Tasavvuf Nedir, Tasavvuf Ehli Kimdir?1
Transkript
Tasavvuf Nedir, Tasavvuf Ehli Kimdir?1
İbrâhîm Gökçe Tasavvuf Nedir, Tasavvuf Ehli Kimdir?1 Besmeleden, hamdden, salât ve selamdan sonra… Tarih, yol ararken yoldan sapanlara defalarca şahit olmuştur. Yoldan sapmamak, yolda saplanıp kalmamak, asıl hedefe varmak için halis tasavvufa dün olduğu kadar bu gün de ihtiyaç vardır. Tasavvufi yola koyulan mümin elbette bu yolun kılavuzu, önderi Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’i nümune almalıdır. Allah’a yürünen bu yolda, o yüce Peygamberin düstürlarını dikkate almadan ilerlemek mümkün olmayacaktır. Çünkü Allah celle celâlühû’ya ulaştıran yol, O’nun yoludur. O’nu tanımadan, bilmeden benimsemeden onun gibi olmadan, onda olmadan, onunla olgunlaşmadan, onda kaybolmadan yolda kaybolmak, yola düşerken yolda düşmek çok kolaydır. Başta kendi nefislerim olmak üzere bu yolda gidenlere yolu şaşırmamak için gerekli bazı hatırlatmalar yapmayı borç biliriz. olan, onlardan bir parça okuyan, (o mevzuda) yazan ve (tasavvuf kitablarına) dipnot düşen herkesin sûfî olduğunu zannederler. Hâlbuki öyle değildir; o, deve iğne deliğinden geçmedikçe bu isme aslâ layık olamayacaktır. Tasavvuf, ancak hal ilmidir, söz ilmi değildir. O, Sünnet-i Nebeviyye’nin ortaya koyduğu güzel ahlakı kazanmaktır. Bunun için tasavvuf büyükleri, “Tasavvuf her türlü üstün ahlakı bezenmek, kötü ve düşük ahlakı da terk etmektir” demişlerdir. [Hafız Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ’da2 bunu Cüneyd-i Bağdâdîn’nin bir sözü olarak zikretmiştir: O, ben Ebû’l-Fadl Nasr İbnu Ebî Nasr et-Tûsî’yi şöyle derken işittim, dedi. O, Ebû Bekr İbnu Mesâkıf’ı şöyle derken işittim (dedi.) (Ebû Bekr), Cüneyd’e tasavvuf’un ne olduğunu sorunca, “(Tasavvuf) her türlü kötü ve düşük ahlaktan çıkmak ve her türlü üstün ahlaka girmektir” dedi.]3 Bazı imamlar şöyle demişlerdir: İmân Süyûtî rahmetüllahi aleyh, “Şu’letü Nâr” isimli risalesinde şöyle diyor: [İnsanlardan birçoğu, tasavvuf kitapları ile meşgul 1 Bu başlık mütercim tarafından ilave edilmiştir “Tasavvuf hadis ve akaid ilimlerinden oluşan bir 2 Hafız Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ (1:22) 3 Bu parağraf Süyûtî’nin risâlesine düştüğü kendi dipnotudur; biz onu metine koymayı münâsib gördük. 38 ilimdir. Kim hadiste derinleşir ve bu hadis ilimleriyle amel eder, Ehl-i Sünnet vel-Cemâat mezhebine uygun sahih bir itikat sahibi olursa sûfî olur. Kim, akaid ilminde değil de hadis ilminde derinleşirse muhaddis olur. Kim de hadis ilminde değil de akaid ilminde derinleşir ise usulcü veya kelâmcı olur. Bunların hiçbirisine sûfî denmez. Kim bu iki ilme sahip olur, hadis ve kelam ilminde derinleşir, hadislerle amel eder ve sahih bir itikada sahip olursa, işte bu kişi sûfî olur.” Bu yüzden bir kısım önceki ulemâ, “Hadisleri ezberlemek işini (başka şeylerden) öne almadıkça ve inanç noktasında Ehl-i Sünnet’e uyacak bir şekilde lüzûmlu şeyleri öğrenmedikçe bu tasavvuf yolu kişiye tamamlanmaz” demişlerdir Bu gün mutasavvıf olduğunu iddia edenlerin birçoğuna, Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in ibadetlerindeki, adetlerindeki, yemesindeki, içmesindeki, giyimindeki, hareket