Dergimiz 3. Sayı - FATİH - Uluslararası Fatih Sultan Mehmet
Transkript
Dergimiz 3. Sayı - FATİH - Uluslararası Fatih Sultan Mehmet
Haziran 2014 Sayı: 3 “O’nun rengiyle boyandık.” Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi Okul Dergisi Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda Haziran 2014 Sayı: 3 Dünya Birincisiyiz İmam-Hatip Liseleri Arası Hafızlık Yarışması’nda Öğrencimiz Mustafa N’diaye İmam-Hatip Liseleri Arası Arapça Bilgi Yarışması’nda Okulumuz Türkiye İkincisi Türkiye Birincisi Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Adına İmtiyaz Sahibi Mustafa Üçüncü Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Gülali Editör Turan Koçtürk Yayın Kurulu Mehmet Cesur, Fatih Mehmet Özdemir, Adem Yılmaztürk, Ayşe Gülsüm Ünsal, Yılmaz Albayrak, Umut Yanlık, Ali Kemal Gulfanov, Mustafa Salihoviç, İsmail Kasango Lubaba, Seid Şukra, Ahmet Beşir Okumuşlar, Afdorn Chekoh, Erkam Ertürk Tashih Mehmet Cesur, Fatih Mehmet Özdemir, Ayşe Gülsüm Ünsal Grafik Tasarım Origami Reklam (0212) 266 43 93 (0544) 792 91 93 www.origamireklam.com Baskı Matsis Matbaa Adres Daruşşafaka Cd. Daruşşafaka Ön Sk. No: 2 Fatih / İstanbul Tel: (212) 491 21 99 Faks: (212) 491 17 43 UFSM Büyük Oynuyor, Büyük Düşünüyor! “Yedirenk”in üçüncü sayısıyla karşınızda olmanın gurur ve mutluluğuyla hepinizi Allah’ın selâmıyla selâmlıyoruz. Kısa adıyla UFSM olan okulumuz, faaliyetlerine başladığı 2010-2011 eğitim-öğretim yılından 2013-2014 eğitim-öğretim yılına kadar çok önemli başarılara, çok büyük organizasyonlara imza attı. Kuruluşunun henüz dördüncü yılında spordan kompozisyona, hitabetten münazaraya, hafızlıktan ezana, şiire… kadar çeşitli ve sayısız başarılara imza atan okulumuz, bu başarıların bir şans, bir tesadüf olmadığını, geçtiğimiz aylarda Katar’da düzenlenen Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda yirmi iki ülke arasında dünya şampiyonu olarak bir kez daha kanıtlamış oldu. ve uzun soluklu çalışmalarıdır. Bundan dolayıdır ki biz de kapak konumuzu dünya şampiyonluğuna ayırdık. Doğrusu kapak konumuzu belirlerken zorlanmadık değil. Bunca başarının arasından hangisini öne çıkartacağımıza karar verebilmek pek de kolay olmadı bizler için. Çünkü hangisini öne çıkartırsak diğerleri ikinci planda kalacaktı. Ki öyle de oldu. Daha biz bunları böyle düşünürken Van’da yapılan Türkiye Hafızlık Yarışması’nda da birinci olduğumuz haberi düştü telefonlarımıza. Sevinç üstüne sevinç, gurur üstüne gurur… Öğrencilerimizle ve öğretmen kadromuzla ne kadar iftihar etsek azdır. Sevgili Okuyucular, Hiç şüphesiz, bu başarıyı yakalamak kolay olmadı. Başarımızı öncelikle sistemli, titiz, inançlı, istikrarlı ve özverili bir çalışmaya borçlu olduğumuzu özellikle belirtmek isteriz. Zira zahmet olmadan rahmetin olmayacağının, hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilemeyeceğinin gayet iyi farkındaydık. Bu sayıda birbirinden güzel yazılar siz sevgili okuyucularımızı bekliyor. Lokman Yılmaz Hocamızın kaleme aldığı “Katar Hatıraları” ile Hassan Jamal ve Youssef Sennou öğrencilerimizin yazıları başarıya giden yolda bizlere önemli ipuçları vermektedir. Dünya şampiyonluğunu kazandığımız yarışmada üstün bir performans sergileyen başta öğrencilerimiz Hassan Jamal, Youssef Sennou, Oussama Bakha ve Mustafa N’diaye olmak üzere, yarışmanın hazırlık aşamasından bitiş anına kadar kendilerine rehberlik eden Mesleki Arapça Öğretmenimiz Lokman Yılmaz’a, Meslek Dersleri Öğretmenimiz Kenan Altuntaş’a ve emeği geçen bütün idareci, öğretmen ve öğrenci arkadaşlara teşekkürü bir borç biliriz. Okul Müdürümüz Sayın Mustafa Üçüncü’nün “Korkaklar Tarih Yazamaz”, Felsefe Öğretmenimiz Yılmaz Albayrak’ın “Başarabileceğine İnan” yazılarını ve misafir öğrencilerimizin bir iki yıllık o tatlı Türkçeleriyle kaleme aldıkları şiir, hikâye ve diğer türlerdeki çalışmalarını büyük bir zevkle okuyacağınıza inanıyoruz. Yazılarımız da ismimiz gibi rengârenk. Her bir yazı “eleğimsağma”nın bir rengini temsil ediyor. Tabii ki yarışmanın Türk ve Arap basınında genişçe yer tutması da bizleri ayrıca sevindirdi. Hele havaalanındaki görkemli karşılama ve halkın göstermiş olduğu teveccüh bizleri ziyadesiyle memnun etti. Böylesine büyük bir başarının elbette ki yankı bulması gerekiyordu. Gerekiyordu zira imam hatipler yükselen yeni değer olarak ülke ve dünya sathında yeniden adından söz ettirir oldu. Bugün artık imam hatipler sadece kendi ülkemizde değil, birçok farklı ülkede de model olma yolundadır. Bu model ve örnek oluşun temelinde yatan sebeplerden birisi de kalıcı başarıları Bu sayıda değerli fikir, yazı ve yardımlarıyla bizlere katkıda bulunan Turan Koçtürk, Mehmet Cesur, Fatih Mehmet Özdemir, Ayşe Gülsüm Ünsal, Erol Duzcan, İsmail Balkanlıoğlu, Umut Yanlık, Âdem Yılmaztürk hocalarımıza, yerli yahut çok uzak ülkelerden gelerek olağanüstü gayretler gösteren uluslararası öğrencilerimize ve daha isimlerini burada zikretmeye imkân bulamadığımız bütün “Yedirenk” dostlarına en kalbî şükranlarımızı sunarız. Daha güzel ve daha aydınlık yarınlarda görüşebilmek ümidiyle hepinizi Allah’a emanet ediyoruz. Allah’tan Geldik, Allah’a Döneceğiz! 13.05.2014 Salı günü Manisa’nın SOMA ilçesinde meydana gelen maden faciasında 301 kardeşimizi Hakk’ın rahmetine uğurladık. Hüznümüz derin, acımız emsalsizdir. Kardeşlerimizin acı haberleri, hepimizin yüreğini dağladı. Alın terleriyle medar-ı maişet için yerin binlerce metre altında oldukça zor şartlarda çalışan kardeşlerimizin makamları âlî, mekânları cennet, mesaileri ibadet olsun. Cenab-ı Allah onların her birini şehitler mertebesine erdirsin. Bu elim kazada hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, geride kalan gözü yaşlı, yüreği yanık ailelerine, yetimlerine, yakınlarına, sevenlerine sabır ve metanet, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar diliyoruz. içindekiler 12 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Bize Yakışanı Yaptık 04 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda Dünya Birincisiyiz 36 KÜLTÜR-SANAT 37 38 40 42 44 KÜLTÜR-SANAT 02 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Dünya Şampiyonluğunun Sırrı 14 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Korkaklar Tarih Yazamaz 20 Fert ve Toplum Hayatında Samimiyet Şiir 13 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Başarabileceğine İnan 18 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Teşekkür 22 KÜLTÜR-SANAT Fetih ve Nesil... Geleceğin Fatihlerine KÜLTÜR-SANAT Başbakan’a Mektup KÜLTÜR-SANAT Gülümse KÜLTÜR-SANAT 26 Üvey Anne KÜLTÜR-SANAT Şiir KÜLTÜR-SANAT Fetih Ruhu HAZİRAN 2014 30 KÜLTÜR-SANAT Ancak Fetih Ruhuna Sahip Gençler Fatih Olabilir 32 KÜLTÜR-SANAT Komşumuz Kardeşimiz Suriye 56 FAALİYETLERİMİZ Biz Kimiz? 62 FAALİYETLERİMİZ Hayale Yolculuk 72 FAALİYETLERİMİZ Gez Dünyayı Gör Konya’yı 34 KÜLTÜR-SANAT İnsanlığın Efendisi (sav)’ne Binlerce Selâm... 61 FAALİYETLERİMİZ Okulumuz Başarıya Doymuyor 66 FAALİYETLERİMİZ Bir Mehter Geçti Karadeniz’den... 74 FAALİYETLERİMİZ Tabiat ve Tarih: Samsun ve Amasya 46 ÜLKELER 48 ÜLKELER 50 ÜLKELER 51 ÜLKELER 52 ÜLKELER 53 ÜLKELER 54 ÜLKELER 55 ÜLKELER 58 FAALİYETLERİMİZ 60 FAALİYETLERİMİZ 76 ZİYARETLER 78 BİRAZ DA TEFEKKÜR 80 ÇİZİM Ahıska Türkleri Tebessüm Ülkesi Tayland Endonezya Afganistan Libya Pakistan Tanzanya Etiyopya UFSM Dört Yaşında! Münazara Yarışmaları Uluslararası Ziyaretler Biraz da Tefekkür Biz Bir Milletiz 03 Uluslararası Arapça Münazara Yarışmasında DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Lokman Yılmaz - Mesleki Arapça Öğretmeni Dünya Birincisiyiz 04 İstanbul’da havalimanındayız. İlk defa göreceğimiz bir ülkeye, Katar’a, yolculuk var. Havalimanında heyecanlı bir bekleyiş, derken uçaktaki yerlerimizi alıyoruz. Saat on bir suları dört saatlik bir uçuş sonrası sabahın ilk ışıklarıyla Doha (Katar’ın Başkenti) havalimanındayız. Pasaport işlemleri vs. derken bizden birkaç saat önce Doha havalimanına inmiş olan Okul Müdürümüz Mustafa Üçüncü, Meslek Dersleri Öğretmeni Kenan Altuntaş ve Yurt Müdürümüz Seyyit Ömer Gürleyen ile buluşuyoruz. Ayaküstü biraz sohbet ediyor, bizi kalacağımız otele götürmek üzere bekleyen minibüse biniyoruz. Otele Varış... Son derece geniş, ferah, temiz ve büyükçe iki cepheye bakan balkonu ve eşsiz manzarasıyla kalacağımız odalar kuvve-i maneviyemizi güçlendiriyor ve bize güzel günlerin müjdesini veriyordu adeta. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra otel çevresinde kısa bir gezintiye çıktık. Son derece bakımlı bahçeler, palmiye ağaçları rengârenk çiçekler arasında pırıl pırıl bir deniz kıyısındaki yürüyüşümüz dört saatlik yorucu uçak yolculuğunu unutturdu. HAZİRAN 2014 Otelin hemen karşısındaki bir alışveriş merkezini gezdik. Kapitalizmin bir ahtapot gibi bilindik markalarla bizdeki gibi oralarda da boy gösterdiğini gördük. Sokakta Arapça konuşan birine rastlamak zor. Ülkede 1.5 milyon yabancı işçi bulunuyor. Şehir merkezinde gökdelenler yükseliyor. Şehir bir şantiye görünümünde her tarafta birbirinden farklı, ucube yapılar, kapitalizmin mezar taşları olarak bizi şehir merkezinde ilk karşılayanlar arasında. Katar ya da resmî adıyla Katar Emirliği (Devletü’l-Katar), Arap Yarımadası’nın doğusunda bulunan Katar Yarımadası, Basra Körfezi’ne doğru Suudi Arabistan’dan çıkmış 160 km’lik bir uzantıya sahip. Genellikle alçak düzlüklerden oluşan ülke kumla örtülüdür. Ülkenin güneyi ise çöllerle kaplıdır. Kuzeybatıda Bahreyn, batı ve güneyde Suudi Arabistan ve doğuda Birleşik Arap Emirlikleri’yle çevrilidir. Tek sınır komşusu Suudi Arabistan olup diğer tarafları Basra Körfezi ile çevrilidir. 1,7 milyon nüfuslu Katar, artan petrol fiyatları ve sahip olduğu doğalgaz rezervleri sayesinde kişi başına düşen gelir oranlarına göre dünyanın en zengin ülkesidir. Katar ya da resmî adıyla Katar Emirliği (Devletü’l-Katar), Arap Yarımadası’nın doğusunda bulunan Katar Yarımadası, Basra Körfezi’ne doğru Suudi Arabistan’dan çıkmış 160 km’lik bir uzantıya sahip. Genellikle alçak düzlüklerden oluşan ülke kumla örtülüdür. Ülkenin güneyi ise çöllerle kaplıdır. Katar’da Bir Kale… Katar, 3 Eylül 1971’de bağımsız bir devlet olmuştur. Katar, uzun yıllar bölge aşiret beylerinin emri altında yönetilmiştir. askeri Katar’dan Ağustos 1915’te çekildi. I. Dünya Savaşı’nın çıkmasının akabinde 3 Kasım 1916’da Katar İngiliz işgaline girdi. Katar I. Dünya savaşında İngilizlerin petrol siyaseti yüzünden Osmanlı Devleti’nden koparılmıştır. Ülkede fiilî Türk egemenliği ilk olarak 1852’de, daha sonra ve kesin olarak 1871’de Muhammed Al-Sani’nin daveti üzerine başlamıştır. Katar’ın bugünkü başkenti Doha (Kal’atü’t-Türk adı verilen kale) ve yine bugün ABD üssünün bulunduğu al-Obeid’e yerleşen Türk birlikleri 1913’e kadar kaldılar. Katar da Basra Vilayeti’nin sancağına bağlı bir kaza (ilçe) oldu. Al-Sani ailesi de Osmanlı kaymakamları olarak görev yapmaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti Katar üzerindeki haklarından 29 Temmuz 1913’te vazgeçti. Son Türk Petrol rezervlerinin keşfedilmesinden önce Katar ekonomisi balıkçılık ve inci avcılığına bağlıyken petrol rezervlerinin keşfiyle ülkenin tüm ekonomisi değişime uğradı. Bu değişim yüksek yaşam standartlarını beraberinde getirerek vatandaşların refah seviyesini en üst basamaklara taşımıştır. Ülkede anadil Arapçadır. Ancak genellikle Filipinler, Nepal, Hindistan gibi onlarca değişik milletten çalışmak için gelen insanların bulunması İngilizceyi ikinci bir milli dil haline getirmiştir. Katar’da nüfusun yaklaşık %25’i kadın, %75’i erkektir. Bu erkeklerin aleyhine olan dünyanın en yüksek cinsiyet oranıdır. Ayrıca Katar sahip olduğu bu imkânları eğitim alanında seferber eden ender örnek ülkelerdendir. Katıldığımız Arapça münazara organizasyonu da bunlardan biridir. 2022 FIFA Dünya Kupası Şampiyonası da bu ülkede düzenlenecektir. 05 Yarışmanın Hazırlık Süreci Katarın eğitim etkinliklerinden olan ve iki yılda bir Katar Foundation bünyesinde düzenlenen “Liseler Arası Arapça Münazara Yarışmaları”na bu yıl ilk defa katılan Türkiye Milli Takımı’nı temsilen bendeniz Arapça öğretmeni Lokman Yılmaz ve okulumuzun güzide öğrencilerinden Hassan Cemal, Üsame Bakha, Yusuf Sennou ve Mustafa N’diaye adlı öğrencilerle birlikte okul takımı olarak 22 ülkenin katılacağı liseler arası Arapça münazara yarışması için buradayız. 23-26 Mart 2014 tarihleri arasında Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen ve 22 ülkeden liseli gençlerin katıldığı yarışmada ülkemizi temsilen katılan öğrenciler, finalde Yemen’i eleyerek dünya birinciliğini elde ettiler. için ülkemizi temsile hak kazanmışlardı. Türkiye çapında aldığımız dereceler vardı, fakat uluslararası düzeyde ilk defa bir yarışmaya katılacağımız için doğrusu biraz heyecanlıydık. Müdürümüz Mustafa Üçüncü Bey bize cesaret vermeseydi bu macera daha başlamadan bitebilirdi. Müdür bey bize tam bir yetki vererek imkânları seferber edeceğini ifade ettiler. Öğrencilerin ders yükleri hafifletildi, özel bir oda tahsis edilerek bu oda bilgisayarlarla donatıldı. Çocuklar özgür bir ortamda bilgi ve becerilerini ortaya koyma adına inanılmaz bir performans sergilediler. Konuların bir ay önceden belirlenmiş olması işimizi oldukça kolaylaştırmıştı. Sekiz konu belirlenmişti. Tamamı güncel olan her bir konuya bir tez çalışması titizliğiyle hazırlandık. Hangi konunun karşımıza çıkacağını bilmiyorduk, ayrıca her konunun tez ve antitez tarafını da çalışmamız gerekiyordu. Böylece çalışmamız 16 konuya çıkıyordu. Bir ay içerisinde konularla alakalı malzeme topladık. Değişik kurumları ziyaret ettik. Her konunun uzmanıyla görüştük. Konuları öğrenciler arasında paylaştırarak planlı okumalar yaptırdık. Bazı meclislerde bir araya gelerek provalar yaptık. Görüştüğümüz her kişi ve kurumdan birçok tecrübe edindik. Konu başlıkları sırasıyla: 1- “Çocukla ilgili tıbbi son kararı doktor verir.” 2- “İşçi kesimi için yapılan insafsız iş sözleşmeleri onaylanamaz.” Yarışma öncesi süreç… İstanbul’daki Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi 11. sınıfta okuyan dört kişilik milli takımımız Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ile Akademi Lisan ve İlmi Araştırmalar Derneği arasında imzalanan protokol gereği gerçekleştirilen özel seçmelerle belirlenmişti. Milli takım seçmelerine akıcı Arapça konuşan 68 öğrenci katılmış, yapılan mülakat ve yazılı sınavlar sonucunda ilk dörde giren öğrenciler ülkemizi temsil etmeye hak kazanmışlardı. Aslen yabancı uyruklu olan öğrenciler, yarışma şartnamesine göre o ülkede lisede örgün eğitim öğrencisi olma şartını taşıdıkları 06 HAZİRAN 2014 3- “Arap bayanların bazı işlerde çalışmak istememesi ulusal verimliliği azaltır.” 4- “Bütün iletişim araçları ve sosyal paylaşım siteleri denetlenmeli.” 5- “Eğitim sürecinin ortaöğretimden itibaren seçimi bilimsel olarak daha isabetlidir.” 6- “Haberleri çarpıtarak verenler cezalandırılmalıdır.” 7- “Arapçanın değer kaybetmesinin sebebi değişik Arap lehçeleridir.” 8- “Eğitim karma olmalıdır.” Tartışma konuları oldukça güncel mevzulardan seçilmişti. İslam dünyasının çözüm aradığı konular. Bazı konuların antitez tarafını savunmak oldukça zor gibi görünürken bazılarının tez tarafını savunmak daha kolay görünüyordu. Örnek olarak: “İşçi kesimi için yapılan insafsız iş sözleşmelerini onaylamak” konusunun savunan tarafıydık. Bizim çocuklar iyi bir performans göstererek güçlü delillerle bu zor tartışmadan başarıyla çıktılar. Münazaralara iyi hazırlık, isabetli, yerinde sorulan sorular, pratik cevaplar, takımın uyum ve disiplinli hareket etmesi başarıda büyük rol oynadı. İlk Kuralar Çekildi Görkemli bir açılış sonrası ilk kuralar çekildi. İlk maçımızda rakibimizin ev sahibi Katar takımı olması biraz canımızı sıktı. “Sosyal paylaşım sitelerinin denetlenmesi” konusunda hükümet tarafını savunduk. Sıcak bir tartışma oldu. İlk maç olması hasebiyle biraz heyecanlıydık. Bu ilk müsabakada yarışmalarda izlememiz gereken stratejiyi ve tüm detayları yaşayarak öğrendik. Sonuçlar daha açıklanmamıştı. Öğrencilere morallerini bozmamalarını söyleyerek deplasmanda olduğunuzu farz edin şeklinde teselli verdim. Harici gözlemcilerin kanaati maçı bizim aldığımız yönünde olmasına rağmen bu ilk yarışta jürinin kanaati Katar takımının daha güçlü olduğu yönünde tecelli etmişti. Bu yenilgi bizim için bir doping etkisi yaptı. Yeni stratejiler planladık konuşmacı sırasında değişiklikler yaptık. Açıkça söylemek gerekirse yenilgiye rağmen bizim takımın bu maçtaki performansı bende şampiyonluk heyecanını uyandırdı. Çocuklara bir şey söylemedim ama o gün şampiyonluk sürecinin başladığına inandım. Bu yarışmada zeki olan grubun bu şampiyonluğu alacağına inandım. Bu zekâ parıltısını da bizim çocukların simasında çok açık görüyordum. Karşımıza sekiz konudan hangisinin çıkacağını bilmediğimiz için notlarımızı gözden geçiriyorduk. O gün öğleden sonra ikinci maçta karşımıza Cibuti takımı çıktığında inşallah bu maçta çok yüksek puanla bir galibiyet elde eder, Katar takımında kaybettiğimiz puanları dengeleriz diye düşündüm. Çünkü müsabakalar puan sıralamasına göre yapılıyordu. Hatta her konuşmacıya da müstakilen performans puanı veriliyordu. Böylece yenilen takımın içerisinden en iyi konuşmacının çıkma şansı bulunuyordu. Cibuti’yle yaptığımız maçı almamız zor olmadı. O gün bir galibiyet ve bir mağlubiyetle sona ermişti. Organizasyon son derece mükemmel tertip edilmişti. En ufak bir aksama olmadı. Yarışma merkezi ile kaldığımız otel arasında en az 30 km mesafe vardı. Otel ortamı son derece tertip düzen ve deniz manzarasıyla hoş bir çalışma ortamı sunmuştu bizlere. İlk günün artılarını ve eksilerini masaya yatırdık bir sonraki gün için çalışmaya başlamıştık bile. İkinci Gün Üç Münazara Bugün sırasıyla Moritanya, Kuveyt ve Katar’la yaptığımız münazaraların tamamını alarak çeyrek finalden yarı finale çıktık. İlk maçta Katar’la puanlarımız çok yakın olduğu için beşinci münazarada bizi tekrar Katarla eşleştirmişlerdi. Bu maçta Katar’dan maçı çok rahat alarak rahat bir nefes aldık. Her gün bitimiyle yeni bir heyecan başlıyor, yarın hangi takımla karşılaşacağımızın heyecanı bizi sarıyordu. Gittikçe tansiyon artarken, kalbimiz küt küt atıyor ve her karşılaşma bizi mutlu sona biraz daha yaklaştırıyordu. 07 Ve Yarı Final Yarı finalde Ürdün takımıyla yarışacaktık. Bizim takımda Hassan Jamal Ürdünlüydü. Ona latife yaptım: Hassan, sakın şike yapmayasın, dedim ve gülüştük. Ürdün takımı iki bayan bir erkek öğrenciden oluşuyordu. Ürdünlülerin Arapçayı iyi kullandıklarını düşünüyordum. Ayrıca takımda iki bayan yarışmacının olması da beni düşündürüyordu. Bayanların dili kullanma konusunda erkeklere göre daha mâhir oldukları hepimizin malumuydu. Bunun için çok iyi konsantre olmamız gerekiyordu. Çok iyi hazırlandığımız konu olan “çocukla ilgili tıbbi son kararı ailenin değil doktorun vermesini savunacaktık. Güçlü delillerimiz ve istatistiki bilgiler, örneklendirmeler ve hepsinden önemlisi rakip takımın delillerini çürütmedeki üstün başarımız bize final yolunu açtı. Final Heyecanı Tarih 25 Mart Perşembe, okulumuz Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi ve Türkiye’deki İmam Hatipler adına ve Arapçanın Türkiye’deki serüveni adına bir milad. Yemen takımıyla final maçına çıkacağız. Genç şampiyonlara iyi bir uyku çekmelerini söyledim. Final konusu belliydi. Tartışmadığımız sadece bir konu kalmıştı. Yedi tartışma yapmıştık şimdiye kadar. Ben uyuyamadım. 08 HAZİRAN 2014 Oturdum odamda konuyu çalıştım, notlar aldım. Dua ettim. Sabah erkenden kaldığımız yerden devam ederiz, dedim kendi kendime. Sabah namazıyla uyandım. Kahvaltı öncesi resepsiyondan aradılar, İslam Sanatları Müzesi’ne gelip gelemeyeceğimizi soruyorlardı. Müzenin Katar’da ziyaret edilmesi gereken önemli mekanlardan olduğunu bildiğim halde gelemeyeceğimizi söyledim. Bizim gençleri kahvaltıya uyandıramadım. Odama kahvaltı sonrası bir şeyler taşımıştım yemeleri için. Saat dokuz gibi odama geldiler. Hazırlık başladı. Zaman zaman aramızda sert tartışmalar oluyordu. Birinci konuşmacı şu açıdan konuyu ele alsın, yok ikinci konuşmacı bunu savunsun gibi. Türkiye de ilk günlerde bulduğumuz deliller elimizde yazılı olarak bulunduğu için çocuklar hep o delilleri kullanmak istiyorlardı. Bilgisayar çıktısıyla kürsüye çıkmak kabul edilmediği için konuşma metninin öğrencinin kendi el yazısıyla olması gerekiyordu. Bu yüzden tüm konuların yeniden el yazısıyla yazılması gerekiyordu. Bazı delilleri artık çöpe atmamız gerekiyor, dedim. Zaman zaman kahkaha tufanı kopuyor, herkes yerlere yatıyordu. Otel odasında çalışırken Okul Müdürümüz Mustafa Üçüncü, Yurt Müdürümüz Seyyit Ömer Gürleyen ve Meslek Dersleri Öğretmenimiz Kenan Altuntaş Beyler odamızı teşrif ettiler. Her tarafta çalışma evrakları uçuşuyordu. Misafirlerin bu konudaki bakış açılarını da dinledik notlar aldık hoş sohbetlerimiz oldu. kanalın son yıllarda Arapçanın yükselişine olan katkısını kimse inkâr edemez. Özellikle haber ve çocuk kanalı için bunu söyleyebiliriz. Öğlene doğru resepsiyondan aradılar. Bizim için otelin girişinde özel bir limuzinin beklediğini söylediler. Finale kalan takımlara bir jest yapıyorlardı. Trafik olmayan arka yollardan otuz km’lik yolu bir Katar turu yaparak yarışma merkezinde noktaladı. Kaptanımız Filipinli genç bir Hristiyan. Ona İslâm’ı tebliğ etmeye gayret ettik. Tekrar konumuza dönecek olursak… Final Konusu: “Arapçanın değer kaybetmesinin sebebi değişik Arap lehçeleridir.” Bu konu özellikle sona bırakılmıştı. Bu münazaranın şartlarından biri de konuların fasih Arapça ile tartışılmasıydı. Arap dünyasında kanayan bir yaraydı adeta lehçeler konusu. Yeni Arapça öğrenen birinin hep şikâyet edeceği bir konu. Yıllarını verdiğin bir dili Arap dünyasında gönül rahatlığıyla kullanamamak Arapça âşıkları için tam bir hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Arap aydını fasih Arapçayla başladığı konuşmasını aynı minvalde sonuna kadar sürdüremiyordu. Günlük hayatında kullanmadığı fasih Arapçayla heyecanlarını ifade ederken fasih Arapçayı yetersiz buluyor ve konuşma tarzını değiştiriyordu. El Cezire televizyon kanalının yayınlarını bu şehirde yapması yayın politikası olarak fasih Arapçayı merkeze alması Katar’ın bu konudaki sevap hanelerinde salih amel olarak kabul edilebilir. Bu Gönlümüzde konunun muhalefet tarafını savunmak vardı. Arap lehçelerine tüm sorumluluğu yüklemek oldukça zor görünüyordu. Bunun için çok uğraştık elimizi güçlendiren sağlam kaynaklara ulaşamadık. Yine de bunu savunmak zorunda kalsaydık sonuna kadar savunacaktık. Neyse ki kurada bizim şansımıza konunun muhalefet tarafını savunmak düştü. Taradığımız kaynaklarda da Arapçanın değer kaybetmesinin sebepleri arasında lehçeleri göremiyorduk. Daha sonra öğreniyoruz ki Yemen takımı da değişik Arap lehçelerinin Arapçanın değer kaybetmesinin ana sebebi olduğunu savunmak istiyorlarmış. İki takım da çekilişten memnun gözüküyordu. Yarışmadan yirmi dakika önce takımlar hazırlıklarını yaptılar. Salonda herkes yerini almıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Heyecanlı bir bekleyiş vardı. Kim kazanacaktı? Dokuz kişiden oluşan jüri heyeti yerini almış, yarışmacılar kürsünün iki tarafında sıralanmışlardı. Yemen takımı Üsame Haydar, Müeyyid El-Razihi üçüncü konuşmacı ise Ziya Es-Saidî’den oluşuyordu. Bizim takım ise sırasıyla Hassan Jamal Salih, Yousuf Sennou, Üsame Bakha ve Mustafa N’diaye’den oluşuyordu. 