metinler olsun ya da olmas›n konu aca¤›z ayakkab›lar olsun ya da
Transkript
metinler olsun ya da olmas›n konu aca¤›z ayakkab›lar olsun ya da
8 Mart Dünya Emekçi Kad›nlar Günü SAYI 1 8 Mart 2007 é r i cap a m a m mos cap i r é el h a m mos a m a m el h a m metinler olsun ya da olmas›n konuaca¤›z ayakkab›lar olsun ya da olmas›n yürüyece¤iz insan pazar› geri dönüüm'den... gondulardan gelmişik açlık nedir bilmişik aman ağbey yaman ağbey gör bizi ‘insan pazarı’ isimli şiirinde, kadınların dilinden konuşuyor hasan hüseyin korkmazgil. çorum, çangırı, ezirgan’dan... gırşeher, dersim, suvas’tan... ve “gıtlıklardan gıyımlardan” gelen kadınların kendi dillerinden söylüyor, hem kadın hem de yoksul olmanın şiirini. “yeter ki gelsin ekmek”, “biz her bir içi görürük” diyor kadınlar... “yeter ki bırakmasın bu can bu teni”... sabahın seherinde sıcak yataktan kopmuşuk da gelmişik bu güvenpark’a gelmişik de birikmişik bu güvenpark’ta ‘angara angara güzel angara’ aman ağbey yaman ağbey gör bizi çorum’lardan suvas’lardan oluruk çangırı’dan ezirgan’dan gelirik gırşeher’den yozgat’tanık vallaha anşe’lerik fatma’larık gülüzar’larık güllü’lerik hatçe’lerik ağbeyim açlık nedir bilirik hele sen bir al bizi hele sen bir olur de biz her işi görürük cam silerik parıl parıl halı kilim silkerik ağartırık gap-gacağı aş da yaparık çamaşır dikiş nakış yatak da gabartırık süpürürük tertemiz gül-gülüstan ederik bakma öyle kibir kibir ağbeyim bakma öyle horgörük hele sen bir olur de hele sen bir al bizi hele sen bir goku sür sultan olur sekerik açlığın dini olmaz ağbeyim yoksulluğun vatanı kör olasın gahpe devran biz açlığı bilirik güvenpark’ta bir anıt var gördün mü aha böyle yamrı yumru bir daşdan bildin mi yazıyo ki o anıtta ağbeyim ‘övün çalış güven türk’ garga bokun yememiş it deşmemiş çöplüğü biz gelirik gondulardan ağbeyim aha orda bekleşirik beklerik ki gelsinler bizi ordan alsınlar yap desinler aha şunu yap desinler aha bunu üşenmezik erinmezik biz her işi görürük yeter ki gelsin epmek yeter ki bırakmasın bu can bu teni türkük diye övünüyok ağbeyim açlık türkü bilmiyo ki varak diyok iş üstüne çağır çağır gelmiyo ki çalışsak da güvensek da ağbeyim övünsek da olma mı anam sayrı üç yıldır babam işsiz ağbeyim gardaşlarım daha güççük daha suçsuz ağbeyim birileri gelse de alsa ya beni yuğsam da arıtsam ya kirlilerini dersim’lerden suvas’lardan oluruk gıtlıklardan gıyımlardan gelirik erinmezik üşenmezik ağbeyim biz açlığı bilirik güvenpark’ta o anıta selam saygı ederik hasan hüseyin korkmazgil “bu can bu teni”, çırpı deresinin sularına teslim etti... üç lira gündelikle çalıştıkları devlet işletmesine kamyon kasalarında taşınan kadın işçiler, kucaklarında ve karınlarında taşıdıkları bebeleriyle birlikte öldüler. *** geri dönüşüm’ün bu sayısı, kadınların dilinden konuşuyor; dünyanın dört bir yanından kadınların dilinden. kadınların sesinden bir şarkı söylüyor bu sayımız: capiré mosamam capiré el ham mosamam el ham (italyaca ve farsça: anlayış, kararlılık, anlayış) (arapça ve farsça: ilham, kararlılık, ilham) yirmi dört dilden kelimenin biraraya getirilmesiyle oluşturulan kadın yürüyüşü şarkısı capiré, ceylanpınar kadınlarının sesinden bir uzun havaya, güldünya’nın sesinden bir ağıda, ıraklı nur’un sesinden bir feryada, ezilen işçi ve emekçi kadınların sesinden enternasyonale dönüşüyor... *** “vardık, varız, varolacağız” diyen kadınların dilinden konuşuyoruz! “yaşasın