etmesindeki, hareketsizliğindeki, uyanıklıklığındaki, uykusundaki, oturmasındaki, kalkmasındaki, yürümesindeki, ailesiyle muaşeretindeki ve başka şeylerdeki sünnetlerin tamamını bilmesi bir yana büyük ve küçük hâcetinden sonraki temizlenmesi hakkında soru sorulsa, bilmezler. Baksana, Cüneyd-i Bağdadi Peygamber efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem’in karpuzu nasıl yediğini bilmediği için -O’nun yemesinin aslı belli olmasına rağmen- karpuz yemekten nasıl da geri durdu? Cüneyd, Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in karpuzu nasıl yediği hakkında döneminin hadis hafızlarına sormuş ve onlar bu hususta herhangi bir rivayetin bulunmadığını söylemişlerdir. Bana birisi geldi ve bir şey hakkında sordu? Ona“Sen önce sünnetleri ikmal eyle” dedim. O da“Ben sünnetleri ikmal ettim” dedi. Ona,“Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem nasıl oturuyordu?” diye sordum. Bunu bilemedi. Böylece ona yanlışını gösterdim. Hâlis Sûfîlerin hallerinden birisi de, Sünnet’in -ister hikmetini bilsinler isterse bilmesinler- her çeşidinden hiçbir şeyi kaybetmemeleri ve onları terk etmekle gevşeklik göstermemeleridir. Çünkü bu davranış, kişinin ilminin artmasına sebep olur. İnsan ne zaman bir sünneti işlerse, Allahu teala onu daha önce bilmediği başka bir sünnete sevk eder. Nitekim derler ki, haseneden (sevab getiren güzel bir işden) sonra gelen hasene, o ilk hasenenin sevabıdır. Seyyieden (günah kazandıran kötü bir işden) sonra gelen seyyie de ilk seyyienin cezasıdır. Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz’in hurmayı yiyip çekirdeğini (aynı) tabağa koymayı yasaklamasındaki hikmeti bilmeden senelerce durdum (ve bu yasağa uydum.) İşte bu Sünnet’e uymanın bereketi ile Allah celle 39 celâlühû benim bazı hadis âlimlerinin kelâmında nakledilen hikmete4 ulaşmamı nasip etti. Sonra, ey insanlar!.. Bilin ki, Sûfîler iki çeşittir. Birincisi: Sünnet Sûfîleri. Cüneyd-i Bağdadi ve ona tabi olanlar gibi. İşte bunlar halis insanlardır ki, Allah’ın yarattıklarının özü bunlardır. Hayatlarını Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in eserlerini (hadîslerini) arayıp bulmak ve onlarla amel etmekle geçirmişlerdir. Böylece de özün özü olmuşlardır. İkincisi: Felsefecilerin Sûfîleri: Bunların aslı yunan kâfirleridir. Çünkü onlar hikmet ve akıl sâhibi idiler; zahidlık ve riyâzat yapmaya başladılar. Sonra Allahu Teala onların zamanlarında Musa aleyhisselâm’ı göndermiş, O da onları kendi şeriatına davet etmişti. Karşı gelmişler, büyüklenmişler ve Mûsâ aleyhisselâm’a, “Biz senin getirmiş olduğuna muhtaç değiliz. Biz zaten senin söylediğini söylüyoruz, senin getirdiğinden daha fazlasına sahibiz. Biz hayvanlara acıdığımız için hayvan kesmeyiz; sen ise kesiyorsun” demişler ve böylece ona uymaktan geri durmuşlardı. Bu sebeple Allah celle celâlühû onları şaşırttı ve iblisin sırtına bindirdi. İblis de onları riyâzâtlarında5 ruhun ve alemin kadim oluşuna6, hayulaya7 ve mutlak birliğe8 inanmaları gibi bozuk itikatlara sürükledi. İslam gelip de (her türlü İslâm dışılıktan) hâlis (arınmış) olan tasavvufçular fırkası doğunca, insanlardan bir grup kendilerini felsefecilere benzetmek istedi. Hadisleri ve (Sahâbe rivâyetleri