09 Kural gereği kürsüye ilk gelen taraf müvalat yani her zaman hükümet tarafı olması gerekiyordu. Yemen takımından birinci konuşmacı hararetli bir beyit okuyarak söze başladı daha sonra selamlamaya geçti. Arapçanın değer kaybetmesinin sebebini muhtelif Arap lehçelerine dayandıran görüşünü birkaç kez tekrarlayarak söze başladı. Daha sonra lehçelerin sarf ve nahiv açısından kural tanımadığına dair örnekler verdi. Fasih Arapça ile lehçeleri mukayese sadedinde tezini ispatlamaya çalıştı. bazı sebepleri sıralayarak tezini savunmaya çalıştı. Bizim takımdan Hassan Jamal muhalefeti temsilen kürsüye geldi. Kısa bir selamlamadan sonra rakip takımın tanımına bazı ilaveler yaparak lehçelerin bir dil olmadığını aksine az sonra ortaya koyacağımız değişik sebeplerin bir sonucu olarak doğduğunu ve halkın kolay olması dolayısıyla lehçeleri benimsediğini ifade etti. Her dilin değişik lehçeleri olduğuna değindikten sonra lehçelerin varlığına rağmen popülaritesini kaybetmeyen dillerin var olduğunu, değişik lehçelerin dilin değer kaybetmesinde bir etkisinin olmadığını dillendirdi. Dördüncü konuşmacı olarak Hassan Jamal tekrar üç dakikalık cevabi son konuşmasını iyi bir performansla tamamladığında salonda bir alkış tufanı kopmuştu. Salonda bizim kazanmamız yönündeki ilgi alaka bizi son derece mutlu etti. Sırasıyla konuşmacılar hararetle tezlerini savunmak üzere kürsüye geldiler, seyirciler zaman zaman bir alkış tufanıyla gençleri motive ettiler. Yusuf Sennou bizim ikinci konuşmacımız olarak Arap gençliğinin okumadığından bahisle Arap ülkelerinde kitap okuma alışkanlığının olmaması, yabancı işçilerin çok olması, üniversitelerde yabancı dille eğitim verilmesi, Arapçanın daha geniş kesimlere ulaştırılması adına yeni öğretim tekniklerinin geliştirilememesi gibi 10 HAZİRAN 2014 Üçüncü konuşmacımız Üsame Bakha kürsüye geldi, kısa bir selamlama sonrası bir yol haritası çizdi ve çizdiği yoldan hiç şaşmadan yürüdü. Rakip takımı çok iyi takip etmiş olduğu belliydi. Rakip takımın delillerini bir bir çürüttü, zaaf noktalarını dile getirdi. Sonra takımının delillerinin güçlü olduğunu, rakip takımın zayıf kaldığını, cevap veremediklerini söyleyerek teşekkür ederek konuşmasını bitirdi. Jürinin değerlendirmesini yapması için yarım saat ara verildi. Bu arada bazı jüri üyelerinin bizi tebrik etmesi bize müjdeyi verir gibiydi. Rakip takımın çalıştırıcısıyla konuştuğumda bana, üçüncü konuşmacının tartışmayı bitirdiğini, stratejisini iyi kurduğunu ve bütün jüriyi etkilediğini ve bu maçı bizim aldığımızı daha sonuçlar açıklanmadan bana söylemişlerdi. Şampiyon Kim Olacak… Salonun dışında katılımcıların ayaküstü atıştıracağı bir şeyler her zaman vardı. Hem bir şeyler atıştırıyor hem de sohbet ediyorduk. Derken geçmek bilmeyen yarım saat doldu, salonda tekrar yerlerimizi aldık. Önce en iyi konuşmacı adayları açıklandı. Bizim birinci konuşmacımız Hassan Jamal en iyi on beş konuşmacı arasındaydı. Derken sıra gerçek şampiyonun ilanına gelmişti. Arapça Münazara Şampiyonu Türkiye Cumhuriyeti ilanıyla birlikte salonda bir alkış tufanı koptu. Birbirine sarılanlar, tebrikleşenler… Görülmeye değer manzaraydı. Sahnede ödüllerimizi alırken son derece duygulandık. Adeta bir rüyadan uyanır gibiydik. Uzun çalışmanın meyvelerini topluyorduk. Arapça adına bir katkı sunabildiysek ne mutlu bizlere diyorum ve siz gençleri ülkemize bu şampiyonluğu kazandırdıkları için bir kere daha bağrıma basıyorum. derdiler. Sırasıyla İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürleri ve Fatih Kaymakamıyla birlikte okulumuzu ziyaret ederek münazara ekibini tebrik ettiler. Daha sonra İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, Fatih ilçe Kaymakamı Ahmet Ümit ve Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü Mucip Kına’yı makamlarında ziyaret ettik. Yolunuz açık olsun, diyorum. Şampiyonluk Sonrası Yankılar Telefon trafiği oldukça hızlı. Tebrik edenlerin ardı arkası kesilmiyor. Cuma günü saat beş gibi uçağa biniyoruz, hava limanında bizi büyük bir öğrenci kitlesinin karşılayacağını biliyoruz. Havaalanından çıkmadan basın mensupları çevremizi kuşattılar. Kısa bir röportaj sonrası kapıya doğru yöneldiğimizde coşkulu kalabalığı gördük. Okulumuzun mehter takımı yeri göğü inletircesine var gücüyle çalıyordu. Bu görüntüler birçok televizyon kanalında verildi. Türkiye basınında da şampiyonluğumuza geniş yer verildi. ÖNDER’in Ataköy Sinan Erdem Spor salonunda düzenlediği Kutlu doğum haftasında Şampiyon öğrencilerin Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’la birlikte resimleri birçok gazetede yayınlandı. Bazı bakanlar okulumuza tebrik yazıları gön- Yarışma videolarını izleyebileceğiniz adresler: www. youtube.com/watch?v=Gvh0UnvfTM8final maçı www. youtube.com/watch?v=dMuFp6w7eZU yarı final maçı www. youtube.com/watch?v=i5Z9sQwvEhg yarım saatlik tanıtım filmi 11 Bize Yakışanı Yaptık DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Hassan Jamal - Ürdün Katar’da düzenlenen “Uluslararası Arapça Münazara Yarışması”nda Arap ülkelerinin yanında Türkiye’nin de katılacağını ve karşısında Arap bir ülkeyle yarışma yapacağını öğrendiğimizde işin zor olacağını biliyorduk; ama yine de bu işin üstesinden geleceğimize inanıyorduk. 12 Yarışmadan bir ay önce bize ulaşan münazara konularını teker teker inceleyip bir ay boyunca o konuların üzerinde çalıştık gereken araştırmaları yaptık. Birçok üniversiteye gittik ki bolca bilgi toplayabilelim, konularımız zenginleşsin. Bunların hepsi daha Katar’a gitmeden yaptığımız çalışmalar. ten sonra ve netice daha ilan edilmeden salondaki oturan seyircilerin yarısından fazlası gelip bizi tebrik ettiler. Ona da biz çok sevindik ve orada yarışmaya katılıp da yenilen tüm ülkelerin Türkiye’nin yanına gelmeleri, Türkiye’nin çok yüksek bir itibarının olduğunu ve yüksek seviyede sevilen bir ülke olduğunu bize gösterdi. Ve Katar’a gideceğimiz gün geldi, heyecan bir kat daha arttı. İşin içinde olduğumuzu ve ne kadar ciddi olduğunu tam okuldan ayrıldığımızda farkına varabildik. Herkes neticenin ilan edileceği salonda oturdu, kalpler titriyor. Netice ilan edilecek ve sonucu şöyle bir cümle:” Bu yarışmada birinciliği alan ülke!” dediğinde kalpler durdu ve devamında: “TÜRKİYE!!!” söylendiğinde gerçekten sözlerle anlatılmaz duygular yaşadık. Satırlarıma şöyle bir cümleyle son veriyorum: Gerçekten “Bize yakışanı yaptık!” sözünü rahatça söyleyebildik. Katar’a ulaştığımız anda son dakikaya kadar şahane anlar, güzel hatıralar yaşadık. Bende o hatıraların en güzelini anlatacağım sizlere. O da birinciliğimizin ilan edildiği an! İlk önce çok güzel, hareketli ve sıcak bir final münazarası geçirdik- HAZİRAN 2014 Dünya Şampiyonluğunun Sırrı Hatıralarımı kurcaladığımda ilk bulduğum Katar şampiyonluğu. Nasıl seçildim? Ne gördüm? Nasıl hazırlandım? Nasıl şampiyon oldum? Ne hissettim? Bütün bu sorular bir araya toplanıp bana başarı duygusunu anlatıyor. Bu yazıda da sizinle o duyguyu şu iki sorunun cevaplarıyla paylaşmaya çalışacağım. Nasıl Hazırlandık? Takımımızın ifadesiyle: ‘’Bu çalışmanın öncüsü bizim Arapça öğretmenimiz Lokman Yılmaz Hoca’ydı.’’ O olmasaydı, bence bu yazı başarı hakkında yazılmış olmayacaktı. Her zaman her yerde bizim yanımızdaydı. Onun gayretiyle bilgi için gezmediğimiz üniversite, kurum kalmamıştı. Ne kadar yazmaya çalışırsam çalışayım, onun takımımız için yaptıklarını anlatamam. Nasıl Şampiyon Olduk? Bu soruyu cevaplamadan önce oradaki sıcaklığın nasıl olduğunu anlatmak istiyorum. Sıcaklık dediğimde hava sıcaklığını da kastediyorum çünkü Katar’a varır varmaz sıcak yağmurlar bizi karşıladı. Ama bunları fark etmeden sadece rakiplerimizi görmek istiyorduk. Başta diğerlerini rakip gözü ile görüyorduk ama sonra samimiyeti hissedince, rakip değil kardeş saymaya başladık birbirimizi. İlk günden herkes birbiriyle samimi olmuştu. Benim için Katar’daki en büyük kazancımız o kardeşlikti. Zira yarışma dört gün sürmüşken kardeşliğimiz hala sürüyor ve ileri zamanda da sürecek inşallah. Yarışmanın ilk günüydü, o günde iki münazara olmuştu; birincisini ev sahibiyle yapmıştık. Seyircilerin çoğu bizim yeneceğimizi sanıyordu, ama maalesef düşündükleri gibi olmadı. Normalde kim kimle oynadı, kim yendi kim yenildi gibi şeyleri anlatmayacaktım, ama bu münazarayı anlatmak istedim. Zira tek o kaldı aklımda. Bilmiyorum niye? İlk münazaramız olduğu için mi yoksa kaybettiğimiz tek mü- sabaka olduğu için mi? O münazaradan sonra Hassan arkadaşıma böyle demiştim: “Hatırlıyor musun? 2010 Dünya Futbol Kupası’nda, İspanya ilk maçını kaybetmişti. Ona rağmen dünya şampiyonu olmuştu. İnşallah öyle olacak.” Ve Allaha şükür öyle oldu. Bizi şampiyon yapan nedir, biliyor musunuz? İlk başta, Lokman Hoca’nın bize kızgınlığıydı. Mustafa arkadaşımın dediği gibi: “Hocamız hep bize kızıyordu ama haklıydı bizim için kızıyordu.’’ Artı boş zamanlarda (az da olsa) çalışmak. Diğer takımlar dolaşırken çalışıyorduk. Birçok geziye katılamadık, çünkü inanıyorduk ki başarı, rakiplerin çalışmadığı zaman çalışmak. Başka bir şey ve bence en önemlisi hataları tekrarlamamak. Her münazaradan sonra jüriler bize notlar veriyordu, o notlardan istifade edip hataları tekrarlamıyorduk ve nasihatlere uyuyorduk. İşte Başarımız! Final günü geldi. Bir yandan rahattık diğer yandan da stresliydik. İstanbul’daki dua eden arkadaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmak istemiyorduk. Bence bu başarının büyük bir kısmı dualarla gerçekleşmiş. Annem başta olmak üzere, kardeşlerim, arkadaşlarım herkes bize dua ediyordu. Allah da kabul etti. Son münazaraya girmeden önce hiçbir şey beklemiyordum; çünkü karşımızdaki takım en iyi takımdı Yemen. Ama herkes bizim yenmemizi istiyordu. Yendiğimiz her takım bize destek verdi finalde. Onlarla kalmayıp jüriler de bize moral veriyordu. İlk defa görebildiğim o destek yenmemize vesile olmuştu ve Allah’a şükür yendik. Aslında satırlar sınırlı olmasaydı bu hikâye bitmezdi, ama burada son vermek istiyorum. Son sözüm, herkese teşekkürler. DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Youssef Sennou - Fas Bildiğiniz gibi başarı çalışmadan gelmez. Bunu en çok müdürümüz Mustafa Hoca biliyordu. Bize bütün imkânları sağladı. Neyi istediysek hemen getiriliyordu. Hatta bizim en büyük korkumuz bu imkânları boşa çıkarmak olmuştu. O yüzden elimizden geleni yaptık. 13 DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Mustafa Üçüncü - Okul Müdürü Korkaklar Tarih Yazamaz 14 İslam’da önderlik ve liderlik sorumluluk isteyen bir iştir. Bunda tek amaç, yüce Allah’ın dinine hizmet etmektir. Bunda herhangi bir dünyevi çıkar yoktur. Önderlik; emri altında bulunanları amir ve memur, yöneten ve yönetilen olarak iyi bir düzen içinde ve sağlam bir biçimde idare etme sanatıdır. Öncü ve önder kişiler, önder oldukları kitle ve toplumların ihtiyaçlarına göre teçhiz edilmeli. Şirketleri yönetecek kişilerin teçhizatları genelde menfaat üzerine kurgulanır. Bu basit şirket için, öne çıkan için bir özellik gerekirken, toplumları ezeli bir hedefe kilitleyen lider için neler gerekir? Toplumları ezeli istikamete kimler yönlendirmiştir? Hiç şüphesiz en başta peygamberler ve onların yollarından gidenler… İslam’da önderlik ve liderlik sorumluluk isteyen bir iştir. Bunda tek amaç, yüce Allah’ın dinine hizmet etmektir. Bunda herhangi bir dünyevi çıkar yoktur. Önderlik; emri altında bulunanları amir ve memur, yöneten ve yönetilen olarak iyi bir düzen içinde ve sağlam bir biçimde idare HAZİRAN 2014 etme sanatıdır. Burada da amaç yapılması gereken işlerin en güzel bir biçimde yerine getirilmesi, dünya standartları seviyesinde olmasıdır. Gerek siyasette gerek kültürde gerek ekonomide gerek adalette gerekse içtimaî meselelerde, İslam toplumunda bütün insanlar kendilerini huzur içinde hissetmelidir. Eğer hiçbir konuda güven duygusu yoksa lidere, o zaman yönetimde ve liderde bir problem var demektir. Cemaatle kılınan bir namazda önce imam ve cemaate ihtiyaç vardır. İmamın safları düzgün tutulması hususunda cemaati uyarması ve bunu tam olarak sağlaması, namazın yüksek bir derecede eda edilmesini sağlar. Yüce Allah ilahi emaneti bize yüklemiş ve bizden onun en güzel şekilde yerine getirilmesini istemiştir. Bu ilahi emanetin tam olarak yerine getirilmesi, şüphesiz sağlam bir düzenlemeye bağlıdır. Bu düzenlemeyi ancak önderlik makamı üstlenebilir. Kabiliyetlere göre görevlerin dağıtılması gerekir. Verilen görevin Allah rızası için yerine getirilmesi ve bu uğurda gereken bütün beşeri gücün denenmesi şarttır. Emanet ve güvenin denk olması hususunda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:“Şüphesiz ücretle tutulanların en iyisi ve en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır, dedi.” (Kasas, 28/26) Ordu komutanlığı gibi bazı işler vardır ki, onlar maddi güç olmadan yürütülemez. Hüküm verme ve mal koruma gibi bazı işler de güvene bağlıdır. Her ikisi de bir noktada birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Özel bir işin, en güzel şekilde yerine getirilmesinde bilgi ve konum çok önemlidir. Yüce Allah bu hususla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Yusuf: Beni memleketin hazinelerine memur et, çünkü ben yönetimi ve korumayı iyi bilirim, dedi.”(Yusuf, 12/55) Bize düşen görev nakib (kurmay) kardeşin eğitiminde bu esaslara dikkat etmek ve onu her yönden ve genel bir biçimde İslam davasını yüklenmeye ve bu hususta başarılı bir önderlik yapacak vasıfta yetiştirmeye çalışmaktır. Görevin ancak ehli olana verilebileceği hususunda şuurlu kılmaktır. Yüce Allah ilahi emaneti bize yüklemiş ve bizden onun en güzel şekilde yerine getirilmesini istemiştir. Bu ilahi emanetin tam olarak yerine getirilmesi, şüphesiz sağlam bir düzenlemeye bağlıdır. Bu düzenlemeyi ancak önderlik makamı üstlenebilir. Kabiliyetlere göre görevlerin dağıtılması gerekir. Verilen görevin Allah rızası için yerine getirilmesi ve bu uğurda gereken bütün beşeri gücün denenmesi şarttır. 15 Aslında karmaşık sorunları çözmek, toplum içinde güçlü bir bağlılık ve isteklendirme duygusu yaratmak için liderlik becerilerine ihtiyaç vardır. Tam bir önderlik şu huylarda ortaya çıkar: 1- Düşüncede kararlı olmak 2- Devamlı çalışmak, sebat etmek, sabretmek ve ümitsizliğe kapılmamak. 3- Acizlik olmayan bir yumuşaklık, zor kullanmayan bir güç, temkinli olmak, yerinde konuşmak ve yerinde susmak. 4- Kardeşlere karşı şefkat göstermek ve onları darıltıp küstürmemek. Ayrılanları kazanmaya çalışmak. 5- Çalışmaya yönelik bir diyalog içinde bulunmak. 6- Düzeni sağlamakla birlikte, çok fazla emir vermemek ve yasaklar koymamak. DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Mustafa Üçüncü - Okul Müdürü 7- Duyarlılık içinde olmak, zamanın değerini bilmek 16 HAZİRAN 2014 Lider, bireyleri ortak hedeflere yönelten, hedefleri benimseten bireyler arasında köprüyü oluşturan, dağınık güç ve bilgiyi bir araya toplayıp sinerji ortaya çıkaran kişidir. Liderin tanımına açıklık getirebilmek için “Lider Kimdir?” sorusu sorulmalıdır. Bu sorunun cevabı hiç şüphesiz; sabırlı ve sorgulayıcı, daima önde değil, yeri geldiğinde arka planda duran, değişimin yaratıcısı olan, prensiplerle hareket eden, zorluklara karşı yılmadan mücadele eden, ahlak kurallarını bireysel menfaatlerinin önünde tutan, kararları takımıyla beraber alan, daima değişime açık kişidir. Aslında karmaşık sorunları çözmek, toplum içinde güçlü bir bağlılık ve isteklendirme duygusu yaratmak için liderlik becerilerine ihtiyaç vardır. Tarihe baktığımızda liderlerin, büyük vizyonların, planların yaratıcısı ve uygulayıcısı olduğunu göreceksiniz. En islam le leadership est un travail qui se doit d’etre une responsabilité. De ce, le seul objectif est de servir la religion d ALLAH. Et ceci n est pas pour une quelconque récompence vis-à-vis de ce bas monde. Le leadership est une système dans laquelle, le supérieur et l’employé, le dirigeant et le dirige sont tous dans une dirigeance stable. Le but ici est que les travaux qui doivent se faire soit faits dans une meilleure façon afin que celles-ci soit parviennent a la hauteur des normes du monde. Que ce soit les problèmes sur le plan, politique, culturelle, économique, juridique, social, la population islamique doit se sentir dans la liberté. S il n ya pas un sentiment d’assurance dans aucun de ces sujets, alors il ya de problème dans le gouvernement et chez le leader. Moğolistan lideri Cengiz Han, Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan Mehmet, Bosna lideri Aliya İZZETBEGOVİÇ ve daha birçok lider ülkelerine büyük zaferler kazandırmıştır. Becky BRODİN liderlikle ilgili şöyle der: “Lider otorite kullanımı değildir. İnsanları güçlendirmektir. Lider ait olduğu toplumu hedefler koyarak ondan bu doğrultuda yönlendiren ve arkasından sürükleyen kişidir.” Cesur adamların cesur adımları tarih yazar. Büyük yürüyüşler başlatır, toplumları dönüştürür tarihin akışını değiştirir. Korkaklar, silikler, sindirilmişler tarih yazamaz. Sistem içerisinde eriyip giderler. Kısa bir süre sonra toplumun hafızasından silinip gider. Günübirlik pozisyon alanlar, önlerine bakanlar, dar alanlara hapsolanlar, öfkeye, çıkara, saplantılara göre rol alanlar hep kaybeder. Milletlere ve ülkelere öncülük ve önderlik edemezler. Lider olamazlar. Toplumları ayağa kaldırıp onlara hedef gösteremezler. Bir davanın mensubu olamazlar. Bir ülke tasavvuruna, tarih hafızasına, gelecek ufkuna sahip olamazlar. Bu ilkenin tarafı, ülkesi, ırkı, sağı solu yoktur. Bu ilkeler Müslüman kimliğidir. Geçmişi olduğu kadarda geleceğidir. Ancak böyle bir bilinç ve böyle bir algı ile ülkeyi, milleti ve ümmeti tamamen ayağa kaldırabilir. İn islam, guidance and leadership requires responsibility. The majör aim in this is to serve the almighty God’s religion, worldly noprofit gained from doing this. Leadership; is the skill of managing people under commandments, the chief and the employee, the administrator and the administrated in asafe and systematic way. The main point here is to fufill what is required to be done in abetter way, basing on World standart level. People in islamic community must be happy whit, political, cultural, economical, economical and judicial matters. İf a leader is not trustworthy, then it means there is a problem whit the administration and the administrator. 17 18 HAZİRAN 2014 Teşekkür “Uluslararası Arapça Lise Münazara Yarışması”nda 22 ülke arasında dünya birinciliği kazanan okul öğrencilerimiz Mustafa N’diaye, Hassan Jamal, Usame Bakha ve Youssef Sennou’ya yarışmanın hazırlık aşamasından bitiş anına kadar bilgi, yöntem, tecrübe, doküman, moral ve motivasyon yönünden büyük destek veren ve hiçbir maddî-manevî fedakârlıktan kaçınmayan; • Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne ve öğrencilerimize refakat eden Sayın Osman Demirgül’e, • İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne, • Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne, • İstanbul Şehir Üniversitesi Rektör Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Coşkun Çakır’a, • İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Sayın Yrd. Doç. Dr. Abdullah Tırabzon’a, • İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkan Yardımcısı Sayın Av. Muhammed Emin Akbaşoğlu’na, • Akit Yazarı ve öğrenci velimiz Sayın Faruk Köse’ye, • Akademi İstanbul Yöneticisi Sayın Dr. Muhammed Ağırakça’ya, • Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Okul Aile Birliğine, • Meridyen Derneği yöneticilerine, • Öğrencilerimize her konuda rehberlik eden başta Arapça öğretmenimiz Sayın Lokman Yılmaz ve Kenan Altuntaş olmak üzere okulumuzun Türkiye ve dünyada bir marka değeri kazanmasında büyük emekleri olan bütün idareci, öğretmen, öğrenci ve çalışanlarına, • İlim Yayma Cemiyetine ve Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi İlim Yayma Cemiyeti Yurt Yöneticilerine, • Ve burada isimlerini zikretmeye fırsat bulamadığımız daha nice gönül dostlarımıza teşekkürü bir borç biliriz. Mustafa Üçüncü Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi Müdürü 19 Başarabileceğine İnan DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Yılmaz Albayrak - Felsefe Öğretmeni 1. Doğru bir hedefin olması 20 Kitabı kitap yapan yazı ve kâğıt değil, içindeki mana ve bilgilerdir. İnsanı da değerli kılan onun hedefleridir. Birçok insan hedefi olmadan ve ne aradığını bilmeden yaşamaktadır. Haliyle hedefi olmayan insan rastgele ve rüzgârın önünde yaprak misali sürüklenip gidecektir. İnsanın ne aradığını bilmemesi durumunda ne bulduğunun da bir önemi olmayacaktır. Bu anlamda kişinin hedefinin olmaması nereden başlayacağını bilmediğini gösterir. Nereden başlayacağını bilmeyen nereye gideceğini de açık biçimde kestiremez. Unutmayın ki hedefi olmayan bir gemiye hiçbir rüzgârın faydası olmaz. Hedef, düşünce ve kararlarımızın aşikâr hale gelmesini sağlar. Bu nedenle hedefimizi başka bir ifadeyle ne istediğimizi açık bilmeliyiz. Açık hedefler tutarlı ve inançlı davranmamızı sağlar. Maddi ve manevi gücümüzü bir noktaya toplar. Hayatta yaptıkları iş ve uğraşılarında başarılı insanlar, ilk kapının, hedef kapısı olduğunu bilerek yola başlamışlardır. Hedefi belirlemek kadar hedefimizin nitelikleri de önemlidir. Dağları hedefleyen tepeleri kolay aşar, sözü zorluklara talip olmanın gereğinden bahseder. İlerlemek için büyük idealleriniz olmalıdır. Başarılı olmanın gerekli tek unsuru hedefini bilmek değildir; fakat hedefini çok iyi kavrayan ve doğru hedefi belirleyen insan diğer unsurları daha kolay gerçekleştirecektir. 2. Başarabileceğine inanma Hedefini açık ve doğru belirleyen bir insan her şeyden önce kendine inanmak ve güvenmek zorundadır. Her başarı, önce beyinde kazanıldığı gibi, her mağlubiyet de önce beyinde gerçekleşir. Yapabileceğine inanma büyük bir motivasyon sağlar insana. Yapamayacağını düşünen kişi ise ümitsiz, karamsar ve güçsüz hisseder kendini. Öncelikle insan her akıbetin hayır olacağına inanarak çalışmakta sebat etmelidir. Çünkü hayatta yalnız başarı ya da başarısızlık değil, sonuçlar vardır. Hayatta karşılaştığımız her sonuç başarımız için değerlendirilecek durumlar olarak HAZİRAN 2014 görülmelidir. İnsanların en çok yaptığı hatalardan biri olumsuz durumlarla karşılaştığında o sonuç hakkında kendisine olumsuz eleştirilerde bulunmasıdır. Hâlbuki her sonuç bize yeni bir şey öğretir. 3. Motivasyon (İsteklilik ve gayeye dört elle sarılma) İnsan, gayeleri doğrultusunda öğrenmeye ve gelişmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Akıl, düşünce, zihin, duygu, ruh ve inancın uyumu noktasında gayesini bilme ve ona uygun yaşama isteği önemlidir. Bundan dolayı insanın hayatını gayelerine bağlı sürdürmesi onun motivasyonuna yani istekli olmasına bağlıdır. “Kişilerin belirli bir amacı gerçekleştirmek için kendi arzu ve istekleri ile davranmaları” motivasyondur. Motivasyon sizi öğrenmek, çalışmak ve başarmak için harekete geçirecek manevi güçtür. Bu doğrultuda insanı bir hedefe doğru tetikleme, insanı yönlendirme ve çabayı sürdürme anlamında önem arz etmektedir. Hiçbir insan istemediği bir şeyi yaparak iyi bir sonuç elde edemez. İnsan çalışmayı bir ihtiyaç olarak hissetmiyorsa çalışmasının da bir anlamı olamayacaktır. Öğrenme motivasyonu ise öğrenen bireyin, öğrenmeyi anlamlı ve değerli bulması ve öğrenme için çalışmasını ifade eder. Öğrenme bütünüyle istekli, planlı ve yöntemli çalışmaktır. İnsanın bilgi ve anlama düzeyi arttıkça öğrenme ihtiyacı da artacaktır. İnsan hem içten hem de dıştan motive edilebilen bir varlıktır. Fakat en önemli faktörlerden biri kişinin belirlediği hedeflerin niteliğidir. İnsanların değeri hedeflerinin ve önem verdiği şeylerin değerine göre değişir. Buna bağlı olarak kişinin hedefleri onun motivasyon derecesini de etkilemektedir. Başta da belirtmiş olduğumuz gibi dağları hedefleyen kişi ile tepeleri hedefleyen kişinin motivasyon derecesi aynı olmayacaktır. Kolay ve zahmetsiz olsun, diyen bir kişinin motivasyonu yüksek olmayacaktır. Gayesi yüksek olan ve zahmete talip olan her zaman çalışmasına büyük bir istekle devam edecektir. Unutmayalım ki, “Hayat akıntıya karşı kulaç atmaktır ve yüzmeyi öğrenmenin tek yolu çırpınmaktır.” 