dünya emekçi kadınlar günü” diyoruz! http://groups.yahoo.com/group/geri_donusum/ bir reklam›n "düündürdükleri" “Hindistan’da her y›l dü¤ün sezonunda tak›lan tonlarca alt›n›n” kaç genç kad›n›n ölümüne, kaç k›z çocu¤unun daha do¤madan öldürülmesine ya da kaç “dokunulmaz”›n kaç ölü bedeni yakmas›na neden oldu¤unu düündünüz mü hiç... “Hindistan’da heryıl düğün sezonunda ne kadar altın takılıyor dersiniz? Bir ipucu verelim: tonlarca! Yanlış duymadınız: tonlarca! Bunun dünya altın fiyatlarını nasıl etkileyebileceğini düşünebiliyor musunuz? Düşünmek zorunda değilsiniz. Biz, yatırımlarınızı etkileyebilecek her gelişmeyi yakından çok takip ediyoruz. Uzmanlık Yapı Kredi’de.” Bollywood kaçkını reklam filmi soruyor: “Hindistan’da heryıl düğün sezonunda ne kadar altın takılıyor dersiniz?” Henüz soruyu anlamamıza bile fırsat vermeden, cevabı yapıştırıveriyor altınla sulandırılmaya çalışılan damaklardaki meraka: “Bir ipucu verelim: tonlarca! Yanlış duymadınız: tonlarca!”.“Bunun dünya altın fiyatlarını nasıl etkileyebileceğini düşünebiliyor musunuz? Düşünmek zorunda değilsiniz.” diye devam ediyor. “Düşünmek zorunda” düşünüyoruz. olmadığımızın telkin edildiği yerde, durup Yatırımcıları için her gelişmeyi çok yakından takip eden sermayedarlarımız ve reklamcılarının, reklamcılık sanatı(!)nda da bir hayli uzmanlaştıklarını görüyoruz. Bu noktada hemen bir parantez açıp, konumuzu daha incelikli ve bilimsel! bir tabana oturtmak için öncelikli olarak – yaptığımızın bir medya eleştirisi olduğundan yola çıkarak – eleştiri konusunun, daha doğrusu suç mahalinin tanımını yapmak yerinde olacaktır. Reklam ve reklamcılık, kutsal kelime hazinemiz TDK sözlüğünde “bir şeyi halka tanıtmak, beğendirmek ve böylelikle sürümünü sağlamak için denenen her türlü yol” biçiminde tanımlanıyor. Başka tanımlarda ise, “reklamı yapılan mal ve hizmetlerin satın alınmasını sağlamak” reklamın başlıca amacı olarak ifade ediliyor. Biz buna kendi kültür ve literatürümüzde “boku bala bulayıp satma sanatı!” ( “sanatın ırzına geçerek ticaret yapma sanatı” diye tanımlayanlarımız da mevcut.) Buradan hareketle giriş cümlemize yeniden dönecek olursak, yatırımcıları için her gelişmeyi çok yakından takip eden sermayedarlarımız ve reklamcılarının unuttukları ya da kendi dillerince “düşünemedikleri” birşey var ki, o da bizim, reklamcılarımızın tavsiyelerini dinlemeyip “ düşünmek zorunda” olmadığımız halde “düşündüğümüz”... Her türlü insani değerin ve gerçekliğin hiçe sayılarak, herşeyin alınıp satılabilir bir metaya dönüştürülmesi ahlakı ya da -daha doğru tarifi- ahlaksızlığı ile şekillenen reklamınızı şöyle bir tersine çevirdiğimizde, “Hindistan’da her yıl düğün sezonunda takılan tonlarca altının” kaç genç kadının ölümüne, kaç kız çocuğunun daha doğmadan öldürülmesine ya da kaç “dokunulmaz”ın kaç ölü bedeni yakmasına neden olduğunu düşündünüz mü hiç... Biz sizin yerinize düşündük ve gerçek hiç de öyle reklam filmlerinizdeki “Muson Düğünleri”den fırlamışçasına sırıtan beyaz dişleriniz gibi değil... İşte size Hindistan’dan cinsiyet, kast, sınıf, cemaat temelli şiddetin kadın görünümleri: Öncelikle, Hindistan’da evliliğin her aşamasında süren çeyiz geleneği nedeniyle, kendisinden istenenleri karşılayamayan birçok kadının sonu ölüm oluyor. Öyle ki, Hindistan’da evlilik boyunca koca ya da kocanın ailesi kadından beyaz eşya, mal, mülk, para isteyebiliyor. Yine çeyiz geleneği nedeniyle