T-cells - Türk İmmünoloji Derneği
Transkript
T-cells - Türk İmmünoloji Derneği
TURKISH JOURNAL OF IMMUNOLOGY The Official Journal of the Turkish Society of Immunology Volume: 15, Number: 1, 2011 (Suppl. 1) (21th National Congress of Immunology – Abstract Book) Editors-in-Chief: Prof. Dr. Günnur DENİZ, Prof. Dr. Yıldız CAMCIOĞLU Managing Editor: Prof. Dr. H. Barbaros ORAL Editorial Reviewer Board: Ahmet GÜL, Turkey Mübeccel AKDİȘ, Switzerland Aydan İKİNCİOĞULLARI, Turkey Necil KÜTÜKÇÜLER, Turkey Caner SUSAL, Germany Nerin BAHÇECİLER, Republic of Northern Cyprus Cezmi AKDİȘ, Switzerland Özden SANAL, Turkey Dicle GÜÇ, Turkey Peter M. JOHNSON, UK Ender TERZİOĞLU, Turkey Pier L. MERONI, Italy Gaye ERTEN, Turkey Șebnem KILIÇ, Turkey Güher SARUHAN DİRESKENELİ, Turkey Selim BADUR, Turkey Gülderen YANIKKAYA DEMİREL, Turkey Stanimir KYURKCHIEV, Bulgaria Haner DİRESKENELİ, Turkey Stefan KAUFMANN, Germany İlhan TEZCAN, Turkey Stephen E. CHRISTMAS, United Kingdom Jaques PILOT, France Șefik Șanal ALKAN, Switzerland Jon D. LAMAN, Netherlands Tevfik DORAK, USA Mahmut ÇARİN, Turkey Yehuda SHOENFELD, Israel BİLİMSEL SEKRETERYA Doç. Dr. Gaye Erten İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü İmmünoloji Anabilim Dalı Vakıf Gureba Cad. Șehremini 34393, İSTANBUL Tel: 0212 414 20 00/33344 Faks: 0212 532 41 71 E-mail: gerten@istanbul.edu.tr ORGANİZASYON SEKRETERYASI Serenas Turizm Kongre ve Organizasyon Otelcilik A.Ș. Yeni Sülün Cad. Tekirler Sok. No: 5 34337 1. Levent, İSTANBUL Tel : 0 212 282 33 73 Faks: 0 212 282 60 49 E-mail: selale.marcali@serenas.com.tr Yayın Hizmetleri BAYT Bilimsel Araștırmalar Basın Yayın ve Tanıtım Ltd. Ști. Ziya Gökalp Cad. 31/31, Kızılay, Ankara Tel. (0312) 431 30 62 E-mail: info@bayt.com.tr Baskı MİKİ Matbaacılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Ști., Matbaacılar Sitesi 560. Sk. No. 27 İvedik/Ankara Tel. 0-312-3952128 Baskı tarihi: Nisan 2011 Sayın Meslektașlarımız, Türk İmmünoloji Derneği’nin Uluslararası katılımlı XXI. Ulusal İmmünoloji Kongresi 6 - 9 Nisan 2011 tarihleri arasında, Marmaris, Grand Yazıcı Mares Otel’ de gerçekleștirilecektir. Kongremizde konusunda söz sahibi Ulusal ve Uluslararası değerli bilim adamları İmmünoloji alanındaki temel ve klinik son gelișmeleri bizlerle paylașacaklardır. Temel immünoloji konuları, klinik uygulamalar ve hayvan modelleri yanında araștırmacıların kendi çalıșmalarını sunabileceği ve tartıșılabileceği bir platformda birlikte olmayı hedefliyoruz. Bilimsel içeriği ve sosyal etkinlikleri ile güzel bir kongreyi birlikte paylașmak üzere siz değerli meslektașlarımızı 6 – 9 Nisan 2011 tarihlerinde Marmaris’te görmekten mutluluk duyacağız. Sevgi ve Saygılarımızla, Prof. Dr. Günnur Deniz Kongre Düzenleme Kurulu Adına İÇİNDEKİLER Bilimsel Program ..........................................................................................VII Konușma Metinleri .........................................................................................1 Sözel Bildiriler ...............................................................................................59 Poster Bildiriler .............................................................................................83 Dizin............................................................................................................139 KONGRE DÜZENLEME KURULU Günnur DENİZ Haluk Barbaros ORAL Gaye ERTEN Dicle GÜÇ Vedat BULUT Emel EKȘİOĞLU DEMİRALP Tunç AKKOÇ BİLİMSEL PROGRAM 6 Nisan 2011, Çarşamba 12:00 - 20:00 14:00 - 14:30 14.30 - 15.00 Kayıt Açılıș Töreni Dia Gösterisi, Emel Ekșioğlu Demiralp “Bulutların Gizemi” 15:00 - 15:30 Kahve Arası 15:30 - 17:30 15:30 - 16:30 16:30 - 17:30 Açılıș Konferansları Oturum Bașkanları: Birsen Ülkü, Günay Ezer Geleceğe Bakıșımızda Son On Yılın Önemi, Emin Kansu Doku Hücrelerinin İmmün Regülasyona Katkısı, Cezmi Akdiș 18:30 - 21:00 Açılıș Kokteyli 7 Nisan 2011, Perşembe SALON A 08:00 - 09:30 Temel İmmünoloji Oturum Bașkanları: Olcay Yeğin, Șefik Alkan 08:00 - 08:30 08:30 - 09:00 09:00 - 09:30 Doğal Bağıșıklık ve Akılcı Așı Tasarımı, Șefik Alkan Tumor Reactivity of Human gamma /delta T-cells, Dieter Kobelitz Nanobilimin Uygulamalı İmmünolojiye Katkıları: TLR Ulaklarının Terapide Daha Etkin Kullanımının Geliștirilmesi, İhsan Gürsel 09:30 - 10:00 Kahve Arası VII 10:00 - 11:00 11:00 - 12:30 Oturum Bașkanları: Cezmi Akdiș, Günnur Deniz Human NK Cells: Their Impact in the Therapy of High Risk Leukemias, Lorenzo Moretta Serbest sözlü Bildiriler Oturum Bașkanları: Șefik Alkan, İhsan Gürsel 12:30 - 13:30 Uydu Sempozyumu - BD 13:30 - 16:00 Öğle Yemeği - Sosyal Faaliyet SALON A 16:00 - 17:30 17:00 - 17:20 Otoimmünite ve Transplantasyon İmmünoloji Oturum Bașkanları: Güher Göral, Emel Ekșioğlu Demiralp Anti-HLA Antikorları ve Transplantasyon: Ne zaman? Ne yapmalı?, Ali Șengül Hastalıkta ve Sağlıkta HLA-KIR İlișkileri, Emel Ekșioğlu Demiralp Transplantasyon’da İmmünoregülatör Genlerin İșlevleri, İbrahim Pirim Otoenflamatuvar Hastalıklar, Ayșegül Atak 17:30 - 18:00 Kahve Arası 18:00 - 19:30 Nöroimmünoloji Oturum Bașkanları: Dicle Güç, Ayșe Altıntaș T - B Hücre Etkileșimi ve Myasthenia Gravis, Vuslat Yılmaz Nöromyelitis Optica: Santral Sinir Sisteminin İmmün Kanalopatisi, Ayșe Altıntaș Multipl Skleroz İmmünpatogenezi, Aslı Kurne 16:00 - 16:20 16:20 - 16:40 16:40 - 17:00 18:00 - 18:30 18:30 - 19:00 19:00 - 19:30 VIII SALON B 18:00 - 19:30 19:00 - 19:30 Allerji Oturum Bașkanları: Nerin Önder, Ișıl Barlan Allerjik Enflamasyonda Timik Stromal Lenfopoetin (TSLP), Cansın Saçkesen İmmünoterapi Mekanizmaları ve B Hücrenin Rolü, Mübeccel Akdiș Sublingual İmmünoterapide İmmün Yanıt, Ișıl Barlan 20:00 - 23:00 Poster ve Akșam Yemeği 18:00 - 18:30 18:30 - 19:00 8 Nisan 2011, Cuma SALON A 08:00 - 09:30 08:00 - 08:30 08:30 - 09:00 09:00 - 09:30 Enfeksiyon İmmünolojisi Oturum Bașkanları: Vedat Bulut, Selim Badur Solunum Yolları Enfeksiyonunda İmmunopatogenez, Selim Badur HPV İmmünolojisi, Barbaros Oral Granülomatöz Enfeksiyonlarda İmmün Yanıt, Ferah Budak 09:30 - 10:00 Kahve Arası 10:00 - 11:30 İmmünolojide Yenilikler Oturum Bașkanları: Necil Kütükçüler, Dicle Güç Fonksiyonel T Hücrenin Seçimi, Handan Akbulut Genomun Evrimi, Neșe Akıș Kemik İliğinden İmmün Sisteme HLA-G Etkisi, Bilkay Baștürk 10:00 - 10:30 10:30 - 11:00 11:00 - 11:30 11:30 - 13:00 Serbest Sözlü Bildiriler Oturum Bașkanları: Olcay Yeğin, İshak Özel Tekin 13:00 - 16:00 Öğle Yemeği - Sosyal Faaliyet IX SALON A 16:00 - 17:30 16:00 - 16:30 16:30 - 17:00 17:00 - 17:30 Tümör İmmünolojisi Oturum Bașkanları: Barbaros Oral, Günnur Deniz İnflamazom Melanoma Karșı, Nesrin Özören Tümör Mikroçevresinde Kemokin Ağı, Güneș Esendağlı T Lenfositlerde p53 Fonksiyonu ve DNA Hasar Yanıtlarında Rol Oynayan Yeni Faktörler, Batu Erman 17:30 - 18:00 Kahve Arası 18:00 - 19:30 Bağıșıklama Oturum Bașkanları: Barbaros Oral, Selim Badur Yeni Așılar, Selim Badur Pasif Bağıșıklama, Nerin Önder Erișkinde Bağıșıklama, Önder Ergönül 18:00 - 18:30 18:30 - 19:00 19:00 - 19:30 SALON B 18:00 - 19:30 18:30 - 19:00 19:00 - 19:30 İmmün Yetmezlikler Oturum Bașkanları: Özden Sanal, Șebnem Kılıç Kombine İmmün Yetmezliklerde Tanı ve Tedavi, Hasibe Artaç Lökosit Adezyon Bozuklukları (Tip I, II, III), Șebnem Kılıç B Lenfosit Koreseptör Eksiklikleri, İsmail Reisli 20:00 - 23:00 Gala Yemeği (Becton Dickinson) 18:00 - 18:30 X 9 Nisan 20011, Cumartesi SALON A 08:00 - 09:30 08:00 – 08:30 08:30 – 09:00 09:00 – 09:30 Laboratuvar Teknikleri ve Hayvan Modelleri Oturum Bașkanları: Neșe Akıș, Hüseyin Tutkak Gelenekten Geleceğe: İmmünoloji Laboratuvarının Teknoloji ile İmtihanı, İshak Özel Tekin İmmünolojide Kanıta Dayalı Tıp Laboratuvarı, Gülderen Yanıkkaya Demirel Otoantikorların Tayininde IFA Neleri Gösterebilir? Hüseyin Tutkak 09:30 - 10:00 Kahve Arası 10:00 - 12:30 Alt grup Toplantıları Enfeksiyon İmmünolojisi ve Bağıșıklama, Flow Sitometri, İmmün Yetmezlik, Eğitim/Tümör İmmünolojisi, Moleküler İmmünoloji ve İmmünogenetik, Laboratuvar Standardizasyonu, Deneysel Hayvan Modelleri, Nöroimmünoloji, Transplantasyon İmmünolojisi, Selim Badur Gülderen Yanıkkaya Demirel Aydan İkincioğulları Dicle Güç Barbaros Oral İshak Özel Tekin Tunç Akkoç Güher Saruhan Direskeneli Ali Șengül 12:30 - 14:00 Öğle Yemeği 14:00 - 15:30 Son Makaleler Oturum Bașkanları: İsmail Reisli, Mustafa Yılmaz Sitokinlerde Gelinen Nokta, Gaye Erten Aptamerler: Koruyucu mu Yoksa Önleyici Oligonukleotidler mi?, Bașak Kayhan Mezenkimal Kök Hücre ve Astım, Tunç Akkoç T Hücre Aktivasyonunun Negatif Regülasyonunda BTLA’nın Rolü, Fulya İlhan 14:00 – 14:20 14:20 - 14:40 14:40 – 15:00 15:00 – 15:20 15:30 - 16:00 Genel Değerlendirme ve Kapanıș XI KONUŞMA METİNLERİ 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Doğal Bağıșıklık ve Akıllı Așı Tasarımı ȘEFİK S. ALKAN Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) M ikroplarla birlikte evrimleșmemizin bir sonucu olan doğal bağıșıklık, korunma/kaçma, ve saldırma içgüdülerine benzetilebilir; genlerimizin direk denetimi altındadır. Doğal bağıșıklık dizgesi (sistemi), kompleman, mannoz tanıyıcı algaçlar (reseptör), hücre yutma/yeme (fagositoz), programlı hücre ölümü (apoptosis), direkt hücre öldürme gibi, hepsi “yabancıyı tanıma” ya ve hemen yok etmeye yönelik mekanizmalar içerir. Son yılların en önemli gelișmesi kușkusuz, Toll-Benzeri Algaçlar’ın (TLR) bulunması ve bunların mikrop varlığının algılanmasında oynadığı ișlevlerdir. Sonradan TLR’lara NOD-benzeri algaçlar (NLRs), Dectin proteinleri gibi birçok “moleküler örgü tanıma algaçları” (pattern recognition receptors) eklendi. Bu mikrop algılayıcıları genelde, mikroplarda bulunan “ortak” yapıları tanırlar ve özgül değil, genel bir tepki yaratırlar. Doğal bağıșıklık yanıtı görece özgüllükten ve bellekten yoksundur. Bu tip bağıșıklığın önemi, çabukluğunda ve ileri korunma mekanizmalarını, yani edinilmiș bağıșıkllık yanıtlarını, ustaca tasarlamasında yatar. Mikrop algılayıcıları hücre zarında, endoplasmada veya sitoplasmada konușlanmıș olabilirler. TLR ailesine ait bir düzine molekül bulunmuștur. Bunların çoğu hücre zarında bulunur (TLR 1,2,4,5,6,10,11 vs.); ve genellikle bakteri ürünlerini, yapı tașlarını tanırlar. Kimi de endoplazma içine yerleșmiștir, (TLR 3,7,8,9) ve yabancı RNA ve DNA’yı tanırlar. TLR’lar NF-B yolağını tetikleyip, MyD88, TIRAP and TRIF gibi aracı moleküller sayesinde, IL-1, IL-6, IL-8, IL-12, TNF gibi sitokin ve kemokin salınımını sağlarlar ve CD80, CD86, and CD40 gibi uyarıcı molekülerin yapımını artırırlar. Bağıșıklık hücresi olan-olamayan birçok hücre kendine özgü bir șekilde çeșitli TLR’larla donanmıștır. TLR’lar çeșitli dendritik hücre (DC) ișlevlerini denetlerler. Böylece edinilmiș bağıșıklığın bașlaması için gerekli önemli adımları hazırlarlar. Șimdiye kadar, sitoplazma içinde dağılmıș, 30’a yakın NOD benzeri algaç (NLR) bulunmuștur. Hücreler yukarıda saydığımız tüm bu “tanım algaçlarıyle” donandıkları için, dıșarıdan ya da içeriden gelebilecek her türlü yabancıyı/saldırıyı erkenden tanıyacak durumdadır. Doğal bağıșıklığın yukarıda açıkladığımız donanımı ve edinilmiș bağıșıklık yanıtlarının üzerine olan önemli etkisi anlașıldıktan sonra, așı tasarımı üzerine yepyeni olasılıklar doğdu. Günümüzde araștırmalar patojen tanım algaçlarını tetikleyen “uyarı molekülleri” üzerine yoğunlașmıș 3 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri durumda. Örneğin çeșitli TLR agonistlerini (benzer etkili moleküller) așılarda adjuvant (yardımcı olarak) kullanmak için yoğun çalıșmalar yapılmaktadır. Yapay TLR7/8 agonistleri, hastaya ilk ulașan yardımcı moleküller (adjuvantlar) olduğu için, konușmamda bunları kullanırken edindiğimiz birkaç gözlemden ve çıkardığımız derslerden söz edeceğim. Hiç kușkusuz, biri ivedi (doğal) diğeri yavaș (edinilmiș) iki bağıșıklık dizgemizin eșgüdümlü çalıșabilmesi bizim için bir “ÖlümKalım” sorunudur. Akıllı așı tasarımı (vaccine design) için de aynı ilkeler geçerlidir. Onun için mikropların saldırı/yayılma tasarımını bilmek kadar, bağıșıklık dizgemizin savunma tasarımını da bilmemiz gerekir. Bunun da en iyi yolu henüz yeni bașlayan “sistemler biyolojisi” yöntemini kullanmaktır. Bir örnek vereceğim. 4 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Tumor Reactivity of Human T-cells DIETER KABELITZ Institute of Immunology, University of Kiel, Kiel, GERMANY Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) T -cells express a CD3-associated T-cell receptor (TCR) molecule which endows T-cells with the capacity to recognize a seemingly unlimited diversity of antigens presented by MHC l or class II molecules. The majority of T-cells carry a TCR composed of an TCR heterodimer. A second population of T-cells expresses an alternative TCR composed of a TCR heterodimer. Both TCR proteins are transcribed from variable (V), diversity (D), joining (J) and constant (C) gene segments that are rearranged during thymic development. T-cells comprise about 2-8% of peripheral blood T-cells but account for a higher proportion of T-cells in other anatomical localization such as the small intestine. Interestingly, the TCR repertoire of peripheral blood T-cells is highly skewed. In healthy donors, between 50 and 95% of blood T-cells express a TCR composed of Vg9Vd2 variable gene segments. It has long been known that Vg9Vd2 T-cells are strongly activated by certain bacteria and can also kill a variety of tumor cells. In contrast to T-cells, T-cells usually recognize antigens without MHC restriction. Most interestingly, human V9V2 T-cells recognize non-peptide, phosphorylated low molecular weight compounds that cannot be seen by any other immune cell. More specifically, these cells recognize phosphorylated metabolites of the isoprenoid biosynthesis pathway which is involved in cholesterol synthesis. While the most potent ligands for V9V2 T-cells are derived from the so-called non-mevalonate pathway of isoprenoid synthesis used by microbes including bacteria and some parasites, eukaryotic cells use the mevalonate pathway to produce the “phosphoantigen” isopentenyl pyrophosphate (IPP). IPP is also recognized by V9V2 T-cells, but requires 2-3 log-fold higher (micromolar) concentrations as compared to prokaryotic phosphoantigens which are active at pico- to nanomolar concentrations. Interestingly, the recognition of such phosphoantigens provides a link between the reactivity of V9V2 T-cells toward both microbes and tumor cells. While normal eukaryotic cells produce very low levels of IPP, transformed cells produce increased amounts of IPP which can then be sensed by T-cells as a tumor-associated antigen. Importantly, the intracellular levels of IPP in eukaryotic cells can be manipulated by pharmacological drugs such as aminobisphosphonates (n-BP) which are in clinical use for the treatment of osteoporosis and bone metastasis in cancer patients. 5 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri n-BP such as zoledronic acid (ZometaTM) inhibit the enzyme farnesyl pyrophosphate synthase that processes IPP. As a consequence, n-BP treatment leads to increased levels of IPP production and thereby increases the T-cell sensitivity of tumor cells of different origin. In addition to the T-cell receptor-dependent recognition of tumor-derived phosphoantigens, T-cells express co-stimulatory receptors and activating and inhibitory NK receptors, all of which contribute to the overall regulation of T-cell-mediated tumor reactivity. Most T-cells express the PI3 kinaselinked activating NKG2D receptor which is activated by corresponding NKG2D ligands including MHC class I-related MICA/B und UL-16 binding protein (ULBP) family members. NKG2D ligands are frequently over-expressed on tumor cells and can therefore directly activate tumor-reactive T-cells. Furthermore, the tumor reactivity of human gd T-cells can be additionally modulated by certain Toll-like receptor ligands. Such effects are on the one hand mediated through TLR expressed in T-cells (e.g., TLR2, TLR3), and on the other hand through TLRs expressed on some tumor cells. In view of the potent and MHC-nonrestricted anti-tumor effector activity of the V9V2 T-cells, immunotherapeutic strategies exploring in vivo activation (e.g., by n-BP plus low-dose IL-2 treatment) and/or adoptive transfer of in vitro expanded V9V2 T-cells are currently explored for the treatment of certain malignancies. 4. Shojaei H, Oberg HH, Juricke M, Marischen L, Kunz M, Mundhenke C, Gieseler F, Kabelitz D, Wesch D. Toll-like receptor 3 and 7 agonists enhance tumor cell lysis by human T cells. Cancer Res 69: 8710-8716, 2009 5. Chiplunkar SV, Dhar S, Wesch D, Kabelitz D. T cells in cancer immunotherapy: current status and future prospects. Immunotherapy 1: 663-678, 2009 6. Marischen L, Wesch D, Schröder JM, Wiedow O, Kabelitz D. Human T cells produce the protease inhibitor and anti-microbial peptide elafin. Scand J Immunol 70: 547-552, 2009 7. Pietschmann K, Beetz S, Welte S, Martens I, Gruen J, Oberg HH, Wesch D, Kabelitz D. Toll-like receptor expression and function in subsets of human T lymphocytes. Scand J Immunol 70: 245255, 2009 8. Kabelitz D. Small molecules for the activation of human T cell responses against infection. Recent Patents Anti-Infect Drug Disc 3: 1-9, 2008 9. Wrobel P, Shojaei H, Schittek B, Gieseler F, Wollenberg B, Kalthoff H, Kabelitz D, Wesch D. Lysis of a broad range of epithelial tumour cells by human T cells: involvement of NKG2D ligands and T cell receptor- versus NKG2D-dependent recognition. Scand J Immunol 66: 320-328, 2007 10. Kabelitz D, Wesch D, He W. Perspectives of T cells in tumor immunology. Cancer Res 67: 5-8, 2007 11. Wesch D, Beetz S, Oberg HH, Marget M, Krengel K, Kabelitz D. Direct costimulatory effect of TLR3 ligand poly(I:C) on human T lymphocytes. J Immunol 176: 1348-1354, 2006 12. Rincon-Orozco B, Kunzmann V, Wrobel P, Kabelitz D, Steinle A, Herrmann T. Activation of V9V2 T cells by NKG2D. J Immunol 175: 2144-2151, 2005 13. Kabelitz D, Pitters E, Wesch D, Zöller M. Characterization of tumor reactivity of human V9V2 T-cells in vitro and in severe combined immunodeficiency mice in vivo. J Immunol 173: 67676776, 2004 REFERENCES 1. Marischen L, Wesch D, Oberg HH, Rosenstiel P, Trad A, Shomali M, Grötzinger J, Janssen O, Tchikov V, Schütze S, Kabelitz D. Functional expression of NOD2 in human peripheral blood T cells. Scand J Immunol, 2011, in press 2. Kabelitz D. Human T-lymphocytes for immunotherapeutic strategies against cancer. F1000 Med Rep 2:45, 2010 (doi: 10:3410/M2-45) 3. Traxlmayr MW, Wesch D, Dohnal AM, Funovics P, Kotz R, Kabelitz D, Felzmann T. Immune suppression by T-cells as a potential regulatory mechanism after cancer vaccination with IL-12 secreting dendritic cells. J Immunother 33: 40-52, 2010 6 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Nanobilimin Uygulamalı İmmünolojiye Katkıları: TLR Ulaklarının İmmünterapide Daha Etkin Kullanımının Geliștirilmesi 1 İHSAN GÜRSEL, 1FUAT C. YAĞCI, 1GİZEM TİNÇER, 1TAMER KAHRAMAN, BANU BAYYURT, 2GÖZDE GÜÇLÜLER, 2ERDEM ERİKÇİ, 2KUTAY KARATEPE 2 1 Bilkent Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Biyoterapötik ODN Araștırma Laboratuvarı ODTÜ, Biyolojik Bilimler Bölümü , Ankara, TÜRKİYE 2 ÖZET Nükleik asitler ve onların olușturduğu DNA ve RNA gibi makromoleküller artık sadece genetik bilginin depolandığı yalın biyolojik ajanlar olarak kabul edilmemektedir. Yakın geçmișteki araștırmalar bu makromoleküllerin özellikle bağıșıklık sistemini olușturan hücrelere çok farklı ișlevler kazandırdığını ve bu hücrelerin bağıșıklık düzenleyici görev yelpazesini de genișlettiğini göstermiștir. Nükleik asit kökenli biyolojik ajanlar vücuda verildiklerinde nükleazlarca yıkılabildiğinden değișik nanotașıyıcıların içerisine hapsedilerek nanoilaç formunda tasarlamayı ve model hayvan deneyleriyle bu ajanların immün terapideki uygulama potansiyellerini ve yelpazesini belirleyerek, klinik araștırmaların bașlatılması için gerekli önbilgileri elde etmeyi hedeflemekteyiz. Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ DNA’sına oranla çok yüksek miktarda metilsiz “CpG (sitozin-fosfat-guanozin)” motifi içermektedir. Bağıșıklık sistemi hücreleri tarafından “tehlike sinyali” olarak algılanan bu motifler, antijen sunumunda rol alan hücreleri, yani makrofajları, dendritik hücreleri ve B-Hücrelerini uyarmaktadır. Memeli bağıșıklık sistemi hücreleri üzerinde CpG motiflerini tanımakla görevli reseptörün de (Toll benzeri reseptör 9-TLR9) keșfiyle, bu olguyla ilgili araștırmalarda yeni bir çığır açılmıștır. Öte yandan, memeli DNA’sının telomerik ucunda bulunan ve baz dizilimi TTAGGG șeklinde tekrarlayan motifler, CpG motiflerinin aksine etkinleșmiș durumdaki memeli bağıșıklık sistemi hücrelerini baskılayabilmektedir. Laboratuvar ortamında, klinik saflıkta ve kalitede sentezlenebilen bu kısa ve tek sarmallı dizinler (CpG ve TTAGGG motifleri), bakteri veya memeli DNA’sının bağıșıklık düzenleyici özelliklerini taklit DNA’nın son yıllara kadar sadece “genetik kodun” depolandığı “yalın” bir makromolekül olarak ișlev gördüğü düșünülmekteydi. Özellikle immünoloji, hücre biyolojisi ve moleküler biyoloji alanlarında son yıllarda sürdürülen çalıșmalarla DNA’nın bağıșıklık sistemi üzerindeki çok karmașık “bağıșıklık düzenleyici” etkileri de gün ıșığına çıkmaya bașlamıștır. Son yıllardaki araștırmalar, DNA’nın elde edilmiș olduğu kaynağın tipine bağlı olarak bağıșıklık sistemi hücrelerini uyarabildiğini ya da etkinliklerini değiștirebildiğini ortaya koymuștur. Elde edilen yeni bulgular, bu etkilere yol açan faktörlerin DNA dizininde bulunan özel motiflere ve DNA’nın elde edildiği kaynağın tipine (prokaryotik veya ökaryotik) bağlı olduğuna ișaret etmektedir. Örneğin, bakteri DNA’sı memeli 7 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri edebildiğinden immünoterapide kullanımlarının yolu açılmıștır. Model hayvanlar üzerinde yapılan klinik öncesi çalıșmalar, sentetik oligodeoksinükleotidlerin etkinliklerini sınırlı düzeyde gösterdiğini ortaya koymuștur. Bu düșük biyolojik etkinin bașlıca nedenleri, bu sentetik oligodeoksinükleotidlerin serum proteinlerine bağlanması veya nükleazlar tarafından parçalanmasıdır. Bu nedenle tedavi için gerekli düzeyde etkinleștirme sağlanmasında sorunlar yașanmaktadır. Bizim ana hedeflerimiz arasında bu düșük biyolojik etkinin arttırılması için değișik stratejiler geliștirmektir. DNA veya RNA gibi immünolojik etkinlikleri bilinen makromoleküllerin, dört farklı yaklașımla daha kararlı hale gelmelerini ve bağıșıklık hücrelerine ulașana kadar dolașımda daha uzun süre kalmalarını sağlamak hedeflenmektedir. Özetle, DNA ile RNA moleküllerinin (tek ya da çift sarmallı olarak), dendrimerik yapılarla, veya G-tetradların yardımı ile kompleksleștirmek mümkündür. Ayrıca polisakkaridlerle bu ajanların nanoyapılara dönüștürülmesi de uygulanmaktadır. Son olarak laboratuvarımızda geliștirilen lipozomlarla da DNA ve RNA’yı nanokeseciklere dönüștürebilmekteyiz. natif bir yöntem olarak kullanılma potansiyeli de araștırılmaya bașlanmıștır. Kendi kendine nano boyutta parçacık olușturabilen yeni nesil oligonükleotidlerin hepatosellüler karsinoma (karaciğerin primer kanseri) modelindeki etkinliği grubumuz tarafından araștırılmıștır. Atimik farelerde tümör olușumu sağlandıktan sonra, hayvanlara birer gün arayla üç kez enjekte edilerek tedavi bașlatıldıktan sonra, tedavinin etkinliği, farelerdeki tümörlerin büyüklüğündeki değișim takip edilerek araștırılmıștır. Elde edilen sonuçlar, DNA nanoparçacıklarıyla yapılan bu tedavinin, bağıșıklık hücrelerini etkinleștirerek farelerdeki tümör hacmini % 90’dan fazla bir düzeyde azalttğını göstermiștir. Baskılayıcı DNA nanoparçacıklarıyla otoimmün hastalıkların tedavisi Memeli DNA’sındaki TTAGGG motiflerinin etkinleșen bağıșıklık sistemi hücrelerinin saldığı birçok medyatörü baskıladığı anlașılınca bu DNA nanoparçacıklarının otoimmün hastalıkların baskılanması için tedavi amacıyla kullanılması fikri ortaya atıldı. İlk kez bizim tasarladığımız ve uluslararası patentlerinin de alındığı bu DNA dizinlerinin bağıșıklığı baskılayıcı etkisi, dizinlerinde bulunan G bazlarının kendi aralarındaki etkileșimleri sonucu nanoparçacık halinde bulunmasına bağlıdır. Daha sonra yapılan in vitro çalıșmalar, bu baskılayıcı DNA’ların bağıșıklık sistemi hücrelerinden salınan çeșitli sitokin ve kemokinlerin (IL1, IL6, IL12, IFN, IFN, IFN, MIP1a, MIP3a, IP10 gibi) üretimini engellediği gösterilmiștir. Paralelinde yürütülen in vivo çalıșmalar ise baskılayıcı DNA’nın romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus (SLE), akciğer iltihabı, silikozis, diyabet, toksik șok ve deneysel otoimmün ensefalomiyelit gibi birçok otoimmün ve otoenflamatuvar hastalığın șiddetini azaltabildiğini veya semptomlarını ya gerilettiği, ya da ortadan kaldırabildiği gösterilmiștir. Yakın geçmiște, yapılan bir çalıșmamızda, fare ve tavșan modellerinde olușturulan otoimmün üveit modeli tedavisinde bu baskılayıcı DNA nanoparçacıkları kullanılmıștır. Bu çalıșmada, baskılayıcı DNA nanoparçacıklarının, otoimmün DNA nanoparçaçıklarının in vivo etkileri Yaygın ve konvansiyonel kanser tedavileri denince, akla kemoterapi ve radyasyon tedavisi gelmektedir. Bu yaklașımlar ilk etapta belli düzeyde yararlılık gösterseler de ciddi yan etkileri nedeniyle hastalarda büyük sorunlara yol açmaktadırlar. Bu tarz tedaviler tümör dokusunun yok olmasını sağlarken aynı zamanda tümöre karșı en etkin tepki gösterebilen bağıșıklık hücrelerini de yok etmektedirler. Sonuç olarak yetersiz kalan savunma sistemi ișlevini yerine getiremediğinden, kanseri sınırlandıracak herhangi bir engel kalmamakta ve hastalık yeniden bașgösterebilmektedir. Dahası, hastaların bașka oportünistik hastalıklara yakalanma riskini de çok artırabilmektedir. CpG motifleri içeren DNA’ların bağıșıklık sistemini etkinleștirebildiğinin anlașılmasıyla, bu dizilerin kemoterapi/radyasyon tedavisine alter- 8 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR üveit semptomlarının hem lokal (gözde) hem de sistemik olarak șiddetini ve sıklığını azalttığı gözlemlenmiștir. Kısa sarmallı bir DNA parçası olarak hazırlanan ve hayvanlara serbest halde enjekte edilebilen bu biyolojik kökenli etken madde, immün baskılamayı diğer kimyasal kökenli baskılayıcı ilaçlardan çok farklı bir șekilde gerçekleștirdiğinden kullanımının herhangi bir yan etki olușturmaması, immünterapide kullanılabilirliği açısından fark yaratmaktadır. 1. E. Erikci, M. Gursel, I. Gursel, Differential immune activation following encapsulation of CpG oligodeoxynucleotides in nanoliposomes, Biomaterials, (in press), 2010 2. FC. Yagci, O. Aslan, M. Gursel, G. Tincer, Y. Ozdamar, K. Karatepe, CK. Akcali, I. Gursel, Mammalian Telomeric DNA Suppresses Endotoxin Induced Uveitis. J. Biol. Chem. 285(37):2880611, 2010 3. M. Gürsel, I. Gursel, H.S. Mostowski, D.M. Klinman, CXCL16 influences the nature and specificity of CpG-induced immune activation, J. Immunol., 177(3):1575-1580, 2006 4. D.M. Klinman, I. Gursel, S. Klaschik, L. Dong, D. Currie, H. Shirota, Therapeutic potential of oligonucleotides expressing immunosuppressive TTAGGG motifs, Ann. N.Y. Acad. Sci. 1058, 87-95, 2005 5. H. Xie, I. Gursel, B. Ivins, D.O`Hagan, J. Ulmer, D.M. Klinman, CpG oligodeoxynucleotides adsorbed onto PLG microparticles improve the immunogenicity and efficacy of anthrax vaccine, Infect. Immun. 73(2):828-833, 2005 6. D.M. Klinman, D. Currie, I. Gursel, D. Verthelyi, Use of CpG oligodeoxynucleotides as immune adjuvants, Immunol. Rev. 199:201-216, 2004 7. F. Takeshita, I. Gursel, K.J. Ishii, K. Suzuki, M. Gursel, D. M. Klinman, Signal transduction pathways mediated by the interaction of CpG DNA with toll-like receptor 9, Semin. Immunol. 16, 1722, 2004 8. K.J. Ishii, K. Kawakami, I. Gursel, B.H. Joshi, D.M. Klinman, R.K. Puri. Anti-tumor therapy with bacterial DNA and toxin: complete regression of established tumor induced by liposomal CpG ODN plus IL-13 cytotoxin, Clin. Cancer Res. 9(17), 65166522, 2003 9. I. Gursel, M. Gursel, H. Yamada, F. Takeshita, K. J. Ishii, D. M. Klinman, Repetitive elements present in mammalian telomeres suppress CpG DNA induced immune activation, J. Immunol. 171:13931400, 2003 10. I. Gursel, M. Gursel, K. J. Ishii, D.M. Klinman, Sterically stabilized cationic liposomes improve the uptake and immunostimulatory activity of CpG oligonucleotides, J. Immunol. 167(6):3324-3328, 2001 Nükleik asit içeren nanolipozomların bağıșıklığa olan etkileri Yine bizim laboratuvarımızda hazırlanan ve patentleri de bize ait olan bir teknolojiyi kullanarak nükleik asitleri așı çalıșmalarında kullanıyoruz. Lipozomlar, değișik özelliklerde hazırlanabilen ve içlerine DNA veya RNA moleküllerini hapsedebilen zarsı nanoyapılardır. Bu nedenle biz de lipozomları așı tașıyıcı sistemler olarak tasarlayarak farelerin hastalıklara karșı bağıșıklık yanıtlarını geliștirmeye uğraștık. Bulgularımız, ovalbümin antijeninin, nanolipozomların içine hapsedilerek DNA’larla birlikte vücuda verildiğinde çok etkin immün tepkilere yol açabildiğini göstermiștir. Diğer bir çalıșmada ise Șap așısına karșı olușan antikor düzeyleriyle Foot and Mouth Disease Virüsüne (FMDV) karșı nötralize edici gücünün artırılması yönünde yapılan fare deneylerinin verilerini incelediğimizde, anti FMDV immünoglobülin alt gruplarında çok yüksek artıșlar elde edilmiștir. Bu bilgiler yeni ve etkin așı formülasyonlarının geliștirilmesinin de önünü açacaktır. Sonuç olarak, DNA ve RNA gibi biyolojik kökenli nanoparçacıkların immün terapide kullanımları yeni bir araștırma alanını olușturmaktadır. Bu biyomoleküllerin daha yaygın ve değișik alanlardaki etkilerinin anlașılması ile klinikte çok az yan etkisi bulunan nano-ilaçların tasarımı da mümkün olacaktır. Bu alanlarda yapılacak ileri çalıșmaların ıșığında ve preklinik araștırmaların olușturacağı deneyimle kanserden allerjik hastalıklara, otoimmün hastalıklardan bulașıcı hastalıkların kontrolüne uygun, yeni nesil nano-ilaçların kliniğe geçmesinin de önü açılacaktır. 9 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Human NK Cells: Their Impact in the Therapy of High Risk Leukemias 1 LORENZO MORETTA, 2FRANCO LOCATELLI, 3ALESSANDRO MORETTA 1 Istituto Giannina Gaslini, Genova, 2Ospedale Bambino Gesù, Roma 3Dipartimento di Medicina Sperimentale and Centro di Eccellenza per le Ricerche Biomediche, Università degli Studi di Genova, ITALY Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) N atural Killer (NK) cells represent a major cell type in the innate immunity. They recognize MHC-class I molecules through surface receptors delivering signals that inhibit NK cell function. As a consequence, NK cells kill target cells that have lost (or underexpress) MHC class I molecules as it may occur in tumors and in virus-infected cells. NK cell triggering and target cell killing is mediated by various activating receptors and coreceptors. Normal cells are usually resistant to the NK-mediated attack, however, an exception is represented by dendritic cells (DC). Thus, in their immature form (iDC), they are susceptible to NK-mediated lysis because of the expression of low levels of surface MHCclass I molecules (DC editing). The efficiency of this phenomenon may profoundly affect both innate and adaptive immune responses. Regarding the possible exploitation of NK cells in therapy, an important example is the hemopoietic stem cell (HSC) transplantation to cure high risk leukemias. A major role for “alloreactive” NK cells (i.e. donor-derived NK cells that are not inhibited by the HLA-class I alleles of the patient) has been demonstrated in acute myeloid leukaemia of adult patients undergoing “haploidentical” HSC grafting. In these patients, donor’s alloreactive NK cells not only mediated graft versus-leukemia (thus preventing leukemic relapses) but also inhibited graft-versus-host responses by killing DC of the patient. Similar results were obtained by our group in pediatric patients with high-risk acute lymphoblastic leukemias. FACS analysis of KIRs expressed by donor NK cells allows to define the size of the alloreactive NK subset. This subset is composed of cells expressing only KIRs specific for HLA-class I alleles absent in patient’s haplotype. More recently we have shown that also the expression of activating KIRs, in particular the (C2-specific) KIR2DS1, may exert a beneficial effect and contribute to donor NK alloreactivity, provided that patient’s cells express HLA-C alleles belonging to the C2 specificity. Importantly, we showed that the size of the alloreactive NK subset paralleles the level of NK cytotoxicity against leukemic cells. Thus, in the presence of two or more potential bone marrow donors, it is now possible to select the most appropriate one. We could also establish a correlation 10 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri between the size of the alloreactive NK cell population in the donor and the clinical outcome. In this context, we showed that alloreactive NK cells derived from donor’s HSC are generated and persist in patients for long time intervals. These studies and the high survival rates of patients undergoing haploidentical HSC transplantation highlight an important new reality in bone marrow transplantation to cure otherwise fatal leukemias. 11 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Otoenflamatuvar Hastalıklar AYȘEGÜL ATAK YÜCEL Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Anabilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) “ Otoenflamatuvar bozukluklar/hastalıklar (OEH)” veya “periyodik ateș sendromları”, doğal bağıșıklık sisteminin primer disfonksiyonu sonucu gelișen hastalıklardır. Çok çeșitli sınıflandırmaları yapılmıștır. Bu hastalarda artmıș bir enflamatuvar cevap görülmesine karșın, herhangi bir enfeksiyon ya da otoantikor ve/veya otoreaktif T hücre yapımı görülmez. OEH’lar genelde tekrarlayan, kendini sınırlayan ve kendiliğinden ortaya çıkan ateș atakları ve sistemik enflamasyona bağlı karın ağrısı, artralji ve cilt bulguları ile seyreder. OEH’ların moleküler patogenezinde apoptozis, NFB aktivasyonunu düzenlenmesi ve IL-1 salınımı ile ilgili proteinleri kodlayan genlerde mutasyonlar görülür. Ailevi Akdeniz Ateși (FMF) dıșındaki OEH’lar genel olarak toplumda nadiren görülür ve nadiren tanı konur. Mevalonat kinaz eksikliği bazı OEH’lar için spesifik fonksiyonel testler mevcuttur, bir kısmında da gen mutasyonları ve yatkınlık genleri belirlenmiștir. Bu konușmada OEH’lar için genel patofizyoloji ve bazı fonksiyonel-genetik sınıflandırmalar verildikten sonra OEH’lar tek tek detaylı olarak irdelenecektir. 12 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Nöromyelitis Optica (NMO) AYȘE ALTINTAȘ İstanbul Üniversitesi Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı , İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) N öromyelitis Optica (NMO, ya da diğer adıyla Devic Hastalığı/Sendromu) santral sinir sisteminin primer olarak optik sinir ve medülla spinalis’i tutan demiyelinizan bir hastalığıdır. Spinal kord lezyonları en az üç spinal segment boyunca uzanır nitelikte lezyonlardır. Nöromyelitis optica’nın bilateral rekürran optik nörit ya da izole transvers myelit șeklinde giden formları da tanımlanmakta, bu formlar NMO spektrumunun parçaları olarak düșünülmektedir. Nöromyelitis optica, özellikle bilateral optik nöritli hastalarda akla gelmelidir. Bu hasta grubunda tedavi sonrasında vizyonda düzelme de son derece zayıftır. Nöromyelitis optica’da tutulum optik sinir ve spinal kord olarak tanımlanmakla birlikte, hastaların %60’ında nonspesifik serebral lezyonlar saptanabilmektedir. Ancak, bu MR lezyonları multipl skleroz tanısı için gereken radyolojik kriterleri karșılar nitelikte değildir. Beyin-omurilik sıvısında pleositoz multipl skleroz’a göre daha belirgindir ve nötrofil dominansı saptanır. Beyin-omurilik sıvısı oligoklonal band varlığı ise NMO hastalarında daha seyrektir (multipl skleroz hastalarına göre). Nöromyelitis optica hastalarının beyin-omurilik sıvı örneklerinde GFAP düzeylerinin artmıș olduğu bildirilmiștir. Nöromyelitis optica tanısı alan hastaların büyük bölümü tekrarlayıcı ataklar ve basamakvari klinik kötüleșme șeklinde bir klinik gidiș gösterirler. Multipl skleroz’dakinin aksine, NMO’da sekonder progressif bir klinik gidiș tanımlanmamıștır. Yüksek spesifikliğe sahip serum antikorlarının (NMO-IgG) varlığının Lennon ve arkadașları tarafından gösterilmesi ile NMO santral sinir sisteminin diğer demiyelinizan hastalıklarından ayrıștırılmıștır. NMO-IgG; santral sinir sisteminde sıvı homeostazisini regüle eden temel kanal olan “aquaporin”e bağlanmaktadır. Lennon ve arkadașları NMO-IgG serum otoantikorlarının varlığının klinik olarak kesin NMO tanısı için %73 duyarlılıkta ve %91 spesifitede saptanabildiğini ortaya koymușlardır. NMO-IgG ayrıca nöromyelitis optica ile ilișkili hastalıklarda da hasta serumlarında saptanabilmektedir. Bu tablolar arasında; Asya tipi optico-spinal multipl skleroz, longitudinal olarak yaygın spinal kord lezyonu ile birlikte giden tekrarlayıcı myelit, tekrarlayıcı izole optik nörit, ya da organ-spesifik veya non-organspesifik otoimmün hastalıklarla birlikte olan optik nörit /myelit tabloları sayılmaktadır. 13 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Nöromyelitis optica hastalarında saptanan histopatolojik özellikler de farklılık göstermektedir. Erken dönem demiyelinizan lezyonlar; perivasküler alanlarda immünoglobülin birikimi (özellikle IgM ve IgG), kompleman kaskadının lokal aktivasyonu ve belirgin eozinofil infiltrasyonu ile karakterizedir. Bu bulgular NMO’nun immünopatolojik olarak antikor-bağımlı ve kompleman kökenli eozinofil göçü ve degranülasyonu ile seyrettiğini düșündürmektedir. 14 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Allerjik Enflamasyonda Timik Stromal Lenfopoetin CANSIN SAÇKESEN Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Allerji ve Astım Ünitesi, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Timik stromal lenfopoetin insanda tüm immün hücrelerde TSLP mRNA analizleri yapılmıș ve myeloid DH, plazmositoid DH’lerinin uyarı sonrasında ve mast hücrelerin TSLPR eksprese edebildiği belirlenmiștir. TSLP (Thymic stromal Lympopoietin) 140 amino asidden olușan IL-7 benzeri bir sitokindir. İlk olarak murin timik stromal hücre hattından klonlanmıș ve IL-7 noksanlığında B hücre yapımını uyardığı gösterilmiștir. İnsan TSLP geni 5. Kromozomda 5q22 konumunda Th2 sitokinleri olan IL-4, IL-5, IL-9 ve IL-13 gen bölgesine yakındır. En önemli TSLP kaynağı epitelyal hücrelerdir. Ancak son çalıșmalar fibroblastlar, düz kas hücreleri ve mast hücrelerinin de TSLP sentezleyebildiği gösterilmiștir. Timik stromal lenfopoetin dendritik hücreleri uyararak Th2 ortam sağlıyor Hücre kültür koșullarında TSLP ile uyarılan dendritik hücrelerin hızla matüre oldukları ve TSLP reseptörü eksprese ettikleri deneylerde gösterilmiștir. Myeloid dendritik hücreleri uyarabilen birçok etken arasında CD40 Ligand (CD40L), Toll-benzeri reseptör (TLR) ligandları (örneğin TLR3 ligandı poly(I:C), TLR4 ligandı lipopolisakkarit, TLR8 ligandı R848 gibi)) ve TSLP sayılabilir. Bu uyaranlar myeloid dendritik hücrelerin yüzeyinde MHC sınıf II, CD54, CD80, CD83, CD86, DC-Lamp ekspresyonunu uyarır. Ancak TSLP CD40L ve TLR ligandlarından farklı olarak myeloid dendritik hücrelerin Th1 yönünde farklılașmasını sağlayan sitokinlerden IL-12’nin ya da proinflamatuvar sitokinlerden TNF-, IL-1 ve IL-6 yapımını uyarmaz. TSLP ile uyarılan dendritik hücrelerde yapılan gen ekspresyonu çalıșmalarında da IL-12 sitokin Timik stromal lenfopoetin reseptörü Timik stromal lenfopoetin heterodimer TSLP reseptörüne bağlanır. Bu reseptör L-7R- zinciri ve bir reseptor – benzeri zincirden (TSLPR-) meydana gelmiștir. TSLP bu reseptöre bağlanarak “signal transducer and activator of transcription” (STAT)-3 ve STAT-5 fosforilasyonuna neden olur. Birçok lenfoid ve lenfoid olmayan dokuda TSLP Reseptörü (TSLPR) eksprese olduğu bilinse de kesin olarak hangi hücre grupları ya da dokuların eksprese ettiği bilinmemektedir. Ancak 15 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Timik stromal lenfopoetin ve dendritik hücre ile Th2 hücre uyarımında OX40 ligandın rolü ailesi (IL-12, IL-23 ve IL-27) ve Tip-I Interferon sitokin ailesine ait sitokinlerin mRNAekspresyonunu uyarmadığı gösterilmiștir. Öte yandan TSLP ile uyarılan myeloid dendritik hücrelerin eozinofil ve nötrofilleri ortama çekmekle görevli IL-8 ve eotaksin yanında Th2 hücreleri ortama çeken “thymus and activation regulated chemokine” (TARC, CCL17)), makrofaj kökenli kemokin (MDC, CCL22) kemokinlerin yapımını arttırdığı gösterilmiștir. Özetle TSLP’nin Th1 yapımını uyaran sitokinlerin sentezini uyarmayarak T hücrelerin Th2 yönünden farklılașması için ideal bir ortam olușturduğu söylenebilir. TSLP ile uyarılan dendritik hücrelerin Th2 hücre yapımını nasıl uyardığı mRNA düzeyinde araștırılmıștır. Bu çalıșmada dendritik hücreler CD40L, TLR3 ligandı poly(I:C) ve TSLP gibi farklı uyaranlar ile inkübe edilmiș ve dendritik hücrelerde gen ekspresyon analizi yapılmıștır. Bu analizlerde sadece TSLP uyarısının TNF süperailesinde yer alan OX40 ligandını (OX40L) gen ve protein düzeyinde arttırdığını göstermiștir. Ayrıca OX40L nötralizan antikor ile bloke edildiğinde Th2 hücrelerden IL-4, IL-5, IL-13 ve TNF- yapımının baskılandığı, IL-10 sentezinin ise arttığı belirlenmiștir. OX40L’ın direk olarak T hücrelerde IL-4 yapımını artırdığı bilinmektedir. Ancak ortamda IL-12 varlığında OX40L Th2 sitokinleri arttırıcı etkisini gösterememektedir. Bu nedenle Th2 ortamın sağlanmasında TSLP-dendritik hücre ve OX40L’ın ișbirliğinden söz edilebilir. TSLP Th1 sitokinlerin yapımını baskılayarak Th2 için elverișli ortamı hazırlamaktadır. Böylece ortamda IL-12 olmadan OX40L Th2 sitokinlerin yapımını uyarabildiği düșünülebilir. Timik stromal lenfopoetin ve dendritik hücre ișbirliği “inflamatuvar Th2 hücre” yapımını uyarır Klasik bilgilerimize göre Th2 hücreler IL-4, IL-5 IL-13 ve IL-10 sentezleyen CD4+ T hücreler olarak tanımlanmaktadır. Ancak in-vitro TSLP eșliğinde dendritik hücreler ile uyarılan naif CD4+ hücreler IL-4, IL-5, IL-13, yüksek düzeylerde TNF- sentezlemek üzere farklılașmaktadır. Öte yandan TSLP uyarısı ile ekspresyonu artan OX40L T hücrelerden IL-10 yapımını baskılarken TNF- yapımını artırmaktadır. Tümör nekroz faktör- Th2 tip sitokin olarak gruplandırılmasa da astımlıların solunum yollarında sentezinin arttığı bilinmektedir. Özetle TSLP ile uyarılan dendritik hücreler T hücrelerden IFN- yapımını ve IL-10 yapımını baskılarken Th2 tip sitokinlerin (IL-4, IL-5 ve IL13) ve TNF- yapımını arttırmaktadır. TSLP bu etkisini ortamda OX40L ekspresyonunu artırarak gösterebilmektedir. TSLP ve OX40L ile sentezi artan sitokinler allerjik inflamasyondan sorumlu sitokinlerdir. TSLP’nin inflamatuvar (proallerjik) sitokinler sentezleyen bir Th2 hücre alt grubunu uyardığı ve bu hücrelerin inflamatuvar Th2 hücreler olarak isimlendirilmesi önerilmiștir. Klasik bilgilerimize göre Th2 sitokinler yanında IL-10 sentezleyen hücrelerin ise IL10’un inflamasyonu baskılayıcı özelliklerinden dolayı regülatör Th2 olarak gruplandırılması önerilmiștir. Allerjik hastalıklarda TSLP’nin bilinen etkileri İnsanda deri keratinositlerde, bronș epitel hücrelerinde, düz kas hücrelerinde ve akciğer fibroblast hücrelerinde, IgE köprüleșmesi ile uyarılan mast hücrelerinde TSLP mRNA’nın yüksek düzeylerde eksprese olduğu gösterilmiștir. Sağlıklı bireylerde ve kontakt dermatit veya lupuslu hastaların deri hücrelerinde TSLP gösterilemezken, atopik dermatitli hastalarda keratinositlerde artmıș TSLP düzeyleri belirlenmiș ve artan düzeylerinin subepidermal tabakada artan sayıda Langerhans hücre göçü ile ile ilișkili olduğu gösterilmiștir. Bu bulgular TSLP’nin ortama antijen sunan hücreleri çektiği ve ardından lokal lenfoid dokularda Th2 uyarısının arttığını düșündürmektedir. Astımda ise solunum yollarında TSLP ekspresyonunun arttığı ve Th2 hücrelerin ortama göçünü sağlayan kemokinlerin düzeyi ve astım șiddeti ile ilișkili olduğu gösterilmiștir. 16 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Allerjik inflamasyonda TSLP’nin rolü 5. Wang YH, Liu YJ. OX40-OX40L interactions: a promising therapeutic target for allergic diseases? J Clin Invest 2007;117:3655-3657. 6. Holgate ST. The epithelium takes centre stage in asthma and atopic dermatitis. Trends in Immunol 2007;28:248-251. 7. Abbas AK, Murphy KM, Sher A. Functional diversity of helper T leymphocytes. Nature 1996;383:787793. 8. Kalinski P, Hilkens CM, Wierenga EA, Kapsenberg ML. T-cell priming by type-1 and type-2 polarized dendritic cells: the concept of a third signal. Immunol Today 1999;20:561-567. 9. Soumelis V, reche PA, Kanzler H, Yuan W, Edward G, Homey B, et al. Human epithelial cells trigger dendritic cell mediated allergic inflamation by producing TSLP. Nat Immunol 2002;3:673-680. 10. Ying S, O’Connor B, Ratoff J, Meng Q, Mallet K, Cousins D, et al. Thymic stromal lymphoietin expression is increased in asthmatic airways and correlates with expression of Th2-attracting chemokines and disease severity. J Immunol 2005;174:8183-8190. 11. Zhou B, Comeau MR, De Smedt T, Liggitt HD, Dahl ME, Lewis DB, et al. Thymic stromal lymphoietin as a key initiator of allergic airway inflammation in mice. Nat Immunol 2005;6:1047-1053. 12. Allakhverdi Z, Comeau MR, Jessup HK, Yoon BR, Brewer A, Chartier S, et al. Thymic stromal lymphoietin is released by human epithelial cells in response to microbes, trauma, or inflammation and potently activates mast cells. J Exp Med 2007;204:253-258. 13. Yoo J, Omori M, Gyamati D, Zhou B, Aye T, Brewer A, et al. Spontaneous atopic dermatitis in mice expressing an inducible thymic stromal lymphoietin transgene specifically in the skin. J Exp Med 2005;202:541-549. Atopik dermatit ve astımda allerjen, virüs ya da bilinmeyen bir nedenle deride keratinositler, akciğerde ise epitel hücrelerinden artmıș TSLP yapımı gerçekleșmektedir. Artan TSLP sentezi immatür durumdaki myeloid hücrelerin matür hale gelmesine ve bu hücrelerden Th2’ler için kemoatraktif etkiye sahip kemokinlerin (IL-8, Eotaksin-2, TARC, MDC) sentezine neden olur. TSLP ile uyarılan myeloid dendritik hücreler adaptif immün yanıtı bașlatmak üzere lenfoid dokulara göç eder. Lenfoid dokularda IL-12 yapımı baskılanmıș ve yüzeylerinde OX40L eksprese eden dendritik hücreler CD4+ naif T hücrelerin allerjen spesifik inflamatuvar Th2 hücrelere farklılașmasını sağlar. İnflamatuvar Th2 hücrelerden Th2 sitokinler (IL-4, IL-5, IL-13) ve TNF- yüksek düzeylerde sentezlenirken IL-10 yapılmaktadır. Bu sitokin profili IgE yapımı, eozinofili, așırı mukus yapımı ve fibroblast prolifersyonu ile karakterize allerjik inflamasyona neden olmaktadır. KAYNAKLAR 1. Ito T, Wang YH, Duramad O, Hori T, Delespesse GJ, Watanabe N, Qin FXF, Yao Z, Cao W, Liu YJ. TSLP-activated dendritic cells induce an inflammatory T helper type 2 cell response through OX40 ligand. J Exp Med 205;202;1213-1223. 2. Liu YJ. Thymic stromal lymphoetin and OX40 ligand pathway in the initiation of dendritic cellmediated allergic inflammation. J Allergy Clin Immunol 2007;120:238-244. 3. Liu YJ. Thymic stromal lymphoetin: master switch for allergic inflammation. J Exp Med 2006;203;269273. 4. Seshasayee D, Lee WP, Zhou M, Shou J, Suto E, et al. In vivo blockade of OX40 ligand inhibits thymic stromal lymphoietin driven atopic inflammation. J Clin Invest 2007; 117:3868-3878. 17 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Sublingual İmmünoterapi IȘIL BARLAN Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatric Allerji/İmmonoloji Bölümü , İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) A llerjik hastalıklar tüm dünyada önemli bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Bașlıca tedavi allerjenden sakınma ve farmakoterapiden olușurken, allerjen immünoterapisi gerek uzun süreli etkinliği gerek hastalığın doğal gidișini değiștirebilmesiyle önemli avantajlar sunmaktadır. Mukozal yolla tolerans uyarımı (SLIT) allerjen spesifik immünoterapide subkutan yola alternatif olabilen bir yöntemdir. Sublingual yolla uygulanan allerjen oral mukozadan doğrudan emilmez, uzun süre mukozal yüzeyde kalır, dendritik hücreler tarafından algılanarak, ilgili bölgeyi drene eden lenf yollarına göç eder ve T hücrelerine sunulur. Sublingual immünoterapinin etkinliğini araștıran çalıșmalar mukozal yolla uygulanan allerjenin, antijene özgü antikor yanıtlarını değiștirdiğini (IgE/IgG4 oranını azaltarak) ve hedef mukozada proenflamatuvar hücrelerin toplanmasını ve etkilerini azalttığını göstermiștir. Bu konuda yapılan çalıșmalar, SLIT in allerjene özgü T hücre yanıtını IL10 - TGF beta salgılayan, hem Th1 hem de Th2 yanıtını kontrol eden allerjene özgü regülatör T hücrelerini indüklediğini göstermektedir. 18 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri HPV İmmünolojisi H. BARBAROS ORAL Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İmmünoloji Bilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) İ proteinlerin yanısıra yapısal olmayan virüsle ilgili bazı ișlevleri regüle eden erken (early; E) proteinler de genomda kodlanmaktadır (Șekil 1). Bu erken proteinlerden E1, viral DNA replikasyonu; E2, viral DNA replikasyonu ve viral RNA transkripsiyonu; E4, hücre iskeleti reorganizasyonu; E5, E6 ve E7, hücre transformasyonunun düzenlenmesinde rol alırlar. Bu proteinlerin ekspresyonları sıkı bir șekilde düzenlenmektedir ve enfekte hücrelerin farklılașması ile ilișkilidir. E2 geni asıl düzenleyici olarak rol alır ve özellikle viral onkogenler olan E6 ve E7’nin baskılanmasını sağlar. Bașta serviks kanseri olmak üzere HPV’lerinin neden olduğu kanserlerin çoğunda HPV genomunun konak kromozomal DNA entegrasyonu ve viral E2 geninin zarar görmesi söz konusudur. E2’nin kaybı ardından E6 ve E7’nin üzerindeki baskının kalkmasıyla bu onkogenlerin ekspresyonlarının artması sonucunda tümör baskılayıcı genler olan p53 ve Rb genleri ile etkileșme normal hücre döngüsünün düzenlenmesinde bozulmaya yol açar. Böylece hücre döngüsü uzar, apoptoz baskılanır ve neoplastik değișime uygun bir ortam hazırlanmıș olur 3. nsan papilloma virüsleri (human papilloma virus; HPV), 130’dan fazla genotipden olușan ve farklı genotiplerinin değișik klinik tablolara yol açtığı geniș bir virüs ailesidir. Bu aile içerisinde yer alan malignite ile ilișkili (özellikle serviks kanseri) yüksek riskli tipler nedeniyle bu virüsler ve olușturdukları hastalıklar ile ilgili virolojik ve immünolojik çalıșmalar son yıllarda oldukça yoğunlașmıș, yapılan bu çalıșmalar sonucunda koruyucu așılar geliștirilerek ticari olarak kullanıma sunulmuștur. Terapötik așı geliștirilmesi içinse çalıșmalar yoğun olarak sürmektedir. Papilloma virüsleri, Papovaviridae ailesine ait küçük, zarfsız, çift iplikcikli DNA virüsleridir. Viral genom, 7,9 kilobaz (kb) uzunluğunda sirküler bir yapıda olup 55 nm çapında ikozahedral yapıda bir kapsid tarafından sarılmıștır 1, 2. Kapsid, major protein L1 ve minör kapsid proteini L2 olmak üzere 2 protein yapıyı içerir. Major L1 proteinleri kapsomer yapısını oluștururken, L2 proteinleri kapsid iç yüzünde bulunmakta ve genom enkapsidasyonu, L1 etkileșimi ve kapsid stabilizasyonu, virionların endozomal kaçıșı ve HPV genomunun nükleer transportu gibi bir çok ișlevde yer almaktadır 2. Bu yapısal geç (late; L) 19 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Şekil 1. HPV’nin genomik yapısı 7. NK2GD eksprese eden NK hücrelerinin azalması; 8. Kanla geçișin veya viremik fazın olmaması; 9. Sadece çok küçük miktarda replike olan virüsun immün defans ile karșı karșıya kalması; 10. Enfeksiyonun sadece intraepitelyal olması; 11. Viral kapsidin Langerhans hücrelerini ve diğer dendritik hücreleri aktive edememesi; 12. Serbest viral partiküllerin skuamöz epitel hücre yüzeylerinden salınması; bu nedenle immün yanıtların bașlatıldığı lenf nodlarına ulașamaması 13. İnterferon sentezinin ve reseptör sinyalinin inhibisyonu olarak sayılabilir. İnsan papilloma virüsleri nadiren de olsa persistan enfeksiyonlara yol açar. Konağın immün mekanizmalarına rağmen replikasyonunu sürdürebilirler 4. Bu, virüsun konağın immün yanıtlarına karșı geliștirdiği kaçıș mekanizmaları ile gerçekleșmektedir. Virüsun immün sistemden kaçıșta kullandığı bașlıca mekanizmaları 3, 5; 1. Sitoliz veya nekroza ve inflamasyona yol açmaması; 2. Proinflamatuvar sitokinlerin ortama salınmasının olmaması; 3. Eș-uyaran ekspresyonlarının așağı çekilmesi; 4. MHC sınıf-I ve -II ekspresyonlarının așağı çekilmesi; 5. Treg hücrelerindeki artıș; 6. Düșük TCR zeta zinciri ekspresyonu; 20 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Şekil 2. HPV’nin kullandığı bașlıca immün sistemden kaçıș mekanizmaları (Patel ve Chiplunkar, 2009’dan modifiye edilmiștir)3 antikor geliștirir 10. Bu HPV ile enfekte kadınların %40’ndan fazlasında serokonversiyon olușmadığı anlamına gelmektedir, dolayısıyla HPV L1 kapsid-spesifik antikorları HPV enfeksiyonlarının tanısı için uygun değildir. Diğer HPV antijenleri (E1, E2, E6, ve L2) ise akut veya persistan enfeksiyonlu hastalarda herhangi bir antikor yanıtına yol açmamaktadır. Gerek HPV enfeksiyonlarının persistan enfeksiyona ve malign transformasyona yol açmasının önlenmesi gerekse etkin koruyucu așıların geliștirilebilmesi için HPV enfeksiyonlarında inflamatuvar bir mikroçevrenin oluıșturularak etkin bir antijen sunumunun nasıl sağlanacağı; efektör hücrelerin HPV ile enfekte hücrelerin bertaraf edilmesi için nasıl manipüle edilebileceği ve T regülatör hücrelerin nasıl devre dıșı bırakılabileceği konularına odaklanan araștırmaların yapılmasına gereksinim vardır. İmmün sistemden kaçıșta kullandıkları bu mekanizmalara karșın primer HPV enfeksiyonların %90’ı doğal olarak temizlenir. Bu durum servikal ve anogenital HPV-ilișkili hastalıklarla bașa çıkmada immünitenin önemli bir rolü olduğunu göstermektedir. Özellikle HIV/AIDS’li kadınlarda ve immün sistemi baskı altında tutulan renal transplant hastalarında papillomavirüs enfeksiyon klerensinin bozulması HPV enfeksiyonlarına karșı yanıtta hücresel immün yanıtların önemini vurgulamaktadır 6, 7. Kușkusuz CD4+ T-yardımcı hücreler persistan HPV enfeksiyonuna karșı mücadelede çok önemlidirler 8, 9. HPV enfeksiyonuna karșı geliștirilen humoral immünite ise sıklıkla yavaș, zayıf ve bireyler arasında değișkenlik gösteren özelliklere sahiptir. Genellikle kișilerin yaklașık yarısı 18 ay içerisinde HPV-16, -18, veya -6’nın L1 proteinine karșı 21 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR 7. Scott M, Nakagawa M, Moscicki AB. Cell-mediated immune response to human papillomavirus infection. Clin Diagn Lab Immunol, 2001;8:20920. 