SAYI 140 / EKİM 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
SAYI 140 / EKİM 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
EKİM 2011 - SAYI 140• 1• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •2 Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600 Yıl: 12•Sayı: 140•Ekim 2011 Sahibi ÖMER DİNÇER (Millî Eğitim Bakanı) • Genel Yayın Yönetmeni YUSUF ESENER • Yazı İşleri Müdürü ARİF BÜK (arifbuk@meb.gov.tr) • Yayın Kurulu DİNÇER EŞİTGİN ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ HAKKI USLU MACİT BALIK • Tasarım HAKKI USLU (huslu@meb.gov.tr) • İletişim ve Koordinasyon DİNÇER EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) • Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü • Abone - Dağıtım HALİL İBRAHİM KINACI Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 İÇİNDEKİLER ÇİZGİ•HAKKI USLU ........................................................... 2 BAŞBAKAN SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞANʼIN MESAJI ........... 3 MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇERʼİN MESAJI .......... 4 OKULLAR ÇİÇEK AÇAR•MEHMET ORHAN . ........................... 5 BİR ÖĞRETMENİN GÜNLÜĞÜ•YILDIRIM TÜRK ..................... 7 YOLDA OLMAK•ERGÜL ALTAŞ . .......................................... 10 SAYILARIN EKSEN DEĞİŞİKLİĞİ•MEHMET ŞENGÖNÜL ......... 12 FRANSA’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ•TÜLİN KARTAL GÜNGÖR .... 16 KELEBEK•İSA İLKER AKKOÇ ............................................. 21 ŞAHMERAN•ÇAĞATAY HAKAN GÜRKAN ............................ 23 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlan masın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorum ludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. YAYLALAR•ZAHİT GENÇ ................................................... 27 “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkan lığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. İĞNEYLE KUYU KAZAN DURSUN USTA•OSMAN DOĞANAY . 29 Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-An kara Şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak HERMENEUTİK YAKLAŞIM VE EĞİTİM•MEHMET ULUKÜTÜK . 33 makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-ANKARA” adresine gönde rilmesi gerekmektedir. GÜNDEM ........................................................................... 40 Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 5690 Süreli Yayınlar Dizisi: 283 KAPAK FOTOĞRAFI: DİNÇER EŞİTGİN ÇİZGİ • Hakkı Uslu OKULLAR ÇİÇEK AÇAR MEHMET ORHAN her gece bir gün açar penceremde umut sağarım ülkemin üstüne düşler kurarım, okullar çiçek açar… ülkemin güneş gözlü çocukları siz gökyüzünde yıldız yeryüzünde fidansınız sevgiye açsınız, şefkâte muhtaç sıcak öpücükler konacak yanağınıza kalbiniz ısınacak… siz küçük bir fidansınız çocuklar suya muhtaç, toprağa muhtaç yağmurda ıslanacaksınız, koşacaksınız toprağa kök salacaksınız ve bereket fışkıracak topraktan oyunlar oynayacaksınız güzel havalarda uçan kuşlar göreceksiniz seyredeceksiniz… 5• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ülkemin buğday benizli çocukları siz küçük bir fidanken boy atacaksınız bazen hafif bir rüzgâr okşayacak teninizi size bir şeyler anlatacak ve siz türlü türlü meyveler vereceksiniz… ülkemin ülkem diyen çocukları sizin de yüreğiniz okullaşacak her biriniz Yunus olacak şiirler söyleyeceksiniz sevgi üstüne türküler yakacaksınız gönüller fethedeceksiniz bayrak bayrak dalgalanacaksınız yurdumun her köşesinde… •6 BİR ÖĞRETMENİN GÜNLÜĞÜ YILDIRIM TÜRK “Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil” Fuzûlî Kırıkkale Atatürk Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmeni 8 Eylül Pazartesi S abahın ilk ışıltısı Dinek Dağı’nın üstünden Osmangazi Mahallesi’ne düşünce okulumuz Kırıkkale Atatürk Anadolu Lisesi, müteahhitlerin iştahını kabartan, birkaç katlı beton binanın yutmaya hazırlandığı tarlaların ortasında muhteşem bir tabloya dönüşüverdi. Öğrenciler yaz tatilinden kalmış mahmur gözlerini ovuşturarak gecenin ve tatilin uyuşukluğunu üzerlerinden atmaya çalışıyor gibilerdi. İki aylık tatilde birden büyümüş, bir olgunluk oturmuştu tavırlarına. Zaman, alt sınıfın gelmesiyle akardı burada. Dokuzuncu sınıflar nasıl bir yere geldiklerinden habersiz, acemilikleri bakışlarına yansımış, tedirginlikleri üstlerine sinmiş, çekingen adımlarla belki de ileride çok samimi olacakları arkadaşlarına yaklaşıyorlar. Araştıran gözlerle sığınacak tanıdık bir yüz arıyor, öğretmenleriyle konuşmaya çekiniyorlardı. Kim bilir bu ilk gün eski okullarını, eski öğretmenlerini ne çok özlüyorlardır. Yıldırım Türk, Bir Öğretmenin Günlüğü, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.7-9. 11 Eylül Perşembe Günler yaprak yaprak önüme yığılıyor. Akıp giden zamana baktığımda öğretmenlikte çoktan iki haneli rakamlara ulaşmışım bile. Aşina yüzler bir bir çekip gitti okuldan, yer- 7• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Öğrencilerimin gün gün şekil aldığını görmek mutluluk veriyor bana. Edebî metinlerin büyülü dünyasından ziyade, beş seçenek arasından sis tabakasını aralamaya çalışıyoruz, hayata yenik düşmemeleri için. Özlenen hayatın, mutluluğun orada olduğunu işaret ediyoruz. lerini yeni umutlara, yeni filizlere bıraktılar. Hatıraları şimdiden sindi sınıflara, koridora, kantine, okul bahçesine. Yeni öğrencilerimize baktığımızda eski öğrencilerimizden bir iz bulmaya çalışıyoruz. Bazen yeni öğrencilerimizin suretine bürünmüş olarak çıkıyorlar karşımıza. Her mezuniyetle bir parçamız daha eksiliyor, onlarla gidiyor. Gerçi kişiler değişse de hayaller, hüzünler, sorunlar fazla değişmiyor. Dört yılı gergef gibi işleyenler şimdi çeşitli üniversitelerin hatırı sayılır bölümlerinde yerlerini aldılar. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bu dört yılı olması gerektiği gibi değerlendirmeyenlerle zaman zaman şehrin caddelerinde boyunları bükük, gözlerindeki parıltı sönmüş olarak karşılaşıyoruz. 3 Ekim Salı Sabah yapılan mutat kontrolde yine birkaç öğrenci, nöbetçi öğretmenlerin sert bakışına takıldı. Yeni yeni ustura yüzü görmeye başlayan, kesmekle bırakmak arasında tereddüt eden, hafta sonundan kalmış sakallarıyla erkek öğrenciler ikaz ediliyor; gözlerinin altına hafif renk vermiş kız öğrencilerin boyaları sildiriliyor, derslerden başka hiçbir şey akıllarını çelmesin diye. Öğretmenler odasına girdiğimde bazı öğretmen arkadaşlar yarın oynanacak maç hakkında hararetli hararetli konuşuyorlardı. Öteki arkadaşlarsa ders hazırlıklarını tamamlayıp ilk ders zilinin çalmasını bekliyorlardı. Dört yıldır beraber olduğum son sınıfların dersine giriyorum ağırlıklı olarak. •8 15 Ekim Çarşamba Dersler birbirini kovalıyor, günün izlerini kâğıda nakşederek hayat yolunda ilerliyorum. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Zamanla nasıl değişiyor insan!/ Hangi resmime baksam ben değilim.” dizeleri birkaç gündür dilimde dolanıyor. Bizimle beraber her şey değişiyor, hiçbir şey yerli yerinde durmuyor. Önce saçlarımızın rengine, sonra yüzümüzün çizgilerine yansıyor bu. Değişen sadece biz miyiz? Bütün bir nesil değişiyor. Değerlerimizin yavaş yavaş eridiğini gözlemliyoruz. Yeni nesille yabancılaşmaya başladığımı, gündemlerimizin farklı olduğunu, onlardan farklı dünyalarda yaşadığımı fark ediyorum. Öğrenciler, dersine girmeyen öğretmenlere selam bile vermiyorlarmış. Yoksa onlar da mı notun kölesi oluyor, bu yaşta etrafına çıkar penceresinden mi bakıyorlar? 7 Kasım Cuma Nasıl bir insan tipinin harcına emek veriyoruz acaba? Dört yıl sonra bu benim eserim diye övünebileceğimiz kaç kişi olacak? Onlardaki eksikliğin aslında bizim eksikliğimiz olabileceğinin farkına varabilecek miyiz? Çoğu alanda üretimden tüketime geçilmesi derslerimize de test olarak yansıdı. Testle yatıp testle kalkar olduk. Dershanecilik eğitim felsefemiz olmuş. Dersler eskisi gibi “hayat, bilgi, öğrenci” merkezli değil, test merkezli işlenir oldu. Test bilgisi hayata aktarılamıyorsa düşünme ve üretme çağında olan beyinlere bilgileri geçici olarak doldurmak, onları törpülemek eğitimin ne kadar amacı olabilir? Özü alınmış dersler, öğrenciler tarafından aynen tekrar edildiği zaman kendimizi bahtiyar, öğrenciyi başarılı sayıyoruz. Hiçbir şey kendi suretinde değil. Önce insanlar maske takmaya başladı, sonra kurumlar… Yüzeysel cilalamalarla kurtuluşu bekliyoruz. Tarih şuurunu almadan, felsefi sorgulama yapmadan, EKİM 2011 - SAYI 140• edebî terbiyeden geçmeden sadece ekonomik kaygıyı ön plana alan sınav gençleri, acaba değerlerimiz söz konusu olunca gereken duyarlılığı gösterebilecekler mi? Her yıl öğrencilerin bir önceki yıla göre biraz daha çözülmüş olduğunu gördükçe buna olumlu cevap veremiyoruz maalesef. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de illeri yarıştırıyorlar. Sahi, biz yarış atı olmaktan ne zaman kurtulacağız? Keşke üretimi, ülke adına yapılan yenilikleri, yerli mallarını yarıştırsak. Birilerinin üzerinden başarıya ortak olmayalım, başarısızlıklarımızı da paylaşalım. Bırakalım artık çocukları yarıştırıp kendimize pay çıkarmayı, kendimiz yarışalım istihdamda, üretimde, kalitede. 24 Kasım Pazartesi Bugün bizim günümüz yani Öğretmenler Günü. Öğretmenliğimin ilk yıllarında Anadolu’nun çeşitli kasabalarında görev yaparken titrek ellerin uzattığı kâğıt mendiller, muhtemelen bahçelerden aşırılmış bir demet çiçek ve ucu ucuna denkleştirilmiş harçlıklarla alınan tükenmez kalemlerle anlardık bugünün geldiğini. Bunlar, bizlere sonu gelmez nutuklardan daha sıcak gelirdi. Kutsaldık kutsal olmasına ama bu yolda yalnız yürüyor, bu destanı yalnız yazıyorduk. Kararlıydık. Öğrencilerimizin gözlerindeki ışıltı bizi mutlu etmeye yetiyordu. Tek isteğimiz onların topluma yararlı kişiler olduğunu görmekti. Öğretmenler Günü’nden beklentimiz de bu ‘kutlu gün’ün öğretmenlere yakışır ve onun kutsallığını hak ettirecek şekilde doldurulması; gerisi lafügüzaf... 2 Nisan Pazar Pazar sabahı erkenden kalkmak zor gelse de bugün veli toplantısı vardı. Birkaç gün önceden notlar verildi, devamsızlıklar işlendi, eksiklikler tamamlanarak ara karne hazırlandı. Her zaman olduğu gibi zılgıt yiyeceğini, surat asılacağını tahmin eden öğrenciler, sudan bahanelerle ailelerini hiç haberdar etmemekte buldu çareyi. Velilerin meraklı bakışları seslerine yansımış, çocukları için söylenecek güzel bir söz, azıcık da olsa bir övgü bekledikleri her hâllerinden belliydi. Bugün sihirli bir değnekle velilere dokunulmuştu sanki. Dinlediğimizde kaygıları, ilgileri, hassa- siyetleri ve teklif ettikleri çözüm yollarıyla bizleri yine etkilediler. Ama nedense birkaç veli dışında çoğunu sadece toplantılarda bu hararetli konuşmalarıyla hatırlıyorum. Bu toplantılarda söylenen güzel bir söz, her zaman daha yapıcı olmuş, buz dağlarını eritmiştir. İşte o zaman öğrencinin dünyasına kapı aralıyor, bazen ailelerin bir ferdine dönüşüyoruz. Aşinalığımız arkadaşlığa, dostluğa dönüşüveriyor. 12 Haziran Cuma Bugün okulun son günüydü. Karneleri dağıttık. Öğrenciler notlarını birkaç gün önceden “e-okul”dan öğrendikleri için karnenin artık eski merakı ve heyecanı kalmadı. Karne şarkıları da okul anılarımızdan çekildi. Aramıza İnternet girdi. Her yılın bir önceki yılı arattığı bu zamanda eski günleri anıp mutlu olmaktan başka çaremiz de kalmadı. Birçoğu ortalama yükseltme sınavı hakkında bilgi almak için geliyor zaten. Her bitiş bir başlangıcın habercisidir. Kimi bir üst sınıfa kimi üniversiteye kimi ise hayatın sert yüzüyle karşılaşmaya gidecek. Bizim derslerimizse hiç bitmeyecek. Hocam Arif Ay’ın dizeleri dolanıyor dilimde: “Hayat ebedî hayata eklenince tamamlanır Bu yüzden dersler de bitmeyecek Son şiirler gibi yarım kalacak Uzun bir nehirdir anılarımız Hep aramızda akacak” 9• YOLDA OLMAK ERGÜL ALTAŞ Dilek Şehit Emrah Akman İ.Ö.O. Öğrt. Saruhanlı/MANİSA Y ola çıkmak, yolda olmak bambaşka dünyaların kapılarını açar bize. Gözlerimizden içimize akan görüntü an be an değişir. Bazen başımız döner, bazen ayaklarımız yerden kesilir. Bazen şaşırırız, bazen hayret ederiz. Yaratılanda yaratanı görürüz. Kimi zaman bir gelincik tarlası sağlar bunu, kimi zaman bahar gözlü papatyalar. Bazen bir dağ dikilir önümüze. Zümrüt yeşili orman dolar içimize. Ciğerlerimiz bayram eder. Dolana dolana çıktığımız zirvesinden bir çırpıda ineriz düze. Dağ ne kadar yüce olursa olsun, yol üstünden geçer, demiş atalarımız. Git git bitmez ovalar. Sürülmüş, ekime hazır toprak buram buram kokar. Alın teriyle boy atmış ürünler gülümser. Rüzgâr, çocuk olmuş, saçlarını karıştırır başağa durmuş buğdayların. Mevsimine göre çiçeğe durmuş, meyveye durmuş ağaçlarla göz göze gelirsiniz. Tutup öpersiniz dallarından. Cömert gönüllerinden kopar meyvelerin en albenilisi. Uzanıp alırsınız, şükür vacip olur. Hamd edersiniz nimeti verene. Ergül Altaş, Yolda Olmak, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.10-11. • 10 Boynunuz bükülür kış mevsimini çıplak geçiren ağaçları görünce. Onlarla omuz omuza verip baharı beklersiniz. Bahar müjdedir. Sabrın meyvesi; diriliş müjdesi. Kızılcabölük / Denizli (Fotoğraf: Ahmet Alper Tatcı) EKİM 2011 - SAYI 140• Bir çocuk koşar otobüsün, otomobilin yanı sıra. El sallar size. O çocuğu da alıp öyle devam edersiniz yola. En güzeli trendir bana sorarsanız. Çünkü bir çocuk en güzel bir trenin ardından el sallar. Bir göl kenarından geçersiniz. Bazen bir denizin kıyısı boyunca yol alırsınız. Bir yanınız deniz, bir yanınız orman. Arasında siz, tahtta Sultan Süleyman. Koyun kuzu meler, keçiler kayalarda seker. Bir süt kokusu gelir burnunuza. İçiniz ısınır kışsa, hava buz gibiyse dışarıda. Yazsa ayrandır aklınıza düşen. Köpük köpük ayranla serinlemenin yerini ne gazoz tutar ne dondurma. Karpuza bir şey diyemem. Onun yeri başka. Yolda olmak diri olmaktır. “Her gün bir yerden göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.” Yolda olmak gözünü dört açmaktır. Yol üstündeki bir taşı kenara kaldırmaktır. Gönül gözünü açmaktır. Çevreye ibret nazarıyla bakmaktır. Kâinat kitabını yeni baştan okumaktır. “Gezdim Rum ile Şam’ı Yukarı illeri kamu Çok istedim bulamadım Şöyle garip bencileyin.” Yolda olmak, kendini aramaktır. Kendine gönül dostları aramaktır. Dünya gurbettir, ahret ebedi yurt; hayat, ebedi yurda yolculuk. Yolda olmak, yolcu olmak güzeldir. İnsan aklında tutar fâniliğini. 11 • SAYILARIN EKSEN DEĞİŞİKLİĞİ MEHMET ŞENGÖNÜL Yard. