ticaret tarım kitabını indirmek için lütfen tıklayınız
Transkript
ticaret tarım kitabını indirmek için lütfen tıklayınız
TRABZON 2013 1 Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası ve Trabzon Ticaret Borsası tarafından bastırılmıĢtır. Hazırlayan: Murat TAġKIN Baskı: Eser Ofset Matbaacılık Tel: (0462) 321 53 38 Faks: 321 06 16 TRABZON 2 ĠÇĠNDEKĠLER TRABZON TĠCARET ve SANAYĠ ODASI .................................. 5 TRABZON TĠCARET BORSASI................................................... 7 TRABZON‟UN TARĠHĠ ................................................................. 9 TRABZON‟DA TĠCARET ........................................................... 14 ĠPEKYOLU ................................................................................... 25 FINDIK.......................................................................................... 43 ÇAY............................................................................................. 117 TRABZON TEREYAĞI ............................................................. 169 VAKFIKEBĠR EKMEĞĠ ............................................................ 171 HAMSĠ ........................................................................................ 173 3 4 TRABZON TĠCARET ve SANAYĠ ODASI Bugünkü yapısıyla Ticaret ve Sanayi Odası 1884 yılında kurulan Türkiye'nin en eski odalarından biridir. 19'uncu yüzyılın ikinci yarısı Trabzon açısından tarihi bir döneme rastlamaktadır. Deniz ticaretindeki geliĢmeler, sanayi devrimi sonrası ve dünya ticaretinde hızla alınan yol Trabzon açısından da yeni ticari olanakları getirdi. Özellikle, Avrupa ile Ġran, Hindistan, Kafkaslar ve Orta Asya ticareti açısından Trabzon için büyük mücadelelere giriĢildi. 1870'lerde Frederic Engels'in kaleme aldığı bir makalede aynen Ģu cümleler kullanılmaktadır: "Trabzon Limanı'nın kontrolü için Ġngiltere, Rusya, Fransa arasında büyük mücadele oluyor. Bu limanı kontrol eden Doğu'da büyük bir üstünlük kuracaktır." Trabzon, Ġstanbul ve Ġzmir'le birlikte Osmanlı Ġmparatorluğunun bütçe açıklarını giderdiği önemli bir merkez olma konumunu Birinci Dünya SavaĢı'na kadar sürdürdü. Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası da çalıĢmalarına ara vermek zorunda kaldı. Bu dönemde odaya iliĢkin belgelerin tahrip olduğu sanılıyor. Cumhuriyetin ilanından sonra 1926'da çıkarılan bir nizamname gereği (25 Mart 1926) oda seçimleri yapıldı bir daha ara vermemek üzere çalıĢmalarına bugüne kadar devam etti. 8 mart 1950 tarihinde kabul edilen 5590 sayılı "Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Ticaret Borsaları ve Ticaret ve Sanayi Odaları" kanunu Oda ve Borsalara yeni bir kimlik kazandırmıĢ ve bir birlik altında teĢkilatlanmaları sağlanmıĢtır. Son yıllardaki teknolojik geliĢmeler sonucu haberleĢme, ulaĢım ve bilgi iĢlem alanındaki yenilikler, piyasa ekonomisinin yaygınlaĢması, uluslararası ticaretteki korumacılıkların gittikçe azalması dünyamızı tek bir pazara doğru getirmektedir. Bunun neticesi GloballeĢme ve KüreselleĢme içinde Ticaret ve Sanayi Odalarının görevlerinin artmasına ve Odaların önem kazanmasına neden olmuĢtur. 5 6 TRABZON TĠCARET BORSASI Tarihi Ġpekyolu güzergahı üzerinde bulunan Trabzon‟da Ticaret Borsası kurulması için çalıĢmalar Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun son dönemlerinde baĢlatılmıĢtır. Bu konuda Dahiliye Nezareti tarafından 16 Haziran 1909 tarihinde, Trabzon Vilayetine gönderilen yazıda Ģöyle denilmiĢtir: “Trabzon’un Karadeniz’in en mühim Ģehirlerinden biri ve Erzurum yolunun baĢlangıcında önemli bir ticaret limanı olması sebebiyle, lâyık olduğu geliĢmeye ulaĢmak üzere bir zahire borsası kurulması Trabzon Vilayet Meclisi’nden talep edildiğinden, bunun için hükümetin izni gerektiği ve izin çıktığında Ġzmir’de kurulmuĢ olan borsanın nizamnamesi uygulanmak üzere gereğinin yapılması.” Bu teĢebbüs araya Birinci Dünya ve Ġstiklâl SavaĢı‟nın girmesiyle sonuçsuz kalmıĢtır. Trabzon‟da Ticaret ve Zahire Borsası‟nın kurulmasıyla ilgili giriĢimler 1922 yılında yeniden baĢlatılmıĢtır. Bunlar netice vermiĢ ve Trabzon Ticaret Borsası Ģehrin önemli bir ticari bölge ve fındık, tütün, fasulye ve yumurta gibi ürünler ihraç eden eski limana sahip olunması dolayısıyla bunların alım-satımlarının günün teknik icaplarına uygun olarak yapılmasını sağlamak gayesi ile 3 Haziran 1926 tarihinde kurulmuĢtur. Borsanın Kurucuları 1-Ticaret Odası azasından Hatip Zade Mustafa Efendi 2-Ticaret Odası azasından Hacı Ali Hafız Zade Hakkı Efendi 3-Ticaret Odası azasından Yunus Zade ġefik Efendi 4-Tüccardan Çulha Zade Hüseyin Efend 5-Tüccardan Jiji Hochstrasser Mümessili Süleyman Beyzade Nihat Efendi 6-Tüccardan Nemli Zade Tahsin Efendi 7-Tüccardan Dihkan Zade Mahmut Efendi 8-Borsa kâtibi: MemiĢyazıcı Zade Osman Efendi 7 9-Borsa Komiseri Vekili Ticaret Müdürü ġakir Bey KuruluĢta 9 kiĢi olarak teĢekkül ettirilen heyetin diğer 4 azası tüccar tarafından seçilmiĢ, Borsa Katibi ile Komiser vekili Ticaret Müdürü tabi aza sıfatıyla heyete dahil olmuĢtur. KuruluĢu müteakip senelerde ise Oda tarafından iki aza seçilmiĢ, abonmanların seçtikleri aza adedi beĢe yükselmiĢtir. 1943 senesine kadar aynı Ģekilde idare edilen Borsa, 4355 sayılı kanuna intibakı ile Meslek Komiteleri teĢekkül ettirilmiĢ, bunun üzerine üye sayısı artmıĢtır. Borsada 1960 lı yıllar da salon satıĢ yöntemiyle, bugünün modern borsacılığının benzeri türde baĢta fındık olmak üzere bazı ürünlerin satıĢı yapılmıĢtır. Daha sonra bu uygulama yasalarla kaldırılmıĢtır. Meslek komiteleri Ģeklinde gruplandırılmıĢ olan komiteler 5590 Sayılı Borsalar Kanununa intibak edildiği 1951 yılına kadar devam etmiĢtir. 1951 yılından sonra, bölgenin yumurta, fasulye ve patates istihsal ve ihracında görülen azalma yüzünden bu maddeler üzerinde meslek komiteleri teĢekkül ettirilememiĢ ve hepsi (çeĢitli gıda maddeleri) adı altında bir gurupta toplanmıĢtır. Trabzon Ticaret Borsası‟nda bugün 5 meslek grubu bulunmaktadır. Borsa Meclisi 14 üyeden oluĢmaktadır. Borsa Yönetim Kurulu meclis içinde 1 baĢkan ve 4 üye olmak üzere seçilmektedir. 8 TRABZON’UN TARĠHĠ.. Kent merkezi kuzeyde denizden, güneyde Boztepe‟nin üzerine kadar düzgün olmayan teraslar halinde yükselir. Değirmendere, Kuzgundere (ya da Tabakhane) ve Zağnos dereleri yerleĢimi güneyden kuzeye derin boğazlarla bölmüĢtür. Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan ve düzgün olmayan yüksek bir masa formundaki alan üzerinde, kentin bilinen eneski yerleĢim kalıntıları tespit edilmiĢtir. ĠĢte bu nedenle Trabzon adının eski Grekçe masa ya da trapez/yamuk biçimi karĢılığı olarak “trapezos” kelimesinden geldiği görüĢü ağırlık kazanmaktadır. Trabzon adına, Trapezos olarak ilk kez, Yunanlı komutan Kesnophon tarafından kaleme alınan, M.Ö. 4. Yüzyılda geçen olayların anlatıldığı “Anabasis” adlı antik kaynakta rastlanmaktadır. Ġyon kökenli Miletoslular Batı Anadolu‟dan sonra M.Ö. 7. Yüzyılda Karadeniz‟e de gelerek kıyılarda koloni kentleri kurmuĢlardır. Trabzon da, merkezi Sinop olan bu kolonilerin arasında sayılmaktadır ve birçok araĢtırmacı, kentin ilk kuruluĢu olarak bu dönemi göstermektedir. Oysa Kolkhlar, Driller, Makronlar gibi yerli kavimler Trabzon civarında çok daha önceden beri yaĢamaktaydılar. Aynı yüzyılda Karadeniz Bölgesi Kafkasya‟dan gelen Kimmerler ve onların ardından Ġskitlerin akınlarına uğramıĢtır. Ancak bu akımların kolonilerin kuruluĢundan önce mi yoksa sonra mı olduğu konusu tartıĢmalıdır. M.Ö. 6. Yüzyılda ise Trabzon Perslerin egemenliğine girerek, Pont Kapadokyası adı verilen satraplık içinde kalmıĢtır. Makedonya Kralı Büyük Ġskender M.Ö. 334 yılında tüm Anadolu‟da Pers hakimiyetine son vermiĢtir. Ġskender‟in ani ölümünden sonra oluĢan karıĢıklık sırasında Pont satrabı II. Ariantes‟in oğlu Mithridates, yerli halkın desteğiyle Karadeniz‟de Pontus Dev9 letini kurmuĢtur. Trabzon, M.Ö. 280 yılında merkezi Amasya olan Pontus devletinin sınırları içinde kalmıĢtır. M.Ö. I. Yüzyılda batıda güçlenen Romalılar Anadolu‟yu da iĢgal etmeye baĢlamıĢlardır. Roma kralı Pompeius‟un Pontus Kralı V. Mithridates‟i Kelkit vadisinde bozguna uğratması üzerine Pontus Krallığı dağılmıĢtır. Böylece Trabzon , M.Ö. 66 yılında Roma yönetimine girmiĢtir. Roma‟da Avgustus‟la birlikte M.Ö. 27 yılındanitibaren imparatorluk dönemi baĢlamıĢtır. Avgustus‟un idari düzenlemesi sonucu Trabzon, Pontus Polemoniacus adı verilen vasallık içinde yer almıĢ, Ġmparator Tiberius zamanında (M.S. 1437), diğer bir idare bölüm olan Kapadokya Eyaleti sınırları içinde kalmıĢtır. Ġmparator Nero döneminde ise (54-68) serbest kent olma ayrıcalığına kavuĢturulmuĢtur. Trabzon bu dönemde “ünlü” ve “zengin” kent tanımlamasıyla tarihçilerin kitaplarında yer alır. Roma Ġmparatorluğunun doğu sınırının savunmasına önem veren Vespasian zamanında (69-79) Trabzon, Kapadokya -Galatya Eyaletine dahil edilmiĢtir. Ünlü Roma Ġmparatoru Hadrian Döneminde (117-138) tüm imparatorlukta olduğu gibi Trabzon‟da da önemli imar etkinliklerinde bulunulmuĢ, birçok dini ve askeri binalar ile yollar, su kemerleri ve yakın zamana kadar kalıntıları görülebilen yapay bir liman inĢa edilmiĢtir Hadrian‟dan sonra Trabzon‟un parlak dönemi sona ermiĢ, 244 yılında para basma yetkisi elinden alınmıĢtır. Roma Döneminde basılan Trabzon sikkelerinin ön yüzlerindeRoma Ġmparatorlarının büstü olmakla birlikte, arka yüzlerinde Pontus Krallığı döneminden beri süregelen kendi mitolojik figürlerine yer verilmiĢ ve Grekçe yazı kullanılmıĢtır. Trabzon, 276 yılında tüm Doğu Karadeniz Bölgesine akınlar yapan Gotların saldırısına uğramıĢ, bu saldırıda tüm kent yakılıp 10 yıkılmıĢtır. Roma Ġmparatorluğunun son dönemlerinde 4. Yüzyılın baĢında Diocletian Maximian, Constantinius ve Galerius‟tan oluĢan dörtlü idare zamanında Trabzon‟da yeniden bir takım imar etkinliklerinde bulunulduğunu Trabzon Müzesindeki Latince bir kitabeden anlıyoruz. Roma Ġmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Trabzon, merkezi Ġstanbul olan Doğu Roma / Bizans Ġmparatorluğunun sınırları içinde kalmıĢtır. Bizans Ġmparatoru Justinianus (527-564) Trabzon‟da kent surlarını restore ettirerek yeni bir imar etkinliğini baĢlatmıĢtır. Heraclius zamanında (610-641) imparatorluk askeri bölgelere ayrılmaya baĢlanmıĢ, Trabzon, Teophilos zamanında (829842) kurulan Khaldia Temasının merkezi olmuĢtur. Müslüman Araplar 8. Yüzyılın baĢlarından itibaren Anadolu‟ya düzenledikleri baskınlarda Doğu Karadeniz ve Trabzon‟a gelmiĢlerdir. Bizans Ġmparatorluğunun 1204 de IV. Haçlı seferleriyle gelen Latinlerin eline geçmesi üzerine, imparator I. Andronikos Komnenos‟un Ġstanbul‟dan kaçan torunları Alexios ve David, Gürcü Kraliçesi Tamara‟nın da yardımıyla Trabzon‟da 1204 yılında bağımsız olarak Komnenos Krallığını kurmuĢlardır. Anadolu Selçukluları ile evlilik bağı oluĢturarak ve vergi ödeyerek siyasi varlıklarını sürdürebilen Komnenos Krallığı, I. Manuel Komnenos zamanında (1238-1265) en parlak dönemini yaĢamıĢtır. GümüĢhane‟deki gümüĢ madenlerinin etkisiyle de ekonomik olarak güçlenen Manuel I‟in sikkeleri üzerinde “en mutlu” unvanı yer almaktadır. I. Bayezid‟in 1398 de Samsun yöresini almasından sonra Trabzon Komnenos Krallığı Osmanlı Devletine yıllık vergi ödemek zorunda bırakılmıĢtır. David Komnenos, iktidarı döneminde (14581461) vergi ödemeyi durdurarak, önceden ödediklerini de 11 Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan aracılığıyla geri istemiĢ, Osmanlılara karĢı Avrupa‟daki büyük devletlere ittifak önerisinde bulunmuĢtur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet‟in öncülüğündeki Osmanlı Kuvvetleri Bölgeyi kuĢatarak, 1461 yılında Trabzon‟u ele geçirmiĢ ve Komnenosların egemenliğine son vermiĢtir. Trabzon, Osmanlı Döneminde önce eyalet ve sancak olarak Ģehzade ve mutasarrıflar tarafından idare edilmiĢtir. Ġlk sancak beyi Hızır Bey‟dir. 1470 yılında sancak beyliği küçük yaĢta ġehzade Abdullah‟a verilmiĢ; Abdullah, annesi ġirin Hatunla birlikte 1479 yılına kadar Trabzon‟da yaĢamıĢtır. Yavuz Sultan Selim de Ģehzadeliği sırasında (1491-1512) Trabzon‟da Sancak Beyi olarak bulunmuĢ, sonradan Kanuni unvanı alacak olan oğlu Sultan Süleyman burada doğmuĢtur. Trabzon 16. yüzyılda, merkezi Batum olan Lazistan Sancağı ile birleĢtirilerek eyalete dönüĢtürülmüĢ ve bu yeni idari birimin merkezi olmuĢtur. 1867 yılında Trabzon‟da büyük bir yangın çıkmıĢ, bir çok kamu binası da bu sırada yanmıĢ ve kent daha sonra yeniden düzenlenmiĢtir. 1868 yılında vilayet olmuĢ, merkez sancağı dıĢında Lazistan, GümüĢhane, Canik Sancakları da buraya bağlanmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢı sırasında, Ruslar Trabzon‟a saldırır (14 Nisan 1916). Trabzonlulardan oluĢan vurucu güçler (Milis), bu saldırı sırasında gerilla savaĢı verirler. Bu sıralarda, cepheye gönderilmek üzere Hamidiye Zırhlısının desteğinde Trabzon Limanına gelen cephane Trabzonlu gençlerce büyük bir heyecan içinde boĢaltılıp Maçka‟ya taĢınır. Çaykara‟da Sultan Murat Yaylasında (10 Haziran 1916), Of‟ta Baltacı, Arsin‟de Yanbolu Derelerinde Ruslara karĢı baĢarılı savaĢlar verilmiĢ, ancak o yıllardaki koĢullar altında düĢmanın 12 Trabzon‟a girmesine engel olunamaz ve Ruslar 14 Nisan l916 yılında Trabzon‟a girer. Rusların Trabzon‟da kaldığı bir yıl, on ay, on günlük süre içinde özellikle Rumlar ve Ermeniler, yerli halka büyük iĢkenceler yaparlar; sayısız insan öldürürler. 1917′de Rusya‟da “BolĢevik Devrimi” olur, Çarlık Yönetimi yıkılır. Bunun üzerine Rus ordusunda büyük bir panik baĢlar. Bu Rusların Trabzon‟dan çekilmesine de yol açar. Öte yandan, batıdan doğuya doğru kayan ve Karadağ‟da toplanan Türk Çeteleri, Akçaabat‟a inerek YüzbaĢı Kahraman Bey‟in komutasında üç koldan Trabzon‟a doğru yürürler ve 24 ġubat 1918 tarihinde Trabzon‟a girer. Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet döneminde Trabzon‟a üç kez gelir; 1924, 1930 ve 1937 yıllarında, ilk geldikleri 15 Eylül 1924 günü, Trabzonlularca “ATATÜRK GÜNÜ” olarak kabul edilir ve bu kendisine bir telle bildirilir. 13 TRABZON’DA TĠCARET Doğu Karadeniz Bölgesi ve bu bağlamda Trabzon ilkçağlardan itibaren Roma, Bizans ve Osmanlı Ġmparatorluğu dönemlerinde bulunduğu coğrafyanın siyasi, askeri ve ekonomik yapılanmasında önemli roller üstlenmiĢtir. Ġran transit yolunun baĢlangıcında bulunma, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin iskelesi olma gibi özelliklerinden dolayı bölge, bölge devamlı ülkelerarası rekabete sahne olmuĢtur. Bölgenin en önemli merkezi olan Trabzon meĢhur Tacitus tarafından “sürekli olarak elde bulundurulması gereken bir mekân” olarak nitelendirilmiĢtir. 10. yüzyıla kadar uluslararası ticarette Akdeniz birinci derecede roller üstlenmiĢ, Karadeniz ise Ġstanbul ile bu denize kıyısı olan ülkelerin iç denizi durumunda kalmıĢtır. Çünkü; 10. yüzyıla kadar Ġslam dünyası Hıristiyan âlemi ile olan iliĢkilerini genellikle Azerbaycan–Kafkasya ve Volga nehri üzerinden Rusya içlerine, 14 oradan da Batlık Denizi sahillerine uzanan yollar aracılığıyla sürdürmüĢtür. 10. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında Karadeniz‟in ticari hayatına yön veren, parlak dönemler yaĢamasında etkili olan önemli faktörler Ģu Ģekilde sıralanır; ® Karadeniz‟in doğu-batı iliĢkileri açısından sahip olduğu jeostratejik önem, ® Ortadoğu‟nun istikrarını olumsuz yönde etkileyen Haçlı seferi, ® Alternatif ulaĢım yolu olan Akdeniz faktörü, ® Dünya ticaretinde söz sahibi olan Venedik ve Cenevizlilerin bölgeye yerleĢmeleri, ® Karadeniz‟in taĢıdığı iktisadi değerler. Karadeniz ticaretinin, bu denizin sahilindeki ülkelerin ürünlerinin sergilendiği bölgesel bir Pazar niteliğinden çıkarak dünya ticaretinde yer almaya baĢlaması 13. Yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Bu geliĢmede yöredeki siyasal ve ekonomik etkileĢimler kadar Haçlı Seferleri‟nin de etkisi vardır. Bu dönemde Haçlı Seferleri nedeniyle Ortadoğu‟da siyasi istikrar bozulmuĢ, buna bağlı olarak da Asya ile Avrupa arasındaki ticaret için yeni ve güvenilir yollar arama zorunluluğu doğmuĢtur. Ġstikrarsızlık nedeniyle Mısır ve Suriye limanlarının etkinliği kaybolmuĢ, bunun yerine Trabzon limanı Ortadoğu‟ya alternatif bir ticaret merkezi olarak geliĢmeye baĢlamıĢtır. Trabzon-ġam, Trabzon-Basra, Trabzon-Tebriz yolları 13. yüzyılda Ortadoğu‟nun içine düĢtüğü siyasi kargaĢadan daha az etkilenerek tüccarların, gezginlerin ve resmi elçilik heyetlerinin tercih ettikleri yollar olmuĢtur. 13. yüzyıl ile 15. Yüzyıllar arasında bölgenin en önemli tica15 ret merkezi olan Trabzon‟da 4 farklı koldan gelen ticari ürünler el değiĢtirmiĢtir. Bu ürünler; 1- Anadolu‟dan dıĢ ülkelere ihraç edilen yerli ürünler; Bu ürünler Anadolu içlerinden getirilen ve Karadeniz çevresinde üretilen yerli ürünlerden oluĢmaktadır. Önemli yerli ihraç ürünleri arasında hububat, pamuk, değiĢik sebze ve meyveler, değiĢik türde madenler, çeĢitli iplik ve dokumalar ile deri yer almaktadır. Madenler içinde Ģap, GümüĢhane ve çevresinden çıkartılan gümüĢ ile Kastamonu ve çevresinden elde edilen bakır bölge için önemli bir gelir kaynağı olmuĢtur. 2- Kuzeyden Kırım ve Rusya‟dan getirtilip Anadolu‟ya ithal edilen ya da burada pazarlanan mallar: Bu gruptaki en önemli ürün kürktür. Ayrıca bu kategoriye köle ticareti de sokulabilir. Bizans döneminde baĢlayan köle ticareti Selçuklular zamanında da devam etmiĢtir. Bu dönemde Ortadoğu ve özellikle Mısır köle pazarının yoğun olduğu bir ülke konumundaydı. 3- Asya‟dan getirtilip bu bölgede pazarlanan ya da Avrupa‟ya götürülen mallar; Bölge ticaretinin uluslararası bir nitelik kazanmasında Asya kökenli ürünlerin oldukça yüksektir. Yerel ihtiyaçların karĢılanması yanı sıra özellikle Ġtalyan tacirler Karadeniz pazarlarından aldıkları Asya ürünü baharatı ve ipeklileri Kırım‟a ve Avrupa‟ya götürüyorlardı. 4- Avrupa‟dan getirtip Anadolu‟ya ve Asya‟ya sevk edilen mallar; Bizans ve Selçuklu dönemlerinde Avrupa kökenli mallar arasında cam eĢya, kağıt, çeĢitli kumaĢlar ve ibriĢim ticareti önemli yer tutmuĢtur. 16 Karadeniz ticaretinin yoğun olduğu 13-15 yüzyıllar arasında Ceneviz ve Venedikliler ticari hayatın hâkimi durumunda olmuĢlardır. Bizans tebası Rumlar‟ın ve Trabzon Rum Ġmparatorluğu halkının payı da küçümsenmeyecek boyutlardadır. Ġç pazarlarda ve kervan yollarında hâkimiyet sahibi olan Türkler‟ in denizaĢırı nitelikli ticarette fazla etkinliği olamamıĢtır. Trabzon‟daki yoğun ticari hayat Moğolların Yakındoğu‟ya inmelerini takip eden dönemden de sürmüĢtür. Moğolların sağladıkları siyasi istikrar ticari hayatı kolaylaĢtırıcı ve teĢvik edici tedbirleri yanında dini alandaki geniĢ hoĢgörülerine bağlı olarak Yakındoğu, 14. Yüzyılın ortalarında tarihin en mutlu ve refah dönemini yaĢamıĢtır. Yakındoğu‟daki bu geliĢmeler milletler arası ticaret yollarının kuzeye kaymasında etkili olmuĢ, buna bağlı olarak ta Trabzon‟un uluslararası ticarete açılması geniĢleyerek devam etmiĢtir. Trabzon ve çevresinin parlak uluslararası ticari hayatı Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun bölgeyi fethetmesiyle yapısal dönüĢüm göstermiĢtir. Osmanlı fetihleri neticesinde özerk Ġtalyan kolonilerinin Türkler‟ in eline geçmesi ve Karadeniz‟in bir Türk gölü haline gelmesiyle 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra bölge ticaretinin niteliği değiĢmiĢtir. Ġç deniz haline gelen Karadeniz‟in ticari yapısı uluslararası olmaktan çıkmıĢ, ulusal niteliğe dönüĢmüĢtür. Bölgenin uluslararası ticaret potansiyeli coğrafi keĢiflerin de etkisiyle daha güneye, önce Akdeniz‟e daha sonrada Atlas Okyanusu-Ümit Burnu ve Hint Okyanusu hattına kaymıĢtır. Buna paralel olarak Trabzon‟da transit ticaret merkezi özelliğini kaybetmiĢ, mahalli ihtiyaçların karĢılandığı, üretim ve tüketim maddelerinin el değiĢtirdiği bir liman haline dönüĢmüĢtür. 17 Buna rağmen Trabzon‟un ticari önemi tamamen kaybolmamıĢ, yoğun iç ticaret faaliyetleri devam etmiĢtir. 18. yüzyılın son çeyreğine kadar yabancı gemilerin Karadeniz‟e giriĢ-çıkıĢı yasak olduğundan bölgedeki ticaret tamamen milli nitelikte kalmıĢtır. 1774 yılında Küçük Kaynarca AntlaĢması‟yla Karadeniz‟de serbest dolaĢım hakkı Rus gemilerine verilmiĢ, bölge ticareti tekrar uluslararası nitelik kazanmıĢtır. Serbest dolaĢım hakkı 1784‟te Avusturalya‟ya, 19. yüzyılın baĢlarında da Ġngiltere, Fransa (1802), Sardunya, Danimarka ve Ġspanya gibi diğer Avrupa devletlerine tanınmıĢtır. Avrupa bandıralı buharlı gemilerin Karadeniz‟de dolaĢmaya baĢlamasıyla bölge ticareti uluslararası anlamda yeniden canlanmıĢtır. Ticaretin uluslararası nitelik kazanmasında Osmanlı Ġmparatorluğu ile baĢta Ġngiltere (1838) olmak üzere bir çok devlet arasında imzalanan ve bu devletlerin çıkarlarına uygun koĢullar taĢıyan 18 ticaret antlaĢmalarının önemli bir etkisi olmuĢtur. Yabancı tüccarları yerli tüccarlara göre daha avantajlı duruma getiren bu imtiyazlar bölge ticaretine uluslar arası bir hüviyet kazandırmalarına rağmen genel ekonomi açısından olumsuz sonuçlar doğurmuĢtur. Osmanlı dıĢ ticaretine uygulanan gümrük vergilerini yabancı tüccarlar lehine azaltan bu antlaĢmalar sonraları kaldırılmak istenmiĢse de bu baĢarılamamıĢtır aksine bazı diğer ülkelere de tanınmıĢtır. BaĢta Ġngiltere olmak üzere birçok Avrupa devleti ipek yolunun Trabzon-Ġran kolunu, navlun ücretinin çok düĢük olması nedeniyle alternatif ulaĢım yollarına tercih etmiĢlerdir. Hatta Ġngilizler, SüveyĢ Kanalının açılmasından önce Basra Körfezi kıyılarını Karadeniz limanlarına demiryolu ile bağlamak için birtakım projeler de hazırlamıĢlardır. Ancak, SüveyĢ Kanalı‟nın açılmasıyla bundan vazgeçmiĢlerdir. Trabzon‟un uluslararası ticarete açık bir Ģehir haline gelmesi 1830-1834 yılları arasında dıĢ ticaret hacmini dört kat artırmıĢtır. Bu geliĢme, büyük devletlerarasındaki siyasi ve ekonomik rekabeti daha da artırmıĢtır. Bir baĢka ifadeyle Trabzon ticareti Ġngiltere ile Rusya‟nın çıkarlarını Ġç Asya‟da çatıĢma durumuna getirdiği için önemli bir siyasi hesaplaĢma konusu haline dönüĢmüĢtür. Rusya, 1840 yılına kadar bölge ticaretinde tekel konumunda idi ve malları Ġngiliz mallarına tercih edilmekteydi. Ancak Ġngiltere‟nin ihracattaki baĢarısı Rus ticaretinin hissedilir ölçüde azalmasına neden olmuĢtur. Trabzon‟daki ticari geliĢme, UlaĢım sektöründe bazı atılımların yapılmasını gündeme getirmiĢtir. Trabzon-Erzurum yolunun yeniden inĢası için Fransa‟dan yol mühendisleri getirtilmiĢ, 1865 yı19 lında baĢlayan yol yapım çalıĢması 1871 yılında tamamlanmıĢtır. 1868 yılında Trabzon-Erzurum –Tebriz-Isfahan-Hindistan; Trabzon-Erzincan –Sivas-Musul-Basra; Trabzon-Samsun demiryolları inĢasına dair projeler hazırlanmıĢsa da finanssal güçlükler nedeniyle bunlardan vazgeçilmiĢtir. Trabzon‟un 19. yüzyıldaki ticari hayatı, Osmanlı Ġmparatorluğunun ticari hayatı ile paralel bir seyir izlemiĢtir. Genel olarak değerlendirildiğinde; 1840–1873 arası hızla geliĢme, 1873–1898 arası durgunluk, 1898-1913 arası yeniden geniĢleme dönemi olarak ifade edilir. Trabzon‟daki ticari hayatta ülkenin bu genel durumundan etkilenmiĢ, ihracat ve ithalatta iniĢli çıkıĢlı geliĢmeler yaĢanmasına karĢılık liman trafiği sürekli artmıĢtır. 19. yüzyılın Dünya, Osmanlı ve Trabzon ticareti ile birlikte analize tabi tutulduğunda, bu yıllardaki ekonomik geliĢmenin ve ticari kapasitenin Ģehrin coğrafi konumunun sağladığı avantaj ile 20 orantılı olmadığı ifade edilmektedir. Bu olumsuz durum halkın beceriksizliği veya isteksizliğinden değil, alt yapının yetersiz oluĢundan kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bölgedeki uluslararası ticaretin durağan hale gelmesi 1. Dünya savaĢı ile baĢlamıĢtır. 1917 yılındaki BolĢevik ihtilalinin ardından Sovyet Rusya ile olan Ticari ĠliĢkilerin kesilmesi bölgeyi bir çıkmaz sokak konumuna getirmiĢtir. Doğu Karadeniz‟in merkezi konumunda olan Trabzon‟un ticaretteki konumu 31 Ağustos 1989‟da Sarp Sınır Kapısı‟nın açılmasıyla değiĢikliğe uğramıĢtır. Karayoluyla Sarp Kapısı üzerinden Ortaasya ve Kafkaslara baĢlayan ticarete deniz yolu taĢımacılığı da büyük bir katkı sağlamıĢtır. Ülkemizde üretilen sebze ve meyvelerin önemli bir kısmı Trabzon limanı üzerinden baĢta Rusya Federasyonu olmak üzere, çevre ülkelere ihraç edilmektedir. 21 TRABZON’DA TARIM Trabzon ili; Kuzey Doğu Anadolu‟nun Karadeniz kıyısında olup toplam yüzölçümü 4685 kilometrekaredir. Ġl topraklarının yüzde 30‟u dağlık, yüzde 60‟ı kıyıdan içeriye doğru gidildikçe yükselen engebeli bir arazi olup; yüzde 10‟u ise düzlüktür. Ġl sınırları içinde yerleĢim çoğunlukla düzlükler ve yamaçlarla toplanmıĢtır. Dağları yararak denize dik olarak dökülen hızlı akıĢlı akarsular yüzey Ģekillerini sık bir Ģekilde parçaladığından yerleĢim Ġç Anadolu‟nun aksine burada dağınık Ģekildedir. Ġlin toplam arazisinin sadece 1599 Ha. Sulanabilir özelliktedir. Trabzon‟da 6 büyük toprak grubu mevcuttur. Bunlar; 1- Kırmızı kahverengi topraklar, 2- Kırmızı sarı podzolik topraklar, 3- Alüvial topraklar, 4- Kolüvial topraklar, 5- Kahverengi orman toprakları, 6- Yüksek dağ ve çayır toprakları, Trabzon‟daki araziler toprak, topografya, drenaj ve erozyon etkenlerine göre de 7 sınıfa ayrılabilir: 1) Birinci Sınıf Araziler: Hiçbir problemi olmayan arazilerdir. Kıyı Ģeridi boyunca uzanır. Her türlü ürün yetiĢtirilmesine elveriĢlidir. Bu sınıf arazinin yüzölçümü 1509 Ha‟dır. 2) Ġkinci Sınıf Araziler: Bu sınıf arazilerin de önemli bir problemi yoktur. Birinci sınıf arazi kadar derin değildirler. Kıyı Ģeridi üzerinde yer alırlar. Bu sınıf arazilerin yüzölçümü 12.614 Ha‟dır. Tütün, çay, mısır ve sebze yetiĢtirilmesine elveriĢlidir. 3) Üçüncü Sınıf Araziler: Özel korunma önlemleri alınması 22 gereken arazilerdir. Bu nedenle direne edilerek bitki ekimi düzenlenmeli, organik madde katılmalı, toprak yaĢken sürülmelidir. Bu topraklarda genellikle kıyı Ģeridindedirler. Yüzölçümü 86.428 Ha‟dır. Fındık, tütün, çay, mısır ve patates ekimine elveriĢlidir. 4) Dördüncü Sınıf Araziler: Bu tür arazilerde toprağı koruma önlemlerinin alınması ve dikkatle kullanılması gerekir. Bu sınıf arazilerde ekim-dikim yapılabileceği gibi otlak olarak da kullanılabilir. Dik eğilimlidir. Erozyona çok elveriĢlidir. Toprak derinliği azdır. Su tutma özelliği yoktur. Bu sınıf arazilerin yüzölçümü 535 Ha‟dır. Fındık, mısır ve patates yetiĢtirmeye elveriĢlidir. 5) BeĢinci Sınıf Araziler: Bu sınıf arazilerin çok Ģiddetli sınırlayıcı etkenleri vardır. Ġklimin elveriĢli oluĢu nedeniyle bu tür arazilerin büyük bir bölümünde fındık tarımı yapılmaktadır. Dik eğimli sonucu erozyon, taĢlılık, sığ toprak, düĢük nem, fazla yaĢlılık bu tür toprakların kötü özellikleridir. Bu arazilerin yüzölçümü 23 31.597 Ha‟dır. 6) Altıncı Sınıf Araziler: Kültür bitkilerinin geliĢmesini engelleyen etkenleri çoktur. Bu tür etkenleri kaldırmak çok güç olduğu gibi ekonomik değildir. Bu sınıf arazilerin yüzölçümü 323.699 Ha‟dır. Bunun ancak 8.364 Ha.‟ında mısır ve patates tarımı yapılmaktadır. 7) Yedinci Sınıf Araziler: Bu sınıf arazilerde tarımsal ürün yetiĢtirmek olası değildir. Çıplak kayalıklar, deniz kıyısındaki kumluklar, ırmak yatakları bu sınıf arazileri oluĢturur. Bu arazilerin yüzölçümü 12.118 Ha‟dır. Toplam (Ha): 1- Tarım Arazisi ....................................... 