8. Coleman N, Birley HD, Renton AM, Hanna NF, Ryait BK, Byrne M, Taylor-Robinson D, Stanley MA. Immunological events in regressing genital warts. Am J Clin Pathol, 1994;102:768-74. 9. Nicholls PK, Moore PF, Anderson DM, Moore RA, Parry NR, Gough GW, Stanley MA. Regression of canine oral papillomas is associated with infiltration of CD4+ and CD8+ lymphocytes. Virology, 2001;283:31-9. 10. Carter JJ, Koutsky LA, Hughes JP, Lee SK, Kuypers J, Kiviat N, Galloway DA. Comparison of human papillomavirus types 16, 18, and 6 capsid antibody responses following incident infection. J Infect Dis, 2000;181:1911-9. 1. Woodman CB, Collins SI, Young LS. The natural history of cervical HPV infection: unresolved issues. Nat Rev Cancer, 2007;7:11-22. 2. Horvath CA, Boulet GA, Renoux VM, Delvenne PO, Bogers JP. Mechanisms of cell entry by human papillomaviruses: an overview. Virol J;7:11. 3. Patel S, Chiplunkar S. Host immune responses to cervical cancer. Curr Opin Obstet Gynecol, 2009;21:54-9. 4. Frazer I. Correlating immunity with protection for HPV infection. Int J Infect Dis, 2007;11 Suppl 2:S10-6. 5. Mariani L, Venuti A. HPV vaccine: an overview of immune response, clinical protection, and new approaches for the future. J Transl Med, 2010;8:105. 6. Koshiol JE, Schroeder JC, Jamieson DJ, Marshall SW, Duerr A, Heilig CM, Shah KV, Klein RS, CuUvin S, Schuman P, Celentano D, Smith JS. Time to clearance of human papillomavirus infection by type and human immunodeficiency virus serostatus. Int J Cancer, 2006;119:1623-9. 22 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Granülomatöz Enfeksiyonlarda İmmün Yanıt FERAH BUDAK Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İmmünoloji Bilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) G ranülomatöz reaksiyon, genellikle hücre içi mikroorganizmaların olușturduğu kronik enfeksiyonlarda, etkenin ortadan kaldırılamadığı, durumlarda meydana gelir. Dolayısıyla enfeksiyöz ajanın olușturduğu kronik antijenik uyarı; konakta makrofaj aktivasyonu, fagositik ve mikrobisidal aktivitede artıș, T hücre aktivasyonu ve lenfokin salınımına yol açar. Lenfosit ve makrofajlar, enflamasyon alanına yığılır. Merkezde makrofajlardan türemiș epiteloid hücreler ile dev hücreler ve bunların dıș kısmında aktif olarak çoğalan lenfositlerin yer aldığı, fibroblastlarla çevrili granülomatöz lezyonlar gelișir. Çoğu kez etkeni bulunduğu yerde sınırlayıp zararsız hale getirerek konak immün yanıtına katkıda bulunan granülomlar, bazen de yer tutan lezyonlar olarak ya da enfeksiyöz olmayan bir çok nedenle olușabilir. Tüberküloz, lepra, bruselloz, salmonelloz, sifiliz, tularemi, histoplazmoz, blastomikoz, koksoidomikoz, șistozomoz gibi enfeksiyöz hastalıklar, granülomatöz reaksiyonlarla seyredebilir. Bu konușmada granülomatöz enfeksiyonlarının bir prototipi olarak tüberküloza karșı immün yanıt konusunda güncel gelișmeler tartıșılacaktır. Tüberküloz (TB), dünya nüfusunun 1/3’ünün Mycobacterium tuberculosis (MTB) ile enfekte olması, her yıl 8 milyon kișide aktif hastalık gelișmesine ve 2 milyondan fazla kișinin ölümüne yol açması nedeniyle önemli bir sağlık sorunu olmayı sürdürmektedir. Çoklu ilaca dirençli sușların giderek artması, HIV ile koenfeksiyon gibi faktörlerin yanı sıra, uzun süreli kombine, kompleks, pahalı bir tedavi rejimini gerektirmesi, yeterli hasta uyumunun sağlanamaması hastalığın kontrolünü güçleștirmektedir . MTB’e karșı immün yanıt basilin alveolar boșluğa ulașması ve alveolar makrofajlarla karșılașması ile bașlar. Mikobakteriyel komponentler makrofaj yüzeyindeki (kompleman reseptörleri, çöpçü reseptörler, mannoz reseptörleri, TLR’leri gibi), dendritik hücreler yüzeyindeki {DC-SIGN (CD209), dendritik hücre spesifik hücre içi adezyon molekülü-3 (ICAM-3)} reseptörler ile etkileșerek bu hücrelerden enflamatuvar sitokinler (TNF-, IL-1 ß, IL-6, IL-12, IL-15, IL-18 ve IFN) ve kemokinlerin (IL-8, MCP-1, MIP-1 ve RANTES) yapılmasına (tehlike sinyali) neden olurlar. Bu arada basil parankime girer ve alveolar makrofajlar ve yerleșik akciğer makrofajlarında çoğalabilir. Enfeksiyon sonucu endüklenen tehlike sinyalleri makrofajların ve yerli dendritik 23 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri hücrelerin akciğerlerdeki enfeksiyon bölgesine göçüyle sonuçlanır. Bakteriyi içine alan dendritik hücreler bölgesel lenf noduna göç etmeye bașlar ve bu yolculuk sırasında olgunlașır. Lenf noduna vardıklarında mikobakteriyel antijenleri CD4+ ve CD8+ T hücrelerine sunarak bu hücreleri aktive ederler. CD4+ T hücreleri, IFN- ve diğer bazı sitokinler aracılığıyla makrofajları aktive ederek, hücre içi bakterilerin kontrol ve eliminasyonunu sağlar. Mikobakterilerin azalmasında rol oynayan apoptozu gerçekleștirirler. B hücreleri ve CD8+ T hücrelerine yardım ederler. Diğer bazı sitokinleri oluștururlar. CD4+ T hücrelerin CD4+CD27fenotipi gösteren farklı bir alt grubunun IFN- üretmenin yanı sıra perforin ve granzim B sekrete ederek (CD4+ CTL’ler) MTB’a karșı savunmada rol alırlar. Aktive olup çoğalan hücreler kemokinlerin de etkisiyle akciğerlere göç ederek enfeksiyon bölgesine ulașırlar. Makrofajların ve T hücrelerin enfeksiyon bölgesine göçü ve orada birikmesi granülom yapılanmasına neden olur. Granülomlar, makrofajların ve T hücrelerinin yanısıra B hücreleri, dendritik hücreler, endotel hücreleri, fibroblastlar ve muhtemelen stromal hücreleri de içerir. Granülom makrofaj içindeki basilleri bir kapan içinde tutarak akciğerin sağlam kısmından uzak tutarak yayılımı önler. Ayrıca makrofajlar, T hücreleri, ve sitokinlerin etkileșimini sağlayacak bir immün mikroçevre sağlar. Diğer taraftan granülomlar eliminasyon mekanizmalarından kaçabilen bazı basiller için eși bulunmaz bir yuva olabilirler. Yoğun bakteri replikasyonu granülom yapısının bozulması, yoğun nekroz ve kavite olușumu ile sonuçlanır görülse de çoğunlukla granülom enfeksiyonu kontrol altında tutar fakat sınırlı sayıdaki basil yașamını sürdürerek latent enfeksiyona sebep olur. MTB ile enfeksiyonun erken döneminde makrofaj içi öldürme etkin bir mekanizma olarak ortaya çıkar. TNF-, IL-1 ß ve IFN ile makrofajların otoendüksiyonu sonucunda nitrik oksit sentaz enzimi aktive edilir, antimikobakteriyel etkinlik gösteren nitrik oksit ve diğer reaktif nitrojen metabolitleri yapılır. Ancak makrofajlar basilleri öldürmede çoğunlukla yetersiz kalırlar. Virülan basiller; Fagozom-lizozom birleșmesini engellemesi Fagolizozomdan sitoplazmaya kaçıș Lizozom içeriğinin alkalizasyonu ROI’nin inhibisyonu (katalaz üretimi ve kalın lipid duvar) • iNOS gen aktivasyonunun baskılanması • Makrofaj aktive edici moleküllerin yapımının önlenmesi Metobolizma veya hücre döngüsünün durdurulması gibi mekanizmalarla makrofajların bakterisidal etkisinden korunup varlıklarını sürdürebilirler. Bundan sonraki dönemde ise mikobakteriyel fosfolipidler ve mikobakteriyel glikolipidler T hücrelerine ve CD1- sınırlamalı ß T hücrelerine sunulurlar. Bu hücrelerin granülom olușumunda ve bakteriyel öldürmede rolleri oldukları düșünülmektedir. Bu hücrelerin granülozin sentezleyerek hücre içi öldürmede rol aldıkları ve IFN- üreterek makrofajları aktive ettikleri bilinmektedir. Enfeksiyonun daha geç döneminde ise MHC sınıf II molekülleri ile sunulan mikobakteriyel protein antijenleri tanıyan CD4+ T hücreleri aktive olup IFN- üreterek (Th1) makrofaj aktivasyonuna yol açarak spesifik immün yanıt bașlar. Yine bu dönemde apoptoz ile ölen enfekte makrofajlar ve dendritik hücrelerden mikroçevreye bırakılan basil içeren apoptotik cisimcikler ve veziküller enfekte olmayan makrofajlar ve dendritik hücrelere alınarak geç endozom ve lizozomlara girer; MHC sınıf I ve CD1 molekülleri aracılığı ile mikobakteriyel antijenleri CD8+ T hücrelerine sunarlar. CD8+ T hücreleri perforin ve granzim B gibi litik moleküller salarak enfekte hücreleri öldürmelerinin yanısıra IFN- üreterek makrofajların daha da aktif olmasını sağlar. Sonuçta makrofajları aktive eden Th1 hücreleri ve CD8+T hücreleri mikobakterilere karșı ișbirliği halinde çalıșmaktadırlar. Tüm bunlara rağmen spesifik hücresel yanıt genellikle basillerin eradikasyonunda yetersiz kalır ve basiller granülomlar içerisinde hapsedilmeye çalıșılır. Konağın immün sisteminde yetersizlik söz konusu ise progresif primer hastalık gelișebilir. Bazen, basiller yıllar sonra konağın immün sisteminin zayıfladığı bir dönemde • • • • 24 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri yeniden aktive olarak reaktivasyon TB’a neden olur. TB’un etkili kontrolü ve gelecekte eradikasyonu son derece önemlidir. Bu nedenle hastalığın patogenez ve immünolojisinin çok iyi anlașılmasına, tanısının çabuklaștırılması ve kolaylaștırılmasına, direnç testlerinin hızlandırılmasına, daha etkin yeni așıların geliștirilmesine, yeni tedavi edici ajanların bulunmasına ve etkili sürveyans çalıșmalarına ihtiyaç vardır. 5. Tyagi AK, Nangpal P, Satchidanandam V. Development of vaccines against tuberculosis. Tuberculosis, 1-10, 2011. 6. Berrington WR, Hawn TR. Mycobacterium tuberculosis, macrophages and the innate immune response: does common variation matter? Immunol Rev, 219: 167-186, 2007. 7. Kirschner DE, Young D, Flynn JL.Tuberculosis: global approaches to a global disease. Current Opinion in Biotechnology, 21: 524-531, 2010. 8. Baena A, Porcelli SA. Evasion and subversion of antigen presentation by Mycobacterium tuberculosis. Tissue Antigens, 74(3):189-204, 2009. 9. Rueda CM, Marin ND, Garcia LF, Rojas M. Characterization of CD4 and CD8 T cells producing IFN- in human latent and active tuberculosis. 90:346-353, 2010. 10. Furst DE, Wallis R, Broder M, Beenhouwer DO. Tumor necrosis factor antogonists: different kinetics and/or mechanisms of action may explain differences in the risk for developing granulomatous ınfection. Semin Arthritis Rheum,36:159-167, 2006. 11. Thaiss CA, Kaufmann SHE. Toward novel vaccines against tuberculosis: current hopes and obstacles. Yale Journal of Biology and Medicine 83:209-215, 2010. KAYNAKLAR 1. Evci C, Oral HB. Granülomatöz enfeksiyonlara karșı bağıșıklamada yeni gelișmeler: Tüberküloz modeli. Turkiye Klinikleri J Microbiol-Infec, 3:97106, 2004. 2. Mukhopadhyay S, Gal AA. Granulomatous Lung Disease, An approach to the differential diagnosis.134:667-690, 2010. 3. Bhatt K, Salgame P. Host innate immune response to Mycobacterium tuberculosis. Journal of Clinical Immunology, 27(4): 347-362,2007. 4. Cooper AM. T cells in mycobacterial infection and disease. Curr Opin Immunol, 21(4): 378-384, 2009. 25 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Fonksiyonel T Hücrenin Seçimi H. HANDAN AKBULUT Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji Anabilim Dalı, Elazığ, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) T hücre repertuvarının gelișmesi, T hücrelerinin yașam ve ölüm seçimleri olarak tanımlanabilir. T hücre repertuvarının geliștirilmesinin amaçlandığı timustaki timosit seçimi; bir yandan periferde konak MHC moleküllerine bağlanan yabancı peptidleri tanıyabilme ve yanıt verebilme yeteneği geliștirirken, diğer yandan öz peptidlere karșı toleransı sağlayabilir. Bu kriterleri yerine getiremeyen T hücre veya bunların prekürsörlerinin yıkımı önemli oranda Bcl-2 ile düzenlenen apopitozis ile olur. Santral tolerans, tehlikeli otoreaktif T hücrelerinin perifere ulașmasını engelleyen bir ișlemdir. T hücrenin seçimi timusta bitmez, timus dıșı dokularda organizmanın yașamı süresince devam eder. Periferdeki T hücreyi gelecekte bir immün yanıt sırasında daha fazla rekabetçi bir seçim beklemektedir. Timusta negatif seçimden kaçan öze reaktif T hücreler periferik mekanizmalarla kontrol edilir. Periferik toleransta regülatör T (Treg) hücreler kritik rol oynarlar. Normal immün sistemin gelișmesinde ve otoimmüniteyi önlemede santral ve periferik toleransın dıșında bașka mekanizmaların olduğu da düșünülmektedir. Perifere çıkan T hücreleri, bir seçim ișlemine maruz kalır. Bunların kaderleri lokal çevreden ve antijen sunan hücreden aldıkları sinyallere bağlıdır. Periferdeki T hücrelerde yıkım, anerji, regülatör hücrelere dönüșüm veya aktivasyona çeșitli mekanizmalarla karar verilir. Bu reaksiyonların seyri esnasında T hücre repertuvarları en etkili ve fonksiyonel alt gruplara seçilir. CD4+ T hücreler, sitokinler ve efektör moleküller aracılığı ile özel fonksiyonlarını yapabilecek çeșitli alt gruplara farklılașır. Son yıllarda en çok üzerinde çalıșılan CD4+ T hücre alt grubu T foliküler yardımcı hücrelerdir (TFH). Bu hücreler; T bağımlı antijenlere maruz kalmayı takiben germinal merkez (GC) olușumunda, B hücrelerinin uzun yașam süreli plazma hücrelerine ve yüksek afiniteli bellek hücrelerine farklılașmasında, somatik hipermutasyonda ve Ig izotip dönüșümü rekombinasyonunda yardımcı olarak, hümoral immünitenin düzenlenmesinde etkin rol almaktadır. TFH hücreler otoimmün patolojilerin gelișiminde immün yanıtları dengeler. TFH hücrelerin indüklenmesinde B hücre lenfoma-6 (BCL-6) transkripsiyon faktörünün eksprese edilmesi yanı sıra, B-lenfosit indükleyen matürasyon protein-1’in (BLIMP-1) baskılanması gereklidir. TFH hücreler, üzerinde CXCR5, CXCR4, CD57, ICOS, PD-1, CD200, BTLA, OX40 ve SLAM-ilișkili proteininin (SAP) ekspresyonlarının artıșı yanında CCR7 ve CD127 26 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri (IL-7) ekspresyonlarının azalması ile tanımlanmıștır. TFH hücreler, B hücre stimülatör sitokini olan IL-21’i yüksek miktarda üretirler, ayrıca IL-6 ve IL-27 sitokinleri de üretirler. İmmün yanıtlara karșı T hücre seçiminde ve T hücre farklılașmasını yönlendirmede DC’in rolü önemlidir. Patojenlerin yakalanması ve spesifik T hücrelere sunulması sonucu etkin immün yanıt oluștururlar. DC alt tipleri otoreaktif T hücrelerin yok edilmesinde önemli fonksiyona sahip olan Treg gelișimine yardımcıdır ve anerjiyi indükleyen sinyalleri sağlar. DC antijen sunucu özelliği yanında sitokinleri ve diğer immünojenik molekülleri olușturarak immün yanıtı etkiler. CD8- DC topluluğunun CD4+ T hücrelerine antijenleri sunmada doğal olarak daha etkin olduğu gösterilmiștir. CD8+ DC’ler ise apoptotik materyalin endositozunda ve CD8+ T hücrelerine antijenleri çapraz sunumda uzmanlașmıștır. Olgunlașmamıș DC’ler T hücrelerinde özellikle anerjiyi olmak üzere toleransı indükler. Aktive olmuș yerleșik DC’ler, T hücrelerini tam olarak aktive edebilir ve patojenleri temizleme yeteneği olan efektör T hücrelerinin üretimine yol açabilir. Olgun DC’ler Th hücre gelișimini ve Th alt gruplarından birine götüren uygun uyarıyı da sağlayabilir. DC’in olușturduğu sitokinler aldıkları uyarı tipinden etkilenir. Örneğin, DC tarafından IL-12 üretimi; lipopolisakkarid, CpGiçeren DNA ve CD40L yoluyla uyarı sonucu olușur ve IL-10 tarafından da inhibe edilir. Yerleșik DC’in, kanda veya lenfte bulunan antijenleri sunma gibi önemli bir fonksiyonu olabilir ve myelin basic protein gibi kanda bulunan normal doku antijenleri de sunulabilir. Ayrıca yerleșik dendritik hücreler göç eden DC’lerin dokudan kazandıkları antijenleri alarak çapraz sunum yapabilirler. Göç eden DC’ler doku antijenlerinin sunumunda ve toleransın olușturulmasında önemli bir fonksiyona sahiptir. DC’ler naif hücrelerin iTreg hücrelere dönüșümünde de önemli bir fonksiyona sahiptir. CD103+ DC’ler özellikle Foxp3 ekspresyonunun uyarılmasında etkindir. CD103+ DC’ler, Foxp3+ Treg’lerin birikimi için kritik bir molekül olan v8 integrinini eksprese ederek aktif TGF- sağlayabilirler. Bununla beraber, CD103+ DC’ler vitamin A türevi olan retinoik asid olușturma kapasitesine sahiptir. Retinoik asid tarafından arttırılan TGF- tarafından T hücreleri Treg hücrelerine dönüștürülür. TGF-, Th17 yanıtını ilerletmesi yanı sıra IL-2/retinoik asid ile birlikte, Treg hücre uyarılmasını da sağlamaktadır. Dioksin gibi hidrokarbonları bağlayan bir protein olan aril hidrokarbon reseptörünün ligandına bağlandığında, Treg hücrelerine ya da Th17 hücrelerine yönelen T hücre farklılașmasına neden olduğu gösterilmiștir. DC’ler hem immünojenik hem de tolerojenik yanıtları bașlatabilir, ama bu karșıt görünen fonksiyonları nasıl gerçekleștirebildikleri hala önemli ve henüz yanıtlanmamıș bir soru olarak kalmaktadır. Farklı DC alt kümelerinin farklı sonuçlardan sorumlu olduğu tahmin edilmektedir. DC’lerin tolerojenik yanıtları desteklemek için dokularda koșullandırıldığı, kandan yeni katılan DC’in konağın koruyucu bağıșıklığını yönlendirebileceği sanılmaktadır. Böyle bir durum özellikle barsak mikroflorası varlığında barsakta gözlenir. TGF- ve retinoik asid barsakta epitel hücrelerinden salınır ve DC fonksiyonunun düzenlenmesine, proinflamatuvar sitokinlerin üretiminin önlenmesine ve Treg hücrelerinin uyarılmasına sebep olurlar. Lokal IL-10 üretimi de toleransın önemli bir mediyatörü olabilir. Örneğin, myeloid hücrelerden salınan IL-10, Treg hücreleri tarafından Foxp3 ekspresyonunun sürdürülmesini sağlar. Triptofanı metabolize eden indolamin 2,3-dioksijenaz da triptofan konsantrasyonunu azaltan, T hücre proliferasyonunu azaltarak, Treg hücrelerinin olușmasını ve aktivasyonunu uyararak tolerojenik bir çevre olușturur ve TGF- ve prostaglandin E2 gibi barsakta diğer tolerojenik moleküller ile ilișkilidir. TFH’nin gelișiminde de antijen sunan hücrelerin (APC) anahtar rol oynadığı gösterilmiștir. Naif CD4+ T hücreler, T hücre zonu içerisinde DC üzerinde MHC sınıf II ile sunulan peptidleri tanımasıyla aktive olur. DC’ler; CD28/B7, OX40/OX40L ve farede IL-6 ve insanda IL-12 sitokinleri gibi eș-uyaranları sağlar. CD40/CD40L ilișkileri ve tip I IFN üretimi, DC’lerin aktivasyonunu ve IL-6, IL-12 ve OX40L gibi moleküllerin ekspresyonunu artırır. DC’ler tarafından sağlanan bu aktive edici sinyaller ile CD4+T hücreler üzerinde CXCR5 arttırılır ve CCR7 azaltılarak onların foliküle göç etmelerine izin verilir. T-B hücre sınırında, T hücreler aynı antijeni sunan aktive B hücreler ile ilișkiye girer. CD4+ T hücreleri, ICOS-ICOSL ilișkileri 27 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri aracılığıyla T hücreleri eș-uyarısına, CD40L ve IL-21 aracılığı ile de B hücrelerine yardım eder. CD40-CD40L ve ICOS-ICOSL eș-uyaranları, TFH efektörleri module etmek için etkin roller üstlenir (GC olușumu, somatik hipermutasyon ve izotip dönüșümü). Bu sinyallerin olușması, CD84-SAP ilișkisinin gerektiği sabit T-B birleșmesi olușumuna bağlıdır. SAP, TFH hücre efektör fonksiyonlarında ve GC yanıtları için gerekli bir sinyal proteinidir. B hücreler tarafından sağlanan antijen stimülasyonu TFH’in gelișmesini sağlar. Bununla birlikte sürekli antijen stimülasyonu DC’ler tarafından da sağlanabilir. T-B sınırında takip eden ilișkiler B hücrelerini kısa yașam süreli ekstrafoliküler plazmablastlara dönüștürür veya GC içine girmesini sağlayabilir. GC içinde TFH’leri B hücreye yardıma devam eder, GC reaksiyonlarını destekler ve uzun yașam süreli plazma hücreleri ve bellek hücrelerinin olușumuna müsaade eder. Muhtemelen B hücreler tarafından sağlanan karșılıklı ilișkiler TFH’ni desteklemede önemlidir. Plazma hücreleri CD4+ T hücrelere antijen sunmasına rağmen, bu sunum TFH hücrelerini uyarmak yerine inhibe ediyor olabilir ve TFH yanıtını azaltabilir. Folikülde bulunan, DC’ler IL-12 ve IFN- gibi sitokinleri aracılığıyla, Treg hücreleri ise sitotoksisite ile ilișkili baskılayıcı mekanizmaları ile TFH hücre yanıtlarını düzenleyebilir. Ayrıca APC’ler tarafından güçlü ve uzamıș TCR sinyalleri de tercihen TFH hücre olușumunu indükler. Sonuç olarak; timusu terk ettikten ve antijenlerle farklı ortamlarda karșılaștıktan sonra T hücrelerini yeniden bir seçim bekler. Periferde aktive olan CD4+ T hücre alt gruplarından olan TFH hücreler, profesyonel antikor olușturmak için B hücrelerine etkili șekilde yardım eder. Enfeksiyöz mikroorganizmaları kontrol eden fonksiyonel T hücrelerinin seçiminde APC’ler önemli görevlere sahiptir. 28 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Genomun Evrimi NEȘE AKIȘ Trakya Üniversitesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Edirne, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Canlılık kriteri. İlkel çorbada riboz hücresi ve polimeraz evrimi. RNA hücresinden DNA hücresine evrimleșme. DNA ve RNA hücresi karșı karșıya. DNA hücresi prokaryotluğa doğru evrimleșirken RNA hücresine hücresel yașam olanağı kalmadı. ADIM-1: GENOMUN EVRİMİ İlk gezegen koșullarında termodinamik nedenlerle kendiliğinden olușan moleküller sadece basitleri değildir, polimerler de olușur. Bu esnada kullanılan su veya amonyak, oksijen veya flor alternatiflerdir. Enzim nedir? Yeniden tanımlayalım: Her molekül yapıșkandır, birbirine yapıșır. Polimerler daha çok atom tașıdıklarından birbirine daha șiddetle yapıșır, yakınlaștıkça ek bağlar da olușturma șansına sahip olur ve daha çok yapıșır. Fiziksel șartlar değiștikçe bir ayrılır bir yapıșır. Her yapıșma esnasında șekil değișir ve ayrıldığında geri döner. Bu esnada yapıșanlardan birinde kovalent değișim olursa, değișene substrat ve diğerine enzim diyoruz. Enzimlik tek seferlik ișlem olabileceği gibi ardıșık ișlemler serisi de olabilir, polimeraz enziminin yaptığı gibi. Enzim veya substratı peptid veya RNA veya DNA veya lipid veya șeker olabilir. Bazen aynı polimerin bir ucu enzim ve diğer ucu substratı olabilir, ribozim gibi. Ribozimin varlığını keșfeden bilim adamı Nobel ödülü aldı, çünkü, acaba bu molekül ilk canlı mıdır sorusunu gündeme getirdi. ADIM-2: ASALAKLAȘMA VE SAVUNMA TARİHİNİN BAȘLAMASI Virüsleșme evrimini seçen RNA hücreleri. Virüs evriminde konaktan gen çalmak adımı. Çalınan genlerle transpozon gelișimi ve lizojeni becerisinin eldesi. DNA hücresinden transpozisyon ve DNA virüsü. Prokaryotunun bașı kimlerle dertte? Kendisini nasıl koruyacak? Virüslerin de bașı akrabalarıyla dertte. O nasıl korunacak? Prokayotluktan ökaryotluğa evrimleșme. Diğerleri için yeni konak ökaryotlar olabilir mi? Virülanslık stratejilerinde evrimleșme. Ökaryotlar kendini nasıl koruyacak? Savunma stratejilerinin evrimi. 29 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Asalaklardan karșıt hamleler, savunmaya karșı savunma ve ileri virülans gelișimi. Ökaryotlarda hem türleșeme evrimi hem karșıt savunma hamleleri. SON SÖZ Prokaryot veya ökaryot, hücre cihazında aynı savunma makinaları endișe ve strese yanıt verir. Makinalar konaklarının evrimleșmesine paralel özellikler tașıyabilir ancak özde aynı kökten gelir. Stres kaynağının asalak atağı, kimyasal veya fizik düșman olması yanıt stratejilerini çeșitlendirir. ADIM-3: YIL -520 MİLYON Omurganın ve karaların eșzamanlı ortaya çıkıșı. Ya bağıșıklık sistemi evrimi ya yok oluș noktası! Fare ve insanda 87 bağıșık yanıt çeșidine ulașılmıștır. 30 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Kemik İliğinden İmmün Sisteme HLA-G Etkisi BİLKAY BAȘTÜRK Bașkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji Bölümü, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) İ nsan lökosit antijenleri (human leukocyte antigen; HLA) altıncı kromozomun kısa kolu üzerinde sentezlenen hücre yüzeyinde veya, çözünür halde dolașımda bulunan glikoprotein yapılı moleküllerdir. HLA sınıf-I molekül gurubu içinde yer alan, polimorfik bölgelerinin azlığı ve farklı etkileri ile sınıf-I grubunun diğer elemanlarından farklı olan, HLA-G molekülünün, 4 tane (G1, G2, G3, G4) membrana bağlı, 3 tane (G5, G6, G7) çözünen (solubl) formu vardır. Membrana bağlı G1 ve sG5, beta 2 mikroglobüline non kovalen bağla bağlanmıș 3 tane alfa globüler domaini ve bir nanomerik peptid içeren yapısı ile, klasik HLA sınıf-I molekülüne yapı olarak benzer. HLA-G1 sınıf-I moleküllerine benzer șekilde trimoleküler kompleks yapıdadır. Bu yapı, tapasin ve TAP’a bağlı mekanizmalarda olduğu gibi, molekülü endoplazmik retikulum degradasyonundan korur. Yüzeye yavaș tașınması ve yüzeyden kaybolmasının da yavașlığı ile klasik sınıf-I molekülerinden ayrılır. HLA-G’nin bu iki özelliği sitoplazma içinde bulunan kısa kuyruk yapısından kaynaklanmaktadır. Kısa kuyruk yardımı ile peptidlere düșük affinite ile bağlanan HLA-G molekülleri golgiden endoplazmik retikuluma geri çekilebilir ve molekül peptide yüksek affinite ile bağlanana kadar bu ișlemle yüzeye çıkması engellenir. Böylece kısa sitoplazmik kuyruk bir kalite kontrolü gibi ișler. Klasik sınıf-I moleküllerinin aksine, sitoplazik kuyruk endositoz yapıları içermez. HLA-G’nin yarı ömrü diğer klasik sınıf-I moleküllerinin yarı ömründen yaklașık iki kat fazladır. HLA-G, immünoglobülin benzeri transkript-2 ve 4 ve KIR2DL4 olmak üzere iki inhibitör reseptör için ligand görevi görür. HLA-G’nin fonksiyonlarını bu reseptörlerin inhibitör yapıları belirler. DÜZENLENMESİ VE EKSPRESYONU İlk dönemlerde, HLA-G ekspresyonunun sınırlı bir doku dağılımına sahip olduğu düșünülmesine karșın bugün yapılan araștırmalar doku dağılımının sınırlı olmadığını, çeșitli patolojik durumlar sırasında ekspresyonunun arttığını veya azaldığını göstermiștir. Sitokinler (IL-10, IFN-, IFN-, IFN), hormonlar ve mikroçevre etkisi HLA-G ekspresyonunu değiștiren etkenlerin en bilinenleridir. Epigenetik mekanizmaların, HLA-G ekpresyonunun düzenlenmesinde rol oynadığı bildirilmiș ve DNA metilasyonunun ve histon 31 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri bir mekanizmadır. Uyarılmıș CD4+T ve CD8+T hücreleri, NK hücreleri ve monositler, yüzeylerinde HLA-G1 bulunduran, ASH ve tümör hücrelerinden membran parçaları alabilirler. Bu üç hücre tipi HLA-G1 tașıyan hücre membranını birkaç dakika gibi kısa bir sürede alıp, birkaç saat süre ile tașıyabilir. Bu membran yaması sadece HLA-G1 değil diğer membran moleküllerini de içermektedir. HLA-G1 bulunduran hücre zarlarını tașıyan uyarılmıș CD4+T hücrelerinin çoğalmaları ve uyarıya verdikleri yanıtlar durdur. Bu hücreler HLA-G ile uyarılmıș Treg hücreleri adını alırlar. Yüzeylerinde CD4 veya CD8 (düșük seviyede), CD25 ve FOXP3 bulundururlar ve T hücre yanıtlarını IL-10 gibi çözünebilir etkenlerle baskılarlar. Kanser, viral infeksiyonlar, inflamatuvar hastalıklar ve transplantasyon gibi patolojik durumlarda, tümör hücreleri, monosit/makrofajlarda, dentritik hücreler, antijene spesifik T hücreleri, ve allospesifik CD4+ ve CD8+ T hücreleri, myokard kası ve çizgili kas hücreleri ve epitel hücreleri gibi çeșitli hücre tiplerinde HLA-G ekspresyonu gösterilmiștir. Tümör hücre yüzeyinde bulunan HLA-G, tümör hücrelerini NK hücrelerinin sitolitik etkisinden korumaktadır. Tümör hücre yüzeyinde bulunan HLA-G1 NK hücrelerindeki sitoskeleton organizasyonunu etkilyerek NK hücrelerinin hedef hücre üzerinde etkili olması gereken granüllerinin polarizasyonu bozar. NK hücrelerinin baskılanmasında hedef hücreden NK hücresine hücreler arası transferle geçen HLA-G1 de önemli rol oynar. Etkin NK hücreleri çoğalmalarını ve sitotoksik etkinliklerini durdurur ve regülatör hücre gibi davranmaya bașlarlar. Değișiklik doğrudan kazanılmıș HLA-G1 in ILT2 ile olan ilișkisine bağlıdır. HLA-G1, ILT-2’ ye klasik HLA sınıf-I moleküllerden elli kat daha fazla afinite ile bağlanarak etki eder. Organ nakillerinde greft dokusunda bulunan hücre yüzeylerinde HLA-G tașınmasının artıșı ve sHLA-G yapısının plazma seviyesinin yükselmesi nakledilen doku ya da organın ișlevselliğinin ve yașam süresinin daha uzun ve reddedilme oranının daha düșük olmasını sağlamaktadır. Bu amaçla HLA-G salgılanmasını ve yüzeyde bulunmasını arttırmaya yönelik tedavi etkenlerinin kullanımı planlanmaktadır. asetilasyonunun HLA-G ekspresyonunun engellenmesindeki rolü gösterilmiștir. Transkripsiyon mekanizmalarının her zaman protein ekspresyonu ile ilișkili olmaması, posttranskripsiyonel mekanizmaların zaman zaman birincil derecede önemli olduğunu düșündürmektedir. HLA-G’NİN İȘLEVSEL ÖNEMİ İlk yapılan çalıșmalar HLA-G molekülünün gebelik sırasında sitotrofoblastların fetomaternal yüzeyinde yerleștiğini gösterilmiștir. Bu ekspresyon sayesinde, annenin NK hücrelerinin sitolitik etkisi engellenir ve fetus olușabilecek hasara karșı korunmuș olur. HLA-G gibi progesteron da gebelik döneminde trofoblastlarda oldukça yüksek miktarlarda eksprese edilmektedir. Her ikisinin birlikte atıșı bağıșıklık sistemini düzenleyici etki gösterir. Maternal-Fetal aralıktaki moleküller, immün sistem üzerindeki baskılayıcı etkileri olduğu bilinen mezenkimal kök hücrelerle (MKH) ilișki halindedir. Yüzeylerinde tașıdıkları PGE2, HGF ve IDO gibi moleküllerle T hücre uyarılmasını, NK hücre sitotoksisitesini ve DC’in olgunlașmasını düzenlerler. MKH’ lerden salgılanan HLA-G5, MKH’lerin bağıșıklık sistemini baskılayıcı etkilerine katılır. Fetal ve erișkin MKH’lerde HLA-G5 gen transkripsiyonu gösterilmekle birlikte protein sadece fetal MKH’de bulunmuștur. HLA-G5, IL-10 salgılayan TH2 (T helper 2) hücrelerinin de olușumunu desteklemektedir. Hem IL-10 hem HLA-G5 MKH aracılı bağıșıklık sistemini baskılanması için gereklidir. MKH’lerin CD4+, CD25high, FOXP3+ Treg hücrelerinin fonksiyonunu arttırma yeteneği, salgıladıkları HLA-G5 e bağlıdır. HLA-G5 sadece MKH’de değil aynı zamanda erișkin ve fetal kemik iliğinde eritroit progenitör hücrelerde de bulunur. Bu ekspresyon kemik iliğinde yüksek oranda Treg hücre olușmasına neden olmaktadır. MKH’lerin yüzeyinde bulunan HLA-G5 etkisi NK hücrelerinden salgılanan IFN-’yı da baskılamaktadır. Membrana bağlı HLA-G molekülünün hücreler arası nakledilmesi bu molekülün etki yollarından birisidir. Trogositozis hızlı hücre-hücre teması ile olușan ve hedeflenen molekülün membran ile birlikte bir hücreden diğerine geçișini sağlayan 32 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR 4. Sheshgiri R, Rao V, Tumiati LC, Xiao R, Prodger JL, BadiwalaM, Librach C, Delgado DH Progesterone induces human leukocyte antigen-g expression in vascular endothelial and smooth muscle cells. Circulation 2008; 118:S58–S64 5. Carosella ED, Gregori S, Rouas-Freiss N, Lemaoult J, Menier C, Favier B The role of HLA-G in immunity and hematopoiesis. Cellular and Molecular Life Sciences 2011;68:353-68 1. Urosevic M, Reinhard D, et al. HLA-G-An ace up the sleeve? ASHI Quarterly. 2002; 3rd Quarter; 106-109. 2. Lemaoult J, Le Discorde M, Rouas- Freiss N, Moreau P, Menier C, McCluskey J, Carosella ED, et al.Biology and functions of human leukocyte antigen-G in health and sickness. Tissue Antigens; 2003; 62: 273-284. 3. Bahri R, Naji A, Menier C, Charpentier B, Carosella ED, Rouas-Freiss N, Durrbach A Dendritic cells secrete the immunosuppressive HLA-G molecule upon CTLA4-Ig treatment: implication in human renal transplant acceptance. J Immunol 2009; 183:7054–7062 33 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Tümör Mikroçevresinde Kemokin Ağı GÜNEȘ ESENDAĞLI Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) T ümörleșme sürecinde gözlenen immün aktivite, hücrelerin çoğalma, canlılık ve göç etme özelliklerini teșvik eden yara iyileșmesi veya kronik inflamasyon yanıtlarıyla benzerlik gösterir. Tümör dokusu bazı immün hücreler (düzenleyici T hücreler (Treg), M2 makrofajlar vb.) tarafından seçici olarak infiltre edilirken, bazıları (NK hücreler, tip 1 yardımcı T hücreler (Th1) vb.) tümör mikroçevresi dıșında tutulur. Bu durum, tümör hücrelerinin anti-tümör immün yanıtlardan saklanmasını veya kaçıșını destekleyebilir. Kanser gelișimi sırasında stromal bileșenlerin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Tümör stroması, neoplastik hücrelerin büyüme, canlılığı sürdürme ve invazyon yeteneği kazanmalarına yardımcı olan, ekstrasellüler matriks moleküllerinin ve aracı faktörlerin sentezlenmesini sağlar. Bu süreçte stromal fibroblastlar, dokunun yeniden șekillendirilmesini ve yara iyileșmesini düzenleyen temel hücrelerdir. Tümör mikroçevresindeki fibroblastlar, anjiyojenik ve inflamatuvar faktörler salgılayarak, hem tümör dokusunun kanlanmasına hem de tümörün ilerlemesine neden olacak immün hücrelerin bölgeye toparlanmasına neden olurlar. İmmün sistem hücrelerinin inflamatuvar sinyallerin kaynaklandığı bölgelere doğru yönelmesi ‘kemokin’ denen moleküllerin aracılığıyla gerçekleșir. Yeni üyelerin keșfedilmesiyle giderek genișleyen kemokin ailesi farklı lökosit tiplerinin kan veya lenf dolașımından dokulara göç etmesini sağlar. Kemokinler, bulundukları doku ve koșullara bağlı olarak, düșük düzeyde sürekli (homeostatik) veya yüksek düzeyde geçici (inflamatuvar) ekspresyona sahip olabilirler. Homeostatik kemokinler (örneğin, CXCL12, CCL19 vb.) yapısal hücre trafiğini ve immün gözetim sırasındaki lökosit seyrini kontrol ederler. Bu kemokinler inflamasyon sırasında artmaya meyillidir. İnflamatuvar kemokinler (örneğin, CXCL1, CCL2, CCL5 vb.) ise normal koșullarda eksprese edilmezken doku hasarı, enfeksiyon gibi uyarımlar sonucunda sentezlenirler. Tümör mikroçevresinde ise, gerek homeostatik gerekse inflamatuvar kemokinler farklı düzeylerde eksprese edilmektedir. Aynı zamanda, burada artıș gösteren proteolitik enzimler hali hazırda yüksek plazma konsantrasyonuna sahip homeostatik kemokinleri ișleyerek biyoaktivite kazanmalarına neden olur. Böylelikle, immatür veya naif immün hücreler 34 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR tümör mikroçevresine yönlendirilir. Ayrıca, tümör hücreleri veya tümör stroması da kemokin ve kemokin reseptörlerini bizzat eksprese ederek otokrin veya parakrin yolaklar aracılığıyla motilite kazanabilir. Bu konușmada, tümör ve immün sistem ilișkisinde kemokinlerin oynadığı rol vurgulanacaktır. Ayrıca, fonksiyonel karakterizasyonu yeni yapılan bir kemokin olan chemerin ve reseptörü CMKLR1’in tümör mikroçevresindeki varlığı, ekspresyonunun düzenlenmesi ve potansiyel fonksiyonları hakkında yeni veriler anlatılacaktır. 1. RAMAN, D., Sobolik-Delmaire, T., Richmond, A. Chemokines in health and disease. Exp Cell Res, (2011). 2. ALI, S., Lazennec, G., Chemokines: novel targets for breast cancer metastasis. Cancer Metastasis Rev, 26 (3-4), 401-420, (2007). 3. O’HAYRE, M., Salanga, C.L., Handel, T.M.,Allen, S.J., Chemokines and cancer: migration, intracellular signalling and intercellular communication in the microenvironment. Biochem J, 409 (3), 635649, (2008) 4. YOSHIMURA, T., Oppenheim, J.J. Chemokinelike receptor 1 (CMKLR1) and chemokine (C-C motif) receptor-like 2 (CCRL2); Two multifunctional receptors with unusual properties. Exp Cell Res, (2010). 35 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri T Lenfositlerde p53 Fonksiyonu ve DNA Hasar Yanıtlarında Rol Oynayan Yeni Faktörler EMRE DENİZ, MANOLYA ÜN, JITKA ERYILMAZ, BATU ERMAN Sabancı Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik Programı, Orhanlı, Tuzla, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) M aktivasyon fonksiyonunu baskıladığını ve metilasyona uğrayan K382 amino asidini içermeyen p53 alternatif splays versiyonlarını (p53beta) baskılayamadığını belirledik. Ayrıca bu bağlanma cebini içermeyen MAZR/Patz1 alternatif splays versiyonlarının da p53 aktivitesini baskılayamadığını belirledik. p53 proteini T lenfosit gelișiminde, T hücresi reseptörü (TCR) genlerinde V(D)J rekombinasyonu sonucunda olușan DNA hasarının algılanmasında görev almaktadır. MAZR/Patz1 proteininin epigenetik mekanizmalar ile DNA hasar yanıtları sırasında olușan kromozomlar üzerindeki focus bölgelerinde p53 ve buna bağlanan 53BP1 proteininin fonksiyonlarını kontrol ettiğini düșünmekteyiz. AZR/Patz1 transkripsiyon faktörü T lenfosit gelișimi için önemli, CD8 genini baskıladığı bilinen, BTB-ZF yapısına sahip bir proteindir. Bilgisayar ortamında homoloji modellemesi tekniği kullanarak bu proteinin çinko parmak (zinc finger) bölgesinin içinde 100 amino asitlik bir bağlanma cebi olduğunu keșfettik. MAZR/Patz1 proteininin bu bağlanma cebini kullarak histon H4 ve tümör baskılayıcı p53 proteinine bağlandığını belirledik. H4 ve p53 proteinlerinin iligili bölgelerinde epigenetik olarak metilasyona uğrayan H4K20 ve p53K382 amino asitleri bulunmaktadır. Deneylerimiz MAZR/Patz1 proteininin bu bölgesinin epigenetik baskılama fonksiyonu içerdiğini göstermektedir. Yüksek seviyede ifade edildiğinde MAZR/Patz1’ın p53 transkripsiyon 36 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Lökosit Adezyon Defekti (LAD) SARA ȘEBNEM KILIÇ Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmunoloji Bilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) L LAD tip 2 AD tip 1 gelișimine neden olan gen kromozom q22.3 de kodlanmıștır. Nötrofillerin enfeksiyon bölgesine ulașımında bir defekt olan bu hastalıkta lökositoz ve nötrofili bulunmaktadır. Adezyon molekül ailesindeki (integrin, selektin) defektin lökosit rolling, diapedezini bozduğu bilinmektedir. Hastalığın dikkat çekici özellikleri arasında yara iyileșmesinde bozulma, periodontal hastalıklar, tekrarlayan piyojenik enfeksiyonlar (otitis media, pnömoni, peritonit ve selülit) gelmektedir. Cilt, alt ve alt solunum yolları, bağırsak ve perirektal bölge enfeksiyonları sıktır. Etken genellikle Staphylococcus aureus veya gram (-) mikroorganizmalardır. Lezyon bölgesine nötrofiller ulașamadığından inflamasyon azdır. Gen defektinin ciddiyetine bağlı olarak enfeksiyonların șiddeti de değișmektedir. Yeni doğanlarda göbeğin düșmesi 30 günü geçmekte, omfalit sıklıkla görülmektedir. Tanıda lökositoz, nötrofili, nötrofil kemotaksisinde azalma, Rebuck pencere 1 bozulma ve flow sitometri ile CD18 ve diğer adezyon moleküllerinde olan CD11a, CD11b, CD11c de azalma kullanılır. Tedavide agresif antibiyotik tedavisi ve kemik iliği nakli önerilmektedir. Lökosit hareketinde bozukluk, mental gerilik, kısa boy ve otozomal resif kalıtımla geçen bir hastalıktır. Hastalarda Bombay tipi kan grubu bulunur. Fukoz metabolizma defekti ve lökositlerde sialil lewis X’in kaybına bağlı olarak yuvarlanma hareketi bozulmuștur. LAD tip 3 Lökosit adezyon bozukluğu olan bu tipte integrin aktivasyon moleküllerinde bir bozukluk bulunmaktadır. Șu ana kadar yaklașık 25 hasta bildirilmiș olup bunların çoğunluğunu Türk hastalar olușturmaktadır. Kanama eğilimi ve sık tekrarlayan enfeksiyonlarla karakterize olan bu bozuklukta 2 gen mutasyonu suçlanmıștır. İntegrin aktivasyon molekülleri olan CalDAGGEF1 ve Kindlin 1 mutasyonlarının ikisi bazı hastalarda saptanırken, özellikle Arap orijinli hastalarda sadece kindlin 1 mutasyonu etiyolojiden sorumlu tutulmuștur. Tedavide kemik iliği nakli gerekmektedir. 37 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR 3. Kishimoto TK, Springer TA. Human leukocyte adhesion deficiency: molecular basis for a defective immune response to infections of the skin. Curr Probl Dermatol 1989; 18: 106. 4. Etzioni A. Genetic etiologies of leukocyte adhesion defects. Curr Opin Immunol 2009 Oct;21(5):481-6. 1. Fischer A, Lisowska-Grospierre B, Anderson DC, Springer TA. Leukocyte adhesion deficiency: molecular basis and functional consequences. Immunodef Rev 1988; 1: 39-54. 2. Etzioni A. Adhesion molecule deficiencies and their clinical significance. Cell Adhesion Commun 1994; 2: 257-260. 38 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri B Lenfosit Koreseptör Eksiklikleri İSMAİL REİSLİ Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünoloji ve Alerji Bilim Dalı, Konya, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) B Kemik iliğinin öncül B hücre oranları normaldi. Ancak periferik kan ve kemik iliğindeki tüm B hücrelerinin yüzeyinde CD19 molekülü izlenemedi. CD19 gen analizinde exon 6 da prematüre stop kodon ile sonlanan bir homozigot adenin insersiyonu olduğu gösterildi. Olgumuzun B lenfositlerinin yüzeyinde CD21 molekülü de düșük bulundu, ancak CD81 ve CD225 molekül düzeyleri normaldi. Olgunun servikal lenf bezi biyopsisinde fonksiyonel germinal merkezler mevcuttu. Fakat B hücrelerinde anti-IgM uyarısı sonrası Ca+2 akımı gözlenmedi. In vitro B lenfosit proliferasyonu ileri derecede düșük saptanan hastanın, B lenfositlerinin antijen bağımlı antikor cevabında da önemli düzeyde azalma olduğu, kuduz așılamasına verdiği yetersiz immünoglobulin yapımı ile ortaya kondu. CD19 molekül eksikliğini tanımladığımız erkek olgumuzun serum IgG ve IgA düzeyi çok düșük düzeyde iken, serum IgM düzeyi normal bulundu. Bu olgunun CD19 molekülü periferik kan B lenfositlerinde saptanamazken, ilk olgudan farklı olarak CD20 ve CD22 molekül ekspresyonları da düșük idi. CD21 ekspresyonu ise ilk olgu ile benzer ve yine düșük bulundu. lenfositlerin yüzeyinde pre ve matüre B hücre reseptörleri ile birlikte CD19, CD21, CD81, CD225, vb ko-reseptörler vardır. B lenosit yanıtları ve immünoglobulin sentezinin düzenlenmesinde rol oynayan bu ko-reseptörlere ait mutasyon veya ekspresyon bozuklukları immün yetmezliğe neden olmaktadır. CD19 molekül eksikliği, ko-reseptör gen defektlerinin hipogammaglobülinemiye yol açarak bir immün yetmezliğe neden olduğunun gösterildiği ilk defekttir. CD19, olgun B lenfositlerinin yüzeyinde CD21, CD81 ve CD225 ile birlikte bir kompleks olușturmaktadır. Bu kompleks ise B hücre reseptörü ile birlikte görev yapmakta ve antijen ile uyarı sonrasındaki olayları düzenlemektedir. Sık tekrarlayan üst ve alt solunum yolu enfeksiyonu geçiren 10 yașındaki bir kız ve 12 yașındaki bir erkek olmak üzere iki olguda B lenfosit yüzeyinde CD19 molekülünün bulunmadığı saptanmıștır. İlk tanımladığımız kız olgumuzda serum IgM ve IgG düzeyleri yașa göre normalden düșük ve isohemagglütinin titresi negatif saptandı. Serum IgA düzeyi ise normaldi. Bu olgunun periferik kanda CD20 ve CD22 tașıyan B lenfosit mutlak sayısı normal olmasına rağmen CD27+ bellek B lenfositleri ve CD5+ B lenfositleri düșük bulundu. 39 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri CD19 eksikliği ile B hücre gelișimi konusunda bilinenlere katkı sağlanarak, CD19 molekülü olmaksızın B hücrelerinin gelișebileceği gösterilmiș oldu. Böylece yeni bir hastalığın tanımlanmasının ötesinde, B hücrelerinin gelișiminde rol oynayan sinyal iletim mekanizmalarına da yeni bir bakıș açısı getirilmiș ve bu konuda yeni araștırmalar için önemli ipuçları ortaya konmuștur. CD19 eksikliğinin tanımlandığı 2006 yılından sonra bu konuda artan çalıșmalar ile son 5 yılda 8 adet CD19 eksikliği olgusu bildirildi. Ayrıca CD19 molekül ekspresyonunu etkileyen ve immün yetmezliğe neden olan CD81 eksikliği ile CD19 molekül ekspresyonunu etkilemeyen ama hipogammaglobülinemi ile seyreden, CD20 ve CD21 eksiklikleri bildirildi. 3. Reisli İ, Artaç H, Pekcan S, Kara R, Yümlü K, Karagöl C, Çimen Ö, Șen M, Artaç M. CD19 Molekül Eksikliği: Bir köy taraması. Turk Arch Ped 1009: 44; 127-30 4. Artac H, Reisli I, Kara R, Pico-Knijnenburg I, Adin-Çinar S, Pekcan S, Jol-van der Zijde CM, van Tol MJ, Bakker-Jonges LE, van Dongen JJ, van der Burg M, van Zelm MC. B-cell maturation and antibody responses in individuals carrying a mutated CD19 allele. Genes Immun. 2010; 11: 523-530 5. Kujipers TW, Bende RJ, Baars PA, et al., CD20 deficiency in humans result in impaired T cell independent antibody responses. J Clin Invest 2010; 120: 214-222 6. Van Zelm MC, Smet J, Adams B, et al. CD81 gene defekt in humans disrupts CD19 complex formation and leads to an antibody deficiency. J Clin Invest 2010; 120: 1265-74 KAYNAKLAR 1. Van Zelm MC, Reisli I, van der Burg M, et al. An antibody deficiency syndrome due to mutations in the CD19 gene. N Eng J Med 2006: 354; 1901-12 2. Rump JA, Thiel J, Nikolopoulos E, et al. First case of human CD21 deficiency presenting with hypogammaglobulinemia but virtually normal specific antibody production upon vaccination. XII. Meeting of the European Society for Immunodeficiencies. 4-7 October 2006. Budapest. Abstract Book. Page: 75 40 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Kanıta Dayalı İmmünoloji Laboratuvarı GÜLDEREN YANIKKAYA DEMİREL Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) L aboratuvarda çalıșılan testler, hasta sağlığı üzerinde klinik tanı ve tedavi kararlarını yönlendirdikleri için etkilidirler. Kullandığımız yöntemlerin geçerliliğinin belirlenmesi (validasyon), geçerlilik ölçümleri için uygulanan yöntemlerin rehber bilgilere uygun olması, referans yöntemlerle analizlerin yapılması, çalıșmalarda olası pre-analitik ve post-analitik aksaklıkların sonuç bildiriminde analiz așaması ile birlikte değerlendirilmesi, uygulanan yöntemler ve raporlamanın kanıtlanabilen kaynaklardan elde edilen verilere göre düzenlenmesi hasta sağlığı için önemlidir. Kanıta dayalı laboratuvar tıbbının tüm sayılan alanlarda uygulanması, hasta bakımı ve bireysel sağlığın üst düzeyde olmasını sağlayıcıdır. Çeșitli veri tabanlarını sadece “immunology” anahtar kelimesini yazarak sadece 2010 yılı için tarama yapıldığında ortalama 53,000 makale bildirilmektedir. Bu rakamlar, günceli tümü ile takip edebilmek için bir immünologun günde 143 makale okuması gerektiğini göstermektedir. Derleme makaleler okuyarak günceli takip edebilmek için ise günde 15-16 derleme makale okumak gerekli (PubMed tarama sonuçları 08.03.2011 tarihinde “immunology” anahtar kelimesi ile İngilizce ve 01.01.2010 – 01.01.2011 tarihleri arasında arama yapılarak elde edilmiș değerlerdir). Böylesine yoğun bir bilgi yükünün olduğu alanda okumaların seçici olması kaçınılmazdır. Doğru ve güvenilir bilgiye ulașmak için, sistematik derlemeler ve meta analizler en çok kullanılması önerilen kanıt türleridir, ancak bu tür makalelerin yazılmasında da farklı uygulamalara olabilmesi nedeni ile dikkatle ve eleștirel bir bakıș açısı ile okunmaları önerilmektedir. Klinikte kanıta dayalı tıp konusunda çok sayıda derleme ve özgün makale olmasına karșın immünoloji laboratuvarı ile ilgili kısıtlı sayıda özgün makale ve derleme olduğu, taramalar sonrasında görülmektedir. Kanıtın değeri ile ilgili bir sıralama yapılırsa; sistematik derleme, metaanaliz, rehberler, “diagnostic accuracy” çalıșmaları, yayınlanmıș tek makaleler sırası ile en değerli kanıttan en az değerliye doğru bir sıralama olduğu görülmektedir. Tüm kanıta dayalı tıp incelemelerinde soru/ sorunların çözümü için așağıda verilen kısaca PICO adı ile verilen bir formül kullanılmaktadır. 41 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris P I C O Problem (Patient/Population) Intervention Comparator/control Outcome Konușma Metinleri formülü Türkçede P İ K S Problem İșlem Karșılaștırma Sonuç Laboratuvar için PICO formülünün açılımı așağıdaki gibi uygulanabilir: P Problem/Test I İșlem/Yöntem C “Comparison test” O Sonuç PICO formülüne uygun yanıt A6 siklusu kullanılarak aranmaktadır. Șekil. A6 siklusu Sor: Odaklanmıș bir soru sorulması; Bul: Soruya en uygun yanıtı bulmaya çalıșmak; Araștır: Kanıtın geçerliliğinin, keskinliğinin, etki boyutunun aranması; Analizini yap: Kanıtın incelenip araștırılması, o ortam için doğruluğunun sağlık politikaları, yerel kararlar vb doğrultusunda değerlendirilmesi; Uygula : Kararın uygulanması; Denetle: Uygulamaların denetlenmesi. Kanıt aramanın altı altın kuralı olarak adlandırılan A6 siklusu; Sor (Ask), Bul (Acquire), Araștır (Appraise), Analizini yap (Analysebazı kaynaklarda Aggregate), Uygula (Apply), Denetle (Assess) așamalarından olușmaktadır. İmmünoloji laboratuvarında yapılan tüm uygulamalar için A6 siklusuna uygun davranma alıșkanlığının kazanılması, test güvenilirliği ve geçerliliği açısından önemlidir. 42 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri 2. Glasziou P, Del Mar C, Salisbury J. Evidence-Based Practice Workbook. 2.Baskı Oxford:Blackwell Publishing BMJ Books, 2007. 3. Bossuyt X, Louche C, Wiik A. Standardization in clinical laboratory medicine: an ethical reflection. Ann Rheum Dis 67(8): 1061-1065, 2008. 4. Evidence Based Laboratory Medicine in Microbiology and Immunology. Workshop Book, Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı. Mart 2011. Kongre sırasında yapılacak sunumda, örnekleri ile bu uygulamalar ve immünolojik testlere uygulamalarda öneriler bildirilecektir. KAYNAKLAR 1. The Value of Laboratory Screening and Diagnostic Tests for Prevention and Health Care Improvement. The Lewin Group, Eylül, 2009. 