atatürk ve matematik - Atılım Üniversitesi

Transkript

atatürk ve matematik - Atılım Üniversitesi
ATATÜRK VE MATEMATİK
Konuşmacı: Prof. Dr. Hilmi Hacısalihoğlu
Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu
Tarih: 11.03.2009
Sunucu: Prof. Dr. Hilmi Hacısalihoğlu 1942 yılında Trabzon‟da doğdu. 1963 yılında Ankara
Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Astronomi Bölümü‟nden mezun olduktan sonra 1963–
1969 yılları arasında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü‟nde asistanlık
yaptı. 1966 yılında “Bir Uzay Eğrisinin Frenet Üçayaklısının Hareketi” konusunda doktorasını
tamamlayan Sayın Hacısalihoğlu Amerika‟da Brown Üniversitesi‟nde Araştırma Uzmanlığı
yaptı. 1972 yılından Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi‟nde “Bir rengle yüzeyin adımı” başlıklı
teziyle doçentlik unvanını kazandıktan sonra 1972–1977 yılları arasında Ankara Üniversitesi
Fen Fakültesi‟nde “n boyutlu öklid uzayında hareket geometrisi” konusundaki profesörlük
teziyle Geometri Profesörü oldu ve aynı fakültede profesör kadrosuna atandı, hala aynı
görevini sürdürmektedir. Sayın Hacısalihoğlu 1978–1981 yıllarında İnönü Üniversitesi Temel
Bilimler Fakültesi Dekanlığı ve 1982–1988 yıllarında Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Dekanlığı yaptı. Prof. Dr. Hacısalioğlu ayrıca 1980 yılından itibaren Balkan
Matematik Olimpiyatı Organizasyon Komitesi Üyeliği ve 1983 yılından itibaren de Balkan
Matematikçiler Birliğinde Başkan Yardımcılığı görevini yapmaktadır. Bunun yanında Türk
Matematikçiler Derneği ve Avrupa Matematikçileri Derneği gibi yurt içi ve yurt dışı bilimsel
kuruluşlarda üyelikleri vardır. Prof. Dr. Hilmi Hacısalihoğlu “Cebir ve Geometri” dalında
çalışmakta ve özellikle “Differansiyel Geometri ve Hareket Geometrisi” üzerinde araştırmalar
yapmakta ve araştırmacılar yetiştirmektedir.
Prof. Dr. Hilmi Hacısalihoğlu: Atatürk‟ün matematik yönüyle ilgili birkaç önemli
vurgulamada bulunacağım. Biz Atatürk‟ün çok yönlerini biliyoruz, ama çok büyük bir
matematik yönü de vardır. Bunun nereden kaynaklandığı hususu da önemli. Ben TOBB
Üniversitesi‟nde bir konuşmada bulundum. Oradaydı Tuncay Bey “Bunu bir de bize yapar
mısınız?” dedi. Hay hay dedim. Size neden yapmayayım. Siz benim mahallemdeki bir
üniversitesiniz ben şurada Taşpınar Mahallesinde oturuyorum. Taşpınar Mahallesi şurada
hemen 6 kilometre şehir tarafında, orada oturuyorum ve gurur duyuyorum. Böyle güzide
böyle genç bir üniversitenin benim mahallemde olmasından çok haz duyuyorum.
Büyük Atatürk öğrenciliğinden beri matematiğe çok önem veren, o tarafta kabiliyeti olan bir
insandı. Bilirsiniz matematik hocası onu çok beğenmiş, ona bir de Kemal adını koyalım sen
bu yaşta kemale erdin anlamında demiş. Bunlar değildir Atatürk‟ün matematikle ilgisi
Atatürk‟ün matematikle ilgisini, dünya tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olan “Türev
Limit İntegral” kavramlarının devreye girdiği yıllardan sonra dünyada ne gibi değişiklikler
oldu, onlara bakarak matematiğin bizim hayatımızda ne kadar önemli olduğunu anlamanız
mümkündür. Öğrenciler bilhassa lise öğrencileri çok sorarlar. Dört işlemden sonra daha ne
var ki, bu matematik neye yarar ki, derler. Bu dünyanın beş milyar yıl civarında bir geçmişi
olduğunu söylüyorlar. İnsanlar bunun üstünde ne kadar zamandan beri var. Bir takım
deneyler var, fosiller var.
Java Adası‟nda bir insan fosili bulunmuş daha sonra ondan çok daha eski bir diğeri
bulunmuş. İnsanların bunun üstünde kaç yıl yaşadıkları, maymuna dayanmıyor, insanlara
dayanıyor münakaşası gazetelerde radyolarda gene yer aldı. Eğer maymuna dayanıyorsa
çok daha eskiye gider. Ama ne yaptı insanlar diferansiyel integral devreye girinceye kadar?
Hiçbir şey yapamadılar. Kağnı, tekerlek, kazma, kürek; başka bir şey yapamadı insanlar.
Diferansiyel integral hesap 200 yıldır devrededir, yuvarlak konuşuyorum daha da az. Ondan
sonra neler yaptık bir bakın. En önemlisi Faraday‟ın 1830 yılında elektriği; dini inançlarından
kehribar denen o nesne de bir tılsım var. Taamüm bize bir kopya veriyor. Bu kopyayı ben
çözmeliyim diyor.
1
Rüyalarına giriyor, uğraşıyor deniyor çok büyük zorluklarla okuma öğrenmesi gerektiğini
öğreniyor. 6 çocuklu bir fakir bir ailenin çocuğudur. Verilen işin dışında zaman harcamaması
isteniyor. O gizli gizli gidiyor. Okuyacağı İngilizcenin de alfabesi yok. Şimdi sizin uğraştığınız
gibi o da uğraşıyor. Nasıl yazıldığı belli değil, nasıl okunduğu hiç belli değil, böyle bir dili bir
derece öğreniyor ve ondan sonra cilthanede çalışıyor, kitapları ciltleyen yerde. Bu hususla
ilgili resimleri görünce hemen onları alıyor ama yazıları okuyamadığı için dertleniyor, o
zorlukları da aşıyor. Bir laboratuvarın süpürgecisi olarak nihayet elektriği buluyor. 34 yıl
boyunca hırsız deniliyor ona. O laboratuvarın mensupları bilhassa laboratuvarın sahibinin
hanımı “hırsız bu” diyor. Benim kocamın laboratuvarından çaldı da bir şeyler getirdi ortaya.
