Untitled - Erciyes İletişim Dergisi
Transkript
Untitled - Erciyes İletişim Dergisi
Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi Erciyes İletişim (ISSN 1308-3198) Sahibi Prof. Dr. Hamza ÇAKIR Yazı İşleri Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ Yazı İşleri Ekibi Arş. Gör. Hülya ÖZTEKİN Arş. Gör. Emel TANYERİ Okt. Ahmet ÖZTEKİN Prof. Dr. Hamza ÇAKIR Yayın Kurulu Doç. Dr. Metin IŞIK Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ Danışma Kurulu Prof. Dr. A. Haluk YÜKSEL (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Ahmet Bülent GÖKSEL (Ege Ü.) Prof. Dr. Alaeddin ASNA (Marmara Ü.) Prof. Dr. Ali Atıf BİR (Bahçeşehir Ü.) Prof. Dr. Asker KARTARI (Hacettepe Ü.) Prof. Dr. Aysel AZİZ (İstanbul Arel Ü.) Prof. Dr. Ersan İLAL (Beykent Ü.) Prof. Dr. Fahrettin KORKMAZ (Atatürk Ü.) Prof. Dr. Filiz B. PELTEKOĞLU (Marmara Ü.) Prof. Dr. Füsun ALVER (Kocaeli Ü.) Prof. Dr. H. İbrahim GÜRCAN (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Haluk GERAY (Ankara Ü.) Prof. Dr. Haluk GÜRGEN (Bahçeşehir Ü.) Prof. Dr. Haluk Hadi SÜMER (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Hülya YENGİN (Kocaeli Ü.) Prof. Dr. Jale SARMAŞIK (İstanbul Ticaret Ü.) Prof. Dr. M. Naci BOSTANCI (Gazi Ü.) Prof. Dr. Metin KAZANCI (Ankara Ü.) Prof. Dr. Murat ÖZGEN (İstanbul Ü.) Prof. Dr. Nurettin GÜZ (Gazi Ü.) Prof. Dr. Nurdoğan RİGEL (İstanbul Ü.) Prof. Dr. Özden CANKAYA (Galatasaray Ü.) Prof. Dr. Peyami ÇELİKCAN (Maltepe Ü.) Prof. Dr. Raşit KAYA (Ankara Ü.) Prof. Dr. Suat ANAR (Yeditepe Ü.) Prof. Dr. Suat GEZGİN (İstanbul Ü.) Prof. Dr. Süleyman İRVAN (Akdeniz Ü.) Prof. Dr. Şengül ÖZERKAN (Marmara Ü.) Prof. Dr. Uğur DEMİRAY (Anadolu Ü.) Prof. Dr. Uygur KOCABAŞOĞLU (İzmir Eko. Ü.) Prof. Dr. Ünsal OSKAY (Beykent Ü.) Prof. Dr. Yasemin İNCEOĞLU (Galatasaray Ü.) Doç. Dr. Ahmet KALENDER (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Alev PARSA (Ege Ü.) Doç. Dr. Ayhan SELÇUK (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Aytekin CAN (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Bilal ARIK (Gazi Ü.) Doç. Dr. Ayla OKAY (İstanbul Ü.) Doç. Dr. Mete ÇAMDERELİ (Kocaeli Ü.) Doç. Dr. Mustafa ŞEKER (Selçuk Ü.) akademia Yazışma Adresi Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi 38039 Talas/KAYSERİ Tel: 0-352-4374937-(Dahili) 36105 Faks: 0-352-4375261 e-posta: akademia@erciyes.edu.tr Erciyes İletişim Ocak ve Temmuz aylarında yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Dergimizde yayınlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarına aittir. Yayınlanan yazıların telif hakkı dergiye aittir ve referans gösterilmeden aktarılamaz. 1 İÇİNDEKİLER Künye 1 Yazı İşlerinden Merhaba 4 İnternet Gazeteciliğinin Kamuoyu Oluşumuna Etkisi Ali Korkmaz 6 - 19 Yerel Medya Sorunsalları ve Sektör Çalışanlarının Sorunlara Bakışları “Elazığ İli Örneği” İhsan Kurtbaş / Adem Doğan / Göksel Göker 20 - 41 Kamuoyunun Bilgilendirilmesinde Yazılı Basının Haber Başlıkları: Bir Örnek Olay İncelemesi Nural İmik Tanyıldızı 42 - 52 Kurum İçi Halkla İlişkiler Faaliyetleri Kapsamında Personel Yetkilendirme Yaklaşımı (Empowerment) Derya Tellan 54 - 64 Ülke Menşei ve Üretim Menşei Bilgisinin Kalite Algılamalarındaki Rolü Vesile Çakır 66 - 78 akademia Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Mitlerde Korku Kullanımının Amaç ve Sonuçları Reklâmlar Üzerine Bir İnceleme Deniz Akın 80 - 102 2 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Anlatı ve Biçim İlişkisine Neoformalist Bir Yaklaşım: Yazı-Tura Örneği Y. Gürhan Topçu 104-131 Işık ve Aydınlatma: Işığın Televizyon ve Sinemada İşlevsel Kullanımı Üzerine Bir Değerlendirme Fatih Bayram 122-131 Eğitim Düzeyi ve Medya Kullanım Tercihleri İlişkisi: Eskişehir İzlerkitlesi Üzerine Bir Anket Çalışması Özgül Birsen 132-144 Yönetici ve Çalışanlar Perspektifinde Kocaeli Medyası ve Sorunları Deniz Elif Yavalar 146-165 Almanya’da Türk Kökenli Gençler ve Şiddet Sorunu Emine Uçar İlbuğa 166-184 Akademia Yayım ve Yazım Kuralları 186 akademia Akademia Telif Yazısı 196 3 Yazı İşlerinden Merhaba Erciyes İletişim “akademia”nın 2. sayısı ile karşınızdayız. İlk sayımızda bir akademik derginin çıkarılmasında karşılaşılabilecek güçlükler ve engeller olduğunu, bunu aşabilmek için de yeterince desteğin oluştuğunu ifade etmiştik. İlk sayının yayınlanmasından sonra desteklerle birlikte ülkemizin dört bir yanında yer alan üniversitelerin ilgili bölümlerinden dergimizin çok kaliteli bir baskıyla çıktığını, birçok akademik derginin formatından farklı olduğunu ve alana renk kattığını ifade eden telefon ve elektronik postalarla dergimizle ilgili geri dönüşümler aldık. Ayrıca bu telefon ve elektronik postalarda dergimizin ilk sayısının son sayfalarında yer alan yayın ilkeleri ve yazım kurallarının çok ayrıntılı olarak ele alınmasının önemli olduğu da ifade edilmekteydi. Özellikle dergimizin 2.sayısında da desteklerin artarak devam ettiğini görmek yaptığımız işin doğru ve önemli bir iş olduğunu bizlere gösterdi. Yayınlanmak üzere gönderilen makale sayısı gün geçtikçe artarken danışma kurulumuzun ve hakemlerimizin itinalı değerlendirmeleri kaliteli yayınların süzülerek sizlere ulaşmasında önemli katkı sağlamaktadır. İletişim bilimleri başta olmak üzere diğer sosyal bilimler alanlarındaki her türlü akademik çalışmalar yer aldığı bu sayımızda 11 makale bulunmaktadır. Ali Korkmaz “İnternet Gazeteciliğinin Kamuoyu Oluşumuna Etkisi” isimli makalesiyle, İhsan Kurtbaş, Adem Doğan, Göksel Göker “Yerel Medya Sorunsalları ve Sektör Çalışanlarının Sorunlara Bakışları “Elazığ İli Örneği” adlı çalışmasıyla, Nural İmik Tanyıldızı “Kamuoyunun Bilgilendirilmesinde Yazılı Basının Haber Başlıkları: Bir Örnek Olay İncelemesi” başlıklı makalesiyle, Derya Tellan “Kurum İçi Halkla İlişkiler Faaliyetleri Kapsamında Personel Yetkilendirme Yaklaşımı (Empowerment)” isimli makalesiyle, Vesile Çakır “Ülke Menşei ve Üretim Menşei Bilgisinin Kalite Algılamalarındaki Rolü” başlıklı çalışmayla, Deniz Akın “Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Mitlerde Korku Kullanımının Amaç ve Sonuçları Reklâmlar Üzerine Bir İnceleme” adlı makalesiyle Gürhan Topçu “Anlatı ve Biçim İlişkisine Neoformalist Bir Yaklaşım: Yazı-Tura Örneği” isimli çalışmayla, Fatih Bayram “Işık ve Aydınlatma: Işığın Televizyon ve Sinemada İşlevsel Kullanımı Üzerine Bir Değerlendirme” adlı çalışmayla, Özgül Birsen “Eğitim Düzeyi ve Medya Kullanım Tercihleri İlişkisi: Eskişehir İzlerkitlesi Üzerine Bir Anket Çalışması” başlıklı makalesiyle, Deniz Elif Yavalar “Yönetici ve Çalışanlar Perspektifinde Kocaeli Medyası ve Sorunları” isimli makalesiyle, Emine Uçar İlbuğa “Almanya’da Türk Kökenli Gençler ve Şiddet Sorunu” başlıklı çalışmayla ikinci sayı için çalışmalarını paylaşan yazarlar. Değerli araştırmacılara göstermiş oldukları ilgiden dolayı teşekkür eder, ikinci sayımızda yer alan çalışmaları keyifle okumanız dileğiyle bir sonraki sayıda görüşmek üzere sevgi ve saygılarımızı sunarız… Önemli Not: akademia Basılmış halde sizlere sunulan 2009 yılının iki sayısından sonra dergimizi 2010 yılında elektronik ortama taşımak için yapılan çalışmalar da son aşamasına gelinmek üzeredir. Çok değerli danışma kurulumuza, her alandan bizleri yalnız bırakmayan kıymetli hakemlerimize ve çalışmalarıyla bizlere destek olan yazarlara gelişen durumla ilgili bilgi aktaracağız. (http://iletisim.erciyes.edu.tr/) 4 Erciyes İletişim akademia 5 2009 TEMMUZ İNTERNET GAZETECİLİĞİNİN KAMUOYU OLUŞUMUNA ETKİSİ Ali Korkmaz* Özet Yeni teknolojiler ve özellikle internet her alanda olduğu gibi kitle iletişim araçlarının işlevlerinde de değişiklikler meydana getirmiştir. Alternatif bir iletişim aracı olan internet gazeteciliği, haberin okuyucu/izleyiciye ulaştırılmasında yeni yöntemler ortaya çıkarmıştır. Geleneksel tek yönlü iletişimin yerine, etkileşimli iletişim gündeme gelmiştir. Bu çalışmada, internet gazetelerinin diğer kitle iletişim araçları gibi, kamuoyu oluşumuna etkisi ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: İnternet, İnternet Gazeteciliği, Kamuoyu THE INFLUNCE OF INTERNET JOURNALISM ON PUBLIC OPINION Abstract The new technologies especially internet have made changes in functions of mass communication tools like it happened in every field. The internet journalism as an alternative communication tool has introduced new methods conveying the news to the reader and the audience. Instead of traditional one-sided communication, interactive communication has been used. In this study, the influence of internet newspapers to the public opinion like other mass media tools has been studied. akademia Key Words: Internet, Internet Journalism, Public Opinion * Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi 6 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Medya, internetin insanlara ulaşmadaki gücünden ve hızından yararlanmak amacıyla, internet ortamına girmiştir. Gazeteler, teknolojik gelişmelerdeki hızlı ilerlemenin sonucunda geleneksel gazete yayımlamanın yanı sıra, okura yeni bir yöntemle ulaşabilmenin fırsatını elde etmişlerdir. İnternet gazeteleri, kamuoyunu doğru bilgilendirmekle yükümlü olmasına rağmen, medya-siyaset-sermaye ilişkisi, kamuoyuna aktarılan bilginin doğruluğunu şüpheli hale getirmiştir. İnternet gazeteleri yalnızca okunmayıp, okur tepkisi, yorum, ilan toplama, pazarlama, video görüntüleri, arşiv gibi hizmetlerde sunmaktadır. Kullanıcı, okuduğu haberle ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirebilmektedir. Tek taraflı bir iletişim değil, karşılıklı bir iletişim söz konusudur. İnternet gazetesi çevrimiçi yayınlandığı için, dünyanın her yerinden rahatça okunabilmektedir. İnternet ortamında yayınlanan gazeteye erişen okuyucu sayısı, yazılı olanına erişebilen okuyucuların sayısı ile mukayese edilemeyecek kadar fazladır. 7 İnternet gazetelerine yorum yazmak, internet gazetelerini katılımcı ve etkileşimci hale getirmektedir. İnternet gazetelerindeki okuyucu yorumlarında, kimi zaman haberin kendisine yorum eklemekte ve haber içeriği değerlendirilip eleştirilmekte, kimi zamanda yorumlarda konuyla ilgili okurun sorunları dile getirilmektedir. İnternet gazeteciliği, zaman, mekân, maliyet ve coğrafi uzaklıkları ortadan kaldırdığı için, daha özgür ve demokratik bir ortam vaat etmektedir. Geleneksel gazetecilikle karşılaştırıldığında internet gazeteciliği, gerçek zamanla eş zamanlı yayın yapabilmektedir. Olaylar gerçekleştikleri andan itibaren internet ortamına aktarılmaktadır. İnternet kullanıcıları, istedikleri anda yerel/ulusal/uluslararası haberlere sanal ortamda ulaşabilmektedir. Gazetelerdeki haberler, makaleler, yazılar, fotoğraflar anında okuyucuya ulaşmakta, eğer istenirse bunlara mevcut arşivlerden daha sonra da ulaşılabilmektedir. Arşivleme, internet gazeteciliğine kalite ve saydamlık getirmektedir. Günümüzde kamuoyunun oluşmasında en etkili unsurun kitle iletişim araçları olduğu kabul edilmektedir. Teknik gelişmeler sayesinde etki alanları da gittikçe genişleyen bu araçların başlıca özelliği, olayları ve yorumları çok kısa bir zamanda çok büyük kitlelere yayabilmeleri ve böylece onların kanaatlerine yön verebilme olanağına sahip olmalarıdır. Bu çalışmada, teknolojik gelişmeler ışığında pek çok alanda adeta bir dönüm noktası olarak değerlendirilen internetin, özellikle kitle iletişimi ve kamuoyu oluşumu açısından önemi ele alınmıştır. Kitle iletişim araçları, insanlarda kanaatlerin oluşmasında büyük öneme sahiptir. Bu araçlardan internet gazetelerinin kamuoyu oluşumuna etkileri ele alınmıştır. Çalışmada, internet, internet gazeteciliği, internet gazeteciliğiokuyucu ilişkisi, dünyada ve Türkiye’de internet gazeteciliği, geleneksel medyadan ayrıldığı noktalar ve kamuoyu oluşumuna etkileri üzerinde durulmuştur. 1. İnternet ve Bilgi Toplumu İnternet, dünya üzerinde yayılmış bilgisayar ağlarının birbiriyle birleşiminden oluşan devasa bir bilgisayar ağıdır. İnternet, iletişim, eğitim, eğlence ve artan bir oranda elektronik ticaret alanında, dünyanın en hızlı gelişen iletişim aracıdır (US Departmant of Commerce, 1998) (Shankleman, 2000, 36). İnternet 1,3 milyar kullanıcı, 550 milyon bilgisayar, 165 milyon web, 100 milyon civarında video, 60 milyon kişisel web/blog ve 100 milyar web sayfasını kapsayan, tüm dünyaya yayılmış, hayatın her boyutuna, tüm toplum kesimlerine yayılmış, insanlığı bilgi toplumuna taşıyan değişimi temsil eden, bir teknolojinin ötesinde, bir sosyal ağdır. İnternet bireyi özgürleştiren, ona kendini geliştirme olanakları sunan, geniş kitlelerin kolayca sosyal ağlar oluşturabildiği bir ortamdır. Katılımcılık, saydamlık ve yönetişimin öne çıktığı, demokrasiyi geliştiren yeni bir paradigmayı Geleneksel medya araçları ile karşılaştırıldığında, radyonun 50 milyon kişiye ulaşması 40 yıl, televizyonun bu sayıyı yakalaması tam 13 yıl almıştır. İnternetin 50 milyon kullanıcıya ulaşması için ise, dört yıl yeterli olmuştur. İnternetin hızla yaşamımıza girmesi ve yaygınlaşması sadece 15 yıllık bir geçmişe sahiptir. Geleneksel çalışma anlayışını kökten değiştiren internet, pek çok bilginin de dijital ortama aktarılmasını mecbur kılmıştır (Soytürk, porttakal.com). Televizyon, radyo ve yazılı medya, tüketim potansiyeli yüksek izleyicilerin ihtiyaç duyduğu haberleri vermektedir. Bu rekabet, son yıllarda daha yoğun bir şekilde internet üzerinden yapılmaktadır (Wall, 2006, 244). İnternetin en belirleyici özelliklerinden biri enformatik akışın kullanıcılar tarafından yönlendirilebilmesidir. İnternetin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz (Çakır, 2007, 131): —İnternet ucuzlayan bir teknolojidir. —İnternet sansür edilmesi güç bir teknolojidir. —Birleşik bir medyadır. —Hem şu anda, hem de başka anlarda kullanılabilir. —Bildiğimiz anlamdaki sahiplik konumunu ortadan kaldırmaktadır. —Alternatif kullanım olanakları vardır. 1990’ların sonunda internet medyası, ciddi bir gelişme göstermiştir. İnternet ilk sekiz yılın sonunda 600 milyon kullanıcıya ulaşmıştır (Aris, 2006, 307). İnternet giderek yaşamın her alanında kullanılan bir teknoloji haline gelmiş ve bu gelişmeleri takiben 90’lı yılların başlarında elektronik yayıncılık, internet gazeteciliği ya da sanal gazetecilik adı ile yepyeni bir iletişim aracı günlük yaşantımıza girmiştir. İnternet ortamında insanlar ellerinde bulunan haberleri ya da belgeleri çok kısa bir sürede milyonlarca kullanıcının çevrimiçi olarak bulunduğu sanal ortama aktarabilmiştir. Aynı şekilde kullanıcılar dünyanın diğer bir ucundan bu ortama aktarılan belgelere anında ulaşıp bilgi sahibi olabilmiştir (Yerlikaya, 2004, 20–21). İnternet, kullanıcılar ve haber üreten gazeteciler tarafından, haber ile ilgili bilgi ve belgelerin süratle toplanması ve haberin okuyucuya ulaştırılması aşamasında yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu bağlamda, haberlerin internet ortamında tüketilmesine okuyucu aktif bir şekilde katılır. Okuyucu burada seçicidir ve istediği haberi bir haber bombardımanına maruz kalmadan okuyabilme şansına sahiptir (Aktaş, 2002, 131). Yeni ve alternatif medya olarak internetin en büyük avantajı, özgür bilgi edinimi için yeni kapılar aralamasıdır. İnternet ortamında, her türden bilgiye anında ulaşabildiğiniz gibi, istediğiniz bilgiyi, daha çok kişiye daha kısa zamanda ulaştırabilmektedir. Ayrıca internette okuyucu/izleyici ile etkileşimli bir yayıncılık söz konusudur. Kullanıcı, okuduğu haberle ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirebilmekte, yorumda bulunabilmektedir. Tek taraflı bir iletişim söz konusu değildir. Birebir iletişim, anında ve etkileşimli olarak erişebilir olması, içeriklerinin her an yenilenebilmesi ve haberlerin her an güncellenebilmesi, internet haberciliğinin diğer kitle iletişim araçlarından farklılıklarını ortaya koymaktadır. İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla, alternatif medya olarak da takdim edilen internet üzerinden yayın yapan yeni bir habercilik türü ortaya çıkmıştır. Bu yeni tür, genel anlamda elektronik yayıncılık, daha özel bir terimle internet gazeteciliği olarak adlandırılmaktadır. Bugün çevrimiçi habercilik yapan dijital gazete sayısı 20.000’lere ulaşmış bulunmaktadır. akademia temsil etmektedir. İnternet ve bilişim teknolojileri, sanayi devriminde olduğundan çok daha önemli bir gelişmeyi temsil etmekte ve yaşamın tüm boyutlarını; çalışma, üretim, ticaret, iş yapma, eğlence, öğrenme, yönetim biçimlerini köklü olarak değiştirmektedir. İnternet, geniş kitlelere ulaşmış, onların katkı verebildiği, ortak olduğu yapıları ortaya çıkarmıştır. AntiKüresel Seattle Hareketi, Howard Dean ve Obama’nın adaylığı ve İrlanda’nın Lizbon Antlaşmasını reddinde bunu görebiliriz (Akgül, 2008, 1115–7). 8 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Türkiye’de de hemen hemen tüm ulusal gazeteler, televizyonlar ve radyolar ile yerel medyanın bir kısmı internet sitelerini kurmuşlardır (Çakır, 2007, 126) 2. İnternet Gazeteciliği Kavramı İnternet gazeteciliği, gazeteciliğin çeşitli yöntemlerini kullanarak, insanları internet aracılığı ile bilgilendirilmesi şeklinde tanımlanabilir. Bir başka deyişle, internet ortamında açılan haber servisi ve sayfaları internet gazeteciliği ya da haberciliği, “sanal gazete” gibi adlarla anılmaktadır. İnternetin gazetecilere/gazetelere teknik olarak sunduğu imkânlar şunlardır (Yerlikaya, 2004, 21): — Haber ve fotoğrafların iletimi — Bir bilgi kaynağı olması — Haber kaynağı — Haberin kendisi — Haberleşme — Tartışma platformu — Haberlerin yayım platformu — Çalışma sürecinde internet teknolojileri akademia İnternet haberciliği, birçok kişiye uzanan, esnek, demokratik, yani egemeni olmayan, yurttaşların siyasal karar alma etkinliğine daha geniş yer veren, şeffaf, ağ üzerinden katılımı olanaklı kılan bir iletişim modelini temsil ettiğini ileri süren görüşler sıkça dile getirilmektedir (Törenli, 2005,159). Online haber yayımları, “internet üzerinde, başlangıçta bir editör grubu tarafından haber, deneme, makale ve incelemelerin disipline edilerek bir standarda yerleştirildiği, periyodik yayımlar şeklinde tanımlanabilir (Onursoy, 2002, 51). 9 İnternet ve kablosuz ağ iletişiminin birleşmesi, halka elektronik dağıtımı olanaklı kılmıştır. Çocuklar pek gazete okumamaktadır. İnterneti çok kullanan insanlar ise zaten hemen hemen hiç gazete okumamaktadır (Herrick, 2003, 371). Gazeteciliğin oldukça süratli biçimde gelişen bir branşı olan internet gazeteciliğine, ilk başlarda elektronik veri bilgi bankası araştırması ve bilgisayar kaynaklık etmekteydi, internet gazeteciliği bugünde hala bu öğeleri kapsamakla birlikte günümüzde internet gazeteciliğinin ana vurgusu internetin; yeni kabiliyetlerin kazanımı ve elektronik uzmanlığı gerektiren bir iletişim vasıtası olarak, gazeteciliğe ilişkin çabalar ve değişimler için bir platform olarak ve bilgi denizi olarak kullanılması üzerine yapılmaktadır. İnternet gazeteciliğinde, okuyucu haberin içine girmektedir ve haberin içinde gezinmektedir (Bal-Bekiroğlu, 2006, 72–73). İnternetin gazetecilik anlayışına getirdiği bir yenilik de “son dakika” bölümüdür. Bu bölüm aracılığıyla gazetenin eline geçen en son haberler, gelişmeler anında okuyucuya ulaşmaktadır. Bu bağlamda, internetin, gazete yayıncılığındaki haberciliğe bir “anındalık” getirdiği söylenebilir. Günlük yaşam içinde, televizyon ve radyonun yanına internet sayesinde haberleri, olayları, bilgileri çok hızlı olarak iletme şansına ulaşmış olan gazete de eklenmiştir (Yüzer, 2006, 93). 3. İnternet Gazetesi-Okuyucu İlişkisi İnternet gazeteciliğinin geleneksel medyadan farklı olarak en fazla ön plana çıkan dört yönü; hızı, geri dönülebilir olması, detaylara izin vermesi ve yayıncı açısından da okuyucu açısından da özgürleştirici olmasıdır. İnternet gazeteleri ücretsizdir. Ayrıca okuyucu/izleyici ile etkileşimli bir yayıncılık söz konusudur. Geleneksel gazetecilikte, okuyucular pasif durumdaydı, internet gazeteciliğinde ise okuduğu haberle ilgili görüş ve düşüncelerini anında gazete yetkililerine aktarabilmektedir. Okurun görüş ve düşüncelerini almak, okurun beklentilerine daha hızlı yanıt vermek demektir. İnternet gazeteleri düzenledikleri anketlerle toplumun belli konularda ne düşündüklerini de öğrenmektedirler. En son haberler, televizyon bültenlerinden bile önce internet gazetelerinde yer almaktadır. Habere hızlı ulaşım, insanları internet gazetelerine • Haberi çok hızlı bir biçimde verebilmesi ve sürekli güncellenmesi • Okurun habere 24 saat, dilediği zaman ulaşabilmesi • Multimedya temelinde görüntülü dosyaları kullanma ses-grafik- • Arşivdeki haberlere kolayca ulaşabilme ve istenilen haberleri saklayabilme • Okurla interaktif etkileşim; okurun yorumlarını anında iletebilmesi • Haberle ilgili konularda, web sitelerinin linklerinin verilmesiyle, arka plan bilgilerine kolaylıkla ulaşabilme • Diğer medyada yer almayan farklı haberleri bulabilme. • İnternet gazeteciliğinin bir başka avantajı, okur-gazeteci-yazar arasındaki dengenin okur lehine değişmesi. Okur, tepkisini aracısız bir şekilde anında tepki verme imkânına sahiptir. Bu da okurun haber oluşumuna doğrudan etki etmesine neden olmaktadır. • İnternette büyük haber ajanslarının ve yayın kuruluşlarının dışında kişisel ve yerel yayıncılık da yapılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında tekelciliğin önlendiği, yayıncılıkta fırsat eşitliğinin sağlandığı görülür. Medya holdinglerinin, siyasi ve ekonomik olarak çok büyük güç olması ve basında tekelleşmeyi hızlandırması yadsınamaz bir gerçektir. Günümüz koşullarında yalnız büyük gazeteler değil; özel kimlikler de internette gazete yayınlama şansını yakalamaktadır. Yapılması gereken sadece bu iletişim tekniğinin nasıl kullanılacağını iyi bilmektir. Her yerde hız kavramıyla karşılaştığımız günümüzde gazetecilikte de hız internet sayesinde artmaktadır. • İşletme açısından bakıldığında online yayıncılık yapmak için büyük bir sermaye ve altyapıya gerek yoktur. Güçlü bir bilgisayar sistemi ve iyi bir yazı işleri kadrosuyla dünyanın her köşesine online yayın yapılabilir. Siteye yerleştirilen elektronik sayaç sayesinde yapılan yayının kaç kişi tarafından okunduğu kolayca tespit edilebilir. Böylece kesin tiraj sonuçları hemen anında öğrenilir. Bunun yanı sıra hangi haberin daha çok okunduğu, hangi yazarın daha çok takip edildiği, reklamlara kaç kişinin net olarak baktığı belirlenebilir. • İnternet gazetesinde okuyucu profilini tespit etmek ve kamuoyu araştırması yapmak çok kolaydır. Siteye yerleştirilen mesaj panosu sayesinde okurların eleştirileri, istekleri, düşünceleri v.b konular öğrenilebilir. Yine aynı şekilde herhangi bir konuda kamuoyu araştırması yapmak için anket düzenlemek, politika ya da sosyal içerikli forum düzenlemek mümkün olmaktadır. İnternet gazeteleri sayesinde okurlar, yazarlar hakkındaki düşüncelerini ve eleştirilerini e-mail göndererek ya da sitede bulunan mesaj panosu aracılığı ile yazara iletebilmektedir. 4. Dünyada ve Türkiye’de İnternet Gazeteciliği 4.1. Dünyada İnternet Gazeteciliği Online haber yayıncılığı, ABD’de bir online gazetenin 1995 yılında yayınlanmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. The Washington Post, Times Mirror, Tribune dahil sekiz büyük American gazetesi baskıya hazır gazetelerini online ortama aktarmıştır. Bu gazeteler, Yeni Yüzyıl Yayım Ağı adını verdikleri bir şirket kurarak haber yayımcılığında sanal dönemi başlatmışlardır. İlk dönemlerde basılı versiyonlarını andıran bu gazeteler, bağlantı yelpazelerini genişletip, derinlemesine araştırmalara olanak vererek ve sık sık güncellenerek en sıcak haberlere ulaşmayı sağlamıştır (Onursoy, 2002, 50–51). ABD'nin büyük gazetelerinden Los Angeles Times, internet gazeteciliğini daha etkin hale getirmeye karar vererek, "flaş haberleri" internete akademia çekmektedir. İnternet gazetelerinde haberler anında yayınlanmaktadır. Günlük gazeteler ise, bu haberleri ancak ertesi günkü baskıda verebilmektedir. İnternet gazeteciliğinin sunmuş olduğu avantajları ana başlıklarıyla toparlayacak olursak (Çakır, 2007, 140–141 ): 10 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ anında vermektedir. Gelişmelerde güncellenerek, internette yayımlanmaktadır. Gazete ise daha çok analizlere ve daha geniş araştırmalara yer vermektedir. Gazetenin CEO'su David Hiller, "İş ortamımızı, okuyucuların, internet kullanıcıların ve reklâmcıların medyayı kullanma şekillerine göre yeniden yapılandırıyoruz" demiştir (IV. Kuvvet medya.com, 27.01.2007). 20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan internetin, bir iletişim aracı olarak tüm dünyayı çevrelediği, hayatımızın hemen her alanına girecek şekilde yaygınlaştığı ve geliştiği bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle de son yıllarda, bilgiye ulaşma, yayma, kısaca iletişim konusunda sağladığı imkânlar ve getirdiği kolaylıklar, bu yeni teknolojiyi habercilik sektörü için de vazgeçilmez bir araç haline getirmiştir. Gerek yazılı basının ve gerekse görsel medyanın pahalı yatırımlarına gerek duymayan, diğer habercilik sektörlerine göre çok küçük maliyetlerle, hem yazılı basının hem de görsel medyanın fonksiyonlarını da içeren yapısıyla internet gazeteciliği, kitle iletişimi alanında yeni bir olgu olarak yerini almıştır. Öyle ki, gerek yazılı basın, gerekse görsel medya, kendi kulvarlarında işlevlerini yerine getirirken, bu yeni kitle iletişim türüne duyarsız kalmamışlar, internet gazeteciliğine de el atmışlardır. akademia 4.2. Türkiye’de İnternet Gazeteciliği 11 Türkiye’de internet gazeteciliğinin gelişim seviyesine bakıldığında 1995 yılının milat olduğu görülmektedir. İlk olarak 19 Temmuz 1995 tarihinde Aktüel Dergisi ve 2 Aralık 1995’te Zaman Gazetesi internet ortamına girmiştir. Aktüel Dergisini aynı yılın Ekim ayında Leman Dergisi takip ederken, Ocak 1996’da sanal ortamda yayımlanmaya başlayan Xn’de (Eksen) internetteki ilk sanal gazete olmuştur. Sanal ortam olarak da adlandırılan internette, Zaman Gazetesini 27 Kasım 1996 tarihinde Milliyet gazetesi izlerken, buna müteakiben Hürriyet ve Sabah gazeteleri de 1 Ocak 1997 yılında internette yayıma başlamışlardır. Türkiye’deki ilk yerel internet gazetesi ise ‘Özgür Kocaeli’ gazetesidir (Bal-Bekiroğlu, 2006, 73). IBS’in Türkiye'deki internet kullanıcılarına yönelik olarak yaptığı bir araştırmaya göre "sanal gazetecilik" hakkında bilgi sahibi olanların oranı yüzde 82'ye, internette gazete okuyanların oranı yüzde 60'lara ulaşmış durumdadır. Türkiye’de internet haberciliği iki dönem olarak ele alınabilir. Birincisi internetin ortaya çıkışını ve gelişme dönemini kapsayan 1995–2000 yılları arasındaki dönemdir. İkinci dönem ise, gerçek anlamda internet haberciliğinden bahsedilebilecek 2000 yılı sonrası dönemdir. 2000 yılı başlarında Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz medya sektörünü de derinden etkilemiştir ve işsiz kalan medya çalışanları, yalnızca internet üzerinden yayın yapan haber portallarını devreye sokmuştur. İnsanların bilgiye ve habere olan ihtiyaçları dolayısıyla asıl işi habercilik olmayan arama motorları dâhil, birçok irili ufaklı internet siteleri de haber kanalları açarak günün gelişen haberlerini en hızlı biçimde yansıtma yarışına girmişlerdir (Çakır, 2007, 138–139). Son yıllarda dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de internet gazeteciliği çok gelişmiştir. İnternet'in yaygınlaşmasıyla birlikte, geleneksel gazetecilik tamamen ortadan kalkmasa da önemli ölçüde ivme kaybettiği görülmektedir. Bu alanda yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre, internetin gazete satışlarını önemli ölçüde düşürdüğü, hatta gazetelerin reklâm paylarının belli bir oranını internet gazetelerine kaptırdığı ve ileriye dönük daha büyük oranlarda bu kaymanın yaşanacağı öngörülmektedir. Bir köşe yazısında gazeteci Haşmet Babaoğlu, yabancı medyanın internet gazeteciliğinde de ciddi ve kaliteli olduğunu, fakat bizim internet gazetelerinin, daha çok magazin ve cinselliğe yer verdiğini belirterek şöyle yazmıştır: “New York Times 5 yıl sonra sadece internette yayınlanacak. İnternetteki NYT de tıpkı basılı NYT gibi olacak. Ciddi, ağırbaşlı, prestijli ve haberci. Fakat bizde, hangi 5. İnternet Gazeteciliğin Geleneksel Medyadan Ayrıldığı Noktalar Bazı bilim adamları, yeni medyanın geleneksel medyadan yöneşme, iletim yolları, çeşitlendirilmiş içerik, kontrol ve etkileşim gibi birçok önemli noktada ayrıldığını vurgularken; bazı bilim adamları ise, yeni medyanın üç temel niteliğini: etkileşim, kitlesizleştirme ve asenkron olma özelliğini ön plana çıkarmaktadırlar. Aşağıda bu ayrılan noktalar sıralanmıştır (Aktaş, 2002, 110– 116): 5.1. İnternet Gazeteciliğinde Yöneşme Yöneşme, telekomünikasyonun, veri iletişiminin ve kitle iletişiminin bütünleşerek tek bir ortama dönüşmesidir. İnternetin ana niteliklerinden biri de, farklı medya biçimlerini ağlarla bütünleştirmesi ve farklı iletişim şekillerine imkân vermesidir. İnternet gazeteyi, radyoyu, televizyonu, aklımıza gelen diğer medya türlerinin hepsini tek bir medya olarak paketlemek, bir araya getirmek yeteneğine sahip olan bir medyadır. Örneğin; internet üzerinden radyo yayını dinlenirken aynı kanal üzerinden gazetelerden ve/veya haber portallarından dakika dakika günlük haberler okunabilmekte veya bir gazetenin internet sitesi okunurken, sitede var olan bir video görüntü izlenebilmekte veya bir röportaj dinlenmekte hatta internet üzerinden televizyon yayınları takip edilebilmekte ya da film izlenebilmektedir. Dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana gelen bir olaya, kullanıcılarının anında erişebilmesini zaman ve mekân sınırlaması olmaksızın sağlayarak dünyayı olduğundan daha küçük bir yer haline dönüştürmektedir 5.2. İnternet Gazeteciliğinde Etkileşim İnternet kullanıcısı, internet üzerinden yayınlanan bir gazete haberini kaleme alan kişi ile başka bir iletişim aracına gerek duymaksızın aynı kanal üzerinden iletişim kurarak üretilen mesaj hakkında kendi düşüncelerini aktarabilme ve fikir alışverişinde bulunabilme imkânına sahiptir. Bu gün etkileşim denildiği zaman kullanıcının düşüncesini anında elektronik posta, sohbet odaları ve çevrimiçi anketler ya da forumlar aracılığı ile iletmesi anlaşılmaktadır. Örneğin; Hürriyet Gazetesi’nin internet deneyimini anlatan hürriyetim.com editörü Karakaş; “yayımladığımız bir haber için birkaç dakika sonra elektronik posta yoluyla tepki alabiliyoruz. Dolayısıyla bu da haberi hazırlayan ve okur arasında inanılmaz hızlı bir iletişim sağlıyor” diyerek yeni medyanın etkileşim özelliğinin uygulamadaki yansımalarına ışık tutmaktadır. Ayrıca internet gazetelerinde yayınlanan anketlerde, kamuoyunun tepkisinin ölçülmesi de önemlidir. Örneğin, ekonomik program hakkında ne düşünüyorsunuz? Erken seçim yapılsın mı? ABD seçimlerini kim kazanır?. Bu anketler okurun gündeme dâhil olmasını sağlar ve birkaç saat içinde okurların eğilimi öğrenilir. 5.3. İnternet Gazeteciliğinde İçerik Bu gün geleneksel medya olarak kabul edilen radyo, televizyon ve gazetelerde medya içeriğini ve içeriğin sunum sırasını o yayın organının yöneticileri belirler. Örneğin; gazetelerde genel yayın yönetmeninin önemli bulduğu haberler, manşette yer alırken, diğer haberler ise önemliden önemsize doğru sıralanır. Hâlbuki yeni medya ortamında içeriğin büyük bir kısmı kullanıcılar tarafından oluşturulur. Çevrimiçi ortamda, herkes hem bir içerik sağlayıcısı hem de yeni medyanın bir kullanıcısıdır. Yeni medya milyonlarca bireye içerik üreticisi olma imkânını vererek, homojen medya içeriği tehdidini azaltmaktadır. akademia gazetemizin internet sitesini açarsanız açın, “günün en çok okunanları” listesinde kolay kolay ciddi bir haber ve yoruma rastlayamazsınız. Magazin, polemikler ve gerçek olduğu kuşkulu sansasyonel haberler dolduruyor bu listeyi” (Babaoğlu, 2008). 12 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ 5.4. İnternet Gazeteciliğinde Kontrol Yeni medya, kullanıcılarına hem içeriğin oluşturulması, hem de içeriğin seçilmesinde daha fazla kontrol vermektedir. Kontrol; kullanıcının bir iletişim faaliyetinin zamanını, içeriğini ve sırasını seçebilmesi, alternatif seçenekleri araştırabilmesi ve diğer kullanıcılar için belleğe mesaj içeriğini girebilme derecesidir. İnternet gazeteleri, medya içeriğinin sırasını değiştirebilme ve bireyselleştirme yetkisi verir. Örneğin, bir kullanıcı sadece ekonomi haberleri ile ilgileniyorsa o kullanıcı ekonomi haberleri ile ilgili medya içeriklerine süratle ulaşabilir. Geleneksel medya ortamında toplumsal kontrol, kanunlar, meslek ve ahlak ilkeleri ve halkın eğitimi vasıtasıyla yapılırken yeni medya ortamında ise teknolojik aygıtlar ve izlenme yöntemi kullanılarak yapılmaktadır. Dolayısıyla yeni medya üzerindeki toplumsal kontrol azalmıştır. 6. İnternet Gazeteciliğinin Avantajları ve Geleceği 6.1. İnternet Avantajları Gazeteciliğinin akademia İnternetle birlikte yeni bir okur kesimi oluşmuştur. İnternetin etkileşimli bir ortam olmasının da etkisiyle okur/ziyaretçi düşüncesini ve tepkisini doğrudan ve aracısız bir şekilde en kısa sürede iletebilmekte, haberlere ve yazılara yorum göndermekte ve düşünceler özgür bir şekilde tartışılabilmektedir. Ayrıca siteyi ziyaret eden okurlar hakkında kolay bir şekilde bilgi sahibi olunabilir. Anketler vasıtasıyla ziyaretçilerin herhangi bir konudaki görüşleri kolay bir şekilde öğrenilebilmekte ve böylece okur/ziyaretçi, yayının doğrudan bir parçası durumuna gelmektedir. 13 İnternet gazeteciliği'nin bir diğer avantajı, okur-gazeteci-yazar arasındaki dengenin okur lehine değişmesidir. Okur/ziyaretçi tepkisini aracısız bir şekilde anında verme imkânına sahiptir. Bu da okurun haber oluşumuna doğrudan etki etmesine neden olmaktadır. Başka bir avantaj da internet vasıtasıyla dünyanın her yerine ulaşma imkânına sahip olunmasıdır. İnternette dağıtım, baskı, matbaa gibi sorunlar yoktur. Haber yazılmakta ve yayına verilmektedir. Dünyanın en büyük medya imparatorluğunun sahibi Rupert Murdoch geleneksel gazetelerin artık geri dönülmez bir kayıp sürecine girdiğini söylemiştir. The Economist dergisine demeç veren Murdoch, kendi grubunun artık en büyük yatırımı internet gazeteciliğine yapacağının altını çizerek, Bundan sonra önceliklerinin internet gazeteciliği olacağı ve geleneksel gazeteciliğin bitiş sürecine girmesini şöyle açıklamıştır: "Internet gazeteleri(IG) özellikle 'bloggers'lar. IG'ler okurlarıyla diyaloga giriyorlar. Onları reporter haline getirip kendi görüşlerini veya haberlerini sitelerine koyuyorlar. Böylelikle genç okurları kendilerine çekiyorlar. Genç okurlar artık kendilerine yukardan haber empoze edilmesini kabul etmiyorlar. Kendileride habercilik mekanizmasının bir parçası olmak istiyorlar. Bloggers'lar bazen günde 250.000 okuyucu çekebiliyor. Gelirleri reklam, paralı giriş ve en başarılı makale yazana (oylamadan sonra) okurların yolladıkları bahşişler’’ (IV. Kuvvet Medya, 24.04.005). Haber siteleri anında haber verdikleri gibi, bu haberleri toplamak, bir dosyaya koymak da mümkündür. Bu ise İnternet gazeteciliğinin TV gazeteciliğine göre sağladığı bir teknolojik avantajdır. Eski bir BBC muhabiri olan ve halen İngiltere’de kurulu Lancaster Üniversitesi’nde çalışan Mike Ward yeni kitabı Journalism Online’da internet gazeteciliğinin içinde bulunduğu sorunları, gelişmeleri, teknolojileri ve internet gazeteciliğinin geleneksel basın ve televizyon gazeteciliğinden farklı yanlarını şöyle ortaya koymuştur (Dalgıç, 2002, IV. Kuvvet medya.com): • İnternet haberciliğinin anında yayın yapabilme olanağı, • Gerçeklerle interaktif iletişim; • Haberlerin sınıflandırılıp, iletişim yöntemleri ve veri bankaları yoluyla isteyene ulaşması, • Internet'te olanağı, araştırma yapabilme • Haber, analiz ve yorumları anında arşive kaldırma ve dosyalama olanağı. Haber okurları, her dakika kendilerine gereken bilgiyi elde edebilmek için çok geniş bir bilgi yığını taramakta ve bu bilgileri gerektiğinde alabileceği bir iletişim aracını tercih etmektedir. Online haber yayınlarının, geçmiş döneme ait bir haber ya da makaleye ulaşma olanağı sağlaması ve haberlerin her an güncellenebilir olması konusu bu iletişim aracının tercih edilmesinde rol oynamaktadır. İnternet sayesinde insanlar günlük değil anlık haber okumaktadır. Zaman ve mekân kavramı ortadan kalkmaktadır. Televizyon kadar hızlı, gazete kadar derin ve kapsamlı haber okuma alanı sunar. İnternet gazeteleri devamlı güncellenerek en son haberleri ve gelişmeleri yayımlayarak sanal gazeteleri sürekli canlı ve üretken tutmaktadır. Hangi haberlerin daha çok okunduğu, hangi reklamın daha çok ilgi çektiği gözlemlenebilir. Anketler ve forumlar düzenlenerek gündem daha belirgin hale gelmektedir. Gazeteler tüm eklerini ve arşivlerinde kayıtlı bulunan birçok haberi ve bilgiyi okurlarının hizmetine sunar (Yücedoğan, 2002, 147–148). Okuyucu herhangi bir haberle veya makaleyle ilgili eleştirisini direkt e-mail adresiyle yazara ulaştırmaktadır. İnternetin bir başka özelliği de, kişiye özel haberdir. Birçok özel haber isteyen okurların PC’lerine özel kutularla yollanmaktadır. Geleneksel gazetecilikteki dağıtım işi, pahalı ve sorunlu bir iştir. İnternet gazeteleri ayrıca ücretsizdir. 6.2. İnternet Gazetelerinin Geleceği Dünyanın saygın haber ajanslarından Reuters ile Zogby International'ın düzenlediği, Dünya Genel Yayın Yönetmenleri anketinden çıkan sonuçlara göre (435 genel yayın yönetmeniyle yaptığı anket): "Basılı gazetecilik 10 yıl sonra bitecek, 21. yüzyıl internet medyasının olacak”. Matbu gazetelerin kârının giderek düşmesi, buna karşın online gazete gelirlerinin sürekli artması, yayın kuruluşlarını yeni önlemler almaya zorluyor. ABD'de 90 yıldır yayımlanan prestijli The Capital Times gazetesi, sadece online gazetecilik yapma kararı alarak kağıda basılan versiyonunu sona erdirdi. Gazetenin yayımcısı Clayton Frink, son dönemlerde tirajlarda ciddi düşüş görüldüğünü belirterek, 'Biraz ileriye gidiyor, biraz hızlı hareket ediyoruz ancak bu trend her yerde var' diye görüş belirtmiştir (IV.Kuvvet medya.com- 29.04.2008). Dünyaca tanınmış İngiliz medya profesörü Donald Trelford ise, Belçika’da yayımlanan DE Morgen gazetesine verdiği demeçte, Internet gazeteleri ile normal gazeteler arasındaki ilişkiyi analizi etmiştir: ‘’Internet gazetesi (IG) ile artık yarışmak çok zor. (IG) anında haberi en ince detayına kadar geniş bir şekilde verebiliyor. Geleneksel gazeteler ise bunu takip etmeleri imkânsız. Eğer günümüzün gazeteleri (IG) gibi haberleri geniş kapsamlı yayınlamaya kalkarsa hacmini büyütmesi yani sayfa âdetini çoğaltması lazım bu da hem maliyet hem de zaman açısından imkânsız. Günümüzün gazeteleri artık derin analizlere yer vermeye başlamaları gerekiyor. Klasik haber anlayışını yavaş yavaş terk etmeleri önemli. Geleneksel gazeteler gençleri çekmek için bir şeyler yapmalı. Günümüzün gazeteleri ilk yapmaları gereken şey eski alışkanlıklarını bırakmak olmalı." Yapılan araştırmalar, önümüzdeki on yıl içerisinde medya sektöründeki reklâm pastasının yüzde 20’sinin internet gazeteciliğine kayacağını ve günlük klasik gazetelerin 20 yıl sonra etkilerinin artık kalmayacağını göstermektedir. İnternet akademia • Muti-medya temeline dayalı bir yaklaşımı kullanabilme olanağı, 14 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ gazeteciliğinin durdurulamayan bir yükselişte olduğu ve yeni nesillerin bilgisayardan haber okuma alışkanlığı içinde oldukları görülmektedir. 7. Kamuoyu Kavramı ve Kamuoyu Oluşumu 7.1. Kamuoyu Kavramı “Kamuoyu; belli bir zamanda, belli bir tartışmalı sorun karşısında, bu sorunla ilgilenen kişiler grubuna veya gruplarına hâkim olan kanaattir” şeklinde tanımlanır. Ancak bu tanımda ilgili grup içinde “hâkim kanaatin” nasıl ortaya çıktığı ya da hangi faktörlerin etkili olduğu açık değildir. Bu konuda iki önemli unsur rol oynamaktadır. Birincisi “sayı” diğer bir ifade ile çoğunluk, ikincisi ise yoğunluk, etkinlik faktörüdür. Bir anlamda kamuoyu çoğunluğun kanaatidir, denilebilir. Bu bakımdan kamuoyu kavramında nicelik unsurlarından çok nitelik unsuru ağır basar. Sonuç olarak “Kamuoyu, kendini etkin olarak duyuran kanaattir” biçiminde tanımlanır (Kapani, 2000, 147). akademia 7.2. Kamuoyu Oluşumu 15 Kamuoyu oluşmasında pek çok etmenin rolü vardır. Bunların başında kişisel algılamalar, özdeşleşmeler, psikolojik süreçler, uyuşmazlıklar, önyargılar vs. kamuoyunu oluşturan bireylerin düşünme ve davranma biçimlerini etkiler. İkinci bir etmen grubu ise kuşkusuz çevresel olanlardır. Bireylerin toplum içindeki yerleri, topluma hâkim olan ideoloji, nüfus yapısı, kültür, siyasal kurumlar, din, kitle iletişim araçları vs. bu grup içinde değerlendirilir. Kamuoyunun oluşma sürecinde, verilecek tüm mesajlarda bu etmenlerin rolleri değerlendirilmelidir. Burada altı çizilmesi gereken nokta, sunulan mesajın içeriği kadar, onu yaygınlaştırırken kullandığımız dilin ve araçların doğru seçilme gerekliliğidir. Kitle iletişim araçlarının kamuoyu oluşumundaki rolü önemlidir. Özellikle görsel ve işitsel medya araçları insanlarda kanaatlerin oluşmasında büyük öneme sahiptir. Adeta tek taraflı propaganda bombardımanına tutan radyo, televizyon, sinema ve benzeri araçlar kişiyi teslim almakta ve istediği şekilde davranma konusunda yönlendirmeye çalışılmaktadır. Günümüzde kamuoyunun oluşmasında en etkili unsurun kitle iletişim araçları olduğu genellikle kabul edilmektedir. Teknik gelişmeler sayesinde etki alanları da gittikçe genişleyen bu araçların başlıca özelliği, olayları da gittikçe genişleyen bu araçların başlıca özelliği, olayları ve yorumları çok kısa bir zamanda çok büyük kitlelere -milyonlara- yayabilmeleri ve böylece onların kanaatlerine yön verebilme olanağına sahip olmalarıdır (Kapani, 2000, 150). 8. İnternet Gazeteciliğinin Kamuoyu Oluşumuna Etkileri İnternette yayınlanan bir haber için birkaç dakika sonra e-maille tepki alınmakta. Dolayısıyla bu da, haberi hazırlayan ve okur arasında inanılmaz hızlı bir iletişim sağlamaktadır (Yedig-Akman, 2002, 78). Okuyucunun elektronik ortamda okuduğu haberle ilgili duygu ve düşüncelerini anında dile getirebilmesi sayesinde yayıncıyla okur arsında bilgi akışı ve etkileşim kolayca gerçekleşebilmektedir. İnternet gazeteciliği bağlamında söz konusu olan bu etkileşim, teknik ve sosyal etkileşim olmak üzere iki şekilde gerçekleşebilmektedir. Teknik etkileşim, kullanıcı ve internette yer alan gazetelermedya arasındaki etkileşimi nitelerken, sosyal etkileşim ise kullanıcıların kendi aralarındaki etkileşimi yansıtmaktadır. İnternet ortamında gazeteler açısından interaktiflik, fikirlerin, görüşlerin paylaşımının yapıldığı ilan tahtaları ve gerçek zamanlı chat odaları gibi birçok biçimde sağlanabilmektedir. İnternet gazeteciliğinde okur analizinin yapılması da söz konusudur. Böylelikle hangi sayfanın ne kadar okunduğu, hangi köşe yazarının ne Şüphesiz internetin desteklediği yeni açılımlar ve olanaklar da bulunmaktadır. Çeşitli toplumsal eylemleri örgütleme ya da belli bir dayanışma ortamı yaratma çabasındaki grupların bu süreçte daha iyi bilgilenme ve organize olma gereksinimleri, telefon ya da mektup gibi iletişim araçlarıyla karşılaştırıldığında internetin olanaklarıyla çok daha ucuza ve çok daha kısa zamanda karşılanabilir. İnternet, farklı düzeylerde konumlanmış birimler arasında, merkezi otoritenin denetiminin çok da kolay kurulamadığı “ağ” örgütlenmesi biçiminde yeni organizasyonların kurulmasına olanak sağlayabilir. Bu dayanışmacı ve katılımcı yeni ağ örgütlenmeleri içerisinde yaratılan yoğun haberleşme trafiğiyle belli konular, kamuoyunun ya da kitle iletişim araçlarının gündemine farklı bir anlayışla sokulabilir (Törenli, 2005, 213). Amerika'nın internetteki en saygın web sitelerinden Online Journalism Review (OJR) tarafından medya eleştirmenleri arasında yapılan bir anket ortaya ilginç sonuçlar çıkarmıştır. Washington Post’un medya muhabiri Howard Kurtz’a göre, “11 Eylül Terörist Saldırısı, Amerika’da halkın ‘internet gazeteciliği’ konusunda gözünü açmış. Bu İnternet siteleri her türlü haber, yorum ve analizleri ile okuyucularına kendi ağırlıklarını da hissettirmişler. Aynı şeyi Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında da yapmışlar ve ayrıntılı bilgilerle okurlarının haber isteklerine yanıt vermişlerdir”. New York Times gazetesi medya konuları yazarı Gabriel Snyder’e göre ise; “tv ve radyolar tüm yayınlarını terörist saldırıya ayırıp halka geniş bilgi verdiler, ama aynı sırada web siteleri daha fazla bilgiler aktarıyorlardı okurlarına”. Boston Phoenix medya eleştirmeni Dan Kennedy’ye göre ise; “terörist saldırı sırasında İnternet medyası TV ve basılı gazetelere göre üçüncü sırada bir rol oynadı ama bu rol çok önemliydi. TV’ler aynı haberi durmadan tekrarlarken, İnternet siteleri bunların eksiklerini tamamladılar” (Dalgıç, 2002, IV.Kuvvet medya.com). İnternet gazetelerindeki köşe yazarları, sohbet odalarında direkt olarak okuyucularla buluşmakta ve ilk elden okurlarından geri bildirim, yorum, eleştiri alabilmektedirler. Aynı şekilde gazete, okurlarında bir araya gelmelerini ve fikir alışverişlerinde bulunmalarını sağlamaktadır. İnternet gazetelerinin büyük çoğunluğunun ücretsiz olması da önemli bir tercih sebebidir. Kurumsal gazetelerin yanında serbest gazetecilerde internet ortamında, bireysel gazete çıkarmaktadır. Normal gazetelerde yayımlayamadıkları fikir ve haberleri sanal gazetelerde yayınlamaktadır. Yerel internet gazeteleri de, yerel haberleri, olayları, etkinlikleri dünyanın her yerindeki okuyucularına ulaştırarak onları bilgilendirmektedir. Özellikle son dönemlerde, yazılı ve görsel basında mevcut yasal uygulamalar nedeniyle gerçekleştiremedikleri saldırgan yayınları sanal ortama taşımak isteyen kimi haber siteleri, kamuoyu adına büyük tehlike yaratmaktadır. Ayrıca internet ortamında dedikoduya dayanan, asparagas ve sansasyonel haberler had safhaya ulaşmıştır. (Bal-Bekiroğlu, 2006, 74). İnternetin, gazete satışlarında da bir etkiye neden olduğu söylenebilir. Christian Science Monitor adlı gazetede yayınlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre, ABD’de basılı gazete okuyan yetişkinlerin sayısı 1964 yılında % 81 olarak gösterilirken, 2004 yılında bu oranın % 52’ye düştüğü belirtilmektedir. Gazeteye göre gençlerin tercihi “internet medyası” olmaktadır. Dolayısıyla, gazete tirajlarındaki düşüş, insanların gazete okumayı bıraktığı anlamına gelmektedir (Yüzer, 2006, 94). İnternet gazetesi, insani-toplumsal gelişmeye odaklı politikalarla iletişimi, enformasyonun üretimi ve paylaşımını bireysel/toplumsal kullanıma açabilecek, ifade özgürlüğünün gerçekleşmesinde katkı yapabilecek yeni açılımlara kapıyı aralamıştır. (Törenli, 2005, 213). Network ağlarının dünyamızı kuşatması, McLuhan’ın deyimiyle “küresel köy” durumuna gelen yerkürede, artık tüm okuyucuların istenilen zamanda ve mekânda internet aracılığıyla akademia kadar hit aldığı düzenli olarak takip edilmektedir (Bal-Bekiroğlu, 2006, 74). 16 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ gazeteye ulaşmalarını olası duruma getirmiştir. İnternet gazeteciliğinin geleneksel anlamda kabul gören gazete haberciliğine yeni yaklaşımlar ve farklılaşmalar getirdiği, kamuoyu oluşumuna etkisi açıktır. Bu gelişme, geleneksel anlamda gazete haberciliğinin temel öğelerini oluşturan zamanlılık (immediacy) ve yakınlık (proximity) kavramlarının yeniden tartışmaya açılması konusunu gündeme getirmiştir (Gezgin, 2002, 77). Ancak “web günlükçüleri” ya da “blogger”lar örneğinde olduğu gibi kitle iletişim araçlarında yazılan haberleri kendi bakış açıları uyarınca bir tür doğruluk testinden geçiren, interneti bir baskı ortamına dönüştürüp lobileri harekete geçirme amacıyla kullanan kişiler de bulunmaktadır. Örneğin CNN’in Irak ekibi sorumlusu Eason Jordan’ı istifaya zorlayıp, bunda da başarılı olan; kendileri gazeteci olmayan, o gün orada başka bir nedenle bulunmakla birlikte internetin olanaklarıyla birer “sanal” haberciye dönüşen; kimilerine göre hayli abartılı bir tanımlamayla “kendi kendinin gazetecisi” olan web günlükçüleri, pek okunmuyor olsalar da internetin farklı amaçlarla kullanabileceği iyi bir örnek oluşturmaktadırlar. İnternetin bu tür yeni ve farklı kullanım biçimleri haber-habercihaberin değeri kavramlarıyla ilişkili tanımlamaları yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılmaktadır (Törenli, 2005, 213). akademia Sonuç 17 İnternetin evrensel boyutu, daha geniş kitlelere haber ve bilgi ulaştırabilme imkânı sunmaktadır. Dünyadaki birçok insanı aynı platformda buluşturan internet, Mc Luhan’ın ‘küresel köy’ teorisini de güçlendirmektedir. İnternet, teknolojik bir gelişme olarak ortaya çıkmasına rağmen, dünya insanlarının ve toplumlarının birbirleriyle iletişimini de oldukça geliştirmiştir. Böylelikle dünya da ortak bir kültürün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İnternet gazeteciliği, geleneksel gazetecilikten daha ucuz, sansür edilmesi daha zor, alternatif kullanım imkânları olan, kitle iletişimi daha özgür, daha demokratik ve aktif yapıya bürünmüştür. İnteraktif katılımcılığı artıran, katılımcı demokrasiyi oluşturan bu bağ, çok ortamlı, çift yönlü, etkileşimli bir iletişim haline gelmiştir. İnternet gazetelerindeki anketler de, okuyucu ile gazete arasındaki bağı güçlendirmiştir. Özellikle gündemi etkileyen son dakika haberleri, televizyon bültenlerinden bile önce internet gazetelerinde yer almaktadır. Habere hızlı ulaşım imkânı insanları internet gazetelerine çekmektedir. İnternet gazetelerinde haberi çok kısa bir sürede görmek mümkün olurken, günlük gazeteler bu haberleri ancak ertesi günkü baskıda verebilmektedir. İnternet gazeteciliğinde haber sıcak takip edilmekte ve günün haberleri aynı gün okunabilmektedir. Diğer yandan internetin en önemli özelliklerinden biri olan karşılıklı etkileşim, okuyucunun da habere dâhil olmasına imkân tanımaktadır. Ücretsiz olması, yerel değil tüm dünyada izlenebilir olması, spor, siyaset ve yaşam gibi istenilen alanda tarama özelliğinin bulunması da önemli avantajları arasında yer almaktadır. Günümüzde okuyucu kitlesi her yönü ile aktif bir şekilde sisteme dâhil olmakta, hatta blog (e-günlük) kavramı ile haberin kaynağı dahi olabilmektedir. Televizyon kadar hızlı, gazete kadar derin olduğu bilinen internette yazı, görüntü ve sesin aynı haberde okurla buluşması da çok önemli bir avantajdır. İnternette yazı, fotoğraf ve video birlikte kullanabilmektedir. Son dakika gelişmeleri saniye saniye aktarılmakta ve haberi detaylı bir metin halinde aktarıp, videoyla destekleyip, olayın fotoğraflarını kullanabilmektedir. Televizyonda haber uçup giderken; internette arşivleme, habere hızlı ve her an ulaşma imkânı bulunmaktadır. İnternet gazeteciliğindeki etkileşim, geleneksel gazetecilikteki gibi zayıf bir geri bildirim değildir. Okuyucusuna yorum ekleme, çeşitli konular hakkında tartışabilme, e-posta gruplarıyla aktif hale gelmiştir. Böyle bir medyanın herkesçe kullanılabilmesi, her yaşa hitap edebilmesi, İletişim araçlarının kamuoyu oluşturma isteği internet ile yeni bir boyut kazanmıştır. Bir haberden okurun nasıl etkilendiği çok fazla anket/araştırma gerektirmemektedir. Okuyucuların yorumları, verdiği tepkiler, tartışabilme olanakları internet gazetesinin yöneticilerinin de izleyeceği politikaları belirlemektedir. İnternet gazeteciliği anında yayın yapabilme olanağı, güncellenebilir olması, ücretsiz olması gibi yeni imkânlarda sunmaktadır. Bu yeni teknolojide mesajın denetlenmesi, düzeltilmesi, alınması daha kolay olmuş ve geri besleme belki mesaj kadar önemli hale gelmiştir. Kaynakça Akgül, M.. (2008). “İnternet yasakları Türkiye’ye zarar veriyor” Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi, sayı:1115, yıl:22. Aktaş, C. (2002). “How Do People Read News on the İnternet”, İstanbul İletişim Fakültesi Dergisi, XIV. Aktaş, Aris, C. (2007). “Yeni medyanın geleneksel medya ile karşılaştırılması”, Medya Üzerine Çalışmalar, Der.: Gülbuğ Erol, İstanbul. Beta Basım. A. J. (2006). Managing media companies, West Sussex-England, John Wiley&Sons Ltd. Babaoğlu, H. (2008). “İnternette tıklanma şehveti”, hasmetb@gazetevatan.com. Bal, E., Bekiroğlu, O. (2006). “Sanal âlemin yerel aktörleri”, Selçuk İletişim Dergisi, Ocak, cilt: 4, sayı: 2. Çakır, H. (2007). “Geleneksel gazetecilik karşısında internet gazeteciliği”, Erciyes Ünv., Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 22 Yıl: 2007/1 ( s.123–149 ). Dalgıç, T. (2002).“İnternet gazeteciliği ivme kazanıyor”, IV.Kuvvet Medya.com, 31.03.2002. Gezgin, S. (2002). Medya ve Eğitimde Birikimlerim, İstanbul, İletişim Fakültesi Yayınları: 12. Herrick, D. F.(2003). Media management in the age of giants (Business Dynamic of Journalism), Iowa, Blackwell Publishing. Kapani, M. 2001. Politika bilimine giriş, Ankara, Bilgi Yayınevi. Onursoy, S. (2002). “Online (çevrimiçi) haber yayımlarında okur, görsel tasarım ve yayımcılık kültürü üzerine”, İstanbul, İstanbul Ünv. İletişim Fakültesi Dergisi, s.50. Sankleman, L. K. (2000). İnside the BBC and CNN, Managing media organisations, New York, Routledge. Soytürk, T. (2008). “MediaCat Dijital Dosya”www.porttakal.com/haberturkiye-nin-en-populer-haber-siteleri105484.html - 46k Timisi, N. (2003). Yeni iletişim teknolojileri ve demokrasi, Ankara, Dost Kitabevi. Törenli, N. (2005). Yeni medya, yeni iletişim ortamı, bilişim teknolojileri temelinde haber medyasının yeniden biçimlenişi, Ankara, Bilim ve Sanat. akademia kullanımını ve gücünü arttırmıştır. Öyle ki web erişimi, doğrudan doğruya her vatandaşı bir muhabir yapmıştır. Kendi internet sitelerini açanlar, cep telefonlarıyla bir olayı anında görüntüleyip internette yayınlayanlar gün geçtikçe çoğalmaktadır. Son on yıla damgasını vuran internet gazeteciliğinde, baskı, dağıtım, matbaa gibi sorunlar yoktur. Okurla sürekli etkileşim halindedir. Yayınlanan haber ve olayları okuyan okur, e-posta sistemi ile haber hakkındaki görüşlerini ve yorumlarını anında dile getirebilmektedir. Çeşitli toplumsal olayları örgütleme, belli dayanışma ortamları yaratma çabaları kısa zamanda ve ucuza mal edilmektedir. Wall, P. P., Kruger, S. (2006). As media studies the essential introduction, New York, Routledge. 18 Erciyes İletişim Yerlikaya, İ. (2004). “İnternet gazeteciliği ve geri besleme”, Medyada yeni yaklaşımlar, Konya, Eğitim Kitabevi. Yücedoğan, G. (2002). “İnternet haberciliği”, İstanbul Ünv. İletişim Fakültesi Dergisi, XIV. Yedig, S., Akman, H. (2002). İnternet çağında gazetecilik, İstanbul, Metis Yayınları. Yüzer, T. V. (2006) Günlük yaşamda internet ve medya ilişkileri, Konya, Selçuk İletişim Dergisi, cilt: 4, sayı: 2, Ocak IV. Kuvvet Medya(29.04.2008) “Gelecek internette deyip 90 yıllık gazeteyi kapattılar www.dorduncukuvvetmedya.com/ - 87k. IV. Kuvvet Medya. (24.04.2005).”İnternet gazeteciliğinin üstünlüğünü artık herkes kabul ediyor”, www.dorduncukuvvetmedya.com/ 87k. akademia www: netgazete.com. (2007). “Basılı gazete 10 yıl sonra bitecek”, 28.03.2007. 19 2009 TEMMUZ YEREL MEDYA SORUNSALLARI VE SEKTÖR ÇALIŞANLARININ SORUNLARA BAKIŞLARI “ELAZIĞ İLİ ÖRNEĞİ” İhsan Kurtbaş* / Adem Doğan** / Göksel Göker*** Özet Yerel yayın kuruluşları, belirli bir bölgede yayınlanan, yerel unsurları ve sorunları ortaya çıkaran, yaptığı haber ve yorumlarla sorunlara yerel yöneticilerin dikkatini çeken, yöre halkı ile yerel yönetimler arasında köprü görevi yapmanın yanında bireye “yaşanan yer” düşüncesini kazandıran, halkı yerel konularda bilgilendiren, yerel kamuoyu oluşturan, katılımcı demokrasinin gelişmesine katkı sağlayan, kitle iletişim araçları diye tanımlanabilir. Türkiye’de yerel basının sorunları, yaygın basının sorunlarına birçok yönden benzerlik göstermekle birlikte, ekonomik, teknolojik ve personel noktasında yaşanan bu sorunlar yerel basına özgü bazı karakteristik unsurlar taşırlar. Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı'nda "Gazi basın" unvanını verdiği dönemde, biri de Elazığ’da olmak üzere Anadolu’da 22 gazete yayınlanmaktaydı. O günlerden bu günlere gelene kadar yerel basının yaşadığı sorunlar-sıkıntılar özünde bir değişiklik göstermemiştir. Bu çalışmada Elazığ ilinde görev yapan gazetecilerin sosyo-demografik profili tespit edilerek, gazetecilerin kendi mesleklerine ve meslekteki sorunlarına bakış açıları ortaya konulmuş ve çalışanların medya-siyaset-sermaye ilişkisi gibi medyadaki nesnellik-yanlılık ilkelerine bakış açıları gözlemlenmiştir. Çalışmada, gazeteciler cemiyetine mensup olup da bu meslek ile geçimini sağlayan ve özellikle meslekte aktif olarak çalışanlara (yüz yüze görüşülerek-anket) yapılandırılmış (formel) görüşme tekniği uygulanmış, sonuçlar frekans analiziyle tartışılmış, SPSS İstatistik Paket Programı ile analiz edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Yerel Basın, Elazığ Basını, Gazetecilik LOCAL MEDIA PROBLEMATICS AND VIEWPOINT OF THE PROBLEMS FROM SECTOR EMPLOYEES “SAMPLE OF ELAZIĞ CITY” Abstract Local publishing establishments can be defined as massive communication devices that introduce local components and problems; take local directors’ attention via news and interpretitions which they make; bring in the idea of “living sphere” to the individual besides acting as a bridge patrol between regional people and local managements; inform people about local subjects; form a local public opinion; supply assistance in development of contributional democracy. While problems of local press ın Turkey represent resemblence with widespread press in many ways, these problems that are experienced at points of economy, technology and staff carry some characteristics which are peculiar to local press. akademia In the period with Turkish War of Independence, which Great Leader Gazi Mustafa Kemal Ataturk had given the reputation of “Veteran Press”, there were 22 newspapers in Anatolia, one of which was being published in Elazığ. Beginning from those days until now, problems-difficulties that local press have not demonstrated any change in essence. In this framework, determining the socialdemographical profile of the journalists that are commissioned in Elazığ, views of the journalists at their own occupations and at problems in the occupation have been introduced and points of view of working people at principles of objectivity-bias such as media-politics-capital relationship, have been observed. In the research, rather than people who are members of Association of Journalists but do not earn their lives through this occupation; survey has been applied upon people that work within the occupation via face to face interviews being made and the results have been analized with SPSS Package Program of Statistics. Key Words: Local Pres, Elazığ Press, Journalism * Öğr. Gör., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi ** Okt., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi *** Öğr. Gör., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi 20 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Genelde ulusal ya da uluslararası yayın yapan kitle iletişim araçları, bireylere düşünemedikleri, ulaşamadıkları dünyayı sunarken, onların içinde bulunduğu çevrede/toplumda yaşadıkları sorunları çözememekte ve toplumun üyeleri kendi sorunlarıyla baş başa kalmaktadır. Ulusal gazeteler büyük şehirlerin, büyük yerleşim alanlarının ve merkezi konumdaki bölgelerin sesi olma özelliğini taşımaktadırlar (Erdoğan, 2006, 52). Bu noktada, yerel medya küreselleşen dünyada bireyin duyabileceği yalnızlık, yakın çevresinden soyutlanma ve yabancılaşma duyguları ve bunun sonucu olarak da yerel kültüre ve çevreye ilişkin bilgilere duyulan ihtiyacın karşılanmasında kilit rol oynar (Arslan, 1999, 82). Genel olarak yerel medya; yayınladığı haberler, görüntüler, fotoğraflar, ele aldığı sorunlar, kentin ihtiyaçları, kentteki kültürel ve sosyal etkinliklere ilişkin aktardığı bilgilerle, bireye ‘yaşanan yer’ duygusunu, yaşadığı yerin bir parçası olduğu düşüncesini kazandırmaktadır. 21 Yerel medyanın bu işlevlerine rağmen, algılamasına ilişkin iki farklı yaklaşım olduğunu görmekteyiz. İlk bakış açısına göre yerel medya, makaslama ya da masa başı haberlerle resmi ilan ve/veya çıkar için yayımlanan, içeriğinde pek önemli bir şey bulunmayan, çevrede yankı uyandırmak için yapılan baskı çalışmalarını akla getirirken; diğer bakış açısına göre: Anadolu basını ve mensupları kişisel çıkarlar yerine ülke ve ulus çıkarlarını ön planda tutarak, kendi aralarında örnek olmuş, olmaya devam eden gazeteler, gazeteciler ve medya mensuplarından meydana gelmektedir. Bu yaklaşımlardan ilk bakış açısına uygun gazete ve gazetecilere rastlanmakla birlikte, ağırlıklı olarak kabul edilen ise ikinci yaklaşımdır ve Anadolu basınının yaşadığı bin bir zorluğa rağmen, yayınladıkları bölgeye yapmış olduğu katkılar ve hizmetler birçok noktada çok büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, “Anadolu basını, “Milli Mücadele” yıllarından bu yana sesini duyurmak için mevcut imkânlarını zorlayarak yayınına devam eden, bir yandan milli hareketin öncülüğünü yaparken, Anadolu’da düşman işgali karşısında gösterilen tepkilerin sesi haline gelmiş yerel gazeteler topluluğudur (Girgin, 1997, 39)”. Anadolu’da yerel basının örgütlenişi ve kurumsallaşması meşrutiyet dönemine kadar gider. Daha önce resmi vilayet gazeteleri ile İstanbul dışında gazetecilik yapılsa da 1908’de sansürün kalkmasıyla birlikte Anadolu kentlerinde siyasal içerikli gazeteler yayınlanmaya başlamıştır. Tirajları düşük olan bu gazetelerde genellikle aydınlar, öğretmenler ve gençler çalışmıştır. Bu gazetelerin etkileri de yazar ve dağıtım ağı olarak yerel kalmıştır (Varlık, 1999, 105). Yerel medyanın önemli bir türü ve dalı olan Anadolu Basını, Milli Mücadele dönemiyle birlikte güçlenmiş ve milli mücadeleye çok önemli katkılarda bulunmuştur. Bu çerçevede Elazığ, yayımlanan Mamura’tül Aziz Gazetesi ve Satvet-i Milliye Gazetesi ile dikkat çekmektedir. Ancak, tarihsel süreç içerisinde Elazığ yerel medyası, Anadolu’nun diğer illerinde, diğer yerel basında olduğu gibi sayısal anlamda artmış ancak çeşitli nedenlerden dolayı muhteva ve teknik olarak olması gereken gelişmeyi yeterince sağlayamamıştır. Yerel medyanın sorunları gerek ulusal gerekse yerel düzeyde yıllardır tartışılıp çözüm önerileri sunulmasına rağmen, yerel medya kuruluşları ve çalışanlarının sorunlarına köklü bir çözüm getirilmediği gibi sorunların da değişiklik göstermediği görülmektedir. Bu çalışmada, yerel medyanın içinde bulunduğu sorunlar çalışanlarının bakış açılarıyla ele alınıp, “onların gözüyle” yerel medya sorunsalları tespit edilmiştir. 1- Yerel Medya Yerel medya, tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle tek bir yerleşim biriminde basılan ya da yayınlanan ve yalnızca o yerleşim biriminde dağıtılan, izlenen ya da dinlenen gazete, dergi, bülten, radyo ve televizyon yayınlarını ve bunları yaşamını düzenlemesine katkıda bulunmaktadır” demektedir. Ayrıca yöre halkının moral kaynağı olan yerel basın kuruluşları, bireylerin çevreleriyle ve kendileriyle barışık, ilgili, bilgili ve yetkilileri yönlendirici yaşamalarına da katkı sağlamaktadır. Bu yaklaşımların yanında ayrıca, yerel basın zaman zaman devlet temsilcileri ile kamu yetkililerinin kullanım ve propaganda aracı olarak görülseler de, aslında yörede yönetilenlerle yönetenler arasında bir köprü konumundadırlar (Ilgaz, 2003, 180). Ayrıca, yerel medya, toplumsal, kültürel ve katılımcı demokrasiye ilişkin bilinen işlevlerini yerel ve bölgesel anlamda gerçekleştirmek açısından önemli kitle iletişim araçlarıdır (Şeker, 2005, 101). Bu yaklaşımlar yerel basının tanımını ortaya koyarken aynı zamanda işlevlerini de ortaya koymaktadır. Bu çerçevede yerel medya kuruluşları, belirli bir bölgede yayın yapan, yerel unsurları ve sorunları ortaya çıkaran, yaptığı haber ve yorumlarla sorunlara yerel yöneticilerin dikkatini çeken, yöre halkı ile yerel yönetimler arasında köprü görevi yapan, halkı yerel konularda bilgilendiren, yerel kamuoyu oluşturan, katılımcı demokrasinin gelişmesine katkı sağlayan, kitle iletişim araçları, diye tanımlanabilir. 2- Yerel Medya Sorunsalları Çağdaş ve demokratik iletişim kavramları açısından gelişme sürecini yaşayan Türkiye’de yerel medyanın sorunları, yaygın medyanın sorunlarına birçok yönden benzerlik göstermektedir. Günümüzde, ister yerel ve ulusal, isterse uluslararası alanda olsun, medyanın yaydığı haber içeriklerinin analizi yapıldığında en önemli sorunlardan birinin nesnellik ve yanlılık sorunu olduğunu görmekteyiz. Bazı araştırmacılara göre; yanlılığın iki şekilde ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Birincisi, birbirleriyle çakışan görüşler arasında “dengeliliğin” olmayışı; ikincisiyse “gerçekliğin” taraflı bir biçimde çarpıtılmasıdır (Altuğ ve Er, ilef.ankara.edu.tr). Hofsetter ve Buss (1978, 518), yanlılığın üç tanımlanmış biçimine karşı çıkarlar. Bunlar açıkça yalan söyleme, akademia yapan kuruluşları (Altun, dergiler.ankara.edu.tr) kapsamasına rağmen yerel medya diyince özellikle yerel medyanın basılı çeşidi akla gelmektedir. Yerel medyanın bu kapsamda iki önemli işlevi vardır. Birinci işlevi, kamu ihtiyaçlarını, kamu yararına uygun bir biçimde kamuoyuna ve yöneticilere duyuran haber aracıdır ki bu göreviyle bir kamu hizmeti yapmaktadır. İkinci işlevi ise; yerel medyalar yöneticilerin kamu ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile aldıkları tedbirleri vatandaşa zamanında ulaştırır. Bu yönü ile de genel yönetime yardımcı bir araçtır ve yine kamu hizmeti görmüş olur (İnuğur, 1999, 23)”. Kamusal işlev açısından yerel medya ulusal medya ayrımını bu yönüyle yapmak zor gibi görülmekle birlikte, yerel medya, yerel unsurları ve yerel sorunları ortaya çıkararak, yerel sorunlar karşısında halkı bilgilendirmesi, bilinçlendirmesi ve kamuoyu oluşturması açısından (Sözen, 2004, 109), ulusal medyadan farklılık gösterir. Bu bağlamda, Ilgaz’a göre (2003, 179) yerel basın; yurdun muhtelif yerlerinde, özellikle büyük kentler dışındaki yerleşim birimlerinde, il, ilçe ve beldelerde; günlük, haftalık ya da daha fazla aralıklarla yayınlanan, yayınlandığı mahallin haber, havadis ve sorunlarını dile getiren, halkın isteklerini ilgililere aksettirmeyi hedefleyen basın organlarıdır. Yerel basın; yayınladığı haberler, fotoğraflar, ele aldığı sorunlar, kentin ihtiyaçları, kentteki 24 saat kültürel ve sosyal etkinliklere ilişkin aktardığı bilgilerle bireye “yaşadığı yer” duygusunu, yaşadığı yerin bir parçası olduğu düşüncesini kazandırmaktadır. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi yerel basın okuyucusu üzerinde aidiyet duygusu yaratır. Yüksel ise (1992, 61), yerel basının günlük yaşama katkısına değinerek, “yerel basın, yaygın basının fazlaca ilgilenemediği ya da üzerinde fazla durmadığı yerel haber, sorun ve yorumlar dışında, en basit biçimde yöredeki faaliyetler, sinema programları, nöbetçi eczaneler, bölgesel hava durumu, yöreye özgü çeşitli sosyal, siyasal ve doğal olayların zamanı, yeri, içeriği gibi hususları duyurarak da vazgeçilmez bir hizmet sunmakta ve böylelikle yöre halkının günlük 22 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia 23 belli olguları gereğinden fazla vurgulama yoluyla çarpıtma ve bazı değerleri abartıp öne çıkarmadır Nesnelliğin azlığı-yokluğu ve/veya yanlılık medyada özellikle medyasiyaset-sermaye ilişkilerinin ilkesiz ve seviyesiz bir ortamda ilerlemesinin mazeretini ve zeminini oluşturur. Medyanın devlet tekelinden ayrışarak liberal sistem gereği özel sermayenin etki alanına girmesi, medya siyaset ilişkisinin bu derece gündemde kalmasına neden olmaktadır. Medya ve siyaset arasındaki ilişkide tüm siyasal sistem medyaya bağımlıdır ve siyasilerin meşruiyetlerini sağlamalarında, sistemin işlemesinde, medya olmadan bir siyasal sistem düşünülmez. Kitle iletişim araçlarının gerek gündeme getirdikleri konular, gerekse haber değerleri ile güncel siyasetin tam ortasındadır (Terkan, sosyalbil.selcuk.edu.tr). Bu bağlamda medyayı elinde bulunduran medya patronları için değişik siyasi anlayışlara eşit oranlarda yer vermek yani dengelilik ilkesine bağlı kalmak tarafsız davranmanın bir ölçütü olarak ele alınıyor. Oysa medya yaptığı yayınlarla tüm medya metinlerinde toplum içinde egemen olan anlayışlara yer vererek, “öteki”ne yer vermeyerek tam anlamıyla siyasetin içinde yer almaktadır. Hatta medya siyaset dışı yayınlarıyla da siyasetin içinde yer alabilmektedir (Altuğ ve Er, ilef.ankara.edu.tr). Bu süreç medya-siyasetsermaye ilişkilerinin bozulmasının hem sebebini hem de sonucunu oluşturmaktadır. Yani basının yanlılık ve nesnellik tutumuna ilişkin bakış açısı ve bu anlayışla ürettiği haberler bir sorun olarak karşımıza çıktığı gibi daha birçok sorunun temelini de oluşturmaktadır. Bu genel sorun dışında çalışma içerisinde yerel gazetelerin lokal sorunlarından ayrıca bahsedilebilmektedir. Bu noktada buradaki sorunların aynı zamanda tüm yerel medyanın sorunları olduğunu baştan kabul etmek gerekir. Bu lokal sorunların merkezinde genelde, “gazete okuma oranının düşük olması, halkın isteklerine cevap verilmemesi, yetersiz tirajlar, teknolojilerden akılcı bir şekilde yararlanılmaması, niteliksiz işçi çalıştırılması, çalışanların eğitimine önem verilmemesi, satışı arttırmak için içerik iyileştirilmesi yerine magazin haberlerinden ve promosyon kampanyalarından medet umulması (Ilgaz, 2003, 182)”, günümüzde yerel basının gelişmesini, iyileşmesini önleyen yerel sorunlardan bazılarıdır. Ayrıca, okuyucunun-dinleyicinin-izleyicinin ulusal basının renkli ve kaliteli baskıyagörüntüye-sese sahip aynı zamanda haber açısından daha yoğun olan medyayı yerel medyaya tercih etmesi nedeniyle halk tarafından yeterince ilgi görmemesi yerel medyanın sıkıntıları arasında yer alır (Faraç, 1999, 27). Anadolu medya’sındaki sorunların büyük bir çoğunluğu da teknolojik yetersizliklerden kaynaklanmaktadır. Gazete sahipleri, sahip oldukları baskı ve dizgi makineleriyle gazete yayınlamanın mümkün olacağına inanan gazete patronları yerel gazeteciliğin gelişmesi yönünde fazla bir atılım yapamamaktadırlar (Ilgaz, 2003, 183). Matbaadaki mevcut baskı ve dizgi sistemiyle gazete yayımlamanın mümkün olduğuna inanan matbaacı, resmi ilan gelirlerini öngörerek, giderlerle denk gelecek bir sistemi hesaplamakta ve işe koyulmaktadır. Anadolu’da tipo baskıyla yayımlanan gazetelere hala rastlanmaktadır. Ayrıca; ulaşım olanaklarının artması, modern teknolojinin kullanılması, gazete hazırlama ve basma sürelerinin kısalması, kültürel gelişme nedeniyle içeriklerinin çeşitlenmesi, yeni dağıtım sistemlerinin kullanılması (Girgin, 1997, 41), ulusal gazetelerin bölge sayfaları yapması gibi nedenler, yerel medyayı olumsuz yönde etkileyen etmenlerdir. Yerel medyanın bir başka sorunu da çalıştırılan eleman sıkıntısıdır. Bu noktada, eleman yetersizliği hatta mevcut elemanların büyük bir kısmının da düşük ücretle çalıştırılan ve kalifiye olmayan elemanlardan oluşması; haber çeşitliliğinin sınırlı kalmasına, inceleme araştırma haberlerin, köşe yazılarının sayıca azlığına, diğer deyişle yerel medyanın içerik bakımından zayıf kalmasına sebebiyet vermektedir. Bu medya kuruluşlarından gazete veya yayın kuruluşlarının çoğunluğu 3-Elazığ Medyası İlk Türkçe gazete “Takvim-i Vekayi”nin 1 Kasım 1831 tarihinde yayınlanmaya başlaması Türkiye’de basın tarihinin başlangıcı olarak kabul edilir (Topuz, 2003, 15). Bu tarihten sonra aydınlar olarak görülen edebiyatçılar ya da yurt dışında eğitim görmüş kalemler, habercilikle birlikte ağırlıklı olarak halkın çeşitli konularda bilgilendirilmesi ve eğitim seviyesinin yükseltilmesine yönelik özel teşebbüslü gazeteler çıkarmışlardır. Yerel Basının tarihi içerisinde değerlendirilen vilayet gazetelerinin yayını ise Türkiye’de ilk Türkçe gazeteden bir süre sonra gelişmiştir. İlk Vilayet gazetesi çıkarılan illerden biri de Elazığ’dır. Elazığ’da yayınlanan ilk vilayet gazetesi olan, “Mamuratül- Aziz Gazetesi” ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi’den 62 yıl, ilk resmi vilayet gazetesi olan Tuna’dan 18 yıl sonra yayın hayatına başlamıştır. Bugünkü Elazığ basının öncüsü olan gazete 5 Ekim 1883 tarihinde yayınlanmıştır. 1914 yılına kadar 31 yıl yayın hayatını sürdüren Mamuratül- Aziz Gazetesi bu yönüyle Anadolu’da yayınlanan en uzun ömürlü gazetedir (Yıldırım, 1997, 24). MamuratülAziz Gazetesi’nden bir süre sonra 1918 yılında Şark Gazetesi yayınlanmaya başladı ancak bu gazete de 1922 yılında yayınlarına son verdi. Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Mücadelesi döneminde yerel gazeteler için "Gazi Basın" unvanını vermiş ve bu gazeteler Kurtuluş Savaşı'nda büyük roller üstlenmişlerdir. Kurtuluş Savaşı döneminde Anadolu’da 22 gazete yayınlanmaktadır. Bunlardan biri de Elazığ’dadır. Bu gazete 1922 yılında yayımlanan Satvet-i Milliye’dir. Yayın hayatına 24 Şubat 1922’de başlayan Satvet-i Milliye hem milli mücadelenin savunucusu hem de şehir sorunlarını sürekli yansıtan bir yayın olmuştur. Türk basın hayatı içerisinde önemli bir yere sahip olan Elazığ’da basın hayatı Cumhuriyetin ilanının ardından her geçen gün daha da gelişmiştir. Elazığ`da yayın yapan ve ülke genelinde en eski 5 gazete içinde yer alan Turan Gazetesi, yayın hayatında 79. yılı geride bırakmıştır. Türk basın hayatı içerisinde köklü bir yere sahip olan Elazığ basınıı, günümüzde sorunları açısından diğer yerel basın kuruluşlarıyla benzerlikler göstermektedir. Elazığ basını 130 yıla yaklaşan köklü geçmişi ile bölge illeri arasında yayıncılık yönünden birçok noktada ileri durumda bulunmaktadır. akademia Basın İlan Kurumu’ndan gelen belirli miktardaki resmi ilanların getirisiyle ayakta durabilmekte, kar elde etmek bir yana ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Özel reklam ve ilan gelirleri yok denecek kadar azdır (Ulusoy, 2003, 105). Medya mensupları açısından medya sektörü ulusal ve yerel basın fark etmeksizin kötü ve zor şartlara sahiptirler. Sendikasızlık, sigortasız çalışma, ücret dengesizlikleri gibi çalışanlar arasında derin uçurumlar bulunmaktadır. Kamu adına çalıştığını iddia eden bu kurumların, çalıştırdığı bireylerin çıkarlarını koruyacak ve savunacak durumda olmaması oldukça düşündürücüdür (Demirsoy ve Ayhan, 2005, 135), dolayısıyla da bunların tamamına yakını geçimini sağlamak için gazetecilik dışında ikinci bir iş yapmak durumunda kalmaktadırlar (Ulusoy, 2003, 104). Bu bağlamda iyi projelerin hazırlanabilmesi için ise tahmin edileceği gibi, yerel basın yayın kuruluşlarınca kalifiye ve işin uzmanı elemanların masraftan kaçınmayarak istihdamı önem kazanmaktadır. İletişim Fakülteleri’nden mezun olan profesyonel elemanların istihdamı bu basın kuruluşlarına ayrıcalık ve kalite kazandıracaktır (Ulusoy, 2003, 112). Çünkü, örneğin gazeteleri basan teknisyenlerin büyük bir çoğunluğu alaylıdır. Bu sorunlar detaylara girildiğinde arttırılabilir. Ancak yerel medyaya ilişkin, ilgili kesimlerce sorunlar ve çözüm yolları yıllardır tekrarlanmasına rağmen bu sorunların içeriği ve şiddetinde bir değişiklik olmaması bu sorunları sorunsallaştırmaktadır. Bu sorunlar kadar, tekrarlanan bu sorunların dikkate alınıp köklü değişikliklere gidilmemesi sorunu da artık bir sorundur. 24 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Elazığ'da günlük yayın yapan yerel gazete sayısı komşu iller olan Malatya ve Diyarbakır'dan daha fazladır. Elazığ’da bugün, biri üniversite televizyonu olmak üzere 3 yerel televizyon, 10 günlük gazete, 4 haftalık gazete, biri üniversite radyosu olmak üzere 11 radyo, 3 adet aylık dergi bulunmaktadır. 4- Çalışanlarının Bakış Açısından Yerel Medya Sorunlarına İlişkin Alan Araştırması 4.1. Araştırmanın Önemi ve Amacı Yapılan literatür çalışmaları göstermektedir ki ülkemizde genelde ulusal ve yerel basına özgü bu sorunsallar sadece tespitten ileriye gidememektedir. Bu çalışma ile sadece yerel basın mensuplarının değil, yerel medya çalışanlarının da sosyo-demografik profilleri belirlenmiş; çalışanların, iletişim fakültesi mezunlarına yaklaşım açıları, mesleki zorlukları, medya-siyaset-sermaye ilişkisi gibi medyadaki nesnellik-yanlılık ilkelerine bakış açıları, çalışanların kendi mesleklerine ve çalışanlar açısından halkın yerel medya mensuplarına yaklaşımları tespit edilmiştir. Bu çerçevede bulgulardan hareketle yerel medya mensuplarının kendi mesleklerini nasıl algıladıkları, mesleki sorunlarına bakışları ve çalışanlarının gözüyle yerel medya sorunsalları tespit edilecektir. 4.2. Varsayımlar akademia Yerel medya mensuplarının sorunları, cinsiyet, gelir düzeyi gibi sosyodemografik unsurlara bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. 25 Yerel medya açısından sorunlardan biri çalışanlar açısından uzun soluklu bir iş alanı olarak görülmemesidir. Bu durum, birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde iletişim fakültesi mezunları açısından yerel medya mesleği öğrenmeleri, işe alınmaları sürecinde çok önemli bir basamak olmasına karşın; ülkemizde bu durum böyle bir seyirde değildir. Yerel basında iletişim fakültelerinin imajı olumlu değildir. Yerel medya kuruluşlarında çalışanların kurum içi mesleki eğitimlere alınması yeterli düzeyde değildir. Yerel gazetecilik sorunsalları daha çalışanların mesleği seçme sürecinde başlamaktadır. Keza, bilinçli bir tercih yapanların oranları çok azdır. Yerel medya mensupları açısından sendikasızlık, sigortasız çalışma, ücret dengesizlikleri gibi faktörler çalışanların mesleki motivasyonunu olumsuz etkilemekte, iş doyumlarını azaltmaktadır. Yerel medyanın önemli sorunlarından biri medya, siyaset, sermayenin düzeysiz ve etik dışı ilişkisidir. Yerel medyada medya siyaset sermaye ilişkisinin derecesi kitle iletişim aracının türüne göre değişiklik göstermektedir. Halkın gözünde yerel medyanın saygınlığının istenilen düzeyde olmaması sorunsalı sektörün sorunlarından biridir. 4.3. Araştırmanın Yöntemi Araştırmanın soru formu taslak halinde hazırlandıktan sonra öncelikle Elazığ’da yerel çeşitli kademelerde çalışan personelle tartışılmış, soruların düzeni ve içerikleri bu tartışmalardan sonra hazırlanmıştır. Ayrıca soru formu öncelikle 10 kişilik kontrol grubuna uygulanmış anlaşılmayan sorular yeniden düzenlendikten sonra uygulanmıştır. 4.4. Evren ve Örneklem Evren: Araştırmanın evreni Elazığ ilidir. Elazığ ilindeki bütün televizyon gazete, radyo ve haber ajanslarının çalışanlarına soru formu dağıtılmış ve uygulanmıştır. Elazığ’da gazeteciler cemiyetine üye toplam gazeteci sayısı 105’dir. Yapılan Örneklem: Anket, gazeteciler cemiyetine üye olup (televizyon, gazete, radyo, ajans) faal olarak çalışan ve geçimini bu meslekten sağlayanlara yapılmıştır. Örneklem medya şunlardır: Günlük Yayın Yapan Gazeteler: Turan Gazetesi, Nurhak Gazetesi, Uluova Gazetesi, Fırat Gazetesi, Birlik Haber, Günışığı Gazetesi, Ayışığı Gazetesi, Yeniçağ Gazetesi, Günebakış Gazetesi. Haftalık Yayın Yapan Gazeteler: Doğu Expresi, Yerel Gündem, Elaziz Gazetesi. Yerel Televizyonlar: Kanal e, Kanal 23, Fırat Tv. Yerel Radyolar: FM 23 Radyo, Radyo Klüp, Radyo Hazar. Ajans Temsilcilikleri: Anadolu Ajansı, Doğan Haber Ajansı, İhlas Haber Ajansı. 4.5. Verilerin Değerlendirilmesi Toplanması ve Anket uygulamasında, anketler katılımcılara tek tek verilmiş ve doldurdukları anketler anında toplanmıştır. Katılımcıların anketi objektif ve tereddütten uzak bir şekilde cevaplamalarını sağlamak üzere kimlik bilgileri alınmamıştır. Araştırmanın değerlendirilmesi aşamasında sahada doldurularak getirilen soru formları denetlenmiş (edit edilmiş); veriler, hazırlanan “veri kodlama yönergesine” göre, bilgisayar ortamına aktarılmış ve SPSS İstatistik Paket Programı ile analiz edildikten sonra Word programına birebir aktarılmış ve frekans analizleri yapılmıştır. Soru formlarındaki yerel medya ile ilgili sorular önce genel dağılımlar şeklinde; daha sonra “cinsiyet, yaş grupları, öğrenim durumu” değişkenleri ile ilişkilendirilerek değerlendirilmiştir ve çapraz tablolar halinde verilmiştir. Araştırmaya ait tüm analizler tablolar halinde verilmiş, genel dağılımların tablolaştırılmıştır. Yorumların ve özetin ayrıntıları tablolar kısmında bulunmaktadır. 4.6. Araştırmanın Verilerin Çözümü Bulguları ve Tablo-1, Tablo-2, Tablo-3, Tablo-4, Tablo-5: Katılımcıların Sosyo-Demografik Özellikleri 1‐ Cinsiyetiniz? Kadın Erkek 2‐ Medeni f % Haliniz? 11 20,8 Bekar 28 52,8 42 79,2 Evli 25 47,2 Toplam 53 f 3‐ Yaşınız? f % 100 Toplam % 4‐ Öğrenim Durumunuz? 53 100 f % 0 18/25 17 35,1 Okur – Yazar 0 26‐35 36‐45 46‐60 61 ve üstü 19 35,8 İlköğretim 14 26,4 Lise 3 5,7 Üniversite 0 0,0 Lisansüstü 5 9,4 37 69,8 11 20,8 0 0,0 Toplam 53 53 5‐ Aylık Geliriniz? 