demek olan) eserleri arayıp bulmak onlara zor geldi; sünnetleri sürekli yapmak ve korumak zahmeti ve meşakkati onlara ağır geldi. İşte bu sebeple felsefecilerin tasavvufçularının yoluna yöneldiler. Çünkü o yolun ameli daha az, yükü de daha hafiftir. Bu tâifenin reîsi İbni Salah’ın “Fetâvâ”sında “o bir âlim değil, insan şeytanlarından bir şeytandı” dediği filozof İbni Sinadır. İbni Sina felsefecilerin yolunu düzenledi, açıkladı ve insanları felsefeye çağırdı. Kendi döneminde ve sonraki dönemlerde O’na uyanlar oldu. Bundan dolayı İslam âlimleri derhal 4 O hurmayı yiyip çekirdeği aynı hurma tabağına koyan kimsenin kendisiyle beraber yiyenlere hürmet etmesi icabı. Nitekim bazıları üzerinde tükrük ıslaklığı bulunan çekirdeklerin diğer hurmaların yanında bulunmasından tiksinebilir. (Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl:1/644’dan hulâsa ve ana fikir olarak.) 5 Açlık, susuzluk, uykusuzluk ve başka bir takım meşakkat ve zorlukların altına girerek bedeni ve nefsi terbiye etmek. 6 Evvellerinin olmadığına, sonradan yaratılmış olmadıklarına. 7 Sûret-i Cismiyye’nin yeri olan ilk cevher… Varlığın asıl maddesi, mayası… 8 Panteizm’e yani Batı vahdet-i vücudçuluğu’na. (O’na) cevâb verdiler; hâlis sünnet sûfîleri ile sapık felsefe tasavvufçularının arasındaki farkları ortaya koydukları birçok kitaplar yazdılar.. İki gruptan her bir grubun hâlini apaçık ifadelerle îzâh ettiler. Evvelkileri (Sünnet tasavvufçularını) övdüler ve onlara uymayı teşvik ettiler. Diğerlerini de (Felsefe tasavvufçularını da) yerdiler ve sapıklıklarına aldanmaktan (insanları) sakındırdılar. Önceki ve sonraki İslam âlimleri hep buna tenbîh ede gelmişlerdir. Şimdi ise sûfî olduğunu iddia edenlerden birçokları gerekli şartlardan bir tanesini (bile) taşımamaktadırlar. Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz’in sünnetini yapmak bir kenara o sünnetleri bilmemektedirler. Şunun bunun yazdığı kitaplara itibar etmekte, o kitaplardan istediklerini seçmektedirler. Bundan dolayı onlardan birisinin üzerinde kat kat karanlıklar olduğunu görürsün. Çünkü sünnetin nurları onu aydınlatmamıştır. Onun iç dünyası temiz değildir ki dış dünyası aydınlık olsun. Onlardan cahil birisinin panteizm (batı vahdet-i vücûd’u) ve ruhun kıdemi gibi mevzularda gürültü çıkardığını, söylenip durduğunu görürsün. Onları üç grup insan dinler: (Birincisi): Salih kimselere hüsnü zanda bulunan avamdan olan cahil kişidir. Bu kişi bir söz işitse, onu hayır zanneder, boş bir kalp ile onu değerlendirir ve o söz onun kalbine yerleşip kökleşir. Bu yerleşen fikir uğruna kılıçla savaşacak hale gelir. Bir mürşit onu bu fikrinden döndürmeye çalışsa, “Bu, salih kişilerin işidir” der. (İkincisi): Felsefecilerin görüşlerinin Şerîat’a ters düşdüğünü bilen fıkıh âlimidir. Şu kadarı var ki, bu kişi kapasitesi geniş biri değildir. Elinden, ancak, dünyayı çığlıkla doldurana kadar anlamadığı sözlerle bağırmak gelir. Bütün sûfîleri kâfirlikle suçlar, bütün sâlih kişilere su-i zan eder. Onlara kılıçla saldırmak imkânı olsa, bunu da yapar. O, bu hususta mazur görülür. Çünkü fakih, Şerîat’a uymayan şeyi -onun yüksek bir rutbe olduğunu kabul etmesi şöyle dursun- işitmeye bile dayanamaz. Şu