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi İ nsanoğlu, insanlık serüvenine başladığı günden beri Yaratıcının kendine verdiği, arayıp bulma ve bulduklarını bir araya getirerek işlerini kolaylaştırma yeteneği ile yolunda hızla ilerlemeye devam ederken; ilk elde ettiği, o eşsiz değerdeki bilgilere, bu gün başını çevirip bakmıyor bile... Milâttan önce, 1950 yıllarında ikinci dereceden denklemleri çözen Babilli matematikçilerin duyduğu heyecana, ya da Pisagorcuların inadına, bütün sayıların rasyonel olmadıklarını keşfeden bir kâşifin heyecanına, şimdi 6. sınıf öğrencilerinin başını çevirip bakmadıklarını; onlar için sıradan bir bilgi kırıntısı olduğunu hemen her anne-baba, her öğretmen gözlemleyebilir. Kimdi acaba sayma anlamında, ilk çiziği bir hayvan kemiğine, bir mağaranın duvarına veya bir hayvan derisine çizen? Sıfır tanımlandıktan sonra zamanın matematikçileri diyebileceğimiz kâşifler neler hissetiler? Konuşan tek varlık insan; düşüncelerini sözle karşısındakine aktarırken işlerini nasıl da kolaylaştırıyor... “Seni seviyorum” iki kelime. Ne çok şeyi ihtiva ediyor... Bir yolu olmalıydı sahip olduğu nesnelerin sayısını “söz” kadar kolay ifade etmenin! Ve insanoğlu onu da keşfetti : 1, 2, 3,... . Eğer yedi tane ek- Mehmet Şengönül, Sayıların Eksen Değişikliği, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.12-15. • 12 meği varsa yedi çizik çizmek yerine “7” kullanmaya başladı. Fakat bu yetmedi. Bütünün parçalarını da soyut simgelerle EKİM 2011 - SAYI 140• ifade etmek istedi; sonunda başardı. Artık rasyonel Bütün reel sayıların kümesi IR olsun. IR’nin kapalı sayıları da vardı. Yoksa 7 ekmek 9 kişiye eşit nasıl her alt kümesine bir aralık sayı denir (Moore, 1959). bölünecekti? Bilimin gelişmesi, negatif sayılarıda IR üzerinde tanımlı bütün aralık sayıların kümesi Ei işin içine katmaya insanoğlunu zorlamıştı. Fakat bir ile gösterilsin. Bir aralık sayının başı ve sonu eşit iki türlü olmuyordu, eksiklikler vardı, elde ettiği sayı kü- sayı ise bu aralık sayı bir reel sayıyı gösterir ve çoğu melerinde boşluklar gözüküyordu, sonunda onu da kaynaklarda reel sayılara, dejenere aralık sayılar adı yakaladı: İrrasyonel sayılar. Ve başka sayılar. Artık bu verilir (Markov, 2005). Bu ise IR nin Ei nin içine gö- sayıların kümeleri ve matematik indüksiyon kuralları mülebileceği sonucunu verir. Yani aralık sayılar reel yardımı ile yeni matematik yapılar tanımlanmış; çok sayıların bir doğal genellemesinden başka bir şey karışık matematik teorilere geçiş yapılmıştı. değildir. u = [u-, u+] bir aralık sayı olsun. u’nun bir Şimdilerde şöyle bir durup matematik dünyasına baktığımızda rasyonel ve irrasyonel sayıların karışımı olan reel sayılar yada karmaşık sayılar birçok problemi çözüyor gibi görünüyor. Uzunluk kaç u+ maksimumu birde u- minimumu olduğu açıktır. İki aralık sayının toplamı, çarpımı veya bölümü reel sayılardaki toplama, çarpma ve bölme kuralları kullanılarak aşağıdaki gibi tanımlanır. " u = [u-, u+], ν = birim, kaç kilowatsaat, ağırlık ne kadar, hacim ne [ν-, ν+] ∈ Ei için, kadar birim küp, vs... hepsi için bir reel sayı söyle- a) Eşitlik: nir. Fakat aslında günlük yaşantımızda birçok durumu daha iyi ifade edecek sayı kavramlarının olması gerektiği çoğu bilim adamı gibi matematikçilerin de zihnini sinsice kemiren düşünceydi. Biraz ekşi, biraz kısa veya beyaz gibi kavramlar için; tam ekşi nerede başlar?, kısalık kaç cm den sonra başlar, beyaz olmanın ölçüsü ne olmalıdır? Yoksa bembeyaz mı beyazdır? Ya da diyelim ki ölçme aletiniz, ± 5 hatalı ölçme yapıyor. Ve diyelim ki bu alet bir terazi olsun. Bu terazi ile siz tam 1 kg meyve alabilirmisiniz? Alamazsınız. Alsanız alsanız [995,1005] aralığında kalan x gr kadar miktarda meyve alabilirsiniz. Yani aldığınız meyvenin ağırlığı 995≤x≤1005 olacak şekildeki x kadar olacaktır. Aslında günlük hayatımızda hep en iyi ihtimal ile en kötü ihtimal arasında seçim yapmaz mıyız? Her zaman bir alt sınır ve bir üst sınır arasında kendimizi buluruz. Mutlak anlamda bazı şeyleri elde etmek mümkün değil herhalde... Bu zihni zorlayan düşüncelerin sonucu olarak; 1951 yılında Amerikalı P. S. Dwyer aralık sayı kümelerinden (sets of interval numbers) bahsetti ve arkasından 1959 da R. E. Moore aralık sayıların cebirsel işlemlerini tanımladı. İşte burada, meselenin uzağında olanların kolay anlaması için, işin tekniğine bir göz atmak yerinde olur. u = ν ⇔ u- = ν- ve u+ = ν+ ise, b) Sıralama: u ≤ ν ⇔ u- ≤ ν- ve u+ ≤ ν+ ise, c) Skalerle çarpım: a ∈ IR olmak üzere eğer a ≥ 0 ise au = [au-, au+], a < 0 ise au = [au+, au-] dir. d) Çarpma: u. ν= [u-, u+].[ν-, ν+] = [min {u-. ν-, u+. ν-, u+. ν-, u+. ν+}, max {u-. ν-, u+. ν-, u+. ν-, u+. ν+}] e) Bölme: 0 ∉ ν = [ν-, ν+] olmak üzere u ile ν’nin bölümü u [u-, u+] 1 = = ν [ν-, ν+] [ν-, ν+] [u-, u+], f) Toplama: u + ν= [u-, u+] + [ν-, ν+] = [u- + ν-, u+ + ν+] olarak tanımlanır. Aslında IR’nin cebirsel özelliklerinden çoğu Ei için 13 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM geçerli değildir. Örneğin, [1, 2] + [a, b] = [0, 0] ola- Aralık sayılar üzerinde 1960’lı yıllarda yapılan cak şekilde bir [a, b] aralık sayısı mevcut olmayabi- çalışmalar, bize göre, bulanık sayı kavramını tetik- lir. Gerçekten, iki aralık sayının toplamı ve eşitliğinin ledi. 1965 yılında Türk asıllı İranlı ünlü matematikçi tanımına göre [1, 2] + [a, b] = [1 + a, 2 + b] =[0, 0] A. Lütfi Zadeh bulanık kümeleri (fuzzy set) tanımla- den 1 + a = 0 ve 2 + b = 0 olup bu eşitliklerinden a yıp arkasından bulanık (fuzzy) sayı kavramına geçiş = -1 ve b = -2 bulunur. Demek ki [1, 2] aralık sayısı- yaptı. Bulanık sayı kavramını vermeden önce bula- nın toplamaya göre tersi [-1, -2] dir. Halbuki [-1, -2] nık kümeler hakkında kısa bilgi verelim: bir aralık sayı değildir. Dolayısıyla IR üzerinde tanımlı grup, halka ve cisim olma gibi özellikler Ei üzerinde gerçeklenmez, lineerlik yapısı yoktur. S. Markov, Ei nin yarı lineer uzay olduğunu “Quasilinear Spaces and Their Relation to Vector Spaces” adlı makalesinde inceledi (Markov, 2005). Tüm bunlara rağmen Ei, IR ye göre zengin bir yapıya sahip olmasa bile, hata hesaplarında, kimyada, yapı mühendisliğinde, kontrol devrelerinin dizaynında, ışık demetlerinin incelenmesinde, astroid yörünge hesaplarında, sinyal işlemlerinde, robotik gibi alanlarda IR’nin elemanlarını kullanarak yapılan hesaplamalardan daha iyi sonuçlar vermektedir. Son yıllarda aralık sayılarla hesap yapmak için INTLAB adı altında bilgisayar yazılımları geliştirilmiştir. Mühendislik bilimlerinde kullanılan bu program üzerinde burada durmayacağız. Ancak bir matematikçi olarak bizi ilgilendiren biraz da Ei nin elemanları arasındaki uzaklıktır ve burada bu konuda söz etmek yerinde olacaktır. Ei X Ei → IR, d (u, ν) = max {⎢u - ν ⎢, ⎢u -ν ⎢} ile ta- kümesinin bir A altkümesine ait elemanları A = {(χ, μ (χ) : μ : X → {0, 1}, χ ∈ X} biçiminde verilir. Kolayca görüldüğü gibi μ (χ)’in alacağı değer ya 0 dır ya da 1 dir. Böylece (χ, μ (χ)) ikilisinde eğer μ (χ) = 1 ise χ’in A’nın bir elemanı olduğunu, μ (χ) = 1 ise χ’in A’nın bir elemanı olmadığını anlarız. Bu bildiğimiz Aristo mantığından başka bir şey değildir. Yani bir nesne bir kümeye ya aittir ya da değildir. Bulanık kümelerde durum biraz farklı ele alınır. X boş olmayan bir küme ve μ, X den [0,1] aralığına bir fonksiyon olsun. " χ ∈ X için (χ, μ (χ)) ikililerinin oluşturduğu kümeye X üzerinde bulanık küme denir. μ’nün χ’den [0,1] aralığına bir fonksiyon olarak verilmesinden dolayı, 0 ve 1 den başka, 0 ile 1 arasınada kalan değerleri alabileceği açıktır. Eğer özel olarak X=IR alınırsa ikililerinin oluşturduğu kümeye IR üzerinde bulanık küme denir. Diyelim ki E, IR üzerinde bir bulanık u, ν ∈ Ei olmak üzere Ei üzerinde bir d metriği, d: - Klasik kümeler teorisinde bir küme üyelik fonksiyonu yardımı ile tanımlanır. Söz gelimi X evrensel + küme olsun. Eğer + nımlanır. Ei üzerinde tanımlı d metriğine göre tamdır (Moore, 1959). Açıkça görüleceği gibi u=ν ise d’nin IR nin mutlak değer metriğinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Ei üzerinde tanımlı metrik yardımı ile aralık sayıların yakınsak dizileri ve buna bağlı olarak a) μ (χ0) =1 olacak şekilde bir χ0 ∈ IR mevcut, b) χ, y ∈ IR ve a ∈ [0,1] için μ [aχ + (1 - a)y] ≥ min {μ (χ), μ (y)}, c) μ (χ) üstten yarı sürekli, aralık sayıların dizi uzayları üzerindeki metrik ve bazı özellikleri Şengönül ve Eryılmaz tarafından incelendi d) [μ]0 = {χ ∈ IR : μ (χ) > 0} kompakt (burada {χ ∈ (Şengönül; Eryılmaz 2011). Burada ele alınan fikirle- IR : μ (χ) > 0} ile IR nin topolojisine göre {χ ∈ IR : μ (χ) rin aralık sayıların serileri ve seri uzayları bakımından > 0} nin kapanışını gösteriyoruz ) ise μ ye IR üzerinde yeniden ele alınacağı, aralık sayıların soyut uzayları- bulanık sayı denir (Şengönül; Eryılmaz 2011). Bütün nın bir çok ilginç özelliklerinin araştırmacıların ilgisini bulanık sayıları kümelerini göstermek için standart çekeceği ve araştırılacağı düşünülmektedir. notasyon olarak E1 kullanılır. • 14 EKİM 2011 - SAYI 140• E1 üzerindeki cebirsel işlemler seviye kümele- rencileri) bulanık sayı dizileri ve buna bağlı olarak bu- ri denilen kümeler kullanılarak yapılır. Bu bir tek- lanık sayı dizi uzayları inşa edip çok zengin yapılara nik kısıtlamadır. u ∈ E için u’nun a -seviye kümesi ulaştılar. Bugün hâlâ, araştırmacılar çeşitli yakınsak- [u]a= {χ ∈ IR : μ (χ) ≥ 0}, 0 < a ≤ 1 ise {χ ∈ IR : μ (χ) > 0}, a = 0 ise olarak tanımla- nır. Eğer u ∈ E1 ise [u]a boş olmayan kapalı ve sınırlı bir aralıktır. Bu aralığı [u]a = [u-(a), u+(a)] ile gösterir- lık tanımlarını kullanarak, bulanık kümeler alanındaki teorileri genişletmeye devam etmektedirler. Elbette bir küme üzerine farklı metrikler konularak farklı metrik yapılar, farklı cebirsel işlemler tanımlanarak sek, iki u ve ν bulanık sayısının toplamı, çarpması farklı uzaylar elde edilebilir. Bu yapıların tamamı göz gibi temel aritmetik işlemler, seviye kümeleri kulla- önününe alındığında ne kadar büyük bir zenginliğe nılarak, yukarıda verdiğimiz aralık sayıların toplama sahip olduğumuz az da olsa anlaşılır. ve çarpmasına benzer olarak ele alınır. Birbiri ile çok yakın gibi görünen aralık sayı ve bulanık sayı kavramları asıl itibarı ile hiçbir şeyi sayamazlar... Ne kadar sorusunun cevabı da olamazlar. Günümüzde bulanık sayılar asansör sistemleri, nükleer reaktörlerin işletimleri, otomotivde, beyaz eşyaların işletim sistemleri, arabaların motor ve süspansiyon sistemleri gibi bir çok alanda kullanılıyorlar. Bu sayılarla sayamıyoruz ama bilgisayar programları, bu sayıları kullanarak geleneksel sayıları kullanarak elde edilen sonuçlardan daha tutarlı sonuçlar verebiliyorlar. Zadeh’in bulanık kümeleri tanımlamasından sonra, matematikçiler hızla, geleneksel anlamdaki matematik alanların (örneğin analiz, cebir, geometri Belki matematiğe ilgi duyan lise veya üniversite lisans öğrencileri geriye ne kalmış? diye sorabilirler. Aralık ve bulanık sayıların elde edilmesi, araştırmacıları henüz durdurabilmiş değil... Aralık sayılar ve bulanık sayıların beraberce düşünülmesi ile Aralık değerli bulanık sayı kavramına geçiş yapılmıştır. Bu sayıların cebirsel ve bazı metrik özellikleri üzerinde ülkemizde ve özellikle Avrupa ve Amerika’da araştırmalar yapan araştırmacılar mevcuttur. Ne dersiniz yakın bir gelecekte, çocuklarımız artık bir, iki, üç,... diye saymayı bırakacak mı?... Aslında, moda tabirle, “matematik eksen değiştiriyor” deseniz abartmış olmazsınız. gibi) bulanık karşılıklarını inşa ettiler. Burada sezgisel KAYNAKÇA olarak sizlerin de anlayabileceği gibi, bulanık sayılar Ray Boche, Complex ınterval artithmetic with some app- kümesi E üzerindeki uzaklık, aralık sayılar üzerin- lications, Lockheed Missiles and space company, deki uzaklık fonksiyonu kullanılarak tanımlanacak- California, 1966. 1 tır. Gerçekten E1 üzerindeki uzaklık dƒ(μ, ν) = supa ∈ [0,1] max {⎢u-(a)- ν-(a)⎢, ⎢u+(a)- ν+(a)⎢} olarak verilir. Nanda(Nanda, 1989) de E1 bulanık sayılar kümesinin tam metrik uzay olduğunu gösterdi. Bilindiği gibi limit kavramı aslında uzaklığa dayalı bir kavram olduğundan dƒ uzaklığı yardımı ile bulanık sayılar kümesi üzerinde de limit kavramı tanımlanıp; birçok yeni çalışmalara kapı aralandı. İçlerinde ülkemizden de bir çok matematikçinin bulunduğu araştırmacılar (dizi uzayları teorisinde Prof. Dr. Feyzi Başar, Prof. Dr. Rıfat Çolak, Prof. Dr. Metin Başarır, Prof. Dr. Ekrem Savaş ve bunların öğ- R. E. Moore , Automatic Error Analysis in Digital Computation, LSMD-48421, Lockheed Missiles and Space Company, (1959). R. E. Moore, Error in digital computation, Vol. 1, Proceeding of an advanced seminar conducted by the mathematics reserch center, USA Army, at the Univ. Of Wisconsin Madison, 1964. S. Markov, Quasilinear Spaces and Their Relation to Vector Spaces, Eletronic Journal on Mathematic of Computation 2-1(2005). S. Nanda, On sequence of fuzzy numbers, Fuzzy Sets Syst., 33(1989), 123-126. M. Şengönül ve A. Eryılmaz, On the Sequence spaces of Interval Numbers, Thai J. Math. 2011. 15 • FRANSA’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ TÜLİN KARTAL GÜNGÖR Dr., Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı D il ortak duygu ve düşüncelerin aktarıldığı, insanlar arasında iletişim kurmayı ve sosyalleşmeyi sağlayan önemli bir araçtır. Dil öğrenmede temel amaç, evrensel bilgiye ulaşma, uygarlık değerlerinde etkin olma ve bir kültür birikimi sağlayabilmektir. Dil eğitiminin temelinde küreselleşme, iletişim, kültürlerarası iletişim, dil politikaları ve dil planlaması gibi bazı önemli kavramlar yer almaktadır. Göçler, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, ticari ve uluslararası ilişkiler toplumlar arasında bir kültürel yakınlaşma yaratmakta ve ulusal sınırlar önemini yitirmektedir. Dünya iletişim çağını yaşamaktadır. Farklı dünya görüşü, yaşam biçimi ve değerler sistemine sahip bireyler farklı dillerde birbirleriyle anlaşmak durumundadırlar. Bu durum bir dilin yapısını bilmekten daha geniş bir dil becerisinin kazanılmasını gerektirmektedir. Kültürlerarası iletişimde birey konuştuğu dilin kültürünü, kendi öz değerlerini yitirmeden, farklılıklara ön yargısız ve hoşgörülü olarak bakarak öğrenir. Yabancı dil öğretiminin başarılı olması için dil politikalarının iyi belirlenmesi, iyi bir planlama ve disiplinler arası bir yaklaşımı gerekir. Küreselleşen dünyada Türkçenin yabancı dil olarak öğre- Tülin Kartal Güngör, Fransa’da Türkçe Öğretimi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.16-20. • 16 timi de giderek önem kazanmaktadır. Dünya dilleri arasında önemli bir yere sahip olan Türkçe, dünya üzerinde konuşulan EKİM 2011 - SAYI 140• yaklaşık 5 bin dil içinde en çok konuşulan 7. dildir.1 ilkokullarda kendi anadillerini ve kültürlerini öğren- Dünyada ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İs- melerine yönelik genelgedir.2 Türkçe ve Türk kül- panya, Fransa, Hollanda, Belçika, Finlandiya, İsveç, türü dersleri 1978’den bu yana Fransız okullarında Bulgaristan, Yunanistan, Avusturya, Macaristan, ve/veya Türk toplumunca kurulan dernekler bün- Orta Asya Türk Cumhuriyetleri,Rusya Federasyonu, yesinde, ilkokul birinci sınıf öğrencileri hariç, diğer Ukrayna, Makedonya, Bosna-Hersek, Yugoslavya, öğrencilere istekleri çerçevesinde okul müfredatı dı- İran, Pakistan, Suriye, Japonya, Çin, Kore, Avustral- şında, okul saatleri içinde ve dışında verilmektedir. ya gibi pek çok ülkede üniversitelerde, elçiliklerde ya Liselerde ise Türkçe, seçmeli yabancı dil olarak okul da özel kurumlarda Türkçe anadili ve/veya ikinci dil müfredatlarında yer almaktadır. Bu dersler ELCO olarak öğretilmektedir. Türklerin yoğun olarak yaşa- dâhilinde Bakanlıklar arası Ortak Kültür Komisyo- dığı yerlerde Türk dilini öğrenmekte bir ihtiyaç haline nu kararıyla Fransa’da görev yapmak üzere Türkiye gelmektedir. tarafından atanan Türk dili ve kültürü öğretmenleri FRANSA’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE MEVCUT DURUM tarafından verilmektedir. Fransa’da Türkçe ve Türk Kültürü derslerine katılan öğrenci sayısı 18.528’dir. Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanan yurt dışında- Dil Eğitimi, çok kültürlü, çok uluslu, barışçı, de- ki çocuklarımızın, bulundukları ülkenin dilini öğren- mokratik bir toplum yaratmanın önemli unsurların- mede daha başarılı oldukları bilinmektedir. Bu ne- dan biridir. Fransa’da Türkçe, Avrupa ülkelerinde denle yurt dışındaki çocuklarımızın Türkçeyi öğrene- yaşayan Türkler tarafından konuşulmakla birlikte, rek kültürlerini korumaları, farklı kültürlere de uyum o ülkelerin vatandaşları tarafından da “yabancı dil” sağlayabilmeleri önem taşımaktadır. Ancak Bugüne olarak öğrenilmek istenmektedir. kadar Avrupa da ki çocuklara yönelik Türkçe ve Türk Türkçe Öğretimi 2 aşamada yapılır: Kültürü kitabının ve programının olmayışı ciddi bir sıkıntı yaratmaktaydı.Yurt dışındaki Türk çocukları- • Türkçe ve Türk kültürü öğretimi nın, kültürlerini koruyarak ve yaşatarak bulundukları • Yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ülkeye uyum sağlayabilmelerini, Türkçeyi doğru ve 1. Anadil ve Türkçe ve Türk Kültür Dersi yılında başlatılan “Uzaktaki Yakınlarımız Projesi” Öğretimi: Fransa ‘da yaklaşık 500 bin civarında Türk vatandaşı yaşamaktadır. Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun eğitimdeki en büyük sorunu anadili ile kültürünü öğrenebilme sorunudur. Fransa’da 1970’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan ve göçmen çocuklarının Fransız okuluna uyum sağlamaları ve kendi ülkelerine döndüklerinde oradaki uyumlarına katkıda bulunmaları için başlatılan “Anadil ve Kültür Eğitimi” ELCO (Enseignement de la Langue et Culture d’Origine) anlaşması dâhilinde bu çocuklara yönelik ana dili eğitimi verilmektedir. ELCO dersleri- etkili kullanabilmelerini sağlamak amacıyla 2009 kapsamında Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının koordinesinde Türkçe ve Türk kültürü Dersi Öğretim Programı geliştirilmiştir. Geliştirilen programa uygun olarak Türkçe ve Türk Kültürü Ders Öğretim Materyalleri ve dinleme metinlerinin yer aldığı dinleme CD’si hazırlanmıştır. -Öğrenci, öğretmen, veli, okul aile birlikleri ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının yararlanmaları için “http://uzaktakiyakinlarimiz.meb.gov. tr/” İnternet sitesi oluşturulmuştur. 