4. Hayal gücü Hayal, insanı ataletten kurtarıp onu hedefine doğru yürüten önemli bir kuvvettir. İnsanların yaşadıkça gerçekleştirmeyi hedeflediği hayalleri vardır. Hayatta hangi yöne bakarsanız o yöne doğru ilerlersiniz. Hayaller bizim baktığımız yönü gösterir. Baktığımız yön bizim gerçekleştirmek istediğimiz hedeflerin bize gösterdiği doğrultudadır. İnsanların yaptıkları işlerde başarılı olabilmeleri için sadece yetenekli, kararlı ve zeki olmaları yeterli değildir. Başarıyı yakalayabilmek için hayal gücü güçlü bireyler olmaları gerekmektedir. Hayalde yüce bir gayenin olması gerekmektedir. İnsanın, şahsî ve toplumsal hayatı adına, kendine büyük hedefleri gaye-i hayal yapması oldukça önemlidir. Dünyevi emelleri olan kişi dünyevi çıkarları doğrultusunda bir hayat geçirir ve bütün hayatı bu hayaller ile şekillenir. Hayal etmek öğ- renme sürecini de olumlu etkilemektedir. Bunun için de insanın yetenekleri doğrultusunda gayret ve alın teri gerekmektedir. İdealiniz, tutkunuz ve hayalleriniz olsun ve bunları asla ertelemeyin, gerçekleştirmek için yola koyulun. 5. Kendini tanıma Kendini tanıma seküler anlamıyla insanın ilgilerini, yeteneklerini, mizacını, güçlü ve zayıf noktalarını bilmesi anlamında özetlenebilir. Kendini tanımak, esasında kendi ruh dünyamızla doğrudan irtibat kurmak demektir. Ne olduğumuzun ve niçin yaşadığımızın farkına varmak demektir. Kendimizi tanıyabilmek için, “Ben kimim? Varlığımın amacı nedir? Niçin yaşıyorum? Yapmam gereken görev ve sorumluluklarım nelerdir?” gibi soruları samimiyetle ve derinden düşünerek yanıtlamak gerekmektedir. Bu anlamda kişinin kendini tanıması çok güç bir iştir. Baştan samimi ve cesaretli olmayı gerektiren bir çabadır. Kişi kendini tanıyarak, kendine özgü bir kişiliğe sahip olduğunun farkına varır. Kişinin hedeflerini ve yönünü belirlemesi kendini tanımasına bağlıdır. İnsanın hayatında dengeli, tutarlı ve başarılı olması bir noktada insanın kendini doğru tanımasında yatar. Bu nedenle kişinin, öncelikle duygu ve düşüncelerinin, istek ve ideallerinin, güçlü ve zayıf yanlarının farkına varması gerekir. Kendini çok yönlü tanıyan bir insan hayatını başarılı biçimde yönlendirebilecek, duygu ve düşüncelerini de kontrol edebilecektir. “Yanlış araçla doğru hedefe ulaşılamaz!” ölçüsüyle değerlendirirsek kişinin doğru aracı seçmesi için kendini tanıması ve bilmesi gerekmektedir. Birey kendini tanıdığı ölçüde başarılı olma yolunda önemli adımlar atacaktır. Bireyin kendini tanıması için birçok metot ve teknik vardır. Maddi ve manevi tecrübelerle birlikte tefekkür etme, kendini kontrol ve sorgulama önemlidir. İnsan bunların neticesinde kendi varlığının sırlarını ve sınırlarını görecektir. Duygularınıza dikkat ediniz, düşüncelerinizi etkiler; Düşüncelerinize dikkat ediniz, davranışlarınızı etkiler; Davranışlarınıza dikkat ediniz, karakterinizi etkiler; Karakterinize dikkat ediniz, karakteriniz kaderinizi belirler! 21 Fetih ve Nesil… Geleceğin Fâtihlerine “Yaşını düşündüm, yaşımdan utandım. Başını düşündüm, başımdan utandım.” Ne fethin “Fatih”ini ne de Fatih’in fethini anlatmak kaç kelimenin yapabileceği iş bilemem. Bunun için kalemi aldım, bir yola düştüm ve ilk aklıma gelen şairin bu sözü oldu. Ya neden bir kelime düştü aklıma. Anlamını “kelâmın” değil “kulûb”un doldurmaya yetebildiği bir kelime: şihâb… KÜLTÜR-SANAT Umut Yanlık - Tarih Öğretmeni Şihâb sözlükte şu anlamlara geliyor: 1) Güçlü bir çarpışmadan sıçrayan ateş durumundaki parçacıklar, 2) Güneş yüzeyinde görülen kesikli ışıma, 3) Kıvılcım, akan yıldız, 4) Cesur, yürekli… 22 Biraz daha uzatmak mümkün ama ana hatlarıyla kelimenin anlamı böyle. Her ne kadar lûgat karşılığını versem de kelime halen anlam karşılığını bulabilmiş değil. Bazen geçmişin aydınlıklarına bakmak (geçmişin karanlığına değil!) anlamı eksik kalanları tamamlamaya yardımcı olur. Bir kelimeyi anlarken o kelimeyle de anlam kazanabilir baktığımız şey… Zalimin zülmüne bir tokat indirmek her yiğidin arzu ettiği bir şey. Kim istemez ki zifirî karanlıkta bir ”Tarık” olmayı. Ok da yay da olmak ister cengâver ama okun ucu olmak başka bir şey. Felekler içinde bir yıldız olmak başka ”Tarık” olmak bambaşka bir lütuf. Zalimin zulmüne karşı şihab olacak, yıldızlar içinde ”Tarık”, karanlığı yaracak sen ey genç! Sen bir ok ucu kadar öncü, sen bir ok ucu kadar kararlı olacak genç! Sana birisinden, “sana senden bahsedeceğim!” Kimden mi bahsedeceğim? HAZİRAN 2014 Sana bu şehri hediye edenden… Hani yedi yaşında sancak beyi olandan bahsedeceğim. Hadis-i şeriften murat umandan; Tüyleri bitmeden planlar yapandan bahsedeceğim. İsmini yazarken bile zafer kokusunu dimağlara tattırandan bahsedeceğim. Bir okun ucundan, sana öncü olandan… Feth-i Mübîn’in komutanı Fatih’ten… Fatih, şehirlerin surlarını yıkan, oraları ele geçiren olduğu gibi; aynı zamanda devirleri açıp kapayan bir öncüydü de. Bir önder sadece kılıç kuşanmayla olur mu? Sadece bir kanatla ne uçabilir ki? Yedi dil bilen Fatih şöyle diyor: “Allahü Teâlânın dinini, Allahü Teâlânın kullarının ayaklarına kadar götürmek, ne büyük zevktir.” Arzın üzerindeki Allah’ın bütün kullarına anlatacakları vardı belli ki. Avnî mahlaslı şiirler yazıyordu. Ruhta olan güzelliği dille haykırmak için. Büyük topların dökümünde projeler üretti. Mühendisti. İlmin her türlüsüne talipti. Askeri bir deha idi. Kulun kula kulluğunu yıkmak için, zulme eyvallah dememek için, zalime korku salmak için… Ama II. Mehmet’i Fatih yapmaya bu özellikler yetmez. O’nu Fatih yapan asıl sebep; İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış karakteri ve merhameti olmalı. İlkeleri ve karakteri dikkate alınmadan, yalnız İstanbul’un fethi ile bir değerlendirme yaparsak fethe ve Fatih’e yazık etmiş oluruz. Bu durumda asıl kaybı, öncü olmaya aday, İslâm iklimini getirecek biz gençler yaşamış oluruz. Elbette İstanbul’un fethi başlı başına büyük bir olaydır. Fakat biz Müslümanların gözünde temel kıstas bu olsaydı ilk önce İskender’den, Sezar’dan ya da yakıp yıkan doğu imparatorlarından bahsederdik. Bizce asıl fetih, şehirlerin alınması değil kalplerin kazanılmasıdır. Asıl fatihler Allah’ın adaletini yine Allah’ın arzında hâkim kılma gayretiyle yaşayanlardır. En parlant de la conquête d’Istanbul, en effet, elle fut vraiment un grand fait, un grand incident.Mais s’il y avait une fondation principale aux yeux des musulmans, nous aurions surement parle du roi César de l’Alexandrie qui conquit tout les empires de l’orient. Mais nous à notre avis la vraie conquête n’est pas celle de conquérir des villes, mais plutôt conquérir le cœur des habitants de cette ville afin qu’ils puissent vivre dans la paix et la tranquillité. Les vrais conquéreurs sont ceux la qui se battent de toutes leurs forces, jusqu’a leur dernier souffle pour que le pays conquit étant une terre de Dieu puisse vivre dans la justice, de la manière dont Dieu veut, et sur la voie de Dieu. 23 Bu sebepten 29 Mayıs 1453’te surlar yıkıldı; fakat fetih asıl bundan sonraki süreçte gerçekleşti. Çünkü zapt altına almak farklı şeydir, fetih farklı; zorba olmak farklı, fatih olmak farklı. Fatihlerin bir özelliği de yaşadıkları devirdeki emsallerinden daha faziletli ilkeler benimsemiş olmalarıdır. Onlar sınırlarla sınırlanmayan bir ufka sahip, “mânâ”nın maddeye hâkim olduğu bir iklimin muhayyilleridirler. Her popüler olanın doğru olmadığını ilahî öğreti öğretmiştir onlara. Gidecekleri yere peygamberlerin çizdiği yol haritalarını yanlarından ayırmadan gitmişlerdi. Onları örnek almışlardı. Fatih’in yaşadığı çağlarda Batı’da engizisyon işkenceleriyle insanlık şaşkına dönmüşken; kolonizatörler gittikleri her yerde kılıçla ve mikropla kavimleri yok ederken; İspanya’da Müslüman ve Musevilere “Ya git ya da öl!” tercihleri sunulurken; Macaristan’da Hünyad, Müslüman esirlerin öldürülmesini yemek masalarına tesadüf ettirerek meze yaparken; Drakula Voyvoda kazıklarla sadizm dersleri verirken; Temeşvar beyleri, Müslüman-Türk kanını şaraba katıp içerken; köle ticareti en olağan kazanç kapısı sayılırken… Bunların yaşanıp anormal de görülmediği aynı çağlarda, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış muzaffer bir İslâm komutanın aklında sadece Allah’ın adaletini yeryüzüne hâkim kılmak vardı. Allah’ın lütfettiği zafere layık olmak vardı. Bizanslı kardinal boşuna dememişti “Katolik kavuğu görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz.” diye. 24 mısralarıyla cevap verdi genç padişah. Bu amaç için Mehter-i Hümayûn gökkubbeyi inletti ve kuşatma başladı. Elli altı günlük kuşatmada nice ümit dolu ve yine nice endişe dolu anlar yaşandı. Ama yüreklerden Resûl-ü Kibriyâ’nın müjdeleri geçtikçe niyetler tazelendi, umutlar perçinlendi. Fatih askerine: “Son savletinle vur ki açılsın surlar Fecr-i hücum içinde tekbir aşkına” nidalarıyla seslenirken Bizans’ın köhne surlarında gedikler boy göstermişti bile. Ve Ordu-yu Hümayûn sanki şöyle seslendi: “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es” Rüzgâr esti… gedikler büyüdü … ve asırlar önceki müjde gerçekleşti. Şehre girince muzaffer kumandanın dudaklarından biraz hüzünle beraber şu mısralar döküldü: “Kisrânın kasrında baykuş vuruyor nöbet Kayserin sarayında örümcek perdedârlık yapıyor” Bundan önce nice komutanlar niyet edip çabalar harcamıştı da alamamıştı İstanbul’u. Yirmiden fazla kuşatılmıştı bu kadim şehir. Öncekilerin başaramadığını başarmak için hazırlıklar yapılırken, murâdın nedir, diye sordu hocası. Talan durduruldu, din ve vicdan hürriyeti sağlandı. Mâbetlere dokunulmadı. Gayr-i müslimler aile hukuklarında kendi mahkemelerini kurdular. Ticarî hayata müdahale edilmediği gibi şartlar daha da iyileştirildi. Topraklar ve taşınmaz mallar sahiplerine bırakıldı. Din değiştirmeleri için hiçbir sistematik yola başvurulmadı. Bütün bunları gören Hristiyan halk da şehri terk etmeyip burada yaşamaya devam etti. İlim adamlarına davetler gönderildi. Çabalar sonuç verdi ve pâyitaht kültür merkezi haline geldi. Ve asıl fethin gerçekleşmesi gönüllerin fethi ile oldu. “İmtisâl-i câhidu fillâh olupdur niyyetüm Din-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm.” Bugün Irak alındı, ama fethedilemedi. Afganistan’da dünyanın askeri var ama fetih yok. HAZİRAN 2014 İsrail’in adı işgalci…! Batılı emperyalistler insanın aklını dumûra uğratan silahlara ve maddi güce sahip olmalarına rağmen gittikleri hiçbir yerde gönüllere giremediler. Çünkü ilkeleri beşerî çıkarlar üzerine kurulu. Amaca giden yolda her şeyin mubah görüldüğü makyevalist ahlak(sızlığ)a sahipler. tüm öğrencilerini ekleyebilirim. Hangisine sorsanız o topraklarda İslâm’ın sancaktarlığını yapmış önderlerden bahseder sizlere. II. Mehmet’i Fatih yapan bunların yaptıklarını yapmaması veya bunların Fatih olamamasının sebebi Fatihlerimizin ilkelerine çok uzak kalmaları. Böylesi bir maziye sahip olan “âtînin gençleri!” İnsanın gururlanası geliyor değil mi? Diyeceksiniz: “Kim bu âtînin gençleri?” Bir millet ya da bir kavim mi? Türkiye pasaportu taşıyanlar mı? Asyalılar mı? ...istler mi? Elbette aidiyetini İslâm ilkesi üzerine kurmuş kimseler için kıstaslar bunlar olamaz. Seslendiğim âtînin gençleri maziye baktığında farklı renk, millet ve bölgelerden, ümmet şuuruyla ortak kahramanlar görenlerdir. Libya’ya baktığında Ömer Muhtar’ı, Mali’ye baktığında Mansa Musa’yı, Çeçenistan’a baktığında Şeyh Şamil’i, Kudüs’e baktığında Selahaddin’i, Bosna’ya baktığında Aliya’yı, Bangladeş’e baktığında Abdülkadir Molla’yı görenlerdir. Kısaca “kahramanları ortak görenlerdir.” Asya’da, Afrika’da, Avrupa kıtasında. Çok uzak tarihte, yakın tarihte ve günümüzde. Onlara bakıp gururlanıyor, yaptıklarıyla iftihar ediyoruz. Onlar için marşlar söyleyip sloganlar atıyoruz. Peki, sadece bakıp gururlanacak, şiirler yazıp anma programları mı düzenleyeceğiz? Onların açtığı çığırdan yürümeyecek miyiz? Onlara layık olmak gerekmez mi? Bıraktıkları davaya sahip çıkmak, hangi uğurda canlarını ortaya koydularsa bu idealleri bilmek, bilip benimsemek, benimseyip ilke edinmek gerekmez mi? Evet, ama önce niyetlerini bilmek gerek. “İmtisâl-i câhidu fî-illâh olupdur niyyetüm Din-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm.” diyen Fatih’i ve onun nezdinde fatihlerimizin kendi lisanıyla kuru toprak uğruna, daha fazla insana hükmetmek için ter ve kan dökmediklerini bilmek gerek. Niçin kılıç karşısında göz kırpmadıklarının, güce râm olmadıklarının ve niçin can verdiklerinin idrâki gerek. Âtînin gençleri acıları ortak yaşayanlar, geleceği birlikte kurgulayanlardır. Zamanın popüler yaklaşımlarına esir olmayıp, Kur’an ve sünnet ölçüsüyle hareket edenlerdir. Çoğunluğun kabul ettiği ilkeleri “Kur’an’da bahsedilen az kalmışları” model alarak sorgulayanlardır. Gelecek “Eğer iman ediyorsanız üstün olan sizsiniz.” ilahî düsturuyla kalplerine sekineler indirirken; israiloğullarının Hz. Musa’ya “Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” dedikleri gibi demeyip zalimin zulmüne bir tokat gibi şihâb olanlarındır. Zulme de zalime de boyun eğmeyip, mütevekkil bir şuûrla kıyam duranlarındır… İslâm’la terörü kastî bir şekilde yan yana getirenlerin oyunlarını bozmak, gerçekleri önce kendimize sonra neslimize anlatmamız gerek. Gerçek fetihlerin (gönüllerin fethinin) nasıl olduğunu, gücün Hakk’a nasıl da kul olabildiğini anmak, anlamak, anlatmak gerek. Kısaca; “ Kökü mâzide olan bir âtîyiz” demek gerek. Yürekten demek gerek, yürekten… Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Her nereye baksanız böyle örnekleri rahatlıkla bulabilirisiniz. Senegalli Süleyman, Kırgızistanlı Abdülhamid, Arnavutluk’tan Ömer, Ürdünlü Umran, Kafkaslardan Mustafa, Somalili Abdulkadir, Türkiye’den Fuat, Endonezyalı Neşrüddin... Listeye okulun 25 Fetih Ruhu KÜLTÜR-SANAT Muhammet Köse Fakat 1453’ün 29 Mayısında fikirleri bir anda değişti. Zira tecrübesiz deyip “kuzu”ya benzeterek küçümsedikleri II. Mehmed bir anda arslan kesilip, tek pençede Bizans’ı yere sermişti. 26 İstanbul 1453 yılına kadar dünya için aşılmaz bir kaleydi. İnsanlar onun asla fethedilemeyeceğini düşünüyorlardı. Böyle düşünmeleri için haklı gerekçeleri de vardı. Ne de olsa, güçlü ordularla defalarca kuşatılmasına rağmen, önüne gelen her orduyu püskürtmüş ve hükümdarını utanç içinde ülkesine geri yollamıştı. Yıkılmaz surları ve surların üstünde bekleyen askerleriyle hiçbir orduya geçit vermiyordu. Pek çok hükümdarın hayallerini süsleyen bu şehir, uzun süredir Doğu Roma (Bizans) İmparatorunun elindeydi. 15. asrın ortalarına doğru Bizans, Osmanlı’nın yoğun fetihleri sonucunda bir tek İstanbul’dan ibaret kalmıştı. Fakat Bizans, İstanbul’u çok iyi koruyordu; üstelik, üzerinde diğer Hıristiyan devletlerin koruması da vardı. Ayrıca kendisini tehdit eden büyük güçler de ortadan kaybolmuştu. Bizans için en büyük tehdit olarak görülen Osmanlı Sul- HAZİRAN 2014 tanı II. Murad vefat etmişti. Yerine genç şehzade Mehmed geçmişti. Bunun üzerine Bizans ve Hıristiyan devletler bayram yapmış, “yaşlı kurt öldü, yerine genç kuzu geçti” diye sevinmişlerdi. Fakat 1453’ün 29 Mayısında fikirleri bir anda değişti. Zira tecrübesiz deyip “kuzu”ya benzeterek küçümsedikleri II. Mehmed bir anda arslan kesilip, tek pençede Bizans’ı yere sermişti. Bu haber dünyada bomba etkisi yaptı. İslam dünyası bayram yaparken Hıristiyanlar yas tutmaya başladı. Pek çok insan, henüz sadece yirmi bir yaşında olan Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethedebileceğine inanamıyordu. Ondan çok daha güçlü, tecrübeli hükümdarlar İstanbul’un kapısından dönmüşken, tahta yeni çıkmış bu genç sultanın o muazzam surları aşması açıkçası Osmanlı’da bile beklenmedik bir durumdu. Şehzade Mehmed hocasından, hayatını değiştirecek o hadisi duyunca sarsılmıştı. O günden sonra içi İstanbul’u fethetme istğiyle dolup taşmıştı. Daha sonra bu onun hayatının amacı haline gelmiş, ideali olup çıkmıştı. Ne demişti o hadiste Peygamberimiz: “Kostantiniyye (İstanbul) bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Peki, nasıl yapmıştı bunu Fatih? Onda olup da diğerlerinde olmayan ne vardı? Bu soruya pek çok cevaplar veriliyor. Bu cevapların en çok benimseneni ise Fatih’in bir dahi olması. Fakat bana göre, bu büyük başarıda ve bunun gibi büyüklü küçüklü başarılarda bunlardan çok daha önde olan bir şey var. O nedir diye soruyorsanız, söyleyeyim: İdeal! İdeal, insanı motive eden en büyük güçtür. İnsan, idealleri uğruna her şeyi göze alabilir, ideallerine ulaşmak için gerekirse hayatını bile verebilir. Yani ideal, basit ve sıradan bir şey değildir. İdeal edinen insan, ancak ideali gerçekleşirse tam anlamıyla mutlu olmuş olabilir. Evet, Fatih’in bir ideali vardı. Daha çocukken edinmişti idealini. Şehzade Mehmed hocasından, hayatını değiştirecek o hadisi duyunca sarsılmıştı. O günden sonra içi İstanbul’u fethetme istğiyle dolup taşmıştı. Daha sonra bu onun hayatının amacı haline gelmiş, ideali olup çıkmıştı. Ne demişti o hadiste Peygamberimiz: “Kostantiniyye (İstanbul) bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Şehzade Mehmed’in bu hadisten böylesine etkilenmesine şaşırmamak lazım. Ne de olsa o sıralar veliahttı. İleride yöneteceği devlet gitgide güçleniyordu. Araştırdıkça İstanbul’u fethetme arzusu arttı. Kostantiniyye’nin (İstanbul) etrafı Osmanlı topraklarıyla çevriliydi. Osmanlı topraklarının tam ortasında, boğaza hakim bir bölgedeydi. Bu bakımdan Osmanlı için büyük bir sorundu. Mutlaka alınması lazımdı. Ayrıca Bizans, köklü ve dünyada önemli bir devletti. Hıristiyanların en önemli kalelerindendi. Fatih eğer burayı alırsa Osmanlı’nın fetihlerde önü açılacak, ilerlemesine engel olan tek şey ortadan kalktığı için devlet hızla yükselişe geçecekti. Zaten bu yüzden pek çok komutan burayı almak için gelmemiş miydi? İstanbul’u almak için gelip de şehid olan birçok sahabe -Ebu Eyyüb el-Ensari gibi- vardı. Demek ki İstanbul bu kadar önemliydi. Bunları düşünen Şehzade Mehmed’in önünde yukarıda saydığımız engeller de vardı. Fakat o bunları çoktan göze almıştı. Artık İstanbul’u fethetmek oyunları, hayalleri olmuştu. Her padişahın ve şehzadenin bir mesleği olurdu. Mehmed, sırf surları yıkabilecek büyük topları yapabilmek için top dökümcülüğü mesleğini seçmişti. Plânlarını daha küçük yaşta kurgulamaya başlayan şehzade Mehmed, bir gün kendisine gelen haberle şaşkınlığa uğradı. Babası II. Murad artık yorulduğunu söyleyip tahtı ona bırakmıştı. Fakat buna ne Şehzade Mehmed, ne halk, ne de devlet adamları hazırdı. Henüz on dört yaşındaki Şehzade Mehmed’in tahta geçtiğini gören Hıristiyan 27 Bir gün, cihad aşkıyla dolu Ulubatlı Hasan adındaki bir yiğit, elindeki bayrakla surlara tırmanmaya başladı. Yanındaki arkadaşları teker teker şehid olurken o tekbir getirerek ilerliyordu. Sonunda surlara çıktı ve bayrağı ilk kez surlara dikmeyi başardı. “Babacığım, eğer sen padişah isen gel ordunun başına geç. Yok, eğer ben padişah isem, emrediyorum gel ve ordunun başına geç!” devletler de bu fırsatı değerlendirmek için büyük bir ordu toplamaya başlamıştı. Devlet adamları böyle bir durumda bu kadar küçük yaşta olan Mehmed’in tahta geçmesine taraftar değildi. Mehmed de böyle düşünüyordu. Ne de olsa o daha çok küçüktü ve karşısında büyük bir tehlike vardı. Böyle bir durumda tahtta kalırsa tahtı elinden giderdi. O zaman asla idealini gerçekleştiremezdi. Fakat buna rağmen 2. Murad tekrar tahta çıkmayı reddediyordu. Bunun üzerine Mehmed, muhteşem zekâsını kullanarak babasına şu meşhur mektubu yazdı: “Babacığım, eğer sen padişah isen gel ordunun başına geç. Yok, eğer ben padişah isem, emrediyorum gel ve ordunun başına geç!” Artık II. Murad’a yapacak başka birşey kalmamıştı. Tekrar tahta oturdu ve ordusunun başına geçip haçlı ordusunu durdurarak Varna Zaferi’ni kazandı. Tekrar şehzade olan Mehmed, ideali için hazırlanmaya devam etti. Tâ ki babası Sultan Murad vefat edene kadar. Babasının yerine geçen Sultan Mehmed, derhal hazırlıklara başladı. Fakat hemen fark etti ki, babasının ölümünden dolayı mutluluk içinde olan Hıristiyan dünyası onu küçümsüyor, onun da diğerleri gibi eli boş döne- 28 HAZİRAN 2014 ceğini düşünüyorlardı. İşin kötü yanı, Osmanlı devlet adamlarının bazıları da aynı şekilde düşünüyorlardı. Fakat o bunları hiç umursamıyordu. Çünkü idealini belirlemişti. Ondan önceki müslüman hükümdarları saran fetih ruhu onu da sarmıştı. Fakat Sultan Mehmed’de bu çok daha kuvvetliydi. O bu yolda ölmeye hazırdı. Nitekim ne demişti: “Ya ben İstanbul’u alacağım, ya da İstanbul beni.” Bu sözünden anlıyoruz ki artık bu onun için bir ölümkalım savaşı haline gelmişti ve İstanbul’u almak için elinden geleni yapacaktı. Bizans, Sultan Mehmed’in geldiği haberini alınca hemen hazırlanmaya başladı. Asker sayısını artırıp surları sağlamlaştırdı. Fakat Sultan Mehmed bu surları nasıl aşacağını çoktan hesaplamıştı ve muhteşem projesini hayata geçirdi. Kendi tasarladığı devasa Şâhi toplarını ve surları üstten aşıp arkasını darmadağın edecek havan toplarını döktürdü ve ordusuyla İstanbul’u kuşattı. Fakat İstanbul’u fethetmek elbette diğer kaleleri fethetmek kadar kolay değildi. Bizans’ın direnişi bitmek bilmiyordu. Topların açtığı gedikleri hemen kapatıyorlardı. Surlardan aşağıya ok yağdırıp kızgın yağ döküyorlardı. Hele Rum ateşi en kötüsüydü. Suda yanabilen ateş olarak ünlenen bu ateş, pek çok babayiğidin canına mal olmuştu. Fakat Sultan Mehmed ve askerleri bunu önemsemiyordu. O’nu ve ordusunu fetih ruhu, cihad aşkı sarmıştı. Sadece surlarda değil, denizde de şiddetli savaşlar oluyordu. Bizans şehrin kilit noktası olan Haliç’e büyük bir zincir germişti. Burası bir türlü aşılamıyordu. Bunun üstüne bir de Bizans’a yardıma gelen gemiler Osmanlı donanmasını aşıp Haliç’e girmeyi başarınca, Sultan Mehmed öfkelenmiş ve birçok resme konu olan atını denize sürmesi ile herkese cesaretini göstermişti. Artık savaşın kazanılması için o zincirin aşılması gerekiyordu. Fakat bunun hiçbir yolu bulunamıyor, savaş uzadıkça uzuyordu. Askerler arasında fethin gecikmesinden dolayı umutsuzluk başgöstermeye başlamıştı. Fakat Sultan Mehmed asla pes edemezdi. Çünkü onun bir ideali vardı. İdealinden vazgeçemezdi. Bunun için gece gündüz düşünmeye başladı. Mutlaka bir çözümü olmalıydı. İşte bu noktada devreye o muhteşem zekası girdi ve o muhteşem plânı yaptı. Bir gece vakti donanmayı bir düzenekle karadan yürüterek zincirin arkasına geçirdi. Ertesi sabah gemileri Haliç’te gören Bizans askerleri neredeyse şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı. Bunu hangi gücün yapabileceğini soruyorlardı birbirlerine. Aslında cevap çok basitti: İman gücü ve fetih ruhu!... Artık iş bir nebze azalmıştı. Bizans iyice sıkışmaya başlamıştı. Fakat Osmanlı ordusu da en az Bizans kadar hasar almıştı. Savaş uzuyor, fetih gecikiyordu. Savaşın sonlanması artık anlık bir olaydı. Sadece bir kıvılcım gerekliydi. Sonunda o da oldu. Bir gün, cihad aşkıyla dolu Ulubatlı Hasan adındaki bir yiğit, elindeki bayrakla surlara tırmanmaya başladı. Yanındaki arkadaşları teker teker şehid olurken o tekbir getirerek ilerliyordu. Sonunda surlara çıktı ve bayrağı ilk kez surlara dikmeyi başardı. Üzerine oklar yağdı, fakat onun umrunda değildi. O görevini yapmıştı. Gerisi önemli değildi. Oracıkta şehid oldu. Fakat artık askerler coşmuştu. Kimse onları bir daha asla durduramazdı. Ve 29 Mayıs’ta Sultan Mehmed, Fatih Sultan Mehmed Han olarak şehre girdi. Fakat Fetih Ruhu sadece kaleyi aşmak, şehri fethetmek değildi. Fatih, ancak halkın gönlünü fethederse tam olarak amacına ulaşmış olabilirdi. Nitekim öyle de oldu ve böylece Fatih halkın gönlünü kazanarak hedefine ulaştı. Evet, az önce de dediğimiz gibi Fatih İstanbul’u fethettiğinde daha yirmi bir yaşındaydı. O genç yaşında şu anki gençlerin daha hayal bile edemeyeceği işler yapmıştı. Şu anki gençler, bu konuda; “O Padişahtı, o dâhiydi.” gibi bahaneler kullanırlar. Oysa daha önce dediğim gibi bunlar küçük şeylerdir. Başarılı olmak isteyen insan, bu konuda Fatih’i örnek almalıdır. Onun gibi kendine bir hedef belirlemeli, bu hedefe ulaşmayı ideal edinmeli ve başarmak için her şeyini, gerekirse canını vermelidir. Ancak böylece başarıya ulaşılabilir. Ayrıca şunu da unutmamalıyız ki İstanbul bize Fatih’in ve fetihte bulunan bütün şehitlerimizin bir emanetidir. Onu korumak ve tekrar eskisi gibi tam bir İslam şehri haline getirmek biz gençlerin en büyük vazifesidir. İnşaallah bu vazifemizi hakkıyla yerine getirebiliriz. 