Ama akademi onu üyeliğe kaydediyor. Fakat ikna edemiyor. İşte matematik orada da işe
yarıyor. Maxwell 34 yıl sonra 1865‟te Türevi kullanarak Faraday‟ın buluşunun tescilini
yapıyor. Dünyada çok büyük bir yankı uyandırıyor. Herkes susuyor matematiğin karşısında
direnecek halen dünyada kimse yok. Fransa‟yla İngiltere o zaman harp halinde Napolyon‟da
Fransa‟nın komutanı harbı seven bir insan İngilizlerin kanını içse doymayacak kadar kin dolu
ama şaşkına dönüyor. Faraday‟ın bu büyüklüğünün karşısında bırakıyor herşeyi Fransa‟nın
en büyük nişanını Faraday‟a gönderiyor en büyük ödülünü. Faraday‟ın kapısında kuyruklar
var, herkes elini öpüyor. Arkasından elektrik çıktığı için motorlar, lambalar, telefonlar, halen
cebimizdekiler hep bunlar Faraday‟ın bu girişiminin sonucu olan gelişmeler onların hepsi 200
yıl içinde ve insanoğlu daima daha diyor daha diyor daha istiyor.
Bu dahalara da cevap verecek olan gene matematiktir. Nedir o dahalardan birisi? Ay ve
Güneş tutulmalarının matematikle açıklanması. Depremi de bulun depremden de kurtarın bizi
diyor insanoğlu en büyük felaket o. Her an İstanbul‟da deprem olabilir. Ama ne zaman
olacak, ne kadar şiddette olacak bir şey bilmiyoruz. Birisi çıkıpta bunun şiddetini, gününü
tayin etse ne kadar büyük bir hizmet olur insanlığa. Bu dahalardan birisi budur metamatiğin
bugün çözeceği en büyük problem deprem problemidir. Bunu da çözecek ama matematiğin
acelesi yok. Neler çözdü, neler çözüyor, neler çözecek. Bir diğeri de bu insanlığın büyük bir
problemden kurtarmanın gayreti içindedir. Bir tek alfabe yapmaya çalışıyor matematik. Bir
Rusça yazılmış makaleyi alıp üstünde matematiğin sembolleri değiştirilmemiş, Japonca olan
bir taneyi alın semboller değişmemiş. Matematiğin kendine mahsus bir alfabesi var yavaş
yavaş hiç acelesi yok. O alfabeyi dünyanın tek alfabesi yapmak gayreti içindedir matematik.
Bu da çok büyük bir hizmet olur insanlığa. Ben öğrenebilsem kaç tane lisan öğrenebilirim. Bir
tek lisan olsa da şunu öğrenipte kurtulsam herkesle kucaklaşsam, konuşsam anlaşsam böyle
matematiğin önemini söyledikten sonra büyük Atatürk 1865‟li yıllarda olanları duymuş
öğrenmiş matematiğin tek kurtarıcı olduğunu görmüş ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir
fendir. İlmin ve Fenin dışında bir yol aramak gaflettir delalettir” demiş. Niye demiş bunu işte
buradan anlıyoruz. Bizim ülkemizde Matematik, Fizik, Fen, Cumhuriyet‟ten sonra çok önemli
bir şekilde sahneye geldi ve şimdi siz hep fen dallarını tercih ediyorsunuz. Fizikçi olmak
istiyorsunuz ya Bilgisayar diyorsunuz, ya Matematik diyorsunuz, ya Kimya diyorsunuz ya da
dil diyorsunuz. Dil de matematiktir. Eğer bir fırsatım olursa göstereceğim. Dil Matematiğin ta
kendisidir. Matematik dildir, dil matematiktir. Böyle bir dünyada Atatürk matematiğin değerini
anlamış. Silahını yanına koymuş tabancasını da beline koymuş oturmuş bize bir geometri
kitabı da yazmış. O geometri kitabını bize niye yazmış? Duysunlar benim yazmak istediğim
bir kitap olsa matematikle ilgili yazarım. Çünkü en önemli olan odur diye ve terimleri başlamış
Türkçeleştirmeye. Bir de alfabe yapıyordu Atatürk. İçinden çıkılması zor bir alfabeyle karşı
karşıyaydık. Yalnız bizim başımız değildir alfabeyle dertte olan; Japonların, Çinlilerin de
başları derttedir. Ama onların Atatürk gibi bir dehaları çıkmadığı için halen o çamurun içinde
boğuluyorlar. Bir Japon kırk bin resimi ezberlemezse sevgilisine seni seviyorum diye
yazamıyor. Gelen mektubu okuyamıyor üstten aşağı bir sürü resimler. Bir İngiliz How do you
spell it? Sorup duruyor Samsun‟un “S”‟si Trabzon‟un “T”‟si falan diye demezsen yazamıyor.
Çünkü duyduğunun hangi harfe karşılık geldiği belli değil. Bir Schmidt ifadesinde ya
Schmidt‟in kim olduğunu söyleyeceksiniz ya da S-C-H-M-I-D-T” bir daha “T” olacak Schmidt
bu matematikçi olandır oduncu daha değişiktir.
2
Böyle bir problem var dünyada. Atatürk bu önemli problemi de çözmeliyim dedi. Sadece
düşmanı kovmak yetmez. Geride kalanlar anlaşabilmeliler, birbirlerine yazabilmeliler,
okuyabilmeliler. Bize bir alfabe yapmaya kalktı. Rahat duruyor muyuz? Efendim o Macar var
ya casus o seni kötü yola sevkedecek. Sen kendi alfabenden niye ayrılıyorsun demiş.