500 YTL ve altı 500‐750 YTL 751‐1000 YTL 1001‐1500 YTL 1501 ve üstü Toplam 100 Toplam 100 f % 25 47,2 11 20,8 9 17 4 7,5 4 7,5 53 100 Ankete katılanlardan 42 kişi (%79,2) erkek, 11 kişi (%20,8) kadın, 28 kişi (%52,8) bekar, 25 kişi (%47,2) evlidir. Katılımcılardan 19 kişi (%35,8) 26-35 yaş aralığında, 17 kişi (%35,1) 18-25 yaş aralığında, 14 kişi (%26,4) 36-45 yaş aralığında, 3 kişi (%5,7) 46-60 yaş aralığında olup 61 yaş ve üstü katılımcı yer almamaktadır. Ayrıca, katılımcılardan büyük bir bölümü 37 kişi (%69,8) lise mezunu, 11 kişi (%20,8) üniversite mezunudur. Bu üniversite mezunları içinde soru kitapçığında açık öğretim, açık öğretim önlisans, lisans ve önlisans ayrımı yapılmamıştır. Bunun yanında 5 kişi (%9,4) ilköğretim mezunu olup okuryazar düzeyinde ve lisansüstü düzeyde eğitim almış katılımcı yoktur. Buna göre, Elazığ medyasında çalışanların büyük çoğunluğunu genç ve orta yaşlılar oluşturmaktadır. akademia anket görüşme tekniğinde özellikle mesleğini bu işten kazanan deneklere soru formları dağıtılmıştır. Anket, Elazığ ili merkeziyle sınırlı (ilçelerdeki yerel medya kurumları hariç) tutulmuştur. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu olan 25 kişinin (%47,2) aylık aylık geliri 500 YTL ve altı, 11 kişinin (% 20,8) 500-750 26 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ YTL, 9 kişinin (%17,0) 751-1000 YTL, 4 kişinin (%7,5) 1001-1500 YTL ve yine 4 kişinin (%7,5) 1500 YTL ve üstü geliri vardır. Çalışanların büyük bir seviyesinin 36 (%68,0) 750 YTL ve altında geliri olduğu gözlemlenmiştir. Buna göre, tüm yerel medya sorunsalı olarak karşımıza düşük maaş sorunu, Elazığ basınında çalışan personelin de önemli bir sorunudur. Tablo 6: Sektörde İstihdam Olunan İletişim Fakültesi Mezunu Durumu Tablo 7: Katılımcıların Mesleki ve Kurum içi Eğitim Durumları 6‐ İletişim fakültesi f % mezunu musunuz? Evet 0 0 Hayır 53 100 Toplam 53 100 7‐ Meslekle ilgili bir eğitici f süreçten geçtiniz mi Evet 28 Hayır 25 Toplam 53 % 52,8 47,2 100 Yerel medya dünyada iletişim fakültesi öğrencilerinin mesleğe başlamalarında önemli bir mecra olmasına karşın Türkiye’de ve araştırmanın yapıldığı Elazığ’da durum böyle değildir. Katılımcılardan hiçbirinin İletişim Fakültesi mezunu olmadığı gözlemlenmiştir. Sektörün iletişim fakültesi mezunlarını istihdama gitmesi yerel medyanın kalitesini kuşkusuz yukarılara taşıyacaktır. akademia Ayrıca katılımcılardan %47.2’sinin mesleki hiçbir eğitici süreçten geçmediği de tespit edilmiştir. Muhtemelen düzenli eğitim ya da kursa katılmadıkları için “gördüklerini” uygulamaktadırlar. Bu noktada sadece kurum içi eğitimleri beklenmemeli, sürekli eğitim kursları da düzenlenmelidir. Çünkü medyanın önemi etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu etkinin önemini de öncelikle medyada çalışanlarca bilinmelidir. 27 Keza, basın yayın sektörü sadece etik, içerik ve teorik açıdan değil; teknolojik olarak da devamlı değişim ve gelişim halindedir. Bu nedenle akademik ve mesleki eğitim gereklidir. Çalışmada katılımcılara bazı anahtar kelimeler açık uçlu olarak sorulmuş bu kelimelere yaklaşım açıları tespit edilmiştir. Bu kelimelerden biri “off the record”dur. Off the record; haber kaynağının, gazeteciye kayda almaması koşulu ile açıkladığı bilgidir. Haberin içeriğinde yer verilmeyecek olan bu bilgi, olayın haber üzerinde çalışan gazeteci tarafından etraflıca anlaşılması için kendisine söylenir. Gazetecilik etiği gereği gazetecinin bu bilgiyi açıklamaması gerekir (tr.wikipedia.org/wiki/Off_the_record). Bir meslek etiği olarak off the record uygulaması gazetecilerin meslek hayatları boyunca göz önünde bulundurması gereken bir kuraldır. Haber kaynağının, yayınlanmamak ya da belirlenen bir zamanda yayınlanması koşulu ile verdiği bilgileri içerir. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde off the record ile ilgili olarak, gazeteci kendi çabası ile elde etmedikçe, bir kaynağın verdiği bilgi veya belgenin yayınlanma tarihi konusundaki isteğe uymalıdır. Gazeteci; röportaj, haber, yorum veya görüntü hazırlığını yayın şekli ne olursa olsun yayın organındaki sorumlular dışında, kaynağı da dahil kimseye denetlettirmekle yükümlü değildir. Gazeteci, açıklanmaması kaydıyla (off the record) verilen bilgiyi ve sarf edilen sözleri yayınlamamalıdır (tgc.org.tr) denilmektedir. Schlapp ise (2002, 47) kavramla ilgili olarak; ‘off the record istekleri saygıyla karşılanmalıdır. Konuşma esnasında soru yöneltilen kişi belli nedenlerden dolayı henüz kamuoyuna açıklanmasını istemediği sırlarını gazeteciye açarsa, bu isteği yerine getirilmelidir’ demektedir. Mesleki etik kural olarak off the record uygulaması, gazeteci tarafından mutlaka bilinmeli ve bu kurala uygun yayın yapma bir ilke haline getirilmelidir. Ancak ‘kaynak–gazeteci ilişkisinde “off the record” kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz’ açık uçlu sorusuna katılımcılardan sadece 9 kişinin doğrudoğruya yakın cevaplar verdiği görülmüş, 10 kişi soruya yanlış yaklaşım getirmiş, 38 kişi ise boş bırakmıştır. Bu sonuç, ankete katılan gazetecilerin büyük çoğunluğunun (38 kişi) Bir kişinin kendi mesleği ile ilgili yaptığı tanım, o kişinin mesleğine olan algısını, mesleğinin gereklerini ve amaçlarını nasıl değerlendirdiğini ortaya koyar. ‘Sizce gazeteci tanımı nedir, gazeteci kimdir’ açık uçlu sorusuna katılımcıların verdiği cevaplara göre: 5 kişi, halkın sözcüsü; 24 kişi doğruları aktaran-objektif-tarafsız kişi; 7 kişi kalemini satmayan-ilkeli kişi; 1 kişi geçimini gazetecilikten sağlayan kişi; 5 kişi, kamuoyunu aydınlatan kişi tanımını getirirken; 15 kişi bu soruyu boş bırakmıştır. Oysa 5953 sayı 20 Haziran 1952 tarihli “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun’un 1. maddesi gazetecinin kim olduğu sorusuna açık bir cevap vermektedir. Söz konusu maddeye göre; “…Türkiye’de yayınlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarında her türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan ve İş Kanunu’ndaki işçi tarifi şümulü haricinde kalan kimselerle bunların işverenleri hakkında uygulanır. Bu kanunun şümulüne giren fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı çalışanlara gazeteci denir” (Özgen, 2004, 91). Bu bağlamda çalışanların mesleklerini tanımlamada dağınık bir algıya sahip olduklarını ortaya koyarken aynı zamanda gazeteciliğe ilişkin meslek tanımı getirmekten uzak olduklarını da gözler önüne sermektedir. Schneider ve Raue (2002, 17) iyi gazeteciliğin dört farklı kaynaktan beslendiğini ifade ederek bunların yetenek, karakter, ansiklopedik ve mesleki bilgi olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla mesleki bilgiden yoksun bir gazetecilik, kendi sınırlarını ve tanımını belirlemekten yoksun kalırken aynı zamanda mesleğin iyi icrasının da önüne geçmektedir. Yerel basında yaşanan mesleki uygulamalardaki karmaşanın temelinde de bu sorun görülebilir. Yerel medya sorunsallarından kalifiye eleman sorununun çözümü için en az lise mezunlarına yönelik gazetecilik/habercilik mesleğinin temel unsurlarının aktarılması için mesleki kurslara ihtiyaç vardır. Tarafların (kamu yönetimi, iletişim fakülteleri ve yerel basın çalışanları) bu durumu önemsemeleri yerel basın haber içeriklerinin daha iyi olmasını sağlayacaktır. Bu yönüyle yerel medyada iletişim fakültesi mezunlarının asgari düzeyde üniversite ve/veya lise mezunlarının yetersiz olması, meslekle ilgili kurs, seminer gibi eğitici bilgilerden geçmemeleri gazetecilik mesleğinin gereğiyle yerine getirilmesinde bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Tablo 8: Katılımcıların Çalıştıkları KİA türüne göre dağılımları Tablo 9: Katılımcıların Sektöründe Çalışma Yılları 8‐ Hangi yerel medya sektöründe çalışıyor sunuz? Televizyon Radyo Gazete Ajans/Diğer Toplam 9‐ Kaç yıldır medya sektöründe çalışmaktasınız? 0‐1 yıl 02‐5 yıl 06‐8 yıl 09‐11 yıl 12 yıl ve üzeri Toplam Medya f % 28 4 17 4 53 52,8 7,5 32,1 7,5 100 f % 5 18 7 9 14 53 9,4 34,0 13,2 17,0 26,4 100 Ankete katılanların çoğunluğunu televizyonda ve gazetelerde çalışanlar oluşturmaktadır. Buna göre; katılımcılardan 28 kişi (%52,8) televizyonda, 4 kişi (%7,5) radyoda, 17 kişi (%32,1) gazetede, 4 kişi (%7,5) ajans veya diğer kitle iletişim araçlarında çalışmaktadır. Ayrıca, katılımcılardan 5 kişi (%9,4) bir yıla kadar, büyük bir çoğunluğu olan 18 kişi (%34,0) 2 ila 5 yıldır, 7 kişi (%13,2) 6 ila 8 yıldır, 9 kişi (%17,0) 9 ila 11 yıldır basın sektöründe akademia bu kavramla ilgili hiçbir bilgiye ya da çağrışıma sahip olmadığını, 10 kişinin ise kavramı yanlış anladığını ya da bilmediğini açıkça göstermektedir. Bu durum, yerel basında mesleki kavramlara hakim olma açısından bakılacak olursa gazetecilerin mesleki kuralları tam olarak bilmedikleri sorunsalını doğrulamaktadır. 28 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ çalışmaktayken 14 kişi (%26,4) 12 yıl ve daha fazla bir süredir bu sektörde görev yaptığı belirlenmiştir. Yaşa göre sosyodemografik dağılıma baktığımızda çoğunlukla genç ve orta yaşlılardan oluşması ve 12 ve üstü çalışanların %26,4 gibi bir oranda olması yerel medyada çalışanların uzun soluklu ve kalıcı olarak bu sektörde bulunmadıklarını göstermektedir. Bu durum sektörde kalifiyeli ve tecrübeli personel bulunmaması sorununun kaynaklarından birini de oluşturmaktadır. Tablo 10: Çalışanların En Çok Takip Ettikleri KİA Türü 10‐ En Çok Hangi KIA’yı Takip Ediyorsunuz Televizyon Radyo Gazete İnternet Diğer Toplam f % 23 1 7 22 0 53 43,4 1,9 13,2 41,5 0,0 100 Katılımcıların büyük çoğunluğu olan 23 kişi (%43,4) en çok televizyonu takip etmekte, bunu 22 kişiyle (%41,5) internet takip etmektedir. Buna göre ankete katılanlardan televizyonu ve interneti takip edenlerin oranı nerdeyse aynıdır. Bunun yanında 7 kişi (%13,2) gazete mecrasını takip etmekteyken katılımcılardan sadece 1 kişinin (%1,9) radyoyu takip ettiği gözlemlenmiştir. akademia Tablo 11: Katılımcıların Medya Sektöründe Çalıştıkları Birime Göre Dağılımları 29 11‐ Hangi Birimde Çalışıyorsunuz? Yazı İşleri Müdürü/Yrd ‐ Haber Müdürü/Yrd Muhabir Yapımcı/Yönetmen Kameraman Editör / Köşe yazarı Sunucu / Spiker Toplam f % 13 17 8 4 6 5 53 24,5 32,1 15,1 7,5 11,3 9,4 100 Çalışanların çalıştıkları kurumdaki görevini belirlemek üzere yöneltilen sorunun geribildirimlerine göre; katılımcıların büyük bir bölümü olan 17 kişi (%32,1) muhabir, 13 kişi (%24,5) Yazı İşleri Müdürlüğü-Haber Müdürlüğü veya yardımcısı olmak üzere yönetici birimlerinde, 8 kişi (%15,1) Yapımcı-Yönetmenlik biriminde, 4 kişi (%7,5) kameraman, 6 kişi (%11,3) Editör – Köşe yazarı ve 5 kişi de Sunuculuk – Spikerlik görevinde/biriminde çalışmaktadır. Tablo 12: Katılımcıların Mesleği Tercih Etme Nedenleri 12‐ Medya sektörünü neden seçtiniz? Tesadüfen seçtim Aile geleneği ve çevresel yönlendirmeler Mesleğin saygınlığı Heyecan ve hareket İdealize edilmiş amaçlarla Toplam Yaptıkları f % 18 34 0 3 16 16 53 0 5,7 30,2 30,2 100 Katılımcıların gazetecilik/habercilik mesleğine yönelme nedenlerini belirlemek üzere yöneltilen soruya verilen cevapların büyük çoğunluğu olan 18 kişi (%34,0) göstermektedir ki, çalışanların çoğunluğu mesleği tesadüfen seçmektedirler. Bunun yanında 16 kişi (%30,2) heyecan ve hareket için seçtiğini belirtirken, aynı oranda katılımcı 16 kişi (%30,2) idealize edilmiş amaçlarla bu mesleğe yöneldiğini belirlemiştir. Ayrıca, 3 kişi (%5,7) mesleğin saygınlığından bu mesleği yapmaya başladığını belirtirken çevre yönlendirmeleri ve aile geleneğinden ötürü bu mesleği seçenlere rastlanmamıştır. Gazetecilik/habercilik tesadüfen (%34) ve heyecan ve hareket (%30,2) amacıyla seçenlerin oranı 64,2’dir. Bu oran oldukça dikkat çekicidir ve temelde bu meslek açısından sorundur. Bu noktada idealize edilmiş amaçlar ve bilinçli tercihle bu mesleğe yönelenlerin oranı düşüktür. Toplumsal ilişkilerin köklü değişimlere uğradığı modern toplum yapısı içinde medya; kabaca enformasyon, eğitim ve eğlence ye dair öğretilerin üretilmesi, değiştirilmesi ve nakledilmesi gibi çok önemli birçok işleve sahiptir. Bu işlevi Tablo 13: Katılımcıların Çalıştıkları Meslekten Memnun Olma Durumları 13‐ Yeniden Bir Meslek Seçmek Durumunda Kalsanız Hangi Mesleği Seçersiniz? Bu meslek f % 30 56,6 Başka meslek 23 43,4 Toplam 53 100 Katılımcıların şu anda yaptıkları meslekten memnun olup olmadığını belirlemek üzere yöneltilen sorulara verilen cevaplardan tekrar bir meslek seçmek durumunda kalsalar bu mesleği seçeceklerle başka mesleğe yöneleceklerin oranın birbirine yakın olduğu görülmüştür. Buna göre ankete katılanlardan 30 kişi (%56,6) tekrar bu mesleği seçeceğini belirtirken, 23 kişi (%43,4) başka mesleğe seçeceklerini ifade etmişlerdir. Bu durum Elazığ’da basın sektöründe çalışanların %43,4 gibi yüksek bir oranının meslek seçiminden memnun olmadıklarını ortaya koymuştur. Tablo 14: Katılımcıların Sektörde Mesleki Açıdan En Çok Rahatsız Oldukları Durum 14‐ Mesleki Açıdan En Çok Rahatsız Olduğunuz Durum? Patron ve kurum çıkarları doğrultusunda haber yapma zorunluluğu Mesleğin saygınlığının azalması ve sosyal hakların yetersizliği Haber standartlarının düşmesi Medyanın siyasetle ilkesiz dirsek temasında olması Diğer Toplam f % 14 26,4 27 50,9 3 5,7 9 17,0 0 53 0,0 100 Yapılan araştırmada katılımcılardan 27 kişi (%50,9) mesleğin saygınlığının azalması ve sosyal hakların yetersizliğini mesleki açıdan en çok rahatsız oldukları faktör olarak belirtirken, 14 kişi (%26,4) patron ve kurum çıkarları doğrultusunda haber yapmayı rahatsızlık sebebi saymışlardır. Ayrıca medyanın siyasetle ilkesiz dirsek temasında olması’nı karşılaştıkları en büyük sorun olarak görenlerin sayısı 9 (%17,0) iken, 3 kişi (%5,7) haber standartlarının düşmesi’ni rahatsızlık faktörü olarak görmüşlerdir. Katılımcıların %50’sinin mesleğin saygınlığının azaldığı düşüncesini taşıması, mesleğin icrası ve devamlılığı noktasında bir motivasyon eksikliğini de beraberinde getirecektir. Çalışanların gözünden, kamu adına yapılan bir meslek olarak gazeteciliğin kamu nazarında itibarının azaldığını görmekteyiz. Katılımcılardan 14 kişi (%26,4) de rahatsızlık nedenlerinin başında patron ve kurum çıkarları doğrultusunda haber yapma durumunu (zorunluluğunu) göstermektedir. Bu durum, çarpıcı bir şekilde sektördeki etik ihlallerin varlığını da satır arasında ifade etmektedir. Tablo 15: Katılımcıların Meslekle İlgili Akademik Eğitimin Önemine İlişkin Kanaatleri 15‐ “Habercilik yapabilmek için (akademik) eğitim gereklidir” yargısına katılıyor musunuz? Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum Fikrim Yok Katılmıyorum Kesinlikle Katılmıyorum Toplam f % 18 5 2 21 7 34 9,4 3,8 39,6 13,2 53 100 Katılımcılardan 28 (%52,8) kişi olan çoğunluğu habercilik mesleği için akademik eğitimi önemsiz görmektedir. Akademik ve mesleki eğitimin önemi çalışmada tartışılmıştır (Bkz, Tablo 6 ve Tablo 7). Bu tablo, sektör çalışanlarının akademik eğitimi gereksiz gördüklerini göstermektedir İletişim fakültelerinin bu tabloyu ve bakış akademia medya derken medyayı ideme ettiren mensuplarını ima etmekteyiz. Günümüzde bu kadar önemli bir kaynağın mensuplarının mesleği hareket ve eğlence için daha vahimi rastgele seçmiş olmaları sorunsal olarak değil, belki de sorunların kaynağı olarak önümüzde durmaktadır. 30 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ açısını dikkate alması gerektiğinin önemi aşikârdır. çalışanların bakış açısından olumsuz bir seyirde işlediği açıktır. Tablo 16: Katılımcılara Göre Sektörlerindeki Medya, Siyaset, Sermaye İlişkisi Tablo 17: Çalışanların Mesleklerini İcra Ederken Karşılaştıkları Zorluklar akademia 16‐ Elazığ’da medya‐siyaset‐ sermaye ilişkisini nasıl değerlendiriyor sunuz? Rahatsız edici Bu ilişkilerin içeriğinin mesleği temelden sarstığını ve bitirdiğini düşünüyorum İlişkiler o kadar iç içe geçmemiştir. Rahatsız edici ve ilkesiz bir durumda değildir. Medya‐siyaset‐sermaye ilişkisinin olması olmamasından iyidir. Fikrim Yok Toplam 31 f 22 % 41,5 12 22,6 11 20,8 8 0 53 15,1 0,0 100 İletişim özgürlüğü nosyonunun arkasına sığınarak medya, kamuoyu ile ilişkilerinde sınırsız bir etkileşim ortamı istemektedir. Bu istemde bulunurken de ‘kamuoyu bunu istiyor’ meşrulaştırmasının arkasına sığınmaktadır. Tüm medya metinlerinin kurgulanmasında ama özellikle de haber metinlerinin yayının da arkasına sığınılan bir başka söylem de tarafsızlık, yanlı olmamak, dengelilik, gerçekçilik gibi anlayışlardır (Altuğ ve Er, ilef.ankara.edu.tr). Nesnellik, dengelilik, yanlılık uygulamalarında basın mümkün olduğunca ilişkileri seviyeli tutmak durumundadır. Medya-siyaset-sermaye ilişkisinin olmaması mümkün değildir. Ama bunun şekli ve daha da önemlisi içeriğinin mahiyeti çok önemlidir. Elazığ’da yerel basında çalışanların büyük bir çoğunluğu 33 kişi (%64,1) ve bu ilişkisinin boyut ve içeriğini etik dışı bulmaktadır. Bunun yanında 11 kişi (%20,8) bu ilişkilerin fazlasıyla iç içe geçmemiş olduğunu, ilkesiz ve rahatsız edici boyutta olmadığını vurgulamıştır. Medya-siyaset-sermaye ilişkisini, içeriği ne olursa olsun, olmasının olmamasından iyi olduğunu düşünenlerin oranı ise 8 kişi (%15,1)’dir. Bu yanıtlarda bu ilişkilerin 17‐ Mesleği gerçekleştirirken karşılaştığınız en önemli zorluk hangisidir? Kurum içi mücadeleleri ve engellemeleri Maddi imkânsızlıkları İş güvencesi yokluğuna bağlı isteklendirme eksikliği Mesleğin saygınlığının düşmesine bağlı olarak karşılaşılan zorluklar Herhangi bir zorluk yaşamamaktayım Diğer Toplam F % 7 13,2 16 30,2 11 20,8 12 22,6 7 13,2 0 53 0,0 100 Yerel medya çalışanlarının büyük bölümü olan 16 kişi (%30,2) mesleklerini yaparken karşılaştıkları en önemli zorluğu maddi imkânsızlıklar olarak belirtirken, 11 kişi (%20,8) iş güvencesi yokluğu, 7 kişi (%13,2) kurum içi mücadeleleri ve engellemeleri, 12 kişi mesleğin saygınlığının düşmesine bağlı olarak karşılaştıkları zorluklar olarak betimlemişlerdir. Katılımcılardan 7 kişi ise herhangi bir zorluk yaşamadığını söylemiştir. Yerel basının en önemli sorunsallarından birini teşkil eden maddi zorluklar sektör çalışanları tarafından da mesleklerini icra etme noktasında en önemli sorun olarak ifade edilmektedir. Katılımcılardan %30,2’lik kısmın paylaştığı bu görüş, yerel basın çalışanlarının, mesleklerini daha rahat sürdürebilmeleri açısından maddi imkânlarının iyileştirilmesi gerektiği sonucunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Ayrıca iş güvencesi yokluğunu en büyük sorun olarak değerlendiren, %20,8’lik bir kısmı da mesleğin maddi sorunsalları ile bağlantılı bir şekilde değerlendirirsek, bu oran %51’e kadar çıkmaktadır. Bu göstergeler sektör açısından en önde gelen sorunun başta maddi zorluklar ve bunlara bağlı ortaya çıkan sorunlar olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Göre Yerel 18‐ Elazığ halkının yerel gazetecilik ve gazetecilere bakış açısını nasıl değerlendiriyor sunuz? f % Olumlu 39 73,6 Olumsuz 14 26,4 Fikrim Yok 0 0,0 Toplam 53 100 Yerel basında gazeteci, çeşitli zorluklar, çeşitli yetersizlikler, hatta toplumun çeşitli anlayışsız tutumlarına rağmen bu mesleği sürdürmek zorunda kalabilmektedir. Katılımcılardan 39 kişi (%73,6) Elazığ halkının gazetecilik ve gazetecilere bakış açısını olumlu olarak değerlendirirken, 14 kişi (%26,4) olumsuz olarak nitelendirmiştir. Çalışanların yaklaşık dörtte birinin halkın bu mesleğe bakış açısını olumsuz olarak değerlendirmesi yerel medyanın, sektörün imaj sorunu yaşadığını da resmetmektedir. Tablo 19: Katılımcıların Meleklerini Yaparken En Çok Tatmin Oldukları Faktör 19‐ Elazığ’da yerel anlamda yaptığınız gazetecilik uygulamalarında sizi en çok tatmin eden gelişme ne olmaktadır? f % 6 11,3 5 9,4 Sorun çözmek 31 58,5 Tarihe ve gündeme tanıklık etmek 6 11,3 Habere diğer meslektaşlarımdan daha yakın olmak Özel haberimin yayınlandığını görmek Mesleğin prestij ve getirilerinden yararlanmak Mesleğin maddi getirileri 2 3,8 3 5,7 Diğer 0 0,0 Toplam 53 100 Katılımcıların 31 kişisi (%58,5) mesleklerini yaparken en çok sorun çözüyor olmaktan mutlu olduklarını belirtirken, 6 kişi (%11,3) haberlere diğer meslektaşlarından daha yakın olmayı, 5 kişi (%9,4) özel haberlerinin yayınlandığını görmeyi, 6 kişi (%11,3) tarihe ve gündeme tanıklık ediyor olmayı ve 2 kişi (%3,8) mesleğin prestiji ve getirilerinden yararlanmayı mesleklerinden sağladıkları tatmin olarak belirtmişlerdir. Tablo 20: Katılımcılara Göre Yaptıkları Haberlerin Karar Organları Üzerindeki Etkisi 20‐ Yerel anlamda yaptığınız gazetecilik ve habercilik karar verici organları etkilemede işlevsel midir? f % Etkili olmaktadır 40 75,5 Hiçbir etkisi yoktur 13 24,5 Fikrim Yok‐Kararsızım 0 0,0 Toplam 53 100 Yerel basının temel özelliği ise yayımlandığı yörede, bireylerin sorunlarını çözmelerine yardımcı olmak, bireyler arasındaki ilişkilerin olumlu yönde gelişmesini sağlamak, yerel düzeydeki kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunmak ve bu arada yerel yönetimleri bir ölçüde denetleyerek, eleştirerek kamu görevi yapmaktır. Katılımcılardan 40 kişi (%75,5) yerel anlamda yaptıkları gazetecilik ve haberciliğin karar verici organlar üzerinde etkisi olduğunu belirtirken, 13 kişi (%24,5) etkili olmadığını belirtmiştir. Bu noktada yerel medya çalışanları yaptıkları yayınlarla kamuoyu oluşturabildiklerine ve eleştirel kamu görevi yapabildiklerine inanmaktadırlar. akademia Tablo 18: Çalışanlara Medyanın Halktaki İmajı 32 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Çapraz Tablolar Yazı işleri – haber müdür veya Yrd. Muhabir Yapımcı/Y önetmen Kameram an Editör / Köşe yazarı Sunucu / Spiker akademia TOPLAM 33 Hangi Tür KİA’da Çalışmaktasınız TV Ajans/ Radyo Gazete diğer TOPLAM f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % 6 46.2% 1 7.7% 6 46.2% 0 0.0% 13 100.0% 21.4% 25.0% 35.3% 0.0% 24.5% 6 35.3% 0 0.0% 7 41.2% 17 100.0% 21.4% 0.0% 41.2% 7 87.5% 25.5% 4 100.0 % 14.3% 3 50.0% 10.7% 2 40.0% 7.1% 28 52,80 % 100% 0 0.0% 0.0% 0 1 12.5% 5.9% 0 4 23.5% 100.0 % 0 0.0% 0.0% 0 0.0% 0.0% 0.0% 100.0% 0.0% 0 0.0% 0.0% 3 60.0% 75. % 4 0.0% 3 50.0% 17.6% 0 0.0% 0.0% 17 0.0% 0 0.0% 0.0% 0 0.0% 0.0% 4 7.5% 6 100.0% 11.3% 5 100.0% 9.4% 53 7,50% 32,10% 7,50% 100,00% 100% 100% 100% 100% Yazı İşleri ve Haber Müdürü ve Yardımcıları 32.1% 8 100.0% 15.1% 4 Katılımcılardan yönetici statüsünde bulunan yazı işleri-haber müdürleri ve yardımcılarının dağılımına göre, televizyonda 6 kişi, radyoda 1 kişi, gazetede 6 kişi iken Ajanslardan katılımcı yoktur. Muhabir olarak televizyonda 6 kişi, gazetelerde 7 kişi, Ajans ve/veya diğer kitle iletişim araçlarında 4 kişi olup, radyodan muhabir olarak çalışan katılımcı yoktur. Yapımcı-yönetmen olarak televizyonda 7 kişi, gazetede 1 kişi olup diğer kitle iletişim araçlarından katılımcı yoktur. Katılımcılar arasında televizyonda çalışan 4 kameraman vardır. Editör/köşe yazarı olarak çalışanların 3’ü televizyonda, 3’ü gazetelerdendir. Sunucu ve/veya spikerlerin dağılımı ise televizyonda 2 kişi, radyoda 3 kişi olup diğer kitle iletişim araçlarında bu görevde çalışan katılımcı yoktur. Buna göre katılımcıların çoğunluğu muhabirlerden oluşmaktadır. TABLO 22: Cinsiyet Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre Bulundukları Kadın f‐ Erkek Kurumlarda % f‐% Çalıştıkları Birimlere Göre Dağılımı Katılımcıların çalıştıkları birim Hangi Birimde Hangi Görevi Yapmaktasınız TABLO 21: Katılımcıların Çalıştıkları Medya Organındaki Görevlerine Göre Dağılımları Muhabir Yapımcı‐ Yönetmen Kameraman Editör ‐ Köşe Yazarı Sunucu Spiker Toplam ‐ Toplam f ‐ % 3 10 13 23.1% 76.9% 100.0% 27.3% 23.8% 24.5% 4 13 17 23.5% 76.5% 100.0% 36.4% 31.5% 32.1% 1 7 8 12.5% 87.5% 100.0% 9.1% 16.7% 15.1% 0 4 4 0.0% 100.0% 100.0% 0.0% 9.5% 7.5% 0 6 6 0.0% 100.0% 100.0% 0.0% 14.3% 11.3% 3 2 5 60.0% 40.0% 100.0% 27.3% 4.8% 9.4% 11 42 53 20,80% 79,20% 100% 100% 100,00% 100% Katılımcıları oluşturan 17 muhabirden 13’ü erkek, 4’ü kadın, 13 kişiden oluşan yazı işleri, haber müdürleri ve yardımcılarından 10’u erkek, 3’ü kadındır. Yapımcıyönetmenlerin 7’si erkek, 1’i kadındır. Kameraman olarak çalışan 4 kişinin ve editör-köşe yazarı olarak çalışan 6 kişinin tamamı erkektir. Sunucu-spiker olarak çalışanlarınsa 3’ü erkek, 2’si kadındır. Yerel medyada erkek egemen bir yapı söz konusudur. Çalışanların Mesleklerini Gerçekleştirirken En Çok Karşılaştıkları Zorluklar TABLO 24: Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre En Çok Karşılaştıkları Mesleki Zorluklar Kurum içi engellemeleri ve mücadeleleri Maddi imkânsızlıklar Cinsiyet Kadın Erkek Toplam f ‐ % f ‐ % f ‐ % 1 14.3% 9,10% 0 0.0% 0,00% 4 36.4% 6 85.7% 14,30% 16 100.0% 38,10% 7 63.6% 7 100.0% 13,20% 16 100.0% 30,20% 11 100.0% İş güvencesi yokluğuna bağlı motivasyon 36,40% 16,70% eksikliği Mesleğin 3 9 saygınlığının 25.0% 75.0% düşmesine bağlı karşılaşılan 27,30% 21,40% zorluklar 3 4 Herhangi bir 42.9% 57.1% zorluk yaşamamaktayım 27,30% 9,40% 11 42 Toplam 20,80% 79,20% 100,00% 100,00% 20,80% 12 100.0% 22,30% 7 100.0% 13,10% 53 100,00% 100,00% TABLO 25: Aylık Gelir Yeniden Meslek İle Yaptıkları Seçme Durumunda Meslekten Memnun Meslek Tercihi Olma Durumu Bu Başka Arasındaki İlişki meslek meslek f‐% f‐% 13 12 500 YTL ve 52.0% 48.0% altı 43,30% 52,20% 8 3 500‐750 YTL 72.7% 27.3% 26,70% 13,00% 4 5 751‐1000 44.4% 55.6% YTL 13,30% 21,70% 2 2 1001‐1500 50.0% 50.0% YTL 6,70% 8,70% 3 1 1500 YTL ve 75.0% 25.0% üstü 10,00% 4,30% 30 23 Toplam 56,60% 43,30% 100,00% 100,00% TOPLAM f ‐ % 25 100.0% 47,20% 11 100.0% 20,80% 9 100.0% 17,00% 4 100.0% 7,50% 4 100.0% 7,50% 53 100,00% 100,00% Katılımcıların aylık gelirlerine göre yeniden gazetecilik mesleğini seçip seçmeyeceğini ortaya koymak üzere yapılan ilişkilendirmeye göre, yeniden meslek seçme durumunda kalınması halinde başka mesleği seçeceklerin büyük çoğunluğu olan 12 kişi, 500 YTL ve altındaki aylık gelirine sahip akademia Katılımcıların gazetecilik mesleğine yönelme nedenlerinin büyük bölümünü oluşturan tesadüfen seçtim diyenlerin 15’i erkek, 3’ü kadındır. Mesleğin saygınlığından ötürü yönelenlerin 2’si erkek, 1’i kadın; heyecan ve hareket için seçenlerin 12’si erkek, 4’ü kadın; idealize edilmiş amaçlarla seçenlerin 13’ü erkek, 3’ü kadındır. Kurum içi engelleme ve mücadeleleri meslekte karşılaştıkları en önemli güçlük görenlerin 6’sı erkek iken 1’i kadındır. Maddi imkânsızlıkları en önemli sıkıntı görenlerin tamamının (16 kişi) erkek olması ve bunu en önemli sıkıntı olarak görenlerin arasında kadınların olmaması dikkat çekicidir. Bunun yanında iş güvencesi yokluğuna bağlı motivasyon eksikliğini en önemli sorun görenlerin 7’si erkek, 4’ü kadın; mesleğin saygınlığının düşmesine bağlı karşılaşılan zorlukları sorunların önceliği görenlerin 9’u erkek, 3’ü kadındır. Herhangi bir zorluk yaşamadığını beyan edenlerin ise: 4’ü erkek, 3’ü kadındır. Alınan cevaplar içerisinde özellikle çalışanlar arasında kurum içi engellemeleri ve mücadeleleri daha çok (%85,7) erkeklerin yaşaması ve maddi imkânsızlığı kadınlar arasında sorun olarak görenlerin olmaması dikkat çekicidir. Katılımcıların Aylık Gelirleri Katılımcıların Gazetecilik Mesleğini Seçme Nedenleri TABLO 23: Katılımcıların Cinsiyet Toplam Cinsiyetleri İle Medya Kadın Erkek Sektörünü Seçme f ‐ % Nedenleri Arasındaki f ‐ % f ‐ % İlişki 3 15 18 Tesadüfen 16.7% 83.3% 100.0% seçtim 27,30% 35,70% 34,00% 0 0 0 Aile geleneği ve çevre 0.0% 0.0% 0.0% yönlendirmeleri 0,00% 0,00% 0,00% 1 2 3 Mesleğin 33.3% 66.7% 100.0% saygınlığı 9,10% 4,80% 5,70% 4 12 16 Heyecan ve 25.0% 75.0% 100.0% hareket 36,40% 28,60% 30,20% 3 13 16 İdealize edilmiş 18.8% 81.3% 100.0% amaçlarla 27,30% 31,00% 30,20% 11 42 53 Toplam 20.8% 79,20% 100,00% 100.0% 100,00% 100.0% 34 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ kişilerden oluşmaktadır. Bunun yanında 500 YTL ve altı aylık gelirine sahip 13 kişinin yeniden bir meslek seçme durumunda kalsalar aynı mesleği seçme yoluna gidecekleri basın sektöründe başka motive edici unsurlara sahip olduklarını göstermektedir. Bununla birlikte 500-750 YTL arasında aylık gelirine sahip katılımcılardan 8 kişi yine bu mesleği seçeceğini, 3 kişi başka mesleğe yöneleceğini belirtmişlerdir. 751-1000 YTL gelir grubuna sahip 4 kişi bu mesleği, 5 kişi başka mesleği; 1001-1500 YTL arasında geliri olanlardan 2 kişi bu mesleği, 2 kişi başka mesleği seçeceğini söylerken, 1500 YTL ve üstü gelire sahip 4 kişiden 3’ü bu mesleği, 1 kişi de başka mesleğe yöneleceğini bildirmiştir. Bu durum, katılımcılar için aylık gelirinin şu andaki meslek seçimlerine yönelik memnuniyetlerinde önemli bir unsur olduğunu göstermekle birlikte tek başına bir etken olmadığını ortaya koymuştur. akademia Katılımcıların Aylık Gelirleri Çalışanların Mesleklerini İcra Ederken En Çok Karşılaştıkları Zorlukları TABLO 26: Katılımcıların İş Mesleğin Aylık Geliri güvencesi saygınlığının Herhangi bir İle Diğer Kurum içi Maddi yokluğuna düşmesine engellemeleri zorluk TOPLAM Mesleki imkânsızlıklar bağlı bağlı mücadeleleri yaşamamaktayım Zorlukları motivasyon karşılaşılan Arasındaki eksikliği zorluklar İlişkisi f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % 3 9 5 5 3 25 500 YTL ve 12,00% 36,00% 20,00% 20,00% 12,00% 100,00% altı 42.9% 56,30% 45,50% 41,70% 42,90% 47,20% 2 3 3 2 1 11 500‐ 750 18,20% 27,30% 27,30% 18,20% 9,10% 100,00% YTL 28,60% 18,80% 27,30% 16,70% 14,30% 20,80% 1 1 1 3 3 9 751‐ 11,10% 11,30% 11,10% 33,30% 33,30% 100,00% 1000 YTL 14,30% 6,30% 9,10% 25,00% 42,90% 17,00% 0 3 1 0 0 4 1001‐ 1500 0.0% 75,00% 25,00% 0,00% 0,00% 100,00% YTL 0,00% 18,80% 9,10% 0,00% 0,00% 7,50% 1 0 1 2 0 4 1500 YTL ve 25,00% 0,00% 25,00% 50,00% 0,00% 100,00% üstü 14,30% 0,00% 9,10% 16,70% 0,00% 7,50% 7 16 11 12 7 53 Toplam 13,20% 30,20% 20,80% 22,60% 13,20% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 35 TABLO 26: Katılımcıl arın Aylık Geliri İle Diğer Mesleki Zorlukları Arasında ki İlişkisi f ‐ % f ‐ % 3 9 500 36,00 YTL 12,00% % ve 56,30 altı 42.9% % Katılımcıların Aylık Gelirleri Mesle ğin saygın lığının düşm esine bağlı karşıl aşılan zorluk lar Herha ngi bir zorluk yaşam amakt ayım T O P L A M f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % 5 5 3 25 20,00 % 45,50 % 20,00 % 41,70 % 12,00 % 42,90 % 100,00 % 3 2 1 11 27,30 % 27,30 % 18,20 % 16,70 % 9,10% 100,00 % 14,30 % 20,80% İş güven Kurum cesi içi Maddi yoklu engelle imkân ğuna meleri sızlıkl bağlı mücad ar motiv eleleri asyon eksikli ği 2 3 500 27,30 ‐ 18,20% % 750 18,80 YTL 28,60% % 1 1 1 3 751 ‐ 11,30 11,10 33,30 100 11,10% % % % 0 25,00 14,30% 6,30% 9,10% YTL % 100 1‐ 150 0 YTL 0 0.0% 0,00% 3 1 75,00 % 18,80 % 25,00 % 0 Toplam 16 30,20 13,20% % 100,00 100,0 % 0% 3 9 33,30 % 42,90 % 100,00 % 0 17,00% 4 0,00% 0,00% 100,00 % 9,10% 0,00% 0,00% 7,50% 150 1 0 1 2 0 YTL 25,00% 0,00% 25,00 50,00 % % ve 16,70 üst 14,30% 0,00% 9,10% % ü 7 47,20% 0 4 0,00% 100,00 % 0,00% 7,50% 11 12 7 53 20,80 % 100,0 0% 22,60 % 100,0 0% 13,20 % 100,0 0% 100,00 % 100,00 % Radyoda çalışanlardan 1 kişi rahatsız edici olduğunu düşünürken, 3 kişi ilişkinin iç içe geçmediğini ve ilişkinin hiç olmamasındansa, olmasının daha iyi olduğunu düşünmektedir. Gazete çalışanlarının 13’ü bu ilişkilerin içeriğini olumsuz bir düzlemde ve mesleğe zarar verici durumda görürken, 4 kişi daha ılımlı bir yaklaşım açısı getirmiştir. Bunun yanında ajans ve diğer kitle iletişim araçlarında çalışanlardan 2 kişi ilişkileri olumsuz bir yapıda gördüğünü söylerken, 2 kişi ilişkileri olumsuz nitelendirilebilecek bir yapıda görmemiştir. Bu sonuçlara göre, Elazığ ilinde özellikle televizyon ve gazetede çalışan basın mensupları bu ilişkilerin olumsuz düzlemde olduğunu düşünmektedir. Yaptığınız Habercilik Karar TABLO 28: Verici Organları Etkilemekte Katılımcıların midir? Çalıştıkları Kitle İletişim Aracı Kesinlikle Hiçbir Türüne Göre etkili etkisi TOPLAM Yaptıkları olmaktadır yoktur Haberlerin Karar Verici Organları Etkileyip f ‐ % f ‐ % f ‐ % Etkilemediğine Dair Kanaatleri 17 11 28 Televizyon 60,70% 39,30% 100,00% 42,50% 84,60% 52,80% 3 1 4 Radyo 75,00% 25,00% 100,00% 7,50% 7,70% 7,50% 16 1 17 Gazete 94,10% 5,90% 100,00% 40,00% 7,70% 32,10% 4 0 4 Ajans/diğer 100,00% 0,00% 100,00% 10,00% 0,00% 7,50% 40 13 53 Toplam 75,50% 24,50% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% akademia Çalışanların Mesleklerini İcra Ederken En Çok Karşılaştıkları Zorlukları Haber seçiminde kullanılan siyasal ya da ideolojik yaklaşımlar bile artık temelde medya kuruluşlarının ekonomik kaygılarının sonucu (Şeker, 1999, 36) olmuştur. Katılımcıların çalıştıkları kurumlara göre medya-siyasetsermaye ilişkisine bakış açısını ölçmeye yönelik yapılan değerlendirmeye göre, rahatsız edici ve var olan ilişkinin mesleği temelden sarstığını ve zarar verdiğini düşünenlerin sayısı 18 kişidir. Bunun yanında ilişkinin iç içe geçmediğini ve ilişkiyi ne seviyede olursa olsun gerekli görenlerin sayısı 10’dur. Katılımcıların Çalıştığı KİA Türü Çalışanların mesleklerini icra etmelerinde karşılaştıkları zorluklarda aylık gelirlerinin etmen olup olmadığını ortaya koymak amacıyla yapılan çaprazlamada, maddi imkansızlıkları en önemli ve zorluk olarak belirtenlerin oranı katılımcıların büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Buna göre; 500 YTL ve altı gelir seviyesine sahip 9 kişi maddi imkansızları en önemli zorluk olarak vurgularken, aynı gelir seviyesine sahip 3 kişi mesleklerini icra ederken maddi imkansızlıklar dahil herhangi bir zorluk yaşamadıklarını belirtmişlerdir. 36 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Elazığ’da çalışan basın mensuplarının yaptıkları haberlerle karar verici organları etkileyip etkileyemediklerine yönelik düşüncelerini öğrenmek amacıyla sorulan soruya farklı medyalarda çalışanlar arasında bir görüş farklılığı olup olmadığını belirlemek üzere çaprazlama yapılmıştır. Buna göre, televizyon çalışanlarından 17 kişi etkili olduğunu, 11 kişi etkisinin olmadığını; radyo çalışanlarından 3 kişi etkili olduğunu, 1 kişi etkisi olmadığını, gazete çalışanlarından 16 kişi etkili olduğunu, 1 kişi etkili olmadığını ve ajans çalışanlarının tamamını oluşturan 4 kişi etkili olduğunu belirtmişlerdir. Bu sonuçlara göre, özellikle gazete, radyo ve ajans çalışanları yaptıkları haberciliğin karar verici organları etkilediğine inanmaktadır. Televizyon çalışanlarının büyük bir çoğunluğu olan 17 kişi yaptıkları haberciliğin karar verici organları yönlendirdiğine inanırken, 11 kişi aksi görüş dile getirmiştir. akademia Hangi Birimde Hangi Görevi Yapmaktasınız TABLO 29: Katılımcıların Çalıştıkları Departmana Göre Elazığ’da Medya, Siyaset, Sermaye İlişkisinin Durumuna Dair Kanaatleri 37 Yazı işleri – haber müdür / Yrd. Muhabir Yapımcı/Yönetmen Kameraman Editör / Köşe yazrı Sunucu / Spiker Toplam Gazete yayıncıları, genel yayın yönetmenleri, gazeteciler, hepsi de iletişim kanallarını kendi amaçlarına göre denetlemek ve ellerinde tutmak istemektedirler (Tokgöz, 2003, 63). Bu ilişkilerin içeriği ve boyutu kitle iletişim araçlarının çeşidine göre değişebildiği gibi, hem içerik hem de ilişki açsından bu kurumların değişik birimlerinde çalışanlara göre de değişiklik gösterebilmektedir. Bu çerçevede sorulan soruya katılımcılardan yazı işleri-haber müdürleri ve yardımcılarından oluşan 10 kişinin 6’sı Elazığ’daki medya-siyaset-sermaye ilişkisini rahatsız edici, 4’ü bu sistemler arasındaki ilişkinin meleğe zarar verici boyutta olduğunu söylerken 3 kişi de ilişkinin rahatsızlık verecek derecede iç içe geçmediğini ancak ilişkinin bir şekilde varlığına inanmaktadır. En dikkat çekici sonuçlar haberin toplanması, yazılması sürecinde en etkin kesimi oluşturan muhabirlere aittir. Muhabirlerin 13 kişisi bu ilişkilerin Sizce Elazığ’da Medya‐Siyaset‐Sermaye İlişkisi Nasıl içeriğini rahatsız edici ve mesleğe Var olan İlişkilerin iç zarar verici olarak nitelerken, 4 kişi ilişkinin içe İlişkinin mesleği geçmediğini olmamasıdansa rahatsız edici seviyede olmadığını Rahatsız temelden ve rahatsız olmasının Toplam ve ilişkinin varlığının gerekliliğine edici sarstığını edici gereğine inandığını belirtmiştir. Yapımcıve seviyede inanıyorum yönetmenlerden ilişkiyi rahatsız bitirdiğini olmadığını f ‐ % f ‐ % f‐% f‐% f‐% edici olarak nitelendiren yoktur. 6 4 2 1 13 Bunun yanında ilişkinin içeriğini 46,20% 30,80% 15,40% 7,70% 100,00% rahatsız edici olarak nitelendiren 3 27,30% 33,30% 18,20% 12,50% 24,50% kişidir. Yapımcı-yönetmenlerden 5 11 2 3 1 17 64,70% 11,80% 17,60% 5,90% 100,00% kişiyse bu ilişkileri ilkesiz bir 50,00% 16,70% 27,30% 12,50% 32,10% şekilde iç içe geçmediğini ve bu 0 3 2 3 8 ilişkinin varlığının gereğine 0,00% 37,50% 25,00% 37,50% 100,00% inandıklarını belirtmişlerdir. 0,00% 25,00% 18,20% 37,50% 15,10% Kameramanlardan 2 kişi medya2 0 2 0 4 siyaset-sermaye ilişkisini rahatsız 50,20% 0,00% 50,00% 0,00% 100,00% edici olarak nitelerken, 2 kişi 9,10% 0,00% 18,20% 0,00% 7,50% ilişkilerin iç içe geçmediğini 2 2 1 1 6 33,30% 33,30% 16,70% 16,70% 100,00% belirtmişlerdir. Sunucu spikerlerden 9,10% 16,70% 9,10% 12,50% 11,30% 1 kişi rahatsız edici, 1 kişi ilişkilerin 1 1 1 2 5 mesleğin temellerini bozacak 20,00% 20,00% 20,00% 40,00% 100,00% nitelikte olduğunu, 1 kişi ilişkilerin 4,50% 8,30% 9,10% 25,00% 9,40% iç içe geçmediğini belirtirken 2 kişi 22 12 11 8 53 41,50% 22,60% 20,80% 15,10% 100,00% de bu ilişkilerin bir şekilde olması 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle popüler kitle gazetelerinin tercih ettiği sansasyonel çizgi, sokaktaki adamın gazetecilik yapan kitle iletişim araçlarına olan güvenini yitirmesine neden olmuştur (Tokgöz, 2003, 62). Yerel medyanın kamuoyu ile arasında güven bunalımını sadece bu sansasyonel çizgi düzlemiyle açıklamak eksik bir yaklaşım olacaktır. Ankete katılanlardan yaklaşık her dört kişiden biri (%26.4) halkın yerel medyaya bakışının olumsuz olduğunu düşünmektedir. Bu olumsuz düşünenlerin %42.90’ı yerel medyanın karar verici organlar üzerinde etkili olduğunu söylerken, %57.10’u ise etkili olmadığını belirtmiştir. Buna göre tüm katılımcıların %6.50’si yerel medyanın hem halkın gözünde iyi bir itibarının olmadığını hem de karar verici organlar üzerinde bir etkisinin bulunmadığını düşünmektedir. Tüm katılımcıların %85,0’ı ise medyanın hem halkın gözünde iyi bir itibarının olduğunu hem de yaptıkları haberlerin karar verici organların dikkatini çektiğini, etkili olduğunu belirtmektedirler. Sonuç ve Öneriler Elazığ ölçeğinde alan araştırmasına dayalı yapılan bu çalışmada, yerel medya çalışanlarının mesleklerinde gördükleri sorunlardan hareketle sektörün sorunsalları tartışılmıştır. Bu kapsamda çalışanların sosyo-demokrafik özellikleri, iletişim fakültesi mezunlarına yaklaşım açıları, mesleklerini yaparken karşılaştıkları zorluklar, gazetecilik mesleğine ilişkin görüşleri, yerel gazeteciliğin mevcut durumu ve gazetecilerin meslekten beklentileri tespit edilmiştir. Ayrıca çalışanların siyaset, sermaye ilişkisine dair yerel medyanın nesnellik-yanlılık tutumu kendi değerlendirmelerinden tartışılmıştır. Tüm bu sorunlar yapılandırılmış (formel) görüşme tekniğiyle araştırılmıştır sonuçlar frekans analiziyle tartışılmıştır. Çalışanların çoğunluğu (% 70,9) 35 yaş ve altı yaş aralığında olup genç bir kitleden oluşmaktadır. Ankete katılan sektör çalışanlarının çoğunluğunun erkek olması erkek egemen bir medyanın varlığına işaret etmektedir. Elazığ ilinde çalışanların eğitim durumlarına baktığımızda yerel medyada yaşanan kalifiye eleman sıkıntısı dikkat çekmektedir. Ayrıca, çalışanlardan hiçbirinin İletişim Fakültesi mezunu olmadığı gözlemlenmiş (Tablo 6), ve katılımcılardan çoğunun meslekle ilgili hiçbir eğitici süreçten geçmediği (Tablo 7) tespit edilmiştir. Bu durum, yerel basının kalifiye ve eğitimli eleman durumunu gözler önüne sermektedir. Bunun yanında, habercilik yapmak için akademik eğitimi önemsiz görenlerin oranı %52,8’ dir (Tablo 15). Bu noktada İletişim fakültelerinin bu algıyı neden ve sonuçlarıyla önemsemesi ve dikkate alması gerekmektedir. Yerel medyanın en önemli sıkıntılarından biri ekonomik gelir ve sosyal haklarıyla ilgilidir. Katılımcıların büyük bir çoğunluğunun (%47,2) 500 YTL ve altı aylık gelirle çalıştığı, % 20,8’inin ise 500750 YTL aralığında aylık gelire sahip olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda, katılımcıların aylık gelirlerinin meslekteki memnuniyetlerine etkisini ortaya koymak amacıyla yapılan ilişkilendirmeye göre, yeniden meslek seçme durumunda kalınması halinde başka mesleği seçeceklerin büyük çoğunluğu olan 12 kişi, 500 YTL ve altındaki aylık gelirine sahip kişilerden oluşmaktadır (Tablo 25). Bu durum, katılımcılar için aylık gelirinin mesleki doyumlarında önemli bir unsur olduğunu akademia Çalışanlara Göre, Halkın Yerel Medyaya Bakış Açılarına Dair Görüşleri TABLO 30: Katılımcılara Yerel Kapsamda Yaptığınız Habercilik Göre Yapılan Karar Verici Organları Etkilemekte Haberciliğin Karar Verici midir? Organlar Üzerindeki Etkisi İle Halkın Yerel Etkili Etkili Gazete ve Gazetecilere Toplam Bakış Açısı Arasındaki Olmaktadır Olmamaktadır İlişki. f ‐ % f ‐ % f ‐ % 34 5 39 Olumlu 87,20% 12,80% 100,00% 85,00% 38,50% 73,60% 6 8 14 Olumsuz 42,90% 57,10% 100,00% 15,00% 6,50% 26,40% 40 13 53 Toplam 75,50% 24,50% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 38 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ göstermekle birlikte tek başına bir etken olmadığını da ortaya koymuştur. Buna göre, tüm yerel basın sorunsalı olarak karşımıza çıkan çalışanlar ve onlara uygulanan düşük maaş uygulaması Elazığ basınında çalışan personelin de önemli bir sorunudur. Alınan cevaplar içerisinde özellikle çalışanlar arasında kurum içi engellemeleri ve mücadeleleri daha çok (%85,7) erkekler yaşamaktadır. Ayrıca, katılımcıların bu mesleğe yönelme nedenlerini belirlemek üzere yöneltilen soruya verilen cevapların büyük çoğunluğu katılımcıların, mesleği tesadüfen (%34) seçtiğine işaret etmektedir. Bunu heyecan ve hareket (%30,2) amacıyla seçenler takip etmektedir (Tablo 12). Bu oranlar oldukça dikkat çekicidir. Keza, sorunlar daha mesleği seçme sürecine ve bu süreçteki niyete dayanmaktadır. akademia Katılımcılardan 31 kişi (%58,5) mesleklerini yaparken sorun çözüyor olmalarını meslekten aldıkları temel haz olarak vurgulamışlardır. Bunun yanında, mesleğin prestiji ve getirilerinden yararlanmak gibi ilkesiz bir tutumdan mutlu olanların oranı (%3,8) oldukça azdır (Tablo 19). Katılımcılardan 40 kişi (%75,5) yerel anlamda yaptıkları gazetecilik ve haberciliğin karar verici organlar üzerinde etkisi olduğunu belirtirken, 13 kişi (%24,5) etkili olmadığını belirtmiştir (Tablo 20). Yerel gazete çalışanlarının karar vericiler üzerinde etkin olduklarına inanmaları mesleğin etkinliğini de beraberinde getirmektedir. 39 Yerel medya sektöründe çalışanların büyük bir çoğunluğu yaptıkları işten memnun değildirler. Çalışanlara göre sektör, maddi getirisi düşük, sosyal güvencesi olmayan, çalışma açısından kötü şartların çok olduğu, mesleki doyumu az ve itibarı ve imajı kötü bir sektördür. bu nedenlerle çalışanların mutsuz olduklarını ve yaptıkları işten doyum sağlayamadıklarını, bir daha meslek seçme durumlarında başka mesleği seçmek isteğinde olduklarını söylemişlerdir (Tablo 13 ve Tablo 14). Çalışanlardan büyük bir çoğunluğu sektörlerinin nesnellik, yanlılık nosyonları açısından yeterince iyi bir yapı ve düzeyde olmadığını belirtmişlerdir. bu çerçevede medya-siyaset-sermaye ilişkisini ve bu ilişkilerin içeriğini olumsuz bir yapıda gördüklerini belirtmişlerdir (Tablo 16). Ayrıca araştırmaya katılan her dört çalışandan biri halkın yerel medyaya bakış tarzını olumsuz olarak nitelemiş, yerel medyanın imaj sorunu olduğuna işaret etmişlerdir (Tablo 18). Bu bir sorundur ve araştırmanın içeriğinde belirtildiği üzere önemli sorunlardan biridir. Ayrıca bu durum sonuç gibi görülmesine rağmen artık neden olarak karşımızda duran beraberinde farklı sorunları peşi sıra getiren bir yargıdır. Keza bu yargının temelinde, yerel medyanın varlığını, makaslama ya da masa başı haberlerle resmi ilan veya menfaat elde etmeye dayandıran anlayış vardır. Keza, yerel medyanın yayın yaptıkları bölgeye yapmış olduğu katkılar ve hizmetlerinin kimi durumlarda bu yargının gölgesinde kalabilmesi muhtemeldir. Ayrıca, tüm bu sorunlarla birlikte gazete okuma oranının düşük olması, yerel medyanın teknolojilerden akılcı bir şekilde yararlanmaması, niteliksiz işçi çalıştırılması, çalışanların eğitimine önem verilmemesi, genel anlamda tüm yerel medyanın sorunları olduğu gibi Elazığ medyasının da sorunudur. Bunun yanında, okuyucunun-dinleyicininizleyicinin renkli ve kaliteli baskıyagörüntüye-sese sahip, aynı zamanda haber açısından daha yoğun olan ve son zamanlarda bölge-yöre sayfaları da yapan ulusal medyayı, yerel medyaya tercih etmesi de bir sorundur. Ayrıca, eleman yetersizliği hatta mevcut çalışanların büyük bir kısmının da düşük ücretle çalıştırılan ve kalifiye olmayan elemanlardan oluşması özellikle dikkat edilmesi gereken bir sorundur. Bu noktada İletişim Fakülteleri’nden mezun olan profesyonel elemanların istihdamı bu basın kuruluşlarına ayrıcalık ve kalite kazandıracaktır. Bu sorunlar detaylara girildiğinde arttırılabilir. Ancak yerel Kaynakça Altun, A. (2005). Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü. İletişim Araştırmaları Dergisi, 3(1-2), 75-104, Erişim: 18.05.2009, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/2 3/667/8497.pdf. Altuğ, Z. ve Er, A. (t.y.). Haberde Tarafsızlık ve Nesnellik Çerçevesinde Ateş Hattı Programı, Erişim: 05.09.2008, http://ilef.ankara.edu.tr/id/yazi.php?ya d=800. Arslan, B. (1999). Yerel Basın Örgütlerinde Örgütsel İletişimin Rolü ve Önemi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 82-83. Demirsoy, A. ve Ayhan, B. (2005). 1960’dan Günümüze Konya’da Yerel Gazetecilik. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 14, 131-156. Ankara: Konrad Yayınları. Adenauer Vakfı Girgin, A. (1997). Cumhuriyet Döneminde Türkiye’deki Yerel Basının Gelişmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları. Girgin, A. (2001). Türk Basın Tarihinde Yerel Gazetecilik. İstanbul: İnkılap Kitapevi. Hofsetter C.R., ve Buss T.F.’den aktaran Hackett, R. A. (1998). Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik. (Ayşe İnal, Çev.). Ankara: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn& kelimesec=286864.Erişim: 01.01.2009. http://tr.wikipedia.org/wiki/Off_the_record. Erişim: 01/01/2009 Ilgaz, C. (2003). Türkiye’de Yerel. Gazetecilik.İletişim Fakültesi Dergisi,Sayı:16, İstanbul. İnuğur, N. (1999). Basın Yayın Tarihi. İstanbul: Der Yayınları. Özgen, M. (2004). Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları, İstanbul: İletişim Fakültesi Yayınları. Schlapp, H. (2002). Gazeteciliğe Giriş, İstanbul: Konrad Adenauer Vakfı Yayınları. Schneider, W. ve Paul-Josef, R. (2002). Gazetecinin El Kitabı. (Işık Aygün, Çev.). İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları. Erdoğan, İ. (2006). Türkiye’de Ulusal ve Yerel Gazetelerin Habercilik Anlayışları. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. 51-64. Sözen, E. (2004). “Yerel Medya Ne Kadar Yerel”. X. Yerel Medya Eğitim Seminerleri. 20-21 Şubat Kayseri, Ankara: Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Yayınları. 107-112. Faraç, M. (1999). “Türkiye’deki Yerel Basın Hakkında Genel Bilgi”, Türkiye ve Almanya’da Yerel Gazetecilik, Şeker, M. (2005). Yerel Gazeteler ve Resmi İlan, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:1, 101-115. akademia medyaya ilişkin, ilgili kesimlerce sorunsallar ve çözüm yolları yıllardır tekrarlanmasına rağmen bu sorunların içeriği ve şiddetinde bir değişiklik olmaması da dikkat çekicidir. Bu nedenledir ki çalışmanın başlığı sorunsal’la nitelenmiştir. Çünkü Türk Dil Kurumu sözlüğünde (tdkterim.gov.tr) sorunsal kavramı çözümü belli olmayan, problematik olarak tanımlanmıştır. Sorunsal kapsamında tüm aktarılan sorunlar kadar, tekrarlanan bu sorunların dikkate alınıp köklü değişikliklere gidilmemesi sorunu da yerel medyanın gelişmesinin önünde bir problem olarak durmakta ve sorunsalın bir parçası olmaktadır. 40 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Terkan, B. (2008). Basın ve Siyaset İlişkisinin Gündem Belirleme Modeli ÇerçevesindeBirAnalizi,Erişim:20.11.2 008,www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak /makaleler%5CBanu%20TERKAN%5CT ERKAN,%20BANU.pdf Tokgöz, O. (2003). Temel Gazetecilik. Ankara: İmge Kitapevi. Topuz, H. (2003). II Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. İstanbul: Remzi Kitapevi. Ulusoy, B. (2003). Türkiye’de Yerel Basının Sorunları ve Çözüm Önerileri. İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:18, İstanbul akademia Varlık, B. (1999). “Osmanlı Dönemi Türkçe Yerel Basını Üzerine Bazı Gözlemler”, Osmanlı Basın Yaşamı Sempozyumu, Ankara: Gazi 41 Üniversitesi Yayınları. İletişim www.tgc.org.tr/bildirge.html, 05.12.2008 Fakültesi Erişim: Yıldırım, Y. (1997). Elazığ Basının Öncüsü Mamuratül-Aziz Gazetesi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları. Yüksel, İ. (1992). Habercilikte Devlet Tekeli ve Anadolu Basını. Yerel Basın Kurultayı Bildiriler, Yerel Basın Kurultayı Dizisi: 1, Adana: Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Yayınları. KAMUOYUNUN BİLGİLENDİRİLMESİNDE YAZLI BASININ HABER BAŞLIKLARI: BİR ÖRNEK OLAY İNCELEMESİ Nural İmik Tanyıldızı∗ Özet Kamuoyu duyarlı hale geldiği ve farkına vardığı olaylar karşısında oluşmaktadır. Kamuoyunu bilgilendirip, olayları algılamasını sağlama görevinin büyük bir bölümünü günümüzde kitle iletişim araçları yapmaktadır. Yazılı basının kamusal görevlerinin başında, temel işlevi olan bilgi verme görevi gelmektedir. Çağımızda, özellikle siyaset kurumu başta olmak üzere, karar verme yetkisine sahip hiçbir kurum ve kuruluş, kamuoyu adı verilen halkın genel kanaatinden bağımsız faaliyet gösterememektedir. Bu nedenle kamuoyunu oluşturan en önemli araçlardan biri olan yazılı basının halkı bilgilendirirken, gerekli özeni göstermesi gerekmektedir. Araştırmanın amacı; Türkiye’de kamuoyunun bilgilendirilmesinde yazılı basının rolünün bir örnek olay üzerinden açıklamaya çalışmaktır. Yöntem olarak Van Dijk’ın söylem analizine başvurulmuştur. Bu nedenle Türkiye’de bulunan farklı görüşleri yansıttığı düşünülen üç ulusal gazete; Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet seçilerek, “Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kapatma davası açılması” haberinin gazete başlıklarında nasıl sunulduğu analiz edilmiş; bu bağlamda Türk kamuoyu’nun bilgilendirilmesinde yazılı basının rolünün ne olduğu açıklanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Yazılı Basın, Kamuoyu, Basın ve Siyaset, Manşet PRESS HEADLINES INFORMING THE PUBLIC OPINION: A CASE STUDY Abstract Public opinioun occurs against of the events which was realized and sensed. Mass media has a big role to informed of the public opinioun and the events can be sensed by public opinioun with mass media. A head of the first duty of the press is to informed. Nowadays, institutes that have an arbitrament expecially politics intitute dosn’t behave from without publıc opinioun. So press that is one of the importat tools which to form the public opinioun can be care when it informed of the public. The aim of the this study is to explain of the role of the press to informed of the public opinioun with useing a one model event. It use analysis of the Van Dijk. For this it is choosen three different newspapers in Turkey; “Cumhuriyet, Zaman, Hürriyet”. The headlines of the press that about The Party of Adalet ve Kalkınma are analysed and it tries to explain the role of the headlines of the press to informed of the public opinioun. akademia Key Words: Press, Public Opinioun, Press and Politics, Headine ∗ Arş. Gör., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi 42 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş Kamuoyu toplumsal yaşantının her döneminde varlığını ve önemini hissettirmiştir. Kamuoyu, karar yetkisine sahip toplumun bütün kurum ve kuruluşlarını etkilemektedir. Kimilerine göre oldukça etkili, kimilerine göre ise bir kurgudan ibaret olan kamuoyunun geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. 19. yüzyıla kadar, daha çok bireysel bir güç olarak görülen kamuoyu, bu dönemden sonra kamusal yaşamda önemli bir güç olarak görülmeye başlanmıştır. Nüfusun kentlerde yoğunlaşması, çalışma koşullarının güvensizliği, bunalım ve savaş tehlikeleri, kitle iletişim araçlarının gelişmesi bu durumun en önemli nedenidir (Domenach, 1995, 19–21). akademia İletişim teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak hedef kitlesi her geçen gün daha da genişleyen basın organları, kamuoyu oluşum sürecinde oldukça önemli bir görev üstlenmektedir. Bu görevlerden biri de halkı bilgilendirmedir. 43 Kitle iletişim araçlarında özellikle yazılı basında bilgilendirme ve haber verme görevi yerine getirilmeye çalışılırken en önemli nokta metne yüklenen ideoloji ve anlamdır. Bu durum basın için hazırlanan metinlerin, diğer metin türlerinden daha sorunlu olmasına neden olmuştur. Haberlerdeki sözcük seçimleri ve cümle yapıları önemlidir (Dursun,2001, 58–70). Her gazete desteklediği politik görüşe halkın desteğini sağlamak için bilgi verirken belirli bir politik duruş sergilemektedir (Poyraz, 2002, 13). Basının giderek holdingleşmesi ve siyaset kurumuyla karmaşık ilişkiler içine girmesi üzerine 1970’li yıllarda ortaya ekonomi politik yaklaşım çıkmıştır. Bu yaklaşım basın işletmelerinin mülkiyet yapılarını incelemekte ve bu yapılanmanın basın siyaset ilişkisine olası etkilerini incelemektedir. Ekonomi politikçiler basında yaşanan tekelleşme olgusu sonucunda, bilgi akışının ekonomik ve siyasal iktidarların çıkarına hizmet eder hale geldiğini savunmaktadır (Öksüz, 2007, 72). Yazılı basın meşruluğunu halkın gerçekleri öğrenme yönünde sergilemiş olduğu kamusal hizmetten almaktadır. Bu nedenle elindeki bu gücü kamuoyu oluşturmak amacıyla haberi uyarlayarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmamalıdır(Öksüz, 2007, 71). Haber sunumlarında mesleki ahlak ilkelerine uyulmalıdır. Kamuoyunun bilgilendirilmesinde önemli bir role sahip olan yazılı basının bilgilendirme işlevini yerine getirirken üzerine düşen görevi ne şekilde yaptığı önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı da kamuoyunun bilgilendirilmesinde yazılı basının haber başlıkları rolünün örnek bir olay üzerinden ortaya konulmasıdır. Yapılan kaynak araştırmasında konuyla ilgili olarak Gül Kaya tarafından 1988 yılında yazılan “Türkiye'de Kamuoyunun Oluşumunda Yazılı Basın ve Tarafsızlık İlkesi” konu başlıklı yüksek lisans tezine ve Ali Rıza Taban tarafından 1995 yılında yazılan “Kamuoyu Oluşturmada Kitle İletişim Aracı Olarak Yazılı Basının Rolü ve Konya Yerel Basını Üzerine Örnekler” konu başlıklı yüksek lisans tezine ulaşmak mümkündür. Bunlar konuyla yakından ilişkili olan çalışmalardır. Genel olarak bu alanda yapılan diğer bilimsel çalışmaların özellikle kamuoyu ve yazılı basının kamuoyuna etkileri ile sınırlı kaldığı gözlemlenmiştir. Ayrıca yapılan yayınların daha çok bir olayın basındaki sunumu şeklinde olduğu görülmektedir (Bulut ve Yaylagül, 2004). Bu çalışmada ise diğerlerinden farklı olarak bir örnek olay üzerinden yazılı basındaki haber başlıkları incelenerek kamuoyunun ne şekilde bilgilendirildiği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmada öncelikle kamuoyu kavramından bahsedilmiştir. Daha sonra kamuoyunun oluşum sürecinde yazılı basın ele alınarak, kamuoyu ve basın ilişkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Ardından basının bilgilendirme işlevi kamuoyunu etkilemesi açısından ele alınmaya çalışılmıştır. Araştırmanın genel çerçevesi çizilerek, ele Kamuoyu Kavramı Kamuoyu, kapsam ve yapı itibari ile kamu ve oy kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Bu yapı içerisinde karşımıza ilk olarak kamu unsuru çıkmaktadır (Bekiroğlu, 2006, 37). Kamu kelimesi sözlük anlamı olarak umumi, herkese ait, yani hususi olmayan alanı; halk, amme kelimelerinin üçünü de kapsamaktadır. Kamu, bir ulus veya toplumun bütün yetişkin üyelerinin az çok genel olan konularına ve ilgilerine işaret etmektedir (Balcı, 2000, 38). Oy ise kanaat anlamında kullanılmaktadır (Öksüz, 2007, 68). Oy kelimesini iki anlamda kullanmak mümkündür. Birinci anlama göre oy; siyasal ya da sosyal bir süreç çerçevesinde kişinin tercihlerini belirleyen bir fiildir. İkinci anlamı ise fiil ve kanaatin karşılığıdır (Balcı, 2000, 39). Kamuoyu tarihine bakıldığında oy kavramının, kamu kavramıyla beraber geliştiğini söylemek mümkündür. Kamuoyunun bugüne kadar değişik tanımları yapılmıştır. Mac Kinnon kamuoyunu tanımlarken ”Toplulukta yer alan en ahlaklı, en zeki, en saygın, en iyi haber alan kişilerin bir konu hakkındaki duygularıdır” derken, Minor; “Önemli bir kamu sorunu karşısında geniş sayıdaki insanların, tutum, duygu ve fikirleridir” şeklinde bir tanımlama yapmıştır (Güz, 2005, 95). Münci Kapani ise kamuoyu denince akla, toplumun bütün yetişkinleri tarafından paylaşılan ortak bir görüşün gelmemesi gerektiğini, toplumun tümünü kapsayan ve oybirliğini ifade eden böyle bir kanaatin sosyolojik gerçeklere aykırı düşeceğini söylemektedir. Kamuoyu kelimesiyle yalnızca belirli bir olay veya sorun durumunda oluşan ve görüş bildiren kişilerin geçici olarak oluşturdukları grup kastedilmektedir (Kapani, 1988, 148). Milburn’a göre kamuoyu değişik insanların değişik bir dizi konuda siyasete ilişkin tutumlarını yansıtmaktadır. Bu tutumlar bazı insanlarda güçlü olabilmekte ve sık sık ifade edilebilmektedir (Milburn, 1996, 40). Kamuoyu kavramı iletişim, siyaset, sosyoloji, sosyal psikoloji gibi birçok bilim dalı tarafından incelenmektedir. Her disiplin kavramın tanımlanmasında kendi ilgi alanına giren unsurları ön plana çıkarmıştır. Bu alandaki literatür incelendiğinde bir birinden farklı tanımlara ulaşılmaktadır. Kamuoyunu kesin olarak tanımlama çabaları alanda yapılan araştırmalarda bir ilerleme sağlamadığı gibi, kamuoyu kavramının daha da parçalanmasına ve neredeyse kullanılmaz hale gelmesine neden olmuştur. Kamuoyu kavramının bir kurgudan ibaret olduğunu savunanlar çıkmıştır. Fakat bu görüş etkili olamamıştır (Neumann, 1998, 82). Genel olarak kamuoyu, karşılıklı etkileşim ve müzakere sonucunda genele egemen olan görüş olarak ifade edilmektedir (Öksüz, 2007, 67). Bu çalışmada ise Kapani’nin kamuoyu tanımından hareket edilerek kamuoyu kelimesi ile yalnızca belirli bir olay veya sorun durumunda oluşan ve görüş bildiren kişilerin geçici olarak oluşturdukları grup kastedilmektedir. Kamuoyunun Yazılı Basın Oluşum Sürecinde Oluşturulmak istenen etkinin düzeyine, belirlenen amaca ve hedef kitleye göre kamuoyunu oluşturan araçlar değişiklik gösterebilmektedir. Teknolojik gelişmeler de tarihsek dönemlerde kamuoyunu etkileyen iletişim araçlarının değişmesine neden olmuştur. İletilerin kitlelere ulaştırılmasını sağlayan teknolojilerin bulunuşu ile kitlesel kullanım alanlarına kavuşan, kitle iletişimine, kaynağın kitleler halindeki hedefine ulaşma amacı nedeniyle bu ad verilmiştir (Yüksel, 2001,4). akademia alınan konunun haber başlıklarındaki sunumu ve çözümlemesine geçilmiştir. Sonuç bölümünde ise kaynak taraması ve gazete çözümlemelerinden elde edilen bulgular açıklanarak, konuya yönelik önerilerde bulunulmuş ve konuyla ilgili sayıltıların doğrulanıp doğrulanmadığı ifade edilmiştir. 44 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Birey ve gruplar kamuoyunun oluşumunda her zaman önemli rol oynamıştır ve oynayacaktır. Fakat zaman içerisinde teknolojinin gelişmesine bağlı olarak ortaya çıkan kitle iletişim araçları kanaat oluşumu sürecinde etkin rol oynamaya başlamıştır. Kitle iletişim araçları en temel işlevlerinden biri olan haber iletimini çok kısa zaman içerisinde geniş kitlelere ulaştırarak gerçekleştirebilmekte, böylece onların kanaatlerine yön verebilmektedir (Balcı, 2000, 48). Kamuoyunu dikkate almadan kitle demokrasisinden söz etmek mümkün değildir. Kamuoyu ise hem oluşumu hem de kendini ifade edişi açısından bir iletişim sürecinden ayrı tutulamamaktadır. Kamuoyu kendiliğinden mevcut değildir. Toplumsal ve siyasal alanda ortaya çıkan olayların ilgi konusu oluşturma biçimine bağlı olarak sürekli bir kurma ve yıkılma sürecinin sonucudur (Wolton, 1991, 43). Bu sürecinin oluşumunda da kamuoyu kitle iletişim araçlarından elde ettiği haber ve bilgiler sonucunda bir kanaate ulaşmaktadır. Yani kamuoyu duyarlı hale geldiği ve farkına vardığı olaylar karşısında oluşmaktadır. akademia İletişim teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak hedef kitlesi her geçen gün daha da genişleyen basın organları, kamuoyu oluşum sürecinde oldukça önemli bir görev üstlenmektedir. Bireyler dış dünyada olup biten olaylardan basın aracılığı ile haberdar olmakta ve kanaat oluşturmaktadır. Yeryüzündeki olup biten tüm olayları yayınlamak mümkün olmadığından bir seçim işlemi yapılması gerekmektedir. Basın bu seçim işlemi ile kamu gündemini belirlemektedir (Öksüz, 2007, 70). 45 Basın; kamuoyunun oluşmasına yardımcı olduğu kadar, kamuoyunun sesinin duyurulması işlevi ile de yükümlüdür. Ülkeyi yönetenler, basının aracılığı ile kamuoyundan gelen tepkiler, talepler, eğilimler ile uyguladıkları politikalarda aldıkları karalarda, değişikliklere ya da yeni düzenlemelere gidebilmektedirler. Kamuoyunun ve basının işlevselliği tam olarak bir birini tamamlayan öğeler haline geldiğinde, ülkede yanlış ve keyfi kararların, toplumun yapısına uymayan kararların ortaya konulması güçleşmektedir (Vural, 1999, 62). Bernard Cohen’e göre, basın insanların neyi düşünmeleri gerektiği konusunda çoğu kez başarılı olmayabilir fakat okuyuculara ne hakkında düşünmeleri gerektiğini anlatma konusunda son derece başarılıdır (Cohen, 1963, 13). Funkhouser 1960 yıllarda ulusal basının çeşitli sorunlara gösterdiği ilgiyi gözden geçirmiş ve ele aldığı konuların halkın önemli gördüğü sorunlarla paralellik gösterdiğini belirlemiştir. Basının bu sorunlara verdiği önem ile halkın bu sorunlara verdiği önem arasında benzer ilişkiler olduğu görülmüştür (Milburn, 1996, 249). Kamuoyunun oluşumu sürecinde diğer önemli bir bulgu ise suskunluk sarmalı teorisidir. Bu teoriye göre toplum sapan bireyleri dışlamakta ve tehdit etmektedir. Bu nedenle toplumun çoğu kitle iletişim araçları tarafından desteklenen olayları kabul etmese de sesiz kalmaktadır (Kalender, 2005, 112). Yani basın kamunun düşüncelerini açıkça ifade etmesini ya da gizlemesini etkilemektedir. Kamuoyunu Etkilemesi Açısından Yazılı Basının Bilgilendirme İşlevi Kitle iletişim araçları olaylar ve koşullar hakkında haber ve bilgi aktararak, ulusal ve uluslar arası koşulların anlaşılmasını, bilerek tepkide bulunmasını sağlamaktadır (Yüksel, 2001, 7). McQuail kitle iletişim araçlarının özelliklerinden bahsederken ilk önce bu araçların haberin, düşüncenin, bilginin, gelişmenin üretilmesi ve dağıtılmasına katkıda bulunduğu üzerinde durmuştur (McQuail, 1994, 41). Basının işlevlerinin birçoğunun temelinde haber ve bilgi verme görevi yer almaktadır. Başka bir ifade ile haber ve bilgi verme diğer işlevlerin ortaya çıkmasında temel bir görev üstlenmektedir (Güz, 2005, 16). Kitle iletişim araçlarının en önemli ve en büyük görevi bilgilendirmedir. Çünkü bilgi Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kitle iletişim araçları içinde en uzun geçmişe ve böylelikle en geniş deneyime sahip olan gazetelerin temel görevi, en iyi, en yeni, en etkili ve en geniş haber ve bilgileri en doğru biçimde kamuoyuna sunmaktır (Vural, 1999, 84). Gazeteciliğin özü, içinde yaşadığımız toplumu demokratikleştirirken, halkada özgürleştirecek bilgi ve görüşleri vermektir (Duran, 2003, 112). Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde halkın gerçekleri öğrenmesi ve bilgi alması konusundaki temel sorumlulukları şu şekilde gösterilmiştir (İlkiz, 2003, 141): Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne bahasına olursa olsun savunmaktadır. Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır. Araştırmanın Yöntemi Türk yazılı basınında yer alan haber başlıklarının kamuoyunu bilgilendirmedeki rolünün ele alındığı çalışmada söylem analizi yapılmıştır. Bu nedenle sayıltıların test edilmesi için “Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kapatma davası açılması” örnek olayı seçilmiştir. Türkiye’de bulunan farklı görüşleri yansıttığı düşünülen üç yaygın gazetede (Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet) konuyla ilgili yer alan haberler söylem analizine tabii tutulmuştur. Egemen ideolojinin haber söylemine yansımasını irdelemede önemli bir model olduğu için Van Dijk’ın söylem analizi modeli çalışmada temel alınmıştır. Bu analiz tekniğinde makro çözümleme içinde yer alan haber başlıkları çözümleme tekniği kullanılmıştır (İnal, 1996, 97). Köşe yazıları ise araştırmanın dışında tutulmuştur. Çalışmanın 15, 16 ve 17 Mart tarihleri ile sınırlı tutulmasının nedeni, bu tarihlerin araştırmaya konu olan “Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kapatma davası açılması” olayının basında yer aldığı ilk üç gün olmasıdır. Kapatma davası 14 Mart 2008 tarihinde akşam saatlerinde açılmıştır. Fakat olayın zaman itibari ile aynı gün yazılı basına yansıması mümkün olmadığından 15, 16 ve 17 Mart tarihli gazeteler ele alınmıştır. Yazılı basında konu ile ilgili bilgi yoğunluğunun ilk günlerde daha fazla olması ve araştırmanın sadece kapatma davası açılmasının kamuoyuna duyurulması ile sınırlı olması nedeniyle araştırmada sadece bu tarihli gazetelere yer verilmiştir. Gazetelerin Çözümlenmesi Haber Başlıklarının Bu bölümde gazetelerde yer alan olayla ilgili haber başlıkları incelenmiştir. Başlıklar, gazeteler arasındaki farklılıkları daha da belirginleştirmek için, gazetedeki yazılış şekliyle ele alınmıştır. Cumhuriyet Gazetesi Haber Başlıkları Gazetede konuyla ilgili yer alan başlıklar şu şekildedir: Kapatma davası, (Manşet, 15 Mart 2008), “Amaç şeriat devleti”, (Manşet, 16 Mart 2008), akademia değişimini kolaylaştırmak ve insanlığın ortak bilgi hazinesinden daha kolay yararlanmasını sayabilmek için kitle iletişim ağları her gün geliştirilmektedir (Kızıl, 1998, 1). İçinde yaşamakta olduğumuz bu dönemin en önemli olguları hiç kuşkusuz bilgi çağı ve bilgi toplumudur. Bilginin topluma aktarılması ise en az bunlar kadar önem taşımaktadır. Günümüzde bilginin önem kazanması ve bunun topluma aktarılması bağlamında basın “dördüncü güç” olmanın ötesinde “birinci güç” konumuna gelmiştir. Bugün basın, oluşumunun ona kazandırmış olduğu özellikten dolayı devletin elinde bulundurduğu üç erkten çok daha ileride bir dinamizmi kendi bünyesinde barındırmaktadır (Gezgin, 2006, 1). Erdoğan meydan okudu, (Alt başlık, 16 Mart 2008, 1. sayfa), 46 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Savcının gerekçeleri doğru, (Alt başlık, 16 Mart 2008, 1. sayfa), olarak bulduğu ve destekleyen bir tutum izlediği görülmektedir. Hukuki zemini yok, (Başlık, 16 Mart 2008, 5. sayfa) Özellikle üzerinde durulması gereken başlıklar tırnak işareti içerisinde verilmiştir. Ayrıca başlıklarda anlaşılabilecek sade ifadeler kullanılmış ve bilgi eksiltme yoluna gidilmemiştir. Örneğin 16 Mart tarihli “Amaç şeriat devleti”, manşetinde olduğu gibi iddianamenin odak noktasına dikkat çekilmiş ve partinin kapatılması isteminin nedeninin düzene karşı olmaları olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır. “Hukuken etkilenmez”, (Başlık, 16 Mart 2008, 6. sayfa) Siyaset yeniden biçimlenecek, (Başlık, 16 Mart 2008, 7. sayfa) AKP’nin hedefi şeriat devleti, (Başlık, 16 Mart 2008, 9. sayfa) AKP formül arıyor, (Manşet, 17 Mart 2008), Asıl zulüm laiklere, (Alt başlık, 17 Mart 2008, 1. sayfa), Gül parti lideri gibi, (Başlık, 17 Mart 2008, 4. sayfa), Cesaretleri ABD’den, (Başlık, 17 Mart 2008, 5. sayfa), “Zulme uğrayanlar laikler”, (Başlık, 17 Mart 2008, 6. sayfa), akademia Başkanların icraatları, (Başlık, 17 Mart 2008, 8. sayfa). 47 Cumhuriyet gazetesi 15, 16 ve 17 Mart tarihlerinde konuyla ilgili haberlere yoğun bir şekilde yer vererek konuyu gündemde tutmuştur. Haberlerin üç gün boyunca manşetten verilmesi, hatta birici sayfadaki alt başlıkların ve iç sayfadaki çoğu sayfa başlıklarının bu konuya ayrılmış olmasını, gazetenin konuya verdiği önemin bir yansıması olarak algılamak mümkündür. Yalnız olayın yazılı basına yansıdığı ilk gün olan 15 Mart 2008 tarihinde, gazete’nin bu olayı manşetten verdiği fakat iç sayfalarda konuya başka başlıklarla yer vermediği görülmüştür. Bunun nedeninin ise kapatma davasının akşam saatlerinde açılması ve o saatlerde gazetelerin diğer gün için hazırladıkları haberleri çoktan bitirmiş olmalarıdır. Manşet, alt başlık ve iç sayfa başlıklarına baktığımızda Türkiye’yi etkileyen bu olaya karşı Cumhuriyet gazetesinin parti kapatma davasının açılmasını yerinde bir davranış Başlıklarda kimi zaman genelleştirme yoluna da gidilmiştir. 17 Mart 2008 tarihli gazetede yer alan başlıkta “Cesaretleri ABD’den”, ifadesi kullanılarak; AKP’ye kapatma davası açılmasının yerinde bir davranış olmasına karşın “cesaretleri” kelimesiyle kapatma davasının açılmasını istemeyen ve buna karşı çıkan bütün siyasetçiler genelleştirilerek bunların arkasında ABD’nin olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca 17 Mart 2008 tarihli “asıl zulüm laiklere” başlığında bilgi eksiltimine gidilerek konu daha dikkat çekici hale getirilmiş ve bu durumda mağdur olan kesimin Adalet ve Kalkınma Partililer değil de laikler olduğu vurgulanmıştır. Örnek olarak Sivas katliamında ölenler belirtilerek, durumun şeriatçılar tarafından çıktığı ve asıl zulüme uğrayanlarında onlar olduğu ifade edilmiştir. Olayın duyulduğu ilk gün dava açıldığına dikkat çekilmiş, daha sonraki manşetlerde ise olayın tarafları ve ayrıntılarını ele alan başlıklar kullanılmıştır. İlk gün olayı kamuoyuna duyurma görüntüsünde olan gazete, sonraki günlerde olayın aktörleri ile ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Örneğin, ilk gün: Kapatma davası, (15 Mart 2008), manşeti kullanılmış, ikinci gün: “Amaç şeriat devleti”, (16 Mart 2008,),manşeti kullanılmıştır. Üçüncü gün ise,” AKP formül arıyor”, (17 Mart 2008), manşetine yer verilmiştir. Gazetede konuyla ilgili yer alan başlıklar şu şekildedir: (Dünya Şaşkın) AK partiye sürpriz kapatma davası,(Yan başlık, 15 Mart 2008), Davaya tepki büyüyor, (Manşet, 16 Mart 2008), İddianame yalanlanmış haberlerle dolu, (Alt başlık, 16 Mart 2008, 1. sayfa), İddianame Perincek’ in başvurusundan alıntılanmış, (Yan başlık, 17 Mart 2008, 13. sayfa), Anayasa Mahkemesi üyelerini etkilemek için “367 tartışması” nı kullandı, (Başlık, 17 Mart 2008, 14. sayfa), AK Parti’den değil milletin egemenliğinden korkuyorlar, (Başlık, 17 Mart 2008, 15. sayfa), Partilerin geleceğini ancak millet iradesi belirler, (Başlık, 16 Mart 2008, 11. sayfa), AK Parti’yi kapatma başvurusu Türk toplumuna karşı yapılmış gerici bir eylem, (Başlık, 17 Mart 2008, 18. sayfa), “Sadece demokrasiye değil, ekonomiye, istikrara ve yatırıma müdahale edildi” (Başlık, 16 Mart 2008, 12. sayfa), Demokrasilerde partileri millet kurar millet kapatır, (Başlık, 17 Mart 2008, 27. sayfa), Erdoğan’ın “geçmiş olsun” telefonu bile kapatma sebebi, (Başlık, 16 Mart 2008, 13. sayfa), Zaman gazetesi 15, 16 ve 17 Mart tarihlerinde konuyla ilgili haberleri üç gün boyunca manşetten vermiştir. Gazetenin birinci sayfalarındaki alt başlıkların ve iç sayfadaki çoğu sayfa başlıklarının bu konuya ayrılmış olması gazetenin konuya verdiği önemin bir yansıması olarak algılamak mümkündür. Yalnız olayın yazılı basına yansıdığı ilk gün olan 15 Mart 2008 tarihinde gazetenin bu olayı yan manşetten vermesi ilginç bir durumdur. Diğer sayfalarda da konuyla ilgili başka bir habere yer vermemiştir. Bunun nedeninin ise kapatma davasının akşam saatlerinde açılması ve o saatlerde gazetelerin diğer gün için hazırladıkları haberleri çoktan bitirmiş olmalarıdır. Fakat diğer günlerde habere yoğun ilgi göstermiştir. Hatta incelenen gazetelerden daha fazla yer verdiğini söylemek mümkündür. Türkiye’yi etkileyen bu olaya karşı Zaman gazetesinin açıkça parti kapatma davasının açılmasının yanlış bir davranış bulduğu ve dava açılmasını desteklemeyen bir tutum izlediği görülmektedir. Millete bu ayıbı reva görenler bunun utancıyla yaşayacak, (Başlık, 16 Mart 2008, 14. sayfa), Türkiye’nin itibarı sarsıldı, (Başlık, 16 Mart 2008, 15. sayfa), Bu davayı 23 Nisan’da çocuklara nasıl anlatacağım? , (Alt başlık, 16 Mart 2008, 15. sayfa), Yargı siyasete karışmasın, (Başlık, 16 Mart 2008, 16. sayfa), AK Parti’yi kapatma davası millet iradesi ve demokrasiye karşı en büyük hukuki ayıptır, (Başlık, 16 Mart 2008, 17. sayfa) Kara Pazartesi Korkusu, (Manşet, 17 Mart 2008), TÜSİAD: Parti kapatma kabul edilemez, (Yan başlık, 17 Mart 2008, 1. sayfa), Piyasalarda Kara Pazartesi Korkusu, (Başlık, 17 Mart 2008, 12. sayfa), Parti kapatma Türk demokrasisi açısından kabul edilemez, (Alt başlık, 17 Mart 2008, 12. sayfa), CHP, parti kapatmayı zorlaştıracak değişikliğe de karşı çıktı, (Alt başlık, 17 Mart 2008, 13. sayfa), Gazetedeki haber başlıklarına bakıldığında, olayı özetler nitelikte çarpıcı başlıklara rastlanılmaktadır. Açılan kapatma davasına yönelik haberler Adalet ve Kalkınma Partisi yanlısı bir tutum izlenerek çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır. Başlıklarda doğrudan dava açılmasına karşı oluşan tepkilere yer verilerek, bütünü yansıtır akademia Zaman Gazetesi Haber Başlıkları 48 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ nitelikteki başlıkların seçilmesine dikkat edilmiştir. Yani haber başlığı, haberin içeriğini özetler niteliktedir. 15 Mart 2008 tarihli; “(Dünya Şaşkın) AK partiye sürpriz kapatma davası” başlığı, 16 Mart tarihli; “İddianame yalanlanmış haberlerle dolu”, “Yargı siyasete karışmasın”, “Partilerin geleceğini ancak millet iradesi belirler”, “AK Parti’yi kapatma davası millet iradesi ve demokrasiye karşı en büyük hukuki ayıptır” başlıkları ve 17 Mart 2008 tarihli “Parti kapatma Türk demokrasisi açısından kabul edilemez”, “AK Parti’yi kapatma başvurusu Türk toplumuna karşı yapılmış gerici bir eylem” başlıkları bu durumu ifade eder nitelikler taşımaktadır. Bunun dışında bazı başlıklarda da haberi kurgulama ve hikaye etme yöntemine başvurulmuştur. “Piyasalarda Kara Pazartesi Korkusu” başlıklı 17 Mart 2008 tarihli manşette de hikaye etme yöntemine başvurulmuş ve öncelikle olaya dikkat çekilmek istenmiştir. Haber başlığından olayı tam olarak anlamak mümkün değildir. Haberin devamında olay detaylı bir şekilde genişletilmiş ve sonuç bölümünde de asıl verilmek istenen belirtilmiştir. Genel olarak Zaman gazetesinde olayla ilgili ele alınan haber başlıklarının olayı kişilere bağlayan bir yanı olduğu görülmüştür. Ayarıca başlıklarda doğudan kişilere vurgu yapılmaktadır. Bu şekilde olayı toplumsal boyuttan uzaklaştırıp bireysel bir boyuta yerleştirmektedir. Bunu yaparken de özellikle Erdoğan’ın ifadelerine yer verilmektedir. Hürriyet Gazetesi Haber Başlıkları Gazetede konuyla ilgili yer alan başlıklar şu şekildedir: akademia YARGITAY ŞOKU, (Manşet, 15 Mart 2008), 49 AKP laikliğe aykırılığın eylem odağı, (Başlık, 15 Mart 2008, 18. sayfa), BAŞBAKANA 61 (Sürmanşet, 16 Mart 2008), SUÇLAMA, İşte yasağı istenenler, (Orta sayfa tam başlık, 16 Mart 2008, 20–21. sayfalar), Yargı Erdoğan’ı yasadışı ilan etti, (Alt başlık, 16 Mart, 2008, 21. sayfa), Garabet ayıbını yaşayacaklar, (Başlık, 16 Mart, 2008, 22. sayfa), BAŞSAVCIYI BAY-PASS (Sürmanşet, 17 Mart 2008), PLANI, Demokrasilerde parti kapatma kabul edilemez, (Başlık, 17 Mart, 2008, 8. sayfa), Evvel Allah, dönüş yok, (Başlık, 17 Mart, 2008, 18. sayfa), Başsavcının yetkisi alınacak dava açma şarta bağlanacak, (Alt başlık, 17 Mart, 2008, 18. sayfa), İddianameyi kim sızdırdı, (Alt başlık, 17 Mart, 2008, 19. sayfa), Erken seçim şifreleri, (Başlık, 17 Mart, 2008, 21. sayfa), Hürriyet gazetesi üç gün boyunca haberi manşet ve sürmanşet şeklinde ilk sayfadan vermiş ayrıca iç sayfaları çoğunda da olay başlık şeklinde ve tam sayfa biçiminde verilmiştir. Bu gazetenin olaya verdiği önemi göstermektedir. Başlıklarda çoğu zaman ideolojik olarak bilgi eksiltimi, genelleştirme ya da kurgulama yoluna gidilmektedir. 17 Mart 2008 tarihli AKP’ye açılan davadan Erdoğan’ın başbakanlıktan ayrılıp, vazgeçmeyeceğini belirten Şanlıurfa konuşmasından alınan “Evvel Allah, dönüş yok” başlığında olduğu gibi bilgi eksikliği yoluna gidilmekte ve habere ilişkin birçok detaya yer verilmemektedir. Gazete 17 Mart 2008 tarihli haber başlığında “Demokrasilerde parti kapatma kabul edilemez” ifadesi ile dava açılan partiden yana tavır sergilerken, 15 Mart tarihli haberinde ise “AKP laikliğe aykırılığın eylem odağı”, haber başlığı ile partinin kapatılmasına karşı olumlu bir duruş sergilemiştir. Bunu diğer başlıklarda da görmek mümkündür. Türkiye’yi etkileyen bu olaya karşı Hürriyet gazetesinin açıkça Araştırmanın Bulguları 1. Türk yazılı basını olaya gündeminde geniş bir şekilde yer vermiş fakat yazılı basın kamuoyunu bilgilendirme işlevini yerine getirirken olaylara nesnel bir bakış açısıyla yaklaşmamış ve görevini tam olarak yerine getirememiştir. 2. Basın siyaset etkileşimi sonucu basın söyleminin genel olarak yazılı basında iktidarın istek ve beklentileri sonucunda şekillendiği görülmüştür. Özellikle Zaman gazetesinde yer alan haberler bu doğrultudadır. Bu bağlamda gazetenin haber başlıkları oluşturulurken siyasi yapıdan etkilendiğini söylemek mümkündür (Örneğin; “AK Parti’yi kapatma davası millet iradesi ve demokrasiye karşı en büyük hukuki ayıptır” başlığı) 3. Yazılı basındaki mülkiyet yapısı ve üretim ilişkileri bunların ürünlerinin doğasını ve haberlerinin kamuoyunu ne derece bilgilendireceğini de belirlemektedir. Özellikle Hürriyet gazetesinde de durum böyle olmuştur. Açılan kapatma davasında halk bilgilendirilirken mülkiyet yapısından etkilenilmiştir. 4. Gazete manşetleri ele alındığında manşetlerde çoğu zaman ideolojik olarak bilgi eksiltimi ve kurgulama yoluna gidildiğini söylemek mümkündür. Sağ görüşlü gazetelerin bunu iktidar partisi lehine yaptığı, sol görüşlü gazetelerin ise iktidar partisi aleyhine yaptığı görülmektedir. Özellikle Zaman ve Cumhuriyet gazetelerinde bu daha açık bir şekilde fark edilmektedir. Burada da kamuyu bilgilendirilirken gazetelerin tarafsız davranmadığı ideolojik olarak hareket ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum Adalet ve Kalkınma Partisi’nden bahsederken Cumhuriyet gazetesinin AKP demesi, Zaman gazetesinin ise AK Parti demesinden de anlaşılmaktadır (Örneğin; “Cumhuriyet: AKP’nin hedefi şeriat devleti”. , “Zaman: AK Parti’den değil milletin egemenliğinden başlıkları). korkuyorlar”, 5. Gazetelerde olayla ilgili haber sayılarına bakıldığında da Cumhuriyet gazetesinde olayla ilgili 17 haber, Zaman gazetesinde olayla ilgili 21 haber ve Hürriyet gazetesinde ise olayla ilgili 13 haber yer almıştır. Bu haberlerin çoğu manşet ve sayfa başlığı şeklinde ve tüm sayfayı kapsayacak şekildeki haberlerdir. 6. Manşet, alt başlık ve iç sayfa başlıklarına baktığımızda Türkiye’yi etkileyen bu olaya karşı; Cumhuriyet gazetesinin parti kapatma davasının açılmasının yerinde bir davranış olduğu ve destekler bir tutum izlediği görülmektedir. Zaman gazetesinin de manşet, alt başlık ve iç sayfa başlıklarına baktığımızda bu olaydaki duruşu Adalet ve Kalkınma Partisi’nden yana olduğu görülmektedir. Hürriyet gazetesinin olayı ele alırken kesin bir tutum izlediğini söylemek mümkün olmamakla birlikte, ekonomik ve siyasal sistem içerisinde kendi çıkarlarını gerçekleştirecek şekilde mesaj oluşturduğu görülmektedir. Genel olarak incelenen gazeteler, olay hakkında kamuoyunu bilgilendirirken kendi siyasi duruşu yönünde haber başlıkları oluşturmuştur. Kamuoyu bilgilendirilirken nesnel haber başlıkları oluşturulmamıştır. Sonuç ve Değerlendirme Her geçen gün daha geniş kitlelere hitap eden kitle iletişim araçları vermiş olduğu haber, bilgi ve yorumlarla kamuoyunun oluşum sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Bilim adamları basından bahsederken özellikle haberin, düşüncenin, bilginin, gelişmenin üretilmesi ve dağıtılmasına katkıda bulunduğu üzerinde durmuştur. Basının önemi ve en büyük görevi bilgilendirmedir. akademia parti kapatma davasının açılmasının yanlış olduğunu savunmadığı fakat destekler nitelikte de olmadığı söylemek mümkündür. Yapılan araştırma sonucunda yargı ve siyaset kurumu gibi ülke yönetimlerinde önemli rol oynayan iki kurumun adeta karşı 50 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ karşıya geldiği ve kamuoyu bilgilendirilirken hassas olunması gereken bir dönemde yazılı basının konuya duyarsız kalmadığı tespit edilmiştir. Bu olumlu bir gelişmedir. Fakat yazılı basının görevini yerine getirirken nesnel olarak değil de kendi çıkarları doğrultusunda ve basın kurumlarının görüşlerini yansıtacak şekilde olaya baktıklarını söylemek mümkündür. Örnek olarak seçilen olayla ilgili haber başlıkları ele alındığında gazetelerin görüşleri ve çıkarları doğrultusunda haber başlıklarının da şekillendiği görülmektedir. Basında çeşitlilik vardır ve her basın örgütü kendi politik görüşünü yansıtmalıdır. Fakat bunu yaparken nesnel bakış açıları ile yaklaşmalı, özellikle ülke için önemli olan ve kamuoyunun hassas olduğu dönemlerde yaptığı haberlerin içeriğine ve dolayısı ile haberde ilk olarak göze çarpan haber başlıklarına dikkat etmelidir. Yazılı basın kamuoyunun oluşum sürecindeki önemi itibari ile ortaya çıktığı tarihten beri her zaman ilgi odağı olmuş ve kamuoyunun bilgilendirilmesinde, siyasal iktidarı ele geçirme ve devamını sağlamada önemli bir araç olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle basının kamuoyunun bilgilendirilmesindeki rolü önemsenmeli, basın ve siyaset arasındaki çıkar ilişkileri sonucunda basın özgürlüğü kötüye kullanılarak, halkın bilgilenme hakkı zedelenmemeli ve kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşumu engellenmemelidir. Kaynakça akademia Balcı, E. (2000). Kitle İletişimi ve İdeoloji: Kamuoyu Oluşturma Sürecinde Televizyon Haber Bültenleri. Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Kırıkkale. 51 Bekiroğlu, O. (2006). Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü: Trabzon İli Örneği. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya. Bulut, S. , Yaylagül L. . (2004). Türkiye’de Yazılı Basında Yargıtay ve Mafya İlişkisine Yönelik Haberler. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 19, 119-140. Cohen, C., B. (1963). The Press and Foreign Policy. Princeton: Princeton University Press. Domenach, J. (1995). Politika ve Propaganda (T. Yücel, Çev.). İstanbul: Vadi Yayınları. Duran, R. (2003). Haber Ama Nasıl Haber, , S. Alankuş (Der.). Medya, Etik ve Hukuk (s. 103–125), İstanbul: Zafer Matbaası. Dursun, Ç. (2001). Tv Haberlerinde İdeoloji. Ankara: İmge Kitabevi. Gezgin, S. (2006). Günümüz Yazılı Medyasının Sorunları. Kent Haber. Erişim Tarihi: 19. 04. 2008. http://www.kenthaber.com/Arsiv/Ha berler/2006/Subat/21/Haber_123780 .aspx, Güz, N. (2005). Haberde Yönlendirme Ve Kamuoyu Araştırmaları. Ankara: Nobel Yayınları. İlkiz, F. (2003). Türkiye’de Sansür, Hukuk ve Haber. S. Alankuş (Der.), Medya, Etik ve Hukuk, İstanbul: Zafer Matbaası, ss:125–159. İnal, A. (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Timuçin Yayınları. Kalender, A. (1995). Siyasal İletişim Seçmenler ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi Kitapevi. Kapani, M. (1988). Politika Bilimine Giriş. İstanbul: Bilgi Yayınevi. Kızıl, E. , N. (1998). İletişim Özgürlüğü ve Medyada Otokontrol. İstanbul: Beta Basım. Mcquaıl, D. (1994), Kitle İletişim Kuramı (A.Yüksel, Çev.). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Mılburn, A.M. (1996). Sosyal Ve Psikolojik Açıdan Kamuoyu Ve Siyaset (A. Dönmez ve V. Duyan, Çev. ). Ankara: İmge Kitabevi. Neumann, E. N. (1998). Kamuoyu Suskunluk Sarmalının Keşfi (M. Özkök, Çev.), Ankara: Dost Kitapevi. Öksüz, O. (2007). Kamuoyu Oluşum Sürecinde Basın Siyaset İlişkilerinin Etik Açıdan Değerlendirilmesi. Selçuk İletişim, 5/1, 66-81. Poyraz, B. (2001). Haber Ve Haber Programlarında İdeoloji Ve Gerçeklik. Ankara: Ütopya Yayınları. Wolton, D. (1991). Siyasal İletişim: Bir Model Yaratmak, Birikim, 30, 42–50. Yüksel, E. (2001). Medyanın Gündem Belirleme Gücü. Konya: Çizgi Kitabevi. akademia Vural, A. M. (1999). Yerel Basın Ve Kamuoyu. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları. 52 Erciyes İletişim akademia 53 2009 TEMMUZ KURUM İÇİ HALKLA İLİŞKİLER FAALİYETLERİ KAPSAMINDA PERSONEL YETKİLENDİRME YAKLAŞIMI (EMPOWERMENT) Derya Tellan* Özet Personel yetkilendirme yaklaşımı, bir kavramın ötesinde uygulamaya dönük bir yönetim felsefesidir. Yönetim anlayışındaki sosyal değişim, personel yetkilendirme ile kurum içi halkla ilişkiler araştırmalarının bir arada gelişimine kaynaklık etmiştir. Katılım, yenilik, sorumluluk ve bilgiye ulaşılabilirlik ölçütleriyle değerlendirilen personel yetkilendirme yaklaşımı, verimliliğe odaklanmış bir kurum kültürünün ortaya çıkmasını sağlayacak önemli bir süreç olup; çalışanların yürüttükleri işler kapsamında sorumluluk üstlenmeleri, işin bütün bir kurum için anlamlı hale gelmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada, personel yetkilendirme yaklaşımının kurum içi halkla ilişkiler faaliyetlerini geliştiren boyutları tartışılmış ve örgüt psikolojisi üzerindeki etkisi vurgulanmıştır. Anahtar Sözcükler: Personel Yetkilendirme, Verimlilik, Kurum İçi Halkla İlişkiler, Yenilik, Örgüt Psikolojisi. EMPOWERMENT IN THE FRAME OF INTERNAL PUBLIC RELATIONS Abstract More than a concept, empowerment is a management approach toward practice. The social change in the management approach led development of empowerment and internal public relations researches together. Empowerment approach, being evaluated by the participation, innovation, responsibility, and reaching information criteria, provides a corporate culture that focused to productivity. In this process, employees’ taking the responsibilities of their work provides the work to be meaningful for hole of the corporate. In this study akademia Key Words: Empowerment, Productivity, Internal Public Relations, Innovation. * Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi 54 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Sosyal, siyasal ve ekonomik değişimlerin neden olduğu yeni küresel ilişkiler düzeni, yönetim uygulamalarının ve bu uygulamalar doğrultusunda geliştirilen teorilerin güncel beklentilere yanıt verecek biçimde yeniden düzenlenmesini adeta bir zorunluluğa dönüştürmüş durumdadır. Günümüz iş dünyasında, kurumsal yapılanmaların piyasa dinamiklerine cevap vermede yer yer yetersiz kalması, organizasyonel gelişim ve örgüt kültüründe dönüşüm sorunu olarak da tanımlanan bir sürece işaret etmektedir. Sorunların en kısa sürede, en az maliyetle ve kurumsal verimliliği oluşturan koşulları olumsuz yönde etkilemeden çözülmesine yönelik çabalar ise, yönetim pratiklerinin, farklı sorun çözme tekniklerini (ve bununla birlikte farklı teorik tartışmaları) dikkate alarak, kendini güncelleştirmesinin önemine vurgu yapmaktadır. 55 Organizasyonların yapı olarak kendilerini güncelleştirmeleri, pazarda var olma ve pazar payını koruma ya da artırma mücadelesinin en önemli parçasını oluşturmaktadır. “Son dönemde çevresel değişimde yaşanan artışlar ve istikrarsızlık örgütsel değişimin süratini artırmış, doğasını değiştirmiştir. Bugün değişim denildiğinde afâki bir kavramdan değil, süreçlerin yeniden radikal tasarlandığı, tüm bilgi-işlem, örgüt yapısı ve kültürünün değiştirildiği planlı bir dönemden söz edilmektedir” (Pira ve Baytekin, 2007, 45). İletişime girilen kişi ve kurum sayısı bakımından niceliksel bir patlamanın yaşandığı ve mesajların niteliğinin işlevsellikten uzaklaşarak (s)imgeselleştiği günümüz organizasyonlarında, sosyal saygı ve beğeni kazanımı tercih edilebilirliğin temel kriterleri haline gelmiştir. Bir organizasyonun ürettiği mal, yürüttüğü hizmet, sahiplendiği sosyal faaliyet ya da sunduğu öğretinin hedef kitle tarafından beğenilmesi, ürünü satın alma veya üretilenleri tüketerek dahil olmaya çalışma sonuçlarını doğurmaktadır. Bu bağlamda, tüm organizasyonların varlık sebepleri arasında sıralanan ‘faaliyetlerin sürdürülebilirliği’ ilkesi, sosyal saygı ve beğeni kazanımı ile gerçeğe dönüşebilmektedir. Rekabet koşullarının dünya ölçeğinde tanımladığı günümüz piyasalarında, kurumsal üstünlük sağlayıcı unsurların başında yerinden yönetim yaklaşımı gelmektedir. Yerinden yönetim, ‘hiyerarşik süreçlerin gevşetilmesine dayalı bir sorumluluk paylaşımı’ şeklinde basitçe anlamlandırılabileceği gibi; ‘organizasyonun, stratejik analizler sonucunda sektörde varlığını korumaksürdürmek-geliştirmek için paylaşımcı, katılımcı ve dayanışmacı bir eylemliliği benimsemesi’ şeklinde de ifade edilebilecektir. ‘Yerindenlik’, uluslararası alanda faaliyet gösteren bir işletmenin ulusal temsilcilikleriyle yetki paylaşımı gerçekleştirmesi; ulusal dağıtım kanallarını kullanan şirketlerin, bölgesel temsilciliklerini, sorunların çözümünde inisiyatifi ele almaya davet etmesi ya da küçük bütçeli bir organizasyonda yönetimin çalışan personele işiyle ilgili yetkilendirme yaparak verimliliği artırması gibi farklı şekillerde deneyimlenen bir örgütlenme tarzıdır. “Yerinden yönetimin getirilerinden yararlanmak isteyen işletmeler sorumluluk bilincini geliştirip yaymak zorundadırlar; bunun başarısında ise uygulamaya yönelik öğrenimlere ağırlık verilmesi esastır” (Karlöf, 1996, 16). Organizasyonların varlıklarını dayandırdıkları kurumsal yapıları, çevresel koşulların etkisi altında, üzerinde stratejiler geliştirilmeye çalışılan bir eylemsel bütünlük taşımaktadır. Kurumsal yapıya dahil olanların (üst yönetimin, orta kademe idarecilerin, ekip-kısım şeflerinin, alt kademe çalışanların) görüş, öneri ve isteklerinin dikkate alınmasıyla birlikte, organizasyonda uyum ve başarı atmosferi sağlanacağı kabul edilerek; eylemsel bütünlüğün düşünsel bakımdan da desteklenmesi amaçlanmaktadır. Günümüz kurum içi halkla ilişkiler faaliyetlerinin dayandığı bu temel prensip, fordist üretim\taylorist yönetim anlayışının Kurum içi halkla ilişkilerin değişen doğası, ilişkilerde sürekliliği sağlayan organizasyon çalışanlarının, işlerin yürütülmesine hangi düzeyde dahil olacaklarını, dahil oldukları kararlar üzerinde ne derece etkili olacaklarını ve etkili oldukları kararların uygulanmasında da ne gibi yöntemleri kullanacaklarını açığa çıkarmaktadır. Bu çalışmada, kurum içi halkla ilişkilerin güncel yönetim dinamikleriyle iç içe geçmesinin sonucu olarak organizasyonlarda kabul görmeye başlayan personel yetkilendirme yaklaşımının (empowerment), kurumsal iletişimin çok boyutluluğu içerisinden yorumlanmasının, örgütler düzeyinde katılımcılığın temel kriterlerinin yeniden belirlenmesi için en önemli koşul olduğu varsayılmış ve kuramsal tartışma yoluyla bu varsayımın geçerliliğinin sınanması amaçlanmıştır. Araştırma ile, farklı iki disiplinin (iletişim ve işletme) teorik ve pratik gelişimindeki güncel ortaklıklarına ve ortak unsurların rekabet altındaki organizasyonlar için doğurabileceği olumlu sonuçlara dikkat çekilmiştir. Şüphesiz ki işletmelerin verimli ve etkin bir kurumsal yapılanmaya sahip olmaları, her iki alandaki gelişmelerin de yakından takip edilebilmesiyle mümkündür. 1. Personel Yetkilendirme Yaklaşımı (Empowerment) ile Kurum İçi Halkla İlişkilerin Teorik Bağı Yönetim teorilerinin dönüştüğü ve kurumların kendi yapılarını yeniden kurguladığı son çeyrek yüzyıllık dönemde, organizasyonel değişim süreçlerinde kullanılan tekniklerden birisi de ‘personel yetkilendirme yaklaşımı’ (empowerment) olmuştur. İşletmelerin artan rekabet nedeniyle üretimlerini, pazarlarını ve yönetsel süreçlerini uluslararasılaştırdığı günümüzde, büyüme, derinleşme, farklılaşma, kriz gibi işletmelerin yaşam evrelerinin farklı aşamalarında kullanılan personel yetkilendirme yaklaşımı ile karar almada hedef kitleye yakınlaşılması amaçlanılmaktadır. Pazara sunulan mal ve hizmetlerin tüketilmesinde müşteri ilişkileri yönetimi, reklam, marka odaklılığı, imaj inşaası, bireysel pazarlama ve satış sonrası motivasyon gibi tekniklerden hangisi kullanılırsa kullanılsın, amaç müşterilerin/tüketicilerin beklentilerine etkili biçimde yanıt verebilmektir. Personel yetkilendirme yaklaşımının benimsenmesi ve uygulamaya sokulmasıyla birlikte işletmeler, kurumsal olarak günün gereklerine en hızlı biçimde cevap verebilecek bir iç organizasyon ağının oluşturulmasına odaklanmaktadırlar. Personel yetkilendirme yaklaşımı teorik olarak katılım (participation), yetki devri (delegation) ve güdüleme (motivation) kavramlarıyla ilişkili olmakla birlikte, en kapsamlı ifadesini örgütlerin kurum içi halkla ilişkiler çalışmalarına yoğunlaşmaları sonrasında kazanmıştır. Personel yetkilendirmenin kurum içi halkla ilişkiler etkinlikleriyle ortaklığı, her ikisinin de hem her organizasyonun ihtiyaç duyduğu temel iletişim becerisinin kullanılması yönünde çaba gösterilen alanlar, hem de organizasyon kültüründeki sosyal değişim tarihinin parçaları olmalarından kaynaklanmaktadır. Çalışanların, organizasyonun ve organizasyon tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin geleceğine ilişkin kararlara dahil olmaları şeklinde özetlenebilecek olan katılım, kurum kültürüne, zamana ve ekonomik, politik, teknik, hatta sosyopsikolojik ortama bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Katılım, üst yönetimin verdiği kararlara uymaktan, yapılan işten kaynaklanan sorunların tespit edilerek bu sorunları giderecek yeni çözüm önerileri geliştirmeye değin çeşitlenen bir yelpazede gerçekleşmektedir (Yüksel ve Erkutlu, 2003, 132-133). Katılım, toplum temelinde çevresel unsurların ve kaynakların akademia üretenleri birincil hedef kitle olarak gören yaklaşımının ötesine geçilerek, materyal ve mental üretimi gerçekleştirenlerin kurumsal strateji belirleme sürecine katılmalarına ve kurumsal stratejiyi sahiplenecek katkıyı yapmalarına dayanan bir yaklaşımın uygulama dinamiklerine dahil edilmesi sonucunu açığa çıkarmaktadır (Theaker, 2006, 234-235). 56 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia yönetimine ilişkin hedeflerin belirlenmesinde toplumun da bir parçası olan çalışanların görüş ve önerilerine başvurulması olarak yorumlanmaktadır. Toplumsal kapasitesinin artırılmasında kilit rol üstlenen katılım, son yıllarda öne çıkan bir çalışma ilişkisi tarzı olmuştur. “Bütün katılım projelerinde ‘kurumsal topluluğun nasıl tanımlanacağı’na, ‘kimlerin çalışmada yer alacağı’na, ‘gözlemin odak noktasının ne olacağı’na, ‘hangi değişkenlerin ölçüleceği’ne, ‘hangi veri toplama metot ve analizlerinin etkinlik ölçümünde uygun olduğu’na, ‘sosyal değişim için –eğer gerekli ise– ne tür işler yapılacağı’na ve benzer birçok konuya ilişkin tercihlerin net biçimde saptanması gerekmektedir” (Wilmsen et al., 2008, 259). Katılım süreçlerinin son noktasında ise liderin ve üst yönetimin nihai karar vericiler olarak tanımlandıkları görülmektedir. Personel yetkilendirme yaklaşımının, ‘işi düşün, sorumluluk sahibi olduğunu bil, karar ver, varsa sorunları ortadan kaldır ve yenilik için işe odaklan’ prensibinden farklı olarak katılım, çalışanların sadece kararlarını dikkate almakta ve geliştirici yenilik süreçlerini organizasyonun işleyiş tarzına dahil etmemektedir. Personel yetkilendirme, katılımdan farklı olarak, çalışanlara sorumluluk ve yetki verilmesinin ötesinde, onların bu sorumluluk ve yetkilendirilme kapsamındaki görevleri gerçekleştirebilmeleri için bilişsel kapasitelerini ve bedensel becerilerini geliştirecek imkanların sağlanmasıdır. 57 Çalışanların iş ilişkilerine yönelik bir diğer kavram olan yetki devri ise, üst yönetimin, sahip olduğu karar verme yetkisini sınırlı zaman aralığında, belirli koşullarda ve kendi isteği doğrultusunda astlara devretmesi olarak tanımlanabilir. Yetki devri konusunun içeriğine ilişkin ayırt edici hususlar, yetkinin kime devredileceğine üst yönetim tarafından karar verilmesi, yetki devri yapılan kişinin doğrudan işi yürüten kişi olmaması ve yetki devrine karşın lidere (ya da kurumun ortaklarına – hissedarlarına) karşı sorumluluğun yine üst yönetimde kalması şeklinde sıralanabilir. “Yetki devri, temeli itibariyle hiyerarşik bir organizasyon yapısının anlayışıdır. Bu tip bir organizasyonda üst kademe, karar verme yetkisine sahip olup, iş yapma metotları ve görev tanımları ile çalışanları yönlendirir ve yönetmeye çalışır” (Yüksel ve Erkutlu, 2003, 133). Yetki devri ile çalışanlar yaptıkları işe ilişkin sorumlulukları üstlenmekte, ancak üstlendikleri sorumluluk düzeyinde ödüllendirilmemekte ya da kurumsal başarının sonuçlarından pay sahibi olamamaktadırlar. Personel yetkilendirmenin yetki devrinden farkı bu bağlamda açığa çıkmaktadır; işi yapanın, işiyle ilgili her konudaki kararı üst yönetime danışmaksızın verebilmesi ve sorumluluk-ödül ikilemi yaşamaması personel yetkilendirme yapılan organizasyonlarda temel amaç olmaktadır. Personel yetkilendirmenin ilişkili olduğu güdüleme (motivasyon) kavramının temelinde ise, lider ve üst yönetimin, çalışanların sahip olduğu bilgi ve becerileri kullanabilmesine imkan sağlayacak fiziksel ve zihinsel koşulların oluşturulması gelmektedir. Güdüleme, çalışanların davranışlarının yönlendirilmesini ve denetlenmesini de beraberinde getirmektedir. Personel yetkilendirme uygulamalarının, kurumlardaki güdüleme ve takım çalışmalarından en önemli farkı, işi fiilen yapan kişinin o işle ilgili tüm kararları verebilmesi ve iş sürecinin herhangi bir aşamasında yaşanan ve yaşanabilecek olan sorunlara doğrudan müdahale edebilmesi için yetiştirilmesidir (Özgen ve Türk, 1997). Personel yetkilendirme süreklilik arz ederken, güdüleme (motivasyon) anlık, çok kısa sürelilik ya da geçicilik sergilemektedir. Organizasyon teorisinin tarihsel gelişim süreci yakından incelendiğinde, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde artan uluslararası rekabet nedeniyle kurumsal değer konusuna odaklanıldığı görülmektedir. XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ortaya çıkan hiyerarşik ve bürokratik örgütlenme modeli, 1929 Büyük Buhranı’na değin işlevsel bir 2. Personel Yetkilendirmenin Temel Ölçütleri Personel yetkilendirme, en geniş anlamıyla, bir organizasyonun vizyonunu, misyonunu ve performansını doğrudan etkileyecek kararlar alma ve bu kararlardan dolayı ortaya çıkacak sorunlara ilişkin çözümler geliştirme yetkisinin tüm çalışanlar arasında paylaşılması ve çalışanların kurum stratejisi çerçevesinde materyal ve mental bakımdan kendilerini yenileyebilme imkanına kavuşmasıdır. Çalışanların yürüttükleri işleri, kurumsal kriterleri dikkate alarak, günlük yaşamlarındaki değer ve davranışlarına uyumlandırma çabaları, organizasyonun verimliliği ve etkinliği bakımından çok önemli bir rol oynamaktadır. Günümüzde işletmeler, tahmin edilemeyen sorunlarla ilgilenmeleri ve günlük işlerini yerine getirmeleri için çalışanlarına verdikleri gücü, yeniden dağıtmak yolunu seçmektedirler (Özgen ve Türk, 1997). Personel yetkilendirme, güce ilişkin hiyerarşinin kırılmasına neden olmakta ve müşterilerin/hedef kitlenin olumsuz tepki ve baskılarını zayıflatırken, olumlu tepki ve geribildirimlerini hızlandırmaktadır. Çalışanlar, önemli stratejik ve idari kararlarda ya da işle ilgili çeşitli pozisyonlarda rol üstlenmeleri nedeniyle, içerisinde yer aldıkları organizasyonda etkin bir konuma sahip olduklarını hissetmeye başlayacaklar ve kurum içi olumlu psikolojik ortam nedeniyle yetkilerine sahip çıkacaklardır. Personel yetkilendirme uygulamalarının yaygınlaşmaya başladığı 1990’lar boyunca, ABD’de ve Batı Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen çok sayıda çalışma, personel yetkilendirme yaklaşımının işlerliğinin dört temel ölçüt etrafında değerlendirilebileceğini belirtmektedir. Bu ölçütler; katılım, yenilik, sorumluluk ve bilgiye ulaşılabilirliktir (Özgen ve Türk, 1997). Bu temel ölçütler, eğitim ve kurumsal dönüşüm gibi unsurların da dahil olduğu kapsamlı bir yönetim yaklaşımının parçalarıdır. akademia geçerliliğe sahip olmuşsa da; özellikle II. Dünya Savaşı sürecinde (1939-1945) yaşanan teknolojik dönüşüm (ürünlerde ve üretim süreçlerindeki köklü değişim) nedeniyle işletmeler için yetersiz kalmaya başlamış ve bir yandan kişilerarası-grupkitle iletişim süreçlerinin organizasyon konulu araştırmalara eklemlenmesi, diğer yandan da sistem, işlevsellik, durumsallık gibi farklı yaklaşımlarının tartışmaların merkezine oturmaya başlamasıyla birlikte örgüt teorisi yeni bir içeriğe kavuşmuştur. Özellikle çağdaş organizasyonların hedef kitlesini ulusaldan uluslararası ölçeğe çıkarmaları ve 1960’ların ikinci yarısından itibaren ABD ile Avrupa merkezli şirketlerin dünya pazarlarında Japon şirketleri karşısında rekabet edemez hale gelmeleri, örgüt teorisinde içe bakışı kaçınılmaz kılmış ve personel, işgören olmanın ötesinde bir sosyal ortak ve birincil müşteri şeklinde de tanımlanmaya başlamıştır. Çalışanların sosyal ortak olarak tanımlanması, yetkilerinin artırılması, sorumluluk sahibi kılınması ve işe ilişkin bilgilerinin güçlendirilmesi sonuçlarını doğururken; birincil müşteri olarak tanımlanması ise, talepleri dikkate alınacak, hedef kitleyi temsil etme yetisine sahip olacak, özetle kurum içi halkla ilişkilere girilecek tüketiciler şeklinde görülmelerine neden olmuştur. Personel yetkilendirme yaklaşımı ile kurum içi halkla ilişkiler modellerine kaynaklık eden tartışmaların ortaklığı, geliştirilen çözüm önerilerinin de benzerliğini açıklamaktadır. Gerek personel yetkilendirme yaklaşımında gerekse kurum içi halkla ilişkiler konulu araştırmalarda, yönetim, personelin üretici olarak daha verimli ve tüketici olarak daha etkin olmasını sağlayacak koşulları biçimlendirmeye çalışan örgütsel kesim olarak tanımlamaktadır. Kurum içi halkla ilişkiler konulu uygulamalı ve yönetsel araştırmalar (applied and administrative research), birey ve grup ölçeğinde yetkilendirmenin yönetimin başarısındaki en önemli unsurlardan biri haline geldiğini ortaya koymaktadır. 58 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Personel yetkilendirme yaklaşımının bir süreç olarak organizasyona dahil olması ve işlemesi ancak çalışanların katılımlarıyla mümkündür. Örgüt iletişimi ve kurumsal kimlik konularındaki güncel tartışmalar, çalışanların büyük bir kısmının kendilerine ilişkin kararlarda söz sahibi olmak istedikleri sonucuna ulaşmaktadır. Bürokratik örgüt yapısının nasıl çözüleceği ve kurum içerisinde hangi çalışana ne düzeyde hak tanınacağının tespit edilmesi katılımın somut sınırlarını belirlemektedir. Katılımın bireysel düzeyi her çalışanın üst, ast ve kendisiyle aynı düzeyde çalışan diğer personelle işbirliğinin artması iken, kurumsal düzeyi sorunları en hızlı, en pratik ve en düşük maliyetle çözerek kurumsal verimliliği artırmaktır. akademia Personel yetkilendirme yaklaşımının işlerliğini ortaya koyan bir diğer ölçüt ise yeniliktir. Yetkilendirme sürecinin işlemeye başlamasıyla birlikte, çalışanlar kendi işlerine ilişkin yenilikler geliştirmek için cesaretleneceklerdir. Çalışanların mal üretimine yönelik inovasyon tercihlerini açıklamaları, hizmet sunumuna yönelik kalite artırıcı ilkeler geliştirmeleri ya da çalışma koşullarına ilişkin yeni plan ve program önerilerinde bulunmaları pazarda rekabet üstünlüğü sağlayacak unsurlar olup; üst yönetim tarafından destek beklemektedir. Yönetimin geçici başarısızlık halinde dahi çalışanları desteklemesi, enformasyon ve bilgi süreçlerinin rekabette belirleyici olduğu günümüz organizasyonlarında, personelin yenilik geliştirme konusunda teşvik edilmesini sağlamaktadır (Demir, 2006, 43-44). 59 Personel yetkilendirme yaklaşımının işlerliğindeki üçüncü ölçüt sorumluluktur. Bir organizasyon içerisinde çalışanlar ne kadar yetkilendirilirse yetkilendirilsinler, eğer yetkili oldukları eylemlerden dolayı sorumlu kılınmazlarsa, yetkilendirme süreci başarısızlıkla tamamlanacaktır. Sorumluluktan amaçlanan ödüllendirmecezalandırma mekanizmasının işletilmesinin aksine; personelin birbirlerinin görüş ve önerilerinin uygulanması karşısında yapılan işten sorumluluk hissederek, uyum ve karşılıklı işbirliğinin hâkim olduğu ve yapılabileceklerin en iyisinin yapıldığı bir ortam oluşturmaktır. “Sorumluluk kavramı işletmede bana/bize güvenebilirsiniz bakış açısının yerleştirilmesi anlamındadır... Bu tür sorumluluk, daha esaslı, anlaşılabilir ve güçlüdür” (Doğan, 2003, 27). Yaklaşımın son ölçütü ise bilgiye ulaşılabilirliktir. Çalışanların yaptıkları işe ilişkin her türlü bilgiye ulaşabilmeleri, verimliliğin artmasını sağlayacak en önemli unsurdur. Bilgiye ulaşılabilirlik, işyerinde güven ortamı oluşturarak personel yetkilendirmeye katılımı, çalışanların aktarılan bilgiyle orantılı olarak üstlenecekleri sorumluluğu ve gerek somut materyal gerekse soyut fikirler düzeyinde yenilik üretimini artıracaktır. Bu bağ rolü, çalışanların daha etkili bir biçimde faaliyetlerini yürütmelerine ve ait olunan kurumsal yapıyı kontrol ederek hızlı ve isabetli kararlar verebilmelerine olanak tanımaktadır. Personel yetkilendirme ölçütlerinin ortak paydası, iş dünyasına ilişkin amaç ve hedeflerini belirlemiş, sorun çözme konusunda alternatifler geliştirebilme becerisi edinmiş ve işine ilişkin yenilik önerileri sunan çalışanların ortaya çıkmasını sağlamaktır. Personel yetkilendirme ile, iş tatmini gün geçtikçe artan ve sorunlar karşısında başarma isteği yüksek olan çalışanlar organizasyonlarda aktif hale gelmekte ve örgütsel verimlilik hızla yükselmektedir. 3. Personel Yetkilendirme Uygulamalarının Kurumsal Verimliliğe ve Kurum İçi İletişime Etkileri Organizasyonun işleyiş sürecini içeriden değiştirme yönünde atılmış en önemli adım olan personel yetkilendirme yaklaşımında, yetkilendirme uygulamalarının verimliliği artırıcı yönde sonuçlar doğurması gerektiği sıklıkla vurgulanmaktadır. Üst düzey yöneticilerin bu noktayı gözden kaçırmaları, yetki parçalanması ve örgüt ikliminin Personel yetkilendirme (empowerment), kademe kademe ve aşağıdan yukarı doğru azalan bir iş sürecine dahil olma prensibi doğrultusunda uygulanmalıdır. Çağdaş işyeri, kararlar verebilen, sorunlara yönelik çözümler üretebilen ve sonuçlardan sorumluluk duyan çalışanlara ihtiyaç duymaktadır. Yetkilendirmenin yapıldığı işyerlerinde şu ortak özelikler mevcuttur: • • • • • • • İşin içeriğini geliştirmek, İşin yapılışını oluşturan beceri ve görevleri genişletmek, Yeniliği özgür kılmak, İşe ilişkin kararlar hakkında yüksek kontrol süreçleri geliştirmek, Bir görevin sadece bir parçasını değil, bütününü tamamlamak, Müşteri memnuniyeti sağlamak, Pazardaki koşulları tanımak (Scott, 1991). Alt kademede çalışan ve ‘yaptığı işe ilişkin sorumluluğu çok, karar verme yetkisi az olan’ personele, kurumun genel stratejisi doğrultusunda başarıya ulaşmanın, başta kendisi olmak üzere tüm ekip arkadaşlarının da dahil olduğu bir karar verme sürecinin uygulanması halinde mümkün olduğu hatırlatılmalıdır. Yetkilendirme sürecinin uygulamaya dönük içeriği, birlikte çalışma, paylaşma ve dayanışma yoluyla çalışanlar arasında kurumsal gücün somutlaşmasına ve geliştirilmesine yol açmaktadır. Yöneticilerin çalıştırdıkları personele, işin gereklerini yerine getirebilecekleri konusunda güven duymaları ve bu duygularını desteleyecek sözlü ifadeler ve eylemler sergilemeleri, personel yetkilendirme uygulamasının temel basamağıdır. Güven duygusunun oluşmasında güçlü bir görevlendirme, kesinleşmiş bir görev tanımı, yoğun bir eğitim ve etkili bir ödüllendirme politikası önemli rol oynayacaktır (Çınar, 2004). Yöneticilerin astlarına güven duyduklarını hissettirmeleri ve astların da yöneticilerinin kendileri hakkında duydukları güveni boşa çıkarmayacak eylemler sergilemeleri, örgüt ikliminin personel yetkilendirmeye dayalı olarak, olumlu yönde gelişimini sağlayacaktır. Personel yetkilendirme (empowerment) uygulamalarında dikkat edilmesi gereken hususlar; • Müşteri taleplerini karşılamak için çalışanların müşteriye odaklanması, • Kişisel sorumlulukların ve yapabilirliklerin belirlenmesi, • Çok kanallı ve katılımcı enformasyon ağlarının kurulması, • Kurum misyonu doğrultusunda risklerin karşılanmasına ve müşteri ilişkileri yönetiminin işlemesine yönelik maliyetlerin hesaplanması şeklinde sıralanabilir (Çınar, 2004). Uygulama sırasında karşı karşıya kalınacak sorunların temelinde bu noktaların bir ya da birkaçına yeterince önem verilmemesi yatmaktadır. Klasik (hiyerarşikbürokratik) örgütlenme modelinde çalışanların, müşterilerin (hedef kitlenin) taleplerinden çok yöneticilerin\üstlerin beklentilerine odaklanmaları; olaylar karşısında sorumluk talebinde bulunmayıp, yapabileceklerini dahi yapmamaları; tek kanallı ve standartlaştırılmış bir akademia bozulmasına neden olacak eylemlerin ortaya çıkması gibi sonuçlar doğurmaktadır. Verimliliği artıracak talep ve önerilerin, birim/kısım yöneticileri tarafından üst düzey yöneticilere iletilmesini takiben, (i) organizasyonda personel yetkilendirme yapılabilecek iş süreçleri dikkatle incelenmeli, (ii) çalışanların iş süreci üzerinde bilgi sahibi olmalarının ve iş sürecini kontrol edebilmelerinin onlara ne gibi avantajlar sağlayacağı belirginleştirilmeli, (iii) buna karşın, personel yetkilendirmenin kurum kültürü ve ‘katılımcı organizasyon atmosferi’ ile desteklenmediği takdirde hangi olumsuz sonuçların ortaya çıkacağı öngörülmeye çalışılmalıdır. “Örgüt içinde insana (çalışanlara) verilen değer arttırılmalıdır… Çalışanlar, örgütlerin işlevlerini daha etkin ve verimli hale getirmek için, iş fonksiyonlarının planlanmasına ve kontrolüne katılmak durumundadırlar” (Göksel, 2003, 10). 60 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ enformasyon ağının neden olduğu yavaş tepki verme sürecinden şikayet etmemeleri ve gerek karın gerekse sosyal faydanın azamileşmesi için gereken maliyet artışlarından kaçınmaları; personel yetkilendirme uygulamalarının kurum açısından zorunluluk haline geldiğinin temel göstergesidir. Bu bağlamda personel yetkilendirme (empowerment) tek başına işleyen bir süreçten çok, kurumsal örgütlenmedeki değişimin de önemli bir parçası haline gelmektedir. akademia Personel yetkilendirme uygulamaları, örgüt için hedeflenen yeni misyonun ve ortaya çıkması istenilen örgüt ikliminin oluşumunu sağlayacak yeni değer ve davranışlar setinin belirlenip, bunların mevcut kurumsal yapıyla karşılaştırıldığı ve farklılıkların değişim alanları olarak ortaya konulduğu bir sürece eşlik ettiği takdirde anlam kazanacaktır. Personel yetkilendirmenin ortaya çıkardığı liderliğin yerine takım, tartışma ve şikayetin yerine değerlendirme ve uygulama, tek kanallılığın yerine ağdaşlık (netizen) ve ayrıklığın yerine katılımcılık esaslı yeni örgütlenme yaklaşımı, değişime karşı oluşacak direnci azaltarak, kurum içinde yeni durumun kabullenilmesini kuvvetlendirecektir. Personel yetkilendirmenin kurum için paylaşılan ortak bir değer haline gelmesiyle birlikte, kurumsal yapılanmanın esnekleşmesi hem yönetim kadrosu hem de çalışanlar bakımından daha kolay benimsenebilir hale gelecektir. 61 Personel yetkilendirmesi tamamen ya da kısmen gerçekleştirilmiş kurumlarda işin yapılma biçimi ve iş için gerekli örgütlenme tarzı, klasik kurumsal örgütlenmelerden tümüyle farklıdır. Personel yetkilendirme uygulamaları sadece işin daha hızlı yapılması için yetki paylaşımı olarak anlamlandırılmamalı; çalışanların tutum ve algılayışlarındaki farklılaşmadan başlayıp, davranışlarına ve örgüt içi iletişimlerine değin uzanan bütünleşik bir değişimi ifade etmelidir. Yetkilendirmeyi başlatan aktör lider olmasına karşın, yetkilendirmenin sınırlarını çizen aktör verimliliğe dayalı çalışma koşulları ve rekabettir. Çalışanlarını motive eden, işle ilgili önerilere açık olan ve hata yapma korkusunu ortadan kaldıran lider ve üst yönetim, personel yetkilendirme uygulamalarını olumlu yönde etkileyecektir (Bakan, Büyükbeşe ve Bedestenci, 2004, 3032). Personelin yeni koşullar nedeniyle hata yapma olasılığı artmış olmasına karşın, lider, yetkilendirilmiş çalışanların hatalardan gerekli sonuçlar çıkarmalarını (learning by make a mistake) ve kurumsal değişimi daha ileri noktalara taşımalarını sağlamalıdır. Liderliğin en önemli özelliklerinden birisi olarak sunulan performans standartlarını belirleme, yetkilendirme sürecinde liderin rolünü doğrudan ortaya koymakta; kimin, ne zaman ve nereye kadar yetkili olacağına karar vermede lider tercihlerinin isabetliliği (ya da isabetsizliği), gerek günlük faaliyetlerin yürütülmesinde gerekse krizlere karşı tepki vermede açığa çıkmaktadır. Lider ve üst yönetim, personel yetkilendirme sürecini işletmekle sorumluluktan kurtulmamakta; aksine tutum ve davranışları kurumsal düzeyde örnek alınan karakterler olduklarından yetkilendirme uygulamalarının başlamasıyla birlikte çalışanları için rol modeli olmaktadırlar (Kadıoğlu, 2004). Lider, personel yetkilendirmede, içinde yer aldığı organizasyonun üyeleri tarafından bireysel performansı ve davranış kalıpları yakından takip edilen karakterdir. Personel yetkilendirme süreci temelde çalışanları hedef almakla birlikte, liderin ve kurumsal üst yönetimin plan ve programlarını uygulamada aracılık eden ve organizasyonun omurgasını oluşturan alt kademe yöneticilerin de yetkilendirilmesi değişim sürecinin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Kurumsal olarak yetkilendirme hızı, alt kademe yöneticilerin istekleri ile doğru orantılıdır. Alt kademe yöneticilerin, personelin kendilerinden izin almaksızın süreci değiştirebilmeleri konusunda yeterince bilgilendirilmemeleri kurum içi çatışmalara ve gereksiz yere ortaya çıkan aşırı rekabet duygusuna neden olacaktır. Özellikle yükselen piyasalarda (emerging markets) faaliyet gösteren Günümüzde yükselen bir piyasada kurumsal gelişimin başarısındaki sürdürülebilirlik, kurum içi halkla ilişkiler kanallarının işler tutulmasıyla mümkündür. Kurum içi halkla ilişkiler, özetle, sorunun tespiti, sorunu çözümleyecek tekniklerin arayışına girilmesi, uygulanacak yöntemin tercihi, uygulama deneyimi ve elde edilen sonuçların tartışılması aşamalarında bireyin en önemli kaynak olarak görüldüğü bir iletişim sistemi olup; amaç organizasyonun tüm insani değerlerinden faydalanabilmektir. Halkla ilişkiler yönetimin bir parçası olup; işletme yönetimleri çevreleriyle uyumlu ve olumlu ilişkiler kurabilmek için kendi içlerinde bir halkla ilişkiler politikası ve bu doğrultuda bir halkla ilişkiler planlaması oluşturmak zorundadır. “Bu politika, işletmenin, amaç, etkinlik, işlev ve davranışlarının çevreye tanıtılması ve çevrenin işletme üzerindeki etkilerini yakından izleme şeklinde belirir” (Sabuncuoğlu, 1998, 95). Bu bağlamda, kurumsal etkinliği ürün kalitesini artırırken maliyetleri azaltabilme becerisi olarak tanımlayan organizasyonların aksine, personel yetkilendirmenin yapıldığı organizasyonlarda çalışanların yeniliğe yatkınlığı ve katkısı verimliliğin temelini oluşturmaktadır. W. Quirke’nin 1995 yılında yayımlanan ‘Internal Communication’ [İçsel İletişim] başlıklı çalışması, kurum içi iletişimin düzeyi ile kurumun gelişmişlik düzeyi arasındaki ilişkiyi doğrudan açığa çıkarmaktadır. Kuruluş aşamasında az sayıda çalışanı gayri resmi düzeyi yüksek bir yapı içerisinde birbirine bağlayan iletişim kanalları, büyüme aşamasında yerini işlevsel ve resmi bir iletişim tarzına bırakmaktadır. Büyüme, iletişim kanallarını hiyerarşik bir yapının parçası haline getirmekte; üst yönetim kurumun tümüne değil, ilgili birimlere yönelik mesaj alış-verişine girmektedir. Kalite politikası ile bütünleşmiş gelişim aşamasında ise organizasyon yönetimi, iletişimi bir düzene sokarak tüm çalışanların her türlü mesaj kanalını kullanmasını sağlamayı hedeflemektedir. Bu noktada ortaya çıkabilecek sorunların başında ise iletişim kanallarının çokluğu nedeniyle mesajlar içinde boğulma ve geribildirimin zayıflaması gelmektedir. Quirke’nin çalışması (1995, 71-94), çalışanların desteğinin ancak daha fazla etkileşim sağlayacak eğitim, mesleki forum ve grup panelleriyle mümkün olacağını vurgulamaktadır. Kurum içi halkla ilişkilerin yönetsel düzeydeki bir parçası olarak tanımlayabileceğimiz personel yetkilendirme uygulamalarında ise iletişim, personelin yeni stratejileri belirleme sürecine katıldığı, stratejiyi sahiplenmesini sağlayacak katkıyı yaptığı ve yeni stratejiden kaynaklanacak sorunları çözmede yetkilerini kullandığı bir içeriğe sahip olmalıdır. Personel yetkilendirmenin uygulamadaki en önemli faydası, kurumu öğrenen bir organizasyona dönüştürmesidir (Demir, 2006, 43). Yetki devrinin gerçekleştirilmesi, hedef kitlenin taleplerine cevap vermede hızlanmaya, sorumluluğun artmasından kaynaklanan beceri gelişimine ve sorun-riskkriz yönetimi gibi uygulamalara gerek duyulmadan önlem alma inisiyatifine kaynaklık etmektedir. Personel yetkilendirmenin uygulanmasıyla birlikte, bütün çalışanların performans standartlarının sürekli gelişim göstermesine ve faaliyetler üzerinde etkin olmalarına dayanan yeni bir yönetim anlayışının kurumsal düzeyde hâkim olacağı açıktır. akademia şirketlerin alt kademe yöneticileri, yetkilendirme sürecini kendi yetkilerinin ellerinden alınması olarak algılayabilmekte; ayrıca yanlış algılamalarını özgüven eksikliğinden kaynaklanan dar bir eylemlilikle de bütünleştirerek yetkilendirme uygulamalarını baltalamaya çalışabilmektedirler. Alt kademe yöneticiler çalıştıkları kurumun yetkilendirme politikası hakkında bilgilendirildikleri takdirde, yaşanan değişimi kabullenmeleri kolaylaşacak ve kendilerine bağlı olarak çalışanları da daha etkili bir biçimde ikna edebileceklerdir. Sonuç Personel yetkilendirme yaklaşımı, günümüz iş dünyasında, en küçük çaptaki işletmelerden dünya ölçeğinde faaliyet gösteren çokuluslu şirketlere kadar farklı 62 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ kurumlarda uygulanmakta ve organizasyonun verimliliği üzerinde doğrudan etkili olmaktadır. Personel yetkilendirme, çalışanların tercihlerinin somut kararlara dönüşmesi ile bireylerin zihinlerinde örgüt kültürünün yerleşmesine destek sağlamakta ve bilginin paylaşılması yoluyla çalışanların sorumluluklarını artırarak kurumsal verimliliğin gelişimine kaynak olmaktadır. Çalışanların problemleri, çözümleri ve fırsatları yerinde görüp harekete geçmeleri nedeniyle personel yetkilendirme uygulamaları kurum olarak hızlı hareket edilmesini sağlamaktadır. Ancak yetkilendirme uygulamalarının gereğinden hızlı gerçekleştirilmesi halinde ise, hem çalışanlar arası yetkilendirmede dengesizlikler oluşmakta hem de uzun vadeli süreçte hiçbir değişimin yaşanmamasına neden olmaktadır (Doğan, 2003, 85-86). Personel yetkilendirme yaklaşımının (empowerment), çok disiplinli (multidiscipliner) içeriği, bir olay ya da olgudan çok bir sürece işaret etmekte olup; organizasyon düzeyinde katılımcılığın temel kriterlerinin belirlenmesine önemli katkı sağlamaktadır. Kurum içi iletişim sürecinde belirlenen personel yetkilendirmenin temel kriterlerinin olumlu sonuçları şu şekilde sıralanabilecektir (Chamberlin, 1997, 4446): akademia • Yetkilendirme sonucu açığa çıkan karar verme gücünün personelin psikolojisi üzerinde olumlu etkisi vardır. • Enformasyona ve karar verme kaynaklarına erişim, olası sonuçların ağırlığı konusunda fikir yürütülmesini yaygınlaştırır ve kolaylaştırır. • Tercih yapılabilecek alternatif aralığı genişlemektedir. • İddialılık, çalışanın isteklerine ulaşmasında motivasyon sağlamaktadır. • Olayları farklı açıdan görebilmek, farklılık oluşturmayı kolaylaştırmaktadır. 63 • Tepki verilmesinin öğrenilmesiyle birlikte, yetkilendirmenin sınırları da açığa çıkmaktadır. • Grup aidiyeti, bireysel hakların ötesinde, sosyal hak ve ödevlerin de olduğunun anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. • Yetkilendirme, çalışanların yetenek ve eylem kapasiteleri hakkındaki algılamayı da değiştirmektedir. • Değişimde sürekliliği ve krizler karşısında ayakta kalabilmeyi sağlamaktadır. Rekabetin hedef kitleyi anlamayı ve anlamak için de karşılıklı iletişime girmeyi zorunlu kıldığı iş dünyasında, personel yetkilendirme yaklaşımının benimsenmesi ve iletişim dinamiklerini harekete geçirmesi, yeni sorun çözme tekniklerini açığa çıkaracaktır (Gandz, 1990, 74-79). Yetkilendirme kriterleri, çalışanları kurum içi halkla ilişkiler konusunda eylenenlerden çok, eyleyen konumuna taşımaktadır. Personel yetkilendirme uygulamaları, çalışanların, zihinsel ve duygusal olarak güçlendirilmesini, karar verme süreçleri üzerinde etkili olmalarını, bilgilerini becerileriyle bütünleştirerek kullanmalarına imkan tanınmasını, yürüttükleri işler için sorumluluk üstlenmelerinin teşvik edilmesini ve gerçekleştirdiklerini başta kendileri olmak üzere bütün bir kurum için anlamlı hale getirmelerini ifade etmektedir. Değişen piyasa koşullarında organizasyonun hedef kitlesinin taleplerine en kısa sürede cevap verilebilmesi için karar verme mekanizmalarına çalışanların da dahil edilmesi, fiyat dışındaki rekabet unsurlarını kullanan kurumların en önemli avantajıdır. Çalışanların verimliliğinin ve yapılan işin kalitesinin artırılmasının, ancak personel tatmini sağlanmış, her kademesinde başarma isteğinin yüksek olduğu ve yeniliklerin kolaylıkla benimsendiği bir kurum kültürüyle mümkün olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Anahtarı: Personel Güçlendirme (Empowerment)”. TODAİE Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 30 Sayı: 4, 7586. Kaynakça Bakan, İ., Büyükbeşe, T. ve Bedestenci, Ç. (2004). Örgüt Kültürü. İstanbul: Aktüel Yayınları. Chamberlin, J. (1997). “A Working Definition of Empowerment”. Psychiatric Rehabilitation Journal. Vol. 20 Number 4, 43-46. Çınar, F. (2004). “Organizasyonlarda Çağdaş Bir Yaklaşım: Yetkilendirme (Empowerment)”. Erişim: 07 Haziran 2006, http://www.koniks.com/topic.asp?TO PIC_ID=764. Demir, Y. (2006). “Personel Güçlendirme (Empowerment)”. Karınca Dergisi, Yıl: 71 Sayı: 833, 40-45. Doğan, S. (2003). Personel Güçlendirme: Empowerment. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Gandz, J. (1990). “The Employee Empowerment Era”. Business Quarterly, Vol. LV No: 2, 74-79. Göksel, A. (2003). “Personel Güçlendirme”. B. Bumin (Ed.). Çağdaş İşletme Teknikleri. (s. 3-16). Ankara: Gazi Kitabevi. Kadıoğlu, D.Y. (2004). “Kendi Kendini Yöneten Çalışanlar ve Güçlü Şirketler İçin: Yetkilendirin!”, Erişim: 11 Ağustos 2006, http://www.insankaynaklari.com/cn/C ontentPrint.asp?BodyID= 3607. Quirke, B. (1995). “Internal Communication”. N. Hart (Ed.). Strategic Public Relations. (p. 71-94). New York: Macmillan Business Press. Pira, A.G. ve Baytekin, E.P. (2007). Halkla İlişkiler: Neyi, Nasıl Yapmalı, İstanbul: Dönence. Sabuncuoğlu, Z. (1998). İşletmelerde Halkla İlişkiler. Bursa: Ezgi Yayınları. Scott, C.D. (1991). Empowerment: A Practical Guide for Success. Menlo Park: Crisp Pub. Theaker, A. (2006). Halkla İlişkilerin El Kitabı. (M. Yaz, Çev.) İstanbul: MediaCat Kitapları. Wilmsen, C., Elmendorf, W., Fisher, L., Ross, J. Sarathy, B. and Wells, G. (2008). “Participation, Relationships and Empowerment”. C. Wilmsen, et al. (Eds.) Partnerships for Empowerment. (p. 259-284). London: Earthscan. Yüksel, Ö. ve Erkutlu, H. (2003). “Personeli Güçlendirme – Empowerment”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 5 Sayı:1, 131142. Karlöf, B. (1996). Çağdaş Yönetim Kavramları ve Kalkınma Modelleri. (Z. Gülmez ve E. Kütevin, Çev.) İstanbul: İnkılap Kitabevi. (1993). akademia Özgen, H. ve Türk, M. (1997). “Hizmet Sektöründe Rekabette Başarının 64 Erciyes İletişim akademia 65 2009 TEMMUZ ÜLKE MENŞEİ VE ÜRETİM MENŞEİ BİLGİSİNİN KALİTE ALGILAMALARINDAKİ ROLÜ Vesile Çakır* Özet Tüketiciler bir ürünü, içsel ve dışsal göstergeler temelinde değerlendirirler. Ülke menşei bilgisi ürüne dair bir dışsal gösterge gibi işlev görür. Günümüzde, bir ürünün birden fazla ülke menşei vardır. Bir ürün özellikle tek bir ülke ile ilişkilendirilememektedir. Küresel pazarda ürünlerin çoğu melezdir. Ülke menşei ve üretim menşei farklı ülkeler olabilmektedir. Bu çalışma ülke menşei hem de üretim menşei etkileri üzerinde yoğunlaşmış ve bunların ürün kalite algılamalarına etkilerini test etmiştir. Araştırma bulguları göstermektedir ki, araştırma kapsamına alınan markalar için, kalite algılamalarında ülke menşei önemli bir etkiye sahip değilken, üretim menşeine dair bilgi etkilidir. Bu bulgulara göre, algılanan kalitede üretim menşei bilgisi önemli bir belirleyicidir. Anahtar Kelimeler: Ülke Menşei, Üretim Menşei, Algılanan Kalite. THE ROLE OF COUNTRY OF ORIGIN AND MADE-IN COUNTRY KNOWLEDGE ON THE PERCEIVED QUALITY Abstract Consumers evaluate a porduct on the basis of intrinsic and extrinsic informational cues. The country of origin information serves as an extrinsic cue of a product. At the present time, the country of origin of a product can be more than one. A product may not be exclusively associated with one country. In the global market, most of products are hybrid products. Origin of country, made-in country may be different countries. The present study was concentrated on both country of origin effects and made-in country effects, and their effects on perceived product quality were tested as well. The research findings indicated that knowledge of made-in country is effective on perceived product quality while the actual origin has not a significant impact on product-quality perception for brands that were included to this research. According to the findings of this research, knowledge of made-in country is a more important determinant on the perceived quality. akademia Key Words: Country of Origin, Made-in Country, Perceived Quality. * Arş. Gör. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi 66 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia Giriş 67 Günümüzde tüketicilerin tüm dünyadaki ürün ve hizmetlerin farkında olmasının sonucu olarak ürünün ülke menşei imajının tüketici davranışı üzerindeki önemi her geçen gün artmaktadır. Ülke menşei imajı birbirine benzeyen ürünler arasında fark yaratan, ürüne bazen üstünlük sağlayan, bazen de zayıflatan bir unsurdur. Günümüzde bir ürünün pazara sunulma aşamasına kadar geçen süreç geçmiştekine göre farklılık arz etmektedir. Küresel rekabetin değişen koşulları, ürünlerin tek bir ülkeden çıkıp dünya pazarına yayıldığı eski geleneği bozmuştur. İstisnaları da olmakla birlikte, ürünler fikir olarak bir ülkede doğmakta, tasarlanmakta, üretim için gerekli parçalar ya da hammadde başka bir ülkeden sağlanmakta, üretimin son aşaması ya da montajı bir diğer ülkede gerçekleşmekte ve dünyanın her yerinde pazara sürülebilmektedir. Firmaların işgücü ücretlerinin düşük olduğu ülkelere yönelmesi, partner şirketlerin daha uzman ve profesyonel mühendislik hizmetlerinden yararlanma isteği, uzak pazarların da ilgisini çekebilecek hedef pazarın beğenisine uygun tasarımların yapılması ihtiyacıyla okyanus aşırı tasarım merkezlerinin kurulması gibi faktörler global pazarın melez ürünler ile dolmasına neden olmaktadır. Bir ülkede satılan ürünler arasında, aynı yerde tasarlanmış, montajlanmış, parçaları aynı ülke içinden temin edilmiş olanını bulmak, yani yüzde yüz yerli bir ürün görmek gittikçe zorlaşmaktadır. Bu durum geleneksel ülke menşei kavramının literatürde ele alınış biçimini de değiştirmiş, yapının çok boyutlu karmaşık bir yapı olarak görülmeye başlanmasına neden olmuştur. Örneğin, Insch ve McBride (2004), Chueh ve Kao (2004), Nebenzahl ve diğerleri (1997), Chao (1993, 2001) gibi araştırmacılar ülke menşei kavramının tek boyutlu bir yapı olmadığını savunmaktadırlar. Sözü edilenler gibi daha yeni araştırmalarda ülke menşei kavramı, montaj-üretim ülkesi, tasarım ülkesi, çokuluslu yapıya sahip şirketlerde hak sahibi ülkeler şeklinde bölümlenen bir yapı olarak görülmektedirler. Ülke menşei etkisi 40 yılı aşkın bir süredir akademik araştırmalara konu olmaktadır. Geleneksel tek boyutlu ülke menşei etkisi literatüründeki çalışmalar, kalite ve ülke menşei ilişkisi üzerine yeterince yoğunlaşmış ve çoğu araştırma iki değişken arasında güçlü bir bağ olduğu sonucuna ulaşmıştır (Gaedeke, 1973; Han, 1989: White ve Cundiff, 1978). Çoğunlukla gelişmiş ülkelerde yapılan bu araştırmalar gelişmiş ülkelerden gelen malların tüketiciler tarafından daha kaliteli algılandığını göstermektedir. Başka bir deyişle, ürünün geldiği ülkenin imajı ürüne transfer edilmekte, kalite algılamalarını etkilemektedir. Ülke menşei kavramını çok boyutlu bir yapı olarak ele alıp, montaj, tasarım, taraf ülkelerin imajının kalite algılamaları üzerine etkilerini ayrı ayrı inceleyen araştırmalar hem çok yeni hem de son derece sınırlıdır. Böyle detaylı bir çalışma ayrıca son derece de zordur. Örneğin, aynı araştırmada çok sayıda ürün kategorisi üzerinde çalışmak neredeyse imkânsızdır. Elektronik eşya, gıda, giyim gibi ürün kategorilerinin aynı anda ele alınmak istenmesi halinde, ülke menşei bileşenleri her ürün kategorisi için aynı biçimde bölümlendirilememektedir. Elektronik aletler için montaj ülkesinden bahsedilse bile, gıda kategorisi için bu mümkün olmayabilir. Her ürün kategorisi kendi doğası gereği ülke menşei bileşenlerinin yeniden adlandırılmasını gerektirebilmektedir. Bu sebepten tek bir ürün kategorisinin (giyim) ele alındığı bu çalışmada montaj ülkesi bileşeni, üretim menşei olarak adlandırılmıştır. Bu araştırma ülke menşei literatüründeki yeni eğilime uygun olarak ülke menşei kavramının çok boyutlu bir yapı olduğunu kabul etmekte, seçilen ürün kategorisinin özelliğine uygun olarak üretim menşei, ülke menşei (markanın genel merkezinin bulunduğu ülke) ve kalite arasındaki ilişkilere odaklanmaktadır. 1. Ülke Menşei Kavramının Çok Boyutlu Yapısı 1960’ların ortalarından beri, ülke menşei hakkında oldukça fazla araştırma gerçekleştirilmiştir. Bugüne kadar yapılmış pek çok çalışma, tüketicilerin ürünleri değerlendirmek için ülke menşei bilgisinden yararlandığını göstermiştir (Bilkey ve Nes, 1982; Han, 1989; Nagashima, 1970). Ülke menşei, “bir markanın hedef müşterileri tarafından algılanan ait olduğu yer, bölge ya da ülke” olarak tanımlanmaktadır. Algılanan bu yer, o yer hakkındaki daha önceki algıları doğrultusunda sözkonusu ürünün tüketiciler tarafından pozitif ya da negatif imajla düşünülmesine neden olmaktadır. Küresel çapta faaliyet gösteren firmaların amacı, pozitif olan ülke imajından faydalanmak ya da negatif olan ülke imajını tersine çevirmektir (Ueltschy, 1998, 12). Bu yüzden bir ürünün ülke menşeinin ismi ve o ülkenin tüketici gözündeki imajı, konu ile ilgili araştırmalarda çoğunlukla iç içe kullanılmaktadır. Ülke imajı, tüketicilerin bir ülkenin ürünlerine dair önceki deneyimleri ve pazarlama zayıflık ve üstünlüklerine dayanarak belirli bir ülkeden gelen ürünler hakkında oluşturdukları genel yargılardır (Chowdhury ve Andaleeb, 2007, 38). Ülke menşei imajını “tüketicilerin belli bir ülkeden gelen ürünlere ekledikleri, bir resim, bir şablon ve ün, itibar” olarak tanımlayan Nagashima (1970, 68)’ya göre, bu imaj, ülkenin tarihi, ekonomik ve politik zemini, gelenekleri ve ürünleri tarafından yaratılır ve uluslar arası pazarda tüketici davranışları üzerinde güçlü bir belirleyicidir. Genelde, tüketicilerin farklı ülkelerde üretilen ürünlere dair genel algılamalarının farklı olduğu görülmüştür. Bir ülkenin imajına dair bu genel algılamalar, bu ülkede yapılan ürünlere karşı tüketici algılamalarında önemli etkilere sahiptir (Cengiz ve Kırkbir, 2007, 83). Ticaretin küreselleşmesine bağlı olarak ürünlerin üretim ve pazarlanmasında yaşanan önemli değişimler, melez ya da çok uluslu ürünlerin çoğalmasına yol açmıştır. Bu tip ürünler, marka isminin ait olduğu ülke ile üretim ülkesi farklı olan (örn: General Elektrik ABD’li bir marka adıdır, fakat Tayvan’da üretilmektedir; bir Japon markası olan Honda Civic ABD’de üretilmektedir), bu sebepten birden çok ülke menşei olan ürünlerdir. Ülke menşei etkisi son 40 yıldır tartışılsa da araştırmaların çoğu tek menşeli ürünlere yani, tamamen yerli ya da tamamen yabancı ürünlere odaklanmaktadır (Han ve Terpstra, 1988, 235). Firmalar küresel pazarda genişleme stratejileri belirlemekte ve uygulamaktadır. Bu stratejilerin sürdürülebilmesi adına, üretim işleminin çeşitli aşamalarında dış kaynak kullanımı ya da üretimin belirli kısımlarını taşerona verme eğilimi giderek artmaktadır. Bazı gelişmekte olan ülkelerde düşük işgücü ücreti firmalara cazip gelmektedir. Bunun yanı sıra firmalar, yabancı partnerlerindeki profesyonel akademia Herhangi bir ülkede ve Türkiye’de doğup, örneğin ABD markası olarak bilinen çoğu marka Çin, Tayland, Endonezya gibi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde üretilmektedir. Tanınmış markaların böyle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde üretilmesi markanın kalite algılamalarına zarar vermekte midir? Yoksa tüketici İngiliz, Amerikan, Türk markası olarak bildiği markanın nerede üretildiğini önemsememekte midir? Cevapları markaların yeni ve güncel pazarlama stratejileri geliştirmesinde işe yarayabilecek bu sorular, bu araştırmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Marka hakkında birer dışsal gösterge olarak hem markanın gerçek ülke menşei hem de üretim menşei hakkında bilgilendirilen tüketicilerin kalite algılamalarında ne gibi değişimler olduğu bu deneysel çalışmada gözlenmeye çalışılmıştır. Bu şekilde, gerçek ülke menşei bilgisinin kalite algılamalarına etkisinin, üretim menşei bilgisinin kalite üzerine etkisinden izole edilmesi amaçlanmıştır. 68 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia yeteneklerin desteğini almak ya da okyanus aşırı tasarım merkezleri kurmak suretiyle, dış kaynaklı tasarım ve mühendislik hizmetlerinden de faydalanma yoluna gitmektedir. Bu aktiviteler, yerli iş alanlarında gerilimin artmasına yol açtığı gibi çok uluslu üretimin karmaşıklaşmasına da neden olmaktadır. Bu firmalar bir ülkede belli bir ürünün tek üreticisi olduğunu iddia edebilen bir firmanın olmadığı melez ürünlerin artmasını sağlamaktadır. Bu ortamda, bir ürünün sadece bir ülke ile ilişkilendirilebileceğini savunan geleneksel ülke menşei nosyonunu savunmak artık o kadar kolay değildir (Chao, 1998, 1). Üzerinde uzlaşılmış bir ülke menşei tanımı bulunmamakla birlikte, son çalışmalarda yer alan yeni tanımlamalar, ülke menşei kavramını çok boyutlu görme eğilimine uygundur. Örneğin, Johansson ve diğerleri (1985, 89)’ne göre, ülke menşei “bir ürün ya da markanın genel merkezinin bulunduğu ülke” olarak tanımlanmaktadır. Çok uluslu yapısından dolayı ürünün bu ülkede üretilmesi gerekmeyebilir. Bununla birlikte ürün ya da marka bu ülke ile özdeşleşmiştir. Nebenzahl ve diğerleri (1997, 30) ülke menşeini “üretildiği yeri dikkate almaksızın belirli bir ürünün/markanın kaynak ülkesi olarak, tüketicinin zihninde bu ürün/marka ile birlikte çağrışım yapan ülke” olarak tanımlamaktadır. 69 Johansson (1989, 49)’a göre, ülke menşei bilgisi, ürünün kalitesi, fonksiyonelliği, tasarımı, sosyal kabul edilebilirliği gibi içsel göstergelerin yanında ürün değerlendirmesinde kullanılabilen bir dışsal göstergedir. Özellikle ürünün özelliklerine dair içsel hafızada saklanan bilgi çok azsa ya da yoksa yani tüketici ürüne ya da markaya aşina değilse, ürünle dolaylı olarak ilgili ipuçlarını ürün değerlendirmesine sokabilir. Ürün/marka ile tanışıklık azsa ülke menşei bilgisi daha etkilidir. Erickson ve diğerleri (1984, 694), marka adı, reklamda kullanılan semboller, ünlü birinin onayı gibi ürünün ülke menşeini de ürüne/markaya dair imaj değişkenlerinden biri olarak görürler. Bir imaj değişkeni, ürünün fiziksel performans özelliklerinin dışında ürünü tanımlamaya yardımcı bir yön, özelliktir. Erickson ve diğerleri (1984, 698), bir imaj değişkeni olarak ülke menşei bilgisinin ürüne dair tutum ve inançların oluşmasındaki etkilerini sınandıkları bir çalışmada, ülke menşei bilgisinin ürünle ilgili inançları doğrudan etkilediğini ama tutumları daha dolaylı (öncelikle inançları, inançlar vasıtasıyla tutumları) etkilediğini bulmuşlardır. Ülke menşei hakkındaki mevcut araştırmalar başarılı uluslararası pazarlama stratejilerinin belirlenmesinde bu bilginin önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte, gerçek ülke menşei ve montaj ülkesi (ya da üretim menşei) arasındaki ayrıma dair ampirik araştırmalar daha sınırlıdır. Ülke menşei tek boyutlu bir kavram değildir. Pek çok ürün bir ülkede tasarlanmakta, bir diğerinde üretilmektedir. Bu yüzden ülke menşeinin iki boyutu, yani tasarım (fikir, konsept, mühendislik) ve üretim (montaj yeri) arasında ayrım yapmak önemlidir (Cengiz ve Kırkbir, 2007, 86). Eski akademik çalışmalarda “country of origin” ve “made-in country” aynı yapıyı temsil eder biçimde kullunılmaktadır. Örneğin Gaedeke 1973’te yaptığı çalışmada, markanın üretim menşei ya da ülke menşeine dair enformasyonel girdinin tüketicinin kalite algılamalarında etkili olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada bazı markalar ülke menşei (Made in.. ) bilgisi verilmediğinde, verildiği zamankinden daha olumlu değerlendirilmiştir. Bazı markalar da ülke menşei bilgisi (Made in..) bilgisi verildiği zaman daha kaliteli olarak değerlendirilmiştir. Bu markanın ülke menşeine göre değişmektedir. Gaedeke de, diğer pek çok araştırmacı gibi, her iki kavramı aynı yapıyı temsil eder biçimde ele almıştır. Günümüzde çoğunlukla, ürünlerin/markaların kaynak ülkeleri ve üretim yerleri farklı ülkeler olduğuna göre, üretim menşei kavramı çok boyutlu ülke Insch ve McBride (2004, 256), Chueh ve Kao (2004, 71), Nebenzahl ve diğerleri (1997), Chao (1993; 1998; 2001) gibi araştırmacılar ülke menşei kavramını daha da detaylandırma taraftarıdırlar. Örneğin, Chao (1998), Insch ve McBride (2004)’e göre ülke menşei kavramı tasarım ülkesi, montaj ülkesi ve şirket hisselerine ortak ülkeler olmak üzere üç farklı bileşenden oluşan bir bütündür. Buna göre, bir markanın gerçek sahibi aynı anda birkaç ülke olabilir, tasarımı şirkette hissesi olmayan bir Avrupa ülkesinde, montajlama işlemi ise bir Asya ülkesinde gerçekleştirilebilmektedir. Böyle ürünler tam anlamıyla melez ürünlerdir ve bunlar için tek bir ülke menşeinden bahsetmek mümkün değildir. Ancak, bu detaylı bölümlendirme her ürün kategorisi için gerekli olmayabilir. Otomobil, beyaz eşya, bilgisayar, cep telefonu gibi ürünler için böyle detaylı bölümlendirmeler yararlı olsa da, deterjan, diş macunu gibi temizlik ürünleri için gereksizdir. Bu araştırmanın gerçekleştirildiği giyim eşyası ürün kategorisinde de benzer durum söz konusudur. Örneğin, bir Türk markası olan Mavi Jeans’ın tasarım ekibinde üç Amerikalı, dört Türk bulunmaktadır. Koordinatörleri de bir Türk olan bu tasarım ekibi başka bir ülkede değil, şirket merkezinde yani markanın anavatanında çalışmaktadır. Bu kategori için montaj ülkesinden de bahsedilemeyeceğine ve marka anavatanı dışında başka ülkelerde üretim yaptırma politikası yaygın olduğuna göre, marka ismi sahipliği anlamında gerçek ülke menşei ve üretim menşei şeklinde bir ayrımdan bahsetmek daha mantıklı görünmektedir. Günümüzde çoğunlukla, ürünlerin/markaların kaynak ülkeleri ve üretim yerleri farklı ülkeler olduğuna göre, ülke menşei ve üretim menşeinin tüketicinin satın alma kararları, marka tutumları ve kalite, prestij gibi ürün algılamalarına etkileri ayrı ayrı incelenmelidir. 2. Kalite ve Ülke Menşei İlişkisi Zeithalm (1988, 3) algılanan kaliteyi “tüketicinin bir ürünün üstünlük ve mükemmelliğine ilişkin genel kanısı” olarak tanımlamaktadır. Zeithalm (1988)’a göre algılanan kalite ürünün gerçek kalitesinden farklı, kişiye göre değişen, daha çok tutuma benzeyen genel bir değerlendirmedir. Ürün kalitesi küresel pazardaki rekabette önemli bir silahtır. Pazarlama bilimi bu kavramı satın alma davranışı ve tüketici davranışı perspektifinden incelemektedir. Ancak bazen çok iyi tasarlanmış ve hatasız akademia menşei kavramının bileşenlerinden sadece birini ifade etmek için kullanılabilir. Tek başına “Made in…” ibaresi tüm ülke menşei konseptini kapsayacak biçimde kullanılmamalıdır. Bir ülkeye giren ithal bir ürünün gerçek ülke menşei ve üretim menşei farklı olabilmektedir. Üretim menşei Nebenzahl ve diğerleri (1997, 30) tarafından “etiket üzerindeki ‘Made in…’ ibaresi içinde ismi görünen ülke” olarak tanımlanmaktadır. Bu genellikle üretimin bitirildiği, ürünün son şeklini aldığı ülkedir. Üretim menşeinin etikette belirtilmesi gerekip gerekmediği hususunu yerel kanunlar belirlemektedir. Bugün “made in…” ibaresi ürünün üretildiği ülkeyi ifade etmektedir. Adidas mağazasına girip ayakkabının üzerindeki etikete dikkatli bakan bir tüketici “Made in Thailand, Indonesia” yazısını görebilmektedir. Tüketici markanın bir Alman markası olduğundan emin olmasa ürünü bir Güneydoğu Asya markası zannedebilir. Daha az tanınan ya da hiç tanınmayan markalar için bu ihtimal son derece kuvvetlidir. “Made in …” ibaresi de ürünün geldiği ülkeyi göstermektedir ama bu ülke o ürünün/markanın gerçek menşei değildir. Aradaki farka dikkat etmemek konuyla ilgili bir araştırmada ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Çünkü, ülke menşei kadar, “Made in …” etiketi de belirli durumlarda tüketicilerin satın alma kararlarını verirken başvurdukları önemli bir bilgidir. Örneğin, Zain ve Yasin (1997, 144) Özbek tüketicilerin özellikle yeni, pahalı ve bozulma riski yüksek ürünler alırken üretim menşei bilgisine daha çok dikkat ettiklerini bulmuştur. 70 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia üretilmiş bile olsa ürünlerin tüketici nazarında kalite bakımından düşük not aldığı görülebilmektedir. Ya da vasat denebilecek bir ürün tüketiciler tarafından çok kaliteli olarak tanımlanabilmektedir. Bu da ürünün deneyimle sınanmış fiziksel özelliklerinin dışında kalite algılamalarına etki eden başka faktörlerin olabileceğini düşündürmektedir. Bu araştırmada ülke menşei ve üretim menşei bilgisinin kalite algılamalarında önemli faktörlerden olduğu savunulmaktadır. 71 Önceki çalışmalar göstermektedir ki, tüketicilerin kalite algılamaları marka adı, mağaza adı, fiyat, garanti, ambalaj, reklam gibi dışsal göstergelerden etkilenmektedir (Teas ve Agarwal, 2000, 278). Ürünün ülke menşei imajı ve ülke menşei bilgisi de tüketicilerin ürünün kalitesini değerlendirirken başvurdukları etkili dışsal göstergelerdendir (Bilkey ve Nes, 1982: Chao, 1993; Erickson ve diğerleri 1984; Han ve Terpstra, 1988; White ve Cundiff, 1978; Johansson ve diğerleri, 1985). Tüketiciler çok tanınmış bir firma tarafından üretilmiş bir ürünü kaliteli olarak değerlendirdikleri gibi, ülke menşei göstergesini de benzer biçimde kullanmaktadırlar. Bazen tüketiciler Japonya (elektronik ürünlerde), Almanya (otomobillerde) gibi belirli ülkelerin ürünleri için daha fazla para ödemeye gönüllüdürler. Bir ülke iyi bir imajla anıldığı zaman, tüketiciler o ülkeden gelen ürünleri bu iyi imajla bağlantılandırarak daha kaliteli olarak algılayabilmektedir. Eğer tüketiciler bir ürün sınıfına aşina iseler, bir dışsal gösterge olarak ülke menşei imajına güvenme olasılıkları daha azdır. Başka bir deyişle, tüketiciler ürünü satın almadan ürünün gerçek kalitesini bilemiyorsa, ürünün kalitesini değerlendirmede ülke menşei imajını kullanabilmektedirler (Chowdhury ve Andaleeb, 2007, 38). Bazı çalışmalar ülke menşeinin başka ürün bilgisi olmadığı zaman ürün değerlendirmede daha çok kullanıldığını, fazla bilgi varsa daha az kullanıldığını göstermektedir (Erickson ve diğerleri, 1984; Johansson ve diğerleri, 1985). Örneğin Erickson ve diğerleri (1984, 698), otomobil ürün kategorisi için yaptıkları bir çalışmada tüketicilerin kalite algılamalarında fiyat ve dayanıklılık hakkındaki bilgi ve kanaatlerinin ülke menşei bilgisinden daha etkili olduğunu tespit etmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde ülke menşeinin kalite algılamaları üzerindeki etkilerine dair araştırmalar, yabancı menşeli ürünlerin daha düşük kaliteli olarak algılandığını göstermiştir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde süreç farklı, hatta tam tersine işlemektedir. Batra ve diğerleri (2000, 84) gelişmekte olan ülkelerde ülke menşeinin tüketici davranışı ve kalite algılamaları üzerinde farklı işlevleri olduğunu savunmaktadır. Başlangıçtaki çalışmaların bulgularının tersine, gelişmekte olan ülkelerde yapılan çalışmalar göstermektedir ki, markanın ya da ürünün yerli olmaması, özelikle de gelişmiş bir ülkeden geliyor olması ürünün/markanın daha kaliteli algılanmasına yol açmaktadır. Liefeld (1993, 132)’e göre tüketiciler genellikle kendi ülkelerinin ürünlerini daha kaliteli olarak algılama eğiliminde olmakla birlikte, kalite algılamaları ürünün geldiği ülkenin ekonomik gelişmişlik seviyesi ile de pozitif ilişkilidir. Bu etkinin gücü ürün kategorisine, tüketicilerin demografik özelliklerine, tüketicinin ürünle ilgili ön bilgisine, kanılarına ve deneyimlerine bağlıdır. Batra ve diğerleri (2000), Ger (1993) gibi araştırmacılara göre, yabancı mallar statü göstergesi oldukları, prestij arttırmaya yaradıkları, batılı yaşam tarzını simgeledikleri için, bunlara karşı tutumlar da daha olumlu olmakta, daha kaliteli algılanmaktadır. Ancak günümüzde, ülke menşei kavramı markanın hem doğduğu, hem tasarlandığı hem de üretildiği toprakları ifade etmemektedir. Tüm dünyada teknolojik aletlerde üstünlüğü ile tanınan Japonya’da doğan bir markanın üretimi az gelişmiş bir Asya ülkesinde yapılmaktadır. Böylesi melez ürünler söz konusu olunca, yukarıda anlatılan ülke menşei ve kalite algılamaları arasındaki ilişkilerin, tasarım, montaj, üretim menşei Günümüzde yerel pazarlarda bir ürün kategorisinde tek üretici konumundaki firma sayısı belki de yok denecek kadar azalmıştır. Çok uluslu şirketlerin çoğalması, üretimin tamamının ya da bir kısmının, hatta bazen tasarımın marka anavatanının dışına kayması, ürün bileşenlerinden bazılarının ya da hepsinin başka ülkelerden temin edilmesi gibi gelişmeler, bir ürünün tek bir ülke ile ilişkilendirildiği geleneksel ülke menşei anlayışını değişmeye zorlamaktadır. Ülke menşei kavramının ele alınış tarzındaki bu bölümlenmeden dolayı, onun kalite algılamalarına etkileri de detaylandırılmalıdır. Melez bir ürün artık aynı anda birkaç ülke ile ilişkilendirilebilmektedir. Eskiden Honda Civic deyince tüketicinin aklına sadece markanın anavatanı Japonya gelir ve bir otomobil üreticisi olarak Japonya imajı bu markaya transfer edilebilirdi. Ancak bu marka ABD’de üretime başlayalı beri artık ABD imajının da bu markaya eklenmesi olasıdır. Önceki şartlarda olumlu Japonya imajını bu markaya yansıtan tüketici, çeşitli politik karşıtlıklardan dolayı negatif bir ABD imajına sahipse bunu da markaya ekleyip, eskisi kadar sempati duymayabilir. Bu örnek, markaya yansıyan olumlu ülke menşei etkisinin üretim menşei etkisi ile bozulması durumunu betimlemektedir. Kalite tüketicinin ürün hakkındaki değerlendirmelerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu araştırma, ülke menşei bilgisinin kalite algılamalarında önemli rolü olduğu görüşünü desteklemekle beraber, markanın/ürünün gerçekte ait olduğu ülke ile üretildiği ülkenin kalite algılamalarına etkisinin farklı olabileceğini de savunmaktadır. Gerçekten batı menşeli giysi markaları yerlilerden daha kaliteli mi algılanmaktadır? Çin, Endonezya, Malezya, Hindistan gibi ünlü markaların üretim için tercih ettikleri ülkeler ise, kendi kalitesiz ürünleri ile tanınmaktadır. Üretim menşeinin olumsuz imajı köklü markaların imajına zarar vermekte midir? Tanınmış bir markanın gelişmekte olan bir ülkede üretilmesi, tüketicinin kalite algılamalarını azaltmakta mıdır? Bu araştırmanın amacı bu sorulara cevap vermektir. 3. Metodoloji 3.1. Amaç Bu araştırma, menşe ülke ve üretim ülkesi bilgisinin tüketicinin kalite algılamaları üzerine etkilerini incelemeye odaklanmış ve gerçek menşe ile birlikte üretim ülkesinin kalite algılamaları üzerinde belirleyici olup olmadığını test etmek amacıyla tasarlanmıştır. Bu temel amaç aşağıdaki araştırma soruları ile detaylandırılmıştır: 1) Tüketicilerin kalite algılamaları, markanın ülke menşeinin yerli veya bir Avrupa ülkesi olmasına göre anlamlı farklılık göstermekte midir? 2) Tüketicilerin kalite algılamaları, üretim menşeinin Türkiye veya bir Asya ülkesi olmasına göre anlamlı bir farklılık göstermekte midir? 3.2. Markaların Seçimi Bu araştırmaya ülke menşei ve üretim menşeine dayanarak dört hazır giyim markası (Marks&Spencer, Benetton, Sevenhill, LC Waikiki) dahil edilmiştir. Araştırmaya alınan bu dört marka ülke menşeileri (Türkiye ve Avrupa) ve üretim menşeilerine (Türkiye, Asya) göre iki gruba ayrılmıştır. Her grupta ikişer marka yer almaktadır. Markaların ülke menşei, onların internetteki kurumsal web sitelerinden öğrenilmiştir. Sevenhill ve LC Waikiki Türkiye menşeli, Marks&Spencer (İngiltere) ve Benetton (İtalya) Avrupa menşelidir. Üretim menşei ise etiket üzerindeki “Made in…” ibaresine göre belirlenmiştir. Marks&Spencer ve LC Waikiki Çin, Tayland, Bangladeş gibi Asya ülkelerinde üretilirken, Sevenhill ve Benetton Türkiye’de üretilmektedir. Bazı markaların üretim yeri kararları sezonlara göre değişiklik gösterirken bazıları bu konuda daha uzun vadeli stratejiler akademia gibi diğer ülke menşei bileşenleri ve kalite algılamaları arasında da benzer şekilde cereyan edip etmediği incelenmelidir. 72 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ izlemektedir. Bu yüzden hakkında araştırma yapılan bu dört markanın üretim yerlerine dair bilgi, araştırmanın yapıldığı zaman için geçerlidir. 3.3. Örneklem akademia Cengiz ve Kırkbir (2007, 83), Johansson (1989, 47)’a göre, ülke menşei etkisine dair çalışmalarda, ürünün üzerindeki “Made in…” etiketine tüketicilerin gerçekten dikkat edip etmediği ve satın alırken bu bilgiyi kullanıp kullanmadığı konusu hala çözümlenememiş bir sorundur. Bazı tüketiciler bu bilgiyi ararken, çoğu ülke menşeinin ya da üretim menşeinin farkında bile değildir. Tanınmış markalar için bile, markanın hangi ülkeye ait olduğu bilinse de üretildiği ülke daha az bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, deneklerin markanın gerçek menşeini ve üretim menşeini öğrenmeden önce ve sonra kalite değerlendirme testini gerekli kıldığından bu bilgilerin önceden bilinmemesi gerekmektedir. Bu yüzden, her iki tür bilgiye de sahip olmayan denekler seçilerek bu bilginin araştırmacı tarafından deneysel koşullarda deneklere verilmesi uygun bulunmuştur. 73 Yukarıda anlatılan kritere göre örneklemin belirlenebilmesi için ilk etapta 520 öğrenciye (ders için sınıfta bulunan 3040 kişilik ya da daha küçük gruplar halinde) çalışmaya alınan markaların ülke menşei ve üretim menşelerini bilip bilmediklerini belirlemeye yönelik küçük bir test formu verilmiştir. Bu işlem küçük gruplara sınıf ortamında uygulandığı için asıl formun verileceği, markaların ülke menşei ve üretim menşelerini bilmeyen denekleri hemen belirlemek kolay olmuştur. Böylelikle belirli bir kriter gözetilerek basit gayeli örnekleme metodu ile belirlenen örneklem toplamda 280 kişiden oluşmuştur. Deneysel işlem, “…. markasının ülke menşei aşağıdakilerden hangisidir?” ve “…. markasının üretim yeri aşağıdakilerden hangisidir?” sorularına yanlış cevap veren veya cevap veremeyen bu 280 deneğe uygulanmıştır. Deneyin gerçekleştirildiği, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okuyan 280 öğrenci deneğin 157’si kız, 123’ü erkektir. Örneklemin seçilme biçimi, araştırmanın deneysel tasarıma sahip olması ve birkaç aşamalı bir test içermesi öğrenci denekler üzerinde çalışmayı zorunlu kılmıştır. Örneklemin basit gayeli örneklem metodu ile belirlenmesi, çalışmanın amacını gerçekleştirmeyi kolaylaştırırken, sonuçların genellenememesi sorununu da beraberinde getirmiştir. Bu da araştırmanın en önemli kısıtlılığını oluşturmaktadır. Tüketicilerin verilen markalara dair kalite algılamaları “…markalı ürünler kalitelidir” şeklindeki ifadeyle 5’li Likert ölçeği (1 kesinlikle katılmıyorum…. 5 tamamen katılıyorum) kullanılarak ölçülmüştür. 3.4. Prosedür Araştırma verileri Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yapılan dersler esnasında öğretim üyelerinden izin alınarak birkaç oturumda toplanmıştır. Her oturumdan önce veri toplanacak deneklerin belirlenmesi için “…. markasının ülke menşei neresidir?” ve “…. markasının üretim yeri aşağıdakilerden hangisidir?” sorularının yer aldığı küçük bir test dağıtılmıştır. Yanlış cevap veren veya cevap veremeyen denekler veri toplama için uygun olduklarından sınıfta bırakılmış, doğru cevap verenler ise bir süreliğine dışarıya alınmıştır. Deneysel işlem üç aşamadan oluşmaktadır: 1) markaya yönelik kalite algılamaları ön testi, 2) markanın ülke menşei deneklere bildirildikten sonraki markaya yönelik kalite algılamaları testi, 3) markaların üretim yerleri deneklere bildirildikten sonraki markaya yönelik kalite algılamaları testi. Tüm denekler ön testi tamamladıklarında, marka hakkında bir paragraflık tanıtıcı kısa bilgi deneklere okunmuş ve ülke menşei söylenmiştir. Ayrıca bu bilgiler yazılı olarak da dağıtılmıştır. Markaların ülke menşei bilgisi deneklere verildikten sonra, kalite İkisi Türkiye menşeli (LC Waikiki, Sevenhill) ikisi Avrupa menşeli (Marks&Spencer, Benetton) dört marka araştırma kapsamına alınmıştır. Bunlardan ikisi Türkiye’de (Sevenhill, Benetton), diğer ikisi Asya ülkelerinde üretilmektedir (LC Waikiki, Marks&Spencer). Her denek biri Türkiye diğeri Avrupa menşeli iki marka için sorgulanmıştır. Bu markalardan birinin üretim yeri Asya ülkeleri, diğerininki Türkiye olacak şekilde eşleştirilmiştir. Böylece iki grup test formu oluşturulmuştur. Birinci grup formda Mark&Spencer (ülke menşei İngiltere, Made in China, Thailand) ve Sevenhill (ülke menşei Türkiye, made in Turkey), ikinci grup formda Benetton (ülke menşei İtalya, Made in Turkey) ve LC Waikiki (ülke menşei Türkiye, Made in China, Bangladesh) markaları yer almıştır (Tablo 1). Her iki grup form 70’er deneğe uygulanmış, dört marka olduğu için toplam 280 cevap formu elde edilmiş ve analizler 280 gözlem üzerinden gerçekleştirilmiştir. Tablo 1: Araştırmaya Alınan Markalar, Ülke Menşeileri ve Üretim Menşeileri Üretim Ülkesi Asya (Çin, Taylan d) Örnekl em 70 Türkiye 70 LC Waikiki Türkiy e 70 Asya (Çin, Bangla deş) 70 Sevenhill Türkiy e 70 Türkiye 70 Markalar Marks&Sp encer Benetton Menş e Ülke Avrup a (İngilt ere) Avrup a (İtalya ) Örnekl em 70 70 4. Bulgular 4.1. Ülke Menşei Bilgisine Göre Kalite Algılamalarındaki Değişimler Araştırmanın birinci sorusu “tüketicilerin kalite algılamaları, markanın ülke menşeinin yerli veya bir Avrupa ülkesi olmasına göre anlamlı farklılık göstermekte midir?” şeklindedir. Bu soruyla menşe ülkeyi öğrenmenin, ülke menşeinin bir Avrupa ülkesi ya da Türkiye olmasına göre, deneklerin kalite algılamalarında bir değişikliğe yol açıp açmayacağı sınanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla birinci ve ikinci test formlarından elde edilen veriler üzerinde SPSS’de karışık ölçümler için iki faktörlü ANOVA gerçekleştirilmiştir. Burada deneklerin ya iki Türk markasına ya da iki Avrupalı markaya karşı tutumları ölçüldüğü için birinci faktör iki düzeylidir. Kalite algılamaları menşe ülke bilgisinin verilmesinden önce ve sonra iki kere ölçüldüğü için ikinci faktör de iki düzeylidir. Böylece 2 x 2’lik bir karışık desen elde edilmiştir. Bağımlı değişken deneklerin kalite algılamaları, bağımsız değişken ise markanın gerçek menşei hakkındaki bilgidir. Bağımsız değişkenin iki düzeyi vardır. Birinci düzey Türk menşeli markaları, ikinci düzey ise Avrupa menşeli markaları göstermektedir. Analizin grup ve ölçüm ortak etki testi sonuçlarına göre, markanın Türkiye veya Avrupa menşeli olmasına göre bir değerlendirme yapıldığında, algılanan kalitede anlamlı bir farklılık görülmemektedir [F(1-278) = 0.053, p>.05]. Hem Türk hem de Avrupa menşeli markalara karşı kalite algılamaları menşe ülkenin neresi olduğuna dair bilgi verildikten sonra bir miktar artış göstermiştir (Tablo 2). Ancak Türk ve Avrupalı markaların kalite algılamaları testi puanlarındaki bu artışlar birbirine çok yakındır. akademia algılamaları ikinci kez ölçülmüştür. Üçüncü ölçüme geçmeden önce de söz konusu markaların nerede/nerelerde üretildiğine dair kısa açıklamalar yapılmış ve yazılı olarak dağıtılmıştır. Ardından üçüncü kez markaya yönelik kalite algılamaları ölçülmüştür. 