bakanlar Kurulu’nun 6 Nisan 1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır. † Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Devlet Bakanlığı, Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Eğitim Serisi, Yayın No: 75, Ankara, 1993, s. 7-25. Türkiye’nin, Sözleşme’ye katılımı 11 Haziran 1981 tarihli ve 3232 Sayılı Kanun ile uygun bulunmuş ve Bakanlar Kurulu’nun 24 Temmuz 1985 tarihli ve 85/9722 sayılı kararıyla onaylanmıştır. Bkz. Resmi Gazete, 14 Ekim 1985, Sayı: 18898. * 134 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Söz konusu Karar; bu konudaki tüm uluslararası düzenlemelere ve kararlara yollamada bulunmakta, ayrımcılık tanımının kadına, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı şiddeti kapsadığı ve fiziksel, zihinsel ve cinsel zarar ve acı çektiren bu tür eylemlerle tehdidi de içerdiği belirtilmektedir. Karar’da ayrıca; kadına, erkeklere göre ikinci sınıf ya da kalıplaşmış role sahip olduğu gözüyle bakan geleneksel düşünce tarzı, aile içi şiddet ve suiistimal, zoraki evlilik, kadın sünneti gibi, zorlama ve şiddet içeren yaygın uygulamaların sürdüğü, bu tip önyargı ve uygulamaların, kadınların koruma ve kontrolünün bir şekli olarak cinsiyete dayalı şiddeti haklı gösterdiği ifade edilmektedir. İlave olarak, bu davranışların yanında, pornografinin yayılması ve kadınların birey olmaktan çok, seks objeleri gibi görülmelerinin kadınların sömürüsüne neden olduğu ve giderek cinsiyete dayalı şiddete katkıda bulunduğu, devletlerin kadın ticaretinin ve kadınların sömürüsünün tüm şekillerini bastıracak önlemler almalarını gerektirdiği, savaşların, silahlı çatışmaların; kadın ticareti, cinsel şiddet ve yaygın fahişeliğe yol açtığı, bazı ülkelerde kültürel ve devam ettirilen geleneksel uygulamaların, çocuk ve kadın sağlığına zarar verdiği, bu uygulamaların, erkek çocuğun tercih edilmesi, kadın sünneti, jenital sakatlık, hamile kadınlara besin sınırlamalarını içerdiği, zorunlu sterilizasyon ve çocuk düşürmenin, kadının ruhsal ve fiziksel sağlığını ters yönde etkilediği ve kadınların hangi sıklıkla ve kaç çocukları olacağına karar verme hakkının çiğnendiği, aile içi şiddetin kadınlara yönelik şiddetin en gizli şekillerinden biri olduğu vurgulanmaktadır. 3.1.4. KADINLARA KARŞI AYRIMCILIĞIN ORTADAN KALDIRILMASI KOMİTESİ’NİN KADINLARA KARŞI AYRIMCILIĞIN ORTADAN KALDIRILMASINA İLİŞKİN KARARLARI Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi hükümleri uyarınca oluşturulan, “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi” tarafından alınan çok sayıda karara göre, taraf devletler; -Toplumsal cinsiyet temelli şiddetin bütün biçimlerinin, gerek kamu gerek özel kişi tarafından yapılmış fiillerin üstesinden gelmek için uygun ve etkin tedbirler almalıdır. Aile içi şiddet ve taciz, tecavüz, cinsel saldırı ve diğer toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı yasaların tüm kadınlara etkin koruma sağlamasını ve bütünlük ve onurlarına saygıyı sağlamalıdır. Kurbanlar için uygun koruyucu ve destek hizmetleri sağlanmalıdır. Adli personel ve kanun uygulayıcılara ve diğer kamu çalışanlarına yönelik toplumsal cinsiyet duyarlılığı eğitiminin verilmesi Sözleşmenin etkin uygulanması için gereklidir. -Şiddetin derecesi, nedenleri ve etkileri ve şiddeti önlemek ve uğraşmaya yönelik tedbirlerin etkinliğiyle ilgili istatistik toplanması ve araştırmayı teşvik etmelidir. Medyanın kadınlara saygı göstermesi ve saygıyı teşvik etmesi için etkin tedbirler alınmalıdır. -Taraf devletler raporlarında kadınlara yönelik şiddeti kalıcılaştıran yaklaşım, gelenek ve uygulamaların doğasını ve yaygınlığını ve ortaya çıkan şiddet biçimlerini tanımlamalıdır. Raporda şiddeti yenmek için aldıkları tedbirler ve bu tedbirlerin etkisi de yer almalıdır. Bu yaklaşım ve uygulamaları yenmek için etkin önlemler alınmalıdır. -Kadın eşitliğini engelleyen önyargıların yok edilmesine yardımcı olacak eğitim ve kamu bilgi programları hazırlamalıdır. Kadın ticareti ve cinsel sömürüyü yenmek için özel önleyici ve cezai tedbirler gereklidir. -Raporlarında tüm bu sorunları ve cezai tedbirler, fahişelik yapmış veya kadın ticaretine ve diğer cinsel sömürü biçimlerine maruz kalmış kadınları korumak için alınan koruyucu ve rehabilitasyon tedbirlerini de içeren tedbirleri açıklamalıdır. Etkin şikayet prosedürleri ve giderimler-tazminat dâhil sağlanmalıdır; -Raporlarında cinsel baskıyla ilgili bilgi ve kadınları cinsel baskı ve çalıştıkları yerde diğer zor kullanma biçimlerinden korumak için alınan tedbirleri bildirmelidir. -Aile içi şiddet, tecavüz, cinsel saldırı ve diğer toplumsal cinsiyete dayalı şiddet biçimlerine maruz kalmış kurbanlar için sığınak, özel eğitimli sağlık çalışanları, rehabilitasyon ve danışma gibi hizmetler oluşturmalı veya var olanları desteklemelidir. -Bu tip uygulamaları yenmek için tedbirler almalı ve sağlık konularını rapor ederken Komite’nin kadın sünnetiyle ilgili tavsiyesini (Tavsiye No. 14) dikkate almalıdır. 135 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara -Doğurganlık ve üremeyle ilgili zor kullanmayı önlemek için tedbirler alınmasını sağlamalı ve kadınların doğurganlık kontrolüyle ilgili uygun hizmetlerin olmaması nedeniyle yasadışı kürtaj gibi güvenli olmayan tıbbi uygulamalar arayışına girmeye zorlanmamasını sağlamalıdır. -Aile içi şiddet kurbanlarının güvenliği ve emniyetini sağlamak için sığınak, danışmanlık ve rehabilitasyon programları gibi hizmetler; Aile içi şiddet suçluları için rehabilitasyon programları; ensest veya cinsel tacizin meydana geldiği aileler için destek hizmetleri vermelidir. -Aile içi şiddet, cinsel taciz ve önleyici, cezalandırıcı ve iyileştirici tedbirlerin kapsamını rapor etmelidirler; -Kadınların cinsel şiddete karşı etkin korunması için gerekli diğer önlemler arasında yasal tüm önlemleri almalıdır. -Aile içi tecavüz, cinsel saldırı, işyerindeki tacizleri içeren tüm şiddet biçimlerine karşı kadınları korumaya yönelik sivil çözümler ve cezai yaptırımları içeren etkili tedbirler; kadınların ve erkeklerin rolü ile ilgili tutumu değiştirecek eğitim programlarını ve halkı bilgilendirmeyi içeren koruyucu tedbirler; barınma, danışma, rehabilitasyon ve şiddet tehlikesi altındaki ya da şiddet kurbanı olan kadınlar için destek hizmetleri içeren koruyucu tedbirler almalıdır. -Cinsiyete dayalı şiddetin tüm biçimlerini rapor etmeli ve bu raporlar mağdur kadınlar üzerinde bu şiddetin etkileri ve her şiddet biçiminin tekrarlanma oranı hakkında ulaşılabilecek tüm bilgiyi içermelidir. Taraf devletlerin raporları kadınlara yönelik şiddetin üstesinden gelmek üzere alınan koruyucu, önleyici yasal tedbirler ve bu tedbirlerin etkileri hakkında bilgi içermelidir, şeklinde tavsiyelerde bulunmaktadır. 3.1.5. KADINLARA KARŞI ŞİDDETİN ORTADAN KALDIRILMASINA İLİŞKİN DEKLARASYON Kadınlara karşı şiddet ve özelikle cinsel şiddet, ayrımcılığın bir türü olup, konumuzu oluşturmaktadır. Uluslararası yapılageliş kuralları, kadınlara karşı şiddeti yasaklamakla birlikte, bu konuda yapılan ilk düzenleme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 20 Aralık 1993 tarihli Kararı ile kabul edilen, Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon’dur*. Deklarasyon’un hukuki bağlayıcılığı olmamasına karşın, kadınlara karşı şiddeti spesifik olarak ele alan ve uluslararası standartları tespit eden siyasi ve ahlaki yönden devletler üzerinde etkisi olan bir belgedir. Deklarasyon’un Önsözünde; “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “Uluslararası Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”, “Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme” ile “İşkence ve diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”ne gönderme yapıldıktan sonra, kadınlara karşı şiddetin, kadınların temel hak ve özgürlüklerinin ihlali olduğu teyit edilmekte ve bu tür şiddetin ortadan kaldırılmasını içeren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme”nin etkin bir biçimde uygulanması gereği vurgulanmaktadır. Deklarasyon’un 1 inci maddesinde, kadınlara karşı şiddet; “ister kamu yaşamında, ister özel yaşamda olsun cinsiyete dayalı olarak, baskı veya kasten özgürlüğün sınırlandırılması gibi, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar veya acı veren bu şekilde sonuçlanabilecek eylemler” şeklinde tanımlanmıştır. 2 nci maddesinde ise, cinsel şiddet oluşturan eylemler tek tek sayılarak belirtilmiş, konunun daha geniş bir çerçevede yorumlanması gereği vurgulanmıştır. Söz konusu madde; a) Aile içinde meydana gelen veya evlilik içinde ırza geçme, kadın organlarını bozan “Female Genital Mutilation-FMG veya kadına zarar veren geleneksel uygulamalar, dövme, drahoma ile ilgili şiddet, kız çocuklarına aile içinde cinsel taciz ve genel olarak fiziksel, cinsel psikolojik şiddet, Söz konusu Deklarasyon, 23 Şubat 1994 Tarihli ve A/RES/48/104 karar Sayısı ile yayımlanmıştır. İngilizce metni için bkz. “Declaration on the Elimination of Violence against Women” http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm. Ayrıca bkz. UNCH, Sexual Violence aganist Refugees: Guidelines on Protection on Prevention and Response, Ceneva, 08 March 1995, s. 93-99. * 136 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara b) Irza geçme, cinsel taciz ve suiistimal dâhil, çalışma hayatında, eğitim kurumlarında veya herhangi bir yerde gözdağı verme ve psikolojik şiddet şeklinde toplum içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet eylemleri ile kadın ticaret ve fuhşa zorlama eylemleri, c) Herhangi bir yerde, Devlet tarafından fiziksel, cinsel veya psikolojik yönden şiddet kullanılması veya kullanılmasına göz yumulması şeklinde düzenlenmiştir. Deklarasyon’un 1 inci ve 2 nci maddelerinde yer alan tanım ve cinsel şiddetin kapsamına getirilen bu yaklaşım, 04-15 Eylül 1995 tarihleri arasında Çin/Pekin’de düzenlenen Dördüncü Dünya Kadınlar Konferansı’nda da aynen yer almış olup, Konferans sonunda yayımlanan 15 Eylül 1995 Tarihli “Kadınlara Yönelik Şiddet” başlıklı belgede de yer almıştır. 3.1.6. 1966 TARİHLİ ULUSLARARASI KİŞİSEL VE SİYASAL HAKLAR SÖZLEŞMESİ 1966 Tarihli Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin konumuzla ilgili iki önemli maddesi bulunmaktadır. Bu maddelerden Sözleşmenin iç hukukta uygulanması ve ayrımcılık yasağı başlığını taşıyan 2 nci maddesi; “1. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın, kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder. 2. Sözleşmede tanınan hakları kendi mevzuatında veya uygulamasında henüz tanımamış olup da bu Sözleşmeye Taraf Devletler, kendi anayasal usullerine ve bu Sözleşmenin hükümlerine uygun olarak, Sözleşmede tanınan hakları uygulamaya geçirmek için gerekli olan tedbirleri veya diğer önlemleri almayı taahhüt ederler. 3. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet şu taahhütlerde bulunur: a) Bu Sözleşmede tanınan hakları veya özgürlükleri ihlal edilenlere, ihlal fiili resmi sıfatlarıyla hareket eden kişilerden başka kimseler tarafından işlense dahi, etkili bir hukuki yola başvurma hakkı sağlamak; b) Bu tür bir hukuki yola başvurmak isteyen kişinin hakkının yetkili yargısal, idari ve yasama organları veya Devletin hukuk sisteminin öngördüğü başka bir yetkili makamı tarafından karara başlanmasını sağlamak ve yargısal hukuki yollara başvurma imkanını geliştirmek; c) Bu gibi hukuki yolların tanınması halinde, yetkili makamlar tarafından bu hukuki yolların işletilmesini sağlamak.” şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu madde cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklamakta ve bu konuda devletlere yargısal, idari ve yasama organları yönünden, gerekli düzenlemeleri yapma ve önlemleri alma yükümlülüğünü vurgulamaktadır Cinsiyet eşitliği başlıklı 3 üncü madde ise, cinsiyet eşitliğini düzenlenmekte ve “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, bu Sözleşmede yer alan bütün kişisel ve siyasal hakların kullanılmasında eşit haklar sağlamayı taahhüt eder.” denilmektedir. Ayrıca, 23/3 üncü maddede, evlenecek eşlerin tam ve serbest iradeleri ile kurulmayan evliliğin geçerli sayılmayacağı ve 26 ncı maddede de, hukuk önünde eşitlik bağlamı kapsamında, cinsiyet de öngörülmektedir.. 3.1.7. 1966 TARİHLİ ULUSLARARASI EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLAR SÖZLEŞMESİ 1966 Tarihli Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde * doğrudan doğruya kadına yönelik şiddet ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte, taraf Devletlerin Sözleşme’de belirtilen hakların uygulanmasında “cinsiyet ayrımcılığı” yapmamaları ifade edilmektedir. Anılan Sözleşme’nin Giriş bölümünde, taraf Devletlerin, Birleşmiş Milletler Şartı’nda ilan edilmiş ilkelere uygun olarak, insanlık ailesinin tüm mensuplarının doğuştan sahip oldukları Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta imzalanan, 4/6/2003 tarihli ve 4867 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ekli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ilişik beyanlar ve çekince ile onaylanması, Dışişleri Bakanlığı'nın 25/6/2003 tarihli ve AKGY/256127 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 10/7/2003 tarihinde kararlaştırılmıştır. * 137 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara onurun eşit ve devredilmez haklarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu belirtildikten sonra, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca, Devletlerin insan hak ve özgürlüklerine tüm dünyada saygı gösterilmesini ve bunların uygulanmasını teşvik etmek yükümlülüğünü göz önüne alarak; bireylere ve bağlı olduğu topluluğa karşı görevleri olan bireyin, bu Sözleşme’de tanınan haklara saygı gösterilmesi ve bunların uygulanması için çaba gösterme sorumluluğu altında bulunduğu konusunda anlaştıkları vurgulanmaktadır. Sözleşme’nin, 2/2 nci maddesinde, Sözleşme’ye taraf Devletlerin, Sözleşme’de belirtilen hakların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin uygulanmasını taahhüt ettikleri ve tanınan hakların tam olarak kullanılmasını aşamalı olarak sağlamak amacıyla tedbirler almayı taahhüt ettikleri belirtilmektedir. 3.1.8. ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ Her ne kadar yapılan düzenlemelerde “kadın” kavramı yer almakta ise de, bu kavramın örneğin, “Avrupa Konseyi Kadına Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi”nin 3-/f maddesinde yer verildiği üzere, “kadın” ibaresinin onsekiz yaş altı kız çocuklarını da kapsadığı belirtilmesi nedeniyle, cinsiyeti kız olan çocuklar da, bu gruba girmektedirler. Özellikle, kız çocuklarının küçük yaşlarda cinsel ilişkiye zorlanmaları olasılığı çok yüksektir. Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmalarına göre, onsekiz yaşından küçük yüzellimilyon kız çocuğunun cinsel ilişki veya fiziksel ve cinsel şiddetin diğer biçimlerini yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Ayrıca, birmilyonsekizyüzbin çocuk da, ticari seks sektörü içinde yer almaktadır. Doğaldır ki, bu rakamlar kayıtlara geçmiş olanlardır. Oysa, siyah rakamlar diye adlandırılan kayıtlara geçmeyen, gizli kalan ve açıklanmayan çok sayıda olaylar mevcuttur. 1990 yılında, Dünya Çocuklar Zirvesi’nde imzalanan, 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından 1994 yılında kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre; ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan, çocuk sayılmaktadır. Sözleşme, çocuğun hayatının hemen her yönünü kapsasa da, öylesine hayati üç hak ve kural vardır ki, bunlar Sözleşme’nin temeli olarak düşünülebilir. Bunlar; yüksek yarar ile ayrım gözetmeme kuralı ile katılım hakkı’dır. Bu haklar çok önemli olduğundan, haklar üçgeni denilmektedir. Söz konusu Sözleşme’de cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, bir insan hakkı ihlali olduğu kabul edilmektedir. Sözleşme’de yer alan ifadelere göre; -Bu şiddet türü, toplumsal cinsiyet açısından bireyin onurunu hiçe sayan ve insani gelişmeyi felce uğratan kalıplaştırıcı bir özelliğe sahiptir. -Cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet türünün mağdurlarının büyük bir çoğunluğunu kadın ve kız çocukları oluşturmaktadırlar. -Özellikle, ensest-aile içi cinsel ilişki ve çocuk pornografisi çok yüksek seviyede varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Çocuk hakları hukuku ve uygulamasında, başta kız çocukları olmak üzere, tüm çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel istismar-şiddet, hassas gruplar içinde yer alan çocukların cinsel yönden kullanılması, cinsel dokunulmazlıklarına saldırı ve cinsellikle ilgili olumsuz eylem ve uygulamalar, terminolojik olarak Türkçe literatürde; cinsel istismar ve cinsel suiistimal şeklinde ifade edilmektedir*. Kişilik haklarından vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı hakkının bir şekli olan cinsel sömürüye maruz kalmama hakkı†; Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 üncü maddesinin, taraf Bu konuda ayrıntılı bilgi ve uygulamalar için bkz. Odman M. Tevfik, Kadın Mülteciler, AÜ. SBF. İnsan Hakları Merkezi Yayınları No: 19, Ankara, 1996. † Çocuğun Cinsel Sömürüye Maruz Kalmama Hakkı ile ilgili hükümler: 1. Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokol. 2. Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme. 3. Türk Ceza Kanunu Göçmen Kaçakçılığı madde 79. İnsan Ticareti, madde 80. Organ veya doku nakli, madde 91. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, madde 109.. Fuhuş, madde 227. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması madde 234. 4. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu madde 11, 12. 5. İlaç Araştırmaları Hakkında Yönetmelik madde 8. Klinik araştırmalar; 6. Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği madde 14. Suç önleme büro/kısım amirliği. Bkz. B.M. Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi, İlgili Sözleşmeler, Yasalar, Tüzükler ve Yönetmelikler, s. 247-255. * 138 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara devletlerin çocuğu her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı koruma güvencesi vermelerini öngörmek suretiyle, bu hakkın devletler tarafından tanınmasını ve evrensel niteliğe dönüşmesini sağlamıştır. Bu bağlamda, Sözleşme çocuğun yasadışı bir cinsel faaliyete girişmek üzere, kandırılmasını veya zorlanmasını; çocukların fuhuş veya diğer yasadışı cinsel faaliyette bulundurularak veya pornografik nitelikli gösterilerde ve malzeme kullanılarak sömürülmesini önlemek amacıyla, ulusal düzeyde ve ikili veya çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemleri almalarını hükme bağlamaktadır. Dördüncü Dünya Konferansı Eylem Programı’nda, çocuklara karşı cinsel istismar konusunda durulmakta, cinsel şiddet ve cinsel ilişki yoluyla geçen HIV/AİDS * dâhil olmak üzere, bu gibi hastalıkların çocuğun maddi ve manevi varlığı üzerinde yıkıcı etkileri olduğu ve kız çocuklarının korunma olmadan genç yaşta girdikleri cinsel ilişki nedeniyle, erkeklere kıyasen daha fazla zarar gördükleri belirtilmekte ve geleneksel uygulamalar nedeniyle, ortaya çıkan sosyal baskılar, koruyucu yasaların olmayışı veya uygulanmaması gibi faktörler yüzünden, kız çocuklarının cinsel sömürü ve istismara, kaçırılmaya ve her türlü cinsel şiddete maruz kaldıkları vurgulanmaktadır. Refakatsiz ve ayrılmış çocukların kaçırılmadan, cinsel ve diğer sömürü biçimlerinden ve şiddetten korunmaları açısından, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 ila 36 ncı maddeleri ile 20 nci maddesinde yer verilen özel koruma ve yardım yükümlülükleri ile birlikte değerlendirilmelidir. Refakatsiz veya ayrılmış çocukları bekleyen birçok tehlikeden biri de, zaten kaçırılmış olan çocuğun, yeniden kaçırılmasıdır. Ailelerinden ayrılmış çocuklar, sömürü ve istismara özellikle açık durumdadırlar. Bu arada, başta cinsel sömürü amaçlarına yönelik olmak üzere, kız çocuklarının kaçakçılık kurbanı olma riskleri de yüksektir. Çocuk kaçakçılığı, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesine göre, çocukların yaşam, yaşama ve gelişme haklarının yaşama geçirilmesine yönelik bir tehdittir. Sözleşme’nin 35 inci maddesi uyarınca, Devletler bu tür kaçakçılık olaylarını önleyecek gerekli önlemleri almak durumundadırlar. Gerekli önlemler, refakatsiz ve ayrılmış çocukların belirlenmesi; bu çocukların nerede olduklarının düzenli olarak incelenmesi ve çocuğun anlayabileceği bir dil ve araçla yaşa uygun ve cinsiyete duyarlı enformasyon kampanyaları yürütülmesidir. Zira, kaçırılma kurbanı olmuş, bu nedenle de, ailelerinden ayrılmış veya terkedilmiş konuma düşmüş çocuğun karşılaştığı riskler de büyüktür. HIV/AIDS salgını çocukların dünyasında köklü değişikliklere yol açmıştır. HIV ailelere ve toplumlara yayılırken milyonlarca çocuk enfeksiyon kapmış ve ölmüş, çok sayıda çocuk da bu durumdan ağır biçimde etkilenmiştir. Salgın, küçük çocukların gündelik yaşamlarını etkilemekte, özellikle güç durumdaki çocuklar üzerinde ağır etkilere yol açmaktadır. HIV/AIDS yalnızca belirli ülkelerin değil tüm dünyanın sorunudur. Bu hastalığın çocuklar üzerindeki etkilerinin denetim altına alınması, hangi kalkınmışlık düzeyinde olurlarsa olsunlar bütün ülkelerin kararlı ve hedefleri iyi belirlenmiş çabalarını gerektirmektedir. Başlangıçta çocukların salgından pek az etkilendikleri düşünülmekteydi. Oysa uluslararası topluluk ne yazık ki, çocukların sorunun tam da merkezinde yer aldıklarını görmüştür. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı’na göre (UNAIDS), son dönemdeki eğilimler gerçekten, alarm vericidir: Dünyanın birçok bölgesinde yeni enfeksiyon vakalarının çoğunluğu 15-24 yaş grubundakilerde, hatta daha küçüklerde görülmektedir. Gene dünyanın birçok bölgesinde enfeksiyonlu kadınların büyük bir çoğunluğu bunun farkında olmayıp, çoğu bilmeden virüsü çocuklarına da bulaştırmaktadır. Genç kızlar dahil olmak üzere kadınlar arasındaki enfeksiyon vakaları da artmaktadır. Bunun sonucunda birçok Devlette son dönemde bebek ve çocuk ölüm hızlarında artış görülmüştür. Ergenlerin HIV/AIDS’e açık olmalarının nedeni, ilk cinsel deneyimlerinin uygun bilgi ve yönlendirmeden yararlanamadıkları ortamlarda gerçekleşmesi olabilir. Bu arada, uyuşturucu kullanan çocuklar da yüksek riske maruzdurlar. Aslında yaşamlarının belirli koşullarında bütün çocuklar bu hastalıktan zarar görebilirler. Özellikle dikkat edilmesi gerekenler (a) HIV enfeksiyonlu çocuklar; (b) ana/babasını veya öğretmenini kaybettiği veya aileleri ve toplulukları salgının etkisini derinden hissettiği için bu durumlardan etkilenen çocuklar ve (c) enfeksiyona veya etkilenmeye en açık durumdaki çocuklardır. Çocuk Hakları Komitesi 17. Oturumunda (1998) HIV/AIDS ve çocuk hakları konusunda bir günlük genel bir görüşme açmış, bu Genel Tartışma Günleri sonucunda taraf Devletlerin HIV/AIDS’le ilgili olarak çocuk hakları bağlamındaki girişimleri de dâhil olmak üzere birtakım tavsiye kararları alınmıştır. HIV/AIDS bağlamında insan hakları konusu İnsan Hakları Anlaşmaları Kurullarına Başkanlık Eden Kişilerin 1997 yılında yaptıkları 8. toplantıda da tartışılmış, ayrıca aynı konu Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi ile Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi tarafından da ele alınmıştır. HIV/AIDS konusu İnsan Hakları Komisyonu tarafından yaklaşık on yıldır tartışılmaktadır. UNAIDS ve Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF), çocukların HIV/AIDS bağlantılı haklarını bütün çalışmalarında gündeme getirmiş, Dünya AIDS Kampanyası 1997 yılında “HIV/AIDS’li Bir Dünyada Yaşayan Çocuklar”, 1998 yılında da “Değişim Gücü: Gençlerle Dünya AIDS Kampanyası” temalarına odaklanmıştır. UNAIDS ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, HIV/AIDS bağlamında insan haklarının korunması ve kollanması amacıyla Uluslararası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Kılavuzlarını (1998) ve bunun gözden geçirilmiş versiyonunu 6 (2002) yayınlamıştır. Uluslararası siyasal gelişmeler düzeyinde ise, HIV/AIDS ile ilgili haklar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun özel çocuk oturumunda olduğu kadar diğer bölgesel ve uluslararası belgelerde benimsenen HIV/AIDS Konusundaki Taahhütler Bildirgesi’nde tanınmıştır. Söz konusu bilgiler için bkz. hhtp://www.icc.org.tr/documents/CRC%20GCs.pdf * 139 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 35 inci maddesi üye Devletlere, tarlalarda, tehlikeli makinelerde, madenlerde, cinsel istismar konusu olarak striptiz kulüplerinde, masaj salonlarında çalışmak, silahlı kuvvetlerde veya örgütlerde kullanılmak, erken yaşlarda yaşlı erkekler ile evlendirilmek, çocuksuz ailelere bebek olarak satılmak, deve jokeyi olarak hizmet vermek, dilencilik yaptırmak ve organ satımına konu olmak üzere, her ne şekilde olur ise olsun çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhşa konu olmalarını önlemek için ulusal düzeyde, ikili veya çok taraflı ilişkilerde her türlü önlemi almaları yükümlülüğünü vermektedir*. Bu hüküm, yaş, cinsiyet, bölge, kırsal/kentsel alan, ulusal, sosyal ve etnik köken de dâhil olmak üzere, onsekiz yaşın altında her nerede, hangi alanda, hangi koşulda bulunursa bulunsun, tüm çocukların cinsel sömürüden ve fuhşa konu olmalarından korunmalarını amaçlamaktadır. Dolayısıyla, çocuk satışı ve kaçakçılığı, fuhuş, pornografi veya doğrudan doğruya cinsel eylemin konusu olan ve bu gibi durumlardan, gerek maddi gerekse manevi kişiliği yönünden büyük zararlara uğrayan çocuklar; mağdur olarak görülerek, kabul edilen tüm önlemler bu konumdaki çocuğun, insan olarak onuruna saygılı hale getirilmek, aile ve toplumda çocuğa gerekli destek sağlanarak Devlet koruma ve himayesi sağlanmak zorundadır. Uluslararası Hukukta bu tür ticaretin ilk kez tanımı, Birleşmiş Milletler Başta Kadınlar ve Çocuklar Olmak Üzere İnsan Ticaretinin Önlenmesi, Ortadan Kaldırılması ve Cezalandırılması ile İlgili Protokol-Palermo Protokolü’nün†-United Nations Protocol to Prevent, Suppress and Punish Trafficking in Persons, Especially Women and Children 3 ncü maddesinde yapılmıştır. Söz konusu Maddeye göre, “İnsan Ticareti; kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma işinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkara sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içermektedir.” Görüldüğü üzere, özellikle kadın ve çocuk ticareti ile ilgili istismar konuları arasında, fuhuş istismarı ve seksüel istismarın diğer şekillerine de yer verilmiş ve böylece, çocukların fuhşa konu olmaları önlenmek istenilmiştir‡. Dünya’nın birçok yerinde, giderek karlı bir iş halini alan çocuk fuhşu ve pornografisi, İnsan Hakları Komisyonu tarafından yakından izlenmekte olup, 1992 Tarihli Eylem Planı’nda§, çocuk fuhşu ve pornografisine karşı, kamu duyarlılığı, sosyal destek ve eğitim konularında tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu tavsiyeler arasında özellikle, alınan önlemlerle ilgili hükümet dışı kuruluşlarla birlikte yaşama geçirmek üzere, hükümetler arası özel görev birimlerinin oluşturulması bulunmaktadır. Kız çocuklarını fuhşa iten en önemli nedenin, yoksulluk olduğu kabul edilmektedir. Bu bakımdan, bu konuda önlem olarak da gelir getirici etkinlikler üzerinde durulması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Örneğin, çocukların terk edilmesinin önlenmesi ve tek başına yaşayan çocuklu yoksul anneleri, bu tür işlere karşı korumak amacıyla, yeterli mali ve sosyal önlemlerin alınması gerekmektedir. Bunun da en doğal yanı, Devletlerin bu konularda yasal düzenlemeler yapmasıdır. Fuhşa zorlanan çocukların büyük bir kısmını, özellikle kimsesiz çocuklar oluşturmaktadır. Bu çocukların, kandırılmaları, kaçırılmaları ve satılmaları, bunun sonucu cinsel sömürüye ve fuhşa maruz bırakılmaları, diğer çocuk gruplarına göre, daha kolaylıkla gerçekleştirilebilmektedir. 1996 Yılında Stockholm’de yapılan Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüsüyle İlgili Birinci Dünya Konferansı’nda, seks turizmi önemli gündemi oluşturmuş ve Çocukların kaçırılmaları ve buna karşı savaş ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Combating Child Trafficking, Handbook for Parliamentarians, No: 9, Interparliamentary Union, UNICEF, France, 2005 Mart. † Protokol metni için bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 787-794. ‡ Bkz. Combating Child Trafficking, Handbook for Parliamentarians, Combating Child Trafficking, Handbook for Parliamentarians, s. 11. § Bkz. İnsan Hakları Komisyonu, 1992/74, parag. 35-36. Bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 533. * 140 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çocuğu cinsel amaçlarla sömüren bir kişinin, kaynak ülkede veya varış ülkesinde kovuşturulmasını sağlamak üzere, ülke dışına çıkartma ve diğer düzenlemelerin gerçekleştirilmesi; varış ülkelerindeki çocuklara yönelik cinsellikle ilgili suçları işleyen kişilere karşı uygulanacak cezaların zoralım, malların ve elde edilen yararların haczedilmesi dâhil artırılması ve uygulanması istenilmiştir*. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, çocuk satışı, çocuk fahişeliği ve çocuk pornografisi amacıyla yapılan, kayda değer ve giderek artan uluslararası çocuk ticaretinden endişe duyduğunu belirterek ve kız çocukları başta olmak üzere tüm çocukların, cinsel istismara maruz kalma hususunda risk altında bulunduklarını ve kız çocuklarının cinsel açıdan istismar edilenler arasında orantısız ölçüde olduklarını kabul ederek, 25 Mayıs 2000 Tarihli ve 54/263 Sayılı Kararıyla, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokol’ü-Optional Protocol the Convention on the Rights of the Child on the of Sale of Children, Child Prostitution and Child Pornografy kabul etmiştir†. Söz konusu Protokol’ün 1 inci maddesine göre, taraf Devletler, çocuk satışını, çocuk fahişeliğini ve çocuk pornografisini yasaklama yükümlülüğü altındadırlar. Protokol’ün 2 nci maddesine göre, çocuk fahişeliği, bir çocuğun ücret veya başka herhangi bir şey karşılığında cinsel faaliyetlerde kullanılması ve çocuk pornografisi ise, çocuğun gerçekte veya taklit suretiyle bariz cinsel faaliyetlerde bulunur şekilde herhangi bir yolla teşhir edilmesi veya çocuğun cinsel uzuvlarının, ağırlıklı olarak cinsel amaç güden bir şekilde gösterilmesi, şeklinde tanımlanmaktadır. Protokol’ün 3 üncü Maddesiyle, taraf Devletlerin bu fiillerle ilgili suçların, ülke içinde veya dışında bireysel veya örgütlü bir biçimde işlenmiş olup olmamalarına bakılmaksızın, kendi suç veya ceza yasalarının tam anlamıyla kapsamı içine alındığını, garanti etmeleri istenilmektedir. Protokol’ün diğer maddelerinde de, taraf Devletlerin “çocuk satışı, çocuk fahişeliği, çocuk pornografisi ve çocuk seks turizmi içeren faaliyetlerden sorumlu olanların önlenmesine, meydana çıkarılmasına, soruşturma, kovuşturma ve cezalandırılmasına yönelik uluslararası işbirliğini geliştirmek için gerekli tüm adımları atmaları; çocuk mağdurlara fiziksel ve psikolojik yönden iyileşmeleri, sosyal açıdan topluma kazandırılmaları ve vatanlarına geri dönmeleri için uluslararası işbirliğini geliştirmeleri; yapabildikleri takdirde mevcut çok taraflı, bölgesel ve ikili veya diğer programlar yoluyla mali, teknik veya diğer yardımları sağlamaları gerektiği” vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, taraf Devletlerin Protokol’ün yürürlüğe giriş tarihinden itibaren iki yıl içinde, Çocuk Hakları Komitesi’ne kapsamlı bir rapor sunmaları ve raporun verilmesinden sonra da, ilave bilgileri aktarmaları, bunun dışında da her beş yılda bir rapor sunmaları belirtilmektedir‡. Bu çerçevede, Çocuk Hakları Komitesi’nin 1 Şubat 2002 Tarihinde yaptığı 777 nci Toplantısında, 29 ncu Oturumunda, Taraf Devletlerce Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokole İlişkin Sunulması İstenilen İlk Raporlar İle İlgili Kılavuz’u kabul etmiştir§. Sözleşme’nin 34 üncü maddesi ile çocukların cinsel istismardan ve pornografiden korunması için taraf devletlere, her türlü önlemi alma yükümlülüğü getirilmiş bulunulmaktadır. Anılan maddede konu ile ilgili olarak, “Taraf Devletler, çocuğu her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suistimale karşı koruma güvencesi verirler. Bu amaçla Taraf Devletler özellikle: a) Çocuğun yasadışı bir cinsel faaliyete girişmek üzere kandırılması veya zorlanmasını; b) Çocukların, fuhuş, ya da diğer yasadışı cinsel faaliyette bulundurularak sömürülmesini; c) Çocukların, pornografik nitelikli gösterilerde ve malzemede kullanılarak sömürülmesini; önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili ile çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemi alırlar.” hükmü yer almaktadır. Ayrıca, 35 inci maddeye göre, taraf Devletlere, her ne nedenle ve hangi biçimde olursa olsun, çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhşa konu olmalarını önlemek için ulusal düzeyde ve ikili ve çok yanlı ilişkilerde gereken her türlü önlemleri almaları yükümlülüğü yüklenilmiştir. Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüsüyle İlgili Birinci Dünya Konferansı Bildirgesi ve Eylem Gündemi, 1996, A/51/385/, parag. 4 (d). Bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 532-533. † Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 682-686. ‡ Söz konusu Protokol için bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Elkitabı, s. 682-686. § Kılavuz için bkz. y.a.g.e., s. 711-713. * 141 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Çocuk Hakları Sözleşmesi, sadece çocukların korunmasını ve suçluların cezalandırılmasını amaçlamamakta ayrıca, 39 uncu maddesi ile de taraf Devletlerin, her türlü ihmal, sömürü ya da suistimal, işkence ya da her türlü zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulaması ya da silahlı çatışma mağduru olan bir çocuğun, bedensel ve ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden toplumla bütünleşebilmesini temin için uygun olan tüm önlemleri almalarını ve bu tür sağlığa kavuşturma ve toplumla bütünleştirmenin, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve saygınlığını geliştirici bir ortamda gerçekleştirilmesi gerektiğini hüküm altına almaktadır. 3.1.9. ÇOCUKLARIN TİCARİ AMAÇLI CİNSEL SÖMÜRÜYE KARŞI DÜNYA KONGRESİ STOCKHOLM BİLDİRİSİ 1996 Tarihli “Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüye Karşı Dünya Kongresi Stockholm Bildirisi”nde; -Tüm devletlere, ulusal ve uluslararası kuruluşlar ile sivil toplum örgütlerine; çocukların ticari amaçlı cinsel sömürüsüne karşı mücadeleye öncelik tanımaları ve gerekli kaynakları ayırmaları ifade edilmiş, -Gerek ticari amaçlı gerekse diğer cinsel sömürü biçimlerinin suç sayılması kabul edilmiş ve bu tür suçları işleyenlerin cezalandırılmaları istenilmiş, -Ayrıca, sömürüden korunma için yasaların, politikaların ve programların geliştirilmesi ve uygulamadan sorumlu olanlar arasında, iletişim ve işbirliğinin güçlendirilmesi, bu sömürünün mağduru olan çocukların korunması ve iyileştirilmesi, toplumla yeniden bütünleşmelerinin sağlanması için toplumsal cinsiyete duyarlı ve kapsamlı plan ve programların geliştirilmesi yönünde, girişimlerde bulunmaları amacıyla çağrıda bulunulmuştur. Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 25 Mayıs 2000 Tarihli ve 54/263 Sayılı Kararı ile Çocuk Hakları Sözleşmesi, Çocukların Satılması, Çocuk Fuhşu ve Pornografisi Konusundaki İsteğe Bağlı Protokol de* kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal Stratejilere Dair Politika Rehberi’nde†; 2005 yılında düzenlenen Varşova Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, Avrupa Konseyi’nden: çocuk haklarının etkin bir şekilde yaygınlaştırılmasını ve Çocuk Haklarına İlişkin BM Sözleşmesi’nin getirdiği yükümlülüklere tam olarak uyulmasını; tüm Avrupa Konseyi politikalarında, çocuk haklarının ana unsur haline getirilmesini ve çocuklarla ilgili tüm Avrupa Konseyi faaliyetlerinin koordine edilmesini ve; özellikle de, çocukların cinsel istismarına karşı özel tedbirlerin ve üç yıllık bir eylem planının yürürlüğe konulmasıyla çocuklara yönelik her türlü şiddetin tamamen ortadan kaldırılmasını istemiştir. 2006 yılında, “Çocuklar İçin ve Çocuklarla Birlikte Bir Avrupa Kurma” projesinin başlatılması bu görevlendirmeye bir cevap niteliğinde olup, Avrupa Konseyi’nin Stokholm’de kabul ettiği 2009-2011 Stratejisi’nde proje daha da ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Programın ana amacı, karar mercilerine ve paydaşlara, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ışığında, BM Çocuk Hakları Komitesi’nin ve BM Genel Sekreteri’nin Çocuklara Yönelik Şiddet Konulu Araştırması’nın önerileri doğrultusunda, çocuk haklarını yaygınlaştırmakta ve çocuklara karşı her türlü şiddeti tamamen ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı ulusal stratejiler ve politikalar oluşturup uygulamakta yardımcı olmaktır. Avrupa Konseyi, konuyla ilgili Avrupa çapında öneriler oluşturmak üzere, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerde ulusal politikaların, mevzuatın ve uygulamaların şiddet sorununu nasıl ele aldığını incelemeye başlamıştır. Oluşturulan metodoloji çocuklara karşı uygulanan şiddetin çapının ve mahiyetinin, bu durumu önlemek üzere uygulamaya konan yasal ve kurumsal çerçevelerin, politika oluşturmada son zamanlarda ortaya çıkan eğilimlerin, şiddeti ulusal ve yerel düzeyde önleme stratejilerinin ve uygulamalarının derinlemesine bir analizini içermektedir. İlk ulusal politika incelemelerine dört ülke: İtalya, Norveç, Portekiz ve Romanya gönüllü olarak katılmak istediğini belirtmiştir. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 682-686. “Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal Stratejilere Dair Politika Rehberi”, http://www.coe.int/t/dg3/children/news/guidelines/ViolenceGuidelines_tu.pdf * † 142 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Her bir pilot ülkede gerçekleştirilen geniş ve müteaddit istişareler sonucunda, şiddete karşı bir strateji modeline ilişkin öneriler ve bunlara dahil edilmek üzere ulusal, bölgesel ve yerel iyi uygulama örnekleri içeren dört ulusal rapor hazırlanmıştır. Söz konusu raporların sonuçlarına ve BM Genel Sekreteri’nin Çocuklara Yönelik Şiddet Konulu Araştırması’na istinaden ve daha da genel anlamda, Avrupa Konseyi’nin çocuk haklarına ilişkin çalışmaları hatırda tutularak, Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal Stratejilere Dair Politika Rehberi’nde, çocuklara yönelik her türlü şiddet eylemine mukabelede bulunacak ve bunları önleyecek, birden çok bilimsel disiplini içeren, sistematik bir ulusal çerçeve önerilmektedir. Söz konusu rehberin aynı zamanda, çocukların toplumun genelinde değişimin ve çocukluk olgusunun aktörleri şeklinde algılanmaları yönünde, çok ihtiyaç duyulan kültürel bir değişimin de tetikleyicisi olması beklenmektedir. 3.1.10. OLAĞANÜSTÜ HAL VE SİLAHLI ÇATIŞMALARDA KADINLARIN VE ÇOCUKLARIN KORUNMASI İLE İLGİLİ BİLDİRİ 14 Aralık 1974 Tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Ekonomik ve Sosyal Konseyin 16 Mayıs 1974 tarihli ve 1861 (LVI) sayılı kararında yer alan tavsiyeyi dikkate alarak, barış, self-determinasyon, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için mücadele edildiği olağanüstü durumda ve silahlı çatışma dönemlerinde insanlık dışı eylemlerin çok sıkça mağduru olan ve sonuçta çok ağır zararlara uğrayan sivil nüfustan kadınların ve çocukların çektikleri acılardan derin kaygı duyduğunu ifade ederek Olağanüstü Hal ve Silahlı Çatışmalarda Kadınların ve Çocukların Korunması İle İlgili Bildiri’yi* kabul etmiştir. Özellikle bu durumlarda, kadınların ve çocukların korunması ile ilişkili olarak uluslararası 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ile birlikte, silahlı çatışma hallerinde kadınların ve çocukların korunmalarını önemli derecede güvence altına alan insan haklarına saygı ile ilgili diğer uluslararası hukuk belgelerindeki yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmeleri, silahlı çatışma hallerinde insan haklarına saygı gösterilmesi ve özellikle kadınların ve çocukların bir bölümünü oluşturduğu sivil halka karşı zulüm, işkence, cezalandırma, onur kırıcı muamele ve şiddet gibi muamelelerin yapılmasının yasaklanmasını sağlamak için gerekli her türlü tedbirlerin alınması istenilmektedir. 04-15 Eylül 1995 Tarihinde Pekin’de yapılan Dördüncü Dünya Kadınlar Konferansı’nda, yayımlanan A/CONF. 177/L. 5/Add. Simgeli belgenin 13 ve 14 üncü paragraflarında; silahlı çatışmaların, işgal, terör ve aşırı şiddet olaylarının arttığına dikkat çekilmiş ve bu durumlarda, cinsiyet, işkence, sistematik ırza geçme, etnik temizlik nedeniyle, gebeliğe zorlama, düşük yapmaya zorlama şeklinde kadın haklarının çok ciddi biçimde ihlal edildiği açıklanmıştır. Ayrıca, A/CONF. 177/L. 5/Add. 7 simgeli belgenin 115 nci paragrafında, silahlı çatışma durumlarında; cinayet, sistematik ırza geçme, cinsel esaret, gebeliğe zorlama, zorla kısırlaştırma, zorla düşük yaptırma, zorla ve baskı ile doğum kontrolü uygulama ve anne rahminde cinsiyeti kız olduğu belirlenen fetüsün öldürülmesi “female feoticide” ve yeni doğan kız çocuğunun öldürülmesi “female infanticide”, kadına karşı cinsel şiddetin diğer şekilleri olarak belirtilmiştir. Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 19 Nisan 2008 tarihli oturumunda aldığı karar ile sözleşme ve bildirilere yollamada bulunarak, savaş ve silahlı çatışma durumlarında, kadınlara karşı her türlü şiddete son verilmesini istemiştir. 3.1.11. EVLİLİKTE RIZA, ASGARİ EVLİLİK YAŞI VE EVLİLİĞİN TESCİLİ HAKKINDA SÖZLEŞME Evliliğe Rıza Gösterilmesi, Asgari Evlenme Yaşı ve Evliliğin Tesciline Dair Sözleşme †, özellikle ülkemiz ve benzeri ülkelerde olduğu gibi, evlenme yaşının altında olan kız çocuklarının rızaları dışında, gayri resimde biçimde küçük yaşta aileleri tarafından kimi yararlar karşılığı, yaşlı erkeklerle fiili şekilde birlikteliklerinin oluşturulmasını yasaklaması bakımından önem taşımaktadır. Bu bağlamda, evlilik çağına varan her erkek ve kadının, ırk, uyrukluk veya “Decleration on the Protection of Women and Children in Emergency and Armed Conflict”, G.A. res. 3318 (XXIX), 29 U.N. GAOR Supp. (No. 31) at 146, U.N. Doc. A/9631 (1974). † Evliliğe Rıza Gösterilmesi, Asgari Evlenme Yaşı ve Evliliğin Tesciline Dair Sözleşme’nin-Convention on Consent to Marriage, Minimum Age for Marriage and Registration of Marriages, orijinal metni için bkz. http://www2.ohchr.org/english/law/convention.htm * 143 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara din bakımlarından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkını haiz olduğu ve evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahip oldukları vurgulanmaktadır. Tüm Devletlerin, diğerlerinin yanı sıra, eş seçimi konusunda tam özgürlük sağlayarak, çocuk evliliklerini ve genç kızların ergenlik çağına gelmeden nişanlanmalarını ortadan kaldırmayı, gerekli olan hallerde uygun cezalar getirerek ve tüm evliliklerin kaydının tutacakları mülki veya başka nitelikte bir sicil oluşturarak, söz konusu gelenekleri, eski yasaları ve uygulamaları yürürlükten kaldırmak amacını taşıyan tüm uygun tedbirleri almaları gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca, taraf Devletlerin, evlilik için asgari yaş belirlemek üzere yasama tedbirleri alacakları ve yetkili bir mercinin, ciddi gerekçelere dayanarak, müstakbel çiftlere yaş konusunda bir muafiyet tanıdığı durumlar dışında, bu yaşın altındaki hiç kimse tarafından resmi bir evlilik akdi gerçekleştirilemeyeceği ifade edilmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun 124 üncü maddesine göre, erkek veya kadının gerek kural olarak onyedi yaşını doldurmadıkça evlenmeleri mümkün değildir. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilmektedir. Bu durumda, olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, 125 inci maddeye göre de, ayırt etme gücüne sahip olmayanlar evlenememekte ve 126 ncı madde uyarınca da küçükler hakkında, yasal temsilcinin izni olmadıkça evlenememektedirler. Ancak, 128 inci maddede belirtildiği üzere, hâkim, haklı sebep olmaksızın evlenmeye izin vermeyen yasal temsilciyi dinledikten sonra, bu konuda başvuran küçük veya kısıtlının evlenmesine izin verebilmektedir. 3.1.12. AVRUPA KONSEYİ VE AVRUPA BİRLİĞİ TARAFINDAN KABUL EDİLEN DÜZENLEMELER Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği mevzuatına bakıldığında, yakın zamana değin kadına karşı şiddet ile ilgili bir düzenleme olmadığı görülmektedir. 3.1.13. KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA MÜCADELEYE DAİR 2011 TARİHLİ AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ Bu konuda ilk düzenleme, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen 30 Nisan 2002 tarihli Tavsiye Kararıdır. Karar’da; aile şiddet ile kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda tavsiyelerde bulunulmaktadır. Daha sonra, bu konunun bir sözleşme ile düzenlenmesi öngörülmüştür. Bu bağlamda, Türkiye, Avrupa Konseyi tarafından düzenlenen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni imza atan ülkeler arasında, parlamentosunda ilk onaylayan ülke olmuştur. Anılan Sözleşme’nin giriş bölümünde; kadınlara yönelik her türlü şiddet ve aile içi şiddet kınanmakta, kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleşmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede önemli bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Kadına yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından, kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığı ve kadınların ilerlemelerinin önünde engel olduğu, cinsiyete dayalı şiddet gibi, kadına yönelik şiddetin yapısal boyutunu ve bu şiddetin, erkeklerle kıyaslandığında kadınları zorla ikincil bir konuma sokmanın çok önemli toplumsal mekanizmalarından biri olduğu, kadın ve kız çocuklarının çoğunlukla aile içi şiddet, cinsel istismar, tecavüz, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlar ve cinsel organları dağlama gibi, insan haklarını ciddi bir şekilde ihlal eden şiddetin pek çok boyutuna maruz kaldıkları ve bu durumun, kadın erkek eşitliğini sağlamanın önündeki en büyük engel olduğu ve bunun endişeyle karşılandığı belirtilmektedir. Aile içi şiddetin orantısız bir şekilde kadınları etkilediği, çocukların aile içindeki şiddete tanık olmak da dâhil, aile içi şiddet mağduru oldukları kabul edilmekte ve kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kalktığı bir Avrupa yaratmak arzusuyla Sözleşme konusu üzerinde anlaştıkları ifade edilmektedir. 144 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Sözleşme’nin amaçları 1 inci maddesinde, kadınları her türlü şiddetten korumak ve kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak; kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yoluyla da dâhil olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek; kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarını korumak ve bu kişilere destek vermek için kapsamlı bir çerçeveyi, politikaları ve tedbirleri tasarlamak; kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmek; kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütünsel bir yaklaşımı benimsemeye yönelik etkili bir işbirliği yapmaları için örgütlere ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamak, şeklinde açıklanmakta ve Sözleşme, hükümlerinin taraf Devletler tarafından etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla, özel bir izleme mekanizması kurmaları öngörülmektedir. 3 üncü maddede, “Kadına yönelik şiddet”in, ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına geldiği ve bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşıldığı; “aile içi şiddet”in, mağdur faille aynı haneyi paylaşsa da paylaşmasa da, aile veya hanede, eski veya şimdiki eşler ya da partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet; “toplumsal cinsiyet”in, toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler; “kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet”in, doğrudan kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya orantısız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet ve “mağdur”un, anılan davranışlara maruz kalan gerçek bir kişi anlamına geldiği ve “kadın” teriminin 18 yaş altı kız çocuklarını da kapsadığı belirtilmektedir. 32 nci maddede zorla evlendirmenin hukuki sonuçları dile getirilmekte ve taraf Devletlerin, zorla evliliklerin mağdura aşırı maddi veya idari yük getirmeyecek şekilde yok sayılabilmesi, feshedilmesi ya da sonlandırılabilmesi için gereken yasal veya diğer tedbirleri almaları belirtilmekte; 36 ncı maddede, tecavüz dâhil cinsel şiddet vücudun herhangi bir bölümüyle veya herhangi bir cisimle rızası olmadan başka bir kişinin vücuduna vajinal, anal veya oral yolla cinsel nitelikte girme, rızası olmadan bir kişiye karşı diğer cinsel nitelikte eylemlerde bulunma, rızası olmadan bir kişiye karşı üçüncü bir kişinin cinsel nitelikte eylemlerde bulunmasına sebep olma, şeklinde tanımlanmaktadır. Diğer taraftan, devletlerin bu durumların, iç hukuk tarafından tanındığı biçimiyle eski veya şimdiki eşlere ya da partnerlere karşı gerçekleştirilen eylemler için de geçerli olmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alması gerektiği vurgulanmaktadır. 37 nci maddede; zorla evlilik ile hükme yer verilmekte ve taraf Devletlere, bir yetişkini veya çocuğu evliliğe zorlayan kasıtlı davranışların ve bir yetişkini veya çocuğu evliliğe zorlamak amacıyla yaşadığı yerin dışında başka bir ülke ya da Taraf ülkeye gitmeyi aldatıcı kasıtlı davranışların suç sayılmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alma yükümlülüğü yüklenmektedir. Ülkemizde pek rastlanmamakla birlikte, 38 inci madde ile kadın sünneti, sağ dış dudak, iç dudaklar ya da klitorisin tümünde ya da herhangi bir kısmında kesme, infibulasyon ya da herhangi bir şekilde sakatlanma yaratan müdahalede bulunma; bir kadını bu eylemlere maruz kalmaya zorlama veya bu eylemleri bir kadına yaptırma veya bir genç kızı bu eylemlerden herhangi birine zorla maruz bırakma ya da bunları bizzat kendisine yaptırtma olarak tanımlanmaktadır. 39 uncu maddede, zorunlu kürtaj ve zorunlu kısırlaştırma, bir kadına, bilgilendirmeden ve önceden onayı alınmadan kürtaj yapılması; bir kadının üreme kapasitesini, kendisini usul hakkında bilgilendirmeden ve önceden onayı alınmadan sonlandıracak etkiye sahip cerrahi müdahalede bulunulması olarak belirtilmekte ve taraf Devletlerin, bu şekildeki kasıtlı davranışların suç sayılmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alması gerektiği öngörülmektedir. 40 ıncı madde; cinsel tacizi, endişe verici, düşmanca, haysiyet kırıcı, aşağılayıcı veya saldırganca bir ortam yaratarak bir insanın onurunu zedelemek amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran, cinsel nitelikteki her türlü istenmeyen sözlü, sözsüz veya fiziksel davranışlar olarak n 145 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara itelemekte ve taraf devletlerin, bu davranışların cezai veya diğer yasal yaptırımlara tabi olmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri almaları gerektiği ifade edilmektedir. Yukarıda açıklanan suçlara yardım ve yataklık ve buna yeltenme 41 inci maddede düzenlenmekte ve bu eylemler suç kabul edilerek gereken yasal veya diğer tedbirleri alınması öngörülmektedir. Sözleşme’nin en önemli maddelerinden olan 30 uncu madde, cinsel şiddet mağdurlarının, bu Sözleşme uyarınca kabul edilen suçlar yönünden, faillerden tazminat talep etme hakkına sahip olduklarını, bu konuda taraf devletlerin gereken yasal veya diğer tedbirleri almaları gerektiği ve mağdurların uğradıkları zararların fail, sigorta ya da Devlete ait sağlık ve sosyal yardım hizmetleri gibi, diğer kaynaklardan karşılanmaması halinde, kişilere Devlet tarafından yeterli tazminat sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır. 3.1.14. AVRUPA BİRLİĞİ RESMİ GAZETESİ’NDE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE GİREN 23 EYLÜL 2002 TARİHLİ YÖNERGE Avrupa Birliği mevzuatı incelendiğinde, cinsel şiddet ile ilgili ilk önemli düzenlemenin Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğe giren 23 Eylül 2002 Tarihli Yönerge’de yapıldığı ve kadınlara karşı şiddetin önlenmesi ve şiddete karşı korunmasına yönelik konulara ayrıntılı şekilde yer verildiği görülmektedir*. 3.2. CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIK VE ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSAL DÜZENLEMELER Kadınlara karşı şiddet ve kadınların korunmasına ilişkin, başta “Türk Ceza Kanunu”, “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”, “Ailenin Korunmasına Dair Yönetmelik”, “Çocuk Koruma Kanunu” gibi düzenlemeler yanında ayrıca; genelge ve tavsiyeler gibi diğer idari düzenlemeler bulunmaktadır. Bu düzenlemelerde yer verilen hususlar, aşağıda incelenecektir. 3.2.1. AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN Uluslararası hukuk alanında kadınlara karşı her türlü şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması yönünde yapılan düzenlemeler ve yaşanan gelişmeler ülkemizde de etkisini göstermiş ve bu bağlamda öncelikle, Anayasa’nın ailenin korunması ve çocuk hakları ile ilgili 41 inci maddesi çerçevesinde, 1998 yılında “4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun”† yürürlüğe konulmuştur. Ancak, 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 23 üncü maddesi ile 14.01.1998 Tarihli ve 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmış ve mevzuatta 4320 Sayılı Kanuna yapılan atıfların bu Kanuna yapılmış sayılacağı, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 4320 Sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam olunacağı hüküm altına alınmıştır. Bu nedenle, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve bu kanun ile ilgili Yönetmelik üzerinde durulmasında yarar görülmektedir. Bu Kanun’un temel amacı; salt ailenin korunması olmayıp, her ne kadar kadın erkek ayrımı yapılmamış olsa da, büyük ölçüde kadınları her türlü şiddetten korumaya yöneliktir. Kanun’un 1 inci maddesine göre, kadınların aile içi şiddetten korunması için, Türk Medenî Kanunu’nda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, çeşitli tedbirlerin uygulanması öngörülmektedir. Bu bağlamda tedbirler; eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını, kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bildirmesi üzerine, Aile Mahkemesi Hâkimi meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de hükmedebilmektedir. Bu tedbirler, kusurlu eşin veya diğer aile bireyinin; aile bireylerine karşı Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Moroğlu Nazan, Kadına Yönelik Şiddet ve Ailenin Korunması, http://hukukcu.com/modules/smartsection/item.php?itemid=3 † 14.01.1998 tarihli ve 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun için bkz. Resmi Gazete, 17 Ocak 1998, Sayı: 23233. * 146 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması, aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi, aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi, varsa silah veya benzeri araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi, alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun yaşamakta olduğu konuta veya işyerine gelmemesi veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması, bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması şeklinde sıralanabilir. Bu tedbirlerin uygulanması amacıyla öngörülen süre, altı ayı geçememekte ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde, tutuklanacağı ve hakkında hapis cezasına hükmedileceği hususu, şiddet uygulayan eş veya diğer aile bireyine ihtar olunmaktadır. Şayet, şiddeti uygulayan eş veya diğer aile bireyi aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise, hâkim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak daha önce Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla, talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilmektedir. Bu Kanun kapsamındaki başvurular ve verilen kararın infazı için yapılan icrai işlemler harca tâbi tutulmamaktadır. Kanun’un 2 nci maddesi uyarınca, koruma kararının bir örneği mahkeme tarafından, Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmekte ve Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını genel kolluk kuvvetleri marifetiyle izlemeye almaktadır. Koruma kararına uyulmaması halinde, genel kolluk kuvvetleri, mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan, re'sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığı’na intikal ettirmektedirler. Bu durumda, Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş veya diğer aile bireyleri hakkında Sulh Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açmaktadır. Fiil, başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eş veya diğer aile bireyleri hakkında ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır. Ancak, uygulamada şiddete uğrayan kadınların başvuru sırasında engeller ve zorluklarla karşılaşmaktadır. Özellikle, şikâyetini karakola yapan kadın, kolluğun “bu aile meselesi, aranızda halledin” şeklindeki sözleri ve olumsuz davranışları ve şikâyetin işleme konulmaması nedeniyle, haklarını arayamamaktadırlar. Buna karşın, anılan Kanun, kadına yönelik şiddet eylemlerini önleyici ve caydırıcı rol oynaması, özelikle kadınların bu konudaki haklarını bilmeleri ve kamuoyu oluşturması bakımından önemlidir. Bununla birlikte, kadınların kültürel ve geleneksel uygulamalar karşısında aciz kalmaları ve ekonomik yönden güçsüz olmaları, şikâyet sonrası daha da büyük baskı-zulüm ve saldırı ile karşı karşıya kalma korkusunu yaşamaları karşısında, şikâyette bulunamadıkları ve dolayısıyla, bunların adliyeye intikal etmedikleri siyah rakamlar olarak büyük sorun olarak ortaya çıkmaktadır. 3.2.2. AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUNUN UYGULANMASI HAKKINDA YÖNETMELİK Aile içi şiddete maruz kalan aile bireylerinin korunması amacıyla şiddet uygulayan aile bireyleri hakkında alınacak tedbirleri ve bu tedbirlerin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenleyen “Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik”*, 2008 yılında yürürlüğe konulmuştur. Yönetmeliğin, konumuz açısından önemli olan hükmü, tanımlar başlıklı 4 üncü maddesinin (e) bendinde, “Şiddet; aile bireyinin fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözel ve ekonomik her türlü davranışı”, şeklinde tanımlanmıştır. Böylece, şiddet kavramının cinsel şiddeti de, içerdiği belirlenmiş olmaktadır. Diğer önemli bir hüküm de, “Tedbir Kararının Cumhuriyet Başsavcılığı’na İletilmesi ve Yerine Getirilmesi” başlıklı 15 inci maddede, mahkeme tarafından verilen tedbir kararının Cumhuriyet Başsavcılıkları’nda tutulacak olan Koruma Kararı Defteri’ne kaydedilmesi, * Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un Uygulanması Hakkında Yönetmelik, Bkz. Resmi Gazete, 1 Mart 2008, Sayı: 26803. 147 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kararının uygulanmasını Genel Kolluk Kuvvetleri marifeti ile izlemesi, gerektiğinde, Cumhuriyet Savcılığı’nca koruma kararının, başvuruda bulunanlar tarafından kolluğa götürülmesine olanak tanınmasıdır. Bu durumda kolluk, koruma kararının içeriğine göre, ilgililere bildirimde bulunmakta ve bu bildirim tutanak altına alınarak karar süresince tedbirlerin yerine getirilip getirilmediği kontrol edilebilmektedir. Kolluğun izleme görevi, koruma kararının verildiği tarihte başlamakta ve bu kontrol lehine koruma kararı verilen kişinin; bulunduğu konutun haftada bir kez ziyaret edilmesini, birinci derece yakınları ile iletişim kurulmasını, komşularının bilgisine başvurulmasını, oturulan yerin muhtarından bilgi alınmasını, bulunduğu konutun çevresinde araştırma yapılmasını içermektedir. 3.2.3. AİLENİN KORUNMASI VE KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ HAKKINDA KANUN “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması” tasarısı, adı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı olarak değiştirilmek suretiyle, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde TBMM. Genel Kurulu’nda 246 oya karşı bir çekinser oy ile kabul edilmiş ve 20 Mart 2012 tarihli Resmi Gazete’de* yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Kanunun adı her ne kadar, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ise de, içeriği itibariyle genel olarak, ailenin korunmasını düzenlediği gözlemlenmektedir. Bu bakımdan, doğrudan kadına karşı şiddeti amaçlamaması, Kanunun eksik ve eleştirilecek yanını oluşturmaktadır. Ancak, genel olarak şiddetin aile içinde kadına karşı gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, Kanunun kadına karşı şiddeti de, koruma altına söylenebilir. Kanunun 1 nci maddesine göre, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik alınacak önlemlere ilişkin usul ve esaslar, belirlenmektedir. Kanun’da, Anayasa ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki tüm kanuni düzenlemelerin, esas alınması öngörülmektedir. Şiddet mağdurlarına ilişkin verilecek destek ve hizmetlerin sunumunda, temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi ve şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir ve kararların, insan onuruna yakışır şekilde yerine getirilmesi, şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirlerin, ayrımcılık olarak yorumlanmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Kanunun tanımlar başlıklı 2 nci maddesinde, ev içi şiddet; şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet, kadına yönelik şiddet, Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış, şiddet; kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış, şiddet mağduru; bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişiler, şiddet önleme ve izleme merkezleri, şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezleri, şiddet uygulayan; bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişiler, tedbir kararı; bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararları şeklinde tanımlanmıştır. Maddede yer alan şiddet tanımının uluslararası düzenlemelerde yapılan şiddet tanımına uygun olduğu gözlemlenmektedir. * Resmi Gazete, 20 Mart 2012, Sayı: 28239. 148 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 3 üncü maddeye göre, Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması, diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması, psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi, hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması, gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması şeklinde belirlenen tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar verilebilmesi öngörülmektedir. Ancak, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması ve hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması, tedbirlerinin, ilgili kolluk amirlerince de alınabileceği belirtilmektedir. Bu durumda, kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde mülkî amirin onayına sunmak zorundadır. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkmaktadır. Kanunun 4 üncü maddesinde, Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları yer almaktadır. Maddeye göre, Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak işyerinin değiştirilmesi, kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri belirlenmesi, 22.11.2001 Tarihli ve 4721 Sayılı Türk Medenî Kanunundaki şartların varlığı hâlinde ve korunan kişinin talebi üzerine, tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması, korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak 27.12.2007 Tarihli ve 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi koruyucu tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilmektedir. Şiddet uygulayanlarla ilgili tedbirler ise, 5 nci maddede yer almaktadır. Bu bağlamda, şiddet uygulayanın, şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması, çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması, gerekli görülmesi hâlinde, korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması, korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi, korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi, bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi, silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi, korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması, bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması, şeklindeki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilmektedir. Ancak, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması. tedbirleri, ilgili kolluk amirlerince de alınabilmektedir. Bu durumda, kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde hâkimin onayına sunmak 149 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara zorunda olup, Hâkim tarafından yirmidört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkmaktadır. Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3.7.2005 Tarihli ve 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 Sayılı Kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye yetkili bulunmaktadır. Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise, 4721 Sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilmektedir. Diğer taraftan, 6 ncı maddeye göre, kişinin silah bulundurması, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmasının suç oluşturması veya fiilinin başka bir suç oluşturması nedeniyle, soruşturma ve kovuşturma evresinde koruma tedbirlerine veya denetimli serbestlik tedbirlerine, mahkûmiyet hâlinde, ceza veya güvenlik tedbirlerinin infazına ve bu çerçevede uygulanabilecek olan denetimli serbestlik tedbirlerine, ilişkin kanun hükümlerin saklı tutulduğu belirtilmektedir. İhbar başlıklı 7 nci maddede, şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde, herkesin bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebileceği ve ihbarı alan kamu görevlilerinin Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlü oldukları hükmü yer almaktadır. Bu hüküm ile şiddet eylemlerinin, anında önlenmesi soruşturulmasına olanak sağlanması amaçlanmaktadır. 8 nci maddeye göre, tedbir kararı, ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilmektedir. Bu bağlamda, tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilmekte ve karar ilk defasında en çok altı ay için verilmekte, ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde, resen, korunan kişinin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine, tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilmektedir. Ayrıca, koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmamaktadır. Alınan tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana, tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise sadece korunan kişiye tebliğ edilmektedir. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı şiddet uygulayana bir tutanakla derhâl tebliğ edilebilmektedir. Bu hüküm,, şiddet uygulanan kişinin korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Gerekli bulunması hâlinde, tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen, korunan kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıtlarda gizli tutulması yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres tespit edilmesi, bu bilgileri hukuka aykırı olarak başkasına veren, ifşa eden veya açıklayan kişi hakkında 26.9.2004 Tarihli ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümlerinin uygulanması öngörülmektedir. Bu hüküm de, şiddet uygulanan kişinin korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu Kanun hükümlerine göre verilen bu kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilmektedir. Hukukumuzda ilk kez, haklarında tedbir kararı alınanların, teknik yöntemlerle takibi, Kanunun 12 nci maddesi ile düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, verilen tedbir kararlarının uygulanmasında, hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemler kullanılabilecektir. Ancak, bu yöntemle, kişilerin ses ve görüntülerinin dinlenmesi, izlenmesi ve kayda alınması mümkün değildir. Teknik araç ve yöntemlerle takibe ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmektedir. 13 üncü maddeye göre, Kanun hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan kişinin, bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre, hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulması öngörülmektedir. Ayrıca, tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama 150 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara hapsinin süresi onbeş günden otuz güne kadar uzatılabilmektedir. Ancak, zorlama hapsinin toplam süresi, hiçbir şekilde altı ayı geçemeyecektir. Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yerine getirilmekte ve ayrıca bu kararlar Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine bildirilmektedir. Kanunun 14 maddeleri ile şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulmakta ve 15 nci ile de, bu merkezlerin; koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin verilmesine ve uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak, tedbir kararlarının sicilini tutmak, korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık, adlî yardım hizmetleri ve diğer hizmetleri koordine etmek gerekli hâllerde tedbir kararlarının alınmasına ve uygulanmasına yönelik başvurularda bulunmak, Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılmasına yönelik bireysel ve toplumsal ölçekte programlar hazırlamak ve uygulamak, Bakanlık bünyesinde kurulan çağrı merkezinin Kanunun amacına uygun olarak yaygınlaştırılması ve yapılan müracaatların izlenmesini sağlamak, Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak görevleri bulunmaktadır. Bu bağlamda, Kanun hükümlerinin yerine getirilmesinde, kurumlararası koordinasyon 16 ncı madde çerçevesinde, Bakanlık tarafından gerçekleştirilecektir. 17 nci maddedeki düzenlemeye göre, geçici maddi yardım yapılmasına karar verilmesi halinde, 16 yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otuzda birine kadar günlük ödeme yapılması, ancak ödenecek tutarın, hiçbir şekilde belirlenen günlük ödeme tutarının bir buçuk katını geçemeyeceği ve korunan kişinin birden fazla olması halinde, ilave her bir kişi için, bu tutarın yüzde 20’si oranında ayrıca ödeme yapılması, korunan kişilere barınma yeri sağlanması halinde söz konusu oranların % 50 oranında azaltılarak uygulanacağı öngörülmektedir. Bu ödemelerin, gelir vergisi ile veraset ve intikal vergisinden; bu ödemeler için düzenlenen kağıtlar ise damga vergisinden müstesna olması ve bu ödemelerin, Bakanlık bütçesine, geçici maddi yardımlar için konulan ödenekten karşılanması belirtilmektedir. Yukarıda öngörülen ve yapılan ödemeler, şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali bulunan kişiden tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde tahsil edilecektir. Bu şekilde tahsil edilemeyenler Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ilgili vergi dairesi tarafından takip ve tahsil edilecektir. Korunan bireyin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun tespiti halinde yapılan yardımlar, bu kişiden tahsil edilecektir. Nafakaya karar verilmesi halinde ise, kararın bir örneği, resen nafaka alacaklısının veya borçlusunun yerleşim yeri icra müdürlüğüne gönderilecek ve nafaka ödemekle yükümlü kılınan kişinin SGK ile bağlantısı olması durumunda, korunan kişinin başvurusu aranmaksızın nafaka, ilgilinin aylık, maaş ya da ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilecek. İcra müdürlüklerinin nafakanın tahsili işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden karşılanacaktır. Ayrıca, hakkında tedbir kararı verilen bireyler Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınacak ve hakkında önleyici tedbir kararı verilen bireyin, Genel Sağlık Sigortası kapsamında karşılanmayan rehabilitasyon giderleri ise, Bakanlık bütçesinden karşılanacaktır. Diğer taraftan, Bakanlık, gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik uygulanan şiddet veya şiddet uygulanması ihtimali dolayısıyla açılan idari, cezai, hukuki her türlü davaya katılabilecektir. 3.2.4. KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDETLE MÜCADELE ULUSAL EYLEM PLANI (2007-2010) Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı*, 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi’nde yer alan tedbirler gereğince; ilgili kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin kadın araştırmaları merkezlerinin katkı ve katılımları ile Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü koordinasyonunda hazırlanmış ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu tarafından 09 Kasım 2007 tarihinde onaylanmasının ardından yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Ulusal Eylem Planı’nda yasal düzenlemeler, toplumsal farkındalık ve zihinsel dönüşümü, kadının sosyo-ekonomik durumunun güçlendirilmesi, koruyucu hizmetler, tedavi ve Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/rapyay/aismeylemplani.pdf * Mücadele 151 Ulusal Eylem Planı için bkz. Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara rehabilitasyon hizmetleri ve sektörler arası işbirliği olmak üzere altı temel alanda iyileştirmeler hedeflenmektedir. Ulusal Eylem Planı, Kısa (2007–2008), Orta (2007–2009) ve Uzun vade (2007–2010 ve sonrası) olmak üzere üç uygulama dönemini kapsamaktadır. 3.2.5. KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET, TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİNİN ÖNLENMESİ İÇİN GENELGE “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Hakkında 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi”, 04 Temmuz 2006 tarihinde yürürlüğe konulmuştur*. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, sosyal bir yara olan bu olguyla ilgilenme ihtiyacı hissettiği ve 28.06.2005 tarihli ve 853 sayılı kararıyla bir araştırma komisyonu kurduğu, bu komisyonun çalışmalarını tamamlayarak kadın ve çocuklara yönelik şiddetin sebepleri ile alınabilecek önlemleri belirleyen kapsamlı bir rapor hazırladığı belirtilmektedir. Bu bağlamda, Genelge’nin ana konseptini; kadın ve çocuklara yönelik şiddetin ve şiddetin en acımasız biçimi olan ve kamuoyunda “töre cinayeti” olarak tanımlanan kadına yönelik öldürmeyi konu alması ve bunların önlenmesi için alınması gereken tedbirleri düzenlemesidir. Anılan komisyon çalışmaları sonucunda hazırlanan ve Hükümet tarafından da benimsenen bu konuda alınacak önlemlere ilişkin öneriler ve bundan sorumlu kuruluşlar Genelge’nin ekli listelerinde belirtilmiştir. Bu önerilerle ilgili olarak başlatılacak çalışmalarda koordinasyon görevi, çocuğa yönelik şiddet konusunda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, kadına yönelik şiddet ve töre/namus cinayetleri konusunda ise Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilecektir. Söz konusu Genelge’ye göre; -Sorumlu kuruluşların ve bu kuruluşlarla işbirliği içerisinde hareket etmesi gereken kurumların ayrı ayrı belirtildiği önlemlere ilişkin çalışmalar, koordinatör olarak belirlenen Genel Müdürlüklerle işbirliği içerisinde derhal başlatılacaktır. Sorumlu kurumlar tarafından görev alanına giren konularda hazırlanacak ayrıntılı faaliyet raporları üçer aylık dönemlerle ilgili koordinatör kuruma gönderilecektir. -Devletin, kadınlara yönelik her türlü şiddet eyleminin önlenmesini bir devlet politikası olarak kabul etmesi, bu alana yönelik bir bütçe oluşturularak, toplumsal cinsiyet rolleri açısından bütçelerin etki ve sonuçları görünür kılınarak, toplumsal cinsiyete dayalı bütçe analizleri yapılması, ilgili tüm Kamu Kurum ve Kuruluşları, Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü koordinatörlüğünde bir “Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesi” kurulması öngörülmektedir. -Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile ilgili tüm Kamu Kurum ve Kuruluşları, Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları ile birlikte, toplumsal cinsiyete duyarlı politikaların devletin bütün ana plan ve programlarının içine entegre edilmesi, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğinin sağlanması, programların ve sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için gerekli mekanizmaların oluşturulması ve var olan mekanizmaların işler hale getirilmesinin sağlanması istenilmektedir. -Bu bağlamda, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları kadına yönelik şiddete karşı alınacak önlemler bir ulusal plan çerçevesinde yasal, kurumsal, eğitsel ve kültürel alanlara yönelik, kapsamlı olarak belirlenecektir. Bu plan hazırlanırken toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip bir plan olması sağlanacaktır. -Genelge’de; ülke genelinde yirmidört saat hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET HATTI” oluşturulması ve bu hatta şiddet konusunda eğitim almış personelin görev yapmasının sağlanması, şiddet gördüğü için kadın sığınma/konuk evine yerleştirilen kadınların buradan çıktıktan sonra, kendi ayakları üzerinde durmayı başarmalarını sağlamak ve desteklemek için kadınlara devletin sahip olduğu kaynaklardan geçici konut tahsisi yapılması öngörülmektedir. Eğitim yönünden ise, kadına yönelik şiddet konusunda zararlı gelenek ve göreneklerin tespit edilerek buna yönelik tutum ve davranış biçimlerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Hakkında 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi, Resmi Gazete, 4 Temmuz 2006, Sayı: 26218. * 152 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara programları hazırlanması, kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesine yönelik olarak, başta erkekler olmak üzere ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi ve özellikle öfkenin kontrolü ve kişiler arasında sağlıklı iletişim becerileri konusunda yaygın eğitim programlarının hazırlanmasında devletin gerekli çalışmaları yapması gerektiği ifade edilmektedir. Hukuki yönden, “Çerçeve Eşitlik Yasası”nın ivedilikle çıkarılmasının gerektiği ve Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10 uncu maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmektedir. Ek fıkra:7/5/2004-5170/l. maddesinde; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlü olduğu ifade edilmekte, devletin bu amir hükmü hayata geçirecek başta yasal düzenlemeler olmak üzere, gerekli her türlü tedbiri alması vurgulanmaktadır. Konumuz açısından önemli olan töre/namus cinayetleri konusundaki çözüm önerilerinin yaşama geçirilmesinde, öneriler ve koruyucu ve önleyici tedbirler almaları bakımından ilgili ve görevli kurumların koordineli çalışmaları istenilmektedir. Özellikle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, töre/namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere hutbe ve vaazlar vermesi, yazılı ve görsel yayınlar yapması ve çeşitli etkinlikler düzenlemesi ve bu etkinliklerinde Diyanet İşleri Başkanlığı geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, ataerkil yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan ahlaki söyleme sahip bir dil kullanması istenilmektedir. Töre/namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik bilgilendirici spot filmlerin üretilerek, görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca, töre ve namus konusunda toplumda yerleşik ön kabullerin veya geleneksel anlayışın tersine, çevrilmesi sağlanması üzerinde durulmaktadır. Bu arada, medyanın da şiddet konusundaki çözüm önerilerinin yaşama geçirilmesinde ilgili ve görevli kurum ve kuruşlarla koordineli çalışması ifade edilmektedir. Genelge içeriği itibariyle, kamu kurum ve kuruluşlarına talimat niteliğinde olup, diğer kuruluş ve kişiler yönünden tavsiye niteliğini taşımaktadır. Ancak, Devletin bu konu ile ilgili politikalar üretmesi ile usul ve esasları belirlemesi bakımından önemli bir gelişmedir. 