2010 2011 eğitim –öğretim yıllında kitapların Avrupa’da dağıtımına başlanmıştır. Türkçe ve Türk Kültürü Programda yer alan temel beceriler ve Temel Değerler şunlardır: nin yasal dayanağı, 25 Temmuz 1978 tarihli göçmen TEMEL BECERİLER çocuklarının eğitimlerinin düzenlenmesine yönelik - Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma genelge ile 22 Eylül 1978 sayılı Türk çocuklarının - Eleştirel düşünme 17 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM - Yaratıcı düşünme - İletişim kurma - Problem çözme - Araştırma - Karar verme - Bilgi teknolojilerini kullanma eğitim öğretim yapmaktadırlar. Fransız makamları, Türkçe ve Türk Kültürü dersleri için derslik taleplerine yanıt verirken, bu derslere katılacak en az 15 öğrencinin velisinin bu yöndeki rızasını içeren yazılı bir belge istemektedir. En az 15 öğrencinin talep etmesi halinde o okulda Türkçe dersi verilmektedir. - Türk çocuklarının Türkçe derslerine devamını sağlayacak en önemli etmen derslerin müfredatta - Girişimcilik yer almasıdır. Fransa’da ‘Akademi’ler okul müfreda- - Sosyal katılım tının belirlenmesinde öncelikli göreve sahiptir. Öğrencilerin Türkçe notlarının karnelerde yer almaması öğrencilerin motivasyonunu olumsuz yönde etkile- TEMEL DEĞERLER mektedir. Lyon bölgesinin kimi kentlerinde Türkçe - Vatanseverlik derslerinin karnede gösterilmesi konusunda başarı - Hoşgörü ler karne notuna dâhil edilmemektedir. TBMM insan - Farklılıklara saygı duyma - Barış sağlanmışken, halen büyük bir bölümünde bu dersHakları komisyonunun Fransa araştırma raporunda Fransız yetkililerle bu konuda görüşmeler yapılmıştır. Türkçe derslerinin sağlıklı bir şekilde işlemesi ve - Kültürel mirası yaşatmaya duyarlılık buna ilişkin sorunlar hakkında, anadiller konusunda - Misafirperverlik yetkili Lyon Akademisi Müfettişi Simone CHRISTIN, - Dayanışma “derslerin karnede yer alabilmesinin zor olduğunu, çünkü Türkçede sınav yapabilme olanağına sahip - Sorumluluk olmadıklarını, bunun da nedeninin her öğrencinin - Paylaşımcı olmak farklı seviyelerde bulunmasından kaynaklandığını3” - Dürüstlük - Yardımseverlik - Estetik duyarlılık Türkçe ve Türk Kültürü Öğretiminde Karşılaşılan Sıkıntılar - Türkçe ve Türk Kültürü Derslerinin talebe bağlı olması, sınıf geçmede etkisinin bulunmaması, derslerin çoğunlukla okul saatleri dışında ve derslik olarak kullanılmayan yerlerde yapılması ve Türklerin yaşadıkların yerleşim yerlerinin dağınık olması vatandaşlarımızın önemli bir kesimini çocuklarını Türkçe ve Türk kültürü derslerine göndermekten caydıran unsurlardır. - Öğretmenler genellikle birleştirilmiş sınıflarda • 18 belirtmiştir. - Derslerin genellikle okul saatlerinin dışında yapılması öğrenciler ve öğretmenler açısından sıkıntı yaratmaktadır. Öğrencilerin okul çıkışı yorgun oldukları ve bu durumun başarıyı düşürdüğü gözlemlenmiştir. Ayrıca Türkçe öğretmenleri okul saatleri dışında ders yaptıklarında Fransız meslektaşlarıyla yeterince bilgi alışverişinde bulunamamaktadırlar. 2. Yabancı Dil olarak Türkçe Öğretimi Türkçe ELCO (Anadil ve Kültür Eğitimi) kapsamının dışında liselerde yabancı dil olarak 7.sınıftan itibaren İkinci yabancı dil olarak da verilmektedir. Fransız Eğitim Bakanlığı’nın 1994 tarihli Kararnamesiyle Türkçe, liselerde ikinci ve üçüncü yabancı dil olarak öğretilmeye başlanmıştır. Türkçe anadili dersleri, liselerde “seçmeli yabancı dil” olarak alındığı için öğ- EKİM 2011 - SAYI 140• rencilerin başarı ve başarısızlığını etkilemekte, Ba- Avrupa Dil portföyü, dil kullanıcısının edindiği de- kalorya (lise bitirme sınavı) notuna katkı sağlamak- ğişik dil kullanım becerilerini belgelediği bir diller pa- tadır. Öğretmenler Fransız Millî Eğitim Bakanlığının saportudur. Avrupa Dil Portföyü: İçinde yalnızca res- kararıyla atanmakta ve dersler Fransız Millî Eğitim mi diplomaları değil, çok dilli ev ortamında büyüyen Bakanlığına bağlı Fransız vatandaşı öğretmenler bir öğrencinin edindiği dil ile ilgili diğer tecrübe ve tarafından verilmektedir. Ancak Fransız Millî Eğitim becerilerin belgelerini de bulunduran bir belgedir. Dil Bakanlığı tarafından atanan sadece beş Türkçe öğ- portföyü, daha sonraki yıllarda öğrencinin okuldan retmeni liselerde görev yapmaktadır. Yabancı dil ola- iş ortamına geçişi sıranda bilinen resmî diplomaların rak Türkçe dilini seçmek isteyen çok sayıda öğrenci yanında ayrıca bir belge olarak kullanılabilir. olmasına karşılık Fransa Millî Eğitim Bakanlığınca atanan Türkçe öğretmeni sayısı çok azdır. Türkçe dersinin ikinci yabancı dil olarak seçilmemesindeki en önemli etkenlerden biride Avrupa Dilleri Ortak Başvuru Metnine uygun yabancı dil olarak Türkçe öğretim programları ve ders kitaplarının olmayışıdır. Diller için Avrupa Ortak Başvuru Metninde belirtildiği gibi, öğrenen veya konuşanın iletişimsel dil yetisi çok çeşitli dil aktivitelerinin uygulanmasıyla harekete geçirilir. Bunlar algılama, üretim, etkileşim ve çıkarımda bulunma ile tercüme etmek demek olan diller arası aracılıktır.4 Dil kullanıcısı da “temel kullanıcı”, “serbest kullanıcı”, yetkin kullanıcı” olarak ayrıntılı İlköğretimde yabancı dil öğretiminin öncelikli 3 amacı vardır. - Öğrencilerde bir yabancı dil öğretiminde gerekli olan davranış ve kazanımları (merak uyandırmak, dinleme, dikkat, ezberleme, başka bir dilin kullanımında kendine güven ) ve böylece dil ustalığını geliştirmek. - Yeni bir dilin aksanı ve melodisiyle kulağı eğitmek. - Ona bu bilgi ve dil becerilerini, öncelikle sözel olarak kazandırmak. bir şekilde tanımlanmış ve dil öğrenen kişilerin de, Bu amaçlar dikkate alındığında öğrencinin yaşı, ihtiyaç ve gerekçelerine göre, hangi düzeyde dil öğ- bilişsel yetenekleri, çalışma alışkanlıkları göz önün- renmelerinin beklendiği açıkça ortaya konmuştur.5 de bulundurulmalıdır. Önerilen aktiviteler çocukların Avrupa Ortak Dil Kriterleri, dil öğrenim seviyelerini net, anlaşılır standartlarla belirleyen ve dili öğrenen kişinin hangi seviyede neler yapabileceğini açıklayan, Avrupa Konseyi tarafından belirlenmiş bir programdır. Şu anda birçok AB, AB adayı ve AB dışındaki ülkeler tarafından uygulanmaktadır. Bu kriterlere göre yabancı dil bilgisi seviyeleri A1, A2, B1, B2, C1 ve C2 şeklinde 6 seviyeden oluşmaktadır. Avrupa Ortak Dil Kriterleri dil becerilerini beş ana grupta toplamaktadır: • Dinleme • Okuma sistematik ve metodik işitsel yetenekleri nispeten açık çalışmasına ve yeni sesleri tanımasına yardımcı olmalıdır. Dilin kullanımında öğrenci teşvik edilerek aktif duruma getirmelidir. Türkçe öğretiminde ihtiyaçların belirlenmesi, amaçların şekillendirilmesi, içeriğin tanımlanması ve buna uygun programlar ve materyaller geliştirilmelidir. TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE YAPILMASI GEREKENLER - Dil öğretimi politikalarında yabancılara Türkçe öğretimine ciddi olarak yer verilmeli, Türkçenin yabancı dil olarak öğretilmesi bağlamında Avrupa Birliği, Kültürel İşbirliği Konseyi Eğitim Komitesinin • Karşılıklı Konuşma (Dialog) belirlediği bağlamların incelenmesi ve bunların çer- • Sözlü Anlatım (Monolog) çevesinde yapılandırılacak materyal ve programlara • Yazılı Anlatım katkı sağlanmalıdır. Hangi becerileri ve bu becerilerin 19 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM hangi bağlamlarda kullanılmasına öncelik verileceği- - Uluslararası Türkçe sınavı yapan bir kurum ol- ni Avrupa Birliği yabancı dil öğretimi politikası bağ- maması ve yabancı dil olarak Türkçe bilgisinin ölçü- lamında incelenmelidir. Bu nedenle Kültürel İşbirliği lememesi bir sorun oluşturmaktır. Yabancı dil olarak Konseyi Eğitim Komitesinin 2000 yılında hazırlamış Türkçe Öğretimi Avrupa Konseyi tarafından geliştiri- olduğu Avrupa vatandaşları için yabancı dil öğren- len Avrupa dil portföyü ve Avrupa dil ölçeği çerçeve- me anlayışını anlatan, Avrupa eğitim kurumları için sinde değerlendirilerek uluslar arası kabul gören bir de yabancı dil öğrenme, öğretme ve değerlendirme dil haline getirilmeli. Türkiye’de Uluslararası Değer- sınırlarlarını çizen ve bu kavramlardan Avrupa’nın ne lendirme ölçütleri kullanılarak bu konuda diplomalar anlaması gerektiğini özetleyen referans çatısı ince- verebilen kurumlar olmalıdır. lenmelidir. Bu inceleme bütüncül değil de yabancı dil öğrenen kişinin özelliklerini ve hangi yetilerle donanmasının gerektiği ve hangi bağlamları öğrenmesi gerektiğini kapsamalıdır. - Türkçeyi yabancı dil ve/veya ikinci dil olarak öğretecek öğretmenlerin görev alacak öğretmenlerin, alan bilgisi ve öğretme becerisi geliştirilmelidir. Disiplinler arası (Dilbilim, Eğitim Bilimleri, Yetişkin - Avrupa Topluluğu içersinde yürütülmekte olan Eğitimi vb.) bir çalışma yapılarak alan yeterlilikleri ve Leonardo, Sokrates ve Lingua gibi eğitim, öğrenci öğretmen yeterlilikleri belirlenmelidir. Öğretmenlerin ve öğretim elemanı değişimi, dil öğrenme olanakları kişisel gelişimlerinin teşvik ve takibi için uygun prog- sunan programlar ve projeler takip edilmelidir. Türk ramlar hazırlanmalıdır. dilinin “pasaport dil”lerden biri olması için ilgili kurumlarla ortak çalışmalar yapılmalıdır. Dilin düzeyi uluslar arası bir dil pasaportuyla belgelenebilmelidir. - Türkçe öğretiminde kullanılan temel ve yardımcı malzemelerin standardı yükseltilmelidir. Ders materyallerinin tasarım, basım, teknolojik destek bakımlarından daha çağdaş ürünler olması sağlanmalıdır. - Türkçenin dilbilgisini işlevsel açıdan ve her yönüyle betimleyen çalışmalar yaygınlaştırılmalıdır. Türkçenin düzeylere yönelik söz varlığı ve sıklık çalışmaları yapılmalı, var olan çalışmalar güncellenmelidir. - Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kültür merkezleri açılmalı, Türk-Fransız üniversite si kurul- - Dil öğretme ve öğrenmenin güçlendirilmesi üye malıdır. Türk ve Fransız eğitim bakanlıkları arasın- ülkeler arasında daha geniş hareketlilik, daha etki- da işbirliği güçlendirilmeli, çeşitli uluslar arası okul li uluslar arası iletişimi geliştirir, kimliklere saygının projeleriyle daha yoğun bir yabancı dil öğretimi için kültürel çeşitlilikle birleştirilmesini bilgiye daha iyi yapılandırıcı çeşitli organizasyonlar düzenlenmelidir. ulaşılmasını, daha yoğun kişisel etkileşimi, daha ge- Yabancı dil öğretimiyle her öğrenciye dünya üzerine lişmiş iş ilişkilerini ve daha derin karşılıklı anlayışı ge- açılma fırsatı tanınmalı Avrupa ya da Avrupa dışına tirecektir. Dil öğrenme hayat boyu süren bir etkinlik açılan bir vatandaşlık bilinci kazandırılmalıdır. olmalıdır ve okul öncesi eğitimden yetişkin eğitimine _________________________________________________________ 1 http://www.ankara.edu.tr/rectorate/dergi/mayis-haziran/38. htm adresindeki Ankara Üniversitesi Dil Öğretim Merkezi TÖMER’ in dergisinden alınmıştır. 2 http://www.ac-nancy-metz.fr/casnav/elco/elco_presentation.htm 3 31 Ağustos 2009 tarihinde Lyon Akademisi Müfettişi Simone CHRISTIN ile TBMM İnsan Hakları Komisyonu Fransa Raporu, http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/belge/ fransa_raporu.pdf 4 Common European Framework of Reference for Languages: Learning, Teaching, Assessment 2000,s.23 5 Common European Framework of Reference for Languages: Learning, Teaching, Assessment 2000,s.31 kadar, eğitim sistemleri tarafından özendirilmeli ve kolaylaştırılmalıdır. - Avrupa’da Türkçenin okullarda ikinci yabancı dil olarak okutulması için gerekli özendirmeler yapılmalıdır. Türkçenin tüm Avrupa ülkelerinde lise olgunluk sınavlarında ders olarak kabul edilmesini, lise bitirmeye etki yapacak bir ders olması sağlanmalıdır. İki dilli eğitim modellerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır. • 20 KELEBEK İSA İLKER AKKOÇ Atatürk Anadolu Lisesi 12 TM-B Kırıkkale Ufacık, Daracık bir alanda solumaya çalışıyorsun Dışarıda güneş var Çiçekler açmış Yaprakların arasından süzülen bir ışık var, biliyorsun Ama göremiyorsun. Kanatların var rengârenk Açıp gösteremiyorsun Gelinlik kız gibi salınamıyorsun öyle Uçamıyorsun Konamıyorsun bir nergise Rengârenk kırlarda gönlünce. Sesler geliyor uzaktan, Dere çağlıyor, arı vızıldıyor, Heybetli palamut çocuklar gibi ağlıyor Sen duyuyorsun, göremiyorsun Sanıyorsun ki bu karanlığa mahkûmsun Biliyorum sabırsızlanıyorsun O güzel kanatlarını savurmak istiyorsun Ama beklemeye mecbursun Sen bilmiyorsun, İbrahim’in ateşinde korsun Alev alıyorsun, yanıyorsun ama Bir tek kendine zarar veriyorsun 21 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Birden ortalık aydınlanıyor Kozandan içeri bir ışık süzülüyor Heyecanlanıyorsun Sabırsızlıkla yırtıp kozayı Kanatlarını iki yana açıyorsun Ve o an her şey duruyor Dere sessizce akıyor artık, arı vızıldamıyor Ve o heybetli ulu palamut Ağlamayı bırakmış sana bakıyor Uç şimdi Uç hadi Uç da âlem güzellik görsün Uç ki yüreğindeki esaret sönsün, Şu üç günlük dünyanın bir günü senin artık Ne kadar az gibi görünse de Hey, kimse bilmesin! Sen koca bir ömürsün. • 22 EKİM 2011 - SAYI 140• ŞAHMERAN ÇAĞATAY HAKAN GÜRKAN İnkılap İlköğretim Okulu Seyhan / ADANA S acayağının üzerindeki süt usul usul kaynıyordu. Elimdeki sopayla arada bir ateşi karıştırıyordum. Her karıştırmamda ışıyıveren annemin yüzüne bakıp sorular sıralıyordum ardı ardına. Sırtımda hafif bir bahar se- rinliği, yüzüm ateşten kızarmış bir hâlde ve arada bir burnuma çalınan sütün baygın kokusuyla dinliyordum cevapları. Hava az önce kararmıştı. Her köyün üzerine iniveren o akşam sessizliği bizimkini de kaplamıştı artık. Birkaç köpek havlaması dışında bütün sesler evlerine çekilmişti. Kocaman bahçemizin bu dip köşesindeki küçük ocağın başında, sohbetimiz benim için gittikçe ürpertici bir hâl alıyordu. Sanıyorum ikinci ya da üçüncü sınıftaydım. Gözlerimi faltaşı gibi açarak “Gerçekten onlar da süt içer mi anne?” diye sordum. Annem ortama biraz daha gizem katan bir ses tonuyla, “Hepsini bilmem ama bir tanesinin süte bayıldığına eminim.” dedi. Çünkü diğer yılanlardan Çağatay Hakan Gürkan, Şahmeran, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.23-26. farklı olarak onun belinden yukarısı dünyalar güzeli bir kız bedeni imiş. Söylenceye göre oradaki ve tüm dünyadaki yılanların efendisiymiş. Yılanlar şahı 23 • Desen: Çağatay Hakan Gürkan • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şahmeran’mış o. Sözün burasında “Yani bir de kral- kalenin duvarını geçip yolunu bayır aşağı doğrulamış ları mı varmış yılanların? Anne ne olursun hepsini an- ki, atı aniden şaha kalkıp onu yere atmış. Camsab lat şu hikâyenin.” diye atıldım. düşerken son hatırladığı şey etrafı yılanlarla çevrili O günlerde köydeki çocuklarla nehir kenarında bir genç kız gördüğüymüş. yaptığımız küçük geziler hep kalenin eteğinde son Camsab gözlerini açtığında ilkin etrafını saran bulur, bir türlü yukarı tırmanmaya cesaret edemez- kale duvarlarını, ardından hemen her yerden kendi- dik. Hep o sarp kayalıklara çıkmamızdan korktuğu ne bakan yılanları görmüş. Bunlar ömründe gördüğü için anlattığını sandığım bu yılanlı kale hikâyesinin en tuhaf yılanlarmış. Kiminin boynuzları, kiminin en- hepsini öğrenmek istiyordum artık. Çıt çıkarmadan sesinde tüyleri varmış. Birden tüm yılanlar bakışla- dinlemeye başladım. rını aynı yöne çevirirken saygıyla geri çekilerek yol Vakti zamanında çok uzak diyarlardan Camsab derler bir delikanlının yolu bizim buralara düşmüş. Niyeti kalenin yamacından dolanıp nehir kenarına inmekmiş. Buraların yabancısı zavallı, ne bilsin bu kalenin neden böyle kimsesiz olduğunu. Hiç yaşam belirtisi görmemesi pek tuhaf gelmiş gelmesine de, gene de yolunu değiştirmeden devam etmiş. Tam • 24 açmışlar. Korkudan ödü kopan Camsab, yılanların baktığı yöne dönünce attan düşerken bir anlık fark ettiği dünyalar güzelinin geldiğini görmüş. Kız tıpkı bir yılan gibi kayarak Camsab’ın burnunun ucuna kadar yaklaşmış. İşte o an Camsab neredeyse küçük dilini yutacak gibi olmuş. Kızın üzerindeki ipek elbisenin belinden aşağıya