74 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Tablo 2: Ülke Menşei ve Üretim Menşei Gruplarında Birinci, İkinci ve Üçüncü Kalite Algılamaları Testi Puanlarının ANOVA Sonuçları 1.Test* 2.Test* Grup N Türkiye Menşe Ülke Üretim Ülkesi 14 0 X 3.61 (1.12 3) N 14 0 X 3.69 (1.11 9) X N 14 0 3.66 (.950) 14 0 3.76 (.745) Türkiye 14 0 3.59 (1.01 7) 14 0 3.69 (.906) 14 0 3.67 (1.06 2) 14 0 3.76 (.994) 14 0 14 0 F p .053 (1‐ 278) .81 8 3.76 5 (2‐ 556) .02 4 Avrupa (İngilte re, İtalya) Asya (Çin, Bangla deş, Taylan d) 3.Test* 3.73 (.981) 3.53 (1.00 7) Not: Serbestlik dereceleri (SD) parantez içinde verilmiştir. *1.Test, ülke menşei ve üretim menşei bilgileri verilmeden önce markalara yönelik kalite algılamaları testi, **2.Test, markanın ülke menşei bildirildikten sonra ölçülen markalara yönelik kalite algılamaları testi, ***3.Test, markanın üretim menşei bildirildikten sonra ölçülen markalara yönelik kalite algılamaları testi, Markanın Türk olduğu bilgisi deneklerin kalite algılamalarında, Avrupalı olduğu bilgisinden daha etkili olmamıştır, ya da tersi. Bu yüzden denilebilir ki, markaların Türk ve Avrupa menşeli olması algılanan kaliteyi yükseltmede hemen hemen aynı etkiye sahiptir. Başka bir deyişle, çalışmaya alınan Avrupalı markaların algılanan kalitesi, Türk markaların algılanan kalitesinden önemli ölçüde farklı değildir. akademia 4.2. Üretim Menşei Bilgisine Göre Kalite Algılamalarındaki Değişimler 75 Araştırmanın ikinci sorusu ise “tüketicilerin kalite algılamaları, üretim menşeinin Türkiye veya bir Asya ülkesi olmasına göre anlamlı bir farklılık göstermekte midir?” şeklindedir. Bu soruyla üretim menşeini öğrenmenin, üretim menşeinin bir Asya ülkesi ya da Türkiye olmasına göre, deneklerin kalite algılamalarında bir değişikliğe yol açıp açmayacağı sınanmaya çalışılmıştır. Burada asıl merak edilen, söz konusu markaların Çin, Tayland, Bangladeş gibi Asya ülkelerinde üretilmesinin, algılanan kalitenin negatif yönde değişmesine yol açıp açmadığıdır? Bu soruların cevaplanabilmesi için kalite algılamalarının tekrarlı ölçümlerinden (birinci, ikinci ve üçüncü algılanan kalite testleri) elde edilen puanların, markaların üretim yerine göre {Türkiye ve Asya ülkeleri (Bangladeş, Çin, Tayland)} anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğinin araştırılması gerekmektedir. Bu amaçla, 2 x 3’lük faktöriyel desende karışık ölçümler için iki faktörlü ANOVA yapılmıştır. Analizin grup ve ölçüm ortak etki testi sonuçları, deneklerin kalite algılamalarının, üretim yerinin Türkiye veya bir Asya ülkesi olmasına göre anlamlı biçimde farklılaştığını göstermiştir [F(2-556) = 3,764, p<.05]. Buna göre, markanın üretim yerinin bir Asya ülkesi olduğunu öğrenen deneklerin kalite algılamalarında deney öncesine göre gözlenen değişme, üretim yerinin Türkiye olduğunu öğrenen deneklerin kalite algılamalarında gözlenen değişmelerden farklıdır. Yani, algılanan kalite üretim yerinin bir Asya ülkesi ya da Türkiye olmasına bağlı olarak farklılık göstermektedir. Türkiye’de üretilen markaların algılanan kalite puanları hem ülke menşeini (biri Türkiye biri Avrupa menşelidir) hem de üretim yerini öğrendikten sonra artmaya devam etmiştir. Buna karşın, Asya ülkelerinde üretilen markaların algılanan kalite testi puanları, ülke menşeini (Türkiye-Avrupa) öğrendikten sonra artmasına karşın, üretim menşeini öğrendikten sonra düşmüştür (Tablo 2). Özetle, denekler Türkiye’de üretilen markaları kalite açısından bir Asya ülkesinde üretilenlerden daha olumlu değerlendirmiştir. Bu çalışma ülke menşei kavramını tek boyutlu bir yapı olarak gören geleneksel anlayışın tersine, ülke menşei kavramının çok boyutlu bir yapı olduğu görüşü üzerine temellendirilmiştir. Bir ürünün üretimin yapıldığı ülke de, markaya dair algılamaların ve kanıların yapılandırılmasında en az gerçek menşe ülke kadar önemli olabilir. Hatta belki de olumsuz bir üretim menşei imajı, aynı markanın ülke menşeinin olumlu imajının markaya katkılarını da yok edebilir veya azaltabilir. Başlangıç hipotezleri olarak da görülebilecek bu görüşleri sınamak için tasarlanan deneysel araştırmanın bir öğrenci örneklemi üzerinde ve sadece bir ürün kategorisinde gerçekleştirilmiş olması iki önemli sınırlılıktır. Çalışmadaki en önemli amaç, ülke menşei ve üretim menşei bilgilerinin kalite algılamalarında neden olduğu değişimleri gözlemektir. Deneklerin ülke menşei ve üretim menşeini bildikleri için önceden sahip oldukları kalite algılamalarının izole edilmesi bu amaç açısından önemlidir. Böyle deneklerin araştırmaya dahil edilmesi ülke menşei bilgisi verildikten sonra ölçülen kalite algılamalarının zaten önceden var olanlardan ayrılamaması sonucunu doğuracağından deneklerin belirli bir kritere göre belirlenmesi zorunlu olmuştur. Bu yüzden araştırmaya sadece markaların ülke menşeini ve üretim menşeini bilmeyen denekler dahil edilmiştir. Araştırma sorularının cevaplanması ve amaca ulaşmak açısından son derece elverişli olmakla birlikte, örneklemin tesadüfi olmayan biçimde basit gayeli örneklem metodu ile oluşturulmuş olması, araştırma sonuçlarının genellenebilmesine engel teşkil etmektedir. Araştırmanın bulgularına göre, söz konusu markaların ne ülke menşeini ne de üretim menşeini bilmeyen deneklere, markanın menşei söylendiğinde, kalite algılamaları kayda değer biçimde değişmemiştir. Markanın bir Türk, İngiliz veya İtalyan markası olduğunu öğrendikten sonra deneklerin kalite algılamalarında önemsiz artışlar gözlenmiştir. Buna dayanarak, tüketicilerin kendi ülkelerinin markalarını bir İngiliz ya da bir İtalyan markası kadar beğendiğini, kaliteli bulduğunu söylemek mümkündür. Buna karşın, üretim menşeilerini öğrendikten sonra kalite algılamalarında meydana gelen değişimler önemli ve kayda değer olmuştur. Markanın Türkiye’de üretildiğini öğrenen deneklerin kalite algılamaları, bir Asya ülkesinde üretildiğini öğrenen deneklerinkinden farklıdır. Yerli üretim markaların algılanan kalitesi artarken, Asya üretimi markaların algılanan kalitesi düşmüştür. Kısaca, ülke menşeine dair bilgi araştırma kapsamına alınan markalar için, kalite algılamalarında önemli bir farklılık sağlamazken, üretim menşeine dair bilgi sağlamıştır. Bu araştırmaya gelişmiş Avrupa ülkeleri ve Türkiye menşeli olup, Asya ülkelerinde ya da Türkiye’de üretilen birkaç giysi markası dahil edilmiştir. Gelecek çalışmalarda bu nitelikteki markalar yanında ülke menşei az gelişmiş ülkeler olan ama üretim menşei gelişmiş ülkeler olan markalar da katılabilirse daha genellenebilir sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır. “Kalite algılamalarının yönlendirilmesinde markanın üretim yeri bilgisi, menşe ülke bilgisine göre daha önemli bir etkendir” biçiminde bir genelleme yapmak için böyle daha geniş kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Pazarlama yöneticileri için markanın menşei her zaman önemli olmuştur. Ülke menşei bilgisinin marka imajına olumlu ya da olumsuz bir katkı yapabildiği, ülke menşei imajının çoğu zaman doğrudan markaya transfer edilebildiğine dair ilgili literatürde tatmin edici deliller vardır. Ancak günümüzde bir markanın tek bir ülke menşei yoktur. Çok uluslu şirketlere ait pek çok marka vardır. Daha da önemlisi, belli bir markanın ismini taşıyan ürünlerin tasarlandığı, parçalarının geldiği ve birleştirildiği, üretildiği ülkeler de farklı farklıdır. Bu durumda marka pazarlanırken markanın doğduğu ülke yani gerçek menşei ile ilgili stratejiler geliştirmek yeterli görünmemektedir. Çoğu tüketici satın aldığı markanın ülke menşeini bilse de bilmese de, ürünün üzerinde “Made in China” gibi etiketler görmektedir. Eskiden süregelen bir akademia Sonuç 76 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ anlayışın eseri olarak bu ibare ürünün/markanın ülke menşei gibi algılanabilmektedir. Ülke menşei gibi algılanmadığı, bu ibarenin sadece üretim menşeini gösterdiğinin bilindiği durumlarda bile, üretim menşeine dair algılamaların tıpkı ülke menşeine dair algılamalar gibi, markaya transfer edilme olasılığı üretim kararlarını veren yöneticiler kadar, pazarlama iletişimi stratejilerini belirleyenler tarafından da her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Tanıtım faaliyetlerinde ülke menşeini vurgulayan sloganlar kullanmak, markanın yerli ya da sükseli bir yabancı olduğunu vurgulayan temalar seçmek daha yaygın bir eğilimdir. Ancak bu çalışma, üretim menşeine göre, üretimin yapıldığı ülkenin de vurgulanmasının kalite algılamalarını olumlu etkileyebileceği ihtimali olduğunu göstermektedir. Belki de “Türk Malı” şeklindeki reklam sloganlarını “Yüzde yüz yerli üretim gibi” bir sloganla değiştirmek daha akıllıca olacaktır. Kaynakça Batra, R., Ramaswamy, V., Alden, D. L., Steenkamp, J. E.M. and Ramachander, R. (2000).Effects of Brand Local and Nonlocal Origin on Consumer Attitudes in Developing Countries. Journal of Consumer Psychology, 9(2), 83-95. Bilkey, W. J., and Nes, E. (1982). Countryof-Origin Effects on Product Evaluations. Journal of International Business Studies, 13(1), 89-99. akademia Cengiz, E. and Kırkbir, F. (2007). Turkish Consumers’ Evaluation of Products Made in Foreign Countries: The Country of Origin Effect. Innovative Marketing, 3(2), 72-98 77 Chao, P. (1993). Partitioning Country of Origin Effects: Consumer Evaluations of a Hybrid Product. Journal of International Business Studies, 24(2), 291-306. Chao, P. (1998). Impact of Country-ofOrigin Dimensions on Product Quality and Design Quality Perceptions. Journal of Business Research, 42(1), 1-6. Chao, P. (2001). The Moderating Effects of Country of Assembly, Country of Parts, and Country of Design on Hybrid Product Evaluations. Journal of Advertising, 30(4), 67-81 Chowdhury, M. H. K. and Andaleeb, S. S. (2007). A Multivariate Model of Perceived Quality in a Developing Country. Journal of International Consumer Marketing, 19(4), 33-57. Chueh, T. Y. and Kao, D. T. (2004). The Moderating Effects of Consumer Perception to the Impacts of CountryOf-Design on Perceived Quality. Journal of American Academy of Business, 4(1/2), 70-74. Erickson, G. M., Johansson, J. K. and Chao, P. (1984). Image Variables in MultiAttribute Product Evaluations: Country of Origin Effects. Journal of Consumer Research, 11, 694-699. Gaedeke, R. (1973). Consumer Attitudes Toward Products “Made In” Developing Countries. Journal of Retailing, 49(2), 13-24. Ger, G., Belk, R. W. and Lascu, D. N. (1993). The Development of Consumer Desire in Marketing and Developing Economies: The Cases of Romania and Turkey. Advances in Consumer Research. Provo, UT: Association for Consumer Research, 20, 102-107. Han, C. M. (1989). Country Image: Halo or Summary Construct? Journal of Marketing Research, 26(2), 222-229. Han, C. M. and Terpstra, V. (1988). Country-of-Origin Effects for UniNational and Bi-National Products. Journal of International Business Studies, 19(2), 235-255. Insch, G. S. and McBride, J. B. (2004). The Impact of Country-Of-Origin Cues on Consumer Perceptions of Product Quality A Binational Test of the Decomposed Country-Of-Origin Construct. Journal of Business Research, 57(3), 256-266. Johansson, K. J. (1989). Determinants and Effects of the Use of “Made in” Labels. International Marketing Review, 6(1), 47-58. Johansson, J. K., Douglas, S. P. and Nonaka, I. (1985). Assessing the Impact of Country of Origin on Product Evaluations: A New Methodological Perspective. Journal of Marketing Research, 22(4), 388-396. Products. Journal 42(1), 80-86. of Marketing, Zain, O. M. and Yasin, N. M. (1997). The Importance of Country-of-Origin Information and Perceived Product Quality in Uzbekistan. International Journal of Retail & Distrubution Management, 25(4), 138-145. Zeithalm, A. V. (1988). Consumer Perceptions of Price, Quality, and Value: A Means-End Model and Synthesis of Evidence. Journal of Marketing, 52, 2-22 Liefeld, J. P. (1993). Experiments on Country-of-Origin Effects: Review and Meta-Analysis of Effect Size. N. G. Papadopoulos and L. Heslop (Eds.). Product-Country Images: Impact and Role in International Marketing (pp.117-156). New York: International Business Press. Nagashima, A. (1970). A Comparison of Japanese and U.S. Attitudes toward Foreign Products. Journal of Marketing, 34(1), 68-74. Nebenzahl, I. D., Jaffe, E. D. and Lampert, S. I. (1997). Towards a Theory of Country Image Effect on Product Evaluation. Management International Review, 37(1), 27-49. Teas, R. K. and Agarwal, S. (2000). The Effects of Extrinsic Product Cues on Consumers’ Perceptions of Quality, Sacrifice, and Value. Journal of the Academy of Marketing Science, 28(2), 278-290. akademia Ueltschy, L. C. (1998). Brand Perceptions as Influenced by Consumer Ethnocentrism and COO Effects. The Journal of Marketing Management, 8(1), 12-23. White, D. P. and Cundiff, W. E. (1978). Assessing the Quality of Industrial 78 Erciyes İletişim akademia 79 2009 TEMMUZ KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARINDA YARATILAN MİTLERDE KORKU KULLANIMININ AMAÇ VE SONUÇLARI REKLÂMLAR ÜZERİNE BİR İNCELEME Deniz Akın∗ Özet Modern toplumlarda, medya içeriklerinin ne ve nasıl olacağını belirleyen belli toplumsal dinamikler vardır. Kapitalist üretim biçiminde, bu dinamikleri belirleyen pazar koşullarıdır. Dolayısıyla medyanın ürettiği ideoloji, liberal burjuva ideolojisidir. Çağdaş iletişim araçları güç elde etmek, bu gücü korumak ve onu başka güç arayışlarının temeline koymak biçiminde kendini gösterdiği için, pazarın gereksinimlerini meşrulaştırarak gerçekleştirmesine hizmet eder. Kitle iletişim araçları, iletilerinin içeriğini dolduruş biçimi ve amacı doğrultusunda, egemen yapıyı meşrulaştırırken bazı teknikler kullanır. Mitsel figürler yaratma bunlardan biridir. Mitsel figürlerde duygular, psikolojik baskı unsuru olarak kullanılır. “Çağdaş mit” olarak tanımlanan bu hikâyelerde kullanılan duygulardan biri “korku” dur. Modern toplumun modern insanının, gerçeklikten kaçmak için kitle iletişim araçlarının mitolojilerine sığınması, egemen yapının gereksinimlerini işleyen bu mitolojilerde sunulan yaşam biçimlerinin toplumsal ilişki biçmelerinde kabul görmesi ve meşrulaşması sonucunu getirir. Bir kitle iletişim ürünü olan reklâmlarda da, korkuyu psikolojik bir baskı unsuru olarak kullanan, hikâyeler yaratılmaktadır. Birer gösterge ve söylem olarak reklâmlar, ideolojik unsurlar barındırmakta ve çağdaş bir mit işlevi görmektedir. Bu çalışmanın temel varsayımına göre, günümüz çağdaş mitleri, duyguları kullanarak toplumsal ilişkileri egemen yapının gereksinimlerine uygun biçimde şekillendiren hikâyelerdir. Bu hikâyelerde korku duygusu yoğun olarak kullanılmakta, bu ise boyunsunmayı artırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kitle iletişimi, Egemen Yapı, Mit, Korku. THE OBJECTIVES AND RESULTS OF USING FEAR ELEMENT IN MYTHS CREATED BY THE MASS MEDIA A SURVEY ON ADVERTISEMENTS Abstract In modern society, there are certain social dynamics determining what and how the content of the media will be. In the form of capitalist production, the market conditions determine these dynamics. Therefore, the ideology the media produces is the liberal bourgeois ideology. As the modern mass media are mainly used to obtain power, to maintain this power and to use this for search of other power resources, they perform services by legitimizing the market needs. Mass media use certain techniques when legitimizing the dominant structure in line with the aim and way of making the content of their messages. Creating mythical figures is one of these. Emotions in mythical figures are used as psychological pressure tools. One of the emotions used in these stories which are defined as “Modern Myths” is fear. The act of contemporary men hiding behind the myths of the mass media to escape from the reality leads to the acceptance and legitimizing of life styles that are presented in the myths handling the needs of the dominant structure. In the advertisements, a product of mass communication, stories are created in which fear is used as psychological oppression. Advertisements as indicators and discourse, contain ideological elements and act as modern myths. akademia According to the basic assumptions of this study, contemporary myths are stories figuring the social relations in a suitable way to meet the needs of the dominant structure by using emotions. The feeling of fear is intensely used in these stories which in return increase submission. Key Words: Mass Media, Dominant Structure, Myth, Fear. ∗ Öğr. Gör., Ordu Üniversitesi Meslek Yüksekokulu 80 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş Meşruluğunu, geniş halk kitlelerinin rızasını kazanarak gerçekleştiren egemen yapı rızayı; çalışan, hareket eden, toprağı işleyen, doğayı ve kendini örgütleyen ve yeniden örgütleyen insanın ekonomik, sosyal, siyasal iletişimi üzerinde oluşturduğu otoriteyle biçimlendirir. Bu biçimlendirmede, örgütlü yer ve zamana bağlı olarak, farklı söylemler kullanılır. akademia Siyasal düşünceler tarihinde, toplumların ve devletlerin oluşum ve gelişim süreçlerini açıklayan farklı görüşler vardır. Egemen yapının gücünü yaygınlaştırması ve meşrulaştırması, farklı şekillerde vurgulanır. “İnsanların doğal eşitsizliğine inanan Platon, ideal devleti de bu doğal eşitsizliğe dayandırmıştır. Sınıfsal hiyerarşide yer alan iki temel sınıfı gündelikçiler ve savaşçılar sınıfı oluşturur. Yönetici sınıfı savaşçılar sınıfından çıkar” (Göze, 1995, 19–20). İnsanları bu sınıfsal hiyerarşiye inandırmak, onlara bu düzeni kabul ettirmek için gerekçe yaratan Platon, tanrıların yöneticileri yaratırken mayalarına altın kattıkları bu nedenle onların toplumda baş tacı oldukları, savaşçıların mayasına gümüş, üreticilerin mayasına ise demir ve tunç kattıklarını söyleyecektir. Bu meşrulaştırma söylemine inanan insanlar toplumda hak ettikleri yeri ve işi bilecek ve kabulleneceklerdir 81 Modern dünyanın modern insanı bugün egemen yapının gücünü hangi meşrulaştırma söylemleri ile kabul ediyor? “Marx’a göre sonsuz bir özgelişme olasılığına karşılık modern insan kapalı, sabit, sınırlı ve toplumsal formlara bağlıdır. Dünyayı modern yapan güç kapitalist üretim ve mübadeledir” (Berman, 2003, 141). Bu üretimde evler, mahalleler, toplumsal sınıflar, ilişkiler yeniden üretilmek üzere üretilir. Üretimde egemen yapı üreteni dehşet ve şiddetiyle korkuturken, kendileri insan kitlelerini, malzemeyi ve parayı sınırsızca kullanır. “Modern burjuva toplumu, böylesine kudretli üretim ve mübadele araçlarını bir araya getirmiş olan bu toplum, kendi tılsımlarıyla hizmete çağırdığı yeraltı güçlerini kontrol edemez olmuş bir büyücüye benzer” (Marx’tan aktaran: Berman, 2003, 144). İnsan, güçlerini bilim ve rasyonalite içinde genişletme çabası verilirken, bu mücadelede yaratılanlar mitsel figürlerdir ve bunlar aslında irrasyonalite yaratır. Egemen yapının gücünü meşrulaştıran hikâyeler ve mitler üreten mekanizma bugün en hızlı kitle iletişim araçlarında işliyor. Kitle iletişim araçları korkularımızı kullanarak güçlü olanı yaratıyor ve koruyor. Egemenlik, belli bir yerde ve zamanda, belli koşullarla gelen, yasal ve ideolojik süreçlerle meşrulaştırılmış ve çeşitli baskı yollarıyla sürdürülen bir ilişki durumudur” (Erdoğan, 2002a, 16). Egemen, üzerinde güç uygulaması yapılanın ekonomik, yasal ve kültürel yaşamını etkiler. Egemenlik, aynı zamanda bu yaşamın içinde güç kullanımına maruz kalanın, kendi içinde bulunduğu duruma çözüm mücadelesini barındırır. Egemeninin, kendini meşrulaştırma ihtiyacı, onu bazı mekanizmaları kullanmaya yöneltmiştir. Bu mekanizmalar anlamın sosyal inşasıyla, bilinç yönetimi işlevini gerçekleştirir. Sistemin meşrulaşması, kendini yeniden üretmesine bağlıdır. Bu üretim, sadece maddi olanı, değişim ve tüketimi kapsamaz. Sistemin kendini yeniden üretebilmesi için, bilinç biçimleri üretilir. Halk, bu üretimin nesnesidir. Egemen sınıflar ve bağımlı sınıflar arasındaki bu ilişkide, bağımlı sınıfın kültür biçimleri, hayat tarzı ve gelenekleri egemeninin her zaman ilgi alnına girmiştir. Bilinç yönetiminde kullanılan farklı strateji ve yöntemler vardır. Bu stratejiler kültürel değerleri, günlük hayatın ilişkilerini, insan duygularını, dürtülerini, hayallerini, ihtiyaçlarını kullanır. Yani insan eylemlerini belirleyen her şeyi topyekün kullanır bilinç yönetimi. Bilinç yönetimi yollarıyla somut insan ilişkileri meşrulaşır. Namusu sadece, hem kadın hem de erkek dünyasında, kadının cinselliğine indirgeyerek, namus uğruna işlenen cinayetleri meşrulaştırır. “Kol kırılır yen içinde kalır” diyerek, aile içi şiddetin ve dile gelmez tüm çirkefliklerin gizli kalması gerekliliğini meşrulaştırır. bilinç yönetimi Korku, sözlü gelenekte masallarda, hikâyelerde, destanlarda, ağıtlarda vardı. Bunlar, üretimi ve tüketimi kültürel normlar ve geleneklerle işleyen kültürel örgütlü faaliyetlerdir. Üretim tarzının değişmesiyle, toplumların düşünce ve davranış kontrolü için geliştirilen araç ve yöntemler de değişmiş, teknolojik araçların bu kontroldeki kullanımı zaman içinde artmıştır. Yazının bulunmasından sonra yazının kayıt altına alınması, daha sonra sesli ve görüntülü kayıt gibi birçok bilimsel gelişmenin beraberinde elde edilen araçlar, sosyal ilişkilerde uygulanmaya başlanmıştır. Egemen ideoloji ve pazar koşullarına hizmet eden kitle iletişim araçlarında korkular, günün koşullarına karşı artan muhalefet ve hoşnutsuzluğu azaltmak, bilinç yönetmek için psikolojik teknik olarak kullanılmaktadır. Bu ise, kültürün ticarileşmesine hız katmaktadır. “Teknoloji bütünüyle tarafsız olamaz. Teknoloji, özgül bir sembolik kod kullandıkça, özgül bir toplumsal ortamda yerini buldukça, ekonomik ve politik bağlamlara adımını attıkça, bir araç haline gelir” (Postman, 2004, 98). Sistemi üretmede ve meşrulaştırmada güçlü rol oynayan kitle iletişim araçlarından televizyon ise mitsel figürleri yaratmada ve işlemede en başarılı olanıdır. Televizyon, tek yönlü iletişim süreciyle, sistemin sürekli meşrulaştığı yer haline gelmektedir. Ekranın içi, dış dünyayı sahne haline getirmektedir. Bu sahnede gerçekle ilişki yeniden kurulmaktadır. Nesnelerle dolayımsız ilişkinin kalktığı, imgelerle anlamlandırmanın olanaklı hale geldiği yerde, mitsel anlamlandırma başlamaktadır. Mitsel figürlerle, gerçekliğin yeniden üretildiği televizyon programlarında, insan doğasının en ilkel ve güçlü duygusu olan korku kullanılarak, egemene boyunsunma sağlanmaktadır. Gençler düzgün öpüşme yollarını, bu yolları bilmemenin ne kadar büyük bir ayıp olduğunu öğrenip korkarken, kadınlar her an aldatılabileceklerini ve aldatılmamak için ne yapmaları gerektiğini, korkularıyla pekiştirerek öğrenmektedirler. Böylelikle, insan ilişkileri önceden tasarlanarak yeniden üretilmekte ve bu ilişki biçimleri birçok televizyon programında; dizi, magazin, eğlence programı gibi, satılmaktadır. Bu aynı zamanda kozmetik, tekstil gibi birçok sektörü de etkilemektedir. Kıtlık olduğunda açlıktan öleceğini bilmek, gerçeklikten doğan bir korkudur ama, fakir olmana rağmen zengin bir erkek tarafından sevilip zenginliğe yelken açamamaktan korkmak, emeğin yani üreticinin sen olmasına rağmen “Allah razı olsun o ….dan” diye şükredebilmek, gerçekliğin dönüştürülmüş hallerinin korkularıdır. Günümüzde, toplumsal alanı tanımlayan ve inşa eden kitle iletişim kurumları, korkularımız üzerine kurulan söylemlerin en çok üretildiği ve satıldığı yerlerdir. Bu çalışmada, egemen yapının kendini meşrulaştırma yöntemlerinden biri olan korkunun, resmi baskı organları yanında, kitle iletişiminde (televizyon reklâmlarında) nasıl kullanıldığı üzerinde durulacaktır. Bu çalışmanın temel varsayımına göre kitle iletişim araçlarında yaratılan mitler, insanın korkularını kullanır. Korkunun kullanımı ile, a. Egemen yapının meşrulaştırması kolaylaşır, uygulamalarını b.İnsanların korku nedeniyle boyunsunması ve her türlü mekanizmalarını kabul etmesi artar. güce baskı Bu temel varsayımlardan hareketle bu çalışmada televizyon reklâmlarında; a. Korkuların nasıl işlenildiği, b. Korkuların işlenişinin amaç ve bilişsel/duygusal sonuçlarının neler olduğu ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Yöntem akademia Korkuların kullanımı, stratejilerinden biridir. Bu araştırma, birbirine bağlı iki sorunu incelemek için tasarlandı. Önce, insan korkularını artıran mitsel figürleri kullanan kitle iletişim araçlarından hangisi üzerinde 82 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ durulacağı tespit edildi. Televizyonun seçiminde, fiziksel olarak insanlara ulaşma olanağının yüksek olması, hareketli görüntü ve sesin aynı anda iletilmesi olanağını sağlaması ve bu özelliği sayesinde izleyici üzerinde daha yoğun bir etki bırakması gibi faktörler etken oldu. Bir teknolojik araç olan televizyonda, üretilen ürünlerden yani televizyon programlarından hangisi üzerinde durulacağı belirlendi. Program türü olarak reklâmlar seçildi. Kapitalist üretim biçiminde pazar kontrolünü sağlamaya yönelik hizmet veren reklâm endüstrisi, bilinç yönetimini yoğun kullandığı için, bu çalışmanın temel varsayımı açısından en uygun program türü olarak belirlendi. Veri kaynağı olarak, 10 reklâm belirlendi. Bu reklâmlarda korkuların nasıl işlenildiği tespit edilerek araştırmanın ilk sorunu ortaya koyulmaya çalışıldı. Daha sonra korkuların işleniş amaç ve sonuçları üzerinde duruldu. akademia Bu çalışmada veriler, reklâm çözümlemeleri ile toplandı ve reklâm çözümlemelerinde göstergebilim ve söylem kuramlarından birlikte yararlanıldı. Burada, özellikle R.Barthes’ın anlamlandırma kuramının merkezinde yer alan düzanlam, yananlam ve mit kavramlarının yanı sıra, göstergebilimin diğer temel kavramlarından olan eğretileme ve düzdeğişmece yol gösterici olarak alındı. Reklamlar düzanlamların yanı sıra ideolojik çağrışımlarla yüklü yananlamlar taşırlar. Barthes yananlamı mit ile ilişkilendirir. Bunun nedeni ise, yananlamla iletilen ideolojik anlamı mitin doğallaştırması ve meşrulaştırmasıdır. Bu çalışmada, egemen yapının kendini meşrulaştırması sürecini anlamak için, korku duygusunu barındıran sözlü ve görsel öğeler ile anlamın nasıl üretildiği ve işlenildiğini kavramada yol gösterici olan “söylem analizi” arasında, reklam diline uygun bir ilişki kuruldu. 83 Veri toplama yönteminde kullanılan değişkenler; Bağımsız değişken, Televizyon kullanımı, reklâmlarında korkunun Bağımlı değişken, İzleyicinin egemen boyunsunmasının artması. yapıya Bu çalışmanın temel yaklaşımına göre, insan içinde bulunduğu koşullara göre üretir ve üretilenin sahibidir. Kapitalist üretim ilişkisinde ise şeyler mistikleşir ve bunun adı bilinç yönetimidir. Bilinç yönetiminde, egemen yapı en büyük gücünü resmi ve gayri resmi baskı araçlarından, ücret politikaları gibi çaresiz bırakma koşullarından alır. İnsan üretendir ama üretilen ürünün koşulsuz tüketicisi olurken neyi ne için ürettiğini bulunduğu koşulların dışında algılar. Materyal güce sahip olanın istekleri piyasa koşullarının dışında bilinçlere hükmetmeyi arzular. Bu gücün devamlılığı demektir. İletişim teknolojisindeki gelişmelerle sivil iletişimin içine yaygın bir şekilde giren televizyon, seçilmiş ve arındırılmış görüntülerle gündemi ve içeriği etkileme, dinlenme ve eğlence adı altında bilinç yönetiminden geçerek boş zaman kavramı yaratma ve onu doldurma gibi çeşitli görevler yapar. Bu görevleri ise bilinçlere, demokrasi, iletişim özgürlüğü, dördüncü güç gibi kavramlarla yeniden anlamlandırılarak sunar. Bu çalışmada, egemen yapı ve egemen yapıya boyunsunma kavramları ve buna etki eden faktörlerden biri olan korkunun işlenişi, üretim ilişkileri bağlamında açıklanmaya çalışıldı. Egemene boyunsunmayı belirleyen, ne tek başına kitle iletişim araçlarıdır ne de kitle iletişim araçlarında işlenen korkulardır. Çok farklı etkenlerin varlığını göz önünde bulundurmak gerekir. Egemen yapı, meşrulaşma sürecinde pek çok araç kullanır. Bu araçlardan sadece biridir kitle iletişim araçları. Bu, çalışmanın güvenilirlik ve geçerliliğine etki eden önemli bir faktördür. Seçilen veri toplama yöntemi ise, mesajın neyi anlattığını anlamada etkendir. Söylenenin doğasını anlamamızı sağlayan bu yöntem, insanların düşünce ve davranışlarını ölçme olanakları sunmaktan yoksundur. 1. İletişim, Dil ve Bilinç İletişim kavramı oldukça kapsamlıdır. İletişimi anlamak insanın doğasını anlamaktır ve kültürden bağımsız insan doğasının olmayacağı bir gerçektir. Bu ise insanı, insanın örgütlü yaşam içindeki kendini ve dışını anlamlandırmasını ve beraberinde yaşadığı ilişki biçimlerini anlamak demektir. İşte bu nedenle iletişim, düz bir çizgi olarak şematize edildiği gibi (gönderen, iletiler ve alıcı) mekaniksel bir süreç değildir. İletişim sürecine birçok toplumsal etmen etki eder ve iletişim sürecinin her aşaması ve unsuru yine değişik toplumsal etkilere açıktır. Bu bakımdan, iletişimi açıklamak çabasıyla yapılan, “karşılıklı iletiler göndermek”, “iki birim arasında duygu, düşünce, bilgi paylaşımı” gibi kavramsallaştırmalar, iletişimi dar bir anlama hapsetmekten öteye gidemez. İletişim, belirli bir coğrafyada varlıklarını sürdürmek için araç ve gereçler bulan, bu konuda ürettiği bilgilerle işbölümüne yönelen ve bu işbölümünden kaynaklanan farklılaşmaları haklılaştırmak için çeşitli değer ve inançlar üreterek toplumun farklı kesimlerini, ortak üst kimlikler içinde kaynaştırmayı amaçlayan insan etkinliğidir (Oskay, 2001, 9). İnsan belli koşullar içine doğar. Bu koşullar içinde fiziksel, sosyal, düşünsel faaliyetlerini gerçekleştirirken koşulları, koşulların barındırdıklarını ve koşullar içindeki ilişkiyi ve aynı zamanda kendisini anlama, anlamlandırma ve üretme faaliyetlerini gerçekleştirir. Bu faaliyetlerin zorunlu koşulu olan iletişimin nedenini, insanın fiziksel ve sosyal varlığını sürdürme gereksinimi olarak görürsek, bu gereksinimleri, insanın içinde yaşadığı örgütlü yapılar içinde düşünmek gerekir. “Gereksinimlerin giderilmesi, örgütlü yapılardaki ilişkileri gerektirir. Bir davranışla birden fazla sosyo-psikolojik ve kültürel gereksinim giderilir. Doyumlarla birey kendini kendine ve dışa anlatarak, kendini ve dünyayı (Erdoğan, 2002a, 55). yeniden üretir” Bu üretimde dil, üretimin en önemli ürünü olduğu gibi, her kuşağın elde ettiği bilgi ve becerileri diğer kuşaklara aktarma amaçlı tutanaklandırma, saklama ve aktarma aracıdır. Bu aktarımın varlığı ise, iletişimi anlam yaratmaya çıkarır. Dil ile bilinç arasında ilişki vardır. Her davranışın (ses çıkarmanın), belli bir anlam taşıması ya da bir sessel davranışın anlamının başka bir sessel davranışın anlamından ayrılması sözel düşünceyi gerektirir. Anlamların seslere yüklenmesi ile ayrı ayrı gelişen dil ve düşünce birleşerek sözelleşmiş düşünceyi oluşturur. “Anlamlar ise, insanın tek başına yarattığı şeyler olmayıp, insanın bireysel varoluşunu sürdürebilmek için toplumsallaşma sürecinde ve bu özelliği kazanmış diğerleriyle birlikte gerçekleştirdiği kültürel etkinlikler içinde, kolektif olarak üretilmektedir” (Oskay, 2000, 318–320). Böylece bilincin, düşüncenin bireysel olan yanları ile kolektif olan yanları, insanın benzerleriyle geliştirdiği kollektif etkinlikleri ile karşılıklı etkileşime girmektedir. Bu nedenle insan bilinci ve dil bireysel olgu olarak açıklanamaz. Bilinç, bir birey olarak dış dünya ile kurduğumuz deneyimlerden ibaret değildir. İçinde yaşadığımız sınıf, grup ve diğer toplumsal birimlerce, bizim toplumsal gerçeklikler üzerine yapmakta olduğumuz etkilerle beraber, biçimlenip oluşmaktadır. İletişim, etkileşimi mümkün kılan bir süreçtir ve bu süreci algı başlatır. Çok duyulu bu süreçte, uyaran aracılığıyla, iki insanın birbirleriyle kuracakları toplumsal ilişki oluşur. Bu ilişki, iletişim süreci olarak işlemeye başlar ve insanlar iletişimle günlük hayatlarını oluşturan her şeyi üretirler. İnsan iletişimle gerçekleştirdiği ilişkilerle nefreti, saygıyı, sevgiyi aynı zamanda egemenlik ve başkaldırıyı, inanç ve ritüelleri, zenginlik ve yoksulluğu üretir. İletişim aynı zamanda, anlamla egemenlik ilişkileri üretmektir. akademia İletişim ve Kitle İletişimi 84 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ 1. 1. İletişim, Anlam ve Kültür Anlam, “şeylerin” nasıl olduğuna değil, “şeylerin” nasıl anlamlandırıldığına bağılıdır. Buna bağlı olarak aynı olan farklı tarzlarda anlamlandırılabilir. Anlam, bir üretim işidir. Anlamı belirleyen gerçekliğin yapısı değildir. Anlamalar, şifrelenmiş işaretlerden oluşur. Bu şifre; kelimeler, el işaretleri veya bir demet gül olabilir. Anlamlar toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal süreçleri içinde oluşur. Anlamlandırmada bir amaç vardır ve kodlamayı yapan çözümleyenin bu amacı doğru algılamasını ister. Bu amaç, ideolojik ve sosyal imalar içerir. İşaret, bizzat kelimeyle ve işaretle ilgilidir, anlam ise işaretin zihindeki etkisiyle ilgilidir. Kendisinden başka bir şey ifade eden bütün soyut-somut formlar, genel anlamıyla birer işarettir. akademia Bir dildeki işaret anlamını, ait olduğu dil sistemi içinde ve kullanımda kazanır. Bunun dışında bir anlama sahip değildir. İşaretin nesne ile ilişkisinden “eşyaya ait anlam” doğar. Kelimeler temel anlamdır. Aynı zamanda çağrışıma, duyguya bağlı yan anlamlar içerirler. Bir kelime eşyanın kendisini değil, dildeki eşyayı ifade eder. Dil, dış dünyayı kendi sistemi içinde kavrar ve gösterir. Masa kelimesini duyduğumuzda zihnimizde bir masa kavramı canlanır. Bu kavram, hiçbir gerçek masaya, nesneye uygun değildir. Kurallardan oluşan dil, bireyin dünya tecrübesiyle ilişki kurabildiği ölçüde görevini yapabilir. 85 Dildeki anlam sosyaldir. Anlamın sosyal olması, dilin kültürle bağlantılı olduğunu gösterir. İletişim ve kültür birbiriyle bağlantılı ve birbirini besleyen kavramlardır. Her ikisi de insanın faaliyetleri ile ilgili bir olgudur. Kültür, belli bir toplumun sahip olduğu inançlar, adetler, yasalar, gelenekler gibi bilgi biçimlerinin toplamıdır. Birbirine bağlı bu biçimler, bilimsel bir şekilde incelenebilir. Bu incelemeler, kültür kavramına iki yeni bakış açısı kazandırmıştır. Birincisi kültür kavramına, farklı kültürleri meydana getiren elemanların analizi, gruplara ayrılması ve karşılaştırılmasını eklemiştir. İkinci gelişme ise, kültürü tanımlama ve anlamada, simgesel biçimler ve bu biçimlerin taşıdığı anlam üzerinde durma olmuştur. Williams’a göre kültür, “ kurumlarda ve günlük davranışta belli anlam ve değerler ifade eden belirli bir yaşam tarzına işaret eder” (Hebdige’den aktaran: Özbek, 1999, 76). Bu ve beraberinde gelen kültür tanımları, kültür ve toplum ilişkisinde anlam ve değerlerin açığa çıkarılmasına hizmet etmiştir. Kültürde; giyinme, duyguları ifade etme, yeme, içme, çalışma, eğlenme gibi materyal üretim sürecindeki ilişki biçimleri ile biçimlenen günlük deneyimlerimizin farklı yanlarıyla ilişkili olan anlamlar vardır. Bu anlamalar; inançlar, değerler ve beklentiler sistemi içinde, belli bir dünya görüşüne ve pratiğine uyar. Kültürün materyal ve zihinsel üretimi iletişimle olabilir. Kültür, toplumsal yaşamın her alanında, bireyin kendisinin ve kendisinin olan sandığının ifadesidir. “Kültürle, toplumsal yaşam ve bu yaşamın ideoloji ve bilinci üretilir” (Erdoğan, 2002a, 135). Bu ise, “kendimizi, tecrübelerimizi ve koşullarımızı anlamlandırırken dil yoluyla önceden düzenlenen ideolojik söylemleri kullandığımız anlamına gelir” (Hall’dan aktaran: Küçük, 1999, 208). Kültür, hem bilinçli bir şekilde kendi deneyimlerinin muhasebesini yapan insanlar tarafından inşa edilir, hem de aynı anda miras kalan geçmiş deneyimlerin seçimi ve uygulanmasıdır. Bu boyut kültüre, yaşarken deneylenen ve toplumun büyük bir çoğunluğu için gerçeklik duygusu yaratan rol kazandırır. “Doğanın insan ihtiyaçlarına uyarlanması, insanın öbür insanlarla girdiği toplumsal işbirliğinin biçimleriyle gerçekleşir. İnsan, maddi ve beraberinde manevi varlığını üretirken, toplumsal biçimler aracığıyla “toplumsal bireyler” olarak kendini yeniden üretir” (Hall’dan aktaran: Küçük, 1999, 199). İçinde bulunulan koşullar, insan ihtiyaçlarına cevap verecek maddi olanakların neler olacağını İletişim ise üretim ilişkilerini önceden planlama pratiğidir ve bu planlamada egemenlik ve güç mücadeleleri ortaya çıkar. Yaşam biçimimizi her yönüyle meydana getiren kültürel pratiklerde de egemenlik ve mücadeleler yaşanır. Örneğin, ekmeğin yere dökülmesini büyük günah kabul eden egemen anlayış ekmeği nasıl yiyeceğimizi belirlediği gibi, yere düşmüş bir ekmek parçasını yerden kaldırıp, öpüp başımıza koyduktan sonra kimsenin basamayacağı bir yere kaldırmayı herkesin paylaştığı bir kültürel değer haline getirebilir. Uygulanmadığını gördüğünde kınamayla, korkuyla sürekliliğini sağlamaya çalışır. Ama aynı egemen anlayış bugün çöplere atılan binlerce atık yiyeceğin önüne geçemez. Çünkü üretim biçimi ve bu biçimdeki mülkiyet ilişkisi değişmiştir. 2. Kitle İletişimi İletişim, insanın kendini ve toplumsal varlığını üretmesidir. İletişimin ürettiği, var olmayan ilişki biçimleri ve var olan ilişki biçimlerinin yeniden üretimidir. Üretilen sadece ilişki biçimleri değil, aynı zamanda bilinç yönetimiyle ilgili beklentiler üretir ve sürdürülür. İnsan, bu üretimde, hem doğal araçları hem de teknolojik araçları kullanır. Teknolojik araçlarla kurulan ve sürdürülen iletişime, teknolojiyle aracılanmış iletişim denir. Kitle iletişimi, “kitle medyası” denilen, modern kitle iletişim teknolojilerinin ürünü olan araçlarla gerçekleştirilen işletişim biçimidir. Ancak kitle iletişimi kavramını; radyo, televizyon, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçlarına indirgeyerek anlamlandırılmak, kısıtlı ve yönlendirici tanımlamalara sebep olmaktadır. Kitle iletişimini yönetsel iletişime katılmak olarak alırsak, siyasal toplumun oluşmasından beri vardır. Kitle iletişim olgusunu anlayabilmek için, iletişim sürecini toplumsal sistemden soyutlamadan ele almak gerekir. Eski çağlardan beri, devlet örgütlenmesi içinde kitlelerin harekete geçirilmesi ve kullanılması, devlet yönetiminin inanç ve fiziksel varlık üzerinde baskı kurması ile sağlanmıştır. “Kitlelerin yönetimi için, gücünü çoğunlukla dinden alan egemen yapının, sözlü ve sembollerle uyguladığı kitle iletişimi, düzeni meşrulaştıran bilinç yönetimi biçimindeydi. Hemen her imparatorluk güvercinler, ulaklar kullanarak yönetimin kitlelerle iletişimini sağlamıştır” (Erdoğan, 2002a, 288). Bu iletişimde, yönetenden yönetilene bir aktarım vardır ve o zamanlar bu aktarımın konusu vergiler, vergilerin nasıl toplanacağı, savaş, yasalar v.b olmuştur. Kapitalist egemenliğin hüküm sürdüğü devletlerin kurulması ve modern kitle iletişim araçlarının kullanılmaya başlamasıyla, devletin kitle iletişimine kitle araçları da katılmıştır. Günümüz kitle iletişimini öncesinden ayıran farklılıklar vardır. Modern kitle iletişimi, teknolojik araçlarla bilgiyi kopyalayıp çoğaltmaktadır. Kitle iletişim araçlarının bu kopyalama ve depolama işlevini üstlenmesi ile önceden farklı günlük sosyal etkinlik ve eylemlerle belleklerde tutulan enformasyon; okuma, yazma ve görüntülü medyanın gelişimi ile teknolojiyi kullanarak ve teknolojiden geçerek, kitleleri yönetme biçimine dönüşmüştür. Teknolojiyle aracılanmış kitle iletişimi ile toplumun kendini ifade etme biçimleri ve öyküleme yerelin elinden alınmış, kitle iletişim sistemlerinin eline geçmiştir. 2. 1. Kitle İletişim Sürecide Kaynak, Hedef, İleti, Geri Bildirim Kavramları İletişim sürecinde, İlişkinin doğasına göre seçilen ve ilişkinin doğasına yön veren yapay araçlar çok çeşitlidir. Kola takılan bir saat, bir şeyleri kesmeye yarayan bıçak, çöp kutusu v.b. Bıçak, ekmek kesmek için kullanıp sevdiğinize/sevdiklerinize kahvaltı hazırladığınızda sevgi ilişkisinin, birine doğrultup onun bedenini kesmeye kalktığınızda düşmanlık ilişkisinin aracı olur. Kişilerarası yüz yüze olamayan teknolojiyle aracılanmış iletişimde ise, ilişkinin yürümesi için, kişilerin yüz yüze olması gereği yoktur. Örneğin arkadaşınızla akademia belirlerken, bu olanakların nasıl işleneceğine toplumsal işbirliğiyle biçimlenen insan karar verir. 86 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ telefonla konuşurken kişilerarası iletişim süreci işlemektedir ve araç(telefon), yüz yüze olunmamasına rağmen, ilişkinin devamlılığını sağlamaktadır. Kitle iletişimi, yüz yüze ya da yüz yüze olmayan teknolojiyle aracılanmış iletişimden, birçok yönüyle farklılıklar gösterir. Oskay, (2001, 42–46) iletişim ile kitle iletişiminin farklarını değerlendirirken öncelikle kaynağın, kitle iletişiminde tek bir kişi değil bir kuruluş olduğunu söyler. Kişilerarası iletişimde, iletiyi oluştururken kişinin yaptığı eylemi kitle iletişiminde gazete, dergi, televizyon gibi kuruluşlar yapar. Yani kitle iletişimin göndereni, örgütlü yapılar oluşturan kitle iletişim kurumlarıdır. Gönderen haberci, muhabir, gazeteci olarak gösterilir. İletişim profesyonelleri, kitle iletişiminde, üretim sürecinin önemli halkalarıdır. Ama ürünün sadece paketleyicisidirler, sahibi değildirler. Kitle iletişiminde “hedef, homojen olmayan niceliksel bir çokluğu ifade eder. Çok sayıda farklı ihtiyaç, ilgi ve beklenti içinde olan insanlara hitap edilmektedir. Kitle iletişiminin alıcısı, kitle iletişim ürününü okuyan, dinleyen, izleyendir. Alıcı, kitle iletişim politikasına ve içeriğe karar veremez, ürünü tüketendir. Modern zamanlarla birlikte iletişim araçsal bakımdan çeşitlilik ve farklılık gösterse de temelde toplum ve bireyler arasındaki egemenlik ve mücadele ilişkisine biçim verir. Bu biçimde alıcı, egemenlik altına alınmış sınıftır. akademia Kitle iletişimin ekonomik, siyasi ve ideolojik örgütlenmesi içinde, kitle iletişimin iletisi, örgütün imal ettiği ürünü ifade eder. Bu ürün, örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetleri kapsar. Örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetler, belli bir toplumsal yapı içinde işler. Dolayısıyla ileti her türlü ekonomik, sosyal ve siyasal yapıdan etkilenir. 87 Kitle iletişiminde geri bildirimin nasıl işlediği ise üzerinde durulan diğer bir konudur. Yüz yüze ya da yüz yüze olamayan teknolojiyle aracılanmış diğer iletişim süreçlerinde, bir iletiyi karşımızdakine ilettiğimizde onun tepkisini sözel ya da sözel olmayan yollarla yakalayabiliriz. Kitle iletişiminde ise, bu geri dönüşümü yakalamak zordur. Kitle iletişimi, söyler fakat cevap hakkı vermez. Kitle iletişimin geri bildirimi, iletinin amaçladığı tutum, inanç ve davranışlara sahip olma ya da o yönde değiştirmedir. Yani izleyicinin, mutfak temizliği denildiğinde aklına “Cif” markasının gelmesi ve gidip “Cif” alması, Cif reklâmına verilen geri bildirimdir. Bu nedenle göndericiler, tepkileri kestirmek için kamuoyu araştırmaları, satış rakamları, reyting ölçümleri gibi bir takım yöntemlere başvurmaktadırlar. 2. 2. Kitle İletişiminde Anlam ve İdeoloji İlişkisi Kapitalist ekonomik, siyasal ve kültürel pazarın ve endüstrilerin olduğu her yerde, aynı zamanda bilinç yönetimi ve endüstrileri de vardır. İnsanın satın alması, ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkilere girmesi için, bu ilişkiyi anlamlandırması gerekir. Televizyon programları, film endüstrisi ürünleri ve reklâmlar bilinç endüstrisinin ideolojik yapısını taşıyan ürünleri barındıran endüstrilerdir. İdeolojiye ilişkin çok sayıda tanım vardır. Çünkü kavramın üzerinde uzlaşılmış, net ve tek bir tanım bulunmamaktadır. Terry Eagleton, bu açıdan birçok ideoloji tanımını sıralamıştır, a) İdeoloji, toplumsal yaşamda anlamların, göstergelerin ve değerlerin üretim süreci, b) Bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya yarayan fikirler, c) Bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya hizmet eden yanlış fikirler, c)Toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünce biçimleri, d) Toplumsal yaşamın doğal gerçekliğe dönüştürüldüğü süreç, e)İçinde, bireylerin, toplumsal yapıyla ilişkilerini yaşadıkları vazgeçilmez ortam (Eagleton, 2005, 18). İdeoloji ve kitle iletişimi arasındaki ilişki, iletişim çalışmalarında özellikle eleştirel yaklaşımların üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Bu yaklaşımlar temelde, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan egemen sınıfın çıkarlarının devamlılığı için, kendini nasıl meşrulaştırdığı ve meşrulaştırmada baskıyı nasıl kurduğu ya da rızayı nasıl kazandığı üzerinde durduğu için, ideoloji ile medya arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmışlardır. Temelde, anlamın inşasıyla ilgilenen kültürel çalışmalar geleneğinde ideoloji kavramı üzerine çalışan Stuart Hall, “çoklu okuma” kavramını ortaya atmıştır. Bunlar, hâkim, tartışmalı ve karşıt okuma olarak sıralanır. Okumaların, dolayısıyla da anlam oluşumunun kültürün içinde oluştuğunu öne sürer. Farklı konulara yönelen bu çalışmaların, medyaya bakış açıları doğrultusunda, iki temel soruna odaklandığını söyleyebiliriz, Bütün kültürel çalışmalar yaklaşımlarının vurguladığı, etkin özne anlayışıdır. Ancak bu özne, kendi boyun eğmesini etkin olarak yaşayan öznedir yani izleyicinin bağımsızlığına ilişkin vurgular yapılır. Bu kuramlardan hareketle yapılan çalışmalarda reklâm ve kültür ilişkisi işlenmiş, reklâmın kültürel bir kod olarak var olduğu üzerinde durulmuştur. 2-Medya anlamlarının oluşumu, yapılanması ve tüketimi (Dursun, 2001, 21). Frankfurt Okulu eleştirel kuramından yapısalcı medya çalışmalarına, klasik Marksizm’in ekonomi politik yaklaşımından Kültürel Çalışmalara kadar, her biri toplumsal yapının eleştirisinden yola çıkan yaklaşımlar “eleştirel”, “kuramsal”, ya da “değişimci” olarak adlandırılır. Frankfurt Okulu eleştirel kuramları, medyayı güç odakları içinde, ideolojiyi yeniden üreten bir kurum olarak kabul ederler. Bu anlayış zaman içerisinde dilbilim, göstergebilim ve söylem kuramı ile tanışmıştır. “İdeoloji kavramının doğduğu mecra olan Marksist kuram, kapitalist sisteme bütüncül eleştiri getirir. Marx’a göre ideoloji, piyasa ilişkileri içinde ve piyasa aracılığıyla üretilmektedir. Marx’ta ideoloji, bir yandan bir yanılsama olarak ele alınırken, öte yandan bir toplumsal sınıfın (burjuva) düşünsel donanımı olarak da ele alınabilmektedir” (Dursun 2001, 25–26). Egemenlik ilişkilerini Marksist tarzda ele alan ve ideolojiyi yanlış bilinç olarak tasarlayan görüşler, medyayı mülkiyet ilişkileri içinde egemenliğin bir kanalı olarak konumlandırmaktadırlar. Medya, egemen sınıfların kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülmesinden kaynaklanan gereksinimlerini gerçekleştirmek ve çıkarlarını korumak için, kitlelerin bilinçlerini şekillendirilmesinde etkin rol oynar. Eleştirel medya kuramları, dil ve özneye ilişkin farklı değerlendirmeleri bünyesine alarak çeşitlilik kazanmıştır. Bu çeşitlenmede ideoloji kuramları zenginleşmiştir. Bu süreçte söylem kavramının önemli katkısı bulunmaktadır. Söylem kavramı, ideoloji, dil ve anlam arasındaki ilişkiyi anlamakta geniş kapılar açmıştır. Medya çalışmalarında söylem kavramı, medya metinlerinin, ideoloji ile birlikte ele alarak, egemen yapının meşruiyet kazanma sürecinde oynadığı rolü açıklamada çıkış noktaları sağlamıştır. Dil, anlam ve ideoloji arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışan ilk isimlerden ve göstergebilimsel ideoloji kuramının kurucusu olan Volosinov’a göre, ideolojik her şey kendi dışındaki bir şeyleri temsil eder. Dil bu ifade edişte, göstergeler kullanan bir araçtır. Toplumsal sınıflar, dilde de toplumsal mücadele sürdürürler. Aynı dili kullanan bu sınıfların egemenlik ve mücadeleleri, dili sınıf mücadelesi arenası haline getirir. Belirli toplumsal göstergeler, çatışan toplumsal çıkarlar tarafından üzerinde hâkimiyet kurulmak istenilen konu haline geldiğinde, anlam yaratma başlar. akademia 1-Medya endüstrilerinin ekonomik örgütlenmeleri ve mülkiyet ilişkileri, İnsan, imgeleme yeteneğiyle dünyayı anlamlandırır. Daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, dildeki hiçbir simge, gerçek nesneyi anlatmaz. Nesnenin, zihinde şekil bulmasını sağlar. Dolayısıyla 88 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ iletişimde, anlam üretme hep işler. Kitle iletişiminde göstergeler kullanılarak anlamlandırmalar yapılır. Ancak kitle iletişim, “bizimle konuşmak değil “bize konuşmak” olarak tanımlayabileceğimiz bir süreçtir ve suretçe anlamlandırmanın hâkim sınıf tarafından yönlendirilmesi söz konusudur. Duygular ve Korku Duygusu 1. Duygular ve Korku Duygusu akademia Duyguların, davranışlarımızı belirleyen temel süreçlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Duygular, güdüsel davranışlarımızın beraberinde gelirken aynı zamanda bu tür davranışların başlamasına da neden olabilir. “Duygular, değişik yönleri olan karmaşık süreçlerdir ve bu nedenle duygunun ne olduğunu tanımlamak zordur. Duyguların fizyolojik, yaşantısal ve davranışsal yönü vardır. Duygularımıza bir takım fizyolojik tepkiler eşlik eder. Bu doğrudan gözlenemeyen tepkilerin yanı sıra duygularımıza doğrudan gözlenebilen davranışlar eşlik eder” (Aydın ve diğerleri, 1994, 97). Aynı zamanda, aynı durumlarda farklı duygular yaşarız, bu da duyguların yaşantısal yönünün olduğunu göstermektedir 89 Freud’a göre, canlı esasında bir kez var olduktan sonra bu varlığı değişmek ve geliştirmek değil varlığını bulunduğu halde muhafaza etmek, yaptıklarını sadece yinelemek ister. Ancak değişen koşullar yüzünden varlığı tehlikeye uğrarsa, yeni şartlara adapte olmak durumunda kalabilir (www.varoluscupsikoterapi.net). Ego, dış ve iç dünyada ortaya çıkan tehlikeler karşısında, tehlike algısından uzaklaşmak ister. Tehlike dıştan gelirken ortaya çıkan duygu korkudur. Korku duygusu organizmayı alarma geçirir ve tehlikeden uzaklaşmak üzere savunma kalkanlarını kullanmaya yönlendirir. İç tehlike karşısında da korkuya benzeyen bir endişe duygusu oluşur. Korku hissedilen bir durumda olası bir tehdit, tehlike, kayıp ya da zarar riski ve belirsizlik vardır. Bu gibi bir durumda; ya kaçıp kurtulmak, ya bir çözüm üretmek ya da durumu kabullenmek gibi tepkiler verilir. Birey kendini yeterince güçlü hissediyorsa, kendini tehdit eden varlığa ya da soruna karşı mücadele etmeye hazırlanır. Bu açıdan korku, canlıyı uyaran ve kendini savunmasını sağlayan mekanizmadır. Korku duygusunun içgüdüsel mi olduğu öğrenme sürecinde mi ortaya çıktığı konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Tüm duygularda ortaya çıkan temel fizyolojik tepkilerin korku duygusunda da yaşanması, korkunun içgüdüsel boyutu olduğunu göstermektedir. Bununla beraber korku duygusunun, diğer duygularda olduğu gibi, yaşamsal boyutu vardır. Bu ise, öğrenmenin korku duyulan konu ve objenin belirlenmesinde önemli bir rolü olduğu gerçeğini getirir. Kişisel tecrübeler ve öğrenme sonucu, korku duyulan obje kişiden kişiye değişmektedir. Aynı zamanda, içinde bulunulan toplumsal koşullar, insan korkularını çeşitlendirmekte ve değiştirmektedir. Avcılıkla ve toplayıcılıkla geçinen bir toplumda işsiz kalmanın korkulan bir konu olmasından bahsetmek imkânsızdır. Olsa olsa bunun adı yeterli yiyeceği bulamamak ve aç kalmak korkusu yani fizyolojik ve psikolojik varlığını kaybetme korkusudur. Korku, en ilkel ve temel duygumuzdur. Fizyolojik, sosyal ve psikolojik varlığımızı sürdürmek ve korumak adına yaşmasal değer taşır. Korku duygusunun bu yönü, çalışmanın temel varsayımı gereği, ölüm korkusundan bahsetme zorunluluğunu getirir. “Çocuklar, iki-üç yaşlarındayken yakınlarını, değer verdiği varlıkları kaybettiklerinde ya da televizyonda düzmece ya da gerçek ölüm seyrettiklerinde bilinçli bir ölüm korkusu yaşamaktadırlar. Daha sonraki yaşlarda ise, güven ortamından yoksun kalma, terkedilmişlik, tek başına çaresizlik gibi sıkıntı yaratan durumlar çocuk mantığına göre ölümdür” (Oskay, t.y. 63–64). Çocuğun mantığındaki bu asılsız algılar, dünyaya ilişkin tüm açıklamalarına yönelmekte ve geçirdiği gelişim sürecine Yaşamını devam ettirmek güdüsüyle dünyaya gelen insan, korku duygusu sayesinde hem tehlikeden korunur hem de ödül ceza sistemiyle uyum sürecini yaşar. Korku, daha güvenli bir hayat arayışının önemli tetikleyicisidir. İnsanın, yaşamı üzerindeki kontrolünü artırmak isteği bu temel duygunun eşliğinde işler. Korku duygusunun en önemli işlevlerinden birinin, uyum sağlama olduğunu söyleyebiliriz. 2. Korkuların Toplumsal İlişkileri Meşrulaştırma Sürecinde Kullanımı Davranışların gerisinde, kişinin içinde bulunduğu kültürel ve sosyal çevrenin, kişilik özellikleri ve yeteneklerinin, fizyolojik- psikolojik ihtiyaçlarının ve duygularının olduğu söylenebilir. Yemek yeme, su içme, cinsellik fizyolojik yapımızla gelen temel ihtiyaçlarımızdır. Ait olma, sevme, saygı görme ise psikolojik ve sosyal varlığımızla gelen ihtiyaçlarımızdır. İnsan davranışları, farklı ihtiyaçlarına bağlı olarak ortaya çıkmakta ve şekillenmektedir. Bu ihtiyaçları karşılama biçimimiz, toplumsal yaşam biçimiyle yakından ilişkilidir. Toplumsal ilişkilerde, belli davranış biçimleri kutsallaştırılırken, yaşam biçiminin eşliğinde gelen insan korkularına sıklıkla başvurulur. Sevgi önemli bir ihtiyaç, sevgiyi kaybetme ise güçlü bir korkudur. Sevginin nasıl kazanılacağı ve nasıl muhafaza edileceğine dair öğrendiğimiz davranış biçimlerini kutsallaştıran ise korku duygusudur. İnsan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesi olarak tanımlanan sosyalleşme sürecinde insan, sağlıklı bir yaşam sürebilmek için kaçınacağı şeyleri ve bunlara ne tür tepkiler vereceğini öğrenir. Sosyalleşme süreci ailede başlar. “Çocuk yetiştirirken Freud’a göre, annebabanın her davranışı onların gücüne yönelik imgemize katkıda bulunur” (Laledakis, 2002, 218). Ailede başlayan eğitimde uygun olan davranış biçimlerini, yapmamız ve yapmamamız gerekenleri, ilişki biçimlerini, uygun ve ahlaklı ya da ahlaksız olanı öğreniriz. Davranış biçimlerini yönlendiren insanlar, dokunmamıza izin verdiklerine “cici”, dokunmamızı istemediklerine “cıs’” diyerek, doğal yapımızdan gelen varlığımızı güven ortamı yaratarak devam ettirme ihtiyacımızı, korkuyla beslerler. “Çocuk, hiçbir yargılama standardına sahip değildir ve aynı zamanda anne babanın yaptığı her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünür. Yetişkinlik döneminde ise bu süreç tersine işler ve güce karşı öfke duyulur. Çocukların güce karşı imgeleri yetişkinlerin yaşamlarında da sürer” (Oskay, t.y., 67–95). Gücün sahibi değişip işveren, yönetici, öğretmen vb. olduğunda da imgeler devam eder. Çocuksu kalıpların sürmesini özendiren ya da özendirmeyen toplumsal koşullardır. Toplumsal kurumlar, insanın doğasını temelde değiştirmese de, neyi açığa çıkaracağımızı neyi gizleyeceğimizi belirler. Duyguları aracılığıyla insanlar, içinde yer aldıkları kurumların ahlaki ve insani anlamını ifade etmeye çalışırlar. Açığa çıkarmamamız gerekenleri öğrenirken temel duygumuz korkuyu besleyen mitler, kavramlar yaratılır. Bu mitler, kavramlar, ritüeller toplumsal üretim biçimini ifade eder niteliktedir. Egemen yaşam biçiminin üretilmesi ve benimsetilmesinde yaratılan mitler aynı zamanda toplum içinde korku duygusunun yayılmasını sağlar. Yaratılan hikâyeler ve kavramlarla, toplumun gündemi insanların karşı karşıya olduğu tehlikelere odaklanır. Ancak bu mitsel figürlerde, abartılı işleyişle odaklanılan tehlikeler, egemen yapının gerçekliğini taşıyan istisnai tehlikelerdir. “Toplum, istisnai ve korkunç olaylarla karşılaştıkça, bunları yaşadığımız dünyanın ne kadar hastalıklı olduğunun göstergesi olarak algılamaya başlar” (Furedi, 2001, 36). Bunun beraberinde ise, egemen yapı ilişkileri meşrulaşır ve güce boyunsunma artar. akademia bağlı olarak ya orada kalmakta ya da etkisini kaybetmektedir. 90 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Mitsel Figürler ve Korkunun İşleniş Şekilleri akademia Kitle iletişimi, siyasal ve ekonomik güçlerin egemenlik arayışıyla, kitlelerle olan kontrollü iletişimidir. Kitlelere ulaşmak için kitle iletişimin ürettiği iletiler, bir pazar düzeninin satışını yapan ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel ürünlerdir. Bu ürünler haber, eğlence, spor, film biçimlerinde olabilir. Kitle iletişim ürünlerinde, mitler ve hegomanyacı ideolojiler ritüel bir şekilde görev yapar. Çünkü kapitalist toplumlarda ideoloji, mitolojik ritüellerle işler. 91 Korku, sözlü gelenekte masallarda, hikâyelerde, destanlarda, ağıtlarda vardı. Bunlar, üretimi ve tüketimi kültürel normlar ve geleneklerle işleyen kültürel örgütlü faaliyetlerdir. Sosyal bağın güçlü olduğu cemaatlerde, yüz yüze iletişimle, kişi veya gruplara anlatılan bu kültürel ürünlerde, korkular çoğunlukla doğaüstü varlıklarla imgelenmiştir. Evrensel nitelik taşıyan bu anlatıların, toplumsal farklıklara karşın, akışının genel yapısında doğa içinde güçlü olma mücadelesi veren insan vardır. Bu mücadele kimi zaman bir cin-peri, kimi zaman bir afet, kimi zaman üç başlı canavar, kimi zaman diğer insanlar, kimi zaman ise tanrılara karşı verilirdi. Aslında kendinden güçlüye karşı güç mücadelesi veren kahramanlar, gücün ve güçlü olanın, güçlü olmanın yollarının imgeleriydiler. Yaşamı devam ettirmek önemli bir güdüdür ve sınanmış tehlikelere karşı savunma mekanizmaları geliştirmemizin kaynağıdır. Bu mekanizmalar, sadece maddi varlığımızı değil psikolojik varlığımızı da korumak için geliştirilir. Doğal olan tehlikeleri hikâyelendirerek imgeleyen insan, bu imgelemleri yoğun abartılarla süsleyerek anonim zihinlere taşır. Zihinlerdekinin gerçekten farklı olması yani gerçeğin mitleştirilmesi, insan zihninin imgeleme yeteneğine bağlıdır, gerçeğin aldığı yeni şekil ise toplumun üretim tazının getirisidir. Bakır doğaldır, işlenip kapkacak yapıldığında bu dönüşümde ortaya çıkan ürünler kültür ve kültürün ifadesi olur. Sözlü kültür, bu üretim biçiminin anlatımıdır. İnsan ihtiyaçlarına cevap veren bu anlatılar da, doğal olanın işlenip dönüştürülmesinin hikâyeleridir. Bu metalarda toplumsal tecrübelerin, korkuların, ilişkilerin yeni nesillere aktarımı amaçlanırken aynı zamanda bilinç yönetimiyle egemen oluşumun ideolojisi desteklenmiş olmaktadır. İnsanın, örgütlü yaşam içindeki üretimi, sadece materyal olanı üretmeyi içermez. İnsan faaliyetlerinin tümünü kapsar. Bireylerin kendilerini ifade edişleri üretimdir. İfade ediş biçimleri ise üretim tarzını gösterir. Üretim tarzının değişmesiyle, toplum biçimleri ve beraberinde insan düşüncelerinin ve davranışlarının kontrolü için geliştirilen araç ve yöntemler de değişir. Değişen koşullara bağlı olarak, teknolojik araçların bu kontroldeki kullanımı zaman içinde artmıştır. Yazının bulunmasından sonra yazının kayıt altına alınması daha sonra sesli ve görüntülü kayıt gibi birçok bilimsel gelişmenin beraberinde elde edilen araçlar, sosyal ilişkilerde uygulanmaya başlandı ve emek üzerindeki egemenlik yoğunlaştı. “İnsan ilişkilerine ve iletişim biçimlerine etki eden bu araçlar kurumsallaşarak kitle iletişim araçları adını aldı. Böylece egemenlik ve mücadele örgütlü zaman ve yer üzerinde kurulan kontrolden geçerek yoğunlaştı” (Erdoğan, 2002a, 287). Egemen ideoloji ve pazar koşullarına hizmet eden kitle iletişim araçlarında korkular, günün koşullarına karşı artan muhalefet ve hoşnutsuzluğu azaltmak, bilinç yönetmek için psikolojik teknik olarak kullanılmaktadır. Bu ise, kültürün ticarileşmesine hız katmaktadır. Gazete ve dergilerde korku hedef kitlesine göre, magazin haberlerinde, ekonomi ve siyasi haberlerde, çizgi hikâyelerde çizgi kahramanlarla v.b. şekillerde işlenmektedir. Bir dekorasyon dergisi, muhtemelen çok pahalı dekore edilmiş mekânlarla yeni yaşam biçimleri yaratıp satarken, bu mekâna sahip olmayla modern olmak arasında kurulan ilişkiyi satmaktadır. Modern “Kitle iletişimi, tarihsel olarak simgesel biçimlerin sabitlenmesi ve yeniden üretiminin yeni olanaklarını kullanmaya çalışan kurumların gelişmesi ile ortaya çıkmış bir fenomenler ve süreçler alanıdır” (Thompson’dan aktaran: Mutlu, 20005, 212). Sistemi biçimlendirenlerin, dünyayı ve kendimizi anlamlandırmamıza yönelik yaptıklarıyla ilişkilidir. Kitle iletişiminde, ister ticari ister kamu kurumu biçiminde örgütlensin, kitle diye tanımlanan alımlayıcının, iletişim sürecinin akışına ve içeriğine katkıda bulunma kapasitesi görece olarak azalmıştır. Dolayısıyla burada, bildiğimiz biçimde iletişimden çok, iletim ve yayımdan söz etmek daha uygun olmaktadır Kitle iletişim iletilerinde sunulan hikâyeler ve yaratılan imajlar, egemen yapının pratiklerini açıklayan, öğreten ve haklı çıkaran bir yapıda günlük hayattaki problemleri çözmede yeni mitolojiler üretir. Bu mitler, insan hayatındaki önemli sorunlarla ilgilenir. Bu sorunlara üretilen çözümlerle uzlaşma ve uyum yaratılır. Kitle iletişim ürününe ve bu ürünün ilettiğine bağlı olmakla beraber temel sorunlar; kötülük ve kötülerle mücadele, iyi ve kötü, ahlaklı ve ahlaksız ayrımıdır. Sorunların çözümünde kesin belirli kodlar kullanılır. Kuralları çiğneyenler acı çeker. Hikâyedeki çatışmada kazanan ahlaklıdır ve bu egemen yaşam tarzının popülerleştirilip doğallaştırılmasını, getirilen çözümler ise düzenin yeniden kurulmasını sağlar. Güdülerimiz ve deneyimlerimiz sayesinde korkmakta haklı olduğumuz birçok olay vardır. Savaşın vahşetini yaşamış, pek çok acılara tanık olmuş birinin, savaştan korkması doğaldır. Bununla beraber kitle iletişim araçlarında, kişisel deneyimleri abartan ya da kişisel deneyimlerimizin dışında korkuları işleyen mitsel figürler, doğal insan korkularını çarpıtırken, korkularla olası baş etme yollarını kitlesel zihinlere taşır. Cinnet geçiren ve ailesini öldüren, belediyenin açtığı ama kapatmadığı çukura düşen ve ölen insanların konu edildiği haberleri; zengin olma hayaliyle yarışma programlarına giden ama bir soruyu bilemediği ya da yanlış kutuyu açtırdığı için çok paralar kaybeden (parayla beraber ona sunulan iyi yaşam koşullarını kaybeden) insanların dramını; çok zayıf olması gerektiğini ve bunun için neleri yemesi neleri yememesi gerektiğini söyleyen sağlık programlarını; eşinin eve gelmesi için lezzetli yemekler yapması gerektiğini bunu ancak ‘z’ marka yağla başarabileceği aksi takdirde kötü kadın olacağı tehditlerini savuran kitle iletişim iletilerini okuyan/dinleyen/izleyen kitlelerin, doğal korkuları çarpıtılarak kullanılır. “Kellner'e göre, ileri kapitalist toplumlarda yayın araçları yoluyla ideolojinin hayalsel, sembolsel ve mitsel yanında artma ve klasik basınla olan yanında gerileme olmuştur. Bugün televizyon kültürsel sembollerin egemen üreticisidir” (Kellner’dan aktaran Erdoğan, 2001, 86). Raymond Williams televizyonu; “hem teknolojik, hem de kültürel bir biçim” olarak nitelendirmektedir. Diğer bir ifadeyle televizyon, bir yanıyla teknik bir araç, diğer yanıyla ise kültür üretim, aktarım ve tüketim (yeniden üretim) ortamıdır (Mutlu, 1999, 11). Televizyon, bilinç yönetimi aracıdır. Bu bilinç yönetimi, egemen yapının sürdürülmesinin ifadesi olan düşünsel ürünlerin üretilmesi ve bunların izleyiciler tarafından tüketilmesiyle sınırlı bir süreç değildir. Bilinç ve buna bağlı olarak davranış yönetiminin asıl etkisi, kişiler arası ilişkilerde ortaya çıkar. Etkiyi oluşturan, insanların kendi üzerlerinde ve diğer insanlar üzerinde kurdukları, duygusal ve ilişkisel baskıdır. Televizyon, izleyicilerin kendi davranış biçimlerini belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imaj, düşünce ve değerlendirmeler sunarken, bireyler üzerinde akademia olamama, çağın koşullarının dışında kalma, özde insanın kabul görme ihtiyacı üzerine kurulan ve günümüzde insan ilişkilerini meşrulaştıran söylemlerden biridir. Televizyonda ise korku haberlerin yanında dizilerde, filmlerde kullanılmaktadır. Bunların yanında reklâmlar korkunun çok yoğun kullanıldığı kitle iletişim ürünlerinden biridir. 92 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ doğrudan etkide bulunmaz. Kültürü, bilgi birikimini, bir toplumun norm ve değer yargılarını da, özlüce sosyal ilişki biçimlerini etkileyerek, bilinç yönetimini işletir. Televizyonun sundukları, bireylerin kimliklerinden geçerek etkisini gösterir. Bugün televizyon geleneksel olarak mit ve ritüellere atfedilen işlevlerin bir bölümünü (yani bireyleri toplumsal düzene entegre ederek, egemen değerleri yücelterek, taklit edilecek düşünceler, davranışlar ve toplumsal cinsiyet rolleri ve benzeri şeyler sunarak) yerine getirmektedir (Kellner, 2001, 94). Televizyonda yaratılan mitler, kurulu düzen ve yaşam biçimini yücelten mitolojiler sağlar. Televizyon, geniş kitleler üzerindeki egemenliğin sürdürülmesinin aracıdır. Televizyonun bize getirdiği dünya, seyredebildiğimiz ama yakalayamadığımız ve dokunamadığımız erişilmez bir dünyadır. Hem, bir program türü olarak televizyonun ürettiği ürün hem de bir endüstri olarak görebileceğimiz reklam, sermayenin çıkarı yönünde yeniden oluşturulan yaşam biçimlerini hem üretmekte hem de satmaktadır. Satış amaçlı iletilerinde korkuları kullanan mitler yaratmaktadır. Korkularımızı kullanan mitler ve bu mitlerdeki yaşam biçimi hâkim hale geldikçe, sorunlar ve zorluklar abartılmakta ve hatta yaratılmakta ve olası çözüm yolları göz ardı edilmektedir. Reklâmlarda yaratılan Mitsel Figürler ve Televizyon Reklâmlarında Korkunun Kullanımı akademia 1. Reklâmda Anlam Oluşturma ve Mit 93 Reklâmda anlamın nasıl üretildiğini anlamak için, mülkiyet ilişkileri çerçevesinde, gönderilen iletilerde egemen sınıfların gereksinim ve çıkarlarının işlenerek, satılan nesne olmanın dışında, simgecilik yaratılarak başka şeylerle nasıl ilişkilendirildiğini anlamak gerekir. Şeyleri düşünme, edimde bulunma şeyler üzerinde ve birbirimizle etkileşime girme biçimlerimizin kökleri imgeler kurma, mesajlar üretme ve karmaşık simge sistemlerini kullanma yetimizde bulunmaktadır. Bu yetideki bir değişme insani meselelerin mahiyetini dönüştürür. Şimdi böylesi bir dönüşümün tam göbeğinde bulunmaktayız. Bu simgese ve mesajların kitlesel üretiminden kaynaklanmaktadır (Garbner’dan aktaran: Mutlu, 2005, 78). Bu kitlesel üretimin önemli bir endüstrisi olan reklâmlar, ideoloji ile birebir ilişki içindedir ve ideolojinin içinde onunla etkileşmekte ve onu pekiştirmektedir. Bu yolla da toplumsal hayattaki kendi varlığını güçlendirmektedir. Toplumsal bütünlük içinde, ekonomik ve siyasi boyutu olan reklâm iletileri, kültürel kodlar taşır. Ürünü/hizmeti satmaya çalışırken, iletileri anlamlandıracak olan tüketicinin içinde bulunduğu toplumsal ilişki biçimlerini, üretim tarzının gereksinimlerine uygun ve üretim biçimini meşrulaştıracak şekilde kullanır ve yeniden işler. İşte bu noktada reklâmla ideoloji arasındaki ilişki başlar. “Göstergelerin kullanılması ideolojiye can verir ve göstergeler kullanarak onu yaşatırız, aynı zamanda bu ideoloji ve ideolojik göstergelere verdiğimiz yanıtlar tarafından inşa ediliriz” (Fiske, 1996, 219). Reklâmların da kendilerine ait bir dil dizgesine sahip olduklarını düşünerek, birer gösterge olarak kabul edebiliriz. Bu aynı zamanda söylemle reklâm ilişkisini beraberinde getirir. “Söylem; ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin süreçlerdir” (Sözenden aktaran: Gökbulut, 2006, 79). Söylemde kullanılan sözcüklerin anlamları, neyi açıkladıklarına ve nerede açıklandıklarına göre değişir. Söylemin ya da söylemlerin diğerleriyle ilişkisi ve diğer söylemlerce karşılıklı yeniden üretilmesi söz konusudur. Söylem tarafsız değildir. Görsel, işitsel imgelerden kurulu genellikle öyküleme tekniğine dayanan, mitsel öğelerle dolu filmler, öyküler, Reklâm gibi gösterge sistemleri, “mit” olarak adlandırılan başka bir sistem tarafından yönlendirilir. Mit, ideolojik anlamı masumlaştırarak doğallaştırır. Mitler gibi reklâmlarda, toplumsal çelişkileri çözer, mevcut toplumsal düzeni yüceltir, kimlik modelleri sunar. Reklâmlarda yaratılan imajlar, içgüdüsel arayışlara çözümler önerir. Bu çözümler kitleseldir. Reklâm; mitlerin yapısına benzer yapısal örüntülere sahiptir. İnsanlığın ölüm-yaşam, mutluluk-mutsuzluk gibi ikilikler üzerine sorduğu temel sorulara reklâmın mitlerinkine benzer yanıtları, kapitalist toplumun değerlerine göre oluşmakta ve insanlar belli ürün/hizmeti satın aldığında yalnızca bu ürün/hizmeti değil, bir imgeyi de satın almakta; reklâm mit gibi işlev görürken aslında kendisi mitolojiye dönüşüp kapitalist toplumun değerlerini yeniden üreterek ideolojik işlevini yerine getirmektedir. Reklâmların mitsel söylemlerini çözümleyebilmek için bu çalışmada göstergebilim ve söylem kuramlarından yararlanılmıştır. 2. Televizyon Reklâmlarında Korkunun Kullanımının Amaç ve Sonuçları Yaşam biçimleri üzerindeki denetim yollarından biri olan reklâm, sözlü kültürden imaj kültürüne geçişte etkili rol oynamıştır. İmaj kültüründe gerçekler, çarpıtılmış sosyal ilişkiler içinde şekillenir. Bilinçaltı, imajcı ve mantıklı olmayan teknikler kullanan reklâm, sosyal ilişkileri çarpıtmaya ve belli yönde şekillendirmeye etki eden iletiler barındırır. “Duygularımızın içgüdüsel bir boyutu vardır. Bir duygunun ve hissin bilinçli hale gelmesi için duygunun bir fikirle bağlantı kurması gerekir. Bilinç dışı, bir enerji olmakla birlikte her zaman temsilcilerle kurduğu ilişki aracılığıyla iş görür” (Freud’dan aktaran: Leledakis, 2002, 163). Bilinçdışı teknikler barındıran televizyon reklâmlarında korkunun kullanılmasının sonucu olarak, içgüdüsel enerji (korku) bilinçte reklâmın konusuyla bütünleşerek açığa çıkar ve ürün/fikir korkunun ifade edicisi aynı zamanda korkudan kaçınılmanın nesnesi olur. “Korku ve kaygı, insani deneyimlerin temeli olmakla beraber, korku ve kaygı ile belirlenen yaşam stratejileri kültürel yaşamın temelidir. Freud, insani davranışta hoş olmayanın engellenmesinin hoş olanı, zevk vereni elde etmekten daha önemli itici güç olabileceğini ileri sürer” (Robins, 1999, 180). İnsan acı veren gerçekliklerden, eleyerek etkiyi azalmak ya da gerçekliğin biçim değiştirmesi yoluyla, kaçış stratejileri işletir. Birinci durumda, ıstırap ve acı çekmeden kurtulmanın yolları aranırken, duyguların bir çeşit uyuşturulması söz konusudur. İkinci durumda, kişi kendisini dış dünyadan bağımsız kılmaya çalışır. Burada ise, yanılsamaların gerçeğin yerine koyulması ortaya çıkar. Kişi, hoş olmayanı engellemeye çalışırken, ona keyif veren gerçeklikle çatışmadığını sandığı yanılsamaları tatmin edici bulabilir. Kendi arzularıyla uyum içinde olan şeyleri gerçeğin yerine koyup, yani dünyayı yeniden yaratarak huzura ulaşmaya çalışır. Televizyon reklâmlarında korkunun kullanımı arttıkça, bilincin organizmayı korumak için ürettiği mekanizmalar daha rahat kontrol altına alınmakta, sorunlar ve sorunlara çözüm önerileri, kapitalist endüstrinin isteği doğrultusunda daha rahat satılmaktadır. Korku duygusu ile ürettiğimiz yaşam stratejileri, kültürün temelini oluştururken, modern dünyada akademia romanlar, gazete haberleri, televizyon dramları, reklâmlar kültürel temsil sistemimizin bir parçasıdır. Bunlar farklı anlam katmanlarından oluşur. İzleyicinin bilgi düzeyi ile orantılı olarak bu katmanlar açığa çıkar. Genellikle temel anlam düzeyinde bir malın/hizmetin faydaları veya hoşça vakit geçirmek gibi gözüken bu öyküleme tekniğinin yan anlamsal malzemesine dikkat ettiğimizde (kıyafet, konuşma tarzları, müzik, diğer işitsel ve görsel teknik kodların seçimi vb.) ideolojik katmanını görebiliriz. 94 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ gerçeklik ve kültür arasında çatışma ortaya çıkmaktadır. “Modern toplumsal kavrayış, zorunlu olarak bireyler tarafından üretilmiş de olsa, bir dereceye kadar bireylerin nüfuz edemediği bir olgular düzeyini gündeme getirmektedir” (Laledakis, 2002, 162). Televizyon, modern dünyanın modern insanının, hem modern dünyada yaşanan deneyimlere hem de modern dünyaya karşı geliştirilen savunmaların hayali görünüşlerine ulaştığı ve tükettiği araçtır. Görsel imgelerin etkisiyle bu hayatın satışını amaçlayan televizyon reklâmları; sıkıntıdan ve acıdan kaçıp kendi isteklerine uygun olan şeylerin konulduğu yeni bir dünya kurma özlemi olan insanın “yeni dünyasını” yaratmaya hizmet eder. akademia “Televizyon anlatıları gibi reklâmlar da, mitin bazı işlevsel değerlerini sağlayıcı metinler olarak değerlendirilebilir (Kellner, 2001, 205). Reklâm iletileri insanlara; işte, evde, sokakta, yatakta, yemek yerken kısaca her yerde ve her zaman nelerin yapılması ya da yapılmaması gerektiğini söylerken fizyolojik, sosyal, psikolojik varlığını devam ettirme gereksiniminden kaynaklanan korkuları, pazarın gereksinimlerine hizmet edecek şekilde dönüştürerek kullanır. Televizyon reklâmlarında korkunun kullanılmasının nedeni olarak, gerçek korku ile bağlantı kuran deneyimleri/fikirleri, pazar koşullarının gerçeğine uyarlamak olduğunu söyleyebiliriz. Reklâm endüstrisinde ürünler, olumlu ve arzulanır imajlarla birleştirilerek, geçekle ilişkili ama çoğu zaman gerçekten çok uzak sorunlara çözüm önerileri sunar. 95 İnsanlar korkularını gidermek için toplumsal üretim biçimine bağlı olarak, mekanizmalar geliştirmektedir. Kapitalist kültürde ise bu mekanizmalar, ürünle bütünleştirilmekte, sorunların çözümü ürünü satın almaya indirgenmektedir. Korkuların kullanımı, ürüne indirgenmiş soruna çözüm yollarının benimsenmesini ve satışını kolaylaştırmaktadır. Bugün televizyon geleneksel olarak mit ve ritüellere atfedilen işlevlerin bir bölümünü (yani bireyleri toplumsal düzene entegre ederek, egemen değerleri yücelterek, taklit edilecek düşünceler, davranışlar ve toplumsal cinsiyet rolleri ve benzeri şeyler sunarak) yerine getirmektedir (Kellner, 2001, 94). Kapitalist mekanizmayı çalıştıran ve çalışmasını devam ettiren; yeni tüketim maddeleri, yeni üretim yöntemleri, yeni ulaşım metotları, yeni pazarlar, yeni endüstriyel örgütlenmelerin tipleri ve çeşitleridir. Bütün bunlar, kapitalist girişim tarafından yaratılmıştır. “Reklâmcılık, kapitalist üretim tarzında, egemenliğin kurulması ve yayılması için bir araçtır ve pratikleriyle egemenliği meşrulaştırır. Reklâmdan geçerek mallar ve onların pazar ideolojileri, konuşulan gündem ve yapılan sosyal faaliyette etkin bir şekilde yer almaya başlar” (Erdoğan, 2002a, 427). Görsel mesaj kullanımının ön plana çıktığı reklâmda, ürünün sosyal ilişkilerdeki sembolsel kullanımı vurgulanmaktadır. İmajlarla ve ürüne atfedilen fayda mitleriyle reklâm, pazar kontrolüne hizmet etmektedir. Gerçek gereksinimlere bağlı olarak ortaya çıkan istekler, kapitalist bilinç yönetiminde tersine dönmüştür. İstekler yaratılmış ve bu istekler gereksinime dönüşmüştür. Bu biçimlendirme işini ise, reklâmcılık ve medya üstlenmiştir. Mallar gereksinimi gidermenin ötesinde kalite, güç, zevk gibi anlamlar iletmektedir. Anlam ileten mal; yaşam tarzı, sınıfsal fark, saygınlık, yüksek zevk gibi egemen ilişkileri ifade etme tarzı olmakta ve satın alma ile bu ilişkiler meşrulaşmaktadır. 3. Televizyon Reklâmı Çözümlemeleri Çözümlemeye dâhil edilen televizyon reklamları, üç ayrı medya grubuna ait, geniş kitlelere ulaşan, yurt çapında yüksek izlenme oranlarına sahip olan ATV, Kanal D ve Show TV ulusal kanallarında ve izleyici oranının en yüksek, reklam verenler için de en pahalı kuşak olan ve genellikle 20:0023:00 saatleri arasındaki süreyi işaret eden prime-time reklam kuşağındaki reklamlar arasından seçilmiştir. Çözümlenecek 3. 1. Patos Critos (Meksika Ateşi-Acılı) Reklâm, televizyon başında zaman geçiren bir çifti konu almaktadır. Evde, çiftten başka kimse yoktur ve sakin bir ortamdır. Kadın kitap okumakta erkek ise sıkılmış bir şekilde, bir elinde kumanda diğer elinde Patos paketi, televizyon izlemektedir. Televizyonda, Patos Critos’un bir reklâm filmi vardır. Erkeğin televizyonda izlediği reklâmın öyküsü kısaca şöyledir; “İki boyutlu olarak görünen kadın ve erkek durakta karşılaşır. Erkeğin elinde Patos paketi vardır. Üç boyutlu olarak üretilmiş Patos ürününden kadına verir. Kadın üç boyutlu olur. Göğüsleri büyüyen kadının düğmeleri açılır ve bu cinsellik erkeğin başını döndürür. Kendisi de üründen bir tane yer. Ama beklediği son onun için gerçekleşmez yani o üç boyutlu bir insana dönüşemez. Hayatın sıradanlığına çözüm: Reklâmı sonun kadar izlemeyen erkek, hikâyeden etkilenir ve kendi hayatına uyarlamaya karar verir. Elindeki Patos paketini yanındaki kadına uzatır. Patos’u yiyen kadın beklediği cazibeli hale dönüşür. Beklenmeyen son: Çok etkilenen ve şaşıran erkek bu mucizevi olaydan (mucizenin kaynağı Patostur) nasiplenmek için Patos yer ama o bir kaktüse dönüşür. Kadın kaktüse üfler ve ağzından ateş çıkar. Dış ses “Acılı” der. Reklâmda kullanılan korku kaynağı: Dışlanma/onaylanmama. “Çağdaş insan, dış gerçekliği kendi adına anlatan kitle iletişim türlerinin aracılığı ile algılamakta, değerlendirmekte ve anlamlandırmaktadır”(Oskay, t.y. , 60). Kitle iletişim araçlarından biri olan televizyonda sunulan iletilerde, insana çekici gelen bilinçaltı ve yasaklanmış istemler sıklıkla yer almaktadır. Ama bu istemlerin betimlendiği öykülerin sonunda çoğunlukla, bu istemler yerine getiriliyormuş gibi görünse de, istemler olumsuzlanır ve kaçınılır. Yasaklanmış isteklerin yerine getirilmesinin yarattığı mutluluk ve hoşnutluk bir süre varolsa da, bitişte bu istekleri sonuna kadar gerçekleştirme durumunda başımıza neler geleceği “ibretlik” olarak gösterilir. Bir anlamada, gerçekle yaşarken gerçekten kaçan insanın hayalleri olumsuzlanmış olur. Başat kültürel kuralların azarlayıp dışladığı saldırgan ve cinsel duygular, yoğun denetim altındadır. Birey bu denetimi ve denetimin yollarını sosyalleşirken öğrenir. Çocuğun eğitiminde çoğunlukla korku ve cezalandırma yöntemleri kullanılarak öğretilen baskılama, kültürlenme ile edinilen ahlakın ölçütü olmaktadır. Ancak bastırılan içgüdülerin çok yoğun olması, kimi zaman bireyin, boyun eğmez içgüdülerine yenik düşmesine sebep olur. Böyle bir sonuçta ise birey, ahlakı olan vicdan karşısında, kefaret ödemek zorunda kalır. Mitlerde olağan dışı olaylar ve doğa üstü varlıklar, canavarlar bu kefareti temsil eder. Çocukluk döneminden itibaren merak edilen konular içine giren cinsellik, ergenlikle beraber önüne geçilmesi ve kontrolü zor bir hal alır. İnsan türüne özgü bu gereksinimi yaşamak doğaldır ancak toplumsal ilişkilerin izin verdiği ölçüde mümkündür. Çocukluk döneminden itibaren, yetişkin ilişkilerini merak eden ama çeşitli yasaklamalarla bunları öğrenmekten alıkonulan yetişkin, cinselliğini kendi bildiği ve öğrendikleriyle yaşarken, kültürün izin vermedikleri karşısında suçluluk duyar. Kültürlenme ile edinilen ahlak sonucu birey kendi içgüdülerini korku konusu haline getirir. Güçsüzlük, dışlanma, başkaları tarafından onaylanmama gibi, bu korkuların dönüşmüş halidir. akademia reklâmların, tesadüfî olarak 14, 19, 20, 25, 29 Mart 2008 tarihlerinde ve belirtildiği üzere ATV, Kanal D ve Show TV yayınları izlenirken bant kayıtları yapılmıştır. Kaydedilen reklâmlardan, korku kullanılarak yaratılan mitsel figürleri barındıranlar seçilmiştir. Reklâmda bastırılmış, yasaklanmış istekler, ürünle gerçekleşme imkanı bulmakta ama mutluluk erkek için kısa sürmekte, sonunda ibretlik cezasını 96 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ almaktadır. Bu reklâmın bir kara mizahı değildir aslında. Kadına böyle bir sonun reva görülmemesini ise, kültürel kodlarda, cinsellik konusunda kadının erkeğe oranla daha saf bir yere koyulmaya çalışılmasında arayabiliriz. Reklâmda kadın, cinsellik üzerine hayaller kurmayan, cinselliğe boyun eğmeyen yani suç işlemeyen taraftır. Bir anlamda onaylanan taraftır. 3. 2. Anadolu Sigorta Reklâm genel çekimle, koltukta oturan bir çiftin görüntüsüyle başlar. Yanlarında, ekranın sağ tarafında, bebek arabası içinde bir erkek çocuk oturmaktadır. Huzurlu görünen bir anda gelen beklenmedik bir soru: Erkek dış ses çifte, “Konut sigortası hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorar. Soruya yanıt: Soruyu erkek yanıtlar. “Ne düşünüyorum. Valla pek fazla bir şey düşünmüyorum. Bizim ev dördüncü katta. Bir hırsızın buraya tırmanmasına imkan yok” derken, arka planda pencere açılır ve hırsızlar eve girmeye başlar. Olayı farkeden: Pencereden giren, siyah kıyafetli ve maskeli dört hırsızı tek fareden çiftin bebeğidir. akademia Soruyu yanıtlamaya devam: “Zaten oturduğumuz semt de nezih bir semt. Kapım deseniz çelik kapı. Yerden ısıtma var. Hem zaten kaç milyon ev var. Ben o hırsızı… Girmez eve. Hadi diyelim girdi. Ben varım. Fena yaparım, çok fena yaparım”. Adam tüm bunları söylerken hırsızlar evdeki eşyaları çalmaya devam eder. Olayın tek fark edicisi olan bebek ise, kendi yetileri çerçevesinde ebebeyinlerini uyarmaya çalışır ama başarılı olamaz. 97 Birbirini destekleyerek güven yaratma: Kadın eşine sokularak neşeli ama biraz utangaç bir edayla “ Yapar” der. Erkek eşine, omzuna attığı eliyle hafifçe ve güven vermeye çalışan ifadeyle, sarılır. “Bu evin sigortası benim” der. Çift genel çekimle gösterilirken arka planda görülen tüm ev eşyaları hırsızlar tarafından götürülmüştür. Evde, eşya olarak çiftin oturduğu kanepe ve bebeklerinin içinde oturduğu bebek arabası kalmıştır. Uyarı: Çift çok mutlu görünürken dış ses, “Başımıza gelmez sanıyoruz ama Türkiye’de her altı dakikada bir bir eve hırsız giriyor. Anadolu sigortaya gelin evinizi bir ana önce sigortalayın. Anadolu sigorta, kaybetmek yok” der. Reklâmda kullanılan korku kaynağı: Güvenli ortamı kaybetme/risk altında olma. Günümüzde, kişisel deneyimlerimiz içinde olma ihtimali dahi olmayan konular güvenlik, güvende olma gereksinimimizin kapsamına girmiştir. Güvenlik ile ilgili bu kapsam genişlemesi “risk altında” olma kavramını getirmiştir. Bu kavramın ortaya çıkışı ile birlikte kişisel deneyimlerle tehlikenin meydana gelmesi arasındaki ilişki değişmiştir. Risk altında olan kişi, kendi elinde olmayan tehlikelerle karşılaşır. “Bu durum, herhangi bir davranışın sonucu olmayıp, failden bağımsız bir varlığı olan özerk bir olay olduğunu ima eder” (Fredi, 2001, 46). Riskin özerk olması, risk altında olma halinin, tekil deneyimlerin ötesine geçmesidir. Risk bilincinin insan davranışlarının tamamını etkiliyor hale gelmesidir. Risk altında olmak, yaşamın bir zorunluluğudur. Tehlike ve belirsizlik, hayatın her anında insan davranışlarını yönlendiren önemli etkilerdir. Risk etkenlerinin neler olduğu önemlidir. Risk etkenlerinin birey ve deneyimlerinin dışında özerk bir hale gelmesi, bireyin özerkliğini yok eder, özerk risk etkenlerinin otoritesini baskın kılar. Toplum bilincinde, risk etkenlerini kitlesel yayan kitle iletişimi, kontrol edilemez dış dünyanın tehlikelerini, bizden öte çoğaltarak ve abartarak kaygıları kitleselleştirir. Barınma, önemli bir gereksinimdir. Bu gereksinimi karşılama biçimimizi belirleyen üretim biçimi, evlerin şeklini, nasıl döşeyeceğimizi ve hatta ev içindeki huzur tanımlarını da belirler. Ev, güvenliğin genel tanımlarından biri olduğu gibi, ev içinde Şişmanlık, stres, sağlık, yaşlılık, güvenlik reklâm endüstrisinde sunulan sayısız risk faktörlerinden birkaçıdır. Reklâm endüstrisinde ürünler, olumlu ve arzulanır imajlarla birleştirilerek, gerçekle ilişkili ama çoğu zaman gerçekten çok uzak sorunlara çözüm önerileri olarak karşımıza çıkar. Tüm güvenlik koşullarına rağmen, kişisel deneyimlerimiz içine hırsızlar tarafından soyulma riskini sokan reklâm, korkuyu kullanır. Reklam, risk altında olma mitiyle, hırsızlara karşı her an mağdur ya da kurban olabileceğimizi söylerken kaybetme, yoksun kalma korkularımızı kullanmaktadır. 3. 3. Bellona (Mutluluk Perisi) Reklâm, iki yanında büyük ağaçların yer aldığı uzunca bir yolda koşan gelinin, genel çekim görüntüsüyle başlar. Bir peri uçarak gelini takip etmektedir. Sonunda geline ulaşır ve önünde durur. Sihirli anların başlaması: Kısa bir bakışmadan sonra peri, parmağının ucundan yeşil renkli sihirli bir değnek çıkarır ve döndürür. Gelin gözlerini kapar. Hayaller: Ekrana yemek masasına oturmuş bir çiftin görüntüsü gelir. Genç bir adam kadının (gelinin) gözlerini kapamıştır. Belli ki yaptığı hazırlıkların sürpriz olmasını istemektedir. Gözleri açılan kadın şaşkınlıkla masaya bakar. Yemek masası, iki kişilik bir yemek için hazırlanmıştır ve masanın üzerinde bir mum vardır. Peri ekrana gelir ve mumu yakar. Kesme ile yatak odası görüntüsüne geçiş yapılır. Minik peri ekranın solundan kafasını uzatmış, mutluluk içinde gülmektedir. Yatağın üzerinde, az önceki çift, yastık savaşı yapmaktadır. Peri uçarak yanlarına giderken, yakın çekimle, kadının mutlu yüz ifadesi ekrana düşer. Kesme ile bu kez ekrana oturma odası yansır. Çift bu kez oturmuş televizyon izlemektedir. Peri de yanlarındadır. Kadın önlerindeki patlamış mısırdan bir avuç alır ve periye uzatır. Peri, kadının avucuna dokunur. Gerçeğe dönüş: Ekranda nikah masasına oturmuş çiftin görüntüsü vardır. Kadın mikrofona eğilir ve “Evet” der. Erkek mutlu gülümsemektedir. Peri yine onların yanındadır. Dış ses: “Mutluluk perisine bir kere yakalandınız mı mutluluktan kaçılmaz, mutluluktan kaçınılmaz.” Sonun onaylanışı: Herkes bu anı alkışlayarak kutsarken ekrana kampanyanın sloganı gelir. “Mutluluktan kaçılmaz mutluluk kaçınılmaz.” Reklâmda kullanılan korku kaynağı: Belirsizlik/ bilinmezlik. Aile, toplumsal kurumlardan biridir. Kişinin, gündelik hayatta karşı koyamadığı, ses çıkaramadığı toplumsal ilişkiler ve kurumlardan geçerek akşamları sığındığı, başka insanlarla ilgili dertlerini anlatabildiği insanları bulduğu ortamdır. “Ailenin saygınlık, eğitim, koruyuculuk, eğlenme ve dinlenme, çocuk yapma, manevi ve psikolojik doyum sağlama gibi özgün işlevleri de bulunmaktadır” (Sayın, 1990, 89). Bu kurum evlilik bağıyla başlatılır. Evlilikte, mutluluğu yakalamak en büyük beklenti, aksinin yaşanması korku sebebidir. Reklâmda, hızla koşan bir gelin vardır. Belli ki onu korkutan bir şeyden kaçmaya çalışmaktadır. Kaçarken mutluluk perisine yakalanır. Onu yakalayan mutluluk perisi sihirli değneğini sallayarak mutluluğu, gelinin hayal ettiği mobilyalarla sunar. Metalaşmış dünyada mutluluk yine metayla gelmiştir. akademia güvende olmamızı engelleyen etkenler de vardır. Deprem sonucu evimizin yıkılması, yangın, su baskını, hırsız girmesi yaşayacağımız tehlikelerdendir. Bu tehlikelerin, bireysel deneyimlerimizin ötesinde olabilmesine karşın, bir gün mutlaka başımıza geleceğine inanmamız ya da inandırılmamız; birçok sektörün ürettiği ürün ya da hizmet için “tehlikeye karşı önlem alma” vaadiyle yürüttüğü satış artırma çabalarını kolaylaştırır. Evlilik, kadın ve erkek için, toplumsal rollerden geçerek yeni roller kazanılmasının başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç, tecrübelere şahit olunmuşluğa rağmen, tecrübe 98 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ edilmemiş bir durumdur ve bilinmezlik korku yaratır. Bilinmeyenin konusu ise, evlilik kararı sonunda elde edilmek istenilen doyumlara ulaşılıp ulaşılamayacağıdır. Reklamda bu doyuma mutlak ulaşılacağının garantisi ürünü tüketmeye indirgenirken, karşı cinsle kurulan ilişkilerin resmi ifadesi olarak evliliği zorunlu kılan egemen yapının söylemi, pazar koşullarıyla biçimlendirilerek, meşrulaştırılmaktadır. Kişilerarası iletişimde insanlar çeşitli ilişkiler kurarak sorunlar çözer, görevler yerine getirir ve gereksinmelerini giderir. Reklâmda evli çiftin, ilişki biçimlerinde mutluluğa nasıl ulaştığı belli değildir. Mutludur ve mutluluğun kaynağı olarak tek çıkarılabilecek sonuç kullandıkları Bellona marka mobilyalardır. Reklâmda masal, öykü ve mitlerde olduğu gibi insan üstü bir varlık kullanılmıştır. Mutluluk perisi, evlilikten kaçan genç kadını evliliğe ikna ederek korkulara son vermiştir. Reklâmda, mutluluk miti, korkuyu canlandırarak ve korkuyu kullanarak yaratılmıştır. 