110.092 2- Çayır ve meralar ................................... 112.106 3- Ormanlar .............................................. 181.659 4- BoĢ arazi(ürün getirmeyen). ................... 64.643 24 ĠPEKYOLU “Cihanda iki büyük yol vardır. Gökyüzünde Samanyolu, yeryüzünde Ġpek Yolu.” Özbek Atasözü İpek Yolu, Çin‟den dünyanın dört bir tarafına kervanlarla gönderilen ipekten dolayı yolun güzergahına ve yollar ağına verilen genel addır. Çince ssu - İpek kelimesi, Eski Çağda batı dünyası tarafından Sir veya Ser Ģeklinde telafuz edilirdi. Ġpek için Latince ve Grekçe Seres ve Serica, Farsça Sere kelimeleri kullanılırken Ferdi-nand von Richthofen Ġpek Yolu anlamında Seidenstrasse kelimesini kullanmıĢtır. İpekyolu 25 TARĠHÇE 400 yıl boyunca Çin‟i yöneten Büyükhan Sülalesinin (M.Ö. 206-M.S. 220) bir elçisi olan ünlü zengin Zhan Quian, Hindistan‟dan Çin‟e yıllarca süren yolculukları sırasında keĢfettiği geçitlerden geçtiği yollardan daha sonra ipek yüklü kervanlar gönderdi. Zhan Quian, Takla Makan çölü eteklerinden dolaĢarak Karakum geçitlerini aĢıp, sonraları efsanevi Ġpek Yolu kervanlarının geçeceği yolları katır sırtında kat ederek Hindistan‟a ulaĢtı. “Ġpek Yolu” gerçeği de böylece baĢlamıĢ oldu... URUMÇİ PAZARINDA DEVE HEYKELİ Bu ünlü kervan yolunun adını, 1870‟li yılarda ünlü Alman fotoğrafçı Ferdinand Von Richtofen koymuĢtur. Ġpeğin yanı sıra porselen, kağıt ve baharatın, değerli taĢların taĢındığı “Ġpek Yolu”nun baĢlangıç noktası, Han sülalesinin baĢkenti Xi-An Ģehriydi. Bu kent “Ġpek Yolu” ticaretinin etkisiyle Budistlerin, ZerdüĢlerin, Parsistlerin, Yahudilerin bir arada yaĢadıkları bir kozmopolit metropol haline gelmiĢti. Akdeniz ve Çin arasındaki iliĢkinin çok eski 26 bir geçmiĢi olduğu Çin kaynaklarında da belirtilmektedir. Bazı batılı bilim adamları ise bu yolun 2000 yıldan fazla bir geçmiĢi olduğu ileri sürülmektedir. (Frank-Brownstone 1986, s.1) M.Ö. 100‟lerden itibaren Çin Ġpeği batıda aranan bir mal olmuĢtur. Ġpek sayesinde yapılan ticaretle Roma, Bizans, Anadolu, Suriye, Ġran, Afganistan, Türkmenistan ve Çin coğrafyalarında yaĢayan insanların antik çağdan itibaren kültürlerinin karĢılaĢıp birbirleri ile etkileĢtiği söylersek abartmıĢ olmayız. Yollarda baĢka ülkelerin, farklı kentlerinde tüccarlar tarafından el değiĢtiren ve yeniden iĢlenen Çin Ġpeğinin adı Soğd, Ġran, Bizans ipeği haline gelebiliyordu. Zenginlik ve güzellik kelimeleri ile birlikte anılan ipek, bazen de saygın kiĢilerin ölüleriyle birlikte mezarlara konuluyordu. (Ierusalimskaja 1996, s.5) Çin ve Orta Asya Hükümdarlarının, Bizans Ġmparatorlarının ve Sasani ġahı‟nın elbiseleri hep ipekten dikilirdi. Yüksek mevkilerdeki insanların elbiselerinin ipek olması kaçınılmazdı ayrıca kutsal yazının muhafazası, katedrallerdeki dini muhafazaların ve sunakların örtüsü de ipekten yapılırdı. Ġpeğin batı da değeri her zaman altınla ölçülmüĢtür. Ġpek Yolu kendi bölgelerinden geçen kabileler, vadilerde ve geçitlerde tüccarlardan geçiĢ parası alıyorlardı. (Ierusalimskaja 1996, s.7) Ġpek Yolu‟ndan sadece ipek değil yanı sıra pek çok mal da Doğudan Batı‟ya, Batıdan Doğuya taĢınıyordu. Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve Ġslam dinleri ile çeĢitli mezhepler ve din kitapları bu yolla yayılıyor, çeĢitli dillere çevriliyorlardı. Yine çeĢitli sanat eserleri ve üslupları yer değiĢtirirken yeni kültürlerin oluĢmasına neden oluyordu. 27 GÜZERGÂH Çin‟den baĢlayıp batıya doğru uzanan Ġpek yolu ve ticareti dört ana güzergâhtan yapılıyordu. Bunların ilki beklide en önemlisi karadan giden birinci yoldu. Çin‟in iki önemli baĢkenti Chang-an ve Lo-Yang‟dan baĢlayan batıya doğru Kansu bölgesinden Doğu Türkistan‟a ve oradan da Batı Türkistan‟dan geçtikten sonra Ġran‟a ulaĢıyordu. Ġran‟dan devamla yol Asya Kıtasında Doğu Akdeniz‟in en önemli Liman Kenti Antakya‟da son buluyordu. Bu yolun Ġran‟dan Karadeniz‟e geçen bir baĢka ucu da bulunmaktaydı. Hazar denizi güneyindeki Ecbatana‟dan Tebriz -Artaxata - DvinPhasis güzergâhından Karadeniz kıyısındaki Trabzon Ģehrine ulaĢıyordu. Trabzon‟dan GümüĢhane-Erzurum-Kars-Tebriz üzerinden Semerkant‟a ulaĢan Ġpek yolu‟nun bu bölümü için Avrupalılar öneminden dolayı “Semerkant’a giden altın yol” adı verilmiĢtir. (Mehmet Tezcan 2001-s.74) Bu yol deniz yolu ile Ġstanbul üzerinden Akdeniz‟e ve Akdeniz‟de de Avrupa‟nın önemli kentlerine buradan da gümrüklenen mallar Orta(Macaristan) ve Kuzey Avrupa‟ya kadar ulaĢıyordu. “Deniz ve karayollarının kavşak noktası” olarak da adlandırılan Trabzon kentine önce Cenevizliler sonra da Venedikliler koloni oluĢturmuĢlardır. Trabzon-Tebriz karayolu binek hayvanları ile 12-13 gün, kervanla 30-32 günde alınabiliyordu. ĠstanbulTrabzon gemi seferleri çok eski zamanlardan beri yapılmaktadır. Örneğin seyyah Geoffery, bu yolu 19 28 günde, Klavijo ise 22 günde tamamlayabilmiĢlerdi. Yelkenliler bu yolu 4-5 güne indirmiĢti. Eski zamanların mal bakımından en zengin Ģehri ise Trabzon‟un partneri olan Ġran‟da ki Tebriz kenti idi. Ayrıca Kürk ve Altın yolu olarak da tabir edilen Kuzey Ġpek Yolu adlı bir yol daha vardır Bu yol iç Asya‟dan baĢlayıp Sir Derya ırmağını ve kuzeydeki ormanlık araziyi takip ederek Aral gölüne Hazar denizi‟nin kuzeyinde Ural dağları ile arasından akan Ġdil(Volga) nehrini geçerek Karadeniz‟de Azak Denizi ağzındaki Tana(Azak)‟ya ve bölgedeki diğer limanlara uğruyor ve Trabzon ve Ġstanbul gibi metropol kentlere ulaĢıyordu. Bunlara ilave yan yollarda vardı. İkinci yol, birincinin bir çeĢit devamı niteliktedir. OrtaAsya‟yı doğu Batı doğrultusunda geçen yol HindikuĢ dağları geçitlerini aĢarak Belucistan‟a ve Hindistan‟a iniyordu. Üçüncü yol, oldukça önemli olan Doğu-Batı istikametli deniz yoludur. Güney Çin‟den baĢlayan yol Hint Okyanusunu takiben Hindistan‟a ulaĢıyordu. Hindistan‟dan Kızıldeniz yoluyla Mısır‟a, Basra Körfezi Yolu ile Irak‟a çıkıyordu. Dördüncü yol ise Hindistan yolunun devamı niteliktedir. Belucistan yolu ile Ġran‟a iniyordu. Oradan takiben Güney Mezopotamya‟ya ve son olarak da Doğu Akdeniz limanlarına ulaĢıyordu. ĠPEKYOLU VE TĠCARET Bu yollarda ticaret, develer tarafından taĢınan ana maddesini ipeğin oluĢturdu kervanlarla doğu-batı istikametli olarak yapılıyordu. Ticaret birçok devlet tarafından çok önemsenmekteydi. Kervanların günlük yol mesafesinde veya belirli aralıklarla konaklaması ve her türlü ihtiyaçlarının giderilebilmesi amacıyla konaklar bulunurdu. Bunların basit oteller Ģeklindeki olanlarına han, günümüzdeki beĢ yıldızlı otellerle kıyaslanabilecek olanlarına ise Kervansaray denilmekteydi. 29 KERVANLAR VE GÜVENLĠK Çinliler ve Romalılar ile arada kalan ülkeler tarihin değiĢik zamanlarında ticarete özel bir önem vermiĢler ve özellikle kervanların güven içinde hareket etmesine imkan sağlamıĢlardır. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında bunun en önemli göstergesi olarak Kervanların her hangi bir Ģekilde zarar görmesi halinde zararlarının tazmin edilmesi ticareti oldukça canlandırmıĢtı. Anadolu Selçukluları bu anlamda ilk “sigortacılık” anlayıĢını oluĢturmuĢtu. Moğollar ise ticareti “devletin temeli” olarak görmüĢlerdir. VERGĠ VE ZENGĠNLĠK Yollarından geçen kervanlardan aldıkları vergiler Ġpek Yolu üzerinde bulunan ülkelerin en önemli gelirleriydi. 30 Kaşgar-Pamir Dağları Uygur Özerk Bölgesi OSMANLILAR DÖNEMĠNDE ĠPEK YOLU’NUN TRABZON-ERZURUM BÖLÜMÜ Osmanlılar döneminde sosyal ve ekonomik ilerlemelere paralel olarak Ġpek Yolu‟nun kuzeyden Karadeniz‟e ulaĢan ErzurumTrabzon güzergâhı ticari olarak önemini devam ettirmekle birlikte özellikle Trabzon Limanı ordunun lojistik ikmal merkezi olarak da öne çıkmıĢtır. Özellikle Ġran ve Kafkasya seferlerinde, Rumeli ve Ġstanbul‟da hazırlanan savaĢ malzemeleri ve yiyecek maddeleri deniz yolu ile Trabzon‟a, buradan da Trabzon-GümüĢhane-BayburtErzurum güzergâhı ile sınıra ulaĢtırılmaktaydı. Ticaret ve askeri lojistik açısından önemli olan bu güzergah yolu güvenlik açısından denetlenmekte, sürekli olarak da bakım ve onarımı yapılmaktaydı. 1774 yılında Ġran ile baĢlayan sınır sorunu Trabzon‟dan 31 Kars‟a alternatif arama ihtiyacını ortaya koymuĢtur. Bununla ilgili olarak yapılan çalıĢmalarda Sürmene ve Batum limanları değerlendirilerek Kars‟a Karadeniz‟den iki yeni yol güzergâhı düĢünülmüĢtür. Yapılan incelemeler sonucunda Sürmene yolu projesi bir yıl sonra askıya alındı. Batum‟dan Kars‟a yol yapımı ve sevkiyatı 1746‟de gerçekleĢtirildi. Bu yol Trabzon-Erzurum yolundan daha kısa ve ekonomik olmasına rağmen bu yol Osmanlı Tarihi boyunca iĢlerlik kazanamamıĢtır. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda yol yapımına PadiĢah Abdülmecit zamanında yeniden önem verilmiĢtir. 1848 yılında Karadeniz‟i Anadolu üzerinden Arabistan‟a bağlamak amacıyla Trabzon-Bağdat arasında Ģose yol yapımı gündeme alındı. Ancak yapılan etüt çalıĢmalarında arazi Ģartlarından dolayı yolun yapımının çok pahalıya mal olacağının anlaĢılması üzerine bu projeden vaz geçilmiĢtir. 1849 yılında Batum-Kars yolunun yapımı ile ilgili giriĢimler üzerine mühendis Ġsmail Efendi‟nin güzergâh belirlemek üzere Ġstanbul‟dan görevlendirilmiĢtir. 1850 yılında Trabzon-GümüĢhane-Erzurum yolu inĢaatı nafıa nazırının katıldığı büyük bir törenle baĢlamıĢtı. Yolun yapımı 22 yıl sürmüĢ ve 1872 yılında 105 kilometrelik Trabzon-GümüĢhane bölümü tamamlanabilmiĢti. Trabzon‟dan ilk konak olan Maçka‟ya (Mataracı, Altıkilise, Cevizlik, Meksila konaklarından birine) altı saatte varılabiliyordu. Ġkinci konak Hamsiköy idi. GümüĢhane‟ye 24 saatte varılabiliyordu. Erzurum‟a 66 saatlik yol 10 günde kat edilebiliyordu. Tebriz 172 saatlik yolu 35 günlük mesafedeydi. Yolun ortalama geniĢliği iki buçuk metre, en yüksek noktası 2015 metre ve en yüksek eğimi %8 idi. 32 Bu yol güzergâhında daha sonra çeĢitli zamanlarda onarımlar yapılmıĢtır. A. Bryer‟in verdiği bilgiye göre 1892 yılında Ġpek Yolu‟nun bu bölümünden ilk defa atlı araba ile geçen Weeks, 1919 yılında motorlu araçla geçen ise Ravlinson‟dur. YAZ VE KIġ YOLLARI Ġpek Yolu’nun Trabzon- GümüĢhane-Bayburt-Erzurum bölümü XIX. yüzyıla kadar iki ayrı güzergâh takip etmiĢtir. Bu yol bölümü yazlık ve kıĢlık olarak farklı güzergâhlar izlemiĢtir. Kış yolu olarak bilenen yol Trabzon‟da Boztepe‟nin doğusunda Karadeniz‟e dökülen Değirmendere çayı vadisini takiben baĢlar ve güneye doğru vadiye takip ederek Esiroğlu‟a ulaĢır. Buradan güneye doğru ve vadinin yamaçlarında tırmanarakeski isimleri ile günümüzün Maçka ilçesi yayla ve köyleri olan Hortokop, Yayandon, Hamsiköy üzerinden2000 metre yüksekliğindeki Zigana geçidine ulaĢırdı. Yol buradan Zigana köyü üzerinden GümüĢhane‟nin Ardasa (Torul) ilçesine bağlanırdı. Yaz yolu ise Esiroğlu‟ndan itibaren çeĢitli güzergâhlar izlerdi. Nedeni yol güzergâhlarındaki konaklama yerleriydi. Bu yollar Kolat Boğazı, Karakaban, Ferganlı, Ġstavri, Krom, Anzarya hanlarından bazılarına uğrayarak GümüĢhane Ģehir merkezine hiç uğramadan kestirmeden Kovans veya Vavuk Geçidine ulaĢarak kıĢ yolu ile buluĢurdu. SEYAHATNAMELERDE ĠPEKYOLU Seyyahların yazdığı Seyahatnameler, tarihçilerin sıkça baĢvurduğu kaynaklardır. Özellikle arĢiv belgelerinin ve diğer kaynak33 ların yetersiz olduğu durumlarda… Seyahatnamelerdeki bilgilerin değeri göz ardı edilmez ama içerisinde her zaman yazan kiĢinin amacına göre bir kurgu belki de bir ön yargı vardır. Önemli olan bu eserlerde bir olgu bulmaktır. Özellikle batılı seyyahların Avrupalı olmayan oryantal ve koloniyal toplumlar hakkındaki merakları seyahatlarının en önemli amacını oluĢturmuĢtur. Efsanevi doğu, Bin Bir Gece Masalları, Çin Ġpeği, Hindistan Baharatları, Doğunun Mistizmi ve sonuçta Oryantalizmi(Doğu Bilimi) doğurdu. ĠĢte bu çerçevede bizlere farklı zamanlarda Ġpek yolu hakkında gözlemlerini aktaran bu seyyahlardan bazıları; Marko Polo(1250), Ruy Gonzales de Clavijo (1402) Evliya Çelebi (1647), Katip Çelebi... Giovanni de Pino Carpini (1839), Hommaire de Hell (1847), Wilhelm de Rubruk (1859), Theophile Deyrolle 1869), A.Rawlinson (1919)… Bu seyyahların hepsi de Ġpek yolu‟ndan geçmiĢlerdir. Marco Polo ipeği, Ġpek Yolu‟nun verdiği nimetleri tespit etmek, o bölgeyi ortaya çıkartmak için ta Çin baĢkentine kadar uzanan bir sefer düzenlemiĢtir. Marco Polo‟dan sonra Avrupalının ilgisi sürekli olmuĢ buraya ta Ortaçağa gelene değin. Ortaçağda Ġpek Yolu‟nun önemini kaybetmesiyle batının ilgisi kesilmiĢ. Tarih boyunca milletlerin birbirlerini tanıması ve kaynaĢmasında Ġpek Yolu bir köprü vazifesi görürken seyyahlar da toplumların gözleri ve merakları olmuĢlardır. Günümüzde ise kervanların yerini motorlu kara araçları almasından sonra Ģose yolların yapımı ile Yak, Deve, Katır, At gibi hayvanların taĢımacılıkta kullanıldığı kervanlar da çoktan tarihin sayfalarına mal oldu. 34 ĠPEKYOLUNDA DEVE KERVANLARI NE TAġIRDI? Develer üstünde Doğu'nun efsanevi zenginliklerini Batı'ya taĢıyan kervanlar, yüzlerce yıl Çin'den baĢlayıp Anadolu üzerinden Avrupa'ya ulaĢtı. Ġpek Yolu, zamanında dünyanın en iĢlek ticari yollarından biri oldu. Bu yollardan yoğun bir Ģekilde ipek, porselen, kâğıt, baharat, değerli taĢlar ve takılar taĢındı. 16 ve 17'nci yüzyıllarda, Batı'nın ticareti yeni keĢiflerle yön değiĢtirince önemi azaldı. Ġpek Yolu‟nun önemini kaybetmesi de Ġstanbul‟un Türklerce alınmasıyla ilgili. 1450‟lerden sonra Ġpek Yolu eski önemini kaybediyor. Bildiğiniz gibi batı Ġpek Yolunun yerine deniz yollarını aramaya baĢlamıĢ. ÇeĢitli yollar bildiğiniz gibi keĢfedilmiĢ. Batılı seyyahlar 19. Yüzyıla kadar Ġpek Yolu üzerinden önemli bir seyahat gerçekleĢtirilmemiĢtir. Batının ilgisi ancak 19. Yüzyılın ikinci yarısı tekrar gündeme gelmiĢ. Özellikle 1875‟lerden sonra batılı gezginler, haritacılar, seyahatname yazarları Ġpek Yolu bölgesine çeĢitli geziler düzenlemiĢler. En eski gezginlerden seyahatname yazarlarından Hedin. Ondan sonra arkeologlar bu iĢe el atmıĢ 19. Yüzyılın sonunda. Özellikle 19. Yüzyılın sonu 20. Yüzyılın baĢında Fransız, Ġngiliz, Alman arkeologları yöreye düzenli olarak çok sayıda seferler düzenlemiĢ. UYGARLIK YOLU Diğer yandan Ġpek, Doğu kültürünün Batı tarafından tanınmasını da sağlamıĢtır. Binlerce kilometre uzunluğundaki Kıtalar arasındaki kültür alıĢveriĢine de imkân sağlayan Ġpek Yolu yüzyıllarca Doğu ile Batı arasında “Uygarlık Yolu” olmuĢtur. 35 Ġpek Yolu, bir ticaret yolu olmasının ötesinde geçtiği yerlerde yaĢayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taĢımakta ve olağanüstü bir tarihi ve kültürel zenginlik sunmaktadır. ĠPEK ENDÜSTRĠSĠ M.Ö. II. yüzyılda Çin‟de baĢlayan Han Hanedanı döneminden itibaren ipek Çin uygarlığının önemli ögelerinden ve simgelerinden birisi oldu. Ġpek bazen devletin çeĢitli ödemelerinde para yerine kullanılıyordu. Altın gibi ipek de tasarruf amacıyla saklanıyor ve yabancı ülkelerle yapılan ticarette para yerine kullanılıyordu. Çin‟e büyük zenginlik getiren ipek üretiminin yabancı ellere geçmesini engellemek amacıyla ipekböceğini geliĢtirme ve yetiĢtirme yöntemleri çok gizli tutulur kozaların Çin dıĢına çıkartılması ölümle cezalandırılırdı. Batıda özellikle Roma‟da ipek son derece değerli bir maldı. Büyük servet sahibi olan soylular, yüksek memurlar ve toprak sahipleri ipeğin doymak bilmeyen alıcılarıydı. Roma‟da ipeğe olan ilginin fazlalığı karĢısında Roma Senatosu M.S. I. Yüzyıl baĢlarında erkeklerin ipek kullanmasını yasaklamıĢtı. Eski çağlardan beri birçok milletin hayatında çok önemli bir yer tutmuĢ; Uzak Doğudan gelen ipek ve baharat, Batı dünyası için, uluslararası iliĢkilerde önemli bir rol oynamıĢtır. 36 CUMHURĠYET’ĠN ĠLANINDAN SONRA ĠPEK YOLU’NUN TÜRKĠYE’DE KALAN BÖLÜMÜNÜN YENĠDEN ĠNġASI Dennis Wright tarafından 1945 yılında Royal Central Asian Society‟de (Krallık Merkezi Asya Cemiyeti) Trabzon ile ilgili yapılan sunumda, “Semerkant’a Giden Altın Yol’u başlangıç” noktası olarak önerilen Trabzon Limanı ile ilgili yaptığı konuĢmada: “Perslerden sonra hala devam eden ticaretin merkezini de buldum. Fakat ticaret develerle değil kamyonla yapılıyordu. Trabzon’da Perslerden kalan son deve kervanı da 1936’da görülmüş…” demektedir. Dennis Wright konuĢmasına devamla “19. Yüzyılda Anadolu’da atlar ve buharlı gemiler tek ulaşım aracı olduğu zamanlarda gezginler doğuya yapılan seyahatleri, batıdakilerden daha sıkıcı buluyorlardı. Bir de buralarda sınırlarda modern askeri bölgelerin 37 bulunması, bugün de buralara olan seyahatleri, zorlaştırıyor. Bu nedenle Kinneir, Hamilton, Bryce ve Lunch gibi seyyahların büyük çoğunluğu sonraları bu bölgeleri ziyaret etti ve oraları gelecek kuşaklara anlattı. 19.yy’da Türkiye’nin doğusunun Avrupa’da daha iyi bilinmesinin diğer bir nedeni de şuydu: 1830’da Karadeniz limanlarının yabancı gemilere açılmasından sonra Trabzon’dan Tebriz’e uzanan tarihi kervan yolu (İpek Yolu) Romalılar ve Marco Polo’nun günlerinde olduğu gibi tekrar canlandı. Manchester’li dokuma endüstrilerinin yanı sıra seyyahlarda Tebriz ve Tahran pazarlarına ulaşmak için Trabzon’dan geçtiler. Birinci Dünya savaşından sonra İran’a gitmek için farklı rotalar geliştirilince, bir ulaşım limanı olan Trabzon’un ticari önemi sürekli azaldı ve önceki yıllarla karşılaştırıldığında, bu dönemde birkaç Avrupalı Türkiye’nin Kuzeydoğusunu ziyaret etti. Trabzon’dan Erzurum’a uzanan bu araba yolu, Ağrı dağından geçip, İran hududuna ulaşmaktaydı. Samsun’dan Rusya sınırına uzanan sahil yolunun ise elverişsiz şartlarda kullanılması kaçınılmazdır. Bu kıyı boyunca, limanlar yetersiz olmasına rağmen burası sahil şeridinin ekonomisinde ve yaşamında çok önemli bir role sahiptir.” Ekim 1944‟de Journal‟da yayınlanan “Trabzon ve Ġran ulaĢım ticareti” konulu makalede Trabzon‟dan Tebriz‟e uzanan kervan yolunun tarih içinde çeĢitli olaylara Ģahit olduğunu Dennis Wright belirtmiĢti. Dennis Wright yolun mevcut durumu ile ilgili olarak da Ģunları anlatır: “Trabzon ve Erzurum arasında bir motor yolu olmasına rağmen, Colonel A. Rawlinson’un “Adventures in The Near East “kitabını okuyanlar 1920’li yılların başında Tebriz’e yaptığı yolculuğun çok maceralı olduğunu anımsayacaklardır. 1931 yılına kadar kaybolmuş transit ticaretini canlandırmak 38 için endişeli olmayan Türk Hükümeti eski kervan yolunu birinci sınıf karayoluna dönüştürmeye başladı. Birinci Dünya Savaşında insan gücü yoksunluğunun yanı sıra orada üstesinden gelinmesi gereken pek çok fiziksel zorluklar olduğundan bu yoldaki çalışmalar sürdürüldü. Bu yol Türkiye’deki en güzel dağ manzaraların geçerek çekicilik kazanmasıyla Yakındoğu’da en iyi taşıt yollarından biri olmuştur. Kolay eğimleri, geniş dönemeçleri ve güçlü betonarme köprüleriyle birkaç yıl için tam kapasite dolu, ticari araçların geçmesi için yeterli olan yeni yol İran sınırının törenle açılması ile canlandı. 1940-41 yıllarında Almanlar İran pamuğunu kamyonlarla Trabzon’a götürmek için bu yolu kullandılar. İngiliz donanmasının ablukasından müdahale korkusu olmaksızın yüklerini gemiyle oradan Avrupa’ya taşıdılar. Bu transit yolundaki iyi mühendislik için fazla güven duyulmasının nedeni İngiltere’de eğitim görmüş bu işle ilgilenen ve ayrıca mükemmel bakım işi sisteminden sorumlu olan İsveçli mühendis William Cramer’di.” Diğer yandan o zaman da gündemde olan Trabzon-Hopa demiryolu için Dennis Wright Ģöyle demektedir: “Bu yol 200 mil uzaklıktaki tren yoluyla kıyı ve Trabzon’u birleştirerek gerekli bir amaca hizmet etmesine rağmen, bu yolun Karadeniz’i bütünüyle bir uçtan diğer bir uca geçmesine bağlı olarak İran transit ticaretinin eski hacmini Trabzon'a geri kazandıracağına ayrıca ya Samsun’dan ya da Batum’dan Rusya yönünde tren yolunu kullanacağını düşünmüyorum. Doğuda hemen hemen 100 mil ötede olan Hopa-Kars yolu kıyıdan iç kesimlere ulaşımı sağlayan tek kara yoludur ve bu yol esasen Berlin antlaşması gereği Batum, Artvin, Ardahan ve Kars 39 bölgelerini kazanmalarından sonra Ruslar tarafından yeniden inşa edilmişti. 1921’de Türkiye, Sovyet Rusya ile yapılan Kars antlaşmasıyla son 3 bölgeyi yeniden geri aldığında, Batum’dan ilk birkaç mil dışında bu yol tamamıyla Türk toprakları içinde kaldı. 1930’lu yıllarda Türkiye kıyı dağlarından Hopa’dan bu yolun Kars’a ulaştığı yer olan Borçka’ya bir kara yolu inşa ettiler. Batum-Borçka bölümü bakımsız hale gelmesine izin verildiğinden uzun yıllar boyunca Türkiye ve Rusya arasında kendi sınırlarının bu kısmı boyunca hemen hemen hiç iletişim olmamıştır.” Dennis Wright konuĢmasında Trabzon‟dan sonra ki Ġpek yolu üzerinde bulunan GümüĢhane ve Bayburt‟tan da söz etmekte ve Ģunları söylemektedir: “Marco POLO tarafından bahsedilen Bayburt kalesi ve gümüş madeniyle ünlü küçük dağ kasabası olan Gümüşhane’de, Türkiye’deki merkezi ısınma sistemli, şahsi suitleri olan, batı tarzı banyo ve tuvaletleriyle tamamlanmış en modern otellerden iki tanesi var. Her iki kasabada transit yolu üzerindedir ve arabayla kolaylıkla ulaşılabilir. Bu oteller İran’dan gelen veya oraya giden yolcuların yiyecek ve içeceklerini temin etmek düşüncesiyle inşa edildiler. Fakat savaş zamanı yokluklarından dolayı henüz açılmadı. Bir kere bu oteller açıldıklarında, onlar; Türkiye’nin acı çeken bu köşesine yabancı ülkelerden gelen ziyaretçileri çekebileceklerdir. Ben turistleri karşılamanın resmi bir isteksizliğini hissediyorum. Kışın, ülkenin bu bölümünün, telsizler hariç, ülkenin geri kalanıyla olan bağlantısı tamamıyla kopar. Yollar karlarla kaplanır. Denizdeki dalgalardan dolayı gemiler tasfiye edilir ve telgraf kabloları da rüzgârda kesilirdi. Bölgenin vahşi doğası, iletişimin yetersizliği ve dünyanın geri kalanıyla olan temassızlık nedeniyle, Ankara ve İstanbul’dan yayı40 lan modernizasyonlaşma etkileri buraya ulaşmada gecikiyor. Bundan dolayı birçok eski alışkanlığın burada hala devam etmesi şaşırtıcı değil, kadınların giydiği çarşaf bunun en güçlü kanıtıdır. Motorlu araçların ve sinemanın gelmesiyle yüzyılın başından beri yaşamın temposu biraz daha hareketlendi.” Mr. Wright, eski kervan yolundan Ġran‟a kadar olan bu yol inĢasının 1931 de baĢlatıldığını ve 1939‟a kadar hızlandırılarak devam ettiğini aynı konuĢmasında belirterek yolla ilgili Ģu bilgileri verir: “İşin çoğu 1936-39 arasında tamamlanmıştır. Fakat iş, ikinci dünya savaşı esnasında da devam etti. 1943 Ocak ayında otomobille gittiğinde TrabzonKop geçidi arası 150 mil uzunluğundaydı. Küçük istisnalar hariç tamamlanmıştı. Kendinin çekip gösterdiği fotoğraflar propaganda fotoğrafları değildi ve gerçekten şaşırtıcıydı. Yol, kışın Erzurum’a kadar normal şekilde işliyordu ve açıktı. Buradan ötesi ise kapalıydı.” 41 ĠPEKYOLU’NU CANLANDIRMA PROJELERĠ Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, Ġpek Yolunun hem bir ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiĢ, bu yol boyunca inĢa edilmiĢ ve artık kullanılmayan yapıların, yeni iĢlevler kazandırılarak korunmaları ve yaĢatılmaları için çalıĢmalar baĢlatılmıĢtır. Ġpek Yolu ayrıca dört yüzyıl sonra bugün, güzergâhı üzerindeki ülkelerde ekonomilerin dıĢa açılması ve zengin enerji kaynakları yüzünden yeniden canlanıyor. Diğer yandan günümüzde turizmi yapan seyahat acenteleri oluĢmuĢtur. Ġpek Yolu Turizmi baĢlamıĢtır. AraĢtırma: Uğur Yenidoğan 42 FINDIK 43 44 FINDIĞIN ANATOMĠSĠ TANIMI Fındık, bitkisel literatürde, Fagales takımının Betulaceae familyası Corylus cinsi içinde yer almaktadır. Bu cins bitkilerin özelliği kıĢın yaprakları döken çalı ve ağaçlar olmalarıdır. Fındıklarda kromozon sayısı 22 ya da 26 olarak bildirilmektedir. Bu nedenle fındık türlerinin sınıflandırılmasında ayırt edici farklılık olarak bitkinin morfolojik, pomolojik ve zuruf özellikleri kullanılmaktadır. Corylus cinsi içindeki bütün türler, monoik-diklin çiçek yapısına sahiptir ve rüzgar ile tozlanmaktadırlar. Çiçekleri bir evcikli ve bir eĢemlidir. Erkek çiçekler, kıĢ aylarında olgunlaĢır ve tozlarını saçarlar. Bu dönemde diĢi çiçeklerde ne yumurtalık ve ne de yumurta hücresi oluĢmamıĢtır. DiĢilerde yumurta hücresi ilkbahar aylarında olgunlaĢır ve döllenme tozlaĢmadan 3-5 ay sonra gerçekleĢir. Corylus cinsi, çiçeklerini bu özellikleriyle diğer bitki cinslerinden ayıran bir özellik gösterir. Çiçeklenmenin kıĢ aylarında oluĢu herhangi bir yerde ekonomik anlamda bir fındık yetiĢtiriciliğini sınırlayan ve belirleyen önemli unsurlardan biridir. MORFOLOJĠK ÖZELLĠKLERĠ Fındık kültür çeĢitleri ülkelere ve yörelere göre değiĢiklik göstermektedirler. Türkiye‟de fındık kültür çeĢitleri genellikle, 3-4 metreye kadar varan çalı formunda bulunmaktadır. ABD‟de ise tek gövdeli ağaç Ģeklinde fındık yetiĢtirilmekte ve boy uzunluğu 6 metreye kadar çıkmaktadır. Amerika‟da fındık 45 tarımı Oregon eyaletinin Willamette vadisinde yapılmaktadır. Dip ve kök sürgünü oluĢumu çalımsı çeĢitlerde, ağaç formunda yetiĢtirilenlere göre daha fazladır. Fındıklarda kökler çok derine gitmez. Kazık kök çok az bulunmaktadır. Fındık çeĢitleri arasında ağacın kuvveti, büyüme Ģekli, dip sürgünü oluĢturma eğilimi yönünden önemli farklılıklar vardır. Türk çeĢitleri içinde Çakıldak, Kargalak, Kan, Ġncekara ve KuĢ çeĢitleri zayıf, Tombul, Palaz, FoĢa, Kalınkara, Uzunmusa, Sivri ve Yuvarlak Badem çeĢitleri arto düzeyde kuvvetli, Mincane, Cavcava, Acı ve Yassı Badem çeĢitleri ise kuvvetli geliĢme göstermektedir. AĢırı geliĢme genellikle düĢük verim ile iliĢkilendirilmektedir. ÖNEMLĠ TÜRLERĠ 1- Adi Fındık (Corylus avellana): En geniĢ yayılma alanı bulmuĢ fındık türüdür. Trakya‟dan Doğu Karadeniz‟e kadar uzanan dağlar, Kafkas Dağları ve Ġtalya yabanilerinde rastlanmaktadır. Avrupa‟nın hemen hemen tamamına yayılmıĢtır. 2- Corylus Colurna (Türk Fındığı): Ana vatanı Karadeniz sahilleri, Trakya ve Makedonya olarak bilinmektedir. Bu fındık türü 1582 yılında Ġstanbul‟dan Avusturya‟ya götürüldüğü için Türk fındığı adını almıĢtır. 3- Corylus Maxima (Lambert veya Kan fındığı): Kültür ve yabani formları mevcuttur. Balkan yarımadasının kuzeyinde, Anadolu‟nun Kuzey doğusunda ve Ġtalya‟da yabani formlarına rastlanmaktadır. Güney Asya‟da da yaygındır. 4- Corylus Ferox: Bu fındık türü 10 metre kadar boylanabilen ağaç Ģeklindedir. Genç sürgünleri ince tüylerle kaplıdır. Bu tür 46 Himalaya‟larda yaygın olup, Çin‟de de bulunmaktadır. 5- Corylus Chinensis Franch: Bu tür 40 metreye kadar boylanabilen ağaç Ģeklindedir Çin‟de yaygındır. 6- Corylus Pontica: Genellikle Batı Asya‟da rastlanın çalı formundaki bu türün yaprakları kalp Ģeklinde yuvarlağımsı ovaldır. Meyveleri iri, geniĢ ve ovaldır. 7- Corylus Heterophylla Fisch: Japonya‟dan Batı Çin‟e kadar yayılma gösteren bu tür, 4 metreye kadar boylanabilen ağaç formundadır. 8- Corylus Americana Walt: Kanada‟dan Floridaya kadar yayılma gösteren bu tür, 1-3 metreye kadar boylanabilen çalı formunda bitkidir. 9- Corylus Mandschurica Maxium: Mançurya ve Kore‟de yaygın olan bu tür 5 metreye kadar boylanabilen çalı formundadır. 10- Corylus Sieboldiana Blume: Japonya‟da yaygın olan bu tür 5 metreye kadar boylanabilen çalı formundadır. 11- Corylus Rostata: Kuzey Doğu Amerika‟da yaygın olan bu tür 0.6-0.8 metre boylanabilen çalı formunda bitkidir. 