Gönüller barış, kardeşlik ve huzurla doldu
Transkript
Gönüller barış, kardeşlik ve huzurla doldu
Parlamento Hakimiyet Milletindir Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 5 Ayl ı k sürel i yay ı n Hakimiyet Milletindir Gönüller barış, kardeşlik ve huzurla doldu AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış: Türkiye, AB standartlarına en yakın olduğu noktada Yakın tarihimizden “olağanüstü” bir sayfa: OHAL uygulaması Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 5 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 05 C M Y CM MY CY CMY K Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 5 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili Editör Songül Baş Haber Merkezi Bilge Yavuz Cahit Yıldız Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru Pınar Ünsal Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Yusuf Karaca Tasarım Sinan Günçiner Koordinasyon İsmail Demir YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Ofset T: 0312 395 06 08 YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. Te m m u z - A ğ u s t o s 2 013 İçindekiler KAPAK 26 Gönüller barış, kardeşlik ve huzurla doldu 32 Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez: Ramazan rahmet ve bağışlanma ayıdır 36 Gül cemalini gösterdi hilal, bereketlendi sofralar 42 TBMM Camii 46 Benim için Ramazan 50 Yıktın perdeyi eyledin viran Varayım sahibine haber vereyim heman 54 Habbat el-Berekat DOSYA 78 Kahraman bir neslin büyük zaferi 82 İstiklâl Harbi kahramanımız Fevzi Çakmak 90 Gümüş Servi’nin altın taşı: Küçüksu Kasrı 72 AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış: Türkiye, AB standartlarına en yakın olduğu noktada 68 Avrupa Birliği yolunda Türkiye 4 Başkanın Mesajı DÜNYAPARLAMENTOLARI 5Birlik’ten 10Haberler 20Dünyadan 24 Taner Yıldız: Türkiye’nin küresel enerji sektöründeki rolü 89 Ayın yasaları 102 Muharrem Şemsek: Bizim gençliğimizde pek fazla diyalog yoktu, şimdi her şey çok farklı 64 Demokrasiye Yunan üslubunda bir selamlama: Avusturya Parlamentosu 112 Tarih Sahnesi 118Kitap 86 94 110 119Film 120Müzik 121Televizyon 122 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 124 Sosyal medya günlükleri 126Unutmayacağız 106 Göz alıcı bahçedeki hünerli eller: Park Bahçe çalışanları Kemal Anadol’dan yeni bir roman: Kasırga “Aera!” 114 Veysel gider adı kalır... Dostlar seni unutmadı Yakın tarihimizden “olağanüstü” bir sayfa: OHAL uygulaması Vekilim, hatıranı rica ediyorum 125 Umut Oran ile sosyal medya üzerine 4 Başkanın Mesajı Güçlünün değil haklının yanında olmak Son günlerde anlamsız bir şekilde demokrasilerde seçim sandığının önem derecesi tartışıl- maktadır. Bazı kesimler, demokrasilerde her şeyin seçim sandığı olmadığını dillendirmeye başlamışlardır. Bu tartışmaların altında yatan en temel gerçek “seçkinci bir anlayışla” halkın tercihini beğenmemektir. Seçim, halkın kendini yönetecek temsilcileri oyuyla belirlemesidir. Seçimlerin yönetime demokratik meşruiyet kazandırması, değişik görüşleri temsil eden partilerin serbestçe örgütlenebilmeleri ve seçim kulvarında her türlü baskıdan uzak, özgürlükçü bir ortamda yarışabilmeleri şartına bağlıdır. Demokrasilerde egemenlik halka aittir. Günümüzde halk bu egemenliği ancak seçilmiş temsilciler aracılığıyla kullanabilir. O halde en basit anlamıyla “halk yönetimi” olan demokrasilerde seçim merkezî bir öneme sahiptir. Ülkemizde ortalama iki yılda bir seçim yapılmaktadır. Yapılan bu seçimlerle köylerde muhtarları, belediyelik alanlarda belediye başkanlarını ve meclis üyelerini, Türkiye genelinde başbakanı ve milletvekillerini halkımız hür iradesi ile seçmektedir. Bu seçimlerin sonuçlarına göre de hem yerel yönetimlerde hem de merkezî yönetimde iktidarlar el değiştirebilmektedir. Seçimler vatandaşların özgür bir ortamda, verdikleri oylarla temsil edilmelerini sağlar ve iktidar yetkisinin, serbest seçimlerle oluşan temsilî çoğunluk tarafından kullanılmasını mümkün kılar. Doğru olan, iktidar değişikliğinin kurulacak sandıkta yapılacak oylamayla, halkın iradesiyle gerçekleşmesidir. Mısır’da 3 Temmuz’da yapılan askerî darbeyle ilgili olarak aynı tartışmanın yapıldığını görüyoruz. Askerî darbeyi meşrulaştırmayı hedefleyen kitleler, seçim sandıklarının en doğru sonucu doğurmayacağını söylemekten geri durmamaktadır. Modern dünyanın gözü önünde Mısır’da ordu; tanklarıyla, tüfekleriyle, apoletleriyle bir darbe gerçekleştirdi ve seçilmiş cumhurbaşkanını görevden aldı. Mısır’daki bu darbeye hem ABD hem de AB “darbe” diyemedi ve kınayamadı. Avrupa’da bu konuda İsveç Dışişleri Bakanı Bildt’in “Askerî müdahaleyi onaylayamayız, herkes bu konuda net olsun” ifadeleri ise cılız kaldı. Avrupa Birliği Dönem Başkanı Litvanya’nın demokrasiden yana tavır alması ise bizler için teselli kaynağı oldu. Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde dönem başkanlığı önceliklerini anlatan Litvanya Dışişleri Bakanı Linas Antanas Linkevičius, “Demokratik yollarla seçilmiş bir hükümet askerî güçle devrilemez. Bundan gurur duymamalı, açıklamaya ve meşru göstermeye çalışmamalı ve emsal kabul etmemeliyiz” diyerek diğer AB ülkelerine bir mesaj vermiş oldu. Mısır’da halk tarafından seçilmiş iktidara karşı yapılan en net tavrı Türkiye ortaya koydu. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı başta olmak üzere yöneticiler ve sivil toplum örgütleri Mısır halkının yanında yerini aldı. Türkiye’den verilen mesaj açıktı: “Dünyanın neresinde olursa olsun, kim tarafından, hangi saikle ve hangi amaçlarla yapılırsa yapılsın demokrasiye ve millî iradeye yapılan hiçbir müdahaleyi doğru bulmuyoruz.” Sonuç olarak; darbeler sadece hak ve özgürlükleri ezip geçmiyor, halkın ekonomisini de eziyor, gelir dağılımını da bozuyor. Darbeler dünyanın neresinde olursa olsun, kaynak, servet ve gelir transferi yaptı; ülkeler arasındaki iletişim hatlarını kesti, dostluk köprülerini yıktı. Hangi açıdan bakarsanız bakın, darbelerin görünen ve bilinen yönünün olduğu kadar, görünmeyen ve bilinmeyen yönlerinin olduğu da unutulmamalıdır. Bize düşen ise “güçlünün değil, haklının yanında olmak”tır. Saygılarımla. Temmuz - Ağustos 2013 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği’nden dikkat çekici araştırma: Nüfusumuz hızla yaşlanıyor Türk Parlamenterler Birliği’nin “Türkiye’nin Yaşlanma Süreci” başlıklı araştırması dikkat çekici sonuçlar ortaya koydu. Nüfusumuzun hızla yaşlandığı belirtilen araştırmada, yaşlı nüfusa yönelik politikaların belirlenmesi ve desteklenmesinin önemi vurgulandı. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil araştırmayla ilgili açıklamasında, “Türkiye’nin yaşlanma süreci Avrupa ülkelerine göre çok daha hızlı gerçekleşiyor” dedi. Türkiye’de yaşlı bağımlılık oranının Avrupa ülkelerinden düşük olduğuna işaret eden Pakdil, “Avrupa Birliği ülkelerinin 2000 yılında yüzde 40 düzeyinde olan yaşlı bağımlılık oranının 2050 yılında yüzde 70’lere ulaşması beklenmektedir. Ülkemizde ise yaşlı bağımlılık oranının 2023 yılında yüzde 14,93’e, 2050 yılında ise yüzde 32,86’ya çıkması öngörülmektedir. Türkiye için kritik olan husus, yaşlı nüfusun şu anki büyüklüğü ve durumu değil, yaşlanma sürecinin hızıdır” dedi. Türkiye’nin 5 milyon 700 bin yaşlı nüfusu ile bazı ülkelerin toplam nüfusundan daha fazla yaşlı nüfusa sahip olduğunu ifade eden Nevzat Pakdil şunları söyledi: “2050 yılında yaşlı nüfusumuzun 12 milyon olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’deki demografik değişimler incelendiğinde yaşlı nüfusun artışı açık bir şekilde görülmektedir. 1950’lerden bu yana doğurganlık hızında belirgin bir azalma gözlenmektedir. Nüfus artışının düşmesi, ortalama yaşam süresinin yükselmesi ciddi sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Nüfusumuzun hızla yaşlanmasından aile birliğinin zedelenmesine kadar çeşitli sebepler yaşlılarımızın yalnızlaşması gibi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bakımevi geleneğinin toplumumuzda bulunmaması nedeniyle yaşlı nüfusumuz tercihini yalnız yaşamaktan yana kullanmaktadır. Oysa bizim toplum yapımızda aile sadece anne, baba ve çocuktan oluşmaz; dede ve nine de ailenin temel üyeleridir. Bu toplum yapımızı zedelemememiz gerekir.” Sağlıklı yaşlanma önem taşıyor Türk Parlamenterler Birliği’nin araştırmasına göre Türkiye’de yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarına oranla daha hızlı bir artış gösteriyor. Nüfus artış hızındaki azalma ve yaşam süresinin uzaması, toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının artmasına yol açıyor. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, 2013 yılında binde 11,2 olması beklenen nüfus artış hızının, 2023 yılında binde 8,4’e düşeceğinin tahmin edildiğini belirterek şu görüşleri dile getirdi: “Endüstrileşme, kentleşme, işgücü göçü, doğurganlıkta meydana gelen düşüş, boşanma oranlarının artması, bireysellik gibi etmenler geleneksel aile yapısının erozyona uğramasına neden olmuştur. Yaşlı nüfusun, özellikle yaşlı kadın nüfusun yalnız yaşama oranı artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanmasının sosyo-ekonomik yapıya etkileri üzerine birçok değerlendirme yapılmakta ve yaşlı nüfusun sosyal yaşamdan koparılmadan hayatını devam ettirmesine yönelik çalışmalar önem kazanmaktadır. Türkiye’nin nüfusundaki değişimlerin ve bunların yansımalarının iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Ülkemizde 2005 yılında yüzde 5,7 olan 65 yaş ve üzeri nüfus oranının 2050 yılında yüzde 17,6’ya ulaşacağı düşünüldüğünde yaşlanma ile ilgili politika gereksinimleri daha iyi anlaşılacaktır. Günümüzde yaşlılıkla ilgili politikalar ve programlar yaşam kalitesi ile genel sağlığı artırmaya odaklanmaktadır. Üretken, başarılı ve bağımsız bir yaşlanma hedeflenmektedir. Sevindirici olan husus, son yıllarda ülkemizde yaşlılığa bakış açısının geleneksel değerler içerisinde yalnızca saygı duyma ve koruma boyutunda kalmayıp sağlıklı yaşlanma konusunun ele alınmasıdır. Türk Parlamenterler Birliği olarak yaşlı nüfusumuza yönelik belirlenecek politikaları desteklemekteyiz.” Temmuz - Ağustos 2013 5 6 Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği’nden Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’na ziyaret Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu, Sağlık Bakanı Meh- met Müezzinoğlu’nu ziyaret etti. Gündemdeki konularla ilgili görüş alışverişinde bulunulan ziyarette, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Genel Sekreter Yardımcısı Nuri Uslu, Sayman ve Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Yönetim Kurulu üyeleri Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan, Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı, Disiplin Kurulu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer ile Yüksek Danışma Kurulu Başkanı Mehmet Özyol yer aldı. Toplantıya Sağlık Bakan Yardımcısı Agah Kafkas ve Parlamento Dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet de katıldı. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin kabul edilemez olduğunu belirterek, “İşlerini büyük bir emek ve özveriyle yapan sağlık çalışanlarımızın şiddete maruz kalmalarını doğru bulmuyorum. Onların haklarını koruma konusunda daha kadirşinas olmak gerekiyor” dedi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise sağlık hizmetlerinin 24 saat kesintisiz yapıldığını ve vatandaşın hekimlere çok rahat ulaştığını ifade ederek, “Gecenin ikisinde, bayramda seyranda hekimi buluyorsunuz. Bu hizmeti verenlerde sabır vardır, şefkat vardır. Bunu topluma iyi anlatmamız gerekiyor. Unutulmamalıdır ki sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin bedelini yine toplum ödeyecektir” diye konuştu. Bakan Müezzinoğlu, Nevzat Pakdil’in her iki doğumdan birinin sezaryenle yapıldığını gündeme getirmesi üzerine, “Ülkemizde normal ve sezaryen doğum oranları konusunda ciddi sıkıntı olduğu doğrudur. Normal doğumu teşvik edeceğiz. Bu konuda kamuoyu oluşturmak, anne ve baba adaylarını aydınlatmak gerekiyor” dedi. “Olimpiyat Oyunları İstanbul’a yakışır” Türk Parlamenterler Birliği, 17. Akdeniz Oyunları’nda 47 altın, 43 gümüş ve 36 bronz madalya alan sporcular ve antrenörleri ile federasyon yöneticilerini tebrik etti. Birlik’ten yapılan açıklamada “Türkiye, Akdeniz Oyunları’nda gösterdiği performansla 2020 Olimpiyat Oyunları’nın en iyi adayı olduğunu ispat etmiştir. İstanbul 2020, iki kıtada aynı anda yapılacak ilk olimpiyat oyunları olarak tarihe geçecektir. Temmuz - Ağustos 2013 Ayrıca bir Müslüman ülkede gerçekleşecek ilk olimpiyat oyunları olması açısından da büyük öneme sahiptir. Bu durum medeniyetler buluşmasına ve dünya barışına katkı sağlayacaktır. Medeniyetlere beşiklik etmiş İstanbul, Olimpiyat Oyunları’na yakışan bir şehirdir. İstanbul’un 2020 Olimpiyatları’na ev sahipliği yapabilmesi için toplum olarak hep birlikte çalışmalıyız” denildi. Birlik’ten Ankara’da Kahramanmaraş rüzgarı esti Ankara Atatürk Kültür Merkezi, illerin tanıtım günlerine ev sahipliği yapıyor. El sanatı ürünlerinden yöresel lezzetlere, halk oyunlarından doğal güzelliklere kadar illerin tüm yönleriyle tanıtıldığı etkinliklere Türk Parlamenterler Birliği üyeleri de katılımlarıyla destek veriyor. Geçtiğimiz ay Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen Kahramanmaraş Tanıtım Günleri’nde renkli görüntüler oluştu. Büyük ilgi gören organizasyonun açılış törenine Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, milletvekilleri ve çok sayıda davetli katıldı. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Kahramanmaraş’ın ilk İstiklal Madalyalı şehir ve şairler yurdu olduğunu ifade ederek, “Necip Fazıl’dan Abdurrahim Karakoç’a, Nuri Pakdil’den Aşık Mahzuni’ye kadar birçok şair ve yazar Türkiye’nin kültürüne zenginlik katmıştır. Bu nedenle her insanın Kahramanmaraş’a bir vefa borcu vardır” dedi. Yılmaz, Kahramanmaraş’ın tarihî bir kent olarak çok eski kültürlere ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığını, çok önemli olaylara tanıklık ettiğini kaydetti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise Anadolu topraklarının İslam yurdu olmasında, ülkemizde birlik ve beraberliğin sağlanmasında Kahramanmaraş’ın çok önemli rol oynadığına dikkat çekti. Bayraktar, “Kahramanmaraş önümüzdeki seçimlere büyükşehir olarak girecek. Bu da şehre yeni bir ivme kazandıracak” dedi. “Çok başarılı geçti” Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş Tanıtım Günleri’nde stantları yaklaşık 60 bin kişinin ziyaret ettiğini belirterek, “İlimizden de yüksek katılım oldu. Tanıtım günlerinde başta Maraş dondurması, kırmızıbiber, tarhana, fıstık ezmesi olmak üzere yöreye özgü yiyecekler, tekstil ürünleri, doğal güzellikler ve alternatif turizm değerleri tanıtıldı. İlimiz sanatçılarının verdiği konserler ve halk oyunları gösterileri büyük ilgi gördü. Başarılı bir çalışma oldu. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum” diye konuştu. Pakdil, bu tür organizasyonların farklı yörelerden insanların bir araya gelerek iletişim kurması ve kültürel paylaşımda bulunması açısından büyük önem taşıdığını vurguladı. “Çölleşmeyle mücadelede biz de varız” Türk Parlamenterler Birliği, Türkiye’nin çölleşmeye karşı verdiği her türlü mücadelede yerini alacak. “Günümüzde erozyon sonucunda yılda 220 milyon ton verimli toprağımız kaybedilmektedir. Topraklarımız çölleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Her sivil toplum örgütü gibi Türk Parlamenterler Birliği de bu mücadelede vardır” diyen Genel Başkan Nevzat Pakdil, çölleşmenin dünyada 1 milyardan fazla insanı doğrudan etkileyen bir süreç olduğunu kaydetti. Pakdil “Ülkemizin üçte ikisine yakın bölümü kurak ve yarı kurak alanlardan oluşmaktadır. Son yıllardaki iklimsel değişimlere bağlı olarak kurak alanlarda İç Anadolu’nun batısına doğru genişleme gözlenmektedir. Çölleşmeye açık yarı kurak alanlara sahip risk bölgeleri ise Konya Ovası’ndan Doğu Akdeniz’e doğru yayılma göstermektedir” diye konuştu. Nevzat Pakdil toprağın korunması, su kaynaklarının yok olmaması için en önemli hususun, yeşilin korunması ve ağaçlandırma olduğunu ifade ederek, “Orman ve Su İşleri Bakanlığı, son 10 buçuk yılda 2 milyar 800 milyon fidanı toprakla buluşturdu. Herkes, her sivil toplum örgütü çölleşmeye karşı mücadele vermek zorundadır” diye konuştu. Temmuz - Ağustos 2013 7 8 Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi 26 yaşında Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi 1987 yılından bu yana çalışmalarını sürdürüyor. Şube Yönetim Kurulu’nda 20. Dönem İzmir Milletvekili Metin Öney (Başkan), 22. Dönem İzmir Milletvekili Erdal Karademir (Başkan Yardımcısı), 22. Dönem İzmir Milletvekili Türkan Miçooğulları (Sekreter Üye), 21. Dönem İzmir Milletvekili Rahmi Sezgin (Sayman Üye), 17. ve 18. Dönem Ankara Milletvekili Göksel Kalaycıoğlu, Kültür eski Bakanı ve 21. Dönem İzmir Milletvekili Suat Çağlayan, 22. Dönem İzmir Milletvekili Muharrem Toprak, 17. Dönem İzmir Milletvekili Ali Aşkın Toktaş, 16. Dönem İzmir Milletvekili Erol Yeşilpınar (Üye) yer alıyor. Şube Denetleme Kurulu ise şu isimlerden oluşuyor: 22. ve 23. Dönem İzmir Milletvekili Canan Arıtman (Başkan), Danışma Meclisi Uşak Üyesi Remzi Banaz, 16. Dönem İzmir Milletvekili Remzi Özen (Üye). Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi, konferanslardan gezilere, söyleşilerden yemekli toplantılara kadar çeşitli faaliyetler düzenliyor. Ülke gündemine ve çeşitli konulara dair konferanslardan birkaçının konukları ve konu başlıkları şöyle: Onur Öymen-“Arap Baharı ve Suriye”; Bülent Baratalı-“Bütün Şehir Yasası”; Doç. Dr. Türkan Başyiğit-“Sevr’den Lozan’a ve AB”; Kemal Anadol-“Yeni Anayasa Çalışmaları”; Dr. Ceyhun Bal-“Sağlık Sistemimiz”; Doç. Dr. Aytekin Sözen-“Millet ve Milliyetçilik”; Kemal Anadol“Siyaset, Politika ve Tarih”; Işılay Saygın, Yılmaz Karakoyunlu, Türkan Miçooğulları, Emel Denizaslan, Ayşe Akın-“Siyasette Erkek Kadın El Ele”. Temmuz - Ağustos 2013 Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi, her ay haber bülteni çıkarıyor. Bu bültende hem Şube’nin faaliyetleri anlatılıyor hem de güncel konularla ilgili yorumlara ve üyelerden haberlere yer veriliyor. Şube üyeleriyle çeşitli tarihlerde tanışma ve dayanışma yemekleri düzenlenirken farklı yöreler ve şehirlere geziler yapılıyor. “Ayın Konuğu” başlığı altında, alanında uzman biri davet edilerek sohbet gerçekleştiriliyor. Değişik sivil toplum kuruluşları ile karşılıklı fikir alışverişinde bulunan Şube, üyelerin başta sağlık sorunları olmak üzere çeşitli sıkıntılarının çözümü için de çaba harcıyor. “Siyaset bir hayat tarzıdır” Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi Yönetim Kurulu, dergimiz aracılığıyla şu mesajı iletti: “Geçmişte ve halen siyasal sorumluluk almış ve sorumluluk duygusu taşıyan kişiler olarak üyelerimizle birlikte bir taraftan tanışma, dayanışma ve sorunların çözümü doğrultusunda çalışmalar yaparken öte taraftan ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlarla ilgili görüş belirtmeye, ilgili kurum ve kuruluşlarla temaslar sağlayarak onlarla görüş alışverişinde bulunmaya ve zaman zaman kamuoyunu aydınlatıcı beyanlarda bulunmaya gayret ediyoruz. Siyaset bir hayat tarzıdır. Eskisi yenisi olmaz. Son ana kadar ülke sorunları ile ilgilenmek ve görüş beyan etmek temel hedefimiz olmalıdır ve bütün üyelerimize de tavsiyemiz bu doğrultudadır.” Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi’nin iletişim bilgileri şöyle: Milli Egemenlik Evi 900 Sokak No: 17 Hisarönü/İzmir Tel: 0 232 441 85 31 Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2013 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ Üyelerimiz ve misafirlerine hizmet vermektedir. Royal Anka Hotel Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 Sağlık Hattı Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 numaralı telefonu arayabilirsiniz. 10 Haberler Cemil Çiçek yeniden TBMM Başkanı AK Parti Ankara Milletvekili Cemil Çiçek, ikinci kez Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçildi. İlk iki turda adayların yeterli çoğunluğu sağlayamadığı TBMM Başkanlığı seçiminde, son turda 477 milletvekili oy kullandı. Cemil Çiçek 299, CHP İstanbul Milletvekili Osman Korutürk 109, MHP Konya Milletvekili Faruk Bal 47 oy alırken 15 oy boş çıktı, 7 oy geçersiz sayıldı. Meclis Başkanı seçildikten sonra TBMM Genel Kurulu’nda teşekkür konuşması yapan Çiçek, şahsıyla ilgili teveccühleri ve verdikleri karar için milletvekillerine şükranlarını sundu. Çiçek, bu kutsal çatı Temmuz - Ağustos 2013 altında başkan, milletvekili ve kamu görevlisi olarak hizmet vermenin, milletvekilleri için bir gurur ve onur olduğunu ifade ederek şunları dile getirdi: “TBMM Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en temel kurumudur. Çünkü bu meclis, istiklal mücadelemizi yürüten ve yöneten bir meclistir, Gazi Meclis’tir. Çünkü bu meclis, devleti ve Cumhuriyeti kuran, demokrasiye giden yolu açan meclistir. Çünkü bu meclis, 93 yıldır Türk milletinin çağdaş uygarlık hedefine ulaşabilmesi için anayasal, yasal ve yapısal reformları yaparak her alanda ülkemizin ve insanımızın mutluluğuna, refahına ve kalkınmasına öncülük etmiş, Haberler en büyük katkıyı vermiştir. Bugün de aynı inanç ve heyecanla, aynı hedefler için hizmet vermeye devam etmektedir.” Çiçek, TBMM olarak 93 yıl içinde çok önemli işler yaptıklarını ve daha yapılacak çok işin bulunduğunu belirterek, “Milletimizin bizden beklentisi yüksektir. En başta insan onurunu esas alan, hak ve özgürlüklerin standardını yükselterek onları teminat altına alacak olan etkin ve verimli bir devlet hizmetini temin için, kendi içinde dengeleri iyi kurulmuş yeni bir anayasa bizim milletimize taahhüdümüzdür. Bu sorumluluk omuzlarımızda durmaya devam etmektedir” dedi. Meclis’in saygınlığını artıracak, bir yandan kaliteli ve ihtiyaç duyulan yasaları katılımcı bir anlayışla çıkarmayı kolaylaştıracak, öbür yandan etkin bir denetime imkan verecek ve Meclis’in verimli çalışmasını sağlayacak yeni bir içtüzüğün de acil bir ihtiyaç olduğunu ifade eden Çiçek, “Bunları bir an evvel yapmalı ve bir şekilde sonlandırmalıyız. Bence bunlar diğer çalışmalarımızın ön şartıdır. Anayasa’daki ve İçtüzük’teki bu yanlış hükümler varlığını ve yürürlüğünü sürdürdüğü sürece doğru sonuçları beklemek, bence gerçekçi olmamaktadır” diye konuştu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanlığına yeniden seçilen Cemil Çiçek’i telefonla arayarak tebrik etti ve başarılar diledi. Özgeçmişi Cemil Çiçek 1946 yılında Yozgat ’ta doğdu. 1971’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 10 yıl süreyle serbest avukat olarak çalıştıktan sonra Yozgat Belediye Başkanlığı yaptı. Daha sonra Yozgat Milletvekili (18. Dönem) ve Ankara Milletvekili (20, 21, 22, 23 ve 24. Dönemler) olarak TBMM’ye girdi. TBMM’nin çeşitli komisyonlarındaki görevlerine ilaveten Uzlaşma Komisyonu, Anayasa Komisyonu ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi (AGİTPA) Üyesi olarak görev yaptı. Merhum Turgut Özal tarafından kurulan hükümetlerde (1983-1989) Devlet Bakanı ve kısa bir süre için Sağlık Bakanı olarak görev yaptı. Ayrıca, Yıldırım Akbulut (1989-1991) ve Mesut Yılmaz (1996) tarafından kurulan hükümetlerde de Devlet Bakanlığı görevini yürüttü. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne katılarak Abdullah Gül (2002-2003) ve Recep Tayyip Erdoğan (2003-2007) tarafından kurulan hükümetlerde Adalet Bakanı olarak görev yapan Çiçek, 22 Temmuz 2007 tarihindeki genel seçimlerde yeniden Ankara Milletvekili seçildi. Recep Tayyip Erdoğan (2007-2011) tarafından kurulan 60. Hükümette Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü olarak görev yaptı. Cemil Çiçek, 4 Temmuz 2011 tarihinde yapılan seçimle TBMM’nin 25. Başkanı olmuştur. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, İngilizce ve orta seviyede Fransızca bilmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Tebrikleri kabul etti TBMM Başkanı Cemil Çiçek, konuşmasını tamamladıktan sonra AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve BDP grup başkanvekilleriyle tokalaştı. Çiçek daha sonra Genel Kurul’da bakanlar ve milletvekillerinin tebriklerini kabul etti. Yeni Başkanlık Divanı üyeleri TBMM’deki başkanlık seçiminin ardından Başkanlık Divanı da belli oldu. Genel Kurul’da yapılan oylamayla kabul edilen Başkanlık Divanı’nda AK Parti İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, AK Parti Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, CHP İzmir Milletvekili Güldal Mumcu, MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener başkanvekilleri olarak belirlendi. Katip üyeler AK Parti Bolu Milletvekili Fehmi Küpçü, AK Parti Burdur Milletvekili Bayram Özçelik, AK Parti Çanakkale Milletvekili İsmail Kaşdemir, AK Parti Diyarbakır Milletvekili Mine Lök Beyaz, AK Parti İstanbul Milletvekili Bilal Macit, AK Parti Tokat Milletvekili Dilek Yüksel, CHP Bartın Milletvekili Rıza Yalçınkaya ve CHP Erzincan Milletvekili Muharrem Işık oldu. TBMM İdare Amirliğine ise AK Parti Çorum Milletvekili Salim Uslu, AK Parti Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak ve BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık seçildi. Temmuz - Ağustos 2013 11 12 Haberler Siyasi partiler, TBMM Grup Başkanvekillerini seçti Meclis’te temsil edilen dört siyasi parti, TBMM Grup Başkanvekil- lerini seçti. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) TBMM Grubu’nda yapılan seçim sonucunda Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın yeniden Grup Başkanvekili oldu. Genel Kurul’da yapılan oylama ile TBMM Başkanvekilliği görevini üstlenen İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’dan boşalan Grup Başkanvekilliğine ise İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır seçildi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) TBMM Grubu’nda yapılan toplantıda, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce yeniden Grup Başkanvekili seçildi. Sinop Milletvekili Engin Altay, CHP’de bu görevi üstlenen üçüncü isim oldu. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile Barış ve Demokrasi Partisi’nde ise TBMM Grup Başkanvekillerinin isimlerinde bir değişiklik olmadı. MHP’de İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır; BDP’de ise Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, partilerinin TBMM Grup Başkanvekilliğini üstleniyor. Sosyal yardımda PTT kart dönemi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen tüm sosyal yardım öde- melerinin PTT aracılığıyla yapılmasını sağlayacak protokol, PTT ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü arasında imzalandı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Sosyal Yardım Kartı Sistemi’nin tanıtımına katıldı. Etkinlikte, PTT Genel Müdürü Osman Turhan ile sanatçı Erdal Özyağcılar da hazır bulundu. Bakan Şahin, 2 milyon kişinin hizmet alacağı yeni bir çalışma yaptıklarını belirterek “Daha hızlı, daha çağdaş bir sosyal devlet olarak altyapı oluşturmamız gerekiyordu. İncelemelerimiz sonunda bu sistemi en iyi şekilde PTT’nin yapabileceğine karar verdik. Yardımlar özel sektör kalitesinde, PTT sayesinde sunulacak” dedi. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, sosyal devletin her kesimden vatandaşını takip eden, ihtiyaçlarını önceden fark edebilen devlet olduğunu dile getirerek iktidarları döneminde ilk defa sosyal politikalarla ailenin bir bakanlık bünyesinde bir araya getirildiğini ve bu konudaki dağınık mevzuatların aynı çatı altında toplandığını hatırlattı. Yıldırım, “Biz yollar yapıyoruz, havaalanları yapıyoruz, hızlı trenler yapıyoruz. Vatandaşımızın seyahatini, yaşamını, işini kolaylaştırıyoruz. Fatma Hanım, bacımız, milletin Fatma Anası da garip gurebanın gönül yollarını yapıyor. Onların ihtiyaçlarını görüyor. Kendisine teşekkür ediyoruz” diye konuştu. Temmuz - Ağustos 2013 Haberler Kalkınmada yeni yol haritası hazır planda, yıllık ortalama yüzde 5,5 oranında büyüme, ihracatın 157 milyar dolardan 277 milyar dolara ulaşması, kişi başı millî gelirin 16 bin dolara yükselmesi, işsizlik oranının yüzde 9,2’den yüzde 7,2’ye düşmesi, turizm gelirlerinin 30 milyar dolardan 40 milyar dolara ulaşması, enflasyon oranının ise yüzde 4,5’e gerilemesi hedefleniyor. Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda nüfusun 80 milyona ulaşması öngörülürken, özgürlük alanının genişletileceği, kapsayıcı, bütünleştirici ve çoğulcu yeni bir anayasanın en geniş mutabakatla hazırlanması hedefleniyor. Plan dahilinde Türk kültürünün işlenmesi için film endüstrisine teşvik verilecek; kentsel dönüşüm kültürel kimliğe uygunluk gösterilerek yapılacak. Öncelikli dönüşüm programları Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. 2014-2018 dönemini kapsayan planın Meclis’teki görüşmeleri sırasında gruplar adına yapılan konuşmaların ardından önergelere geçildi. Planda değişiklik içeren toplam 24 önerge sunuldu. CHP’nin “Koruyucu önleyici hukuk yaklaşımı yaygınlaştırılacaktır. Hukuk uyuşmazlıklarında basitleştirilmiş yargılama usulü uygulanacaktır. Aynı uyuşmazlık konusunda doğacak kolektif menfaatlerin korunmasına hizmet edecek grup davaları sistemi getirilecektir” ifadesinin planda yer almasına ilişkin önergesi kabul edilirken diğer 23 önerge uygun görülmedi. Önergelerin ardından yapılan oylamada Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı kabul edildi. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, planın hazırlanmasında emeği geçenlere ve Meclis’teki görüşmelerde katkı sağlayan milletvekillerine teşekkür etti. Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlanma safhasının iki yıl sürdüğünü belirten Yılmaz, “Türkiye’nin 81 ilinden planımızla ilgili görüş topladık. 7 bini aşkın katılımcının görüşlerini aldık. Toplamda 10 binin üzerinde katılımcı bu plana katkıda bulundu” dedi. Bakan Yılmaz, ayrıca iş dünyası, sivil toplum ve düşünce kuruluşlarıyla bir araya geldiklerini söyledi. Kalkınmada nitelikli insanı ön planda tuttuklarına işaret eden Cevdet Yılmaz, “Nitelikli, donanımlı insan yetiştirmeli ve bunları başka ülkelere kaptırmamalıyız. Türkiye’yi bu konuda cazip hale getirmeliyiz” dedi. Bakan Yılmaz, planda çoğulcu, özgürlükçü bir demokrasi anlayışını esas aldıklarını kaydederek, “Özgürlük kalkınmanın temel unsurudur. Özgürlüğün olmadığı yerde yenilik olmaz, teknoloji gelişmez. Kalkınma Planı’nda demokrasi, temel hak ve özgürlüklere güçlü bir vurgu yapıyoruz” diye konuştu. Ortalama yüzde 5,5 oranında büyüme “İnsan odaklı kalkınma” anlayışı ile toplumun tüm kesimlerinin katkıları alınarak hazırlanan Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, “Nitelikli İnsan, Güçlü Toplum”, “Yenilikçi Üretim, İstikrarlı Yüksek Büyüme”, “Yaşanabilir Mekanlar, Sürdürülebilir Çevre”, “Kalkınma İçin Uluslararası İşbirliği” başlıkları altında çeşitli amaç, hedef ve politikalar ortaya konuluyor. Türkiye’nin 2014-2018 döneminde kalkınmada izleyeceği yeni yol haritasını belirleyen Ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda, toplumumuzu yüksek refah seviyesine ulaştırmaya yönelik önemli bir kilometre taşı olacağı belirtilen plan çerçevesinde izlenecek öncelikli dönüşüm programlarının başlıkları şöyle: Üretimde Verimliliğin Artırılması; İthalata Olan Bağımlılığın Azaltılması; Yurt İçi Tasarruf ların Artırılması ve İsrafın Önlenmesi; İstanbul Uluslararası Finans Merkezi; Kamu Harcamalarının Rasyonelleştirilmesi; Kamu Gelirlerinin Kalitesinin Artırılması; İş ve Yatırım Ortamının Geliştirilmesi; İşgücü Piyasasının Etkinleştirilmesi; Kayıt Dışı Ekonominin Azaltılması; İstatistiki Bilgi Altyapısını Geliştirme; Öncelik li Teknoloji Alanlarında Ticarileştirme; Kamu Alımları Yoluyla Teknoloji Geliştirme ve Yerli Üretim; Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretimi; Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi; Tarımda Su Kullanımının Etkinleştirilmesi; Sağlık Endüstrilerinde Yapısal Dönüşüm; Sağlık Turizminin Geliştirilmesi; Taşımacılıktan Lojistiğe Dönüşüm; Temel ve Mesleki Becerileri Geliştirme; Nitelikli İnsan Gücü İçin Çekim Merkezi; Sağlıklı Yaşam ve Hareketlilik; Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması; Yerelde Kurumsal Kapasitenin Güçlendirilmesi; Rekabetçiliği ve Sosyal Uyumu Geliştiren Kentsel Dönüşüm; Kalkınma İçin Uluslararası İşbirliği Altyapısının Geliştirilmesi. Temmuz - Ağustos 2013 13 14 Haberler İçtüzük Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını tamamladı AK Parti Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK Parti Ankara Milletvekili Haluk İpek, CHP Bursa Milletvekili Turhan Tayan, CHP İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, MHP Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz, MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık, BDP Adana Milletvekili Murat Bozlak ve BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’dan oluşan TBMM İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, son toplantısını gerçekleştirerek çalışmalarını tamamladı. İlk toplantısını 19 Aralık 2012’de gerçekleştiren, İngiltere, ABD ve Fransa’da incelemelerde bulunan komisyon, TBMM İçtüzüğü’nün 186 maddesi üzerinde tek tek okuma yaptı. Komisyon, yaklaşık 160 madde üzerinde uzlaşmaya varırken aralarında kıyafet, ant içme, yasama ve denetim sürecinin hızlandırılması ve etkinleştirilmesinin de bulunduğu bazı maddeler üzerinde anlaşma sağlayamadı. İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, birbirine hakaret ve küfür eden, incitici, ağır sözler söyleyen milletvekillerine yaptırım konusunda ise mutabakat sağladı. Komisyon, bu tür sözler sarf eden milletvekillerinin TBMM çalışmalarından çıkarılması ve maaşlarına kesinti uygulanması kararı aldı. Temmuz - Ağustos 2013 TBMM personeline arama-kurtarma eğitimi TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı tarafından koordine edilen 20 kişilik gönüllü ekip, Ankara İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’nde bir hafta boyunca yaklaşık 30 saat acil ve olağanüstü durumlar için arama-kurtarma eğitimi aldı. Eğitimin ardından kursiyerler bina enkazında deprem tatbikatı yaptı. Enkazdan üç yaralı kurtaran ekip, yine aynı alandaki başka binadan da bir yaralıyı tahliye etti. Tatbikattaki arama-kurtarma çalışması sırasında özel eğitimli köpek de kullanıldı. TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, eğitim alan Meclis personelinin tamamen gönüllü olduğunu ifade ederek personelin istemesi halinde eğitimlerin devam edeceğini ve durumu yazdan sonra değerlendireceklerini söyledi. Bütün kurumlarda bu eğitimlerin yaygınlaştırılması gerektiğini belirten Neziroğlu, “Tatbikatı seyrederken tiyatro gibi geliyor, ama deprem hayatımızın bir parçası. O nedenle biz Meclis olarak bunu önemsiyoruz. Deprem belki elli senede bir oluyor, ama o zaman da işe yarayacak teknik bilgi gerekiyor. Arkadaşların bu teknik bilgiyi almasını hedefledik. İlk aşaması başarıyla tamamlandı. Meclis’te böyle bir uzman ekibin olması bizim açımızdan memnuniyet verici” dedi. Haberler Enerjide yerli teknoloji Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkan- lığında gerçekleştirilen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) 26. Toplantısı’nda alınan kararları açıkladı. 