3. 4. Axess Cart Axess Cart’la, Shell petrol istasyonlarından alışveriş yapanların ekstra chip para kazanacağını anlatan reklâm, bir hastane odasında geçmektedir. Reklâm, hasta muayene masasında oturmuş bekleyen bir erkeğin genel çekim görüntüsüyle başlar. Doktor odaya girer. Doktor, Axess’in son reklam kampanyasında “Axess Kızı” adıyla kullanılan bayandır. akademia Reklâmda kullanılan korku kaynağı: Sosyal ilişkilerde statüler kazanma/kaybetme. (Statü kavramıyla diğerleriyle ilişkilerde kazanılan ve kaybedilen tüm değerler ifade edilmektedir). Reklamda kullanılan doktor, hasta ve hastane ortamı, hastanın korku, endişe taşıyan yüz ifadeleri, düz anlamda hastalığı ifade etmektedir. Yananlam olarak ise, bilinilmeyen bir durumla karşı karşıya kalmanın yarattığı çaresizlik ve korkunun göstergeleridir. Bilinmezi yaşayan ve endişelenen hasta, Shell istasyonlarında yaptığı alışverişlerde chip para kazanacağını bilmeyen tüketicinin düşeceği acizliğin, çaresizliğin, cehaletin yananlam gösterenidir. Para sahibi olmaya alışkın olmayan züğürt bir bünyenin temsilidir aynı zamanda. Doktor ise, cehalet karşısında tüketiciyi aydınlatan ve cehaletin endişesinden kurtarandır. Anlaşılamayan durum: Adam, “Nasıl olur” diye sorar. Reklâmda para kazanılması ve harcanması üzerine “çok kolay” miti yaratılmıştır. Para harcayarak para kazanacağını öğrenen birey mutlu olur. Alışveriş yaparak ama Shell istasyonlarından alışveriş yaparak para kazanılmaktadır Emek harcanılmadan, kolayca kazanılan para bir fazlalıktır adeta. Durum sorgulanmamalı ve panik yapılmamalıdır. Para harcayarak para sahibi olunabilmektedir ve sahip olunan yine harcanmalıdır. Durumu aydınlatma: Doktor, “Son zamanlarda Shell istasyonuna gittiniz mi? Axessinizle 100 TL’e üzeri akaryakıt alışverişi yaptınız mı?” der. Hasta “Evet” cevabını verir. Doktor, “Hı işte orada kapmışsınız bunu ” der. Çok parası olan ve kolayca harcayan insan rahat yaşam koşullarına sahip olmayı simgeler. Bu ise toplumsal ilişkilerde, ulaşılması arzulanan statüleri ifade eder. Ucuz olduğu için aldığımız kazak, kampanyalı satıştan aldığımız oturma grubu, Sıkıntının tespiti: Doktor, “Beyefendi neyiniz olduğunu bulduk 10 TL chip paranız var” der. 99 Derde derman: Korkuya kapılmış yüz ifadesi ile hasta doktora sorar, “Peki ne yapmalıyım?” Doktor gülerek, “Panik yapmayın, harcayın geçer canım ne olacak” cevabını verir. Ekrana Shell markasının amblemi gelir. Bu görüntü boyunca “Harekete geçirir” sloganı yazar. Sonra ekrana Axess’in amblemi gelir. “Axess kazandırır sloganı yazar”. Metalaşma ve şeyleşmenin hakim olduğu bu ilişki biçimlerinde “varlığı bir dert yokluğu yara” olarak tanımlanan para sahip olmanın, yoksun olma ve yoksun bırakılmanın önemli değişim değeridir. Reklâmda, varlığına şaşıran harcayarak yarattığı dertten kurtulacağını öğrenen birey, parandan geçerek metalaşan sosyal ilişkilerde anlam bulacaktır. Korku iletişiminde, para kazanma ve harcama kavramlarının kullanılmasının sebebi olarak, toplumsal ilişkilerde diğerleri arasında bir yere sahip olma algısıyla para kazanma ve harcama arasında kurulan bağdan faydalanmak olduğunu söyleyebiliriz. Para kazanmanın ve harcamanın sunduğu değerler paradan geçerek meşrulaşırken, paranın temsil ettiği sosyal statülerden (statü kavramıyla diğerleriyle ilişkilerde kazanılan ve kaybedilen tüm değerler ifade edilmektedir) yoksun kalmanın yaratacağı korku kullanılmıştır. 3. 5. Vivident Aqua Gum Reklâm bir apartmanın merdiven boşluğunda geçmektedir. Beyaz takım elbise giymiş ve kafasının üzerinde parlak bir ışık süzmesi olan adam, sol elinin avuç içini yukarıya doğru çevirmiş bir şekilde beyaz bir kapının önünde durmaktadır. Kullanılan görsel imgelerle bir meleği anımsatan adam, “Eskiden Vivident Aqua Gum yoktu” derken, avuç içinden yükselen damlacıklarda ürünün paketi belirir. Bir sorun başlıyor: Kesme ile ekrana, elinde bir demet çiçek olan siyah takım elbiseli genç bir adam gelir. Apartmanın girişinde duran adam, kendinden emin ve kararlı bir tavır takınarak ilerler ve merdivenleri çıkar (hızlı çekimle). Beyaz bir kapının önünde durur ve kapıyı çalar. Hazin son: Kapıyı genç bir bayan açar. İçeride, genç kadının ananesi ve babası olduğu anlaşılan orta yaşlı bir çift, merakla kapıya bakmaktadır. Genç adam konuşmak ister ama konuşamaz. Buna çok sinirlenen genç kadın, kapıyı sertçe kapatır. Dış ses tarafından durum özeti (Beyaz takım elbiseli karakterin sesi): “O, ne zaman sevdiğine koşup açılmak istese efordan ve heyecandan ağzı kururdu, konuşamazdı”. Derde çözüm: Yüzüne çarpılan kapının şaşkınlığıyla ağzı açık kalan adamın görüntüsü donar ve beyaz takım elbiseli adamın görüntüsü onun yanında belirir. Sol elinin avuç içinde yer alan paketten bir sakız uçarak şaşkın adamın ağzına girer. Ürün konumlandırması: Animasyonla sakızın parçalanışı gösterilir. Bu sırada dış ses, “Şimdi Vividen Aqua Gum ile bakın. Benzersiz sıvı mikrokapsülleri ile ağzınızı sulandırır” der. Güvenin gelişi: Sakızı büyük bir iştahla çiğnerken kendine güvenli tavırla genç adam tekrar kapıyı çalar. Kapı açılır açılmaz çiçeği uzatır ve “Benimle evlenir misin?” der. Genç kız mutluluktan çığlık atar, teklifi yapan genç adama sarılır ve “Aaa evet” der. Fonda genç kızın ailesi görünür. Onalar da çok mutludur. Ekrana ürünün paketi gelir. Dış ses “Vivident Aqua Gum, ağzı sulandıran ferahlık” der. Reklâmda kullanılan korku kaynağı: Kabul görmeme/reddedilme Duygularımızın ifadesinde çoğu zaman zorlanırız. Hele de karşı cinse duyduğumuz sevginin ifadesi daha da zordur. Kendimizi ifadede zorlanmamız ve çekinmemizin nedeni, kabul görmeme, reddedilme, dışlanma korkusudur. Bu korkunun özde sebebi ait olma güdüsüdür. akademia markalı kot, 5 program yetmez 10 programlı bulaşık makinesi, hayatımızı rahat kılmakla kalmaz. Kitle üretim endüstrilerinin biçimlendirdiği satın alma, “insanlığımızı” yeniden kazanmada ve geliştirmede önemli bir neden olur. Parayla edindiğimiz oturma grubuna oturttuğumuz komşuya caka satabilirken, giydiğimiz kotun kalçalarımızın güzelliğini destekleyen markasıyla cazibemizi artırabiliriz. Tüm bunları da rahat ve huzurlu yaşamın içine alırsak para, metanın ve metanın çevresinde işleyen sosyal ilişkilerin değeridir. 100 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Sevmek, sevilmek, başkaları tarafından kabul görmek bizim için ne kadar önemliyse, aksini yaşamak da o kadar ürkütücü bir durumdur. “Güdü, davranışımızın yön ve sürekliliğini belirleyen içsel güçtür Güdülerin bir kısmı doğuştan gelir bir kısmı ise öğrenme süreci sonunda oluşur. Öğrenme sonucu oluşan güdülere ikincil güdü adı verilir”(Aydın ve diğerleri, 1994, 94). Ait olma bunlardan biridir. İnsan davranışlarının önemli bir yönlendiricisidir ve bu gereksinim bireyde bir çok korkunun oluşmasına kaynaklık eder: kabul görmeme, dışlanma, reddedilme gibi. Çabalarımızın tümü olan yaşam, korkularımıza yenik düşmemek için aldığımız doğru ya da yanlış cevaplardan oluşmaktadır. Korkularla ve korkulan “şeylerle” mücadelenin işlenildiği mitlerde çoğu zaman gerçek dışı ve doğa üstü bir karakter bulunmaktadır. Mitlerde, hikâyenin bütünü ve karakterler gerçek yaşamda karşılaşılan gerçekleri, zamanın ve mekanın dışına taşıyarak, yaşanan günde yarattığı etkiyi hafifletirler. Reklâmda sevdiğine açılamayan genç erkeğin yanında olan “insandan fazla” “şey” doğru kararlar vermenin temsilcisidir. Doğru karar ise reklâmda sunulan ürünü ve hatta bir yaşam biçimini tüketmektir. Kahraman ürünle bütünleştirilerek ürüne doğaüstülük katarken, egemen söylemin yarattığı gerçek yaşamın zorluklarıyla mücadele etme yolları meşrulaşmaktadır. akademia Reklâmda kullanılan korku güdülerimiz, gereksinimlerimiz temelli oluşan kabul görmeme, reddedilme korkusudur. Ürünün kullanımı bu korkuyu aşmanın tek çıkar yolu olarak sunulmuştur. Aksi durumda yani ürünün kullanılmaması durumunda ise sorun sürüp gidecektir. 101 Kaynakça Aşıcı, Ö. (1984). Pazarlama, İzmir: Üçel Yayıncılık. Aydın, O. , Enver, Ö. , Bayraktar, R. ve diğerleri. (1994). Davranış Bilimlerine Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Berman, M. (2003). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (Ü. Altuğ; B. Peker, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları. Barthes, R. (2005). Göstergebilimsel Serüven (M. Rifat; S. Rifat, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Dursun, Ç. (2001). Televizyon Haberlerinde İdeoloji, Ankara: İmge Kitapevi. Eagleton, T. (2005). İdeoloji (M. Özcan, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Erdoğan, İ. (1997). İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş, Ankara: İmge Kitapevi. Erdoğan, İ. (2001). Popüler Kültürde Gasp ve Popülerin Gayri Meşruluğu. Doğu Batı Düşünce Dergisi. (15), 77–86. Erdoğan, İ. (2002a). İletişimi Anlamak, Ankara: Erk Yayın. Erdoğan, İ. (2002b). Öteki Kuram, Ankara: Erk Yayın. Fiske, J. (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş (S. İrvan, Çev.).Ankara: Ark Yayınlar. Fıske, J. (2002). Mitler ve Mit Yapanlar (U. TUGLU Çev.). İstanbul: Öteki Yayınları. Furedi, F. (20001). Korku Kültürü ( B. Yıldırım Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Gerbner, G. (2005). Kitle İletişim Araçları ve İletişim Kuramı. E. Mutlu (Der.). Kitle İletişim Kuramları (s. 78). Ankara: Ütopya Yayınevi. Gökbulut, G. H. (2006). Televizyon Reklâmlarının Toplumsal Rolleri Pekiştirmesi. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Göze, A. (1995). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Yayım. Henry, J. (1995). Bir Felsefe Sistemi Olarak Reklâmcılık (B. Dağıstanlı Çev.). İstanbul: Şule Yayınları. Hall, S. (1999). Kültür, Medya ve İdeolojik Etki. M. Küçük (Der.). Medya İktidar İdeoloji (s. 208). Ankara: Ark Yayınları. Hall, S. (1999). Tarihsel Maddecilik, Kültür ve İdeolojik Etki. M. Küçük (Der.). Medya İktidar İdeoloji (s. 199). Ankara: Ark Yayınları. Kellner, D. (2001). Popüler Kültür ve Postmodern Kimliklerin İnşası (G. Seçkin Çev.). Doğu Batı Düşünce Dergisi. (15), 94–205. Oskay, Ü. (t.y.). Popüler Kültür Açısından Çağdaş Fantazya, İstanbul: Der Yayınları. Özbek, M. (1999). Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim Yayınları. Özcan, E. (2007). Göstergebilimsel Açıdan Reklam Dilinin Tüketim Toplumuna Etkileri. Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Grafik bölümü, 2007, Isparta. Postman, N. (2004). Televizyon Öldüren Eğlence (O. Akınay Çev:). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Robins, K. (1999). İmaj-Görmenin Kültür ve Politikası (N. Türkoğlu Çev.). İstanbul: Ayrıntı yayınları. Sayın, Ö. (1990). Aile Sosyolojisi, İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi. Leledakis, L. (2000). Toplum ve Bilinçdışı (A. Yılmaz Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Taş, O. ve Şahım, T.Z. (1996). Reklâmcılık ve Siyasal Reklâmcılık, Ankara: Aydoğdu Ofset. Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü (O. Akınhay; D.Kömürcü Çev.). Ankara: Bilim ve sanat Yayınları. Thompson, B.J. (2005). Kitle İletişimin Bazı Özellikleri. E. Mutlu (Der.). Kitle İletişim Kuramları (s. 210). Ankara: Ütopya Yayınevi. Mattelart, A. (1995). Beyin İğfal Şebekesi (I.Gürbüz Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Mutlu, E. (1999). Televizyon ve Toplum, Ankara: TRT Yayınları. Tortop, N. (1993). Halkla İlişkiler, Ankara: Yargı Yayınları. http://www.varoluscupsikoterapi.net Oskay, Ü. (2001). İletişim ABC’si, İstanbul: Der Yayınları. akademia Oskay, Ü. (2000). Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, İstanbul: Der Yayınları. 102 Erciyes İletişim akademia 103 2009 TEMMUZ ANLATI VE BİÇİM İLİŞKİSİNE NEOFORMALİST BİR YAKLAŞIM: YAZI-TURA ÖRNEĞİ Y. Gürhan Topçu* Özet Bu çalışmanın amacı sinemada anlatıya farklı bir yaklaşım örneği olarak neoformalizmi tanımlamak ve Türk sinemasında son yıllarda özelikle biçimsel olarak ortaya çıkan en ayrıksı filmlerden olan Yazı-Tura’da anlatı ve biçim ilişkisini neoformalist yaklaşımla incelemektir. Bu kapsamda öncelikle neoformalist yaklaşım tanımlanmış, daha sonra Yazı-Tura filmi bu yaklaşımla çözümlenmiştir. Çözümleme sonucunda anlatının oluşumunda syuzhet’in fabula’yı oluştururken biçimi nasıl yönlendirdiği ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: Sinema, Anlatı, Neoformalizm, Yazı-Tura NEOFORMALIST APPROACH TO NARRATION AND STYLE RELATION A CASE STUDY: YAZI-TURA Abstract This paper aims to define neoformalism, a narrational and formal approach to film analysis and to analyze dynamics of narration and style relations by neoformalist approach in Yazı-Tura, the most exceptional film of Turkish cinema in formal terms. In this context, first neoformalism is defined and then Yazı-Tura is analyzed by this approach. As a conclusion it is exposed that how syuzhet interacts with style in the construction of fabula in Yazı-Tura. akademia Key Words: Film, Narration, Neoformalism, Yazı-Tura * Yrd. Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi 104 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Anlatı, gündelik yaşamımızda sürekli karşılaştığımız bir olgudur. İnsanların yaşamında önemli bir yeri olan roman, film, haber, öykü, fıkra, masal, reklam gibi metinlerin hepsi birer anlatıdır. Her mecra anlatıyı kendine özgü araç ve yöntemlerle oluşturur. Görsel bir sanat olan sinema da bir anlatı oluştururken kamera, aydınlatma, oyunculuk, kurgu gibi kendine özgü araçları kullanır. Sinema tarihi boyunca anlatıyı oluşturma yöntemleri açısından farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Bunlardan en yaygın olanı geleneksel anlatıdır. Bu tarz anlatıda sinema temelleri binlerce yıl öncesine dayanan tragedya ve edebiyattan yararlanır. Hedefe ulaşmaya çalışan kahraman, yoluna çıkan engeller ve bu engellerin aşılarak hedefe ulaşılması sinemadan çok önce ortaya çıkmış anlatı özellikleridir. Sinema bunu, temellerini Amerikalı yönetmen David W. Griffith’in attığı kendine özgü araçlarla anlatır. Temeli seyircinin özdeşleşmesine dayanan bu tarz anlatı devamlılık kurgusu, varlığını gizleyen kamera, doğal aydınlatma gibi araçlarla kendini gizleyerek seyircinin bir film izlediğini unutmasını sağlar. Böylece anlatının içine giren seyirci karakterlerle ve olaylarla özdeşleşerek bir film izlediğini unutur ve filmin doğrularını paylaşır. Türk sineması da yaklaşık 90 yıllık tarihi boyunca geleneksel yöntemlerden uzaklaşmamayı yeğlemiş, mümkün olduğunca seyirci odaklı, geleneksel biçimlerle öykülerini anlatmıştır. Bugün dahi Türk sinemasında anlatısal ve biçimsel olarak aykırı filmlerin sayısı son derece azdır. 105 Yönetmenliğini Uğur Yücel’in yaptığı 2005 yapımı Yazı-Tura bu açıdan Türk sinemasında son derece ayrıksı bir yerde durur. Biçimsel olarak Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’nin başlattığı Dogma 95 akımı filmlerini andıran YazıTura elde taşınan kamera kullanımı, sıçramalı kurgusu ile sinemanın geleneksel biçimsel yapısını ihlal eder. Biçimin anlatıyı oluşturmada büyük önem taşıdığı düşünülürse Yazı-Tura’da biçim-anlatı ilişkisini incelemek ve bu ilişkinin dinamiklerini, prensiplerini ortaya çıkarmak filmi daha iyi anlamlandırmamızı sağlayacaktır. Bu ilişki ve prensipleri ortaya çıkarmak için de David Bordwell ve Kristin Thompson’ın Rus Biçimcilerin anlatı çözümlemeleri çalışmalarından yola çıkarak yarattıkları neoformalizm yaklaşımı kullanılacaktır. Bu çalışmada öncelikle neoformalist yaklaşım tanımlanacak, ardından da Yazı-Tura’da anlatının nitelikleri ve farklı kullanılan biçimin anlatıyı nasıl yönlendirdiği neoformalist açıdan incelenecektir. 1. Sinema Anlatısına Neoformalist Yaklaşım Anlatı konusunda çalışan kuramcılar, anlatı kavramını açıklayabilmek amacıyla ortak noktaları olan tanımlar geliştirmişlerdir. Richardson, anlatıyı, insanların deneyimlerini zamansal olarak anlamlı bölümler halinde organize ettikleri bir sonuç çıkarma ve temsil tarzı olarak tanımlar. Böylelikle insanlar dünyayı anlatısal olarak algılar ve anlatısal olarak aktarırlar (aktaran Berger, 1997, 10). Kıran ve Kıran (2000, 53) ise, anlatıyı kısa ve öz olarak, bir olayın yeniden sunumu olarak tanımlarlar. Ancak Mutlu (1995, 41-42), anlatının birbiriyle mantıksal bağlantısı olan iki ya da daha fazla olayın nakledilmesi olduğunu söyler. Özön (2000, 55) ise anlatı konusunda yazılı metinle görsel metni ayırır. Özön’e göre yazılı metinde anlatı, dil aracılığı ile oluşturulan sözcenin somutlaşmış biçimiyken, görsel bağlamda, belirli bir kavram, düşünce ya da duygunun görsel ve işitsel yollarla ortaya konmasıdır. Bütün bu tanımlara genel olarak bakıldığında, anlatının, zamansal, uzamsal ve mantıksal bağlantısı olan olayların yeniden aktarılması olarak tanımlanabileceğini görürüz. Anlatıların bilimsel açıdan incelenmesi, özellikle yapısalcılıkla birlikte yaygınlaşmıştır. Yapısalcılık, anlatıların nasıl yaratıldığına ve yaratılan anlatıların insanlarca nasıl kavrandığına odaklanır. Anlatı analizinin Neoformalizm, ilhamını Bordwell’in bitmiş yapıtı temel alan tarihsel yaklaşım (historical poetics) düşüncesinden alır. Bu yaklaşım, edebiyat, sinema gibi sanatsal ve anlatısal araçlarda bir yapısal sürecin sonucu olarak bitmiş yapıtı inceler, yapıtın oluşturulma, yaratılma prensiplerini araştırır. Bordwell, “Historical Poetics of Cinema” makalesinde, bu yaklaşımın sinemada iki soruya cevap aradığını söyler: 1) Filmlerin yapılandırıldığı ve belirli etkiler yarattığı prensipler nelerdir? 2) Bu prensipler, hangi koşullarda, neden ve nasıl ortaya çıkar? (1987, 371). Bu yaklaşım, analizciye sanat yapıtlarının sahip olduğu araçların karşılıklı ilişkisi hakkında kategoriler sağlar. Normlar ve kurallar da bu yaklaşım açısından önemli kavramlardır (Bordwell, 1987, 372-373). Neoformalizm de bu yaklaşımdan doğmuştur. Rus Biçimciliği, Prag Dilbilim Okulu gibi oluşumlara ve Todorov, Genette gibi kuramcılara dayanan neoformalizm, Bordwell’in bitmiş yapıtı temel alan yaklaşımının, izleyiciye yönelik bilişsel kuramlarla birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Bordwell (1987, 379), neoformalizmin, bir dizi varsayım, bir açı, anlamaya yönelik bir yaklaşım olduğunu vurgularken, Kristin Thompson da neoformalizmi tek yaklaşım, çok yöntem olarak tanımlar. Neoformalizm sadece bir yöntem değil, sanat yapıtlarının nasıl yapılandığını ve izleyici tepkisine bağlı olarak nasıl çalıştıklarına dair bir dizi varsayım öneren bir yaklaşımdır (1988, 6). Thompson, neoformalizmin, yukarıdan aşağı (top-down) süreçlerle çalışan, sanat yapıtına önceden yapılmış büyük ana varsayımlarla yaklaşan Marksist ya da psikanalitik film kuramının tersine, aşağıdan yukarı bir süreçle çalıştığını, belirli bir grup filme ilgili bir soru sorulması ve uygun biçimde cevaplanması şeklinde işlediğini vurgular. Thompson yukarıdan aşağı yaklaşımların peşin hükümlü sonuçlara yol açtığını ifade eder (1988, 4). “Neoformalist yaklaşım ise estetik alanı ve onun dünyayla bağlantısını açıklamaya çalışan yalın bir yaklaşımdır. Dünyayı açıklamaya çalışmaz” (Thompson, 1988, 9). Neoformalizmin film analizlerinde nasıl kullanılacağını anlamak için bazı temel kavramların açıklanması gerekir. 1.1. Neoformalizmin Kavramları Temel Neoformalizme göre izleyici sanat yapıtına aktif şekilde katılır. İzleyici sanat yapıtındaki ipuçlarından ve önceki sanatsal ve günlük yaşam deneyimlerinden yola çıkarak yapıtı algılar. İzleyicinin birlikte çalışan algı, duygu ve biliş düzeyleriyle donandığını belirten Thompson’a göre izleyicinin bu donanımı, sanat yapıtının zihinsel süreçlerimizi, Rus biçimcilerin farklılaştırma (defamiliarization) dediği estetik bir oyunla yapılandırmasını ve izleyicinin bu yapıyı algılayıp çözümlemesini sağlar. Sanat yapıtı tarafından farklılaştırılan her şey, yeni bağlamlarında yabancı göründükleri için gerçekte olduklarından farklı algılanır (1988, 10). Thompson, bu konuda Şklovski’nin görüşlerinden yararlanır. Şklovski, gündelik algının otomatikleşmiş olduğunu, alışkanlıkla aslında hiçbir şeye derinlemesine bakmadığımızı, sanatın, yaşamı duyumsamamız ve şeyleri hissetmemiz için var olduğunu söyler. Sanatın amacı, nesne duyusunu, görünen şey olarak vermektir, tanınan, bilinen olarak değil; sanatın tekniği nesneleri farklılaştırma, biçimi anlaşılmaz kılma, algılamanın güçlüğünü ve süresini artırma tekniğidir. Sanatta algılama edimi, kendi başına bir erektir ve uzatılması gerekir (1995, 72). Sanat, gündelik yaşamın, ideolojinin, diğer sanat yapıtlarının alışıldık algılarını, bu kaynaklardan materyali alıp dönüştürerek farklılaştırır. Ancak sanat yapıtı aynı yöntemi sürekli kullanırsa farklılaşma azalır, aşinalık başlar. Sanatsal yaklaşım otomatikleşir. Farklılaşma, neoformalist akademia yöntem ve teknikleri, Tomaşevski, Şklovski, Propp gibi Rus Biçimciliğinin ve Barthes gibi Fransız Yapısalcılığının önemli isimleri tarafından geliştirilmiştir. Neoformalizm de temelde Rus biçimcilerin çalışmalarının sinemaya uyarlanmasıyla oluşmuştur. 106 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ terminolojide sanatın temel amacını yansıtır. (Thompson, 1988, 11). Thompson, otomatikleşmenin sanat yapıtını sıradanlaştırdığını vurgularken örnek olarak B sınıfı kovboy (western) filmlerini verir. Bu tür sıradan filmler, klasik Hollywood’un tür kalıplarını tekrarlar, farklılaşma yaratmaya çalışmazlar. Aslında bütün sanat yapıtları gerçekliği farklılaştırır. En geleneksel çalışmada bile olaylar, gerçekte olduklarından farklı sıralanır. Neoformalizme göre en orijinal ve değerli yapıtlar, gerçekliği ve önceki yapıtların uzlaşımlarını en güçlü şekilde farklılaştıranlardır (1988, 11). akademia Neoformalizm için önemli kavramlardan birisi de araçtır. Araç, sanat yapıtında kullanılan kamera hareketi, diyalog, kostüm, tema gibi unsur ve yapılardır. Bordwell, neoformalizm için sinemanın tüm araçlarının ve bu araçların biçimsel organizasyonunun, farklılaştırma yaratmak ve sinemasal sistemi inşa etmek için eşit öneme sahip olduğunu vurgular (1987, 374). Araçların sadece anlamı ifade etmek için değil, farklılaştırma yaratmak için de kullanıldığını belirten Thompson, bu araçların işlev ve güdüleme (motivation) kavramlarını kullanarak analiz edilebileceğini vurgular (1988, 15). 107 Neoformalizm, işlev ve güdüleme kavramları konusunda, Tinyanov’un edebi eserdeki işlevlerin tanımından yararlanır. Tinyanov, işlevi, yapıttaki bir öğenin diğer öğelerle ve dizgenin bütünüyle karşılıklı ilişkisi olarak tanımlar. İşlev, yapıtın özelliklerini anlamak için çok önemlidir. Aynı aracı birçok yapıt kullanabilir, ama aracın işlevi her yapıtta farklı olabilir. Bir dizgedeki öğeleri ayırıp, işlevi dikkate almadan başka dizgelerdeki öğelerle karşılaştırmak hatalı sonuçlara yol açar (1995, 106-107). Thompson da sinemadaki bir aracın, her filmde sabit işlevi olduğunu düşünmenin hatalı sonuçlara yol açabildiğini vurgular. Örneğin çubuklu gölgeler her filmde karakterin hapsolmuşluğunu göstermez. Alt açıdaki kamera mutlaka karakterin gücünü vurgulamaz. Yapıtın bağlamına göre her araç farklı işlevlere sahiptir. Analizcinin görevi, aracın bağlama göre işlevini bulmaktır. Araçlar otomatikleştiğinde, sanatçı daha farklılaştırıcı yeni araçlar bulmalıdır (1988, 15). Araçlar yapıttaki işlevleri çalıştırırken, yapıt da aracın varlığı için bazı nedenler sağlamalıdır. Yapıtın herhangi bir araç için sağladığı nedene güdüleme (motivation) denir. Güdülemenin, yapıtın araçları ve izleyici aktivitesi arasında bir etkileşim aracı olduğunu vurgulayan Thompson ve Bordwell, dört tip güdüleme tanımlarlar: Kompozisyonal, gerçekçi, metiniçi ve sanatsal güdüleme. Kompozisyonal güdüleme, anlatı nedenselliğini, zamanı ve uzamı kurmak için gerekli herhangi bir aracın varlık nedenini sağlar. Genellikle kompozisyonal güdüleme, filmdeki gerçekçiliğin önüne geçer ama izleyici öykünün ilerlemesi için buna göz yumar. Gerçekçi güdüleme, aracın varlık nedeni için izleyiciyi gerçek dünyaya yönlendirir. Metiniçi güdülemede ise benzer yapıtların uzlaşımlarına başvurulur. Yapıt kendi koşulları içinde uygun şekilde güdülenmeyen bir araç sunduğunda, izleyici geçmiş deneyimleriyle bu aracı güdüleyebilir. Sinemada metiniçi güdüleme, tür filmleri, star kimliği ve diğer sanat biçimlerinin benzer uzlaşımları hakkındaki bilgimize bağlıdır. Kovboy filmlerindeki düello sahneleri gerçekçi olmasalar da, izleyici bu tür filmlerde bunun bir ritüel olduğunu bilir. Ya da John Wayne’i görünce ‘iyi’ kahramanın o olduğunu anlar. Sanatsal güdüleme ise tanımlanması en zor türdür. Çünkü sanat yapıtındaki her araç sanatsal bir güdülemeye sahiptir. Çoğunlukla filmlerde kompozisyonal, gerçekçi ve metiniçi güdülemeler ön plana çıkar. Sanatsal güdüleme çok fazla göze çarpmaz. Diğer taraftan sanatsal güdüleme, diğer üç tür güdüleme geri plana çekildiğinde ön plana çıkabilir. Soyut resim, deneysel film gibi estetik tarzlarda sanatsal güdüleme ön plandadır. Bazı anlatı filmlerinde de sanatsal güdüleme, ön plana çıkarak anlatısal işlevler kadar izleyicinin dikkatini çeker. Film izleme sürecine odaklanan neoformalist yaklaşım için önemli bir kavram da şemalardır. Film izleme sürecinde izleme, hatırlama ve sonuç çıkarma anahtar kavramlardır. İzleme sürecinde seyirci filmin kendisine ilettiği bilgileri düzenler, hipotezler üretir ve sonuçlar çıkarır. Bunları yaparken de şemalardan yararlanır. Öykünün anlaşılmasında şemalar önemli bir rol oynar (Bordwell, 1985, 30-31). Şemalar algılama sürecinde önemli bir yere sahiptir. Bordwell’e (1985, 32-34) göre görmek pasif bir şekilde dürtüleri almak değildir. Görme, hızlı bir hesaplama, değişik amaç, beklenti ve varsayımları kapsayan yapısalcı bir faaliyettir. Çevremizdeki objeleri görür, şemalara göre değerlendiririz. Benzer bir süreç, sanat yapıtlarını algılarken de yaşanır. Sanat yapıtı tamamlanmamıştır ve bakan kişinin katılımını gerektirir. İzleyici film izlerken de şemaları kullanır. İnsanlar öyküyü takip ederken çeşitli işlemler yaparlar. Bir bilgi eksikliğinde yerine sonuçlar çıkarır, tahminlerde bulunurlar. Olaylar sıralı değilse sıraya koyarlar. Olaylar arasında mantık bağlantıları ararlar. İzleyici filme öyküyü kurmak ve önceki şemalarını işletmek için hazırlıklı gelir. Bir öyküyü anlamak öncelikle öykünün tutarlılığına bağlıdır. Karakter ilişkilerinin, olay akışının bu tutarlılığa uygun olup olmadığını test eden izleyici, filmi izlerken filmsel bütünlüğü yakalamaya çalışır. Filmin öyküsünün nerede, ne zaman ve nasıl geliştiğini takip ederken olaylar, zaman, mekan ve nedensonuç ilişkileri hakkında şemalara başvurur. Thompson (1988, 30) da şemaları zihinsel şablonlar olarak tanımlar. Şemalar zamanla değişebilir. 1940’ların izleyicilerinin şemalarıyla günümüz izleyicisinin şemaları farklıdır. Şemalar anlatısal ve biçimsel olabilir. Uzun çekimi genellikle bir yakın çekimin izlediği, müziğin birdenbire kesilmek yerine fade olduğu izleyici tarafından bilinen biçimsel özelliklerdir. Ana akım sinemanın biçimsel tek düzeliği, izleyicinin biçimsel şemasının otomatik olarak çalışan bir yukarıdan-aşağıya süreç olmasını sağlar (Bordwell, 1985, 36-37). Özetlemek gerekirse neoformalizm izleyicinin filmi izlemeye donanımlı bir şekilde geldiğini, filmi izlerken anlatı olaylarını tanımlayan, onları zaman, uzam ve nedensellik kurallarıyla birleştiren bir anlatı şemasını kullandığını belirtir. Uygulamada bütün süreç, anlatının kendisi, izleyicinin algısal-bilişsel donanımı, algı koşulları ve önceki deneyimlerine bağlı olarak işler. İzleyici, filmi anlama çabasında başarısız da olabilir. Bordwell (1985, 39) yanlış şema uygulamasının bu durumu yaratan etkenlerden biri olduğunu vurgular. Şema seçiminin hatalı olması, anlatı normlarına uygun bilgininin olmamasından kaynaklanabilir. Örneğin 60’ların sanat filmleri için şeması olamayan birisi Fellini’nin 8,5 filmini anlayamaz. Neoformalist anlatının içyapısının işleyişinde üç kavram ön plana çıkar. Bunlar fabula, syuzhet ve biçimdir ve bunların birbirleriyle etkileşimi anlatının oluşum sürecinde hayati öneme sahiptir. 1.2. Syuzhet, İlişkileri Fabula, ve Biçim akademia Uygulamada bu üç güdüleme türü aynı sahnede birlikte bulunabilir. Örneğin, Marlene Dietrich bir kabarede şarkı söylediğinde izleyici, sahneyi kompozisyonal olarak (erkekle burada tanışacak), gerçekçi olarak (bir kabare şarkıcısını oynuyor) ve metiniçi olarak (Marlene her filminde şarkı söyler) güdüler. Bazen bunlar arasında eşitsizlikler olabilir, örneğin gerçekçilik bir müzikalde ihmal edilebilir. Geleneksel anlatı sinemasında genellikle izleyiciden kompozisyonal ve metiniçi güdülemeyi kullanması beklenir. Gerçekçi güdüleme daha çok tamamlayıcıdır. Sanatsal güdüleme diğerlerinden uzak kalır ve diğerleri işlemediğinde başvurulur (Bordwell, 1985, 35-36; Thompson, 1988, 16-20). Genel olarak yapısalcı yaklaşımlar, anlatının iki bölümden oluştuğunu vurgularlar; öykü ve söylem. Chatman (1983, 19), öykünün olaylar zinciri, karakterler ve olayın geçtiği çevreden, 108 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ söylemin ise içeriğin iletildiği araçlardan oluştuğunu ifade eder. Basitçe ifade etmek gerekirse öykü, anlatıda neyin anlatıldığı, söylemse nasıl anlatıldığıdır. Aristoteles’den bu yana yapılan bu ayrımı Rus Biçimcileri de devam ettirmişlerdir. Rus Biçimciler, öykü ve söylemi fabula ve syuzhet olarak adlandırırlar. Neoformalist yaklaşımda da bu terimler kullanılır. 1 Tomaşevski (1995, 229), fabula’yı, yapıtta bize iletilen, birbirine bağlı olaylar bütünü olarak tanımlar. Olaylar fabula’da yapıt içindeki sıralamadan farklı olarak neden-sonuç zinciri içinde kronolojik doğal sıralarında yer alırlar. Bordwell (1985, 49), fabula’yı izleyicinin anlatı tarafından verilen ipuçlarından yola çıkarak yarattığı imgesel yapı olarak tanımlar. Seyircinin fabula’yı bir araya getirmesi için öykünün süregelen aksiyonunu takip edip, geçmiş olaylar hakkında varsayımlar oluşturup test etmesi gerekir. Fabula, seyircinin tahmin ve sonuçlar aracılığı ile yarattığı bir kalıptır. Anlatının diğer parçası syuzhet ise filmdeki fabula’nın belirli kurallar ve yapılar çerçevesinde düzenlenip sunulmasıdır. Bu yapı ve kurallar içinde syuzhet, sinemasal araçların sistematik kullanımı olan biçimle ilişkiye girerek fabula’yı oluşturur. Kısacası syuzhet, fabula’yı oluşturan temel anlatısal tekniklerin bütünüdür. Bordwell (1985, 50) bir filmde syuzhet ve biçimin birlikte var olduklarını çünkü sürecin farklı yönlerinde işlediklerini vurgular. Syuzhet filme dramatik bir süreç olarak bakar, biçim ise teknik olarak. Seyirci şema ve varsayımlar oluştururken nedensellik, uzam ve zaman konusunda syuzhet’in ipuçlarından yararlanır. Syuzhet’in verdiği nedensellik bilgisi seyirciyi yönlendirir. Genelikle her syuzhet akademia 1 109 Genel olarak öykü ve olay örgüsü terimleri kullanılmasına rağmen Thompson bu terimlerin biçimci olmayan eleştirmenlerin de kullanımının yükünü taşıdığını fabula ve syuzhet’in ise sadece Rus Biçimciliğine referans verdiğini, o nedenle neoformalist yaklaşımda da fabula ve syuzhet terimlerinin kullanıldığını söyler (1988, 38). Bu nedenle bu çalışmada da fabula ve syuzhet terimleri kullanılacaktır. fabula’nın oluşumunu geciktirmeye çalışır. Syuzhet, bir fabula’yı kolaylıkla üretmemizi sağlamak yerine, belirli noktalarda beklenti, merak ve kuşku uyandırarak fabula’yı belirli bir yolla üretmemizi sağlar (Bordwell, 1985, 52). Ancak bazı anlatılarda syuzhet, fabula’yı kurmamızı engelleyen unsurlar da barındırabilir. Bu noktada Şklovski’nin farklılaştırma yoluyla estetik algının geciktirilmesi gerektiği düşüncesinin sinemadaki yansıması görülür; biçimin zorlaştırılması. Sanat yapıtının farklılaşmasına yönelik çabalar, biçimin zorlaştırılmasını gerektirir. Özellikle çağdaş anlatılı filmler biçimi zorlaştırarak izleyiciyi daha fazla bilişsel faaliyete teşvik ederler. Angelopulos’un To Vlemma Tou Odyssea (Ulis’in Bakışı, 1995) filminde Manakis kardeşlerin çektiği ilk filmi arayan sinemacının annesini, sevgilisini ve arayışında kendisine yardım eden kadını aynı aktristin oynaması biçimin zorlaştırılmasına bir örnektir. Burada syuzhet, biçimle işbirliği yaparak izleyicinin fabula’yı oluşturmasını zorlaştırmıştır. Geleneksel anlatı sinemasında da, zorlaştırılmış biçim, genellikle merak unsurunu arttırmak için geciktirme yaratmayı amaçlar. Böylece syuzhet’in filmin dramaturjisini, öykü bilgisini anlayıp birleştirmemizi sağlayan düzenlenmiş ipuçları dizisi olduğu sonucu çıkabilir. Film biçimi ise syuzhet’in bu amacına hizmet eden görevleri yerine getirir. Bordwell (1985, 52), bir filmde syuzhet’in amacına göre farklı biçimsel teknikler kullandığını vurgular. Örneğin aynı anda gelişen iki olay için paralel kurgu ya da bölünmüş ekran gibi farklı biçimsel özellikler kullanılabilir. İzleyici biçimsel araçları da kompozisyonsal, gerçekçi ya da metiniçi bir şekilde güdülemeye çalışır. Fabula, syuzhet ve biçim ilişkisinden yola çıkan Bordwell, bir filmde anlatıyı, filmin syuzhet ve biçiminin izleyiciyi fabula’yı kurması için sevk etmek ve ipucu vermek için karşılıklı etkileşmesi olarak tanımlar. Anlatının gerçekleşmesi için syuzhet’in fabula bilgisini düzenlemesi 1.3. Bilgisellik, İletişimsellik İdeal syuzhet, fabula oluşumu için yeterli miktarda bilgi sağlar. Bilgi ne yetersiz ne de gereğinden fazla olmalıdır. Ancak syuzhet, filmin türünün özelliğine göre bilgiyi artırıp azaltabilir. Bazı syuzhet’ler fabula’yı kurmak için uygun bilgi içermezler. Çağdaş anlatılı bazı filmler sık sık konudan saptığı gibi, bazen bir fabula bile oluşturmazlar. Geleneksel anlatılı filmler ise bilgi aktarımı konusunda bir denge tutturmaya çalışırlar. Syuzhet, fabula olaylarını seçer ve farklı şekillerde birleştirir. Bu seçme işlemi boşluk yaratır. Boşluklar daha çok zamansaldır. Çocuk doğar, sonra onu 18 yaşında görürüz. Boşluklar, izleyicinin şema ve varsayımları çalıştırmasını sağlar. Syuzhet genellikle anlatının sonunda fabula’daki boşlukları kapatır. Boşluklar, belli fabula bilgisini sunup diğerlerini tutmak suretiyle yaratılır. Syuzhet anlatı bilgisini geciktirebilir ya da anlatı açısından önemli bilgileri tekrarlayabilir. Syuzhet, geciktirme yoluyla merak, kuşku ve sürpriz yaratabilir. Sonuç olarak syuzhet, herhangi bir anlatı metninde aldığımız bilginin miktarını kontrol eder. Syuzhet izleyicinin anlatı faaliyetini yönlendirmek için fabula kuruluşunda değişik boşluklar yaratır, geciktirme ve tekrar prensiplerine göre bilgileri birleştirir (Bordwell, 1985, 54-57). Fabula oluşumundaki boşluk ve birleşmeler, anlatıya neoformalist yaklaşımdaki bilgi kategorilerini oluşturur. Bilgi kategorileri, syuzhet’in neyi kapsayacağı, neyi üstü kapalı bırakacağı, nasıl gecikme yaratacağı gibi anlatısal stratejilerin belirlenmesini sağlar. Neoformalist bilgi kategorilerinden özellikle ikisi bu çalışma için önemlidir: Bilgisellik ve iletişimsellik. Bilgisellik, syuzhet’in aktarmaya izin verdiği fabula bilgisinin miktarıyla belirlenir. Anlatı, izleyiciyi bir ya da birkaç karakterin bilgisiyle sınırlayarak geri kalan bilgiyi tutar. Bordwell (1985, 58), anlatı bilgisinin derinliğinin, öznelliğin ve nesnelliğin derecelerine bağlı olduğunu söyler. Bir anlatı karakterin bütün zihinsel dünyasını sunabilir, ya da izleyicinin gördüğü ve duyduğu ile yetinebilir. Örneğin karakterin rüyalarını veren filmler bilgisel olarak daha derindir. Her anlatı bilgiye sahiptir ancak sahip olduğu bu bilgiyi izleyiciyle fazla paylaşmayabilir. Bu, anlatının ne kadar iletişimsel olduğunu gösterir. Bordwell (1985, 59), The Birth of a Nation’ın iletişimsel olduğunu ama bir dedektif filminin bu kadar iletişimsel olmayabileceğini vurgular. Her film bir derece iletişimselliği kısıtlar. Filmin bilgisi ve bunu gizleme derecesi değişebilir. Örneğin, izleyicinin kimliğini merak ettiği maskeli adam tam maskesinin çıkarırken görüntü kararırsa, anlatı bize bilgi iletmeyi reddettiğini gösterir (Bordwell, 1985, 59). Bir filmin anlatısının, bilgisellik ve iletişimsellik kategorilerini türsel uzlaşımlara göre belirlediğini vurgulayan Bordwell (1985, 61), bilgi aktarımının kategorileri olarak bilgisellik ve iletişimselliğin, film biçimi ve syuzhet’in, izleyicinin belirli bir fabula oluşturması için zaman, uzam ve anlatı mantığını yönlendirmesine dayandığını belirtir. 2. Yazı-Tura’nın Analizi akademia yetmez, anlatıda biçimsel süreçlerin de devreye girmesi gerekir. Bordwell, anlatıya sadece fabula-syuzhet olarak bakmanın, filmsel metnin izleyiciyi nasıl yönlendirdiğini gözden kaçırmamıza neden olduğunu belirtir. İzleyici biçimsel şemaya da sahiptir ve bu anlatının sunum sürecini etkiler. Anlatı, biçimsel faaliyetlerle syuzhet’in anlatı bilgisini aktarması arasındaki dinamik bir etkileşimdir (1985, 53). Anlatı oluşumunda syuzhet’in fabula’yı oluştururken yararlandığı yöntemler de önemli bir yere sahiptir. Özellikle seyirciye iletilen bilgiyle ilgili kategoriler bu yöntemlerin alanına girer. Bunlar bilgisellik ve iletişimselliktir. Her türden film neoformalist açıdan incelenebilir. Ancak özellikle biçimi ön plana çıkaran Yazı-Tura gibi filmlerin incelenmesi bu açıdan daha verimli olacaktır. Sinemanın geleneksel biçimsel 110 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ yapısından uzak olan Yazı-Tura daha önce vurgulandığı gibi biçim-anlatı ilişkisini incelemek ve bu ilişkinin dinamiklerini, prensiplerini ortaya çıkarmak için iyi bir örnektir. akademia 2.1. Yazı-Tura’nın Öyküsü 111 Yazı-Tura Güneydoğu’da gazi olan Rıdvan ve Cevher’in askerlik sonrasındaki yaşamlarına odaklanan bir filmdir. Göremeli Şeytan Rıdvan, askerlik öncesi yaşadığı ilçede sevilen, iyi futbol oynayan, hatta askerlik dönüşü yaşamını futbol üzerine kurmayı hayal eden bir gençtir. Rıdvan’ın futbol, yaşlı annesi ve sözlüsü Şefika’dan ibaret olan basit yaşamı askerlik sonrası tamamen değişecektir. Güneydoğu’da askerliğini yapan Rıdvan PKK ile çıkan çatışma sonrasında kaçmakta olan yaralı bir kadın militanı öldürür. Cesetlerin kontrol edilmesi sırasında, öldürülen kadın militanın cebinden Rıdvan'la birlikte çekilmiş bir fotoğraf bulunur ve fotoğrafı gören Rıdvan yıkılır. Çünkü öldürmüş olduğu kadın militan, eski sınıf arkadaşı ve ilk aşkı Elif'dir. Kendini kaybeden Rıdvan, havaya ateş açarak bilinçsizce koşarken bir mayına basar. Mayın Rıdvan'ın ayağını parçalarken onu durdurmaya çalışan Cevher’in de bir kulağı duymaz hale gelir. Rıdvan bir gazi olarak döndüğü memleketinde yavaş yavaş yeni yaşamına alışmaya çalışır. Ayağını kaybeden, futbolculuk hayalleri sönen Rıdvan sürekli içmeye başlar. Kendisine sadece annesi ve arkadaşı Sercan destek olur. İçkinin ve yaşadığı travmanın etkisiyle Rıdvan, kimsenin kendisine destek olmadığını düşünerek sürekli olay çıkarır. Sözlüsü Şefika ise Rıdvan’a mesafeli davranmakta evlenme taleplerine kaçamak cevaplar vermektedir. Ayrıca Şefika'nın ailesi de onun artık sakat olan Rıdvan’la evlenmesini istememektedir. Şefika'yı kaçırma planları yapan Rıdvan, alkollü bir şekilde genç kızın evine gittiğinde onun Sercan'la kaçtığına tanık olur. Arkalarından koşarken protez bacağını da düşüren Rıdvan kaçışlarını çaresizce seyretmekten başka bir şey yapamaz ve hep yanında taşıdığı silahıyla intihar eder. İstanbul’da yaşayan Cevher ise askerlik sonrasında çek senet mafyası için çalışmaya başlamıştır. Diğer taraftan da asıl amacı olan tren istasyonundaki büfeyi açmak üzeredir. Gözü kara ve çabuk sinirlenen Cevher de Rıdvan gibi askerlik sonrası ciddi travmalar yaşamaktadır. Olay 1999 Ağustos’unda geçmektedir. Bu arada büyük Marmara Depremi meydana gelir ve Cevher depremde amcası Maksut'u kaybeder, babası ise şans eseri enkazdan sağ çıkmayı başarır. Diğer yandan Cevher'in yaşamında deprem yaratacak bir başka olay gelişir. Babasının, Cevher henüz doğmamışken birlikte yaşadığı Rum kadın Tasula ile ondan olma abisi Teoman depremi haber alınca Yunanistan'dan gelirler. Ne Tasula’yı ne de Teoman’ı tanımayan Cevher büyük bir şok yaşar. Teoman'ın eşcinsel olması Cevher’in yaşadığı şoku daha da arttırır. Teoman kendisini kabullenmek istemeyen Cevher’le hesaplaşır. Cevher onu dinlemez ve çıkıp gider. Teoman ise bir barda sarhoş olduktan sonra bir travestiyi döven kişilerle kavga etmeye başlar. Cevher, hızla olaya müdahale ederek adamlardan birini öldürür ve kaçarken polis tarafından yakalanır. 2.2. Yazı-Tura’da Anlatı ve Biçim İlişkisi Yazı-Tura neoformalist açıdan incelendiğinde anlatı mantığı ve biçim ilişkisine damgasını vuran unsur, syuzhet’in iletişimselliğidir. Syuzhet iletişimselliği seyircinin filmi izlemesini kolaylaştırmak amacıyla değil, temasını desteklemek için yapar. Yazı-Tura güneydoğu’da savaşan askerler ve onların dönüşte yaşadıkları sorunlar üzerine en gerçekçi anlatıyı oluşturmuştur. Öyküdeki iki karakter de Güneydoğu’da askerlik yapmış ve yaralanmışlardır. Bunun sonrasında yaşadıkları travma askerlik dönüşü onların yaşamını derinden etkileyecektir. Film, temelde bu travma, ve sonuçlarına odaklanır. Bu nedenle syuzhet karakterlere ‘ilişir’. Son Film, karla kaplı bir ovada askeri bir kamyonun ilerlemesi ile açılır. Sonra kamyonun içindeki askerlerin yakın çekimleri birbirini takip eder. Askerlerin yorgun yüzleri çerçeveyi doldurur. Ancak geleneksel anlatının tersine, biçim, hiçbir askeri ön plana çıkarmaz. Ardından askerleri araçtan inmiş olarak görürüz. Etrafta ölü teröristler yatmaktadır. Syuzhet zamansal bir atlama gerçekleştirmiştir. Kamera önce geniş açıda daha sonra orta ölçeklerde etrafı tarayarak bize olaylara şahit olma fırsatı verir. Burada dijital video kameranın (DV) hızlı çevrinmelerde neden olduğu bozulma, biçimin bir parçası haline dönüşür. Bu, seyircinin gerçekçi güdülemeyle anlamlandırdığı bir şeydir. Seyirci gerçek dünyada karşılaştığı video görüntülerinden aşina olduğu bir biçimle karşı karşıyadır. Kamera uzamı sert çevrinmelerle tarar, ani “zoom-out” ya da “zoom-in”ler yapar. Ancak kameranın bu tarz kullanımı seyircinin karakterleri tanımasını imkânsız kılar. Biçem hiçbir askeri ön plana çıkarmaz. Bu şekilde anlatı, olaylara hamasi bir kahramanlık maskesiyle değil, gerçekçi bir şekilde yaklaşacağını vurgular. Anlatının iletişimselliği kısıtladığı ilk yer filmin ilk sekansı olan Rıdvan’ın mayına basma sekansıdır. Askerler öldürülen teröristlerin üzerini ararlar. Bir asker teröristin cebinden bir şey çıkarır. Sonraki planda zamansal eksiltme ile sonradan Rıdvan olduğunu öğreneceğimiz asker diğer askerin elindeki şeye endişeli bir şekilde bakmaktadır. Burada syuzhet daha sonra da kullanacağı bir içsel norm2 yaratır. Ses kuşağı sadece müziği vererek, diyalogları duymamızı önler ve bilgiyi kısıtlar. Rıdvan bağırarak ve havaya ateş ederek koşmaya başlar. Diğer asker ise “Rıdvan orda mayınlar var, Rıdvan” diye bağırarak ona doğru koşar. Rıdvan havaya ateş edip koşmaya devam eder ve mayın patlar. Havada dönerek düşen bir tüfek görüntüsünü bir otobüsün ilerleyen 2 İçsel norm, bir filmin kendine özgü şekilde yarattığı ve birden fazla sayıda tekrarladığı anlatısal ve biçimsel özelliklerdir. görüntüsü keser. Bu sekans anlatının fabula bilgisini en çok kısıtladığı sekanstır. Seyirci Rıdvan’ın neye baktığını, neden ateş ederek koştuğunu, dolayısıyla neden mayına bastığını anlamaz. Ancak bu sekanstan sonra anlatı iletişimselliği arttırır. Bordwell, neoformalist açıdan geleneksel anlatının her şeyi bildiğini (omniscience) ve oldukça iletişimsel olduğunu vurgular. Geleneksel anlatının iletişimselliği, syuzhet’te boşluk kalmamasıyla ispatlanır. Geleneksel anlatıda boşluklar sürekli olmaz. Anlatıda syuzhet tarafından ortaya konan gizemler, çatışmalar ve boşluklar sıkı nedensellik ilkesi gereği, anlatının sonunda ortaya çıkar (1985, 160). Biçimsel olarak aykırı olsa da Yazı-Tura çalışmanın ilerleyen bölümlerinde nedenleri ortaya konacağı gibi anlatısal açıdan geleneksel sayılabilir. Yazı-Tura’nın başındaki olay anlatıdaki en önemli boşluktur. Bu boşluk filmin ortalarında kapanacaktır. Sonraki sahnede otobüsü ve içini görürüz. Rıdvan koridorun bir yanında oturur. Koridorun diğer tarafında yaşlı bir kadın oturmakta ve Rıdvan’a bakmaktadır. Daha sonra yaşlı kadını yakın planda görürüz. Yaşlı kadının baktığı yöne doğru kamera hızlı bir çevrinme ile Rıdvan’ı görüntüler. Kamera bu çevrinme ile iki karakteri bağdaştırır ve kompozisyonal güdüleme ile seyircinin onun Rıdvan’ın annesi olduğunu düşünmesini sağlar. Kamera Rıdvan’a çevrindikten sonra Rıdvan’ın öznel açısından yol kenarındaki ağaçları gösterir. Ardından Rıdvan eğilerek ayağındaki protezi düzeltir. Biçim bu birkaç planda anlatının iletişimselliğine katkıda bulunarak seyircinin onun ilk sahnedeki mayına basan Rıdvan olduğundan emin olmasını sağlar. Daha sonra otobüs terminale girer ve Rıdvan ile yaşlı kadın birlikte inerler. Böylece önceki varsayım da doğrulanır. Rıdvan ve annesi yürüyerek evlerine giderler. Sonraki sahnede annesi Rıdvan’ı yıkamaktadır. Su doldurmak üzere içeri gider. Burada syuzhet’in geleneksel anlatının önemli özelliklerinden biri olan ve anlatının filmin ilerleyen bölümlerinde genelde yapacağı gibi her şeyi bilmeyi (omniscience) her yerde olma (omnipresent) akademia derece iletişimsel bir şekilde onların iç dünyalarını yansıtmaya çalışır. 112 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ ile sağladığını görürüz. Kamera önemli anlarda seyirci için en uygun yerde konumlanır. Syuzhet Rıdvan’ı içeride bırakarak anneye ilişir ve annenin su doldururken ağladığını gösterir. Anlatı seyirciye vermek istediği fabula bilgisini kameranın oradaki varlığı ile sağlar. akademia Rıdvan’ın bu sekansından sonra bir banliyö treni görüntüsü ile İstanbul’a döneriz. Yakın planda iki rakı kadehi tokuşturulur. Bir adam istasyonda bir büfeye GAZİ BÜFE yazan bir tabela asar. Başka birisi de ileride durmuş tabelanın düzgün olup olmadığını kontrol etmektedir. Tabeladaki GAZİ ifadesi bu kişinin Rıdvan’la bağlantılı birisi olduğu varsayımına sebep olur. Sonraki planda büfenin içine geçen bu kişinin duvara çaktığı bir fotoğrafta Rıdvan’la büfeciyi asker kıyafetleri içinde görünce varsayım doğrulanır. Anlatının iletişimselliği artar. Adının sonradan Cevher olduğunu öğreneceğimiz büfeci Rıdvan mayına basmadan önce peşinden koşan kişidir. Burada syuzhet araya giren flashback’le bu önemli fabula bilgisini verir ve boşluğu doldurur. Bir flashback Rıdvan’ı mayına bastıktan sonra acı içinde çığlık atarken gösterir. Cevher de ona yardım etmeye çalışmakta ama bir taraftan da kulağını tutmaktadır. Yazı-Tura’da ses kuşağı da biçimin önemli bir parçası olarak syuzhet’e yardımcı olur. Bu flashback’e anlatı silah sesini andıran Cevher’in vurduğu çekiç sesiyle girer ve yine çekiç sesiyle çıkar. Filmin iletişimsel anlatısı devam eder. Büfenin önünde içki içen iki kişinin Cevher’in babası ve amcası olduklarını, Cevher’in annesinin olmadığını, babasıyla yaşadığını ve ertesi gün büfenin açılışı olduğunu diyaloglardan anlarız. Filmin bütününde diyaloglar son derece gerçekçidir. Hem doğallığı sağlama, hem anlatıyı ilerletme, hem de karakterler hakkında bilgi verme işlevi üstlenirler. 113 Sonraki sekans Cevher’in karakteri hakkında anlatının sonraki gelişimi açısından çok önemli bilgiler verir. Ancak bu sahnenin bilgiselliği ve iletişimselliği devamlılık kurgusuyla desteklenmez. Tam tersine sıçramalı bir kurgu, aynı karakterin benzer ölçeğine kesme gibi devamlılık kurgusuna ters bir biçim hakimdir. Cevher’in açılış için beklediği para eksik gelir. Cevher telefonla sinirli bir şekilde konuşarak adamı tehdit eder. Sıçramalı kurgu sadece Cevher’in adama söylediklerini duymamızı sağlar. Adamın cevabını duymayız, ya da adamı dış ara çekimle görmeyiz, sadece Cevher’in diyaloglarından tahmin ederiz. Burada anlatı film boyunca kullanacağı bir içsel normu ortaya koyar. Karaktere ilişme. Yazı-Tura tamamen karakterlere odaklanmıştır. Karakterlerin yakın çekimleri de bu savı destekler. Cevher tehdit ettiği adamdan parasını almak üzere iki arkadaşıyla banliyö trenine biner. Cevher’in yakın çekimi onun kalabalık trende huzursuz bir şekilde etrafa baktığını gösterir. Kurgu giderek hızlanır, planlar kısalır, kamera çevrinir, zoom yapar, yakın çekimlerin birçoğu Cevher’in öznel çekimleridir. Cevher’in tedirginliği korkuya dönüşür ve Cevher ilk istasyonda trenden iner. Bu biçimin aşırılaştığı sahne, biçimsel olarak zorlaştırılmış olmasına rağmen anlatı açısından son derece iletişimseldir. Bordwell en iletişimsel anlatıların karakterlerin iç dünyasını verenler olduğunu söyler. Trendeki grenli, aşırı pozlanmış, yakın çekimler, öznel açılar Cevher’in o anki duygularını yansıtır. Cevher diyalogla da durumunu açıklar:”Kalabalık stres yapıyor ya”. Daha sonra borçlu adamın işyerine gider. Adam bahane üretmeye devam ettiği için bıçağını çıkarır ve kafa derisinden bir parça keser. Cevher bıçağını çıkardığında syuzhet mayın sekansındaki içsel normu yineler. Ses kuşağı sadece müziğe izin verir. Derisi yüzülen adamın acıyla açılan ağzından çıkan çığlığını duymayız. Biçim böylece Cevher’in yaptığı acımasız hareketle onun Güneydoğu’da tek kulağının duyma yeteneğini kaybetmesinin yarattığı travmayı bağdaştırır. Sonraki sekansta anlatı yine Rıdvan’a döner. Anlatı sanki Rıdvan ve Cevher’in öykülerini paralel anlatacak gibi yapar. Ancak burada Rıdvan’ın öyküsüne geçtikten Kamera film boyunca elde taşınır. Kameranın temel işlevi karakterin ruhsal durumunu, iç dünyasını yansıtmaktır. Kamera genelde huzursuz bir şekilde uzamı tararken, örneğin Rıdvan sözlüsü ile buluştuğunda sabitleşir. Ani çevrinmeler yerine geleneksel açı/karşı açıyı kullanır. Rıdvan kahveye geldiğinde kamera yine huzursuz biçemini takınır. Ses kuşağı soba çıtırtılarını çatışma sesine dönüştürürken kamera Rıdvan’ı yakın çekime hapseder. Rıdvan tedirgin bir şekilde etrafı süzer. Böylece anlatı iletişimselliğini sürdürerek Rıdvan’ın iç dünyasını yansıtır. Rıdvan bu durumdan masaya gelen gençleri fark ederek çıkar. Gençler askerlik hakkında sorular sorarken, kendisi hakkında üretilen dedikoduları da söylerler. Rıdvan sinirle masadaki her şeyi devirerek kalkar ve küfreder. “Bu bacağı sizin için kaybettim ulan”. Rıdvan yakın arkadaşı Sencer’i ziyarete gider. Sencer’in bir çömlek atölyesi vardır. Bu sahne anlatı açısından son derece önemlidir. Bu nedenle bilgiselliğin derecesi yüksektir ama merak unsuru için syuzhet iletişimselliği kısıtlar. Rıdvan Sencer’in dükkânında Firuz ile tanışır. Firuz eskiden Bingöllü Devran adlı biriyle ortaklık yapmıştır. Devran’ın kızı Elif ise Rıdvan’ın eski sınıf arkadaşıdır. Babası Bingöl’e dönerken Elif’i de götürmüştür. Daha sonra Rıdvan Sencer’in işyerindeki tuvalette esrar içerken bir kızın hayalini görür dışarıda. Korkuyla saklanır. Syuzhet bir süreliğine bilgiyi kısıtlar. Dışarıdaki hayal kimindir? En güçlü varsayım onun Elif olduğudur. Ancak Rıdvan’ın arkadaşının hayalinden neden korktuğu bir fabula boşluğu oluşturur. Ancak syuzhet çok geçmeden Rıdvan’ın neden Elif’in hayalinden korktuğunu açıklayacaktır. Rıdvan içeri döndükten sonra Firuz gitmeye davranır. Rıdvan ısrarla onu yanına çağırır ve Elif’in eskiden sevgilisi olduğunu açıklar. Rıdvan Elif’in fotoğrafını gösterdiğinde hayaldeki kızın o olduğunu anlarız. Syuzhet iletişimselliği çok kısa süreliğine kısmıştır. Ancak Rıdvan “Bingöllü Devran köyüne gitmeseydi benim bacağım da kopmayacaktı” der ve Devran’a küfreder. Syuzhet geçici bir süreliğine yeni bir boşluk yaratmış, bilgiyi kısıtlamıştır. Ancak bu seyirci tarafından normal karşılanır. Çünkü geleneksel anlatıda ancak bilmemiz gereken kadarını biliriz. Gerçek hayatta da her şeyi tamamen bilemeyiz. Bu nedenle belirli bir derece belirsizlik anlatıyı gerçekçi kılar (Thompson, 1988, 228). YazıTura’da syuzhet fabula bilgisinin bir kısmını tutarak anlatıyı ilerletecek, merak unsuru oluşturacak kadar boşluk bırakır. Ancak bu boşluk sürekli olmaz. Rıdvan sarhoş olduğu için Sencer’den kendisini sözlüsü Şefika’nın evinin önüne götürmesini ister. Evin önünde yere düşer. Şefika pencereye çıkarken Sencer onu yerden kaldırır ve eliyle Şefika’ya bir işaret yapar. Anlatı bunu hem bizim hem de Rıdvan’ın görmesini sağlar. Rıdvan kuşkulanır ve neden öyle yaptığını sorar. Sencer geçiştirir. Burada seyircinin bilgisi Rıdvan’la eşittir. Seyirci de emin olmamakla beraber Sencer ve Şefika arasında bir ilişki olabileceğinden kuşkulanır. Rıdvan ve Sencer kavga ederler. Rıdvan silahına davranınca Sencer üstüne atlar. Burada gece karanlığında ışıksız çekilen bu sahne seyircinin sahneyi izlemesini zorlaştırır. Ancak bu zorluk anlatıyı etkilemez ve seyirci gerçekçi güdüleme ile sahneyi anlamlandırır. “Karanlıkta görüş kısıtlanır.” akademia sonra bu öykü bitene kadar tekrar Cevher’e dönmez. Bu da anlatı yapısı açısından bir farklılaştırmadır. Rıdvan ayna karşısında kendini seyreder. Kamera yakın çekimdedir. Milli takım forması giyer, ay yıldızlı kolye takar. Silahını beline takar. Evden çıkar. Tedirgin bir şekilde durur. Etrafı dinler. Kamera öznel açıda etrafa çevrinir. Öznellik iletişimselliğin en uç derecesidir. Bu sahne, Rıdvan’ın öznel çekimleri ile döndüğü memleketinin onun için yabancı, tedirgin edici, tekinsiz bir yer olduğunu vurgular. Ses kuşağı da tedirgin edici müzik/efekt karışımı ile bunu destekler. Rıdvan’ın memleketi Göreme’dir. Göreme’nin dünyaca ünlü doğal güzellikleri, mağara evleri anlatıda tam tersine kasvetli, tekinsiz, yabancı bir yer duygusu uyandırır. Syuzhet uzamı da bu şekilde farklılaştırır. 114 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Babası Şefika’ya Rıdvan’la evlenmek isteyip istemediğini sorar. Annesi “Sakata verecek kızım yok” diye atılır ama baba onu azarlayarak Şefika’ya tekrar sorar. Şefika cevap vermez. Sonraki sahnede Şefika’nın annesi pazarda Rıdvan’ın annesi ile karşılaşır ve babasının Şefika’yı vermediğini söyler. Böylece Şefika’nın da Rıdvan’la evlenmek istemediğini anlarız. Bu tür kısa süreli boşluklar çoğunlukla çok geçmeden syuzhet tarafından çözümlenir. akademia Sonraki sahnede Rıdvan Sencer’den özür diler. Bu sahne de çok iletişimsel ve bilgiseldir. Rıdvan tüm iç dünyasını açığa vurur. “Eriyorum ben Sencer, beynim eriyor benim, sesler duyuyorum. Korkuyorum ben Sencer, hayaletler var bu evlerde”. Ardından Şefika’yı kaçırmak için Sencer’den borç ister ancak Sencer parası olmadığını söyler. Bu sahneden sonra Rıdvan’ın psikolojisi iyice bozulur. Gece yine sesler duyar. Silahıyla kalkar, kimseyi göremez. Bu sahnede biçim yine iletişimselliğe katkıda bulunur. Rıdvan elinde silah korkuyla dışarı doğru bakarken kamera çevrinerek Rıdvan’ın aynadaki yansımasını gösterir. Yansıması Rıdvan’ın baktığı yönden kendisine doğru bakmaktadır. Korktuğu aslında kendisidir. Daha sonra pencerede Elif görünür. Rıdvan korkuyla büzüşür ve annesini yardıma çağırır. Eski sevgilisinden neden korktuğu hala belirsizdir. 115 Rıdvan Şefika’yı arar ve onu kaçırmak istediğini söyler ancak Şefika onunla evlenmek istemediğini söyler. Sonraki sahnede Sencer telefonda birisiyle görüşmektedir. Sencer karşıdaki kişiden 2000 dolar borç ister. Telefondaki kişiyle meyhanede buluşmak üzere sözleşirler. Syuzhet burada bilgiyi bir süreliğine kısıtlar. Sencer kiminle konuşmuştur? Sonraki sahnede önce Rıdvan, ardından da Firuz meyhaneye gelir. Rıdvan onunla beraber içmek ister. Firuz “Sencer gelecekti” deyince Sencer’in telefonda Firuz’la konuştuğunu anlarız. Sonraki planda Sencer arabayla gelirken bir kızla telefonda konuşur. Birlikte kaçma planı yaptıkları diyalogdan anlaşılır. Syuzhet bilgiyi yine keser. Seyirci telefondaki kızın kim olduğunu bilmez ama en yakın varsayım Şefika’dır. Kavgadan önceki sahnede syuzhet bunun ipuçlarını ekmiştir. Sencer de meyhaneye gelir, masaya oturur. Rıdvan’a soğuk davranır. Rıdvan “Bu akşam da içeceğim sonra tövbe, yoksa bu kızı vermeyecekler bana” der. Kamera yine hareketlidir. Karakterlere yaklaşır. Seyircinin “Oradalık” duygusunu arttırır. Meyhanede Rıdvan Firuz’a “Sana bir şey anlatacağım. O zaman daha iyi anlayacaksın neden kendimi bu hale soktuğumu” der. Syuzhet tuttuğu bütün fabula bilgisini serbest bırakmak üzeredir. Meyhanede Rıdvan girdiği bir çatışmayı anlatmaya başlar. Rıdvan çatışmayı anlatmaya başladığında kamera Rıdvan’ın karşısında oturup ilgiyle dinleyen Sencer ve Firuz ile Rıdvan arasında hızlı bir şekilde çevrinir. Biçim burada kesmeye başvurmaz. Olay ilgi çekici bir askerlik anısı gibidir. Daha sonra Rıdvan yaralı kadın teröristi fark ettiğini anlattığında kamera Rıdvan’ın yakın çekiminde kalır. Rıdvan yaralı terörist kendisine ateş ettiğinde onu öldürdüğünü anlatır. Olay buraya kadar diyalogla anlatılır. Bunun temel nedeni yine syuzhet’in karakterin duygularını yansıtma isteğidir. Rıdvan olayı anlatırken sesi titrer, çok etkilendiği bellidir. Rıdvan çatışmayı anlattıktan sonra “Sonra sabah oldu” dediğinde flashback’le filmin ilk başındaki sahneye döneriz. Teröristlerin cesetlerini arayan askerlerden biri Rıdvan’ı çağırır ve elindeki şeye bakmasını ister. Bu Rıdvan ve Elif’in fotoğrafıdır. Rıdvan nereden bulduğunu sorunca “Senin vurduğun kadının üstünden” cevabını alır. Rıdvan cesedin yanına gider. Yerde yatan Elif’tir. Bunun üzerine Rıdvan ateş ederek koşmaya başlar ve mayın patlar. Syuzhet geciktirdiği fabula bilgisini serbest bırakmıştır. Rıdvan’ın mayına neden bastığı oraya çıkar. Sencer ve Firuz’u meyhaneden çıkarken görürüz. Syuzhet en büyük soru işaretini burada yaratır. Sencer “Elif’i vurdum diyor ama benim bildiğim Elif yaşıyor” der. Bu Rıdvan’ın verdiği Şefika’ların evinde telefon çalar. Şefika telaşla “Alo Sencer” diye açar. Ancak karşıda şok olmuş bir şekilde Rıdvan vardır. Seyirci de Rıdvan’la birlikte Şefika’nın Sencer’le kaçacağını öğrenir. Sonraki plan birleşen iki sokağın genel çekimidir. Birinden uzaktan Rıdvan gelir, diğer sokaktan ise Sencer’in arabası görünür. Şefika’nın evi aynı sokaktadır. Bu plan aynı çekim içinde paralellik yaratır. Şefika arabaya biner. Rıdvan onlara doğru koşarken düşer ve protez bacağı yerinden çıkar. Şefika ve Sencer uzaklaşırlar. Rıdvan şok olmuş bir şekilde protez bacağını bırakarak oradan uzaklaşır. Bir yerde oturur. Yine Elif’in hayalini görür ama artık korkmamaktadır, gülümser. Rıdvan silahı ağzına doğrultur. Onu arayan annesi silah sesini duyarak endişeyle doğrulur. Kararma ile bölüm biter. Galata kulesinin görüntüsü ile Cevher’in öyküsü devam eder. Cevher’i bir kadın kuaföründe görürüz. Bu sahnenin işlevi Cevher’in işi hakkında bilgi vermektir. Önce seyirci Cevher’i mekanla ilişkilendiremez ancak diyaloglar orada bulunan bir kadının birisine para kaptırdığını ve onun geri alınmasını kuaför Zeyyat’dan istediğini anlatır. Zeyyat da Cevher’i işaret ederek “Paranızı geri alır siz de payını verirsiniz” der. Böylece Cevher’in tahsilât işlerine bulaştığını anlarız. Yazı-Tura daha önce vurgulandığı gibi karaktere ilişir. Syuzhet bu kuralı genellikle fabula bilgisi iletmek için kırar. Kuaför sahnesinden sonra babası Cemil ve amcasını evde içerken görürüz. Cevher’den konuşurlar. Cemil Cevher için endişe ettiğini söyleyince amcası uyuşturucu işine bulaşmadığını, sadece bir tefeci için tahsilat yaptığını, büfe para getirince bırakacağını söyler. Babası “Ben adam değilim ki oğlum. Babalık yapamadım ikisine de” der. Syuzhet Cevher’in bilmediği bir bilgiyi seyirciye vererek bilgiselliği sürdürür ancak ikinci kardeşin kim olduğunu geçici bir süre gizleyerek iletişimselliği kısıtlar. Bu sahneden sonra Cevher’i kız arkadaşıyla sevişirken görürüz. Bu sahnenin temel işlevi Cevher’in karakterini daha iyi yansıtmaktır. Cevher kokain kullanır ve sevgilisi Nazan’dan da çekmesini ister. Nazan gönülsüzce “lütfen der misin?” dediğinde Cevher “Çek ulan” karşılığını verir. Ardından deprem olur. Filmin başında 1999 yazdığı için seyirci gerçekçi güdüleme ile depremin 17 Ağustos 1999 Marmara depremi olduğu sonucunu çıkarır. Deprem sekansının önemli bir işlevi daha vardır. Biçemin dayandığı arka planı ortaya koyar. Deprem sahnesinden sonra kamera yıkıntılar arasında dolaşır. Acı içinde ağlayan, şok geçirmiş insanlar, yıkıntılar ve kurtarma ekiplerinin çalışmalarının arasında çevrinerek, zoom yaparak gezer ve seyirciye karanlık, grenli, titrek görüntüler sunar. Bu, seyircinin gerçek deprem sonrası televizyonlarda izlediği görüntülerden aşina olduğu bir tarzdır. Syuzhet aynı şekilde enkaz altından babasını kurtarmaya çalışan Cevher’i gösterir. Film biçimsel yapısını borçlu olduğu tarzı gözler önüne serer. Daha sonra dünya televizyonlarından çeşitli haber görüntüleri gösterilir. Seyirci bunu gerçekçi şekilde güdüler. Çünkü bu tür büyük felaketleri sergileyen filmler inandırıcılığı arttırmak için haber görüntüleri kullanır. akademia bilgiyle çelişir. Firuz devam eder “Yalnız doğruluk payı da var. Devran gerçekten teröre karışmış orada. Hatta beni de sorguladılar eski ortağız diye” der. Rıdvan doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor, yoksa yaşadığı travma nedeniyle hayal mi görüyor belirsizdir. Syuzhet fabula’yı oluştururken ilk kez gelenekselden uzaklaşır. Bu uzaklaşma Rıdvan’ın geçirdiği travmaya bağlıdır. Yaşadığı travma nedeniyle Rıdvan’ın sözüne güvenilmez. Yalan söylüyor, doğru söylüyor ya da hayal kuruyor olabilir. Syuzhet’in bu çok önemli fabula bilgisini boşlukta bırakması bu nedenle syuzhet’i gerçekçi güdülemenin yönlendirdiğini vurgular. Çünkü geleneksel anlatıda tam tersine kompozisyonal güdüleme gerçekçi güdülemenin önüne geçer. Yazı-Tura’da syuzhet kompozisyonal güdülemeyi ön plana koymak isteseydi Elif’in sonu konusunu muğlak bırakmazdı. Ancak filmin asıl derdi Elif’in sonundan çok Rıdvan’ın yaşadığı travmadır. Bu nedenle kompozisyonal değil gerçekçi güdüleme ön plandadır. 116 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia Ayrıca gerçekten de 17 Ağustos depremi gibi büyük bir deprem tüm dünya televizyonlarında yer bulmuştur. Ancak syuzhet’in bu televizyon haber bültenlerini göstermesinin, özellikle de Yunanistan televizyonunun üzerinde durmasının kompozisyonal bir güdülemesi vardır. Haber görüntülerinin hemen ardından gelen sahne bunu ispatlar. Sahnede Cevher babasını hastaneden çıkarırken merdivenlerde yaşlıca bir kadın ve genç bir erkekle karşılaşırlar. Cemil kadınla göz göze geldiğine şok olur. Cevher’den kendisini oturtmasını ister ve kadına “Tasula” diye seslenir. Ardından da genç erkeğe işaret ederek “Teoman mı?” diye sorar. Tasula’nın onay vermesiyle Cevher’e dönerek “Ağabeyin” der. Bu sahnede syuzhet yine sakin bir kamera tercihiyle geleneksel açı/karşı açıyı kullanır. Cevher şaşkınlıkla Teoman’a bakar. Biçim Cevher’in öznel bakışı ile Teoman’ın uzun saçlarını, kulağındaki küpeyi, kolyesini ve başparmağına taktığı yüzüğü tarar. Kamera Cevher’e döndüğünde Cevher kızgınlıkla biraz uzaklaşıp dönerek inanmaz gözlerle tekrar bakar. Delikanlılığı tavırları ve giyimiyle ön planda tutan Cevher için eşcinsel bir ağabey en az Güneydoğu’da yaşadığı travma kadar büyüktür. Sonraki sahnede ortaya konacağı gibi Yunanistan’da yaşayan Tasula Cemil’in eski karısıdır ve Teoman ilk oğludur. Syuzhet TV haber görüntüleri arasına Yunan TV’sini koyarak hem gerçekçi güdüleme oluşturmuş hem de daha sonra seyircinin Tasula ve Teoman’ın bu görüntüleri seyrettikten sonra Türkiye’ye gelmeye karar verdikleri sonucunu çıkarmasını sağlayarak aynı zamanda kompozisyonal güdüleme işlevi yüklemiştir. 117 Sonraki sahne evde geçer. İnsanlar başsağlığına gelirler. Babası deprem sırasında amcası Maksut’la birlikte olduğu için Maksut’un ölmüş olabileceğini düşünür seyirci. Evde Tasula ve Teoman bir odada yalnızdır. Teoman eşyalara dokunur. Duvardaki Meryem Ana ikonasının ışığını yakar. Ev onlardan kalan izlerle doludur. Tasula mutfağa indiğinde yemek getiren bir kadın onu tanıyarak sarılır. Geleneksel anlatı kimi sahnelerde anlatıyı doğrudan ilerletmeyen, geciktiren unsurlara yer verir. Thompson buna basamaklı anlatı der (1988, 55). Teoman’ın evdeki eşyaları incelemesi ve mutfaktaki kadın geciktirici unsurlar gibi görünürlerse de aslında önemli kompozisyonal güdülemeye sahiptirler. Daha sonra Cevher’e açıklayacağı gibi Teoman o evde doğmuştur. Ancak daha sonra açıklanacağı gibi annesi ile birlikte Yunanistan’a gitmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Teoman’ın eşyaları dokunarak hatırladığı sahne sadece Cevher için değil Türk toplumu için de geçmişin gölgesini temsil eder. Tasula’ya sevgi ile sarılan komşu da hem fabula bilgisi verilmesine aracı olur, hem de geçmişte Rumlarla sorunsuz bir şekilde birlikte yaşayan hoşgörülü Türk toplumunu temsil eder. Cevher ve arkadaşları Gazi büfenin yıkıntılarına bakarak otururlar. Cevher’in arkadaşı Hamit Teoman’ı gözlerinden tanıdığını söyler. Diğer arkadaşı Teoman ve Cevher’in çok benzediklerini söyleyince Cevher onu tokatlar. Ağabeyini kabullenemez. Evde Cemil Teoman’a özlemle sarılırken Cevher gelir ve odasına gider. Cevher odasında yaşadığı travma her depreştiğinde yaptığı gibi kulağını tutarak sallanırken dışarıdan babasının sesi gelmektedir. “Burada kalın. Ne iyi ettiniz de geldiniz. Ailecek kalalım”. Bu sözlerin Cevher’de yarattığı acıyı syuzhet Cevher’e ilişerek sergiler. Syuzhet Cevher’in iç dünyasını sergilerken yine son derece iletişimsel olmuştur. Maksut’un cenaze sahnesi syuzhet’in farklı bir biçimsel yapı kullandığı bir sahnedir. Cenazede Cevher’in arkadaşı Hamit Teoman’a kendisini hatırlayıp hatırlamadığını sorar. Teoman çok iyi hatırlamaktadır. Hamit, Teoman’a Cevher’in kusuruna bakma diyerek savaşta kulağının sağır olduğunu anlatır. Teoman Cevher’e doğru yürürken Hamit’in sesi Cevher’in başına gelenleri anlatmaya devam eder. Syuzhet zaman-çekim ilişkisini farklılaştırır. Teoman Cevher’in yanına gelerek amcasını kendisinin de çok sevdiğini, küçükken kendisini oynattığını anlatır. Ancak Cevher kuaför Zeyyat’ın yanına gider. Teoman Hamit’e Cevher’i sorar. Tarlabaşı’nda olduğunu öğrenince onu aramaya gider. Daha sonra Cevher’e telefon eder ve bir barda olduğunu söyleyerek yanına çağırır. Cevher gitmek istemez ama Teoman “Erkeksen gelirsin” deyince gitmek zorunda kalır. Sonraki bar sahnesinde dekorun da kompozisyonal güdülemeye sahip olabileceğinin iyi bir örneği vardır. Barın girişindeki duvar büyük bir resimle kaplıdır. Resimde aynı yüzün yarısı erkek yarısı kadın olarak çizilmiştir. Burada Teoman Cevher’e neden eşcinsel olduğunu anlatır. Atina’ya taşınınca babası yerine koyduğu yaşlı komşu ona tecavüz etmiştir. Ardından bardaki bir kadından ruj alıp sürer ve Cevher’i dudağından öper ve daha önceki sahneyi hatırlatacak şekilde aynaya bakmasını sağlayarak “Birbirimize benzedik değil mi?” diye sorar. Cevher viski şişesini alır, Teoman’a vurmak üzereyken, şişeyi kafasına diker ve püskürtür. Öznellik Teoman’dan Cevher’e geçer. Cevher sokaklarda ağlayarak yürümektedir, kuaföre döner. Teoman taksi beklerken dayak yiyen bir travestinin yardımına koşar. Adamlar onu da dövmeye başlarlar. Anlatı nedenselliği güçlendirmek için daha önce aynı noktadan Cevher’in travestiyi görebildiğini göstermiştir. Cevher Teoman’ın dayak yediğini görünce yardıma koşar. Sahnede ağırlıklı olarak Cevher’in öznel açıları vardır. Anlatı daha önceki kafa derisi yüzme sahnesindeki normu tekrarlar ve ses kuşağı yalnızca müziğe geçiş verir. Kavga seslerini duymayız. Teoman’ı döven adamın önce boğazını keser sonra da kulağını. Teoman’ı kucaklayarak Zeyyat’a getirir. “Abim o benim, öz abim. İyileştir onu. Ben kayboluyorum, cinayet işledim” der. Cevher nihayet abisini kabul etmiştir. Ancak çıkışta polislere yakalanır. Cevher “kelepçe yok kelepçe yok, gaziyim ben” diye seslenir. Kamera yine hızla çevrinir, öznel açılar ağırlıktadır. Filmin son sahnesinde, ilk sahnedeki askeri kamyon uzaklaşırken Rıdvan ve Cevher’in hayallerini anlattıkları sesleri duyulur. Sonuç Yazı-Tura’nın anlatısının neoformalist yaklaşımla incelenmesi syuzhet’in ve biçimin fabula’yı oluştururken temelde iki karakterin yaşadığı travmaya odaklandığını ortaya koyar. Filmin anlatısal ve biçimsel araçları bunun için çalışırlar. Syuzhet bunu iki şekilde gerçekleştirir. Birincisi YazıTura’nın syuzhet’i fabula bilgisini genellikle iletişimsel olarak sunar. Syuzhet fabula’da bazı boşluklar oluşturur. Bu boşluklar, Rıdvan’ın neden mayına bastığı, Şefika ile evlenip evlenmeyeceği, Cevher’in babasının bahsettiği ikinci kardeşin kim olduğu, akademia Cevher’in duymayan kulağına konuşmaktadır. Cevher onu duymaz. Cevher’in Teoman ile ilişkisi diyaloğa kapalıdır. Sonraki gece sahnesi syuzhet’in tutuğu tüm fabula bilgisini serbest bıraktığı sahnedir. Cemil, Cevher’in annesinin doğumda öldüğünü anlatır. Ardından günah çıkarır gibi olayları Teoman’a aktarır. Kıbrıs olayları sırasında arkadaşları ile Rum kadını Tasula ile yaşadığı için kavga eden Cemil, eve gelip Tasula ile de tartışır ve onu çocuğuyla evden kovar. Bu olayı mantıken Tasula’nın da Teoman’a anlattığı düşünülebilir. Çünkü hastanede Teoman Cemil’e arkasını dönmüştür. Ancak syuzhet babanın bir anlamda günah çıkarması üzerinden olayı seyirciye aktarırken yüksek derecede iletişimseldir. Ardından Teoman Cevher’in odasına girer. Onunla konuşmaya başlar. “Ben bu evde doğdum. Bu ev benim, bu sokak benim. O adam benim de babam. Sen kimsin. Ben doğdum bu evde, sen yoktun. Ben annemle kovuldum buradan. Ben de bilmiyorum seni. Niye istemiyorsun beni.” Cevher cevap verir “Sen başkasın ben başka. Benim gibi olsan böyle olmazdı”. Daha sonra Teoman’ın saçından tutarak aynaya yaklaştırır “Bak bakalım neremiz benziyor?” diye sorar. Aynada her ikisinin görüntüsü vardır. Burada syuzhet bir ekme yapar. Ayna ve benzeme tartışması daha sonra tekrar gündeme gelecektir. Bu sahnede Teoman ve Cevher birlikte olmasına rağmen anlatı ağırlığı Teoman’dadır. Syuzhet Teoman’ın duygularını sergiler. Cevher ise yine uzlaşmazdır. 118 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Cevher’in abisi Teoman’ı kabullenip kabullenmeyeceği gibi bir süre sonra syuzhet tarafından doldurulan boşluklardır. Anlatı yüksek dereceli bir bilgiselliğe ve iletişimselliğe sahip olduğu için bu boşluklar uzun sürmez. Ancak filmdeki en temel boşluk Rıdvan’ın sevgilisi Elif’i çatışmada gerçekten öldürüp öldürmediğidir. Bu da anlatının odak noktasını bulmamızı sağlar. Filmin odaklandığı nokta Rıdvan’ın neden mayına bastığı değil, Güneydoğu gerçeğinin göreceliğidir. Aynı zamanda syuzhet Rıdvan gibi sadece fiziksel değil, ruhsal yaralarla Güneydoğu’dan dönen gençlerin dramına odaklanır. Bunu destekleyen diğer nokta syuzhet’in Cevher ve Rıdvan’a ilişmesidir. Bu ilişme hem iletişimselliği arttırır, hem de öznelliği arttırarak iki karakterin yaşadığı travmayı dışa vurur. akademia İkinci nokta filmin biçeminin syuzhet’i desteklemesidir. Filmde kullanılan DV kamera 35 mm film kamerasına göre bir dezavantaja sahiptir. Özellikle grenli görüntü, kontrast yetersizliği, renk skalasının darlığı, hızlı çevrinmelerdeki görüntüdeki deformasyon gibi dezavantaj olabilecek unsurları biçem kendi yararına kullanır.3 Deprem sahnesinde olduğu gibi gerçek dünyada şahit olduğu haber görüntüleri, reality showlar ve belgesel programlardan aşina olduğu bu estetiği seyirci gerçeklikle özdeşleştirir. Bu tarz aynı zamanda karakterlerin yaralı iç dünyasını dışa vuran biçimsel bir araca dönüşür. Özellikle Rıdvan ve Cevher’in sahnelerinde kamera çoğunlukla yakın çekimdedir. Bu yakın çekimler seyircinin karakterlerin iç dünyası ile ilişki kurmasını kolaylaştırır. Bu çekimleri takip eden öznel çekimler de bunu destekler. Anlatıdaki öznellik arttıkça syuzhet biçimi daha fazla farklılaştırır. Seyirci karakterlerin gördüğü hayallere, kabuslara ya da hatırladıkları 119 3 Yönetmen Uğur Yücel Altyazı dergisindeki söyleşide DV kullanımının ekonomik bir gereklilik olarak mı tercih edildiği sorusuna “Tamamen estetik bir tercih. Yoksa dijital ortam daha ucuz değil” cevabını verir (2004, 45). şeylere şahit olur. Bordwell anlatı bilgisinin derinliğinin öznellik ve nesnellik derecesine bağlı olduğunu vurgular. Anlatı karakterin bütün zihinsel dünyasını sergilediğinde verdiği bilgi daha derin olur (1985, 58). Seyircinin alışık olduğu devamlılık kurgusu yerini sıçramalı, eksiltmeli, parçalı bir kurgu anlayışına bırakır. Bu da yine karakterlerin huzursuz, parçalı, tedirgin iç dünyalarını dışa vuran bir araç olur. Neoformalist terimle ifade edecek olursak Yazı-Tura anlatısal açıdan geleneksel anlatıya uygun bir yapıya sahipken syuzhet biçimi farklılaştırır. Seyircinin alışık olduğu geleneksel devamlılık kurgusu yerine sıçramalı, planların birbiri ile eşleşmediği bir kurgu kullanır. DV kullanımı ve kameranın sürekli hareket etmesi, çevrinmesi, ani zoom hareketleri yapması da bu farklılaştırmaya örnektir. Geleneksel devamlılık kurgusunda seyirci daha önceden sahip olduğu biçimsel şemaları kullanır. Örneğin iki karakter konuşurken açı/karşı açı konuşan kişiyi seyirciye gösterir. Ya da sahnenin başındaki genel çekim ölçeği uzamı ve uzamdaki karakterleri, birbirlerine göre konumlarını seyirciye tanıtır. Oysa Yazı-Tura’da seyirci yeni bir biçimsel şema oluşturmak zorundadır. Bu şemada da gerçek yaşamdaki video ve TV görüntüleri hakkındaki bilgisinden yararlanır. Tekrar vurgulamak gerekirse Yazı-Tura sadece biçimi farklılaştırır. Syuzhet’in fabula bilgisini iletmesini zorlaştırmaz. Biçimdeki farklılaştırma, biçimin rahatsız ediliciliği tema ile de uyuşur. Sonuç olarak Yazı-Tura güneydoğudan dönen karakterlerini yaşadığı travmaya odaklanan bunu da syzuhet’in fabula’yı oluşturmasında temel etken olarak alan ve biçimle de bunu destekleyen bir filmdir. Kaynakça Berger, A.A. (1997). Narratives in Popular Culture, Media and Everyday Life, London: Sage Publications. Bordwell, D. (1985). Narration in the Fiction Film. Wisconsin: University of Wisconsin Press Bordwell, D. (1987). Historical Poetics of Cinema. R.B.Palmer (Ed.), The Cinematic Text: Methods and Approaches. (s. 369-398).New York: AMS Press Chatman, S. (1983). Story and Discourse, Narrative Structure in Fiction and Film. London: Cornell University Press, 2.Baskı. Kıran Z. ve Kıran A.E. (2000). Yazınsal Okuma Süreçleri. Ankara: Seçkin Yayınevi. Köstepen, E. (Eylül 2004). Uğur Yücel: Üzerim Kirli İçim Temiz. Altyazı.32, 44-46. Mutlu, E. (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınevi, 2. Baskı. Özön, N. (2000). Sinema Televizyon Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Şklovski, V.(1995). Teknik Olarak Sanat. T.Todorov (Der) Yazın Kuramı Rus Biçimcilerin Metinleri. (s.66-83) ( M.Rifat-S.Rifat, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Thompson, K. (1988). Breaking the Glass Armor, Neoformalist Film Analysis. Princeton: Princeton University Press. Tinyanov, Y. (1995) Yazınsal Evrim Üstüne. T.Todorov (Der) Yazın Kuramı Rus Biçimcilerin Metinleri. (s.104-118) ( M.Rifat-S.Rifat, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. akademia Tomaşevski, B. (1995). Tema Örgüsü. T.Todorov (Der) Yazın Kuramı Rus Biçimcilerin Metinleri. (s.225-259) ( M.Rifat-S.Rifat, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 120 Erciyes İletişim akademia 121 2009 TEMMUZ IŞIK VE AYDINLATMA: IŞIĞIN TELEVİZYON ve SİNEMADA İŞLEVSEL KULLANIMI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Fatih Bayram∗ Özet Işık, insan yaşamının temel gereksinimlerinden birisidir. Işık, aydınlatmadan ısınmaya ve sanatsal faaliyetlere kadar gündelik yaşamın içindedir. Görsel algılama için temel kaynaklardan biri olan ışık aynı zamanda resim sanatında, fotoğrafçılıkta, televizyon ve sinemada duygusal etkiler oluşturmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu etkilerin oluşturulmasında ışık kaynağı kadar, ışığın yönüne bağlı olarak kullanımı da önemlidir. Gerek yapay gerekse doğal ışık kaynaklarıyla oluşturulan ortamlar teknik, estetik ve psikolojik aydınlatmada dramatik etkilerin gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada genel olarak ışık ve aydınlatma kavramlarına değinildikten sonra, ışığın ve aydınlatmanın televizyon ve sinemada işlevsel kullanımına ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Betimsel tarama yöntemi kullanılarak yapılan bu çalışmada, ışık kavramı ile birlikte oluşan gölge, ışık kaynağı ve ışık yönü kavramları da irdelenmektedir. Anahtar Kelimeler: Işık, Aydınlatma, Işık Kullanımı LIGHT AND LIGHTING: AN EVALUATION ON FUNCTIONAL USE of LIGHT in CINEMA and TELEVISION Abstract One of the basic needs of human life is light. Light is in everyday life from lighting to warming and artistic activities. Light is one of the main resources of visual perception; at the same time it is using for creating emotional effects in the painting, photography, television and cinema. Light source and light direction is important for composing these effects. Ambiences generated with artificial and natural light resources provide for realization of dramatic effects in technical, aesthetic and psychological illumination. In this study, light and lighting concepts were mentioned in general, after made assessments on the functional use of light and lighting. In this study, it is used descriptive scanning method and touch on shadow with light, light resource and light direction. akademia Key Words: Light, Lighting, Using Light ∗ Arş. Gör. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi 122 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş Yaşam için önemli kaynaklardan birisi ışıktır. En büyük ışık kaynağı olarak güneş, tüm canlıların yaşamını devam ettirebilmesi için gereklidir. İnsanlar için hem aydınlatma ve ısınma kaynağı olan ışık hem de beslenme için gerekli olan gıdaların yetişmesi için önem taşımaktadır. Bireylerin temel duyularından biri olan görme ve buna bağlı olarak görsel algılama için gereken ilk kaynak da ışıktır. İnsanın çevreyi, nesneleri görmesi ve algılaması için gereken ışık, aynı zamanda görsel algılamayı, mekan ve zamana uyumu sağlamaktadır. Örneğin gece ve gündüz olarak 24 saati ikiye bölen insanoğlu, yolunu bulmak için de ışıktan yararlanmaktadır. Gece-gündüz, akşamsabah gibi kavramları ışık doğurmuştur. Zamanın belirlenmesi ve ölçülmesinde kullanılan bu kavramların kaynağını ışık oluşturmaktadır. Işık, gündelik yaşamda birçok mecrada insanları etkileyebilen bir öğe olarak yer almaktadır. Otomobil gibi araçların gece ilerleyebilmesine olanak sağlayan ışık bazen, televizyon gibi bir araçla bireylerin eğlenmesini sağlayan araçların çalışma düzenini oluşturmaktadır. 1. Işık ve Gölge akademia Yüzeysel bir tanımla ışık, bireylerin çevresindeki nesneleri görmesine ve renkleri ayırt etmesine yarayan enerji şeklidir. İnsan gözü ancak ışık kaynağını ya da nesnelerden yansıyan ışığı görebilmektedir. Işık ışınları farklı dalga boylarına sahiptir. İnsan gözü 4bin-7bin Angstrom dalga boyları arasındaki ışığı algılayabilmektedir. Bunlar kırmızı, sarı, turuncu, yeşil, mavi, lacivert ve mor renklerdir. Bunun dışında kalan mor ötesi (ultraviyole) ve kızıl ötesi (infrared) ışınlardır ve ancak özel aygıtlar yoluyla görülebilmektedir. 