43 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Otoantikorların Tayininde IFA Neleri Gösterebilir? HÜSEYİN TUTKAK Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji ve Allerjik Hastalıklar Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) H ANA (IFA) boyanma modellerinin otoantikorla ilișkileri ücre içi antijenlere karșı anormal düzeyde otoantikorların mevcudiyeti sistemik bağ dokusu hastalıklarının önemli göstergelerindendir. İndirekt İmmünfloresans testi ANA’ların rutin olarak tayininde ilk olarak tanımlandıkları 1954 yılından beri yaygın olarak kullanılmaktadır. Testte hayvan (fare, sıçan, maymun gibi) karaciğer, böbrek, mide doku kesitleri substrat olarak kullanılmıș olup günümüzde epitelyal kültür hücreleri (human larenks karsinoma hücreleri, HEp-2 hücreleri, Amerikan doku koleksiyonu CCL-23) daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Hücre siklusunun değișik așamalarında eksprese olan antijenlere karșı antikorlar doku substratlarında saptanamazken kültür hücrelerinde tesbit edilebilirler. HEp-2 hücrelerinin fiksasyon ișlemleri bazı antikorların saptanmasını güçleștirebilir. SSA/Ro antjeni asetonla daha iyi fikse edilebilirken, etanol veya metanolle fiksasyonunda SSA iyi fikse edilemez ve ANA negatif bulunmasına rağmen EIA veya immünblot yöntemlerinde SSA pozitif bulunabilir (1). ANA (IFA) yönteminde nükleus ve sitoplazmik otoantikor pozitiflikleri sayısı otuza yakın farklı boyanma modeli gösterirler. Homojen nükleer boyanma modeli, histon, dsDNA ve/veya nükleosomlara (histon-DNA kompleksi) karșı otoantikorların varlığını gösterir. HEp-2 hücrelerinde bölünen hücrelerin kromatinleri yoğun, istirahat halindeki hücrelerin nükleusu uniform tarzda boyanır. İstirahat halindeki ve mitotik hücrelerin nükleus çevresi daha yoğun boyanmasına periferal (rim) boyanma modeli olarak adlandırılır, dsDNA’ya karșı antikorların varlığını gösterir ve SLE’da gözlenebilir (1). Nükleer membran tipi boyanmada otoantikorlar, nükleer membrandaki laminlere (A, B1, B2, C), gp210 gibi nükleer pore kompleks integral proteinlerine, laminle birlikte bulunan proteinlere (LAP 1A, LAP 2) karșıdır. Bu boyanma modeli Hep-2 hücrelerinin nükleusunda homojen halka benzeri veya noktalı tarzda membran boyanması șeklinde olabilir, mitotik hücrelerin kromatini boyanmamıștır, istirahat halindeki hücrelerin nükleusu homojene benzer șekilde boyanır. Bu boyanma modeli primat karaciğer böbrek gibi dokularda hücre nükleus periferinde daha kolay fark edilebilen bir boyanma gösterir. (1, 2). Benekli tarzda boyanma histon 44 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri halindeki HEp-2 hücrelerinin nükleuslarında 40-60 arasında benek, mitotik hücrelerin kromatini belirgin benekli tarzda boyanır. Bu antikorlar CENP- B, CENP- A, CENP- C ve daha nadir olarak CENPD’ye karșıdır. CENP-F antikorları bu boyanma șeklini göstermezler. Sentromer boyama șekli sınırlı kutenöz sistemik sikleroz (CREST sendromu), primer biliyer siroz, Raynoud’s fenomeninde saptanabilir. Nükleer az nokta (p80-coilin) boyanma modelinde istirahat halindeki HEp-2 hücrelerinin nükleoplazmalarında 80 kD’luk bir protein olup Cajal cisimciği (Coiled body) olarak bilinen yapılara karșı otoantikorları gösteren en fazla 6 adet nokta (ortalama 2-3 nokta) șeklinde boyanma gözlenir ve Sjögren sendromunda, diğer inflamatuvar hastalıklar, primer biliyer siroz, kronik aktif hepatit ve sağlıklı bireylerde görülebilir. Nükleer nokta (Sp100) boyanma șeklinde istirahat halindeki HEp-2 hücrelerinin nükleoplazmalarında, boyutları değișken olabilen hücre bașına ortalama 10 nokta (en fazla 20 nokta) șeklinde boyanma gösterirler, mitotik hücre kromatinleri boyanmaz. Otoantikorlar Sp100 nükleer antijenine, promyelocytic leukemia proteinine (PML) ve NDP53’e karșı olup, sıklıkla primer biliyer sirozlu hastalarda (%30), Sjögren sendromunda, SLE ve diğer kronik inflamatuvar bağ dokusu hastalıklarında tesbit edilebilirler. Nükleolar boyanma modelinde mitoz așamasındaki HEp-2 hücrelerinin nükleuslarında kromatinler boyanmamıș, boyanmıș veya az sayıda benekli tarzda boyanmıș iken nükleoluslar boyanmıștır. Nükleolar homojen boyanma modelinde nükleolusun homojen, nükleoplazmanın zayıf homojen veya benekli boyandığı durumlarda antikor PM-Scl kompleksine karșı olabilir ve bașlıca miyositis-skleroderma overlap sendromunda ve daha az sistemik sikleroz ve miyozitis de tesbit edilirler. Bu boyanma șekli anti-Th/To antikorları olarak bilinir ve 40kDa’luk iki küçük ribonükleoproteine karșı oluștuğunda gözlenebilirler. Th/To antikorları sistemik sklerosisde, SLE, polimiyositis ve romatoid artritte saptanabilir. Nükleolar küme (clumpy), nükleulus istirahat halindeki hücrelerin nükleolusunda sıklıkla büyüklüğü ve șekli değișken küme (clumpy) tarzında boyanma, bölünen hücre kromatininde boyanabildiği durumlarda genellikle fibrillarine (U3snoRNP yi de ihtiva eden küçük nükleolar ribonükleoproteinin haricindeki çok sayıdaki antijenlere karșı otoantikorların mevcudiyetini gösterir. Birbirinden farklı benekli boyanma modelleri farklı antijenlere bağlanmayla ortaya çıkar. Beneklerin șekli ve büyüklüğü büyükten çok küçüğe doğru sıralanırken șekilleri düzgün veya çok düzensiz olabilir. Büyük benekli (nükleer matriks) tarzda boyanma modelinde, istirahat halindeki hücre nükleusları değișken büyük benekli tarzda boyanma gösterirken, mitotik hücrelerde kromozomlar boyanmamıștır ve otoantikorlar bașlıca heterojen nükleer ribonükleoproteinlere (hnRNP) karșı olabilir, SLE, RA ve MCTD gibi hastalıklarda (hnRNP-A1, A2, B2) ve siklerodermada (hnRNP-C1, C2 ve I) gözlenir. Kaba benekli boyanma, Sm ve U1-snRNP’e karșı otoantikor varsa gözlenen bir boyanma modeli olup, istirahat halindeki hücrelerde yoğun ve orta büyüklükte benekli boyanma izlenirken, mitotik hücrelerdeki kromozomlarda boyanma yoktur ve MCTD ve SLE’da tesbit edilebilirler. Antijenler küçük nükleer ribonükleoproteinleri (snRNP) içerir. İnce Benekli boyanma istirahat halindeki hücrelerin nükleusunda bazen kumlu ve hemen hemen homojene benzeyen ince benekli tarzda floresans gözlenirken kromozom ve nükleoluslarda boyanma izlenmez. Bu boyanmada antikorlar SSA (Ro), SSB (La), RNA polimeraz II ve III, Ku, Ki ve Mi-2 ye karșı olabilir. Yoğun ince benekli (DFS70) boyanma modelinde nükleoplazma yoğun ince benekli tarzda boyanırken benzer benekler mitotik hücrelerin kromozomlarında da gözlenir. Antikor, 70-kd’luk lens epitelyum kaynaklı büyüme faktörüne (LEDGF) karșı olup, sağlıklı kișiler, alopecia areatalı ve atopik dermatitli hastalarda görülebilmektedir (3,4,5,6). Çok biçimli benekli (polimorfik) (PCNA) boyanma șeklinde, G0 veya G1 fazı negatif, homojen veya benekli tarzda, DNA sentezine bağlı olarak S fazındaki hücrelerin nükleoplazmalarında inceden kaba benekliye değișen șekillerde boyanma gözlenir. Hücrelerin %30%60’ında nükleus boyaması vardır. Anti-CENP-F antikoru bu boyanma modelinden profaz ve metafazdaki sentromer boyanmasıyla ayırt edilebilir. DNA replikasyon ve tamirinde görev alan siklin olarak da bilinen DNA polimeraz destek proteine karșıdır. SLE’da %3-6 oranında olmak üzere kronik B ve C hepatitli hastalarda tesbit edilebilirler. Sentromer boyanma modelinde istirahat 45 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri edilebilirler. Sitoplazmik sitoskeleton boyanma stoplazmada fibriller tarzda aktin, sitokeratin ve vimentin gibi bileșenlere karșı otoantikor pozitifliklerinde görülür. Aktine karșı otoantikorlar (düz kas antikorları) otoimmün hepatitlerde saptanır. Sitoplazmik golgi boyanma modelinde, HEp-2 hücre stoplazmasında nükleusunun sadece bir tarafına yakın, büyüklükleri farklı olabilen benekli tarzda boyanmalar golgi kompleksi; golgin-67, golgin-95 (GM130), golgin 97, golgin-160, golgin245(p230) ve macrogolgin/giantin’e karșı otoantikorların varlığını gösterir; SLE, Sjögren sendromu ve diğer kronik romatolojik hastalıklarda saptanabilir (1,11). Sentriol boyanma modelinde, istirahat halindeki hücrelerin sitoplazmalarında 1 veya 2 nokta, mitotik hücrelerin iğ mihver kutuplarında 2 nokta șeklinde boyanma, birçok sentrosomal antijene karșı; heat shock protein glycolytic spesifik enolas (48 kDa, gg isoform), PCM-1 (228 kDa), Pericentrin (220 kDa) karșı otoantikorları gösterir. Bu nadir boyanma șekli Raynaud fenomeniyle birlikte scleroderma, CREST ve Sjögren sendromu ve diğer otoimmün hastalıklarda saptanabilir. NuMA (Nuclear Mitotic Apparatus, MSA-1 [Mitotic Spindle Apparatus] antikorları) boyanma modelinde metafaz / anafaz iğ mihver kutupları ve fiberlerinde kuvvetli, istirahat halindeki hücrelerin nükleoplazmaları ince benekli tarzda boyanma, 240 kDa luk centrophilin antijenine karșı otoantikor mevcudiyetini gösterir. Bu nadir otoantikor otoimmün hastalıklardan SLE, CREST sendromu, Sjögren sendromu, MCTD, romatoid artrit ve primer biliyer sirozda tesbit edilebilir. Midbody (MSA-2 antikorları) boyanma modelinde, otoantijenler mitotik hücrelerin midbody kısmında bulunan proteinler olup çoğu halen tam olarak tanımlanamamıștır, bu otoantikor sistemik skleroz ve Raynaud fenomeninde görülebilmektedir. CENP-F / p330d boyanma modelinde otoantikor nükleer matriksin kinetokor proteinine karșı olup, hücre siklusuna bağlı olarak sadece bazı hücrelerde gözlenir. İstirahat halindeki hücrelerde değișik yoğunlukta ince benekli, metafazda kromatinler benekli, telefazda kromatinler boyanmaz ancak yoğun sitoplazmik ve zayıf midbody boyanmaları gözlenir. Otoimmün Romatolojik hastalıklar ve kanserli hastalarda gözlenebilir. SCL-70, HEp-2 hücrelerinin nükleusunda ince benekli ve 34 kDa luk protein alt ünitesi (snoRNP) karșı antikorların bulunduğunu gösterir ve sistemik sikleroz için yüksek spesifiklikte (bu hastaların %5’inde) ve pulmoner hipertansiyonda görülür. Nükleolar benekli, istirahat halindeki hücrelerin nükleoluslarında benekli tarzda nükleolar boyanma, nükleoplazmada ince benekli boyanma, sistemik sikleroz için yüksek spesifiklikte olmakla birlikte SLE, RA ve MCTD’de de gözlenen RNA polimeraz I (RNAP I) kompleksine karșı antikorları gösterebilir. Sitoplazmik boyanma modelleri ANA (IFA) testlerinde uzun süre göz ardı edilmiș veya negatif olarak değerlendirilmiștir. Ancak günümüzde “anti nükleer antikorları” hücre nükleus ve stoplazmasında bulunan antijenlere karșı olușan “otoantikorlar” olarak tanımlamak daha doğru bir yaklașımdır. Çünki bütün otoantijenler hücrenin sadece bir bölümünde bulunmayabilirler, fonksiyonları ve değișik hücre bölümlerindeki derișimleri hücrenin fizyolojik durumuna bağlı olarak değișkenlik gösterebilir (7). Sitoplazmik ince benekli boyanma nükleus çevresinden bașlayarak hücre periferine doğru yayılır, antikorlar aminoaçil-tRNA sentetazlara (Jo-1, PL7, PL12) karșı olup idyopatik (otoimmün) miyozitis (polimiyozit/dermatomiyozit, overlap sendromunda miyozitis, yumușak bağ dokusu hastalıkları) için diyagnostik belirteçtir. Anti-Jo1 (histidil-tRNA sentetaz) ve anti-EJ (glisiltRNA sentetaz) antikorları klinik miyozit gelișmeden 5 ay önceden tesbit edilebilmektedirler (8,9). Sitoplazmik büyük benekli boyanma stoplazmaya yayılmıș olup lisosomlar ve endosom gibi organellere karșı otoantikorları gösteririr. Sitoplazmik kaba benekli ipliksi (mitokondri) boyanma, çoğunlukla M2’ye karșı gözlenir ve primer biliyer karaciğer sirozu (%95’inde antikor M2’ye karșı), diğer kronik karaciğer hastalıkları, SLE ve sistemik siklerozda görülebilirler (10). Sitoplazmik homojen (ribozomal) boyanma modelinde çekirdek çevresinde kuvvetli homojenden ince benekliye diffüz boyanmanın yanı sıra ribozom sentezinin merkezi olan nükleolusta da boyanma gözlenir. Mitotik hücre kromatini negatifdir. Otoantikorlar ribozomal P fosfoproteinlerden P0 (38 kDa), P1 (19 kDa) ve P2 (17 kDa) ye karșı ve diğer antijen hedefleri 28S tRNA, S10, Ja, L12, ve L5/5S’ye karșı olușurlar. Bazen dsDNA antikorlarının yokluğunda SLE’li hastaların %10-20’sinde tesbit 46 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri nükleolar boyanma modeli gösterirler. Otoantikor topoizomeraz 1 (native formu 100 kDA, 70 kDA)’e karșıdır. Sistemik sklerozlu hastalarda görülür ve oldukça spesifiktir (1). Anti-ds DNA (çift sarmallı) antikorları, çift sarmallı DNA (dsDNA)’ya karșı antikorlar aktif ve tedavi almamıș SLE hastaların büyük bölümünde (%60-70) mevcuttur (özgüllüğü %95, duyarlılığı %30-70). Discoid lupus ve subakut lupusta bulunmaz. Anti-dsDNA antikorları, SLE’nın tanısında ve hastalığın aktivitesinin takibinde önemlidir. Bu antikorlar farklı yöntemlerle tayin edilebilir. Çift sarmallı DNA’ya karșı antikorlar, bir haemoflagellates olan Crithidia luciliae’nın substrat olarak kullanıldığı indirekt immünfloresans testi (CLIFT), radyoaktif ișaretli DNA ile dsDNA ya karșı antikorun seviyesinin tayin edilebildiği Farr testi ve enzim immünassay (EIA) yöntemiyle tayin edilebilirler. CLIFT yönteminde kullanılan Crithidia luciliae’nın dev çift sarmallı DNA içeren mitokondrisi kinetoplast adı verilen tek yapıda bulunur. dsDNA antikor pozitifliğinde kinetoplastlar floresans mikroskopta yeșil renkli floresans verirler. CLIFT yönteminin dsDNA antikorlarının tayininde tarama testi olarak özgüllüğü daha yüksektir. Duyarlılığı Farr testiyle kıyaslanabilir ancak yarı kantitatif olması ve değerlendirmenin floresans mikroskopta yapılması nedeniyle antikor düzeylerinin takibinde önerilmez. Bu yöntemle antikorun Ig sınıfı ve alt sınıf tayini yapılabilir (12,13). Anti nötrofil sitoplazmik antikorları (ANCA) primer vaskülitler, Wegener granülamatozu, mikroskopik polianjiitis, Churg-Strauss sendromu ve idiopatik rapidly progressiv glomerulonefritler için yararlı bir tanı belirtecidir, anti-glomerul bazal membran hastalığında da bulunabilir. ANCA, nötrofiller substrat olarak kullanılarak indirekt immunfloresans yöntemle tayin edilebilir. Etanolle fikse edilmiș nötrofillerde pozitiflik; sitoplazmik ANCA (cANCA) veya periferal ANCA (pANCA) olarak verilir. pANCA pozitifliği formalinle fikse nötrofillerde sitoplazmik benekli floresans (cANCA görünümü) görünümüyle teyit edilebilir. Etanolle fikse nötrofillerde pANCA görünümü, formalin fikse nötrofillerde negatif ise bu durumda ANA pozitifliği veya atipik pANCA (formalin sensitif pANCA) söz konusudur. cANCA pozitifliğinde, antikorlar bașlıca serin proteinaz 3 (PR3, 29 kDa)’e karșı olup Wegener granülamatozu ve küçük damar vaskülitlerinde tesbit edilebilir. pANCA pozitifliğinde, antikorlar büyük ölçüde miyeloperoksidaz (MPO, 118 kDa)’a karșı olmakla birlikte laktoferrin, elastaz, cathepsin G, lizozim, azurosidin, katalaz, beta-glukorinadaz ve BPI (Bactericidal permeability increasing protein) karșı olușmuș antikorlar, Churg-Strauss sendromu, mikroskopik polianjiitis, izole idiopatik kresenting glomerulonefritlerde görülebilmektedir. (7). Anti-adrenal cortex antikorlar ve Addison hastalığı İdyopatik Addison hastalığının organ spesifik otoimmün bir hastalık olduğu, adrenal korteksle reaksiyon veren antikorların gösterilmesiyle ortaya konmuștur. Steroidlerin yan zincirlerini kaldıran enzimlerin (P450 scc), 17[alfa]-hidroksilaz (P450c17) ve 21-hidroksilaz (P450c21) Addison hastalığında otoantijenler olarak tanındığı gösterilmiștir. Addison hastalığında anti-adrenal korteks (%60-75) ve anti-21 hidroksilaz antikorlarının pozitifliği gösterilmiștir (8). Anti-mitokondriyal antikorlar (AMA) ve primer biliyer siroz (PBS) Primer biliyer sirozlu hastaların %90’nında AMA pozitifliği saptanır. AMA IFA testinde maymun veya rodent böbrek doku kesitleri kullanılır. AMA-M2 (PDH-E2) IFA testi pozitif ise böbrek dokusu proksimal ve distal tübül hücre stoplazmalarında benekli tarzda boyanma görülür. AMA pozitifliği ANA (IFA) testinde tipik benekli ve ipliksi sitoplazmik boyanmaya neden olur. AMA negatif PBS’li hastalarda ANA IFA testinde, nükleer noktalı (Sp100) ve nükleer membran proteinlerine (laminlere) karșı boyanmalar PBS’li hastalara için yüksek spesifiklik gösterir. PBC’da birçok mitokondriyal otoantikor, antijenin mitokondri membranın içinde veya dıșında lokalizasyonuna, tripsine duyarlılık ve elektroforetik özelliklerine göre M1 den M9’a kadar sınıflandırılmıștır (8,10,14). Anti-adacık hücre antikoru ve tip 1 diyabet Pankreatik adacık hücre antikorları (AHA) ve insülin, glutamik asid dekarboksilaz (GAD,65-kDa) 47 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri ve tirozine fosfataz like (IA-2) proteine karșı antikorlar tip 1 diyabet (insülin bağımlı diabetes mellitus) için öncül belirteçlerdir. Pankreas adacık hücrelerine (islet cell) karșı antikorlar, pankreas fonksiyonun kronik endokrin bir hastalığı olan tip 1 diyabetli hastaların %80-90 ‘nında tesbit edilebilir. Bu otoimmün hastalıkta Langerhans’ın insülin üreten adacık B hücreleri etkilenir. Bazı hastalarda erken semptomlar görülmeden önce adacık antikorları olușabilirken, her zaman tesbit edilemeyebilir. Diyabet ilerlerken antikor titresi düșer. AHA IFA yönteminde maymun pankreas frozen kesitleri kullanılır. Adacık antikor pozitif örneklerde antikorun bağlandığı pankreas adacık hücrelerinin sitoplazmalarında düz veya benekli tarzda yeșil floresans gözlenir (8). 3. Watanabe A, Kodera M, Sugiura K. et all. AntiDFS70 antibodies in 597 healthy hospital workers. Arthritis & Rheumatism. 2004; 50(3): 892-900. 4. Tutkak H, Kayasu D, Akbay S, Alpan F, Özdemir F, et all. Anti-DFS70/LEDGF antibodies; one of the high incidence antinuclear antibody pattern of Hep-2 cells in the indirect immunoflorescence assay. 2nd Mediterranean Clinical Immunology Meeting Antalya-Turkey, Absract book, 2008, p 80-81. 5. Okamoto M, Ogawa Y, Watanabe A, et all. Autoantibodies to DFS70/LEDGF are increased in alopecia areata patients. Journal of Autoimmunity 2004;23:257-266. 6. Sugiura K, Muro Y, Nishizawa Y. et all. LEDGF/ DFS70, a major autoantigen of atopic dermatitis, is a component of keratohyalin granules. Journal of Investigative Dermatology 2007;127:75-80. 7. Stinton LM, Fritzler MJ. A clinical approch to autoantibody testing in systemic autoimmune rheumatic disorder. Autoimmunity reviews 2007;7:7784. 8. Bizzaro N. Autoantibodies as predictors of disease: the clinical and experimental evidence. Autoimmunity reviews 2007;6:325-333. 9. Sarkar K, Miller FW. Autoantibodies as predictive and diagnostic marker of idiopathic inflammatory myopaties. Autoimmunity 2004;37:291-294. 10. Czaja AJ. Autoimmune liver disaese. Current Opinion in Gastroenterology. 2009;25:215-222. 11. Fritzler MJ. Challenges to the use of autoantibodies as predictors of disease onset, diagnosis and outcomes. Autoimmunity Review 2008;7:616620. 12. Kumar Y, Bhatia A, Minz RW. Antinuclear antibodies and their detection methods in diagnosis of connective tissue diseases: a journey revisited. Diagnostic Pathology 2009;4(1):1-10. 13. Kurien BT, Scofield RH. Autoantibodies determination in the diagnosis of sytemic lupus erythematosus. Scandinavian Journal of Immunology 2006;64:227-235. 14. Kumagi T, Heathcote EJ. Primary biliary cirrhosis. Orphanet Journal of Rare Disease 2008;3:1-17. 15. Bagnasco M, Grassia L, Pesce G. The management of the patient with unexpected autoantibody positivity. Autoimmunity reviews 2007;6:347-353. Anti-doku transglutaminaz antikorları ve çölyak hastalığı Anti-doku transglutaminaz (anti-tTG) ve antiendomysial (EMA) antikorlar çölyak hastalığının tanısında yararlanılan serolojik testlerdir. EMA IFA yöntemiyle tayininde primat distal özafagusu veya karaciğer kesitleri (anti-retikülin antikorlar) kullanılabilir, özgüllüğü yüksek olmasına karșın duyarlılığı düșüktür. Anti-tTG testinin yüksek özgüllük ve duyarlılığı nedeniyle çölyak tanısında daha fazla tercih edilmektedir (15). Anti-Saccharomyces cerevisiae antikorları (ASCA) ve Crohn hastalığı Anti-Saccharomyces cerevisiae antikorları Crohn hastalığının tanısında kullanılmakta olup, kronik inflamatuvar barsak hastalıklarının tanısal sınıflamasında yeni olanaklar sunmuștur. Testin Crohn hastalığı için özgüllüğünün yüksek olmasına karșın duyarlılığı düșüktür (8). KAYNAKLAR 1. Muro Y. Antinuclear antibodies. Autoimmunity 2005;38(1):3-9. 2. Kavanaugh A, Tomar R, Reveille J, Solomon DH, Homburger HA. Guidelines for clinical use of the antinuclear antibody test and tests for spesific autoantibodies to nuclear antigens. Arch Pathol Lab Med 2000;124: 71-81. 48 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Sitokinlerde Gelinen Nokta GAYE ERTEN İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) S biçimde șekillendirilmesine büyük katkı sağlamakta, immün yanıt sırasında lenfositlerin büyüme ve farklılașmaları üzerine etki göstererek immün yanıtın șiddetini ve șeklini düzenleyebilmektedir. Mikrop ve diğer antijenlere karșı yanıtta salgılanan ve immün/enflamatuvar reaksiyonları düzenleyen bu polipeptid moleküllerin sayısı son yıllarda yapılan pek çok çalıșma ile hızla artıș göstermektedir. Özellikle bazı hastalıklarda vücuttaki sitokinler arasındaki dengenin önem kazandığı ve bu yolla bazı tedavi seçeneklerinin değerlendirildiği gerçeğinden yola çıkarak bu sunumda özellikle son yıllarda saptanan ve üzerinde çalıșmaların yoğunlaștığı yeni sitokinlerle ilgili bilgiler irdelenecektir. itokinler, doğal ve kazanılmıș immünitede rol oynayan geniș bir protein ailesidir. Genel olarak düșük molekül ağırlığına sahip olan bu aile; vücutta hücre büyümesi, hücre aktivasyonu, enflamasyon, immünite, doku onarımı, fibroz ve morfogenez gibi önemli biyolojik süreçlerin düzenlenmesinden sorumludur. Aynı sitokin farklı hücre tipleri tarafından sentezlenebilmekte ve her bir sitokin genellikle birçok farklı sitokin üzerinde etki gösterebilmektedir. İmmün sistem hücreleri arasındaki iletișimi sağlayan ve konağın patojenlere karșı sergilediği dirençte önemli rol oynayan sitokinler doğal ve edinsel immün yanıt arasında bir ilișki olușturabilmektedir. Sitokinler farklı hücre tipleri üzerine etki ederek gerekli olan immün yanıtın en uygun 49 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri Mezenkimal Kök Hücreler ve Astım TUNÇ AKKOÇ Marmara Üniversitesi, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) M ezenkimal kök hücreler (MKH), stromal orijinli, kendilerini yenileyebilen ve farklı hücre serilerine farklılașma kapasitesinde olan hücrelerdir. Önceleri, kemik iliği stromal hücreleri arasındaki popülasyon içinde fibroblastik colony unit olarak (1), sonraları ilik stromal hücleri ve son olarak MKH’leri olarak tanımlanmıșlardır (2). MKH’leri günümüzde birçok farklı hücrelerden izole edilebilmektedir. Bu hücreler arasında göbek bağı kanı, Wharton’s jelly, plasenta, ve adipoz dokusu sayılabilmektedir (3-9). Summer R ve ark. 2007 yılında MKH’leri erișkin fare akciğerinden izole etmișlerdir (10). Yapılan diğer çalıșmalarda neonatların ve akciğer transplantı yapılmıș alıcıların akciğerlerinden de MKH’ler izole edilmiștir (11-12). MKH’ler yüzeylerinde kendilerine özgü proteinleri eksprese ederler. Uluslararası Hücresel Tedavi Derneği’nin (International Society for Cellular TheraphyISCT) Mezenkimal ve Doku Kök Hücre Komitesi insan MKH’lerine ait minimal kriterler ișaret etmiștir (Tablo1) (13). Tablo 1. Uluslararası Hücresel Tedavi Derneği’nin (International Society for Cellular Theraphy-ISCT) Mezenkimal ve Doku Kök Hücre Komitesi insan MKH’lerine ait minimal kriterleri 1. Standart kültür ortamında plastik yüzeylere yapıșırlar. 2. Yüzeylerinde CD73, CD90, ve CD105 eksprese ederler. 3. Yüzeylerinde CD11, CD14, CD19, CD34, CD45, CD79, HLA-DR eksprese etmezler. 4. Osteoblast, adipocyte ve chondroblasta farklılașabilirler. MKH’ler in vitro ortamda havayolu ve/veya alveolar epitelyum hücrelerinin fenotipik ișaretlerini gösterir șekilde uyarılabilirler ve sistemik uygulanım sonrasında havayolu ve/veya alveolar epitelyumla, interstitiumla veya vasküler endotel ile engraft olurlar veya kaynașırlar. Ancak bu engrafment çok sık olmamaktadır ve hala araștırma konusudur. Halen MKH’lerin kemiricilerde, 50 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri proinflamatuvar sitokin salınımını azalttığı gösterilmiștir (17). Bașka akciğer hasar modelinde, monocrotaline (MCT)’e bağlı geliștirilen pulmoner kas hasarında, kemik iliği kökenli MKH’lerin intratrakeal uygulanmasının pulmoner hipertansiyonu düșürdüğü gösterilmiștir (20). Sıçanlarda yapılan bir bașka çalıșmada otolog adipose kökenli stromal hücrelerin sistemik uygulanmasının elastaza bağlı amfizemi engellediği gösterilmiștir (21). Bu çalıșmalar, MKH’lerin akciğere engraft olmadan, belirgin immünomodülatör etkilerinin olduğunu göstermektedir. Ancak bu konu ile ilgili halen bilinmeyen etki mekanizmaları vardır. Bununla beraber yapılan tüm bu çalıșmalar sonucu elde edilen verilerle MKH’lerin muhtemel immunomodülatör etki mekanizması hakkında önemli bilgiler edinilmiștir (Șekil 1). MKH’ler bulundukları farklı mikroçevre ile etkileșime girerek birçok farklı medyatörler salgılarlar (22-24). Örneğin, kemik iliğinde bulunan MKH’ler hematopoietik hücre proliferasyonunu ve gelișimini destekleyen G-CSF, SCF, LIF, M-CSF, IL-6, ve IL-11 gibi sitokinler ve gelișim faktörlerini salgılarlar (25). MKH’lerin, kemik iliği hematopoezini destekleyen ve proinflamatuvar bir sitokin olan IL-1a ile uyarılması G-CSF, M-CSF, IL-6, ve IL11 salınımı arttırmaktadır (26-29). MKH’lerden salınan inflamatuvar medyatörler, akciğer hasarının olușumundaki farklı mikroçevre faktörlerine bağlı olmaktadır (22-24). MKH’ler TNF-, IL-4, IL-17, IFN-, TLR-4 gibi çok çeșitli kemokin ve sitokin reseptörlerini eksprese ederler (30-31). belirgin akciğer engraftmanı olmadan, akut akciğer inflamasyonunda ve fibrosisde rol oynadığı üzerine çalıșmalar yapılmaktadır. Ortiz La ve ark, intratrakeal bleomycin uygulamasından sonra kemik iliği kökenli MKH’lerin intratrakeal ve sistemik verilmesinin, akciğerde kollejen birikimini, fibrosisi ve matriks metalloproteinazı düșürdüğünü göstermișlerdir (14). Aynı grubun 2007 yılında yaptığı diğer çalıșmada bu etkiden MKH’lerin IL-1 reseptör antagonistini salgılamasının rol oynadığını göstermiștir (15). MKH’lerin akciğerde endotoksine bağlı hasarda koruyucu etkisi üzerine çalıșmalar yapılmıștır. Bu çalıșmalar birinde, endotoksinin intratrakeal yolla verilmesinden 4 saat sonra MKH’ler de intratrakeal yolla uygulanmıș ve sadece endotoksin uygulanmıș grup ile kıyaslandığında mortalitenin düștüğü ve bronkoalveolar sıvıda TNF- ve makrofaj inflamasyon proteini (MIP)-1b gibi proinflamatuvar medyatör konsantrasyonlarının düștüğü görülmüștür (16). Bunun yanında MKH’lerin endotoksin verilmesi ardından sistemik uygulanmasının da akciğerde inflamasyonu azalttığı gösterilmiștir (15, 17-19). Angioprotein-1 eksprese eden MKH’leri endotoksine bağlı gelișen akciğer hasarını azaltmaktadır (18,19). Bununla beraber angioprotein-1 eksprese eden deri fibroblastlarının sistemik uygulanması endotoksine bağlı geliștirilen akut akciğer hasarını azalttığı gösterilmiștir (20). Bu çalıșma akut akciğer hasarında, hücresel tedavinin bașarılı olduğunu göstermektedir. MKH’lerin LPS’e maruz kalmıș farelerden izole edilen akciğer hücreleri ile kültürü, akciğer hücrelerinden Şekil 1. MKH’lerin in vitro immünomodülatör etkileri. DC= dendritik hücre; HGF= hematocyte growth factor; NK= Doğal öldürücü hücreler; PGE= prostaglandin E; TGF= transforming growth factor; TLR= Toll-like receptor. (22) 51 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri IL-17 reseptörü MKH’lerde yüksek oranda eksprese olurlar ve yapılan son çalıșmalarda IL17 MKH’ler için önemli proliferatif uyaran olarak gösterilmiștir (32). IFN- ile uyarım MKH’lerde MHC ekspresyonunu ve kostimulatör molekül gösterimini değiștirmektedir. Bununla beraber, MKH’lerin akciğer hasarı olduğunda farklı medyatörler ile uyarımındaki etkileri üzerine yeterince çalıșma bulunmamaktadır. MKH’ler aynı zamanda T hücreleri, B hücreleri, NK hücreleri ve dendritik hücreler gibi immün sistemde immünregülasyonda rol alan hücrelerin proliferasyonlarını ve fonksiyonlarını baskılayıcı etkide de bulunmaktadır (Șekil 1) (24,33). Alloantijenlere veya mitojenik uyarıma karșı MKH’ler T hücre proliferasyonunu, aktivasyonunu ve sitokin salınımını baskılamaktadır. Ancak mekanizma ile ilgili bilgiler yeterli olmamakla birlikte bu etkinin hücre-hücre etkileșimi veya salınan birtakım medyatörler aracılığı ile olduğu düșünülmektedir (22-24). Yapılan birtakım çalıșmalar MKH’lerin düșük seviyede HLA sınıf I molekülünü eksprese ettiklerini buna karșın T hücresine bağlı hücresel immün yanıtta önemli rol oynayan HLA sınıf II molekülünü ve kostimülatör moleküllerden CD40, CD80 ve CD86’yı eksprese etmediklerini göstermektedir (35-36). Bu sonuçlar MKH’lerin immünojenik sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu özellikleri ile klinikte hem otolog hem allogenik MKH’ler GVHD ve Chron’s hastalığı gibi immün sistem hastalıklarında kullanılabilirler (36-38). Yapılan çalıșmalar tedaviye dirençli olan Crohn’s hastalığında MKH uygulamasının etkili ve güvenilir olduğu, herhangi ciddi bir yan etkinin görülmediğini göstermiștir. Buradan yola çıkarak immün sisteme bağlı gelișen akciğer hastalıklarında da etkili ve güvenli kullanılabileceği üzerine yaklașımlar vardır. Allerjik astım, saman nezlesi, ekzema ve gıda allerjisi gibi allerjik hastalıkların insidansı son yıllarda hızla artmaktadır. Bronșiyal astımın olușmasında allerjen maruziyeti, enfeksiyonlar ve diğer çevresel uyarılar gibi ekzojen faktörlerler etkili olmakla birlikte genetik faktörlerin de önemli yeri vardır (39). Astım; havayollarında çeșitli çevresel allerjenlere karșı așırı hassasiyet sonucunda ortaya çıkan ve çoğunlukla geri dönüșümlü olan yaygın, obstrüktif kronik akciğer hastalığı olarak tanımlanmaktadır (39,40). Kronik astımlı hastalarda șiddetli hava yolu inflamasyonu ve așırı duyarlılıkla birlikte serum IgE düzeylerinde artma olmaktadır (41). Allerjen-spesifik CD4+ T yardımcı (Th) hücreleri allerjik hastalıkların olușmasından sorumlu ilk immün değișiklik olmaktadır. Yapılan çalıșmalar Interlökin (IL)-4 sitokininin naive T hücresi üzerine etki ederek antijen sunumunu takiben Th2 tip hücreye dönüșmesini sağladığını göstermektedir (42,43). Efektör Th2 hücreleri birçok regülatör ve etkili fonksiyonda rol alan IL-4, IL-5 ve IL-13 sitokinlerini salgılamaktadır. Bu fonksiyonlar B hücrelerinden salınan allerjen spesifik immünoglobulin E (IgE) antikoru, eozinofil üretimi ve hedef organlara göçü, mukus üretimi ve düz kas kütlesinin artması olarak sayılabilir (43-47). Th1 hücreleri allerjik hastalıklarda kronik fazda etkili olmaktadır. Keratonositlerin apoptozisi IFN-g sitokinlerinin salınımda önemli yer alan Th1 hücreleri ve Fas-Fas-L ekspresyonunun artması ile olmaktadır (46). Son yıllarda tanımlanan regülatör T (Treg) hücrelerinin hem otoimmünitenin hem de allerjik hastalıkların olușmasında immünsüpresif etkisi olduğunu göstermektedir. Treg hücreleri Th1Th2 hücrelerinin fonksiyonlarını baskılamaktadır (47,48). Treg hücreleri bu șekilde hem allerjik hastalıkların olușmasındaki mekanizmadan sorumlu Th2 hücrelerini hem de otoimmün hastalıklarda rol alan Th1 hücrelerinin fonksiyonlarını baskılamaktadır. Bu yüzden Treg hücreleri allerjen-spesifik immünoterapide (SIT) önemli rol oynamaktadır (49,50). Treg hücreleri immünosüpresif etkilerini Tip 1 regülatör hücreleri (Tr1), CD4+CD25+ Treg hücreleri ve Th3 hücreleri ile sağlamaktadır. Tr1 hücreleri salgıladıkları IL-10 ve TGF- sitokinleri ile allerjen spesifik Th1 ve Th2 hücreleri üzerine baskılayıcı etkide bulunmaktadır. Yapılan çalıșmalar allerjen SIT’in in vivo olarak IL-10/TGF- salgılayan Tr1 hücrelerinin olușturduğunu göstermektedir (49,50). CD4+CD25+ Treg hücreleri periferik kanda CD4+ T hücrelerinin %5-10’nunu olușturmaktadır. Bu hücreler etkili T hücre fonksiyonlarını baskılamaktadır. CD4+CD25+ Treg hücreleri Foxp3 transkripsiyon faktörünü eksprese etmektedir (51). 52 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri yapılanma görülmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi Kİ-MKH’ler immünregülatör özelliktedir ve akut inflamasyonu baskılamaktadır. Etki mekanizması olarak, Kİ-MKH’lerin dentiritik hücre aktivasyonunu ve antijen sunumu etkilediği ve T hücre efektör fonksiyonunu modüle ettiği düșünülmektedir. Bu konu ile ilgili çalıșmalar devam etmekle birlikte Kİ-MKH’lerin allerjik astım modelindeki etkisi ve hücrelerin uygulanıș yolu üzerine bir çalıșma yoktur. Akut dönemdeki astım eğer kontrol altına alınmazsa havayollarında yeniden yapılanma görülmekte ve akciğer dokusunda fibrosis meydana gelmektedir. Kronik hava yollarının yeniden modellenmesinde transforming growth factor-b ve vascular growth faktör gibi efektör moleküllerle Th2 tip hücreler ve eozinofiller gibi inflamatuvar hücreler rol almaktadır (57). Kİ-MKH’lerin sistemik uygulanması inflamatuvar akut faz cevabı baskılamakla birlikte hava yollarının yeniden yapılanmasını önleyebilmektedir. Ancak bu konu ile ilgili mekanizma çözmeye yönelik bir çalıșma yoktur. BALB/c farelerde olușturdukları Ovalbuminallerjik rinit modelinde adipose dokudan kaynaklı MKH’lerin (AD-MKH) sistemik olarak uygulamıșlar ve bu hücrelerin nasal mukozaya göç ettiklerini ve inflamatuvar yanıtın baskılandığını göstermișlerdir (58). Ayrıca AD-MKH uygulamasının allerjik ritnit modelinde serum IgE, IgG1, IgG2a, ve IgG1/IgG2a düzeylerini düșürdüğü, splenosit kültür süpernatanlarında IL-4, IL-5 düzeylerini baskıladığı, bunun yanında IFN- düzeylerini OVA-ile duyarlı farelerde sağlıklı kontrollere göre arttırdığını göstermișlerdir. Nasal mukozada yapılan histopatolojik incelemelerde de A-MKH’lerin intravenöz uygulama sonrasında nasal mukozaya göç ettikleri ve inflamasyonu ve eozinofil infiltrasyonunu azalttığını göstermișlerdir. Histopatolojik düzelmeye paralel olarak nasal semptomların da A-MKH tedavisi sonrasında azaldığını göstermișlerdir. Mezenkimal kök hücrelerin immünomodülatör etkileri hakkında yapılan çalıșmalar astım gibi immün sistemin Th2 yönüne doğru kaymasına bağlı olan hastalıklarda etkin olarak kullanımında umut verici sonuçlar vermektedir. İmmün yanıtı Th2’den uzaklaștırmaya yönelik yapılan tedavi yaklașımları astım olușumunu baskılamaktadır. Bu amaçla yapılan çalıșmaların ilkinde, pozitif tüberkülin testi ile astım ve allerji arasında ters bir ilișki olduğu ve Mycobacterium tuberculosis ile temasın, allerji ve astıma karșı koruma sağladığı gösterilmiștir. Yapılan ileri çalıșmalarda normal içme sularında, toprakta bulunabilen ve saprofitik bakteri olan Mycobacterium vaccae’nın da allerjik hastalıklarda immün dengeyi Th2’den uzaklaștırdığı gösterilmiștir (52). Mycobacterium vaccae ile yapılan diğer çalıșmalar bu bakteri sușunun BALB/c farelere uygulanması ile atopi geliștirilen farelerde IL-5 düzeyini düșürdüğü gösterilmiștir (53). CD4+CD25+ Treg hücre aktivasyonlarını arttıran etkenler arasında Mycobacterium vaccae (M.vaccae) uygulamasının etkili olduğu gösterilmiștir. Zuanny-Amorim BALB/c farelerde yaptığı çalıșmada M.vaccae uygulamasının allerjik pulmoner enflamasyon olușumunda antijen spesifik olarak koruyucu etkide bulunduğunu göstermiștir (54). Bilim dalımızda yapılan çalıșmada kronik astım modeli olușturulmuș BALB/c farelerde intranasal OVA immünoterapisi ile birlikte Mycobacterium vaccae uygulamasının akciğerde kronik astıma özgü histopatolojik değișiklikler üzerine baskılayıcı etkisi olduğu ve bununla birlikte dalak splenositlerinde Treg hücrelerin salgıladığı sitokinlerden biri olan IL-10’un arttığı gösterilmiștir (55). Atopik hastalıklarda görülen bir diğer patoloji de periferik Th1 hücrelerinin apoptozisidir. Sağlıklı bireylerde öz toleransın olușması ve immün cevabın baskılanmasında rol alan apoptosis atopik dermatitli hastaların periferik kanlarında Th1 hücrelerinin yüksek aktivasyonuna bağlı ölümünde ve Th2 tip immün cevabın olușmasında önemli rol oynamaktadır (56). Th1 hücreleri aktive olduklarında IFN- salınımını sağlamakta ve Th1 hücrelerinin Fas-Fas-L, TNFR-I gibi apoptotik reseptörlerin ekspresyonuna neden olmaktadır. Allerjik hastalıklarda Kİ-MKH’lerin immünomodülatör etkisi üzerine araștırmalar yapılmaktadır. Allerjik hastalıkların patogenezinde allerjik yanıt ve inflamatuvar/immün yanıt ve havayolu hiperreaktivitesi arasında kompleks bir ilișki vardır. Allerjik astım havayollarında yeniden 53 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR 10. Summer R, Fitzsimmons K, Dwyer D, Murphy J, Fine A. Isolation of an adult mouse lung mesenchymal progenitor cell population. Am J Respir Cell Mol Biol 2007;37:152–159. 11. Hennrick KT, Keeton AG, Nanua S, Kijek TG, Goldsmith AM, Sajjan US, Bentley JK, Lama VN, Moore BB, Schumacher RE, et al. Lung cells from neonates show a mesenchymal stem cell phenotype. Am J Respir Crit Care Med 2007;175:1158–1164. 12. Lama VN, Smith L, Badri L, Flint A, Andrei AC, Murray S, Wang Z, Liao H, Toews GB, Krebsbach PH, et al. Evidence for tissue-resident mesenchymal stem cells in human adult lung from studies of transplanted allografts. J Clin Invest 2007;117:989–996. 13. Dominici M, Le Blanc K, Mueller I, SlaperCortenbach I, Marini F, Krause D, Deans R, Keating A, Prockop D, Horwitz E. Minimal criteria for defining multipotent mesenchymal stromal cells: the International Society for Cellular Therapy position statement. Cytotherapy 2006;8:315–317. 14. Ortiz LA, Gambelli F, McBride C, Gaupp D, Baddoo M, Kaminski N, Phinney DG. Mesenchymal stem cell engraftment in lung is enhanced in response to bleomycin exposure and ameliorates its fibrotic effects. Proc Natl Acad Sci USA 2003;100:8407–8411. 15. Ortiz LA, Dutreil M, Fattman C, Pandey AC, Torres G, Go K, Phinney DG. Interleukin 1 receptor antagonist mediates the antiinflammatory and antifibrotic effect of mesenchymal stem cells during lung injury. Proc Natl Acad Sci USA 2007;104:11002–11007. 16. Lisignoli G, Cristino S, Piacentini A, Cavallo C, Caplan AI, Facchini A. Hyaluronan-based polymer scaffold modulates the expression of inflammatory and degradative factors in mesenchymal stem cells: Involvement of CD44 and CD54. J Cell Physiol 2006;207:364–373. 17. Xu J, Woods CR, Mora AL, Joodi R, Brigham KL, Iyer S, Rojas M. Prevention of endotoxininduced systemic response by bone marrowderived mesenchymal stem cells in mice. Am J Physiol Lung Cell Mol Physiol 2007;293:L131– L141. 1. Friedenstein AJ, Gorskaja JF, Kulagina NN. Fibroblast precursors in normal and irradiated mouse hematopoietic organs. Exp Hematol 1976;4:267–274 2. Caplan AI. Osteogenesis imperfecta, rehabilitation medicine, fundamental research and mesenchymal stem cells. Connect Tissue Res 1995;31:S9–S14. 3. Sueblinvong V, Loi R, Eisenhauer PL, Bernstein IM, Suratt BT, Spees JL, Weiss DJ. Derivation of lung epithelium from human cord blood–derived mesenchymal stem cells. Am J Respir Crit Care Med 2008;177:701–711. 4. Meng X, Ichim TE, Zhong J, Rogers A, Yin Z, Jackson J, Wang H, Ge W, Bogin V, Chan KW, et al. Endometrial regenerative cells: a novel stem cell population. J Transl Med 2007;5:57 5. Miao Z, Jin J, Chen L, Zhu J, Huang W, Zhao J, Qian H, Zhang X. Isolation of mesenchymal stem cells from human placenta: comparison with human bone marrow mesenchymal stem cells. Cell Biol Int 2006;30:681–687. 6. Traktuev DO, Merfeld-Clauss S, Li J, Kolonin M, Arap W, Pasqualini R, Johnstone BH, March KL. A population of multipotent CD34-positive adipose stromal cells share pericyte and mesenchymal surface markers, reside in a periendothelial location, and stabilize endothelial networks. Circ Res 2008;102:77–85. 7. Lee OK, Kuo TK, Chen WM, Lee KD, Hsieh SL, Chen TH. Isolation of multipotent mesenchymal stem cells from umbilical cord blood. Blood 2004;103:1669–1675. 8. Li D, Wang GY, Dong BH, Zhang YC, Wang YX, Sun BC. Biological characteristics of human placental mesenchymal stem cells and their proliferative response to various cytokines. Cells Tissues Organs 2007;186:169–179. 9. Yanez R, Lamana ML, Garcia-Castro J, Colmenero I, Ramirez M, Bueren JA. Adipose tissue-derived mesenchymal stem cells have in vivo immunosuppressive properties applicable for the control of the graft-versus-host disease. Stem Cells 2006;24:2582–2591. 54 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri 18. Mei SH, McCarter SD, Deng Y, Parker CH, Liles WC, Stewart DJ. Prevention of LPS-induced acute lung injury in mice by mesenchymal stem cells overexpressing angiopoietin 1. PLoS Med 2007;4:e269. 19. Xu J, Qu J, Cao L, Sai Y, Chen C, He L, Yu L. Mesenchymal stem cell-based angiopoietin-1 gene therapy for acute lung injury induced by lipopolysaccharide in mice. J Pathol 2008;214:472–481 20. McCarter SD, Mei SH, Lai PF, Zhang QW, Parker CH, Suen RS, Hood RD, Zhao YD, Deng Y, Han RN, et al. Cell-based angiopoietin-1 gene therapy for acute lung injury. Am J Respir Crit Care Med 2007;175:1014–1026. 21. Shigemura N, Okumura M, Mizuno S, Imanishi Y, Matsuyama A, Shiono H, Nakamura T, Sawa Y. Lung tissue engineering technique with adipose stromal cells improves surgical outcome for pulmonary emphysema. Am J Respir Crit Care Med 2006;174:1199–1205. 22. Stagg J. Immune regulation by mesenchymal stem cells: two sides to the coin. Tissue Antigens 2007;69:1–9. 23. Keating A. Mesenchymal stromal cells. Curr Opin Hematol 2006;13:419–425. 24. Rasmusson I. Immune modulation by mesenchymal stem cells. Exp Cell Res 2006;312:2169– 2179. 25. Haynesworth SE, Baber MA, Caplan AI. Cytokine expression by human marrow-derived mesenchymal progenitor cells in vitro: effects of dexamethasone and IL-1 alpha. J Cell Physiol 1996;166:585–592. 26. Stolzing A, Scutt A. Effect of reduced culture temperature on antioxidant defences of mesenchymal stem cells. Free Radic Biol Med 2006;41:326–338. 27. Lisignoli G, Cristino S, Piacentini A, Cavallo C, Caplan AI, Facchini A. Hyaluronan-based polymer scaffold modulates the expression of inflammatory and degradative factors in mesenchymal stem cells: Involvement of CD44 and CD54. J Cell Physiol 2006;207:364–373. 28. Engler AJ, Sen S, Sweeney HL, Discher DE. Matrix elasticity directs stem cell lineage specification. Cell 2006;126:677–689. 29. Gregory CA, Ylostalo J, Prockop DJ. Adult bone marrow stem/progenitor cells (MSCs) are preconditioned by microenvironmental “niches” in culture: a two-stage hypothesis for regulation of MSC fate. Sci STKE 2005;2005:pe37. 30. Phinney DG, Hill K, Michelson C, DuTreil M, Hughes C, Humphries S, Wilkinson R, Baddoo M, Bayly E. Biological activities encoded by the murine mesenchymal stem cell transcriptome provide a basis for their developmental potential and broad therapeutic efficacy. Stem Cells 2006;24:186–198. 31. Pevsner-Fischer M, Morad V, Cohen-Sfady M, Rousso-Noori L, Zanin-Zhorov A, Cohen S, Cohen IR, Zipori D. Toll-like receptors and their ligands control mesenchymal stem cell functions. Blood 2007;109:1422–1432. 32. Huang W, La Russa V, Alzoubi A, Schwarzenberger P. Interleukin-17A: a T-cell-derived growth factor for murine and human mesenchymal stem cells. Stem Cells 2006;24:1512–1518. 33. Prockop DJ. “Stemness” does not explain the repair of many tissues by mesenchymal stem/ multipotent stromal cells (MSCs). Clin Pharmacol Ther 2007;82:241–243. 34. Nauta AJ, Fibbe WE. Immunomodulatory properties of mesenchymal stromal cells. Blood 2007;110:3499–3506. 35. Nauta AJ, Westerhuis G, Kruisselbrink AB, Lurvink EG, Willemze R, Fibbe WE. Donor-derived mesenchymal stem cells are immunogenic in an allogeneic host and stimulate donor graft rejection in a nonmyeloablative setting. Blood 2006;108:2114–2120. 36. Le Blanc K, Rasmusson I, Sundberg B, Gotherstrom C, Hassan M, Uzunel M, Ringden O. Treatment of severe acute graft-versus-host disease with third party haploidentical mesenchymal stem cells. Lancet 2004;363:1439– 1441. 37. Le Blanc K, Samuelsson H, Gustafsson B, Remberger M, Sundberg B, Arvidson J, Ljungman P, Lonnies H, Nava S, Ringden O. Transplantation of mesenchymal stem cells to enhance engraftment of hematopoietic stem cells. Leukemia 2007;21:1733–1738. 55 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri 38. Ball LM, Bernardo ME, Roelofs H, Lankester A, Cometa A, Egeler RM, Locatelli F, Fibbe WE. Cotransplantation of ex vivo expanded mesenchymal stem cells accelerates lymphocyte recovery and may reduce the risk of graft failure in haploidentical hematopoietic stem-cell transplantation. Blood 2007;110:2764–2767. 39. Kay AB. Asthma and inflammation. J Allergy Clin Immunol.,87(5):893-910,1991. 40. Sly M. Asthma Im: Behreman RE, Kliegman RM, Jenson HB, Nelson Textbook of Pediatrics. 16th ed. Pennsylvania, Saunders. 645-97. 2000. 41. Vignola AM, Campbell AM, Chanez P, Bousquet J, Paul-Lacoste P, Michel FB, Godard P. HLA-DR and ICAM-1 expression on bronchial epithelial cells in asthma and chronic bronchitis. Am Rev Respir Dis., 148(3):689-94,1993. 42. Iwamoto I, Nakajima H, Endo H, Yoshida S. Interferon gamma regulates antigen-induced eosinophil recruitment into the mouse airways by inhibiting the infiltration of CD4+ T cells. J Exp Med., 177(2):573-6, 1993. 43. Mosmann TR, Sad S. The expanding universe of T-cell subsets: Th1,Th2 and more. Immunology Today 17:142-6;1996. 44. Ying S, Meng Q, Barata LT, Robinson DS, Durham SR, Kay AB. Associations between IL-13 and IL-4 vascular cell adhesion molecule-1 expression, and the infiltration of eosinophils, macrophages, and T cells in allergen-induced late-phase cutaneous reactions in atopic subjects. J. immunol. 158:5050-7;1997. 45. Akdis CA, Blaser K, Akdis M. Apoptosis in tissue inflammation and allergic disease. Curr Opin Immunol. 16:717-23;2004. 46. Trautmann A, Altznauer F, Akdis M, Simon HU, Dİsch R, Brocker EB, Blaser K, Akdis CA. The differantial fate of cadherins during T-cell-induced kerotinocytes apoptosis leads to spongiosis in eczamatous dermatitis. J. Invest. Dermatol 117:92734;2001. 47. Cottrez F, Hurst SD, Coffman RL, Groux H. T regulatory cells 1 inhibit a Th2 spesific response in vivo. J. Immunol. 165:4848-53;2000. 48. Akdis M, Vergahen J, Taylor A et al, immune responses in healthy and allergic individuals are characterized by fine balance between allergenspecific T regulatory 1 and T helper 2 cells. J. Exp. Med. 199:1567-75;2004. 49. Akdis CA, Blesken T, Akdis M, Wüthrich B, Blaser K. Role of IL-10 in specific immunotherapy. J Clin Invest. 102:98-106;1998. 50. Jutel M, Akdis M, Budak F, Aebischer-Casaulta C, Wryszcz M, Blaser K, Akdis AC. Il-10 and TGF-b cooperate in regulatory T cell response to mucosal allergens in normal immunity and specific immunotherapy. Eur. J.Immunol 33:1205-14:2003. 51. Fontenot JD, Gavin MA, Rudensky AY. Foxp3 programs the development and function of CD4+CD25+ regulatory T cells. Nat. Immunol 4:330-6;2003. 52. Shirakawa T, Enomoto T, Shimazu SI, Hopkin J. The invese association between tuberculin responses and atopic disorder. Science, 275:7779,1997. 53. Wang CC, Rook AGW. Inhibition of an established allergic response to ovalbumin in BALB/c mice by killed Mycobacterium vaccae. Immunology, 93:307-313,1998. 54. Zuany-Amorim C, Sawicka E, Manlius C. Suppression of airway eosinophilia by killed Mycobacterium vaccae-induced allergen-specific regulatory T-cells. Nat.Med, 8:625-629,2002. 55. Akkoc T, Bahçeciler NN, Barlan IB. Successful mucosal immunotherapy in asthma induced tolerance and M. vaccae potentiates IL-10-related tolerance in a murine asthma model. Allergy Clin Immunol Int: J World Allergy Org, Supplement 2 (2005). 56. Akkoç, T., P.J.A. de Koning, B. Rückert, I.B. Barlan, M. Akdis ve C.A. Akdis, “Increased ActivationInduced Cell Death of High IFN-g-Producing Th1 Cells as a Mechanism of Th2 Predominance in Atopic Diseases,” J Allergy Clin Immunol,2008, Mar;121(3):652-658.e1 57. Postma DS, Timens W. Remodeling in asthma and chronic obstructive pulmonary disease. Proc Am Thorac Soc. 2006 Jul;3(5):434-9. Review. 58. Cho KS, Park HK, Park HY, Jung JS, Jeon SG, Kim YK, Roh HJ. IFATS collection: Immunomodulatory effects of adipose tissue-derived stem cells in an allergic rhinitis mouse model. Stem Cells. 2009 Jan;27(1):259-65. 56 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri T Hücre Aktivasyonunu Kontrol Etmede BTLA’nın Rolü FULYA İLHAN Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Anabilim Dalı, Elazığ, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) İ mmün yanıt, çeșitli inhibisyon ve aktivasyon sinyalleri arasındaki denge ile düzenlenen dinamik bir süreçtir. İmmün regülasyonda inhibitör reseptör ailesi giderek genișlemektedir. BTLA, cytotoxic T- Lymphocyte Antigen-4 (CTLA-4) ve programmed death 1 (PD-1), CD28 ailesi negatif kostimülatör moleküller olarak gruplanmaktadırlar. Son zamanlarda keșfedilen B ve T lymphocyte attenuator (BTLA; CD272), Ig süper ailesi üyelerinden birisidir ve T hücrelerinde ekprese edilen ve (SHP)-1/SHP-2 fosfataz yolu ile hücre aktivasyonunu negatif bir șekilde düzenleyen inhibitör reseptörlerdendir. Yapı ve fonksiyon olarak da CTLA-4 ve PD-1 ile benzerlik gösterir. Ancak T hücre aktivasyonunun farklı safhalarında görev alırlar. Örneğin CTLA-4, naif T hücre aktivasyonunu düzenlerken, PD-1 T hücre aktivasyonundan sonra ekpresse olur. BTLA ise hem naif hem de aktive T hücrede, ayrıca toleransı indükleyen T hücrelerde bulunur. Kısacası T hücre aktivasyonunun tüm safhalarında etkindir ve diğer iki molekülle (CTLA-4 ve PD-1) birlikte görev yapar. Herpes Virus Entry Mediator (HVEM) de BTLA ile etkileșime giren bir reseptördür ve tümör nekrosiz faktör reseptör (TNFR) süper ailesinin bir üyesi olarak tanımlanmıștır. HVEM çoğunlukla dinlenme halindeki T hücreler, monositler, olgun olmayan dendritik hücreler (DC) ve endoteliyal hücrelerde ekprese edilir. HVEM, LIGHT ile etkileșirse kostimülatör sinyal oluștururken BTLA veya CD160 ile etkileșince koinhibitör sinyal olușturur. BTLA ise naif CD4+ ve CD8+ T hücrelerinde ekprese edilir ve daha sonra T hücre aktivasyonuyla birlikte upregüle olur. BTLA, aynı zamanda B hücreleri, makrofajlar ve kemik iliği kökenli dendritik hücrelerinde de sunulur. T hücre reseptör (TCR) ve HVEM’in stimülasyonu; BTLA’nın ekspresyonunu ve immünolojik sinapslarda birikimini düzenler. Sonuçta CD4+ T hücre aktivasyonunun düzenlenmesinde etkili inhibitör sinyallerin olușmasını sağlar. HVEM-BTLA sinyali olmayan deneysel hastalık modellerinde barsak ve akciğerlerde ciddi mukozal inflamasyon, otoimmün hastalıklara benzer tablolar ve bakteriyel enfeksiyonlara karșı gelișen immünitede bozulma dikkat çekmiștir. BTLA negatif bir reseptör olduğu için BTLA tașımayan farelerde T hücreleri, TCR ilișkili aktivasyona çok yüksek cevap verir. BTLA ya da onun ligandı olan HVEM’in eksik olduğu farelerde immün ve inflamatuvar hastalıklara karșı duyarlılık yanı sıra deneysel allerjik ensefalomyelit, alerjik solunum 57 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Konușma Metinleri KAYNAKLAR yolu inflamasyonu ve intestinal inflamasyon gibi ciddi patolojik doku değișiklikleri de gösterilmiștir. Böylece BTLA yolağının immün-inflamatuvar hastalıklarda kritik bir rol oynadığı düșünülmektedir. BTLA ve TIM 3 (T cell Ig domain, Mucin domain) T hücre aktivasyonunu inhibe eden negatif sinyali oluștururlar. B7-1 ve B7-1, CTLA-4 ile etkileștikleri bilinen iki moleküldür ve immün yanıtın negatif düzenlenmesinde rol alır. Son yıllarda B7-H3 ve B7x olarak adlandırılan iki B7 molekülü daha izole edilmiștir. B7-H3 kostimülasyonu CD4+ ve CD8+ T hücrenin IFN üretimini artırırken, B7x, BTLA için bir reseptör olarak görev yapar ve negatif düzenleyici CTLA-4 ve PD-1’e benzerlik gösterir. BTLA, CD4+ lenfositlerin aktivasyonunu ve IL-2 üretimini baskılar ayrıca B hücre proliferasyonunu da BCR aracılı aktivasyonunu durdurarak engeller. Bu moleküller sekonder lenfoid organlardan çok periferde T hücre aktivasyonunu ve otoreaktif T hücreyi baskılamakta temel rol oynar. Özellikle inflamasyon bölgesinde, B7-1 ve B7-2 tașıyan aktive T hücrelerin olduğu bölgelerde CTLA-4 bağlantısı yoksa temel rol oynar. 1. Liu X, Alexiou M, Martin-Orozco N, Chung Y, Nurieva RI, Ma L, Tian Q, Kollias G, Lu S, Graf D, Dong C, A Critical Role of B and T Lymphocyte Attenuator in Peripheral T Cell Tolerance Induction1, J Immunol, 2009;182:4516-4520 2. Xia L, Zhang S, Zhou J, Li Y. A crucial role for B and T lymphocyte attenuator in preventing the development of CD4+ T cell-mediated herpetic stromal keratitis Molecular Vision 2010; 16:2071-2083 3. Coyle AJ, Gutierrez-Ramos JC. The role of ICOS and other costimulatory molecules in allergy and asthma Springer Semin Immun, 2004;25:349–359 4. Cai G, Freeman GJ. The CD160, BTLA, LIGHT⁄HVEM pathway: a bidirectional switch regulating T-cell activation Immunological Reviews 2009;229: 244–258 5. İlhan F, Demir N, Demir T, Gödekmerdan A. CD272 expression on CD4+ T cells in Behcet’s patient. World Immune Regulation Meeting-III 2009;Davos Switzerland 58 SÖZEL BİLDİRİLER 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Ailevi Akdeniz Ateși Hastalarında Matriks Metalloproteinaz 1 ve 8 Düzeyleri Arasındaki İlișki ve Hastalık Patogenezine Olan Katkısı 1 GÖKSAL KESKİN, 2ALİ İNAL, 1OZAN BAYSAL, 1LALE ÖZIȘIK, 2TUĞBA GÜNEY, ȘALE ȘİRVAN 1 Ankara Dıșkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araștırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği 2 Bașkent Üniversitesi Istanbul Sağlık ve Araștırma Hastanesi İmmünoloji Laboratuvarı, TÜRKİYE 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Ailevi Akdeniz Ateși (AAA) patogenezinde, inflamatuvar süreçte birçok sitokin ve peptidlerin rolü olabileceği ileri sürülmektedir. Normalde dokularda düșük düzeylerde olan matriks metalloproteinazların (MMP) bazı fizyolojik ve patolojik olaylarda ekspresyonları artmaktadır. Bu çalıșmada AAA hastalarında serum MMP-1 ve MMP-8 düzeylerini ve hastalık patogenezindeki rollerini araștırmayı amaçladık. YÖNTEM: Çalıșmaya AAA tanısı konulan 22 aktif (13 erkek, 9 kadın), 26 inaktif (17 erkek, 9 kadın) hasta ve 13 sağlıklı kontrol (9 erkek, 4 kadın) alındı. Aktif hastalarda ortalama yaș 30.0±5.0 yıl ve ortalama hastalık süresi 8.9±3.4 ay, inaktif hastalarda ortalama yaș 31.2±5.4 yıl, ortalama hastalık süresi ise 9.6±3.0 ay olarak hesaplandı. Tüm vakaların serum MMP-1 ve MMP-8 düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçüldü. SONUÇ: Aktif hasta grubunda serum MMP-1 düzeyleri 18.2±5.9 ng/ml, inaktif hasta grubunda 3.3±1.0 ng/ml ve aktif hasta grubunda MMP-8 düzeyleri 4.72±0.81 ng/ml, inaktif hasta grubunda 2.15±0.63 ng/ml bulundu. Sağlıklı kontrollerde ise serum MMP-1 ortalaması 2.31±0.72 ng/ml ve serum MMP-8 ortalaması 2.92±0.83 ng/ml bulundu. Serum MMP-1 düzeyleri aktif hastalarda inaktif hastalar ve kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (sırası ile p<0.001,p<0.001). Serum MMP-8 düzeylerinde de aktif grupta diğerlerine göre benzer anlamlı bir yükseklik bulundu (sırası ile p<0.001,p<0.001). Serum MMP-8 düzeyleri ise inaktif hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı düșük bulundu (p=0.027). Fibroblast-Makrofaj-Tümör Hücre Ko-kültürlerinde Chemerin ve CMKLR1 Etkileșiminin Modellenmesi DORINA RAMA, GÜNEȘ ESENDAĞLI, DİCLE GÜÇ Hacettepe Universitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji AD, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GENEL BİLGİ: Tümör mikroçevresi neoplastik progresyona katkıda bulunur.Tümör tarafından değișime uğratılan makrofaj ve fibroblastlar önemli rol oynarlar.Kemokinler ise hücrelerin iletișim ağlarından birini olușturur.Örneğin, Pro-chemerin makrofaj ve dendritik hücrelerde bulunan CMKLR1 reseptörüne özgül olarak bağlanır. AMAÇ ve YÖNTEM: Bu çalıșmada, fibroblast (L-929, NIH/3T3, 3T3-L1), makrofaj (J744.A1) ve meme kanseri (4T1) hücre hatları ile in vitro ko-kültür modelleri olușturulmuș, chemerin ve CMKLR1 etkileșimi araștırıldı. Bu amaçla, RT-PCR, akım sitometri, ELISA ve MTT deneyleri gerçekleștirildi. BULGULAR: Fibroblast hücre hatlarında farklı düzeylerde (pro-) chemerin [L-929 (2uM) > 3T3-L1 (125nM) > NIH/3T3 (3nM) ve CMKLR1 (NIH/3T3 (%35) > 3T3-L1 (%25) > L-929 (%23) ] ekspresyonu, makrofajlarda ise yalnız CMKLR1 ekspresyonu belirlendi. 