3.2.6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN TÜRKİYE’DE AİLE İÇİ ŞİDDETLE İLGİLİ (OPUZ/TÜRKİYE) KARARI Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin-AİHM, 09 Haziran 2009 tarihinde verdiği “Opuz v. Türkiye” kararı*; kadına karşı gerçekleştirilen ayrımcılığı ortadan kaldırmak için gerekli önlemleri almayan devletin, sorumluluğunu ortaya koyması açısından önemlidir. Türkiye’nin bu ve benzer olaylar karşısında sorumluluğunu ortaya koyması açısından, bu davanın içeriğine kısaca değinmekte yarar görülmektedir. Dava konusunu, başvuranın 1990 yılından itibaren annesinin eşi A.O. tarafından başvurana ve annesine karşı dayak, bıçakla yaralama, arabayla kasten yaralama, öldürme tehdidinde bulunma, bunların sonunda, adli makamlar nezdinde suç duyuruları ile 11 Mart 2002 tarihinde H.O.’nun, başvuranın annesini Diyarbakır’dan İzmir’e taşınmak üzere bindiği nakliye kamyonunda tabancayla öldürmesini ve bu nedenle, devletin, annesinin ölümü ve kendisinin kötü muameleye maruz kalmasıyla sonuçlanan aile içi şiddetten korumak konusunda başarısız olduğunu oluşturmaktadır. AİHM Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkı; işkence ve kötü muamele yasağı ve ayrımcılık yasağı ilgili maddelerine aykırı davranmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin şiddete maruz kalmış kadınların, korunması amacıyla gerekli tedbirleri almadığını ve mevzuatın uygulanmasında yetersiz kaldığının kabul etmiştir. Diğer taraftan, AİHM. 13 Haziran 1979 Tarihli “Marck -Belçika Davası” ile ilgili Kararı’nda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8 nci maddesinin uygulanması açısından ailenin “meşru” veya “tabii” olmasına bakılarak ayrım yapılmaması gerektiğini, belirtmiştir. Ayrıca, Elshoz-Almanya Davası Kararı’nda da, aile kavramının; evliliğe dayalı ilişkilerle sınırlı * http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/minjust/mju29/CASE%20OF%20OPUZ%20v[1].%20TURKEY.pdf 153 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara olmadığı ve tarafların evlilik olmadan da, bir arada oturup yaşamaları sonucu fiili “aile” bağlarının kurulabileceğine ve bunun meşru sayılması gerektiğine karar verdiği görülmektedir. Yine, 18 Aralık 1986 Tarihli Johnson-İrlanda Davası Kararı’nda da çocuklarıyla birlikte yaşayan evli olmayan çiftlerin, normal aile hayatı yaşadığını ve bu nedenle, söz konusu ilişkinin istikrarlı olma özelliğinden dolayı, diğer yönleriyle evliliğe dayalı bir aileden ayırt edilememesi gerektiğini vurgulamıştır*. 3.2.7. ÇOCUK KORUMA KANUNU 03.07.2005 tarihli ve “5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu”†, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Kanun, korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler ile suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usul ve esaslarına, çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin hükümleri kapsamaktadır. Kanun esas itibariyle, çocuklarla ilgili ceza muhakemesi kurallarını içermekle birlikte, özellikle suç mağduru olan çocuklar yönünden de koruma tedbirlerini düzenlemesi bakımından önemlidir. Tanımlar başlıklı 3 üncü maddeye göre, bu Kanun’un uygulanmasında daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiler çocuk sayılmakta ve bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuklar, korunmaya ihtiyacı olan çocuklar olarak kabul edilmektedir. 4 üncü maddeye göre, bu Kanun’un uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla; a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması, b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi, c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması, d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması, e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları, f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi, g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi, h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi, i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması, j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması, k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları, çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması, ilkelerinin gözetilmesi öngörülmektedir. Bu ilkeler çerçevesinde, 5 inci madde uyarınca, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik; danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak koruyucu ve destekleyici tedbirler alınması öngörülmektedir. Bu tedbirler; a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol gösterme, b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilme, c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilme, d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılması, e) Barınma Karınca Eray, Resmi Nikah ve AİHM Kararı, http://www.hayatadokun.net/kadn-haklar/item/418-resmi-nikah-ve-aihmkarar%C4%B1 † 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu, Resmi Gazete, 15 Temmuz 2005, Sayı: 25876. * 154 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlanması, şeklinde sıralanmaktadır. Özellikle, hakkında barınma tedbiri uygulanan çocukların, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulmakta ve tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocukların, bu kişilere teslim edilmesi gerekmektedir. Çocukların korunması, toplumsal sorumluluk isteyen bir sorundur. Günümüz koşullarında, küçülen, zayıflayan ve parçalanan ailenin tek başına çocuğu koruyamadığı düşünülmektedir. Ancak, bu Kanun’un, sosyal devletin çocuğun korunması görevinde; kamunun öneminin ve rolünün daha iyi anlaşılmasını sağladığı görülmektedir. Bununla birlikte, ailesinin yanında korunamayan çocuklar için, yeni bakım modellerinin sunulması gerekmektedir. Çocuğun, aile yanında bakım modeli, toplum-temelli bir çocuk bakımı modeli olarak çocuk koruma sistemi içinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu çerçevede, öğretim kurumlarının ve STK’ların bu konulara daha duyarlı olmasını beklenmektedir. Bu nedenle, koruyucu ve destekleyici tedbirlerin eşgüdüm halinde yerine getirilmesini sağlamak üzere kanunda öngörülen tedbir ve hizmetlerin hızlı, etkili, amaca uygun ve verimli yürütülmesini sağlamalıyız. Yürütülen çalışmaların ele alınması, koordinasyonun sağlanması, varsa aksayan yönlerin giderilmesi zorunluluktur. Ailede problem olmaz ise, çocukta problem yaşanmaz bu anlamda özelikle aile hekimlerinin sadece sağlık değil ruhsal sağlık ile ilgilenmeleri lazım bu konuda aile hekimlerine büyük görevler düşmektedir. 3.2.8. TÜRK CEZA KANUNU’NDA YER ALAN DÜZENLEMELER Kadına karşı değişik şekillerde şiddet veya cinsel şiddet olarak nitelendirilen eylemlerin, bazıları herkese karşı işlenebilen genel suçlar içinde, bazıları ise doğrudan kadına cinsel nitelikli olmak üzere, spesifik olarak, Türk Ceza Kanunu’nda da açıkça düzenlenmiştir. Konumuzla ilgili olanlar, Türk Ceza Kanunu’nun 80’inci maddesinde insan ticareti; 81 ve 82’nci maddelerinde kasten öldürme; 99’uncu maddede çocuk düşürtme; 100’üncü maddede kısırlaştırma; 102’nci maddede cinsel saldırı; 103’üncü maddede çocukların cinsel istismarı; 104’üncü maddede reşit olmayanla cinsel ilişki; 105’inci maddede cinsel taciz; 109’uncu maddede kişi hürriyetinden yoksun bırakma; 122’nci maddede ayrımcılık; 226’ncı maddede müstehcenlik; 227’nci maddede fuhuş; 232’nci maddede kötü muamele ve 233’üncü maddede aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçları olarak sıralanabilir. Ancak, bunlardan cinsel şiddet ile ilgili olanlar üzerinde durulacaktır. 3.2.8.1. İNSAN TİCARETİ İnsanlığa karşı suçlar arasında yer alan insan ticaretine ilişkin doğrudan düzenleme ihtiva eden ilk belge 1904 tarihli “Beyaz Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası Sözleşme”dir. Bu belgenin asıl amacı, insan ticareti fiillerinin cezalandırılmasından çok, insan ticareti fiillerine maruz kalan mağdurların korunmasıdır. Bu nedenle, daha sonra insan tacirlerinin cezalandırılması yükümlülüğünü içeren, “Beyaz Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası Sözleşme” 1910 yılında kabul edilmiştir. Bahse konu Sözleşme’yi takiben Milletler Cemiyeti himayesinde, 1921 tarihli “Kadın ve Çocuk Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme” ile 1933 tarihli “Tüm Yaşlarda Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası Sözleşme” kabul edilmiş ve son olarak, insan ticaretine ilişkin bu sözleşmeler, BM tarafından, 1949 yılında “İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme” şeklinde birleştirilmiştir*. TCK.nun 80 inci maddesindeki İnsan Ticareti suçu; “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”† ve “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”‡ hükümlerinin yerine getirilmesi Arslan Çetin, İnsan Ticareti Suçu, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/276/2495.pdf Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Resmi Gazete, 4 Şubat 2003, Sayı: 25014. ‡ Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol, Resmi Gazete,4 Şubat 2003, Sayı: 25015. * † 155 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara amacıyla düzenlenmiştir. Maddeye esas alınan Protokol’ün 3 üncü maddesinde, insan ticareti geniş bir biçimde tanımlanmaktadır. İnsan ticareti ilk kez, 765 Sayılı TCK.nun 201/b maddesinde düzenlenmiştir. Daha sonra bu suça, 5237 Sayılı TCK.nun 80 inci maddesinde yer verilmiştir. Protokol’ün 3 üncü maddesinde, insan ticareti; kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması şeklinde tanımlanmaktadır*. 80 inci madde ile tehdit, baskı, cebir veya şiddet veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak suretiyle, zorla çalıştırılmak, hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tabi kılmak, vücut organlarının verilmesini sağlamak amacıyla, kadın, çocuk veya diğer insanların tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları suç sayılmaktadır. Protokol’ün aksine, 80 inci maddede yer verilmemesine karşın, “benzeri uygulamalar” ibaresini, istismar içinde değerlendirmek gerekmektedir. İstismar terimi; asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini de içermektedir. Konumuz açısından, insan ticareti olgusunun bir halkasını da, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, kadının ikinci sınıf insan muamelesi görmesi, ataerkil yapı gibi olgular oluşturmaktadır. İnsan ticaretinin mağdurları genellikle, kızlar, kadınlar ve oğlan çocukları olmaktadır. İnsan tacirleri, çoğu zaman kadınları fahişe olarak yurtdışında çalışmaya ikna etmekte ve mağdurların rızalarını almakta iseler de, bu rızalar hukuken geçerli rıza niteliğini taşımamaktadır. Mağdurlar; cinsel objeye dönüştürülmekte ve cinsel şiddete maruz kalmaktadırlar. 3.2.8.2. TÖRE SAİKİYLE KASTEN ÖLDÜRME TCK.nun 81 inci maddesinde düzenlenen kasten öldürme suçu, herkese karşı işlenebilen ve cezası müebbet hapis olan bir suçtur. Bu suçun pasif süjeleri, erkek ve kadın olabilmektedir. Bu bakımdan, bu suçun işlenmesinde failleri suça sevk eden saikin bir önemi bulunmamaktadır. Ancak, failin, genel kastı yanında bazı saiklerle eylemini gerçekleştirmesi halinde, bu haller kasten öldürme suçunun nitelikli hali olarak kabul edilerek 82 nci maddede düzenlenmiştir. Kasten öldürme suçunun nitelikli halleri arasında bulunan ve daha önce hukukumuzda yer almayan, töre saikiyle öldürme suçuna, ilk kez 82/1-k maddesinde yer verilmiştir†. Töre; toplum tarafından ortaklaşa olarak kabul edilen, benimsenen gelenek ve görenekler, alışkanlıklar ve ahlâk kuralları olarak tanımlanmaktadır. Avrupa’da ve özellikle de Akdeniz ülkelerinde sıkça rastlanılan töre ve namus cinayetleri, onur-şeref kavramı altında, gelenek, görenek, sosyal ve kültürel değer olgularına dayandırılmaktadır. Özellikle, ataerkil toplumsal yapılanma içinde onurun, erkeğin her zaman güç kullanma potansiyelini ifade ettiğini belirtilmektedir. Töre saikiyle öldürme suçunun, kötü geleneklerden kaynaklanan ve faillerinin genellikle baba, kardeş gibi, yakın akrabaların, mağdurların da ise, kadın olduğu suçları daha ağır cezalandırmak suretiyle önlenmesi amacıyla, kanuna eklendiği belirtilmektedir ‡. Töre saikiyle kasten öldürme suçunun oluştuğunu kabul etmek için, failde suçun işlendiği sırada, bu saikin olduğunun kanıtlanması gerekmektedir. Özellikle, ölüm kararının törelere göre meşru sayılmayan bir davranış nedeniyle, aile meclisi tarafından alınması ve suçun aile bireylerinden birine işlettirilmesi veya bireysel olarak bu yönde hareket edilmesi aranmaktadır. Törelere göre meşru sayılmayan davranışlar ise, ailenin izni olmadan evlenilmesi, bir erkekle cinsel ilişkiye girilmesi, zorla evlenmeye karşı çıkılması, evli iken kadının kocasını terk etmesi Bu tanım için ayrıca bkz. Interpol, “Children and Human Trafficking”, www. interpol. İnt/Public/ THB/ Women/ Default.asp Hakeri Hakan, “Yeni Türk Ceza Kanununda Hayata Karşı, Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar, İşkence ve Eziyet, Terk ve Yardım ve Bildirim Yükümlülüğünün Yerine Getirilmemesi Suçları”, http://www.cezabb.adalet.adalet.gov.tr/makale/102.doc. ‡ Oskay Ünsal, Töre Cinayetleri, http://www.genbilim.com/content/view/3404/86/ * † 156 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara veya kadının rızası dışında cinsel saldırıya uğraması olarak gösterilmektedir. Ancak, bu hususların saptanmasında, zaman zaman güçlüklerle karşılanmaktadır. Töre sakiyle öldürme suçlarında, üzerinde durulan ve ihtilaf konusu olan, failler hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağıdır. Söz konusu maddenin gerekçesinde; “Nihayet, (j) bendine göre, töre saikiyle öldürme halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için, somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunması gerekir.” denilmektedir. Bu bakımdan, salt töre saikiyle öldürmenin gerçekleştiği çoğu durumlarda, mağdurdan kaynaklanan haksız fiilinin bulunduğunu kabul etmek mümkün olamayacaktır. Ancak, TCK.nun 29 uncu maddesine göre, haksız bir filin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli eylemin etkisiyle bir eylem gerçekleştirildiğinde, haksız tahrik hükümlerinden yararlanılması mümkündür. Bu nedenle, haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için, fiilin haksız olarak tahrik eden kişiye karşı gerçekleştirilmesi zorunludur. Töre saikiyle öldürmede ise, öldürülen kadının faile karşı haksız bir fiili söz konusu olmadığından, töre cinayetlerinde haksız tahrik indiriminin uygulanmaması genel kabul görmektedir. Töre saikiyle öldürmenin kanıtlanması halinde, öldürme kararının alınmasına azmettirenler ve kararın alınmasına katılan aile yakınları da, azmettirme nedeniyle cezalandırılmaktadırlar. Yargıtay, “sadece aile meclisi kararının varlığının kanıtlanması halinde” aile bireyleri hakkında, TCK.nun azmettirme ile ilgili 38/1 maddesinin uygulanması görüşündedir*. Ancak, çoğu zaman aile tarafından öldürme kararının verildiğinin kanıtlanması mümkün olmadığından, azmettiren aile bireyleri hakkında, mahkûmiyet hükmü tesis edilememektedir. Diğer taraftan, töre saikiyle işlenen öldürme suçlarında, aile meclisi kararı suçun maddi unsurunu teşkil etmediğinden, suçun oluşumunda aranmaması gerektiği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Yargıtay, özelikle bireysel töre saikiyle öldürme suçlarında, aile meclisi kararının bulunması zorunluluğunu aramamaktadır. Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 07.06.2010 Tarihli ve E. 2009/8804 K. 2010/4214 Sayılı Kararında, “Sanığın ablası T...’ın, eşi ile geçinemediği için boşanma davası açarak olay tarihinden yaklaşık dokuz ay önce babasının evine geri döndüğü, T...’ın evlenmeden önce arkadaşlığının bulunduğu maktul ile dinsel tören yaparak evlendiği, zaman zaman birlikte oldukları, olay tarihinde de maktulün kendisine ait araç ile yanında T... olduğu halde gezdikleri sırada, sanığın kendilerini gördüğü aynı gün sanığın yanına aldığı tabanca ile akşam saat 20.30 sıralarında maktulün evine giderek maktulü dışarı çağırdığı, maktulün ablası ile olan birlikteliğini ikrarı üzerine, sanığın üzerinde taşıdığı silah ile ateş etmek suretiyle maktulü öldürdüğü olayda; Türk Medeni Kanunu’nun 185’nci maddesi gereğince eşlerin birbirlerine karşı sadakat yükümlülüğünün bulunduğu, sanığın ablası T...’ın davranışlarından dolayı kendisine karşı sorumlu olduğu, sanığa yönelik haksız eylem oluşturmadığından olayda tahrik bulunmadığı, sanığın eylemini ailesinin ve kendisinin şeref ve namusunu kurtarmak için gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin töre saikiyle öldürme suçunu oluşturduğu halde, eylemin yanlış nitelendirilerek yazılı şekilde basit öldürme suçundan hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiş.” denilmektedir. 3.2.8.3. ÇOCUK DÜŞÜRTME VE KISIRLAŞTIRMA TCK.nun 99/1 inci maddesine göre, rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu hüküm ile korunması gereken değer bakımından, kadının geleceğe yönelik yaşamının ve müdahale edilen annenin gerek yaşam gerekse cinsel yönden sağlığının korunması amaçlanmaktadır. Bu müdahale ile kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar veya acı verilmektedir. Kanımca, cinsel dokunulmazlığa ilişkin suçlar arasında yer almamasına karşın, bu suç hukuken geçerli rızası olmaksızın bir kadının çocuğunun düşürtülmesi şeklinde gerçekleştirildiğinden, kadına karşı cinsel şiddet içinde değerlendirilebilmesi gerekmektedir. Zira daha önce açıklandığı üzere, “Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon”un 1 inci maddesinde, * Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 22.01.2010 tarihli ve E. 2009/1759, K. 2010/246 Sayılı Kararı. 157 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kadınlara karşı şiddet; “ister kamu yaşamında, ister özel yaşamda olsun cinsiyete dayalı olarak, baskı veya kasten özgürlüğün sınırlandırılması gibi, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar veya acı veren bu şekilde sonuçlanabilecek eylemler” şeklinde tanımlanmış, 2 nci maddesinde ise, cinsel şiddet oluşturan eylemler sayılarak, konunun daha geniş bir çerçevede yorumlanması gereği vurgulanmıştır. Söz konusu maddenin 3 üncü fıkrasında, 1 inci fıkradaki çocuk düşürtme suçunun kadının beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğraması halinde, failin altı yıldan oniki yıla kadar cezalandırılması gerekmektedir. Bu suçun faili herkes olabilmektedir. Başka bir anlatımla, cenini taşıyan anne dışında herkes bu suçu işleyebilmektedir. Dolayısıyla, kadının çocuğunu kendisinin düşürmesi suçu, konumuz açısından inceleme dışında kalmaktadır. Suçun pasif süjesi-mağduru ise, gebe kadındır. Çocuk düşürtme terimi; gebelik sırasında, hangi yöntemle olursa olsun, çocuğa hamile olan kişi dışında bir kişi tarafından, çocuğa yönelik olarak gebeliğin sona erdirilmesidir. Her ne kadar, gerek madde başlığında gerekse madde metninde, “çocuk” terimi geçmekte ise de, burada kastedilen “cenin”dir. Bu suç, genel kastla işlenebildiğinden, olası kastla da işlenebilmektedir. 12.01.2012 tarihli haberlerde yer alan bilgilere göre, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün raporlarında, sağlıksız koşullarda kürtaj olanların sayısı beş yılda dünya genelinde 43 milyona ulaşmıştır. Kürtaj operasyonunun yarısının uzman olmayan kişiler tarafından yapıldığı, son beş yılda dünya genelinde kürtaj oranının binde 28 de sabitlendiği, kürtaj sayısı gelişmiş ülkelerde biraz gerilemesine karşın, gelişmekte olan ülkelerde hızla arttığı, bunun da, 25 milyondan fazla olduğu, 47 bin kadının uygunsuz koşullarda kürtaj dolayısıyla hayatını kaybettiği ve 8.5 milyonun tehlikeli enfeksiyonlara maruz kaldığı belirtilmektedir. Güney Amerika bu tür kürtajlarda lider konumundadır. Onu Afrika ve Asya ülkeleri takip etmektedir. Bu nedenle ölümlerin, %13’ü bu bölgelerde meydana gelmektedir. Ayrıca, cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle, en az yarım milyon kız bebek aldırılmaktadır. Hindistan’da kız bebeklerin kürtajla alınması nedeniyle, cinsiyetler arası farkın cinsiyet eşitliğini ortadan kaldırdığı ve bunun sonucu erkek nüfusunun hızla arttığı rapor edilmektedir. TCK.nun 101 inci maddesinde de, bir kişinin rızası olmaksızın kısırlaştırılması suç sayılmıştır. Kısırlaştırma, Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’un 4/1 inci maddesinde, “Bir erkek ve kadının çocuk yapma yeteneğinin, cinsel ihtiyaçlarının tatminine engel olmadan ortadan kaldırılması için yapılan müdahale” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım karşısında, bu suçla korunan hukuki yararın beden bütünlüğü olduğu düşünülebilir. Ancak, bu fiil ile özellikle kadınların rızaları dışında, çocuk yapma yetilerinin ortadan kaldırılması söz konusu olduğundan, bu fiil bir tür etnik temizleme olarak kabul edilmektedir. 3.2.8.4. CİNSEL SALDIRI Irza geçme, ırza tasaddi, sarkıntılık ve söz atma suçları; yürürlükten kalkan 765 Sayılı TCK.nun 2. Kitabı’nın 8. Babında Genel Ahlaka ve Aile Düzenine Karşı İşlenen Suçlar arasında düzenlenmiş iken, 5237 Sayılı TCK.nun Kişilere Karşı Suçlar Kısmının 6. Bölümü’nde, 102 nci maddede cinsel saldırı; 103 ncü maddede Çocukların Cinsel İstismarı; 104 üncü maddede Reşit Olmayanla Cinsel İlişki ve 105 inci maddede Cinsel Taciz şeklinde, Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar olarak düzenlenmiştir. Bu suçlarda korunan hukuki değer, bireylerin cinsel dokunulmazlığı olduğu için, bu düzenlemenin 6. Kısım içinde yapılması yerindedir. Cinsel saldırı suçu, ırza geçme, ırza tasaddi ve sarkıntılık ayrımı yapılmaksızın, bu suçların tümünü kapsayan bir nitelik taşımaktadır. Cinsel saldırı suçu ile ilgili 102 nci madde; (1) “Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. 158 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara (3) Suçun; a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı, d) Silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır. (4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır. (5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. (6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” şeklindedir. Bu suç; herkes tarafından işlenebilen bir suç olup, failleri erkek veya kadın olabileceği gibi, mağdurları da erkek veya kadın olabilmektedir. Ancak, bu suç genel olarak kadınlara karşı işlenen bir suçtur. 1 inci fıkrada belirtildiği üzere, suçun maddi unsurunu, cinsel davranışlarla bir kişinin vücut dokunulmazlığını bozma oluşturmaktadır. Anılan fıkrada, yaş ile ilgili bir kayıt bulunmadığından, suçun mağdurları, ergin olan kişilerdir. Buna karşılık, ergin olmayan kişilere karşı işlenen cinsel saldırı suçları ise, 103 ve 104 üncü maddelerde düzenlenmiştir. 1 inci fıkradaki cinsel saldırının basit şeklinde, mağdurun vücudu üzerinde temas ederek, sadece cinsel ilişki aşamasına varmayan davranışlarda bulunulması yeterlidir. Ancak, bu durumda, ergin olan kişinin rızasının bulunmaması gereklidir. Aksi takdirde, kanunumuza göre suç sayılmayan rıza ile cinsel ilişki olur. Cinsel saldırı kavramı, mağdurun cinsel organları dâhil, vücut bölgelerine karşı gerçekleştirilen tüm temas şekillerini de içerdiğinden cinsel tatmin gibi, özel bir kastı gerektirmemektedir. Bu bakımdan, failde genel kastın bulunması suçun oluşumu için yeterli görülmektedir. Kural olarak, öpme, kalça veya göğüsleri okşama şeklinde, cinsel şehvet duygularını kısmen ve kısa süreli olarak tahrik etmeye elverişli hareketler bu suçu oluşturur. Ancak, mağdurun yanından geçerken hafif şekilde sürtünmek veya el değdirme gibi, basit teması gerektiren fiiller, cinsel taciz suçunu oluşturabilir. Bu bakımdan, somut olayın özelliklerini göz önüne almak gerektirmektedir. Ayrıca, cinsellik içermeyen yaralama kastıyla gerçekleştirilen fiziksel vücut temasları da, cinsel saldırı içinde değerlendirilemez. Bu suçun basit hali, şikayete tabi olup, TCK.nun 73 üncü maddesine göre, şikayet süresi altı ay olup, zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla, süre fiilin ve failin kim olduğunun bilindiği veya öğrenildiği tarihten itibaren başlar. Suçtan zarar gören kişinin, şikâyetten vazgeçmesi, hükmün kesinleşmesine kadar mümkün olup, bu durumda kamu davası düşer. Ancak, hükmün kesinleşmesinden sonra vazgeçme mümkün olmadığından, bu aşamadaki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz. Ayrıca, şikâyetten vazgeçme onu kabul etmeyen sanıkları da etkilemez ve yargılamaları devam eder. Cinsel saldırı suçunun nitelikli halleri, 102 nci maddenin 2 ila 5 inci fıkralarında düzenlenmiştir. Cinsel saldırının bir kimsenin vücuduna organ veya bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, fail 102 nci maddenin 2 nci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır. Fıkranın gerekçesine göre, söz konusu suçun maddi unsurunu, ergin kişinin rızası dışında vücuda vajinal veya anal veya oral yoldan bir organ veya herhangi bir cismin sokulması oluşturmaktadır. Organ terimi; salt erkeklik organı olmayıp, vücudun boşluklarına girebilen parmak veya dil gibi, başka organları da kapsamaktadır. Cisimden ise, vücut boşluklarına girebilen her türlü maddeler kastedilmektedir. Ancak, bu tür cisimlerin sokulmasında hareketlerin, şehvet hissiyle olmasa bile, cinsel saldırı amacıyla yapılması halinde, suçun oluşabileceği kuşkusuzdur. Yargıtay kararlarında, failin parmağını mağdurun rızası dışında cinsel organına sokup, cinsel ilişki dışında şehevi arzularını tatmin etmekten ibaret olan eylemini ve cinsel organını mağdureye emdirmesi hareketlerini, 765 sayılı TCK.nu döneminde ırza tasaddi ve şimdi ise, nitelikli cinsel saldırı olarak kabul etmektedir. 159 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Fıkranın ikinci cümlesinde, bu suçun eşe karşı işlenmesi, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suç olarak öngörülmüştür. 765 Sayılı TCK. döneminde, yasal olarak evli olan eşe karşı gerçekleştirilen bu tür eylemler, cinsel saldırı suçu olarak düzenlenmediğinden, fena muamele veya müessir şeklinde değerlendirilmekteydi. Bununla birlikte, Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Hakkında Deklarasyon’un 2 nci maddesi uyarınca, evlilik içi ırza geçme-marital rape olarak kabul edilmekteydi. Bu konuda, geçmiş döneme ait Belçika Yüksek Mahkemesi’nin bir içtihadı çok önemlidir. Söz konusu karar*; “Kocanın karısına cebir, şiddet veya tehdit kullanarak onu cinsel münasebete zorlaması, kocalık sıfatının tam anlamı ile kötüye kullanılması niteliğinde olduğundan, işlenen cebir, şiddet veya tehdidin sadece müessir fiil olarak kabulü isabetli, hukuki ve adaletli kabul edilemez. Kaldı ki, gerek din gerekse ahlak eşler arasında cinsi münasebetin zorla yapılmasını asla tasvip etmez. Bundan başka, Ceza Kanunu’nda ‘herkim, cebir, şiddet veya tehdit ile bir kimsenin ırzına geçerse cezalandırılır” denilmekte olmasına, maddede mağdurun mutlak surette bir kimse şeklinde belirtilmesine ve zorla cinsi münasebet ile cinsi haysiyet ve hürriyet ihlal edilmesine göre, kocanın fiilinin zorla ırza geçme olarak tavsifi ve kabulü, hukuk, ahlak ve adalet kural ve ilkelerine uygundur.” şeklindedir. 3 üncü fıkrada öngörülen nitelikli hal ise, dört ayrı durumu içermektedir. Bunlardan birincisi, (a) fıkrasına göre, fiilin beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı gerçekleştirilmesidir. Bu durum, mağdurun bedensel veya ruhsal bir hastalıktan ileri gelmiş olabileceği gibi, engelli olmasından da kaynaklanabilir. Dolayısıyla, bu durumda ister geçici ister sürekli olsun, gerçek anlamda bir hastalık oluşturan bir halden dolayı, mağdurun eyleme rıza göstermesi veya karşı koyma olanağının ortadan kalkmış olması gerekmektedir. Bedensel hastalıkta, fiziksel karşı koyamama, ruhsal durumda ise, kendisine karşı gerçekleştirilen fiilin ahlaki kötülüğünü anlayamama söz konusudur†. Buna karşılık, mağdurun, saflığı veya deneyimsizliği, tek başına iradeyi ortadan kaldıran neden olarak kabul edilmemektedir. Özellikle, fiilin gerçekleştirilmesinden önce, mağdurda mukavemet serbestîsinin olmadığının fail tarafından bilinmesi gerekmektedir. Ancak, objektif olarak mağdurun bu durumu bilebilecek durumda ise, failin bu durumu bilmediğini ileri sürmesi mümkün değildir. Fıkrada yer alan haller, suçun unsuru olmayıp, suçun ağırlaştırıcı nedenidirler. 3/b fıkrasında, cinsel saldırı suçunun kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, bu durum nitelikli hal sayılmıştır. Görüldüğü üzere, bu bentte fail ile mağdur arasında resmi veya özel bir ilişkinin varlığı gerekmektedir. Her iki durumda da, nüfuzun kötüye kullanılması söz konusudur. Zira, kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin, suçun işlenmesinde fail yönünden mağdur üzerinde egemenlik kurabilmesi ve otoritesini kullanabilmesi ve mağdurun mukavemetini kırması, görev ve hizmet ilişkisinin verdiği güce dayanmaktadır. Örneğin, kamu kurum ve kuruluşlarında, amirlerin veya özel şirket veya işyerlerinde patronların nüfuzlarını kullanarak mağdurları cinsel ilişkiye zorlamaları gibi. Cinsel saldırı fiilinin yakın akrabalar olan üçüncü derece dahil kan ve kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan kişiler tarafından gerçekleştirilmesi hali, 3/c fıkrasında nitelikli cinsel saldırı suçu olarak kabul edilmiştir. Kan akrabalığı-hısımlığı Türk Medeni Kanunu’nun 17 nci ve kayın akrabalığı ise, 18 inci maddelerine göre, nüfus kayıtlarıyla saptanmak zorundadır ve Bu yakın akrabalar, üçüncü derece dâhil üstsoy, altsoy, amca, teyze, hala, dayı ve bunların çocukları ile aynı derecedeki evlatlık ilişki bulunanlar ile sona ermiş olsa dahi, eşin anne-babası ve onların anne ve babaları, kayınbirader, baldız ve bunların çocukları ve bunlar ile aynı derecedeki evlatlık ilişkisi bulunan kişilerdir. Bu suçun nitelikli hal kabul edilmesinin nedenini, yakın akrabalığın mağdura karşı suçun işlenmesinde sağladığı kolaylık oluşturmaktadır. Ancak, failin mağdurun sayılan akrabalar arasında bulunduğunu bilmesi gerekmektedir. Yargıtay yerleşmiş sürekli kararlarında, * † Gözübüyük Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Şerhi, C. III. Beşinci Bası. İstanbul, t.y., s. 723. Tezcan Durmuş-Erdem Mustafa Ruhan-Önok Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 5. Baskı, Ankara, 2007, s. 299. 160 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara sanığın mağdurenin öz ağabeyi, eniştesi, dayısı, amcası olmasını nitelikli hal olarak kabul ettiği görülmektedir. Bu tür cinsel saldırı literatürde, aile içi şiddet-domestic violence olarak nitelendirilmekte ve Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 3 üncü maddesinde de, “aile içi şiddet”in, mağdur faille aynı haneyi paylaşsa da paylaşmasa da, aile veya hanede, eski veya şimdiki eşler ya da partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti içerdiği belirtilmektedir. Bir diğer cinsel saldırının nitelikli halini, 3/d fıkrasında yer verilen suçun silahla veya birden fazla kişi tarafından işlenmesi oluşturmaktadır. TCK.nun uygulanması silah tanımı, 6/1-f maddesinde yapılmıştır. Söz konusu bentte, suçun silahla işlenmesi öngörülmesi nedeniyle, fiilin gerçekleştirildiği sırada, silahın doğrudan kullanılıp kullanılmadığı konusunda tartışmalar yapılmaktadır. Bir görüşe göre, silahın kullanılması gerektiği kabul edilmesine karşılık, diğer görüşte silahın kullanılmasına gerek olmadığı, silahın yanında taşınmasının veya teşhir edilmesinin yeterli olduğu ileri sürülmektedir. Kanımca, fiilin gerçekleştirilmesi sırasında, silahın mağdurun mukavemet gücünü kıracak veya ortadan kaldıracak şekilde, gösterilmesi ve teşhir edilmesi, suçun silahla işlenmiş olması için yeter niteliktedir. Bir suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hali de, suçun nitelikli halini oluşturmaktadır. TCK.nun faillikle ilgili 37 nci maddesi bağlamında, nitelikli halin kabul edilebilmesi için, suçun en az iki kişi tarafından birlikte işlenmesi gerekmekte ise de, bu kişilerin tümünün cinsel saldırı fiilini gerçekleştirmeleri gerekmemektedir. Örneğin faillerden birinin cinsel saldırı suçunu işlerken, diğerinin cebir, şiddet veya tehdit kullanması, suçun nitelikli halinin oluşması için yeterlidir. Şayet, faillerden her biri ayrı ayrı cinsel saldırı suçunu gerçekleştirmişler ise, cinsel saldırı sayısınca suç oluşmaktadır. 102 nci maddenin 4 üncü fıkrasına göre, suçun işlenmesi sırasında, mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde, cebir kullanılması halinde, fail ayrıca kasten yaralama suçundan da cezalandırılmaktadır. Cinsel saldırı suçunun netice sebebiyle ağırlamış halleri, 102 nci maddenin 5 inci ve 6 ncı fıkralarında düzenlenmiştir. 5 inci fıkraya göre, cinsel saldırı suçu sonunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmuş olması söz konusu ise, bu durumda faile on yıldan az olmamak üzere hapis cezası verilmektedir. Suçun sonucu, mağdurun beden sağlığının bozulması; hastalanması, vücut fonksiyonlarının bozulması, sakat kalması, organ veya uzuvlarından birinin işlevini yitirmesi, işlevinin sürekli zayıflaması veya çocuk yapma yetisini kaybetmesi gibi halleri kapsamaktadır. Ruh sağlığının bozulması ise, mağdurda kimi psikolojik sorunların ortaya çıkması, her an saldırıya uğrayacağı korkusuna kapılması veya panik halinde olması gibi haller olarak gösterilebilir*. Her iki durumda da, Adli Tıp Kurumu’nun bu konuda vereceği raporlara ihtiyaç bulunmaktadır. Adli Tıp Kurumu’ndan bu konuda rapor alınabilmesi için, mağdurun istemi veya mahkemenin bu konuda oluşan şüphe üzerine resen araştırmada bulunması gerekmektedir. 6 ncı fıkrada, cinsel saldırı suçu sonucu, mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölmesi durumunda, faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmektedir. Bu iki durumda da, failin kastının meydana gelen sonuçlara yönelik olmaması gerekmektedir. Şayet, faillerin kastı bu sonuçların meydana gelmesine yönelik ise, failler bu durumda, hem cinsel saldırı hem de kasten öldürme suçundan cezalandırılırlar. Bitkisel hayata girme, bilinç kapalı olmakla birlikte, hastanın soluk alma ve yutma gibi bazı temel beyin aktiviteleri sağlam durumdadır ve bu hastalar beyin ölümünde sayılmazlar. Beyin ölümünde ise, bilinç tamamen kapalı olup, nefes alma, hareket etme, yutma gibi diğer bütün beyin aktiviteleri de kalıcı olarak kaybolmuş durumdadır. Buna karşılık, kalp, karaciğer ve böbrek gibi, beyinden bağımsız çalışabilen diğer organların canlılığı devam etmektedir. 3.2.8.5. ÇOCUKLARIN CİNSEL İSTİSMARI TCK.nun 6/1-b maddesine göre, onsekiz yaşını doldurmamış kişi, çocuk kabul edilmektedir. Onsekiz yaşını tamamlamış kişiler, cinsel dokunulmazlıkları yönünden * Soyaslan Doğan, Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Ankara, 2005, s. 180. 161 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara özgürdürler. Ancak, onsekiz yaşını tamamlamamış kişilerin cinsel dokunulmazlık yönünden tam özgürlükleri bulunmamaktadır. Bu madde ile çocukların cinsel dokunulmazlığı korunma altına alınmaktadır. Kanun koyucu, bu hususu göz önüne alarak, ergin kişilerin cinsel dokunulmazlıklarına karşı işlenen suçları 102 nci maddede, cinsel saldırı olarak nitelemesine karşılık, çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel dokunulmazlık suçlarını 103 üncü maddede çocukların cinsel istismarı şeklinde nitelendirmiştir. Bu bağlamda, 103 üncü maddenin 1 inci fıkrasında, çocuğu cinsel yönden istismar eden kişilerin, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülmüştür. Ancak, madde cinsel istismar yönünden, çocukları onbeş yaşını tamamlamamış ve onbeş yaşını tamamlamış çocuklar olarak iki gruba ayırmıştır. Söz konusu fıkranın, (a) bendinde cinsel istismar terimi; onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış olarak tanımlanmıştır. Fıkranın (b) bendinde ise, onbeş yaşını doldurmuş çocuklar, diğer çocuklar şeklinde ifade edilmiş ve bu çocuklara karşı, sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen davranışlar cinsel istismar olarak tanımlanmıştır. Fıkrada yer verilen cinsel davranış ifadesi, tüm cinsel hareketleri kapsar niteliktedir. 103/1 maddesinde yer verilen cinsel istismarın basit şeklidir. Birinci guruba giren onbeş yaşını tamamlamamış çocuklar yönünden, fiilin gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden aranmaksızın, cinsel istismar suçu oluşmaktadır. Çünkü, bu yaştaki çocuklar mutlak olarak cinsel özgürlüğe sahip değillerdir. Bu bakımdan, cinsel istismar, mağdurun rızasına dayalı olarak gerçekleştirilse dahi, fail cezalandırılmaktadır. Buna karşılık, onbeş yaşını tamamlamış onsekiz yaşını tamamlamamış çocuklar kendi aralarında alt iki guruba ayrılmaktadır. Birinci gruba onbeş yaşını tamamlamış olmakla birlikte, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş çocuklar girmektedir. Bu çocuklar, akıl hastası, zekâ, bilgi veya görgü bakımından gelişme düzeyini tamamlamamış çocuklardır. Bu durumun, Adli Tıp Kurumu raporuyla saptanması gereklidir. İkinci gurubu ise, kendilerine cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak cinsel istismar suçu işlenen çocuklar oluşturmaktadır. Bu durumda, cinsel istismara maruz kalan çocukların, özgür iradeleri, yani rızaları bulunmamaktadır. Cebir ve tehdit, TCK.nun 108 ve 106 ncı maddelerine göre, suç olmalarına karşın, 103/1 maddesinde, cinsel istismar suçunun unsurudur. Cebir; suçun işlendiği sırada, cinsel istismara razı olması amacıyla, kendisine karşı fiziksel şiddet kullanılmasıdır. Tehdit; mağdurun veya yakınının hayatına, vücut bütünlüğüne veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceğinin veya malvarlığı itibariyle büyük bir zarara uğratılacağının veya sair bir kötülük yapılacağının bildirilmesidir. Hile ise; gerçekleri gizlemek, saklamak, yanlış göstermek veya çarpıtmak suretiyle, kişinin iradesinin yanıltılmasıdır. İradeyi etkileyen başka nedenlerin, ne olduğu fıkrada gösterilmemiş olmakla birlikte, bunlar cebir, tehdit veya hile dışında kalan, ancak mağdurun davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkmasına veya azalmasına sebep olan nedenler olarak kabul edilmektedir. Örneğin, mağdurun alkol veya uyuşturucu madde alması sonucunda, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması veya azalması hali gibi. Fail tarafından, mağdurun içtiği içkiye uyuşturucu katılarak bu durumun yaratılması halinde ise, genel olarak cebir veya hileden söz edilmektedir*. Cinsel istismar suçunun vücuda organ veya sair cisim sokulmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, 2 nci fıkra uyarınca sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır. 3 üncü fıkrada, cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılmaktadır. * Baytemir Erdal, Cinsel Dokunulmazlığa, Kişi Hürriyetine ve Genel Ahlâka Karşı Suçlar, Ankara, Kasım 2007, 331. 162 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 4 fıkrada, Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak verilmesi öngörülmekte, 5 inci fıkraya göre de, cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanacağı belirtilmektedir. 6 ncı fıkrada, suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına, 7 nci fıkrada suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunacağı vurgulanmaktadır. Gerek cinsel saldırı gerekse çocuklara karşı cinsel istismar suçları gerçekleştirildikleri anda oluşurlar, bununla birlikte TCK.nun 35 inci maddesinde yer verildiği üzere, failin kastettiği suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da, elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaması halinde bu suçlar teşebbüs derecesinde kalmaktadır. TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca, zincirleme suçta fail hakkında bir cezaya hükmedilmekte, ancak bu ceza dörtte biden dörtte üçe kadar arttırılmaktadır. Fakat 43 üncü maddenin 3 üncü fıkrası uyarınca, cinsel saldırı suçlarında bu madde hükmünün uygulanmayacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, aynı mağdura karşı farklı zaman dilimlerinde cinsel saldırı veya çocuklara karşı istismar suçunun işlenmesi halinde, fail her bir suç için ayrı ayrı cezalandırılacaktır. 3.2.8.6. REŞİT OLMAYANLA CİNSEL İLİŞKİ Onbeş yaşını tamamlamış, ancak henüz erginliğe ulaşmamış olanların, TCK.nu bağlamında kısmi cinsel özgürlükleri bulunmaktadır. Bunun nedeni, reşit-ergin olmayanların cinsel ilişkinin hukuki niteliğini ve fiilin sonuçlarını algılama yeteneklerinin tam olarak gelişmemesidir. Ayrıca, kanun koyucu da bu yaştaki çocukların rızaları ile cinsel ilişkiye girmelerinin, gelenek ve göreneklere göre, toplum düzenini bozacağı endişesi yatmaktadır. Bu nedenlerle, TCK.nun 104 üncü maddesinde cebir, tehdit ve hile olmaksızın onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmak suçu düzenlenmiş ve şikayet üzerine failin altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı öngörülmüştür. Bu suç, sadece onbeş yaşını doldurmuş çocuklara karşı işlenebilir. Suçun faili kadın veya erkek olabilir. Failin yaşının küçük olmasının bir önemi yoktur. Ancak, bu durumda yaş nedeniyle indirim hükümlerinden yararlanabilir. Maddeye göre uygulama yapılabilmesi için, mağdurun onsekiz yaşını tamamlamayıp tamamlamadığının ve rızasının olup olmadığının saptanması gerekir. Bu bakımdan, çocuğun onbeş yaşını doldurmamış olması veya rızayı ortadan kaldıran veya etkileyen hallerin bulunması durumunda, 103 üncü madde hükümleri uygulanacaktır. Diğer taraftan, Medeni Kanunun 11 inci maddesine göre, onsekiz yaşından küçük olmakla birlikte evlenme ile reşit olan kişilere karşı bu suçun işlenmesinin mümkün olmadığı düşünülmektedir. Bu suç, bizzat fail tarafından işlenebilen bir suç olduğundan, birlikte faillik söz konusu olamaz. Buna karşılık, azmettirme ve yardım etme şeklinde iştirak halinde de işlenebilmesi mümkündür. Şayet, birden fazla kişi, mağdurla cinsel ilişkiye girmişse, her biri ayrı ayrı 104 üncü maddeye göre cezalandırılır. Şikâyet hakkının kullanılması, şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu için, bu hakkın mağdur tarafından kullanılması gerekmektedir. Şayet, kanuni temsilci tarafından bu hak kullanılmış ise, bu durumda, mağdurun şikâyette bulunup bulunmadığına bakılarak yasal işlem yapılması gerekmektedir. 3.2.8.7. CİNSEL TACİZ TCK.nunda, sarkıntılık ve söz atma suçlarının düzenlenmemesi nedeniyle, benzer eylemler, 105/1 inci maddede, cinsel taciz suçu olarak, “Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya adli para cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu fıkrada düzenlenen cinsel taciz suçu, suçun basit halidir. Suçun faili veya mağduru, kadın veya erkek olabilir. Bu suç ile hem genel ahlak hem de mağdurların cinsel dokunulmazlıkları korunmak istenilmiştir. Fıkrada, cinsel taciz 163 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tanımına yer verilmemiştir. Ancak, maddenin gerekçesinde*, “Cinsel taciz; kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliğini taşımayan cinsel davranışlarla gerçekleştirilebilir. Cinsel taciz, cinsel yönden, ahlâk temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesinden ibarettir.” şeklinde açıklamaya yer verildiği görülmektedir. Öğretide ve uygulamada, vücut bütünlüğünün ve cinsel dokunulmazlığın korunmasına yönelik olarak, cinsel saldırı boyutuna ulaşmamakla birlikte, kişileri cinsel yönden rahatsız edici davranışlar, cinsel taciz olarak kabul edilmektedir. Cinsel taciz fiilleri söz veya davranışlarla gerçekleşmektedir. Bu fiiller, duruma göre uzun süreli olabileceği gibi, kısa süreli de olabilmektedir. Örneğin, failin mağdurun karşısına geçerek sürekli bir biçimde cinsellikle ilgili söz atması veya geçerken saçlarını okşaması veya çimdik atması gibi. Fiziksel temas ile bu eylemlerin yapılması durumunda ise somut olayın özelliğine göre, 102 nci maddede düzenlenen cinsel saldırı suçu oluşur. Suçun faili veya mağduru erkek veya kadın olabilir. Cinsel taciz suçunda, fiilin cinsel motif taşıması gerektiğinden, hareketin cinsel amaçlı olmayıp, hakaret kastıyla gerçekleştirilmesi halinde, TCK.nun 125 inci maddesindeki hakaret veya rahatsızlık vermek amacıyla yapılması halinde de, TCK.nun 123 üncü maddesindeki kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu oluşur. Suça, azmettirme veya yardım etme şeklinde iştirak edilebilir. Bu suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete tabidir. Suçun cezası ise, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır. Mahkeme, sanık hakkında hapis cezası veya adli para cezasına hükmedebilir. Hapis cezasına hükmedilmesi halinde, koşulları var ise, mahkeme CMK.nun 231 inci maddesi uyarınca, hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına veya TCK.nun 56 ncı maddesine göre ertelenmesine karar verebilir. Ancak, adli para cezasına hükmedilmesi halinde, bu cezanın TCK.nun 50/2 maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesi mümkün değildir. Maddenin 2 nci fıkrasında cinsel taciz suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. Anılan fıkra, “Hiyerarşi veya hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur işi terk etmek, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz.” şeklindedir. Fıkra, kimi ilişkiler veya nüfuzun kötüye kullanılması veya bazı kolaylıklardan yararlanılarak cinsel taciz suçunun işlenmesini, nitelikli hal olarak kabul etmiştir. Bunlardan birincisi, cinsel tacizin hiyerarşi ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halidir. Gerçekten de, hiyerarşik yapı içinde, sıralı amirler astları üzerinde nüfuza ve otoriteye sahiptiler. Astların, tüm özlük hakları ile işlemleri ve gelecekleri, amirlerle olan ilişkilerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle, amirlerin astları üzerinde, nüfuzlarının gücü ile bu suçu işlemeleri kolaylık sağlayıcı niteliktedir. Zira, astlar kimi haklarını kaybetmemek veya haklarını elde etmek için amirlerinin, cinsel tacizlerine katlanmak zorunda kalabilirler. İkincisi, hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle cinsel tacizin gerçekleştirilmesidir. Zira, özel iş yerlerinde hizmet ile ilgili her türlü düzenlemeyi yapmak işverenin yetkisindedir. Bu nedenle, mağdurlar amirlerin hizmete ilişkin aldıkları kararlara ve kararlar nedeniyle de cinsel tacize katlanma zorunda kalabilirler. Nitelikli hallerden bir diğeri, cinsel tacizin eğitim ve öğretim ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılması şeklidir. Eğitim-öğretim kurumlarında, özellikle öğretmenlerin, sahip oldukları güçten faydalanarak ve sağladığı kolaylıktan yararlanarak cinsel taciz suçunu işlenmeleri mümkündür. Bu suç eğitim-öğretim kurumunda işlenebileceği gibi, dışında da işlenebilir. Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanma suretiyle cinsel tacizin gerçekleştirilmesi üçüncü durumu oluşturmaktadır. Çünkü, aynı iş yerinde çalışma, bu suçun işlenmesinde kolaylıklar sağlayabilir. Ancak, bu durumda, fail ile mağdur arasında bir hizmet * Özgenç İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Genel Hükümler, Ankara, 2005, s. 825. 164 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ilişkisinin bulunmasının gerektiği ileri sürülmesine karşın*, kanımca buna gerek yoktur. Bu görüşün kabul edilmesi, hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle cinsel tacizin gerçekleştirilmesi hali ile örtüşür. Bu takdirde ise, aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanma halinin düzenlenmemesi gerekirdi. Aile bireyleri, aralarındaki ilişkilere göre, birbirleri üzerinde, maddi ve manevi yönden az veya çok nüfuz sahibidirler. Bu nedenle, aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılmasından kaynaklanan cinsel taciz suçu nitelikli hal kabul edilmiştir. Burada, aile bireyleri ile ilgili olarak akrabalık ilişkisinin derecesi bildirilmediğinden, TCK.nun 102/3-c maddesinde yazılı olan kişilerden daha geniş kişileri de kapsamaktadır. Madde metninden, tarafların aynı aileye mensup bireyler olmasının gerektiği belirtilmediğinden, uzak akrabalar dâhil aile içinde birlikte fiilen yaşanıyor olmasının, nitelikli halin oluşması bakımından yeterli olduğu düşünülmektedir. Ancak, mağdurun failin etki alanı içinde olması yeterlidir. Bu nedenle, bu halin kapsamını geniş olarak değerlendirmek gerekmektedir. 3.2.8.8. CİNSEL AMAÇLI KİŞİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN BIRAKMA TCK.nun İkinci Kitabının Hürriyete Karşı Suçlar başlıklı Yedinci Bölümünün 109/1 maddesinde, “Bir kimseyi, hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakma…” kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu olarak tanımlanmaktadır. Bu suç, hürriyete karşı suçlardan olması nedeniyle, suçun doğrudan cinsel saldırı ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Ancak, maddenin 5 inci fıkrasında, suçun nitelikli hali olarak, suçun cinsel amaçla işlenmesi hali, hüküm altına alındığından, konumuz açısından üzerinde durulması gerektiği düşünülmektedir. Hürriyetten yoksun kılmanın nedeni veya saikinin, cinsel arzuları tatmin amacına yönelik olması, kişi yönünden ağırlaştırıcı sebep kabul edilmektedir. Bu suç, özel kastla işlenebilen bir suçtur. Bu bakımdan, failin cinsel amaçla mağduru hürriyetinden yoksun kılması yanında, ayrıca cinsel saldırı suçunu da işlemesi durumunda, bu suçtan da cezalandırılması gerekmektedir. Failin, hürriyetten yoksun kılma suçundan, hakkında soruşturma başlanılmadan önce mağduru, kendiliğinden, güvenli bir yere serbest bırakması, TCK.nun 110 uncu maddesine göre, etkin pişmanlık kabul edilerek cezası üçte ikisine kadar indirilmektedir. Serbest bırakmanın, olay güvenlik güçlerine ve C. Savcılığına intikal etmeden gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 3.2.8.9. MÜSTEHCENLİK Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 üncü maddesinde, taraf Devletlerin, çocuğu, her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı koruma güvencesi vermeleri öngörülmüştür. Bu amaçla taraf Devletler özellikle: çocukların pornografik nitelikli gösterilerde ve malzemede kullanılarak sömürülmesini, önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili ile çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemi alacaklardır. Müstehcenlik suçu, TCK.nun Üçüncü Kısmının, Genel Ahlaka Karşı Suçlar başlıklı Yedinci Bölümünde 226 ncı maddede düzenlenmiştir. Bu maddenin düzenleniş amacı; özellikle çocukların müstehcen yayınlara karşı korunması ve müstehcen fiillerin objesi olmalarının engellemesidir. Bu maddede ve gerekçesinde, müstehcenliğin herhangi bir tanımı yapılmamıştır. Ancak, gerekçede, 225 inci maddenin gerekçesine yollama yapılmış ve 225 inci madde gerekçesinde de, “toplumun sahip bulunduğu ortak edep ‘ar ve hayâ’ duygularının, edep ve törelerin ihlali, incitilmesi ve her ne suretle olursa olsun edep ve ahlâk temizliğine alenen saldırı niteliğini taşıyan hareketler, tutum ve davranışlar ve takınılan durumlar suç olarak tanımlanmıştır.” şeklinde açıklamaya yer verilmiştir. Dolayısıyla, müstehcenlik kavramının belirlenmesinde, gerekçede yer verilen hususların göz önüne alınması gerekmektedir. Bununla birlikte, bu kavram soyut bir kavram olduğundan, tespiti tamamen mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Görüldüğü üzere, müstehcen fiiller genelde cinsel duyguları tahrik eden ve bu duyguları yaralayan fiillerdir. Müstehcenlik oluşturabilen fiiller anılan maddede, 7 fıkra halinde düzenlenmiştir. Bu fiiller, 1 inci fıkrada açıkça belirtildiği üzere, çocukların müstehcenlik * Tezcan Durmuş-Erdem Mustafa Ruhan-Önok Murat, s. 315. 165 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara fiillerinden korunmasına yöneliktir. Özellikle, bu fiiller sonucu çocukların etki altında kalmaları çok daha fazla olduğundan, böyle bir düzenleme yapılmıştır. Bununla birlikte, müstehcen şeyleri içeriğine vakıf olunabilecek şekilde saptamak, satışa sunmak, kiralamak için pazarlamak; diğer mal veya hizmet satışlarıyla beraber satmak veya kiralamak; bedelsiz olarak vermek veya dağıtmak; bunların satışına mahsus alışveriş yerleri dışında satışa arz etmek, satmak veya kiraya vermek veya müstehcen şeylerin reklâmının yapılması fiilleri yönünden, 226/1-d-e-f maddesinde erginlerin de, fail olması mümkündür. Ancak, bu durumda, suçun konusu bu kişiler değildir. Konumuz açısından önemli olan 3 üncü fıkrada düzenlenmiş olan, “Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukların kullanılmasıdır.” Söz konusu fıkradaki suç, çocukların müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde kullanılması suretiyle oluşmaktadır. Görüldüğü üzere, çocuklar söz konusu fiillerin cinsel objesini oluşturmaktadırlar. Müstehcenlik suçu, doğrudan cinsel istismar suçu ile ilgili olmamakla birlikte, çocuğun cinsel istismarına yol açabilecek nitelikte olması nedeniyle, üzerinde durulma gereği duyulmuştur. Bu suçun, tüzel kişilerin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmedileceği, 7 nci fıkrada açıklanmıştır. 3.2.8.10. FUHUŞ Fuhuş, menfaat karşılığı seksüel ilişki kurulmasıdır. Dolayısıyla, bu ilişkide fuhşu teşvik eden, kolaylaştıran, aracılık yapan ve fuhuş için insan ticareti yapan kişiler ile suça konu olan kişilerin bulunması gerekmektedir. Bu nedenle, doğrudan kişilerin cinsel dokunulmazlıklarına yönelik fiiller olmaması nedeniyle, genel ahlaka karşı işlenen fiiller arasında kabul edilmektedir. Ancak, kişilerin ve özellikle de kadın ve çocukların suçun cinsel yönden konusunu oluşturmaları nedeniyle, cinsel dokunulmazlığa karşı işlendiğini de kabul etmek gerektiği düşünülmektedir. Genel ahlaka karşı suçlar arasında yer alan Fuhuş başlıklı TCK.nun 227 nci maddesi, gerekçesinde açıklandığı üzere, kişilerin ve özellikle çocukların fuhşa teşviki, sürüklenmesi fiillerinin hangi koşullarda suç oluşturduğunun belirlenmesi amacıyla düzenlenmiştir. Bu madde düzenlenirken, Türkiye’nin fuhuşla mücadele ile ilgili olarak uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülükleri göz önünde bulundurulmuştur. Fuhuşla mücadele konusundaki uluslararası sözleşmeler, 1910 Tarihli Beyaz Kadın Ticaretin Zecren Men’ine Dair Uluslararası Sözleşme, 1921 Tarihli Kadın ve Çocuk Ticaretinin Men’ine ve Zecrine dair Beynelmilel Cenevre Mukavelesi, 1933 Tarihli Reşit Kadın Ticaretinin Men’ine Dair Beynelmilel Cenevre Mukavelesi ve 1949 Tarihli İnsan Ticaretinin ve Başkasının Fuhşunu Sömürmenin İlgası Hakkında Sözleşme’dir. Tüm bu düzenlemelerde, fuhşun insan kişiliğinin haysiyet ve değeriyle toplum, aile ve kişinin selametiyle bağdaşmadığı ve bütün bunları tehlikeye soktuğu ifade edilmektedir. Anılan 227 nci madde aynen, “1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır. 3) Fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre cezaya hükmolunur. 4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır. 5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlât edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. 6) Bu suçların, suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre 166 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara verilecek ceza yarı oranında artırılır. 7) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. 8) Fuhşa sürüklenen kişi, tedavi veya terapiye tabi tutulur.” Madde, erginlerle, onsekiz yaşını tamamlamamış kişiler arasında ayrım yapmış, buna karşılık suçun konusunu oluşturan kişiler yönünden kadın erkek ayrımına gitmemiş ve 1 inci fıkrasında, çocukları fuhşa teşvik etmeyi, bunun yolunu kolaylaştırmayı, bu amaçla çocuğu tedarik etmeyi veya barındırmayı veya çocuğun fuhşuna aracılık etmeyi, 2 nci fıkrasında ise, ergin olan kişileri fuhşa teşvik etmeyi, bunun yolunu kolaylaştırmayı veya fuhuş için aracılık etmeyi veya yer temin etmeyi, suç olarak düzenlemiştir. Ancak, çocuklar yönünden suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketlerinin de tamamlanmış suç gibi cezalandırılması öngörülmüştür. Diğer taraftan, fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması fiillerini de, fuhşa teşvik olarak kabul etmiştir. 3 üncü fıkrada, fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını sağlayan kişi hakkında da 1 inci ve 2 nci fıkralarda yazılı olan cezaya hükmolunacağı belirtilmiştir. Maddenin 4 üncü fıkrasında, cebir veya tehdit kullanarak, hile ile veya çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk edilmesi veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında, 5 inci fıkrasında da, fuhuş suçunun eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlât edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi, 6 ncı fıkrasında suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı hüküm altına alınmıştır. Bu suçun, tüzel kişilerin faaliyetleri çerçevesinde de işlenebileceğini öngören kanun koyucu, bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunacağını, 7 nci fıkrada vurgulamıştır. Maddenin 8 inci fıkrasının gerekçesinde de açıklandığı üzere, fuhşa sürüklenen kişinin, tedavi veya terapiye tabi tutulacağı kabul edilmiş ve fuhuş yapan kişi açısından ceza yaptırımı yerine, özel güvenlik tedbiri uygulanması kabul edilmiştir. Zira, fuhuş yapan kişi, vücudu üzerinde başkalarının cinsel davranışlarda bulunmasına katlanmıştır. SONUÇ VE ÖNERİLER Tam anlamıyla, insan hakları ihlali olan kadına yönelik şiddet, ülkemizde olduğu gibi, tüm dünyada da ekonomik, sosyal ve coğrafi sınır tanımaksızın varlığını sürdürmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadele edilmesi, şiddet mağduru kadınların korunması, desteklenmesi ve faillerin cezalandırılması doğrultusunda, milli hukukumuzun bir parçası olan uluslararası düzenlemelere taraf olmamıza, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren, bu güne kadar ulusal düzenlemeler hazırlanmasına ve kurumsal tedbirler alınmış olmasına karşın, uygulamalar açısından günümüzde bu konuda önemli bir ilerleme sağlandığını söylemek mümkün görünmemektedir. Kadınlara yönelik cinsel ayrımcılık ve buna dayalı şiddet olayları, genelde cinsel şiddet olarak ortaya çıkmaktadır. Kadınların hassas, bir diğer anlatımla savunmasız ve korunmasız gruplar içinde yer alması nedeniyle, uluslararası örgütler, kadınlara yönelik bu tür eylemlerin azaltılması ve faillerinin cezalandırılması için çeşitli kararlar almış, bildiriler yayımlamış ve sözleşmeler yapmış ve ülkelere çağrılarda bulunmuşlardır. Kadınların şiddete daha çok maruz kaldıkları gerçeğinden hareket eden devletler, de bu çağrılar doğrultusunda yasal düzenlemelere gitmişlerdir. Gerek, taraf olduğumuz uluslararası düzenlemelerden kaynaklanan yükümlülüklerimiz, gerekse ulusal mevzuatımızdaki düzenlemeler çerçevesinde bu konuda yoğun çalışmalar başlatılmış olmasına rağmen, ülkemizde kadınlara yönelik şiddetin her biçimi son derece yaygındır. Özellikle kadına yönelik şiddetle, kadınların kendilerini en güvende hissettikleri aile içinde meydana gelen şiddetle mücadelede sadece yasal düzenlemelerin yapılmış olması yeterli değildir. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal hareket duyarlılığının arttırılması ve toplumda zihinsel dönüşümün sağlanması son derece önemlidir. Kadına yönelik şiddet genel olarak toplumların erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve 167 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara eğitimsel yapısı içinde kadının ayrımcılığa uğradığından ve kadının erkeğe bağımlı kılındığından söz edilmektedir. Erkeğin yasalardan ve ataerkil geleneklerden kaynaklanan üstün konumunu, kadının erkeğe hizmet etmesi ve erkeğin alınacak kararlarda söz sahibi olmasını “doğal” gören bir bakış açısına sahip olması şiddeti beslemektedir. Kadına karşı cinsel şiddet ve diğer şiddet türleri, kadının yalnızca bedensel ve ruh sağlığını etkilemekle kalmayıp, kendine saygısını, güvenini, yaşam kalitesini ve kendi yaşamını kontrol etme yetisini de yitirmesine neden olmaktadır. Bu durum, kadınların hukuki, sosyal, siyasal ve ekonomik statülerinin yükselmesini engellemektedir. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de kadına karşı cinsel şiddet, insan onuruna, cinsel dokunulmazlığa yapılan bir saldırı ve kadının en temel insan hakkı ihlali olarak kabul edilmektedir. Cinsel ayrımcılığın şekilleri olan; kadını küçülten, aşağılayan, onun cinsel dokunulmazlığını ortadan kaldıran, beden ve ruh sağlığını bozan bu davranış ve eylemler, genelde kadınlara yönelik şiddet olarak ifade edilmekle birlikte, şiddet kapsamı içinde yer alan her bir eylemi, aralarında kesin sınırlar çizilemediği ve her bir eylem diğer eylem türlerinden birini veya bir kaçını da kapsadığı için tam bir tanım yapılamamaktadır. Kadınlara yönelik şiddetin her biçimi son derece yaygındır. Örneğin, 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe konulan Türk Ceza Kanunu reform niteliğinde düzenlemeler içermekte olup, kanundan kaynaklanan ataerkil eğilimlerden en bariz olanları, başarılı bir biçimde ortadan kaldırmıştır. Mevzuat alanında atılan bu olumlu adımlara rağmen, sığınma evleri gibi kadınlara yönelik koruyucu mekanizmaların yetersizliğini de içeren, fiili uygulamalar alanında pek çok sorun halen varlığını sürdürmektedir*. Kadına karşı gerçekleştirilen şiddet türü, özellikle son yıllarda yapılan yasal düzenlemelerle açıkça ortaya konulmuş ve şiddet uygulayan kişilere yönelik cezalar şiddet türlerine göre arttırılmıştır. Bunun yanında, şiddetin önlenmesi amacıyla, kamuoyunda duyarlılık oluşturmayı hedef alan çalışmalar da sıklıkla yapılmaya başlanmıştır. Bu önemli sorunun üstesinden gelinebilmesi için, kadınlar güçlendirilmeli, toplum içinde statüleri geliştirilmeli bunun için de gerekli yasal, yönetsel, kurumsal tedbirler alınmalıdır. Yasaların çıkarılmasının tek başına soruna çözüm getiremeyeceği de ortadadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın kadın örgütleriyle birlikte üzerinde çalışarak hazırlamış olduğu tığı, henüz yürürlüğe girmeyen Ancak, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun, yürürlüğe girmesiyle konunun çözümüne katkıda bulunacağı düşünülmekle birlikte, sorunun radikal olarak çözümlenebilmesi için uygulamalar üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir. Bu kapsamda, örneğin gerekli mekanizmalar oluşturulmasılı†, merkezi yönetimler arasında koordineli işbirliği sağlanmalı, yerel yönetimler ağırlıklı olarak konuya müdahil kılınmalıdır. Bu bağlamda, merkezi ve yerel yönetimlerin ilgili personeli için özel eğitsel tedbirlerin alınması‡, kitle iletişim araçları mensuplarının ve halkın bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10 uncu maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu ve kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlü olduğu ifade edilmekte, devletin bu amir hükmü hayata geçirecek başta yasal düzenlemeler olmak üzere, gerekli her türlü tedbiri alması vurgulanmaktadır. Bu nedenle, “Çerçeve Eşitlik Yasası”nın ivedilikle çıkarılması gerekmektedir. Bkz. “Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Yakın Ertürk’ün Türkiye Ziyaretine İlişkin Raporu (Report of the Special Rapporteur on Violence against Women, its Causes and Consequences, Yakin Ertürk, Mission to Turkey)” orijinal metni için bkz. http://daccess-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G07/100/90/PDF/G0710090.pdf † Şiddet gören kadınların ve çocukların korunması amacıyla Mağdur İzleme Merkezleri’nin (MİM) kurulması, tacize, tecavüze ve şiddete uğrayan çocukların barınabilmesi amacıyla oluşturulan Çocuk İzleme Merkezleri'nin (ÇİM) ilki Ankara'da kurulmuştur. Ayrıca bkz. “Fatma Şahin’den İpuçları” http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/133486-fatma-sahinden-ipuclari ‡ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, emniyet teşkilatı bünyesinde, kadına yönelik şiddet konusunda eğitim almış kadın polislerden oluşan bir birim oluşturulması için çalışmaların sürdüğünü belirtmiştir. Bkz. “Fatma Şahin’den İpuçları” http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/133486-fatma-sahinden-ipuclari * 168 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kadına yönelik şiddetle, dolayısıyla cinsel şiddetle mücadele çerçevesinde, yeni sığınma evleri açılmalı, mevcut sığınakların hizmet kapasiteleri artırılmalı, dayanışma merkezleri oluşturulmalıdır. Sığınma evleri sonrası yaşamın desteklenmesi kapsamında; yerel yönetimler tarafından uzun süreli ücretsiz veya düşük ücretli konut desteğinin sağlanması, kadınların mesleki becerilerinin geliştirilmesi ve meslek içi eğitimlerine yönelik birimlerin kurulması ve bu kadınların işe alımlarına öncelik verilmesi bu mekanizmalara örnek olarak gösterilebilir. Kuşkusuz, cinsel şiddetle mücadele edilmesi, kadına yönelik şiddetten soyutlayarak ele alınmamalıdır. Bu çerçevede; taraf olduğumuz uluslararası düzenlemelerle ulusal düzenlemelerimizde yer alan “Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Koruyucu ve Önleyici Tedbirlerin” cinsel şiddete maruz kalabilecek kadınlara yönelik olarak uygulanması gerekmektedir. Bahse konu tedbirleri kapsamlı biçimde içeren, şiddete uğrayan veya şiddete uğraması tehlikesi bulunan; kadınların, çocukların, eşlerin, nişanlıların veya evlilik birliği herhangi bir sebeple sona ermiş bireyleri veya diğer aile bireylerini korumak ve şiddeti önlemek maksadıyla hazırlanan ancak henüz yürürlüğe girmeyen “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nın en kısa sürede onaylanması, ilave olarak diğer düzenlemelerde yer alan tedbirlerin de etkin biçimde uygulanabilmesi için gerekli altyapı çalışmalarının tamamlanması ve uygulama mekanizmalarının oluşturulması önem arz etmektedir. KAYNAKÇA Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Resmi Gazete, 17 Ocak 1998, Sayı: 23233. Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik. Resmi Gazete, 01 Mart 2008, Sayı: 26803. Arslan Çetin, İnsan Ticareti Suçu, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/276/2495.pdf Atman Ümit Cihan, “Kadına Yönelik Şiddet: Cinsel Taciz/Irza Geçme”, http://www.ttb.org.tr/STED/sted0903/kadin.pdf Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal Stratejilere Dair Politika Rehberi, http://www.coe.int/t/dg3/children/news/guidelines/ViolenceGuidelines_tu.pdf Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/rapyay/aismeylemplani.pdf Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü Yakın Ertürk’ün Türkiye Ziyaretine İlişkin Raporu (Report of the Special Rapporteur on Violence against Women, its Causes and Consequences, Yakin Ertürk, Mission to Turkey) http://daccessdds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G07/100/90/PDF/G0710090.pdf Baytemir Erdal, Cinsel Dokunulmazlığa, Kişi Hürriyetine ve Genel Ahlâka Karşı Suçlar, Ankara, Kasım 2007. Children and Human Trafficking, www. interpol. İnt/Public/ THB/ Women/ Default.asp Kanada Yüksek İslam Konseyi ISCC Fetvası, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19852901.asp Combating Child Trafficking, Handbook for Parliamentarians, No: 9, Interparliamentary Union, UNICEF, France, 2005 March. Convention on Consent to Marriage, Minimum Age for Marriage and Registration of Marriages, http://www2.ohchr.org/english/law/convention.htm 169 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Hakkında 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi, Resmi Gazete, 4 Temmuz 2006, Sayı: 26218. Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüsüyle İlgili Birinci Dünya Konferansı Bildirgesi ve Eylem Gündemi, 1996, A/51/385/. Çocuk Koruma Kanunu, Resmi Gazete, 15 Temmuz 2005, Sayı: 25876. Declaration on the Elimination of Violence against Women, http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm Decleration on the Protection of Women and Children in Emergency and Armed Conflict, G.A. res. 3318 (XXIX), 29 U.N. GAOR Supp. (No. 31) at 146, U.N. Doc. A/9631 (1974). Durmuş Tezcan, Erdem Mustafa Ruhan-Önok Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 5. Baskı, Ankara, 2007. Fatma Şahin’den İpuçları, http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/133486-fatma-sahindenipuclari Gözübüyük Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Şerhi, C. III. Beşinci Bası. İstanbul, t.y. 723. Hakeri Hakan, “Yeni Türk Ceza Kanununda Hayata Karşı, Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar, İşkence ve Eziyet, Terk ve Yardım ve Bildirim Yükümlülüğünün Yerine Getirilmemesi Suçları”, http://www.ceza-bb.adalet.adalet.gov.tr/makale/102.doc. Hodgkin Rachel, Newel Peter (Haz.), Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, Tamamı Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, UNİCEF, United Nations Children’s Fund, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu, UN Plaza New York, 2003. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949, Sayı: 7217. İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme, Resmi Gazete, 4 Şubat 2003, Sayı: 25015. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun. Resmi Gazete, 20 Mart 2012, Sayı: 28239. Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı, http://www.aile.gov.tr/upload/mce/mevzuat/siddet_yasa_tasarisi.pdf Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon, 23 Şubat 1994, Karar Sayı: A/RES/48/104. Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Devlet Bakanlığı, Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Eğitim Serisi, Yayın No: 75, Ankara, 1993. Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Resmi Gazete, 14 Ekim 1985, Sayı: 18898. Karınca Eray, Resmi Nikah ve AİHM Kararı, haklar/item/418-resmi-nikah-ve-aihm-karar%C4%B1 170 http://www.hayatadokun.net/kadn- Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Moroğlu Nazan, “Kadına Yönelik Şiddet ve http://hukukcu.com/modules/smartsection/item.php?itemid=3 Ailenin Korunması”, Odman M. Tevfik, Kadın Mülteciler, AÜ. SBF. İnsan Hakları Merkezi Yayınları, No: 19, Ankara, 1996. Opuz versus Turkey. http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/minjust/ mju29/CASE%20OF%20OPUZ%20v[1].%20TURKEY.pdf Oskay Ünsal, “Töre Cinayetleri”, http://www.genbilim.com/content/view/3404/86/ Özgenç İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Genel Hükümler, Ankara, 2005. Sexual Violence aganist Refugees: Guidelines on Protection on Prevention and Response, UNHCR, Ceneva, 08 March 1995 Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Resmi Gazete, 04 Şubat 2003, Sayı: 25014. Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol, Resmi Gazete, 4 Şubat 2003, Sayı: 25015. Soyaslan Doğan, Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Ankara, 2005. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi. 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta imzalanan ve 4.6.2003 Tarihli ve 4867 Sayılı Kanunla onaylanan. 171 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara AVM’LERDE ÇALIŞAN KADIN SATIŞ DANIŞMANLARININ CİNSEL TACİZE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Mustafa ŞAHİN Betül AYDIN** Serkan Volkan SARI*** Özet Bu araştırmanın amacı, cinsel taciz olaylarının Avm’lerde çalışan kadın satış danışmanları üzerindeki etkilerini ve satış danışmanlarının başa çıkma yollarını belirlemektir. Bu çalışmada nitel araştırma metodolojisinin desenlerinden biri olan “özel durum çalışması” kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu 10 kadın çalışan oluşturmaktadır. Katılımcıların görüşlerini belirlemek amacıyla “yarı yapılandırılmış görüşme formu” kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular; kadınların cinsel taciz konusunda oldukça geniş bilgiye sahip olduklarını, çalışma yaşamında kadına yönelik cinsel taciz olaylarının çokça ortaya çıktığını, cinsel taciz mağdurlarının (uğrayan, şahit olan) pasif başa çıkma yöntemlerini kullandıklarını ve bu olayların, kadın çalışanların hem ruhsal ve davranışsal sorunlar yaşamasına hem de çalışma performanslarının düşmesine neden olduğunu göstermektedir. Elde edilen bulgular ilgili literatür çerçevesinde tartışılıp, konuya ilişkin önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Cinsel taciz, Satış danışmanı, Nitel araştırma Abstract The aim of this study is to determine the effects of sexual harassment cases on female sales consultants and their ways of coping. In this study, case study method, one of the qualitative research methodology designs, was used. 10 female sales consultants comprised the sample of the study. To determine the views of the participants, quasistructured interview form was utilized. The results of the study showed that the female sales consultants had broad knowledge about the sexual harassment, sexual harassment actions towards women in workplace were frequently seen, the victims (or witnesses) of the sexual harassment used passive coping ways and the sexual harassment cases gave rise to the mental and behavioral problems and decreases in work performance in female sales consultants. All these results were discussed in relation to relevant literature and some recommendations were given. Key words: Sexual harassment, Sales consultant, Qualitative research. Doç.Dr. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, RPD ABD, 61335 Söğütlü/TRABZON. e-posta: mustafa61@ktu.edu.tr ** Arş. Gör. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, RPD ABD, 61335 Söğütlü/TRABZON.e-posta: betulaydin@ktu.edu.tr *** Arş. Gör. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, RPD ABD, 61335 Söğütlü/TRABZON. e-posta: vsari@ktu.edu.tr 172 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Giriş Bir ülkenin gelişmişlik göstergesi o ülkedeki kadınların sosyal, ekonomik ve politik yaşama erkeklerle beraber katılım oranlarına paraleldir. Bu anlamda kadının iş yaşamındaki yeri Türkiye’de giderek önem kazanmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) adrese dayalı nüfus kayıt sistemi 2011 yılı sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun %49 ‘u (37.191.315) kadındır. Nüfusunun yarısı 29.7 yaşından küçüktür ve kadınlarda ortanca yaş 30.3’dür. Yine aynı kurumun Kasım 2011 verilerine göre 2011 yılı içerisinde istihdam edilen bireylerin %28.7’si kadındır (TÜİK, 2011). Bu açıdan bakıldığında ülkemizdeki kadın iş gücü potansiyeli ortaya çıkmaktadır. Tüm bu veriler Türkiye’de kadının toplumda ekonomik anlamdaki rolü açısından önemli görülmektedir. Kadınların ekonomik rollerinin yanında çalışma şartlarının da onların iş gücüne katılım oranları üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Bir insanın işi ve iş hayatı, yaşamı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. İş yaşamında geçirilen olumlu ve olumsuz yaşantılar onun psikolojik sağlığını doğrudan etkilemektedir. İnsanlar zaman zaman iş yaşamlarında olumsuz bazı durumlarla karşılaşabilmektedirler. Bu durumlar cinsiyete, statüye, gelir düzeyine göre farklılıklar gösterebilir. Özellikle kadınlar için bu sorunların başında “cinsel taciz” vakaları gelmektedir. Cinsel tacizin tanımı çok geniştir. Cinselliği çağrıştıran yüz ve mimik hareketlerinden, el şakalarına, şantaja ve tecavüze kadar her şey cinsel tacizin kapsamına girebilmektedir. Burada kültürel farklılıklar da önemlidir. Chen, Sun, Lan ve Chiu (2009) cinsel tacizi tekrarlı ve beklenmedik olan cinsel içerikli sözel ifadeler, bakışlar ya da fiziksel temaslar olarak tanımlamışlardır. Cinsel taciz kelimeler ile bireyi tehdit yoluyla yıldırma biçiminde doğrudan yapılabilirken, bazen bir bakışla ya da cinsel içerikli sözler kullanılarak da yapılabilmektedir (Schneider & Phillips, 1997). Hattatoğlu (1995) cinsel tacizin çoğu kez bir güç gösterisi olduğunu ve bu gösterinin bir başka kişiyi yıldırmayı, korkutmayı ve aşağılamayı amaçladığını ifade etmektedir. Bu anlamda tacizi sadece cinsel boyutta değerlendirmemek gerekir. Bu yolla kişiler güç ve statülerini de kötüye kullanırlar (Brackenridge & Fasting, 2004). İş yaşamında yaşanan cinsel tacizi açıklamada literatürde belirli türler ve modellemeler bulunmaktadır. Hulin, Fitzgerald ve Drasgow (1995) cinsel tacizi üç ana davranış biçimine ayırmıştır. Bunlar; cinsiyete dayalı düşmanca tavırlar, istendik olmayan cinsel yaklaşımlar ve cinsel zorlamalardır. Sarmaşık (2009) ise cinsel tacizi yapılış bakımından 8 boyuta ayırmıştır. Bunlar sözle gerçekleşen tacizler, yazıyla gerçekleşen tacizler, bedenen gerçekleşen tacizler, beden diliyle gerçekleşen tacizler, iletişim araçları yoluyla gerçekleşen tacizler, müstehcen materyaller ile istenmeyen cinsel ilgi ve ısrarlı flört teklifleri ile ve son olarak cinsel ilişki teklifleri ile gerçekleşen tacizler olarak sınıflanmıştır. Çalışanların cinsel tacizi algılama biçimlerine bakıldığında ise; Mörekli’ye (2008) göre iş yerinde en çok görülen cinsel taciz kriteri “rahatsız edici bakışlarla karşı karşıya” kalınması şeklindedir. Özçiçek (2009) kadınların uğradıkları cinsel taciz biçimlerini, cinsel imalar ve aşağılamalar olarak tanımlamaktadır. Bunu sırayla dokunmak, çimdiklemek, sıvazlamak, cinsel öneri ve isteklerde bulunmak olarak ortaya koymuştur. Yine literatürde yer alan çalışmalarda kadınların işyerlerinde cinsel içerikli huzursuzluklar yaşaması, müstehcen ya da küfür içeren konuşmalara maruz kalması, yıldırmaya yönelik, baskıcı, soğuk bir ortam yaratılması cinsel tacizin yarattığı olumsuz durumlar olarak ifade edilmektedir. (Woods & Kavanaugh, 1994; Sherwyn, Kaufman & Klausner, 2000). 173 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kadına yönelik cinsel tacizin boyutlarından birisi de tacizin kimler tarafından yapıldığıdır. Karayel’e (2008) göre işyerinde cinsel taciz, arkadaşlar, denetleyiciler, yöneticiler veya müşteriler tarafından yapılmaktadır. İmalı işaretler ve cinsel istekler genellikle denetleyicilerden veya yöneticilerden gelmektedir. Gerni’ye (2001) göre cinsel taciz daha çok üst pozisyonda bulunan kişiler tarafından yapılmaktadır. Worsfold ve McCann’s’a (2000), cinsel taciz vakalarından, %30 oranında yöneticilerin ve %23 oranında çalışma arkadaşlarının sorumlu olduklarını belirlemişlerdir. Atman’a (2003) göre özellikle cinsel tacize uğramaya aday bir risk grubu tanımlanmıştır; bu gruba deneyimsiz, ikinci bir iş bulma şansı zayıf olan dul kadınlar, işyerinde hiyerarşik olarak bir erkeğe bağlı olarak çalışan kadınlar girmektedir. Cinsel tacizin bir olumsuz boyutu da tacize uğrayan kadının iş performansında görülen kayıplarla ilgilidir. Sarmaşık (2009) işyerinde yaşanan cinsel taciz olaylarının kadında yarattığı etkileri; iş tatminsizliği, iş kazalarının ve işe devamsızlığın artması, verimlilik ve performans düşüklüğü şeklinde sıralamaktadır. Gerni’ye (2001) göre işyerinde cinsel tacizin hedefi olan kadınlarda aşağılanmışlık, utanç ve suçluluk, güvensizlik, öfke ve endişe duyguları ortaya çıkmaktadır. Mağdurlar özel hayatlarında çok önemli problemler yaşayabilmektedirler. Cinsel taciz konusunda önemli olduğu düşünülen bir diğer nokta ise kadınların bu sorunla başa çıkabilme biçimleridir. Cinsel taciz olayıyla karşı karşıya kalan kadınlar içinde, “Bu durumda ilk olarak ne yaptınız?” sorusuna verilen cevaplarda en çok işaretlenen seçenekler; “en yakın arkadaşa anlatmak” veya “kimseye anlatmamak” şeklindedir (Mörekli, 2008). Özçiçek’e (2009) göre ise cinsel tacize uğrayan kadınların en çok kullandıkları yöntemler sırasıyla kimseye anlatmamak, görmezden gelmek ve üst makamlara şikayet etmek olarak belirlenmiştir. Atman (2003) ise tacize maruz kalan kadınların çoğu polis, sağlık görevlileri, arkadaşlar, aile bireyleri gibi kişilerden yardım istediklerinde durumun ciddiye alınmadığını görmekte ve çaresizlik duygusuna kapılmaktadır. Bu noktada kadınların cinsel tacize uğradıklarında çeşitli nedenlerden ötürü gereken tepkiyi veremedikleri sonucu çıkarılabilir. Bu araştırmalar Türkiye’de ve dünyada kadına yönelik taciz olaylarının güncelliğini halen koruduğunu göstermektedir. Türkiye’de cinsel taciz vakalarının sanılandan fazla olduğu Tüik’in (2010) verilerinden de anlaşılabilmektedir. Buna göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda % 30 oranında artış meydana geldiği belirlenmiştir. 