güneşte parıldayan bir EKİM 2011 - SAYI 140• yılan kuyruğu uzanıyormuş. Gördüğü manzara kar- Camsab’la Şahmeran sevmişler birbirlerini. İkisinin şısında donakalan Camsab, ıslığı andıran, o güne gönlü bir olmuş. Uçsuz bucaksız Çukurova’nın or- kadar kimsede duymadığı büyülü bir sesle kendine tasındaki bu sarp kayalıklar, tarihin en tuhaf aşkına gelmiş. sahne olmuş. Günler böyle geçerken içinde büyü- “Hoş geldin insanoğlu. Yıllar var ki bu kaleye kimse uğramazken seni hangi sebep aramıza yolladı? Bizim burada olduğumuzu nereden öğrendin?” diye söze girmiş kız. Kimseden öğrenmedim, ben sadece geçiyordum, diyecek olmuş bizimki. Camsab’ın niyetinin kötü olmadığından emin olan Şahmeran, “Öyleyse aramıza hoş geldin.” demiş ıslığı andıran o kadife sesiyle. Yılanların hepsi bir ağızdan “Hoş geldin insanoğlu!” diye ıslıktan bir koro hâlinde bağırışmışlar. Türlü türlü yiyecekler koymuşlar Camsab’ın haftalar meran önce gitmemesi için yalvarsa da sevdiğine daha fazla ısrar edememiş. Üzgün bir şekilde “Git, fakat sakın insanlara benden bahsetme. Mutlaka sana yerimi söyletirler ve beni öldürmeye gelirler.” diyerek uğurlamış delikanlıyı. Kaleden ayrılırken son anda da “Sakın insanlarla beraber suya girme!” diye tembihini yinelemiş. Evine dönen Camsab, ailesiyle hasret gidere ayları kovalamış. kimler çare bulamamış kızın derdine. Kral üzüntü- Yılankale (Fotoğraf: Çağatay Hakan Gürkan) haftaları, basını görmek için Şahmeran’dan izin istemiş. Şah- dursun ülkenin kralının kızı hastalanmış. Nice he- önüne. İkramın bini bir paraymış. Günler yüp duran hasrete dayanamayan Camsab, ana ba- 25 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM sünden ne yapacağını bilemez bir hâldeyken veziri Camsab, kendini dışarı atıp gözden kaybolmuş.Yü- “Bu işin tek çaresi Şahmeran’da.” deyivermiş. Kızı- reğinden hiçbir zaman atamadığı Şahmeran’ın acısı nız Şahmeran’ın etinden bir parça yerse deva bu- ile o diyar senin bu diyar benim dolaşmaya başla- lacak, siz yeter ki emir verin, ben bir hafta içinde mış. Derler ki Lokman Hekim efsanesi de işte o gün- alıp karşınıza getireyim demiş. Hâlbuki vezirin niyeti den sonra anlatılmaya başlanmış. Şahmeran’ın sahip olduğu kâinatın gizli bilgilerine ulaşmakmış. O güne kadar Şahmeran hakkında ne var ne yok araştırmış olan vezir, Şahmeran’la görüşen kişinin başka insanlarla suya girince belli olacağını biliyormuş. Hain planını uygulamak için onay alan vezir ülkenin erkeklerini gruplar hâlinde suya sokmaya başlamış. Sıra Camsab’ın köyüne gelip hep birlikte havuza girilince Camsab’ın vücudu pul pul oluvermiş. Hemen Camsab’ı yakalayan vezir, Annem, “İşte böyle. Şahmeran’la Camsab’ın hikâyesinin tamamı bu.” İçinde bulunduğum masalsı dünyadan beni çekip çıkardığında ben bardağımda kalan son sütü yudumluyordum. O gece ve ondan sonraki pek çok geceler boyunca dinlediklerimi kafamda yeniden, tüm yaşananlara şahitmişçesine canlandırdım durdum. Şahmeran’ın yerini ne yaptıysa söyletememiş ona. Düşünsenize küçücük bir çocuksunuz ve ay ışı- Anne ve babasını idam etmekle tehdit edince, Cam- ğında kara bulutlarla gölgelenmiş, ıssız, yalnız bir sab büyük bir üzüntüyle Şahmeran’ın yerini söyle- devin heyulasını andıran Şahmeran Kalesi’ne bakı- mek zorunda kalmış. yor yatağınızın penceresi. Gerçekle masalın farklılı- Yakalayıp getirmişler Şahmeran’ı. Büyük bir kalabalık toplanmış meydana. Herkesin gözü Şahmeran’ın üzerinde, o ise ‘Nasıl yaptın?’ dercesine Camsab’a bakıyormuş. Camsab utanç ve çaresizlik içinde olanları anlatınca Şahmeran onu affettiğini, üzülmemesini, bir gün sonunun böyle biteceğini bildiğini söylemiş. Ardından sözü alan kral üzgün olduğunu; ancak kızının hayatını kurtarmak için buna ğına varabilen bir havsalanız da gelişmemiş daha. O duvarlar ardında Yılanlar Şahı Şahmeran, lamba cinleri, peri kızları ve boynuzlu yılanlardan oluşan ordusuyla yarasa çığlıkları eşliğinde dans ediyor. Yorganınızdan başka korkunuzu gizleyebileceğiniz sığınağınız olabilir mi artık? Bildiğim bütün duaları ederek hangi saatte uyurdum ve bu böyle ne zamana kadar devam etti hatırlamıyorum. mecbur olduğunu anlatmış. Şahmeran sanki krala Bugün tarihi, efsaneden ayırabilmeyi başararak, acıyormuş gibi bir tavır takınarak, kıza eğer kuyru- on ikinci yüzyılda Haçlı işgâlinde inşâ edilen kaley- ğundan yedirirlerse kurtulmakla kalmayıp kâinatın le İsa Peygamber’den çok önceleri yaşamış olması bütün bilgilerine de erişeceğini, başından yedirilirse muhtemel Lokman Hekim’i bağdaştıramasam da, öleceğini söylemiş. Zaten bunları duymayı bekleyen 1357’de en son Ramazanoğulları tarafından terk vezir, hızla ileri atılıp, savurduğu kılıcıyla Şahmeran’ı edildiğini, Kovara Kalesi adını, içinde boynuzlu yı- ikiye bölerek kuyruğundan bir parçayı ağzına atmış. lanlar yaşıyor diyerek, on yedinci yüzyılda Evliya Dünyası başına yıkılan Camsab ise kendini cezalan- Çelebi’nin Şahmeran Kalesi’ne çevirdiğini öğren- dırmak için Şahmeran’ın başından yemiş aceleyle. sem de taraçayı andıran üç avludan oluşan kale- Vezir oracıkta can verirken Camsab’a hiçbir şey ol- nin daha birinci avlusundan girer girmez garip bir mamış. Meğer Şahmeran giderayak Camsab’ı affet- ürperti ensemden tüm vücûduma yayılır. Ya hâlâ tiğini ve onu ne kadar çok sevdiğini göstermek için Şahmeran’ın yolunu gözleyen yılanlarından biri kar- böyle bir sonu planlamış. Kahrından deliye dönen şıma çıkıverirse! • 26 YAYLALAR ZAHİT GENÇ Öğretmen, Osmaniye İmam Hatip Lisesi Y aylalar, ovada doğup büyüyen çocukların unutulmaz heyecan yaşadığı, sıcak Çukurova’nın delikanlılarının tükenmez özlem duyduğu, yetişkin insanların rahat ve huzur bulduğu yerlerdir. Geniş ve bereketli ovada kışı geçiren insanların yazla birlikte yaylalara göçü, sadece sıcaktan kaçma, serin bir mekân arama değildir. Yayla örfümüzde, töremizde, kültürümüzde yer eden bir tutkudur. Çukurovalının med ve ceziri de diyebiliriz. Deniz için gel-git ne ise bizim için de göç odur. Yazın yükseklere çıkacak, kışın enginlere, ovaya inecektir Çukurovalı. Bu yöremizin vazgeçilmez kanunudur. Yaz sıcaklığının suları kaynattığı, insanı buram buram terlettiği aylarda Çukurova insanı ya denizde serinlemeli ya yaylada dinlenmelidir. Memleketimizde birçok bölgede yayla geleneği vardır ama hiçbiri bizim buralardaki kadar canlı ve heyecanlı değildir. Bunun böyle olmasının birçok sebebi vardır. Her şeyden önce sıcak bir hava ve sıcaktan daha beter insanı rahatsız eden sivrisinekler. Ayrıca yaylaların ovaya yakın, ulaşımının kolay olması; buz gibi sulara, yemyeşil ormanlara, tertemiz havaya yarım saatte ulaşılması, yaylalarda her türlü ihtiyaç maddelerinin bulunması buralara akın akın yaylacıların gelmesine ve dağların şenlenmesine sebep olmaktadır. Zahit Genç, Yaylalar, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.27-28. Ova çocukları daha küçük yaşta ilk göç zevkini, heyecanını yaylalara gitmekle yaşar. Gurbet duygusunun ilk tohumları bu yaşta atılır. Yazın yüksek tepelerden Osmaniye, kışın 27 • Zorkun / Osmaniye • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ovadan dağlar ve yaylalar hasretle seyredilir. Bizim yaylalarımız ak çiçekli mor sümbüllüdür. Dereleri sulakları yaban güllüdür. Sık ağaçlı, ağaçları yemyeşil dallı, dalları sarı bülbüllüdür. Çultuğun deresinden yukarıya doğru başlayan yayla seferi, Çiftmazı’da bir nefes, Olukbaşı’nda tazelenen, canlanan bir heves, Haçbel’de dalga dalga yayılan bir sis, Zorkun’da derelerde, tepelerde yankılanan yücelere yükselen ulvi bir ses, ezan sesleri. Keldaz’da coşturan kıpır kıpır bir his… Tepeden aşağıya doğru baktığımızda; Daz’dan Göğcehopur’a, Çataloluktan Gököküz’e, Ürün’den Osmaniye’ye doğru baştan aşağı, zirveden zemine doğru yemyeşil ağaç denizi. Gönül istiyor ki, yayla evleri ahşap olmalı, tahta aralıklardan çam kokulu yel girmeli, budak deliklerinden güneş ışınları sızmalı, çinko çatılara yağmur yağmalı, yağmur sesi uyuyanlara ninni olmalı, çam oluklardan buz gibi sular akmalı, suların şırıltısı, kuşların cıvıltısı eksik olmamalıdır. Soğuk pınarların olmadığı, ahşap evlerin kalma- • 28 dığı, çam uğultularının, rüzgâr sesinin duyulmadığı bir yayla zevk verir mi? Yaylalar çocukların eğitilmesi ve gelişmesi için de çok elverişli ve önemlidir. Onların Eriğinsekizi’nde salıncak kurması, Yoncalıdüz’de top oynaması, kimisinin Çağlayan’ın kozundan, kimisinin Kuyucak’ın tozundan nasiplenmesi; dereleri tepeleri karış karış gezmeleri, Çağşırlı’da kantaron çiçekleri, Daz’da kekik, Koyunmeleden’de sarıçiçek toplamaları, Yaz Kur’an Kurslarına gitmeleri onların sosyal yönden gelişmelerini sağlayan önemli ve güzel davranışlardır. Velhasıl kışın karların, yazın yarların diyarı olan yaylalar; tertemiz nefeslerin, yepyeni heveslerin, boz bulanık sislerin, dere tepe yankılanan ulvi ezan seslerinin, gönüllerde uyanan güzel hislerin mekânıdır… Bu özelliklerinden dolayı yaylalar yaşatılmalı, korunmalı, güzelleştirilmelidir. Yaylaların unutulması birçok töremizin, heyecanımızın, zevkimizin kaybolması demektir. Sesler, sisler ve hevesler hatta nefesler ve hisler bir başkadır buralarda. Dilerim “eski çamlar bardak olsun” ama yaylalarımız, yaylacılığımız unutulmasın… İĞNEYLE KUYU KAZAN DURSUN USTA OSMAN DOĞANAY Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, İznik Çok Programlı Lisesi, İZNİK / BURSA Osman Doğanay, İğneyle Kuyu Kazan Dursun Usta, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.29-32. ‘İğneyle kuyu kazan’ tüm terzilere... B abamın Dursun isminde kadim bir dostu var. Kendisi terzi. Zile’nin esnaf ve eşrafından. Manifaturacılar Çarşısı’nda bir dükkânı var. ‘Altı Buçuğun Dursun’ da derler. Yaşı yetmişin üstünde olsa gerek. Koyu buğday tenli ve tıknaz yapılı bir adam. Çoğu dökülmüş ve alabildiğine kırçıllaşmış saçları; geniş ve parlak alnı; ablak yüzü ve yüzünün bir kısmına sanki unlu ellerle dokunulmuş izlenimi veren ince ve beyaz sakalları; hep uykusu var zannı uyandıran kısık gözleri; kafasına göre biraz irice kulakları; kalın, bağa çerçeveli gözlüğü ve yazları boynundan hiç eksik etmediği mendiliyle sevimli ve mülayim bir görünüşe sahip. Yılların getirdiği yorgunluktan olsa gerek, terzilikten yana biraz dertli ve yılgın. Onun asıl kayda ve dikkate değer yönü, Batılıların deyişiyle ‘sense of humor’u yani olayların gülünç yanını görebilme, şaka yapma ve şakadan anlama yeteneğidir. Muziplik ve mukallitlik söz konusu olduğunda değme şovmenlere taş çıkartacak kadar zengin malzemeye ve Allah vergisi bir istidada maliktir. Hazır cevaplılıkta üstüne yoktur. Yanında belli bir süre bulunulduğunda en asık suratlı, en ciddi, en ağırbaşlı 29 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM insanları bile baştan çıkaracağına, keyfe getireceğine, gülmekten kırıp geçireceğine sizi tüm samimiyetimle temin edebilirim. Terzi dükkânına gelince... Orası, bir terzi dükkânından çok, belli müdavimleri olan, hepsinin seviye ve birikimlerine göre, karınca kararınca görüş ve düşüncelerini açıklama, anlatma imkânı bulduğu; siyasetten tarihe, ziraatten ticarete, kıyısından köşesinden dine, mitolojiye, edebiyata kadar -ayrıca mek kap gel.” der ve ben tam çıkmaya hazırlanırken Dursun Usta arkamdan bağırırdı: “Dursun Usta’nın selamı var, de fırıncıya, böyuklerinden versin ekmağı!” Ustayla aramızdaki bu konuşmanın takriben on beş-yirmi sene önce geçtiği düşünülürse, o zamanlar bugünkü gibi envaiçeşit ekmek olmadığını hatta hem gramaj hem de çeşit olarak tek tip -francala diye tabir edilen- ekmek üretildiğini söylememe gerek yok sanırım. Zile ve ülke gündemine dair- birçok mevzuun ele alınıp konuşulduğu, tartışıldığı nezih bir kahvehanedir âdeta. Burasının gediklileri olarak öğretmenler, memurlar, daire amirleri, doktoru, imamı, avukatı, esnafı, köylüsü, kentlisi kısaca terziye işi düşen hemen herkes sayılabilir. Beş dakikalık bir iş için gelenin saatlerce kaldığına şahit olmuşumdur. Kıvrak zekâsı ve nüktedân tavırlarıyla etkilemediği insan yok gibidir Dursun Usta’nın. Öğle yemeğini evde yediğim kimi zamanlar dükkâna vardığımda Dursun Usta meraklı meraklı: “Ne yedinız boğün evde oğle yemağınde?” diye sorar. Ben de çocuk aklımla saymaya başlardım: “Yayla çorbası, bulgur pilavı...” Usta, ses tonuna biraz acındırma, biraz da imrenme katarak: “Oh!” derdi. “Siz evde ısıcacık yayla çorbalarını, mis gibi bulgur pilovlarını yeyin. Bizim de tikanda, aha boyle guru kebabınan, kofteynen canımız çıhsın.” Çocukluğumda bir hafta sonu, babamla bu dükkâna gitmiştik. Biraz hoşbeşten sonra Dursun Usta durup dururken “Helestemeneke Osman?” demişti. O güne dek hiç duymadığım bu yeni sözcük karşısında şaşkınlığımı gizleyememiş ve ustanın yüzüne aval aval bakıp kalmıştım. Usta, suskunluğumu ve afallamamı fırsat bilip, malûmatfürûş bir tavır da takınarak “Size mektepte ne biçim İngılizce oğrediyolar Alla’sen!” demişti. Manası meçhulüm olan ve pek bir afili bulduğum ‘helestemeneke’nin İngilizce bir sözcük (!) olduğuna o dakikada tereddütsüz inanmıştım. Benim şaşkınlığımın yerini, “Acaba İngilizcede ‘helestemeneke’ ne demek?” şeklinde bir merak alınca da usta, bıyık altından kıs kıs gülmüştü. İşte o hafta sonu tederrüs ettiğim bu kısa İngilizce dersiyle birlikte, Dursun Usta’nın özgün ve renkli kişiliğiyle tanışıklığım başlıyor ve dükkâna gidiş gelişlerim sıklaşıyordu. Gel zaman git zaman, ben de terzi dükkânının gediklileri arasına katılıyordum. Hele de yemeğin üstüne söylenen çaylar ve ustanın, çaycının çırağıyla diyalogu bambaşka güzellikte ve eğlendiriciydi. Bir defasında yemeğin ortasında, yoldan geçen çırağı çağırmış: “Şindi biz ekmek yiyoh da birez sona çay söyleyecaz, o vahıt biza çay getir, emi aslanım?” diye tembihlemişti. Çırak da kafasını, tövbe tövbe manasına, şöyle iki yana sallamış ve ustaya, “Yahu söyleyeceğin alt tarafı bir çay. Bunu önceden tembihlemenin âlemi ne?” dercesine bakmış, ama gene de çaresiz, “Tabi ustam, ne demek? Getiririm.” demişti. Çaylar geldiğinde ise usta bardağı eline almış, şöyle bir bakmıştı bardaktaki çaya. Çaydan bir yudum alıp sonra çırağa dönerek: “Yav sizin bu çaylar eyi oluyo, hoş oluyo; emme bu seferkini bağanmedim, bu sefer çaya su gatmışınız heral.” demişti. Zavallı çırak da saf saf, “Valla bilemiyom ustam, ocahçı dağıştiydi bizim, bu yeni ocahçının işi belli olmaz, gatmış da olabilir.” yollu bazı cümlelerle kendini savunmuş ve suçu (!) ocakçının üstüne yıkmaya çalışmıştı. Bu dükkânda öğleleri işe ara verilince, öğle yemeklerinin fiks mönüsü ve olmazsa olmazı hâline gelmiş olan köfte veya döner kebap, sofrada yerini alırdı. Dükkân ekseriyetle kalabalık olduğu için ekmek yetmezdi. Babam “Hadi oğlum, fırından bir ek- • 30 Terzi dükkânında uzun ve genişçe bir masa vardı. Usta, o masayı kumaş kesmek ve ütü yapmak için kullanırdı. Demeleri o ki, uzun zaman önce, Dursun Usta’ya bir adam gelmiş ve takım elbise diktirmek EKİM 2011 - SAYI 140• istediğini söylemiş. Usta da “Hay hay! dikek.” demiş. Yine sırf espri olsun diye o lenduha masayı gösterek, “Aha şoraya yat da bi boyunun ölçusunü alıyım.” demiş. Adam da inanılması güç bir saflık örneği sergileyerek çıkmış masanın üzerine ve uzanmış boylu boyunca masaya. Sadece gülünüp geçilir diye söylediği bu lafa adamın inanması ve çıkıp masaya uzanması, ustayı da hayretler içinde bırakmış. “Ustam, benim ceket bitti, hazır değil mi?” dediğin- Anlattıklarına göre, Dursun Usta, bir gün pantolon dikmek için kumaş kesecekmiş. Bu arada şunu da söyleyeyim: Terziler dikilecek elbisenin ölçü ve örneğe uygun olması için kumaşı kesmeden önce ince bir sabunla çizerler. Usta da kumaşı çizerken elindeki sabun, ortadan ikiye bölünmüş. Yine muzipliği tutmuş ustanın, yanında çalışan çırağa, “Hadi aslanım, şu koşedeki gumüş gaynakçısına git. Us- dalyeye ilişmiş. Havadan sudan konuşulduktan son- tamın selamı var. Gumaşı cızarkene sabun bolündü. Buna bi gumüş gaynağı yaptıracam de.” şeklinde bir iş buyurmuş. Çırak da almış sabunun iki parçasını eline, gümüş kaynakçısına gitmek üzere çıkmış dükkândan, yarı yoldan döndürmüşler. o odunları. Onlar yanmaz.” demiş. Hoca da mihanikî Bir kış günü babamla Dursun Usta, terzi dükkânında sobayı yakmaya uğraşırlarken bir öğretmen girmiş içeri. “Kolay gelsin, yanmıyor mu?” diyerek bir köşeye oturmuş. Belli bir