4T1 tümör hücreleri (pro-) chemerin veya CMKLR1 eksprese etmiyordu. Fibroblast ve 4T1 hücreleri makrofajlarda CMKLR1 düzeylerini 1-2 kat artırmaktaydı. Yüksek dozlarda (> 2nM) rekombinant aktif chemerin’e maruz bırakılan mak- 61 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler rofajların canlılığında düșüș belirlendi.4T1 hücrelerinin varlığı bu etkiyi artırmaktaydı. Fibroblastlardan salgılanan ürünlerin ise makrofajların matürasyon-aktivasyonunu ilerleterek (morfoloji ve F4/80 ekspresyonu) canlılığını azalttığı ancak, bu etkinin fibroblast (pro-) chemerin ekspresyonundan bağımsız olduğu belirlendi. SONUÇ: Bulgularımız, tümör hücreleriyle etkileșen makrofajların canlılığının azalmasında aktif chemerin’in rolü olabileceğini ișaret etmektedir. Behçet Hastalığında Dendritik Hücrelerde ve Nötrofillerde Doğal İmmün Sistem Patern Tanıma Reseptörlerinin İncelenmesi 1 FİLİZ TÜRE ÖZDEMİR, 1AYSIN TULUNAY, 1MEHMET ONUR ELBAȘI, 1İMREN TATLI, 2 NEVSUN İNANÇ, 2HANER DİRESKENELİ, 1EMEL EKȘİOĞLU DEMİRALP 1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Bilim Dalı, İstanbul 2 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Behçet Hastalığı’nın olușumunda birden çok mekanizmanın rol oynadığı düșünülmektedir. Bunlar arasında Toll benzeri reseptörler gibi doğal immün sistem reseptörleri de yer almaktadır. Bu çalıșmamızda, Behçet Hastalarında dendritik hücrelerde (DH) ve nötrofillerde, inflamazom olușumu ile aktivasyon sağlayan doğal immün sistem patern tanıma reseptörlerini ve aktivasyon durumlarını (RLR; ‘RIG-1 like’ reseptör ve NLR; ‘NOD-like’ reseptör) incelemeyi ve Behçet Hastalığı immünopatogenezinde inflamazomun bir katkısı olup olmadığını irdelemeyi amaçladık. YÖNTEM: Çalıșmaya, ortalama yaș ve cinsiyet açısından benzer demografik dağılıma sahip on altı Behçet hastası ve on yedi sağlıklı gönüllü birey alındı. Behçet hastaları, mukokutanöz tipte hastalığa sahip ve çalıșma sırasında aktif lezyonları olan hastalar arasından seçildi. Behçet hastası ve sağlıklı gönüllü bireylerden alınan periferik kan örneklerinden steril koșullarda fikol ve perkol kullanarak yoğunluk gradiyentlerine göre mononükleer hücreler (PBMC) ve nötrofiller izole edildi. Elde edilen PBMC’lerinden iki gün içerisinde FastDC (monositoid matür dendritik hücre kültürü) protokolüne göre dendritik hücreler olușturuldu. Üretilen DH ve nötrofiller, RLR ve NLR ligand aktivatörleri ile uyarıldı. Hücrelerin aktivasyon durumu, kaspaz-1 aktivasyonu ‘FLICA Caspase 1 Detection Kit’ ile incelenerek akım sitometrik olarak test edildi. Ek olarak, kültür süpernatanlarında IL-6, TNF-alfa, IL1 ve IL-18 sitokinleri ELISA yöntemi ile ve hücrelerdeki p38 ile RIP2 sinyalleri de akım sitometri ile araștırıldı. BULGULAR: Kaspaz-1 aktivasyonları açısından, Behçet hastalarına göre sağlıklı kontrollerin hem nötrofil hem de DH’lerinde daha fazla aktivasyon gözlenirken aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Ancak NOD2 ile uyarılan Behçet hastalarının DH’lerinin süpernatanlarında, sağlıklı kontrollere göre, istatistiksel olarak anlamlı bir șekilde daha düșük IL-18 seviyeleri (p<0.017) ve daha düșük hücre içi boyamalar (p38 ve RIP2 için sırasıyla p<0,037 ve p<0,018) saptandı. Behçet hastalarının nötrofillerinin süpernatanlarında da düșük IL-18 seviyeleri gözlenirken, hem nötrofil hem de DH’lerinin süpernatanlarında ise IL-1 seviyelerinde yükseklik gözlendi ama hiçbiri istatistiksel anlamlılığa ulașmadı. IL-6 seviyesi, Behçet hastalarının nötrofillerinde tüm uyaranlar sonucunda anlamlı olarak (NOD1 için p<0,004, NOD2 için p<0,006 ve RIG1 için p<0,004) sağlıklı kontrollerden düșük saptanırken, DH’lerinde ise tam tersine yüksek bulundu ama istatistiksel anlamlılığa ulașmadı. TNF-alfa seviyelerinde ise her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. SONUÇ: Otoinflamatuardan otoimmüniteye doğru yapılan hastalık sınıflamasında, karıșık paternlerle orta sıralarda yer alan Behçet hastalığında, patern tanıma reseptörlerinden NLR ve RLR’leri aracılığı ile uyarılan dendritik hücre ve nötrofillerinde, kaspaz-1 aktivasyonlarının düștüğünü gözlemledik ve 62 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler bu bulgular IL-18 seviyeleri ve hücre içi p38 ile RIP2 sinyalleri ile uyumlu iken IL-1 seviyeleri ile ters orantılıydı. Sonuç olarak, Behçet hastalığında inflamozomun fonksiyonel durumda olduğu ancak minör defektlerin bulunduğu saptandı. İmmortalize Bir İnsan Dermal Mikrovasküler Endotel Hücre Dizisinin, Hematopoietik Kök Hücre Nakli (HKHN) Sonrasında Gelișen Endotel ile İlișkili Komplikasyonların Monitörizasyonunda Kullanılabilirliğinin, Anti-Endotel Allojenik İmmün Yanıtların Analizi Yoluyla Değerlendirilmesi 1 SACİT ALTUĞ KESİKLİ, 2GUNTHER EISSNER, 1EMİN KANSU, 3ERNST HOLLER Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Ankara, TÜRKİYE 2 Herzchirurgische Klinik Der Universität München, Münih, ALMANYA 3 Abt. Hämatologie U. İnt. Onkologie, Uniklinikum Regensburg, Regensburg, ALMANYA 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Birçok organ sistemini etkileyen immünolojik bir durum olan graft-versus-host (GVH) hastalığı bașta olmak üzere, allojenik HKHN sonrasında gelișen, mikrovasküler endotel aktivasyonu ve hasarıyla ilintili, morbidite ve mortaliteyi artırarak nakil kullanımını kısıtlayan birçok komplikasyon tanımlanmıștır. Bu komplikasyonların etkin kestirimi ve profilaktik önleyici tedbirlerin alınması gittikçe daha önemli olmaktadır. Ancak günümüzde, endotel aktivasyonu ve hasarına ilișkin belirteçler, HKHN sonrası komplikasyonların kestiriminde yetersizdir. Ayrıca, endotele karșı allojenik immün yanıtların doğası henüz net olarak bilinmemektedir. Bu çalıșmada, “Simian Virus 40 Large-T” ile immortalize bir insan dermal mikrovasküler hücre dizisi olan HMEC-1’in kullanımının, allojenik HKHN sonrası gelișen endotel ile ilișkili komplikasyonların takibi ve kestiriminde uygun bir in vitro endotel hücre modeli olup olmadığı araștırılmıștır. YÖNTEM: HMEC-1 hücrelerinin endotel hücre karakterleri ve proinflamatuvar koșullardaki yanıtları, immünfloresan boyama ve akım sitometri ile membran moleküllerinin tespiti yoluyla belirlenmiștir. Sonuçların in vivo koșullara uygunluğu, benzer deneylerin post-kapiller venüler koșulları simüle eden sürekli, tek-yönlü, laminar olmayan akım altındayken tekrarlanmasıyla belirlenmiștir. Bu hücrelerin antijen sunum ve allojenik T hücre yanıtlarını uyarma kapasiteleri, CD4+ ve CD8+ T hücre proliferasyonu akım sitometrik carboxyfluorescein succinimidyl ester analiziyle ve CD8+ sitotoksik T hücre yanıtları standart 4 saatlik 51Cr salınımı testiyle belirlenerek değerlendirilmiștir. Uyarılan T hücrelerinin fenotipleri, akım sitometrik olarak hücre yüzey moleküllerinin ve kokültürlerdeki sitokinlerin “enzyme-linked immunosorbant assay (ELISA)” ile belirlenmesi yoluyla gösterilmiștir. BULGULAR: HMEC-1 hücrelerinin von Willebrand faktör içeren, Ulex Europaeus Lectin-1’e özgül olarak bağlanan ve asetile düșük dansiteli lipoprotein alımı gösteren, akım sitometrik olarak karakteristik endotel hücre belirteçlerini eksprese eden hücreler olduğu belirlenmiștir. HMEC-1 hücrelerinin proinflamatuvar sitokinler ile uyarımı, endotel hücre karakterine uygun olarak, interselüler adezyon molekülü-1 (ICAM-1), vasküler endotel hücre adezyon molekülü-1 (VCAM-1) ve sınıf I majör dokuuygunluk kompleksi (MHC-I) moleküllerinin ekspresyonunda artıșla sonuçlanmıștır. Bu hücreler sürekli, tek-yönlü, laminar olmayan akım altındayken, proinflamatuvar uyarıma, in vitro koșullardakine benzer yanıtlar göstermișlerdir. HMEC-1 hücreleri, allojenik CD4+ ve CD8+ T hücrelerinin proliferasyonunu etkin bir șekilde uyarmıș ve MHC-I sınırlı allo-sitotoksik yanıtları bașlatabilmiștir. Gelișen CD4+ ve CD8+ T hücrelerinin akım sitometrik yüzey protein ekspresyon analizi ve sitokin sekresyon profili, bu hücrelerin tip 1 yardımcı T ve tip 1 sitotoksik T hücre fenotipinde olduğunu göstermiștir. 63 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Rekombinant CXCL7 Geni ile Modifiye LLC1 Akciğer Adenokarsinom Hücrelerinin Nötrofil Reaktif Oksijen Türlerinin (Ros) Üretimine Etkisi NEȘE ÜNVER, GÜNEȘ ESENDAĞLI, DİCLE GÜÇ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Nötrofiller akut inflamatuvar cevapta ilk yer alan hücrelerdir. Nötrofil kemotaksisine neden olan CXCL7 (NAP-2), erken akciğer kanserinin tespitinde yeni bir belirteç olarak önerilmektedir. Aktive olmuș nötrofillerin fonksiyonlarından biri reaktif oksijen ara ürünlerinin sentezidir. Nötrofiller ile indüklenen reaktif oksijen ara ürünlerinin sentezi tümör gelișiminin basamaklarında rol alabilir. AMAÇ: Bu çalıșmanın amacı, rekombinant CXCL7 geni ile modifiye LLC1 hücrelerinde, stabil olarak yüksek düzeyde CXCL7 salınımının sağlanması ve gerçekleștirilen bu modifikasyonun nötrofillerin verdiği fonksiyonel cevabı değiștirmesidir. YÖNTEM: CXCL7 geni aktarılan LLC1 hücrelerinde rekombinant CXCL7’nin varlığı RT-PCR ve akım sitometri ile gösterildi. Stabil olarak artırılmıș CXCL7 ekspresyonun eldesi için ‘Limiting Dilution’ yöntemiyle modifiye LLC1 alt klonları olușturuldu ve ‘FACS’ ile yüksek düzey CXCL7 ekspresyonuna sahip LLC1 hücreleri ayrımlandı. CXCL7 salınımı ‘ELISA’ metodu ile tespit edildi. Tümör heterojenitesini sağlamak amacıyla yüksek düzey CXCL7 salınımı yapan klonlar seçilerek karma CXCL7 geni ile modifiye LLC1 hücreleri olușturuldu. Kontrol hücreleri olarak boș vektörle transfekte edilmiș LLC1 hücreleri kullanıldı. LLC1 hücre hattının köken aldığı C57BL6 farelerinin kemik iliğinden yüksek Gr-1 belirtecine sahip nötrofiller FACS cihazında ayrımlandı. Nötrofillerin kontrol vektörle ve CXCL7 geni ile modifiye LLC1 hücrelerinden elde edilen süpernatanlar varlığında kültürleri yapıldı. Serbest oksijen ara ürün sentezinin tespitinde 2’-7’-Dichlorodihydrofluorescein diacetate (H2DCFDA) kullanıldı ve akım sitometride analiz edildi. BULGULAR: CXCL7 geni ile modifiye LLC1 hücrelerinde, CXCL7 kemokin salınımının 10.000 pg/ ml’den fazla olduğu tespit edildi. Karma CXCL7 geni ile modifiye LLC1 hücrelerinde yüksek düzey CXCL7 ekspresyonunun korunduğu saptandı. Kemik iliği Gr-1 düzeyi yüksek nötrofiller, FACS cihazında % 99 verimlilikte ayrımlandı. CXCL7 geni ile modifiye LLC1 hücre süpernatanında kültürü yapılan nötrofillerde kontrol grubuna göre ROS sentezinin arttığı saptandı. SONUÇ: Akciğer adenokarsinom (LLC1) hücrelerinde gen modifikasyonu ile ekspresyonu ve salınımı artırılan CXCL7 kemokini nötrofil fonksiyonlarında değișime neden olur. Akciğer adenokarsinom hücrelerindeki yüksek düzey CXCL7 salınımının, nötrofillerin tümöre karșı verdiği immün cevaba olan etkisi araștırılmaktadır. Hematopoetik Kök Hücre Nakli Yapılan İmmun Yetmezlikli Olgular; Tek Merkez Deneyimi 1 SERKAN FİLİZ, 1DİLARA UYGUN, 2VEDAT UYGUN, 2GÜLSÜN KARASU, 1ZAFER BERBER, FATİH ÇELMELİ, 2ALPHAN KÜPESİZ, 2FUNDA TAYFUN, 2MEDİHA AKCAN, 1AYȘEN BOZ, 2 VOLKAN HAZAR, 1OLCAY YEĞİN, 2AKİF YEȘİLİPEK 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk İmmunoloji ve Allerji Bilim Dalı 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı, Antalya, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Primer immün yetmezlikler (PİY), immün sistemin gelișimi ve fonksiyonunda bozukluklar sonucunda gelișen yineleyen enfeksiyonlarla seyreden tanımlanmıș 130’dan fazla hastalık grubudur. Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) PİY’lerin tedavisinde yaklașık 40 yıldır uygunmaktadır. Bu çalıșma- 64 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler da Șubat 2004 - Ekim 2010 tarihleri arasında HKHN yapılan 26 PİY’li hastanın sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Olgularımızın 21’i (% 80.8) erkek, 5’i (% 19.2) kız idi. Yașları 8 ay-18 yıl arasında değișen (ortalama yaș 4.76±4.49). PİY’li olgularımızın 9‘u ağır kombine immün yetmezlik (AKİY), 4´ü Wiskott-Aldrich sendromu (WAS), 4´ü konjenital nötropeni, 3´ü Griscelli sendromu, 2´si Chediak-Higashi sendromu, 1´i Kronik Granülamatöz Hastalık, 1´i Lökosit Adezyon defekti tip 1, 1´i Hiper IgM sendromu, 1´i CD4 lenfopenisi tanısı ile izlenmekteydi. Kök hücre kaynağı olarak 12 olguya kordon kanı, 9 olguya periferik kök hücre ve 5 olguya da kemik iliği kullanıldı. HLA uygunluğu açısından 10 olgu 6/6 uyumlu, 7 olgu 10/10 uyumlu, 7 olgu 5/6 uyumlu ve 2 olgu 4/6 uyumlu idi. Donör kaynağı olarak 19 olgunun akraba dıșı (11 kordon kanı, 5 periferik kan, 4 kemik iliği) ve 7 olgunun kardeș (3 kemik iliği, 4 periferik kan) donörü mevcuttu. Hazırlayıcı rejim olarak 20 hastaya busulfan+siklofosfamid, 2 hastaya busulfan+siklofosfamid+etoposid ve 2 hastaya busulfan+siklof osfamid+fludarabin uygulanırken 2 olguya hazırlayıcı rejim uygulanmadı. Graft versus host hastalığı (GvHH) profilaksisi için siklosporin A (n=11), ATG+siklosporin A+MTX( n=3), ATG+MTX (n=3), siklosporinA+MTX (n=1) , siklosporin A+ATG (n=2) olguya uygulandı. Erken ve geç dönem komplikasyonlar değerlendirildiğinde 8 olguda akut GvHH, 1 olguda kronik GvHH, 3 olguda venooklüzif hastalık, 5 olguda CMV reaktivasyonu, 3 olguda BCG reaktivasyonu, 1 olguda hemolitik anemi ve hemosiderozis, 1 olguda periferik fasiyal paralizi ve ensefalopati, 1 olguda subaraknoid kanamahidrosefali ve 1 olguda bronșiolitis obliterans geliști. HKHN yapılan 17 (% 65.4) olgu yașamaktadır. 9 AKİY’li olgunun 5’i ex olmuș, yașayan 4 tanesinden 2’sinde T, B ve NK hücre sayısı normal olup, bir olguda CD4+ T hücre ve CD19 sayısı normal sınırın altında olması ve 1 olguda T ve B hücre sayısı normal olmasına rağmen hipogammaglobülinemi nedeniyle IVIG replasman tedavisine devam etmektedir. Konjenital nötropeni tanısıyla izlenen 4 olgunun ve Griscelli sendromu tanısıyla izlenen 3 olgunun tamamında klinik ve laboratuvar olarak tam düzelme sağlanmıștır .WAS’li 4 olgunun 2’si ex olmuș olup 2’sinde tam kimerizm sağlanmıștır. Chediak-Higashi sendromlu 2 olgunun birinde tam kimerizm sağlanmıș, diğerinde ise kimerizmin % 0 saptanması nedeniyle 2.transplant için tarama programı bașlatılmıștır. LAD tip 1 ve CD4 lenfopenili olgular ex olmuș, Hiper IgM ve kronik granülamatoz hastalıkta tam kimerizm sağlanmıștır. Son 40 yıl içinde genetik olarak tanımlanmıș farklı immün yetmezlikli 1200’den fazla olguya HKHN tedavisi uygulanmıș ve oportunistik enfeksiyon gelișiminden önce erken tanı ve tedavi ile son yıllarda bașarılı sonuçlar alınmaktadır. Bulgularımız PİY’li olgularda HKHN’nin bașarılı bir tedavi yöntemi olduğunu göstermektedir. PİY’li olguların erken tanı alması ve en kısa zamanda HKHN merkezine yönlendirilerek naklin planlanması hastaların sağkalım oranını arttırmaktadır. AKİY’li olguların ailelerinin ve sağlık kurulușlarının canlı așılar konusunda bilinçlendirilmesi önem tașımaktadır. 65 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Nöro-Behçet Hastalığında Anti-STIP 1 Antikoru 1 ELİF UĞUREL, 1FİLİZ ÇAVUȘ, 1BURÇAK VURAL, 2ERDEM TÜZÜN, 3MURAT KÜRÜTÜNCÜ, SEMA İÇÖZ, 4ECE ERDAĞ, 5AHMET GÜL, 6ALİ O. GÜRE, 1UĞUR ÖZBEK, 2 MEFKURE ERAKSOY, 2GÜLȘEN AKMAN DEMİR 1 Genetik AD, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 2 Nöroloji AD, İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 3 Nöroloji AD, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul 4 Sinirbilim AD, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 5 Romatoloji BD, İç Hastalıkları AD, İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 6 Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Bilkent Üniversitesi, Ankara, TÜRKİYE 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Behçet hastalarının yaklașık olarak % 5-10’unda görülen merkezi sinir sistemi tutulumu (Nöro-Behçet=NB), bașlıca parenkimal ve vasküler olmak üzere iki farklı alt tipte gelișmektedir. Parenkimal tipte beyin sapı ve bazal ganglion gibi bölgelerin ağırlıklı olarak tutulması, bu bölgelerde sentezlenen proteinlere karșı gelișen otoimmün bir yanıtın varlığını düșündürmektedir. Bu çalıșmada NB hastalarının BOS ve serum örneklerinde, antikor yanıtına yol açacak ve hastalığa özgü olabilecek antijenlerin tespiti amaçlanmıștır. YÖNTEM: Çalıșmaya NB hastaları (n=20) ile Behçet hastalığı (BH) aile öyküsü bulunmayan ve otoimmün ya da inflamatuvar hastalığı olmayan sağlıklı kișilere ait serum örnekleri (n=20) ve hasta kontrol grubu olarak Multipl skleroz (MS) hastaları (n=20) ile nörolojik tutulumu olmayan Behçet hastalarına (n=20) ait serum örnekleri dahil edilmiștir. İnsan fetal beyin cDNA kütüphanesini (hEX) içeren PVDF protein array membranları, NB (n=7) ve MS (n=4) hastalarına ait BOS havuzları ile taranmıștır. Ayrıca Unipex PVDF protein array membranları, NB (n=5), Behçet (n=8) ve MS (n=4) hasta serum havuzları ile taranmıștır. Protein array sonuçlarından belirlenen pozitif klonlardan protein purifikasyonu gerçekleștirilmiș ve bu proteinlere karșı otoantikor yanıtını belirlemek üzere tüm hasta ve kontrol gruplarına ait serum örnekleri ELISA yöntemi ile araștırılmıștır. Deney sonuçları GraphPad Prism 5.0 programı ile istatistiksel olarak değerlendirilmiștir. BULGULAR: Protein makroarray taraması sonuçlarına göre 6 protein (NAPA, STIP 1, Hsp70, STMN, ING4 ve MAZ) için seropozitivite, NB (n=18) , NB olmayan Behçet (n=20), MS (n=19) hastaları ve sağlıklı kontrollerde (n=20) ELISA ile çalıșılmıștır. ELISA sonuçları tüm gruplar arasında karșılaștırılarak istatistiksel olarak değerlendirilmiștir. ANOVA sonuçlarına göre NAPA, Hsp70, STMN, ING4 ve MAZ proteinlerine karșı antikor yanıtı açısından anlamlı fark bulunamamıștır. NB hastalarında STIP 1 antijenine karșı gelișen antikor yanıtının; MS, Behçet ve sağlıklı kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı bir artıș gösterdiği saptanmıștır (p<0.05). SONUÇ: Bu çalıșmada ilk defa NB hastalarının serum ve BOS örnekleri protein makrray yöntemi ile taranmıștır. Protein makroarray taraması sonuçlarından belirlenen proteinlere (NAPA, STIP 1, Hsp70, STMN, ING4 ve MAZ) karșı olușan antikor yanıtı, NB (n=18) , NB olmayan Behçet (n=20), hasta kontrol (MS) (n=19) hastaları ve sağlıklı kontrollerde (n=20) ELISA yöntemi ile değerlendirilmiștir. NB hastalarında STIP 1 antijenine karșı gelișen antikor yanıtının; MS, Behçet ve sağlıklı kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı bir artıș gösterdiği saptanmıștır (p<0.05). Çalıșmanın ileriki așamalarında, donmuș sıçan beyin kesitleri kullanılarak NB hastalarının serum ve BOS örneklerinde STIP1 antijenine karșı olușan antikor varlıklarının immünohistokimya ve immünositokimya metodları ile araștırılması planlanmaktadır. 66 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Sık Değișken İmmün Yetmezlik Tanısı Almıș Hastaların Klinik Laboratuvar ve Genetik Olarak Değerlendirilmesi 1 NESRİN GÜLEZ, 1NECİL KÜTÜKÇÜLER, 1GÜZİDE AKSU, 1NESLİHAN KARACA, AFİG BERDELİ, 2FERAH GENEL 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji BD 2 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi, İzmir, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Sık değișken immün yetmezlik (CVID), tekrarlayan enfeksiyonlar, hipogamaglobülinemi, otoimmünite ile karakterize heterojen hastalıktır. Hastalarda varolan B hücrenin differansiyasyonunda bozulma sınıflandırma çalıșmalarının temelidir. Buna göre 3 sınıflandırma vardır: Freiburg, Paris ,Euroclass. Hastaların % 15’inde ICOS, TACI, APRIL, CTLA-4, BAFF-R genlerindeki defektler hastalık sebebidir. AMAÇ: CVID hastalarında sınıflandırmalara göre, farklı immünolojik ve klinik bulguları tanımlamak, karșılaștırmak; genetik, immünolojik ve klinik bulgular arasındaki ilișkiyi değerlendirmektir. YÖNTEM: Yirmibeș (23E/2K) CVID ve 35 kontrol olgusu çalıșmaya alındı. Hastalar komplikasyonları ve aldıkları tedavilere göre; Ağır ve hafif olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Flow sitometrik B hücre differansiyasyonu, PCR yöntemi ile ICOS, TACI, APRIL, CTLA-4, BAFF-R genleri moleküler çalıșmaları EÜTF Pediatrik İmmünoloji ve Moleküler Genetik Laboratuvarlarında gerçekleștirildi. BULGULAR: Hastalarda, B, smB+ hücre düșük, CD19++ , CD19++ B hücre yüksekti. Splenomegali, lenfadenopati, otoimmünite Freiburg Ib, MB0, Euroclass smB-‘de yüksek saptandı. ICOS 3’UTR(1564 T>C) polimorfizmi, TACI P251L, BAFF-R P21R mutasyonu hastalık sebebi olarak saptandı. SONUÇ: EuroClass sınıflandırması daha kullanılabilir olup, sınıflamaya CD19+kappa+ hücrelerin eklenmesi uygun bulundu. ICOS 3’UTR(1564 T>C) polimorfizmi hastalarda anlamlıydı. TACI P251L homozigot mutasyonun ağır gidișli 2 hastada olması, önemli bulundu. BAFF-R P21R’ın epigenetik faktörlerle birlikte etkili olduğu düșünüldü. İmmünolojik sınıflandırmalar ile genetik bozukluklar arasında korelasyon saptanmadı. Süt Çocuğunun Geçici Hipogammaglobülinemisinde CD19 Kompleksi ve Bellek B Hücreleri 1 HASİBE ARTAÇ, 2REYHAN KARA, 2BAHAR GÖKTÜRK, 2İSMAİL REİSLİ Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünolojisi ve Allerji BD 2 Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünolojisi ve Allerji BD, Konya, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ ve AMAÇ: Süt çocuğunun geçici hipogammaglobülinemisi (SGH), antikor üretiminde gecikmenin söz konusu olduğu bir immün yetmezliktir ve nedeni tam olarak anlașılamamıștır. B lenfositlerin yüzeyinde bulunan CD19, CD21, CD81 gibi ko-reseptörlerin eksikliklerinin hipogammaglobülinemiye yol açarak immün yetmezliğe neden olduğunu gösterilmiștir. Bununla birlikte SGH etyolojisinde bu ko-reseptörlerin rolü olup olmadığı bilinmemektedir. Bu çalıșmanın amacı, SGH’nin patogenezinde CD19 kompleksinin rolünü değerlendirmek ve bellek B hücrelerinin dağılımını belirlemektir. YÖNTEM: SGH tanısı alan toplam 36 olgu ve 20 sağlıklı kontrol çalıșmaya alındı. CD19 kompleksinde yer alan CD19, CD21 ve CD81 molekülleri ile CD20, CD22, CD27, IgD, IgM ve CD5 ekspresyonları 4 renkli akım sitometri cihazı ile değerlendirildi. BULGULAR: Olguların 22’si erkek, 14’ü kız olup tanı yașları 8 ile 44 ay (ort±SD; 20±9.9), enfeksiyonların bașlangıç yașı 0.5 ile 34 ay (ort±SD; 5.6±6.1), tanıdaki gecikme 3 ile 43 ay (ort±SD; 14.2±8.8) 67 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler arasındaydı. En fazla bașvuru nedenleri tekrarlayan tonsillofarenjit (% 83), bronșit (% 44), otit (% 30) ve ishal (% 11) olarak belirlendi. Tüm olgularda IgG düșüklüğü mevcuttu. Yirmi dördüne (% 66) IgA düșüklüğü ve 22’sine (% 61) IgM düșüklüğünün eșlik ettiği tespit edildi. SGH’li olgularda B hücrelerinde CD19 median ekspresyon değeri (MFI), kontrol grubuna göre anlamlı olarak düșük bulunurken (hastalarda 122.9±66.7; kontrollerde 184.2±39, p<0.01), CD21 ve CD81 ekspresyonları ise yüksekti (hastalarda 94.4±3, 96.8±2.5; kontrollerde 91±3.9; 94.7±3.5, p<0.01 ve p<0.05). Bellek B hücreleri değerlendirildiğinde Ig sınıf dönüșümü yapmıș B hücre ve IgM tașıyan bellek B hücre oranları SGH’li olgularda istatistiksel olarak anlamlı düșük bulundu (hastalarda 3.4±2.2 ve 4.0±2.1; kontrollerde 7.1±3.2 ve 6.5±4.5, p<0.01 ve p<0.05). SONUÇ: Bu çalıșma, SGH’li olgularda CD19 kompleksinde ve bellek B hücrelerinin dağılımında değișiklik olduğunu göstermiștir. CD19 kompleksinin antijen uyarısı sonrasındaki olayları düzenlediği göz önünde bulundurulursa, CD19 kompleksindeki değișim, SGH’da görülen immünoglobülin üretimindeki yetersizlik ile ilișkili olabilir. CD8+CD28- Supresör T Hücre Baskılamasına Toll Benzeri Reseptör Agonistlerinin Etkileri 1 AYSIN TULUNAY, 2HÜSEYİN BİLGİN, 1MEHMET ONUR ELBAȘI, 1FİLİZ TÜRE ÖZDEMİR, 1 EMEL EKȘİOĞLU DEMİRALP 1 Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları-İmmünoloji Bilim Dalı, İstanbul 2 Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: T hücreleri, karșılaștıkları her uyarana karșı farklı immünolojik yanıtlar vermektedir. Doğal immün sistemin bir parçası olan ve patojenler ile ilișkili moleküler paternleri tanıyan toll benzeri reseptörler (TLR), T hücreleri tarafından da eksprese edilmektedir. Böylece, T lenfositleri, özgül immün yanıtın erken dönemde șekillenmesine ve yanıtın amplifikasyonuna katkıda bulunmaktadır. Toll benzeri reseptörlerin, aktivasyon kapasitesindeki T lenfositlerinde olduğu kadar regülatör T lenfositlerinde de eksprese edildiğini önceki çalıșmalarımızda göstermiștik. Bu çalıșmada, TLR1, TLR2, TLR3 ve TLR4 agonistlerinin CD8+CD28- baskılayıcı T hücre (Ts) yanıtına etkilerini incelemeyi amaçladık. YÖNTEM: Periferik kan mononükleer hücreleri fitohemaglütinin (PHA) ile 72 saat kültür edildi. CD8+ T hücre popülasyonlarında uyarı öncesinde, 24 saat ve 72 saat uyarı sonrasında TLR1, TLR2, TLR3 ve TLR4 ekspresyon kinetikleri akım sitometri ile analiz edildi. Manyetik boncuklar ile izole edilen CD8+CD28- Ts, TLR agonistleri ile uyarılarak CD4+ T hücrelerinin proliferasyonlarına etkileri 5-etinil2´-deoksiüridin (EdU) ile incelendi. Bu hücrelerin salgıladıkları baskılayıcı sitokinler IL-10 ve TGF-, ELISA yöntemi ile tayin edildi. BULGULAR: CD8+ T hücre populasyonlarındaki TLR1, TLR2, TLR3 ve TLR4 ekspresyonu incelendiğinde, 72 saat PHA uyarımı ile CD28- popülasyonun TLR ekspresyonlarındaki artıșın, CD28+ popülasyona oranla anlamlı derecede düșük olduğu bulundu. CD8+CD28- hücreler ile kültür edilen CD4+ T hücrelerinin proliferasyonlarının, CD8+CD28+ T hücreleri ile beraber kültür edilenlere oranla daha düșük olduğu görüldü. TLR1/TLR2 ve TLR3 agonistlerinin, bu hücrelerin baskılayıcı kapasitelerini bozduğu gözlemlendi (p<0.05). Ancak TLR4 agonisti ile uyarılan CD8+CD28- T hücrelerinin baskılayıcı ișlevlerini devam ettirdikleri gözlemlendi (p<0.05). CD8+CD28- Ts ko-kültürlerinden elde edilen süpernatanlarda, CD8+CD28+ efektör T hücrelerin süpernatanlarına oranla daha fazla TGF- sitokini bulunduğu saptandı (p<0.05). TLR1/TLR2 agonisti ile uyarım sonucunda, CD8+CD28- Ts hücrelerinin ürettiği TGF- seviyelerinde bir değișim gözlenmedi. Ancak, TLR3 ve TLR4 agonistleri ile uya- 68 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler rım sonucunda, bu hücrelerin TGF- üretimlerinin azaldığı gözlemlendi (p<0.05). CD8+CD28- Ts ve CD8+CD28+ T hücrelerin TLR agonistleri ile kültürü sonrası CD4+ T hücreleri ile ko-kültürlerinden elde edilen süpernatanlarda, IL-10 sitokin seviyelerinde istatistiksel bir anlamlılığa rastlanmadı. SONUÇ: Çalıșmamızda, CD8+CD28- T hücrelerinin, CD4+ T hücrelerini TGF- aracılığı ile baskıladıkları ancak bu baskılamanın TLR agonistleri ile uyarı sonrasında azaldığı gösterilmiștir. Özellikle, TLR1/2 ve TLR3 agonistleriyle uyarılan süpresör T lenfositlerinin CD4 hücrelerin proliferasyonunu baskılama özelliklerinin kaybolması, aktivasyon sinyalinin güçlü ve uzamıș olduğu durumlarda, süpresör hücrelerin efektör hücre olma yolunda plastisite gösterdiklerinin bir kanıtıdır. ADA Enzim Eksikliğinde Deneyimlerimiz 1 SEVGİ KELEȘ, 1YASEMİN KINALI, 2HASİBE ARTAÇ, 1BAHAR GÖKTÜRK, 1MİNE KIRAÇ, MICHAEL S. HERSHFIELD, 1İSMAİL REİSLİ 1 Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji ve Allerji Bölümü, Konya 2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji ve Allerji Bölümü, Konya, TÜRKİYE 3 Dept. of Rheumatology and Immunology, Duke University Medical Center Durham, North Carolina, USA 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Adenozin deaminaz (ADA) eksikliği, otozomal resesif geçișli geniș spektrumlu bir immün yetmezliktir. ADA enzim desteği ile ADA eksikliği olan iki olgumuzdaki klinik ve laboratuar bulgularındaki değișimi değerlendirdik. OLGU 1: On iki yașında, kız hasta bir yașından beri tekrarlayan sinopulmoner enfeksiyonlar ve 10 yașından beri olan ağız içi yaraları nedeniyle bașvurdu. Sekiz yașında bronșiektazi nedeniyle opere olduğu öğrenildi. Fizik muayenesinde büyüme geriliği, çok sayıda oral siğil, rudimenter tonsiller, bilateral krepitan raller mevcuttu. Laboratuar incelemede kronik lenfopeni, düșük IgM ve yüksek IgE seviyeleri saptandı. Fitohemaglütinine (PHA) lenfoblastik transformasyon cevabı düșüktü (% 31). Flow sitometrik incelemede B hücre yokluğu, çok düșük CD4+T ve CD3+T lenfosit sayıları mevcuttu. Olası atipik SCID tanısı için RAG1, RAG2, XLF gen (Cernunnos) ve DNA ligaz IV (LIG4) gen analizleri yapıldı ve mutasyon bulunamadı. Kuru kan damlası örneklerinde ADA aktivitesi düșük, deoksiadenozin nükleotid seviyeleri yüksek bulundu. ADA gen sekans analizi sonucunda ekzon 5’te homozigot missens mutasyonu saptandı (c.467G>T). Oral mukoza biyopsisi, fokal epitelyal hiperplazi (FEH) ile uyumluydu ve bukkal mukozada PCR yöntemiyle bakılan HPV DNA pozitif bulundu. Hasta 17 yașındayken PEG-ADA tedavisi bașlandı. Klinik olarak düzelme görüldü. Absolü lenfosit ve CD3+T hücre sayıları PEG-ADA tedavisinin 3. ayında normal seviyelere ulaștı ve CD19+B hücre sayılarında artıș olmakla beraber normal seviyelere henüz ulașmadı. Hasta PEG-ADA tedavisinin 13. ayında genel durumu iyi olarak izlenmektedir. OLGU 2: Bir buçuk aylık erkek hasta persistan pnömoni ve oral moniliazis ile bașvurdu. Fizik muayenede siyanoz, takipne, frontal bossing, hipotelorizm, preauriküler skin tag, oral moniliazis, bilateral krepitan raller, mikropenis, bilateral inmemiș testis, hipotoni ve doğuștan kalça çıkığı mevcuttu. Akciğer grafisinde timus gözlenmedi. Laboratuvar incelemede ağır lenfopeni, çok düșük IgA ve IgM seviyeleri, çok düșük T ve B hücre sayıları ve PHA’e düșük lenfoblastik transformasyon cevabı görüldü (% 36). IgG seviyesi normaldi. Küçük sekundum atrial septum defekti, santral hipotiroidizm, sağırlık, atnalı böbrek, renal kortikal kistler saptandı. ADA aktivitesi düșük, deoksiadenozin nükleotid seviyeleri yüksek bulundu. Hasta 3 aylıkken PEG-ADA tedavisi bașlandı. Kilo alımı, nörolojik gelișim basamaklarında düzelme ve enfeksiyon kontrolü sağlandı. PEG-ADA tedavisinin 2. ayında absolü lenfosit sayıları ve CD19+B hücre sayıları normale döndü. T hücre sayıları yükselmekle beraber halen 69 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler düșük düzeylerde seyretmekte ve hasta PEG-ADA tedavisinin 17. ayında genel durumu iyi olarak izlenmektedir. Her iki hastaya da kemik iliği nakli düșünülmekte ve donör araması devam etmektedir. SONUÇ: Kronik lenfopenisi, tekrarlayan viral enfeksiyonları ve çok sayıda sistemik anomalileri olan hastalarda ADA eksikliği olasılığı düșünülmelidir. Bu hastaların ağır kombine immün yetmezlik tablosu ile olduğu gibi, geç bașlangıçlı tip olarak ileri yașlarda da karșımıza çıkabileceği unutulmamalıdır. Kostmann Hastalığı: 7 Olgu ile Tek Bir Merkez Deneyimi 1 CANER AYTEKİN, 2MANUELA GERMESHAUSEN, 1NİLDEN TUYGUN, 3FİGEN DOĞU, AYDAN İKİNCİOĞULLARI 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi, Ankara, TÜRKİYE 2 Department of Pediatric Hematology And Oncology, Hannover Medical School, Hannover, GERMANY 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Kostmann hastalığı otozomal resesif kalıtım gösteren, ağır nötropeni (<500/mm3), kemik iliğinde promiyelosit/miyelosit așamasında olgunlașmada duraklama ve erken bebeklik döneminden itibaren tekrarlayan bakteriyel enfeksiyonlarla karakterize bir ağır konjenital nötropeni tipidir. Homozigot HAX1 (mitochondrial protein HCLS1-associated X1) mutasyonu sonucu olușur. Hastalar G-CSF (granülosit koloni stimülan faktör) ile bașarılı bir șekilde tedavi edilirler. G-CSF tedavisine yanıtsız ve lösemi/MDS gelișen olgularda hematopoetik kök hücre nakli uygulanır. GCSFR (G-CSF reseptörü) mutasyonu tașıyan olgularda da hematopoetik kök hücre nakli önerilmektedir. Burada birbiriyle akraba olmayan dört farklı aileden 7 olgunun klinik, hematolojik immünolojik, moleküler genetik, tedavi ve prognoz özellikleri sunulmaktadır. 70 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Tablo Olgu 1 A Olgu 1 B Olgu 2 Olgu 3 Olgu 4 A Olgu 4 B Olgu 4 C Yaș 4 yaș 2.5 yaș 7 ay 5 yaș 13.5 yaș 12.5 yaș 10.5 yaș Cins K K E E K K E Akrabalık + + + + + + + Oral ülser Jinjivit Boy kısalığı Düșük kiloa Oral ülser Jinjivit ÜSYE Akciğer absesi Boy kısalığı Düșük kilo Klinik Oral ülser Jinjivit ÜSYE-ASYE Süpüratif otit Mastoidit Süpüratif lenfadenit Akciğer aspergillozisi Gastroenterit HSM Oral ülser Jinjivit ÜSYE Süpüratif otit Gastroenterit Boy kısalığıa Oral ülser Oral kandida ÜSYE-ASYE Cilt abseleri HSM Gelișimsel gerilik Boy kısalığı Oral ülser Jinjivit Süpüratif otit Mastoidit Cilt/yumușak doku abseleri Boy kısalığı Oral ülser Jinjivit Süpüratif otit ÜSYE-ASYE Cilt abseleri Boy kısalığı BK (mm3) 4,900 10,700 10,600 5,900 3,100 4,000 3,900 TNS (mm3) 0-400 160-400 100-400 0-250 120-290 160-320 120-270 IgG (mg/dl) 2,000 (722-1037)b 1,480 (613-1030) 960 (374-789) 2,800 (776-1195) 1,790 (851-1323) 1,940 (822-1280) 1,550 (824-1301) IgA (mg/dl) 455 (46-91) 243 (26-80) 95 (5-48) 476 (54-129) 522 (83-177) 502 (72-158) 357 (70-162) IgM (mg/dl) 503 (50-121) 266 (58-126) 133 (29-107) 362 (65-146) 191 (77-164) 113 (63-141) 106 (44-143) Promiyelosit Miyelosit Promiyelosit Promiyelosit Miyelosit Miyelosit Miyelosit HAX1 mutasyonu W44X W44X p.Val144fs W44X W44X W44X W44X GCSFR mutasyonu - - - - - - - G-CSF dozu 6 μg/kg/gün 3 μg/kg gün așırı 3-6 μg/kg/gün 10 μg/kg gün așırı 5 μg/kg gün așırı 5 μg/kg gün așırı 5 μg/kg gün așırı Tedavi sonrası TNS (mm3) 1,300-4,000 1,000-1,400 1,000-9,000 1,000-4,000 1,600-7,800 1,000-8,000 1,500-6,000 İyi iyi Perianal abse ÜSYE-ASYE iyi iyi iyi iyi Kemik iliğinde duraklama evresi Prognoz ÜSYE: üst solunum yolu enfeksiyonu, ASYE: alt solunum yolu enfeksiyonu, HSM: hepatosplenomegali, BK: beyaz küre, TNS: total nötrofil sayısı, a <% 3, b yașa göre normal değerler 71 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Subakut Sklerozan Panensefalitis’de TH 17 Yolağı 2 DURMUȘ BURGUCU, 1DİLARA FATMA KOCACIK UYGUN, 3NİLÜFER ÇİÇEK EKİNCİ, NİLGÜN SALLAKÇI, 3SADİ KÖKSOY, 1SERKAN FİLİZ, 2UĞUR YAVUZER, 4 ȘENAY HASPOLAT, 1OLCAY YEĞİN 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Araștırma ve Uygulama Merkezi 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, Antalya, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Subakut sklerozan panensefalitis (SSPE) kızamık virusunun yol açtığı, merkezi sinir sisteminde kronik enfeksiyonun sürmesi ile karakterize ilerleyici fatal bir hastalıktır. Șifa sağlayıcı bir tedavisi bulunmayan bu hastalıkta, mutasyona uğramıș kızamık virüsünün beyin dokusundaki sürekliliği ve tekrar aktif hale gelmesinin nedeni ve düzeneği hala açıklığa kavușturulamamıștır. Bağıșıklık yanıtının virüsü neden yok edemediği, yangısal yanıtın neden zamanında durdurulamadığı ve bağıșıklık yanıtının nöronal dokuda gözlenen patolojik değișikliklerin ne kadarından sorumlu olduğu bilinmemektedir. Kızamık enfeksiyonu sırasında bağıșıklık yanıtının belirgin olarak baskılandığı bilinmektedir. Gecikmiș așırı duyarlılık yanıtının baskılanması ve hümoral yanıtın öne çıkması IL-4 baskın Th2 yanıtının bu enfeksiyonda belirgin olduğunu akla getirmektedir. Saruhan–Direskeneli ve ark’nın yaptığı bir çalıșmada SSPE’li hastalarda serum ve BOS IL-17 düzeyi araștırılmıș, hasta ve kontrollerin çoğunluğunda testin ölçebileceği düzeyin altında bulunmuștur. Bu çalıșma dıșında SSPE’li hastalarda IL-17 ve Th17 hücreleri üzerinde yapılmıș, yayınlanmıș bir çalıșma bulunmamaktadır. Bu çalıșmamızda, SSPE’nin henüz bilinmeyen etyopatogenezinde IL-17’nin rolünün değerlendirilmesi amaçlanmıștır. Bu amaçla, SSPE hastalarından ve sağlıklı kontrollerden kan alınarak periferik kan mononükleer hücreleri izole edilmiștir. Bu hücrelere kültür ortamında Kızamık ve CMV antijenleri ile uyarım yapılmıș ve IL4, IL17 ile IFN-g yanıtları ELİSPOT yöntemi ile değerlendirilmiștir. IL17 için 48 saat, IFN-g için ise 18 saat inkübasyon sonrası değerlendirme yapılmıștır (Grafik 1). Uyarımın 48. saatinde akıș sitometrisi yöntemiyle Th 17 hücrelerinin yüzdesi değerlendirilmiștir (Grafik 2). Ayrıca, SSPE ve kontrol grubunda IL17 mRNA düzeyleri gerçek zamanlı niceliksel PZR (RT-PCR) ile saptanmıștır. Kızamık antijeni ile uyarım sonrasında SSPE hastalarında hem IL17 hem de IFN-g yanıtında kontrol grubuna göre artıș saptanmıștır, ancak IFN-g yanıtının daha belirgin olduğu bulunmuștur. CMV antijeni ile uyarım sonrasında ise kontrol grubunda hem IL17 hem de IFN-g yanıtı saptanmıș olup IFN-g yanıtı daha fazla gözlemlendi (Grafik 1). Her iki antijene karșı hasta ve kontrol gruplarında IL 4 yanıtı saptanamamıștır. IL17 mRNA düzeyleri saptanırken, gen ekspresyon düzeyleri GAPDH düzeylerine oranlanmıș ve kızamık antijeni ile uyarım sonrası bu oran hasta grubunda 4,95 iken kontrollerde 2,5 olarak bulunmuștur. CMV antijeni ile uyarım sonrasında ise hasta ve kontrol grupları için bu oranlar, sırasıyla 2,7 ve 7,1 olarak saptanmıștır. Hasta grubunda kızamık ile uyarım sonrasında Th17 hücrelerinin yüzdesinde uyarımsız hücrelere oranla daha fazla artıș olduğu görüldü (Grafik 2). Çalıșmamızda ELİSPOT ve PZR verilerimiz birbirini destekler niteliktedir. SSPE hastalarında Th17 hücreleri ve IL17’nin rolü bulunmakla beraber, Th1 yanıtının daha belirgin olduğu görülmektedir. Konuyla ilgili çalıșmalarımız devam etmektedir. (*Proje TÜBİTAK (109S089) tarafından desteklenmiștir.) 72 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Hasta ve kontrollerde IL17 ve IFN-g yanıtları Grafik 1. Hasta ve kontrollerde ELİSPOT yöntemi ile bakılan IL17 ve IFN-g yanıtları Th17 hücre yüzdesi Grafik 2. Kızamık uyarımı sonrası Th17 hücre yüzdesi 73 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler HLA-B*51 Overekspresyonu Endoplazmik Retikulum Stresine Yol Açabilir mi? 2 FULYA COȘAN, 1HÜLYA AZAKLI, 1ZELİHA ÖKTEN, 1SEMA SIRMA, 2ESİN AKTAȘ, NESLİHAN ABACI, 1DURAN ÜSTEK 1 İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE) Genetik AD 2 İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü(DETAE), İmmünoloji AD, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Endoplazmik retikulum (ER) hücrede proteinlerin katlandığı organeldir. Proteinlerin yavaș ya da yanlıș katlanmaları sonucu ER stres olușur. Hücrede unfolded protein response olușturularak ER stres engellenmeye çalıșılır. ER stres ve UPR moleküllerinin çeșitli hastalıkların patogenezinde rol oynadıkları gösterilmiștir. Ankilozan spondilitten sorumlu HLA-B*27’nin UPR’ye yol açarak hastalığa neden olduğu ileri sürülmektedir. Benzer șekilde yavaș katlanma olasılığı olan bir bașka molekül HLA-B*51 olup Behçet hastalığında genetik yatkınlığa neden olmaktadır, ancak ne șekilde etki gösterdiği bilinmemektedir. Bu çalıșmada HLA-B*51 UPR arasındaki ilișkinin araștırılması hedeflenmiștir. YÖNTEM: HLA-B*51 eksprese eden Thp-1 hücre dizisinin monositlerinde ve bu hücre dizisinden elde edilen makrofajlarda LPS, ATP, IFN ve Tm uyarıları sonrasında 8. ve 24. saatlerde örneklerden mRNA ve protein izole edilmiș ve bu örneklerde ATF-6, IRE-1, PERK, XBP-1, BİP ekspresyonu tayin edilmiștir. BULGULAR: Monositlerde değișik uyaranlarla HLA-B*51 ekspresyonu ve diğer moleküllerin ekspresyonu karșılaștırıldığında ilișki saptanmamıștır. Moleküllerin ER’den Golgi’ye sekresyonunu önlemek için kullandığımız Brefeldin-A’nın özellikle monositlerde kuvvetli bir UPR yanıtına neden olduğu gösterilmiștir. Bir uyaranla UPR uyarıldıktan sonra ikinci bir uyaran verildiğinde UPR moleküllerinin tamamıyla inhibe olduğu gösterilmiștir. IRE-1 ve XBP-1 moleküllerinin ekspresyonunun UPR uyaranları ile belirgin artmadığı gözlenmiștir. SONUÇ: HLA-B*51 ekspresyonu ile UPR sinyal moleküllerinin ekspresyonu paralellik göstermemektedir. UPR moleküllerinin ekspresyonu ikinci bir uyaran varlığında inhibe olmaktadır. Monositler ve makrofajlarda farklı uyaranlarla ER stres olușturulmakta ve farklı UPR sinyal molekülleri eksprese edilmektedir. HLA-B*51-UPR ilișkisinin değerlendirilmesi için ileri araștırmalara gereksinim vardır. Behçet Hastalığında Azitromisin Kullanımının In Vitro Hücre İçi Sitokin Yanıtına Etkisi 1 GONCA MUMCU, 2NEVSUN İNANÇ, 3FİLİZ TÜRE ÖZDEMİR, 3AYSIN TULUNAY, EMEL EKȘİOĞLU DEMİRALP, 4TÜLİN ERGUN, 2HANER DİRESKENELİ 1 Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sağlık Bilișimi ve Teknolojileri Anabilim Dalı 2 Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı 3 Tıp Fakültesi, Hematoloji-İmmünoloji Bilim Dalı 4 Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı, Marmara Üniversitesi, İstanbul, TÜRKİYE 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Bu araștırmanın amacı, Behçet hastalarında (BH) azitromisin kullanımının in vitro hücre-içi sitokin yanıtına etkisini incelemektir. YÖNTEM: Bu araștırmaya, aktif mukokütan tutulumu ve periodontal hastalığı olan 10 BH’lı hasta ile (K/E: 8/2 yaș ort.: 38.6±10.9 yıl) 9 sağlıklı kontrol (SK, K/E: 6/3, 33.2±7.1 yıl) katıldı. Hastalar 4 hafta süresince azitromisin (1500 mg/hafta) ile tedavi edildiler. Klinik ve immünolojik yanıtlar tedavi öncesi ve sonrası dönemlerde değerlendirildi. Hücre-içi sitokin yanıtı incelemesinde, hasta ve kontrollerin periferik kan mononükleer hücreleri lipopolisakkarit (LPS), lipoteikoik asit (LTA), ısı-șoku 74 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler proteini (HSP-60) and Streptokokkus sanguis (S.sanguis) ekstresi ile 3 saat kültüre edildi. Hücre-içi interferon-gamma (IFN-) ve tümör nekroz faktör-alfa (TNF-) düzeyleri ile nötrofillerin CD11b ve CD16 ekspresyon düzeyleri flow sitometri ile değerlendirildi. BULGULAR: Periferik kan mononükleer hücrelerin S.sanguis ile uyarı sonrasındaki IFN- yanıtı, BH’larda tedavi öncesi dönemde (% 7.5±6.2) tedavi sonrası döneme (% 3.3±4.3) ve SK’lara (% 3.9±2.7) göre daha yüksek olduğu belirlendi (p=0.05, p=0.052). Benzer șekilde, bu hastalarda CD16 ekspresyon yüzdesi, tedavi sonrası dönemde (% 91.6±5.4), SK’lara (% 97.4±0.79) ve tedavi öncesi (% 95.17±4.23) döneme göre daha düșük olduğu görüldü (p=0.04, p=0.02). LTA ile uyarı sonrası olușan hücre içi IFN- yanıtı, tedavi öncesi dönemde (% 4.9±2.4) tedavi sonrası döneme (% 3.2±1.9) göre daha yüksek olmasına rağmen anlamlı farklılığa ulașmadı (p=0.07). Diğer uyaranlarda anlamlı farklılık tespit edilmedi. SONUÇ: Azitromisin tedavisinin, nötrofillerin CD16 salınımı ile in vitro erken dönemde S.sanguis ile uyarı sonrası olușan IFN- yanıtını azalttığı belirlendi. Nükleik Asit Temelli TLR Ulaklarının Polisakkaritlerle Olușturdukları Nanoparçacıkların Bağıșıklık Sistemi Üzerine Sinerjistik Etkileri 1 GİZEM TİNÇER, 2CEVAYİR ÇOBAN, 3KEN ISHII, 1İHSAN GÜRSEL Bilkent Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara, TÜRKİYE 2 Laboratory of Malaria Immunology, WPI Immunology Frontier Research Center, Osaka University, Suita, Osaka, JAPAN 3 Laboratory of Adjuvant Innovation, National Institute of Biomedical Innovation, JAPONYA 4 Laboratory of Vaccine Science, WPI Immunology Frontier Research Center, Osaka University, Suita, Osaka, JAPONYA 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Bu çalıșmada doğal polisakkaritlerin (PS) bağıșıklık sistemindeki etkilerinin ve sinyal iletim mekanizmalarının ortaya çıkarılması, ayrıca in vivo ortamda oldukça kararsız olan nükleik asit temelli Toll-benzeri almaç (TLR) ulaklarıyla, nanokompleks olușturarak bu ulakların olușturdukları immünolojik yanıtların daha da geliștirilmesi araștırılmıștır. YÖNTEM: Dört farklı mantardan elde edilen polisakkaritlerin bağıșıklık sistemi üzerindeki etkileri ve aktivasyonunu olușturan mekanizmalar araștırılmıștır. İmmün-spesifik genlerden yoksun (KO) veya yabani ırk fare (WT) dalak hücreleri kültür ortamında PS’lerle uyarıldı, salınan sitokinler ELISA ile belirlendi. Ardından PS’ler ile değișik TLR ulaklarının (TLR3; pI:C, TLR7/8; R848, TLR9; CpG ODN) nanokompleksleșmesi gerçekleștirildi ve immün hücrelerden doza bağlı olarak immün yanıtları belirlendi. Nanokomplekslerle model bir antijen olarak seçilen ovalbümin (OVA) birlikte nanoparçacık olarak formüle edilerek anti-OVA, IgG, IgG1 ve IgG2a yanıtları fare serumlarından çalıșıldı. Ayrıca nanokomplekslerin fiziksel karakterizasyonu atomik kuvvet mikroskobu (AFM) ve dinamik ıșık saçılımı (DLS) teknikleriyle belirlendi. BULGULAR: Doğal mantarlardan elde edilmiș dört değișik ß-Glukan polimerleri olan PS’lerin bazıları; doza ve süreye bağlı immün aktiviteleri RAW 264.7 ve fare dalak hücrelerinde Th1 tip sitokin salımları (TNF-, IL-6, IL-12, IFN-, IL-1) PS2 ve PS4 tiplerinde düșük dozlarda bile güçlü bir immün tepki oluștururken, PS1 ve PS3’ün immünolojik etkinliklerini doza bağlı olarak kaybettikleri görülmüștür. Özellikle PS2 ve PS4 etkin bir șekilde makrofaj hücrelerinden bakteri öldürücü özelliğe sahip nitrik oksit medyatörlerini etkin bir șekilde ürettiler. Dört farklı PS’den özellikle PS4’ün bağıșıklık uyarıcı özelliğinin bașlıca hücre yüzeyinde ifade edilen TLR2 algacına bağlı olarak, NF-B sinyal yolağını etkinleștirerek immün etkiyi olușturduğu belirlenirken, PS’lerin hücre içinde, ayrıca enflamazom sin- 75 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler yal yolaklarını da etkinleștirerek immün aktivasyona katkı sağladığını ilk kez belirledik. Bu etkinleșme ise; ASC ve Caspase-1’e bağlı, NLRP3’e kısmen bağlı olduğu gözlemlendi. Mantarlardan izole edilen bu 4 çeșit PS’in ex vivo ortamdaki (fare dalak hücrelerinden) sitokin salımları (TNF-, IL-6), yine PS4’ün en aktif tip olduğu göstermiștir. Bu sonuçlara dayanarak, PS4 bir sonraki așamalar için seçilip, eksi yüklü nükleik asit temelli TLR ulaklarıyla doğal nanokompleksler olușturuldu. PS ve TLR ulaklarının kendi bașlarına etki gösteremedikleri dozlardaki sinerjistik etkileri (0,0032-0,0128 μg/ml gibi) göstermiștir ki bu nanokompleksler ≥ 20-30 kat daha fazla protein üretimine yol açabilmektedirler. Ayrıca fare dalak hücreleri, bu nanoparçacıklarla uyarıldıklarında IL-6, MIP3, IFN- ve IP-10 gibi sitokin ve kemokinlerin gen düzeyinde de artıșa yol açmaktadırlar. Nanokomplekslerin adjuvant etkileri de bu çalıșmada test edilmiștir. Farede anti-OVA IgG cevabı, PS/TLR-OVA ulak formülasyonuyla; PS-OVA ve TLR ulak-OVA tarafından olușturulan cevaba kıyasla çok daha güçlü olușmuștur. PS4’ün TLR ulaklarıyla nanokompleks boyutları 200±10 nm civarında oluștuğu da AFM ve DLS testlerinden sonra gösterilmiștir. SONUÇ: Bu bulgulara dayanarak, doğal polisakkaritler, tașıdığı kararsız yapıdaki nükleik asit bazlı TLR ulaklarının kararlılığını arttırırken, hedef bölgeye de depo șeklinde ulașımlarını sağlayabilmektedir. Bu sistemin birçok avantajı vardır; i) PS özütleri, kolay ve doğal yollarla edinilebilmektedirler ii) kendi bașlarına bağıșıklık sistemini uyarabilmektedirler, iii) suda çözülebildiklerinden, karmașık bir formülasyon protokolüne gerek yoktur iv) eksi yüklü nükleik asitlerle kompleks olușturabilmektedirler, ve v) DNA, DNA gibi ulakları daha kararlı ve korunaklı halde hedef hücrelere, aktivitelerini koruyarak ulaștırabilmektedirler. Bu çalıșmadan elde edilen deneyim, çeșitli lokal ya da sistemik bulașıcı hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek, etkin bir immün tedavi edici ajanın geliștirilmesini mümkün kılacaktır. İnterferon-Beta (IFN) Tedavisi Alan Multipl Skleroz’lu (MS) Hastalarda Bağlanan Antikor (BAB) ve Biyolojik Aktivite (MxamRNA) Düzeyleri 1 BÜLENT ÇAKAL, 2SABAHATTİN SAİP, 2AYȘE ALTINTAȘ, 2AKSEL SİVA, 1SELİM BADUR İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji AD 2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpașa Tıp Fakültesi Nöroloji AD, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ ve AMAÇ: Merkezi sinir sisteminin kronik ve özürlülükle seyreden, etiyopatogenezinde immünogenetik aksaklıkların kritik rol oynadığı MS hastalığının tedavisinde, evrensel olarak üç farklı rekombinant IFN preparatı kullanılmaktadır. Bu yaklașımların etkinliklerine ek olarak klinik kullanım güvenilirliklerinin bilinmesine karșın, hastaların yaklașık yarısında beklenen düzeyde tedavi yanıtı alınamadığı görülmektedir. Patogenetik etkenler dıșında bu durumun önemli nedenlerinden biri, rekombinant IFN preparatlarına karșı, tedavinin ilk iki yılı içerisinde gelișen anti-IFN antikorlarıdır. Son yıllarda bağlanan özelliğe sahip olanların yanı sıra (Binding Antibodes; Bab), özellikle in vivo biyolojik aktivite kaybına neden olarak tedaviyi olumsuz yönde etkileyebilen nötralizan (Neutralizing antibodies; NAB) etkiye sahip olanların önemi vurgulanmıștır. Özellikle yüksek titrede ve persistan NAb’ların in vivo biyolojik aktivite kaybına neden olarak, IFN’nın tedavi etkinliğinin azalmasına neden olduğu; bu bağlamda hastalarda anti-interferon antikorlarının ve/ ya IFN’ya karșı in vivo biyolojik aktivite düzeyini en iyi yansıtan gösterge olarak kabul edilen MxAmRNA (Myxovirus direnç protein) gen ekspresyon düzeylerinin ölçülmesi ile izlenmesinin yararlı olduğu; gerektiğinde IFN tedavisinin kesilerek yeniden düzenlenmesi gerektiği kabul gören bir yaklașımdır. Bu amaçla anti-interferon beta antikorlarının (Bab, NAb) yanısıra son yıllarda, diğer faktörlerle ilișkili reseptör aktivasyonun engellenmesi sonucu gelișen biyolojik aktivite kaybını en iyi yansıtan gösterge 76 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler olarak kabül edilen MxA’nın ekspresyon düzeylerinin ölçümüne imkan veren (MxAmRNA) yöntemler kullanılmaktadır. Bu çalıșmada, IFN tedavisi alan MS’li hastalarda farklı IFN preparatlarına karșı olușan Bab’lar ile IFN’nın in vivo biyolojik aktivite düzeylerinin yansıtan MxAmRNA gen ekspresyon düzeylerinin saptanması; BAb ve MxA mRNA düzeyleri arasındaki korelasyonun araștırılması ve bu antikorların tedaviye yanıta ilișkin prediktif değerinin belirlenmesi amaçlanmıștır. YÖNTEM: Çalıșmaya farklı IFN preparatları ile ortalama >3.5 yıldır tedavi edilen 218 hastada BAb’ların varlığını ve titresini tespit etmek amacıyla, ticari ELISA (BÜHLMANN / Switzerland) kiti kullanıldı. Bu hastaların 128’in de MxA mRNA ekspresyon düzeylerinin ölçülmesi amacıyla, Real-Time PCR (ABI PRISM® 7000) bazlı komparatif Ct (CT2ΔΔCT) yöntemi, internal kontrol olarak da GAPDH (glyceraldehyde-3-phosphatedehydrogenase) kullanılmıștır. Normal koșullarda MxA mRNA ekspresyon düzeyi ile GAPDH mRNA’sının ekspresyon düzeyleri arasındaki relatif ekspresyon oranı belirlemek amacıyla, 30 sağlıklı kiși ile IFN tedavisi almamıș 26 MS’li hastadan olușturulan kontrol grubunda, MxA/GAPDH’e ait normalizasyon oranı (NR) belirlenmiștir. Buna göre hasta grubunda MxA mRNA/GAPDH mRNA relatif ekspresyon oranları >1 (NR> 16), 0.25 -1 (4< NR<16) ve < 0.2 (NR< 4) șeklinde gruplandırılarak, tespit edilen bu değerler sırasıyla IFN’ya karșı biyolojik aktivite varlığı, azalması ve yokluğu olarak değerlendirilmiștir. BULGULAR: İncelenen hasta gruplarındaki Bab ve MxA mRNA düzeyleri așağıdaki tabloda özetlenmiștir. Tabloda görüldüğü gibi Bab pozitifliği Avonex, Rebif, Betaferona karșı ve totalde sırasıyla % 21.4, % 28.6, % 70.4 ve % 40, biyoaktivite kaybı ise (azalmıș ve yok) yine aynı sırayla % 14, % 19, % 46.4 ve % 26.5 olarak saptanmıștır. Hastalarda saptanan Bab titreleri ile MxA mRNA düzeyleri arasındaki ilișki așağıdaki grafikte gösterilmiștir. Her iki göstergenin araștırıldığı 128 olgu: 0-49 BTU (s=62), 50-199 BTU (s=20), 200-499 BTU (s=8), >500 BTU (s=33) olanlar șeklinde gruplandırılarak, her gruptaki olguların MxA mRNA düzeyleri ile ilișkilendirilmiștir. SPSS programı (versiyon 17) kullanılarak hazırlanan verilerin, istatiksel olarak değerlendirilmesinde Single Factor ANOVA analizi kullanıldı. P değeri 0.05 altı istatistiksel anlamlılık olarak kabul edildi. Grafik 1’de hastaların BAb titreleri ile MxAmRNA düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı oranda ters bir korelasyon (P=0.00003) saptanmıș olup, özellikle 500 BTU titre üzerinde BAb pozitifliği saptanan hastalarda düșük BAb ve BAb negatif gruba göre biyoaktivite kaybı istatistiksel olarak anlamlı oranda daha fazla saptanmıștır. SONUÇ: MS’li hastalarda IFN tedavisindeki bașarının izlenebilmesi amacıyla, BAb’ların tarama ve konfirmasyon testi olarak kullanılması; özellikle yüksek titrede BAb saptanan hastaların biyoaktivite düzeylerinin tespiti için, ardıșık MxAmRNA ölçümlerinin gerçekleștirilmesi uygun bir laboratuvar yaklașımıdır. Hastalarda saptanan Bab titreleri ile MxA mRNA düzeyleri arasındaki ilișki Tablo . Hastaların Farklı IFN Preparatlarına Karșı BAb ve MxA mRNA Düzeyleri BAb Düzeyleri (BTU)* Preparat Hasta Sayısı Negatif Biyoaktivite düzeyleri (MxA mRNA) Hasta Sayısı Var Azalmıș Yok Avonex 70 % 78.6 (55) 50-199 BTU 200-499 BTU ≥ 500 BTU % 11.4 (8) % 4.3 (3) %5.7 (4) 43 % 86 (37) % 4.7 (2) % 9.3 (4) Rebif 77 %71.5 (55) % 18.2 (14) % 1.3 (1) % 9 (7) 42 % 80 (34) % 9.5 (4) % 9.5 (4) Betaferon 71 %29.6 (21) % 21.1 (15) % 7 (5) % 42.3 (30) 43 % 53.6 (23) % 34.8(15) % 11.6 (5) Toplam 218 %60 (131) % 17 (37) % 4.1 (9) %18.9 (41) 128 % 73.4 (94) % 16.4 (21) % 10.2 (13) 77 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Kalıtsal Metabolik Hastalıklarda İmmün Yetmezlik 1 MİNE KIRAÇ, 1BAHAR GÖKTÜRK, 2HASİBE ARTAÇ, 1SEVGİ KELEȘ, 3KÜRȘAD AYDIN, İSMAİL REİSLİ 1 Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji BD 2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji BD, Konya 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Doğumsal metabolik hastalıklar immün yetmezlik kliniğine yol açabilirler. Bununla ilgili en iyi bilinen durumlar adenozin deaminaz (ADA) ve pürin nükleotid fosforilaz eksiklikleridir. Diğer metabolik hastalıklar ile ilgili literatürde az sayıda vaka bildirilmiștir. Burada iki ADA eksikliği, iki akçaağaç șurubu hastalığı (MSUD), iki propiyonik asidemili immün yetmezlik kliniği olan hasta sunulmuștur. OLGU 1: Üç aylık kız hasta tekrarlayan pnömoni ve diyare nedeni ile bașvurdu. Yapılan ilk tetkiklerinde lökopeni ve lenfopeni saptandı, immünoglobülinleri normal, B lenfosit oranı düșük bulundu (<% 1). Hastaya 3 haftada bir intravenöz immünoglobülin (IVIG) desteği bașlandı. Takipte hasta propiyonik asidemi tanısı aldı. Hastanın 6 aylık takibinde B lenfositleri düșük seyretti. IVIG profilaksisi altında hastanın enfeksiyon sıklığında ve metabolik krizlerin sıklığı ve șiddetinde azalma gözlendi. OLGU 2: MSUD tanılı 3 aylık kız hasta persistan pnömoni nedeni ile bașvurdu. Lenfopeni ve nötropeni saptanmadı. İmmünoglobülinleri yașa göre normal sınırlarda, B lenfosit (% 2) ve CD4+T lenfosit (% 19) oranları düșüktü. Enfeksiyon tedavisi sonrası bakılan lenfosit alt grupları normal sınırlarda bulundu. Hasta 7 aylıkken aspirasyon pnömonisi nedeni ile exitus oldu. OLGU 3: MSUD tanılı 3 aylık kız hasta tekrarlayan moniliazis, diyare, yaygın fungal cilt enfeksiyonu ve pnömoni nedeni ile bașvurdu. IgG, M, B lenfosit oranı düșük bulundu (% 4). Takipte B lenfosit oranları düșük olarak seyretti. Hastanın cilt lezyonları IVIG replasmanı ve antifungal tedavi ile düzeldi. OLGU 4: 2 yașında propiyonik asidemi nedeni ile takipli hasta tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu nedeni ile bașvurdu. Bakılan IgG ve M, B lenfosit oranı düșük bulundu. Bir yıllık takip sonrası bakılan immünoglobülin seviyeleri ve lenfosit alt grupları normal bulundu. OLGU 5: On yedi yașında kız hasta bir yașından beri tekrarlayan sinopulmoner enfeksiyonlar, opere bronșiektazi ve 10 yașından beri olan ağız içi yaraları nedeniyle tekrar değerlendirildi. Büyüme geriliği, oral siğilleri, hipoplazik tonsilleri dikkat çekiciydi. Kronik lenfopeni, IgM düșüklüğü ve IgE yüksekliği, fitohemaglütinine (PHA) düșük lenfoblastik transformasyon cevabı (% 31), B hücre yokluğu, çok düșük CD4+T ve CD3+T lenfosit sayıları mevcuttu. 