Atatürk‟ün matematik tarafı vardı. Çok rahat doğruyu görüyor ve kararını veriyordu. Bize bir
alfabe yaptı 29 harf. Eksikleri vardır tamamlarız onu biz. Türk Dünyası demir perde
yıkıldıktan sonra onların sayısını 34‟e çıkardık ve ortak bir alfabe duyuruyor. Kiril Alfabesini
bırakıyor bizim alfabemizle yazmaya okumaya çalışıyorlar. Üç kere müselle istiyorlardı.
Atatürk ne kadar rahat Batı Dünyası “Üçgen” demiyordu “Üç açı” diyordu “Triangle”. Hayır,
Atatürk “Üçgen” diyeceğiz dedi “Üçgen Dörtgen Beşgen engen” sonsuza kadar. Bunların ilk
kelimeleri bir yere koymak lazım. Duysun millet okudu bize bir geometri kitabı yazdı. Bu
geometri kitabını 30 seneden beri yaptığımız bütün matemetik sempozyumlarında böyle
güzeli yoktu. İlk ciltleri çok fakirdi 10 kuruştur tanesi. Bir sempozyuma giderken ben 200–300
tane alıp götürüyordum. Bir fırsat bulup soruyordum. Atatürk‟ün bir Geometri Kitabı olduğunu
bilmeyen var mı? Ses yok. Bilen var mı? İlk sorduğumda yok, ikinci bir sene sonra
sorduğumda 3–5 kişi derken şimdi bu kitapların sürümü arttı. Herkesin elinde var ve bunu
bizim Türk Dil Kurumumuz çok güzel bir cilt haline getirdi ve Atatürk‟ün ilk matematik
kavramlarını koyduğu üçgene müsellese üçgen dediği dörtgen dediği türevi integrali dahi
Türkçeleştirdiği bir tarafı var Atatürk‟ün. Atatürk‟ün matematiğe olan bu sevgisinden
hayranlığından biz çok yararlandık. 6–7 sene Arapça öğrenmeye başlayacaksınız ki ondan
sonra bir üçgenin alanı tabanıyla o tabana ait yüksekliğin çarpımının yarısıdır diyebilirsiniz.
Bir üçgenin alanı bir taban ve ona ait yüksekliğin çarpımının yarısıdır demek öyle kolay değil.
Dikdörtgendeki değişiktir. Ondan sonra daha ne kavramlar çıkıyor. Şimdi bizim gençlerimiz
katagorilerden bahsediyor manifoltlardan bahsediyor link gruplarından bahsediyor. Topolojiyi
devreye soktular. Hepsini içine alan bir bütünlemeler yapıyorlar ve sizler bakın Atatürk‟ün
müsellese üçgen dediğini görüyorsunuz, ama sizler daha neler diyorsunuz. Niye çünkü
başlarken bir alt deyim kazandınız. Ondan sonra da hep kazanıyorsunuz. Bu bakımdan ona
çok müteşekkiriz. Aya gidiş matematik olmazsa olmazdı. Bir eğrinin bir noktasındaki teğetinin
eğimi o eğriye ait fonksiyonun o noktadaki türevidir. Bunu liselerden bilirsiniz. Onun bir
uygulamasıdır aya seyahat.
Bakın buradan ateşliyoruz. Doğrudan aya
doğru gidemiyoruz henüz. Belli bir yüksekliğe
çıktıktan sonra bu eğrinin yörüngesini boşluğa
doğru dalıp gitmesin diye dünyanın etrafında
bir yörüngeye otursun diye bu kapsüle
koyulmuş roketler vardır. Bu yörünge daha
önceden bellidir bizim için. Hangi noktada
yörüngeye gireceğini de biliyoruz. O roketi
öyle yerleştirdik ki o eğrinin teğetinin eğimine
eşit bir eğimle yörüngeyi çizsin diye. Burada
roketi ateşliyoruz. Bana göre sol tarafta roketi
ateşliyoruz ve yörüngeye giriyor. Böyle dolanıp
dursun istemiyoruz. Bir müddet sonra bu
yörüngeden çıkması lazım. Başka bir roket var
onu ateşliyoruz çıkıyor yörüngeden. Devam
3
ediyor boşluğa doğru Ayın etrafına geldiği zaman boşluğa
dalıp gitmesin diye bir daha ayın etrafındaki bir yörüngeye
oturtmamız lazım onu gene aynı şekilde oraya oturtulmuş
bir roket var. Eğimi bu yörüngenin teğeti eğimine eşit onu
ateşliyoruz ve ondan sonra bu yörüngeye giriyor. Ondan
sonra bir diğeri roketi ateşliyoruz. Paraşütlerini de açıyor
aya iniyor. Amstron diyor ki insanlık için çok büyük bir
adım bizim için bir düğme. Türevin çok basit bir
uygulaması ben 1953‟te ortaokulda okurken bunları
senaryo olarak bir dergide yazıyorlardı. Bir dergi geliyordu
bize aya seyahat resmi üstünde. Çok merak ediyordum
içinde üç beş tane de problem vardı ortaokul öğrencileri
için. O problemler zordu. Onları çözebilenlere de
matematik hocamız bir hediye veriyordu. O hediyeleri
almak bir yana bir de bu nasıl olacak bu iş diye merak edip okuyordum. Hiçbir ilave yok aynı
o senaryolar sadece teknolojiye uygulamışlar. Bir eksiğimiz var bu 2–3 sene evvel olamazdı.
Niye olamazdı? Türev o kadar yaygın değildi yoktu. Bir de teknoloji yoktu, elektrik yoktu.