123 Işık, nokta ve dağınık ışık olarak ikiye ayrılmaktadır. Tek bir kaynaktan gelen ışık, nokta ışıktır. Nokta ışığın oluşturduğu gölge sert ve yoğundur. Farklı kaynaklardan gelen ışık ise dağınık ışıktır. Dağınık ışığın oluşturduğu gölge ise dağınık ve yumuşaktır. Işık, kullanım amaçlarına göre ikiye ayrılabilir. Dış ışık aydınlatmayı sağlarken, iç ışık sinema ya da televizyon ekranındaki ışıklı elektronik noktaların yönlendirilmesidir. Işığın fiziksel ve psikolojik özellikleri bulunmaktadır. Fiziksel özelliği çevredeki nesnelerin şekil ve hacmini, büyüklüğünü ortaya çıkarması olarak görülebilir. Işığın psikolojik özellikleri ise anlatıma anlam katmasıdır. Bu yönüyle ışık, fotoğraf, sinema ve televizyonun temel öğesidir. Bir fotoğraf sanatçısı, ışığı etkili bir biçimde kullanarak alımlayıcı üzerinde hüzünlü ya da sevindirici bir duygu uyandırabilir. Günlük yaşamda da ışığın çeşitli kullanımlarıyla karşılaşılmaktadır. Işık bazen karanlığın karşıtı olarak aydınlık; bazen de cehaletin karşıtı olarak bilgidir. Bu bağlamda peygamberlerin ya da lider insanların kutsal kitaplarda ışık olarak nitelendirildikleri görülmektedir. Arnheim, Book of Genesis’te ışıkla ilgili bölümü şöyle aktarmaktadır: “Yaratılış kitabına göre, ışığın yaratılışı ilk günde olmuş, böylece güneş, ay ve yıldızlar ancak üçüncü günde var olmuşlardır” (1974, 303). Işık tanrısal, kutsal değerlerin yansıtıcısı ve ifadesi olmasına karşılık gölge kötü ruhun, şeytanın yansıması olarak; ışık nur, aydınlık olarak anılırken birçok kutsal kitapta gölge siyaha işaret ederek kötülüğün, cehennemin ifadesi olarak kabul edilmektedir. Işıkla birlikte düşünülmesi gereken bir başka kavram ise gölgedir. Gölgeyi oluşturan da ışıktır ki; ışık olmadan gölge olmaz. Gölgenin oluşmasına neden olan etken, ışık kaynağından gelen ışığın önüne çıkan saydam olmayan maddelerdir. Gölge, ışığın önüne çıkan nesnenin biçimini alır ve bir anlamda onun varlığını ortaya koyar. Öyle ki, sessiz bir sokakta yürürken insanın arkasında gördüğü gölgeden bir başka kişinin varlığını hisseder. Işığın çarpacak bir nesne bulamaması gölgenin oluşmaması demektir. Nesnelerden yansıyan ışığın yoğunluğu aydınlık ve karanlık alanları Işığın kendisinin bir fotoğraf konusu olmasının zor olmasına karşılık gölgenin kolayca konu, nesne ve tema olabildiğine değinen Samih Rıfat, bunu şöyle açıklamaktadır: “Işık, nesneleri saran, onların ayrılmaz parçası haline gelen, nesnelerin, bedenlerin, yüzlerin, ‘giyindiği’ bir şey (yansıma durumu dışında). Oysa gölge, nesneden, cisimden sıyrılıp uzaklaşabilen, başka yerlere uzanabilen, sekebilen, vurduğu yüzeyin niteliklerine göre biçim değiştirebilen bir öğe” (2000, 152). Işığın olduğu yerde gölge vardır. Gölge, ışığın kaynağına göre değişir. Doğal ve yapay ışık kaynaklarının oluşturduğu gölgeler farklıdır. Nesnenin görülebilmesini sağlayan ışık olmasına karşın, nesnenin görüntü boyutu içinde çevresiyle ve diğer nesnelerle olan ilişkisini ve hacmini ortaya çıkartan gölgedir. J. Ronchetti’nin ifadesiyle “Gölgeler hiçbir zaman tümüyle ışıktan yoksun değildir” (Parramon, 1998, 27). Gölgenin burada iki önemli işlevi ortaya çıkmaktadır. Birincisi, nesnenin uzay içindeki hacmini ortaya çıkaran gölge, ikincisi ise nesnenin diğer nesnelerle olan ilişkisini ortaya çıkaran gölge, bu iki işlevdir. Leonardo Da Vinci’nin literatüre kazandırdığı bağlı ve atılan gölge ışığın kullanımını vurgulamaktadır. Bağlı gölge nesnenin kendisi üzerinde oluşturduğu gölge olarak tanımlanabilirken, atılan gölge ise nesnenin başka bir nesne ya da yüzey üzerinde oluşturduğu gölge olarak tanımlanabilir. Arnheim, gölgelerin bağlı veya atılan gölge olabileceğini, bağlı gölgelerin cisimler üzerinde doğrudan yer aldığını ve bunların şeklinin boyutsal yapısının kendisini oluşturan ışık kaynağına olan uzaklık tarafından belirlendiğini söylemektedir: “Gözün algılamak zorunda olduğu iki durum vardır. Birincisi, gölge üzerinde görüldüğü cisme ait değildir; ikincisi ise kaplamadığı bir cisme de ait değildir” (1974, 315). Gölgenin resimde ışık gibi renk yoluyla oluşturularak yanılsamaya yol açtığı söylenebilir. Cezanne’ın ifadesiyle “Gölge, tıpkı ışık gibi, ama daha az parlayan bir renktir, ışık ve gölge, son çözümlemede iki ton arasındaki ilişki sorunudur.”Ancak sinemada heyecanlandırma, duygulandırma yoluyla filmin anlamlandırılmasına katkıda bulunan gölge, fotoğrafta, fotoğrafın temeli olarak, fotoğrafın konusu ya da teması olabilir. 2. Işığın Algılanması Evrende görsel olarak algılamayı etkileyen faktörler bulunmaktadır. Bunlar arasında, dış dünyayı oluşturan nesnelerin kendi öz, gerçek nitelikleri, geçmişte yaşananlar, deneyimler, gereksinmeler, davranış ve önyargılar vardır. Işığın doğrudan doğruya görülebilmesi mümkün değildir. Bir ışık kaynağına ya da bir nesneye çarparak yansıyan ışığı görmek olanaklıdır. Bu duruma örnek olarak, canlıların yaşamı için en önemli ışık kaynağı olan güneş verilebilir. Güneşten ya da başka kaynaklardan gelen ışık ışınları nesnelere çarpmaktadır. Nesnenin özelliklerine bağlı olarak ışınların bazıları emilirken bazıları da yansıtılır. Yansıyan ışık ışınları retinada görüntüye dönüşür. Nesnelerden yansıyan ışığın, parlaklığın azalması gözbebeklerini otomatik olarak genişletmektedir. Bu durum, önemli miktarda ışığın göze yansımasına neden olur. Arnheim, “Retinanın alıcı organları da hassasiyetlerini, uyarıcının yoğunluğuna göre ayarlamaktadır” diyerek ışığın parlaklığına göre insan gözünün kendisini ayarladığını ifade etmektedir (1974, 306) Görmeyi sağlayan başlıca etkenin ışık olduğunu belirten Gombrich, renklerin varlığını da ışığa bağlamaktadır: “Gözle görülebilir uzaklıktaki nesnelerin üstlerine düşen ışık olmuştur. Işığın çeşitliliği ve yüzeyde yarattığı tonlar, bize onların biçimlerini; yüzeydeki yansıması, dokuların, spektrumun dalga uzunluklarına tepkileri de renkleri göstermektedir” (2000, 177). akademia yani ışığı ve gölgeyi; yansıyan ışığın içerdiği ise rengi ortaya çıkarmaktadır. 124 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Fizikte görme, nesneden yansıyan ışık ışınlarının göz merceğinden geçerek retinada görüntü oluşturduğu ve bu görüntünün elektromanyetik sinir uçlarıyla beyine ulaştığı şeklindedir (Genç ve Sipahioğlu, 1990, 39). Arnheim, insanın gördüğü parlaklığın karmaşık bir biçimde ışığın dağılımına, gözlemcinin gözleri ve sinir sistemi üzerindeki optik ve fizyolojik işlevine ve bir cismin üzerine düşen ışığın emme ve yansıtmadaki fiziksel kapasitesine bağlı olduğunu söylemektedir (1974, 305). akademia Işığın sanat alanında kullanımında ilk uygulamalar sinema ve televizyondan önce var olan resim sanatında görülmektedir. Sanatçının kullandığı boya maddelerinin doğada varolan ışığı kesinlikle yansıtmadığını söyleyen Gombrich, zeminin koyu olmasının kağıdın beyaz tonu aracılığıyla ışığı gösterebilme olanağı verdiğini, dolayısıyla malzeme karakterinin yüzey için önemli bir araç olduğunu belirtmektedir. Bir resmin iki farklı kopyasının ışıklı ve aydınlatılmış bir ortamda birbirinin aynı olarak görülemeyeceğini ve ışığın gerçek miktarından çok parlaklık aralıkları veya parlaklık dereceleri karşısında insan gözünün tepki verdiğini belirten Gombrich, aydınlatma yoluyla insan psikolojisi ve duygularının anlatılmasının ve etkilenmesinin mümkün olduğunu ifade etmektedir (1992, 47-73). 125 Resim sanatında Rembrandt ve Dürer ile ortaya çıkan gölgesel ve çizgisel üslup ışığı farklı kullanmıştır. Çizgisel üslup çizgileri, gölgesel üslup ise kitleleri görür. Çizgisel üslupta kitlelerin sınırlarının ya da kenarlarının kesin olarak belirlenmesine karşın gölgesel üslupta bu sınırlar belirsizdir. Klasik sanat ışık ve gölgeyi, şekli belirtmek için kullanmıştır. Her ışık tek tek şekilleri belirtmekte, tümü de ekleme ve düzenlemede rol oynamaktadır (Wölfflin, 1995, 31-37). Resim sanatında ışığın kullanımıyla ilgili önemli bir yeri olan Rembrandt için Arnheim’in söylediği önemlidir: Rembrandt’ın tablolarında, maddeler ışığı pasif olarak, dışarıdan bir güç çarpmış gibi güçsüz yansıtıyorlardı. Fakat aynı zamanda kendileri aktif olarak enerji yansıtan ışık kaynağı olmaya başladılar. Aydınlatmaya başlayarak mesaj verdiler. Kandilin saklanışı ne olup bittiğinin pasif görünüşü yok etmek demekti. Aydınlatılan madde birincil, esas kaynak olmaya başladı (1974, 325). 3. Işık Kaynakları, Işığın Yönü ve Etkileri Işık kaynakları doğal ve yapay kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Güneş ve ay doğal ışık kaynaklarıdır. Elektrikli ışıklandırma araçları, mum gibi kaynaklar ise yapay ışık kaynaklarıdır. Işık kaynağının bulunduğu konum, nesnenin gölgesinin oluşumu için önemlidir. Işık kaynağı nesnenin üstünde ise düşen gölge kısa ve küçüktür. Işık kaynağı nesnenin yanında ise gölge uzun olur. Doğal ışık paralel çizgiler şeklinde yayıldığı için doğal ışığın oluşturduğu gölgeler birbirine paraleldir. Örneğin, güneşin günün farklı saatlerinde gökyüzünde alçak ya da yüksek olmasına bağlı olarak gölgeler kısa ya da uzun olmaktadır. Arnheim’in deyişiyle “Güneş çok uzakta olmasından ve ışınlarını dar bir boşluk içinde yaymasından ışınları hemen hemen birbirine paraleldir ve izometrik gölge görünümleri oluşturur yani cisimler üzerindeki hatlar, gölgeler için paraleldir” (1974, 318). Işığın gölge oluşturmasında, ışığın etkilerini oluşturmada ışığın yönü önem taşımaktadır. Işığın kullanımında önden, yanal önden, yandan, üstten, aşağıdan, yan arkadan ve tam arkadan ışıklandırma biçimleri bulunmaktadır. Önden ışıklandırma, nesnenin rengini ortaya çıkartarak gölgelerin arkada oluşmasını sağlar. Yanal önden ışıklandırma, nesnenin önünde 45 derecelik açıyla yer alarak nesneye hacim ve derinlik kazandırır. Nesnelerin formlarını ortaya çıkartır: “Yanal önden ışıklandırma, her şeyden önce, temayı Işığın yönü ve miktarı, nesnelerin üç boyutlu görülebilmesi için önemlidir. Zayıf ışıklandırma yansıma yapmadığı için karanlık gölgeler oluştururken güçlü ışıklandırma çok fazla yansıma yapar ve parlamalara sebep olur. “Işığın türüne göre oluşan farklı kontrastlar, güçlü ya da yumuşak, tutkulu ya da dengeli etkiler yaratır. Işığın miktarı yani ışıklandırmanın az ya da çok olması ise ışık ya da karanlıkla özdeşleştirilen hareket, düşünce ve duyguları anlatmada kullanılır” (Parramon, 1998, 82). Gün ışığı doğal bir ışık kaynağı olarak yaygınlığı, yoğunluğu ve rengi açısından yapay ışık kaynaklarınca oluşturulamaz. Gerçeği daha iyi yansıtan gün ışığı hafızada daha iyi kalır ve yapay ışıkla kuvvetlendirilip yumuşatılabilir. Dolayısıyla gün ışığının hem güçlü hem de doğal bir ışık kaynağı olarak kullanımı, sanatsal faaliyetlerde önemli bir yer tutmaktadır. 4. Aydınlatma ve İşlevleri Işığın ve ışığa bağlı olarak oluşturulan gölgenin manipüle edilmesi ve belirli bir iletişim amacı için kullanılması, kontrol edilmesi aydınlatma olarak tanımlanmaktadır (Zettl, 1999, 17). Aydınlatma, nesnelerin gerçekte ne oldukları, neye benzedikleri ve çevrelerindeki diğer nesnelerle olan ilişkilerinin anlaşılmasına yardım eder. Işıklandırma ise iç ve dış dünyamızın anlaşılmasına, nesnelerin neye benzediğini, nasıl konumlandığını ve yüzeylerin nasıl olduğunun anlaşılmasını sağlar. Aydınlatma teknik açıdan, estetik açıdan ve psikolojik açıdan ele alınabilir. Aydınlatmanın televizyon ve sinemada iki temel amacı bulunmaktadır. Birincisi televizyon kamerasının çalışabilmesi, resimlerin, çekilen görüntülerin görünebilmesi için teknik açıdan gerekli ışığı sağlamak; ikincisi ise, olayların durumu, zamanı ve ne olduklarını izleyiciye gösterebilmek için gerekli ışık. Renk, ışığa bağlı olarak ortaya çıkan, insan gözü tarafından belirli bir dalga boyunda algılanabilen ışık spektrumudur. Objelerin aslında bir rengi olmadığı, üzerlerine düşen ve emilemeyen ışıkları renk olarak yansıttıkları belirtilmektedir. Objelerin üzerine ne kadar ve ne tür ışık düştüğüne bağlı olarak renklerin algılaması değişebilir. Yeterli miktarda ışık alan bir nesne yeterince yansıtma yapacağı için kendi orijinal renginde algılanabilir. Aşırı ışık ise nesnenin renginin bozulmasına yol açarak parlak görünmesini sağlar. Bunun yanında sıcak ve soğuk renkler olarak tanımlanan renkler bireylerin duygularını etkileyebilmektedir (Zettl, 1999, 54-59). Televizyon temelde kırmızı, yeşil ve mavi renklerin farklı derece ve kombinasyonlarda ışık karışımı esasına göre çalışmaktadır. Aydınlatmayı yakından ilgilendiren önemli kavramlardan birisi renk ısısıdır. Isıtılan cisimlerin belli bir renk açığa çıkarmasına renk ısısı denir. Renk ısısının kontrolü, elektronik beyaz dengesi, filtreler ve ışıklarla sağlanır. Elektronik beyaz dengesi, kameranın girdiği her farklı ortam ve çekimde beyaz ayarının yapılmasını gerektirir. Renklerin doğru oluşmasında referans renk beyazdır. Renk ısısının kontrolünü sağlayan bir başka araç ise filtrelerdir. Aydınlatma ortamının renk ısısında farklılık olduğunda kamera ya da aydınlatma kaynakları önüne filtre konularak renkler doğru olarak elde edilebilir. akademia ortaya koyan bir ifade aracıdır ve konuyu mümkün olduğunca gösteren belgesel bir niteliği de vardır” (Parramon, 1998, 77). Yandan ışıklandırma, nesnenin diğer yanını gölgede bırakarak atılan gölgeler oluşturur. Üstten ışıklandırma, uzun gölgeler oluştururken nesnenin hatlarının keskinliğini azaltır. Üstten ışıklandırma kasvetli ve karanlık bir etki yarattığı için sonsuzluk, ölüm gibi konularda kullanılır. Aşağıdan ışıklandırma, farklı hacimler oluşturarak nesneye gizem verir. Gerilim ve korku filmlerinde kullanılan bu aydınlatma türü, büyülü atmosfer oluşturmak için de kullanılır. Yan arkadan ve tam arkadan ışıklandırmada ise derinlik vurgulanır. Aydınlatmayı ilgilendiren bir başka önemli konu ise zıtlık oranıdır. Görüntüdeki 126 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ en aydınlık bölümün, en karanlık bölüme oranı zıtlık oranı olarak adlandırılır. Çoğu kamerada bu oran 30/1’dir. En aydınlık bölümün en karanlık bölüme oranı 30 kat olmalıdır. Bunun için nesnelerin yansıtma özellikleri bilinerek, aşırı ışıktan kaçınılmalı ve gölgeli alanlarda yumuşak ışık kullanılmalıdır. akademia Aydınlatma boşluğa ait, dokunmaya ve zamana yönelik uyumu sağlar. Nesnelerin bir oda içinde aldıkları yer, şekil, uzaklık, yakınlık ve neye benzedikleri ışık yoluyla algılanabilir. Dokunmaya yönelik aydınlatmada kişilerin fiziksel özellikleri, jest ve mimiklerine aydınlatma yoluyla dikkat çekilerek duygular etkilenebilir. Işık yoluyla zamana uyum sağlamada aydınlatmanın parlak ya da karanlık olması, gündüz ya da gece olduğunu, öğle ya da akşam gibi günün zamanını, kış ve yaz gibi mevsimlerin durumunu ifade eder. Aydınlatmada müzik gibi doğrudan duyguları, hissedilenleri etkileyen bir olgudur. Aydınlatma insanı mutlu edebileceği gibi düşük ışıklandırma yoluyla korkutabilir. Herhangi bir olayı, durumu ortaya koymaya yönelik olarak izleyiciyi gerçekleşebilecek bir olaya hazırlamak için de aydınlatma kullanılabilir. Gök gürlemesi ya da havanın kapalı olması yağmur yağacağına işaret eder. 127 Aydınlatma ile oluşturulabilecek birçok etki, aydınlatmanın doğru kullanımına bağlıdır. Bu nedenle hangi aydınlatmanın hangi durumda ya da atmosferde kullanılacağını saptamak önemli bir aşamadır. Aydınlatma türleri içinde önemli bir yer tutan Chiaroscuro aydınlatma, açıkkoyu zıtlığından oluşmaktadır. Bu aydınlatma, nesneye ve mekana uygun olarak üçüncü boyutu sağlar ve görüntüde derinlik etkisi oluşturur. Görüntüye gerçekçi bir anlam kazandırırken görsel öğeleri dengeye getirir, dikkatleri belli bir noktada toplar ve konunun anlatımına destek olur. Chiaroscuro aydınlatmanın karşıtı olan düz (notan) aydınlatmada ışık çok yönden gelir ve seçici değil tüm alanlar aydınlatılmıştır. Keskin gölgelerin olmadığı düz aydınlatmada fon da diğer alanlar kadar ışıklıdır: “Işık ve gölgenin birlikteliği anlamına gelen chiaroscuro, figürler veya objeler arasındaki uzaklığı da hesaba katarak en karanlık bölgeler de dahil resmin her yerinde ‘ışığın varlığını duyumsatma’ tekniğidir (Parramon, 1998, 27). Chiaroscuro tekniğinin babası olan Rembrandt, gölgedeki ışığı çeşitli kontrastlarla resmetmiştir. Leonardo Da Vinci, ışığı resimlerinde daha iyi vurgulayarak gerçekçi ve sanat değeri yüksek resimler ortaya koymuştur. İtalyanca ‘sfumato’ denilen tekniğe göre Da Vinci, “çizdiği figürlerin dış hatlarını arkadaki fon ile kaynaştırıyor, bunu yaparken ışıklı kısımları net, kesin ve doğru biçimde, gölgeli kısımları ise bulanık, belirsiz ve hafif deformasyona uğramış olarak çiziyordu” (Parramon, 1998, 12). Rembrandt, Cameo, ve Siluet aydınlatma chiaroscuro aydınlatmanın farklı türleridir. Temel özelliği seçicilik olan Rembrandt aydınlatmada, bir alan kasten ışıksız bırakılırken diğer bir alan dikkatlice ışıklandırılmıştır. Dereceli gölgelendirme kullanılmasına rağmen gölgeler yarı şeffaftır. Cameo aydınlatmada ise arka plan tamamen karanlık bırakılırken ön plandaki nesne ya da oyuncular doğrudan aydınlatılmıştır. Siluet aydınlatmada ise arka plan aydınlık, ön alan tamamen karanlıktır. Herbert Zettl, chiaroscuro aydınlatmanın estetik işlevlerinden bazılarını şöyle özetlemektedir: Organik, yönlendirici, kompozisyonel, tematik ve duygusal. İzleyicilerin dikkatlerini belli bölgelere çekmek için aydınlatmanın yönlendirici işlevlerinden yararlanılmaktadır. Ön ve arka planlarda aydınlatmanın dengeli kullanılarak etkili bir görüntü sağlaması ise, aydınlatmanın kompozisyonel işlevini ortaya koymaktadır (1999, 36-37). Chiaroscuro aydınlatmanın karşıtı olarak düz (notan) aydınlatmada ışık bütün yönlerden geliyormuş gibi yaygın bir ışıktır. Düz aydınlatma, chiaroscuro aydınlatmanın karşıtı olarak tümden aydınlık bir sahne 5. Televizyon ve Sinemada Aydınlatma Televizyonun temel olarak çalışma ilkesi görüntünün parlaklık değerleri ve bunların nokta satırlar halinde taranarak uzaktaki bir alıcıya iletme, ışık şiddeti değişimleri halinde ekran üzerinde tekrarlanması ilkesine dayanmaktadır. Televizyon, nesnelerin ve insanların aydınlatılması değil, elektron ışını enerjisine dayanan ışık renk modellerinin sürekli değişmesi şeklinde çalışır (Parsa, 1994, 14-15). Televizyon aydınlatma kurulumu ise, anahtar, arka ve doldurma ışık düzeninden oluşur. “Anahtar ışık, nesnelerin temel şekillerini ortaya çıkaran ana ışık kaynağıdır. Arka ışık, nesnenin gölgesini zeminden ayırır ve nesnenin taslağını vurgular, nesneye parlaklık verir. Doldurma ışık ise daha az yoğunlukta gölge sağlar” (Zettl, 1981, 184). Sağlıklı bir görüntü elde edilmesinde ve görüntüde istenilen atmosferin oluşturulmasında en önemli öğe aydınlatmadır. Dış ışık ve iç ışık daha iyi bir görüntü için dengeli biçimde düzenlenmelidir. Videoda iç ışığın estetik bir öğe olarak kullanımı iki türlüdür: Birincisi, kameranın nesneyi kaydettiği anda, kameranın ışığının düzenlenerek iç ışığın yönlendirilmesidir. İkinci yöntem ise, kameranın nesneyi kayıt ettikten sonra iç ışığının düzenlenerek yeniden üretimi ya da yeniden kaydıdır. Kılıç bu iki yöntemi şöyle ayırt etmektedir: “Görüntüyü meydana getiren, elektronik noktacıkların ışık değerinin, yani ışığın gücünün, parlaklığının, zıtlığının ve renginin düzenlenmesidir. Diğeri ise, elektronik noktacıkların hareket olarak yönlendirilmesidir” (Kılıç, 2000, 23). Estetik açıdan aydınlatma, aydınlatmada ışık ve gölgenin (aydınlık alan-karanlık alan) düzenlenmesidir. Işık ve gölgenin uygun kontrolü üç boyutlu nesnelerin şekil ve biçimlerini, zaman ve uzaydaki durumlarının, birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini ortaya çıkartır (Zettl, 1981, 161). Nesnenin şeklini ortaya çıkartan gerçekte gölgedir. Nesnelerin şekil ve boyutlarının ortaya çıkmasında gölge ışıktan daha fazla önem taşır. Nesnenin karakteristik özelliklerini, keskinliğini, sınırlarını vurgulamada aydınlatma etkilidir. Sinemada, bir alıcı merceğinin herhangi bir nesne ya da konunun görüntüsünü boş film üzerine aktarabilmesi, duyarkata geçirmesi için yeterli bir ışık gücü gerektirmektedir. Ancak bu işlevin gerçekleşebilmesi için ve özel efektlerin oluşturulabilmesi için doğal ışık kaynağının yanında özel ışık kaynaklarının kullanılması gerekmektedir (Özön, 1984, 60). Sinemada ışıkla gölge yeni bir gerçeklik ve yanılsama oluşturur. Korku filmlerinde, karanlıkta geçen dedektif filmlerinde, heyecanlandırma, duygulandırma aracı olarak kullanılan aydınlatma, yönetmene görselliğin oluşmasında yardımcı olur. Böylece seyircinin filmi anlamlandırmasına aydınlatma katkı sağlar. Aydınlatma bazı sinema biçimlerini de belirler. Korku filmleri ve film noir aydınlatmaya dayanmaktadır. Işığın psikolojik etkilerini belirleyen üç etken bulunur. Bunlar ışığın yönü, ışığın miktarı ve ışığın türüdür. Psikolojik bir durum yaratılmasında, uzayda dramatik bir ortam oluşturulmasında, karmaşık, farklı bir durum ve olayların anlatımında aydınlatma önemli bir öğedir. Karanlık ve aydınlığın yansıttığı, temsil ettiği farklı değerler vardır; insan psikolojisi ve duygularının etkilenmesinde bu açıdan aydınlatma ifadeyi güçlendirebilir. Aydınlık, açık, güneşli hava bireylerde sevinç, canlılık, yaşama isteği uyandırabilir. Karanlık, kapalı, yağmurlu bir hava ise tam tersine hüzünlü, üzüntülü, kederli bir duyguya yol açabilir. Sinemada dramatik etki oluşturmak için aydınlatma bu açıdan kullanılmaktadır. Bir hapishanenin akademia ortaya koyar. Ancak üç boyutlu görüntüyü engeller. Işık ile gölge alanları arasında çok az kontrastın olması televizyon için ideal bir aydınlatmadır. Ancak; düz aydınlatma estetik amaçlar için ilgi çekici değildir (Zettl, 1999, 44-45). İnsan gözünün algılamasında kontrastın kullanılarak izleyici üzerinde çeşitli etkiler oluşturması düz aydınlatma ile yeterince olanaklı değildir. 128 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ kontrol kulesindeki mavi ışığın yayılımı, kaçma hazırlığında olan mahkumların varlığını izleyiciye hissettirir. Televizyon ve sinemada aydınlatmanın amaç ve işlevleri çeşitlilik göstermektedir. Bazen gerçeğin vurgulanmasında ışığın etkisi kullanılırken bazen de farklı bir atmosfer oluşturmak için ışık kullanılmaktadır. Zettl, aydınlatmanın amaç ve işlevlerini şöyle belirtmektedir: a) Kameranın çalışabileceği yeterli ışık seviyesini sağlamak ve renkleri bozmayacak ışığı elde etmek: Kameranın nesneleri görüntüleyebilmesi için teknik olarak yeterli seviyede ışık gerekmektedir. Bu temel aydınlatma olarak adlandırılır. Teknik aydınlatmanın amacı, kamera ve kameraya bağlı donanımın net görüntü elde edilmesine dönük hizmet etmesidir. Kameranın çalışabileceği yeterli ışık seviyesinin sağlanabilmesi ve renkleri bozmayacak ışığı elde etmek temel amaçtır. b) Biçimi ve boyutu ortaya çıkarmak: Televizyon görüntüsü genişlik ve yükseklikten oluşur. Bir nesnenin şekil ve boyutlarını ortaya çıkarmada gölgeler önem kazanır. c) Gerçeği ya da gerçek dışını belirtmek: Varolan gerçek bir durumu olduğu gibi izleyiciye taşımak ya da ışık etkisiyle olduğundan farklı algılanabilecek bir durum ortaya çıkarmak akademia d) Atmosfer oluşturmak: Atmosfer oluşturmada psikolojik olarak sevinç, mutluluk, korku, gizlilik ifadeleri için ruhsal durumların yansıtılmasında önem kazanır (1981, 161-164). 129 Bu amaç ve işlevlere ek olarak Millerson, aydınlatmanın görsel hareketlilik sağladığını, görsel sürekliliği sağladığını, bir duygu ve atmosfer yarattığını, günün zamanı ve hava durumunu ortaya koyduğunu, izleyicinin ilgisine rehberlik ettiğini, nesnelerin şekil, yapı ve ayrıntılarını ortaya koyduğunu belirtmektedir (2002, 16-17). Aydınlatma amaç ve işlevlerinin gerçekleştirilmesinde, aydınlatma kaynakları ve bu kaynakların kullanımı oldukça önemlidir. Aydınlatma kaynakları açısından, aydınlatma güçleri, sert ve yumuşak ışık verme özellikleri ön plana çıkmaktadır. Sert ışık veren aydınlatma kaynakları, fresnel spot ışık ve ellipsodial spot ışıklar olarak ayrılır. Sert ışık veren aydınlatma kaynakları sert ve keskin gölgeler oluşturarak nesnenin dokusunu ve hatlarını ortaya çıkartır. Bu kaynaklar, doğrusaldır, tek yönlüdür ve bölge aydınlatması yapabilir. Sert ışık veren aydınlatma kaynaklarının güçleri, kameranın çeşidine ve kamera duyarlılığına, aydınlatma kaynaklarıyla nesne arasındaki uzaklığa, yerin, eşyaların, nesnelerin yansıtma özelliklerine göre seçilir. Anahtar ışık (key light), nesnelerin temel şekillerini görmemizi sağlar. Arka ışık (back light), nesnenin arka plandan ayırt edilmesini, nesnenin gerçek şekil ve boyutunun görünmesini sağlar. Yumuşak ışık, dağınık yönlü aydınlatma kaynaklarının verdiği ışıktır. Yumuşak ışık kaynakları özel durumlar dışında gölge oluşturmazlar, gölgeleri yumuşatırlar. Dağınık aydınlatma görüntüdeki her şeyi gösterdiği için ideal görünebilir ancak görüntüde iki boyutluluğu getirir. Nesneye doğrudan yöneltilmiş ışık kaynağı, gölgeışık karşıtlığını daha çok ortaya koyar. Bunun karşıtı olarak nesneye dağınık olarak yönlendirilmiş ışık, gölge-ışık karşıtlığını daha az gösterir. Görüntüsü saptanacak her yüzeyin ayrı ışık yoğunluğunda aydınlatılması gerekir. Özel amaçların dışında temel aydınlatma tekniğinde anahtar ışık, tepe ışığı ve dolgu ışık birlikte kullanılmaktadır. Bunun dışında yardımcı aydınlatma kaynakları olan fon ışığı ve kamera ışığı kullanılır. Aydınlatmada genellikle önce fon ışığı aydınlatılır. Kamera ışığı ise kameranın üzerinde bulunan dolgu ışığıdır. Televizyon aydınlatma düzeninde üç ana ışık bulunur. Anahtar ışık, nesnenin temel olarak aydınlatılmasını sağlayarak biçimini ortaya çıkartır ve görüntüdeki ışık yoğunluğunu ayarlar. Dolgu ışık, anahtar ışığın oluşturduğu sert gölgeleri ortadan kaldırmak Dış aydınlatma herhangi bir nesne ya da sahnenin çekimi sırasında aydınlatmayı sağlayan ışıkların kontrol edilmesi ve düzenlenmesidir. İç aydınlatma ise film çekimlerinde ve stüdyo çekimlerinde aydınlatmayı oluşturan ışıkların şiddetini ve yönünü kontrol etme ve yönlendirmedir. Doğrudan ışıklandırma güçlü kontrastlar ortaya çıkararak dramatik mesaj verir. Yaygın ışıklandırmada ise aydınlık ve karanlık alanlar arasında hafif geçişler vardır. Televizyon ve sinemada çekimler için ön ve arka planlar bulunmaktadır. Ön ve arka planlar arasındaki koyuluk, izleyiciye derinlik duygusu verir. Ön plandaki nesnelerin koyu, fonun açık olması derinliği sağlarken ön ve arka plan arasına yeni, farklı koyulukta planların koyulması derinliği artırabilmektedir. Bunun yapılabilmesi aydınlatmayla mümkün olmaktadır. Nesnelerin, oyuncuların kameradan farklı planlara yerleştirilmesi, çerçevenin kenarlarının koyu, ortasının açık olması derinlik ve perspektifi artırır. Işık-gölge dengelerinin sağlanmasıyla ortaya çıkacak sağlıklı ve net bir görüntü için aydınlatma, yönetmene geniş olanaklar sağlayan bir yapım öğesidir. Bunun yanında ışığın geniş yönü ve miktarına bağlı olarak nesnelerin görünüşleri değişebilir. Işığın yönü, miktarı ve dağılış alanı düzenlenerek istenilen aydınlatma yapılabilir. Işığın yönü, ışık kaynağından gelen ışığın nesne ya da konu üzerine düştüğü, geldiği yoldur. Televizyon ve sinemada aydınlatmanın işlevlerini çeşitli başlıklar altında genelleştirmek mümkündür: Televizyon sisteminin gereklerini yerine getirmek, görüntüde derinlik oluşturmak, ekrandaki önemli öğelere dikkati yoğunlaştırmak (aydınlatılan nesne dikkat çeker), görüntüye duygusallık katmak (karanlık ve gölgeli aydınlatma hüzün; parlak aydınlatma mutluluk duygusu verir), zaman belirlemek (uzun gölgeler sabahın erken saatlerini vurgular), görüntüdeki tüm estetik öğeleri düzenlemek, dikkati yönlendirme, biçimi ortaya çıkarma, çevreyi tanıtma ve anlamlandırma, ilişkileri düzenleme ve görsel sürekliliği sağlamak (Millerson, 1999, 206-208). 6. Genel Değerlendirme Yaşam için önemli kaynaklardan biri olan ışık, aynı zamanda sinema, televizyon ve videoda da bu araçların çalışması ve üretim yapabilmesi için gereklidir. Görsel algılamayı olanaklı kılan ışıktır. Bu nedenle televizyon ve sinemada, nesne ve konuların izleyiciye farklı duygularla aktarılması için aydınlatma vazgeçilmez bir yapım öğesi olarak kullanılmaktadır. Yapay ışık kaynaklarının teknik, estetik ve psikolojik aydınlatma amacıyla kullanılması, hem dramatik etkilerin gerçekleşmesi hem de görüntüleri kaydetmeye yarayan araçların teknik olarak çalışmasını sağlamaktadır. Işık ışını bulunduğu ortamdan farklı bir ortama girerken yeni ortamın fiziksel özelliklerine ve niteliğine göre değişime uğramaktadır. Bu gelişim özellikle saydam ve yarı saydam maddelerle gerçekleşmektedir. Örneğin bir pencereden dışarı baktığımızda dışarıdaki görüntüyü aynen görebiliriz. Ancak, güneş ışınlarının etkisi azalmaya başladığında cam üzerinde odanın görüntüsü ve kendi görüntümüzü fark ederiz. Bu görüntünün oluşması odadaki ışığın dışarıya çıkamayıp camdan yansıması, cismin yüzeyi ile yaptığı açının ve cismin fiziksel yüzeyi ile ilgilidir. Doğal ışık kaynağı olarak güneşin kullanılmasının yanı sıra gerek dış gerekse iç çekimlerde yapay ışık kaynakları da vazgeçilmez öğeler olarak kullanılmaktadır. Örneğin parlak gün ışığı yerine puslu ve kapalı bir havada çekilen mezarlık sahnesi dramatik açıdan daha etkileyici olabilir. Düşük aydınlatmanın hüzün, karamsarlık ve sıkıntı vermesinin yanında parlak ışığın hayat, canlılık ve yaşama sevinci vermesi akademia için kullanılır ve dağınık ışık verir. Tepe ışığı, nesnenin arkasından kullanılan sert ışık kaynağıdır. İnsan kullanılan çekimlerde, kişinin baş ve omuzlarını arkadan aydınlatmak için, nesne ve fon arasındaki farklılığı ortaya çıkarmada tepe ışığı kullanılır. Tepe ışığı derinlik etkisini arttırır. 130 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ aydınlatmanın duygular üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Kılıç, L. (2000). Görüntü Estetiği. İstanbul: İnkılap Yayınları. Aydınlatmanın müzik gibi duyguları etkileme gücüne sahip olması görsel sanatlarda önemli bir yer tutmasına neden olmaktadır. Bu anlamda aydınlatma, görüntü yönetmenleri ve ışık teknisyenleri tarafından icra edilen belirli bir uzmanlık alanı olarak görülmektedir. Işık ve gölgenin dengeli bir biçimde dağıtılması ve görüntüde kontrast sağlayarak üçüncü boyutu yani derinliği ortaya çıkarması görsel sanatların bir amacıdır. Millerson, G. (1999). Television Production. Oxford: Focal Press. Aydınlatma, televizyon sisteminin gereklerini yerine getirmek dışında görüntüde derinlik oluşturmak, ekrandaki önemli öğelere dikkat çekmek, görüntüye duygusallık katmak, zaman belirlemek, çevreyi tanıtma ve anlamlandırma ve görsel sürekliliği sağlama açısından önem taşımaktadır. Gerek sinemada gerekse televizyonda görsel algılamanın gerçekleşmesi, yönlendirilmesi ve izleyici üzerinde psikolojik etkiler oluşturması bağlamında aydınlatma vazgeçilmez bir yapım öğesidir. Kaynakça Arnheim, R. (1974). Art and Visual Perception. London: University of California Pres. Genç, A. ve Sipahioğlu A. (1990). Görsel Algılama Sanatta Yaratıcı Süreç. İzmir: Sergi Yayınları. Gombrich, E. H. (1992). Sanat ve Yanılsama. (A. Cemal. Çev.). İstanbul: Remzi Kitabevi. akademia Gombrich, E. H. (1992). Sanatın Öyküsü. (B. CÖMERT. ÇEV.). İSTANBUL: REMZİ Kitabevi. 131 Gombrich, E. H. (Güz 2000). Düşen Gölgenin Özellikleri. (Ü. Tamer. Çev). Sanat Dünyamız, 77, 177-191. Millerson, G. (2002). Lighting for Television and Film. Oxford: Focal Press. Özön, N. (1984). 100 Soruda Sinema Sanatı. Ankara: Gerçek Yayınevi. Parramon, J. M. (1998). Işık ve Gölge. (E. Erduran ve E. Tuzcular. Çev). İstanbul: Remzi Kitabevi. Parsa, S. (1994). Televizyon Estetiği. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi. Rifat, S. (Güz 2000). Fotoğrafın Gölgeleri. Sanat Dünyamız, 77, 145-149. Wölfflin, H. (1995). Sanat Tarihinin Temel Kavramları. (A. Örs. Çev). İstanbul: Remzi Kitabevi. Zettl, H. (1981). Television Production Handbook. California, Wadsworth Publication. Zettl, H. (1999). Sight, Sound Motion. Applied Media Aesthetics. USA: Wadsworth Publication. EĞİTİM DÜZEYİ VE MEDYA KULLANIM TERCİHLERİ İLİŞKİSİ: ESKİŞEHİR İZLERKİTLESİ ÜZERİNE BİR ANKET ÇALIŞMASI Özgül Birsen* Özet 1970’li yıllarla birlikte yaşanan ekonomik yapılanmanın ve küreselleşmenin medya alanındaki yansımaları izlerkitlenin medya tüketim alışkanlıklarının değişmesine neden olmuştur. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımından hareketle bu çalışmada Eskişehirli izlerkitlenin medya kullanmama nedenleri ve medya kullanım sıklığı araştırılmıştır. Eğitim değişkeni ve medya kullanımı arasındaki ilişkiyi irdeleyen çalışma Eskişehir ilinde yapılmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü’nden alınan Eskişehir nüfus bilgileri doğrultusunda evreni temsil eden dört yüz kişi kotalı örneklem yolu ile belirlenmiştir. Anket yolu ile elde edilen veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. İzlerkitlenin İnternet, cep telefonu, radyo, televizyon ve gazeteyi kullanma sıklığı ve kullanmama nedenleri incelenmiştir. Araştırmanın sonucuna göre, eğitim düzeyi arttıkça izlerkitlenin kitle iletişim araçları seçkisi genişlemektedir. Televizyon eğitimli ya da eğitimsiz farkı olmaksızın izlerkitle tarafından kullanılmaktadır. Eğitim düzeyi azaldıkça radyo dinleme oranı artmaktadır. İzlerkitle ilgilenmiyorum, evimizde radyo yok ve zaman ayıramıyorum gerekçeleri ile radyo dinlememektedir. Cep telefonu eğitimsiz izlerkitlenin bile medya seçkisinde yaygın bir biçimde yer almaktadır. Cep telefonu kullanmama nedenleri ise ekonomik nedenler ve ilgi duymamak olarak belirtilmiştir. Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle, üniversite düzeyinde eğitim alan gruptan daha sık gazete okumaktadır. Eskişehir’deki izlerkitle ekonomik nedenler, zaman ayıramama ve ilgilenmeme nedeni ile gazete okumamaktadır. Anahtar Sözcükler: İzlerkitle, Kullanımlar ve Doyumlar, Medya Kullanımı EDUCATION LEVEL AND MEDIA USAGE RELATIONSHIP: A SURVEY ON ESKİŞEHİR AUDIENCE akademia Abstract Reflections of globalization and new economic reconstruction on media at 70’s had caused changes on audience’s media using habits. From the perspective of Uses and Gratification Theory, this study had researched Eskisehir audience’s reasons of not media use and frequency of media use. This study which is investigating the relation between media use and education variable has been gathered in Eskisehir.. 400 people were determined with quota sampling method according to Government Statistic Association data about Eskisehir. Reasons of not media use and media using frequencies were investigated. The results of study show, while audience’s education level is getting higher, media repertoire is getting wide. On the television preference, education level does not matter. Every audience member is watching television. On the other hand radio mostly prefers by low education level audience. Cell Phone is one of the important members of low education level audience’s media repertoire. The reasons of not using cell phone were mentioned by audience as economic problems and not to be interested in. Another important result shows that midlevel educated audience are reading newspaper more than university level audience. Eskisehir audience’s reasons of not to read newspaper are economic problems, time problem and interest. Key words: Audience, Uses and Gratification, Media Usage * Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi 132 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Kitle iletişim araçları ve topluma etkisinin incelenmesi söz konusu olduğunda bu incelemenin önemli bir ayağını izlerkitle oluşturur. Günümüzde, herhangi bir kitle iletişim aracına maruz kalmayan bir bireyden söz etmek güçtür. Sabah evden işe giderken radyo dinleyen, gün içinde gazeteye, dergiye göz atan, akşam televizyon seyreden, müzik dinleyen, telefonda konuşan, sinemaya giden, sokakta reklâm panolarına göz atan, işte ya da evde internet kullanan günümüz insanı bir biçimde izlerkitle konumundadır. 133 İzlerkitle medyayı anlamamızı sağlayacak en temel kavramlardan biridir. İzlerkitlesiz bir kitle iletişiminden söz edilemez. İzlerkitle araştırmaları, 1940’lı yıllarda Amerika’da ve eleştirel bir çizgide 1980’li ve 1990’lı yıllarda da Avrupa’da yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde gelişen teknoloji ve çeşitlenen kitle iletişim araçları beraberinde izlerkitlenin farklılaşması sonucunu doğurmuştur. Günümüz izlerkitlesi yayın çeşitliliğinin artması ile ilgi alanını besleyecek ve gereksinimlerini karşılayacak içeriğe erişme olanağı bulmuştur. Tematik yayınların çeşitlenmesi bunun en önemli göstergesidir. Etkileşimli medya ortamlarının gelişmesi ve yaygınlaşması izlerkitlenin medyaya ve içeriğe dönük beklentilerini değiştirmiş, izlerkitleye aktif bir sorumluluk yüklemiştir(McMillan,1998; Kenney ve diğerleri 200; Morris ve Ogan 1996; Pavlik 1996; Birsen 2003). Son dönem kullanımlar ve doyumlar kuramı çalışmaları yeni kitle iletişim araçlarının izlerkitle tercih kalıplarını ve izleme motivasyonlarını belirlemeye dönüktür. Çalışmalar internetin de etkisi ile daha çok iletişimin etkileşimlilik, hipermetinsellik, eş zamanlılık ve bireylerarası yönü üzerine yoğunlaşmaktadır (Ishii, 2006; Jackson ve Darren, 2007; Trebbe,2007; Kim ve Kim, 2007; Albaran ve diğerleri, 2007; Chung, 2008; Hetsroni, 2008; Wnag, Fink ve Cai, 2008). Etki araştırmaları, medya mesajını fark edilebilen ve ölçülebilen fiziksel özelliğe sahip sembolik etkiler olarak ele almaktadır. Kullanımlar ve doyumlar geleneği ise, izlerkitlenin farklılaşmış ihtiyaçları, yönelimleri ve yorumlayıcı etkilerinin farklı sosyal ve bireysel özelliklerine göre biçimlendiği üzerinde durmaktadır. Edebiyat eleştirileri içindeki çalışmaların büyük kısmı, edebi mesajların yapısı üzerinde odaklanmıştır. Benzer şekilde kültürel incelemelere yönelik çalışmalar iletişimin güncel mesaj ya da söylemi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kültürel incelemelerde olduğu gibi, alımlama analizi de medya mesajını kültürel olarak kodlanmış söylemler olarak ele alırken, izlerkitleleri anlam üretme ajanları olarak tanımlamaktadır (Jensen ve Rosengren, 1990, 207-238). İzlerkitleyi merkez alan etki araştırmaları, edebiyat eleştirileri, kültürel incelemeler, alımlama analizi, kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı iletişim araştırmalarının kitle iletişiminin önemli bir ayağını oluşturan izlerkitle kavramını anlamaya çalışmakta kullanılmaktadır. İzlerkitle araştırmaları içerisinde ‘Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı” izlerkitle kavramına getirdiği “aktif izlerkitle” kavramı nedeniyle diğer yaklaşımlardan farklıdır. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı iletişim araçlarının kullanımını gereksinimlerin doyumu ve gerilim süreci olarak ele almakta ve kitle iletişim araçları izlerkitlesini de aktif, akılcı, etkiye karşı direnen ve isteklerine göre seçim yapan bireyler olarak kabul etmektedir. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımına göre insanların bireysel ve sosyal gereksinimleri bulunmaktadır. Bu gereksinimler çeşitli davranışlarla karşılanabilmektedir. Gereksinimlerle ilişkide olan toplumsal ve kişisel yapılar farklılaşmış, bireysel sorunlar bileşimini ortaya çıkarır. Bu farklılık da doyum aramada farklı güdüleri oluşturur. Sonuç olarak bu farklılaşmalar iletişim Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı genel olarak medya etkileri araştırmalarının geleneği altında tanımlanmaktadır. İlk dönem iletişim araştırmalarında izlerkitlenin sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını tatmin eden içerik tipleri ve izlerkitleyi çeken ve etkileyen kitle iletişim araçları, kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı ile araştırılmış ve bu model geliştirilmiştir. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı işlevselci paradigmadan Jay Blumler ve Elihu Katz tarafından geliştirilmiştir (Uses and Gratification Theory,2004). Elihu Katz (1959) tarafından ilk olarak açıklanan kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı o güne değin “Medya insanlara ne yapıyor?” sorusunun yerine “İnsanlar medya ile ne yapıyor?” şekline dönüştürülmesi ile gündeme gelir. Gereksinimleri gidermek veya doyum sağlamak amacıyla kitle iletişim araçları içeriğinin kullanılması üzerinde odaklanan yaklaşımın amacı izlerkitlenin medyayı nasıl kullandığını belirlemektir. Kitle iletişim teorileri içinde kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı insanların hangi gereksinimlerle kitle iletişim araçlarını kullandıklarını ve kitle iletişim araçları arasındaki seçimi nasıl yaptıklarını belirlemeye dönüktür. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde yapılan çalışmalar McQuail ve Windahl (1997) tarafından şu şekilde özetlenmiştir: 1. İzlerkitle tarafından farklı kitle iletişim araçlarına ayrılan zaman konusunu inceleyen araştırmalar, 2. Kitle iletişim aracını kullanma ve zamanın diğer amaçlar için kullanımı arasındaki ilişkiyi ele alan araştırmalar, 3. Farklı kitle iletişim araçlarını kullanma ile toplumsal uyum ve toplumsal ilişki göstergeleri arasındaki bağı açıklayan çalışmalar, 4. Farklı kitle iletişim araçları veya içeriğin işlevlerine ilişkin algılamaları inceleyen araştırmalar, 5. Kitle iletişim araçlarına katılım nedenlerini sorgulayan araştırmalar. Günümüz Türkiye’sindeki medya ortamı ve toplumsal yapının özellikleri 1980’li yıllarla birlikte biçimlenmeye başlamıştır. 80’lerden bu yana değişen ekonomik yapılanma, serbest piyasa ve içinde bulunduğumuz küreselleşme süreci stratejilerinin dönüşümü medya alanında da kendini göstermiş, süreçle var olan radyo ve televizyon tekeli kırılmış kitle iletişimi alanında görece bir çeşitlenme yaşanmıştır. Bu dönemde özel radyo ve televizyonlarda başlayan değişim zaman içinde teknolojiye bağlı olarak Türk izlerkitlesinin önüne hem bilgi alınabilecek hem de eğlendirecek çeşitli kitle iletişim araçlarını sunmuştur. Türk İzlerkitlesinin sahip olduğu kitle iletişim araçları seçkisinin en eski parçası gazeteler ve dergilerdir. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre Türkiye’de 32 ülke düzeyinde dağıtımı yapılan gazete, 35 ülke düzeyinde dağıtımı yapılan dergi bulunmaktadır(Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü [BYEGM], 2007). Basılı kitle iletişim araçlarının yanına zaman içinde önce radyo sonra televizyon eklenmiştir. Radyo Televizyon Üst Kurulu’na kayıtlı ülke düzeyinde yayın yapan 29 televizyon istasyonu, 36 radyo kanalı vardır (Radyo Televizyon Üst Kurulu [RTÜK], 2007). İnternet söz konusu kitle iletişim araçları seçkisinin en genç ve gelişmeye en açık üyesidir. Doğası gereği küresel bir niteliğe sahiptir. İçinde haberden bankacılığa kadar pek çok şeyi barındırmaktadır. Başka bir ifadeyle günlük yaşamdaki pek çok şey internet üzerinde yansımasını bulmaktadır. Farklı iletişim biçimlerine olanak sağlayan internetin kitle iletişimine kattığı en önemli özellik tek bir kişiden çok geniş kitlelere eş zamanlı (senkronize) ya da zamana bağlı kalmaksızın (asenkronize) iletişime olanak sağlamasıdır. Bu anlamda interenet kendisinden önce gelen kitle iletişim araçlarının bütün özelliklerini içinde barındırıken telefon, mektup hatta sohbet gibi bireyler arası iletişim uygulmalarını da akademia aracının farklı şekilde ve farklı nedenlerle kullanımıyla sonuçlanır (Koçak, 2001, 44). 134 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ kapsamaktadır. (Birsen, 2005; Köksal, 1997; Çağıltay, 1997; Timisi, 2003, December, 1997; Moris ve Ogan, 1996). Bilişim teknolojisinin izlerkitlenin kullanımına soktuğu, daha önceleri sadece bireylerarası iletişimin aracı olan telefon, cep telefonu teknolojisindeki gelişim ve internetle bütünleşme ile bir kitle iletişim aracına dönüşmüştür. Bugün bütün cep telefonu operatörleri cep telefonu kullanıcılarına talebe bağlı olarak haberden, kent rehberine kadar çeşitli bilgileri ulaştırabilmektedirler. Bu teknolojik bütünleşme bireylerarası iletişimin çok ötesinde bir kullanım ortamı yaratırken, derinliği olmayan sınırlı bilginin kullanıcıya ulaşmasını sağlamaktadır. Cep telefonu hizmet sağlayıcıları bireyler arası eş zamanlı, sesli görüşmelerin ötesinde mesajlaşma uygulamaları aracılığıyla tıpkı internette olduğu gibi iletişimi boyutlandırmışlardır. Veri transfer biçimlerini interneti de kapsayacak biçimde genişletmeleri, radyo, televizyon özellikli çok amaçlı donanımlar eklemeleri cep telefonlarını da bir kitle iletişim aracı olarak izlerkitlenin medya seçkisine katmıştır (Wirth, Papeve Karnowski, 2008; Okazaki ve Hirose, 2009; Ferguson, Greer ve Reardon, 2007; Ishii, 2006). akademia Yöntem 135 Eskişehir’deki izlerkitlenin, eğitim değişkenine bağlı olarak kitle iletişim araçları kullanım biçimlerinin araştırıldığı bu çalışmanın evreni Eskişehir ili olarak belirlenmiş ve örneklem kotalı örneklem yolu ile tespit edilmiştir. Kota yöntemi, ana kütleyi oluşturan farklı özellikteki birimlerin ana kütledeki ağırlıkları oranında örneğe yansımasıdır. Bu yöntemle çalışılan nüfusun çeşitli alt nüfusları belli bir kota çerçevesinde örnekleme alınır (Geray,2006; Atlas, 2001). Eskişehir ili nüfusuna oranlanılarak belirlenen 400 kişilik örneklem grubundan 16 kişi eğitimsiz, 323 kişi ilköğretim düzeyinde eğitim almış, 44 kişi ortaöğretim düzeyinde eğitim almış ve 16 kişi de üniversite düzeyinde eğitim almış olarak belirlenmiştir. 400 kişiden oluşan örneklem grubuna kitle iletişim araçlarını hangi sıklıkta kullandıkları ve eğer kullanmadıkları araçlar varsa bunları kullanmama nedenleri anket aracılığı ile sorulmuştur. Anket iki bölümden oluşmaktadır. Anketin 1,2 ve 3’üncü sorularını kapsayan demografik özellikler bölümünde 1. Anketi yanıtlayan kişinin cinsiyeti, 2. Anketi yanıtlayan kişinin yaşı, 3. Anketi yanıtlayan kişinin eğitim düzeyi: İzlerkitle bu başlık altında dört parametre içinde değerlendirilmiştir. Bunlar eğitimsiz, ilköğretim, ortaöğretim ve üniversitedir. Anketin 4. ve 5. Sorularından oluşan ikinci bölümü izlerkitlenin medya kullanım biçimini saptamaya yöneliktir. Bu başlık altında izlerkitleye iki soru grubu yöneltilmiştir. Cevapların her bir araç için ayrı ayrı değerlendirilmesi istenmiştir. Söz konusu kitle iletişim araçları, televizyon, radyo, gazete, internet ve cep telefonu olarak belirlenmiştir. İzlerkitleye yöneltilen ilk soru kitle iletişim araçları seçkisi içinde yer alan araçları hangi sıklıkta kullandıklarına yöneliktir. Cevaplar beş kategoride değerlendirilmiştir. Hiç kullanmıyorum, az kullanıyorum, ara sıra kullanıyorum, sık kullanıyorum ve çok sık kullanıyorum seçenekleri söz konusu kategorilerdir. İzlerkitlenin kitle iletişim araçları kullanma biçimini ortaya çıkarmak amacı ile hazırlanan ikinci soru öbeği kitle iletişim araçlarını kullanmama nedenini sormaktadır. Bu soru öbeği içinde de izlerkitleden sunulan seçenekleri her bir araç için ayrı ayrı değerlendirmeleri istenmiştir. İzlerkitleye sunulan seçenekler “evimde yok, ilgimi çekmiyor, bu aracı hiç duymadım, zamanım yok, karmaşık geliyor, kullanmayı bilmiyorum, ekonomik nedenlerle sahip değilim, aracı kullanıyorum” şeklindedir. Elde edilen veriler SPSS programı aracılığı ile analiz edilmiştir. Tablo 1. Eğitim Düzeyi Dağılımı Eğitimsiz İlköğretim Ortaöğretim Üniversite Toplam Frekans 16 325 43 16 400 Yüzde 4,0 81,3 10,8 4,0 100 Eğitim düzeyi sınıflandırması yapılırken okuma-yazma bilmek önemli bir bağımsız değişken olarak belirlenmiştir. Eğitimsizler grubu içine hiç bir şekilde okuma yazma öğrenmemiş kişiler dahil edilmiş, buna karşılık ilköğretim düzeyinde eğitim alanlar grubu içine ilköğretim mezunlarının yanı sıra okuma yazma kursları ve benzeri yöntemlerle eğitim almış kişiler de dahil edilmiştir. Bu yöntem izlenirken Devlet İstatistik Enstitüsü’nün eğitim düzeyi sınıflandırması temel alınarak okuma yazma bilenlerle, ilköğretim mezunları grubu içinde yer alan çeşitlilik bir araya getirilmiştir. Hiç eğitim almamış izlerkitle grubu %4 oranı ile, ilköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu %81.3 oranı ile, ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu ise %10.8 oranı ile, üniversite düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu ise %4 oranı ile temsil edilmektedir (Tablo 1). Bulgular Medya kullanım sıklığı ve medya kullanmama nedenlerinin frekans dağılımları alınmıştır. Veriler tablolaştırılmış ve tablolar yorumlanmıştır. Medya Kullanım Sıklığı Günümüz izlerkitlesi günlük yaşamında birden fazla kitle iletişim aracı ile karşılaşmakta ve bunların her birini kullanmaktadır. İzlerkitlenin televizyon, radyo, gazete, cep telefonu ve interneti gündelik yaşamlarında ne sıklıkta kullandıklarını belirlemek amaçlanmıştır. Cevaplar hiç kullanmıyorum, az kullanıyorum, ara sıra kullanıyorum, sık kullanıyorum ve çok sık kullanıyorum seçenekleri arasından seçilmiştir. Bu amaçla izlerkitleye yöneltilen ilk soru kitle iletişim araçları seçkisi içinde yer alan araçları hangi sıklıkta kullandıklarına yöneliktir Araştırmaya katılan izlerkitlenin istatistik olarak eğitim değişkeni parametreleri ile televizyon izleme sıklığı arasında anlamlı bir farka ulaşılamamıştır. ANOVA testi sonucunda (p=0.894) değerine ulaşılmıştır. Televizyon izleme sıklığı ile eğitim akademia Devlet İstatistik Enstitüsü’nden alınan Eskişehir ili nüfus bilgileri doğrultusunda nüfusu temsil eden farklı eğitim gruplarından izlerkitle örnekleri belirlenmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü verileri 2000 yılı nüfus sayımı verilerine göre Eskişehir ilinin nüfusu 644.580’dir. Kadın nüfusu 323.899, erkek nüfusu ise 320.691 kişiden oluşmaktadır. DİE verilerine göre Eskişehir ilinde okuma yazma bilmeyenlerin sayısı 45.389, okuma yazma bilenlerin sayısı 599.056, bir okul bitirmeyenlerin sayısı 107.615, ilkokul mezunlarının sayısı 250.273, ilköğretim mezunlarının sayısı 27.841, ortaokul mezunu 53.681, ortaokul dengi meslek okulu mezunlarının sayısı 2.422, lise 78.482, lise dengi meslek okulu 36.644, yüksek öğretim mezunu 41.744 kişidir. Bu veriler doğrultusunda nüfusu temsil eden farklı eğitim gruplarından oluşan 400 kişilik örneklem grubu belirlenmiştir. Belirlenen kotalar doğrultusunda anketler yüz yüze görüşme tekniği ile gerçekleştirilmiştir. Anketi uygulayacak anketörler önceden seçilmiş ve genel olarak anket uygulama tekniği ve anket formu hakkında eğitim verilmiştir. Anketörler 2005 Nisan ayının ilk haftası sahaya çıkmışlar ve yaklaşık 20 günlük bir dönemde anketler uygulanmıştır. Anketler Eskişehir kent merkezi sınırlarında söz konusu izlerkitle kotasına uygun bireylere ulaşılmak üzere Anadolu Üniversitesi Personel Yemekhanesinde, Eskişehir Organize Sanayi Bölgesinde farklı fabrika ve atölyelerde, internet kafelerde ve kahvehanelerde uygulanmıştır. 50 yaş ve üzeri eğitimsiz kotasını oluşturan izlerkitle üyelerine Çamlıca Mahallesi, Gültepe Mahallesi, Yenibağlar Mahallesi muhtarlarının da yardımı ile evlerinde ulaşılmıştır 136 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ değişkeni arasında anlamlı bir fark bulunamaması çalışma için son derece değerlidir. Sonuç göstermiştir ki televizyon eğitimli ve eğitimsiz farkı olmaksızın tüm izlerkitle tarafından izlenmektedir. Radyo kullanım sıklığı, eğitim değişkeni parametreleri bağlamında incelendiğinde hiç eğitim almamış izlerkitle %35,7 oranı ile çok az kullanıyorum ve %28,6 oranı ile de ara sıra kullandıklarını belirtmişlerdir. %21.4 oranı ile sık kullanıyorum diyenleri, çok sık kullanıyorum ve hiç kullanmıyorum ifadeleri takip etmektedir. İlköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda en yüksek oran %42,3 ile sık radyo dinlerim derken, ikinci yüksek orana sahip izlerkitle grubu ise %32,7 ile ara sıra radyo dinlediklerini belirtmişlerdir. İlköğretim düzeyinde eğitim alanların içerisinde hiç radyo dinlemeyenlerin oranı ise %4,9 olarak belirlenmiştir. Radyo en çok ilköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle tarafından dinlenilmektedir. Kotamızın büyük bir bölümünü de bu grup oluşturmaktadır. Bu da radyonun ankete katılan geniş bir bölüm izlerkitle tarafından oldukça yoğun bir biçimde dinlendiğini göstermektedir. Tablo 2. Eğitim Değişkeni ve Radyo Dinleme Sıklığı akademia Hiç Az Arasıra Sık Çoksık Toplam 137 Eğitims iz 7,1% 35,7% 28,6% 21,4% 7,1% 100% İlk Öğretim 4,9% 7,1% 32,7% 42,3% 13,0% 100% Orta öğretim 4,7% 11,6% 53,5% 25,6% 4,7% 100% Üniversite 20% 6,7% 40% 26,7% 6,7% 100% Toplam 5,6% 8,6% 35,1% 39,1% 11,6% 100% Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle içerisinde en yüksek oran %53,5 oranı ile ara sıra radyo dinleyenlere aittir. Sık radyo dinleyenlerin oranı ise %25,6’dır. Az radyo dinleyenlerin oranı %11,6. Üniversite düzeyinde eğitim alanlar en yüksek %40 oranı ile ara sıra radyo dinlediklerini belirtmişlerdir. Bu kategoride hiç radyo dinlemeyenlerin oranı ise %20’dir. Sık kullananlar sadece %26,7 oranına sahipken, çok sık kullananlar %6,7 oranı ile temsil edilmektedirler(Tablo 2). Radyoyu hiç dinlemediğini belirtenler üniversite düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubudur. Eğitim düzeyi arttıkça radyo dinleme oranı da azalmaktadır. Radyo dinleyicisine aynı anda başka uğraşlar için fırsat verir. Dinleyici radyoyu fondaki ses olarak kullanır. Bu da radyonun genellikle zihinsel yoğunluk gerektirmeyen alanlarda daha çok takip edildiğinin bir göstergesidir. Eğitim değişkeni ve internet kullanım sıklığındaki ilişki incelendiğinde hiç eğitim almamış izlerkitle grubu interneti hiç kullanmadıklarını belirtmektedir Tablo 3. Eğitim Değişkeni ve İnternet Kullanma Sıklığı Hiç Az Arasıra Sık Çoksık Toplam Eğitimsiz İlk Öğretim Ortaöğretim 67,6% 16,7% 9,9% 5,2% 6% 100% 37,2% 23,3% 20,9% 14,0% 4,7% 100% Üniversite Toplam 6,3% 25% 68,8% 100% 62,7% 16,1% 10,6% 6,8% 3,8% 100% İlköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu için %67,6 oranı ile hiç kullanmıyorum, %16,7 oranı ile az kullanıyorum, %9,9 oranı ile ara sıra kullanıyorum, %5,2 oranı ile sık kullanıyorum ve %0,6 oranı ile çok sık kullanıyorum yanıtları ve oranları sıralanmaktadır. Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu için oranlar değişmekle birlikte yine sıralama değişmemektedir. Bu izlerkitle grubunda %37,2 oranı ile hiç, %23,3 oranı ile az, %20,9 oranı ile ara sıra, %14 oranı ile sık ve %4,7 oranı ile çok sık internet kullandıklarını belirtmişlerdir. Üniversite düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda ise çok sık kullanıyorum diyenlerin oranı en yüksektir. Bu grup içinde hiç kullanmıyorum ve az kullanıyorum seçenekleri işaretlenmemiştir. İnternet kullanma sıklığı eğitim değişkeni bağlamında incelendiğinde eğitim parametreleri arasında belirgin bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Eğitimsiz grubun Gazete okuma sıklığı ve eğitim değişkeni arasındaki ilişki incelendiğinde hiç eğitim almamış izlerkitle grubu içinde hiç gazete okumuyorum diyenlerin oranı %92,9 iken, çok sık gazete okurum diyenlerin oranı %7,1’dür. Bu grup içindekilerin hiçbiri az, ara sıra, sık seçeneklerini değerlendirmemişlerdir. İlköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda sık gazete okurum diyenler genel grubun içinde %48,8 ile çoğunluğu oluştururken, %35,5 oranı ile ara sıra gazete okuyanlar ikinci yüksek orana sahiptir. Tablo 4. Eğitim Değişkeni ve Gazete Okuma Sıklığı Hiç Az Ara sıra Sık Çok sık Topl am Eğiti msiz 92,9% İlköğr etim 2,5% 9,0% 35,5% Ortaöğ retim 4,7% 7,0% 23,3% Ünive rsite 6,3% 48,8% 51,2% 7,1% 4,3% 14,0% Topl am %5,8 %8,1 %31, 7 43,8% %47, 1 50,0% %7,3 100% 100% 100% 100% %10 0 Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu için ise gazeteyi sık okuyorum diyenler %51,2 oranı ile çoğunlukta olan gruptur. %23.3 oranı ile ara sıra okuyanları, %7 oranı ile az okuyanlar takip etmektedir. Üniversite düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu için ise %50 oranı ile çok sık gazete okuduklarını belirtmişlerdir. Gazete okuma sıklığı ve eğitim değişkeni arasındaki ilişki eğitim parametreleri ile değerlendirildiğinde eğitim düzeyinin yükselmesi ile gazete okuma sıklığının artması arasında olumlu bir ilişki olduğu gözlemlenmektedir. Çok sık gazete okuyorum seçeneğini işaretleyenler içinde ise eğitimsizlerin oranı %7,1, ilköğretim düzeyinde eğitim alanların oranı %4,3, ortaöğretim düzeyinde eğitim alanların oranı %14, üniversite düzeyinde eğitim alanların oranı %50’dir. Burada eğitimsiz grubun %7,1’lik bir oranda gazete okuduklarını belirtmeleri önemlidir. Eğitimsiz grup içinde gazeteyi takip ettiklerini belirtenler, evlerine ya da düzenli gittikleri mekânları gelen gazeteleri başkalarının aracılığıyla takip eden ya da sadece fotoğraflarına bakan bireylerdir. Öte yandan sık gazete okuyorum şıkkını işaretleyenlerin oranlarına bakıldığında birbirine çok yakın olduğu ilköğretim düzeyindekilerin %48,8, ortaöğretim düzeyindekilerin %51,2, üniversite düzeyindekilerin %43,8 oranına sahip olduğu görülmektedir. Bu durum izlerkitlenin kitle iletişim araçları seçkisi içinde yer alan en eski araç olan gazeteyi yoğun bir şekilde kullandığını göstermektedir. Tablo 5. Eğitim Değişkeni ve Telefonu Kullanım Sıklığı Hiç Az Arası ra Sık Çok sık Topla m Eğitim İlk siz Öğret im 78,6 12,3% % 14,3 4,9% % 10,8% Ortaöğre tim Ünivers ite 7,0% 6,3% 4,7% 4,7% 12,5% 7,1 % 41,7% 27,9% 50,0% 30,2% 55,8% 31,3% 100 % 100% 100% 100% Cep Topla m %13, 9 %5,0 %9,8 %39, 3 %32, 0 100% akademia tamamı interneti hiç kullanmazken, ilköğretim düzeyinde kullanmayanların oranı %67,6, ortaöğretim düzeyinde kullanmayanların oranı %37,2’dir. Üniversite düzeyinde eğitim almış olanların hepsi internet kullanmaktadır. Sık kullanıyorum seçeneğini işaretleyenlerin %5,2’si ilköğretim düzeyinde, %14’ü ortaöğretim düzeyinde, %25’i üniversite düzeyinde eğitim almıştır. Çok sık kullanıyorum diyenlerin içinde eğitimsizler yer almazken ilköğretim düzeyindekilerin oranı %0,6 ortaöğretim düzeyindekilerin oranı %4,7, üniversite düzeyindekilerin oranı %68,8’dir(Tablo 3).Bu veriler açıkça göstermektedir ki eğitim düzeyi yükseldikçe internet kullanma oranı belirgin bir şekilde artmaktadır. 138 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia Cep telefonu kullanım sıklığı incelendiğinde ise hiç eğitim almamış izlerkitle grubu içinde en yüksek oran %78,6 ile cep telefonunu hiç kullanmadıklarını belirtenlere aittir. Bu izlerkitle grubu cep telefonunu %14,3 oranı ile de az kullandıklarını belirtmektedirler. Okuma yazma bilmek, eğitim sürecinde teknolojiye yakın olmak, cep telefonu teknolojisinin Türkçe olmaması gibi nedenlerle eğitimsiz grubun bu araca mesafeli yaklaşmaları sonucunu doğurmaktadır. Öte yandan cep telefonu okuma yazma bilmeyen izlerkitle için bile %21,4’lük bir oranla kullanılmaktadır. Bu durum telefonların sadece belirli özelliklerinin kullanıldığının da göstergesidir. Cep telefonlarını sadece ev telefonları gibi kullanan bir gruptan söz etmek mümkündür. Okuma yazma bilmeyen bir grubun bile cep telefonu kullanması aracın hızla yaygınlaşması sonucunu da doğurmaktadır. 139 İlköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda cep telefonunu sık kullananların oranı %41,8 ile en yüksek orana sahiptir. Çok sık kullananlar ise ikinci yüksek orana sahiptir. Cep telefonunu çok sık kullananlar %30 oranı ile temsil edilmektedir. Hiç kullanmıyorum diyen izlerkitle ise grubun %12,4’ünü oluştururken cep telefonunu ara sıra kullananların oranı %10,8’dir. Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda ise cep telefonunu çok sık kullananların oranı %55,8 ile grubun en yüksek oranına sahipken sık kullanıyorum diyen izlerkitle üyeleri de %27,9 oranı ile ikinci sırada yer almaktadır. Toplum yaşamına en son giren ve geleneksel standartların dışına taşarak farklı bir boyuta taşınan cep telefonu salt iletişim aracı olmaktan çıkıp bir kitle iletişim aracına dönüşmüştür. Bu dönüşümde teknolojik alt yapı kadar servis sağlayıcıların sunduğu haber, hava durumu gibi bilgilerin gönderilmesi önemli rol oynamıştır. İzlerkitleden kitle iletişim araçları seçkisi içinde sunulan cep telefonu bir iletişim aracı olmaktan çok bir kitle iletişim aracı olarak görmeleri istenmiş ve soruları bu bağlamda yanıtlamaları beklenmiştir. Cep telefonu kullanım sıklığı ve eğitim ilişkisi araştırıldığında eğitimsiz izlerkitle grubu içinde hiç cep telefonu kullanmıyorum diyenlerin oranı %78,6’dır. Bu oran ilköğretim düzeyinde %12,4’e, ortaöğretim düzeyinde %7’ye üniversite düzeyinde ise %6,3’e düşmektedir. Cep telefonunun bu özelliğinin kullanılması ile eğitim arasındaki ilişki bu veriler ışığında kurulabilmektedir. Bir başka ifade ile cep telefonunun kitle iletişim aracı olarak da nitelenmesine neden olan özellikleri eğitim seviyesi düştükçe daha az kullanılmaktadır(Tablo 5). Medya Kullanmama Nedenleri İzlerkitlenin hangi nedenlerle söz konusu araçları kullanmadıklarını belirlemek amaçlanmıştır. Bu saptamanın yapılabilmesi için ankete katılanlara evimde yok, İlgilenmiyorum, hiç duymadım, zamanım yok, kullanmayı bilmiyorum, sahip değilim gerekçeleri sunulmuş, bu gerekçelerin dışındaki bir neden ile kullanmayanlar için diğer nedenler seçeneği eklenmiştir. Veriler anketi yanıtlayanların bu seçeneklerden birini tercih etmeleriyle oluşmuştur. Araştırmaya katılan izlerkitlenin istatistik olarak eğitim değişkeni parametreleri ile televizyon kullanmama nedenleri arasında anlamlı verilere ulaşılamamıştır(P=0.162). Televizyon izlememe nedeni ile eğitim düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde eğitim düzeyi farklılığı gözetilmeksizin ankete katılanların tamamı kullanıyorum seçeneğini işaretlemiştir. Yine aynı şekilde eğitim değişkeni bağlamında izlerkitlenin radyo dinlememe nedenine ilişkin istatistik açıdan anlamlı verilere ulaşılamamıştır (P=0.304). Televizyon ve radyo eğitim düzeyi ne olursa olsun izlerkitle tarafından kullanılmaktadır. Eği ti ms iz Evimde yok 28, 6% İlgilenmiyo 14, rum 3% Hiç Duymadım Zamanım Yok Diğer 7,1 Nedenlerd % en Kullanmayı 50, Bilmiyoru 0% m Sahip Değilim Kullanıyoru m Toplam 10 0% İlköğ reti m Orta öğre tim Üniv ersit e Topl am 32,3 % 6,8% 43,9 % 4,9% 23,1 % %33, 1 %6,7 0,3% %0,3 7,8% 9,8% %7,4 5,3% 28,0 % 10,2 % 9,3% 100 % 2,4% 4,9% %4,9 %25, 4 4,9% %9,0 29,3 % 100 % 76,9 % 100 % %13, 3 %10 0 İzlerkitlenin eğitimsiz grubunun interneti kullanan üyesine rastlanmamıştır. Bu grubun %50’si kullanmayı bilmiyorum, %28,6’sı evimde yok, %7,1’i diğer nedenlerden dolayı, %14,3’ü ilgilenmiyorum seçeneklerini kullanmama gerekçesi olarak belirtmişlerdir. İlköğretim düzeyinde eğitim alanların %9,3’ü interneti kullanmaktadır. Geri kalanlar evimde yok, kullanmayı bilmiyorum, ekonomik nedenlerle sahip değilim, zamanım yok ve ilgilenmiyorum gerekçeleri ile interneti kullanmamaktadır. Bu grup içinde interneti hiç duymadım diyenlerin oranı %0,3’dür. Ortaöğretim düzeyinde eğitim alanların %29,3’ü internet kullanmaktadır. Bu grubun %43,9’u evimde yok, %9,8’i zamanım yok seçeneğini %4,9’u ekonomik nedenlerle sahip değilim gerekçesini, %4,9’u ilgilenmiyorum gerekçesini ileri sürmüşlerdir. Üniversite düzeyinde eğitim alan grubun %76,9’u internet kullanmaktadır (Tablo 6). Eğitimsiz grubun %50’si internet kullanmayı bilmiyorum seçeneğini işaretlerken ilköğretim grubunda bu oran %28’dir. Ancak açıkça gözükmektedir ki internet büyük ölçüde üniversite düzeyinde eğitim almış kullanılmaktadır. izlerkitle tarafından Eğitim Değişkeni ve Gazete Okumama Nedeni Eğitim siz Evimde yok İlgilen miyorum Zamanım Yok Diğer Nedenler den Kullanmayı Bilmiyorum Sahip Değilim Kullanıyo rum Toplam İlk öğret im 0,3% Orta öğre tim Üniv ersit e Topla m 28,6% 6,5% 2,6% %6,8 10,6 % 7,9% %9,6 7,1% 0,6% %0,8 50,0% 0,3% %2,1 2,6% 14,3% 100% 21,5 % 60,1 % 100% 86,8 % 100 % 100% 100% %0,3 %18, 2 %62, 2 100% İzlerkitlenin eğitim düzeyi değişkeni bağlamında gazete okumama nedeni irdelendiğinde eğitimsiz grubun sadece %14,3’ünün gazete takip ettiği saptanmıştır. Öte yandan bu grubun %50’si okuma-yazma bilmediğini, %28,6’sı ilgilenmediğini, %7,1’i ise karmaşık geldiği için kullanmadıklarını belirtmişlerdir. İlköğretim düzeyinde eğitim alan grubun %60,1’i gazete okumaktadır. En temel gazete okumama gerekçesi ise %21,5’lik oranla ekonomik koşullardır. Zamanı olmadığını belirtenlerin oranı %10,6, ilgilenmiyorum diyenlerin oranı %6,5’dir. Ortaöğretim düzeyinde eğitim görenlerin %86,8’i gazete okuduklarını ifade etmektedir. Üniversite düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubunun da tamamı gazete okumaktadır. Gazete okuyanların oranları eğitim değişkeni bağlamında incelendiğinde eğitimsiz grubun oranının %14,3 olduğu bu oranın ilköğretim seviyesinde ani bir sıçrama gösterip %60,1 oranına, ortaöğretim düzeyinde %86,8 oranına ve yüksek öğretim düzeyinde ise %100 seviyesine ulaştığı görülmektedir. Bu veriler eğitim düzeyinin artmasıyla gazete okuma oranın arttığını açıkça göstermektedir (Tablo 7). akademia Tablo 6. Eğitim Değişkeni ve İnternet Kullanmama Nedeni 140 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Tablo 7. Eğitim Değişkeni ve Telefonu Kullanmama Nedeni Evimde yok İlgilenmi yorum Zamanı m Yok Diğer Nedenle rden Kullanm ayı Bilmiyor um Sahip Değilim Kullanıy orum Toplam Cep Eğitims iz İlköğre tim Ortaöğ retim Üniversite Toplam 14,3% 2,2% %2,3 3,5% 5,1% 8,3% %3,7 0,3% %0,3 14,3% 1,9% 8,3% %2,3 28,6% 1,9% %2,6 21,4% 11,3% %10,2 21,4% 78,9% 94,9% 3,1% %78,6 100% 100% 100% 100% 100% akademia İzlerkitlenin cep telefonu kullanmama gerekçesi eğitim düzeyi değişkeni bağlamında incelendiğinde eğitimsiz izlerkitlenin zaman bulamama ve ilgilenmeme nedeniyle cep telefonu kullanmadıkları görülmüştür. İlköğretim düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubunun %78,9’u cep telefonu kullandığını belirtmiştir. Bu grup içinde cep telefonuna sahip olmayanlar ise %11,3’tür. Bu grup ekonomik nedenleri, ilgilenmemelerini ve diğer nedenleri gerekçe olarak göstermişlerdir. Ortaöğretim düzeyinde eğitim almış izlerkitlenin %94’ü cep telefonunu kullandığını ifade etmektedir. Bu izlerkitle grubunun yaklaşık %5,1’i ilgilenmediği için cep telefonu kullanmadığını belirtmişlerdir. Üniversite düzeyinde eğitim görmüş izlerkitle içinde cep telefonu kullanmayanların en önemli gerekçesi %5,1’lik orana sahip olan ilgilenmiyorum seçeneğidir. Bu grubun cep telefonu kullanıyorum diyenlerin oranı %83,3’tür(Tablo 8). 141 Sonuç Dijital teknolojinin gelişmesi ve politik ortamdaki yasal değişmeler gerek ulusal gerekse de küresel boyutta medya endüstrisinde hızlı bir değişim süreci yaşanmasına neden olmuştur. Medya ortamındaki güncel ve yaygın değişim, yeni teknolojilerin gelişmesi, medya sahipliğinin değişmesi, ekonomik yapının değişmesi medyayı ve işlevlerini yeniden gözden geçirme gereğini doğurmuştur. Teknolojik gelişmeyle birlikte iletişim sektörüne ve izlerkitlenin yaşamına dâhil olan yeni kitle iletişim araçları izlerkitlenin var olan medyayı tüketim biçiminin yeniden şekillenmesinde önderlik etmeye yönelmiştir (Kim, 2002). Eskişehirli izlerkitleye bu çalışmada beş araçtan oluşan kitle iletişim araçları seçkisi sunulmuştur. Söz konusu araçlar televizyon, radyo, internet, gazete ve cep telefonudur. Uygulanan ankette izlerkitlenin bu araçları kullanma sıklığı ve kullanmama nedenlerine dönük iki soru öbeği hazırlanmış alınan yanıtlar eğitim değişkeni bağlamında analiz edilmiştir. İzlerkitlenin kitle iletişim araçlarını hangi sıklıkla kullandığı sorusunun yanıtını da arayan bu çalışmada izlerkitleden yanıtlarını kendilerine sunulan hiç kullanmıyorum, az kullanıyorum, ara sıra kullanıyorum, sık kullanıyorum ve çok sık kullanıyorum seçeneklerinden birini seçerek yanıt vermeleri istenmiştir. İzlerkitlenin medya kullanma biçimini belirlemek üzere sorulan bir diğer soru ile izlerkitlenin kitle iletişim araçları kullanmama nedenleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Kitle iletişim araçları seçkisi içinde yer alan beş araç için evimde yok, ilgimi çekmiyor, bu aracı hiç duymadım, zamanım yok, diğer nedenlerden dolayı, kullanmayı bilmiyorum, ekonomik nedenlerle sahip değilim ve aracı kullanıyorum ifadeleri ile kitle iletişim araçlarını kullanmama gerekçelerine ilişkin veriler elde edilmiştir. Eğitim değişkeni bağlamında televizyon izlememe nedeni ve sıklığına ilişkin anlamlı bir fark elde edilememiştir. Bu durum televizyonun eğitim düzeyi farkına bakılmaksızın herkes tarafından izleniyor olduğunu göstermektedir. Radyo, izlerkitlenin kitle iletişim araçları seçkisi eğitim alan izlerkitle üyelerinin tamamı gazete okumaktadır. Cep telefonu bütün bu özellikleriyle birlikte Eskişehir’deki izlerkitlenin yoğun olarak kullandığı (% 71,2 oranında) bir araçtır. Cep telefonu kullanan eğitimsiz izlerkitlenin oranı düşüktür (%7,1). Buna karşın ilköğretim, ortaöğretim ve üniversite düzeyinde eğitim görmüş izlerkitlenin kullanım oranı ise %70’in üzerindedir. İzlerkitle içinde cep telefonu kullanmayan, az kullanan ya da ara sıra kullanan izlerkitlenin toplam oranı %30’dur. Bu grubun cep telefonu kullanmama nedenleri ekonomik nedenlerle sahip olmamak, ilgi duymamak olarak belirtilmiştir. Eğitimsiz izlerkitle grubunun kitle iletişim araçları seçkisi sadece dört araçtan oluşmaktadır. Bunlar televizyon, radyo, gazete ve cep telefonudur. Diğer bir araç olan internet bu izlerkitle grubu tarafından kullanılmamaktadır. Bu seçki içinde yer alan gazete ve cep telefonunun kullanılma oranı %7,1’dir. Cep telefonunu kullanmayı bilmedikleri, karmaşık geldiği için ve ekonomik nedenlerden dolayı az kullanılmaktadır. İlköğretim düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubunun sık kullandığı kitle iletişim araçları seçkisinde televizyon, cep telefonu, radyo ve gazete ilk sıralarda yer almaktadır. Seçkinin sonlarında yer alan ve %50’nin altında orana sahip internet ise bu izlerkitle grubunun ilgisini çekmediği, zaman ayrılmadığı ya da evlerinde bulunmadığı için daha az kullanılmaktadır. Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunun kitle iletişim araçları seçkisi televizyon, cep telefonu ve gazeteden oluşmaktadır. Üniversite düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubu dört aracı %50’nin üzerinde bir oranla kullanmaktadır. Bu araç seçkisi içinde televizyon ilk sırada yer alırken bunu internet, gazete, cep telefonu takip etmektedir. Bu sıralama dışında kalan radyo ise %32,4 oranında tercih edilmektedir. Bir başka ifade ile üniversite düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubu kitle iletişim araçları seçkisi içinde yer alan bütün araçları kullanmaktadır. akademia içinde yer alan en eski kitle iletişim araçlarından biridir. Eskişehir’deki izlerkitlenin %50,7’si tarafından yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak sonuçlar radyonun kitle iletişim araçları seçkisi içinde genel sıralamada en çok tercih edilen ve kullanılan üçüncü araç olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Eğitim değişkeni ve kullanım sıklığı arasındaki ilişki irdelendiğinde radyonun özellikle ilköğretim düzeyinde eğitim almış izlerkitle tarafından çok sık kullanıldığı (%55,3 oranında) görülmektedir. İzlerkitlenin radyo dinlememe gerekçeleri ve değişkenler arasındaki ilişki irdelenmiş ancak istatistikî anlamda yorumlanabilir verilere ulaşılamamıştır. Buna karşın elde edilen genel frekans dağılımı izlerkitlenin radyo dinlememe gerekçesi olarak ilgilenmiyorum, evimizde radyo yok ve zaman ayıramıyorum gerekçelerini öne sürdüklerini göstermektedir. Eskişehir’deki izlerkitlenin %12,6’sı yoğun olarak internet kullanmaktadır. Kullanma sıklığına ilişkin veriler eğitim değişkeni bağlamında incelendiğinde ise internetin öncelikle ve yoğun olarak üniversite düzeyinde eğitim almış izlerkitle tarafından kullanıldığı %93,8 oranında) görülmektedir. Ortaöğretim düzeyinde internet kullanma oranı %26,9’dur. Buna karşın internet yoğun olarak kullanılan bir kitle iletişim aracı değildir. En büyük kullanıcı kitlesi üniversite düzeyinde eğitim almış izlerkitledir. İzlerkitlenin internet kullanmama gerekçeleri içinde evimizde internet bağlantısı yok, kullanmayı bilmiyorum ve ekonomik nedenlerle internete sahip değilim gibi sonuçlar öne çıkmaktadır. Bu noktada internetle ilgilenmiyorum seçeneğinin fazlaca ön plana çıkmaması dikkat çekicidir. Bu gerekçe yedi seçenek içinde altıncı konumdadır. Eğitim düzeyi arttıkça gazete okuma sıklığının da artacağına ilişkin yaygın kanı elde edilen verilerle doğrulanmıştır. Buna karşın okuma yazma bilmeyen eğitimsiz grup içinde bile gazeteyi takip edenler(%7,1 oranında) bulunmaktadır. Eskişehir’deki izlerkitle ekonomik nedenler, zaman ayıramama ve ilgilenmeme nedeni ile gazete okumamaktadır. Üniversite düzeyinde 142 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Çalışmada elde edilen veriler eğitim düzeyi arttıkça kitle iletişim araçları seçkisinin genişlediğini göstermektedir. Basılı kitle iletişim araçları olan gazete, yeni teknolojinin kitle iletişim araçları seçkisinin içine kattığı internet ve cep telefonu eğitim düzeyi yüksek izlerkitle grubu tarafından radyo, televizyonun yanı sıra kullanılmaktadır. Kaynakça Albarran ve diğerleri (2007). “What Happened to Audience?” Radio and New Media Uses and Gratifications Amoung Young Adult Users” Journal of Radio Studies, Vol:14, No:2. Atlas, M. (2001). İstatistik. Eskişehir:2001. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü. Erişim:19 Ekim2007, http://www.byegm.gov.tr. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu. Erişim:5 Mayıs 2007, http://www.rtuk.gov.tr. Birsen H. (2003). “Differing from Print or Being Online Newspaper” Communication in The Millenium. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir. Birsen, Ö.(2006). Çok Seçenekli Medya Ortamında Kitle İletişim Araçlarının Tüketim ve Seçim Biçimi (Eskişehir Örnekleminde Bir İzlerkitle Araştırması), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir. akademia Birsen, H. (2005). İşgören Niteliği ve Üreti Süreci Açısından Haber Sitelerinin Basın etiği Kurallarını Uygulayabilme Yeterliliği, Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1646, Eskişehir. 143 Chung, D. (2008). “Interactive Features of Online Newspapers: Identifying Patterns and Predicting Use of Engaged Readers” Journal of Computer Mediated Communication, Vol:13. Çağıltay, K. (1997). İnternet, METU Press, Ankara. December, J. (1996). “Units of Analysis for Internet Communication” Journal of Communication, S:46 Winter. Ferguson, D. A. G.F. Greer ve M.E. Reardon (2007). “Uses and Gratifications of MP3 Players by Collage Students: Are İpods More Popular than Radio”, Journal of Radio Studies, Vol:14, No:2. Geray, H. (2006). Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş. Siyasal Yayınları, Ankara. Hassebrink, U. ve J. Popp (2006). “Media repertoires as a result of selective media use. A conceptual approach to the analysis of patterns of exposure” Communications, Vol:31. Hetsroni, A. (2008). “Dependency and Adolescents’Perceived Usefulness of Information on Sexuality: A CrossCultural Comparison of Interpersonal Sources, Professional Sources and the Mass Media” Communication Reports, Vol:21 No:1. Ishii, K. (2006). “Implications of Mobility: The Uses of Personal Communication Media in Everyday Life” Journal of Communication, S:56. Jackson N.ve L. Darren (2007). “Seeking Unmediated PoliticalInformation in a Mediated Environment”. The uses and gratifications of political parties’ enewsletters” Information, Communication and Society, Vol:10 No:2. Jefrey, L. (1994). “Rethinking Audiences for Cultural Industries: Implications for Canadian Research”, Canadian Journal of Communication, Vol :19, S.3. Jensen, B.K. ve Rosengren, K.E.(1990). “Five Tradations in Search of The Audience”. Europen Journal of Communication, 5 (2-3). Kenney, K ve A. Gorelik (2001). “Interactive Features of Online Newspapers” First Monday, Issue 5. (www.firstmonday.org). Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev: S Sever, A A Bir. Eskişehir: Anadolu Ün. Kibele Sanat Merkezi. Kim, J. (2002). “Across-Media Study of Koreans’ Media Choice Process And Consumptıon Patterns In The New Media Environment.”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, The University of Southern Missippi. Timisi, N. (2003). Yeni iletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Yayınları. Kim, K. ve Y. Kim (2007). “New and Old Media Uses and Political Engagement among Korean Adolescents” Asian Journal of Communication, Vol:17, No:4. Koçak, A. (2001). “Televizyon İzleyici Davranışları Televizyon İzleyicilerinin Tercihleri ve Doyumları Üzerine Teorik ve Uygulamalı Bir Çalışma”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya. Köksal, T (1997). İnternet Sizden Korksun. İstanbul:Pusula Yayıncılık. McMillan, S.J. (1998). “Who Pays for Content? Funding in Interactive Media” Journal of Computer Mediated Magazine,Vol:4 Issue:1 Uses and Gratifications Theory. Erişim:25 Mayıs2006. http://www.ciadvertising.org/studies/s tudent Wang, Q., E. L. Fink ve D.A. Cai (2008). “Loneliness, Gender, and Parasocial Interaction: A Uses and Gratifications Approach”, Communication Quarterly. Vol:56, No:1. Wirth, W., T. Von Pape ve V. Karnowski (2008). “An Integrative Model of Mobile Phone Appropriation” Journal o Computer Mediated Communication, Vol:13. Wonnenberg, A. K. Shoenbach ve L. Van Meurs (2009). “Dynamics of Individual Television Viewing Behavior: Models, Empirical Evidence, and a Research Program”, Communication Studies, Vol:60, No:3. McQuail, D. ve Sven W. (1997). Kitle İletişim Modelleri, Çev: Konca Yumlu, Ankara: İmge Yayınevi. Morris, M. Ve Ogan, C. (1996). “The Internet as Mass Medium” Journal of Communication, S:46, Winter. Okazaki, S. ve M. Hirose (2009). “Effects of displacement– reinforcement between traditional media, PC internet and mobile internet A quasi-experiment in Japan” International Journal of Advertising, Vol:28. akademia Pavlik J. V. (1996). New Media Technology: Cultural and Commercial Perspectives. Allyn and Bacon, Boston. Severin W J & Tankard J W (1994). İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri ve 144 Erciyes İletişim akademia 145 2009 TEMMUZ YÖNETİCİ VE ÇALIŞANLAR PERSPEKTİFİNDE KOCAELİ MEDYASI VE SORUNLARI* Deniz Elif Yavalar** Özet Yerel medya demokrasi için vazgeçilmezdir. Çalışmanın amacı bağlamında Türkiye’de yerel medyanın gelişim süreci genel olarak ele alındıktan sonra Kocaeli medyasının gelişimi ve temel sorunları ele alınmıştır. Bu sorunlar ele alınırken; tirajları, dinlenme ve izlenme oranları yüksek olan gazete, radyo, televizyonlar seçilmiş, buralarda farklı departmanlarda çalışanlar ve yöneticileriyle yapılan söyleşiler bağlamında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yapılan söyleşilerden yola çıkarak, Kocaeli medyasında yaşanan sorunlar, yaygın medyada yaşanan sorunlara bir çok yönde benzer özellikler göstermekle birlikte, yerel medya çalışanlarının en önemli şikayetlerinin; haber ve bilgi kaynaklarına ulaşmada sıkıntı, haber yazarken kendilerini özgür ve bağımsız hissetmemeleri, çalışma koşulları, aldıkları ücretten duyulan memnuniyetsizlik, istihdam, sendikasızlaştırma, meslek içi eğitimin yetersizliği; yerel medya yöneticilerinin en önemli şikayetlerinin resmi ilan pastasından yeterince pay alamamak, ticari ilan ve reklam yetersizliği, öz sermaye, prestij, teknolojiyi yakalayabilme zorluğu, reyting-tiraj sorunu, kalifiye eleman sıkıntısı, devletin yerel medyayı yeteri kadar desteklememesi ve hukuksal sorunlar olduğu tespit edilmiştir. Bu sorunların çözümü için de devlet desteği, mahalli medyanın kendi arasında iyi ilişkiler kurması, yöre halkının sahip çıkması, yerel sanayiden daha çok destek görmek ve yeni yasal düzenlemeye olan ihtiyaç önerileri getirilmiştir. Bunlar yapıldığı takdirde yerel medyanın sorunlarının büyük ölçüde çözüleceği kanısına varmış bulunmaktayız. Anahtar Kelimeler: Yerel Medya, Gazete, Televizyon, Radyo, Kocaeli KOCAELİ MEDIA AND PROBLEMS FROM MANAGERS AND WORKERS PERSPECTIVES Abstract akademia Local media is indispensable for democracy. The purpose of study in the context of Turkey's development process in the local media in general, addressed the media after the development of Kocaeli and basic problems are discussed. While these issues be addressed; circulation and rest and be monitored with high rates of newspaper, radio, television, and selected to work in different departments, and administrators here in the context of the interview were put in place. Developed from the way the media Kocaeli problems, common in the media problems, a multi-direction similar features to the show, the local media employees the most important complaints, news and information resources to reach hardship, news writing themselves free and independent do not feel, working conditions, they charge through the dissatisfaction, employment, union activities, vocational training of lack of local media managers of the most important complaint from the official posting pasta give enough shares, commercial advertisement and advertising failure, equity capital, prestige, technology to capture the challenges, the rating-circulation problems, shortage of qualified workers, the state's local enough to support the media and legal issues that have been identified. To solve this problem, the state support, local media itself establish good relations between the local people out of the owner of the local industry to see more support from the new legal regulations and the need to bring the proposal is. These are the problems of the local media had largely resolved in the blood are found. Keywords: Local Media, Newspaper, TV, Radio, Kocaeli. * Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen “Yerel Medya Bağlamında Kocaeli Medyası ve Sorunları” isimli yüksek lisans tez özeti. ** Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü yüksek lisans mezunu. 