uğraştan sonra yakmaya muvaffak olmuşlar ve soba haldır haldır yanmaya başlamış. Dursun Usta’nın aklına yine bir hezel düşmüş. Sandalyesinde öyle dalgın dalgın oturan öğretmene, yanan sobayı işaret ederek: “Hocam” demiş, “deminden neye yanmadı acep bu soyha? Sana zamet! Şo tikanın garşı tarafına geç de tavana bi bah hele. Bacadan duman çıhıyo mu?” Öğretmenin de kafasında, az önceye kadar, sobanın yanmadığı düşüncesi var ya, zavallı boş bulunmuş, çıkmış dışarı, üstelik karşıdan da bağırıyormuş: “Çıkıyor, çıkıyor, duman iyi çıkıyor.” başına gelen imam, “Yahu, bizdeki de akıl yani” diye Bir keresinde, müşterilerden biri ceket diktirmek için gelmiş. Usta da ölçüsünü almış, “Haftaya salı hazır olur.” demiş. O gün, biz de oradayız, müşteri önceki hafta ısmarladığı ceketi almaya geldi. Usta baktı ki ceketi dikmeyi unutmuş ve haftaya salı hazır olur dediği cekete daha hiç başlamamış. Müşteri, Gruptaki öğrencilerden biri, az ötelerinde kendi ken- de hiç bozuntuya vermeden, “Senın ceket? Senın ceket bittı, bittı. Bek bi şey galmadı; ön, arha, gol, yaha var. Yarine hazır iderim, gusura galma! Bu ara ecuk yoğunuh.” demişti. Yine bir kış günü usta, dikiş makinesinde hummalı bir çalışma içerisindeyken bir imam gelmiş dükkâna. Selam vermiş, sobanın kenarındaki sanra usta: “Hocam, üşüduk” demiş, “sana zamet, şo sobaya yanındaki tenekeden iki üç dene odun at, hele.” İmam da rutin bir davranışı yerine getirmenin verdiği ezber ve rahatlık içinde, tenekeden odunları alıp yanan sobanın içine gelişigüzel bırakıvermiş. Dursun Usta bu! Durur mu? O gün yine performansı yerinde. Telaşla imama: “Hocam, neyttin? Ters atdın bir hareketle hemen sobanın kapağını açmış, elini sobaya hafifçe sokmuş, odunları attığı şeklin tam tersine çevirmiş. Tabiî eli de biraz yanmış. Biraz sonra ustanın karşıda kıs kıs güldüğünü gören ve aklı kendi kendine söylenmeye başlamış, “yanan sobaya atılan odunun hiç tersi düzü olur mu?” Bizim Dursun Usta’nın küçük oğlu, Zile’de, Meslek Yüksekokulunda öğretim görevlisidir. Usta bir gün oğlunu ziyarete, Zile Meslek Yüksekokuluna gitmiş. Oğlu dersteymiş sanırım. Usta da binada beklemekten sıkılmış, biraz hava almak ve gezinmek için okulun bahçesine çıkmış. Dolaşırken bakmış, üniversite öğrencilerinden müteşekkil kızlı erkekli bir grup ayaküstü sohbete dalmışlar. Usta, öğrenci grubuna yakın bir yerde durup, sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi; fakat öğrencilere de sesini duyurmak isteyerek, “Yav bu Yusek Ohul, Yusek Ohul diyolar, o nirde ki acep?” diye söylenmeye başlamış. dine konuşan Dursun Usta’yı fark etmiş ve hemen oltaya düşmüş: “Amca bak, tam karşında duran şu bina Yüksekokul.” Öğrenciden beklediği cevabı alan Dursun Usta, “Nasıl olur yav?” demiş. “Bizım evin garşısında Yavuz Selim-Naci Giray Ilkoğretim Ohulu 31 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM var, o da üç gatlı, bu bina da üç gatlı. Bunun neresi yusek ohul?” Öğrenci, şaka yapıldığından habersiz, ustayı fazlaca alık ve bilgisiz zannederek, bu defa açıklama yapmaya girişmiş. “Yok amca” diyormuş, “iş senin anladığın gibi değil, bu okula, liseden sonra okunduğu için, daha üst düzey bir eğitim verildiği için yüksekokul diyorlar, binasının yüksek veya çok katlı olmasından değil.” Usta, sonradan bize olayı anlatırken “Oğrenciler de beni saf bellediler.” diyor ve gülüyor. Öğrencilik yıllarımın çoğu, yaşadığımız şehirden uzakta, gurbet ellerde geçti. Tatillerde Zile’ye, ailemin yanına giderdim. Zile’de bulunduğum zamanlar, bermutat Dursun Usta’nın terzi dükkânına da uğrardım. Hâl-hatır faslından sonra usta, “Na zaman geldın?” diye bir soru yöneltirdi. Ben de mesela “Cuma günü geldim.” derdim. Bunun üzerine usta, “Allah Allah! Gaç gundür radyoda acansları hep dinedik, hiç dimediler ya geldığıni?” diyerek beni güldürürdü. Bizim Dursun Usta’nın yeğeni vardı bir de: Memet! Usta, zaman zaman Memet’ten ve onun küçücük yaşına bakmadan yediği nanelerden, haylazlıklarından bahis açardı. Birini paylaşayım ben de sizinle: Bu Memet’i ilkokula yazdırmışlar. Sağolasıca Memet, yaramazlıklarıyla bütün okulu birbirine katmış ve herzevekil konuşmalarıyla birkaç ay içinde öğretmene illâllah dedirtmiş. Öğretmen bir gün haber yollamış, velisi acele gelsin, durumunu görüşelim, birlikte bir çare arayalım diye. Memet’in velisi de, dayısı Dursun Usta. Dursun Usta okula varmış, “Ben Memet’in dayısı hemi de velisiyim, beni çağartmışın hocam.” demiş. Öğretmen de, “Memet’in durumunu görüşmeden önce, buyur birlikte derse gidelim, sonra Memet hakkında yorum yaparız.” demiş ve birlikte derse gitmişler. Dursun Usta bir sıraya oturmuş, ders başlamış. Öğretmen tahtaya yazdığı heceleri, rastgele seçtiği öğrencilere okutmaya başlamış ve en arka sırada oturan Memet’e: “Memet, kalk bakalım, ne yazıyor burada?” demiş. Memetse hiç istifini • 32 bozmadan, “Oyle arha sıradan başlanmaz, onden başlanır.” demesin mi? Öğretmen bakmış, Memet laf anlayacak gibi değil. “Pekâlâ Memet, istediğin gibi olsun, ön sıradan başlayalım.” diyerek derse devam etmiş. Neticede okuma sırası dönüp dolaşıp Memet’e gelmiş. Öğretmenin, “Evet Memet, istediğin gibi önden başladık; ama sıra tekrar sana geldi, kalk oku bakalım şu heceyi.” sözü üzerine, iyice köşeye sıkışan Memet: “Boğün oraya çalışamadım, yarın ohurum.” şeklinde bir cevap vermiş. Hâsılı, dersin sonuna doğru, Memet sayesinde enikonu çileden çıkan öğretmen, elindeki cetvelle Memet’in kafasına hafifçe dokunmuş. Vay, sen misin dokunan! Memet, öğretmene diyormuş ki: “Ne vuruyon? Daş mı bu? Getir, bi de ben sana vuruyum.” Evet, -kulakları çınlasın- Dursun Usta hakkında, eskilerin dediği gibi kırk lafın belini büktük; fakat muziplik ve nüktelerinin yalnız birkaçına temas edebildik desem yeridir. Vakıa bu kadarı bile, Dursun Usta’nın yanında, yakınında bulunanlara yaydığı canlılık, neşe ve mutlululuğu anlatmaya kâfi gelir kanaatindeyim. Usta’yı ve onun neşe dolu terzi dükkânını ne zaman hatırlasam, dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüme mani olamadığımı ayrımsıyorum gün geçtikçe. Çocukluğumun belki de en keyifli ve komik anılarına ev sahipliği yapan bu dükkânın; makine yağı, kumaş, -ustanın tabiriyle- ‘guru kebab ve kofte’ kokularından mürekkep râyihasına benzer bir kokuyu -müphem bir biçimde de olsa- ne vakit duysam, kahkahalarla alabildiğine doyurulmuş çocukluğuma olan özlemim ansızın depreşiyor. Tüm iyimserliği ve cerbezesi ile etrafına biteviye gülücükler dağıtarak, bu gülüşlere diğer insanları da ortak etmeyi başaran; hayatın türlü dağdağasına rağmen mütevekkil ve kalenderane duruşunu hiç bozmayan, yitirmeyen; böylelikle hayatı daha katlanılır, daha kolay, eğlenceli kılan ve yeri geldiğinde dünyanın birçok derdiyle alay etmesini de bilen ‘Altı Buçuğun Dursun Usta’yı saygıyla selamlıyor, Allah’tan hayırlı ve uzun ömürler diliyorum... HERMENEUTİK YAKLAŞIM VE EĞİTİM MEHMET ULUKÜTÜK Arş. Gör., Alparslan Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü / MUŞ Aydınlanma, Pozitivizm, Modernizm: Akıl, Deney ve Bilimin Hâkimiyeti B atı medeniyeti kökenleri 18.yüzyıl aydınlanmasına dayanan 19.yüzyıl pozitivist felsefe, ilerleme (Kuyaş,1995:8) kuramından istifade ederek de, salt akıl ve tabiat yasalarının düzenliğinden hareketle, aklı merkez alan bilgiyi bilimsel bilgi olarak kabul etmiştir. Bu tür elde edilen bilgiyi de sosyal alana kaydırarak, insanı inşa eden ve onun eğitimini de bu bilim anlayışına göre geliştiren maddeci merkezli bir sosyal bilim içeriğini benimsemiştir. 19.yüzyıl Batı Avrupa’sında ise aydınlanma felsefesi ilkelerini, Pozitivizm olarak kabul ettirmiştir. Pozitivizmin, Batı Avrupa toplum düşüncesi açısından akıl ve tabiat kanunlarının düzenliliği ve sürekliliğinden esinlenen gözlem ve deney, ampirizm, öndeyi gibi kavramları kullanarak, metafizik ilkelerin modern toplumda yerinin olmadığını belirten pozitif felsefe içerikli bilim anlayışını, tümevarım yöntemi olarak sosyal bilime taşır. Pozitivizme göre sosyal bilimin temel metodolojisi tümevarımsal bilgi ile elde edilen bilgidir. An- Mehmet Ulukütük, Hermeneutik Yaklaşım ve Eğitim, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.33-39. cak bu yöntemle elde edilen bilgi, bilimsel bilgidir. Bir başka ifade ile bilim, pozitivizmdir. Pozitivizm, 19.yüzyılda Batı 33 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Avrupa’da ekonomi düşüncesi açısından da libera- yi, Hristiyan devleti yani din içerikli devleti, batıl ina- list-kapitalist iktisat felsefesini artık sistemleştirmiş nışları, bilgisizliği, sefaleti ve önyargıyı sorumlu tut- ve buna bağlı olarak sanayinin yükselişi belirmiştir muştur. İnsanları boş inanışlara yönlendiren, bu in- (Bilgin,2004:231). Bu iktisat felsefesinin ilkelerini de sanların cep ve gönüllerini kontrol altına alan hırsları, insan-eşya merkezli tümevarımsal bir açılımla ele egoizmleri, bağnazlıkları, vahşilikleri ile tezahür eden almaktadır. Pozitivist içerikli liberalist iktisat düşün- Hristiyan din adamları olan papazlar dolayısıyla da cesinin toplum alanında da kabul görüp yaygınlaşıp Roma Katolik Kilisesidir. Kilisenin yaptığı zararlı et- hâkimiyet kurabilmesi için girişimci insan tipolojisini kinin arka planında ise, aşkın ve tabiatüstü yapısıyla inşa etme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu zihniyete sa- Hristiyan imanı ve vahyi aklın üzerine çıkarmış olan hip liberalist-kapitalist girişimci insanı inşa etmekte, Hrıstiyanlık yani din bulunmaktadır (Cevizci,2002:9) ancak pozitivist tümevarımcı eğitim zihniyeti ile sağlanabilmiştir. Sistem kendi belirleyiciliğini, kendince anlamlı etkin bir eğitim sistemini kullanarak oluşturabilmiştir. Aydınlanma felsefesi, 18.yüzyılda Batı Avrupa’da Hristiyanlığa karşı aklı öne çıkaran bir felsefe olarak, Batı toplumsal yapısının bir yandan Hristiyan metafiziğinin öbür taraftan da feodaliteden sonra serveti elinde bulunduran Yahudi unsurlarının (Sombart,2005: 24) düşünüş biçiminin etkisine bağlı olarak sorunlu geliştiği söylenebilir. Sombart’ın Kapitalizm ve Yahudilik adlı eserinde de belirttiği gibi Batı Avrupa’daki Yahudi unsurlar, bir taraftan toplumsal düşünce (toplumun soyut alanı) alanında salt akıl ve tabiatın hareketliliği vasıtasıyla seküler bilim zihniyetini geliştirmişlerdir, diğer taraftan ekonomik alanın da (toplumun maddi alanı) liberalist-kapitalist ekonomi modelinin gelişimini desteklemişlerdir (Sombart, 2005:24). Böylece Sombart’ın açıklamalarından hareketle Yahudilerin, Hrıstiyanlıktan (dinden) uzaklaşan bir eğitim zihniyetini geliştirdikleri söylenebilir. Hermeneutik Yaklaşım: Anlama, Yorumlama ve Gelenek’in Fark Edilişi 20.yüzyılda Pozitivist bilgiyi eleştiren Hermeneutik (yorumcu) yaklaşım ise pozitivizmin ampiristik bilgi anlayışından farklı olarak kültür-insan olgusu ve dış-iç bütüncülüğünün temel bilgi kaynağı olduğunu söyler. Başlıca Hermeneutik düşünce adamları, Karl Mannheim, Hans-Georg Gadamer, M.Weber, M. Heidegger, A.O.Hırschman, Dilthey, Wittgenstein’dır. Hermeneutik (yorumsama) genel olarak insan eylemlerinin meydana koyduğu ürün ve kurumlarını anlama, kavrama ve yorumlama çabası olarak belirtilir. Hermeneutik, ortaçağ süresince Kitab-ı Mukaddesi yorumlama sorunu çerçevesinde kullanılmasına karşın, 18.yüzyıl Aydınlanma Felsefesi ve onun 19.yüzyıldaki uzantısı olan pozitivist felsefenin tabiat bilimleri yöntemlerini sosyal bilimlerde kullanmasına tepki olarak doğmuş bir yaklaşımdır. Hermeneutik (yorumsama) düşüncesine farklı yaklaşanlar olmakla birlikte bunların ortak noktası; bireyin bir anlamlar dünyası içinde bulunduğuna yönelik kabulleridir. Bireyin bütün eylemleri, düşünceleri, iletişimi, yani 18.yüzyıl Batı toplumunun ön-endüstri çağını ya- tüm var oluşunu ifade eden unsurlar hep bu anlam- şıyor olması ile birlikte bu dönemde zirveye çıkan lar dünyasın da yer alır ve onun etkisi ile şekillenir. Aydınlanma felsefesi için metafizik unsurlardan arın- Anlamlar dünyasında birey edilgen olmayıp, tam ter- mış olan aklı merkeze alan bir bakış açısına sahiptir. si etken durumdadır. Söz konusu bireyin en önemli Aydınlanma felsefesine göre aklı normal işleyişinden eylemi ise kendisini ve dünyayı anlama çabasıdır. uzaklaştıran bu metafizik içerikli akıl, Batı Hristiyan kilisesi mahreçlidir. Bu bozulmanın kaynağı olarak Hristiyan metafiziğini ve buna bağlı olarak da; kilise- • 34 Gadamer’e (Bkz. Ulukütük, 2009b) göre bu anlama, var olma süreci olup bu noktada anlama, artık bir metod sorunu olmaktan uzaklaşıp ontolojik bir EKİM 2011 - SAYI 140• sorun noktasına ulaşmaktadır. İnsanın bilinci anlam- deli ve onun nedenselliği altında incelenemeye- lar dünyasına bağımlı olduğundan dolayı ön yargı- ceğini belirtir. Çünkü kültürün kendi gerçekliğinde, larla hareket etmek mecburiyetindedir. Anlamak is- tabiat bilimlerinin yasaları geçerli olmamaktadır (Öz- tediği şeye bu zorunluluktan dolayı açık zihinli, ön lem,1990:2829). yargılardan bağımsız ve nesnel olarak yaklaşamaz. Sonuç itibariyle Mannheim, Dilthey, Wittgenstein, Gadamer bu durum için, anlamayı ilk aşamada Heidegger, Weber ve Gadamer başta olmak üzere mümkün kılan peşin hükümler veya ön yargıların çeşitli yorumsamacılar; Aydınlanma düşüncesinin olması gerektiğini belirtir. Bireyin yapması gereken tarihsel kültürel ön yargılardan arındırılmış olan insan şey, bu ön yargılardan kurtulmak olmayıp onları an- tabiatına yönelik ezelî ve ebedî hakikatler merkezli lama süreci içinde teste tâbî tutup, bir yanlış doğru bir sosyal bilim yöntemi geliştirmek ve insan hakkın- elemesi yoluyla daha üst seviyedeki olgun yargıla- da bilimsel yasalar formüle etmek için tabiat bilim- ra ulaşmayı sağlamaktır. Bu sona ermeyecek daimi lerinin davranış kurallarının tümevarımcı metodunu bir süreçtir. Çünkü ön yargı içermeyen, sonlu bilgiye takip etmek amacıyla bireyci epistemolojik merkezli hiçbir zaman ulaşılamayacaktır. paradigmayı (Hekman, 1999: 2122) kesin bir biçim- Gadamer, anlama sürecini, anlayanla anlaşılan (özne-nesne) arasında bir arabulucuk görevi gördüğünü belirterek, bu süreç bir taraftan birey (özne) ön yargılarca yönlendirilirken öte yandan da onları etkileyen bir özne-nesne karşıtlığı sorunu aşılmaktadır (Ulukütük 2009e: 40-51; Duman 2006: 193–195). Anlama (ki bu bir anlamda ön yargıdır) ve bireysel öz eleştiri olmadan tarih bilincinin oluşması ne mümkün ne de anlamlıdır. de reddeden, onun bir hayal olduğunu belirten bir sosyal bilim kavrayışını sunmuşlardır. Böylece pozitivist eğitim anlayışının toplumda, insan-kültür-eğitim etkileşiminde gerçeği ortaya koyabilecek bilimsel bilgi üretme yönteminden yoksun olduğu ifade edilmiş olmaktadır. Eğitimin Hermeneutik Boyutu Hermeneutik kavramının geçirmiş olduğu tarihsel değişime karşın, onun, bilgi ve bilgiyi anlama ve öğ- Böylece Gadamer’in bu yorumsamacı yöntemi, renme sorusuna getirdiği fen bilimleri-sosyal bilimler pozitivist felsefi eğitim yöntemin tabiat bilimlerin- ayrımı ile anlamaya ve/veya anlamlandırmaya çalı- den esinlenerek ortaya koyduğu gereksiz daralma- şan bir yaklaşım olduğu da söylenebilir. Söz konusu dan kurtulmak için, tek geçer bir metodolojik yön- ayrım, fen bilimlerinin açıklama kavramı yerine sos- tem olarak belirtmektedir (Gadamer, 1990: 81–82). yal bilimler için anlama kavramını kabul ederek, yeni Bu konuda Dilthey’de tarihsel, toplumsal, kültürel bir açılım yaratmış ya da yeni bir perspektifin ortaya gerçeklik olarak bireyin dünyasını kendi imkânları çıkmasını sağlamıştır. Çünkü anlama kavramı aynı dâhilinde hareket eden bir dünya ve aynı zamanda zamanda, öğrenme kavramının bireyselleşmesi, hat- da tabiattan serbestleşmiş bir dünya olarak belir- ta giderek öznelleşmesi sonucunu beraberinde geti- terek, pozitivistlerin ifade ettikleri tabiat bilimlerinin ren bir dönüşümü de çağrıştırmaktadır. Zira eğer an- kanunlarının sosyal alanı da içerdiğine yönelik bilim- lama ve dolayısıyla öğrenme, bireysel düzlemde ve lerin olamayacağını belirtir. Çünkü tarih ve toplum, yaşamın dayattığı değişmezlerin /problemlerin/ güç- ampiriksel yöntemlerle doğrudan ele alınamayacak lüklerin aşılması ve/veya çözülmesi amacını taşıyor kadar yoğun alanlardır. Bu ancak algı ötesi bir içe- ve “yaşantı” da kendiliğindenliğe