Elektrik olmadan neyle gidecekti oraya doğru. Hepsi biraz oradan biraz buradan arının
kovana bal gelip yapması gibi birleşerek bugünkü medeniyete geldik. Aya gittik. Bitti mi yok
daha mı var ne şimdi Mars‟a gidelim. Nereye gidelim Mars‟ta kalalım mı? Hayır. Jüpiter‟e mi
gidelim? Jüpiter‟in Europa diye bir uydusu var. Bunlar şimdi epey arttılar 20‟nin üstünde
Jüpiter‟in uydularının sayısı ama bu Europa çok önemli bundan 5–6 sene evvel bir olay oldu.
Onun üstüne bir başka gök cismi düştü ve bir hayli resimleri de çekildi. Konferanslar yapıldı.
Anstronomlar bu hususta çok güzel tespitler yaptılar ve bu vesileyle gündeme geldi. Efendim
ırmaklar görmüşler. Kurumuş ırmaklar belki buzdur ama ne olursa olsun orada bir zamanlar
su vardır hayat da vardır. Amerika‟da bir kuruluş imar planını yaptırdı ve arsalar satıyor
Europa‟dan. Sıraya girenler var. İnsanlar bu kadar çok arzulu, bu kadar çok istekli, bu kadar
çok daha daha daha diyen bir yapıya sahipler bu oldukça da bu gezegen üzerinde ömrümüz
olsa da dahalardan bir kısmını daha görebilsek, Atatürk bunları önceden sezmiş. İstikbâl
göklerdedir derken bir tayyareyi bahsetmemiş yeni anlıyoruz daha. Bir uçak düşünmemiş. Ne
düşünmüş?
Bakın üç tane cisim var burada. Birisi Güneş, birisi Ay birisi de Dünya, şurası Dünya,
Dünya‟nın etrafında Ay tabii Güneş‟in etrafında da Dünya Ay‟la beraber üç cisim bu üç cisim
matematikte, mekanikte, fizikte üç cisim problemi olarak çok eskiden beri incelenmektedir.
Ama yeni keşfettik. Bu üç cismin sayesinde bunların yerleştiği bu bölgede bu geniş bölgede
beş tane önemli alan vardır. Ne Güneş‟ten, ne yerden, ne de Ay‟dan etkilenmez. Eğer oraya
bir anten (Fransa yapıyor bizim için uçuruyor) oturtabilirsin, biz hiçbir enerji sarfetmeden
çünkü Güneş onu rahatsız etmeyecek, Ay etmeyecek yer etmeyecek ve orada çok ucuz ve
uzun süre görev yapabilir. Şimdi bu bölgelerin peşine düştüler. 150 tane bilgisayarı birbirine
bağlayarak bir takım modellemelerle, hesaplar yapılıyor. Amerika‟da hatta bizim TÜBİTAK‟ta
da bu alanda çalışanlar var. Bir tanesi bizim fakültededir Mustafa Bey, Mustafa Helvacı;
ondan dinledim. Onlar da başlamışlar. Bu bölgeleri hesaplamaya, bulmaya çalışıyorlar. Yani
Atatürk‟ün İstikbâl dediği göklerde bunlar. Bunlar Atatürk‟ün zamanında yoktu bilinmiyordu.
Bunlara isimler de verdiler. İlk üç tanesine Euler noktaları dediler. Geri kalan iki tanesine de
Lagrange bölgeleri dediler. Bunlar internette var ben oradan aldım, burada nerelerde
oldukları tam belli değilse bile. Atatürk İstikbâl göklerdedir derken bir sineğin veya bir
teyyarenin veya bir şeyin uçuşunu kastetmemiş bunu kastetmiştir. Yarış var şimdi. Kim o
bölgeyi önce tespit ederse o arsa onundur. Oraya ondan müsaade almadan
konamayacaksın kullanamayacaksın. Bu da Atatürk‟ün matematik tarafını gösteriyor İstikbâl
göklerdedir.
4
Atatürk bizim dilimizin çok önemli olduğunu vurgulamıştır. O‟da onun matematik tarifidir.
Dilde türetme özelliği varsa o dil zengin demektir. Çok fazla kelimesi yok önemli değil,
türetme özelliği var ya türetir. “Bir” den Birinci yapabiliyor bu insanlar. Bunu Atatürk yapmadı.
Bizim eskilerimiz matematikte iyiydi. 7. 8. 9. 10. 11. yüzyıldaki Türkler matematikte çok
ileriydiler. Onlar bu Türkçe‟nin temellerini atmışlar. O temellerin üstüne hala harç koymaya
başlamadık. Niye? Hangi hayranlık yok ki uzun seneler oui oui (vıy) dedik Fransızca‟nın
peşinden koştuk. Şimdi yes yes yes yes yes İngilizce‟nin peşine bir de işçilerimizin sayesinde
Almanlar nein nein nein rahat bırakmıyorlar ki bizi bir sinyal veriyor koşuyoruz o tarafa.
Bulunduğumuz yerde bu köprü bu köprünün üstünde rahat bırakırlar mı insanı. Hangi saatte
uyuyacağınız, hangi saatte uyanacağınız hep belli değil herşey sizi ilgilendiriyor. O nedenle
bu güzel temelleri üstüne harç koyamadık. Koyamayınca ne oluyor? Çocuklarımız yes yesci
vıy vıycı nein neincı oluyor. Derinliğine düşünebilmek işi rüyada da vardır. Ama her insan
rüyasında kendi anadilini kullanır. Rüya anadille görünen bir aksiyondur. Onun çok güzel bir
örneğini ben bir bayan hocamdan duydum. Uygur Türklerinden birisiyle evlenmiş. Kocası
Türkiye‟ye gelmiş. Türkçe‟yi biraz orada biliyordu, burada da öğrenmiş iyi bir Türkçe biliyor.