12- Corylus Californica Rose: Kaliforniya‟dan Washington‟a kadar yayılma alanı gösteren bu tür 7 metreye kadar boylanabilen bir çalıdır. TÜRKĠYE’DE YETĠġTĠRĠLEN ÖNEMLĠ FINDIK ÇEġĠTLERĠ Ülkemizde yetiĢtirilen fındık çeĢitleri meyve Ģekil ve özelliklerine göre üç grupta toplanmaktadır. 1. Yuvarlak fındıklar 2. Sivri fındıklar 3. Badem fındıklar 47 Yuvarlak gruba giren fındık çeĢitleri 1. Tombul fındık: Ülkemizde yetiĢen en önemli fındık çeĢididir. Daha ziyade Giresun ilinde yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. Meyve kalitesinin çok iyi olmaması uluslar arası pazarlarda kolayca tutunmasını sağlamıĢ ve Türk fındığı dünya ülkelerince aranır duruma gelmiĢtir. Periyodisite özelliği gösteren tombul fındık çeĢidi iyi ve bakımlı bahçe koĢullarında her yıl düzenli ve oldukça yüksek verim vermektedir. Olgun meyvesi dolgun ve muntazam Ģekillidir. Tabla kısmına doğru geniĢlemekte, uca doğru muntazam daralarak sivri bir uç ile nihayetleĢmektedir. Meyvenin üzeri bariz olukludur. Ortalama uzunluğu 17.04 mm. Olan tombul fındığın randımanı %50-52‟dir. Kabuk açık, parlak, kahverengi, uçtan itibaren yarısına kadar kirli beyaz havlı olup ortalama kabuk kalınlığı 1.10 mm. Ve kolay kırılmaktadır. Tablası geniĢ, yayvan, ortası kabarık, meyve bu kısım üzerinde bir tarafa meyilli olarak durabilmektedir. Ġç meyve zarı (testa) açık kahverengi, parlak, pürüzsüz, ince, ete yapıĢık ve üzeri hafif damarlıdır. Depolama ve taĢımada önemli olan iç meyve zarları kolay soyulmakta ve beyazlatılmaya elveriĢlidir. Ġç meyve kabuk Ģekline uyum sağlamıĢ, meyve eti beyaz, parlak ve gevrek olup göbek boĢluğu küçük, yağ oranı %69-72‟dir. Yağ oranının yüksek olması için mekaniksel basınca dayanıklılığını azaltmakta ve kolay bozulmasına neden olmaktadır. Bu yüzden 48 kırma, ambalajlama, depolama ve taĢımada itinalı olmayı gerektirmektedir. 670-730 adet kabuklu fındığı1kg. Gelen bu çeĢidin zurufları meyve boyunun 2,5 katı büyüklükte ve çoğunlukla 3 ve 4‟lü çotanak oluĢturmaktadır. 2. Palaz Fındık: Lezzet ve kalitesi orta olan bu fındık çeĢidi daha ziyade Ordu ilinde yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. Tombul fındıktan oldukça iri olan meyvesi dolgun, yuvarlak ve basık, tabla kısmı geniĢ, uç kısmı ise havlıdır. Ortalama 16.01 mm. uzunluk ve 19.26 mm. geniĢlikte olan meyvelerinin kabuğu donuk kahve renktedir. Kabuk kalınlığı ortalama 1.16 mm. ve kolay kırılır. Ġç meyvenin üzerinde kahve renkli, ince ve ete yapıĢık zar bulunmaktadır. Meyvesi beyaz ve göbek boĢluğu nispeten büyüktür.600-650 adet kabuklu fındık 1kg. gelmekte ve randımanı %49-511, yağ oranı % 64-68‟dir. Kökleri yüzlek ve daha çok yanlara geliĢme gösterdiğinden toprak derinliği az, killi, kumlu ve çakıllı topraklarda dahi yetiĢmektedir. Ġlkbaharda diğer fındık çeĢitlerinden daha önce uyandığından dondan daha fazla zarar görmekte ve meyveleri daha çok haĢere zararına uğramaktadır. Genellikle 2 ve 4‟lü çotanak oluĢturan bu fındık çeĢidinin zurufları meyve boyunun 1,5 katı büyüklüktedir. 3. FoĢa Fındığı: Daha çok Trabzon yöresinde yetiĢtirilen iri ve gösteriĢli bir fındık çeĢididir. Kabuğu kızım tırak-kahve renkte 49 ortalama 1.20 mm. kalınlıkta ve orta derecede settir.Ortalama17.87 mm. uzunluk ve 18.37 mm. geniĢlikte kabuklu meyveye sahiptir. Ġç meyve zarları koyu kiremit, kahverengi, üzeri kaba damarlı, kalınca, meyve etine yapıĢık, içi fildiĢi renkte, sertçe ve göbek boĢluğu büyük olan iç, meyve kabuğunu iyice doldurmuĢtur. Ġç randımanı % 50-53 ve yağ oranı% 69.69‟dur. Tabla kısmı darca olan bu çeĢidin 475-550 adet kabuklu meyvesi 1 kg. gelmektedir. Genellikle 2‟li çotanak oluĢturmakta ve zurufları meyve ve boyunun 2 katı büyüklüktedir. 4. Çakıldak Fındık: Ordu ilinde yaygın olarak yetiĢtirilen bu fındık çeĢidi Batı Karadeniz bölgesinde Delisava adı ile tanınmakta ve geni ölçüde üretimi yapılmaktadır. Diğer fındık çeĢitlerimizden çok da geç uyandığından ilkbaharın geç donlarından az zarar görmekte, her türlü iklim ve torak koĢullarına kolay uyabilmekte olan bu çeĢidin verimi çok yüksektir. Oldukça iri ve nispeten uzunca olan meyvelerin lezzet ve kalitesi iyi değil. Meyve kabuğu açık renkli, 1.2 mm. kalınlıkta ve kolay kırılmaktadır. Tabla kısmı geniĢ, düz ve dıĢa nispeten bombe yapmıĢtır. Ġç meyve kabuk içerisini iyice doldurmuĢtur. Meyve etine yapıĢık, damarlı ve kalınca zarları bulunmaktadır. Meyve eti fil50 diĢi renkte, gevrek ve göbek boĢluğu orta derecede büyüktür. Kabuklu meyve ortalama 18.41 mm. uzunluk ve 17.76 mm. geniĢliktedir. 580-610 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Randımanı % 52-54 ve yağ oranı % 58-63‟dür. Genellikle 4‟lü çotanak oluĢturmakta ve zurufları meyve boyunun 11.5 katı büyüklüktedir. 5. Kalınkara Fndık: Diğer fındık çeĢitlerinin zor yetiĢtiği zayıf topraklarda dahi kolayca yetiĢtirilen bu fındık çeĢidine fındık bahçeleri içersinde sık rastlanmakta ve ömrü azdır. Kabuğu mat, kirli kahverengi olup uç kısmı boz renkli ve hav tabası ile kaplıdır. Meyvesi yuvarla, tabla kısmının ortası kabarık ve bu kısım üzerinde meyve meyilli bir Ģekilde durabilmektedir. Ġç meyve üzerinde meyve etine yapıĢık, kalın pürüzlü ve koyu kahve renkli zar bulunmaktadır. Meyve eti donuk beyaz renkte olup göbek boĢluğu büyük olduğu için çabuk bozulur. Ġç meyve randımanı % 48-49 ve yağ oranı % 59-64‟tür. Kabuğu ortalama 1.3 mm. kalınlıkta olan bu fındık çeĢidinin kabuklu meyvesi 19.27 mm. uzunluk ve 19.03 geniĢliktedir. 450525 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zurufları gösterili ve meyve boyunun iki katı büyüklükte olup çotanaklarda ki meyve sayısı genellikle 3‟ldür. Ġç meyvenin %30-44‟ü ikiz olmakta ve istenmeyen bu özellik ticari değerini düĢürmektedir. 6. Kargalak Fındık: Trabzon ve Hopa dolaylarında kısmen yetiĢtirilen çok iri bir fındık çeĢididir. Kabuğu kalın ve iç doldur51 ması zayıf olduğundan yetiĢtiriciliği yapılmamakta, fındık bahçeleri içersinde azda olsa rastlanmaktadır. Kabuklu meyve tabla ve uçtan basık, ortalama 18.58 mm. uzunlukta ve 23.75 mm. geniĢliktedir. Kabuğu oldukça kalın ve sert ortalama 1.3 mm. kalınlıktadır. Ġç meyve üzerinde oldukça kalın, kahve renkli zar bulunmaktadır. Meyve eti beyaz, gevrek göbek boĢluğu büyük ve kolay bozulmaktadır. Ġç meyve randımanı % 46-58 ve yağ oranı % 5763‟dür. 340-370 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Çoğunlukla 2‟li ve 4‟lü çotanak oluĢturan bu fındık çeĢidinin zurufları meyve boyunun 1.5 katı büyüklükte ve uç kısmı sık parçalıdır. 7. Uzunmusa Fındığı: Daha çok Ordu yöresinde yetiĢtirilme alanı bulunan bu fındık çeĢidi iri, dolgun, ince kabuklu, oldukça verimli ve kalitelidir. Meyve kabuğu kızımtrak kahve renkli ortalama 0.9 mm. Kalınlıkta ve tabla dıĢa çıkıntı yapmıĢtır. Kabuklu meyve ortalama 18.85 mm. uzunlukta ve 17.52 mm. geniĢliktedir. Ġç meyve kabuğunu iyice doldurmaktadır. Ġç meyvenin üzerinde ete yapıĢık, ince, parlak ve pürüzsüz zar bulunmaktadır. Beyazlatılmaya elveriĢli olan iç meyvenin eti beyaz, gevrek, lezzetli ve göbek boĢluğu küçüktür. Randımanı % 54-56 ve yağ oranı % 6468‟dir. 620-670 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. 52 Zurufları kısa ve meyve boyunun 1-1,5 katı büyüklükte olup uçları sık parçalıdır. Genellikle 4ve 5‟li çotanak oluĢturmaktadır. 8. Mincane Fındığı: Tombul fındık çeĢidine çok benzeyen mincanenin üzerinde koyu kırmızıçizgiler bulunmaktadır. Daha ziyade Trabzon yöresinde yetiĢtirilmektedir. Verimi düĢük ve periyodisite göstermektedir. Kabuğu açık kahve renkli ve tablası nispeten dıĢa çıkıntı yapmıĢtır. Kabuk kalınlığı ortalama 1,2 mm. ve kırılması kolaydır. Kabuklu meyve ortalama 18.96 mm. uzunluk ve 17.50 mm. geniĢliktedir. Randımanı % 4850 ve yağ oranı % 59-65‟dir. Zuruf meyve boyunun 1.5-2 katı büyüklüktedir. Çoğunlukla 4‟lü çotanak oluĢturmaktadır. 9. Cavcava Fındığı: YetiĢrilme alanı çok az olan bu fındık çeĢidinin kabuğu kahve renkli, ortalama 0.9-1 mm. kalınlıktadır. Tablası dıĢa çıkıntılı olan bu fındık çeĢidinin kabuklu meyvesi ortalama 18.46 mm. uzunluk ve 17.53 mm. geniĢliktedir. Ġç meyve üzerinde kalınca ve kahve renkli zar bulunmaktadır. Meyve eti fildiĢi renkte ve göbek boĢluğu büyükçedir. Randımanı % 52-54 ve yağ oranı % 63-66‟dır.700-780 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zurufları meyve boyunun 2 katı büyüklükte 53 ve çoğunlukla 3 ve 4‟lü çotanak oluĢturmaktadır. 10. Kan Fındığı: Çok lezzetli olan bu fındık çeĢidinin kabuğu koyu kırmızı-kahve renktedir. Nispeten Trabzon yöresindeki fındık bahçelerinde yer yer rastlanmaktadır. Tabla düz uca doğru muntazam olarak daralmakta ve sivri bir uç ile nihayetleĢmektedir. Kabuk kalınlığı ortalama 0.9 mm.dir. Kabuklu meyve 18.29 mm. uzunluk ve 17.32 mm. geniĢliktedir. Ġç meyve üzerinde ete yapıĢık ve kırmızı, oldukça kalın zar bulunmaktadır. Meyve eti fildiĢi renkte, gevrek ve göbek boĢluğu ortadadır. Randımanı % 52-54 ve yağ oranı % 66-69‟dur.680-715 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zurufları boru Ģeklinde, koyu kırmızı renkli ve meyve boyunun iki katı büyüklüktedir. Çotanakta meyve sayısı çoğunlukla 3‟lü ve 4‟lüdür. Sivri Gruba Giren Fındık ÇeĢitleri 1. Sivri Fındık: Hemen hemen fındık üretilen bütün yörelerde bu fındık çeĢidine rastlanılmaktadır. Olgun meyve iki yandan basıkça, uzun meyve kabuğu parlak, açık kahve renkli, uç kısmı nispeten kirli beyaz renkte havlı ortalama 1.05 mm. kalınlıkta ve kolay 54 kırılır. Tablası dıĢa çıkıntı yapmıĢ ve meyve bu kısım üzerinde dik duramaz. Kabuklu meyve ortalama 20.71 mm. uzunlukta ve 14.88 mm. geniĢliktedir. Ġç meyve üzerinde bulunan zar ince, ete yapıĢık, açık parlak kahve renkli ve üzeri damarlıdır. Meyve eti fildiĢi renkte olup tatlı ve gevrektir. Göbek boĢluğu nispeten iridir. Randımanı % 49-50 ve yağ oranı % 65-68‟dir. 580-650 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zuruf uzunluğu meyve boyunun 1.5-2 katı büyüklükte ve çoğunlukla 3‟lü çotanak oluĢturmaktadır. 2. Ġncekara Fındık: Diğer fındık çeĢitlerinin üretildiği fındık bahçelerinde yer yer rastlanılmakta olan bu çeĢit zayıf topraklarda dahi kolaylıkla yetiĢebilmektedir Tabla kısmı küçük ve dıĢa kabarıktır. Meyvenin uç kısmında hav tabakası geniĢ yer iĢgal etmektedir. Kabuğu mat ve koyu kahve renklidir. Meyvesi iri ve sivridir. Kabuk kalınlığı ince ve 0.96 mm. kalınlıktadır. Kabuğu kolay kırılan bu çeĢidin kabuklu meyvesi 21.19 mm. uzunluk ve 17.47 .. GeniĢliktedir. Ġç meyve kabuk Ģekline uyum sağlamıĢ, meyve etine yapıĢık, fildiĢi renkte ve kahve renkli zar bulunmaktadır. Meyve eti gevrek, fildiĢi renkte ve göbek boĢluğu büyüktür. Randımanı % 50-52 ve yağ oranı % 68-70 ile tombul fındıktan sonra en fazla yağ oranına sahip olan fındık çeĢidimizdir.590-670 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. 55 Zurufları meyve boyunun 2 katı büyüklükte olan incekara fındığı çoğunlukla 4‟lü ve 5‟li çotanak oluĢturmaktadır.. Bu fındık çeĢidinin ikiz fındık oluĢturması fazla olup arzu edilmeyen bu özellik ticari değerini düĢürmektedir. 3. Acı Fındık: Verim ve kalitesi düĢük olan bu fındık çeĢidinin meyvesi yaº iken acıdır. Kabuğu girintili olan bu fındık çeĢidi, sivri fındıktan iri yassı ve daha etlidir. Kabuk açık kahve renkli ortalama kalınlığı 1mm.‟dir. Kabuklu meyve ortalama 18.68 mm uzunluk ve 16.63 mm. geniĢliktedir. Ġç meyve üzerinde açık kahve renkli ve kalınca zar bulunmaktadır. Meyve eti kirli beyaz, orta büyüklükte göbek boĢluğu bulunmaktadır. Randımanı % 50-52 ve yağ oranı % 63-65‟dir. 630-690 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zurufları meyve boyunun 2 katı büyüklülükte ve çoğunlukla 3‟lü ve 4‟lü çotanak oluĢturmaktadır. 4. KuĢ Fındığı: Sivri fındığa çok benzeyen bu fındık çeĢidinin tablası düz ve kabuğu ince olup kuĢlar tarafından kolay kırıldığı için bu adı alıĢ ve verimi oldukça düĢüktür. Kabuğu parlak kahverengi, ortalama 1.1. mm. kalınlıkta, meyve ise 19.08 mm. 56 Uzun-luk ve 16.28 mm. geniĢlemektedir. Meyvenin uç kısımlarında kirli beyaz hav tabakası bulun-maktadır. Ġç meyve üzerinde zar ince ve açık kahve renkte olup göbek boĢluğu büyüktür. Randımanı % 49-51 ve yağ oranı % 5661‟dir.570-640 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Çotanaklarda ki meyve sayısı genellikle 3‟lü olan kuĢ fındığının zurufları meyve boyunun 2 katı büyüklüktedir. Badem Grubuna Giren ÇeĢitler 1. Yuvarlak Badem Fındığı: Meyveleri oldukça uzun ve sivri olan bu fındık çeĢidinin kabukları incedir. Kabuklu meyve ortalama 24.3 m uzunlukta ve 15.14 mm. geniĢlikte olup kalınlığı 1 mm. civarında bulunmaktadır. Meyvesi silindirik ve uzun olup sivri bir uç ile son bulmaktadır. Tablası düz kısmen dıĢa bombelidir. Ġç meyve üzerinde kahve renkli zar bulunmakta, meyve eti gevrek olup göbek boĢluğu nispeten büyüktür. Randımanı % 51-52 olan bu fındık çeĢidinin yağ oranı % 58-611‟dir. 620-670 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zurufları meyve boyunun 1.5 katı büyüklükte, uçları az parçalı ve boru Ģeklindedir. Çotanakları meyve sayısı genellikle 3‟lüdür. 2. Yassı Badem Fındığı: Verimi oldukça düĢük olan bu fındık çeĢidinin meyvesi her iki yandan basıkça ve oldukça uzundur. 57 Kabuklu meyve tabladan itibaren geniĢlemekte ve daha sonra daralarak küt bir uç ile son bulmaktadır. Kabuk parlak kahve renkli, ortalama 1.3 mm. kalınlıkta ve 24.45 m. Uzunluk ve 14.93 mm geniĢliktedir. Ġç meyve kabuk Ģekline uyum sağlamıĢ, üzeri kahve renkli, kalınca zar ile kaplıdır. Ġç meyvenin göbek boĢluğu oldukça büyüktür. Ġç randımanı % 48-49 ve yağ oranı % 57-62‟dir530-620 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmektedir. Zurufları boru Ģeklinde meyve boyunun 1.5 katı büyüklükte ve daha çok 3‟lü çotanak oluĢturmaktadır. 3. Değirmendere Fındığı: Taze olarak tüketilen, iri, kalın kabuklu, turfanda ve çok lezzetli bir fındık çeĢidi olup daha ziyade Ġzmit civarında yetiĢtirilmektedir. Ġç meyve randımanı % 47-48 yağ oranı % 52-562dır.520-590 adet kabuklu fındık 1 kg. gelmekte olup zurufları oldukça uzun ve meyve boyunun iki katı büyüklüktedir. ĠNSAN SAĞLIĞINA YARARLARI Enerji değeri 639 kcal/100g olan fındığın protein olarak bulunmuĢtur. Bu değer bitkisel kaynaklı proteinler için önemli sayılmaktadır. Ġncelenen fındık çeĢitlerinde ortalama yağ oranı % 62.7 olarak saptanmıĢtır. Bu yağın, yağ asitleri bileĢimin %8 asit oluĢturmaktadır. Son yıllarda yapılan çalıĢmalarda fındıkta çok yüksek düzeylerde bulunan tek çift bağlı doyman oleik asidin kanda kolesterolün 58 yükselmesini önlediği ve böylece kalp- damar hastalıklarına karĢı direnç gösterdiği belirtilmektedir. Fındığın ve fındık yağının bu açıdan önemi ABD Kaliforniya eyaletinde yapılan süreli bir araĢtırma ile de belirlenmiĢtir. Bu çalıĢmaya göre günde en az bir kere fındık yiyen ve kullanan bir insanın, hiç fındık yağı kullanmayan insana göre enfarktüsten ölme riski yarı yarıya azalmaktadır. Fındık ve fındık yağı vücutta karbonhidrat protein ve yağ metabolizmasında düzenleyici olarak bazı B grubu vitaminler için önemli bir kaynaktır. B1 ve B2 vitaminleri için iyi, B6 vitamini için kaynak olduğu saptanmıĢtır. TÜBĠTAK tarafından ülke çapında 960 okul çocuğuyla yapılan bir tara çalıĢmasında Türk çocuklarının % 90‟nı B2, % 84‟ü B6 vitamin yönünden yetersiz beslendiği gözlenmiĢtir. Kan yapımı ve ruhsal sağlık açısından gerekli olan B2 ve B6 vitaminleri fındık ve fındık çeĢitlerinde önemli düzeydeler de bulunduğundan bu besinin her gün düzenli olarak tüketilmesi ülkemiz çocuklarının beslenme sorununa pratik bir çözüm olarak düĢünülmektedir. Fındık ve fındık yağı E vitaminin bilinen en iyi kaynağıdır. Bu vitaminin kalp ve diğer kasların sağlığı üreme sistemlerinin normal çalıĢması için gereklidir. Alyuvarların parçalanmasını önleyerek yine ülkemizde yaygın olan kansızlığa karĢı koruyucu etki oluĢmasını önleyerek veya oluĢtuktan sonra onları etkisiz hale getirerek kanser hastalığına karĢı korumasıdır. Fındıkta ve fındık yağında E vitamini yüksek, çok çift bağlı doymamıĢ yağ asidinin az olması ve kalp dokularındaki hücrelerin korunmasını sağlamaktadır. Fındık ve fındık yağının kemiklerin ve diĢlerin yapımı için gerekli olan kalsiyum kan yapımında demir, büyüme ve cinsiyet 59 hormonlarının geliĢmesinde rol oynayan çinko için en iyi kaynaklardır. Ayrıca sinirlerin uyarımı ve kas dokusunun çalıĢma-sı için gerekli olan potasyumda zengindir. FINDIK YAĞI Fındık yağı, yüzde 83 oranında tekli doymamıĢ yağ asidi (oleik asit) içerir. Oleik asit, yüksek tansiyon riskini azaltır, kötü kolesterolü düĢürür. Kalsiyum içeriğinden dolayı özellikle çocukların kemik ve diĢ oluĢumunu, yaralanmalardan sonra kanın pıhtılaĢmasını sağlar. E vitamini açısından zengin olan fındık yağı, üreme sisteminin normal çalıĢmasını sağlık ve alyuvarların parçalanmasını önleyerek kansızlığa karĢı koruyucu etki yapar. Damar sertliği, daralması ve bundan kaynaklanan muhtemel kalp hastalıklarını önler. Aktiviteyi arttırır, psikososyal bir problem olan kısırlığa karĢı etkilidir. Kanser geliĢimi ve riskinde engelleyici etkisi vardır. FINDIK MAMÜLLERĠ Fındık ticarette kabuklu, naturel iç, kavrulmuĢ iç, beyazlatılmıĢ, kıyılmıĢ, dilinmiĢ, un, ezme ve füre olarak yer alırken, bunlardan çeĢitli Ģekillerde iĢlenip, diğer katkı maddeleri ile birleĢtirilerek 50‟ye yakın mamül üretilebilmektir. KULLANIM ALANLARI % 80 çikolata sanayiinde (kıyılmıĢ, dilinmiĢ, öğütülmüĢ olarak) bisküvi, Ģekerleme, tatlı, pasta, dondurma yapımında kullanılır. Ġç piyasa ve ihracatta değerlendirilmeyen fındıklar, yağlık olarak kullanılmaktadır. Çerez olarak da tüketilir. Fındık kabuğu yüksek kalorili yakacak olarak kullanılmakta60 dır. Fındığın odunundan sepet, baston, sandalye, çit ve el aletleri yapımında faydalanılmaktadır. Fındık yağının elde edilmesi sonrasında artan fındık küspesi yem sanayinde katkı maddesi olarak değerlendirilmektedir. YARADILIġ KÖKLERĠ M.Ö. 29. yüzyılda Çin‟de yetiĢtirildiği belirtilen fındığın, kültürel anavatanı olarak Anadolu bilinmektedir. Bazı tarihçiler de Orta Asya‟dan Kuzey Anadolu‟ya getirilen fındığın, buradan bütün Dünyaya yayıldığını ifade etmektedirler. Tarihe kutsal meyve olarak da geçen fındık, eksi Türklerin din hayatında da yer almıĢtır. BaĢka milletlerinde kutsal saydığı fındık, barıĢ ve esenliğin timsali olarak da görülmüĢtür. Yunanlıların Tanrısı Hermes‟in asasının bile fındık dalı olduğu söylenir. Yağ TaĢı -Yağmur TaĢı efsanesi ile Buğu Tekin efsanelerine göre, fındık ağacı kutsal olarak gösterilmiĢtir. Tanrı‟nın nurunun ilk 61 defa fındık ağacı üzerinde indiği çeĢitli rivayetlerle söylenmektedir. M.Ö 2836‟da yazılan Çunkıng‟ten getirilerek Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi tarafından dilimize çevrilen bir parĢömeni de fındıktan söz edildiği ifade edilmektedir. M.Ö eski Yunanlılar, Mezopotamya‟da Ġranlılarla savaĢıp dönerken, Trabzon - Giresun arasında bir yerde ilk defa fındık meyvesine rastlamıĢ-lardır. Bu meyveye Pontus Cevizi anlamında “Kerta Pontika” veya “Nuı Pontika” adını vermiĢlerdir. M.S 1. yüzyılda Yunanlı hekim, Diocorides‟in Kitab-ül HasayiĢ adlı eserinde de fındıktan yapılan ilaçlardan söz edilmektedir. Fındığın Orta Asya‟dan Karadeniz sahillerine getirildiğini söyleyenler, bu kaynakları dayanak olarak göstermektedirler. KÜLTÜREL MENġEĠ VE YAYILMASI Fındığın kutsallığına inananlar arasında Ġngilizlerle, Fransızlar da vardı. Ġngilizler Noel sofralarında fındık bulundurmayı, sofrayı fındık dalları ile süslemeyi gelenek haline getirmiĢlerdi. Ġtalyanlar ise fındık çeĢitlerine ermiĢlerin adlarını vererek fındığın kutsallığına inandıklarını belirtmiĢlerdir. Müslümanlarda da fındık önemli bir tutmaktadır. Din adamları fındığın bir cennet meyvesi olduğunu ifade ederlerdi. Adem Peygamber, gökten yere indiği zaman, Tanrı‟nın emriyle 30 çeĢit meyveyi de birlikte getirmiĢtir. Bunların arasında fındıkta vardı. Kuran-ı Kerim‟de bazı surelerde fındıktan söz edilmektedir. Kültürel vatan olarak söz edilen Karadeniz kıyılarının Ordu, Giresun ve Trabzon illerinde kaynakların tespitlerine göre antik çağdan beri fındık yetiĢtirilmektedir. Dünyada fındık yetiĢtirilmesine en uygun toprak ve iklim koĢullarına sahip olan Doğu ve Orta Karadeniz‟den ticaret yaparak 62 Avrupa‟yı fındıkla tanıĢtırılanlarda Yunanlılardır. Karadeniz‟den fındık ticareti ilk olarak 1403 yılında Cenevizliler tarafından Ġstanbul‟a getirilmek suretiyle yapılmıĢtır. Bunu Rusya‟ya 1773, Romanya‟ya 1792, Belçika‟ya 1889, Ġngiltere‟ye 1851, Ġsviçre‟ye 1852, Sırbistan ve Yunanistan‟a 1906, Almanya‟ya 1907, Fransa‟ya 1909, Amerika‟ya ise 1912 yapılan ticaretler takip etmiĢtir. FINDIK ÜRETĠMĠ DÜNYA FINDIK ÜRETĠMĠ Kuzey yarım kürenin ılıman iklim kuĢağında fındık, hemen hemen her kesimde üretilebilmektedir. Dünya‟da ekonomik anlamda fındık üretimi Türkiye‟den baĢka, ABD, Ġspanya, Ġtalya, Yunanistan ve son dönemlerde Gürcistan‟da yetiĢtirilmektedir. Portekiz ve Fransa‟da fındık yetiĢtiriciliğinde önemli ilerlemeler kaydedilmiĢ, ancak bunlar henüz ekonomik boyuta ulaĢmamıĢtır. Dünya fındık üretim alanları ve üretim miktarlarının seyri için TÜRKĠYE FINDIK ÜRETĠMĠ Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan yaklaĢık 22 bin hektar olarak fındık alanlarını devralan Türkiye Cumhuriyeti, Ordu, Trabzon ve Giresun‟dan sonra 6 ġubat 1925 tarihinde yayınlanan 407 sayılı kararname ile Rize ve Artvin illeri de üretim bölgesi kapsamına alınır. 17 Temmuz 1927 tarihinde çıkarılan kararname ile de fındık fidanlarının dıĢ satımına yasak getirilir. Bu iki kararname Türkiye‟nin fındıkla ilgili ilk önemli kararlarıdır, 63 Daha sonra fındıkla ilgili geliĢmeler Ģu Ģekilde sıralanabilir: - 10 Ekim 1935 Birinci Ulusal Fındık Kongresi Ankara‟da toplanır. - 1935‟de Tarım SatıĢ Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanun yürürlüğe girer. - 1936‟da Giresun‟da Fındık Ġstasyonu kurulur. - Atatürk, 1 Kasım 1937‟de TBMM‟de yaptığı konuĢmada, “Önümüzdeki yıl içinde fındık baĢta olmak üzere diğer belli baĢlı ürünlerimizi de ilgilendiren birlikler kurulmalıdır” diyerek gereken direktifi verir. - 25 Temmuz 1938 tarihinde Fiskobirlik‟in kurulması için ilk adım atılar ve Giresun‟da toplantı yapılır. - 28 Temmuz 1938 tarihinde 5 kooperatifin birleĢmesiyle Fındık Tarım SatıĢ Kooperatifleri Birliği (Fiskobirlik) kurulur. - 6 Kasım 1940‟da merkezi Giresun‟da olan Karadeniz Bölgesi Fındık Ġhracatçıları Birliği kurulur. - 7-10 Kasım 1955 tarihleri arasında Giresun‟da Ġkinci Ulusal Fındık Kongresi toplanır. - 1965 yılında Fındık Ġstasyonu, Fındık AraĢtırma Enstitüsü ismini alır. - 1983 yılında, “Fındık üretiminin planlanması ve dikim alanlarının sınırlandırılması” adı altında 16.6.1983 ve 2844 sayılı yasa çıkarılır. - 1996 yılında Fındık Tanıtım Grubu kurulur. Türkiye‟de fındık yetiĢtiren bölgeler iki alt bölgeye ayrılmaktadır. Bunlar: Birinci Standart Bölge: Karadeniz Bölgesi‟nin doğu kesimi, Ordu, Giresun, Rize, Trabzon ve Artvin illeri Ġkinci Standart Bölge: Karadeniz Bölgesi‟nin orta ve batı ke64 simi, Samsun, Sinop, Kastamonu, Bolu, Düzce, Sakarya, Zonguldak ve Kocaeli illeri Bugün dünya fındık üretiminin yüzde 75‟ine sahip olan Türkiye‟nin fındık alanlarındaki geliĢme, çıkarılan yasalar, kararnameler ve yönetmeliklere rağmen, ana üretim bölgesi olan ve daha sonra da izni tabii alanlar olarak nitelenen geliĢigüzel seyretmiĢtir. 1950‟de 159 bin hektar olan fındık alanları, 1960‟da 210 bin, 1970‟de 320 bin, 1980‟de ise 385 bin hektarı aĢmıĢtır. Samsun ve yöresindeki ovalar ile Batı Bölgesi‟nde düzlük alanlardaki mısır, ayçiçeği ve soya gibi ürünlerin sökülüp yerine fındık dikilmeye baĢlanmasıyla hızlı bir artıĢa giren üretim alanları, 1990‟da resmi rakamlara göre 435, gayri resmilere göre ise 500 bin hektara ulaĢmıĢtır. Halen devletin resmi rakamlarında 560 bin hektarın üzerinde ifade edilen, ancak yine aynı makamlar tarafından 600 bini aĢtığı ifade edilen fındık alanları, gerçek tespitlere göre 700 bin hektarın üzerinde bulunmaktadır. (Resmi rakamlara göre üretim alanları ve miktarları için) FINDIK TĠCARETĠ Dünya üretiminin olduğu gibi ihracat yoluyla ticaretinin de büyük bölümünü Türkiye elinde bulundurmaktadır. Türkiye dıĢında, Ġtalya, Ġspanya, ABD, Yunanistan ve Gürcistan‟da az da olsa baĢka ülkelere ihracat yapmaktadırlar. Fındığın ticaret malı olarak değerlendirilmesine 1403 yılında Cenevizliler tarafından Ġstanbul‟a getirilmesiyle baĢlandığı bildirilir. 1737 yılında Fransa ile yapılan satıĢ anlaĢmasına da konan fındık, daha sonraki yıllarda Rusya, Romanya, Belçika, Ġngiltere, Ġsviçre, Sırbistan, Yunanistan, Almanya ve Amerika‟ya satılmıĢtır. 65 1950‟lerde 20, 1970‟lerde 35 ülkeye satılan fındık, 1980‟lerde 60, bugün ise 90‟ı aĢkın ülkeye ihraç edilir hale gelmiĢtir. TÜRKĠYE FINDIK SANAYĠĠ Fındık çeĢitli yollarla sert kabuğundan ayrılmakta ve iç fındık olarak sanayide iĢlenmeye hazır hale gelmektedir. Dünyada fındık, %80 oranında çikolata geri kalan kısmı ise pasta ve Ģekerleme yapımı ile çerez olarak tüketilmektedir. Bununla birlikte yağ, yem, kontralit, petrokimya sanayileri fındığın diğer kullanım alanlarıdır. Türkiye de fındık çerezlik olarak tüketildiği gibi, sanayide iĢlenerek de kullanılmaktadır. Bütün ya da parça olarak çikolatalı ürünler sanayiinde, dondurma yapımında, pastacılıkta, Ģeker ve kakaolu ürünler içerisinde çeĢitli Ģekillerde kullanılmaktadır. ĠĢlenmiĢ fındık ürünleri 3 grupta incelenir: 66 KavrulmuĢ, beyazlatılmıĢ, kıyılmıĢ, dilimlenmiĢ, toz ve ezme haline getirilmiĢ fındık ürünleri Fındık füreleri, krokantlar ve nugatları Fındık filipsleri ve drajeleri Türkiye‟de, 1960‟lı yıllardan itibaren geliĢmeye baĢlayan fındık sanayinde, 2004‟de gelinen nokta itibariyle, yıllık kapasiteleri 1 milyon 900 bin ton civarında olan 170‟i aĢkın fındık kırma farikası bulunmaktadır. 21 fındık iĢleme tesisinin yıllık kapasitesi ise 300 bin ton dolayındadır. Ülkemizde ihraç edilen iĢlenmiĢ fındık ürünlerinin oranı 1970‟li yıllarda %10 iken son yıllarda bu oran yüzde 30‟u aĢmıĢtır. ĠĢlenmiĢ fındık ürünleri ihracatını gerçekleĢtiren firmaların ölçeksel dağılımında, küçük firmalar önde yer almaktadır. Tesisle67 rin % 5,7‟si büyük ölçekli Ģirket yapısındadır Bunların yıllık ihracat miktarı 10 bin tonun üzerindedir. ĠĢletmelerin % 14,3‟ü, 4-10 bin ton ürün ihraç eden orta ölçekli iĢletmelerden, % 80,0‟i de küçük firmalardan oluĢmaktadır. 