sahip olmasından rikle yani anlama nesnesi ile ele alınması gerekmek- dolayı, “yaşamın kendisi” tüm bilme ediminin ken- tedir. Yani Dilthey’e göre kültür bilimlerinin konusu disinden çıktığı/kendisine dayandığı ve tüm bilginin olan birey dünyası, tabiat bilimlerinin açıklama mo- temelinde yatan şey ise, öğrenme, bir dış kaynak 35 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM tarafından sunulan açıklamaya değil, bireyin bizzat dönük içerikler, programlar, ilkeler saptayıp bunları kendi iradesi ile sürece katılıp gerçekleşmesine kat- gerçeklendirmeyi seçeceklerdir/seçebilirler. Zira on- kıda bulunduğu, yani bizzat bireyin kendi iradesinin lar da aynı ya da benzer sorunlar ortamında ya da belirlediği anlama ile daha çok ilişkili bir süreç olsa eğer söylenebilirse, aynı dünyada yaşamaktadırlar. gerekir(Yılmaz, 2007:169). Dolayısıyla onların tasarımlarının ve uygulamalarının Eğer anlama, öğrenme, bilme, bireyin kendi yaşamındaki problemlerin giderilmesi gibi bir amaç taşıyorsa, ancak böyle bir işlev görebildiğinde daha kalıcı bir öğrenme oluyorsa, ya da bir başka anlatımla, bilgi yaşam içindeki işlevselliği ölçüsünde değerli ise eğer, o zaman bilgiyi öğrenme ve/veya anlamanın ontolojik bir boyutundan da söz edilebilir demektir. Ya da, bilgi ve/veya bilginin içerildiği kuram aynı zamanda, pratiğin bir uzantısı, bir parçası demektir de. Şöyle ki bilgiyi üretme, öğrenme ve onu bir kuramsal çerçeve biçiminde örgütlemenin kendisi bizatihi bir praksis, bir eylem, bir süreçtir. Ayrıca, ait olduğu gerçeklik alanıyla etkileşimini koruyarak geliştirilen ve bütünlenen bir süreçtir, eylemdir. Ya da “bir teori, bir teori olmasının yanında aynı zamanda bir praksistir de. Dolayısıyla hermeneutiğin problem alanını oluşturan sosyal/beşerî bilimlerin disiplinleri olan tarih, felsefe, edebiyat gibi disiplinler, aslında pratikte neler olup bittiğinin kuramsal bir çerçevesi olmak gibi bir görev de görmektedirler denilebilir. Bir başka ifadeyle hermeneutik, pratiği (ne olup bittiğini) anlamanın kuramsal (tarih, felsefe, literatür) çerçevesini oluşturmaktadır” (Özlem, 1994:89). Bir bütün olarak eğitim sürecinin, eğitilen birey açısından kendi davranışlarına temel oluşturacak, deyim yerindeyse onun davranışlarını meşrulaştıracak bilginin öğrenilmesinin yaşam pratiği ile iç içe olmasının yanında, eğitimciler olarak eğitenler açısından, öğretilecek bilginin seçiminde de yine aynı biçimde ve hatta aynı düzeyde yaşamla-iç-içelikten söz edilebilir. Şöyle ki eğitim kuramcıları, politika belirleyicileri ve uygulayıcıları da yine doğal olarak, kendi oluşturdukları dünya ve/veya toplum tasarımlarının ortaya çıkardığı gereksinim ve problem durumlarını giderme ve/veya çözümleme amacına • 36 da kendi kişiselliklerinden arınık olması düşünülemez. Zira düşünce ve kavramlar, hayatın derinlikleri içinde köklendikleri gibi (Birand, 1960: 23), bilgi de her zaman, insana, içinde yaşadığı dünyayı tanıtan bir görüş olması anlamında, belli bir dünya görüşü ile ilgili olan bir zemin üzerinde gelişir (Birand, 1960: 22). Dahası, fiziksel dünyanın bilgisi ve onun formal ifadesi olan fizik bilim(ler)i de nihayetinde, günlük/ sosyal yaşama ilişkin bilgi ve anlayışa dayanır, onda temellenir. Bir başka anlatımla, fiziksel düzen/lilik, ancak sosyal düzenlilik içinden kavranabilir (Rosa ve Blanco, 1997:192). Bu anlamda, doğa bilimlerinde verili olgular başlangıç koşullarından çıkarsanmış yasa hipotezleri yardımıyla açıklanırken; sosyal bilimlerde simgesel bağıntılar/bağlamlar kendindehissedip-bütünleme aracılığıyla anlaşılır (Özlem, 1994: 55). Dolayısıyla sosyal bilimler adı altında sınıflandırılmasından dolayı, eğitim biliminin yöntem anlayışı, açıklama temelli olmaktan çok anlama temelli bir yöntem olmak durumundadır. Ya da gerek öğrenen ve/veya eğitilen olarak öğrenci, gerekse öğreten ve/veya eğiten olarak eğitimci açısından, eğitim temelde yaşamla iç içeliğinden dolayı, öncelikle ve özellikle anlamaya dayanan bir süreç, bir deneyim olmak durumundadır. Yaşam süreci, bir anlama süreci olduğu kadar, bu anlamayı mümkün kılan yaşantının oluşturulması sürecidir de. Kişi yaşadıkça kendini bir hermeneutik daire, bir etkileyici bir tarihsel bilinç içinde bulur, dahası bu hermeneutik daireyi ve etkileyici tarihsel bilinci kazanır. Tarih ve gelenek, ona kendini ve içinde yaşadığı dünyayı anlayabileceği kategorileri, kavramları ve değerleri verir. İnsan yaşadıkça insan dünyasına ait bir varlık olma yolunda ilerler. İnsan dünyasının tüm olasılıklarını, tarzlarını, var oluş biçimlerini kuşanır. Özgür bir varlık olarak davranma EKİM 2011 - SAYI 140• becerisi kazanır. Düşünür, tasarlar, seçer ve eyler. Bir ya çalışırsak, sosyal şiddet o kadar ortadan kalkar yaşama alışkanlığı kazanır, kendine göre bir yaşam ve farklılıkları içinde barındıran bir uyum dünyası biçimi oluşturur. Bu oluşum birdenbire ortaya çık- ortaya çıkar. Bir arada yaşayan insanlar birbirlerini maz. Yaşam boyu edinilen bilgilerin ve deneyimlerin, ne kadar görürler, birbirlerine ne kadar uzanırlar, bir- bunda etkisi vardır. Dilthey’ın sözünü ettiği anlama- birlerine ne kadar dokunurlar, bir birlerine ne kadar yı güdümleyen ortaklık, Heidegger’in sözünü ettiği varırlar, birbirlerini ne kadar hissederler? Var oluşun “ufuk”, Gadamer’in sözünü ettiği tarihsel bilinç ve bireyselliği ötekini dışladıkça ve toplumu yitirdikçe, önyargı, yaşam boyu eğitimin bir ürünü olarak orta- bu soruları olumlu yanıtlamanın imkânı da ortadan ya çıkar. Bir dilin öğrenilmesi, bir toplumun gelenek kalkar. Hermeneutik, “anlama” ve “yorumlama” kav- ve kültür değerleri içinde kullanılması başlı başına ramlarıyla bizi en güzel şekilde ötekiye ulaştırma- eğitimsel ve hermeneutik bir olaydır. Çocuk, bir kül- nın ve onu keşfetmenin yollarını sunar. (Taşdelen, türün, bir tarihin, bir inanışın, bir dünya görüşünün, 2006:318–319) bir yaşayış biçiminin dilini öğrenirken, o dünyayı da kendi içine yerleştirmeye başlar. En basitinden bir dil kazanımı, en önemli eğitim olayıdır. Ailede başlar ve tüm yaşam boyunca sürüp gider. Çocuk yalnız dili kazanmakla kalmaz, dille birlikte bir dünya görüşünü, bir hayat algısını, sözcüklere içkin hâlde bulunan bir kültürel karakteri de kazanır. Kısaca anlamayı mümkün kılan önyargılar, ufku oluşturan, tarihsel ve geleneksel bağ, dil içindeki kültürel yapı, kültürel yapıdaki dil, ortak paydalar, bütün bunlar en temel eğitim olayıdır (Taşdelen, 2006:318–319; Ayrıca Bkz. Ulukütük, 2009a, 2009c). Hermeneutik Açıdan Türk Eğitim Sistemi II. Dünya Savaşı’ndan önce sistem kavramı biyoloji ile ilgili bir yaklaşımken, savaştan sonra sistem var olan bütün bilimlerde kullanılmaya başlandı. Böylece eğitim ve yönetim bilimleri de kendi alanlarında sistem kuramlarını uygulamaya başladı. Yönetim alanında sistem; “bir iki veya daha fazla bağımsız parçaların kısımların veya alt sistemlerin bütününden oluşmuş ve çevresindeki diğer sistem ve üst sistemlerle sınırları çizilebilen örgütlenmiş bir birlik olarak tanımlanmaktadır (Eren, 2004:46). Eğitim sistemleri birçok sistem kuramından en çok Öte yandan, yaşam özneler arası bir diyalogtur. örgütsel sistemlerle açıklanabilir. Şöyle ki ortaklaş- Bu diyalog, anlamalar ve anlaşmalar üzerine kurulu- tıkları amaçlar için bir araya gelerek güç birliği yapan dur. İnsanlar arası ilişkilerde tüm yaşam boyu süren insanlardan oluşan çevrelerinden aldıkları girdileri hermeneutik bir boyut vardır. Bu boyut iyi düzenlen- kendi güçleriyle işleyip örgütün gücüne dönüştüren, diği takdirde, uyumun, uzlaşmanın ve konuşmanın bu güçle amaçlarına uygun ürünler üreten toplumsal ortaya çıkması mümkündür. Aksi hâlde şiddet, en il- yapıdır. Eğitim sistemi en alt düzeyden en üste ka- kel davranış biçimi olarak öncelikle kendini gösterir. dar tek tek örgütlerden (toplumun eğitim kurumunun Hayat hep ben ve ötekinin buluştuğu noktada ortaya gereksinmelerinin doyurulmaya çalışıldığı toplumsal çıkar. Sınırlardan geçerek, sınırlardan dönerek yaşa- birimlerden) oluşmaktadır (Başaran, 1993:19–24). rız. Yol bizi başkalarına, başkalarını da bize getirir. Yol, anlamların, yanlış anlamaların, anlaşmaların, anlaşamamaların, şiddet ve baskıların, düşmanlık ve nefretlerin, dostluk ve kucaklaşmaların türediği bir yerdir. Var oluşun bireyselliği içinde birbirimize ne kadar yaklaşırsak, birbirimize ne kadar gülümsersek, birbirimizi ne kadar selamlarsak, birbirimizle ne kadar konuşursak, birbirimizi ne kadar anlama- Türk eğitim sistemi amaç, ilke ve yapı olarak Batılı dünya görüşünün eğitim ve öğretim alanındaki yöntem ve hedefleri benimsemiş bir eğitim sistemidir. Batının eğitim sisteminin dayandığı ilke ise görece son yüzyıldaki bilimsel yenilik ve gelişmelerin kendisine borçlu olduğu Aydınlanmanın terekesi olan pozitivizm ideolojisidir. Doğada ve toplumda evrensellik 37 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ve yasalar peşinde koşan pozitivist ideoloji evrensel lamda etkin olarak kurulduğu da ifade edilebilinir. olana ve yasa durumundaki her şeye boyun eğme Ancak pozitivist felsefi içerikli Batı sosyal bilim an- esastır. Bir yöntem olarak pozitivizm “evrensel” ve layışı günümüzde kültür, metafizik, toplumsal sub- “üniversal” olanı yakalamak için farklılıkları görmez- jektiviyeyi görmezden geldiğinden oldukça yetersiz den gelerek, benzerliklerin altını çizer(Arslan, 1992: olduğuna yönelik ciddi eleştiriler almıştır. XIV). Bu ideolojide olması gerekeni buyuran biricik otorite bilim veya daha yerinde bir söyleyişle bilim adamları cemaatidir(Arslan, 1992: XIII). Pozitivist için bilim, “dışsal dünyaya ilişkin kestirimci (predictive) ve açıklayıcı bilgi elde etme girişimidir”.Bunu yapmak için, dış dünyada gözlemlenen düzenli ilişkilerden genel önermelere geçilen teoriler kurulmalıdır (Keat ve Urry, 2001:15). Bu genel önerme ve yasalarla sistematik gözlem ve deney yoluyla keşfedilen olayları bir yandan kestirmeye öte yandan da açıklamaya imkân vermektedir. Pozitivist paradigmada “bir şeyi açıklamak demek, o şeyin bu düzenliliklerin bir örneği olduğunu göstermek demektir. Gözlem ve deney emin ve kesin bilginin tek kaynağıdır” (Keat ve Urry, 2001:16). Buna göre A.Comte, genelde pozitivist akımı, bilimi, kesin bilgi veren bir etkinlik olarak değerlendirir. Ancak genel olarak bilimsel faaliyetler özellikle de sosyal bilimler, kültür bağımlı niteliğe sahiptirler. Batı’da sosyal bilim, 19.yüzyıldan bu yana maddeyi (ekonomiyi merkeze alan) “toplum, değişmeyen kanunlara tabii bir nizam meydana getirir” ifadesiyle doğrulamacı bilim yönteminden hareket eder (Freund, 1997:42). Buna ilaveten yine Batı sosyal bilimini A. Comte’cu üç hâl yasası ile insan zihniyetinin gelişim evrelerini teolojik, metafizik ve pozitif (bilimsel-kapitalist ve liberalist zihniyetli girişimciliğin hâkim olduğu) aşamalarla açıklamaktadır (Schmidt, 1983:100). Böylece bu etkiler, Batı’da “sosyal bilim anlayışının ve mutlak bilimselciliğin öncüsü” olmuşlardır (Davutoğlu, 2005:216). Söz konusu üçüncü aşama olan pozitif aşamada pozitvist bilim adam- Bugün Türk eğitim sistemine yön veren temel etken pozitivizmdir. Çünkü pozitivizm veya pozitivist bilim ideolojisi, tarihî açıdan ülkemize giren ilk “Batılı” ideoloji, ilk “modern” ideolojidir. Pozitivist bilim ideolojisinin ülkemize giren ilk modern ideoloji olması açıklanması zor bir şey değildir. Osmanlı toplumunun Batı’ya açıldığı dönemde Batı’da Pozitivizm = Bilim anlayışı egemendi. Batı’ya açılmak pozitivizme açılmaktı. Bu noktadan bakıldığında, günümüzde Türkiye’de bulunan bütün modern entelektüel akımların kaynağında pozitivizm vardır. Modern Cumhuriyetimizin kurucuları klasik resmî ideolojiyi reddettiler ve pozitivizmi benimsediler. Modern eğitim sistemimizin temelinde pozitivist bilim ideolojisi bulunmaktadır. Türk eğitim sistemi Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim kurumlarında pozitivist ideolojiye uygun bir insan tipi yetiştirmeyi ideal olarak benimsemişlerdir(Arslan, 1992: XIV). Pozitivizm hermeneutik yaklaşımın tersine farklılıkları değil, benzerlikleri ön plana çıkarır. Anlamayı değil açıklamayı gerçekleştirmeye çalışır. Anlamayı değil açıklamayı öne çıkaran yaklaşımın ezberci yaklaşımla sonuçlanması sürpriz değildir. KAYNAKÇA Arslan, H. (1992) Epistemik Cemaat-Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi, Paradigma Yay. İstanbul. Ayaş, N. (1948) Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi: Kuruluşlar ve Tarihçeler, Milli Eğitim Basımevi. Ankara. Başaran, İ.E., (1993) Türkiye Eğitim Sistemi, Gül Yay., Ankara. (Comte, 1964: 20) olduğundan, kapitalist-liberalist Bilgin, V. (2004) Yirmibirinci Yüzyılda Türk Modernleşmesinde Paradigma Değişimi, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Birinci Yüzyıla Türkiye ve Dünya, Edi: E.Yazıcı, İlke Emek, Yay, Ankara. toplum düşüncesinin pozitivizm ile ilişkisi bu bağ- Birand, K. (1960). Manevi İlimler Metodu Olarak Anla- ları ve kapitalist-liberalist sanayi düşüncesi hâkim • 38 EKİM 2011 - SAYI 140• ma. Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi Yay. Ankara. Bolay, S. H. (1997). “Eğitimimizin Felsefi Temelleri”, Yeni Türkiye 7 (Eğitim Özel Sayısı). Büyükdüvenci, S. (1986) Hayatboyu Eğitim (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi. Cevizci, A. (2002) Aydınlanma Felsefesi, Ezgi Kitapevi, Bursa Comte, A. (1964) The Proggres Of Civilization Trought Three States, Social Change, Edit. Amitai And Eva Etzioni,Basic Books Newyork- London, Davutoğlu, A. (2005) “Sosyal Bilimlerin Evrenselliğine Yönelik Metodolojik Bir Kritik ve Sosyal Bilimlerin İslamileşmesi”, Bilgi, Bilim ve İslam, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi1–2, İSAV, Ensar Neşriyat, İstanbul. Duman, F. (2006) İdeoloji Kuramları, Feodaliteden Küreselleşmeye Temel Kavramlar ve Süreçler, Ed; Tevfik Erdem, Lotus Yay, Ankara. Eren, E., (2004) Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, Beta Yay., İstanbul. Freund, J. (1997) Beşeri Bilimler Teorileri, Çev:B.Yediyıldız, Türk Tarih Kurumu Yay, Ankara. Gadamer, H. G. (1981) Truth and Method Tr. William Gelen – Doepel. Great Britain for Sheed & Ward. Ltd. London. Gadamer, H. G. (1995). “Hermeneutik”, Çev. Doğan Özlem, Hermeneutik (Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar, s.11– 28. Ark Yay Ankara. Gadamer, H.-G. (1990) “Tarih Bilinci Sorunu”, Toplum Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, Der: P Rabinow, W.S. Çev: T.Parla, Hürriyet Vakfı Yay, İstanbul. Hekman, S. (1999) Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, Mannheim, Gadamer, Foucault ve Derrida, Çev: H.ArslanB.Balkız, Paradigma Yay, İstanbul. http:://www.meb.gov.tr/Stats/23.12.2006. Keat, R. Urry, J. (2001) Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev. Nilgün Çelebi, İmge Kitapevi, Ankara. Khun, T. (1995) Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev: N.Kuyaş, Alan Yay, İstanbul. Khun, T. (1995) Tarih-Bilim Tarihi İlişkisi, Toplum Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, Der: P.Rabinow, W.Sullivan, Çev: T. Parla, Hürriyet Vakfı Yay, İstanbul. Kissack, M. (2003). “Hermeneutik ve Eğitim: İnsan Bilimleri Öğretmenleri İçin Düşünceler”, Çev. Vefa Taşdelen, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 35– Sayı: 1–2 Konuk, O; (2003) “Toplum ve Eğitim”, Sosyolojiye Giriş-İhsan Sezal, Martı Yayın Evi, Ankara. Özlem, D. (1990)Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji, Ara Yay, İstanbul. Popper, K. (1995) Tarihselciliğin Sefaleti, Çev: S.Orman, İnsan Yay, İstanbul. Schmidt, A. (1983) History and Structure, An Essay on Hegelian-Marxist and Sturcturalist Theories of History, The MIT Pres, Cambridge, Massachusetts. Sombart, W. (2005) Kapitalizm ve Yahudiler, Çev. Sabri Gürses, İleri Yay, İstanbul. Taşdelen, V. (2006) Eğitim Hermeneutiği Sorunsalı Üzerine Felsefi Bir Araştırma, Ankara Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi) Tekeli i.-İlkin, S. (1999) Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK. Ankara,1999. Ulukütük, M. (2009a) “Varlığın Evi Olan Dilden Dilin Evi Olan Geleneğe: Gadamer’de Dil-Gelenek İlişkisi”, Hece Dergisi, Sayı:148, Ulukütük, M. (2009b) “Hans-Georg Gadamer (1900– 2002)’i Tanımak\Anlamak ve Türkçe’de Gadamer Bibliyografyası”, Uluslararası Kutadgubilig, Bilim Araştırma ve Felsefe Dergisi, Sayı:15. Ulukütük, M. (2010) “H.Georg Gadamer(1900-2002)”, mad. Felsefe Ansiklopedisi, Ed. Ahmet Cevizci, E-Babil Yay., 7. cilt. Ulukütük, M.