Ama Çince biliyordu, anadili Çince‟ydi. Evlendikleri gece gerdek gecesi bizim rahmetli
Şeyhullah Turan Bey erken uyumuş. Hocamız daha erken uyanmış. Başlamış Çince
konuşmaya bütün gün Türkçe konuşan adam Sakine Hocamızla Türkçe konuşan Şeyhullah
Bey rüyaya gelince Çince konuşmuş. Demek ki insanlar rüyalarında kendi anadillerini
kullanırlar. Anadili niye kullanırlar? Anadil derinliğine iz bırakmıştır. Keşifler, buluşlar, güzel
şiirler, güzel ifadeler ne kadar güzel oturdu bu ifade gibi kavramlar anadilde cereyan
edermişler. Bizim eğitimimizi anadille yapmamız lazım. Ama daha başka diller öğrenmeyin
demiyorum. Dil öğrenmek için efendim gel ikisini birden yapalım. Ne yapalım? Efendim
İngilizce görelim bu dersleri de o Matematikte olur Fizikte Kimyada olur. Ama Felsefede
olmaz. Tarihte biraz zor olur. Hukukta biraz zor olur. O bakımdan önce kendi dilimizin bir
güzel öğrenmemiz lazım. Bir suni telkin gündeme gelmesiyle İngilizce‟ye 1.500‟den fazla
terim girmiştir. Türkçe‟ye bu terimleri biz sokmayalım. Bizim gençlerimiz bu terimleri
konuşmasınlar mı söylemesinler mi satalit mi desinler. O bakımdan çocuklarımıza kendi
anadillerinde Atatürk ne diyor dilinize elinize ve bölgenize, vatanınız anlamında belinize sahip
çıkın. Bu dil çok önemli bir dildir gerçekten öyledir. Biz „Bir‟den “Birinci” diyoruz ama öteki
„One‟dan “First” öteki “On”dan “Premier” diyor. “On”dan “Onbir” yapıyoruz biz ne güzel
türetiyoruz. Bir Almana bakalım “Zehn” diyor on “Elf” onbir ne alakası var. Yani biz bizim
dilimizin değerini takdir ederken bu özellikler önemlidir. “Milyon”dan “Milyonuncu” diyorum.
“Bir”den “Birinci” “İki”den “İkinci” “Birinci”ye “First” “İkinci”ye “Second” niye böyle diyorum,
bana her birisi için ayrı keşif yaptırıyorsun. İşim var benim. Beni meşgul ediyorsun. Atatürk
bu güzellikleri gördüğü için diliniz çok önemlidir bilin değerini. Biz bu kadar güzel bir dili
bırakıyoruz alfabesiz başka bir dilin peşine koşuyoruz. Alfabesiz ben demiyorum ben
Shakespear‟in dediğini diyorum. Shakespear diyor ki bu yaşıma kadar büyük bir yazar olarak
hep sözlüğe bakmadan mendil yazamadım. Daima mendil yazacağım zaman sözlüğe
baktım. Bu dil ölecek bunu bilin diyor. Buna bir alfabe yapın. Ben bütün mal varlığımı bir
vasiyetnameye bağladım. Londra‟da bankaya koydum. Kim bu dil için ölümden kurtaracak
ilaç olan bir alfabeyi yaparsa ona verirsin. Yaptılar 64 harfli bir alfabe yaptılar, 54 harfli bir
alfabe yaptılar. Shakespear bir de test koymuş vasiyetnamesine o testi aşamadılar
kazanamadılar. Şimdi de bütün hepsini bıraktılar. “Broken English is the common language
in the world” yani dünyada en çok kullanılan dil İngilizce Broken English. Broken English ayrı
bir dildir kırık dökük İngilizce. Biz mecbur muyuz bunu öğrenmeye biz tertemiz Türkçe‟mizi
öğrensek de o Broken‟ı sonra öğrensek olmaz mı? Önce onu öğreneceğiz sonra bizimkine
pek gerek kalmayacak. Atatürk bu hususta da bize büyük hizmet etmiştir. Mevcut dilimizin
değerini çıkarmıştır, masanın üstüne koymuştur. Yazmıştır, söylemiştir alfabesi için çok
uğraşmıştır ve çok da büyük bir şansı vardı. Başarılı oldu çok zor bir işti onun ki dine bağlı bir
alfabeyi bir kenara iteceksiniz. Bu dünyanın hiçbir yerinde dine bağlı olaylarda karar vermede
başarılı olunmuyor. Fransızların Fransız İhtilalinden sonra ihtilalin gücüyle çok arzu ettikleri
aydın Fransızların bir iş vardı. Kiliselerden öğretmenlik sanatını veren okulları almak istiyor
yaptı da bunu. Öğretmen okullarını kiliselerden aldı. 1 yıl dayanamadı. İhtilal hükümeti 1 yıl
dayanamadı kiliseler bastırdı yıktılar onu.
5
13 yıl daha uğraşıldı. 1813‟lerde ancak Fransızlar bir öğretmen okulu kilisenin dışında
açabildiler. Bizde takip ediyoruz. Bizde 1848‟lerde bir öğretmen okulu açtık, demek ki 30 35
yıl geç kalmışız. Daha Japonlar yok ortada. Japonlar bizi taklit ettiler. Bize heves ettiler.
Japonlar bizi çok ileri derecede geçtiler. Biz öğretmen okulları denemelerinde çok uğraştık.
Çok güzel bir işti Köy Enstitüleri fevkalade güzel bir girişimdi. Birisi bir şiir okumuş “Yeter eller
için çalıştığın yeter” bu konuyu ne güzel ifade ediyor. Bunu mecliste okudu birisi.
Görüyorsunuz bu okullardan çıkıyor böyleleri, gidiyor memleket elden. Bir karar aldılar, İnönü
de Başbakan olmasına rağmen Köy Enstitülerini kapattı. Büyük bir hataydı büyük bir
yanlışlıktı. Amerikalılar onu geldi bizden aldılar. Halen Köy Enstitülerinin modernleştiriyorlar.