2006 yılında 489, 2007 yılında 540, 2008 yılında 589, 2009 yılında ise 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır. Bu veriler cinsel taciz olaylarının günümüzde geldiği nokta açısından önemli görülmektedir. Konuyla ilgili olarak Türkiye’de son dönemde birçok çalışma yapıldığı görülmektedir (Gerni, 2005; Mimaroğlu & Özgen, 2008). Bu araştırmaların odak noktası iş yerinde meydana gelen cinsel tacizler ve bunların oluşum nedenleridir. Özellikle son dönemde gündemde olan “kadına şiddet” konusu sebebiyle yapılan çalışmaların önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik cinsel tacizin ekonomik, sosyal ve ruhsal anlamda birçok sonucu bulunmaktadır. Cinsel tacize uğrayan kadının işinden ayrılması sonucu maddi gelirinin yok olması, sosyal imajının zedelenmesi, depresyon, anlamsız korku ve kaygılarla baş etmek zorunda kalması bunlardan bir kaçıdır. Literatürde cinsel taciz konusunda yapılmış birçok çalışma olmasına rağmen, kadına yönelik cinsel taciz olaylarında son dönemde yaşanan artış, bu konu üzerinde daha fazla araştırma yapılmasının gerekli olduğu fikrini vermektedir. 174 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Araştırmanın Amacı Bu çalışma, AVM’lerde çalışan kadınların cinsel taciz davranışlarına maruz kalma ve cinsel tacizle başa çıkma yollarına ilişkin görüşlerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra, kadınların cinsel tacizi nasıl tanımladıkları, işyerlerinde cinsiyet ayrımı yapılıp yapılmadığı, cinsel tacizde bulunanların daha çok kimler olduğu (müşteri, iş arkadaşı, yönetici/patron) ve işyerinde cinselliğin ön plana çıkarılması konusunda telkin alıp almadıklarının incelenmesi de çalışmanın diğer bir amacıdır. Yöntem Bu çalışmada, sosyal bilimlerde yaygın olarak kullanılan nitel araştırma yaklaşımı kullanılmıştır. Nitel araştırmaların önemli özelliklerinden birisi incelenen olayların ve durumların, katılımcıların perspektiflerinden izlenmesine olanak sağlamasıdır (Bryman, 1988). Bu araştırmada cinsel tacize uğrama ve tacizle başa çıkmaya ilişkin yaşantılar kadın çalışanların perspektifiyle incelenerek irdelenmeye çalışılmıştır. Araştırmada katılımcı olarak, seçilen iki AVM’nin çalışanları incelendiğinden ‘özel durum çalışması’ yöntemi benimsenmiştir. Özel durum çalışmalarının en temel özelliği bir ya da birkaç durumun derinliğine araştırılmasıdır (Bogdan & Biklen 1992; Yıldırım & Şimşek, 2006). Çalışma Grubu Çalışma grubunu 2011-2012 kış sezonunda Ankara ve Trabzon ilinde bulunan iki AVM’de çalışan 10 kadın oluşturmuştur. Katılımcılara ait demografik bilgilerle ilgili tablo aşağıda verilmiştir. Tablo 1. Katılımcılara ait demografik bilgiler Katılımcı kodu Yaş Öğrenim İş kolu 31 Medeni durum Evli Lise Tekstil Çalıştığı kurum Kurumsal K1(Ankara) K2(Ankara) 23 Bekar Lise Tekstil Şahıs K3(Ankara) 28 Evli Lise Oyuncak Kurumsal K4(Ankara) 22 Bekar Lisans Öğr. İletişim Kurumsal K5(Ankara) K6(Trabzon) 26 24 Bekar Bekar Yüksekokul Lise Tekstil Kuyumcu Şahıs Şahıs K7(Trabzon) 27 Evli Lise Tekstil Şahıs K8(Trabzon) K9(Trabzon) 34 22 Evli Bekar Lise Lisans Öğr. Tekstil Elektronik Kurumsal Kurumsal K10(Trabzon 23 Bekar Üniversite İletişim Şahıs 175 Görevi Satış temsilcisi Satış temsilcisi Yönetici yardımcısı Halkla ilişkiler Muhasebe Satış temsilcisi Satış temsilcisi Yönetici Satış temsilcisi Halkla ilişkiler Hizmet yılı 14 5 9 4 11 6 8 15 2 3 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Veri Toplama Aracı ve İzlenen Yol Araştırmada veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Bu görüşme formundaki sorular katılımcılara yöneltilmiş ve alınan cevaplar ses kayıt cihazı ile kaydedilmiştir. Görüşme formunun ilk bölümünde katılımcılarla ilgili demografik bilgilere ilişkin sorular yer almaktadır. Formun ikinci bölümünde çalışma koşulları, cinsel taciz algıları, cinsel tacize uğrama ya da şahit olma durumlarına ilişkin sorular bulunmaktadır. Formun üçüncü bölümünde ise cinsel tacizle başa çıkma yolları ile ilgili sorular yer almaktadır. Araştırma kapsamında hazırlanan yarı-yapılandırılmış mülakat formunun geçerlik ve güvenirliği için uzman görüşü alınmıştır. Hazırlanan sorular üç akademisyene iletilerek dil ve anlam uygunluğu acısından incelemeleri istenmiş ve gerekli dönütler alınmıştır. Uzman incelemesi diğer bir deyişle eş denetlemesi bu tip araştırmalarda niteliğin artırılması konusunda alınan önlemlerden birisidir (Yıldırım, 2010). Ayrıca sorular araştırma kapsamında olmayan iki AVM’de (biri Ankara’da, biri Trabzon’ da olmak üzere) çalışan iki bayan satış danışmanına pilot çalışma amacıyla yönlendirilmiş ve soruların anlaşılabilirliği test edilmiştir. Anlamsız ve gereksiz görülen sorular formdan atılarak 12 genel soru ile yarıyapılandırılmış forma son şekli verilmiştir. Mülakatlar sırasında, çalışanlardan gelen cevaplar doğrultusunda gerekli görüldüğü yerlerde incelenen durum hakkında daha derinlemesine bilgi edinmek amacıyla bazen mülakat formunda yer almayan alt sorular yöneltilmiştir. Bu durum, yarı-yapılandırılmış görüşme formlarının esnekliği ile ilgilidir (Cohen & Manion, 1994). Verilerin Analizi Yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılarak, ses kayıt cihazı yoluyla kayıt altına alınan veriler daha sonra kağıda geçirilmiştir. Veri analiz sürecinde nitel araştırmalarda kullanılan ve Glaser ve Strauss (1967) tarafından ortaya konulan “sürekli karşılaştırmalı analiz” metodu kullanılmıştır. Sürekli karşılaştırmalı veri analiziyle incelenen veriler kategori şeklinde kodlanır ve aynı zamanda incelenmekte olan verilerle sürekli olarak karşılaştırılması yapılır (Ekiz, 2009). Bu analiz ile her bir çalışanın ifade ettiği yaşantılar ortaya çıkarılmış ve daha sonra bu yaşantılardan ortak olanlar ve araştırma sorusuna cevap teşkil edenler başka bir başlık altında toplanmıştır. Ortaya çıkan yaşantılar kategoriler altında toplanıp daha sonra araştırmacı tarafından yorumlanmıştır. Var olan durum tablolar halinde sunularak ifade edilmeye çalışılmıştır. Elde edilen veriler katılımcıların konuşmalarından doğrudan alıntılar yapılarak desteklenmiştir. Bulgular ve Yorum Bu bölümde yarı yapılandırılmış görüşme formuyla elde edilen verilerin analizleri ve bulguları yer almaktadır. Cinsel Tacizin Tanımına İlişkin Görüşler Araştırmada öncelikle, katılımcı AVM çalışanlarına cinsel tacizin tanımına ilişkin görüşleri sorulmuştur. Kadın çalışanların tanımlamalarında sıkça kullandıkları ifadeler Şekil 1’de özetlenmiştir: Şekil 1’den de anlaşılacağı üzere araştırmaya katılan kadınların cinsel tacizi daha çok fiziksel temas, dokunma (10) ve sözlü hakaret, küfür etme, laf atma (8) olarak tanımladıkları görülmektedir. Bunların dışında; bakış ve mimiklerle (5), cinsel içerikli resim-obje gösterme, verme (3), kişisel telefonu isteme, yemeğe çıkma teklifi (4) ve 176 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara cinsel bölge ile oynama, dokunma (4) olarak ifade etmişlerdir. Bu konuda kadın çalışanların görüşlerinden bazıları şu şekildedir: Şekil 1. Katılımcıların algılarına göre cinsel taciz tanımlamaları Dokunma, Fiziksel temas Cinsel içerikli konuşma, küfür etme-laf atma Cinsel bölge ile oynamadokunma CİNSEL TACİZ Kişisel telefon isteme- yemek teklifi Bakış- Mimik ResimObje verme, gösterme K1: “Cinsel taciz fiziksel olarak bir bahane bulup dokunma, sürtünme, cinsel boyutlu küfür ve laf atma şeklinde olur.” K4: “Cinsel içerikli mesaj vermek için fıkralara, filmlere sığınarak sözlü anlatım ve en küçük bir fırsatta fiziksel temas kurma şeklinde olmaktadır.” K7: “Fiziksel olarak elleme, cinsel organları gösteren resim ya da çizim verme ya da mesaj atma, cinsel içerikli laf atmalar.” Araştırmaya katılan kadınlar, işyerinde yaşanan taciz olaylarının daha çok bedenle ve sözle olduğunu vurgulamışlardır. Bunların yanında cinsel içerikli materyal kullanarak, çeşitli tekliflerde (yemek, telefon isteme gibi) bulunmak ve bunda ısrar etme, çeşitli mimik ve göz hareketleri ve bakışlarla taciz etme şeklinde meydana geldiklerini bildirmişlerdir. Ayrıca bir katılımcı, beden diliyle (kendi cinsel bölgesi ile oynama, dokunma) tacizlerin olduğunu vurgulamıştır. Görüldüğü üzere, katılımcıların cinsel taciz konusundaki betimlemelerinin, literatürde geçen tanımlarda kullanılan sözcüklerin çoğunu kapsadığı söylenebilir. Diğer bir deyişle, katılımcı kadınların cinsel tacizin içeriğinde neler olduğu konusunda oldukça geniş bilgiye sahip oldukları sonucuna ulaşılabilir. Kadınların İş Yerindeki Cinsel Tacize İlişkin Görüşleri Mülakatlar sırasında katılımcı kadınlara araştırma kapsamında çalıştıkları işyerlerinde cinsel taciz olaylarından haberdar olup olmadıkları, bu tür olayları gözlemleyip gözlemlemedikleri ve kendilerinin herhangi bir tacize uğrayıp uğramadıkları konularında görüşleri sorulmuştur. Elde edilen bulgular Tablo 2 de özetlenmiştir: 177 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 2. İş yerinde cinsel tacize ilişkin görüşler Görüşler Evet İş yerinde cinsel tacize uğrayanlar K1,K2, K3, K4, K5, K6, Hayır K10 olduğunu duydum K7, K8, K9 İş yerinde cinsel tacize şahit oldum K3, K4, K5, K6, K7, K8, K1, K2, K9, K10 İş yerinde cinsel tacize uğradım K4, K7 K1,K2, K3, K5, K6, K8, K9, K10 Tablo 2’den de görüldüğü üzere araştırmaya katılan kadın çalışanlar, işyerlerinde yaşanılan cinsel tacize ilişkin duyumlar aldıkları, buna şahit oldukları ya da cinsel tacize uğradıkları konusunda görüşler bildirmişlerdir. Katılımcıların büyük çoğunluğu, “işyerinde cinsel tacize uğrayanlar olduğunu duydum” (9) şeklinde görüş bildirirken, yarısından fazlası da “işyerinde cinsel tacize şahit oldum” (6) şeklinde ifadesini belirtmiştir. Katılımcılardan sadece 2 tanesi işyerinde cinsel tacize uğradığını” beyan etmiştir. Cinsel taciz olaylarından haberdar olduklarını ifade eden katılımcılardan bazıları görüşlerini şu şekilde ifade etmişlerdir: K2: “Bazı tip kadın müşterilerin güzel ve alımlı çalışan bayanlara karşı tacizde bulunduklarını, işyerinden alış veriş yapıp onlarla yakınlık kurduklarını, dışarıda buluşma tekliflerinde bulunduklarını da duymaktayız. Erkeklerin istekleri bunlarınki yanında masum kalırmış.” K9: “Patronumuzun bir arkadaşımıza sürekli yemeğe çıkma ve depoda sayıma kalma teklifleri herkes tarafından bilinirdi.” Cinsel taciz olayına iş yerlerinde şahit olanlar ise görüşlerini şu şekilde ifade etmişlerdir: K3: “İşyerimizde nişanlısı ile sorun yaşayan bir bayan arkadaşımızın sorununu bilen erkek çalışan işyerinin deposunda kamera olmadığı için onu kıstırıp tacizde bulunurken diğer arkadaşlarla bu olaya şahit olduk.” K6: “Mağazaya gelen erkek müşteri bayan satış danışmanı arkadaşımıza hediye almak istediğini ürünü denemesi için rica ediyor. Arkadaşımız ürünü deniyor müşteri kıyafetin kumaşını kontrol ediyormuş gibi yapıp arkadaşımıza dokunuyor, kumaşla ilgili sorular soruyor. Sıcak tutuyor mu, teninde ne hissediyorsun, gıdıklıyor mu gibi ahlaksız kelimelerle diyalog kuruyordu.” Katılımcılardan K4 ve K7 ise bizzat cinsel tacize maruz kaldıklarını ifadelerinde şu şekilde dile getirmişlerdir: K4: “Evli bir çift geldi. Bayan beğendiği elbiseyi denemek için kabine girdi ve benden yardım isteyerek birkaç model daha getirmemi istedi. O an eşi yanıma gelerek sözlü tacizde bulundu ve telefonumu istedi. Bu durumdan kurtulmak için diğer arkadaşımı yanıma çağırdım. Kabinden çıkan kadın eşinin elinde telefonu görünce bana bağırmaya başladı, hakaret etti, eşime yapıştın dedi ve bağırarak çıkıp gittiler.” 178 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara K7: “Bir erkek müşteri elimi tutarak avucunun içine aldı ve elimin içine bir kağıt parçası koyarak elimi kapatıp iş yerinden hemen çıktı. Şok olmuştum telefon numarası olabileceğini tahmin ederek kâğıdı açtım gördüğüm daha şoktu çünkü elle çizilmiş bir erkek cinsel organı resmi.” Görüldüğü üzere, katılımcıların hemen hepsi işyerlerinde yaşanan cinsel taciz olaylarından haberdardırlar. Rastgele örnekleme yoluyla seçilen katılımcı grubun dahi bu olaylardan haberdar olması, bu olgunun iş ortamlarında oldukça yaygın bir durum olduğu gerçeğini yansıttığı düşünülebilir. Ayrıca katılımcıların yarısından fazlası da zaten bu olaylara bizzat şahit olduklarını ifade etmiş, hatta iki katılımcı bizzat kendilerinin bu duruma maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Küçük bir örneklemle yapılan bu çalışmada bile cinsel tacize maruz kalan kadınların olması, işyerlerinde cinsel taciz olaylarının ne kadar yaygın olduğu konusunda önemli ipuçları vermektedir. Burada, Tablo 2’de dikkat çeken bir noktada ise katılımcıların haberdar olma, şahit olma ve bizzat cinsel tacize maruz kalma görüşlerinde giderek bir azalma gözlenmekte olmasıdır. Belki de bu durum, bireylerin bilimsel bir araştırma için bile olsa, kendilerini rahat ifade edememenin, çekinmenin veya toplumsal baskının etkilerinin bir sonucu olarak görülebilir. İş Yerinde Cinsel Tacizin Kimler Tarafından Yapıldığına İlişkin Görüşler Araştırmada katılımcı kadınlara işyerinde cinsel tacizin en çok kimler tarafından yapıldığına ilişkin görüşleri sorulmuştur. Elde edilen bulgular Tablo 3’te özetlenmektedir. Tablo 3. İş yerinde cinsel tacizin en çok kimler tarafından yapıldığına ilişkin görüşler Görüşler Patron/Kurumsal Müşteri İş arkadaşı yönetici Erkek/ Erkek/ Kadın Kadın En çok patron/ kurumsal yönetici K2, K9/ K7, K8, tarafından yapılmaktadır. K3, K5, K4 Müşteri tarafından yapılmaktadır. K2, K3, K5, K6, K7, K8/ K7, K2 İş arkadaşı tarafından K9, K3, K2, yapılmaktadır. K7 Çalışmanın derinleştirme aşamasında, çalışmaya katılan bayanlar işyerinde cinsel tacizin en çok kurumsal yöneticiler (5) ve erkek müşteriler (5) tarafından yapıldığı yönünde görüş bildirmişlerdir. Bunu takiben dört katılımcı ise cinsel tacizi, aynı işyerinde çalışan erkek iş arkadaşlarının yaptığını belirtmişlerdir. Ayrıca ikişer katılımcı da cinsel tacizde bulunanların işyeri sahibi ve bayan müşteriler olduğunu ifade etmişlerdir. Bu konuda kadın çalışanların görüşlerinden bazıları şu şekildedir: 179 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara K3: “Erkek çalışma arkadaşımızın bayan arkadaşımızı sürekli taciz ettiğine ve bunu daha da abartarak depoda sıkıştırması çok iticiydi.” K5: “Sadece bayan iç çamaşırı satan bir firmada çalışan kız arkadaşım eşine hediye almak istediğini söyleyen erkek müşteriye eşinin bedenini sordu. Müşteri bilmiyorum dedi, arkadaşımı süzdükten sonra sizin ölçüleriniz bire bir aynı hatta sizin üzerinizde hayal ediyorum da size daha çok yakışacağını düşündüm şimdi dedi. Bunu size bir akşam yemeğinde hediye etmek isterim. Cep telefonunu ya da MSN’ni verirsen konuşup anlaşırız diyerek sözlü ve psikolojik tacizde bulundu.” K7: “ Bayan müşteri beni soyunma kabinine çağırarak yardımcı olmamı istedi. Daha sonra iç çamaşırını düzeltmemi ve yorulduğunu belirterek onun yerine kıyafetleri denememi söyleyerek soyunmamı istedi. Boynumun ve kolumdaki dövmenin ne kadar seksi olduğu söyleyerek yüklü bir alış veriş yaparak ve mobil telefonumun numarasını isteyerek ayrıldı. Çekindiğim için yanlış no verdim ama defalarca geldi. Çok zorluk yaşattı.” K8: “ Kurumsal işyerlerinde yöneticilik yapan/yapanlar bayan çalışanları erken terfi ettirme ve seminerlere gönderme yardımında bulunarak yakınlık kuruyorlar. Daha sonra akşam yemeği ve evde kahve içme teklifleri ile sürekli verdiklerini almaya çalışıyorlar. Bunu kullanan bayan çalışanlar olduğu gibi bu durumdan nefret eden ve bunalım geçiren çok çalışanla dertleştim.” Görüldüğü üzere katılımcılar, işyerlerinde müşteriler kadar iş yeri sahipleri veya kurumsal yöneticilerin de kendilerine cinsel tacizde bulundukları şeklinde ifadelerde bulunmuşlardır. Bu durumda yönetici ve işyeri sahiplerinin yetkilerini ve gücünü bir anlamda çalışanları üzerinde olumsuz yönde kullandıkları düşünülebilir. Bunun yanında ticarethanelerde bir slogan şeklinde çalışanlara uygulatılan “müşteri her zaman haklıdır” söyleminin kadın çalışanlar üzerinde olumsuz sonuçlar doğurduğu söylenebilir. K5 ve K7’nin yukarıda konuşma alıntıları bu durumu net bir şekilde özetlemektedir. Çalışmada ayrıca dikkate değer bir bulgu olarak da katılımcı kadınlardan iki tanesinin kadın müşterilerinden de cinsel tacize maruz kaldıkları yönündeki görüşleridir. Bu durum cinsel tacizde cinsel farklılaşmanın olmayabileceğini gösteren bir ipucu olarak kabul edilebilir. İş Yerindeki Cinsel Tacizle Başa Çıkmaya İlişkin Görüşler Çalışmada ayrıca, işyerlerinde cinsel tacize uğrayan kadın çalışanların, cinsel taciz ile başa çıkma konusunda ne tür yöntemler kullandıklarına ilişkin görüşleri sorulmuştur. Bu konu ile ilgili yapılan mülakat analizlerine göre kadın çalışanlar taciz olayları ile başa çıkma konusunda görüşlerini dört farklı biçimde dile getirmişlerdir. Bu görüşler Tablo 4’te sunulmuştur. 180 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo 4. Cinsel tacizle başa çıkmaya ilişkin görüşler Başa çıkma Katılımcılar Açıklama (Nedenler) Yöntemleri İş bırakma K2, K3, K7, K8, K9, K5, Olayı kaldıramama ve K6 duyulmamasını sağlama Sineye çekme K1, K4, K9 Duyulma ve işsiz kalma korkusu Tehdit etme K6, K7, K3, K10 Yakını ya da patronu/yöneticisi aracılığıyla olayı söndürme Yetkiliye şikayet Dolaylı K7, K6 yollarla işyerindeki yetkiliyi haberdar etme Mülakat sırasında kendilerine yöneltilen sorulara verdikleri cevaplar incelendiğinde kadın çalışanlar cinsel taciz ile başa çıkma sürecinde şu yöntemleri kullanmışlardır: Kadın çalışanlar, cinsel taciz olayının duyulmaması ve kabul edilir bir şey olmadığını belirterek başa çıkma konusunda en çok “iş bırakma” (7) yöntemini kullanıklarını belirtmişlerdir. Çalışan kadınlar diğer bir başa çıkma tarzı olarak; duyulma ve işsiz kalma korkusu ile “sineye çekme” (3), bu çirkin durumdan kurtulmak için yakını ya da patronu/yönetici ile “tehdit etme” (4) ve dolaylı yollarla işyerindeki patron ya da yöneticilere yazılı olarak “şikayet etme” (2) yollarını kullandıkları yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu konuda katılımcıların görüşlerinden bazıları şu şekildedir: K4: “İş yerinde dikkatleri üzerine çekmemek için, dedikodu ve işsiz kalmaktan korkulduğu için anlamazlıktan gelerek sineye çekiliyor. İnsanlara bunu anlatsan şikayet etsen akıllarına “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” gelir ve karalanırsın.” K9: “Damgalanmamak ve bu çirkin durumdan kurtulmak için en çok iş bırakılmaktadır. O iş yerinden ayrılmasan sanki buna razı gelmiş gibi algılanır. Seni çekemeyen çalışma arkadaşların dedikodunu yapar haksız yere toplumda yargılanırsın, iş bırakıp uzaklaşmak hem dedikodudan hem de o iş yerindeki olumsuz psikolojik atmosferden uzaklaşırsın.” K10: “Bu durumdan kurtulmak için aileden biri ile ya da patron iyi bir insansa onunla tehdit etmek gerekir. Böylece duyulmadan ve korku salarak rahatlarsın.” Kadınların cinsel tacizle başa çıkma yöntemleri incelendiğinde, en çok “işten ayrılma” yöntemine başvurulduğu gözlenmektedir. Bu durum psikolojik olarak bireyin kendisine olan saygısının bir ifadesi, isminin içinde bulunduğu toplumda zedelenmemesi ve iffetli kadın imajının korunması için işinden bile feragat etmeyi göze alabileceği bir durum olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Türk toplumunda bu duruma maruz kalan bir kadının çalıştığı iş yerinde işe devam etmesi, karakterinin zayıflığı, kendisinin de buna razı olduğu şeklinde yorumlanabileceğinden, en kestirme yolun işi bırakmak olduğu düşünülebilir. Özellikle part-time çalışan bir kadın için başka bir işyerinde yeni bir iş bulma olanağının olması, bu tür durumlarda işi kolaylıkla bırakmasında etkili olan faktörlerden biri olarak görülebilir. 181 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Bunların dışında işini kaybetme ve alternatif iş bulamama korkusu yaşayan kadınların işini kaybetmemek için cinsel tacize razı olma veya tacizciyi tehdit etme gibi yolları denedikleri de çalışmada ulaşılan sonuçlardan biridir. İlginç bir şekilde katılımcılardan sadece iki kişi durumu iş yeri yetkililerine bildirme yolunu seçmişlerdir. Bunun nedeni, her ne sebeple olursa olsun kadınların bu tip olaylarda isimlerinin geçmemesine önem vermelerinden kaynaklanıyor olabilir. Haklı da olsalar kendilerini yetkililere yeterince ifade edememe durumuyla karşı karşıya kalmamak için bu durumu gizleme yolunu seçiyor veya diğer yöntemleri tercih ediyor olabilirler. Buna ilişkin olarak, katılımcılardan hiçbirinin iş yeri yetkililerinin dışında durumu polise veya adliyeye bildirme yoluna gitmemesi de ilginç bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Cinsel Tacizin Çalışanların Davranış ve Performansları Üzerindeki Etkisine İlişkin Görüşler Araştırmanın sonunda ise katılımcı kadınlara, cinsel tacizin buna maruz kalan çalışanların davranışları ve iş performansları üzerindeki etkileri olup olmadığına ilişkin soru yöneltilmiştir. Bu konuda, cinsel tacize uğrayan ve buna şahit olan katılımcılar hem davranışsal ve duygusal sorunların ortaya çıktığını, hem de iş performanslarının etkilendiğini belirtmişlerdir. Katılımcılardan biri ise patron ya da yöneticiler tarafından cinsel tacize uğrayan bazı kadınların bu durumu ya işyerinde statü kazanma ya da maddi çıkar sağlama açısından kullandıklarını vurgulamıştır. Bu konuya ilişkin K4, K5, K7 ve K9 şunları belirtmişlerdir: K4: “Taciz olayı her aklıma geldiğinde başım dönüyor, elim ayağım tutmuyordu. Kabine gidip gizlice ağlıyordum. Her müşteriye olumsuz bakmaya başladım. Elimden geldiğince müşteriden kaçıyordum, kendimi işe veremiyordum. Bir arkadaşım psikoloğa gitmemi tavsiye etmişti. Çok zor günler geçirdim, karamsar birisi oldum”. K5: “İşyerinde tacize uğrayan kadınların davranışları tedirgin, yürümeleri bile değişmektedir. Yüz mimikleri ölü gibi. Ayrıca buna şahit olan birisi olarak gecelerce uyuyamadım, yemekten kesildim. Bir de başına gelenleri düşünün. Bu çirkin olaya şahit olduğumdan beri müşteri seçiyorum. Doğal davranamıyorum.” K7: “Bu durum çok çirkin ve insanın kendini kirli hissetmesini sağlıyor. Günlerce ağlama, terleme, kin, öfke. Durup dururken çevrendekileri tersleme.” K9: “Anlatılanlara göre bazı kadınlar bu durumu ekonomik ve iş yerinde yükselme olarak kullanıyorlar. Hatta bu AVM’de bu sayede kendine araba aldıran ve yöneticisi ile aynı evde yaşayanlar olduğunu çoğu kimse biliyor.” Çalışmanın varmak istediği ana tema bu bölümde irdelenmiştir. Kadınlara uygulanan cinsel tacizin birçok doğurgusunun olduğu katılımcıların bu bölümdeki ifadelerinden anlaşılmaktadır. İlk olarak işyerlerinde kadına yönelik uygulanan cinsel taciz sonucunda çalışan kadınlar psikolojik olarak olumsuz yönde etkilenmekte, bu duruma maruz kalmanın yarattığı çöküntüyle başa çıkmak için mücadele etme durumunda kalmaktadırlar. Cinsel tacize maruz kalmamış kadınların bu tip olaylardan haberdar olması bile kendileri üzerinde her an böyle bir olayla karşı karşıya kalabilme 182 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara korkusu ve tedirginliği yaratacağından, bu durum onların ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkiler bırakabilmektedir. İkinci olarak, görüldüğü gibi cinsel tacize maruz kalan veya şahit olan kadın çalışanlarda patrona, müşteriye ve iş arkadaşına güvensizlik nedeniyle performanslarında düşüklük olduğu ifade edilmektedir. İş performansının düşüklüğü doğal olarak iş yerinin de kazancını olumsuz yönde etkileyecek en önemli unsurlardan biri olarak görülebilir. TARTIŞMA VE SONUÇ Bu bölümde araştırmadan elde edilen sonuçlar ortaya konulmuş ve bu sonuçlar ilgili literatürle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Araştırmada ulaşılan sonuçlara göre çalışmaya katılan kadınlar, işyerinde yaşanan taciz olaylarının daha çok bedenle ve sözle olduğunu vurgulamışlardır. Bunların yanında cinsel içerikli materyal kullanarak, çeşitli tekliflerde (yemek, telefon isteme gibi) bulunmak ve bunda ısrar etmek, çeşitli mimik ve göz hareketleri ve bakışlarla taciz etmek şeklinde meydana geldiklerini bildirmişlerdir. Ayrıca bir katılımcı, beden diliyle de (kendi cinsel bölgesi ile oynama, dokunma) tacizlerin olduğunu vurgulamıştır. Bu bulgu; Schneider ve Phillips (1997), Chen, Sun, Lan ve Chiu (2009), Güngör (2009) ve Sarmaşık (2009)’ın bulduğu sonuçlarla uyumludur. Görüldüğü üzere, katılımcıların cinsel taciz konusundaki betimlemelerinin, literatürde geçen tanımlarda kullanılan sözcüklerin çoğunu kapsadığı söylenebilir. Katılımcıların sadece iletişim araçları ve sosyal medya yoluyla gerçekleştirilen cinsel tacizden söz etmedikleri tespit edilmiştir. Bu durumun nedeni, kadın çalışanların iş ortamındaki yoğunluktan dolayı bu tür haberleşmeye zaman ayıramamış olabilecekleri şeklinde açıklanabilir. Araştırmada, kadınların hemen hepsi işyerinde yaşanan cinsel taciz olaylarından haberdar olduklarını, hatta 6/10’sı bu olaylara bizzat şahit olduklarını ifade etmiş, hatta iki katılımcı bizzat kendilerinin bu duruma maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Katılımcıların bu görüşleri ile Mörekli (2008) ve Poulston (2008) tarafından yapılan araştırma bulguları benzerlik taşımaktadır. Bu bağlamda, küçük bir örneklemle yapılan bu çalışma bile cinsel taciz olayının iş yerlerinde ne kadar yaygın olduğu konusunda önemli ipuçları vermektedir. Katılımcı kadınların işyerlerinde cinsel tacizde bulunanların daha çok kimler olduğu ile ilgili görüşleri incelendiğinde, üst pozisyonda bulunan kişiler (kurumsal yönetici) ve müşterilerin öne çıktığı görülmektedir. Çalışmanın bu bulgusu ile Gerni (2001) ve Karayel (2008) yapılan araştırmaların bulguları ile uyumludur. Bu durum cinsel tacizde bulunanların işyeri içinde daha çok üst pozisyonda (yönetici, patron) bulunan kişiler olduğunu göstermektedir. Ayrıca çalışanlara karşı müşteriler tarafından da yoğun bir şekilde cinsel tacizde bulunulduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada elde edilen, kadın satış danışmanına başka bir kadın tarafından uygulanan cinsel tacize ilişkin bulgu, cinsiyetler arası bir durumdan çok bireylerin farklı kişilik özellikleri ve eğilimleri ile de açıklanabilir. Araştırma sonuçlarına göre, kadınların işyerinde yaşadıkları cinsel tacizle başa çıkma yöntemleri; “iş bırakma”, “sineye çekme”, “tehdit etme” ve “dolaylı olarak yöneticiye şikayet etme” şeklindedir. Bu sonuçların Gerni (2001), Oktay (2001) ve Özçiçek (2009) tarafından yapılan çalışmaların bulguları ile uyumlu olduğu, Karayel’in (2008) yaptığı çalışmanın bulguları ile farklılık gösterdiği görülmektedir. Karayel’in (2008) çalışmasında “emniyete bildirme” yönünde bir başa çıkma yöntemi ön plana 183 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çıkmaktadır. Katılımcılar bu başa çıkma tarzlarını seçmelerindeki temel nedenlerin duyulma ve işsiz kalma korkusundan kaynaklandığını bildirmişlerdir. Bu gerekçe ile bu tür başa çıkma yöntemlerinin uyumlu olduğu da söylenebilir. Katılımcıların duyulma ve işsiz kalma nedenlerini ön planda gerekçe olarak göstermeleri Pauolston’un (2008) yaptığı çalışmanın bulgularıyla uyumluluk göstermektedir. Araştırmanın sonuçlarının en dikkat çekenlerinden birisi de cinsel tacizin çalışanların davranışları ve iş performansları üzerinde olumsuz etkiler bıraktığıdır. İşyerinde yaşanan cinsel taciz olaylarının, çalışanların davranışları, duygu durumları ve iş performanslarını olumsuz yönde etkilediği ve yaşam kalitelerini düşürdüğü sonucu hem insan hakları hem de çalışma yaşamı ve verimliliği açısından düşünülmeli ve önemsenmelidir. Çalışmanın bu bulgusunun Gölge (2005), Hatch-Maillette ve Scalora (2001) ve Sarmaşık (2009) tarafından yapılan çalışmaların bulguları ile uyumlu olduğu görülmektedir. Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcı kadınlar cinsel tacizin içeriğinde neler olduğu konusunda oldukça geniş bilgiye sahiptirler. Çalışma yaşamında kadına yönelik cinsel taciz olaylarının çok yoğun olduğu, bu olumsuz davranışın aynı iş yerinde bulunan/çalışan başta üst düzey yöneticiler olmak üzere çalışma arkadaşları ve müşteriler tarafından yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Cinsel taciz mağdurlarının (uğrayan, şahit olan) sosyal ortamlarda olumsuz algılanmak, olayın duyulması ve işsiz kalma konusunda endişeler yaşadıkları için bu durumla aktif olarak başa çıkamadıkları, daha çok iş bırakma gibi pasif başa çıkma yöntemleri kullandıkları görülmüştür. Ayrıca işyerinde meydana gelen cinsel taciz olaylarıyla ilişkili olarak, kadınların hem ruhsal ve davranışsal sorunlar yaşaması hem de çalışma performansının düşmesi sonucu bazı ekonomik ve psikolojik problemler yaşadıkları belirlenmiştir. Araştırmada ulaşılan sonuçlar doğrultusunda aşağıdaki önerilerin getirilmesi uygun bulunmuştur: AVM gibi özellikle kurumsal işyerlerinde, yönetici ve çalışanlara yönelik iş etiği, insan ilişkileri ve stresle başa çıkma konularında psiko-eğitimsel bilgilendirme toplantıları yapılmalıdır. Çalışan kadınlara cinsel tacize ilişkin farkındalık kazandırılarak, işyeri ile sözleşmelerinde görev tanımlarının belirginleştirmesi önemsenmelidir. Tüm çalışanlar cinsel taciz konusunda bilinçlendirilerek, tacize uğrayanlara karşı yapıcı davranılması ve haklarını aramaları konusunda yardımcı olunması sağlanmalıdır. Herhangi bir sebeple tacize maruz kalan bireylere yönelik psikolojik destek programları yoluyla yardım sunulmalıdır. KAYNAKLAR Atman, Ü.C. (2003). Kadına Yönelik Şiddet; Cinsel Taciz / Irza Geçme. Sted Dergisi, 12, 9, 333- 335. Bogdan, R. C. & Biklen, S. K. (1992) Qualitative Research for Education: An Introduction to Theory and Methods. London: Allyn and Bacon Pres. 184 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Brackenridge, D. & Fasting, K. (2004). Prevalence of sexual harassment among Norwegian female elite athletes in relation to sport type. International Review for the Sociology of Sport 4, 39, 373-386. Bryman, A. (1988) Quantity and Quality in Social Research. London: Routledge Press. Chen, W., Sun, Y., Lan, T. & Chiu, H. (2009). Incidence and Risk Factors of Workplace Violence on Nursing Staffs Caring for Chronic Psychiatric Patients in Taiwan. International Journal of. Environment Resources Public Health, 6, 2812-2821. Cohen, L. & Manion, L. (1994). Research Methods in Education. (4th edition). London: Routledge. Ekiz, D. (2009). Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Anı Yayıncılık. Gerni, M. (2001). İş yerinde cinsel taciz: Erzurum ili bankacılık sektörü üzerinde bir uygulama. Ankara Üniversitesi, SBF Dergisi, 3, 56, 19- 46. Glaser, B. & Strauss, A. (1967). Discovery of Grounded Theory. Chicago: Adline. Gölge, Z., B. (2005) “Cinsel Travma Sonrası Oluşan Ruhsal Sorunlar”, Nöropsikiyatri Arşivi Dergisi, 1, 42 , 19-28. Hatch-Maillette, M. A. & Scalora, M. J. (2002). Gender, sexual harassment, workplace violence, and risk assessment: Convergence around psychiatric staff’s perceptions of personal safety, Aggression and Violent Behavior, 7, 271–291. Hattatoğlu, D. (1995). İş yerinde cinsel taciz. Disk yayınları: Ankara. Hulin, C. L., Fitzgerald, L. F., & Drasgow, F. (1995). Organizational influences on sexual harassment. M.Stockdale (Der.), Sexual harassment in the workplace, (pp.127-150). Thousand Oaks, CA: Sage. Karayel, A. (2008). Retrospektif Bir Çalışma: 2001-2005 Yılları Arasında Adana İl Emniyet Müdürlüğüne Yansıyan Cinsel Taciz Vakalarının İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Adana. Mörekli, B. (2008). Konaklama İşletmelerinde Cinsel Taciz Üzerine Bir Araştırma. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Ankara. Mimaroğlu, H. & Özgen, H. (2008). Örgütlerde Güç Eşitsizlikleri ve Cinsel Taciz. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17, 1, 321-334. Oktay, A. (2001). İş yerinde cinsel taciz. Kadın Araştırmaları Dergisi, 7, 75- 89. Özçiçek, S. (2009). İşletmelerde cinsel ve psikolojik taciz. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstütüsü. Ankara. Paulston, J. (2008). Metamorphosis in hospitality: A tradition of sexual harassment. International Journal of Hospitality Management, 27, 232–240. Sarmaşık, Ş. (2009). İş yerinde cinsel taciz algılaması ve yönetim ilişkilerine etkisi hakkında bir araştırma. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Denizli. 185 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Schneider, M & Phillips, S.P. (1997). A Qualitative study of sexual harassement of female doctors by patients. Social Science of Medical 5, 45, 669-676. Sherwyn, D. S., Kaufman, E. A. & Klausner, E. A. (2000). “Same-Sex Sexual Harassment.” The Cornell Hotel and Restaurant Administration Quarterly. 6, 41, 75-80. Türkiye İstatistik Kurumu (2010). Cinsel taciz ve tecavüz araştırması (http://www.tuik.gov.tr/ PreTablo.do?tb_id=4 1&ust_id=11). (Erişim Tarihi: 02.02.2012). Türkiye İstatistik Kurumu (2011). Hanehalkı İşgücü Araştırması 2011 Kasım Dönemi Sonuçları. (http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?tb_id=25&ust_id=8). (Erişim Tarihi: 02.02.2012). Woods, H. R. & Kavanaugh, R. R. (1994). “Gender Discrimination and Se ual Harassment as Experienced by Hospitality-Industry Managers.” The Cornell Hotel and Restaurant Administration Quarterl. 35 (1), 234- 245. Worsfold, P. & McCann, C. (2000). Supervised work experience and sexual harassment. International Journal of Contemporary Hospitality Management, 12 (4), 249–255. Yıldırım, A. & Şimşek, H. (2006). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. 6. Baskı. Ankara: Seçkin Yayınları. Yıldırım, K. (2010). Nitel Araştırmalarda Niteliği Artırma, İlköğretim Online, 9 (1), 7992. 186 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ: FUHUŞ PAZARI-MERSİN ÖRNEĞİYrd. Doç. Dr. Neriman Açıkalın* Özet: Kadına yönelik şiddet, kadının onuru, bedensel bütünlüğü, özgürlüğü, güvenliği ve eşitliğine ilişkin ihlaller olarak ele alındığında, toplumsal kurumların tümünün işbirliği içinde bu olguyu gerçekleştirdiği görülmektedir. Şiddetin kendisini gösterdiği en güçlü yüzlerinden biri olarak fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, bu olgunun görünmez kılınması ve normalleştirilmesi süreciyle ortaya çıkmaktadır. Fuhuş olgusunda şiddet hem “rıza” kavramı örtüsüyle görünmez kılınmakta hem de toplumun “namus/ahlak” sınırlarını aşan kadınlar için her türlü şiddeti “hak ettikleri” ön kabulüyle “normalleştirilmektedir.” Bu çalışmada, “fahişelik” vasfıyla gözden çıkarılabilir ve üzerinde sosyal politikalar üretmeye “değmediği” fuhuş pazarında kadına yönelik şiddetin boyutları ele alınacaktır. Bu amaçla, Mersin’de sokakta ve genelevde fuhuş pazarında yer alan 44 kadınla yapılan derinlemesine görüşme ve gözlemlerin analizi yapılacaktır. Alan araştırmasının verileri ortaya koymuştur ki, fuhuş pazarında yer alan kadınlar çocukluklarından, fuhuş pazarındaki çalışma koşullarına, fuhuş pazarının ilişki ağlarına ve bu pazarda yer almanın kadınlar üzerindeki maliyetlerine kadar bir insanın onuru, bedensel bütünlüğü, özgürlüğü, güvenliği ve eşitliğine ilişkin tüm ihlal biçimlerine maruz kalmaktadırlar. Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Cinsiyet Kültürü, Ayrımcılık, Fuhuş Pazarı. INVISIBLE FACES OF VIOLENCE AGAINST WOMEN: PROSTITUTION MARKET -A CASE STUDY IN MERSINAbstract: Considered as the violations against the woman’s dignity, freedom, security, physical integration, and equality, violence against the woman is a fact realized by the cooperation of social institutions. Violence against the woman comes on the scene in prostitution market, one of the most powerful faces of this fact, as a result of normalization and being made invisible. Violence in prostitution both comes to a state of invisibility by concealing itself behind the concept of ‘the consent’ and is normalized under the pretext that women e cessing the moral limits ‘deserve‘ every kind of violence. * Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü 187 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara In this study, violence against the woman will be mentioned with all its dimensions in prostitution market in which the woman are gave up out of their qualified as prostitute, and are not worth for producing social policies for them. For this purpose, it will be made analysis of the observations and deep interviews with 44 women in prostitution market both in streets and brothels. The data of the field study have showed that the women in prostitution market, from their children to working conditions, networks, prostitution’s costs on the women, are e posed to all kind of violations against their dignity, freedom, physical integration, security and equality. Key Words: Violence Against Women, Gender Culture, Discrimination, Prostitution Market. Giriş: Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet kültürünün eril cins lehine çifte standartlı tanımıyla başlar ve toplumun tüm kurumlarında kendini ortaya koyar. Toplumsal cinsiyet kültürü, aile kurumundan, eğitim kurumuna, siyaset kurumundan din kurumuna kadar işbirliği içinde kadını “ikinci cins” ilan eder. Toplumsal kurumlar bizi “kadın” ya da “erkek” olarak “çağırdığında” (Althusser, 1991) susmamız, boğun eğmemiz, itaat etmemiz, güzel görünmemiz, sadık, anaç, şefkatlı ya da güçlü, akıllı, hükmeden, boyun eğdiren, ezen olmamız gereken özneler olmayı öğreniriz. Diğer bir deyişle, şiddet olgusu basitçe, erkeğin cehaleti ya da bir anlık kızgınlığı olabilecek bireysel bir eylem değil, toplumsal ve tarihsel bir kurum olarak ataerkil ideolojinin bir yansımasıdır. Bu anlamda, toplumsal ilişkiler iktidar ilişkisidir ve bu ilişki sistematik bir biçimde toplumdaki tüm iktidar ilişkileriyle işbirliği içinde varlığını ve egemenliği sürdürür. Başka bir biçimde ifade edilirse, fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet “kutsal” sayılan alanlarda kadına yönelik şiddetin bir parçasıdır ve iç içe geçmiş çok boyutlu bir olgudur. Ancak, kutsal sayılan alanlardaki kadına yönelik şiddete yönelik kınama ve çözümlemeye dair bir dil kullanılırken, fuhuş pazarı içindeki kadına yönelik şiddet, henüz toplumsal normlarda, hukukta ya da akademik çevrelerde üzerine konuşulması “ahlaki sınırlarımızı” zorlamamızı gerektirdiğinden suskun kalmanın tercih edildiği bir alanı oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu alanda kadın cinsel, bedensel, psikolojik, toplumsal şiddete “diğer” kadınlar gibi uğramasının yanında, bu şiddeti hak ettiğine dair tüm toplumsal kurumların ortak bir oydaşmasıyla toplumsal bir lince de maruz bırakılmaktadır. Bu bağlamda, kadının fuhuş pazarında ticarete konu olması demek, “hayatta var olma nedenimiz ve ‘onun’ için yaşadığımız ‘namus’unu kaybetmiş olmak anlamına gelmektedir. Namus demek, tıpkı kavramın “nomos” olan Yunanca kökeninde “yasa, töre, onur” (Nişanyan: 2003) anlamına geldiği gibi hayatımızın anlamı ve düzeni demektir. “O” nu kaybettiğimizde yaşamımızın bir anlamının kalmadığı gibi, ataerkilliğin kadına yüklediği namus kavramı, “o”nu kaybeden kadını da ölmüş kabul etmekte, ya kadının namusundan “sorumlu” erkek tarafından yaşamına son verilmekte ya da bu yapılamadıysa ölmüş kabul edilmektedir. Ancak burada önemli olan sadece toplumsal norm ve değerin kadına yüklediği bu çifte standartlı namus tanımı değil bunun yasalara kadar işlemiş olması, kadına yönelik şiddetten söz edilince “namuslu” kadınlara atfen daha çok aile içi şiddet, iş yerinde taciz ya da eşit işe eşit ücret gibi konuların akla gelmesi ve açık ya da örtük bir biçimde “namussuz” kabul edilen 188 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kadınların şiddete maruz kalmalarının sıradanlaştırılması, normalleştirilmesi ya da şiddeti zaten hak ettiklerine dair bir yaygın görüş birliğinin kabul edilmesidir. “Rasyonel Karar” ve Fuhuş Sektöründe Kadın: Tarihsel süreçte, kadın bedeninin piyasada satışa konu olması olgusunu anlamlandırma biçimleri, günümüzde akademik çevreler ile farklı feminist bakış açıları arasında, aralarında ortak bir anlayışın olmadığı son derece tartışmalı bir alanı oluşturmaktadır. Kadın ticaretine, seks kölesi, kurban, seks işçisi, kadınların özgürlük alanı olarak bakan bu geniş yelpaze içinde (Nanette, 1993; Jeffreys, 1997; Doezema& Kempadoo, 1998; Doezema, 2000; Pheterson, 1996; Roberts, 1992; Whelehan, 2001: Raymond, 2004) birbiriyle taban tabana zıt anlamlar yüklense de en temel de bu olgu, kadın bedeni ve cinselliğinin para ya da çıkar karşılığı diğer bir insan tarafından kullanılması olarak tanımlanabilir. Örneğin, “fahişe”(whore) kavramı onurunu ve özgürlüğünü satmak (Pheterson, 1996:12), toplumsal sınırları aşmak (Nişanyan, 2003:139) anlamlarına gelip kadını toplumsal değerleri çiğnemek ve toplumun ahlakını bozmakla damgalarken, aynı olguya kadının bedensel, cinsel, ekonomik ve toplumsal sömürüsü (Edwards, 1997:68) ve kadına yönelik yapısal şiddet (Wardlow, 2004) bakış açısıyla ele alan yaklaşımlar da mevcuttur. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, kadının fuhuş sektörüyle ya da bizzat kendi bedeninin ve cinselliğinin ticarete konu olması “rasyonel bir karar” la olmamaktadır. Fuhuş pazarında yer alan kadınlara yönelik şiddet tam da “kendi seçimleri” olmasına atıfla başlamaktadır. Rasyonel karar, demek her şeyden önce kadının bu pazarla erken yaşta nasıl tanıştırıldığının dinamiklerini görmezden gelmek demektir. Diğer bir deyişle, kadınların neredeyse %80 oranında çocukluklarında tanıştırıldıkları bu sektörde, çocuk cinsel istismarı ve tecavüzlerini yok saymak demektir. İkincisi, aile içi ve yakın akraba çocuk istismarı ve tecavüzlerinin üstünü örtmek demektir. Bir diğeri, kadınların önemli bir bölümünün, ilk ticarete konu olmalarının nişanlı ya da eşleri tarafından gerçekleştirildiği göz önüne alındığında “aile içi” şiddet ve istismarının üstünü örtmek demektir. Bu bağlamda, ne kadının fuhuş pazarında yer alması “özgür bir seçim”dir" ne de fuhuş pazarı “kurbansız bir suç” tur. Diğer bir deyişle, fuhuş sektöründe yer almak kadın için “rasyonel bir karar”la değil, çok boyutlu ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve kültürel unsurların bir arada işlediği ataerkil toplumsal cinsiyet rejiminin bir sonucudur. Kadının fuhuş pazarı içinde bir mal olarak yer alması her şeyden önce kadının insan haklarına bir ihlaldir ve kadına yönelik şiddet biçimlerinden biridir. Kadının fuhuş pazarı içindeki maruz kaldığı şiddet diğer kadınlık hallerinden bağımsız değil tam tersi kadının farklı toplumsal rollerde uğradığı şiddet, ortak bir cinsel politikanın farklı alanlarda yansımasından başka bir şey değildir. Şiddet: Şiddet kavramı, yasadışı olarak fiziksel zor kullanımına işaret eder. Metaforik genişletme yoluyla, birinin itibarını zedeleme anlamında daha hafifi fiziksel edimlere de gönderme yapar. İngilizce’de violate (tecavüz etmek/ ihlal etmek) fiili, violence (şiddet)’in ilginç bir tamamlayıcısıdır. Bu bağlamda kendi başına şiddet kavramı, fiziksel yol yoluyla sınırlama veya tahrip ve bu fiziksel zorun hukuk ötesi olarak değerlendirilmesi birincil anlamlarına sahiptir. Parkin’e göre şiddetin bu anlamı 189 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kurumsallaşmış meşruluk sorunlarını ön gerektirir. Daha açık bir ifade ile, burada şiddet kullanımı, otorite sahipleri tarafından muhalefete zorunlu bir yanıt olarak haklılaştırılma mekanizmalarının kullanılması yerine daha normal olarak kabul edilen yani “olağanüstü hal, “ulusal güvenlik yararına alınmış önlemler”, “tutukevleri” gibi sıfatlarla ifade edilir. Böylece bu fiziksel zor yasa önünde şiddet olarak adlandırılmaz. Violate (tecavüz etmek/ ihlal etmek) fiili ise, en uygun eşanlamlısını desecrate (kutsal olan bir şeye saygısızlık etmek, kirletmek) fiilinde bulur ve burada asli olan şey inançların uç noktada kirletilmesi nosyonudur ( Parkin,1989:249-250). “Kutsal olana saygısızlık eden ve kirleten” kadın, burada “sadık bir eş”, “kutsal bir anne” olarak namusuna sahip çıkamamış, onu kirletmiş ve her türlü “meşru şiddeti de hak etmiş” konumdadır. Mitler, beslenme, cinsellik, iş, eğitim gibi yaşamın tüm alanlarında “örnek alınacak modelleri” tespit etmektedirler. Kadın ataerkil kutsallık anlayışının ortaya çıkışıyla birlikte, dünyevi güç sahibi olan erkek, “iyi-üstün-kutsal”, metafizik alanda yer alan kadın, “kötü-aşağı-uğursuz” şeklinde ayrımlaştırılmıştır. Ejderha”yla simgelenen şekilsiz olduğu söylenen su, ıslaklık, gece gibi unsurlar, eski Çin felsefesindeki ”Yin” tarafında yer alan dişil unsurlardır. Savaşçı erkek tanrı, bunlarla yani belirsizlikle mücadele etmektedir. Biçimli, anlamlı bir dünyaya, ancak bu biçimsiz, belirsiz, ıslak ve karanlık, aynı zamanda kötü ve tehlikeli yılanın başının ezilmesiyle ulaşılabilir (Türköne, 1995:88). Diğer bir değişle, mitler, tıpkı efsane sözcüğünün (Arapça, efsun, büyü” (Nişanyan, 2003) anlamı gibi “büyülü bir kehanet sözü gibi kendi gerçekliğini yaratabilmek” işlevini yerine getirir. Böylece, toplumda her bir cins için oluşturulmuş ve o cinse mensup tüm bireylerin ortak özellikleri olarak görülen bilişsel yapılar, yani, bilgi, inanç ve beklentiler oluşur. Diğer bir deyişle, katı-değişmeyen (stereos) tip-nitelik-’te (typos), kadınlık ve erkeklik tanımları netleşir. Böylece, kadın erkek arası ilişkiler artık bireysel ilişkiler olmaktan çıkar ve kafalardaki kalıpyargı ya da damgaya uygun bir biçimde ayrımcılık (discrimination) içeren bir hale bürünür. Goffman, damgalanmışlığı, kirletilmiş, değeri düşürülmüş ve sıradanlaştırılmış olarak tanımlamaktadır. Link ve Phelan (2001), ise damgayı, etiketleme, kişileri olumsuz kalıpyargılarla etiketleme, etiketlenen kişileri “onlar” olarak toplumun kalanından, “biz”den ayırma, etiketlenen kişileri aşağı statüde görme ve ayrımcı bir tutum alma ve eşitsiz bir konuma yerleştirmekle sonuçlanan birbiriyle ilişkili öğeleri içeren bir süreç olarak kavramsallaştırmaktadırlar (Wong&Holroyd&Bingham, 2011). Toplumsal kültürel değerler önemli olmakla birlikte, fuhuş pazarında yer alan kadınların damgalanmasına neden olan özellikleri şu şekilde belirtilmektedir: Toplumsal normlarla çelişir bir biçimde yabancılarla cinsel ilişkide bulunmak, birden fazla partnerle ilişkide bulunmak, cinsel ilişki içim para talebinde bulunmak, özellikle kadının cinsellikte inisiyatif sahibi olması ve kontrolü elinde bulundurması, cinsellikte “uzman” olmak, erkeğin cinsel arzu ve fantezilerini tatmin etme yeteneğine sahip olmak, erkeğin cinsel arzusunu çekme amacını belirtir biçimde davranmak. Son yıllarda bu listeye, fuhuş pazarında içinde yer alan kadınların, 'saygın topluluk', içinde yer alan heteroseksüel çiftler ve ailelere (HIV⁄AIDS) gibi hastalıkların bulaşma kaynağı olarak görülme özellikleri de eklenmiştir (Wong&Holroyd&Bingham, 2011; Scambler 1997). 190 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Böylece, ataerkil kuram erkeğin cinsel iştahının (sexual appetite) kadınınkinden farklı olduğu iddiasıyla (essentialism) (Jeffreys: 1997:198) genelevler açma, kadını burada fiziksel, sosyal izolasyona maruz bırakma, kadın bedenini cinsel iştahının aracı kılma, mesleğin bir parçası olarak kadına tecavüz etme, aşağılama hatta erkek yasaların desteğiyle kadını öldürdüğünde cezai indirimden yararlanma meşruiyetine hak kazanır. Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge (The Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women (CEDAW) Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge, tüm insanların eşitliği, güvenliği, hürriyeti, bütünlüğü ve onuruna ilişkin hakların ve ilkelerin kadınlara evrensel olarak uygulanmasına acilen ihtiyaç olduğunu kabul ederek Bildirgeye başlar. Bu bağlamda, bildirge, kadınların bedensel bütünlüklerinin korunması, fiziksel, cinsel, psikolojik şiddete maruz kalacakları koşulların ortadan kaldırılması, siyasal, ekonomik, toplumsal özgürlüklerden yararlandırılmaları, devletin kadına yönelik şiddete önleyici tedbirler alması gibi amaçların hayata geçirilmesi gerektiği üzerinde durur. Kadına yönelik şiddeti ayrıntı olarak ele alan bu maddelere, bu çalışma bağlamında kadının fuhuş pazarında uğradığı şiddet açısından yaklaşılacaktır. Bildirge, “azınlık gruplarına mensup kadınlar, yerli topluluklara mensup kadınlar, mülteci kadınlar, göçmen kadınlar, kırsal veya merkezden uzak topluluklarda yaşayan kadınlar, muhtaç kadınlar, kurumlardaki veya gözlem altındaki kadınlar, kız çocuklar, engelli kadınlar, yaşlı kadınlar ve silahlı çatışma durumlarındaki kadınlar gibi bazı kadın gruplarının şiddete özellikle maruz kalma riski altında bulunduklarından” (UN, 1993a:183) kaygı duyduğunu belirtmekte ancak bu “savunmasız” olarak da adlandırılabilecek bu grup içine kadın ticaretine konu olmuş kadınları eklemektedir. Fuhuş olgusu konusunda, akademik çevrelerde olsun toplumsal değer ve norm düzeyinde olsun, olguyu ele alma biçimi ya “gönüllü” kadınların “meslek” haline getirdikleri ve “özgürlüklerini” kullandıkları bir alan ya da kurtarılması gereken kurban yaklaşımıyla olmakta ve olguyu çözümlemekte, dolayısıyla kadının bu olgu içindeki konumu ve statüsünü sorgulamaktan ve kadını hem ikincil kabul etmenin bu olgunun ortaya çıkışında hem de bu olgu dolayısıyla kadını bir kere daha ikincilleştiren ve değersizleştiren sonucuyla konuya bakmayı körleştirmektedir. Araştırma Yöntemi Bu çalışma, Mersin genelevinde 31 ve sokakta çalışan 13 kadın olmak üzere toplam 44 kadınla yapılan derinlemesine görüşmeleri içeren bir alan çalışmasına dayanmaktadır. Görüşme kapsamına alınan konular, kadınların aile yapıları, çocukluğun geçtiği toplumsal çevre ve toplumsallaşma biçimleri, ahlaki ve toplumsal değerlerinin oluştuğu koşullar, eğitim düzeyleri, fuhşa başlama yaşları ve nedenleri, çalışma koşulları ve çalışma arkadaşlarıyla ilişkileri, patron ve dostlarıyla ya da kocalarıyla olan ilişki biçimleri, kendilerine ve yaptıkları işe karşı algıları, gelecek beklentileri gibi ana başlıklar altında toplanabilecek geniş bir bakış açısından ele alınmaya ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. Görüşmeler, genelevde, revir kısmında ve haftada iki gün olan sağlık kontrolleri sırasında, sokakta çalışan kadınlarla ise, kartopu tekniği ve patronluk yapan bir kadının sağladığı olanaklarla kadınlara ulaşılması şeklinde 191 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gerçekleştirilmiştir. Ayrıca genelevde genelevin müşterilere açık olduğu saatlerde gözlem yapma imkanı bulunmuştur. Bu araştırma, Mersin genelevi ve Mersin’de sokakta fuhuş yaparak geçimini sağlayan kadınlarla yapılmış olmasına karşın, sadece Mersin’deki fuhuş olgusu üzerine değerlendirmeler yapmaktan daha fazla verileri içermektedir. Çünkü, genelevde ya da dışarıda çalışan kadınlar değişik gerekçelerle çalışmak amacıyla sık sık başka kentlere gitmektedirler. Genelevde çalışan kadınlar için bu nedenler, patronunun kendisini başka bir patrona borçlandırarak satması, müşterilerin farklı kadın tercihlerinden dolayı başka şehre gitmenin müşteri avantajı, sokakta çalışan kadın içinse, ikamet ettiği kentte fazla tanınmak istememek, müşterilerin değişik kadın isteme taleplerini karşılamak üzere farklı kentlere belirli sürelerle çalışmaya gitmek olarak belirtilebilir. Kadınların farklı kentlere gidiş-gelişleri genelevde çalışan kadınlar için patronlar arası bir mal alım-satımı şeklinde gerçekleşirken, sokakta çalışan kadınlar için her kentte bulunan kadın pazarlamacıları ağı arasındaki ilişkilerle kadınların pazarlamacılara kazançları üzerinden belli bir yüzde vermeleri şeklinde gerçekleşmektedir. Böylece, kadın ticareti dediğimizde genel olarak literatürde anlaşılan uluslararası kadın ticareti kendini ülke içinde de sürdürmekte, Raymond’un deyimiyle, seks endüstrisi kadınlara taşınabilir mal gözüyle bakmaktadır (Raymond, 1998). Örneklemin Demografik ve Sosyo-Ekonomik Özellikleri: Araştırmanın yürütüldüğü sırada Mersin genelevinde toplam 92 kadın bulunmaktaydı. Görüşmeler sırasında kadınlar kendilerini sermaye olarak adlandırmışlardır. Bu adlandırma, fahişe gibi kadını aşağılayan ya da seks işçisi gibi kadına sözde özgürlük tanıyan bir kavram yerine kadınların yaşam ve çalışma koşullarını ve ilişki ağları dinamiklerini en iyi anlatan kavram olması nedeniyle bu çalışma için de kadınları adlandırmakta tercih edilmiştir. Görüşmeler kadınların gönüllülük esası üzerine yapılmış ve güvenilirlik açısından görüşmeci ile görüşülen kadının baş başa olmasına özen gösterilmiştir. Görüşmeye katılanların yaş ortalaması 35 olup bunun dağılımına baktığımızda, örneklemin %27.5’inin 18-25, %37.5’inin 26-35 ve %35’nin ise 35 ve üstü yaşta oldukları görülmektedir. Bu anlamda, kadınların müşteri çekebilme özelliklerinin özellikle yaş faktörüne bağlı olarak değiştiği bir alanda farklı yaş gruplarından oluşmuş bir örneklem evrenin tamamı hakkında daha fazla ipuçları alınmasını kolaylaştıran bir unsur olmuştur. Ayrıca yıllar içinde yaşamı, yaptıkları işi anlamlandırma, patron, dost ve müşteri ilişkilerinin, işte geçirilen yıl ve yaş faktörüne bağlı olarak değişip değişmediği üzerine de ipuçları elde edilmesini kolaylaştırmıştır. Kadınların sermaye olarak fuhuş pazarına çıkma yaşlarına baktığımızda, %27.5’inin 1315, %50’sinin 16-20, %17.5’nun 21-25 ve yalnızca %5’nin 25 ya da ya da geç bir yaşta oldukları görülmektedir. Bu veriler, özellikle zorunlu-gönüllü fuhuş kavramlarının analizinde çok önem taşımaktadır. Fuhuşta zorla çalıştırmanın olmadığını iddia eden yaklaşım gönüllülük kavramını çok dikkatli analiz etmek zorundadır. Zira, kadınların eğitimsizliği, erken yaşlarda evliliğe zorlanmaları ve parçalanmış ailelerden gelme oranlarının yüksekliği (%67.5) fuhuş olgusuna sosyolojik analizi zorunlu kılmaktadır. Buna ek olarak, kadınların ilk evlilik yaşları ve nişanlı, koca ya da imam nikahlı dostları tarafından sermaye olarak kullanılma yaşlarına baktığımızda kadınların fuhuş pazarına kendi iradeleriyle dahil oldukları iddiasına ne kadar dikkatli yaklaşılması gerektiği bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Örneğin, kadınların ilk evlilik yaşlarına baktığımızda,%27.5’nin hiç evlenmemiş olduğunu, %37.5’nin 13-15 ve %35’nin ise 16- 192 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 20 yaşları arasında evlenmiş olduklarını görülmektedir. Diğer taraftan kadınların %72.5’i kendilerini ilk defa sermaye olarak piyasaya sunan kişilerin nikahlı-imam nikahlı eş ya da nişanlıları olduğunu belirtmişlerdir. Bu bağlamda kadınların en güvenilir buldukları kişiler tarafından fuhuş pazarına itilmeleri yine gönüllük kavramı konusunda dikkat edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. İlk evlilik yaşının oldukça düşük olması, ailelerin sosyo-ekonomik düzeyinin düşüklüğü, parçalanmış aile çocukları olmaları aynı zamanda kadınların erken yaşta eğitimden kopmalarını da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, kadınların eğitim düzeylerine baktığımızda ise, %20’si okuma-yazma bilmezken, %10’u ilkokul terk, %25’i ilkokul mezunu, %10’u orta terk ya da mezunu, %15’i lise terk, %12.5’i lise mezunu, %5’i üniversite terk ve %2.5’u üniversite mezunu olarak görülmektedir. Bu durum, kadınların başka bir meslek sahibi olabilme stratejileri geliştirmelerini engellediği kadar, kendilerine güvenlerini de oluşturmalarına engel olmakta, yaptıkları işte oldukça iyi paralar kazanmalarına karşın yine de dostları tarafından duygusal ve maddi anlamda sömürülmelerine kapı açmaktadır. Örneğin, %82.5’i halen bir dostunun olduğunu belirtmiştir. Tehdit Etme, Zorlama veya Özgürlükten Keyfi Olarak Yoksun Bırakma: Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirgenin birinci maddesi, kadına yönelik şiddeti tanımlayarak başlar, “bu Bildirge’nin amaçları bakımından kadınlara yönelik, şiddet ister kamusal ister özel hayatta olsun bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi anlamına gelir” (UN, 1993a). Şiddetin bu tanımının belki de en sorunlu olduğu alanlardan biri fuhuş pazarında kadına yönelik şiddette ortaya çıkmaktadır. “Zorlama”, “tehdit” ya da “özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma” eylemlerinin belirlenmesi fuhuş sektörünün erkek aktörlerini oluşturan devlet, patron, dost ve müşteri ayaklarıyla ataerkil ideoloji”nin yüz akıyla bu sınavı geçmesine yol açmaktadır. “Namuslu/namussuz kadın” ayrımının başladığı tarih öncesi dönemden günümüze kadar gelen tartışmalar kadının fuhuş pazarında gönüllü/zorunlu bulunmasının ayırıcı bir özellik olduğu üzerinde durmuştur (Nanette, 1993; Jeffreys, 1997; Doezema& Kempadoo, 1998; Doezema, 2000; Pheterson, 1996; Roberts, 1992; Whelehan, 2001). Ancak, “namus” kavramı kurgusu ve bunun kadın ve erkek için çifte standartlı tanımlanma biçimleri üzerinde durulmaması gerektiği örtük bir toplumsal oydaşma ile kabul edilmiştir. Kadınların dışarıda olsun genelev koşullarında olsun, kendisini “sermaye” olarak gören ve maksimum karı hedefleyen patronları ya da dostları tarafından açık ya da örtük bir biçimde kaba güç, tehdit ile özgürlüklerinden alıkonuldukları görülmektedir: “Burada sömürülüyoruz, patronların baskısı altındayız, rahat hareket edemiyoruz, asker gibiyiz, cezaevi gibi burası, içerisi yarı açık cezaevi, revir kapalı cezaevi, hiçbir yere kıpırdayamıyoruz... (50 yaşında, lise mezunu, genelevde çalışıyor) 193 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Fuhuş pazarında kadına yönelik şiddetin tanımı son derece tartışmalı bir alanı oluşturmaktadır. COYOTE, ICPR, IPDC, PLAN, ECP, ERA* (Jenness:1993:3) gibi uluslar arası alanda örgütlenmiş bazı kuruluşlar kadınlara zorla fuhuş yaptırıldığını reddetmekte ve önemli olanın bu pazar içindeki kadın sömürüsünün önlenmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi olduğu üzerinde durmaktadırlar. Bu nedenle de, yasal çerçevede meslek hakları ve çalışma koşullarının düzenlenmesi gereken bir alan olarak “seks işçiliği” kavramının kullanılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Böylece, “duygusal iş” kategorisinde profesyonel bir kariyer mesleği haline gelecek (Kempadoo, 1998:5) ve “fahişe” gibi aşağılayıcı ve onur kırıcı bir dilin de bırakılmış olacaktır. Diğer taraftan, WHISPER, UN, CATW† gibi kuruluşlar ise, çalışma koşulları ve kadınlar üzerine kullanılan aşağılayıcı dilin ortadan kaldırılmasından bağımsız olarak fuhuş pazarının temel sorununun ataerkil yapının kadın üzerindeki kontrolü ve istismarı olduğunu ileri sürmektedirler (Jenness:1993:77; Jeffreys: 1997:305). Bu bağlamda, erkek cinselliği toplumsal olarak yapılandırılmış, zor kullanma ve cinsel terör yoluyla oluşturulmuş politik bir içeriğe sahiptir. Stoltenberg’e göre, “erkek-olmayan” olarak tanımlanan kişiler üzerinde evrensel bir ikincilleştirme ve aşağılama olmadan, erkek cinsine ait sınıfa kişisel üyelik fikri bir anlam ifade etmezdi” (Jeffreys, 1997:218). Kadının fuhuş pazarı içinde yer alması tartışmalarını bu sektörde yapılacak iyileştirmelerin ve aşağılayıcı dilin bırakılmasına sıkıştıran yaklaşım, şiddeti neredeyse, sadece kaba güç, açık tehdit ya da özgürlükten mahrum bırakmak olarak ele almaktadırlar. Rousseau’nun “en güçlü gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça hep egemen kalacak kadar güçlü değildir” ifadesinden de anlaşıldığı gibi, yönetilenlerin gözünde belli bir meşruluğu olmayan hiçbir iktidar varlığını uzun süre devam ettiremez. Meşruluğu elde eden iktidar ise, kendini çepeçevre saran bir imgeler, inançlar sistemi yaratarak kişilerin iktidar ilişkilerini kendisinin saptadığı yönde algılamalarına yol açar (Boetie, 1987:83). Böylece iktidarın sardığı imgeler ve inançlar sistemi, fuhuş sektörünün büyümesini kadının ekonomik yoksulluğuyla açıklamaya giriştikçe, fuhuş pazarının motoru olan müşteriyi de “hayırsever” (Raymond 1998; Raymond 2003) ilan etmeye koyulacaktır. Ataerkil çifte standart, yoksulluk açıklamasının arkasına, fuhuş yapan kadının lükse, ve kolay para kazanmaya yatkınlığı, tezini ekleyerek fiziksel, ekonomik, cinsel, duygusal olarak sömürdüğü ve şiddet uyguladığı kadını, “davranışsal yoksulluk” damgasıyla, ahlaksız (immoral activity) ilan ederek bir kere daha şiddete maruz bırakacaktır. Şiddet her zaman kaba bir güç ve zorla kendini göstermez, şiddetin en güçlü biçimi kişiyi gönüllü kul haline getirmektir. Gönüllü kulluk/kölelik olgusunu kadının şiddeti içselleştirme biçimiyle aşağıdaki alıntı ortaya koymaktadır: “Son bir senedir buradan çıkmayı düşünüyorum, benim niyetim ev almak bile yoktu işin içinde, benim borcumun bittiği gün, sıfırlandığı gün pılımı pırtımı toplayıp çekip gitmekti, patronum ikna etti beni, “on sene” dedi, “haybeye çalıştın, bir sene de kendin için * COYOTE( Call off Your Old Tired Ethics), ICPR(International Committee for Prostitutes’ Rights), IPDC(International Prostitution Documentation Center), PLAN (Prostitution Laws Are Nonsense), ECP(English Collective of Prostitutes), ERA (The Equal Rights Amendment). † WHISPER(Women Hurt in System of Prostitution Engaged in Revolt), UN(United Nations), CATW(The Coalition Against Trafficking in Women). 194 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çalış” dedi, “ee ben ne anladım bu çekilmeden, çekildin deyince temelli çekileceksin, şu son altı yedi aydır bir hedefim var, hem borcu bitirip hem birikim yapmak (34 yaşında, genelevde çalışıyor, lise mezunu) Aşağıdaki alıntı ise, kadınlara yasal olarak tanınan izin günlerini kullanamamalarının zor ya da baskı yoluyla değil, izne çıkmamanın sanki kadının bir kararı imiş gibi koşulların dayatıldığında kadını zorla izne göndermekten men etmekten (alıkoymaktan) daha şiddet içerikli bir düzen kurulmuş olmaktadır: “...üç kere intihar girişiminde bulundum...Artık son zamanlarda hiç intihara başvurmuyorum, artık kendi kendime resmen Pollyannacılık oynuyorum, takmıyorum hiçbir şeyi, diyorum, olabildiği yere kadar, ben kendime bir gün verdim, o günü hedeflemişim, o güne kadar yolumdan şaşmayacağım, gerekirse iznime gitmem, ileride ömür boyu tatil yaparım, (Çiçek, 34 yaşında, genelevde çalışıyor, lise mezunu) Dayak, Hırpalama, Evlilik İçi Tecavüz, Kadın Ticareti, Fahişeliğe Zorlama, Cinsel Suistimal: Kadınlara yönelik şiddetin, bunlarla sınırlı olmaksızın aşağıdakileri içerir biçimde anlaşılması gerekir: (a) Dayak ve hırpalama, ev halkına dahil olan kız çocuklarının cinsel suistimali, drahoma bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadın cinsel organını sakatlama veya kadına zarar veren diğer geleneksel uygulamalar, eş haricinde (ev halkına dahil) kişilerce uygulanan şiddet, sömürüyle bağlantılı şiddet dahil olmak üzere aile içinde meydana gelen fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet; (b) Tecavüz, cinsel suistimal, iş yerinde, eğitim kurumlarında veya diğer yerlerde meydana gelen cinsel taciz ve sindirme, kadın ticareti ve fahişeliğe zorlama dahil olmak üzere genel olarak toplum içinde meydana gelen şiddet; (c) Nerede olursa olsun devlet tarafından işlenen veya göz yumulan fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet (UN, 1993a). Daha çok fiziksel şiddete atıfta bulunarak açıklanmaya çalışılan kadının fuhuş pazarında uğradığı şiddet yerine kadına yönelik şiddet olgusuna bir bütün olarak bakan ve kadının fuhuş pazarında yer alma süreci içinde aile içi şiddet ve kadının aile içindeki ikincil konumu ve statüsünün önemini gösteren bir çözümleme biçimi hem şiddetin farklı boyutlarını anlamaya hem de kadının ticari bir mal haline getirildiği fuhuş olgusunun ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerilerinin getirilmesine ışık tutacak nitelikte olacaktır. Diğer bir deyişle, ahlaki zaaf, lükse düşkünlük, örgün eğitimden ve disiplinli bir yaşamı sürdürecek kişilik özelliklerin yoksun olma gibi yoksulluk kültürü tezinden destek alarak fuhuşun nedenlerini açıklayan yaklaşımlar ataerkil ideolojinin toplumda “hak eden,” “bulunduğu konuma müstehak” (Jütte,1994; Murray, 1996) olan kadın imgesi yaratma girişimlerinden başka bir şey değildir. Ancak yapılan çalışmalar göstermektedir ki, kadına yönelik şiddet toplumsal yaşamın tüm alanlarında iç içe geçmiş bir biçimde 195 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara varlığını sürdürmektedir. Bu çalışmanın alan araştırması veriler de göstermektedir ki, kadınların % 67.5’i parçalanmış ailelerden gelmektedir. Bu çalışmanın verilerinin de ortaya koyduğu gibi, fuhuşun en önemli nedenlerinden biri kadın pazarlamacılarının sermaye arayışlarında kız çocuklarının savunmasızlığından yararlanmalarının payı son derece önemli bir yer işgal etmektedir. Bu savunmasızlık, çocukların duygusal yoksunluk hissini istismar etme biçiminde kendini göstermekte, diğer bir deyişle fuhuşun başlangıç nedenlerinden en önemlisini duygusal şiddet oluşturmaktadır. Buna en açık veri, kadınların fuhuş pazarına ilk girişlerinin, %72.5 oranıyla sözde “güvenlikleri” erkekler olan nişanlıları, eşleri ya da erkek arkadaşlarının duygusal suistimali ve güveni kötüye kullanma süreciyle başlamış olmasıdır. Uluslar arası da araştırmalar göstermiştir ki, fuhuş pazarında yer alan kadınlar çocukluklarında cinsel şiddet kubanı olmuşlardır. San Francisco’da fuhuş pazarında yer alan 130 kadınla yapılan çalışmanın sonuçlarına göre, kadınların %57’si çocukluklarında cinsel istismara, %49’u ise fiziksel saldırıya maruz kalmamışlardır. Uluslar arası araştırmaların üzerinde görüş birliği olduğu önemli olgulardan bir diğeri de, çocukların bu pazara girme yaş ortalamasının 14 olduğu üzerinedir (O’Connor And Healy 2006). Dokuz ülkede ( Kanada, Kolombiya, Almanya, Meksika, Güney Afrika, Tayland, Türkiye, A.B.D. ve Zambiya) 854 fuhuş pazarında bulunan kadınla yapılan görüşme verilerine göre, kadınların %71’i fiziksel şiddete maruz kaldıklarını, %62’si ise fuhuş pazarı içinde tecavüze uğradıklarını belirtmişlerdir. %89’u bu pazardan ayrılmak istediklerini, ancak başka bir hayatta kalma stratejilerinin olmadığını ifade etmişlerdir. Bu anlamda fuhuşu normalleştirmek ve yoksul kadınlar için makul ve mantıklı bir yaşam stratejisiymiş gibi göstermek bu pazardan kurtulmak isteyenleri görünmez kılmaktan başka bir işe yaramamaktadır (Farley, 2004:1095). Bu pazarda, kadının tecavüze uğramasını “işin bir parçası” olarak gören hukuksal ve normatif düzenlemeler böylece kadının uğradığı cinsel şiddetin de üstünü örtmektedir. Diğer bir deyişle kadınlar, “ücretli tecavüz”e (Farley, 2004:1100) uğramakta, hukuk kurallarının da desteğiyle müşteri kadına tecavüzü kendinde bir hak olarak görmekte, hatta “ücretsiz tecavüz” edilebilir bir kadın grubu olarak algılanmaktadırlar. “Fuhuş pazarındaki kadına tecavüz ve fiziksel şiddet sıradan ve normaldir” algısına bu pazarda kadının maruz kaldığı şiddetin bedensel, cinsel, duygusal şiddet biçimleriyle kadını nasıl kuşattığına sokakta yaşayan kadının müşterisiyle yaşadığı aşağıdaki olay tipik bir örnektir: “...gördüm... şiddet de gördüm müşteriden, Konya’daydım, üç erkekle gittim, üç kişiyle gittim, iki kişi kalacaktı, gir-çık yapılacaktı, yani bir kere görüşüp çıkılacaktı, o zaman da ilk defa dağa çıktık, ... daha önce Niğde’de falan araba işine gidiyordum, arabanın içinde görüşmek, arabanın içinde oluyor yani, Konya’da gittim işte, iki kişiyle kaldım, üçüncü kişi dedi ki, onların parası verilmişti, dağa çıktık, üçüncü kişiyle kalma durumu yok, ve bana dedi ki, “ben seninle kalacağım”, dedim “parasını ver kalayım”, gayet normal olarak, sessiz sakin, bana dedi ki, “ben para vermem, ben seninle öyle beraber olsam ne yapacaksın” dedi, artı iki kişi daha geliyor, beş kişi olacaklar, beynimde şimşekler çaktı ve aklıma ilk yaşadığım olay geldi, ilk 196 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tecavüze uğradığım olay geldi, beş kişi...arabanın içinde bayağı bir dellendim ben yani… (23 yaşında, ilkokul iki terk, sokakta çalışıyor). Kadınların, “müşteri memnuniyeti” ilkesinden hareketle hertürlü cinsel yolla bulaşan hastalığa karşı korumasız çalıştırılmaları da insanın bedensel bütünlüğüne ve kişi güvenliği hakkına ihlal olarak karşımıza çıkmaktadır. “Sağlık açısından biz Allah’a kalmış vaziyette çalışıyoruz, kondom kimse kullanmaz, istediğin zaman, “ben lastik mi s... ceğim” diyor adam, bir de o zaman boşalmaları da geç oluyor, altta bizler eziyet çekiyoruz,..” (45 yaşında, okumaz-yazmaz, genelevde çalışıyor). Yaşama Hakkı, Eşitlik Hakkı, Özgürlük ve Kişi Güvenliği Hakkı Kadınların siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya herhangi başka bir alanda tüm insan haklarından ve temel özgürlüklerden eşit olarak yararlanma ve bunların eşit koruması altında olma hakları vardır. Bu haklar diğerlerinin yanı sıra şunları kapsar: (a) Yaşama hakkı; (b) Eşitlik hakkı; (c) Özgürlük ve kişi güvenliği hakkı; (d) Kanun önünde eşitlik hakkı; (e) Tüm ayrımcılık biçimlerinden azade olma hakkı; (f) Ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standardı hakkı; (g) Adil ve elverişli çalışma koşulları hakkı; (h) İşkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye veya cezalandırmaya maruz bırakılmama hakkı (UN, 1993a). Kadınların “fahişe” olarak maruz kaldıkları toplumsal dışlanma, ayrımcı tutumlar ve aşağılanma, bu pazarda yer alan kadınların yaşam alanlarını son derece daraltmaktadır: “Toplum bizi çok yadırgıyor, orospu diyor, toplumun gözünde küçük görüyorlar, insan yerine konmuyoruz, söz hakkın olmuyor...” (55 yaşında, okuma yazma bilmiyor, dört çocuk annesi, genelevde) “Toplum nasıl tanımlar, vebalı bir hastalık gibi görüyor, toplumun gözünde biz fahişeyiz, etrafa zarar veren insanlarız… (30 yaşında, ilkokul mezunu, genelevde çalışıyor) CEDAW toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklerden faydalanabilmelerini engelleyen bir ayrımcılık türü olarak tanımlamıştır (UN, 1993a; UN, 1993b). Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının eğitim olanaklarından yararlanabilmesinin toplumsal değer ve normlar ile hukuki yollarının güvence altına alınması, istihdam olanaklarının yaratılması ve bu alanda kadına yönelik ayrımcı tutum ve yasaların ortadan kaldırılması, sağlık olanaklarına ulaşılabilirliğin sağlanması, siyasette ve karar verme mekanizmalarında kadının konumunu ve statüsünü güvence altına alan yasal ve yasal olmayan düzenlemeleri getirilmesini gerektirmektedir. Ancak, 197 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara bu formel alanların yanında, örneğin sağlık olanaklarına ulaşabilmek kadar kadının kendi bedeni ve cinselliğinin kontrolünü eline alabilmesi ya da eğitim olanaklarına ulaşabilmiş bir kadının liyakata uygun olarak cinsiyet ayrımcılığı gözetilmeden kariyerinde ilerleyebilmesi ya da kamusal alanda kadının tacize uğramasını engelleyici/caydırıcı yasal düzenlemelerin ve erkek egemen cinsiyet kültürünün değişmesine yönelik toplumsal değişimi sağlayacak adımların atılması gerekmektedir. Diğer bir değişte, toplumsal cinsiyet eşitliği, yasalar, toplumsal değerler ve kadının kendi hayatı üzerinde karar verebilme “gücü” bulabilmesinin olanakları bir arada sağlanarak gerçekleştirilebilir. Fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, kadının toplumsal yaşamın tüm alanlarında ve kurumlarında maruz kaldığı ikincilleştirme ve şiddet biçimlerinden bağımsız işlememektedir. Bu bağlamda, kadına yönelik şiddetin en önemli göstergelerinden biri de bakire/ bakire olmayan kadın ayrımı yaparak kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki ataerkil ideolojinin gücü ve iktidarıdır. Ataerkil ideolojinin onay vermediği bir biçimde bekaretini kaybetmiş bir kadının yeri artık “namuslu” bir toplum içinde yaşamasına da izin vermemekle sonuçlanmaktadır: “Ailemin bana olan güvenini sarstım, annem beni o dul-yetim maaşıyla okuturken, ben onun bütün duygularını öldürdüm yani, o bana güveniyordu ya, “kızım okuyacak, ben ona güvenirim, bir şey yapmaz o... özgürlüğü, ailemin bana güvenmesini sarstım...o güveni sarstım... sevdim işte, izin almadım, gittim buluştum, birleştim, kızlığım bozuldu diye de korkudan eve gitmedim, insan işte nasıl, korku... bizim nedir korkumuz, Türkiye’de kızlık, o bakireliğe önem vermesi, bakirelik çok önemlidir Türkiye’de, neymiş işte, “aaa, aman aman aman kız değilmiş, gördünüz mü” işte, bu lafları duymamak için eve gitmedim, evlendim, nikahlanmadım, kıymıyordu, demek onun amacı da başkaymış, sonra millete özendir, “aa, işte bu nereden geliyor böyle eli kolu dolu, bunun neyi var, bizim de olsun”“işte onlar bu işi yapıyorlar, biz de yapalım”, “biz de bir yılda köşe oluruz”(40 yaşında, kırk yaşında, lise terk, genelevde çalışıyor). Hiçbir pazarın talep olmadan ayakta kalamayacağı gerçeğinde hareket edildiğinde fuhuş pazarına talep yaratan müşterilerin görmezden gelinmesi tam da ataerkil ideolojinin bu pazarın devamlılığından sağladığı ekonomik ve ekonomik olmayan yararları ortaya koymaktadır. Fuhuş pazarının ekonomik kazancını, patronlar, dostlar açık sömürü yoluyla elde ederken erkek olan devlet vergi sistemi yoluyla bu sektörden beslenmektedir. Bu pazarda müşteri rolünde yer alan erkek toplumsallaşma süreci içinde, ataerkil ideolojiye uygun olarak, kadın bedenini cinsel haz aracı olarak para karşılığı sömürmeyi öğrenir ve normalleştirir. “pazarlık” ve ekonomik gücü oranında, müşteriye sadist kadına da mazoşist roller biçilir. Böylece, bir bedene para ya da zor ve baskı kullanma yoluyla zarar vermek, cinsel olarak sömürmek erkeği, insan olma niteliklerinden azade ederken ataerkil ideoloji tarafında ters orantılı bir biçimde, bu sömürüyü gerçekleştirdiği oranda da “çapkın”, “güçlü”, “iktidar sahibi” nitelikleriyle egemen toplumsal cinsiyet kimliğini yenide üretir. Bu toplumsal cinsiyet kimlikleri, kadına yönelik ayrımcı bir tutumun gelişmesine neden olarak, talep eden tarafı masumlaştıran bir dille “normal bir tüketici” ve fuhuş pazarını da bu tüketici için 198 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara eğlence ve eğitim aracı haline getirir. Kadınların eşitlik, özgürlük ve kişisel güvenlik hakkı sadece yasalarla sağlanamaz. Eski Türk Ceza Kanunu’nun 438. maddesinde yer alan “iffetli/iffetsiz” kadın ibaresi 1990 yılında kalkmış olmasına karşın toplumda egemen cinsiyet kültürünü değiştirmeye yönelik bir çabanın olmaması kanunların uygulanırlığını da güçleştirmektedir. Erkek için namus kavramını egemenliği altındaki eşi, kızı, annesi ve haklayı geniş aileye doğru açarak, kadın olan ikinci derece akrabaları, iş arkadaşları ve komşuları ve hatta sokaktaki kadın üzerinde açık ve zımnı bir biçimde söz söyleme ve hüküm verme yetkisi olarak tanımlayan ataerkil yapı, kadın için namusu ve cinselliği “kendisinden sorumlu erkeğin kontrol ve denetimine bırakmıştır. Böylece, erkek çocuk doğduğu andan itibaren kadının ikincilliğini sıradanlaştırır ve normalleştirir, aynı ergenlik yaşına geldiğinde genelevi bir eğitim ve deneyim yaşama aracı olarak gördüğü gibi. Bu bağlamda, erkek egemen cinsiyet kültürünü yeniden üretip yasalarda yapılan sözde kadın lehine değişiklikler kadının eşitliğine yönelik etkili bir yol olarak görülmemektedir. Devletin Kadına Yönelik Şiddeti Önleyici Tedbirler Alması : Fuhuşun akademik alandaki tartışması en temelde yasaklayıcı, düzenleyici, serbest bırakıcı ve cezalandırıcı yasaların getirilip getirilmemesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. (Jeffreys, 1997; Jenness, 1993; Pheterson, 1996; Roberts, 1992; Sanders, 2005) Türkiye’de fuhuş olgusu konusunda “düzenleyici” bir yasal uygulama yürürlükte olup, temelde yasal kontrol altında olmasının kadınların can güvenliği ve ekonomik sömürülerinin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmekte birlikte, düzenleyici uygulamalar kadının ikincil toplumsal statüsünü onaylayan ve yeniden üreten bir erkek hukuk düzeninin yansımasıdır. T.C. Fuhuş Tüzüğü’nde “erkeğin biyolojik ve toplumsal ihtiyacı” olarak tanımlanan genelevlerin varlık nedeni, M.Ö. 600’de ilk genelevin “mucidi” olan Solon’un “azgın genç adamların cinsel iştahlarını doyurdukları yer” (Roberts,1992:16) olarak tanımlamasından yüzyıllar sonra bile değişen bir şey olmadığını göstermektedir; ya da Ortaçağ’da, ataerkil ideolojinin ikiyüzlülüğüyle fuhuşun “gerekli bir kötülük” (Roberts, 1992:74) görülmesi bugün de yasalar tarafından kadına yönelik şiddet olarak kabul edilmeyen, hem yok sayılan ancak aynı zamanda erkeklerin “ihtiyaçları” için varlığının kaçınılmazlığı da kabul edilen “en karlı” sektörlerden biri olmaya devam etmektedir. Hatta adı sadece “seks endüstrisi” ile anılan bazı ülkelerde fuhuş bir “kalkınma stratejisi”(Farley,2004:1088) olarak ele alınmaktadır. Türkiye’de uygulanan düzenleyici fuhuş politikasının kadınları ne kadar koruduğu son derece tartışmalıdır. Kadınların ekonomik olarak sömürüsü “borçlandırılmaları” yoluyla gerçekleşirken, sözde sağlık kontrolleri “müşteri memnuniyeti” ne takılmaktadır: “Dokuz buçuk milyar borcum var, Diyarbakır’dan çıkarken dört milyardı, Antep’e giderken sekiz milyar oldu, bir arabayla gelip alıyorlar bir milyar borç yazıyorlar, her şey katlanıyor... borç bana verilmiş bir para ödemem lazım, tövbe etmek istiyorum, çıkmak istiyorum, yarıcı çalışıyorum, borcumuz varsa elimize para geçmez, hepsi onundur, mesela beş yüz milyon borç alıyorum o bir milyar oluyor, buranın kuralı böyle...” (34 yaşında, orta iki terk, üç çocuk annesi, genelevde çalışıyor). 