29 Ancak Fetih Ruhuna Sahip Gençler Fatih Olabilir Fetih ruhu denilince aklımıza ilk gelen “feth i-mubin”, sonra da İstanbul’un fethidir. Bunları hatırlamakla kalmayıp yanında da çok önemli ve kapalı bir fetih vardı. Onu da çoğu Müslüman bilmez. Peygamber Efendimiz, Mekke’yi fethetmeden önce on yıl boyunca onu fethetmeye çalıştı. Efendimizin bizlere bıraktığı en büyük cihatlardan biridir o, o da kalptir. Ülkeler fethetme eğer sırf Allah rızasını kazanmak ve İslâm’ı yaymak için ise buna fetih ruhu denilebilir. Başka bir amaç için ise fetih ruhu denilemez. Bu yüzden önce kalpleri fethetmemiz gerekir. KÜLTÜR-SANAT Abdüsselam Hüseyin - Nijer Kalp, insanın vücuttaki hükümdarıdır. Bir Türk atasözü der ki; “Balık baştan kokar.” Buna göre ben de “İnsan kalpten kokar.” diyorum. Kalbin ne kadar değerli olduğunu bilmemiz için Kur’ân okumalıyız. Kalbin önem ve değerini ayetleri tefekkür etmeden anlamamız çok zordur. 30 Bakara Suresi’nin yetmiş dördüncü ayetinde İsrailoğulları kast edilerek kalplerinin kaskatı hatta taştan daha katı olduğu zikredilir. Buna karşılık Enfal Suresi’nin ikinci ayetinde ise müminler kast edilerek Allah anıldığında kalplerinin korkudan titrediği, ürperdiği beyan buyrulmakta- HAZİRAN 2014 dır. Öyleyse fetihte en temel olan kalptir. Bir şahsın kalbini yenerseniz onu yenmiş olursunuz. Fatih Sultan Mehmet, Osmanlının en büyük kahramanlarındandır. Asıl adı Mehmet’tir. İstanbul’u fethettikten sonra “Fatih” unvanını kazandı. Onun yaptığı savaşları, cihatları sahabeler de yapmak istiyordu. Ebu Eyüp el-Ensari (r.a.), sırf Rasulullah’ın müjdesine mazhar olabilmek için İstanbul’un fethine katılmak istemiş ve o ihtiyar haline, onca uzun ve meşakkatli yola aldırmadan orduya iştirak etmiştir. Fakat kısmet, İstanbul’un fethini göremeden bu topraklarda vefat etmiştir. Fatih, gencecik yaşta, dünyanın bütün güzelliklerini ve nimetlerini bir kenara itip fetih meydanlarına çıkmıştır. Büyük bir fetih ruhuyla hareket edip İstanbul’u fethetmiştir. Bu ruh, onun hayatı algılamasında ve “Fatih” olmasında çok önemli bir ruhtur. Fethin özellikleri ve sınırları bellidir. Fetih net ve gerçektir. Fatih olmak da bu özellikleri taşımakla mümkün olabilir. Hedefe varmak için açık, net, gerçekçi ve ısrarcı olmak gerekir. Hedefi neydi Fatih’in? İstanbul’u fethetmek! “Ey İstanbul! Ya ben seni alırım ya da sen beni alırsın!” pardılar. Bunu da bazen bizzat kendileri, bazen de bizim insanlarımızı alıp eğiterek yapıyorlar. Fatih, bu kadar inanmış ve adanmıştı. Onu alacağından asla şüphe duymamıştır. Fetih ruhunu en iyi yaşatanlar mümin gençlerdir. Her konuda fikri olan, zikri olan, tam inanmış gençler olmalıyız. Çağın gerektirdiği bütün ilimleri, teknolojiyi, bilimi öğrenmek zorundayız. Stratejiyi iyi bilmeliyiz. Çağın ve ümmetin sorunlarını iyi tespit edip ona göre bir tavır geliştirmeliyiz. Bütün fetih ruhuna sahip insanlarla kardeşlik şuuru içinde fikir ve eylem birlikteliği kurmalıyız. Dünyanın dört bir yanında yaşayan inançlı insanlarla güç birliği sağlamalıyız. Ümmetle hareket edip Filistin’e, Irak’a, Mısır’a, Suriye’ye, Orta Afrika’ya, Bosna’ya, Myanmar’a hatta bütün mazlum coğrafyalara iyilik, güzellik, doğruluk yani fetih götürmeliyiz. Bu inanca sahip gençler olmalıyız. Örnek ve önder bir gençlik olmalıyız. Necip Fazıl’ın dediği gibi “Kim var, diye seslenilince sağına ve soluna bakmadan fert fert ben varım, cevabını verici, her ferdi, benim olmadığım yerde kimse yoktur, fikrini besleyici bir dava ahlâkına sahip bir gençlik” olmalıyız. Öyle bir gençlik ki, “Uykusuz, susuz, ekmeksiz, başını secdeye mıhlayıp bir ömür boyu Allah’a hamd etme makamında.” olmalıyız. Hedefini nasıl gerçekleştirdi? Çalışarak! Çalışarak ve ısrar ederek! Gece gündüz fethi düşünüyor, fethi yaşıyordu. O İstanbul’un fethini önce kalbinde ve kafasında bitirmişti. Bütün fetih çalışmalarını herhangi bir dünyalık fayda için yapmadı, sadece Allah rızası için. Demek ki fetih de bir de samimiyet esastır. Gösterişsiz, menfaatsiz bir kalple insanlara yaklaşacaksın, o zaman hem kalpleri hem de ülkeleri alabilirsin. Fatih, büyük bir plan yaptı. Bununla da kalmayıp planlarını titizlikle uyguladı. Biz gençlerin de planlı ve programlı olması gerekir. Bizim de bir hedefimiz, planımız ve aşkımız olmalı. İnancımız, bizi hedeflere götürecektir. Ne inançlarımızdan ne hedefimizden asla şüphe etmeyeceğiz ve yürüyeceğiz. Biz yürürsek insanlar da arkamızdan yürüyecektir. Önce kalpler fetholunmalı, sonra bütün bedenler ve ülkeler fetholunur. Eğer, fetih rüyası görmezsek Fatih olamayız. Biz gençlerin davalarını, dertlerini, rüyalarını sevmesi lazımdır. Fatih kadar hatta ondan daha çok sevmeli ve çalışmalıyız. Fatih diyor ki: “Onların hayalleri bile bizim yaptıklarımıza yetişemez.” Aslında biz fetih ümmetiyiz, nesliyiz fetih bize emanettir. Fethin emanet olduğunu aklımızda mıh gibi tutmalıyız. Batılılar, bizi markalarla, makam-mevkilerle, dünya şehvetleriyle kandırdılar. Topraklarımızı cetvelle böldüler, bizi birbirimize düşürdüler, bizi bize düşman ettiler. Kalplerimizdeki bağları ko- Recep Tayyip Erdoğan ve Yusuf el-Karadaviler gibi Müslümanları uyandıran liderler yanımızda olmalı. Nerede bir Müslüman varsa haberdar olmalıyız. Bütün Müslüman ülkeler mezhepleri ne olursa olsun mademki Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir, kıblemiz bir; o hâlde amacımız da bir olmalı. İslâm adıyla hareket edip fetih ruhunu gerçekleştirmeliyiz. Belki böylece insanlardan akın akın dinimize yani fethimize koşan fertler olur, hem onlar kurtulur hem de biz. Fatih olmak için önce fetih ruhuna sahip olmamız gerekir. Fetih ruhu için de dünyayı ve içindeki zevkleri elimizin tersiyle itip ahirete odaklanmamız gerekir. Bu hayat kısa ve geçicidir. Unutmayalım ki “Asıl hayat ahiret yurdudur.” 31 Komşumuz Kardeşimiz Suriye KÜLTÜR-SANAT Şahin İbrahim Güleryüz Yüzyıllarca İslam alemine öncülük etmiş sayısız ilim ehli yetiştirmiş bir memleketin evlatları bugün bir varoluş mücadelesi vermektedir. 32 İslam tarihine baktığımızda “Mekke Dönemi” bir inancın ve bunun mücadelesinin eğitim alanıydı. Medeniyet boyutu ise “Medine İslam devleti” kurulması ile gerçekleşmiş, adım adım inen vahiy ve sünnetlerle şekillenmişti. Ancak günümüze baktığımızda İslami ve medeni boyutta ciddi bir bilinç ve terbiyeden çok uzaklaş(tırıl)mış bir toplumu görmekteyiz. Daha kendini bulmadan birden bire “Arap Baharı” sürecinin de etkisiyle çok büyük bir mücadeleyle karşı karşıya kalmıştı Suriyeli kardeşlerimiz yani hazırlıksız yakalanmışlardı. Bu durum mücadeleyi bazen karanlık ve karmaşık durumlara da taşımaktadır. O halde yanlış mı yapılmıştır diye bir soru sorsak benim cevabım kesinlikle hayır olacaktır. Çünkü bu millet, baba Esed’in elinde hem dini değerlerini hem de insani bütün hak ve özgürlüklerini kaybetmişti. Zaten bir kez HAZİRAN 2014 bu haklarını elde etmek için bu Nusayri azınlık çetesine baş kaldırmış on binlerce insan tutuklanmış, katledilmiş hatta daha sonra hastanelerdeki yaralılar, hapishanedeki tutuklular bile şehit edilmişlerdi. Herkes “Muhaberat” denilen adamların takibindeydi. 2-3 kişi yan yana gelse hemen sorguya alınıyor ya işkence ediliyor ya hapishanelerde kaybediliyor ve en iyisinden(!) yıllarca hapislerde çürüyorlardı. Ama başkaldırının, direnişin maliyeti ne olursa olsun halkın hemen hemen her kesimi bu ayaklanmaya ortak oldu, ölümüne direnişe geçti ve hala da bu mücadele Suriye’nin her yerinde devam etmektedir. Ki ilk kıvılcımın nasıl atıldığını da herkes gayet iyi bilir, işkenceye alınıp orada şehid edilen çocuklar konusunu. Ben bu duygularla baba Esed’in zulümlerini oğul Esed’in katliamlarını görmüş ve öğrenmiş biri olarak ilk defa bir kurban organizasyonu için Suriye’ye gittim. Bab el-Hava ‘dan Suriye’ye giriş yaptığımda aslında bir devlet ortada yoktu oralarda . Ancak özgürlüğe adım atmış halkın, bir sınır noktasını nasıl kontrol edeceğini öğrenmeye çalışan farklı gruplardan oluşan temsilcileri vardı. Devrim başlayınca herkes kendi bölgesini özgürleştirmeye çalışmış bu da her bölgede farklı farklı yapıların doğmasına sebebiyet vermişti. Karmaşa ve belirsizliğe hatta acılara rağmen insanların yüzlerinde özgür bir geleceğin umudunun tatlı bir yansımasını görebiliyordunuz. Bu gidiş gelişlerim bir kaç kez daha gerçekleşti. Zaman ilerledikçe mücadeleyi daha iyi öğrenseler de maalesef düşmanları daha da artmıştı. Rusya, Çin, İran, Lübnan Hizbullah’ı hepsi bu zalim rejime ciddi destek veriyorlardı. Buna rağmen mücahitler ilerleme kaydediyor ama gitgide bu ciddi bir yavaşlamaya dönüşüyordu. Bu, Müslüman Suriye halkını yorsa da direnişten geri bırakmıyor hatta onların böyle bölük pörçük bir yapıda bu kadar düşmanla başa çıkmalarının çok zor olacağını öğrenmelerine vesile oluyordu. Hele son gidişimde pek çok yapı bunu gündemlerine almış kendi aralarında yeni ittifaklar (birlikler) kurmalarının çok önemli bir gereklilik olduğunu kabul etmişlerdi. Yani çekilen acılar ve zorluklar aynı zamanda müslümanları doğru adımları hızlı atmaları noktasında da zorluyordu. Özellikle nereye uğrasanız yıkılmış evler, hastalar, yaralılar, düşman tarafına gittiği için kapanmış yollar görüyorsunuz. Hatta bazıları bu savaşın niye uzadığını bile anlamadığını söylüyorlardı. Ama halkın büyük bir çoğunluğu bu mücadelenin ya tam bir özgürlüğe ya da şehadete kadar süreceğini, kesinlikle geri dönmeyeceklerini söylüyorlardı. İster kurban organizasyonunda olsun isterse diğer yardımların dağıtılmasında olsun benim çok takdirimi celbeden hal ise hiç kimsenin bir karmaşaya meydan vermemesiydi. Bazıları sizden aileleri kalabalık olduğu için bir değil iki kutu talep ediyor ama ister verin ister vermeyin hiç taşkınlık yapmıyorlardı. Hele yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalanlar, çadır kentlerde soğuk ve sıcağa daha ciddi maruz kalacak bir durumda tek bir çadıra sığınmış olarak kalıyordu. Allah’ın kendilerine acilen bir çıkış nasip etmesini diliyorlardı ama ne yağma ne de ciddi bir taşkınlık yapıyorlardı. Farklı ülkelerdeki kardeşlerinin desteğiyle ve Allah’ın(cc) da yardımıyla zafere ulaşacaklarını söylüyorlardı. Pek çok yerde farklı farklı dualar edenlere rastladım. Ancak iki şeyde ortak duaları vardı. Birincisi bütün bir halk; kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısıyla “Allah’ım! Bu Beşşar Esed’i kahret hatta onun tüm neslini yok et.” diyorlardı. İkincisi ise beni çok etkiledi, o da şuydu: “Allah’ım! Bizi herkes terk etmişken sadece Türkiye, devletiyle ve halkıyla bize sahip çıktı. Sen rahmetin ve lutfunla onlara muamele et, dünya ve ahiret saadetini onlara nasip et.” İşte daha anlatılacak çok acılar ya da güzel misaller olmakla birlikte biz sözümüzü üstteki cümlelerle bitirmeyi yeğledik. Ta ki bu memleketin bütün evlatları yeryüzündeki bir çok mazlumun umudu oluşlardır. Buna uygun davranmayı ihmal etmesinler ki hem mazlumların duasına ve ecrine hem de onların mücadelelerine ortak olsunlar, hem bu alemi hem de öbür alemi kazansınlar... 33 İnsanlığın Efendisi (sav)’ne Binlerce Selâm… Selâm sana ey Resul, Selâm sana ey Nebi, Selâm sana ey Habip, Selâm sana ey Tabip… Mektubuma nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Mektup yazmakta pek mahir olan ben, muhatap sen olunca ey Allah’ın Resulü, yazamıyorum. Heyecandan, hicaptan, helecandan kalemim titriyor, dilim tutuluyor. Bunu samimiyetle söylediğimi belirtmek isterim. Ne demeli, nasıl başlamalı mektuba bilmem ki! Seni anlatmalı ama nasıl? Hem de sözlerin en güzeliyle. KÜLTÜR-SANAT Mustafa Salihoviç - Bosna Hersek Senin sevgini, övgünü, yüce kişiliğini dile getirmeli en yüksek perdeden. Hem de en edebî en veciz bir şekilde. 34 bebeklere. Muhammedler, Mustafalar, Ahmetler, Hamzalar, Enesler… Seni seven yüzbinlerce Boşnak var benim ülkemde. Adın anıldığında gözyaşlarını tutamayan, “Canım sana feda olsun!” diyen aksakallı ihtiyarlar, beyaz yaşmaklı anneler var. Ben şimdi İstanbul’dayım ve 53 farklı ülkeden gelen kardeşlerimin bulunduğu bir okulda okuyorum. Diller, ırklar, tenler, deriler, coğrafyalar renk renk. Ümmet adeta burada toplanmış gibi. Gine’den Doğu Türkistan’a, Bosna’dan Somali’ye, Cezayir’den Mali’ye kadar dili, kültürü, rengi, ırkı farklı farklı tam elli üç kardeşim, tam elli üç kardeşin var burada. Ne var ki buna ne kudretim ne takatim ne de müktesebatım kifayet ediyor. Çünkü ben sanatkâr değilim, sadece yüce şahsiyetine büyük bir muhabbet besleyen mütevazı bir öğrenciyim. Hep birlikte Cenab-ı Allah’ın kelâmını okuyoruz. Yüce kelâmı okuyup hafız olmaya çalışıyoruz. Bazılarımız hafız oldular bile. Bunun yanında senin sîretini de okuyoruz, neler ve nasıl yaptığını öğreniyoruz. Ey Allah’ın Resulü, Ey Allah’ın Resulü, Sana olan muhabbetimdir bu satırları yazdıran, sana olan ihtiramım. Öyle yapmacık, öyle süslü laflar etmeyi pek beceremem ben. İçimden geldiği gibi, dilimden döküldüğü gibi sade ve samimi bir dille söyleyeceğim sevgimi, hürmetimi ve muhabbetimi. Ben burada hiç zamanımı boşa harcamıyorum, sürekli okuyorum, çalışıyorum, koşuşturuyorum. Ailemle bile çok nadir konuşuyorum. Bazen güçsüz kalıyorum. Sınıfta öylece oturup kalıyorum. Hani ahirete göç etmeden irad etmiş olduğunuz “Veda Hutbesi” var ya, zaman zaman sınıfta onu okuyorum. Ne zaman okusam gözyaşlarıma hâkim olamıyorum. “Ey insanlar!” diye başlıyorsun mübarek kelâmına. Hitabından sesini duyar gibi, seni görür gibi oluyorum. Yaşadığın ibret dolu, hikmet dolu, aşk dolu, sevgi dolu, hasret dolu, elem dolu, ızdırap dolu altmış üç yıllık hayatını bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiriyorum. İlim tahsil etmek için geldim Bosna’dan Konstantin’e, yani İstanbul’a, yani yüzyıllar öncesinden fethini müjdelediğin bu güzel şehre. Adım Mustafa. Ne mutlu bana ki adım mübarek adını taşıyor. Bosna Sancak’ta hep senin sevdiğin isimler konuyor yeni doğan HAZİRAN 2014 Biliyorum ki hayatın mücadeleyle geçti. Bir an olsun durmadın, bir an olsun dinlenmedin. İlk ayetler indiğinde muhterem eşin Hatice’ye “Ey Hatice, artık bana dinlenmek bitti.” demiştin. Altmış üç yıl boyunca tatmadığın acı kalmadı. Kovuldun, dövüldün, sövüldün, sürüldün, hakarete uğradın ama asla pes etmedin, asla vazgeçmedin. Çünkü sen Allah’ın biricik resulüydün. Yetim doğdun, öksüz oldun ama bu ümmeti yetim bırakmadın. Dünya nimetleri ayaklarına serildiği halde sen sadece “yüce dostu” istedin. O günün zalimleri, o günün cahilleri sana taş attı, ok attı, kılıç salladı ama sen güçlü olduğun halde onlara adeta gül attın, ellerinden tutup onları uçurumdan kurtardın. Ebu Bekr’i yol arkadaşı edindin, Huzeyfe’yi sırdaş, Ömer’i kardeş…Asırlar sonra gelen bizlere “kardeşlerim” diye iltifatta bulundun. Ne güzel bir iltifat, ne sıcak bir hitap! “Kardeşlerim”! Sahiplenme var bu hitapta, sevgi var, dostluk var, tevazu var, asil ve şerefli bir ahlâk var… İnsanlık sana o kadar çok muhtaç ki ey Allah’ın Resulü! Bugün liderler senin yolundan gitmiyor, komutanlar senin kadar merhametli davranmıyor. Gözyaşı, ölüm, kan bütün dünyayı sarmış durumda. Çocuklar sevilmiyor, sevilmek ne kelime öldürülüyor; yaşlılar hürmet görmüyor, hürmet ne kelime hakarete uğruyor; anne babalar dövülüyor, sokağa atılıyor, kadınlar tıpkı cahiliye devrindeki gibi değersiz… Ey Nebi, İnsanlık perişan. Ebu Cehillerin ve Ebu Leheplerin kıtalar dolaştığı bir çağda Ebu Bekirler, Ömerler dolaşmıyor artık. Zalimler yargıç, mazlumlar mahkûm. Yüzyıllar öncesinden haberini verdiğin kıyamet alametlerini yaşıyoruz. Emanetini, neslini ebterlere, Ebu Leheplere rağmen taşımaya ahdettik. Verilmiş bir sözümüz vardı ve onu tutmaya çalışıyoruz. Ümmet, uyanıyor ey Allah’ın Resulü. İşte burada, yanı başımda, kalpleri senin sevginle çarpan elli üç farklı ülkeden yiğitlerin var, Hamzaların, Alilerin, Sıddiklerin, Farukların, Talhaların, Osmanların var… Ey Resul, Geçen sene okulumdan umreye giden otuz kadar kardeşim vardı. Onlardan birisi de Çeçenistanlıydı. Onunla sana selâm göndermiştim. Selâmımı sizlere ilettiğini söyledi. Ne kadar da çok mutlu oldum, acaba cevap verdiniz mi, acaba “ve aleykumselâm” dediniz mi ey Allah’ın Resulü? Keşke ben de gelebilseydim ayak bastığın mekânlara. Keşke ben de yürüdüğün yollarda yürüseydim, Uhud’a çıkabilseydim, Bedir’e gidebilseydim… Ya Muhammed, Mektubumun başında da söylediğim gibi sana nasıl hitap edeceğimi doğrusu pek beceremiyorum. Ne desem acaba? “Muhammed” mi desem, “Resulullah” mı “güzeller güzeli” mi “biricik sevgili” mi bilemiyorum… Ne söylersem sanki bir şeyleri eksik bırakıyormuşum, bir şeyleri yanlış yapıyormuşum gibi. Bugüne kadar diller, sayfalar, satırlar sana o kadar çok methiyeler dizdi ki… Ben onlardan daha güzel ne yazabilirim ki… Sen âlemlerin meftun olduğu yüce bir şahsiyetsin. İsmi Allah’ın kitabında anılan ve insanlığa örnek gösterilen yegâne örneksin, öndersin, lidersin… Sana övgü yazmak aslında kendimize, kalemimize bir övgüdür. Diller, kalemler, övgüler senin adını anmakla ancak yücelir. Sen ki gül bahçesisin, sen ki gül-i hamrasın, yanına yaklaşanlar gül kokarlar, seni koklayanlar rengine boyanırlar. Adın “övülmüş”tür, adın “seçilmiş”tir; bu yüzden adını ananlar övgüye mazhar olurlar. Ey Allah’ın Resulü, Senin o eşsiz ahlâkın, bugün bizim yitik malımızdır. Yıllardır hatta asırlardır yitiğimizi bulamıyoruz, çünkü aramıyoruz, arayamıyoruz. Bütün özelliklerin pek güzel, lakin hayâ özelliğin daha bir güzel. Şahsen ben bu özelliğinden çok etkileniyorum. Hayatını kitaplardan okurken gelinlik genç bir kız kadar hayâ ve iffet sahibi olduğunu öğrendim. Öğrendim ve adeta çarpıldım. Bu ne büyük bir ahlâk, bu ne büyük bir şeref ve insanlık. Okuduklarımdan yanlış bir şey anlamadıysam utanabilmek, üstün bir insanlık değeridir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberin genç bir kız kadar hicap duyması gerçekten destansı bir meziyet. Hem dedim ki kendi kendime, işte şu arsız ve ahlâksız çağ ancak böyle bir ahlâka sahip olmakla kurtuluşa erebilir. Bugün senin mübarek adın asırlardır gök kubbede yankılanıyor ama krallar, zenginler, azgınlar kulaklarını tıkamışçasına duymuyorlar bu sesi. Bilmiyorlar ki huzur ve saadetleri senin mübarek isminde gizli. Bilmiyorlar ki kurtuluş reçeteleri sadece senin elinde. Rabbim bizleri sana cennette komşu eylesin. Âmin… 35 Fert ve Toplum Hayatında Samimiyet “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.” KÜLTÜR-SANAT Abdoulaye Bah - Gine - Hutbe Yazma Yarışması İstanbul Üçüncüsü Aziz Kardeşlerim, 36 Samimiyetin dinimizdeki karşılığı ihlâstır. İhlâs kavram olarak, şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygu ve düşüncelerden, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemek, her türlü hayırlı faaliyeti iyi niyetle yapmak ve her durumda yalnızca Allah’ın rızası için yapmaktır. Kulun gerek tutum ve davranışlarında gerekse sözlerinde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesi gerekir. Allah bizi görüyor ve biliyor o zaman ona göre davranmamız lazım. Çünkü Allah’ın her şeyi görüp duyduğunu, O’nun karşısında bir gün tüm yaptıklarıyla hesap vereceğini bilen insan öncellikle Allah’a, ardından da insanlara karşı dürüst ve samimi olur. Aziz Müminler, Müminin inancının en önemli göstergelerinden birisi de samimiyettir. Samimiyet, bütün ibadetlerin her türlü riya, ödül ve ceza kaygılarından uzak, sadece Allah rızası için yapılmasıdır. Örneğin namazda gösterişten uzak durmamız gerekirken, sadakada sağ elimizin verdiğini sol elimizin görmemesidir. Sevgili Kardeşlerim, Müslüman’ın Müslüman’a karşı samimi olması bir zorunluluktur. Mümin imanının gereğini ancak samimi davranışlarla gerçekleştirir. Mümin evinde, okulunda, hastanesinde, iş yerinde kısacası her zaman her yerde insanlara karşı samimi olur. Bu, toplumun huzur ve güvene kavuşması için çok önemli bir husustur. Peygamberimiz, HAZİRAN 2014 Rabbimizin de bizi değerlendirirken ne bedenlerimize ne de şekillerimize bakacağını, sadece amellerimize ve kalbimizdeki samimiyete bakacağını bildirir. Ne kadar çok ibadet ettiğimizden daha fazla, bu ibadetlerimize ne kadar samimiyet ve ihlas katabildiğimiz önemlidir. Değerli Müminler, Samimiyet bir şeyi sevgiyle kabul etmektir. Samimiyet, gönülden istemektir. Samimiyet, içten gelerek yapmaktır. Samimiyet, her başarının anahtarıdır. Samimiyet, dünyayı da kazandırır ahireti de. Samimiyet sabırla anlaşılır. İçinde samimi, işinde sabırlı olan insan hedefine mutlaka ulaşır. Samimiyet karşılık istememektir. Bir annenin çocuğundan karşılık beklemeksizin onu sevdiği gibi samimi olmamız lazımdır. Bir mümin için en büyük hedef Rabbinin sevgisi ve rızasıdır ki bunada ancak olağanüstü bir samimiyetle ulaşır. Sevgili Kardeşlerim, Dinimizde kalp esas alındığı için bütün sonuçlar kişinin kalbindeki niyet ve samimiyetine göre şekillenmektedir, çünkü o samimiyetten mahrum kalarak bozulursa her şey bozulacak, düzelirse de her şey düzelecektir. Muhterem Kardeşlerim, Hutbemizi bize gönderilen, bütün kâinatın efendisinin yolumuza ışık tutan bir hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: Bir gün Allah Rasulü (s.a.v.) ashabına hitap ederken, üç kez tekrar ederek şöyle seslendi: ‘Din samimi olmaktır.’ Sahabeden birisi: “Din kime karşı samimi olmaktır ya Rasulallah?” diye sordular. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) de: “Allah’a karşı, kitabına karşı, peygamberine karşı, Müslümanların meşru idarecilerine karşı ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır.” diye cevap verdi.