Köy Enstitüleri halen onlarda var. 4K diye bir teorileri var onlardan birisi budur. Ondan sonra
biz bulmadık daha devam ettik. Halen 2547 bizim öğretim alanındaki denemelerimizden
birisidir onu uyguluyoruz. Yani biz intibak kabiliyeti kuvvetli olan bir milletiz. Siyahı da severiz,
beyazı da severiz, kızımızı da veririz, kızını da alırız hiç kin olmaz lokantamızı da açarız,
otelimizi de açarız. Biz bu bakımdan çok medeniyiz. Duydunuz mu Türkiye‟de falan
mahalledeki falan lokantaya siyahlar giremez diye birşey? Amerika‟ya gidin de görün.
Paranız var, her lokantaya giremezsiniz. Bir ev tutamazsınız, kiralayamazsınız her
mahalleden eğer siyah iseniz, çok başınız yanar. Ama diyeceksiniz ki başıma başkan oldu
siyah Obama. Demek ki bizden öğrendiler birşeyler öğretmek istiyorlar, gösteriyorlar biz
bundan devlet başkanı yapıyoruz, siz bunları kabul edin anlamı varsa iyidir Obama her
bakımdan bereketli bir giriş sayılabilir.
Şimdi bizim bu kabiliyetlerimiz arasında Atatürk‟ün yeni getirdiği alfabeye de uyabilme itibar
edebilme durumu kendini gösterdi Atatürk‟e yardımcı oldu. Dine bağlı olmasına rağmen öteki
alfabeyi bıraktı yeni alfabeyi okudular. Mesela ben o öteki alfabeyi halen okuyamıyorum
yazamıyorum. Niye biliyor musunuz? Anneme soruyordum. Anne sen bu Kurân-ı okuyorsun
al şu kalemi de bir yaz. Yok, oğlum diyor ben sadece okurum yazamam. Anne böyle olur mu
diyordum insan okuyorsa yazar da ve annem beni tatmin edici bir cevap veremediği için ben
o alfabenin sadece okunabildiğini yazılmasının başka bir iş olduğunu düşündüm ve hemen
Atatürk‟ün yeni getirdiği alfabe yanımdaydı, onu bir gecede babam bana öğretti. 29 harfin
adlarını öğretti. Oldu gecenin yarısı uyku yok bitecek bu gece dedi “A”nın yanına bir “L”
koydu bu ikisini seslendir, dedi. Biraz dayak yedikten sonra “Al” olur dedim bitti. Bir de “i‟‟yi
koyarsam ne olur “Ali” tamam git uyuyabilirsinz dedi. Böyle güzel bir alfabeyi bu dima nasıl
bir dimamış bu bereket dolu bu rahmetlik insan ne kadar kudretli kuvvetli, bereketliymiş ki
bunu da bize getirdi ve biz değerini bilmiyoruz şimdi onun bunun dilinin peşinde koşuyoruz
çocuklar öğrenin İngilizce‟yi, Fransızca‟yı Almanca‟yı ama Türkçe‟yi de ihmal etmeyin.
Türkçe‟yi ihmal ede ede çobanlara bıraktık. Çobanlar tutuyor onu ayakta. Allah bin defa razı
olsun ki bu insanlar bu dilin temellerini atanlar çok kuvvetli attılar da hiçbir deprem onu
yıkamıyor. Ne kuvvetli temeller atmışlar ki hala Türkçe ayakta. Ne güzel demiş “Sakın
demeki atalarım uyur diye Aksi halde sen nereden bulabilirdin bu güzel yurdu ne güzel etmiş”
ve ben onu bir daha duydum hemen benim dilimden ya kazıdım onu zihnime.
Yirmi yaşındaki bir geometrici oldu
Fraktallar geometri. Ama Fraktallar
yalnız geometri de değil. Fraktallar
yerde var. Şu bir Fraktall‟dır. Bizim
ciğerlerimiz burada bir iterasyon
vardır. Yani tekrarlaya tekrarlaya
düğme vardır sadece ciğerinizle
oynuyor. Hastalıklarda da var bu. Bir
kanser bir Fraktall‟dır. Bazılarının
boyutu büyüktür bazılarının boyutu
küçüktür. Boyutu büyük olanlara
efendim kötü huylu diyoruz boyutu küçük olanlara iyi huylu diyoruz. Ama ikisi de kanserdir.
6
Kanser aslında bir Fraktall‟dır. Bizim ciğerlerimizi koyduk buraya. Dolaşım sistemimiz bir
diğer Fraktall‟dır, sinir sistemimiz bir diğer Fraktall‟dır. Bunlar inceleniyorlar, bunların
boyutları kesirli sayılardır yani 1/3‟tür 1,872‟dir. İnsan beynin boyutu vardır, Fraktall olarak.
Ciğerinin boyutu vardır. Bunlar bilgisayarların gündeme gelmesiyle geliştiler. 20 yüzyılda bu
kavramlar doğdu ama 1980‟e kadar bunlar üzerinde devam edilemedi çünkü bilgisayar yoktu.
80‟den sonra bilgisayarlar devreye girince bu iterasyonu bilgisayardaki tekrara verdik ve
dolayısıyla bir oluşumu bilgisayar bize kısa bir zaman içerisinde sergilemektedir. Bu hususta
Fransız Benoit Mandelbrot –halen yaşıyor, çok madalyalar almış dünya çapında bir insan
olmuştur. Bizim vücudumuzdaki her yerde bunlar var. Bir çocuğun saçları oluşmaya
başladığı zaman bakarsanız bir spiral ile başlar saçlar. O spiral o iterasyonun başladığını,
nasıl olduğunu, nasıl büyüdüğünü gösteriyor. Çocuk psikolojisine göre, insan baştan ayağa
doğru büyür. Önce dudaklarını kullanır, sonra kollarını kullanır en sonra yürümeye başlar
baştan ayağa. Bunlar eğitimcilerin önemli tespitleridir, öğrenmeyi gelişmeyi takip etmek için.