12 yașından itibaren İVİG replasman tedavisi bașlanan hastanın kuru kan damlası örneklerinde ADA aktivitesi düșük, deoksiadenozin nükleotid seviyeleri yüksek bulundu. ADA gen sekans analizi sonucunda ekzon5’te homozigot missens mutasyonu saptandı. Hastaya PEG-ADA tedavisi bașlandı. Klinik ve laboratuvar bulgularında düzelme görüldü. OLGU 6: Bir buçuk aylık erkek hasta persistan pnömoni ve oral moniliazis ile bașvurdu. Muayenede siyanoz, takipne, frontal bossing, hipotelorizm, preauriküler skin tag, oral moniliazis, bilateral krepitan raller, mikropenis, bilateral inmemiș testis, hipotonisitesi ve gelișimsel kalça displazisi mevcuttu. Akciğer grafisinde timus gözlenmedi. Ağır lenfopeni, çok düșük IgA ve IgM seviyeleri, çok düșük T ve B hücre sayıları ve PHA’e düșük lenfoblastik transformasyon cevabı görüldü (% 36). IgG seviyesi normaldi. Küçük sekundum atrial septum defekti, santral hipotiroidizm, sağırlık, atnalı böbrek, renal kortikal kistler saptandı. ADA aktivitesi düșük, deoksiadenozin nükleotid seviyeleri yüksek bulundu. Hasta 3 aylıkken PEG-ADA tedavisi bașlandı. Kilo alımı, nörolojik gelișim basamaklarında düzelme ve enfeksiyon kontrolü sağlandı. SONUÇ: Farklı doğumsal metabolik hastalıklar kemik iliğinde öncül hücrelerde azalmaya yol açarak immün yetmezlik kliniğine yol açabilmektedir. 78 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler İmmün Baskılayıcı DNA’nın Otoimmün ve Otoenflamatuvar Hastalıkların Tedavisine Yönelik Uygulamaları 1 FUAT CEM YAĞCI, 2ÖZLEM ASLAN, 3MAYDA GÜRSEL, 4İSMAİL ȘİMȘEK, BANU BAYYURT, 1İHSAN GÜRSEL 1 Biyoterapötik ODN Araștırma Laboratuvarı, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Bilkent Üniversitesi, 2 Ulucanlar Göz Eğitim ve Araștırma Hastanesi 3 Biyolojik Bilimler Bölümü, ODTÜ 4 Romatoloji Bilim Dalı, Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Memeli DNA’sının telomerik uçlarında bulunan TTAGGG motiflerin immün baskılayıcı özellik tașıdığı bilinmektedir. Laboratuvar ortamında sentezlenebilen bu ardıșık motifleri içeren oligodeoksinükleotidler (bundan sonra A151 ODN sekansı olarak kullanılacaktır), memeli DNA’sının bu immün baskılayıcı etkisini taklit edebilmektedir. İmmün baskılayıcı DNA’nın bu güne kadar, SLE, Artrit, Toksik Șok, Silikozis, Diyabet Tip II ve Deneysel Otoimmün Ensefalomiyelit gibi birçok otoimmün ve otoenflamatuvar hastalığın semptomlarının azaltılmasında/geciktirilmesinde etkili olduğu gösterilmiștir. Biz de bu çalıșmada, immün baskılayıcı DNA’nın otoimmün bir hastalık olan i) Endotoksin ile indüklenen Üveit (EIU), ve otoenflamatuvar bir hastalık olan ii) Ailesel Akdeniz Ateși’ndeki (FMF) etkilerini EIU için fare ve tavșanda, FMF için de insan periferik kanlarında incelemeyi planladık. YÖNTEM: i) Endotoksin ile İndüklenen Üveit Çalıșmamızda, immün baskılayıcı DNA’nın LPS enjeksiyonundan 2 saat önce, aynı anda ve 2 saat sonra hayvanlara enjekte edilmesi durumundaki etkileri fare ve tavșan modellerinde araștırılmıștır. Bu çalıșma 82 Balb/C fare ve 26 New Zelanda tavșan kullanılarak gerçekleștirilmiștir. Lokal veya intraperitonal LPS ve A151 enjeksiyonunun ardından fare/ tavșan gözleri çıkartılarak total RNA’da ifade eden çeșitli proenflamatuvar sitokin ve kemokinlerin transcript düzeylerini PCR yöntemiyle belirlerken, A151’in sistemik etkisini de fare dalaklarının hücre kültüründe ex-vivo ortamda inkübasyonunun ardından ortama salgıladıkları sitokinleri ELISA yöntemiyle tayin ettik. Ayrıca Akıș Sitometrisi yöntemi kullanılarak dalak hücrelerinin yüzeylerinde bulunan çeșitli aktivasyon markörlerinin seviyelerini de araștırdık. ii) Ailesel Akdeniz Ateși FMF hastalarından ve sağlıklı gönüllülerden izole edilen periferik kan mononükleer hücrelerinden RNA izole edilip, PCR yöntemiyle çeșitli proenflamatuvar sitokin ve Toll-benzeri reseptörlerin (TLR) mRNA düzeyleri belirlenmiștir. Hücreler, kültür ortamında çeșitli TLR ligandları kendi bașlarına veya A151 eșliğinde 48 saat inkübe edilerek kültür ortamına saldıkları sitokin düzeyleri ELISA yöntemiyle tayin edilmiștir. BULGULAR: i) Endotoksin ile İndüklenen Üveit çalıșmamızın ortaya koyduğu bulgular, immün baskılayıcı DNA A151’in MIP3, iNOS, MIP1, CXCL16, ve IP10 gibi kemokinlerle, IL6 ve IL1 gibi sitokinlerin (hastalığın olușumunda etkili çeșitli sitokin ve kemokinlerin) gen ifade ve salım düzeylerini hem lokal hem de sistemik olarak gerilettiğini ve hastalığın hitopatolojik ve klinik skorlarını da istatistiksel olarak anlamlı bir șekilde azaltabildiğini göstermiștir. ii) Ailesel Akdeniz Ateși FMF hastalarının TLR2, TLR4, TLR7 ve IL6, TNF, IL1 ve IFN gibi çeșitli proenflamatuvar/enflamatuvar tipteki sitokinlerin gen ifadelerinin sağlıklı gönüllülere oranla çok daha yüksek seviyede seyrettiğini göstermektedir. A151’in sağlıklı gönüllülerin PBMC’lerinin TLR3 ve TLR7 ligandları ile inkübe edilmesi sonucu artan IL6, TNF, IL1 gen ifade düzeylerini azaltabildiği görülmüștür. Bunun yanı sıra A151 hem sağlıklı, hem de FMF hastalarının PBMC’lerinin TLR3 ligandı ile inkübe edilmesi sonucu hücre kültürü ortamına salgıladıkları IL6 protein miktarını azaltabildiğini göstermiștir. SONUÇ: Bu çalıșmada elde edilen bulgular, immün baskılayıcı DNA A151’in hem EIU gibi otoimmün, hem de FMF gibi otoenflamatuvar bir hastalıkta artan proenflamatuvar sitokin ve kemokinleri 79 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler hem mRNA hem de protein düzeylerinin azaltılmasında oldukça etkili olduğunu göstermiștir. Elde ettiğimiz bulgular, immün baskılayıcı DNA’nın otoimmün ve otoenflamatuvar hastalıkların tedavisinde kullanımı durumunda hastalara fayda sağlayacağının ipuçlarını olușturmaktadır. DNA Parçacıklarının Eksozomlar Aracılığı ile Hücrelere Transferi 1 TAMER KAHRAMAN, 1GÖZDE GÜÇLÜLER, 2MAYDA GÜRSEL, 2CAN ÖZEN, İHSAN GÜRSEL 1 Bilkent Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Biyoterapötik ODN Araștırma Laboratuvarı 2 Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Biyolojik Bilimler Bölümü, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Çalıșmamızın amacı, hücrelerden salınan ve hücreler arası iletișimde kritik görevleri olduğu bilinen eksozom nanokeseciklerine DNA parçacığı yüklenerek immün stimülan özelliği olan bu molekülerin immün hücrelerine çok daha etkili alımlarını sağlayıp immün etkiyi artırmayı sağlayacak bir doğal nanokesecik formunda tașıyıcı geliștirmektir. Bu bağlamda makrofaj hücre hattı ortamından izole edilen eksozomlar, CpG-A ve CpG-B motifleri içeren tek sarmallı oligodeoksinükleotidler (ODN) (ör. D35 ve K3 gibi) ile liyofilizasyon-rehidrasyon yöntemi kullanılarak yüklenmiș ve köken aldıkları hücreler ile inkübe edilmiștir. 24 saatlik inkübasyon sonucunda yapılan akıș sitometresi analizleri, K3 DNA parçacığının eksozomlara % 80 D35 DNA parçacığı içinse % 100 oranında yüklenebildiği tespit edilmiștir. Lazer taramalı konfokal mikroskop ile incelemelerde ise hücrelerde eksozom sinyalinin ve DNA parçacığı sinyalinin ko-lokalize olduğu görülmüștür. Bu bulgular eksozomların nano tașıyıcı kesecikler olarak geliștirilebileceğini önermektedir. YÖNTEM: Hücre kültürü ve eksozom izolasyonu; bu çalıșmada RAW 264.7 fare makrofaj hücre hattı kullanılmıștır. Her pasaj sonrasında ekilen 5x106 RAW hücresinin üç günlük hücre ortamından eksozomlar izole edilmiștir. Eksozom izolasyonu için 400Xg ve 1500Xg’de 10’ar dakika ve 100000Xg’de de bir saat olmak üzere üç santrifüj așaması uygulanmıștır. Eksozomların DNA parçacıkları ile yüklenmesi ve ișaretlenmesi; elde edilen eksozomlar, Cy5 ișaretli K3 veya D35 DNA parçacıkları ile birlikte önce sıvı azotta dondurulup, liyofilizasyon yöntemi ile su ortamdan uzaklaștırılmıștır. Bunun sonucunda elde edilen tozun kontrollü rehidrasyonu sonucunda eksozomlara DNA parcacıkları yüklenmiștir. DNA yüklü eksozomlar, serbest DNA parçacıklarından ve parçalanmıș lipid membranlarından ultra-santrifüjle uzaklaștırılmıștır. Ayrıca, yüklü eksozomlar SPDiOC (18) ile ișaretlenmiștir. Eksozomların hücreler ile inkübasyonu ve akıș sitometrik analizi; serbest DNA veya boya ișaretli eksozomlarda yüklenmiș DNA dizinleri, 24 saat, (1:10; hücre:eksozom) makrofaj hücreleriyle inkübe edilmiștir. Daha sonra hücreler akıș sitometrisi kullanılarak analiz edilmiștir. Hücreler tarafından ortama salınan pro-enflamatuvar ve enflamatuvar sitokinler ELISA yöntemiyle tayin edilmiștir. Hücrelerin konfokal mikroskopi analizi; eksozom ile inkübe edilmiș hücreler SlowFade® Gold ile sabitleștirilip Zeiss LSM510, lazer taramalı konfokal mikroskobunda Cy5 ve FITC kanalları kullanılarak hücrelerin nanokesecikleri internalize etme durumları analiz edilmiștir. Organelspesifik boyalarla nanokeseciklerin hücre içi kaderleri de araștırılmıștır. BULGULAR: DNA parçacığı yüklenmiș ve SP-DiOC ile ișaretlenmiș eksozomlar içinde bulunan DNA parçacığına göre; Ekso(K3-Cy5)SP-DiOC, ve Ekso(D35-Cy5) SP-DiOC șeklinde adlandırılmıștır. FL-1 ve FL-4 kanalları kullanılarak yapılan akıș sitometrisi sonuçları her ne kadar farklı oranlarda olsa da K3 ve D35 CpG DNA parçacıkları eksozomlar tarafından bașarılı bir șekilde hücrelere tașınmıșlardır. Ekso(K3-Cy5)SP-DiOC ile inkübe edilen hücrelerin % 79,8±9,9’u hem SP-DiOC hem de Cy5 sinyali için pozitif iken, % 20,2±9,9’u sadece SP-DiOC sinyali için pozitif bulunmuștur. Bu so- 80 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler nuçlar ıșığında K3 DNA parçacığı yaklașık %80 oranında eksozomlara yüklenmiștir. D35 ise % 100 oranında hücrelere yüklemiștir. IL6 salımı serbest K3 tipi CpG DNA’dan yaklașık 15 kat daha fazla olarak elde edilmiștir. Konfokal mikroskopi görüntüleri de eksozomun K3 ve D35 DNA parçacıklarını hücrelere transfer ettiğini kanıtlamaktadır. Konfokal mikroskopiden elde edilen görüntülere göre K3 hücrede lizozomlarda, D35 ise erken endozomlarda ko-lokalize olduğunu göstermektedir. Bu bulgu DNA parçacıklarının hücrelere eksozomlar aracılığıyla girdiklerini kanıtlamaktadır. SONUÇ: Yapılan bu çalıșma eksozomların hücreler arası iletișimi sağlamalarının yanı sıra ilaç tașıyıcı kesecikler olarak da tasarlanabileceğini göstermektedir. DNA parçacıklarının eksozomlara yüklenmeleri, parçalanmalarını engellenmesi nedeniyle, immün stimülan özelliklerini arttırıcı etkileri de beraberinde getirmektedir. G6PC3 Deficiency: a Novel Clinical Syndrome Associating Severe Congenital Neutropenia and Complex Developmental Aberrations 1 K. BOZTUG, G. APPASWAMY, A. ASHIKOV, A. A. SCHÄFFER, 2U. SALZER, 1 J. DIESTELHORST, M. GERMESHAUSEN, G. BRANDES, J. LEE-GOSSLER, F. NOYAN, A. K. GATZKE, M. MINKOV, J. GREIL, C. KRATZ, T. PETROPOULOU, I. PELLIER, C. BELLANNÉ-CHANTELOT, M. REZAEI, K. MÖNCKEMÖLLER, N. IRANI-HAKIMEH, H. BAKKER, R. GERARDY-SCHAHN, C. ZEIDLER, 3B. GRIMBACHER, K. WELTE, 1C. KLEIN 1 Department of Pediatric Hematology/Oncology, Hannover Medical School, Hannover, GERMANY 2 Department of Rheumatology and Clinical Immunology, University Hospital Freiburg, Freiburg, GERMANY 3 Department of Immunology, Royal Free Hospital and University College London, London, UK Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Recently, we were able to describe a previously unrecognized nosological entity in 12 patients from 8 unrelated pedigrees. All patients presented with severe congenital neutropenia and severe invasive bacterial infections. In addition, patients had a variety of additional syndromic features such as congenital heart disease (8/12), urogenital malformations (5/12), inner ear hearing loss (2/12), and myopathy (1/12). Furthermore, most patients (10/12) showed increased visibility/angiectasia of subcutaneous veins. The bone marrow smear was characterized by a typical “maturation arrest” due to premature apoptosis of mature neutrophils. Similar to Kostmann’s disease secondary to mutations in HAX1, myeloid cells from patients with this novel syndrome showed increased susceptibility to apoptosis. Myeloid progenitor cells revealed an abnormally enlarged rough endoplasmic reticulum and increased endoplasmic reticulum stress evidenced by increased expression of BiP. A genome-wide linkage study, performed in two consanguineous pedigrees, gave statistical evidene of a linkage interval on chromosome 17q21 (LOD score 5.74). We identified homozygous missense mutations in G6PC3, a ubiquitously expressed paralog of glucose-6-phosphatase. Biochemical studies confirmed deficient enzymatic activity. Using retroviral G6PC3-gene transfer into primary hematopoietic stem cells and in vitro differentiation into myeloid cells, the phenotype of increased susceptibility to apoptosis could be reverted. Eight distinct biallelic mutations were found, including missense and nonsense mutations. G6PC3-deficient myeloid cells showed a predominance of the unphosphorylated form of GSK3beta, a key molecule controlling cellular differentiation and apoptosis. As a consequence of increased... 81 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Sözel Bildiriler Helikobakter Nedenli Preneoplastik Mide İmmunopatolojilerinin Baskılanmasında TLR-2- Aktive B Hücrelerinin Rolü 1 AYÇA SAYI YAZGAN, 2ANNE MÜLLER İstanbul Teknik üniversitesi, Moleküler Biyoloji Ve Genetik Bölümü, İstanbul, TÜRKİYE 2 Zürih üniversitesi, Moleküler Kanser Araștırmaları Enstitüsü, Zürih, İSVİÇRE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) B hücreleri oto-immün patolojilerin ve kronik enflamatuvar durumların regülasyonunda görev alır. B hücrelerinin patojen-spesifik immün cevabı dengeleyici regülatör rolü hakkındaki bilgi uygun persistan enfeksiyon modellerinin azlığından dolayı yetersizdir. Bu çalıșmamız ile birlikte, B hücrelerinin bakteriyel patojenlere karșı olușan adaptif immün cevabı negatif olarak regüle etme kabiliyetinde olduğunu gösterdik. Çalıșmalarımızda, insan gastrointestinal patojeni Helikobakter pilori ile aynı aileden olan Helikobakter felis kullanılarak olușturulan fare enfeksiyon modeli kullandık. Bu model aracılığıyla, Helikobakter TLR-2 ligandı tarafından aktive edilen B hücrelerinin in vivo ve in vitro’da IL-10 üreten CD4+ CD25+ T regülatör-1 (Tr-1) benzeri hücreleri uyardığını gösterdik. Tr-1 hücre dönüșümü TCR sinyal mekanizmasına ve CD40/CD40L ve CD80/CD28 aracılıklı T-/B- hücre direkt etkileșimine bağlı olarak görünmekteydi. Aynı zamanda çalıșmalarımızda B- hücre aracılıklı uyarılan Tr-1 hücrelerinin in vitro ve in vivo’da baskılayıcı rol oynadığını gözlemledik. Bu çalıșmamız, klinik olarak anlamlı bir hastalık modelinde B hücre bağımlı Tr-1 hücre olușumunu ve fonksiyonunu tanımlayan yeni bir mekanizmayı açıklamasından dolayı önem arz etmektedir. Sonuç olarak, bu çalıșma ile B hücre/Tr-1 hücrelerinin bir yandan mide mukozal homeostazını sağladığını öte yandan ise Helikobakter’in midedeki devamlılığını arttırdığını gösterdik. 82 POSTER BİLDİRİLER 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Biyoterörizme Karșı Așı Hazırlıkları DİLEK TİYEKLİ, NEȘE AKIȘ Trakya Üniversitesi, Edirne, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Olası biyoterör ajanlarına karșı așıların nasıl geliștirileceği ve olağanüstü durumda nasıl bir ulusal planın uygulanacağı belirsizdir. Köklü bir așılama ve așı geliștirme mirası olan Türkiye’de olası durumlara karșı geliștirilebilecek așıların formüle edilmesi immünologlar için özel önemdedir. Bu çalıșmada, bilgi kaynakları ile yeni teknolojileri bir araya getirerek çözüm üretilmesi amaçlanmıștır. YÖNTEM: Geçmiș așı formülleri ve stok dökümleri, așı hazırlama protokolleri, ayrıca ulusal planlama ve strateji yönetim bilgileri çeșitli kaynaklardan toplanmıș, analiz edilerek modeller üretilmiștir. BULGULAR: Șarbon, çiçek, tifüs, kolera ilk ele alınan biyoterör ajanlarıdır. Türk toplumunun geçmiște yoğun çiçek așısı almıș olması doğal seçilimi engellediğinden popülasyonun genotipi özellikle çiçeğe hassastır. Stok bilgilerinden daha birçok mikroorganizmaya hassasiyet olduğu anlașılmaktadır. Ulusal laboratuvarımız Refik Saydam Laboratuvarları’nda kitlesel uygulanabilecek așıların protokolleri halihazırda bulunmaktadır. Ancak yeni türetilmiș bir biyoterör ajanına karșı moleküler tekniklerle desteklenmiș etkin așılar üretilebilir. Deney Geliștirme: Nötrofil Polarizasyonu ve Kemotaksisi 1 DİLEK TİYEKLİ, 1NEȘE AKIȘ, 2KATARZYNA WOJCIECHOWSKA, 3GUNAY RUSTAMOVA 1 Trakya Üniversitesi, Edirne, TÜRKİYE 2 Lublin Tıp Üniversitesi 3 Azerbaycan Tıp Üniversitesi, AZERBEYCAN Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Nötrofil fonksiyon bozukluklarının tanısında yararlanılan, nötrofil fonksiyon testlerinin, yüksek teknolojilere sahip olamayan küçük merkezlerde de kullanılabilinmesi için, tüm materyalin laboratuvar șartlarında hazırlanabildiği, daha ucuz ve basit bir test geliștirmektir. YÖNTEM: Hastalardan alınan heparinize kanlardan lökositler Ficoll-paque ile izole edildi ve PBS ile yıkandı. Polarizasyon deneyinde 5x104 hücre ile homojenize edilmiș E.coli 15 dakika 37°C’de inkübe edildi ve projeksiyon yapmıș hücreler sayıldı. Kemotaksis deneyinde lam üzerine dökülen %1’lik agaroz jel kullanıldı. Jelde açılan 4 mm çapında ve 3 mm uzaklığında 3 adet kuyu, sırasıyla, E.coli homojenizatı, lökositler ve PBS ile yüklendi ve kuyu yerleri lama ișaretlendi. 2 saat 37°C’de inkübasyon sonrası jel, 1 saat metanolle oda sıcaklığında ve ardından 20 dakika % 3,7’lik formaldehitle fiske edildi. Jel kaldırıldı ve fiske hücreler trifan mavisi ile boyanarak mikroskopta göç paterni incelendi. BULGULAR: Polarizasyon deneyi ile nötrofil fonksiyonları gözlenebilmiștir. Kemotaksis deneyi sonucunda ise nötrofillerin E.coli homojenizatı olan kuyuya doğru yönelme izleri gözlenirken, PBS bulunan kuyuya doğru yönelim gözlenmemiștir. SONUÇ: Tüm ayıraçları ve materyalleri laboratuvar koșullarında hazırlanan yukarıdaki yöntem ile imkanları kısıtlı laboratuvarlarda basit, ucuz ve pratik bir șekilde nötrofil fonksiyon testi yapılabilir. 85 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Association of the Second Nonsense Mutation, P.Y471X, In FMF Era wIth Mediterranean fever gene: a Molecular-Case Report AFİG BERDELİ, SİNEM NALBANTOĞLU, 1DEMET TIĞLI Ege University, School of Medicine, Children’s Hospital, Molecular Medicine Laboratory, Bornova, İzmir, TURKEY Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AIM: Familial Mediterranean Fever (FMF, MIM249100) is the prototype of a group of disorders termed ‘‘systemic autoinflammatory diseases’’ and characterized by seemingly unprovoked episodes of inflammation in the absence of high-titer autoantibodies or antigen-specific T cells. The disease is classically common among Mediterranean populations, and currently expanding through worldwide via genetic diagnostic reports. MATERIAL and METHODS: In this report, from a large scaled heterogeneous group of patients, we describe a 44-year-old Turkish patient from Western Turkey with clinical diagnosis of periodic fever. FMF StripAssay and DNA Sequencing analysis were used for the genetic diagnosis of the patients. RESULTS: DNA sequencing analysis of Mediterranean fever gene revealed nonsense p.Y471X mutation which is featured as the second nonsense mutation in FMF mutation database and underscored the significance of genetic analysis in the ancestral populations of FMF. CONCLUSION: Broad range nucleotide variation screening may prevent overlook of less common population restricted novel sequence variants in contrast to routine laboratory techniques. We should consider gene mutation screening in early diagnosis and the follow-up of the clinical course in particular for the asymptomatic cases. Identifying the causing mutation will enable clinicians to avoid unnecessary therapeutic trials in newly diagnosed patients. Electropherogram of the p.Y471X nonsense mutation in the MEFV gene revealed by DNA Sequencing analysis in the Turkish patient. 86 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Allerjik Rinitli Hastalarda Spesifik İmmünoterapinin Serum IL-13 ve IL-8 Düzeyine Etkisi 2 ALİ İNAL, 1GÖKSAL KESKİN, 1GÜLȘEN DUMAN, 1LALE ÖZIȘIK, 2TUĞBA GÜNEY Ankara Dıșkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araștırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği 2 Bașkent Üniversitesi İstanbul Sağlık Araștırma Merkezi İmmünoloji Laboratuvarı, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Sitokinlerin allerjik hastalıkların patogenezinde de önemli rolleri olduğuna dair kanıtlar giderek artmaktadır. IL-8 ve IL-13 allerjik rinitte rol oynayan iki önemli sitokindir. İmmünoterapinin bu medyatörleri baskılamasından yola çıkarak çalıșmamızda spesifik immünoterapi alan ve almayan allerjik rinitli hastaların IL-13 ve IL-8 serum sitokin düzeylerindeki değișiklikleri araștırdık. YÖNTEM: Çalıșmaya öykü, FM, laboratuvar ve cilt testleri ile allerjik rinit tanısı konan 42 asemptomatik hasta (30 bayan, 12 erkek, yaș ortalaması 32.5±6.4 yıl ve hastalık süresi ortalama 11.6±4.7 ay) ve ortalama 47.4±2.3 ay spesifik immünoterapi asemptomatik hasta (28 kadın, 14 erkek, yaș ortalaması 34±4.6 ve hastalık süresi ortalama 15.8±4.0 ay) alındı. Bu hastaların IL-13 ve IL-8 düzeyleri öykü, FM ve cilt testleri ile allerjik bir hastalığı olmadığı gösterilmiș 23 sağlıklı birey (13 kadın,10 erkek, yaș ortalaması 31.7±4.6 yıl) ile karșılaștırıldı. SONUÇ: SIT almayan hastalarda serum IL-13 düzeyi ortalama 0.99±0.20pg/dl, SIT alan hastalarda 0.71±0.44 pg/dl ve sağlıklı kontrollerde 0.57±0.15 pg/dl bulundu. SIT almayan hastalarda serum IL-8 seviyesi ortalama 1.06±0.12 pg/dl,SIT alan hastalarda 0.77±0.06 pg/dl ve sağlıklı kontrollerde 0.72±0.05 pg/dl bulundu. SIT alan hasta serum IL-13 ve IL-8 düzeyleri allerjik rinitli SIT almayan hastalarla karșılaștırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düșük (sırası ile p<0.05,p<0.001) bulundu. Hasta ve kontrol grupları arasında ise anlamlı bir farklılık bulunmadı. B-ALL Minimal Rezidüel Hastalık Riskinin Flow Sitometri ile Saptanması 1 SUZAN ADIN ÇINAR, 1ABDULLAH YILMAZ, 2GÖNÜL AYDOĞAN, 2HÜLYA SAYILAN ȘEN, 2 PINAR ARICAN, 3ÇETİN TİMUR, 4EMİNE TÜRKKAN, 4DİDEM ATAY, 5NAZAN SARPER, 1 GÜNNUR DENİZ 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji AD, İstanbul 2 T.C. Sağlık Bakanlığı, Bakırköy Eğitim ve Araștırma Hastanesi, İstanbul 3 T.C. Sağlık Bakanlığı, Göztepe Eğitim ve Araștırma Hastanesi, İstanbul 4 T.C. Sağlık Bakanlığı, Okmeydanı Eğitim ve Araștırma Hastanesi, İstanbul 5 Kocaeli Üniversitesi, Araștırma ve Uygulama Hastanesi, Kocaeli, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisindeki ilerlemeler hastaların çoğunda tam remisyon sağlamaktadır. Farklı çalıșma grupları tedavinin 15. gününde kemik iliğinde (Kİ) lösemi hücrelerinin submikroskobik düzeylerinin saptanmasının (minimal rezidüel hastalık, MRD) prognoz ile ilișkili olduğunu göstermișlerdir. Moleküler yöntemlere göre daha hızlı ve ucuz olan “Flow sitometri” (FCM) yöntemi günümüzde 100’den fazla merkezde uygulanmaktadır. Lösemi tedavi eden birçok merkezden gönderilen örneklerle çalıșılarak Türkiye’de ilk kez merkezimizde bașlatılan MRD-FCM çalıșmasında, B-ALL hastalarının takibinde MRD düzeylerinin FCM ile saptanması amaçlanmıștır. ALL tanısı almıș hastalardan (n=10) tedavinin 0. ve 15. gününde alınan Kİ örneklerinde CD10, CD11a, CD19, CD20, CD34, CD38, CD45 ve CD58 ekspresyonu FACSCalibur cihazı ile saptanmıș, elde edilen veriler CELLQuest yazılımı ile değerlendirilmiștir. Çekirdekli hücre sayısı Syto16 ile belirlendikten sonra, çekirdekli CD19+ B hücre popülasyonu içinde saptanan lösemik hücrelerin oranı (blast - MRD %) düșük (FLR), orta (FMR) ve yüksek (FHR) risk olarak sınıflandırılmıștır. 87 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Çalıșmadaki 10 olgudan (2 kız, 8 erkek, 6.48 ± 4.26 yıl) ikisi MDR negatif, 8 olgu ise pozitiftir. MRD risk yüzdesine göre 4 olgu FLR (%0.006 ± 0.008), 5 olgu FMR (%0.945 ± 0.692) ve 1 olgu FHR (%32.312) olarak saptanmıștır. Değerlendirmelerin hepsi AIEOP-BFM partner tarafından onaylanmıștır (%100). Çalıșmalarımızın sonucunda, AIEOP-BFM partnerin denetiminde yeterlilik kazanarak kendi olgularını değerlendirebilen Türkiye’deki ilk merkez olmayı ve MRD-FCM sonuçlarının prognoz ve relaps ile ilișkisinin, PCR sonuçları ile uyumunun araștırılması hedeflenmektedir. Psöriazis Vulgaris ve Psöriatik Artritli Hastalarda Anti-CCP ve Bazı Otoantikorların Serolojik Olarak Değerlendirilmesi 1 AYȘEGÜL ATAK YÜCEL, 1IȘIL BULUR, 1CEMİLE SÖNMEZ, 1DERYA KAȘGARİ, 1 FERİDE GÖĞÜȘ, 1MEHMET ALİ GÜRER 1 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji AD 2 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji AD 3 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü İmmünoloji AD 4 Bașkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD Romatoloji BD 5 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD, Romatoloji BD, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Bu çalıșmada psöriazis vulgarisli (PV) ve psöriatik artritli (PA) hastalarda anti-CCP ve bazı otoantikorların psöriazis immünopatogenezinde yerini irdelemek amaçlandı. YÖNTEM: Dermatoloji, FTR ve Romatoloji polikliniklerine bașvuran, klinik ve histopatolojik olarak psöriazis tanısı almıș 44 PV ve 45 PA hastası ile çalıșıldı. Hastalar PASİ skorlarına göre gruplandı. Serum örneklerinde antiCCP kantitatif, ANCA ve ANA profilleri kalitatif olarak çalıșıldı. BULGULAR: PASİ skorlaması: PV’lilerde 63 (% 70) hafif, 17 (% 19) orta șiddetli ve 9 (% 10) șiddetli tutulum; PA’lılarda 27 (% 79) hafif, 6 (% 18) orta ve 1 (% 3) șiddetli tutulum bulundu. Anti-CCP: 5’inde kuvvetli ve 3’ünde șüpheli olmak üzere toplam 8 (% 8,9) hastada pozitiflik saptandı; bu 8 hastanın 2’sinde PA mevcuttu. ANCA: Hiçbir hastada pozitiflik saptanmadı. ANA profili: PA’li 43 yașında bir bayan hastada AMA-M2 (+), anti-Ro52 (++), anti-nükleozom (+), anti-ds DNA (+); PV’li, ancak PA (-) 38 yașında bir erkek hastada anti-nRNP/-Sm șüpheli pozitif; 33 yașında PV’li bir bayan hastada anti-SS-A (++) olarak saptandı. SONUÇ: Bizim çalıșmamızda PA hastalarında anti-CCP pozitifliği literatüre göre daha düșük sıklıkta bulundu. PV ve PA immünpatogenezinde anti-CCP ve diğer otoimmün antikorların rolünü araștırmak için daha geniș çapta, çok merkezli çalıșmalara ihtiyaç olduğu düșünüldü. Astım ve Tip 1 Diyabette NK Hücrelerinin Sitokin Yanıtı 1 ESMA ZEKİROĞLU, 1GAYE ERTEN, 1UMUT CAN KÜÇÜKSEZER, 1BİLUN GEMİCİOĞLU, GÜNNUR DENİZ 1 İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü İmmünoloji Anabilim Dalı 2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpașa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: NK hücreleri Th hücreler gibi sitokin profilleri bakımından gruplara ayrılmaktadır. Çalıșmamızda sağlıklı, allerjik astım ve Tip 1 diyabet (T1D) olgularından izole NK hücrelerinin sitokin profilleri incelenmiștir. 88 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler YÖNTEM: NK hücreleri astımlı (n=4), T1D (n=3) hastaları ve kontrollerden (n=3) manyetik sistem ve akan hücre ölçer ile izole edildi ve uyarılmadan, hrIL-2, hrIL-15 ve hrIL-2+IL-15 varlığında 24 saat ve 5 gün kültüre edildi. IL-4, IL-10 ve IL-17 MMIA, IFN- ise ELISA ile değerlendirildi. BULGULAR: 24 saatlik IL-2 sonrası T1D’de kontrole göre IL-4 seviyesi düșük saptandı (p= 0.04). 5 günlük uyarısız ve IL-15 sonrası T1D’de kontrole göre IL-4 seviyesi düșüktür (p= 0.048 ve p= 0.04). 24 saatlik IL-10 seviyesi IL-15 sonrası astımda kontrole göre düșüktür (p= 0.045). IL-2 varlığında 5 günlük kültürde T1D’de IL-10 kontrolden düșüktür (p= 0.039). 24 saatlik uyarısız kültürde IL-17 T1D’de kontrolden düșüktür (p=0.019). IL-15 ve IL-2+IL-15 uyarımı sonrası astımda IL-17 seviyesi kontrolden düșüktür (p= 0.04; p= 0.029). 24 saatlik kültürde IL-15 ve IL-2+IL-15 uyarımı ile T1D’de IFN- kontrol ve astıma göre yüksektir (p= 0.001 ve p=0.001; p=0.001 ve p=0.002). 5 günlük kültürde T1D hastalarında IFN- seviyeleri IL-15 ve IL-2+IL-15 uyarımı sonrası kontrol ve astımdan yüksek bulunmuștur (p=0.032; p=0.03; p=0.01 ve p=0.01). SONUÇ: Çalıșmamız Tip 1 diyabet ve allerjik astımda NK hücrelerinin sitokin profillerinin yardımcı T hücrelerine benzer olduğunu göstermektedir. Hiper-IGM Tip 4: İzlem Süresinde Düzelen Hastalarda İzotip Değișim ve Somatik Hipermutasyon Çalıșmaları 1 NESLİHAN KARACA, 2ANNE DURANDY, 1NESRİN GÜLEZ, 1ELİF AZARSIZ, 1GÜZİDE AKSU, 1 NECİL KÜTÜKÇÜLER 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji Bilim Dalı, İzmir, TÜRKİYE 2 İnstitut National De La Santé Et De La Recherche Médicale, Hôpital Necker-enfants Malades, Paris, FRANCE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Hiper-IgM Tip 4 sendromunda izotip değișim (class-switch recombination) defekti mevcut iken CD40L, CD40, AID ve UNG genlerinde defekt yoktur. Altta yatan moleküler defekt tam tanımlanmamıștır. AMAÇ: HIGM4 olgularında B hücre fonksiyonlarının değerlendirilmesidir. YÖNTEM: Çalıșmaya 10 hasta, 8 sağlıklı kontrol alınmıștır. Immünoglobülin düzeyleri, lenfosit altgrupları ve in vitro B hücre proliferasyonu EÜTF Pediatrik İmmünoloji laboratuvarında, CD19+CD27+ B hücrelerin IgM ağır zincir değișken bölgelerinde somatik hipermutasyon çalıșması Fransa NeckerINSERM laboratuvarında değerlendirilmiștir. BULGULAR: On hastada (7E/3K) bașvuruda IgG, IgA düșük, IgM 1 hastada yüksek, 9 hastada normal bulunmuștur. Ortalama yaș 84.2±16.5 aydır. 7 olgu 2 kez çalıșılmıștır; ilk çalıșma yașı 34.2±13.7ay olup, lenfosit altgrupları, CD40 ve CD40L ekspresyonu, B hücre proliferasyonu ve SHM normal, CSR bozuk saptanmıștır. Tüm olgularda 55.8±14.8 ay izlem sürecinde immünoglobülin düzeylerinde düzelme gözlenmiștir. İkinci değerlendirmede çalıșma yașı 86.6±12.3 ay, B hücre proliferasyonu normal, 5’inde CSR bozuk, 2 hastada CSR yanıtında kısmi düzelme, 3 olguda tam düzelme olduğu görülmüștür. SONUÇ: Çalıșmada tüm olgularda yașla beraber klinik bulgular ve immünoglobülin değerleri düzelmiștir. Bu hastalardaki düzelme switch yapmıș immünoglobülin üreten hücrelerin akümülasyonuna bağlı olabilir. Uzun ömürlü plasmablastların düzelmeye katkısı olduğu düșünülmektedir. 89 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Allerjik Rinitli Hastalarda Serum IL-22 Düzeyinin Patogenezdeki Önemi 1 GÖKSAL KESKİN, 2ALİ İNAL, 1FAHRETTİN BIÇAKÇI, 3RAHȘAN İLİKÇİ SAĞKAN Dıșkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araștırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Bașkent Üniversitesi Sağlık ve Araștırma Hastanesi İmmünoloji Laboratuvarı, İstanbul 3 GATA İmmünoloji BD, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Son yıllarda T-Helper-17 hücreleri ve bu hücrelerden kaynaklanan sitokinlerin allerjik hastalıkların patogenezinde rol oynayabileceklerine ait çalıșmalar dikkat çekicidir. Biz bu çalıșmamızda bir IL-10 ailesi sitokini olan IL-22’nin semptomatik ve asemptomatik allerjik rinitli hastalarda olası serum düzeyi değișikliklerini araștırdık. YÖNTEM: Çalıșmaya allerjik rinit tanısı konulan 14 asemptomatik hasta (9 bayan, 5 erkek, yaș ortalaması 25.3±5.9 ve hastalık süresi ortalama 8.71±3.19 yıl) ve 20 semptomatik hasta (13 kadın, 7 erkek, yaș ortalaması 27.7±5.2 ve hastalık süresi ortalama 8.8±4.26 yıl) alındı. Bu hastaların serum IL-22 düzeyleri çeșitli parametrelerle herhangi bir sistemik ve allerjik hastalığı olmadığı gösterilmiș 16 sağlıklı bireyin (10 kadın, 6 erkek, yaș ortalaması 25.2±4.9) serum IL-22 düzeyleri ile karșılaștırıldı. Tüm grupların serum IL-22 düzeyleri ELISA yöntemi ile belirlendi. SONUÇ: Asemptomatik hastalarda serum IL-22 düzeyleri ± ortalama 24.7±±1.3 pg/ml, semptomatik hastalarda 31.1±4.8 pg/ml ve sağlıklı kontrollerde 22.7±2.0 pg/ml bulundu. Semptomatik hastaların serum IL-22 düzeyleri asemptomatik hastalar ve sağlıklı kontrollerle karșılaștırıldığında istatistiksel olarak anlamlı yüksek (sırası ile p<0.001, p<0.001) bulundu. Ayrıca asemptomatik hastaların serum düzeyleri de sağlıklı kontrol grubu ile karșılaștırıldığında anlamlı yüksek (p<0.05) bulundu. Asemptomatik evrede bile yüksek IL-22 düzeyleri mukozal inflamasyona yanıtın göstergesi olarak kabul edildi. Otolog ve Allojenik Hematopoetik Kök Hücre Transplantasyonunda G-Csf Reseptörü Missense Tek Nükleotid Polimorfizmlerinin Cd34+ Kök Hücre Zenginleștirilmesi Üzerine Etkisi 1 BAHAR ÇAMURDANOĞLU, 1GÜNEȘ ESENDAĞLI, 1HANDE CANPINAR, 2EVREN ÖZDEMİR, DİCLE GÜÇ, 1EMİN KANSU 1 Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı 2 Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Bu çalıșmada, hematopoetik kök hücre transplantasyonu amacıyla G-CSF rejimi uygulanmıș bireylerdeki G-CSFR SNP’lerinin hücre mobilizasyonuna ve zenginleștirilmesine olan etkisi araștırılmıștır. H.Ü. Onkoloji Hastanesi, Kemik İliği Transplantasyon (KİT) Ünitesi’nde tedavi gören toplam 303 bireyin (54 sağlıklı donör, 249 KİT hastası) aferez ürünlerinden DNA izolasyonu gerçekleștirilmiștir. G-CSFR genindeki 16 farklı SNP’nin sıklığı PCR-RFLP metoduyla tespit edilmiș ve DNA dizileme yöntemiyle doğrulanmıștır. Sonuçta, altı polimorfik G-CSFR gen bölgesinde minör allel varlığı (n=22) tespit edilmiștir. Minör alellerin frekansları çok düșük düzeydedir (rs3918018 G>A: %97,3 G/G, %1,36 G/A, %0,34 A/A, rs3918019 G>A: %99,35 G/G, %0,65 G/A, rs3917991 G>C: %96,7 G/G, %3,3 G/C, rs3918001 G>A: %99,35 G/G, %0,65 G/A, rs3918021 C>T: %99,67 C/C, %0,33 C/T, g.6219886 G>A: %99,32 G/G, %0,68 G/A). Aferez sürecinde elde edilen lökosit, mononükleer hücre ve CD34+ kök hücre/kg sayıları, SNP verisi ile ilișkilendirilmiș ve G-CSFR SNP’lerinin G-CSF 90 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler yanıtı üzerinde ileri düzeyde anlamlı etkilerinin olmadığı gözlenmiștir. Ancak, rs3918019 G>A ve rs3918018 G>A, rs3918021 C>T, polimorfizmlerine sahip kișilerin G-CSF’e yanıtının diğer gruplara göre farklılık gösterdiği belirlenmiștir. Bu çalıșma hematopoetik kök hücre toplanma sürecinde G-CSFR polimorfizmlerinin araștırıldığı ilk çalıșmadır. Belirlenen üç SNP’nin etkisini belirlemek amacıyla hücre düzeyinde fonksiyonel deneylerin yapılması planlanmıștır. Rekombinaz-Aktivasyon Geni 1’e Bağlı İmmün Yetmezlikler: Genotip-Fenotip Korelasyonu ve BCG Enfeksiyonu NESRİN GÜLEZ, NESLİHAN KARACA, ELİF AZARSIZ, GÜZİDE AKSU, AFİG BERDELİ, NECİL KÜTÜKÇÜLER Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji BD, İzmir, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Rekombinaz-aktivasyon geni 1 veya 2 (RAG1/2) mutasyonları ağır kombine immün yetmezliklerin (SCID) %10’undan sorumludur. RAG1/2 genleri B ve T lenfositlerin V(D)J rekombinasyonu için gereklidir. AMAÇ: RAG defekti gösterilmiș Türk SCID olgularında klinik, immünolojik ve moleküler bulguları değerlendirmek, genotip-fenotip korelasyonu yapmak ve BCG enfeksiyonlarının sıklığını araștırmaktır. YÖNTEM: Onbir hasta (K/E: 6/5) çalıșmaya alınmıștır. Genotip-fenotip korelasyonu, klinik, immünolojik ve moleküler bulgular değerlendirilmiștir. BULGULAR: Beș hasta T-B-NK+SCID, 4 hasta T+B-NK+SCID (2 hasta klasik Omenn sendromu olarak tanımlanmıștır) ve 2 hasta T+B+NK+SCID fenotipindedir. Ortalama yaș, semptomların bașlama yașı ve tanı yașı sırasıyla 33.0±42.8, 3.1±3.3 ve 10.4±13.5 aydır. Akraba evliliği sıklığı % 54 olarak bulunmuștur. Bilinen mutasyonlara ek olarak RAG1 geninde yeni mutasyonlar tanımlanmıștır. Hastaların çoğunda anlamlı genotip-fenotip ilișkisine rastlanmamıștır. BCG enfeksiyon sıklığı % 36.4 (2 BCGosis ve 2 BCG-itis) olarak bulunmuștur. SONUÇ: Kompound genetik bozukluklar, çevresel faktörler, aile öyküsü, tekrarlayan enfeksiyonlar gibi epigenetik faktörler RAG defektlerinin fenotipik özelliklerini etkileyebilir. Primer immün yetmezlik șüphesi olan olgularda, bu ön tanı tarama testleri ile dıșlanıncaya kadar BCG așısı gibi canlı așılar ertelenmelidir. Kombine İmmun Yetmezlikli Türk Olgularda Akrabalık Oranı ve Tanıda Gecikme Süresi: Tek Merkezli Çalıșma ELİF AZARSIZ, NESRİN GÜLEZ, NESLİHAN KARACA, GÜZİDE AKSU, NECİL KÜTÜKÇÜLER Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji BD, İzmir, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Kombine immün yetmezlikler farklı moleküler temeli bulunan bir grup bozukluktan olușur. En sık görülen tipleri, T ve B lenfosit gelișiminde kalıtsal defektler ile karakterizedir. Bu defektler, immünolojik fenotipe göre sınıflandırılmıș ve NK lenfositlerin bulunup bulunmaması da dikkate alınarak kombine immün yetmezlikler T-B+ veya T-B- tiplerine ayrılmıștır. 91 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Bu çalıșmada, çoğunluğu șiddetli üst ve alt solunum yolu enfeksiyonu ile bașvuran 23 kombine immün yetmezlikli hasta bildirilmektedir. Çalıșma grubunun ortalama yașı ile semptomların bașlangıcındaki ve tanı anında ortalama yaș sırası ile 47.5±42.2, 11.2±17.3 ve 19.5±23.8 ay, semptomların bașlangıcı ile tanı arasında süre yaklașık 8 ay idi. En sık izlenen fenotip T-B-NK+ idi. Hastaların % 73.9’unda (n=17) akrabalık pozitif idi ve bu oran ölen on çocukta yaklașık % 80 (n=8) idi. Olguların 11’ine kemik iliği veya umbilikal kord kök hücre transplantasyonu uygulandı. Üç olgu transplantasyon sonrası, 7 olgu transplantasyondan bağımsız ex oldu. 12 olgu profilaktik tedavi ile izlenmektedir. Sonuç olarak, kombine immün yetmezlikler yüksek akrabalık oranları nedeni ile ülkemizde sık izlenmektedir. T-B- kombine immün yetmezlikler daha sık görülmektedir. Yașamın ilk üç ayında șiddetli enfeksiyonu bulunan infantlarda kombine immün yetmezlik yönünden dikkatli olunmalıdır. Bu olgularda, tanıda gecikme süresinin kısalması hayat kurtarıcı tedavi bașarısını arttıracaktır. Allerjik Astımda MRP1’in Apoptoz ve Nekroz ile İlișkisi 1 ÇİĞDEM BAYRAM GÜREL, 2SUZAN ADIN ÇINAR, 1İLHAN ONARAN, GÖNÜL KANIGÜR SULTÜYBEK, 2GÜNNUR DENİZ, 3BÜLENT TUTLUOĞLU 1 İstanbul Üniversitesi Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji AD 2 İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji AD 3 İstanbul Üniversitesi Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları AD, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Astımlı hastalarda özellikle eozinofillerin geç apoptoz sonucu dolașımdaki sayı ve etkilerinin arttığı, astım patolojisine katkı sağladığı düșünülmektedir. Deneysel çalıșmalarla MRP1’in indüklenmiș apoptoza karșı hücreyi koruduğu gösterilmiștir. Oksidatif stresin bir apoptoz indükleyicisi ve MRP1’in oksidatif hasar ürünlerini uzaklaștıran bir komponent olduğu düșünüldüğünde, astımlı hastalardaki eozinofil direncinde MRP1’in sorumlu olup olmadığının araștırılması hedeflenmiștir. YÖNTEM: Çalıșmaya en az iki yıllık hafif șiddetli astım olup, eozinofil ve serum eozinofilik katyonik protein düzeyleri normalin üzerinde olan, sigara içmeyen, son 2 ayda inhale steroid ve lökotrien antagonisti kullanmayan gönüllü hastalar ve sağlıklı bireyler dahil edildi. EDTA’lı periferik venöz kandan izole edilen lökosit ve trombositler MRP1 inhibisyonundan sonra, PI ve Hoechst boyaması ile mikroskopik olarak; ayrıca AnneksinV FITC ve PI ile ișaretlenerek flow sitometrik olarak incelendi, inhibisyon için özgül kimyasal MRP1 inhibitörü olan probenecid kullanıldı. BULGULAR: Astım ve sağlıklı grubun MRP1 inhibisyonu ve CumOH’e maruz bırakılan hücrelerde apoptoz, hücre canlılığı ve nekroz açısından fark gözlenmedi. Ancak inhibisyon ve inhibisyonla birlikte CumOH uygulanan hücrelerde kontrol hücrelerine göre nekrozun arttığı hücre canlılığının da buna bağlı olarak azaldığı (p<0.05) saptandı. AnneksinV ile Hoechst çalıșmaları benzer sonuçlar verdi. SONUÇ: Bulgularımız, in vitro șartlarda allerjik astımda MRP1’in lökositlerin apoptoz direncinden sorumlu olmadığı, bu mekanizmayı açıklamak için daha ayrıntılı in vivo çalıșmalara ihtiyaç duyulduğu yönündedir. 92 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Skuamöz Hücreli Larinks Kanseri Hastalarında Periferik Kan İnterlökin-10, İnterlökin-12 ve Transforming Growth Factor- Düzeylerinin Belirlenmesi 1 RIZA ÖNDER GÜNAYDIN, 2SACİT ALTUĞ KESİKLİ, 2EMİN KANSU, 1ALİ ȘEFİK HOȘAL Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 2 Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Artan sigara ve alkol tüketimiyle insidansı özellikle erkek popülasyonda artan skuamöz hücreli larinks kanserlerinde, sağkalımda son 20 yılda gözlenen azalmanın, tedavi stratejilerindeki değișikliklere, karsinojenik maruziyete ve bireysel farklılıklara bağlı olduğu düșünülmektedir. Yeni ve etkili tedavi yaklașımlarının geliștirilebilmesi için skuamöz hücreli larinks kanserlerinin biyolojisi daha ayrıntılı araștırılmalıdır. YÖNTEM: İnterlökin-10 (IL-10), interlökin-12 (IL-12) ve transforming growth factor- (TGF-) konsantrasyonları, 50 kanserli hastanın ve 15 kontrol bireyin serumunda, “enzyme-linked immünosorbent assay (ELISA)” kullanılarak incelenmiștir. Sonuçlar tümör-lenf nodu-metastaz (TNM) evreleme kriterlerine göre karșılaștırılmıștır. BULGULAR: IL-12 ve TGF- düzeyleri açısından erken ve geç evre hastaları ile kontroller arasında farklılık saptanmamıștır. Tümör evresinin ve nodal tutulumun, IL-12 ve TGF- düzeyleriyle ilișkisi gösterilememiștir. Serum IL-10 konsantrasyonu kontrollerde, ölçüm alt limiti olan 1 pg/ml’nin altındayken, bir erken evre ve dokuz geç evre hastada bu alt limitin üzerinde olduğundan, skuamöz hücreli larinks kanseri hastalarının serum IL-10 düzeyleri, kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptanabilirlik göstermiștir (p=0.003). Serum IL-10 konsantrasyonunun saptanabilirliği, tümörün T sınıflaması (p=0.009) ve nodal tutulumdaki (p=0.008) artıș ile artmıștır. SONUÇ: Skuamöz hücreli larinks kanseri hastalarında serum IL-12 ve TGF- düzeyleri, hastalık aktivitesi ve evresinden etkilenmezken, IL-10 düzeyleri her iki parametre ile korelasyon göstermektedir. Bu durum, ileri evre ve tümör yükü fazla olan hastalarda görece bir sistemik immün supresyona ișaret etmektedir. IL-10, hastalığın yaygınlığının tespitinde değerli bir prognostik belirteç olarak kullanılabilir. Curcumin, Myrcene and Cineol Modulation The Percentages of Lymphocyte Subset and Totally Leukocyte Altered with 2,3,7,8-Tetracholorodibenzo-P-Dioxins (TCDD) in Rats 1 OSMAN ÇİFTÇİ, 3SADETTİN TANYILDIZI, 3AHMET GÖDEKMERDAN İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 2 Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi 3 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AIM: The aim of this study was to investigate the toxic effects of 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD), a persistent environmental pollutant, on the percentage of lymphocyte, and effectiveness of curcumin, -myrcene (myrcene) and 1,8-cineole (cineol) on this toxicity in rats. MATERIAL and METHODS: Rats (n=112) were divided randomly into 8 equal groups. One group was kept as control and given corn oil as carrier. TCDD was orally administered at the dose of 2 μg/kg/week. Curcumin, myrcene and cineol were orally administered by gavages at the doses of 100, 200 and 100 mg/kg/day respectively dissolved in corn oil with and without TCDD. The blood 93 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler samples were taken from half of rats on day 30 and from the rest on day 60 for the determination of lymphocyte subsets (CD3+, CD4+, CD8+, CD161+, CD4+CD25+) and CD45RA). RESULTS: The results indicated that although, TCDD significantly (P<0.05) decreased the percentage of CD3+, CD4+, CD161+, CD45RA, CD4+CD25+ cells, and CD4+/CD8+ cell ratios but it caused a significant increase in the percentage of CD8+ cells. In contrast, curcumin, myrcene and cineol using caused significantly decrease CD8+ cells levels but increase CD3+, CD4+, CD161+, CD45RA, CD4+CD25+ cells populations and CD4+/CD8+ cell ratios. DISCUSSION: The beneficial effects of curcumin, myrcene and cineol and the toxic effects of TCDD were increased at day 60 compared to day 30. In conclusion, curcumin, myrcene and cineol showed immunomodulatory effects and eliminated TCDD induced immune suppressive effects in rats. SONUÇ: HMEC-1 hücrelerinin, insan mikrovasküler endotel hücrelere ait özellikleri barındırması, proinflamatuvar uyarıma insan endoteline benzer yanıtlar vermesi ve belirgin antijen sunumu özelliği göstermesi, bu hücrelerin kullanımının, allojenik HKHN sonrası komplikasyonların in vitro takibinde önemli ve uygun bir seçenek olabileceğini vurgulamaktadır. STZ Diyabetik Sıçanlarda Deferoksaminin Post-Transplant Adacık Vaskülarizasyonuna ve Serum Il-1Beta ve TNF-Alfa Düzeyleri Üzerine Etkinliğinin Değerlendirilmesi 1 ASLI ÖZDEMİR, 1PINAR KASAPOĞLU, 1AYȘE ÖKTEN KURȘUN, 1 UMUT CAN KÜÇÜKSEZER, 1ALİ OSMAN GÜROL, 1GÜNNUR DENİZ, 2TEMEL YILMAZ 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji AD 2 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları BD, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Endojen insülin sekresyonuyla normoglisemi sağlanması, bașarılı pankreas ve Langerhans adacık transplantasyonlarıyla mümkün olabilmektedir. Adacık transplantasyon bașarısını etkileyen en önemli faktörler post-transplant vaskülarizasyonun olmaması ve immün saldırıdır. Deferoksamin (DFO) vücuttan demir atılımını sağlamaktadır. Demir, T hücre alt gruplarının göçlerini ve fonksiyonlarını etkileyerek konak immünitesini etkilemektedir. Demir depolarının vücuttan DFO aracılığıyla uzaklaștırılmasının T hücrelerinin çoğalma ve farklılașma oranını düșürdüğü, özellikle allograft kalp nakli olan gruplarda Tümör Nekrozis Faktör (TNF)-alfa’nın üretiminin azaldığı gösterilmiștir. İnterlökin (IL)-1beta adacıklarda nitrik oksit aracılığıyla toksik etki olușturmakta ve rejeksiyonda da önemli rol oynamaktadır. Çalıșmamızda DFO’nun adacık nakli sonrası VEGF, IL-1beta, TNF-alfa ve glukoz düzeylerine etkisi değerlendirilmiștir. Çalıșmamızda DFO transplantasyondan 2 saat önce (0. gün), 1 gün (+1. gün) ve 2 gün (+2. gün) sonra subkutan olarak (40 mg/kg) Wistar albino sıçanlara verilmiș ve post-transplant adacık vaskülarizasyonu serum VEGF düzeylerinin, post-transplant immün saldırının boyutu ise serum IL-1beta ve TNF-alfa düzeylerinin LUMINEX yöntemiyle ölçülmesiyle saptanmıș, glisemi değerleri ise kuyruk ven kanından alınan örneklerde incelenmiștir. Kontrol gruplarında; sağlıklı, diyabetik, DFO enjeksiyonlu diyabetik ve diyabetik olmayan, transplantasyonlu grupta ise; DFO enjeksiyonlu diyabetik ve diyabetik olmayan, DFO enjeksiyonsuz diyabetik ve diyabetik olmayan hayvanlar yer almıștır. Alıcı sıçanlara 3 diși donörden izole edilen adacıklar intraportal olarak nakledilmiștir. Sonuçlar tek yönlü ANOVA testi ve Pearson korelasyon testleriyle değerlendirilmiștir. STZ ile deneysel diyabet olușturulduktan sonra 0. gün kan șekeri düzeylerinde diyabetiklerle diyabetik olmayanlar arasında ileri düzeyde anlamlı fark bulunmuștur. DFO+ diyabetik olmayan alıcılarda, DFO- diyabetik olmayan alıcılara göre +1. gün glukoz düzeyi, IL-1beta düzeyi ve +1 ve +2. gün TNF-alfa düzeylerinde ve DFO+ diyabetik alıcılarda, DFO- di- 94 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler yabetik alıcılara göre +1.gün glukoz düzeyleri ve +2.gün TNF-alfa düzeylerinde anlamlı düzeyde azalma gözlenmiștir. Kontrol grubuna göre STZ gruplarında IL-1beta değeri istatistiksel olarak anlamlı șekilde artmıștır. Kontrol grubuna göre STZ DFO grubunda IL-1beta değerindeki anlamlı artıș insülitis ile bașlayan enflamatuar süreçte IL-1beta’nın rolü olduğunu göstermektedir. DFO’lu deney gruplarında DFO’suz deney gruplarına göre +1. günde saptanan düșük TNF-alfa düzeyleri bu grupların T hücrelerinin göçünden ve saldırısından kendini koruyabileceğini göstermektedir. TX grubuna göre DFO TX grubunda +2. gün TNF-alfa değeri anlamlı șekilde azalmıștır (p<0.002). Tek doz anti-TNF-alfa monoklonal antikorunun reperfüzyonda verilmesi allograftlara olan nötrofil ve makrofaj kemoatraktan seviyelerini düșürmekte ve erken nötrofil, makrofaj ve CD8+ T hücrelerinin infiltrasyonunu azaltmaktadır. Bu durum TNF-alfa’nın allograftlardaki erken enflamatuar olaylarda önemli rolü olduğunu ve graft sağkalımını düșürdüğünü göstermektedir. Adacıklardaki VEGF ekspresyonu transplantasyondan sonraki ilk günlerde anlamlı derecede düșmektedir. DFO yaygın olarak așırı demir birikimi olan hastalarda șelasyon tedavisinde kullanılsa da bazı araștırıcılar DFO’nun anti-proliferatif, anti-enflamatuar ve immünosüpresif etkileri üzerine çalıșmalar yapmaktadır. Demir, konak immünitesini T hücre alt populasyon paternlerinin fonksiyon ve göçünü değiștirerek etkilemektedir. Çalıșmamızın sonuçlarından da anlașılacağı gibi vücut demir depolarının șelasyon yoluyla vücuttan uzaklaștırılmasının, T hücre proliferasyon ve farklılașmasını etkileyebileceği ve buna bağlı olarak da TNF-alfa düzeylerini azaltabileceği düșünülmektedir. Ekzojen Adacık Amiloid Polipeptid Enjeksiyonunun, Nondiabetik, STZ Diabetli ve Adacık Transplantasyonlu Sıçanlarda İnterlökin 1 Beta ve Glisemi Düzeyleri Üzerine Etkinliğinin Değerlendirilmesi 1 PINAR KASAPOĞLU, 1ASLI ÖZDEMİR, 1AYȘE ÖKTEN KURȘUN, UMUT CAN KÜÇÜKSEZER, 1ALİ OSMAN GÜROL, 1GÜNNUR DENİZ, 1,2M. TEMEL YILMAZ 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji Anabilim Dalı 2 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları BD, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Beta hücrelerindeki insülin salgı granüllerinde, beslenmeye yanıt olarak insülinle birlikte salınan amilinin, sekresyonunun artıșı ve hiperglisemiye bağlı olarak amiloid birikimi, insülin sentez ve sagılanmasını bozarak diyabete neden olabildiği bilinmektedir. Diyabetli hastalarda amiloid, hücre dıșında beta hücrelerine bitișik birikerek apoptoza neden olmaktadır. Tip 1 diyabette beta hücreleri harabiyetiyle amilin sentezi gerçekleșmemektedir. Çalıșmamızda, alıcıya adacık transplantasyonu yapıldığında dolaylı olarak amilin sentezi de sağlanacağından, sitokin düzeylerine etkisinin olup olmadığı araștırılmıștır. Sağlıklı (K), sağlıklı ve amilin enjeksiyonlu (A), streptozotosinle (STZ) diyabetik yapılmıș, STZ’li ve amilinli, transplantasyonlu (TX), transplantasyonlu ve amilinli, ayrıca STZ’li transplantasyonlu ve amilin enjeksiyonlu gruplar olușturularak glisemiyle interlökin (IL)-1beta düzeyleri arasındaki ilișki incelenmiștir. Allograft adacık transplantasyonuyla doğal olarak amilin verilmesi ile ekzojen amilin enjeksiyonu karșılaștırılarak amilinin etkisi araștırılmıștır. Transplantasyonla sağlanan doğal amilin sentezi ve ekzojen olarak verilen sıçan amilinin de etkisiyle nakledilen adacıklara karșı 1. günde olușan IL-1beta artıșı, TX A grubunda diğerlerine göre daha anlamlı fark olușturmakta, bunun yanı sıra insan amilini așırı birikiminde olduğu gibi, sıçan amilinin de așırı birikiminin zararlı olabileceğini göstermektedir. Glukoz 1.gün değerlerinde, K ve A grupları (p<0.01), K ve TX A grupları (p<0.001), A ve TX A grupları (p<0.05) arasında saptanan düșüș amilinin glukoregülatör rolüne ve rejeksiyona uğramayan adacıklara bağlıdır. Amilinin nasıl bir mekanizmayla bu șekilde etki gösterdiği daha kapsamlı bir șekilde araștırılmalıdır. 