2023 yılında elektrik üretimi içerisinde yenilenebilir enerji payının en az yüzde 30 olmasını hedeflediklerini bildiren Bakan Ergün şu açıklamalarda bulundu: “Üniversitelerin, sanayinin, kamu kurumlarının enerji alanına, enerjinin alt dallarındaki Ar-Ge konularına odaklanmaları ülkemiz için gerçekten de hayati bir önem taşıyor. BTYK toplantımızda artan bu enerji ihtiyacını karşılamaya yönelik 3 ana öneri gelişti. Bunlar; yerli enerji kaynaklarının kullanımını artırmak, bu kaynaklara yönelik yerli üretim teknolojilerine odaklanmak ve enerji verimliliğini artırmak.” Termik, hidroelektrik, rüzgar ve güneş enerjisinde 5 yılda yerli teknolojiye geçileceğini bildiren Bakan Nihat Ergün, Türkiye’nin 2023’e kadar enerjiye yapacağı yaklaşık 130 milyar dolarlık yatırımın yüzde 80’inin yerli teknolojiler kullanılarak yapılmasını hedeflediklerini belirtti. Milletvekillerinden CHP’li Atıcı nükleer silahlara karşı uyardı AK Partili Demir: Ekonomide esnafın rolü büyük TBMM’de “Nükleer Silahların AK Parti Samsun Mil- İnsan Sağlığı ve Çevre Açısından Yaratacağı Sonuçlar ve Buna Karşı Alınması Gereken Önlemler” başlıklı konferans gerçekleştirildi. Konferansı “Nükleer Silahlara Karşı Parlamenterler” üyesi CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı düzenledi. Nükleer silahların insan hayatına ve gezegenin var oluşuna yönelik ciddi bir tehdit olduğunu ve dünyada halen 19 bin nükleer silah bulunduğunu söyleyen Aytuğ Atıcı, silahsızlanmaya destek olan ve yayılmasını önleyen ülkelerin, nükleer silahlara sahip olduklarına dikkat çekti. Konferansın açılış konuşmasını yapan Aytuğ Atıcı, “Dünyada var olan hiçbir silaha benzemeyen nükleer silahların kullanılmaları durumunda gezegen ve insanlık üzerinde yaratacağı sonuçlara karşı hiçbir ülkenin yeterli bir hazırlığı yok. Nükleer enerjinin barışçıl amaçlı kullanımı bahane edilerek zenginleştirilen uranyum daha sonra ‘nükleer silah’ olarak karşımıza çıkmaktadır” dedi. Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler Eşbaşkanı Ira Halfand’ın da yaptığı sunum ile nükleer silahların insan sağlığı ve çevre açısından yaratacağı sonuçlar, alınması gereken önlemler konusunda katılımcıları bilgilendirdi. letvekili Cemal Yılmaz Demir, beraberindek i AK Parti İlkadım İlçe Başkanı İhsan Kurnaz, kadın kolları ve yönetim kurulu üyeleriyle birlikte yenilenen Atakum Esnaf ve Sanatkarlar Kredi Kefalet Kooperatifi’ne giderek Başkan Metin Sinecek’le görüştü. Demir, kooperatifin yan tarafına yapılan ek binayla birlikte modern bir ortama kavuştuğunu söyleyerek Sinecek’i tebrik etti. Türkiye’nin 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisine girme hedefi olduğunu anımsatan Demir, “Bu süreçte esnaf ve sanatkarımızın rolünün büyük olacağının farkındayız. Büyük işletmeler kadar küçük ve orta ölçekli esnaf da önümüzdeki 10 yıllık süreçte ekonomimizin iyileşmesine katkı sağlayacak. Türkiye geride bıraktığı 10 yılda dönüşüm ve değişim sürecinden geçti. Şimdi dönüm noktasındayız. Nasıl geçtiğimiz 10 yıl bir değişim süreci olduysa, önümüzdeki 10 yıl da bir büyük dönüşüm süreci olacaktır. Reform süreçlerinde atılan adımlar kalıcı hale gelecek” dedi. Cemal Yılmaz Demir, Atakum Esnaf ve Sanatkarlar Kredi Kefalet Kooperatifi Başkanı Metin Sinecek’ten esnafa verdiği destekten dolayı teşekkür plaketi aldı. Temmuz - Ağustos 2013 15 16 Haberler Milletvekilleri sporla stres attı Milletvekilleri yasama yılının yorgunluğunu spor yaparak attı. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatile girmeden önce tenisten futbola, bowlingden voleybola kadar çeşitli branşlarda düzenlenen “Geleneksel TBMM VI. Milletvekilleri Spor Oyunları”nda renkli ve heyecanlı anlar yaşandı. Etkinlik kapsamında gerçekleşen masa tenisi müsabakasında AK Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar birinci oldu. AK Parti Giresun Milletvekili Mehmet Geldi ikinciliği, AK Parti Uşak Milletvekili İsmail Güneş ise üçüncülüğü elde etti. Sporun her yaştaki insan için önemini vurgulayan vekiller, mücadele sırasında masa tenisindeki iddialarını ve başarılarını ortaya koydu. Masa tenisinin şampiyonu AK Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar, dergimize yaptığı açıklamada bu spora ilgisinin ortaokul yıllarında başladığını söyledi. “Ortaokul yıllarında arkadaşlarımla birlikte boş zamanlarımızda okulun spor salonunda masa tenisi oynardık. Bu spora ilgim amatör olarak lise yıllarında da devam etti. Amerika’da yaşadığım dönemde Miami’deki Türk Kültür Merkezi’nde düzenlenen masa tenisi turnuvasında şampiyonluğum var. Masa tenisi diğer branşlara oranla daha fazla sevdiğim ve daha yetenekli olduğum bir alan” diyen Çonkar, voleybol ve yüzmeyi de sevdiğini belirtti. “Geleneksel TBMM VI. Milletvekilleri Spor Oyunları” kapsamındaki masa tenisi müsabakalarına son dakikada yetiştiğini anlatan AK Partili vekil, “O gün Genel Merkez’de yapaca- Temmuz - Ağustos 2013 Haberler ğımız toplantının saati son anda değişince masa tenisi turnuvasına katılma imkanı buldum. Ancak son anda yetiştiğim için spor kıyafetlerim olmadan, kundurayla maçlara çıkmak zorunda kaldım” dedi. Ahmet Berat Çonkar, masa tenisindeki mücadelelerin, özellikle final müsabakasının çok çekişmeli geçtiğini ifade ederek, “Güçlü rakiplerim vardı. Milletvekili arkadaşlarımız bu spordaki yeteneklerini ortaya koydu. Sonuçta biraz daha tecrübe sahibi olmamın avantajıyla birinciliği kazandım. Yoğun gündem içerisinde bizler için farklı ve hoş bir faaliyet oldu. Organizasyona katılan ve görev alan arkadaşlara teşekkür ediyorum” diye konuştu. Bowlingin birincisi Salih Fırat “Geleneksel TBMM VI. Milletvekilleri Spor Oyunları” kapsamında düzenlenen bowling turnuvasına AK Parti Sivas Milletvekili Ali Turan, AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler, AK Parti Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, AK Parti Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin, AK Parti İstanbul Milletvekili Nureddin Nebati, AK Parti Osmaniye Milletvekili Suat Önal, AK Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Sevde Bayazıt Kaçar, AK Parti Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysal ve Bağımsız İstanbul Milletvekili İhsan Barutçu katıldı. Eleme müsabakalarının ardından finalde Salih Fırat birinci olurken Vahit Kiler ikinciliği, Nureddin Nebati ise üçüncülüğü elde etti. AK Parti Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, bowlingi sürekli değil, zaman zaman oynadığını belirterek, “Spor yapmak ve milletvekili arkadaşlarımızla bir arada olmak amacıyla bowling turnuvasına katıldım. Şanslı bir günümdeydim ve birinciliği elde ettim” dedi. Temmuz - Ağustos 2013 17 18 Haberler Geleceğin yıldızları Türkiye’de boy gösterdi FIFA U20 Dünya Kupası U20’den rakamlar Şampiyon: Fransa En Değerli Oyuncu: Paul Pogba – Fransa Altın Eldiven: De Amores – Uruguay Gol Kralı: Ebenezer Assifuah – Gana Asist Kralı: Frank Acheampong – Gana De Amores Paul Pogba Ebenezer Assifuah Frank Acheampong Temmuz - Ağustos 2013 Türkiye uluslararası organizasyonlara ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ay Mersin’de düzenlenen 17. Akdeniz Oyunları’ndan sonra bir başka önemli organizasyon olan FIFA U20 Dünya Kupası da Türkiye’de gerçekleşti. Bu organizasyonlar daha büyük turnuvaların habercisi olması bakımından oldukça önemli. Turnuvalarda yakalanacak başarı özellikle Yaz Olimpiyatları, Avrupa Şampiyonası, Dünya Kupası gibi büyük organizasyonlara ev sahipliği yapma şansımızı artıracak. 19’u ncusu dü z en lenen FIFA U20 Dü nya Kupası’nın en önemli özelliği geleceğin yıldızlarını izleyebilme ve keşfedebilme imkanı tanıması. Bir kısmı futbolu çoktan bırakmış, bir kısmı ise bugün adından sıkça söz ettiren Maradona, Thierry Henry, Messi, Luis Figo, Roberto Carlos, Ronaldinho, Xavi, İniesta gibi pek çok futbolcunun yıldızı bu turnuvada parladı. Türkiye’den ise Burak Yılmaz, Selçuk İnan, Sezer Öztürk gibi isimler daha önce bu turnuvada yıldızlaşan önemli futbolcular. Bu bakımdan U20 Dünya Kupası, futbolun genç yıldızlarının kendilerini gösterebi- leceği, dünya futbolunun en dikkate değer bulduğu turnuvalardan biri. 6 grupta 24 ülkenin kupa yarışına girdiği şampiyonaya İstanbul, Bursa, Antalya, Kayseri, Gaziantep, Trabzon ve Rize ev sahipliği yaptı. Futbol ve spor kültürü açısından her biri ayrı önem taşıyan bu şehirlerimiz için şampiyona, hem ülkemizi büyük organizasyonlara giden yolda başarıya taşımak hem de organizasyonla ilgili tecrübeler edinmek adına son derece önemli bir sınavdan geçti. 21 Haziran-13 Temmuz günleri arasında gerçekleşen turnuvanın kazananı, favori olarak gösterilen takımlardan Fransa oldu. Finalde güçlü rakibi Uruguay’la karşılaşan Fransa, 0-0 biten karşılaşmanın uzatma dakikalarında da gol olmayınca penaltı atışları sonucu kupaya uzandı. U20 Dünya Kupası’nı tarihinde ilk kez kazanan Fransa’da, özellikle Paul Pogba gibi yıldız isimler bu başarıda önemli bir paya sahip. Türk U20 takımı içinse şampiyona pek parlak geçmedi. Salih Uçan, Kerim Frei gibi yıldız isimlerimizden çok şey beklediğimiz turnuvada son 16’da kupanın sahibi Fransa’ya elendik. Kupanın sürpriz takımı, yarı finale kadar yükselen Irak oldu. Yarı finalde bir başka sürpriz ekip Uruguay’la karşılaşan Irak, finale yükselemese de heyecan verici futboluyla kupanın en renkli takımlarındandı. 20 Dünyadan Mısır’daki darbeye TBMM’den kınama Demokrasinin gereği seçimle cum- hurbaşkanı olmuş bir liderin askerî darbeyle devrildiği Mısır’da barış ortamı henüz tesis edilemezken, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasi parti liderleri darbeyi kınadı. Ülkede sular durulmuyor 29 yıllık Hüsnü Mübarek yönetiminin devrilmesinin ardından şeffaf ve demokratik seçimle cumhurbaşkanlığına gelen Muhammed Mursi önce muhalifler, ardından ordu tarafından istifaya çağrıldı. Olaylar, ordunun yönetime el koyması ile sonuçlandı. Geçici olarak cumhurbaşkanlığına getirilen Adli Mansur, parlamento seçimlerinin şubat ayına kadar bekletileceğini açıkladı. Mısır’ın Ekonomi Bakanı Samir Rıdvan ise geçici başbakan adayı olarak sunuldu. Cumhurbaşkanı Mursi’yi istifaya zorlamak veya erken seçim kararı aldırmak için organize edilen gösteriler, başta Kahire olmak üzere ülkenin çeşitli kentlerinde 30 Haziran günü başladı. Kitlesel eylemlerin Temmuz - Ağustos 2013 ardından Mısır ordusu 3 Temmuz günü Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirdi ve yerine Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur’u getirdi. Gerek bu durumu kabul etmeyen Müslüman Kardeşler üyeleri ve Mursi destekçileri, gerekse orduyu destekleyen kesim halen sokaklarda. Ordunun tanıdığı 48 saatlik sürenin ardından istifa etmediği için darbeyle devrilen Muhammed Mursi devlet televizyonunda Mısır halkına hitaben yaptığı konuşmada demokrasiyi savunmak için gerekirse canını vermeye hazır olduğunu söyleyerek darbeye boyun eğmeyeceğini duyurmuştu. Darbenin ardından ise halkı pasif yöntemlerle direnmeye çağırdı. Mursi’nin direniş çağrısının ardından sokaklara dökülen halk, darbecilerin acımasız müdahalesiyle karşılaştı. Dünya “kansız”, postmodern darbeyi konuşurken Mısır’da sular durulmuyor, her geçen gün şiddetlenen saldırılarda ölü sayısı giderek artıyor. Bundan sonra ne olacağını merakla bekleyen diğer ülkelerin gözü de Mısır’a çevrilmiş durumda. Başta ABD olmak üzere pek çok ülke Mısır’daki durumu “endişe verici” olarak değerlendirirken, devlet işlerine askerî müdahalenin kabul edilemez ve demokraside ciddi bir gerileme olduğu yönünde sesler yükseliyor. Ordunun halka uyguladığı şiddet devam ederken Türkiye darbeye sessiz kalmadı. Mısır’daki gelişmeleri kaygıyla izlediklerini söyleyen AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Mısır’da bir Dünyadan darbe yapılmıştır. Darbe kime yönelik olursa olsun, kimi hedef alırsa alsın, kimi koltuğundan indirirse indirsin, kötüdür, zararlıdır, demokrasinin ve geleceğin katilidir. Biz Mısır’ın huzuru, istikrarı ve demokrasinin tarafındayız. Mısır halkının tamamı bizim kardeşimizdir. Son günlerde Mısır’da hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet niyaz ediyor, Mısır halkının başı sağolsun diyoruz” diye konuştu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu askerî darbenin kabul edilemez olduğunu belirterek “Demokrasi aynı zamanda bir uzlaşma rejimidir. İnsanlar bir araya gelmeli; düşünceleri bağlamında oturmalı, konuşmalı ve uzlaşmalılar. Umuyorum demokrasi galip gelir, sağduyu galip gelir. Bir an önce demokrasiye geçerler ve yeniden çok partili rejimle karşı karşıya gelir Mısır halkı” şeklinde değerlendirmelerde bulundu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise konuyla ilgili olarak “Bu darbenin normal karşılanması mümkün değildir. Seçimle işbaşına gelen bir kişinin askerî darbe ile indirilmesi ilkelliktir. Demokrasiden darbeye nasıl sapıldığı, sandıktan silaha nasıl geçildiği gözlenmiştir” dedi. Seçimle kurulmuş bir hükümetin devrilişini derin bir kaygıyla takip ettiklerini bildiren BDP Genel Merkezi de darbeye ilişkin yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “Mübarek rejiminin devrilişinden sonra seçimle gelen ilk hükümetin askerî bir darbe ile yıkılmış olmasının bölgedeki istikrarsızlığın artmasına neden olabileceğini düşünmekteyiz. Siyasi görüşlerin siyaset sahnesinde birbirleriyle demokratik yöntemlerle, rekabet içinde olmasını savunmak en temel ilkelerimizin başında gelmektedir. Darbe ile bir siyasi akımı demokratik zeminden uzaklaştırmak kabul edilebilir bir olay değildir” denildi. “İktidar halka iade edilmeli” TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Mısır’da askerî darbeyi kınayan bildiri yayımladı. AK Parti, CHP, MHP ve BDP milletvekillerinin imzaladığı bildiride, dünyadaki örneklerden bilindiği üzere darbe zamanlarında idamlar, işkenceler, uzun gözaltılar, haksız tutuklamalar ve diğer insan hakları ihlallerinin olağan biçimde yaşandığı belirtildi. Demokrasilerde seçilmiş iktidarların ancak yine önceden belirlenmiş kurallarla el değiştirebileceği vurgulanan bildiride şu ifadeler yer aldı: “Yetkisiz bir şekilde gasp edilen iktidar derhal halka iade edilmelidir. Dünyadaki bütün demokratik kurum ve kişiler, içinde insan hakları ihlali potansiyeli barındıran böylesi girişimlere karşı açıkça tavır almalıdır. Bunun dışında yapılan her türlü müdahale demokrasiye, hukuka ve insan haklarına aykırıdır. Mısır’da yapılan da daha önce onlarcasını gördüğümüz demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını ayaklar altına alan darbelerden biridir. Yetkisiz bir şekilde gasp edilen iktidar, derhal halka iade edilmelidir. Dünyadaki bütün demokratik kurum ve kişiler, içinde insan hakları ihlali potansiyeli barındıran böylesi girişimlere karşı açıkça tavır almalıdır. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olarak Mısır’daki askerî darbeyi kınıyor, iktidarın bir an evvel teslimini ve darbe girişimlerinin bir daha tekrarlanmamasını temenni ediyoruz.” Temmuz - Ağustos 2013 21 22 Dünyadan Katar’a yeni emir Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife El Sani, 1995’te babası Halife bin Hamed El Sani’yi devirerek ele geçirdiği tahtını oğlu Tamim’e (33) devrediyor. 61 yaşındaki Emir, yeni neslin iktidarda rol alması gerektiğini belirtirken oğlunu ve gençliği öven şu ifadelerde bulundu: “Görevi Şeyh Tamim’e devredeceğimi duyuruyorum. Onun bu sorumluluğu üstlenmeye, bu misyonu yerine getirmeye muktedir olduğuna ve bu güveni hak ettiğine eminim. Tıpkı beni desteklediğiniz gibi onu da destekleyeceğinize şüphem yok. Çocuklar, sizler samimi başarılarınız ve şevkinizle liderlik etmeye ve güvenimizi kazanmaya hazır olduğunuzu gösterdiniz.” Diplomatik hamleleriyle Katar’ı Arap dünyası ve Ortadoğu’nun en aktif ülkelerinden biri haline getiren Şeyh Hamad’ın ölene kadar tahtta kalmayarak diğer Arap ülkelerine de mesaj verdiği belirtiliyor. Çek Cumhuriyeti’nde Rusnok dönemi Çek Cumhuriyeti Devlet Başkanı Milos Zeman, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçlamaları nedeniyle istifa eden eski Başbakan Petr Necas’ın yerine eski Maliye Bakanı Jiri Rusnok’u hükümeti kurmakla görevlendirdi. 2001-2003 yılları arasında Cumhurbaşkanı Milos Zeman’ın liderliğindeki iktidarda Maliye Bakanlığı yapan Rusnok, siyasi partilerden arındırılmış bir teknokrat kabinesi kurma sözü vererek “Bundan sonra birinci önceliğimiz gelecek yılın bütçesini belirlemek. Milletvekilleri de artık gereksiz tartışmalara öncülük etmek yerine asıl işlerini yapmak zorundalar” dedi. Temmuz - Ağustos 2013 Arnavutluk’taki seçimlerin galibi Edi Rama Arnavutluk Merkez Seçim Komisyonu, “Avrupalı Arnavutluk İttifakı” koalisyonunun meclisteki 140 sandalyeden 84’ünü, Sa li Berişa’nı n başı nda bulunduğu “İş, Refah ve Entegrasyon” koalisyonunun ise 56’sını kazandığını açıkladı. Komisyon’un açık lamasının ardından Sosyalist Parti (SP) Genel Başkanı ve “Avrupalı Arnavutluk İttifakı” koalisyonu lideri Edi Rama, parti merkezinde düzenlenen kutlama töreninde halka hitaben bir konuşma yaptı. Bu sonuçlarla, seçimde oy kullanan tüm Arnavutluk vatandaşlarının Arnavutluk’un AB’ye üyeliğinin kapılarını açtıklarını ifade eden Rama, başbakanlık görevine başladığı andan itibaren vatandaşlarına daha iyi bir yaşam sunmak için çalışacağını belirterek yolsuzluk olaylarına karışanlara karşı mücadele edeceğinin altını çizdi. Çin’de yeni yasa: Ebeveynini ziyaret et Çin’de yürürlüğe giren bir yasaya göre 60 yaşın üzerindeki anne-babasını düzenli olarak ziyaret etmeyen yetişkin evlatlar para veya hapis cezasına çarptırılabilecek. 2015 yılına kadar 60 yaşın üzerindeki nüfusun 221 milyonun üzerine çıkması öngörülen ülkede “Yaşlıların Haklarını Koruma Kanunu” ile yalnız kalmış yaşlı insanların sorunları kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. “Ebeveynlerinden uzak yaşayanlar, onları ziyarete daha sık gitmelidir” denilen yasada ayrıca yetişkinlerin ebeveynlerinin ekonomik ve duygusal ihtiyaçlarını dikkate alması ve onları asla ihmal etmemesi veya hor görmemesi gerektiği vurgulanıyor. Dünyadan 23 AB yeni dönem başkanı Litvanya Litvanya, Avrupa Birliği Konseyi dönem başkanlığını İrlanda’dan devraldı. Litvanya’nın enerji, Baltık Denizi Bölgesi’nde kalkınma, Avrupa Birliği dış sınırlarının kontrolü gibi konulara ağırlık vermesi bekleniyor. Ayrıca kendi doğu komşuları olan Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve uzun vadede Belarus ile Avrupa Birliği’nin daha yakın bir işbirliği içinde olmasını hedefliyor. Kasım ayı sonunda Litvanya hükümeti, bu ülkeleri “Doğu Ortaklığı” adı altında bir zirvede buluşturacak. Başkent Vilnius’ta Ukrayna ile bir ortaklık anlaşmasının imzalanması sağlanabilirse bu Litvanya açısından büyük bir başarı olacak. Kendisini bekleyen görevlerin farkında olan Litvanya bu nedenle Brüksel’deki siyasi personelini üç katına çıkardı. Halihazırda diplomatlar ve çeşitli konularda uzmanlaşmış özel temsilcilerden oluşan yaklaşık 200 kişi Brüksel’de bulunuyor. Litvanya Dışişleri Bakanı Linas Antanas Linkevicius AB Konseyi’nde düzenlenen basın toplantısında AB İlerleme Raporu sonrasına bırakılan bölgesel politikalar faslının önceden kararlaştırıldığı şekilde kendi dönemlerinde açılacağını belirtirken Türkiye ile yeni bir fasılda daha katılım müzakerelerinin başlatılmak istendiği öğrenildi. İran’ın yeni cumhurbaşkanı Hasan Ruhani İran’da yapılan 11. dönem cumhurbaşkanlığı seçi- mini reformcu kesimin destek verdiği Hasan Ruhani kazandı. İran İçişleri Bakanlığı, 8 milyondan fazla olduğu bildirilen oyların yüzde 51’ini alan Ruhani’nin seçimden galip çıktığını açıkladı. Ruhani’den sonra ikinci sırada, oyların yüzde 16,6’sını alan Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf ve üçüncü sırada, yüzde 13’lük oyla İran’ın Nükleer Müzakerecisi Said Celili geliyor. İran’ın dinî lideri Ayetullah Ali Hamaney seçimle ilgili olarak yayımladığı mesajda 7. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi tebrik etti ve seçimlere yüksek katılım gerçekleştiren İran halkına teşekkürlerini sundu. Avrupa Birliği’nin 28. üyesi Hırvatistan Hırvatistan, 1 Temmuz 2013 tarihi itibarıyla Avrupa Birliği’nin 28. üyesi oldu. Cumhurbaşkanı Ivo Josipović, başkent Zagreb’in merkezindeki Josip Jelačić meydanında gerçekleşen kutlama töreninde bir konuşma yaparak Hırvatistan’ın AB üyeliğini “ülke tarihinde yeni bir sayfa” olarak nitelendirdi. “AB, savaş karşıtı bir proje olarak ortaya çıktı ve barış ile işbirliğinin sembolü olarak gelişti. O, barışın ve güvenliğin garantisidir. Bu nedenle AB’nin bizim sınırlarımızda durmasını değil, iyi niyetli, barış içinde ve özgür bir ortamda, Avrupa rüyasına sahip diğer ülkelere de genişlemesini diliyoruz” diye sözlerine devam eden Josipović, üyelik sürecinde kendilerine destek olan tüm AB ülkelerine teşekkür ederek “Hırvatistan AB’nin sorumlu, aktif ve yapıcı bir üyesi olacaktır” dedi. Hırvatistan Başbakanı Zoran Milanoviç ise üyeliğe kabul edilme süreçlerine işaret ederek “Hayatın bir varış noktası değil de bir yolculuk olduğu tekrar tekrar ortaya çıkıyor. Esas önemli olan hedef değil, köprünün kendisi. Bizim için bu köprü oldukça uzun oldu” dedi. 15 devlet başkanı, 13 başbakan, 3 meclis başkanı ve aralarında çok sayıda bakanın da bulunduğu 170 üst düzey devlet yetkilisinin katıldığı törende Türkiye’yi AB Bakanı Egemen Bağış temsil etti. Temmuz - Ağustos 2013 24 Türkiye’nin küresel enerji sektöründeki rolü T Taner Yıldız Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Türkiye, son 10 yıl içinde siyasi istikrara bağlı olarak dünyada hızla yükselen ekonomisiyle göze çarpmaktadır ve enerji tüketimi de bu yükselişe paralel bir gelişme göstermektedir. Temmuz - Ağustos 2013 ürkiye jeopolitik ve jeostratejik olarak dünyada önemli bir konuma sahiptir. Biz de ülkemizin bu avantajlı konumunu değerlendiriyor, enerji konusunda kalıcı ve çok yönlü bir politika izliyoruz. Diğer ülkelerle geliştirdiğimiz projeler, hem kaynak çeşitliliğini artırmaya hem de enerji işbirlikleriyle birlikte ikili ilişkileri kuvvetlendirmeye yönelik. Türkiye Doğu’nun Batı’ya, Batı’nın da Doğu’ya açılan kapısıdır. Enerjide, doğusundaki kaynakları Batı’ya ulaştıran köprü konumunda olan bir ülkedir. Bu anlamda gerek tüketici gerekse transit ülke konumumuzu enerji sektöründe bir ticaret merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz. Bunun için bütün projelere açığız ve her birini değerlendiriyoruz. Yenilenebilir enerji, insanlığın yabancı olduğu bir kavram değildir. Çok değil, 100-150 yıl evvel okyanuslar yelkenli gemiler ile aşılıyordu. Kara ulaşımında yük taşıma hayvanları kullanılıyordu. Biri rüzgar diğeri ise biyo-kütle ile işleyen sürdürülebilir bir sistem hakimdi. O dönemde insanlar zorunluluktan da olsa çok az tüketiyor, bir anlamda tasarruflu ve verimli bir hayat sürüyordu. Sanayi devrimi sonucu petrolün kullanılmaya başlaması ile insanlık, “çevre hassasiyeti” bağlamında farkında olmadan bunalımlı yıllara doğru yol almaya başladı. 1990’lı yıllara geldiğimizde ülkeler çevreyi, yani toprağı ve suyu kirletip tahrip ettikten sonra atmosferde karbondioksit yoğunluğunun artarak iklim değişikliğine neden olduğunu fark etti ve büyük bir tehditle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle yenilenebilir enerjiye yönelim başladı. Özellikle son on yıla baktığımızda dünyada ABD ve Çin, Avrupa’da ise Almanya, İspanya ve Danimarka gibi ülkeler yenilenebilir enerjide kısa zamanda ne kadar yol katedileceğini göstermişlerdir. 2011 yılı sonu itibarıyla dünya genelinde hidroelektrik santraller dahil toplam yenilenebilir enerji kapasitesinde 2010 yılına göre yüzde 8 artış kaydedildi. 25 ABD’de 2000-2010 yılları arasında rüzgar enerjisinden elektrik üretimi yüzde 16 artış göstermiş, sadece 2010 yılında gerçekleştirilen yeni kapasite kurulumların yüzde 25’i yenilenebilir enerji temelli olmuştur. Çin’in kurulu rüzgar enerjisi gücünde 2020 yılında 200-300 GW’a, 2030 yılında ise 400 GW’a ulaşması öngörülmektedir. Ülkede 2011 yılında rüzgar enerjisinden 71,5 milyar kW-h elektrik üretimi sağlanarak toplam elektrik talebinin yüzde 1,5’i karşılanmış ve ülkenin karbon salımlarının 70 milyon ton azalması sağlanmıştır. Son yıllarda yaptığı yatırımlar ile rüzgar enerjisi alanında öncü ülkelerden biri olan Çin, en büyük 10 türbin üreticisinden 4 tanesini yönetmektedir. Bundan 5-10 yıl önce bu listede Çinli bir firma yer almıyordu. Bu da bize dünyada yenilenebilir enerjiye olan eğilimi göstermektedir. Günümüzde yenilenebilir enerji, dünya birincil enerji talebinin yaklaşık % 10’unu oluşturuyor. Rüzgar, jeotermal, güneş ve atıkları içeren yenilenebilir kaynaklardan elde edilen brüt elektrik enerjisi tüketiminde Türkiye, geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 46,6’lık artışla 1,3 milyon TEP (ton eşdeğeri petrol) düzeyine ulaştı. Türkiye, son 10 yıl içinde siyasi istikrara bağlı olarak dünyada hızla yükselen ekonomisiyle göze çarpmaktadır ve enerji tüketimi de bu yükselişe paralel bir gelişme göstermektedir. Türkiye’nin hızla artan enerji tüketimi sebebiyle, yenilenebilir enerjiye olan ihtiyacı da artmıştır. Bu alandaki yatırım şartlarının iyileştirilmesi ve imkanların arttırılması konusunda önemli adımlar atıyoruz. 2002 yılında, 12 bin 241 MW olan hidrolik santral kurulu gücü şu an itibariyle 20 bin MW’a çıktı. Göreve geldiğimizde yok denecek kadar az olan rüzgar enerjisi kurulu gücü şu an itibarıyla 2341 MW. 10 yıl önce tamamen atıl vaziyette olan jeotermal kaynaklarımızı ülke ekonomisine kazandırmaya başladık. Elektrik, ısınma, termal turizm ve seracılık ama- cıyla 85 jeotermal sahayı özel sektörün yatırımına açtık. Son 10 yılda jeotermal uygulamalar elektrik sektöründe 7 kat artarak 162 MW’a ulaştı. Lisanssız elektrik üretimiyle ilgili yaptığımız düzenlemeler yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla değerlendirilmesi, elektrik üretiminin artırılması ve ithalat rakamlarının azaltılması açısından son derece önemlidir. Bu anlamda yeni düzenlemeler yaptık. Lisanssız elektrik üretiminde şirket kurmaya gerek kalmadan santral kurmadaki sınır, 500 kW’tan 1 mW’a çıktı. EPDK’ya güneş için 500’e yakın başvuru gerçekleşti. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynakları tarafından elektrik üretimindeki %25’ler, %26’lar civarındaki payı Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ortalama payının yaklaşık 2 katına eş değer. Yani Türkiye yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla faydalanıyor. Biz bunları %30’lara çıkarmayı düşünüyoruz. 2023’e kadar hidrolik santralı kurulu gücünü 36 bin MW’a, rüzgar kurulu gücünü 20 bin MW’a, güneş kurulu gücünü 3 bin MW’a, jeotermal kurulu gücünü 600 MW’a çıkarmayı hedefliyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarımızı harekete geçirirken enerjiyi verimli kullanma adına da birçok adım attık. Enerji Verimliliği Stratejisi ve Enerji Verimliliği Kanunu da dahil olmak üzere enerji verimliliğini desteklemek için yasal ve kurumsal çerçeveyi oluşturabilmek için önemli mesafeler kat ettik. Binalarda, ulaştırmada, ev aletlerinde enerji verimliliğinin temin edilmesi, yatırımların desteklenmesi konusunda gerek mevzuat gerek uygulama olarak birçok konuyu hayata geçiriyoruz. Aynı zamanda evlerimizde tasarruf bilincini oluşturmak için “Enerji Hanım” projemizi hayata geçirdik. Proje evlerde enerji tasarrufu anlamında vatandaşlarımıza rehber olacaktır. Evlerimizde yapacağımız küçük tasarruf önlemleriyle ülke ekonomisine yılda 4 milyar TL kazanç sağlayabiliriz. Temmuz - Ağustos 2013 HOŞ GELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN Temmuz - Ağustos 2013 İftar sofrasının bereketiyle orucumuzu açtığımız, Allah’ın rahmetine sığındığımız, yüreğimizi iyilik ve güzellikle aydınlattığımız Ramazan ayındayız. Peygamberimizin “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” diye dua ettiği hayırlı günlere eriştik. Şükürler olsun… Temmuz - Ağustos 2013 28 Ramazan Geldi Hoş Geldi Gönül kapımız açık, soframız bereketli, rahmet yağmuru bol Zeynep Yiğit Yaşadıklarımızdan ders alıp günahlardan arınmak için bir fırsat var önümüzde: Rahmet, mağfiret ayı Ramazan… Ve bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi… Temmuz - Ağustos 2013 M asaya bembeyaz bir örtü serdi önce. Mis kokulu, pırıl pırıl… Tabakları dizdi sonra, çatal kaşıkları yerleştirdi. Mutfağa gidip şöyle bir göz attı yeşil salataya; birkaç zeytin ekledi “çocuklar sever” diye... Sonra elini dokunduğu her şey gibi güzel, lezzeti kokusundan belli yemeklerini aldı ocaktan. Derken kapı çalındı, dumanı üstünde pidelerle eşi girdi içeri. Fırının önünde ne çok sıra olduğunu, ama “çocukların canı ister” diye sabırla beklediğini anlattı dünyalar iyisi baba. Hayatta karıncayı bile incitmemiş karı-koca, masaya yöneldiklerinde “Haydi çocuklar sofraya” diye seslendi. Hep birlikte masaya oturduklarında huzuru iliklerine kadar hissettiler. Ezan sesini duyduklarında ellerini açıp dua ettiler: Allah’ım senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım. Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete… Ramazan Geldi Hoş Geldi Gökyüzünün kapıları Ramazan ayının ilk gecesi açılır ve son gününün gecesine kadar kapanmaz. Hz. Muhammed (s.a.v.) İftar sofrasının bereketiyle orucu mu zu aç t ığ ı m ı z , A l la h ’ı n ra hmet i ne sığ ı nd ığ ı m ı z , y ü reğ i m i zi iyilik ve güzellikle aydınlattığımız Ramazan ayındayız. Peygamberimizin “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” diye dua ettiği hayırlı günlere eriştik. Şükürler olsun… Öyle bir aydayız ki bunu ancak “en sevgili”ye inanmış yürekler hissedebilir; kelimeler kifayetsiz, cümleler nafiledir. Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: Ramazan ayı insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan Kuran’ın indirildiği aydır. İçinizden kim o aya yetişir (ayı görür) ise oruç tutsun. Kim hasta olur, yahut seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluştur Ramazan’ın… oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredesiniz! (Bakara Suresi, 185) Sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluştur Ramazan’ın… “Sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir” müjdesi verilen oruç ibadetini yerine getirdiğimiz aydır. Yalnız iftar soframızı değil, gönül kapılarımızı da sonuna kadar açarız bu mübarek günlerde. Zenginlik de yoksulluk da anlamını yitirir Ramazan’da… Varlık ve yokluk buluşur; omuzlardaki yük hafifler, yürekler ferahlar. Bir çocuğun gözlerinin içi güler. Hiç sahip olamayacağını düşündüğü oyuncağa sımsıkı sarılırken içi mutlulukla dolar. Hayat o kadar da kötü değildir artık… Umut yeşerir küçücük yüreğinde… Ramazan yardımlaşma ayıdır. Sahip olduklarımızı paylaşmamız, yoksulun evinde kaynayan çorbaya vesile olmamız için bir fırsattır. Hayattayken gözünü üzerimizden ayır- Temmuz - Ağustos 2013 29 30 Ramazan Geldi Hoş Geldi Kim Ramazan ayını oruçlu geçirir, mayan, her düştüğümüzde ayağa kaldıran, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh haram ve iftiradan sevgi ve şefkatini hiç esirgemeyen annemiz, (Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her sakınırsa Allah ondan babamız ve büyüklerimiz için bir kez daha türlü iş için inerler. O gece, tan yerinin ağarrazı olur ve cenneti ona Allah’tan rahmet dilemenin zamanıdır. masına kadar bir esenliktir.” (Kadir Suresi) Başımızı yastığa koyduğumuzda kendiKuran-ı Kerim, Kadir Gecesi ’nde yerfarz kılar. mizle daha çok hesaplaştığımız aydır Ramayüzüne inmeye başlar. İlk beş ayet Alak Hz. Muhammed (s.a.v.) zan… Geçmişe uzanır, günahlarımızın affı Suresi’ne aittir. Yaratan Rabb’ inin adıyla için yakarırız Allah’a. Hiçbirimiz masum oku! O, insanı “alak”tan yarattı. Oku! Senin değiliz, öyle değil mi? Bilerek veya bilmeyerek ne kalpler Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, kırdık, ne kötülükler yaptık… “Ben” dedik hep “biz” yeriinsana bilmediğini öğretendir. ne… Kolay değildi elbet hayat; doğruların yanında yanlışlar, Yüce Rabbimiz, “Ey Muhammed! Sana bu kitabı her iyilerin yanında kötüler vardı. Kendimizi koruyamadık şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir belki de, o yüzden hatalar yaptık, kırdık kırıldık… Şimdi rahmet ve Müslümanlar için müjde olarak indirdik” buyuyaşadıklarımızdan ders alıp günahlardan arınmak için bir ruyor. Kuran’ın inmeye başladığı Kadir Gecesi, Ramazan fırsat var önümüzde: Rahmet, mağfiret ayı Ramazan… Ve ayının 27. gecesinde idrak ediliyor. Peygamberimizin eşi bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi… Hz. Aişe (r.a.), “Ey Allah’ın Resulü! Kadir Gecesi’ne rastlarsam nasıl dua edeyim?” diye sorduğunda şu yanıtı alıSen affedicisin, affetmeyi seversin, yor: “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de beni de affet! affet.” Kadir Gecesi’nde Kuran okumanın, namaz kılmanın “Şüphesiz, biz onu (Kuran’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. ve dua etmenin ayrı bir değeri bulunuyor. Peygamberimiz Kadir Gecesi’nin ne olduğunu bilir misin? Kadir Gecesi Kuran okuyanlara Yüce Kitap’ın şefaat edeceğini şu sözlerle Temmuz - Ağustos 2013 Ramazan Geldi Hoş Geldi bildiriyor: “Kuran okuyunuz, zira O, kıyamet gününde sahibine (okuyana) şefaatçi olarak gelir.” Hz. Muhammed (s.a.v.) bu geceyle ilgili bir de müjde veriyor: “Kim ki faziletine inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.” Küskünlükleri sona erdiren sihirli bir dokunuş... Ramazan ayı ve Kadir Gecesi’ne erişebilenler ibadet coşkusu ve iç huzuruyla bayramı karşılar. Çocukların gözlerindeki sevinç, minik yüreklerindeki heyecandır Oruç bayram. Yepyeni giysilerin sizden öncekilerin verdiği mutluluktur. Büüzerine yazıldığı gibi yüklerin, torunlarına ellesizin de üzerinize rini öptürürken duydukları gurur; küskünlükleri sona yazılmıştır. Umulur ki erdiren sihirli bir dokunuş; sakınırsınız. (Bakara daha güzel bir geleceğe dair Suresi, 183) yeşeren umuttur bayram… Ey iman sahipleri! Günümüzde ne za ma n bay ra m la rda n söz açı lsa çocu k lu k y ı l larının a nıları dökülüverir ortaya… mutluluğu vardır; iftar K ı rmı zı r uga n pabuçla r, vakti ve kıyamet günü. dantelli mendiller, rengaHz. Muhammed (s.a.v.) renk şeker ve çikolatalar, lunapark eğlenceleri… 20’li yaşlardan 70’li yaşlara kadar hemen herkesin “Bizim çocukluğumuzda…” diye başlayan bayram anıları var. Yıllar öncesinden günümüze pek çok şey değiştiğine göre hangi kuşak neye özlem duyar acaba? Ya 2013’ün çocukları ileride nasıl anlatacaklar “eski” bayramları?.. Dünya değişiyor, teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişiyor. Böyle bir ortamda gelenekleri geleceğe taşımak zorlaşsa da imkansız değil. Yüreğimize dokunan, içimizi ısıtan değerlerimizle birlikte yol almak, dünü unutmadan yarını karşılamak neden zor olsun? Bugün içtiğimiz bir fincan acı kahvenin bile 40 yıl hatırı var, öyle değil mi? Hep birlikte unutamayacağımız bir Ramazan ayı ve bayram geçirmek dileğiyle… Oruç tutan kimsenin iki Temmuz - Ağustos 2013 31 32 Ramazan Geldi Hoş Geldi Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez: Ramazan rahmet ve bağışlanma ayıdır Söyleşi: Zeynep Yiğit Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Ramazan ayı dolayısıyla sorularımızı yanıtladı. “Ramazan İslam’ın rahmetle yoğrulmuş adaletini, bilgi ve hikmetle bütünleşmiş ahlakını bütün insanlığa gösteren bir rahmet ve bağışlanma ayıdır” diyen Görmez, önemli bir uyarıda bulundu: “İftar sofraları israf sofralarına dönüşmemeli.” Temmuz - Ağustos 2013 Mübarek Ramazan ayındayız. “11 Ayın Sultanı” Ramazan’ın ifade ettiği mana nedir? Ramazan ayı her Müslüman’ın derin bir iştiyakla kendisiyle yüzleştiği, hayata ve evrene ilişkin tutum ve alışkanlıklarını sorguladığı bir hesaplaşma ayıdır. Ramazan ayı, müminlerin oruç ibadetiyle önce kendi nefislerini dünyevi zevk ve iştahtan arındırarak toplumsal yardımlaşma ve dayanışma bilincine erdiği aydır. Bizi bu mübarek aylara eriştiren Rabbimize sayısız hamd-ü senalar olsun. Cenab-ı Rabbü’l-âlemîn her birimizi bu ayın fazl-u kereminden, rahmet ve bereketinden feyz alanlardan eylesin. Ramazan ayının bize kazandırdıklarından bahsedebilir misiniz? Ramazan her yıl yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i bizlere yeniden getirir. Yeni bir can, yeni bir ruh üflemek için gelir. Başta vatan sathı olmak üzere bütün yeryüzünü bir mabede dönüştürür. İradelerimizi eğiten bir mektep olur. Bu mektebin gayesi rahmettir, mağfirettir, arınmadır, takvadır. İnsana eğitilmiş ve beşerî arzularının egemenliğinden kurtulmuş hür bir irade kazandırmaktır. Bu mektepte sahurun bereketi, mukabelenin sevabı, iftarın sevinci, coşkusu, teravihin rahatı, teheccüdün güzelliği, iba- Ramazan Geldi Hoş Geldi detin manevi hazzı, imsak ve sabır, oruç ibadetinin himayesi, gündüzün sıyamı gecenin kıyamı vardır. Kendimizi camide ibadete vakfettiğimiz itikâf; kadrimizi yücelten Kadir Gecesi; malımızı temizleyen zekât; varoluş sadakamız fıtır; fakirlere, yetimlere, kimsesizlere, dullara, düşkünlere yardım vardır. Toplumun sosyal yaralarını Ramazan’ın şifalı elleriyle sarmak vardır. Zenginin, yoksulun hâlini anlaması vardır. Nimetlerin kadrini bilmek ve Allah’a karşı şükür görevini hatırlamak vardır. Nezaket, zarafet, kardeşlik, dayanışma ve paylaşma vardır. Kötü alışkanlıklara son vermek, iyiden, güzelden yana yeni sayfalar açmak, ahlakı güzelleştirmek vardır. Hakkı, hakikati, adaleti ve sevgiyi tesis etmek vardır. Dünyanın neresinde olursa olsun insanlara yardım eli uzatmak, çok uzaklarda da olsalar birileri açken tok yatmamak, insanlığın huzur ve mutluluğu, birlik ve dirliği için elimizdeki nimetleri paylaşmak ve mesafeleri hiçe sayarak gönül köprüleri kurmak vardır. Ramazan ayının ardından inancı, ibadeti ve tarihi bir sevinç atmosferinde buluşturan bayram vardır. Kısaca Ramazan taattir, hasenattır, kurbettir; Cenab-ı Hakk’a yakın olmadır. Ramazan bir kültürdür, bir medeniyettir, bir dünya görüşüdür. Ramazan İslam’ın rahmetle yoğrulmuş adaletini, bilgi ve hikmetle bütünleşmiş ahlakını bütün insanlığa gösteren bir rahmet ve bağışlanma ayıdır. Ramazan’da aslolan nedir? Acaba Ramazanlar giderek değişiyor mu ya da değiştiriliyor mu? Bugün İslam dünyasında “Ramazan’ la değişmek ” ile “Ramazan’ı değiştirmek” arasında gidip gelen yeni bir takdim formu dikkat çekmektedir. Oysa aslolan ve doğru olan Ramazan’la değişmektir. Ramazan bütün imtihan süreçleriyle bize bu imkanı sunar. Ramazan’da değişmek, onun etkili manevi ortamında değişimi gerçekleştirmek, murâd-ı ilahî’ye uygun birer kul olarak bu sınavlardan geçmek her Müslüman için kuşkusuz en büyük bahtiyarlıktır. Hâl böyleyken bu ayda değişmek gibi gerçek ve derinlikli bir amaca uygun hareket etmek yerine onu değiştirmeye kalkışmak doğru değildir. Ramazan’ın Kur’an ve sünnetle oluşmuş geleneğini korumak gerekir. Her Ramazan ayında bir temayı gündeme taşıyorsunuz. Bu yılın temasına ilişkin bilgi verebilir misiniz? Her Ramazan’da olduğu gibi bu Ramazan’da da bir değeri ihya etmek, hatırlamak ve hayatımıza dâhil etmek arzusundayız. Bu sene “Helal Kazanç, Helal Lokma” temasını ele alıyoruz. Bugün, üzülerek ifade edeyim ki, çılgınca üretimi ve tüketimi esas alan bir ekonomik anlayışın tüm dünyada yaygınlık kazandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bu anlayış her türlü nimete müdahale etmektedir. Helal ve haram duyarlılığı göz ardı edildiği gibi fıtratı, insanı, sağlığı ve nezaheti dikkate almaksızın tabiatın dengesini bozacak müdahalelere girilmektedir. Nimetlerin yapısı ve safiyeti ile oynanmakta, tohumlar değiştirilip asli hüviyetlerinden uzaklaştırılmaktadır. Bu tahrifatın meydana getireceği akıbet ve etkiler ise tahminlerin ötesindedir. Üstelik insanlığın tükenişini hızlandıran bu hoyratça üretim ve tüketim sektörel örgütlerle, reklam ve propagandaların her çeşidiyle teşvik edilmektedir. İnsanı, varlığı ve kâinatı değerlerden arındırma politikaları, bunalımları daha da artırmaktadır. Kısacası bugün insanlık aşırı gösterişçi, çılgınca tüketimin körüklendiği bir talan ve tezviratla karşı karşıyadır. Bu üretim ve tüketim çarkında tükenmemek için yapılacak ilk iş, ahlaki bir duruş sergilemek, insaflı ve mutedil bir hayat tarzı seçmektir. Gerek fert gerekse toplum olarak Müslümanların kendi gıdalarını Yüce Allah’ın koyduğu helal sınırları içerisinde üretme ve tüketme; ticaretlerini de, kazançlarını da, geçimlerini de aynı helal sınırlarına göre gerçekleştirme sorumlulukları bulunmaktadır. “Helal Kazanç, Helal Lokma” derken aslında Müslüman’ın üretim felsefesini ve ticaret ahlakını yansıtan bu yüce değere yeniden dikkat çekmek istedik. Helal konusunun duygularımıza, düşüncelerimize, davranışlarımıza, beslenme alışkanlıklarımıza, en önemlisi ticaret ahlakımıza hükmedebilmesi konusunda toplumda bir farkındalık ve bilinç oluşturmak istedik. Ramazan aynı zamanda yardımlaşma ayı. Dinimiz nasıl bir yardımlaşma ahlakı öngörmektedir? Unutulmamalıdır ki onuruyla, izzetiyle yoksunluğunu belli etmeden yaşayan nice insan vardır. Bu insanları bulmak ve onların onurunu zedelemeden geleceklerinin inşası için çaba göstermek gerekmektedir. Bu anlamıyla yardımlaşma ve dayanışmanın yeni dilinin bulunması önemli bir sosyal sorumluluktur. Ramazan ayı, oruç ibadetinin yanında yardımlaşma ve dayanışmayı da içinde barındırmaktadır. Tabii ki müminlerin zekât ve fitrelerini sorumlulukları doğrultusunda yerine getirme gayretleri önemlidir. Ancak yardımlaşma ve dayanışma asgari limitlerde ifa edilen zekât ve fitrenin dışında infakı da kapsamaktadır. İnfakla ilgili duyarlılığımızı bu ay vesilesiyle hatırlamalı ve infakta da yarış yapmalıyız. Ancak İslam yardımlaşma ve dayanışmanın rastgele değil, ahlaki bir temele dayalı ifa edilmesini esas alır. Yardım edenin yardım edilene karşı hiçbir üstünlüğü yoktur. Yardım eden kişinin, yardım ettiğinin onurunu koruma mükellefiyeti vardır. Kişilerin itibarının zedelenmesine imkân tanıyan yardım organizas- Temmuz - Ağustos 2013 33 34 Ramazan Geldi Hoş Geldi yonlarının İslam’ın insan haysiyetinin korunması prensibine uygun olmadığı bilinmelidir. Hiçbir sosyal yardım, insan kişiliğinin zedelenmesine kapı aralamamalıdır. İslam ahlakı bunu gerektirir. Ramazan dolayısıyla dağıtılan gıda ve yardım paketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ramazan’da gerek kamu gerekse özel kuruluşlar olarak toplu iftarlarımızı çalışanlarımızla beraber yapmak aslolandır. İftarla oluşan manevi atmosferi bütün bir yıla yayarak bu kardeşliğin kalıcı olmasını sağlamaya çalışmak gerekir. Özellikle belirtmek isterim ki yanında çalışanın derdiyle dertlenmeyen, mümin idrakine sahip olmamış kimse demektir. Yanında emeğiyle çalışan birinin darlığını gidermeden Ramazan paketi dağıtan bir kişi İslam’ın infak anlayışını anlamamış demektir. Yoksulluk ve yoksunluğun sadece bir gıda paketiyle giderileceğini düşünmek, İslam’ın yardımlaşma ve dayanışmasını henüz tam kavrayamadığımız anlamına gelir. Yardımda esas olan, muhtaç kişinin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Ramazan dolayısıyla son yıllarda her tarafta görülen gıda paketleri kişilerin ihtiyaçlarından ziyade belli başlı maddeleri ihtiva etmektedir. Bu paketlerin toplumsal yaraları ne kadar sardığı tartışmalıdır. Bireyin onuruna yakışan, kendi ihtiyaçlarını kendisinin almasıdır. Yardım edenlerin bu hassasiyeti göz önünde bulundurarak toplumsal dayanışmaya katkı vermelerinin insan onuruna daha yakışır olacağı bilinmelidir. Son yıllardaki iftar programlarını nasıl buluyorsunuz? Üzülerek ifade etmeliyim ki son yıllarda gösterişli iftar programları, sınıf Temmuz - Ağustos 2013 Ramazan iftarlarında aslolan evimizde iftar sofrası kurarak başta ailemiz olmak üzere akraba, eş ve dostlarımızla beraber olmaktır. Evlerimizi ve gönüllerimizi orucu bizimle idrak eden herkese açık tutmaktır. ve itibar esasına dayalı ihtişamlı davetler, Ramazan’ı yanlış bir şekilde bir tür eğlence, karnaval ve festival havasında terennüm eden eğilimler giderek dikkat çekmeye başladı. Kanaatimce insanlık durumumuzu Yüce Rabbimiz indinde tahkim etmenin yolu, lütuf ve ihsan ayı Ramazan’ın ruhaniyetine ve maneviyatına bihakkın teslim olmaktan, yeniden yapılanmaktan ve değişmekten geçmektedir. Müminlerin bu ayda yaşayacakları coşku, ibadetin coşkusudur. İbadetle neşelenen gönüller müminler arasındaki muhabbeti de pekiştirmelidir. Yoksa Ramazan’ın coşkusu son zamanlarda ortaya konulduğu şekliyle bir eğlence, şatafat ve gösteriye dönüşmemelidir. Ramazan ayında icra edilen oruç ibadeti iftarla nihayetlenmektedir. İftarlar kendi mütevazı hâlinde bir ziyafeti barındırmaktadır. Ancak bu iftar sofraları asla israf sofralarına dönüşmemelidir. Zira son yıllarda özellikle otellerde ve bazı mekanlarda hazırlanan iftar sofraları kendi içinde israfı ve gösterişi barındırmaktadır. Ramazan iftarları nasıl olmalıdır? Ramazan iftarlarında aslolan evimizde iftar sofrası kurarak başta ailemiz olmak üzere akraba, eş ve dostlarımızla beraber olmaktır. Evlerimizi ve gönüllerimizi orucu bizimle idrak eden herkese açık tutmaktır. Ne zenginlik müminler arasında bir statüyü, ne de fakirlik sofralarımızı kendileriyle paylaşmadığımız ayrı bir sınıfı oluşturur. Aksine müminlerin ahlakı, camideki gibi aynı safta olanların her zaman bir ve beraber olmasını esas alır. Bu anlamıyla asgari ücretle geçinmeye mahkum edilmişler, dar ve darlıkta kalanlar, yoksun bırakıl- Ramazan Geldi Hoş Geldi mışlar ve yolda kalanlarla zenginlerin sosyal statülerini yüce dinimiz eşit görür ve ibadetlerimizin ihyasını bu eşitliğe göre mümkün oldukça tatbik etmeye bizleri teşvik eder. Bu anlamıyla Ramazan, gerçekten müminlerin bir ve eşit olarak Allah’a yöneldikleri ve kendilerine rızık olarak verilen nimetleri mümin kardeşleriyle paylaştıkları bir aydır. Paylaşımın yoğun yaşandığı bu ayda elde edilen ahlaki meziyetleri bütün zamanlara yay ma k biz müminlerden istenen davranışlardır. Elbette sosyal bir gereksinim olarak değişik mekanlarda da bu iftarları yapmak mümkündür. Ancak asıl maksattan uzaklaşılarak yapılan iftarların Ramazan’ın ruhuna ve maneviyatına uygun olmadığı unutulmamalıdır. İftar çadırlarına yönelik değerlendirmeniz nedir? İftar çadırları başlangıçta tamamen güzel bir düşüncenin ürünü olarak, yoldan geçenlerin ve yolda kalanların bir çorbayla iftarını açması düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Ancak bu gayenin dışına çıkarak bir gösteri aracına dönüştürülmemesine özellikle kamu hizmeti yapanların dikkat etmesi gerekir. Dinî hükümlerin ortaya konulmasında ve tatbikinde aslolan bu hükümlerdeki hikmetlerdir. Hikmeti kaybolan bir hükmün tatbiki İslam’ın istediği bireysel kemale erme yolculuğuyla oluşacak erdemli bir toplumun inşasını var etmez. Son olarak Ramazan Bayramı ile ilgili neler söylemek istersiniz? Bayramlar aynı dinin, aynı inancın neşesinde bizleri birleştiren, yürekleri bütünleştiren, kardeşliği pekiştiren, kırgınlıkları tamir eden ilahî armağanlardır. Bayramlar iman kardeşliğinin tezahür sahneleridir. Bayramlar inancı, ibadeti, tarihi ve kültürü bir sevinç atmosferinde buluşturarak bizi istikbale taşıyan ve tarih sahnesinde biz Müslümanlara süreklilik kazandıran müstesna zaman dilimleridir. Dolayısıyla bayramın sevincini, coşkusunu içimizde hissederek onun muştusunu gönüllerden gönüllere, evlerden evlere, ülkelerden ülkelere taşımak gerekir. Evlerin canlı bayramları olan çocuklarımızı bayramın coşkusuyla tanıştırmak gerekir. Yaralı gönülleri, bitap düşmüş yürekleri onarmak gerekir. Yetimlerin, gariplerin, kimsesizlerin tebessümüyle bayramlarımızı aydınlatmak gerekir. Bayram yapamayanlara bayram yaptırmak gerekir. Yüreklerin en ağır yükü olan küskünlüklere son vermek bayramın bir gereğidir. Dünyanın muhtelif yerlerinde zorda ve darda olan bütün kardeşlerimize dua etmek gerekir. Bu duygular içinde vatandaşlarımızın, yurt dışındaki kardeşlerimizin ve tüm İslam âleminin mübarek Ramazan Bayramı’nı kutluyor, bu bayramın topyekûn insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Temmuz - Ağustos 2013 35 36 Ramazan Geldi Hoş Geldi Gül cemalini gösterdi hilal, bereketlendi sofralar Deniz Varol “İbadetin kapısı” oruç ayı, mübarek Ramazan geldi, hoş geldi... Kandiller yandı, camilerin gerdanı mahyalarla süslendi. Peki, iftar alışverişinden Ramazan eğlencelerine; çarşıda, pazarda, etkinlik mekanlarında Ramazan nasıl geçiyor, nasıl yaşanıyor? Temmuz - Ağustos 2013 E vlerimize gelen en mübarek misafir değil midir “on bir ayın sultanı” Ramazan... Ramazan geldiğinde kalpler sevgiyle, imanla, huzurla bir kat daha dolar, bereket bin kat daha artar. Dayanışmanın, yardımlaşmanın ve kaynaşmanın yoğun olarak yaşandığı Ramazan, şükür duygularımızın had safhaya ulaştığı, Rabb’in nimetlerinin değerini bilmemize vesile olan, yoksulun, çaresizin halinden anlamamızı sağlayan bereket ayıdır. Akıbetimizi tefekkür etme vaktidir... En kıymetli erdemlerden birini, sabrı aşılar bize, nefsimizi törpüler Ramazan. Sadece bu değil, komşuda bir tas çorba kaynayıp kaynamadığını daha çok düşünür oluruz, bizden başka nefislerin varlığı daha çok ilgilendirir bizi. Sadece yeme-içmeden değil; kötü sözden, boşa geçen zamandan, kalp kırmadan, kötülükten, kibirden, riyadan, gururdan da uzak durmaktır Ramazan orucu, Allah’ın koyduğu hükümleri korumaktır... Ramazan Geldi Hoş Geldi Perslerden Romalılara, Makedonyalılardan Yunanlara, Hani bir de heyecanla beklediğimiz iftar sofraları vardır; daima büyük özenle, sevgiyle hazırlanır. Kandillerin yanmasını bekleriz sükunetle. Aile bireylerinin, eşin, dostun bir araya geldiği bu anların neşesi, keyfi bambaşkadır... Haçlılara ve Osmanlılara, inişli çıkışlı geçen binlerce yıllık tarihinde İstanbul dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biriydi. Lakin İstanbul’un 1453’te fethedilmesiyle ekonomide de “yeni bir çağ” başlamış oluyordu. Alp dağlarından Arap çöllerine, Atlas Okyanusu’ndan Hazar Denizi’ne uzanan bir dünya imparatorluğunun bizlere miras bıraktığı nice değerdendir İstanbul çarşıları. Mısır Çarşısı ise ülkemizde “tarihî mekan” dendiğinde ilk akla gelen yerlerden biridir. 1660 yılında yapıldığı bilinen Mısır Çarşısı, İstanbul’un en eski kapalı çarşılarından biri olarak kurulduğu günden bu yana dokusundan, öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Ramazan’da çarşı geleneği Misafir rızkı ile gelirmiş, başımıza taç ettiğimiz Ramazan da evlerimize bereketin en büyüğünü getirir. Bu Temmuz - Ağustos 2013 37 38 Ramazan Geldi Hoş Geldi nedenledir ki Ramazan’ı daha özenli bir hazırlıkla karşılar, daha cömert olmaya çalışırız. İbn Ebiddünya der ki; “Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz. Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır”. Malum, Ramazan’ın bereketini Rabb’in nimetinde görmemek mümkün değil... İstanbul’da Ramazan alışverişinin diğer adı Mısır Çarşısı, özellikle Ramazan ayı boyunca hareketleniyor; en kalabalık, en renkli zamanını ise bayram arefesinde yaşıyor. Pek çok İstanbullu için Ramazan, birkaç gün önceden Mısır Çarşısı’nda yapılan alışverişle başlıyor. Anadolu’nun bin derde deva bitkilerinin, yağlarının satıldığı aktarlarıyla meşhur Mısır Çarşısı’na, Ramazan boyunca Medine’nin has mebrun hurmasını; hoşaflık üzümü, eriği ve hazmı kolaylaştıran bilimum kuru meyveyi; böbrek dostu, şifalı “gilaburu”yu; de- Temmuz - Ağustos 2013 Feshane, II. Mahmut tarafından 1826 yılında Yeniçerilerin yerine gelen yeni orduya üniforma dikmek için kurulmuş olan, İstanbul Haliç kıyısındaki tarihî yapıdır. 1998 yılına kadar bakımsız ve kullanılamaz bir haldeyken yapılan restorasyonların ardından yok olmaktan kurtarılan bina, günümüzde uluslararası fuar, kongre ve kültür merkezi olarak İstanbullulara hizmet veriyor. Feshane, bugünkü modern yapısı ve yeşil alanlarla desteklenmiş göz alıcı güzelliği ile özellikle Ramazan etkinliklerinin vazgeçilmezi. mirhindi şerbeti için Hint hurmasını; pastırmanın tazesini almaya İstanbul’un dört bir yanından ziyaretçiler akın ediyor. Ramazan’da Mısır Çarşısı geleneklerimizi de canlandırabilmek için doğru adres. Biraz da ağzımız tatlansın diyenlere birbirinden leziz, bin bir çeşit lokum göz kırpıyor. A’dan Z’ye bütün iftar ve sahur ihtiyaçlarını karşılamanın mümkün olduğu Mısır Çarşısı’nda Ramazan ayı boyunca alışveriş hengamesi bitmiyor... Sosyalleşmenin tam zamanı Ramazan ayının sosyal hayatımızda ve gündelik yaşantımızda etkisi ne büyüktür... Ve İstanbul, Ramazan’da benzersiz bir atmosfere bürünür. Her köşede bambaşka bir manevi hazla yaşanır, ama Ramazan eğlenceleri dendiğinde ilk akla gelen yerlerden biri şüphesiz Feshane’dir. Ramazan ayının ilk gününde, ilk kandilin yanmasıyla başlıyor Feshane’de etkinlikler. Ramazan Geldi Hoş Geldi Tasavvuf müziğin büyüleyici nağmelerinden mehteran konserlerine, birbirinden heyecanlı yarışmalardan Türk Sanat Müziği’ne, geleneksel gösteri sanatlarına, şiir dinletilerine, sema gösterilerine ve çocuk eğlencelerine kadar oldukça renkli ve geniş bir yelpazeye yayılıyor Feshane’de Ramazan eğlenceleri. Bir Hadis-i Şerif şöyle diyor; “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.” Tıpkı ülkemizin dört bir yanında kurulan iftar çadırları gibi, Feshane’de “asırlık tatlar”ın sunulduğu toplu iftar yemekleri de oruç ibadetiyle huzur ve sükunet içinde geçirdiğimiz saatlerin ardından mümin kardeşlerimizle kaynaşmamızı, Ramazan ruhunu tam anlamıyla yaşamamızı sağlıyor. Ramazan etkinliklerinde ayrıca “bin aydan daha hayırlı” Kadir Gecesi’ne özel bir programla Mevlid-i Şerif ve Kur’an-ı Kerim dinletileri de yer alıyor. Tarihî evleri, camileri, sokakları ve konaklarıyla Ankara’nın gözbebeği Hamamönü, Ramazan etkinliklerinin de merkezi. Binlerce Ankaralı her yıl Ramazan coşkusunu burada yaşıyor, her sokakta başka bir etkinlik düzenleniyor. Tasavvuf müziği dinletileri, Hacivat ile Karagöz gösterileri, orta oyunları, sanat sergileri, açık hava sinemasında Yeşilçam filmleri gösterimi, seğmen ve semazenler, el ürünleri ve gıda satış pazarları gibi büyüklere hitap eden etkinlikler yanında çocuklar da unutulmuyor; hokkabaz ve uzunbacak gösterileri, şerbetçi, macuncu, pamuk şekerci ve mısırcılar da etkinliklere katılıyor. Her gün farklı mahallelerden davet edilen halk, restore edilerek müze haline getirilen Ulucanlar’da verilen iftar yemeğinde ağırlanıyor. 7’den 70’e Hamamönü, yapılan restorasyonlar ve sokak sağlıklaştırma projeleriyle yepyeni bir çehreye büründü, 19. yüzyıl sivil mimarisini en güzel şekilde yansıtan atmosferi, konakları, camileri ile büyük ilgi görüyor. Hamamönü, özellikle Ramazan ayında gerçekleştirilen başarılı etkinliklerle başkente yeni bir soluk kazandırıyor. herkese hitap eden Ramazan şenliklerine sadece Ankara’dan değil, çevre illerden de pek çok insan geliyor. Burası Ankara’nın parlamenterlerinin, bürokratlarının da Ramazan’da vazgeçilmezi. Ramazan etkinlikleri sayesinde iftardan sahura geçen zaman manen daha “dolu”. Müslüman kardeşlerimizle daha çok kaynaşabilelim, daha çok yardımlaşalım, kulaklarımıza daha çok Kur’an-ı Kerim çalınsın diye... Dünyevi meşguliyetimizi hafifletebileceğimiz, kendimizi Rabb’e adayabileceğimiz, üzerimize yağan rahmetten faydalanabileceğimiz daha uygun ne zaman olabilir? Bu Ramazan’da da iftarın, sahurun bereketinin bol olması; yüreklerin huzurla, nurla dolup taşması; ibadetin kapısı orucun her kula nasip olması dileğiyle... Temmuz - Ağustos 2013 39 40 Ramazan Geldi Hoş Geldi Ramazan Urfa’da farklı yaşanır Yahya Akman | AK Parti Şanlıurfa Milletvekili B ana “Ramazan’ın anlamına uygun yaşandığı bir şehir söyle” deseler hiç tereddüt etmeden “Urfa” derim. Ramazan dendiğinde insanların aklına nedense eski Ramazanlar gelir ve başlarlar eskinin güzelliklerini anlatmaya. Oysa insanlar Ramazan ayını anlatırken önemli bir noktayı, Müslümanların oruç tutması gibi şehirlerin de oruç tuttuğunu gözden kaçırırlar. Eğer bugün Ramazan aylarının ruhsuzluğundan dem vuruyorsak, eski Ramazanların daha anlamlı olduğundan sitayişle bahsediyorsak bilinmelidir ki, Ramazanlar yine aynı Ramazan’dır fakat şehirlerimiz aynı şehir, insanlarımız aynı insan değildir. “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler...” ifadesindeki gibi, güzelim İslam şehirleri de güzelliklerini bırakıp gittiler. İnsanlar şehirleri inşa eder; işte o güzelim insanlar şehirleri İslam ruhuyla inşa ettiklerinden şehirler de Müslümanlar gibi oruç tutmuşlardır. “Bir şehir nasıl oruç tutar?” sorusunun cevabı burada gizlidir. Bundan yirmi-otuz yıl önce; henüz kitle iletişim araçlarının insani ilişkileri bozmadığı, hemşehrilik duygusunun güçlü olduğu, kadim şehirlerimizin yıkılıp yerine apartmanların yapılmadığı, yerliliğini yitirmemiş, mimari ve sosyal hayattaki gelenekleri devam ettiren şehirlerimiz İslami bir kimliğe sahipti. Huzur şehri Urfa Ramazan denince aklıma oruç tutan bir şehir olarak Urfa gelir. Urfa, Hz. İbrahim’in memleketi olarak hep dinsel-mistik bir şehir olagelmiştir. Bugün dahi şehrin dinî duyarlılığı oldukça yüksektir. Mezhep ve tarikatların tarih boyunca burada varlığını sürdürmesi, şehirde güçlü bir dinî damarın oluşmasını sağlamıştır. Temmuz - Ağustos 2013 Urfa, özellikle yaz ramazanlarında bambaşka bir havaya bürünür. Sıcağın verdiği rehavet oruç ile birleştiğinde, şehirde hayat adeta durma noktasına gelir, bütün dünyevi işler iftar sonrasına bırakılır. Sahur ile iftar arasında kalan zamanda insanların büyük çoğunluğu ibadetle meşguldür. Özellikle şehrin ruhu sayılan ve mistik bir havası olan Balıklıgöl civarındaki camiler dolup taşar. Bu camilerde öğlen ve ikindi vaazları şehrin en büyük alimleri tarafından verilir. Necip Fazıl’ın; Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! mısralarında olduğu gibi şehrin camileri ve kubbelerinde “Allah bir” sedaları yükselir, hoca efendilerin irşatları gönüllerde karşılık bulur. Ramazan Geldi Hoş Geldi Yahya Akman - AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Urfa’da Ramazan’ın en güzel saatleri ikindi ve iftar sonrası teravih saatleridir. İkindi vaktinde işinden çıkan veya Urfa’nın sıcak havasından bunalan insanlar hem sıcağın etkisini azaltmak hem de Ramazan’ın feyzinden faydalanmak için Akarbaşı civarındaki camilere, özellikle de Hasan Padişah Cami, Dergâh ve Rızvaniye’ye koşarlar. Burada ayaklarını gölün sularına sokarak serinlemeye çalışırken cüz veya vaaz da dinlerler. İftardan sonra ise camiler teravih için dolar, teravih sonrası sahura kadar insanlar kahveleri doldurur, sohbet ederler. Şehrin en büyük camisi Ulu Cami’de teravih hatim ile kılınır ve saatler sürer. 80’li yılların ortasına kadar iftar topu bu camiden atılır, çocuklar tek katlı geleneksel Urfa evlerinin damına çıkarak iftar topunu beklerdi. Ulu Cami’nin minaresinden topun havalandığını gören çocuklar “Attı, attı!” diye bağırır, top sesiyle çocukların sesleri birbirine karışırdı. Urfa’da bir hanede pişen yemek komşularla mutlaka paylaşılır. Fakirler başta olmak üzere en az iki üç eve yemek gönderilir. Kadir gecelerinde ise unlu ürünlerden kızartma yapılır; ağzı açık, ağzı yumuk, içli köfte gibi etli kızartmalar üç veya yedi kapıya dağıtılır. Ramazan ayının gelmesiyle birlikte yaz ayı olmasına rağmen ciğer satışlarında hiç eksilme olmaz, üstelik artar. 1 gecede 1 ton ciğer tüketiliyor desek yeridir. Çünkü Urfa’nın her köşesinde kurulan küçük masalarda ciğer yenir. Urfa yemeklerinden bahsederken çiğköfteyi anmamak mümkün değildir. İftar sofralarımızın vazgeçilmezidir. Sair zamanlarda sıra gecelerinin olmazsa olmazı olan çiğköftenin yumurtalı ve mercimekli türleri de genellikle yaygın şekilde öğün yemeği olarak tüketilir. Urfa yemeklerinin belki en zor yapılanlarından birinin borani olduğunu belirtelim. Urfa’nın ünlü yemekleri arasında lebeni çorbası, içli köfte, dolma, sarma ve daha yüzlerce çeşit yemeği zikretmek mümkündür. Yine şıllık tatlısı, peynirli kadayıf gibi birçok tatlıyla süslenen Ramazan sofraları, tadılmadıkça anlatılması güç lezzetlerdir. Bunlar için Ramazan’ın bazı günlerinin Urfa’da geçirilmesini tavsiye etmekle yetinelim. Urfa ramazanlarının vazgeçilmez içeceği ise meyan şerbetidir. Halk ağzında biyambalı olarak teleffuz edilen meyan kökünden yapılan şerbet, “mide doktoru” olarak tanımlanır. Urfa’da Ramazan ayının kendine mahsus bir ritüeli vardır. Bu ritüel bugün geçmişte yapılanları birebir karşılamasa da derinden derine geleneği devam ettirmektedir. Diyebiliriz ki, Ramazan aylarındaki bu gelenek Osmanlı kültür ve sosyal yaşantısının bir devamıdır. Zira Urfa, musiki ve gazel kültürüyle, sosyal yaşamıyla bugün dahi Osmanlı mirasını devam ettiren nadir şehirlerimizden biridir. Nasıl ki Osmanlının başkenti İstanbul’da bir zamanlar Ramazan eğlence havasında zevk ve şekille kutlanıyordu ise, Urfa’da da aynı şekilde kutlanmış, halen de kutlanmaya devam etmektedir. Müslümanların oruç tuttuğu gibi şehirlerin de oruç tuttuğu dönemleri yaşamış biri olarak, oruçlu şehirler inşa etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Urfa’da iftar sofraları Her yıl Ramazan ayının gelmesiyle birlikte Urfa’da tatlı telaş sahur saatine kadar devam eder. Özel iftar yemekleri hazırlanır, ciğer tezgahları kurulur, tatlılar, kızartmalar yapılır... Temmuz - Ağustos 2013 41 42 Ramazan Geldi Hoş Geldi Yenilikçi mimarinin sadelik ve huzurla buluşması TBMM Camii Yazı ve Fotoğraflar: Elif Çelik TBMM Camii, tüm geleneksel öğeleri incelik ve özenle yeniden yorumlayarak modern mimariye eşsiz bir örnek sunuyor. Temmuz - Ağustos 2013 TBMM kampüsünün güney yakasında yer alan Meclis Camii, oldukça mütevazı ve sade olmasına rağmen en çok göze çarpan ve hakkında yorum yapılan modern dinî yapılardan biri. Bunda caminin içinde yer aldığı TBMM kompleksinin neoklasik tarzdaki anıtsal yapısından tamamen uzak, yenilikçi ve gelenekselden ayrılan mimarisinin katkısı büyüktür şüphesiz. İnşasına 1987 yılında başlanıp 1989’da tamamlanan caminin mimarları Behruz ve Can Çinici, bu benzersiz mimarlık örneği ile 1995 yılında “Ağa Han Mimarlık Ödülü”ne layık görülmüş. Bu Ramazan Geldi Hoş Geldi ferleriyle birlikte içindeki balıklara doğala yakın bir yaşam ortamı sunmakla kalmıyor, camiye gelenler için ferahlatıcı, iç açıcı güzellikte bir karşılama sağlıyor. “Alıntıyla tasarlama” uluslararası ödül, İslam kültür ve geleneğini çağdaş yorumla buluşturan başarılı tasarımlara verilmesi bakımından önem taşımaktadır. TBMM Camii, sadece özgün mimarisi değil, aynı zamanda ciddi duruşu ve sembolizmi bakımından da önemlidir. Cami ana Meclis binasından ilerleyen yaya yolunun sonunda, halkla ilişkiler binasının karşısında yer alan üçgen şeklindeki bir ön avlunun güney kenarına inşa edilmiş. Bu avlunun doğu köşesinde, yine üçgen biçiminde küçük bir havuz yer alıyor. Havuz, seyrek de olsa sazlıkları ve nilü- “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe îmân eden ve namazı ikame eden ve zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların böylece hidayete erenlerden olması umulur. (Tevbe Suresi, 18. ayet)” TBMM Camii, mimarlar Behruz ve Can Çinici’nin Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatından etkilenerek tasarladıkları bir eserdir. Caminin bir kısmı klasik bir bina tasarımından farklı olarak eğimli ama yüksek olmayan bir tepenin içine gizlenmiştir. Bu, mimarların topraktan yapılmış Mescid-i Nebevi’den esinlenerek oluşturduğu mütevazı bir tasarım örneğidir. İlk “peygamber mescidi”nde Hz. Muhammed, Bilali Habeşi’ye ilk ezanı tepeye çıkıp okumasını söyler. Ne kubbe vardır, ne de minare... TBMM Camii, işte bu ilk örneğe uygun ayrıcalıklı bir felsefenin ve simgeselliğin ürünüdür. TBMM Camii, çağcıl bir mimari dil kullansa da geleneksel öğeleri koruması bakımından oldukça başarılı bir tasarımdır. Geçmişten bugüne gelen cami mimarisi öğelerine karşıt olarak mihrap, kubbe ve minare gibi öğeler mimarlar tarafından soyutlaştırılarak tasarlanmıştır. Böylece alışılmış İslami motifleri kullanmak yerine en temel unsurlardan ve konseptlerden faydalanılan mükemmel bir sentez sunmaktadır. Caminin mimarisi, uzaktan bakıldığında basamaklı piramit (zigurat) izlenimi veriyor. Binanın sol yanındaki duvarlar ise yine basamaklı yapısıyla piramit görüntüsünü tamamlıyor. Bu basamaklı yapı, en ihtişamlı örneğini Süleymaniye Camii’nde görebileceğimiz, klasik Osmanlı mimarisinin Temmuz - Ağustos 2013 43 44 Ramazan Geldi Hoş Geldi piramit oluşturan bir büyük ve birkaç küçük kubbe tasarımının bir soyutlaması olarak yorumlanabilir. Ca minin mima risine “a lınt ıyla tasarlama” dedikleri yöntemle imza atan Behruz ve Can Çinici, cami yerine “TBMM Meydan-İbadet-Kitaplık” ismini kullanmayı tercih etmiş. Üçgen şeklindeki ön avlunun batı köşesi, aynı zamanda cami ile kütüphanenin birleştiği noktayı teşkil ediyor. Burada yer alan iki katlı kare balkon, minareyi simgeliyor. Sembolik minareye, caminin içindeki merdivenle çıkmak mümkün. Bu yapının arkasına Behruz Çinici’nin kendi diktiği kavak ağacı, klasik camilerdeki minare gibi yükselerek geleneğe yeni ve benzersiz bir soluk getiriyor. Temmuz - Ağustos 2013 Caminin en kendine has unsuru, ne geleneksel cami mimarisinde ne de modern örneklerinde görebileceğimiz giriş kapısı. Geleneğe göz kırpan özgünlük Mimarlar geniş bir avlu, birbiriyle açı oluşturacak şekilde birleşen cami ve kütüphane tasarımında külliye mimarisini örnek almış. Özellikle Osmanlıda örneklerini gördüğümüz külliyeler; camii, medresesi ve kütüphanesi ile hem aklı hem de kalbi doyuran, hayatın her alanını kuşatan bütüncül bir yaklaşımın ürünüdür. Behruz ve Can Çinici’nin mimarlık dehası, bizi bu gelenekle buluşturur. Yapının yüksek olmaması, merdivenlerden dış süsleme detaylarına, temsili kubbeden minareye kadar her detayın basamaklı olması ve dolayısıyla karşıdan bakıldığında sırf yatay çizgiler halinde görünmesi, TBMM’nin genel anıtsal mimarisinden ayrılan bir denge unsurudur. Caminin hem içinde hem de dışında betonarme üzerine herhangi bir kaplama yapılmamasından dolayı ağır basan renk gridir. İç dekorasyonda halının