ömür boyu aileye yük olacağı düşüncesiyle, kız çocukları cinsiyet temelli kürtaj yoluyla ya da doğumlarından hemen sonra öldürülüyorlar. Hindistan’da bu nedene bağlı kız çocuğu ölümleri, son 20 yılda 10 milyon gibi dehşet verici rakamlarla yansıyor istatistiklere. Buna bağlı olarak gelişen bir başka toplumsal gerçeklik ise, kadın ve erkek nüfus oranındaki dengesizlik olarak karşımıza çıkıyor. İstatistiklere göre ülkede 1991 yılında, her 1000 erkeğe karşılık 945 kadın bulunurken, bu oran 2001 yılında 1000’e 927, kimi bölgelerde ise 1000’e 700’lere kadar düşebiliyor. Daha vahim ve çarpıcı bir gerçeklik ise, fuhuşun yasak olduğu Hindistan’da, yoksul erkeklerin, eşlerini evlenecek bekar kadın bulmakta zorlanan zengin erkeklere aylık olarak kiralamaları. Kira bedelinin ne kadar olduğunu öğrenmek ister misiniz? 8 bin rupi, yani 280 YTL. Ne dersiniz? Fena para sayılmaz değil mi? “Yatırımcıları için her gelişmeyi çok yakından takip eden sermayedarlarımız” bu işe de yatırımlarımları noktasında el atabilirler! Hindistan’da yaşanan diğer bir gerçeklik de, kadınlara yönelik kadın doğum politikalarında yatıyor. İnsani bir katkı gibi görünen doğum kontrol hapları, sağlıkları üzerindeki olumsuz etkilerinden bihaber olan ‘dokunulmaz’ kadınlara, bir tür kıyım politikası olarak uygulanıyor. Ve ‘DepoProvera’, Hint fakirlerinin, daha doğmadan kökünü kazınmanın en iyi aracı haline geliyor. Diğer bir çarpıcı Hindistan gerçeği ise şöyle; Hindistan’da her yarım saatte 1 kadın tecavüze uğruyor ve her 75 dakikada 1 kadın öldürülüyor. Ulusal Suç Kayıtları Bürosu’nun 2004 verilerine dayanan raporuna göre, Hindistan’ın başkenti YeniDelhi kadınlar açısından en az güvenli kent durumunda. Aynı rapora göre, 2004 yılında her 29 dakikada 1 kadın tecavüze uğrarken, her 9 dakikada 1 kadın, koca ve kocasının akrabalarının şiddetine mağruz kalıyor. Hindistan’da tecavüz vakalarındaki kanıtlarla ilgili yasa ise, yine kadına yönelik şiddet ve tecavüzün tam anlamıyla karartılmasına yönelik olarak şekillenmiş durumda. İlgili yasa, bir erkek hakkında tecavüz ya da tecavüze teşebbüs iddiasıyla dava açılırsa, davacının genelde ahlaksız bir karaktere sahip olduğunun ortaya konulmasına izin vermekte. Öte yandan, suçlananın karakterinin dikkate alınma zorunluluğu yok. Bu koşul, seks işçisi bir kadının tecavüze uğraması halinde, hukuksal olarak hakkını aramasını neredeyse imkansız hale getiriyor. Ayrıca Hindistan yasaları, polisin, tecavüze uğrayan kadını derhal tıbbi incelemeye göndermesini gerekli kılmıyor. Böylelikle bu tür vakalarda tıbbi kanıt sıklıkla kaybedilmiş oluyor. Hindistan’daki en can alıcı ve yakıcı! gerçeklik ise ‘Sati Geleneği’. Bu gelenek çerçevesinde Hint kadınları, ölen kocalarının yanmakta olan cenazesiyle beraber diri diri yakılıyorlar. Yaklaşık 2300 yıllık bir geçmişi olan bu gelenek nedeniyle Hindistan’da heryıl yaklaşık 400 kadın diri diri yakılıyor. Bu vahşetin Hint cemaatçi ataerkilliğindeki özeti ise “kocası ölen kadın, ölmek ister”... İşte siz bu kadınlara takılan tonlarca altını bankalarınızda yatırmaya çalışıyorsunuz ya da reklamlarınızda bu kadınlara en renkli ‘sari’lerini giydirip, işveli danslar eşliğinde bir tür cenaze töreni düzenliyorsunuz. Belki de bizim düşünmek zorunda olmadığımız budur! deniz lodos kad›na iddetin alfabesi bizler derin uykudayken “A - Alicia Aristregui, İspanya, 2004. Ayrıldığı kocasınca bıçaklanarak öldürüldü. B - Birgül