10 Ekim 1935’de Ankara’da yapılan Birinci Ulusal Fındık Kongresinde Ekonomi Bakanı Celal Bayar’ın AçıĢ KonuĢması Sayın Baylar, Fındık, memleketimiz ihraç maddeleri arasında mühim bir yeri olan ulusal bir mahsuldür. Yurdumuzun kalabalık ve güzel bir parçasında halkımızın baĢlıca geçim vasıtasıdır. Bu itibarla ta istihsalinden baĢlayarak müstehlik eline geçinceye kadar geçirdiği safhaları incelemek için sizleri buraya davet ettim. Kabul edip bu önemli iĢe koĢtuğunuz için her birinize ayrı ayrı teĢekkür ederim. Bütün ilgili odalar kongreye iĢtirak ettiler. Yalnız Trabzon Odasının burada mümessili yoktur, Bunu önemle kaydederim. Bir seri halinde inceleyeceğimiz mevzularımız arasında bir noktayı bilhassa tebarüz ettirmek isterim. O da köylü ile tüccar arasındaki muamelenin bilhassa ikrazat ve kredi muamelelerine taalluk eden kısmıdır. Bunun Ģimdiye kadar olan Ģekli ile bunlardan sonra nasıl olması lazım geleceği hakkındaki fikirlerinizi yakından bilmek isterim. Diğer, açıkça bilinmesinde de fayda gördüğüm bir nokta, bugünkü toplanmanın, bugünkü fiyatlar bakımından bir siyasa mahsulü olmadığıdır. Ġhracat maddelerimizin kıymetlerinin nasıl olması lazım geleceğini muhtelif vesilelerle söyledim. Aynı fikrin bir kere 68 daha hulasa edilmesinde fayda gördüm: Takip ettiğimiz ticaret anlaĢması politikası, mallarımızın satıĢını kolaylaĢtırmıĢ ve bazı memleketlerle imkan verdiği karĢılıklı mübadele inkiĢafı, mallarımıza talep nispetlerini arttırmıĢtır. Biz prensip itibariyle, Türkiye ihracat mallarının yalnız kalite değil, fiyat itibariyle de dıĢ piyasalarda temayüz etmesi lazım geleceği fikrindeyiz. Bunun içindir ki istihsalin ilk kademelerinden baĢlayarak müstahsile kadar olan bütün safhalarında çalıĢma tarzlarımızı rasyonelleĢtirmek ve bu yoldan maliyet fiyatlarımızı asgariye indirerek, kalite haricinde en büyük rekabet ve muvaffakiyet unsuru olan ucuzluğu da temin etmek istiyoruz. Bunu söylemek, bittabi mallarımızı yok bahasına harice dökmek ve müstahsilin yaĢamağa ve mesaisine devam için muhtaç olduğu kazancı sıfıra indirmek demek değildir. Üzerinde en kıskanç olduğumuz ve rasyonalizasyon yoluyla arttırmak ve tahkim etmek istediğimiz kazanç budur. Ġhracat tüccarımız bugünkü vaziyet dahilinde, muhtelif memleketlerle mübadele vaziyetimizi nazara almalı ve fiyata vücut veren bütün unsurları göz önüne getirerek karĢılıklı alım satım vaziyetinin icap ettireceği fiyatı temine çalıĢtırmayı ulusal bir ödev saymalıdır. Herhangi bir vaziyetten istifade ederek alıcılarımıza fiyat empoze etmeye çalıĢmak ne kadar hata ise, bazı mübadele Ģartlarından mütehassıl daha mı zait fiyata vücut verecek elemanları ihmal ederek, daha ucuza satmak da o kadar hatalıdır. Her vaziyeti ve o vaziyete göre normal olan Ģartları daima göz önünde tutarak ona göre fiyat teminine çalıĢmak gerekir. Ġçinizde tüccar olanlar var, müstahsil bulunanlar, endüstriyel olanlar vardır. Biz menfaatlerimizin ayrı ayrı olmadığı ve ulusal ekonomi bakımından bil‟akis müĢterek bulunduğu kanaatindeyiz. 69 Bir taraflı hiçbir mülahazanın esiri olmadığımızı, Hükümet namına kat‟iyetle söyleyebilirim. Tüccar dediğim zaman, ecnebi veya Türk diye bir tefrik te kabul etmiyorum. Bu memlekette yerleĢmiĢ olan, bu memleketin ulusal ekonomi icaplarına uyan ve bu memlekete sermayesiyle ve bilgisiyle hizmet eden ve memleket mahsullerini kıymetlendiren her ecnebi de aynı derecede önemli bir vazife yapmaktadır. Diğer söylemek istediğim bir noktada Ģudur: Bazıları nasılsa zannediyorlar ki, biz alivre satıĢları tenkit etmek istiyoruz: Bu tamamen yanlıĢtır. Bir an evvel umumileĢtirmek istediğimiz rasyonelleĢtirme savaĢının en büyük netice ve hedeflerinden birisi de bu nevi satıĢların inkiĢafı olacaktır. Biz alivre satıĢlarla değil a la baisse alivre satıĢı bir n‟ane haline getirmiĢ tüccarla mücadeledeyiz ve mücadele edeceğiz. Bu zatlar, müstahsilin teĢkilatsız olmasından, kredi ihtiyacından istifade etmekte ve dile70 dikleri fiyata mal alabileceklerinden emin, birbirinden daha düĢkün fiyatlarla memleket ekonomisini yıkmaktadırlar. MeĢru bir spekülasyon telakkisine imkan verebilecek ve a la baisse ve en baisse vaziyetlerini meĢru gösterebilecek hiçbir sebep yoktur. Memleketimiz evlatlarının ve hakiki tüccar sınıfının bu vaziyeti ne kadar elem ile karĢılamakta olduklarını hepimiz biliyoruz. Bu kötü an‟anede devam etmek isteyenler artık bu memlekette yaĢamak imkanını bulamayacaklardır. Müstahsilin teĢkilatlandırılması demek, ihracatçı tüccar sayısının azalması demek değildir. Bil‟akis memleketimizde milli Ģuura sadık bir ihracatçı sınıfının artması hedeflerimizden ve en büyük ihtiyaçlarımızdan biridir. Sözlerimi hulasa edeyim: Hedeflerimizin ve toplanmamızın hedefi, rasyonel çalıĢma yollarını beraberce tetkik etmek ve böyle bir çalıĢmaya engel olan müĢkülleri ve noksanları tespit etmektir. DüĢüncelerimiz ve endiĢelerimiz asla bir cepheli değildir. Müstahsili de tüccarı da aynı alaka ve muhabbetle göz önünde tutacağız ve ayrı olmayan menfaatlerini en iyi temin eder Ģekil ve Ģeraiti arayacağız. Harice satıĢ fiyatların da siyasımız ne muayyen vaziyetleri istismar etmek ne de muayyen ekonomik Ģartların fiyata vücut veren elemanlarını istika etmektir. Kaliteyi yükseltecek, maliyeti düĢürecek ve bu suretle istihsal ve ihraç ve bir netice kazanç imkânlarını arttıracak olan en rasyonel çalıĢma tarzını bulmak baĢlıca ihtirasımızdır. Çikolata sanayimiz mümessillerinin aranızda bulunduğunu memnuniyetle öğrendim. Kendilerin e alakalarından dolayı teĢekkür eder ve fındıklı mamul atı Türk ihracat spesiyalitesi haline getirmek için çalıĢmalarını tavsiye ederim. ġimdi sizi ruznameniz veçhile çalıĢmaya terk edeceğim. Bunun için reislik Ģerefini bende bırakarak, 71 birisi tüccarlar arasından, birisi de müstahsiller arasından iki baĢkan seçmenizi rica ediyorum. ÇalıĢma Ģevkinizi arttıracağını sanarak ilave edeceğim bir cihet daha vardır: Uzak maziden kalma bir duygu bu kabil toplantıları neticesiz bir laf harmanı zannettiler. Alacağınız kararların ehemmiyet ve dikkat ile nazara alınacağından ve tez elden tahakkuk ettirilmesine çalıĢılacağından emin olabilirsiniz. Fındık Kongresinde GörüĢülen ĠĢler Kongrede Ģu meseleler görüĢülmüĢtür; Fındık istihsal mevsiminde üretmenlerin kredi ihtiyaçları ve bu hususta alınması gereken tedbirler. Müstahsilin teĢkilatlandırılması ve vaziyetinin ıslahı çareleri. Fındıkların standardizasyonu. Fındık nizamnamesinde yapılması iktiza eden değiĢiklikler. Fındıkların alivre satıĢlarından doğan vaziyet ve a la baisse hareketler dolayısıyla alınması gereken tedbirler. Fındık ihracatının daha iyi tanzimi ve kolaylaĢtırılması husussunda düĢünülen tedbirler. Fındık iĢinde Ġspanyollarla çalıĢma yapılması hakkında Ġspanyadan yapılan teklifler. 72 FINDIKLA ĠLGĠLĠ KURULUġLAR FĠSKOBĠRLĠK KuruluĢu Cumhuriyet‟in ilanından sonra M. Kemal Atatürk‟ün “Fındık baĢta olmak üzere, belli baĢlı ürünlerimizi ilgilendiren birlikler kurulmalıdır” sözü üzerine 10 Ekim 1935 tarihinde 1. Ulusal Fındık Kongresi toplanmıĢtır. 2 gün sonra da Tarım SatıĢ Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu ve Tarım SatıĢ Kooperatifleri Ama Mukavelesi adını taĢıyan 2834 sayılı kanun kabul edilerek, 2 Kasım 1935‟de yürürlüğe girmiĢtir. Bu kanunun esbabı mucibesi (genel gerekçesi), “Zirai faaliyet ve istihsal Ģubelerinin hangisinde olursa olsun, en ehemmiyetli safha ticari safhadır. Bir kelime ile satıĢtır. Yalnız istihsalde bulunmak baĢlı baĢına gaye değildir. Yapılan istihsali beynelminel piyasaların verdiği imkan dahilinde verimli Ģartlarda satabilmek lazımdır. Satılmayacak, sürülemeyecek bir istihsale para ve emek sarf etmek, Ģahsi ve milli bir israftır” Ģeklindedir. Bu gerekçeye dayanarak yasanın çıkmasından 3 yıl 8 ay sonra; 14 Haziran 1938‟de Ordu, 17 Haziran 1938‟de Giresun, Bulancak ve KeĢap, 7 Temmuz 1938‟de de Trabzon kooperatifleri kurulmuĢtur. Bu 5 kooperatif 28 Temmuz 1938‟de kısa adı FĠSKOBĠRLĠK olan Fındık Tarım SatıĢ Kooperatifleri Birliği‟ni kurmuĢlardır. Fiskobirlik‟in kurucuları ise Ģunlardır: Ali Arif LARÇIN (Giresun), Hasan AKALIN (Giresun) Halit KAMĠ (Trabzon), Yahya SUBAġI (Trabzon), Hüsnü AKYOL (Ordu), Arif Hikmet 73 ONAT (Ordu), Rıza KURT (Bulancak), Avni ÖZDEN (Bulancak), Hasan KASAPOĞLU (KeĢap), Hüsnü ÖZKAN (KeĢap) FINDIK ARAġTIRMA ENSTĠTÜSÜ Müessese 1936 yılında Giresun ilinin batısında, Ģehir merkezine 3 km mesafede “Fındık Ġstasyonu” adı altında kurulmuĢtur. KuruluĢ yıllarında Giresun ili ile sınırlı olan hizmet alanı 1952 yılından itibaren tüm fındık üretim bölgesi olarak geniĢletilmiĢ ve “Bölge Fındık Ġstasyonu” haline dönüĢtürülmüĢtür. 1955 yılında bünyesine tavukçuluk faaliyetleri de katılarak “Bahçe Bitkileri ve Küçük Evcil Hayvanlar Ġstasyonu” adını almıĢtır.1963 yılında arazi varlığı geniĢletilmiĢ, teknik eleman kadrosu artırılmıĢ ve laboratuar olanakları da geniĢletilerek “Fındık AraĢtırma Enstitüsü” ismi altında fındık konusunda daha etkin proje çalıĢmaları yürütebilecek konuma getirilmiĢtir. 1967-1981 yılları arasında “Fındık AraĢtırma Enstitüsü ve Ziraat Meslek Okulunu Müdürlüğü” olarak faaliyetlerini sürdürmüĢtür. Ziraat Meslek Okulunun kapatılması ile birlikte ismi “Fındık AraĢtırma Enstitüsü ve Eğitim Merkezi Müdürlüğü” Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. 1982 yılında bünyesine Yaprak ve Toprak laboratuarı da katılarak üreticilere gübreleme konusunda hizmet sunar duruma gelmiĢtir.1986 yılından itibaren Bakanlığa doğrudan bağlı konu AraĢtırma Enstitüsü olarak teĢkilatlandırılmıĢ ve halen “Fındık AraĢtırma Enstitüsü Müdürlüğü” adı altında faaliyetlerini sürdürmektedir. Son yıllarda fındık araĢtırmaları yanında bölge fındık üreticilerinin gelir düzeyini artırmaya yönelik ürün çeĢitlendirme çalıĢmalarına da yer verilmiĢtir 74 KARADENĠZ FINDIK VE MAMULLERĠ ĠHRACATÇILARI BĠRLĠĞĠ 1935 yılında yapılan Birinci Ulusal Fındık Kongresi‟nde alınan kararlar doğrultusunda baĢlatılan çalıĢmalarla 1940 yılında Giresun‟da Türkiye Fındık Ġhracatçıları Birliği adı altında kuruldu. ĠSTANBUL FINDIK VE MAMULLERĠ ĠHRACATÇILARI BĠRLĠĞĠ 5 Temmuz 1951 tarihinde 3/13331 sayılı kararname ile Ġstanbul Fındık Ġhracatçıları Birliği adı altında kurulmuĢtur. Ekim 1991‟de ise Ġstanbul Fındık ve Mamulleri Ġhracatçıları Birliği adını almıĢtır Fındık Tanıtım Grubu (FTG) Fındığın tanıtımı ve tüketiminin arttırılması amacıyla Ġstanbul ve Karadeniz Fındık ve Mamulleri Ġhracatçıları Birliği ile DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı tarafından 1996 yılında oluĢturuldu. FTG‟de DTM‟den bir, ihracatçı birliklerinden ise 4‟er üye olmak üzere 9 kiĢi yer almaktadır. FTG‟nin misyonu, fındığın iç ve dıĢ tüketiminin arttırılması ve kalitesinin yükseltilmesi amacıyla yapılacak tanıtım ve ARGE çalıĢmalarını yurt içi ve yurt dıĢında organize etmek ve yürütmektir. TĠCARET BORSALARI 1-Trabzon Ticaret Borsası 2-Giresun Ticaret Borsası 3-Ordu Ticaret Borsası 4-Samsun Ticaret Borsası 5-Bolu Ticaret Borsası 75 6-Ġstanbul Ticaret Borsası 7-Düzce Ticaret Borsası 8-Adapazarı Ticaret Borsası 9-Bolu Ticaret Borsası 10-Kocaeli Ticaret Borsası 11-Fatsa Ticaret Borsası 12-Ünye Ticaret Borsası 13-Terme Ticaret Borsası 14-ÇarĢamba Ticaret Borsası 15-Bafra Ticaret Borsası 16-Akyazı Ticaret Borsası 76 KÜLTÜR HAYATIMIZDA FINDIK Ġ.Ö (372-287) yılları arasında yaĢayan Teophrastos‟un ilk kez tanıttığı fındık, günümüze kadar sadece ekonomi literatüründe kalmamıĢ, destanlar, maniler, türküler, ağıtlar, hikayeler, Ģiirlerle yetiĢtiği topraklar çevresini de kültürel anlamda meĢgul etmiĢtir. Son olarak, Ali Göreci‟nin “Fındık Kültürü” adı altında yayınladığı kitapla, ürediği çevredeki insanların sosyo-ekonomik hayatını nasıl ve ne kadar etkilediği bir araya gelse de, fındık bazı filozof ve milletlerin “kutsal meyve” olarak tanımlamalarıyla, tam olarak ifade edilebilmesinin de mümkün olamayacağını ortaya koymuĢtur. Mitlerde, fındığın ilk çağlardan beri bilinen bir meyve olduğu, Yunanlıların Ticaret Tanrısı Hermes‟in asasının ondan yapıldığı, Çinlilerde imparator sofrası yemeği diye nitelendiği, Türk destanlarında, “Kutsal Ağaç” olarak geçtiği ifade edilmektedir. Eski Türk inanıĢına göre, barıĢ, esenlik ve güvenlik simgesi olan fındık, Anadolu‟da Türk boyları tarafından, çitlevük, çatlavuk, çatlakuç sözcükleri ile de ifade edilmiĢtir. Karadeniz‟de kendisi ile uğraĢan insanın yaĢam biçimine uyma yerine, ona biçim verdirecek kadar etkili olan fındık, bebeklerin manilerinde, annelerin ağıtlarında, gelinlerin duvak tellerinde, türkülerde, manilerde ezgilerle, nağmelerle, Ģarkılarla kendisine yer bulmuĢtur. “Ben esmeri fındık ile beslerim” Ģarkısının ardından, “Fındık Dalda Tekleme, Kız Fistanın ekleme” diye baĢlayan türküyü çoğu kiĢi bilmektedir. 77 Trabzon Salnamesinde Fındık Hem resmi bir çeĢit taĢıması ve hem de fındık üretimi hakkında çok etraflı malumatı bulunması bakımından 1319-1904 yılları arasına ait Trabzon Vilayeti Salnamelerinde fındıkla ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Salnamelerde, “ Trabzon, Giresun, Ordu, Tirebolu, Görele ve Yorma taraflarında yetiĢip, her sene pek külliyetli miktarda ihraç olunan fındık mahsulünün, mühim sanayi servetten olduğu malumdur. Son senelerde Ordu kazasında dahi fındık bahçeleri yetiĢtirilmesinden de anlaĢıldığından, merkez sancağının daha çok yerlerinde bu yolda teĢebbüsler bulunmakla, Samsun mutasarrı beyefendi hazretlerinin himmeti ile bir fındık bahçesi vücuda getirilmiĢtir” denilmektedir, Trabzon‟dan yapılan fındık ihracatına ait en eski kayıt da Cenevizliler zamanında olup, 1404 yılına kadar uzamaktadır. 1782 yılında tanzim ve Beyoğlu‟nda Bağdat KöĢküne tasdik olunan 81 maddelik ticaret muahedelesinin 47‟inci maddesinde Rusya‟ya ihraç olunacak emtia ve eĢya meyanında fındık da ithal edilmiĢ bulunduğu görülür. Halk Türkülerinde Fındık Yine YeĢillendi Fındık Dalları Yine yeĢillendi fındık dalları Acep ne olacak yarin halleri Dalgalanıyor pembe Ģalvarı Kız allan pullan gel gel yanıma O beyaz kolları dola boynuma Taya baĢında üç kız yan yana Ġçlerinden biri siiĢt dedi bana Nur olsun, seni doğuran ana 78 Kız allan pullan gel gel yanıma O beyaz kolları dola boynuma Bahçeye Gel Bahçeye Bahçeye gel bahçeye Kuru fındık bulursun Alacaksan al beni Sonra piĢman olursun Haydi yavrum oymaktan Yar gelir oynamaktan Parmakları ağrımıĢ Zil çalıp oynamaktan Fındık dalda tekleme Kız saçların ekleme Gidiyorum Ordu‟dan Gelir diye bekleme Haydi yavrum oymaktan Yar gelir oynamaktan Parmakları ağrımıĢ Zil çalıp oynamaktan Boztepeye çıkmalı ġu Ordu‟ya bakmalı Böyle güzel kızları Saz çalıp oynatmalı Haydi yavrum oymaktan Yar gelir oynamaktan Parmakları ağrımıĢ Zil çalıp oynamaktan 79 Fındık Toplayan Gelin Fındık toplayan gelin anam Fındık dalda kalmasın Gel biraz konuĢalım anam Aklım sende kalmasın Al baĢına baĢına anam Ġki buruĢuk yaĢmak Geleyim mi yanına anam Ġster misin konuĢmak? Oy Giresun, Bulancak anam Bu iĢ nasıl olacak? Ġkimizin sevdası anam Kıyamete kalacak 80 Bir Fındığın Ġçini Bir fındığın içini Yar senden ayrı yemem Bugün gördüm yarimi Öldüğüme gam yemem Aldır aslanım aldır Al yanakların baldır Kınalı ellerinle Beni uykudan kaldır Fındık toplayan gelin Fındık dalda kalması Gel biraz konuĢalım Aklım sende kalmasın Aldır aslanım aldır Al yanakların baldır Kınalı ellerinle Beni uykudan kaldır Fındık dalda tekleme Kız fistanım ekleme Yarin gitti gurbete Gelir diye bekleme Aldır aslanım aldır Al yanakların baldır Kınalı ellerinle Beni uykudan kaldır Manilerde Fındık Fındık ağacı boyunca Fındık yedim doyunca Ağzım, dilim kurusun Yar demedim doyunca Fındık çotanaklarını DöĢürdüm emlek emlek O simsiyah çuhadan Yapsan bana bir yelek Fındık döĢüren gelin Fındık dalda kalmasın Eğil bir yol öpeyim Aklım sende kalmasın Fındık dalda tekleme Kız fistanın ekleme Yarin gitti askere Gelir diye bekleme 81 Fındıklarımı yersin Dalını ne eğersin Madem beni seversin Ellere neden dersin? Oy fındıklar fındıklar Kızlar beni gıdıklar Kızlar beni görünce Samanlığa bızdıklar Havalar kararıyor Yine yağmur yağacak Fındık harmanlarımız Bu yıl kıĢa kalacak Fındık toplayacağım Yolda hoplayacağım Yarim yanından geçmiĢ Gülü koklayacağım Eser yalı rüzgarı Yelken dolacak kadar Fındıktan para aldım Gönlüm olacak kadar Bu yılki fındıkların Ne iridir tanesi Öpsem doyurur beni Yanağının tanesi Fındıkları follarım Pazarlara yollarım Gidiyorum sevdiğim Sana mektup yollarım Kalın fındık dalından Kömür yaparım kömür Fındıkta kavuĢuruz Mevlam verirse ömür Fındık çubuklarından Yapacağım sepeti Sana ben gelme dedim Niçin dedin eveti Kestim kaküllerini Gel horona horona Fındık çubuğu gibi Boyun değsin tavana Fındıklıktan geçerken Kestim fındık değneği Ne hayırdır, ne hayır Gardiyanın yüreği Hasretinle yanarım Durmaz seni anarım Sen misafir gelirsen Fındık içi sunarım 82 Yar söndürme ocağım Sessiz geçmesin çağım Fındık kabuğu gibi Yanıp kül olacağım Tütüncüğüm tükendi Kesiye gel kesiye Fındık kurdu gibi Ne girmiĢsin besiye Trabzon‟un köyleri Çay, fındık bahçeleri Değmesin kimselere Yârimin ak elleri Yaylanın çimeninde Fındık versem yer misin? Haydi dediğim zaman Benimle gelir misin? Bahçede olur fındık Fındık altında durduk Fındık ayı girende Yar ile bir oluruk Hey asiye asiye Tütün koydum keseye Sana çember alayım Fındıkta veresiye Saçlarını sökünce Yanağına dökünce Fındık zılıfına benzer Dudağını bükünce Fındığa gaga derim Darılma Ģaka derim Sen beni bastırırsan Ben sana aga derim Fındıklıktan aĢağı Ben inemem, inemem Küçüksün sen yarim Sözüne güvenemem Fındık vakti girende Ustalar yapar rende Ġki gece bir olsa Yar koynuna girende Evlerinin o yanı Fındıklıktır, fındıklık Kız senin anan baban Etmedi mi sevdalık? Ey fındığım, fındığım Dallarına konduğum Ben sevdim eller aldı Odur benim yandığım 83 Fındık toplarım fındık Dallarını kırmadan Alır seni kaçarım Anan, baban duymadan Fındık dalda beĢ budak Kızı öptüm Ģıppadak Alacağım kız seni Keseceğim, koç adak Fındığı pek severler Kırıp içini yerler Yar üstüne yar sevme Sana fındıkçı derler Resim gibi yüzün var Kara kaĢın gözün var Geldi fındık zamanı Sana bir çift sözüm var Fındık serdim güneĢe Bakan gözler kamaĢa Yar bir deste gül ise Ben onunla koklaĢa Oy fındığım, fındığım Dalında oynadığım Vermedi seni bana Sakalını yolduğum Fındık toplarım, fındık Gel edelim sevdalık Kör olası kaderim Etmez beni ocaklık Bir avuç fındık yedim Güçlü olayım diye Bu akĢam gel harmana Fındığım var diye Pazara inen yoktur Fındığa güven çoktur Fındığı olmayanın Gülmeye gönlü yoktur Tombul fındık etli olur Yemesi tatlı olur Güzel sevip almayan Ölmezse de dertli olur Dalı dala çatarlar Kızlar fındık atarlar Kumyalının kızları Bize çalım atarlar Fındık diktim bahçeye Selam söyle Hatçe‟ye Fındıklarım çürüdü Gelse ya imeceye 84 Görele, Tirebolu Giresun‟da konduğum Bulancak, Ordu bilir Kıymetini fındığın Eğdim fındık dalını Gel döĢüre döĢüre Ölmeden koydun beni MenĢure, teneĢüre Halk Bilmecelerinde Fındık Küçüktür tenceresi, Tatlıdır mancanası Fini fini içinde, Fini kutu içinde Dal ucunda kitli sandık Kabuğu sertçe, Rengi esmerdir biraz; Kavrulunca… Ġçi olur süt beyaz 85 FINDIKLI YEMEKLER FINDIK ÇORBASI Malzeme : (6 KiĢilik) Soğan Sarımsak Fındıkyağı veya Zeytinyağı Esmer Bayat Ekmek Ġçi Beyaz ġarap Et Suyu KavrulmuĢ Fındık Unu Karabiber, Tuz Maydanoz Taze Fesleğen 1adet büyük boy 1 diĢ 4 yemek kaĢığı 4 dilim ½ su bardağı 12 küçük paket (190gr.) 1.5 su bardağı 1/2demet 1/2demet Hazırlama : RendelenmiĢ soğanı ve sarımsak diĢini, fındıkyağı ile karıĢtırarak, orta ateĢte, sararıncaya kadar kavurun. UfalanmıĢ esmer bayat ekmek içlerini katıp kavurmaya devam edin ve beyaz Ģarabı ilave ederek, karıĢım homojen bir hale gelinceye kadar, karıĢtırın. Tencereye azar azar et suyunu katın. Kaynamaya bırakın. Kremayı, fındık ununu, karabireri ve tuzu kaynayan karıĢıma iyice yedirerek katın. En son maydanoz ve fesleğini ekleyin. Ocaktan indirdiğiniz karıĢımı, tamamen homojen hale gelmesi için, mikserden geçirin. 86 Gerekiyorsa az miktarda su ilave ederek, az harlı ateĢ üzerinde, kremalı çorba kıvamına gelinceye kadar (1-2dakika) karıĢtırın. Çorbayı servis kabına koyduktan sonra, üzerine kıyılmıĢ maydonoz ve fesleğen ile süsleyip sıcak olarak servisini yapın. NOT: Taze fesleğen yoksa yerine, bir tatlı kaşığı kuru fesleğen kullana bilirsiniz. Esmer ekmek yoksa beyaz ekmek içi de kullanabilirsiniz. FINDIK SOSLU TAVUK ġĠNĠTZEL Malzeme: (4 KiĢilik) Fileto Tavuk Göğüs Eti Tuz Karabiber KavrulmuĢ Fındık Unu KaĢar Peyniri Sos Un Fındık yağı veya Zeytinyağı Süt Fındık (kavrulmuĢ, kalın kıyılmıĢ) Taze KaĢar Peyniri (rendelenmiĢ) Tuz Kızartma Galeta unu Fındık (kavrulmuĢ,kalın kıyılmıĢ) Fındık yağı veya Zeytinyağı Un Yumurta (çırpılmıĢ) 87 4 parça 4 tatlı kaĢığı 4 dilim 1 yemek kaĢığı 2 yemek kaĢığı 1 su bardağı 1 çay bardağı 1 çay bardağı 1 çay bardağı 1 çay bardağı 1 çay bardağı 1 çay bardağı 3 adet Hazırlama: Fileto ayıklanmıĢ tavuk göğüs etlerini yanlarından cüzdan Ģeklin-de açın. Ġçini dıĢını tuzlayıp biberleyin. Sos: Orta ateĢte küçük bir tencerede unu karıĢtırarak kavurun ve fındık yağını ekleyip una yedirin. KarıĢıma azar azar soğuk bir sütü katıp telle çırparak yedirin. 5 dakika karıĢtırarak piĢirmeyi sürdürün. KarıĢma kalın kıyılmıĢ fındıkları, rende kaĢarları katın. Gerekiyorsa ilave süt katarak tahin kıvamında bir sos tutturun. Kızartma: Galeta unu ile kalın kıyılmıĢ fındıkları karıĢtırın. GeniĢ yüzeyli bir tavaya kızartma yağını koyun. Orta ateĢte kızdırın. Tavuk göğüs etlerini önce una, sonra yumurtaya ve galeta unu ve fındık karıĢıma bulayarak kızgın yağla alt üst ederek kızartın. Kızaranların yağını süzdürerek emici kağıt üzerine çıkartın. Tavuk göğüs etlerini servis tabağına koyun. Üzerine sıcak sosu gezdirerek sıcak servis yapın. FINDIK BÖREĞĠ Malzeme : (4 KiĢilik) Tavuk Göğüs Eti Soğan Tereyağı YeĢil Sivri Biber (tatlı) Domates Tuz, Karabiber Kırmızı Biber Fındık ( kavrulmuĢ, kalın kıyılmıĢ) 88 2adet 1 adet orta boy 4 yemek kaĢığı 3 adet 2 adet ½ çay kaĢığı 1 su bardağı Yufka Yumurta akı 3 adet 1adet Hazırlama: Tavuk göğüs etlerini, 2-3 bardak suda yumuĢayıncaya kadar haĢlayın. HaĢlanmıĢ eti, lokmalık parçalara ayırın. En az 2 bardak tavuk haĢlama suyunu bir kenara ayırın. Soğanı rendeleyin; 2 kaĢık tereyağı ile karıĢtırarak, yumuĢayıncaya kadar kavurun. KavrulmuĢ soğanlara, ince doğranmıĢ biberleri ve rendelenmiĢ domatesleri ekleyin. Domateslerin saldığı suyu çekene kadar, karıĢtırarak piĢirin. Tavuk eti, tuz, karabiber ve kırmızıbiberi katın. Birkaç kez karıĢtırdıktan sonra ateĢten alıp soğumaya bırakın. Harca, soğuduktan sonra fındıkları ekleyip karıĢtırın. Yufkaları tek tek sererek, üzerlerine fırça ile oda sıcaklığında yumuĢatılmıĢ tereyağını sürün. Önceden 160 C kızdırılmıĢ fırında, üzerleri hafif sararıncaya kadar tek tek kızartın. KızarmıĢ yufkaları bir tepsi içine üst üstte koyun ve üzerine 2 bardak ılık tavuk haĢlama suyunu dökün. Yufkalar tavuk suyunu çekip yumuĢayınca, ortasına yakın bir kısmına, boylamasına harcı yayın. Yanlarını harcın üzerine kapatıp rulo yapın ve üzerine yumurta akını sürün. Ruloyu, önceden 160 C kızdırılmıĢ fırında, servis zamanında 20 dakika önce ısıtın. IsıtılmıĢ börek rulosu, porsiyonluk parçalara ayrılıp ılık olarak servis yapın. NOT: Bu böreği hazırlama yöntemi Ege Bölgesi’nde “Çullama” diye adlandırılan çok eski ve geleneksel bir yön-temdir. Bu yöntemde, hamurdan açılan yufkalar, önce malzeme-siz pişirilir; sonra et suyu ile yumuşatılır. Çullamalar, günümüzde unutulmakta olan yemekler arasındadırlar. Bu böreğin hazırlanmasında, tavuk eti yerine, bindi, kuzu, tavşan, batta 89 balıketi kullanabilirsiniz. Örneğin, “levrek çullama”, bir zamanlar, İzmir misafir sofralarının başyemeği idi. FINDIKLI EKMEK Malzeme: (4 KiĢilik) YaĢ Maya Un Kepek Fındık (kavrulmuĢ, kalın fındık) Toz ġeker Tuz Susam Çörek Otu 1 yemek kaĢığı 4 su bardağı 1 su bardağı 1 su bardağı 2 tatlı kaĢığı 1 yemek kaĢığı 1 tatlı kaĢığı Hazırlama : YaĢ mayayı, 1 bardak ılık suda 10 dakika kadar bekleterek eritin. Unu ve kepeği eleyerek karıĢtırın ve hamur yoğurma kabına koyun. Fındık, tuz ve Ģekeri de bu karıĢıma ilave ederek, tüm malzemeyi iyice harmanlayın. KarıĢımın ortasında bir boĢluk oluĢturun ve bu boĢluğa suda erimiĢ olan mayayı boĢaltın. Unu yanlardan alıp ortaya katarak, yavaĢ yavaĢ mayalı suya yedirin. Bu karıĢıma azar azar ılık su ekleyerek, en az 10 dakika yoğurma iĢlemini sürdürün. Kulak memesi sertliğindeki hamurdan biraz daha yumuĢak bir hamur tutturun. Hazırladığınız hamura Ģekil vererek, unlanmıĢ dikdörtgen 90 Ģeklinde bir kek kalıbına koyun. Üzerine susam ve çörek otunu serpin. Kek kalıbını, bu sıcaklıkta hamur kabarıncaya kadar (yaklaĢık 1 saat) bekletin. Hamur kabarınca kalıbı fırından alın; üzerine bir bez örterek, dinlenmeye bırakın. Fırının sıcaklığını 200C „ayarlayarak, 10 dakika daha ısıttıktan sonra, kek kalıbını ikinci kez fırına koyun. 200 C‟de 20 dakika piĢirme iĢlemini sürdürün. Ekmek piĢirince, fırından alarak, soğumaya bırakın. SoğumuĢ ekmeği kalıptan alarak dilimleyin ve özellikle kahvaltı sofralarında servis yapın. KARADENĠZ KEKĠ Malzeme : (4 kiĢilik) Tereyağı (erimiĢ) ġeker Yumurta Un Kabartma Tozu Tuz Tarçın Fındık (kavrulmuĢ, kalın kıyılmıĢ) Limon Kabuğu Rendesi Üst Yumurta Akı Pudra ġekeri Fındık (kavrulmuĢ, kalın kıyılmıĢ) 91 ½ su bardağı 1 su bardağı 3 adet 3 su bardağı 1 paket ½ çay kaĢığı 1 tatlı kaĢığı 1 su bardağı 1 kahve kaĢığı 1 adet 1 su bardağı 1 çay bardağı Hazırlama : Fırını 200 oC ısıtın. Tereyağını ve Ģekeri çırpın, yumurtaları teker teker ekleyerek çırpmaya devam edin. Unu, kabartma tozu ve tuz eleyin. Tereyağı karıĢımı bir tahta kaĢık yardımıyla karıĢtırın. Tarçın, fındık ve limon kabuğu ekleyin. Hamuru yağlı kağıt serdiğiniz fırın kabına yayın ve 20-25 dakika piĢirin. Bıçak saplandığında temiz çıkıyorsa, keki fırından alın. Bir kasede, yumurta beyazını pudra Ģekeri ile çarpın, fındıkları ve 3 yemek kaĢığı su ekleyip karıĢtırın. Keki servis tabağına çıkarın. Pudra Ģekeri karıĢımı fırça ile kekin üzerine sürün. Kalan fındıklarla süsleyip servis yapın. FINDIK TARTELETĠ Malzeme: (6 kiĢilik) Milföy Hamuru Süt Tereyağı Portakal Kabuğu Reçeli Çözünebilir Hazır Kahve Toz ġeker KavrulmuĢ Fındık Unu Çikolata Fındık (kavrulmuĢ, kalın kıyılmıĢ) 92 250 gr. 1 kahve fincanı 6 yemek kaĢığı 1 yemek kaĢığı 1 tatlı kaĢığı 1 su bardağı 1 su bardağı 80 gr. 1 çay bardağı Hazırlama: Hazır milföy hamurlarını unlu düz bir zeminde, kullanacağınız kalıp veya bardak ağzı ile kesin. Daire Ģeklinde veya kalıp Ģeklinde kesilmiĢ hamurları tartelet kalıplarına yerleĢtirin. Kabarmaması için ortalarını çatalla delin. Kalıpları bir tepsiye koyup önceden 180 oC ısıtılmıĢ fırında yaklaĢık 51 dakika piĢirin. Küçük bir tencerede, süt, tereyağının yarısı, portakal kabuğu reçeli ve hazır kahveyi koyup kaynatın. Derince bir tavaya toz Ģekeri koyun. Tavayı hafif/orta ateĢte 5 dakika karıĢtırın. ġekerler karamelize olduğunda tavaya kaynattığınız süt, tereyağı karıĢımını ve fındık ununu katın. Birkaç taĢım kaynattıktan sonra ılımaya bırakın. Kalan tereyağını, çikolatayı ve kalın kıyılmıĢ fındıkları çukur bir kaba koyun. Benmari usulü eritin. IlınmıĢ sütlü fındık karıĢımını tartelet kalıplarına, tam doldurmayacak Ģekilde taksim edin. Üzerlerine erimiĢ çikolata, kalın kıyılmıĢ fındık karıĢımı taksim edin. Soğumaya bırakın. Tarteletlerin üzerinde birer adet fındık yerleĢtirin. Servis yapın. NOT: Portakal kabuğu reçeli yerini vişne veya yeşil incir gibi başka reçeller de kullanabilirsiniz. 93 FINDIK TOPLARI Malzeme: (12 kiĢilik) KavrulmuĢ Fındık Unu Vanilyalı Gofret (ufalanmıĢ, kalın kıyılmıĢ) Kuru Üzüm (ezilmiĢ) Bal Rom Pudra ġeker 2 su bardağı 2 su bardağı ½ su bardağı ½ su bardağı ½ su bardağı 1 su bardağı Hazırlama : Çukur bir kaba fındık ununu, un gibi ufanlanmıĢ vanilyalı gofreti, çekirdekleri çıkarılmıĢ iyice ezilmiĢ kuru üzümleri, balı ve romu koyun. Tüm malzemeyi karıĢtırarak birbirine iyice yedirin. En az 3 saat buzdolabında bekletin. Hazırladığınızdan karıĢımından 1.5-2 cm çapında toplar hazırlayın. Pudra Ģekerini yayvan bir kaba koyun. Üzerinde fındık toplarını yerleĢtirin. Hafifçe sallayarak topların pudra Ģekeri ile kaplanmasını sağlayın. Pudra Ģekerine bulanmıĢ fındık toplarını Ģekerliğe koyarak servis yapın. 