‘’ Geçmişe Özlem Zaman dönse ve geçmiş silinse Keşke hayat ve kötülükler bitse Zaman insanları tanımlıyor Ama onlar zamanı anlamıyor Zaman büyülü ve kibirli Dün beni çağırıyor geçmiş değil Ey Kudüs bize merhaba de! Hoş sefanı esirgeme beni selamla Yalnız onu selamlayanların kelamıyla Ey zaman buradayım yaz beni Kalemim kurumuş damarlarım taziye eder beni Ey kıt akıllım göster bana Doğmuşsan ölümdür dost sana Kalbim aşkını gösterdi ve nida etti İşte ben görürsen beni Maziye dokundum ve yazdım yeniden Makam dilersen zamanın kıymetinden Zaman ancak erbabına fayda eder Ona da akıl ve vicdan nazar eyler KÜLTÜR-SANAT Mohammed Saleh Radwan Alrawad-Ürdün Ebu Leheb’in ve oduncunun zamanı sanki 37 KÜLTÜR-SANAT İsmail Kasongo Lubaba - Demokratik Kongo Cumhuriyeti Başbakan’a Mektup 38 Sayın Başbakanım, Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Ben Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndenim. Çok uzak diyarlardan geldim ülkenize. Üç senedir de sevdalısı olduğunuz bu güzel şehirde, çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş, başkent olmuş bu tarihî kentte, ‘Canım İstanbul’unuzda yaşıyorum. Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesinin on birinci sınıfında okuyorum. Kısmet olursa seneye mezun olacağım. Büyük bir üniversiteyi bitirip tıpkı sizler gibi yılmadan bıkmadan, dur durak bilmeden ülkeme ve bütün insanlığa hizmet edeceğim. Bu mektup elinize ulaşır mı bilmiyorum. Kim bilir bir de bakmışsınız ulaşmış ve hatta huzurlarınızda bile okuyuvermişim mektubumu. Ama ne olursa olsun yazacağım. Üç yıllık tecrübemi, yaşadığım yoğun duygu ve düşünceleri bu kısacık mektupla, şu dar zamanda anlatabilmem mümkün değil ama yine de anlatmaya çalışacağım. Evvela, bu güzel topraklarda bulunuyor olmaktan büyük mutluluk ve gurur duyduğumu özellikle belirtmek isterim Sayın Başbakanım. Annesiz, babasız gurbet ellerde yaşamak kolay değildir, bunu en iyi herhâlde ben bilirim, lâkin ben ne buraları gurbet el ne de kendimi gurbete çıkmış HAZİRAN 2014 biri olarak görmekteyim. Sağ olsunlar arkadaşlarım, öğretmenlerim bana ülkemi, dostlarımı ve anne babamı hiç aratmadılar. Sevdalısı olduğunuz bu güzel şehirde, elli üç farklı ülkeden gelen öğrenci arkadaşlarla birlikte mutlu mesut yaşıyorum. İstanbul’un göbeğinde, fetihle özdeşleşmiş Fatih semtinde, Fatih Camii’nin hemen yanında Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’ya kadar onlarca ülkenin Müslüman çocuklarıyla bir olmak, kardeş olmak gerçekten çok anlamlı. Buraya gelince anladık birbirimize ne kadar çok benzediğimizi. Dillerimiz, tenlerimiz, renklerimiz, coğrafyalarımız ayrı olsa da aslında biz birmişiz, kardeşmişiz, ümmetmişiz, sanıldığı gibi çok da farklı değilmişiz. Meğer asırlarca aramıza suni sınırlar koymuşlar haberimiz yok, bizleri kandırmışlar, uyutmuşlar yıllarca... Buraya gelince, sizleri dinleyince, olup bitenleri gözlemleyince bazı gerçeklerin farkına vardık. Adeta uyanıverdik derin uykularımızdan. Uyanan sade biz değil, tam elli üç ülke, elli üç dünya… Sayın Başbakanım, Sizlere bu mektubu üç yıllık Türkçemle yazıyorum. Uluslararası boyutlarda eğitim veren bir imam-hatip lisesinde okuyor olmanın ne kadar büyük ve önemli bir ayrıcalık olduğunu umarım şu an kullandığım Türkçeyle göstermişimdir. Güzel Türkçe- mizi öğrendikçe kör sandığımız düğümler hemen de çözülüverdi kendiliğinden. Olayları daha iyi anlamaya başladık. Anladık ki bizler aynı dünyanın insanlarıymışız. Aynı havayı soluyan, aynı dili konuşan, kalpleri bir çarpan, Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’ya kadar uzanan geniş bir aileymişiz. Sayın Başbakanım, Ben, kendimi sizin de mensubu bulunduğunuz imam-hatip neslinden biri olarak görmekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Afrika kıtasından buralara gelip de imam-hatipli olmak, iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşmanın, çalışkanlığın, adaletin ve evrensel mesajın temsilcisi olan bu güzide kuruma mensup olmak; mutluluğu, iftiharı, gururu fazlasıyla hak ediyor diye düşünüyorum. Sayın Başbakanım, Türkiye, sayenizde ikinci vatanım oldu. Bu sebeple ben, Türkiye’ye “ülkeniz” değil “ülkem” diyorum. Niçin sizin sayenizde? Çünkü buraya gelmeme sizler vesile oldunuz. Üç kıtada adalet ve iyilik dağıtan büyük bir medeniyetin hüküm sürdüğü bu eşsiz coğrafyayı görmek, vizyon ve misyon sahibi bir nesille tanışmak, büyük düşünen, büyük oynayan, büyük projeler peşinde koşturan ancak sizin gibi bir dünya lideri sayesinde olabilirdi. Sizlere Mali’den Somali’ye, Etiyopya’dan Benin’e, Kamerun’dan Fildişi’ne, Ürdün’den Yemen’e, Senegal’den Uganda’ya, Togo’dan Pakistan’a, Bosna’dan Makedonya’ya, Balkanlardan Madagaskar’a, Doğu Türkistan’dan Türkî Cumhuriyetlere kadar şükran borçluyuz. Buradan aldığımız ruhla kendi ülkelerimizde örnek insanlar olacağız. Şundan emin olunuz ki Sayın Başbakanım, en büyük vazifemiz iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek olacaktır. Adaleti, hakkı-hukuku her şeyin üstünde tutacağız. İnsanlara asla zulmetmeyecek, fakiri zengine, güçsüzü güçlüye ezdirmeyeceğiz. Biz, bin beş yüz yıldır tesis olunmuş “Gönül Medeniyeti”nin temsilcileri olarak sadece bir bölgede değil, bütün yeryüzünde kalplere ve akıllara hitap edeceğiz, medeniyetimizi yeniden inşa etmenin cehdi içinde olacağız. İmam-hatip gençliği, öldüren değil diriltendir; ayrıştıran değil birleştirendir. Bu şuurla hareket edeceğimizden hiç şüpheniz olmasın. Sayın Başbakanım, Yazları ülkeme gittiğimde annem, babam, insanlar bana sizi, Türkiye’yi soruyorlar. Tayyip Erdo- ğan nasıl biri diye soruyorlar. İsminizi, iyiliklerinizi, çalışkanlığınızı duydukça gözleri parlıyor, yürekleri büyüyor adeta. Samimiyetle söylüyorum ki sizlerle gurur duyuyorlar. Şunu bilmenizi isterim ki Sayın Başbakanım, dünya sizleri çok iyi tanıyor, mazlum halklar sizleri, cesaretinizi, adil ve dik duruşunuzu çok seviyor. Sizlere büyük umutlar beslediklerini belirtmek isterim. Kendilerine güven ve umut verdiğinizi söylüyorlar hep. Gelecek için, yarınlar için yeni doğan çocuklarına sizin adınızı veriyorlar. Sizi ne kadar çok sevdiklerini anladınız mı şimdi? Ben aslında burada bunları söylemekle omuzlarınızdaki yükün ne kadar çok ağır olduğunu da hatırlatmış oluyorum Sayın Başbakanım. Bu duruşunuzdan taviz vermeyeceğinizi umut ediyorum. Yeşeren umutları söndürmeyeceğinizi düşünüyorum. Dün arkanızda bir avuç insan vardı, bugün milyonlar; dün arkanızda Türkiye vardı, bugün dünya… Sayın Başbakanım, Müsaade ederseniz, ülkenizde okuyan elli üç ülkeden öğrenciler olarak sizlerden bir istirhamımız olacak. Biliyoruz ki sizler mazlumun ve haklının yanındasınız. Biliyoruz ki sizler yardımlaşmayı sever, öğrenciyi korur kollar, eğitime büyük önem verirsiniz. Şu an eğitim görmemiz gereken asıl binamız üç yıldır tadilatta. Tarihi bina olduğu için de tadilatı çok yavaş işliyor. Bu sebeple yurt binamızı hem yurt hem okul olarak kullanmak zorunda kalıyoruz. Bu da takdir buyurursunuz ki bizler için oldukça zor. Bir an önce tarihi binamızda eğitim görmek ve mezuniyetimizi bu binada tamamlamak istiyoruz. Sizlerin küçük bir ilgisi sanırım bizleri arzumuza kavuşturacaktır. Son bir istirhamımız da şu Sayın Başbakanım: Allah izin verirse seneye mezun olacağız. Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesinin yabancı uyruklu ilk mezunları olma ayrıcalığına kavuşmuş olacağız. Mezuniyet törenimizde bizlerle olur musunuz? Bizim için bu güzelliği çok görmeyeceğinizi umut ediyoruz. Bizlere kucak açtığınız, şefkatli ellerinizi uzattığınız için sizlere elli üç ülkeden gelen arkadaşlarım adına çok teşekkür ederiz. Hepimiz yarınların Tayyip Erdoğan’ı olacağımıza dair işte burada söz veriyoruz. Allah yâr ve yardımcınız olsun. Sizleri “dosdoğru yol”dan ayırmasın. Haklı davanızda sizleri muvaffak kılsın. 39 KÜLTÜR-SANAT N. Marc İvan Kouassi - Fildişi Sahilleri 40 Gülümse Gülümsemek, her gün yaptığımız ve gördüğümüz bir şey olabilir. Çok basit, sıradan bir hareket. Belki de sadece öyle olduğunu düşünüyoruz. Ama gülümsemenin çok değişik tarafları var. Bizi günlük hayatta ne kadar etkilediğinin farkında değiliz. Hem de sosyal ilişkilerde ne kadar önemli olduğunu bilmemiz lazım. Herkesin yapabildiği ama herkesin yaptığı bir şey değil. Bazıları tarafından güçsüzlüğün bir işareti gibi algılanır. Diğerleri ise mutluluğun bir alameti olduğunu düşünüyorlar, dalga geçmek için kullanılır bazen ironi taşır. Bazen birine karşı diyecek bir şey bulama- HAZİRAN 2014 yınca kullanırız ya da yabancı bir ortama girdiğimiz zaman kendimizi korumaya yönelik veya hiç kimseyi tanımadığımız bir odaya girdiğimiz zaman kullanırız. Bazen saygıdan dolayı olabilir, utandığımız zaman da olabilir mesela. Ben ise, sadece güzel tarafı hakkında düşündüklerimi kâğıda dökmeye karar verdim. Burada size gülümseme derken, bir politikacının miting yaparkenki gülümsemesinden bahsetmiyorum. Bir ekmek satan ya da bir limon satanın veya Afrikalı bir çocuğun gülümsemesinden mesela. Eğer hayat size gülümsemediği için ona küs iseniz, bilin ki hayat, size gülümsemek için sizin ona gülümsemenizi bekliyor. Onun için gülümseyin, gülümseyin, gülümseyin. Hiç tereddüt etmeyin, gülümsemenizi paylaşırken de saymayın çünkü tükenmez bir şey. Bence bir gülümseme sadece dudaklarla yapılan bir hareket değil, sadece bir yüz ifadesi değil. Hayır, bir gülümseme, derin bir okyanus kadar bir mesaj ve bin sayfalık bir kitabın bile anlatamayacağı bir mana taşır. Doğru düzgün bir gülümseme sadece beden ile yapılan bir hareket değil. Hem beden hem de ruh ile yapılan bir harekettir. Karşılıklı samimi olan iki gülümsemeyi anlatmak için kelimeler yetmez. Bilmek için ancak yaşamak gerekiyor. Uzun ve yorucu bir gün geçirdikten sonra, akşam eve girdiğinizde, sizi dinlendirmek için bir sevdiğinizin size gülümsemesini görmeniz yeter. Bir gülümseme intihar etmek isteyen birine fikrini değiştirtebilir, bir gülümseme ile bir hayat güzelleştirilir ve kurtarılır çünkü gülümseme bir dakika sürer ama bazen mezara kadar hatırda kalır. Çok konuşmanıza gerek yok. Bir gülümseme, kim olduğunuzu anlatır. Bir gülümseme ile uyanmak, kendinize ve çevrenize mutlulukla dolu bir gün geçirmenizi sağlamaktır. Tabii ki bazen gülümsemeniz zor olur. Sebebi herhangi bir şey olabilir, hasta olduğunuzdan ya da moral bozukluğundan olabilir. Her neyse bazen gülme fırsatımız olmayabilir. Ama hepimizin, onu düşünürken tebessüm ettiğimiz birisi var. O bir arkadaş olabilir, bir akraba, bir eş ya da onun haberi olmadan gizli olarak sevdiğimiz biri de olabilir ama eminim mutlaka öyle biri vardır. O karanlık günlerde yapılması gereken o kişiyi düşünmek. Hakiki ve samimi bir tebessüm bir yaşamak isteğidir. Bir tebessüm hayata devam etmek için bir güçtür, bir silahtır, bir zenginliktir. Bir gülümseme herkesin bildiği ve uluslararası bir dildir. Bir tebessüm, ondan her şey alındığı zaman fakir insanda kalan en önemli şeydir; çünkü gülümseme asla insandan çalınamaz. Fakir olduğunuzu düşünüyorsanız size güzel bir haberim var. Bir gülümsemeniz kaldı. Eğer siz dünyanın en fakir, en perişan, en üzgün, en berbat varlığı olduğunuzu düşünüyorsanız bilin ki siz birinin gülümsemesinin sebebisiniz. Eğer hayat size gülümsemediği için ona küs iseniz, bilin ki hayat, size gülümsemek için sizin ona gülümsemenizi bekliyor. Onun için gülümseyin, gülümseyin, gülümseyin. Hiç tereddüt etmeyin, gülümsemenizi paylaşırken de saymayın çünkü tükenmez bir şey. Bir gülümseme, verene çok ucuz gelir fakat alana sonsuz bir mutluluk verir. O kadar önemli olduğu halde verilmeyince hiçbir değeri kalmaz. Siz gülümsemenizle insanları değiştirirsiniz ama insanların sizin gülümsemenizi değiştirmelerine asla izin vermeyin. Eğer size gülümsemek istemeyen biri varsa ona gülümsemenizi hediye edin çünkü gülümseyemeyen insanlardan daha çok gülümsemeye ihtiyaç duyan yok. Gülümseme bir ihtiyaçtır, samimi olması şartıyla. 41 Üvey Anne KÜLTÜR-SANAT Abdülhamit Abdülmelik Uulu - Kırgızistan Üvey anne evde üvey çocuğunu çok çalıştırır. Hiç merhameti olmadığı için küçücük çocuğa böyle zulüm ediyordur. 42 Geçmiş zamanda bir genç vardır. O mutlu bir ailede doğar ve mutlu bir yuvada yetişir. Kendisi de akıllı ve ahlaklı birisi olarak büyür. Anne babasının bir dediğini iki etmez. Ailede tek çocuk olur başka bir tane ağabeyi de vardır fakat o bir hastalık yüzünden bu dünyadan ayrılmıştı. Tek çocuk olduğu için anne babası da bu çocuğu çok severler. Böylece hayatları devam ederken gün gelir çocukları yetişir liseyi bitirir sonrasında da üniversiteyi yüksek puanla kazanır. Oracıkta okumaya başlar. Dersleri güzel devam eder üniversitenin son senesinde bir kıza âşık olur kızcağız da bu gence âşık olur. İkisinin ilişkileri devam eder. Aradan zaman geçer üniversite de biter ikisi de işlerini bulurlar. Bizim gencin anne babası genci evlendirelim diye düşünürler. Bizim genç işinden eve gelince bu konuyu açarlar. Genç de düşünür siz istiyorsanız tamam der ve sevdiği kızı onlara anlatır anne babasına makul gelir. Anne babası o kızın evine kızın anne babasıyla konuşmaya giderler. Sonuçta ikisi evlenir. Mutlu bir hayat geçirmeye başlarlar. Aradan epeyce bir süre geçer ikisi bir çocuk sahibi olurlar. Mutlu bir hayat yaşamaktadırlar. Günlerin birinde annesi arabayla işine giderken trafik kazası geçirir ve hastanede vefat eder. Herkes çok üzülür hele çocuk sadece bir yaşındadır. için bizimkinin anne babası da birlikte kalmayı istemiyorlardır. Zengin oldukları için hemen bir ev alırlar ve o eve taşınırlar. Orada hayatını devam ettirirler. Bizimkinin çocuğu üvey annesinin yanındadır. Günler geçer ve yeni eşiyle de bir çocukları olur. Aradan aylar geçer bizimkine anne babası der ki evlenmelisin çocuğunun annesi olmalı üvey olsa da annesi olsun diye çocuğu tekrar evlendirmeye karar verirler. Evlendirmeye bir kız bulmuşlardır. O kızda üvey annesinin yanında büyümüştür. Kızın geçmişini hiç araştırmadan everirler. O kız içi kötü birisidir. Kalbinde çok da merhamet olmayan birisidir. Günler, aylar geçer, yeni evliler de hayatına devam etmeye başlarlar. Bu süre içinde o kız bizimkinin anne babasıyla birlikte yaşamayı istemez ve onlardan başka bir eve taşınmaya karar verirler. Bu gelinde merhamet olmadığı Akşam olur eve gelirler tabi abisinin elbisesi pis olduğu için annesi dövmeye başlar. Kardeşi annesine bana yardım etmek için oldu dediğine bakmadan epeyce döver. Elbisesini de kendisine yıkatır. Babası eve gelir. İki kardeş kendi odalarında ödev yapıyorlardır, o sırada annesi babasına “Bu çocuk kötü olarak büyüyor, bugün de kavga etmiş, eğer böyle giderse insan katletmekten de çekinmez.” dediği zaman babası çok sinirlenir. Odasına gider sorar niye kavga ettin diye küçük kardeşi olanı olduğu gibi anlatır. Babası bunu duyunca sevinir. Sonunda da bunlara güzel sözler HAZİRAN 2014 Önceki eşinden olan çocuğu sonraki eşinden olan çocuğundan iki yaş büyüktür. Bizimki ikisini de çok sever, ikisine aynı davranır. Ama annesi ise öyle değildir, kendi çocuğunu diğer çocuğa göre daha çok sever ve diğerine yapmadıklarını kendi çocuğuna yapar. Babasının tabi bundan hiç haberi olmaz. Babası her gün sabahleyin işe gider akşam döner evde olanlardan pek haberdar değildir. Üvey anne evde üvey çocuğunu çok çalıştırır. Hiç merhameti olmadığı için küçücük çocuğa böyle zulüm ediyordur. Böylece aradan seneler geçer çocuklar okula giderler. İkisi aynı okulda, farklı sınıfta okurlar. İki kardeş birbirini çok mu çok severler. Bir gün büyük olanını küçük olan okulun önünde beklerken çocuklar onunla dalga geçmeye başlarlar ve ona bir iki tokat atar. O sırada abisi okuldan çıkar onların yaptıklarını görünce duramaz kavga yapar. Diğer çocuklar çoğunluk oldukları için büyük olanı yere yatırırlar elbisesini çamur yapar. söyler “Kardeşler birbirini korurlar, abisi kardeşini korur eğer korumazsa o gerçek ağabey değildir.” der ve odadan çıkar. Sonraki gün üvey çocuk tabakları yıkarken bardak kırar onu gören üvey anne hiddetlenerek çok döver. Üvey çocuk ağlar ve evden kaçar. Sokakta koşup giderken yere düşer etrafta kimse yoktu. Yerde yatarak ağlarken kendi annesi gözüne gözükür ve onu kaldırır ninesinin evinin kapısına götürür. Üvey anne eşinden korktuğu için aramaya sokağa çıkar akşama kadar arar ama hiçbir yerde bulamaz. Akşam olur eşi işten gelir çocuğu sorar “Çocuk evden kaçtı.” der. Babası çok kızar ararlar polise haber verirler hiç bulamazlar. İki gün sonra kaynanası arar çocuğun hastanede olduğunu söyler. Bu çocuk anne merhameti görmediği, her zaman onu suçlayıp kötülediği için çocuğun psikolojisi bozulup hastaneye gitmiştir. Kendini kaybetmiş yaşamak istemiyordur. Üç gündür hiçbir şey yemeden yatıyordur. Çocuğun ninesi kızımın hatırası olsun bunu ben yetiştireyim bana verin diye önceden evlerine gelmiştir evde babası yoktur. Üvey anneye teklifte bulunur ne isterseniz veririm lütfen der. O da kabul eder ama üç şartla. Bu şartlar da şöyledir: “Kocasına hiçbir şey söylemeyecek, kendi evini üvey annenin üzerine yapacak ve çocuğu kocasından kendisi isteyecektir.” Kadıncağızın başka yolu olmadığından kabul eder. Başka ev buluncaya kadar o evde yaşamasına izin vermiştir. Ninesiyle babası mahkemeye başvururlar. Çocuğun üvey annesi der ki “Bu çocuk kötü büyüyor.” Mahkeme sırasında internetten küçük kardeşi oynayarak bilmeden internete yayınladığı video bulunur. Videoda da küçük olan bilgisayardan kendisini çekerken arka yanda da üvey annenin üvey çocuğu dövdüğü gözükmektedir. Bunu gören hâkim, çocuğun ninesinde kalmasının daha iyi olduğunu söyler ve ona verirler. O sırada üvey anne ağlamaya başlar. “Ben de hiç merhamet görmedim ben de üvey anne yanında büyüdüm, beni çok döverdi, ben de o günlerin acısını bundan çıkartmak istemişim.’ der ve suçlu olduğunu kabul eder. Nine der ki “Sana kötülük yapılsa da sen iyilik yap.”. ‘‘Sana taş atana, sen gül at.’’ diyerek sözünü tamamlar. Akşam eve gelirler, çocuk ninesinin evinde annesinin resmini görür ve onu önceden gördüğünü söyler. Ninesi de şaşırır sorar. Anlatır çocuk evden kaçıp sokakta yere düştüğümde beni sizin evinize getirdi’ der. Ninesi artık birlikte yaşayacaklarını söyler, çocuk da ara sıra kardeşini görmek ister ve götürmeye söz verdirir. Bir gün doğum gününü kutlamak için herkesi restorana davet eder, herkes hediyelerle gelir. Birden kapı açılır ve üvey annesiyle kardeşi hediyelerle içeri girer. Üvey annesinin hediyesi ninesinden evi almıştı ya bu evi çocuğun ismine geçirmiştir. Böylece herkes mutlu bir şekilde yaşamaya başlar. 43 Seçmiş Yaratan Yaratılanlardan KÜLTÜR-SANAT Tangara Tahirou - Mali Seçmiş yaratan, yaratılanlardan Ezgiyle hasretli yanıcı değil mi? Sevda ise kalpte, gözden akan kan Neredesin, ey sünnet tablosu! Geçtim, yalnızlık ülkesindeyim Vadiler, dağlar, ormanlar, gündüz ve gece Yanıyorum göremedim seni neden neden? Gideceğim, belli olmaz nereye? Bir kez görsem yeter bana keşke Ruhum dayanamaz işte dayanamaz Titriyor kalbim, kalemim titriyor Gönlüm yanıyor benim Yüreğim kanıyor, nefsim sıkıyor sımsıkıyor Sevdam âşık olanların sevgilisi O bir armağandır evrene Canım sana feda olsun Hani sevdalar ayrıldıkça acı hafifler Hayır kat kat yüklenir beni Geçmeyen ona kahrolsun Geçenler sınavı geçer o bıraktığı yolu Müslümanlar için hapistir dünya derler Budur elbette ama Size kaldı İslam baharleyin Gül bahçesi sizde neyse sonbahar gelmiş Sana yazarım kelime kelime Nokta koymam fakat bir başlangıç Eyy Mursal çay içelim efedimli iki laf ederiz! Yoldaşım Medine Yaz mevsiminde çöle düştüm Medine Sevmezse acı tat alamazsın Halim bilemezsin Cevher duygularım aktarırım sana Ruhumla âşık oldum, akıl unutur, kalp acıdır Aramızda dağlar var yine deliler gibi severim seni Ruhumla bağlı sönmez o sevgiyi Güneş doğmadığı yerde kokusu sarmış her yeri 44 HAZİRAN 2014 Zamanı Geldi Mor kafir cipë plasur Kaq urrejtne paske pasur Që nga Kina në Amerikë Ne ju dhamë pakëz dritë Që të shihni fytyrat tona Që shndrisin në errësir si hëna Edhe ne kafir dikur Hanim mish, bukë dhe grurë Mos kujtoni se do fitoni Se nga drejtësia e zotit nuk shpëtoni Raketa juaj s na ndalon Qe si gjithmone do fitojme Po ti more kafir, që ske bërë kurrë mirë. Dita e myslimanëve po afrohet Vendi juaj do ndërrohet Pranoje more cipë plasur Se sa të drejtë kemi pasur Mos kujtoni se harruam Se si sirinë e bombarduat Tani është radha jonë të veprojmë Erdhi koha tju shkatarrojmë E jo me bomba a raketa Por me fjalë te qeta Mos kujtoni se nuk i kemi Thjesht me gjakun tuaj ne nuk lyhemi Je i humbur mor njeri Si unë je edhe ti, Vetëm nje gjë kemi ndryshe Ti dyshman e unë mysliman! Ey kâfir ey düşman! Nefret sende çok vardı. Çin’den Amerika’ya, Yüzümüzü görmeniz için Biz size ışık verdik. Ey kâfir ey düşman! Bir zamanlar biz de güçlüydük; O zamanlar çok mutluyduk. Kazanacaksınız diye bir şey yok! Siz de bir gün düşeceksiniz, Allah’ın adaletini göreceksiniz. Bombalarınızdan biz korkmuyoruz! Allah için cihada çıkıyoruz; Peygamberle beraber cennete giriyoruz. Kabul et ey izansız adam! Kur’an’da doğru yazıyor, Allah yalan söylemiyor. Bir zaman gelecek, Müslümanlar hâkim olacak. Vay halinize o zaman! Ne yapacaksın ey düşman? Günleriniz bitiyor, Zamanımız yaklaşıyor. Zannetmeyin ki unutacağız; Müslümanların hakkını alacağız. Fethimizi kazanacağız. Sizden hakkımızı alacağız. Biz silahla savaşmıyoruz. Sizin gibi çoluk çocuğa dokunmuyoruz. KÜLTÜR-SANAT Xhevahir Pisha - Arnavutluk Erdhi Koha 45 Ahıska Türkleri Rusya Federasyonu Kafkasya Bölgesi Kuzey Osetya Cumhuriyeti ÜLKELER Ali Kemal Gulfanov Ahıska, çok eski geçmişe sahip olan ve birçok uygarlığa da ev sahipliği yapmış bir bölgedir. Çok eski geçmişe sahip olan bu Ahıska bölgesi bugün Güney Kafkasya Gürcistan sınırları içerisindedir. Bugün Ahıska topraklarında Gürcüler ve Ermeniler yaşamaktadır. 