199 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara “Şeker hastalığım var, astımım var, prezervatif müşteri istemiyor, biz istesek geri çıkıyor, mecburen kullanamıyoruz... bizim yaptığımız iş “gönüllü tecavüz”, alkollüsü, kokanı, pisi, terlisi her türlüsü geliyor, oğlum yaşında biri gelince sinirlerim iyice boşalıyor, ortalama müşteriyle kalma süremiz beş dakika.” (34 yaşında, orta iki terk, üç çocuk annesi, genelevde çalışıyor). Fuhuşu düzenleyici politikalar, fuhuşun varlığının kaçınılmazlığı ön kabulünden yola çıkarak, müşterilerin kadınlara kolayca ulaşmaları, kadınlar tarafından bulaşıcı hastalık kapma risklerinin en aza inmesi, müşterilerinin can ve mal güvenliklerinin sağlanabildiği kontrollü ortamların oluşturulması, bir “mal” olarak gençlik, güzellik, müşterinin farklı tercihleri v.b. unsurlar göz önüne alınarak kadınlar için ortalama bir “piyasa değeri”nin belirlenmesi sayesinde müşterilerin aldatılma riskinin en aza inmesi gibi erkek egemen toplumda son derece işlevsel bir öneme sahip olmaktadır. Aynı düzenleyici politikalar, kadın bedeninin erkeğin ekonomik gücü ve statüsü doğrultusunda bir mal olarak kullanılabilirliğine ilişkin toplumsal değer ve normları toplumsallaşma süreci içinde yeni kuşaklara aktarmakta ve fuhuşun normal, sıradan, kaçınılmaz olarak görülmesine hizmet etmektedir. Diğer bir deyişle, fuhuşun yasal hale getirilmesiyle müşteri-patron-dost/kadın arasındaki ilişkide kadın, efendinin kölesini koruduğu kadar korunmaktadır. Millet’e göre, fuhuş kadının eşyalaştırılması sürecidir. Müşteri gücünün en üst noktasına, kadını bir nesne, bir eşya, bir köle gibi cinsel tatmini için kullandığı anda ulaşır (Millet, 1987:40). Küçüklüğünden beri erkek deyince bildiği, kaba, gaddar, bencil, zorba olmak ve birtakım şeylere sahip olmaktır. Penisini tılsımlı bir şey olarak görmesi bu nedenle doğaldır. Penisi, onun çevresindekileri ezmesine yarayan bir araç ve aynı zamanda toplum içindeki yerini belirleyen bir simgedir. Cinselliği otomatik olarak güç ile, kendi zevki ile, oysa tam anlamıyla bir nesne olarak gördüğü karşısındakinin ise acısı ve aşağılanması ile bağlayarak düşünür. … gücün başlıca araçlarından biri paradır; çünkü kadını satın alan paradır ve ekonomik bağımlılık, manevi alanda olduğu kadar maddi alanda da zorbalık temeline oturtulmuş bir sistemde kadının köleliğini belirleyen bir simgedir (Millet, 1987:38-39). Sonuç: Fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, asla tek başına cinsel şiddet biçimiyle ele alınamayacak kadar çok boyutlu bir içeriğe sahiptir. Genel anlamda, kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı ayrımcı tutumla başlar ve kadın ve erkek arasında eşitsiz güç ilişkilerinin yansıması olarak ortaya çıkar. Temelde, egemen cinsiyet kültürünün sonucu olarak toplumdaki “kadınlık” ve “erkeklik” tanımlarına bağlı olarak yapılan ve kadına “ikincil/zayıf,” erkeğe “üstün/değerli” atıflarıyla giydirlen toplumsal roller ve bu rollerin, eğitim kurumdan aile kurumuna ekonomi kurumundan kitle iletişim araçlarına kadar tüm toplumsal kurumlarda uygulanmasıyla hayata geçer. Kadını dövmek, sindirmek, tehdit etmek, korkutmak, aşağılamak, sosyal yaşamdan izole etmek, cinsel ve bedensel bütünlüğüne zara vermek ve kontrol etmek, taciz ve tecavüze maruz bırakmak, erkeğe üstünlük ve şiddeti cesaretlendirici yasalar yapmak ya da kadını yasalarla koruyormuş gibi yapıp ataerkil şiddeti yeniden üreten toplumsal değerlerin devamına olanak sağlayıcı uygulamalardan kararlı bir biçimde 200 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara vazgeçmemek, kadına yönelik şiddetin sadece birkaç görünür yüzüdür ve şiddet bir insan hakları ihlalidir. Kadına yönelik şiddetin en güçlü biçimde hayata geçtiği alanlardan biri olan fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, hem kadınların şiddeti “hak ettikleri” üzerine egemen toplumsal değerlerle hem de yasalarda bu alanda bulunan kadınların görünür kılınması sorunlarıyla mücadele etmek zorundadır. Fuhuş pazarına kadınların düşürülmesine neden olan ve kız çocuklarını savunmasız bırakan toplumsal değerler ve yasalar değişmeden fuhuş pazarından kadınların “kurtarılması” ya da yasalarla çalışma koşullarının iyileştirilip can güvenliklerinin sağlanması örtük bir toplumsal oydaşma ile fuhuş pazarının “erkek iştahı ve ihtiyacı” için önlenemez/vazgeçilemez olduğunun kabulunden başka bir anlama gelmemektedir. Diğer bir deyişle, kadına yönelik şiddet olgusunda ve özellikle de fuhuş pazarında yer alan kadına yönelik şiddette, şiddetin hukuksal ve normatif tanımı konusunda çözümlemelere ihtiyaç olduğu görülmektedir. Kız çocuklarının cinsel istismar ve tecavüzünün, bekaret ve namus anlayışının, eğitim olanaklarına ulaşamamalarının, erken yaşta evliliklerin kız çocukların bu pazara düşmesinde ve savunmasız bırakılmasında son derece önemli etkileri olduğu göz önüne alındığında, koşulları değiştirmeden ve eşitlikçi bir toplumsal cinsiyet anlayışı politikası ortaya koymadan fuhuş pazarı binyıllardır olduğu gibi binyıllar daha kadınları sömürmeye ve şiddete maruz bırakmaya devam edecektir. Kaynakça: Althusser, L. (1991) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, (Çev.) Alp, Y., M. Özışık, İstanbul: Birikim Yayınları. Boetie, Etienne De La, (1987) Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, çeviren: Dr. Mehmet Ali Ağaoğulları, BFS Yayınları. Farley, M. (2004) “Bad for the Body, Bad fort he Heart”: Prostitution Harms Women Even if Legalized or Decriminalized, Violence Against Women, Vol.10, October 2004, 1087-1125. Edwards, S. (1997) “The Legal Regulation of Prostitution” in Rethinking Prostitution, (eds.) Graham Scambler and Annette Scambler, London and NewYork: Routledge, 5782. Jütte, R. (1994). Poverty, and Deviance in Early Modern Europe, Cambridge: Cambridge University Press. Kempadoo, K. (1998) “Introduction: Globalizing Se Workers’ Rights, in Global Se Workers, eds. by Kempadoo, Kamala, Jo Doezema, London and NewYork: Routledge,1-28. Millet, K. (1987) Cinsel Politika, (Çev.) Selvi, S., İstanbul:Payel. Murray, C. (1996) Charles Murray and the Underclass: The Developing Debate, IEA Health and Welfare Unit in association with The Sunday Times London. Nişanyan, S. (2003). Sözlerin Soyağacı : Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü, İstanbul: Adam Yayınları. 201 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara O’Connor M., Healy G. (2006) The Links between Prostitution and Se Trafficking: A Briefing Handbook. http://ewl.horus.be/SiteResources/data/MediaArchive/Violence%20Centre/News/handb ook.pdf Parkin, David, (1989) Şiddet ve İrade, Antropolojik Açıdan Şiddet içinde, editör: David Riches, istanbul: Ayrıntı Yayınları, 249-271. Raymond, J. G. (1998) Prostitution as Violence Against Women: NGO Stonewalling in Beijing and Elsewhere, Women’s Studies International Forum, 21 (1): 1-9. Raymond, J. G. (2003) Reasons for Not Legalizing Prostitution And a Legal Response to the Demand for Prostitution. Journal of Trauma Practice, 2: 315-332. Raymond, J. G. (2004) The Consequences of Legal Policy on Prostitution and Trafficking in Women, Coalition Against Trafficking in Women (CATW) Budapest, Hungary, May 28, 2004 http://www.prostitucio.hu/janice.raymond.2004.05.28.en.htm Roberts, N.(1992) Whores In History, London: Harper Collins Publishers. Sanders, T (2005) ‘It’s Just Acting’: Se Workers’ Stratejies for Capitalizing on Sexuality, Gender, Work and Organization, Vol. 12, No:4, 319.342. Scambler, G. (1997) Conspicuous and Inconspicuous Sex Work: The Neglect of The Ordinary Mundane, in Rethinking Prostitution, (eds.) Graham Scambler and Annette Scambler, London and NewYork: Routledge. 105-120 Türköne, M. (1995) Eski Türk Toplumunun Cinsiyet Kültürü, Ankara: Ark. Wardlow, H. (2004). “Anger, Economy, and Female Agency: Problematizing “Prostitution” and “Se Work” among the Huli of Papua New Guinea”, S igns, Vol. 29, No. 4, Summer 2004, 1017-1040. William C.W. Wong, Eleanor Holroyd and Amie Bingham (2011) “Stigma and se work from the perspective of female se workers in Hong Kong” Sociology of Health & Illness Vol. 33 No. 1 2011 ISSN 0141–9889, 50–65 UN, (1993a) The Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination against Women, 29th Session 30 June to 25 July 2003. http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/text/econvention.htm#article1 UN (1993b) Declaration on the Elimination of Violence against Women 85th plenary meeting 20 December 1993, A/RES/48/104 http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm UN (2003) United Nations: Economic and Social Council Economic Causes of Trafficking in Women in the UNECE Region, ECE/AC/.28?2004/10. http://www.unece.org/fileadmin/DAM/Gender/documents/Secretariat%20Notes/ECE_AC.28_2 004_4.pdf. 202 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara FUHUŞ AMAÇLI İNSAN TİCARETİ Bahar GÖDEKMERDAN Hilal CECANPINAR ÖZET İnsan ticaretinin özel bir görünüş şeklini fuhuş amaçlı insan ticareti oluşturmaktadır. İnsan tacirleri için en fazla kar sağlayan faaliyet cinsel sömürü amaçlı insan ticaretidir. Türkiye’deki fuhuş amaçlı insan ticareti faaliyetlerinde yabancı uyruklu kadınlar ve çocuklar daha fazla mağdur olmaktadır. Ayrıca fuhuş amaçlı insan ticaretinde Türkiye hedef ve transit ülke konumundadır. İnsan ticareti fiillerinin fuhuş amaçlı işlenmesini konu edinen bu çalışmada, öncelikle söz konusu fiiller anayasa ve insan hakları ölçeğinde ele alınacaktır. Daha sonra Türk Ceza Kanununun 80. Maddesi bağlamında fuhuş amaçlı insan ticareti, suç ve ceza boyutuyla incelenecektir. Nihayet yabancılar hukuku açısından çoğu kez kaçak olarak veya sahte evlilikler yoluyla ülkeye getirilip fuhuşa zorlanan kadınların çeşitli kanunlarda düzenlenen hukuki durumuna değinilecektir. Anahtar Kelimeler: Fuhuş, İnsan ticareti, İnsan hakları, Anayasa Hukuku, Ceza hukuku, Yabancılar hukuku ABSTRACT The shape of a special aspect of human trafficking is human trafficking for prostitution . Human trafficking for sexual exploitation is most profitable activity for human traffickers. Activities of human trafficking for prostitution in Turkey, women and children of foreign nationals are more victims. Turkey is target and transit country for the human trafficking for prostitution. The study focusing on the human trafficking for prostitution, firstly such acts will be dealt with constitutional and human rights the scale. Subsequently, human trafficking for prostitution in the context of 80 article of the Turkish penal code will be discussed with crime and the criminal dimension. Finally, in terms of foreign law the legal status in various laws of women who often brought to the country illegally or through false marriages and forced prostitution will be discussed. Keywords: Prostitution, Human Trafficking, Human Rights, Constitutional Law, Criminal Law, Foreign Law 1. GİRİŞ Sınıraşan bir suç türü olan insan ticareti, dünyada ve Türkiye’de oldukça yaygın bir kazanç elde etme yolu olarak görülmektedir (Dinler, 2010:189). Günümüzde “modern kölelik”, “21. yüzyıl köleliği”, “köleliğin modern formu” olarak değerlendirilen insan ticareti uluslararası toplumu gittikçe daha fazla tedirgin eden bir faaliyet biçimi olmaktadır (Kocasakal, 2003:39). İnsan ticareti yerine insan yağması, insan sömürüsü veya insan kaçakçılığı gibi terimler de kamuoyunda ve hukukumuzda kullanılmaktadır (Koca, 2003:141). Ancak insan yağması fiili, malvarlığına karşı işlenen suçlardan olan eşya yağması ile Araştırma Görevlisi, Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi, bahargodekmerdan@hotmail.com. Araştırma Görevlisi, Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi, hilalcecanpinar@gmail.com. 203 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ilişkilendirilmesi açısından bireyi esas alan yaklaşım sebebiyle benimsenemez (Yenidünya ve Arslan, Türk Hukukunda İnsan Ticaretine İlişkin Yasal Düzenlemeler, 2009:21). İnsan ticareti açısından yoğunlukla hedef, kısmen de transit ülke konumunda olan Türkiye’de (Jahıc ve Karan, 2006:97), suç uzun süre yasalarda düzenlenememiştir. Bunun nedeni uygulamada insan ticareti suçunun fuhuş suçu ile benzerlikleri nedeniyle tam tanımının yapılamamış olması ve suç mağdurlarının suç faili olarak görülüp özellikle suçun fuhuş amaçlı işlenmesi halinde bu kişilerin mağdur oldukları fikrinin kabul görmemesidir (Dinler, 2010:189). İnsan ticaretinin en kapsamlı ve kabul gören tanımı “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokolde” yapılmıştır*. Madde 3/ (a) “İnsan ticareti”, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir. Tanım sadece cinsel amaçlı sömürüyü değil; çalışma gücünün sömürülmesi, organ sağlanması gibi sömürü çeşitlerini de içine almaktadır. Ancak insan ticareti daha çok fuhuş ile bağlantılı olarak gündeme gelmektedir. İnsan ticareti fuhuş amacıyla yapıldığında, mağdurlarına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin açtığı tahribat nedeniyle, cinsel sömürü amaçlı insan ticareti özellikle mücadele edilmesi ve engellenmesi gereken kriminolojik bir vakıadır (Dinler, 2010:190). Kişinin en temel hakkı olan yaşama hakkının bir başka boyutu olarak istediği yaşama biçimini benimseme hakkından bahsedilebilir. İnsan ticareti kişinin yaşamını belirleme özgürlüğünü ortadan kaldıran, kişinin insan sıfatını kaybetmesine neden olan insanlık onur ve şerefine tamamen aykırı bir fiildir. Çağımızdaki yozlaşmış düşünceler, insana insan olmasından ötürü verilen değerin azlığı, paranın kutsallaştırılması gibi nedenlerle insan ticareti her geçen gün artan bir hal almaktadır. Kadınların cinsel obje olarak algılanması, kadınların cinselliğinin pazarlanarak sürekli ve kârlı bir gelir elde edilmesi düşüncesi gibi sebeplerle insan ticareti suçunun en sık rastlanan halini fuhuş amaçlı insan ticareti oluşturmaktadır. 2. PROBLEM DURUMU 2.1. Anayasa Hukuku İnsan ticareti suçu, insan onurunu tehdit eden bir suç türü olması nedeniyle, anayasada ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış bir kısım hak ve özgürlükleri ortadan kaldırır niteliktedir†. 1982 Anayasasının temel hak ve özgürlüklere ilişkin pek çok düzenlemesi, insan ticareti suç tipinin yaptırıma bağlanmasının dayanağını oluşturur. * † BKK yıl no: 2003/5329, RGT: 18.03.2003, 25052. Metinde Palermo Protokolü olarak kısaltılacaktır. Mustafa İlhan, “Yasadışı Göç ve İnsan Ticareti: Sınıraşan Suçlarda Yeni Eğilimler”, (Erişim Tarihi: 14.02.2012). 204 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Başta fuhuş olmak üzere insan ticaretinden bahsedebilmek için mağdurun temel haklarından yoksun bırakılması ve bu durumun devam etmesi aranmaktadır (Kocasakal, 2003:42). Anayasa da koruma altına alınmış ancak insan ticareti suçu ile tehdit edilen haklar şöyle sıralanabilir: m. 17: Kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı Bireyin maddi ve manevi bütünlüğüne yöneltilen, insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir eylem olarak insan ticaretinin, Anayasanın 17. maddesini ihlal ettiği aşikârdır. m. 18: Zorla çalıştırma yasağı “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır” hükmü ile bir kimsenin kendi isteği ve rızasına aykırı olarak çalışmaya mecbur bırakılması engellenmek istenmiştir (Renk ve Demir:59). m. 50: Çalışma şartları ve dinlenme hakkı: “Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uygun olmayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.” hükmü de 18. madde gibi işgücü istismarına yönelik eylemleri yasaklamış ve kadın ve çocukları özel olarak korumak istemiştir. m. 19: Kişi hürriyeti ve güvenliği: Bireylerin keyfi olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılması ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını güvence altına alan 19. Madde hükmü, insan ticareti suçu kapsamında ihlal edilmektedir. Kişi güvenliği bireye, hem bedeni hem de manevi açıdan devletin veya diğer bireylerin müdahalesi altında bulunmama ve özgürlüklerden yoksun bırakılmama hakkı verir. Bu hüküm ile bireyin hareket serbestîsini sağlamak için; emniyet altında olması, keyfi olarak yakalanıp tutuklanmaması, dilediği gibi hareket etmesi, dolaşım ve özel yaşam özgürlüğü güvence altına alınmıştır (Yenidünya, İnsan Ticareti Suçu, 2007:47). Özellikle kadın ve çocuklardan oluşan fuhuş amaçlı insan ticareti mağdurları hizmetçilik, çocuk bakıcılığı veya modellik gibi sözde işlerle kandırılmakta hatta evlilik vaat edilmektedir. Çoğunlukla bu kişiler fuhuş yapacaklarını bilerek gelmekte ancak ilerleyen zamanlardaki iş ve yaşam koşulları açısından gerçeğe uygun olmayan vaatler verilmektedir. Sahte evrak kısa süreli oturma izni veya sahte evlilikler yolu ile ülkeye sokulan mağdurların pasaport ve dönüş biletlerine el konularak fuhşa itilip, insan tacirlerinin istedikleri parayı ödemek için borç senedine imza atmaktadırlar (Kocasakal, 2003:43). Bu şekilde kötü şartlarda çaresiz kalan kadının özel hayatı yok sayılmaktadır. Özel hayat, başkaları ile ilişki kurma, bu yönde girişimlerde bulunma hakkını ve cinsel yaşam özgürlüğünü de içermektedir (Kaboğlu, 2002:292). 2.2. Ceza Hukuku 4771 sayılı kanunla* eklenen 201/b maddesi olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanununda† insan ticareti suçu “İş ve çalışma hürriyeti aleyhindeki cürümler” başlığı * † RGT: 08.09.2002, 24841. RGT: 13.03.1926,320. 205 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara altında düzenlenmiş olmasına karşın insan ticareti olarak adlandırılmamıştır. İnsan ticareti kavramı ilk olarak Palermo Protokolü ile mevzuatımıza girmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda* insan ticareti bu adla suç olarak düzenlenmiştir. İnsan ticareti suçunu düzenleyen TCK m. 80, 5560 sayılı kanunla† “fuhuş yaptırmak maksadı” ifadesi eklenip “ veya benzeri uygulamalar” ifadesi çıkarılarak son şeklini almıştır. TCK m. 80’de insan ticareti suçu; “Zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tâbi kılmak, vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden, barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiştir. İnsan ticareti suçu bazı hususlarda göçmen kaçakçılığı suçuyla benzerlik göstermesine rağmen birçok noktada farklılık arz etmektedir. Her iki suç da genellikle sınır aşan bir karaktere sahiptir (Arslan, 2004: 26); ilgili insanlar genellikle yabancılar olmaktadır (Kocasakal, 2003: 40); ilgili kişilerin nakli söz konusudur (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010: 98) ve temel hak ve hürriyetleri ihlal edilmektedir (Yenidünya, 2007: 59). Fakat özellikle rıza hususunda bu suçlar birbirinden ayrılmaktadır. Göçmen kaçakçılığında ilgilinin rızası mevcutken, insan ticaretinde ilgilinin rızası ya hiç yoktur ya da ifsada uğramıştır. İnsan ticareti suçunun oluşması için TCK m. 80’de sayılı olan araç fiillerin gerçekleştirilmiş olması gerektiğinden bağlı hareketli bir suç iken, göçmen kaçakçılığı suçu serbest hareketli bir suçtur. Göçmen kaçakçılığı suçu ile insan ticareti suçu mağdur açısından da farklılık göstermektedir. Göçmen kaçakçılığı suçunda mağdur tüm toplum(Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:86) olmasına karşın, insan ticareti suçunda mağdur insan ticaretinde kullanılan kişidir. Göçmen kaçakçılığı suçunun maddi konusu hakkında öğretide farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre, bu suçun konusu, yasal olmayan yollardan ülkeye sokulan yabancı veya yurt dışına çıkarılan Türk veya yabancıyken (Artuk, Gökcen, Yenidünya, 2010:87) diğer görüşe göre suçun hem mağdurunun hem de maddi konusunun göçmendir (Tezcan, Erdem ve Önok, 2010:91). Bunun yanında suçun maddi konusunun taşınır veya taşınmaz bir mal yahut para olduğunu düşünen yazarlar da bulunmaktadır (Soyaslan, 2010:109). Maddi konu suçun üzerinde işlendiği kişi veya şeydir (Dönmezer ve Erman, 1985:379). Göçmen kaçakçılığı suçunda, hareket bir kimse üzerinde değil, bu kimsenin katkısı, rızası ve aracılığıyla işlenmektedir. Bu nedenle kanımızca göçmen kaçakçılığı suçunda maddi konunun varlığından söz etmek mümkün gözükmemektedir. Göçmen kaçakçılığı suçunun oluşması için kişinin ülke sınırından sokulması veya çıkarılması gerek ve şart olup, her halde sınır aşan bir suçtur (Özbek, Kanbur, Doğan, Bacaksız ve Tepe, 2010:117). İnsan ticareti ise ülkeye sokmak veya ülkeden çıkarmak fiillerinin yanı sıra kişinin tedarik edilmesi, bir yerden başka bir yere götürülmesi, sevk edilmesi gibi fiillerle de işlenebileceği için her zaman sınır aşan bir nitelik arzetmeyebilir. Tehdit, baskı, şiddet ve cebir unsurlarının varlığı suçu göçmen kaçakçılığından insan ticareti suçuna dönüştürmektedir (Aktaran: Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:100) * † RGT: 12.10.2004,25611. Metinde TCK olarak kısaltılacaktır. RGT: 19.12.2006,26381. 206 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Fuhuş suçu ile fuhuş amaçlı insan ticareti suçu birbirine çok benzeyen suç tipleri olup aralarında ayrım yaratan ince farklar bulunmaktadır. Fuhuş suçu TCK m. 227’de “ (1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır. (2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üç bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır. (3) Fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre cezaya hükmolunur. (4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır…” şeklinde düzenlenmiştir. Fuhuş amaçlı insan ticareti suçunda kişinin tedarik edilmesi, nakledilmesi, sevk edilmesi ve barındırılmasında cebir, tehdit, baskı, şiddet, nüfuzun kötüye kullanılması, kandırılması veya kişinin üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliğinden yararlanılması suretiyle kişinin iradesi ifsat edilmiş olmalıdır (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:102). TCK m. 227/4 ile m. 80’deki düzenleme paralel olmasından ötürü tek fiille her iki suç da gerçekleştirilmektedir ki bu durumda fikri içtima uygulanmalıdır (Yenidünya, 2007:67). TCK m. 80 ile TCK m. 227’ yi birbirinden ayıran araç fiillerin varlığı unsuru 18 yaşını doldurmamış olan kişilere karşı insan ticareti suçunda aranmamaktadır. Böylece iki suç paralel hale gelmektedir. Bu durumda fikri içtima hükümleri uygulanarak problem çözümlenmelidir (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:103). İnsan ticaretinde cebir, tehdit, baskı, şiddet, nüfuzun kötüye kullanılması, kandırılması veya kişinin üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliğinden yararlanılması suretiyle fuhuş yaptırmak maksadıyla ülkeye sokulması, ülkeden çıkarılması, tedarik edilmesi, nakledilmesi, sevk edilmesi ve barındırılması fiillerinin gerçekleşmesi ile suç oluşur. Fuhuş yaptırma maksadının gerçekleşmesi gerekli değildir. Bu amacın gerçekleştirilerek kişiye fuhuş yaptırılması halinde TCK m. 227/2’de düzenlenen fuhşa aracılık etmesinden ötürü fuhuş suçunu da gerçekleştirmiş olup bu durumda fail iki suçtan da cezalandırılmalıdır. İnsan ticareti suçunun unsurları olarak; fail, mağdur, fiil, konu, korunan hukuki değer, manevi unsur, hukuka aykırılık unsuru bakımından incelenmesi gereklidir. İnsan ticareti suçunda özel bir faillik mevcut değildir, herhangi bir kimse insan ticareti suçunun faili olabilmektedir (Koca, 2003:147). TCK m. 80/4 uyarınca tüzel kişilerin suçun faili olması durumunda haklarında güvenlik tedbirlerine hükmolunacaktır. İnsan ticareti suçunda doğrudan mağdur olan suçun konusunu da oluşturan “insan”dır (Değirmenci, 2006:60). İnsan ticareti suçu mağdur bakımından mahsus suç olmamasından ötürü herkes bu suçun mağduru olabilir (Arslan, 2004:47). TCK m. 80’de sayılan amaçlarla kişilerin tedarik edilmesi, kaçırılması, bir yerden bir yere götürülmesi, sevk edilmesi veya barındırılması fiillerinin 18 yaşını doldurmuş olanlara karşı işlenmesi halinde bu fiillerin tehdit, baskı, cebir gibi maddede sayılan araç fiillerle 207 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gerçekleştirilmiş olması halinde bu kişiler mağdur olarak adlandırılabilir. 18 yaşını doldurmamış olanlara karşı maddede sayılı maksatlarla amaç fiillerin gerçekleştirilmesi bu şahısların mağdur olması için yeterlidir, araç fiillerin uygulanmış olması şart değildir. Tüm suçlarda işlenen suç devletin hukuk düzenini ihlal etmesinden ötürü zorunlu mağdur öncelikle devlettir (Arslan, 2004:47). İnsan ticareti suçu ile bireyin temel hak ve özgürlüklerinin yanı sıra kamu düzeni ve devlet güvenliği de korunmak istendiği için (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:86), suçun işlenmesi halinde toplumu oluşturan herkes suçun mağduru olmaktadır. İnsan ticareti suçu araç ve amaç fiiller olmak üzere iki tür fiilin oluşmasıyla meydana gelmektedir, bu durumun istisnası 18 yaşını doldurmamış olan kişilere karşı sadece amaç fiillerin gerçekleştirilmesi halinde de suçun tamamlanmasıdır. Fakat her halükarda söz konusu fiiller TCK m. 80’de sayılan “zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, fuhuş yaptırmak veya esarete tabi kılmak ya da vücut organlarının verilmesini sağlamak” amaçları ile işlenmelidir. TCK’ da düzenlenen araç fiiller; tehdit, baskı, cebir, şiddet, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak, kişiler üzerindeki denetim olanakları ve çaresizliklerinden yaralanmak şeklindedir. Mağdurun rızası bu araç fiillerle elde edilmektedir. Özgür olmayan, ifsada uğratılmış bir rıza oluşmaktadır (Tezcan, Erdem ve Önok, 2010:108). 18 yaşını doldurmamış olanların rızalarının araç fiillerle ifsada uğratılması gerek ve şart değildir, özgür rızalarının mevcut olması suçun oluşmasını engellemez. Suçu oluşturan amaç fiiller ise; “kişileri ülkeye sokmak, ülke dışına çıkarmak, tedarik etmek, kaçırmak, bir yerden başka bir yere götürmek, sevk etmek, barındırmak” olarak sıralanmıştır. İnsan ticaretinde fiil doğrudan mağdurun maddi ve manevi varlığı üzerinde gerçekleşmektedir (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:117). Bu sebeple suçun mağduru da konusu da kişinin kendisidir. Suçun hukuki konusu, suçu oluşturan fiille ihlal edilen hak ve menfaattir (Erem, Danışman ve Artuk, 1997:234). İnsan ticareti suçu, insanın insan olma vasfını ortadan kaldırarak bir obje haline gelmesine neden olurken serbest irade oluşumunu engelleyerek bireylerin ulusal ve uluslararası mevzuatta koruma altına alınmış olan temel hak ve hürriyetleri ihlal edilmektedir (Koca, 2003:146). Ayrıca kamu düzeni, genel ahlak ve genel sağlık hususları da bu suçla korunan değerlerdir. İnsan ticareti suçunu düzenleyen m. 80’de amaç fiillerin sayılan maksatlarla gerçekleştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır, bu sebeple sadece özel kastla işlenebilir ve olası kastla işlenebilmesi mümkün değildir (Yenidünya, 2007:210). Suçun düzenlenmesinde kast unsuru açıkça belirtildiğinden ve taksirle işlenebileceğine ilişkin bir düzenlemen mevcut olamadığından suçun taksirle gerçekleştirilmesi de söz konusu olamaz. Bu suç için ancak mağdurun rızasının fiili hukuka uygun hale getirip getirmeyeceği tartışılabilir ki kanımızca mağdurun rızası hiçbir durumda fiili hukuka uygun hale getirmemektedir. Öncelikle TCK m. 80/2’de araç fiiller kullanılarak elde edilen rızanın geçersiz olduğu belirtilmiştir. Araç fiillerle ifsada uğratılan rıza hukuka uygunluk sebebi olarak addedilemez. Yine söz konusu maddenin 3. Fıkrasında 18 yaşını doldurmamış olan kişiler için araç fiillere başvurulmamış olsa da fiile ilişkin rızalarının geçersiz olduğu söylenmektedir. Demek ki 18 yaşını doldurmayan kişilerin mağdur olduğu durumlarda rızanın hukuka uygun olmayacağı kanunda açıkça düzenlenmiştir. Kanımızca 18 yaşını doldurmuş olan kişiler için de araç fiillere başvurulmaksızın elde edilen rızaları da fiili hukuka uygun hale getirmeye muktedir değildir. Velhasıl rıza ancak kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf yetkisi olan haklara ilişkin olması halinde 208 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara geçerli olur. Zira Anayasa m. 12 ile Medeni Kanun m. 23/2 kişinin temel hak ve özgürlüklerinden vazgeçemeyeceğini hükme bağlamıştır. Dolayısıyla söz konusu suçta da mağdurun temel hak ve özgürlüklerinden olan onur, haysiyet, çalışma özgürlüğü ve cinsel dokunulmazlığı haklarından feragati mümkün değildir ve bunlara ilişkin rızası da geçerli değildir. Suçun özel görünüş şekilleri açısından teşebbüs, iştirak ve içtima hususları özellik arz eder. İnsan ticareti suçunda amaç fiillerin belirtilen maksatlarla işlenmesi gerekmektedir fakat suçun oluşması için belirtilen maksatların gerçekleşmesi şartı bulunmamaktadır (Hakeri, 2004:16). Failin mağdurun iradesini sakatlayarak asıl fiilleri icra ettiği zamanda suç gerçekleşmiş olmaktadır (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:121). Araç fiillerin gerçekleştirilmesine rağmen amaç fiillere başlanamamış veya amaç fiillerin tamamlanamamış olması halinde suç teşebbüs aşamasında kalmış olur (Kocasakal, 2003:69). İştirak açısından insan ticareti suçunda herhangi bir özellik aranmayıp, her türlü iştirak mümkündür. Suçta araç ve amaç fiillerin farklı kişiler tarafından yerine getirilmesi halinde bu kişiler birlikte fail olarak nitelendirilecektir (Arslan ve Azizağaoğlu, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, 2004:348). Söz konusu iştirakin suçun bittiği ana kadar mümkün olması hasebiyle hizmetten yararlananlar iştirak eden olarak adlandırılamayacaktır. Bu kişiler ancak yararlandığı hizmetin oluşturduğu suç ne ise ondan sorumlu olacaktır ki bu suçlar kişinin hürriyetini sınırlama, çalışma hürriyetini ihlal, fuhşa aracılık, cinsel saldırı gibi suçlar olabilir. İnsan ticaretinin unsurunu teşkili eden fiiller ayrıca suç oluşturduğunda, bileşik suç söz konusu olduğu için yalnızca insan ticaretinden ceza verilecektir (Tezcan, Erdem, ve Önok, 2010:115). İnsan ticareti suçunun araç fiillerden olan cebirde sınırın aşılması halinde fail ayrıca kasten yaralamadan cezalandırılmalıdır (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:122). Birden fazla kişi farklı zamanlarda mağdur edilmişse her mağdur için ayrı bir suç oluşurken, aynı zamanda birçok kişinin mağdur edilmesi halinde zincirleme suçtan bahsedilir. Suçun oluşması için amaçların gerçekleştirilmesi şartı bulunmamaktadır, bu amaçların gerçekleştirilmesi halinde söz konusu amaç hangi suçu oluşturuyorsa bundan ötürü ayrıca cezalandırılmalıdır. İnsan ticareti suçunun yaptırımı TCK m. 80’de “sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezasıdır” şeklinde düzenlenerek, hapis cezası ve adli para cezasının birlikle hükmedileceği belirtilmiştir. Aynı maddenin 4. fıkrasında tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirlerine başvurulacağı hüküm altına alınmıştır. İnsan ticareti suçu re’sen soruşturulan bir suçtur. Ayrıca suçtan zarar görenin şikâyeti aranmaz. Davaya bakma yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir (CMK m.12/1). İnsan ticareti suçu hakkında; evrensellik prensibinin bir gereği olarak nerede işlenmiş olursa olsun, failin Türk vatandaşı ya da yabancı olup olmamasına bakılmaksızın, yabancı ülkede mahkûmiyet veyahut beraat kararı verilmiş olsa da Adalet Bakanı’nın talebi üzerine Türkiye’de Türk kanunlarına göre yargılama yapılır (TCK m.13). İnsan ticareti suçunda hapis cezasının üst sınırı on yıldan fazla olduğundan görevli mahkeme Ağır Ceza Mahkemesi’dir (Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemeleri’nin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun m.12, 14). İnsan ticareti uluslararası hukuk tarafından da yasaklanan bir eylem olduğundan, devletler kendi egemenlik alanları dışındaki açık denizlerde üçüncü devletlerin gemilerinde insan ticareti yapıp yapmadığını inceleme ve yapıldığını saptadığı takdirde insan ticareti mağdurlarını serbest bırakma hakkına sahiptir (Pazarcı, 2010:205). 209 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 2.3. Çeşitli Kanunlarda 2.3.1. Türk Vatandaşlığı Kanunu Suç failleri, fuhşa sürüklenmek üzere Türkiye’ye getirilen kadınların sınır dışı edilmelerini önleyip, eyleme yasalmış görüntüsünü vermek amacıyla mağdur kadınların Türk vatandaşlığına geçirilmesi yoluna sıklıkla başvurmaktadırlar (Yenidünya, İnsan Ticareti Suçu, 2007:50). Böylece hukuka karşı hile yaparak ikamet ve çalışma izni alan kadınlar illegal işler yapmaya devam etmektedirler (Erdem, 2010:127). 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun* yabancı kadına, Türk vatandaşı erkek ile evlenme suretiyle otomatik olarak vatandaşlık bahşeden uygulaması bu yolun kullanılmasına müsaitti. Evlenme Türkiye’de yapılıyorsa yabancı kadın, nikâh sırasında nikâh memuruna vatandaşlığa geçmek istediğini beyan ederek veya nikâh yurtdışında yapılıyorsa, o ülkenin yetkili makamları önünde yapılan evliliğin bir ay içinde evlenmeyi tescille görevli yetkili Türk makamlarına bildirilmesi ile başkaca hiçbir işleme gerek kalmaksızın Türk vatandaşlığını kazanmaktaydı (Erdem, 2010:126). Ancak 4866 Sayılı Kanunla† bu hüküm değiştirilerek; Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancıların, en az üç yıldan beri evli olmaları, fiilen birlikte yaşamaları ve evliliğin devamı koşuluyla, yurtiçinde en büyük mülki amirliklere; yurtdışında ise Türk konsolosluklarına yazılı olarak başvurmaları halinde Türk vatandaşlığını kazanacakları hükmü getirilmiştir. Başvuru üzerine İçişleri Bakanlığı yapacağı inceleme ve soruşturma sonucunda, şartların oluştuğuna karar verirse, karar tarihinden itibaren vatandaşlık kazanılmaktaydı. İçişleri Bakanlığı iki hususu araştırmaktaydı: ilki aranan şartların oluşup oluşmadığının tespiti, ikincisi ise Türk vatandaşlığına geçişte sakıncalı bir durum olup olmadığının tespitidir. Hükümde yapılan değişikliğin amacı muvazaalı evliliklerin önüne geçmektir (Sargın, 2004:30). Evlenme yolu ile vatandaşlık kazanımı 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununda‡ son halini almıştır. MADDE 16 – (1) Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Ancak bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olan ve evliliği devam eden yabancılar Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir. Başvuru sahiplerinde; a) Aile birliği içinde yaşama, b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama, c) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmama, şartları aranır. Bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldır evli olan ve evlilikleri devam eden yabancılar, kanunun aradığı şartların varlığı halinde Türk vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulunurlar. Şartların eksiksiz olması halinde, başvuruda bulunabilecek olan yabancıların durumu Vatandaşlık Başvuru İnceleme Komisyonunca incelendikten sonra durumu uygun görülenlerin vatandaşlığa alınmaları için hazırlanan dosyaları İçişleri Bakanlığına gönderilecektir. 16. madde hükmünün aradığı şartlardan biri de evlilik birliği ile bağdaşmayacak faaliyette bulunmamaktır. Bu faaliyetlerin neler olduğu kanunda açıklanmasa da Kanunun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte§ fuhuş yapmak ve fuhuşa aracılık etmek * RGT: 22.02.1964, 11638. RGT: 12.06.2003, 25136. ‡ RGT: 12.06.2009, 27256. § RGT: 06.04.2010, 27544. † 210 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gibi davranışların açıkça evlilik birliği ile bağdaşmayacak şekilde sakıncalı faaliyetlerden olduğu belirtilmektedir (Ergin,2005:65;Erdem, 2010:137). 2.3.2. Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun Yabancıların Türkiye’de çalışmaları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından çalışma izni almış olmalarına bağlıdır. Yabancının çalışması milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak ve genel sağlık için tehdit oluşturması hallerinde çalışma izni ve iznin uzatılması talebi reddedilir (Yenidünya, İnsan Ticareti Suçu, 2007:48-49). Türkiye’de çalışmak isteyen bir yabancı Türkiye’ye çalışma vizesi ile girilebilir. Ancak yabancının çalışma vizesinden muaf tutulduğu bazı haller vardır. Türkiye’ye turistik vize ile giriş yapan yabancı, Türkiye’de bir aydan fazla kalırsa ikamet izni almak zorundadır. Bu yabancı Türkiye’de çalışmak isterse öncelikle İçişleri Bakanlığından en az altı ay süreli ikamet izni almak zorundadır. Öğrenim amaçlı ikamet izni dışında herhangi bir sebebe istinaden en az altı ay süreli ikamet izni alan yabancı bu izni aldıktan sonra ve herhalde ikamet izninin süresi dolmadan, çalışma izni için yurtiçinde Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabilecektir. Bu şekilde çalışma iznini yurtiçinde Bakanlıktan alan yabancıdan çalışma vizesi koşulu aranmayacaktır. Çünkü bu yabancı, çalışma izni başvurusunu yurtiçinden yapmış ve ikamet iznini almıştır. Ancak öğrenim amacı dışında herhangi bir sebebe istinaden en az altı ay süreli ikamet izni almış bulunan ve bu iznin süresi içinde kendisine çalışma izni verilmiş bulunan yabancıların çalışma vizesinden muaf tutulamayacağı haller de vardır. Turizm sektörü gibi insan ticaretine konu olabilecek alanlarda çalışacak yabancılara verilecek çalışma izni bakımından altı aylık ikamet izni almış olmaları dikkate alınmaksızın her defasında Türkiye’de dış temsilciliklerinden çalışma vizesi almaları koşulu aranacaktır (Çelikel, 2010:130). Yabancıların çalışma izinleri hakkında kanunun uygulama yönetmeliğinde düzenlenen bu hüküm ile insan ticaretinin önüne engel koyulmak istenmiştir (Yenidünya ve Arslan, Türk Hukukunda İnsan Ticaretine İlişkin Yasal Düzenlemeler, 2009:55) Aynı yasa, Türkiye’de kaçak çalışanlar hakkında idari para cezasına hükmedileceğini düzenlemiş olsa da; insan ticareti mağdurları çoğu kez kaçak olarak çalışmalarına rağmen, kendi iradeleri ile değil, rızaları hilafına çalışmaktadırlar. Bu nedenle idari para cezaları yaptırımını zaten mağdur olan bu yabancılar için uygulamak yerinde değildir. 4817 sayılı yasa dışında, yabancı kadınların fuhuş amacıyla ticaretini önlemek için Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğünde* yabancı kadınların genel kadın olarak tescil edilmesi yasaklanmıştır. 2.3.3. Pasaport Kanunu Tacirlerin mağdurlara karşı kullandıkları baskı araçlarından biri de pasaportlarına elkoyarak onları fuhuşa zorlamaktır. Mağdurlar hukuki süreç sonunda Yabancıların İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanuna† göre fuhuşa karıştıkları için muzır şahıs kabul edilip sınırdışı edilmektedirler. Bunun yanında bir de Türkiye’de haklarında fuhuş yapmaktan idari işlem yapıldığı için, gerek bu kanunun m. 22 hükmü, gerekse Pasaport Kanunu’nun m. 8 hükmüne binaen Türkiye’ye girmeleri * † RGT: 19.04.1961, 10786. RGT: 24.07.1950, 7564. 211 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara yasaklanmaktadır (Dinler, 2010:209). “Fahişeler ve kadınları fuhşa sevkederek geçinmeyi meslek edinenler beyaz kadın ticareti yapanlar ve her nevi kaçakçıların Türkiye’ye girmesi yasaklanarak kadınların insan ticaretine konu edilmelerini önleyici tedbir alınmak istenmiştir (Yenidünya, İnsan Ticareti Suçu, 2007:52). 2.4. Uluslararası Belgelerde İnsan ticareti suçu sınır aşan bir suç olması nedeniyle birçok uluslararası düzenlemede yer bulmuştur. Beyaz Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi Sözleşme 18 Mayıs 1904 tarihinde Paris’te yapılan konferansta 13 ülkenin katılımıyla kabul edilmiştir. Sözleşmenin insan ticareti konusundaki önemi, bu alanda imzalanan ilk uluslararası belge olmasından kaynaklanmaktadır (Yenidünya, 2007:103). Bu belge insan ticareti fillerinin cezalandırılmasından çok insan ticareti mağdurlarının korunmasını amaçlamıştır. (Arslan, Temel, Aydın, Şen, Doğan ve Bacaksız, 2006:1) Beyaz Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi Bu sözleşme 18 Mayıs 1904 tarihinde imzalanan sözleşmeye ek olarak yayınlanmıştır. Bir başkasının ihtiraslarını tatmin etmek üzere hile ile yahut şiddet, tehdit, nüfuzun kötüye kullanılması ya da başkaca bir zorlama suretiyle reşit bir kadın ya da kızı sefahat için ayartan, sürükleyen yahut baştan çıkaran kişi, suç teşkil eden çeşitli eylemler değişik ülkeler de yapılmış olsa da cezalandırılır (Gemalmaz, 2007:519) şeklinde düzenleme yapılarak insan ticareti faillerinin cezalandırılması düzenlenmiştir. Kadın ve Çocuk Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi 30 Eylül 1921 tarihinde Milletler Cemiyeti bünyesinde kabul edilmiş olup, 1910 tarihli sözleşmeden ayrı olarak insan ticareti suçunun konusunun sadece kadınlar değil, kız ve erkek çocuklar olduğu eklenmiştir (Yenidünya, 2007:105). Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi 11 Ekim 1933 tarihli sözleşmede, reşit bir kadını veya kızı kendi rızasıyla bile olsa fuhuş amacıyla kullanan, buna sürükleyen veya buna teşebbüs eden veyahut hazırlık eylemlerinde bulunan kişilerin bu fiili hangi ülkede gerçekleştirirlerse gerçekleştirsinler cezalandırılacağı düzenlenmiştir* . Birleşmiş Milletler İnsan Ticaretinin ve Fuhuş Amacıyla İstismarın Önlenmesi Sözleşmesi Milletler tarafından oluşturulan 2 Aralık 1949 tarihli sözleşme; 1904, 1910, 1921 ve 1933 tarihli sözleşmelerin önemli hükümlerinin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur (Ayata, Eryılmaz-Dilek ve Oder, 2010:297). Kölelik, Köle Ticareti, Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan Kaldırılmasına Dair Ek Sözleşme Sözleşmede† köle, kölelik, köle ticareti kavramları izah edilmiş, köle ticareti ve teşebbüsün suç olması öngörülmektedir. * (http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc015/kanuntbmmc015/kanuntbmmc01 502693.pdf). Erişim Tarihi:02.02.2012. † RGT: 06.01.1964, 11599. 212 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokol Bu protokol* devletlerin çocuk satışını, çocuk fahişeliğini ve çocuk pornografisini yasaklamalarını ve bu fiillerin ülke içinde veya ülke dışında işlendiğine bakmaksızın suç veya ceza yasalarının kapsamına almalarını öngörür. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Beyanname† 10 Aralık 1948’de ilan edilmiş olup hiç kimsenin kölelik veya kulluk altında bulundurulamayacağını; kölelik ve köle ticaretinin her türlü şekliyle yasak olduğu düzenler. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Antlaşma‡ 3 Eylül 1952’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 4. Maddesinde hiç kimsenin köle ve kul halinde tutulamayacağı, hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı veya mecburi çalışmaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme Hiç kimsenin köle veya kul durumunda tutulamayacağı; kölelik ve köle ticaretinin her şeklinin yasaklanacağı, hiç kimseden zorla ya da zorunlu olarak çalışması istenemeyeceği düzenlenen antlaşma§ 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren antlaşmada** taraf devletlere kadın ticareti ve fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dâhil gerekli bütün önlemleri almaları yükümlülüğü yüklenmiştir. Çocuk Hakları Sözleşmesi 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme†† ile taraf devletler, çocuğu, her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı koruma güvencesi verirler ve çocukların kaçırılmaları satılmaları veya fuhşa konu olmalarını önlemek için her türlü önlemi alma yükümlülüğü altına girerler. Palermo Protokolü Bu Protokolde‡‡ kadın ve çocuklara özel önem verilerek, insan ticaretini önlemek ve mücadele etmek, insan ticareti mağdurlarını korumak ve onlara yardım etmek amaçlanmıştır. “İnsan ticareti”, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya * RGT: 28.06.2002, 24799. RGT: 27.05 1949, 7217. ‡ RGT: 19.03.1954, 8226. § RGT: 21.07.2003, 25175. ** RGT: 25.06.1985, 18792. †† RGT: 27.01.1995, 22184. ‡‡ RGT: 18.03.2003, 25052 † 213 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir şeklinde tanımlanmıştır, mevzuatımızda geçerli olan insan ticareti tanımı bu protokole dayanarak hazırlanmıştır. İnsan Ticaretine Karşı Avrupa Sözleşmesi Sözleşmenin amacı Cinsiyetlerin eşitliğini garantilemek, insan ticaretini engellemek ve mücadele etmek, insan ticareti mağdurlarının temel hak ve özgürlüklerini korumak, insan ticaretinde uluslararası işbirliğini desteklemek olup, sözleşmede Palermo protokolündeki insan ticareti kavramı benimsenmiştir ve devletlere insan ticaretine ilişkin fiillerin yaptırım bağlanması yükümlülüğü getirmiştir, sözleşme 1 Şubat 2008 tarihinden beri yürürlüktedir. 3. AMAÇ Dünyada insan ticareti, büyük ölçüde cinsel sömürü saikıyla yapılmakta ve bu suça maruz kalanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2009 yılı itibariyle, 12,3 milyon insanın zorla çalıştırıldığını, hizmet ettirildiği veya fuhuş amacıyla kullanıldığını tahmin etmektedir (Dinler, 2010:196). Yüzde 56’sını kadın ve kızların oluşturduğu 1,3 milyon kişi fuhuş amacıyla çalıştırılmaktadır. İnsan ticareti suçunun mağdurları genellikle kadınlar ve çocuklardır. Mağdurlar, çoğunlukla erkek olan failler tarafından başka amaçlarla kandırılmakta ve genellikle fuhşa sürüklenmektedir. Dünyada insan ticareti suçu, ekonomik ve refah seviyesi düşük yerlerden yüksek yerlere doğru bir seyir içindedir. İnsan ticareti suçu sadece mağdurları ve failleri yönünden ilgi konusu olmamaktadır. Bu faaliyetin yarattığı sorunlar, özellikle hedef ülke açısından istihdam politikasını, kamu sağlığını ve göçmen politikasını etkileyen ve bu alanları yakından ilgilendiren bir konudur (Değirmenci, 2006:58). İnsan ticareti ile ilgili olarak ulusal ve uluslararası boyutta yasal ve idari birçok düzenleme yapılmaktadır (Jahıc ve Karan, 2006). Ülkemiz, her çağdaş ve demokratik devletin insan hakları bağlamında vazgeçilmez kabul ettiği değerlerine katkıda bulunmak amacıyla tüm uluslararası suç önleme eylemlerini destelemektedir (Arslan, 2004:20). 4. TARTIŞMA İnsan ticaretinin giderek artan oranlarda tüm dünya ülkelerini ilgilendiren bir olgu olmaktadır. Temel insan hakları ihlallerine yol açan modern kölelik denilebilecek insan ticareti olgusu uluslararası sözleşmelerde yerini bulmuş ve uluslararası kuruluşlarca daha önem verilir hale gelmiş olsa da; uluslararası hukukun gücü ve uluslararası kuruluşların önlemlerinin uygulanabilirliği tartışma konusu olmaktadır. Bu alanda Türkiye iç hukukunda, uluslararası hukuka uygun düzenlemeler yaparak insan ticaretini önleme çabasındadır (Vural, 2007:5). İnsan ticareti bazı zamanlar organize şekilde işlenen bir suçtur, bu nedenle en az iki ülkeyi birden ilgilendirir ve ülkelerin kolluklarının birlikte çalışmasını gerektirir(Dinler, 2010:206). 5. SONUÇ VE ÖNERİLER İnsan ticareti ile insanlık onuru yok sayılıp, insan adeta bir meta gibi alınıp, satılabilen, tüketilebilen bir varlık haline getirilmektedir. İnsan ticaretinin adap, ahlak ve insan haklarını temelde ihlal ettiği açıkça ortadadır. 214 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İnsan ticareti mağdurları çoğunlukla bulunduklarında bir suçlu gibi muamele görmekte ve genellikle soruşturmaya tabi tutulmaktadır. Oysaki insan ticareti mağdurları ne insan ticaretinin ne de fuhuş suçunun faili konumdadır. Bu sebeplerle devlet adli ve kolluk makamlarını insan ticareti konusunda daha ayrıntılı bir biçimde bilgilendirmelidir. Mağdurların genellikle yabancı olması nedeniyle anlaşma problemi de uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Bunun önüne geçmek için çeviri desteği sağlanmalıdır. Fuhuş amaçlı insan ticaretine konu olan mağdurlar çoğunlukla toplum tarafından hayat kadını olarak nitelendirilmekte ve mağdurken suçlu pozisyonuna itmektedir. Toplumunda insan ticareti hususunda bilgilendirilmelidir. Bu mağdurların zorlama yoluyla ülkeye getirildikleri unutulmamalı, bu kişilerin sığınabilecekleri, yardım talep edebilecekleri mekanizmalar oluşturulmalıdır. İnsan ticareti suçu çoğunlukla sınıraşan nitelikte olduğundan uluslararası işbirliği sıkı tutulmalı, uluslararası sözleşmelerin sağlıklı bir biçimde nakli ve yürütülmesi sağlanmalıdır. KAYNAKÇA Arslan, Ç. (2004). İnsan Ticareti Suçu. AÜHFD , 19-83. Arslan, Ç., & Azizağaoğlu, B. (2004). Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi. Ankara: Asil Yayın Dağıtım. Arslan, Ç., Temel, İ., Aydın, Y., Şen, F., Doğan, K., & Bacaksız, P. (2006). Türkiye'de İnsan Ticareti ile Mücadelede Yaa Uygulama ile İlgili Stratejik Bir Yaklaşım. Ankara: Uluslararası Göç Örgütü. Artuk, M. E., Gökcen, A., & Yenidünya, A. C. (2010). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Turhan Kitabevi. Ayata, G., Eryılmaz-Dilek, S., & Oder, B. E. (2010). Kadın Hakları Uluslararası Hukuk ve Uygulama. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Çelikel, A. (2010). Yabancılar Hukuku. İstanbul: Beta Basım. Değirmenci, O. (2006). Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda İnsan Ticareti Suçu. TBBD , 57-95. Dinler, V. (2010). Cinsel Sömürü Amaçlı İnsan Tİcareti Suçunun Yöntemi ve Mağdurları(Isparta Örneği). M. A. Sözer, O. Ö. Demir, & S. Özeren içinde, Yerelden Küreselel Sınıraşan Suçlar (s. 189-215). Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Dinler, V. (2010). Cinsel Sömürü Amaçlı İnsan Ticareti Suçunun Yöntemi ve Mağdurları. M. A. Sözer, O. Ö. Demir, & S. Özeren içinde, Yerelden Küresele Sınıraşan Suçlar (s. 189-215). Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Dönmezer, S., & Erman, S. (1985). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kıssım. İstanbul: Filiz Kitabevi. Erdem, B. B. (2010). Türk Vatandaşlık Hukuku. İstanbul: Beta Basım. Erem, F., Danışman, A., & Artuk, M. E. (1997). Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Gemalmaz, S. (2007). Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş. İstanbul: Legal Yayıncılık. Hakeri, H. (2004). Göçme Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti Suçu. KHukA . 215 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İçel, K., Sokullu-Akıncı, F., Özgenç, İ., Sözüer, A., Mahmutoğlu, F. S., & Ünver, Y. (2000). İçel Suç Teorisi. İstanbul: Beta Yayıncılık. İlhan, M. (2011, 10 12). Yasadışı Göç ve İnsan Ticareti. 03 12, 2012 tarihinde http://www.caginpolisi.com.tr/v1/yazdir.php?art_id=2764. adresinden alındı Jahıc, G., & Karan, U. (2006). Türk Ceza ve Ceza Usul Hukuku ve Fuhuş Amaçlı İnsan Ticareti Suçunda Yaşanan Sorunlar. TBB Dergisi , 97-110. Kaboğlu, İ. Ö. (2002). Özgürlükler Hukuku. Ankara: İmge Kitabevi. Koca, M. (2003). İnsan Yağması (Sömürüsü) Suçu (TCK m. 201b). AÜHFD , 141170. Kocasakal, Ü. (2003). İnsan Ticareti Suçu. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , 39-79. Nomer, E. (2005). Vatandaşlık Hukuku. İstanbul: Filiz Kitabevi. Özbek, V. Ö., Kanbur, N., Doğan, K., Bacaksız, P., & Tepe, İ. (2010). Türk Ceza Hukuku Özel HÜkümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Öztürk, B., & Erdem, M. R. (2011). Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Pazarcı, H. (2010). Uluslararası Hukuk. Ankara: Turhan Kitabevi. Renk, B., & Demir, O. Ö. (13(1)). İnsan Ticareti ve Yasal Düzenlemeler. Polis Bilimleri Dergisi , 51-76. Sargın, F. (2004). Türk Vatandaşlığı Kanunu'nda Değişiklik Yapan 2003 Tarihli ve 4866 Sayılı Kanun Kapsamında Bir Değerlendirme. AÜHFD , 27-63. Soyaslan, D. (2010). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Yetkin Yayınları. Tezcan, D., Erdem, M. R., & Önok, M. (2010). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Vural, D. G. (2007). Uluslararası Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi . Isparta. Yenidünya, C. (2007). İnsan Ticareti Suçu. Ankara: Turhan Kitabevi. Yenidünya, C., & Arslan, Ç. (2009). Türk Hukukunda İnsan Ticaretine İlişkin Yasal Düzenlemeler. Türk Hukukunda İnsan Ticareti Suçu El Kitabı (s. 52-86). Ankara. 216 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA KARŞI ŞİDDETE MEDYANIN YAKLAŞIMI VE HABERTÜRK GAZETESİ’NİN YAPTIĞI HABER ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Barış BULUNMAZ ÖZET Türkiye, kadına karşı uygulanan şiddetin her geçen gün arttığı ve medya aracılığıyla bunun kamuoyuna yansıdığı oldukça önemli bir süreçten geçmektedir. Sosyal, kültürel ya da ekonomik açıdan ülkeler arasındaki farklılıklar, eğitim düzeyinin düşük ya da yüksek olması veya toplumsal algının çok farklı noktalara varması gibi hangi sebeple olursa olsun, kadına karşı gösterilen her türlü şiddetin savunulacak hiçbir tarafı bulunmamaktadır. Teknolojik imkanların fazlalaşması, teknolojinin kullanım alanının genişlemesi ve yaygınlığının artması gibi nedenlere bağlı olarak da düşünebileceğimiz enformasyonun yayılma alanı ve hızı, kadına karşı artan şiddeti günümüzde daha belirgin ve somut bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada amaç, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesidir. Bu çerçevede öncelikli olarak, kadına şiddet olgusu üzerine değerlendirmeler yapılarak, bilgiler verilecektir. Daha sonra ise, ulusal medya içerisinde yer alan ve tiraj rakamları dikkate alınarak belirlenen tiraj sıralamasındaki ilk beş gazetenin ve köşe yazarlarının, haberin verildiği günü takip eden dört gün içerisinde öncelikli olarak konuya değinip değinmedikleri ve buna bağlı olarak da konuyu ele alan yazarların, bu konu ile ilgili yazdıkları yazılarda konuya hangi tarafından yaklaştıkları ve davranış şekillerinin nasıl oluştuğu yönünde analizler gerçekleştirilecektir. Anahtar Kelimeler: Kadın, Şiddet, Medya, Habertürk Gazetesi MEDIA APPROACH TO VIOLENCE AGAINST WOMEN AND A RESEARCH ON HABERTÜRK NEWSPAPER’S NEWS ABSTRACT Turkey passes through a very important process that violence against women increases with each passing day and reflected to public opinion via the media. Regardless of which reason -social, cultural or economic differences between countries, lower or higher level of education, social perception- all forms of violence against women is untenable. Growing technological opportunities and the increase of technology usage influenced the scope and speed of information propagation. In this case, increasing violence against women reveals more specific and concrete way at the present day. Aim of this study is to analyze reactions of the national newspapers after the headline –“The last point of violence against women”- and the related photograph published in the Habertürk newspaper on October 7, 2011. Within this framework, first of all the evaluation on cases of violence against women will be done and the information will be given. Subsequently, analyze will be made on national newspapers that ranking first in five of the newspaper's circulation and their columnist’s reactions within four days following the date given in the news. Keywords: Women, Violence, Media, Habertürk Newspaper Yrd. Doç. Dr., Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, barisbulunmaz@maltepe.edu.tr 217 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 1. GİRİŞ Enformasyonun yayılma hızı ve bilgiye ulaşma bakımından son derece önemli bir konumda bulunan kitle iletişim araçları, içinde yaşadığımız çağın gereklerine uygun bir şekilde, yeni medya ve iletişim teknolojilerinin de desteğiyle farklı bir boyuta taşınmıştır. Özellikle internet teknolojisinin ortaya çıkması ve bu teknolojinin kullanım alanının genişleyerek daha hızlı bir hale gelmesi ile de, toplumsal gelişmelere karşı olan duyarlılık ve bireyin tepki alanının artması, ‘yapanın’ sadece yaptığıyla kalmayıp, tepkisel bir kamuoyunun oluşmasına zemin hazırladığı da söylenebilir. Geçmişten günümüze iletişim yollarının ya da iletişim araçlarının geçtiği evreleri ve bugün geldiği konumu düşündüğümüzde, günümüzde artık herhangi bir olayın, sözün ya da gelişmenin gizli kalabilme ihtimalinin oldukça az olduğunu söyleyebiliriz. Haberi ulaştırmak için at sırtında kilometrelerce ve günlerce haber ulaştırmak için giden ulaklardan, yaşadığımız bilgi ve iletişim çağında tek bir tuşa dokunarak dünyanın bir ucundaki gelişmeleri saniyeler içerisinde önümüze getiren bir imkana kavuştuk. Bu çerçevede, en temel kitle iletişim araçlarından günümüzün sınır tanımaz internet teknolojisine kadar tüm kitle iletişim araçlarının ya da günümüzün kavramsallaşan ifadesiyle medyanın, en temel işlevleri kamuoyu oluşturmak ve oluşan kamuoyunu bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Medya bu işlevini yerine getirirken sadece kişilerin belirli bir konu ile ilgili olarak haber alma ihtiyaçlarını karşılamamakta, aynı zamanda kişi ve grupları belirli bir olaya yönelik olarak toplumsal reaksiyon oluşturabilme adına bir güdüleme işlevini de yerine getirmektedir. Medyanın doğru ve düzgün işleyen bir kamuoyu oluşturma noktasında etkisi son derece büyüktür. Medyanın haber verme, motivasyon ya da eğlence gibi birçok işlevinin de ötesinde, en önemli rolü belirli bir algı yaratarak, o algıyı yönlendirme gücünü elinde bulundurmasıdır. Bu nedenle günümüzde medya sadece herhangi bir olgu-olay-haber üçgeni içinde çift taraflı bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal algının belirli bir yöne doğru ‘evrimleşmesi’ adına da çok önemli bir konumda bulunmaktadır. Yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü erk olarak adlandırılan medya, küreselleşmenin etkisiyle oluşan yeni dünya düzeninde, hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle değerlendirebileceğimiz şekliyle kültüre yönelik etkileri ve kültürel dezenformasyonun oluşmasında da baş etkenlerden biridir. Medyanın bu gücü ve etkinliği toplumsal birçok olayda, yine medya üzerinden oluşturulan ‘fikir havuzu’ içerisinde, bir algı yaratma bakımından oldukça kritik bir noktada bulunmaktadır. Özellikle, toplumsal duyarlılığın belirli bir noktada toplanması ve sinerji yaratmasını gerektiren kadına şiddet konusunda, medyanın olaya yaklaşımı, olayı yansıtış biçimi, kamuoyu oluşturma bakımından kendine biçtiği rol ve de söz konusu olayı takip etme konusunda gösterdiği yaklaşım çok önemlidir. Bu bağlamda, Türkiye özellikle son bir yıl içerisinde kadına karşı uygulanan ve her geçen gün artarak devam eden şiddet, bunun medyada yansımaları ve oluşan tepkilere bağlı olarak son derece önemli bir süreçten geçmektedir. Bu sürecin yarattığı atmosfer ve her gün karşı karşıya kaldığımız kadına şiddete yönelik olaylar ve haberler neticesinde, bu çalışmada öncelikle kadına şiddete yönelik olarak psikolojik ve sosyolojik açıdan bilgiler verilecektir. Daha sonra ise, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaca yönelik olarak da, ulusal medya içerisinde yer alan ve tiraj rakamları dikkate alınarak belirlenen tiraj sıralamasındaki ilk beş gazetenin ve köşe yazarlarının, haberin verildiği günü takip eden dört gün içerisinde öncelikli olarak konuya değinip değinmedikleri ve buna bağlı olarak da konuyu ele alan yazarların, bu konu ile ilgili yazdıkları yazılarda konuya hangi tarafından yaklaştıkları ve davranış şekillerinin nasıl oluştuğu yönünde analizler gerçekleştirilecektir. 218 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 2. KADINA KARŞI ŞİDDET VE MEDYA Kadına karşı şiddet ve medyanın şiddete yaklaşımını teorik bir zemine oturtabilmek için öncelikli olarak şiddetin tanımı, şiddetin türleri ve çeşitleri üzerinde durmak, daha sonra ise kadın ve şiddet konusunda kitle iletişim araçlarının saldırganlık olgusuna yaklaşımı ile medyanın kadını sunuş şekli ve şiddeti haberleştirmesini irdelemek konunun anlaşılması adına çok daha sağlıklı olacaktır. İnsanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, birçok bireysel ve toplumsal öğe ile birlikte karmaşık bir yapı ortaya koymaktadır. Bu nedenle şiddet olgusunu tanımlamak ve ortaya çıkarmak da kolay olmamaktadır. Kendini çok farklı biçimlerde gösterebilen şiddet olgusu, günümüzde gerek bireysel ve gerekse toplumsal boyutta sık sık karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Baskı, eziyet, korkutma, sindirme, öldürme, cezalandırma, başkaldırı, her toplumda derece derece fakat sürekli bir biçimde günlük yaşamda rastlanan şiddet türleridir (Kocacık, 2001:1). Türk Dil Kurumu Arapça kökenli şiddet kelimesi ile ilgili olarak yaptığı tanımlamalardan birinde şiddeti, karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma şeklinde tanımlayarak (Türk Dil Kurumu, 2012), şiddetin fiziksel bir güç kullanma yönünü ön plana çıkartmıştır. Şiddet bireysel ve toplumsal bir olgu olarak psikolojik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik boyutları olan bir olgudur. İnsanın doğasında mevcut bastırılmış bir davranış biçimi olan şiddet; sert, katı davranıştır. İnandırma ve ikna yerine, kaba söz ve kuvvet kullanma şeklinde ortaya çıkar. Kasıtlı olarak “anlamın çarpıtılması” ve “aşağılayıcı davranışlara ya da dile başvurma” da şiddet kapsamında değerlendirilebilir (Tutar, 2011). Şiddet, terimsel anlamda, her bir aktörün başka bir aktör üzerinde belli bir amaç doğrultusunda belli stratejileri izleyerek bireysel ya da kolektif güç kullanma durumudur. Güç, realist paradigmada Machiavelli’nin de telaffuz ettiği gibi amaçlara ulaşmak için gerekli bir araçtır. Gücü elinde bulunduran aktör, gücünün devamlılığını sağlamlaştırma doğrultusunda hareket ederek bunun meşru olduğu iddiasından da asla vazgeçmemektedir. Bir başka deyişle, şiddetin toplum içinde, toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl kabul gördüğü de önemlidir. Çünkü kabul gören şiddet de meşrudur. Hatta şiddet genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa sorun olarak görülmez ve sorun çözmenin bir aracı olarak onay görür (Ergil, 2001: 40; akt. Özçelik, 2010). Bu nedenle şiddetin kanıksanması ve alışkanlık haline gelmesi konusu, toplumsal reflekslerin yaklaşımı kadar kültürel öğelerin de birlikte düşünülmesini gerektiren bir sorunsalı ortaya çıkarmaktadır. Şiddet kavramı sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma olarak tanımlanır. Şiddet olayları ise; insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanmaktadır (Ünsal, 1996: 29; akt. Kocacık, 2001:2). Bu tanım ise şiddetin korku etkisini vurgulamaktadır. Fransızca’da ise şiddet (violence), bir kişiye güç veya baskı uygulayarak; istediği bir şey yapmak ya da yaptırmak şeklinde tanımlanmaktadır. Burada şiddet uygulama eylemleri; zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ya da işkence, vurma ve yaralama olarak yer alıyor (Kocacık, 2001: 2). Fransızca’da istenilenin gerçekleştirilmesi adına yapılan davranış şekli olarak açıklanan şiddet tanımı, fiziksel bir davranış şekli olmasının yanında, psikolojik yönünü de ön plana çıkarmıştır. Şiddet, aynı zamanda bireylerin ya da grupların bir güç gösterisi şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bireyler ya da gruplar şiddeti bir siyasi avantaj elde etmek için kullanmaktadırlar. Bu nedenle bireyler kendi kişisel şiddet yeteneklerini sergilemeye önem vermektedirler. Buradan da “Şiddet, şiddeti doğurur” eğiliminin insan beyninin psikolojik yapısından kaynaklanmaktan çok, insanlar arası ve sosyal etkileşimin temel ve belki de evrensel bir mantığından geldiği iddia edilebilir (Riches, 1989: 18; akt. Kılıç, 2009: 15). Bu nedenle şiddetin ne şekilde ya da ne yönüyle olursa olsun, fiziksel veya psikolojik olmasından çok, kişiler ya da gruplar arasındaki ‘iktidar mücadelesinin’ bir ürünü olduğunu söylemek çok gerçekçi olacaktır. Bir tarafın diğer tarafa her çeşit yoldan kendi gücünü göstererek, gayri ahlaki bir şekilde egemen olma mücadelesinin bir tezahürü olarak da değerlendirilebilir. Şiddet türlerine de değinecek olursak; intihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığından kaynaklanan kendine karşı şiddet, kültürel bir şiddet türü olarak kan davası olgusu, yine kültürel 219 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara anlamda onay gören namus cinayetleri, kitlesel katliam boyutlarındaki trafik kazaları, adak ve kurban teşhiri, zorla bekaret kontrolleri, dövüşme ve kaba güç gibi bazı erkeklik özelliklerin abartılması ile ortaya çıkan şiddet ve son olarak da aile içi şiddetin öne çıktığını söyleyebiliriz (Özçelik, 2010). Aile içi şiddet, ülkemizde ve dünyada, evlilikte rastlanılan en yaygın, en ciddi sorundur. Bir ailede bir türde şiddet yaşanıyorsa, genellikle bu diğer türlerde de şiddetin yaşandığına dair bir işaret olabilmektedir (Vahip, 2002: 318; akt. Erbek vd., 2004: 202). Kadına yönelik saldırganlık sorununun bu zamana kadar ilgi çekmemesi, sorunun yaygınlığının ortaya konulamamasına, eşler arasındaki şiddetin olağan kabul edilmesine ve sorunun inkar edilmesine bağlanmıştır (Özkan ve Böke, 1994; akt. Erbek vd., 2004: 202). Özellikle aile içi şiddet, çalışmanın ana konusu olan kadına karşı şiddet ile doğrudan bağlantılı olarak düşünmeyi de beraberinde getirmektedir. Altınay ve Arat Tübitak tarafından desteklenen araştırmalarında, kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelenin nasıl geliştiğini ve evli kadınların şiddetle ilgili görüşlerini ve deneyimlerini incelemişlerdir. Araştırma, Türkiye’de kadınların çoğunluğunun şiddeti meşru görmediklerini ve kadın-erkek ilişkilerinde eşlitlik istediklerini ortaya koymaktadır. Her on kadından dokuzuna göre “Haklı görülebilecek dayak yoktur.” 1980’lerden bu yana kadına yonelik şiddetle mücadeleye odaklanan feminist siyaset doğrudan veya dolaylı olarak (örneğin medyanın söyleminde değişikliklere yol açarak) Türkiye’deki kadınlara ulaşmış görünmektedir. Bu sonuç kadın kuruluşlarının mücadelelerinde yalnız olmadıkları veya kadınlar nezdinde marjinal kalmadıkları şeklinde yorumlanabilir. Altınay ve Arat’a göre her ne kadar kadının insan haklarından yana eşitlikçi değerler yaygın kabul görse de, yaptıkları çalışmada aynı zamanda Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel şiddet yaşadığını ortaya koymuşlardır. Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli arttırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Ayrıca, çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat arttırdığı gözlenmiştir. Şiddet döngüsü denen bu olgu, şiddet içermeyen bir ortamda toplumsallaşmanın önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu bağlamda şiddete karşı toplumsal duyarlılığın arttırılması, çeşitli iletişim kanalları ve ders kitapları yoluyla şiddetin bir sorun çözme yöntemi olmadığının topluma yayılması önemlidir (Altınay ve Arat, 2007: 110). Bilhassa kitle iletişim araçları ve medyanın kötü bir olay gerçekleştiğinde konuyu manşete taşımalarından çok, kadına şiddet olgusunu sürekli gündemde tutarak devamlılık arz eden bir yaklaşım tarzında bulunmaları gerekmektedir. Şiddet türlerine kadınlar açısından bakıldığında ise kadına uygulanan şiddetin daha çok bireysel ilişkiler düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir. Fiziksel, cinsel, sözel, ekonomik, psikolojik şiddet kadına uygulanan bireysel şiddet türlerini oluşturmaktadır. Bireysel olarak gerçekleştirilmesine rağmen, batı toplumlarında görülmeyen töre ve namus cinayetleri, ırkçı şiddet ile kamu görevlileri tarafından sistematik biçimde uygulanan şiddet ise sosyal ve kurumsal şiddet içinde değerlendirilmesi gereken şiddet türleridir (Kılıç, 2009: 15). Bedensel güç olarak daha avantajlı durumda olan erkeğin en çok başvurduğu şiddet çeşidi fiziksel şiddettir. Fiziksel şiddet tekme, tokat, çimdikleme, saçından çekme, sürükleme biçiminde olabileceği gibi, üzerinde sigara söndürme, yakıcı (asit gibi) bir madde dökme, odaya-eve kilitlemek, herhangi bir maddeyle vurmak da olabilir. Tabii yaralayıcı veya kesici alet (bıçak, tabanca) kullanmak ölüme bile yol açabilir. Psikolojik istismar veya şiddet, diğer bir deyişle duygusal şiddet ise, duygusal veya sözel baskı veya hırpalama şeklinde görülebilir. Örnek olarak; bağırmak, hakaret etmek, küfretmek, tehdit etmek, korkutmak, aşağılamak, alay etmek, karar vermesine izin vermemek, başka kadınlarla erkeklerle kıyaslamak, inançlarını-kökeniniişini-maaşını küçümsemek vb. verilebilir. Erkeğin kendisini her an döveceğinden korkan kadın psikolojik olarak huzursuz ve yıpranmış olur. Evi terk ederse sevdiklerine zarar vereceğini, intihar edeceğini, geçmişiyle ilgili olumsuzlukları açıklayacağını, kadını öldüreceğini söylemek, kadını dış dünyadan soyutlamak, ailesiyle arkadaşlarıyla görüştürmemek, gerekli ihtiyaçlarını karşılamasına izin vermemek de yeterince korkutucu ve kısıtlayıcı olur. Duygusal istismar her an fiziksel istismara dönüşebilir. Kadın bu durumdan o kadar tedirgindir ki, her an bir paranoya halinde olabilir ve kocasının kendini öldüreceğinden dahi korkabilir. Erkeğin boşanmadan başka 220 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara bir kadınla birlikte olması, kuma getirmesi, dini açıdan nikahladım diyerek eve ikinci bir kadın getirip birlikte yaşamaya zorlaması psikolojik şiddettir. (Özdoğan, 2010: 312-314). Ekonomik şiddetten kasıt; erkeği kadının ekonomik gelirine el koymak, elde edilen gelirden az bir miktar verip kadının bununla yetinmesini beklemek ve yetinemediğinde şiddet uygulamak, ortak kazanımlarla alınan taşınmaz mülkün tapusunu kendi üzerine yapmak gibi davranışlardır. Sözel şiddet ise, söz ve hareketlerin düzenli ve devamlı olarak korkutmak ve sindirmek amacıyla kullanılmasıyla oluşan şiddet biçimidir. En çok kadınların özgüvenlerini yitirmesi, inandıkları şeylere inançlarını kaybetmelerinde etkisini gösterir. Genellikle aşağılayıcı lakaplar takmak, dış görünüşle dalga geçmek, küfür etmek gibi davranışlarla uygulanır. Esasen aile içi şiddetin büyük bir parçası olsa da genellikle kadınlar arasında yapılan araştırmalarda kadınların bu tipten şiddeti şiddet olarak görmediği saptanmıştır. Son olarak da cinsel şiddet, kişinin isteği gözetilmeksizin cinselliğin bir zorlama ve kısıtlama aracı olarak kullanımıdır. Evlilik içi tecavüz, kadının fiziksel veya duygusal zorlamayla cinselliğe zorlanması, kadının cinsellikte tamamen bir obje olarak kullanılması, ensest ve cinsel taciz bu şiddet türünün yansımalarıdır. Kadınlar üzerindeki araştırmalar göstermiştir ki; evlilik içindeki zorlamayla cinsel ilişkiye girme kadınlarca tecavüz olarak tanımlanmamaktadır. Ancak bu şekilde tanımlanmaması kadınlar üzerindeki etkilerinde bir farklılık yaratmamakta, yine kadınlar üzerinde yıkıcı psikolojik etkiler göstermektedir (Mutlu, 2006: 26-30; akt. Gülbahar, 2011). Bu nedenle, konuyu sadece anlık bir şiddet olayı olarak düşünmek son derece hatalıdır. Uzun vadede ortaya çıkan psikolojik yıkımlar ve travmalar, kadının toplumsal hayatın içine entegre olmasını ve ‘eski hayatını’ devam ettirmesini zorlaştırmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 20 Aralık 1993 tarihli ve 44/104 sayılı kararı ile ilan edilmiş olan Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri'nin 1. maddesinde kadınlara karşı şiddet terimi, “İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ızdırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir” şeklinde tanımlanmıştır (Şahin, 2010: 5; akt. Gülbahar, 2011). Birçok kültürde ya da bazı kesimlerde kadının davranışlarıyla şiddeti hak ettiği düşünülmüştür. Şiddetin kaynağı olarak kadının kendisi gösterilmiştir. Kadından beklenen davranışları göstermemesi, kendisine biçilen rolü düzgün oynamaması (kadının asli vazifeleri olarak görülen annelik ve ev hanımlığı), kocanın ailesinin kurallarına uygun davranmaması, belki de kendi ailesinin düzenini devam ettirme isteği, şiddet görmesi için yeterli görülmektedir. Eğer kadınlık rolüne uygun davranmazsa, şiddetle karşılaşma ihtimalinin yüksek oluşu bilinciyle büyüyen kız çocukları, hem haksız bir uygulamayla karsılaşmakta hem de bunun sebebi olarak kendini görerek kendisini suçlamaktadır. Çevresi tarafından anlaşılmayacağı, hatta suçlanacağı korkusuyla şiddet gören kadın bunu paylaşmamaktadır. Belki de bir faydasının olmayacağının farkındadır. Paylaşma ona bir yarar sağlamadığı gibi, kendisi suçlu ve ‘hak eden’ olarak görülebilir (Kılıç, 2009: 20). Bu çerçevede; kadına yönelik şiddetin nedenlerini toplumsal, biyolojik ve psikolojik nedenler olmak üzere üç başlık altında toparlayabiliriz. Toplumsal nedenlere bakarsak bunların başında ataerkil toplum yapısını görürüz. Diğer dünya devletlerinde olduğundan çok daha baskın bir biçimde ülkemizde de toplumda baskın görüş aile reisinin erkek olduğu yönündedir. 2011 Türkiye Değerler Araştırması sonuçlarında bu görüşün kabul edilme oranı % 48’dir. Bu ataerkil yapı kadına şiddetin özellikle aile içindeki uygulamasının başlıca sebeplerindendir. Nitekim aile içinde otoritesini sağlamak isteyen erkek kadının belirli ‘sınırı’ aşması durumunda, daha önce kendi ailesinde de görmüş olduğu kadına şiddet eylemini göstermek eğiliminde olacaktır. Olaya diğer tarafından bakarsak da, yine bu tür şiddet eylemlerinde kendi ailesinde tanık olmuş olan kadın çoğu kez bu şiddeti sineye çekecek belki de kendi hatası olduğunu düşünerek kabullenecektir. Nitekim 2011 Türkiye Değerler Araştırmasında kadınların %27’si bazı kadınların kocalarından dayak yemeyi hak ettiğini söylemiştir. Biyolojik nedenler olarak ise, erkekteki şizofreni gibi bazı ruhsal bozukluklar ile erkeklik hormonunun etkisi söylenebilir. Son olarak psikolojik nedenlerde de; hayattan beklediğini alamama, stres, ekonomik güçlüklerin yarattığı baskı ortamı, aile yaşamındaki ani değişiklikler gösterilebilir (Gülbahar, 2011). 221 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Saldırganlık kadar saldırgan olmama davranışı da öğrenilebilir bir davranış örüntüsüdür. İletişim teknolojisindeki hızlı gelişmeler sonucunda kitle iletişim araçlarının çok yaygın olarak tüketilmesi, kitle iletişim araçlarının toplumları etkisi altına alması bu konuyu daha fazla ön plana çıkarmaktadır. Örneğin özellikle kadın bedeninin reklamlar ve diğer pornografik mesajlar yoluyla topluma sunulması, hem erkeğin kadına bakış açısını, hem de kadının kendine bakış açısını olumsuz olarak etkileyebilmekte, bu durumun içselleştirilmesine neden olabilmektedir (Aziz, 1994: 502; akt. Kocacık, 2001: 6). Kitle iletişim araçları; savaş, ırksal ayaklanmalar, silahlanmada artış, suikastlar, yargısız infazlar, adam kaçırma, işkence, tecavüz, ensest, dövülme haberleri ile bir yandan toplumu bilgilendirirken diğer yandan bu haberleri veriş üslubu ile de kendisini izleyenlere şiddeti değişik boyutlarda uygulamaktadır. Kimileri devlet adına, ırk adına, din adına, güçlü olma, sahip olma, yönetimi altına alma adına başkalarına şiddet uyguluyorlar. Çocuk yaşlarda başlayarak evde, okulda, sokakta şiddet olgusuyla karşılasan bireyler, bunu bir sorun çözme biçimi olarak algılamakta ve şiddetin sürekli olarak üretilmesine, yasamın her kesimine yerleşerek devamlılık göstermesine etkide bulunmaktadırlar (Tekin ve Gözütok, 1996: 4-5; akt. Kılıç, 2009: 18). Bu durum da, kitle iletişim araçları vasıtasıyla bireyin şiddeti kanıksamasına ve doğal karşılaşamasına imkan tanımaktadır. Demokratik yapılarda medyada tam ve özgür bir iletişim ortamının olması gerektiği miti etrafında örgütlenen medya, bu işlevini toplumun birçok grubunu dışlayarak, gerçekleştirdiğini savunmaktadır. Kitle iletişim araçları ya da bugünün popüler tanımlamasıyla medya toplumdan dışlanan birçok grup ve kesim adına konuşup, bu grupların temsil edilmeleri konusunda ise çekinceli davranmaktadır. Bu grupların en başında da kadınlar gelmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak da medya, 1960’ların sonlarından itibaren feministlerin ve feminist çalışmaların odağı haline gelmiştir (Ağduk, 2005: 2). Bireylerin düşünce ve davranışların biçimlenmesinde, değer yargılarının oluşmasında medyanın önemli ölçüde etkisi bulunmaktadır. Medyanın bireyleri ve toplumları etkileyebilme gücüne bağlı olarak, kadına ilişkin betimlemelerin nasıl yapıldığı, üzerinde durulması gereken bir konu haline gelmektedir. Medyada sunulan kadınlık betimlemeleri, kadına ve cinsiyet kimliklerine, kadın ve erkek arasındaki iktidar ilişkisine yönelik toplumsal algıyı biçimlendirmekte, mevcut kalıp yargıların pekiştirilmesini, hatta kimi zaman da üretilmesini sağlayarak, kadının ikincil konumunu güçlendirmektedir. Bu nedenle 1970’lerde başlayıp günümüze kadar devam eden feminist medya çalışmalarında kadına ilişkin betimlemeler, sembolleştirme ve sterotipler üzerine değerlendirmeler yapılmakta ve medyadaki cinsiyetçi yaklaşımın altı çizilmektedir (Kayadelen, 2010: 52-53). Medya ürünlerinde şiddetin yeralışı, gösterimi ve bunların toplum üzerindeki etkileri konusundaki araştırmalar 1950’li yılların başına gitmektedir. Medya ürünlerinde kadınlara yönelik şiddet ile ilgili araştırmaların yapılmaya başlanması ise 1970’li yıllara denk gelir. Etkiler üzerine yapılan araştırmaları, izleyici araştırmaları izlemiş daha sonrada medya ürünlerinin doğrudan metinleri üzerinde söylem (anlam çözümlemeleri) araştırmaları yapılmıştır. Şiddetin kavramsallaştırılması açısından iletişim araştırmalarında da bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Bir taraftan medya anlatılarında şiddet içeriklerini medyanın olumsuz etkileri ile ilişkilendirerek tartışmalar, ki bunlar genellikle fiziksel şiddet üzerinde durmaktadırlar, diğer tarafta da şiddeti daha geniş anlamı ile ele alıp, toplumsal iktidarın sürdürülmesi için başvurulan yollardan biri olarak ele alan çalışmalardır. Bu çalışmaların kadına yönelik şiddet sorununa yaklaşımları, şiddetin eşitsizliğin kurulduğu ve kadının baskılandığı her ortamda çıktığı varsayımı üzerine temellenir (Çelik, 2000: 13; akt. Ağduk, 2005: 4). Bu nedenle, az önce de belirttiğimiz gibi iktidar mücadelesi üzerine kurulan bir eşitsizlik ve baskının var olduğu her durumda şiddetin ortaya çıktığı söylenebilir. Medyada kadının nasıl sunulduğuna ilişkin tartışmalar, genel olarak aşağıda belirtilen kategoriler -ki bunlar birbirini dışlayan değil, birbirini içeren kategorilerdir-ekseninde yapılmaktadır (Tanrıöver, 2007: 153-166; Bek ve Binark, 2000: 4-14, akt. Kayadelen, 2010: 55). Bu kategoriler; Kadınların geleneksel rollerde sunulması Kadınların cinsel nesne olarak sunulması 222 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kadınların şiddet eyleminin hedefi olarak sunulması Kadınların erkeklerle sözde bir eşitlik içinde sunulması Kadınların simgesel olarak yok edilmesi şeklinde gruplandırılabilir. Bu gruplandırmalardan da görüleceği gibi, kadının özellikle bir ‘birey’ olarak algılanmasından ziyade, kullanılacak bir ‘obje’ ya da üzerinden rant sağlanacak bir olgu olarak ortaya çıkarıldığı söylenebilir. Şiddet haberlerinin genel olarak medyada tirajı arttırmak amaçlı haber kategorileri içinde ilk sırada olduğu biliniyor. Şiddet olaylarının birer adli vaka olarak ya da kişiselleştirilerek verilmesinin yanında, bu haberlerin devamının getirilmemesi, takip edilmemesi de üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Kadına yönelik şiddetin fiziksel ve cinsel boyutunu öne çıkaran medya, şiddetin nedenlerini kapsamlı bir biçimde tartışmaya açmayarak ikinci bir ‘şiddet’ uygulamış olmakta ve genel olarak medyada kadına yönelik şiddetle ilgili haberlerin veriliş biçimlerindeki benzerlik sürpriz olmamaktadır. Şiddet haberlerinde temel haber yazma kurallarını hiçe sayan medya, eylemi ön plana çıkararak eylemi gerçekleştirenlerin demografik özelliklerini ya hiç vermemekte ya da kısmen vermektedir. Şiddete maruz kalan kadınları birer ‘kurban’ gibi gösteren habercilik anlayışının yerleşiklik kazanması, tüm kadınlara “bir gün sıra sana da gelecek” mesajına dönüşmektedir (Sol Portal, 2011). Ancak, buna bağlı olarak da medyadan bu haberleri yapmaması kesinlikle beklenmemektedir. Aksine daha çok yapması ama birkaç hususa da dikkat etmesi beklenmektedir. Haberlerin içindeki konuyu sulandırabilecek ve önemsizleştirebilecek ilginç ayrıntılar dikkat çekmek uğruna odağa alınmamalı, şiddetin bireysel bir sorun değil toplumsal bir sorun olduğu unutulmamalı, mümkün olduğunca bu konuda çalışan STK’ların da sesine yer verilmeli, kadına yönelik şiddetle ilgili eksiklikler ve gelişmelere değinilmeli, bu tip tedbir kararlarının ilginçliğinden çok önemine vurgu yapılmalıdır. Bunlar yapıldığında kadına yönelik şiddetle mücadelede medyanın önemli bir katkısı olabilir (Erdoğan, 2009). Medya sadece kamuoyunu bilgilendirmek değil, aynı zamanda temel işlevi olan kamuoyunu bilinçlendirmek sorumluluğunu da, özellikle kadına şiddet konusunda çok dikkatli bir şekilde gerçekleştirmelidir. Diğer taraftan ise, kadına yönelik şiddetin medya tarafından, “Zengini de fakiri de, okumuşu da okumamışı da dayak yiyor” kolaycılığı ile verilmesi, şiddeti sorgulatmak ve engellemekten çok, olağan bir hale sokmaktadır. Kadına yönelik şiddetin, sosyoekonomik analizinden ziyade cinsiyet boyutu ile sınırlı kalınması, cinsiyete dayalı şiddetin genel olarak şiddet alanı ve şiddetin de toplumsal düzenle bağının kurulmamasına yol açmaktadır (Sol Portal, 2011). Televizyon ekranından çalışmamızın odaklanacağı gazetelere bir gözatıldığında, durumun pek farklı olmadığı görülebilir. Şiddet haberleri gazetelerin tiraj kazanmak için kullandıkları en önemli haber kategorisine girmektedir. Kadınlara yönelik şiddete ilişkin haberler, genellikle toplumsal yapının sarsılmayacağı şekilde verilir. Tecavüz edilmişse, kadının mutlaka ‘aranmış’ olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Dayak yemiş ise, şiddeti uygulayanın mutlaka geçerli bir nedeni olduğu savunulur. Şiddetin sunuluşunun dışında gazeteler bir taraftan da şiddetin bizzat uygulayıcılarıdır (Ağduk, 2005: 5). Kadına ilişkin ya da kadının olayın öznesi olduğu haberlerde, kadının konunun dışında yer alacak bir şekilde sadece ‘kadın’ olduğu algısı üzerinden haberin şekillendiği de çoğunlukla karşımıza çıkmaktadır. 