ve duvarlardaki ayetlerin mavi olması ise gri rengin hakimiyetini biraz olsun dengeler. Caminin en kendine has unsuru, ne geleneksel cami mimarisinde ne de modern örneklerinde görebileceğimiz giriş Ramazan Geldi Hoş Geldi kapısı. Üzeri markiz ile kapanan kapının renkleri, desenleri ve dikey dizaynı da caminin genel dengesinden farklılaşmış. Caminin namazgahı dikdörtgen planlı, kıble duvarına paralel ve birkaç basamakla kot farkı oluşturan iki kat olarak tasarlanmış. Namazgahın erkek safı daha geniş olan ön kısımda yer alırken kadın safı basamaklı katta düşünülmüş. Bu iki kısım, sade bir paravan ile birbirinden ayrılıyor. Dikdörtgen planlı namazgahın doğu, batı ve kuzey duvarlarından tavana ilerleyen basamaklar, piramidal mimarinin içeriden de fark edilmesini sağlıyor. Yukarı bakıldığında piramidin tepe noktası, caminin en yüksek yeri olarak kubbe izlenimi veriyor. Burada yer alan kare şeklindeki avize, klasik parlak ve ihtişamlı örneklerinden farklı olarak tam bir tevazu örneği, caminin her bir detayı gibi sade, kare şeklinde bir ışıklandırma platformu olarak tasarlanmış. Caminin minberi ahşaptan yapılmış ve yine geleneksel olandan farklı bir formda tasarlanmış. Diğer pek çok örneğine oranla üzerinde daha az süsleme olan minber, Selçuklu dekorasyon öğelerinin bir soyutlaması gibidir. Caminin kıble duvarındaki mihrap tamamen camdan yapılmış. Bu tür transparan bir öğe kullanılması, tıpkı kubbe ve minarede olduğu gibi geleneksel mihrap formuna da başarılı ve eşsiz bir yorum katmaktadır. Cam mihrap ve kıble duvarındaki geniş pencereler aracılığıyla cami içinde gün ışığından faydalanmak mümkün. Ayrıca bu cam duvarın arkasında, mimarlar tarafından camide ibadet edenlere cenneti hatırlatması amacıyla yapılan gömülü bir bahçe ile şelaleli havuz yer alıyor. Huzur dolu bir atmosfer oluşturan bu cennet bahçesi, basamaklı yapısıyla piramit şeklindeki sembolik kubbenin yerdeki izdüşümü olarak tasarlanmış. Namazgahın batı duvarında yer alan İbrahim suresi 40. ayet diyor ki; “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” Allah’ın vecdinden, tevhidden başka her şeyin gelip geçici olduğu dünyevi hayatımızda, uhrevi huzuru bulduğumuz yerler camilerimiz... TBMM Camii de siyasi atmosferin ortasında etrafını aydınlatan bir kandil gibi. Temmuz - Ağustos 2013 45 46 Ramazan Geldi Hoş Geldi Benim için Ramazan... Özcan Yeniçeri Hülya Güven MHP Ankara Milletvekili CHP İzmir Milletvekili Ramazan insanın egolarından arındığı, karşısındaki kişilerle en yüksek seviyede empati kurduğu mübarek bir aydır. İnsan kendisinin sahip olduğu imkanlara ulaşamamış kişilerin ihtiyaçlarını ve sıkıntılarını Ramazan’da daha iyi fark eder, onlara yardım elini uzatır. Bu mübarek ayda siyasetçilerin de birbirlerini daha iyi anlama, algılama konusunda üst düzeyde gayret sarf etmelerini gönülden diliyorum. Ramazan ayının sadece yeme içmeden kesilme değil, iftira, nifak ve fitneden de uzak durma açısından ciddi katkılar sağlayacağını düşünüyorum. Ramazan insanların barış, kardeşlik ve Celal Dinçer CHP İstanbul Milletvekili Ramazan insanların kendilerini Allah’a daha yakın hissettikleri, ibadetlerine yoğunlaştıkları, hayırda ve sevapta birleştikleri kutsal bir aydır. Yoksulların ihtiyaçlarının karşılandığı, toplumsal dayanışmanın yaşandığı Ramazan ayı birlik ve beraberliği sağlamaktadır. İçinde bulunduğumuz bu sıkıntılı günlerde Ramazan’ın toplumumuzu birleştirecek, bir araya getirecek bir ay olmasını temenni ediyorum. Son yıllarda Ramazan’ı siyasete alet edecek bazı çalışmalar yapılıyor. Örneğin iftarlar görsel bir şölene dönüştürülüyor, lüks otellerde yemekler düzenleniyor, iftar çadırları kuruluyor, birdenbire fakir fukara akıllara geliyor. Siyasi rant elde etmeye yönelik bu tür faaliyetleri doğru bulmuyorum. Yardımlar insanları rencide etmeden, gönüllerini kırmadan yapılmalı, gizli olmalı. Ayrıca bu kutsal ayda insanlar birbirlerinin yaşam biçimine saygı göstermeli. Mesela Ramazan’da oruç tutmayanlar, tutamayanlar olabilir; bu insanları dışlamamak lazım. Herkes inandığı gibi yaşamalıdır, Türkiye’de artık din ve vicdan özgürlüğü tam olarak yerleşmelidir. Ramazan ayı karşılıklı saygı, dostluk, kardeşlik içinde geçmelidir. Herkes söylemine ve tavrına dikkat etmeli, konuşmalarda barış ve sevgiye vurgu yapılmalıdır. Bir başka önemli konu da herkesin başını öne eğip yaptıklarının doğru mu yanlış mı olduğunu değerlendirmesi, vicdan muhasebesi yapmasıdır. Temmuz - Ağustos 2013 dostluk içinde bir arada olduğu, ayrımcılığın kalktığı bir ay. Ramazan’la ilgili özellikle çocukluk yıllarıma ait çok güzel anılarım var. Çocukluğum babamın mesleği nedeniyle birçok ilde geçti. Anneannem Isparta’da, babaannem Afyon’da yaşardı. Dolayısıyla Ramazan günlerini Anadolu’nun pek çok yerinde geçirme fırsatım oldu. Babaannemin sahurda hamur açıp katmer yaptığını, komşularımızla birlikte çok keyifli, eğlenceli sahur ve iftar yemekleri yediğimizi hatırlıyorum. Herkes bir şeyler hazırlardı ve hep birlikte yenirdi. Bir başka güzel anım Samsun’da çalıştığım döneme ait. Yaklaşık 15 yıl önce Samsun’daydım. Sahura kadar herkes sokakta olurdu. İnsanlar dostluk içinde birbirlerini selamlardı, herkesin yüzü gülerdi. Geçenlerde Samsun’a gittiğimde bu Ramazan geleneğinin devam edip etmediğini sordum. Aynı şekilde devam ettiğini söylediler. Bu çok güzel bir şey. Ramazan aylarının bu şekilde dostluk içinde geçmesini, ayrımcılık olmamasını diliyorum. Mehmet Galip Ensarioğlu AK Parti Diyarbakır Milletvekili Ramazan ayı rahmet ve mağfiret ayıdır. İnsanların birbirini daha iyi anlayabilmesini ve birbirine daha merhametli yaklaşabilmesini sağlayan bir aydır. Ramazan barış, huzur, selamet ayıdır. İnsanların kötülükten arınıp iyilikten, sulhten, birlik ve beraberlikten yana adım attığı bir aydır. Ramazan’ın, manasına uygun bir şekilde kutlanması gerekir. Bugün ülkemizde nazik bir süreçten geçiyoruz. Ramazan ayının ülkemizin barışına, huzuruna, birlik ve beraberliğine katkı sağlamasını temenni ediyorum. Ramazan Geldi Hoş Geldi Ali Şahin Haluk Yıldız AK Parti Gaziantep Milletvekili 20. Dönem Kastamonu Milletvekili Ramazan ayı insanlar için fiziksel, psikolojik ve sosyolojik açılardan pek çok mesaj içerir. Bir kere oruç ibadetiyle bedenin yenilenmesi, enerji ve direnç kazanması söz konusudur. Bilimsel çalışmalar da bunu ortaya koymuştur. Nefsin terbiye edildiği Ramazan ayı, farklı coğrafyalarda açlık ve kıtlık içinde yaşayan insanların halinin daha iyi hissedilmesi, ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi açısından da bizlere önemli mesajlar vermektedir. Müminler olarak Ramazan ayını her yıl büyük mutlulukla karşılıyoruz. Bu mübarek günlerde fiziksel, psikolojik ve sosyolojik anlamda yenilenmenin huzurunu yaşıyoruz. Paylaşma, dayanışma, hoşgörü ayı Ramazan’ın kıymetini bilmeliyiz. Ramazan oruç ibadetini yerine getirdiğimiz, Sena Kaleli CHP Bursa Milletvekili Ramazan, nefis terbiyesinin yanı sıra birbirimizi anlama, birbirimizin kıymetini bilme, değer ve inançlarına saygı gösterme, haklarını teslim etme açısından da önemli bir ay. Ramazan’da ruhani hava içinde herkesin birbirine saygıyla yaklaştığı, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün olduğu bir dönem yaşanıyor. Toplum olarak birlik ve bütünlüğümüzü, vicdanımızı, aklımızı birleştiren bir ay olmasını diliyorum. Mesut Dedeoğlu MHP Kahramanmaraş Milletvekili “11 Ayın Sultanı” Ramazan, pek çok açıdan büyük önem taşıyor. Oruç ibadetimizi yerine getirdiğimiz bu mübarek ay, nefsin terbiye edilmesinin yanı sıra milletimizin en güzel hasletleri arasındaki yardımlaşma ve dayanışma duygusunun en yoğun biçimde yaşanmasına vesile oluyor. Bu mübarek ayda insanlar birlik ve beraberlik içinde ibadetlerini yerine getirmenin huzuru ve mutluluğunu yaşıyor. Oruç tutmak, açlık çeken insanların halinin daha iyi hissedilebilmesini sağlarken vücudun dinlenmesi ve yenilenmesi için de bir fırsat yaratıyor. Milletimizin ve İslam aleminin mübarek Ramazan ayı ve bayramını en içten duygularımla kutluyorum. vücudun dinlenmesi ve ruhun arınmasıyla birlikte huzur bulduğumuz, yardımlaşma duygusunun manevi olarak içimizi ısıttığı mübarek bir ay. Ramazan ayında hep çocukluk yıllarım aklıma gelir. Çocukluğum Kastamonu’nun Taşköprü ilçesine bağlı Yazıköy’de geçti. İftar vakti evimizin üst katına çıkıp şerefe ışıklarının yanmasını bekler, ezan okunmaya başlayınca hemen koşup evdekilere haber verirdik. O zamanki heyecanımızı hâlâ unutamıyorum. Bayramlar çok güzel geçerdi. Bayram namazı için Taşköprü’ye giderdik. Namazdan sonra herkes akrabaları, eş dostları tarafından davet edilir, evlerde bayram yemekleri yenirdi. Bayram eğlenceleri çok güzel olurdu. Ankara’da geçen üniversite yıllarımızda bayramlarda mutlaka memleketimize gider, büyüklerimizin elini öperdik. Tüm bunlar bugün bizim için çok güzel birer hatıra. Çocuklarımıza da bu duyguları yaşatabiliyorsak, mübarek Ramazan ayının manasını anlatabiliyorsak bunun mutluluğu ve huzurunu hissediyoruz. Ramazan’ın tüm insanlara sağlık, huzur ve barış getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Halil Mazıcıoğlu AK Parti Gaziantep Milletvekili Ramazan ayı birlik, beraberlik ve kardeşliğin en yoğun yaşandığı dönemdir. Bu mübarek ayı fırsat bilerek kırgınlıkların, kötü söylemlerin bitmesi gerektiğine inanıyorum. İçinde bulunduğumuz günlerde ülkemizde yaşanan olayların yurt dışında çok farklı bir şekilde algılanması bizi üzüyor. Gaziantep’te ziyaret ettiğim sanayiciler, yurt dışındaki müşterilerinin arayıp “Orası yangın yerine dönmüş. Sizin durumunuz nasıl?” diye sorduklarını anlattılar. Bunu duymak beni çok mutsuz etti. Çünkü ülkemizde böyle bir tablo yok, ama maalesef her yer yakılıp yıkılıyor gibi bir görüntü yaratılıyor. Mübarek Ramazan ayının tüm bu kötü söylemlerin, tartışmaların, kavgaların sona ermesine vesile olmasını diliyorum. İnşallah ülkemiz refah içerisinde, hak ettiği düzeyde bir yaşantı sürer. Birlik ve beraberlik içinde hep birlikte nice Ramazanlara erişmemizi diliyorum. Yalnız bayram günlerinde değil, her zaman büyüklerimizin yanında olmamız, onlara sevgi ve saygımızı göstermeyi unutmamamız gerektiğini de bir kez daha ifade etmek istiyorum. Temmuz - Ağustos 2013 47 48 Ramazan Geldi Hoş Geldi Ali Öz Şamil Tayyar MHP Mersin Milletvekili AK Parti Gaziantep Milletvekili Ramazan, “11 Ayın Sultanı” olarak addettiğimiz, Müslümanlar ve İslam dünyası için çok büyük önem taşıyan bir ay. Nefsin terbiye edildiği, dayanışma ve yardımlaşmanın en güzel örneğinin verildiği, gönüllerin ibadetle süslendiği ve taçlandığı, insanın her türlü günahtan kendini arınmak zorunda hissettiği bu mübarek aya erişmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Ülkemizin içerisinde bulunduğu durumu da dikkate aldığımızda Ramazan ayının mağfireti ve bereketinden en iyi şekilde yararlanmanın herkes için son derece anlamlı olduğuna inanıyorum. Tüm Türk ve İslam aleminin mübarek Ramazan ayı ve bayramını en kalbî duygularımla kutluyorum. Ramazan ayı kardeşlik ve yardımlaşma duy- Mehmet Şükrü Erdinç AK Parti Adana Milletvekili Ramazan insanların birbirine her zamankin- den daha fazla sevgi, hoşgörü ve merhametle yaklaştığı mübarek bir ay. Bu dönemde yardımlaşma ön plana çıkıyor. Bu durum birlik ve beraberliğimiz açısından büyük önem taşıyor. Ramazan aylarında ülkemizde çok güzel bir hoşgörü ve samimiyet iklimi oluşuyor, dostluk ve kardeşlik ilişkileri gelişiyor. Ramazan ayının ülkemize ve tüm Müslümanlara hayırlı olmasını diliyorum. Mustafa Şahin AK Parti Malatya Milletvekili Ramazan rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Cenab-ı Allah’ın bize bahşetmiş olduğu Ramazan ayı, nefis terbiyesi, sosyal dayanışma ve açın halinden tokun anlaması açısından çok güzel bir fırsat. Yardımlaşma bu rahmet ayının bereketi içinde yapıldığında biraz daha ehemmiyet kazanıyor. Ramazan ayında Malatyamızda vatandaşlarla bir araya geliyoruz ve fakir ailelerin iftar sofralarına misafir oluyoruz. Hem hasbihâl ediyoruz hem de dertlerini dinleyip çözüm bulmaya çalışıyoruz. Mübarek Ramazan ayımızı vatandaşlarımızla ve sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte dolu dolu geçirmenin gayreti içinde oluyoruz. Temmuz - Ağustos 2013 gularının en fazla yoğunlaştığı dönemlerden biri. Vatandaşlarımız oruç ibadetini yerine getirirken aynı zamanda bir toplumsal dayanışma örneği sergileyerek ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatıyor. Milletimizin en güzel hasletlerinden biri olan yardımlaşma duygusu Ramazan ayında diğer dönemlere göre daha fazla hissediliyor. Siyasetçi olarak bizim de toplumdaki bu hassasiyetin, yardımlaşmanın dışında kalmamız tabii ki mümkün değil. Biz de iftarlarda, sahurlarda vatandaşlarımızla bir araya geliyoruz. Bu güzel ortamlardaki sohbetler hem sorunları dinleme imkanı yaratıyor hem de gerçekten yardıma muhtaç olan vatandaşlarımızın tespitine ve onlara yardım etme işine vesile oluyor. Dünya değişiyor, teknoloji hızla gelişiyor. Bu süreçte haliyle Ramazan kutlamaları da geçmişe göre farklılaşabiliyor. Eski Ramazanlardaki canlılığı özellikle büyük kentlerde göremeyebiliyoruz. Halbuki Türkiye hızla gelişip değişirken kendi geleneklerini de koruyabilir. Japonya örneğinde olduğu gibi dünyada bunu başarabilmiş ülkeler var. Ramazan ayının bu konudaki tartışmalara da ışık tutmaya vesile olmasını diliyorum. Nuri Uslu 23. Dönem Uşak Milletvekili Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de Ramazan’ın ayların en hayırlısı olduğunu söylüyor. Peygamberimiz “Allah’ım Recep ve Şaban ayını bize bereketli kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır” diye dua ediyor. Ramazan ayı ve bu aydaki Kadir Gecesi biz Müslümanlar için çok önemli. Kur’an-ı Kerim “Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır” diyor. Bu denli önemli ve güzel bir gece. Ramazan’a ve Kadir Gecesi’ne ulaşabiliyorsak çok mutlu olmamız, dua etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ramazan ayını bütün Müslüman kardeşlerimiz gibi mümkün olduğunca iyi değerlendirmeye, ibadetlerimizi en iyi şekilde yerine getirmeye gayret gösteriyoruz. İletişimin çok ileri düzeyde olduğu günümüzde Ramazan’la ilgili çok güzel sohbetler, konferanslar oluyor, bunlardan istifade ediyoruz. Aslında sadece Ramazan’da değil, bütün aylarda bu dünyadaki işlerimizi yaparken kendimizi öbür dünyaya hazırlamamız gerekiyor. Ramazan Geldi Hoş Geldi İnsan ve Oruç Oruç, ruhun sesi gelir her yıl Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize Vücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibi Yapılır örtülür uçurumları yakan dualardan Ten ruhun avuçlarının içinde Hilkat günlerinin yeniden oluşun terlerini döker İnsan gecesini değiştirir gündüzüne erer Bir mevsime döndürür zamanı hiç değişmeyen İnsanın olma vaktidir bu erme fırsatı Ruh emzirir anne gibi yeri göğü fecri Yeni bir insan gelip nöbete duracaktır Eskisi çürümüş bir heykel gibi devrildiğinden Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından Kevser içir, âbıhayat boşalt kristal bardağından Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına Sezai Karakoç Temmuz - Ağustos 2013 49 50 Ramazan Geldi Hoş Geldi Yıktın perdeyi eyledin viran Varayım sahibine haber vereyim heman Cahit Yıldız Off hay hak Çiçeklerle süslenmiş bahara benzer perdemiz Seyredenler zevk alır gülzâra benzer perdemiz Temmuz - Ağustos 2013 F ransız filozof Henri Bergson’a göre “gülme” bir grupla ortaya çıkar ve diğer gülenlerle bir anlaşmadır. Bunun bir dokunulmazlık alanı yarattığını söyleyebiliriz. Mizah “gülen” insanları dokunulmaz bir alana taşıyıverir. Neden, neye gülündüğünü anlamayanlar veya grubun dışındakiler de o alana girmiştir artık. İnsan, bu büyük anlaşmaya muhtaçtır. Bizler de yüzyıllarca mahalle aralarına sızmış Karagöz oyunlarıyla o dokunulmazlık alanına girdik ve büyük anlaşmaya dahil olduk. Özellikle Ramazan akşamlarının en neşeli misafirleriydi Karagöz ile Hacivat. Hem bir gündem takibi hem de sıkı bir birliktelikti. Türkler ithal ettikleri gölge oyununu Karagöz’e dönüştürerek kendi sesinin önemli bir öğesi haline Ramazan Geldi Hoş Geldi getirdi. Büyük anlaşma zamanla Karagöz oldu bizim için, Karagöz halk oldu. Gölge oyununun ülkemize nereden, nasıl geldiği konusunda farklı iddialar var. Bazı araştırmacılar bu oyunun Çin’den, bazıları Hindistan’dan batıya göç eden Çingeneler yoluyla geldiğini savunur. Bir diğer iddiaya göre ise gösteri sanatlarımızın birçoğu gibi gölge oyunu da 15. yüzyılda İspanya’dan Türkiye’ye göç eden Museviler aracılığıyla gelmiştir. Bu konu hakkında en güçlü iddianın sahibi Metin And’a göre gölge oyununun Mısır’dan geldiği ispatlanmıştır. 1517’de Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, Memlük Sultanı II. Tumanbay’ı astırır. Nil üzerinde Roda adasındaki bir sarayda, bir gölge oyuncusunun Tumanbay’ın asılışını canlandırdığını gören Sultan Selim, bu gösteriyi çok beğenmiş ve oyuncuya bazı hediyeler verdikten sonra onu İstanbul’a davet etmiş. Evliya Çelebi’den öğrendiğimize göre ise bir yüzyıl sonra, yani 17. yüzyılda Karagöz son biçimini almış. Evliya Çelebi, Karagöz ile Hacivat’ın adını andığı gibi oyunların konuları, perde gazelleri ve dönemin ünlü oyuncuları hakkında da bilgiler verir. Burada cevaplanmaya açık bir başka soru da Karagöz ve Hacivat’ın gerçek kişiler olup olmadığıdır. Farklı rivayetlerin ortak noktası bu karakterlerin gerçekte yaşamış olduklarını gösteriyor. Bir söylenceye göre Orhan Gazi döneminde yaşayan duvarcı Karagöz ve demirci Hacivat, Bursa’da bir caminin yapımında çalışırlar, Temmuz - Ağustos 2013 51 52 Ramazan Geldi Hoş Geldi 16. yüzyılda İstanbul’a fakat uzun atışmaları sebebiyle kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçileri de oyalarlar. Caminin yapımı bir türlü bitmez bu sebepten. Ve sonunda Padişah kellelerinin alınmasını emreder. Halk bu duruma çok üzülür ve bir zaman sonra Orhan Gazi de yaptığına pişman olur. Şeyh Küşteri adında birinin Hacivat ile Karagöz’e yakın olduğunu öğrenen Padişah, ondan bu kişilerle ilgili bilgi almak ister. Bunun üzerine Şeyh Küşteri bir perdenin ardından ışık yansıtıp çarıklarını oynatarak Padişah’a bir gösteri sunar. Bunun ilk Karagöz gösterisi olduğu söylenir ve bugün de Karagöz perdesi “Küşteri Meydanı” olarak anılır. Diğer rivayetin kaynağı ise yine Evliya Çelebi. Evliya Çelebi’ye göre Efelioğlu Hacı Eyvad, yani Hacivat, Selçuklular zamanında Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yorkça Halil isminde tanınmış biridir. Karagöz ise İstanbul Tekfuru Konstantin’in seyisi Kıptî Sofyozlu Bali Çelebi’dir. Yılda bir sefer Tekfur onu Selçuklu Sultanı Alaeddin Selçukî’ye gönderir, Karagöz de bu seferler sırasında Hacivat’la buluşup konuşur. Herkesin ilgisini çeken konuşmaları hayal-i Temmuz - Ağustos 2013 gelen gölge oyunu Türkiye’de Karagöz’e bürünmüş ve önce İstanbul’da daha sonra Osmanlı’nın hakim olduğu tüm topraklarda zirveye ulaşmıştır. Gölge oyununu çok renkli, hareketli, mizah yüklü bir gösteriye dönüştüren Türk sanatçıları oyuna kendine has özellikler katar. zıll sanatçıları, yani gölge oyuncuları tarafından oynatılmaya başlar. Evliya Çelebi’ye göre böylece Karagöz ile Hacivat Türk gölge oyununun baş kahramanı haline gelir. Yâr bana bir eğlence medeeett! 16. yüzyılda İstanbul’a gelen gölge oyunu Türkiye’de Karagöz’e bürünmüş ve önce İstanbul’da daha sonra Osmanlı’nın hakim olduğu tüm toprak larda zirveye ulaşmıştır. Gölge oyununu çok renkli, hareketli, mizah yüklü bir gösteriye dönüştüren Türk sanatçıları oyuna kendine has özellikler katar. 17. yüzyılda son biçimine kavuşan Karagöz giderek yaygınlaşır. Çeşitli şenliklerde kukla ve hokkabazlığın yanı sıra artık Karagöz de gösterilir ve izleyicinin beğenisini kazanır. Halkın çabucak benimsediği bu oyun, toplumun heterojen yapısını, aykırı veya kusurlu öğelerini bir araya getiren ilişkileri sayesinde hemen kana karışır. Kaba saba, belki bazen açık saçık, çok dilli, modern tabirle çok kültürlü bir yapısı olan ve bilgiçlik taslayan mizahi konuşmalarla harmanlanan oyun büyük küçük herkesin ilgisini çekmeye başlar. Hem şehzade ve zengin çocuklarının sünnet düğünlerinin vazgeçilmezi olur hem de her çeşit şölende ve Ramazan gecelerinde halkın en rağbet ettiği gösteri haline gelir. Peki, ne anlatır Karagöz? Neden bu kadar etkilidir? Şu an elimizde olan Karagöz oyunlarının hepsi ne yazık ki Tanzimat sonrası metinlerdir. Bu bakımdan Tanzimat öncesi Karagöz oyununun ne anlattığına seyyahların notlarından toplanılan ip uçları yoluyla fikir edinebiliyoruz. Bazı yabancı seyyahların metinlerinde Karagöz’ün açık saçık, ağıza alınmayacak hikayelerle (sözlerle değil) dolu bir gösteri olduğuna dair bilgiler mevcut. Fakat Ramazan Geldi Hoş Geldi rumu yansıtır. Sanki Karagöz alaya alınır, ama her seferinde rezil olan Hacivat’tır. Karagöz, Unspeaking Turk’tür: Hacivat: Ahh efendim benim de bir arkadaşım olsa, edebiyattan anlasa, musikiye vâkıf olsa, dünya ahvalinden bahsetsek, eli temiiiz, yüzü temiiiz, sözleri tatlııı... Karagöz: Hoş geldin muşmula suratlı! Durum budur. Hacivat hüsrana uğrar. Ne dese, ne yapsa onun o üst perdeden kavrayış tarzı Karagöz’den sürekli dayak yemesine sebep olur. Çünkü Karagöz halktır ve hesapsızdır. Hacivat’ın bazı kaygıları tuhaf gelir ona. Kullandığı yabancı kelimeleri anlamazdan gelir ve kavga çıkarır nihayetinde. Yalnız, Karagöz oyunu gerçeği yansıtma peşinde değildir. O eğlendirmek, şaşırtmak ister. Bir konu bütünlüğü yoktur. Küçük parçaları ardı arkası gelmez bir yoğunlukla sunar izleyiciye. Esas olan doğaçlamadır ve günlük olaylara mizahi bir dille yaklaşır. Kimi zaman siyasi taşlamalar, kimi zaman da halkın gündemine giren toplumsal hadiseler yeni tiplemelerle zenginleştirilerek alay konusu edilir. Sonra perde söner. Hayal perdesi söner ve gölgelerin büyüsünden sahur sofralarına dağılır insanlar. One man show: Hayalî araştırmacılar bu yabancı seyyahların olsa olsa pazar yerlerindeki köşe başı Karagözcüleri izlediğini söyleyerek yanıldıklarını savunur. Bu bizce çok da önemli değildir. Hikayelerin açık saçık olmasından daha önemlisi Karagöz’ün bir tür iletişim aracı işlevi görmesidir. Karagöz sanki bir gazetedir. Oyunun karakterleri her fırsatta mizahın sivri diliyle dönemin en çarpıcı hiciv örneklerini sergiler. Bunlar halk arasında günlerce konuşulur. Cahil, kaba-saba, laf anlamaz Karagöz’ün, okur-yazar, kurnaz ve bilgiç Hacivat’la yaptığı söylence saray ile halk arasındaki du- Karagöz oyunu yüzlerce detayı, oyunun her bir aşaması için ayrı ayrı ele alınması gereken birçok faktörü bir arada bulunduruyor. Ama Karagözcü, yani Hayalî bu işin temel noktasıdır. İyi bir Hayalî yoksa asla iyi bir oyun da yoktur. A’dan Z’ye işin yönetimindedir. Senaryonun tüm öğelerini hazırlar ve oyun sırasında bazı doğaçlama değişiklikler yapar. Müzikleri hazırlar, tef, düdük çalar, şarkı söyler. Baş aktördür, erkek, kadın, yaşlı ve çocuk onlarca karakteri, her bir tipi yaşına, özelliklerine göre seslendirir. Deve veya manda derisinden yapılan tasvirleri çizer, keser, deliklerini açar ve eklem yerlerini bağlayarak onları boyar. Işık ve ses efektlerini düzenler. Perdeyi kurar ve “hayyyy hakk” diyerek oyunu açar. Tanzimat öncesi oyunların kaybolması ve zaten önemli bir kısmının doğaçlama yapılıyor olması Karagöz’le ilgili bilgilerimizi çok kısıtlıyor. Bunun gibi Hayalîlere ait bilgilere kısmen ulaşabilsek de onların “performanslarını” bilemiyoruz. Ancak bilinen en büyük Hayalî ustası Hayalî Küçük Ali, yani Mehmet Muhiddin Sevilen’i ayrıca anmak lazım. 1886’da doğan ve daha çocuk yaşta Karagöz’e merak saran Küçük Ali, birçok Hayalî’nin gösterisini izlemiş ve ilk oyununu 1900 yılında sergileyerek büyük beğeni toplamıştı. Oyunlarının çoğunu kendisi yazmış ve Türkiye’nin her bir köşesindeki Halkevleri’nde bulunan “Karagöz Odaları”nda gösteri yapmıştır. O, yıllarca TRT Radyosu’nda programlar yapmış, Karagöz’e emek vermiş bir sanatçıydı. Büyük ustanın bazı kayıtlarını bugün dinlemek mümkün ve büyük keyif. Allah rahmet eylesin. Karagöz bitmemeli. Zamanında yalnızca Ramazan akşamlarında değil, bütün yıl kahvehanelerde, çadırlarda büyük küçük herkesin zevkle seyrettiği bu oyun bugünlerde pek revaçta değil. Batılılaşmayla beraber ülkemize gelen tiyatronun etkisiyle Karagöz’ün terk edildiği söyleniyor. Başka bir görüş ise bazı devlet adamlarının uyguladığı sansürün doğaçlamanın etkisini kırdığı ve Karagöz’ün yavaş yavaş yok olduğu yönünde. Şimdilerde sadece çocuklar için ve sadece Ramazan akşamlarında karşılaştığımız Karagöz oyunu, hepimizin ihtiyacı. Sürç-i lisan ettiysek affola... Temmuz - Ağustos 2013 53 54 ZEVKLER Geldi Ramazan ve RENKLER Hoş Geldi Çörekotu çiçeği (Nigella sativa) Ç Pınar Ünsal Ramazan’da pidelerin, böreklerin, yemeklerin içinde tadarken çörekotunun ölümden başka her derde deva olduğunu hatırlayıp bu eski dostumuzu yeniden gündelik hayatımıza buyur edelim. Temmuz - Ağustos 2013 örekotu olarak bilinen, susama benzeyen minik siyah taneler, latince ismi Nigella sativa olan bitkinin tohumlarının adı. Düğünçiçeğigiller familyasındanmış; yani ismi oldukça afili bir familyadan. Yolda görsek bu çiçeği belki tanıyamayız ancak tohumunu, boyuna posuna bakmadan pek çok derde deva olan çörekotunu nerede görsek tanırız. Millet olarak hamur işine olan düşkünlüğümüz bir yana, anavatanı Asya olan bu bitkinin tohumları pek çok geleneğimizde başrolde. Çörekotunun tarih boyunca popüler olması ve tıbbi değeri nedeniyle çok çeşitli isimleri bulunuyor. “Kalonji” en çok kullanılanı. “Love in mist” ise çörekotunun oldukça romantik olan İngilizce ismi. Ama ona en çok yak ışanı “ habbat el-berekat” yani “kutsanmış tohum”. Bu adı boşuna vermemişler tabii. Demiştik ya, boyuna posuna bakmadan pek çok iş becerir diye. Öksürüyor musunuz? Hemen bir miktar ezilmiş çörekotunu kahvenize karıştırıp içiverin. Şıp diye kesermiş. Saçlarınız mı dökülüyor? Yağını sü- Ramazan ZEVKLER Geldi ve RENKLER Hoş Geldi rüyorsunuz saç diplerinize. Baş ağrısı, uykusuzluk, mide bulantısı, mikrobik hastalıklar ve daha nice derde deva. Hatta horlamaya bile. Yani mutlu bir evliliğin anahtarı bile çörekotundan geçiyor denebilir. Ölümden başka... Çörekotunun bunca derde deva olduğunu söyleyen sadece ben değilim. Doğrudan çörekotuyla ilgili bilimsel çalışmalara sık rastlanmasa da (çünkü bilim insanlarının yoğun olduğu ve dünyadaki bilimsel çalışmaların yüzde 80’inin yapıldığı Avrupa ve Amerika’da bu bitkinin kullanımı yaygın değil) içerdiği nigellon ve thymoquinone ile yapılmış fazlaca çalışma var. Bu iki maddenin özellikle astım ve kanserle ilgili olumlu etkileri bilimsel olarak ispatlanmış. Ayrıca vücut direncini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiği de rapor edilmiş. Bunları bırakıp, eskiler diyorsa doğrudur mantığıyla gidersek, alın size en eski yazılı kaynak: Isaiah’ın Kitabı. Milattan Önce 8. yüzyıl yeterince eskidir herhalde. Milattan Sonra 1. yüzyılda da Yunan tıp adamı Dioscorides var. Dioscorides çörekotunun baş ağrısı, burun tıkanıklığı, diş ağrısı ve bağırsak kurdu tedavisinde kullanıldığını yazmış. Ayrıca kadın hastalıklarına iyi geldiğinden ve bebekli kadınlarda süt artırıcı özelliğinden de bahsetmiş. Başka bir yazılı kaynaksa 10. yüzyıla ait. İslam alimi elBîrûnî, Çin ve Hindistan’da kullanılan reçeteleri bir kitapta toplamış. Bu kitapta çörekotunun faydaları da yer almış. Bir rivayete göre, ünlü Mısır kraliçesi Nefertiti’nin baş döndürücü güzelliğinin sırrı çörekotuymuş. Hatta zekası ve iktidarından çok güzelliği ile dünyaya ün salan Kleopatra bile bu bitkiyle güzelleşirmiş. Yine mi tatmin olmadınız? O zaman Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir hadisi var bu konuyla ilgili: “Ölümden başka her şeye şifadır.” Bizim için oldukça tanıdık bir isim olan İbn-i Sina’dan da bahsedelim. İbn-i Sina Al-Qanun fi al-Tibb kitabında, çörekotunun vücut enerjisini yükselttiğini, yorgunluk ve halsizliği giderdiğini yazmış. Yine eskilere dönelim; Milattan Önce 4. yüzyılda Hipokrat, bu mucizevi bitkiyi karaciğer ve sindirim sistemi hastalıklarının çaresi olarak tanımlamış. Binlerce y ı ldır Or tadoğ u, Asya ve Afrika’da tedavi ve yemek başta olmak üzere çeşitli amaçlar için kullanılan çörekotuna ait en ilginç bilgiler Mısır’a ait. Birazdan bahsedeceğim şeyle hanımlar daha çok ilgilenecek sanırım. Bir rivayete göre, ünlü Mısır kraliçesi Nefertiti’nin baş döndürücü güzelliğinin sırrı çörekotuymuş. Hatta zekası ve iktidarından çok güzelliği ile dünyaya ün salan Kleopatra bile bu bitkiyle güzelleşirmiş. Bu iki güzel kadının parlak saçlarının ve tenlerinin sırrı kullandıkları çörekotu yağıymış. Temmuz - Ağustos 2013 55 56 Ramazan Geldi Hoş Geldi Yine Mısır’la ilgili başka bir ilginç bilgi de firavun Tutankamun’un mezarında bir şişe çörekotu yağı bulunması. Eski Mısır’da ölümden sonraki yaşama inanıldığı için, çörekotunun ahirette kişiye yardımcı olacağı sanılıyormuş. Bu yüzden hem ölülere çörekotu serperlermiş hem de mezara bir şişe çörekotu yağı koyarlarmış. Anadolu’da çok tanınıyor, az biliniyor Anadolu’da ise çörekotu en çok börek, çörek gibi hamurlu yiyeceklerin üzerinde görülür. Hatta bu minik siyah taneler çöreklere tam yapışmaz ve yerken dökülür. Biz de tek bir taneyi telef etmemek için parmağımızı ıslatır, dökülen taneleri birer birer toplar ağzımıza atarız. Meğer ne iyi yapıyormuşuz! Bizim süs amaçlı ya da lezzet verici olarak kullanıldığını düşündüğümüz çörekotu, aslında hamurun mideyi ekşitmesini önlemek için serpilirmiş böreklere çöreklere. Yani çörekotu mide dostuymuş. Ha tadı da güzel tabii, ayrı. Birçok tıp adamının kitaplarında bahsettiği çörekotunun tedavi edici özelliği Anadolu’da pek bilinmiyor. Ancak başka amaçlar için kullanımı oldukça yaygın. Mesela, bazı köylerde yeni doğum yapmış kadınların evlerinin kapısının önüne serpilirmiş; bu davranışın yeni doğanı kem gözlerden koruduğuna inanılırmış. Ölülerin üzerine serpilme nedeniyle ilgili pek çok görüş mevcut. Bunlardan biri, çörekotunun ölümden sonraki yaşamda yardımcı olacağına inanmak. Bu, eski Mısır inanışıyla benzer. Diğeri, ölüyü ahirete güzel kokularla göndermek; bunun için hem gülsuyu hem çörekotu kullanılıyor. Bir diğeri ise, ölü gömüldükten sonra börtü böceğin gelmesini geciktirmek. Çörekotu, kokulu bir bitki olduğu için böcekleri bir süre ölüden uzak tutuyormuş. Çörekotunun Anadolu’daki kullanımı bunlarla sınırlı değil. Çeyizdeki tencerelerin içine konması nazara karşı bir önlem; çeyiz sandıklarının içine konma nedeni ise dantellerin sararmasını engellemekmiş. Nedeni her ne olursa olsun Anadolu insanı çörekotunu sevmiş ve birçok alanda kullanmış. Peki, içinde yüzden fazla değerli besini, çeşitli mineraller ve vitaminleri bulunduran bu bitkiyi, en iyi şekilde faydalanmak için nasıl tüketmek gerekiyor? Öncelikle şunu söyleyelim: İster baş ağrınız için ya k ıp tütsü olarak kullanın, ister yağını bölgesel olarak kullanıp ağrılarınızı dindirin, isterseniz onu iyice ezip yoğurtla veya balla karıştırıp tüketin her şekilde fayda sağlayabiliyorsunuz. Anca k ağızdan almanın tek bir püf noktası var: Çörekotunu iyice ezmelisiniz. Ne kadar minik olursa olsun, çiğnemeden veya ezmeden kullandığımızda pek bir fayda sağlanamıyor ve sindirim sistemimizden öylece çıkıp gidiyor. Kullanımı bu kadar kolay, bunca derde deva, bilimsel olarak onca yararı ispatlanmış çörekotunu madem bu kadar geç tanıdık, çekmeceden çıkarıp rafa koymak için vakit kaybetmemek gerek. İster baş ağrınız için yakıp tütsü olarak kullanın, ister yağıyla ağrılarınızı dindirin, isterseniz onu iyice ezip yoğurtla veya balla karıştırarak tüketin her şekilde fayda sağlayabiliyorsunuz. Temmuz - Ağustos 2013 Ramazan Geldi Hoş Geldi Oruç * Mustafa Kutlu F ırından çıkan sıcak pidelerin buğusu kavrulmuş susam kokusuna karışıyor. Hangi mevsimde olursak olalım marulun, kıvırcık salatanın bir deste maydanozun yeşilinden fışkıran dirilik ve ferahlık içimize yayılıyor. Dedeler ceplerinde şekerlemeler ile torunlarını kucaklıyor. Akşamın pembe lacivert tülü büyük bir sükûnet ile insanların, bütün dünyanın üzerine iniyor. Melekler saf saf iniyorlar. Cennet kapıları açılıyor. Rahmet ve merhamet ve bereket her yandan kuşatıyor bizi. İnsanlar birbirlerine sevgi ile bakıyor. Zenginler zenginliklerinden soyunuyor, yoksulların yoksulluğu kayboluyor. Kalbimizin paslı kilidi açılıyor. Bize selam veren bir kişiyi kardeş biliyoruz. Kimse sesini sertleştirmiyor. Yüzlerde nur, gönüllerde karşı konulmaz bir incelik, bir rikkat. Açlık bizi doyuruyor. En çok kıymet verdiğimiz şeyleri başkaları ile paylaşmaktan sonsuz bir haz duyuyoruz. Bize yük olan her unsur, her tasa, her ihtiras tasını tarağını toplayıp savuşuyor. Kapımız ve soframız açık. Derdimizi ve sevincimizi söylemekten hoşnutuz. Sabır bizi coşturuyor. Kalbin ırmakları dolu dizgin. Merhamet sağanak gibi boşalıyor. Hizmetten, hürmetten, ibadetten yeryüzünde oluşumuzun derinliklerinden, sebeplerden ve sonuçlardan geçiyoruz. Bir imtihan içinden yüz akı ile çıkıyoruz. İçimizde kurulan kürsü bizi hesaba çekiyor. Ağlıyor ve tövbe ediyoruz. Tövbe suları sonsuz çağlayanların şırıltısını, aydınlığını, engin ufukların parıltısını taşıyıp duruyor işte. Bu taşı bu yoldan niçin kaldırmadım ben, bu çiçeğe bu hafta niçin su vermedim ben, şu çocuğun yanağına bir öpücük niçin kondurmadım ben, komşumun kapısını bir kez olsun çalmadım mı ben, alnımı secdeye bir kez olsun koymadım mı ben? Derken ben. Benlikten sıyrılıyor. Benlikten sıyrılırken, çiçek açmış badem dalının, kelebek kanadının, su sesinin ve yıldız parıltısının, dostun ve akrabanın, ayak bastığımız toprağın, buğdayın ve zencefilin, yani akşam ezanı ile yeryüzüne yağmur gibi dökülen varoluşun sırlarını fark ediyor. Bizi