46 Yavuz Sultan Selim döneminde Ahıska Osmanlı egemenliğine girmiş ve üç yüz küsur sene boyunca Osmanlı sınırları içerisinde 1828 Osmanlı-Rus savaşına kadar huzur içinde yaşamıştı. Savaş esnasında Rus ordusunu atlatabilen ve onlardan kurtulabilen sınırı geçip Osmanlı’ya sığınmıştı. Sınırı geçemeyenlerin ise orada kalıp kaderlerine razı olmaktan başka çaresi kalmamıştı. Rusların elinde kalanlar çok acı çekiyordu ama her ne pahasına olursa olsun kendi dinini, kendi dilini, kendi benliğini kaybetmemek için canlarını feda ediyorlardı. Böyle zulüm altında olsalar bile bir şekilde yaşamlarını devam HAZİRAN 2014 ettirebiliyorlardı. Çünkü yaşamak için ve mücadele etmek için en azından bir toprakları vardı. Yıl 1939-1940 İkinci dünya savaşı başlamak üzereydi. Bu savaşta SSCB ile Almanya savaşacaktı ve eli silah tutan herkes savaşa gidecekti. Savaşa yaklaşık kırk bin Ahıskalı genç gitmişti. Gitmek istemeyenlere ise çok ağır cezalar uygulanıyordu ve hatta öldürüyorlardı. Stalin, 1944 yılında Kafkas topraklarında yaşayan Müslümanları Orta Asya’ya sürgüne gönderme politikası uygulamıştı. SSCB askerleri ansızın gelerek Ahıska Türklerini, Kırım Türklerini yani o civarda yaşayan bütün Müslümanları hayvan vagonlarına doldurarak Orta Asya bozkırlarına göndermişti. Yolculuk esnasında yüz binlerce Müslüman telef olmuştu. Vagonların içi karanlıktı, insanlar doğru düzgün nefes alamıyordu. Bir yanda yaşlı hastalar, diğer yanda küçücük bebekler açlıktan ve susuzluktan birer birer kırılıyordu. Tren seyir halindeyken Sovyet askerleri Stalin, 1944 yılında Kafkas topraklarında yaşayan Müslümanları Orta Asya’ya sürgüne gönderme politikası uygulamıştı. SSCB askerleri ansızın gelerek Ahıska Türklerini, Kırım Türklerini yani o civarda yaşayan bütün Müslümanları hayvan vagonlarına doldurarak Orta Asya bozkırlarına göndermişti. Müslümanların cesetlerini vagonlardan dışarıya fırlatıyorlardı. Söyleyin bana hal böyleyken bu olup biteni kim nasıl izah edebilir? Nerede insan hakları, nerede özgürlük, hani nerede medeniyet? Ben söyleyeyim isterseniz; bu medeniyet, Mehmet Âkif’in “tek dişi kalmış canavar” dediği medeniyet! SSCB askeri Müslümanları Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan topraklarına bırakmıştı. Onlar için ilk zamanlar çok zordu çünkü hiç tanımadıkları topraklara gelmişlerdi. Savaş sonrası Ahıskalılar hariç diğer Müslümanlara kendi topraklarına dönme hakkı tanınmıştı. O gün bugündür Ahıska Türkleri kendi öz vatanlarına dönemiyorlar. Gönüllerde vatan hasreti, dillerde şu nağme; Ahıska bir gül idi gitti Bir ehl-i dil idi gitti Yazan yazdı bize bu kara yazıyı Düştü yüreğimize eylenmez sızı Söyleyin Sultan Mahmut’a İstanbul’un kilidi gitti Vurdular, kırdılar, sürdüler bizi Gelen yok giden yok yollar ağlasın Vagonlar geliyor ardı görünmez Nereye gideceğiz hele bilinmez Bu kara yazıymış hiç vakit silinmez Gelen yok giden yok yollar ağlasın… Bizleri resmen tarihten silmek istediler ama başaramadılar çünkü bizim iman dolu milletimiz buna izin vermedi. Ahıska Türkleri bugün Türkiye, ABD, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Ukrayna gibi ülkelerde yaşamaktadırlar. Bu kadar dağınık yaşamamıza ve yaklaşık yetmiş yıldır sürgünde olmamıza rağmen Allah’a şükür ne kendi dinimizi ne kendi kültürümüzü ne de kendi dilimizi kaybettik. Allah’ın izniyle gelecekte yüreklerinde VATAN HASRETİ acısıyla yanıp tutuşan bu milletin o acısını dindireceğim. İşte böyle arkadaşlar ben size YEDİRENK adlı dergimizin renklerinden sadece birini tanıtmaya çalıştım ve inşallah faydalı olmuşumdur. 47 Tebessüm Ülkesi Tayland ÜLKELER Al-Ameen Da-Oh - Afdorn Chekoh Dünya’da bir alan vardır. Bunun yüzölçümü 513.210 km2’dir. Bu alanın Hint-Çin yarımadasının orta kısmında yer alan Güneydoğu Asya ülkesidir ve bu alanda çok çeşitli insanlar vardır. Mesela: Çinli, Burmalı, Malaylı, Laoslu, Kamboçyalı vs. insanlar, bu alana “TAYLAND” derler. 48 TAYLAND, resmi adıyla “Tayland Krallığı”, eski adıyla “Sıyam”dır. Sınırları şöyledir: Batıda Burma, doğuda Kamboçya, kuzeyde Laos ve güneyde Malezya ülkeleri bulunmaktadır. Nüfusu ise yaklaşık 70 milyondur ve bu Tayland dünyanın en kalabalık 20. Ülkesidir. Tayland’ın başkenti ve en kalabalık şehri Bankok’tur. Tayland’da et- HAZİRAN 2014 niklerin yanı sıra Çin, Kamboçya, Laos ve Malay kökenli halklar da yaşamaktadır. Tayland’da 6 bölge bulunur. Bunlar: Kuzey, Kuzeydoğu, Orta, Batı, Doğu, Güney bölgesidir. Kuzey bölgesi, genellikle dağlık ve orman vardır. İnsanlar çoğunlukla tarım yaparlar. Dağda ve ormanda gezmeyi sevenler, şelaleye atlamayı sevenler varsa bu bölge tam onlara göre. Kuzeydoğu bölgesi: Taylandlılar için “İsan Bölgesi” olarak söylenmektedir. Ova ve dağ vardır. Bu bölgesinde en uzun ve geniş nehir vardır. Bu nehre “Mül” denir. Bu bölgesinde uzun bir dağ vardır, o dağda güneşi doğarken ve batarken izleyebilirsiniz. Tayland’da 6 bölge bulunur. Bunlar: Kuzey, Kuzeydoğu, Orta, Batı, Doğu, Güney bölgesidir. Kuzey bölgesi, genellikle dağlık ve orman vardır. İnsanlar çoğunlukla tarım yaparlar. Orta Bölgesi: Bu bölge ovalık bir bölgedir. Bundan dolayı tarım kolayca yapılabilmektedir ve bu bölge Tayland’ın ekonomisini yükseltir. Tayland’ın bu bölgesinde turist ve turizm yeri çok vardır. Mesela: Ampava nehri, Huahin sahili, Eravan şelalesi vb. Doğu Bölgesi: Bu bölgede 3 şekil vardır. Bunlar: dağlık, ova nehri, ova sahilidir. Turistik yerler mesela: Pattaya sahili, Kao Yai milli parkı vb. Batı Bölgesi, çok dağlık bir bölgedir. Dağların arasından nehir geçer ve bu bölgede önemli mayın mineral endüstrisi vardır. Güney Bölgesi: Bu bölge diğer bölgelerinden farklıdır. Çünkü bu bölgede hem dağlık hem deniz hem de nehir vardır. Tayland’ın turizm cenneti bu bölgededir. Tayland’da 4 din vardır. Bunlar: Budizm, İslamiyet, Hristiyanlık ve Hinduizm’dir. Biz farklı dinden olsak bile beraber yaşayabiliriz. Tayland’da farklı diller vardır. Bunlar: Tayca, Malayca, Endonezca ama Taylan’dın resmi dili “Tayca”dır. Günümüzdeki çok turist farklı sebeplerle Tayland’a gelir. Mesela yemekler, turizm yerleri, Taylandlıların gülüşleri vb. Turistler Taylandlıların gülüşlerini çok severler. Çünkü Taylandlıların gülüşü samimiyeti gösterir. Taylandlılar turistlerle buluştuğu zaman hep güler. Bundan dolayı insanlar Tayland’a “Tebessüm Ülkesi” der. 49 ÜLKELER Muhammad Riza Fairuzzabad - Nashiruddin Al Albani Endonezya 50 Pek çok irili ufaklı adaya sahip olan Endonezya farklı dil, din ve kültüre sahip etnik gruplardan oluşur. Yaklaşık 740 etnik grup vardır ve 583 dil vardır. Ama Resmi Dili Endonezce’dir. Cavalılar politik güç olarak baskın en büyük etnik gruptur. Endonezya ulusal bir dil, etnik çeşitlilik ve çoğunluğu Müslüman olmak üzere farklı dinlerin bir araya gelmesiyle ortak bir kimlik geliştirmiştir. Endonezya’nın “Çoklukta birlik” anlamına gelen ulusal sloganı “Bhinneka Tunggal Ika” çeşitliliğin ülkeyi şekillendirdiğini ifade eder. Milyonlarca farklı kişi olmasına rağmen, Endonezyalılar, bir millet olarak “Biz Biriz” derler. “Bir Millet, Bir Dil, Endonezya”. 1928’de Endonezya’nın gençleri savaş zamanında bir sahada büyük bir tören yapmışlar. O törende onlar üç söz söylemişler. “Bir millet, bir dil, Endonezya” HAZİRAN 2014 Endonezya’nın kültürü, renkleri, çok zengindir. Her bölgede farklı etnik grup, dil, ve kültür vardır. Çok ilginç. Her bölgenin evleri farklıdır. Müzikleri de öyle. Mesela Gamelan, Javanın müzik aleti. Başka bir örnek, Batik. Dünyada meşhurdur. Bütün bölgelerde batik vardır ama renkler farklı. O sebeple çok ilginçtir. Sadece köyler değil, şehirler de harikadır. Ekonomi, fabrikalar, şirketler de çok iyidir, dünya pazarları arasında da iyidir. Endonezya’nın fabrikaları da meşhurdur. Endonezya dünyanın en çok müslüman bulunan ülkesidir. O yüzden Endonezyalılar için camiler çok önemlidir. Endonezya’nın ünlü camileri: Masjid Istiqlal Jakartada, Masjid Agung Jawa Tengah’tır. Afganistan, Orta Asya’da yer alan ve denize yolu olmayan ama çok göllü bir ülkedir. İslami bir cumhuriyettir. Afganistan’ın tarihi MÖ 2500 yılına kadar uzanmaktadır. Afganistan’da dördüncü islâm halifesi Hz. Ali’ninmezarı bulunmaktadır. Nacaf’tan sorunlar yüzünden çıkartılıp Afganistan’ın Mezare Şerif şehrine gömüldüğü %80 olarak belirtilmektedir. Hazreti Mevlana’nın da aynı şehirde doğduğu bilinmektedir. Afganistan’ın nüfusu 29 milyon civarındadır. Ülkemizin %99’u Müslümandır. Afganistan’ın sınır komşuları Pakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, İran ve küçük bir sınırla da Çin’dir. Afganistan’da 20 civarında dil konuşulmaktadır. Resmi diller ise Farsça ve Peştüce’dir. Peştüce Afganistan’ın anadilidir. Afganistan tarıma müsait bir yer olduğu için Orta Asya’ya meyve, kuru yemiş satmaktadır. Dünya birincisi halısı ise Amerika’ya kadar varmaktadır. ÜLKELER Gholam Hazrat Noorullah - Khoshal Allahdad Afganistan 51 Libya ÜLKELER Feras Aşur - İbraik Adam Libya Kuzey Afrika’da bulunmaktadır. Resmi dili Arapçadır. Libya’nın yüzölçümü 1.759.541 km2, nüfusu 6.420.000’dir. Libya’nın doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad ve güneydoğusunda Sudan vardır. Libya’nın tarihi çok önemlidir ve eskidir. Fenikeliler, Kartacalılar, Büyük İskender’in orduları Ptolemaus hanedanı ve Romalılar, Arap İslam imparatorluğu ile Osmanlılar tarihte Libya’ya hakim olmuşlardır. Libya’nın üç büyük sehri Oea, Sabrata ve 52 HAZİRAN 2014 Leptis Magna’dır. Libya’da çok doğa turizmi vardır. Libya’da dünyanın en büyük çölü vardır o çölün adı AL SAHRA AL KUBRA’dır. Bu çöl sadece Libya’da değil çünkü Cezayir’de, Mısır’da ve Sudan’da ve çok ülkelerde sınırı vardır. Libya’da çok büyük bir dağ vardır onun adı AL JABAL AL AKHDAR’dır. O çok güzel ve doğal bir dağdır. Libya’da çok petrol sahaları vardır. AL SERIR sahası ve AL ŞARARA sahası buna örnektir. Pakistan huzurlu bir ülkedir. Güney Asya’da bulunan bir ülkedir. Batısında Afganistan ve İran, kuzeyinde Çin, doğusunda Hindistan vardır. Pakistan’ın başkenti İslamabad’dır. Milli dili Urduca ve resmi dil İngilizcedir. Nüfus bakımından dünyada 6. sıradadır. Pakistan’ın nüfusu 180 milyondur. Nüfusun %97’si Müslümanlardan oluşur. 1947’de İngiliz sömürgesindeki Hindistan’da yaşanan kanlı bir mücadele sonrası ayrılarak 14 Ağustos 1947’de kurulmuştur. Daha sonrasında yine bir bölünme yaşayıp batısı bugünkü Pakistan doğusu da Bangeladeş olmuştur. Pakistan’da Pencap, Sind, Kuzeybatı sınır eyaleti ve Boluçistan olmak üzere 4 eyalet vardır. İslam dünyasında nükleer enerji sahibi olan tek ülkedir. Asker sayısı bakımdan dünyada 5. büyük güçtür. Güney batısında Umman denizi vardır. Pakistan’ın en büyük şehirleri Karaçı, Lahor, Sialkot, Multan ve Peşaver’dir. En yüksek noktası 8611 metre ile dünyanın ikinci en yüksek zirvesi olan Himalayalardaki K2 zirvesidir. Sind nehri Pakistan’ın en büyük nehridir. Pakistan’ın para birimi ‘’Rupee’’dir. Pakistan’da 16 tane yabancı banka bulunmaktadır. İklimi çeşitlilik gösterir. Kış mevsimi oldukça soğuktur, nisandan itibaren yazları çok sıcak geçmektedir. En sıcak aylar Haziran ve Temmuz aylarıdır. Türkiye ile Pakistan siyasi açıdan birbiriyle dost iki ülkedir. Pakistan dünyanın en büyük ham pamuk üreticilerinden biridir. Pakistan turizm gelirine de önem göstermeye başlamıştır. Hindistan’la iyiye giden ilişkileri sonucunda, ipek yolu üzerinden seyahatleri cazip hale getirmeye çalışmaktadır. ÜLKELER Nadir Najeep - Hamid Amir - Syed Jaffer Pakistan 53 Tanzanya Tanzanya, Afrika’nın orta doğu bölgesinde yer olan bağımsız bir ülkedir. Ülkenin kuzeyinde Kenya ve Uganda, batısında Ruanda, Burundi ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti, güneyinde Zambia, Malavi ve Mozambik yer alır. Tanzanya’nın doğusunda ayrıca Hint okyanusu kıyıları yer almaktadır. eşek, sırtlan, zebra, suaygırı vb. hayvanlar vardır. Tanzanya’da Neler Var? Afrika’daki en yüksek dağ Tanzanya’dadır ve adı Kilimanjaro’dur. Tanzanya’da büyük hayvanlar bahçesi vardır. Mesela Serengeti Park, Mikumi park vb. parklar vardır. ÜLKELER FMohamed Salum Mbarak Binzoo - İrfaan Mohamed Msingi Serengeti Park’ta aslan, zürafa, fil, yılan, çita, leopar, maymun, geyik, bizon, timsah, 54 HAZİRAN 2014 Ve aynı hayvanları Mikumi Park’ta da bulabilirsiniz. Göller, nehir, şelaleler, dağlar vardır. Tanzanya doğa yönünden çok zengindir. Onun yüksekliği, 5895 metredir. Tanzanya’da ünlü bir şelale vardır, onun adı Udizugva’dır. Bütün bu doğal güzellikleri görmek isterseniz Tanzanya’ya gelebilirsiniz. Etiyopya rihi boyunca bağımsızlığını koruyabilmiş ve Afrika kıtasının sömürge olmamış tek ülkesidir. Etiyopya’daki insanları, dini inanış bakımında kabaca Müslüman ve Hristiyan olarak ikiye ayırmak mümkündür. İslamiyet, Etiyopya’ya İslamiyet’in doğuşunda girdi. Bilal-ı Habeşî’nin ilk inananlardan biri olması ve İslam’da ilk müezzin olması, ilk Müslümanlardan bazılarının Habeşistan’a göç etmesi, Habeşistan kıralı Necaşi’nin İslamiyet’i kabul etmesi Etiyopya’da Müslüman sayısını artırmıştır. Etiyopya’nın ekonomik sistemi serbesttir. Para birimi Birr’dir. ÜLKELER Sudi Hussen - Seid Şukra Etiyopya, Doğu Afrika’da bulunan bir devlettir. Devletin adı Etiyopya Demokratik Halk Cumhuriyeti’dir. Başkenti Addis Ababa’dır. Addis Ababa yerel dilde “yeni çiçek” anlamına gelir. Resmi dili Amarca’dır. Kuzeyinde Sudan ve Eritre, doğusunda Cibuti ve Somali, güneyinde Kenya, batısında yine Sudan yer alır. Afrika’nın en eski bağımsız devletidir. Nüfusu 85 milyon civarındadır. Yüzölçümü 1.127.127 km2 dir. Daha çok Habeşistan ismiyle bilinir. Etiyopya’nın kuruluşu MÖ 13. yüzyıla kadar gider. Etiyopya devleti 1936 -1941 yılları arasındaki Mussolini İtalya’sının istila ve işgal hareketini saymazsak, ta- 55 FAALİYETLERİMİZ Âdem Yılmaztürk - Müdür Yardımcısı Biz Kimiz? 56 Okulumuz, bünyesinde uluslararası ve Türk öğrenci barındıran ilk imam hatip lisesi olup 2010-2011 Eğitim Öğretim yılında eğitime başlamış, elli üç ülkeden öğrencinin birbirine karşı ülfet geliştirdiği, kardeşlik duygularının yeşerdiği ve ümmet şuurunu yaşadığı güzide bir mekândır. Yöneticisiyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle, velisiyle ve çalışanlarıyla daha iyi olma yolunda gayret eden bir kurumuz. Yeni açılmış bir okul olmamıza rağmen gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında elde ettiğimiz başarılar doğru yolda olduğumuzu teyit etmektedir. Lakin bunlarla yetinmemeli ve bu başarıların hepsini bir milat olarak kabul edip din-i mübin İslam’a ve insanlığa hizmet eden asil nesiller yetiştirmek için daha çok çalışmalıyız. HAZİRAN 2014 Ayrıca; Okulumuzun çalışankadrosu seçkin idareci ve öğretmenlerden oluşmaktadır. Öğrencilerimizin % 95’i yurtta kalmaktadır. Okulumuzda öğrencilerimizin akademik başarılarını arttırmak, fikir ve düşünce dünyalarını geliştirmek amacıyla sabah, akşam ve cumartesiden oluşan çeşitli etütler yapılmaktadır. Vizyonumuz Eğitim alanında kalitesiyle Türkiye ve dünyada tanınmış, uygulama ve düşünceleriyle örnek olan; katılımcı ve paylaşımcı bir anlayışa sahip, eğitim modeliyle ülke- mizi dünyada temsil edebilen bireyler yetiştiren, okul ve toplum işbirliğini sağlamada öncü, öğrenci merkezli eğitimi benimsemiş, sürekli gelişen bir kurum olmak. Misyonumuz yanet Vakfı) desteklemeye devam edecektir. Emekleriyle, dualarıyla özgün olan bu projeye destek veren tüm kurumlara, kişilere teşekkürü bir borç biliyoruz. Ümmeti kucaklayacak nice nesiller yetiştirmek ümidiyle... İnsanlığın geleceğini inşa edecek, ufku ve düşünceleriyle çağının üzerine çıkmış, uluslararası düzeyde ihtiyaç duyulan bilgi ve becerileri kazanmış, gücünü inancından alan, inandığı değerleri yaşayan ve yaşatan lider insanlar yetiştirmek için çalışıyoruz. Öğrenci Alım Standartları Ulusal ve uluslararası öğrencilerimiz de belli kriterlere göre okulumuza alınmaktadır. Türk öğrenciler Türkiye genelinde yapılan sınavlarla belirlenmekte, uluslararası öğrencilerimiz ise Türkiye Diyanet Vakfı tarafından seçilmektedir. Okulumuzda okumak isteyen uluslararası öğrenciler nisan-mayıs aylarında diyanet.org.tr adresinden başvuru yaparlar. Yapılan ilk eleme sonrasında mülakat yapılıp kayıt yapılacak öğrenciler belirlenir. Paydaşlarımız Okulumuz devlet okuludur. Uluslararası öğrencilerimiz devlet parasız yatılı statüsünde eğitim öğretime devam etmektedir. En önemli paydaşlarımızdan biri olan Türkiye Diyanet Vakfı, uluslararası öğrencilerimize her ay burs vermekte ve sosyal kültürel etkinliklere de maddi destek vermektedir. Ayrıca öğrencilerimizin her yıl geliş-gidiş uçak biletlerini de karşılamaktadır. İlim Yayma Cemiyeti de yurt hizmetleri konusunda, etütlerin ve sosyo-kültürel etkinliklerin yapılmasında okulumuza ciddi bir destek vermektedir. Mezun Öğrenciler Bu yıl ilk Türk mezunlarımızı vereceğiz. Onlar için yüce Allah’tan muvaffakiyetler dilerim. Seneye uluslararası öğrencilerimizden ilk mezunlarımızı vereceğiz. Uluslararası öğrencilerimiz, ortalaması 70’in üzerinde olmak şartıyla YÖS’e girme zorunluluğu olmaksızın YTB’ye (Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) başvuracaklar. Öğrencilerimiz ilahiyat fakültelerinde veya diğer bölümlerde okuyabilirler. İlahiyat fakültelerine yerleşen öğrencilerimizi ayrıca TDV (Türkiye Di- 57 UFSM Dört Yaşında! Büyük Oynuyor, Büyük Düşünüyor! Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi, bu yıl eğitim-öğretim hayatının dördüncü yılına girmiş bulunuyor. Hem uluslararası hem ulusal öğrencilerin eğitim gördüğü okulumuz, bu özellikleriyle Türkiye’nin ilk ve tek uluslararası imam-hatip lisesi olma ayrıcalığını elinde bulunduruyor. Kısa adıyla UFSM olan okulumuz, faaliyetlerine başladığı 2010-2011 eğitim-öğretim yılından bu yana çok önemli başarılara, çok büyük organizasyonlara imza attı. Her geçen gün hizmet kalitesini daha da artırmanın büyük bir gayreti içinde oldu. Öğrencilerine sunduğu imkân ve şartları çağın gereklerine göre yeniden gözden geçirerek öğrenci, öğretmen, veli ve eğitim camiasının büyük övgü ve takdirlerini kazandı. FAALİYETLERİMİZ Ahmet Beşir Okumuşlar Seçkin öğretmen kadrosuyla, Türkiye’den ve dünyadan başarı puanı yüksek öğrenci tercihleriyle, yüksek eğitim kalitesiyle, misyon ve vizyonuyla sadece İstanbul ve Türkiye’nin değil, bütün dünyanın da ilgi odağı haline geldi. 58 Okulumuzun dört yıl gibi kısa bir sürede bu başarıyı yakalaması hiç şüphesiz bir şans değildir. Çünkü hiçbir başarı şans eseri değildir. Çünkü hiçbir başarı şansa bırakılacak kadar önemsiz değildir. Okulumuz, diğer Anadolu ve Anadolu imam-hatip liselerine göre müfredatı daha yoğun bir okul. Günlük dersleriyle, sabah bir, akşam iki ve hafta sonu beş saat olan etütleriyle, üniversiteye hazırlık kurslarıyla, ayda bir yapılan deneme sınavlarıyla, kitap okuma ve şiir ezberleme yarışmalarıyla, sosyal-kültürel ve sportif etkinlikleriyle öğrencilerin kapasitelerini mümkün olabildiğince zorlamaktadır. Hem ders yoğunluğu hem sosyal-kültürel faaliyet zenginliği bakımından da ülkemizin belki de en yoğun okullarından birisidir. Tarihî ve turistik değerlerimizi görme-tanıma kabilinden yaptığımız rutin geziler dışında daha başka sosyal-kültürel HAZİRAN 2014 faaliyetlerimiz de mevcuttur. Bunların en başında öğrenci ve öğretmenlerimizin büyük bir keyif aldığı Bursa-İnegöl ve Uludağ gezilerini saymak mümkündür. Öğrenci ve öğretmenlerimiz bembeyaz karın ve kayağın keyfini sürdüler. Yine bir haftalık süreyle yapılan izcilik kampı da öğrencilerimizin çok memnun kaldığı bir faaliyet oldu. Kamp; yemekleriyle, gece yakılan izcilik ateşiyle, çeşitli maceralarıyla, eğitim ortamıyla eşsiz bir tat bıraktı öğrencilerimizde. Bir haftalık Kefken kampı da son derece zevkli geçti. Dersleriyle, deniziyle, sportif etkinlikleriyle tam bir eğitim ortamı oldu Kefken. Öğretmen ve öğrenci kaynaşmasının, kardeşlik şuurunun en güzel yaşandığı bir mekân haline geldi. Ara tatilde İkitelli İSKİ Dinlenme Tesislerinde iki ayrı grup şeklinde yapılan ve toplam on günü bulan kamp da hatırlanması gereken bir başka etkinlik idi. Öğrencilerimiz, çeşitli derslerin yanı sıra sinema izleme ve çeşitli yarışmalara katılma fırsatını yakaladılar. Bununla birlikte yarı olimpik havuzda yüzmenin de keyfine vardılar. Mayıs ayına doğru bir vapur kiralayıp Boğaz’a ve Adalara düzenlediğimiz şahane tur da hiç akıllardan çıkmayacak gibidir. Yeşilin ve iki mavinin birleştiği olağanüstü ortamda öğrencilerimiz şarkı-türkü söyleyerek ve çeşitli oyunlar oynayarak doyasıya eğlendiler, stres attılar. Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde Ankara’da düzenlenen “Kardeşlik Buluşması”nda mehteran takımımızın göstermiş olduğu yüksek performans bizleri son derece gururlandırdı. Program, televizyonda canlı olarak yayımlandı ve haber bültenlerinde de adından sıkça söz ettirdi. Yılın en çok ses getiren programı Arapça öğrenimi ve umre için kutsal topraklara gidiş oldu. Gerçekten de heyecan verici büyük bir organizasyondu. 28 öğrenci ve 4 öğretmen Arapça eğitimi almak ve umre ibadetini ifa etmek için on beş günlük bir yolculuğa çıktılar. Başta bu süre kırk gün olarak tespit edilmiş fakat sonraları çeşitli resmî ve teknik engellerden dolayı süre on beş güne indirilmek zorunda kalınmıştır. Buna rağmen oldukça faydalı ve başarılı bir organizasyon oldu. Öğrencilerimiz Arapçayı uzman üniversite hocalarından öğrenme imkânını yakaladılar. Pratik yaparak Arapçalarını geliştirme, pekiştirme fırsatını elde ettiler. Eğitimlerini Râbıtatü’t-Ta’limu’l-İslâmî’nin Arabic Bayan Institute’sünde Dr. MutairHuseyin Al Maliki ve Dr.Abdurrahman Al Noaimi’den aldılar. Kurs sonunda bütün katılımcılara sertifika verildi. Kurs boyunca ve sertifika töreninde öğrencilerimize gösterilen ilgi ve yakınlık bizleri ziyadesiyle memnun etti. Bunun yanı sıra öğrencilerimiz umre ibadetlerini gerçekleştirdiler. Yıllardır içlerinde besleyip büyüttükleri Beytullah sevgisini dindirme lütfuna erdiler. Mekke-Medine-Cidde topraklarında Asr-ı Saadet’in havasını teneffüs ettiler. Mekke ve Medine’de günler dolu dolu geçti. Mescid-i Haram’da ve Mescid-i Nebevî’de geçen saatler manevî hazzın doruk noktaya ulaştığı saatlerdi. Umre programımızdan genç dimağların vahyin indiği kutsal toprakları görmeleri, Mescid-i Haram’da Beytullah’a, Mescid- Nebevî’de Muhammed aleyhisselâma misafir olmaları eşsiz bir tecrübe, büyük bir manevî terbiye örneği idi. Müslüman olmanın, Müslümanca bir hayat yaşamanın, kardeş olmanın, bir ve beraber olmanın, ilim öğrenmenin şuuruna vardılar. Hiç şüphesiz umre ve Arapça öğrenimi programı bütün bu anlatılanların çok daha ötesinde bir öneme ve etkiye sahip. Vahiyle arınmış zihinler, Rasûl sevgisiyle yoğrulmuş yürekler; umulur ki bu program vesilesiyle sadece kendilerini ve bugünlerini değil nesillerini ve geleceklerini kurtarmış olurlar. Bu sebeple, Arapça öğrenimini ve umre programını kimlik ve kişilik oluşturma, bir nesil inşa etme programı olarak da düşünmek mümkündür. Bu anlamlı programa katkı sağlayan herkese, başta okul idaremize olmak üzere, öğretmenlerimize, öğrencilerimize ve ilgilerini bizlerden hiçbir zaman esirgemeyen çok kıymetli velilerimize teşekkür ediyoruz. Okulumuzun elde etmiş olduğu başarılardan bazıları... 1 2012 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Arapça Bilgi Yarışması´nda Türkiye ikincisi 2 2012 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hafızlık Yarışması’nda Türkiye üçüncüsü 3 Fatih Belediye Başkanlığının 06.10.2012’de düzenlediği Dragon Bot Yarışları’nda gençler kategorisinde Fatih birincisi 4 2013 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Arapça Bilgi Yarışması´nda İstanbul birincisi 5 2013 yılında Arif Nihat Asya Kompozisyon Yazma Yarışması’nda İstanbul birincisi 6 2013 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Okuma Yarışması’nda İstanbul birincisi 7 Fatih Belediye Başkanlığının 03.06.2013’te düzenlediği Dragon Bot Yarışları’nda Liseler kategorisinde okul takımlarımızdan biri Fatih birincisi diğeri Fatih üçüncüsü 8 2014 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Arapça Bilgi Yarışması´nda Türkiye ikincisi 9 2014 yılında “Uluslararası II. Liseler Arası Arapça Münazara Yarışması” dünya birincisi 10 2014 yılında Liseler Arası Güreş Yarışmalarında okul olarak İstanbul birincisi 11 2014 yılında Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün düzenlediği İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Yazma Yarışması İstanbul üçüncüsü 12 2014 yılında İstanbul İl Müftülüğünün düzenlediği İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Yazma Yarışması İstanbul ikincisi 13 2014 yılında Fatih İlçe Müftülüğünün düzenlediği İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Yazma Yarışması Fatih birincisi, ikincisi ve üçüncüsü olmuştur. 