3. HABERTÜRK GAZETESİ’NİN YAPTIĞI HABER ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA 3.1. Problem Durumu Türkiye özellikle son bir yıl içerisinde kadına karşı uygulanan ve her geçen gün artarak devam eden şiddet, bunun medyada yansımaları ve oluşan tepkilere bağlı olarak son derece 223 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara önemli bir süreçten geçmektedir. Bu sürecin yarattığı atmosfer ve her gün karşı karşıya kaldığımız kadına şiddete yönelik olaylar ve haberler neticesinde, toplumsal anlamda bir kamuoyu oluşmaktadır. Özellikle yeni medya ve iletişim teknolojilerinin, internet ile birlikte ‘farklı’ bir kamuoyu oluşturma gücüne bağlı olarak, sosyal medya ve dolayısıyla da sosyal paylaşım siteleri üzerinden de oluşan tepkiler, geleneksel medya araçlarının konuya daha bir duyarlı yaklaşmaları olanağına da meydana getirmiştir. Bu çerçevede, Türkiye için oldukça önemli bir toplumsal sorun olan kadına şiddet olgusu, dördüncü kuvvet olan medyanın olaya yaklaşımı ve kamuoyunu oluşturmadaki gücü bakımından değerlendirilmesi ve üzerinde durulması gereken son derece ciddi bir konudur. 3.2. Amaç Bu çalışmada amaç, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesidir. 3.3. Yöntem Araştırmanın yukarıda belirtilen amacına yönelik olarak, ulusal medya içerisinde yer alan ve tiraj rakamları dikkate alınarak belirlenen tiraj sıralamasındaki ilk beş gazetenin ve köşe yazarlarının, haberin verildiği günü takip eden dört gün içerisinde öncelikli olarak konuya değinip değinmedikleri ve buna bağlı olarak da konuyu ele alan yazarların, bu konu ile ilgili yazdıkları yazılarda konuya hangi tarafından yaklaştıkları ve davranış şekillerinin nasıl oluştuğu yönünde analizler gerçekleştirilecektir. Araştırmaya konu olan haber ve fotoğraf, Habertürk gazetesinde 07 Ekim 2011 Cuma günü yayınlanmıştır. Bu nedenle, haberin verildiği günü takip eden ve araştırmanın yapıldığı 08 Ekim 2011, 09 Ekim 2011, 10 Ekim 2011 ve 11 Ekim 2011 tarihleri, hem olayın tüm kitle iletişim araçlarında tartışılarak oldukça ‘sıcak’ bir gündem yaratması hem de iki gün hafta sonu, iki gün ise hafta arası olmak üzere, gazetelerin daha geniş bir yelpaze içerisindeki yazar kadrolarının değerlendirmeye alınması düşüncesiyle seçilmiştir. Araştırmanın örneklemini oluşturan Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerin seçilme nedeni ise, araştırma süresi dahilinde olan haftalık gazete satış raporları doğrultusunda (Medyatava, 2011), belirtilen beş gazetenin toplam satış rakamlarının, Tablo 1’de görüleceği gibi, Türkiye’deki gazete satış rakamlarının yarısından fazla oluşudur. Ayrıca, araştırma kapsamı içine giren Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerini, mülkiyet yapısı ve medya sahipliği açısından değerlendirdiğimizde, Türkiye’de söz sahibi olan dört ayrı medya grubunda -Posta ve Hürriyet gazeteleri aynı medya grubu altında yer almaktadır- yer alan köşe yazarlarının görüşlerinin araştırmaya dahil edildiği de görülmektedir. Tablo 1 Gazete Satış Raporları Zaman Posta Hürriyet Sabah Habertürk 5 Gazete Toplam Türkiye Toplam Oran (%) 03.10.2011 / 09.10.2011 887.810 467.383 414.636 322.050 255.136 2.347.015 4.436.094 52,09 224 10.10.2011 / 16.10.2011 938.891 464.970 419.039 334.974 251.261 2.409.135 4.494.024 53,06 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Yukarıdaki tabloda görüleceği gibi, araştırmaya dahil edilen Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerinin toplam satış rakamları, Türkiye’de satılan ulusal gazetelerin toplam satış rakamlarının yarısından fazla olduğundan, araştırmanın sonuçları üzerinden yapılacak değerlendirmelerin güvenilir olduğunu söylememiz mümkündür. 3.4. Araştırma Bulgularının Yorumlanması Araştırma bulgularının yorumlaması yapılırken, araştırmaya konu olan ve aşağıda yer alan temel soru başlıkları üzerinden bir değerlendirme yapılacaktır. Gazetenin ilk sayfasında ve diğer sayfalarında habere yer verildi mi? Habere yer verildiyse, haberin veriliş şeklindeki tepki nasıl oluştu? Gazetede gün bazında yazı yazan -tema ayrımı yapmaksızın- toplam kaç köşe yazarı vardır? Gazetede gün bazında toplam kaç köşe yazarı konuya değindi? Gazetede konuya değinen köşe yazarlarının haberin veriliş şekli ve kullanılan fotoğraf ile ilgili görüşleri olumlu mu yoksa olumsuz muydu? Gazetede konu ile ilgili yazı yazan köşe yazarlarının, yaklaşımları ve davranış şekilleri ne yönde oluştu? Yukarıda yer alan temel soru başlıkları çerçevesinde, araştırmaya dahil edilen Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerinden konu ile ilgili olarak ortaya çıkan sonuçlar ve değerlendirmeler, soru bazında sırasıyla aşağıda yer almaktadır. Çalışmanın sonuç bölümünde ise, tüm araştırmayı kapsayan genel bir değerlendirme ve analiz yapılacaktır. Soru 1… Gazetenin ilk sayfasında ve diğer sayfalarında habere yer verildi mi? Olayın gerçekleştiği günü takip eden 07 Ekim 2011 tarihinde Habertürk gazetesinin sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve habere ilişkin olarak kullandığı fotoğraf sonrasında; Zaman gazetesi, 08 Ekim 2011 tarihinde birinci sayfada ve devam eden bir şekilde onsekizinci sayfada haberi vermiştir. Ayrıca, yine 10 Ekim 2011 tarihinde dördüncü sayfada, 11 Ekim 2011 tarihinde ise birinci sayfada ve devam eden bir şekilde altıncı sayfada ve de bunun dışında ikinci sayfada habere farklı açılardan yaklaşarak yer vermiştir. Posta, Hürriyet ve Sabah gazeteleri, araştırma süresi dahilinde habere yer vermemiştir. Fotoğrafın ve haberin sahibi Habertürk gazetesi ise, 08 Ekim 2011 tarihinde birinci sayfada ve devam eden bir şekilde kırkıncı sayfada haberi vermiştir, ayrıca Fatih Altaylı’nın yirmibeşinci sayfadaki köşe yazısının giriş bölümünü vermiştir. Soru 2… Habere yer verildiyse, haberin veriliş şeklindeki tepki nasıl oluştu? Zaman gazetesi, 08 Ekim 2011 tarihinde “Kadına şiddet kanlı fotoğraflarla önlenemez” başlığı ile birinci sayfadan haberi şu şekilde vermiştir: ”Habertürk gazetesinin eşi tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen kadının kanlar içindeki fotoğrafını sürmanşetten yayımlaması kamuoyunda tepkiyle karşılandı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, hayatını kaybetmiş de olsa en başta bir kadının kişilik haklarının zedelendiğini söyledi. Gazetenin yazarları da yayını ‘utanç verici’ 225 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara bulduklarını açıkladılar. Umur Talu, “Siz hepimizi niye utandırıyorsunuz?” diye sorarken, Balçiçek İlter de “Söyleyecek laf bulamıyorum. Ölen kadının mahremiyetinden mi başlasak, şiddetin rahatsız edici fotoğrafından mı, çocukların haklarından mı?” şeklinde eleştirilerini sıraladı.” Devam eden onsekizinci sayfada ise Bakan Şahin’in kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda hazırladıkları kanun tasarısının, medyanın bu haberleri veriş biçimiyle ilgili konuları da kapsayacağını kaydettiği görüşlerine yer verilerek, Basın Konseyi Genel Sekreteri Hasan Sınar’ın yaptığı “Gazetenin manşeti, gazetecilik mesleği için tek kelimeyle utançtır.” yazılı açıklamasına yer verilmiştir. Zaman Gazetesi sürmanşette verilen fotoğrafın yanlış olduğu noktasında bir duruş sergilemiştir. Başta Bakan Şahin olmak üzere, Habertürk gazetesinin yazarlarının ifadelerine yer vererek, bir bakıma kendi görüşü destekler bir şekilde bir konumlanma gerçekleştirmiştir. 10 Ekim 2011 tarihinde ise dördüncü sayfada, “Kan donduran fotoğraf kadınları ayaklandırdı” başlığı ile fotoğrafın sansürsüz yayınlanmasına tepki gösteren kadınların, Habertürk’ün önünde eylem yaptığı belirtilmiştir ve İstanbul Feminist Kolektifi ve Sosyalist Kadın Meclisleri’nin, gazete binası önünde eylem yaparak “Kadın düşmanı medya istemiyoruz” pankartı açtığını yazmıştır. “Kanlı bedenlerimiz değil, katillerimiz teşhir edin” diye slogan atan grup adına açıklama yapan SKM sözcüsü Birsen Kaya’nın, “Bu fotoğraf, doğrudan kadına yönelik şiddetin basın eliyle yapılmasıdır. Şefika Etik’in çıplak fotoğrafı, tüm kanlı görüntüsüyle buzlanmadan kullanılmıştır. Çok açık ki bu haberde amaç kadın cinayetlerinden caydırmak değil, kadın bedenini teşhir etmek ve reyting elde etmektir.” sözlerine yer vermiştir. Ayrıca, eylemcilerin Şefika Etik’in ölümünde sığınma evlerinin olumsuz şartlarının da etkili olduğunu ifade ettikleri ve Bakan Şahin’i de eleştirdikleri habere yer verilmiştir. Son olarak, 11 Ekim 2011 tarihinde “STK’lardan Kanlı Fotoğrafa Tepki: Hasta mahremiyeti sedyede ihlal edilmiştir” başlığı ile, kadın ve hasta hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin, o fotoğrafın çekilmesine engel olmayanların da en az yayımlayan gazete kadar sorumluluğu olduğunu belirten haberini birinci sayfasına taşımıştır. Devam eden altıncı sayfada ise valiliğin kanlı fotoğraf hakkında inceleme başlattığı haberi ile STK yöneticilerinin sözlerine yer vermiştir. Bunlar dışında bağlantılı olarak, ikinci sayfada “İslam tam olarak anlaşılsa kadına şiddet olmaz” başlığı ile Hülya Koçyiğit’in sözlerine yer vermiştir. Sanatçının, o fotoğrafın şiddetin pornosu olduğunu dile getirmesinin yanında, toplumda yaşanan şiddetin en büyük sorumlusunun medya olduğunu ve medyanın; sanatı, kültürel ve sosyal yaşamı para ve reyting uğruna kurban ettiğini anlatan sözlerine yer vermiştir. Posta gazetesi, yukarıda değindiğimiz gibi araştırma süresi dahilinde habere yer vermemiştir, ancak 11 Ekim 2011 tarihinde; “Şiddete Karşı Kadın Polisi” başlığı ile kadına yönelik şiddete karşı yeni önlemler getiren yasa tasarısının, hafta içerisinde Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılacağını belirterek, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in yasanın detaylarını anlattığı sözlerine yer verilmiştir. Hürriyet gazetesi de, yukarıda değindiğimiz gibi araştırma süresi dahilinde habere yer vermemiştir, ancak 09 Ekim 2011 tarihinde; “Dayakçı kocalara tedavi” başlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in hazırlanan yasa tasarısında, sadece şiddet görenin değil şiddet uygulayanın da tedavi sistemine alınacağı ve bunların takip edileceğini belirten ve dördüncü sayfada da devam eden sözlerine yer verilmiştir. 10 Ekim 2011 tarihinde “Bir kadın cinayeti de Ankara’da” başlığı ile bir haber yer almıştır. 11 Ekim 2011 tarihinde ise, “Esmer-Sarışın Artık Kalksın” başlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i ziyaret edeceği ve erlerin sabah 226 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara talimlerinde koşarken tempo tutturmak amacıyla söyledikleri kadını küçük düşürücü söylemlere son verilmesini isteyeceği altıncı sayfada devam eden bir şekilde belirtilmiştir. Sabah gazetesi de, yukarıda değindiğimiz gibi araştırma süresi dahilinde habere yer vermemiştir, ancak 09 Ekim 2011 tarihinde; “Dayakçı Kocaya Zorunlu Psikolog” başlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in Meclis’e sevk edilecek yasa taslağındaki düzenlemeyi anlattığı haberine yer verilerek, kadına yönelik şiddete yeni formül olarak dayakçı kocanın zorunlu olarak psikoloğa gönderileceği, ücretin devlet tarafından ödeneceği ve tedaviye gidilip gidilmediğinin denetleneceği otuzdördüncü sayfada devam eden bir şekilde belirtilmiştir. 10 Ekim 2011 tarihinde ise, “Kadın Cinayetine Estetik Önlem” başlığı ile Aile Bakanlığı’nca yeni yasa tasarısı çerçevesinde şiddet mağduru kadınların estetik ameliyatla yüzlerini değiştirebileceği ve tehdit altındaki kadınlara yeni kimlik verilmesi ve yurtdışına gönderilmelerinin planlandığı yirmialtıncı sayfada devam eden bir şekilde haberleştirilmiştir. Habertürk gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde, sürmanşetinin Twitter’da dünyada en çok konuşulan ikinci konu olduğu yazılmıştır. 09 Ekim 2011 tarihinde ise, “Tartışılırken Yine Aynı Ölüm” başlığı ile Türkiye, Habertürk’e manşet olan Manisalı Şefika Etik’in ölümünü tartışırken, cinayetin bir eşinin de Osmaniye’de yaşandığı sekizinci sayfada da devam eden bir şekilde belirtilmiştir. Ayrıca, “Dayakçı Kocaya Zorunlu Tedavi” başlığı ile yine sekizinci sayfada devam eden bir haber de verilmiştir. Bunun dışında, 10 Ekim 2011 tarihinde “Ölüm randevusu kurban yine kadın” başlığı ile, Ankara’daki yeni bir kadın cinayetine ilişkin haber dördüncü sayfada devam eden bir şekilde verilmiştir. 11 Ekim 2011 tarihinde ise, “Dayakçı kocalara terapi” başlığı ile, Habertürk’ün kadına şiddetin önünü kesecek yasa tasarısının son şekline ulaştığı belirtilerek, Aile Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından, dayakçıların tedavi olacağı ve hapis cezalarının ertelenmeyeceği gibi sert tedbirlerin getirileceği onaltıncı ve onyedinci sayfalarda devam eden bir şekilde verilmiştir. Ayrıca, “Şiddet Sürüyor” başlığı ile yine onyedinci sayfada devam eden kadına yönelik şiddete ilişkin iki ayrı olayı içeren bir haber de verilmiştir. Soru 3… Gazetede gün bazında -tema ayrımı yapmaksızın- yazı yazan toplam kaç köşe yazarı vardır? Zaman gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 8, 09 Ekim 2011 tarihinde 11, 10 Ekim 2011 tarihinde 11 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 10 köşe yazarı yazı yazmıştır. Posta gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 10, 09 Ekim 2011 tarihinde 9, 10 Ekim 2011 tarihinde 5 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 10 köşe yazarı yazı yazmıştır. Hürriyet gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 15, 09 Ekim 2011 tarihinde 8, 10 Ekim 2011 tarihinde 12 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 16 köşe yazarı yazı yazmıştır. Sabah gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 23, 09 Ekim 2011 tarihinde 15, 10 Ekim 2011 tarihinde 20 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 16 köşe yazarı yazı yazmıştır. Habertürk gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 9, 09 Ekim 2011 tarihinde 14, 10 Ekim 2011 tarihinde 13 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 14 köşe yazarı yazı yazmıştır. Soru 4… Gazetede gün bazında toplam kaç köşe yazarı konuya değindi? Zaman gazetesinde dört günlük süre zarfında sadece 10 Ekim 2011 tarihinde onsekizinci sayfada, gazetenin Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı konuya değinmiştir. 227 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Posta gazetesinde dört günlük süre zarfında hiçbir köşe yazarı konuya değinmemiştir, ancak 11 Ekim 2011 tarihinde Yazgülü Aldoğan, “Hangi sorunu çözebildik?” alt başlığı ile yazısında aile içi şiddet sorununun var olduğunu ve erkeğin kadını dövdüğünü, öldürdüğünü ve de bunun aynı zamanda çocuğa yönelik bir şiddet olduğunu vurgulamıştır. Hürriyet gazetesinde dört günlük süre zarfında 08 Ekim 2011 tarihinde Ahmet Hakan, 11 Ekim 2011 tarihinde ise Yalçın Doğan ve Ayşe Arman konuya değinmişlerdir. Sabah gazetesinde dört günlük süre zarfında sadece 09 Ekim 2011 tarihinde Ayşe Özyılmazel ve Sevilay Yükselir konuya değinmiştir. Ayrıca, Haşmet Babaoğlu, “Kadın cinayetleri politiktir!” başlığını attığı yazısında, kadınların erkekler tarafından öldürülmelerinin erkeklerin eski düzenin sürmesini istemelerine bağlayarak, kadın cinayetlerindeki artışa vurgu yapmıştır. Habertürk gazetesinde dört günlük süre zarfında 08 Ekim 2011 tarihinde Fatih Altaylı, Rahşan Gülşan ve Balçiçek İlter, 09 Ekim 2011 tarihinde Umur Talu, Pakize Suda, Nihal Bengisu Karaca, Muharrem Sarıkaya ve Yavuz Semerci, 10 Ekim 2011 tarihinde Murat Bardakçı, Rahşan Gülşan ve İsmet Özkul, 11 Ekim 2011 tarihinde ise Fatih Altaylı ve Serdar Turgut konuya değinmişlerdir. Soru 5… Gazetede konuya değinen köşe yazarlarının haberin veriliş şekli ve kullanılan fotoğraf ile ilgili görüşleri olumlu mu yoksa olumsuz muydu? Zaman gazetesinde konuya değinen Ekrem Dumanlı, görüşlerini olumsuz yönde aktarmıştır. Hürriyet gazetesinde konuya değinen Ahmet Hakan olaya hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle yaklaşırken, Yalçın Doğan olumsuz, Ayşe Arman ise olumlu yönde görüşlerini aktarmışlardır. Sabah gazetesinde konuya değinen Ayşe Özyılmazel ve Sevilay Yükselir, görüşlerini olumsuz yönde aktarmışlardır. Habertürk gazetesinde; Fatih Altaylı (iki ayrı günde yazdığı yazısında), Pakize Suda, Murat Bardakçı ve Serdar Turgut olumlu, Rahşan Gülşan (iki ayrı günde yazdığı yazısında), Balçiçek İlter, Umur Talu, Nihal Bengisu Karaca ve Yavuz Semerci olumsuz, Muharrem Sarıkaya ve İsmet Özkul ise hem olumlu hem de olumsuz yönde görüşlerini aktarmışlardır. Soru 6… Gazetede konu ile ilgili yazı yazan köşe yazarlarının, yaklaşımları ve davranış şekilleri ne yönde oluştu? Zaman gazetesinden Ekrem Dumanlı, “O korkunç fotoğrafın hesabını soracaksanız” başlığını attığı yazısında, Habertürk gazetesinin cuma günü korkunç bir fotoğraf yayınladığını ve öyle yapmamaları gerektiğini yazmıştır. Ölen kişinin yakınlarının fotoğrafın basılmasına müsaade etmeyeceklerini belirterek, Habertürk yazarlarının da gazetelerinin yaptığı hataya itiraz ettiklerini ve gazeteciliğin evrensel standartlarını hatırlattıklarını yazmıştır. Dumanlı, başka bir konunun da ciddi bir şekilde tartışılması gerektiğini ve bu fotoğrafı kimin çektiğini, kimin servis ettiğini ve bu işler yapılırken devletin ne yaptığı sormuştur. Bu çerçevede de, Habertürk’ün manşetinde muhabirin imzası olduğunu; ancak foto muhabirinin imzası olmadığını belirterek, fotoğrafın olay yerinde gören yapan bir kişinin çekip çekmediğini sormuştur. Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan, “O fotoğrafa dair” başlığını attığı yazısında, fotoğrafı ilk gördüğünde çok sinirlendiğini ve ‘ölüm pornografisi’ saptamasını yaptığını, ancak bir süre sonra yatıştığını yazmıştır. Kadına şiddet konusunda birçok olay olmasına rağmen, toplumdaki vurdumduymazlık ve kayıtsızlığa vurgu yaparak, fotoğrafı yayınlayan gazeteye tepki göstermek için harcanılan enerjinin hiç değilse bir kısmının, bu görüntünün ortaya 228 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çıkmasına yol açan vurdumduymazlığa harcanmasının daha faydalı olduğunu belirtmiştir. Yalçın Doğan, “Fotoğraf provokatif” başlığını attığı yazısında, bugüne kadar anımsadığı iki iğrenç fotoğraf olduğunu, üçüncüsünün ise Habertürk’ün yayınladığı fotoğraf olduğunu yazmıştır. Fotoğrafın her türlü yayın ilkesine aykırı olduğu ve ihlalin tartışılacak yanı olmadığını belirterek, yayının amacına da hizmet etmediğini ve şiddeti aktaran haber ve fotoğrafların şiddeti önlemediğini yazmıştır. Ayrıca, fotoğrafı kimin çektiğini ve nasıl servis edildiğini sorarak, Sağlık Bakanlığı’nın buna bir yanıt vermesi gerektiğini belirtmiştir. Ayşe Arman ise, “Katilin hiç mi suçu yok?” başlığını attığı yazısında, fotoğrafın sevimsiz olduğunu ama tepkilerin abartıldığını ve Fatih Altaylı’nın bu ülkede yaşanan kadın şiddetine dikkat çekmek için haberi yaptığını ve fotoğrafı yayınladığını yazmıştır. Kadının yüzünün kapatılabileceğini ve meselenin özünün daha iyi anlatılabileceğini belirtmiştir, ancak önemli olanın kadın cinayetleri işlendiğinde ve kadına yönelik şiddet uygulandığında gerekli tepkilerin sert biçimde verilmesi olduğunu yazmıştır. Cinayeti işleyen adama karşı yazılmış bir tane bile yazı okumadığını, hatta tuhaf bir şekilde yapılmış röportajlar okuduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca, Çiğdem Anad’ın kendisinin de katıldığı şu yorumunu aktarmıştır: “Kadın ölmüş. Yaşarken saygı gösterilmemiş, yasal düzenlemeler yapılmamış, yapılmış, bu sefer de polis duyarsız kalmış. Şimdi ölü bedeni üzerinden ‘saygı tartışması’ yaratılıyor. Habertürk iyi ki o manşeti atmış!” Sabah gazetesinden Ayşe Özyılmazel, “Habercilikte son nokta” başlığını attığı yazısında, fotoğrafta mozaik kullanılmamasını eleştirerek büyük bir etiksizlik yapıldığını yazmıştır. Gazetenin kendi yazarlarının bile çileden çıktığını belirterek, fotoğrafın yayınladığının ertesi günü Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın kadına şiddete yönelik olarak dikkat çekmek için bu fotoğrafı kullandıklarını belirten savunmasını eleştirmiştir. Ayrıca; ölüye saygı, çocukları düşünmek ve korumak, basın ahlakı ve insana saygı üzerinde durarak, dünyada hiçbir gazetenin bu fotoğrafı basmayacağını yazmıştır. Sevilay Yükselir ise, “O fotoğraf amacına ulaşmıştır!” başlığını attığı yazısında, fotoğrafın kamuoyunda infial yarattığını yazmıştır. Kendisiyle bir dönem çalıştığını belirttiği Fatih Altaylı’nın, kadına şiddet konusunda yansıttığı kadar duyarlı bir erkek olmadığını belirterek ağır eleştiriler getirmiştir ve özellikle bir fotoğrafla ülkenin gündemini değiştirmiş olmakla mutluluk duyduğunu düşündüğünü yazmıştır. Habertürk gazetesinden Fatih Altaylı, “Rahatsız oldunuz değil mi?” başlığını attığı yazısında, kendisine ve Habertürk’e yöneltilecek eleştirileri ve gelecek saldırıları bilerek bu fotoğrafı bastığını yazmıştır. Kadına yönelik şiddetin sadece morarmış bir gözden ibaret olmadığını ve daha fazlasını bilmenin insanların işine gelmediğini belirterek, erkek egemen toplumun kadına uyguladığı şiddetin görülmesi, bu şiddete sessiz kalanlara tepki göstermesi ve bu kadınların korunması gerektiği düşüncesiyle bu fotoğrafın kullanıldığını ifade etmiştir. Rahşan Gülşan, “Dün sırtımızda bıçakla gezdik” başlığını attığı yazısında, fotoğrafın yayınlanmasından rahatsızlık duyduğunu ve fotoğrafın kadına şiddet konusunda bilinç yaratma eşiğini aştığını yazmıştır. Bundan sonra kadına şiddet denilince bu fotoğrafın akla geleceğini, ancak empati yaptığında kendi yakınını kesinlikle bir gazetenin sürmanşetinde bu şekilde görmek istemeyeceğini ifade etmiştir. Balçiçek İlter, “Bıçak” başlığını attığı yazısında, gazetelerinde vicdanlarını kaybettiklerini, insanlıklarını unuttuklarını ve basbayağı erkek şiddetini gösterdiklerini yazmıştır. Kendi yakınlarına yapılmasını hayal bile edemeyecekleri bir şeyi açık bir şekilde kendilerinin yaptıklarını, hayatını kaybetmiş bir kadının bedenine saygısızlık ettiklerini ve iki çocuğun ‘anne anısı’ adına büyük bir ayıp ettiklerini belirtmiştir. Ayrıca, fotoğrafın konuşulduğunu ama cinayet işleyen adamdan bahsedilmediğini, içinde olmaktan gururlandığı gazetesinin kendisini utandırdığını, üzdüğünü ve öfkelendirdiğini ifade etmiştir. Umur Talu, “Utanmak ayıp değil!” başlığını attığı yazısında, kullanılan fotoğrafın ve bedenin teşhirinin yanlış olduğunu yazmıştır. O kadının ve çocuklarının neler hissedeceğini bilemeyeceklerini ifade ederek, bugüne kadar kendi yazdıklarıyla gazetesini utandırmadığını, ancak bu fotoğraf ile kendisinin utandığını ifade etmiştir. Pakize Suda, “Göz görmeyince gönül katlanıyordu” başlığını attığı yazısında, Fatih Altaylı’nın gerçekleri insanların yüzüne çarptığını ve çok iyi yaptığını yazmıştır. Fotoğrafın etkisinden kurtulamadığını ve kendi yakınına ait olsa bile fotoğrafın basılmasını isteyeceğini ifade etmiştir. Nihal Bengisu Karaca, “Ölüme bakmak” 229 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara başlığını attığı yazısında, duyarlılığa davet etmek ve farkındalık yaratmak için kullanılan böyle fotoğrafların, yabancılaşmadan fazlasını getirmediğini ve zamanla alışmışlık yarattığını yazmıştır. Ayrıca, ulusal bir gazetede önemli bir eşiğin aşılmış olmasından kaynaklanacak zararları da bir yere yazmak gerektiğini ve bir daha tekrarlanmamasını umduğunu ifade etmiştir. Muharrem Sarıkaya, “Üç kadın” başlığını attığı yazısında, geçmişte yaşanan bazı örnekleri anlatarak, o fotoğrafın bir erkeğin kadına her el kaldırışında hafızasında, sonucu baştan gösteren büyük fren görevi olacağını önemsemeyeceğini yazmıştır. Yavuz Semerci, “Ne zaman adam oluruz…” başlığını attığı yazısının ‘O fotoğraf…’ alt başlığı ile yazdığı bölümünde, karar sahibi olsa kendisinin o fotoğrafı basmayacağını, çünkü yetişkinlerin hayat görüşünün gazete haberleriyle değişmeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca, şiddet görüntüsünün çocukların ruhlarında onarılamaz yaralar açabileceğini ve bir şeyi düzeltme saflığıyla çocukları şiddetten ve pornodan uzak tutma ilkesine ihanet ettiklerini yazmıştır. Murat Bardakçı, “Malum fotoğraf” başlığını attığı yazısında, bu fotoğrafın zamanla sembolleşeceğini ve aynı işi yapmaya kalkacak olanların önünde engel teşkil edeceğini yazmıştır. Gazeteciliğin cesaretle yapılması gereken bir meslek olduğunu belirterek, bu fotoğrafın hangi gazetenin yazı işleri masasına gitse kullanılacağını, ancak cesaretleri olanın Fatih Altaylı gibi aynen basacağını ifade etmiştir. Rahşan Gülşan 10 Ekim 2011 tarihinde ise, “Erkek yazarlar askere mi gitti?” başlığını attığı yazısında, Twitter üzerinden oluşan linç eğilimini ve Habertürk’e karşı oluşan tepkiden kendisinin de gerekli payı aldığını yazmıştır. Ayrıca, erkek yazarların ne zaman kadına karşı şiddet ya da kadın haklarını ilgilendiren bir konu olsa, hemen köşelerinden ya da sosyal medya hesaplarından kadınları göreve çağırdıklarını, ancak kendilerinin toplumsal farkındalık yaratmak adına bir girişimde bulunmadıklarını ifade etmiştir. İsmet Özkul, “Kadının sırtındaki bıçakta kim(ler)in parmak izi var?” başlığını attığı yazısında, Habertürk’ün manşetten büyük bir fotoğrafla verdiği Şefika Etik cinayeti haberinin, bir yandan medya etiği tartışması, diğer yandan da kadına şiddete karşı yapılması gerekenler konusunda bir tartışma başlattığını yazmıştır. Bu resmin sadece gözü dönmüş cani bir kocanın eseri olmadığını, kadını güçsüzleştiren ve çaresizliklere hapseden bir ekonomik ve sosyal sistemin ürünü olduğunu ifade etmiştir. Fatih Altaylı 11 Ekim 2011 tarihinde ise, “Özür dilerim?” başlığını attığı yazısında, manşete taşıdığı o fotoğraf için asla özür dilemeyeceğini ve bundan sonra kadına şiddet denilince insanların aklına o fotoğrafın geleceğini yazmıştır. Dün de gazetede kocası tarafından öldürülen bir kadının haberi olduğunu ve kaç kişinin bu olaya duyarlılık gösterdiğini sorarak, kendisine ve gazetesine saldırmak için fırsat bulanlar olduğunu ifade etmiştir. Okurlardan gelen tepkileri önemsediğini ve bunların da yarı yarıya olduğu belirterek, yaptığı işin arkasında olduğunu yazmıştır. Son olarak Serdar Turgut ise, “Malum fotoğraf üzerine” başlığını attığı yazısında, eski bir yayın yönetmeni olarak kendisinin de kesinlikle bu fotoğrafı basacağını yazmıştır. Fotoğraf olayına tepki gösteren kesimin vasatın hakim olmasını isteyenler olduğunu ve bu fotoğrafın ülkemizde erkek faşizmine vurulmuş en büyük darbe olduğunu ifade etmiştir. 4. SONUÇ Kadına karşı şiddet konusu tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de en önemli toplumsal sorunların başında gelmektedir. Hiçbir gerekçenin ya da konunun kadına karşı uygulanan şiddeti ‘kabul edilebilir’ gösteremeyeceği gerçeğini koşulsuz bir şekilde kabul etmemiz gerekir. Şiddetin küçüğü, büyüğü ya da türü ne olursa olsun, hepsini aynı bakış açısı içinde değerlendirmediğimiz müddetçe, konunun toplumsal boyutunu çözebilmek mümkün görünmemektedir. Ayrıca, ‘toplum mühendisliği’ yapmak niyetiyle işleri içinden çıkılamaz bir duruma sokarak, istemeden de olsa son derece müsait bir ortamın varlığına zemin hazırlanmış olur. Bu nedenle, ister ekonomik ve psikolojik, isterse de sözel, fiziksel ya da cinsel şiddet olsun, hepsini aynı empati duygusuyla içselleştirip, sonuca giden yolu baştan kendi kontrolümüze alıp, yozlaşmanın, alışmışlığın ve normalleştirmenin önüne geçmeliyiz. Medyanın kamuoyunu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek temel görevi çerçevesinde, kamuoyunun oluşturulması ve belirli bir yöne yöneltilmesi sürecinde, temel ilkelerinden ve işlevlerinden de daha fazla öne çıkan bir amacı vardır. Medya, algı yaratır. Yarattığı algı 230 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara neticesinde de, aynı toplum içinde yer alan bireylerin tepkilerinin ya da davranış şekillerinin farkında olarak veya olmayarak belirli bir yöne doğru eğilim göstermesi sonucunu yaratır. Bunu bazen bir kelime ya da bir cümle ile yapabileceği gibi bir fotoğraf ile de gerçekleştirebilir. Medyanın herhangi bir olayı ya da gelişmeyi ‘yükse sesle’ dillendirmesi ve bunu elindeki güce bağlı olarak gerçekleştirmesi, toplumsal reflekslerin de açık bir biçimde şekillenmesine zemin hazırlamaktadır. Medyanın bir olayı öne çıkarması, gazetesinde ilk sayfasında manşetten ya da sürmanşetten konuya dikkat çekmeye çalışması, televizyon aracılığı ile konunun derinleştirilmesine imkan vermesi, medyanın kamuoyunun algısını belirli bir yöne çekmek ve kamuoyunun ‘biçimlendirilmesi’ adına, gerekirse kendine oluşacak tepkileri de göze alarak, başvurduğu önemli yöntemlerden biridir. Bu çerçevede, araştırmamıza konu olan, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesi sonucunda genel bir değerlendirme yapmak mümkündür. Öncelikli olarak, araştırma örneklemimizde yer alan gazeteler içerisinde, haberin ve fotoğrafın sahibi Habertürk gazetesinin dışında, kurumsal bir kimliği yansıtma ve tavır alma açısından sadece Zaman gazetesinin bir tepkisinden ve varlığından söz edebiliriz. Zaman gazetesi fotoğrafın yanlış olduğu ve kullanılmaması gerektiği noktasında bir tavır sergileyerek, fotoğrafa olumsuz anlamda gösterilen tepkileri ön plana çıkarmıştır. Özellikle Sivil Toplum Kuruluşları ve çeşitli Kadın Dernekleri ile aktivistler tarafından yapılan davranışları haberleştiren gazete, yapılanları ve gösterilen tepkileri destekler bir şekilde kendini konumlandırmıştır. Habertürk gazetesi ise, kurumsal olarak kullandığı fotoğrafa sahip çıkarken, diğer gazeteler konuya değinmemişlerdir. Ancak, kadına şiddet konusu ile ilgili olarak hazırlanan yasa tasarısı çerçevesinde, konu ile ilgili olarak yapılan hazırlıkları ve görüşleri haberleştirmişlerdir. Gazetelerin köşe yazarlarına baktığımızda ise, Zaman gazetesinin kurumsal olarak gösterdiği tepkinin, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’nin köşe yazısında da aynı paralellikte olduğu görmekteyiz. Bilhassa ölen kişinin yakınlarının düştüğü psikolojik durum üzerine vurgu yapılarak, fotoğrafın kimin tarafından çekildiği ve burada devletin sorumluluğu üzerinde durulmuştur. Posta gazetesinde konuya hiçbir köşe yazarının değinmemesi oldukça dikkat çekici olmakla beraber, Sabah gazetesinde konuya değinen yazarlar da olaya negatif yönden eleştirel bir şekilde yaklaşmışlardır. Hürriyet gazetesinde fotoğraf ile ilgili görüşlerini köşelerinde dile getiren yazarlardan, olaya tepki gösterenler olduğu gibi, aynı zamanda oluşan şiddeti gerçekleştirenin göz ardı edilmemesi ve unutulmaması gerektiğini, katilin işlediği suça yönelik tepkinin oluşması konusunda gerekli duyarlılığın yaratılmasının da önemli olduğunu vurgulayanlar olmuştur. Habertürk gazetesi ise, doğal olarak verdiği habere ve kullandığı fotoğrafa kurumsal anlamda sahip çıkmakla beraber, diğer taraftan köşe yazarları arasında önemli fikir ayrılıklarının yaşandığı bir görüntü sergilemiştir. Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, olaya dikkat çekmek için fotoğrafı kullandıklarını, bunu başardıklarını ve asla pişman olmadığını belirtmiştir. Kendi gazetelerinde çıkan bir fotoğraf olduğu için, gazetenin köşe yazarlarının önemli bir bölümü de konu ile ilgili olarak görüşlerini aktarmıştır. Ağırlıklı olarak olumsuz görüşler olmakla beraber, az sayıda destekleyen görüşler de yer almıştır. Görüşler ve yorumlar ağırlıklı olarak fotoğrafın olumsuzluğu üzerine yoğunlaşarak, ölen kişinin yakınlarının psikolojik yönden etkilenmeleri ve fotoğrafın basılmasını kesinlikle istemeyecekleri, yayın ilkelerine aykırı olduğu, gazetecilik mesleğindeki evrensel standartların tamamen dışına çıkıldığı, yayınlanan fotoğrafın kadına şiddetin azalmasına yönelik olarak bir toplumsal algı yaratmayacağı, hayatını kaybetmiş bir kadının bedenini göstermenin büyük saygısızlık olduğu, fotoğrafın yayınlanmasının fotoğrafın gösterilme amacının aksi yönünde bir etki yaratacağı ve fotoğrafın çekilmesinde devletin sorumluluğu noktasında şekillenmiştir. Diğer taraftan fotoğrafın yayınlanmasını savunanların birleştiği en temel nokta ise, bu fotoğrafın bundan sonra kadına şiddet dendiğinde ‘sembolleşeceği’ ve insanların olayın suçlusundan ve bu duruma gelinmesinden ziyade fotoğrafa odaklanmalarının çelişkisidir. 231 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Sonuç olarak, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, içinde yaşadığımız teknoloji ve bilgi çağının da etkisi ile sosyal medya üzerindeki tepkilerin işin doğası gereği karşılıklı bir etkileşim süreci içinde olması çerçevesinde kadına yönelik şiddet konusunda büyük ölçüde bir tartışma platformu yaratılmıştır. Ancak, oldukça tepki çeken fotoğrafın ortaya çıkmasındaki sebeplerden ve vahşetin toplumsal ve psikolojik boyutlarından soyutlanarak, ağırlıklı olarak sadece fotoğrafın içeriğine ve veriliş biçimine odaklanmak da son derece düşündürücüdür. Zaten gündemde olan ancak fotoğrafın yayınlanmasından sonra kadına şiddet konusunda önemli derecede bir kamuoyu yaratılmasının ve toplumsal duyarlılığın oluşmasının da etkisiyle, belki de 08 Mart 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”nın çıkmasında, toplumsal ‘talebin ve beklentinin’ yasanın içeriği ve süresi üzerinde etkili olduğu söylenebilir. KAYNAKLAR Ağduk, M. (2005). Harika! Bu ne hal! Medya, kadınlar ve şiddet. Retrieved January 19, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/harika_bu_ne_hal.pdf Altınay, A. G., & Arat, Y. (2007). Türkiye’de kadına yönelik şiddet. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri. Aziz, A. (1994). Kadın, şiddet ve iletişim. Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik Gelişmeler (1. Ulusal Sosyoloji Kongresi, 3-4-5 Kasım 1993, İzmir), 501-515. Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları. Bek, M. G., & Binark, M. (2000). Medya ve cinsiyetçilik. Ankara: KASAUM. Çelik, N. B. (2000). Giriş: Televizyon, kadın ve şiddet. In N. B. Çelik (Der.), Televizyon, kadın ve şiddet, 1-21. Ankara: Dünya Kitle İletişim Araştırma Vakfı KİV Yayınları. Erbek, E., Eradamlar, N., Beştepe, E., Akar, H., & Alpkan, L. (2004). Kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddet: Üç grup evli çiftte karşılaştırmalı bir çalışma. Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 17(4), 196-204. Erdoğan, M. (2009). Medya kadına yönelik şiddetin toplumsal boyutunu görmeli. Retrieved February 8, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://bianet.org/biamag/bianet/115210-medya-kadina-yonelik-siddetin-toplumsalboyutunu-gormeli Ergil, D. (2001). Şiddetin kültürel kökenleri. Bilim ve Teknik, 399, 40-41. Gülbahar, S. (2011). Toplumsal cinsiyet ve şiddet. Retrieved January 11, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://www.umut.org.tr/UserFiles/SelinGulbahar_Toplumsal_Cinsiyet_ve_Siddet.pdf Habertürk Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011. Hürriyet Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011. Kayadelen, E. (2010). Toplumsal değişme ve kadın: Feminist teori çerçevesinde televizyon reklamlarının analizi (1980-2008). Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin, Turkey. Kılıç, M. N. (2009). Kadına yönelik şiddet: Sosyo-psikolojik arka plan, manevi boyut, hukuki yaptırımlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, Turkey. 232 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kocacık, F. (2001). Şiddet olgusu üzerine. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2(1), 1-7. Medyatava. (2012). Retrieved February 10, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://medyatava.com/rating.asp Mutlu, F. (2006). Aile içi şiddet sürecinde kadına yönelik şiddet üzerine sosyolojik bir araştırma. Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, Turkey. Özçelik, S. (2010). Aile içi şiddet. Retrieved January 5, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://www.genbilim.com/content/view/8060/86/ Özdoğan, Ö. (2010). Kadına yönelik şiddette manevi-psikolojik yaklaşım. Bilim, Ahlak ve Sanat Bağlamında Çağdaş İslam Algıları Uluslararası Sempozyumu’nda sunulan bildiri, 309322. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, Turkey, 26-28 Kasım. Özkan, İ., & Böke, Ö. (1994). Boşanma ile sonlanan evliliklerde kadının hedef olduğu saldırganlık. Aile Kurultayı, Sözel Bildiri. Posta Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011. Riches, D. (1989). Şiddet olgusu. In D. Riches (Der.), Antropolojik açıdan şiddet, 10-41. Çeviren: D. Hattatoğlu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sabah Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011. Sol Portal. (2011). Medya ‘kadına yönelik şiddeti’ nasıl görüyor? Retrieved February 8, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://haber.sol.org.tr/kadiningunlugu/medya-kadina-yonelik-siddeti-nasil-goruyor-haberi-49530 Şahin, A. G. (2010). Aile içi şiddet kavramı ve aile içi şiddetin uluslararası ve ulusal hukuki belgelerdeki düzenlemesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, Turkey. Tanrıöver, H. U. (2007). Medyada kadınların temsil biçimleri ve kadın hakları ihlalleri. In S. Alankuş (Ed.), Kadın odaklı habercilik, 149-166. İstanbul: İletişim Vakfı Yayınları. Tekin, M.,& Gözütok, F. D. (1996). Ankara gecekondularında yaşayan ve şiddete karşı eğitim alan kadınların eşler arası şiddet açısından konumları. Ankara: Kadın Dayanışma Vakfı Yayınları. Tutar, H. (2011). Şiddet kavramı ve işyerinde psikolojik şiddet (mobbing). Retrieved January 5, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://www.canaktan.org/yonetim/psikolojik-siddet/siddet-kavram.htm Türk Dil Kurumu. (2012). Retrieved January 3, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web: http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4f48e0 c00eea12.97501303 Ünsal, A. (1996). Genişletilmiş bir şiddet tipolojisi. Cogito, 6-7, 29-36. Vahip, I. (2002). Evdeki şiddet ve gelişimsel boyutu: Farklı bir bakış. Türk Psikiyatri Dergisi, 13(4), 312-319. Zaman Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011. 233 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE MEDYANIN DİLİ Halime ÜNALDI* ÖZET Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların ruhsal ve bedensel açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplumsal hareketlerin tümüdür. Şiddet, insan yaşamının her alanında görülebilen ve dünyada giderek artan önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, ister kamusal alanda ister özel yaşamda meydana gelsin, onların acı çekmesine ve zarar görmesine yol açan, temel hak ve özgürlüklerini, onurunu zedeleyen, en temelde yaşam hakkını tehdit eden bir eylemdir. En küçük bir sebebin öldürülme nedeni haline gelmesini değerlendirdiğimizde karşımıza hayatımızın önemli bir bölümünü kapsayan medya gelmektedir. Medyada kullanılan haber dilinde çok büyük bir problem vardır. Bir kadın cinayeti daha ifadesi ile başlayan haber ‘delik deşik etti’, ‘kurşun yağdırdı’ ifadesiyle devam ederken şiddeti estetize etmekte ve görünür hale getirmektedir. ‘Duyarlılık’ adı altında yapılan bu haberler, erkek iktidarının, erkek egemen söylemin medya dili ile sunulmasıdır. Kadın cinayetleri, şiddete maruz kalanla şiddeti uygulayan arasında kalan bir sorun değil toplumsal bir sorundur. Ancak bu sorun medya tarafından- gerek yazılı gerek görsel medyada – sunulurken, şiddetin nedenleri araştırılıp toplumsal bilinçlilikle, erkek egemen söylemden kurtularak yapılmalıdır. Medya; şiddeti, zorbalığı, acımasızlığı, cinayeti özendirmeden aydınlatan, bilinç artıran, insani duyarlılık geliştiren bir pozisyonda olursa toplumsal işlevini yerine getirir ve iletişimin, diyalogun sağlanmasına vesile olur; toplumun yaşam standardını yükseltmede rol oynar. Anahtar Kelimeler: Şiddet, Kadına Şiddet, Medya ABSTRACT VIOLENCE AGAINST WOMEN AND THE DISCOURSE OF MEDIA Violence is the sum of the personal and social actions which impose power and oppression and cause physical and emotional damage. Violence is an important social health problem which may be observed in every phase of human life and increasing in the world. Violence against women and children, even in private or public life, is an action that results them to suffer damage, compromise their integrity, and honour and threatens right to live basicly. We encounter with the fact of media when we may see that a small reason may result as motive for murder. The discourse of media is quite problematic. News about murder of a woman may represent violance as an aesthetic fact or action. These news are made with the claim of “sensitivity” but they serve to man power and maledominated rulership. Murder of woman is not a private issue between the murderer and the murdered but a social problem. Written and visual media should serve these news investigating the reasons of violence, socially consciously, and without patriarcal discourse. * Araştırma Görevlisi, Batman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi. halimeunaldi@hotmail.com 234 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara If media reports violence, oppression, cruelty and murders without encouraging them, and increase consciousness of people, it can accomplish its social role, lead the communication and dialogue to continue and becomes an active factor in raising standart of life. Key Words: Violence, Violence of Woman, Media, GİRİŞ Şiddet, belki de üzerine en çok düşündüğümüz, konuştuğumuz, sosyal bilimlerin insanlara faydalı bir şey olmadığını kanıtladığı, sıradan insanların sağduyu bilgisiyle neredeyse açık bir sözbirliği içinde her biçimiyle reddettiklerini beyan ettikleri, belki de tek olgu olarak hayatın her anını doğrudan ya da dolaylı olarak belirleyen bir olgudur. Seyrediyoruz, katlanıyoruz, alışıyoruz, şaşırıyoruz ama galiba ona en uzak olan bizler başkalarının bu bir alınyazısı gibi şekilden şekle giren ama hep kötü olan hayat hikâyelerinin değişmeyen aksiyon sahnelerini anlamaya, yorumlamaya çalışıyoruz. Şiddet üzerine düşünüyoruz, çalışıyoruz, farklı dönemlerde farklı biçimlerde ortaya çıkışına göre değişik başlıklar bulmaya, değişik adlar vermeye çalışıyoruz. Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların ruhsal ve bedensel açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplumsal hareketlerin tümüdür. Şiddet, insan yaşamının her alanında görülebilen ve dünyada giderek artan önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti, “ fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması” durumu olarak tanımlamaktadır. Şiddet konusu, tarih boyunca bütün dünyanın mücadele ettiği konulardan bir tanesidir. Son 10 yılda ülkemizde meydana gelen toplumsal değişmeden dolayı açık topluma gitmenin ve daha çok görünür olmanın, daha önce kol kırılır yen içinde kalır ya da gelinliğinle girdiğin evden kefenle çıkarsın mantığıyla ailenin kendi içerisinde kapatılan olaylar bugün özellikle kadının güçlenmesi, hakkını arayacağı zeminleri bilmesi, yasal okuryazarlık sisteminde kurumsal yapının yerine oturması ve medyanın olayları gözler önüne getirmesiyle birlikte çok daha görünür olmaya başlamıştır. Kadına yönelik şiddet, BM’nin ‘Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ndeki tanımı çerçevesinde değerlendirildiğinde ‘cinsiyete dayalı olarak hem özel hem kamusal yaşamda meydana gelen ve kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik bir zarar ve üzüntü sonucunu doğuran ya da bu sonucu doğurmaya yönelik her türlü davranış, tehdit, baskı ya da özgürlüğün keyfi biçimde engellenmesi’ (Dursun, 2008: 13, Arın, 1996: 305) şeklinde tanımlamak mümkündür. PROBLEM DURUMU Medya, toplum üzerinde oldukça fazla etkisi olan bir kurumdur. Etkisi sahip olduğu güçle doğru orantılıdır. Dünyaya sahip olan erkek egemen gücün medyaya da hâkim olması ile birlikte güç, güçsüz olan üzerinde hegomanik bir tavır sürdürmektedir. Bu tavır kullanılan söyleme ve dile de yansıyarak medya metinlerinde yerini almaktadır. Buradan hareketle çalışmamızda medyanın kadına yönelik şiddete bakışı ve şiddeti ele alırken kullandığı dil problem durumu olarak ele alınmıştır. 235 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara AMAÇ Türkiye’de kadına yönelik şiddet haberleri gazetelerin üçüncü sayfalarında, TV’lerin haber bültenlerinde her gün yer almaktadır. Ancak bu haberler veriliş tarzları ve kullanılan dil itibariyle görmezden gelinmektedir. Çünkü söz konusu haberler, çözüm arayışının bir parçası olarak değil, tiraj ve reyting kaygısının bir ürünü olarak haberleştirilmektedir. Olaylar bağımsız olarak ve izleyici merakını tatmin etmek için araçsallaştırılmaktadır. Cazip bir içerikle sunulan bu olaylar, günlük medya pazarında tüketilmek üzere sunulmaktadır. Çalışmamızın amacı kadına yönelik şiddet içeriğiyle sunulan medya metinlerinde kullanılan dili ve bu dilin kullanılmasının altında yatan nedenleri kaynak tarama yöntemleriyle araştırmaktır. TARTIŞMA Çalışmamızın ana konusu olan kadına yönelik şiddette medyanın dili, kadına yönelik şiddetin kavramsal açıdan açıklaması yapılarak tartışılacaktır. Kavramsal Açıdan Kadına Yönelik Şiddet Şiddet ‘bir kişiye güç ve baskı uygulayarak, isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak; duyguların ifade edilmesinde doğal eğilim’ demektir (Michaud, 1991:7). Sözlükler ve daha önce yapılan bilimsel araştırmalar ‘şiddet’i ‘ kaba güç, gücün kötüye kullanılması ya da zincirlerinden boşalması’ olarak vermektedirler. Bir kişinin diğerinin rıza ve arzusu dışında zor kullanarak, onu kendi iradesine tabi kılması (Aziz, 1994: 7), bir kişinin bir başkasına acı vermek veya onu yaralamak kastıyla yaptığı davranış (İçli, Öğün, Özcan,1995: 9) şeklinden de tanımlanan şiddet, bugüne kadar sayısız tanımlamalar çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Şiddetin tanımlarına bakıldığında ‘güç’ sözcüğünün ön planda olduğu görülmektedir. Kadına yönelik şiddet de bahsedilen ‘güç’ ve ‘iktidar’ kavramları ile alınması gereken bir sorundur. Bunun da erkek egemen yapı çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Onur İnce (2008), erkeğin toplumsallaşma sürecinde iktidar ve egemenlik isteğinin körüklendiğini söyler. Bu süreçte, ortaya çıkan güç ve iktidara yönelik bir erkeklik yanılsaması sonucu, şiddetle karşı karşıya kalan kadın, erkeğin üstünlüğünü onaylayacak konum içine sokulur. Erkek egemen toplumlarda erkekliğe dair normatif algı, erkek gücünün öne çıkartılmasıdır. Arın’ın (1996) ‘kadına yönelik şiddetin amacının erkek egemen düzeni ayakta tutmak, itaat sağlamak ve güç dengesizliğini korumaktır’ ifadesi de bu yaklaşımı destekler niteliktedir. Kadına yönelik şiddeti değerlendirirken, şiddetin genel görünümünden fazlaca soyutlamak bir yanlışlığa yol açabilir. O nedenle, bu konuda yapılan araştırmalar da, bu çerçeveyi gözetmek durumunda kalmıştır. ‘Şiddetin cinsiyeti olmadığı’ ön kabulüyle beraber, kadının toplum içindeki konumu değerlendirildiğinde bir ayrımın gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlalidir. Bunun temelinde de, kadına karşı ayrımcılık yatmaktadır. Bunun dereceleri değişse de görülmediği yer yoktur. Başka bir deyişle bu kavram küresel bir özellik göstermektedir. Kadına Yönelik Şiddet ve Medyanın Dili Doğal ve kültürel açıdan şiddet verili bir şeydir, kabule dayanır. Şiddet salt kendisinin var olduğu bir ortamdır (Kahraman,1997). Bir başka deyişle, bulunduğu ortamı egemenliği altına alır. Belki de bu nedenle şiddet ve şiddet olayları 236 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara büyüleyicidir; her ikisi de hem çekicidir hem de nefret uyandırır (Marvin,1989: 148). Şiddet bu özelliğiyle hem bir tür ‘çağdaş büyücü’ olan medya çalışanlarını hem de medyayı takip edenleri büyülemektedir. Kadına yönelik şiddette medyayı ve medyanın dilini incelerken geniş bir perspektiften bakabilmek için öncelikle medya ve şiddetle ilgili genel yaklaşımları göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu bağlamda farklı bir söylem üzerinde durmak doğru olmayacaktır. Bu konuda bir ayrım yapılacaksa Dursun’un da belirttiği gibi (2008: 65-67) bu, cinsiyetçi söylem üzerine kurgulanabilir. Bir eşitsizlik söylemi olarak nitelenen cinsiyetçi söylem, kadın ve erkeğin birbirinden farklarının, erkeğin iktidarını kurması ve pekiştirmesi üzerine tanımlanmasıyla işlemektedir. Bu, sadece erkeğin ürettiği bir şeyler olmaktan çıkmıştır, bunu kadınlar ve erkekler birlikte üretmektedirler. Fromm (1993: 311-312), şiddet ve yıkıcılığı, can sıkıntısının en tehlikeli sonuçlarından biri olarak görür ve bunu medya ile ilişkilendirir. İnsanlar, can sıkıntısını yatıştırmak için sıklıkla medyaya başvurur. Medyanın kamuoyuna verdiği değişmez gıdalar olan suçlara, ölümle biten kazalara, kan dökücülüğe ve zalimlik olaylarına ilişkin haberlere büyük bir istekle karşılık veren insanlar, bunu edilgin bir görünüm içinde de olsa heyecan üretmenin ve herhangi bir içsel etkinlik göstermeden, can sıkıntısını yatıştırmanın en kestirme yolu olarak görmektedirler. Michaud da (1991: 54) medyanın varlığını sürdürebilmek için heyecan verici çeşitli olaylara başvurduğu gerçeğini kabul eder ve şiddetin de medya için hayati bir unsur olduğunu söyler. Oskay (1996: 195) bu ilişkiyi şu şekilde açıklar: ‘Sistem karşısında kendi güç sözleşmesinin ve hiçsizleştirilmesinin ezikliğini yaşayan kitleselleştirilmiş “sıradan insanlar” medyadaki şiddet gösterimlerinin gönüllü tüketicisi olmaktadır. Medyadaki şiddet gösterimi katharsis sağlamanın çok ötesinde bu insanların başkaları üzerinde şiddet uygulamalarını da başkaları tarafından kendileri üzerinde şiddet uygulanmasını da meşru görme eğilimi edinmelerine neden olmaktadır’. Kadına yönelik şiddet medyada nasıl ele alınmaktadır? Bu konuyu incelemek için öncelikle kadının medyada aldığı rol ve sunumu ile ilgili bir araştırmanın sonuçlarını vermek yerinde olacaktır. Medya Takip Merkezi’nin 2009 yılını kapsayan ‘Medyada Kadın’ başlıklı raporuna göre, kadının basında en fazla öne çıktığı konu şiddet haberleridir. Kadının gazete ve dergilerde yer almasını sağlayan bu çeşit haberlerin oranı yüzde kırktır. Gazetelerde kadına yönelik haberlerin yüzde on altısı gazetelerin birinci sayfalarında yer almaktadır. Birinci sayfada yer alan haberlerin yüzde otuz dokuzu da şiddet haberlerinden oluşmaktadır (Medyada Kadın, 2010). Yukarıda söz konusu olan durum, daha önce belirtilen ‘şiddetin medyanın hayati bir unsuru olması’ ve ‘en ilgi çekici şiddet içerikli gerilimi sağlaması hususunda medya kuruluşlarının yarışması’ nda kadının nasıl bu işin bir parçası olduğunu çizmesi açısından önemlidir. Kadın, kendisine sunulan seyirlik nesne olma özelliğini şiddetin bir malzemesi olarak, medyanın rekabetçi ortamına hizmet etmek suretiyle de sürdürmektedir. Aziz’in (1994: 11) söylediği gibi medya, kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısının da etkisiyle, toplumda kadına yönelik aşağılanmaların ve stereotiplerin yeniden üretilmesine katkı sağlamaktadır. Medyanın kadınlık durumuna ilişkin kurgulamasının ne şekilde işlediği ve bu kurgular aracılığı ile egemen tanımlamaların, yani kadınların eşitsiz konumlarının nasıl yeniden üretildiği bilinen bir gerçektir. Medya kadınları öncelikle ‘bedene’ indirgemekte ve kadınları bedenleri üzerinden sömürmektedir. Farklı kadınlık durumu ve yaşamları medya metinlerinde temsil edilmemekte, medya metinlerinde kadın çoğu 237 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara zaman basmakalıp iki tipleme içerisine sıkıştırılmaktadır: ya fettan ve kötü kadın ya da anne ve iyi eş olarak kadın. Toplumsal değişmelere paralel olarak kadının yaşamındaki değişmeler ve yeni sorunlar medya metinlerinde ihmal edilmektedir. Kadınların çalışma yaşamına dâhil olmaları da kadınlara uygun iş tanımları temelinde sunulmakta, bu tanımların dışına çıkan kadınlar marjinalleştirilmektedir. Medya, kadına yönelik her türlü şiddeti dayaktan cinsel tacize değin genellikle ya kadınlara atfedilen ‘kışkırtma’ ya da erkeklere atfedilen ‘cinsel dürtüleri gemleyememe’ açıklamaları ile sunarak cinsiyetçi bakış açısını meşrulaştırmaktadır (Bek ve Binark, 2000). Medya bu meşrulaştırma işleviyle birlikte, yeni gerçeklik alanlarının yaratılmasına yönelik eylemlerde de bulunmaktadır. İnceoğlu (2009) ise, bu cinsiyetçi bakış açısının medyanın ideolojik söylemlerinin başında geldiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda medya anlamın toplumsal inşasında ‘kişiselleştirme: Toplumsal bağlamdan uzak hikâyeler; dramatizasyon, normalleştirme, ötekileştirme’ açısından ideolojik bir işlev görmektedir. Medya bu süreçte hem sözel hem görsel iletileri kodlarken güçlülerin, iktidardakilerin bakış açılarını dikkate alır. Toplumdaki iktidar ilişkileri ve güç dengeleri medya metinleri aracılığı ile pekiştirilir. Kadına yönelik şiddetin medyada göstergesi, gerçekte var olanın yeniden sunumu olarak değerlendirilebilir. Bu perspektiften yola çıkarak, kadına yönelik şiddetin farklı medya araçlarında nasıl gösterildiği ile ilgili yapılan değişik araştırmalar, kadına yönelik şiddetle ilgili önemli veriler ortaya koymaktadır. Televizyon, fikirlerin ve imajların iletiminde güçlü bir araçtır ve bu süreçte toplumdan bağımsız bir yapı sergileyemez. Kadına yönelik şiddetin toplumsal bir gerçeklik olduğundan hareketle televizyonun bu gerçeği kendi araçsal özellikleri kapsamında temsil ettiği gözlenmektedir. Dursun (2008), televizyonda kadına yönelik şiddetin temsiline dair söylemin, kadın ve erkek arasındaki eşit olmayan iktidar ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Ağduk (2003)’a göre, yerli TV dizilerinde fiziksel şiddet, toplumsal değerlerin arkasına sığınılarak meşrulaştırılmaktadır. Kıskançlık ve namus bunların en önemlileridir. Psikolojik şiddet ise neredeyse tüm dizilerde vardır. Aşağılama, hakaret, konuşmama, paylaşmama, engelleme, alay etme erkekler tarafından kadınlara en çok uygulanan psikolojik şiddet örnekleridir. Bu durum TV’de yayınlanan program türleri açısından türsel özellikler dışında bir farklılık göstermez. Komedi dizilerinde şiddet sıradan bir davranış biçimine getirilip meşrulaştırılır. Talk show ve magazin programlarında ise kadına yönelik şiddet psikolojik şiddet kapsamında kendini göstermektedir. Sunucular, konuk kadınlara toplumdaki konumları kapsamında ve mesleklerine göre davranmaktadırlar. Örneğin toplum tarafından ‘saygın’ olarak nitelendirilen bir şarkıcı ile ‘daha az saygın’ olarak nitelendirilen bir dansöze tavırları ve sordukları sorular bile farklı olmaktadır. Şarkıcı olana mesleği ile ilgili sorular sorulurken diğerine aşk yaşamı ile ilgili sorular sorulmaktadır. Hatta çoğu kez verilen cevap bile dinlenilmemektedir. Bu tarz programlarda konuklar her iki cinsiyetten olduklarında, erkeklerin daha çok kariyerleri ön plana çıkartılmakta; kadınlar ise kadınlık değerleri ile donatılmış sorulara cevap vermek durumunda bırakılmaktadır. Talk showlarda kadın pasifleştirilmekte ve kadın bedeni esprilerin merkezine yerleştirilmektedir. Kadınlar, beden üzerinden kurulan eril iktidara tabi kılındıkları bir konuma ve geleneksel cinsiyet rollerine yerleştirilirken şiddet, erkeğe ait bir unsurmuş gibi temsil edilmektedir (Dursun, 2008: 69-71). Bu durum reklamlarda da farklı değildir. Reklamlar, cinsiyetçi kalıpların en çok kullanıldığı tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar edilgin, boyun eğen, bağımlı, 238 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara güçsüz varlıklar olarak gösterilmektedir. Bu özellikleriyle kadın, şiddet karşısında güçsüz hatta çaresizliğiyle, beceriksizliğiyle zavallı, kışkırtıcı cinselliğiyle şiddete layıkmış gibi, ‘gülünçleştirilmek’te ya da kendisine yöneltilen şiddeti erkek çözebilirmiş izlenimi verilmektedir. Bu öykü ve gösteriliş biçimi, erkek ile eşit olmayan bir konumda sunulan kadın için potansiyel bir şiddet ve tehditle yaşama anlamına gelmektedir. Fazla eğitimli olmayan, gündelik ilişkileri sınırlı, dışlanmış ortamlarda bulunan ve erkek (baba, ağabey,eş, oğul) baskısı altında yaşayan çok sayıda kadın, şiddeti günlük yaşamlarının olağan bir uzantısıymış gibi algılayıp kabullenmekte ve ‘içselleştirmek’ tedir. (Büker ve Kıran.1999: 56). Bu durum reklamlarda şiddet unsurunun ne kadar örtük ve estetikleştirilmiş biçimde var olduğunu kanıtlamaktadır. Şiddetin özellikle de kadına yönelik şiddetin en fazla gösterildiği program türlerinden birisi de haberlerdir. Burada şiddet görüntüleri normalleştirilerek, seyirlik bir görüntü haline dönüştürülmektedir. Dursun (2008: 72), Timisi’den aktardığı üzere; haberlerde kadına yönelik şiddetin faili olarak sunulan erkeklerin yoksul olduklarının altı çizilerek kadına yönelik şiddetin yoksulluktan beslenen ve erkeğe özgü doğal bir içgüdü olarak onu temsil eden genel geçer yargıları yeniden ürettiğini söyler. Medyanın diğer bir türevi olan gazetelerin sadece haber veren değil de kar getiren ticari bir etkinliğe dönüşmesiyle birlikte şiddet, suç, sapkınlıklar ve cinsellik haberlere dâhil edilmiştir. Bu durum, haberin kamusal alan etkinliği olarak erkekler hakkında ve büyük ölçüde onlar tarafından oluşturulan bir sunum tarzı olmasıyla yakından ilgilidir (Dursun, 2008: 72). Kadına yönelik şiddet haberleri verilirken gazetecilik kurallarına uyulmadığına dikkat çeken Aziz (1994: 53) haber öğelerini oluşturan kim, ne, nerede, ne zaman, nasıl gibi sorulara cevap veremeyen bir anlatımın söz konusu olduğunu söyler. Bu tür habercilik anlayışı, toplumdaki erkek egemen değer sistemine dayalı egemen iktidar ilişkileri içinde şekillenmektedir. Gazetelerdeki kadına yönelik şiddet haberleri genellikle üçüncü sayfada kendine yer bulmaktadır. Özel olanın politik olarak görülmediği, bir toplumsal olgu olan şiddetin kişisel bir sorun olarak ele alındığı, polis-adliye vakası olarak nitelendirildiği bu tür haberlerde olaylar magazinleştirilmekte ve haber etiği açısından klasikleşmiş kurallara (5N1K) bile uyulmamaktadır. Haber türü programlarda şiddete maruz kalanların öyküsü yazılırken bu kadınların kimliklerine, işlerine vs. gönderme yapmak yerine yine onların güzelliği, gençliği, eş ve anne olmaları, ‘kadersizliği’ vurgulanır. Şiddete maruz kalma nedenleri zaman zaman ön plana çıkarılarak şiddet haklılaştırılır. Şiddet eyleminin aktörü erkek ve erkeğin içinde yetiştiği toplumun erkek egemen değerleri sorgulanmaz. Medya haberleri, bu tür olayları ev içinde yaşanabilecek küçük tatsızlıklar şeklinde, ailenin iç işleri olarak ele alarak kadınların özel hayatlarının apolitik olduğunu varsayar. Şiddet aile dışında gerçekleştiğinde ise bu kez medya, kadını kurbanlaştırmaya, şiddet uygulayanı ise canavarlaştırmaya, sapkınlaştırmaya çalışır. Bu da okuyucuyu/izleyiciyi, kadına yönelik şiddetin kökenlerini ve yaygınlığını sorgulamaktan alıkoyar (Bek ve Binark, 2000). Kadına yönelik şiddet biçimlerinden öldürme, gerek görsel gerek yazılı medyada en çok karşımıza çıkan şiddet türüdür. Bunun nedeni öldürmenin diğer şiddet türlerinden daha çok meydana gelmesi değil; dayak ve cinsel taciz gibi daha yaygın şiddet türlerinin olağan olaylar olarak görülüp medyaya yansımamasıdır. Medya, işleyiş mantığını pazar ekonomilerinde ‘haber değeri’ olan ve ‘tüketilen’ ürünlerin üzerine kurduğu için şiddet haberlerini de tüketilmek amacıyla sunmaktadır. 239 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Medya, kadına yönelik şiddet haberlerini münferit olaylar olarak sunmaktadır. Bu tür olayların failini değil mağdurunu odağa alarak, kadını kurban olarak konumlandırarak haber konusu yapmaktadır. Cinsiyetçi dille şiddeti yeniden üreterek kadına yönelik şiddeti haberleştirirken kadına yönelik yeni hak ihlalleri yaratarak kadınları teşhir etmekte, şiddeti gerekçelendirmektedir. Kadına yönelik şiddeti, ‘bazı kötü, hasta, sapkın, cahil’ erkeklerin ‘bazı şansız’ kadınlara uyguladığı şiddet üzerinden kurgulamakta, kadına yönelik şiddeti sistematiğini göz ardı ederek ‘erkek şiddeti’ni okurun ya da izleyicinin çok uzağına konumlandırmaktadır. Medyada geleneksel habercilik anlayışında haberler eril bir dil ve bakış açısıyla kurgulanmaktadır. Medyada kullanılan bu dil, genel olarak medyadaki cinsiyetçi temsilleri üretmekte önemli bir etkendir. Yazılı dilin dışında kullanılan görsel dil olan fotoğraf kullanımı da medyada kadın hakları ihlallerinin önemli göstergelerindendir. Kadınları cinsel nesne olarak sunan fotoğrafların yanı sıra kadınları simgesel olarak yok eden fotoğraflar da kadına yönelik şiddetin bir unsuru olarak dikkat çekmektedir. Fotoğraflar, şiddet öğelerini ve kadın bedenini neredeyse ‘pornografik’ bir unsur olarak sunarak hem cinsiyetçi bakışın hem de şiddetin yeniden üretimine katkıda bulunmaktadır. Aslında kadının ancak şiddete uğradıktan sonra haber olabilmesi başlı başına bir hak ihlalidir. Ancak kadın haber olduğunda da şiddetten uzak kalamamaktadır. Şiddete uğrayan bir kadın haberleştirildiğinde gerek görsel gerek yazılı medyada genellikle şiddet uygulayan erkeğin değil de şiddete maruz kalan kadının fotoğrafları yer almaktadır. Haber erkeğin ya da ‘erkek’ polis bültenlerinin üzerinden kurgulanmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre medya şiddeti toplumsal bir sorun değil adli/ polisiye bir vaka olarak görmektedir. Haberlerin yüzde seksen yedisinde saldırganın değil kurbanın fotoğraflarına yer verilerek kurbana ikinci bir darbe daha vurulmaktadır (Sanal,2012). Medya haberleri sunarken, haber yaptığı olayın toplumsal sistemle olan ilişkisini koparıp, onu tekil ve gerçeklikten kopuk bir anlatıya dönüştürerek sansasyonelleştirmektedir. Medyanın, adi bir vaka olarak ve kişiselleştirerek sunduğu şiddet haberlerinin devamını getirmemesi ve takip etmemesi de üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Kadına yönelik şiddetin fiziksel ve cinsel boyutunu öne çıkaran medya, şiddetin nedenlerini kapsamlı bir biçimde tartışmaya açmayarak ikinci bir şiddet uygulamaktadır. Şiddet haberlerinde temel haber yazma ilkelerini hiçe sayan medya, eylemi ön plana çıkararak eylemi gerçekleştirenlerin özelliklerini ya hiç vermemekte ya da kısmen vermektedir. Şiddete maruz kalan kadınları birer kurban gibi göstererek tüm kadınlara ‘bir gün sıra sana da gelecek’ mesajını alt mesaj olarak sunmaktadır. Medya, vahşet haberlerini en vahşi haliyle vererek iyi habercilik yaptığını düşünmektedir. Kadına yönelik şiddetle ilgili haberler medyaya genellikle şiddet uygulayan erkeğin özellikleri güzelleştirilerek (öfkeli aşık’ ‘sevdiği için), erkeğin ürettiği mazeretler dile getirilerek (erkeklerle dolaşıyor, eve geç geliyor, beni aldatıyor) yapılmaktadır. Yapılan haberler şiddete maruz kalan kadının fotoğraflarıyla birlikte verilerek kadın haberde bitirilmekte, nesne durumuna getirilmektedir. Medya, kadını çoğu zaman kurban ya da cinsel bir nesne olarak kurgulanmasına imkân vererek sonuçta şiddetin üretimine olumsuz katkıda bulunmaktadır. Kadına yönelik şiddette medyanın kadın karşıtı bir dil kullanmasının altında yatan önemli nedenlerden bir diğeri medyada yönetici kadroların çoğunun erkekler tarafından işgal edilmesi ve erkek egemen değerler sistemi içinde çalışılmasıdır. Başka 240 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara bir neden ise günümüzde medya, şiddeti özelde kadına yönelik şiddeti bir araç olarak kullanmakta, içinde şiddet olan bir haberi haber olarak nitelendirmektedir. Medya, diğer endüstri dallarında olduğu gibi ticari bir sistemin parçası olarak, ‘daha çok izleyici çekmek, daha çok kar etmek’ mantığı ile varlığını devam ettirdiği için şiddeti özellikle kadına yönelik şiddeti vazgeçilmez bir unsur olarak görmektedir. Genel bir değerlendirme ile medya, demokrasinin erdemlerini yaşama geçirmekten çok, bireylerin sahip oldukları tüketici kapasiteye seslenmektedir. Durum bu olunca popüler kültürün sıradan, bayağı, tek düze, birbirinin aynısı ürünler medyada geniş bir şekilde yer bulmakta; öte yandan bu tarz medya ürünleri halk istiyor gerekçesi ile meşrulaştırılmaktadır. SONUÇ VE ÖNERİLER Segal (1990) iktidar ilişkilerini, güçlü olanların zayıf olanları kendi çıkarları ve amaçları doğrultusunda örgütleyebilecekleri bir süreç olarak niteler; bu zayıf tarafın üzerinde kontrolü sağlamanın bir yoludur. Aslında erkeklerin de kadınlar gibi şiddetten etkilendiği bir gerçektir. Şiddeti güç ve iktidar ilişkileri üzerinden değerlendirmek; erkekliğin güç ve iktidarla bir olarak algılandığı erkek egemen toplumlarda mümkündür. Bu tür toplumlarda kadın üzerinde kontrol sağlama aracı olarak görülen her türlü şiddet eylemi doğal olarak kabul edilmekte ve farklı boyutlarda meşru görülmektedir. Erkekler, toplum içinde kendi varlıklarını ve güçlerini ortaya koymak, kimlikleri üzerinde vurgu yapabilmek için başvurdukları şiddet oranı her geçen gün daha da artmaktadır. Bu da kendilerinden daha güçsüz olarak gördükleri kadınlar üzerinden olmaktadır. Bu bakış açısı erkeklerin kendilerine dair kimlik algılamaları ile ilgili bir yanılsamadır. Topluma yön veren bir kurum olan medya da böyle bir yanılsama içindedir. Medyada kullanılan cinsiyetçi söylem erkeğin toplumdaki güç ve iktidarını pekiştirici bir özelliktedir. Bu durumda şiddetten beslenen medya bunu kadın üzerinden yapmakta, kadını nesne konumuna düşürerek varlığını yeniden sorgulamasına neden olmaktadır. Medya haber, sunum ve bilgi vermede kullandığı yöntem ve tekniklerle, şiddetin toplumsal ve bireysel düzeyde sunulmasını sağlamakta, bir tür sanal tatmin sağlamaktadır. Medya kadına şiddet temalarını içeren yayınlar yaparak, bu tür davranışların günlük, sıradan, haklı ve meşru bir nitelik kazanmasına ve toplumsal düzeyde özümsenmesine neden olmaktadır. Medyanın şiddeti sunmasından sonra, şiddetle ilgili duyarsızlaştırma etkisi oluşmaktadır. Sıradan, olağan, hayatın bir parçası olarak gösterilen şiddet sahneleri ile defalarca karşılaşan bireylerin, zaman içinde bu tür olaylara alışmaları ve olaylara olumsuz bir tepki vermemeleri ulaşılan sonuçlar arasındadır. Şiddet ile ilgili duyarsızlaştırma arttıkça, mevcut şiddetin dozu da artmaktadır. Böylece şiddete karşı duyarsızlaşan ve olumsuz tepki göstermeyen kişi, şiddet hakkında düşünürken rahatsızlık duymayacak, hatta şiddet içeren planlar kurmaya başlayacaktır. Bu şekilde medya içeriğine maruz kalan insanların; gerçek dünyadaki şiddete daha az tepki verecekleri, başkalarının yaşadığı acı ve sorunlara karşı ilgisiz kalacakları, empati duymayacakları, toplumda giderek artan şiddet olaylarına karşı daha fazla hoşgörü gösterecekleri kabul edilmektedir. Medya, kadına yönelik şiddeti nasıl haberleştirmeli? Kadına yönelik şiddeti kişiselleştirerek haberleştiren medyanın, toplumsal algıyı bu çerçevede biçimlendirme misyonunu terk etmesi en başta atması gereken bir adımdır. Bu tür olayları haber yaparken cinsiyete dayalı şiddete dikkat çekmesi gerekmektedir. Ancak, habercilik 241 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara anlayışının söz konusu şiddeti toplumsal bağlarından kopartacak biçimde olmaması altı çizilmesi gereken bir noktadır. Aynı zamanda, şiddet vakalarının takibinin adli sürecin ne şekilde sonuçlandığı konusunda okuyucunun bilgilendirilmesi gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetin medya tarafından, ‘zengini de fakiri de, okumuşu da okumamışı da dayak yiyor’ kolaycılığıyla verilmesi şiddeti sorgulatmak ve engellemekten çok olağanlaştırmaktadır. Dolayısıyla yapılan haberler, sosyo-ekonomik analizi ve cinsiyet boyutuyla birlikte verilmelidir. Aksi takdirde haberler şiddetin alanı ve şiddetin toplumsal düzen ile bağının kurulmamasına yol açacaktır. Kadına yönelik şiddetin gösterildiği dizilerde de durum hiç farklı değildir. Örneğin dizilerde tecavüz olayları gösterilirken aynı zamanda tecavüzü mazur gösterecek kalıplar beraber kullanılmaktadır. Dizide tecavüz mağduru ile tecavüzcü istemeden evlenmekte fakat oradan bir aşk çıkarılarak durum fantezi boyutuna dönüştürülmektedir. Dolayısıyla o durumdan aşkın çıkarılması şiddetin başka yöne kaymasıdır. Bu hastalıklı bir bakış açısıdır. Medya şiddete şaşı bakışını değiştirmeli sosyal sorumluluk sahibi olduğunu unutmamalı, şiddetin her türünü haber yaparken toplumsal bilinçlilikle eril söylemden kurtularak yapmalıdır. Medya; şiddeti, zorbalığı, acımasızlığı, cinayeti özendirmeden aydınlatan, bilinç artıran, insani duyarlılık geliştiren bir pozisyonda olursa toplumsal işlevini yerine getirir ve iletişimin, diyalogun sağlanmasına vesile olur; toplumun yaşam standardını yükseltmede rol oynar. Bu konuda medya çalışanlarını, temsilcilerini duyarlı olmaya ve empati kurmaya çağırıyorum. KAYNAKÇA Ağduk, Meltem (2003). ‘Harika! Bu Ne Hal? Medya, Kadınlar ve Şiddet’. http://www. huksam.hacettepe.edu.tr./Turkce/SayfaDosya/ harika_bu_ne_hal. Pdf adresinden 15.01.2012 tarihinde indirilmiştir. Arın, Canan (1996). ‘Kadına Yönelik Şiddet’. Cogito, Kış-Bahar. Sayı: 6-7, ss.305-312. Aziz, Aysel (1994). Medya, Şiddet ve Kadın: 1993 Yılında Türk Basınında Kadınlara Yönelik Şiddetin Yer Alış Biçimi. Ankara: KSGM Yayınları. Bek Gencel,M., Binark, M. (2000). Medya ve Cinsiyetçilik. Ankara Üniversitesi KASAUM. www.bianet.org/bianet/kadin/74990 adresinden 18. 01. 2012 tarihinde indirilmiştir. Büker, Seçil, Ayşe, Kıran (1999). Reklamlarda Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Alan Yayıncılık. Dursun, Çakır (2008). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Haber Medyası: Alternatif Bir Habercilik. KSGM Yayınları Fromm, Erıch (1993). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Birinci Kitap (Çeviren: Şükrü Alpaput). İstanbul: Payel Yayınevi. İçli, T.G., Öğün, A., Özcan N. (1995). Ailede Kadına Karşı ve Kadın Suçluluğu. Ankara: KSGM Yayınları. İnce Onur, H. (2008). Şiddet ve Erkek, Çarpık Erkeklik Algısı. bianet.org/biamag/bianet/106445 adresinden 19.01.2012 tarihinde indirilmiştir. 242 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İnceoğlu, Yasemin (2009). ‘Medya ve Nefret Suçları: Töre ve namus cinayetleri’. http:// www.yasemininceoglu.com adresinden 15.01.2012 tarihinde indirilmiştir. Kahraman, H.B. (1997). ‘Şiddet’. Radikal, Ağustos. Marvin, G. (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Medyada kadın şiddet ve tacizle öne çıktı (2010) http:// www.medyatakip.com adresinden 16.01.2012 tarihinde indirilmiştir. Michaud. Yues (1991). Şiddet. (Çeviren: Cem Muhtaroğlu). İstanbul: İletişim yayınları. Oskay, Ünsal (1996). ‘Efendi/ Köle İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine ’ Cogito, Kış-Bahar. Sayı:6-7, ss: 190-195. Sanal (2010). http://www.birgün.net adresinden 20.01.2012 tarihinde indirilmiştir. Segal, Lynne (1990). Ağır Çekim. (Çeviren: Volkan Ersoy). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 243 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GAZETE HABERLERİNDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET Arş. Gör. Nagihan TUFAN YENİÇIKTI* ÖZET Şiddet, bir kişinin başka bir kişiye acı çektirmek ya da fiziksel olarak yaralamak amacıyla kasıtlı olarak yaptığı davranıştır ve duygusal, fiziksel, cinsel ya da ekonomik olarak ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddet ise, kadının sözel, fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik zarar görmesiyle ve acı çekmesiyle sonuçlanan, kadının temel hak ve özgürlüklerini en temelde de yaşama hakkını tehdit eden bir eylemdir. Türkiye’de kadına yönelik şiddet gerçek boyutlarıyla tam olarak bilinmeyen ciddi bir sorundur. Yapılan araştırmalara göre Türkiye ‘de kadınların %75’i şiddete uğramakta ve buna karşı koyamamaktadır†. Bunun nedeni olarak da çocukların babasız büyümemesi düşüncesi, ekonomik olarak erkeğe bağlı olan kadınların gidecek yerleri ve paralarının olmaması gibi nedenler sayılabilir. Kadına yönelik şiddet eğitim, ekonomik gelişmişlik ya da coğrafi konuma bakılmaksızın tüm toplumlarda yaygın olduğu görülmektedir.‡ Kadınlara karşı her türlü şiddet ve engelleme kadının onurunun zedelenmesi anlamını taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı Türkiye ‘de kadına yönelik şiddetin gerçek görünümlerinin gazete haberlerine göre ortaya koymaktır. Bu çalışmada 5 ulusal gazetede kadına yönelik şiddet haberleri incelenerek kadınların ne tür şiddete uğradıkları ve bu haberlerde kadınların nasıl temsil edildikleri ortaya koyulacaktır. Anahtar Sözcük: Kadın, Şiddet VIOLENCE DIRECTED AT WOMEN IN NEWPAPER REPORTS ABSTRACT Violence is an intentional act meant by someone to hurt someone else or inflict suffering on that person, and it may emerge in emotional, physical, sexual or economic ways. Violence directed at women is an act resulting in women suffering verbally, physically, emotionally, sexually and economically and also an act threatening the basic rights and freedoms, notably the right to live. Violence directed at women is a serious problem in Turkey, the e tent of which isn’t accurately known. According to surveys conducted, 75 % of the women in Turkey are faced with violence and cannot stand up against it. The reasons for this passivity can be shown as the idea of their children not growing up without their father and lack of shelter for women to take refuge in due to their financial dependence on men. All sorts of violence and obstruction directed at women mean offending the honor of women. The purpose of this study is to reveal what the extent of the violence directed at women is in Turkey. In this study, we have examined the news reports in four national newspapers covering violence directed at women, specified what kind of violence they are faced with, and how the women are represented in the news. Key Words: Women, Violence, * Araştırma Görevlisi, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi nagihan_tufan@hotmail.com T.B.M.M. KADININ STATÜSÜNÜ ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU ARALIK 1998 ‡‡ Dr. M. Ali Uçar, Aile İçi Şiddet ve Aile Koruma Yasası, Yetkin Yayınları, Ankara 2003, sf:96 † 244 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Şiddet; bir bireye zarar vermeye ya da onu yıkmaya yönelik, dolaylı ya da dolaysız bir eylem (Büker ve Kıran, 1999:15) ya da bir kişinin diğerinin rıza ve arzusu dışında zor kullanarak kendi iradesine tabi kılmasıdır(Aziz, 1994:7) Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu’nun 1993 yılında kabul ettiği “Kadına Karşı Şiddet Bildirgesi”nde kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı ve kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik herhangi bir zarar ve üzüntü sonucunu doğuran ve ya bu sonucu doğurmaya yönelik özel yaşamda ve ya kamu yaşamında gerçekleşebilen her türlü davranış, tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi biçimde engellenmesi” şeklinde tanımlanmıştır (Arın, 1996:305). Kadına yönelik şiddet, “kadının bedensel ve/veya ruhsal bütünlüğüne zarar veren her türlü davranış veya tehdit” biçimindeki geniş kapsamlı ve türleri açısından fiziksel (dayak, tekme, tokat, alıkoyma gibi), ruhsal/psikolojik (hakaret, azarlama, küfür, kadının yakınlarıyla görüşmesine engel olma gibi), cinsel (tecavüz, tecavüz girişimi, cinsel taciz gibi) ve ekonomik şiddet (ev dışında çalışmaya engel olma, ev dışında çalışan kadınların kazancını elinden alma, okula göndermeme gibi) olarak çeşitlenmiştir (Çam, 2009:80). Kadın yaşamın her alanında her ortamda fiziksel, psikolojik, cinsel ya da ekonomik şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda medya hangi konumdadır? Aziz’in de (1994:11) belirttiği gibi medya kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısının da etkisiyle toplumda kadına yönelik aşağılanmaların ve stereotiplerin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Türkiye’de kitle iletişim araçlarında kadın farklılığı kadın bakış açısı yansıtılmamaktadır. Örneğin, şiddeti konu alan yayınlarda kadınlar “zavallı” veya “kurban” edilmiş olarak sunulmaktadır. 1993 yılında TBMM Araştırma Komisyonunca yapılmış olan “Medya, Şiddet ve Kadın” adlı araştırmada gazetelerde yayınlanan şiddet haberleri incelenmiş ve haberlerin %15.2’sinde şiddete uğrayan kadını acınacak durumda gösteren tanımlamalara; %7,6’sında da kadının namusu ile ilgili olumsuz tanımlamalara yer verildiği saptanmıştır (TBMM Araştırma Komisyonu 1998:72). Kadına yönelik şiddet coğrafi sınır, ekonomik gelişmişlik ve eğitim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın görülen bir olgudur. BM’in raporuna göre, kadın haklarının yüksek olduğu ülkelerden; Kanada, A.B.D. ve Kuzey Avrupa ülkelerinde ırza geçme oranlarının resmi kayıtlara yansıyanın on katı kadar olduğu tahmin edilmektedir. Yine İngiltere’de her 7 kadından biri eşinin tecavüzüne uğramaktadır. A.B.D. ‘de her 18 dakikada bir kadın dövülmekte ve her 6 dakikada bir kadının ırzına geçilmektedir. Fransa da ise şiddet kurbanlarının %95’i kadınlardır ve %51’ine de beraber oldukları erkekler şiddet uygulamaktadırlar (Arın, 1996:305).Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınların 1/3’nün eşi tarafından şiddete maruz kaldığı tespit edilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, bu oran daha yüksek olup %20-50 civarındadır (Aksakal ve Atasayar, 2011:2). Türkiye’de kadına yönelik şiddet sorununun bilimsel verilere dayanılarak anlaşılması açısından Kasım 2007’de Arat ve Altınay’ın yaptığı "Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddet" araştırmasının tespitine göre, her 3 kadından biri, kocasından çok kazanan kadınların 3'te 2'si fiziksel şiddet görmektedir. (Akt: Rahte, 2010:186). Kültürel yapının kadına yönelik şiddeti hoş görmesi, toplumda erkeğin egemen konumda olması, fiziksel olarak erkeğin kadından güçlü olması, aile içi şiddet yaşantısında kadınların şiddet mağduru olma riskini artırmaktadır (Köse ve Beşer, 2007:116). Buda, şiddete uğrayan kadınların toplum içindeki yasal, sosyal, politik ve ekonomik özgürlüğünü engellenmektedir. 245 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Gazete patronlarının eğilimleri daha çok gazetelerin Tirajları üzerine yoğunlaşmaktadır ve temel olarak gazete satma amacındadırlar. Bir yayın organının tiraj ya da reytingini arttırmanın en kestirme yolu şiddet haberlerine yönelmektir. (Sanders, 1999:169). 19. yüzyıldan başlayarak gazetelerin kâr getiren ticari bir etkinliğe dönüşmesiyle birlikte şiddet, suç, sapkınlıklar ve cinsellik haberlere dâhil edilmiştir (Yaktıl Oğuz, 2010:445). Kitle iletişim araçlarının kadınları konu aldığı en ağırlıklı alanlardan biri şiddettir. Kadınlar fiziksel şiddet başta olmak üzere, tecavüz, cinsel şiddet, aile içi şiddet, zorla evlilik, kaçırma, kaldırma, kapama, fahişelik ve pornografik sömürü gibi çok yönlü şiddetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Son yirmi yıldır yapılan çalışmalar, yazılı ve görsel araçlarda şiddetin medya profesyonelleri tarafından (çarpıtılması, farklılaştırılması, habercilik tekniği açısından farklı yazılması, yazı dilinin kasıtlı seçilmesi bakımından vb.) bir “magazin haberi” şeklinde algılandığını ortaya koyarak çeşitli eleştiriler getirmektedir (Halıcı, 2007:82-83). Yani, şiddetin ilgi çekiciliği nedeniyle gazetelerin şiddet gerçeğini yansıtma potansiyeli fazladır. Bu nedenle medya profesyonelleri, haberlerin dikkat çekmesi için haber yapmaya değer bir konu bulmak, habere değer katmak için okuyucuyu konunun bir parçası haline getirmek, okuyucuların aklından çıkmayan haberler yapmak üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Ancak gazete haberlerinin çeşitli nedenlerle gerçekte yaşanan şiddeti eksik ve yanıltıcı olarak yansıtması olasılığı her zaman bulunmaktadır ( Halıcı, 2007:71). Günümüzde kitle iletişim araçları, haber ve yorumlar aracılığıyla kadın aleyhine yeniden toplumsal yargılar üretmektedir. Bu konuda, görünürdeki değişime rağmen geleneksel kadın imgesi pekiştirilmektedir. Gerçekte değişen kadın düşünceleri, inançları medyada kendini ifade etme olanağından yoksundur. Kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız, başarılı kadın örnekleri yeterince yansıtılmamakta (TBMM Araştırma Komisyonu, 1998:71) gazetelerde kadınlara en fazla magazin haberlerinde yer verilmektedir. Kadınlar “karar alan, görüş bildiren” konumda değil, fiziki görünüşleri bağlamında değerlendirilmektedir. Gazeteler kadını genel geçer toplumsal normların getirdiği kadın imajıyla haberlerinde yansıtarak, pekiştirmekle yetinmektedir (Halıcı, 2007:82 Kitle iletişim araçlarında yayınlanan şiddet haberleri incelendiği zaman kadına yönelik şiddetin olumsuzluğu değil daha çok geleneksel yapı içinde kadının yapmaması gereken davranışları yaptığı zaman sonucunda neler olabileceğinin bir göstergesi şeklindedir. Bu da kadına yönelik şiddeti engellemenin yanı sıra şiddeti pekiştirmektedir. Televizyonlarda yayınlanan dizilerde ya da programlarda kadına yönelik şiddet hayatın bir parçası olarak sunulmakta ve bunun zamanla toplum tarafından normal bir şeymiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Zaten yapılan çeşitli araştırmalar ülkemizde kadına karşı şiddeti meşru kabul etme eğiliminin gerek kadınlar gerekse erkekler arasında yüksek olduğunu göstermektedir (TBMM Araştırma Komisyonu, 1998:54). Kadın, kendisine çizilen rol ya da görevlere karşı çıkmayı denemesi durumunda kocanın ya da babanın şiddeti devreye girer. Kadınların kimliklerine, işlerine v.b. gönderme yapmak yerine onların güzelliği, gençliği, eş ve anne olmaları “kadersizliği” vurgulanır. Şiddete maruz kalma sebepleri zaman zaman ön plana çıkarılarak şiddet haklılaştırılır. Şiddet eyleminin aktörü erkek ve erkeğin içinde yetiştiği toplumun erkek egemen değerleri sorgulanmaz (Binark ve Gencel Bek, 2007:158). Bu haberin bir kamusal alan etkinliği olarak erkekler hakkında ve büyük ölçüde onlar tarafından oluşturulan bir anlatı tarzı olmasıyla yakından ilgilidir (Dursun, 2008:72). 