95 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Selektif IgA Eksikliği: 78 Hastanın Klinik ve Laboratuvar Özellikleri 1 CANER AYTEKİN, 1NİLDEN TUYGUN, 1SELİM GÖKÇE, 2FİGEN DOĞU, AYDAN İKİNCİOĞULLARI 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi 2 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Selektif IgA eksikliği (SIgAE) en sık görülen primer immün yetmezlik hastalığıdır. Sıklığı beyaz ırk ve Avrupalılarda 1/500-1/700 olarak bildirilmiștir. Diğer primer immün yetmezliklerin dıșlandığı 4 yașından büyük hastada, serum IgA düzeyinin 7 mg/dl’nin altında, IgG ve IgM düzeylerinin normal olmasıyla tanı koyulur. Hastaların % 85-90’ı asemptomatiktir. Semptomatik hastalarda ise allerjik ve otoimmün hastalıkların görülme sıklığı artmıștır, tekrarlayan solunum yolu ve gastrointestinal sistem enfeksiyonları görülür. AMAÇ: Bu çalıșmada, SIgAE olan çocukların klinik ve laboratuvar özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıștır. YÖNTEM: 2006-2010 yılları arasında, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi’nde SIgAE tanısı koyulan 78 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilmiștir. BULGULAR: Hastaların 39’u erkek, 39’u kız (erkek/kız:1), yaș ortalamaları 7.9 yıl (yaș aralığı 4-18 yıl) idi. Anne-baba arasında akrabalık 19 (% 24.4) hastada saptandı. Bir hastanın kardeși sık görülen değișken immün yetmezlik tanısı almıștı. Enfeksiyon hastalıkları 66 (% 84.6) hastada saptandı ve en sık gözlenen klinik bulgu idi. Allerjik hastalıklar 29 (% 37.2), otoimmün hastalıklar 16 (% 20.5), boy kısalığı, tekrarlayan oral aft gibi diğer bulgular ise 15 (% 19.2) hastada saptandı. Serum IgG düzeyi 46 (% 59), IgM düzeyi 18 (% 23) hastada yașa göre 2SD’nun üzerinde, IgE düzeyi ise 18 (% 23) hastada 100 IU/ml’nin üzerinde bulundu. IgG alt grupları ölçülen 34 hastanın birinde IgG2 düzeyi düșük, diğerlerinde ise normal sınırlarda idi. On sekiz hastada periferik kan lenfosit alt grupları değerlendirildi ve oranlar yașa göre normal sınırlarda saptandı. Antinükleer antikor (ANA), antitiroid peroksidaz (anti-TPO), anti-tiroglobülin (anti-TG) ve doku transglutaminaz IgA (tTG-IgA) düzeyleri 53 hastada bakıldı. Dört hastada ANA pozitif bulundu ve bu hastalardan sadece birinde İTP vardı. Anti-TPO ve anti-TG Hașimato tiroiditi olan bir hastada pozitif saptandı. Yedi hastaya ince barsak biyopsisi ile Çölyak hastalığı tanısı koyuldu ve bu hastaların sadece birinde tTG-IgA düzeyi pozitif idi. Altı ay ve üzerinde izlenen 51 hastanın (ortalama:1.5 yıl, izlem aralığı:0.5-4.5 yıl) hiçbirinde serum IgA düzeyinde yükselme olmadı. SONUÇ: SIgAE enfeksiyonlar, allerjik ve otoimmün hastalıklar için bir risk faktörüdür ve hastalar bu yönden irdelenmelidir. 96 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Tablo . Hastaların klinik özellikleria Hasta sayısı (%) Enfeksiyonlar 66 (84.6) Tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonları 61 (78.2) Tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonları 21 (27) Tekrarlayan ishal 6 (7.7) Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları 3 (3.8) Bronșektazi 2 (2.6) Perikardit 1 (1.3) Akciğer tüberkülozu 1 (1.3) Kronik helikobakter gastriti 3 (3.8) Allerjik hastalıklar 29 (37.2) Astım 17 (21.8) Allerjik rinit 19 (24.4) Atopik dermatit 5 (6.4) Ürtiker/anjioödem 3 (3.8) Otoimmün hastalıklar 16 (20.5) Çölyak hastalığı 7 (9) Diabetes mellitus 4 (5.1) Juvenil idiyopatik artrit 2 (2.6) İmmün trombositopenik purpura 1 (1.3) Psöriasis 1 (1.3) Hașimato tiroiditi 1 (1.3) Granüloma anulare 1 (1.3) Diğer 15 (19.2) Boy kısalığı b 8 (10.3) Tekrarlayan oral aft 3 (3.8) Gastroözofageal reflü hastalığı 2 (2.6) Özofajit 1 (1.3) Antral nodülarite 1 (1.3) Bronșial kist 1 (1.3) a Bazı hastalarda birden fazla klinik özellik saptanmıștır, b Yașa göre < %3 97 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler ICF Sendromu Tip 2: ZBTB24 Mutasyonu Tașıyan Yeni Bir Olgu 1 CANER AYTEKİN, 2SILVERE M. VAN DER MAAREL, 1NİLDEN TUYGUN, 1GÖNÜL TANIR, FİGEN DOĞU, 4CORRY M. WEEMAES, 3AYDAN İKİNCİOĞULLARI 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi, Ankara,Türkiye 2 Department of Human Genetics, Leiden University Medical Center, Leiden, THE NETHERLANDS 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE 4 Department of Paediatric Infectious Diseases and Immunology, Radboud University Nijmegen Medical Centre, Nijmegen, THE NETHERLANDS 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: ICF (immunodeficiency, centromeric instability and facial anomalies) sendromu tekrarlayan enfeksiyonlar, değișken derecede serum immünoglobülin düșüklüğü, B lenfosit varlığı, 1, 9 ve 16. kromozomlarda sentromerik instabilite, yüz anomalileri (hipertolerizm, epikantal katlantılar, basık burun kökü, düșük kulak) ve çeșitli derecelerde gelișimsel bozukluklarla karakterize, otozomal resesif kalıtım gösteren bir primer immün yetmezlik hastalığıdır. Tekrarlayan solunum sistemi enfeksiyonları ve ishal en sık görülen klinik özelliklerdendir. Olguların yaklașık % 50’sini DNMT3B (DNA methyltransferase 3B) gen mutasyonu sonucu gelișen ICF tip 1 olușturur. Bu mutasyonu tașımayan olgular ICF tip 2 olarak adlandırılmıștır. Çok yakın bir zamanda, ICF tip 2 olgularının bir kısmının ZBTB24 (zinc finger and BTB domain containing 24) gen mutasyonları sonucu geliștiği gösterilmiștir. Burada ZBTB24 gen mutasyonu gösterilen yeni bir ICF tip 2 olgusu sunulmaktadır. OLGU: Altı aylık erkek hasta suçiçeği enfeksiyonu ve gelișme geriliği nedeniyle bașvurdu. Üç aylıkken geçirilmiș oral monilyazis dıșında geçirilmiș enfeksiyon öyküsü yoktu. Anne-babası arasında akrabalık olmayan hastanın ailesi aynı köyden idi. Hastanın benzer yüz görünümüne sahip, gelișme geriliği, tekrarlayan enfeksiyonları ve konjenital kalp hastalığı olan ve dört yașında ölen bir kardeșinin olduğu öğrenildi. Fizik muayenede vücut ağırlığı 5,200 gr (<% 3), boyu 58 cm (<% 3) ve baș çevresi 42 cm (% 10-25) idi. Baș muayenesinde hipertelorizm, epikantal katlantılar, basık burun kökü, geniș burun ucu, düșük kulaklar ve retromikrognatia tespit edildi. Gelișim basamakları yașına göre geri idi. Laboratuvar incelemelerinde anemi (Hb: 6.9 gr/dl), agammaglobülinemi (IgG: 145 mg/dl, N: 374-789 mg/dl; IgA: <6.09, N: 5-48 mg/dl; IgM: <4.47 mg/dl, N: 29-107 mg/dl) saptandı. Periferik kan lenfosit alt grupları (CD3+, CD4+, CD8+, CD16+56+, CD19+, CD20+) ve in vitro T hücre fonksiyonları normal idi. Bebeklik dönemi așıları düzenli olarak yapılan hastanın, anti HBs antikoru negatif ve difteri antikor düzeyi çok düșük (<0.004 IU/ml; N: ≥0.1 IU/ml) bulundu. Sitogenetik değerlendirme sonucunda, % 5 hücrede 1, 9 ve 16. kromozomların sentromerik bölgesinde instabilite saptandı. Ekokardiyografide çıkan aortada dilatasyon belirlendi. Hastaya bu bulgularla ICF sendromu tanısı koyuldu. Genetik analizde ZBTB24 geninin 3. ekzonunda, homozigot missens mutasyon (c.958C>T) saptandı ve ICF sendromu tip 2 tanısı kesinleștirildi. Hasta antibiyotik proflaksisi ve İVİG desteği ile izlenmeye bașlandı. Hastanın izleminde bir kere ağır gastroenterit dıșında bașka bir enfeksiyon hastalığı gelișmedi. SONUÇ: B lenfositleri bulunan agammaglobülinemik olgularda, özel yüz görünümü bulguları ve gelișim basmakları dikkatlice muayene edilmelidir. Bu özelliklere sahip olgularda sitogenetik analizde sentromerik instabilitenin varlığı ICF tanısını koydurmaktadır. 98 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Vasküler Tutulumlu Behçet Hastalarında Serum Melatonin Düzeyleri 1 GÖKSAL KESKİN, 2ALİ İNAL, 1OZAN BAYSAL, 3RAHȘAN İLİKÇİ SAĞKAN, 2TUĞBA GÜNEY Dıșkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araștırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Bașkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araștırma Merkezi İmmünoloji Laboratuvarı, İstanbul 3 GATA İmmünoloji BD, Ankara, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Son yıllarda melatoninin immün sistem üzerindeki ve inflamatuvar hastalıklardaki rolleri ile ilgili çeșitli çalıșmalar yapılmaktadır. Melatoninin inflamatuvar hücrelerden çeșitli sitokinlerin ve nitrik oksitin salınımını artırdığı bilinmektedir. Bu etkinin özellikle TH-1 sitokin yanıtı üzerinden olduğuna dikkat çekilmektedir. Biz bu çalıșmada vasküler tutulumlu Behçet hastalarında serum melatonin düzeylerini ve diurnal ritim değișikliklerini araștırdık. YÖNTEM: Çalıșmaya Behçet hastalığı tanısı konulan 21 vasküler tutulumlu hasta (9 kadın,12 erkek, yaș ortalaması; 26.4±5.2 ve ortalama hastalık süresi 6.71±4.54 yıl) ile 20 sağlıklı kontrol (7 kadın, 13 erkek, yaș ortalaması 26.8±5.2 yıl) alındı. Hasta ve kontrol gruplarının gece ve sabah melatonin düzeyleri ELISA yöntemi ile değerlendirildi. SONUÇ: Hasta grubunda gece serum melatonin düzeyleri ortalama 27.4±10.9 pg/ml,gündüz melatonin düzeyleri ise ortalama 19.7±8.6 pg/ml bulundu. Sağlıklı kontrollerde gece serum melatonin düzeyi ortalama 53.2±18.2 pg/ml, gündüz ise 20.3±14.2 pg/ml bulundu. Hasta grubunda gece serum melatonin salgılanması sağlıklı kontrollerle karșılaștırıldığında istatistiksel olarak anlamlı derecede düșük bulundu (p<0.001). Buna karșılık gündüz serum melatonin salgılanması hasta ve kontrol grubunda benzer bulundu (p=0.86). TARTIȘMA: Melatoninin immün cevapları nasıl etkilediği tam olarak bilinmemektedir. Bazı çalıșmalarda pozitif regulatuvar etkiden söz edilirken diğerlerinde ise antiinflamatuvar etki gösterip immün cevapları inhibe ettiği bildirilmektedir. Behçet hastalığı kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Bu çalıșmada Behçet hastalarında melatoninin diurnal ritminin değișmediğini, ancak gece serum melatonin düzeylerinin düșük olduğunu saptadık. Bu durum melatoninin inflamatuvar cevapları baskılamaya yönelik etkisine bağlı olabilir. Astım İmmünopatogenezinde Doğal Öldürücü Hücrelerin (NK) Yeri 1 NİLGÜN AKDENİZ, 1ESİN ÇETİN, 1GAYE ERTEN, 2VUSLAT YILMAZ, 3BİLUN GEMİCİOĞLU, 1 GÜNNUR DENİZ 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji AD 2 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD 3 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları AD, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Astım patogenezinde önemli role sahip olan Th2 tipi sitokinler sadece CD4+ T hücreleri tarafından değil NK hücreleri tarafından da üretilmektedir. Çalıșmamızda NK hücre içi ve plazma sitokin seviyeleri incelenerek, astım patogenezindeki rollerinin saptanması amaçlanmıștır. YÖNTEM: Çalısma kapsamına, klinik olarak astım tanısı almıș 10 yeni ve 9 tedavili astım hasta grubu olarak, 9 sağlıklı kiși ise kontrol grubu olarak alınmıștır. Tüm gruplarda, saflaștırılmıș NK hücre içi sitokinler (IL-4, IL-10, IL-13, IFN-gamma) flow sitometrik olarak ve plazma sitokin seviyeleri ise Lumineks yöntemi ile çalıșılmıștır. Plazma sitokinleri açısından incelendiğinde, yeni astım grubu sağlıklı kontroller ile karșılaș- 99 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler tırıldığında IL-1ß, IL-5, IL-8 ve IL-13 sitokin düzeyleri anlamlı (p<0.05) olarak yüksek, IL-2, IL-10 ve IL-12 sitokin düzeyleri ise anlamlı derecede düșük saptanmıștır (p<0.05). Tedavili astım grubunda immünoterapi sonucu, yeni astımlı gruba göre IL-1ß, IL-8 ve IL-13 seviyelerinin anlamlı derecede azalmasına karșılık (p<0.05), IL-5 ve IL-10 sitokin düzeyleri kontrol grubu sitokin seviyeleri ile aynı düzeyde bulunmuștur. Astım grupları (yeni ve tedavili astım) ile sağlıklı kontroller karșılaștırıldığında IL-4, IFN-gamma, IL-6, IL17 ve TNF-alfa sitokin düzeyleri açısından fark saptanmamıștır (p>0.05). NK hücre içi sitokin sonuçları incelendiğinde, her iki astımlı grupta da IL-4 NK hücre içerikleri anlamlı derecede yüksek, IL-10 ve IFNgamma hücre içerikleri ise anlamlı derecede düșük olmakla birlikte, yeni astım NK hücre IFN-gamma içeriği tedavili astım grubuna göre daha düșük saptanmıștır. NK IL-13 içeriği ise yeni astım NK hücre grubunda kontrol ve tedavili astım grubuna göre anlamlı (p<0.05) olarak yüksek tespit edilmiștir. SONUÇ: Bulgularımız, allerjik astım olgularında saptanan izole NK hücre içi sitokin profili periferik kan T lenfositlerinde gözlenen Th2 polarizasyonuna benzerlik göstermekte ve tedavi ile bu polarizasyonun Th1’e doğru yönlendirilmesinde NK hücrelerinden salınan sitokinlerin de havayolunda olușan bu enflamasyona katkı yaparak anahtar fonksiyonlara sahip olabileceğini düșündürmektedir. Hepatit C Virüs Enfeksiyonları Tanısında Yeni Bir Test: HCV Core Antijen Testi 1 MEHMET KÖROĞLU, 1SİBEL AK, 2YUSUF YAKUPOĞULLARI, 3ALİ ÖZER Malatya Devlet Hastanesi, Mikrobiyoloji Laboratuvarı, Malatya 2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Bölümü, Malatya 3 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Bölümü, Malatya, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Bu çalıșmada, yeni bir ELISA testi olan HCV-core antijen kitinin tanısal performansının, antiHCV antikor testi ve kantitatif HCV-RNA yöntemleriyle karșılaștırılması amaçlanmıștır. YÖNTEM: Anti-HCV-antikor ve HCV-RNA testleri çalıșılmıș hasta serumlarından 112 anti-HCV pozitif ve 40 anti-HCV negatif olmak üzere toplam 152 örnek randomize olarak seçildi. Anti-HCV-antikor düzeyleri, ticari Architect anti-HCV kiti (Abbott, Germany) kullanılarak; kantitatif HCV RNA düzeyleri Real Time-Polymerase Chain Reaction (RT-PCR) yöntemiyle Rotor Gene Q 6000 cihazı (Qiagen, Germany) ile araștırıldı. Serum HCV-core antijen düzeyleri tam otomatize kemiluminesan yöntemle Abbott Architect kiti (Abbott, Germany) kullanılarak çalıșıldı. Üretici firma önerileri doğrultusunda <0.06 pg/ml “negatif”, 0.06-0.2 pg/ml “gri zon”, >0.2 pg/ml “pozitif” olarak kabul edildi. Test yöntemlerinin HCV-RNA sonuçlarına göre duyarlılık ve özgüllük analizleri yapıldı. HCV antijen testinin viral yükü göstermedeki etkinliği Pearson korelasyon analizi ile ölçüldü. BULGULAR: Anti-HCV pozitif hastaların 32’sinin serumunda ölçülebilir miktarda HCV-RNA saptanırken, Anti-HCV negatif hastaların hiçbirinde ölçülebilir HCV-RNA gözlenmedi. HCV-RNA pozitif bulunan 32 hastanın 31’inde HCV core antijen testi pozitif bulundu. Bir hastada, anti-HCV ve HCV-RNA pozitif iken, HCV-core antijen testi gri zon aralığında (0.08 pg/ml) saptandı. HCV-RNA testine göre anti-HCV testinin duyarlılık ve özgüllüğü sırasıyla % 100 ve % 60 iken, HCV antijen testinin duyarlılık ve özgüllüğü sırasıyla % 96.9 ve % 100 olarak bulundu. Sonuçlar Tablo 1’de gösterilmiștir. Yapılan Pearson korelasyon analizinde, HCV antijeni (mean) ile serum HCV-RNA seviyeleri arasında anlamlı ve güçlü bir korelasyon olduğu saptandı (p<0.001, R=0.773). Her iki test arasındaki korelasyon uyumu üstel eğilim göstermekteydi (R2: 0.949). Korelasyon analizi Șekil 1’de gösterilmiștir. SONUÇ: HCV-core-Ag testinin, anti-HCV antikor testine göre daha yüksek özgüllük oranına (% 100) sahip olduğu görülmüștür. HCV-core-Ag testinin, kantitatif HCV-RNA yöntemiyle yüksek korelasyon uyumu, bu testin HCV tedavisinin takibinde, yanlıș pozitiflerin ayrımında ve pencere dönemindeki olguların saptanmasında kullanılabileceğini düșündürmüștür. 100 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Tablo . HCV-RNA Duyarlılık (%) Özgüllük (%) PPD* (%) NPD** (%) HCV-Ag Test 96.9 100 100 99.1 Anti-HCV-Ab 100 60 28.5 100 Şekil 1. HCV Ag testi ve HCV RNA korelasyonu Klinik ve Laboratuvar Özellikleri ile Otoimmün Lenfoproliferatif Sendrom (ALPS) Düșünülen Hasta ve Aile Bireylerinde Apoptozun Araștırılması BARAN ERMAN, DENİZ ÇAĞDAȘ AYVAZ, İLHAN TEZCAN, ÖZDEN SANAL Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Pediatrik İmmünoloji Ünitesi, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Otoimmün lenfoproliferatif sendrom (ALPS) nadir görülen ve malign olmayan lenfoproliferasyon ve otoimmün belirtiler ile karakterize olup, diğer bazı hastalıklarla (yaygın değișken immün yetmezlik, Evans Sendromu, Rosai-Dorfman hastalığı, otoimmün hastalıklar gibi) ortak klinik özellikler gösterir. Otoimmün lenfoproliferatif sendromu olan hastalarda apoptozis mekanizmalarında yer alan çeșitli moleküllere ait defektler saptanmıștır. Hastalığın en önemli laboratuvar bulgusu TCR alfa+ beta+ CD4- CD8- T lenfosit (DNT-double negative T-cells) sayısında artıștır. Ancak her zaman belirgin șekilde yüksek olmayabildiği gibi tanı için tek bașına yeterli değildir. Ayrıca ALPS hastalarında yapılan çalıșmalarda serum ya da plazma Fasligand ve IL-10 düzeylerinin de yüksek olduğu saptanmıștır. 101 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Hastalığa kesin tanı koyabilmek için defektif moleküldeki mutasyonun gösterilmesi gerekmektedir. Fakat pahalı ve zaman alıcı moleküler tetkiklerin uygulanması için seçilecek hastaların, çeșitli laboratuvar testleriyle belirlenmesi oldukça önemlidir. In vitro fonksiyonel apoptozis testi ALPS tanısı koyulmasında yardımcı bir laboratuvar yöntemi olabilir. YÖNTEM: Bu çalıșmada klinik olarak ALPS tanısı düșünülen 27 hasta, sağlıklı kontroller ve pozitif kontrol olarak heterozigot Fas eksikliği olan bireylerde (ALPS tip Ia) in vitro fonksiyonel apoptozis testinin değerlendirilmesi amaçlanmıș ve laboratuvarımızda bu yöntem kurularak hastalarda uygulaması yapılmıștır (Tablo 1 ve 2). Çalıșmada hasta ve kontrol grubundan izole edilen lenfositler hücre kültürü yapılarak PHA ile uyarılmıș, daha sonra ortama IL-2 eklenerek hücrelerin proliferasyonu sağlanmıștır. Doksanaltı saat sonunda aktive olan lenfositlerde monoklonal anti-Fas antikoru kullanılarak apoptosis tetiklenmiștir. Kırksekiz saatlik zaman dilimi sonunda hücreler tripan mavisi ile boyanarak ıșık mikroskobunda incelenmiș, ölü hücre yüzdeleri belirlenmiștir. Kontrol amaçlı olarak bazı hastalarda akım sitometride annexin-V ve propidium iodide kullanılarak ölü hücre yüzdelerinin ıșık mikroskobuyla elde edilen sonuçlarla karșılaștırılması yapılmıștır. Amerika Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün (NIH) 2010 yılı kriterlerine göre, in vitro apoptozis testinde hastalardan elde edilen hücrelerin ölüm oranlarının sağlıklı kontrol hücrelerinin ölüm oranlarının en az % 50’si oranında düșük olması apoptozis mekanizmasının bozuk olarak kabul edilmesi için gereklidir. İstatistiksel hesaplamalar SPSS.15 paket programı kullanılarak yapılmıștır. BULGULAR: In vitro fonksiyonel apoptozis testi ile sağlıklı bireylerden izole edilen kontrol grubu hücrelerde ölüm yüzdeleri % 80 ve üzeri olarak saptandı. ALPS tanısı alan hastalar ve sağlıklı kontrol grubu ölüm oranları ortalamaları arasında istatistiksel olarak fark saptanmazken (p=0.9), bu iki grup ile tip Ia grubu arasında belirgin bir fark saptanmıștır (p=0,001). SONUÇ: Sonuç olarak, uyguladığımız bu yöntem Fas aracılı apoptozis testi ile gösterilemeyen, bilinen diğer defektler yönünden taranması gereken hastaların belirlenmesi için ve bir ileri basamakta da yeni moleküler defektlerin bulunması yönünden kullanılabilecek bir testtir. Yaptığımız bu çalıșmayla in vitro fonksiyonel apoptozis testinin daha önce ALPS tip Ia tanısı almıș, moleküler defekti kesin olarak belli olan hastalarda NIH’ in kriterlerine göre pozitif çıkması, testin bu șekli ile ALPS düșünülen hastaların değerlendirilmesinde kullanılabileceğini göstermiștir. Şekil 1 102 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Sistemik Otoimmün Romatolojik Hastalarda ve Sağlıklı Bireylerde DFS70 Otoantikorları DUYGU KAYASÜ, HÜSEYİN TUTKAK, TÜRKER DUMAN, ÜMİT ÖLMEZ, NURȘEN DÜZGÜN Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Anti nükleer antikorlar (ANA) hücre çekirdeğindeki yapılara karșı olușan, genellikle sistemik otoimmün hastalıkların teșhisinde kullanılan antikorlara verilen genel isimdir. DFS70/LEDGF (Anti dense fine speckled 70), ısı-șok proteinleri ve stresle ilgili genlerin ekspresyonu için promotör elemanlarına bağlanarak çeșitli hücre tiplerinin stres altında hayatta kalımını arttırdığı düșünülen transkripsiyonal aktivatör bir moleküldür. Yapılan çalıșmalarda sağlıklı bireylerde ve atopik hastalarda DFS70 antijenine karșı olușan otoantikorlar belirlenmiștir. DFS70 otoantikoru en sık % 30 ile atopik dermatit hastalarında Japonya’dan, ikinci olarak astım hastalarında % 16 sıklıkla Amerika’dan bildirilmiștir. Sistemik otoimmün hastalıklarda ve sağlıklılarda Sjogren sendromu hariç, DFS70 sıklığının oldukça az olduğu (% 0-2.5) görülmüștür. Sjogren sendromunda ise DFS70 oranı % 7 olarak saptanmıștır. AMAÇ: Bu çalıșmanın amacı anti DFS70 otoantikorunun sıklığının ülkemizdeki sağlıklı insanlarda belirlenmesi, bazı otoimmün romatolojik hastalıklardaki sıklıklarıyla karșılaștırılarak bu hastalıklar için anlamlı bir farkın olup olmadığının araștırılmasıdır. YÖNTEM: Çalıșmaya Ankara Üniversitesi kan bankasına gönüllü olarak bașvuran 264’sı kadın (% 49.2), 272’si erkek (% 50.8) olmak üzere toplam 536 kan donörü, kontrol grubu olarak alınmıștır. Gönüllü dönörler otoimmün romatolojik hastalık yönünden sorgulanmıș ve tanı almıș olanlar çalıșmaya dahil edilmemiștir. Çalıșmaya alınan kontrollerin yaș aralığı 16-65 arasında ve ortalama yașları 33.8’dir. Hasta grubu ise, 63 Sistemik lupus eritromatosis (SLE), 31 romatoid artrit (RA) ve 18 Skleroderma olgusundan olușturulmuștur. Alınan serum örneklerinden indirek immün florasan (IIF) yöntemiyle (Hep20-10) ANA testi yapılmıștır. DFS70 otoantikoru, mitotik hücrelerin kromozomunun ve interfazdaki nükleusunun olușturduğu yoğun ince benek boyanmasıyla belirlenerek western blot yöntemiyle doğrulanmıștır. İstatistiksel analizler kontrol grubu ve hasta grupları arasındaki yüzde oranlar, Ki kare testi, gruplar arasındaki ortalamalar ise Mann-Whitney testi kullanılarak yapılmıștır. BULGULAR: DFS70 otoantikoru 536 sağlıklı bireyde 10 kișide (% 1.9) belirlenmiștir. İncelenen 67 SLE, 31 RA ve 18 Sklerodermalı hastada DFS70 otoantikoru saptanmamıștır. Daha önce yaptığımız bir çalıșmada DFS70 sıklığını, ANA testi için laboratuvarımıza gönderilen 7855 örnekte % 0.9 oranında belirlemiștik. Bu oran bu çalıșmada elde edilen % 1.9 oranından farklıdır, bunun nedeni ilk çalıșmamızda değerlendirilen olguların büyük bir kısmının laboratuvarımızdan otoimmün bir hastalık șüphesiyle istekte bulunulan vakalar olmasıdır. SONUÇ: Elde ettiğimiz sonuçlar otoimmün romatolojik hastalıklarda DFS70 otoantikor sıklığının sağlıklı popülasyonun altında olduğunu göstermekte olup literatürdeki daha önce yapılan çalıșmalarla uyumludur. Sağlıklı popülasyonlarda anti DFS70 otoantikor sıklığındaki değișikliklerin etnik farklılıklardan kaynaklandığını düșünmekteyiz. ANA IIF testi pozitifliklerinde boyanma modelleri otoantikorlarla yakından ilișkili olup dikkatle değerlendirilmelidir. 103 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Ülkemizde Sağlıklı Bireylerdeki ANA Pozitiflik Oranı ve Yaygın Boyanma Modelleri HÜSEYİN TUTKAK, DUYGU KAYASÜ, TÜRKER DUMAN, ÜMİT ÖLMEZ Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Anti nükleer antikorlar (ANA) hücre çekirdeğindeki yapılara karșı olușan, genellikle sistemik otoimmün hastalıkların teșhisinde kullanılan antikorlara verilen genel isimdir. Bu testlerde çekirdeğin yanı sıra hücre sitoplazmasındaki, nükleoproteinler, enzimler, doğal ya da denatüre DNA, histonlar, RNA, ribonükleer proteinler, çözünebilen hücresel reseptörler ve mitozla ilișkili proteinler gibi, hedef olabilecek antijenlere karșı olușan antikorları da saptamak mümkündür. Hücre çekirdeği ve sitoplazmasında bulunan self antijenlerine karșı olușan otoantikorlar, indirek immün floresan (IIF) yöntemiyle belirlenebilir. Bu șekilde nükleer ve sitoplazmik otoantikorlar otuza yakın farklı boyama modeli gösterir. Yapılan çalıșmalarda nükleer antijenik yapılara karșı olușan otoantikorların, genellikle IgG sınıfı, otoimmün hastalıkların bir göstergesi olabileceği gösterilmiștir. ANA IIF boyama modelleri incelendiğinde, farklı boyanma modellerinin farklı otoantikorlar ve hastalıklarla ilișkilendirilmiștir. AMAÇ: Bu çalıșmanın amacı ülkemizde sağlıklı bireylerde, ANA pozitiflik oranının ve yaygın boyanma modellerinin belirlenmesidir. YÖNTEM: Çalıșmaya Ankara Üniversitesi kan bankasına gönüllü olarak bașvuran 264’sı kadın (% 49.2), 272’si erkek (% 50.8) olmak üzere toplam 536 kan donörü, kontrol grubu olarak alınmıștır. Gönüllü dönörler otoimmün romatolojik hastalık yönünden sorgulanmıș ve tanı almıș olanlar çalıșmaya dahil edilmemiștir. Çalıșmaya alınan kontrollerin yaș aralığı 16-65 arasında ve ortalama yașları 33.8’dir. Alınan serum örneklerinden indirek immün florasan yöntemiyle ANA testi yapılmıștır. Pozitiflikler 1/40, 1/100, 1/320, 1/1000 ve 1/3200 dilüsyonlarda değerlendirilmiștir. İstatistiksel analizler kontrol grubu ve hasta grupları arasındaki yüzde oranlar, Ki kare testi, gruplar arasındaki ortalamalar ise Mann-Whitney testi kullanılarak yapılmıștır. BULGULAR: Çalıșmaya dahil edilen 536 sağlıklı bireyin 1/100 dilüsyonda % 13,2 oranda ANA pozitifliği belirlenmiștir. Nükleer boyanma sitoplazmik boyanma modelinin iki katı sıklıkta görülmüștür. Nükleer boyanma modellerini incelediğimizde, en yaygın boyanma modelinin % 2.6 sıklıkla belirlenen benekli, daha sonra sırasıyla % 2.1 ile nükleolar, % 0.9 ile mitotik benekli, % 0.7 ile DFS70 ve homojen, % 0.5 ile midbody șeklinde sıralanmıștır. Sentriol, iğcik șekilli, az noktalı, nükleer matriks ve NMP boyanma modelleri ise toplam % 1 oranla daha seyrek gözlenmektedir. Sitoplazmik boyanmada ise en yaygın modeller % 1.8 oranında gözlenen benek ve fibrillerdir, onları % 0.9 ile atipik boyanma izlemektedir. Golgi ve homojen boyanma ise daha seyrek görülmüștür. SONUÇ: Otoimmün romatolojik hastalıkların tanısında kullanılan ANA (IIF) testi sağlıklı bireylerde de pozitif bulunabilmektedir. Sağlıklı bireylerde saptanan pozitiflikler hastalıklarla ilișkili olmayabilir ancak hastalık tanısı konmadan yıllar önce otoantikor pozitiflikleri gözlenebildiği de bildirilmiștir. ANA pozitifliği saptanan sağlıklı bireylerin otoantikor titresi takip edilmeli ve klinik verilerle birlikte değerlendirilmelidir. 104 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Otoimmün Pernisiyöz Anemili Hastaların Serumlarında Bulunan Otoantikorların Değerlendirilmesi: 10 Yıllık Deneyim PINAR SOĞUKSU, NURAY GÜREL POLAT, NURHAS SAFRAN, NİL ÖZER, SELİM BADUR İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Pernisiyöz anemi, kronik atrofik gastritten sonra gelișen kronik bir hastalıktır. İntrinsik Faktör (İF) midenin mukoz membranındaki parietal hücrelerde HCI ile birlikte üretilmektedir. Pernisiyöz anemide GPCA ve intrinsik faktör antikorları genel olarak bir arada bulunmaktadır. Her iki antikora bakarak pernisiyöz anemi teșhisi konulabilir. Bu antikorların varlığı herhangi bir girișimsel yönteme bașvurmadan tanı ve tedavide yol gösterici olabilir. YÖNTEM: Çalısmaya İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı İmmünoloji laboratuvarına 2001-2011 yılları arasında bașvuran hastalar alınmıștır. GPCA indirekt immünfloresan (İFA) yöntemiyle çalısılmıștır. Substrat olarak sıçan mide, böbrek ve karaciğer kombine dokusu kullanılmıștır (The Binding Site, İngiltere). İF tayini ise ELISA yöntemiyle çalıșılmıștır. (INNOVA, Amerika) BULGULAR: Değerlendirme sonucunda 2001-2011 yılları arasında immünoloji laboratuvarına bașvurup pernisiyöz anemi öntanılı hastalardan 3161 hastanın GPCA antikorlarının 509’u (% 16.1) pozitif, 2652’si (% 83,9) negatifti. 509 pozitif örneğin 144’ü (% 28,3) erkek, 365’i (% 71,7) kadındı. Yıllara göre baktığımızda pozitiflik sırasıyla 2001 (% 29,8); 2002 (% 25); 2003 (% 13,2); 2004 (% 10,7); 2005 (% 11,1); 2006 (% 11,9); 2007 (% 21,6); 2008 (% 19,3); 2009 (% 20,6); 2010 (% 15,7). İntrinsik faktör antikoru istenen 977 hastanın 12’si (% 1,3) pozitif, 965’i (% 98,7) negatifti. 12 pozitif örneğin 2’si (% 16,6) erkek, 10’u (% 83,4) kadındı. 2002 (% 8,5); 2003 (% 1,5); 2006 (% 2,3); 2010 (% 2,7) yılları dıșında pozitiflik saptanamamıștır. SONUÇ: Hormonal etkiler nedeni ile kadınlar erkeklere oranla daha fazla otoimmün hastalık insidansına sahiptir. Bizim çalıșmamızda da GPCA ve İF pozitifliği yüzdesinin kadınlarda erkeklere oranla daha fazla olduğu görülmüștür. Pernisiyöz anemi kronik atrofik gastritten bir süre sonra gelișmektedir. Serumda bu iki antikora bakarak anemi tedavisinin șekillendirilmesine ve yol gösterici olmasında katkıda bulunacağını göstermektedir. İnflamatuvar Bağırsak Hastalığının Hümoral İmmünite Yönünden Değerlendirilmesi 1 PINAR SOĞUKSU, 1NURAY GÜREL POLAT, 1SUZAN ADIN ÇINAR, 1NURHAS SAFRAN, SELİM BADUR 1 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 2 İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH), genetik olarak duyarlı bireylerde gastrointestinal kanalın bazı dıș etkenlerle tetiklenen kronik, tekrarlayan ve kontrol edilemeyen inflamatuar bir sürecidir. Birbiriyle ilișkili ancak iki farklı hastalık olarak tanımlanan Ülseratif Kolit (ÜK) ve Crohn Hastalığı (CH) İBH bașlığı altında yer almaktadır. İBH’lığı patogenezinde genetik yatkınlık, çevresel faktörler, infeksiyöz ajanlar, değișmiș epitelyum geçirgenliği gibi faktörlerin önemli rol oynadığı bir hastalık 105 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler grubudur. Saccharomyces cerevisiae antikoru (ASCA) ve pankreatik antikorun (PAB) CH’lığında, p ANCA ve intestinal goblet hücre antikorları (IGHA) ülseratif kolit hastalığında daha sık görülmektedir. YÖNTEM: Çalıșmaya teșhisi yeni konan 17 ÜK, 11CH, 11 sağlıklı kișiden olușan kontrol grubu seçilmiștir. Toplam 39 serum örneğinde indirekt immünfloresan yöntemiyle (İFA) anti endomisyum (maymun özofagusu, The Binding Site, İngiltere), anti retikülin antikoru (sıçan böbrek, karaciğer, mide, The Binding Site, İngiltere); diğer otoantikorlar primat pankreası, primat bağırsağı, etanol fikse insan granülositleri, Saccharomyces cerevisiae içeren kombine substrat (BIOCHIP Mosaik, Euroimmun, Almanya) ile çalıșılmıștır. ASCA için 1/100, p ANCA, PAB, IGHA ve endomisyum antikorları için 1/10, retikülin antikoru için 1/40 serum dilüsyonu yapılmıștır. ASCA ve endomisyum FITC ișaretli anti insan IgA’sı diğer antikorlar ise FITC ișaretli anti insan IgG’si ile boyanmıș ve floresan mikroskopta değerlendirilmiștir. Ayrıca anti gliadin IgG/IgA ve anti transglutaminaz IgG/IgA antikorları da ELISA yöntemiyle çalıșılmıștır. Serumlar 1/100 oranında sulandırılmıștır. BULGULAR: Değerlendirme sonucunda CH’da ASCA 9 hastada (% 81,8), PAB 1 hastada (% 9,1), p ANCA 1 hastada (% 9,1) pozitif saptanmıștır. ÜK’de ASCA 4 hastada (% 23,5), PAB 1 hastada (% 5,9), p ANCA 10 hastada (% 58,8), IGHA 2 hastada (% 11,8) pozitif saptanmıștır. CH’da ASCA antikoru istatistiksel olarak anlamlı bulunmuștur (p=0,002). ÜK hastalarında p ANCA pozitifliğide istatistiksel olarak anlamlı bulunmuștur (p=0,001). PAB ve IGHA antikorları açısından değerlendirildiğinde anlamlılık görülememiștir. Endomisyum ve retikülin antikorları 39 örneğin hepsinde negatifti. Çölyak hastalığında önemli olan anti gliadin antikoru IgG/IgA ve anti doku transglutaminaz IgG/IgA ELISA yöntemi ile çalıșmıștır. CH’da gliadin IgA 3 hastada (% 27,3), ÜK’de 10 hastada (% 58,8) ve kontrol grubunda 6 hastada (% 54,5) pozitif olduğu görülmüștür. Ancak istatistiksel olarak anlamlılık bulunamamıștır. Doku transglutaminaz IgA’nın ÜK’de 6 hastada (% 35,3), kontrolde 3 hastada (% 27,3) pozitif olduğu görülmüștür. Bu oranlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuștur. (p=0,033). SONUÇ: İBH’nın kesin tanısını koyabilmek çok önemlidir. Çünkü CH ve ÜK’de tedavi stratejileri farklıdır. Bu iki hastalığın tanısını kolaylaștırmak için teșhis değeri yüksek, hızlı serolojik testlere ihtiyaç vardır. Son araștırmalarda intestinal goblet hücreleri (IGHA) ve p ANCA antikorlarının varlığı; ÜK teșhisinde, ekzokrin pankreas (PAB) ve ASCA antikorlarının varlığı ise CH teșhisinde önemli rol oynamaktadır. Bu otoantikorların çalıșılması inflamatuvar bağırsak hastalığının serolojisini zenginleștirip rutinde de katkı sağlayacaktır. G6PC3 Eksikliğine Bağlı Ağır Konjenital Nötropeni Olgusu 1 CANER AYTEKİN, 2MANUELA GERMESHAUSEN, 1NİLDEN TUYGUN, 3FİGEN DOĞU, AYDAN İKİNCİOĞULLARI 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi, Ankara, TÜRKİYE 2 Department of Pediatric Hematology/Oncology, Medical University Hannover, Hannover, GERMANY 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: G6PC3 (glucose-6-phosphatase, catalytic subunit 3) eksikliği otozomal resesif kalıtım gösteren, cilt altı venlerde belirginleșme, kardiyak ve ürogenital malformasyonlar ile birlikte karakterize yeni tanımlanmıș bir ağır konjenital nötropeni formudur. Günümüze kadar 22 olgu bildirilmiștir. Burada G6PC3 gen mutasyonu gösterilen yeni bir ağır konjenital nötropeni olgusu sunulmaktadır. 106 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler OLGU: On üç yașındaki kız hasta büyüme-gelișme geriliği, tekrarlayan oral ülserler, diș eti kanaması, süpüratif otit, ishal ve idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle bașvurdu. Hastanın öyküsünde yenidoğan döneminde özofagus atrezisi nedeniyle ameliyat olduğu, sekiz yașında renal abse nedeniyle perkütan abse drenajı uygulandığı, tekrarlayan solunum yolları enfeksiyonları ve perianal abseler geçirdiği öğrenildi. Anne-babası arasında birini dereceden akrabalık vardı. Fizik muayenede vücut ağırlığı 23 kg (<% 3; 7 yașın % 50’si) ve boyu 123 cm (<% 3; 7 yașın % 50’si) idi. Diș etlerinde çekilme, jinjivit, diș kayıpları ve çürükleri, sol kulak zarında perforasyon saptandı. Karın ve sırt cildi venlerinde belirginleșme gözlendi. Laboratuvar incelemelerinde anemi (Hb: 8.9gr/dl), lökopeni (2,500/mm3), nötropeni (400/mm3), serum IgG (1860 mg/dl, N: 822-1280), kolesterol (293 mg/dl) ve LDL kolesterol (253 mg/dl) düzeylerinde yükseklik saptandı. Kemik iliği aspirasyonu incelemesinde metamiyelosit, çomak ve nötrofil oranları promiyelosit/miyelosit oranlarına göre daha düșük olmakla birlikte miyeloid farlılașmanın tüm evreleri gözlendi. Atipik mononükleer megakaryositler ve bazılarında fagosite edilmiș sağlam nötrofiller (emperipolezis) ile miyeloid öncüllerde vakuolizasyon dikkati çekti. Ekokardiyografide minimal mitral yetmezlik tespit edildi. Renal ultrasonografide anomali saptanmadı. Ağır konjenital nötropeni tanısı koyulan hastanın genetik analizde G6PC3 geninde homozigot p.L154P mutasyonu gösterildi. G-CSF tedavisi (2.5 mcg/kg/günașırı) bașlanan hastanın nötrofil sayısı 1,1007,000/mm3 arasında seyretti ve izleminde idrar yolu enfeksiyonu dıșında herhangi bir enfeksiyon hastalığı gelișmedi. Dislipidemi için bașlanan statin tedavisi ile serum kolesterol düzeyleri normal sınırlara indi. SONUÇ: Burada tanımladığımız olguyla G6PC3 eksikliğinde bildirilen fenotipik bulgulara özofagus atrezisi, dislipidemi ve daha önce G6PC3 eksikliği olan 2 olguda bildirilen miyelokatheksis eklenmiștir. Bu bulgular, G6PC3 eksikliğinde klinik bulguların bilinenden daha geniș bir spektrumda değișebildiğini göstermektedir. Aktif tüberkülozda Serum Proinflamatuvar ve Antinflamatuvar Sitokinlerin Karșılaștırılması MEHMET POLATLI, ÇİĞDEM YENİSEY, NİLÜFER GENÇ ȘİMȘEK, ORHAN ÇİLDAĞ, METE EYİGÖR, NERİMAN AYDIN, MUKADDER SERTER, ERDAL BEȘER, HÜNKAR DALAN, MELTEM GAMZE AYDIN 1 Adnan Menderes Üniversitesi 2 Aydın Verem Savaș Dispanseri, Aydın, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Mycobacterium tuberculosis konak ile etkileșime giren yapısal bileșenler içermektedir. Bu çalıșmada serum proinflamatuvar ve antiinflamatuvar sitokinlerinin aktif tüberkülozda olası rollerini ve tedavi sırasındaki değișikliklerini araștırmak ve aktif tüberkülozdaki değerlerinin inaktif tüberküloz ve sağlıklı kișilerdekiler ile karșılaștırılması amaçlanmıștır. YÖNTEM: Yeni tanı konmuș 43 aktif tüberküloz hastası, 18 inaktif tüberküloz ve 15 sağlıklı kiși çalıșmaya alınmıștır. Aktif tüberküloz grubunda serum örnekleri bașlangıç, 14 vakada ikinci ayın sonunda ve 13 vakada altıncı ayın sonunda alınmıștır. Serum örneklerinde IFN- TNF-, TGF-, IL-4, IL-10 ve endotelin seviyeleri araștırılmıștır. BULGULAR: Aktif tüberküloz ve sağlıklı kișilerde bașlangıç değerleri ortalaması sırasıyla IL-10; 10.51±5.69 ve 7.76±3.93 pg/ml, IFN- ; 8.64±5,65 IU/mL ve 5.26±3.69 pg/ml, IL-4; 7.22±1.74 ve 3.26±4.05 pg/ml (p <0.005) olarak bulunmuștur. Aktif tüberküloz vakalarında IL-10 seviyesinin iki ayda ve IFN- seviyesinin altı ayda bașlangıç değerlerine göre anlamlı olarak yükseldiği belirlenmiștir. Ancak IL-4 ve TNF- seviyelerindeki değișiklik istatistiksel olarak anlamlı bulunma- 107 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler mıștır. Tedavi ile TGF- seviyelerinde anlamlı endotelin seviyelerinde ise anlamlı olmayan düșüș belirlenmiștir. SONUÇ: Konakta antiinflamatuvar sitokinlerin așırı olușumu bu sitokinlerin makrofajların fagositozu üzerine negatif etkileri nedeniyle Mycobacterium tuberculosis infeksiyonlarının aktif tüberküloza dönüșümüne neden olabilir. İntrasellüler patojenlere karșı koruyucu immun yanıtta, hücresel immün cevap uygun denge olușturmalıdır, bu dengede ortaya çıkabilecek değișiklikler hastalık olușumu ve doku hasarını etkileyebilir. Pandemik İnfluenza A H1N1 Pozitif Olgularda IL-6 Sitokin Yanıtının Araștırılması 1 NURHAN ALBAYRAK, 1E. ÜMİT BAĞRIAÇIK, 2A. BAȘAK ALTAȘ, 2MUSTAFA ERTEK 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji Anabilim Dalı 2 Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi, Ulusal İnfluenza Merkezi, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Pandemik influenza A H1N1 virusu (pH1N1), 2009 yılında tüm dünyada salgınlar olușturmuș, binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca bireyin hastalanmasına neden olmuștur. pH1N1 ile görülen ölümlerde patojen ile ilintili faktörler suçlanmakla beraber hastalığın bireyler arasındaki seyrinin farklılığı ile ilgili pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu çalıșmada proinflamatuvar bir sitokin olan IL-6’nın pH1N1 infeksiyonu seyri ile ilișkisinin araștırılması amaçlanmaktadır. YÖNTEM: pH1N1 tanısı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi, Ulusal İnfluenza Merkezi’nde real-time PCR tekniği viral RNA’nın gösterilmesi yoluyla konuldu. pH1N1 pozitif saptanan bireylerden farklı zaman dilimlerinde serumlar toplandı, farklı zaman dilimlerinde toplanan serumlar 2 ayrı grup halinde değerlendirmeye alındı. Grup 1 semptomların bașlangıcından itibaren ilk 7 gün, grup 2 ise 10-21 gün sonra alınan serumlardan olușturuldu. IL-6 seviyeleri ticari ELISA kiti ile çalıșıldı. İstatistiksel analiz Mann-Whitney U testi ile SPSS (versiyon 17.0) programında gerçekleștirildi. BULGULAR: Çalıșmamızda 18 pH1N1 hastasına ait toplam 29 serum örneği çalıșıldı. Serumların 6 (% 33.3)’sı erkek, 12 (% 66.7)’si kadın hastalara ait idi. Hastaların yaș ortalamaları da 29.4 olarak tespit edildi (Tablo 1). Grupların ortalamaları birbirine yakın olarak saptandı ve grupların yaș dağılımları açısından istatistiksel olarak fark tespit edilmedi (p > 0.05). IL-6 seviyeleri hastalığın farklı zaman dilimlerinde alınan serum örnekleri için ayrı ayrı analiz edildi; IL-6 seviyesi grup 1 (n=19) için ortalama 8.2 ve grup 2 (n=10) için 2.1 olarak tespit edildi. İki grup arasında IL-6 seviyeleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p < 0.05). 18 hastaya ait klinik veriler değerlendirildi; 1 hastada solunum yetersizliği ve bir hastada astım tablosu olduğu, diğer 16 hastanın șiddetli hastalık tablosu sergilemediği saptandı (Tablo 2). Solunum yetersizliği ve astım olan iki vakanın IL-6 seviyeleri diğer hastaların IL-6 seviyeleri ile karșılaștırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p < 0.05). SONUÇ: Çalıșmalarımız sonucunda farklı klinik tablolar ile seyreden pH1N1’in prognozunun belirlenmesinde proinflamatuvar bir sitokin olan IL-6 önemli bir belirteç olabileceği tespit edilmiștir. Ancak bu konuda daha geniș çaplı çalıșmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. 108 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Tablo 1. Yaș N Minimum Maksimum Ortalama Std. Sapma 15 8 84 30,74 16,45 Grup 2 10 14 39 27,7 8,99 Toplam 18 8 84 29,44 16,95 Grup 1 Tablo 2. Cinsiyet Erkek Kadın Ateș Toplam (n) Pozitif (n) Pozitif (%) 18 6 33.3 18 12 66.7 18 7 38.9 Öksürük 18 14 77.8 Boğaz Ağrısı 18 11 61.1 Baș Ağrısı 18 6 33.3 Miyalji 18 10 55 Solunum Yetmezliği 18 1 5.5 Diğer (Astım) 18 1 5.5 Selektif IgA Eksikliği Olan Çocuklarda Gıda ve Solunum Allerjisi Prevalansı BİLKAY BAȘTÜRK, BUKET DALGIÇ, NİHAN ALDIRMAZ, SİNAN SARI Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, 2Bașkent Üniversitesi Adana Hastanesi, Adana, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) İmmünoglobülin A (IgA) organizmada en çok bulunan immünogobülin olmasının yanında selektif IgA eksikliği en sık rastlanan immün yetmezlik hastalığıdır. Selektif IgA eksikliği genellikle rastlantısal olarak tanı alan ve kendisine ait klinik belirtiler vermeden seyreden bir durumdur. Bununla birlikte yapılan çalıșmalar IgA eksikliği olan kișilerde allerjik hastalıklara klinik yatkınlığın arttığını göstermektedir. Gıda allerjilerine bağlı șikayetlerin tanısı konulamazsa yıllar boyu devam edebilir ve çocukların gelișimini ve yașam kalitesini etkileyen bir düzeye ulașır. IgA eksikliği olan kișilerde gıda allerjisi etkenlerinin varsa belirlenmesi ve bu allerjenlerden korunmuș bir diyetle beslenmelerinin sağlanabilmesi önemlidir. Çalıșmanın amacı IgA eksikliği olan çocukların gıda allerji risklerinin araștırılması ve varsa türlerinin belirlenerek bu çocukların ve ailelerinin bilgilendirilmesidir. Türkiye’nin tüm faklı bölgelerinden toplam 139 okuldan 20,331 sağlıklı oldukları bilinen çocukların ailelerinden alınan izinle kan örnekleri toplanmıștır. Yapılan çalıșmalar sonucunda 108 öğrencide selektif IgA eksikliği saptanmıștır. 108 öğrencinin 65’inin gıda ve solunum allerjenleri blot yöntemi kullanılarak belirlenmiștir. 65 hasta gıda miks, 64 hasta solunum panelinde çalıșılmıștır. Gıda miks panelde 65 hastanın 39’u (% 60) pozitif olup prevalansı 1.6, solunum panelinde 65 hastanın 35’i (% 54.6) pozitif olup prevalansı 1.8’dir. Çalıșmanın sonuçları Türkiye alerji (solunum ve cilt için) prevalansını yansıtan anket çalıșması sonuçlarından farklı olup IgA eksikliği olan çocuklarda solunum ve gıda alerji prevalansının belirgin olarak arttığını göstermektedir. 109 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Kırım Kongo Kanamalı Ateș Hastalığında HLA-G Molekülünün Etkisi 1 BİLKAY BAȘTÜRK, 2ESRAGÜL AKINCI, 2HÜRREM BODUR, 3MESUDE FALAY, 1ARZU ARAL, YAVUZ UYAR 1 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji AD 2 Ankara Numune Eğitim ve Araștırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği 3 Ankara Numune Eğitim ve Araștırma Hastanesi Hematoloji Laboratuvarı 4 Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitüsü Viroloji Laboratuvarı, Ankara, TÜRKİYE 4 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Kırım Kongo kanamalı ateși (KKKA) hastalığı insanlarda șiddetli kanamalı ateșe neden olan ve ölümcül seyredebilen bir hastalık tablosu olușturmaktadır. Etkene karșı olușan bağıșıklık sistemi yanıtı hastalığın tedavisinde ve ilerlemesinde oldukça önemli rol oynamaktadır. HLA-G bağıșıklık sistemini baskılayıcı rol oynadığı bilinen immünomodülatör etkili bir moleküldür. Bu çalıșmada KKKA hastalığı tanısı almıș hasta ve sağlıklı gönüllülerde plazma HLA-G seviyesinin ve Th1 yanıtını baskılayıcı rol oynayabilecek sitokinlerin serum seviyelerin ELISA yöntemi ile ölçülmesi ve CD4+T hücrelerinin, monositlerin, doğal öldürücü hücrelerin (NK) ve CD4+CD25+ Treg hücrelerinin dağılımının ve HLA-G ekspresyonlarının araștırılması ve hastalık ve prognozu ile ilișkilerinin gösterilmesi amaçlanmıștır. YÖNTEM: KKKA hastalığı tanısı PCR ile ve IgM seviyesinin ELISA yöntemi ile belirlenmesi sonucu kesinleșmiș hastaların (44 hasta) ve kontrol grubunun (60 gönüllü) plazma örneklerinden salgısal HLA-G, IL-10, IL-6 ve TGF-beta düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçülmüștür. Hastaların tedavi öncesi ve sonrası alınan tam kan örnekleri kullanılarak monositlerin, NK hücrelerinin, Treg hücrelerinin ve CD4+ T hücrelerinin dağılımları ve yüzeylerindeki HLA-G ekspresyonları CD14, CD16, CD56, CD4, CD25, HLA-G monoklonal antikorlar ile ișaretlenerek akım sitometri cihazında değerlendirilmiștir. BULGULAR: Hasta ve sağlıklı grup karșılaștırıldığında plazma sHLA-G seviyesi hasta grubunda daha yüksek olarak belirlenmiș olup IL-10, IL-6 ve TGF-beta seviyelerinde anlamlı bir farklılık saptanmamasına karșın yașayanlarla ölen hastalar karșılaștırıldığında ölenlerde belirgin olarak yüksek olduğu belirlenmiștir. Hücre yüzeyindeki molekül ekspresyonlarına göre hücre dağılımına bakıldığında CD14+ monositlerin, CD4+25+ Treg hücrelerin, CD16+ ve CD56+ NK hücrelerinin ve bu hücrelerin yüzeyinde bulunan HLA-G ekspresyonlarının istatistiksel olarak anlamlı derecede arttığı belirlenmiștir (Tablo 1). Hastalar yatıș ve çıkıș dönemlerinde değerlendirildiğinde CD14+ monositlerin, CD4+25+ Treg hücrelerin ve HLA-G molekül ekspresyonlarının istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı belirlenmiștir. SONUÇ: KKKA hastalığında hastalık sırasında bağıșıklık sistemi hücreleri yüzeyinde bulunan HLA-G molekülü, etkene karșı olușan bağıșıklık sistemi yanıtı hem NK hücrelerini hem de Treg hücrelerinin de etkisi ile birlikte bağıșıklık sistemini baskılayarak hastalığın prognozunda etkili olmaktadır. Ölen hasta sonuçlarına bakıldığında, bağıșıklık sistemi yanıtının Th2 yönünde gelișmesini sağlayan ve Th1 tipi yanıtı baskılayan IL-6, IL-10 ve TGF-beta düzeylerinin belirgin ölçüde yükselmesi HLA-G molekülünün etkisini desteklemektedir. Bu sonuçlara dayanarak HLA-G molekülünün patofizyolojide etkisi olabileceği ve hücre yüzeyindeki ekspresyon takibinin prognoz hakkında bilgi verebileceği söylenebilir. Araștırma TÜBİTAK tarafından (Proje No: 109S447) desteklenmektedir. Tablo CD14+HLAG+ (%) CD4+CD25+HLAG+ (%) CD56+HLAG+ (%) CD16+HLAG+ (%) Kontrol 6,97 0,13 0,17 0,11 Hasta 9,48 0,97 0,34 0,34 P değeri 0.002 0.000 0.08 0.000 110 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Retrospektif Olarak Antinükleer Antikor Pozitif Olan Hastalarda İndirekt İmmünofloresan (İİF) ve İmmünoblotting (İB) Test Sonuçlarının Değerlendirilmesi 1 BERKSAN ȘİMȘEK, 2HACER MISIRLIOĞLU, 2SEMA ÖREN, 3UĞUR MUȘABAK, MEHMET BAYSALLAR, 1AHMET BAȘUSTAOĞLU 1 GATA Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 2 GATA Temel İmmünoloji Bilim Dalı 3 GATA İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara,TÜRKİYE 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Otoantikorlar konakçı antijenlerine karșı olușan immünoglobÜlinlerdir. Antinükleer antikor (ANA) tespiti, bașta sistemik lupus eritematozus olmak üzere otoimmün hastalıkların tanısı ve hastalık seyrinin izleminde kullanılmaktadır. Bu çalıșmamızda retrospektif olarak hastanemiz kliniklerinde takip edilen farklı hastalardan araștırılan ANA sonuçları değerlendirildi. YÖNTEM: GATA Hastanesinde Eylül 2009-Eylül 2010 tarihleri arasında farklı kliniklerden herhangi bir sebeple istenen 4944 ANA isteği ELISA yöntemiyle (EUROIMMUN, Germany) çalıșıldı. Pozitif bulunan örnekler indirekt immünofloresan (IIFT Mosaic: Hep-20-10/Liver (Monkey), EUROIMMUN, Germany) ve immünoblotting testleriyle (EUROLINE Anti-ENA ProfilePlus 1 (IgG), EUROIMMUN, Germany) 1/100 oranında dilüe edilerek çalıșıldı. BULGULAR: Toplam 4944 örnekte ELISA yöntemiyle ANA varlığı araștırıldı. 430 örnekte pozitiflik saptandı. Bu örnekler İİF ile değerlendirildiğinde 361’inde (% 84) ≥+1 pozitiflik tespit edildi. İİF ile pozitif bulunan örneklerdeki ANA paternlerinin dağılımı; % 18 (66) ince granüler patern, % 11 (40) homojen patern, % 9 (32) kaba granüler patern ve % 9 (31) homojen+ince granüler patern șeklinde belirlendi. 361 pozitif örneğin % 68’inde (246) İB ile farklı antijenlere karșı pozitiflikler bulundu. En sık pozitiflik tespit edilen antijen % 73 (179/246) oranıyla SS-A idi. Hastaların % 32’sinde (115) İİF testinde ANA pozitifliği saptanırken, İB testinde antikor tespit edilmedi. SONUÇ: Çalıșmamızda ELISA yöntemiyle ANA pozitifliğinin % 16 oranında fazla tespit edilmesi, bu yöntemin yüksek örnek kapasiteli laboratuvarlarda tarama amaçlı kullanımının doğru bir yaklașım olduğunu desteklemektedir. Pozitif çıkan sonuçların ise İİF yöntemiyle doğrulanması ve İB testi ile spesifik otoantikorun saptanmasının uygun olduğu sonucuna varılmıștır. Anti-Gliadin (AGA) ve Anti Doku Transglutaminaz (tTG) Sonuçlarının Retrospektif Değerlendirilmesi 1 BERKSAN ȘİMȘEK, 2HACER MISIRLIOĞLU, 2SEMA ÖREN, 3UĞUR MUȘABAK, MEHMET BAYSALLAR, 1AHMET BAȘUSTAOĞLU 1 GATA Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 2 GATA Temel İmmünoloji Bilim Dalı 3 GATA İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: GATA Gastroenteroloji kliniğince çölyak hastalığı ön tanısı ile tahlilleri istenen hastaların sonuçlarının retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıștır. YÖNTEM: Șubat 2009-Șubat 2011 tarihleri arasında gluten duyarlı enteropati ön tanısıyla laboratuvara gönderilen 151 örnekte ELISA (EUROIMMUN, Germany) yöntemiyle çalıșılan anti-gliadin antikor ve anti doku transglutaminaz testlerinin sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiștir. 111 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler BULGULAR: 151 hasta örneğinin 67’sinin kadın (% 44), 84’ünün erkek (% 56) hastalara ait olduğu gözlenmiștir. Toplam 151 serum örneğinin 25’inde (% 17) anti-tTG IgA pozitifliği, 13’ünde (% 9) antitTG IgG pozitifliği bulunmuștur. Anti-tTG IgA pozitif saptanan hastaların da 20’sinde AGA IgA ve 17’sinde AGA IgG pozitifliği tespit edilmiștir. SONUÇ: Literatür bulgularıyla birlikte çalıșmamız değerlendirildiğinde çölyak hastalığının tanısında anti-tTG IgA’da saptanan pozitiflik oranı AGA IgA’dan yüksek olduğu ve bu testin çölyak hastalığında tanısal amaçlı kullanımının daha uygun olacağı kanısına varılmıștır. Toxoplasma Gondii ile Enfekte Edilen İnsan Monositlerinin IL-6 Sekresyonu SÜHEYLA HASGÜR, EMİNE YAVUZ, NURHAN ALBAYRAK, EMİN ÜMİT BAĞRIAÇIK Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji AD, Immünoloji Araștırma ve Uygulama Merkezi, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: İnsan ve hayvan türlerini enfekte eden Toxoplasma gondii hücre içi bir protozoandır. Toxoplasmosis; bradizoit içeren doku kistlerini bulunduran enfekte etlerin yenilmesiyle veya kontamine topraktan ookist ve sporozoitlerin oral yolla alınmasıyla gelișir. Dünya nüfusunun ortalama % 25’i T.gondii ile enfekte olmuștur. İmmün sistemi zayıf bireylerde T.gondii enfeksiyonu ölüme neden olabilir. T.gondii etkenine karșı ilk savunma basamağını olușturan önemli unsurlardan biri monositlerdir. Aktive olmuș monositler, proinflamatuvar sitokinler salgılayarak etki gösterirler. Bu çalıșmada Toxoplazma gondii ile enfekte edilen monositlerin IL-6 sekresyonunun araștırılması hedeflendi. YÖNTEM: Periferik kan heparinli tüplere alınarak periferal kan mononükleer hücre (PBMC) izolasyonu Ficoll-Paque yöntemi ile yapıldı. Elde edilen PBMC’lerden plastik tutunma (attachment) yöntemi ile monosit izolasyonu yapıldı. Ardından, monositler aktif T.gondii ve mytomycin C ile muamele edilerek atenüe edilmiș T.gondii ile 18 saat 37°C ve % 5 CO2’li etüvde inkübe edildi. İnkübasyon sonrası monositlerin canlılık tespiti, tripan mavisi ve MTT testi kullanılarak yapıldı. Hücre süpernatantları 18. saatin sonunda toplandı ve ELISA yöntemi ile IL-6 sekresyonuna bakıldı. IL-6 seviyeleri her parametre için çift kuyucuk olarak çalıșıldı. BULGULAR: İnkübasyonun 18. saatinde T.gondii ve T.gondii/mytomycin C eklenmiș kültürlerde yapılan viyabilite ve MTT testi sonuçlarına göre >% 99 canlılık tespit edildi. T.gondii ile enfekte edilen monosit hücre kültüründe IL-6 düzeyinin 3 kat arttığı gözlemlendi. Mytomycin C ile canlılıkları azaltılan T.gondii-monosit hücre kültüründe ise IL-6’nın kontrol grubuna göre 2 kat arttığı saptandı (p<0.01). SONUÇ: İnsan ve hayvan sağlığını olumsuz yönde etkileyen toksoplazmosis enfeksiyonuna karșı konak proinflamatuvar ve antiinflamatuvar yanıtları ortaya çıkarmaya yönelik ileri araștırmalara ihtiyaç vardır. Bir Üniversite Hastanesinde Allerjen Dağılımının Retrospektif Analizi: Bir Yıllık İzlem İHSAN HAKKI ÇİFTÇİ, GÜLȘAH AȘIK, ORHAN CEM AKTEPE Afyon Kocatepe Üniversitesi Araștırma ve Uygulama Hastanesi Mikrobiyoloji AD, Afyon, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Allerjik hastalıklar genetik bir yatkınlık zemininde, değișik allerjenlerle duyarlılaștırma sonucu ortaya çıkan bir dizi patolojik tablodan olușur. Bu hastalıkların tanısında detaylı bir öykü, fizik muayene ile birlikte in vivo ve in vitro testlerin kullanımı önerilmektedir. Son yıllarda, özellikle endüstrileșmiș 112 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler ülkelerde prevalansında artıș gözlenen allerjik hastalıkların tanısında, in vitro spesifik immünoglobülin E (IgE) testleri oldukça geniș kullanım alanı bulmuștur. Çalıșmada bölgemizdeki allerjen duyarlılığı profilinin saptanması amaçlanmıștır. YÖNTEM: Bu çalıșmada, Afyon Kocatepe Üniversitesi Araștırma ve Uygulama Hastanesi Mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen, 291 allerji öyküsü olan hasta serumunda nefelometrik yöntemle total IgE ve mikro-ELISA ile spesifik IgE seviyeleri çalıșılmıștır. Total ve spesifik IgE sonuçları retrospektif olarak taranmıștır. BULGULAR: Son bir yıllık süreçte Afyon Kocatepe Üniversitesi Araștırma ve Uygulama Hastanesi Mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen, 291 allerji öyküsü olan hastada (150 yetișkin ve 141 çocuk) allerjenlerin dağılımını saptamak için, total ve spesifik IgE seviyeleri ölçülmüștür. İncelenen örneklerin 71’inde total IgE sonuçları referans değerin üzerinde saptanmıștır. Total IgE pozitifliği çocuklarda % 31.9, erișkinlerde % 17.3 oranında tespit edilmiș olup aralarında istatiksel olarak anlamlı düzeyde fark görülmüștür (p=0.004). Yetișkinlere ait örneklerin % 20.6’sı, çocukların ise % 28.4’ünde spesifik IgE pozitif olarak bulunmuștur. Yetișkinler ve çocuklar arasında, ev tozu-greer dıșındaki tüm spesifik IgE düzeylerinin istatiksel olarak anlamlı düzeyde farklı olduğu gözlenmiștir (Evtozu-greer için p=0.146). SONUÇ: Allerjik hastalıklarda bölgesel farklılıkların önem arz ettiği göz önünde bulundurulduğunda, bölgenin kendine ait iklim, yükseklik, bitki örtüsü ve civarda bulunan allerjenlere göre değișken sonuçlar alınabilmektedir. Bu çalıșmada bölgemize ait atopik hastalarda total ve spesifik IgE düzeyleri gözden geçirilmiș; böylece bölgemizdeki allerjenlerin dağılımı, etki düzeyleri ve yöresel özelliklerin saptanarak sunulmasının daha sonraki çalıșmalarda referans olarak alınabileceği düșünülmüștür. Western Blot ve İmmünofloresan Yöntemleri ile İnsan Mezenkimal Kök Hücrelerinde Tiroid Stimüle Edici Hormon Reseptörü Ekspresyonunun Araștırılması MELEK YAMAN, EMİN ÜMİT BAĞRIAÇIK Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji AD, Ankara TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Mezenkimal kök hücreler çașitli doku ve hücrelere farklılașma özelliği göstermektedir. Ancak mezenkimal kök hücrelerin nöroendokrin etkileșimleri konusunda literatür bilgisi yok denecek kadar azdır. Örneğin kemik iliği kökenli insan mezenkimal kök hücrelerinin hangi hormon reseptörlerini eksprese ettikleri bilinmemektedir. Bu çalıșmada insan mezenkimal kök hücrelerinin Tiroid stimüle edici hormon reseptörü (TSHR) eksprese edip etmediği, immünolojik yöntemler kullanılarak araștırıldı. YÖNTEM: Etik kurul izinleri doğrultusunda sonra donörlerden aspire edilen kemik iliği örneklerinden mezenkimal kök hücreler izole edildi. TSHR ekspresyonunun tespiti için Western Blot ve immünofloresan yöntemleri kullanıldı. Hücre lizatları hazırlandıktan sonra, anti-TSHR1 antikoru ile immünopresipitasyon yapıldı. Tris-Glisin jelde yürütülen proteinler PVDF membrana aktarıldı. Anti-TSHR2 antikoru ile membran inkübe edildi. Kemilüminesan (ECL) yöntem ile TSHR’ü protein bantları görüntülendi. Özel lameller üzerinde kültür edilen mezenkimal kök hücreler alkol fiksasyonundan sonra anti-TSHR antikoru ve yeșil floresan ișaretli anti-fare antikoru ile inkübe edildi. Görüntüleme ișlemi floresan mikroskop ve konfokal mikroskop ile yapıldı. BULGULAR: Western blot sonucu insan kemik iliği kökenli mezenkimal kök hücrelerin TSHR’ü eksprese ettiğini gözlendi. İmmünofloresan görüntüleri ile TSH reseptörünün mezenkimal kök hücreler tarafından yoğun bir dağılımda olduğu saptandı. SONUÇ: Dünya literatüründe ilk kez insan mezenkimal kök hücrelerin TSH reseptörü eksprese ettiği tarafımızdan gösterilmiștir. Bu bulgular TSH’nın mezenkimal kök hücreler üzerine olabilecek etkilerinin değerlendirilmesine olanak verecektir. 