bu menzile eriştiren kılavuza binlerce teşekkür. Bize bu basireti bağışlayan güce sonsuz secde. Bu sırada çocuk sıcak pidenin buğusuna sarılmış olarak gülümsüyor. Baba işinden dönüyor, eve yaklaştıkça göğsünde bir genişlik. Anne yeşil salatanın üzerine birkaç zeytin bırakıyor. Paydos. Ses kesiliyor. Rüzgar duruyor. Güneş dağların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız göz kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. Kuşlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç örsün kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor. Sükut... Sükut... Ve ağızları misk gibi kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiş olanlar ve o gün almayı değil hep vermeyi düşünenler ve o gün “sabredenlere hesapsız ecirler verilecektir” müjdesi ile müjdelenmiş olanlar meleklerle birlikte iftar sofrasına oturuyorlar. Allahım, şükürler olsun oruçluyuz... * Arkakapak Yazıları, sayfa 47’den alınmıştır. Temmuz - Ağustos 2013 57 58 Ramazan Geldi Hoş Geldi Cebimin ağzı dardır İçinde şeker vardır Sabreyle aman gönül İftara neler vardır... Gökçe Doru Ramazan sofralarının tek özelliği bol yemek çeşidi ve özenle hazırlanmış olması değil elbette. Bu sofra, tüm aileyi masa başına topluyor aynı zamanda. Temmuz - Ağustos 2013 S abır göstermek, nefse hakim olmak, kötü söz söylememek, fakir ve muhtaç insanlara yardım etmek, alçakgönüllü olmak gibi iyi ve ahlaklı davranışları bize öğütleyen Ramazan ayının gelmesiyle yılın en huzurlu ve bereketli günleri de başlamış oldu. Elimize, dilimize hakim olmanın yanında bu sıcak günlerde açlığa ve susuzluğa da sabretmemiz gerekiyor. Yaklaşık 17 saat açlık sonrası, hazırlanan kusursuz sofralarda oruçlar açılacak, eş-dostla sohbetler edilecek. İftar sofralarının kusursuz olması uzun süre aç kaldıktan sonra kendini güzel yiyeceklerle mükafatlandırmak değil aslında, Ramazan ayının her bir gününü kutsal kılmak ve her bir günü bayram havasında geçirmek. Bu yüzden Ramazan yemeklerinin çeşidi bol, sofraları özenlidir. Geldi Ramazan ayı, yendi temcit pilavı… Ramazan ayında iftar ve sahur sofrası olmak üzere iki adet sofra kuruluyor. Sahur sofrasında genellikle sindirimi kolay, insanı uzun süre tok tutabilecek ve hafif gıdalar tercih ediliyor. Kuru meyve hoşafı, pilav, hamur işleri sahurda en çok tüketilen gıdalar. Sahur sofrasını erken kahvaltı olarak düşünüp peynir, zeytin gibi kahvaltılıkları tüketenler de var elbette. Ramazan Geldi Hoş Geldi İftara yakın saatlerde ise iftar sofrasının telaşı başlıyor. Dakikalarca kuyrukta beklenip sofraya sıcak sıcak getirilmiş Ramazan pideleri, çeşit çeşit iftariyelikler, zeytinyağlılar, baklavalar, börekler… İftar sofrasının bambaşka bir görüntüsü, bambaşka kokusu oluyor oruç açma vaktinde. Oruç genellikle suyla açılıyor. Yılın herhangi bir ayında bile çok susadıktan sonra içilen bir bardak su için binlerce kez şükrederiz. Oruç olmanın en güzel yanı suyu özlemek belki de. İnsan yemeği unutuyor, ancak suya özlem artıyor saatler geçtikçe. Orucu bir bardak suyla açmak sağlığımız için de faydalı. Orucu hurmayla açmanın da makbul olduğu söylenir. Bol mineral ve vitamin içeren bu meyve, kısa sürede tokluk hissi verdiği için fazla yemeyi de engelliyormuş bir rivayete göre. Oruç açıldıktan sonra iftariyelik faslı Ramazan’la özdeşleşmiş tatlı Güllaç. Sütle hazırlanan ve oldukça hafif olan bu tatlı yemek sonrası hem mideyi yormaz hem de besleyicidir. başlıyor. Eskiden pastırma, ceviz, hurma, kuru meyveler, zeytin, bal, kaymak gibi iftariyelikler atıştırıldıktan sonra akşam namazı için camiye gidilirmiş. Böylece bütün gün boş olan mideye birden yemek yiyerek fazla yüklenilmezmiş ve vücudun kendine gelmesi için zaman tanınırmış. Günümüzde yemeğin yanındaki atıştırmalıklar vazifesi gören iftariyelikler, bazen o kadar lezzetli oluyor ki ana yemeği gözü görmüyor insanın. Ramazan ayında yemeklere de bir başka özeniriz. Karşıma fener geldi aklıma neler geldi. Börek bekledim ama sofraya döner geldi diyor bir mânide. Yani her bir yemek bir diğerinden güzeldir iftar sofralarında. Bir tarafta çeşit çeşit zeytinyağlılar bir tarafta etli yemekler… Ramazan sofralarında bunca çeşit olması çok yendiği anlamına gelmiyor tabii ki. Gönül hangisini çekerse o yensin... Eskiden şeker çok az olduğu ve günlük hayatta sadece sarayda tüketildiği için oldukça değerli bir şeymiş. Bu yüzden insanlar özel günlerde konuklarına tatlı ikram edermiş. Ramazan ayında tatlıların önemi de başkadır. Yemeklerde olduğu gibi Türk mutfağının tatlıları da çok çeşitli. Ancak Ramazan’la özdeşleşmiş tatlı Güllaç. Sütle hazırlanan ve oldukça hafif olan bu tatlı yemek sonrası hem mideyi yor- Temmuz - Ağustos 2013 59 60 Ramazan Geldi Hoş Geldi Temmuz - Ağustos 2013 Ramazan Geldi Hoş Geldi maz hem de besleyicidir. Ramazan’ın en meşhur ve hafif tatlılarından biri de lokmadır. Tarçınla veya fındıkla servis edildiğinde tadı bir başka güzel olsa da sade tüketildiğinde de oldukça lezzetlidir. Sofraların şahı, tatlıların padişahı, her devrin karizmatik tatlısı baklavanın ise iftar sofralarındaki yeri bambaşkadır. Ramazan ayında sofralarda bu kadar çeşit olması, açlığın verdiği hisle çok ve hızlı yeme isteği hem mideyi rahatsız ediyor hem de çeşitli sağlık problemlerine neden olabiliyor. Bu durumu bir mânimiz çok güzel özetlemiş: Az yersen az uyursun, çok yersen çok uyursun. Sağlığını düşünen mideyi az doyursun. Sofrada fakir olsun, tabağı çukur olsun… Osmanlı döneminde Ramazan sofraları o kadar önemliymiş ki günler öncesinden hazırlıklar başlar, kilerdeki eksikler tamamlanır, ekmek için kullanılacak buğday hatta ekmeğin pişeceği fırının odunu bile padişaha sorulurmuş. Yüzlerce çeşit yemek içeren iftar sofralarında, genelini devletin ileri gelenlerinin oluşturduğu padişah konukları ağırlanırmış. Osmanlı halkı ise Ramazan’da iftar saatlerinde kapısı- nı açık bırakırmış ki yiyeceği olmayan veya iftara evine yetişemeyen buyursun yemek yesin. Deniz suyu serindir, damla gibi derindir. Bir tek hurma da olsa, bir mümini sevindir. Ramazan sofralarının tek özelliği bol yemek çeşidi ve özenle hazırlanmış olması değil elbette. Bu sofra, tüm aileyi masa başına topluyor aynı zamanda. Aileyle yenen yemeğin hem bereketi bol oluyor hem de birlikte yemek yeme keyfine ulaşılıyor. Ramazan’ın en güzel özelliklerinden biri de iftar davetleri. İftara misafir geleceği zaman bu sofralara ayrı bir özeniliyor, hünerli eller ayrı bir işliyor. Boşuna dememiş atalarımız “Yiyeceğini değil, yedireceğini düşün” diye. Ramazan ayının insanları birbirine kaynaştırma özelliği en güzel bu sofrada yaşanıyor. Ramazan sofralarının asıl içeceği herhangi bir gazlı meşrubat değil, Türk halkıyla özdeşleşmiş çaydır elbette. Bütün bir gün çaysayan insanlar, dostlarla yenen güzel bir iftar yemeği sonrası demli çayın keyfini çıkarırlar. Çay, oruçlu günlerde sudan sonra en çok özlenendir belki de... Sahur oldu ışıyor, bülbüller ötüşüyor. İftara çay deyince yüreğim tutuşuyor. Temmuz - Ağustos 2013 61 62 Ramazan Geldi Hoş Geldi Ramazan’da nasıl beslenmeli? B eslenme düzeninin bir aylığına değiştiği Ramazan’da, iftar ve sahur sofralarında yiyip içilenlere dikkat etmemek başta sindirim sistemi rahatsızlıkları olmak üzere önemli sağlık problemlerine yol açabiliyor. Ramazan’ı sağlıklı bir şekilde geçirmek için uzmanların özellikle tavsiye ettiği şeyler “Yavaş yiyin”, “İyi çiğneyin”, “Bol sıvı tüketin”. Ramazan ayında, açlığa bağlı olarak halsizlik, unutkanlık, dikkat dağınıklığı, baş ağrısı, sinirlilik gibi durumlar meydana gelebiliyor ve bunlara sağlıksız beslenme de eklenince Ramazan ayından çıkarken tamamen alt üst olmuş bir metabolizmayla karşı karşıya kalınıyor. Ramazan sonrası vücudun eski haline dönmesi ise zaman alıyor. Beslenme uzmanlarına göre Ramazan ayında manen bir rahatlama sağlandığı gibi iftarda ve sahurda doğru beslenerek fiziken de rahatlama sağlamak mümkün. Oruç süresince vücut, mevcut enerjiyi idareli kullanmak adına tüm metabol i k faa l iyet lerini yavaşlatıyor. Tüm organlarda olduğu gibi midenin çalışma hızı da oldukça düşüyor. İftarda mideye birden yük lenilmesi hem ona zarar veriyor hem de ileride oluşabilecek sağlık problemlerini tetikliyor. Uzmanlara göre oruç, hurma veya zeytinle açıldıktan sonra bir bardak su Temmuz - Ağustos 2013 içilmeli ve yemeklere geçmeden önce bir süre dinlenilmeli. Hatta mümkünse iftar yemeği iki öğün halinde yenmeli. Uzmanlar açıklamalarında iftarda fazla karbonhidratlı, şekerli, aşırı yağlı, baharatlı, mayalı yiyeceklerden uzak durmanın önemine de vurgu yapıyor. Şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlıların tercih edilmesi gerektiği söyleniyor. Tatlı ihtiyacının meyveyle giderilmesi durumunda ise kaybedilen vitamin ve minerallerin tekrar kazanılacağı belirtiliyor. Vücudun sıcağa karşı verdiği doğal bir tepki olan terleme, bu yakıcı günlerde su kaybını da artırıyor. Susamanın verdiği hisle iftar sofrasında suya birden yüklenmek ve art arda, bardak bardak su içmek mideye zarar veriyor. Uzmanlara göre suyu fazla tüketmek doğru, ancak bunu iftar ve sahur arasındaki zaman dilimine yaymak gerekiyor. İçine şeker katılmamış komposto, asitsiz içecekler, ayran, limonlu açık çay ile de sıvı ihtiyacının karşılanabileceği söyleniyor. Uzmanlar sahurda da doğru beslenmenin önemine dik kat çekiyor ve iftarda olduğu gibi mideyi ekşitecek, yakacak, rahatsız edecek besinlerden uzak durulması gerektiğini vurguluyor. Uzmanların altını çizerek belirttiği şey ise sahursuz olmayacağı. Sağlıklı bir Ramazan için sahura mutlaka kalkmak gerekiyor. 64 Demokrasiye Yunan üslubunda bir selamlama: Avusturya Parlamentosu Temmuz - Ağustos 2013 Dünya Parlamentoları Viyana’ya giden turistlerin gezilip görülecek yerler listesinde başı çeken Avusturya Parlamentosu, bu ilgiyi binanın Yunan tapınaklarını andıran mimarisine borçlu. Öyle ki binanın girişi Akropolis’teki Parthenon’un neredeyse kopyası. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde “I. Sınıf” başlığı altında yer alan bina, ihtişamlı mimarisi ve zengin sanatsal detayları ile görenlere bir parlamento binası değil de sanat merkezi hissi veriyor. Elif Çelik İ nşası 1874’te başlayıp 1883’te biten binanın mimarı Baron Theophil Edvard von Hansen, sonradan Avusturya vatandaşı olmuş bir Danimarkalı. Kendisinden antik Yunan tarzında bir bina yapması istenen mimar; mobilya, heykel, tablo, avize gibi tüm aksesuarlarla birlikte binanın iç dekorasyonundan da sorumlu tutulmuş. İmparatorluğun 1861 yılında çıkarılan yeni anayasası, Bakanlar Kurulu’nu oldukça güçlü bir yasama organı haline getirir. Bu yeni ve etkili yapı içinse yeni bir parlamento binasının gerektiği düşünülür. İlk başta, biri lordlar diğeri ise temsilciler için olmak üzere iki ayrı bina yapılması planlanır. Ama 1867 yılında ikili monarşi sağlayan Avusturya-Macaristan Antlaşması’nın ardından Macaristan kendi yasama organını oluşturur ve böylece iki farklı bina tasarısından vazgeçilir. Yeni parlamento binasının nasıl olması gerektiğini görüşmek üzere bir komisyon toplanır ve bu komisyon, binanın klasik tarzda inşa edilmesi gerektiğine karar verir. Kökeni Antik Yunan’a uzanan demokrasi anlayışını vurgulamak için Yunan üslubunun mimariye yansıtılmasında uzlaşılır. Pek çok mimarın götürdüğü proje teklifi arasından Hansen’inki seçilir. Binanın mermerden yapılması imparatorun özel isteğidir, Mimar Hansen de Antik Yunan tarzını tam olarak yansıtacağını düşünerek beyaz mermeri bu binanın inşası için uygun bulur. Haziran 1874’te binanın temelinin atılmasının ardından, Kasım 1883’te Temsilciler Meclisi’nin yapımı biter ve ilk kez Franz Smolka başkanlığında olmak üzere kullanılmaya başlar. Lordlar Kamarası ise Aralık 1884’te Kont Trauttmansdorff başkanlığında ilk oturumunu açar. Viyana’nın beyaz incisi Parlamento binasına karşıdan bakıldığında, her şeyden önce gösterişli binanın önündeki fıskiye dikkati çekiyor. Fıskiyenin ortasında mağrur bir edayla yükselen Athena heykeli, mimar Baron Hansen tarafından tasarlanıp Carl Kundmann, Josef Tautenhayn ve Hugo Haerdlt isimli heykeltıraşlar tarafından dikilmiş. Akıl, bilgelik, sanat ve strateji tanrıçası Athena yaldızlı bir miğferle zırh giymiş, sol elinde mızrak, sağ elinde ise küçük bir kanatlı Nike, yani zafer tanrıçası bulunuyor. Yüksek bir kaide üzerinde duran Athena’nın sağ ve solunda yer alan iki kadın, devletin yasama ve yürütme gücünü temsil ediyor. Elinde yasaların yazılı olduğu bir taş levha taşıyan kadın “Yasama”, adalet kılıcı taşıyan ise Temmuz - Ağustos 2013 65 66 Dünya Parlamentoları “Yürütme”dir. Athena’nın ayaklarının dibine uzanmış bulunan dört figür ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu için en önemli dört ırmağın alegorik birer temsilidir. Tuna ve Inn Athena’nın önünde, Elbe ve Vltava ise arkasında duruyor. Athena heykelinin her iki yanındaki rampalarda, bronzdan yapılmış at ve seyis heykelleri yer alıyor. Bunlar, başarılı bir parlamenter birliğin sağlanması için ön koşul olarak ihtirasın dizginlenmesini simgeliyor. Binanın çatısını süsleyen yetmiş altı heykelcikten kırk dört tanesi, insani nitelikleri temsil ediyor. Otuz iki tanesi ise Yunan tarihçiler Thukydides, Polybius ve Herodot; Yunan tarihçi, filozof ve yazar Ksenofon; Romalı siyaset adamı Jül Sezar; Romalı hukukçu ve tarihçi Tacitus; Romalı tarihçi ve yazar Titus Livius; yine Romalı siyasetçi ve tarihçi Sallust gibi Antikçağ’ın önemli isimlerinin heykellerinden oluşuyor. Ayrıca bu önemli kişilerin yaşadıkları bölgelerin toplum hayatını simgeleyen altmış altı tane de rölyef yer alıyor. Çatının uçlarında, bronzdan yapılmış dört atlı zafer arabaları bulunuyor ve bu kısım, başlıkları palmiye yaprağı kabartmalarıyla bezeli olan Yunan sütunlarının üzerinde oturuyor. Her kapının ardında göz alıcı detaylar Mimar Hansen, binanın orta eksenini Yunan mimarisine uygun olarak büyük bir ana giriş, atriyum (sütunlu geçiş), peristil (Sütunlu Salon) ve iki büyük oda olarak bölümlemiş. Bu bölümlerde Yunan mimari öğeleri olan Dor, İyon ve Korinth tarzı sütunlar ile odalarda Pompeii tarzı duvar kaplaması kullanılmış. Ana girişten sonra gelen sütunlu geçişin beyaz mermer kaplı duvarlarında, solda Apollon, Athena, Zeus, Hera, Hephaistos; sağda Hermes, Demeter, Poseidon, Artemis ve Ares’in heykellerinin bulunduğu oyuklar yer Temmuz - Ağustos 2013 Mimari olarak antik Yunan tiyatrosundan esinlenilen meclis salonunun AvusturyaMacaristan İmparatorluğu açısından önemi büyüktür, zira Karl Renner, Avusturya’nın eski şansölye ve başkanlarından Leopold Kunschak gibi isimler siyasi kariyerlerine burada başlamıştır. alıyor. Bunların üzerinde 100 metre kadar uzanan duvar süslemeleri barışı, yurttaşlık değerlerini, yurtseverliği tasvir ediyor. Ayrıca bütün ihtişamıyla tahtında oturan Avusturya’nın, onun etrafında vatan için savaşan erkeklerin ve sunularda bulunan kadınların betimlemeleri bulunur. Tavanın en y üksek noktasının hemen a ltında ise o dönemde imparator olan Franz Joseph’in heykelini görürüz. Romalıların giydiği toga içinde alışılmadık bir görüntü sergileyen imparatorun etrafının yurttaşlarla çevrilmiş olması hakimiyetini vurgular. Binanın eski Lordlar Kamarası ile Temsilciler Meclisi’ni birbirine bağlayan Sütunlu Salon, Mimar Hansen’in tasarısına göre ana yapıyı, yani peristili oluşturur. Sütun başları, 23 ayar altın kaplama ile ışıldar. 40 metre boyunda ve 24 metre genişliğindeki bu salon, başta lordların temsilcilerle buluşma yeri olarak düşünülmüş. Ayrıca tıpkı İngilizlerdeki gibi meclis oturumu açılışı veya imparatorun konuşma yapması için kullanılması da amaçlanmış. Ne var ki İmparator I. Franz Joseph parlamentoyu küçümsediği için bu tür törenler hiçbir zaman bu salonda gerçekleşmemiş. Dünya Parlamentoları 13 bin 500 metrekarelik alanı kaplayan binanın eski Lordlar Kamarası’nda bugün Ulusal Konsey toplanıyor. II. Dünya Savaşı’nda hava bombardımanı nedeniyle tamamen tahrip olan bu bölüm, mimarlar Max Fellerer ve Eugen Wörle tarafından modern ve 1950’lerin mimarisini yansıtan tarzda yeniden inşa edilmiş. Bugün 192 koltuğa sahip olan bu salonun tek süslemesi, kürsünün arka tarafında yer alan ve sanatçı Rudolf Hoflehner tarafından çelikten yapılan tek başlı kartal armasıdır. Avusturya Federal Konseyi ise, eski Lordlar Kamarası’nın yanında bulunan, Lordlar tarafından bekleme veya resmî olmayan buluşma yeri olarak kullanılan salonda toplanıyor. Kürsünün arkasındaki duvarda, Avusturya’nın dokuz eyaletinin armaları bulunuyor. Parlamento binasının eski Temsilciler Meclisi, bugün Eyalet Temsilcileri Meclisi olarak kullanılıyor. Yarım daire şeklindeki salonun ilk başta 364 olan koltuk sayısı, sonraki yıllarda yapılan reformlarla 516’ya çıkmış. Kürsünün arkasındaki sütunların aralarında Numa Pompilius, Cincinnatos, Quintus Fabius Maximus, Marcus Porcius Cato, Gaius Gracchus, Cicero, Titus Manlius Torquatus, Augustus, Seneca ve Büyük Konstantin gibi tanınmış siyaset adamlarının heykelleri yer alıyor. Üst kısımda, devletin asırlar boyunca yaşadığı dönüşümleri on beş ayrı bölümde gösteren, August Eisenmenger’e ait bir duvar süslemesi bulunuyor. Bunların merkezinde “gösterişli binalar inşa edilmesini” emreden Perikles’in ve Phidias görünümündeki mimar Hansen’in heykellerini görürüz. Mimari olarak antik Yunan tiyatrosundan esinlenilen bu meclis salonunun Avusturya-Macaristan İmparatorluğu açısından da önemi büyüktür, zira Karl Renner, Avusturya’nın eski şansölye ve başkanlarından Leopold Kunschak gibi isimler siyasi kariyerlerine burada başlamıştır. Temmuz - Ağustos 2013 67 68 Dosya Avrupa Birliği yolunda Türkiye Deniz Varol İ kinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupa pek çok alanda yıkıma uğramış, bu durumdan kurtulmanın yollarını arıyordu. Çok eskiden beri bir ülkü olan “Birleşmiş Avrupa” işte o zaman daha da göz kamaştırıcı bir fikir haline geldi. Barışın yeniden sağlanması, ekonominin kuvvetlenip refahın yükselmesi, tüm Avrupa ülkelerinin ortak bir değerde birleşmesi elzem bir ihtiyaç oldu. Bu yolda atılan ilk adım Schuman Planı’dır. Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950’de Avrupa devletlerini kömür ve çelik üretiminde alınan kararları bağımsız ve uluslarüstü bir kuruma devretmeye çağırdı. Plan, Avrupa’da kalıcı barışın sağlanabilmesi için özellikle Fransa ve Almanya arasında 1870-1945 arasında sürekli patlak veren savaşların son bulmasını şart koşuyordu. Kurulması planlanan söz konusu kurumun gözetiminde ortak kömür ve çelik üretimini Temmuz - Ağustos 2013 sağlamanın ve örgütlenmeyi bütün Avrupa devletlerine açık tutmanın bu barışı sağlayacağı ümit ediliyordu. Schuman Planı’nın uygulamaya karar verilmesi ile 1951 yılında Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üye ülke Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu oluşturdu. Bu sayede savaşın hammaddeleri olan kömür ve çelik barışın araçları haline geliyor, dünya tarihinde ilk kez devletler kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını uluslarüstü bir kuruma devretmiş oluyordu. Birliğin temelleri atılıyor 1957’ye gelindiğinde altı üye devletin işgücü ile mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanan bir ekonomik topluluk kurmaya karar vermesi, Avrupa Birliği tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu kararla kömür ve çeliğin yanı sıra diğer sek- Dosya ve 1973’te Birleşik Krallık, Danimarka ile İrlanda’nın; 1981’de Yunanistan’ın; 1986’da İspanya ile Portekiz’in topluluğa üye olması izledi. 3 Kasım 1990’da Berlin duvarı yıkılıp Doğu ile Batı Almanya birleşince ve Sovyetler Birliği dağılınca, Avrupa’nın siyasi çehresi de bütünüyle değişti. Aralarındaki bağları daha da güçlendirmeye karar veren üye ülkeler, 1 Kasım 1993 Maastricht Anlaşması’nı (Avrupa Birliği Anlaşması) imzaladı. Anlaşmaya göre 1999 yılına kadar parasal birlik tamamlanacak; Avrupa vatandaşlığı oluşturulacak; güvenlik, adalet ile iç ve dış siyasette işbirliği sağlanacaktı. Avrupa Birliği ile ortaklık törlerde de ekonomik birliği kurmak amacıyla 1957’de Roma Anlaşması imzalandı ve insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. AET’nin kurulmasıyla malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaştığı bir ortak pazarın oluşturulması ve bu sayede siyasi bütünlük sağlanması amaçlanıyordu. 1 Ocak 1958 tarihinde, nük leer enerjinin barışçıl amaçlarla ve güvenli biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun (EURATOM) kurulmasını sağlayan Roma Anlaşması’nı, 1965 yılında imzalanan Füzyon Anlaşması (Birleşme Anlaşması) izledi. Bu anlaşma, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun tek bir konsey ve komisyon altında, “Avrupa Toplulukları” olarak anılmasını öngörüyordu. Bu gelişmeleri, 1 Temmuz 1968’de üye ülkelerde gümrük vergilerini kaldıran “Gümrük Birliği” Avrupa Birliği yalnızca muazzam bir ticari ve ekonomik güç olmakla kalmamış, çevre koruma ve kalkınma yardımları gibi alanlarda da lider haline gelmiştir. Zaman zaman Avrupa Birliği’nde meydana gelen gerilimleri, ekonomik krizleri görsek, duysak da Birlik “Birleşik Avrupa Devletleri” ülküsüne yaklaşan bir başarı öyküsüdür. Avrupa Birliği yalnızca muazzam bir ticari ve ekonomik güç olmakla kalmamış, çevre koruma ve kalkınma yardımları gibi alanlarda da lider haline gelmiştir. “Vatandaşlarının hayatlarını iyileştirmek ve daha iyi bir dünya yaratmak için çalışan bir aile” olarak nitelendirilen Avrupa Birliği’ne girmek için sırada bekleyen pek çok ülkenin olması, bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Batılılaşma ve reform çalışmalarına Osmanlı Devleti döneminde çoktan başlamış olan Türkiye Cumhuriyeti, bu anlayışın bir sonucu olarak uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin daha kuruluşlarından itibaren etkin bir üyesi olmuştur. Atılan bir diğer önemli ve büyük adım, dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes’in 31 Temmuz 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusunda bulunmasıdır. 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanıp 1 Aralık 1964’te yürürlüğe giren Ankara Anlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin hukuki temelini oluşturur. Anlaşmaya imza atan dönemin başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Birliği’ni “Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser” olarak tanımlar. Ankara Anlaşması’nın imzalanma amacı, 2. maddede şu şekilde yer almaktadır: “Türkiye ekonomisinin hızlı kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi özendirmektir.” Anlaşma, Türkiye ile Avrupa Birliği’nin bütünleşmesi için kademeli bir süreç öngörüyordu. 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanıp 1973’te yürürlüğe giren “Katma Protokol” ile Temmuz - Ağustos 2013 69 70 Dosya birlikte, Ankara Anlaşması’nda öngörülen hazırlık dönemi sona eriyor ve “Geçiş Dönemi”ne ilişkin koşullar belirleniyordu. Taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ile Gümrük Birliği’nin tamamlanması da bu dönemde kararlaştırıldı. Avrupa yolunda kararlı adımlar 1970’li yılların başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir seyir izleyen Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından resmen askıya alındı. 1983’te sivil idarenin yeniden kurulması ile beraber, Türkiye’nin dışa açılma süreci de hız kazandı ve 12 Eylül 1980 tarihinde dondurulmuş olan ilişkilerin canlandırılma süreci başladı. Avrupa yolunda emin adımlarla yürüyen Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden üyelik başvurusu yaptı. Ne var ki Komisyon, 18 Aralık 1989’da açıkladığı kararla kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan AET’nin yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtti. Açıklamada Türkiye’nin AET’ye katılmaya ehil olduğu, ama ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiği de belirtiliyordu. Üyelik müzakerelerinin açılması için henüz bir tarih belirlenmeden “Ortaklık Anlaşması” çerçevesinde ilişkilerin geliştirilerek devam ettirilmesi önerisine Türkiye tarafından da olumlu bakıldı. Gümrük Birliği Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girdi. Gümrük Birliği, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ortaklık ilişkisinin en önemli adımlarından Temmuz - Ağustos 2013 Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ve her durumda ortaya koyan Türkiye, reform çabalarının ivmesini hiç düşürmedi. biridir ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır. Türkiye, Avrupa Birliği’ne resmen aday 10-11 Aralık 1999’da Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin dönüm noktası oldu. Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanarak diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı belirtildi. Helsinki Zirvesi’nde verilen karar doğrultusunda Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi, 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylandı. Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik takvimi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde hükümet tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonu’na 26 Mart 2001 tarihinde sunuldu. Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ve her durumda ortaya koyan Türkiye, reform çabalarının ivmesini hiç düşürmedi. Müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri Meclis’ten geçirilirken temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten reformlar uygulamaya konuldu. İnsan hakları ve temel özgürlükler alanlarında hukuki ve idari düzenlemeler yapıldı; düşünce ve ifade özgürlüğü alanlarını genişleten, vatandaşların günlük yaşamlarında kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın ve eğitim-öğretim sağlayan önemli adımlar atıldı. Bu doğrultuda 2002-2004 yılları arasın- Dosya 1995 yılında Avusturya, Finlandiya ve İsveç’in katılımının ardından 2004 yılında Avrupa Birliği’nin tarihindeki en büyük genişleme dalgası gerçekleşti ve Çek Cumhuriyeti, Estonya, GKRY, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ile Slovenya Avrupa Birliği’ne katıldı. 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın ardından 2013 yılında Hırvatistan’ın katılımıyla Avrupa Birliği Üye Devlet sayısı 28’e ulaştı. Avrupa ortak para birimi olan Euro, 1 Ocak 2002 tarihinde resmen tedavüle girdi. da 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında ise 2 Anayasa Paketi Meclis’ten geçirildi. Spordan sanata, bilimden kültüre her alanda Avrupa yapılanmalarında yer alan ve Batı dünyasının bir parçası olarak özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını savunagelen Türkiye, Avrupa Birliği uyum sürecinde de hukuk sistemini güçlendirmiş, uluslararası anlaşmaların hukuk sistemimizdeki yerini kuv vetlendirmiş, işkence ve kötü muameleye sıfır hoşgörü ilkesini benimseyerek kadın-erkek eşitliğinin geliştirilmesi için düzenlemeler yapmış, daha katılımcı bir demokrasi için adımlar atmıştır. Bu çerçevede idam cezası da tüm yasalarımızdan ve Anayasa’dan çıkarılmıştır. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli bir dönemeç olmuş ve Zirve’de Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Avrupa Birliği’ne katılım müzakerelerine resmen başlayan Türkiye, önündeki inişli çıkışlı AB yolunda çok önemli bir dönemeci aşarak yepyeni bir sürece girdi. TürkiyeAB Müzakerelerinde toplam 35 başlık yer alıyor. Bugün, farklı tarihlerde farklı AB üyesi ülkeler tarafından açılmış olan Bilim ve Araştırma (12 Haziran 2006), Sermayenin Serbest Dolaşımı (18 Aralık 2008), Şirketler Hukuku (12 Haziran 2008), Fikrî Mülkiyet Hukuku (12 Haziran 2008), Bilgi Toplumu ve Medya (18 Aralık 2008), Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı (30 Haziran 2010), Vergilendirme (30 Haziran 2009), İstatistik (26 Haziran 2007), İşletmeler ve Sanayi Politikası (28 Şubat 2007), Trans-Avrupa Ağları (19 Aralık 2007), Çevre (21 Aralık 2009), Tüketicinin ve Sağlığın Korunması (19 Aralık 2007), Mali Kontrol (26 Haziran 2007) başlıklı AB Müktesebatı fasılları mevcut. “Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” başlıklı 22. Fasıl’ın açılması ise 25 Haziran 2013 tarihinde toplanan Genel İşler Konseyi tarafından kararlaştırıldı. Diğer fasıllardan 8’i Katma Protokol’ün Kıbrıs’a genişletilmemesi nedeniyle AB tarafından askıda tutuluyor. Temmuz - Ağustos 2013 71 72 DosyaSöyleşi Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış: Türkiye, AB standartlarına en yakın olduğu noktada Temmuz - Ağustos 2013 DosyaSöyleşi “Bizim sloganımız belli: Durmak yok, reforma devam… Önümüzdeki dönemde de reform çalışmalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda mutabakat sağlanan maddeleri hızla Meclisimizden geçirelim. Bu, AB sürecimize olumlu yansıyacak ve reform takvimimize önemli bir ivme kazandıracaktır.” Söyleşi: Songül Baş Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geçmişi yarım asır önceye uzanıyor. 2005 yılında katılım müzakerelerinin başlamasıyla bir dönüm noktasına girilen AB’ye üyelik süreci, çeşitli alanlardaki “Türkiye fotoğrafı”nı nasıl değiştirdi? AK Parti hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte büyük ivme kazanan Türkiye’nin AB sürecinde, ülkemiz hiç şüphesiz büyük bir dönüşüm yaşamış ve her alanda ilerleme kaydetmiştir. Bu sayede yıllar boyunca karamsarlıkla bakmak zorunda olduğumuz o siyah-beyaz, flu fotoğrafı Türkiye-AB albümünden kaldırdık. 3 Kasım 2002’de göreve geldikten 2 yıl sonra AB’den müzakere tarihi aldık. Yani 45 yılda bir arpa boyu yol alınamayan AB sürecinde biz 2 yılda Kopenhag Kriterleri’ni karşılayabileceğimizi ispat eden reform hızını yakaladık. 17 Aralık 2004 Zirvesi’nde de Sayın Başbakanımızın masaya yumruğunu vurmasıyla AB’den müzakere tarihini aldık. 