246 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Medya Takip Merkezi’nin 2009 yılını kapsayan “Medyada Kadın” başlıklı raporuna göre, kadının basında en fazla yer aldığı konu şiddet haberleridir. Kadının gazete ve dergilerde yer almasını sağlayan bu tür haberlerin oranı %40’tır. Gazetelerde yayınlanan kadın ile ilgili haberlerin %16’sı gazetelerin birinci sayfasında yer alıyor. Birinci sayfada haberlerin %39’u da şiddet haberlerinden oluşuyor (Yaktıl Oğuz, 2010:441) Yerel ve ulusal gazetelerden derlenen haberlere göre 2011 yılında 257 kadın öldürüldü, en az 102 kadın ve 59 kız çocuğuna tecavüz edildi. 167 kadın taciz edildi ve 220 kadında yaralanmıştır (Bianet...2012). 2012 Ocak ayı raporuna göre ise; 12 kadın öldürüldü, 26 kadın yaralandı ve 10 kadına da tecavüz edildi. 5 kadın ise seks işçiliği yapmaya zorlandı ve 35 kadın da taciz edildi (Bianet...2012). Son zamanlarda kadınların şiddete karşı başlattıkları kampanyalar ile birlikte bu konuda bir duyarlılık oluşmuştur. Bu konuda gelişmekte olan duyarlılığa paralel olarak şiddete uğramış kadınlar için kurumlar oluşturulmuştur (TBMM Araştırma Komisyonu, 1998:54). Fakat kadına yönelik şiddet konusunda danışma ve barınma hizmeti veren kuruluşların sayısı ise son derece yetersiz kalmaktadır. YÖNTEM VE BULGULAR Bu çalışmanın amacı Türkiye ‘de kadına yönelik şiddetin gerçek görünümlerinin gazete haberlerine göre ortaya koymaktır. Bu çalışmada 5 ulusal gazetede kadına yönelik şiddet haberleri incelenerek kadınların ne tür şiddete uğradıkları ve bu haberlerde kadınların nasıl temsil edildikleri ortaya koyulacaktır. Araştırmada, gazete haberlerinde kadına yönelik şiddetin nasıl ele alındığı sorunu irdelenmiştir. Kadına yönelik şiddetin gerçek görünümleri gazete haberlerine göre tespit edilmiştir. Kadına yönelik şiddetin tespit edilmesiyle, bireylerin tutum ve davranışlarındaki sapmalara karşı çözüm önerilerinin sunulması konunun önemini doğal olarak ortaya koymaktadır. Bu çalışmanın evrenini Türkiye’de yayımlanan gazeteler, örneklemini ise satış oranı yüksek olandan düşüğe doğru bir seçim yapılarak: Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve HaberTürk gazeteleri oluşturmuştur. Bu araştırma, Türkiye’de yayımlanan örneklemde belirttiğimiz ulusal beş gazete ile ilgili araştırma ve yayınlarla sınırlandırılmıştır. Bu çalışmanın yöntemi kesit alınarak yapılmış bir içerik çözümlemesidir. Bu nedenle örneklemde ele alınan gazete haberleri hem içerik hem de sayısal verilerle somutlaştırılarak sonuca gidilmeye çalışılmıştır. Araştırmanın varsayımı ise, gazete haberleri ile kadına yönelik şiddet olgusu arasında doğrusal bir manidarlığın varlığıdır. 247 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Bulgular Tablo 1: 20.02. 2012 Pazartesi Kadına Yönelik Şiddet Haberleri Tablo 2: 21.02.2012 Salı Kadına Yönelik Şiddet Haberleri GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN ALGILANAN GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN ALGILANAN POSTA Nadiyne Ne Yazık Ki Bu Adamla Evliydi Öldürülme Kıskançlık(Depresif kişilik) SABAH Başka Erkeğe Mesaj Atan Karısını Öldürdü Öldürülme Kıskançlık Güvensizlik HÜRRİYET Karısına 10 Bıçak Vurdu Yetmedi, Yerde Tekmeledi Öldürülme Kıskançlık HABERTÜRK Ukrayna’dan “Kartvizitle” Pazarladı Cinsel Şiddet İnternetten tanıştığı bayanı Türkiye’ye davet ederek fuhuş yaptırması ZAMAN Getirdi X X X SABAH Alzheimerlı, Karısını Öldürmekten Gözaltında Öldürülme Karısının öldürüldüğünü düşünmesi POSTA 87 Yaşındaki Koca 80’lik Eşini Öldürdü Öldürülme Karısının öldürüldüğünü düşünmesi 248 GERÇEKLİK İLİŞKİSİ GERÇEKLİK İLİŞKİSİ Aşırı derece kıskanç olan adamın kıskançlık nedeniyle karısını bıçaklaması Karısının bir erkeğe mesaj atmasını öğrenmesi sonucu çıkan tartışma nedeniyle karısını öldürmesi Kıskançlık nedeniyle çıkan tartışma kavgaya dönüştü ve karısını 10 yerinden bıçakladı İnternetten tanışığı Ukraynalı kadını Türkiye’ye davet ederek fuhuş yaptırması ve yakalanınca pişman olduğunu söylemesi x Alzheimer hastası olan adamın karısını bıçaklaması ve başka birisi tarafından öldürüldüğünü düşünmesi Yaşlı adamın Alzheimer hastası olduğu için tartışma Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara POSTA İtiraf HÜRRİYET Melike’yi Vurdum HABERTÜRK ZAMAN Öldürülme Ben Öldürülme X X X X 15 yaşındaki kızın kaçırılması ve polise gider korkusuyla öldürülmesi Korku X X esnasında eşini bıçaklayarak öldürmesi Geçen yıl kaybolan kızın polise gider korkusuyla öldürülmesi Geçen yıl kaybolan kızın polise gider korkusuyla öldürülmesi x x Tablo 3: 22.02.2012 Çarşamba Kadına Yönelik Şiddet Haberleri GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN SABAH İki Kadın, İki Komşu, İki Katil İki Kadınında Komşuları Çıktı Öldürülme HABERTÜRK 26 Defa Bıçakladı, TV’de Onu Çok Severdim Dedi Öldürülme Kadının komşusu tarafından öldürülmesi POSTA Katil Yayında Canlı Öldürülme Kadının komşusu tarafından öldürülmesi POSTA Başkasına Yar Etmem Deyip Boğazını Kesti Öldürülme Erkeğin kadının üstünde karar verme hakkını kendinde bulundurması HABERTÜRK Paşanın Kızına Trafikte Mimardan Dayak İddiası Fiziksel şiddet HABERTÜRK Oğlunun Önünde Yaralama Erkeğin gücünü olarak yaşam müdahale konusudur Kadının ayrılmasını ZAMAN Gözü Karısını Öldürülme 249 fiziki üstünlük kullanıp hakkına söz GERÇEKLİK İLİŞKİSİ Kadınlardan birinin borç verdiği parayı alamaması nedeniyle öldürülmesi diğerinin ise, komşunun teklifini reddetmesi üzerine öldürülmesi Borç para veren kadının parasını alamaması üzerine öldürme eylemini gerçekleşmesi Parasını alamayan kadının çıkan tartışma sonucu diğer kadını öldürmesi Kadın tarafından reddedilince kimseye yar etmem diyerek öldürmesi Yol vermeme iddiası üzerine kadına fiziksel şiddetin uygulanması erkekten erkeğin Boşanmak üzere olduğu ALGILANAN Öldürülen her iki kadınında komşuları tarafından öldürülmesi Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Delik Deşik Etti hazmedememesi HÜRRİYET Terk Eden Eşini 9 Kez Bıçakladı Yaralama Erkeğin terk edilmeyi hazmedememesi HABERTÜRK Ahlak Polisiyim Dedi, Taciz Etti Taciz Kandırma(kadınların kolay kandırılabilecek bir obje olarak görülmesi vardır) HABERTÜRK Tecavüz Etmedim Senaryo Gereği Hırpaladım Senaryo Gereği Biraz Hırpaladım Fiziksel şiddet Tahliye Edildi Fiziksel şiddet Erkeğin kadının üzerinde fiziki gücünü kullanması Yapılan dizilerde senaryo gereği bile erkeğin fiziki gücünün üstünlük olarak gösterilmesi sonucu kadının şiddet görmesi Erkeğin fiziksel gücünü kadının üzerinde kullanması POSTA HÜRRİYET Fiziksel şiddet karısını arkasından gizlice yaklaşarak bıçaklaması Boşanma kararı alan kadını eşinin önce dövüp daha sonra 9 kez bıçaklaması Adamın ahlak şubesinden olduğunu söylemesi ve yoldaki bir kadına hakkında şikâyet olduğu iddiasıyla arabaya bindirmesi ve tacizde bulunması Senaryo gereği kadının fiziksel şiddet görmesi Senaryo gereği kadının fiziksel şiddet görmesi Senaryo gereği kadına şiddet uygulayan kişinin serbest bırakılması Tablo 4: 23.02.2012 Perşembe Kadına Yönelik Şiddet Haberleri GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN ALGILANAN SABAH Platonik Âşık Okul Servisini Taradı Öldürülme Aşkına karşılık bulamayan gencin okul servisini taraması POSTA Fatmanur’un Suçu Ne? Öldürülme Arkadaşlık teklifini reddedince taciz ve tehdit yolunu tercih ederek sahip olmaya çalışmıştır 250 GERÇEKLİK İLİŞKİSİ Platonik âşık olan gencin kız tarafın reddedilmesi ve aşkına karşılık bulamaması Taciz ve tehditten hakkında suç duyurusunda bulunulması üzerine hapis cezası alması ve bundan kızı Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara HÜRRİYET Servise Pusu HABERTÜRK Pompalı Öldürülme Aşkına karşılık bulamaması Pompalı Manyak Öldürülme Reddedilme ZAMAN Pompalıyla Okul Servisine Saldırdı Öldürülme Sevdiği kızdan karşılık görememesi POSTA Babam Bana Tecavüz Etti Cinsel şiddet Ailesindeki erkeklerin tecavüz etmesi HÜRRİYET Omzumda Ağla Deyip Beni Öptü Taciz Kadının uğraması tacize sorumlu tutması Platonik âşık olan gencin kız tarafın reddedilmesi ve aşkına karşılık bulamaması Platonik âşık olan gencin kız tarafın reddedilmesi ve aşkına karşılık bulamaması Platonik âşık olan gencin kız tarafın reddedilmesi ve aşkına karşılık bulamaması Ailesindeki erkeklerden tecavüze uğraması ve şikayet etmesi üzerine himayeye alınması söz konusudur Kızın kirayı ödeyemediği için iftira atması ve erkeğin yalanlaması Tablo 5: 24.02.2012 Cuma Kadına Yönelik Şiddet Haberleri GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN ALGILANAN HABERTÜRK Devlete Bağırdı Ama Çok Öldürülme ZAMAN Şikâyet Ettik Ama Tedbir Alan Olmadı 9 Dilekçe Bile Kurtaramadı Öldürülme Arkadaşlık teklifini kabul etmeyince taciz ve tehdit yolu tercih edilerek sahip olmaya çalışılmıştır İstediğini elde edemeyince ölümle cezalandırmayı tercih etmiştir Kızımın Devlet Öldürülme SABAH POSTA Katili Öldürülme 251 Arkadaşlık teklifini kabul etmeyince taciz ve tehdit yolu tercih edilerek sahip olmaya çalışılmıştır GERÇEKLİK İLİŞKİSİ Arkadaşlık teklifini kabul etmeyen lise 3. Sınıf öğrencisine musallat olan adam genç kızı aylarca taciz ve tehdit etmesine rağmen hiçbir tedbir alınmayıp annesinin yanında kız öldürülmüştür Kızın aylarca taciz ve tehdit edilmesine rağmen devletten tedbir Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara HABERTÜRK Karısı Doğumda Kendisi Tacizde Taciz (Sapık cinsel Eğilim) 11 yaşındaki çocuğun her türlü kandırılmaya açık olması HÜRRİYET Hamile Acil Serviste Koca Bahçede Tacizde Karısı Acilde Kendi Tacizde Taciz (Sapık cinsel Eğilim) Küçük çocuğun kandırılarak tecavüze yeltenilmesi HABERTÜRK Kız Arkadaşının Boğazını Kesti Yaralama Tartışma yaralama HABERTÜRK Sokak Ortasında Dayak Yedi Ayrılmak İstedi Sevgilisi Dövdü Fiziksel şiddet POSTA Sevgiliye Dayağı Ayrılık Fiziksel şiddet Sevgilisinden ayrılmak istemesi Ayrılmak istediği için sevgilisinden dayak yemesi Sevgilisinden ayrılmak istemesi POSTA Sigara İçme Dedi Hastanelik Oldu Fiziksel şiddet Erkeğin en ufak tartışmada fiziksel gücünü kullanması ZAMAN Karısını Dövüp Çocuklarını Kaçırdı Fiziksel şiddet Erkeğin fiziksel üstünlüğünü kadına uygulaması POSTA HÜRRİYET Taciz (Sapık cinsel Eğilim) Fiziksel şiddet sonucu alınmasının istenmesi ancak hiçbir tedbir alınmayıp annesinin yanında kız öldürülmüştür Çocuğu cips alma bahanesiyle karanlık bir yere götürerek tacizde bulunulması Çocuğu cips alma bahanesiyle karanlık bir yere götürerek tacizde bulunulması Çıkan tartışmanın büyümesi üzerine kızın boğazını ve elini kesme söz konusudur Evli olduğunu öğrendiği sevgilisinden ayrılmak istemesi üzerine erkeğin fiziksel gücünü kullanarak kadını dövmesi Kadının erkeği sigara içmemesi için uyarması üzerine tekme tokat dayak yemesi Erkeğin çocuklarını götürmek istemesi üzerine çıkan tartışmada karısını darp etmesi söz konusudur Tablo 6: 25.02.2012 Cumartesi Kadına Yönelik Şiddet Haberleri GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN ALGILANAN SABAH Facebook’ta Hesap Öldürülme Güvensizlik 252 GERÇEKLİK İLİŞKİSİ Karısının Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Açan Öldürdü Karısını Kıskançlık Kandırılma duygusu ZAMAN Sosyal Paylaşım Sitesinde Hesap Açan Karısını Tabancayla Öldürdü Öldürülme Güvensizlik Kıskançlık Kandırılma duygusu HÜRRİYET İnternette Ne İşin Var Öldürülme Güvensizlik Kıskançlık Kandırılma duygusu POSTA Facebook Cinayeti Öldürülme Erkeğin işsiz olduğu için psikolojisinin bozuk olması tartışma sonucu karısını öldürmesi HABERTÜRK Facebook’ta Hesap Açan Eşini Öldürdü Öldürülme Güvensizlik Kıskançlık Kandırılma duygusu SABAH Öldürüp Dedi Kayıp Öldürülme Kadının evden ayrılmak istemesi HÜRRİYET Kayıp Öldürmüş Dedi Öldürülme Kadının evden ayrılmak istemesi POSTA Cani Oyunu Kocanın Öldürülme Kadının ayrı eve çıkmak istemesi HÜRRİYET Uzaklaştırılan Koca Yine Sıkıştırdı Eve Yaklaşmama Cezası Aldı Eşini Dövdü Fiziksel şiddet Erkeğin fiziksel gücünü kadının üzerinde kullanması POSTA Fiziksel şiddet 253 facebook hesabı açması üzerine çıkan tartışmada kadının vurulması Karısının Facebook’ta hesap açmasına kızan adam karısını öldürmüştür Eşinin Facebook’ta hesap açması üzerine çıkan tartışmada eşini öldürmüştür Kadının eşinden habersiz facebook hesabı açması sonucu çıkan tartışma nedeniyle eşini öldürmesi Kadının eşinden habersiz facebook hesabı açması sonucu çıkan tartışma nedeniyle eşini öldürmesi Adamın karısını öldürmesi ve kayboldu diye polise ihbarda bulunması Ev konusunda anlaşamamaları ve erkeğin kadını bıçaklaması Kadının kayınvalide ile oturmak istememesi üzerine çıkan tartışma sonucu öldürülmesi Karısına şiddetten uzaklaştırılan kocanın karısıyla A.V.M’de karşılaşması üzerine yeniden Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara HÜRRİYET Kızına “Bu Evden Çıkarsan...” Ölümü Öldürülme POSTA Evden Kaçan Kızını Öldürdü Öldürülme HABERTÜRK Tartıştığı Kızını Alnından Vurdu Öldürülme Erkeğin kadının üstünde söz söyleme hakkının bulunduğunu düşünmesi Evden kaçan kızı babasının durdurmak istemesi Kızın sık sık evden kaçması fiziksel şiddete başvurması Babanın kendisinden izinsiz dışarı çıkmak isteyen kızını vurması Evden sürekli kaçan kızın yine kaçmak istemesi ve babanın öldürmesi Sık sık evden kaçan kızını durdurmak istemesi Tablo 7: 26.02.2012 Pazar Kadına Yönelik Şiddet Haberleri GÖSTEREN GÖSTERİLEN GERÇEKLEŞEN SABAH Kız Kardeşini Kalbinden Bıçakladı Pişmanım Dedi Öldürülme Kıskançlık Güvensizlik Değersizlik Kandırılma Aldatılma HABERTÜRK Pastanede Ne İşin Var Dedi Öldürdü Öldürülme Kıskançlık Güvensizlik Değersizlik Kandırılma Aldatılma POSTA Sevgili Buldu Sandı Kardeşini Öldürdü Öldürülme Kıskançlık Güvensizlik Değersizlik Kandırılma Aldatılma HÜRRİYET Kardeşini Kalbinden Bıçakladı Öldürülme Kıskançlık Güvensizlik Değersizlik Kandırılma Aldatılma ZAMAN SABAH X Gelin Kaynana Vahşetinin Arkasından X Öldürülme X Adi suçlardan hırsızlık olayının gerçekleştirilme 254 ALGILANAN GERÇEKLİK İLİŞKİSİ Kız kardeşini petrolde bir adamla gören ağabey çıkan tartışma sonucu kız kardeşini bıçakladı Kız kardeşini petrolde bir adamla gören ağabey çıkan tartışma sonucu kız kardeşini bıçakladı Petrol istasyonunda bir erkekle kardeşini gören ağabey şerefimizi iki paralık ettin diyerek kardeşini öldürdü Kız kardeşini petrolde bir adamla gören ağabey çıkan tartışma sonucu kız kardeşini kalbinden bıçakladı X Para almak için öldürmüşlerdir Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Yeğenler Çıktı biçimi (buradaki sorun; kadınların kolay baş edilebilecek bir obje olarak görülmesi vardır) Yaptığımız çalışmada, tiraj oranları en yüksek olan 5 ulusal gazetede 1 haftalık (20.02.2012-26.02.2012) periyotta kadına yönelik şiddet kapsamında toplam 25 olay incelenmiştir. Bu olaylardan %48’i ölüm, %24’ü fiziksel şiddet, %12 taciz ve %8 yaralama ve cinsel şiddetle sonuçlanmıştır. Bu sonuçlardan hareketle, kadına yönelik şiddet algısı psikolojik ve fiziki saldırganlıktan çok direkt yok etmeye yönelik öldürülmeyle gerçekleşen olaylardan meydana gelmektedir. Bu da gösteriyor ki kadına yönelik şiddetin boyutu kendileri için sorun olduğunu düşündükleri kimsenin öldürülmesini doğal olarak hakları gibi algılıyor olmalarıdır. Gazetelerde en fazla öldürülme haberlerinin yer almasının belki de diğer bir nedeni, dayak ve cinsel taciz gibi daha yaygın şiddet türlerinin sıradan olaylar olarak görülmesi sebebi ile çok fazla yer almaması ve öldürülme haberlerinin gazetelerde daha yaygın olarak yansıtılmasıdır. Haftalık periyoda göre bakıldığında; Habertürk 15, Sabah 9, Hürriyet 14, Posta 18, Zaman 7 adet haber sunumuyla kadına yönelik şiddet haberlerini ele almıştır. Bu konuda en fazla haberi Posta gazetesi vermiştir. Haber sıralamasına göre bazı gazeteler şiddet haberlerini ön sayfada veya büyük puntolarla verirken diğer bir kısım gazete ise bu haberleri görmezlikten gelmiş veya ara satırlara serpiştirmeyi uygun görmüştür. Yapılan çeşitli araştırmalarda göstermiştir ki erkeklerin çoğu aşırı güvensizlik duygusundan dolayı özerkliklerine tecavüz edileceği korkusu yaşarlar ve kendileri şiddete maruz kalmadan ilk darbeyi vurma telaşı yaşarlar (Kocacık, 2004:35). Bizim yaptığımız çalışmada da kadınların öldürülmeden sonra en fazla fiziksel şiddete (%24) uğradıkları tespit edilmiştir. Buda, en ufak bir tartışmanın bile erkeğin fiziksel gücünü bir üstünlük olarak kullanıp kadın üzerinde fiziksel bir şiddet uygulama eğilimi yarattığını göstermektedir. Diğer dikkat çeken bir nokta da cinsel şiddettir. Türkiye’de cinsel açıdan çocuk istismarı(tecavüz) ya da kadının tecavüze uğraması çok fazla meydana gelmektedir. Ancak burada dikkat çekici olan bu durum, tecavüze uğrayan kişi ve ailesi tarafından gizlenmeye çalışılmasıdır. Böylece tecavüzcü cezalandırılmadığı gibi dolaylı olarak yaptığı iş meşru hale gelmektedir. Bu durum çözülmesi mümkün olmayan saplantılı bir yaşama biçimini oluşturmaktadır. SONUÇ Çalışmada kadına yönelik şiddet kapsamı altında 5 ulusal gazetede yayınlanan şiddet (Öldürülme, dayak, taciz, tecavüz, yaralama v.b.) haberleri ele alınmıştır. Toplamda 25 şiddet olayı incelenmiştir. Bu olaylardan büyük çoğunluğu kadınların öldürülmesi ile sonuçlanmıştır. Erkek egemen bir toplum yapısına sahip olunması, erkeğin kadından üstün olduğu yaklaşımın kabul edilmesi ve kadına uygulanan şiddetin bir sebebinin olması gibi yaklaşımlardan dolayı yapılan gazete haberlerinde erkeğin ya kıskançlık nedeniyle ya da işsizlik nedeniyle psikolojisinin bozuk olması gibi nedenlerle şiddeti gerçekleştirdiği eğilimi söz konusudur. 255 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Ele alınan gazetelerde olayların sebeplerini açıklamada yüzeysel olmaları ve kıskançlık, geleneksel kadınlık rollerini yerine getirememe, saygısızlık gibi nedenleri öne çıkardıkları tespit edilmiştir. Sonuç olarak; özellikleri ve yaklaşımı ile tanımlamaya çalıştığımız medyanın kadına yönelik şiddeti sansasyonel ve istismara dayalı biçimde işlediğini görmekteyiz. Tecavüzün nesnel bir biçimde ortaya koyulmaması, vahşet, şiddet ve pornografiyi birleştiren yayınlarda bulunması, kadına yönelik şiddetin ciddi bir insan hakları ihlali olarak algılanması açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin belki de en önemli yöntemlerinden biri olan zihniyet dönüşümünün sağlanmasında çok geniş kitlelere ulaşabilmesi nedeniyle medya önemli bir güce ve role sahiptir. Bu nedenle medyanın sosyal sorumluluk bilinciyle konuyu sahiplenmesi ve doğru biçimde yansıtması bilincinin ön planda olması gerekir. KAYNAKÇA AKSAKAL Hülya ve ATASAYAR Mehmet (2010), Aile İçi Kadına Yönelik Şiddetin Biyo-Psiko-Sosyal Sonuçları Üzerine Bir Çalışma, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 26 Eylül – Ekim 2011 Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi (http://www.akademikbakis.org) ARIN, Canan (1996), “Kadına Yönelik Şiddet”, Cogito, Sayı:6-7, Kış-Bahar:305-312, YKY Yayınları, İstanbul AZİZ, Aysel (1994), Medya, Şiddet Ve Kadın, KSGM Yayını, Ankara BİNARK, Mutlu ve GENCEL BEK, Mine (2007), Eleştirel Medya Okuryazarlığı Kuramsal Yaklaşımlar Ve Uygulamalar, Kalkedon, İstanbul ÇAM, Şerife (2009) Televizyon Dizilerinin Kadına Yönelik Şiddet Temsillerinde Ataerkil Rejimin İdeolojisi, Kültür ve İletişim (culture & communication), Sayı:12(2), Yaz/Summer: 79-132 Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi ÇAYLI RAHTE, Emek (2010), Aile İçi Şiddet Ve Medya: Gündüz KuşağıTelevizyonunda Şiddetin Görünürlüğü Ve Yeniden Üretimi, İletişim Kuram Ve Araştırma Dergisi Bahar 2010, Sayı:30 DURSUN, Çiler (2008), Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Ve Haber Medyası: Alternatif Habercilik, KSGM Yayını, Ankara HALICI, Coşkun (2007), Gazete Haberlerinde Kadına Yönelik Şiddet: Posta Ve Takvim Gazetelerinde Kadına Yönelik Şiddet Haberleri Üzerine Bir Araştırma, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Eskişehir Kadına Yönelik Şiddet, Bianet, http://bianet.org/konu/kadina-yonelik-siddet, adresinden 15.02.2012 tarihinde indirilmiştir KOCACIK, Faruk (2004), Aile İçi İlişkilerde Kadına Yönelik Şiddet Türkiye‟den Örnekler, Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, Sivas. KÖSE Aslı ve BEŞER Ayşe (2007), Kadının Değiştirilebilir Yazgısı “Şiddet”, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Sayı:10: 4 RITTERSBERGER TILIÇ, Helga (1998), “Aile İçi Şiddet: Bir Sosyolojik Yaklaşım”, 20. Yüzyılın Sonunda Kadınlar Ve Gelecek, Ed: Oya Çitci, Todai Yayınları, Ankara 256 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara SANDERS, Barry (1999), Öküzün A’sı Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, Çev. Şehnaz Tahir, Ayrıntı Yayınları, İstanbul T.B.M.M. KADININ STATÜSÜNÜ ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU ARALIK 1998, KSGM Yayını, Ankara UÇAR, M. Ali (2003), Aile İçi Şiddet ve Aile Koruma Yasası, Yetkin Yayınları, Ankara YAKTIL OĞUZ, Gürsel (2010), “Erkek Egemen Toplumda Gücün Kanıtı: Kadına Yönelik Şiddet Ve Medyadaki Görünümleri”, Medyada Şiddet Kültürü, Editör Ömer Özer, Literatürk Yayınları, Konya 257 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara SOSYAL MEDYADA KADINA ŞİDDET ÜZERİNE SÖYLEMLER: İTİRAF.COM* Ayşe ŞİMŞEK† ÖZET Bu çalışmada kadına şiddeti meşrulaştıran söylemler, sosyal medyada itiraf.com sitesi üzerinden analiz edilmiştir. Kadına şiddetin kurumsallaşması tarihsel süreç içinde, ataerkil düzen ve toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumuyla gerçekleşmiştir. Teorik çerçevede bu süreç ele alınmıştır. İtiraflar, eleştirel söylem analizi yöntemiyle incelenmiştir. Buna göre şiddeti onaylayan itirafların hakim söylemi temsil ettiği, şiddete karşı çıkan itirafların ise muhalif söylemi geliştirdiği görülmüştür. Çalışmanın sonunda kadına şiddeti onaylayan hakim söylemin büyük ölçüde geçerliliğini korumakla birlikte, muhalif söylemin de yaygınlık kazanmaya başladığı görülmüştür. Anahtar sözcükler: Ataerkillik, toplumsal cinsiyet ABSTRACT In this study, discourses which legalize violence against women are analyzed through itiraf.com web site. Institutionalization of violence against women has occurred by creation of patriarchal order and gender roles in historical process. This process has been discussed in theoretical framework. Confessions have been analyzed by critical discourse analyze. According to this, it has been realized that confessions which endorse violence represent dominant discourse and confessions which object to violence develop contradictory discourse. At the end of study, it has been seen that validation of dominant discourse mostly continues and also contradictory discourse has started to gain wide currency. Keywords: Patriarchy, gender. GİRİŞ Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılında yaptığı Türkiye’de aile içi şiddet araştırmasına göre, kentsel alanda kadınların %40,3’ü, kırsal alanda %46.6’sı, tüm ülke genelindeyse %41,9’u şiddete uğramaktadır (http://kadininstatusu.gov.tr/ upload/mce/eski_site/tdvaw/istatistikler.htm). Araştırma sonucunda kadınların eşleri tarafından uğradıkları şiddetin, tanımadıkları kişilerin taciz ve tecavüzünden bile yaygın olduğu görülmüştür. Şiddet sonucunda kadınların sağlığının bozulduğu, intihar düşüncesi ve intihar teşebbüsünde artışın olduğu ve her on kadından birinin gebeliği sürecinde dayak yediği görülmüştür. Tüm bu rakamlara karşın, görüşme yapılan kadınların yarısına yakını başına gelenleri daha önce kimseye anlatmamıştır. Bu sonuç, şiddetin saklanan bir durum olduğunu göstermektedir (http://kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/tdvaw/TemelBulgular.htm). Ülkemizde, şiddetin bu derece yaygın olması ve buna rağmen hala saklanan bir olgu olmasının nedeni, toplumda hakim durumda olan ataerkillik ve toplumsal cinsiyete dair söylemlerdir. Bu söylemler sayesinde, erkek kendinde kadına şiddet uygulama hakkı * Bu makale 2011 tarihli, “Sanal Ortamda Toplumsal Cinsiyetin Yeniden İnşası: İtiraf.com” isimli doktora tezinin verilerinden yararlanarak üretilmiştir. † Arş. Gör. Dr., Sakarya Üniversitesi, Fen-Fdebiyat Fakültesi,Sosyoloji Bölümü, ayses@sakarya.edu.tr 258 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara görmekte, kadın ise edilgen bir şekilde bu duruma razı olmakta ve hatta bazen dayağı hak ettiğini düşünmektedir. Ataerkillik ve toplumsal cinsiyet rol dağılımının oluşturduğu hakim söylem, gündelik hayatta şiddetin çözüm yolu olarak sunulmasına olanak sağlamaktadır. Medya takip edildiğinde, hemen her gün babası, abisi, eşi, ya sevgilisinin şiddetine uğramış bir kadın haberiyle karşılaşılmaktadır. Medyada şiddeti uygulayanlar daha çok eğitimsiz, düşük-sosyo ekonomik grupta yer alan, cahil ve maço bireyler olarak sunulmakta ve şiddetin nedeni de genel olarak eğitim düzeyi ve gelir durumuyla ilişkilendirilmedir. Ekonomik durumdaki sıkıntılar ve düşük eğitim düzeyi şiddeti arttıran olgular olmakla birlikte; altta yatan daha derin bir olgu, kadına şiddeti onaylayan ataerkil söyleminin şiddet uygulayanlara cesaret verdiği göz ardı edilmektedir. Kadını mülk gibi gören, bekarken babasının, evlendikten sonra kocasının denetiminde kabul eden ataerkil söylem, kadına karşı uygulanan sözlü şiddet, dayak, taciz, tecavüz ve hatta ensest için bile sürekli kadını suçlama eğilimdedir. Ataerkil söylem, sürekli kadının başına gelen şeyi hak edecek bir davranışı olup olmadığı sorgulamaktadır; bu sorgulama yüzünden kadınlar şiddeti açıklamaya çekinmekte, erkeklerse ceza indirimi alacağını düşünerek, şiddet uygulamaya devam etmektedir. Bu söylem sayesinde, sonu cinayete varan şiddet uygulamalarında bile, erkek gerekli yaptırıma uğramamaktadır. Erkeğe güven veren ataerkil söylemin, Osmanlı döneminde kurumsallaştığı görülmektedir. Bütün geleneksel toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı hukukunda da kadın-erkek eşitsizliği, kadının aleyhine olacak şekilde kurumsallaşmıştı (Berktay, 2006:98). Osmanlı döneminde, kadın ve erkeğe uygulanan yaptırımların eşitsizliğinin boyutları 17. Yüzyılda Şeyhülislam’a sorulan sorulardan ortaya çıkmaktadır. Şeyhülislam’ın kadılar gibi yaptırım gücü bulunmamakla birlikte, İslam’a uygun karar alamayan kadıların, Şeyhülislam’a şikayet ettikleri ve bu sayede kadıların görevden alınabildiği görülmektedir. Şeyhülislam’ın verdiği fetvalar, kadı kararlarından farklı olarak tek tek olayları bağlamaz, geneldir ve emsal teşkil eder. Bu soruları yöneltenlerin çoğunlukla erkek olduğu ve kadınları kontrol etmede Şeyhülislam’dan fetva yoluyla destek aldıkları görülmektedir. Bu sorularda, kadınların sokağa çıkmalarının, hatta ebeveynlerini ziyaret etmelerinin bile yasaklanmasının istendiği görülmektedir. Kocalar, karılarına uyguladıkları şiddet konusunda da Şeyhülislam’dan onay istemektedir. Kocaların karılarına egemenliklerini dayatmak için istedikleri bu fetvalardan onaylanmayanlar yok denecek kadar azdır. Erkekler kadınları “zapt-ü rapt” altına almadıkları durumlarda Şeyhülislamın otoriter ve ikna edici fetvalarına ihtiyaç duymaktadır. Sonuçta verilen fetva, kocaların egemenliği lehine olduğu için, kadınlar kocalarının şiddetine veya yasaklarına maruz ve edilgen bir şekilde yaşamaya devam etmiştir (Art, 1996:20-26). Tanzimattan itibaren, özellikle cumhuriyetin kuruluşundan sonra kadınlar önemli yasal haklar elde etmekle beraber, ataerkil düşüncenin hakimiyetini bazı kırılmalarla birlikte önemli ölçüde devam ettirdiği görülmektedir. Berktay’ın belirttiğine göre, Türkiye’de halen kadına uygulanan şiddet yaşamın olağan bir parçası olarak kabul edilmektedir. Örneğin 1988’deki bir araştırmaya göre, erkeklerin %45’i itaatsizlik durumunda eşlerini dövme haklarının olduğunu düşünmekte; %66’sı evde erkeğin mutlak otorite olduğuna ve kadının ona itaat etmedi gerektiğine inanmaktadır. 1992’de yapılan başka bir araştırmaya göre ise aile içi geçimsizlik nedeninin başında, %53 ile kocanın karısını, 259 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara %31 ise çocuklarını dövmesi gelmektedir(Berktay, 1995: 764). Son olarak 2009 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce yaptırılan araştırmaya göre kadınların %36’sı hayatının herhangi bir döneminde eşi veya birlikte olduğu kişinin fiziksel şiddetine uğramaktadır: Fiziksel şiddet medeni duruma göre değerlendirildiğinde, boşanmış ya da eşinden ayrı yaşayan kadınlarda bu oran %73’ e fırlamaktadır (H. Jansen, İ.Yüksel, P.Çağatay, 2009:52). Bu araştırmada, şiddet oranlarının bu kadar yüksek olmasını sağlayan, erkek egemen düzen ve toplumsal cinsiyet rollerinin, söylem yoluyla kadına uygulanan şiddeti nasıl desteklediği, sosyal medyada itiraf.com sitesindeki itiraflar üzerinden incelenmiştir. PROBLEM DURUMU Temel Kuram ve Kavramlar Ataerkinin başlangıcı insanların yerleşik hayata geçmesine ve tarımda karasabanın icadına dayandırılır. İnsanların toplayıcılık yaptığı dönemde, daha eşitlikçi ilişkiler olduğu düşünülmekle birlikte, bu döneme dair ulaşılan verilerin son derece sınırlı olması nedeniyle, öncesinde anaerkil dönemim yaşandığına dair çok ciddi kuşkular bulunmaktadır. Ataerkil dönemden önce kadın –erkek arasında daha eşitlikçi ilişkiler olduğunu düşünen antropologlar, bunu yerleşik hayata kadarki geçen sürecin, günümüze kadar geçen 12.000 yıldan yüzlerce kat daha uzun bir süreyi içermesine bağlamaktadırlar. Çapa tarımının yapıldığı yerleşik hayata geçişin ilk aşamasında da süregelen ve karasabanın bulunmasına kadar devam eden süreçte toplumsal cinsiyet rollerinin belirginleşmeye başlamakla birlikte, bu dönemde kadın ve erkeğin birbirinin tamamlayıcısı olduğu düşünülmektedir. Bu sonuca ise günümüze yakın ya da çağdaş toplumlarda bahçe tarımıyla uğraşan toplumlarda kadın-erkek arasında daha eşitlikçi ilişkilerin gözlemlenmesiyle ulaşılmıştır. (Gross, 2006:79-81). Kimmel ataerkilliği kamusal ve özel alanda görülen ataerkillik olmak üzere ikiye ayırmıştır.Ataerkilliğin inşasında, erkeklerin kadınlar üzerinde uyguladıkları güç iki alanda tartışılabilir. Bu gücün kurumsallaştığı birinci alan kamusal alanda görülen ataerkilliktir. Kamusal alandaki ataerkillik, toplumsal kurumların düzenlenmesi ve sürdürülmesinde kendini gösterir. Bunun anlamı erkeklerin ekonomi ve siyaset gibi kurumlarda tüm gücü elinde bulundurmasıdır. Özel alanda görülen ataerkillik ise duygusal ve ailesel düzenlemelere dayanır. Erkekler kamusal alandaki gücünün burada yeniden üretilmesi anlamına gelir. Yeniden üretim aile hayatındaki kadın-erkek ilişkilerini içerdiği gibi, çocukların sosyalleşmesini de içerir. Kamusal ya da özel hayattaki ataerkilliğin her ikisi de açık ya da üstü örtük bir şekilde şiddete dayanır. Kamusal ataerkillik bunu açıkça cinsiyetçi olan askerlik ya da polis teşkilatı gibi kurumlarla sürdürür. Özel alandaki ataerkillik ise tecavüz ve aile içi şiddete dayanır (Kimmel, 2001:23). Ataerkil dönemin gelişmesi hakkında ise Weber, şu düşünceyi belirtmektedir. Ataerkillik ve yaşlı egemenliği kavramları genellikle yan yana bulunmaktadır. Ataerkillikte atanın gücü sınırsızdır ve kadınlarla, çocuklar atanın mülkü olarak kabul edilmektedir. Onlar da köleler gibi alınır, satılır, ipotek edilir. Weber kadınların erkeklere göre ikincil konumda olmasının nedenini, erkeklerin fiziksel ve zihinsel olarak daha üstün olmasıyla açıklamıştır (Waters, 2001: 382). Ataerkil yönetimi Millet 260 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara şöyle tanımlamıştır: “ Nüfusun kadın olan yarısının, erkek tarafından denetlendiği yönetim biçimi”. Buna göre ataerkil düzen iki aşamada gelişir: Birincisi, erkeklerin kadınlara egemen oluşu, ikinci aşama ise yaşlı erkeklerin genç erkelere egemen oluşudur. Ataerkillik bir kurum olarak, bütün siyasal, toplumsal, ekonomik ve dinsel oluşumları etkileyecek güçte bir toplumsal değişmezlik niteliği taşıdığı halde, tarih ve coğrafya çerçevesinde büyük değişkenlik gösterir (Millet, 1987: 48). Ataerkilliğin kurumsallaşmasında toplumsal cinsiyet rolleri etkin olmuştur. Thebaud, toplumsal cinsiyeti şöyle tanımlamaktadır: “Toplumsal cinsiyet sistemi, erili ve dişili kültürel olarak tanımlayan ve böylece cinsel kimliği şekillendiren düşünceler ve temsiller sistemiyle birlikte toplumsal roller kümesidir.” (Thebaud,2005:16). Toplumsal cinsiyet rollerinin, tarihsel ve antropolojik çalışmalar kadınların erkeklerden farklı olarak tabi bulundukları belirleyici deneyimlerinin neredeyse evrensel olduğunu ortaya koymuştur. Her şeyden önce kadınlar siyasal olarak eziliyorlardı. Kadınlar siyasal iktidarda yer alamıyorlar ve yaşamlarını biçimlendiren gerçekliklerin denetimini ellerinde tutamıyorlardı. İkincisiyse, her dönemde ve her yerde kadınlar ev içi alana ait oldukları kabul ediliyordu. Sanayi öncesi toplumlarda kamusal ile özel alan ayrımının, sanayileşmiş toplumlardaki kadar katı olmadığı doğru olsa bile, bilinen tarih boyunca kadınlar yine de özel alan ve ev içi işlerle görevlendirilmişlerdir. Üçüncüsü, kadınların tarih boyunca kullanım değeri için üretip, değişim değeri için üretmemesidir. Kullanım için üretmek, yiyecek ve giyecek gibi, ailenin tükettiği maddelerin yaratımı anlamına gelir, dolayısıyla değişim değeri için değil kendisi için üretim yapılmasıdır. Dördüncüsü, kadınların yaşadıkları farklı fiziksel deneyimlerdir. Bunların en önemlileri bütün kadınların yaşadıkları mensturasyon ve pek çok kadının yaşadığı doğum ve süt verme olaylarıdır. Son olarak, çekirdek ailede çocuk yetiştirme süreci kadın ve erkek için her zaman çok farklı olmuştur (Donovan 2001:325). Giddens, toplumsal cinsiyet inşa sürecinin çok küçükken başladığını söylemektedir. Anne ve babalar kız ve erkek çocukları yetiştirirken farklı davrandıklarını kabul etmemektedirler, fakat araştırmalar bunun böyle olmadığını göstermiştir. Kendilerinden bir bebeğin kişiliğini değerlendirilmeleri istenen yetişkinler, çocuğun kız ya da erkek olmasına bağlı olarak farklı yanıtlar vermişlerdir. Altı aylık bebek kız çocuk gibi giydirildiği zaman, beş genç anne bebeğe çoğunlukla gülümsemiş ve oynaması için bebek vermişlerdir. Bebek anneler tarafından “tatlı” ve “yumuşak ağlaması” olan bir bebek diye değerlendirilmiştir. Aynı bebek, erkek çocuk gibi giydirildiği zaman, tepkiler değişmiş ve bebeğe oynaması için tren ya da diğer erkek oyuncakları verilmiştir. Bebekler cinsiyetlerini bilinçsizce öğrenirler. Çocuklar cinsiyetlerini adlandıramadan önce, sözle ifade edilmeyen işaretler alırlar. Sistematik giyiniş, saç biçimi ve diğer farklılıklar, görsel işaretler yoluyla bebeğe cinsiyetini öğretir. İki yaş civarındaki çocukların toplumsal cinsiyete dair tam olmayan bir algıları oluşmuştur. Kendilerinin kız mı yoksa erkek mi olduklarını bilir; başkalarını da genellikle doğru biçimde tanımlarlar. Bununla birlikte çocuklar beş ya da altı yaşına gelene kadar, kişinin toplumsal cinsiyetinin değişmediğini ve kızlar ile erkekler arasındaki cinsiyet farklılıklarının anatomik temelli olduğunu bilmezler. Oyuncaklar, resimli kitaplar ve televizyon programları hep kadın ve erkeklerin farklı olduğunu vurgular. Hatta toplumsal cinsiyet bakımından yansız görünen oyuncaklar bile pratikte böyle değildir. Örneğin oyuncak tavşan ve yavru kediler kızlara önerilirken, aslan ve kaplanlar erkek çocuklara uygun bulunur (Giddens, 2008:209). 261 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Ataerkilliğin ve toplumsal cinsiyetin kadını denetleme biçimindeki farklılıklar belki de en yoğun şekilde kadın cinselliği konusunda görülmektedir .Batı, 1960’larda gerçekleştirdiği devrimle kadın üzerindeki baskıyı kısmen kaldırabilmiştir; ancak, halen kadın, cinsellik konusunda kontrol altındadır ve erkek kadar rahat değildir. Örneğin 1989’da Amerika’da toplu tecavüze uğrayan bir kadın, evinde çocuğunu bırakarak eğlenmeye gittiği için komşuları tarafından suçlanmıştır. Mahkeme sürecinde, kadının çocuğu evde tek başına bırakmadığı ispatlandığında ise bu durum kadını komşuları nezdinde aklamaya yetmemiştir. (Thebaud 2005:20). Batı’da kadına uygulanan bu yaptırımlara karşılık, Doğu’da kadın çok daha ciddi yaptırımlarla karşılaşmakta ve hatta bu yaptırımlar yüzünden hayatını kaybedebilmektedir. Özelikle Müslüman toplumlar, kadın cinselliği konusunda çok katı tutumlar sergilemektedir. Örneğin Pakistan’da 1979’da Ziya ül-Hak’ın çıkardığı hudud yasalarında tecavüz, zinanın bir alt kategorisi olarak sınıflandırılmıştır. Tecavüze uğrayan kadın zina işlemediğini dört erkek şahitle ispatlamak zorunda bırakılmıştır. Malezya ise 2002 yılında bu yasaya ek bir madde ekleyerek, tecavüze uğrayan kadın bu durumu ispatlayamazsa, haksız suçlama nedeniyle 80 kırbaçla cezalandırılmasını öngörmüştür. Bekaret konusunda da Müslüman toplumlarda halen katı uygulamalar devam etmektedir. Ataerkil düşüncenin bekarete verdiği önem, kadınların ameliyatla ‘suni bakirelik’ oluşturmalarına yol açmıştır. Oysa orta çağda, sadece üremeye dönük bir cinsellik yaşanmaması ve kadının da cinsellikten haz alması gerektiğini savunması ile tıp kitaplarında kürtaja dair bilgiler vermesi açısından Müslüman toplumlar Batı’ya göre daha iyi bir durumdaydı (Ahmed 2004:55-67). Osmanlı’da kadınlar erkek mülkiyetinin “kutsallığı” kapsamında değerlendirilip baskı altında tutulmuştur. Buna göre erkeklerin dört ‘hür’ kadınla nikahlı, satın alabildikleri kadar cariyeyle ise nikaha gerek duymadan cinsellik yaşamaları doğal bir hak iken, kadınlar seçmedikleri kocalarından başka bir erkekle olamaz, onları boşayamaz, nadiren boşandığı durumda ise, kocasının neseb ve veraset hakkına binaen aylarca nikahlanmadan beklemek zorunda kalırdı. Boşanmış kadın eğer çocuğu varsa ona istediği yerde bakamaz ve kendi değerlerine göre yetiştiremezdi. Zina yapan kadın ise bir çocuk doğurduğunda ne kendisi, ne de çocuk için bir hak talep edemezdi. Kadın bedeni üzerindeki tasarruf ve namus baskısı kendisini ‘zina’ kavramıyla açıkça ortaya koymuştur. İslam’da zina, kadın ve erkek için aynı anlama yani gayr-ı meşru ilişki anlamına gelir ve İslam Hukuku’nda her iki cins için de aynı ceza öngörülürken, kadın ve erkek için ‘zina’nın sınırları farklı noktalarda başlamaktadır. Buna göre kadın için ‘zina’ daha çok kendi bedeni üzerinden tanımlanırken, erkek için ‘zina’ birlikte olduğu kadının kimliği ve bu kadın üzerinden tanımlanan diğer erkekler arasındaki hukuka dayanan bir içeriğe sahiptir. Dolayısıyla erkek için sınır, diğer hemcinslerinin mülkiyet alanını ihlal ettiği için başlar ve evli erkek karısına ihanet ettiği için değil, başka bir erkeğin –baba veya koca- mülkiyetine zarar verdiği için, zina yapan bekar erkeklere göre daha çok ceza alırdı. Kadın ise, kocasının veraset ve mülkiyet hakkını korumak için tek eşli olmak zorundaydı ve bu nedenle evli kadın kocasının hakkına tecavüz edilmesine izin verdiği için ceza alırdı (Art, 1996: 26-27). Osmanlı toplumu evlilik dışı ilişkilerde ise, eski Doğu toplumlarının katı ceza uygulamalarını terk etmiştir. İslam hukukuna göre, zina yaptığı sabit olan bir kadın, 262 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara eski İbrani hukukundan geçen bir hükümle taşlanırdı. Recm adı verilen bu cezanın uygulanmaması için Osmanlı bunu çeşitli hükümlerle zorlaştırmıştır. Zinanın ispatı için dört erkek şahit gerekiyordu ve kocasının zina isnadına rağmen kadın, yemin ve inkar yoluna saptığında bu ceza uygulanmamaktaydı. Recm cezası Osmanlı tarihinde bir kere, 1680 yılında, kocası seferde olan bir kadınla, zımni bir gence ilişkiye girdikleri gerekçesiyle uygulanmıştır. Mahkeme kadına recm, erkeğe ise idam cezası vermiştir. Ulama arasında nefretle karşılanan bu olaydan sonra bir daha böyle bir ceza verilmemiştir. Bununla birlikte babasız çocuk doğuran veya nikahsız yaşayan kadınlar toplumca hoş karşılanmamış, şehrin asayiş amirinin gözetimine bırakılmışlardır. Böyle kadınlar hemen subaşı’na teslim ediliyor ve haklarında bazen adil olmayan hükümler veriliyordu. (Ortaylı, 2001:80-81). İslami ataerkilliğin etkisinde görülen bu cezalandırma şeklini, Tanzimat sonrası ve Cumhuriyet döneminde ise Batılı ataerkillik almıştır.. Yine ataerkil bakışın uzantısı olarak Cumhuriyet dönemi Türk Ceza Kanunu’nun yakın zamana kadar geçerli olan 440 ve 441. maddelerine göre evli kadının zina suçunu işlemiş sayılması için kocasından başka bir erkekle bir kez cinsel ilişkide bulunması yeterliyken, evli erkeğin aynı suçu işlemesi için “karısıyla birlikte ikamet olduğu evde yahut herkesçe bilinecek surette başka yerde karı–koca gibi geçinmek için başkasıyla evli olmayan bir kadını tutmakta…” olması gerekmekteydi. Buradan anlaşıldığı üzere Osmanlı döneminde örf ve şeriat arasında varolan ikiliğin, Cumhuriyet dönemimde de “geleneğin” yeni yasalarda varlığını korumak suretiyle sürdüğüdür (Berktay, 2006:100-101). Ataerkilliğin ve toplumsal cinsiyet rollerinin inşasında söylemin ve kolektif simgelerin önemli rol oynadığını görülmektedir. Ataerkil söyleme ait en yaygın ön kabuller ise şunlardır: 1. Kadın ve erkekler yalnızca biyolojik açıdan değil, ihtiyaçları, yetenekleri ve işlevleri bakımından da farklıdırlar. 2. Erkekler daha güçlü ve akılcı oldukları, kadınlarsa daha duygusal ve zayıf oldukları için; siyasete katılım ve yönetim erkeğin hakkıdır. Kadınların kamusal alanın dışında kalmaları gereklidir. 3. Erkekler, rasyonel zihinsel yetenekleriyle dünyayı yorumlayarak ve düzene sokarak, ölümsüz kültür ürünlerini yaratırken; kadınlar, çocuk doğurma ve yetiştirme yetenekleriyle ölümlü bedeni yaratırlar ve böylelikle erkeklerden daha “aşağı” bir iş yapmış olurlar. 4. Erkeklerin, kadınların cinselliğini ve üreme yetilerini denetleme hakları vardır; kadınların böyle bir hakkı söz konusu değildir (Berktay, 2000:19-20). Çalışmada yer alan itiraflar, yukarda kuramsal çerçevede özetlenen ataerkil yapı ve toplumsal cinsiyet rollerinin, toplumda kadını konumlandırdığı durum göz önünde bulundurularak analiz edilmiştir. ARAŞTIRMANIN AMACI İtiraflar “nick name” ile yani kurgusal kimlikle yapıldığı için, günlük yaşamda kolay ulaşamayacağımız mahrem bilgileri de içermektedir. Günlük yaşamda konuşulması tabu olan ve kişilerin en yakınlarına bile söylemediği eylem ve düşüncelerini, üyeler itiraf.com adlı siteye itiraf etmiştir. Araştırmacının müdahalesinin bulunmadığı bu 263 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara itiraflar, itiraf sahibi kişilerin samimiyetini yansıtması açısından önemli bulunmaktadır. Bu bağlamda da yapılan itiraflar kurgu eseri olsa bile itirafçının zihninde şiddetin nasıl algılandığını tespit etmek çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Sosyal medyanın bireylerin günlük yaşantısında giderek daha çok yer kaplaması, sosyal ağ sitelerinin üye sayısının her geçen gün artması ve bireylerin kendilerini daha çok ifade etmesine olanak sağlaması nedeniyle, bu sitenin incelenmesinin önemli olduğu düşünülmektedir Kısaca, kadına şiddete dair ataerkil ve toplumsal cinsiyetçi kabullerin söylem aracılığıyla sosyal medyada ne şekilde yer aldığının sosyolojik açıdan ortaya konması bu araştırmanın amacını oluşturmaktadır. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ Yaşanılan toplumda bilgi içeriklerinin oluşum ve aktarımı söylemsel bağıntılar aracılığıyla gerçekleşmektedir Foucault, bu aktarımı “dili dile bağlamak” olarak adlandırmaktadır. Dili dile bağlamak; tarihsel-toplumsal olarak başkalarınca geliştirilmiş dili kullanmak ve onun içinde barındırdığı tarihsel-kültürel birikimi edinmek demektir. Bilginin dille üretilip aktarılması nedeniyle dil, var olan erk ilişkilerini içinde barındırarak; kendisiyle birlikte bu erk ilişkilerini de aktarır. Bu aktarma ve düşüncenin kalıcılaşması, kitle iletişim araçları, günlük iletişim, okul, yaştaşlar topluluğu ve aile gibi ortam ve kurumlar üzerinden gerçekleşir. Söylem kuramı öncelikle güncel söylemin oluşumu, biçimlenimi ve erk etkisini sorunlaştırır. Söylemler, kurumsallaşmış ve düzenlenmiş oldukları için, erk ilişkisini yansıtır ve erk etkisi yaratırlar (Kula, 2010:350). Eleştirel söylem analizi bağlamında güç çalışmalarında temelde iki soru belirlenmektedir: 1) Daha çok güç sahibi olan grup, halkın söylemini nasıl kontrol etmektedir? 2) Söylemler düşünsel ve davranışsal olarak daha az güçteki grubu nasıl kontrol eder ve bu tarz sosyal eşitsizliğin sosyal uzlaşımı nedir? (Van Dijk, 2003: 355). Söylem analizinin bireyler ve toplum üzerinde kurduğu erk, karşıt söylemler aracılığıyla yıkılmaya çalışılır. Ortak kültür içerisinde gelişen eleştirel tutumları simgeleyen karşıt söylem, bu yönüyle hegemonyaya karşı çıkmaktadır. Çevreci söylem, kadın hareketine ilişkin söylem, laik-demokratik düzene ilişkin söylem buna örnektir. Karşıt söylemin işlevi, toplumsal koşulların yarattığı toplumsal sömürü sonucunda ortaya çıkan egemenlik ve erki açığa çıkarmak ve bunların geniş halk yığınları yararına değiştirilmesine katkıda bulunmaktır. Sömürü ve baskı mekanizmalarının ortaya çıkarılması, karşıt söylemin temel işleviyken; günlük söylemin eleştirel değerlendirilmesi, karşıt söylemin amacı ve “yıkıcı” işlevidir (Kula 2010:355). Bu çalışma nitel bir araştırmadır. Araştırmada itiraf.com evreni içinde yer alan itiraflardan, şiddete ilişkin itiraflar incelenmiştir. İncelenen itiraflar anahtar kelimeler yardımıyla bulunmuştur. Çalışmanın sınırlılığı nedeniyle örneklem olarak on itiraf seçilmiştir. Eleştirel söylem analiziyle incelenen bu itiraflar, iki kategoriye ayrılmıştır. Buna göre mevcut ataerkil düzenin, erkekleri üstün kabul eden ve şiddeti onaylayan söylemini sürdüren beş itiraf ve ataerkilliğin şiddeti onaylayan söylemine karşı çıkarak, karşıt söylem geliştirmiş beş itiraf olmak üzere toplam on itiraf analiz edilmiştir. Çalışma yapıldığı sürece siteye yeni itiraflar eklenmeye devam ettiğinden ve anahtar 264 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kelimelerle bulunan itiraflar her zaman analiz edilecek temayla ilgili olmadığından; sitede bulunan toplam itiraf sayısını vermek mümkün olmamıştır. BULGULAR Ataerkil toplum yapısı temelde erkek egemenliğine dayanmaktadır. Daha değersiz cins kabul edilen kadınların ataerkil sistem tarafından denetim altına alınmasında, şiddetin rolü önemli yer kaplamaktadır. Kuramsal çerçevenin ataerkillik bölümünde daha önce de değinildiği üzere Weber’ e göre, erkek kadından daha zeki ve fiziksel olarak daha güçlü olduğu için üstündür. Kadınların kamusal alandan uzaklaştırılması ve bedenlerinin denetim altına alınmasında erkekler fiziksel üstünlüklerini fazlasıyla kullanmışlardır. Ataerkil şiddet kadın üzerindeki denetimini başta dayak olmak üzere fiziksel ve sözel şiddet yoluyla, kadın bedeni üzerindeki denetimi ise taciz ve tecavüz korkusuyla sağlamaya çalışmıştır. Savaşlarda kadına karşı uygulanan sistematik tecavüzler bu şiddetin göstergelerinden biridir. Kadına karşı şiddet, gelişmiş ülkeler de dahil pek çok ülkenin ortak sorunudur. Ataerkil şiddetin kendini ortaya koyuşu sözel şiddet, dayak, taciz, tecavüz, ve namus cinayetleri şeklinde olmaktadır. Ataerkil şiddetin devlet tarafından meşrulaştırıldığı kurumlar ise askeriye ve polislik kurumlarıdır. Bu kısımda itiraflar ataerkil söylemde, hakim söylemi temsil eden itiraflar ve bu söyleme karşı çıkan muhalif itiraflar olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ataerkilliğin Şiddet Yoluyla İnşasında Hakim Söylemi Temsil Eden İtiraflar İtiraf.com sitesindeki itiraflar şiddet açısından incelendiğinde, şiddetin Türkiye’de ne kadar yaygın olduğu fikrine istatistiklere başvurmadan da ulaşılmaktadır. Ataerkil şiddet sadece erkeklerin kadına uyguladığı şiddeti değil, hiyerarşiye göre gücü elinde bulunduranın, zayıf olana uyguladığı şiddeti kapsamaktadır. Kadınların da tarihin ilk çağlardan beri savaşların sessiz ortakları olmaları, kahramanlık söylemine katılmaları onları da ataerkil şiddetin destekçileri yapmaktadır. Kadınların birbirine uyguladığı fiziksel şiddet en çok kaynanalık kurumu aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. Bu başlıkta analiz edilen itiraflar şunlardır: Eğitimli Kadınlar şekildedir: Dayak Yemez Sanırdım: Ataerkil şiddetle ilgili ilk itiraf şu “Uzun süren, harika bir ilişkiden sonra evlenme kararı aldık. Ancak evliliğimizin ilk 3 ayından sonra eşimden şiddet görmeye başladım. Önceden televizyonda görüp de akıl sır erdiremediğim her şey başıma geldi. Eğitimli kadınların buna nasıl olup da boyun eğdiklerini anlayamazdım. Baş kaldırmak gerçekten de o kadar kolay değilmiş. 6 aylık hamileyim. Hamileliğimde bile bir kez dayak yedim. Son 1 aydır ne yemek yiyor ne de uyuyorum. Evde hiç konuşmadan sadece temizlik yapıyorum. Takıntı derecesinde kendimi temizliğe verdim. Ruhsal bir bunalım geçirdiğimin farkındayım. Kendime ve bebeğime zarar vermekten korkuyorum. Çok yalnızım”(dutkemane, Kadın, 26, İstanbul). Bu itiraftaki itirafçı evliliklerinin üçüncü ayından sonra şiddet görmeye başladığını belirtmektedir. Daha öncesinde eğitimli kadınların şiddete nasıl boyun eğdiğini anlamayan itirafçı, şiddet kendi başına geldiği zaman edilgen bir tutum takınmıştır. Buradaki önemli nokta şiddetin eğitim, statü,sınıf v.b. kriterleri pek de dikkate almamasıdır . Şiddet uygulayan da, şiddet mağduru da her tür toplumsal kesimde görülebilmektedir. Altı aylık hamile olan itirafçı, hamileliğinde de dayak yemesine rağmen hiçbir yasal merciye şikayette bulunmamıştır. İntihar etmekten korkan itirafçı, herhangi bir yardım girişiminde bulunmamıştır. Gördüğü şiddete başından beri şhiçbir 265 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tepki vermeyen bu itirafçı, ataerkil şiddetin beklentisine uyan kadın edilgenliğiyle uyuşmakta ve bu itiraf bu yönüyle daha çok hakim söylemi temsil etmektedir. Kocam Bana Değil Kardeşine İnanır:Analiz edilen ikinci itirafta bir tecavüz vakası anlatılmaktadır. 25 yaşında bir kadına ait olan itiraf şu şekildedir: “Dün gece kocamın kardeşi tarafından tecavüze uğradım. Her tarafım yara bere içinde. Kocam hala iş seyahatinde ve biricik kardeşinin ne yaptığını hala bilmiyor. Hem duysa ne farkeder ki? Bana değil ona inanacak. Hem bana inansa ne olacak ki? Nasıl kabullenecek bunu, nasıl artık bana "karım" diyebilir? 7 aylık bir kızımız var. Ailem kocamla evlendiğim için beni reddetti. Kızım hala küçük olduğu için çalışamıyorum çünkü ne bakacak kimse ne de yuvaya verecek param var. Bir an önce bir şeyler yapmalıyım ama ne yapacağımı bilmiyorum” (pink butterflyy, Kadın, 25, İstanbul). Ataerkil şiddetin kadını en çok sindirdiği şiddet yöntemlerinden biri olan tecavüz vakalarının sonucu bu itirafta görüldüğü gibi adli makamlara yansımamaktadır. Yine tecavüz vakalarının çoğunun tanıdık kişiler aracılığıyla gerçekleştirildiği bilinmekte ve bu itiraf bu gerçeklikle örtüşmektedir. İtirafçı kayınbiraderi tarafından tecavüze uğramış ve eşinin kendisine inanmayacağını düşünerek, ona bu olayı anlatmaya çekinmektedir. Tecavüz vakalarında olayın mağduru olan kadınların, faili baştan çıkardıkları suçlamalarıyla karşılaştıkları bilinmektedir. Ayrıca itirafçı kendisini suçlamakta ve artık eş sıfatını hak etmediğini düşünmektedir. Ailesinin rızası dışında evlendiği için, ailesi tarafından da reddedilen itirafçı nereye sığınacağını bilmemektedir. Çalışma hayatının içine olmaması ve kızına bakacak kimsenin olmaması da itirafçıyı zor durumda bırakmaktadır. Genel anlamda itirafta görülen söylemse, ataerkil şiddetin kadından beklediği teslimiyetçi söylemle uyuşmakta ve bu anlamda bu itiraf daha çok hakim söylemi temsil eden bir itiraftır. Yüzümün Gülmemesinin Sebebi :Eşinden gördüğü şiddet sonucunda tamamen sindirilen 32 yaşındaki bir kadının itirafı aşağıdaki şekildedir: “Evet haklısınız; kocam yakışıklı, boylu poslu aslanlar gibi. Evet haklısınız; kocam güler yüzlü, sempatik, müşfik, yardımsever. Evet haklısınız; kocam eğitimli, kültürlü, işinde gücünde, başarılı, saygın biri. Evet haklısınız; saray yavrusu gibi muhteşem bir evim, yuvam var. Evet haklısınız; yardımcılarım var, elimi sıcak sudan soğuk suya sokmuyorum. Evet haklısınız; 4 4 jipim var ama ben sokağa dahi çıkmak istemiyorum. Evet haklısınız; kocam beni çok seviyor, bir dediğimi iki etmiyor. Maddi manevi bana sunduğu imkanlar sınırsız. Evet haklısınız; ben ukala, yüzü gülmeyen nemrut kadının tekiyim. Çünkü kocam; beni aldatıyor, üstelik bunu benden gizleme gereği dahi duymuyor. Çünkü kocam; trafikte birine kızsa beni dövüyor, Dolar düşse ben dayak yiyorum. Her tarafımın morarması sakarlığımdan değil kocamın elinin ağır olmasından. Çünkü kocam; canı istediği zaman zorla bana sahip oluyor. Çünkü kocam; yardımcılarımızın yanında bile bana "or...pu, fa...şe, sür...k" diye hitap ediyor. Çünkü kocam; onu terk edersem veya boşanmaya kalkarsam beni öldürmekle tehdit ediyor. Çünkü kocam; bana şantaj yapıyor, oğlumu yurt dışına kaçıracağını ve bana yüzünü göstermeyeceğini söylüyor. Evet kocam; her kötülüğü yapacak potansiyele sahip bir canavar” (Elma.Kurdu, Kadın, 32, İstanbul). Bu itirafta görüldüğü gibi bazen şiddet hiç beklenmeyen kişilerden gelmektedir. Şiddet uygulayan kişi,fiziksel şiddetin yanında sözlü şiddetle de, sürekli eşini küçük düşürmeye çalışmaktadır. Sözlü şiddetin yanında, fiziksel şiddetin boyutlarıysa, tecavüze kadar varmaktadır. Eşini sürekli öldürmekle ve çocuğunu göstermemekle 266 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara tehdit eden bu kişi, bu yolla eşini yıldırarak, onun boşanmasını önlemeye çalışmaktadır. Bu kadar şiddet uygulayan bir kişinin eşinden boşanmak istememesinin nedeni, dışarıdan görülen mutlu aile imajının bozulup, statü kaybına uğrayacağı endişesidir. Darp ve tecavüzden sonra ilgili yasal birimlere şikayette bulunmayan itirafçın bu itirafıyla büyük ölçüde ataerkil sistemin kadını edilgen gören söylemiyle uyuşmakta ve itiraf bu yönüyle daha çok hakim söylemi temsil etmektedir. Karını İlk Günden Dövmezsen, Tepene Çıkar:Ataerkil şiddetin, kadınların desteğiyle beraber yürüdüğünü gösteren bu itiraf 21 yaşındaki bir erkeğe aittir. İtirafçı daha çok olayı aktarıp, fazla yorumda bulunmadığı için bu itiraf aktarılan olay açısından ele alınacaktır. Aktarılan şiddet olayı şu şekildedir: “Dünyanın en ilginç gerdek gecesini anlatacağım. Bizzat halamdan dinlemiştim. Halamı, halasının oğluyla evlendirdiklerinde 13-14 yaşlarındaymış. Damatsa 30. Halam çok ufak göründüğü için kat kat elbiseler giydirip gerdek odasına öyle sokmuşlar. Damat geldiğinde abdest alıp namaz kılmış. Namazı bitince de halama doğru gelmiş ve gözünün ortasına bir yumruk çakmış. Ardından da ağzını burnunu kan içinde bırakana kadar dövmüş. Sebepse halamın kaynanasının, yani öz halasının, gerdekten önce oğluna, "İlk gece mutlaka dövmelisin. Dövmezsen baş edemezsin. Tepene çıkar'" diye akıl vermesiymiş. Halam yıllarca hem kocasından hem kaynanasından hem de kocasının yedi kardeşinden dayak yemiş. Canım halam 50 yaşında öldü. O zamana kadar bir sürü hastalıktan çok çekti. Düşünüyorum da, acaba o kadar çok hastalıkta dayakların payı var mıydı? Nur içinde yat halacım” (musrak, Erkek, 21, Ankara). Ataerkil şiddetin üretilmesinde önemli yer kaplayan şiddet türlerinden biri de kayınvalide şiddetidir. Erkek çocuk sahibi kadınlar sahip oldukları iktidarı en çok gelinleri üzerinde uygulamaktadır. Bu itiraf aynı zamanda yine kadın üzerinde uygulanan başka bir şiddete, kadının küçük yaşta evlendirilmesine örnektir. Böylelikle kadınlar kamusal alanın istediği donanımı kazanamadan eve kapatılıp; ataerkil toplumun kendine yüklediği ev işleri ile çocuk, yaşlı ve hasta bakımına hiçbir ücret almadan yapmaktadır. Bu kadar yorucu görevi itirazsız bir şekilde yerine getirebilmesi için bir kadının itaatkar yapıda olması gerekmektedir. Ataerkil yapıda bir kadını itaatkar kılmanın yolu da onu dayakla eğitmekten geçmektedir. İtirafta küçük yaşta evlendirilen çocuğun, daha ilk günden dövülerek edilgen kılınmasını kayınvalidesi yani öz halası talep etmiştir. Evlenmeden önce ailesinin, evlendikten sonra da kocasının ailesinin mülkü kabul edilen bu kadın hayatı boyunca hem eşinden, hem kaynanasından, hem de kocasının yedi kardeşinden dayak yemiştir. Kadını ailenin mülkü, ücretsiz çalışan bir köle olarak gören ve kadına dayak atarak her istediğini yaptırabileceğini sanan bu söylem, ataerkil söylemle uyuşan, hakim söylemi temsil eden bir söylemdir. Dualarım Dedemin Ruhuna Gitmesin: Bu bölümde son analiz edilen itiraf 27 yaşında bir kadına aittir ve itiraf şu şekildedir: “Dün sabah abim aradı. "Dedemizin ölüm yıldönümü, Yasin oku." dedi, "Peki." deyip kapattım. Abdestimi aldım, Kuran'ımı elime alıp okumaya başladım. Okudukça ağladım, ağladıkça açıldı içim. Dedemi kaybedişime değildi ağlamam. Sen onların yanında büyüdün abi. Sen dedemi hep bir baba gibi, dahası kahraman gibi gördün hep. Söyleyemedim hayalinde büyüttüğün süper kahramanın beni daha 9 yaşındayken taciz etti diye. Nasıl söyleyebilirdim ki; ben bile anlamamıştım o yaşta dedemin ısrarla kilotumu indirmemi istemesini. "Dur bi bakayım" demelerini, elini sokup okşamaya çalışmasını... "Dede yapma, utanıyorum." dediğimde, 267 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara "Benden mi utanıyorsun, ben senin dedenim." demesini, "Annene söyleme!" demesini... Söyleyemedim abi. Yasin okudum evet, ama içimdeki karaltıların çözülmesi için, inan dedemin ruhuna gitmesin diye özellikle dua bile ettim! Çok üzgünüm abi, çok üzgünüm” (melanet.1983, Kadın, 27, İstanbul). Bu itirafta tüm toplumlarda tabu olan ve bu nedenle ortaya çıkması çok zor olan ensest olgusunun aktarıldığı görülmektedir. Ensest buradaki gibi taraflardan birinin çocuk olduğu durumlarda çocuk istismarına girmektedir. Ensest olgusu tabu kabul edildiği ve kurbanlar büyük oranda yetkili makamlara bu durumu bildirmediği için, ensestin gerçek oranının ne olduğu bilinmemektedir. Mağdurların pek çoğu bu itirafta da görüldüğü gibi korktukları ya da utandıkları için başından geçen bu olayı yakınlarına anlatamamakta, adli mercilere başvuramamaktadır. Ataerkil şiddetin en sarsıcı, gücün en orantısız kullanıldığı türü aile içinde çocukların ensest yoluyla istismar edilmesidir. Buradaki itirafçı da dedesinin ailesi tarafından çok sevilmesi, bu durumda kendisine inanılmayacağı düşüncesi ile bu olayı kimseye anlatmamıştır. Kadınları ve çocukları erkeklerin ve ailenin mülkü kabul eden ve onlardan teslimiyetçi bir tavır bekleyen ataerkil söylemin gereklerini yerine getiren bu itiraf bu yönüyle daha çok hakim söylemi temsil etmektedir. Bu itirafla bu bölümde analiz edilen itiraflar son bulmuştur. Ataerkilliğin Yeniden İnşasında Şiddete Muhalif Olan İtiraflar Ataerkil şiddet elbette her zaman onay görmemekte, bazen mağdurların kendisi buna direnmekte, bazen de mağdurları destekleyen kişi ve kurumlar bulunmaktadır. İtiraf.com sitesinde şiddet mağduru bir erkeğin itirafına rastlanmamıştır, ancak Mart 2006’dan önce sitenin takip edilmediği ve anahtar kelimelerle yapılan taramalarda her zaman konuyla ilgili itirafların yer almadığı da göz ardı edilmemelidir. Gerçek hayatta da fiziksel olarak güçlü olan ve iktidarı elinde bulunduran erkekler olduğu için çoğunlukla şiddetin mağduru kadın, faili erkektir. Bu kısımda analiz edilen itiraflarda da mağdurlar çoğunlukla kadın ve daha az sayıda da çocuktan oluşmaktadır. Kapsamın sınırlılığından dolayı itirafların hepsi analiz edilememiş ama özellikle çocuğa uygulanan şiddetin sitede ciddi bir şekilde eleştirildiği görülmüştür. Bu bölümde analiz edilen itiraflarla ilgili öne çıkan vurgulamalarsa şu şekildedir: “Dayak Yiyen Kadına Akıl Veren Çok Oluyor”, “Dayak cennetten çıkma değildir”, “Türk polisi yakalar”, “ Kadının adı yok” ve “Bir halam vardı”. Dayak Yiyen Kadına Akıl Veren Çok Oluyor: Analiz edilen ilk itiraf 32 yaşında bir kadına aittir ve şu şekildedir: “Şiddet görmeden önce, böyle bir şey olursa ortalığı ayağa kaldıracağımı, hemen boşanma davası açacağımı sanıyordum ama gerçekleşince hiç de öyle olmuyormuş. Hayır, utandığımdan filan saklamıyorum, sadece çok akıl veren ve aklımı karıştıranlar olmasın diye susuyorum. Ha, eşini döven erkeklere de bir not: İnanın aksine bizi güçlendiriyorsunuz. Daha sakin, planlı olmaya sevk ediyorsunuz. Geleceği belirlerken fevri davranmaya değil, kendimizi en iyi şekilde bu durumdan sıyıracak yolu bulmamız için sağduyulu olmaya teşvik ediyorsunuz” (şapşal, Kadın, 32, İstanbul). Şiddetle karşılaşan bir kadının bununla baş etmek için geliştirdiği stratejiler bu itirafta öne çıkmaktadır. İtirafçı, başa gelmeden önce, şiddetle mücadele için düşünülen stratejilerin, şiddet olayı gerçekleştiğinde uygulanmasının o kadar da kolay olmadığını belirtmektedir. Öncelikle çevresindeki insanlara bu olayı anlatmasının kafa karışıklığına neden olduğunu görmüştür. Evli bir kadının dayak yediğinde boşanma davası açması 268 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara gerektiğine inanan itirafçı, bu fikrini etrafına açtığında çok da hoş karşılanmamış görünmektedir. Günlük hayatta bu konuda, “ bir tokat için yuva yıkmaya değer mi?”, “yuvayı yapan dişi kuştur “v.b. söylemlerle kadınlar yumuşak başlı ve edilgen olmaya teşvik edilmektedir. Eğer arada çocuk varsa, yuvanın yıkılmaması gerektiğini söyleyen boşanma muhalifi söylemler daha da artmaktadır. Şiddet nedeniyle boşanmaya hak vermek, ancak ciddi hasar veren darp izlerinin varlığıyla mümkün olabilmektedir. İtirafçı bu durum karşısında sessiz kalarak, zannedildiği gibi hiç de edilgen olmadığını erkeklere yazdığı notta belirtmektedir. Bir erkeğin, bir kadına uyguladığı ataerkil şiddete karşı çıkan bu itiraf, hakim söyleme karşı çıkan, dolayısıyla muhalif söylem geliştirmiş bir itiraftır. Dayak Cennetten Çıkma Değildir:Bebekliğinden itibaren şiddet gören bir çocuğa ait itiraf şu şekildedir: “Kızım doğduktan tam 31 gün sonra dünyaya gözlerini açtı. Yeni doğan bebeklerimizle ilgili fikir alışverişinde bulunmak üzere annesiyle sık sık görüşür olmuştuk. Daha o günlerde minicik bebek için "Valla sinirime dokunursa hiç bakmam, basarım dayağı." diyordu annesi ve ben kucağımdaki kızıma bakıp vicdanına havale ediyordum, belki de sadece dilindedir diye ihtimal vermiyordum. Geçen gün 2 yaşına giren o bebek, teyzesiyle sınıfıma geldi. Ürkekti... Rahat olması için yanına gidip eline tebeşir tutuşturmak istedim, vuracağımı sandı. Çok ama çok canım yandı. Teyzesine sordum;meğer her fırsatta çocuğu dövüyormuş annesi. Yediği dayaklar neticesinde ürkek, kararsız, çekingen bir çocuk olmuş çıkmış el kadarcık bebe. Ben de bazen contaları sıyırma sınırına geliyorum ama pişman olacağım hiçbir şey yapmıyorum. Kızım benim okuluma geldiğinde tüm okulu yönetiyor, özgüveni benden bile kuvvetli. Ne istediğini biliyor. Yapmayın anneler, bir anlık sinirinize kurban olmayın. Atılan her tokat bedenden çok ruhunu zedeliyor, eziyor. Dayağın cennetlik bir tarafı yok!” (pıtırcık papatyam, Kadın, 26, Çanakkale). Şiddetin çocuk yetiştirirken terbiye etme aracı olarak kullanıldığını gösteren bu itirafta, anne yeni doğmuş bebeğine acımamaktadır. Henüz bir aylık olan bebeğin dövülebileceğine ihtimal vermeyen itirafçı, bu bebek sınıfına geldiğinde, dayağın üzerinde bıraktığı tahribatı kendi gözleriyle gözlemlemiştir. Küçük bebek eline uzatılan tebeşirden, dayak yiyeceğini zannederek ürkmüştür. Annesinden sürekli dayak yiyen bebek, içe kapanık, ürkek, kararsız bir kişilik geliştirmiştir. İtirafçı bu duruma isyan etmekte ve “dayağın cennetten çıkma olduğu” söylemine itiraz etmektedir. Dayağın özgüveni zedelediğini, kişiliğe ciddi zararlar verdiğini belirtmektedir. İtiraf söylem olarak mevcut ataerkil sistemin şiddet yoluyla insanları eğitme fikrine karşı çıkmaktadır, bu yönüyle de daha çok hakim söyleme karşı çıkarak muhalif bir söylem geliştirmiştir. Türk Polisi Yakalar: Şiddetle mücadele etmekte kararlı olan ancak adli kurumların tutumundan şikayetçi olan bir itirafçının itirafı şu şekildedir: “Dün zeka özürü tarafımdan tescilli, boşanmak üzere olduğum insansı koca müsveddesinden, çalıştığım okulun çıkışında dayak yedim. İstanbul'un akıl erdiremediğim polis haritalarına göre dayak yediğim yer, 3 metre farkla yakındaki karakola değil de, uzaktaki bir karakola ait olduğu için; ben darp raporu, şikayet deyip dolaşırken, darp izlerim silinmeye yüz tuttu. Polis İmdat'ı arayınca aldığım, "Olay bittikten sonra biz gelemeyiz." cevabı da neşeme neşe kattı. Artık öbür dünyadan polise "imdat" derim olay sırasında. Şunu da ekleyeyim, böyle olaylarda arkadaşlarınız çaktırmadan bağlantılarını koparıyorlar sizinle, şahit olmaktan 269 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara çekindikleri için! Boşandıktan sonra arkadaş çevremi tekrar genişletirim(!) inşallah” (umutsuzişkadını, Kadın, 27, İstanbul). Umutsuz iş kadınının itirafında, resmi kurumların uyguladığı bürokrasinin, şiddete uğrayan bir kadının işini ne kadar zorlaştırdığı görülmektedir. Boşanmak üzere olduğu eşinden iş yerinde dayak yiyen itirafçı, çalıştığı okul uzak bir karakola bağlı olduğu için şikayetini oraya yapmak zorunda kalmıştır. Bu arada şiddete uğradığını belgeleyecek, darp raporu için gerekli olan izler silikleşmiştir. Polis imdat ise olay bittikten sonra müdahale edemeyeceğini söylemiştir. Ataerkil şiddet çevresine öyle korku yaymaktadır ki, bu durumu görenler, kendileri de o şiddetin bir parçası olabileceği endişesiyle şahitlik yapmaktan çekinmektedir. İtirafçı kendisine uygulanan şiddete boyun eğmemekte ve hakkını sonuna kadar aramaktadır. Yasal haklarının bilincinde olan ve boşanma sürecinde eşiyle mücadele etmekte sonuna kadar kararlı olan bu itirafçı, ataerkil sistemin boyun eğen ve yuvayı her durumda sürdürmek zorunda olan kadın tanımına uymamaktadır. Dolayısıyla bu itiraf hakim söyleme karşı gelen ve bu yönüyle daha çok muhalif bir itiraftır. Kadının Adı Yok: Şiddet görmüş ve bununla mücadele etmeyi seçmiş avukat bir kadının itirafı ise şu şekildedir: “Kadınlar günü sebebiyle çeşitli bölgelerdeki kadınlara eğitim seminerlerinde konuşmacı olarak bulundum. Çoğu şiddet görmüş ve bunu kabullenmişti, hiçbiri de dur demek için istekli ve kararlı değildi. Onlara vaktiyle ben de şiddet gördüm dediğimde önce inanmadılar. ''Siz avukatsınız, nasıl olur?'' diye sordular. Üzgünüm hanımlar avukat, hakim, doktor ya da ev hanımı olmak kadın olmanız gerçeğini değiştirmiyor. Erkekler her şekilde sizden üstün olduğunu düşünüyor ve siz buna bir dur demezseniz ömrünüzün sonuna kadar bu küçük düşürücü durumla yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Bu yüzden tek ihtiyacınız olan şey kendinize güven ve cesaret. Yaşam sizin için bundan sonra başlıyor...” (kaçamayangelin, Kadın, 27, Ankara). Şiddetin sınır tanımadığı, mesleği gereği şiddetle en çok mücadele edebilme gücü olabilecek avukat bir kadını bile kapsayabileceği bu itirafta açık bir şekilde görülmektedir. Ataerkil şiddet amacını bu kadınların edilgen hale gelmesi ve her şeye boyun eğmesiyle sağlamıştır. İtirafçının şiddetin meslek, eğitim, statü ya da sınıftan bağımsız olarak tüm kadınları kapsayabileceği saptaması bu itirafla doğrulanmaktadır. Ataerkil şiddet için kadının statüsü gereksiz bir ayrıntıdır ve erkeğin üstün cins olarak kadına şiddet uygulama hakkı vardır. Kadınların şiddetle mücadele yöntemleri ise çok yetersizdir. Kadınların çoğunluğu şiddeti kanıksayarak, hata yaptıklarında erkeklerin şiddet uygulamaya yetkili olduğunu kabul etmiştir. Şiddet mağdurunun ataerkil şiddetin bu tavrını onaylayan tutumu, ataerkil şiddetle mücadeleyi güçleştirmektedir. Kadınların sadece fiziksel olarak kendilerinden daha güçlü olduğu için bir erkeğe dövme yetkisi vermesi trajiktir. İtirafçı, şiddete karşı dur denilmediği sürece, bu küçük düşürücü durumun ömür boyu süreceğini ifade etmektedir. İtirafçının şiddeti eleştiren ve kadınlara şiddetle mücadele yöntemlerini öğreten bu söylemi hakim söyleme karşı çıkan ve muhalif olan bir söylemdir. Bir Halam Vardı: Çocuğundan gördüğü şiddet sonucunda hayatını kaybeden bir kadının hikayesi, 32 yaşındaki itirafçı tarafından şu şekilde aktarılmaktadır: “Bir halam vardı, yoksulluktan başka dünyada hiçbir şey görmemiş, ölüm döşeğindeki kocasından bile hakaret işitmiş, kocasından göremediği bu şefkati hayatında bildiği ikinci ve son erkek olan evladına bahşetmiş, bilmeden şımarttığı bu oğluyla ve onun çocuklarıyla aynı evde yaşamak zorunda kalmış, yaşı 80’e 270 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ulaşıp yoksullukla dolu günlerin yoğunluğu arttıkça da akıl sağlığını yitirmeye başlamış, o şımarttığı oğlundan her akşam hortumla dayak yemiş ve (aldığım gizli bilgiler doğrultusunda) bu oğul dayağı sonucu ölmüş. Bir halam vardı; ama artık bir “halam oğlu” yok! Yıllar önce gerçekleşmiş bu olayı duyduğum an, bu cinayetten haberdar olup da zamanında ihbarda bulunmayan tüm akrabalarım da artık yok! Halamın cesedini yıkarken mosmor zavallı zayıf bedenine gözyaşları damlayan ve “Gidip polise haber verelim ama bu gecekondunun içinde bir dul kadın ve 5 küçük çocuk kalacak. Ne ekmek ne aş getirenleri var. Bu edepsiz hapse girince, bir de onlar düşecek sokaklara.” diyen komşuları ne kadar haklı, bilmiyorum. Ama dedim ya, bir halam vardı; şimdi sadece o şirin sesiyle hatıralarımda kaldı” (en.güzel.hikayem, Erkek, 32, Yurtdışı). Bu itiraf kadına uygulanan şiddetin varabileceği boyutu göstermektedir. Yoksulluk, eğitimsizlik, işsizlik gibi öğelerle birleşince şiddet bir kadın için çok daha yıkıcı olmaktadır. Önce eşinden şiddet gören, kadın, sonrasında bu şiddetin belki de daha kötüsünü oğlundan görmeye başlamıştır. İtirafçının burada şiddet uygulayan erkek hakkında verdiği bilgi annesi tarafından şımartılmış olmasıdır. Burada ölü bedenin çok hırpalandığını görenler, şiddet uygulayanı şikayet etmeyi akıllarından geçirmişler, fakat geride kalan beş çocuk ile eşinin geçinemeyeceğini düşünerek şikayetten vazgeçmişlerdir. Toplumsal cinsiyet ve ataerkilliğin erkeğe verdiği evi geçindirme görevi, burada suçlu bir insanın hapse girememesinde etkili olmuştur. Burada olayın gelişme şekli ve şiddetin onaylanması ataerkil toplumsal yapısıyla uyuşmaktadır. Fakat itirafçı gerek bu şiddeti uygulayan hala oğlunu, gerekse bu şiddete seyirci kalan tüm akrabalarını akrabalıktan reddetmektedir. Dolayısıyla itirafçı güç sahibi olan, şiddet uygular söylemine karşı çıkarak, ataerkil toplum yapısına muhalif bir söylem gerçekleştirmiştir. Bu itiraf, ataerkil şiddete muhalif itiraflar” başlığı altında analiz edilen son itiraftır. SONUÇ Ataerkilliğin hakimiyetin sürdürmesinde en etkili olan öğelerden biri eril şiddettir. Kate Millett, çağdaş ataerkil düzenlerin çoğunda, belirli sınıfsal ve etnik gruplara kaba kuvvet kullanma hakkının verilmesiyle, zorbalığın genelleştirildiğini belirtmektedir. Ona göre kaba kuvvet kullanımı, fiziksel yapısı ve teknik yönden donanıma sahip olması nedeniyle erkeklere aittir. Silah kullanımının aradaki fiziksel güç ayrımını ortadan kaldırmasına karşın, kadın yetiştiriliş tarzı nedeniyle bu silahı kullanamamaktadır. Ataerkil kaba kuvvet, cinsel suçlarda en uç noktasını ırza geçme şeklinde kendini göstermektedir. Olayın utancı kadınları açıklamaktan alıkoyduğu için, gerçek sayılara hiçbir zaman ulaşılmaz ve tecavüz rakamları, gerçekte istatistiklere yansıyandan çok daha yüksektir ( Millet, 1987:78-79). Erkek ve kadının fiziksel güç açısından asimetrik dağılıma sahip olması, erkeğin kadına tecavüz edebilme potansiyelini içinde bulundurmasına sebep olmuştur. Erkek şiddetinin ilk biçimlerinden biri kadınların toplu tecavüze uğramasıdır. Böylece tecavüz cinsel tatmin aracı olmaktan çıkıp erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetinin kaynağı konumuna gelmiştir. Sonuç olarak tecavüz: Erkeğin kadın karşısında en temel güç silahı, kadının ise korkusu olmuştur. Erkeğin üstün gücü ve zaferinin aracı haline gelen tecavüz sayesinde, erkekler cinselliklerini bir silah gibi kullanabileceklerini keşfetmişlerdir. Tecavüzle ilgili hukuksal düzenlemelerde ise kadın “mal” olarak değerlendirilmiştir. Buna göre tecavüz, bir erkeğin, başka bir erkeğin karıları ve kız çocuklarının cinsel hizmetlerini çalması olarak değerlendirildi. Benzer şekilde, savaşlar 271 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara sonucunda fethettikleri yerdeki insanların mülkiyetini ele geçiren fatihler için sömürgeleşmenin doğal sonuçları olarak görüldü. Kadınları dehşete düşüren şey tecavüzün kendisinden öte, tecavüz tehdididir (Waters, 2008:404-405). Millet’ın vurguladığı nokta itiraf.com’da da görülmektedir. Kadınlar tecavüz olayını yasal birimlere aktarmamakta ve bundan dolayı ağır travma geçirmektedirler. Yine taciz ve tecavüzün genellikle tanıdık kişiler tarafından gerçekleştirilmesi, bu durumun açıklanmasını daha da güçleştirmektedir. Kendisinin suçlanabileceği endişesiyle çoğu kadın bu durumu gizlemeyi tercih etmektedir. Ataerkil şiddetin bu en uç noktasının dışında, zorbalığın daha çok kaba dayak şeklinde uygulandığı görülmektedir Kadınlar eğitim ve sınıf farkı olmaksızın dayak yemektedir. Çalışan kadınlar da bu şiddetin dışında kalamamaktadır. Hatta yasal anlamda nasıl mücadele edeceğini bilen, avukat gibi kadınlar da bu kaba şiddetten kaçamamaktadır. Ataerkil şiddetin üretilmesinde suçun tamamı erkeklere ait değildir. Kadınların bir kısmı bu şiddetin gönüllü destekleyicisidirler. Kadınlar bazen erkekler aracılığıyla iktidar kurmak için erkek şiddetini kışkırtırlar. Türkiye’de bazı kaynanaların, oğullarını bu şekilde kışkırttığı bilinmektedir. Hakim söylemin devamını sağlayan bu yaklaşım yanında, karşıt söylem geliştiren muhalif itiraflarda da görüldüğü üzere kadınlar şiddetle mücadele konusunda artık daha bilinçlidir. Şiddetle karşılaşan kadın, yasalar aracılığıyla hakkını aramak istemektedir. Dayağın cennetten çıkma olduğu ve çocukları eğitmek için kullanılacağı söylemi de eskisi kadar desteklenmemektedir. Sonuç olarak sosyal medyada insanların, ataerkillik ve toplumsal cinsiyetin kadına şiddet söylemini onaylama durumu eskisi kadar yaygın değildir ve bu konuda sosyal medyada bir bilinçlenme ve kırılma yaşanmaktadır. KAYNAKÇA Ahmed, Leyla. (2004). Arap Kültürü ve Kadınların Bedenlerinin Yazılışı, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik.(D. Pınar İlkkaracan) İstanbul:İletişim Yay. Art, Gökçen. (1996). Şeyhülislam Fetvalarında Kadın ve Cinsellik. İstanbul: ÇiviyazılarıYayıncılık. Berktay, Fatmagül. (1995). Türkiye’de Kadınlık Durumu, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınlar , cilt 13, 757-764. Berktay, Fatmagül. (2000). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın. İstanbul: Metis Yayınları. Berktay, Fatmagül. (2006). Tarihin Cinsiyeti. İstanbul: Metis Yayınları. Donovan, Josephine. (2001). Feminist Teori, (Çev.Aksu Bora ve Diğerleri), İstanbul: İletişim Yayınları. Gıddens, Anthony.(2008). Sosyoloji. (Ed.Cemal Güzel), İstanbul: Kırmızı Yayınları. Gross, Rita. M.(2006) Ataerki-Öncesi Hipotezi: Bir Değerlendirme, Bedenler, Dinler ve Toplumsal Cinsiyet (Çev. Balkı Şafak). Ankara: Ütopya Yayınevi. Jansen, Henrica. Eş veya Birlikte Olunan Kişi Tarafından Kadına Yönelik Şiddet, Türkiye’de Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet, TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara: Elma Teknik Basım. 272 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Millet, Kate. (1987). Cinsel Politika. (Çev.Seçkin Selvi), İstanbul: Payel Yayınevi Kimmel,Micheal(2001).GlobalMasculinities:Restoration&Resistance. A Mans’s World?Changing Men’s Practies in a Golabal World, NY, St Martin’s Press. Kula, Onur Bilge.(2010) Bazı siyasi partilerin AB Politikaları (301. Madde) Bağlamında BirSöylem Çözümleme Denemesi, Sosyoloji Yazıları 1, 349-375 Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. Ortaylı, İlber. (2001). Osmanlı Toplumunda Aile. İstanbul: Pan Yayıncılık. Thebaud, Françoise. (2005). Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları, Kadınların Tarihi: Yirminci Yüzyılda Kültürel Bir Kimliğe Doğru. Cilt:5, (Ed. Handan Akdemir) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Van Dijk, Teun A. (2003). Cricital Discourse Analysis, In The Handbook of Discors Analysis. (Ed. D. Schiffrin ve diğerleri), O ford :Blakwell Publishing. Waters, Malcolm. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. (Ed. Zafer Cirhinlioğlu). İstanbul : Gündoğan Yayınları. http://kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/tdvaw/istatistikler.htm). (http://kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/tdvaw/TemelBulgular.htm. 273 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 0-6 YAŞ ÇOCUĞUNUN T.V. İZLEME DAVRANIŞLARI VE T.V. PROGRAMLARININ ÇOCUĞA ETKİLERİ ÜZERİNE EBEVEYN GÖRÜŞLERİ Abdülkadir KABADAYI* Özet Uzun yıllara dayalı araştırmalarla, çocukluk yıllarında kazanılan davranış, beceri ve tutumların çok büyük bir kısmının, yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, tavır, alışkanlık ve değer yargılarını biçimlendirdiği belirtilmiştir. Bu dönemde çocuklar çevredeki uyaranların büyük oranda etkisi altındadır. Bu uyaranlardan birisi de televizyondur. En çok televizyon tüketicisi olarak görülen çocuklar, kontrol edilmezse ekranda gösterilen her şeyden dikkate değer bir derecede etkilenebilmektedirler. Bu çalışmada okulöncesi eğitim kurumuna devam eden 4-6 yaş çocuklarının ve ailelerinin televizyon karşısında geçirdiği süreyi, bu sürenin niteliğini, televizyonda izlenilenlerin çocuğa etkileri ile anne-babaların televizyon karşısındaki tutumlarını belirlemek amaçlanmıştır. Araştırma, 83 anaokulu velisini kapsamaktadır. Araştırmada, betimsel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada veri toplamak amacıyla anne-babalara Ebeveyn Televizyon İzleme Değerlendirme Anketi (ETİDA) uygulanmıştır. Bu ankette, ebeveyn ve çocuklarının T.V. izleme süresi, nedeni, program çeşidi, aile ve çocuğun T.V. izlemeye karşı tutum ve davranışları ve ebeveynin T.V. programlarının çocukta neden olduğu etki ve davranış değişikliğini irdeleyen açık uçlu ve çoktan seçmeli sorulardan oluşmaktadır. Sonuç olarak, ebeveyn aracılığı ile çocukların televizyonu bir eğitim aracı olarak nasıl kullanacaklarıyla ilgili anne ve babalara da öneriler sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Okulöncesi, Televizyon izleme, ETIDA, ebeveyn görüşleri, televizyon programları Abstract The research carried out for a long period of time put forward that the large part of attitudes, habits and skills acquired during childhood would shape the human beings’ behaviors’, attitudes and habits during their adulthood. The children in this period are under the effects of environmental stimulus. One of the stimuli is certainly the television. Television affects the children’s various domains from both negative and positive perspectives. The study is conducted to present the period of time the children 4-6 years old and their parents spent, the quality of this period of time, and how children are affected by the programs they watched, what the attitudes and behaviors of the parents against those effects were. The study comprises 83 preschoolers’ parents in Konya and descriptive technique is used to explain the results of the data. Evaluation of Parents Television Viewing Survey (EPTVS) is used to collect the study data. As a last remark, some recommendations are made to the parents about how they would use T.V. as an educational tool to acquire positive behaviors to the children. Keywords: Preschoolers, viewing television, parents’ views, EPTVS, T.V. programs Yrd. Doç. Dr. Konya Üniversitesi, A. K. Eğitim Fakültesi İlköğretim Bl. Okulöncesi Öğretmenliği A.B.D. Meram Eğitim Kampüsü – Meram Yeniyol Konya. akkabadayi03@gmail.com 274 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ 0-6 yaş okulöncesi dönem, çocuğun gelişiminin hızla yönlendiği kritik yıllardır. Uzun yıllara dayalı araştırmalarla, çocukluk yıllarında kazanılan davranış, beceri ve tutumların çok büyük bir kısmının, yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, tavır, alışkanlık ve değer yargılarını biçimlendirdiği belirtilmiştir. Çocukların geleceğini belirleyecek olan kişisel, sosyal, bilişsel, duygusal ve davranışsal değerlerin aktarılması yaşamın ilk yıllarında başlar. Bu dönemde çocuklar çevredeki uyaranların büyük etkisi altındadır. Bu uyaranlardan birisi de televizyondur. Televizyon en etkili, en yaygın ve en çok tüketilen medya olarak ilk sırada yer alır. Çocuklar, yalnızca çocuk programı izlemez, yetişkin gibi televizyonu erken saatlerde açma ve kapama alışkanlığı kazanır, kanal değiştirme yarışından hoşlanır, televizyonu görsel bir oyuncak gibi kullanmak günlük ilgileri arasında yer alır ve kontrol edilmezse ekranda dikkatini çeken her şeye bakar. En çok televizyon tüketicisi olarak çocuklar gösterildiğine göre televizyonun çocuğa etkileri üzerinde önemle durulmalıdır. Bu düşünceden hareketle, bu çalışmada okulöncesi eğitim kuruma devam eden 4-6 yaş çocuklarının ve ailelerinin televizyon karşısında geçirdiği süreyi, bu sürenin niteliğini, televizyonda izlediklerinin çocuğa etkileri ve anne –babaların televizyon karşısındaki tutumlarını belirlemek amaçlanmıştır. Televizyon izleme bilinci pek çok davranış gibi ailede şekillendiği için anne ve babalara da öneriler sunulmuştur. TELEVİZYONUN ÇOCUĞUN GELİŞİM VE ÖĞRENİMİNE ETKİLERİ İletişim araçları arasında en yaygın olan televizyon, hem çocukların hayatında hem de yetişkinlerin hayatında önemli bir yer almaktadır (www.mamakram.com) Çoğu bilim adamı, yazar ve düşünür (Gunter & McAleer, 1990; Gunter & Svennevig, 1987; Çakır, 2005; Yeşil & Korkmaz, 2008; Dumlao, 2003; Gavin, 2005; Stanton, 1998; Yıldırım, Oktay, 1999; Şirin, 2006;) televizyonun, insanları etkisi altına alma ve onların tutum ve davranışlarına yön verme bakımından büyük bir güce sahip olduğu belirtmektedir. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra tüm dünyada hızla gelişen ve yaygınlaşan televizyon, son yıllarda üzerinde en çok tartışılan kitle iletişim araçlarından biridir (Oktay, 1999). Televizyon, kolay ulaşılır medya olarak ilk sırada yer almasının nedeni, onun ekileme gücünün daha fazla ve kuşatıcı olması ve onun etkili bir medyaya dönüşmesinin diğer bir nedeni ise basılı, sesli ve görüntülü medyalardan da beslenmesidir (Şirin, 2006). Kitle iletişim araçlarının temel işlevi, bir yandan eğlendirirken öte yandan gerçeğe dayalı sorunlara çözümler getirebilmek, eğitmek ve toplumda belli değerlerin yerleşmesine yardımcı olmaktır (Yavuzer, 2004). Görsel ve işitsel duyulara hitap ederek, her yaşta insanın, yaşadığımız dünya hakkındaki bilgisini çok kısa zamanda artırma ve genişletme fırsatına sahip olan televizyon, yetişkinler için olduğu kadar çocuklar için de son derece önemli bir haberleşme, eğlence ve öğrenme aracıdır (Önder & Balaban, 2005; Oktay,1999). Özellikle çocuklar yönünden, görüntü ve sesin birleştiği ışıklı televizyon perdesi, bütün dünyayı evin içine aktaran büyülü bir aygıttır (Yörükoğlu, 2002). Medya içerikleri, bireylerin psikolojik tatmin aracı olarak işlev görmekte, onları eğlendirmekte ve medya kullanımı, boş zaman aktivitelerinin başında gelmektedir (Çakır, 2005). 275 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Peri (1997), çocukların T.V. seyretme nedenlerini sırasıyla, eğlence, öğrenme ufkunu genişletmek, arkadaşlarının olmaması, zaman geçirme veya zaman doldurma şeklinde ortaya koymuştur. Televizyon, çocukların ilk aylardan itibaren ilgisini çeken bir araçtır. İlk yıllarda özellikle reklamlar, müzik-ritm ve renkli görüntülerin eşlik ettiği klipler bebeklerin ve çocukların ilgisini daha fazla çeker (Temur, 2003). Gelişim psikologları, işlem öncesi dönem adını verdikleri yaşlardan (2-6 yaş) itibaren çocuklarda radyo ses efektlerine, televizyonda ise hareketli görüntülere karşı ilgi uyanmaya başladığını ve güçlü bir izleme davranışı oluştuğunu belirtmektedirler (Önder & Balaban, 2005). Çocuklar bir yetişkinin tahmininden daha fazla televizyon karşısında süre geçirebilmektedirler (AAP, 2001; Sparrow, 2007; Anderson & Pempek, 2005; Certain & Kahn, 2002). Çocuk, hiçbir ön bilgi edinmeden iki-üç yaşından itibaren kendisini televizyon karşısında bulmakta, yetişkinlerin hazırladığı, denetlediği malzemeyi televizyon çocuğa aktarırken meraklı olan çocuklar neyi, nasıl ve niçin seyredeceklerini bilemeden, karar veremeden televizyon seyircisi oluvermektedirler (Şirin,2006). Cinsiyetine bakılmaksızın çocuklar televizyon seyretmekten hoşlanırlar. Erkek çocukları özellikle serüven ve savaş filmlerinden, kız çocukları ise dans, şarkı ve hayvanlarla komedi ve çizgi filmlerden hoşlanırlar. Çocuğun kişiliğini geliştirirken izlenen bu filmlerin çocuğun psiko-sosyal gelişimindeki rolü büyük olduğundan ve bu rolleri çocuk, kendisini özdeşleştireceği bir model olarak alabileceği için bu kahramanlar doğrunun, iyinin simgesi olması son derece önemlidir (Yavuzer, 2007). Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesi Başkanlığı’nca 6614 kişi ile yapılan bir araştırmaya göre; ülkemizde çocuklar günde ortalama 3 saat 42 dakika süreyle televizyon izlemektedirler ( www.rtuk.gov.tr). Beş-yedi yaş, erkek çocuklarının macera filmleri izlediği ama her iki cinsiyetin komedi filmleri izlediği bir dönemdir (Singer & Singer, 1998). Şirin (2006)’e göre, anne-babanın eğitim düzeyi, televizyon kanal sayısı, yayın saatleri, yayın çeşitliliği, ailenin çocuk üzerindeki denetimi değişkenleri açısından, çocukların % 30,79’unun televizyon izledikleri; çocukların % 25, 64’ünün televizyon izleme süresinin sınırsız olduğu; % 25, 63’ünün bir günde 2 saat kadar televizyon izledikleri, % 17, 94’ünün ise bir günde 3-4 saat televizyon izledikleri belirtilmiştir Çocukların % 98,9’u televizyon izlemektedir. Okul öncesi dönemde olan 3-6 yaş grubundaki çocukların % 100’ü televizyon izlemektedir. (www.mamakram.com) Bu noktada, televizyonun çok gerekli olduğunu savunmak, onun çok gereksiz olduğunu savunmak kadar anlamsızdır. Çünkü televizyonun etkileri onu nasıl ve ne derecede kullandığınızla ilişkilidir. Televizyonun olumlu (Singer&Singer,1998; Lemish ve Rice, 1986; Rice, 1984; Temur, 2003; Yavuzer, 2007) ve olumsuz (Johnson, 2001; Sapolsky & Tabarlet, 1991; Razel, 2001; Yörükoğlu, 2002; Yavuzer, 2007; Yavuzer, 2004; Christakis, 2006; Yazgan & Yazgan, 2008; Semerci, 2008; Yazgan ve Yazgan, 2008) etkileri üzerine pek çok araştırma yapılmıştır. Televizyon, bizi değil, biz onu yönettiğimiz sürece problem bulunmamaktadır ve o, da kitap gibi yararlı bir araçtır. Ancak, kişi bu araca egemen olmalı, onun kölesi durumuna düşmemelidir (Yörükoğlu, 2002). Televizyon büyük bir bilgi kaynağıdır ancak, bunun akademik performansı etkilediği yönündeki şüpheler de giderek artmaktadır. Van Evra (1990)’ a göre, haftada 10 saatten az televizyon seyretmek, akademik performansı az da olsa olumlu yönde etkilerken, 10 saatten 276 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara fazla televizyon seyretmekse olumsuz bir etki yapmaktadır. Buna ek olarak, çocukların televizyon izleme sürelerine aile katılımının da suç ve şiddet programlarının etkilerinin azaltılması açısından etkili olduğunu ortaya koyan araştırmalar mevcuttur (Patterson & Dishion, 1985; Wilson, 1980). Ailesiyle birlikte daha az televizyon seyreden çocukların, daha çok şiddete açık olduklarını ve daha çok şiddet gösterip daha fazla şiddete maruz kaldıklarını vurguladıkları belirtilmiştir (Brendgen, Vitaro, Tremblay, & Lavoie, 2001; Griffin, Botvin, Scheier, Diaz, & Miller, 2000). Amaç Bu çalışmada okulöncesi eğitim kurumuna devam eden 4-6 yaş çocuklarının ve ailelerinin televizyon karşısında geçirdiği süre, bu sürenin niteliği, televizyonda izlenilen programların çocuğa olumlu ve olumsuz etkileri ile anne-babaların televizyon karşısındaki tutumlarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem Araştırmada, betimsel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada veri toplamak amacıyla anne-babalara, Ebeveyn Televizyon İzleme Değerlendirme Anketi (ETİDA) uygulanmıştır. Anket, ebeveyn, çocuk ve televizyon izlemeyle ilgili literatür taranarak anket maddeleri oluşturulmuştur. Anket uygulanmadan önce alan uzmanlarınca değerlendirilmiş uygun dönütler doğrultusunda yeniden oluşturulmuştur. Ankette, ebeveyn ve çocuklarının T.V. izleme süresi, nedeni, program çeşidi, aile ve çocuğun T.V. izlemeye karşı tutum ve davranışları ve ebeveynin T.V. programlarının çocukta neden olduğu etki ve davranış değişikliğini irdeleyen açık uçlu ve çoktan seçmeli sorular bulunmaktadır. Toplanan verilerden açık uçlu sorular içerik analizine (Yıldırım ve Şimşek, 2008) tabi tutularak tema ve alt temalar oluşturulmuş, çoktan seçmeli sorular da SPSS 15.0 programında istatistiksel olarak değerlendirilmiş ve yorumlanmıştır. Çalışma Grubu Araştırmanın çalışma grubunu, Konya İli Karapınar İlçe merkezinde bulunan Karapınar Anaokulu’ndan seçkisiz örnekleme yöntemiyle seçilen 83 veliden oluşmuştur. Katılımcıların % 51’i (42) kadın, % 49’i (41) erkektir. Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 30; erkeklerin yaş ortalaması 36 dır. Araştırmaya katılan kadınların; % 31’i ilkokul, % 14’ü ortaokul, % 17’si lise, % 38’i üniversite; erkeklerin % 22’si ilkokul, % 10’u ortaokul, % 24’ü lise, % 44’ü üniversite mezunudur. Katılımcıların % 72’sinin 1 tane, % 25’inin 2 tane, % 3’ünün ise 3 tane televizyonu bulunmaktadır. BULGULAR VE YORUM Araştırmaya katılan katılımcılardan kadınların günde ortalama 3.8, erkeklerin ise 3.5 saat televizyon seyrettikleri bulunmuştur. Katılımcıların televizyon seyretme nedenleri Araştırmaya katılan ebeveynlerden; % 90’ı (75), ülkede ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek için, % 28’i (23 kişi), günün stresinden kurtulduğu için, % 24’ü (20), hoşça vakit geçirip keyif verdiği için, % 22’si (18), hayata bakış açısını değiştirdiği için, % 20 (17), alışkanlık olduğu için, % 18’i (15), yalnız kalmayıp arkadaşlık ettiği için, % 13’ü (11), piyasadaki ürünlerden haberdar olduğu için, % 7’si (6), ailece bir arada olmalarını sağladığı için televizyon seyrettiklerini belirtmişlerdir. Araştırmada katılımcılara televizyonun yararlarını ve zararlarını kendilerine göre açıklamaları istendi. Verilen cevaplar sınıflandırıldı. Buna göre; 277 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Katılımcıların televizyonun yararları ile ilgili temaları Araştırmaya katılanlara televizyonun yararlarını nasıl değerlendirdikleri soruldu ve katılımcılardan alınan cevaplarla 6 alt tema oluşturuldu. Söz konusu temaların; % 93’ünü (77) eğitim- bilgilendirme; % 89’unu (74) genel kültür; % 93’ünü (64) eğlence; % 27’sini (22) sağlık; % 11’ini (9) kişisel gelişim; % 7’sini (6) toplumsal duyarlılık oluşturmaktadır. Katılımcıların televizyonun yararları ile ilgili alt temaları Bu aşamada, katılımcıları televizyonun yaraları hakkındaki görüşleri içerik analizine tabi tutularak alt temalar ve her bir alt temada da bir katılımcının görüşleri örnek olarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Eğitim- bilgilendirme: Katılımcı A “Dünyada ve ülkede neler olduğunu öğrenme konusunda televizyon büyük kolaylık sağlıyor. Özellikle ülke içi siyasi olaylar, ekonomik gelişmeler, güncel olaylar ile ilgili çeşitli bilgilere, gelişmelere hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmayı sağlıyor olması televizyonun en önemli yararları olarak görülebilir.” Genel kültür: Katılımcı D “Dünyayı ayaklarımızın ve gözlerimizin önüne seriyor. Gidip-görme şansımın olmadığı farklı milletleri, kültürleri tanıma ve dolayısıyla ufkumu genişletmeye katkı sağlıyor. Ayrıca farklı konularla ilgili belgeseller, yarışma programları bilgi dağarcığımı geliştiriyor. Çeşitli programlar aracılığı ile doğru iletişim modelleri, sofra adabı vb. görgü kuralları hakkında bilgi ediniyorum. Çocukların yeni kavramlar ve kelimeler öğrenmesine önemli ölçüde katkı sağlıyor.” Eğlence: Katılımcı F “Çeşitli programlar aracılığı ile hoşça vakit geçiriyorum. Olumsuz ruh halinden sıyrılmaya, günün stresini atmaya kolaylık sağlıyor. Ekran karşısında izlediklerime dalıp giderken zihnimdeki olumsuz düşüncelerden sıyrılıp kendimi mutlu hissediyorum. Yalnızken bana arkadaşlık yapıyor, sinemaya gitmeden sinema keyfi yapıyorum. Zaman geçirmek için son derece etkili araç.” Sağlık: Katılımcı C “Hastalıklardan korunma, hastalıklara karşı neler yapabileceğimi doğru-dengeli beslenme kurallarını, hijyen kurallarını öğrenme ve beden sağlığına önem verme konusunda bilinçlenmemi sağlamaktadır.” Kişisel gelişim: Katılımcı H “Kendimizi geliştirmeyi desteklemektedir. Yenilikleri kültür-sanat-eğitim-kişisel gelişim konuları ile ilgili haberdar olma ve uygulama konusunda büyük katkı sunmaktadır Olaylara ve problemlere farklı açılardan da yaklaşıp bakış açım gelişmektedir.” Toplumsal duyarlılık: Katılımcı F “Yaşadığımız toplum içinde birbirinden farklı aile yapılarının, çeşitli ailevi ve toplumsal sorunlara karşı duyarlılık kazanmamı sağlayıp, yardımlaşma ve dayanışma duygumu kamçılıyor.” Katılımcıların televizyonun zararları ile ilgili temaları Araştırmaya katılanlara televizyonun zararlarını nasıl değerlendirdikleri soruldu ve katılımcılardan alınan cevaplarla 5 alt tema oluşturuldu. Söz konusu alt temalar; % 90 (75) toplum ; % 84 (70) çocuk; % 82 (68) iletişim; % 66 (55) kişisel gelişim; % 42 (35) sağlık açılarından istatistiksel olarak oluşturulmuştur. Katılımcıların televizyonun zararları ile ilgili alt temaları Bu aşamada, katılımcıların televizyonun zararları hakkındaki görüşleri içerik analizine tabi tutularak alt temalar ve her bir alt temada da bir katılımcının görüşleri örnek olarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Toplum açısından: Katılımcı C: “Televizyon programlarındaki şiddet ve cinsel içerikli programlar, özellikle çocukları olumsuz yönde etkilemektedir. Programlardaki olumsuz içeriklerin toplum düzenine, aile yapısına ve ahlaki 278 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara değerlere büyük zarar vermektedir. Toplum olarak uygun görülmeyen olay ve olgular, televizyonun etkisiyle kabul edilebilir bir hal almakta buda özellikle yabancı kültürlerin etkisinin artmasına ve kendi öz kültürümüzden uzaklaşmalara neden olmaktadır.” Çocuk açısından: Katılımcı F “Program içeriklerindeki olumsuzluklar ve olumsuz karakterlerin, iyi gibi gösterilmesi, çocuklarca taklit edilmekte, çocukların gerçek ve hayal ayrımı yapmasında zorluklar yaşanmasına, argo kelimeleri öğrenmesine, onların yaratıcılığının azalmasına neden olmaktadır.” İletişim açısından: Katılımcı H: “İnsanları daha çok bireyselleştirmekte, aile ortamında paylaşımların ve aile içi iletişimin azalmasına, sosyal ilişkileri zayıflatmasına neden olmaktadır.” Kişisel gelişim açısından: Katılımcı P: “Bireyin hayatı ve yaşama biçimi, bilinçli ve bilinçsiz olarak televizyona göre ayarlanmakta, yönlendirmeler yapılmakta, farklı yaşam tarzlarına özenti duyulmakta, kişiler elindekilerle mutlu olamama, kısa ve kolay yoldan para kazandırmaya özendirme, ailevi, ahlaki ve milli değerlere önem vermemeye neden olmaktadır.” Sağlık açısından: Katılımcı K: “Göz sağlığını olumsuz etkilemekte, zihinsel yorgunluğa neden olmaktadır.” Ebeveynlerin Çocuklarıyla Birlikte Seyrettikleri T.V. Programları Araştırmada çocukların anne ve babaları ile hangi programları izlediklerini öğrenmek amacıyla katılımcılara “çocuğunuzun sizinle izlediği 5 programı sıralayın” yönergesi yöneltildi ve ilk 5’in içinde yer alan programlar; % 33 (66 kez) diziler; örn.: Arka Sokaklar, Tek Türkiye; % 28 (53) çizgi filmler; örn.: Yumurcak TV, TRT Çocuk; % 10 (20) yarışmalar; örn.: Çarkıfelek, var mısın yok musun?; % 9 (19) belgeseller; örn.: Ayna, hayvanlar alemi.; % 8 (18) haberler; % 8 (15) eğlence- talk showlar; örn.: Çok güzel hareketler bunlar, Beyaz show.; % 3 (6) spor; % 1 (2) yaşam aktüel şeklinde oluşmuştur. Anne ve babaların çocukları ile seyrettikleri programlarda diziler katılımcı çoğunluğu ile ilk sırada yer alırken, birlikte seyredilen programlardan yaşam aktüel katılımcı çoğunluğuna göre son sırada yer almaktadır. Ebeveynin Televizyonu Doğru Kullanma Bilinci Televizyonun ev ortamında çocuğu oyalamak, ödül-ceza olarak, çocukların yemek yemesinde kolaylık olarak kullanılıp kullanılmadığı, ebeveynlerde çocuğun uygun programlar seyretme, programlarda yer alan şiddet, cinsellik vb. uygun olmayan sahnelerde açıklamalar yapma davranışlarını, televizyonu doğru kullanma bilincinin varlığı sorgulandı. Buna göre; Tablo1:Ebeveynin televizyonu doğru kullanma bilincinin frekans dağılımı İFADELER Frekans Çocuğuma uygun ve doğru programlar seyretmesi için yönlendirmeler yapıyorum Seyredilen program bittiğinde televizyonu kapatırım Yüzde 68 % 82 49 % 59 Programlarda yer alan şiddet, cinsellik vb. uygun olmayan sahnelerde 46 çocuğuma açıklamalar yaparım. Seyredilen program bittiğinde kanalları gezer ve seyretmek için yeni 35 bir program bulurum. Ev işleri ile ilgilenirken, iş dönüşü ya da misafir ortamında çocuğumu 17 oyalanması için televizyon seyretmeye yönlendiriyorum. % 55 279 % 42 % 20 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Çocuğuma ödül ya da ceza olarak televizyonu kullanırım 16 Çocuğuma yemek yedirmede televizyonun büyük kolaylık sağladığını 9 düşünüyorum % 19 % 11 Ailelerin çoğunluğu (% 82) çocuğunun uygun ve doğru programlar seyretmesi için yönlendirmeler yaptığı, ancak, seyredilen programda yer alan şiddet, cinsellik vb. uygun olmayan sahnelerde çocuklarına mantıklı açıklamalarda bulunmada yetersiz kaldıkları (% 55) görülmektedir. Bu konuda ailelerin bilinçlendirilmeye ihtiyaç duydukları belirlendi. Katılımcılar, seyredilen program bittiğinde televizyonu kapatmak yerine (% 41) ardışık olarak diğer kanalları gezerek seyretmek için yeni bir program bulmaya çalışmaktadırlar (% 42). Televizyonu bilinçli kullanma konusunda bu alanda yetersizlik olduğu düşünülmektedir. Ailelerin çoğunluğunun (% 81) hiçbir zaman televizyonu ödül-ceza aracı olarak kullanmadıkları belirlenmiştir. Bu noktada, teknolojilerdeki gelişmenin televizyonu ödül ve ceza aracı olarak kullanılmasını engellediği sonucu çıkarılabilir. Ankete ailelere çocuklarının günde kaç saatlerini televizyon seyrederek geçirdikleri soruldu. Buna göre; katılımcılar, çocuklarının günde ortalama 4 saatini televizyon seyrederek geçirdiklerini belirtmektedirler ki, televizyona ayrılan bu zaman diliminin, okulöncesi yaş grubu çocukları için fazla olduğu söylenebilir Çocukların evde televizyonu seyretme durumları Çocukların ev ortamında televizyonu nasıl seyrettiklerini sorulduğunda katılımcıların; % 52’ i (43) çocuğunun televizyonu, aileden yetişkin birinin kontrolünde seyrettiğini, % 39’u (32) çocuğunun televizyonu, kardeşleri ile birlikte seyrettiğini, % 9’u (8) çocuğunun televizyonu, yalnız olarak seyrettiğini belirtmiştir. Bu durumda, çocukların çoğunluğunun aileden yetişkin birinin kontrolünde televizyonu seyrediyor olması olumlu bir gelişme olarak görülebilir, ancak televizyonu, birlikte seyredenlerin sadece, birlikteliği paylaşmak dışında çocuklarına olumlu yönlendirmeler yapmaları önemlidir. Çocukların en çok seyretmek istedikleri T.V. programları Katılımcılara, çocuklarının hangi programları en çok seyretmek istedikleri soruldu. Buna göre, çocukların en çok seyretmek istediği ilk 5 program; 1. % 93,9 (78) çizgi filmler, 2. % 77,1 (64) yerli diziler, 3. % 8,4 (7) yarışmalar, 4. % 7,2 (6) belgeseller, 5. % 3,6 (3) müzikeğlence şeklinde oluşmuştur. Çocukların çizgi film seyretmeyi çok sevdiği bilinen bir gerçektir. Burada, çizgi film içeriği ve kahraman davranışları, çocuklara verdiği mesajlar son derece önemlidir. Bu çalışmada, çocukların izledikleri programlarda 2. sırayı dizilerin alması ve özellikle, Bez Bebek, Selena, Adanalı vb. gibi dizilerin seyredilmesinin dizi içerikleri ve verdiği mesaj açısından araştırmanın uygulandığı hedef kitle 4-5-6 yaş grubuna uygun olmadığı, bu anlamda ailelerin bilinçlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir. Çocukların seyrettiği çizgi filmleri Katılımcılara, çocuklarının en çok seyrettikleri çizgi filmlerin neler olduğu soruldu ve katılımcılar bu programları; % 28 (23) Tom ve Jerry; % 19 (16) Caillou; % 17 (14) Örümcek adam ve üçüzler; % 16 (13) TRT Çocuk çizgi filmleri; % 13 (11) Yumurcak TV çizgi filmleri; % 10 (8) Gece Bahçesi; % 6 (5) Keloğlan masalları; % 5 (4) Son Mohikan; % 4 (3) Tarçın ve arkadaşları; % 4 (3) Marsu pitami, şeklinde belirttiler. Buna ilaveten, katılımcılara çocuklarının izledikleri karakterlerden en çok hangisinden etkilenip taklit ettikleri soruldu ve katılımcılar bu karakterlerin sırasıyla, Bez bebek dizisi 280 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara (Nana, Joker, Yağmur karakterleri); Adanalı Dizisi (Fiko); Örümcek Adam; Selena Dizisi (Selena, Hades); Kurtlar Vadisi (Polat Alemdar, Memati); Yeşil Oba (Ayşegül); Arka Sokaklar (Mesut); Recep İvedik; Polis Dizi kahramanları; Hadise; Reklamlar, olduğunu açıklamışlardır. Çocuklar için öğrenme yöntemlerinden bir tanesi de modeli taklit etmek olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda televizyon filmlerindeki kahramanların, çocukların karakter yapısının oluşması sürecinde etkili model oluşturabilecekleri göz ardı edilmemelidir. Televizyondaki film kahramanlarının model oluşturmada öncelikli olduğu görülmektedir. Özellikle yerli dizi karakterleri, dizilerdeki konumları ve yaptıkları gereği çocuklar açısından uygun, doğru karakterler olamayabileceği konusunda ailelerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Çocukların televizyon karşısındaki tutumları Çocukların televizyon karşısındaki tutumları frekans ve yüzdelik dağılımlar şeklinde incelenmiştir. Tablo 2. Çocukların televizyon seyretmeyle ilgili tutumlarının frekans dağılımı Tutumlar Frekans Yüzde Reklamlardan etkileniyor gördüklerinin alınmasını istiyor 38 % 46 Çocuğum yemeği televizyon karşısında yemek istiyor. 36 % 43 Programdaki kişilerin hareket ve konuşmalarını taklit ediyor 36 % 43 Televizyon programlarında hayal ile gerçeği ayırt etmekte 33 % 40 zorlanıyor. Çizgi film seyretmek için sabahları erkenden uyanıyor 17 % 17 Eve gelir gelmez televizyonu açmak istiyor. 15 % 15 Yukarıdaki tablo incelendiğinde, 4-6 yaş çocuklarının televizyonun sihirli ekranından fazlasıyla etkilendikleri sonucuna varılabilir. Özen’in (1995), yaptığı bir araştırmada, 431 reklamın % 21,6’sı doğrudan çocukları hedefleyen reklamlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu reklamlar, çocukların ürünü almaları, kullanmaları yönünde mesaj içeren ve teşvik eden reklamlardır. Bu çalışmada elde edilen verilerde de, çocuklar televizyonda izlediklerinden etkileniyor, karakterleri taklit ediyor, televizyon karşısında yemek yeme alışkanlığı oluşuyor, eve gelir gelmez televizyonu açmak istiyor. Bu tür davranışların varlığı, çocukların televizyona karşı tutumunun, aile ortamından kaynaklanıyor olabilir. Bu noktada, aileler, çocuk eğitimi ve bilinçli televizyon kullanımı konusunda yapılacak çeşitli çalışmalarla bilinçlendirilebilirler. Televizyonun Çocuğun Gelişim Alanlarına Etkileri Bu başlık altında, televizyon izlemenin çocukların ruhsal, zihinsel, dilsel, fiziksel, sosyal gelişim alanlarını ne derece etkilediği ve onlarda ne gibi bir değişiklik gözlemledikleri katılımcılara sorularak sonuçları içerik analiziyle alt temalar halinde aşağıya çıkarılmıştır Televizyon seyretmenin çocuğun ruhsal gelişim alanına etkileri Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonraki tavır ve davranışlarının nasıl olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 40 neşeli; % 39 mutlu; % 19 hırslı; % 10.8 huzursuz; % 7.2 stresli; % 4.8 sinirli; % 2 dalgın olduklarını gözlemlediklerini belirtmişlerdir. Bu noktada, çocukların televizyon karşısında çoğunlukla neşeli ve mutlu gibi olumlu tutum ve davranış sergilerken, bunun yanında, onların hırslı, huzursuz, stresli ve sinirli tutum ve davranış ortaya koydukları da azımsanmayacak düzeyde olduğu görülmektedir. 281 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Televizyon seyretmenin çocuğun fizyolojik gelişim alanına etkileri Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonraki ne gibi şikayet ve rahatsızlıkları olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 38.5 yorgunluk; % 24 göz ağrısı; % 3 sırt ağrısı; % 2 uyku hali, halsizlik gibi diğer rahatsızlıkları gözlemlediklerini vurgulamışlardır. Televizyon seyretmenin çocuğun zihinsel gelişim alanına etkileri Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonra zihinsel faaliyetlerinde genelde ne gibi değişimler olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 41 iyi öğreniyor; % 41 daha iyi hatırlıyor; % 37 dikkati artıyor; % 17 gerçekle hayali ayırt edemiyor; % 15 dikkati azalıyor; % 3 çabuk unutuyor olduklarını belirtmişleridir. Bu çalışmadaki bulgulardan diğer değişkenler göz önüne alınmadan salt televizyon seyretmenin çocuğun zihinsel alanını geliştirdiği ya da ket vurduğu sonucu direkt olarak çıkarılamasa da, dolaylı olarak, televizyonun, görsel ve işitsel özellikleri sayesinde birden çok duyu organına hitap ederek etkili bir öğrenme ortamı sağladığından (Önder & Balaban, 2005) çocukların zihinsel belleklerinin gelişmesinde olumlu etkilerinin olduğu söylenebilir. Televizyon seyretmenin çocuğun dil gelişim alanına etkileri Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonra anadili kullanma ve konuşma faaliyetlerinde genelde ne gibi değişimler olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 74 yeni kelimeler öğrendiğini; % 37 konuşma becerisi ve diksiyon kazandığını; % 9 argo kelimeler kullandığını; % 3 düzgün konuşamadığını gözlemlediklerini belirtmişlerdir. Çocukların dil becerilerinin gelişiminde televizyonun önemli bir yere sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Bu kapsamda televizyon izleme çocukların yeni kelimeler öğrenmelerini hızlandırmaktadır. Bu durum, televizyonun olumlu bir etkisini ortaya koymakla beraber çocuklara kazandırılan bu yeni kelimelerin niteliğinde argo kelimelerin olduğu da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, Rice (1984), dil anlama yeteneğinin televizyon sayesinde gelişebileceğini belirtmiştir. Çünkü televizyon, anne-babaların konuşulanları çocuğun ihtiyaçlarına göre ayarlamasına benzer birçok düzenlemeyi yapar. Rice ve Woodsmall (1988) çocukların televizyon izlerken yeni sözcükler öğrenebildiklerini ve bunun da dil gelişimine yardımcı olduğunu vurgulamaktadırlar. Televizyon seyretmenin çocuğun sosyal gelişim alanına etkileri Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonra sosyal faaliyetlerinde genelde ne gibi değişimler olduğu sorulduğunda, ebeveynlerin % 31’inin çocuklarının toplum içine girme ve konuşmada medeni cesaretinin arttığını; % 16’ sının yeni arkadaşlıklar edindiğini; % 21’inin başkalarıyla iletişime girmediklerini; % 17’ sini yalnızlaştığını; % 15’inin olumsuz modelleri taklit edip, isteklerinin arttığını belirtmektedirler. Bu alanda yapılan çalışmalar, televizyonun cömertliği, iletişimi, kurallara bağlılığı, arkadaşlığı arttırdığını ve korkuyu azalttığını kanıtlamıştır (Rushton, 1988). Ancak, televizyonun, bilinçli kullanılmadığı takdirde çocukların sosyal gelişimlerinde olumsuzluklara, yalnızlaşma, iletişim eksikliğine ve anti sosyal davranışlara neden olabileceği söylenebilir. SONUÇ VE ÖNERİLER Ebeveynlerin çocuklarının televizyon izlemesi konusunda bilinçlendirilmeye ihtiyaç duydukları görülmektedir. Anne-babalar aracılığı ile çocuklarda da televizyonu doğru kullanma davranışının kazanılacağı düşünülmektedir. Sabah kalkar kalkmaz açılan ve akşam yatıncaya 282 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kadar kapatılmayan bir televizyonun olduğu bir evde bilinçlilikten söz etmenin mümkün olduğu söylenemez. Bilinçli bir televizyon izleyicisi olmanın en önemli kuralı, haftalık televizyon izleme programı yapmaktır. Bu program sadece çocuk için değil, tüm aile üyeleri için geçerli olmalıdır. Hazırlanan programın izlenme saatleri dışında televizyon mutlaka kapalı olmalıdır (Önder, 2004). Programların içeriği önceden belirlenmelidir. Özellikle çocuğa zararlı olabileceği düşünülen programlar listeye alınmamalıdır. Aile üyelerince seyredilecek programlar tercih edilmeli, program bitince alınan mesajlar olumlu ve olumsuz yönleri ile tartışılmalıdır. Televizyonun kapalı olduğu saatlerde, çocuk için ilgi çekici olan ortak etkinlikler yapılırsa televizyonun eksikliği hissedilmeyecektir (Tuzcuoğlu, 2004). Bir sonraki aşama, televizyon izlemenin yerini alacak etkinlikleri planlamaktır. Drama, satranç vb. kütüphane ve kitap okuma saatleri, üzerinde çalışılabilecek sanat tasarımları ve hobiler düzenlemek, spor programlarına yönlendirmeler yapmak televizyonun boşluğunu doldurabilecektir (Shapiro, 2006). Anne ve babalar, zaman zaman televizyonu kapatabilmeli. Farklı uğraşlarda bulunarak çocuklarına örnek olabilmelidir ( Yörükoğlu, 2002; Yavuzer, 2004). Televizyonlarda son dönemlerde yoğun bir şekilde “sihir” içerikli dizilere yer verildiği görülmektedir. Bir konuya ilişkin bu denli yoğun uyarıcıyla karşı karşıya kalan çocuklar, gerçekle hayal arasında bocalamaktadırlar. Bu nedenle bu tür programları gözden geçirip, en sakıncasız bulunan bir diziyi seçip aileler çocuğu ile birlikte izlemelidir. Çocukların çoğu zaman kendilerini küçük, yardıma muhtaç ve yetişkinlere bağımlı hissettiklerinden, Superman, Batman, Örümcek Adam, Heman, Shera gibi izlediklerini oyunlaştırmaya yönelik çaba içine girmektedirler. Bu tür kahraman oyunları, çocukların kendilerini güçlü ve yaratıcı hissetmesini sağlar. Öğretmenler ve ebeveynler bu duyguları anlayarak çocukların pelerin giymelerine, kendilerini kahraman gibi hissetmelerine motivasyonlarını ve enerjilerini kabul edebilir yaratıcı oyunlarda kullanmalarını izin verebilir (Singer & Singer,1998). Çocuklardaki saldırganlık tepkilerini harekete geçiren ya da onlara aşırı uyaran ve toplumsal değer yargılarını değiştirmeye sebep olan dizileri izlemelerine engel olunmalıdır. Bu gerçekleştirilemediği takdirde, anne ve babaların programı çocukla birlikte izlemeleri, daha sonra program hakkında kısa bir söyleşi yapmaları, iyi ve kötü yanlarını dile getirmeleri son derece önemlidir (Yavuzer, 2007). Çocukların ne seyrettiğini bilmek, neyi seyredemeyeceğini belirlemek anne babanın görevidir. Ebeveynler kendilerine ve çocuklara televizyon seyretme saatleri belirlemelidir (Önder, 2004). Televizyon için ayrılan süre çocuğun gün içinde kalan boş zamanına oranlanmalıdır. Örneğin okul ve günlük ihtiyaçlarının karşılanması haricinde çocuğunun kalan boş vaktinin dörtte birinden fazlasının televizyon ile harcanması uygun olmayacaktır (Temur, 2003). Çocuk televizyon ekranında her gördüğüne inanmamayı veya tartışarak kabul etmeyi anne babasından öğrenebilir. Televizyondakiler hakkında tartışırken, hayattaki çeşitli olası durumlar hakkında düşünce düzeyi de geliştirilir ve çocukların yorumlama becerilerinin gelişimi desteklenir (Yazgan & Yazgan, 2008). Aile, medya kullanma alışkanlıklarını gözden geçirmelidir. Yasaklama çocukta merak duygusunu kamçılar. Yasak koymak yerine birlikte televizyon izlemek sorunun çözülmesini kolaylaştırabilir. Böylece çocuk neleri izleyeceğini öğreneceği gibi, seçici davranma bilincine de ulaşma çabası içine girmiş olur (Şirin, 2006). 283 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Program yapımcıları, televizyon ekranından yansıyan olumlu modelin, çocuklar için ne kadar yapıcı ise, olumsuz modelin de o denli yıkıcı olduğunu bilmelidir. Bu uzmanlar, özellikle dili yeni öğrenmekte olan çocukları göz önüne alarak, hatasız bir gramerle ve yaşayan Türkçeyle program yapmaya özen göstermelidirler. Çocuklar için hazırlanan televizyon programlarında, özel bir eğitimsel yöntem izlenmelidir. Çocuğun somut düşünmesi ve her şeyi somuta indirgemeye çalışması sebebiyle, yayınlardaki kavramlar soyut düzeyde verilmemeli, çocuklara somut örneklerle verilmelidir (Tuzcuoğlu, 2004). KAYNAKÇA Aksel, H. (2003), Televizyon ve Çocukların Eğitimi, www.gelisimplatformu.org.tr Televizyon Programlarındaki Şiddet İçeriğinin Müstehcenliğin ve Mahremiyet İhlallerinin İzleyicilerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri, Özel Çalışma Grubu Raporu, www.rtuk.gov.tr American Academy of Pediatrics. (2001). Children, Adolescents, and Television. Pediatrics, 107(2), 423-426. Anderson, D. R. & Pempek, T.A. (2005). Television and Very Young Children. The American Behavioral Scientist, 48(5), 505-522. Brendgen, M., Vitaro, F., Tremblay, R., & Lavoie, F. (2001). Reactive and proactive aggression: Predictions to physical violence in different contexts and moderating effects of parental monitoring and caregiving behavior. Journal of Abnormal Child Psychology, 29, 293– 304. Certain, L.K. & Kahn, R.S. (2002). Prevalence, Correlates, and Trajectory of Television Viewing Among Infants and Toddlers. Pediatrics, 109(4), 634-642. Christakis, D.A. (2006, April). The Hidden and Potent Effects of Television Advertising. Journal of American Medical Association, 295(14) Çakır, V. (2005). Bir Sosyal Etkinlik Olarak Eğlence ve Televizyon (Konya Örneği). Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Dumlao, R. (2003). Tapping into critical thinking: Viewer interpretations of a television conflict. Studies in Media & Information Literacy Education 3, (1), 1-16. Gavin, M. (2005). How TV Affects Your http://www.kidshealth.org/parent/positive/family/tv_affects_child.html (11.01.2010). Child. Gunter, B. & McAleer, J. (1990). Children and Television: The One-Eyed Monster? London. Gunter, B. & Svennevig, M. (1987). Behind and in Front of the Screen: Television's Involvement with Family Life. London. Griffin, K., Botvin, G., Scheier, L., Diaz, T., & Miller, N. (2000). Parenting practices as predictors of substance use, delinquency and aggression among urban minority youth: Moderating effects of family structure and gender. Psychology of Addictive Behaviors, 14, 174– 184. Johnson, M. M. (2001). The Impact of Television and Directions for Controlling What Children View. Journal of Broadcasting & Electronic Media. 45(4), 680- 685. Oktay, A. (1999), Yaşamın Sihirli Yılları Okul Öncesi Dönem, Epsilon Yayınları, İstanbul. Önder, A.& Balaban A. (2005) Televizyon ve Okulöncesi Dönem Çocuğu, Oktay, A & Unutkan, P. Ö. (Edit.) Okul Öncesi Eğitimde Güncel Konular, Morpa Yayınları, İstanbul. 284 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Önder, A. (2004), Konuşarak ve Dinleyerek Anlaşalım, Morpa Yayınları, İstanbul. Razel, M. (2001). The Complex Model of Television Viewing and Educational Achievement. Journal of Educational Research, 94 , Sparrow, J. (2007, April). Small Screen, Big Impact. Scholastic Parent & Child, 48-50. Semerci, Z. B. (2008), Birlikte Büyütelim Çocuk Ruh Sağlığı, Alfa Yayınları, İstanbul. Shapiro, E. Lawrence (2006), Yüksek EQ’lu Bir Çocuk Yetiştirmek, (Çev: Ümran Kartal) Varlık Yayınları. Singer, Dorothy G. & Singer, Jerome L. (1998), Çocuklarda Yaratıcılığın Gelişimi, (Çev: Nurdan Cihanşümul) Gendaş Yayınları. Sapolsky, B.S., & Tabarlet, J.O. (1991). Sex in Primetime television: 1979 versus 1989. Journal of Broadcasting & Electronic Media. 35(4), 505-516. Stanton, T. (1998). The Internationalization of Television in China: The Evolution of ideology. Society, and Media since the Reform. Junhao Hong. Westport, CT: Praeger . Şirin, M. R. (2006), Televizyon, Çocuk ve Aile, İz Yayıncılık, İstanbul. Patterson, G., & Dishion, T. ~1985!. Contributions of families and peers to delinquency. Criminology, 23, 63–79. Temur, B. (2003), Televizyon ve Çocuk, www.mavipedagoji.com Tuzcuoğlu, N. (2004), Anne Baba Olmanın Altın Kuralları, Morpa Yayınları, İstanbul. Van Evra, J. (1990) Television and Child Development . Hillsdale, NJ: Erlbaum. Wilson, H. (1980). Parental supervision: A neglected aspect of delinquency, British Journal of Criminology, 20, 203–235. Yavuzer, H.. (2007), Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul. Yavuzer, H. (2004), Çocuğu Tanımak ve Anlamak, Remzi Kitabevi, İstanbul. Yazgan, Ş & Yazgan, Y. (2008), Çocuğunuz Sizden Ne Bekliyor? Kapital Yayınları, İstanbul. Yeşil, R. ve Korkmaz, Ö. (2008) Öğretmen Adaylarının Televizyon Bağımlılıkları, Okuryazarlık Düzeyleri ve Eğitselliğine İlişkin Düşünceleri, Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, 26, 55 -72. Yıldırım, Z. (2007). Beyin Gelişimi Açısından Televizyon ve Çocuk. Zafer Bilimsel Araştırma Dergisi. http://www.zaferdergisi.com/article/? makale=1274 (11.08.2009) Yıldırım, A. & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Şeçkin Yayıncılık Yörükoğlu, A. (2002), Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yayınları, İstanbul. www.psikologum.com www.mamakram.com www.psikologum.com.tr 285 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara YEREL BASINDA KADIN VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDETİN ELE ALINIŞI: SAMSUN İLİ ÖRNEĞİ Yrd. Doç. Dr. Yaşar BARUT* Yrd. Doç. Dr. Hatice Kumcağız* Kemal Özcan* Arş. Gör. Esat ŞANLI* Özet Samsun’da yerel basında yer alan Haber, Denge, Arena ve Halk gazeteleri 1-31 Ocak 2012 döneminde incelenmiş ve bu tarihler arasında yer alan haberlerde kadın ve çocuğa karşı şiddet olgusuna ne kadar yer verildiği sayısal ve niteliksel olarak değerlendirilmiştir. Abstract Haber, Denge, Arena and Halk newspaper which have been placed in the Samsun local press were investigated on the date of 1-31 Jenuary 2012 and between these dates how much importance has been given to the concept of violance against women and children was investigated in quantitative and qualitative terms. GİRİŞ Problem Durumu Kadın, erkek ve ileride yetişkin birey olmak üzere yetişmekte olan kız ve erkek çocuklar toplumu oluşturan yapı taşlarıdır. Öyle ki bütün insanlık temelde bu yapı taşlarından oluşmaktadır. Bir binayı oluşturan yapı taşlarının birbiriyle çatışmayıp birbirine kuvvet vermesi, bir vücudu ve organizmayı oluşturan yapı taşlarının birbiriyle çatışmayıp birbirine kuvvet verecek ve var oluşunun devamına yardım edecek şekilde çalışması genel olarak o yapıların kuvvetini ve sağlıklı bir bütün ortaya koymalarını sağlar. Toplumu oluşturan yapı taşlarının birbiriyle çatışması ya da var oluşuna kuvvet verecek şekilde çalışması o toplumun psiko-sosyal sağlık durumunu ortaya koymaktadır. Toplumun her alanında birbirinden ayrılması olanaksız olan bu yapıtaşlarının çatışma halinde olması, sorunların ve sağlıksız yapıların ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır. Aile, ekonomi, sağlık, kültür, değer, adalet vb. her alanda böylesi bir çatışmanın etkilerini görmek mümkündür. Bir başka deyişle etkisinin olmaması mümkün değildir. Konu, aile boyutunda ele alındığında, çatışmalar sonucu ortaya çıkan şiddetin mağdurları ise genellikle kadın ve çocuklar olmaktadır (Barut, Yılmaz, & Ersanlı, 2005, s. 158) İnsan duyarlı bir varlık olması yönüyle, kendisi gibi toplumu oluşturan diğer bireylerin yaşadığı olumlu ve olumsuz tecrübeleri bilmek, acı ve sevinçlerini * Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Samsun 286 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara paylaşmak, bunlardan haberdar olmak istemektedir. Bu eğilim, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden birisidir. Zaman içerisinde bu amaca hizmet edecek sistemler geliştirmiş ve günümüzde bu sistem “medya” genel adıyla kapsamlı bir yapı olarak toplumun söz konusu ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. Medya; haber aktarma, bilgilendirme, eğitim, toplumsallaştırma gibi bazı işlevlerle günümüzde hayatımızın önemli bir parçası haline gelen kitle iletişim araçlarının genel adı olarak tanımlanabilir (Yılmaz, Balcı Çelik, Şanlı, & Gençoğlu, 2011). Genel olarak medya organları; bireyin yaşadığı toplumda ve dünyada neler olup bittiğini, olay ve olguları hitap ettiği bölgenin önem ve değerlerini dikkate alarak, merak, ilgi ve beklentilerini karşılayacak donatılarla birlikte sunmaya çalışmaktadır. Bunun yanı sıra bu organların ticari kaygılarının da haberin ediniminden sunumuna, değerlendirilmesine kadar etkili olduğu bilinmektedir. Medya organlarının hizmet sunduğu toplum üzerinde etkisi oldukça büyüktür. İnsanların; görerek, duyarak, okuyarak edindiklerini çevrelerine yansıttıkları, o medya aracına olan güvenleri doğrultusunda da tutum ve davranışlarını belirledikleri görülmektedir (Yılmaz, Balcı Çelik, Şanlı, & Gençoğlu, 2011).Bu değişikliklerin ise medyayı takip etme yoğunluğuna göre farklılaştığı görülmektedir(Kepplinger,2003; Akt. Mora,2008). Türkiye’de kadına yönelik şiddet haberlerinin birçoğunun yer alma biçiminin şiddeti körükleyecek, ve toplumun yapı taşları olan kadın erkek ve çocuk arasında mağduriyetleri pekiştirecek şekilde sunulması(KSSGM,1998:s.66), toplumun psiko-sosyal yapısını zedeleyecek nitelikte olduğu düşünülmektedir. Şiddet haberlerinin içerik ve sunuma göre takip edici kitle üzerinde oluşturabileceği etki üzerine kuramsal bilgiler dikkate alındığında söz konusu sakıncalar daha açık şekilde anlaşılabilmektedir. Sosyal-bilişsel öğrenme kuramında, şiddet içeren programları izleyen bireylerin bilişsel şemalarında, düşmanca bir dünya temsil edilebildiği vurgulanmaktadır. Senaryolarında, saldırganlığa dayanan problem çözme stratejileri benimseyen dizi, filmleri ilgiyle takip edenlerin saldırganlığı, kabul edilebilir bir olgu olarak karşıladıkları görülmektedir. Bireyler arası ilişkilerin şiddet içeren şemalara, senaryolara ve inançlar sistemine dayandırıldığı bir ortamda sosyalleşen çocuklar, bu tür davranışları gözleyerek taklit etmektedirler. Duyarsızlaştırma kuramında, şiddet sahneleriyle defalarca karşılaşan bireylerin, zaman içinde bu tür olaylara alışacakları ve duyarsızlaşacakları ifade edilmektedir. Sosyal karşılaştırma kuramına göre, saldırganca davranan çocuklar, bu duygularında yalnız olmadıklarına inandıklarında, davranışları için ihtiyaçları olan gerekçelere kavuşmanın rahatlığıyla saldırganca davranışlarla etraflarına zarar verirken kendilerini haklı görmekten geri durmayacak, ruh sağlığı yerinde bireyler için tüyler ürpertici olarak görülen saldırganca bir şiddet için bile kendilerini haklı görebilecek kadar şiddete olan yatkınlıklarını haksız bir gururla sergileyecek ve sergilemektedirler (Mora,2008). Bütün bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda yerel basının şiddet içerikli haberleri, haberlerin sunumları ve bu haberlerin toplum üzerinde etkilerinin çok yönlü olarak değerlendirilmesi gereken önemli bir konu olduğu görülmektedir. Amaç Araştırmanın amacı yerel gazetelerde kadın ve çocuğa yönelik şiddet olgusunun nitelik ve nicelik yönünden değerlendirilmesidir. Bu doğrultuda konuyla ilgili yer alan haberlerin biçimsel açıdan; a) Haberin gazetede yer aldığı boyut b) haberin resimliresimsiz oluşu, psiko-sosyal unsurlar açısından ise; a) Haber sunumunun sansasyonel olup olmaması, , b) Şiddete gerekçe gösterilip gösterilmediği, c) Saldırgan yerine 287 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara mağdurun fotoğrafının verilmesi d) gizliliğin ihlal edilmesi göz önünde bulunarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın Kapsam ve Zamanı Samsun ilinde tiraj olarak birbirine yakın yayın yapan yerel Haber, Halk, Denge ve Arena gazeteleri 1-31 Ocak 2012 döneminde incelenmiş ve bu tarihler arasında yer alan tüm haberler değerlendirmeye alınmıştır. Sansasyonel Haber Aktarımı: Fransızca “sensation” (duyulanma; güçlü heyecan), dilimizde "insanlar üzerinde oluşturulan güçlü heyecan ve ilgi" anlamında kullanılmaktadır. Haber aktarımının yanı sıra insanlar üzerinde psikolojik bir etki oluşturmaya yönelik başlık ve içeriği olan haberler bu grupta değerlendirilmiştir. Şiddeti Gerekçelendirme veya Sebep Belirtme: Şiddeti uygulayan açısından şiddete gerekçe gösterilen durumların yansıtıldığı haberlerdir. Saldırganın Değil Kurbanın Fotoğrafını Verme: Saldırganın cezaî işlem uygulanırken alınan görüntüleri yerine mağdurun görüntülerine yer verilen haberlerdir. Gizliliği Gözardı Etme: Konuyla ilgili tarafların gizlilik haklarının göz ardı edilip haberin yansıtıldığı durumlardır. BULGULAR Tablo 1. Şiddetin Yönüne Göre Haberlerin Gazetelere Dağılımı Kadına Yönelik Şiddet Çocuğa Yönelik Şiddet Haber f % Halk f % Arena f % Denge f % Toplam f % 8 29 7 25 8 29 5 18 28 100 5 45 2 18 3 27 1 9 12 100 Tablo 1.’de, kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinden %70’inin (n=40) kadına yönelik şiddet haberlerini içerdiği görülmektedir. %30’un ise çocuğa yönelik şiddet haberlerini ele aldığı görülmektedir. Ayrıca Kadına yönelik şiddet haberlerinin; %29’u Haber, diğer bir %29’u Arena, %25’i Halk ve %18’inin Denge gazetelerinde yer aldığı görülmektedir. Çocuğa yönelik şiddeti ele alan 12 haberden %45’i Haber, %27’si Arena, % 18’i Halk, %9’u ise Denge gazetesinde yer almaktadır. Tablo 2. Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddetle İlgili Haber Boyutlarının Gazetelere Göre Dağılımı Küçük Orta Büyük Haber f % 4 40 3 19 5 63 Halk f % 2 20 4 25 1 13 Arena f % 3 30 7 44 2 25 Denge f % 1 10 2 13 0 0 Toplam f % 10 100 16 100 8 100 Tablo 2.’de, Kadın ve çocuğa yönelik şiddet konulu ve küçük yer ayrılan haberlerden %40’ının Haber, % 30’unun Arena, %20’sinin Halk, %10’unun ise Denge gazetesinde 288 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara yer aldığı görülmektedir. Orta büyüklükte yer verilen haberlerden; %44 ‘ünün Arena, %25’inin Halk, %19’unun Haber, %13’ünün ise Denge gazetesinde yer almaktadır. Konuyla ilgili Denge gazetesi büyük boyutta haber sunmamıştır. Büyük boyutta yer verilen haberlerden %63’ü Haber, %25’i Arena, %13’ü ise Halk gazetesinde yer almıştır. Tablo 3. Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddetle İlgili Resimli ve Resimsiz Haberlerin Gazetelere Göre Dağılımı Resimli Resimsiz Haber f % 11 31 1 50 Halk f % 8 22 1 50 Arena f % 11 31 0 0 Denge f % 6 17 0 0 Toplam f % 36 100 2 100 Tablo 3.’te kadın ve çocuğa yönelik şiddet içerikli resimli haberlerden %31’inin Haber gazetesinde, diğer %31’inin Arena gazetesinde, % 22’sinin Halk, % 17’sinin de Denge gazetesinde yer aldığı görülmektedir. Konuyla ilgili, Arena ve Denge gazeteleri resimsiz haber vermezken Haber ve Halk gazetelerinin 1’er resimsiz habere yer verdikleri görülmektedir. Tablo 4. Haberin Sunumundaki Psiko-sosyal Unsurların Gazetelere Göre dağılımı Sansasyonel Şiddeti Gerekçelendirme Mağdurun Fotoğrafını Verme Gizliliği Gözardı Etme Haber f % 9 33 Halk f % 1 4 Arena f % 12 44 Denge f % 5 19 Toplam f % 27 100 9 53 2 12 3 18 3 18 17 100 3 27 5 45 1 9 2 18 11 100 0 0 1 33 1 33 1 33 3 100 Tablo 4.’e göre kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinin, %44’ü Arena’da,% 33’üne Haber gazetesinde, % 19’una Denge gazetesinde, %4’üne ise Halk gazetesinde sansasyonel şekilde yer verildiği görülmektedir. Konuyla ilgili; Haber gazetesindeki haberlerin %53’ünde, Arena ve Denge gazetelerinde %18’inde, Halk gazetesinde ise %12’sinde şiddetin gerekçelendirildiği görülmektedir. Halk gazetesi yapmış olduğu haberlerin %45’inde şiddet mağdurunun fotoğrafına yer verirken, Haber gazetesi %27’sinin, Denge % 18’inin, Arena ise %’9’unda mağdurun fotoğrafını kullanmıştır. Konuyla ilgili 3 gizlilik ihlalinin Halk, Arena ve Denge gazeteleri tarafından paylaşıldığı görülmektedir. TARTIŞMA Medya organları içerisinde önemli bir yer teşkil eden yerel gazeteler, haber aktarma, bilgilendirme, eğitim, toplumsallaştırma işlevlerini yerine getirirken soğukkanlı objektif ve toplum üzerinde oluşması muhtemel her türlü psiko-sosyal 289 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara etkinin sorumluluğuna uygun hareket etmek durumundadırlar. Gazetelerin genel olarak haberleri sansasyonel bir sunum tarzıyla aktardıkları görülmüştür. Bu da Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün (1998;s.66) Türkiye’de kadına yönelik şiddet haberlerinin birçoğunun yer alma biçiminin şiddeti körükleyecek, ve toplumun yapı taşları olan kadın erkek ve çocuk arasında mağduriyetleri pekiştirecek şekilde sunulduğu yaklaşımını doğrulamaktadır. Oysa yazılı ve sözlü basın, izleyicilerinin farklı ilgi ve meraklarını tatmin etmek için değişik haber yaklaşımları uygularken, gazetecinin okuruna haberini sade bir dille, doğru açık ve kesin olarak sunması gerekir (Barut, 2000). Haberlerin sansasyonel etkilerinin toplumda benzer suçları işlemeye, potansiyel bir ruh bozukluğuna sahip olanları özendirdiği ve özendirebileceği gerçeğinin çoğunlukla yerel basın organları tarafından göz ardı edildiği görülmektedir. Şiddet haberlerinde, şiddetin haksız gerekçesinin sunum tarzı da olumsuz bir örnek olabilmektedir. “Sen misin Ayrılmak İsteyen Sevgili” haber başlığında olduğu gibi ayrılmak isteyen kimsenin mağduriyetinin kaçınılmaz son olduğu gibi bir izlenim oluşturabilmekle birlikte ayrılmak düşüncesi olan kimselerde şiddet mağduru olma ürkekliği, karşı tarafta ise uyguladığı ya da uygulama eğiliminde olduğu şiddete yönelik cesaret vermektedir. Gazetelerin kadın ve çocuğa yönelik şiddet olaylarını genellikle orta büyüklükte ya da küçük büyüklükte ele aldığı, o boyutun da büyük bir kısmının resimle işgal edildiği, bilinçlendirici bilgi ve yorumlara yer verilmediği görülmektedir. Kullanılan resimlerde mağdurun fotoğrafına yer verilmesi de azımsanmayacak sıklıkta olduğu görülmüştür. Genel olarak kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinde açık gizlilik ihlalinin çok yer almadığı görülmekle birlikte, yer alan haberlerin taraflarının konuyla ilgili hassasiyetlerinin bilinmezliği söz konusudur. Bu durumda haberi oluşturanların ayrıca dikkat etmesi olayla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili kimseler açısından oldukça büyük önem arz etmektedir. SONUÇ Medya organları içerisinde önemli bir yer teşkil eden yerel gazeteler, haber aktarma, bilgilendirme, eğitim, toplumsallaştırma işlevlerini yerine getirirken soğukkanlı objektif ve toplum üzerinde oluşması muhtemel her türlü psiko-sosyal etkinin sorumluluğuna uygun hareket etmek durumundadırlar. Toplumun en önemli değerleri olan kadınlar ve çocuklar ele alınırken bu dikkatin en üst düzeyde tutulması, sorumluluğun en üst düzeyde hissedilmesi gerekmektedir. Genel olarak Samsun yerel gazetelerinde kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinin sansasyonel biçimde ele alındığı, haberlerin yarısına yakınında şiddetin gerekçelendirildiği görülmüştür. Bununla birlikte haberlerin %22’sinde mağdurun fotoğrafının verildiği, 3 haberde ise olması gereken gizliliğin göz ardı edildiği görülmüştür. ÖNERİLER Kadın ve çocuğa yönelik şiddet olaylarına duyarsız kalınmamakla birlikte, özellikle yerel basın organlarının konuyu sansasyonel bir tarz yerine tarafsız ve eğitici bir yaklaşımla ele alınmalı, Şiddet haberlerinin sunumunda şiddete gerekçe gösterilmemeli, hiçbir sebebin şiddete gerekçe olamayacağı vurgulanmalı 290 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Haberlerin sunumunda mağdurun travmatik ruh halini yansıtan şiddet sonrası görüntüleri yansıtılmamalı. Toplum için genel ve önemli bir sorun olan bu duruma yerel ve ulusal basında gereken önem verilmeli. Şiddete özendirici değil, şiddetin psiko-sosyal zararlarını ortaya koyacak şekilde büyük yer verilmelidir. Haber sunumlarında gizlilik ilkesine duyarlı olunmalı, konuyla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili olan kimselerin mağdur olmalarına yol açılmayacak şekilde özen gösterilmelidir. Birey ve toplum bazında ulaşılabilen her ortam ve zamanda şiddetin olumsuz etkileri ortaya konmalı, problem çözme becerileri, eş ilişki geliştirme gibi konularda, formal ve informal eğitimlerin herkese ulaşabilmesi yoğun çaba sarf edilmelidir. KAYNAKÇA Barut. B, 2000, “ Haber ve Yorum Düzleminde Türk Basınının Objektiflik Analizi “, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 10, Sayı 2, ss: 145-162, Elazığ. Barut, Y., Yılmaz, M., & Ersanlı, E. (2005). Ulusal Basınımızda Engelli Kadın ve Çocuk Olgusu : Bir Tarama Çalışması. Engelli Kadınların Sorunları ve Çocuk Sempozyumu, (s. 157-162). Kocaeli. Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü(1998). Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’de Kadının Durumu. Başbakanlık, Ankara. Mora, N. (2008). Üçüncü sayfada Türk toplumu. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi [Bağlantıda]. 5:2. Erişim:http://www.insanbilimleri.com Yılmaz, M., Balcı Çelik, S., Şanlı, E., & Gençoğlu, C. (2011). Samsun Yazılı Basınında Yer Alan Bilişsel Çarpıtmalar: Tarama Çalışması. Samsun Sempozyumu. Samsun: (Sunulmuş Bildiri). 291 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADIN CİNAYETLERİNİN MEDYADA ELE ALINIŞI -HABERTÜRK GAZETESİ ÖRNEĞİEVALUATION OF WOMEN KILLINGS IN MEDIA -THE CASE OF HABERTURK NEWSPAPERYrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ* Merve BİLİC݆ ÖZET Bu çalışmanın amacı, kadına şiddetin en ağır biçimi olan kadın cinayetlerinin medyada ele alınış biçimini sosyolojik olarak analiz etmektir. Bu amaçla, önce kadına şiddet konusu teorik olarak ele alınmış daha sonra ise örnek olay olarak Habertük gazetesinin 2010-2011 yılları arasındaki kadın cinayetleri ile ilgili bazı önemli haberleri analiz edilmiştir. Medyanın kadın cinayetleri ile ilgili haberleri toplumda geniş etki bırakmakta ve bu sorunun çözümüne katkı sağlamaktadır. Anahtar kelimeler: Kadın, kadın cinayetleri, medya, Habertürk gazetesi ABSTRACT The aim of this study is a sociological analysis of women killings as the most serious type of violence against women. With this aim firstly the subject of violence against women is evaluated theoretically, and then some of important news about women killings from HABERTURK newspaper between 2010 and 2011 years were analyzed. The news about women killings in media is very effective in society and this news contribute important impact for solution this issue. Keywords: Women, women killings, media, Haberturk newspaper 1. Giriş Şiddet; başkasına zarar verme, sancı çektirmek maksadıyla fiziki ve (ya) psikolojik olarak eziyet vermedir (Seyyar,2007:978). Bunun yanı sıra şiddet; cinayet, işkence, darbe (vuruş) ve etkili eylem, savaş, baskı, suçluluk, terörizm vb. tüm kavramları kapsayan eylemlerin bütünüdür (Polat, 2001:3). Kocacık’a (2001: 2) göre şiddet uygulama eylemleri; zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ya da işkence, vurma ve yaralama olarak yer alıyor. Şiddet veya yeğinlik; temel dürtü ve varoluş gereği savunma veya karşı savunma hususu hariç olmak üzere, daha çok insanlarda ve topluluk halinde yaşayan hayvanlarda grup içi otorite sağlamak için diğerinin varlığını tehdit unsuru görmek ve onu bu konuda * † Kırıkkale Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi, e-posta: sitkiyildiz@yahoo.com Kırıkkale Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğrencisi, e-posta: merve_mavii@hotmail.com 292 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara denemek, daha doğrusu sindirmek için, karşı tarafa uygulanılan zarar vermeye yönelik bir davranış türüdür (Tekin, 2011:13). Şiddet her yerde her zaman var olmuştur, var olacaktır. Şiddet insanın doğasındadır; ya da, insanı şiddete iten toplumdur, toplumsal koşullardır gibi bir takım belirlemeler yapılabilir (Ünsal, 1996:29). 2. Aile İçerisinde Kadına Karşı Şiddet Olgusu Bireyler, fiziksel saldırganlığın kabul gören bir davranış biçimi olabileceğini, öncelikle aile üyeleriyle yasadıkları deneyimler aracılığıyla öğrenirler. Daha sonraki yaşamlarında öğrendikleri bu saldırgan davranış ve tutumları, kendi özel ilişkilerinde de sürdürme eğilimi geliştirebilirler. Bunun sonucunda da aile içi şiddet olgusu ortaya çıkmaktadır. Bütün toplumlarda aile içi şiddetin var olduğu iddia edilmesine rağmen, 1970’lerin ortalarına kadar kadına yönelik şiddetin çok küçük bir kadın grubunu etkilediği, bu kadınların da olayların gelişmesini sağlayan saldırgan ve mazoşist kişiliğe sahip kişiler olduğu, bu sebeple de üzerinde durulmasının çok da gerekli olmadığı yönünde bir inanç hakimdi (İçli, 1995;11). Ancak günümüzde yapılan çalışmalar bu görüşün doğruluğunu desteklemediği gibi çok ciddi boyutlarda aile içi şiddetin yaşandığı özellikle de kadına karşı şiddet uygulandığını göstermektedir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içersinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış (Subaşı 2003:234) olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da hareket ile kadına karşı şiddetin sadece fiziksel olarak uygulanmadığını bunun yanı sıra cinsel, sözel, psikolojik ve ekonomik türlerinin de olduğunu görüyoruz. Aile içi şiddetin en sık uygulanan biçimi fiziksel şiddettir. Sarsma, hırpalama, tekme-tokat atma, dayak atma, bireye cisimler atma, saçından tutup yerlere savurma, sopa ve odun ile vurma, kişiyi yaralama, ateşli silahlar kullanma, bireyi öldürme gibi durumlardır. Fakat maruz kalınan fiziksel şiddet psikolojik şiddet boyutuna geçmediği takdirde izleri zaman içerisinde silinebilir. Psikolojik (duygusal/sözel) şiddet, fiziksel şiddetten çok daha acı ve ciddidir. Kişiye bağırma, başkaları önünde onu rencide etme, gururunu incitme, kendi gibi düşünüp davranmaya zorlama, kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlama, çevresiyle iletişimini yasaklama, bireye fiziksel şiddet uygulamakla tehdit etme gibi ruh sağlığını bozucu eylemlerin tümü duygusal şiddet kapsamındadır (Günay, 2004:95). Ekonomik şiddet denildiğinde ise; banka kartını alıp vermemek, ziynetlerini almak, çocukları küçük yaşta çalıştırmak, elinden parasını almak, hiç para vermemek gibi durumlar akla gelir. Cinsel şiddet ise; genel olarak dünya da savunmasız, güçsüz olarak tanımlanılabilecek kadınlara uygulanmaktadır. Cinsel şiddet, ırza geçme, kişinin rıza göstermemesine rağmen cinsel ilişkinin gerçekleşmesidir. Kişileri cinsel suça iten faktörlerin neler olduğu konusunda iki görüş vardır: birincisine göre, “ Tecavüz suçu işleyenlerin psikolojik olarak sağlıklı olmayan 293 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kişiler olduğu” düşünülmektedir. İkinci görüşe göre, “erkek üstünlüğünü yüceltip, kadınları küçülten bakış açısının toplumda kabul görmesinin bu suçun işlenmesinde önemli bir etken olduğu” savunulmaktadır (Polat, 2001:17). Kadına yönelik şiddet genellikle aile içerisinde bulunan eş, baba yada ağabey gibi kendisinden güç ve hiyerarşi olarak üstün bildiği kişilerce uygulanmaktadır. Bu sebep ile kadın yaşadığı şiddeti son safhasına kadar kabullenmekte ve sessiz kalmaktadır. Ancak şiddetin son safhası bazı durumlarda cinayet ile sonuçlanabilmektedir. Kadınlara karşı aile içi şiddet, toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Erkek egemen siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar, aile içi şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten çıkış yollarını kapatmaktadır. Dolayısıyla aile içi şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içindeki dinamiklerden değil, toplumun toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısı içerisinde kadını ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan kaynaklanmaktadır. Erkeğin toplumun ataerkil geleneklerinden kaynaklanan kadına göre üstün konumu, kadının erkeğe hizmet etmesinin ve erkeğin aile içi kararlarda kadından daha fazla söz sahibi olmasının “doğal” görülmesi de şiddeti besleyen diğer unsurdur (İlkkaracan 1996:25). Dünya çapında yapılmakta olan çalışma ve araştırmaların sonuçları, pek çok kadının sürekli olarak birlikte yaşadıkları erkekler veya kocaları tarafından şiddete maruz bırakıldıklarını ve bu şiddetin sınıf, etnik, köken veya sosyo-ekonomik düzey gözetmeksizin uygulandığını ortaya çıkartmaktadır. Aile içinde uygulanan şiddette, kadın olmak, şiddete maruz kalma riskini artıran başlıca öğedir (İlkkaracan, 1996:21). Eşler arasında yer alan aile içi şiddeti, herhangi bir eşin diğerine uygulaması şeklinde görülse de yapılan araştırmalar eşler arası şiddet vakalarının %90’ından fazlasında kadınların şiddete maruz kaldığını göstermektedir (İlkkaracan, 1996:22). Toplumun kendi yapısal temeli içersinde yer alan erkek otoritesi hem aile içinde hem de aile dışında üretilerek kadını erkeğe kıyasla ikincil konuma yerleştirmektedir Kısacası şiddete maruz kalınmasının en büyük sebebi kadın olmaktır. Şiddetin klasik bir döngüsü vardır ve kadınlar her defasında onun tuzağına düşerler. Önce bir gerginlik yaşanır, sonra gerginliğin yoğunluğu artar ve şiddet patlak verir, ardından balayı dönemi başlar, erkek ağlar, özür diler, yalvarır, çiçekler getirir bir daha yapmayacağını bunun bir hata olduğunu söyler ve benzeri davranışlar sergiler. Bunun üzerine kadın erkeğin tekrar şiddet uygulamayacağına inanır. Sonra ileriki zamanlarda başka olaylar sırasında gerginlik tekrar yükselir ve şiddet bu kez daha yoğun uygulanır. Bu döngü şiddet gören kadın dayandığı sürece bu şekilde devam eder. Şiddet bir kere uygulanmışsa tekrarı kesin olacaktır ve aynı şeyler tekrar yaşanacaktır. Aile içinde uygulanan şiddetin günümüzde geçmişe oranla bizleri bu kadar etkilemesinin aslında en büyük sebebi medyadır. Geçmişte aile içinde yaşanan şiddet sadece o aile bireylerini ilgilendirirken artık içinde bulunulan toplumun bir sorunu haline gelmektedir. Bir ailenin içinde kadına uygulanan şiddet başka bir ailenin üzüldüğü ve çözüm bulmak için düşündüğü bir sorun olmaya başlamıştır. Şiddet geçmişteki saklanılması ve utanılması gerektiği düşüncesini zamanla kaybetmeye başlamıştır. 294 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 3. Kadına Karşı Şiddetin Medyada Ele Alınışı Medya son yıllarda her türlü alt kuruluşu yardımı ile toplumda şiddete karşı bir farkındalık yaratmaktadır. Televizyon programları, televizyon dizileri kısacası görsel medya toplumun bütün bireyleri tarafından en fazla kullanılan araçladır. Bu araçlar günümüzde daha özgür ve korkusuzca aile içinde olan ve geçmişte mahrem olarak kabul edilen aile içi şiddet olgusunu tüm yönleri ile göstermektedir. Diziler bu konuda oldukça etkilidir. Töre ya da aile içi şiddet konusunu barındıran diziler yardımı ile toplum bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır. Şiddetin aslında bir kader olmadığını, toplumda her kesimden insanın başına gelen bir durum olduğunu ve mücadele edilerek ortadan kaldırılabileceğini göstermesi açısından görsel medya önemli bir görev üstlenmektedir. Ülkemizde medya kısmen de olsa doğuya atfedilmiş olan şiddetin kendine özgü bir bölgesinin olmadığını ve her sosyal tabakadaki ailenin, her konumdaki kadının şiddete maruz kalabileceğini tüm açıklığıyla göstermektedir. Sosyologlar, ülkemizde yalnızca eğitim ve ekonomik seviyeleri düşük kadının değil, yüksek gelirli ve iyi eğitim almış kadınların da şiddete maruz kaldığını bildiriyorlar (Günay, 2004:55). Bu noktada şiddet gören kadının bu durumu itiraf etmesi ve yardım istemesi önemli noktayı oluşturmaktadır. Genellikle eğitim durumu düşük olan kadınların daha fazla şiddet gördüğünü düşünmememizin sebebi, eğitim durumu yüksek olan kadınların yaşadıklarını itiraf etme konusunda bulundukları toplumsal çevreden çekinmeleri yatmaktadır. Görsel medyanın diğer medya alt dallarına oranla etki alanının fazla olmasının sebebi ulaştığı kitlenin daha geniş olmasıdır. Örneğin, günümüzde her evde en az bir televizyon varken gün içinde yazılı medyaya örnek olarak verebileceğimiz gazetenin her eve düzenli olarak girmemesini gösterebiliriz. Bu bağlamda gazetenin ulaşabildiği kitle daha sınırlı kalmaktadır. Televizyon programları ve diziler toplumun bütün kesimine hitap etmesi sebebiyle daha fazla ses getirmektedir. Gündüz kuşağında yer alan kadın programları, şiddet mağduru kadınların seslerini en iyi şekilde duyurabildikleri alanlar haline gelmektedir. Toplumdaki başka şiddet mağduru kadınların yalnız olmadığı mesajı verilerek onlar için çözüm yolları aranmaktadır. Televizyon haricinde önemli olan internet ise kadın hareketlerinin yönlendirilmesinde etkilidir. Kadın hareketlerinin kurmuş oldukları siteler ve bloglar sayesinde seslerini daha geniş alanlara yaymayı başaran mağdur kadınlar son yıllarda şiddet dışında kadın cinayetlerine de eğilmektedirler. Kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri konusunda medya sadece programlar, diziler yaparak etkili olmamaktadır. Bunun yanı sıra internet üzerinden yazan köşe yazıları da toplumsal anlamda farkındalık yaratma konusunda etkilidir. İzmir'den yayın yapan egedesonsoz.com'un yazarlarından Gönül Soyoğul’un 7 Mart 2012 Çarşamba günü yazmış olduğu ‘Ayların en kısasına sığdırdığımız vahşet’ adlı yazısı geçtiğimiz Şubat ayı içerisinde 29 günde öldürülen 24 kadını anlatmadır.Şubat ayı içerinde gün gün öldürülen,şiddet gören ve tecavüze uğrayan kadınları yazarak medyanın başka bir kolunda kadına karşı şiddetin engellenmesi konusuna destek vermektedir. 295 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 4. Habertürk Gazetesi Örneği Yazılı medya olarak adlandırdığımız gazetelerde son yıllarda kadına karşı şiddet ve özellikle kadın cinayetleri konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Geçmişten günümüze doğru baktığımızda eskiden sessizce geçiştirilen şiddet ve kadın cinayetleri artık yerini daha etkili haberlere bırakıyor. Geçmişte şiddet haberleri, gazetelerin üçüncü sayfa olarak adlandırılan kısımlarında küçük puntolar, dikkat çekmeyen yazılar ile verilmekteyken, günümüzde bu durum tamamı ile değişime uğramaktadır. Artık kadına karşı şiddet, kadın cinayetleri ve bu konuda atılan önemli hukuki adımlar manşetten ya da sürmanşetten büyük puntolarla daha dikkat çekici olarak verilmektedir. Bunun sebebi olarak, toplumun şiddet konusunda artık sessiz kalmaması ve bilinçlenmeye başlamasını gösterebiliriz. Yeni çıkan kadının haklarını ve yaşamını koruyan yasalar kısacası kadınlara uygulanan pozitif ayrımcılık bu konuda önemli bir etki yaratmaktadır. Tarihsel olarak geçmişe döndüğümüzde kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri haberlerinin bu kadar ön plana çıkmasını sağlayan olay aslında Ayşe Paşalı cinayetidir. Konuyla ilgili olan ya da olmayan herkesin aklında yer etmiş olan bu cinayet haberini Habertürk Gazetesi 24 Aralık 2010 Cuma günü ‘Koca dayağı, af ve cinayet!’ başlığı ile vermiştir. Haberin içeriğinde ise, ‘Eşini önce döven; ardından da tecavüz eden kişi, hâkime “Seviyorum, pişmanım” deyince serbest kaldı. 1.5 yıl sonra ise eşini 10 yerinden bıçaklayarak öldürdü.’ alt başlığı ile devam edilmiştir. Aslında kısa ve öz olarak olayın ne kadar acı olduğu anlatılmıştır. Bu cinayet haberi toplumsal olarak büyük yankı uyandırması sebebiyle 2 yıldır her kadın cinayetinde tekrar tekrar hatırlatılarak geçen bu sürede değişen pek fazla bir şeyin olmadığının altı çizilmektedir. 4 Ağustos 2011 Perşembe günkü Habertürk Gazetesi’nde ki ‘İşte şimdi Türk oldum’ başlıklı haber bu konudaki güzel bir örnektir. Birlikte yaşadığı Hakan Erdoğan’dan şiddet gördükten sonra kendisini tam bir Türk olarak hissettiğini söyleyen Alman uyruklu Andrea Groch, Türk vatandaşı olduktan sonra Sema Nur Döndü ismini almıştır. Haberin alt başlığı olarak ‘Ayşe Paşalı’nın durduğu yerde bu kez gözü mor bir Alman kadın vardı...’ cümlesi kullanılmıştır. Ayşe Paşalı’nın görenlerin gözlerinin önünden silinmeyen şiddet görmüş yüzü ile Ankara adliyesinde çekilen fotoğrafı ve Sema Nur Döndü’nün şiddet görmüş fotoğrafı kullanılmıştır. İkisinin de ortak noktası 296 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara şiddet görmüş ve aynı yerde aynı kare çekilmiş olan fotoğraflarıdır. Fakat Sema Nur Döndü daha şanslıdır. Çünkü şiddet görmüş olmasına rağmen hala hayattadır. Medyanın kadına karşı uygulanan şiddet konusunda sesini gün geçtikçe daha da yükselttiğini görmekteyiz. Ancak bu durumun olumlu sonuçları olduğu gibi olumsuz sonuçları da ortaya çıkmaktadır. Bu konuda en etkili örnek olarak Habertürk Gazetesi’nin 7 Ekim 2011 Cuma günü sürmanşetten vermiş olduğu Manisa’daki 2 çocuk annesi Şefika Etik cinayetinin sansürsüz fotoğrafıdır. Bu haberi diğer kadın cinayetlerinden ayıran sebep ise kadının eşi tarafından bıçaklanmış fotoğrafının hiçbir sansür uygulanmandan gazetenin ilk haberi olarak verilmesiydi. Gün içinde iki farklı yorum ortaya çıkmıştı. Bazılarınca kadın cinayetlerine karşı dikkati çekmek ve yeni önemler alınması konusunda yetkilileri harekete geçirmesi anlamında haber olumlu bulunurken, bazılarınca ise toplumdaki diğer insanların ruh sağlığı açısından olumsuz bulunmuş bunun yapılma sebebinin sadece gazetenin maddi kaygıları olarak yorumlanmıştı. Fakat sonuç görenlerin gözlerinin önünden silinmeyen bir kadın cinayeti haberidir. 7 Eylül 2011 Cuma günü ‘Evi terk etti diye yüzüne kezzap atıldı’ başlığı ile Habertürk Gazetesi’nde verilen haber kadına karşı şiddetin başka bir örneği. Diyarbakır da 14 yaşındayken kendisinden 6 yaş büyük A.K. ile görücü usulü evlendirilen Rojda Karagöz (21), yaşadığı şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1.5 yıl önce eşini bırakıp baba evine döndü. Genç bu tercihiyle, kızı İrem’den mahrum bırakıldı. İstanbul’da esnaflık yapan koca A.K.’nın, eşinin boşanma isteğine tehditle karşılık verdiği ileri sürüldü. Tehditlere rağmen eşine dönmeyen Rojda, 1 yıldan bu yana göremediği kızı İrem K. (5) ile görüşmek için Dağkapı semti eski Doğum Hastanesi karşısındaki Sur diplerinde sözleşti. Kızını beklemeye başlayan genç kadını parkta takip eden kimliği belirsiz 25 yaşlarında bir erkek, Rojda’nın karşısına geçip, “Al serinle” deyip elindeki pet şişe içerisinde bulunan kimyasal maddeyi genç kadının yüzüne döktü. Bu haberin verilmesinin ardından 9 Eylül 2011 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in Rojda’ya yardım elini uzattığını açıklayan ‘Bakan Şahin Rojda’ya sahip çıktı’ başlıklı haberi vererek olayın devamında neler olduğu konusunda halkı bilgilendirdiler. 297 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 5. Sonuç Kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri bulduğumuz toplumun acı bir gerçeğidir. Geçmişte de var olan ancak günümüzde daha fazla gözler önüne çıkması sebebi ile toplumu olumsuz yönde etkileyen bu olay gerekli önlemlerin alınması ile durdurulması mümkün olan bir sorundur. Ancak şiddet uygulayan erkeklere karşı devlet tarafından yeterli olan yaptırımların uygulanmaması 21.yüzyılda hala bu gibi acı ve kötü olaylarla karşılaşmamıza sebep olmaktadır. Medya içinde bulunduğu toplumun bilinçlenmesi ve etkilenmesi konusunda büyük bir role sahip olması sebebi ile kadına karşı şiddet gibi toplumsal anlamda hassas olan konularda daha özenli davranması gerekmektedir. Yapmış olduğu haberler, programlar ya da köşe yazılarının toplumun ruh sağlığını da bozmadan gerekli olan dikkati toplaması sağlanmalıdır. Bu bağlamda televizyon, gazete ve internet gibi medyanın kollarının mağdur kadının yanında yer alması ve kadına karşı şiddet konusuna gerekli çözümlerin bulunarak sorun en aza indirgenene kadar topluma ve yetkililere unutturulmaması bu konuda ki görevi olmalıdır. KAYNAKLAR GÜNAY, Cahide (2004). Mor Bakışlar-Kadının Sırtından Sopa Eksik Olmuyor, Truva Yayınları, İstanbul. HABERTÜRK GAZETESİ, 2010-2011 yılları arasındaki kadına şiddet ile ilgili haberler İÇLİ, Tülin (1995). Ailede Kadına Karşı Şiddet ve Kadın Suçluluğu, T.C. Devlet Bakanlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. İLKKARACAN, Pınar ve diğerleri (1996). “Sıcak Yuva Masalı”. Aile İçi Şiddet ve Cinsel Taciz içinde, Metis Yayınları, İstanbul. POLAT, Oğuz (2001). Çocuk ve Şiddet, Der Yayınları, İstanbul. KOCACIK, Faruk (2001). Şiddet Olgusu Üzerine, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2(1), 1-7. SEYYAR, Ali ( 2007). İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri Ansiklopedik Sosyal Bilimler Sözlüğü, Değişim Yayınları, Sakarya. SUBAŞI, Necdet ve A. Ayşe (2003). Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Kadın, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara. TEKİN, Üzeyir (2011). Şiddet, Orient Yayınları, Ankara. ÜNSAL, Artun (1996). “Şiddet”, Cogito Dergisi, Sayı: 6-7. 298 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GÜNÜMÜZDE TÜRK MEDYASINDA KADIN SANATÇI KAVRAMI KADINA KARŞI ŞİDDETE SON KAMPANYASI KAPSAMINDA ‘KADINLARIMIZ VE TÜRKÜLER KONSERİ’ İlknur TUNÇDEMİR* ÖZET Medyada kadın unsuruna; “ev kadını, iyi anne- iyi eş, cinsel meta, seksi, kötü yürekli, hırslı iş kadını” gibi anlamlarda yüklendiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra medyadaki kadın sanatçılar cinselliği ön plana çıkartılmış seksi mankenler ve artistler- özellikle görsel olarak yaptıklarıyla medyada boy göstermektedir. “Kadına Karşı Şiddete Son” ulusal kampanyası çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve Türküler Konseri” için 2005 yılında Devlet Çoksesli Korosu kadın- şiddet temalı 13 türküyü çok seslendirerek repertuarını hazırlamıştır. Anadolu’da geçmişten günümüze yaşayan kadınlara uygulanan şiddet sorunlarını inceleyerek bu sorunları çoksesli müzikle ifade eden koro; “aşk, sevgi, töre, hüzün, başlık parası, çocuk yaşta zorla yapılan evlilik ve ölüm” temalarını kendine özgü bir duyarlılıkla yorumlamıştır. Sonuçta, kadınların ve kadın sanatçıların yaşam ve deneyimlerinin birçok boyutunu ele almayan günümüz medyası, kadın- şiddet konularını göz ardı ederek toplumumuzdaki gerçek durumu yansıtamamaktadır. Kadınların kendi dünyalarını yansıtan sesi popüler kültür göstergesi olarak daha fazla yaygınlaşmaktadır. Oysaki çoksesli evrensel müzik ve bu alanda başarılar gösteren sanatçı, besteci ve icracılarının yaratılarına yer vererek, toplumun bilgilendirilmesini sağlamalıdır. Anahtar Kelimeler: Medya, Kadın Sanatçı, Çok seslendirilmiş Türküler, Kadınlarımız ve Türküler Konseri THE CONCEPT OF ARTISTS IN TODAY’S TURKISH MEDIA AND “THE CONCERT OF WOMEN AND FOLK SONGS” COVERING A CAMPAING PUT AN END TO VIOLENCE AGAINST WOMEN. ABSTRACT Woman perception in the Turkish media has been already seen as a “house-wife, a good mother & wife, se y, black hearted, ambitious businesswoman etc…” Moreover, artists covering only actresses and fashion models have shown up by their sexual behaviors. The State Polyphonic Choir of Turkey had prepared a polyvocal repertory in 2005 with 13 folk songs for “the concert of woman and folk songs” within a framework about a national campaign putting an end violence against to women. The choir, which has interpreted as polyphonic songs about problems of women subjected to violence issues and lived in Anatolia from past to present, has exposed characteristic sensitivity about themes with love, compassion, traditions, sadness, bride price, teen marriage and death. Eventually, it can be said that today’s media that doesn’t handle various aspects about woman artists with their cultural lifestyle and e perience, couldn’t have reflected real state of them by * Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu Sanatçısı, ilktuncdemir@yahoo.com 299 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara ignoring their violence issues. The voice of woman pointing to their world has become prevalent as a sign of popular culture. That is why the media should have provided to enlighten society by giving a place to creations of woman artists, composers and players especially succeed in the area of universal polyphonic music. Keywords: Media, Woman artists, Polyphonic folk songs, “The concert of woman and folk songs” 1.GİRİŞ İnsanlığın sosyo- kültürel serüvenine tarihi bir bakış, yaşamak denilen insanlık oyununun temel aktörlerinin kadın ve erkek olduğunu gözler önüne serecektir. Çoğu zaman birbirlerine nispetle tanımlansalar da kadın ve erkek öznel nitelikleri ile sosyo- kültürel yaşamı yaratmış, yarattıkları sosyo- kültürel yaşam bağlamında rolleri ve statüleri şekillenmiştir. Kadın ve erkek, toplumların temel yapı taşı olduğundan kadınlık ve erkeklik algıları da kadın ve erkeğin ortak üretimidir. Tarih boyunca toplumlar kendi öznelliklerini sosyo- kültürel yaşam bağlamında teşekkül eden kadınlık algıları üzerinden ifade etmiş, kadınlık algısı yaratıcı anahtar bir sembol olma niteliğini kazanmıştır. Kadınlar güç ve erk yüklü eylemlerin ortasında nadiren yer alsalar da toplumların sosyo- kültürel yaşamını hayatın ve toplumun doğal birimi aile içinde sessizce ama doğal ve güçlü bir biçimde kodlayan, bu kodlara göre toplumun fertlerini şekillendirerek toplumu yaratan güçlü aktörler, yani toplumların ve kültürün yaratıcı anahtar sembolleridir (Demirtaş- Şahin, 2009: 31). Tarihsel sürece baktığımızda kadın –erkek eşitliği olgusunun temelini oluşturan kadın hakları konusunda hep kadının aleyhine gelişen bir durum, bir toplumsallık süreci söz konusu olmuştur. Bunun da en temel nedeni mitosların, efsanelerin ve geleneklerin toplumsal değer yargıları üzerindeki yoğun etkisidir. Bunların ortak paydası cinsel kimliği ön plana çıkarmasıdır; öyle ki bundan dolayı mitosların ve geleneklerin birçoğunda kadın günahın, kötülüğün asıl kaynağı ve sorumlusu haline getirilmiştir. Kadına güvenmeyen, ona şüphe ile yaklaşan, baskıcı bu yargılara, inançlara insanlık tarihinin her döneminde rastlamak mümkündür (Kale, 2004: 358). Kadın ve erkeğin toplumdaki işlevleri, sorumlulukları, hakları, maddi ve manevi olguların üretimi sürecindeki konumları kişilik özelikleri gibi unsurlar cinsiyete ait rollerin öğrenilmesine; kadınları ve erkekleri sınırları çizilmiş ve kimi zaman aşılamaz alanlara yönlendirmiştir (Can, 2009: 65). Erkeklerin inşa ettiği bir dünyada kadın, toplumsal anlamlarla kıstırılmış bir nesneyi ya da en iyi ihtimalle erkek olmayan varlık kipini ifade eder. Kadının var oluş kaygısı dahi erkekten hareketle kurulur ve erkek için bir varlık olan kadın aynı zamanda erkeğin var oluşunu perçinlemek için devamlı ihtiyaç duyduğu öteki varlıktır. Kadının öteki olarak konumlanması demek, kendisi için varlık olan erkeğin istemediği tüm nitelikleri barındırması demektir (Beauvoir, 1993: 156). Toplumsal cinsiyet kavramı içinde, kadın ve erkeğin sahip olduğu rollerin içselleştirilmesi sonucu, kadının pasif ve erkeğin aktif olma durumunun belirginleştiğini görmekteyiz. Çünkü erkek güçlüdür, vahşidir, avcıdır, gücünün karşısında kadın gücü bir hiçtir. Erkek kadını sahiplenir ve onu koruması altına alır. Artık dünya erkek egemen bir dünyadır; kadın bu egemenliğin ilk ganimetidir. Böylece roller belirlenmiştir. Kadın ve erkeğin rollerinin ayrıldığı erkek egemen dünyada zaman içinde kadında güçlü olmak istemektedir. Kadın güçlü olma, güvenli ve emin adımlarla ilerleme yolunda yürümeye ise önce kabulleniş ile başlar ve gücünün kaynağını bulmaya yönelir; bu güç “koşulsuz güzelliktir”. Güzel, görsel beğeni değerleri içinde, çekici, tüm bakışların izlediği bir kadın olmak ve bunu bir güç olarak kullanmak kadının toplumdaki yerini belirleyen, güç dengelerini kurmasını sağlayan önemli bir adımdır. Seçilmeyi, seyredilmeyi bekleyen kadın, görsel bir meta olarak toplumdaki yerini alır. 300 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara John Berger (1986) sözleri ile “Erkekler kadınları seyrederler, kadınlar ise seyredilişlerini seyrederler” (Sullam, 2004: 152). Medya’da kadın unsuruna “ev kadını, iyi anne- iyi eş, özverili, cinsel meta, güçsüz, seksi, kötü yürekli, hırslı iş kadını” gibi anlamlar yüklendiğini görmekteyiz (İnceoğlu, 2004: 12). Kadının medyadaki konumunu incelediğimizde medyanın genel anlamda erkek iktidarını pekiştiren bir niteliğe sahiptir. Medya genelde kadını erkek bakışı ile yansıtır. İletişim araçlarında yayınlanan tüm reklâmlarda öykü biçimlerinde anlatılanlar geleneksel bilgilere dayandırılmakta, erkek ve kadın arasındaki biyolojik ayrım temel alınmaktadır (Aziz, 1994: 11). Özellikle kitle iletişim araçlarının kadının temsilindeki rolü Van Zoonen (1994) ifadesiyle “kadınlar ve kadınlık hakkındaki kalıp yargısal, ataerkil ve hegemonik değerleri aktarmak” ve dolayısıyla “toplumsal kontrolün bir ajanı olma rolü” olarak anlaşılmaktadır (Hızal, 2004: 32). Kadın, medyada ve kitle iletişim araçlarından başta televizyon olmak üzere sınırlı kültüre sahip, kişiliksiz bir nesne haline getirilerek sürekli olarak belli tarzda giyinmeye, bakmaya, düşünmeye yönlendirilmektedir (Arat, 1992: 246). Medya’da konu olarak, kadının ya cinselliği ele alınmakta ya da gelenekselleşmiş kadın rolleri (kadının anne olması, çocuk bakımı, ev işlerinin yapılması, iyi eş olması gibi) işlenmektedir (Arat, 1992, 270). Son günlerde evlilik programlarının artışıyla nasıl bir eş bulunacağı irdelenmektedir. Kadınların meslek yaşamları ve deneyimlerinin birçok boyutu ele alınmamakta, toplumdaki gerçek durumları yansıtılmamaktadır. Türk toplumunda da kadınlar ve çocuklar televizyon ile en fazla ilişki içinde olan bireylerdir. Kadın, fedakâr anne ve iyi bir eş olan ev kadınıdır. Bu kadının cinselliği sadece sağlık problemlerinde ortaya konur. Özellikle çalışan kadınlar, aile yaşantıları, çocukları, başarılı eşlerin arkasındaki kimlikleri konu edilerek ikincil oldukları yansıtılır. Medyatik kadınların ise cinsel metalar oldukları mesajı iletilirken sevgilileri, aşkları, dalgalandırıcı yaşantıları konu edilmektedir (Akbulut, 2004, 161). Amerika’daki Buffalo üniversitesi sosyoloji bölümünden Erin Hatton ve Mary Nell Trautner’ın araştırmasında medyadaki cinsiyetlendirme oranını ölçmek için Rolling Stones’ın 1967- 2007 yılları arasındaki coverlarını kullanmışlardır. 