94 FINDIK ĠSTATĠSTĠKLERĠ DÜNYA FINDIK ÜRETĠM ALANLARI (Hektar) TÜRKĠYE ĠTALYA ĠSPANYA ABD 1961 205.040 52.600 23.500 7.530 10.732 229.402 1962 210.950 52.400 23.600 7.280 10.746 305.976 1963 213.680 52.500 23.800 7.000 7.780 304.760 1964 223.030 52.600 23.900 6.920 7.830 314.280 1965 226.670 52.300 24.100 6.800 7.894 317.764 1966 232.730 54.300 24.000 6.640 8.008 325.678 1967 236.680 57.800 24.300 6.600 8.056 333.436 1968 225.460 59.000 24.300 6.470 8.062 323.292 1969 316.300 60.000 24.400 6.430 8.068 415.198 1970 326.340 60.400 24.900 6.600 8.078 426.318 1971 331.881 65.200 25.800 6.720 9.077 435.678 1972 355.787 65.200 28.100 6.880 9.001 464.968 1973 358.306 66.700 27.800 6.800 9.007 468.613 1974 364.000 67.700 29.700 6.840 9.019 477.259 1975 368.000 68.000 29.200 7.200 9.047 481.447 1976 371.500 68.000 31.900 7.240 9.047 487.687 1977 376.500 68.300 33.800 7.120 9.063 494.783 1978 380.000 68.500 32.200 7.120 9.022 496.842 1979 384.000 70.400 35.057 7.120 6.050 502.627 1980 385.000 70.200 35.541 8.900 6.067 505.708 1981 390.000 70.000 35.377 8.900 5.084 509.361 YIL 95 DĠĞER TOPLAM 1982 395.000 69.600 35.961 8.900 3.435 512.896 1983 400.000 69.353 36.006 8.620 1.744 515.723 1984 405.000 68.925 35.639 8.900 2.367 520.831 1985 405.000 69.871 37.200 9.430 20.502 542.003 1986 410.000 70.416 36.300 10.080 22.540 549.336 1987 415.000 69.189 36.081 10.440 24.246 554.956 1988 420.000 67.994 32.800 10.720 24.719 556.233 1989 427.000 67.919 30.880 11.110 25.291 562.200 1990 435.000 67.406 32.013 11.050 26.175 571.644 1991 445.000 68.044 31.945 11.120 26.990 583.099 1992 450.000 66.651 28.884 10.940 27.398 583.873 1993 470.000 69.605 31.152 10.900 28.524 610.181 1994 500.000 65.300 28.716 11.150 27.956 633.122 1995 500.000 68.692 22.158 11.320 28.246 630.416 1996 525.000 68.920 21.997 11.570 29.289 656.776 1997 525.000 69.669 22.000 11.740 30.846 659.255 1998 540.000 68.848 21.500 11.950 46.881 689.179 1999 540.000 68.740 28.000 11.972 47.667 696.379 2000 540.000 68.740 28.000 8.000 45.619 693.804 2001 548.000 68.185 21.000 8.000 45.055 690.240 2002 550.000 68.225 21.780 8.550 46.405 694.960 2003 563.000 68.400 22.250 8.900 46.855 709.405 2004 590.000 70.000 23.000 12.000 47.000 742.000 2005 610.000 73.000 23.000 19.000 48.000 773.000 2006 630.000 82.000 24.000 28.000 48.000 812.000 2007 700.000 100.000 25.000 25.000 50.000 900.000 96 2008 730.000 100.000 25.000 25.000 50.000 930.000 2009 740.000 100.000 25.000 25.000 50.000 935.000 2010 740.000 100.000 25.000 30.000 55.000 950.000 2011 740.000 100.000 25.000 35.000 55.000 955.000 2012 745.000 100.000 25.000 35.000 60.000 965.000 DÜNYA KABUKLU FINDIK ÜRETĠMĠ (Ton) YIL TÜRKĠYE ĠTALYA ĠSPANYA ABD DĠĞER 1925 51.268 10.050 19.197 --- --- 80.515 1926 23.336 11.800 22.046 --- --- 57.182 1927 54.251 8.020 14.440 --- --- 76.711 1928 22.464 19.190 25.100 --- --- 66.759 1929 7.543 12.780 39.400 200 --- 59.833 1930 49.305 17.000 10.500 300 --- 77.105 1931 25.097 26.000 24.000 420 --- 75.517 1932 43.067 40.000 35.000 490 --- 118.557 1933 44.775 5.500 14.000 1.070 --- 65.345 1934 31.535 26.000 38.000 1.210 --- 96.745 1935 52.496 18.000 24.000 1.240 --- 95.736 1936 52.868 37.000 26.000 2.100 --- 117.965 1937 64.843 26.000 32.000 2.570 --- 125.413 1938 32.489 17.000 28.000 2.440 --- 80.289 1939 92.620 15.265 24.200 3.890 --- 135.975 1940 28.562 19.600 22.000 3.210 --- 73.372 97 TOPLAM 1941 25.388 10.700 20.900 5.750 --- 62.738 1942 68.260 19.100 18.000 4.270 --- 109.630 1943 53.300 15.400 17.000 7.030 --- 92.730 1944 68.080 21.300 22.000 6.460 --- 117.840 1945 35.600 15.700 18.500 5.300 --- 75.100 1946 85.000 27.000 20.300 8.450 --- 140.750 1947 54.600 9.900 33.000 8.800 --- 106.300 1948 47.000 26.400 29.000 6.440 --- 108.840 1949 87.000 30.300 25.300 10.680 --- 153.280 1950 20.800 35.900 16.000 6.680 --- 79.380 1951 85.800 30.000 12.400 7.120 --- 138.320 1952 74.500 20.600 13.300 11.240 --- 119.640 1953 44.500 28.000 17.000 7.729 --- 97.229 1954 115.700 14.000 12.000 8.670 --- 150.370 1955 46.150 37.000 18.000 6.920 --- 108.070 1956 209.832 35.000 17.000 7.500 27.000 296.332 1961 70.000 55.379 14.200 10.668 26.028 176.275 1962 112.800 53.004 18.400 7.058 25.168 216.430 1963 84.440 58.122 20.000 6.350 18.304 187.216 1964 196.000 46.877 17.600 7.348 19.838 287.663 1965 65.667 60.782 20.000 6.985 20.395 173.829 1966 209.832 72.951 15.800 11.068 23.743 333.394 1967 71.730 64.805 15.500 6.804 21.608 180.447 1968 140.000 82.960 17.700 6.895 22.061 269.616 98 1969 159.200 53.672 12.000 6.713 20.510 252.095X 1970 270.025 78.877 20.200 8.400 21.774 399.276 1971 153.600 84.847 19.600 10.315 24.757 293.119 1972 190.000 70.000 19.000 10.150 25.000 314.150 1973 250.000 85.000 15.000 12.250 25.200 377.450 1974 249.000 105.000 25.000 6.700 25.500 411.700 1975 346.500 99.108 20.000 10.977 25.771 502.356 1976 257.500 95.282 28.600 6.532 28.610 416.524 1977 307.000 84.439 30.600 10.705 31.343 464.087 1978 310.000 100.600 18.300 12.791 33.210 474.901 1979 285.000 93.750 35.800 11.790 24.874 451.214 1980 250.000 100.600 29.900 13.970 26.666 421.136 1981 402.500 130.110 23.000 13.340 29.182 598.132 1982 214.000 110.920 19.500 17.060 26.439 387.919 1983 420.000 137.120 31.100 7.440 24.484 620.144 1984 280.000 80.082 12.971 12.160 27.080 412.293 1985 184.000 117.690 30.200 22.320 26.153 380.353 1986 301.000 108.820 20.700 13.700 33.116 477.336 1987 280.000 112.780 28.974 19.780 32.918 474.452 1988 420.000 130.230 20.300 15.000 41.453 626.983 1989 550.000 127.250 24.668 11.800 34.773 748.491 1990 375.000 109.340 21..270 19.700 35.447 560.757 1991 380.000 128.150 18.096 23.130 36.853 586.229 1992 530.000 115.320 26.432 25.130 38.178 735.060 99 1993 300.000 90.778 12.107 37.190 38.938 479.013 1994 600.000 127.570 22.600 19.230 37.469 806.869 1995 435.000 118.400 15.500 35.380 37.622 641.902 1996 464.000 120.120 7.030 17.240 40.051 648.541 1997 470.000 98.742 19.800 42.640 42.740 673.922 1998 582.000 110.000 15.000 18.000 53.297 778.297 1999 546.000 100.000 35.000 35.000 71.260 787.260 2000 475.000 90.000 15.000 18.000 67.560 665.560 2001 570.000 120.000 15.000 22.000 53.835 780.835 2002 620.000 100.000 20.000 15.000 30.000 785.000 2003 450.000 80.000 20.000 45.000 25.000 620.000 2004 400.000 120.000 30.000 25.000 15.000 590.000 2005 600.000 60.000 20.000 30.000 10.000 720.000 2006 750.000 120.000 40.000 50.000 20.000 980.000 2007 550.000 100.000 30.000 70.000 30.000 800.000 2008 900.000 80.000 3.000 50.000 40.000 1.100.000 2009 430.000 90.000 35.000 55.000 40.000 650.000 2010 500.000 50.000 30.000 60.000 30.000 670.000 2011 555.000 80.000 40.000 40.000 35.000 750.000 2012 700.000 50.000 20.000 40.000 40.000 850.000 100 TÜRKĠYE BÖLGESEL FINDIK ALANLARI (Hektar) YILLAR AKÇAKOCA ORDU BÖLGESĠ BÖLGESĠ GĠRESUN BÖLGESĠ TRABZON BÖLGESĠ TOPLAM 1923 65.126 1924 65.246 1925 65.120 1926 66.010 1927 67.240 1928 68.746 1929 70.120 1930 75.140 1931 76.216 1932 80.417 1933 85.243 1934 90.814 1935 93.216 1936 96.200 1937 97.200 1938 101.612 1939 103.314 1940 107.215 1941 110.661 1942 115.912 1943 117.466 101 1944 124.310 1945 126.250 1946 130.615 1947 195.325 1948 141.246 1949 146.31 1950 159.500 1955 184.20 1960 211.500 1961 220.000 1962 245.000 1963 252.000 1964 263.000 1965 273.750 1966 282.725 1967 287.076 1968 290.350 1969 316.30 1970 326.34 1971 331.88 1972 355.78 1973 358.30 1974 86.500 133.000 99.000 45.500 364.000,0 1975 88.000 135.000 99.000 46.000 368.000.00 102 1976 90.000 136.000 99.000 46.500 371.500.00 1977 91.500 138.000 99.500 47.500 376.500.00 1978 92.000 140.000 100.000 48.000 380.000.00 1979 94.500 141.000 100.000 48.500 384.000.00, 1980 95.000 141.500 100.000 48.500 385.000.00, 1981 97.500 144.000 100.000 48.500 390.000.00 1982 98.500 148.000 100.000 48.500 395.000.00 1983 100.000 150.000 100.000 50.000 400.000.00 1984 105.000 150.000 100.000 50.000 405.000.00 1985 105.000 150.000 100.000 50.000 405.000.00 1986 110.000 150.000 100.000 50.000 410.000.00 1987 112.000 152.000 100.000 51.000 415.000.00 1988 115.000 154.000 100.000 51.000 420.000.00 1989 124.000 154.000 97.500 51.500 427.000.00 1900 125.000 160.000 97.500 52.500 435.000.00 1991 130.000 165.000 97.500 53.000 445.000.00 1992 133.000 166.000 97.500 53.500 450.000.00 1993 139.000 176.000 99.000 56.000 470.000.00 1994 147.000 196.000 100.000 57.000 500.000.00 1995 147.000 196.000 100.000 57.000 500.000.00 1996 149.000 219.000 100.000 57.000 525.000.00 1997 149.000 219.000 100.000 57.000 525.000.00 1998 159.000 224.000 100.000 57.000 540.000.00 1999 159.000 224.000 100.000 57.000 540.000.00 103 2000 161.000 226.000 100.000 57.000 544.000.00 2001 164.000 227.000 100.000 57.000 548.000.00 2002 164.000 228.000 100.000 57.000 549.000.00 2003 167.200 234.000 101.000 60.800 563.000.00 2004 180.000 240.000 105.000 65.000 590.000.00 2005 200.000 245.000 110.000 70.000 610.000.00 2006 220.000 250.000 110.000 70.000 640.000.00 2007 240.000 260.000 120.000 80.000 700.000.00 2008 250.000 270.000 125.000 85.000 730.000.00 2009 255.000 275.000 125.000 85.000 740.000.00 2010 255.000 275.000 125.000 85.000 740.000.00 2011 255.000 275.000 125.000 85.000 740.000.00 2012 260.000 275.000 125.000 85.000 745.000 .00 YILLARA GÖRE TÜRKĠYE REKOLTESĠ YIL MĠKTAR 1990 440.000 1991 420.000 1992 580.000 1993 315.000 1994 610.000 1995 555.000 1996 553.000 1997 550.000 104 1998 650.000 1999 640.000 2000 556.000 2001 725.000 2002 630.000 2003 450.000 2004 400.000 2005 600.000 2006 750.000 2007 550.000 2008 900.000 2009 430.000 2010 500.000 2011 550.000 2012 700.000 YILLARA GÖRE FINDIK FĠYATLARI YIL FİYAT (KURUŞ) 1878 14.7 1879 13.5 1880 14.2 1881 11.8 1882 37.8 1883 10.9 1884 12,7 105 1885 12,5 1886 14,6 1887 14,7 1888 14,2 1889 14,4 1890 14,5 1891 18,8 1892 14,9 1893 16,4 1894 12,6 1895 15,6 1896 14,5 1897 15,9 1898 12,7 1899 13,1 1900 14,1 1901 19,9 1902 35,8 1903 35,9 1904 47,4 1905 37,1 1906 46,7 1907 50,7 106 YILLARA GÖRE FINDIK FĠYATLARI YILLAR ASGARĠ (TL) AZAMĠ (TL) 1938 0,40 1939 0,21 1940 0,16 0,19 1941 0,40 0,50 1942 0,41 0,46 1943 0,49 1944 0,35 1945 0,65 1946 0,65 1947 0,90 1948 0,65 1949 0,60 1950 1,37 1951 1,00 1952 1,00 1953 1,15 1954 1,25 1955 1,85 1956 1,75 1957 2,15 1958 2,50 1959 3,80 1960 4,40 107 1961 5,27 1962 5,70 1963 5,50 1964 4,50 1965 5,30 1966 5,00 1967 5,30 1968 5,30 1969 5,80 1970 7,50 1971 8,50 1972 8,50 1973 9,70 1974 13,50 1975 14,00 1976 14,50 1977 16,50 1978 23,50 1979 50,00 1980 110 1981 125 1982 150 1983 175 1984 240 1985 675 1986 700 275 108 1987 1,200 1988 2,000 1989 2,650 3,050 1990 3,200 3,500 1991 5,600 6,000 1992 9,000 9,900 1993 19,750 20,800 1994 45,000 63,000 1995 80,000 -------- 1996 166,000 240,000 1997 400,000 660,000 1998 675,000 875,000 1999 1,020,000 1,070,000 2000 1,1000,000 1,100,000 2001 1,500,000 1,575,000 2002 1,615,000 -------- 2003 2,500,000 -------- 2004 5,250,000 -------- 2005 7.050.000 7.450.000 2006 5.000.000 4.000.000 (TMO Fiyatı) 2007 5.000.000 5.300.000 (TMO Fiyatı) 2008 4.00-5.00 TL (TMO Fiyat) 2009 2.45- 3.95 TL (Serbest Piyasa) 2010 3.50- 4.70 TL (Serbest Piyasa) 2011 6.20- (Serbest Piyasa) 109 TÜRKĠYE FINDIK ĠHRACATI (Yıl Olarak) YIL İHRACAT (TON/İÇ) 1923 9.769 1924 8.581 1925 15.822 1926 13.956 1927 18.016 1928 15.248 1929 4.955 1930 17.956 1931 14.308 1932 18.895 1933 17.679 1934 17.673 1935 22.672 1936 23.503 1937 22.554 1938 23.202 1939 18.086 1940 18.829 1941 17.641 1942 11.409 1943 15.459 1944 12.885 1945 14.601 110 DÖVİZ (ABD. DOLARI) 1946 25.002 1947 22.132 1948 18.819 1949 29.297 1950 26.123 1951 20.837 1952 25.712 1953 28.798 1954 29.651 1955 44.030 1956 23.418 1957 40.845 1958 31.434 1959 51.366 1960 41.158 1961 36.000 1962 43.583 1963 41.971 1964 48.846 1965 60.134 1966 51.457 1967 68.236 1968 66.788 1969 82.945 1970 65.787 1971 65.206 84.729.000 111 1972 91.066 116.513.00 1973 102.504 132.044.232 1974 96.197 173.205.000 1975 99.531 173.395.935 1976 107.055 1977 136.520 1978 156.900 1979 143.598 352.992.000 1980 101.516 394.849.357 1981 85.090 301.772.317 1982 126.080 240.694.367 1983 134.360 245.985.846 1984 150.809 304.800.290 1985 108.315 1986 136.886 1987 132.214 1988 140.246 1989 131.067 1990 195.645 1991 169.105 472.024.354 1992 172.213 447.744.213 1993 197.751 568.474.286 1994 186.401 712.146.000 1995 242.632 771.356.919 1996 198.366 612.999.000 1997 202.909 925.651.050 112 1998 201.883 866.313.561 1999 190.088 720.993.000 2000 177.653 588.452.000 2001 258.124 739.970.130 2002 252.779 605.040.840 2003 220.938 661.871.172 2004 217.651 1.220.695.000 2005 209.364 1.928.378.000 2006 247.186 1.467.017.317 2007 233.138 1.519.478.325 2008 228.401 1.407.871.663 2009 219.354 1.172.597.746 2010 252.305 1.544.785.708 2011 243.766 1.759.162.313 2012 265.714 1.802.462.907 SEZONA GÖRE ĠHRACAT RAKAMLARI (1Eylül – 31 Ağustos) YIL MİKTAR (TON) BEDEL (DOLAR) 1978-1979 104.758 235.804.754 1979-1980 126.482 459.682.216 1980-1981 89.957 359.828.000 1981-1982 123.543 300.082.000 1982-1983 117.817 243.638.000 1983-1984 133.985 294.569.000 1984-1985 145.112 346.170.706 113 1985-1986 96.475 317.195.373 1986-1987 140.206 472.780.918 1987-1988 123.274 455.259.703 1988-1989 152.277 420.768.409 1989-1990 132.691 375.586.673 1990-1991 186.079 545.238.052 1991-1992 164.856 461.555.206 1992-1993 194.856 453.563.256 1993-1994 176.425 698.891.402 1994-1995 245.270 798.377.653 1995-1996 209.439 625.125.888 1996-1997 186.511 733.506.088 1997-1998 212.651 964.226.476 1998-1999 173.718 719.384.088 1999-2000 199.420 692.198.069 2000-2001 204.258 682.451.341 2001-2002 255.982 636.027.000 2002-2003 255.918 593.690.721 2003-2004 223.362 915.616.061 2004-2005 194.593 1.554.156.298 2005-2006 239.365 1.952.767.266 2006-2007 248.663 1.262.427.049 2007-2008 207.287 1.589.547.748 2008-2009 244.628 1.178.101.490 2009-2010 218.714 1.378.691.431 2010-2011 281.330 1.783.567.587 2011-2012 229.627 1.819.725.208 114 ĠTHALATÇI ÜLKELER ALMANYA BELÇĠKA ĠNGĠLTERE ĠSPANYA MISIR RUSYA FED. BREZĠLYA DANĠMARKA FĠLLANDĠYA JAPONYA ÇĠN LĠTVANYA ÜRDÜN BULGARĠSTAN DUBAĠ ĠRLANDA SLOVENYA LETONYA GÜRCĠSTAN HONG-KONG KANARYA ADL. VENEZUELLA ALPHONSE AD. BOSNA HERSEK IRAK MOLDOVYA SRĠ LANKA BAHREYN PANAMA ĠTALYA FRANSA ĠSVĠÇRE HOLLANDA A.B.D. AVUSTURYA POLANYA YUNANĠSTAN ĠSVEÇ AVUSTURALYA ÇEK CUM. ĠSRAĠL UKRAYNA NORVEÇ KANADA GÜNEY AFRĠKA CUM. MACARĠSTAN HIRVATĠSTAN G. KORE TUNUS S. ARABĠSTAN LÜBNAN SLOVAKYA MALEZYA SURĠYE ROMANYA YUGOSLAVYA YENĠ ZELANDA PORTEKĠZ B. ARAP CUM. LĠBYA AZERBAYCAN ESTONYA MAKEDONYA ARJANTĠN KKTC TAĠWAN KUVEYT TÜRKMENĠSTAN CEZAYĠR MALTA SIRBĠSTAN RUANDA KOLOMBĠYA UMMAN SĠNGAPUR ANDORRA URUGUAY FAS KOSTARĠKA EL SALVADOR PAKĠSTAN ENDONEZYA JAMAĠKA KAZAKĠSTAN KATAR ÖZBEKĠSTAN 115 116 ÇAY 117 118 ÇAY BĠTKĠSĠ Botanikte Camellia Sinensis adıyla bilinen çay bitkisinin yetiĢtiği yöreye göre morfolojik farklılık gösteren 3 tipi bulunmaktadır. a) Çin Çayı (Camellia sinensis), b) Assam çayı (Camellia assemica), c) Kambodia Çayı (Camellia cambodia). 4 mevsim yaprağını dökmeyen bitkiler arasında yer alan çay, doğada büyümeye bırakıldığında bir ağaç görünümünü almasına rağmen, kültür bitkisi olduğu için bahçelerde azami bir metreye kadar uzamasına izin verilmektedir. Kültüre alındığında 100 yıllık bir ömrü bulunmaktadır. Anavatanı konusunda çeĢitli savlar bulunmaktadır. Çay bitkisinin anavatanı olarak gösteriler yerler arasında Çin‟in Güneybatı kısmı ile Hindistan‟ın Kuzeybatısı ağırlıktadır. Anavatanı konusunda ortak bir fikir bulunmayan çayın çok eski bir kültüre sahip olduğunu herkes kabul etmektedir. Tarihin en eski dönemlerinden kalan belgelerde içecek olarak kullanılan çayla ilgili bilgilere sıkça rastlanmaktadır. KURU SĠYAH ÇAY ÜRETĠMĠ Siyah çay, yaĢ çay yaprağının (iki buçuk yaprak), tomurcuk ve bunlarla bitiĢik taze sap kısımlarının uygun yöntemlerle iĢlenmesiyle elde edilen üründür. Siyah çay kendisine has görünüĢ, renk ve kokuda olmalı, yabancı koku ihtiva etmemeli, Ġçersinde gözle görülebilen yabancı madde bulunmamalıdır. Yabancı maddeler, siyah çay dıĢındaki tüm maddeleri kapsar. 119 Üretim AĢamaları Soldurma Soldurma, taze çay yapraklarının ihtiva ettiği % 70-80 oranındaki suyun % 50-55‟e düĢürülmesi iĢlemi olup, siyah çay üretiminin zorunlu ve en önemli ilk aĢamasıdır. Soldurma, soldurma teknelerinde yapılmaktadır. Soldurma teknelerindeki çayların solma süresi yaĢ çayın tazeliği ve ıslaklık durumuna, hava ve çalıĢma koĢullarına göre değiĢir. Soldurma sonucunda yaprakların hücre özsuları daha yoğun hale gelir ve kıvırma iĢlemi için uygun elastiki yapı temin edilir. Taze yapraklar soldurulmadan doğrudan doğruya kıvırmaya tabi tutulursa, hücre özsuyunun dıĢarı çıkması ve hücre parçalanması tam olmaz, yapraklarda kıvrılmadan ziyade kırılma meydana gelir, presleme esnasında kıvırmadan akan sularla çayın içerisinde bulunan etkin maddeler dıĢarı atılır. SolmuĢ yaprağın; sarkık, halsiz ve pörsümüĢ durumda olması, canlı ve parlak olmaması, sap kısımlarının kırılmadan eğilir ve bükülebilir durumda olması yaĢ çayın iyi solduğunun göstergesidir. Teknelere verilen hava sıcaklığı düĢük rakımlarda 38 °C, yüksek bölgelerde 32 °C‟yi geçmeyecek Ģekilde ayarlanır. Isının yüksek olması durumunda yapraklarda kuruma ve yanmalar meydana gelir. KurumuĢ ve yanmıĢ çaylarda kıvırma ve fermantasyon istenildiği gibi olmayacağından elde edilecek çayın kalitesi son derece düĢük olur. Kıvırma Kıvırma, solmuĢ çay yaprağının değiĢik çay imalat makinelerinde parçalanması, ezilmesi ve bükülmesiyle hücre öz suyunun 120 kıvrılmıĢ yaprak yüzeyine yayılması ve oksidasyonun baĢlaması iĢlemidir. Çay fabrikalarımızdaki kıvırma makineleri iki kıvırma istemine göre dizayn edilmiĢtir. Fermantasyon Fermantasyon, kıvrılan yaĢ çay yaprağının hücre öz suyunda bulunan kimyasal bileĢiklerinin oksidaz enziminin tesiri ile biyolojik değiĢikliğe uğrayarak siyah çayda istenen renk, burukluk, parlaklık, koku ve aromanın oluĢması olayıdır. Çay imalatında ilk kalite kontrolü fermantasyon safhasında yapılır. Bu esnada çayın kıvrılma ve solma durumu hakkında bilgi edinilir. Kurutma Kurutma, kıvrılmıĢ ve fermente olmuĢ çay yaprağının fırınlanarak nem oranını %2-4 seviyelerine indirme iĢlemidir. Kurutmanın amacı: enzim oksidasyonunu durdurarak, kazanılan özelliklerin ve oluĢan maddelerin yitirilmesine engel olacak ortamı oluĢturmak, çayı depolanabilir, paketlenebilir ve taĢınabilir duruma getirmektir. Tasnif Tasnif; fırından çıkan kuru çayların önceden belirlenen standart elek tellerinden geçirilmek suretiyle incelik, kalınlık ve kalitelerine göre ayrılma iĢlemidir. Sınıflandırma Üretilen nevi çaylar genellikle imalat kırığı ve kırık (kırmadan geçen) çaylar olmak üzere 2 sınıfta toplanmaktadır. 121 Paketleme Üretilen çaylar içte bez, dıĢta naylon olmak üzere ikili ambalaj Ģeklinde torbalanır. Ürün izlenebilinirliğini sağlamak üzere iki torba arasına üretim tarih, saat ve nevisini belirten tanımlayıcı bir etiket konur. Çay nasıl saklanmalı? Ġyi iĢlenmiĢ siyah çaylar, vakumlu ambalajlarda veya kapalı teneke kutularda iki yıla kadar dayanabilmesine rağmen, çayın tam olarak ne zaman toplandığını tespit etmek zor olabilir. Mevsimlerin belirgin olarak ayrıt edilebildiği bölgelerde yetiĢen birinci ve ikinci sürgünlerden alınan çayların toplama zamanı belirlenebilir. Örneğin, Haziran ayında satılan birinci sürgün üç aylıktır. Bunlar gibi narin siyah çaylar en fazla altı ay dayanabilir. Bu durum yeĢil çaylar için de geçerlidir. Çayı koyu renkli ve hava almak bir kap içinde, rutubet ve buğulaĢma tehlikesi olmayan bir yerde saklamak gerekir. Baharatlardan ve keskin kokulu yiyeceklerden uzak tutulması lazımdır. YEġĠL ÇAY Çay "siyah", "oolong", "yeĢil" ve "beyaz" olarak dört kategoriye ayrılabilir. Hepsi "Camelia Sinensis" adlı bitkinin yapraklarından elde edilir. Çayları farklı kılan üretim aĢamasındaki fermantasyondur. YeĢil çay hiç fermente edilmez. Çayın en tazesi ve vücuda siyah çaydan daha faydalı olanıdır. YeĢil çay, anti kanserojendir. Vitamin E, Vitamin C, resveratral... vb. antioksidanlardan daha güçlüdür. Kanser riskini azaltır. Kadınlarda yumurtalık kanserine yakalanma riskini yüzde 122 60 oranında azaltmaktadır. Anti enflamatuar hücre yenileyicidir. DolaĢımı düzenler. Kolesterolü ve yüksek tansiyonu düĢürür.. Dünyada üretimi yapılan 3,2 milyon tonun üze çayın 700 bin tonluk bölümünü yeĢil çay oluĢturmaktadır. Çin 450 bin ton yeĢil çay üretimi ile birinci sırayı alırken onu Japonya Endonezya, Vietnam, Hindistan ve Sri Lanka takip etmektedir. Dünya'da yeĢil çay üretimine doğru bir yönelme bulunmaktadır. Son on yıldaki yeĢil çay üretim artıĢı %2,5 olurken, siyah çayda bu oran %1 olmuĢtur. YeĢil çay tüketimi, Japonya, Vietnam ve Çin baĢta olmak üzere Fas dahil bazı Kuzey Afrika Ülkelerinde gerçekleĢmektedir. Çay tarımı; Türkiye ve Gürcistan dıĢında, büyük bir kesimde kar yağıĢının da olmadığı büyük oranda ekvatoral ve ekvatora yakın bölgelerde yapılmaktadır. Çay bitkisin de bakteriyel ve mantarı hastalıklar ile bitki hastalığına sebebiyet veren 160'a yakın böcek çeĢidi bulunmakta mücadele ve mecburen kimyasal zirai mücadele yapılmaktadır. Mücadele sonucunda bir miktar ilaç kalıntısı çay yaprağı üzerinde kalmaktadır. Bu durum; siyah ve yeĢil çayda insan sağlığına zararlı 70 çeĢit pestisid kalıntısını da beraberinde getirmektedir. ÇAY ve SAĞLIK Çayın en önemli özelliği tamamen doğal bir ürün olması ve hiçbir yapay renklendirici, koruyucu ve kokulandırıcı içermemesidir. Ayrıca, sütsüz ve Ģekersiz alındığı sürece kalorisi yoktur ve vücudun su dengesinin korunmasında önemli bir rol oynayabilir. Kanser Önleyici Yapılan araĢtırmalar hem yeĢil hem de siyah çayların tüketilmesinin kanser riskini-özellikle akciğer, bağırsak ve cilt kanserle123 ri- azaltabileceğini bildirmektedir. Siyah çayın bileĢenlerinin antioksidan etkisinin olabileceği, kanser yapıcı hücrelerin oluĢmasını engelleyebileceği düĢünülmektedir. Çay, genetik özellikleri belirleyen DNA'yı kontrol altında tutmaktadır. Bu da genlerin bozularak kanserli hücrelere dönüĢmelerini önler. Eğer DNA doğru bir Ģekilde kopyalanmazsa, yanlıĢ ve bozuk DNA elde edilir bu da genlerin genel yapısında bir bozukluğa yol açar. Bu bozukluklar da çeĢitli kanserlere neden olur. Kanser riskini azaltıyor. Çayın, flavinoid denilen anti oksidanlar açısından zengin olduğu öteden beri bilinmektedir. Bu madde de kanseri önleyici nitelik taĢımaktadır. Ağır ve yağlı yemeklerden 1 saat sonra içilen çayın hazmı kolaylaĢtırır. Çay, vücutta metabolizma sonucu oluĢan zararlı atık ve zehirli maddeleri azaltır ve yok eder. Bu olumlu etki, çaydaki (P) vitamini diye adlandırılan antioksidan özellikli fenolik bileĢiklerden kaynaklanır. Çay, bu yönüyle de bazı kanserlere karĢı insan vücudunu korr. Çaya rengini veren fenolik bileĢikler, damar çeperlerini güçlendirir. Sonuçta damar çeperlerinin yırtılması sonucu meydana gelebilecek, baĢta beyin kanaması olmak üzere her türlü kanama riskini azaltır. Siyah ve yeĢil çayın, kalp hastalıkları riskinin yanı sıra mide ve yemek borusu kanseri riskini de azalttığı tespit edildi. Amerikan Kanser AraĢtırma KuruluĢu'nun 93. kongresinde, konuyla ilgili yaptıkları bir araĢtırmanın sonucunu açıklayan ABD'deki Keck Tıp Okulu ve Çin'deki ġanghay Kanser Enstitüsü uzmanları, çayın içindeki anti oksidan bileĢik polyphenols'un midede kansere neden olabilen kimyasal maddeleri parçalayarak yok ettiğini bildirdiler. AraĢtırmayı 45-64 yaĢ grubundaki 18 bin 344 erkek denek üzerinde ya124 pan Amerikalı ve Çinli bilim adamları, çay içenlerin idrarlarında kansere yol açan kimyasal maddelerin daha az, mide ve yemek borusu kanserinin yarı yarıya az görüldüğünü açıkladı. Havuç, ıspanak, meyve ve diğer sebzelerde bulunan anti kanserojen madde karoten'i yeterli derecede almayan, sigara ve alkol tüketen ve midelerinde H pylori bakterisi bulunan kiĢilerde mide kanseri riski bulunuyor. Yeterli miktarda çay içen ve mide sağlığına önem veren kiĢilerde ise bu risk azalıyor. Bilim adamları, çayın içindeki polyphenols maddesinin kansere yol açabilen kimyasal etkenleri önleyici etki gösterirken, C ve E vitamini gibi, proteinleri ve DNA'yı oksitlenmenin meydana getirdiği hasardan koruduğunu, sağlık hücrelerin hasar görmesini önlediğini ve kanser tümörlerinin büyümesini durdurduğunu bildirdiler. Daha önceki araĢtırmalarda yeĢil çayın içinde bulunan polifenol maddesinin, kanser tümörlerinin etrafında oluĢan ve tümörleri besleyen kan damarlarını tıkadığı belirlenmiĢti. Fareler üzerinde araĢtırma yapan bilim adamları, yeĢil çayın cilde sürülen kremlerde kullanılmasıyla da cilt kanserine karĢı tedbir alınabileceğini kaydettiler. YeĢil çay içme alıĢkanlığının bulunmadığı Batı'da, bu yüzden kanser vakalarının Uzakdoğu ülkelerine oranla daha fazla görüldüğü belirtildi. Günde 4-5 bardak yeĢil çay içenlerin, cilt kanseri riskinden korunabileceklerini düĢünen bilim adamları, cilt kanserine yakalanmıĢ olanlara ise yeĢil çayı kür edici bir ilaç olarak tavsiye edemeyeceklerini belirtiyorlar. Bu konuda yapılan araĢtırmaya iliĢkin rapor, merkezi Chicago'da bulunan Amerikan Sağlık Birliği'nin yayın organı "Archives of Dermatology" de yayımlandı. Dr. Lesley A. Mitscher ise geçtiğimiz yıl yayınlanan ''YeĢil Çay Kitabı'' adlı çalıĢmasında ''Uzakdoğu Paradoksu'' ile yeĢil çay arasında bağlantı kuruyor. Çin ve Japonya'da büyük ölçüde sigara 125 tüketildiğine ancak kalp damar hastalıklarının yaygın olmadığına değiniyor. Mitscher, ''Yapılan araĢtırmalara göre bunun nedeni yeĢil çayın kolesterol ve yağ değerlerini iyileĢtirmesi, tansiyonu düzenlemesi ve damar sertliğini önlemesidir'' diyor. Ayrıca ABD'de yapılan Hücre Biyolojisi Kongresi'nde de Purdue Üniversitesi'nden araĢtırmacı Dorothy Moore ve D. James Morre ve yeĢil çayın kanser hücrelerinin oluĢmasını önlediğini ve kanserli hücreleri öldürdüğünü bilimsel olarak açıklamıĢlar. Ġki araĢtırmacı yeĢil çayın yapraklarında bulunan EGCg adlı bileĢimin özellikle göğüs, prostat ve kalın bağırsak kanserini önlediğini kaydederek günde dört bardak yeĢil çay içenlerin korunduklarını belirtmiĢler. Diş Sağlığı Çay, doğal olarak florür içerdiği için, diĢ minesini kuvvetlendirir ve ağızdaki bakterileri kontrol altında tutarak plak oluĢumunun azalmasına yardımcı olur. Böylece diĢ eti hastalıklarına karĢı koruma oluĢturur. Mineral maddeler nedeniyle diĢ sağlığı için çay içilmesi çok önemlidir. Kalp ve Damar Sertliği Çaydaki kafeinin kalp ve dolaĢım sistemi için hafif bir uyarıcı olabileceği ve böylece damar sertliği olasılığını azaltabileceği düĢünülmektedir. Ayrıca, çayın kolesterolü bastırdığına ve kan pıhtılarının oluĢmasını engellediğine de inanılmaktadır. ABD'nin Pennsilvania Eyalet Üniversitesi uzmanları, çayın kalbe yararını kanıtlayan 66 ayrı araĢtırmayı gözden geçirerek, sonuçlarını tek bir rapor halinde yayınladı. Kalp hastalıkları ve beslenme uzmanı Dr. Penny Kris tarafından yayınlanan yeni raporda, 126 Ģekersiz ve sütsüz içilen çayın kalori içermediği, anti kanserojen madde açısından ideal bir kaynak olduğu belirtildi. Dinlendirici & Konsantrasyon Artırıcı Çaydaki kafein, konsantrasyonu, uyanık ve isabetli olmayı attırabilir, tat ve koku alma duyularını güçlendirebilir. Ayrıca, hazım sağlayan sıvıları, böbrek ve karaciğer de dahil olmak üzere metabolizmayı uyarır ve böylece toksinlerin ve diğer istenmeyen maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Çaydaki kafein nedeniyle çayın dinlendirici özelliği vardır. Çaya özel teanin maddesi, beynin alfa dalgaları yaymasını teĢvik eder. Bu dalgalar, uyuĢukluk yapmadan dinlenme özelliğindedir. Kafein, sinir sistemini uyarır, damarların geniĢlemesini, kan devrinin hızlanmasını sağlar. Çay içenlerde zihin açıklığı olur. Ders çalıĢırken, kitap okurken verimliliği artırır.' Çay, bağışıklık sistemini güçlendiriyor Çayın bağıĢıklık sistemini güçlendirdiği, her gün beĢ fincan siyah çay içenlerin vücudunun hastalıklara karĢı dirençli hale geldiği bildirildi. Britanya Bilim Akademisi‟nin yayın organı olan dergide yer alan habere göre, ABD‟li araĢtırmacılar, çayın içindeki bazı bakterilerde, tümör hücrelerinde, parazit ve mantarlarda bulunan kimyasallar olduğunu belirledi. Çay içildiğinde bu kimyasallarla karĢılaĢan insan vücudunun, savunma sistemini geliĢtirdiği öngörülen araĢtırmada ileride bir hastalığın parçası olarak aynı kimyasallarla karĢılaĢtığında da direnç gösterdiği belirlendi. Yapılan araĢtırmada uzmanlar „alkilamin antijen‟ adlı kimyasalların bağıĢıklık sisteminde enfeksiyonlara karĢı direniĢin ilk ayağını oluĢturan gama-delta T hücrelerindeki etkisini inceledi. Ġnsan 127 gamma-delta T hücreleri, önce antijenlere maruz bırakıldı, daha sonra da aynı kimyasalı taĢıyan bakteriyle temas ettirildi. Hücrelerin bakteriye karĢı 10 kat daha güçlü direndiği görüldü. Daha önceden bu antijenlere maruz bırakılmayan hücrelerinse enfeksiyona belirgin bir tepki vermediği görüldü. Sonuçları inceleyen Brigham and Womens Hastanesi, Harvard Tıp Okulu ve New Hampshire Üniversitesi uzmanları, aynı iĢlemi gönüllüler üzerinde denedi. Deneklerin yarısı dört hafta boyunca her gün beĢ fincan siyah çay, diğer yarısı aynı miktarda kahve içti. Ġki hafta sonunda çay içenlerin bedeninin hastalıklarla savaĢan kimyasalları daha fazla ürettiği, kahve içenlerdeyse bir değiĢiklik olmadığı görüldü. Antioksidan özelliğinin keĢfinin ardından, çayın bunama ve Alzheimer gibi hastalıklara iyi geldiği belirtiliyor. Ġngiltere'deki Newcastle Üniversitesi'nden uzmanların yaptığı araĢtırmaya göre yeĢil ve siyah çay, bunama ve Alzheimer gibi hastalıklara yol açan enzimlerin beyindeki faaliyetini durduran özelliklere sahip. Bulgulara göre çay, özellikle bunama ile mücadele için geliĢtirilen ilaçlarla benzer etkiyi yapıyor. Alzheimer hastalığı, beyinde 'asetilkolin' adlı kimyasalın azalması sonucu ortaya çıkıyor. Hem yeşil hem de siyah çay Newcastle ekibi, laboratuvar deneylerinde, hem yeĢil hem de siyah çayın bu kimyasalı devredıĢı bırakan bir enzimin faaliyetlerini durdurmasına yardımcı olduğunu belirledi. Ekip ayrıca, her iki çayın da Alzheimer hastalarının beyinlerindeki protein tortularında bulunan, baĢka bir enzimin faaliyetlerini de engellediğini söylüyor. 