3 Ekim 2005’te de Avrupa’da saatleri durdurmak suretiyle müzakerelere başladık. Hâlihazırda bütün siyasi engellemelere rağmen 14 faslı müzakerelere açmış durumdayız. Burada şunu özellikle vurgulamam lazım... AB’den müzakere tarihi alan da, müzakereleri başlatan da, 14 faslı müzakereye açan da AK Parti hükümetidir. Bunu, özellikle hükümetimizin AB sürecindeki kararlılığını sorgulayanlara söylüyorum. Şu anda ben sizinle Türkiye’nin ilk müstakil AB Bakanı olarak bu mülakatı gerçekleştiriyorum. Bu bile esasen tek başına bizim AB kararlılığımızın bir göstergesidir. Türkiye bugün Cumhuriyet tarihinde AB standartlarına en yakın olduğu noktadadır. Hatta Avrupa’daki en reformcu hükümet, Türkiye’de işbaşındadır. Aksini de kimse iddia edemez. Bu noktaya durup dururken gelmedik. Bütün bu gelişmeleri reformlarla başardık. Daha önce hatırlarsanız AB sürecini bazı şehirlerimize veya tarihlere endeksleyen yaklaşımlar vardı. Ama biz geldik, dedik ki AB üyeliğinin yolu TBMM Genel Kurulu’ndan geçer. Dile kolay, son 10 yılda yaklaşık 2000 mevzuatı Meclisimizden geçirdik. Bu mevzuatın her biri esasen bizi AB müktesebatına uyuma ve AB standartlarına yakınlaştıran düzenlemelerdir. Öte yandan, gerçekleştirdiğimiz reformların uygulamaları üzerinde de hassasiyetle durduk. İşin bir de ekonomik boyutu var. Mesela 2007-2013 dönemi için AB, aday ve potansiyel aday ülkelere ayırdığı kaynağın neredeyse yarısını sadece Türkiye’ye tahsis etti. Bu da 5 milyar avroluk bir kaynak demek. Sadece AB fonlarıyla 35 şehrimizde Katı Atık Depolama Tesisi hayata geçirilmiştir. Hatta Ankara-İstanbul Hızlı Tren Hattı’nın Köseköy-Gebze kesimine AB fonlarından yaklaşık 124,8 milyon avro kaynak aktarılmıştır, bu hattın çok büyük bir bölümü bu kaynakla yapılıyor. Bugün Anadolu’nun dört bir yanında hayata geçirilen projelerle bir taraftan ülkemizin AB standartlarını yakalama süreci hızlanıyor, diğer taraftan toplumun her kesiminden insanımıza Avrupa ülkelerinin yolu açılıyor. Belki köyünden dahi dışarıya çıkamamış yavrularımız bu projelerle uçağa atlayıp Avrupa’ya gidebiliyor. Bakınız Ulusal Ajans’ın programlarından bugüne kadar yaklaşık 350 bin vatandaşımız yararlandı. Sadece bu yıl 70 bin vatandaşımızı Avrupa’ya gönderiyoruz. Türkiye’nin AB yolculuğu önümüzdeki dönemde nasıl bir seyir izleyecek? Çalışma takviminizdeki öncelikli konular nelerdir? Bizim sloganımız belli: Durmak yok, reforma devam… Önümüzdeki dönemde de reform çalışmalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz. Kuşkusuz Sayın Başbakanımızın çağrıda bulunduğu 48 maddelik Anayasa değişiklik paketi bu bağlamda çok önemlidir. Uzlaşma Komisyonu madem bu zamana kadar yeni bir anayasanın tamamı üzerinde bir mutabakat sağlayamadı, o halde mutabakat sağlanan maddeleri hızla Meclisimizden geçirelim. Bunun AB sürecimize de olumlu yansıyacağı aşikârdır. Bu bizim reform takvimimize de önemli bir ivme ve heyecan kazandıracaktır. Şunu da burada hatırlatayım… Bizim reform takvimimiz asla AB sürecindeki engellere endeksli değildir. Biz engel olan fasıllarda dahi reformlarımızı hayata geçirmeye devam ediyoruz. Yarın AB üyesi olacakmış gibi kendimizi hazırlıyo- Temmuz - Ağustos 2013 73 74 DosyaSöyleşi ruz. Nitekim şu anda engel olan birçok fasılda dahi biz açılış kriterlerini karşılamış durumdayız. Hatta bazılarında kapanış kriterlerini bile karşıladık. Mesela 23. ve 24. fasıllar… Bu fasılların müzakerelere açılması gerektiğini AB yetkilileri bile itiraf ediyor. Ama maa lesef Ru m engel i nden dolay ı açamıyoruz. Peki, Rumlar veya başka ülkeler engel koyuyor diye biz milletimizin reform hakkını erteleyecek miyiz? Elbette hayır. Böyle düşünseydik inanın milletimize haksızlık etmiş olurduk. Zaten böyle düşünmediğimiz için Türkiye’yi birçok AB üyesi ülkeden bile daha ileri noktalara taşıdık. Türkiye hâlihazırda birçok fasılda AB müktesebatı ile uyumlu haldedir. Bu nedenle, blokaj altındaki fasıllarda engellerin kalkması durumunda Türkiye çok kısa sürede bu fasılları kapatacak duruma gelmiştir. Bu açıdan, 1 Temmuz 2013 tarihi itibarıyla A B Konsey i Dönem Başka n lığ ını devralan Litvanya’nın geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin müzakere sürecinin ilerlemesine destek vereceklerini ilan etmesini de büy ük memnuniyet le karşılıyorum. Umuyoruz ki TürkiyeAB ilişkilerinde olumlu gelişmeler yaşanacak; müzakere sürecinin adil ve eşitlikçi bir temel üzerinde yürütülmesi konusunda ilerleme kaydedilen bir Dönem Başkanlığı olacaktır. Katılım müzakerelerinde iki buçuk yıl aradan sonra yeni bir fasıl açıldı: Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçların Koordinasyonu. Bu faslın önemi ve kapsamıyla ilgili bilgi aktarabilir misiniz? Biliyorsunuz, bu fasıl daha önce Sarkozy döneminde Fransa’nın bloke ettiği fasıllardan biriydi. Hollande yönetimi göreve geldiğinde gerek ikili ilişkilerimize, gerekse AB sürecimize yönelik olumlu mesajları olmuştu. Bu mesajların bir yansıması olarak da 22. Temmuz - Ağustos 2013 Çözüm sürecini başlattığımız dönemde 22. Fasıl’ın açılmasını anlamlı buluyorum. Güzel bir tevafuk oldu. Bu faslın bölgesel kalkınma düzeyleri arasındaki farkın giderilmesi noktasında önemi büyük. Atacağımız adımlar çözüm sürecine yardımcı olacak ve Türkiye hızla kronik meselelerini çözerek 2023 hedeflerine ilerleyecektir. Fasıl’da ülkesinin koyduğu engeli kaldırdı. Biz de hemen hazırlıklarımızı tamamladık ve faslı 25 Haziran’da müzakerelere açtık. Birinci olarak altı çizilmesi gereken nokta bu. Önemli bir husus daha var. Çözüm sürecini başlattığımız dönemde bu faslın açılmasını anlamlı buluyorum. Güzel bir tevafuk oldu. Çünkü bu faslın bölgesel kalkınma düzeyleri arasındaki farkın giderilmesi noktasında önemi büyük. İnşallah faslın açılmasıyla atacağımız adımlar çözüm sürecine yardımcı olacak ve Türkiye hızla kronik meselelerini çözerek 2023 hedeflerine ilerleyecektir. AB’ye üyelik sürecinin yavaş ilerlediği yönünde eleştiriler yapılıyor. “Avrupa Birliği Türkiye’nin hızına yetişemiyor” sözünüz, bu eleştirilerin AB’nin tavrından kaynaklandığına işaret ediyor. Siz üyelik sürecinde AB’nin hangi noktalarda “yavaş” kaldığını düşünüyorsunuz? Dediğim gibi, bugün Türkiye tarihinin en parlak dönemini yaşıyor. Bir yandan ileri demokrasi hedeflerine doğru hızla ilerliyor, diğer yandan dünyanın krizle boğuştuğu bir dönemde göz alıcı bir performans gösteriyor. Buna rağmen biz hâlâ AB sürecinde hak ettiğimiz noktada değiliz. Ne yazık ki Avrupa Birliği krizle mücadele süresince de görüldüğü üzere kendi kurallarının mağduru olmuştur. Oybirliği kuralı bunların başında gelmektedir. Bu kurala hapsoldukça AB hareket kabiliyetini kendi eliyle sınırlandırmaktadır. Nitekim krizle mücadele stratejilerinde de istenilen sonuç alınamayınca daha da içine kapanan bir refleks gösterdi. Oysa tersi olmalıydı. AB genişleme motoruna daha sıkı şekilde sarılıp bu çerçevede Türkiye’nin müzakere sürecini de hızlandırmalıydı. Siz hem ülkemizin hem dünyanın nabzını tutan bir siyasetçisiniz. Avrupa’daki Türkiye imajı ile ülkemiz insanının Avrupa’ya bakışı konusundaki görüşleriniz nelerdir? Bakanlığınız dönemindeki çalışmalar az önce sözünü ettiğimiz “Türkiye” ve “Avrupa” algılarını nasıl etkiledi? Bir kere şunu söyleyeyim… Bizim en önemli tanıtım projemiz reformlardır. Biz bu reformları hayata geçirdikçe yurt dışındaki “Türkiye” algısının da önemli ölçüde değiştiğini gözlemliyoruz. Türkiye’nin bütün tanıtım faaliyetleri ve projeleri bir tarafa, inanın bu reform adımlarımız ülkemiz adına çok daha etkili tanıtım yapmamıza imkan tanıyor. Biz bir yandan bu reform ve AB müktesebatına uyum çalışmalarımızı devam ettirirken, diğer yandan tanıtım ve iletişim faaliyetlerimizi de belirli bir strateji çerçevesinde hayata geçiriyoruz. Bunu da yapmak zorundayız, çünkü AB sürecinde önümüzdeki en önemli engel önyargılar. Bu ön- DosyaSöyleşi yargıları kırmak için de adeta iğneyle kuyu kazarcasına çetin bir mücadele veriyoruz. Einstein da söylemiş, “önyargıları kırmak atomu parçalamaktan daha zor” diye. O yüzden biz çetin de olsa bu önyargıları kırmak için mücadelemizi sürdüreceğiz. Türkiye’yi AB’ye, AB’yi de Türkiye’ye anlatmaya, birbirine daha da yakınlaştırmaya devam edeceğiz. Bu çabalarımıza AB fonlarıyla hayata geçirdiğimiz projeler ve Ulusal Ajans Programları da ciddi katkılar sağlıyor. Ulusal Ajans aracılığıyla yurt dışına gönderdiğimiz ve ülkemizde ev sahipliği yaptığımız öğrenciler de AB’de Türkiye hakkındaki algının olumlu yönde değiştirilmesinde önemli bir rol oynuyor. Türk medyası Avrupa Birliği sürecinin neresinde duruyor? Dünyanın çok ciddi değişim süreçlerinden geçtiği ve küresel k rizin etkilerinin devam ettiği bir dönemde, medyanın da artık küresel düzenin belirleyici unsurları arasına girdiğini görüyoruz. Türkiye, medya dünyasındaki trendleri takip etme, hatta bu trendleri yönlendirme anlamında çok ciddi mesafeler kat etti. Bunun en büyük sebebi hiç şüphesiz son on yılda Hükümetimizin demokrasi ve özgürlüklerden taviz vermeyen; bilimde, teknolojide Türkiye’ye yeni bir ufuk ve vizyon çizen kararlılığıdır. Türkiye artık tek kanallı, siyah-beyaz televizyon mantığıyla yönetilen bir ülke olmaktan çıkmıştır. Avrupa Birliği sürecinde gerçekleştirdiğimiz kararlı reformlarla daha renkli, çok sesli, güçlü, çeşitli ve özgür bir medya atmosferine kavuşmuştur. Kamuoyunu bilgilendirici niteliği medyayı Avrupa Birliği sürecimizin de en önemli parçalarından biri haline getirmiştir. Bu sebeple, medyamızın ve kamuoyumuzun daha doğru bilgilendirilmesi için uluslararası olsun, ulusal olsun, bölgesel ve yerel olsun her seviyeden medya temsilcimizle bu süreçte fikir ve bilgi alışverişinde bulunuyoruz. Kamuoyunun desteğini almadan, kamuoyunu doğru bilgilendirmeden AB sürecini sağlıklı ve olması gerektiği zeminde yürütebilmek, bu süreci başarıyla yönetebilmek mümkün değil. İki yıldır yürütmekte olduğumuz “Türk Yerel Medyası AB Yolunda” projesi ile yerel medya mensuplarımıza AB sürecinin ülkemize katkısını anlatarak, onların bu sürece olan ilgisini canlı tutmaya çalışıyor ve AB sürecimizin yerel basında daha fazla yer bulmasına katkı sağlamayı hedefliyoruz. Yine son Sivil Toplum Diyaloğu Hibe Programı’nda da medyaya önemli bir hibe imkanı sunduk. Temmuz - Ağustos 2013 75 76 DosyaSöyleşi Burada kimin ne ölçüde veya hangi hızda entegre olduğunu kıyaslamak pek doğru değil. Önemli olan kamusuyla, özel sektörüyle, sivil toplumuyla, yediden yetmişe toplumun bütün kesimleriyle ortak bir mücadele içine girip Türkiye’nin AB yolculuğunu hızlandırmaktır. 2002-2004 tecrübesi bu noktada çok önemlidir, ibretliktir. O dönemde iktidarımızın iradesine destek veren muhalefet ve farklı kesimler bu katkıyı sağlamıştı. Ama ne yazık ki aynı katkıyı daha sonra göremedik. Ülkemize yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda zaman zaman sert çıkışlarınız, ilginç benzetmeleriniz dikkat çekiyor. Bu üslubunuz yurt dışında nasıl yankı buluyor? Başbakanımızın bu görevi bana tevdi ederken tek talimatı oldu. “Egemen Bey, diklenmeyin ama dik durun” dedi. Ben de Başbakanımın talimatını yerine getiriyorum. Ülkemin çıkarlarına aykırı taleplerle karşılaştığımda gereğini yapmayacak mıyım? Hiçbir ülkenin önüne konulmayan kurallar benim ülkemin önüne konulduğunda, sürekli çifte standartlarla karşılaştığımda bunlara tepki göstermeyecek miyim? Bazı faşistler haddini aşıp benim kutsalıma, benim dinime ve değerlerime hakaret ettiği zaman ona anladığı dilden cevap vermeyecek miyim? Milletimiz ve Partimiz bizleri bu makamlara ülkemize hizmet edelim, milletimizin çıkarlarını savunalım diye getirdi. Ben Avrupa Birliği’nin Türkiye’den Sorumlu Bakanı değilim, Türkiye’nin AB’den Sorumlu Bakanıyım. Benim tepkilerimi değerlendirirken herkes bu gerçeği dikkate alırsa daha doğru olur. Ne yazık ki geçmiş yönetimlerin AB konusunda Türk milletine ve Türk medyasına hayal sattıklarını, bu süreci bir umut pazarlığı haline getirdiklerini biliyoruz. “En geç 98’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” manşetini milletimiz hiç unutmadı. Birçok gazete o dönemde Türkiye’nin Topluluğa başvurusunu dahi tam üye olmuşçasına manşetlerine taşıdı. AK Parti iktidarı göreve geldiğinde bütün bu umut simsarlıklarına son vererek Avrupa Birliği sürecinde net, kararlı bir duruş sergiledi ve 2 yıl gibi bir süre zarfında AB’den müzakere tarihi aldı, 3 Ekim 2005’te de Türkiye müzakerelere başladı. Bu sayede yılların “Yenildik ama ezilmedik” psikolojisi “Direndik, kazandık” manşetlerine dönüştü. Reformlarla gelen bu başarılar Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yük olacak değil, onun üzerinden yük alacak bir noktaya taşıdı. Türkiye’nin üyeliği Avrupa Birliği’nin düşen reytingini yeniden yükseltecek en önemli fırsattır. Size göre Avrupa Birliği sürecine özel sektör mü kamu mu daha çabuk entegre oldu? Temmuz - Ağustos 2013 Bakanlığınız başta gençler olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde Avrupa ile ilgili farkındalık yaratan önemli projeler yürütüyor. Bunlar arasında ön plana çıkanlar hangileridir? Sizin de ifade etmiş olduğunuz gibi, Bakanlık olarak yürütmekte olduğumuz tüm projelerin nihai hedefi AB sürecini Türkiye’nin dört bir yanına yayarak, bu sürecin tüm halkımız tarafından sahiplenilmesini sağlamaktır. Çoğunluğunu AB fonlarından faydalanarak yürüttüğümüz projeler de bu hedefe ulaşmamıza hizmet ediyor. Bu anlamda, kurulduğu günden bu yana Türkiye’de projecilik anlayışının yerleşmesine büyük katkı sunan ve yediden yetmişe bütün vatandaşlarımıza AB kapısını açan Ulusal Ajans’ımızın çalışmaları takdire şayandır. AB sürecinin halkımıza doğru bir şekilde anlatılmasına ve Avrupa ile Türkiye halklarının kardeşlik içerisinde bir araya gelmesine vesile olan her bir proje bizim için aynı ölçüde değerlidir. Bizler bugün sadece gençlerimizin AB ile bütünleşmesinin teşvik edilmesine öncülük etmiyor, aynı zamanda DosyaSöyleşi AB sürecinin yerele yayılması için de elimizden gelen tüm gayreti gösteriyoruz. Valilikler, belediyeler, il özel idareleri, iletişimciler, avukatlar, işadamları, sivil toplum kuruluşları gibi toplumun çeşitli kesimleriyle farklı projelerde bir araya geliyor, ürettiğimiz projeler vesilesiyle tüm halkımızı AB sürecine ortak etmeye çalışıyoruz. Son sorumuz Twitter’la ilgili… Siz sosyal medyayı en iyi kullanan siyasetçilerden birisiniz. Özellikle son dönemde Twitter hem övüldü hem eleştirildi. Sizin Twitter’a bakışınız nedir? Hiç unutmam… Sayın Başbakanımızla bir Siirt ziyaretinde Pervari’de bir köy okuluna gitmiştik. Ziyaret sırasında öğrencilerle fotoğraf çektirdikten sonra Başbakanımız çocuklardan adreslerini yazmalarını istemiş ve fotoğrafların kendilerine gönderileceğini söylemişti. Tam da o sırada bir öğrenci çıkıp “Gerek yok Sayın Başbakanım, artık hepimizin e-mail adresi var. Fotoğrafı mail atarsanız daha çabuk alırız” demişti. İşte Türkiye buralara geldi. Artık köy okullarında bile öğrencilerimizin e-posta adresleriyle dünyayla iletişime geçebildiği bir dönemdeyiz. Bu ihtiyaca binaen neredeyse Hollanda’nın nüfusu kadar, yani 16 milyon tablet bilgisayarı öğrencilerimize ücretsiz dağıtacağız. Küreselleşmeyle birlikte zaman ve mekan kavramlarının iyice değiştiği, tek bir tıkla dünyanın akışının değişebildiği bir dönemde yaşıyoruz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz çağın en önemli gereklerinden biri bilişim sektörünü yakından takip etmek, bu sektördeki gelişmelerin gerisinde kalmamaktır. Bakınız Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan özgürlük ve demokrasi hareketlerinin fitilini Tunuslu 26 yaşındaki bir bilgisayar mühendisi ateşledi. Muhammed Buazizi’nin ilk kıvılcımını yaktığı o ateş kısa sürede bütün bölgeye yayıldı ve tarihin akışını değiştirdi. Van depremi sırasında enkaz altında kalan bir vatandaş, sosyal paylaşım sitesi Twitter vasıtasıyla Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’e ulaşır ve enkaz üzerinde çalışan iş makinelerinin durdurulmasını talep eder. Bunun üzerine Cumhurbaşkanımız yetkililerden söz konusu hesabın doğruluğu konusunda araştırma yapılmasını ve telefonun adres tespitinin gerçekleştirilmesini ister. Yaklaşık yarım saat içinde depremzedenin bulunduğu nokta tespit edilerek enkaz kaldırma çalışmaları durdurulur. Kurtarma ekipleri, uzun bir uğraştan sonra vatandaşı enkaz altından çıkarır. Bunun gibi daha nice anlamlı hikaye sosyal medyanın etkisine örnek verilebilir. Mısır halkının özgürlük mücadelesini sosyal medyada biz de yaşadık, hissettik. Somali’nin, Arakan’ın dramına sosyal medyadan birlikte çözüm aradık. Gazze’de akan kanın durdurulması için en etkili kampanyalar sosyal medyada yürütüldü. Filistin’in BM’de gözlemci devlet olması için sosyal medyada düzenlenen kampanyalar BM salonunda yankılandı. Heyecanımızı, umutlarımızı, aktivitelerimizi, dostluklarımızı sosyal medyada paylaştık. Üsküdar Belediye Başkanımız Mustafa Kara’nın Twitter’da nikah bile kıydığını biliyoruz. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum… Sosyal medyayı önemseyen ve kullanmaya özen gösteren bir siyasetçi olarak buradaki paylaşımları asla sanal olarak görmüyor, aksine bunların hayatın ta kendisi, hayata dair gerçek paylaşımlar olduğuna inanıyorum. Bugün itibarıyla Twitter’da yaklaşık 800 bin takipçim var. Takipçilerimin her biri benim için değerlidir, dosttur. Ama tabii burada işin özünü kaçırmamak lazım. İletişimin en önemli noktasını, yani birebir teması özellikle siyasetçiler olarak elden bırakmamak gerekir. Temmuz - Ağustos 2013 77 78 Kahraman bir neslin büyük zaferi Cahit Yıldız 30 Ağustos zaferi ilk olarak 1923 yılında Ankara, İzmir, Maraş, Denizli ve Afyon’da kutlamalarla anılır. 1935’te ise “Zafer Bayramı” ilan edilerek tüm Türkiye’de kutlanmaya başlar. Temmuz - Ağustos 2013 “Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.” Gazi Mustafa Kemal 30 Ağustos Zafer Bayramı, 1912’de Balkan Savaşları’yla başlayan 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonunda zafere kavuştuğumuz dönemin bir özetidir. Bu süreç 10 yıl sürer. 10 yıl boyunca Anadolu’nun tüm şehirleri, kasaba ve köyleri var gücüyle savaşmış, istiklal hasretiyle birçok şehit vermiştir. 20. yüzyılın “hasta adam”ı Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşları’yla birlikte derin bir yara aldı ve bu savaş özellikle yarattığı psikolojik tahribatla Osmanlı’nın çökmek üzere olduğu fikrini herkese kabul ettirdi. Fakat Anadolu ne olacaktı? I. Dünya Savaşı’na işte bu psikolojiyle hazırlanan Türk milleti her şeye rağmen birçok cephede büyük başarılar elde etti. Bunun ilk büyük örneğini Çanakkale’de veren Mehmetçikler, Osmanlı’nın kaybının vatanın kaybı olmayacağını gösterdiler. Tam 8 cephede, Çanakkale, Hicaz, Kafkasya, Filistin, Irak, İran, Galiçya ve Makedonya’da savaşan Mehmetçikler her bir cephede destan yazdı. 79 Onbeşliler gidiyor... Bu yıllar üzerine ne söylense yetersiz kalacaktır. Türk ordusu çok ciddi kayıplar verir. Aynı anda birçok cephede çatışmanın, maddi sıkıntıların, azınlık ayaklanmalarının yanına bir de asker sayısının yetersizliği eklenir. Çıkarılan emirle lise talebelerinin ve Rumî 1315, Miladi 1897-98 doğumluların da askere alınmasına karar verilir. 27 Mayıs 1915’te bir tebliğ yayımlanır. Tebliğde “1315 doğumluların bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların” da kıtalara teslim olması emredilir. Türk milletinin “seferberlik” olarak adlandırdığı I. Dünya Savaşı’nın şartları artık daha da ağırlaşmıştır. 8 cephede birden savaşan Türk ordusu savaşın sonunda yorgun düşmüş, Osmanlı toprakları ise çok ciddi bir daralma yaşamıştı. 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Ateşkes Ant laşması Osmanlı’nın sonunun geldiğini gösteren, kabul edilemez ağır hükümleri olan bir anlaşmaydı. İstanbul ve Çanakkale Boğazları İtilaf Devletleri’nin kontrolüne bırakılmıştı. Ordunun silahları, cephaneler ve bütün haberleşme denetim altına alındı. Yine bu anlaşmaya göre Hicaz, Yemen, Suriye, Irak, Trablusgarp ve Bingazi’deki birlikler İtilaf Devletleri’ne teslim olacaktı. Mondros Antlaşması işgal günlerinin habercisiydi. Osmanlı Devleti’nin fiilen hiçbir alanda varlık gösteremediği yıllar boyunca Anadolu’nun akıbeti Türk milletinin kaderine bırakıldı. “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın” Mondros Ateşkesi’nin ardından ülkenin çeşitli yerleri İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Düşman birlikleri işgal ettikleri yerlerde herhangi bir askerî güçle karşılaşmıyorlar, fakat millet bu işgallere karşı tepki koyuyordu. Bu tepkiler Kuvay-i Milliye hareketinin doğmasına sebep oldu ve bu tarihten Büyük Taarruz’a kadar Anadolu’nun geleceğini Türk halkının sergileyeceği direniş biçimlendirecekti. Mondros Antlaşması’nın hemen ardından önce İstanbul 13 Kasım 1918’de işgal edildi. İngilizler aynı yılın aralık ayının 17’sinde Antep’e girdi. Maraş 23 Şubat 1919’da, Urfa ise 24 Mart 1919’da işgal edildi. Türk milleti işgallere ilk tepkisini “Sultanahmet Mitingleri”nde gösterdi. Binlerce kişinin katıldığı mitinglere Halide Edip Adıvar, Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Nur gibi birçok tanınmış aydın da destek veriyor, bu mitingler Anadolu’dan takip ediliyor ve camilerde verilen hutbelerde konuşuluyordu. Tüm bunlar yaşanırken 19 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal Anadolu’ya geçerek İstiklal Harbi’nin fitilini ateşler. Kendisi hakkında yakalama emri verilen Kazım Karabekir’in “Emrinizdeyiz Paşam!” sözleriyle destek bulan Mustafa Kemal, vatanın kurtuluşunu İstanbul’un temin edemeyeceğini görür ve Anadolu’yu karış karış gezerek halkı cesaretlendirir. Amasya Genelgesi’ni hazırlayarak telgraf yoluyla tüm Anadolu’ya dağıtılmasını sağlar. Genelge, milletin bağımsızlığının yine milletin azim ve kararlılığıyla kurtarılabileceğini söylüyor ve Türk milletini hem İstanbul’a Temmuz - Ağustos 2013 80 hem de işgal güçlerine karşı mücadeleye davet ediyordu. Genelgenin yayımlanmasının ardından önce Erzurum Kongresi ve sonra Sivas Kongresi ile birlikte tarihî kararlar alınmış, millî irade esas alınarak “manda ve himaye kabul edilemez” denmiştir. Anadolu bu çalışmalardan etkilenmeye ve tek vücut olarak işgal güçleriyle mücadele etmeye başladı. 12 Şubat 1920’de Maraş, 11 Nisan 1920’de ise Urfa halkı işgal güçlerini gerileterek kurtuluş mücadelesini kazandı. Ama batıda işler yolunda gitmiyordu. İstanbul hâlâ işgal altındaydı. Mebuslar Meclisi dağıtılmış, birçok aydın ve milletvekili tutuklanmıştı. Umutların yöneldiği kişi Mustafa Kemal, Meclis’in Ankara’da toplanması gerektiğini belirten bir genelgeyi ordu komutanlarına göndererek İstanbul’dan kaçabilen mebusları Ankara’ya davet etti. Böylelikle yeni seçilen ve İstanbul’dan Ankara’ya gelmeyi başarmış mebuslarla birlikte 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılarak millî mücadeleye bir merkez kazandırılmış oldu. Artık Ankara’da milleti temsil eden bir heyet, millî mücadeleyi kurumsal yapıda sağlam bir zemin üzerine Temmuz - Ağustos 2013 oturtma çabasındaydı. Ama İstanbul’dan kötü haberler gelmeye devam ediyordu. 10 Ağustos 1920 tarihinde İstanbul Hükümeti’yle İtilaf Devletleri arasında Sevr Anlaşması imzalanmıştı. Vatanın bütünlüğünü ortadan kaldıran bu anlaşmayı Büyük Millet Meclisi kabul etmez ve Erzurum ile Sivas Kongrelerinde biçimlenen, Ali Rıza Paşa Hükümeti tarafından onaylanan Misak-ı Milli’ye bağlı kalır. İtilaf Devletleri’nin planlarını bozan Büyük Millet Meclisi, ilk önemli başarısını Kazım Karabekir’in büyük kahramanlık örneği gösterdiği Doğu Cephesi’nde alır ve Ermenilerle Gümrü Anlaşması’nı imzalar. Doğudaki harekatı sona erdiren anlaşmayla Misak-ı Milli ilk kez resmen düşman güçlerine kabul ettirilir. Batı Anadolu ise tarihinin en kritik günlerini yaşamaktadır. Yunan birlikleri I. İnönü savaşıyla geriletilmişti. Ancak Türk ordusunun II. İnönü ve Kütahya-Eskişehir Muharebe- 81 lerindeki taarruzu sonuç vermeyince askerlerimiz Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek durumunda kalmıştı. Bu kritik dönemde TBMM Mustafa Kemal’e orduyla ilgili tüm yetkileri vererek onu “Başkomutan”lığa atadı. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” Başkomutan ilk olarak Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni yayınlayarak Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşıladı. Tarihimizin bu en önemli savaşı Yunanistan Krallığı’nın Ankara’ya hücum emri vermesiyle başladı. Ankara’nın düşmesi Sevr’i geçerli kılacak ve Türk vatanı ortadan kalkacaktı. 14 Ağustos 1921 tarihinde ilerlemeye başlayan Yunan ordusu 23 Ağustos’ta taarruza geçti. 22 gün ve gece devam eden savaşta Türk ordusu 10 Eylül günü karşı taarruz başlattı ve Yunan ordusunu Eskişehir’in doğusuna hapsetti. 3 gün süren karşı taarruz, teçhizat yetersizliğiyle son buldu. Yunan orduları geri çekilirken köyleri ateşe verdi, birçok yapıyı yağmaladı. 5 bin 713’ü şehit toplam 40.000’e yakın zayiat verilen Sakarya Meydan Muharebesi, kaybettiğimiz subayların çokluğu nedeniyle “Subay Muharebesi” adıyla da anılmıştır. Ancak bu kesin zafer değildir. Anadolu’dan çekilmeyen Yunan ordusu İtilaf Devletleri’nden destek isterken diğer yandan Türk ordusu da kesin zafer için hazırlanıyordu. Yeniden seferberlik ilan edildi. Ordunun asker eksiği tamamlandı. Haziran 1922’de genel taarruz hazırlıkları başlatıldı. Mustafa Kemal Atatürk 6 Ağustos günü gizli taarruza hazırlanılması için emir verdi. Ve 26 Ağustos gecesi sabaha karşı Türk ordusu taarruza başladı. 10 yıldır savaşan yorgun Türk ordusu kesin zaferin heyecanıyla Yunan birliklerine saldırdı. 30 Ağustos günü yaşanan uzun çarpışmalarda Tarihimizin bu en önemli savaşı Yunanistan Krallığı’nın Ankara’ya hücum emri vermesiyle başladı. Ankara’nın düşmesi Sevr’i geçerli kılacak ve Türk vatanı ortadan kalkacaktı. 14 Ağustos 1921 tarihinde ilerlemeye başlayan Yunan ordusu 23 Ağustos’ta taarruza geçti. Yunan birlikleri imha edildi ve Mustafa Kemal’in “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emriyle Türk ordusu 9 Eylül günü Yunan ordusunu denize dökene kadar ilerledi. Büyük Taarruz veya Başkomutanlık Meydan Muharebesi, bir yandan Çanakkale Savaşı’nın, bir yandan Kazım Karabekir ve askerlerimizin Doğu Cephesi’ndeki direnişlerinin; diğer yandan Maraş’ta başlayan, Urfa’da devam eden ve Antep’te neticeye varan millet hareketinin zafer çığlıklarıyla sonuçlandığı en önemli savaşımızdır. Zafer bizimdir. Mustafa Kemal, bu büyük zaferin muzaffer başkomutanı sıfatıyla ordusuyla gurur duyarak Kocatepe’den Ankara’ya döner. 30 Ağustos zaferi ilk olarak 1923 yılında Ankara, İzmir, Maraş, Denizli ve Afyon’da kutlamalarla anılır. 1935’te ise “Zafer Bayramı” ilan edilerek tüm Türkiye’de kutlanmaya başlar. Bu büyük zaferin mimarları olan kahraman subaylarımızı, şehit ve gazilerimizi rahmetle anıyoruz. Temmuz - Ağustos 2013 82 İstiklâl Harbi kahramanımız Fevzi Çakmak Dr. Ahmet Tetik A sker bir aileden gelen Mustafa Fevzi Çakmak, 1875 yılında İstanbul’da doğar. Babası, Çakmakoğullarından Topçu Miralay Ali Bey’dir. Kuleli Askeri Lisesi’nin ardından 1895 yılında mülazım-ı sani (teğmen) rütbesiyle Harp Okulu’ndan mezun olur. Başarı sıralamasındaki derecesiyle Harp Akademilerine seçilir. Üç yıl süren eğitimin sonunda Kurmay Yüzbaşı olarak Osmanlı ordusu saflarına katılır. 1899-1914 yılları arasında Rumeli’de çeşitli birliklerde görev yapar. Bunlar sırasıyla Mitroviçe Tümen Kurmay Subayı, Nizamiye 35. Tugay Komutanlığı ve Taşlıca Mutasarrıflığı, Mürettep Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı, Genelkurmay 5. Şube Müdürlüğü, Mürettep İşkodra Kolordusu Kurmay Başkanlığı, İtalya’ya karşı kurulan Batı Ordusu Kurmay Başkanlığı, Rumeli Islah Heyeti üyeliği, Nizamiye Yakova Tümen Komutanlığı, Kosova Umumi Kuvvetler Kurmay Başkanlığı, Balkan Harbi seferberliğinin başlangıcında Vardar Ordusu Komutanlığı 1. Şube Müdürlüğü, Nizamiye 2. Tümen Komutanlığının ardından 1913 yılı sonunda Albay rütbesiyle 5. Kolordu Komutanlığıdır. 2 Mart 1914’te Tuğgeneralliğe terfi eden M. Fevzi Çakmak, Birinci Dünya Harbi süresince de cephelerde fiilen görevde bulunur. 1915 yılı sonunda Anafar ta lar Grup Komutanı, 1916’da Kaf kas Kolordusu Komutanı, 1917’de 2. Ordu ve 7. Ordu Komutanı sıfatıyla harbin içindedir. 1918 yılında Korgeneralliğe yükselen Fevzi Çakmak, Mondros Temmuz - Ağustos 2013 83 Mütarekesinden sonra Genelkurmay Başkanlığına atanır. 14 Mayıs 1919’da 1. Ordu Kıt’aları Müfettişliğine tayin edilir, 3 Şubat 1920’de ise İstanbul’da Harbiye Nazırlığına getirilir. 8 Nisan 1920’de Damat Ferit hükümetinin kuruluşundan önce Harbiye Nazırlığından istifa ederek Anadolu’ya geçer. 1. Dönem Büyük Millet Meclisi’ne Kozan Milletvekili olarak katıldıktan sonra 3 Mayıs 1920’de Millî Savunma Bakanlığına, 24 Ocak 1921’de de İcra Vekilleri Reisliğine getirildi. 3 Nisan 1921’de Büyük Millet Meclisince Orgeneralliğe terfi ettirildi. 12 Temmuz 1922’de İcra Vekilleri Reisliğinden istifa ederek yalnız Genelkurmay Başkanlığı- İstiklâl Harbi’nin başarısında önemli rol oynadı. Büyük Taarruz’un askerî planlarının hazırlanmasında ve uygulanmasında etkinliği Büyük Millet Meclisi’nce de takdir edildi. nı yürüttü. İstiklâl Harbi’nin başarısında önemli rol oynadı. Büyük Taarruz’un askerî planlarının hazırlanmasında ve uygulanmasında etkinliği Büyük Millet Meclisi’nce de takdir edildi. 31 Ağustos 1922’de “Büyük zaferin elde edilmesindeki yüksek hizmetlerini takdiren” Mareşalliğe terfi ettirildi. 3 Mart 1924 tarihinde II. Dönem İstanbul Milletvekili iken Genelkurmay Başkanlığına getirildi. 31 Ekim 1924’te milletvekiliğinden istifa etti. Yaş haddinden emekliye sevk edildiği 12 Ocak 1944 tarihine kadar Genelkurmay Başkanlığını sürdürdü. 1946 milletvekili seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak İstanbul milletvekili seçildi. 23 Ağustos 1946 tarihli İstanbul milletvekilliği mazbatasında, 194 bin 833 oy aldığı kayıtlıdır. Kısa bir süre sonra Demokrat Parti saflarından ayrılarak Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Bu dönem milletvekilliği sırasında gelişen yeni siyasi akımlar içerisinde karakter itibarıyla siyasette yalnız kaldığını çok geçmeden fark etti. Taviz vermeyen yapısıyla siyasetin incelikleri arasında uyum problemi yaşadı. 10 Nisan 1950’de İstanbul’da hastanede hayata veda ederken de yalnızdı. Yüz binlerce sessiz yalnız, 12 Nisan 1950 günü Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesini omuzlarının üzerinde Eyüp Mezarlığı’na taşırken, mütevazı bir “paşa”nın ebediyete yolculuğuna şahit olmanın gururunu kuşaktan kuşağa anlattı. Mareşal Fevzi Çakmak’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi II. Dönem İstanbul Mebusu ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekili unvanıyla, 8 Eylül 1923 tarihinde doldurduğu hal tercümesinde kendi el yazısıyla kaleme aldığı şu cümleler, kişiliğini yansıtmaktadır: “Mekteb-i Harbiye ve Erkân-ı Harbiye Mektebi tahsilini ikmal etdim. Müteselsilen kıtaat kuman- Temmuz - Ağustos 2013 84 danlığı ve Erkân-ı Harp hidematını müteakib olarak Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyasetine ve ba’de Harbiye Nezaretine tayin olundum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk güşadında Kozan mebusu ve Müdafaa-i Milliye Vekili sıfatiyle Meclise iştirak etdim. Bilahire İcra Vekilleri Heyeti Riyâsetinde Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekâletinde bulundum.” Mareşal Fevzi Çakmak, şahidi olduğu Balkan Harbi ve I. Dünya Harbi’ne ait gözlemlerini, değerlendirmelerini, yaşadıklarını Harp Akademilerinde verdiği konferanslarda anlatmıştır. Yıllar sonra bu konferanslar, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik? ve Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı isimleriyle kitap olarak yayımlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Devre Seçimlerde Üye Seçilen Kişilere Ait Kısa Hal Tercümesi Seçim Çevresi: İstanbul İsmi: Fevzi Babasının ismi: Ali Doğum tarihi: 1291(1875) Doğum yeri: İstanbul Mesleği: Asker Seçilmeden önce son görevi: Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Kumandanlığı Memur değilse seçilmeden önceki son sıfatı: Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekili Seçim mazbata tarihi: 28 Haziran 1923 Kaç oyla milletvekili seçildiği: 1361 Mazbatasının Meclis Genel Kurulunca onay tarihi: 12 Ağustos 1923 Meclise katılış tarihi: 11 Ağustos 1923 Belge TBMM arşivinden alınmıştır. Temmuz - Ağustos 2013 85 Yunan taarruzuna dair beyanatı Efendim, bendeniz askeri harekât hakkında biraz malûmat vereceğim. Cephelerde bir değişiklik hâsıl oldu. Uşak ve Bursa’da toplanan Yunan kuvvetleri, kısmen izinli olarak memleketlerine gitmekle beraber, Yunanistan’daki seçimler neticesinde cephelerde bir değişiklik hâsıl oldu. Cephelerdeki açıklıklar takviye edilmek üzere bir kısım kuvvetleri cepheye sevke başladılar. Alınan malûmat, seçimler ve Yunanistan’daki siyasi değişiklik dolayısıyla Yunanların harp harekâtını durdurdukları ve Avrupa’da hâsıl olacak kanaate göre yeni bir siyaset takip edecekleri hususatından ibarettir. Gerçekten bu son zamanlarda hayli kuvvetlerin geri gittiğini duyum aldım. Malûmu âlinizdir ki evvelce iki tümen kadar Uşak’ta, iki tümen kadar da Bursa’da bulunuyordu. Son zamanlarda bu tümenlerin kuvvetleri azaldığından Uşak Cephesini ayrıca mevcudu az tümenle takviye ettiklerine dair malûmat aldım ve bundan da cephedeki azalan kuvvetlerin mevcuduna eş yeni kadrolarla mevcudu ikmal ettikleri anlaşılıyordu. Bittabi buna karşı cephelerdeki kuvvetlerimiz takviye edildi ve icabında Yunanların bir taarruzuna karşı değil; hattâ Yunanlara taarruz ederken lâzım gelen kuvvet ve gücü gösterecek artışlar ve tertibat alınıyordu. Deminden burada Reis Paşa Hazretlerinin ayrıntılı anlattıkları vaka ortaya çıktığı esnada askeri vaziyet bu merkezdeydi. Ocak ayının ikinci günü Ethem Yunanlarla temasa geldi ve bizim, cephelerden kuvvetlerimizi tamamen çektiğimize ve saireye dair bazı haberlerle Yunanları harekete teşvik ettikleri anlaşılıyor. Çünkü bu tarihten itibaren mutlak sessizlik içinde bulunan cephelerde faaliyet başlamıştır. Evvelâ Otakçı’dan güneye geçen bir müfreze küçük bir taarruz icra etti, püskürtüldü. Bilâhare Nazilli’den güneye taarruz eden bir müfreze orada bir gösteri icra ederek geriye çekildi. Nihayet altı Ocak tarihinde, yani bundan iki gün evvel Uşak’ta üç sınıftan oluşan bir kuvvet doğuya doğru taarruz harekâtına başladı. İslâmköy’de durduruldu. Bu müddet zarfında Bursa’da düşman bazı kuvvetler yığdı. Bu iki gün arasında bu kuvvetlerle daha ciddi bir taarruza kalkıştı. Üç günden beri taarruz hareketi devam ediyor. Taarruz hareketinin birinci safhasında Köprühisar’da düşman kuvvetleri uzaklaştırıldı. Fakat müteâkiben düşmanın takviye edilen kuvvetleri bugün taarruzlarına devam ederek Pazarcık’a doğru hareketlerini genişlettiler. Bugün orada bizim kuvvetler yığılıyor. Yunan kuvvetleri de yığılıyorlar. Bu iki gün zarfında ümit ederiz, kati netice elde edilecek. (İnşaallah sesleri). İslâmköy’den henüz ileri hareket yapmıyor. Fakat buradaki kuvvetleri de, aldığımız malûmata nazaran, takviye olunmuştur ve taarruz muhtemeldir. Maamafih oraya karşı lâzım olan kuvvetler toplanmış ve yığılmıştır. Diğer, askerî tertibata dair müsaade ederseniz fazla tafsilât vermeyeceğim. Henüz vaziyet meydana çıkmamıştır, inşaallah en yakın zamanda zafer neticesini arz ederim. (İnşaallah, Allah muvaffak etsin sesleri). Temmuz - Ağustos 2013 86 Söyleşi Kemal Anadol’dan yeni bir roman: Kasırga “Aera!” Söyleşi: Songül Baş Tecrübeli siyasetçi Kemal Anadol, 1940’lı yıllarda Ege’nin iki yakasındaki insanları anlattığı Kasırga “Aera!” ile okurla buluştu. Anadol, “Dünü anlatmak benim için keyifli bir uğraş. Görev saydığımı da söyleyebilirim” diyor. Temmuz - Ağustos 2013 “T arih, fondaki top sesleri ve barut dumanları önünden geçen ünlü kahramanların ve arkalarında marş söyleyen adsız süvari ve piyadelerin destanından ibaret değildir. Tarih, yazının icadından günümüze akan zaman ırmağı içinde yaşamış, sıradan insanların, halkların hikayesidir. Onların yemekleri, şarkıları, inançları, aşkları ve ihanetleridir. Anlatacaklarım; Anadolu, Balkanlar ve Akdeniz’de yüzyıllardır iç içe yaşayan insanların İkinci Dünya Savaşı cehenneminde savrulup giden hayatları ve ayakta kalmaya çalışan halkların romanıdır”… Bu satırlar Kemal Anadol’a ait. Yeni romanı Kasırga “Aera!”da okurlarına bu sözlerle seslenen Anadol, şu sıralar edebiyatçı yönüyle ön plana çıksa da siyasetçi olarak kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. En son geçen yasama döneminde CHP Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alan Kemal Anadol ile hem yeni romanını hem de ülke gündemindeki önemli konuları konuştuk. Söyleşimize yeni romanınız Kasırga “Aera!” ile başlamak istiyoruz. Önceki romanlarınızda olduğu gibi yakın geçmişi ele aldığınızı, Ege’nin iki yakasından insanları anlattığınızı görüyoruz. Bu tercihinizin nedenleri nelerdir? Anadolu, Balkanlar ve Akdeniz’de insanlar yüzyıllardır birlikte yaşamışlar. Hele Osmanlı döneminde aynı devletin tebaası olarak yaşamları iç içe geçmiş. İmparatorluğun doğası gereği çok renkli bir mozaik görüntüsü var. Dinleri ve dilleri ayrı olsa da mutfakları, şarkıları birbirine karışmış. Aynı çarşının esnafı, aynı kentin tüccarı, aynı köyün çiftçileri olmuşlar. Alışveriş yapmışlar, bazen çok dürüst olmuş, bazen de birbirlerine kazık atmışlar! Ortak keder ve sevinç yaşamışlar. Karşılıklı bayramlarını kutlamışlar, dillerini öğrenmişler. Ta ki 1789 Büyük Fransız Devrimi’ne kadar. Bu tarihten sonra “milliyetçilik” akımları doğmuş, “ulus devlet” kavramı ortaya Söyleşi çıkmış ve büyü bozulmuş. Ayaklanmalar, savaşlar sıradan insanların yaşamlarını oradan oraya savurup atmış. Açlık, sefalet, zulüm ve ölüm peşlerini bırakmamış. Memleket hasreti içinde köylerini, kentlerini, evlerini ve anılarını çocuklarına, torunlarına anlatarak dünyadan göçmüşler. Ege’nin iki yanındaki insanlar bütün olan bitene rağmen yaşanan güzel günleri unutmamışlar, kendilerinden sonra gelen kuşaklara aktarmışlar. Her iki yakadaki kara propaganda önceleri etkili olmuş, ama bugün pek itibar görmüyor gibi... Dünü anlatmak benim için keyifli bir uğraş. Görev saydığımı da söyleyebilirim. Yunanistan’ın 1941-45 arası tarihini kaleme aldığınız Kasırga “Aera!” siyasal, tarihsel ve belgesel unsurlar içeriyor. Diğer romanlarınızda da göze çarpan bu özellikle ilgili neler söylemek istersiniz? Doğrudur; yazdığım romanlar siyasal, tarihsel ve belgesel unsurları içeriyor. Karşı Yaka Memleket, 1930’lu yıllarla 1990’lar arasında geçiyor. Çok partili yaşama geçiş sancıları çeken Türkiye’den, sosyalizmin kuruluş sorunlarıyla boğuşan Bulgaristan’a uzanıyor. Geçtiğimiz ay beşinci baskısı çıktı. Büyük Ayrılık ise 1900 yılında başlıyor, Türk askerinin 11 Eylül 1922 günü Foça’ya girmesiyle son buluyor. Yani Osmanlı’nın son 22 yılı anlatılıyor. Bu kitabımın da geçen ay sekizinci baskısı yayımlandı. Kasırga “Aera!” son çıkan romanım. Söylediğiniz gibi Yunanistan tarihinin acılı bir bölümünü, 1941-45 arasını konu alıyor. Peki, neden siyasal, belgesel ve tarihsel öğeler öne çıkıyor? Bu sorunun yanıtı hem politika, hem edebiyat, hem de tarihle ilgili. Önce bir politikacı olarak iğneyi kendime batırayım. Uzun süre TBMM’de görev yaptım. Objektif tespitim genellikle politikacılarımızın yakın geçmişe yönelik ilgi ve bilgilerinin zayıflığıdır. Ya bu konuda bilgi noksanlığı vardır ya da koşullanma söz konusudur. Okullardaki eğitim ise sanki öğrencileri tarih dersinden soğutmak için planlanmış. En gereksiz bilgiler belleklere zorla çakılırken en önemli olayların üstünden geçiliveriyor. Ayrıca tarih bir bilimdir. Propaganda aracı değildir. Bu düşünce ile “resmî tarih”e karşı çıkanlar şimdi kendi ideolojilerine uygun “gayriresmî tarih” yazmaya başladılar! Bunlar da uzun tartışma konuları... Ama ben son yıllarda ortaya çıkan “tarihî roman” patlamasını ve bunlardan senaryolaştırılan televizyon dizilerini çok olumlu buluyorum; eksiğiyle gediğiyle... Hiç olmazsa yanlışları eleştirilip doğrular ortaya çıkarılıyor. Yeni kuşaklar da merakla gerçeği aramaya çalışıyor. Kısaca bilimsel tarih çalışmalarının ve tarihî romanların çoğalması ülkemiz için bir kazançtır. Yeni romanınıza yönelik okur ilgisinden memnun musunuz? Yeni bir eser hazırlığınız var mı? Kasırga “Aera!” piyasaya çıkalı iki ay oldu. Bu süre içinde genel olarak olumlu tepkiler aldım. Okunma süresi dikkate alınırsa medyaya yansıması daha sonra olacak. Bugünlerde çeşitli kıyı kentlerinde imza günleri düzenleniyor. Yeni bir roman var mı? Evet, böyle bir niyetim var. Ancak düşünce aşamasında. Kaynak, bilgi, belge toplamaya başlayacağım. Bundan sonra yazıma geçerim. Bu kez Ege’den Karadeniz’e uzanmak istiyorum. Yirminci yüzyılın başlarına, o günlerin Karadenizine... Siz en son 23. Dönem’de (2007-2011) Meclis çatısı altında yer aldınız. İlk milletvekilliğiniz ise 1973 yılında. Siyaset hayatınız nasıl başladı? Bazı insanlar ülke sorunlarına içgüdüsel bir ilgi duyar. Bazılarında bu ilgi çok azdır veya hiç yoktur. Bu neden böyledir? Sebebi tam bulunamamıştır sanıyorum. Elbette ekonomik, sınıfsal, eğitsel, sosyal nedenleri vardır. Ama aynı koşullardaki insanlar arasında da bu fark görülüyor. Galiba ben ilk gruptanım. Çocuk yaşımdan bu yana sosyal sorunlara ve politikaya ilgi duyarım. 