Bakın matematik bize tıpta çok yardım ediyor. Benim beynimde bir arıza var. Beynimi açıp
masanın üstüne yatırmak mümkün değildir. Tomografi dediğimiz MR dediğimiz gelişmeler
hep matematiğin modellemeleridir. Kalp kapakçıklarıyla ilgili yapılan modellemeler suni
kapakçıklar kullanılıyor kalpte. O kapakçıkların bir modelleme teorisiyle tespitleri yapılıyor ve
yerleştiriliyor. Çok insanlar rahatlıyor onlardan birkaç tane görelim.
Mesela silah geliştirme işi böyledir. İleride yapılması
düşünülen bir harp için bir deney yapmak mümkün
değildir. O modelleme ve bilgisayarla suni olarak
gündeme getirilir ve gerçeğine öyle hazırlanılır. Onun
burada bir resmi olacaktı rastlamadınız belki. İlaç
sanayi de böyledir. Bir ilacı modelleyip ortaya koyma
işi de öyledir. Bütün bunlar hep modelleme teorisi
veya bilgisayarlarla desteklenen matematik işidir.
Atatürk sadece bize matematik işaret etmemiş. Halen
dünyada ölçme hususunda bir birlik yok. Dünyanın
%90‟nıyla biz aynı ölçüyoruz. Neyi? Uzunlukları alanları ağırlıkları hacimleri dünyanın
%90‟nıyla aynı ölçüyoruz. Ağırlıkları mesela Amerika‟da bulundum poundla ölçüyorlar. 2
virgül bilmem kaç pound 1 kilo geliyor çok zor hesabını yapmak. Atatürk‟ten evvel biz
uzunlukları kulaçla ölçüyorduk. Halen bununla ölçen İngiliz ve Amerikalılara ne dersiniz?
Uçağa binersiniz şu kadar foot yüksekteyiz. Gözüne girsin. Kimin ayağıyla ölçüyorsun
George‟nun ayağı mı benimki mi? Boru almaya gidiyorum kaç parmak istiyorsun. Kimin
parmağıyla ölçüyorsun? Halen bu ölçüleri kullanıyorlar. Bunları eğer biz yapsak da onlar
bizimkinde olsalardı, bizi katiyen Avrupa Birliği‟ne sokmazlar. Sebebi biz değiliz bir başkası.
Siz daha ölçemiyorsunuz biçemiyorsunuz hala konuşuyorsunuz. Ağırlığı veriyorum
tartamıyorsun. Boruyu veriyorum ölçemiyorsun. Uzunluğu veriyorum ölçemiyorsun. Uçağa
biniyorum ayakla söylüyorsun. Ölçü birimi önceden verilir. Hangi ayakla ölçeceğim onu. Sen
kendin kabul ettin bilmem ne kadar santim öyle bir insan var mı? Nerede bulacağım onu?
Bizim bu karışıklıktan da kurtardı dahası var. Bir zamanlar bilirsiniz. Avrupa Yakasında başka
elektrik kullanılıyordu değil mi? 110 volt orada kullanacağınız makineyi burada
kullanamıyordunuz. 110 volt için olan makineyi 220 volta kullanmaya kalkarsanız yanar. Biz
hemen onu telafi ettik. Ha bütün ülkemizde 220 voltun kullanıyor ve dünyanın çoğuluğu da
böyle. Bu sefer frekans farkı çıktı, birisi 50 frekans birisi 60 frekans. Halen Amerika‟da
poundu bırakamadıkları gibi, parmağı bırakamadıkları gibi, ayağı bırakamadıkları gibi,
frekansı da bırakamadılar karma karışıklık içinde. Gene dönüyorum aynı noktaya. İntibak
kabiliyeti kuvvetli olan bir millet olmak ne kadar iyi en doğrusunu gördük ve aldık. Efendim siz
aldınız kendiniz yapmadınız ki sende al niye almıyorsun? Hala niye foot diyorsun? Niye ayak
parmak diyorsun? Al da sen kolaysa al. Bir alfabe al. Alamıyorlar kolay değil o kadar. Ama
dünyaya bir daha Atatürk gelecek mi bilmiyorum ama tam istediğimiz zaman geldi çok şeyleri
7
yerine oturttu. Rahat uyusun. Onu taklit eden bir kişi olmasa bile bu rahatlıklar yaşandıkça
değeri artan işlerdir. Evet, o sistemler için de söyleyelim.
Burada görüyorsunuz Atatürk‟ün koyduğu yeni
terimlerin bölmeyle ilgili bölen, bölme, bölüm
bölünebilme; çarpmayla, çarpı, çarpan, çarpanlara
ayırma, çarpma çıkarma hep bunları Atatürk koydu.
Eski isimleri de yanlarında var. Kabiliyet-i Taksim ne
demek? Zarb, Mazrup, Muhit-i Daire. Böyle bir ne
Arapça ne Türkçe belki Osmanlıca karma karışık bir şey
bizi kurtardı. Şimdi bir de Türk Dil Kurumu kurdu. Bu
Türk Dil Kurumu bu hususta halen çalışıyor. Bazen çok
ileri gidiyorlar. Onu da söyleyeyim bazen çok ileri
gidiyorlar. Ama insan gelişmeyi yapabilmesi için biraz
sağa biraz sola silkelenir mehter takımı gibi ama doğru
yolu bulur. En iyi yol bizim olacaktır. Emin olur
kendinize güvenin. Böyle bir insan ile bir akrabalığınızın olmuş olması sizde çok ümitlerin
olması demektir. Sizler daha büyük işler yapacaksınız. Atatürk onları çok zor bir zamanda
çok zor ortaya koymuştur ve onun için de çok beklememiştir. Atatürk 56 yaşında mı öldü 57
yaşında mı? Ben şimdi 67 yaşındayım ben ondan 10 yıl daha geç kalmışım. Onun sayesinde
ben 10 yıl daha fazla yaşamışım. O çok zor günlerde atını sattı. Onu harçlık etti ve cepheye
koştu. Ayağında pabucu yoktu. Halen onu kabul etmeyenlerde var. Anlama anlayışı çok
zordur, anlamak kolay bir iş değildir. Birisi bir formül koyar. O formülü anladım zannedersiniz.