da vardır ki, bütün ehl-i tasavvufa su-i zan etmesi noktasında mazur görülemez. Zira insanların tamâmı bir değildir. Üçüncü kişi: Bütün ilim(çeşit)leri ile dolu, çaplı, kapasiteli, işleri, (işlerin) temel esaslarını ve şu temel esaslarından kaynaklanan mevzuları, insanların farklı yollarını ve karışık nefsânî istek ve arzuları bilen ve her bir sözün ve inancın nereden geldiğini (kaynağını) bilen kişidir. Bu kişi her işini aceleye getirmeden ona yapışarak yapar. Her insana hak ettiği şekilde hüküm verir. Ona sûfî olduğunu iddia eden biri geldiğinde, ilk olarak onun huyuna, davranışlarına, açıklamalarına, hareketine (yaptığına), hareketsizliğine (yapmadığına), konuşmasına ve susmasına bakar. Eğer onu, ahlakında ve gidişatında sünnet yolu üzere yürüyen, hareket edilecek yerde hareket eden, durulacak yerde duran, konuşulacak yerde konuşan, susulacak yerde de susan, işleri yerlerine koyan, her şeyi yerine yerleştiren bir kimse olarak görürse, onunla ilgilenir ve onun özelliklerini inceler. Eğer O’nu üstünlük sıfatları ile görürse ona ikram ve saygıda bulunur. Onu yerine ulaştırır. (Ona hak ettiği gibi davranır.) Yok, eğer Sünnet’i terk eden bir kişi olarak görürse, sünneti terk etmesinin sebebinin onu (sünneti) bilmemekten mi yoksa bilerek mi olduğunu anlamak için ona Sünnet’ten (bir şeyler) sorar. Bunu (Sünnet’i) bilmediğinden dolayı yaptığını anlarsa, onu Sünnet’i öğrenmeye sevk eder. Yok, bildiği halde sünneti terk ettiğini anlarsa, o kişiyi azarlar, kınar, nasihati kabûl edip etmediğine veya nasihatin kendisine zor gelip gelmediğini bakar. Sonra itikadını yoklar. Eğer onu felsefecilerin tasavvufçularına meyleder halde görürse, ona nasihat edip doğrusunu gösterir, üzerinde bulunduğu itikadının batıl olduğunu ve sapıklığını izah eder. Bu nasihati kabul ederse, ne güzel. Eğer onu, sünneti, Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’in hadislerini, Sahâbe’nin eserlerini ve Şer’î ahkâmı bilmeyen, kendine verilmeyen (faziletler) ile tokmuş gibi görünen,9 maksadı da Mûsâ’nın ateşini yakmak,10 karanlık (ne olduğu bilinmeyen) sözü ortaya atmak, yalancı şöhret, batıl dava, sefaletten sonra insanlar arasında adı sanı duyulması, bilinmezlikten sonra şöhret (kazanmak) olan bir kişi olduğunu anlarsa, onu, işe yaramaz, düşük ve değersiz insanlar arasına yerleştirir, maymunların ve aşırı kıvırcık saçlıların (?) arasına sokar. Kişi için hiçbir hayatta hiçbir hayır yoktur, Düşük ve değersiz maldan sayıldığı zaman. ]11 (Süyûtî’den Nakıl Bitti.) Şüphe yoktur ki günümüz samimi ve hatta art niyetli olmayan tasavvuf ve tarikat yolcularının İmam Süyûtî’nin yukarıdaki sözlerinden alacakları büyük dersler vardır. Bütün hamd ve senalar âlemlerin Rabbine âid ve layıktır. 9Burada “Kendisine verilmeyen bir şeyle tokmuş (o kendinde varmış) gibi görünen (kendisinde olmayan bir şeyi onda varmış gibi gösteren) iki yalan elbisesini giyen gibidir (tastamam yalancıdır.)” hadîsine telmîh/işaret vardır. [Ahmed (6/345), Buhârî (5219), Müslim (2130), Ebû Dâvûd (4997), İbnu Hibbân (5738,5739)] 10 Mûsâ’nın ateşini yakmak ile ne denilmek istendiğini anlayamadık. 11 İmam Süyûtî, Şu’letü Nâr:99-105 (Selâsü Resâil, Dâru’lMedîneti’l-Münevvere,1421) 40