1000 fotoğrafın analiz edildiği çalışmadan iki sonuç elde edilmiştir. Birincisi; kadın ve erkeklerin görsellerde önceye oranla daha seksi hale getirildikleri, ikincisi; erkeklerde bu oranın % 11, kadınların % 44 oranında cinsel nesne olarak sunulduğunu, ancak bu oranın 2000’li yıllarda erkeklerde % 17 iken, kadınlarda % 83’e yükseldiğini açıklamıştır (Karadaş, 16/ 08/ 2011). Küresel Medya İzleme Projesi (Global Media Monitoring Project) tarafından 2005 yılında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre de kadınlar erkeklere oranla medyada iki kat daha fazla mağdur olarak gösterilmektedir. Ayrıca uzman (% 83) ya da tanık (% 70) olarak çoğunlukla erkeklere başvurulurken; kadınlar daha çok kişisel deneyimleriyle medyada görünmektedir ( Mater- Çalışlar, 2007: 175). Aynı çalışma kapsamında tek bir günde 13.000 TV, radyo ve gazete haberi taranarak gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları; erkeklerin temsil oranının % 79, kadınların ise % 21 olduğu bilgisini vermektedir (Alankuş, 2007: 37). Mine Gencel Berk 2006 yılında gerçekleştirdiği “Medya ve Toplumsal Katılım Araştırması”, Türkiye’deki günlük gazetelerde kadınların temsil oranın yüksek olmasına rağmen yer alış biçimlerinin tartışmalı olduğunu oraya koymaktadır. Araştırmaya göre kadınlar en çok medyatik görüntüleri, güzellikleriyle ya da mağduriyetleri ile gazetelerde yer almaktadır (Rahte, 2010: 189). Diğer yandan kentleşme sürecini çok hızlı ve çarpık bir biçimde yaşayan ülkemizde, genelde annelik ve ev kadınlığı vasfı ile (Türkiye’de ancak dört kadından birinin ekonomik bağımsızlığı vardır) öne çıkmayı başarabilen kadının kişilik kazanma süreci oldukça zor olmuştur. Özellikle de üretim sürecinin dışında yer alan ve genelde eğitimsiz olan (halen kadınların % 19 okuma 301 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara yazma bilmiyor) kadın, sürekli olarak medya tarafından cinsellik, iktidar, aşk, aldatılma, intikam, kıskançlık duygularının bombardımanına tutulmaktadır. Âdete kadın bilincini sistematik olarak bulanık tutma sürecinde medya halen ısrarla bu tutumuna devam etmektedir (İnceoğlu, 2004: 11). Ülkemizde seslendirme ve beğeni açısından müzik türleri arasında gerçek ve sanal onca uçuruma karşın, hepsini benzer biçimde etkileyen ortak payda müziğin metalaşması ve çabuk tüketilmesine yol açan pazar mekanizmasıdır. Müziği eğlence aracı olarak yorumlayan medya ve televizyon kanallarının çoğu, müziğin sanat değerini, bilim gücünü ve eğitimdeki vazgeçilmezliğini göz ardı etmektedir. Bu nedenle de müzik yayınları, eğlence amacını taşımaktadır. Müzik programlarında eleştiri mekanizmasının olmaması, sunulan müzik yayınlarının halk tarafından doğru ve güzel olduğunun sanılmasına neden olmaktadır (Yurga, 2002; 93). Türk toplumunda 1980 yılı sonrasında oluşan marka merakı, artan medya seçenekleriyle desteklenerek artmaktadır. Ülkemizde bireyler televizyonda gördükleri kişiler gibi olmak için her türlü fedakârlığa hazırdırlar. Bir yarışmaya girip ünlü bir şarkıcı olmak ve görüntülerinin televizyon kanallarında yayınlanması, dedikodu programlarının ana malzemesi olmak yaşamlarının en önemli amacıdır (Lasn, 2004: 13). Sherman ve Dominik tarafından 1986 yılında, 166 düşünsel video üzerinde yapılan araştırmada, erkek sanatçıların bütün görsellerde egemen karakter olarak resmedildiğini ortaya koymaktadır. Goldsen 1983 tarihli araştırmasına dayanarak müzik kliplerinde yer alan kadınların ise dört basmakalıp yargıyla (erkek delileri, kurbanlar, aşk objeleri ve duygusuz kadınlar) resmedildiğini belirtmektedir (Lull, 2000: 134). Müzik klipleri televizyon programlarında vitrine konan şarkıların ve sanatçıların reklâmı olarak işlev görmektedir (Kalay, 2007: 91). Genellikle cinselliği ön plana çıkartılmış seksi mankenler ve sanatçılar hem görsel olarak hem de kalitesiz eserleriyle medyada boy göstermektedirler. Ülkemizde çeşitli müzik türleri olmakla birlikte ağırlıklı olarak iki ana müzik kültüründen bahsetmek mümkündür. Bunlar makamsal yapıya sahip, geleneksel Türk klasik müziği ve Türk halk müziğidir (Kınık, 2011:455). Anadolu bir kültür harmanıdır. Özellikle yüzlerce yıllık kültür birikiminden süzülerek gelen türkülerimiz insanımızın kültür yaşamını, mutluluklarını, umutlarını, düş kırıklıklarını dile getiren toplumumuzun ortak sesidir. Aslında türküler, toplumumuzun adet ve gelenek anlayışını diğer müzik türlerine göre daha yoğun ve doğrudan yansıtmaktadır. Türk toplumunda son yıllarda yazılı ve görsel medyanın önemle üzerinde durmaya başladığı Türk popu adı verilen müzik türü- aslında net olarak ne olduğunun, hangi çeşit müziklerden bileşmiş olduğunun saptanması gereken birçok değişik müzik örneklerinin karışımıyla oluşmuş müzik- üzerindeki haberler, programlar, yorumlar, dedikodular, talk show ve forum gibi toplantılı televizyon programları bireyleri bilinçlendirmeden uzaktır (Yurga, 2002: 1). 2. TÜRKÜLER VE ÇOK SESLENDİRİLMİŞ KADIN TÜRKÜLERİ Türküler bir topluluğun gerçek duygularını ve fikirlerini keşfetmemize yardımcı olmaktadır. Türküler Anadolu kültürünün sosyolojik değerlerine ait bilgileri barındırmaktadır. Türküler halk tarafından yaygın olarak benimsenen duyguların ve inançların güvenilir bir yansımasıdır (Bohlmann, 1988: 89). Çeşitli toplumlarda müzik kültürünü inceleyen Merriam (1964) türkülerin çok işlevli içeriklerine dikkat çekmektedir. Kimi toplumlarda, örflere uygun olmayan davranışlar, güncel olayların yorumları bazı türkülerin konusu olmuştur. 302 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Avrupalı müzik bilimcilerin halk şarkısı, ülkemizde türkü diye adlandırdığımız bu tür, insanların ortak dili olma özelliğini yansıtmaktadır. Türk’e ait anlamını içeren “türkü” terimi; Türk halk müziğinin kapsamı içinde olan bir formdur. Bunun yanı sıra işledikleri konuların çeşitliliği ve içerikleri sayesinde, kitlelerin yaşantıları ve sosyal yapıları hakkında bilgi vermektedir. Türküler doğaçlama olarak üretildiği için; yaşanılan ortamlar, inançlar, duygular, siyasal fikirler, toplumsal kurallar oldukları gibi türkülere yansımıştır (Ata 2004: 256). Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Fonu (UNFPA) ile T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) ortaklaşa yürüttükleri “Kadına Karşı Şiddete Son” ulusal kampanyası çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve Türküler” konseri ilk olarak Devlet Çoksesli Korosu tarafından 25 Kasım 2005 tarihinde (Resim:2) İstanbul Cemal Reşit Rey konser salonunda yapılmıştır (Durukan, 9/ 11/ 2005). Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda toplumsal farkındalık yaratmayı hedefleyen kampanya kapsamında düzenlenen konser etkinlikleri (Tablo:2) olduğu gibi devam etmektedir. Türkiye’de 2005 yılında “Kadına Karşı Şiddete Son” ulusal kampanyası çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve Türküler Konseri” metin yazarı Meltem Arıkan başkanlığında Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu Derneği sanatçılarından oluşan bir komisyon; ülkemiz arşivlerinde bulunan 5000 türküden oluşan anonim repertuar taranarak kadın- şiddet içerikli türküleri seçmiştir. 13 türkülük repertuarını (Tablo:1) hazırlamıştır. Bu program için seçilen türküler ise Anadolu kadının ağırlıklı olarak geleneksel yapı ile şekillenen ve çocukluktan başlayarak tüm yaşamını etkileyen değerleri, tutumları, kalıp yargıları içermektedir (Kadınlarımız ve Türküler Konser Kitapçığı, 25/ 11/ 2005). Tablo:1 Kadınlarımız ve Türlüler Konseri Repertuarı Çoksesli Halk Türküleri Yöresi Derleyen Kara Kara Kazanlara Samsun Meryem Ana Yemen Türküsü Muş Muzaffer Sarısözen Gelin Ağlatma Bursa Halil BediiYönetken Tek Kapıdan Amasya Nida Tüfekçi Ceviz Oynamaya Geldim Kayseri Adnan Türközü Ağ Elime Mor Kınalar Denizli Nida Tüfekçi Aktaş Diye Belediğim Güneydoğu Ateş Koyoğlu Feraye Muğla Muzaffer Sarısözen Arda Boyları Rumeli Nihat Kaya Kaçındasın Gelin Ümmü Afyon Muzaffer Sarısözen Burçak Tarlası Tokat Muzaffer Sarısözen Entarisi Ala Benziyor İstanbul Muzaffer Sarısözen Dök Zülfünü İstanbul Mustafa Çavuş Bestecisi Muammer Sun Selman Ada Eduard Zuckmayer Ertuğrul Bayraktar Nedim Yıldız* Turgay Erdener* Ertuğ Korkmaz* Ulvi Cemal Erkin Aysim Dolgun* Murat Kodallı* Güneş Apaydın* Nevit Kodallı *Bu etkinlik için özel olarak hazırlanmıştır ** Çok seslendirilen Halk Türküleri Ankara Resim Heykel Müzesi Konser Salonunda 18- 20 Ekim 2005 tarihinde kaydedilmiştir. Resim: 1 Resim:2 303 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Ülkemizin çoksesli müzik alanında önemli bestecilerinden Nevit Kodallı, Muammer Sun, Selman Ada, Turgay Erdener, Ertuğ Korkmaz, Walter Strauss, Ertuğrul Bayraktar, Güneş Apaydın, Nedim Yıldız, Murat Kodallı, Ulvi Cemal Erkin ve Aysim Dolgun’nun çok seslendirdikleri türkülerle kampanya’ya destek vermişlerdir. Koro; kadına yönelik şiddetin toplumdaki çokseslilikteki uyumu bozacağını müzik yoluyla anlatmaya çalışmıştır. Tablo: 2 Kadınlarımız ve Türküler Konserleri Tarih Konser Yeri 18- 20 Ekim 2005 Ankara Resim Heykel Müzesi- Kayıt 25 Kasım 2005 Cemal Reşit Rey Konser Salonu 31 Mart 2006 Ankara Devlet Opera Salonu 20 Eylül 2006 Amasya Turnesi 8–9 Mayıs 2008 Gaziantep- Urfa Turnesi 19 Aralık 2008 Eskişehir Büyükşehir Opera Binası 8–10 Mart 2010 Giresun İl Özel İdaresi 10 Mart 2012 Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası 20 Mart 2012 TRT Ankara Radyosu Büyük Salonu Şef İbrahim Yazıcı İbrahim Yazıcı İbrahim Yazıcı İbrahim Yazıcı İbrahim Yazıcı İbrahim Yazıcı Alessandro Cedrone Cemi Can Deliorman Cemi Can Deliorman Ülkemizde yaşayan kadınların trajik yaşam öykülerinin anlatıldığı türkülerde, aşk, sevgi, hüzün, başlık parası, çocuk yaşta zorla yapılan evlilik ve ölüm gibi temaları (Tablo:1–2) kendine özgü bir duyarlılıkla yorumlamıştır. Kadın temalı türküleri çoksesli müzik eserlerine uyarlayarak ülkemizde “kadına şiddete karşı son” kampanyası çerçevesinde Türk eserleri kazandırılmıştır. 3.KONULARINA GÖRE KADIN TÜRKÜLERİ Toplumla türküler arasında toplumu oluşturan bireyleri de kapsayan derin bir ilişki vardır. Özellikle Türk toplumunun yapılanmasında son derece etkin olan ana, sevgili, eş, kardeş, namus, kahraman gibi çeşitli kimliklere bürünen kadın hakkındaki duygu ve düşünceler; birçok türküye yansımış konu olmuştur. Bunun yanı sıra kadın; kendisini ifade etme olanaklarının kısıtlanmış olmasının etkisi ile söylemek istediklerini türkülere aktarmıştır. Kadın üyesi olduğu toplumun, üzerinde yarattığı baskı sonucu oluşan suskunluğunu türküler aracılığıyla kırmaya çalışmıştır (Ata, 2004: 256). Karahasanoğlu Ata (2004)’a göre Anadolu’da kadın; türkü yakıcı ve türkülere konu olan iki rol ile karşımıza çıkmaktadır. Türküler, kadının türkü yakıcı rolü ile kendi dünyasını ve kadınla ilgili söylemleri barındıran kaynaklar olarak önemlidir. Türkülere konu olan kadın ve şiddet türküleri (Tablo:3) arasında: Kara kara kazanlara, Feraye, Arda Boylarında, Kaçındasın Gelin Ümmü, Burçak Tarlası, Yenge Kızı, Entarisi Ala Benziyor, Dök Zülfünü türküleri alınmıştır. Türkü yakıcı olarak kadın türküleri arasında ise Yemen Türküsü, Gelin Ağlatma, Tek Kapıdan, Ceviz Oynamaya Geldim Odana, Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar, Divane Âşık Gibi, Aktaş Diye Belediğim türküleri de, kadının kendini anlatım biçimine tipik örneklerdir. Kadınları konu alan türküleri anlam olarak incelediğimizde, bu türkülerde kadınların toplumsal rollerinin belirtildiğini görmekteyiz. Anadolu’da geleneksel roller olarak tanımlanabilecek kadınlara özgü işler, yaşanan evin içi ile sınırlandırılmış bulunmaktadır. Bunların içinde en önemlisi okuryazarlık, küçük yaşta yapılan evlilik, aşk, başlık parası, ayrılık, namus ve töre konuları belirlenmektedir. 304 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Tablo: 3 Konularına Göre Çok seslendirilmiş Kadın Türküleri Türkülerin Konuları Çok seslendirilmiş Kadın Türküleri Okuryazarlık- Cehalet Türküleri Kara Kara Kazanlara Savaş- Şiddet Türküleri Yemen Türküsü Kına- Gelin Alma Türküleri Gelin Ağlatma Evlilik Türküleri A-Zorla Yapılan Evlilik Tek Kapıdan B-Dengine Düşememe Ceviz Oynamaya Geldim Odana* C- Kız Satma/ Başlık Parası Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar* Aşk Türküleri Yenge Kızı Çocuğun Olmayışı- Kuma- Ayrılık Türküleri Aktaş Diye Belediğim* Gurbet- Ayrılık- Hüzün Türküleri Divane Âşık Gibi Kız Kaçırma- Töre- Namus Türküleri Feraye Kadının İntiharı Türküleri Arda Boylarında* Kaçındasın Gelin Ümmü* Kadının Yeni Evindeki Yaşamı Türküleri Burçak Tarlası* Aşk- Sevinç-Umut Türküleri Entarisi Ala Benziyor Dök Zülfünü 3.1. Okuryazarlık- Cehalet Türküleri: Kadınların eğitimi ve istihdamı toplumun ilerlemesi için vazgeçilmez iki unsurdur. Eğitim kadının her konuda gelişmesi demektir (Benazus, 2008: 139). Kadın türkülerinin çoğunda Anadolu insanının kaderine razı gelme anlayışı işlenmiştir. Türk toplumunda kadın genellikle kadere inanır, kadere karşı koymaz, çaresizlik içinde eli kolu bağlı kaderini yaşamaya zorlanır (Gündüz, 2011: 15). Kara Kara Kazanlara türküsünde; okuyamamış, yazamamış, düğümünü çözememiş, yazısından bezmiş ama yazısını bozamamış kadının isyanını dile getirmiştir. “Keşke kadınlar okusa/ kadınlar yazsa/ keşke kadınlar kara yazılarını kendileri bozsa/ keşke sevenler sevdiğine kavuşa ve bütün türküler ak yazıları anlatsa... Okuyamaz yazamaz mı düğümünü çözemez mi? Yazısından bezen o kişi o yazıyı bozamaz mı? 3.2. Savaş- Şiddet Türküleri: Yemen türküleri, ortak acıların ifadesidir. Anadolu’nun hemen her yerinde, hatta Balkanlar’da Yemen üzerine yakılmış birçok türkü çeşitlemelerini görürüz. Anadolu insanı için; Yemen uzak diyarlarda canların öldüğü yerdir. Yemen türküleri acı, hüzün, ayrılık ve ölümden oluşmaktadır (Ata, 2004: 261). Yemen Türküsünde kadının savaşı algılayışı, savaş şiddetinin onun yaşamına ve duygularına etkisi, savaş yüzünden kaybettikleri için duyulan acılar anlatılmaktadır. Yüreğim yanıyor ciğerim sızlar Yemen’e gidene ağlıyor kızlar Ana Yemen’dir gülü çemendir Giden gelmiyor acep nedendir 3.3. Kına- Gelin Alma Türküleri: Gelin olacak kız için baba evinden ayrıldıktan sonra gidilen yer, mesafe ne olursa olsun artık gurbet yeridir. Bu nedenle kına ağıtlarında çok yoğun olarak “ayrılık” ve “gurbet” teması işlenmektedir (Yaldızkaya, 15/ 12/ 2011). Kız ailesinin yaşadığı yerden ayrılıp uzak bir yere ve üstelik de evlendiği erkeğin yanında yaşamaya başlamasıyla tam anlamıyla “elkızı” olur. Gelin gittiği evdeki bütün kendinden büyük erkeklere ve kadınlara boyun eğmek durumundadır (Star, 1989: 515). 305 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Gelin Ağlatma Türküsü; yakınları tarafından gelin olacak kıza karşı duyulacak özlem adına gerekse evden ayrılması karşısında duyulan hüznün ifadesi olarak söylenen ağıtlardır. Atladı gitti eşiği, sofrada kaldı kaşığı Güzel evlerin yaraşığı, kalemiz kal kalındı 3.4. Evlilik Türküleri: Geleneksel toplum yapısında bir uyum mekanizması olan evliliğin toplumsal işlevi nedeniyle her toplumun; eş seçimi, yeni evlilerin nerede ve kiminle yaşayacağı, çocuk bakımı, eşlerin miras hakkı, boşanma, yeniden evlenme gibi evliliğe ilişkin temel konularda bazı katı kurallar, düzenlemeler ve törenler bulunmaktadır (User, 1997: 557). Geleneksel kültürümüzde kadın “alınan” erkek “alan” dır. Kız isteme ritüellerinde erkek tarafı kızı babasından ister.“Görücü usulü evlilik”, “kız almak”, “kız istemek” deyimleri evliliğin kuruluş aşamasında halk tarafından sıklıkla kullanılır (Ersöz, 2010: 172). Evlilik kadın için kader, bir yazgıdır. Tek Kapıdan Türküsü; sevdiğiyle evlendirilmeyip zorla babası yaşındaki bir erkekle evlendirilip acı çeken kadının söylediği bir ağıttır. Dağdan yuvarlandı kayalarımız Gam ile yoğruldu mayalarımız Nola taş doğuraydı analarımız Neyleyim dünyada dünya malını vay vay Evlilikte cinselliğini rahatça yaşayamayan kadın, türkülerde beklentilerini, üzüntülerini tüm çıplaklığıyla dile getirmektedir. Ceviz Oynamaya Geldim Odana Türküsü; çocuk denebilecek bir erkekle sırf mal- mülk bölünmesin diye evlendirilen kadınlar, türkülerde bu durumu apaçık ifade etmişlerdir (Öney, 2004) Ceviz oynamaya geldim odana Nişanlın da bu mu derler adama Aman aman olmuyor. Eş eşini bulmuyor Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar Türküsü; erken yaşta yapılan evlendirilen, başlık parası uğruna henüz ergenlik çağına girmemiş 12 yaşındaki bir kızın söylediği ağıttır. Ağ elime mor kınalar yaktılar Gaderim yok gurbet ele saldılar On iki yaşındı gelin ettiler Ağlar ağlar gözyaşımı silerim of of 3.5. Aşk Türküleri: Aşk bir taraftan insanın en önemli erdemlerinden biri sayılırken bir taraftan da birine duyulan önüne geçilemez bağ(ım)lılık olarak görülmüştür. Farklı aşk biçimlerinden platonik aşk, romantik aşk, dost aşkı, evlat aşkı vb bu biçimlerden bazılarıdır (Ulaş, 2002: 120). Aşk ve âşık kadın imgesi; kadının güçsüzlüğünün, acizliğinin ve korunması gerektiği fikrinin meşrulaştırma araçlarındandır. Ayrıca geleneksel kültürümüzde kadın erkek tarafından eş olarak seçilmeyi bekler. Yenge Kızı Türküsünde; erkeğin gönlü yenge kızına düşer ama yenge kızı bir değil ki, tam on tanedir. Yenge kızı bir tane saçları tane tane Yenge kızı iki dur, küçüğü benimki dur 3.6. Çocuğun Olmayışı- Kuma- Ayrılık Türküleri: Taş Bebek (Aktaş) efsane ve ninnileri “çocuksuzluk” sosyal olayından doğmuştur. Taşın canlanması motifiyle Türk sözlü kültüründe yaşayan kadının yazgısıdır. Çocuksuz geçen süre, özellikle kadın açısından çare arayışı ve ızdırap zamanıdır (Emeksiz, 2004: 149). 306 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Aktaş Diye Belediğim Türküsünde; Manas destanında “çocuksuz kadın; çiçeksiz bir ağaçtır” denilmektedir. Anadolu’da kadın, ancak doğurduğunda yerini sağlamlaştırır. Kadın kısırsa, kocası üzerine kuma getirerek evlenebilir (Öney, 14/ 10/ 2005). Aktaş diye belediğim, tülbendime doladığım Tanrıdan dilek dilediğim, Mevla’m şu taşa bir can ver 3.7. Gurbet-Ayrılık- Hüzün Türküleri: Kadının konu edildiği ağıtlarda, en hüzünlü ve üzüntülü durumlarda yardımı dilenilen ana konumdadır. Gurbet ve ayrılık türkülerinde kadın gurbette yaşanan zorlukların belirtilmesinden ziyade kendisinden bahsedilen, sılada kalan, özlem duyulan, sevgili veya eş kimliği ile öne çıkmaktadır (Kaya,15/ 12/ 2011). Divane Âşık Gibi Dolaşırım Yollarda Türküsünde; kadın ve erkek birbirlerine âşıktırlar. Kadın ile erkeğin arasındaki sevgi, kavuşma isteği ve kararlılığı anlatmaktadır. Al şalum yeşil şalum da, dünyayı dolaşalım Sen yağmur ol ben bulut Maçka’da buluşalım 3.8. Kız Kaçırma- Töre- Namus Türküleri: Göçebe toplumlarını düzenleyen töreler topluluğun yapısına, içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlara göre topluluğun lideri veya önde gelen kişileri tarafından belirlenirdi. Töreler var olan sistemin devamı için düzenlenirdi (Dalkesen, 2008: 443). Feraye Türküsünde; Yörük aşiretinin kızı Feraye konakladıkları yörenin Bey’i ile karşılaşırlar. Birbirlerine sevdalanırlar. Abisi Feraye’yi aile namusuna gölge düşürmekle suçlayarak evliliğe karşı çıkmıştır. Feraye evden kaçınca, abisi genç kızı bularak töreye karşı geldiği için öldürmüştür. Ferayedir kızın adı, Feraye de yandım aman Esmer yârimde aman, of yar yandım aman 3.9. Kadın İntiharı Türküleri: Geçmişten günümüze, kültürel gelenekler çerçevesinde gerçekleştirilen evlenme olayı, özellikle töre, adet, gelenek ve görenek bakımından çeşitlidir. Bunlar; görücü yoluyla evlenme, kız kaçırarak evlenme, beşik kertme yoluyla evlenme, berdel yoluyla evlenme, genç kız ile delikanlının tanışarak evlenmesi olarak sayabiliriz (Gönen, 2011: 46). Genellikle aşk ve evlilik hikâyelerinin başlangıcında gençler birbirine âşık olurlar. Başlarından geçen türlü maceralar sonucunda birbirlerine kavuşup evlenenlerin yanında istemediği başka birine verilme durumunda ölümü ya da intiharı seçerler (Alptekin, 1997: 20). Arda Boylarında Türküsünde; Sevdiği erkekle değil de annesinin uygun gördüğü biri ile zorla evlenmeye zorlanan genç kız yaşadığı üzüntüden dolayı annesine yakarış ve sitemini anlatır. İstemediği kişi ile evlenmek istemeyen genç kız çareyi kendini Arda nehrine atlayarak ölümde bulur Arda boylarına ben kendim gittim Dalgalar vurdukça can teslim ettim Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Anadolu kadının evlilikte seçen değil seçilen olduğunu, zorla evlendirildiğini, bunu kabul etmediğinde ise baskı ile karşılaştığını, dayak yediğini ve hatta öldürüldüğünü vurgulayan yazgısı toplumsal bir gerçekliktir (Genç, 2006: 7). Kaçındasın Gelin Ümmü Türküsünde; Bir başkasını sevdiği halde babası tarafından istemediği bir kişiyle evlendirilen Ümmü, evlendiği gece sevdiği tarafından kaçırılır. Erkek sevdiğini atıyla 307 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kaçırırken genç kız geçmekte oldukları nehirden suya düşerek ölmüştür. Türkü bu erkeğin ağzından hapiste yazılmıştır. Gelin Ümmüm kaldı çaylar içinde vay Kanlı çaylar niyettin Ümmümü vay 3.10. Kadının Yeni Evindeki Yaşamı Türküleri: Kadının hayatını belirleyen faktörler, aile ve akrabalık ilişkileri, din ve geleneklerdir. Yerleşik köy toplumlarında kadınların üretime katkı biçimleri yerine göre çok değişmekle birlikte konumlarını belirleyen etmenler yaşları, doğurganlıkları ve ailedeki yerleri (taze gelin, kıdemli gelin, kaynana gibi) olmaya devam etmektedir. Köylere gelin giden kadınlar hala gelin gittikleri evin tüm erkeklerinden ve kendilerinden büyük kadınlarından (elti, görümce, kaynana gibi) daha alt konumda yer almaktadır (Kandiyoti, 1977: 29). Burçak Tarlası Türküsünde; genelin aksine eğitimli bir kadının öyküsüdür. Kadın yaşadığı şehirde birisini sevmektedir. Ailesi son derece haklı gerekçelerle kızlarının sevdiğini söylediği gence inanmamakta, evlenmesine karşı çıkmaktadır. Bütün bunlara rağmen kendi kararıyla evlenen kadın yeni evindeki yaşamında kısa süre içinde kocası tarafından kandırıldığını anlar. Kocasının evlenmeden önceki zengin olduğu, onu lüks içinde yaşatacağı yaşam tam bir kâbustur. Yeni hayat her gün ezan sesi ile ev işlerinin başladığı, sonrada burçak tarlasında tam gün çalışmadır. Bir de kaynananın zulmü kadını yaşamından bezdirecek hale getirmiştir. Aman da kızlar ne zorumuş burçak yolması Burçak tarlasında yar yar gelin olması Eğdirme fesini yar yar gahar da giderim İntizar eyledim yar yar burçak ekene İlahi kaynana ömrün tükene 3.11. Aşk- Sevinç-Umut Türküleri: Aşk, birbirinin simetrisi olan iki varlığın, yani kadın ile erkeğin bir ve tek olmalarıdır. Stendhal (1965)’ın Aşk Üzerine (De L’Amour) adlı eserinde dediği gibi “kadın her türlü enerjinin ve yaratıcı gücün ilham kaynağıdır. Ve aşk, çok güzel ve olağanüstü hayran olunacak bir dünyanın özetidir. Aşkta mantık ve amaç güdülmez. Aşk aniden ve birdenbire keşfedilir. Ve ona hiçbir güç karşı gelemez.” Aşk, kişilerin birbirlerini bütün yönleriyle tanımalarıdır; aynı yöne bakıp aynı duyguları duymalarıdır; birbirlerine hayran olmaları, derin bir sevgi ve saygı duymaları, hatta birbirlerini yüceltmeleridir (Nemutlu, 2009: 336). Entarisi Ala Benziyor Türküsünde ve Dök Zülfünü eserinde âşık olan kişi sevdiğine karşı gönlünün en güzel sırlarını açmaktadır. Entarisi biçim biçim ölüyorum senin için Ağlatma gel başın için… Dök zülfünü meydana gel, yar aman aman Aşı kınam hayli zaman dil muntazır teşrifine gel Amman Kadına karşı şiddete son ulusal kampanyası çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve Türküler” kadınlara uygulanan şiddet sorununa işaret edilmiş ve tespitlerde bulunulmuştur. Bu çalışma ile birlikte toplumumuzda geçmişten günümüze her alanda şiddeti yaşayan kadınlarımızın türkülerde aktardıkları duygularına aracılık edilmeye çalışılmıştır. Tüm bu türkülerin sonunda ise bir çözüm önerisi, olumlu bir yaklaşım, umut gereklidir. Türkülerimizde umut vadeden, kadına değer veren, kadına övgüler düzen sözleriyle “Entarisi Ala Benziyor” ve “Dök Zülfünü” türküleri ile çarpıcı bir final oluşturulmuştur. 308 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara 4- SONUÇLAR Toplumsal yaşamda kadının yeri, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin de bir ölçütü sayılır. “Bir ülkede kadının sosyal ve siyasal yaşama katılımı ne kadar olursa o ülkede insani gelişmişlik düzeyi aynı oranda yükselir. Kadının ekonomide, politikada, sanatta ve sporda erkeklerle baş başa olduğu ülkeler sosyal ve ekonomik yaşamı ile demokrasilerinde ileri atılımlar yapmış ülkelerdir (Alatan, 2002: 3). Medya’da kadın unsuruna “ev kadını, iyi anne- iyi eş, özverili, cinsel meta, güçsüz, seksi, kötü yürekli, hırslı iş kadını” gibi anlamlar yüklendiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra medyadaki kadın sanatçılar -cinselliği ön plana çıkartılmış seksi mankenler ve artistler- özellikle görsel olarak yaptıklarıyla medyada boy göstermektedir. Medya’da kadın olgusunun kullanımında kadınların sosyal yaşamdan, ekonomiye, kültür, sanattan spora toplumun çeşitli alanlarındaki başarılarıyla yansıtılmasına dikkat edilmelidir. “Kadınlarımız ve Türküler Konseri” için Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu kadın- şiddet içerikli türküleri seçerek, 13 türkülük repertuarını hazırlamıştır. Ülkemizde yaşayan kadınların trajik yaşam öykülerinin anlatıldığı türkülerde, aşk, sevgi, hüzün, başlık parası, çocuk yaşta zorla yapılan evlilik ve ölüm gibi temaları kendine özgü bir duyarlılıkla yorumlamıştır. Kadın temalı türküleri çoksesli müzik eserlerine uyarlayarak ülkemizde “kadına şiddete karşı son” kampanyası çerçevesinde Türk eserleri kazandırılmıştır. Sonuç olarak, ülkemizdeki kadınların ve kadın sanatçıların yaşam ve deneyimlerinin birçok boyutunu ele almayan günümüz medyası, özellikle müzik alanında da sanatında başarılı olmuş öncü sanatçıların varlığını yok saymakta ve kadın- şiddet konularını göz ardı ederek toplumumuzdaki gerçek durumu yansıtmamaktadır. Kadınların kendi dünyalarını yansıtan sesi popüler kültür göstergesi olarak daha fazla yaygınlaşmaktadır. Kitle iletişim araçları ve televizyon kanallarının, nitelikli, çağdaş ve çoksesli evrensel müzik ve bu alanda başarılar gösteren sanatçı, besteci ve icracılarının yaratılarına yer verilerek, herkesin izleyebildiği saatlerde yer vermelerini sağlayacak önlemlerin geliştirilmesi toplumun bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi için gereklidir. 5. KAYNAKLAR Akbulut, Nesrin. (2004). “Türk Televizyonunda Kadın Söylemi”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi Alatan, Çancı, Sabiha. (2002). Demokrasi İçin Kadın: Makaleler, İstanbul, Bulut Yayınları Alankuş, Sevda. (2007). “Medyadaki Durumu Tersine Çevirmek”, Kadın Odaklı Habercilik, İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları Arat, Necla. (1992). Türkiye’de Kadın Olgusu”, İstanbul, Say Yayınları Ata, Karahasanoğlu, Songül. (2004) “Osmanlı- Yemen Savaşları ve Anadolu Kadınının Ağzından Yemen Türküleri”, Yeditepe Üniversitesi Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi Aziz, Aysel. (1994). Medya’da Şiddet ve Kadın, 1993 Yılında Türk Basınında Kadınlara Yönelik Şiddetin Yer Alış Biçimi, T.C. Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Gn. Md, Ankara Beauvoir, Simone de (1993) Kadın- İkinci Cins- Bağımsızlığa Doğru, Çev: Bertan Onaran, İstanbul, Payel Yayınevi 309 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Benazus, H. (2008). Geçmişten Günümüze Kadınlar ve Kadınlarımız, İstanbul, Bizim Kitaplar Dizisi Berger, J. (1986). Görme Biçimleri, İstanbul, Metis Yayınları Bohlman, Philip. V. (1988). The study of Folk Music in the Modern World, Bloomington and Indianapolis: Indiana University Pres. Can, Sevim. (2009) “İlköğretim ve Ortaöğretim Düzeyinde Kadın Tarihi Öğretiminde Kaynak ve Arşivlerin Kullanımı”, Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu- 20.Yıl Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul, Kadir Has Üniversitesi Yayınları Dalkesen, Nilgün. (2008). “İslam Öncesi Devirlerde Orta Asya’da Değişen Kadın İlişkilerinde Töre”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:7, Sayı:2 Demirtaş, Funda- Şahin, İlkay. (2009) “Gücün Zirvesindeki Tarihi İki Dönemin Kaynaklarında Kadınlık Algısı”, Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu- 20.Yıl Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul, Kadir Has Üniversitesi Yayınları Emeksiz, Abdulkadir- Oktay, Sezin. (2004). “Taş Bebek (Aktaş) Efsane ve Ninnileri Arasında Tematik İlişkiler, Ankara, Türk Kültürü İnceleme Dergisi, Cilt: 11 Ersöz, Günindi, Aysel. (2010).“Türk Atasözleri ve Deyimlerin Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyet Rolleri”, Gazi Ün. Türkiyat Dergisi, Ankara, Cilt:6 Genç, Nalân (2006). “Kadın, Şiddet ve Bazı Türkülerdeki Yansımaları, I. Uluslar arası Multidisipliner Kadın Kongresi: Değişim ve Güçlenme, İzmir, 19 Mayıs Ün. Yayınları Gönen, Sinan. (2011). Türk Kültüründe Kız Kaçırarak Evliliğin Köy Seyirlik Oyunlarındaki İzleri, Konya, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 29 Gündüz, Abdullah. (2011). Türküler Böyle Söyler, Ankara, 7 Punto Matbaacılık İnceoğlu, Yasemin. (2004). “Medya’da Kadın İmajı”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi Kalay, Ayşe. (2007). “Tüketim Kültürü İçinde Müziğin Görselleştirilmesi”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı: 30, İstanbul Kale, Nesrin. (2004) “Cumhuriyet Kadını ve Eğitim”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi Kandiyoti, D. (1977). Se Roles and Social Change: A Comperative Appraisal of Turkey’s Women, 3=1 University of Chicago Press. Kınık, Mehmet. (2011). “Türk Halk Müziğinde Birleştirici Unsur Olan Hüseyni Dizisi ve Türküler”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Hatay, Cilt: 8, Lasn, Kalle. (2004). Kültür Bozumu, Çev: Ahmet Ilgaz- Cem Pekman, İstanbul, Bağımsız Yayınları Lull, James. (2000). Popüler Müzik ve İletişim, Çev: Turgur İblağ, İstanbul, Çivi Yayıncılık Hızal, Gençtürk, Senem. (2004). Kadın Kimliğinin Korunmasında Marka Stratejileri “Koş Süreyya Koş”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi Mater, N. – Çalışlar, İ. (2007) “Medyadaki Durumu Tersine Çevirmek”, Kadın Odaklı Habercilik, Der: Sevda Alankuş, İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları Merriam, Alan. P. (1964). The Anthropology of Music, Evanston, Illions: Northwestern University Pres. 310 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Nemutlu, Duran. (2009). “Kadın ve Aşk”, 2. Uluslar arası Bir Bilim Kategorisi Olarak “Kadın” Edebiyat, Dil ve Kültür Çalışmalarında Kadın Sempozyumu Bildiri Kitabı, Aydın, Adnan Menderes Üniversitesi Yayınları No: 35 Rahte, Çaylı, Emek. (2010). “Aile İçi Şiddet ve Medya: Gündüz Kuşağı TV de Şiddetin Görünürlüğü ve Yeniden Üretimi, İstanbul, İletişim ve Kuram Araştırma Dergisi, Sayı: 30 Starr, June. (1989). The Role of Turkish Secular Law in Changing the Lives of Rural Muslim Women, 1950- 1970, Law and Society Review, 23 (3) Sullam, Betsi. (2004). “Jinekomedya”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü- Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu tarafından hazırlanan Kadına Karşı Şiddete Son Kampanyası çerçevesinde “Kadınlarımız ve Türküler” Konser Kitapçığı ve CD Ulaş, Sarp, Erk - Güçlü, Baki. (2002). Felsefe Sözlüğü, Ankara, Bilim Sanat Yayınları User, İnci. (1997). “Evlilik Göçü”, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi Toplum ve Göç, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayınları Von Zoonen, Liesbet. (2004). Feminist Media Studies, London, Sage Pub Yurga, Cemal. (2002). 20.Yüzyılda Türkiye’de Popüler Müzikler, Ankara, Pageme Yayınları 6. İNTERNET SİTELERİ Armutçu, Emel, “Kadına Karşı Şiddeti Anlatan Türküler Konseri”, http://www.tumgazeteler.com, 8/ 11/ 2005 Durukan, Ayşe, “Kadına Karşı Şiddetin Türkülerdeki Yansıması”, http://www.byegm.gov.tr, 9/11/ 2005, 31/ 06/ 2006 Karadaş, Canan, Uçan Süpürge Kadın Muhabirler Ağı, http://www.ucansupurge.org, 16/ 08/ 2011 Kaya, Doğan. “Türkü Kavramı”, http://www.turkuler.com, 15/ 12/ 2011 Kaya, Gülcan. “Halk Türkülerinde Kadının Konumu”, http://www.turkuler.com, 22/ 02/ 2012 Öney, Feryal. “Türkülerin Tanıklığı- Kadın Ağzı Türküler”,Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğundaki yapılmış dinleti, http://www.feminisite.net, 14/ 10/ 2005 T.R.T Türk Halk Müziği Nota Arşivi, http://www.trtnotaarsivi.com, 12/ 12/2011 Yaldızkaya, Faruk, Ömer. “Kına Ağıtları”, http://www.turkuler.com, 15/ 12/ 2011 311 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara KADINA YÖNELİK EKONOMİK ŞİDDET Funda Rana ADAÇAY* Gül GÜNEY† ÖZET Genel anlamıyla şiddet; egemen gücün ve ideolojinin kendi üstünlüğü ve gücünü korumada gösterdiği tepkisel tavırdır. Fiziksel ve ruhsal baskı altına alma şeklinde uygulanan şiddet, genelde erkekler tarafından kadınlara yönelik uygulanmaktadır. Kadına yönelik şiddet türlerinden biri de ekonomik şiddettir. Kadına yönelik ekonomik şiddet daha çocukken büyüdüğü ailede başlamakta, evlendiğinde ve /veya boşandığında devam etmektedir. Ekonomik şiddet sadece aile içinde değil, çalışma hayatında da uygulanmaktadır. Bu şiddetinin temelinde bireysel faktörler ve toplum yapısındaki kültürel öğeler sayılabileceği gibi devletin uygulamalarındaki eksiklikler de önemli yer tutmaktadır. Son yıllarda kadına yönelik şiddet olayları Dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de artış göstermiştir. Bu konuda toplumun tüm kurumları ve diğer oluşumları ile gerekli tedbirleri alması, duyarlılığın arttırılması ayrı bir önem arz etmektedir. Bu çalışmada kadına yönelik şiddetin farklı boyutlarına değinilerek özellikle “ekonomik şiddet” konusu incelenecektir. Bu çerçevede, Dünya genelinden ve Türkiye’den kadına yönelik ekonomik şiddetin örneklerine ve bazı istatistiki göstergelerine yer verilmiştir. Kadına yönelik ekonomik şiddetin önemini vurgulamak ve bu konudaki toplum duyarlılığını arttırmaya yönelik katkı vermek çalışmanın temel amacıdır. Anahtar Kelimeler: Kadın, Şiddet, Ekonomik Şiddet ECONOMIC VIOLENCE TO THE WOMEN ABSTRACT Violence in general is a reactive attitude of dominant power and ideology for showing its superiority and power in preserving. Being applied with a physical and psychological pressure, it generally occurs from the men to woman. One of the types of violence to the women is economic violence. Economic violence begins when they are grown in the family as children and it continues when they get married and divorced. Economic violence is not applied only in the family but also in the working life. In the basis of this violence, as personal factors and cultural values in society structure can be regarded, deficiencies in the state practices have an important place on this matter. Violence actions to women have increased in our country as well as the worldwide in recent years. All institutions of the society and other constitutions, required precautions and raising awareness become more of an issue. In this study, particularly “economic violence” will be analyzed by referring different aspects of the violence to the women. In this outline, there are some examples and some statistical demonstrations of economic violence to the women from worldwide and Turkey. Putting emphasis on economic violence to the women and contributing to raise awareness of the society for this subject is the main aim of this study. Keywords: Woman,Violence, Economic Violence * † Doç. Dr.; Anadolu Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, frozbey@anadolu.edu.tr, 0222 3350580-3242 Arş. Gör., Bartın Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, gguney@bartin.edu.tr, 0378 2235343 312 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara GİRİŞ Şiddet; “Bir hareketin, bir gücün derecesi, yoğunluk, sertlik.”, “Hız.”, “Bir hareketten doğan güç”, “Karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma.”, “Kaba güç.” “Duygu veya davranışta aşırılık.” şeklinde tanımlanmıştır.(TDK,2010,128) Şiddet genel anlamıyla; egemen gücün ve ideolojinin kendi üstünlüğü ve gücünü korumada gösterdiği tepkisel tavırdır. Toplumlarda egemen güç olarak kabul edilegelen erkektir ve erkeğin gücünü ve üstünlüğünü korumak için gösterdiği tepkisel tavır kadına yöneliktir. Bu tepkisel tavrın en taşkın, en ileri biçimi olan ise kadına yönelik şiddettir. Kadına yönelik şiddet birçok toplumda geleneksel öğeler nedeniyle meşru görülmekte, aile içinde ve toplumda sorunların çözülmesinde bir yöntem olarak kullanılmakta ve gelecek nesillere aktarılmaktadır. Toplumların şiddeti meşrulaştırması, şiddetin konuşulması ve hatta şiddete karşı önlemler alınmasını birer tabu haline getirmiştir. Buna rağmen, şiddet son yıllarda daha çok gündeme gelmeye başlamış ve mağdurlarını korumaya yönelik önlemler alınmaya başlanmıştır. Ancak, şiddet denilince ilk akla gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet olmaktadır. Oysa kadınların ve dolayısıyla çocukların maruz kaldığı şiddet türlerinden bir diğeri, ekonomik şiddettir. İlerleyen açıklamalarda da görülebileceği gibi, tüm şiddet türlernin yanısıra ekonomik şiddet de gerek özel gerekse kamusal yaşamı içinde kadını ve ona bağımlı kabul edilen çocukları önemli ölçülerde etkilemekte ve yaşamsal koşullarını her açıdan kötüleştirmektedir. Kadınların şiddete maruz kalmaması için gösterilen her çabada ve bu amaçla üretilecek her politikada mutlaka “ekonomik şiddete” de engel olacak öğelerin bulunması zorunludur. Kadınların yaşadığı ekonomik şiddete ilişkin literatür arttıkça ve ekonomik şiddetin boyutları ortaya çıkarıldıkça bu konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu yöndeki çalışmalar, diğer şiddet önleyici çalışmalardan bağımsız olmadığı gibi; onları destekler niteliğiyle kadınların -tüm anlamlarda- hayatlarının kurtarılmasına ve sosyo-ekonomik kalkınmaya katkı verecektir. KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE TÜRLERİ B.M. Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge’nin 1.Maddesinde, kadına yönelik şiddet: “İster kamusal ister özel hayatta olsun, bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dâhil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi” olarak tanımlanmıştır. (UN,1993) Sonradan “ticari cinsellik sömürüsü ve ekonomik sömürü ile ilişkili şiddet”, “kurbanı ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak” ifadeleri dâhil edilerek, ekonomik şiddete kaynaklık eden başka unsurlar da içine alınarak, ekonomik şiddet tanımı genişletilmiştir. (UN, 2003/45) Kadına yönelik şiddet türleri ve tanımları şu şekildedir: Fiziksel şiddet; Kadına aile içi veya dışından uygulanan fiziksel şiddet; tokat atma, bir şey fırlatma, tartaklama (TÜİK,2011:19), itme, saç çekme, bir cisimle veya yumrukla vurma, dövme, tekmeleme, sürükleme, boğazını sıkma, bir yerini yakma, bıçak, silah gibi aletlerle tehdit etme ve bunları kullanma (KSGM,2009:35), sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel 313 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara olmak suretiyle bedensel zarara uğratmak (KDV,2005:31), işkence yapmak, evden kovmak, fiziksel güç kullanarak evden çıkmasına engel olmak (Dağlar ve Demir,2012:2-3), kadın sünneti gibi aile içi zarar veren şiddet, namus adına işlenen suçlar, tutku adına işlenen suçlar, çeyiz ilgili şiddet ve ölüm tehdidi, asit saldırıları (UN, 2003) şeklindeki davranışlar birer fiziksel şiddet örneği sayılmaktadır. Ayrıca, tecavüz örneğinde olduğu gibi, diğer şiddet türleri kapsamı içinde yer alan birçok fiziksel şiddet örnekleri de söz konusudur. Cinsel şiddet; Kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimde cinsel ilişkiye zorlamak, çocuk doğurmaya zorlamak, kürtaja zorlamak (SGBK,2011:3) fuhuşa zorlamak, cinsel organlarına zarar vermek, cinsel özellikleri bakımından başka kadınlarla kıyaslamak (KDV,2005:30) aşırı şüphe ve kıskançlık göstermek, kadını istediğinden daha açık giyinmeye zorlamak, kadının cinsel isteklerini, ihtiyaçlarını önemsememek, dikkate almamak veya alay etmek, kadının cinsel performansı ile olumsuz veya küçümser bir şekilde alay etmek (Özkan ve Demir;2002:88), frijid, soğuk gibi isimler takmak, açıkça başka kadınlara ilgi göstermek, cinselliği bir ceza yöntemi olarak kullanmak, acıtarak, hoyrat cinsel ilişkide bulunmak, tecavüz etmek, cinsel bölgelere aletle işkence etmek, fuhuşa zorlamak, ensest (Dağlar ve Demir,2012:2-3) kadınların ve kızların ticareti, erken ve zorla evlilikler (UN,2003) cinsel şiddet tanımı içinde yer alırlar. Psikolojik şiddet; Kadına bağırmak, hakaret etmek, aşağılamak, başka kadınlarla kıyaslamak, korkutmak, aşırı kıskanmak, kadının nasıl giyineceğine, nereye gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kendisine veya çocuklarına zarar vermekle hatta öldürmekle tehdit etmek, diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak, kendini geliştirmesine engel olmak, yaşadığı şiddetin sorumlusu olarak göstermek, kültürel farklılıklarını reddetmek, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü muamelede bulunmak. (KDV,2005:30) şeklindeki uygulamalar birçok kadının hayatındaki rutinler olarak varlıklarını sürdüren psikolojik şiddet örnekleridir. Kültürel Şiddet: Eşin, ailenin dışında aşiret gibi daha kalabalık akrabalık organizasyonlarının da kadınlar üzerinde baskı, kontrol ve şiddet uygulamaları, bunun meşru görülmesi hatta kadınların yaşam hakkının ellerinden alınması (töre cinayetleri), kadının aile baskısı nedeniyle eşinden ayrılamaması v.b. durumlar bu kategoriye örnek olarak verilebilir. Ekonomik şiddet: Dar kapsamlı ekonomik şiddet; “eşin para vermemesi, harcamaları sınırlaması, kadının gelirine el koyması, zorla çalıştırılması ya da çalışmasına izin vermemesi” biçiminde tanımlanmaktadır. Geniş kapsamlı kadına yönelik ekonomik şiddet: “Kadının çalışmasına izin vermemek (Watts ve Zimmerman,2002:1233), istemediği işte zorla çalıştırmak, kadının para harcamasının kısıtlamak, az para vererek çok şey beklemek, aileyi ilgilendiren ekonomik konulardaki kararları kadının fikrini sormadan tek başına almak (MİGM,2010:51), kadının parasını, şahsi mallarını elinden almak, kadının terfi etmesini engelleyecek kısıtlamalar getirmek (iş gezilerine, toplantılara, kurslara katılmasına engel olmak), kadının iş ile bulmasını kolaylaştırıcı becerileri geliştirecek etkinlikleri engellemek, iş yerinde olay yaratmak suretiyle kadının işten atılmasına neden olmak (KDV,2005:30) hatta çalışma gücünü etkileyen sağlık hizmetlerine erişimi kontrol altında tutmak (UNICEF,2000:2) ya da sağlığını bozmak gibi kadının ekonomik yaşamını etkileyen 314 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara her türlü kaynaklara, kaynaklara erişime, erişim olanaklarına yönelik kısıtlama ve baskılardır. Ekonomik şiddet örneklerini çoğaltan bir başka tanımlama ise; “kadınlara ilişkin olarak ortak arazilerinin kullanımı gibi tarımsal kaynaklar dâhil olmak üzere sağlık, istihdam, eğitime erişimin kontrol edilmesi, finansal karar vermede dışlanma, fonlara ve kredilere sınırlı erişim ve miras, mülkiyet hakları üzerindeki ayrımcı geleneksel yasalar, aşırı veya düşük ücretle ya da sözleşme dışındaki koşullarda çalıştırılmaları, erkeklerle aynı ücreti almaması ekonomik şiddettir” şeklindedir. (Fawole, 2008,171) EKONOMİK ŞİDDETİN BOYUTLARI “Görünmez” Ekonomik Şiddetin Farkında Olmak Genel olarak, hukuksal alanda kadına yönelik şiddet tanımlarının sınırlılıkları, gerçek yaşamdaki şiddet örneklerinin hepsini tam anlamıyla yansıtmamaktadır. Bu durum, yasalar ve ilgili kurumlar tarafından olduğu kadar kamuoyunda da ekonomik şiddetin öneminin ve dolayısıyla boyutlarının tam olarak anlaşılmasını engellemektedir. Ekonomik şiddet tanımlamalarının daha geniş perspektif ve kapsam çerçevesinde hukuktaki yerini bulması, bu alanda gerçekleştirilecek önlemlerin ve politikaların da önünü açacaktır. Ekonomik şiddet, kadının yaşamını paylaştığı eşi, partneri, aile üyeleri, akrabaları hatta çalışma arkadaşları ya da patronu tarafından dahi gerçekleştirilebilir. Ekonomik bir ilişki içinde iken ya da kadının ilişkisini terketmesine rağmen ekonomik istismar dolayısıyla şiddet devam edebilir. Bilindiği gibi şiddet türleri, birbirini doğuran ve besleyen yapıdadır. Şiddet türlerinin birbirine eşlik ettiği ve pek çok vakada birkaç şiddet türünün bir arada yaşandığı yapılan çalışmalarda açıkça görülmektedir. Örneğin, ekonomik şiddet yoksulluğun derinleşmesine yol açar, eğitim durumunu etkiler ve kadınlar için diğer gelişim fırsatlarını sekteye uğratır. Bu, fiziksel şiddete yol açan cinsel sömürüyü ve HIV enfeksiyonu kapma riskini, gebeliğe bağlı ölümleri, kadın ve kız çocuklarının ticaretini teşvik etmektedir. Ekonomik şiddet çoğunlukla ya psikolojik şiddetin bir yansıması olarak ele alınmakta ya da kadın seks ticareti örneğinde olduğu gibi “ekonomik sömürü” tanımı ile sınırlandırılmaktadır. Ekonomik şiddetin, bir sonuç ya da bir neden olarak diğer şiddet örnekleriyle sıkı bağları, başka bir değişle kuvvetli nedensellik ilişkisi olması gerçekte onu görünmez kılan bir başka neden olmakla birlikte, önemi daha da artırmaktadır. Eğer “ekonomik şiddet” tanımı yapılıp sömürünün boyutları genişletilir ise ortaya çıkan duruma göre, ekonomik şiddetin boyutlarının da -en azından diğer şiddet türleri gibiazımsanamayacak ölçüde yüksek olduğu anlaşılabilecektir. Örneğin; Kadın Dayanışma Vakfı (KDV)’nın Kadına Yönelik Şiddet Veri Tabanı Oluşturma Projesi şiddete maruz kalan kadınların sadece fiziksel değil psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete de maruz kaldıklarını göstermiştir. Sözkonusu çalışmada veri tabanına girilen görüşme formlarında, başvurucuların yaşadıkları şiddet ayrıştırılmış, psikolojik, fiziksel, cinsel, ekonomik ve kültürel şiddetin hangi türüne maruz kaldıkları ayrı ayrı kodlanmıştır. Bunun nedeni, kadınların şiddet olgusunu yalnızca fiziksel şiddete indirgemeleri ve yaşadıkları psikolojik, ekonomik ya da diğer şiddet türlerini yaşamları içinde 315 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara doğallaştırmaları nedeniyle olayı anlatırken fiziksel şiddet dışında çoğunlukla diğer şiddet türlerini tanımlamamalarıdır. Ayrıca, formların çoğunda yaşadığı şiddet türü sorusuna birkaç şiddet türü birden işaretlenmiştir. Bu bilgi bize kadınların birden fazla şiddet türü ile aynı anda mücadele etmek zorunda kaldıklarını göstermektedir.(KDV,2007:46) Kısacası, ekonomik şiddet, bu şiddete maruz kalan kadınlar dâhil toplumun genel kesimi için tam anlamıyla tanınmamaktadır. Bunun yanı sıra fiziksel veya cinsel şiddetin görünür, hissedilir, acı verir boyutları ile mücadele etmeye çalışan şiddet mağduru kadın için, ekonomik şiddet ikinci derecede önem arz etmektedir. Kaldı ki basın-yayın organlarınca özellikle medya da fiziksel veya cinsel şiddet örneklerinin çoğunlukla yer bulması da, diğer şiddet tiplerine yönelik ilginin nispeten az olmasında etkilidir. Bahsi geçen proje kapsamında 11-75 yaşları arasında değişen 438 başvuru ele alınmış, başvuru yapanların %50’si psikolojik, %47,50’si fiziksel, %18,5’i cinsel, %34,2’si ise ekonomik şiddet gördüğünü belirtmiştir. Ekonomik şiddet oranlarını gösteren Tablo-1’e göre danışma merkezlerine başvuran kadınların % 34,2’si ekonomik şiddet türüne maruz kaldıklarını ifade ederken, kadınların % 18,9’unun bu soruya yanıtı bilinmemektedir (KDV, 2007: 20-28). Tablo-1: Başvurucu Ekonomik Şiddet Görüyor Mu? Sayı Oran Var 150 34,2 Yok 205 46,8 Yanıtsız 83 18,9 TOPLAM 483 100,0 Kaynak: KDV, a.g.e. s.25. Ekonomik şiddet’in çok fazla gündeme gelmemesinde bir başka neden, bu alanda gerçekleştirilen bilimsel çalışmalarda ekonomik şiddetin ölçümünde yaşanan sıkıntılardır, çünkü fiziksel şiddette olduğu gibi görünür yanı ya yoktur ya da çok azdır. Ekonomik şiddete ilişkin bilginin, yıllardır bu alanda çalışan kadın örgütlerinde bile diğer şiddet türlerine göre daha kısıtlı ve eksik olduğu göz önünde bulunduğunda aslında bu şiddet türüne maruz kalan kadınların çok daha yüksek bir oranda olduğu söylenebilir. Türkiye’de ki tapu kayıtlarının sadece %4’ünün kadınlara ait olduğu, aile mülkiyetinin dağılmaması amacıyla kadınların aileler arasında pazarlık aracı haline getirildiği (zorla evlilik), kadın bedeninin satılabilir meta haline dönüştürüldüğü ve bu pazarın gittikçe büyüdüğü göz önünde bulundurulduğunda ekonomik şiddet tanımının genişletilmesi ve kadın örgütlerinin de bu şiddet türü üzerinde daha fazla çalışması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır (KDV, 2007:48). “Görünmez” nitelikteki psikolojik, kültürel şiddet gibi, ekonomik şiddetin de mutlaka görünür nitelikteki “fiziksel şiddet” kadar önemsenmesi ve üstüne gidilmesi gerekmektedir. 316 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara İstatistiksel Verilerle Ekonomik Şiddet Örnekleri İstatistiki verilerde bahsedildiği gibi ağırlıklı olarak fiziksel ve cinsel şiddet yer almaktadır ve bunun temel nedeni, ekonomik şiddetin görünmez bir şiddet türü olması nedeniyle ekonomik şiddet mağdurlarının aslında şiddete maruz kaldıklarını fark etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Mevcut istatistikler gerçeği tam olarak yansıtmamasına rağmen bu alanda gerçekleştirilen saha çalışmalarından örneklere ve istatistiklerine yer vererek, genel olarak ekonomik şiddetin boyutlarını toplumun her katmanında gerçekte ne kadar yaygın olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. A. Türkiye’den Örneklerle Ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddet ile ilgili araştırmaların artıyor olması sevindiricidir; Ancak, söz konusu çalışmalarda ekonomik şiddet boyutuna yeterince yer verilmiyor olması, bu konuda yeterli istatistiki bulgulara ulaşılamamasına neden olmaktadır. Bu çalışmalarda ekonomik şiddet kavramına ilişkin tam bir tanım uzlaşısı olmadığı görülmektedir. Ekonomik şiddet olarak kabul edilen ya da edilebilecek örneklere yer veren çalışmalardan bazıları aşağıda verilmiştir. Çalışmaya izin vermeme: TÜİK’in verilerine göre; yaşamının herhangi bir döneminde işten çıkmaya neden olma veya çalışmasına engel olunan kadın oranı %23,4, son 12 ayda %8,8, bir kez %20,9, birkaç kez %44,8, çok kez %34,3’dür.(TUİK,2008). T.C. Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) tarafından “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”; kent ve kır yaşam alanlarını temsil edecek şekilde 12 bölgede (İstanbul, Batı Marmara, Ege, Doğu Marmara, Batı Anadolu, Akdeniz, Orta Anadolu, Batı Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu) gerçekleştirilmiştir. 51 ilde, 24048 hanede evli ve 1559 yaş arasındaki kadınlarla yüz yüze görüşülmüştür. Yapılan bu saha çalışmasındaki ekonomik şiddet örneklerinden biri aşağıda verilmiştir. (KSGM,2009:117) 47 yaşında, boşanmış, 2 çocuk sahibi, lise mezunu kadının yaşadığı eşi tarafından uygulanan “kadının çalışmasına izin vermemek, iş yerinde olay yaratmak suretiyle kadının işten atılmasına neden olmak” yönündeki ekonomik şiddeti kendi cümleleriyle anlatışı;“‘İşten ayrılacaksın’ dedi ayrıldım, ondan sonra böyle bir ayrılığımız oldu. O dönemde, ben başka özel bir işe girdim, oraya gidip geliyordum ama adam sürekli çevremdeydi, etrafımdaydı, arkamdaydı rahat bırakmıyordu. Hatta iş yerine gelip tehdit bile etmişti, çünkü o zaman bir yasa vardı, eşin izni olmadan kadın çalışamıyordu.[…] yaşadım yani adam gelip bir şey demişti eşim olduğunu, ondan izinsiz işe başladığımı söylemiş, bilmem neyi söylemiş, işyerindeki patron iyi niyetli bir insandı. Sonradan konuştum, bunu yapma ben çalışmak zorundayım diye, çünkü paramız pulumuz yoktu kendisi de çalışmıyordu, çok zor durumdayım, çalışmak zorundaydım. Onu o şekilde kabul etti ama işte sabah benimle beraber geliyordu akşamda gelip beni alıyordu.” Ev harcamalarıyla ilgili kısıtlamalar: TÜİK’in 2008 yılında yayınladığı rapora göre; “ev ihtiyaçları için para vermeme” yönünde ekonomik şiddete maruz kalan kadınların oranı şu şekildedir. Yaşamının herhangi bir döneminde%8,1, son 12 ayda %4,6, bir kez %2,7, birkaç kez %44,2, çok kez %53,1 dür. Resmî kayıtlara geçmiş bir örnek: “Pendik Aile Mahkemesi, boşanma davası açan eşine şiddet uyguladığı için evden uzaklaştırma cezası alan Ş.C’nin evin elektrik, su, doğalgaz 317 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara aboneliklerini iptal ettirmesi “ekonomik şiddet” olarak kabul etmiştir. Mahkeme, evden uzaklaştırılan eşin, üzerine kayıtlı su, doğalgaz ve elektrik gibi abonelikleri iptal ettiremeyeceğine, tedbir süresince oluşan faturaları ödemesi gerektiğine hükmetmiştir.” şeklindedir. (BİANET,2010) Kadınların gelirlerine müdahale ve kazançlarını harcamalarına izin vermeme: T.Ü.İ.K’nun rapora göre; “gelirini elinden alma” yönünde ekonomik şiddete maruz kalan kadınların oranı şu şekildedir. Yaşamının herhangi bir döneminde%3,9, son 12 ayda %1,4, bir kez %6,3, birkaç kez %38,8, çok kez %54,9 dur. (TÜİK, 2008) Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)’na göre, kadının kendi kazancının kullanımına ilişkin kararda, kadınların yaklaşık %38’inin kendilerinin karar verdiğini, yarısının kocaları veya diğer kişilerle beraber karar verdiğini ve %10’un da kararda yer almadığını göstermektedir. Kazancın kullanımına ilişkin bağımsız karar verme, yaşı daha ileri kadınlar arasında yüksek iken, 15-19 yaş grubundaki kadınların %26’sının kendi kazançlarının kullanımında hiçbir söz hakkı olmamaktadır(TNSA,2003:3/1). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi kapsamında kadına yönelik aile içi şiddet örneklerinden biri “kadının para harcamasına izin vermemek” şeklinde tanımlanmaktadır.(KSGM,2008:17) Örnek: 42 yaşında, boşanmış, 1 çocuk sahibi, üniversitede öğretim görevlisi bir kadının yaşadığı eşi tarafından uygulanan “aileyi ilgilendiren ekonomik konulardaki kararları kadının fikrini sormadan tek başına almak, kadının parasını, şahsi mallarını elinden almak” yönündeki ekonomik şiddet şu şekilde anlatılıyor. “Kadın eşiyle birbirlerini çok sevdiklerini ve birbirlerine güvendiklerini, o nedenle parasal kontrolü, daha iyi yapacağını söyleyen eşine vermekte hiçbir sakınca görmediğini, o paraların “onların parası” olduğuna yürekten inandığını söylüyor. Öyle ki, maaş kartını ve bir kredi kartını ona vermekte hiçbir sakınca görmemiş ancak evliliklerini sonuna doğru ilişkileri bozulmaya başladığında sevgi ve güven adına kontrolü eşine ne kadar fazla verdiğini fark edip, kartlarını geri istemiş. Bu ilişkilerinin daha da bozulmasına yol açmış çünkü eşi kartları vermemek için türlü bahaneler dile getirmiş.” Yine aynı çalışmadan bir başka örnek: 46 yaşında eşinden ayrı yaşayan, 2 çocuk sahibi, lise mezunu bir kadının yaşadığı eşi tarafından uygulanan “kadının para harcamasını kısıtlamak, az para vererek çok şey beklemek” yönündeki ekonomik şiddeti kendi cümleleriyle anlatışı; “… İşte uyuşturucu kullandığı için çok dengesiz davranıyordu, yani nedir nasıl kaynaklanıyo mesela maaş alıyo, evde yiyecek hiç bir şey yok, para istiyosun yani yemek yapacaksın sonuçta çocuk okula gidecek. Diyo ki gidin okul… Müdürle konuş o okutsun. Yav müdür benim babamın oğlu diil tanımıyorum etmiyorum. Ben komşularımdan bayat ekmek istiyodum yani tabii ki durumumu yine açıklamamak için hani çocuklar yağmurda bakkala gitmek istemediklerini söyleyerek çocukların yani bayat ekmek alıyodum. Aile şeyimi dışarıya yansıtmamak için. Yani para sor maaş alıyo, kısacası, mesela yemek ekmek parası bırak diyom para yok. Niye dediğim zaman işte kavga sebebi bu.” Bilinçli ya da dolaylı şekilde kazanç elde etmeye engeller: “Türkiye'de işgücüne dahil olmayan kadın nüfusunun toplam içinde payı %72'lik bir oranla oldukça yüksek seviyededir. Bu oran 2010 haricinde hemen hemen sabit kalmıştır ancak krizle birlikte 2010'da % 71.81'e düşmüştür. Bu değişimde, krizle birlikte kadın istihdamının kayıtdışı işlere yönelmesi etkili olmuştur. Özellikle krizle birlikte 2008-2009 yıllarında işgücüne dahil olmayan kadın nüfusu % 72 düzeyinde sabit kalırken, herhangi bir sosyal güvenlik 318 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara kuruluşuna bağlı olmayan kadın istihdamının sırasıyla 2008'de % 35.4 iken 2009'da % 36.7 olarak gerçekleşmesi bu önermeyi desteklemektedir.”(Dünya Gazetesi,2011) Çalışan kadınların psikolojik ve fiziksel şiddete uğraması sonucu iş verimliliğindeki düşüş hatta işe gidememesi bir süre sonra işten atılmalarına neden olmakta, bu durum iş ve gelir kaybı olarak bir ekonomik şiddete dönüşmektedir.(Zink ve Sill,2004;32) Kadına yönelik ekonomik şiddet, sadece eşi ya da birlikte yaşadığı kişi tarafından değil iş hayatında da yaygın olarak görülmektedir. Bir anlamda kadını iş hayatından uzaklaştırma yöntemleri bir çeşit ekonomik şiddettir. Nasıl ki bir kadını çalışmak ve gelir elde etmekten alıkoymak bir ekonomik şiddet ise, çalışmakta olan kadını işinden dolayısıyla gelirinden etmek de bir ekonomik şiddet olarak tanımlanabilir. Kriz dönemlerinde ilk işten çıkarılanların kadınlar olması, çalışma yaşamındaki cinsler arası ayrımcılığın ekonomik şiddet halindeki görünümüdür. Aşağıda yer alan bazı örnekler bu duruma ilişkindir. Adana’da 30 yaşında, 1 çocuk sahibi, üniversite mezunu girişimci bir kadının yaşadıkları anlatılıyor. Girişimci kadının işini büyütmesini engellemek isteyen rakip çete; işyerine bir muhasebeci yerleştirerek para hareketlerini kontrol ediyor, annesi ve kızını kaçırarak tehdit ediyor. Annesinin ve kızının serbest bırakılması karşılığında 1,5 milyon liralık senet imzalatılıyor ve polise başvurmaması söyleniyor. (Yılmaz,2010:1) Benzer bir başka örnek: Adana’da evli ve çocuk sahibi başka bir girişimci kadının başından geçenlere yer veriliyor. Çukurova Üniversitesi hizmet ihalesine girmek isteyen kadın ihalelin yapıldığı salona girdiğinde etrafını adamlar sarıyor ve elindeki ihale dosyasını alıp kaçıyorlar, kadın ise adamları yakalamak için ayakkabılarını çıkarıp peşlerinde koşuyor ve belgelerini parçalanmış bir halde geri alabiliyor(Yılmaz,2010:1). Yukarıda yer alan örneklerden de anlaşıldığı üzere, ülkemizde sosyal veya özel yaşamı içinde kadının maruz kaldığı ve çoğunlukla “doğalmış” gibi kabul edilegelen gelen; “çalışmaya izin vermeme, kazanç elde etmesine engel olma, kendi kazancı bile olsa, hatta evi veya çocukları için bile olsa harcamalarını engelleme ya da kısıtlama” şeklindeki pek çok davranış kalıbı, ekonomik şiddettir. Tablo 2: Türkiye’de Rakamlarla Ekonomik Şiddet Örnekleri Sıklık İşten çıkmaya neden Ev ihtiyaçları Gelirini elinden olma veya çalışmaya için para alma engel olma vermeme Yaşamının herhangi bir döneminde Son 12 ayda Bir kez Birkaç kez Çok kez 23,4 8,1 3,9 8,8 20,9 44,8 34,3 4,6 2,7 44,2 53,1 1,4 6,3 38,8 54,9 Kaynak: TUİK’in 2008 verilerinden yararlanılarak oluşturulmuştur. B. Dünya’dan Örneklerle 319 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Kadına yönelik şiddet daha özel olarak ekonomik şiddet, bir uluslararası sorundur. Bu sorun, kadınların kamusal ve özel alanda ikincil konumda oldukları azgelişmiş toplumlarda daha yoğun olarak yaşanmaktadır Ancak, incelemeler ve örnekleri göstermektedir ki, ekonomik şiddet her gelir düzeyine sahip ya da her eğitim seviyesine mensup insanlar arasında yaşanabilir. Bu nedenle istisnalarıyla birlikte genel anlamda, daha eğitimli ve ekonomik refah düzeyi daha ileri toplumlarda, ekonomik şiddet vakalarının daha az yaşandığını söylemek mümkündür. Toplum geliştikçe dolayısıyla kadının toplumdaki konumu güçlendikçe, sosyo-kültürel anlamda toplum modernleştikçe, gerek ekonomik gerekse hukuki anlamda olanaklar arttıkça böylesi bir kalkınmanın doğal bir sonucu olarak ekonomik şiddet de azalacaktır. Aşağıda ekonomik şiddetin gözlendiği diğer ülkelerin bazılarından örnekler yer almaktadır. Bu örneklerin çoğunluğunun azgelişmiş ülkeler olması açıklamalarımızı destekler niteliktedir. Çalışmaya izin vermeme; Amerika Birleşik Devletleri’nde şiddet uygulayan kişiler, kadının para kazanmasını engellemek için iş kıyafetlerine zarar verme, iş yerine giderek sorun çıkarma, fiziksel şiddet uygulayarak kadının işe gidemeyecek hale gelmesini sağlama, şiddet mağduru kadının yaşadığı fiziksel ve psikolojik sıkıntılar nedeniyle iş göremez hale gelmesini sağlama gibi yöntemlere başvurmaktadırlar (Fawole,2008:172). Ev harcamalarıyla ilgili karar verme: Kadınların Alt Sahra ülkelerinden Nijerya’da %64,5, Uganda’da %52,5, Mozambik’de %35,3, Zimbabve’de %16,2, Madagaskar’da %5,8, Doğu Asya ve Pasific ülkelerinden Endonezya’da %2,4, Latin Amerika’da %13,7, Güney Asya’da ise %34,2’si ev harcamalarıyla ilgili karar verememektedirler (UNICEF,2007:19). Kadınların para harcamalarına izin vermeme: Afrika ülkelerinde kadınların para harcamalarına izin verilmezken, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya’da bu oran %24 ile %34 arasında, Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde ise %2 ile %9 arasındadır (Fawole,2008:172). Kadınların mal sahibi olma durumları: Kadınlar dünyadaki toplam işlerin 2/3’ünü yaparken, ancak dünyadaki toplam gelirin 1/10’unu kazanmaktadırlar. Üstelik dünyadaki toplam mülkiyetin ise yalnızca 1/100’üne sahiptirler (KDV,2005:14). Örneğin: Kamerun’da tarım alanında çalışan kadınların oranı %75’den daha fazla olmasına rağmen, toprağa sahip olma oranları %10’dan azdır (WVS,2008). Gelişmekte olan ülkelerde, Alt Sahra Afrika’da resmi olmayan alanlarda çalışan kadın oranı en yüksektir (%84). Kadınlar ayrıca zor, uzun süre çalışma koşulları, iş güvenliğinin olmaması ve yüksek oranda fakirlik gibi olumsuz koşullarda çalışmaktadırlar. Ücretleri erkek patronları tarafından ya tam ödenmemekte ya da çalınmaktadır; satılacak ürünlerine illegal olarak el konulmakta veya -polis gücü gibi- devlet eliyle de iş yerleri kapatılmaktadır. Daha genç ve deneyimsiz kadınlar erkek patronları tarafından daha fazla çalıştırılmakta, özleşmenin dışında fazla mesai yaptırılmakta ve az para ödenmektedir. (Fawole,2008:172) Kazanç Elde Etme: Dünya üzerinde kadınların maaşları erkeklerinkinden %20 oranında daha düşüktür. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde kadınların maaşı erkeklerin maaşının %30’u, Latin Amerika ve Asya’da %40’ı, Alt Sahra Afrika’da %50’si, Doğu Asya ve endüstrileşmiş ülkelerde %60’ı kadardır. Kadınlar hem daha düşük gelir elde etmekte hem de daha az miktarda da malın sahibi olabilmektedirler.(Gürkan ve Coşar,2009:3) Ekonomik güçsüzlük, kadını özel ve kamusal alanda da erkeğe göre 320 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara daha güçsüz kılmaktadır. Başka bir değişle, bu durum onların erkeklere göre yaşamsal konumlarının daha zayıf kalmasına ve tüm şiddet türlerine daha açık hale gelmelerine neden olmaktadır. EKONOMİK ŞİDDETİN KAYNAKLARI Tüm şiddet türlerinde olduğu gibi ekonomik şiddettin de temel kaynakları arasında toplumsal yapı nedeniyle benimsediğimiz “toplumsal cinsiyet başka bir değişle cinsiyet rolleri, ekonomik yapıdaki dengesizlikler ve hukuksal yetersizlikler” yer almaktadır. Ancak, ekonomik şiddeti doğuran bu temel kaynakların beslendiği sosyal, kültürel, demografik vs. … daha birçok faktör sözkonusudur. Aşağıda ekonomik şiddetin temel ve alt kaynakları sınıflandırmaya tabi tutularak verilmeye çalışılmıştır. A. Toplumsal Cinsiyet (Gender) Toplumsal cinsiyet; “farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları” ifade eder; Kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar olarak tanımlanır. Bu çerçevede erkek cinsiyeti ile kadın cinsiyeti arasında toplumsal yaşama katılma düzeyi açısından farklılıklar oluşur. Sayısal bakımdan eşit olmakla beraber iki cinsin toplumsal alanda temsiliyetleri farklılaşır. Kadın cinsiyeti daha çok ev gibi özel alandan kalırken, erkek cinsiyeti dışarıda her türlü kamusal alanda kendini ifade eder. Çalışma yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime kadar her türlü kamusal alanda iki cins temelindeki bu görünüm toplumsal cinsiyet eşitsizliğini oluşturur. Biyolojik nedenlerden kaynaklanmayan toplumun kadına ve erkeğe yüklediği karakter, kişilik yapıları, iş ve görevleri, beklentileri, alışkanlıkları ve davranış kurallarını ifade eder. Toplumsal cinsiyet; bağlayıcı değildir ancak kaçınılmazdır. Hayatımızı yönlendirir, tercihlerimizi etkiler. Toplumsal cinsiyet rollerinin şekillenmesinde örf ve adetler, sosyal ve kültürel düalizm, eğitim gibi unsurlar önemli yer kaplamaktadır. Şiddeti ve dolayısıyla toplumsal cinsiyeti besleyen düşünce yapısına örnekler şunlardır: • Kadın ve erkeğe yüklenen roller ve beklentiler • Erkeğin güçlü, kadının zayıf olduğu inancı • Erkeğin kadın üzerinde söz hakkı olduğu inancı • Erkeklerin şiddeti uygulamasının normal olduğu görüşü • Evlilik gelenekleri ( baslık parası, çeyiz) • Ailenin özel alan olduğu ve erkeğin kontrolünde olduğu görüşü Peki, toplumsal cinsiyetin şekillenmesinde etkili olan bu unsurların şiddetle, özellikle görünmeyen şiddet olan ekonomik şiddet ile etkisi nedir? Örf ve adetler: Bilindiği gibi toplumumuzda yaygın olan örf ve adetlerimiz içinde erkeğin kadın üzerinde söz hakkının olması, kadının erkeğe göre daha zayıf olması, kadınların başlık parası ve çeyiz karşılığında evlendirilmesi, ailenin özel alan olması ve bu özel alanın erkeğin kontrolünde olması gibi unsurlar yer almaktadır. Saydığımız bu örf ve adetlerimizde genel olarak “erkek egemen güç” olarak ifade edilmiştir. Bu durum Dünya Değerleri Araştırması Derneği’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nın verilerinde de açıkça görülmektedir. Şöyle ki; medeni kanun maddesinin çoktan değişmesine rağmen, Türkiye’nin dörtte üçü ailenin reisinin erkek 321 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara olması gerektiğini düşünmekte, %60’ı ise kadının her zaman kocasına itaat etmesi gerektiğini ve onun sözünden çıkmaması gerektiğini düşünmektedirler. (TDA,2011) Bu örnekte görüldüğü gibi, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve toplumsal cinsiyet temelli “erkeğin kadını çalıştırmak istememesi ya da kadının kazancına el koyması, ailenin ekonomik kararlarında kadına söz hakkı verilmemesi v.b. uygulamalar” şeklindeki ilişkiler toplumda normal davranış olarak sayılmaktadır. Ayrıca kadınların edindikleri toplumsal cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları ekonomik şiddet; görünmeyen bir şiddet çeşidi olarak kalmaya devam etmektedir. Eğitim: Toplumsal cinsiyet, aile içinde olduğu kadar çocuklara eğitim aşamasındaki ders kitaplarında yer alan ifadeler ile de benimsetilmektedir. Örneğin, ilköğretim ders kitaplarında işlenen bazı konularda aile içi rollerde kadınların, aile dışı rollerde ise erkeğin daha fazla yer aldığı anlatılmaktadır.(Kılıç ve Eyüp,2011:144) Ailenin reisi erkek olarak gösterilmektedir. Bu anlamda, bireylerin yetişmesinde kadına biçilen roller daha çocukluktan şekillenmeye başlamakta ve hayatın her aşamasında devam etmektedir. Bu durum ileride kadınların ekonomik karar alma süreçlerinde erkeklere bağımlı olmasına ya da bağımlı olmasının normal karşılanmasına neden olacaktır. Öyle ki kadınlar eğitimli olsalar bile, toplumsal cinsiyet bilinci ile yetiştirilmiş olmaları nedeniyle ekonomik şiddete maruz kaldıklarında bunu doğal karşılayacaklardır. TÜİK’in bir çalışmasında, eğitim seviyesinin yükselmesinin ekonomik şiddeti engelleyemediği ortaya konulmuştur. Çalışmada eğitim durumuna göre, yaşamının herhangi bir döneminde işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma durumu ile karşı karşıya kalma yüzdeleri: eğitimi olmayan kadınlarda %19,7, eğitimi ilköğretim birinci kademe olan kadınlarda %24,5, eğitimi ilköğretim ikinci kademe olan kadınlarda %29,6, eğitimi lise ve üzeri olan kadınlarda %21,7’dir. (TÜİK,2008). Eğitimdeki fırsat eşitsizlikleri sonraki yaşamlarında bireyleri toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ve dolayısıyla ekonomik eşitsizliklere taşımaktadır. Sosyal düalizm: Bir toplumda aynı anda hem geleneksel hem de modern toplum düşünce sistemlerinin özelliklerinin örneğin değer yargılarının bir arada bulunması sosyal düalizm (ikilik) olarak tanımlanır. Toplumumuzdaki sosyal düalizm olgusuna rağmen, görünmeyen şiddet hem doğulu toplumsal yapıda hem de batılı toplumsal yapıda kendini farklı şekillerde de olsa göstermektedir. Doğulu toplumsal yapıdaki kadın; geleneksel değer yargıları örneğin örf ve adetler gibi sosyo-kültürel ekonomik nedenlerden dolayı çocukken okuldan alınmakta, evlenirken başlık parası karşılığı satılmakta, evlendiğinde evdeki yaşlılara, çocuklara, erkeklere bakmakla ve ev işlerini karşılıksız yapmakla görevlendirilmekte, çocukluğundan başlayarak ekonomik şiddete maruz kalmaktadır. Batılı toplumsal yapıda ise ,kadın sosyal hayatta nispeten daha aktif olarak yer almasına karşın evlendiğinde çalışması engellenmekte ya da çalışsa bile yükselmesi için gerekli olan becerileri kazanması engellenmekte, kazancına el konulmakta, ailenin elde ettiği mal varlığı erkeğin üzerine olmaktadır. Her ne kadar şeklen ya da şiddet derecesi olarak farklılıklar gösterse de her iki toplum yapısında da ekonomik şiddet örneklerine rastlanmaktadır. Ancak, bu ikili yapı ekonomik şiddeti de beslemektedir. Örneğin göç olgusunun yaşandığı toplumlarda geleneksel değerlerle modern yaşamda yer almaya çalışan bir kadının sömürüye daha açık olacağı söylenebilir. Kent yaşamında çalıştırılan bir kadının gelirine “erkek evinin reisidir” bakış açısıyla el koymak nispeten daha kolaydır. Modern yaşamla tanışan ve bu yaşamda güç kazanacağından korkulan bir kadına yönelik baskıların artması da muhtemeldir. Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir. 322 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara B. Ekonomik Yapı Ekonomik yapıdaki dengesizlikler ve belirsizlikler insanların baş etmek zorunda kaldıkları stres odaklarından biridir. Yukarıda verilen şekilde görülebileceği gibi, Ekonomik yapının oluşturduğu stres; kadının sosyo-ekonomik yönden özgürlüğünün olmaması egemen gücün zayıf tarafa şiddet uygulaması ile son bulabilmektedir(Yount,2005:580). Ekonomik yapıdaki dengesizlik ve belirsizliklere sebep olan yoksulluk, işsizlik, ekonomik düalizm gibi unsurların ekonomik şiddet ile ilişkisi aşağıda verilmeye çalışılmıştır. Ekonomik Düalizm ve Yoksulluk: Yoksulluk, genel anlamda ekonomik gelirden olduğu kadar gelire ulaşabilmekteki yoksunlukları da içerir. Gelirin yeterli olmaması anlamındaki dar kapsamlı yoksulluk hem bir ekonomik şiddet nedenidir hem de ekonomik şiddet sonucudur. Ekonomik şiddetin en görülebilir yanı “kadının yoksulluğu”dur. Tüm verilen örneklerde olduğu gibi ekonomik şiddetin sonucunda kadın yoksullaşmakta ya da yoksul bırakılmaktadır. Genel anlamıyla ele alınan yoksullukta ise kadın gelir dışındaki diğer hak ve özgürlüklerden de yoksun kalmaktadır. Bu nedenle “ekonomik sömürü ve şiddet” salt sosyal ya da kültürel anlamda değil gelişmeyi hedefleyen tüm toplumlarda ekonomi politikalarının yadsımaması gereken bir temel sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu yönüyle ekonomi politikalarında pek yer almayan “ekonomik şiddet” yoksulluk yarattığı gibi, yoksulluk da ekonomik şiddeti beslemektedir. Örneğin: Günlük temel ihtiyaçlarının karşılanamaması durumunda aile içinde huzursuzluklar yaşanmakta, diğer şiddet türlerinin yanında kadının zorla çalıştırılması ya da az para verilerek çok şey beklenmesi gündeme gelmekte, ekonomik şiddet uygulanmaktadır. Sosyal düalizmin görüldüğü toplumlarda genelde ekonomik düalizmde görülmektedir. Toplumdaki gelir dağılımı bozukluğu yoksulluğu ve dolayısıyla ekonomik şiddete etki etmektedir. Her ne kadar her iki gelir düzeyinde de ekonomik şiddete rastlanabilse de genel olarak alt gelir gruplarında ekonomik şiddetin yoğunluğunun fazla olduğu söylenebilir. Gelir düzeyi farklılaştıkça ekonomik şiddetin de farklılaştığı görülür. Düşük gelir düzeyindeki kadınlar zorla çalıştırılabilmekte ve kazancına el koyulmakta iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda çalışmasına izin verilmemekte ya da iş hayatında yükselmesine yardımcı olacak beceriler geliştirmesi engellenmektedir. Örneğin; kırsal hayatı kente taşıyıp ancak kent yaşamına adapte olamamış aile yapısı içinde kadın bir taraftan kırsal gelenekler içinde yaşarken bir taraftan da kentli yaşamdaki sorumluluklara sahip olur. Evde çocuk ve aile büyüklerine bakmak zorunda kalırken bir taraftan da çalışmak zorunda kalan kadın genelde kayıt dışı, kötü koşulları olan veya düşük ücretli işlerde örnek gündelikçi olarak çalışır. Bu durum, kadının emeğinin hem aile içinde hem de aile dışında sömürülmesiyle sonuçlanır. Kısacası, kadına yönelik ekonomik şiddet aile dışına taşıp, piyasada hatta devlet eliyle gerçekleştirilmeye başlanır. 323 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Nisan 2012, Ankara Ekonomik düzeylerdeki farklılaşmalar sosyal yaşamda toplum huzurunu bozacak çatışmalara neden olacaktır. Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluktaki artış bunun en belirgin ve tehlikeli örneğidir. Gelir dağılımının yoksullar aleyhine bozulduğu bir ülkede ekonomik şiddetin artacağı da açıktır. Refah düzeyinin artması yeterli değildir bunun dengeli dağılımı da gereklidir. Dengeli bir gelişme ne denli artarsa kadının konumu da sosyal ve ekonomik yönden o denli güçlenecektir. Yoksulluk konusundaki çalışmalar göstermektedir ki, en yoksul olanlar kadınlardır ve yoksulluktan en çok etkilenenler kadın ve çocuklardır. ( Adaçay;2009:145) İşsizlik: İşsizliğin aile ve toplumda yarattığı huzursuzlukla beraber, erkeklerin iş bulamaması nedeniyle çoğu kadın istemediği halde kayıt dışı işlerde düşük statülerde çalışmakta ve ailesini geçindirmek zorunda kalmaktadır. Yoksulluk örneğinde olduğu gibi işsizlikte de benzer nedenlerle kadına yönelik şiddet artmaktadır ancak erkeğin kendi sosyal ve özel yaşamı içindeki konumu sürdürme isteği bir baskıya dönüşerek, işsizlik durumunda salt gelir elde etme nedeniyle değil psikolojik olarak da kadına ekonomik şiddeti arttırmasına yol açabilir. Bu şiddeti eş dışında diğer aile mensupları da yaratabilir. Çalışma hayatına katılımdaki güçlükler ekonomik şiddeti desteklemektedir. Diğer taraftan, ülkemizde kadınların işgücüne katılım oranlarının bu denli düşük olmasında ekonomik, sosyal ve kültürel çok çeşitli sebepler vardır. Bunlardan birincisi, kadın işgücüne olan sınırlı taleptir. Diğer bir neden, kadın işgücü arzının cinsiyete dayalı işbölümü üzerinde temellenen sosyo–kültürel engeller tarafından kısıtlanmasıdır. Kadınların isgücü piyasasına katılması, çalışma kararı alması, kadının bireysel kararlarının ötesinde erkeğin izni ve denetimiyle belirlenmektedir. Özellikle, köyden kente yeni göçenler arasında evli kadının çalışması hos karşılanmamakta, öncelik ailenin erkek bireylerinde olmaktadır. Bunun yeterli olmadığı durumlarda ise sıra, evlenmemiş bekâr kızlara gelmektedir. (ISO, 2006,96) C. Hukuksal Yapı 08.03.2012 -Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Onaylanması Hakkında Karar’da; “Kadınlara yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi” olarak anlaşılmaktadır; Ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir”, şeklinde tanımlanmıştır ve ekonomik şiddette şiddet türlerine eklenmiştir. Görüldüğü üzere, ekonomik şiddetin açık tanımına yer verilmemiştir. Hukuki anlamda gerçekleşen olumlu gelişmelere rağmen, kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik yasaların kağıt üstünde kalması uygulamaya geçirilememesi, kadınların yasaların kendilerine verdikleri haklardan haberdar olmaması gibi nedenlerle şiddetin her türü devam edegelmektedir. Kadına karşı şiddet dava konusu olsa bile ekonomik şiddet ve ekonomik şiddetten doğan psikolojik şiddet cezasız kalmaktadır (Duane,2006). Kadınları ekonomik şiddete maruz bırakan hukuksuzluklar özetle şu şekilde sıralanabilir: Kanunda açık bir tanımın olmaması dolayısıyla bir cezai yaptırımının bulunmaması; Kanun önünde kadının ekonomik haklarının tam anlamıyl