113 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Meme Kanseri Modelinde Myeloid Kökenli Hücrelerin İmmün Kompartmanlardaki Dağılımının İncelenmesi YUSUF DÖLEN, GÜNEȘ ESENDAĞLI, DİCLE GÜÇ Hacettepe Universitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Tümörden salgılanan faktörler yerel ve distal myeloid hücreleri etkileyerek tümörün büyümesi açısından uygun ortam olușturmaktadır. Bu nedenle myeloid hücrelerin mikroçevredeki yerleșimi immünoterapötik yaklașımlar açısından kritik öneme sahiptir. Bu çalıșmada N-metil N-nitrozoüre (MNU) ile olușturulmuș deneysel meme tümör modelinde myeloid kökenli hücrelerin dalak, kemik iliği, periferik kan ve tümör mikroçevresindeki dağılımları ve aktivasyon durumları araștırılmaktadır. YÖNTEM: 21 günlük diși Sprague-Dawley sıçanlara (n=10), 50 mg/kg/hafta olacak șekilde 4 kez MNU enjeksiyonu yapılarak meme adenokarsinomu gelișimi gerçekleștirilmiștir. Tümörler 3 cm çapına ulaștığında hayvanlar sakrifiye edilerek tümör dokusu, dalak, kemik iliği ve periferik kandan hücreler izole edilmiștir. CD11b/c, HIS48, CD172a, HIS36, CD103 HIS48 RP1 CD80, CD86 CD40 RT1B (MHC-II) ekspresyonları akım sitometri ile analiz edilmiștir. Analiz sırasında hücreler yüksek ve düșük granülarite özelliklerine göre iki gruba ayrılarak incelenmiștir. İstatistiksel analiz Mann Whitney U Testi kullanılarak hesaplanmıștır. BULGULAR: Kontrol grubu ve tümörlü hayvanların, kemik iliği, dalak ve periferik kanından elde edilen ve yüksek granülariteye sahip hücrelerde CD11b/c, CD172a, RP-1 ve HIS48 ekspresyonu yüksek oranlarda bulunmuștur (% 85 ve üstü). Tümörlü hayvanların kemik iliğindeki RP-1 ekspresyonu kontrol grubundan anlamlı olarak azdır (p=0.003). Bu grupta incelenen aktivasyonla ilgili belirteçlerin tümü (CD80, CD86, CD40) ve MHC-II az eksprese olmaktadır. Düșük granülarite gösteren hücrelerde ise CD80, CD86 ve CD172a ekspresyonu tümörlü hayvanlardan elde edilen dokularda kontrol grubuna göre sırasıyla; kemik iliğinde (p=0.01, p=0.05, p=0.01), dalakta (p=0.002, p=0.004, p=0.003), periferik kanda (p=0.006, p=0.02, p=0.004) anlamlı olarak yüksek bulunmuștur. SONUÇ: Tümörlü hayvanların kemik iliği, dalak ve periferik kanından elde edilen ve düșük granülarite gösteren hücrelerde, antijen sunan hücrelerde aktivasyonla eksprese olan belirteçler kontrol grubuna göre yüksek oranda bulunmuștur. Araștırmamız, beș renkli floresan ișaretleme uyguladığımız bu verilerin çoklu pozitiflik analizleri ve hayvan sayısının arttırılması ile alt grup dağılımlarının belirlenmesi yönünde devam etmektedir. Tiroid Stimüle Edici Hormonun Mezenkimal Kök Hücrelerde Bazı Kemokin ve Büyüme Faktörü Gen Ekspresyonuna Etkisi EMİN ÜMİT BAĞRIAÇIK, MELEK YAMAN Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji AD, Ankara, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Kemik iliği kökenli mezenkimal kök hücre biyolojisi konusunda yapılan araștırmalar yaygınlașarak devam etmektedir. Bütün bu çalıșmalar içinde nöro-endokrin etkileșimlerin kök hücre çoğalması ve farklılașması yönündeki etkileri henüz bilinmemektedir. Özellikle tiroid stimüle edici hormonun (TSH) mezenkimal kök hücre kemokin ve büyüme faktörleri gen ekspresyonu üzerine olan etkileri tamamen karanlıkta kalmıștır. Bu çalıșmada, insan kemik iliği mezenkimal kök hücrelerinin bazı sitokin ve büyüme faktörleri gen ekspresyonuna TSH’nun etkileri araștırılmıștır. 114 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler YÖNTEM: Gerekli etik kurul izinleri alınarak, insan kemik iliğinden mezenkimal kök hücreler hücre kültürü yöntemleri ile elde edildi. Mezenkimal kök hücreler recombinant insan TSH’u ile uyarıldıktan sonra, total RNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen RNA örneklerinden cDNA sentezi yapıldı. Kemokin ve büyüme faktörü gen ekspresyonu, gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) tabanlı kantitatif gen array yöntemi kullanılarak tespit edildi. BULGULAR: TSH sitokin ve büyüme faktörü gen ekspresyonunu doza bağımlı olarak etkiledi. Özellikle 10-8 M TSH ile uyarılan hücrelerde “fibroblast growt factor 3” (FGF3) ve FGF4 genleri ekspresyonu sırasıyla 18 ve 31 kat arttı (p<0.001). TSH kemokin ligand 12 geni üzerinde herhangi önemli bir etki göstermezken, “growth differentiation factor 2” (GDF2) ve GDF3 gen ekspresyonunu sırasıyla 7.5 ve 18 kat arttırdı (p<0.001). SONUÇ: TSH’nın mezenkimal kök hücre gen ekspresyonunun regülasyonunu etkilediği dünya literatürde ilk kez tarafımızdan tespit edilerek gösterilmiștir. Sonuçlarımız, TSH’nın insan mezenkimal kök hücre büyüme, farklılașma ve çoğalması ile ilgili olan gen ekspresyonunu önemli ölçüde etkilediğini ișaret etmektedir. Bu bulgular mezenkimal kök hücre biyolojisi hakkindaki literatür bilgisine inovatif katkılar sağladığı gibi, mezenkimal kök hücrelerin rejeneratif amaçlı olarak kliniklerde kullanılması konusuna da ıșık tutmaktadır. Sağlıklı İnsan Örneklerinden Hücre Kültüründe Yapılan Aktivasyon Çalıșmalarında Dihidrorodamin123 (DHR) Granülositlerde Ani Aktivasyona Yol Açmaktadır FATMA TUBA AKDENİZ, SEMA AKTAȘ, GÜLDEREN YANIKKAYA DEMİREL, SÜLEYMAN SAMİ KARTI Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kök Hücre Laboratuvarı, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: DHR (Dihydrorhodamine123) mitokondri aktivasyonu ile floresan özellik kazanan bir boyadır. Farklı uyaranların hücre kültüründe hücre aktivasyonu üzerine etkilerini araștırmak üzere DHR123 adlı floresan boyanın hücre aktivasyonu üzerine etkisinin saptanmasıdır. YÖNTEM: 10 gönüllü sağlıklı insan örneğinden yapılan çalıșmada; % 10 Fetal Sığır Serumu (FBS) içeren RPMI-1640 ile hücre kültürü ortamında 2 saat inkübe edilen çevre kanı mononükleer hücrelerinin aktivasyonu için 1mg/ml DHR123 floresan boya kullanılmıștır. Aynı yöntemle hazırlanan floresan içermeyen örneklere karșı akan hücre ölçer sistemi ile ölçüm ve değerlendirme yapılmıștır. BULGULAR: Çalıșma bașlangıcında bazal değer belirlemek üzere yapılan ölçümlerde, granülositlerde DHR pozitifliğinin ilk dakikada ortalama % 51,9 ± 0.5 oranında arttığı gözlenmiștir. Standart süre olan 2 saatlik hücre kültüründe inkübasyon sonrasında ise DHR pozitifliği % 66,3 ± 30,5 (outlier hesabı yapıldığında % 66,3 ± 16,8) oranında saptanmıștır. 2 saat sonrasında DHR boyalı örneklerde ortalama % 14.4 oranında bir artıș olduğu izlenmektedir, ancak 0. dakikadaki boyasız örneklerle 2 saat inkübasyon sonrasında DHR boyalı örnekler karșılaștırıldığında % 64.3 oranında boyanma saptanmaktadır. Boyasız örneklerde de test bașlangıcı ile ikinci saat arasında % 6.8 oranında otofloresans artımı olduğu gözlenmiștir. Boyasız örneklerle karșılaștırma yapıldığında; test bașlangıcına göre boyalı örnekte % 50, ikinci saatte ise % 57,6 oranında DHR ile boyanma artıșı görülmektedir. SONUÇ: Ucuz ve kolay uygulanan bir boyama yöntemi ve aktivasyon göstergesi olması nedeni ile granülosit fonksiyon ölçümlerinde DHR boyası sıklıkla kullanılmaktadır. DHR boyası ile yapılan rutin ve araștırma çalıșmalarında; boyasız kontrollerdeki nonspesifik, otofloresana bağlı pozitiflikler değerlendirmede dikkate alınmalıdır. DHR’nin farklı hücre grupları üzerinde farklı boyanma ve aktivasyon paterni gösterme özelliği göz önünde bulundurularak, optimizasyon yapılmadan kullanımı sakıncalı olacaktır. 115 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler IRAK-4 Eksikliği Saptadığımız Bir Olgu 1 MİNE KIRAÇ, 1BAHAR GÖKTÜRK, 1SEVGİ KELEȘ, 2CAPUCINE PICARD, 1İSMAİL REİSLİ Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Immünoloji ve Allerji BD, Konya, TÜRKİYE 2 Laboratory of Human Genetics of Infectious Diseases, University of Paris René Descartes, Institut National de la Sante ét de la Recherche Médicale U550, Necker Medical 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Bir olgu nedeniyle IRAK-4 eksikliğinin klinik ve laboratuar bulgularını tartıșmak. YÖNTEM: Sekiz aylık kız hasta ateș, nöbet geçirme, șuur değișikliği nedeni ile bir dıș merkezden sevk edildi. Öyküsünde 4 gün önce ateșinin bașladığı, sepsis ön tanısı ile seftriakson bașlandığı, nöbetlerinin olması nedeni ile yapılan lumbal ponksiyonda bol lökosit ve eritrosit saptandığı, BOS proteininin yüksek (2743 mg/L), BOS șekerinin düșük (18 mg/dl) olduğu, anne-babanın 2. derece akraba olduğu, bir kız kardeșinin 21 aylıkken derin boyun enfeksiyonu ve diyare nedeni ile kaybedildiği, bu kardeșin bir aylıktan itibaren tekrarlayan cilt enfeksiyonlarının, 6 aylıktan itibaren tekrarlayan ishal șikayetlerinin olduğu, bir buçuk yașında meningoensefalit geçirdiği, hastamızın ikiz erkek kardeșinin 2,5 aylıkken CMV pnömonisi tanısı ile 5 hafta yatırılarak tedavi edildiği, 8 aylıkken menenjit ve pseudomonas sepsisi nedeni ile öldüğü öğrenildi. Hastanın ölen kız kardeșinin göbeği bir aylıkken, ikiz eșinin 20 günlükken hastamızın ise 18 günlük iken düșmüștü. Muayenesinde ateș, takipne, tașikardi mevcuttu. Șuuru uykuya meyilli idi. Ağırlık % 3 altında boy ve baș çevresi normal sınırlarda idi. Hastanın BK: 38100/mm3, TGS: 28100/mm3, TLS: 7210/mm3, CRP: 91 mg/dl, prokalsitonin: 0,34 ng/dl olarak saptandı. AC grafisinde timusu mevcuttu. Serum immünoglobülin değerleri (IgG: 687 mg/dl, IgA: 66 mg/dl, IgM: 101 mg/dl, Ig E: 21 IU/ml), fitohemaglütinine lenfoblastik transformasyon cevabı (% 60) ve CD25 aktivasyonu, nötrofillerin kemotaksi ve respiratuvar burst fonksiyonları normaldi. İzohemaglütinin titresi 1/8 ve iki doz hepatit așısı yapılmasına rağmen Anti HBs negatif olarak bulundu. PPDsi negative olan hastanın lenfosit subgruplarında CD3+, CD4+, CD8+ T lenfosit, CD16/56+ hücre, CD18, CD11a, CD11b, CD11c, MPO oranları normal olarak bulundu. Hastanın ilk kız kardeșinin tekrarlayan cilt enfeksiyonu, derin boyun enfeksiyonu, sepsis ve meningoensefalit öyküsü, ikiz eșinin pseudomonas sepsisi ve menenjiti nedeni ile kaybedilmesi, hastamızda sepsis menenjit kliniği olması, immünoglobülin, kontrol periferik kan lenfosit oranlarının, izohemaglütinin titresinin normal olması nedeni ile doğal immun sistem defekti düșünüldü. IRAK-4 eksikliği yönünden sekans analizinde IRAK-4 geninde homozigot L360X mutasyonu (1079 T>A nükleotid değișimi) saptandı. Antibiyotik tedavisine devam edildi, IVIG replasmanı bașlandı. Takibinde genel durumu ve enfeksiyon bulguları düzeldi. Pnömokok, meningokok, H. influenza așıları yapıldı, TMP-SMX profilaksisi bașlandı. Hasta takibinin 4. ayında genel durumu iyi, enfeksiyonsuz olarak izlenmektedir. SONUÇ: Sepsis veya menenjit kliniği ile bașvuran hastalarda, kardeșlerde benzer bulgular ve göbeğin geç düșmesi öyküsü varsa doğal immün sistem defekti düșünülmelidir. Kronik Granülomatöz Hastalık ile Birlikte Hemofagositik Sendrom Görülen Bir Olgu Sunumu DEMET HAFIZOĞLU, SARA ȘEBNEM KILIÇ Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ-AMAÇ: Kronik granülomatöz hastalık (KGH), nikotinamid adenin dinukleotid fosfat (NADPH) oksidaz enzim kompleksini olușturan proteinlerin birinde görülen mutasyonlarla kendini gösteren nadir bir immün yetmezliktir. CYBB geninde mutasyonun neden olduğu X’e bağlı resesif genetik ge- 116 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler çișli form en sık rastlanan tiptir (% 70). Hastalığın kliniğinde yineleyen katalaz pozitif bakteri, mantar enfeksiyonları, abse ve granülom olușumu vardır. Hemofagositik sendrom (HS), (Hemofagositik lenfohistiyositoz, HLH) ateș, hepatosplenomegali, sitopeniler ve aktive makrofajların hemofagositozu ile karakterize klinik bir sendromdur. Tabloya T lenfosit ve monositlerden salınan çok yüksek seviyelerdeki sitokinlerle immün sistemin etkin olmayan așırı uyarımı neden olmaktadır. KGH tanısı alan hastalarda Hemofagositik Sendrom gelișimi ile ilgili literatür verileri çok sınırlıdır. Bizde 13 aylık CGD tanısı ile izlenen ( Mutasyonu?) ve izleminde HS gelișen erkek bir olguyu sunmayı amaçladık. Ateș yüksekliği, hepatosplenomegali ve lenfadenopatisi bulunan hastanın aralarında birinci derece akrabalık olan ailenin ilk ve tek çocuğu olduğu öğrenildi. Laboratuvar tetkiklerinde lökosit sayısı 4200/mm³, ANS 1830/ mm³, Hb 8.4 mg/dl, Plt 57.800/ mm³, retikülosit <%1, CRP 11 mg/dl, sedimentasyon 70 mm/saat, Trigliserit 373 mg/dl (N:30-86), Ferritin 748 ng/ml (N:50-200), Fibrinojen 230 (N:185-430) saptandı. NBT test sonucu: 0 bulunan olgunun flow sitometrik nötrofil oksidatif patlama testi yapılamadı. Moleküler incelemesi için yurt dıșına kan tetkiki gönderildi. Kemik iliği aspirasyonunda yaygın hemofagositoz görüldü. Hastaya IV metilprednizolon (6 mg/kg/gün), yüksek doz IVIG (1 gr/kg-3 gün) infüzyonu verildi. Bu tedavinin 3. gününde ateși düștü, bir hafta sonra ise tam kan sayımı değerlerinde düzelme bașladı. HS tedavisinin 14. gününde kan tablosu normale döndü, hepatosplenomegalisi belirgin olarak geriledi. Takibinde klinik bulguları düzelen olgu trimethoprim sülfometaksazol (5 mg/kg), itrakonazol (5mg/kg) proflaksisi ve oral prednizolon ile taburcu edildi. SONUÇ: HS patogenezinde sitotoksik T hücreleri ve NK hücrelerinin sitolitik fonksiyonlarında bozukluk sonucunda artmıș fakat etkin olmayan immün yanıt bulunmaktadır. Aktive T hepler lenfositlerden salınan așırı IL-2, TNF-alfa, IFN-gama sitokinleri ile makrofajlar aktive olarak yüksek düzeyde IL-1, IL-6, IL-18 ve TNF-alfa salınımına neden olur. Bu sitokin fırtınası sistemik hiperinflamasyon ve çoklu organ hasarını tetikler. İnflamasyonun durdurulabilmesi için fagositlerde NADPH oksidaz kaynaklı reaktif oksijen çeșitlerini de içeren özel anti-inflamatuvar yolların aktive olması gerekir. KGH’lı hastalarda artmıș sitokin salınımı ve reaktif oksijen radikallerinin yapımında bozukluk olması hiperinflamasyona yol açmaktadır. Bu nedenle hastalardaki infeksiyon insidansının yüksekliği, artmıș sitokin salınımı ve hiperinflamasyon durumu nedeniyle HS gelișme riski yüksek olabilir. Literatürde yer alan HS gelișen KGH olgularında olduğu gibi hastamızda da, tedavide geniș spektrumlu antibiyotiklerle birlikte intravenöz immünoglobülin ve steroid kullanılması ile klinik ve laboratuvar düzelme sağlanmıștır. Tüberküloz Hastalarında İnaktif Mycobacterium Tuberculosis ve IL-17 ile Stimüle Nötrofillerin Aktivasyonu 1 TÜRKER TOKTAY, 1SEMA BİLGİÇ GAZİOĞLU, 1ESİN AKTAȘ ÇETİN, 1UMUT CAN KÜÇÜKSEZER, 1 MURAT KOȘER, 1ABDULLAH YILMAZ, 1GAYE ERTEN, 2EMEL ÇAĞLAR, 3 ORHAN KAYA KÖKSALAN, 4BİLUN GEMİCİOĞLU, 1GÜNNUR DENİZ, 5YILDIZ CAMCIOĞLU 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji Anabilim Dalı 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araștırma Hastanesi 3 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), Tüberküloz Moleküler Epidemiyolojisi Birimi 4 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı 5 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Enfeksiyon Hastalıkları, Klinik İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Istanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Th1 kaynaklı bir hastalık olduğu kabul edilen tüberküloz hastalığının etkeni Mycobacterium tuberculosis’in hücre içi bir mikroorganizma olmasından dolayı, literatürde nötrofillerin tüberküloz 117 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler patogenezindeki rolünü araștıran az sayıda çalıșma mevcuttur. Son çalıșmaların nötrofillerin tüberküloz patogenezine katkısı olabileceği yönünde olması nedeniyle, çalıșmamızda periferik nötrofillerin ișlev ve aktivasyon belirteçleri incelenerek tüberküloz patogenezindeki rolleri araștırılmıștır. Çalıșmamıza, tanıları klinik, radyolojik ve laboratuvar bulgularla kanıtlanmıș, tedavisi henüz bașlamamıș 7 tüberküloz hastası ve herhangi bir hastalığı olmayan ve sürekli ilaç kullanmayan 7 sağlıklı gönüllü alınmıștır. Periferik kandan izole edilen nötrofillerin, inaktif Mycobacterium tuberculosis ve rekombinant IL-17 varlığında ve yokluğunda uyarımını takiben oksidatif patlama ve aktivasyon belirteçleri olan CD11b ve CD66b seviyeleri akan hücre ölçer cihazında saptanmıștır. Tüberküloz hastalarına ait nötrofillerin oksidatif patlama ölçümlerinde basil uyarımı sonrası elde edilen değer, basil ve sitokin kombinasyonu uyarımından sonra elde edilen değerden anlamlı derecede yüksek saptanmıștır (p=0,043). IL-17 uyarısı sonrası nötrofil yüzeyinde eksprese olan CD11b’ye ait ortalama floresan șiddet (MFI) değeri, basil+IL-17 kombinasyonundan (p=0,018) anlamlı derecede yüksek bulunmuștur. CD66b ortalama floresan șiddeti incelendiğinde ise IL-17 uyarısı ile sonrası elde edilen değerin kontrole göre anlamlı derecede (p=0,018) düșük olduğu gözlemlenmiștir. Nötrofil fonksiyonu ve aktivasyon belirteçlerinin mikobakteri enfeksiyonu bulunan bireylerde sağlıklı olgulardan farklı olmadığı, buna karșılık IL-17’nin tüberkülozlu hastalarda nötrofil yüzeyinde bulunan CD11b ve CD66b ekspresyonunu ve oksidatif patlamayı baskıladığı gözlemlenmiștir. İnaktif Mycobacterium tuberculosis ve IL-17 ile Stimüle Kistik Fibroz Hastalarında Nötrofil Fonksiyonları 1 TÜRKER TOKTAY, 1SEMA BİLGİÇ GAZİOĞLU, 1ESİN AKTAȘ ÇETİN, 1 UMUT CAN KÜÇÜKSEZER, 1MURAT KOȘER, 1ABDULLAH YILMAZ, 1GAYE ERTEN, 2 ÖMER KILIÇ, 3ORHAN KAYA KÖKSALAN, 4BİLUN GEMİCİOĞLU, 1GÜNNUR DENİZ, 2 YILDIZ CAMCIOĞLU 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE) İmmünoloji Anabilim Dalı 2 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Enfeksiyon Hastalıkları, Klinik İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı 3 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), Tüberküloz Moleküler Epidemiyolojisi Birimi 4 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Kistik fibroz, solunum yolları ve gastrointestinal sistem organları bașta olmak üzere birçok organ tutulumu ile seyreden, CFTR gen mutasyonu sonucunda olușan kronik bir hastalıktır. Staphylococcus aureus, Haemophilus influenzae, Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aerugonisa ve Escherichia coli gibi bakteriler üst ve alt solunum yollarında kolonize olarak süregen enflamasyona neden olmaktadır. Kistik fibrozlu bireylerde sil hareketinde azalma, epitel dokusunda tuz yoğunluğunda artıș, anti-mikrobiyal peptidlerde bozulma nötrofillerin ve makrofajların ağırlıklı olduğu enflamasyon görülür. Nötrofillerinin enfeksiyonu ortadan kaldırmakta yetersiz oldukları saptanan kistik fibroz hastalarındaki çalıșmalarda IL-17’nin etkili bir sitokin olduğu görülmektedir. Çalıșmamızda, IL-17’nin kistik fibroz patogenezindeki rolünü saptamak amacıyla, IL-17 ve inaktif Mycobacterium tuberculosis ile uyarılan periferik nötrofillerin ișlev ve aktivasyon belirteçleri saptanmıștır. YÖNTEM: Çalıșmamıza, tanıları klinik, radyolojik ve laboratuvar bulgularla kanıtlanmıș, tedavileri devam etmekte olan 7 kistik fibroz hastası ve herhangi bir hastalığı olmayan ve sürekli ilaç kullanmayan 7 sağlıklı gönüllü alınmıștır. Periferik kandan izole edilen nötrofillerin,inaktif Mycobacterium 118 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler tuberculosis ve rekombinant IL-17 varlığında ve yokluğunda uyarımını takiben oksidatif patlama ve aktivasyon belirteçleri, CD11b, CD 63 ve CD66b seviyeleri akan hücre ölçer cihazında saptanmıștır. Kistik fibroz hastalarında IL-17 uyarımı sonucunda elde edilen CD11b ortalama floresan șiddeti değerlerinin diğer uyaranlar ile elde edilen değerlerden düșük olduğu görülmüștür. CD63 ortalama floresan șiddeti incelendiğinde IL-17 uyarısının basil (p=0,018) ve basil sitokin kombinasyonu (p=0,018) uyarısına göre anlamlı derecede düșük olduğu saptanmıștır. CD66b ortalama floresan șiddeti açısından sitokin uyarısının basil sitokin kombinasyonu uyarısından anlamlı derecede (p=0,018) düșük olduğu belirlenmiștir. Fagositoz, kemotaksi ve oksidatif patlama değerleri kistik fibrozlu hastalarda anlamlı olmamakla beraber sağlıklı olgulara göre düșük tespit edilmiștir, elde edilen sonuçlar göz önüne alındığında IL-17’nin kistik fibroz hastalarında nötrofil yüzeyinde bulunan CD11b, CD63 ve CD66b ekspresyonunu ve oksidatif patlamayı baskıladığı sonucuna varılmıștır. Tip 1 Diyabette T ve NK Hücrelerinde CD127 Ekspresyonu ve BAFF-R+ B Hücre İlișkisi 1 ÇAĞLA İKBAL YAZICI, 1SUZAN ADIN ÇINAR, 2İLHAN SATMAN, 1GÜNNUR DENİZ İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji Anabilim Dalı 2 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Tip 1 DM çocukluk yaș grubunda pankreasın beta hücrelerinin süregelen otoimmün veya otoimmün dıșı nedenlerle haraplanması sonucu gelișen insülin yetersizliği ve hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Tümör nekroz ailesinin bir üyesi olan B hücre aktive edici faktör (BAFF), gelișen B lenfositlerinin olgunlașmasını ve prolifere olan B lenfositlerinin hayatta kalmasını sağlar. Otoimmünite gelișimi sırasında așırı BAFF ekspresyonunun önemli rol oynadığı, özellikle Sjögren Sendromu, Romatoid Artrit gibi hasta serumlarında BAFF düzeylerinin arttığı gösterilmiștir. IL-7 lenfositlerin gelișmesi ve periferik T hücrelerinin çoğalmasının kontrolü için önemlidir, etkisini hücrelerin yüzeyinde eksprese olan CD127’ye bağlanarak gösterir. Çalıșmamızda BAFF, PHA ve PWM ile uyarıldıktan sonra hücre yüzeyindeki BAFF-R ve CD127 ekspresyonundaki değișikliklerin saptanması amaçlanmıștır. Tip 1 DM hastalarından (n=6) ve sağlıklı bireylerden (n=6) alınan serum örneklerinde BAFF, IFN-g ve IL-7 seviyeleri ELISA yöntemiyle incelenmiș, anlamlı fark bulunmamıștır. Hasta ve sağlıklı gruplardan alınan kan örneklerinden fikol gradiyant yöntemiyle elde edilen periferik kan mononükleer hücrelerde (PKMH) eksprese olan çeșitli moleküllerin yüzey ekspresyon değerleri karșılaștırıldığında CD19+CD127+ seviyesinde anlamlı fark saptanmıștır (p=0.04). BAFF, PHA, PWM ile uyarılan PKMH’lerde kültür sonrası yüzey molekül ekspresyonu karșılaștırıldığında, tip 1 DM hastalarında CD3+CD127+ ekspresyonu sağlıklı bireylere göre anlamlı derece yüksek bulunmuștur (p=0.04). BAFF ile uyarılan hücrelerde kültür sonrası süpernatant IL-7 seviyesi ELISA yöntemiyle incelenmiș ve tip 1 DM hastalarında IL-7 seviyesi sağlıklı bireylere göre daha düșük bulunmuștur (p=0.04). Tip 1 DM hasta serum BAFF düzeylerinde ve PKMH yüzey BAFF-R ekspresyonunda değișiklik saptanmaması BAFF molekülünün otoimmün hastalıkları tanımlamada rol alan özel bir belirteç olmadığını düșündürmektedir. 119 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Otozomal Resesif Hiper IgE Sendromu: DOCK8 Mutasyonu Tașıyan Bir Olguda Santral Sinir Sistemi B Hücreli Non-Hodgkin Lenfoması 1 CANER AYTEKİN, 2SEVGİ KELEȘ, 1GÜRSES ȘAHİN, 3FİGEN DOĞU, 4TALAL CHATILA, AYDAN İKİNCİOĞULLARI 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araștırma Hastanesi, Ankara 2 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Konya 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Ankara 4 University of California at Los Angeles, Division of Pediatric, Immunology, Allergy and Rheumatology, Ca, USA 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: DOCK8 (dedicator of cytokinesis 8) eksikliği otozomal resesif hiperIgE sendromuna (ORHİES) neden olan ve altta yatan moleküler bozukluğun yeni tanımlandığı bir kombine immün yetmezliktir. Tekrarlayan solunum sistemi enfeksiyonları, atopik dermatit, gıda allerjileri, cilt abseleri, yaygın viral deri enfeksiyonları (molloscum contagiosum, herpes simplex) ve mukokutanöz kandidiyazis en sık görülen klinik bulgulardır. Bu hastalarda malign olayların (lenfoma, skuamöz hücreli karsinom) görülme sıklığı da artmıștır. Yüksek serum IgE düzeyi, eozinofili, total T ve CD4+T hücre düșüklüğü en belirgin laboratuvar özelliklerdir. Ağır olgularda hematopoetik kök hücre nakli önerilen tedavi biçimidir. Burada DOCK8 mutasyonu gösterilen ve santral sinir sisteminde B hücreli non-Hodgkin lenfoma gelișen bir OR-HİES olgusu sunulmaktadır. OLGU: 33 aylık kız hasta bölümümüze ateș, süpüratif otitis media, ağır egzema ve inguinal bölgede șișlik yakınmalarıyla bașvurdu. Hastanın öyküsünde yenidoğan döneminden beri ağır egzema yakınmasının olduğu, yineleyen solunum yolu enfeksiyonları, süpüratif otitis media, deri ve yumușak doku abseleri geçirdiği öğrenildi. Anne-babası arasında ikinci dereceden akrabalık vardı. Fizik muayenede vücut ağırlığı 8.8 kg (<% 3) ve boyu 84 cm (<% 3) idi. Her iki kulak zarında perforasyon ve pürülan akıntı, bilateral inguinal lenfadenit saptandı. Özellikle yüz, kulaklar, aksiller ve bez bölgesinde olmak üzere ciltte kalınlașma ile birlikte hiperemik zeminde yaygın papüler döküntüler gözlendi. Laboratuvar incelemelerinde; lökositoz (23,600/mm3), lenfopeni (1,400/mm3), eozinofili (15,100/ mm3), serum IgG (1,890 mg/dl; N: 613-1,030), IgA (235mg/dl; N: 26-80) ve IgE (38,000 IU/ml; N: <100) düzeyleri yüksek saptandı. Serum IgM düzeyi (114 mg/dl; N: 58-126) ise normal sınırlarda idi. Serumda inek sütü spesifik IgE klas 5 ve yumurta spesifik IgE klas 3 bulundu. CD3+ (396/mm3; N: 1,900-3,600), CD4+ (127/mm3; N: 600-2,000), CD8+ (155/mm3; N: 300-1,300) ve CD16+56+ (84/ mm3; N: 200-1,200) hücre sayıları düșük bulundu. In vitro T hücre fonksiyonları normal idi. Kemik iliği incelemesinde eozinofil seri artıșı görülürken, malign hücre saptanmadı. Akciğerin yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografisinde bilateral yaygın buzlu cam manzarası, sağ akciğerde ince duvarlı kistler ve subplevral nodüller görüldü. Bu bulgularla OR-HİES tanısı koyulan hasta geniș spektrumlu antibiyotik, gıda eliminasyonu, antihistaminik ve İVİG tedavisi ile izlenmeye bașlandı ve klinik tablo belirgin șekilde düzeldi. Kök hücre nakli için girișimlere bașlanıldı. Hasta izleminin ikinci ayında ani gelișen sol kol ve bacakta güçsüzlük yakınması ile bașvurdu. Fizik muayenede sol hemiparezi saptandı. Bilgisayarlı beyin tomografisinde sağ frontoparietal bölgede 3x5.5x4.5 cm boyutunda kitle lezyonu, çevre dokuda ödem ve sağ ventrikülde bası ve orta hat yapılarında sola itilme görüldü. Hasta acil olarak ameliyat edildi ve kitle subtotal olarak çıkarıldı. Histopatolojik incelemede B hücreli non-Hodgkin lenfoma tanısı koyuldu. Hasta ameliyattan bir ay sonra kaybedildi. Moleküler analizde DOCK8 geninin birinci exonunda proksimal delesyon saptandı. 120 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler SONUÇ: DOCK8 eksikliği kombine immün yetmezlik kliniği ile birlikte yüksek IgE düzeyi, eozinofili ve egzemanın eșlik ettiği hastalarda akla gelmelidir. Bu olgularda malign hastalık gelișimi bildirilmekle birlikte bizim olgumuzda gelișen, santral sinir sisteminde B hücreli non-Hodgkin lenfoma ilk kez tanımlanmaktadır. Giresun İlinde Kuduz Șüpheli Isırıkların İrdelenmesi MUSTAFA TORUN Prof. Dr. A. İlhan Özdemir Giresun Devlet Hastanesi, Giresun, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Kuduz, evcil ve vahși hayvanlar tarafından bulaștırılan ve hastalığın belirtilerinden herhangi biri geliștiğinde mortalite ile sonuçlanan zoonotik bir viral infeksiyondur. Kuduz tüm dünyada yaklașık olarak yılda 50.000 ile 100.000 arasında ölüme neden olmaktadır. Kuduz virüsü; rhabdoviridae ailesinde yer alan, Lyssavirüs cinsinden bir virüstür ve Hastalık en sık köpekler ve kedilerden bulașır. Gelișmekte olan ülkelerde bașlıca vektör köpeklerdir. Gelișmiș ülkelerde yarasa gibi çok farklı hayvan türlerinden ve vahși hayvanlardan (kurt, çakal, tilki) bulașabilir. Virus genellikle insanlara kuduz olan hayvanın ısırması sonucunda infekte salya aracılığıyla geçer ve inkübasyon süresi ortalama 30-90 gün arasında değișir. Kuduz ensefalopatisi ölümcül olup, hipereksitabilite, hidrofobi, aerofobi, otonom disfonksiyon gibi karakteristik bulgularlara sahiptir. Kuduzdan korunmada temas öncesi ve temas sonrası profilaksi uygulanabilir. Subakut Sklerozan Panensefalitis’de IL12 3’UTR Gen Polimorfizmi 3 NİLÜFER ÇİÇEK EKİNCİ, 1DİLARA FATMA KOCACIK UYGUN, 1NİLGÜN SALLAKÇI, UĞUR YAVUZER, 4ȘENAY HASPOLAT, 5BANU ANLAR, 1OLCAY YEĞİN 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Araștırma ve Uygulama Merkezi 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, Antalya 5 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, Ankara, Türkiye. 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Subakut sklerozan panensefalitis (SSPE) kızamık virüsünün yol açtığı, merkezi sinir sisteminde kronik enfeksiyonun sürmesi ile karakterize ilerleyici fatal bir hastalıktır. Bağıșıklık dizgesinin yetersizlikleri bu hastalığa yatkınlıkta önemli rol oynamaktadır. Saruhan-Direskeneli ve ark SSPE’li hastalarda IL12polimorfizmini değerlendirmișler, IL12 3’UTR bölgesinde SSPE hastalarında CC genotipini daha yüksek oranda saptamıșlardır. Bu çalıșmamızda, IL12 3’UTR bölgesi gen polimorfizminin değerlendirilmesi amaçlanmıștır. Bu amaçla, hasta ve kontrol grubundan alınan periferik kan örneklerinden genomik DNA izole edilerek PCR-RFLP yöntemiyle genotiplendirme yapılmıștır. Toplam 94 kișiden olușan hasta ve 96 kișiden olușan kontrol gruplarının değerlendirilmesi sonucunda C allel ve CC genotipinin SSPE hastalarında yüksek oranda bulunduğu saptanmıștır (p=0,02) (common odds oranı: 1,68) (Tablo 1). Bulgularımız Saruhan-Direskeneli ve ark’nın çalıșmaları ile örtüșmektedir. CC genotipi tașıyor olmak ve C allelini tașımak Türk toplumu için SSPE’ye yatkınlığı arttırıyor görünmektedir. IL 12 naive 121 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler T hücrelerinin Th1 yönünde farklılașmasında ve IFN-g üretiminde önemli rol oynamaktadır. SSPE hastalarında görülen bu polimorfik bölge Th1 yolağının aktivitesini değiștirerek kızamık virusuna yanıtta değișime ve hastalığın gelișmesinde yatkınlığa katkıda bulunuyor olabilir. Çalıșmamız tamamlandığında saptadığımız genotiple RT-PCR, ELİSA, ELİSPOT sonuçlarımız arasındaki ilișkiler değerlendirilecektir. (*Proje TÜBİTAK (109S089) tarafından desteklenmiștir.) SSPE ve kontrollerde IL 12 Polimorfizmi Tablo 1. SSPE ve Kontrol grubunda IL12 gen polimorfizmi Subakut Sklerozan Panensefalitis’de IL12, IL23, IL22, IL17 Yanıtının ELİSA ile Değerlendirilmesi 1 DİLARA FATMA KOCACIK UYGUN, 4DEMET ORHAN BAȘER, 2NİLÜFER ÇİÇEK EKİNCİ, NİLGÜN SALLAKÇI, 3ȘENAY HASPOLAT, 1OLCAY YEĞİN 1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Araștırma ve Uygulama Merkezi 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Anabilim Dalı, Antalya, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) Subakut sklerozan panensefalitis (SSPE) kızamık virüsünün yol açtığı, merkezi sinir sisteminde kronik enfeksiyonun sürmesi ile karakterize ilerleyici fatal bir hastalıktır. Mutasyona uğramıș kızamık virüsünün beyin dokusundaki sürekliliği ve tekrar aktif hale gelmesinin nedeni ve düzeneği hala açıklığa kavușturulamamıștır ve hastalığın șifa sağlayıcı bir tedavisi yoktur. Bağıșıklık yanıtının neden virüsü yok edemediği ve bir süre sonra neden yangısal yanıtın durdurulamadığı, bağıșıklık yanıtının nöral dokuda gözlenen patolojik değișikliklerin ne kadarından sorumlu olduğu bilinmemektedir. Saruhan-Direskeneli ve ark SSPE’li hastaların serum ve beyin omurilik sıvısında (BOS) IL-12 p40 düzeyini yüksek bulmușlardır. SSPE’de IL-12/23 p40 yapımı artarken p35’in buna paralel olarak artmaması, yapılan p40’ın IL-23 yapımına yönelmesi, bunun da IL-12-IFN-g aksı gibi viral enfeksiyonlarda etkin aksın yerine IL-23-TH17-IL-17 gibi viral enfeksiyonlara karșı savunmada etkinliği bilinmeyen ancak kronik yangıyı tetikleyebildiği gösterilmiș olan bir yanıta yönelmesi SSPE’nin etyopatogenezinde önemli olabilir. Biz bu çalıșmamızda SSPE hastalarında IL12, IL23, IL22 ve IL17 düzeylerini incelemeyi amaçladık. SSPE hastalarından ve yașa uygun kontrollerden kan ve BOS alındı. Serum ve BOS örneklerinde IL17, IL23 ve IL 22 bakıldı. Ayrıca periferik kan mononükleer hücreler izole edildi. Kızamık, CMV ve PHA ile uyarım yapıldı. Uyarımın 48. saatinde toplanan kültür süpernatantlarında ELİSA yöntemi ile IL12, IL23,IL22 ve IL17 bakıldı. 122 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Hasta grubunda kızamık peptidine IL12,IL-23 ve IL22 yanıtının saptanabildiğini gözlemledik (Grafik 1,2). IL 22 yanıtı için (SSPE: 132 pg/mL, Kontrol: 121 pg/mL) düzeylerinde saptandı. IL 17 yanıtının da olduğunu (SSPE: 21 pg/mL, Kontrol: 14 pg/mL),ancak diğer sitokin yanıtları kadar belirgin olmadığını saptadık. Serum ve BOS örnekleri değerlendirildiğinde IL22, IL23 ve IL17 düzeyleri ELİSA testinin ölçebildiği düzeyin alt sınırına yakın bulundu. Her ne kadar in vitro düzeyde Th17 yanıtı olduğunu gözlemlediysek de bulgularımız serum ve BOS sitokin düzeyleri değerlendirildiğinde SSPE’de Th17 yolağının aktif olmadığını düșündürmektedir. (*Proje TÜBİTAK (109S089) ve Akdeniz Üniversitesi Bilimsel Araștırmalar Birimi tarafından desteklenmiștir.) IL 12 Yanıtı Grafik 1. Hasta ve kontrol grubunda IL12 yanıtı IL 23 Yanıtı Grafik 2. Hasta ve kontrol grubunda IL 23 yanıtı 123 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Diyaliz Hastalarında Panel Reaktif Antikor İncelemesi: İki Yöntem ve İki Analizin Karșılaștırılması BAȘAK KAYHAN, ELÇİN LATİFE KURTOĞLU, TURGUT PİȘKİN, BÜLENT ÜNAL, HÜLYA TAȘKAPAN, İDRİS ȘAHİN, YILMAZ TABEL, YAȘAR BAYINDIR, HÜSEYİN İLKSEN TOPRAK İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: İnsan doku uygunluk antijenleri (HLA; MHC) HLA sınıf-I ve HLA sınıf- II antijenlerine özgül antikorlar (Panel Reaktif Antikor-PRA-) doğum; kan transfüzyonu ve/veya organ transplantasyonu sonrası gelișir. PRA nakil sonrası graft’in reddinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle PRA analizi organ bekleyen hastaların takibinde nakil öncesi ve nakil sonrası yapılması zorunlu rutin testlerden bir tanesidir. PRA testi, tarama ve tanımlama olarak isimlendirilen; iki farklı analiz ile gerçekleștirilmektedir. Tarama PRA varlığının tespitine yönelik kalitatif bir testtir. Tanımlama ise çoğunlukla donor spesifik antikor tespitinde kullanılan kantitatif bir testtir. Tanımlama sadece özgül PRA yüzdesini vermekle kalmaz aynı zamanda ölçüm yöntemine de bağlı olarak donor spesifik antikor tespitini de sağlar. PRA ölçümü için kompleman bağımlı sitotoksisite (complement-dependent cytotoxicityCDC-); Enzyme Linked Immunoassay (ELISA), akım sitometri ve luminex yöntemleri kullanılmaktadır. Her ne kadar PRA analizinde altın standart yöntem CDC olsa da teknolojik gelișim ile paralel olarak geliștirilen yöntemler testlerin analitik duyarlılığını ve özgüllüğünü arttırmakla kalmamıș aynı zamanda hızlı sonuç verme olanağı sağlamıștır. Buna bağlı olarak da rutin PRA ölçümlerinde CDC yerine sıklıkla ELISA ve LUMINEX yöntemleri kullanılmaktadır. Araștırmamızın amacı, PRA analizinde kullanılan ELISA ve LUMINEX yöntemlerinin hem tarama hem de tanımlama analizinde etkinliğini karșılaștırmaktır. YÖNTEM: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine bașvuran 154 diyaliz hastasında hem PRA HLA Sınıf-1 ve HLA Sınıf-2 tarama hem de PRA HLA Sınıf-1 ve HLA Sınıf-2 tanımlama testleri çalıșılmıștır. Tarama ve tanımlama analizinde ELISA (Biotest, Germany-AbScreen-AbIdent) ve LUMINEX(Gen-Probe, Stamford USA ) yöntemleri kullanılmștır. İstatistiksel analizler SPSS 10.0 istatistik program kullanılarak gerçekleștirilmiștir. BULGULAR: PRA HLA Sınıf-1 tarama sonucunda ELISA yöntemiyle 26/154 (% 17) örnek pozitif bulunurken; aynı örnekler LUMINEX yöntemiyle çalıșıldığında 46/154 (% 30)’sı pozitif bulunmuștur. PRA HLA Sınıf-2 tarama analizinde ise ELISA yöntemiyle 22/154 (% 14) örnek pozitif bulunurken; LUMINEX yöntemiyle 53/154 (% 34)’ü pozitif bulunmuștur. Ayrıca belirtilmelidir ki LUMINEX yöntemi hem PRA Sınıf-I hem de PRA Sınıf-II tarama analizinde ELISA yöntemiyle pozitif bulunan tüm örnekleri pozitif olarak saptamıștır. Sonuç olarak, PRA Sınıf-1 tarama analizinde örneklerin % 12’si (p<0.05; ²=14.4) ELISA ve LUMINEX ölçümlerinde uyumsuzluk gösterirken; PRA Sınıf-2 tarama analizinde örneklerin % 20’ si (p<0.05; ²=26.47) ELISA ve LUMINEX ölçümlerinde uyumsuzluk göstermektedir. ELISA tanımlama analizinde 7/154 (% 4) örnek ELISA tarama sonuçları ile uyumsuz bulunmuștur. Buna göre ELISA PRA Sınıf-I tarama ile tanımlama analizi arasında 3 örnekte uyumsuzluk saptanmıștır. Bu 3 örneğin 2’sinde (73. ve 106.) PRA tarama sonucu negatif iken tanımlama sonuçları pozitif (sırasıyla % 20 ve % 30); 1’inde (25.) PRA tarama sonucu pozitifken tanımlama sonucu negatif bulunmuștur. ELISA PRA Sınıf-II tarama ile tanımlama analizi arasında ise 4 örnekte uyumsuzluk saptanmıștır. Bu örneklerin 4’de ( 73., 74., 131., 147.) PRA tarama Sınıf-II sonucu negatif iken aynı yöntem ile tanımlama sonuçları pozitif bulunmuștur (sırasıyla % 35, % 3, % 15 ve % 50). LUMINEX tanımlama analizinde 3/154 (% 2) örnek LUMINEX tarama sonuçları ile uyumsuzluk gösterdiği saptanmıștır. LUMINEX PRA Sınıf-I tarama ile tanımlama analizi arasında 1 örnekte uyum- 124 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler suzluk saptanmıștır. Bu örnekte (147.) LUMINEX PRA Sınıf-I tarama sonucu pozitif iken tanımlama sonucu negatif (% 0) bulunmuștur. LUMINEX PRA Sınıf-II tarama ile tanımlama analizi arasında 2 örnekte uyumsuzluk saptanmıștır. Bu iki örnekte (38. ve 82.) LUMINEX PRA Sınıf-II tarama sonucu negatif iken tanımlama sonuçları pozitif (% 42 ve % 21) bulunmuștur. ELISA PRA tanımlama ve LUMINEX tanımlama sonuçları arasında 43/154 (% 28) örnekte uyumsuz sonuç saptanmıștır (p<0.001). Sadece PRA Sınıf-I tanımlama analizine bakıldığında 12 örnek ELISA ve LUMINEX yöntemlerinde farklı sonuçlar vermiștir. Bu örneklerin 10’unda ELISA tanımlama negatif iken LUMINEX’de pozitif; 2’sinde ELISA pozitif iken LUMINEX’de negatif bulunmuștur. Sadece PRA Sınıf-II tanımlama analizinde 21 örnek ELISA ve LUMINEX yöntemlerinde farklı sonuçlar vermiștir. Bu örneklerin 20’sinde ELISA tanımlama negatif iken LUMINEX pozitif; 1’inde ELISA pozitif iken LUMINEX negatif bulunmuștur. Hem Sınıf-1 hem de sınıf-II ölçümünde fark gösteren 10 örnek ELISA yöntemiyle negatif iken LUMINEX yöntemiyle pozitif değer vermiștir. SONUÇ: Bu sonuçlara göre doku tipleme laboratuvarlarında rutin PRA analizi için ELISA yöntemi yerine LUMINEX yönteminin kullanılması; doğru ve hızlı sonuç alınabilmesi bakımından önemlidir. Antibiyotik Etkenlere Karșı Spesifik IgE Araștırması GÜLBU IȘITMANGİL, EMRE ERİȘKON Haydarpașa Numune Eğitim ve Araștırma Hastanesi, İmmünoloji ve Dahiliye Bölümü, İstanbul, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: İlaç alerjileri, ilacın kendisine veya metabolitlerine karșı immün mekanizmalarla gelișen istenmeyen reaksiyonlardır. İlaç reaksiyonları, ilaç tedavilerinin en önemli ve en sık rastlanan komplikasyonudur. İlaç tedavisi uygulanan hastaların % 5-% 15’inde ortaya çıkmaktadır. Allerjik tipte ilaç reaksiyonları fatal seyredebilir. Bu çalıșmada allerji șikayetleri olan kișilerin antibiyotik alerjisi yönünden araștırılması amaçlandı. YÖNTEM: Polikliniğine bașvuran ve alLerji șikayetleri olan hastalarda 10 antibiyotik etken maddesine karșı (Penisilin G, Penisilin V, Ampisilin, Amoksisilin, Sulfametoksazol, Sefalosporin, Ofloksasin, Sefaklor, Tetrasiklin, Eritromisin) spesifik IgE her bir serum örneğinde immünblot yöntemi ile çalıșıldı. Toplam 20 hasta (10 erkek ve 10 kadın) değerlendirmeye alındı. Sağlıklı kontrol grupta 27 kiși (5 erkek ve 22 kadın) vardı. BULGULAR: 1 kadın hasta sefalosporine duyarlı bulundu (klinik tablo olușturmaz) ve 1 erkek hasta sulfametoxazole karșı kuvvetli antikor tașıyordu (sürekli klinik tablo olușturur). Toplam 27 sağlıklı kontrol (5 erkek ve 22 kadın) test edildiğinde hepsi negatif bulundu. SONUÇ : Polikliniğe bașvuran hastalarda alLerjik șikayetleri olanların antibiyotik alerjisi yönünden araștırılmasının uygun olacağını düșündük. Bu nedenle bu çalıșmayı daha geniș serilerde uygulamayı planlamaktayız. 125 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Laboratuvarımızda Saptanan ANA Paternlerinin Retrospektif İncelenmesi FULYA İLHAN, HANDAN AKBULUT, AHMET GÖDEKMERDAN Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Anabilim Dalı, Elazığ, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Otoimmün hastalıkların laboratuar tanısında öneme sahip olan otoantikorların saptanması klinisyeni tanıya yönlendirmede ciddi bir rol üstlenmektedir. Retrospektif olarak, 2007-2008 yılları arasındaki hastanemiz klinik ve polikliniklerinden gelen kan örneklerinde indirekt immünfloresan antikor yöntemiyle anabilim dalımız laboratuvarında incelenen serum örneklerinde saptanan otoantikorların dağılımını ortaya koymak amaçlandı. YÖNTEM: Hastalardan alınan kan örneklerinden elde edilen serumlar en çok bir haftalık sürede incelendi. Euroimmun Medizinische Labordiagnostika AG firmasına ait ANA (Hep2) hücre dizisi kullanılarak hazırlanan preparatlar, Eurostar marka immünfloresan mikroskobuyla, IFA yöntemiyle incelendi. SONUÇ: Bu süre içerisinde ANA(Hep 2) testi istenen 1891 kadın ve 1154 erkek hastada pozitif saptanan antikorlar șu șekilde izlendi. Kadın hastalarda: 189 (% 10) homojen, 105 (% 5.5) nükleoler, 113 (% 5.9) granüler, 134 (% 7.1) kaba granüler, 18 (% 1) ince granüler boyanma, 15 (% 0.8) Scl70, 17 (% 0.9) nükleer dot, 16 (% 0.8) nükleer membran, 22 sentromer (% 1.16), 19 (% 1) Jo-1, 11 (% 0.6) sentriol, 10 (% 0.5) midbody, 2 nor, 3 few nükleer dot, 4 golgi,4 spindle fiber, 2 lizozom, 3 PCNA, 2 RNA polimeraz tarzı boyanma izlenirken sitoplazmik boyanma izlenen 100 hastada (% 5.2) AMA, 10 (% 0.5) vimentin, 7 (% 0.4) aktin boyanması saptandı. Erkek hastalarda ise, incelenen toplam 1154 örnek içerisinde, 39 (% 3.4) homojen, 31 (% 2.6) nükleoler, 42 (% 3.6) granüler, 28 (% 2.4) kaba granüler, 3 (% 0.3) ince granüler, 3 (% 0.3) Scl-70, 8 (% 0.7) nükleer dot, 6 (% 0.5) nükleer membran, 7 (% 0.6) Jo-1, 5 (% 0.4) sentriol, 1 sentromer, 4 midbody, 2 few nükleer dot, 7 golgi, 3 spindle fiber, 1 lizozom, 1 PCNA boyanması saptandı. Ayrıca 42 (% 3.6) AMA, 5 (% 0.5) vimentin, 3 (% 0.3) aktin fibrilleri boyanması izlendi. Genel hasta profiline bakıldığında kadın hastaların erkeklere oranı 1.6 iken, toplam pozitif sonuçların kadınlarda, erkeklere oranla 3.3 kadar fazla görüldüğü söylenebilir. Bu kadınlardaki otoimmün hastalıklara genetik yatkınlığa paralel bir sonuç olarak dikkat çekmektedir. Behçet Hastalarında Serum Sistatin-C Ölçümü 1 FULYA İLHAN, 1NESRİN DEMİR, 1AHMET GÖDEKMERDAN, 2TAMER DEMİR 1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Ana Bilim Dalı, 2Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Sistatin C (CstC), klinik açıdan önemli bir sistein protez inhibitörüdür. Makrofajlardan NO sentezini kontrol eder, TGF- antagonistidir, Son çalıșmalarda yüksek sistatin C konsantrasyonlarının doğrudan inflamasyonla, ateroskleroz ve kardiyovasküler risk tanımlamasıyla ilgili olabilir denilmektedir. Ayrıca böbrek fonksiyonlarının bir göstergesi olarak da kullanılmaktadır. Burada sunulan çalıșmanın amacı, temelinde kronik inflamasyon olan Behçet hastalığı ile serum sistatin-C düzeyleri arasında bir ilișki olup olmadığını araștırmaktır. YÖNTEM: 7’si aktif, 7’si remisyon dönemindeki toplam 14 Behçet hastası çalıșmaya dahil edildi. Hastalardan alınan kan örneklerinden elde edilen serumlar sistatin-C kiti (Dade-Behring) kullanılarak nefelometrik yöntemle (Behring Nephelometer, Dade Behring. USA) ölçüldü. 126 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler BULGULAR: Aktif dönemdeki Behçet hastalarının serum sistatin-C düzeyleri (0,796 ± 0,306 mg/L) ile remisyondaki Behçet hastalarının sistatin-C düzeyleri (0.614 ± 0,109 mg/L) arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p > 0.05). Aynı hastalardaki CRP düzeyleriyle sistatin C arasında bir korelasyon saptanmadı. SONUÇ: Aterojenik değișikliklerle ilișkili inflamasyonda sistatin C ve kardiyovasküler risk ile ilișkili bir mekanizma olabileceği ve yüksek sistatin C konsantrasyonlarının CRP’nin yüksek konsantrasyonları ile ilișkili olduğu tespit edilmiștir. Behçet hastalığında da yüksek CRP düzeyleri görülmektedir. Fakat bu CRP düzeyleri aktif ve remisyon dönemi ile korelasyon göstermemektedir. Bu çalıșma, bu durumun sistatin-C düzeyleri içinde geçerli olduğunu düșündürmektedir. Yinede bu sonuçları daha iyi değerlendirmek için daha detaylı çalıșmalara ihtiyaç vardır. CD3 Zeta Eksikliği ve Evans Sendromu MİNE KIRAÇ, BAHAR GÖKTÜRK, HASİBE ARTAÇ, ÜMRAN ÇALIȘKAN, 4 MIRJAM VAN DER BURG, İSMAİL REİSLİ 1 Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı 2 Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı 3 Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Konya, TÜRKİYE 4 Erasmus Medical Center, Department of Immunology, University Medical Center Rotterdam, Rotterdam, HOLLANDA Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) CD3 zincir defektleri, heterojen, nadir görülen bir ağır kombine immün yetmezliktir. Evans sendromu, klasik olarak otoimmün hemolitik anemi ile birlikte otoimmün trombositopeni olarak tanımlanır, ancak trombositopeni dıșında otoimmün nötropeni veya lenfopeni de olabilir. CD3 zeta mutasyonu saptadığımız ve takibinde Evans sendromu gelișen immün yetmezlikli olgumuzu sunacağız. OLGU: İki yașında kız hasta ağır pnömoni klinik tablosu ile bașvurdu. Öyküsünde 3 aylıktan itibaren tekrarlayan oral moniliasis, otit, BCG așısına sekonder gelișen süpüratif lenfadenit ve üç adet alt solunum yolu enfeksiyonu olduğu öğrenildi. Anne ile baba akraba olup, babanın bir erkek kardeșinin ve annenin kız kuzeninin 1.5 yașında enfeksiyon nedeniyle kaybedildiği öğrenildi. Fizik muayenesinde hepatosplenomegali, takipne, krepitan raller ve sol aksiller bölgede 1x1cm lenfadenopati tespit edildi. Laboratuvar incelemesinde, tam kan, immünoglobülinler, immünoglobülin G alt grupları, izohemaglütinin titresi normaldi. PPD anerjikti. Flow sitometrik incelemede CD3+T hücre yokluğu (% 0), CD4+T (% 11.5), CD8+T (% 12) hücrelerde düșüklük, CD19+B (% 61) ve CD16/56+ NK (% 17.8) hücrelerde yükseklik saptandı. CD3 eksikliği yapan nedenler araștırılırken CD3 zeta geninde ekson 1’de 2 nükleotidi içeren homozigot delesyon gösterildi (del CA 41_42 ). Bu delesyon 72. aminoasitte prematür stop kodonla sonlanıyordu. Takibinde jüvenil romatoid artrit, otoimmün nötropeni, otoimmün hemolitik anemi geliști. 5 yıldır takibimizde olan olgu antibiyotik proflaksisi, intravenöz immünoglobülin desteği ve oral siklosporin ile izlenmektedir. Artrit bulguları ibuprofen ile kontrol altına alınmakla birlikte nötropenisi halen devam etmektedir. Kemik iliği transplantasyonu açısında akraba dıșı donör araması yapılmaktadır. SONUÇ: Literatürde çok az sayıda yayınlanan CD3 zeta eksikliğinin, gelișebilecek otoimmün hastalıklar açısından izleminin yerinde olacağı kanaatindeyiz. 127 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Böbrek Transplantasyonlarında MIC-A (MHC Sınıf I İlișkili A Zinciri) ve Sitokin Gen Polimorfizmlerinin İncelenmesi 1 İMREN AYDIN TATLI, 1MEHMET ONUR ELBAȘI, 1AYSIN TULUNAY, 1FİLİZ TÜRE ÖZDEMİR, BURAK KOÇAK, 2MÜMİN UZUNALAN, 2AYDIN TÜRKMEN, 1EMEL EKȘİOĞLU DEMİRALP 1 Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastanesi, İmmünoloji Bilim Dalı 2 Memorial Hastanesi Transplantasyon Ünitesi, İstanbul, TÜRKİYE 2 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Böbrek transplantasyonlarıda doku uyumluluğu ve çapraz karșılaștırma testleri uyumlu olmasına rağmen red reaksiyonları görülmektedir. Hümoral ve/veya hücresel komponentleri olan red reaksiyonlarının nedenleri bilinmemekte ve neden olarak pek çok parametre incelenmektedir. MIC-A, transplantasyonlarda HLA olmayan önemli polimorfik bir antijendir. Red olan hastalarda, fonksiyonel grafta sahip hastalara oranla MIC-A antikorlarının daha sık bulunduğu bildirilmiștir. Alıcı-verici arasında MIC-A uyum ya da uyumsuzluğunun da transplantasyon reaksiyonlarına neden olabileceği düșünülmektedir. Ayrıca, hem hümoral hem hücresel redde rol oynayan diğer önemli faktörlerden biri de sitokinlerdir. Transplanta yanıt olarak olușan sitokinlerdeki polimorfizmlerin, graft sağkalımında rolü olabileceği çeșitli çalıșmalarda gösterilmiștir. Bu çalıșmada böbrek transplantı olmuș hastalar ve vericilerinde MIC-A uyumunu inceleyip, transplant sonrası red reaksiyonu görülen hastalarda sitokin polimorfizmlerini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM: Memorial Hastanesi Transplantasyon Ünitesinde böbrek nakli yapılmıș hastaların ve donörlerinin DNA’ları kullanıldı. 58 çift hasta ve donör MIC-A polimorfizmleri, PZR-SSO (Polimeraz Zincir Reaksiyonu Diziye Özgü Oligonükleotidlerle) ile incelendi. 45 çift hasta ve donörün TNF-, TGF-, IL-10, IL-6 ve IFN- sitokinlerinin polimorfizmleri ise PZR-SSP (Polimeraz Zincir Reaksiyonu Diziye Özgü Primerler) ile tayin edildi. Gruplar arası farklılıklar Fischer exact testi kullanılarak değerlendirildi. BULGULAR: Allograft reddi olan böbrek alıcıları ve red olmayan böbrek alıcılarının MIC-A gen alleleri arasında bir fark saptanmadı. Red reaksiyonu olan hasta ve verici çifti arasında MIC-A uyumu, yaș, cinsiyet ve operasyon sonrası hastanede yatıș süresi bakımından istatiksel bir fark bulunmadı. Sitokin gen polimorfizmleri incelendiğinde de allograft reddi olan böbrek alıcıları ve red olmayan böbrek alıcıları arasında TNF-, TGF-, IL-10, IL-6 ve IFN- sitokinlerinin polimorfizmleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Red reaksiyonu olan hasta ve verici çifti arasında sitokin polimorfizmi, yaș, cinsiyet ve operasyon sonrası hastanede yatıș süresi bakımından da istatiksel olarak anlamlı bir sonuç elde edilmedi. SONUÇ: Literatürde farklı sonuçlar olmasına karșın bizim çalıșmamız, erken dönem red reaksiyonlarında MIC-A uyum ya da uyumsuzluğunun bir rolü olmadığını göstermektedir. Ek olarak TNF-, TGF-, IL-10, IL-6 ve IFN- sitokin gen polimorfizmleri, sitokinlerin farklı șiddette salınımına yol açsalar da, erken dönem görülen hümoral ve hücresel red reaksiyonlarında majör rollerinin bulunmadığını düșündürmektedir. 128 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Kırım Kongo Kanamalı Ateși’nde (KKKA) KIR’ların (KIller Ig-LIKE Receptor-KIR) rolü 1 MEHMET ONUR ELBAȘI, 2HÜSEYİN BİLGİN, 1AYSIN TULUNAY, 2ÖNDER ERGÖNÜL, EMEL EKȘİOĞLU DEMİRALP 1 Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İmmünoloji Bilim Dalı 2 Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Kırım Kongo Kanamalı Ateși (KKKA) daha çok Hyalomma türü keneler aracılığı ile bulașan bir hastalıktır. Hastalık etkeni bir RNA virüsü olan Nairovirus‘tür. Doğal öldürücü hücreler (NK), tümör hücrelerine ve virüs ile enfekte hücrelere yanıt veren doğal immün sistem hücreleridir. NK hücre aktivasyonu ya da inhibisyonu bu hücrelerin yüzeylerinde bulunan çeșitli reseptörler aracılığı ile gerçekleșmektedir. Öldürücü İmmünoglobulin Benzeri Reseptörler (KIR), HLA molekülleri ile ilișkili olarak NK hücre fonksiyonlarını düzenleyen reseptörlerdir. 19. kromozomda; 2 tanesi pseudogen olmak üzere, toplam 16 tane KIR geni tanımlanmıștır. A ve B olmak üzere 2 haplotipi bulunmaktadır. Haplotip A, sadece bir aktivatör gen barındırmaktadır (KIR2DS4). KKKA’da hastaların enfeksiyona karșı olușturdukları immün yanıttaki farklılık, bireylerin sağ kalımını belirlemektedir. Bu farklılıkta, NK hücrelerinin rolü olabileceği düșünülmektedir. Bu çalıșmada; hastalık skoru farklı KKKA hastalarının, doku gruplarının, KIR genotiplerinin ve KIR haplotiplerinin, kendi aralarında ve sağlıklı bireyler ile karșılaștırılması amaçlanmıștır. YÖNTEM: KKKA tanısı konmuș 32 kiși, hastalık skorlaması yapılarak hastalık derecesine göre ex (n=5), ağır (n=11), orta (n=8) ve hafif (n=8) olarak 4 gruba ayrıldı. 