59 Öğrencilerimiz Mustafa Salihoviç, İsmail Kasango Lubaba ve Mustafa N’diaye Münazara Yarışması Ödül Töreninde... Münazara Yarışmaları FAALİYETLERİMİZ Mustafa Salihoviç - Bosna Hersek Okulumuzda 53 ülkeden öğrenci bulunuyor. Türkiye’den Doğu Türkistan’a, Makedonya’dan Senegal’e, Benin ve Burkina Faso’dan Bosna Sancak’a, Somali’den Tayland’a, Endonezya ve Sri Lanka’dan Madagaskar’a kadar ümmetin tüm renkleri okulumuzda Türkçe eğitim görüyor. Türkçemizi geliştirmek, takım ruhuna sahip olmak, araştırma yaparak bilgilerimizi artırmak ve kendimizi daha iyi ifade edebilmek için okulumuzda bir münazara yarışması yapıldı. 60 Bu yarışmaya katılım çok yüksek oldu. Türk öğrenciler ve misafir öğrenciler kendi kategorilerinde toplam kırk takımla yarışmaya katıldılar. Takımlar üç kişiden oluşuyordu. Böylece okulun neredeyse yarısı münazara yarışmasına katılmış oluyordu. Takımlar kendilerine çeşitli isimler vermişti: “Takımdan Ayrı Düz Koşu”, “Fatih’in Fedaileri”, “Mahşerin Üç Atlısı”, “Âdem Baba ve Pabuçları”, “Tâkat”, “Sefiller”, “Bayrak Yıldızı”, “Çeçenler”, “Sungurlar”, “Gonca Star” gibi takımlar yarışmaya katılmıştı. Bizim takımın ismi ise “Akıncılar”dı. Bizim takımımızda, Senegalli M. Mustafa Ndiaye, Kongolu İsmail Kasongo Lubaba ve ben vardık. Münazaralarda herkes hazır bir şekilde “meydan”a çıkıyordu. İlk zamanlarda korkmuştum; kendi kendime Türkler yanında hiç şansımız yok diyordum. Ancak müsabakalar ilerledikçe kendimize olan güvenimiz arttı, daha iyi hazırlanmaya ve konuşmaya başladık. Maçlar hiç kolay geçmiyordu. Rakip takımlar da oldukça güçlüydü. Bazı arkadaşlarımızın konuşmalarını öğrenciler çok beğeniyor ve hayranlıkla izliyorlardı. İlk maçımızı 11/G sınıfından HAZİRAN 2014 “Tâhir” takımı ile yaptık. Hiç kolay olmadı ama kazandık. İkinci müsabakamızı 11/C sınıfından “İnatçılar” takımıyla yaptık ve bu müsabakayı da iyi hazırlanarak kazandık. Maçlar ilerledikçe konular zorlaşıyor ve daha güçlü takımlar karşımıza çıkıyordu. Artık yarı finale çıkmıştık. Bu kez karşımızda gerçekten güçlü bir takım vardı; “Musallat”. Çünkü bu takımda Yunanistan’dan gelen ve Türkçeyi iyi konuşan Batı Trakyalı öğrenci arkadaşlarımızdan biriyle birlikte Kosova’dan gelen ve daha önce Türkçe öğrenmiş olan bir arkadaşımız vardı. Bizim Türkçemiz rakibimizden daha iyi değildi, biz Türkçeyi burada öğrenmiştik. Yarışmaya çok iyi hazırlandık, araştırmalar yaptık, afişler hazırladık. Zor bir maçtı ama sonunda bu maçı da kazanarak finale çıktık. Artık finaldeydik. Final maçımız 11/D sınıfından “Anonimz” takımıyla olacaktı. Onlar da daha önce üç maç kazanarak finale gelmişti ve belki de bizden daha güçlüydüler. Çünkü rakip takımda Türkçeyi çok iyi konuşan Faslı Usame Bakha, Kıbrıslı Hacı Ahmet Türkal ve Sudanlı Ahmet İbrahim vardı. Hacı Ahmet zaten Türk’tü, daha önce de münazara yarışmalarına katılmış tecrübeli, çok iyi ve hızlı bir konuşmacıydı. Usame de sanki Türkiye’de doğmuş ve büyümüş gibi Türkçeye hâkimdi. Bu münazaraya geldiğimizde durmak yok, zafere kadar dedik. Çok çalıştık, gece gündüz... Final günü geldi tüm okul müsabakayı izlemek için mescitte toplandı. Masalar hazır, herkes bizi bekliyor. Masalara oturduk, birbirimizin gözlerine baktık; heyecan, korku, sevinç her şey tekrar bozulmuştu. Münazara bitmişti. Korku ve merakla sonucu beklemeye başladık. Puanlar hesaplandı, herkes heyecanla kazananın açıklanmasını bekliyordu. Sonunda jüri üyelerinden biri kalkıp sonucu açıklamaya başladı. O an sanki kalbim duracaktı. Önce büyük bir puan açıkladı ve karşı takımın ismini söyledi. Kalktım, gidecektim. Onların kazandığını sanıyordum. Tam o sırada bir ses, daha büyük rakamla geldi ve “Akıncılar” diyerek bizim takımın kazandığını söyledi. İnanamadık, şaşırdık, çünkü zor bir maçtı ve gerçekten iki takım da kazanmayı hak etmişti. Herkes bize sarılmaya başladı. Hocalarımız bizi ve diğer takımı tebrik ettiler. Cuma günü törende hem Türk öğrenciler hem de misafir öğrenciler kategorilerinde ilk iki sırayı alan takımlara çeşitli ödüller verdiler ve böylece bize çok şey katan ve kardeşliğimizi artıran münazara yarışmasını kapatmış olduk. “Akıncı” şampiyonlarla... O “Akıncı” şampiyonlar daha sonra Katar’da düzenlenen liselerarası Arapça münazara yarışmasında okulumuza dünya birinciliği getirdi. Katar’da bize birincilik getiren dört öğrenciden ikisi okulumuzdaki yarışmada final maçına çıkmış, bir diğeri ise yarı finalde elenmişti. Bu yarışmalar onlar için biraz ön hazırlık olmuştu. Okulumuz Başarıya Doymuyor Okulumuz başarıya doymuyor. Okulumuz İstanbul liselerarası serbest güreş şampiyonasında İstanbul şampiyonu olarak yeni bir başarıya imza attı. Okulumuz bu sene yedi ayrı branşta (futbol - basketbol - futsal - güreş - satranç - voleybol - masa tenisi) yarışmalara katılarak yoğun ders maratonunu sportif aktivitelerle atlatma yoluna gitti. Okulumuzun öğrenci çeşitliliğinin olması aynı zamanda yeteneklerin de çeşitli olmasını sağlıyor. Bu sebeple okulumuzun spor kulübünü kurarak profesyonel olarak liglerde mücadele etmeye başlayacağız. İlk açacağımız güreş branşıyla gelecekte olimpiyatlarda yarışacak profesyonel sporcular yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Ayrıca bu sene Fatih ilçesinde düzenlenen Öğretmenler Arası Futbol Turnuvası’nda öğretmenlerimiz üçüncü olarak öğrenciler kadar başarılı olduklarını göstermiş oldular. FAALİYETLERİMİZ Hüseyin Kara - Beden Eğitimi Öğretmeni vardı o gözlerde. İzleyen arkadaşlar bir bize sesleniyorlardı bir onlara. Final konusu “Teknoloji insana zarar mı yoksa faydayı mı getiriyor.” Konusuydu, biz teknolojinin insana zarar getireceğini savunacaktık. Her zaman istemediğimiz konular bize düşüyordu, bu yüzden iki kat fazla çalışıyorduk. Zaman gelmişti, artık müsabaka başlıyordu. İlk biz konuştuk, İsmail Kasongo etkileyici bir konuşma yaptı, salonda müthiş bir alkış koptu. Sıra rakip takımdaydı. Rakip takımdan Hacı Ahmet kalktı ve öyle bir konuştu ki herkes sustu ve hayranlıkla dinledi. İçimden “Vaay!” dedim “Bu iş bitti!” diye düşündüm. Moralim bozuldu. Karşı takımdan Üsame ve Ahmed İbrahim, bizim takımdan da Mustafa Ndiaye konuşmalarını yaptılar. Konuşma sırası bana gelmişti. Kalktım, “Bismillah” çekerek konuşmaya başladım ve o kadar iyi ve etkileyici bir konuşma yaptım ki ben bile şaşırmıştım. Tekrar alkış koptu, keyfim yerine gelmişti. Münazara devam ediyordu, artık takımlar adına son konuşmalar yapılacaktı. Bizim takım adına son konuşmayı Mustafa Ndiaye yaptı. Ona dil cambazı diyorduk. Öyle bir performans sergiledi ki sahne titredi. Sevinmeye başladım “Bu iş bu kadar!” diyordum ama daha bitmemişti. Rakip takım adına Hacı Ahmet son konuşmayı yapacaktı. Örneklerle ve delillerle çok sağlam bir konuşma yaptı. Bizi batırdı, ümidimiz gitti. Moralim 61 FAALİYETLERİMİZ Erol Düzcan - Meslek Dersleri Öğretmeni Hayale Yolculuk 62 Fotoğraflar: Erol Düzcan Bölge ülkeleri üzerine çalışmalar yaptığım 1997 yıllarıydı. Uzaklarda Müslüman kardeşlerimin bulunduğu bir coğrafyaydı Güneydoğu Asya (Endonezya ve Malezya). Hızlı büyüme trendi ile biz Müslümanların gözdesiydi. İktisadi yapıları vb. özellikleri ile de gitmeyi, görmeyi ve tanışmayı arzuladığım insanların ülkesiydi. Çalışmalarım esnasında sağlık nedenleriyle hayallerimi ertelediğim bir yolculuğun adıydı Malezya ve Endonezya. Uçağımız uzun bir uçuştan sonra Kuala Lumpur Havaalanı’na indiğinde ertelenmiş hayallerimin gerçekleşmesinin verdiği tatlı bir heyecan vardı. Havaalanında Müslüman ve kardeş ülkede olmanın sıcaklığı ile dolmuştu yüreğim. Havaalanından metro ile uzaklaşırken şimdiye kadar ziyaret ettiğim birçok Avrupa havaalanında görmediğim farklı güzelliğin gururunu yaşıyordum. Şehir merkezine doğru yol alırken çevremizden hızla kayan görün- HAZİRAN 2014 tüler şehrin sokaklarına kendimi bir an önce bırakmak için sabırsızlandırıyordu. Otele yerleştikten kısa bir süre sonra kendimi sokaklara bıraktım. Daha önce planladığım şekilde Petronas İkiz Kuleleri - Kuala Lumpur Tower - Bukit Bintang - National Mosque of Malaysia - Merdeka Square vb. gibi yerleri gezecek, son olarak da Putracaya gibi modern şekilde dizayn edilmiş şehirleri görüp vedalaşacaktım. Otelden çıkınca karşılaştığım ilk şey hemen yakınımızdaki “Havaray” diye isimlendirilen şehir içi ulaşım aracıydı. Güneydoğu Asya ülkelerinde önemli oranda Çinlilerin bulunması yılbaşı etkinliklerini de görme imkânı vermişti. Bugünlerde güzel İstanbul’umuz için konuşulan alternatif araçtı. Şehrin üstünden gezip dolaşmak ve engelsiz, şehrin güzelliklerinin kucağında yolculuk kıskandırmıştı. İstanbul’da da olsa keşke diye duaya dönüşmüştü bu an. … … Geniş sayılabilecek yolları, yeşilin sizi terk etmediği bir şehir yapısı dikkat çekiciydi. Portekiz, Hollanda, Japonya ve İngilizlerin yönetiminde kalan Malezya; 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1957’de İngiliz Milletler Topluluğu’nda kalmak şartıyla özgürlüğüne kavuştu. Yeni sayılabilecek özgürlük hikayesi ve birçok kez istilalara uğraması nedeniyle tarihi doku yok denecek kadar azdı. Bu duygular arasında dünyanın sayılı kulelerinden olan Petronas İkiz Kulelerine ulaşmıştım. Eskilerin deyimi ile şapka düşürmek değil, gözlerin kulenin zirvesine ulaşması bile saniyeler alıyordu. Tek kelimeyle muhteşemdi. Kapitalist dünyanın tanrılaştırdığı mabetlerden biriydi. Ancak ilk günün geceye karışmaya başladığı bu noktada gördüklerimizde bir farklılık da dikkatimi çekmişti. Bu farklılık daha sonra Putracaya diye isimlendirilen Malezya’nın 21. yüzyılın modern şehri olarak tanımlanmış kentinde kendini göstermişti. Ancak hızlı büyüme yıllarının izleri olarak gökdelenler şehirde beni yalnız bırakmıyordu. Sokak aralarında dolaşırken “Çin Mahallesi” gibi geleneksel kimliklerin, mimari yapılarının korunduğu çok kültürlülüğün resmini izleme imkânlarım da olmuştu. Güneydoğu Asya’daki seyahat günlerim Çin yılbaşısının arifesine denk gelmişti. 63 Muhteşem köprüleri, hükümet sarayı ve sarayları, yeşil alanları, dünyanın sayılı muhteşem camilerine rağmen bu modern ve yaşanası şehir, bendeki farklılık hissini daha da arttırmıştı. Malezya gezimde zihnimdeki Malezya; tezimi bitirdiğim 1997 yılından sonra çeşitli dış destekli çeşitli ekonomik müdahalelere maruz bırakılmış. Malezya başbakanı Mahathir Mohamad ünlü borsa spekülatörü George Soros’u Malezya ekonomisini spekülasyonlarla krize sokmakla suçladığı yıllardı. Soros bugün de benzer spekülasyonlarla faaliyetlerine devam etmektedir. Anlatılanlara göre o muhteşem büyüme günlerine imza atan yönetim yolsuzluk iddialarıyla iktidardan uzaklaştırılmıştı. Ve gözüme takılan farklılık ise; o muhteşem yeniliğe imza atan insanların bıraktığı bu modern mekânların bakımını yapmaktan aciz kalan ve fakirlik kaderine terk edilen toplumun, bakımsızlığa mahkûm ettiği bu muhteşem modern güzellikler ve onların çaresizliğiydi. Biraz siyaset olacak belki ama; 17 Aralık’ta başlayan süreci yaşayan toplumun bir üyesi olarak kendimi şöyle düşünmekten 64 HAZİRAN 2014 alamamıştım. Kontrolsüz güç istemeyenler bugün kalkınmakta olan güçlü bir Türkiye istemiyorlardı. Dün Malezya için çizdikleri bu kader oyununu Türkiye için de senaryolaştırmışlardı. Ortak noktamız ise Müslüman kimliğimiz! Bizi bize bırakmak istemeyenlerin, İslam dünyasını yok sayanların, farklı kıtalardaki Müslümanlar üzerindeki bu oyununu görmek için Malezya; tarihi ve bugünü ile güzel bir derstir bizim için. Paylaşmak istediğim ilginç bir görüntü; bir alışveriş merkezini dolaşırken eli silahlı bir kişinin görüntüsüydü. Nedenini öğrendiğimde ise hayretim bir kat daha artmıştı. Nedeni, onun alışveriş merkezindeki kuyumcu dükkânının özel güvenlik görevlisi olmasıydı. Malezya’da kuyumcular kendi mağazalarını kendileri korumak zorundaydı. Diğer olay ise bizdeki Karadeniz benzetmelerine taş çıkartırcasına tuhaf bir durumdu. Yaya kaldırımı, yayaların yola inmesini engellemek için demir parmaklıklarla çevrili olmasına rağmen bilgi levhasının tam da yaya kaldırımına konulmasıydı. Ancak bizdekilerden bir farkla ... Biz denedik ancak böyle geçebildik. Bir hatıramla seyahat yazıma son vereceğim. Bir alışveriş merkezinde arkadaşlarımızla dolaşırken bir kişi bize doğru “Burada Türkler mi var?” diye seslenerek yaklaştı ve ayaküstü muhabbetimiz ise geçmişin kısa bir hikâyesi ve güzel bir ders niteliğindeydi. Kısa sohbet ve tanışmamızın paylaşmaya değer özeti ise; İstanbul’dan geldiğimizi söyledik. Yabancı dil bilmediğimizi duyunca önce hayret etti, sonra tebrik etti bu cesaretimizi ve sonra şunları söyledi: ”Ben üç kuşaktır Kadıköylüyüm. Dört dil biliyorum. Her yıl iki-üç ay çeşitli yerlerde ev kiralıyor ve çevre ülkeleri dolaşıyorum. Son üç yıldır ise Malezya’ya geliyorum. Burayı çok sevdim. İnsanları harika ve biliyor musunuz İslam’ı burada tanıdım. Meğer bize Türkiye’de cumhuriyetle birlikte çok farklı İslam anlatmışlar. Kısacası kandırmışlar ve maalesef düşman etmişler. Artık Türkiye’de bizim için oynadıkları oyunu buradan çok iyi görüyorum. Türklerin mutlaka dış dünyayı tanımaları gerekiyor. Kabuklarını kırmaları gerekiyor. Gerçeklerle yüzleşmeleri için buna ihtiyaçları var.” diyordu. Biz de onlarca ülke gezdiğimizi ve bu düşüncelere katıldığımızı ifade edince dil bilmeden yaptığımız bu cesur tercihimiz nedeniyle bizi tebrik ederken vedalaşıyorduk. “Yolumuz Tayland’a” dediğimizde memnuniyetini ifade ediyordu. Zihnim ise o esnada sorularla kapı açıyordu! “İslam diyarı ülkemde, Türkiye’mde değil de Malezya’da bir Türk’e hidayet kapısını aralatan şey neydi? Her başlangıç bir sona mahkûm vesselam. Seyahat notlarımı paylaşacağım diğer yazılarımda ve dualarınızla paylaşabileceğim bir kitabımda Güneydoğu Asya’nın diğer ülkeleri; Ömer (ra) gördüğüm ülke Tayland, Onların bekçisi Singapur, Güzel insanların diyarı, kader mahkûmu Endonezya ile bölge izlenimlerim tamamlanacaktır. Satırlarım sayfalara mahkûm edilirken, prangalarımı kıracağım yeni fırsatlara kadar rabbime emanetsiniz. 65 Bir Mehter Geçti Karadeniz’den… FAALİYETLERİMİZ İsmail Balkanlıoğlu - Meslek Dersleri Öğretmeni Fotoğraflar: İsmail Balkanlıoğlu 66 Şahsen benim Karadeniz Bölgesine ilk gezim 1996 yılında olmuştu. O zaman kendi coğrafi çevrem olan İç Anadolu Bölgesi ile buraları kıyasladığımda doğal güzellik bakımından arada uçurumlar vardı. Bir tarafta bin bir çeşit bitki örtüsü… Neredeyse boş alan yok; diğer tarafta ise geniş bozkırlar var. O zaman kendi kendime, “Ya Rabbi, buradaki insanların hesabı ile bizimki farklı olur herhalde!” demiştim. Sonra 1998’de tekrar gitmiştim. Aynı güzellikleri o zaman da yaşamıştım. Şimdi ise bakıyorum da Allahu Teâlâ her yere her bölgeye göre bazı güzellik ve zorluklar vermiş. Herkesin imtihanı içindeki ortama göre farklılık arz etse de temelde imtihan dünyası olması bakımından eşitlik vardı. Okulumuz mehter takımı ile 22 Nisan Salı ile 27 Nisan Pazar günleri arasında bir Karadeniz gezisi yaptık. Bu gezinin fikir babası okulumuzun seyyah öğretmeni Erol DUZCAN’dı. 22 Nisan Salı günü başlayan yolculuğumuza sekiz yerli yirmi altı misafir olmak üzere otuz dört öğrenci, Erol Bey’le beraber Müdür Yardımcımız Nazif DEMİRAL, Beden Eğitimi öğretmenimiz Hüseyin KARA, Yurt Müdür Yardımcımız Muhammed İNCE ve bendeniz İsmail BALKANLIOĞLU katıldık. HAZİRAN 2014 Saat 16.30 itibari ile yola çıktık. Hadis-i Şerif’teki emir gereği yol emîrimizi Erol DÜZCAN olarak belirledik. İlk olarak koltuklardaki oturuş dengesinin doğal olarak gerçekleştiğini gördük. Benim yanımda Hüseyin Hoca, Nazif Hoca’nın yanında Muhammed İNCE otururken Erol Hoca’nın yalnız oturduğu gözlerden kaçmadı. Uzunca bir yolculuktan sonra sabah erken saatlerde Trabzon’da ilk gün kalacağımız Mahmut Celalettin Ökten öğrenci yurduna ulaştık. Öğrenci yurdu oldukça ferah ve konforlu idi. Her oda dörder kişilik ve her odanın kendine ait banyo ve tuvaleti vardı. En üst kattaki yemekhane ve çay salonu oldukça ferah mekânlardı. Geniş terasının manzarası ise görülmeye değerdi doğrusu. Burada güzel bir kahvaltıdan sonra 11.30 gibi Sümela Manastırı’na tırmanmaya başladık. Laf aramızda yaklaşık bir saati bulan bu tırmanışta Muhammet İNCE ile ben en sona kaldık. Benden duymuş olmayın ama beden eğitimi öğretmenimiz bizden önce idi ancak öğrencileri onu da bir hayli geride bırakmıştı. Hatta Ramazan KARAKAŞ isimli öğrencimiz bile onu geçmişti. Bundan sonraki beden eğitimi öğretmenimiz Ramazan(!) olacak diye de şakalaştık. Sümela Manastırı’nın MS 365’lerde kurulduğu sanılmaktadır. Burası ile ilgili internetten bilgiler elde etmek mümkündür. Benim bahsetmek istediğim; her dinin ortak yönü ve sorunu olan hurafeler olacaktır. Daha önceki gezdiğimde orada bazı resimlerin birileri tarafından tahrip edildiği, duvarlara belirli belirsiz yabancı dillerde yazı yazıldığı gözden kaçmıyordu. Bu seferki ziyaretimizde orayı çok iyi bildiğini anladığımız bir gezi rehberinden öğrendiğimize göre orada aziz iddia ettikleri kişilerin gözlerinin oyulduğunu fark ettik. Bunun sebebinin altında Hristiyan ziyaretçilerin bunları kopararak şifa ümidiyle vücutlarının ağrıyan bölgelerinin üzerine koyduklarını hatta bazılarının bu kopardıkları parçaları ezip suda ıslatarak o suyu içtikleri takdirde iyileşeceklerine olan inançlarıydı. Ayrıca duvarlarda Rumca, Yunanca hatta Japonca bile dilek ve istek cümlelerinin kazınmış olması görüntü olarak Eyüp Sultan Türbesi’nin yenileme sebebiyle üzerine kaplanan brandaya yazılmış dilek ve istek yazılarını anımsattı. Burada Karadeniz ikliminin ani değişikliklerini de hissetmek mümkündü. Çünkü tırmanmaya başladığımızda hava gayet açık ve sıcak iken yukarıya çıktığımızda bizi aniden bir yağmur karşılıyordu. denilen mekânda ikram edilen çayları yudumlarken Sümela tırmanışındaki yorgunluğumuzu da atmış olduk. Bu samimi insanlarla vedalaşıp hemen yolumuz üzerindeki Küçük Ayasofya Camii’ni ziyaret edip burada ikişer rekât şükür namazı kıldık. Çünkü 1925’lere kadar cami olarak kullanılan mabet cumhuriyetin ilk dönemlerinde müzeye çevrilmişti. Yakın zamanda da tekrar asıl hüviyetine döndürülmüştü. Darısı Büyük Ayasofya’ya diye ümitlerimizi ve dualarınızı ifade ederek buradan ayrıldık. Saat 16.30 gibi Trabzon-Çaykara ilçesi sınırları içindeki Uzungöl Yaylası’na çıktık. Uzungöl’de mehter takımımız ilk konserini verdi. Mehter takımının vermiş olduğu konser yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Özellikle Arap turistlerin ilgisi yoğundu. Turistler resim çektirmek için âdeta sıraya girdiler. Çay bahçesi olan bir hacı amca da bize çay ikram etti. Saat 18.30 gibi Uzungöl’den ayrıldık. Akşam tekrar Mahmut Celalettin Ökten Öğrenci Yurdu’nda misafir olduk. Sümela Manastırından Trabzon’a tekrar döndüğümüzde öğle yemeği için 1979 senesinde Ahmet YAŞAR Hoca Efendi tarafından kurulmuş olan Yavuz Selim Vakfı’nda sıcak ve samimi bir ortamda misafir edildik. Burada hafızlığını tamamlamış olan öğrencilerin hafta içi dini ilimler okuduklarını hafta sonu ise açık lisede eğitim gördüklerini öğrendik. Yemekten sonra da vakfa ait Hasbıhâl 24 Nisan Perşembe günü sabahın ilk ışıklarıyla otobüsümüze binerek Trabzon’un merkezinden biraz yukarıda bulunan Gülbahar Hatun Kız Anadolu İmam Hatip Lisesinde de bir mehter konseri verdik. Okul idaresi mehter konserini öğrencilerine bir sürpriz olarak hazırlamışlardı. Bizim için de sürpriz oldu. Çünkü bir önceki akşama kadar bizim programımızda yoktu. Okul idaresinin misafirperverliği, öğrencilerin gayet intizamlı bir şekilde izlemesi hoşumuza gitmişti. Toplu fotoğraf çekimi ve çay ikramından sonra oradan ayrıldık. Sümela Manastırı, Trabzon Sümela Manastırı, Trabzon 67 Gülbahar Hatun Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Trabzon Gülbahar Hatun Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Trabzon Saat 10.30 Rize’de idik. İlk durak olarak Rize Anadolu İmam Hatip Lisesine indik. Saat 11.00’da Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ile randevumuz vardı. Randevuya yetişmek için büyük çaba sarf ettik. Ancak Dekan randevuyu unutmuştu. Öğrencilerimizi misafir eden dekan yardımcısı oldu. Dekan yardımcısı ile İlahiyat Fakültesini gezdik. Fiziki olarak oldukça güzel olan fakültenin zengin bir kütüphanesi, büyükçe bir konferans salonu ve iç süslemeleri ile oldukça güzel bir camisi var. Öğrencilerinden çoğuna verdikleri asgari ücrete yakın bursları, sosyal imkânları ile bizim öğrencilerin tercih edebilecekleri iyi bir fakülte olduğuna dair öğrencilerimizde bir kanı oluştu. Sonraki durağımız tekrar Rize Anadolu İmam Hatip Lisesi oldu. Öğrencilerin okul çıkışına yetişerek öğle arasında bir mehter konseri de burada verdik. Şahsen benim en çok hoşuma giden kız öğrencilerin tamamının başörtülü olması oldu. 1500 civarında öğrencisi olmasına rağmen okuldaki disiplin ve sakinlik de dikkatimizden kaçmadı. Burada öğrenciler cep telefonlarıyla fotoğraf çekmiyorlardı. Sebebini sorduğumuzda ise okul saatlerinde cep telefonu yasaktı. Öğle yemeğini de bu güzide okulumuzda yedikten sonra Ayder Yaylası’na doğru yol aldık. Okul müdürünü de bizle gelmeye ikna ederek müdür beyin küçük kızı Fatma ile okul müdürünün bize eşlik etmesini sağladık. Bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra 68 HAZİRAN 2014 Ayder Yaylası’na ulaştık. Yüksek yerlerin insana çok ulvi duygular sağladığını bir kez daha tecrübe ettik. Ayder Yaylası, yüksek yerlerinde hâlâ varlığını sürdüren karları, dağların tepelerinden şırıl şırıl akan berrak suları ve bol oksijenli tertemiz havasıyla görülmeye ve yaşanmaya değer güzide yerlerimizden bir yer. Bazı öğrencilerle beraber çıkabildiğimiz kadarıyla dağların yüksek yerlerine çıkarak bol bol oksijen alarak resim çektirdik. Bu eşsiz güzelliklere baktığımızda dilimizden “Sübhanallah, Allahu Ekber” tesbihleri dökülüyordu. Nazif Hoca’nın ve ona gönüllü yardım eden öğrencilerimizin mangalda pişirdiği köfteleri afiyetle yedikten sonra otobüsümüze binip Rize merkezine doğru yol aldık. Akşam namazına Rize merkeze yetiştik. Akşam yemeğinde Rize Öğretmenevi’nde misafir olduk. Akşam Kredi Yurtlar Kurumu’nda kalacaktık. Bize söylenen odaların üçer kişilik olduğu idi. Ancak oraya gittiğimizde üçer kişilik odalarda yer kalmadığını öğrendik. Bize gösterilen yerlerin daha önce depo olarak kullanıldığı anlaşılıyordu. Fiziki olarak 35 kişinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir yer değildi; ancak başka alternatifimiz de yoktu. Öğrenciler odalara yerleştirilirken sekiz kişilik olan odaları beğenmeyen öğrencilerden bazıları bir sonraki odanın yirmi iki kişilik olduğunu öğrenince tekrar sekiz kişilik odalara koşması da bu yorgunluk içinde biraz gülmemize sebep olan komik bir durumdu. Bizimle birlikte aynı odada Anadolu İmam Hatip Lisesi, Rize kalmak isteyen Hâfız Ramazan KARAKAŞ benim, Erol ve Hüseyin Hocaların horlaması arasında uzun süre uykuya dalamadığını ifade etti ama biz bir şey hatırlamıyorduk. Böylece Ramazan, öğretmenlerin öğrencilerden daha ayrıcalıklı olmadıklarını bizzat tecrübe etmişti. Kalabalık odalarda kalmamızın tek avantajı sabah saat 05.00’da yola çıkmak zorunda olmamıza rağmen öğrencileri yataklarından kaldırma konusunda hiç de zorlanmamamız oldu. Çünkü öğrenciler bir an önce otobüsteki yerlerine kavuşmak için can atıyorlardı. Bu sebeple her biri erkenden hazırlanmıştı. 