Halbuki anlamamışınızdır. Halen Atatürk‟ü anlamayanlar vardır. Ama anlayanlar doğruyu
görenlerdir. Doğru daima güçlüdür. Yanlış daima sönmeye mahsus sönmeye mecbur
sönmek zorunda ve zayıftır. Siz doğruyu görenlersiniz. Yanınızdakine, sağınızdakine,
solunuzdakine anlatıyorsunuz. Atatürk her gün tıpkı güreşteki olaylar gibi kendini kollayarak
kuvvetlendiren bir yapıya sahiptir. Beni değil benim dediklerimi esas alın diyor. Yani ben bir
faniyim diyor.
Matematik sınıflarına girilmiş. Orada yapılan
işlemleri o kadar çok meşgul olmasına rağmen
bakın dönüp dönüp matematiğin etrafında
dolaşıyormuş. Alfabeyi yaptı ve onu tahtaya geçti
öğretti. Nasıl öğretti? Benim babamın bana öğrettiği
gibi “A”nın yanına ”L”yi bir de “İ”yi koy oku hepsini
birden. Birisi Georgetown enstitüsüne gitmiş,
bakmış ki bir kapının üstüne “bir kapı” yazıp
yapıştırıyorlar pencereye “bir pencere” yazıp
yaptıştırıyorlar. Ondan sonra da diyorlar “Baba bana bal al” bir fiş çocuk asıyor “Uyu uyu yat
uyu” “uyu uyu uyu yat” böyle fişler var. Bu fişlerle benim oğlum 4. sınıfa geldiğinde hala
okuyamıyordu, yazamıyor annesi de öğretmeni o da burada şimdi. Oğlum sakın bu fişlerle
öğrenme doğruyu anla bak ben anlatayım biraz sana. Baba sen ne anlatacaksın bana herkes
sınıfta okuyor ben okuyamıyorum. Oğlum yanlış okuyorlar öyle şey olur mu? Dediğim doğru
çıktı 4. sınıftan sonra çocuk doğru yolu buldu okudu çok akıllı da bir çocuk şimdi Turkcell‟de
müdür İstanbul‟da, çok güzel programlar yapıyor. Orta Doğu‟dan mezundur. Mastırı bitmek
üzereyken bir sebeple Turkcell‟de bir sınava çağırdılar onu. Dedi ki mastırım bitmezse
babam beni inkar eder. Yok dedi sen babana de ki sen kaç lira alıyorsun. Şimdi bana onun
üç mislini verecekler baba. Öyle girdi Türkcell‟e. Baba bizim evde üç inek olduğunu bilmiyor
musunuz? Yeter bizim eve üç inek benim iki kızımda profesör iki onlar bir de ben. Şimdi onu
bizden üçümüzden de daha çok çalıştırıyorlar. Ama o ayrı bu çocuk bunun büyük cezasını
çekti. Bir sempozyum vardı Sheraton Oteli‟nde Antalya‟da. 800 eğitimciyi davet etmişler, bir
8
yanlışlıkla beni de etmişler. Dediler bana bir şeyler konuş ben onu bunu kestim dedim ki
bakın bu resmi iyi anlayın.
Atatürk burada sizin yaptığınız okuma yazma eğitimini
yapmıyordu. Alfabeyi yapan o eğitimi yapanlar değişti. Niye
dedi? Georgetown Enstitüsünden bunu Türkiye‟ye getirip
sokan orada oturuyor. Gözüne baka baka söyledim. Hemen
fırladı yukarı Hilmi Bey dedi yani sen burada yapıcı değil de
yıkıcı konuşuyorsun. Senin yaptığın ezberciliğe götürür bu
milleti. Amerika‟da beraber olduğumuz arkadaşlar vardı.
Şimdi onların birisi Koç Üniversitesi‟ndedir, birisi Boğaziçi
Üniversitesi‟ndedir. Onlardan bir tanesi iyi biliyordu,
tartışıyorduk. Siz misiniz yoksa o hainliği yapan, konuşmayın hala konuşuyorsunuz, diye
azarladı onu. Size ben anlatayım dedi. Bu örneği de ondan duydum. Nisana kadar fiş
ezberler çocuklar nisandan sonra keserler kelimeleri ayrı koyarlar, sonra heceleri keserler ve
nihayet okumaya başlamaları beklenir. Bir Okuma Bayramı hazırlanır. Bu okuma bayramında
öğrenciler teker teker içeriye alınır tahtaya yazılmış önceden bir yazıyı okursa kurdelesini
takarlar. Tahtaya yazmışlar “Atatürk Dolmabahçe Sarayında öldü.” Çocuk içeri girdi “Atatürk
dolma yerken öldü.” Gördün mü dedi ezbercilik nerede var hoca dedi hala konuşuyorsun 25
yılını yedin bu ülkenin. Münakaşa çok büyüdü orada. Oh be dedim bende iyi bir iş yapmışım
dayakta yesem olur burada. Benim hanımda oradaydı. Güneş Hanım Talim Terbiye
Kurulunda okuma yazmayla ilgili hususu planlayan bir komisyonun başkanıydı. Hilmi Bey
dedi tamam biz kararı aldık önümüzdeki seneden itibaren fişleri atıyoruz o hususta
başlıyoruz. Oh bitti dedim, kavga bitti dedim, benim daha söyleyeceğim başka bir şey yok
dedim. Olan bu devreyi yaşayanlara oldu. Mesela benim oğlum dört senede okumayı
öğrendi. Atatürk işte o resimle gösteriyor. Bu alfabe böyle okunur diyor. Biz onu bıraktık
Atatürk‟ten ayrıldığımız her zaman ayağımız çarpıyor taşlara. Başparmağımızın tırnağı
kararıyor. Ondan ayrıldığımız her zaman işlerimiz bozuk gidiyor. Çünkü onun işlerinde akıl
esastır. Bizimkilerde başka soytarılıklar var.
9