128 Yeşil çay daha uzun etkili Bilim adamları, bulgulara göre, yeĢil çayın önleyici etkisinin bir hafta sürdüğü, siyah çayın enzimleri önleme özelliğinin ise sadece bir gün dayandığını belirlemiĢlerdir. Newcastle Üniversitesi'ndeki araĢtırmacılar yeĢil çay üzerinde daha fazla deney yapmaya çalıĢıyor.. Amaçları, baĢta Alzheimer hastalarının ilaç niyetine içebilecekleri bir çay üretilmesini sağlamak. 65 yaĢ üzerindekilerin yaklaĢık yüzde iki ile beĢi, 85 yaĢ üzerindekilerin ise yüzde 20'si bu tür hastalıklardan mustarip bulunuyor. Çay, ağızdaki kötü kokuyu da yok edebiliyor Ağızdaki anaerob bakterilerin hidrojen sülfit benzeri kokuya neden olduğuna değinen Dr. Christine Wu, bakterilerin oksijenin azaldığı dil arkasında ve diĢ etlerinin derinliklerinde çoğaldığını, düĢük orandaki polifenolin bile bu bakterileri öldürebildiğini ifade etti. Laboratuvar ortamında yapılan araĢtırmada, polifenollerin, hidrojen sülfit oluĢumuna neden olan enzimi önleyebildiği saptandı. Önceki araĢtırmalarda siyah çayın diĢte çürümelere yol açabilen bakterilerin üremesini engelleyebildiği ve diĢ yüzeyinde meydana gelen plakaları ve asit oluĢumunu azalttığı belirlenmiĢti. Diğer Faydaları Böbreklerin daha iyi ve düzenli çalıĢmasını sağlar. Çaydaki teobromin ve teofilin maddeleri de idrar sökücü özelliğe sahiptir. uttaki mineral madde dengesinin kurulmasında sudan çok daha etkilidir. 129 pamukla yapılan kompres ve pansumanlar, göz ve ciltteki bazı rahatsızlıkları giderir, dıĢ derideki hemoroid memelerini küçülttüğü ve ağrıları dindirir. Çay Sağlık Tablosu Çaydaki BileĢikler ve Miktarları Biyolojik Etkileri Polifenoller, Kolesterol seviyesini ve kandaki LDL seviyesini KateĢinler düĢürür ve Okside OlmuĢ Kan basıncındaki artıĢları geciktirir Türevleri Kırmızı kan hücrelerinin pıhtılaĢmasını geciktirir % 10~ 25 (Kuru Gıda alerjisini önler Çay Yaprağında) Barsaklardaki sindirimi geliĢtirir ve kokuyu önler Flavonollar Kan damarlarının bağıĢıklığını artırır %06~ 07 Kan basıncını düĢürür Kokuyu elimine eder Merkezi sinir sistemini uyarır Ruhsal rahatlık verir Kafein Kalbi güçlendirir % 2~ 4 Astımı önler Metabolik nispeti artırır BileĢik ġekerler Kan Ģekerinin yükselmesini önler (diyabete karĢı) (Glikositler) C Vitamini % 150~ 250 mg Kan kanserini önler Anti-karsinojeniktir E Vitamini % 25~ 70 mg Anti-karsinojeniktir Kısırlığı önler 130 Karoten Anti-karsinojeniktir % 13~ 29 mg BağıĢıklığı artırır Sapon Anti-karsinojeniktir Tahminen %01 Ġltihaplanmayı önler Florid DiĢ çürüklerini önler 90~ 350 PPM Çinko Tadım hücrelerinin tat alma bozukluklarını önler 30~ 75 PPM Deri iltihaplanmasını önler BağıĢıklık seviyesini düzenler Selenyum Anti-karsinojeniktir 1,0~ 1,8 PPM Kalp kaslarının bozulmalarını önler Magnezyum Oksit Etil sindirimine yardım eder 400~ 2000 PPM ÇAYIN DEMLENMESĠ Ġyi bir çay demlemek için: kapalı ambalajda muhafaza edilmeli. Demlemede kireçsiz su ve porselen demlik tercih edilmeli. ine beher bardak için bir çay kaĢığı dolusu çay konularak ılık su ile yıkanmalı. ığın üzerine oturtulmalı ve dem kaynatılmamalı. lenme süresi 15 -20 dakika olmalı ve demlenen çay 30 dakika içinde içilmelidir. 131 ÇAYIN TARĠHÇESĠ Dünyada Çayın Tarihçesi Çin‟de Buda rahipleri çay kültürünü yerleĢtirme ve yaymada büyük ölçüde aracılık yapmıĢlar, kendilerini insan üstü varlık olarak kanıtlayabilmek için bol çay içmiĢler,uzun süre uykusuzluğa dayanmıĢlar ve çayı, Buda mezhebinin adeta bir sembolü haline getirmiĢlerdir. Bu mezhebin ülke içinde ve dıĢında yayılmasını isteyen rahipler, çayın Çin‟de ve komĢu ülkelerde kısa sürede yaygınlaĢmasına yardımcı olmuĢlardır. Böylece çay Çin‟in hem kültür bitkisi hem de en çok kullanılan içkisi halini almıĢtır. Çin‟in ve Hindistan‟ın yayla ve dağlarında daha çok yabani olarak yetiĢen çayın yaprakları elle iĢlenerek çeĢitli Ģekillerde çay hazırlanmıĢtır. Çayın yabani olarak yetiĢtiği dağlık yerler ise yağmuru çok bol ve sıcaklığı yüksek olan tropik ve yarı tropik bölgelerdir. Çin‟deki uygulamaların etkisiyle çay tarımı M.S 805 yıllarında Japonya‟da da baĢlamıĢtır. Çaya ait ilk bilgiler M.S 593 yıllarında Japonya‟da yayınlanan kitaplarda yer almıĢ ve çay üzerinde ilk dikkate değer kitap 1200 yılında yayınlanmıĢtır. Çay bitkisi ilk kez Japonya‟da Java‟ya 1684 yılında Alman Doğa Bilim Adamı Andreas Cleyer tarafndan geliĢtirilmiĢ. Daha sonra Endonezya‟da çay endüstrisinin babası olarak bilinen J. L Jacobson,1827 ve izleyen yıllarda Java‟da çay tarımının yaygınlaĢmasına yardımcı olmuĢtur. Seylan (Sri Lanka)‟da çay tarımı, kahve pas hastalığı nedeniyle kahvelerin büyük ölçüde zarar görmeleri sonucu,1870‟li yıllarda; Uganda, Nyasaland ve Kenya‟da 1900‟lü yıllarda baĢlamıĢtır. Amerika BirleĢik Devletleri‟nde çay bitkisinin yetiĢtirilmesi ve çay 132 tarımının yaygınlaĢtırılması 1890-1915 yılları arasında Dr.Charles U. Shepard‟ın öncülüğünde denenmiĢtir. Ancak çay üretiminde fazla miktarda iĢ gücüne gereksinme olması, maliyetinin yüksek bulunması nedeniyle üretim yerine dıĢ alım yoluyla Amerika BirleĢik Devletleri‟nin çay gereksinmesinin karĢılanması yeğlenmiĢtir. Araplar tarafından çayın tanınması M.S 850 yıllarında olmuĢtur. Venedikliler 1559 yılında, Ġngilizler 1598 yılında ve Portekizliler ise 1600 yılında çayı ilk kez görüp tanımıĢlardır. Avrupa‟ya Hollandalılar tarafından ilk kez 1610 yılında getirilen çay, Moskova‟daki Çarlığa 1618 yılında Çin Sefareti tarafından armağan olarak sunulmuĢtur. Avrupa ve Sovyetler Birliğin‟de uzun süre çaya gerekli ilgi gösterilmemiĢ, bu hususta bazı doktorların çayın her yerde bulunabilen bir ottan baĢka bir Ģey olmadığına iliĢkin söz ve yazıları etkili olmuĢtur. Hatta 1650 yılında Almanya ve Hollanda‟da bazı doktor ve papazlar, çayın insana zararlı olduğunu, bu nedenle Çinlilerin kuru ve zayıf kaldıklarını öne sürerek, çayın yasaklanmasını önermiĢlerdir. Buna karĢın Fransız doktorlar 1671-1685 yıllarında çayın yararlı olduğunu etkili bir Ģekilde savunmuĢ, gözlem ve deneyimleriyle çayın tanıtılıp yaygınlaĢmasında önemli rol oynamıĢlardır. Ġngiltere‟de çayın halk arasında yaygınlaĢması Hollanda, Fransa ve Almanya ile hemen hemen aynı zamana rastlar. Ġngiltere‟de 1650‟li yıllarda çay, soyluların gittiği kahvelerde daha çok bir ilaç ya da tedavi aracı olarak içilmiĢtir. Londra‟da insanların kulüplere gitme adetleri, çay içim alıĢkanlığının yaygınlaĢmasına neden olmuĢtur. Çay ile ilgili ilanlar Londra‟da yayınlanan gazetelerde ilk kez 1658 yılında görülmüĢtür. Bu ilanlarda insan sağlığına yararlı, üstün nitelikli Çin çaylarının içilmesi halka önerilmiĢtir. Bu Ģekilde kahve ve Ģarap tüketimine paralel olarak çay içiminin hızla yaygın133 laĢmasının Ġngiltere hükümetinin gelirinin artmasına olumlu etki yaptığı görülmüĢ; çay, kahve satılan ve içilen yerlerde vergi alınmaya baĢlanmıĢtır. Ancak ufak paraların azlığından kahvelerde, bakır, pirinç, hatta deriden yapılmıĢ paralar kullanılır olmuĢtur. Çok süslü olan bu paraların çoğu da Büyük Murat olarak tanımlanan Türk Sultanı‟nın resmine yer verilmiĢtir. Bu paraların bir bölümü Londra‟daki müzelerde sergilenmektedir. Öte yandan 1962 yılında II. ġarl ile evlenen Portekiz Prensinin etkisiyle Ġngiltere‟de çay içme alıĢkanlığı kadınlar arasında da yaygınlaĢmıĢtır, toplantılarda çay daha çok ikram edilir olmuĢtur. Bu prenses Ġngiltere‟deki ilk çay içen kraliçe olarak tanınır. ÇeĢitli nedenler öne sürülerek 1675 yılında Ġngiltere‟deki tüm kahveler kapatılmıĢ, çayın satılması ve içilmesi Krallık emriyle yasaklanmıĢtır. Ancak kısa süre sonunda bu yasak kaldırılmıĢ, çay içme alıĢkanlığı hızla yayılmıĢ, Ġngiltere‟de çay satan dükkan sayısı hızla artmıĢ ve çay, sevilen bir halk içkisi olmuĢtur. Türkiye’de Çayın Tarihçesi Ġpek yolu güzergahı üzerinde bulunan Anadolu‟ya çayın getirilmesi Avrupa‟dan önce olmuĢtur. Evliya Çelebi‟nin Seyahatnamesi ile bazı kayıtlarda çay ile ilgili anlatımlar bulunmaktadır. Elde bulunan kayıtlara göre Türkiye‟de çay bitkisinin yetiĢtirilmesine ait ilk ciddi giriĢim 1888 yılında yapılmıĢ. Mektebi Mülkiyeyi ġahane mezunlarından Mudanya Kaymakamı Hasan Fehmi tarafından Ġstanbul‟da 1892 yılında yayınlanan Coğrafiyayı Sınai ve Ticari adlı kitabın 107. sayfasında çay fidanlarının, zamanın Ticaret Nazırı Esbaki Ġsmail PaĢa Hazretleri aracılığıyla Çin‟den getirdiği yazılmıĢtır. 134 Bursa ilimizde belli yerlerde dikilen çay fidanları geliĢememiĢ ve aynı çaba 1892 yılında da yinelenmiĢ ancak sonuç alınamamıĢtır. Bursa ilimizin ekolojik koĢullarının çay üretilmesine uygun olmaması ve bunun o zaman bilinmemesi bu güzel giriĢimin baĢarıya ulaĢmamasına nedenidir. Bazı kaynaklara göre, Anadolu‟da çay üretimine 1878 yılında Japonya‟dan getirilen çay tohumlarının ekimi ile baĢlanmıĢsa da, bunda baĢarı sağlanamamıĢtır. Ancak çay içme alıĢkanlığının halk arasında hızla yaygınlaĢmanın etkisiyle Türkiye‟de çay yetiĢtirilmesi sürekli konuĢulur ve tartıĢılır bir konu olmuĢtur. Bu arada çok az sayıda da olsa çay ile ilgili makale ve kitaplar yayınlanmıĢtır. Türkiye‟de çay tarımı ile ilgili giriĢimler, 1917 yılından sonra geliĢmiĢtir. Batum ve havalesinin Anavatana geri gelmesini izleyen günlerde incelemeler yapmak üzere bölgeye bir heyet gönderilmiĢtir. Heyette yer alan Halkalı Ziraat Mektebi Alisi Müdür Vekili ve Nebahat ve Emrazı Nebatiye Müderrisi Ali Rıza Erten seyahat dönüĢü Ġktisat Vekaletine sunduğu 91 sayfalık raporunda benzer ekolojiye sahip olan Doğu Karadeniz kıyılarımızda da çay bitkisinin yetiĢtirebileceğini açıklamıĢtır. Ġktisat Vekaleti tarafından ġimali ġarki Anadolu ve Kafkasya‟da Tetkikatı Zirai adı altında kitap halinde yayınlanan raporunda Ali Rıza Erten; ”Rusya‟da 1833 senesinde çay yetiĢtirme denemesi yapıldığını, ancak seçilen bölgenin uygun olmamasından baĢarı sağlanamadığını, bunun üzerin 1892 senesinde Çin, Hindistan, Japonya ve Seylan‟da çayın yetiĢme Ģartlarını ve iĢleme tekniğini tetkik etmek üzere gönderilmiĢ olan bir ilim heyetinin beraber getirdikleri 6000 çay fidanı ve birkaç yüz okka çay tohumunu Tiflis, 135 Sohumi nebahat bahçeleriyle Kutaisi Vilayetine ait bahçelerde zer ve gers ettiklerini, alınan neticelere göre çaylık sahasının geniĢlettiğini, bu suretle çay ithalatı için dört milyon altının ihracını men etmek için çalıĢıldığını, bu arada Ģark memleketlerinden dönen C.S. POPOF‟un ayrıca gayretleriyle bu bölgede çayın ekonomik değer kazandığını” belirtmiĢtir. Ali Rıza Erten anılan raporunda çay tarımına ve iĢlemesine iliĢkin teknik bilgileri de ayrıntılı bir Ģekilde sunduktan sonra dıĢ alım yoluyla değiĢik yıllarda Ġstanbul gümrüğüne; 1919 yılında 1920 “ 1921 “ 1922 “ 1923 “ 527.586 kilogram 433.550 “ 127.103 “ 120.430 “ 670.930 “ Çayın geldiğini belirtmiĢtir. Çay dıĢ alım için ödenen paranın yüksekliğine de iĢaret eden Erten, ekolojik yönden uygun olması nedeniyle Rize bölgesinde çay tarımının yapılmasını önermiĢtir. Ayrıca bölgede limon, portakal, mandalina ve bambu üretimini sağlamak üzere önlemler alınmasının yararlı olacağını belirtmiĢtir. Birinci Dünya Harbinden sonra ortaya çıkan öncelikli olaylar nedeniyle Ali Rıza Erten‟in raporu dikkate alınmadı. Harp öncesi para kazanmak üzere Batum ve havalesine giden Doğu Karadenizlilerin harpten sonra bu olanağı bulmaları, sorunların daha da belirgin Ģekilde ortaya çıkmasına neden oldu. ĠĢsizlik ve yoksulluk nedeniyle bölge insanlarının yurdun değiĢik yerlerinde çalıĢma zorunda olmaları ve ailelerinden uzakta yaĢamaları bölgede iĢ alanlarının yaratılmasının zorunlu kıldı. Sorunun çözüme kavuĢturulması ve böl136 ge insanlarına gelir kaynağı yaratılması için o günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nde 6 ġubat 1924 tarihinde Rize Vilayeti ile Borçka Kazasında Fındık, Portakal, Mandalina, Limon ve çay yetiĢtirilmesi adında 407 sayılı Kanun kabul edildi. Kanunun yürürlüğe girmesinden hemen sonra çay tarımı ile ilgili ön denemeleri yapmak, bölgede meyveciliğin geliĢmesini sağlamak amacıyla Rize‟de Bahçe Kültürleri Ġstasyonu kuruldu. ĠĢleri organize etmesi ve yürütmesi için Ziraat Umum MüfettiĢi Zihni Derin görevlendirildi. Ġzleyen yılın baĢında çay ve narenciye konularında bilgi ve görgüsünü artırması, çay tohumu satın alması için Rize Ziraat Memuru Batum‟a gönderildi. Batum‟dan satın alınan bir miktar çay tohumu ile Rize‟de bugünkü Merkez Fidanlığında çay fidanı üretimine baĢlandı. Aynı yıl içinde yerinde incelemelerde bulunmak üzere Zihni Derin de Batum‟a gitti. Rize Merkez Fidanlığında üretilen fidanlar bir yandan yöre halkına dağıtılırken bir yandan da üretim denemelerinin yapılması için pek çok ilimize gönderildi. Bu illerin tümünde koĢullar, Ali Rıza Erten „in raporunda ayrıntılı Ģekilde açıklanmıĢ bulunan çayın ekolojisine uymuyordu. Zaman ilerledikçe çay fidanlarının üretimindeki ve dağıtımındaki heyecan, üreticilerin ilgisizliğine paralel olarak azaldı. Gerekli destekten yoksun bulunan ve yeterli bilgi verilmeyen üreticiler, geleceğin neler getireceğini de bilmedikleri için çay tarımına ilgilerini giderek yitirdiler. Böylece 1933 yılına değin gelindi. Hükümetin, kendi kendine yetme ilkesini benimsemesi ve 1933 yılında bunu bir programa bağlaması üzerine, ülkemizde çay tarımı yeniden gündeme geldi. Ancak organizasyonun sağlanması ve hazırlık çalıĢmalarının tamamlanabilmesi için iki yıl daha geçti. Zamanın Ziraat Vekili Prof. Muhlis Erkmen‟in bir Bilim Heyeti eĢ137 liğinde 1935 yılında Rize bölgesine yaptığı bir inceleme gezisinde bölgenin çay tarımı ve sanayinin geliĢmesine her yönden elveriĢli olduğunun kanısına vardı. Bunun sonucu olarak da çay sorununun kesin Ģekilde çözümlenmesi kararlaĢtırıldı. Ġlim Heyetinde yer alan Prof. Dr. ġevket RaĢit Hatipoğlu, Türkiye‟de çay Ġktisadiyatı adlı kitabında çay yetiĢtirmenin teknik ve ekonomik sorunları ile ülkemizde çaycılığın geliĢtirilmesi için alınması gereken önlemleri kamuoyunun dikkatine ayrıntılı Ģekilde sundu. Bu geziler, tartıĢmalar ve yazıĢmalarda iki yılın daha geçtiğini ve 1937 yılına geldiğini görüyoruz. Çay tarımının yerleĢtirilip geliĢtirilmesi için Zihni Derin tam yetki ile yeniden görevlendirildi. GeçmiĢte yitirilen yılların deneyimleriyle sıkı tutulan iĢler bu kez daha bilinçli ve programlı Ģekilde yürütülmeye baĢlandı. Tohum damızlık bahçesi kurmak fidan üretip yeniden üreticiye dağıtmak amacıyla 1937 yılı içerisinde Sovyetler Birliği‟nden Gürcistan kökenli 20 ton çay tohumu satın alındı. Aynı amaçla, 1939 yılında 30 ton ve 1940 yılında da 20 ton olmak üzere toplam 50 ton daha, çay tohumu satın alınarak üretim yaygınlaĢtırıldı. 27 Mart 1940 tarihinde çıkarılan 3788 sayılı Çay Kanunu ile çay tarımının ve üreticisinin desteklenmesi güvence altına alındı. Bu dönemde Zihni Derin aydın tarımcılara öncülük yaparak çay tarımının geliĢmesine büyük çaba harcadı. Bu arada, Rize Ziraat Odaları BaĢkanı Muharrem ġadoğlu ve Ticaret Odası BaĢkanı Hulusi Karadeniz‟in, çayın bölgede yaygınlaĢmasından üstün hizmetleri görüldü. Bölgede çay tarımının yerleĢmesi ve çay sanayinin kurulup geliĢtirilmesindeki üstün hizmetleri nedeniyle Zihni Derin, Çayın Babası olarak bilinmektedir. Bunun değerlendiren Türkiye Bilimsel ve Teknik AraĢtırma Kurulu (TÜBĠTAK),1969 yılında Zihni Derin‟i HĠZMET ÖDÜLÜ 138 ile ödüllendirmiĢtir. 3788 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayanılarak 1940 yılında çıkarılan Kararname ile çay tarım alanları, ekolojik ilkelere göre Araklı Deresinden Sovyetler Birliği hududuna değin ve sahilden 15 km içerde olacak Ģekilde belirlendi. Çay tüketim ve dıĢ alım durumu dikkate alınarak 30 bin dönümlük bir alan, çay tarımı için ayrıldı ve Ziraat Bankası‟nın 5 yıl süreyle üreticiye faizsiz olarak 25 lira kredi vermesi kararlaĢtırıldı. Aynı Kararname ile 1940 yılında Hoppa, Sürmene ve Of‟ta çay tarımının yapılmasına izin verildi. Bu yıllarda elde edilen yaĢ çay yaprağı Zihni Derin atölyelerinde siyah çaya iĢlenmiĢtir. Kahvenin yanında çay da 20 Mayıs 1942 tarih ve 4223 sayılı Kahve ve Çay Ġnhisar adlı kanun ile Tekel‟e alınmıĢ ve üretilen çaylar Tekel idaresine verilmiĢtir. Anılan kanunda; çayın devlet tekeli altında olduğuna, bu tekelin Tekel Genel Müdürlüğü‟nce sağlanacağına, çayın perakende satıĢ fiyatının yurdun her yanında aynı olacağına ve yaĢ çay yaprağının kanuni yetkisi olmayanlar tarafından üretilmesi, iĢlenmesi satılması, Türkiye‟ye sokulmasının 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun hükümlerine bağlı olacağına iliĢkin hükümler yer almıĢtır. Giderek yaĢ çay üretiminin artması nedeniyle çay fabrikası kurma zorunluluğu ortaya çıktı.1946 yılında çay ile ilgili tüm iĢlerin yönlendirilip yürütülmesi Devlet Ziraat ĠĢleri Kurumu‟na devredildi. Anılan tarafından 60ton/gün kapasiteli ilk Çay Fabrikası 1947 yılında Rize‟nin Fener mevkiinde iĢletmeye açıldı. Ġlk çay fabrikasının kurulmasından ve üretime geçilmesinden bir süre sonra,1950 yılında çayın tarımı, Tarım Bakanlığı‟nca; yaĢ çayın satın alınması, iĢlenmesi ve pazarlanması ise Gümrük ve Tekel Bakanlığı‟nca yürütülmüĢtür. Ġzleyen yıllarda 27 ġubat 1951 tarihli ve 5748 sayılı Çay 139 Hakkındaki Kanunun bazı maddelerini değiĢtiren kanun,10 Temmuz 1953 tarihli ve 6133 sayılı Çay Kanununa ek kanun ve 30 Haziran 1956‟da yürürlüğe konan 6754 sayılı kanun çıkarılarak çay tarımı ve çay üreticisi kooperatifleri teĢvik edilmiĢtir. Türkiye‟de çay tüketimi 1945-1950 döneminde yaklaĢık 3 kat arttı. Bu nedenle 3788 sayılı kanunla belirlenen çay tarım alanlarının geniĢletilmesi zorunlu oldu ve 27.02.1950 tarihinde çıkarılan 574 sayılı Kanun ile çay tarım alanı 65000 dönüme yükseltildi. Daha sonra çay tarım alanlarının kanun yoluyla geniĢletilmesi yerine bu hususta Bakanlar Kurulu‟na 10.07.1953 tarih ve 6133 sayılı Kanunla yetki verildi. Çaylık kurulacak üreticilere faizsiz kredi miktarı 25.06.1956 tarih ve 6754 sayılı Kanunla dönüm baĢına 75 liradan 350 liraya yükseltildi.60.901.955 tarih ve 4/3840 sayılı Kararname ile Giresun Merkez, Bulancak, KeĢap, Tirebolu, Görele‟de sahilden 15 km içeriye ve 500 metre yüksekliğe değin; 22.07.1957 tarih ve 4/9290 sayılı Kararname ile Ordu Merkez, PerĢembe ve Fatsa‟da;13.06.1966 tarih ve 6/6578 sayılı Kararname ile Maçka‟ya bağlı Akköse, Güler, Tüfekçi, Ormancılık, ÇaybaĢı, TaĢçılar, Günebakan, Ulucami, ÇalıĢanlar köylerinden de çaylık kurma izni verildi. Bu arada 3.2.1968 tarih ve 6/9603 sayılı Kararname ile kayıt dıĢı 65000 dönüm çaylığın kayda alınması uygun bulunarak bölgede çay tarımı yapılan toplam alan 265000 dönüme yükseltildi. Çay ekim alanı 1972 yılında 400000 dönüme ve 1983 yılında 646000 dönüme kadar çıktı. Ekonomik ve sosyal yönden daha etkin Ģekle dönüĢtürülmesi amacıyla çay tarımı ve çay sanayi 1971 yılında yeniden düzenlendi. Ġktisadi Devlet TeĢekkülleri Müesseseleri ve ĠĢtirakleri hakkındaki 440 sayılı kanuna uygun olarak 6 Aralık 1971 tarihli ve 1497 sayılı Çay Kurumu ile Çay Kurumu adı altında tüzel kiĢiliğine sahip, ça140 lıĢmalarında özerk, sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir Ġktisadi Devlet TeĢekkülü kuruldu. Anılan kanun ile, 4223 sayılı Kahve ve Çay Ġnhisarı kanunun 1. maddesinde mevcut çay inhisarı, 3788 sayılı Çay Kanununun 2. maddesindeki ruhsat verme yetkisi ile 5433 sayılı kanunun 2.maddesinin 2. fıkrası ile Tekel Genel Müdürlüğü‟ne verilen görev ve yetkiler Çay Kurumu‟na devredildi. Ġktisadi Devlet TeĢekkülleri ve Kamu Ġktisadi KuruluĢlarının yeniden düzenlenmesini (reorganizasyonu) gerçekleĢtiren 19 Ekim 1983 tarih ve 2929 sayılı kanuna dayanılarak 1497 sayılı Çay Kurumu kanunu, 112 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile değiĢtirildi. Çay Kurumu, Çay ĠĢletmeleri Genel Müdürlüğü adı altında Kamu Ġktisadi KuruluĢuna dönüĢtürüldü. Çay ĠĢletmeleri Genel Müdürlüğü 8 Haziran 1984 tarihinde çıkarılan 233 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile bir kez daha yeniden düzenlendi ve teĢkilatlandırdı. Çaydaki geliĢmelerin dünü ve bugünü dikkate alındığında, çayda en büyük değiĢikliğin 4 Aralık 1984 tarihli ve 3092 sayılı Çay Kanunu ile gerçekleĢtirildiği görülür. Bu kanunla çayın tarımı, üretimi, iĢlenmesi ve satıĢı serbest bırakılmıĢtır. Böylece gerçek ve tüzel kiĢilere üreticilerden yaĢ çay yaprağı satın alabilmelerine, çay iĢleme ve çay paketleme fabrikaları kurup iĢletmelerine olanak tanınmıĢtır. Kanun çayda devlet tekeline kaldırılmıĢ, devlet sektörü ile özel sektörün yan yana çalıĢmasını sağlamıĢtır. Ancak çay tarım alanlarının belirlenmesi Bakanlar Kurulunun yetkisine bırakılmıĢtır. Bakanlar Kurulunun belirlediği alanlar dıĢında çay tarımı yasaklanmıĢ, çay tarım alanlarına giren yörelerde çay bahçesi kuracakların önceden ruhsat almaları zorunlu kılınmıĢtır 141 TÜRKĠYE’DE ÇAY SANAYĠ 1984 yılında çıkarılan 3092 sayılı yasayla çayda tekelin kaldırılması üzerine özel sektör 1985 yılından itibaren çay sanayine girerek üretime baĢlamıĢtır. 1985 yılına kadar tamamen Çaykur‟un kontrolünde olan sektörde bu yıldan itibaren baĢlayan özel sektör büyümesi, 2005 yılında kuru çay üretiminde yüzde 50‟ye yaklaĢan bir paya sahip olunmaya kadar varmıĢtır. Çay sanayi, 30 bini Mayıs-Kasım ayları arasındaki üretim sezonunda geçici olmak üzere yaklaĢık 35 bin iĢçiyi istihdam etmektedir. Çaykur‟un 46 yaĢ çay iĢleme fabrikası ve bunların 6600 ton günlük iĢleme kapasitesi bulunurken, özel sektöre ait irili-ufaklı 230 fabrikanın da günlük iĢleme kapasiteleri 9 bin ton civarındadır. ÇAY TĠCARETĠ Dünyada Çay Ticareti Dünyada çay üretimi genellikle az geliĢmiĢ veya geliĢmekte olan ülkelerde yapılmaktadır. Yapısı gereği uzun süre aynı kalamayacağı için yaĢ çay yaprakları üretildikleri yerler ve yakınlarında iĢlenmek zorundadır. Bu demektir ki; kuru çay imalatı yaprağın üretildiği ülkelerde yapılmakta ve bu aĢamadan sonra da ticareti gerçekleĢtirilmektedir. Uluslar arası çay borsaların bulunduğu Londra, Kalküta, Mombasa, gibi merkezlerde açık veya paketli olarak açık artırma ile satılmaktadır. Bu da çay ticaretinin önemli bir kısmının üretildiği ülkenin dıĢında yapıldığı anlamına gelmektedir. Son yıllarda üretici ülkele142 rin kuru çayın ticaretindeki payları da giderek artmaktadır. Çay ticareti ile uğraĢan Ģirketlere bakıldığı zaman Ġngiltere, Hollanda, Pakistan, Rusya, Mısır, Kanada, Ġsviçre, Ġrlanda, Batı Almanya, Hindistan, Hong-Kong, Ġran mahreçli oldukları göze çarpmaktadır. Dünya çay ticaretinde dıĢ satım olarak en büyük paya Ġngiltere sahiptir. Türkiye’de Çay Ticareti Türkiye, baĢta Çin, Sri Lanka, Gürcistan, Kenya, Endonezya ve Ġran olmak üzere çay üreten ülkeler arasında beĢinci sırada yer almaktadır. Bu ülkeler içinde Türkiye, çay sektöründe en genç üretici durumunda bulunmaktadır. Ġlk kuru çay üretiminin 1938 yılında gerçekleĢtirildiği düĢünülürse, sektörde 70 yıla yaklaĢan bir birikimin olduğu anlaĢılacaktır. Diğer ülkelerde bu rakam 100 yılın üzerindedir. Türkiye‟de üretilen kuru çayın tamamına yakın bölümü iç piyasada tüketilmektedir. Türkiye‟de maliyetin, diğer ülkelere göre oldukça yüksek bulunması, dıĢ satımının yok denebilecek düzeyde kalmasına neden olmaktadır. Türkiye, son yıllarda artan üretim kapasitesi ile yılda 200220 bin ton civarında bir kuru çayı üretmeye baĢlamıĢtır. KÜLTÜRDE ÇAY Dünya Kültüründe çay Ġlk çay biraz keyif, biraz da tıbbi nedenlerle içilmiĢ, çay içerek zihni uyanık tutmak, bin bir derde deva özelliklerinden yararlanmak hep söz konusu edile gelmiĢ. ĠĢin güzel ve ĢaĢırtıcı yanı ise, 143 çayın sıcak bir içecek olmanın ötesine geçmesi ile baĢlıyor. Önce Çinliler, daha sonra çayı onlardan altıncı yüzyılın sonuna doğru aldıkları söylenen Japonlar, kendi dini ritüellerine ve eskiden beri törensel olan yemek adabına uygun düĢen bir çay içme töresini geliĢtirmiĢler. Dünya üzerinde milyonlarca kiĢi gün boyu çay içerken bunu sıradan bir iĢ gibi yaparken, Japonlar ve Çinliler, buna derin bir anlam yüklüyor. Avrupa'da 17. yüzyıldan beri bir keyif maddesi olarak bilinen çay, 19.yüzyılda tüm Kuzey Denizi civarında, bir halk içeceği haline gelmiĢtir. Tüm dünyada, toplumsal yaĢamda oldukça önemli bir yer tutan çayı, Hintliler süt ve Ģekerle, Kuzey Afrikalılar yeĢil çayı taze nane ile lezzetlendirirler. Çay kültürü her ülkede farklı yorumlanmaktadır. Çin Çay, içecek sayılmadan önce uzun zaman ilaç olarak kullanıldı. Çin'de ilaç dıĢında içecek olarak kullanılmaya baĢlandığı ilk dönemler 4. ve 5. yüzyıl olmuĢtur. O zamanki çay çayın hazırlanmasına baktığımızda büyük farklılıklar olduğunu görmekteyiz: Yapraklar buhardan geçirilip, havanda ezildikten sonra bir kapta toplanır. Ġçine pirinç, zencefil, tuz, portakal kabuğu, baharat, süt ve isteğe göre soğan katılıp kaynatılır.' Günümüzde bu adet Tibetliler ve bazı Moğol kabilelerinde devam etmektedir. 