25 Nisan Cuma günü sabah erkenden yola koyulduk. Üç saatte zorlu yolları aşarak Saat 08.00 itibariyle Artvin’in girişinde, Çoruh nehrinin kenarında bulunan Artvin Anadolu İmam Hatip Lisesinde idik. Erol Hoca’nın ifadesiyle burası birçok sosyal imkânlardan mahrumdu. Belki de 1975’lerden bu güne böyle mehter takımının gelmesi ilk defa oluyordu. Öğrenciler ilk önce çok şaşırdılar, sonra alıştılar. Güzel bir mehter konserinden sonra öğrencilerin ve öğretmenlerin öğrencilerimize ilgisi oldukça fazla idi. Bu arada yan taraftaki askeri birlikten bir yetkili askerlerin morallerinin yükseltilmesi amacıyla kendilerine de bir mehter konseri vermemizi rica etti. Biz de Artvin’den dönerken mümkün olabileceğini söyledik. Artvin Anadolu İmam Hatip Lisesindeki mehter konserinden sonra Artvin Öğretmenevinde kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra belediye başkanı Mehmet KOCATEPE’yi makamında ziyaret ettik. Bizleri samimi bir şekilde karşıladıktan sonra bizi çarşıda beraber çay içmeye davet etti. Öğrencilerle beraber çarşıda yürüdükten sonra bir kafeteryada beraber çay içtik. Hep beraber cuma namazı için 1954 yılında yapılmış olan Anadolu İmam Hatip Lisesi, Rize Merkez Camii’ne indik. İndik diyorum çünkü Artvin bir dağ yamacına kurulmuş bir şehir. Merkezde geniş ve düz alan yok gibi. Ama bunun yanında yeşillikler içinde doğal güzellikleri olan ve yakınında kurulan baraj ve kurulacak olan barajlarla daha da güzelleşen bir şehir. Cuma namazından sonra Artvin’in Kafkasör denilen, boğa güreşlerinin yapıldığı yere gittik. Burası Artvin’in en güzel yerlerinden birisi idi. Burada her yıl haziran ayının son haftasında boğa güreşleri yapılmakta olduğunu öğrendik. Buradaki ilginç bir yapıyı da görme fırsatımız oldu. Trabzon bölgesinin Serender adını verdiği Artvin’de ise Nalya diye bilinen yiyecekleri kurutma amaçlı kullanılan ilginç yapıydı bu. Vahşi hayvanların, içindeki yiyeceklere ulaşmasını engelleyecek şekilde tasarlanmış ahşap bir yapı. Yaylanın dönüşünde şehrin girişindeki askeri kışlada mehter konseri verdik. Buradaki mehter konseri de coşku ile izlendi. Mehter konserimizi bütün askerlerin ve ailelerinin coşkuyla izlediklerini gördük. Konserden sonra da bol bol fotoğraf çektirdik. Konser sonunda askerin moralinin oldukça yüksek olduğunu fark ettik. Askeri yetkililer konserden sonra bize ikramda bulundular. Bu nazik davetten sonra Artvin’den ayrılarak Yusufeli yoluna koyulduk. Yusufeli Çoruh nehrinin kenarına kurulmuş, Artvin’in şirin bir ilçesi. Öğrendiğimize göre yapılacak baraj ile Yusufeli beş yıl gibi bir sürede sular altında kalacağından bütün ilçe başka bir yere taşınacakmış. Yusufeli’nin kaderi hep taşınmak. Çünkü buraya da başka bir yerden taşınmış. Yani çok eski bir ilçe değil. Yusufeli’nde Çok Programlı Lisenin yurduna misafir olduk. Trabzon’da ilk 69 Yusufeli, Artvin Yusufeli, Artvin kaldığımız yer kadar olmasa da bir önceki yere göre bizim ihtiyaçlarınızı rahat karşılayabileceğimiz bir yerdi. 26 Nisan Cumartesi sabahı kahvaltıdan sonra ilk önce karakucak güreşlerinin yapıldığı alanda bir mehter konseri verdik. Sonrasında Yusufeli ana caddede mehterle birlikte yürüdük. Daha sonra ilçe meydanında bir mehter konseri daha verdik. Yemek yiyip namazlarımızı kıldıktan sonra kano yarışlarının yapıldığı alana gittik. Yemek dedim de Erol Hoca burada bir buçuk porsiyondan iki tane cağ kebap yedi. Biz de ayıp olmasın, o yalnız kalmasın diye kendisine eşlik ettik. Daha sonra kano yarışlarının yapıldığı alana intikal ettik. İlçeye yaklaşık 4 kilometre mesafede bulunan Türkiye’nin ilk ve tek yapay kano parkuru sahasında düzenlenen kano yarışları gösterisi etkinliğine Artvin Valisi Kemal Cirit, AK Parti Artvin Milletvekili İsrafil Kışla, Artvin Belediye Başkanı Mehmet Kocatepe, İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Mustafa Çelik, Yusufeli ilçesi önceki kaymakamı şu an Hakkâri Vali Yardımcısı olarak görev yapan Cumhur Duran, İstanbul Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağrıcı İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüseyin Ateş, Yusufeli Kaymakamı Ömer Dereci, Yusufeli Belediye Başkanı Eyüp Aytekin, Kano Yusufeli Temsilcisi Osman Kılıçlıoğlu, sporcular ile vatandaşlar katıldı. Mehter konseri herkes tarafından ilgiyle izlendi. Bu Artvin’deki son konserimizdi. Program sonrası boğa güreşlerinin yapıldığı alana giderek bir süre boğa güreşlerini izledik. Bu programdan sonra Şebinkarahisar 70 HAZİRAN 2014 Yusufeli, Artvin tekrar geceleyeceğimiz öğrenci yurduna geldik. 27 Nisan Pazar günü gece saat 02.00’da yola çıktık. Çünkü sabah saat 07.00’da Bayburt’ta olmamız gerekiyordu. Saat 05.00 gibi 2409 rakımlı Kop Geçidi’nde sabah namazını eda ettik. Saat 06.30 gibi âlimler diyarı Bayburt’a ulaştık. Yaklaşık yarım saat gibi bir şehir turu yaptıktan sonra belediyenin ikramı olan kahvaltımızı yaptık. Yol güzergâhımızda olması sebebiyle Gümüşhane’de de kısa bir mola verdik. Kısa bir süre şehir gezisinden sonra tekrar otobüsümüze binerek yola koyulduk. Bir sonraki durağımız Giresun Şebinkarahisar’da saat 14.00’da olmamız gerekiyordu. Artvin cekleri yerdi burası. Bizi Şebinkarahisar Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Hikmet Aksu konuk etti. Şimdiye kadar verdiğimiz konserlerde Yusufeli’yle beraber en fazla ilgiyi burada gördük diyebilirim. İlçe meydanında toplanan halka verilen konser akabinde yolda bizimle birlikte birçok kişi bize bu yürüyüşe eşlik etti. İnsanlar bu güzelliğe doymadı adeta. Ama nasip bu kadarmış. Namaz, ikramlar derken buradan da saat 17.00 gibi ayrıldık. Akşam yemeği ve namaz için Amasya’da mola verdik. Açık alanda semaverde içtiğimiz çayın tadı da damağımızda kalarak Amasya’ya da veda ettik. Burada şehir turu yapamadık çünkü sabah trafiğine takılmadan okula ders saatine yetişmek durumundaydık. Saat 14.00’dan önce Giresun Şebinkarahisar’a ulaştık. Öğrencilerimizin en son konser vere- Gezimiz planlamalar doğrultusunda saat 06.30 da sağ salim bir şekilde okulumuza ulaşarak son buldu. Elhamdülillah. Ayder Yaylası Bayburt 71 Gez Dünyayı FAALİYETLERİMİZ Cherafdine Tchadjobo - Togo Gör Konya’yı 72 Ocak ayının bir perşembe akşamıydı. İki günlük Konya gezisine gideceğimiz için heyecanlıydık. Hem Konya’yı gezecek hem de Konya’da bulunan Uluslararası Mevlana Anadolu İmam Hatip Lisesi’ndeki kardeşlerimizle buluşacaktık. Otobüs altıda hareket edecekti. Ders bittikten sonra koşarak yurda çıktık ve çantalarımızı hazırladık. Akşam namazını eda ettikten sonra arkadaşlarımızla vedalaşıp yola çıktık. bah saat sekiz gibi okula vardık. Oradaki kardeşlerimiz bizi karşılamak için hazır bekliyordu. Onları görünce şaşırdık çünkü okul olmasına rağmen öğrenciler sivil giyiniyorlardı. Kucaklaştık, sarıldık, tanıştık. Hemşerileri olanlar vardı. Otuz dakikayı beraberce geçirdik. Ardından zil çaldı ama kardeşlerimiz bizi bırakmak istemediler ta ki öğretmenler gelip onları derse çağırıncaya kadar. Otobüs iki öğretmen kırk öğrenci ve iki kaptanıyla yola koyulurken bir arkadaşımız yolculuk duasını okudu ve hepimiz âmin dedik. Sessizliği sevmeyen bazı arkadaşlarımızın söylediği şarkılar ve ilahilerden sonra otobüsümüz sessizliğe gömüldü; çünkü hepimiz derin bir uykuya dalmıştık. Yaklaşık on saat süren bir yolculuktan sonra sabah namazını kılmak için Mevlana Müzesinin yanında bulunan Selimiye Camiine uğradık. O sırada güzel bir kahvaltı hazırlanıyordu bizlere. Bizler misafir odasında bekliyorduk. Kahvaltıya indik ve karnımızı iyice doyurduk çünkü fazla acıkmıştık. Bundan sonra mescide geçtik. Bazılarımız film izlerken diğerleri dinlenmek için hafif bir uykuya dalmıştı. Saat on iki buçuk olmuş ki zil çaldı. Herkes abdest almak için lavaboya yöneldi. Sonra mescide girdik. Senegalli bir kardeşimiz Kur’an okuyordu. Cuma namazımızı eda ettikten sonra oradaki kardeşlerimizle kucaklaştık. Müdür Bey önce misafirlerin yemeğe geçmesini söyledi. Misafirperver bir müdür idi. Güzel bir öğle yemeği yedik. Ama onlarla o kadar vakit geçirebilirdik. Fotoğraflar çekip vedalaştık. Ama o misafirperverliği unutamayız. Öğle yemeğinin ardından şehir gezisine çıktık. Mevsim kış olduğundan hava çok soğuktu. Abdestimizi caminin avlusunda bulunan şadırvanda aldık. Su oldukça soğuktu. Hızlı bir şekilde abdest alıp camiye koşuyorduk. Neredeyse donmak üzereydik. Farzımızı eda ettikten sonra etrafı biraz gezdik. Oradan Uluslararası Mevlana Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne gittik. Sa- HAZİRAN 2014 Önce Mevlana Müzesine gittik. Hava biraz güneşliydi ve otobüsten inerken çoğumuz montlarını otobüste bırakmıştı. Orada Mevlana’nın kıyafetlerini, kullandığı eşyaları, yazdığı eserleri vs.. gördük. Yakınlarda Şerafettin Camii vardı. Orada ikindi namazımızı eda ettik. Sonra kendimiz o çevrelerde dolaşıp Konya havasını alıyorduk. O sırada Mevlana Çarşısını gezme imkânımız oldu. Birçok arkadaşımız Konya şekerine hayran oldu. Saat altıya doğru meydanda toplanıp otobüsü beklemeye başladık. Hava soğumaya başlamıştı. Konya’nın meşhur soğuğunu hissetmeye başlamıştık. Otobüs gelmeyince aksam namazımızı orada kıldık. Ama abdest almakta yine zorlandık. Neredeyse buz kesildik. Namazdan sonra bir süre camide kaldık. Yaklaşık kırk dakika otobüsü bekledik. Yol kenarındaydık ve gözlerimiz geçen her otobüsteydi. Otobüs gelir gelmez herkes atladı. Oturmadan montlarımızı giydik. Konya İlim Yayma Cemiyeti’ne ait Mevlana Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurduna gittik. Güzel bir yurt idi. İçi misk gibi kokuyordu. Hemen bize yatakhaneler ayarlandı. Kimimiz kendi aralarında kimimiz yurttaki abilerle beraber kaldı. Çantalarımızı yerleştirdikten sonra yemekhaneye çıktık. Güzel bir akşam yemeği hazırlandı. Yemekten sonra bilgisayar odasında vakit geçirdik. Abiler bizi çok merak etti ve sevindiler çünkü Türkçe anlaşabiliyorduk. Ertesi gün Konya’da son günümüz olacaktı. Ama süper bir gün! Kısaca özetini yapacağım size. Sabah saat sekizde kahvaltı yaptık. Ayrılmak üzere abilerle vedalaştık. İki müzeyi peş peşe gezdik. Birisinde Mevlana dönemindeki yazıtları gördük. Bunlar taşları kazıyarak yazılmış yazılardı. Onun ardından harika bir parka gittik. Yeşillik, çiçekler ve havuzda yüzen ördekler... Temiz ve oksijeni bol bir hava vardı. Öğle namazını kılmak üzere Alaaddin Tepesinde bulunan Selçuklu mimarisi ile yapılmış tarihî Alaaddin Camiine gittik. Geniş bir camiydi ve muhteşem bir mimarisi vardı. Namazdan sonra Abdullatif Ömer kardeşimiz bir Kur’an tilaveti yaptı. Biz camiden çıkmıştık ama Abdullatif’in sesini duyunca hemen o olduğunu anladık. Bülbül gibi bir sesi vardı. Namazdan sonra Konya’nın geleneksel evlerinden dönüştürülmüş bir lokantada Konya’nın en meşhur yemeği olan etli pide ikram edildi bize. Büyük bir afiyetle yedik. Lokantanın hemen yanında bulunan İlimYayma Cemiyeti Konya Şubesini ziyaret ettik. Çaylarımızı içip sohbet ettik. İkindi namazını kılıp oradan çıktık. Tekrar Konya’yı gezmeye başladık. Bu sefer rotamız camilerdi. Şems Cami, Kapı Cami ve İplikçi Camini ziyaret ettik. Camiler hakkında bilgi aldık. Akşam yemeğini Konya’nın hemen dışında bir tepede bulunan bir lokantada yedik. Yemekte bize meşhur kuyu kebabı ikram edildi. Konya İl Milli Eğitim Müdürü Mukadder Gürsoy Bey de yemekte bize ev sahipliği yaptı. İşte orada tüm öğrenciler adına teşekkür konuşmasını yaptım. Yemekten sonra tepeden Konya’yı seyrettik. O güzel manzarayı arkamıza alarak fotoğraflar çektirdik. Ne şanslıydık! Sema gösterisi de vardı o gece. İstanbul’a dönmeden oraya uğradık. Bize çok enteresan geldi; çünkü daha önce böyle bir şeyi izleme şansımız olmamıştı. Gösteriden sonra hemen hemen herkes semazenler gibi sema yapmayı denemek istedi. O gösteriden sonra herkes Hz. Mevlana’nın kim olduğunu sormaya başladı. Konya gezimizi o programla tamamlamış olduk ve salondan çıkıp otobüslerimize binerek İstanbul’a doğru hareket ettik. Bu gezi bizim için hem Konya’yı görme hem de oradaki uluslararası imam hatip lisesinde eğitim gören kardeşlerimizi tanıma açısından çok faydalı oldu. 73 FAALİYETLERİMİZ Hamidou Savadogo - Burkina Faso Abdulhamit Abdülmelik Uulu - Kırgızistan Tabiat ve Tarih: Samsun ve Amasya 74 Pazartesi günüydü. Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Lisesi tüm öğrencileri ve bazı öğretmenler ile yurt belletmen ağabeylerimizle izci grup arkadaşlarla tam on dört saat sürecek Samsun yolculuğuna çıktık. Oraya varınca önceden sadece adını duyduğum Samsun’u görmüş oldum. Hani derler ya, görerek öğrenmek dinlemekten daha sağlamdır. O gün bunu daha iyi anladım. İstanbul’dan sabah namazından sonra çıkmıştık, Samsun’a ancak yatsı vaktinde yetişmiştik. Oraya gittiğimizde önce Samsun İlim Yayma Cemiyeti bizi yemeğe davet etti. Herkesi orda mutlulukla karşıladılar. Çok sağ olsunlar çok naziktiler, çok hoş çok da misafirperverdiler. Oradan Samsun Eğitim ve Motivasyon kampına gittik. Çok güzel bir yerdi; karşımızda masmavi Karadeniz, sağ tarafımızda ise yemyeşil bir orman vardı. Öyle bir yer ki giden dönmek istemez. İşte etkinliklerimizi orada yaptık. Mesela tahta üzerinde yürüme, futbol maçları, plaj futbolu, basketbol, çadır kurma, okçuluk, atıcılık, balon patlatma ve yurt idarecileri tarafından yapılan bilgi yarışmaları…. Üçüncü gün yani perşembe günü öğleden sonra yine hep birlikte Samsun Amazon Müzesine gittik. Girişte amazon adı ve- HAZİRAN 2014 rilen kahraman bir kadın heykeli, sağ ve sol taraflarda kocaman aslan heykelleri vardı. Amazon bölgesinin tarihini rehber hocamızdan dinledik. Hemen heykelin ön tarafında bir tepe görünüyordu. Tepeye çıkamadık ama onun hakkında bilgi aldık, tepenin üzerinde yan yana gömülen iki tane kral mezarı varmış. Müzeden çıktık ve otobüsümüze binip alışveriş merkezine doğru yöneldik, alışveriş merkezinin yanındaki camide akşam namazı kıldık. Namazdan sonra biraz alışveriş yapıp kaldığımız kampa döndük. Cuma günü, bildiğiniz gibi cuma Müslümanlar için haftadan haftaya bayramdır, uzakta olanın yakın ile buluşma günüdür, fakir ve zengine aynı duyguları hissettiren gündür, O yüzden sabahleyin Kenan Altuntaş ve Hasan Kırtıl hocalarımız sabah bizi yemekhanede topladılar ve biz Müslüman gençlerin sorumluluklarıyla ilgili bize öğüt ve nasihat verdiler. Ondan sonra saat 11.00’de cuma namazı için hazırlık yaparak 19 Mayıs Camii’nde namazımızı kıldık. Cumartesi günü kahvaltıdan sonra Amasya’ya doğru yola çıktık, iki buçuk saat sonra Amasya’ya ulaştık. Önce Büyük Ağa Müftülüğü Kur’an Kursu’na girdik. Bu kurs ortada havuz bulunan sekiz köşeli bir yapıydı. Kursta hafızlık yapmış veya hafızlığa devam eden çok sayıda öğrenci bulunuyordu. Öğle yemeğini orada yedik ve öğle namazımızı orada eda ettik. Namazdan sonra II. Beyazıd’ın oğlu Ahmet tarafından 1485 yılında yaptırılan Beyazıt Cami ve külliyesine gittik, Caminin alanında hem medrese hem de yurt var ve eskiden dışarıdan gelen ilim talebeleri oraya gelip ilim öğreniyorlarmış. Caminin bahçesinde camiyle aynı yaşta olan bir çınar ağacı var. Ondan sonra Amasya’daki en yüksek kaleye çıktık, kaleye çıkmak yaklaşık on beş da- kika sürmüştü ama çıktığımıza değmişti; çünkü kaleden bakıldığında tüm Amasya ayaklarımızın altındaydı. Amasya’yı seyredip fotoğraflar çektirdikten sonra otobüsümüze binip kampımıza döndük. Besinci gün kampımızda İhsan Şenocak hocamızın konferansı vardı. Bize İslam ve Hz Peygamberin hayatı hakkında çok güzel bilgiler verdi. Ondan sonraki bir buçuk gün öğrencilere serbest zaman olarak düzenlenmişti. Gezimizin altıncı günü artık veda zamanıydı. Kampın müdürüyle vedalaşmak ve kamp süresince yapılan yarışmalarda dereceye giren öğrencilere hediyelerini vermek amacıyla bir program düzenlendi. Bu kamp bizim için çok faydalı ve güzel oldu. Hem eğlendik, hem dinlendik hem de güzel bilgiler edindik. Bu kampı düzenleyen başta okul idarecileri, yurt yöneticileri, bize hizmet eden öğretmenler ve belletmen ağabeylerimize çok teşekkür ediyoruz. 75 2014 Uluslararası Ziyaretler 2013-2014 eğitim öğretim yılında da okulumuza yurt içinden ve yurt dışından birçok ziyaretçi gelmiştir. Okulumuza gelen misafirlere okulumuzun ve İmam Hatip Liselerinin tanıtımı, eğitim öğretim faaliyetlerimiz, öğrenciler ZİYARETLERİMİZ Adem Nalcı ÜLKE 76 GÖREVİ arası ilişkiler, başarılarımız, hedeflerimiz vb. konularda brifing verilmiştir. Yapılan ziyaretler ve ziyaretler esnasındaki görüşmeler uluslararası imam hatipler projesinin ne kadar isabetli bir çalışma olduğunu gözler önüne sermektedir. ADI SOYADI TARİH 1 POLONYA Polonya Müslümanları Müftüsü Tomasz MISHİEWİCH 20.01.2014 2 TAYLAND Milli Eğitim bakanlığından Heyet Thiernu Amadou Omar Hass DİALO 29.01.2014 3 CİBUTİ Din İşleri Kültür ve Evkaf Bakanı M. Aden Hassan ADEN 21.02.2014 4 TACİKİSTAN Müftü M. Aden Hassan ADEN 03.03.2014 5 ÇAD Çad Yüksek İslam Konseyi Başkanı Tomasz MISHİEWİCH 13.03.2014 6 MALİ Mali Cumhuriyeti Din İşleri Bakanı Dr. Hissein Hassan Abakar 28.03.2014 7 SENEGAL Senegal Yüksek İslam Konseyi Başkanı Mourchid Ahmed Jyane THİAM 11.04.2014 8 PAKİSTAN Yetimler Okulu Müdürü Serdar Muhammed YUSUF 13.04.2014 9 PAKİSTAN Pakistan Din İşleri ve İnançlar Arası Uyum Bakanı Serdar Muhammed YUSUF 25.04.2014 10 RUSYA Rusya Federasyonu İslam Bilim, Kültür ve Eğitimi Destekleme Vakfı Genel Müdürü Alexander JDAOV 02.05.2014 Senegal Yüksek İslam Konseyi Başkanı Mali Cumhuriyeti Din İşleri Bakanı Çad Yüksek İslam Konseyi Başkanı Pakistan Din İşleri ve İnançlar Arası Uyum Bakanı HAZİRAN 2014 2014 Ulusal Ziyaretler 1. İstanbul Valisi: Hüseyin Avni MUTLU 2. Artvin Milletvekili: İsrafil KIŞLA 3. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü: Dr. Muammer YILDIZ 4. Fatih Kaymakamı: Ahmet ÜMİT 5. Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü: Mucip KINA 6. Fatih Müftüsü: İrfan ÜSTÜNDAĞ 7. İYC Genel Başkanı: Yusuf TÜLÜN 8. Ensar Vakfı Mütevelli Hyt.Bşk.: İsmail Cenk DİLBEROĞLU İstanbul Valisi Hüseyin Avni MUTLU İstanbul Valisi Hüseyin Avni MUTLU Fatih Kaymakamı Ahmet ÜMİT İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Dr. Muammer YILDIZ 77 BİRAZ DA TEFEKKÜR ÖDÜLLÜ SORU HUKUK PROFESÖRÜ ABC üçgeninin içerisinde D noktası alınıyor. s(ABD)=s(DBC)=s(DCB)=10 derece, s(ACD)=20 derece ise s(BAD) kaç derecedir? Bir hukuk profesörü, yakından tanıdığı “X” ve “Y” ile ilgili şunları söylemiştir. DÜŞÜN VE BUL 2. Eğer biri diğerini ağır yaralayacak olsa, hiçbir mahkeme ona hapis cezası veremeyecektir. Aşağıda verilen dizide soru işareti yerine gelecek sayıyı bulunuz. 2, 3, 5, 11, 23, 47, 97, 191, 379, 761, ? Aşağıdaki sayıları kutulara öyle bir yerleştirin ki her kenardaki sayıların toplamı eşit olsun. 3, 5, 7, 11, 13, 17, 19, 23 BİRAZ DA TEFEKKÜR Nasrhiruddin Al Albani İKİ KARDEŞ 78 Bir köyle ilgili nüfus kayıtları incelenmektedir. “A” isimli köylünün kayıtlarına bakıldığında bu kişinin ölmüş bir kardeşi olduğu görülmektedir. Ölmüş kardeşinin kayıtlarına bakıldığında ise kardeşi olmadığı görülmektedir. Her iki kayıtta da yazılanlar doğru olduğuna göre, durumu nasıl açıklarsınız? ŞAİR Bir şair, elindeki fotoğrafa bakarak şunları söyler: Yalnız büyümüş bir insanım, Hiç kardeşim yoktur. Ama bu insanın babası, Benim babamın oğludur. Şairle fotoğraftaki kişi arasındaki ilişki nedir? HAZİRAN 2014 1. Ne X ne de Y birbirlerini öldürmeyi düşünemezler ve göze alamazlar. Büyük ilgi uyandıran ve tümüyle doğru olan bu durumu açıklar mısınız? KRAL VE MAHKÛM Eski zamanlarda bir kral idama mahkûm ettiği akıllı bir mahkûma son bir şans vererek biri hayat diğeri ölüm yazılı iki kâğıdı iki kutuya koyar. Birinci kutunun kapağında, “Bu kutuda hayat, diğer kutuda ölüm kâğıdı var.” önermesi yazılıdır. İkinci kutunun kapağında ise“ Bu kutuların birinde hayat, diğerinde ölüm kâğıdı var.” önermesi yazılıdır. Kral kâğıtta yazılı önermelerden birinin doğru, diğerinin yanlış olduğunu ve mahkûmun kurtulabilmesi için hayat kâğıdını bulması gerektiğini söyler. Mahkûm kurtulmak için hangi kâğıdı seçmelidir? Bu resimde bir insan var. Resimde saklı insanı 3 saniyede bulabilirseniz siz sağ beynini çok iyi kullanabilen bir dâhisiniz. Bakalım kaç saniyede bulabileceksiniz? NOKTALARI BİRLEŞTİR . . . . 6 doğru ile, elinizi kaldırmadan ve çizdiğiniz doğrunun üzerinden tekrar geçmeden aşağıdaki noktaları birleştirin. . . . . . . . . . . . . ÖN YARGILAR Doktor, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okur: “Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.” Bu olayı okuduktan sonra, Doktor, öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler. Doktor, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar. Daha sonra doktor hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar. Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır. Doktor, makalesinde, (günümüzde çok yaşandığı gibi) gülünç bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir perspektif kazandıracağını anlatmaktadır. Belki de hayatta yaşadığımız birçok şey bize önyargılarımız ve bakış açılarımız tarafından dayanılmaz ve zor gözükebilir... TEZ DANIŞMANI – Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsunuz? Bay Tilki bir gün ormanda dolaşırken Bay Tavşan’a rastladı. Bay Tavşan bir şeyler yazmakla meşguldü. – Doktora tezimin 2. bölümünü yazıyorum. – Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsunuz? – Tavşanlar kurtları nasıl parçalar? – Doktora tezimin 1. bölümünü yazıyorum. – Yapmayın! Bu doğru değil. Bu bir bilim adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz kökten yanlış. – 1. bölümde teziniz ne? – Tavşanlar tilkileri nasıl parçalar? – Yapmayın! Bu hiç de doğru değil. Bu bir bilim adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz kökten yanlış. – Yaa..! Öyle mi? dedi Bay Tavşan, “Peki, gel de deneysel kanıtı gör öyleyse.” Bay Tavşan önde Bay Tilki arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp geldi ve yerine oturarak yazmaya devam etti. Bir zaman geçti. Bay Kurt’un yolu Bay Tavşan’ın bulunduğu yere düştü. Bay Kurt sordu: – 2. bölümde teziniz ne? – Yaa..!dedi Bay Tavşan, “Gel de sana deneysel kanıt göstereyim.” Bay Tavşan önde Bay Kurt arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp geldi ve yerine oturarak yazmaya devam etti. Biz de neler olduğunu merak ettik, tabii. Çalılığın arkasına dolanıp baktık ki Majesteleri Aslan, ormanın Kralı, haşmetle oturuyor ve etrafında parçalanmış kurt ve tilki. Kıssadan Hisse: Tezinizin ne olduğu hiç önemli değildir; önemli olan tez danışmanınızın kim olduğudur. 79 Çizen : Shqipdon Bahtiri - Kosova 80 HAZİRAN 2014 İmam-Hatip Liseleri Arası Hafızlık Yarışması’nda Öğrencimiz Mustafa N’diaye İmam-Hatip Liseleri Arası Arapça Bilgi Yarışması’nda Okulumuz Türkiye İkincisi Türkiye Birincisi Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Adına İmtiyaz Sahibi Mustafa Üçüncü Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Gülali Editör Turan Koçtürk Yayın Kurulu Mehmet Cesur, Fatih Mehmet Özdemir, Adem Yılmaztürk, Ayşe Gülsüm Ünsal, Yılmaz Albayrak, Umut Yanlık, Ali Kemal Gulfanov, Mustafa Salihoviç, İsmail Kasango Lubaba, Seid Şukra, Ahmet Beşir Okumuşlar, Afdorn Chekoh, Erkam Ertürk Tashih Mehmet Cesur, Fatih Mehmet Özdemir, Ayşe Gülsüm Ünsal Grafik Tasarım Origami Reklam (0212) 266 43 93 (0544) 792 91 93 www.origamireklam.com Baskı Matsis Matbaa Adres Daruşşafaka Cd. Daruşşafaka Ön Sk. No: 2 Fatih / İstanbul Tel: (212) 491 21 99 Faks: (212) 491 17 43 Haziran 2014 Sayı: 3 “O’nun rengiyle boyandık.” Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi Okul Dergisi Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda Haziran 2014 Sayı: 3 Dünya Birincisiyiz