146 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Yerel medya, kendi bölgesinin, bulunduğu ilin, ilçenin; kamuoyu adına sorunlarını, taleplerini dile getirirken ulusal haberlerden farklı olarak, o yörede yaşayan insanları ilgilendiren haberlere geniş yer veren; yerel unsurları ve yerel sorunları ortaya çıkaran, yerel sorunlar karşısında halkı bilgilendiren ve kamuoyu oluşturan kitle iletişim araçlarıdır. Yerel medyanın; demokrasi ve çokseslilik adına yönetimleri denetleme şansı vardır. Bu özelliği; varolduğu yerde yaşanan sorunların içerisinde olması ve birebir denetleme şansı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda; devlet ve millet arasına köprü kurarak, yörenin sesi olma özelliğini taşımaktadır. Demokrasinin daha sağlıklı işlemesi için farklı seslerin bulunması gerekir. Bu yönüyle yerel medya, farklı görüş ve düşüncelerin ifade edilmesi suretiyle demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri haline gelmiştir. Ancak; geçmişten günümüze birçok işlevi yerine getiren yerel medyanın; mesleki, ekonomik ve hukuksal olmak üzere çok önemli sorunları mevcuttur. Bu yüzden, yaygın medya karşısında geride kalarak, işlevlerini yerine getirirken sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadır. Atatürk’ün “Fazilet Adaları” olarak nitelendirdiği yerel basın için sorunların başında, özellikle ekonomik sıkıntılar gelmektedir. Bununla bağlantılı olarak çalışan kalitesi de düşmektedir. Kalifiye eleman sıkıntısı yerel medyanın profesyonellikten uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yaygın medyaya karşı alternatif medya oluşturması oldukça zor görünmektedir. 147 Bu noktadan hareketle yerel medya ve sorunları, Kocaeli örneğinde incelenecektir. Kocaeli Medyası da söz konusu sorunları yaşayan illerimizdendir. Bu çalışma, Kocaeli yerel medyası üzerine yapılmış, yerel medyaya örneklem oluşturması bakımından İzmit’teki gazete, radyo, televizyonlarla sınırlı tutulmuştur. Yerel medyanın sorunları ortaya koyma açısından İzmit örneğinden yola çıkılarak yapılan bu çalışma, somut veriler elde etmek adına önemlidir. Araştırmanın amacına uygun olarak, 15 Eylül – 15 Kasım 2008 tarihleri arasında yerel medya mensupları ile yüz yüze söyleşiler gerçekleştirilmiştir. Önceden bir soru formu hazırlanmış olup, böylelikle görüşmecinin istenmeyen konularda görüş bildirmesi önlenmiştir. Söyleşiler, İzmit’teki yerel medya çalışanları ile sınırlı tutulmuştur. İzmit yerel medyasında faaliyetlerine devam eden 6 gazete, 3 televizyon ve 15 yerel radyoda çalışan medya mensuplarını temsilen 8 yönetici, 4 çalışan ve Gazeteciler Cemiyeti Şube Başkanı ile söyleşi yapılmıştır. Bu söyleşilerdeki temel amaç, İzmit medyasının sorunlarını hem çalışanlar hem de yöneticiler açısından sorgulamaktır. Her iki kesimden de alınan yanıtlar ışığında, İzmit yerel medyasının, dolayısıyla medya çalışanlarının problemleri ve çözüm önerileri ortaya konmuştur. 1. Türkiye’de Gelişimi Yerel Medyanın Osmanlı’da ilk gazete çıkaran kesim, yabancı devlet sefaretleri ve azınlıklar olmuştur. Türkiye’de ilk gazeteyi 1795 yılında Fransızlar çıkarmışlardır. Gazetenin adı Bulletinde Nouvelles “haber bülteni” dir. Daha sonraki yıllarda Fransız büyükelçisi Bulletinde Nouvelles yerine, 1796’da iki yıl kadar yaşayabilen La Gazete Françaisede Constantinople’yı çıkarttı. Ocak 1824’de ise İzmir’de Smyrneen adlı gazete yayımlanmaya başladı. Hem sayı hem de etkinlik açısından Osmanlı topraklarında Türkçe dışı basının en önemli kesimini oluşturan ve 1864 tarihine kadar yayımlanan bu Fransızca gazeteler dışında, yine bu tarihe kadar Rumca basın olarak 1831’de Filos Ton Neon, 1832’de Takvim-i Vekayi’nin Rumcası olan Otomanikos Minitor, 1838’de Amalthia, 1850’de Bizantis, Ermenice basın olarak 1831‘de Lirokir, 1839’da İştemeran Bidani Kidelyalts, 1852’de Masis, 1863’de Jamanak, Bulgarca basın olarak 1842’de Ljuboslowije, 1848’de Çarigradski Vestnik, (Çığ, 2007, 62-63). Türkler tarafından çıkarılan ilk özel gazete; 21 Ekim 1860 tarihinde Agah Efendi tarafından çıkarılmaya başlanan Tercüman-ı Ahval yayımlanmaya başlar. Resmi görüşün dışındaki konulara el atabilmesi, toplumun dertlerini dile getirmesi, zamanla okuyucu mektuplarına yer vermesi, ansiklopedik bilgiler dağıtmasıyla yoğun ilgi gören gazeteyi, 27 Haziran 1862’de Şinasi’nin çıkardığı bir fikir gazetesi olarak değerlendirilen Tasvir-i Efkar takip eder. Osmanlı yapısı içersinde Türk unsurunun haklarını savunan gazete ilk kez kamuoyunun önemini vurgulamıştır (Çakır, 1997, 39). 1868’de Türkçe-Rumca dilinde Edirne’de Edirne gazetesi, 1869’da TürkçeRumca dilinde Trabzon’da Trabzon gazetesi, Bursa’da 1869’da Türkçe-Ermenice yayımlanan Hüdavendigar Gazetesi, 1869’da Konya’da Türkçe-Rumca Konya Gazetesi, 1872’de Türkçe dilinde Kastamonu’da Kastamonu Gazetesi, 1872’de Türkçe-Rumca dilinde Adana’da Seyhan Gazetesi, 1874’de Ankara’da Türkçe yayımlanan Ankara Gazetesi, 1874’de İzmir’de Türkçe yayımlanan Aydın Gazetesi, 1878’de Sivas’ta Türkçe yayımlanan Sivas vilayet gazeteleri günümüz anlamında bir yerel gazetecilikten öte devletin yeni yapılanmasının bir parçasıdır (Aydeniz, 2007, 10-16). 1876 yılına kadar İstanbul’da 13’ü Türkçe, 35’i diğer dillerde toplam 48 gazete yayımlanmıştır (Çığ, 2007, 70-73). II. Meşrutiyet’ten sonraki geçen altı yıllık zamanda Osmanlı topraklarında 1600 yayın başvurusu yapılmıştır. Aynı dönemde İstanbul’dan Anadolu’ya matbaalar taşınmış, hemen her kentte özel girişimcilere ait Türk basımevleri kurulmuştur (Duman, 2007, 8283). Ama ne yazık ki, hürriyet ortamı çok fazla devam etmez. Önce İstanbul’da yaşanan 31 Mart Hadise’si ve birbiri ardına çıkan savaşlar basını olumsuz etkiler. İstanbul basını ve yerel basında bu dönem boyunca oluşan kamplaşmaya ve azınlık gazetelerine gösterilen hoşgörü, savaşla birlikte yerini kontrol altındaki basına bırakmıştır. Sıkı denetim ve mürekkep, kağıt gibi temel baskı malzemelerin fiyatlarının akademia Arapça basın olarak 1798’de Arapça, Türkçe, Fransızca olarak üç dilde yayımlanan Le Courrier d’Equpte, 1828’de Arapça-Türkçe Vekay-i Mısriye ve Yahudi basını olarak 1846’da Sha Area Mızrah, 1862’de Torak Zion çıkmıştır. Bunlar dışında Osmanlı devleti hudutları içinde Almanca, Arnavutça, Çerkezce, Farsça, Gürcüce, Hırvatça, Hintçe, İngilizce, İtalyanca, Kürtçe, Rumence, Rusça, Sırpça ve Urduca dillerinin içinde yer aldığı yirmiyi aşkın dilde yayın yapan gazete yayımlanmıştır ki; Osmanlı gazeteciliği bir yerel gazetecilik tarihidir denildiğinde söz konusu gazetecilik olgusunu açıklamaya yetecek bir rakamdır (Çakır, 1997, 35-38). Türk basın tarihi, matbaanın Türkiye’ye girişinden yaklaşık bir asır sonra yayımlanmaya başlayan Vekayi-i Mısriye (1828) ile başlatılır. Yarısı Türkçe yarısı Arapça olarak yayımlanan bu gazeteyi, 1830 yılının sonunda yarısı Türkçe yarısı Rumca Vekayi-i Giridiye isimli gazete takip eder. Bu iki gazete dışında, Osmanlı ülkesinde yayımlanan ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi’dir. 1 Kasım 1831 yılında Osmanlı Devleti’nin resmi yayın organı olarak yayın hayatına başlayan gazeteyi 1840 yılında Türkçe olarak yayımlanmaya başlayan yarı özel gazete Ceride-i Havadis takip eder (Çakır, 1997, 39). Özel girişim gazetelerinin ortaya çıkmasıyla devletin özel gazeteler üzerinde denetim kurma ihtiyacı ortaya çıkar. 1857 yıllarında izinsiz litograf matbaaları arttığı için bu alanda yasal düzenleme yapılarak 1908’e kadar yürürlükte kalacak olan Matbaalar Nizamnamesi yayımlanır. Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkâr varken 1852’de Fransa kralının çıkardığı kararname örnek alınarak 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi yürürlüğe girer.1862’den beri yayımlanmakta olan Tasvir-i Efkar’ın muhalif tutumuna 1866’da Muhbir, Ayine-i Vatan ve Utarit gibi gazetelerin katılmasıyla 1867’de hükümete gazeteleri kovuşturma hakkı veren ve 1909’a kadar yürürlükte kalacak olan Ali Kararnamesi çıkar. Basın özgürlüğü tamamen kaybolur. Ancak bu kararname basının dinamizmini frenleyemez 148 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia 149 hızla yükselmesiyle küçük tirajlı çoğu gazete kapanmış, yayınını sürdürebilenler ise sadece İttihat ve Terakki iktidarının açıklamalarına yer veren bir çizgide yayın hayatlarına devam etmişlerdir (Koloğlu, 1994, 60). Anadolu’da Milli Mücadele’nin ilk gazetesi “İrade-i Milliye Gazetesi”dir. Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas’a gelen Mustafa Kemal’in 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’ni topladığı sırada, Kuva-yi Milliye sözcülüğünü yapmak ve kurtuluş hareketiyle ilgili düşüncelerini yaymak amacıyla 14 Eylül 1919’da yayınlanmaya başlamıştır. Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinin yapıldığı sıralarda ülke içindeki olayları, ulusal bağımsızlık hareketini başlatanlara halkın duyduğu destek ve güveni, yurtiçinde ve yurtdışında kamuoyuna süratle iletmek amacıyla Sivas’ta İrade-i Milliye ve ardından da Hakimiyet-i Milliye gazetelerinin yayımlanmasını sağlamıştır. Erzurum’da yayımlanmaya başlayan Albayrak, Envar-i Şarkiye Gazetesi, Antalya’da Anadolu Gazetesi, Kayseri’de Adana’ya Doğru Gazetesi, Edirne’de Ahali, Samsun’da Güneş, Ankara’da Mefkure, Balıkesir’de İzmir’e Doğru, Bolu’da Dertli Gazetesi, Trabzon’da İstiklal Gazetesi, Konya’da Öğüt Gazetesi, Kastamonu’da Açıkgöz Gazetesi, Adana’da Yeni Adana Gazetesi gibi Anadolu’nun dört bir yayınında çıkan gazeteler milli mücadeleyi destekleyici övgü dolu ifadelere yer verir (Gündüz, 2007, 9195). Adana’da Ferda, Balıkesir’de İrşad, Kastamonu’da Ferda, İzmir’de Köylü, Şark, Musavat ve Islahat, Edirne’de Teemmin, Bandırma’da Adalet, Bursa’da Mücadele ve Bursa adlı Milli Mücadele karşıtı gazeteler yayımlanmıştır (Şeker, 2007, 40-41). Basın Türk ulusu için vatanın kutsal olduğu düşmana asla verilemeyeceği konusunda halkı bilinçlendirmek ve mücadeleye sürüklemek bakımından milli mücadeleyi destekler. Kitlesel mücadeledeki rolü, kamuoyu oluşturmadaki gücünün idrakine varan milli mücadele planlayıcıları para ve diğer bazı imkanlarla basına destek verirler. Haber temininde ve malzemede gazetelere kolaylık sağlanır, ajanslar kurulur hatta gazeteciler bir süre askere alınmazlar. Bu destek Anadolu içlerinde basının gelişimi için son derece faydalı olur (Duman, 2007, 85). Cumhuriyetin ilanından DP’nin iktidara geldiği 1950 yılına kadar, ülkede sivil bürokratik sistem hakim olmuştur. Anadolu Basını’nı etkileyen bir başka gelişme ise 1928 Harf Devrimidir. Özellikle bu durum, yerel basını ulusal basına göre daha fazla etkilemiştir. Arap Alfabesi yerine Latin Alfabesi’nin kabulü basında sıkıntılar yaratmıştır. Okuyucu ve diğer desteklerle yaşam savaşı veren basın, teknik ve okuyucunun hazır olmaması gibi nedenlerle yok olma sürecine girmiştir. Sadece devletin desteğinden çıkan ve yeterli sermaye birikimine sahip kişilerin gazeteleri ayakta kalabilmiştir. 1930’lu yılların başında Serbest Fırka’nın kurulması etkin bir muhalefet aracı olarak Anadolu’da basının tekrar yaygınlık kazanmasına neden olmuş, ancak bu durumda çok uzun sürmemiştir. 1930’lu yılların ortalarında, Avrupa’da yayılmakta olan faşizmden etkilenen tek parti yöneticileri, basın üzerindeki baskılarını ve basını kontrol altına alma çabalarını yoğunlaştırmışlardır. Basın organları arasında iktidar ile muhalifler arasında hakarete varan tartışmaların çıkması, partinin kapatılması ve Menemen olayı basının üzerine tekrar gidilmesine neden olmuştur. Bu ortamda hazırlanan 70 maddelik Matbuat Kanun’u tasarısı 1931 yılında kabul edilmiştir (Girgin, 2001, 122124). Bulundukları yörede gazete çıkarmak isteyenlere en yüksek mülki amire beyanname verme zorunluluğu getiren 1931’de çıkarılan Matbuat Kanunu ile bütün muhalefet susturulmuştur. Birliğin kurulmasındaki temel amaç, basını devlet tarafından denetim altına almaktı. Matbuat Kanunu’ndan sonra 1935’lere geldiğimizde Ankara’da ilk kez bir basın kongresi düzenlenmiş, bu kongrede basının amaçları anlatılmaya çalışılmış ve bir basın birliği kurmak amaçlanmıştır. Birinci Basın Kongresi (1935) olarak adlandırılan bu kongre, bir yıl sonra tekrar toplanmayı kararlaştırmıştır; fakat 1975 yılına kadar toplanamamıştır. Tek partili dönemde, daha gazetelerce eleştirilmesiyle başlayan gerginliğin tırmanması sonucu 1954’de sona ermiştir. DP döneminde bir taraftan gazetelere destek verilirken, bir taraftan da gazetecilere çeşitli cezalar verilmiştir. Hükümet 1960’a kadar yürürlükte kalacak olan yeni bir kanun çıkararak namus, şeref ve haysiyete tecavüz edilmesi veya hakarette bulunulması veya itibar kıracak veya şöhret veya servete zarar verebilecek bir hususun isnat edilmesi durumunda ağır para cezaları getiren ve bu suçları şikayet olmadan savcıların soruşturmasını emreden düzenlemeler getirerek, basın özgürlüğünü son derece kısıtlamıştır. 1955’te çıkan 6-7 Eylül olaylarının ardından sıkıyönetim ilan edilmiş olması da beraberinde basının haber verme özgürlüğünü kısıtlayıcı çok önemli yasaklar getirmiştir. 1957 yılında kağıt ithalatının sadece devlet eliyle yapılacağına ilişkin kararı ve 1958’de resmi ilan ve reklamların devlet eliyle dağıtılacağı hususundaki uygulama basına yasal baskıların yanında ekonomik baskıların da getirildiğini göstermektedir. Bu gelişmelerin ardından 1960 yılına yaklaştıkça iktidarla basın arasındaki gerginlik artmış ve DP döneminde 2 bin 324 basın mensubu hakkında tahkikat yapıldığı gibi 8 yüz gazetecide çeşitli cezalar almıştır. Basın-iktidar ilişkilerinin son derece gerginleştiği bu dönemde, 1960 askeri müdahalesi yapılmıştır. Milli Birlik Komitesi, Basın Kanunu ve diğer yasal düzenlemelerle uygulamaya sokulan basın özgürlüğünü kısıtlayıcı maddeleri yürürlükten kaldırarak Basın Ahlak Yasası’nı çıkartmış, yasayı yürütmekle görevli Basın Şeref Divanı’nı kurmuştur. Milli Birlik Komitesi, 1961 yılında resmi ilan ve reklam dağıtımını yapmak üzere Basın İlan Kurumu’nu faaliyete sokarak besleme basının önüne geçmiş, yerel basını canlandırmıştır. Gazetecilere çeşitli haklar sağlayan 212 Sayılı Yasa’nın çıkarılmasıyla da gazeteciliğin profesyonel bir meslek oluşu yolunda önemli bir adım atılmıştır. Anayasaya gazetelerin sansür edilemeyeceği, toplatılamayacağı, kapatılamayacağı, gazete çıkarmak için izin alınamayacağı, matbaalara ve basın akademia sonraları Ceza Kanunu’nda değişiklik (1938) yapılmış ve 1940-1947 yılları arasında da sıkıyönetim dönemi yaşanmıştır. İkinci Dünya Savaş’ı başlayınca, 22 Kasım 1940’ta bazı illerde geçerli olmak üzere, bir ay süreli sıkı yönetim ilan edilmiştir. Üçer aylık dönemler için uzatılarak, 1947 Kasım ayına kadar süren sıkı yönetim de basına yeni sınırlamalar getirmiştir. Bu dönemde gazeteler hem hükümet, hem de sıkı yönetim kararlarıyla kapatılmıştır (Girgin, 2001, 127). Kurtuluş Savaşından sonra, susan İstanbul basını yine ön plana geçmiş, yerel basın ise bir duraklama dönemine girmiştir. Bu duraklama 1946 yılına, çok partili döneme geçişe dek sürmüştür. 1945 Aralık ayında Cumhuriyet halk partisinden istifa eden Celal Bayar’ın 1946 Ocak ayında Demokrat Parti’yi (DP) kurmasıyla çok partili hayata geçilmiştir. Yapılan ilk seçimi Cumhuriyet Halk Parti’si (CHP) kazansa da seçimlere hile katıldığı hakkındaki bilgilerin Demokrat Parti’ye ilginin artmasını ve basın üzerindeki baskıların yumuşatılmasını gündeme getirmiş; hükümete gazete kapama yetkisini veren kanun maddesi 1946 yılında kaldırılmıştır. Çok partili siyasal hayata geçilmesi ve siyasal partilerin Anadolu’da örgütlenmesi basında kamplaşmalar ve gelişmeleri beraberinde getirmiştir. İstanbul ve Ankara’da yeni gazeteler çıkmış ve varolanlarda basına büyük özgürlükler vaat eden DP’yi desteklemişlerdir. Yeni gazetelerin en önemlileri Hürriyet, Milliyet, Vatan, Akşam, Yeni Sabah, Tanin, Tasvir, Zafer’dir. Cumhuriyet gazetesi bile DP’yi desteklerken CHP’nin yayın organı konumundaki Ulus tirajını kaybetmiştir. Diyebiliriz ki; DP ile birlikte Anadolu’da yerel gazetecilik furyası başlamıştır. 1946 yılında 202 gazete ve 302 dergi yayınlanıp ve günlük tirajları yüz bine yaklaşmıştır. Aynen II. Meşrutiyet’in başında olduğu gibi birçok gazete yayımlanmıştır. Çok partili dönemin başladığı DP’li gazetelerin yoğunlukta olduğu yerel basın iktidar tarafından da desteklenmiştir (Şeker, 2007, 46). Ancak, bu süreç iktidarın bazı 150 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia 151 araçlarına el konulamayacağı gibi önemli hükümler konulmuştur. 1960’lardan sonraki yıllarda yerel basını çok derinden etkileyecek olan gelişme, ulusal gazetelerin diğer illere taze gazete dağıtmak amacıyla yeni dağıtım organizasyonları oluşturması olmuştur. Ankara, Adana, İzmir gibi kentlerde baskı tesisleri kuran ulusal basında, bu yöntemi ilk uygulayan gazete Akşam Gazetesidir. Bunu Hürriyet, Milliyet ve Tercüman gazeteleri takip etmiştir. 1960-1970 yılları arasında ulusal basın çok büyük ilerlemeler kaydetmiş ve haber ağırlıklı gazeteler yüksek tirajlara ulaşmıştır. 1970 yılında ordu, artan öğrenci olaylarını, artan sosyal ve ekonomik bunalımları, grevleri, işyeri işgalleri gibi sorunları öne sürerek Cumhurbaşkanına bir muhtıra sunmuş ve hükümet istifa ederek yerine asker güdümündeki yeni yönetime bırakmıştır. Ardından 11 ilde sıkıyönetim ilan edilerek 1961 anayasası ile güvence altına alınan gazetelerin toplatılamayacağına ilişkin madde değiştirilmiştir (Şeker, 2007, 50-52). 1977 seçimlerinin ardından Türkiye’de istikrar sağlayıcı bir hükümetin kurulamaması ülkemizi siyasi-ekonomik-toplumsal açıdan çöküş noktasına getirmiş ve ekonomik kriz siyasal iktidarsızlıkla eklemleşince gruplaşmalara, çatışmalara yol açmıştır. Terör de baş gösterince zaten bozuk olan ekonomi sürekli para basımı nedeniyle enflasyona ve mala kaçışa neden olmuştur.24 Ocak Kararları’nın ardından Türkiye’de, liberal politikaların bir sonucu olarak büyük sermayenin egemenliğinde mülkiyet yoğunlaşmalarının yaşandığı bir süreç başlamıştır (Işık, 2002, 143-148). Yaşanan gelişmeler tiraj dışında resmi-özel ilanlara daha fazla bağımlı kalmayı getirirken, resmi ilanlar için hükümete; özel ilanlar içinse ticari guruplarla ilişkileri iyi tutmaya yönlendirdi. Oluşan liberal ekonomi paralelinde basın dışı büyük ticari gruplar basın alanına yönelmeye başladılar. Basın sektöründe yoğunlaşma ve tekellerin oluşumu başlamış oldu. Durum böyle olunca basına karşı bir güven sorunu ortaya çıkmıştır. Türk demokrasisi 1960 ve 1971 yıllarındaki kesintilerin ardından, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle bir kez daha kesintiye uğramıştır. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden genel seçimlerin yapıldığı 6 Kasım 1983 tarihine kadar olan dönemde yönetim sistemi olarak otoriter kuramın izleri görülmektedir. 12 Eylül döneminde gazetecilerin neyi yazıp neyi yazmayacakları sıkıyönetim komutanlarınca belirleniyordu. Gazeteciler durum böyle olunca askeri yönetimi rahatsız etmeyecek uyumlu ve düşük profilli çizgi izleme yoluna gitmişlerdir. Bu dönemde gazetecilerin düşünce ve ifade özgürlüğü sınırlanırken; yapılan toplu sözleşme ve grev yasalarındaki değişiklikler ile gazeteciler iyiden iyiye güçsüzleştirilir. 7 Kasım 1982 ‘de kabul edilen 1982 Anayasası’nın 28, 29, 30. maddeleri basın özgürlüğünü düzenlemektedir. 28. madde basının hür olduğunu ve sansür edilemeyeceğini vurguladıktan sonra basımevi kurmak için izin alma ve mali teminat yatırma şartı aranmayacağını hükme bağlayarak, liberal kuramın ana ilkelerinde olan serbestlik şartını güvence altına almıştır. Ayrıca, 82 Anayasası’nın 133. maddesi ile radyo ve televizyon yayıncılığı alanında öngörülen devlet tekeli, 1993 yılında çıkarılan bir kanunla kaldırılarak, 1990 yılında fiilen yayın hayatına başlayan ticari radyo ve televizyonların yasal bir zemine oturtulması sağlanmıştır (Işık, 2002, 160). 1980’lere kadar basın işletmeleri çoğunlukla salt gazetecilik gelirleriyle kendisini çevirirken, 1980’lerden itibaren basın işletmeleri holding çatısı altında çok sayıda sektörde faaliyet gösteren sermaye guruplarının parçası haline geldi. Türkiye’de medyaya sektör dışında ilk sermaye girişi Aydın Doğan’ın 1980 yılında Milliyet’i satın almasıyla başladı. Aydın Doğan’ın ardından Libya’da inşaatçılık yapan Hisarbank’ın sahiplerinden Kozanoğlu-Çavuşoğlu gurubu 1982 yılında Güneş Gazetesi’ni çıkararak sektöre girdi. 1990’lı yıllarda Asil Nadir, Günaydın’ı satın alarak medyaya el attı ve sonra Güneş Gazetesi ve Türkiye’de radyo yayınlarının başlaması dünya ülkelerinin pek gerisinde kalmamıştır. Teknik olarak ilk düzenli radyo yayınları Amerika Birleşik Devletleri’nde 1920’de, Türkiye’de ise 7 yıl gecikmeli olarak 1927 yılında başlamıştır. Devlet girişimlerinden önce Türkiye’de sesin nakledilmesi konusunda 1923’de denemeler yapılmaya başlanmıştır. 8 Eylül 1926’da Türkiye’de ilk radyo istasyonlarının kurulmasına karar veren hükümet, radyoların işletilmesini ve yayın hakkını Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi (TAŞ) adı altında Fransızlarla ortak olarak kurulan şirkete, o dönemlerde BBC’inin çalışma yöntemine benzer bir yöntemle on yıllığına vermiştir. Yayın yapma imtiyazını alan TAŞ; PTT’den 5-7 kw gücünde iki verici kiralamış ve bunları yayın yapacak hale getirmek için donanım eklemiştir. TAŞ, ayrıca biri Ankara’da diğeri İstanbul’da olmak üzere iki radyo stüdyosu kurmuştur. Böylelikle 1927 yılında İstanbul, Ankara’da 5 kw’lık vericilerle ilk radyolar yayın hayatına başlamıştır. TAŞ ve hükümet arasındaki anlaşmaya göre hükümet her türlü yönetim ve yayın işlerinde genel bir denetim hakkına sahipti. Durum böyle olunca gerek teknik, gerekse içerik ve mali yönden sıkıntılarla geçen bu on yıllık dönemin ardından TAŞ sözleşmesini yenilememiş ve 1936 yılında PTT kendisi yüklenmiştir. Radyo yayıncılığında 1927-1936 arası dönemi Türkiye’de özel teşebbüsün elinde bir radyo yayıncılığı olmuştur. Bu dönemden sonra özel teşebbüs dönemi son bulmuş ve devlet tekelinde yayıncılık dönemi başlamıştır (Altunbaş, 2003, 2528). Bu sistem için gerekli tekeli ise 9 Haziran 1937 tarih ve 3222 sayılı Telsiz Kanun’u getirmekteydi. PTT, İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi otoritelerin elinde içeriksel olarak gelişemeyen radyo, özellikle II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla daha sıkı bir denetim altına alındı. Ankara’da 1938 yılı sonunda uzun dalga vericisinin hizmete girmesiyle önemli bir atılım yapılır. Ne yazık ki, doğu ve batı Anadolu ile ülkenin kuzey ve güneyinin uç kesimlerine yayın ulaşmıyordu. Ankara vericisin dinleme alanı daralmış oluyordu. İstanbul Radyo’su, 1938 sonlarında devre dışı kaldığından artık İstanbul ve çevresi de yayınları alamamaya başladı. 1939 yılında farklı bir yapılanmaya gidilerek Başbakanlığa bağlı Matbuat Umum Müdürlüğü kurularak radyonun yönetimi bu kuruma devredilmiştir. 1940’da yürürlüğe giren 3837 sayılı Matbuat Umum Müdürlüğü yasasıyla kurum, tüm basın yayın ve turizm faaliyetlerinden sorumlu olmakla birlikte radyonun örgütsel yapılanmasından program düzenlemesine kadar sorumlu oluyordu. 1943 tarihinde 4475 sayılı kanunla Matbuat Umum Müdürlüğü üç yıl aradan sonra Basın Yayın Umum Müdürlüğü adıyla yeniden yapılandı. Radyo yönetimi bu yeni örgüt bünyesi içersinde kurulan radyo dairesiyle, radyo heyetine verildi. 1946 yılında çok partili siyasal yaşamın başlatılması, genel olarak basın-yayın alanında özel olarak da radyo alanında birtakım değişiklilere zorunlu kılmıştır (Çakır, 2005, 27-33). 1950’de 150 kw’lık bir başka verici Ankara’da hizmete açıldı. 1959’da Ankara radyosunun 120 kw’lık vericisi iki katına çıkartıldı. 1961’de 2’şer kw’lık gücünde İstanbul, İzmir’de; 1962’de Ankara, Adana, Antalya, Gaziantep; 1963’de akademia Gelişim Yayınları’nın sahibi oldu. İzmir bölgesinde daha çok yerel gazetecilik yapan Bilgin ailesi de, 1985 yılında İstanbul’a gelerek Sabah’ı çıkarmaya başladı. 1993 yılında Aydın Doğan’ın, Hürriyet’i de almasıyla tekelleşme yoğunlaşmaya başladı. 1990’lar ve sonrası medyada çapraz tekelleşmenin yaygınlaştığı, Doğan Grubu, Bilgin grubu, Çukurova grubu gibi gurupların gazete, dergi, ajans, radyo, televizyon gibi farklı medya işletmelerinin yanı sıra medya dışı sektörlerde de ticari işletmelere sahip oldukları dönem oldu (Erdoğan, 2007, 43). Doksanlı yıllarda basın sektöründe tekelleşme hakim olmaya başlamış ve gazeteci patronun yerine işadamı patron kimliğine geçmiştir. Ulusal basın; Bab-ı Ali’den İkitelliye, medya plazalara taşınmıştır. 152 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia 153 Kars’da ve 1964’de Van’da il radyo istasyonları kuruldu. Ulusal radyoculuk politikası açısından bakılığında 1960’a kadar radyoculuğun verimsiz, çoğu tutarsız işlerin yer aldığı bir dönem olarak anılmaktadır (Çakır, 2005, 33-35). 1961 Anayasa’sı sonrası politik özgürleşme iletişim alanına da yansımış, düşünce özgürlüğünün sınırları genişletilerek, politik katılımı artıran gönüllü kuruluşların sayısı da artmıştır. Ancak ne var ki; rekabetçi bir politik tutum oluşturulmaya çalışılırken radyoda devlet tekeli kaldırılmamıştır. 1 Mayıs 1964’de yürürlüğe giren 359 sayılı yasa ile kamu hizmeti yayıncılığı esası çerçevesinde Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu kurulmuştur. Yasa ile TRT özerk, tarafsız ve tekel olarak nitelendirilmiştir. 12 Mart muhtırasının ardından TRT’nin özerkliği kaldırılmış, bu tarihten itibaren TRT daima iktidar partilerince kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır (Işık, 2002, 148-149). Hem anayasa hem de 359 sayılı yasa yayın tekelinin TRT’de olduğunu belirmesine karşılık yasanın geçici maddelerinde Polis Radyosu, Meteorolojinin Sesi Radyosu ve Mamak Muharebe Okulu radyolarının yayınına izin verilmiştir. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra 29 Şubat 1972 tarih ve 1568 sayılı yasa ile TRT’nin özerkliği kaldırılmış ve kurumun sadece tarafsız bir kurum olduğu ifade edilmiştir. 1980 ihtilalinde sonra da TRT’nin yapısı ve kanunu değiştirilmiştir. 1983 yılında 2954 sayılı yeni TRT yasası çıkarılmıştır ve bu kanun uyarınca TRT’nin üstünde Radyo Televizyon Yüksek Kurulu kurulmuştur (Altunbaş, 2003, 32-33). 1980’li yıllarda yerel yönetimler, yasal düzenlemelerin olanak tanımamasına rağmen İstanbul Radyo-Televizyon Danışma Komitesi kurmuş ve yerel yönetimlerin radyo ve televizyon yayıncılığı yapması gerekliliğine dikkat çekmişlerdir. Bunun içinde, devlet tekelinin kaldırılması savunulmuştur. 1989 yılında yapılan Belediye seçimlerinden sonra, büyük kentlerde radyo kurma hazırlıklarına girişilmiştir. Büyük kentlerden başka; İzmit ve Bodrum belediye radyoları da uzun süre yayın yapan radyolar arasında yerlerini almayı başarmışlardır. Genç Radyo, Kent FM, Power Fm, Energy Fm, İstanbul FM, Number One FM, Radyo Tek, Süper FM, Best FM, Metropol FM, Show Radyo ilk radyo yayına başlayan özel radyolardır. Türkiye’de TRT döneminde, TRT’nin radyo istasyon şebekesi tekel konumundayken 13 Nisan 1994’de 3984 sayılı Radyo Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce ve sonra sayıları artan radyo istasyonları reklam mecrası olarak radyo tercihinde artışa yol açmıştır ve bu dönemden sonra radyo ve radyo reklamcılığı önem kazanmıştır. 3984 sayılı yasal düzenlemeyle yayıncılık rahatlamış ve kargaşa son bulmuştur. Kanunla kurulan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, radyo yayıncılarına reklâmla ilgili hükümler koyarak düzenleme yapmıştır. Kanuna göre, her yayın kuruluşu RTÜK’e aldığı reklamlardan pay vermek zorunluluğundadır. Bu pay yayın kuruluşlarının ilk 3 yılı için yüzde 4, sonraki yıllar için yüzde 5’tir. (Altunbaş, 2003, 48-52). 1990’lı yıllara gelindiğinde TRT’nin elinde bulunan radyo istasyonlarından başka; kamu kuruluşlarının yönetimindeki radyo istasyonları da yayınlarını sürdürmekteydi. Kuruluş maliyetinin televizyona göre düşük olması 1992 yılından başlayarak radyo sayısını arttırmıştır. Radyo alanında yaşanılan bu durum bir süre sonra devlet tarafından engellenmek istenmiştir. Nisan 1993’de Ulaştırma Bakanlığı’nın yurt içinden yayın yapan radyo ve televizyonları kapatma kararına, ülke genelinde tepkiler gösterilmiştir. İç İşleri Bakanlığı, valiliklere gönderdiği genelgede özel radyo ve televizyonların 2813 Telsiz Yasa’sı, 2954 sayılı Radyo Televizyon Yasa’sı ve 3517 sayılı Radyo ve Televizyon İstasyonları’nın, PTT Genel Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve İşletilmesi Hakkındaki Yasa gereğince kapatılmalarını istemiştir. Yurt genelinde Televizyon 1960’lı yıllarda dünyada altın çağını yaşarken, Türkiye’de görüntüye dayanan elektronik haberleşmenin yapılıp yapılmaması tartışmaları sürdürülmekteydi. Radyo yayınları bile henüz ülkenin tamamına yapılamıyordu ve radyoya göre çok daha masraflı olan televizyon yayınına hükümet sıcak bakmıyordu. Nihayet TRT’nin kurum olarak dış ülkelerle kurduğu ilişkiler sonucu 1966-67 yıllarında Alman Hükümetince yapılan yardımlarla Ankara’da 5 kw’lık bir vericiyle televizyon yayınlarına başlandı. TRT dışında 1960’dan önceki yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyon’u Türkiye’de ilk televizyon yayınlarını gerçekleştirmiştir. 1952-1953 akademik yılında İTÜ televizyonu cuma günleri saat 17:00-18:00 saatleri arasında düzenli yayına geçmişti. Ancak; televizyon yayınlarını izleyebilmek için İTÜ’nün Gümüşsuyu’ndaki binasına gelmek gerekiyordu; çünkü o zamanlarda kimsede alıcı yoktu. İTÜ’nün yayınlarını dikkate almaz isek, Türkiye’de ilk televizyon yayınlarının 31 Ocak 1968’de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ankara Televizyonu’nun, Mithat Paşa Caddesi’nde bir apartmanın alt katındaki stüdyodan deneme niteliğinde yapılan bu yayınlar, haftada üç gün ve üç saat olarak planlanmıştı. Ankara televizyonu 1970 yılı Ocak ayından itibaren yayınlarını haftada dört güne çıkarttı (Aziz, 1999, 17-19). Türk-Alman ekonomik işbirliği anlaşmasıyla 1971 yılında Almanya tarafından İstanbul Televizyonu kurulması çalışmalarına başlandı.1974 yılına gelindiğinde, yayınlar haftada beş günden yedi güne çıkmıştı. Ülke yüzölçümünün yüzde 28’ine yayınlar ulaştırılıyordu. 1980 yılında TRT’de ikinci kanal denemeleri başladı. 1982 yılında ise, günde yarım saatlik renkli yayın denemelerine yer verildi. 1986 yılında TRT’nin TV-2 kanalı yayınları başladı. 26 Mart 1985’de başlayan ikinci program yayınlarından İstanbul Televizyon’u sorumlu oldu. 1987 yılının başlarında da Hint okyanusu üzerinde faaliyet gösteren İntelsat V uydusundan üç televizyon programı taşımaya elverişli bir aktarıcı satın alındı. Bu sayede TV 1, TV 2 programlarının yurdun en ücra ve dağlık kesimlerine 180 cm. çapında bir çanak antenin yardımı ile ulaştırılması mümkün olmuştur. 2 Ekim 1989 yılında TV 3 ve GAP televizyonu, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundan yayın yapmaya başlamıştır. 28 Şubat 1990’da TV 5 diğer adıyla TRT-INT, Avrupa yayınlarına geçmiştir. 30 Temmuz 1990’da eğitim kanalı TV 4 deneme yayınları yapmaya başlamıştır. 1994 yılına geldiğimizde ise, TRT’nin 5 kanaldan yayınını sürdürdüğünü görmekteyiz (Arapoğlu, 1994, 20-21). 1990 yılı öncesinde Türkiye’de TRT ulusal yayın yapan tek kurumdu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1990 yılında ABD gezisi sırasında yaptığı bir açıklamada yurtdışından Türkiye’ye yapılacak Türkçe yayınların yasal bir sakıncası olduğunu sanmadığını belirtti. Dolayısıyla bu doğrultuda dış memleketten kanal kiralayanlar Türkiye’ye yayın yapabileceklerdi. Özal’ın yaptığı bu açıklama Türkiye’de özel televizyonculuğun önünü açtı. Özel televizyonlara yer açabilmek için yasalardaki boşluğu değerlendiren Rumeli Holding sahipleri Kemal ve oğlu Cem Uzan Almanya’dan Türkiye’ye yönelik televizyon yayını yapabilmek için Eutelsat’tan iki kanal kiralamışlardı. 1 Mart 1990 tarihinden itibaren Eutelsat F5 uydusundan test sinyallerini yayınlamaya başlayan Magic Box Star 1 kanalı, 7 Mayıs 1990 tarihinde günde beş saat yayına başladı. Magic Box’ı 1992 yılında Teleon, Kanal 6, Show TV; 1993 yılında Cine 5, Kanal D gibi ulusal televizyonlar yayın hayatına başlayarak takip etti (Cankaya, 1997, 85-91). akademia 500’den fazla radyo istasyonun kapatılması kararı toplum tarafından siyah kurdele takılarak protesto edilmiştir (Çakır, 2005, 43-44). Şu an Türkiye’de özel radyo yayıncılığının başlamasıyla birlikte RTÜK kayıtlarına göre resmi başvuru yapan ulusal, bölgesel ve yerel radyo sayısı 1196’dır. (Çakır, 2005, 27). 154 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ 2. Kocaeli Medyasının Genel Profili 2.1. Gazetelerinin Genel Profili 2. 1. 1. Kuruluş Tarihleri -Yayın Periyotları ve Gelirleri Tablo 1: Kuruluş Tarihleri -Yayın Periyotları ve Gelirleri Gazeteler Kuruluş Tarihi Periyodu Özel İlan/R eklam Özgür Kocaeli 19.09.199 1 Günlük 7000 YTL 3000 YTL Kocaeli Gazetesi 11.05.197 3 Günlük 2000– 5000 TL 3000 YTL 1500 Kocaeli Demokrat 11.02.200 6 Günlük 4000 YTL 2000Y TL ‐ Bizim Kocaeli 29.08.200 1 Günlük 5000 YTL 1500 YTL ‐ Barış Gazetesi 1978 Günlük 2000 YTL 3000Y TL 1000 Çağdaş Kocaeli 17.01.200 7 3000 YTL 1000Y TL ‐ Günlük Resmi İlan Abone /Bayii Geliri 3000 2. 1. 3 Sayfa Sayısı ve İçerikleri Tablo 3. Sayfa Sayısı ve İçerikleri Gazeteler Özgür Kocaeli Kocaeli Gazetesi K. Demokrat Bizim Kocaeli Barış Gazetesi Çağdaş Kocaeli akademia Gazeteler 155 Tiraj Baskı Sayısı Abone Sayısı Bayii S. Sayısı Özgür Kocaeli 8500 2500 700 1800 Kocaeli Gazetesi 1800 1250 300 800 K. Demokrat 1400 500 ‐ 400 Bizim Kocaeli 2500 1000 ‐ 450 Barış Gazetesi 600 400 200 50 Çağdaş Kocaeli 1000 700 ‐ 500 Ulusal Haber Sayfa Sayısı 12 10 2 16 14 2 11 9 2 16 14 2 12 10 2 12 10 2 2. 1. 4. Kullandığı Teknolojiler Tablo 4. Kullandığı Teknolojiler Gazeteler Sahip Teknoloji Özgür Kocaeli Kendi matbaası,10 bilgisayar, 6 dijital fotoğraf makinesi,internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği Kendi matbaası, 15 bilgisayar, 3 dijital fotoğraf makinesi,internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği Kendi matbaası,11 bilgisayar, 10 dijital fotoğraf makinesi,internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği Kendi matbaası, 10 bilgisayar, 4 dijital fotoğraf makinesi, internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği 6 bilgisayar, 2 dijital fotoğraf makinesi, internet bağlantısı, DHA aboneliği Kendi matbaası, 10 bilgisayar, 6 dijital fotoğraf makinesi, internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği 2. 1. 2 Günlük Tiraj, Baskı, Abone, Bayi Satış Sayıları Tablo 2. Günlük Tiraj, Baskı, Abone, Bayi Satış Sayıları Sayfa Sayısı Yere Bölgesel Haber Sayfa Sayısı Kocaeli Gazetesi K. Demokrat Bizim Kocaeli Barış Gazetesi Çağdaş Kocaeli Olduğu Baskı Tekniği Düz ofset Kullanı lan Progra mlar Corel, Photos hop, Quark Düz ofset Freeha nd, Photos hop Düz ofset Quark, Photos hop. Düz ofset Quark, Photos hop Düz ofset Quark, Photos hop Düz ofset Corel, Quark 2. 1. 5. Çalışanlarının Cinsiyeti ve Eğitim Durumları Tablo 5. Çalışanlarının Cinsiyeti ve Eğitim Durumları Özgür Kocaeli Kocaeli Gazete si K. Demok rat Bizim Kocaeli Barış Gazete si Çağdaş Kocaeli Kadın Sayısı Erkek Sayısı İletiş im 7 9 1 2 11 2 5 8 ‐ 3 9 1 4 8 ‐ 2 8 2 6 9 3 4 8 ‐ 4 6 1 4 5 ‐ 4 9 ‐ 4 7 2 2.1.6. Çalışanlarının Sosyal Güvenceleri Lis e İlköğ reti m Tablo 7. Yayın Ağları-Frekansları, Hedef Kitlesi ve Aylık Reklam Sayısı Görevleri ve Tablo 6. Çalışanlarının Görevleri ve Sosyal Güvenceleri Gazeteler Özgür Kocaeli H a b e r 7 T a s Yazar a Sayısı r ı m M a t b a a 2 3 Kocaeli Gazetesi 5 1 K. Demokrat 4 1 Bizim Kocaeli 4 2 Barış Gazetesi 3 1 Çağdaş Kocaeli 3 1 7 13 (7’sidı şarda n) 6 (1’si dışar dan) 9 (2’si dışar dan) 10(6’s ı dışar dan) 7 2 1 2 ’ l i 4 Ba S ğ‐ S Ku K r 8 3 2. 2. 1. Yayın Ağları-Frekansları, Hedef Kitlesi ve Aylık Reklam Sayısı Sosyal Güven cesi Yok 1 2 4 6 2 1 2 2 7 2 1 2 3 8 2 2 ‐ 2 5 1 2 2 ‐ 1 2 0 1 Radyolar Yayın Ağları Frekans Hedef Kitlesi Raks FM Yerel 98.1 Genel Radyo Piramit Radyo Şahin Radyo Kocaeli Radyo Marmara Bölges el Bölges el 100.3 Genel 90.3 Genel Yerel 93.5 Gençl er Yerel 92.4 Genel Radyo Şirin Yerel 99.3 Gençl er, Radyo KYÖD Yerel 95.7 Radyo Kİ Yerel 101.3 Radyo Mega Yerel 93.3 Genel Radyo Çağdaş Yerel 89.3 Orta yaşlar Yerel 102.7 Genel Yerel 89.2 Yerel 104.5 Yerel 99.7 RadyoNic omedia Radyo Gonca Radyo Mavi Radyo Tutku 30 yaş üstü Gençl er Muhaf azakar Orta yaş Muhaf azakar Aylık Reklam S. Çaldıkları Müzikler Türkçe Pop TürkçePop ,TSM;THM TürkçePop ,TSM;THM Türkçe Pop Türkçe Pop Türkçe, yabancı müzik TürkçePop ,THM;TSM Yabancı müzik Türkçe Pop Özgün Müzik,TH M Türkçe Pop 25‐30 40 35 20 20‐25 10‐15 25‐30 ‐ 15‐20 10‐15 20‐25 İlahi 12‐17 TSM, THM 15‐20 Arabesk 15‐20 akademia Gazete ler Üniv ersit e 2. 2. Radyolarının Genel Profili 156 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ 2. 2. 2. Cinsiyete Göre Çalışan Sayısı ve Sosyal Güvenceleri 2. 3. 2. Çalışanlarının Cinsiyetleri ve Eğitim Düzeyleri Tablo 8. Cinsiyete Göre Çalışan Sayısı ve Sosyal Güvenceleri Tablo 10. Çalışanlarının Cinsiyetleri ve Eğitim Düzeyleri Radyolar Raks FM Radyo Piramit Radyo Şahin Radyo Kocaeli Radyo Marmara Radyo Şirin Radyo KYÖD Radyo Kİ Radyo Mega Radyo Çağdaş Radyo Nicomedia Radyo Gonca Radyo Mavi Radyo Tutku B B a a B S ğ Basın Güvencesi y a S ‐ Sigortası Yok a y K K n u r 3 3 2 1 ‐ 3 3 5 3 3 ‐ 2 4 7 5 3 ‐ 3 2 3 2 1 ‐ 2 3 5 2 2 ‐ 4 akademia iletişi m 2 ünivers ite 4 12 ilköğret im 2 14 16 4 6 14 6 2 6 ‐ 1 3 1 Tablo 11. Çalışanlarının Görevleri ve Sosyal Güvenceleri Te kni k Pr og ra m Re kla m Di ğe r 4 2 ‐ 4 Televiz yonlar TV 41 4 2 6 4 4 2 3 2 1 ‐ 2 4 5 9 6 6 3 4 2 3 ‐ 2 Kocaeli TV Selam TV 1 1 2 1 1 2 3 2 1 ‐ 3 3 5 3 ‐ 1 4 3 1 ‐ ‐ 5 2 2 4 ‐ 2 Televizyonlar Kuruluş Tarihi TV 41 1994 Kocaeli TV 1995 Selam TV 1992 Frekansları UHF 25 ve VHF 24 bandı UHF bandı 23 ve 48 UHF 30 Kanal Aylık Reklam Sayısı 20‐25 15‐20 7‐10 lise 2. 3. 3. Çalışanlarının Görevleri ve Sosyal Güvenceleri ‐ ‐ ‐ ‐ 5 5 2 3 Tablo 9. Kuruluş Yılları-Frekansları ve Aylık Reklam Sayısı Erk ek 12 1 3 ‐ 1 2 4 3 4 2. 3. 1. Kuruluş Yılları-Frekansları ve Aylık Reklam Sayısı Ka dın 8 Ha be r 2. 3. Televizyonlarının Genel Profili 157 Televizy onlar TV 41 Kocaeli TV Selam TV S S K 1 0 1 7 2 Ba ğ‐ ku r Ba sın Sig ort ası Gü ve nc eY ok 5 2 3 7 3 3 3 1 ‐ 3. Kocaeli Medyasının Sorunları Toplum yaşamında yerel medya çok önemli işlevler üstlenir. Yerel medya; kent halkı, kentlerde bulunan kurumlar ve sivil toplum örgütleriyle bütünleşebilme, kültürel ve yerel mirasın korunmasında rol oynama, çoğulculuğun koruyucusu olma özelliğinden dolayı bireylerle iç içedir; hatta onlardan bir parçadır. Yaygın medyanın ulaşamadığı mahalli mekanlarda, yurttaşlık ve katılım olgusuyla bireyler kendi sesini bulmaktadır. Ancak, yerel medyanın işlevlerini yerine getirirken birçok sorunla karşılaşmakta olduğunu görmekteyiz. Kocaeli Medyası da, bu sorunları yaşayan illerimizdendir. İzmit yerel medyasında faaliyetlerine devam eden 6 gazete, 3 televizyon ve 15 yerel radyoda çalışan medya mensuplarını temsilen Kırmızı Kocaeli Gazetesi’nden Erkan NİGİZ, Çağdaş Kocaeli Gazetesi’nden Yapılan görüşmeler bağlamında gazete, radyo ve televizyon çalışanları sorunlarını ve çözüm önerilerini şu şekilde açıklamışlardır. a) Haber Kaynakları Sorunu: Yerel medyanın kaynakları genellikle valilik, belediye, adliye, il özel idaresi, siyasi parti il başkanlıkları gibi resmi kurumlarla ve ticaret, sanayi, esnaf odaları gibi kuruluşlarla sınırlı kalmaktadır. Haber kaynaklarının yerel ortamda ekonomik ve politik gücü elinde bulunduran çevrelerle sınırlı kalması halk adına yönetenleri ve güç sahiplerini denetleme işlevinin yerine getirilmemesine yol açmaktadır. Genel gazetecilik sorunu olarak tartışılan kaynaklarla ilişkiler, yerel medyada farklı ekonomik-politik ilişkilerinde etkisiyle medyanın birtakım güç odaklarının sözcüsü konumuna girmelerine yol açabilmektedir. Bir yandan yerel iktidar çevrelerinin tazyiki altında olan, bir yandan da merkezin sansasyona açık kendi çevresinden bile destek göremediği için direnemeyen yerel medyanın haberlerinin çifte manipülasyona uğradığı da öne sürülebilir. Diğer bir sorunda, basın mensuplarının resmi kurumlardan bilgi alamamalarıdır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nu gerekçe gösteren kamu görevlileri, medya mensuplarına ilgili oldukları konularda dahi bilgi vermekten kaçınmaktadırlar. Yerel medya mensuplarının en fazla yakındıkları konuların başında gelen bu durum, haber kaynakları ile özel ilişki kurulması ile çözülmeye çalışılmakta olup, haberci kaynak ilişkisinde mesafeyi ortadan kaldırmaktadır. İşine gelmeyen çevrelerin medyayı hırpalamaması gerektiği düşüncesinden hareketle, genel yayın politikası çerçevesinin dışına çıkılmadan yapılan haberciliği eleştiren medya çalışanları editöryal bağımlılık sorunu hakkında yapılabilecek en iyi çözümün, basın mensubunun yayınlanmasını istediği haberinin sağlam verilerle destekledikten sonra ve haberin doğru, tarafsız olduğunu ifade edilmesinden geçtiğini ve kamu menfaatlerine zararlı bir durum karşısında somut belgelerle yapılan haberin bu problemi aşacağı görüşü ağırlıkla vurgulanmıştır. Yerel medyanın haber kaynaklarını kullanmalarına ilişkin bir başka nokta ise, ajans aboneliğidir. Yerel medya sınırlı sayıda çalışanıyla bütün haberleri takip edememektedir. Ancak, bu durum yerel haberlerinde ajanslardan alınması, yerel medyanın büyük bir kısmının ajans kaynaklı malzemelerden doldurulmasına sebep olmaktadır. b) Ekonomik Sorunlar: Yerel medya çalışanları, gazetecilik mesleğinin saatinin olmadığını her an bir yerlerde haber değeri taşıyan olayların olabileceği düşüncesi bağlamında zor şartlar altında çalıştıklarını ve emeklerinin karşılığını çok düşük ücretlerle almayı temel sorun olarak algılamaktadır. Çoğu medya mensubu sosyal güvenlik kapsamındadır ama; geçimlerini dahi sağlayamayacak düşük ücretlerle çalışmakta, örgütlenme ve sendika hakkı verilmemekte, iş sürekliliği ve ev güvencesi bulunmamaktadır. Genellikle ekonomik durumları, herhangi bir işletmede çalışan vasıfsız eleman ile eşdeğer durumda olmakla beraber, çalışma saati diye bir kavramları yoktur. Resmi tatil, yıllık izin, mesai ücreti, kıdem tazminatı gibi terimler sadece teorik olarak bilinmektedir. Yerel medyanın içinde bulunduğu ekonomik yetersizlikler mensupları açısından böylesine akademia Kadri CİNKARATAŞ, Kocaeli Barış Gazetesi’nden Abbas ÇAKAR, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Şube başkanı Volkan YÜKSEL, Raks FM’den Fatma Perihan KAHRAMAN, Piramit FM’den Mesut YETKİN ve Yusuf BİLGİÖZÜ, Radyo Şahin’den Eyüp MERCİMEK, Marmara FM’den Hande ASLAN, Kocaeli TV’den Turgay TÜYSÜZ, TV 41’den Pınar AYAZMA ve Faruk KAYA ile görüşülmüştür. Bu söyleşilerdeki temel amaç, İzmit medyasının sorunlarını hem çalışanlar hem de yöneticiler açısından sorgulamaktır. Her iki kesimden de alınan yanıtlar ışığında, İzmit yerel medyasının ve dolayısıyla medya çalışanlarının problemleri ve çözüm önerileri ortaya konmuştur. 158 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ olumsuzlukları sergilerken, gelecek güvencesinden uzak medya mensuplarının istenmeden sürüklendiği ortamlarda, sektör açısından hiç arzulanmayan ve bugün sıkça şikayet edilmeye başlanan bir görüntüyü karşımıza getirmektedir. Ekonomik yetersizliklerin yarattığı dengesizlik içinde ortaya çıkan bu sonuç, ahlaki standartları ve öz disiplini ortadan kaldırabilmekte konuyu bireysellikten çıkartıp, toplumu ilgilendiren bir boyuta ulaştırabilmektedir. Bazı yerel medya kuruluşları sadece teknik hizmet gören muhabir-kameraman-montajcı gibi çalışanlara ücret ödemekte, program yapımcılarına herhangi bir ücret ödememekte ya da ödeyememektedir. Mali yetersizlik sadece personel maaşlarına yansımamaktadır. Personelin kısıtlı olmasına da neden olmaktadır. Bir kameraman hem montajcılık, hem ışıkçılık yeri geldiği zamanda muhabirlik yapmaktadır. Ekonomik yetersizlik branşlaşmanın önüne geçmiştir. Neoliberalizmin egemen olduğu dünyamızda medya çalışanları; çalışma koşuları, sosyal güvence ve sendikalaşma hakkında umutsuz değiller ama sorunları çözebilecek somut önerilerden yoksundurlar. Değişen modern teknolojiye ayak uydurulması için, devlet desteğine çözüm olarak önermektedirler. Bu nedenle, yerel medyanın maddi imkanlarının geliştirilmesi içinde reklam dağıtımı esasları düzenlenmeli, banka ve KİT’lerin ilanlarının, yerel medyaya verilmesi görüşünü sunmaktadırlar. akademia c) Eğitim Sorunu: 159 Bugünkü sorunları ile boğuşan yerel medya mensupları önemli ölçüde hizmet içi eğitimin yoksunluğu hissetmektedir. Düzenlenecek konferanslar, seminerler için gerekli desteğin hükümetçe sağlanması yerel medya işlevini daha güçlendireceği görüşü içerisindedirler. Yapılan görüşmeler bağlamında gazete, radyo, televizyon sahipleri ve yöneticileri sorunlarını ve çözüm önerilerini şu şekilde açıklamışlardır. a) İdari Sorunlar: Yerel radyo ve televizyonların kendi bünyelerinden kaynaklanan sorunları olduğu gibi çevreden kaynaklanan sorunların başında idari sorunlar gelmektedir. Yerel radyo ve televizyon kanalları RTÜK’ün talimatıyla il emniyet müdürü ya da valinin denetimi altındadırlar. Söz konusu sorunsala çözüm önerileri, merkezi otoriteye bağlı vali-il emniyet müdürü gibi bürokratların yerel televizyonların denetimi konusunda yetkileri sınırlandırılmalıdır şeklindedir. Ülkemizde, 212 sayılı Basın Yasa’sı gazetecilerin ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Kanuna göre, kıdem hakkı için meslekte en az beş yıl çalışmış olmak gerekmektedir. İş güvencesi kapsamına basın çalışanlarının da dahil edilmesi, önemli bir kamusal görevi yerine getiren gazetecilerin yararına olmasının yanında, editöryal bağımsızlığın dolayısıyla da kamunun haber alma hakkının lehine olacaktır. Basın kartlarının dağıtımı konusunda da tartışmaların sürdüğünü söylemek yerinde olacaktır. Bazı medya mensupları basın kartlarının hiçbir kurala tabi olunmadan dağıtılmasına taraftar iken, bazıları açısından da bir onur, bir seçkinlik sembolü olduğu için çok daha ölçülü davranılması gerektiğini savunmaktadırlar. b) Hukuksal Sorunlar Son yıllarda kamuoyunda gündem oluşturmuş, medyada çok sık haber olmuş adli olaylarda, yayın yasağı kararları alındığı gözlenmektedir. Mahkemelerce verilen yayın yasağı kararlarında; yapılmakta olan soruşturmanın gizliliği, olay yeri görüntülerinin toplumun beden ve ruh sağlığına zarar verecek nitelikte olması, yapılan yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi amacıyla, tüm ulusal ve yerel yayın yapan televizyonlar, bölgesel ve yerel süreli gazeteler olay yeri görüntülerinin kayda alınması, önceden c) Ekonomik Sorunlar: Yerel medya sorunlarının en başına ekonomik yetersizliği rahatlıkla oturtabiliriz. Gerek teçhizatın pahalı oluşu, gerekse bunların kullanılmasında görev alacak donanımlı elemanların istihdamındaki sıkıntılar, yerel medyanın beklenen düzeye gelmesini engellemektedir. Yerel radyo ve televizyon kanalları, Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından yüzde 5 oranında bir reklam payı, yüzde 5 eğitime katkı payı, kurumlar vergisi, SSK ve lisanslama bedelleri gibi çokta ağır bir ekonomik yaptırımla karşı karşıyadırlar. Bu oran, ulusal kanallarla aynıdır ve zor koşullar altında yayın yapan yerel kanallar için son derece fazladır. Yerel medya yöneticilerine göre, bu oranların aşağı çekilmesi, yerel yayıncılığın güçlenmesi açısından hayati bir öneme sahiptir. Sorunun çözümü bağlamında en azından RTÜK payının düşürülmesi, eğitime katkı payının tamamen kaldırılması, yerel televizyon ve radyo kanallarının da tıpkı yerel gazetelerde olduğu gibi resmi ilanlardan yararlanması, onların ekonomik olarak güçlenmesine ciddi bir katkı sağlayacağı görüşündeler Ekonomik yetersizlik sorununun aşılması hakkındaki çözüm önerileri ise devlet desteği, mahalli medyanın kendi arasında iyi ilişkiler kurması, yöre halkının sahip çıkması, KOBİ kapsamına alınmak, herhangi bir bankanın bölgenin medya kuruluşlarına düşük faizle kredi vermesi sağlanmak, yerel sanayiden daha çok destek görmek ve yeni yasal düzenlemeye olan ihtiyaç şeklindedir. d) Resmi İlanlar ve Reklam: 195 sayılı Kanun’un 34. maddesine göre, resmi ilan verilecek dönemsel yayınların nitelikleri, muhteva, sayfa sayı ve ölçüsü, kadro, fiili satış en az yayın hayatı süresi yönlerinden de uygun görülecek diğer yönlerden Basın İlan Kurumu Genel Kurulu’nca saptanır. Yerel basın yöneticilerine göre, Resmi ilanların hakça ve adaletlice dağıtılması gereklidir. Basın İlan Kurum’u bulunan illerin bu konuda bir sıkıntısı yoktur. Fakat Basın İlan Kurum’u bulunmayan illerde ve ilçelerdeki gazeteler ilan dağıtımı konusunda sıkıntı içerisindedirler. Yerel basın yöneticilerine göre, buralarda resmi ilanlar gazetelere eşit bir biçimde dağıtılmamaktadır. Yerel gazetelerin önemli gelir kaynaklarından olan resmi ilanlar ve reklamlar yerel basının ayakta durabilmesini sağlamaktadır. Gazetelerin en önemli gelir kaynakları olan resmi ilanların az oluşu, adaletli şekilde dağıtılmaması ve resmi ilanlarının tahsilatının yasadaki hükümlere karşın geç ve güç oluşu sorun oluşturmaktadır. Öte yandan, yörelerinde bir banka, fabrika veya hastane açan sermaye grupları açılış ilanını o bölgenin, şehrin herhangi bir yerel gazetesine değil de İstanbul’a yakın olmaları akademia kayda alınmış görüntülerin ve resimlerin yayınlanması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 28’inci, Türk Ceza Kanunu’nun 285 ve 286’ncı, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3, 19 ve 25’inci, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun’un 4’üncü maddesinin a, b ve y bentleri gerekçe gösterilmektedir. Anayasa’ya bakıldığında basın hürriyeti, yayın hakkı, basın araçlarının korunması ve basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma, düzeltme ve cevap hakkı 28 ila 32’nci maddeler arasında düzenlenmiştir. Düzenlemelerin bir kısmı yasaklayıcı, özgürlükleri sınırlandırıcı ve basının özgür bir ortam içerisinde görev yapmasını engelleyici niteliktedir. Kanunlarda kitle iletişim araçlarının işleyişleri ile ilgili engel niteliğinde kuralların, adli ve idari düzenlemelerin yer aldığı görülmektedir. Bu alandaki düzenleme bakımından dağınıklık ve farklılıkların bulunduğu bir gerçektir. Yerel medya yöneticileri tarafından halkın bilgi edinme hakkının sınırlandırılamayacağı sürekli tekrar edilmiştir ve bilgi edinme hak olduğuna göre, bu hakka işlerlik sağlayan ve onu yaşama geçirerek insanlara bilgi aktarmakla görevli gazetecilerin yazıları ve haberleri, radyo ve televizyon görüntüleri veya haberleri potansiyel suçlu sayılıp sansüre uğratılmamalıdır. 160 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ nedeniyle, ulusal bir gazeteye vermeyi tercih etmektedirler. Bu durum, yerel medya açısından olumsuz bir durum teşkil etmekte ve ayakta durabilmeyi sağlayacak ekonomik dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Önerileri ise, Basın İlan Kurumu’ndan ayrılarak, Anadolu basını kendi kurumunu kurmalıdır ya da Basın İlan Kurumu büyük gazetelerin hakimiyetinde olmayarak, ilanları eşit dağıtmalıdır. e) Tiraj-Reyting: Gazetenin tüm teknik işlerinin, içeriğinin hazırlanmasından sonra satış için tezgaha çıkması veya daha değişik usullerle okura ulaşması gerekmektedir. İşte burada gazete için talebin ne olduğuna bakılmaktadır. Büyük gazetelerin bölge eki çıkartarak okuyucu çekmeleri, yerel yöneticilerin gazeteye pek itibar etmemeleri ve gazeteyi ücretsiz olarak almak istemeleri sorun teşkil etmektedir. Önerileri, bölgedeki günlük gelişmeler İstanbul medyasından önce bölge basınına bildirilmelidir. Ulusal medyanın lotaryalı, renkli kitle iletişim araçları, yerel medyanın bulunduğu merkezlerde açtığı büroları, rekabetin ötesinde, yerel basına dönük kitle imhası rolü oynamaktadır. Yerel medyanın bulunduğu merkezlerdeki kent yöneticilerinden iş adamlarına, okur, dinler, izler kitleden reklam verenlere kadar tüm gruplar, ulusal medyanın rengarenk ve çekici cazibesiyle yerel medyanın yüzünde dahi bakmamaktadır. Bazı Anadolu kentlerinde görülen tekelcilik sona ermelidir. Reklam verenler yerel medyaya sahip çıkarsa, ulusal medyanın tekeli kırılacaktır. Rekabet ortamı yaratılacak, bundan hem reklam veren hem de yerel medya istifade edecektir. akademia f) Teknolojik Sorunlar: 161 Enformasyon çağı olarak nitelendirilen günümüzde statik olmayan medya kuruluşları sürekli kendilerini yenilemek ve geliştirmek zorundadır. Bu değişim ise, ekonomik koşulların elverdiği ölçüde oluşacaktır. Yerel medya artık sahip olduğu teknoloji kadar yayılabilme, etkileyebilme, okunabilme, kamuoyunun aracı olabilme olanağına sahiptir. Bir diğer deyişle, teknolojiye hakim olabilme ve onu kullanabilme gücü yerel medyanın da gücü anlamına gelmektedir. Değişen dünya ve Türkiye’de nitelikli kitle iletişim araçları tercih edilmektedir. Böylelikle etki gücü de artmakta, verilmek istenilen mesajlar da gelişmiş teknolojinin yardımıyla, iyi hazırlanmış, çekici ve güzel paketler içinde sunulmaktadır. Teknik yetersizlikler ve maddi imkansızlıklar devlet desteğinden yoksun olmalarına bağlanmaktadır. Anadolu medyasına düşük faizli krediler ve devlet desteği çözüm önerisi olarak sunulmaktadır. g) Kalifiye Eleman Sorunu: Yerel medya yöneticileri eğitimli ve kalifiye çalışanlarla iş yapmaya eğilimli olduklarını fakat genelde yerel medyaya iş başvurusu yapanların oranlamasının söz konusu guruba giren adayların az olduğundan şikayetçidir. Öte yandan İletişim Fakültesi mezunu gençler de eğer iş bulabilirlerse, genel medyayı tercih etmektedirler. Yerel medya yöneticileri zihinlerde oturuşmuş olan yerel medya zihniyetinin değişmesi bağlamında yerel medyaya giren eğitimli, kalifiye elemanların artmasıyla sorunun çözülebileceği inancını taşımaktadır. h) Mesleki Sorunlar: Güçlü bir basın birliğine sahip olmayışları ve yerel basının kendi arasında iyi ilişkiler kuramamaları ve yerel gazetelerin belli amaçlar doğrultusunda yönlendirilmeleri sorun teşkil etmektedir. Gelir durumları kısıtlı olan yerel medyanın bir kısmı, ayakta kalabilmek için bazı kişi veya kuruluşların sesi olma yoluna gitmekte, karşılıklı olduğu düşünülen menfaatlerin ortadan kalkması sonucu zor durumda kalmaktadırlar. Etik problemlerin genellikle, reklam-siyaset-resmi ilan alımları etrafında sıkça yaşandığı Sonuç ve Öneriler Yerel medya, kendi yörelerinde yaşayanlara yönelik haber ve enformasyon aktarır. Yöre halkının beklentileri, şikayetleri, yöneticilerin çalışmaları ve söz konusu çalışmalarda yapılan yanlışlar hakkında kamuoyunu objektif olarak bilgilendirir. Devlet ve millet arasında bir köprü kurarak toplumun gören gözü, işiten kulağı ve konuşan dili olma özelliğini taşır. Yerel medya, kamuoyunu oluşturma ve kamuoyunu yansıtma görevi nedeniyle toplumun adeta motoru sayılabilir. Ancak, bu kadar önemli görevler üstlenmiş olan yerel medyanın da birtakım problemleri vardır. Yapılan söyleşiler ışığında yerel medya çalışanlarının en önemli şikayetlerinin; haber ve bilgi kaynaklarına ulaşmada sıkıntı, haber yazarken kendilerini özgür ve bağımsız hissetmemeleri, çalışma koşulları, aldıkları ücretten duyulan memnuniyetsizlik, istihdam, sendikasızlaştırma, meslek içi eğitimin yetersizliği; yerel medya sahibi ve yöneticilerinin en önemli şikayetlerinin resmi ilan pastasından yeterince pay alamamak, ticari ilan ve reklam yetersizliği, öz sermaye, prestij, teknolojiyi yakalayabilme zorluğu, reyting-tiraj sorunu, kalifiye eleman sıkıntısı, devletin yerel medyayı yeteri kadar desteklememesi ve hukuksal sorunlar olduğu tespit edilmiştir. Kocaeli, iddialara göre yerel gazeteciliğin en iyi yapıldığı üç beş ilden birisidir. İzmit merkezde yayın yapan gazetelerin yaklaşık toplam tirajı 12 bin civarındadır. 500 bin nüfusa yaklaşan bir İzmit, 1 milyonu geçen Kocaeli için bu tirajın az olduğu söylenebilir. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’nin en büyük sanayi kenti olan Kocaeli ilinde yayımlanan yerel gazetelerin; kent halkı, kentlerde bulunan kurumlar ve sivil toplum örgütleriyle bütünleşememeleri, bu gazetelerin yerel basın olup olmadıkları konusunda şüpheler uyandırmaktadır. Türk Basın Tarihi’ne baktığımızda gazetenin patronu, gazetesinde başyazı yazan gazeteciydi. Günümüzde ise, gazete patronu başka bir alanda ya da alanlarda çalışan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kocaeli basınında güçlü konumda olan 6 gazeteden sadece, Özgür Kocaeli Gazetesi’nin sahibi kendisini gazeteci olarak tanımlamaktadır. Diğer gazetelerin sahiplik yapısına bakıldığında ticaret, sanayi, turizm gibi alanlarda faaliyet göstermektedirler. Gazete yetkilileri ve yöneticileri arasında aktif politikayla uğraşanların sayısı beklenenden daha düşük çıkmıştır. Gazete yetkilileri, siyasi partilerle ve ilişkilerinin mesafeli olduğunu, haber içeriklerine müdahale etmelerine izin vermediklerini söylemişlerdir. İzmit’te yerel televizyonlar dört türlü reklam almaktadırlar. Görüntülü reklamlar, altyazılar, panolar ve sponsorlar. Radyo reklamlarında iki türlü reklamlar alınmaktadır. Reklam kuşakları ve sponsor programlar. Genelde müşteri temsilcisinin reklam veren firmayı ziyaretiyle başlayan reklam anlaşmaları, hazırlanan prodüksiyonu firmaya sunmasıyla devam eder. Televizyonda reklam saniyeleri 30 saniye ile 2 dakika arasındadır. Televizyon reklamının saniye birim fiyatı ortalama 1-2 Türk Lirası aralığında değişmektedir. 8 dakikadan fazla olamama şartına rağmen, reklamlar çoğu zaman bu süreyi aşmaktadır. Radyolarda reklam saniyeleri 10 saniye ile 50 saniye arasında değişmektedir. Radyo reklamının saniye birim fiyatı 0,20-0,35 kuruş aralığındadır. Ancak, serbest piyasa olduğundan daha ucuza reklam alan yerel medya kuruluşları da vardır. Yerel televizyonların reklam gelirinden başka, seçim dönemlerinde yapılan programlardan da ek gelirleri vardır. Yerel televizyon ve radyoların ulusal reklam pastasından aldıkları pay son derece kısıtlıdır. Bunun asıl nedeni de, yerel medyanın ciddi bir merkezden takip edilmemesi ve yerel medyaya reklam pazarlayan şirketlerin, firmalarla anlaşarak fiyat kırmaları ve yerel medyaya çok düşük ücretlerle reklam göndermeleridir. Yerel televizyonlar ve radyolar tarafından yıllık ortak reklam fiyatı akademia belirtiliyor. Bu sorunun çözümü konusunda ise medya kurumları ve çalışanlarının ortak bir dil oluşturarak, ortak değerlere sahip çıkması gerektiği vurgulanmıştır. 162 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia 163 açıklanarak bu durum aşılabilir. Bunun yanı sıra, yerel televizyonlardan ulusal televizyonlarla aynı oranda yüzde 5 eğitime katkı payı ile yüzde 5 RTÜK payı kesilmektedir. Ödemesi gereken vergileri, gelişmiş batı ülkelerin de olduğu gibi makine ve insana yatırım yapılması şartı ile vergilerden muaf tutulabilir. Yerel televizyonlar ve radyolar ürettikleri yerel projeler bağlamında Türk Telekom’un, RTÜK’ün, Anadolu Ajansı’nın imkanlarından indirimli olarak yararlandırılabilir. Mahalli yayın kuruluşlarının ihtiyacı olan makine, teçhizat, yardımcı malzemelerin gerek yurt içi, gerekse yurt dışından temin edilmesi sırasında KDV, vergi, harç ve fonların tümü ile kaldırılması veya asgari seviyelere indirilmesi sağlanabilir. Yerel medya ile ilgili sorunların birçoğunun temelinde ekonomik nedenler; güçlü sermaye yapısının bulunmayışı yatmaktadır. Herhangi bir baskı makinesi alınmak istense, radyo istasyonu veya televizyon istasyonuna cihaz alınmak istense ciddi oranda para gerekmektedir. Bugün ulusal televizyonlar, kendi yayın programlarında hatta vericilerin olduğu bölgelerde çok ciddi bir şekilde koruma altındayken, yerel televizyonlar resmi koruma altında değildir, her türlü saldırıya açık bir şekilde yayın yapmaktadırlar. Bilindiği üzere medyanın en önemli gelir kaynağı reklam ve ilan gelirleridir. Küçük sermayelerle kurulan yerel medya kuruluşlarının sermaye yapısı gelişmeye, ilerlemeye, günün gereklerine uygun gazetecilik yapmayı engellemektedir. Bu bağlamda, yerel medyanın gelir kalemini oluşturan özel ilan-reklam gelirleri artmadıkça, mali yapısının güçlenmesi olanaksızdır. Düşünce hürriyetinin sağlanabilmesi için, devletin yerel basına yardımı gerekmektedir. Yerel basının hayatını devam ettirebilmesi için; girdileri ucuzlatmak, ilanları hakça dağıtmak, altyapı hizmetlerini kurmak ve dağıtımını sağlamak gibi şartlar sağlanabilir. Yerel medya gelir kaynağı olarak sadece reklama dayanmak zorunda değildir. Bazı Avrupa ülkelerindeki örneklerin de gösterdiği gibi, yerel medya sadece reklam gelirlerine dayanmak zorunda bırakılmayabilir. Yerel medya merkezi yönetimden, yerel yönetimden yapılan yardımlar, kamusal fonlar, destekler alarak farklı gelir kaynaklarına sahip olabilir. Bu konuda yerel medyanın yapabileceği, birleşerek bu konuda talep oluşturmaktır. Diğer yandan, gelir kaynaklarının piyasa veya kamu kuruluşları olması, yerel medyanın mutlaka onların çıkarlarını yansıtan bir yayıncılık yapması anlamına gelmez. Söz konusu maddi desteklere rağmen, yerel medyanın özerk bir yapılanma içinde olması mümkündür. Yerel medyanın sorunlarının çözümü için, yerel medya mensuplarının kendi aralarında genel bir uzlaşmaya varmaları gerekmektedir. Halen yerel medya mensupları arasında çok ciddi görüş ayrılıkları mevcuttur. Örneğin, bazı yerel medya mensupları, kredilendirmede doğrudan desteğin sağlanmasına bağımsızlıklarının zarar göreceği endişesiyle karşı çıkmaktadırlar. Buradaki önemli konu, yerel medyanın sorunları ve çözüm yöntemleri hakkında belirli bir uzlaşıya varmaları, bunun için de yeterli ölçüde örgütlenebilmeleridir. Yerel basında çalışanların sayısı ve niteliği ile ilgili önemli sorunlar da yaşanmaktadır. Profesyonel kadro eksikliği içerik ve baskı kalitesi olarak kendini hissettirmektedir. Yetkililerce verilen bilgilere göre, çalışanların yarısından fazlası lise mezunudur. Eğitim eksik olunca teori de teknik de zorlaşmaktadır. Yerel gündemi etkilemeleri, halkı toplumsal ve demokratik görevleri konusunda bilinçlendirmeleri beklenen yerel medya çalışanlarının, eğitimleriyle toplumun önünde oldukları da söylenememektedir. Yerel medya çalışanlarının çalışma koşulları ve çalışanlarının nitelikleri de işgücü sorunun bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Yerel medya mensuplarına geçimlerini dahi sağlayacak düzeyde ücretler ödenmekte, birçoğuna sosyal güvence sağlanmamakta, örgütlenme ve sendika hakkı verilmemekte, iş sürekliliği ve ev güvencesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla yerel medya tercih edilen bir meslek konumuna ülkemizde çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Türkiye’nin günümüzde belki de en büyük meselesi orta ve uzun vadeli bir medya stratejisinin bulunmamasıdır. Eğer Türkiye’nin uzun ve orta vadede hedefleri varsa, medya da topluma ve ülkeye hizmet etmek durumundaysa, öncelikle Türkiye’nin orta ve uzun vadeli bir medya stratejisinin oluşturulması gerekmektedir. Sonuç olarak; yaşanan sorunlara rağmen yerel medya; küreselleşmenin yaşattığı asimilasyona karşı bir direniş özelliği taşımaktadır. Ulus-devlet yapısının parçalandığı günümüzde, kimlikler hala önemli bir yapı oluşturmaktadır. Yerel medyanın, yaygın medya ağı karşısında alternatif olarak dikilebilecek demokratik bir yapılanma oluşturabilmesi için; etkin bir okur/dinler/izler kitle temelinde kökleşmesi, bünyesinde eğitimli ve kalifiye elemanlar bulundurabilmesi, etik ve siyasal olarak sorumlu dil ve içerikte yayın yapması, kurum içi demokratikleşmeyi ve bu bağlamda yerel iktidar güç merkezlerinden bağımsız olarak davranmayı başarabilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde içinde bulunduğu sorunları aşamayacaktır. Kaynakça Altunbaş, H. ( 2003). Radyo Reklamcılığı ve Türkiye’de Yerel Radyolar. Konya: Tablet Kitabevi Arapoğlu, N. (1994). Yerel RadyoTelevizyonlar ve Bir Örnek: İzmit. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Aydeniz, H. (2007). Türkiye’de Yerel Basın (Editör: Suat Gezgin). Tarihsel ve Literal Açıdan Yerel Gazetecililik (s.10-16). İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık Ve Matbaacılık. Aziz, A. (1999). Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının 30 Yılı. Ankara: Trt Genel Sekreterlik Basın ve Yayın Müdürlüğü Ofset Tesisleri. akademia ulaşamamaktadır. İzmit’te, iletişim mezunlarının birçoğu medya sektöründe yer almamaktadır. Yerel gazetelerde çalışmayı tercih etmemeleri veya yerel gazetelerin iletişim mezunlarını istihdam edecek anlayış ve imkanlara sahip olmadığı ortada olan bir gerçektir. Yerel gazetede asgari çalışan sayısıyla ilgili sınır resmi ilan mevzuatıyla belirlenmiş durumdadır. Resmi ilan alabilmek için yerine getirilmesi şartlardan biri, asgari gazeteci kadrolarıdır. Kocaeli’nde gazetelerde çalışan sayısı 10 ve daha üzerindedir. Kocaeli basını büyük çoğunlukla 212 sayılı yasaya göre basın mensubu çalıştırmaktadır. Basın İlan Kurum’u ilan almak isteyen gazetelerden 212 Sayılı Yasa’ya göre en az 7 kişinin yasaya göre çalışmasını şart koşmaktadır. İzmit yerel basınında az sayıda da olsa aile fertlerini çalışan gösterip 212 Sayılı Yasa’ya göre sigortalanan gazeteler mevcuttur. Ancak böyle bir durum tespit olunduğunda yaptırımları vardır. Gazeteciler ile basın patronları arasındaki ilişkilerin dengesini sağlayacak, basın çalışanlarını medya patronlarına karşı hem ekonomik hem sosyal açıdan özgür hissettirecek, iş güvencesini sağlayacak bir düzenleme mevcut değildir. İzmit’te, basının sahip olduğu teknolojiye bakılırsa diğer illerde çıkarılan gazetelere nazaran önde sayabiliriz. Gazetelerin tümü bilgisayar tekniği ile dizilmekte, ofset-web tekniği ile basılmaktadır. Ancak, web-ofset sisteminde basılan gazetelerin büyük bölümü kendi tesislerine sahip değildir. Web-ofset matbaalarını kendileri kurmak yerine, bu nitelikteki matbaalarda bastırmaktadırlar. Bilgisayar alt yapısı ve tasarımda kullanılan programlar, internet ve ajans aboneliği, dijital fotoğraf makineleri ile teknoloji yakalanmaya çalışılmıştır. Radyo ve televizyonlar da modern teknolojiyi yakalamış sayılabilir ancak, özellikle yerel televizyonların izlenme oranları düşüktür. Ulusal ve yerel medyanın sorunlarını birbirinden ayırmak pek mümkün değildir. Çünkü, medyanın sorunları iç içe geçmiş durumdadır. Yerel medya, demokrasinin, çoksesliliğin, basın özgürlüğünün çok önemli bir eksenini teşkil etmekle birlikte, 164 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Cankaya, Ö. (1997). Dünden Bugüne Radyo Televizyon. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım. Girgin, A. (2001). Türk Basın Tarihi’nde Yerel Gazetecilik. İstanbul: İnkılap Kitabevi. Çığ, Ü. (2007). Türkiye’de Yerel Basın (Editör: Suat Gezgin). 19 Yüzyılda Osmanlı’da Gazetecilik Hareketleri: Takvim-İ Vekayi’den Vilayet Ve Özel Girişim Gazetelerine (S.62-73). İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık Ve Matbaacılık. Gündüz, U. (2007). Türkiye’de Yerel Basın (Editör: Suat Gezgin). Kurtuluş Savaşı’nda Yerel Basının Rolü (S.9195). İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık Ve Matbaacılık. Çakır, H. (1997). Osmanlı Basınında Reklam. Ankara: Elit Reklamcılık. Çakır, H. ( 2005). Tüm Yönleriyle Radyo. Ankara: Siyasal Kitabevi. Duman, H. (2007). Türkiye’de Yerel Basın (Editör: Suat Gezgin). Osmanlı Döneminde Yerel Basın (s.82-85). İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık. akademia Erdoğan, İ. (2007). Türkiye’de Gazetecilik ve Bilim İletişimi, Yapısal Özellikler Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Ankara: Pozitif Matbaacılık. 165 Işık, M. (2002). Dünya ve Türkiye Bağlamında Kitle İletişim Sistemleri. Konya: Eğitim Kitabevi. Koloğlu, O. (1994). Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Basın. İstanbul: İletişim Yayınları. Şeker, M. (2007). Tekniği, İçeriği, Çalışan Profili, Haber Kaynakları, Ekonomi Politiği, Gücü ve Sorunlarıyla Yerel Gazeteler. Konya: Tablet Yayınevi. ALMANYA’DA TÜRK KÖKENLİ GENÇLER VE ŞİDDET SORUNU Emine Uçar İlbuğa∗ Özet Son yıllarda medyada göçmen gençler konusu şiddet sorunu ile birlikte tartışılır oldu. Sosyolojiden, psikolojiye, eğitimden kriminolojiye kadar birçok alanda Türk kökenli gençlerin şiddet eğilimlerinde dinsel ve geleneksel motifler arandı. Özellikle Türk kültürü ve değerleriyle büyüyen gençlerin, Batı modern dünyasına uyum sağlamakta güçlük çekerek, saldırgan ve uyumsuz davranışlara yöneldiklerinin altı çizildi. Ancak bu tartışmalarda daha çok gençlerin şiddete yönelimleri, onların göçmen deneyimleri, etnik ve kültürel değerleriyle açıklanmaya çalışılırken göçmen kökenli gençlerin içinde bulundukları toplumdaki ekonomik, yasal ve siyasal koşulları görmezden gelindi. Bu alanda yapılmış araştırma sonuçlarına dayanarak hazırlanan betimleyici nitelikteki bu çalışmada genel olarak, Alman okullarında şiddet konusu ve bu bağlamda göçmen kökenli gençlerin fail ve kurban olarak şiddet deneyimlerinin koşulları incelenmektedir. Anahtar Sözcükler: Şiddet, Göç, Medya PROBLEM OF VIOLENCE IN GERMANY AND THE TURKISH IMMIGRANT YOUTH Abstract Recently, the topic of immigrant youth has been discussed in media with the issue of violence. In many fields such as sociology, psychology, education and criminology, religious and traditional motives have been searched in the violence tendency of the Turkish youth. It has been underlined that the youth who grows up with the Turkish culture particularly face with a difficulty while adjusting the Western modern world and show a tendency towards violent and inadaptable attitude. However, while explaining their inclination to the violent acts by means of their immigrant experiences and their ethnic and cultural values, the economic, legal and political conditions in which they live have been ignored. In this descriptive study based on research results, violence in German schools and the conditions of experiences of violence in which the youth have been the offenders or victims are examined. akademia Keywords: Violence, Migration, Media ∗ Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi 166 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Giriş akademia Türk kökenli göçmenlerin iş gücü göçü nedeniyle Almanya’ya gelişlerinin 40. yılı geride kaldı. Bugün itibariyle 1960’lı ve 1970’li yıllarda gelen göçmenlerin torunları üçüncü ve dördüncü kuşak olarak Almanya’da yaşamaktadır. Göçmenlerin Almanya’da uyum, dil sorunları, kültürel, dinsel ve etnik farklılıklar nedeniyle oluşan çelişkileri bilimsel, siyasal ve toplumsal alanlarda sürekli tartışılmaktadır. Bir yanda batı değerleri, diğer yanda geleneksel aile yaşamı gibi iki farklı değerler dünyasını içinde barındırmak durumunda kalan ikinci kuşak göçmenlerin yaşadıkları sorunlar ile Almanya’da doğup, büyüyen, bu ülkenin kreş ve okullarına devam eden çocukların sorunları farklı oldu. Buna karşın yeni kuşak göçmen çocuklarının Almancayı iyi konuşabilmesi ve yaşadıkları toplumu daha iyi tanımaları gibi olumlu kazanımlarına karşın, göçmen çocuklarına Alman toplumunda verilen ‘yabancı’ statüsü uzun yıllar değişmedi. 167 Alman İstatistik Dairesi ilk kez kapsamlı olarak 2006 yılında “göçmen kökenli” insanların istatistik bilgilerini araştırdı. Bu araştırma sonucuna göre, Almanya’da yaşayan 82,4 milyon insandan 15,1 milyonunun göç bağlantısının olduğu ortaya çıktı. Bu rakam, bütün nüfusun %18’ine denk gelmektedir. Bu oranın %9’u yabancı, %10’u ise Alman uyruklu olarak istatistiklerde yer almaktadır. Yaklaşık 10,4 milyon insan göçmen olarak Almanya’ya gelmiş, 5,6 milyonu yabancı statüsünde, 3,1 milyonu da Alman vatandaşlığına kabul edilenler olmaktadır. Almanya’ya doğrudan Alman vatandaşı olarak gelenlerin sayısı (örneğin 1980’li yıllarda Polonya’dan gelenler gibi), 1,7 milyondur. Bununla birlikte kendileri direk göç etmemiş olmalarına rağmen, kökenleri göçmenliğe dayananların sayısı 4,7 milyondur. Diğer bir ifade ile bunların 2,6 milyonunun ebeveynlerinden biri ya ‘Aussiedler’, ya Alman vatandaşlığına geçmiş göçmen ya da yabancı statüsündedir. 1,7 milyon gibi bir oran da göçmen kökenli olup, Almanya’da dünyaya gelmiştir (bmi.bund.de, 2008). Burada verilen istatistik bilgilerine bakıldığında Almanya’da yaşayan göçmen çocuklarının çok dilli ve çok kültürlü ortamlarda büyümekte ve gelişmekte olduğu gerçeği öne çıkmaktadır. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren medya ve siyasi çevrelerden gelen bilgilere göre şiddet ağırlıklı gençlik kriminalliği artmıştır. Yine bu bilgilere göre, şiddet içeren suçlar özellikle göçmen gençler arasında daha yoğun olarak görülmektedir. Ancak bu bilgiler bilimsel araştırmalardan uzak, daha çok bazı somut şiddet olayları ve polis istatistiklerine dayanmaktadır. Özellikle medyanın göçmen gençler kaynaklı şiddet olaylarına yaklaşımı ve buradan hareketle bazı siyasi çevrelerin oy kaygısı nedeniyle göçmen karşıtı politikalarını desteklemek adına, olayı gerçekliğinden soyutlayarak ele almaları, bir göç toplumu olan Almanya’da uzun vadede yapıcı göçmen politikalarının önünü tıkamaktadır. Aslında medya ve bazı politik çevrelerin gençlerin şiddete yönelimlerinin arttığı yönündeki sansasyonel yaklaşımları ve tartışmaları, uzun yıllardır Almanya’da gündemde olan Gençlik Ceza Yasası’nın daha da sertleştirilmesi temeline dayanmaktadır. Almanya’da yaşayan göçmen nüfusunun heterojen yapısı da çoğu zaman bu tartışmalarda dile getirilmeyen önemli noktalardan biridir. Medyada göçmen gençlik ve şiddet konusunda yapılan bir tartışmada, göçmen gençlik sınıflandırmasına, serbest dolaşım hakkı olanlar (Avrupa Birliği’ne üye ülkeler), yabancı işçiler, iş yeri sahibi olanlar, turistler, öğrenciler, ilticacılar, iltica talebinde bulunup oturum hakkı bekleyenler ve illegal yaşayanlar olmak üzere birçok farklı koşul ve nedenlerle Almanya’da bulunan yabancılar girmektedir. Bu heterojen yapı, özellikle çok farklı veri kaynakları ve bu alanda çalışan farklı grupların olması gibi, çeşitli nedenlerle göçmen yasası sınıflandırmasıyla tam bir bağdaştırma yapmayı da zorlaştırmaktadır. Ancak polis kriminal istatistiklerinde suça Bu nedenle polis istatistiklerinde yer alan bilgilerin farklılıkları boyutu önem kazanmaktadır. Alman Kriminal Enstitüsü Başkanı Jörg Zierke’nin polis istatistiklerine dayanarak medyada, “göçmen gençlerinin, Alman yaşıtlarına oranla dört kez fazla hırsızlık ve üç kez daha fazla şiddet olaylarına’ karışmaktadırlar” (Ebner, 2006) yönündeki açıklaması, kamuoyunda bu yönde kesin bir yargının oluşmasına da ortam hazırlayacaktır. Oysa ki yukarıda dile getirilen bulgu istatistik sonuçlarının bütününden soyutlanmıştır. Diğer yandan Almanya’da yabancıların şiddetin kurbanı olma riskinin son yıllarda yükseldiği yönünde de bir düşünce öne çıkmaktadır. Bavyera Polis Kriminal İstatistik Kurumu’nun özel değerlendirmesine göre, yabancı nüfusunda (% 11) şiddete maruz kalanların oranı (% 8,4) oldukça yüksektir. Bu bilgiler Almanya genelini kapsamadığı için yalnızca bir ipucu olarak kabul edilebilir (BKA, 2006: 414). Ancak, Alman olmayan öğrenciler arasında yürütülen bir ankette göçmen gençler, çok seyrek olarak kendilerinin şiddet olaylarının kurbanı olduklarını dile getirmişlerdir. Bu sonucun çıkmasının nedeni, göçmen gençlerin sınıf arkadaşları arasında yürütülen bu ankette kendilerini ezik ve şiddetin kurbanı olarak ifade etmek istememiş olmalarından kaynaklanabilir. Bu nedenle burada sözü edilen anket sonuçlarının tam anlamıyla gerçeği yansıttığı düşünülemez. Oysa ki bu yönde bilinen belli başlı görüngüler, Alman olmayan göçmelerin az da olsa şiddetin kurbanı olma riski taşıdığı yönündedir. Almanya’da yabancı düşmanlığından kaynaklı şiddet olaylarının hedefini göçmenler oluşturmaktadırlar ve bu anlamda yapılan saldırılar özellikle 2000’li yıllarda tekrar artmaya başlamıştır. Yabancı düşmanlığı dışında yaşlılar ve kadınlar sıklıkla şiddetin kurbanları olmaktadırlar. Yine en bilinen şiddet unsurlarından biri de erkekler ve aynı yaş grubu gençler arasında meydana gelenlerdir. Yukarıda belirtildiği gibi, homojen bir yapı sergilemeyen göçmen gruplar içinde özellikle illegal yaşayanlar, iltica başvurusu yapmış ve başvuru sonucunu beklemekte olanlar, sigortasız çalışanlar, dil sorunu olanlar, yasaları iyi bilmemeleri nedeniyle oturma izinlerinin iptal edileceği korkusunu taşımakta ve çoğu zaman şiddetin kurbanı olmalarına rağmen polise gitmemekte, böylece polis istatistiklerinde yer almamaktadırlar. Bu nedenle istatistik bilgiler de eksik kalmaktadır (BKA, 2006: 411). Oysaki göçmen çocuklarının sorunları ele alınırken onların toplumsal, yasal, hukuksal ve sosyoekonomik koşullarıyla değerlendirilmeleri gerekmektedir. Çoğu polis kayıtlarına ve medya haberlerine dayanan bilgilerle, göçmen gençlerin Alman gençlerine oranla daha kriminal oldukları yönündeki tartışmalar, gerçeklikten uzak ve kamuoyunu yanıltıcı olmaktadır. Bu bağlamda şiddetin faili ya da kurbanı olarak göçmen çocuklarının şiddet deneyimleri oldukça karmaşık ve kompleks bir sorun oluşturmaktadır. Okul ve okul dışında gençler, etnik kökenlerine göre oluşturdukları gruplar arasında olduğu gibi, farklı göçmen kökenli gençler arasında da zaman zaman meydana gelen kavga ve çelişkiler yaşamaktadırlar. Bununla birlikte Almanya’da şiddet olayları yalnızca yabancı kökenli gençleri kapsamamaktadır. Özellikle 1990’lı yıllarda gençlerin karıştığı şiddet eylemlerinin önemli oranda arttığını ve bu olaylara katılanların önemli bir bölümünü göçmen gençlerin oluşturduğu ifade edilmiştir. Kriminal olayların faili olarak göçmen kökenli gençler medyada yer akademia karışanlar Alman ve Alman olmayanlar olarak sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırmada Alman olmayanların illegal mi, legal mi ya da hangi amaçla Almanya’da bulundukları belirtilmemektedir. Buna karşın zaman zaman meydana gelen bazı günlük şiddet olaylarına dayanılarak yapılan ve çoğu zaman bilimsel verilerden uzak tartışmalarla kamuoyunda “kriminal göçmenler” anlayışı yaratılmaktadır. Aynı şekilde göçmenler denildiğinde, polis istatistiklerinde Aussiedler ve Alman vatandaşlığına geçmiş yabancılar ile yerli grup arasında bir ayrım yapmak da mümkün olamamaktadır (BKA, 2006: 408-410). 168 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ aldığında, bu bilgiler çoğunlukla medyaya yansıyan olaylara ve siyasi bilgilere dayanmaktadır. Bu bilgiler doğrultusunda bazı siyasi partiler şiddet eğilimleri konusunda caydırıcı olacağı gerekçesini öne sürerek gençlik cezalarının daha da sertleştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak onların bu görüşlerini destekleyen yeterli ampirik kanıt bulunmamaktadır (Boers vd., 2006: 63). akademia Özellikle 1960’lı yıllardan bu yana sistematik göç alan Almanya’da çok dilli ve çok kültürlü göçmen ağırlıklı semtler oluşmuştur. Bu anlamda, Almanya’da göçmenlerin uyum sorunları uzun yıllardır hem sosyal bilimlerin hem de kamuoyunun meşgul olduğu konulardan biri olmuştur. Ancak son yıllarda Almanya’da uyum sorunu hem göçmen gruplar hem de Alman toplumu arasında kültürlerarası iletişimin koşulları üzerinde yoğunlaşmıştır. Çünkü uyumun tek taraflı bir süreç olmaktan öte karşılıklı bir çaba ve kabul olduğu gerçeği önem kazanmıştır. Bununla birlikte göçmen sorununda bir yandan bu yönlü olumlu denebilecek gelişmeler yaşanırken, diğer yandan sözü edilen göçmen ağırlıklı semtler işsizlik oranının yüksek olduğu, sosyoekonomik koşulları düşük nüfusu ile suç oranının yüksek olduğu bölgeler olarak sık sık gündeme gelmektedir. Oysa göçmenler ve uyum sorununun yalnızca bilimsel alanda değil, toplum, siyaset ve medya üçgeninde de doğru bir temelde anlaşılması gerekmektedir. Böylece göçmenlerin “dışlanmadan” ve “ötekileştirilmeden” içinde bulundukları toplumun bütünü içinde anlaşılmaları mümkün olacaktır. 169 Bu çalışmada yukarıda belirtilen tartışmalar doğrultusunda, göçmen gençlerin şiddetin mağdurları ve failleri olarak ele alınışları araştırma kaynaklarına ve medya sunumlarına dayanarak incelenmektedir. Almanya’da çoğu polis tutanaklarına dayalı bilgilerle veya somut bazı örneklerle kamuoyunda oluşturulan ‘göçmen gençler kriminaldir’ anlayışı, bu alanda yapılmış ampirik araştırmalar ışığında değerlendirilecek ve göçmen kökenli gençlerin şiddete yönelmelerine etki eden unsurlar, Alman okullarında şiddetin koşulları, göçmenlik deneyiminin gençlerin şiddet eğilimine etkisi ve medyanın gençlik ve şiddet konusuna yaklaşımı tartışılacak, bu bağlamda, Türk kökenli göçmen çocuklarının aile, okul ve sokak ortamında şiddet deneyimleri, bu deneyimlerin Alman siyaset, bilim, medya koşullarında ele alınışı ve değerlendirilmesi yapılacaktır. Çalışma, göçmenlik, gençlik ve suç konularında yapılan araştırmalar, medya haberleri ve bu konuya ilişkin literatür incelemelerine dayanmaktadır. 