1941 doğumluyum. 1954 seçimlerinden sonra iktidarda bulunan Demokrat Parti antidemokratik eğilimlerin içine girdi. Halktan aldığı oyla ters orantılı bir anlayış içinde özgürlükleri kısıtlayan, temel insan haklarına aldırış etmeyen bir parti oldu. Uygulamalar ve çıkarılan yasalar sertleşti. İktidar ülkedeki gücünü göstermek için Vatan Cephesi adı altında yeni bir örgütlenmeye gitti. Hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde buraya üyeler kaydetti ve isimlerini günlerce devlet radyosundan okuttu. Muhalefet de kendini korumak için güç birliğine gitti. Bu ortamda Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiydim. 1959 yılında CHP Yenimahalle Gençlik Kolu’na üye oldum. 1961 yılında CHP Ankara İl Temmuz - Ağustos 2013 87 88 Söyleşi 1969 yılı... Bülent Ecevit CHP Genel Sekreteri, Kemal Anadol ise Karadeniz Ereğlisi İlçe Başkanı. Gençlik Kolu Başkanı seçildim. O yıllarda oy verme yaşı yirmi birdi. Ben oy verme hakkına sahip değildim, ama CHP Büyük Kurultayı’nın delegesiydim. Yani politikaya çok erken başladım. Karadeniz Ereğlisi’nde avukatlık yapıyor ve arkadaşlarla birlikte günlük Memleket gazetesini çıkarıyorduk. 25 yaşında CHP İlçe Sekreteri, 28 yaşında İlçe Başkanıydım. 1973 genel seçimlerinde otuz iki yaşında Genel Başkanımız Ecevit’le birlikte Zonguldak Milletvekili seçildim. Geçmişe dönüp baktığınızda aktif siyasetin içinde olduğunuz dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Arena’da mı?” diye... Yine parlamentonun yara aldığı bir durumdan söz edeceğim. Artık yasama organı yürütmenin emrindedir. Her vicdanlı hukukçuyu derinden yaralayan “torba kanun” uygulamasını çağdaş bir parlamentoda göremezsiniz. Size göre muhalefet partileri etkili bir Meclis performansı ortaya koyabiliyor mu? Polemiğe girmek istemiyorum. İktidarın da muhalefetin de performansı ortalamanın altındadır. Yeni anayasa hazırlık çalışmaları ve çözüm süreci gündemde önemli bir yer tutuyor. Bu konulara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? 12 Eylül Türkiye’nin üstünden silindir gibi geçti. Zararın bilançosunu çıkarmak imkanSiyasi partiler ve seçim kanunları bence sızdır. Ama en büyük yarayı siyaset kurumu anayasalardan daha önemlidir. Çünkü anayasaya olumlu almıştır. Siyasal partiler ve parlamento maalesef işlevlerini veya olumsuz oy kullanacak milletvekili bu kanunlara göre yerine getiremez hale gelmiştir. Örnek mi istiyorsunuz? 1965 seçilmektedir. Liderlerin belirlediği milletvekillerinin yapacağı seçimlerinden itibaren bütün partiler yargı denetimi ve yöanayasa, “liderlerin anayasası” olmaya mahkumdur. Kişisel netiminde ön seçim yaparak adaylarını belirliyorlardı. Genel kanıma göre muhalefet partileri uzlaşma masasına oturmayı, merkezler sadece %5 kontenjan haklarını kullanıyorlardı. Şimdi soruyorum, ön seçimle gelen bir milletvekili mi yoksa önce bu iki yasanın toplumun genel mutabakatına uygun lider tarafından belirlenen bir olarak çıkarılması koşuluna milletvekili mi daha bağımsız, bağlamalıydılar. Örnek model kimlikli ve kişilikli olur? Beş kez olarak KKTC’deki seçim sistemilletvekili seçildim. Üçünde ön mini gösterebilirim. seçim, ikisinde de merkez yoklaÇözüm sürecinden hâlâ bir masıyla aday oldum. Aradaki şey anlamış değilim. İki-üç kişi farkı çok iyi bilmekteyim. Ördışında kimsenin de haberi yok. neğin grup toplantıları... MecKim kimden ne istedi? Kim lis’teki her parti grup toplantıkime ne vaat etti? Bunlar meçlarını kapalı yapardı. Partisinde hul! Hele çözüm süreci ile yeni yanlış bulduğu uygulamaları anayasa çalışmaları birbirleriyle milletvekili özgürce eleştirirdi. irtibatlıysa yasama organı devÇok iyi anımsıyorum. CHP reden çıkmış demektir. ile Bağımsızlar’ın oluşturduğu Kemal Anadol, 1994 yılında Atina’da düzenlenen törenle Abdi İpekçi Barış ve Dostluk alıyor. Anadol’a ödülünü o dönemde Dışişleri Bakanı olan Yunanistan CumhurEcevit Hükümeti’nde bakan Ödülü’nü başkanı Karolos Papulyas takdim ediyor. Son sorumuz Gezi Parkı eylemleriolan Kenan Bulutoğlu hakkında ne yönelik… Siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP Grubu’nda arkadaşlarla gensoru önergesi verdik. Önerge Hayatım boyunca siyasal amaç için şiddet kullanmaya karşı saatlerce tartışıldı. Başbakan kürsüye gelerek bakanı savundu. çıktım. Bu yöntemi kullananları dışarıda bırakarak konuşuyoOylama yapıldı, Bakan Bulutoğlu az bir farkla kurtuldu. Düşrum. Gezi Parkı’nda gencecik, çok iyi eğitimli, iletişim yeteneği mesine ramak kalmıştı. Bugün için böyle bir olayı düşünmek çok yüksek, özgürlüğüne düşkün bir kuşakla karşılaşmak bile olanaksızdır. Şimdi genel başkanlar salı günleri milletvekillerinin de katıldığı “Basın Toplantısı” yapıyorlar. Televizyon benim için mutluluk verici. Artık ülkemizde demokrasinin bir karşısındaki yurttaşlar şaşırıyor; “Meclis’te mi bu olup bitenler güvencesi var. Her “Duran Adam” bir demokrasi anıtıdır. Temmuz - Ağustos 2013 89 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Haziran 2013’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6492 12/06/2013 Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6493 20/06/2013 Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun 6494 27/06/2013 Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Temmuz - Ağustos 2013 90 Millî Saraylar Gümüş Servi’nin altın taşı: Küçüksu Kasrı Temmuz - Ağustos 2013 Millî Saraylar Küçüksu Kasrı, Evliya Çelebi’nin “âb-ı hayat bir nehir” olarak betimlediği Göksu Deresi’nin kenarında, sağlı sollu gül bahçeleri ve sık servi ağaçlarıyla kaplı alana inşa edilmiş, Anadolu’nun en güzel mimari eserlerinden... Pınar Ünsal ... Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır … diye bahsediyor ya şair Nedim İstanbul’dan, “çemenistan-ı letafet”lerden biri de Anadolu yakasında bulunan ve bir zamanlar Bağçe-i Göksu adıyla anılan bölgedir şüphesiz. Zira buradaki çimenlerin şehrin başka hiçbir yerinde olmadığı kadar parlak ve bol olduğu iddia ediliyor Nedim’den yıllar sonra, İngiliz yazar Julia Pardoe tarafından. Padişahların has bahçelerinden biri olan, servi ve kavak ağaçlarıyla kaplı, âb-ı hayat nehir Göksu Deresi’nin ikiye böldüğü, sağlı sollu gül bahçelerinin bulunduğu bu uçsuz bucaksız yeşillik IV. Murat (1623-1640) tarafından “Gümüş Servi” adıyla da anılırmış. Rivayete göre saraya un üreten değirmenler ve çömlekçi imalathaneleri de burada bulunurmuş. Birer has bahçe geleneği olan atış talimi yapma, at binme ve avlanma padişahların Bağçe-i Göksu’da yürüttüğü faaliyetlerdenmiş. Sultan I. Mahmud (1730-1754) sık sık geldiği bu bahçeye ahşap bir kasır yaptırma kararı almış ve bölgedeki imar faaliyetleri onun sayesinde başlamış. Sultan II. Mahmud’un (1808-1839) yapım emrini verdiği çeşme ve namazgahın ardından, bölgedeki en ünlü ve elbette en güzel yapı olan Göksu Kasrı veya daha yaygın adıyla Küçüksu Kasrı, Sultan I. Abdülmecid (1839-1861) tarafından yaptırılmış. Saray gibi gösterişli, saray kadar parlak Kuzey-güney doğrultusunda, enine dikdörtgen, uzun kenarı denize paralel, yüksek bir bodrum üzerine iki katlı olarak inşa edilen Küçüksu Kasrı’nın mimarı tabii ki I. Abdülmecid’in favori mimar ailesi olan Balyanlardan biri; Nigoğos Balyan. Temmuz - Ağustos 2013 91 92 Millî Saraylar Barok üslubun hakim olduğu kasır, taşıyıcı tuğla duvarlar ve taş malzemeyle yığma yapı tekniğine uygun biçimde tasarlanmış ve duvarları yoğun rokoko süslemelerle bezenmiş. Bodrumda kesme taşla kaplı moloz taş, katlarda masif kesme taş, iç bölmelerde kalın tuğla kullanılan yapının denize bakan tarafları ahşap malzemeyle yalıtılmış. 12 oda, 3 salon, biri denize bakan ve yalnızca padişahın kullandığı 2 ana giriş, 2 büyük balkon ve 67 penceresi bulunan kasrın cephelerindeki taş süslemeler, o dönemin tüm saray ve kasırlarında olduğu gibi nişler, girlandlar ve rozetlerle zenginleştirilmiş. Temmuz - Ağustos 2013 Kasr’ın bahçe sınırlarında duvar yerine zarif demirler kullanılması padişahın halka duyduğu güvenin göstergesidir aynı zamanda. Dolmabahçe Sarayı gibi Küçüksu Kasrı’nın da iç dekorasyonunu Paris Operası’nın ünlü dekoratörü Charles Séchan yapmıştır. Altın varakla bezenmiş, mermerleri İtalya’dan getirilmiş şömineler, XIV. Louis tipi mobilyalar, kristal avize ve şamdanlar, gösterişli aynalar, değerli vazolarla dekore edilmiş kasrın belki de yerli olan tek dekoratif unsuru Hereke yapımı yün halılardır. Yapıda bulunan salon ve odaların hem duvarları hem de tavanları alçı kabartma üzerine varak süslemedir. Tavandaki çapraz tonozla bölümlenmiş panolarda bulunan resimler akıl almaz bir işçilik ve emeğin ürünleridir. Daha çok sarmal yapraklar, istiridye motifleri, çiçek demetleri ve manzaraların resmedildiği tavan süslemelerinde trompe l’oeil adı verilen, sınırsız bir mekan imgesi ve sonsuzluk duygusu yaratmak amacıyla yapılan göz yanıltıcı resimler de bulunmaktadır. Millî Saraylar Bahçesi başka güzel... Küçüksu Kasrı’nın bahçesinde, 19. yüzyılda yapılan diğer saray ve kasırlardaki gibi Avrupa bahçelerinin biçimsel anlayışı görülse de, etrafının beyaz dökme demirle çevrilmesi onu inşa edildiği dönemin diğer yapılarından ayırır. Zarif beyaz demirler, Kasr’a estetik bir vizyon kazandırmakla kalmayıp çevreyle ilişkisini koparmayan bir padişah mülkü görünümü verir. Osmanlı saray bahçelerinde görmeye alışık olduğumuz setli bahçe anlayışı Küçüksu Kasrı’nda yerini düz zemine bırakır. İngiliz bahçesi tarzında kavisli yollar, serbest ağaç grupları ve doğal çim alanlar yeşilin binbir tonunu oluşturur. Kasır Avrupa saraylarının bahçelerini andırır, ancak çeşme ve havuz detaylarındaki sadelik, servi, çam, sedir, erguvan ağacı kombinasyonlarının oluşturduğu kuytu alanlar Türk bahçe geleneğinin özellikleridir. Kendi başka bahçesi bir başka güzel Küçüksu Kasrı, zaman içinde yıllara meydan okuyamamış ve çeşitli tadilat geçirmiş. Kaplama taşları, pencere doğramaları, merdivenler, alçı kaplamalar, döşeme ve korkulukların yenilendiği Kasr’ın başına gelen en talihsiz olay temelinden oynayıp denize doğru kayması. Denize taşkın olarak inşa edildiği ve deniz cephesindeki kazıklar zarar gördüğü için meydana gelen bu kayma, teknoloji yetersizliği nedeniyle önceleri önlenememiş, ancak 1984 yılında zemin ıslahı, çatlak ve deformasyonların onarım çalışmaları başlatılmış. Kaymanın durduğu iddia edilen Kasr, 1994 yılında TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlanmış, 1996 yılında müze olarak ziyarete açılmış. Güzelliği ve Boğaz’da süzülüşüyle Avrupa yakasındaki saraylara göz kırpan Küçüksu Kasrı yapıldığı yıllarda padişahların kısa süreli konaklamalar için kullandığı bir alan olmaktan çok yabancı devlet adamlarının ağırlandığı bir konukevi niteliği taşımış. Eflak-Boğdan Prensi I. Alexandru Ioan Cuza ve İngiliz veliahdı VII. Edward gibi önemli konukları ağırlayan Kasır, Cumhuriyet yıllarında da Ürdün Kralı Hüseyin ve ailesi, Amerika Müşterek Kurmay Heyetleri Başkanı Oramiral Radford, Irak Başvekili Nuri Said Paşa’ya ev sahipliği yapmış. Mustafa Kemal Atatürk’ün de bir çalışma odasının bulunduğu Küçüksu Kasrı’ndaki tüm saatler Ata’nın anısına 9:05’te durdurulmuş. Temmuz - Ağustos 2013 93 94 Dosya Yakın tarihimizden “olağanüstü” bir sayfa: OHAL uygulaması Terörün tırmandığı 19872002 yılları arasındaki Olağanüstü Hal uygulaması, faili meçhul cinayetlerden köy boşaltmalara kadar çeşitli tartışmalar ve açığa çıkmamış sırlarla birlikte tarih sayfamızdaki yerini aldı. En son “OHAL’in kara kutusu” olarak nitelendirilen Hayri Kozakçıoğlu’nun ölümüyle birlikte yeniden gündeme gelen 15 yıllık olağanüstü dönemi, farklı partilerden milletvekilleri ile konuştuk. Temmuz - Ağustos 2013 Songül Baş 1983 yılı… 12 Eylül askerî darbesinin ardından ilk genel seçimler yapılmış, Meclis’teki 400 sandalyenin 211’ini alan Anavatan Partisi tek başına iktidar olmuştur. Başbakan Turgut Özal’dır. 6 Kasım 1983’teki genel seçimlerden on iki gün önce “Olağanüstü Hal Kanunu” kabul edilir ve 27 Ekim 1983 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanır. Kanun tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım, Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması durumlarında Olağanüstü Hal ilan edilmesini öngörmektedir. Dosya O dönemde ülkede 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte ilan edilmiş ve 1987 yılına kadar sürecek sıkıyönetim vardır. 12 Eylül 1980’de iktidara el koyan askerin tüm yurda yaydığı sıkıyönetim, 20 ilde daha önceden uygulanmaktadır. 26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş olayları nedeniyle Ecevit hükümeti tarafından Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. 12 Eylül 1980’e kadar yaygın şiddet olayları nedeniyle Tunceli, Hakkari, Diyarbakır ve Siirt’in de aralarında bulunduğu dokuz il daha sıkıyönetim kapsamına alınmıştır. 1980 yılının şubat ayında Sivas’ta, nisan ayında ise Erzincan’da sıkıyönetim kaldırılır. 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte yurda yayılan uygulama 19 Mart 1984’ten 19 Temmuz 1987’ye kadar aşama aşama tüm illerde sona erer. Sıkıyönetim gitti OHAL geldi 1984 yılının ağustos ayında PKK tarafından Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçelerine saldırılar düzenlenir. 1 jandarma erin hayatını kaybettiği, 1 subay, 1 astsubay, 7 er ve 3 sivilin yaralandığı kanlı baskınlar PKK’nın ilk büyük silahlı eylemleridir. Terör ülke gündemindeki yerini alırken PKK’nın saldırılarının artış gösterdiği 1987 yılında bölgede huzur ve güvenin sağlanması amacıyla Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasına gidilir. 19 Temmuz 1987 tarihinde sıkıyönetim gider, OHAL gelir. Olağanüstü Hal uygulaması Turgut Özal başkanlığındaki ANAP hükümetinin çıkardığı kanun hükmünde kararname ile kurulan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nce yürütülür. 14 Temmuz 1987 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile Olağanüstü Olağanüstü Hal dönemi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çeşitli yönleriyle mercek altına alındı. OHAL bölgesindeki illerde incelemelerde bulunan milletvekilleri, hazırladıkları raporlarda tespit ve görüşlerini dile getirdi. Hal ilk olarak Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van’da uygulamaya konur. Adıyaman, Bitlis ve Muş ise “mücavir (komşu) il” olarak belirlenir. Batman ve Şırnak’ın 16 Mayıs 1990’da il olmasıyla OHAL kapsamındaki il sayısı 13’e yükselir. “Mücavir il” olarak uygulama kapsamına alınan Bitlis’te 19 Mart 1994 tarihinde OHAL uygulamasına geçilir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki farklı illeri kapsamına alacak biçimde her dört ayda bir olmak üzere 46 kez uzatılan OHAL uygulaması 30 Kasım 2002 tarihinde sona erer. İlk “Süper Vali” Hayri Kozakçıoğlu “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin yürürlüğe girmesinin ardından Diyarbakır’ın Şehitlik semtinde tüm birimleriyle Bölge Valiliği oluşturulur. Bu göreve ilk olarak 19 Temmuz 1987 tarihinde Hayri Kozakçıoğlu atanır. Olağanüstü Hal Bölge Valisi’nin sahip olduğu yetkiler dolayısıyla kamuoyunda “Süper Vali” olarak nitelendirilen ve Türkiye’nin çok önemli bir dönemine dair sırlarıyla birlikte geçen mayıs ayında yaşama veda eden Kozakçıoğlu, 4 yıl (1987-1991) bu görevi yürütür. Kozakçıoğlu’nun ardından göreve gelen “Süper Vali”ler şöyledir: Mehmet Necati Çetinkaya (1991-1992), Ünal Erkan (1992-1995), Necati Bilican (1996-1997), Aydın Arslan (19971999), Gökhan Aydıner (1999-2002). Türkiye’de terörün tırmandığı dönemdeki 15 yıllık Olağanüstü Hal uygulaması faili meçhul cinayetlerden köy boşaltmalara, insan hakları ihlallerinden kayıplara kadar çeşitli tartışmalar ve açığa çıkmamış sırlarla birlikte tarih sayfamızdaki yerini aldı. 1987-2002 yılları arasındaki “olağanüstü” dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çeşitli araştırmalara konu oldu, raporlar hazırlandı. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nca oluşturulan heyetler 2003 yılında Diyarbakır, Temmuz - Ağustos 2013 95 96 Dosya Mardin, Tunceli, Muş, Bingöl ve Batman illerinde incelemelerde bulundu. OHAL’in kaldırılmasının ardından bölgedeki durumu yerinde tespit eden milletvekilleri, “normalleşme süreci”ne katkı sağlaması açısından yapılması gerekenleri hazırladıkları raporlarda belirtti. OHAL dönemi yıllar içinde farklı Meclis raporlarında çeşitli yönleriyle mercek altına alındı. Bu raporlardan biri TBMM 20. Dönem’de hazırlandı. “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Raporu”nda, 1993 ve 1994 yıllarında yoğunlaşan köy boşaltmalarla ilgili şu bilgiler yer aldı: Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nin tespitlerine göre, OHAL Bölgesi (Diyarbakır, Hakkari, Siirt, Şırnak, Tunceli, Van) ile mücavir alanı (Batman, Bingöl, Bitlis, Mardin, Muş) oluşturan 11 ilde, Kasım 1997’de dönüş yapanlar hariç, 820 köy, 2 bin 345 mezra ve 57 bin 314 haneden göç edenler 378 bin 335’e ulaşmıştır. OHAL ve mücavir alan dışı bölgede zorunlu olarak boşaltılan yerleşim birimleri ise 85 köy ve 178 mezra olmak üzere toplam 263’tür. “Terörün hedefi köy ve mezralardı” Raporda OHAL eski Valisi Ünal Erkan’ın, “Bölge Valiliği döneminde köy boşaltma talebiyle karşılaşmadığını ve bu yetkiyi kullanmadığını; insanların yerleşim yerlerini terk etmelerinin bir nedeninin terörün sebebiyet verdiği güvensizlik ortamı olduğunu; teröristlerin köyleri, özellikle mezraları hedef aldığını; 1984 öncesi köy boşaltma olmadığını, çünkü o zaman terörist bulunmadığını; insanların ekonomik şartlar nedeniyle de göç ettiğini; göç edenlerin sahipsiz bırakılmadığını; kendi döneminde 7 bine yakın konut yapıldığını; hiç kimsenin zorla bir yere yerleştirilmediğini...” beyan ettiği belirtildi. Temmuz - Ağustos 2013 OHAL eski Valisi Necati Bilican’ın ise “Devletin bölgedeki insanları rahatsız etme gibi bir düşüncesinin olmadığını; köylerin ve küçük mezraların dağın başında güvenlik kuvvetlerinden uzakta olduğunu; 1980’li yıllara kadar orada huzur içinde hayvancılıkla geçimin sağlandığını, ancak 1984’ten sonra silahlı hareket başlayınca huzursuzluğun yaşandığını; devletin mezraları tek tek korumakta zorluk çektiğini; mecburiyetler altında devlette köylülerin yaşam şartlarını başka yerde temin etme düşüncesi oluştuğunu; bunun zor kullanma olmadığını; kendisinin OHAL Valisi’ne verilen köy boşaltma yetkisini kullanmadığını...” ifade ettiği de raporda yer aldı. Rapora göre OHAL eski Valisi Necati Çetinkaya, “Bu sorunun birinci nedeninin güvenlik olduğunu; köylü kendini güvende hissetmiyorsa, devamlı terör örgütünün hedefi durumunda oluyorsa, her an bir baskıya maruz kalıyorsa göç etmek için kendisinin istekli olacağını; Dosya güvenlik mülahazasıyla devletin de onu başka yere göç ettirmiş olduğunu” dile getirdi. Raporda OHAL eski Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun ise şu ifadeleri yer aldı: “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği Kurulması Hakkındaki 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Bölge Valisi’ne bir hayli yetkiler vermiş; mesela bölge dışına çıkarma... Ben bu yetkimi hiç kullanmadım. Ben hiçbir zaman jandarma devlet anlayışında değilim; jandarma devlet anlayışının geçtiğini ve bu anlayışın menfi tedbirler içerdiğini düşünüyorum; buna karşılık ben müspet tedbirler alınması gerektiğine inanırım devlet olarak.” 26 yıldır üzerine çok şey söylenen, en son “OHAL’in kara kutusu” olarak nitelendirilen Hayri Kozakçıoğlu’nun ölümüyle birlikte yeniden gündeme gelen Olağanüstü Hal dönemini fark lı partilerden milletvekilleri ile konuşt u k . A K Par ti Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, CHP Ga zia ntep M i lletvekili Mehmet Şeker, MHP Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, olağanüstü dönemlerdeki “Türkiye fotoğrafı”nı anlattı. İşte görüşler: Yaşar Karayel - AK Parti Kayseri Milletvekili Türkiye imparatorluk bakiyesi bir ülke; bu nedenledir ki devletin bir daha zafiyete uğramaması için kurucu irade her şeyi zapturapt altına almış. Bu sıkıyönetim anlayışı neticesinde millet özellikle Atatürk sonrası tek parti döneminde, İkinci Dünya Savaşı sırasında büyük sıkıntılar çekmiştir. Sıkıyönetim anlayışı daha sonraki dönemlerde de söz konusu olmuştur. 27 Mayıs 1960’ta, 1971’de, 1980’de ve 28 Şubat döneminde sıkıntılar yaşanmıştır. Bu dönemlerde sıkıyönetimler memleketin başının belası haline gelmiş; özellikle hak ve hürriyetlerin kullanılması ile düşünce, inanç ve teşebbüs hürriyetleri kısıtlanmış, tek tip insan ideolojisi dayatılmıştır. Askerî vesayet o dönemlerde çok güçlü hale gelmiş, millet iradesi hiçe sayılmıştır. Özellikle 1980 darbesinde vesayet rejiminin tüm kanunları, kurum ve kuruluşları militarist bir anlayışla yeni baştan düzene sokulmuştur. Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, MİT ve TRT kanunları gibi sekiz ana kanun o dönemde çıkarılmıştır. Şimdi bizler hem 1982 Anayasası’ndan hem de o dönemde çıkarılmış kanunlardan çekiyoruz. Bunların hepsi sıkıyönetim anlayışıyla yapılmış işlerdi. 1980 darbesi döneminde altı buçuk milyon insanımız fişlendi, sorgudan geçirildi, idam edildi, vatandaşlıktan çıkarıldı, üniversite hocaları yurt dışına kaçmak zorunda kaldı... Bir nesil bu sıkıyönetim anlayışı yüzünden çok büyük bir zulüm yaşadı. Bu nedenle darbeler ve sıkıyönetimler her zaman bu memleketin, milletin ve demokrasinin başının belası olmuştur. Türkiye 90 yıllık bir ülke. Bu 90 yılda 45 yıla yakın bir zaman olağanüstü hal dönemleri ile geçti. Hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, en fazla faili meçhul cinayetin olduğu, ekonominin bozulduğu yıllar olarak yaşandı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde 1987’den itibaren 15 yıl boyunca Olağanüstü Hal uygulaması sürdürüldü. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra Olağanüstü Hal uygulaması kaldırıldı. 45-50 yılını sıkıyönetimler, olağanüstü dönemlerle geçirmiş bir ülke olarak hukuk sistemimizden mutlaka sıkıyönetim anlayışını ve darbeyi çağrıştıran unsurlar ile vesayet anlayışını çıkarmamız lazım. Aksi halde vesayet rejimi başımızı ağrıtmaya devam eder. Bundan kurtulmanın yolu hak ve özgürlüklerin önünü açmaktır. Ülkemizde ekonomik ve siyasi istikrarı korumak, darbe anlayışlarının her zaman önüne geçecektir. AK Parti iktidarı döneminde bu konuda çok önemli adımlar atıl- Temmuz - Ağustos 2013 97 98 Dosya dı. Özellikle 12 Eylül 2010 tarihindeki Anayasa referandumu ile birlikte vesayet rejiminden kurtulmak için millet kendi iradesine sahip çıkmıştır. Ondan sonraki dönemlerde de hak ve hürriyetlerin gelişmesi Türkiye’de artmıştır. Mehmet Şeker - CHP Gaziantep Milletvekili Kısa adıyla OHAL olarak bilinen Olağanüstü Hal uygulaması ülkemizde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 1987’den başlayarak 15 yıl boyunca uygulanmıştır. Başlangıçta yer alan vatandaşın can güvenliğinin sağlanması amacı, zamanla devletin halk üzerinde tahakküm kurmasına, özgürlüklerin yok edilmesine doğru evrilmiştir. OHAL’in başlangıçta hedeflenenden bambaşka boyutlara gitmesindeki en önemli neden OHAL Kanunu’nda verilen yetkilerin yoruma açık olmasıdır. Bu durum, vatandaşın can güvenliğini sağlama amacını da aşan bir şekilde köylerin boşaltılmasına, okulların kapatılmasına, OHAL kapsamındaki illerin bir çeşit açık hava cezaevine dönüştürülmesine yol açmıştır. OHAL uygulamasından nemalanan gruplar da bu düzeni korumak için örneğin siyasi cinayetler yoluyla kaos ortamı yaratarak ülkemizi sürekli OHAL düzeni içinde tutmaya çalıştılar. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gibi aydınların katledilmesi, bunların faillerinin yakalanamaması bu çerçevede de değerlendirilebilir. Tabii Türkiye’deki derin Temmuz - Ağustos 2013 devlet yapılanmaları, “devlet sırrı” gibi modern ve demokratik bir ülkede olmaması gereken muğlak tanımlamalar da hem kaos ortamının devam ettirilmesine hem de OHAL düzeninin sürdürülmesine zemin hazırlamıştır. Demokrasinin ilerlediği iddialarının dillendirildiği günümüzde bile “devlet sırrı” kavramı çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu kavram, geçmişte Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun çalışmalarını da, bu dönem üyesi olduğum Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun çalışmalarını da kilitlemiş ve ülkemizin geçmişindeki karanlık noktaların aydınlatılmasını engellemiştir. Bu kavram var olduğu sürece ülkemiz fiili olarak OHAL uygulamalarından da kurtulamaz, demokratik gelişimini de tamamlayamaz. 1987-2002 arası OHAL uygulamalarını ve sonuçlarını bugünkü durum ile karşılaştırdığımızda, OHAL uygulamasının de jure olarak sona erdiğini ancak de facto olarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Hak aramak için sokaklara çıkan gençler, öğrenciler ya da iktidarı eleştiren gazeteciler bugün terörist yaftası yemekte ve yıllarca cezaevinde kalmaktadırlar. Bu, OHAL Kanunu’nun 11’inci ve 12’nci maddelerinin hâlâ uygulandığını göstermektedir. OHAL döneminde de tutukluluk süreleri cezalandırmaya dönüştürülmüştü, bugün de öyle… Günümüzdeki olağanüstü yargılama usulleri OHAL döneminin en karakteristik özelliklerinden biriydi. Özgür- Dosya lükleri genişletmedikçe, demokratik kurumlar iktidarın vesayetinde çalışmaya devam ettikçe, hukukun üstünlüğü sağlanmadıkça OHAL uygulamaları hukuki olarak değil ancak fiili olarak kullanılmaya devam edecektir. Bu da ülkemizi demokrasi anlamında ileriye değil geriye taşıyacaktır. Oktay Vural - MHP Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Olağanüstü Hal, demokratik hukuk devleti çerçevesinde Anayasa’nın öngördüğü, kanunlarda var olan bir uygulama yöntemidir. Dolayısıyla böyle bir yöntemin gayri hukuki uygulamaların mesnedi olarak gösterilmesi mümkün değildir. Terörün giderek arttığı yörelerde muhakkak hukuk çerçevesinde tedbirler almak gerekir. Olağanüstü Hal hukuka bağlı olarak terörle mücadelede etkinliği sağlamak amacıyla getirilmiş bir tedbirdir. Tabii uzunca bir süre devam etti; böyle bir durumda uygulamalar istisnai olmaktan çı k ıyor. O y ı l la rda demok rasi ve hukuk çerçevesinde Olağanüstü Hal’i sonlandırabilecek bir netice alınması büyük önem taşıyordu, bu da bizim dönemimizde gerçekleşti. Milliyetçi Hareket Partisi olarak koalisyon ortağı olduğumuz dönemin son üç yılında terörle mücadelede nihayete eren bir süreç vardı. Olağanüstü Hal’in bölgedeki sonuçlarına bakıldığı zaman artık bu uygulamaya ihtiyaç olmadığı görülüyordu ve peyderpey kaldırıldı. Koalisyon ortağı olduğumuz dönemde Millî Güvenlik Kurulu’nun 30 Mayıs 2002 tarihinde yaptığı toplantıda güvenlik ve asayiş durumu gözden geçirildi; Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Tunceli illerinde devam etmekte olan Olağanüstü Hal uygulamasının 30 Temmuz 2002 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Hakkari ve Tunceli’de sona erdirilmesi, Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise Bakanlar Kurulu’nca Olağanüstü Hal uygulaması sonrası alınacak tedbirlere hazırlık süresi vermek amacıyla son defa olmak üzere dört ay daha uzatılması kararlaştırıldı. Olağanüstü Hal’i bitirme kararı ülkemiz için çok önemlidir. Türkiye’nin Olağanüstü Hal’le ilgili önemli tecrübeleri var. Olağanüstü Hal uygulamalarının bu tecrübeler istikametinde yeniden ele alınmasında, hukuki çerçevesinin farklı bir şekilde değerlendirilmesinde fayda bulunuyor. Olağanüstü Hal güvenlik güçlerinin terörle mücadele kapsamında güçlendirilmesi amacını taşıyor. Maalesef 2003 yılından itibaren terörün giderek arttığı, PKK terör örgütünün hakimiyet alanını genişlettiği bir dönemde, bölge adeta PKK’nın olağanüstü haline terk edilmişti. Bundan da bölge halkı büyük zarar görüyordu. O süreç içerisinde PKK’nın hakimiyetini ortadan kaldırmak amacıyla Olağanüstü Hal uygulamasının belli bölgelerde tekrar gün- Temmuz - Ağustos 2013 99 100 Dosya deme getirilmesini bir tedbir olarak öngörmüştük. Bugüne baktığımızda bırak ın Olağanüstü Hal ’i bölgede maalesef normal güvenlik tedbirlerinin dahi etkinlikle uygulanmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Şu anda olağan hukuk ve güvenlik tedbirleri çerçevesinde bölgede terörle mücadele, asayiş ve huzurun temin edilmesi konusunda etkinliğin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bugün terör açısından bir olağanüstü hal gözükmemekle birlikte PKK’nın fiili hakimiyetinin olduğu bir yerde devletin sivil otoritesinin hakim kılınması gerekiyor. Hasip Kaplan - BDP Şırnak Milletvekili 12 Eylül askerî darbesinin ardından ilan edilen sıkıyönetimden, askerî mahkemelerden 1987 yılında Olağanüstü Hal uygulamalarına geçilmişti. Sıkıyönetim komutanlarının yerini OHAL Bölge Valisi; sıkıyönetim a s k er î m a h k e melerinin yerini Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) almıştı. Bu dönem lerde d e ğ i ş me ye n t e k şey va rd ı; 5 Nolu Askerî Cez aev i olarak ünlenen Diyarbakır Cezaevi’nin vahşeti, işkenceleri, direnişleri... Duvarlarında bir yazı vardı unutulmayacak; “Ne duyuyorsan, görüyorsan, yapıyorsan burada kalsın.” 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 17/1 maddesine göre verilen cezalar 1/3 oranında artırılıyordu; DGM/ ÖYM’lerde ise Terörle Mücadele Kanunu uyarınca bu zam devam etti. Sıkıyönetim ve OHAL döneminde 285 Temmuz - Ağustos 2013 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca devlet memurları güvenlik güçleri, işkence ve öldürme olaylarında Memurin Muhakematı Hakkında Kanun’a (MMHK) tabiydi ve haklarında hiçbir zaman soruşturma izni verilmedi. Cizre/ Yeşilyurt köyünde dışkı yedirme davasında aynı durum yaşanınca OHAL bölgesinden Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na ilk bireysel başvuruları yapmıştım. 413 ve 430 sayılı kanun hükmünde kararnamelerle meşhur sansürsürgün uygulamalarına geçilmişti. 1984 yılından itibaren zorla koruculaştırma uygulamaları da başlamıştı. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesi her şeyi terör propagandası kapsamına alıyor, ağır cezalar veriliyordu. Bu dönemin en büyük özelliklerinden biri “kollektif ceza” anlayışıydı; suç işlediği iddia edilen bir kişinin bütün ailesi sorumlu tutulur, baskılara maruz kalırdı. Kasaplar Deresi gibi birçok yerde toplu mezarlar ortaya çıkıyor, mahkemelerde savunma hakkı yok sayılıyordu. Uzun gözaltı süreleri önceleri 90, sonra 30 ve 15 gün olarak uygulanırdı. OHAL dönemindeki ilk köy boşaltmalar, yakmalar Şırnak Cudi Dağı eteklerinde başlamıştı, giderek diğer illere yayıldı. 