Işık, Elazığ, 2005. TV programında şiddet gördüğünü söyleyince oğlu tarafından öldürüldü. C - Cheagh Rooteh, Irak, 1993. Yabancı bir adamla konuştuğunu gören babası tarafından öldürüldü. Ç - Çiğdem İnce, İzmir, 2003. Evlilik dışı hamile kaldığı için ağabeyince öldürüldü. D - Dilber Kına, İstanbul, 2001. Erkeklerle gezdiği için babası baltayla öldürdü. E - Evrim Sarıçiçekler, İstanbul, 2005. Ailesinin karşı çıktığı birisiyle evlendiği için ailesinin görevlendirdiği birisince öldürüldü. F - Fadime Şahindal, İsveç, 2002. İsviçreli bir genci sevdiği için babası öldürdü. G - Güldünya Tören, İstanbul, 2004. H - Hatun Sürücü, Almanya, 2005. Zorla evlendirildiği eşinden boşandıktan sonra bir ‘Alman gibi’ yaşadığı için ağabeyi öldürdü. I - Ivy Blore, Kanada, 2004. Aile içi şiddet kurbanı. K - Kadriye Demirel, Diyarbakır, 2003. Tecavüze uğrayıp hamile kaldıktan sonra ağabeyi tarafından öldürüldü. L - Leticia Aguliar, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı. M - Maria Theresa Carlson, Filipinler, 2001. Evliliği boyunca şiddete maruz kaldı. Sonunda 23. kattan atlayarak intihar etti. N - Nadia Anjuman, Afganistan, 2005. Afganistanlı şair, kocası döverek öldürdü. O - Olivia Hodson, Amerika, 1999. Aile içi şiddet kurbanı. P - Pınar Kaçmaz, Diyarbakır, 2002. Evden kaçıp mankenlik ajansına başvurduğu için babası ve ağabeyi tarafından öldürüldü. R - Rukhsana Naz, İngiltere, 1998. Evlilik dışı hamile kaldığı için annesi ve ağabeyi tarafından boğularak öldürüldü. S - Sevda Gök, Şanlıurfa, 1996. Pastaneye gittiği gerekçesiyle bir yakını tarafından öldürüldü. - Şemse Allak, Mardin, 2002. Evlilik dışı ilişkiye girdiği gerekçesiyle taşlanarak öldürüldü. T - Tasleem Begum, İngiltere, 1995. Erkek arkadaşı olduğu için kuzeni tarafından arabayla defalarca ezilerek öldürüldü. U - Ursula Allen, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı. V - Victoria Anna, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı. Y - Yeşim Sağlam, Adana, 1998. Kocasını terk edip sevgilisiyle beraber olduğu için babası ve kocası tarafından öldürüldü. Z - Zehra Karagöz, Şanlıurfa, 2003. Başka erkeklerle beraber olduğu söylentileri üzerine kocası tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Bir kad›n bizlere sesleniyor... Bir feryat... ‹gal alt›ndaki Irak topraklar›ndan... Ebu Garip ‹kencehanesi'nden... ... Alfabenin tüm harflerine kan bulaşmışsa, pekâlâ aynı harfler bu kez acıya ortak olmak için bir araya gelebilir. Bu mektupta da senin için bir araya geldiler, Güldünya... Şimdi hepsi dağıldı, geriye sadece son olarak sana şunu söylemek isteyen harfler kaldı. Güldünya, sen ağlarken, güler mi hiç dünya?..” Uluslararas› Af Örgütü’nü taraf›ndan düzenlenen “Güldünyaya Mektup Yar›mas›”nda birincisi olan yukar›daki metin, Ezgi K›zmaz'a aittir. “Halkıma, Ramadi’nin, Halidiye’nin ve Felluce’nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara... ... İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum. Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle birarada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalılar’ın bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim... ... Kardeşlerim; ...yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalılar’ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım... Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin... ... burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! ..." Ebu Garip'ten kardeiniz Nur “İnsan ne zaman ölür Gülünün solduğu akşam” (T. Uyar) -yakalarındaki gül hiç solmayacak olanlar'aYaşamın tam orta yerinde, sevdalarını kavgalarıyla bir eyleyip düş’e koyulan kadınların ses’i bu... Duyuyor musunuz? Alıyor musunuz yüzyıllık yanık güllerin kokusunu? Yanlış duymadınınız “kül” değil “gül” kokusu bu... yüzlerce kilometre öteden aynı göğün yüreklerimize akıttığı, dokuma atölyelerinden havaya yükselen kadın işçilerin yanık bedenlerinin kokusu bu... Tanıyoruz biz bu kokuyu... Tanımaz mıyız hiç... Mapus damlarında diri diri yakılan kız kardeşlerimizin karanfil kokulu bedenleri hala burnumuzda tütüyorken, tanımaz mıyız biz hiç... ciğerlerimizi dağlayan o karanfil ve gül yanıklarının canım kokusunu... Ah... yine ses’ler yankılanıyor... Bu sefer yine yakınlardan, yanıbaşımızdan: taşgenerallerin mini mini ellerinin taşsavarlara dönüştüğü “kutsanmayan” topraklardan... Minik ellerin bedenine saplanan her bir kurşunun önüne, toprağa serilmiş bedeniyle çığlık olan Rachel’in ses’i bu... barışın, kardeşliğin altın saçlı, en açık tenli ses’i bu... Ve bir ses, en hain, en kalleş mapusluğun yaşandığı Ebu Garip’in tellerine dolanan bir turna ses’i... Nur’un sesi bu... Ve yine bizim ellerden bir ses... Sevgilere, sevdalara kan bulaştıran ellerden... Bu eller ki babaları, kardeşleri, yarları katil eyleyen eller, diller... Evet Güldünya, sana varmak için bu sözler... Ah Güldünya... Sevmenin, sevdalanmanın yasak olduğu topraklarda, Güldünyalar’ın saçlarında güller değil, dom dom kurşunları uçuşur rüzgarlı havalarda... Ah Güldünya bilesin ama... narin nazlı bedeninin çoktan karıştığı toprağında, lilithler yeşeriyor sabırsızca... Sen rahat uyu Güldünya, bedenin cürettir, cesarettir ardında bıraktığın kardeşlerine... ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... ses... ... duyuyor musunuz? ... her dilden , her tenden kadın seslerini... Ah... nice yangın ortasından boy veriyor nice kadın sureti... Oğullarını, kızlarını, yüreklerinin yarısını beyaz ölümlere beleyip, sonra kendilerini bu yola yoldaş belleyip, kaç cumartesiye uyandı bu analar; bu topraklarda, bu coğrafyada ve yedi iklim dört kıtada Plazo de Mayo Anaları’yla... Ve sonra, yine bu analar ölüme uyandılar bir sabah açlığa yatırdıkları bedenleriyle; sadece bu topraklarda, bu coğrafyada... Tutuşturuyorlar yine kadınlar açlıkla harlanan karanfil kurusu bedenlerini, bu sefer yüreklerimizin tam orta yerinde... İdil, Aysel, Hatice, Sevgi, Gülsuman, Şenay, Canan, Zehra... bitmiyor bu karanfiller saymakla... Sonra yine kadın sesleri çınlıyor kulaklarımızda ve yüreğimizin en saklı yerinde; Asiye’nin, Muhabet’in, Nergis’in, Lale’nin, Menekşe’nin, Gonca’nın ve daha nice direnç çiçeğinin sesi bu... İşkencenin kalleşi düşmüştür bu sese... Ama yok “yolu yok kalbim yolu yok/sağ çıkacağız bu acılardan” diyerek çıkmışlardır en onulmaz yaralarından... Ve savaşın orta yerinde 405 aşağılık bedenin, yüreğindeki barış çığlığını ezemediği Şükran Esen’e uzatıyorlar taze bahar çiçekleri ile ışıyan ellerini... Aynı göğün soluğu ile Mirabal kardeşlere değen ellerini... Ve yine bir ses! Bu ses devrim evlerinden düşman ellere uzanan , avuçlarında yüreklerini patlatan yiğit kadınların sesi... Bu ses Sabahat’in ses’i, Eda’nın ses’i, Sibel’in ses’i, Meral’in ses’i, Şengüneş’in ses’i... Ve bedenlerine onlarca bombanın yağdırıldığı, dağların güneş saçlı Barbarası’nın ses’i, Bernası’nın ses’i, Zilanı’nın ses’i, ... ses’i, ... ses’i, ... ses’i, ... ses... ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... ses... ... duyuyor musunuz? ... Tanya’nın sesini... Partizan Tanya bize sesleniyor darağacından... “duyuyorum, duyuyorum bizimkilerin nal sesleri geliyor” diye haykırıyor son nefesinde... Ve Rosa... vahşice katledilip sulara akan Rosa, nehirlerce yüreğiyle “buradaydım, buradayım, hep burada olacağım” diyor öldürülmeden önceki son yazısında ve “Ya sosyalizm, ya barbarlık” şiarını miras eyliyor bizlere... Ve Ulrike... ‘beyaz tecritin kızıl direniçisi’ Ulrike, asla teslim etmiyor beyin hücrelerini tecrite... “Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” diyor Clara... Krupskaya... Kolontai... ve niceleriyle inceden inceye süzülüyorlar bilinçlerimize... ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... ses... ve yanık gül kokulu, karanfil kokulu kadın sesleri karışıyor en kardeş ellere... ve bize sesleniyorler yine... “Birbirimize verecek ellerimiz var/ daha güzel değil hiçbirşey/ birbirimize bir orman gibi bağlanmaktan/ yerleri göklere kavuşturmaktan gökleri geceye/ o bitmez tükenmez gün doğuracak geceye” (P. Eluard) ... duyuyor musunuz?... deniz lodos capiré bizler eylem yapan kadınlarız çok şey var kazanacağımız kadınlar, ayağa kalkalım ve yürüyelim biliyorsun yarının dünyasını taşıdığını hep beraber, birlik içinde gel sesini yükselt onurlu ve mutlu bir yaşam için uyanalım ve ayağa kalkalım gerçeği bilmek bizi harekete geçirir yoksulluğa son vermek için değiştirmek ve karar sahibi olmak istiyoruz şarkı söyleyelim geleceğimiz için adalet, barış, eşitlik ve onur için açlıktan susuzluktan uzak olmasın hastalık ve umutsuzluk capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham metinler olsun ya da olmasın konuşacağız ayakkabılar olsun ya da olmasın yürüyeceğiz şiddete uğrayan bütün kadınlar adaletten yararlansın sessizliğe son! herkes farkına varsın adaletsizliğe ve şiddete uğrayanlar değiştirmenin zamanı geldi yetti artık çaresizlik umutsuzluk capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham ayağa kalkalım dünyanın her yerinde bozulsun sessizliğin düzeni! şimdi mücadele edelim savaşı dururalım ve kadınlara barışı getirelim sadece birlikte korkuya ve şiddete karşı koyacağız hep birlikte ilerleyelim barış içinde ayağa kalkalım hepimiz, barış için mücade edelim barış için! capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham dinle, aktif kadınlarız biz, okumayı yazmayı öğrenelim bu dünyada yerimiz olması için capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham dünya kadınları ortaya çık, haklarımızı kazanmak için birlikte bağırabiliriz şarkı söyleyelim, dans edelim mücadelemiz sınır tanımaz kız kardeşlerinin elini tut şöyle hayatı dönüştür, eşitliği kur yürek hoplatacak şarkımız elele yürürüz sesimiz bir yükselir kutlayın kadınlar ister siyah ister beyaz biz kız kardeşiz hakkımızı arayalım dünyanın dört köşesine uzansın ellerimiz birlikte, birleş ve özgürleş eğitimi ve kuvveti paylaş gücü keşfet, değiştirme gücünü! kız kardeşlerinin elini tut şöyle hayatı dönüştür, eşitliği kur yürek hoplatacak şarkımız elele yürürüz sesimiz bir yükselir kutlayın kadınlar ister siyah ister beyaz biz kız kardeşiz hakkımızı arayalım dünyanın dört köşesine uzansın ellerimiz birlikte, birleş ve özgürleş eğitimi ve kuvveti paylaş gücü keşfet, değiştirme gücünü!