8. yüzyıl kaynaklarında Çinlilerin iyi bir çay yaprağını Ģöyle tanımladıklarını görmekteyiz: Tatar atlılarının çizmeleri gibi kara, güçlü bir öküzün boynuzları gibi kıvrımlı, tatlı bir meltemin dokunduğu göl kadar parlak' Çinlilere göre çay, küçük fincanda soğumadan içilmeli ve hemen yenilenmelidir. Hem rahatça içebilmek, hem de içerken iç144 tiği çayı görerek manevi bir haza kavuĢmak için fincanların geniĢ ağızlı olanları tercih edilir. Aynı yaprağı defalarca demleme olayı Çin'de yaygın olup, bunu bir sanata dönüĢtürmüĢlerdir. Japonya Çay, birçok diğer Ģey gibi Çin'den Japonya'ya taĢınmıĢ ama Japonlar çay tarihini daha iyi belgelemiĢ, törenselliği derinleĢtirmiĢ ve onu da törensel yemek kültürlerine uygun olarak kendilerine has bir çay içme töresi haline getirmiĢlerdir. Taoculuk, Budizm ve Zen'in felsefi, dini dünya anlayıĢıyla sıkı bir iliĢki içinde olan Japon çay töresinin baĢka bir eĢi yoktur. Haz almaya değil, iç dünyaya iliĢkin bir ritüel olan Japon çay töresinde, Katolik ayinlerinde Ġsa'nın kanını simgeleyen Ģaraptan daha önemli bir yeri vardır. Özel çay evlerinde gerçekleĢtirilen bu törenin öncelikli görevi, konukları en uygun ve en zarif bir biçimde ağırlamaktır. Mükemmel bir çay hazırlamak için tek bir yol yoktur. Bir sanat eseri olarak çay, en ince niteliklerini ustasının elinde gösterir. Ġyi ya da kötü resim olduğu gibi iyi ya da kötü çay da vardır. Dünya da en kötü üç Ģeyden biri kötü hazırlanarak mahvolan mükemmel bir çaydır. Japonlar çaya bir sanat olarak bakarlar. Diğer sanatlarda olduğu gibi çay sanatının da dönemleri ve ekolleri olmuĢtur. Kaynatma, Çırpma ve Demleme olmak üzere baĢlıca üç dönemden söz edilebilir. Günümüzde son ekolün ağırlığı hissedilmektedir. Günlük kullanımda demli çay kullanılmakla beraber, çırpma metodu ile hazırlanan toz çay her zaman çayların efendisi olarak kabul edilir. 145 Ġngiltere Çayla 17.yüzyılın sonunda sömürgesi Hindistan vasıtasıyla tanıĢan Ġngilizler zamanla çayı yaĢamlarının ayrılmaz bir parçası haline getirdiler. Çayın ilk baĢlarda pahalı olması, yaygın bir içecek olmasını engelledi. Bu da çayı üst düzey toplantılara özgü bir Ģölen, prenslere ve asillere ayrılmıĢ bir hediye haline getirdi. Ġngilizler, Eraly Grey çayını tecih ederler. Bu yoğun kokulu çay, bergamut esansı ile harmanlanarak hazırlanmaktadır. Bugün Ġngiltere de çat kapı gelen birine konukseverliğin iĢareti olarak bir fincan çay sunulur. Ġkindi vakti olan 'BeĢ Çayı' olarak adlandırılıp, Dünya'ya da armağan edilen küçük çay daveti, dostların bir araya gelmesi için düĢünülmüĢ olup, Kral Edward döneminden beri devam etmektedir. Bu arada Ġngiltere Kraliçesi'nin çayının suyunu bütün gezilerinde yanında taĢıdığını biliyor muydunuz? Rusya Rusya'da her öğün çay içilmesi bir gelenektir. Ruslar çaylarını semaverde demlerler, beyazlatılmamıĢ Ģeker ve limon suyu ilave ederek içerler. Gerçek bir çay tiryakisi Rus çayına Ģeker atmaz, Ģekeri ağzına alarak çayını içer. Eski kültürü yaĢatanlar arasında, çaya Ģeker yerine bir çay kaĢığı kaymak koyanların yanısıra, Anadolu'nun kimi yörelerinde olduğu gibi ve çayı bazen bardakaltlığına dökerek içenlerde bulunmaktadır. Çay, konuklara yanında marmelat ile sunulur. Konuk, daha fazla çay gelmesini önlemek için bardağın altlığı bardağın üstüne konulur. Fransa Fransız entelektüellerinin özel bir çay sevgisi vardır. Yaygın çay salonlarının yanı sıra, romantik isimlerin takıldıkları çeĢitli çay146 ların satıldığı küçük çay dükkanı zincirleri vardır. Fransız kültüründe çay, uzun süre demlenmeden, ince porselen bir fincanda ikram edilir. Hafif içimli bir çayın yanında küçük bir çikolata, krokan veya pralin ikram edilir. Moğolistan Moğolların çay içme biçimleri ise inanılır gibi değil. Çaya biraz yağ, bir tutam tuz, biraz un ya da darı ekliyorlar. Hadi bu neyse, ama ya kuzu etli çaya ne dersiniz? Dilim dilim edilip bir hafta açık havada kurutulmuĢ kuzu etini çayın içine atıp içerek, soğuk iklim koĢullarına ve göçebe hayata karĢı güç ve enerji kazanıyorlar. Amerika BirleĢik Devletleri 1647‟de Hollandalı Peter Stuyvesant‟ın çay ticaretini baĢlatmasıyla Amerikalıların çayla daha yoğun buluĢması sağlanmıĢtır. Amerikalıların çay kültürüne katkıları, poĢet çay imalatı ve buzlu çay ile olmuĢtur. Buzlu Çay‟ın ilk olarak 1904 yılında bir fuar ile tanıtıldığı bilinmektedir. 1908 yılında ise Thomas Sullivan, çayı poĢetlere koyarak, “PoĢet Çay” kavramını çay kültür ve ticaretine kazandırmıĢtır. Türk Kültüründe Çay 5000 yıllık tarihe sahip çay her ne kadar Türklerin yaĢamına geç girmiĢse de temiz girmiĢ. Gün boyunca çay içmemizin yanı sıra, kendimize özgü demleme usulü, ince belli cam bardaklar, kıtlama çay gibi katkılarımızla çayın kültür tarihine eklediklerimiz göz ardı edilemez. Bunlardan ilki, iyi bir çay demlemenin olmazsa olmaz kurallarından biri olan demliğin sıcak olması Ģartını, demliği çaydanlığın üstüne oturtularak, ustaca ve güzelce çözümlememizdir. 147 Buna karĢın; çayın acıyıp tadının bozulmasını önlemek için; demledikten sonra, çayı süzdürüp baĢka bir demliğe boĢaltmıyoruz o da iĢin ayrı bir yanı. Peki, Türk çay kültüründe olmayan; Amerikan icadı poĢet çay, çay topları ve ağları, fazla aromalı çaylar, çaya çok süt ve limon koymak, çayı metal demlikte demlemek yani çaya karĢı özensiz davranmak. Türkler, Anadolu'ya gelmeden öncede çayı bilmelerine karĢın; çayın Türkiye'ye gelmesi ancak birkaç yüz yıl önceye dayanmaktadır. Çay içiminin Anadolu'da yaygınlaĢması 19. yüzyıldan itibaren olmuĢtur. Türklerde çayın yaygınlaĢmasına iliĢkin Ģöyle bir hikaye anlatılır: Hoca Ahmet Yesevi bir gün Hıtay sınırında Türkistan karyelerinden birine misafir olur. O gün hava çok sıcak olduğu için çok yorulmuĢtur. Evine misafir olduğu Türkmenin komĢusunun zevcesi doğum yapmak üzeredir. Türkmen, Hoca Ahmet Yesevi'den dua ister, Ahmet Yesevi de dua eder. Allah'ın izniyle Türkmen‟in isteği hemen olur. Türkmen bu duruma çok memnun olur. O yörenin önemli bir ikramı olan çay kaynatıp getirir. Hoca Ahmet Yesevi çayı sıcak sıcak içince terler ve yorgunluğu gider. Sonra,"Bu Ģifalı bir Ģey imiĢ, hastalarınıza bundan içirin ki Ģifa bulsunlar. Allah kıyamete kadar buna revaç versin" diye dua etmiĢtir. ĠĢte çay bundan sonra bütün Türkler arasında kullanılmaya baĢlamıĢ ve Ģifa verici bir içecek olmuĢtur. Halk kültürü ve etnografyasında çay önemli bir yer tutar. Çay bugün sosyal hayatımızda yerini dolduramayacak derecede sağlamlaĢtırmıĢ, onun etrafında oluĢan kültürüyle birlikte yaĢamaktadır. Sabah kahvaltısından gecenin geç saatlerine kadar hayatımızın içinde bulunan çay, değiĢik kültürel değerlerin ortaya çıkmasına sebep olmuĢtur. 148 Çayla ilgili; tekerlemeler, bilmeceler, mani ve türküler, ilahiler, efsaneler, fıkralar, gelenek ve görenekler baĢlı baĢına kültürel değerlerdir. Hatta, çay kelimesi Çince olduğu halde, sözlüklerde ve deyimlerde yerini bulmuĢ geniĢ bir kelime ve deyim sayısına ulaĢmıĢtır. Çay, Çay Bahçesi, Çay Bardağı, Çay Demlemek, Çay Fincanı, Çay Fidanı, Çay Fidesi, Çay KaĢığı, Çay Takımı, Çay Vermek, Çay Molası, Çaycı, Çaycılık, Çaydanlık, Çay Parası, Çayevi, Çaygiller, Çayhane, Çay Kazanı gibi kelimelerin yanında; TavĢan Kanı Çay, Çay Ġçmek, Kıtlama Çay, Çayı Höpürdetmek, Çay Ġkram Etmek, PaĢa Çayı gibi deyimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuĢtur. YetiĢtirilmesinden, hazırlanıp tüketilmesine varana kadar olan çay kültürü, bir çay etnografyasını da ortaya çıkarmıĢtır. Çay kesilmesine yarayan makaslar, sepetler, kutular, demlikler, semaverler, çay kazanları, bardaklar, fincanlar, kaĢıklar, tepsiler vb. hepsi çay kültürünün etrafında oluĢan etnografik maddelerdir. Bunlardan en önemlisi, çayın kendisinden ayırt edemeyeceğimiz semaver kültürüdür. Semaver 19. yüzyıldan itibaren Orta Asya'da yaygın olarak kullanılmaya baĢlanılmıĢtır. Ahmet Yesevi'den gelen mirasla çayın Ģifalı olduğuna inanıldığı gibi, semaverin de Ģifa dağıtıcısı olduğuna inanılır hale gelmiĢtir. Ġnsanlara bir hayat, muhabbet verici, dertlere deva olarak görülür. Semaverin Ģifa dağıttığına o kadar inanılırdı ki hamam çıkıĢında ve mevlitlerde insanları rahatlatmak için semaver kaynatılır ve çay içilirdi. Semaver edebiyatımızda da baĢlı baĢına bir yer tutmaktadır. Semaver Ģifahaneye benzetilmiĢtir. Daha düne kadar yurdumun kahve ve çay bahçeleri "cafe"lere özenerek cam bardağı ortadan kaldırmıĢ, porselen ya da cam fincanlarda servis yapmaya baĢlamıĢtı. Bir de tabii poĢet çay girdi ki yaĢamımıza, "cafe"lerin dıĢında kimi evlerde de yüz yıllık 149 çay demleme usullerimiz hemen rafa kaldırıp demlik poĢeti çaylar fincanda sunulmaya baĢlandı. Allah'tan Ģimdilerde, turistlere porselen/seramik fincanda poĢet çay sunmanın pek de zekice bir Ģey olmadığı kavranmaya baĢlandı. Bunda "Yunanlılar ince belli cam bardakta çay veriyormuĢ" haberinin etkisi oldu mu bilmiyorum ama son zamanlarda, "cafe"lerden baĢlayarak, çay bahçelerinde de çay severlerin ısrarı üzerine ideal boyutta olmasa da cam bardaklar kullanılmaya baĢlandı. Hani Ģu nedense "Ajda Pekkan bardağı" denen iri bardaklar. Ama gerçek çay severlerin gönlünde yatan küçük, ince belli bardaklar tabii ki. Gün boyunca çay içmemizin yanı sıra, kendimize özgü demleme usulü, ince belli cam bardaklar, kıtlama çay gibi katkılarımızla çayın kültür tarihine eklediklerimiz yadsınamaz, hele türkülerimize de girdiği hatırlanırsa: ġiirde çay Sabah kahvaltı sofralarının vazgeçilmezi olan çay, akĢam saatlerinde günün yorgunluğuna deva olacak diye ince belli bardak, seramik fincanlarda içilirken, dostların sofrasını süsler. Masanın üzerinde ellerini birleĢtiren sevgililerin yanından hiç eksik olmaz. ġairlerimiz, ilham kaynağı olan çayı nasıl dizelere dökmüĢler? Bedri Rahmi Eyüpoğlu’; Bir ilimiz var adı Rize, Durup dururken bir bardak çay sundu bize. Çayı kim yetiştirdi Rize’de Missisipiye karışan çayları öğretirler bize Rize’de çayı kim buldu Rize’de Kimdi o sessiz sedasız kumral kumral demlenen mübarek adam. 150 Dizeleriyle ĢiirleĢirken diğerlerinde ise: Atilla Ġlhan’ “Emirgan’da çay saati” nde “Bir çay yalnızlığı Emirgan’dan öteye Değdikçe ısındığı yıldızlı bayrağın” Behçet Necatigil, “Çay” da, Annesinin her halde bir gaz ocağında Kaynatıvereceği…. Ve katıksız ekmek. İçecek sevinerek okula yetişecek Biraz çay soğuklarda… Ne kadar acı şu dünya.” Osman Bülent Manav, “Çay Rengi AkĢamlar” da, Bu ıssız yaylada dağ başında Kaynayan şu çaydan daha dost ne var. Ve neden güneşin her batışında Demli çay renginde iner akşamlar.” Ġsmet Zeki Eyüpoğlu; “Çay” da, “Yemek yetmez tadını çıkarmaya günün, Çayın yerini tutmaz içkinin en iyisi de Öyle gelir insana… Eskiden Emirgan’da yudumlanırdı çayın keyiflisi Orada toplanırdı sıcak geceleri varlıklar Çay, nargile,kahve, dedikodu, çekiştirme, Zamanı tüketmenin yoluydu büyüklerce… 151 Necip Fazıl Kısakürek, “Zindandan Mehmed’e Mektup” da Çaycı getirir ilaç kokulu çaydan Dakika düşelim senelik paydan Zindanda dakika farksızdır aydan Karıştır çayını zaman erisin, Köpük köpük duman duman erisin.” Nazım Hikmet, “Saatin sadece saati gösterecek, Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın, Küçük bir not defteri olacak; “bilgini” en hızlı “sayan”. Basit yaşayacaksın, basit, Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit… ÇAY, SİMİT VE PEYNİRLE… Ġlhan CoĢkun Atılcan, “Ufak ufak kırılmakta Ģekerler Dil üstünde kıtlamasın içerler Limon çayın namusunu lekeler Çok bar tutar DadaĢlar yorulur Her molada getirirler demli çay” Halk Ģiirinde çay Posoflu ÂĢık Zülali: Şekerim kalmadı kahvem tükendi Bilmem gidem hangi attara oğul Takatim kesildi gönlüm bulandı Cebimde de yoktur on para oğul 152 Bir gün çay içmezsem tutar ısıtma Hem de bana dersin doktora gitme Takdirin bu diye iftira etme Tedbirime ara bir çare oğul Fakirler bağında baykuşlar öter Bu nasıl zamandır gün günden beter Billurlar fincanlar yüzüstü yatar Çay takımı oldu kapkara oğul Der Zülâlî tiryakilik bilindi Gözlerimin ışıkları silindi Bu sebepten semaverim delindi Kaynadı döndü pınara oğul Çay Manzumesi Ahmet Mithat Efendi: Buyu hoştur, rengi hoştur, taamı hoştur, şurbu hoş, Demlenirse pek hoş olur, afiyetle iç çayı Şark ve garbde şöhreti var, mübtela herkes ana Ateşi yak, keyfine bak, lezzet ile iç çayı Hassası çoktur, adede gelmez söylesem bir bir sana Hoşgüvardır, etme inkar, bardak ile iç çay Nef'i evvel, davet eyler ittihada ademi Rahat eyle, et muhabbet, içtimada iç çayı Nef'i sani çay içersen öldürür mikropları İster isen, doktora sor, itikadla iç çayı Cayma çaydan, yüz çevirme çayın elbet cayı var Kim içerse hasta olmaz itimatla iç çayı 153 Ġlahilerde çay Gül bülbülü çok sever Daima Hakk'ı över Çayı koyu demleyin ġeyhim çayı çok sever Gül bülbülsüz açılmaz Çay lüzumsuz içilmez NakĢiler, Kadiriler Sohbetinden geçilmez Çayın rengi güldendir Doldurması sizdendir Ġçin aĢıklar için Çay sahibi bizdendir Saadet Hocazade Tekerlemeler Çay çıktı kırka Ġçeriz korka korka Çay çıktı yüce dağ baĢına Demliği getir karĢıma Üç gündür içmemiĢem Doldur bir tane Aklım gelsin baĢıma Çoktı mı beĢe Sür on beĢe Olsun yirmi Versin neĢe 154 Kırmam seni Doldur neyse Es-sohbet-ü bilâ çay Kes semai bilâ ay (Çaysız bir sohbet Aysız bir gökyüzü gibidir) Çay kadehte dide efruz olmalı Lebriz-i lebreng ü lebsuz olmalı (Çay dudak renginde, dudak sıcaklığında ve dudak tadında) Gönül ne çay ister ne çayhane Gönül sohbet ister çay da bahane Manilerde çay Yağmur yağar ıslanır Çay fidanının dibi Anan seni sevmeyi Benim sevdiğim gibi Giderdi ġam'a Ģarka Ġrize'nin ketani ġimdi cana can katar Çayının bir fincanı Kız idin oldun kadın Hiç eksilmedi tadın Çay filizi kırmaya Olayım mı ırgadın Çayımın bak demine Bem gelemem yemine 155 Köyümün güzel kızı Bir anılır Emine Rize cüzel memleket Çay kokayi gül gibi Rize'ye doymak olmaz Parlayi yulduz gibi Ya Erzurumlu'ya ne demeli?.. Çay'dan bahsedilirde Erzurumlu'dan bahsedilmez mi? Çayı Rizeliler yetiĢtirir. Ama çayı da Erzurumlular içer. Erzurum'da çay bir baĢka içilir. Herkes çay içer ama Erzurumlu bir baĢka çay içer. Çay içtiği gibi çayın destanını da yazar: Hıngel ile turĢu yedim yanmıĢam, Otuz içtim Ģimdi ancak kanmiĢam, Semaverin tükendiğin sanmıĢam, Tazesinden hele doldur ver bir çay. KuĢ sütü bile eksik olmayan bir ziyafetten çıkan Erzurumlu‟ya sormuĢlar: “Davet nasıldı?” diye… Cevabı Ģu Ģekilde olmuĢ: “BoĢver bir çay bile ikram etmediler.” 156 Çay ile ilgili sözler Çaydan bir gün uzak tutulma yerine, yemekten üç gün uzak durmayı tercih ederim. Çin Atasözü Çay bize dünyamızın günahlarını unutturur. T’ien Yiheng Kaba alıĢkanlıklara sahibim, çayımı 3‟te içerim. Mick Jagger Çay yudum yudum içilir. “Güp” diye fondip yapılmaz. Çay içme süresi keyif zamanıdır. Çayı ne kadar yavaĢ yudumlarsanız, keyif süresi o kadar uzayacaktır. Seçim sizin… Deniz Gürsoy Cennete giden yol çaydanlığın yanından geçer. İngiliz Atasözü Kaptanınız 15 dakika çay ve ihtiyaç molası vermiĢtir. Çaylar Ģirkettendir. Şehirlerarası Otobüs Servisi Çayın ilk fincanı dudaklarımı ve ağzımı ıslatır. Ġkincisi yalnızlığı siler, üçüncüsü içimdekileri açığa çıkarır. Lo T’ong Çayın buruk tadı, ruhumu kaplayan iyi bir tavsiyenin zevkine benzer bir çağrı gibidir. Vang Yü-çeng Çay ne Ģarap kadar kibirli, ne de kahve kadar yapmacıktır. Okakura Kakuzo Bu dünyada üç Ģeyden yakınılsa yeridir: En iyi gençlerin yanlıĢ eğitim yüzünden mahvedilmesi En iyi resimlerin kötü bakıĢlarla lekelenmesi Ve en iyi çayın, yanlıĢ yöntemler yüzünden ziyan edilmesi. Bir Çinli Şair Gönül ne çay ister ne çayhane, Gönül sohbet ister çay bahane. Anonim 157 ÇAYLA ĠLGĠLĠ KURULUġLAR Çay ĠĢletmeleri Genel Müdürlüğü - ÇAYKUR Tekel Genel Müdürlüğünce yürütülen çay yetiĢtirme, alım, iĢleme ve satıĢ iĢlemleri sektörün geliĢip büyümesi üzerine; 440 sayılı “Ġktisadi Devlet TeĢekkülleri, Müesseseleri ve ĠĢtirakleri Hakkında Kanun”a dayanılarak 06.12.1971 tarih ve 1497 Sayılı “Çay Kurumu Kanunu” çıkarılmıĢtır. (18.12.1971 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıĢtır.) Bu kanun ile Çay Kurumu tüzel kiĢiliğe haiz, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesi ile sınırlı bir Ġktisadi Devlet TeĢekkülü(ĠDT) olarak kurulmuĢtur. Ġlgili olduğu Bakanlık Gümrük ve Tekel Bakanlığıdır. Bu kanun ile Tekel‟e verilen tüm yetkiler, tarım, üretim ve pazarlama dahil tüm faaliyetler Çay Kurumu Genel Müdürlüğüne devredilmiĢtir. 01.03.1973 tarihinden itibaren Çay Kurumu Genel Müdürlüğü adı altında faaliyete geçmiĢtir. Bu kanunun geçici 4. maddesi ile kanunun yürürlüğe girmesinden önce Tarım Bakanlığında kayıtlı olan çay bahçelerine bu kurumca hazırlanan ruhsatlar verildi. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce kayıt dıĢı olan çay bahçelerine de tesisi kredisi verilmemek kaydıyla ruhsatname verildi. Bu madde ile 100.000 dekar olduğu tahmin edilen ruhsatsız alanlara da ruhsat verilmek kaydı ile toplam çaylık alan 400.000 dekara ulaĢmıĢtır. 1983 yılında çıkarılan 2929 sayılı kanuna dayanılarak 10.10.1983 tarih ve 112 sayılı KHK ile Çay ĠĢletmeleri Genel Müdürlüğü(Çay-Kur) adında tüzel kiĢiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sermayesi ile sınırlı bir Kamu Ġktisadi KuruluĢu(KĠK) olmuĢtur.(28.10.1983 tarih ve 18205 Mükerrer sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanmıĢtır.) Bu kanun 233 sayılı KHK ile tadil edilmiĢtir.( 158 14.12.1983 tarih ve 18435 Mükerrer sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanmıĢtır.) 18.12.1983 tarih ve 178 sayılı KHK ile kurulan Maliye ve Gümrük Bakanlığının Bağlı ve Ġlgili KuruluĢlar Dairesi BaĢkanlığının ilgili kuruluĢu olmuĢtur. 1984 yılına kadar devlet tekeli altında sürdürülen çay iĢletmeciliği 04.12.1984 tarih ve 3092 sayılı “Çay Kanunu” ile serbest bırakılmıĢtır. Kanunun 1. maddesinde; gerçek ve tüzel kiĢilerin yaĢ çay iĢleme ve paketleme fabrikaları kurup iĢletebilecekleri, ihtiyaçları olan yaĢ çay yaprağını doğrudan üreticilerden satın alabilecekleri belirtilmiĢtir. Aynı kanunun 3. maddesiyle de 3788, 4223 ve 6133 sayılı Kanunların çayla ilgili hükümleri yürürlükten kaldırılmıĢtır. Atatürk Çay AraĢtırma Enstitüsü Çay AraĢtırma Enstitüsünün kuruluĢu, Doğu Karadeniz kıyı Ģeridinde çay bitkisinin yetiĢtirilme düĢüncelerinin baĢlaması ile ortaya çıkmıĢtır. Ġlk olarak Halkalı Yüksek Tarım Okulu öğretim üyelerinden Pr. Ali Rıza Erten 1918 yılında, Kafkasya, Kars, Ardahan, Batum, Artvin ve Rize‟ye yaptığı incelemeleri sırasında Rize ve yöresinde çay yetiĢtirilebileceği 1924 yılında yayınlanan ve gezi notlarını topladığı “ġimali ġarkı Anadolu ve Kafkasya‟da Tetkik atı Ziraiye” adlı eserinde belirtmiĢtir. Çay AraĢtırma Enstitüsü 1924 yılında bölgede meyveciliğin geliĢtirilmesi ve çay ziraatinin ilk denemelerine giriĢilmek maksadı ile Zihni Derin tarafından kurulmuĢtur. Yine aynı yıllarda Zihni Derin gerekli bilgi birikimini kazanmak üzere Batum‟a gitmiĢ çeĢitli fidan ve çay tohumu ile gerekli inceleme bilgileri ile dönmüĢtür. Enstitü ilk olarak 1924 yılında 60 dekar arazi üzerinde Narenciye fidanlığı adı altında kurulmuĢtur. KuruluĢ amacı, Rize vilayeti ile 159 Borçka kazasında fındık, portakal, limon, mandalina ve çay yetiĢtirilmesi Ģeklinde 407 sayılı kanun çerçevesinde gerçekleĢmiĢtir. Çayı bölgede ilk defa yetiĢtiren Zihni Derin çalıĢmalarını Enstitüde sürdürmüĢtür. 1938 yılında alınan ilk çay ürünü yine bu kuruluĢtaki atölyede iĢlenmiĢtir. ÇalıĢmalarını çay konusu üzerinde ilmi ve teknik yönde yoğunlaĢtıran Enstitünün ismi 1940 yılında Çay ve Narenciye Fidanlıkları Müdürlüğü olarak değiĢtirerek Tarım Bakanlığı‟na bağlanmıĢtır. 1973 yılından itibaren ÇAYKUR bünyesinde içinde faaliyet gösteren Enstitü Ekim 1997 tarihinden itibaren Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri AraĢtırma Enstitüsü Müdürlüğü adı altında çalıĢmalara devam etmektedir. Enstitünün görevi Çaykur‟un kuruluĢ yasası ile belirlenen genel görevlerine paralel olarak çayda tarım, teknoloji,biyokimya,mücadele,pazara hazırlama yapmak, diğer çay üretici ülkelerdeki geliĢmeler ve enstitü tarafından yürütülen araĢtırmalardan elde edilen sonuçların ilgili daireler ve kuruluĢlarca uygulama alanına konulmasını temin amacıyla gerekli faaliyetlerde bulunmaktır. Rize Ticaret Borsası Trabzon Ticaret Borsası Ulusal Çay Konseyi Çay Sanayici ĠĢadamları Derneği – ÇAYSĠAD Kısa adı ÇAYSĠAD olarak dernek, 2 Mayıs 1997 tarihinde genel merkezi Trabzon‟da olmak üzere kurulmuĢtur. Derneğin kurucu yönetim kurulu, Rahmi Üstün (BaĢkan), 160 Mehmet Karnap (Ġkinci BaĢkan), Kenan Bilgin (Ġkinci BaĢkan), Tahsin Bereketoğlu (Genel Sayman), Ġsmail Özdemir (Veznedar), Emrullah Öztel (Sayman) ve Köksal Bırasoğlu (Üye) olarak belirlenmiĢtir. ÇAY ĠSTATĠSTĠKLERĠ Dünya Çay Üretim Alanları Ülke Çay Alanı (Hektar) ÇĠN 888.500 HĠNDĠSTAN 411.500 SRĠ LANKA 195.460 KENYA 113.000 ENDONEZYA 110.000 TÜRKĠYE 76.700 TOPLAM 1.795.260 DĠĞER ÜLKELER 484.352 GENEL TOPLAM 2.279.612 161 ÜRETĠCĠ VE ÇAYLIK ALANLARIN ĠLLERE GÖRE DAĞILIMI ĠLLER ÜRETĠCĠ SAYISI ORAN (%) RĠZE TRABZON ARTVĠN GĠRESUN ORDU TOPLAM 122.750 49.282 19.154 11.324 65 21 11 3 202.510 ÇAYLIK ALAN (DEKAR) 499,990 158.490 86.200 22.368 ORAN (%) 66 24 10 6 767.048 Dünya’da KiĢi BaĢına Yılda En Fazla Çay Tüketen Ülkeler(Gram) Adı Miktar ABD 335 Afganistan 1.080 Ülke Adı Miktar Irak Güney Afrika Ülke Adı Miktar 2.170 Kenya 310 480 Kuveyt 2.360 1.005 Almanya 260 Ġngiltere 2.305 Mısır Avusturalya 775 Ġran 1.465 Norveç 235 Avusturya 225 ĠrlandaCum. 2.700 Pakistan 815 Ġsveç 325 Polonya 815 1.275 Bahreyn 1.180 BDT 700 Ġsviçre 255 Srilanka Belçika 195 Ġtalya 80 S.Arabistan 725 Çek Cum. 215 Japonya ġili 865 Cezayir 180 Hindistan 640 Sudan 555 Danimarka 285 Hollanda 485 Suriye 1.250 1.110 162 Fas 1.370 Hong Kong Finlandiya 170 Kanada Fransa 215 Katar 1.320 585 2.280 Tanzanya 75 Turkiye 2.400 Yeni Zellanda 1.000 ÇAYIN KRONOLOJĠSĠ ĠÖ 2737 – Çay içilmesine ve tarımına ilk kez Çin‟de imparator Shen Nung devrinde baĢlandı. ĠS 350 – Ku P‟e tarafından yazılan Erh Ya adlı eski Çince bir sözlükte çaya ait ilk bilgiler yer aldı. 593 – Çaya ait ilk bilgiler Japonca literatüre geçti. 780 – Çinli bilgin Lu Yu, Ch‟a Ching adı ile çay hakkında ilk el kitabını yazdı. 805 – Japonya‟da çay tarımı baĢladı. 1200 – Japonya‟da çay hakkında ilk kitap yayınlandı. 1559 – Venedikliler çay içmesini öğrendi. 1598 – Ġngiliz halkı çay hakkında ilk bilgilere kavuĢtu. 1600 – Çay içilmesi hakkındaki bilgiler Portekiz‟e ulaĢtı. 1610 – Hollandalılar çayı Avrupa‟ya soktu. 1618 - Çay içilmesi ile ilgili bilgiler Ruslar‟a ulaĢtı. 1648 – Çay Paris‟e vardı. 1658 – Londra gazetelerinde çaya ait ilanlar yayınlandı. 1669 – Ġngilizlerin Doğu Hindistan ġirketi ilk büyük parti çayı Çin‟den ithal etti. 1675 – Ġngiltere‟de çayın satılması ve içilmesi krallar emriyle yasaklandı. 1684 – Cava‟da çay bitkisinin yetiĢtirilmesine baĢlandı. 1847 – Rusya‟da çay tarımı baĢladı. 1870 – Seylan (Sri Lanka)‟da çay tarımı hızla yayıldı. 163 1878 – Türkiye‟de çay üzerine Çay Risalesi adlı kitap yayınlandı. 1888 – Türkiye‟de çay bitkisinin yetiĢtirilmesi için ilk çalıĢmalar baĢlatıldı. 1890 – ABD‟de çayın yetiĢtirilmesi ve çay tarımının yaygınlaĢtırılmasıyla ilgili çalıĢmalara baĢlandı. 1904 – Richard Blechyn‟de St. Lois Dünya Fuarı‟nda Ice Tea‟yi (Buzlu Çay) yaptı. 1908 – Thomas Sullivan, Amerika‟da ilk poĢet çayı yaptı. 1917 – Türkiye‟de çay tarımı yapılabileceği kanıtlarıyla birlikte Ali Rıza Erten tarafından önerildi. 1924 – Türkiye‟de çay yetiĢtirilmesine dair kaun çıkarıldı. 1924 – Batum‟dan çay tohumu getirilerek Türkiye‟de çay tarımı için ön denemeler baĢlatıldı. 1937 – Zihni Derin öncülüğünde çalıĢmalar hızlandırıldı. Gürcistan‟dan 20 ton çay tohumu alınıp, Rize ve civarına ekildi. 1940 – Türkiye‟de 3788 sayılı Çay Kanunu ile çay tarımının ve üreticinin desteklenmesi güvence altına alındı. 1947 – Ġlk çay iĢleme fabrikası Rize‟de açıldı. 1971 – Çay tarımının ve çay iĢletmesinin ayrı bakanlıkların sorumluluğu altında yürütülmesine son verildi. Çay Kurumu Genel Müdürlüğü, (ÇAYKUR) kuruldu. 1984 – Kuru çayın üretim ve satıĢındaki tekel kaldırıldı. Özel sektörün faaliyetine izin veren 3092 sayılı kanun 19 Aralık 1984‟de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 164 ÇAY SÖZLÜĞÜ AltunbaĢ Çayı: Çayın tomurcuğunun altında yarı açmıĢ yaprakla, ikini ve üçüncü yaprak koparılarak iĢlendiğinde kırmızımtrak çöpler halinde bir çay elde edilir. Buna altunbaĢ çayı denir. Balık Yaprağı: Çay sürgünlerinin yetiĢtiği filizlere denir. Çay toplanırken zedelenmemelidir. Makasla toplama kesilir ve çay ağacı zarar görür. Bu nedenle verimli ve kaliteli çay üreten firmalar elle toplamayı önerirler. BeĢ Çayı: Özellikle Ġngilizlerin öğleden sonra saat 17.00 sıralarında içtikleri çaya verilen addır. Buzlu Çay: Soğuk içecek olarak hazırlanan çay. Çay bahçesi: 1. Çay, kahve gibi alkolsüz içkilerin içildiği bahçe. 1. Çay yetiĢtirilen bahçe. Çay bardağı: Çay içilen ince cam bardak. “Ġncebel bardak” da denir. Genellikle küçük, orta ve büyük boy olurlar. Çaycı: 1. Çay yapıp satan kimse 2. Çay yetiĢtiricisi 3. Çay tiryakisi. Çaydanlık: Ġçin çay demlendirilen ibrik. Buan “ Çay Ġbriği” de denir. Çay demlemek: Çayı kaynar suyun içine attıktan sonra renk ve koku vermesi için bekletmek. Çayın demlenmesi: Çayın renginin ve kokusunun suya geçmesi, (Argoda) Ġçki Ġçmek. Çay dibeği: Evlerde çay yaprağını dövüp parçalamak için kullanılan taĢ veya metal kaplardır. TaĢ olanına “dink” de denir. Çayhane: Çay evi, Çay içilen yer. Çay-Kur: Türkiye‟ de çay tarımını geliĢtirmek, çayı iĢlemek ve pazarlamak için 1971 yılında kurulan kamu iktisadi kuruluĢudur. 