32 KKKA ve 65 sağlıklı bireyin genomik DNA’ları, 2 ml EDTA’lı periferik kandan izole edildi. Daha sonra polimeraz zincir reaksiyonudiziye özgü primerler (PCR-SSP) kullanılarak HLA Sınıf I ve Sınıf II doku grubu analizleri yapılmıștır. KIR genotiplemeleri, polimeraz zincir reaksiyonu-diziye özgü oligonükleotidler (PCR-SSO) ile çalıșıldı. Hasta ve kontrol gruplarında KIR haplotip analizleri yapıldı. İstatistiksel analizler, Fisher’s exact ki-kare yöntemi ile yapılmıș, KKKA hasta grupları ayrı ayrı (ex, ağır, orta, hafif) ve birlikte (ex+ağır/ orta+hafif) kontrol grubu ile karșılaștırmalı olarak incelendi. BULGULAR: Otuz iki tane KKKA ve 65 tane sağlıklı kontrolde inhibitör fonksiyona sahip; 2DL1, 2DL2, 2DL3, 2DL4, 2DL5, 3DL1, 3DL2, 3DL3 ve aktivatör fonksiyona sahip 2DS1, 2DS2, 2DS3, 2DS4, 2DS5, 3DS1 genleri ile 2DP1, 3DP1 pseudogen frekansları incelendi. 2DL1, 2DL4, 3DL2, 3DL3, 2DP1, 3DP1 genleri, hasta ve sağlıklı tüm bireylerde saptandı. İnhibitör fonksiyona sahip 2DL2 gen frekansı KKKA hastalarında (% 62,5) sağlıklı kontrollere (% 46,1) göre daha yüksek olmasına rağmen bu farklılık istatistiksel anlamlılığa ulașmadı. Hastalık skorları farklı bireyler karșılaștırıldığında; 2DL2 frekansı, hastalık skoru “orta” olan bireylerde (% 75) diğer hastalık skorlarına sahip birey ve kontrollere göre yüksek olmasına rağmen istatistiksel anlamlılığa ulașmadı. Ex+Ağır ve Orta+Hafif skorlu gruplar ile kontrol grubu KIR genotipleri karșılaștırıldığında da anlamlı bir fark bulunmadı. Gruplar arası KIR haplotipleri karșılaștırıldığında KKKA ve sağlıklı bireyler arasında Haplotip A ve Haplotip B frekanslarında anlamlı fark bulunmadı. HLA-C1 ve C2 doku grubu frekansları incelendiğinde hastalık skoru farklı KKKA grupları ve sağlıklı bireyler arası anlamlı bir fark saptanmadı. SONUÇ: KKKA’da bireylerin enfeksiyona karșı verdikleri farklı șiddetteki yanıtın, NK hücre aktivasyonu ya da inhibisyonu ile ilișkilendirilmesini amaçlayan bu çalıșmamızda hastalık skoru farklı KKKA hastalarında KIR genotipleri, KIR haplotipleri ve KIR ligandı olan HLA allelleri arasında sağlıklı kontrollere göre istatistiksel bir anlam tespit edilmemiștir. İncelenen bazı inhibitör gen frekanslarının KKKA’da kontrollere göre hafif yüksek olması, bazı aktivatör gen frekanslarının ise düșük olması hipotezimiz doğrultusunda NK hücre fonksiyonlarının KKKA’ da düșük olabileceğini düșündürmekle birlikte hasta sayısının arttırılması gereğini de ortaya koymaktadır. 129 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Yüzde Çok Sayıda Verruka Plana ile Bașvuran WHIM Olgusu 1 ESRA ÖZEK, 1YILDIZ CAMCIOĞLU, 2GÜLEN TÜYSÜZ, 2TİRAJE CELKAN Cerrahpașa Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı 2 Cerrahpașa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Siğiller, hipogammaglobülinemi,tekrarlayan enfeksiyonlar ve miyelokatheksis ile karakterize olan WHIM (warts, hypogamaglobulinemia, infections, myelokatheksis) sendromu otozomal dominant olarak kalıtılan bir immün yetersizlik tablosudur. Hastalık kemokin reseptör 4 (CXCR4) genindeki fonksiyonel bir mutasyon sonucu olușur. Hastaların çoğu çocukluk çağından itibaren bașlayan ve tekrarlayan pnömoni, otit, sinuzit, selülit, cilt ve yumușak doku enfeksiyonlarından yakınırlar. Siğiller çok sayıda ve yaygın olarak yüz, gövde, ellerde olabilir. Vulvar ve anal condilomlar özellikle displastik değișikliklere sebep olabileceğinden önem tașırlar. OLGU: 10 yașında kız hasta tekrarlayan akciğer enfeksiyonları,tekrarlayan otit, gelișme geriliği nedeniyle bașvurdu. Akraba evliliği (teyze çocukları) çiftin dokuz çocuğundan yedincisi olan hastanın son üç yıldır yakınmalarına yüz ve ellerde çok sayıda ciltten kabarık döküntü de eklenmiș. Fizik muayenesinde boy ve kilo 3. persantilin altında, solunum sesleri kaba ve akciğer bazalinde krepitan raller duyulmakta idi. Dolașım sistemi muayenesinde özellik olmayan hastanın organomegalisi yoktu. Nörolojik muayenesinde özellik yoktu. Tüm yüzde özellikle alında fazla olmak üzere ve ellerde çok sayıda verrüköz lezyonları mevcuttu (Resim 1 ve 2). Tetkiklerinde lenfopeni, IgG3 düșüklüğü saptandı. Așı yanıtı mevcut olan hastanın gecikmiș tip cilt reaksiyonları negatif saptandı. Toraks CT’de bilateral bronșiektazi saptanan hastanın lezyonlardan yapılan biopsisi verruka plana ile uyumlu idi. Hastada mevcut bulgularla WHIM sendromu düșünüldü. Yapılan kemik iliği aspirasyonunda hiperselülarite, nötrofil ve myelositlerde vakuolizasyon, nötrofillerde hipersegmentasyon ve çekirdeklerinde anormal bölünmeler gözlenerek miyelokatheksis ile uyumlu bulunarak CXCR4 mutasyonu gönderilmesi planlandı (Resim 3-4). TARTIȘMA: WHIM sendromu nadir görülen bir immün yetersizliktir. Olguların yakınmaları çocukluk çağında bașlayan tekrarlayan enfeksiyonlar olabilmekle beraber, siğil gelișimi daha çok ikinci dekatta olmaktadır. Tekrarlayan enfeksiyonlar daha çok piyojenik enfeksiyonlardır. Hastalarda tekrarlayan enfeksiyonlar pnömoni, otit sinuzit, osteomiyelit, menenjit ve periodontit șeklinde olabilir. Hastalığın önemli bileșenlerinden olan HPV lezyonları ilaç tedavisine dirençli, çok sayıda ve yaygın șekilde görülür. HPV enfeksiyonu genital displazi olarak da karșımıza çıkabilir. Nötropeni çoğu hastada bulunmakla beraber T ve B lenfopeni, T hücre fonksiyonlarında azalma saptanabilir. CXCR4’teki fonksiyonel mutasyon ile nötrofillerin perifere salınımı azalır, kemik iliğinde myelokateksis olarak adlandırılan myeloid hiperaktivite, sitoplazmik vakuollu ve hipersegmentasyon gösteren nötrofil ve öncülleri gözlenir. Hipogammaglobülinemi değișik düzeylerde olmakla birlikte antikor cevabı saptansa bile sürdürülmesi sağlanamaz. Tanı klinik olarak ve kemik iliğinde miyelokateksisin gösterilmesi ile konur,mutasyonun gösterilmesi de tanıyı kesinleștir. Tedavi olarak ciddi nötropenik olan hastalara granülosit koloni stimule edici faktör (G-CSF) önerilir. IVIG desteği de enfeksiyon sıklığını azaltmada yardımcıdır. Hastalar özellikle servikal displazi ve kanser gelișimi riski açısından yakın takip edilmelidirler. 130 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Tablo WBC Lenfosit PNL 4400-7300/mm3 800-1100/mm3 1800-5400/mm3 IgG IgM IgA IgE IgG1 IgG2 IgG3 IgG4 1460 mg/dl 125 mg/dl 205 mg/dl <16 mg/dl 1090 mg/dl 317 mg/dl 12.4 mg/dl 25.4 mg/dl CD3 CD4 CD8 CD19 CD16-56 % 63 (567/mm3) % 66 (375/mm3) % 29 % 12 (108/mm3) % 25 (mutlak lenfosit sayısı 900/mm3 iken) PPD CANDİDİN Anti HBS Pnömokok așı yanıtı Anti A /Anti B Negatif Negatif Pozitif 16.31 mg/l 1/256’da pozitif Karaciğer Antijenlerine Karșı Saptanan Otoantikorların Retrospektif Taranması FULYA İLHAN, HANDAN AKBULUT, AHMET GÖDEKMERDAN Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Anabilim Dalı, Elazığ, TÜRKİYE Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: İndirek immünfloresan yöntemle karaciğere spesifik antikorlar, mitokondria antikorları (AMA), düz kasa karșı antikorlar (ASMA) ve ANA varlığının gösterilmesi, otoimmün hepatitte, primer bilier siroz ve bazı romatizmal hastalıklarda tarama ve ayırıcı tanı testi olarak güvenilir bir șekilde kullanılmaktadır. Bu çalıșmada 1 yıllık bir sürede incelemiș olduğumuz gerek karaciğere spesifik gerekse nonspesifik antikor sonuçlarının incelenmesi amaçlandı. YÖNTEM: Hastalardan alınan kan örneklerinden elde edilen serumlar en çok bir iki haftalık sürede incelendi. Euroimmun Medizinische Labordiagnostika AG firmasına ait Liver Mosaic testi kullanılarak 1/100 dilüsyonda hazırlanan preparatlar, Eurostar marka immünfloresan mikroskobuyla, IFA yöntemiyle incelendi. SONUÇ: Bu sürede 428 erkek, 382 kadın olmak üzere toplam 810 hasta örneği incelendi. Kadınlarda 40 hastada ASMA, 21 hastada anti parietal hücre antikoru APHA, 8 hastada AMA, 4 hastada liver-kidney mikrozomlarına karșı antikor (anti-LKM) ve 3 hastada liver spesifik protein (anti-LSP) ve 1 hastada ise liver cell membran (anti-LMA) saptandı. Erkeklerde toplam 19 hastada ASMA, 14 hastada AMA, 11 tane anti-LKM, 10 hastada APHA, 7 hastada ise anti-LMA rapor edildi. ASMA pozitif sonuçlar ANA hep-2’de aktin flamanlarına karșı antikorlarla paralel olarak izlendi. ANA pozitifliği saptanan hasta örneklerinde ayrıca ANA hep-2 çalıșılarak boyama paternleri ve dilüsyonel olarak pozitivite derecesi belirlendi. Sonuçlar klinisyenlere otoimmün hepatit ile virüslerle indüklenmiș hepatitin ayırıcı tanısında destek olmaktadır. 131 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Artemis Gen Defekti: İki Olgu Sunumu 1 BAHAR GÖKTÜRK, 2HASİBE ARTAÇ, 1SEVGİ KELEȘ, 1MİNE KIRAÇ, 3JJM VAN DONGEN, MIRJAM VAN DER BURG, 1İSMAİL REİSLİ 1 Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji ve Allerji Bölümü 2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Pediatrik İmmünoloji ve Allerji Bölümü, Konya, TÜRKİYE 3 Dept. of Immunology, Erasmus Mc, University Medical Center Rotterdam, THE NETHERLANDS 3 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Artemis gen mutasyonlarına bağlı olan T(-)B(-) ağır kombine immün yetmezlik (AKİY), hayatın ilk aylarında tekrarlayan fırsatçı enfeksiyonlar, kronik diare ve büyüme geriliği gibi bulgularla bașvurabilir. OLGU 1: İki yașında kız hasta, 1 yașından beri olan kronik diyare, tekrarlayan akciğer enfeksiyonu ve persistan oral moniliazis nedeniyle bașvurdu. Anne-baba arasında akrabalık mevcuttu. Fizik muayenede büyüme geriliği, oral moniliazisi, bilateral krepitan ralleri saptandı. IgM ve IgA seviyeleri düșüktü, ancak IgG seviyesi normaldi. Periferik kanda CD4+T (% 5) ve CD19+B (% 0.4) lenfosit sayıları düșük, TCR (% 36) and CD3+CD45RO+ (% 55) sayıları yüksekti. İzohemaglütinin titresi negatifti. Fitohemaglütinine lenfoblastik transformasyon cevabı düșüktü (% 36). Doku grubu incelemesinde maternal engraftment tespit edildi. AKİY tanısı alarak intravenöz immünoglobülin (IVIG) replasman tedavisi, antibakteriyel ve antifungal profilaksi bașlandı. Artemis gen sekans analizinde 16. aminoasid pozisyonunda izolösinin metionin ile yerdeğișiminin görüldüğü (p.IIe16Met), ekzon 1’de (c.48A>G) mutasyon saptandı. Takibinde aspergillozis, diabetes insipitus ve hipotiroidizm geliști. OLGU 2: Sekiz aylık kız hasta, tekrarlayan moniliazis ve idrar yolu enfeksiyonu, geçmeyen hırıltı ve ishal nedeniyle bașvurdu. 3 aylıkken yeșil, mukuslu ishalinin, 3.5 aylıkken burun akıntısı ve hırıltısının bașladığı öğrenildi. Anne-babasının akraba olduğu, AKİY tanısı olan 5.5 aylık erkek kardeșinin yaygın CMV enfeksiyonu nedeniyle kaybedildiği, halanın iki oğlunun șüpheli immün yetmezlik nedeniyle 1 yașından önce kaybedildiği, babanın erken yașta ölen kardeșlerinin olduğu öğrenildi. Fizik muayenede, vücut ağırlığı <3p, boy ve baș çevresi 10-25p idi, yaygın oral moniliazisi ve bilateral krepitan ralleri mevcuttu. Akciğer grafisinde timus gözlenmedi, pnömonik infiltrasyon ve havalanma farkları mevcuttu. Laboratuvar incelemede akut faz reaktanlarında yükseklik, lenfopeni (930/ mm3), agammaglobülinemi, periferik kanda CD3+T ve CD19+B hücreleri yokluğu saptandı. Maternal engraftmentı olmayan hastaya, T-B-NK+ AKİY tanısıyla IVIG replasmanı, antibakteriyel ve antifungal profilaksi bașlandı. Artemis gen sekans analizinde ekzon 9’da C nükleotidinde homozigot mutasyon tespit edildi. Takibinde BCG așısına bağlı sol koltuk altında kitle ve sonrasında akıntı oluștu. Beșli antitüberküloz tedavi, haftalık IVIG tedavisi, antibakteriyel ve antifungal profilaksi ile genel durumu iyi olarak toplam 8 aydır izlenmektedir. Akraba dıșı donörden kemik iliği nakli planlanmaktadır. SONUÇ: Bu olgular göz önüne alındığında Artemis gen defektine bağlı AKİY’in, maternal engraftment varlığı ile farklı klinik seyir göstebildiği söylenebilir. 132 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Di George Sendromlu 9 Olgunun Değerlendirilmesi 1 BAHAR GÖKTÜRK, 1MİNE KIRAÇ, 2HASİBE ARTAÇ, 1SEVGİ KELEȘ, 3SELMAN YILDIRIM, REYHAN KARA, 1İSMAİL REİSLİ 1 Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Konya 2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Çocuk İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Konya 3 Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Konya, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) GİRİȘ: Di George sendromu, konotrunkal kardiak anomali, hipokalsemik tetani, karakteristik yüz görünümü ve timus anomalisi ile karakterize konjenital bir immün yetmezliktir. Klinik özellikleri oldukça heterojendir. Bu çalıșmada 22q11 delesyonu tespit edilen Di George sendromlu olgularımızın farklı klinik ve immünolojik özelliklerinin tartıșılması amaçlanmıștır. YÖNTEM: FISH yöntemi ile 22q11.2 ve 10p13 delesyonu tespit edilen 9 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bașvuru șikayeti, șikayetlerin bașlama yașı, tanı yașı, aile öyküsü gibi klinik özellikler ile immünolojik veriler ayrıntılı olarak incelendi. BULGULAR: Toplam 9 olgunun (4 kız, 5 erkek) tanı yașları bir ay ve 35 yaș arasında olup çocuk olguların șikayet bașlama yașı bir gün ile 12 ay arasındaydı. Bașvuru șikayetleri uzun süren ateș, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, kașıntı, kilo alamama, yenidoğan döneminde havale geçirme, morarma ve beslenememe idi. Otuzbeș yașındaki erkek hastamız, 22q11.2 delesyonu tespit edilmiș kızı hastanede yatarken atipik yüz görünümü ve hafif mental retardasyonu nedeniyle araștırıldı ve FISH analizi ile delesyonu tespit edildi. Tüm hastalarda karakteristik yüz bulgularını olușturan telekantus, tübüler burun, bülböz burun ucu, retromikrognati, kulak deformitesi, dar palpebral fissür ve küçük ağız gibi bulgularda en az biri mevcuttu. Uzun süren veya tekrarlayan oral moniliazis (4/9), bașvuru anında malnütrisyon (4/9), yutma ve beslenme güçlüğü (4/9), yarık damak (1/9), hipoparatiroidizm sonucu hipokalsemi (4/9), konjenital kalp hastalığı (6/9), konotrunkal kalp anomalisi (2/9), hipotiroidizm (3/9) en belirgin klinik özelliklerdi. Göz bulgusuna rastlanan iki hastadan birinde glokom, diğerinde ise konjonktiva yüzeyel damarlarda dilatasyon ve kıvrımlanma artıșı, optik disk bașında kapiller damarlarda dilatasyon ve kıvrımlanma artıșı, optik disk bașındaki damarlarda sayıca artıș mevcuttu. 14 ay-14 yaș arasında pediatrik nörolojide epilepsi nedeniyle takipte kalmıș olan bir hastanın belirgin mental motor retardasyonu, spastik serebral palsisi, ağır kifoskolyozu ve nörojenik artrogripozisi vardı. Tüm hastaların mental ve motor gelișim basamaklarının geri olduğu tespit edildi. Beyin MRG görüntüleme yapılan hastaların birinde kavum septum pellisidum varyasyonu, giral distrofik kalsifikasyonlar ve frontotemporoparietal subdural efüzyon olduğu görüldü. Bașvuru sırasındaki immünolojik özellikler incelendiğinde bir hastada IgM düșüklüğü, birinde ise IgG düșüklüğü mevcuttu. Bir olguda IgE yüksekliği tespit edildi. Lenfosit subgrupları değerlendirildiğinde, lenfopeni (4/9), CD19+ B lenfosit düșüklüğü (1/9), CD3+ T lenfosit düșüklüğü (4/9), CD4+ T lenfosit düșüklüğü (3/9), CD8+ T lenfosit düșüklüğü (1/9) belirlenen anormalliklerdi. Dört hastada periferik lenfosit alt gruplarının analizi tamamen normaldi. İntravenöz immünoglobülin uygulaması 4 hastaya gerekti, bunların 2’sinde zamanla IVIG ihtiyacı ortadan kalktı. 10p13 delesyonu olan hasta dıșındaki hastaların zaman zaman trombositopenileri ve ortalama platelet volumünün sekizden yüksek olması dikkat çekiciydi. İzlemde 8 aylık ve 11 aylıkken ölen iki hastanın da konotrunkal kalp anomalisi mevcuttu. SONUÇ: Farklı klinik ve immünolojik özelliklere sahip olması nedeniyle özellikle anormal yüz görünümü, süregen oral moniliazis ve hipokalsemi kliniği ile çeșitli merkezlere bașvuran hastaların Di George sendromu açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hastaların ağır kalp defektleri ve immün yetmezlik tablosu yanında hafif kraniyofasiyal yüz bulguları ve gelișimsel bozukluklar ile de tanı alabileceği unutulmamalıdır. 133 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler İnflamatuvar Yanıtta Serum Biyolojik Belirteçleri 1 NİLGÜN IȘIKSAÇAN, 1MURAT KOȘER, 2UMUT KÜÇÜKSEZER, 3İHSAN BAKIR İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araștırma Hastanesi Biyokimya Bölümü 2 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araștırma Enstitüsü (DETAE), İmmünoloji Anabilim Dalı 3 İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araștırma Hastanesi KVC Kliniği, İstanbul, TÜRKİYE 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: İnflamasyonun erken tanı ve tedavisinde klasik laboratuvar testlerinden olan CRP, ESH (eritrosit sedimantasyon hızı) ve lökosit sayımı günümüzde halen kullanılan basit, ucuz ve klinik değeri yüksek testlerdir. Bir glikoprotein olan prokalsitonin ise bakteriyel ve viral infeksiyonlar gibi infeksiyöz koșullarda artan, tiroid parafoliküler C hücreleri ile akciğer ve intestinal nöroendokrin hücrelerden salgılanan kalsitonin hormonunun bir peptid prekürsörüdür. Bu çalıșmada prokalsitonin, CRP, lökosit sayısı ve ESH düzeylerini arasındaki ilișki incelendi. YÖNTEM: Çalıșmaya 2010-2011 tarihleri arasında İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araștırma Hastanesi çocuk ve erișkin kardiyoloji kliniklerinde ayaktan ve yatarak tedavi gören 160 hasta (erkek: kadın - 7:1) dahil edildi. Hastaların venöz kanından eș zamanlı olarak alınmıș prokalsitonin, CRP, lökosit sayımı ve ESH ölçümleri retrospektif olarak incelendi. Prokalsitonin düzeyi ELFA, lökosit sayımı hematoloji analizöründe flow sitometri, CRP ölçümü nefelometri ve ESH ise Westergren Metodu ile saptandı. İstatistiksel analizler Mann-Whitney U testi kullanılarak yapıldı. BULGULAR: Çalıșmanın ilk bölümünde prokalsitonin düzeylerine göre hastalar 3 gruba ayrıldı (I.Grup prokalsitonin negatif (< 0.05) olan hastalar, II.grup prokalsitonin: 0.05-2 ng/ml arası ve III.grup da prokalsitonin 2 ng/ml üzeri olarak). Tüm grupların CRP düzeyleri karșılaștırıldığında istatistiksel olarak anlamlı olarak birbirlerinden farklı ve prokalsitonin artıșlarına paralel yüksek bulundu. II. ve III. Grup içinde Prokalsitonin ve CRP grup içinde orta düzeyde bir korelasyon mevcut olduğu saptandı. 2.bölümde ise lökosit sayımı ve ESH ölçümüne göre hastalar gruplandı. I. grup, normal referans aralıklar içinde olan grup, II. grup lökosit sayımı ve ESH düzeyi enfeksiyon lehine yüksek olan grup ve III. Grupta lökosit sayımı normal, ESH ölçümü yüksek olan grup olarak sınıflandırıldı. Bu gruplar CRP ve prokalsitonin düzeyleri açısından karșılaștırıldı. CRP ölçümleri açısından II. ve III. Grup arasında yapılan karșılaștırmada istatistiksel olarak anlamlı bir fark yok iken (p=0.05) I. Grup hem II. Grup hem de III. Grup ile istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklı bulundu (p<0.01). II. Grupta ve III. Grupta CRP ve prokalsitonin ölçümlerinde orta derecede korelasyon saptandı. I. Grup ile III. Grubun prokalsitonin düzeyleri karșılaștırılmasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamazken (p=0.07) I.Grup ile II.Grup arasında ve II.Grup ile III.Grup karșılaștırmasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark bulunmuștur (p<0.02 , p<0.01). SONUÇ: Çalıșmada hastaların tanılara ulașılamamıș olması çalıșmanın değerlendirilmesinde kısıtlamaya yol açmıștır. Yine de eldeki veriler kullanılarak yapılan değerlendirmelerde CRP ve prokalsitonin arasında güçlü bir korelasyon olduğu saptandı. Sonuçlarımız, inflamatuvar yanıtın tanısı ve tedavisinde kullanılan rutin test paneline prokalsitoninin de eklenmesinin yararlı olabileceği fikrini desteklemektedir. 134 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Severe Early-Onset Inflammatory Bowel Disease Caused By IL10 Receptor Deficiency Can Be Cured By Allogeneic Hematopoietic Stem Cell Transplantation 1 *K. BOZTUG, 1*D. KOTLARZ, 2*E. GLOCKER, 3E. M. GERTZ, 3A. A. SCHÄFFER, F. NOYAN, 2M. PERRO, 1J. DIESTELHORST, 1A. ALLROTH, 1D. MURUGAN, 1N. HÄTSCHER, 4 D. PFEIFER, 1K. SYKORA, 1M. SAUER, 5H. KREIPE, 6M. LACHER, 7R. NUSTEDE, 2 C. WOELLNER, 8U. BAUMANN, 9U. SALZER, 6S. KOLETZKO, 10N. SHAH, 11A. W. SEGAL, 12 A. SAUERBREY, 13S. BUDERUS, 14S. B. SNAPPER, 2*B. GRIMBACHER, 1*C. KLEIN *These authors contributed equally to this work and should be considered aequo loco 1 Department of Pediatric Hematology/Oncology, Hannover Medical School, Hannover, GERMANY 2 Department of Immunology, Royal Free Hospital and University College London, London, UK 3 National Center for Biotechnology Information, NIH, DHHS, Bethesda, MD, USA 4 Department of Hematology/Oncology, Core Facility II Genomics, Freiburg University Medical Center, Freiburg, GERMANY 5 Department of Pathology, Hannover Medical School, Hannover, GERMANY 6 Dr. von Hauner’sches Kinderspital, Ludwig-Maximilian University, Munich, GERMANY 7 Department of Pediatric Surgery, Hannover Medical School, Hannover, GERMANY 8 Department of Pediatric Pulmonology, Hannover Medical School, Hannover, GERMANY 9 Department of Rheumatology and Clinical Immunology, University Hospital Freiburg, Freiburg, GERMANY 10 Department of Paediatric Gastroenterology, Great Ormond Street Hospital, University College London, London, UK 11 Department of Medicine, University College London, London, UK 12 Department of Pediatrics, HELIOS Hospital Erfurt, Erfurt, GERMANY 13 Department of Pediatrics, St.-Marien-Hospital Bonn, Bonn, GERMANY 14 Massachusetts General Hospital, Harvard Medical School, Boston MA, USA 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) In spite of recent genome-wide association studies, the molecular pathophysiology of many human auto-inflammatory diseases such as enterocolitis remains largely unknown. Here, we discover the first fully penetrant monogenetic defect causing inflammatory bowel disease in humans. Using homozygosity mapping and candidate gene sequencing, we identified three distinct, homozygous mutations in IL10RA, encoding the IL10R1 protein, and IL10RB, encoding the IL10R2 protein, in patients with severe and refractory enterocolitis. IL10R1 is a specific receptor for IL10, whereas IL10R2 is a shared cytokine receptor unit for IL10, IL22, IL26, and IFN-lambda. The striking similarity of the clinical phenotype between patients with IL10RA and IL10RB deficiency, respectively, suggests that defective IL10-mediated signaling, and not IL22, IL26, or IFN-lambda dependent effects, is the critical reason for disease. Deleterious mutations in IL10RA abrogate IL10-induced signaling, as shown by deficient p705STAT3 phosphorylation in primary patient cells and in HeLa cells engineered to express mutant IL10R1. Mutations in IL10RB introduced a premature stop codon. Defective expression of IL10R2 on the cell surface and STAT3 signaling could be reconstituted by retroviral gene transfer. As a consequence of defective STAT3 signal transduction in response to IL10 stimulation, IL10R-deficient primary cells showed increased secretion of TNF and various other proinflammatory cytokines unresponsive to IL10-dependent negative feedback regulation (TGF1, IL1, IL1, IL2, IL6, IL6sR, RANTES, MCP1, MIP1, and MIP1). We are currently assessing whether other IBD patients with early-onset IBD show defects in IL10-mediated signal transduction. In view of the therapy refractory course of disease and the critical role of IL10 signaling on cells of the hematopoietic system, we have successfully treated several IBD patients with IL10 receptor 135 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler deficiency by hematopoietic stem cell transplantation (HSCT) without overt side effects. This proofof-principle suggests that allogeneic HSCT may represent a novel therapeutic approach to treat defined subgroups of IBD patients. In summary, our results suggest that IL10 receptor defects constitute monogenetic causes for severe, early-onset IBD patients, proving that a lack of IL10-mediated negative feedback signaling perturbs homeostasis of the intestinal immune system. Subakut Sklerozan Panensefalit De SLAM (CD150) 1 SİBEL P. YENTÜR, 2VEYSİ DEMİRBİLEK, 3SERAP UYSAL, 4CANDAN GÜRSES, SAFA BARIȘ, 4ZUHAL YAPICI, 6ÖZLEM ÇOKAR, 7AYPER SOMER, 1 GÜHER SARUHAN DİRESKENELİ 1 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji, 2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpașa Tıp Fakültesi, Nöroloji 3 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD 4 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji 5 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD 6 Haseki Hastanesi Nöroloji Kliniği, Istanbul 7 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, TÜRKİYE 5 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Kızamık virüsü (KV) reseptör olarak öncelikle “signaling lymphocyte activation molecule” SLAM molekülünü kullanarak immün sistem hücrelerini infekte etmekte ve immün süpresyon yapmaktadır. Bir membran glikoproteini olan SLAM (CD150) T hücre proliferasyonu için kostimülatör moleküldür. KV bağlı olarak gelișen subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalarında öncelikle KV așı sușlarının bağlandığı reseptörlerinden CD46’nın lenfositlerde yüzey ekspresyonu kontrollere göre düșük bulundu. Bu çalıșmada ise SSPE hastalarında KV yabanıl sușlarının reseptörü olan SLAM incelendi ve kontrollerle karșılaștırılarak değerlendirildi. YÖNTEM: Çalıșmada yaș ortalamaları 12,0±5,7 olan 42 SSPE hastası (17 kız, 25 erkek) değerlendirildi. Hastalarda SSPE tanısı beyin omurilik sıvısında ve serumlarında anti-KV antikorları, EEG ve klinik bulgular ile doğrulandı. Kontrol grubu, inflamatuvar bir hastalığı olan (İKON: yaș ortalaması 8,3±4,7, 9 kız ve 10 erkek) ve olmayan (NİKON: yaș ortalaması 9,0±7,8, 6 kız ve 6 erkek) çocuklardan olușturuldu. Akım sitometrisi ile CD4/CD8 tașıyan hücre alt gruplarında SLAM varlığı araștırıldı. Sonuçlar non-parametrik Mann-Whitney U testi ile değerlendirildi ve % değerlerin ortancası bildirildi. BULGULAR: Periferik kan lenfositleri içinde değerlendirildiğinde, SSPE, İKON ve NİKON gruplarında CD4+ hücrelerin oranı farklı bulunmadı (Sırasıyla % 35,4; 32,7 ve 33,4). SSPE ve NİKON gruplarında CD4+SLAM+ hücreler İKON grubuna göre yüksekti, ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (SSPE: % 6,3; İKON: % 3,1; NİKON: % 5,7). Tüm gruplarda CD8+ hücre oranları da benzer bulundu (SSPE: % 29,2; İKON: % 24,2; NİKON: % 22,5). CD8+SLAM+ hücre oranının SSPE (% 1,7) ve NİKON (% 1,3) gruplarında İKON grubundan (% 0,4) daha yüksek olmasına rağmen, görülen farklar anlamlı değildi. SONUÇ: Çalıșmanın sonuçları SLAM’ın, SSPE etkeni olan KV sușları tarafından T hücrelerine giriș reseptörü olarak kullanılmadığını düșündürmektedir. İnflamatuvar hastalığı olan kontrollerin CD4 ve CD8 T hücrelerinde SLAM ın görece düșük olması bu molekülünün inflamatuar yanıtın erken așamasındaki rolüne gösterebilir. Bu çalıșma İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araștırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiștir. 136 21. Ulusal İmmünoloji Kongresi, 2011 Marmaris Poster Bildiriler Behçet Hastalığı’nda TIRAP S180L Gen Polimorfizmi 1 DOĞA COȘKUN, 1VUSLAT YILMAZ, 2HANER DİRESKENELİ, GÜHER SARUHAN DİRESKENELİ 1 Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul Tıp Fakültesi, 2 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Marmara Üniversitesi, Istanbul, Türkiye. 1 Turk J Immunol 2011: 15 (Suppl. 1) AMAÇ: Behçet hastalığı (BH) tekrarlayan oral ve genital ülserasyonlar, üveit ve deri lezyonlarına sebep olan kronik inflamatuar bir hastalıktır. Sıklıkla HLA-B51 tașıyan insanlarda görülmekte, ancak bașka genetik faktörlerin de hastalık gelișiminde rolü olabileceği düșünülmektedir. Toll-benzeri reseptörler (TLR) doğal bağıșıklık sisteminin patojen tanımasında ve etkin bağıșıklık yanıtı için gerekli sitokin üretiminde görev yaparlar. Özellikle TLR2/4 sinyal geçișinde hücre içinde “MyD88-adapterlike” molekülü (TIRAP, Toll-interleukin-1 receptor domain containing adaptor protein, MAL) inflamasyon yanıtını düzenleyici rol almaktadır. Bu proteinin amino asit değișikliğine de neden olan (serin 180 lösine) genetik polimorfizminin inflamasyondan koruyucu etkisi tüberküloz gibi bazı infeksiyonlarda gösterilmiștir. Bu çalıșmada TIRAP S180L değișkenliği BH da taranmıștır. YÖNTEM: Bu çalıșmada, TIRAP genindeki bir tek nükleotid polimorfizmi (rs8177374, C/T) 81 hasta (median yaș: 35,9, erkek: % 53,1) ve 82 sağlıklı kontrolde (median yaș: 33, erkek: % 51,2) PCR-SSP yöntemiyle çalıșıldı. Hastaların % 66,7 sinde B51 pozitifliği de PCR-SSP yöntemiyle gösterildi. Polimorfizmin dağılımı -kare testi ile karșılaștırıldı. BULGULAR: Genotip dağılımı TIRAP polimorfizminin her iki grupta da benzer sıklıkta olduğunu gösterdi. BH hastaları ve kontrollerde CC genotipi % 75,3 vs. % 78, CT genotipi % 18,5 vs. % 19,5 ve TT genotipi % 6,2 vs. % 2,4 oranlarında bulundu. SONUÇ: Bulgularımız çalıșılan TIRAP polimorfizminin genotip frekansları açısından kontrol ve BH grubu arasında anlamlı bir fark tașımadığını göstermektedir. Ancak BH’da artmıș doğal immün yanıt diğer ilișkili moleküllerin genetik değișkenliği ile ilișkili olabilir. 137 DİZİN A BAȘUSTAOĞLU, A. 111 BAUMANN, U. 135 BAYINDIR, Y. 124 BAYSALLAR, M. 111 BAYSAL, O. 61, 99 BAYYURT, B. 7, 79 BELLANNÉ-CHANTELOT, C. 81 BERBER, Z. 64 BERDELİ, A. 67, 86, 91 BEȘER, E. 107 BIÇAKÇI, F. 90 BİLGİN, H. 68, 129 BODUR, H. 110 BOZ, A. 64 BOZTUG, K. 81, 135 BRANDES, G. 81 BUDAK, F. 23 BUDERUS, S. 135 BULUR, I. 88 BURG, M. V. D. 127, 132 BURGUCU, D. 72 ABACI, N. 74 AKBULUT, H. H. 26, 126, 131 AKCAN, M. 64 AKDENİZ, F. T. 115 AKDENİZ, N. 99 AKINCI, E. 110 AKIȘ, N. 29, 85 AKKOÇ, T. 50 AK, S. 100 AKSU, G. 67, 89, 91 AKTAȘ, E. 74 AKTAȘ, S. 115 AKTEPE, O. C. 112 ALBAYRAK, N. 108, 112 ALDIRMAZ, N. 109 ALKAN, Ș. S. 3 ALLROTH, A. 135 ALTAȘ, A. B. 108 ALTINTAȘ, A. 13, 76 APPASWAMY, G. 81 ARAL, A. 110 ARICAN, P. 87 ARTAÇ, H. 67, 69, 78, 127, 132, 133 ASHIKOV, A. 81 ASLAN, Ö. 79 AȘIK, G. 112 ATAY, D. 87 AYDIN, K. 78 AYDIN, M. G. 107 AYDIN, N. 107 AYDOĞAN, G. 87 AYTEKİN, C. 70, 96, 98, 106, 120 AYVAZ, D. Ç. 101 AZAKLI, H. 74 AZARSIZ, E. 89, 91 C CAMCIOĞLU, Y. 117, 118, 130 CANPINAR, H. 90 CELKAN, T. 130 CHATILA, T. 120 COȘAN, F. 74 COȘKUN, D. 137 Ç ÇAĞLAR, E. 117 ÇAKAL, B. 76 ÇALIȘKAN, Ü. 127 ÇAMURDANOĞLU, B. 90 ÇAVUȘ, F. 66 ÇELMELİ, F. 64 ÇETİN, E. A. 99, 117, 118 ÇINAR, S. A. 87, 92, 105, 119 ÇİFTÇİ, İ. H. 112 ÇİFTÇİ, O. 93 ÇİLDAĞ, O. 107 ÇOBAN, C. 75 ÇOKAR, Ö. 136 B BADUR, S. 76, 105 BAĞRIAÇIK, E. Ü. 108, 112, 113, 114 BAKIR, İ. 134 BAKKER, H. 81 BARIȘ, S. 136 BARLAN, I. 18 BAȘER, D. O. 122 BAȘTÜRK, B. 31, 109, 110 139 D GERTZ, E. M. 135 GLOCKER, E. 135 GÖDEKMERDAN, A. 93, 126, 131 GÖĞÜȘ, F. 88 GÖKÇE, S. 96 GÖKTÜRK, B. 67, 69, 78, 116, 127, 132, 133 GREIL, J. 81 GRIMBACHER, B. 81, 135 GÜÇ, D. 61, 64, 90, 114 GÜÇLÜLER, G. 7, 80 GÜL, A. 66 GÜLEZ, N. 67, 89, 91 GÜNAYDIN, R. Ö. 93 GÜNEY, T. 61, 87, 99 GÜRE, A. O. 66 GÜREL, Ç. B. 92 GÜRER, M. A. 88 GÜROL, A. O. 94, 95 GÜRSEL, İ. 7, 75, 79, 80 GÜRSEL, M. 79, 80 GÜRSES, C. 136 DALAN, H. 107 DALGIÇ, B. 109 DEMİRALP, E. E. 62, 68, 74, 128, 129 DEMİRBİLEK, V. 136 DEMİREL, G. Y. 41, 115 DEMİR, G. A. 66 DEMİR, N. 126 DEMİR, T. 126 DENİZ, E. 36 DENİZ, G. 88, 92, 94, 95, 99, 117, 118, 119 DIESTELHORST, J. 81, 135 DİRESKENELİ, G. S. 136, 137 DİRESKENELİ, H. 62, 74, 137 DOĞU, F. 70, 96, 98, 106, 120 DONGEN, J. V. 132 DÖLEN, Y. 114 DUMAN, G. 87 DUMAN, T. 103, 104 DURANDY, A. 89 DÜZGÜN, N. 103 H E HAFIZOĞLU, D. 116 HASGÜR, S. 112 HASPOLAT, Ș. 72, 122 HÄTSCHER, N. 135 HAZAR, V. 64 HERSHFIELD, MICHAEL S. 69 HOLLER, E. 63 HOȘAL, A. Ș. 93 EISSNER, G. 63 EKİNCİ, N. Ç. 72, 121, 122 ELBAȘI, M. O. 62, 68, 128, 129 ERAKSOY, M. 66 ERDAĞ, E. 66 ERGÖNÜL, Ö. 129 ERGUN, T. 74 ERİKÇİ, E. 7 ERİȘKON, E. 125 ERMAN, B. 101 ERMAN, B. 36 ERTEK, M. 108 ERTEN, G. 49, 88, 99, 117, 118 ERYILMAZ, J. 36 ESENDAĞLI, G. 34, 61, 64, 90, 114 EYİGÖR, M. 107 I IRANI-HAKIMEH, N. 81 ISHII, K. 75 IȘIKSAÇAN, N. 134 IȘITMANGİL, G. 125 İ İÇÖZ, S. 66 İKİNCİOĞULLARI, A. 70, 96, 98, 106, 120 İLHAN, F. 57, 126, 131 İNAL, A. 61, 87, 90, 99 İNANÇ, N. 62, 74 F FALAY, M. 110 FİLİZ, S. 64, 72 G K GATZKE, A. K. 81 GAZİOĞLU, S. B. 117, 118 GEMİCİOĞLU, B. 88, 99, 117, 118 GENEL, F. 67 GERARDY-SCHAHN, R. 81 GERMESHAUSEN, MANUELA 70, 81, 106 KABELITZ, D. 5 KAHRAMAN, T. 7, 80 KANSU, E. 63, 90, 93 KARACA, N. 67, 89, 91 KARA, R. 67, 133 KARASU, G. 64 140 O KARATEPE, K. 7 KARTI, S. S. 115 KASAPOĞLU, P. 94, 95 KAȘGARİ, D. 88 KAYASÜ, D. 103, 104 KAYHAN, B. 124 KELEȘ, S. 69, 78, 116, 120, 132, 133 KESİKLİ, S. A. 63, 93 KESKİN, G. 61, 87, 90, 99 KILIÇ, Ö. 118 KILIÇ, S. Ș. 37, 116 KINALI, Y. 69 KIRAÇ, M. 69, 78, 116, 127, 132, 133 KLEIN, C. 81, 135 KOÇAK, B. 128 KOLETZKO, S. 135 KOȘER, M. 117, 118, 134 KOTLARZ, D. 135 KÖKSALAN, O. K. 117, 118 KÖKSOY, S. 72 KÖROĞLU, M. 100 KRATZ, C. 81 KREIPE, H. 135 KURȘUN, A. Ö. 94, 95 KURTOĞLU, E. L. 124 KÜÇÜKSEZER, U. C. 88, 94, 95, 117, 118, 134 KÜPESİZ, A. 64 KÜRÜTÜNCÜ, M. 66 KÜTÜKÇÜLER, N. 67, 89, 91 ONARAN, İ. 92 ORAL, H. B. 19 Ö ÖKTEN, Z. 74 ÖLMEZ, Ü. 103, 104 ÖREN, S. 111 ÖZBEK, U. 66 ÖZDEMİR, A. 94, 95 ÖZDEMİR, E. 90 ÖZDEMİR, F. T. 62, 68, 74, 128 ÖZEK, E. 130 ÖZEN, C. 80 ÖZER, A. 100 ÖZER, N. 105 ÖZIȘIK, L. 61, 87 P PELLIER, I. 81 PERRO, M. 135 PETROPOULOU, T. 81 PFEIFER, D. 135 PICARD, C. 116 PİȘKİN, T. 124 POLATLI, M. 107 POLAT, N. G. 105 R L RAMA, D. 61 REİSLİ, İ. 39, 67, 69, 78, 116, 127, 132, 133 REZAEI, M. 81 RUSTAMOVA, G. 85 LACHER, M. 135 LEE-GOSSLER, J. 81 LOCATELLI, F. 10 M S MAAREL, S. M. V. D. 98 MINKOV, M. 81 MISIRLIOĞLU, H. 111 MORETTA, A. 10 MORETTA, L. 10 MÖNCKEMÖLLER, K. 81 MUMCU, G. 74 MURUGAN, D. 135 MUȘABAK, U. 111 MÜLLER, A. 82 SAÇKESEN, C. 15 SAFRAN, N. 105 SAĞKAN, R. İ. 90, 99 SAİP, S. 76 SALLAKÇI, N. 72, 121, 122 SALZER, U. 81, 135 SANAL, Ö. 101 SARI, S. 109 SARPER, N. 87 SATMAN, İ. 119 SAUERBREY, A. 135 SAUER, M. 135 SCHÄFFER, A. A. 81, 135 SEGAL, A. W. 135 SERTER, M. 107 SHAH, N. 135 N NALBANTOĞLU, S. 86 NOYAN, F. 81, 135 NUSTEDE, R. 135 141 UYGUN, V. 64 UYSAL, S. 136 UZUNALAN, M. 128 SIRMA, S. 74 SİVA, A. 76 SNAPPER, S. B. 135 SOĞUKSU, P. 105 SOMER, A. 136 SÖNMEZ, C. 88 SULTÜYBEK, G. K. 92 SYKORA, K. 135 Ü ÜNAL, B. 124 ÜN, M. 36 ÜNVER, N. 64 ÜSTEK, D. 74 Ş V ȘAHİN, G. 120 ȘAHİN, İDRİS 124 ȘEN, H. S. 87 ȘİMȘEK, B. 111 ȘİMȘEK, İ. 79 ȘİMȘEK, N. G. 107 ȘİRVAN, Ș. 61 VURAL, B. 66 W WEEMAES, C. M. 98 WELTE, K. 81 WOELLNER, C. 135 WOJCIECHOWSKA, K. 85 T Y TABEL, Y. 124 TANIR, G. 98 TANYILDIZI, S. 93 TAȘKAPAN, H. 124 TATLI, İ. A. 62, 128 TAYFUN, F. 64 TEZCAN, İ. 101 TIĞLI, D. 86 TİMUR, Ç. 87 TİNÇER, G. 7, 75 TİYEKLİ, D. 85 TOKTAY, T. 117, 118 TOPRAK, H. İ. 124 TORUN, M. 121 TULUNAY, A. 62, 68, 74, 128, 129 TUTKAK, H. 44, 103, 104 TUTLUOĞLU, B. 92 TUYGUN, N. 70, 96, 98, 106 TÜRKKAN, E. 87 TÜRKMEN, A. 128 TÜYSÜZ, G. 130 TÜZÜN, E. 66 YAĞCI, F. C. 7, 79 YAKUPOĞULLARI, Y. 100 YAMAN, M. 113, 114 YAPICI, Z. 136 YAVUZ, E. 112 YAVUZER, U. 72 YAZGAN, A. S. 82 YAZICI, Ç. İ. 119 YEĞİN, O. 64, 72, 122 YENİSEY, Ç. 107 YENTÜR, S. P. 136 YEȘİLİPEK, A. 64 YILDIRIM, S. 133 YILMAZ, A. 87, 117, 118 YILMAZ, M. T. 94, 95 YILMAZ, V. 99, 137 YÜCEL, A. A. 12, 88 Z ZEIDLER, C. 81 ZEKİROĞLU, E. 88 U UĞUREL, E. 66 UYAR, Y. 110 UYGUN, D. F. K. 64, 72, 121, 122 142 INSTRUCTIONS FOR AUTHORS Turkish Journal of Immunology (Türk ømmünoloji Dergisi) (ISSN 1301-109X) accepts original articles, case reports, short communications, invited reviews and editorial papers, on condition that they have not been published elsewhere previously but in abstract form. The editors will consider for publication all suitable papers dealing directly or indirectly with immunology. The editors also encourage submission of book reviews, reports of meetings and correspondences on subjects within the scope of immunology. The official languages of the journal are Turkish and English. All papers are subject to editorial revision for purpose of conformity to the style adopted by the journal. All rights of reproduction are reserved in respect of all papers published in this journal. Submission of manuscripts All manuscripts must be submitted via the online submission system after logging on to the website www.turkimmunoloji.dergisi.org . Authors who have any queries can contact the following addresses: Prof. YÕldÕz CamcÕo÷lu Editor in Chief østanbul Universitesi, Cerrahpaúa TÕp Fakültesi, Çocuk Sa÷lÕ÷Õ ve HastalÕklarÕ Anabilim DalÕ, Cerrahpaúa, østanbul, TÜRKøYE E-mail: camciy@yahoo.com Prof. Günnur Deniz Editor in Chief østanbul Universitesi, DETAE, ømmünoloji Anabilim DalÕ VakÕf Gureba Cad. ùehremini, 34393, østanbul, TÜRKøYE gdeniz@istanbul.edu.tr Prof. H. Barbaros Oral Managing Editor Uluda÷ Üniversitesi TÕp Fakültesi TÕbbi Mikrobiyoloji Anabilim DalÕ ømmünoloji Bilim Dali 16059 Nilüfer, Bursa, TÜRKøYE oralb@uludag.edu.tr Online Submissions Only online submissions are accepted for quick peer-review and to prevent delay in publication. Manuscripts can be submitted online at www.turkimmunoloji.dergisi.org. The online system consists of four main parts: manuscript submission module (MSM), editorial module, admin module and referee module. The editorial module, admin module and referee module work on the background and will not be open to the enduser. The term module used in this document refers only to the MSM. As part of the peer-review system, authors will also receive the referee reports and can observe the current status of their manuscript(s) online. An online help is also available during the submission process. Supported formats Supported fonts Supported images Supported formats Supported fonts Supported images .doc or .docx (MS Office for Windows or Macintosh) .rtf (rich text format) Arial Times Helvetica Times New Roman Courier .bmp .jpg .jpeg .gif .tif 143 The module accepts the body of the manuscript as a whole document; thus, documents should be completed as a .doc or .rtf file before submission. The supported file extensions, fonts and other formats are given in Table. All corresponding authors should be provided a password and an username after providing the information needed. After logging on the article submission system with your own password and username, please read carefully the directions of the system to provide all needed information in order not to delay the processing of the manuscript. Attach the manuscript, all figures, tables and additional documents. Please also attach the coverletter with “Assignment of Copyright and Financial Disclosure” forms, check-list of below mentioned guidelines according to the type of the manuscript. All pages are supported with help menus; if you require additional help or experience a problem, please send an email to oralb@uludag.edu.tr. Editorial Policies All manuscripts will be evaluated by the scientific board for their scientific contribution, originality and content. Authors are responsible for the accuracy of the data. The journal retains the right to make appropriate changes on the grammar and language of the manuscript. When suitable the manuscript will be send to the corresponding author for revision. The manuscript, when published, will become the property of the journal and copyright will be taken out in the name of the journal. Articles previously published in any language will not be considered for publication in the journal. Authors can not submit the manuscript for publication in another journal. All changes in the manuscript will be made after obtaining written permission of the author and the publisher. Full text of all articles can be downloaded at the website of the journal www.turkimmunoloji.dergisi.org Preparation of Manuscripts The "Journal of Immunology” follows the “Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals” (International Committee of Medical Journal Editors: Br Med J 1988; 296: 401-5). Upon submission of the manuscript, authors are to indicate the type of trial/research and provide the checklist of the following guidelines when appropriate: Consort statement for randomized controlled trials (Moher D, Schultz KF, Altman D, for the CONSORT Group. The CONSORT statement revised recommendations for improving the quality of reports of parallel group randomized trials. JAMA 2001; 285: 1987-91), the QUOROM statement for meta-analysis and systemic reviews of randomized controlled trials (Moher D, Cook DJ, Eastwood S, Olkin I, Rennie D, Stroup DF. Improving the quality of reports of meta-analyses of randomized controlled trials: the QUOROM statement. Quality of Reporting of Meta-Analyses. Lancet 1999: 354: 1896-900) and the MOOSE guidelines for metaanalysis and systemic reviews of observational studies (Stroup DF, Berlin JA, Morton SC, et al. Metaanalysis of observational studies in epidemiology: a proposal for reporting Meta-analysis of observational Studies in Epidemiology (MOOSE) group. JAMA 2000; 283: 2008-12). Human and Animal Studies Manuscripts submitted for publication must contain a statement to the effect that all human studies have been reviewed by the appropriate ethics committee and have therefore been performed in accordance with the ethical standards laid down in an appropriate version of the 1975 Declaration of Helsinki. It should also be stated clearly in the text that all persons gave their informed consent prior to their inclusion in the study. Details that might disclose the identity of the subjects under study should be omitted. Reports of animal experiments must state that the “Principles of Laboratory Animal Care” (NIH publication No. 86-23, revised 1985) were followed, as well as specific national laws where applicable. The editors reserve the right to reject manuscripts that do not comply with the above mentioned requirements. The author will be held responsible for false statements or for failure to fulfill the above mentioned requirements. In a coverletter the authors should state if any of the material in the manuscript is submitted or planned for publication elsewhere in any form including electronic media. The coverletter must contain address, telephone, fax and the e-mail address of the corresponding author. 144 Conflict of Interest Authors must indicate whether or not they have a financial relationship with the organization that sponsored the research. They should also state that they have had full control of all primary data and that they agree to allow the Journal to review their data if requested. Therefore manuscripts should be accompanied by the “Conflict of Interest Disclosure Form.” The form can be obtained from the journal webpage (www.turkimmunoloji.dergisi.org). Copyright The author(s) transfer(s) the copyright to his/their article to the Turkish Journal of Immunology effective if and when the article is accepted for publication. The copyright covers the exclusive and unlimited rights to reproduce and distribute the article in any form of reproduction (printing, electronic media or any other form); it also covers translation rights for all languages and countries. For U.S. authors the copyright is transferred to the extent transferable. Manuscripts must be accompanied by the “Copyright Transfer Statement”. Manuscript Specifications The manuscript, figures and tables, prepared under "Microsoft Office Word program", double spaced on one side of A4 sized page, with margins of at least 25 mm should be submitted. Original articles should not exceed 15 pages including the tables and figures. Brief reports should not exceed 5 pages including one figure and/or maximum two tables. Title Page The first page should include (a) the title of the article in a concise but informative style, (b) first name, middle initial and last name of each author, (c) name of department(s) and institution(s) to which the work should be attributed, (d) name, address, telephone and fax numbers and e-mail address of the corresponding author, (e) name and address of the author to whom requests for reprints should be addressed, (f) source(s) of support in the form of grants, equipments, drugs, etc.,(g) a short running title of no more than 40 characters. Abstract All manuscripts should be accompanied by a structured abstract. Word limitation is 200 words for original articles and 150 words for brief reports and case reports. The abstract should state the purpose of the study or investigation, basic procedures, methods, main findings, specific data, statistical significance and the principal conclusions. Key Words Below the abstract provide up to 3-6 key words or short phrases using the Medical Subject Headings List of Index Medicus. Do not use abbreviations as key words. The text of an original article should be divided into sections of Introduction, Materials and Methods, Results and Discussion. Other types of articles such as case reports, reviews and perspectives will be published according to standard formats. Introduction State concisely the purpose and rationale for the study and cite only the most pertinent references as background. Materials and Methods Describe your selection of the observational or experimental subjects clearly. Identify the methods and procedures in sufficient detail to allow other investigators to reproduce the results. Give references to established methods, including statistical methods, brief modified methods, give reasons for using them and evaluate their limitations. Identify all drugs and chemicals used, including generic name(s), dose(s) and route(s) of administration. Describe statistical methods in enough detail to provide a knowledgeable reader without access to the original data to evaluate the reported results. Give details about randomization, describe treatment complications, give number of observations, specify any computer program used. When reporting experiments on human subjects indicate whether the procedures followed were in accordance with the ethical standarts of the responsible committee on 145 human experimentation. Do not use patient’s name, initials, or registration numbers especially, on any illustrative material. Results Present the detailed findings supported with statistical methods. Figures and tables should supplement, not duplicate the text; presentation of data in either one or the other will suffice. Emphasize only your important observations; do not compare your observations with those of others. Such comparisons and comments are reserved for the discussion section. Discussion State the importance and significance of your findings but do not repeat the details given in the Results section. Limit your opinions to those strictly indicated by the facts in your report. Compare your finding with those of others. No new data are to be presented in this section. Acknowledgements After the discussion section, one or more statements can be made to acknowledge (a) contributions which do not justify authorship, (b) technical help, (c) financial and material support, specifying the nature of the support. References Identify references in text, tables and legends by Arabic numerals in parentheses. Number references consecutively in the order in which they are first mentioned in the text. List all authors and/or organizations. The titles of the journals should be abbreviated according to the style used in Index Medicus. Consult List of Journals Indexed in Index Medicus. Include among the references, papers accepted but not yet published, and those submitted only, too. Examples of references 1.Journal article: YazÕcÕ H, Akogan G, Yalcin B, Muftuoglu A. The high prevalence of HLA B5 in Behçet’s disease. Clin Exp Immunol, 1977; 30:259-261. 2. Journal article, in press: Gudelj, L, Deniz G, Rukavina D, Johnson PM, Christmas SE. Expression of functional molecules by human CD3 decidual granular leucocyte clones. Immunology, 1996; (in press). 3. Journal article submitted for publication: Akdeniz H, Ozdemirli M, Rodgers O, El-Khatib M, Shirahama T, Ju ST: Modified apoptosis (submitted for publication). 4. Complete book: Mazza J (ed). Manual of Clinical Hematology. Boston: Little Brown and Company, 1988. 5. Chapter of book: Lunkens JN. Immune deficiency diseases: Inherited and acquired. In: Lee GR, L, Bithell TC, Foerster J, Athens JW, Lukens JN, eds. Wintrobe’s Clinical Hematology. 9th ed. Philadelphia: Lea and Febiger, 1993; 1676-1703. 6. Abstract: Greco C, Gandolfo GM, Alvino S, Cianciulli AM, Venturo I, Lopez M, Vitelli G, Franca AM, Ameglio F: Tumor-associated MGUS (monoclonal gammopathies of uncertain significance): differences in serum levels of IL-6 (interleukin-6) and other markers. Proc Am Soc Clin Oncol, 1993; 408: 1397 (abstract). 7. Correspondence: Ozsoylu S.. Idiopathic thrombocytopenic purpura. Acta Haematol, (Basel) 1994; 92:55 (letter). Tables, figures and pictures Tables should be created in your original word-processing software or inserted in the original file from excel or another compatible software. Please ensure the table or figure created complies with the limitations mentioned in Table. Tables created as a picture file are problematic and are not advised. Figures should be embedded in the original file, but the system also requires that they be sent separately. The supported image files are given in Table. Each figure must have an accompanying legend defining abbreviations or symbols found in the figure. Units of Measurement Measurements should be reported in the metric system in terms of the international System of Units 146 (SI), Consult SI Unit Conversion Guide, New England Journal of Medicine Books 1992, when necessary. Abbreviations and Symbols Use standard abbreviations. Avoid abbreviations in the title and abstract. The full term for which an abbreviation stands should precede its first use in the text unless it is a standard abbreviation. Special characters not available on the keyboard can be accessed either from the insert menu (select symbol) or by selecting symbol as a font from the font window of the formatting toolbar. Please check these characters in your original file and proofs as the softwares tend to replace these characters with others if they are unreadable. Peer Review Manuscripts that have passed an initial screening by the Editors are reviewed by members of the Editorial Board and/or other experts in the field. The Editors select the reviewers and make the final decision on the manuscript. Referees who review a manuscript remain unknown to the authors. Every manuscript is treated by the Editors and reviewers as privileged information, and they are instructed to exclude themselves from review of any manuscript that may involve a conflict of interest or the appearance of such. Revised Manuscripts Following initial peer-review, articles judged worthy of further consideration often require revisions. Revised manuscript generally must be received within 2 months of the date on the initial decision. Extensions must be requested from the Associate Editor at least two weeks before the 2-month revision deadline expires. Otherwise Turkish Journal of Immunology will reject manuscripts which are not received within 2-months of the date on the initial revision decision. All reviewers’ comments should be addressed and revisions made should be started with page and line of the text. Authors are responsible for the truth of presented data and references. The Editors have the right to withdraw or retract the paper from the scientific literature in case of proven allegations of misconduct. A Copyright Transfer and Conflict of Interest form, signed by all authors, must also be submitted by fax to +90 224 2954149 or by e-mail (after scanning). Both forms can be found at the website www.turkimmunoloji.dergisi.org. Proofreading Authors of accepted manuscripts will receive electronic page proofs directly from the printer and are responsible for proofreading and checking the entire article, including tables, figures, and references. Page proofs must be returned within 48 hours to avoid delays in publication. English-language editing All manuscripts are professionally edited by English language editor before publication. Online Early Turkish Journal of Immunology publish abstracts of accepted articles online in advance of their publication in a printed issue. Reprints Up to 20 reprints will be supplied to the submitting author, free of charge. Additional reprints may be ordered when the paper is accepted and are subject to fee. Society and Journal Websites: www.turkimmunoloji.org.tr (Turkish Society of Immunology) www.turkimmunoloji.dergisi.org (Turkish Journal of Immunology) Ø Citation of published manuscripts in Turkish Journal of Immunology should be as follows: Akkoc T, Arikan C, Ozdemir C, Bahceciler NN, Barlan IB. Mycobacterium Vaccae Immunization to Pregnant Balb/C Mice Downregulated IL-5 Cytokine Levels in Splenocyte Cultures of Offsprings, Turk. 147 J. Immunol. 2002; 7:25-28. Ø The Journal name should be abbreviated as “Turk J Immunol” © All rights of the articles published in Turk J Immunol are reserved by the Turkish Society of Immunology. 148