(2009c) “Anlamın ve Yorumun Ufukları: Gadamer’de Ufukların Kaynaşması ve Gelenek”, Hece Dergisi, Sayı:149. Ulukütük, M.(2009d) “Anlamın Dilselliği İçindeki Tarihsellik: Gadameryan Hermeneutikte Dilsellik, Tarihsellik ve Gelenek İlişkisi”, Hece Dergisi, Sayı:152. Ulukütük, M.(2009e) “Hakikate Giden Yollar: MetinYazar-Okur Diyalektiğinde Beliren Anlama Sorunu”, Hece Dergisi, Sayı: 147. Yılmaz, M. (2007) “Eğitimin Hermeneutik Boyutu: Eğitim Kavramının Doğasına İlişkin Kimi Sorular”, Kaygı: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, Sayı: 8, Bahar 39 • GÜNDEM Millî Eğitim Bakanlığı, 11 Bin 475 Kadroya Öğretmen Atadı Öğretmen atamaları dolayısıyla MEB Başöğretmen Salonu’nda düzenlenen törende konuşan Bakan Dinçer, hükûmet olarak eğitime yaptıkları büyük yatırımlarla eğitime erişimi, fırsat eşitliğini, fiziki ve teknolojik alt yapıyı önemli ölçüde iyileştirdiklerini söyledi. Ancak öğretmen güçlü olmadığı sürece, yapılan bu iyileştirmelerin, artan derslik sayılarının, bütçe kaynaklarının, sunulan teknolojilerin arzu edilen faydayı sağlayamayacağını bildiklerini vurgulayan Bakan Dinçer, “Bu sebeple Millî Eğitim Bakanı olarak göreve başladıktan sonra gerçekleşen ilk törenin öğretmen ataması olması, öğretmenlerimizin sorunlarının kamuoyuyla paylaşılması açısından güzel bir fırsat oldu. Mesleğini büyük bir aşkla yapan, öğrencilerini büyük bir özveriyle yetiştirmeye çalışan yüzlerce, binlerce öğretmenimize toplum olarak, devlet olarak, tek tek bireyler olarak şükran ve min- • 40 net borçluyuz” dedi. Hep birlikte çalışarak öğrencinin de öğretmenin de gitmekten mutluluk duyduğu okul ortamlarını birlikte oluşturacaklarını ifade eden Bakan Dinçer, eğitimin ilgili tüm taraflarını da bu büyük çabaya dahil edeceklerini belirtti. Dünyanın pek çok ülkesinde eğitimin niteliğinin sayısal verilerden çok, öğrencilere kazandırdığı beceri, değer ve yeterliklerle ölçüldüğünü kaydeden Bakan Dinçer, bu beceri ve yeterlikleri çocuklara öğretmenlerin kazandıracağını ifade etti. Eğitimde öğretmenin yerinin, hiçbir teknolojik gelişmenin, hiçbir araç-gerecin dolduramayacağını vurgulayan Bakan Dinçer, bunun, dünyanın her yerinde böyle olduğunu söyledi. “Türkiye bu anlamda her biri Türk düşünce hayatında, sanat ve edebiyatta öne çıkmış çok değerli öğretmenler yetiştirmişken ne yazık ki bu mirası geleceğe taşıyamamıştır” diyen Bakan Dinçer, son on yılda eğitimin, gündemin ön sıralarına yerleşmesine paralel olarak, öğretmenlik mesleğinin öneminin yeniden hatırlanmasının memnuniyet verici olduğunu kaydetti. Hükûmetin son 9 yıllık dönemde, öğretmenlik mesleğinin hem nicel hem de nitel olarak gelişmesi için yoğun çaba sarf ettiğini belirten Bakan Dinçer, bu süre içinde 300 bin 84 yeni öğretmen alındığını, öğretmen sayısında yaklaşık 150 bin artış olduğunu anlattı. Bakan Dinçer, şöyle konuştu: “Kamu kaynakları elverdiği ölçüde, hatta çoğu zaman bu kaynakları da zorlayarak öğretmenlerimizin maaşlarında ve aldıkları ücretlerde büyük oranda iyileştirmeler yapıldı. Sonuç olarak bu mesleğin sevgiyle, inançla yapılan bir iş, öğretmenin ve öğrenmenin de ömür boyu süren bir uğraş olduğunu bize incelikle öğreten öğretmenlerimiz, her şeyin en iyisine layıklar. Bundan sonra da öğretmenlerimi- EKİM 2011 - SAYI 140• ze daha iyi çalışma şartları oluşturmanın, hayat kalitelerini geliştirmenin gayreti içinde olacağız. Öğretmenlik mesleği, gerçekten de kendi meslek gruplarına denk diğer meslek gruplarıyla kıyaslandığında hem ücret hem de diğer haklar bakımından arzu edilen düzeyde değildir. Bu kapsamda niteliksizlik nasıl ücretlere yansıyorsa, niteliğin de ücretlere ve öğretmenliğin statüsünün yükselmesine katkı sağlayacağını belirt- seçme ve yerleştirme süreçlerinde yetersizlik olduğuna, yer değiştirme ve görevde yükselmelerde de objektif davranılmadığına dair ortak bir kanı bulunmaktadır. Bu algıyı oluşturan nedenler varsa bunları da ortadan kaldırmalıyız. Eğitim sistemimizin çözüm bekleyen sorunlarına hep birlikte eğileceğiz. Karşılıklı iletişim, katılım ve uzlaşma gibi modern uygulamalarla, iyi yönetişim anlayışıyla insanı referans alan, öğren- yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu sistemin duyuşsal becerilerin de öne çıktığı bir meslek grubuna uygulanmasının uygun bir yöntem olmadığı ve iyi öğretmenleri seçmede yetersiz kaldığı yolunda güçlü bir kamuoyu bulunmaktadır. Bu kapsamda öğretmen seçme ve atama sistemine ilişkin sorunların çözümü, öncelikli gündem maddelerimizin başında gelecek. Öğretmenlik mesleğine bu temel özelliklere mek isterim.” me odaklı, daha adil, sorun değil çözüm üreten, daha esnek, bütün paydaşların birlikte karar alıp sorumluluğu paylaştığı bir yapıyı birlikte oluşturacağız. Eğitim sisteminin sorunlarının değişen şartlar ışığında her zaman gözden geçirilmeye, düzeltilmeye ve iyileştirilmeye ihtiyaç duyduğunu ve dinamik bir süreç olduğunu da hep hatırda tutacağız.” en üst düzeyde sahip olanların seçimini sağlayacak, yeterliklere öncelik veren, adil ve etkili bir yöntemi geliştirmek zorundayız. İnsan yetiştirme gibi zor bir sorumluluğu ve misyonu üstlenen öğretmenlerin kişisel ve mesleki niteliklerini neredeyse hiç ölçmeden merkezî bir sınavla seçerek öğrenciyle buluşturmak, sadece öğrencilere değil, öğretmenlerimize de yapılan haksızlıkların başında geliyor.” İnternetin ortaya çıkmasıyla rekabetin şeklinin değiştiğine ve bilgiye ulaşmanın maliyetinin sıfıra yaklaştığına işaret eden Bakan Dinçer, eskiden bilgiye sahip olan en büyük güce sahipken; günümüzde bilgisini güncelleyen, ondan yeni bilgiler üreten, bilgiyi hayatıyla bütünleştiren, yeni bilgi üreten, soran, araştıran, paylaşan ve geliştiren bireyin ön plana çıktığını söyledi. Bu gelişmelerin eğitim sistemini ve eğitim sisteminin aktörlerini sürekli değişmeye zorladığını vurgulayan Bakan Dinçer, şunları kaydetti: “Öğretmenlerin bilgi çağının gençlerini yetiştirecek niteliklerle donanmış olması gerektiğinden hareketle, öğretmene ihtiyacı olduğu her alanda daha çok yatırım yapacağız. Sorunların çözümü noktasında da öğretmenlerimizi alınacak olan kararlara daha fazla dahil edeceğiz. Özellikle öğretmenlik mesleği ve eğitim öğretimle ilgili alınan kararlara öğretmenlerin yeterince dahil edilmemesini bir sorun olarak görmeliyiz. Öğretmen ÖĞRETMENLERE DE HAKSIZLIK Kamu Personeli Seçme Sınavı’nın (KPSS) mevcut öğretmen atama sisteminde temel ölçüt olarak kullanıldığını anımsatan Bakan Dinçer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Öğretmenlik mesleğinin bir ihtisas mesleği olduğu düşünüldüğünde eğitimlerini tamamlamış öğretmen adaylarının içinden, öğretmenlik mesleğini en iyi yapacakları seçmek çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği açısından hayatî bir önem taşımaktadır. Bu yönüyle bakıldığında hâlihazırdaki öğretmen seçme sisteminin, öğretmenlik mesleğini daha iyi yapacakları seçmeye Bu soruna kısa vadeli çözüm olarak bugün ataması yapılacak 11 bin 544 öğretmenin iki hafta süreyle oryantasyon eğitimine tabi tutulacağını ifade eden Bakan Dinçer, öğretmenlerin etkinlik, verimlilik, uygulama becerilerinin geliştirilmesi, çevreye uyum, farklı kültürel hayatlara dikkat ve saygı gibi birçok hususta eğitimden geçtikten sonra görevlerine başlayacağını anlattı. Bunun bir pilot uygulama olacağını söyleyen Bakan Dinçer, uygulamanın gelecek dönemlerde bütün öğretmenleri kapsayacak şekilde genişletileceğini ifade etti. 41 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ÖĞRETMEN YETERLİĞİ Öğretmenlerin niteliklerinin sorgulanması ve geliştirilmesinde esas alınacak kriterin öğretmen yeterliği olduğunu belirten Bakan Dinçer, tüm öğretmenlerde bulunması gereken bilgi, beceri ve tutum özelliklerini içeren öğretmen yeterlikleri konusunda ilköğretim kademesi öğretmenlerine yönelik 16 alan belirlendiğini, ortaöğretimde de 8 alanda hazırlanan özel alan yeterliklerinin yürürlüğe konulduğunu, 8 alanda daha özel alan yeterlik çalışmasının devam ettiğini anlattı. Ancak uygulamada karşılaşılan sorunlardan hareketle sistemi revize etmek ve öğretmenlerin sahip olması gereken yeterlikleri doğru bir şekilde değerlendirerek hayata geçirmek zorunda olduklarını söyleyen Bakan Dinçer, öğretmenlerin mevcut yeteneklerinin sürekli geliştirilmesi ve okullarda sürekli bir öğrenme kültürünün oluşturulması gerektiğini kaydetti. 700 bini aşkın personel bulunduğuna dikkati çeken Bakan Dinçer, “Öğretmenlerimizin hangi alanlarda mesleki gelişime ihtiyaç duyduklarının tespiti başta olmak üzere; mesleki gelişimleri için daha etkili ve daha verimli sonuçlar doğuracak yöntemlere, ihtiyaç analizlerine ve hizmet içi eğitim modellerine odaklanmalıyız. Çalışanların motivasyonu, iş tatmini, yeterlik ve performanslarının artması için gerekli olan koşulları sağladığımızda, eğitimde yaşanan pek çok sorunu arkamızda bırakacağımıza inanıyorum” dedi. • 42 Türkiye’de öğretmenlerin yüzde 73’ünün 40 yaşın altında bulunmasının ülke adına çok büyük bir zenginlik ve fırsat olduğunu vurgulayan Bakan Dinçer, öğretmenlere şöyle seslendi. “Değişen dünyanın yeni eğitim anlayışı öğretmenden beklenen nitelikleri de değiştirmiştir. Öğretmenin bilgi aktarıcı rolü, öğrencinin de bilgi alıcı rolü değişmiştir. Eğitim artık ‘öğrenme’ üzerinde odaklanmakta, okullar ise öğrenen kurumlara dönüşmektedir. Öğrenen bir kurum sadece öğrencinin değil, aynı zamanda öğretmenin ve diğer tüm çalışanlarının da öğrenmesini gerekli kılmaktadır. Günümüz öğretmeni bilginin güç olduğu gerçeğini bir an bile unutmayarak ihtiyacı olan yeni bilgileri kazanmalı, becerilerini bir öğrenci gibi geliştirmeli ve zenginleştirmeli, yaşam boyu öğrenme alışkanlığı kazanarak niteliklerini artırma yollarını aramalıdır. Bilgi çağının öğretmeni sadece belirli bilgileri aktaran değil, yeni ve farklı şeyler yapabilme yeteneğine sahip, toplumsal ve evrensel değerleri önemseyen insanlar yetiştirmeyi, öğrencisine inisiyatif tanımayı temel amaç edinmelidir. Ama tüm bunlardan önemli olan bir şey var ki o da öğretmenliğin bir sevgi ve gönül işi olduğudur. Öğretme işi ırka, dine, renge ve cinsiyete dayalı her türlü ayırımcılığı elinin tersiyle iterek fedakârca insan yetiştirme sanatıdır. Öğrencileri arasında yürüyen öğretmen sadece bilgisini değil, sevgisini de vermelidir. Unutmamalıdır ki kalbine girilmeyen öğrencinin aklına hitap edilemez. Sevgi, doğruluk, hoşgörü, insan hak ve özgürlüklerine saygı gibi değerleri öğrencisine aktarmada iyi bir rol model olmalıdır. Doğru tutum ve davranışlar edinmenin okul başarıları kadar önemli ve değerli olduğunu hissettirmelidir. İyi bir öğretmen öğrencisine kendi yolunu bulmasında rehberlik etmelidir. İyi bir öğretmen öğrencilerini kendi bilgi ve beceri sınırları içinde tutmamalı, onlara kendi potansiyellerini açığa çıkarmak için yol göstermelidir. İyi bir öğretmen ülkesinin kalkınmasına yenilikçi, rekabet gücü yüksek gençler yetiştirerek katkıda bulunmalıdır. Yapacağınız işin sorumluluğu gerçekten de çok büyük. Ama bu mesleği icra ediyor olmanın saygınlığı, onuru ve toplum nezdindeki itibarı da çok büyük.” Bakan Dinçer, şöyle devam etti: “Şu anda ülkemizde 216 bin kadro bekleyen öğretmen bulunmaktadır. Hâlbuki norm kadromuzun tamamını kullansak bile aşağı yukarı 150 bin öğretmeni alma şansımız bulunmaktadır. Bugün 11 bin 544 öğretmen almayı tasarladığımız hâlde o kadar öğretmeni almayı başaramadık çünkü bizim ihtiyaç duyduğumuz alanlarda öğretmen yeteri kadar bulunmuyor. Öğretmenin yetiştiği alanla Bakanlığın ihtiyaç duyduğu alanda bir uyumsuzluk söz konusu. Öğretmen fazlalığı, yetişme alanlarındaki uyumsuzluklar ve ihtiyaç duyduğumuz alandaki öğretmenlerin yetersizliği gibi EKİM 2011 - SAYI 140• pek çok konu yanında meseleye makro yönden baktığınızda ulusal kaynakların yeterliliği, öğretmen kadrolarının sayısı ve tüm Türkiye’deki devlet memurluğu sisteminin sorunları içerisinde öğretmenin yeri gibi meseleleri de ilave ettiğinizde biz sadece dışarda kadro bekleyen öğretmenlere kadro vererek bu sorunu çözemeyiz. Çok daha köklü bir yaklaşımla meseleye bakmak ve çok daha temel stratejiler üretmek zorundayız.” Öncelikle insan kaynakları planlaması yaparak öğretmen yetiştirmeye dair strateji geliştirmek zorunda olduklarını söyleyen Bakan Dinçer, “Nitekim bununla ilgili temel çalışmaları da başlattık. Yakında YÖK ile karşılıklı işbirliği yaparak bu sorunun çözümüne yönelik daha köklü tedbirler almayı öngörüyorum” dedi. Öğretmen ihtiyaçlarıyla ilgili varsayımların 300-350 bin kişi olduğunu kaydeden Bakan Dinçer, bütün istihdam çözümlerinin devlette olduğu gibi bir yaklaşımla bu ülkenin istihdam sorunlarının çözülemeyeceğini, bu konuda herkese görev düştüğünü söyledi. Bakan Dinçer’in konuşmasının ardından bilgisayar kurasına geçildi. Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Klavye Şampiyonlarını Kabul Etti Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 2011-2012 eğitim öğretim yılının ikinci yarısında okullarda akıllı tahta ve öğrencilere tablet bilgisayar uygulamasını başlatacaklarını belirterek, tablet bilgisayarlardaki klavyelerin F klavye olması için çalışma yapıldığını bildirdi. Bakan Dinçer, 10-15 Temmuz 2011 tarihleri arasında Fransa’nın başkenti Paris’te yapılan Dünya Bilgisayar Klavye Şampiyonaları’nda 13 madalya alan öğrencilerden oluşan Türk Milli Takımı’nı Bakanlık’ta kabul etti. İntersteno Konseyi Üyesi ve Türkiye Temsilcisi, Bilimsel Çalışma İletişim ve Gelişmeleri Destekleme Derneği Başkan Yardımcısı Seçkin Köse, Bakanlığın bu yarış- Bakan Dinçer de Fatih Projesi kapsamında okullarda modern teknolojinin kullanılmasıyla ilgili önemli bir uygulamayı gelecek eğitim öğretim yılının ikinci döne- malara destek vermesini istediklerini belirtti. Türkiye’de herkese 10 parmak klavye kullanmasını önerdiklerini söyleyen Köse, ilköğretim okullarında 10 parmak F klavye eğitimi verilmesini istediklerini dile getirdi. Köse, tüm kurumlarda F klavyenin yaygınlaşması için F klavye eğitimi verilmesinin önem taşıdığını söyledi. minde başlatacaklarını belirtti. Bu projenin bir boyutunun okullara konulacak akıllı tahta olacağını söyleyen Bakan Dinçer, şunları kaydetti: “Biz, dünyada kullanıldığı gibi projeksiyonlu tahtayı kullanmayacağız. Doğrudan doğruya büyük ekran bilgisayarlar olacak, 65 inch büyüklüğünde bilgisayar ekranı olacak ve bilgisayar da o 43 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ekrana gömülmüş vaziyette olacak. Dolayısıyla dokunmatik bir şekilde biz bilgisayarı tahtada göreceğiz ve öğretmenlerimiz çocuklarımıza o bilgisayardaki imkânları, teknolojiyi kullanarak ders anlatma imkânı bulacak. Ayrıca, sürekli ve geniş kapsamlı bir banttan da internet bağlantısı olacağı için hem ulusal mahiyette bizim kendi hazırladığımız dersleri ve bilişim malzemelerini kullanma imkânları olacak hem de belki de dünyanın pek çok ye- rinde hazırlanmış malzemeyi kullanabilme fırsatını yakalayacak. Projenin ikinci boyutu ise tablet bilgisayar. Tablet bilgisayarlarda biliyorsunuz bir klavye var. Biz şimdi onların hazırlıklarını da ona göre yapıyoruz. Türkiye’de F klavye bilgisayarların, daktiloların kullanılmasını da belki bir yönüyle teşvik edeceğimizi düşünerek, tablet bilgisayarlardaki klavyelerin F klavye olması konusunda bizim bir çalışmamız, hazırlığımız da var. Bu çok önemli bir katkı sağlayacak. Türkiye’de yaklaşık olarak 16 milyon 800 bin öğrencimiz var. 16 milyon 800 bin öğrenci F klavyeli bilgisayar kullanmayı başarırsa toplumun geri kalan kısmının da giderek buna ayak uyduracağını varsayıyoruz.” Bakan Dinçer, derece kazanan öğrencileri ve öğretmenlerini tek tek kutlayarak onlara birer MP3 hediye etti, onlarla hatıra fotoğrafı çektirdi. Bakan Dinçer, Baba Destek Programı Semineri’ne Mesaj Gönderdi Millî Eğitim Bakanlığı ve Anne ve Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) işbirliğiyle, Birleşmiş Milletler Kadının Güçlendirilmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Örgütü desteğiyle başlatılan, “Şiddetsiz Aileler İçin Baba Eğitimi Projesi” çerçevesinde, 130 öğretmene Antalya’nın Kemer ilçesinde “Baba Destek Programı” semineri verilmeye başlandı. Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, seminerin açılış günü için video mesajı gönderdi. Bakan Dinçer, mesajında, her çocuğun, • 44 zihinsel ve bedensel bir potansiyele sahip olarak doğduğunu, doğduğu anda da ilk ilişkiyi annesiyle kurduğunu belirterek, “Babasıyla tanışması daha sonradır. Ancak tanışma ve ilişki kurma şekli ne olursa olsun, anne ve baba, çocuğun potansiyelinin geliştirilmesinde her türlü katkıyı yapacak güce sahiptir. Zihnî ve psiko-sosyal gelişimde anne ve babanın üstlendiği rollerde birtakım farklılıklar vardır. Anne, ailenin bir bütün olmasını sağlayan, kişiler arası ilişkileri düzenleyen bir birey, baba ise disiplini sağ- layan, geleceği planlayan, ailenin dışındaki dünyayla etkileşimde bulunan biri olarak çocuğa model oluştururlar” dedi. Dünyada annenin çocuğuna karşı tutumunun, çocuğun gelişimine etkisinin bilindiğini ve anneleri destekleyici programların uygulandığını vurgulayan Bakan Dinçer, mesajında şunları iletti: “Öte yandan babanın da çocuk gelişiminde anne kadar önemli olduğuna dair inanç giderek güçleniyor. Baba, çocuğun kişiliğinin gelişiminde özdeşim modeli ol- EKİM 2011 - SAYI 140• ması sebebiyle büyük bir önem Bakan Dinçer, babanın, çocu- taşıyor. Bu nedenle çocuğun ge- ğu yetiştirirken insan kimliği üze- lişiminde babaya da destek vere- rinde durarak, kadın-erkek ayrımı cek programların oluşturulması yapmamayı, fiziki gücünü kadına ve yeni bir yaklaşımla aile içindeki karşı kullanmanın hem psikolojik baba kavramının yeniden işlen- hem de ahlaken zayıflık olduğu- mesi önemli ve aynı zamanda da nu öğretmesi gerektiğini ifade gereklidir. Bu açıdan hiç zaman etti. Bakan Dinçer, mesajında, kaybetmeden bu doğrultuda uy- “Önemli gun tedbirler alınmalıdır. Erkek- baba olmak değildir. Bu konuda lerin, haklara saygılı, çocuğuyla kendini geliştirme isteğini duyan demokratik ilişki kuran, otoriter ve çaba harcayan, yaptığı hataları olmayan, şefkatli, değerlerine sa- gördüğünde bunda ısrar etmeye- hip çıkan, çocuğuyla daha fazla rek, hatadan dönme olgunluğunu zaman geçiren, hayatın zorlukla- gösterebilen baba olabilmektir” rıyla baş ederken bile inancından dedi. taviz vermeden ilişki kuran bir baba olmaları desteklenmelidir.” olan mükemmel bir Çocuk yetiştirilirken mutlaka iletişime geçilmesi gerektiğini vurgulayan Bakan Dinçer, Millî Eğitim Bakanlığı olarak sağlıklı zihnî ve sosyal becerilere sahip çocuklar yetişmesi için anne ve babaların birlikte gelişimini desteklediklerini bildirdi. Bakan Dinçer, “Biz, kendi kendine yeten, güveni tam, girişken, sorumluluk alan, araştıran toplumsal değerlere ve kurallara niçin uyması gerektiğini bilen, hakkını arayan, gerektiğinde itiraz eden, kendisi ve çevresi ile barışık bir insan yetiştirmek istiyoruz” mesajını iletti. Bakan Dinçer, eğitimci güçlendirme seminerinin çocukların gelişimine katkıda bulunacağına inandığını belirterek, başarılar diledi. Dinçer, Aday Öğretmenlerin Uyum Eğitimini Başlattı Bakan Dinçer, 81 ilde göreve yeni başlayacak öğretmenlere video konferans yöntemiyle bağlanarak seslendi. Uyum eğitimine, 26 Ağustos’ta ataması yapılan 11 bin 475 öğretmen katılıyor. MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Bilişim Hizmetleri Daire Başkanlığının konferans sa- lonunda kurulan teknik donanım ile öğretmenlere seslenen Bakan Dinçer, konuşmasına “Saygıdeğer öğretmenler hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sizler eğitim ailemize katıldınız. Aramıza hoş geldiniz. Sizleri bu vesileyle tebrik ediyorum, yeni görevinizde başarılar diliyorum” diyerek başladı. Bakan Dinçer, “Siz görevinize başlarken birçok hayal kurdunuz. Mesleğinizle alakalı, şahsi geleceğinizle alakalı hayaller oluşturdunuz. Bu hayallerinizin ne kadar gerçekleşeceğine dair birtakım kesin tahminlerde bulunmak zor. Ancak umarım bu hayallerinizi gerçekleştirme konusunda başarılı olursunuz ve biz de elimizden geleni bu alanda destek olarak sizlere sağlarız” diye konuştu. Aday 45 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM öğretmenlerin göreve başladıklarında kurdukları hayallerden farklı şartlarla, durumlarla karşı karşıya kalabileceklerine değinen Bakan Dinçer, şöyle konuştu: “Göreve başladığınız yerlerde, ilde, ilçede, beldede veya herhangi bir yerde hayal ettiğiniz fiziki şartları, eğitim ortamını veya çalışma şartlarını göremeyebilirsiniz. İşte bizim eğitim sistemimizin belki de pek çok sorununu birdenbire görmek, onlarla yüzleşiyor olmak sizlerde bir sıkıntı yaratabilir, endişe doğurabilir. Sizlere şunu söylemeliyim, dünyanın hiçbir yerinde insanların kendi hayal ettiği şartlarda ve değerlerde bir çalışma ortamı bulması da öyle çok kolay olmaz, olmayacaktır da. Mesela gittiğiniz yerlerde kalabalık sınıflar görebilirsiniz.” Türkiye’de uluslararası standartlarla karşılaştırıldığında derslik başına düşen öğrenci sayısının oldukça yüksek olduğunu ifade eden Bakan Dinçer, Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinde bu sayının 20-22 civarında olduğunu, bu sayının Türkiye’de 30’un üzerinde olduğunu söyledi. Bakan Dinçer, öğretmen başına düşen öğrenci sayısının ise Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinde 1415 öğrenci olduğunu, Türkiye’de ise bu oranın 28-30 civarında bulunduğunu belirtti. Bakan Dinçer, “Gittiğiniz yerlerde fiziki şartları gördüğünüz zaman da sıkıntı duyacaksınız ama daha da önemlisi görev yaptığınız özellikle Doğu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Orta Anadolu gibi birçok ilimiz- • 46 de yaşam şartlarının, ekonomik gelişmişliğin, insanların gelir düzeyinin verdiği sıkıntıları görüp bunlardan dolayı da üzüntü duyabilirsiniz. Şunu söylemek istiyorum, bütün bunlara rağmen biz bu kaderi yenmeye yönelik çalışmayı yapacak yegâne ekibiz. Eğer siz yoksulluktan kurtulmak istiyorsanız eğitimden başka şansımız yok” diye konuştu. Türkiye’de gelir dağlımını dengeleyecek, eşitliği sağlayacak bir çaba ortaya konulacaksa bunun için en önemli, en etkin mücadelenin eğitimi geliştirmek olduğunun altını çizen Bakan Dinçer, bir insanın yaşam kalitesinin geliştirilmesinde de eğitimin önemli olduğunu vurguladı. Sağlıklı yaşamanın, istihdam edilmenin, kişisel beklentileri gerçekleştirmenin tek yolunun eğitim olduğunu ifade eden Bakan Dinçer, “Eğitim yoksa, istihdam edilme imkânları düşüktür, zayıftır. Eğitim yoksa sağlıklı yaşam imkânları yoktur. Eğitim yoksa sağlıklı bir çocuk yetiştirme imkânı da bulunmamaktadır. Öyleyse gittiğiniz yerdeki yaşam kalitesinin düşük olmasının yine yegâne çözüm yolunun eğitimden geçtiğini bilmelisiniz” diye konuştu. Millî Eğitim Bakanı Dinçer, şunları kaydetti: “Bulunduğunuz yerde çocuklarımızı eğitirken; oranın yaşam şartlarını geliştirmek, kalitesini artırmak, insanların gelir düzeyini yükseltmek gibi bir çaba ortaya koymayı düşünüyorsak işte onun bu çocukların eğitiminden geçtiğinin farkında olarak yapmalısınız. Bu sebeple şayet sadece kişisel yaşam kalitesi değil, bir kentin yaşam kalitesinden bahsediyorsanız, gittiğiniz yerde, bir eğlence yeri yoksa, sosyal aktivite yapma yerleri yetersizse sizin sosyal ve kültürel faaliyetlere katılmayla ilgili imkânlarınız sınırlı ise bilin ki o kentteki insanların eğitilmesinden başka bu sorunun çözümü yoktur. Yoksulluğu önlemenin yegâne çaresi de yine eğitimden geçmektedir. Daha da önemlisi ulusal düzeyde büyümenin, kalkınmanın zemini eğitimle alakalıdır.” Bu ülkede insanların eğitim ortalamalarının lise düzeyinin üzerinde olması hâlinde bugünkü gayri safi millî hasılanın belki en az yarısı kadar daha fazla bir büyüklüğe sahip olunabileceğini belirten Bakan Dinçer, şöyle devam etti: “ABD’de yapılan bir çalışma şunu söylüyor, ‘ABD’de lise mezunu bir öğrencinin sahip olduğu beceriler, Kanada, Japonya, Güney Kore ve Finlandiya’daki öğrencilerin sahip olduğu beceriler kadar iyi olsaydı, ABD’nin gayri safi milli hasılası yüzde 9-16 oranında daha büyük olacaktır’ diyor. Bu açıdan bakıldığında gittiğiniz yerlerdeki şartlar değil, o şartların sizin üzerinizde olumsuz etkileri değil, tam tersi o şartların sizin üzerinizdeki olumlu etki yaratmasını, o makus talihi yenecek olan yegâne gücün kendiniz olduğunu bilerek hareket etmenizi öneriyorum.” ABD’de yapılan yine bir araştırmanın hizmet veren kurumların, EKİM 2011 - SAYI 140• örgütlerin başarılarının yegâne faktörünün insan olduğunu ortaya koyduğunu anlatan Bakan Dinçer, “Öncelikle sizler işinizi iyi yapar, çocuklarımıza sahip çıkar, emanet olarak ortaya koyduğumuz çocukların eğitimi ve geliştirilmesi ile ilgili konularda kendinizi feda ederseniz inanın biz bu zor şartları çok daha kolay aşacak bir noktada olacağız” dedi. Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, “Sizin bulunduğunuz yerde uğraşacağınız insanlar sadece çocuklar olmamalı. Aynı zamanda onların aileleri olmalı. Bunu sağlayabilmek için de bu kez okul ortamlarının herkese açık olması lazım” dedi. Bakan Dinçer, yakında konuyla ilgili tedbirleri alacağını belirterek, “İdarecilere, il, ilçe yöneticilerine, okul müdürlerine konuyla ilgili talimatları göndereceğim” dedi. “Fiziki imkânlar yetersiz olabilir, öğrenci sayımız çok olabilir, çocuklarımızın maddi durumları iyi olmayabilir ama inanın bütün bu eksiklikleri kapatacak olan tek şey öğretmenin güler yüzü, kendi idealleri ve çocuklarımıza dair ‘bunlar bir gün bir şey öğrenecekler ve öğrendikleri zaman da bu ülkede daha iyi şeyler olacak’ misyonudur. Bu açıdan bakıldığında şartların asla bizi etkilemesine izin vermeyin. Biz şartları etkilemeli ve bu ülkenin insanlarında üzerine çökmüş olan bu yetersizliği ortadan kaldıracak çabayı ortaya koymalıyız.” dedi. Öğretmenin bir kişi bile olsa pek çok şeyi değiştirebilecek güce sahip insan olduğunu belirten Dinçer, şöyle devam etti: “Yeter ki bu enerjiyi, bu misyonu, çocukları yetiştirme davasını kendisi için mesele hâline getirsin. Nitekim çevrenize baktığınızda sadece sorunları değil, böylesine başarılı öğretmenleri de göreceksiniz. Size önerim, sorunları görmek çoğu zaman insanların moralini bozan sonuçlar doğuruyor. Hâlbuki başarıları, başarıyla işini rektiğini vurguladı. Bakanlık olarak öğretmenlere bu konuda zemin hazırlayacaklarını ifade eden Dinçer, “Ama sadece kendimizi değişime uydurmamız yetmez. Bunun bir bilgiye dayanması gerekir. Bizim ülkemizin en önemli sorunlarından birisi şu anda bu. Herkes değişmek gerektiğini biliyor ama değişmenin hangi yönde olacağı, nasıl olacağı, ideal durumun ne olduğu konusunda ya fikir birliğine varamıyoruz ya da bir yürüten öğretmenleri görmek, onları dinlemek inanın bizi daha çok motive edecektir. Bakış açılarımızda bardağın dolu kısmını görerek hareket etmenin çok daha uygun bir strateji olduğunu, yeni fırsatlar yaratacağını sizlere söylemek istiyorum.” bilgi sahibi değiliz” diye konuştu. Öğretmenlere Lübnanlı şair ve yazar Halil Cibran’ın şiirini okuyan Dinçer, Cibran’ın insanlara şöyle bir tavsiyede bulunduğunu belirterek, “Dünya durur değişim olmazsa, değişim kör olur bilgiyle aydınlanmazsa. Bilgi bereketsizdir, eyleme dönüşmezse. Eylem boşunadır, sevgiyle yoğrulmazsa.” Şiirine hatta şöyle devam ediyor; “Bir eylemi sevgiyle yoğurmak ne demek? Eğer bunu sorarsanız bana, pişirdiğiniz ekmeğin hamurunu en sevdiğiniz insan yiyecekmiş gibi yoğurmaktır. Dokuduğunuz kumaşı en sevdiğiniz insan giyecekmiş gibi biçmektir, diyor” dedi. Öğretmenlerin değişimi takip etmesi gerektiğinin altını çizen Bakan Dinçer, öğretmenlerin sürekli kendilerini yenilemesi ge- Bakan Dinçer, “Aileler çocuklarını 3, 4, 5 yaşından itibaren 17, 18 yaşına kadar bize emanet ediyor. Bu emanete bizim ancak sevgiyle, şefkatle yaklaşarak eğitim vermemiz mümkün olacaktır. O açıdan bakıldığında karşımızdaki çocuğun kendi çocuğumuz olduğunu, onun başarısının bize gurur verdiğini görmelisiniz. Öğretmenlerimizin büyük bir bölümü okuttukları çocukların başarılarıyla gurur duyarlar. Ben de öğretim üyesiyim. Nerede başarılı olmuş ve benden ders almış öğrenci görüyorsam inanın hayatımın en mutlu anlarından birisini yaşıyorum” dedi. Çocukların temel bilgi ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi gerektiğine değinen Dinçer, öğrencilerin hayata hazırlanması gerektiğini; düşünmeyi, soru sormayı öğrenmeleri gerektiğini kaydetti. Dinçer, şöyle konuştu: “Öğrencilerin sadece sınavlarda akademik bilgi ve beceriye dayalı olarak alacakları yüksek puanlar, bir okulun ya da bir öğretmenin 47 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM başarısını ortaya koymaya yetmeyecektir. O yüzden bizim çok yönlü çaba içerisinde olmamız gerekiyor. Eğer biz bunu başarmak istiyorsak biliniz ki özellikle ilköğretim ve okul öncesi eğitim alanda, özellikle Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu bölgelerindeki alanlarda bu, ailelerle bütünleşerek gerçekleştirilebilecektir. Eğer aileleri eğitime dahil edebilirsek, özellikle anneleri eğitmeyi başarabilirsek o zaman biz çok yönlü başarıyı sağlayacak bir ivme kazanabiliriz. Sizin bulunduğunuz yerde uğraşacağınız insanlar sadece çocuklar olmamalı. Aynı zamanda onların aileleri, özellikle anneleri olmalı.” Bunun sağlanabilmesi için ise okul ortamlarının herkese açık olması gerektiğini ifade eden Dinçer, “Ben yakında konuyla ilgili tedbirleri alacağım, idarecilere, il, ilçe yöneticilerine, okul müdürlerine konuyla ilgili talimatları göndereceğim. Okullar sadece derslikleri olan, fiziki alanlar olarak görülmemelidir. İçinde okuduğumuz okullar, oturduğumuz evler bizim iç dünyamızı, ruh güzelliğimizi yahut da vizyonumuzu yansıtan mekânlar olarak algılanmalıdırlar. Bu açıdan bakıldığında fiziki mekânların sadece derslik olarak görülmesi bizim başarıları- • 48 mızın önündeki en önemli engellerden biridir. O okul bizim okul müdürüne ait değildir. O okul, okul idarecilerine ait olduğu kadar, öğretmenlere, öğrencilere, velilere aittir. İçinde yaşadığımız mahalleye aittir. Bu yüzden okulu ve fiziki şartları tüm mahalle halkının, öğrencilerin ve velilerin kullanabildiği, rahat girip çıkabildiği ve hatta kendi ailevi veya sosyal, kültürel faaliyetlerini yapabildikleri mekânlar olarak görmelisiniz. Çocukların ailelerini de o okullara çekecek türden yeni eylemler, projeler ortaya koyabilmelisiniz. Sorunlar çok ama sizden beklentilerimiz daha çok. Bu açıdan bakıldığında sizlerin yeni yılda bütün bu sorumlulukları duyacak, taşıyacak kabiliyette ve güçte olduğunuza inanıyorum. Tekrar aramıza hoş geldiniz. Sizler bizimle beraber olduğunuz için biz mutluyuz. Bu mutlu gününüzde sizlere yeni görevlerinizde başarılar diliyorum. Bu eğitim-öğretim yılının da hayırlara vesile olmasını diliyorum” dedi. Konuşmasının ardından Dinçer, Hakkari, Batman ve Bartın illerine ayrı ayrı bağlanarak eğitime başlayan öğretmenlerle konuştu. Öğretmenlere yeni görevlerinde başarılar dileyen Dinçer, bu yıl ilk defa başlattıkları uygu- lamayı burada bırakmayacaklarını ve her yıl yaz dönemlerinde öğretmenlerin eğitimleri için yeni fırsatlar vereceklerini söyledi. “Bir takım aksilikler, aksaklıklar olmuşsa, ben arkadaşlarım adına da özür diliyorum. Çünkü ilk defa denediğimiz bir uygulama. Ama giderek geliştireceğiz ve etkin hâle getireceğiz” dedi. Dinçer, öğretmenlerin yüksek lisans ve doktora eğitimi ile kendilerini geliştirmeleri gerektiğini de belirterek, “Yüksek lisans ve doktora programlarını biz teşvik edeceğiz ve onlara destek vereceğiz. Fakat bunu yaparken de görev yaptıkları illerden uzaklaşmak için bir araç olarak, bir taktik olarak kullanmamalarını diliyoruz. Maalesef bunu yapanlar var. Her şeye rağmen onların yanında olacağız” diye konuştu. MEB Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürü Ömer Balıbey de eğitimin 16 Eylül 2011 tarihine kadar süreceğini belirtti. Bu eğitim kapsamında öğretmenlere uzaktan ve yüz yüze eğitim verileceğini aktaran Balıbey, eğitimin 60 saat süreceğini, bu sürenin 30 saatinin uzaktan eğitim yöntemiyle (video konferans bağlantısıyla), 30 saatinin ise yüz yüze gerçekleştirileceğini anlattı. EKİM 2011 - SAYI 140• 49 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • 50