165 Genel Müdürlüğü Rize‟ dedir. Çay kaĢığı: En küçük ebatta çay için özel yapılan kaĢık. Çaylık: 1. Çay ağaççıklarının yetiĢtiği yer. 2. Çay için kullanılan. Çay makası: Çay toplamada kullanılan, bir ağzının yanına torba bağlanan makastır. Kaliteli çay üretiminde kullanılmaz. Çünkü kesilmemesi gereken 4. ve 5. yapraklarla pul yaprağı keser, toplar. Çay ağacının balık yaprağını da koparıp zedelediği için sürgün oluĢmasını engeller ve çay bahçesinin verimini azaltır. Çay ağaçlarının ömrünü azaltır. Çay sepeti: Çay hasadı sırasında, çay yaprakları toplandıktan sonra öreme sepetler doldurularak çay alım yerine taĢınır. Bu sepetlere denir. Ayrıca, çay demlemek için içerisine belirli miktarda çay konan küçük sepetler sıcak suya daldırılır. Bunlara da çay sepeti denir. Çay topunun ya da çay yumurtasının büyüğüdür. Çay süzgeci: Demlenen çayı bardağa dökerken çay tanelerinin çaya karıĢmasını önlemesi için kullanılan metal süzgeç. Çay Ģekeri: 1. Çaya atmak için üretilen beyaz ya da kahverengi küp Ģeker. Serti Doğu Anadolu‟ da “kıtlama çay” içenler tarafından tüketilir. Beyaz veya kahverengi toz Ģeker de çay Ģekeri olarak kullanılır. Kahverengi toz çay Ģekeri çoğu kez kâğıt poĢetler içinde bir bardak çaya yeterli miktarlarda ambalajlanıp kullanıma sunulur. Toz Ģeker bazen cam Ģekillere konulur ve bu Ģekiller her seferinde bir bardak çaya yeterli ölçüde Ģeker bırakan kapaklarla kapatılır. Çay tadıcı eksper ve uzmanlar: Çayın burukluk, renk, dil ve damak zevki bakımından kontrolünü ve değerlendirmesini yapan elemanlardır. Çay türleri tasnifi: 1. Flowery Orange Pokeo(FOP): Beyaz tüylerle örtülü son tomurcuktan elde edilir. 2. orange pekoe(OP): 166 Tüylü olan birinci yapraktan elde edilen çaydır. 3. Adi Pekoe(P): Üzerinde az tüy bulunan ikinci yapraktan elde edilir. 4. Souchong (S): Üçüncü yapraktan elde edilir. 5. Ġkinci Souchong: Dördüncü yapraktan elde edilir. 6. Congou: BeĢinci yapraktan elde edilen çaydır. Bu tasnif Avrupa‟ da değiĢir. Çünkü onlar çay yapraklarını kalburdan geçirip ayırarak tasnif ederler. Demlik: Ġçinde çay demlenen küçük çaydanlık (Farsça) I.T.C. : Uluslar arası çay komitesi Ġnfuzyon: UfalanmıĢ çay yapraklarının üzerine kaynar su dökülür ve kapalı bir lapta beĢ dakika tutulur. Sonra ince bir tülbentten süzülür. Elde edilen sıvı Ġnfuzyondur. Kullanılan çay yaprağı ya da baĢka bitki yaprağı miktarına göre örneğin, 100 gr suya 2 gr çay yaprağı konursa % 2‟lik 5 gr çay yaprağı konursa % 5‟lik infuzyon elde edilir. Ġstikan: Çay bardağı Kokulu Çay: yarı fermente yeĢil ve siyah çayların çiçek, çiçek yaprağı, meyve, baharat veya doğal yağlar eklenerek elde edilen değiĢiklik lezzetteki çaydır. Kontenjan: Bir birim çay bahçesinden ne kadar ürün alınacağını gösteren ölçüdür. Fazlasında çay kalitesi düĢeceğinden alıcı firmaların eksperleri tarafından kontrol edilir. Organik Çay: Tarım ilacı, suni gübre gibi herhangi bir kimyasal madde olmadan, doğal yollarla yetiĢtirilen çaya denir. PoĢet Çay: Bardak veya fincandaki kaynatılmıĢ suya daldırılarak çay elde edilmek üzere hazırlanmıĢ tek bardak çaylık kağıt poĢetteki çaya verilen ad. Semaver: Semaver kelimesi Rusçadan gelmektedir. Rusya‟ dan Kafkaslar yoluyla Türkiye, Azerbaycan ve Ġran‟ a yayılan musluklu bakır, bronz, aleminyum ya da sarı metal çay suyu kaynatma 167 kabıdır. Su, kömürle kaynatılır. Son zamanlarda semaverlerin elektrikle çalıĢanları da yapılmıĢtır. Süzme Çay: Çay süzgecinin üzerine siyah çay konup, süzgeç çay bardağının üzerine oturtulur ve süzgeçteki çayın üzerine yavaĢ yavaĢ kaynamıĢ su dökülürse, bardakta açık renkli bir çay elde edilir. Buna süzme çay denir. Toplanan çay açık renklidir. Tein: Çayın etkili maddesi olan trimethyloxypurindir. Kahvedekine kafein adı verilir. Tomurcuk çayı: Çay bitkisinin dallarının uçlarındaki tomurcuklardan elde edilen çaydır. Toz Çay: En küçük boyutta çaylardır. PoĢetlerde satılan ve süzme çayı olarak kullanılan çaylar toz çaylardır. YeĢil Altın: Rize yöresinde “çay” için kullanılan benzetme. YeĢil Çay: Üretim aĢamasında mayalanmamıĢ ve bu yüzden yeĢil kalmıĢ çaya denir. Rengi, yeĢil-sarı arasında değiĢir. Tadı kekremsidir. Ġçimi yumuĢak ve ferahtır. 168 TRABZON TEREYAĞI Tereyağı yüzyıllardır hem dünyanın hem de Anadolu‟nun baĢlıca gıda maddelerinden birisi olmuĢtur. Tereyağının tarihi süreç içinde üretimine iliĢkin ilk kaynaklara M.Ö.8000 yıllarında Doğu Anadolu‟da hüküm sürmüĢ olan Urartulara ait kaynaklarda rastlanılmıĢtır. M.Ö.2000 li yıllarda beslenme amaçlı olarak tereyağının kullanıldığı daha sonraki yıllarda Trakyalıların da tereyağı yapmayı öğrendikleri anlaĢılmıĢtır. 19‟uncu yüzyılın ortalarında sütü derin kaplarda bekleterek kremasının ayrılması iĢlemi yapıldıktan sonra tereyağı yapan imalathaneler çoğalmıĢtır. Sütün bu en güzel, en lezzetli mucizelerinden biri olan tereyağı yüzyıllardır halkımızın baĢlıca yiyeceği ve geçim kaynağı olmuĢtur. Tereyağının Anadolu‟daki en güzel en lezzetli olanları genelde Trabzon çevresinde yapılanlarıdır. Akçaabat, Vakfıkebir, Tonya gibi yerleĢim birimlerinde tereyağı üretimi yüzyıllardır devam etmiĢ, eĢsiz lezzeti tüm yurtta dille169 re destan olmuĢtur. Trabzon tereyağının lezzeti Osmanlı Devletine ait Salnamelere de konu olmuĢtur. Salname de Tonya da üretilen yağın çok lezzetli olduğu, Trabzon merkezine, hatta yurdun çeĢitli bölgelerine gönderildiğinden bahsedilmektedir. Tereyağının kalitesine en az ineğin cinsi kadar etki eden diğer faktörler iklim özellikleri, ineğin yediği yem ve otlardır. Bölgenin mikro klima özellikleri ve bitki örtüsü ineklerin verdiği süte dolayısıyla tereyağının lezzetine dahi etki edebilmektedir. bölgedeki yaylalarda yetiĢen yüzlerce çeĢit otu tüketen ineklerin verdikleri süt, lezzet ve kalite olarak en üst düzey yağların üretimine olanak vermektedir. Yalnızca Trabzon yaylalarında yetiĢen leziz kekik otları ve benzeri yüzlerce çeĢit ot türü, tereyağına hem lezzetini hem de bünyesinde barındırdığı betakaroten A maddesi sayesinde Trabzon tereyağına özgü sarımtırak rengini vermektedir. 170 VAKFIKEBĠR EKMEĞĠ Vakfıkebir ekmeğinin baĢka hiçbir ekmekte bulamayacağınız özellikleri ve benzersiz bir damak tadı vardır. Bu lezzetin oluĢması sürecinde ise birden fazla faktörün katkısı kullanılan fırından tutun da suya kadar birçok bileĢen, bu muhteĢem ekmeğin lezzetine ve kalitesine etkide bulunmuĢtur. Bunları sıralamak istersek; taĢ fırında kullanılan kara taĢın kaliteye katkısı oldukça büyüktür. KurumuĢ kızılağaç, meĢe ve gürgen ayrıca fındık kabuğu piĢen ekmeğin lezzetine lezzet kadar. Vakfıkebir ekmeğinin önemli özelliklerinden birisi de günlerce bayatlamadan saklanabilmesidir. Elbette ekmek bu özelliğini kullanılan ekĢi mayaya borçludur.Diğer bir faktörde kullanılan sudur.Bugün Vakfıkebir ekmeği diye bir ekmekten bahsediyorsak ne171 deni yapımında kullanılan yumuĢak ve kireçsiz sudur. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var ki o da,tüm bu bileĢenleri en uygun bir Ģekilde bir araya getiren maharetli ustalardır.Çok küçük yaĢlardan itibaren bu meslek içinde olan ve mesleği kendi çocuklarına aĢılayan maharetli eller olmasa Vakfıkebir ekmeği bu kadar ünlenemeyecekti. 172 Denizlerin kralı, Karadeniz’den: HAMSĠ.. Balık gibi sağlık için en yararlı gıda maddesi olmaktan öte Karadenizlinin yaĢamında özel bir yeri bulunan hamsi geçmiĢten günümüze tarih, sanat, edebiyat ve ekonomi kitaplarında hep ilk sıralarda yer almıĢtır. Hamsi, ekonomik balık türleri içinde, cisim olarak en küçük, değer ve miktar olarak en büyük olandır. Karadeniz zaten büyük ve önemli olanları hep taĢımıĢtır. DavranıĢları mütevazi olsa da burnu biraz büyük olduğu için bıyıkla altını çizen Karadeniz insanı, toprağında yetiĢtirdiği fındık ve denizinde avladığı hamsi ile iki önemli ürünle dünya literatüründe yer almaktadır. Fındık gibi hamsi de, Karadeniz‟de kültür oluĢturmuĢtur. Ka173 radeniz‟in ne zaman patlayacağı belli olmayan fırtınalarına ve azgın dalgalarına aldırmadan, bir yandan “Denizlerin kralı, sofraların tacısın” nağmelerini söyleyip, diğer yandan “Vira Bismillah” diyerek siyahın bulaĢtığı mavi sulara açılan takalardan büyük motorlardaki tayfalar, “Ay girdi karanlığa, bindik hep kayıklara Gezdik bütün denizi yara yara. Gözüm Hasan bağırdı, bakın hamsi akayi, Oy gözünü sevdiğim, ĢimĢek gibi çakayi” diyerek ıslıklarla oluĢturdukları kemençe sesiyle koro kurarlarken, bazı dönemlerde kayıplara karıĢan hamsiyi hasretle anarlar. Genç kızların yazmalarında, hamsinin figürlerine rastlarsınız. “Önemli Ģeylerin altı çizilir” diyerek burnu ile övünen Rizeli, uzunu burun yarıĢmasında ölçü aleti olarak onun kılçığını kullanır. YaĢamın her karesinde vardır dedik ya, siyasette de, ülkemizin yetiĢtirdiği ender siyaset adamlarından Süleyman Demirel‟in Rize meydanında, kendisi dıĢındaki partilere Ģans tanımadığını belirtmek için kullandığı “Hamsi kavağa çıkar mı?” lafına içerleyen Rizelinin hemĢehrisi Mesut Yılmaz‟a hamsi gibi sarılarak tüm milletvekillerini verip, “ Hamsi kavağa da çıkar” demesi, daha uzun yıllar anlatılacaktır. Hamsinin tamamen Karadeniz‟de avlandığını söylemek, doğru bir tespit olmaz.Ancak, en fazla avlandığı bu denizle birlikte onun çevresinde yaĢayanlarla bu derece bütünleĢme hiçbir yerde olmamıĢtır. Hamsi, Karadeniz illerinde adına Ģenlikler ve festivaller düzenlenen, yarıĢmalar yapılan, 500‟e yakın 2 veya 3 büyük motor ile 40-50 balıkçıdan oluĢan takımların avladığı ekonomik bir geçim kaynağıdır. Hamsi bu özelliğini ve ününü yeni de kazanmıĢ sayılmaz.. Ünlü gezgin Evliya Çelebi SEYAHATNAME sinde hamsiye de174 ğinmiĢ, Ģairler onun için gazeller dizmiĢtir. Hamsili yemekler kitapları yayınlanmıĢtır. Hamsi Karadeniz‟de av gücünün aĢırı artması ve küçükbüyük demeden avlanılması nedeniyle yok olma tehlikesi ile karĢı karĢıya da kalmıĢtır. Bazı yıllar hiç avlanamamıĢ, bazı dönemler boyu 11 cm‟den az olmaması koĢulu varken, 6-7 cm olarak avlanmıĢtır. Literatürde hamsi… Hamsi, ülkemiz sularında özellikle Karadeniz‟de kıĢ aylarında gırgır adı verilen çevirme ağlarıyla avlanan doğal ürünümüz. Engraulis (yani hamsi) cinsi türler genellikle bütün tropik ve subtropik denizlerde yaĢayıp kıyı kesimlerinde sürüler oluĢturuyorlar. Hatta zaman zaman nehir deltalarında da görülebiliyorlar. Hamsi özellikle Karadeniz ve Azak Denizi‟nde bol miktarda bulunan bir balık türüdür. Hamsilerden Karadeniz hamsisi olarak sıkça bahsedilen türün boyu 18-20 cm‟ye kadar büyüyebilir. Diğer biri ise Azak hamsisi olarak bilinir ve boyu 15 cm‟ye kadar ulaĢır. Azak Denizi‟nde ürer ve beslenir ve kıĢlarken Kuzey Kafkasya‟dan Suhumi‟ye kadar ve kısmen de Kırım açıklarında dolaĢır. Bazı araĢtırmacılar, bu türün Türkiye sahillerine kadar indiği ve avlandığını da belirtiyorlar. Hamsinin davranıĢ ve göçü… Karadeniz hamsisi, kuzey güney yönünde kıĢlama, beslenme ve üreme göçü yapar. Güney yönünde kıĢlamak ve kuzey yönünde de beslenme ve üreme göçünün hızı günde 10-20 mil olur. Sürüler, genellikle Anadolu, Kafkasya ve Kırım sahillerinin ılık alanlarında kıĢlarlar ve sık sürüler oluĢtururlar. Sürü yoğunluğu, gündüz oluĢan sık sürülürde metreküpte 500-800 birey, seyrek sürülerde 200-400 birey iken bu, geceleri 20-60 bireye kadar iner. Hamsi gece gündüz 175 arasında dikey göç yaparak, gündüzleri derin suya (70-90 m) inerken geceleri sahillere doğru ve yüzeye (10-40 m ) çıkar. Hamsinin beslenmesi Hamsi, plankton yiyen bir balıktır. Beslendiği organizmaları, küre kaynaklılar, dolaĢık ayaklılar ve yumuĢakçaların harvaları oluĢturuyor. Hamsi, çaça, tirsi, sardalya, taralılar ve medüzler gibi diğer organizma ve organizmam grupları ile aynı besin maddesi için yarıĢır. Sürüler, Mart‟ta Türkiye kıyılarındaki kıĢlama alanından kuzeydeki beslenme ve üreme alanına göçe baĢlarlar. Nisan ortasından Ekim‟e kadar tüm denize yayılmıĢ olan hamsi özellikle Karadeniz‟in kuzey kesiminde bulunur. Sıcaklık ve iklimsel değiĢmelere bağlı olarak genellikle Kasım‟da göçün baĢlama zamanları ile göçün Ģiddet ve miktarlarında yıldan yıla önemli farklılıklar söz konusudur. Hamsi kuzey-güney-kuzey göçünde ya kıyıyı izler ya da doğrudan denizi karĢıdan karĢıya geçer. Hamsinin üremesi… Karadeniz hamsisi cinsel olgunluğa bir yılda ulaĢır. MayısEylül ayları arasında 10 ve daha çok batında gerçekleĢir. Bir yaĢındaki genç balıklar ilk kez yumurtlama sezonunun sonuna doğru yumurta bırakırlar. Bireysel ortalama doğurganlık 42 bin yumurta olarak tespit edilmiĢtir. Hamsinin ömrü 2-3 yıldır. Geçirdikleri birinci kıĢtan sonra olgunlaĢırlar. Yumurtlama 17-18 derecedeki kıyıya yakın sığ sularda 5-10 metreler arasında gerçekleĢir. Yumurtalar elips Ģeklinde olup suda yüzerler. Su sıcaklığına bağlı olarak 24 saat içerisinde larva oluĢur. Daha çok 5-30 metreler arasında dağılan larvalar diğer planktonlarla beslenirler. Genellikle Mayıs ayında bırakılan yumurtalardan çıkan larvalarda yüksek ölüm oranları görülmektedir. Bu 176 durum larvaların dikey göç sırasında soğuk suyla karĢılaĢmalarından kaynaklanır. En yüksek yaĢam oranıysa Haziran sonu-Temmuz baĢında bırakılan yumurtalarda görülüyor. Bazı araĢtırmacılarca hamsinin ana yumurtlama alanının kuzey ve kuzeybatıdaki sahanlık bölgesi olduğu söylense de, elde edilen sonuçlara göre önemli miktarlarda hamsi yumurtasının Türkiye‟nin Münhasır Ekonomik Bölgesi‟nde dağıldığı görülüyor. Karadeniz ve hamsi… Türkiye‟de her alanda olduğu gibi, su ürünlerinde de elde sağlıklı veriler bulunmamaktadır. Su ürünleri verileri tamamen avlayanların beyanlarına göre toparlanıp ilan edilmektedir. DĠE tarafından yapılan açıklamalar baz alınacak olursa, Türkiye su ürünleri üretiminin yüzde 90‟ı denizlerden elde ediliyor. Avlanan toplam su ürünü kaynaklarının yüzde 82‟si de Karadeniz‟den gelmektedir. Türkiye‟de denizden elde edilen balık miktarı 1980‟li yıllarda 400 bin tona kadar yükselmiĢ iken bugün miktarın bunun daha altında olduğu tahmin edilmektedir. Karadeniz‟de avlanan balık miktarının da yüzde 80‟e yakın kısmını, av verdiği dönemde hamsi teĢkil etmektedir. Karadeniz‟de avlanma yapan gırgır filosundaki geliĢme oldukça hızlı ve yüksek olmuĢtur. Bu hız balık popülasyonunu olumsuz etkilemiĢtir. Av gücünün aĢırı yüksek olması balık ve özellikle de hamsi avında azalmaya yol açmıĢtır.. Bu tür bir geliĢmeyi, büyüklükleri çevresel koĢullarla sınırlı stokların kaldırması zordur ve geçmiĢte av miktarlarının ciddi azalması da bunu doğrular görünüyor. Karadeniz bölgesinde artan av ve avcılık baskısı, önceleri sanki bitmezmiĢ gözüyle bakılan hamsi stoklarının 1980‟li yılların sonuna doğru önemli miktarlarda azalmasına neden olmuĢtur. Hatta bazı yıllar yok denecek kadar az av yapılabilmiĢtir. Bu azalmanın bir baĢka nedeni olarak da, Karadeniz‟deki artan ve hamsinin besi177 nine artan ve hamsinin besinine ortak olan taraklı medüz gösterilebilir. Ayrıca aĢırı kirlenme de önemli bir neden teĢkil etmektedir. Son yıllarda hamsi avında bir artıĢ görülmektedir. Bu aĢırı avlanmanın biraz kontrol altına alınması sonucu meydana gelmiĢtir denebilir. Ancak bu konuda kalıcı ve uzun vadeli tedbirler mutlaka alınmalı ve devreye sokulmalıdır. Bilim adamları ve ilgili kuruluĢlar tarafından yapılan çalıĢmalarda Karadeniz‟de yılda 400 ile 500 bin ton civarında hamsinin avlandığı dönemlerin bulunduğu tespit edilmiĢtir. Karadeniz hamsi avının bazı yıllarda yükselmesi hamsiden geçimini sağlayan balıkçılarda sevinç yerine kaygı da uyandırmalıdır. Çünkü bugün için artmıĢ görünen hamsi avı yakın yeniden azalabilir. Örneğin 1988/89 av sezonunda hamsinin çok az avlanmasına, 1987/88 döneminde yaĢanan “iyi avcılık” sezonunun aĢırı avlanma ile geçmesidir.. Buna bağlı olarak av, izleyen yıllarda azalmıĢtır. Yakın geçmiĢte yaĢanmıĢ bu gerçeğin yol gösterici bir niteliği olmalıdır. Çünkü olası ikinci hamsi çöküĢündeki birincisindeki kadar Ģanslı olunmayabilir ve stokların kendilerini toparlaması çok daha uzun sürebilir, hatta kendilerini hiç toparlamayabilirler. Öz olarak belirtilen nedenlerden dolayı ülkemiz kıyılarındaki hamsi avının iyimser bir yaklaĢım olarak 300 bin tonu aĢmaması gerektiği ve bunun sağlanması için gerekli hassasiyetin gösterilmesi önem taĢımaktadır. Bu çerçevede son olarak önemli bir noktanın altının çizilmesinde yarar var; Ġnsanlar doğal değiĢmeleri ve bunun sucul stoklara getirdiği artma ve azalmaları kontrol edemiyor ve henüz bunu önceden de kestiremiyorlar. Ġnsanların tek kontrol edebilecekleri faaliyet balıkçılıktır. Biyolojik koĢullar gerektirdiği zaman tüm diğer uygulama ve siyasi kaygıya dayalı karar ve uygulamalar geri plana itilmelidir. 178 Hamsi ailesi… Dünya üzerinde yaĢayan balıklar, kabaca toplam omurgalıların yarısını oluĢturur. Bu da 24 bin 600 demektir. Balıklar dünyanın hemen hemen bütün sucul ortamlarında bulunabiliyorlar. Himalayalar‟daki yüksek dağ göllerinden, okyanusların binlerce metre derinliklerine kadar tüm sucul ortamlarda balıklar yaĢamlarını sürdürebiliyorlar. Balıklar bu geniĢ ve değiĢik yaĢam alanlarına uyum göstermek için zaman içinde evrilmiĢ bulunuyorlar. YaĢam alanları tatlı su ve deniz olarak ayrıldığında balıkların yüzde 58‟i denizlerde, yüzde 41‟i tatlı sularda ve yüzde 1‟de hem tatlı hem de tuzlu sularda yaĢadığı anlaĢılıyor. Balıklar, ilk çağlardan günümüze değin önemli bir protein kaynağı olmuĢtur ve buna bağlı olarak da balıkçılık eskiden günümüze önemli geliĢmeler göstermiĢtir. Avcılığı yapılan balık türlerinin en yaygın ve ekonomik öneme sahip takımının Ringagiller olduğuna kuĢku yok. Bu takım içinde en önemli aileyse kuĢkusuz hamsi balıklarıdır. Hamsi ailesi içinde 16 cins ve 139 tür yer alır. Yüksek av veren hamsi türleri de Ģunlardan oluĢuyor: Arjantin hamsisi, Avustralya hamsisi, Güney Afrika hamsisi, Avrupa hamsisi, GümüĢ hamsisi, Japon hamsisi, Kaliforniya hamsisi, Peru hamsisi. Hem hamsiler hem de bütün balıklar içerisinde avlanan miktarlar bakımından en önemli tür Peru hamsisidir. Bu hamsi Peru açıklarında avlanır. 1960‟lı yıllardan sonra endüstriyel ölçeğe çıkan Peru hamsisi avı, 1970‟te ulaĢtığı yaklaĢık 13 milyon tonluk en yüksek düzeyden 1971‟den sonra düĢmeye baĢlamıĢ ve hatta 2 milyon tonun altına inmiĢ bulunuyor. Hamsi türlerinin balıkçılık açısından önemli diğer iki türüyse, Japon hamsisi ve Avrupa hamsisidir. Japon denizinde avlanan tür, Peru hamsisi kadar olmasa da yine de dünya denizlerinde avlanan en önemli küçük pelajik balık türleri arasında yer alıyor. 179 Ülkemiz denizlerinde özellikle de Karadeniz‟de önemli miktarlarda avlanan Avrupa hamsisi de dünya da en çok avlanan balıklardandır. Hamsi neden bol? Hamsilerin avcılık açısından bu kadar değerli olmaları ve bu kadar çok miktarda avlanmalarının nedenleri bu canlının ekolojik ve biyolojik özelliklerinde aranmalı. Hamsiler kabaca üçüncü beslenme basamağında zooplankton ile beslenirler. Bununla birlikte, bazı hamsilerin diyetinde fitoplanktonlar da yer alıyor. Bu nedenle beslenme basamağı biraz daha aĢağıya çekilmiĢ oluyor. Beslenme ağının alt kısımlarından beslenmek, hamsi türlerine zengin besin kaynağı sağlıyor ve sonuç olarak da zengin stoklar oluĢturmalarına neden oluyor. Hamsinin avlanması… GeçmiĢte, motorlu araçların olmadığı çağlarda hamsi ve benzeri balıklar, insan gücü ve sonraları yelkenle hareket eden deniz araçlarında bugünkülerden çok küçük ağlarda avlanılmaktaydı. Zamanla motorize olan ve bu nedenle de giderek büyüyen tekneler değiĢik düzeneklerin yardımıyla daha büyük çevirme ağları kullanmaya baĢladılar. Örneğin bugün çoğumuzun normal kabul ettiği gırgır ağı makarası ülkemize 1950‟li yıllarda Et ve Balık Kurumu vasıtasıyla geldi. Bugün bu makaralar hidrolik sistemlerle çalıĢıyor. Hamsiler bilindiği gibi sürü oluĢtururlar. Balıkçılar önceleri yerini tecrübeye ve sonarlara dayalı bilgileriyle saptadıktan sonra bunların etrafını kaçamayacakları bir ağ ile çevirip avlamaktaydılar. Günümüzde tek fark, 1980‟li yılların baĢından bu yana su altı radarı denen “sonarların” sürünün yeri ve büyüklüğünü saptamada kullanılması ve daha büyük ağların yardımcı tekne kullanılarak sürünün etrafına sarılması, avlanan balıkların bir taĢıyıcı tekneyle pazara 180 ulaĢtırılması. Hamsi genellikle gırgırlar ile avlanmakta birlikte, nadir olarak tek ya da çift tekneyle çekilen orta su trol ağı ile de avlanmaktadır. Hamsi tüketimi… Tüketim bir seçim sorunudur. Ülkemiz insanları su ürünlerini taze tüketmeyi yeğlerler. Avın taze tüketilmeyen küçük bir kısmıysa, eskiden tarlalara gübre olsun diye atılırken günümüzde balık unu ve yağına dönüĢtürülüyor. Diğer ülkelerde avlanan hamsilerse konserve, salamura, taze olarak ve sonuçta yine balık unu ve yağı fabrikalarında iĢlenerek değerlendiriliyor. Görülebildiği kadar hamsimiz her yönüyle yararlı bir canlı olup neredeyse her derde deva bir özelliğe sahiptir. O halde küçüklüğüyle ters orantılı üne sahip bu balığın avlanmasında biraz daha sorumlu davranılması gerekiyor. Hamsi Ay girdi karanlığa bindik hep kayıklara, Gezdik bütün denizi yara yara. Gözüm Hasan bağırdı, bakın hamsi akayi, Oy gözünü sevdiğim şimşek gibi çakayi. Denizlerin krali, sofraların tacısın, Senden başka büyük yok, her derdin ilacısın. Reis dedi uşaklar, kürekler yavaş suya, Hazır edin ağları, ha yanaştık hamsiye, Sokulduk biraz daha, tamam yerine girdik, Ağları yavaş yavaş iki baştan indirdik. Reis gene bağırdı, bakmayın aval ava, Sanki gümüş döktüler denizden çuval çuval 181 Haçan daraldı çember birbirini yeyiler, Oy nenem ya baksanız nasıl kaynaşiyiler. Kimisi çıkar yüze kimi dalar derine, Kurban olsun Trabzonlu o güzel gözlerine, Ne olursun mübarek her zaman ha böyle çık, Oynatma kuyruğunu yerim seni ha şimdi. Evliya Çelebi ve hamsi… Çoğumuz balık pazarlarında ya da seyyar satıcı tepsilerinde, bir diğerimiz gırgır tekneleri avlarını boĢaltırken ve belki de önemli bir kısmımız annelerimizin mutfağında hamsiyi görmüĢüzdür. Belki bu canlıya dikkat etmiĢ belki sadece bakıp geçmiĢ ya da afiyetle bir güzel yemiĢizdir. Hamsi ile karĢılaĢmamız hangi Ģekil eve düzeyde olursa olsun bu balığı merak edenler Ģüphesiz pek çoktur ve Ģimdi bu meĢhur canlıyı yine meĢhur bir ismin ağzından tanıyalım: Trabzon‟a seyahat eden Evliya Çelebi bölge balıklarıyla ve özellikle hamsiyle ilgili görüĢlerini Ģöyle dile getirmiĢtir: “Beğenilen balıkları: Levrek balığı, kefal balığı gayet lezzetlidir. Bir karıĢtan uzun kırmızı baĢlı tekir balığı, uskumru balığı ve daha bin çeĢit balıkları vardır. Amma bunların hepsinden fazla Lazların üzerine düĢtükleri, alıĢveriĢi hakkında kavga ettikleri hamsi balığı... Bu balık Hamsinde ( KıĢ mevsiminin 50 günlük bir bölümü) çıktığı için, hamsi balığı derler. Balığın çıkıĢını dellallar halka haber verirler. Dellalların bir çeĢit mürves ağacından boruları vardır. Bir kere su urunca, “Ahça çomakla bir mendil hamsi ver” diye ince sırmalı mendillere balığı koyup giderler. Balığın suyu akarak giderken, bazıları suyun aktığına acıyarak, “Bre salığın suyunu akıtıyorsun..Suyuna bir pilavcık sallasana” diye Ģakar ederler. ġu beyitleri de söylerler: 182 “Trabzon’dur yerümüz Ahça tutmaz elümüz Hamsi paluk olmasa Nice olurtu halumuz”... MeĢhur hamsimizin diğer bazı özelliklerini yine Evliya Çelebi‟den öğrenelim: “Bu balık bir karıĢ, ince ve morca cilalı, gümüĢ gibidir. Faydası o derecedir ki, yedi gün devamlı yiyen kimsenin Ģehveti son derece artar. Çok kuvvet verici ve hazmı kolaydır. Yemeğinde balık kokusu olmadığından, yiyene hararet vermez. Ağrı hastalığına tutulan adam yese Ģifa bulur. Bir evde yılan ve çıyan olduğu zaman, hamsi balığının baĢı tütsü edilirse kaçar” Hamsi yemeklerine de yine merhum Evliya Çelebi ile baĢlamak yanlıĢ olmasa gerektir. Diyor ki: “Bunu yani hamsiyi “ yemek Trabzonlulara hastır ki kırk çeĢit yemeğini piĢirirler. Kebabı, çorbası, yahnisi, böreği ve baklavası olur. Fakat pilaki derler, bir çeĢit tavası vardır ki Ģöyle yapılır: Önce bu hamsi balığını güzelce temizleyip onar onar kamıĢa dizerler. Maydanoz, kereviz, soğan ve pırasayı ince kıyıp tarçın ve siyah filfil ile karıĢtırdıktan sonra, pilaki tavasının içine bir kat hamsi, bir kat bundan döĢeyip Trabzon‟un ab-ı hayata benzer zeytinyağını üzerine dökerler. Bir saat kadar kuvvetli ateĢte piĢirildikten sonra yerkenki, doğrusu sevilecek mübarek bir yemek olur”. Trabzonlu ġair, Hafız Zühdi’nin Ünlü Hamsi Destanı Dinle ey birader bu destanı, Anla nedir Hamsi olan mübarek. On dört türlü yemeğini yaparlar, ġimdi olur sana ayarı mübarek 183 Avlanıp satılığa geldiği zaman, Görenlerin yüzü güldüğü zaman, Kadr-u kıymet bulduğu zaman, Zengin olur o gün satan mübarek. Çok kiĢi cem olup baĢına nagah, Almayan olursa çeker ahuvah, Ne kıymetli yapmıĢ yaratan Allah, Bak Ģöyle dursun aman mübarek. Kayık çekilmeden deryaya dalıp, Herkes ellerine bir sepet alıp, Çocuklar, kadınlar geride kalıp, ÇağrıĢırlar haman haman mübarek. Hele kavgasının hesabı olmaz, Mübarek yanında can baha bulmaz, PiĢtiği evde bir kimse gülmez, Büyük bayram eder alan mübarek. Buralardan hele tezden geçelim, Nice piĢtiğinin bahsın açalım, Her tanesi için bir su içelim, Korkma vermez sana ziyan mübarek. Pirinçle yapılır içli tavası, Baharla, üzümlü çıkar sefası, Buna hiç söz olmaz canlar gıdası, ĠĢte budur her bir zaman mübarek. 184 Ġkincisi sadeyağda kızarmıĢ, Yedikçe adamın diĢi kızarmıĢ, Kadayıfın tadını bozarmıĢ, Tabakta görünmez kalan mübarek. Üçüncüsü Papaz Yahnisi derler, Lezzetine herkes parmağın yerler, Ana yoğurt yahut sirke dökerler, Söylemez mi ana cihan mübarek. Dördüncüsü salamura adlıdır, Sirke ile yiyen çok muratlıdır, Suretine bakan pek de tatlıdır, Hastasına olur derman mübarek. BeĢincisi soğan ile yaparlar, Bir büyük yaprağa muhkem sararlar, Lazut ekmeği ile nara atarlar, Nasıl tatlı yenir o can mübarek. Altıncısı bulgur ile pilavı, Acem Pilavı‟na olur müsavi, Kim vazgelir böyle mübarek avı, Varmı böyle bir Ģey her an mübarek. Yedincinin hamsi kuĢudur adı, Soğuk su baĢında çıkarmıĢ tadı, Gerçi kuĢtur ama yoktur kanadı, HoĢ refiktir o uçmayan mübarek. 185 Sekizinci suda haĢlama anı, Hıyar ile yerler sahra zamanı, Derler ki kanı var, hem dahi canı, Ya niçin olmasın kurban mübarek. Dokuzuncu közde kebap ederler, Küllü müflü demez yerler de yerler, Tatlı tatlı pek çok sular içerler, Çok açlar doyurur sudan mübarek. Onuncusu pilekide kızartma, BaĢ-Kuyruk karıĢık birbirin sarma, Rastgelince sakın öteye varma, Ağırlamak ister mihman mübarek. On birinci lazut pideye korlar, Yiyenlerin haman karnında gürler, Uykuya varanlar dere görürler, Ġçirir çok abı revan mübarek. On ikinci kiremitte kebabı, Yiyenlerin cismi çalar repabı, Küpleri doldurur olan hesabı, Çünkü ekser olur gizlenir mübarek On üçüncü yumurtalı tavası, Yiyen olur hanesinin evinin ağası, Her bir evin olsa onbeĢ sakası, Sönmez midelerde yanan mübarek. 186 On dördüncü sebze ile kaygana, ÇekiĢir anınçin gelin-kaynana, Koparır evlerde büyük fırtına, Üst gelir ziyade atan mübarek. ĠĢte tamam oldu Hamsi teamı, Yiyenler beylere vermez selamı, Ban tuzlu suyuna dinle kelamı, Hekim nedir, iĢte lokman mübarek. Köylerde birisi hasta olursa, Ölmez kalkar eğer suyun bulursa, Eğer o hastaya ecel gelirse, Yeryüzünden olur pinhan mübarek. Zühdi bu sözleri yazmazdım ama, Ebezade eyledi ima, Yine esrarını eyledim ifĢa, Layıkıyle oldu beyan mübarek. (1859’da yaĢamıĢ Trabzonlu ġair) Bir Ģiirde Trabzonlu Baba Salim’den.. Bir yıl görünmezsen artar kederim, YetiĢ imdadıma imánım hamsi. Yüzünü görünce bayram ederim, Sen olursun benim kurbánım hamsi. Maraza uğrarım hamsi demezsem, Ġçerim tutuĢur hamsi yemezsem. 187 Üstünü bir varil pekmezlemezsem, Çıkar ásumáne (göklere) dumanım hamsi. Kuyruğun tutarım merd oğlu merdim, Olsa da bir batman piĢirip yerdim. Çok yiyip içince artarsa derdim, Olursun derdime dermánım hamsi. Salim', hamsi yerim ben seve seve, Kamyonet yüklerim yetmezse deve. DüĢürdüm mü seni bir gece eve, O gece keyfimden Ģádánım hamsi. 188