1. “Misafirlikten” Kalıcılığa Geçiş ve Şiddet Sorunu Öncelikle ‘yabancı’, kavram olarak ne anlama gelmektedir? Yabancı (Ausländer) hukuksal anlamıyla bir bireyin yaşadığı ülkenin dışında, başka bir ülkenin vatandaşı olmasıdır. ‘Yabancı’ siyasal bir kategori olarak bir bireyin vatandaşlığı ile coğrafi olarak içinde yaşadığı ortam arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Bu anlamda göçmen gençlerin kriminal olmasında bu ayrımın çok da inandırıcı bir neden olduğu kabul görmez (Ladoe, 2005: 3-4). Ancak gençleri dışlayan bu ‘yabancı’ ayrımı sorunu, gençlerin içinde yaşadıkları toplumun yasal, siyasal, kurumsal ve sosyal yapılanmalarında yer alması durumunda soruna çok yönlü yaklaşmak zorunludur. Çünkü entegrasyon, toplumun bir çok mekanizmasının birlikte ve aktif olarak yer alacağı çok yönlü bir süreçtir. Bir başka etnik grubun ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam koşulları nedeniyle daha çok şiddet yanlısı ya da kriminal oldukları yönünde bir bağlantı kurulması tek yönlü bir yaklaşım olacaktır. Almanya’da vatandaşlığa geçme süreciyle birlikte, istatistiklerdeki göçmen nüfusu azalmaktadır. Birçok farklı etnik kökenli göçmen Alman vatandaşlığına geçmekte ve onların çocukları da Alman vatandaşı olarak dünyaya gelmektedir. Bu nedenle ‘misafir işçi’ (Gastarbeiter) tanımlaması artık anlamını yitirmiştir. Ayrıca göçmen kökenli gençlerin suça eğilimli olmalarının ya da suça iştirak etmelerinin belli önyargıları pekiştireceği korkusuyla, onların işledikleri suçların görmezden gelinmesi ya da dile getirilmemesi de konunun tabulaştırılarak, göçmenlerin pozitif olarak aşağılanmasına yol açacaktır. Wetzels ve arkadaşlarının 1998 yılında Almanya genelinde ıslahevlerinde ve dokuz Alman kentinde 16.000 çocuk ve gençle yürüttükleri araştırma sonucuna göre, göçmen gençler arasında şiddet ve suça katılım oldukça yüksek oranda görülmektedir (Wetzels vd., 2001). Ancak Pfeiffer ve Wetzels ‘Şiddetin Faili ve Kurbanları Genç Türkler’ adlı makalelerinde sonuçları kamuoyuna açıklayıp açıklamama konusunda bir süre tereddüt yaşadıklarını ifade etmektedirler. Bunun nedenini de “toplumda var olan göçmen gençlerin kriminal oldukları yönündeki önyargıyı pekiştirmemek ve tutucu siyasi partilere seçim propagandası olacak malzeme vermemek” olarak açıklamaktadırlar (Pfeiffer ve Wetzels, 2000: 14). Bu sonuçlardan korkmak yerine göçmen çocuklarının şiddet ortamında yer almalarının nedenleri iyi tespit edilmeli, göçmen gençleri Alman gençleriyle kıyaslamadan sorunların çözümlerine yönelik yapıcı önerilerin geliştirilmesi esas alınmalıdır. Öte yandan çoğu zaman muğlâk ve ayrım yapılmadan kullanılan şiddet kavramının açıklanması da oldukça önemlidir. Çünkü şiddet, genel bir perspektiften bakıldığında geniş bir alanı kapsamaktadır. Örneğin şiddet ya da şiddet yönelimli denildiğinde tam olarak neyin kastedildiği açıklık kazanmamaktadır. Genel anlamda şiddetin daha çok fiziksel boyutuna vurgu yapılmaktadır. Oysa şiddetin birçok yönü bulunmaktadır. Vurma, kırma gibi doğrudan şiddet yanında, dolaylı yani, yapısal şiddet önem taşımaktadır. Çoğu araştırmalarda ele alınan, doğrudan bireye dayanan şiddettir. Bundan anlaşılan ise, bireyin fiziksel ve psikolojik mağduriyeti ya da cana veya mala bir başka kişi tarafından zarar verilmesidir. Dolaylı yani yapısal şiddet ise, sosyal sistemin içinde somut bir aktör görünmeden ve kurbanın kendisi tarafından çoğu zaman yapısal şiddetin farkında olunmadan gerçekleşir (Kunczik ve Zipfel, 2004: 10). Mathias Kepplinger ve Stefan Dahlem (1990: 384) şiddeti doğal ve suni ya da gerçek ve kurgusal olmak üzere ayırmaktadır. Gerçek şiddetle davranışsal sunum anlaşılırken, fiziksel ve psikolojik tahribatı ya da etkisi dikkate alınmaktadır. Kurgusal şiddetin anlamı ise, yine davranışsal sunum olmakla birlikte sadece bunun ileri sürülmesidir. Doğal şiddet gösterisinde gerçek yaşamın sunulması (gerçek film), suni gösterimde ise çizgi film vb. sunumlar anlaşılmaktadır. Bunun yanında şiddet ve kriminal kavramları çoğu zaman bir arada kullanılmaktadır. Hukuk dilinde kriminal sözcüğü, ceza yasasına karşı davranışta bulunmak (yapmak ya da ihmal etmek) anlamındadır. Mansel ve Hurrelmann ise, saldırgan davranış ve mülke yönelik suçlar olmak üzere iki farklı koşulda sorunlu davranışları incelediler. Buna göre, saldırgan davranışlar, fiziksel yaralama, tehdit, hırsızlık ve mala zarar vermek; mülkiyete karşı suçlar ise, tüm hırsızlıklar, belgelerde sahtecilik, kırıp dökme olarak yer almaktadır (Mansel ve Hurrelmann, 1998: 86). Lamnek, gençlik ve şiddet konusunu incelerken şiddeti, aktörün çeşidi, aktörün sayısı, doğrudan şiddet, şiddetin amacı, şiddetin şekli, hukuksal formu ve taammüden (Lamnek, 2000: 240) olup olmadığına göre farklı kategorilere ayırmıştır. akademia Çünkü günümüz Almanya’sında ilk misafir işçi olarak gelen göçmenlerin torunları üçüncü, dördüncü kuşak olarak büyümektedir. Göçmen çocuklarının kriminalliği ya da ‘yabancı’, ‘Alman olmayan’; ‘öteki’ tartışmalarında tek taraflı kavramlar, tanımlamalar ve açıklamalar ‘kriminal misafir işçi’ (kriminelle Gastarbeiter) önyargısını pekiştirmekte ve entegrasyon sürecine olumsuz etki etmektedir (Ladoe, 2005: 3-4). 170 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ 2. Alman Okullarında Şiddetin Failleri ve Kurbanları Olarak Gençlik akademia 1990 ve 2000 yıllarında Alman okullarında gerçekleştirilen şiddete yönelik araştırma sonuçlarına göre, okullarda en çok sözel şiddet olayları gerçekleşmektedir. Sözel şiddet dışında ve istisnalarla birlikte okullarda şiddet olaylarına genellikle erkek öğrenciler dâhil olmakta, saldırgan tartışmalar sıklıkla 13- 16 yaş grubu gençlerde görülmektedir. Okullarda şiddet, eğitim seviyesi yükseldikçe azalmakta ve Hauptschule’lerde fiziksel şiddet olaylarına Gymnasium’lara göre daha fazla rastlanmaktadır. Buna göre, suçlu ve kurban statüsü görecelidir. Öğrenciler şiddete yine öğrenci arkadaşları tarafından maruz bırakılmaktadır. Diğer yandan suçlular aynı zamanda şiddetin kurbanı da olabilmektedir. Giderek dikkate değer oranda okul içi şiddet olaylarının “Mobbing” ya da “Bullying” tarzı bir olgu olduğu tahmin edilmektedir. Burada söz konusu olan saldırganlığın özel bir şeklinin öne çıkmasıdır. Diğer bir ifade ile uzun süreyle öğrenciler okul arkadaşlarının olumsuz davranışlarına tabii kalmaktadırlar (Bundesverband der Unfallkassen, 2005: 4-5). 171 Lösel ve Bliesener (2003: 7) tarafından farklı bölge ve okullarda şiddet koşullarını ayrıntılı olarak inceleyen ampirik çalışmaların bulguları daha önceki araştırma sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir. Bu araştırma sonucuna göre, okullardaki şiddet daha çok sözel ve hafif fiziksel şiddet olarak öne çıkmaktadır. Buna karşın kızlar erkeklere oranla daha az saldırgan davranışlar sergilemekte ve daha az şiddet kurbanı olmaktadırlar. Bu çalışmada göçmen çocuklarının daha fazla şiddete katıldıkları yönünde bulgulara rastlanmamaktadır. Hauptschule’lerde saldırganlık ve kavga potansiyeli diğer okullara oranla daha yüksek olmakla beraber, medyada gündeme getirildiği gibi abartılı olmamaktadır. Gençler arasında kendileri şiddet mağduru olmadan diğer öğrencilere saldıran, onlara eziyet eden öğrencilerin oranı %5 ile sınırlıdır. Okul kabadayıları ile genel suç ve asosyal davranışlar arasında önemli ilgi bulunmaktadır. Buna göre okullardaki kabadayı gençler, risk grupları olarak saldırgan ve suça yönelik davranışları okul dışında da gösterebilmektedirler. 3. Cinsiyet, Okul, Aile Koşulları ve Şiddet Sorunu 2003 yılında yürütülen bir araştırmaya göre, yaralama olaylarının % 69’u erkekler, %15’i ise kızlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Buna göre erkekler nerdeyse kızların üç katı yaralama ve şiddet olaylarına karışmaktadırlar (Pfeiffer, 2006). Esas itibarıyla 1993-2003 yılları arasında yürütülen araştırmaya göre ise, bu ilişki hırsızlık olaylarında da kendini göstermekte ve erkekler kızlara oranla daha çok hırsızlık olaylarına karışmaktadır. Saldırganlık ve yaralamaların oluşumunda okul çeşidine göre de kız ve erkekler arasında fark görülmektedir. Okullarda şiddet en az Gymnasium’larda meydana gelmektedir. Hauptschule’lerde suça iştirak eden erkekler tüm yıllarda (1993 ve 2003) en yüksek oranı oluştururken, Hauptschule’ye devam eden kız öğrenciler suça iştirakte diğer okullara göre ikinci sıraya yükselmektedir. Kızlarda şiddet davranışlarına bağlı olarak meydana gelen yaralama olayları, 2001 -2003 yılları arasında Sonderschule’lerde hiç değişmemiş ve 1000 öğrenci arasında 17 yaralanma olayı gerçekleşmiştir (Ladoe, 2005: 42-43). Özellikle 2006 yılında Almanya genelinde şiddetin azaldığı yönündeki istatistik sonuçlarına uygun olarak beklenen gerileme bu okullarda gerçekleşmemiştir. Buna karşın 2001-2003 yılları arasında Sonderschule’lerde saldırganlık sonucu meydana gelen yaralama oranı Realschule’lere göre daha fazladır. Realschule’lerde yaralamalara kadar giden şiddet olaylarının oranı 2001 ve 2003 yıllarında değişme göstermemiştir (Ladoe, 2005: 42-43). 1998 ve 2000 yıllarında Almanya’nın birçok farklı bölge ve kentinde (Hamburg, Hannover, Leipzig, München ve Friesland) 10.000 öğrenci arasında, çocukların şiddete 4. Almanya’da Göçmen Gençler ve Şiddet Konusuna Farklı Yaklaşımlar Genelde göçmen gençlik ve onların şiddet eğilimleri, özelinde ise Türk göçmen gençleri hedef alan ve Almanya’da farklı tarihlerde yürütülen bazı alan araştırmalarında, gençlerin şiddet eğilimleri aile, din, gelenek, kültürel ve etnik koşullar çerçevesinde temellendirilmekte, bu bağlamda gençlerin kendi alt kültürlerini oluşturarak toplum dışında yer almaları örnek gösterilmektedir: Tertilt,1990 yılında Frankfurt am Main kentinde 13-18 yaş arası ‘Türkish Power Boys’ (1992 de grup dağıldı) grubuna üye 50 Türk kökenli gençle etnolojik bir alan araştırması yürütmüştür. Tertilt, grup üyesi gençlerin sorunlarını birlikte çözme, oturdukları bölgede saygınlık uyandırma ve gruba kendini kanıtlama gibi nedenlerle çete oluşturduklarına dikkat çekmektedir. Türkish Power Boys üyesi gençler ‘Jacken Tokat’ adını verdikleri gasp ve hırsızlıklarında kurbanlarının tek ve Alman olmasına dikkat etmekte ve yalnızca hırsızlıkla kalmayıp, şiddet uygulamaktadır (Tertilt, 1996: 235). Werner Schiffauer ise, ‘Namusun Şiddeti’ (1983) konulu etnolojik araştırmasında Türklerde namus, şeref gibi kavramların önemine dayanarak otantik bir şiddet olayını incelemektedir. 1997 yılında Wilhelm Heitmeyer vd. (1997) Almanya’da topluma entegre olmamış Türk kökenli gençlerin kendilerini dinsel ve etnik kökenleriyle kimliklendirmelerine dikkat çekerken, gençlerin radikalleşme süreçlerini incelemektedir. Wetzels ve Brettfeld ise, Türk kökenli gençlerin suça ilişkin saldırgan davranışlarının ardında İslam’ın etkisini "Göze Göz Dişe Diş" adlı çalışmada araştırmaktadırlar (Wetzels ve Brettfeld 2003). Buna karşılık son zamanlarda suç olgusu ve göçmen gençler konusuna daha nesnel yaklaşımlar ve araştırmalar da anlam kazanmaktadır. Viadrina Üniversitesinde (Frankfurt/Oder) kültür antropologu olan Werner Schiffauer, Polis Kriminal İstatistiklerinde (Bundeskriminalamt, 2006) suç oranının önceki yıllara göre azalmış akademia yönelik deneyimlerini kapsayan araştırma, aile, okul ve kamuya açık alanlar olmak üzere üç ayrı ortamda yürütülmüştür. Bu araştırmada çocukların şiddete yönelik görüş ve tutumları, kendilerini güvenlikte hissedip hissetmedikleri, okula devamlılıkları, yabancı düşmanlığı ve aktif olarak suça iştirak edip etmedikleri konusu incelenmiştir. Uzun vadeli yürütülen bu araştırmada aynı zamanda okuldan kaçmanın gençlerin şiddete yönelmesine etkisi, göçmen çocuklarının (özellikle erkek) şiddete eğilimlerinde etnik ve kültürel farklılıklar, sosyoekonomik koşullar gibi, toplumsallaşma süreçlerine etki eden faktörler araştırılmıştır. Bu araştırmanın sonuçlarına göre; ‘çocuk ve gençlerin büyük bölümü, ilk şiddet deneyimlerini aile içinde yaşamaktadır. Aile içinde şiddet gören çocukların ailelerinin, sosyoekonomik koşulları kötüdür; daha çok sosyal yardımla yaşamlarını sürdürmektedirler’ (Wilmers vd., 2001). Wilmers ve arkadaşlarının araştırmasında bir diğer bulgu, 21 yaş altı gençlerin dörtte birinin (erkekler) kamuya açık alanlarda (cinsel istismar hariç) şiddete maruz kalmalarına karşın, gençlerin aile ortamında olduğu gibi, kamuya açık alanlarda da kendilerini güvende hissetmekte olduklarıdır (2001). Burada sözü edilen şiddet ise, vücuda darp ve yaralanma olarak öne çıkmaktadır. Wilmers ve arkadaşlarının araştırma sonucuna göre, çocukların önemli bir oranı (%20), okullarda şiddet olaylarını görmezden gelmektedir. Aynı araştırmada gençler arasında yabancı düşmanlığı oldukça fazla oranda kabul görmekte (%20), özellikle erkek öğrencilerde, ekonomik ve eğitsel koşulları yetersiz olan ailelerin çocuklarında bu tutum daha da belirginleşmektedir (Wilmers, 2001). Ayrıca ailedeki eğitim, çocukların bireysel, sosyal yeterlilik, duygudaşlık, kendi kendini kontrol edebilme gibi yetileri kazanmasında önemli rol oynamaktadır. Bu anlamda çocuğun aile içinde şiddet deneyimine maruz kalması, yeterli duygusal bağlılığın kurulamaması, yetersiz kontrol, sosyoekonomik koşullar, gençlerde gelecek beklentisinin sınırlı olması şiddete yönelmelerinde önem taşımaktadır. 172 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ akademia olduğunun belirtilmesine karşın, son dönemlerde her tür olayın göç ve göçmenler ile ilişkilendirilmesine dikkat çekmekte, Almanya’da herkesin aynı koşullarda değerlendirilmesine rağmen, uyum sürecinde eşit bir yapılanmanın olmadığını belirtmektedir: “Ancak Kriminolog Christian Pfeiffer, Doğu Avrupa, Rus, Yugoslav ve Türk kökenli göçmen gençlerde suça iştirak oranının, özellikle yüksek olduğunu belirtmektedir. Buna göre Müslüman kökenli gençler ve kriminallik konusu işlendiğinde bir haksızlık söz konusu olmaktadır. Zira daha önceleri uyum ve sosyal soruna dayandırılan tartışmalar, bugün İslam ile bağlantılı olarak ele alınmaktadır. Şiddetin göçmen bir gençten gelmesi durumunda sosyal problem görünmezden gelinerek, sorunun kaynağı İslam’a dayandırılmakta, böylece gerçeklik çarpıtılmaktadır” (Schiffauer, 2008). Ebner’de yukarıdaki tartışmayı destekler nitelikte, Pffeifer’in araştırmasına atıfta bulunarak Türk göçmen çocuklarının şiddet deneyimlerini Türk kültürüne dayandırmakta ve şiddeti erkekliğin bir parçası olarak kabul ettiklerinin altını çizmektedir: 173 “Polisler problem gruplarla meşgul olmak zorundadır. Kriminolog Pfeiffer’e göre, ‘sorun Türk gençleridir’. Pfeiffer ve arkadaşlarının Almanya’nın büyük kentlerinde yürüttükleri, gençlik ve şiddet konulu araştırmaya göre, Stuttgart şehrinde yaşayan Türklerden ankete katılanların (%12,7), %44 suçlu, %14’ü ise, şiddetin kurbanı olmaktadır. Diğer gruplardan daha sık olmak kaydıyla öncelikle ailelerinde ağır şiddet deneyimi yaşamaktadırlar. %33 oranında Türk gençleri çocukken dayakla cezalandırılmaktadır. Ve onlar şiddeti erkekliğin bir parçası olarak kabul etmektedirler” (Ebner, 2006). Ebner ayrıca, Türk kökenli ikinci kuşak akademisyen Necla Kelek’in Hamburg kentinde yürüttüğü doktora çalışmasına dayanarak, Türk ailelerinde geleneksel yaşamın kuşaktan kuşağa aktarılarak yeni kuşak gençlerin Alman toplumuna entegre olmalarına engel oluşturduğunun altını çizmektedir: “Sosyolog Necla Kelek, Türkler arasında Maço kültürünün o kadar çabuk değiştirilemeyeceğinden korkmaktadır. En önemli neden, geleneğe sıkı sıkıya bağlı ailelerde çok sayıda Türk genç kızı gelin olarak Almanya’ya ihraç edilmekte ve onlar orada (Türkiye’de) öğrenmiş oldukları yaşam biçimini çocuklarına vermektedirler. ‘Böylece bu gelinler öncelikle okullarda Almanlarla bir araya gelecek çocuklarının entegrasyonuna çok az katkıda bulunabilirler’. Burada yasal bir göç söz konusudur, ancak bu da başarısız olmaya mahkûmdur” (Ebner, 2006). Boers, Walburg ve Reinecke ise, Duisburg, Münster ve çevresinde sürdürdükleri Modern Şehirde Gençlik Suçları adlı araştırma sonuçlarını “Karanlık Alanda (Dunkelfeld) Artma Yok, Göçmen ve Alman Gençler Arasında Çok Az Fark Var” başlığı ile yayınladılar. Boers ve arkadaşları araştırma sonuçlarında kapsamlı ve çok yönlü bir yaklaşımla konuyu ele almaktadırlar. Buna göre, ilk kuşak göçmen grubunda sözü edilen yüksek oranda suçluluk göze çarpmazken, ardından gelen göçmen kökenli gençler, uzun bir süredir kriminolojik açıdan ‘problem grubu’ olarak nitelendirilmektedir. ‘Maço Türkler’ ya da ‘suça hazır Alman kökenli Ruslar’ resmi kamusal alanda oldukça yankı uyandırmaktadır. Bu tür tartışmaların getirdiği önemli tehlike, sorunun göçmen gençlerin üzerine atılması ve yalnızca onlarla sınırlandırılmasıdır. Yapılan bu etiketlendirmelere bağlı olarak göçmen gençlerin benzer bir sosyal yapıda oldukları kabul edilmekte ve bütün göçmenler homojen olarak sunulmakta, böylece çoğu zaman belli argümanlarla hareket edilmekte ve kamuya açık alanlarda yürütülen dar tartışmalarla onların bireysel ve sosyal sorunları göz ardı edilmektedir (Boers vd., 2006: 1-26). Almanya’da Alman olmayanların kriminalliği çoğu kez göçmenlerin geldikleri ülke ile yaşadıkları ülkenin değer ve normlarının farklı olması ve buna bağlı olarak yaşanan çatışmalarla açıklanmaktadır Okullarda şiddet ve göçmen gençler sorununa bir diğer yaklaşım da, gençlerin toplumla bütünleşmesi konusunda olmaktadır. Göçmen gençlerin şiddete yönelmelerinde Almancayı yeterince ve gerektiği gibi öğrenemedikleri, buna bağlı olarak okul başarılarının düşük ve gelecek perspektiflerinin sınırlı olması, onlarda davranış bozukluklarına neden olabilmektedir. Özellikle gençler arasında şiddet ve suç oranlarındaki artışlarla (Kersten, 2002) birlikte, cezaların artırılması, Almanya’da doğup büyümüş olan gençlerin, suç işlediklerinde geldikleri ülkelere geri gönderilmeleri ve medyada sıklıkla negatif göçmen sunumları, gençlerin uyum sorunlarına olumsuz etki etmektedir. Özellikle Türk kökenli göçmen gençlerin şiddet olaylarına karışmalarını, onların dinsel ve kültürel koşullarıyla ele alan araştırmalarda, gençler iki kültür arasında gidip gelen yaşamları nedeniyle ‘patlamaya hazır bomba’ (Papalekas, 1982: 32; FurtnerKallmünzer, 1988: 126; Auernheimer, 1988: 157; Hansen, 1989: 28; Nieke, 1991: 17) olarak değerlendirilmektedirler. Bu anlayışa göre, göçmen gençlerinin suça iştirak etmelerinin nedenleri onların içinde bulundukları toplumun dışında yer almalarının bir dışa vurumu olarak öne çıkmaktadır. Ancak son yıllarda yapılan birçok araştırmada, yukarıda ifade edildiği gibi, gençlerin kültür şoku geçirdikleri, farklı kültürler arasında kalarak kimlik bunalımı yaşadıkları veya bu anlamda uyum sorunuyla karşı karşıya kaldıkları gerçeğinin her zaman doğru olmadığı vurgulanmaktadır (Morgenroth, 1999: 268; Berg vd., 2000; Weidacher, 2000: 68). Sorunun temelini yalnızca göçmen çocuklarının aile ve kültürel koşullarında ya da etnik kökenlerinde aramak yerine, bu çocukların doğdukları, büyüdükleri ve kendilerini iki kültürlü, iki dilli ifade ettikleri bu ülkenin yasal ve toplumsal koşullarında da aramak gerekmektedir. Almanya’nın en zengin şehri olarak gösterilen Hamburg kentinde 15 yaş altı her dört çocuktan birinin maddi fakirlik ortamında büyüdüğüne dikkat çekilmekte ve bu çocukların özellikle göçmenlerin yoğun olduğu semtlerde yaşadığı belirtilmektedir. Sosyal açıdan problemli göçmenlerin yoğun oturduğu semtlerde, kreşlerin, oyun bahçelerinin yetersizliğinin yanında, aileler büyük oranda işsizdir ve sosyal yardım ile yaşamlarını sürdürmektedirler (Hamburger Initiativenzeitung, 2006: 15-19). Genellikle bu semtlerde okul öncesi ve okul süreçlerinde çocukların pedagojik devamlılığı sağlanamamakta, eğitim kurumlarında yetersiz araç, gereç ve eğitim elemanı nedeniyle çocuklar sosyal bütünleşme, özgüven gibi yetileri akademia (Schwind, 2004). Buna göre, normal olmayan davranışların temelinde farklı kültürel değerler ve norm anlayışlarından kaynaklı çatışmalar rol oynamaktadır. Sözü edilen değerler çatışması ise, göçmenlerin göç ettikleri ülkeye uyum sağlamada sorunlar yaşamalarında ortaya çıkmaktadır. Yani göçmenlerde ‘dış çelişki’ daha çok göç edilen ülkenin normlarına kendilerini kapatarak, sıkı sıkıya eski değerlerine sarılmalarından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa göre, saldırgan duygu ve davranışların gelişmesinde göçmenlerin ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış olmaları, yeni ülkedeki uyum sorunları yanında, göç edilen ülkede saygınlık duyulmaması gibi nedenler rol oynayabilmektedir. Ayrıca geleneksel otoriter baba rolünün, aile içinde uzun süreli işsizlik ve dil sorunları nedeniyle çözülmesi, çoğu zaman toplumda ‘yabancı‘ olarak istedikleri hedeflere ulaşamamanın yarattığı hayal kırıklığı, Almanya’da büyüyen çocukların aile ve sosyal çevreleri arasında gidip gelen uyum sorunları, çocukların yaşadıkları ülkenin değerlerini içselleştirerek ailelerinin farklı anlayış ve düşüncelerine karşı çıkmaları gibi nedenler de, gençlerle aileleri arasındaki çelişkileri artırabilmektedir. Bu çelişkiler özellikle ailelerin eğitim yöntemleri ve moral anlayışlarında daha da belirginleşmektedir. Böylece kuşak çatışmaları, değerler ve kültürel çelişkiler, geleneksel aile gibi koşullar nedeniyle, çocuklarda davranış bozukluğu, yabancılaşma ve suça eğilim sorunları meydana gelebilmektedir (Pfeiffer 2006;). 174 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ kazanabilecekleri eğitsel koşullardan yeterince yararlanamamaktadır. Bu nedenle gençlerin topluma daha güçlü entegre olmaları amacıyla yeni siyasal ve yasal düzenlemeler gündeme getirilmektedir. Hamburg eyaletinde göçmenlerin yoğun olarak oturdukları semtler pilot bölgeler seçilerek, bu bölgede yer alan okullara yönelik reform paketleri hazırlanmaktadır (Schirg, 2006). akademia 2005/2006 yılı istatistik sonuçlarına göre Almanya genelinde ilkokul dışında okula giden yabancı uyruklu çocuk ve gençlerin toplamı 478.444 dir (%17,2). Bu öğrencilerin % 42'si Türk kökenlidir. Alman öğrencilerin %44,7si Gymnasium’a giderken Türklerin sadece %13,2 si bu okula gitmektedir. Aynı zamanda Almanların % 14,8’si Hauptschule’ye giderken Türklerin % 40,5’i sözü edilen en düşük seviyeli okula gitmektedir. Almanların sadece %1,8’nin diploması yok iken bu rakam yabancılarda %18,7’ye ulaşmaktadır (Beauftragte der Bundesregierung 2007: 42-45, 227). Aslında buradaki sonuçlarda öne çıkan gerçek, yalnızca yabancı kökenli öğrencilerin eğitim başarılarının düşük olması değil, aynı zamanda onların Alman eğitim sisteminin mağduru olduklarıdır (Morgenroth 1999:268). 175 Almanya’da doğup büyüyen yabancı kökenli çocukların büyük çoğunluğu kreş ya da bir okul öncesi kuruma devam etmektedir. Ancak özellikle ilkokuldan itibaren (Sekunderstufe1) Alman yaşıtları ile devam ettikleri okullar arasında önemli farklılık görülmektedir. Grundschule olarak tanımlanan 4 yıllık ilkokul eğitimi sonrası çocuklar, sınıf öğretmenlerinin vermiş olduğu referanslar ve not ortalamaları doğrultusunda belirli okullara devam edebilmektedirler. Sözü edilen bu okullarda eğitim, çocukların eğitsel gelecekleri ve mesleki şanslarında anahtar rolü oynamaktadır. Yukarıda verilen istatistik sonuçlarında görüldüğü gibi, daha çok göçmen kökenli çocuklar ilkokul sonrası Haupschule’ye devam etmektedir. Bu okullardan Lise’ye (Gymnasium) geçiş ise oldukça zor bir süreci beraberinde getirmektedir. Kristen, göçmen çocuklarının okul başarılarında etkili olan bir diğer faktör olarak aileyi göstermektedir. Kristen’e göre, göçmen ailelerin büyük bölümü yetersiz Almancaları ve okul sistemini iyi tanımamalarından dolayı çocuklarını okula hazırlayamamakta ve iyi yönlendirememektedir (Kristen, 2003). Ayrıca okullarda çocukların cezai işlem gerektiren eylemlere yönelmelerindeki artış ile okul başarısızlıkları arasındaki korelâsyonun da önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Okul başarısızlığı yaşayan öğrencilerin bir kısmı, okuldaki yükümlülüklerine karşı gelmektedir. Gençlerin okul içindeki saldırgan tutumları, zamanla topluma aykırı davranışlara dönüşebilmektedir. Okullar bu tür sorunlara karşı yetersiz kalmakta ve daha çok bu öğrencilerin okuldan ayrılmasıyla sorunun çözümleneceğine inanılmaktadır (Bainski vd., 2004). Yukarıda verilen istatistik bilgilere göre de, okullarda şiddet olayları okul çeşitlerine göre farklılık göstermektedir. Bu da çoğu okullarda öğretmenlerin okul ve ders ortamında aktif olarak yer al(a)maması, sıkıcı okul ortamı, gerekli altyapının olmamasından dolayı öğrencilerin derslerde ve okullarda aktif kılınamaması öğrencilerin ders başarısını olumsuz etkileyerek, öğrenme motivasyonlarının azalmasına etki etmektedir. Wetzels ve Pfeiffer ‘Şiddetin Faili ve Kurbanı Olarak Gençler’ konulu araştırmalarında, iki önemli etkene dikkat çekmektedirler: “Gençlerin dünyası giderek bir ‘kazananlar-kaybedenler’ kültürüne dönüşmektedir. Göçmen kökenli gençler bir yanda içinde yaşadıkları yoksulluk (ebeveynlerinin işsiz oluşu, sosyal yardım almaları), diğer yanda eğitim konusundaki sınırlı perspektifleri, daha düşük düzeyde eğitim veren ‘Hauptschule ya da Sondernschule’ye devam etmeleri nedeniyle, daha fazla hayal kırıklığına uğrayan ve kaybedenler tarafına düşerken, bu hayal kırıklığını şiddete dönüştürme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar” (2006: 4). 5. Göçmen Gençler, Şiddetin Medyada Sunumu ve Siyasi Çözüm Önerileri Üzerine Gençlik ve şiddet konusunda medyanın tutumu, göçmen gençler konusunda da farklı olmamaktadır. Özellikle bazı popüler Alman medyasında genellikle erkek göçmenler şiddet eğilimli ve suçlu, kadınlar ise ezilen, ayakları üzerinde duramayan kurban rolüyle gündeme gelmektedir. Genel olarak göçmen gençler üzerine medyada oluşturulan resim, ailelerinden farklı olmamaktadır. Türk kökenli göçmen gençler çoğunlukla talk showlarda, televizyon dizilerinde, filmlerde maço, saldırgan ve şiddet eğilimli rollerde yer almaktadırlar (Neumann 2002; Schorb 2003; Butterwegge, 2006). Böylece medyada göçmenlerin çoğu zaman kriminal ve sorunlu oldukları yönündeki anlayış, asıl nedenlerinden soyutlanmış olarak tekrar tekrar verilirken, diğer yandan toplumun bilincine negatif bir göçmen imajı kazınmaktadır. Ne zaman göçmen gençlerin dâhil olduğu bir şiddet olayı gerçekleşse Almanya’da CDU, CSU gibi siyasi partilerce göçmenlere yönelik kısıtlamalar ve şiddet olayına müdahil olan gençlerin geldikleri ülkelere gönderilmeleri yönünde kampanyalar başlatılmasında medya önemli bir rol üstlenmektedir. Gençlik ve şiddet konusunu yalnızca göçmen gençliğe indirgeyerek şiddetin faili gençleri caydırmak amacıyla daha sert cezaların uygulanmasını talep eden tutucu bazı siyasi partilerin gerekçeleri, medyada önemli yer tutan somut örneklere dayandırılmaktadır. Almanya basınında gençlik şiddeti olarak konu edilen ve uzun süre dramatikleştirilen ‘Mehmet olayı’, bu anlamda en önemli örneklerden birini oluşturmaktadır: Almanya’da doğup büyüyen ve ailesi ile birlikte Almanya’da yaşayan 14 yaşındaki Mehmet, altmışın üzerinde (hırsızlık, fiziksel yaralama vb.) suça iştirak etmekten kameralar ve gazeteciler eşliğinde günlerce medya starı gibi öne çıkarılarak, ıslah edilmek üzere köken olarak geldiği ülkeye, yani Türkiye’ye gönderilmiştir. Mehmet mahkeme kararıyla yirmi yaşında tekrar Almanya’ya geldiğinde, bu kez para ve değerli eşyaları için anne ve babasına karşı şiddet uyguladığı gerekçesi ile tutuklanmıştır. akademia Wetzels ve Pfeffer’in sosyal ve ekonomik koşulları farklı olan çocuklar arasında karşılaştırmalı olarak yaptıkları araştırmaya göre, olumsuz koşullara sahip çocuklar arasında (%67 Türkler, %58 Yugoslav) ayrıcalıklı yaşayan çocuklara oranla (%10 Türkler, %16 Yugoslav) dört katı fazla suç ve şiddet eğilimi görülmektedir. Araştırma grubu gençlerden Alman olanların ise %25’i olumsuz, %41’i ayrıcalıklı koşullara sahiptir (2006: 4). Gençlerin ve ailelerinin topluma entegrasyonu ne kadar başarılı ise şiddete yönelmeleri de o kadar az olmaktadır. Ancak bu bütünleşmenin olması için yaşadıkları toplumda kabul görmeleri önem taşımaktadır. Ayrıca gençlerin aile içinde şiddet deneyimleri, hiyerarşik aile yapılanmaları, otoriter baba ya da erkeğin rolü gibi etkenler gençlerin şiddet deneyimlerinde önemli rol oynayabilmektedir. Wetzels ve Pfeiffer’in araştırmasında bir diğer ilginç bulgu ise, Almanya’da doğup büyüyen göçmen çocuklarının daha fazla şiddete iştirak etmekte olduklarıdır. Türk kökenli gençlerin Almanya’da geçirmiş oldukları süre uzadıkça işledikleri şiddet eylemi sayısı da artmaktadır. Almanya’da doğup, kreşe ve okula giden göçmen çocukları kendilerini toplumun bir üyesi olarak görmekte ve bu yönde talep geliştirmektedirler. Ancak Alman çocuk ve gençlerle aynı şansa sahip olamamaları ve bu yöndeki hayal kırıklıkları, çoğu zaman gençlerde şiddet ile yanıt bulmaktadır (Pfeiffer 2006 8). Buna göre göçmen gençler arasında şiddete başvurma oranı en yüksek Almanya’da doğan gençler arasında görülmektedir. Aileleri tarafından belli bir yaşta Almanya’ya getirilen çocuklar ise, ilk yıllar yeni ortamlarındaki bazı olumsuzlukları kabullenmeye hazır olduklarından dolayı daha az tepkisel olmaktadırlar. Morshäuser, şiddet ve suça dâhil olan bazı Türk kökenli göçmen gençlerin Alman 176 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ medyasında eleştirmektedir: negatif sunumlarını akademia “München’den Mehmet’in ülkesine geri gönderilmesi ve orada bir televizyon grubunda (Star TV) işe alınması yönündeki haberler gibi, 14 yaşındaki Berlinli gencin pedagog eşliğinde Karibik’de ‘saldırganlığa karşı- eğitim tatili’ yapması ve bu tatilin giderlerinin yerel basında harfi harfine işaretlenerek geri hesaplanması, ‘Infotainmenttechnisch’ ve gerçeklikten uzak bilgilendirmedir. Böylece her iki gencin Almanya’da vatandaşlık haklarından yararlanmak istemelerinin koşulları da kamuoyunda tartışılabilmekte ve bu haklar skandal olarak nitelendirilebilmektedir. Diğer bir ifade ile medyada bu gençlere biçilen rol, Alman toplumunun huzurunu bozan, hain canavarlar olmaktadır” (Morshäuser, 1999). Mehmet olayı günlerce medya gündeminde tutularak, göçmen çocukları sürekli şiddetle yan yana anılırken, aynı anda göçmen çocuklarının Alman yaşıtlarından daha fazla suça eğilimli oldukları, bu nedenle ülkelerine geri gönderildiklerinde sorunun çözümleneceği anlayışı bu tartışmaların ana konusunu oluşturmuştur. Ancak Boers ve arkadaşlarının da vurguladığı gibi München’de Mehmet, Hamburg’da Dennis, dâhil oldukları suçlar nedeniyle etnik kökenlerine göre farklı cezalara tabii tutulamazlar (Boers vd., 2006: 1-26). 3 Sat televizyonunda Poppenhäger “Gençler Nasıl Entegre Olacaklar, Gençlik Şiddeti Artıyor mu? sorusuna, farklı örneklerden yola çıkarak yanıt aramaktadır: 177 “12 yaşında göçmen kökenli bir öğrenci boks uygulaması yaptı. Tam da klişe anlayışa uygun bir örnek. Şubat 2006 tarihinde başka bir okuldan sorunlu olduğu için nakledilen öğrenciyi yeni okulu kabul etmemektedir. Çünkü Lemgo Schule’de göçmen oranı çok yüksek (%80) ve bu öğrenci Berlin polisinde yeterince tanınmaktadır.” (Poppenhäger, 2006). Diğer örnekte ise, şiddetin yalnızca okullarla sınırlı olmadığının altını çizmektedir: “Öyle görünüyor ki, şiddet günlük olarak yalnızca okullarda artmıyor. 16 yaşında cinnet geçiren genç 26 Mayıs 2006’da 40’ın üzerinde insanı yaraladı. Gözü dönmüş fail, gelişigüzel, fark gözetmeksizin insanları bıçakladı ve şimdi hiçbir şey anımsamıyor. Berlin tren garında eğlenen insanlar arasına alkollü olarak daldı. Her şeyden önce: o düzenli aile ilişkileri olan normal bir Alman genciydi. Yani bilinen o klişelere uygun düşmemektedir. Neden gençlerimiz böylesine şiddete hazır. Cep telefonlarına dayak sahnelerini çekip, bunu "happy slapping" olarak adlandırmak, bir tecavüzü izlemek ve yardım etmemek, polise haber vermek yerine ormanda bir cesedin yanından geçip gitmek. Üstelik polis istatistiklerinde 1998 yılından bu yana çocuk ve gençler arasında şiddet oranının daha fazla artmadığı belirtilmektedir. Her şeyden önce: şiddet olaylarının 3/2’si yabancı kökenli gençler arasında gerçekleşmektedir. Göçmen gençler arasında şiddet ve izolasyon artmıştır. İstatistikler de bunu söylüyor: Bu çocuklar özellikle sosyokültürel koşulları düşük ailelerden gelmekte ve sıklıkla erkek egemen kültür anlayışına bağlı olmaktadırlar. Kaldı ki istatistiklere göre, Türk aileler Alman ailelere göre çocuklarına üç kez daha fazla şiddet uygulamaktadır“ (Poppenhäger, 2006). Bu örneklerde bir yandan gençlik ve şiddet konusundaki klişe anlayış eleştirilirken, diğer yandan göçmen gençlerin aile yaşamı, geleneksel ve kültürel koşullarının şiddeti doğallaştırdığı yönünde bir anlayış, istatistik verilere dayanarak desteklenmektedir. Göçmen gençlerin şiddet deneyimlerinin yalnızca onların aile ve kültürel koşulları ile sınırlandırılması sorunu tek taraflı bir yorumla gerçekliğinden uzaklaştırmaktadır. Bu anlamda Alman ve Türk gençlerinin şiddet eğilimleri üzerine yapılan bu karşılaştırma bilimsel temelden uzaktır ve elma ile armudun karşılaştırılmasına benzemektedir. Göçmen gençlerin şiddete meyilli oldukları yönünde medya aracılığı ile oluşturulan genel –görüş ve onların nasıl cezalandırılması gerektiği konusundaki tartışmalar Aralık 2007 tarihinde yeni bir şiddet olayı ile tekrar alevlenmiştir. Buna Koch, suç işleyen ve üç yıl hapis cezası alan göçmen gençlerin üç yıl cezaevinde kalma sürelerinin anlamsız olduğunu belirtmiş ve bu gençlerin bir yıl hapis cezasından sonra sınır dışı edilmelerini talep etmiştir. Koch tüm seçim kampanyasını bu tartışma üzerinden sürdürerek, medyada göçmen gençlerin şiddet eğilimli oldukları görüşünü sık sık gündeme getirmekten çekinmemiştir (Bild am Sonntag, 2008). Koch’un seçim propagandasında göçmen gençler ve şiddet konusu, sert ve caydırıcı önlemler üzerine tartışmalarla uzun süre basılı ve elektronik medyanın gündeminde kaldı: Ayrıca Koch ‘Bild’ gazetesine verdiği demeçte, gençler için caydırıcı cezaları şu şekilde gerekçelendirmektedir: “Kriminal kariyerinin daha en başında ceza suçu işleyen bir genç için en iyisi uyarı ateşi anlamında üç gün cezaevi olmalıdır” (Focus, 2008). Koch eğitim, değerler, entegrasyon başlığı altında ise daha fazla görgü, daha fazla saygı ve medeni cesaret derken uyum sürecini tek taraflı olarak algılamakta ve bu yönde göçmenlere öneriler getirmektedir. “Bir arada konuşulan dil Almanca olmak zorundadır. Evlerin mutfağında et kesme ya da ülkemizde alışık olunmayan çöp atıklarının imhası bizim ev düzenimize uygun değildir” ( Bild am Sonntag, 2008). Almanya’da ‘yabancı kriminalliği’ çoğu kez tutucu siyasi partilerin yabancılara karşı bir propagandası olarak kullanılmaktadır. Almanya’da yaşayan en büyük göçmen grubu olarak Türk kökenlilerin yer alması, örneklendirmelerin bu grupta yoğunlaşması, şiddet ve suça daha çok Türk kökenli gençlerin iştirak ettiği gibi bir yargıyı da gündeme getirmektedir. Bu nedenle Türk kökenli gençlerin, Alman gençlere oranla daha kriminal olup olmadığı yönündeki tartışmalar ve bu yöndeki araştırmalar, konunun hassasiyeti açısından farklılıklar göz önünde tutularak eleştirel yaklaşımla yapılmalıdır. Bazı politik çevrelerin gençlik ve şiddet konusunu yalnız göçmen çocuklarıyla sınırlama gayreti ve bu anlamda göçmen kökenli gençlerin suç ve şiddete iştirak etmeleri durumunda cezai yaptırımların daha da artırılması ya da göçmen gençlerin ülkelerine geri gönderilmeleri gibi önerilerle medyada yer almaları, göçmen çocuklarını büyüdükleri ve içinde yaşadıkları toplumdan dışlamak anlamına gelmektedir. Uluslararası Kriminoloji Bilgilerine göre, suça iştirak yüksek oranda 16-25 yaş grubunda yoğunlaşmaktadır (BKA, 13.08.2008). Bu sonuca göre ilk bakışta, şiddetin failleri olarak gençlik öne çıkmaktadır. Oysa gençlerin şiddet ile birlikte anılmalarına etki eden nedenler farklı boyutlarıyla ve bilimsel temelde araştırılmalı, bu araştırmalar özellikle gençlerin içinde bulundukları psikolojik, sosyolojik, toplumsal, ekonomik koşullar ile onların beklentileri ve hayal kırıklıkları bağlamında farklılıklar gözetilerek yapılmalıdır. Bu konunun medyada eksik, yetersiz verilerle ve popülist bir anlayışla sıkça gündeme getirilmesi halinde ise, konunun çok yönlü boyutları göz ardı edilerek, sorun asıl gerçekliğinden uzaklaşacaktır. Bu noktada Hamburg, St. George semtinde göçmen gençler ve şiddet konusunda alan araştırması yapan Findsein ve Kersten, medyanın aksiyon ağırlıklı konulara duyduğu ilginin altını çizmekte, bu nedenle medyada yer alan bu tür haberlerin kuşkuyla karşılanması gerektiğini vurgulamaktadırlar (Morshäuse , 1999). akademia göre, bir Türk ve bir Yunan kökenli genç metroda sigara içmemeleri yönünde kendilerini uyaran emekli bir Alman’a şiddet uygulamışlardır (Hamburger Abendblatt, 2007). Güvenlik kameralarında yer alan bu görüntüler günlerce televizyon ve gazete haberlerinde gündem konusu olmuştur. Özellikle Hessen eyalet seçimlerinin yapılacağı döneme denk gelen bu olay, Hristiyan Demokrat Parti Eyalet Başbakanı Roland Koch tarafından seçim malzemesine dönüştürülmüştür. Medyanın doğal afetler, iklim değişiklikleri ve diğer felaket haberlerinde olduğu gibi, gençler üzerine kötü haberlere ilgisi de büyük olmaktadır. Çoğu zaman medyada yer alan gençlik ve şiddet konulu 178 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ programlarda uzman kişiler dışında, akla gelebilecek birçok grup bu tartışmalarda görüş bildirmektedir. Medya haberlerinde bir yandan, okullarda meydana gelen bazı istisnai şiddet olayları dramatize edilerek, Alman okullarında şiddet ve saldırganlık günlük olaylarmış izlenimi uyandırılmakta, diğer yandan artan şiddet olayları, hızla yaygınlaşan vahşet gibi, zorbalık tarzı eylemler ve çatışmalara dikkat çekilmektedir. Yaygın medyada Alman okullarındaki ‘şiddet ve gerçeklik’ sistemli bir şekilde çarpıtılmaktadır (Lamnek, 2000). Çünkü konum, anlayış ve zaman sınırlılığı nedeniyle, tek yönlü bir bakış açısıyla, haber sunumu tercih edilmekte ve rekabet kaygısıyla sansasyonel sunumların gösterimi yapılmaktadır (Bundesverband der Unfallkassen, 2005). Tabii ki okullarda gençlerin dâhil olduğu şiddet olayları meydana gelmektedir. Ancak bu olayların medyada sunumu bir felaketin habercisi olarak değil, daha çok toplumu bilgilendirecek şekilde olmalıdır. Bu konuyu içeren tartışma programlarında alanlarında uzman kişilerin görüşleri doğrultusunda, sorunun nedenlerinin tartışılma olanakları yaratılmalıdır. akademia Sonuç 179 Bu çalışmada yer alan bazı araştırma sonuçları, polis ve kriminal araştırma kurumlarının istatistik bilgileri ile örtüşmektedir. Buna göre, göçmen kökenli çocuk ve gençler az farkla da olsa Alman yaşıtlarına oranla daha fazla şiddetin failleri ve kurbanları olarak öne çıkmaktadırlar. Bununla birlikte farklılıkları dikkate alarak ve ayrıntılı olarak yürütülen alan araştırmalarında, hangi grubun daha fazla şiddete dâhil olduğu değil, neden dâhil olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Bu nedenle Almanya’da şiddet konusunu inceleyen araştırmaların son yıllarda artmış olması, bu anlamda soruna daha geniş perspektiften bakabilmek ve göçmen çocuklarının şiddete yönelmelerine etki eden koşulların daha iyi anlaşılması bakımından önem taşımaktadır. Zira göçmen çocuklarının şiddet ve suça müdahil oldukları yönündeki tartışmalarda çoğu zaman kaynak olarak gösterilen polis istatistiklerinden bağımsızlaşabilmek ve bilimsel veriler ışığında, göçmen çocuklarının sorunlarına ‘sonuçlardan’ çok, sonuçlara etki eden sosyo-politik ve sosyoekonomik koşullar çerçevesinde yaklaşabilmek mümkün olacaktır. Çünkü sözü edilen araştırmaların ortak olduğu noktalardan biri de şiddet olaylarının çoğunlukla işsizliğin yoğun olduğu semtler ve okullarda görülmekte olduğudur. Almanya’da şiddet olayları gündeme geldiğinde ise, medyada şiddetin failleri olarak göçmen gençlerin adı sıkça anılmakta ve onların Alman yaşıtlarına göre daha fazla şiddet olaylarına karıştıkları yönünde tartışmalar ağırlık kazanmaktadır. Oysa göçmen gençlerin sorunları, büyüdükleri ortamlar, aile ve sosyal koşulları, eğitim sorunları, gelecek beklentileri ve yasal hakları gibi, toplum içinde onlara verilen statü çoğu zaman Alman yaşıtlarıyla aynı olmamaktadır. Bu bakımdan Almanya’da göçmen gençler hem siyasi platformda hem de medyada sıkça içinde bulundukları gerçeklikten soyutlanarak algılanmakta ve sunulmaktadır. Özellikle şiddet göçmen gençler tarafından geldiğinde sorunun nedenleri çoğunlukla kültürel farklılıklar temeline oturtulmaktadır. Bu ise göçmen gençlerin kendilerini ‘sorun’ olarak gören toplumla bütünleşmelerine engel oluşturmaktadır. Okullarda şiddet ve göçmen gençlerin şiddet deneyimlerinde sosyolojik, psikolojik, kültürel ve ekonomik faktörler gibi, göçmen deneyimlerine dayalı olarak eşit olmayan eğitim koşulları, dil ve uyum sorunları önemlidir. Ancak, Alman medyasında sıklıkla ‘göçmenler sorundur’, ‘göçmenler daha fazla şiddete eğilimlidir’ ya da göçmen kökenli erkekler ‘maço’dur gibi önyargıları pekiştiren ve göçmen çocuklarını dışlayan yayınlar yerine, onları toplumun bütünü içinde ele alan, bu anlamda toplumla bütünleşmelerine katkı sağlayacak yayıncılık anlayışının benimsenmesi önemli olacaktır. Negatif göçmen resminin toplumun bilincine Çocuk ve gençlerin şiddete yönelmelerine etki eden nedenler çok yönlü ve tartışmalıdır. Şiddet ve suça eğilim konusunda yapılan ve yapılmakta olan araştırmalar, çocukların aile, arkadaş, okul çevresi, ailenin eğitsel ve sosyo -ekonomik koşulları, psikolojik nedenler, çok fazla oranda şiddet içerikli film ve televizyon yayınları izlemek, bilgisayar oyunları oynamak gibi farklı yelpazelerde konular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Özellikle göçmen ailelerin televizyon, video ve bilgisayar kullanımı üzerine yapılan alan araştırmalarında dikkat çekilen sonuçlardan biri de, göçmen çocuklarının odalarında ayrı bir televizyon aracı ve bilgisayarın olmasıdır. Smicek Almanya’da artan işsizlik ve buna bağlı olarak ekonomik sorunlar nedeniyle ailelerin çocuklarını evlerde tutma adına, çocukların odalarında da bir televizyon ve bilgisayar aracı bulundurduklarına dikkat çekmektedir (Clemens-Smicek, 2006). Ayrıca 10- 17 yaş arası Türk kökenli çocuklar, okul günlerinde zamanlarının 3,5 saatini televizyon ve bilgisayar önünde geçirmektedir. Çocuklar içerik olarak medya tüketimlerinde 16 ve 18 yaş grubu için serbest bırakılan ve daha fazla şiddet içeren film ve oyunları tercih etmektedir (Uçar-İlbuğa, 2005; Pfeiffer, 2006). Çocukların şiddete yönelmelerinde ebeveynlerin çocuklara karşı yanlış tutumları da etkili olmaktadır. Günümüzde birçok anne ve baba çocuklarıyla ilişkilerinde sevgiyi materyalle karıştırmaktadır. Aileler ya çocuklarının arzu ve isteklerini aynı anda yerine getirmekte ya da çoğu zaman bu isteklerini görmezden gelmektedir. Çocuklarının önündeki her zorluğu veya sorunu ailelerin çözmesi, cep telefonlarıyla çocuklarının her adımını kontrol altında tutmaya çalışması, çocukların bağımsız bir kişilik oluşturamadan büyümesine neden olmaktadır. Aileleri tarafından sorunları çözülen çocuklar karşılaştıkları sorunlu ve çelişkili ortamlarda kendi problem çözme stratejilerini geliştirmekte zorlanmaktadır. Diğer taraftan aile içi şiddet konusunda aileler eğitilmeli ve bu konuda çocukların korunması yönünde gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Çünkü aile içi şiddet çocukların öz benlik ve kendine değer verme duygusunu olumsuz etkileyecektir. Kendine güvenli, sevgi ve saygılı bireylerin yetişmesinde aile ortamının önemi tartışılmaz. Şiddetten uzak bir yaşam için çocukların sosyalizasyon süreçlerinde etkin olan aile, okul, sosyal çevre ve medyanın şiddetten arındırılması gerekmektedir. Göçmen gençleri kapsayan araştırma sonuçlarında dile getirilen önemli bir sorun, çocukların ilk şiddet deneyimlerini aile içinde yaşadıklarıdır. Diğer taraftan şiddet olaylarına karışan gençlerin daha çok işsizliğin yoğun olduğu semtlerinde yaşıyor olmaları, sorunun sosyoekonomik boyutuna dikkat çekmektedir. Çünkü Almanya’da işsizlik sorunu göçmen kökenli ailelerde daha yoğun yaşanmaktadır. Son yıllarda ‘kemer sıkma’ politikaları nedeniyle öncelikli olarak göçmenlerin yaşadığı semtlerde yer alan kütüphane, spor ve yüzme salonlarının kapatılması ise, bu semtlerde yaşayan gençlerin boş zamanlarını geçirebilecekleri ortamların sınırlı olması anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, göçmenler, içinde yaşadıkların toplumun kendilerine sunabildikleri olanaklar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Göçmen çocuklarının beklentilerini ve sorunlarını anlayacak siyasi ve ekonomik çözümler üretmek, onları toplumun ‘sorunlu yüzü’ olarak göstermekten daha akılcı bir yaklaşım olacaktır. Özellikle Avrupa Konseyi’nin ‘2008 -Kültürlerarası Diyalog Yılı’ ilan ettiği günümüzde, göçmenleri kültürel farklılıkları nedeniyle sorun olarak görmek çelişkili bir tutumdur. akademia bu şekilde işlenmesi, Almanya’da işsizlik, şiddet gibi birçok sorunun nedenleri ve aktörleri olarak da göçmenlerin hedef gösterilmesine zemin hazırlayacaktır. Bu nedenle okullarda göçmen gençlerin kültürel farklılıkları sorun değil, zenginlik olarak görülmeli ve onları içine alacak gerekli alt yapılar oluşturulmalıdır. Okul 180 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ ders kitapları çok kültürlü toplum gerçeğinden hareketle yeniden düzenlenmeli ve göçmen gençleri de kapsayacak şekilde hazırlanmalıdır. Ayrıca kültürlerarası iletişim bağlamında gençlerin okul içi ve okul dışı ortamlarını kapsayacak pedagojik çalışmalara ağırlık verilmeli, bir göç toplumu olan Almanya’da göçmenleri dışlayan değil, onları benimseyen politikalar geliştirilmelidir. Kaynakça Auernheimer, Georg (1988), Der sogenannte Kulturkonflikt, Orientierungsprobleme ausländischer Jugendlicher,Campus Verlag, Frankfurt am Main. Bainski, Christiane- Mannitz, SabineSliwka, AnneSolga, HeikeVolkholz, Sybille- Yoksulabakan, Gül (2004), “Schule und Migration – 6. Empfehlung der Bildungskommission der Heinrich Böll Stiftung”, Heinrich Böll Stiftung ve Bildungskommission der Heinrich Böll Stiftung (Ed.), Selbständig Lernen. Bildung stärkt Zivilgesellschaft, Beltz Verlag, Weinheim ve Basel. Berg, Ulrike- Jampert, Karin- Zehnbauer, Anne (2000), Multikulturelles Kinderleben, Deutsches Jugendinstitut, Projektheft 4, München. akademia Bild am Sonntag (2008), CDU (Hristiyan Demokrat Birliği) Roland Koch’un Bild am Sonntag gazetesindeki röportajı, 31.01.2008. 181 Boers, Klaus- Walburg, Christian- Reinecke, Jost (2006), “Jugendkriminalität Keine Zunahme im Dunkelfeld, kaum Unterschiede zwischen Einheimischen und Migranten”, Monatsschrift für Kriminologie und Strafrechtsreform, Cilt 89, Sayı 2, s. 63-87. Bundeskrininalamt (2006), Zweiter Periodischer Sicherheitsbericht “Zuwanderer als Täter und Opfer” http://www.bka.de/lageberichte/ps/psb 2_kap_4_2.pdf (13.08.2008) Bundesverband der Unfallkassen (2005), Gewalt an Schulen-Ein empirischer Beitrag zum gewaltverursachten Verletzungsgeschehen an Schulen in Deutschland 1993-2003, Statistikreihe. Butterwegge, Christoph (2006), ”Migrationberichterstattung, Medienpädagogik und politische Bildung”, Butterwegge, Christoph ve Hentges, Gudrun (Ed.), Massenmedien Migration und Integration,Verlag für Wissenschaften, Wiesbaden, s.185235. Clemens-Smicek, Anja (19.01.06). “Visuelle Gewalt macht Kinder dumm”, 19.1.2006, http://www.wznewsline.de/sro.php?redid=104902 (10.09.2008). Die Beauftragte der Bundesregierung für Migration, Flüchtlinge und Integration (2007), 7. Bericht der Beauftragten der Bundesregierung fürMigration, Flüchtlinge und Integration über die Lage der Ausländerinnen und Ausländer in Deutschland, Berlin. Ebner, Christian (2006), Problem “Macho-Kultur”, 17.11.2006. mit http://www.merkuronline.de/mm_alt/nachrichten/politik/ aktuell/art297,733289 (10.09.2008). Furtner-Kallmünzer, Maria (1988), “Biographie und Identitätsprobleme der zweiten Generation”, Deutsches Jugendinstitut (Ed.), Beiträge zur Ausländerforschung – Wege der Integration, München, s. 87-128. Hamburger Abendblatt (2007), “Raucher verprügelt Nichtraucher”, 24.12.2007. Hamburger Initiativenzeitung (10/11 2006), “Kinderarmut in Hamburg’. ‘...die dunklen sieht man nicht”, No 4, 15-19. Hansen, Roland (1989), Türkische Deutsche, deutsche Türken oder „ein bißchen von da und ein bißchen von da“: ReMigration und Identitätskonflikte türkischer Jugendlicher aus İzmir, Saarbrücken. Heitmeyer, Wilhelm- Müller, JoachimSchröder, Helmut (1997), Verlockender Fundamentalismus, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main. http://www.bmi.bund.de/cln_012/nn_16163 0/Internet/Content/Themen/Auslaende r__Fluechtlinge__Asyl__Zuwanderun g/DatenundFakten/Deutsche__Auslae nder__mit__Migrationshintergrund.ht ml, 10.09.08. http://www.turkstudent.net/art/3790, 9.10.2006. Kepplinger, Hans M. Ve Dahlem, Stefan (1990), “Medieninhalte und Gewaltanwendung”, Schwind, HansDieter (Ed.), Ursache, Prävention und Kontrolle von Gewalt. Analysen und Vorschläge der Unabhängigen Regierungskommission zur Verhinderung und Bekämpfung von Gewalt (Gewaltkommission, Bd. III: Sondergutachten (Auslandsgutachten und Inlandsgutachten), Berlin, s. 381– 396. Kersten, Joachim (2002), “Jugendgewalt und Gesellschaft”, http://www.bpb.de/themen/AIPQC2,0 ,0,Jugendgewalt_und_Gesellschaft.ht ml Kristen, Cornelia (2003), “Ethnische Unterschiede im deutschen Bildungssystem”, Aus Politik und Zeitgeschichte, Cilt 21-22, aktaran Ladoe, Jessica (2005), AusländerkriminalitätDelinquenz und Devianz, türkischstämmiger Jugendlicher und Heranwachsender in Rheindorf- Nord, Diplomarbeit, Fachbereich Sozialpädagogik, Fachhochschule Köln. Kunczik, Michael- Zipfel, Astrid (2004), “Medien und Gewalt, Befunde der Forschung seit 1998”, http://www.bupp.at/jart/prj3/bupp/dat a/uploads/Downloads/Studien/Kunczi k_Medienwirkungsforschung.pdf (1.7.2008). Ladoe, Jessica (2005), AusländerkriminalitätDelinquenz und Devianz, türkischstämmiger Jugendlicher und Heranwachsender in RheindorfNord, Diplomarbeit, Fachbereich Sozialpädagogik, Fachhochschule Köln. Lamnek, Siegfried (2000), “Jugendgewalt in unserer Gesellschaft”, Gegenwartskunde, 2/2000, s. 237264. Lösel, Friedrich ve Bliesener, Thomas (2003), Aggression und Delinquenz unter Jugendlichen. Untersuchungen von kognitiven und sozialen Bedingungen. BKA–Reihe „Forschung + Polizei“, Bd.20, Luchterhand, Neuwied. Mansel, Jürgen ve Hurrelmann, Klaus (1998), “Aggressives und delinquentes Verhalten Jugendlicher im Zeitvergleich. Befunde aus 'Dunkelfeldforschungen' aus den Jahren 1988, 1990 und 1996”, Kölner Zeitschrift für Soziologie und Sozialpsychologie, Cilt 50, Sayı 1, s. 78-109. Morgenroth, Olaf (1999), Identitätsabsichten türkischer Jugendlicher, bereichsspezifische Zukunftsorientierungen im Kontext von Familie und Schule, Hamburg. Morshäuser, Bodo (1999), “Landser, Söldner und Kanaken”, Die Zeit, Sayı 42. Nieke, Wolfgang (1991), “Ausländische Jugendliche in der Berufsausbildung: auf dem Weg zur Chancengleichheit?”, Nieke, Wolfgang vd. (Ed.), Benachteiligung ausländischer Jugendlicher im akademia 10.11.2006, Hamburg, s. www.initiativenzeitung.org 182 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Zugang zur Opladen, s. 9-32. Berufsausbildung, Neumann, Ursula (2002), “Die Darstellung von Migrantinnen und Migranten und ihren Themen in den audiovisuellen Medien”. Merz, Medien+Erziehung, 5:282-285. Papalekas, Johannes C. (1982), “Die zweite Ausländergeneration: kulturelle Aspekte”, Lojewski, von Günther (Ed.), Forum Berlin, Integration der Kinder ausländischer Arbeitnehmer? Probleme und Antworten auf eine Herausforderung: Referate und Diskussionsbeiträge, Köln, s. 27-38. Pfeiffer,Christian (2006), “Was zu tun ist, Gegen Gewalt helfen mehr Ganztagsschulen”, Die Zeit, Sayı 15, 6.4.2006. Pfeiffer, Christian ve Wetzels, Peter (2000), Junge Täter als Opfer und Täter von Gewalt, KFN- Forschungsbericht, No 81. Poppenhäger, Annette (2006), “Eskaliert die jugendliche Gewalt. Wie lassen sich die Kinder von heute integrieren?“, 3SAT, Kulturzeit, 31.5.2006, http://www.3sat.de/kulturzeit/themen/ 92660/index.html (20.5.2008). Schirg, Oliver (2006), “100 Millionen Euro gegen soziale Spaltung in Hamburg”, Die Welt, http://www.welt.de/data/2006/11/20/1 117080.html. (24.11.2006). akademia Schiffauer, Werner (2008), Migration, Jugendgewalt, İslam; Für eine Kultur des genauen Hinschauens. Ropörtaj: Claudia Mende (23.1.2008), www.Qantara.de (18.09.2008). 183 Schiffauer, Werner (1983), Die Gewalt der Ehre, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main. Schorb, Bernd (2003), “Einführüng: Fernsehurteile und-vorurteile”. Was guckst du, was denkst du? Der Einfluss des Fernsehens auf das Asländerbild von Kindern im Alter von 9 bis 14 Jahren. Bernd Schorb v.d. (der.) içinde. Kiel:6-10. Schwind, Hans-Dieter (2004), Kriminologie, Eine praxisorientierte Einführung mit Beispielen, Kriminalistik Verlag, Heidelberg, aktaran Ladoe, Jessica (2005), AusländerkriminalitätDelinquenz und Devianz, türkischstämmiger Jugendlicher und Heranwachsender in Rheindorf- Nord, Diplomarbeit, Fachbereich Sozialpädagogik, Fachhochschule Köln. Tertilt, Hermann (1996), Turkish Power Boys, Ethnographie einer Jugendbande, Suhrkamp Verlag, Frankfurt/M. Uçar-İlbuğa, Emine (2005), Fersehkonsum von türkischen Jugendlichen, Peter Lang. Berlin, Bern, Bruxelles, New York, Oxford, Wien. Weidacher, Alois (2000), “In Deutschland zu Hause – politische Orientirungen griechischer, italienischer, türkischer und deutscher junger Erwachsener im Vergleich“,Weidacher, Alois (Ed.), Migrationsspezifische Bedingungen und soziokulturelle Orientierungen, Opladen, s. 67-129. Wetzels, PeterEnzmann, DirkMecklenburg, Eberhard- Pfeiffer, Christian (2001), Jugend und Gewalt: Eine repräsentative Dunkelfeldanalyse in München und acht anderen deutschen Städten, Nomos, BadenBaden. Wetzels, Peter ve Brettfeld, Katrin (2003), Auge um Auge, Zahn um Zahn? Migration, Religion und Gewalt junger Menschen, Lit Verlag, Münster v.d. Wilmers, Nicola- Enzmann, Dirk- Schaefer, D- Herbers, Karin- Grewe, WernerWetzels, Peter (2001), Jugendliche in Deutschland zur Jahrausendwende: Gefährlich oder gefährdet?“ Yazarsız (2008), “Gewaltdebatte-Schäuble fährt Koch in die Parade”, Focus, 3.1.2008, http://www.focus.de/politik/deutschland/ge waltdebatte_aid_232167.html (11.09.2008). akademia Ergebnässe wiederholter, repräsentativer Dunkelfelduntersuchungen zu Gewalt und Kriminalität im Leben junger Menschen 1998-2000, Interdisziplinäre Beiträge zur kriminologischen Forschung, Band 23, Nomos, Baden-Baden. 184 Erciyes İletişim akademia 185 2009 TEMMUZ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ “AKADEMİA” YAYIN İLKELERİ VE YAZIM KURALLARI A-YAYIN İLKELERİ akademia 1. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi akademik yayın organı olan Erciyes İletişim Dergisi “akademia”, iletişim bilimleri başta olmak üzere, diğer sosyal bilimler alanlarındaki her türlü inceleme, düşünce, uygulamaya dayalı araştırma vb. nitelikli yazıların da yer aldığı akademik bir dergidir. 2. Erciyes İletişim, Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. 3. Dergiye yayınlanmak üzere gönderilen yazılar, daha önce başka bir dergiye gönderilmemiş ve hiçbir yerde yayınlanmamış olmak koşuluyla kabul edilir. Ayrıca, yazının kongre, sempozyum veya bir toplantıda bildiri şeklinde sunulmuş olması yayınlanması için engel değildir. 4. Makalelerin yayınlanabilmesi için tayin edilecek hakemlerden en az iki hakemden olumlu rapor gelmesi şartı aranır. Böyle bir raporda göz önünde bulundurulacak bilimsel esaslar şunlardır: 1. Araştırma yöntemi, 2. İlgi çekiciliği, orijinalliği ve güncelliği, 3. Konu bütünlüğü, 4. Fikir ve düşünce üretimine sahip oluşu, 5. Bilimsel özgünlüğü, 6. İlgili bilim dalının terminolojisine hakimiyeti, 7. Konuyla ilgili eski ve yeni çalışmaların görülmesi, 8. Yararlanılan kaynakların uygunluk ve yeterliliği, 9. Değerlendirme yapabilme ve sonuca ulaşabilme, 10. Alanına sağladığı katkı, 11. Dil hakimiyeti/anlaşılabilirlik, akıcılık, 5. Derginin yazı dili Türkçe olmakla birlikte, yaygın olarak kullanılan diğer dillerde yazılmış yazıların yayınlanması yayın kurulunun kararına bağlıdır. 6. Dergiye verilen yazıların, dergi kurallarına göre düzenlenmiş ve basıma hazır hale getirilmiş olması gerekir. Yayın Kurulu, yazım kurallarına uymayan yazıları yayınlamama veya düzeltmek üzere yazara iade etme yetkisine sahiptir. 7. Yazılar CD ile birlikte 3 nüsha olarak editöre teslim edilir. Nüshaların sadece birinde yazar/yazarların adları verilir, diğer 2 nüsha ise ad belirtilmeden teslim edilir. CD üzerinde kullanılan program ve dosya adı açıkça belirtilmelidir. Çevirilerin, hakeme gönderilmek üzere orijinal metinleri de gönderilir. 8. Metin belli bir plan dahilinde; Başlık, Özet (Abstract), Anahtar Sözcükler (Key Words), Giriş (sorun sunumu- amaç-önem), Yöntem, Bulgular, Sonuç ve Değerlendirme, Kaynakça şeklinde verilmelidir. 9. Hakemlerin düzeltmeler yapıldıktan sonra yayınlanabilir kararı verdiği yazılar, hakem önerileri doğrultusunda yeniden düzenlenir, makaleler bir adet çıktısı ve CD ile birlikte editöre teslim edilir. 10. Her sayının hakemleri, derginin danışma kurulundan olabileceği gibi alanında uzman öğretim üyeleri arasından belirlenecek isimlerden oluşur. 11. Hakemlerden olumsuz rapor alan yazılar yayınlanmaz ve yazarına iade edilmez. 12. Yazarlar, yazılarını yayınlanmak üzere Erciyes İletişim Dergisine göndermekle, telif haklarını E.Ü. İletişim Fakültesi Akademik Dergisi’ne devretmiş sayılırlar. 13. Yayınlanan yazıların telif hakkı dergiye aittir ve kaynak gösterilmeden aktarılamaz. 186 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ 14. Dergide yayınlanacak yazılar, telif, tercüme ve kitap tanıtımları, yazarlarının unvanlarına göre adları esas alınarak alfabetik olarak dizilir. 15. Dergide yayınlanan yazıların bilimsel, içerik, dil ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. 16. Yazarlara bir adet dergi ücretsiz verilir, ayrıca telif ücreti ödenmez. B-YAZIM KURALLARI 1. Makalenin başlığı ilk sayfanın başına büyük harflerle ortalı olarak, alt başlıklar ise küçük harflerle sola yaslı olarak yazılmalıdır. Yazarın veya yazarların ad ve soyadları, başlığın hemen altına sağa yaslı olarak yazılmalı ayrıca yazarın/yazarların akademik unvan, görev yerleri ise sayfanın altında (*) dipnot şeklinde verilmelidir. 2. Bütün yazılarda 200 kelimeyi geçmeyen Türkçe ve İngilizce özet mutlaka bulunmalı, özetin altına anahtar kelimeler özetin dilinde verilmelidir. Yazı bir başka dilde yazılmışsa başlığın ve özetin Türkçe tercümeleri verilmelidir. 3. Ayrı bir kapak sayfası oluşturulmalı ve yazar/yazarların ismi, açık adresi, telefon ve faks numarası ile elektronik posta adresi yer almalıdır. 4. Yazılarda Türkçe dil kurallarına uyulmalı ve kelimelerin imlasında Türk Dil Kurumu’nun en son çıkardığı İmla Kılavuzu esas alınmalıdır. 5. Eserde çizelge adları üste, her kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır. Resim, şekil, grafikler “Şekil” adı altında gösterilmeli, şekil ve grafikler bilgisayarda çizilmeli, sırayla numaralandırılmış olmalı, şekil yazıları alta küçük harflerle bilgisayarda yazılmalıdır. 6. Dergide yayınlanmak üzere gönderilen yazılar A4 kağıdının bir yüzüne 12 punto ve Word programında Times New Roman yazı karakteri ile 1 satır aralığıyla yazılmalıdır. 7. Yazıda paragraflar, girintili olmalı ve sayfa numaraları sağ alt köşede yer almalıdır. 8. Sayfa düzeni soldan 3 cm diğer kenarlardan ise 2,5 cm boşluk bırakılarak oluşturulmalıdır. 9. Yukarıda verilen ölçütler doğrultusunda yazılmış olan makaleler 20 sayfayı geçmemelidir. 10. Erciyes İletişim Dergisi’nde yer alacak makaleler için, http://iletisim.erciyes.edu.tr/erciyesiletisim adresinden gerekli formlar indirilebilir. akademia C-KAYNAK GÖSTERME İLKELERİ Erciyes İletişim Dergisi’nde yer alacak çalışma metinlerinin kaynakça düzeni, künye düzeni, gönderme ve alıntı ile ilgili kurallar APA (American Psychological Association – Amerikan Psikoloji Derneği) kuralları temel alınarak hazırlanmıştır. 187 C.1. Metin İçi Kaynak Gösterimi Yapılan çalışmalarda, başkalarının düşünceleri alıntı ya da gönderme şeklinde verilmelidir. 1. Kısa alıntılar tırnak işareti içinde gösterilmelidir. 4 satırdan uzun alıntılar ise ayrı bir paragraf olarak 1 cm içeriden blok halinde, 10 punto ile yazılmalıdır. Bu durumda tırnak işareti kullanılmamalıdır. 2. Göndermelerde yazar soyadı, yayın tarihi ve sayfa numarası bilgileri parantez içinde aktarılmalıdır. 3. Yazar adı ve tarih bilgileri anlatımda geçiyorsa parantez içinde yinelenmemelidir. 4. Yararlanılan kaynak, tek sayfadan oluşuyorsa ya da televizyon programı, ses kaydı, elektronik kaynak gibi sayfa numaralandırması olmayan bir kaynaksa göndermede sayfa numarası verilmez. 5. Tek ve iki yazarlı yapıtlarda her iki yazarın soyadına da parantez içinde yer verilmelidir. 6. İkiden fazla yazarı olan yapıtlarda gönderme yapılırken sadece birinci yazarın soyadı verilir, diğer yazarlar için “ve diğerleri” ifadesi kullanılmalıdır. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. Tüzel kişiler tarafından yazılmış yapıtlarda tüzel kişi adı çok uzunsa veya kısaltılmış biçimi çok biliniyorsa ilk göndermeden sonra kısaltma yoluna gidilebilir. Kısaltma kullanılmasına karar verilirse ilk göndermede kurum adının açık hali yazılmalı ve yanında köşeli parantez içinde kısaltması verilmelidir. Daha sonraki göndermelerde sadece kısaltma kullanılmalıdır. Bir yazarın aynı tarihte yayınlanmış birden fazla yapıtından yararlanılmışsa, yapıtları birbirinden ayırmak için sırasıyla “a,b,c,...” ibareleri kullanılmalı ve bu kullanım gerek metin içinde kaynak gösterme sırasında gerekse kaynakça bölümünde yer almalıdır. Soyadları aynı iki yazarın yapıtları kullanılmışsa, soyadlarının yanı sıra adlarının ilk harfleri de göndermede belirtilmelidir. Kaynakçaya yapıt adından giren kaynaklara gönderme yapılırken, yapıt adı uzunsa ilk sözcüğü, kısaysa tamamı verilmelidir. Gönderme yapılan kaynak bir makale veya kitap bölümüyse, yapıt adı tırnak işareti içinde, kitap ise eğik (italik) yazı tipiyle verilmelidir. Yapıt adı kısaltılırken üç nokta kullanılmalıdır. Yapıtın yayın tarihi belli değilse, göndermede tarih yok anlamına gelen “t.y.” kısaltması kullanılmalıdır. Aynı anda birden fazla yapıta gönderme yapılmak istenirse, hepsi tek bir parantez içinde, birbirlerinden noktalı virgül ile ayrılarak verilmelidir. Parantez içinde yazar soyadına göre alfabetik sıra izlenmelidir. Aynı yazarın birden fazla yapıtına aynı anda gönderme yapılacaksa yazar yinelenmeksizin küçükten büyüğe tarih sırası izlenmelidir. Gönderme Örnekleri a. Tek Yazarlı Yapıt (Çaplı, 2002, 87). b. İki Yazarlı Yapıt (Erdoğan ve Alemdar, 2002, 164-165). c. İkiden Fazla Yazarlı Yapıt (Işık ve diğerleri, 2007, 95). d. Tüzel Kişi Tarafından Yazılmış Yapıt İlk Gönderme: (Türk Dil Kurumu [TDK], 1981, 19). İkinci ve Sonraki Göndermeler: (TDK, 1981, 26). e. Aynı Yazarın Yapıtları (Işık, 2002a, 186). (Işık, 2002b, 45). f. Soyadları Aynı İki Yazarın Yapıtları (N. Atabek, 2006, 206). (Ü. Atabek, 2007, 120). akademia g. Yazarı Olmayan Yapıt Yapıt Adı Kısaysa: (Kütüphaneciliğe Giriş, 1987). Yapıt Adı Uzunsa: (“Sanal…”, 1995, 70). 188 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ h. Yayın Tarihi Olmayan Yapıt (Yılmaz, t.y., 32). ı. Birden Fazla Yapıta Aynı Anda Gönderme (Aziz, 1996, 48; Çakır, 2007, 24; Kaya, 2004, 18). (Fiske, 1996, 144; 1999, 206). i. Görüşme (U. Dündar ile kişisel iletişim, 15 Mart 2008). j. Dolaylı Gönderme (Aktaran: Dursun, 2001, 77). C.2. Kaynakçanın Düzenlenmesi Yararlanılan kaynak bir kitap ise, 1. Çok yazarlı yapıtlarda yazar adları arasında virgül, son iki yazarın adları arasında “ve” bağlacı kullanılmalıdır. 2. Yazar sayısı altıdan fazlaysa, ilk altı yazarın adları künyede verilmeli, altıncı yazardan sonra “ve diğerleri” ifadesi kullanılmalıdır. 3. Yazar unvanları (Dr., Prof., Öğretim Görevlisi gibi) kaynakçada yer almamalıdır. 4. Kitap adı iç kapakta geçtiği şekliyle, tüm alt ve açıklayıcı adları da kapsayacak şekilde eğik (italik) yazılmalıdır. Kitap adları yazıldığı dilin yazım kurallarına uygun olmalıdır. 5. Basım bilgisi varsa kitap adından sonra parantez içinde, rakamla ve kısaltılarak verilmelidir. Birinci basımlar belirtilmez. 6. Birden fazla yayın yeri varsa kaynakçaya ilk yayın yeri yazılmalıdır. 7. Yayın evlerinin adları kısaltılmadan yazılmalıdır. 8. Yayın tarihi bulunamazsa en son telif hakkı (copyright) tarihi verilmelidir. 9. Tarih bilgisi hiçbir şekilde bulunamıyorsa “tarih yok” anlamına gelen “t.y.” kısaltması kullanılmalıdır. 10. Editörü belirtmek için kitapta yer alan terim kullanılır. Künyede, yayına hazırlayan kişinin adından sonra, eğer kısaltılmamışsa, hazırlayan(lar) yerine (Haz.), editör(ler) yerine ise (Ed.) kısaltması kullanılmalıdır. 11. Çevirilerde yapıt adından sonra çevirenin adı belirtilmelidir. Gerekli görülürse özgün yapıtın yayın tarihi de künyenin sonunda parantez içinde eklenebilir. Kaynakçada Kitap Örnekleri Kitap - Tek Yazarlı Yazar, A. (Yayın Yılı). Kitap adı. Yayın yeri: Yayınevi. Uztuğ, F. (2004). Siyasal İletişim Yönetimi. İstanbul: MediaCat Yayınları. Geray, H. (2006). Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş. (2. bs.). Ankara: Siyasal Kitabevi. akademia Kitap - Çok Yazarlı Yazar, A., Yazar, B., Yazar, C., Yazar, Ç., Yazar, D., Yazar, E. ve diğerleri. (Yayın Yılı). Kitap adı. Yayın yeri: Yayınevi. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram. Ankara: Erk Yayıncılık. 189 Kitap - Tüzelkişi Yazarlı Tüzelkişi. (Yayın Yılı). Kitap adı. Yayın yeri: Yayınevi. Türk Dil Kurumu. (2005). Türkçe Sözlük (10. bs.). Ankara: Türk Dil Kurumu. Kitap - Çeviri Yazar, A. (Yayın Yılı). Kitap adı (A. Soyadı, Çev.). Yayın yeri: Yayınevi. (Kaynak Yapıtın Yayın Yılı). Baudrillard, J. (2001). Tam Ekran (B. Gülmez, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (1997). Kitap İçinde Yayın (Bölüm ya da Makale) Yazar, A. (Yayın Yılı). Yayın adı. A. Editör (Haz./Ed.). Kitap adı (s. sayfa numaraları). Yayın yeri: Yayınevi. Eco, U. (1991). Göstergebilimsel Bir Gerilla Savaşına Doğru. Y. Kaplan (Der.). Enformasyon Devrimi Efsanesi (s. 93-105). Kayseri: Rey Yayınları. Yararlanılan kaynak bir makale ise, 1. Birden fazla yazar olması durumunda tüm yazarların soyadları başa alınmalı, yazar adları arasında virgül, son iki yazarın adları arasında “ve” bağlacı kullanılmalıdır. Yazar sayısı altıdan fazlaysa, ilk altı yazarın adları künyede verilmeli, altıncı yazardan sonra “ve diğerleri” ifadesi kullanılmalıdır. 2. Makalenin yazarı belli değilse, künyenin en başına makale adı yazılmalıdır. 3. Dergi adları kısaltılmamalı ve eğik (italik) olarak yazılmalıdır. 4. Dergi adından sonra, derginin cilt numarası ve sayı bilgileri yazılmalıdır. Bazı dergilerde yalnızca sayı bilgisi vardır, cilt bilgisi bulunmaz. Böyle durumlarda sayı bilgisi, cilt bilgisi gibi işlem görür. 5. Sayfa bilgisi verilirken makalenin başladığı ve bittiği sayfa numaraları arasına tire(-) işareti konmalıdır. Sayfa numaraları birbirini izlemiyorsa aralarına virgül konmalıdır. 6. Tarih bilgisi, yazar adından sonra parantez içinde verilmelidir. Bilimsel dergilerde yıl olarak, aylık yayınlanan magazinlerde ay ve yıl olarak, günlük ve haftalık yayınlanan magazinlerde ve gazetelerde ise gün, ay ve yıl olarak verilmelidir. 7. Gazetelerde cilt ve sayı bilgisi olsa bile verilmemelidir. Sayfa numaralarından önce tanımlayıcı bir kısaltma kullanılmalıdır. (s. = sayfa) 8. Yabancı dildeki makalelerde makalenin özgün adından sonra köşeli parantez içinde Türkçe çevirisi verilebilir. Kaynakçada Makale Örnekleri Bilimsel Dergi Makalesi - Tek Yazarlı Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale adı. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Çakın, İ. (2004). Müteferrika Matbaası’nın Düşündürdükleri ve Avrupa’da Basımcılığın Etkileri. Bilgi Dünyası, 5(2), 153-167. Bilimsel Dergi Makalesi - Çok Yazarlı Yazar, A., Yazar, B., Yazar, C., Yazar, Ç., Yazar, D., Yazar, E. ve diğerleri. (Yayın Yılı). Makale Adı. Dergi adı, cilt (sayı), sayfa numaraları. Erkan, S., Tuğrul, B., Üstün, E., Akman, B., Şendoğdu, M., Kargı, E. ve diğerleri. (2003). Okul Öncesi Öğretmenliği Öğrencilerine Ait Türkiye Profil Araştırması. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 23, 108-117. akademia Yabancı Dilde Makale Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale Adı [Makale Adının Türkçesi]. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Kurbanoğlu, S. S. (2003). Self-efficacy: a concept closely linked to information literacy and lifelong learning [Öz-Yeterlik: Bilgi Okuryazarlığı ve Yaşam Boyu Öğrenmeyle Yakından İlişkili Bir Kavram]. Journal of Documentation, 59, 635-646. 190 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Popüler Dergi Makalesi - Yazarı Belli Yazar, A. (Ay Yıl). Makale Adı. Dergi Adı, cilt, sayfa numaraları. Kenar, N. (Nisan 2006). Kayıt Dışı İstihdam. Popüler Yönetim, 9, 44-47. Popüler Dergi Makalesi - Yazarı Belli Değil Makale Adı. (Ay Yıl). Dergi Adı, cilt, sayfa numaraları. Yerel Bilginin Küreselleştirilmesi. (Nisan 2006). Focus, 12, 14-17. Gazete Makalesi Yazar, A. (Gün Ay Yıl). Makale Adı. Gazete Adı, sayfa numaraları. Bayar, Y. (04 Nisan 2006). İnsanlık Aptallaşıyor mu? Hürriyet, s. 14. Yararlanılan kaynak diğer basılı kaynaklardan biri ise, 1. Künyelerde aktarılması gereken bilgi, kaynağın türüne göre bazı farklılıklar göstermesine karşın, büyük ölçüde kitap künyesine benzetilebilir. 2. Bildiri kitapları kitap gibi, bildiri kitabından alınan bir bildiri de kitap bölümü gibi düzenlenmelidir. 3. Yayımlanmamış bildirilere ve posterlere ait künyelerde, kaynağın bildiri ya da poster olduğu belirtilmelidir. 4. Ansiklopedi, sözlük, biyografi gibi danışma kaynaklarında kaynağın belli bir kısmından yararlanıldıysa, bu kısım, kitap içinde bir bölüm gibi düzenlenmelidir. 5. Danışma kaynaklarında maddelerin yazarı belli değilse, künyenin en başına madde adı yazılmalıdır. 6. Raporlarda rapor numarası varsa rapor adından sonra parantez içinde belirtilmelidir. 7. Tezlerde tezin adı eğik (italik) yazılmalıdır. Tezin adından sonra “yüksek lisans tezi”, “doktora tezi” ya da “sanatta yeterlik tezi” ifadeleri kullanılmalıdır. Arkasından derecenin verildiği üniversitenin adı ve yeri yazılmalıdır. 8. Kaynakçaya yapıt adıyla giren ve rakamla başlayan kaynaklar, rakamın okunuşuna göre alfabetik olarak sıralanmalıdır. 9. Yasa ve yönetmeliklerde künyenin en başına yasanın adı yazılmalıdır. Yasanın adından sonra parantez içinde yasanın kabul tarihi (sadece yıl olarak), künye sonunda ise yasanın yayınlandığı kaynağın tarihi (gün, ay, yıl olarak) belirtilmelidir. Kaynakçada Diğer Basılı Kaynak Örnekleri Bildiri - Yayımlanmış Yazar, A. (Yayın Yılı). Bildiri Adı. A. Editör (Ed.). Kitap Adı (s. sayfa numaraları). Yayın Yeri: Yayınevi. Uçak, N. (2005). Sosyal Bilimlerde Bilginin Üretimi, Erişimi ve Kullanımı. O. Horata (Haz.). Sosyal Bilimlerde Süreli Yayınlar ve Bilgi Teknolojileri Sempozyumu: 2 Nisan 2005 – Ankara: Bildiriler (s. 92-103). Ankara: Yeni Avrasya. akademia Bildiri - Yayımlanmamış Konuşmacı, A. (Ay Yıl). Bildiri Adı [Bildiri]. Toplantı Adı, Toplantı Yeri. Tonta, Y. (Şubat 2006). Bilgi Yönetiminde Son Gelişmeler: Amazoogle, İşbirliği ve Açık Erişim [Bildiri], Akademik Bilişim ’06, Gaziantep. 191 Poster Yazar, A. (Ay Yıl). Posterin Adı [Poster]. Toplantı Adı, Toplantı Yeri. Önal, İ. (Ağustos 2002). Historical perspectives on school librarianship [Poster]. 68th IFLA General Conference and Council, Glasgow. Danışma Kaynakları - Sözlük Yazar, A. (Yayın Yılı). Yapıt Adı. Yayın Yeri: Yayınevi. Altan, N. (2003). Bilgisayar Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü (3. bs.). Ankara: Sistem Yayıncılık. Danışma Kaynakları - Ansiklopedi Maddesi Yazar, A. (Yayın Yılı). Madde Adı. Yapıt Adı (c. cilt numarası, s. sayfa numarası). Yayın Yeri: Yayınevi. Ersoy, O. (1973). Kağıt ve Kağıtçılık. Türk Ansiklopedisi (c. 21, s. 112-115). Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı. Rapor Yazar, A. (Yayın Yılı). Rapor Adı (Rapor No:). Yayın Yeri: Yayınlayan/Hazırlatan Kuruluş. Devlet Planlama Teşkilatı. (2004). Devlet Yardımlarını Değerlendirme Özel İhtisas Komisyonu Raporu (Rapor No: DPT: 2681). Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı. Tez Yazar, A. (Yayın Yılı). Tez Adı. Yüksek lisans/Doktora/Sanatta yeterlik tezi, Üniversite Adı, Yer. Öztekin, H. (2007). Radyo ve Televizyon Alanının Düzenlenmesi ve Denetlenmesinde Yeni Eğilimler ve Yönelimler (ABD, Batı Avrupa ve Türkiye Örnekleri Üzerine Karşılaştırmalı Çalışma). Yüksek lisans tezi, Erciyes Üniversitesi, Kayseri. Yasa ve Yönetmelikler Yasa Adı. (Kabul Edildiği Yıl). Yayın Adı, Sayı, Gün Ay Yıl. Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun. (1994). T. C. Resmi Gazete, 21911, 20 Nisan 1994. Yararlanılan kaynak bir elektronik kaynak ise, 1. Künyelerde temel bilgilerin yanı sıra erişim tarihi ve erişim adresi de verilmelidir. 2. Basılı kaynaklar için geçerli olan temel kurallar e-kaynaklar için de geçerlidir. Örneğin, belgenin/kaynağın yazarı yoksa künyenin en başına yapıtın adı yazılmalıdır. Tarih bilgisi yoksa tarih yok anlamında “t.y.” kısaltması kullanılmalıdır. 3. Yayın yeri ve yayınevi bilgileri, genellikle, basılı sürümü (versiyonu) olan e-kaynaklar için geçerlidir. Eğer kaynak üzerinde belirtilmişse, bu bilgiler basılı kaynaklar için geçerli kurallar çerçevesinde künyeye eklenmelidir. 4. Basılı kaynaklardan farklı olarak e-kaynaklarda yayın tarihinin yanı sıra erişim tarihi de künyede belirtilmelidir. Erişim tarihi bilgisi, gün, ay ve yıl bilgilerini içerecek şekilde ayrıntılı olarak aktarılmalıdır. 5. E-kaynaklarda son güncelleme tarihi yayın tarihi olarak alınır. 6. Ağ adresleri altı çizili verilmemelidir. 7. Künyelerde ağ adresini iki satıra bölmek gerektiğinde, adrese aitmiş izlenimi verebileceği için tire işareti kullanılmamalı, uygun bir yerden bölme yapılmalı ve adres sonuna nokta konmamalıdır. akademia Kaynakçada Elektronik Kaynak Örnekleri Elektronik Kaynak - Basılı Kitabın Elektronik Sürümü Yazar, A. ve Yazar, B. (Yayın Yılı). Kitap Adı [Elektronik Sürüm]. Yayın Yeri: Yayınevi. Başar, H. (1999). Sınıf Yönetimi [Elektronik Sürüm]. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı. 192 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Elektronik Kaynak - Basılı Makalenin Elektronik Sürümü Yazar, A. ve Yazar, B. (Yayın Yılı). Makale Adı [Elektronik Sürüm]. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Ayhan, B. (2003). Küreselleşme Sürecinde Kitle İletişim Araçlarının Rolü [Elektronik Sürüm]. Selçuk İletişim Dergisi, 3(1), 82-90. Elektronik Kaynak - Makale Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale Başlığı. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi Yıldırım, A., Ekici, K. M. ve Şahım, T. (t.y.). İşletmelerin Yönetim Sürecinde Sinerjik Yönetim Anlayışının Önemi. Bilgi Vadisi, 1(2). Erişim: 04 Nisan 2006, http://www.bilgivadisi.net/idas/index.php?option=com_content&task=view&id=86&Itemid=59 Elektronik Kaynak - Veritabanında Makale ya da Madde Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale Adı. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Erişim: Gün Ay Yıl, Veritabanı Adı, Kayıt/Makale No. Coşkun, T., Bozoklu, S., Özenç A. ve Özdemir, A. (1998). Effect of hydrogen peroxide on permeability of the main pancreatic duct and morphology of the pancreas. The American Journal of Surgery, 176(1), 53-58. Erişim: 25 Nisan 2006, ScienceDirect. Bahcet’s syndrome. (2006). Erişim: 03 Nisan 2006, Health and Wellness Resource Center, Kayıt No: DU2601001514. Elektronik Kaynak - Rapor Yazar, A. (Ay Yıl). Rapor Adı (Rapor No). Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi Devlet Planlama Teşkilatı. (Temmuz 2004). e-Dönüşüm Türkiye Projesi Kısa Dönem Eylem Planı: Değerlendirme Raporu (Rapor No: 2). Erişim: 02 Nisan 2006, http://212.175.33.22/kdep/rapor/KDEPHaziran2004.pdf Elektronik Kaynak - Anonim Ağ Sayfası Kaynağın Adı. (t.y.). Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi Bilim Etiği ve Bilimde Sahtekarlık. (t.y.). http://www.aek.yildiz.edu.tr/bilim.htm Erişim: 04 Nisan 2006, Elektronik Kaynak - Ağ Sitesinden Erişilen Ağ Sayfası Yazar, A. (Yayın Yılı). Sayfa Adı. Erişim: Gün Ay Yıl, Ağ Sitesi Adı: http://ağ adresi Gordon, C. H., Simmons, P. ve Wynn, G. (2001). What it is, and how to avoid it. Erişim: 04 Nisan 2006, University of British Columbia Ağ Sitesi: http://www.zoology.ubc.ca/bpg/Advising/Plagiarism.htm akademia Elektronik Kaynak - Ağ Sitesi Site ya da Yayınlayan Kuruluş Adı. (Yayın Yılı). Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi Tema Vakfı. (t.y.). Erişim: 04 Nisan 2006, http://www.tema.org.tr 193 Elektronik Kaynak - Haber, Tartışma Grubu ya da Forum İletisi Yazar, A. (Gün Ay Yıl). İleti Konusu [İleti No]. Erişim: Haber/Tartışma Grubu/Forum Adı, http://ağ adresi Işık, E. (5 Kasım 2003). Bitki Kütüphanesi [İleti No: 8]. Erişim: Kutup-L, http://listproc.metu.edu.tr.9000/reguser/archives/KUTUPL/kutupl.log200311/msg00008.html Yararlanılan kaynak bir radyo ve televizyon programı ya da sinema filmi ise, 1. Yapımcı, senarist ve yönetmen kitap yazarı gibi yazılmalıdır. 2. 3. Yapıt adından sonra köşeli parantez içinde tür belirtilmelidir. Filmlerde yayın yeri yerine ülke yazılmalıdır. Kaynakçada Radyo ve Televizyon Programı ya da Sinema Filmi Örnekleri Film Soyadı, A. (Yapımcı), Soyadı, B. (Senarist) ve Soyadı, C. (Yönetmen). (Yayın Yılı). Film Adı [Türü]. Yayın Yeri: Yayıncı. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (Yapımcı), Özakman, T. (Senarist) ve Öztan, Z. (Yönetmen). (1996). Kurtuluş [Film]. Türkiye: Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu. Radyo ve Televizyon Programı Soyadı, A. (Yapımcı). (Gün Ay Yıl). Program Adı [Türü]. Yayın Yeri: Yayıncı. Berki, T. (Yapımcı). (08 Mart 2006). Promenad [Radyo Programı]. RadyoHacettepe. Ankara: Yararlanılan kaynak müzik ve sahne sanatları ise, 1. Performansların tarih bilgisi gün, ay ve yıl olarak künye sonunda parantez içinde gösterilmelidir. 2. Müzik yapıtlarında yapıtın belli bir numarası ve Opus numarası varsa yazılmalıdır. Kaynakçada Müzik ve Sahne Sanatları Örnekleri Müzik Yapıtı Besteci, A. (Yapıtın Tamamlandığı Yıl). Yapıt Başlığı, numarası, Opus numarası. Yayın Yeri: Yayınevi. (Yapıtın Yayımlandığı Yıl) Beethoven, L. v. (1812). Symphony, No. 7 in A, Opus 92. New York: Dover. (1998) Erkin, U. C. (1932). Keman ve Piyano İçin Improvisation. Ankara: Devlet Konservatuvarı. (1958) Müzik Kaydı Besteci, A. (Yayınlandığı Yıl). Yapıt Başlığı, numarası, Opus numarası. [A. Yorumcu, B. Yorumcu ve C. Yorumcu]. Albüm Başlığı [Kayıt Türü]. Yayın Yeri: Yayıncı. (Kayıt Yılı) Rachmaninov, S. (2003). Concerto for piano and orchestra no. 2 in c minor, opus 18. [K. Zimerman ve S. Ozawa]. Rachmaninov piano concertos nos. 1 and 2 [CD]. Hamburg: Deutsche Grammophon. (2000) Erkin, U. C. (1995). Altı Prelüd [V. Erman]. Ulvi Cemal Erkin: Complete works for piano solo [CD]. Avusturya: Hungaroton Classic. (1994) Kaynak olarak bir kişiyle görüşme yapılmış ise, 1. Mülakat, mektup, e-posta, telefon görüşmesi gibi kişisel görüşmeler elde edilebilir kaynaklar olmadıklarından kaynakçaya eklenmezler. Görüşmelere yalnızca metin içinde gönderme yapılmalıdır. Genel Kaynakça Düzeni 5. 6. 7. 8. Kaynakça hazırlanırken araştırmada yararlanılan tüm kaynaklara yer verilmelidir. Kaynakçadaki yapıtlar alfabetik sıraya göre düzenlenmelidir. Künyeler ilk satırdan sonra 1 cm içerden yazılmalıdır. Kaynakçada, aynı yazarın birden çok yapıtı yer alıyorsa, yapıtlar, yayın yılına göre eskiden yeniye doğru sıralanmalıdır. Aynı yazarın iki farklı yapıtının yayın tarihleri aynıysa, kaynakçadaki sıralama, künyede bir sonraki öğe olan yapıt adına göre yapılmalıdır. Aynı yazarın tek yazarlı yapıtları çok yazarlı yapıtlarından önce sıralanmalıdır. Çok yazarlı iki yapıtın ilk yazarları aynıysa, ikinci yazarın soyadı, ikinci yazarlar da aynıysa üçüncü yazarın soyadı alfabetik düzende belirleyicidir. Aynı soyadını taşıyan iki farklı yazarın yapıtları adlarına göre alfabetik sıralanmalıdır. akademia 1. 2. 3. 4. 194 Erciyes İletişim 2009 TEMMUZ Yazar bir tüzel kuruluşsa, yapıt, yazar konumundaki tüzel kuruluşun adıyla alfabetik listeye girer. 10. Bir yapıtın yazarı veya editörü yoksa künye yapıt adına hazırlanacağı için, kaynak, yapıt adından alfabetik listeye girer. Yapıt adı rakamla başlıyorsa sıralamada rakamın okunuşu dikkate alınır. akademia 9. 195 ………………… Erciyes İletişim Dergisi Akademia Editörlüğü’ne, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından basılacak olan Erciyes İletişim Dergisi’nde yayımlanmak üzere “…………….” tarihinde gönderdiğim "....................................................................................................................................... ………………………………………………………………………………………...” başlıklı makalemin tüm telif hakkını E.Ü. İletişim Fakültesi Akademik Dergisi’ne devretmeyi kabul ediyorum. Unvan, Ad/Soyad akademia İmza 196