1993-1997 yılları arasında binlerce köy yakılıp yıkıldı ve boşaltıldı. 17 bin 500 faili meçhul cinayet işlendi. 1999 yılında AB’ye adaylık sürecinin başlaması, Kopenhag kriterleri uyarınca yapılan reformlar, anayasa değişiklikleri, OHAL’in kaldırılması ve PKK’nın 1999-2004 yıllarında sınır ötesine geçmesiyle bazı kısmi iyileşmeler yaşandı. Ancak darbenin, OHAL’in hukuku hâlâ temizlenemedi. Demokratik adımların atılması ve yeni bir anayasa ile 21. yüzyılda Türkiye’nin yeni hukukunun yaratılmasıyla bu travmaların aşılması için çözüm süreci son derece önemlidir. 2013 yılında başlayan çözüm süreci ile toplumsal barışın sağlanması, demokratikleşme, eşitlik-özgürlük-adalet konularında atılacak adımlarla güvenlik devletinden hukuk devletine geçiş konusunda önemli bir kamuoyu desteği bulunmaktadır. Çözüm süreci tarihsel bir fırsattır, bunu yaşama geçirmede hepimize büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. 102 Röportaj Muharrem Şemsek: Bizim gençliğimizde pek fazla diyalog yoktu, şimdi her şey çok farklı Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden Muharrem Şemsek, “Günümüzde siyasetin toplumu kutuplaştırıcı bir şekilde yapılmasını üzülerek takip ediyorum. Siyaset kurumlarımız siyasi geçmişimizden ders çıkarabilmeli, önceki dönemler unutulmamalı” diyor. Gençlik yılları “sağ-sol” çatışmalarının tam ortasında geçen Şemsek, “Yaptıklarımdan hiç pişmanlık duymadım” diye konuşuyor. Temmuz - Ağustos 2013 T arih 22 Temmuz 1979... Ankara’da sıcak bir akşamüstü… Saat 17:00 suları... Etlik Aşağı Eğlence’de art arda silah sesleri duyulur. Çapraz ateşe tutulan genç, kanlar içinde yere yığılır. Vücuduna isabet eden kurşunlar hayatını sona erdiremez, ama bir daha yürümesine engel olur. Türkiye’nin sancılı bir dönemden geçtiği 1979 yazında pusu kurulan genç Muharrem Şemsek’tir. Bu olaydan on yıl önce öğretmenlik eğitimi için Çorum’dan Ankara’ya gelmiştir. Öğrencilik yıllarında “sağ-sol” çatışmalarının tam ortasında yer almış, ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden biri olmuştur. 12 Eylül öncesinin yakın tanığı, 19. Dönem MHP Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek bu ayki röportaj konuğumuz… Ofisinde sohbet ettiğimiz Şemsek ile hem hayat hikayesini hem de Türkiye’nin dünü ve bugününü konuştuk. Muharrem Şemsek 1949 Çorum doğumlu. Çiftçi bir ailenin çocuğu; gelir az, yokluk çok… İlkokulu bitirebilmek bile mümkün değil o zamanlar. Okul da yok, öğretmen de… Muharrem Şemsek, kendisinden büyük kardeşlerinden şanslı, Röportaj çünkü ailede ilkokula gidebilen ilk çocuk. Eğitim hayatı ilk ve ortaokulun ardından yatılı olarak Çorum Öğretmen Okulu’nda devam eden Şemsek, “1 ve 2. sınıflardaki ders notlarım iyi olunca beni Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne seçtiler. Böylece 1969 yılında Ankara’ya geldim” diyor. Farklı okulların yan yana olduğu Beşevler’de geçen lise yıllarının siyasi hayatına yön verdiği Şemsek o dönemi şöyle anlatıyor: “Ankara’ya geldiğimizde kendimizi olayların içinde bulduk. Okulumuzda farklı ideolojik görüşlere sahip gençler arasında tartışmalar, kavgalar oldu, silahlar patladı. Hatta bir olayda gözlerimizin önünde Süleyman Özmen isimli ülkücü genç öldürüldü. Hazırlık Lisesi’ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ni kazandım. 1. sınıftayken 12 Mart 1971 muhtırası verildi. Öğrenci olduğumuz dönemde ülkenin içinde bulunduğu şartlar da bizi siyasi bakımdan bir tarafta yer almaya mecbur kılıyordu. Fa külteye yeni gelmiş öğrencileri kendi yanlarına çekmek isteyen ideolojik gruplar bizleri seminerlere, konferanslara davet ediyordu. O dönemde merhum Alparslan Türkeş ve Bülent Ecevit’in konferanslarını takip etme imkanı bulduk. Neticede kendi inançlarıma, değerlerime, yaşam tarzıma yakın bulduğum ülkücü hareket içerisinde yer aldım.” “Her darbe bizi sorguya çekti” Muharrem Şemsek, üniversite yıllarını anlatırken cezaeviyle tanıştığı günlere de değiniyor. “12 Mart Muhtırası döneminde Yıldırım Beyazıt 2 No’lu Askeri Cezaevi’nde yattım. Sebebi de şu; okulumuzdaki bir kavgayla ilgili benim ismim verilmiş. Konuyla ilgim yoktu aslında, ama ifademi aldılar, sorguladılar. Bu olay nedeniyle ceza- eviyle tanışmış oldum” diyen Şemsek bir noktanın altını çiziyor: “Kamuoyunda sıkıyönetim dönemlerinin, askerî yönetimlerin ülkücülere tolerans gösterdiği yönünde yanlış bir algı var. Biz darbelerle boğuşarak bugünlere geldik. Her darbe bizi sorguya çekmiştir, yargılamıştır. Ben yaşadığımız her darbede hapse girdim. 12 Eylül’de tekerlekli sandalyeyle yattım Mamak’ta. Suçum da yazı yazmaktı. Sözcü dergisindeki bir yazımdan dolayı Milli Güvenlik Konseyi’nin 52 No’lu bildirisine muhalefetten, Kenan Evren’e hakaretten yargılanıp ceza aldım. Oysa hiç kabahatim yoktu. Zaten öyle bir dönemdi ki yazı yazarken çok dikkatli davranıyorduk. Üstelik hakkımdaki dava usule aykırı olarak açılmıştı. Yaptığımız itiraz kabul edildi, ancak cezanın büyük bölümünü yatmıştım.” 12 Mart döneminde tüm öğrenci dernekleri kapatılır. Bunlar arasında Ülkü Ocakları Birliği de vardır. Muharrem Şemsek, muhtıranın ardından girdiği cezaevinden çıkınca teşkilatlanmaya öncelik verir ve arkadaşlarıyla birlikte 1973 yılında Ülkü Ocakları Derneği’ni kurar. Ankara’da sıkıyönetimin izin vermeyeceği düşüncesiyle Bursa’da temelleri atılan derneğin 1975’e kadar genel başkanlığını yürütür. Üniversiteyi bitirip öğretmenlik yaptığı dönemde ise ülkücü görüşü benimseyen Ülkü-Bir’in genel sekreteri olur. 1976 yılında uzman olarak Atom Enerjisi Kurumu’nda çalışmaya başlar. Bu dönemde askere gider. Evinin önündeki saldırı askerliği sırasında yaşanır. Muharrem Şemsek o günü şöyle anlatıyor: “Askerliğimi Polatlı Topçu Birliği’nde yapıyordum. Hafta sonları Etlik Aşağı Eğlence’deki evimize geliyordum. Bir pazar günü akşamüstü birliğime dönerken saldırıya uğradım. Evin bulunduğu sokakta pusu kurmuşlar, çift taraflı ateş altında kaldım. Vücuduma 5 kurşun isabet etti. Omuriliği zedeleyen kurşun nedeniyle bir daha yürümem mümkün olmadı.” “Milletvekilliğim fevkalade verimli geçti” Muharrem Şemsek, 12 Eylül’deki cezaevi yıllarının ardından siyasi parti çalışmalarında bulunur. O dönemde Milliyetçi Hareket Partisi askerî darbenin ardından Temmuz - Ağustos 2013 103 104 Röportaj kapatılmıştır ve Alparslan Türkeş cezaevindedir. Muharrem Şemsek ve arkadaşları 1983’te Muhafazakar Parti’yi kurar. Partinin adı 1985 yılında Milliyetçi Çalışma Partisi olur. 1993’te ise yeniden Milliyetçi Hareket Partisi ismini alır. 1991 genel seçimlerinde Çorum Milletvekili olarak Meclis’e giren Muharrem Şemsek o döneme dair şunları söylüyor: “Milliyetçi Çalışma Partisi, Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi seçim ittifakı yapmıştı. Bizler Refah Partisi listelerinden aday olduk, seçilince MÇP üyesi 19 milletvekili olarak tekrar partimize geçtik. Meclis’te grup kuramadık, ama fevkalade verimli çalışmalar yaptık. Genel Kurul’da, komisyonlarda görüşlerimizi ifade ettik, çeşitli konularda araştırma önergeleri verdik. O dönemde terör, bölücülük, ekonomik kriz, Avrupa Birliği, Gümrük Birliği, Kıbrıs ve özelleştirme tartışmaları gündemdeydi. Muhalefet olmamıza rağmen MHP milletvekilleri olarak her konudaki görüşümüz dikkate alınıyor ve değerlendiriliyordu. Fevkalade itibarımız vardı. Bir gün millî eğitimle ilgili konuşma yapmak üzere kürsüye geldim. Meclis Başkanvekili Fehmi Işıklar’dı. SHP ile ittifak yaparak Meclis’e giren HEP’in milletvekiliydi. Konuşmamı dikkatle dinliyordu. Sürem bitmiş olmasına rağmen beni ikaz etmiyordu. Sonradan gazeteci Yavuz Donat kendisine sormuş, ‘Sayın Muharrem Şemsek konuşurken ne hissettiniz?’ diye. ‘Konuşmaya iyi hazırlanmıştı, öyle ciddi şeyler söylüyordu ki süresi bitmesine rağmen sözünü kesemedim’ demiş. O zaman farklı partilerden milletvekillerinin birbirlerine saygı gösterdiği bir ortam vardı. Bu dönemki Meclisimize haksızlık etmek istemem, ama bizim zamanımızda çok seviyeli, ağırbaşlı, ciddi ve derinliği olan bir Meclis ortamı vardı. Alanında uzman çok değerli insanlar kürsüye çıkardı. Temmuz - Ağustos 2013 Konuşmalardan hepimiz istifade ederdik. MHP’nin sonraki dönemde gelişmesinin önemli sebeplerinden biri de bu dönemdeki Meclis faaliyetleridir.” Meclis’teki ilk engelli milletvekili Muharrem Şemsek ülkemizin ilk engelli milletvekili. Tekerlekli sandalyeyle Meclis’e geldiğinde hem Genel Kurul Salonu’nda hem TBMM yerleşkesinde birtakım düzenlemeler yapılmış. Şemsek, “O zaman Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’tu. Allah razı olsun, benim için Meclis’te birçok değişiklik yapıldı. Kürsüde rahat konuşabilmem için tekerlekli sandalyeyle istediğim yüksekliğe kadar çıkabilmemi sağlayan bir sistem kuruldu. Kürsüdeki değil, yakamdaki mikrofonu kullanıyordum. Dolayısıyla konuşma süresi bitince mikrofonu kapatamıyorlar, sözlü olarak ikaz ediyorlardı. Doğrusu ben de bu durumu hiç istismar etmedim. Tekerlekli sandalyeyle rahat hareket edebilmem için çeşitli yerlere rampalar yapıldı. O dönemde Meclis’te engellilerle ilgili bir farkındalık oluştu. Kanun teklifleri, araştırma önergeleri, gündem dışı konuşmalarla engellilerin sorunlarını Meclis gündemine getirmeye çalıştım” diyor. 1991-1995 yılları arasındaki milletvekilliğinin ardından siyaset çalışmalarını devam ettiren Muharrem Şemsek, MHP ile ilişkisini Kurucular Kurulu Üyesi Röportaj olarak sürdürüyor. Günümüzde MHP’nin izlediği siyaseti değerlendirmesini istediğimiz Şemsek, “Milliyetçi Hareket Partisi daha etkili olabilir. Arkadaşlarımız çalışıyorlar, gayret ediyorlar, ama MHP şu konjonktürde iktidar alternatifi parti olmalıdır, halkı peşine takıp iktidara yürüyebilmelidir. İçinde bulunduğumuz konjonktür buna imkan veriyor, ülkemizin millî çıkarları da bunu gerektiriyor. Ümit ederim, daha aktif olup MHP’yi iktidar yapabiliriz arkadaşlarımızla beraber” diyor. Röportajımız sırasında Muharrem Şemsek’e yeni anayasa hazırlık çalışmaları, çözüm süreci ve Gezi Parkı eylemleriyle ilgili değerlendirmelerini de sorduk. Yeni anayasa çalışmaları sırasında siyasi partiler arasındaki görüş ayrılıklarının, tartışmaların yadırganmaması gerektiğini belirten Şemsek, “Umarım bütün partiler bir noktada uzlaşarak yeni anayasayı müştereken yaparlar, ama yapamazlarsa bunu da kıyamet alameti olarak görmemek lazım. ‘Siyasi partiler şu kadar süre çalıştılar, hiçbir şey ortaya çıkaramadılar’ gibi ifadelerle siyasi partileri ve demokrasiyi tahrip edici bir tartışma alanı açmamak gerekir. Bugüne kadar yapılmış çalışmalar bile bir sonuçtur; üzerinde anlaşılan konular bir araya getirilip anayasa değişikliği olarak çıkarılabilir. İlla anayasanın bütün maddelerinin yeniden yazılması gerekmez” diye konuşuyor. Çözüm sürecine de değinen Muharrem Şemsek, “Kim ne derse desin bölücülük ve terör ülkemizin hâlâ bir numaralı meselesidir. Çözüm süreci denen ne ise umarım hayırlı bir şekilde neticelenir, ama göründüğü kadarıyla sağlıklı yürümediğini, yanlış teşhisle hareket edildiğini hissediyorum” diyor. “Gençler yeni bir muhalefet tipi geliştirdi” Muharrem Şemsek’le röportaj yaptığımız sırada Gezi Parkı eylemleri tüm hızıyla sürüyordu. Olaylarla ilgili “Türkiye yeni bir muhalefet tipiyle karşılaştı” yorumunu yapan Şemsek şöyle devam ediyor: “Bu yeni muhalefet tipini iyi analiz edebilmek lazım. Her siyasi görüş ve inançtan gençler bir araya gelip tepkilerini, taleplerini ifade ediyor. Bu kişileri harekete geçiren saikin ne olduğunu siyasi partilerimiz ve iktidar kurumu doğru analiz edebilmelidir. Ancak görebildiğim kadarıyla bu henüz yapılabilmiş değil. Protestolarda öne çıkan ana unsur, çeşitli konularda iktidarın uygulamalarının yarattığı rahatsızlıktır. İçinde bulunduğumuz dönemde siyasetin toplumu kutuplaştırıcı bir şekilde yapılıyor olmasını üzülerek takip ediyorum. 12 Eylül öncesi olaylarda siyasi parti üst yönetimlerinin birbirleriyle ilgili kutuplaştırıcı beyanlarının önemli etkisi olduğunu unutmamak gerekiyor. Üsluba dikkat edilmesi lazım. Bu konuda iktidar öncülük yapmalıdır. Herkes elbette görüşlerini söyleyecektir, ama “Türkeş’le birlikte siyaset yapmak bir şereftir” Muharrem Şemsek, uzun yıllar birlikte siyaset yaptığı merhum Alparslan Türkeş’le ilgili sorumuzu şöyle yanıtladı: “Alparslan Türkeş’le beraber siyaset yapmış olmak bizim için şereftir. Türkeş Bey dışarıdan sert, otoriter bir kişilik olarak algılanır, ama hiç öyle değildi. Tahmin edilenin de ötesinde demokratik tavırlı bir insandı. Biz kararlarımızı her zaman tartışarak alırdık. Türkeş Bey’in istemediği çok karar aldık. Kendisi bu kararlara katılmasa da saygı gösterirdi, sonradan ‘Siz haklıydınız oğlum’ dediği de olmuştur.” saygı çerçevesi aşılmamalıdır, kesinlikle ayrımcı olunmamalıdır.” Muharrem Şemsek’e “Sizin gençlik döneminizle bugün arasında önemli farklar var” dediğimizde, “Evet, çok doğru… Bizim dönemimizde farklı ideolojik gruplar fikirlerini çeşitli zeminlerde ifade ediyor, fakat birbirlerini tehdit olarak görüyordu. Bu nedenle karşıt görüşlü gençler arasındaki mücadele sert geçiyor, kavgalar, çatışmalar engellenemiyordu. O zamanlar diyalog fazla yoktu. Şimdi her şey çok farklı. İnsanlar birbirleriyle konuşabiliyor, fikirlerini söyleyebiliyor, ortak bir eylemin içinde yan yana durabiliyor. Bunun önemini kavrayabilmek, kutuplaştırıcı söylemlerden uzak durmak gerekiyor.” “Hiç pişmanlık duymadım” Muharrem Şemsek, “Geçmişe dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?” diye sorduğumuzda “Bugüne kadar yaptıklarım nedeniyle hiç pişmanlık hissetmedim. ‘İyi ki yapmışız’ dedim” yanıtını veriyor. Hayatını 34 yıldır tekerlekli sandalyede sürdüren Muharrem Şemsek’e son sorumuz ise “engellilerin sorunları” oluyor. Şemsek şunları söylüyor: “Engellilerle ilgili önemli çalışmalar yapıldı; kanun çıktı, çeşitli iyileştirmeler oldu. Ancak engellilerle ilgili bütün meselelerin çözüldüğünü söylemek mümkün değil. Engellilere verilen hizmetlerde yer yer yanlış uygulamalar olabiliyor. Umarım yaşanan problemler zaman içinde çözülür.” Temmuz - Ağustos 2013 105 106 Meclis Çalışanları Göz alıcı bahçedeki hünerli eller: PARK BAHÇE ÇALIŞANLARI Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit Onlar Meclis’in göz kamaştıran bahçesinin yaratıcıları… Binbir çeşit çiçek ve ağaçla tablo gibi görüntüler oluşturan Park Bahçe çalışanları, üretimi de kendileri yapıyor bakımı da… Temmuz - Ağustos 2013 A nkara’da güzel bir yaz sabahı… Saat 8:30… Meclis’in Ayrancı kapısındayız. İçeri girer girmez toprak kokusu karşılıyor bizi. Derin bir nefes alıyoruz. Özlediğimiz o güzel toprak kokusunu içimize çekip yürümeye devam ediyoruz. Her adımda rengarenk çiçekler eşlik ediyor bize. Göz alıcı kırmızısıyla fark edilmemesi imkansız ateş çiçeğini görüyoruz önce. Sardunya, karanfil, begonya, cam güzeli derken yeşilin binbir tonunun tam ortasında buluyoruz kendimizi. Doğanın verdiği enerjiyle güne başlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bulunduğumuz yer Meclis’in serası; o güzelim çiçeklerin üretim merkezi… Sabah erkenden mesaiye başlamış Park Bahçe çalışanlarına “Kolay gelsin” deyip TBMM Meclis Çalışanları Meclis park ve bahçelerinin düzenlenmesi için 1965 yılında proje yarışması açıldı. Bu yarışma Türkiye’de peyzaj mimarlığı alanında yapılan ilk yarışma oldu. Jüri, Ziraat Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Yüksel Öztan’ın projesini birinciliğe değer gördü. Destek Hizmetleri Başkan Yardımcısı Şemseddin Kılınç’ın yanına gidiyoruz. Kılınç ve Meclis’in ziraat mühendisleriyle TBMM bahçesini konuşuyoruz. Ülkemizin en güzel ve en bakımlı bahçelerinden birini mercek altına aldığımız röportaj, “en iyi” olmanın sırrını bir kez daha ortaya koyuyor: İşini sevmek ve çok çalışmak… 13 yıldır Meclis’te görev yapan Ziraat Yüksek Mühendisi Gökhan Çağlayan, TBMM’nin 450 bin metrekare alan üzerine kurulu olduğunu, bunun yaklaşık 350 bin metrekaresini yeşil alanın oluşturduğunu belirtiyor. Yeşil alanlarda 22 bin civarında ağaç, ağaççık, çalı bulunduğunu ve her birinin düzenli olarak bakımının yapıldığını ifade eden Çağlayan, “Mevsimlik çiçeklerde yazlık ve kışlık olmak üzere yılda ortalama 550 bin üretim yapıyoruz. Daha önce bu rakam 300 bin civarındaydı, bu yıl rekor kırdık ve 550 bin mevsimlik çiçek üretimi yaparak alanda kullandık” diyor. Gökhan Çağlayan, TBMM bahçesinin çok geniş bir ürün yelpazesine sahip olduğunu belirterek, “Ürün çeşitliliği konusunda Ankara’da bir numarayız. İç Anadolu Bölgesi’nde yetişen bitkilerin birçoğunu kullandık. Her geçen yıl üretim adedi ve çeşitliliğini artıyoruz. Bahçemizi bir arboretum (ağaç parkı) olarak da görüyoruz” diye konuşuyor. Çağlayan, Meclis’in Çankaya girişinde yer alan Milli Egemenlik Parkı’nda farklı ülkelere özgü ağaçların bir arada görülebileceğini ifade ediyor. Temmuz - Ağustos 2013 107 108 Meclis Çalışanları Her zaman temiz ve bakımlı TBMM bahçesindeki tüm çiçeklerin üretimi serada yapılıyor. Bu sayede maliyet de önemli ölçüde düşüyor. Bahçedeki hem ağaç, ağaççık ve çalıların hem de mevsimlik çiçeklerin bakımı Destek Hizmetleri Başkanlığı’na bağlı Park Bahçe Hizmetleri personeli tarafından gerçekleştiriliyor. Bu birimde peyzaj mimarı, ziraat mühendisi, tekniker, teknisyen, memur, hizmetli, büro görevlisi ve bahçıvan olmak üzere toplam 124 kişi çalışıyor. Gökhan Çağlayan, “TBMM bahçesinin her zaman temiz ve bakımlı olması için adeta ‘hayalet gibi’ çalışıyoruz; insanlar sabah geldiklerinde biz bahçedeki işlerimizi bitirmiş, güzel bir ortam hazırlamış oluyoruz” diyor. 3 yıldır Meclis’te çalışan Ziraat Mühendisi Ümit Küçük, TBMM bahçesini Tepe Bölgesi, Ön Bahçe ve Sera Bölgesi olmak üzere üç bölüme ayırarak çalışmalarını sürdürdüklerini belirtiyor. Temmuz - Ağustos 2013 TBMM bahçesi ürün çeşitliliği konusunda Ankara’nın bir numarası. İç Anadolu Bölgesi’nde yetişen birçok bitki Meclis bahçesinde mevcut. Ön Bahçe’nin kendi arasında Milli Egemenlik Parkı, Halk Bahçesi ve Ön Bahçe olarak üçe ayrıldığını, Tepe Bölgesi’nin Spor Tesisleri ve TBMM Başkanları Parkı’nı kapsadığını, Sera Bölgesi’nin ise fidanlık, iç mekan süs bitkileri ve mevsimlik çiçek üretimi olarak üçe ayrıldığını anlatan Küçük, “Tepe Bölgesi, TBMM ana binasının yapımı sırasında çıkan toprağın yığılıp üzerinin yeşillendirilmesiyle oluşturulmuş. Ben Tepe Bölgesi ve ilaçlamadan sorumluyum. Bahçedeki Rakamlarla TBMM bahçesi Mevcut ağaç ve çalı miktarı : 22 bin adet Mevcut ağaç ve çalı türü : 96 adet Seralarda saksı bitkisi mevcudu : 11 bin 100 adet Seralarda saksı bitkisi türü : 230 adet Fidanlık mevcudu (ağaç-çalı) : 5 bin 600 adet Üretilen mevsimlik fide (yazlık ve kışlık) : 550 bin adet Üretilen yıllık kesme çiçek : 90 bin adet Yerörtücü ve daimi çiçek yıllık üretimi : 23 bin adet İç mekan saksı bitkisi yıllık üretimi : 25 bin 600 adet Ağaç, ağaççık ve çalı yıllık üretimi : 1250 adet Meclis Çalışanları ağaç, ağaççık ve çalı grubunda her sene sıcağa ve neme bağlı olarak hastalık ve zararlılar oluşuyor. Bunlarla mücadele için satın alma yoluyla elde ettiğimiz ilaçları kendi ekipmanlarımız ve elemanlarımızla uyguluyoruz. Personel hareketliliğinin olduğu zamanlarda ilaçlama yapmamak için sabah erken saatlerde, gece veya hafta sonları çalışıyoruz. İlaçlamayı kimseye rahatsızlık vermeden yapıyoruz” diyor. 5 yıldır Meclis’te çalışan Ziraat Mühendisi Tarık Türk, Ön Bahçe’den sorumlu olduğ unu belir tiyor. Ön Bahçe, Meclis’e gelen ziyaretçilerin ilk karşılaştığı alanları kaplıyor. Örneğin ziyaretçi giriş kapıları ile milletvekillerinin çalışma odalarının yer aldığı Halkla İlişkiler Binası’nın bulunduğu alanlar Ön Bahçe içerisinde yer alıyor. Bir anlamda TBMM bahçesinin vitrinini oluşturan bu alanlarda farklı çiçek desenleri dikkat çekiyor. Orta refüjde yer alan, kenarları beyaz alissum çiçeği, ortası kırmızı ateş çiçeğiyle oluşturulmuş damla deseni hayranlık uyandırıyor. Mozaik Parteri adı verilen şeref merdivenleri karşısındaki çiçek Memnuniyet anketinde birinci sırada Türkiye’nin en güzel ve en bakımlı bahçeleri arasında ilk sıralarda yer alan TBMM bahçesi, milletvekillerinin de beğenisini kazanıyor. Geçen yıl Milletvekili Memnuniyet Anketi’nde TBMM bahçesinin yüzde 98’le birinci geldiği belirtiliyor. deseninin ise bu yıl yenilenerek bambaşka bir hal aldığı gözlerden kaçmıyor. Meclis Başkanlığı makamının bahçesindeki kaplumbağa deseni ile TBMM Başkanları Parkı’ndaki Türk Bayrağı motifi de görülmeye değer. Tarık Türk, bahçede kullanılan desenleri kendilerinin tasarlayıp çizdiğini ve uygun görülenlerin bahçede uygulandığını belirtiyor. Dört bir yanda çiçek kokusu 6 yıldır Meclis’te görev yapan Ziraat Mühendisi Derya Aytemiz Erkan, kesme çiçekler ve iç mekan bitkileriyle ilgileniyor. Makam odalarından Tören Salonu’na, kulislerden yemekli toplantılara kadar pek çok yerde gördüğümüz çiçekler serada üretilip Meclis’in dört bir yanını güzelleştiriyor. Bu çiçeklerin bakımının düzenli olarak yapıldığını, gerektiğinde yenilendiğini ifade eden Erkan, “200 civarında salon bitkisi türünden yaklaşık 25 bin üretim yapıp değerlendirdik. Üretimimiz sürekli devam ediyor. Şu sıralar tekrar karanfil fidelerimiz geldi. Karanfil üretiminde önemli ölçüde artış sağladık. Birkaç yıl önce yılda 35-45 bin civarında kesim yapıyorduk, şimdi bu rakam 65-70 bine ulaştı” diyor. Meclis serası milletvekillerine ve personele de hizmet veriyor. Saksı çiçeği, buket gibi talepler geldiğinde piyasaya göre daha uygun fiyat karşılığında satış yapılıyor. Söz konusu taleplerin, TBMM’nin iç ve dış mekanlarındaki çalışmalar yapıldıktan sonra eldeki ürün çeşitliliğiyle karşılandığı belirtiliyor. Temmuz - Ağustos 2013 109 110 Erbay Kücet B ir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devirde şahit olduğu veya duyduğu olayları anlattığı yazılara “hatırat” denmektedir. “En kötü, en değersiz hatırat yazılmamış hatırattır” diyerek söze başlarsak konuyla ilgili anlatacaklarımıza güzel bir giriş yapmış oluruz. Hatıralarda yazar kendi hayatı ile birlikte çevresini, yaşadığı dönemi bütün özellikleriyle anlatmaya çalışır. Bir anlamda yazar, merkez değil seyirci gibidir. Eğer hatırat kitabı tanınmış bir sanat, ilim ve siyaset adamı tarafından kaleme alınmışsa onların yaşadığı devri tanıma bakımından bu önemlidir. Bununla birlikte hatıralarda çoğu zaman yazarın bir seçme yaptığını ve kendi hoşuna gideni anlattığını da gözden uzak tutamayız. Tarihsel araştırmalar açısından önem taşıyan olaylara dair bilgi ihtiva eden bir hatıratı, başka kaynaklarda farklı şekilde görebilmemiz doğaldır. Bu bakımdan her olay veya bilgi için birden fazla hatıratı referans göstermek en sağlam yol olarak görünmektedir. Yazılan her hatırata zamanın elinden kurtarılmış bilgi ve Temmuz - Ağustos 2013 belge gözüyle de bakabiliriz. Ancak günümüzde yayın hayatımıza giren birçok hatırat türü eserde, baskı aşamasından önce veya basımı esnasında belli usullere uyulmadığı dikkat çekmektedir. Hatırat, tarih kitabı değildir Edebiyatın en yaygın türlerinden biri olan hatıratların başlıca özelliği, yazarın hayatının belli bir kesitini alması ve zaman diliminden çok sonra yazıya dökülmesidir. Bu açıdan bakıldığında hatıratın kendisi tarih değilse de tarihe yardımcı olduğu gerçektir. Hatırat, içinde bulunulan zaman diliminde yazılan günlüklerle karıştırılmamalıdır. Siyasilerin hatırat yazmaları yaşadıkları dönemin olaylarını anlatması bakımından önemlidir. Her şeyden önce resmî makamlardan çıkan her bilgi ve vesika da resmî bir kisveye bürünür; bu bilgi ve vesikalar tarih araştırmalarında, özellikle de yakın tarih araştırmalarında oldukça önemli bir yer tutar. Osmanlı Devleti’nde bazı devlet adamlarının hatırat yazma geleneği, Tanzimat yıllarında Batı’daki meslektaşlarına özentiden doğmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Hatıra kitapları basımında özellikle son yıllarda dikkate değer, sevindirici gelişmeler olduğunu görüyoruz. Eskilerin deyimiyle hatırat, yenilerin deyimiyle anı kitabı sayısındaki gözle görülen artış, eskiden yokluğundan şikayet ettiğimiz bu türün şimdilerde öneminin daha iyi anlaşılmasıyla ilgili olsa gerek. Hatıralar yazılmalıdır Ziya Paşa (Defter-i A’mâl), Ahmet Rasim (Falaka), Halit Ziya Uşaklıgil (Kırk Yıl), Falih Rıfkı Atay (Çankaya), Hüseyin Cahit Yalçın (Edebi Hatıralar) gibi yazarlarımız bu türün en güzel örneklerini edebiyatımıza kazandırmışlardır. Başta memleketimizin siyasetini yönlendirenler olmak üzere bilinenlerin, görülenlerin, duyulanların topluma hatıratlar yoluyla aktarılmasının yararlı olduğu düşüncesindeyim. İşte bu anlamda yazılan kitapların birkaçından söz ederek bazı 111 vekillerimizin küllenen anılarını su yüzüne çıkarabilir, diğer bazılarının aklına hatırat yazmayı düşürebiliriz. Ben Milletvekili İken kitabının önsözünde “Bir yazarın epey hareketli geçen dört yıllık parlamento hayatına ait bir senaryoda yaşanılmış bir komiko-trajediyi bir daha yaşamaya çalışacağız” diyen Çetin Altan, gazetelere yansımamış veya iç yüzü anlaşılmamış olaylar ile politikacı tiplerini, kulis taktiklerini, gülünçlükleri, küfürleri, kavgaları mizahi bir dille ifade ederken milletvekilliği yaptığı dört yılın sonunda Meclis’i doğru dürüst öğrenemeden ayrılmasından da açıklıkla söz etmektedir. Seçmenlerin sadece kendi dertleriyle dolu olduklarını, milletvekilinin durumunu asla düşünmediklerini ifade eden Çetin Altan kitabında mizahı da elden bırakmaz: “Yarım saat sonra asmaya götürecekler beni” lafına karşılık seçmen “Olsun, sen yarım saatte yaparsın benim işi” der. Mehmet Sılay ise 1995-1998 yıllarını kapsayan milletvekilliği günleriyle ilgili Parlamentodan Haber kitabının girişinde “Siyasetin tabiatında vefasızlık vardır. Haset ve ihanet vardır. Keşke bu gerçekle hiç tanışmamış olsaydım. Yahut bu tespitim yanlış olsaydı” gibi sert bir üslubu tercih edenlerdendir. Sabri Yirmibeşoğlu kitabında siyasi anılarıyla birlikte askerî alandaki hizmetlerini de anlatırken, Aydın Menderes Babam ve Ben kitabında babası Adnan Menderes ile olan hatıralarına yer vermektedir. Bir başka siyasi isim Samet Ağaoğlu Babamın Arkadaşları’nda dönem içinde yaşayan adamlardan söz ederken tarihsel olaylara da yer vermektedir. Bülent Çaparoğlu ise farklı bir konuyu gündemine taşıyarak Meclis’te Başörtüsü Mücadelesi’nden söz etmektedir. Ekrem Pakdemirli merhum Turgut Özal ile anılarını tarihin raflarına gönderirken, Ferruh Bozbeyli başından geçen siyasi olayları Birinci Cemre adıyla hikayeleştirenlerden. Muhsin Batur da yaşanan olayların perde arkasına ışık tuttuğu Anılar ve Görüşler kitabında dönem tahlillerine yer vermektedir. Orhan Birgit Evvel Zaman İçinde derken, Mehmet Barlas Turgut Özal’la birlikte o dönemi anlatmayı yeğleyenlerden. Siyasî Hatıralar kitabında Faik Ahmet Barutçu anılarını aktarırken bir başka siyaset duayeni Emre Kocaoğlu ise Sözüm Meclisten İçeri diyerek hatıra kitapları serisine adını yazdıranlardandır. Her ne kadar milletvekili olarak Meclis’te önemli görevlerde bulunsa da adı daha çok Diyanet İşleri Başkanı olarak hatırlanan Tayyar Altıkulaç Zorlukları Aşarken kitabında daha çok diyanet teşkilatında yaşadıklarını anlatır. Edebiyat alanındaki eserleriyle en çok okunanlar arasında yer alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu Politikada 45 Yıl ile zaman tahlillerinde başarılı hatırat yazarlarımızdan biri olduğunu göstermektedir. Asım Us’un Hatıra Notları da unutulmamalıdır. Önemli Not: Türk Parlamenterler Birliği olarak hatırat kitapları yayımlanması gündemimizdedir. Hatıralarını yayımlatmak isteyen sayın milletvekillerimiz dergimiz koordinatörü ile irtibata geçebilirler. Temmuz - Ağustos 2013 112 Tarih Sahnesi 1 Temmuz 1984 - TRT tamamen renkli yayına geçti. 14 Temmuz 1936 - Türkiye, olimpiyatlarda ilk altın madalyayı aldı. Yaşar Erkan, Berlin Olimpiyatları’nda, güreşte 61 kiloda birinci geldi. 9 1 14 18 24 Temmuz 1923 - Günümüz Türkiyesinin sınırlarının çizildiği Lozan Antlaşması imzalandı. 24 18 Temmuz 1920 - Misak-ı Millî, TBMM’de kabul edildi. Meclis, Misak-ı Millî üzerine yemin etti. 9 Temmuz 1961 - 1961 Anayasası, halk oylaması sonucunda yüzde 61,5 “evet” oyuyla kabul edildi. 31 Temmuz 1959 - Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adaylığı için resmen başvurdu. Temmuz - Ağustos 2013 31 113 19 Ağustos 1630 - Evliya 26 Ağustos 1922 - Gazi Musta- Çelebi elli yıl sürecek seyahatlerine başladı. fa Kemal’in Kocatepe’den bizzat idare ettiği Büyük Taarruz başladı. 9 Ağustos 1928 - Arap Alfabesi yerine Latin harflerinin benimsendiği Harf Devrimi gerçekleştirildi. 9 12 19 23 26 12 Ağustos 1908 - Ford, T modelinin seri üretimine başladı. 23 Ağustos 1921 - 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi başladı. 30 Ağustos 1071 - Alparslan komutasındaki Türkler Malazgirt zaferi ile Anadolu’ya girdi. Temmuz - Ağustos 2013 30 114 Veysel gider adı kalır... Dostlar seni unutmadı Pınar Ünsal “Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı… Ben babamı sen ustanı unutma…” Temmuz - Ağustos 2013 Y aşadığı acılar devleştiriyor sanki bazılarını. Fakirlik, bedensel engel, işe yaramama hissi, gönül yarası... Yedi yaşına kadar herkes gibi koşan, seğirten, gülen, oynayan Veysel’in, çiçek hastalığı nedeniyle gözlerini kaybetmesiyle başlayan talihsiz olaylar zinciridir belki de onun yaşam felsefesiyle bizi tanıştıran. Unuttuklarımızı hatırlatan, bakmadıklarımızı gördüren, bazen şükrettiren, bazen mahçup eden... Ama hiç isyan ettirmeyen, kalbimizi soğutmayan, yalansız... Çiftçilik yapamayacağı düşüncesiyle 10-11 yaşlarında babası tarafından eline verilen saz, altmış küsur sene boyunca yoldaşı olur Veysel’in. Çiftçilik de yapar sonraları, ama ondan değildir toprağa verdiği kıymet. Ona göre ezelimiz topraktır, ebedimiz de. O buruşuk kara eller, toprakla uğraşmaktan sertleşmiş öpülesi eller “Beni hor görme kardeşim, sen altınsın ben tunç muyum?” diye dokunurken vicdanımıza, bir çocuğun pamuk elleri oluverir. Veysel’dir o; şiirleriyle içimizdeki barış, kardeşlik, yurt sevgisi tohumlarını filizlendiren... 115 Levh-i kalemin kara yazısı Veysel’in “kambur” diye nitelendirdiği felek, gözlerini alarak onun kolunu kanadını kırmış, ömrü boyunca yüzüne hiç gülmemiş, çomağıyla sürekli dürtmüştür. Dertleri hiç tükenmeyen Veysel feleğe zaman zaman sitem etse de haline şükreder genellikle. Sözlerinin arkasını getiremediği durumlarda hüzünlü bir dörtlük yazıverir. İşte bu dörtlükler onu şair, bu acılar âşık yapmıştır. I. Dünya Savaşı sıralarında tüm köy askere giderken Veysel’i almazlar. Bu durum, vatanın kendisini böyle günler için besleyip büyüttüğünü ve düşmana süngü sallamanın, vatanı savunurken şehit olmanın en büyük şeref olduğunu düşünen Âşık Veysel’i derinden yaralar. O yıllarda üzüntüsünü “Bütün köy asker oldu. Gidenlerin peşi sıra annesi babası ağlıyor; çocuğum nerede, mektupları gelmiyor diye. Akranlarım memleket hizmetine gitti ben mahrum kaldım. Keşke benim de yasım tutulsaydı. Gözlerim yok ki, askere almadılar” sözleriyle dile getirir. Kurtuluş Savaşı sırasında da aynı acıyı yaşayarak sazıyla bir başına kalan Veysel “Ne yazık ki bana olmadı kısmet, düşmanı denizden dökerken millet...” diye yakındığı şiirini yazar, söyler. Bu olaylardan yıllar sonra, 16 Temmuz 1965 tarihinde TBMM’de “Anadilimize ve millî beraberliğimize yaptığı hizmetlerinden dolayı, yaşadığı sürece vatani hizmet tertibinden 500 lira aylık bağlanmıştır” ifadesini içeren özel bir kanun çıkarılır. Askere gidemediği için hayatı boyunca üzüntü duyan, ancak en büyük avuntusu yıllar içinde yaptığı eserlerle millî bilincin kuvvetlendirilmesine katkı sağlamak olan Veysel, vatan hizmetine aslında ömrünü vermiştir. Kalp kırıklığı bir başka acıdır onun hayatında. Karısının onu terk edip sevgilisiyle kaçtığı dönemde kendi tabiriyle insan içine çıkacak yüzü kalmaz, iğne ipliğe döner. Sonradan tekrar evlenip mutlu olsa da, yıllarca yüzünde taşıdığı çekingen tebessümün nedenidir belki de ilk aşk acısı. O Temmuz - Ağustos 2013 116 zamana kadar yazılı bir şiiri olmayan, hep usta malı şiirleri söyleyen Âşık, bunun nedenini “Şiir içimden geliyordu fakat korkuyordum, utanıyordum. Acaba birine mi âşık oldu, birinin kızına gelinine mi âşık derler diye yazamıyordum, açığa çıkaramıyordum” sözleriyle açıklar. 1959 yılında Âşık Veysel hakkındaki bir makalede yazar, yaralandıktan sonra Veysel’in kıymetinin açığa çıktığını söyler: “Farz edin ki içinde cevher olan bir dağ var. O cevheri meydana çıkarmak için kazmak, yaralamak lazım. Aynı şekilde insan da büyük ıstıraplar ve yaralara maruz kalırsa aynı şekilde, o da eğer varsa cevherini meydana çıkarır.” Yetişmek için menzile... Neredeyse kırk yaşına kadar köyünden çıkmamış Veysel’in hayatı 1931 yılında, 1. Sivas Halk Şairleri Bayramı’nda Ahmet Kutsi Tecer’le tanışmasından sonra değişir. Âşık, Bayram’da sahne aldıktan sonra “halk şairi” unvanına layık görülür. Bu günden sonra Ankara ve İstanbul dahil şehir şehir gezen Veysel’in yazdığı şiirlerin konularına bir de “gurbet” eklenir. Anadolu’da adı duyulmaya başlayan, hatta namı koca Mustafa Kemal Paşa’ya kadar giden Âşık Veysel sade Türkçesi ve yanık sesiyle okuduğu şiirleriyle gönüllerde taht kurar. Manası derin şiirleri halk tarafından sindirilerek dinlenir, yüreklere yerleşir. Eserlerinin tüm Anadolu’ya yayılmasında Veysel’in bir süre Köy Enstitüleri’nde öğretmenlik yapması da etk ilidir. Onun yetiştirdiği öğretmenler, öğrendikleri türküleri yurdun dört bir yanına taşırlar. 1952 yılında, senaryosu Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından yazılan ve Âşık Veysel’in hayatını konu alan bir film çekilir; Karanlık Dünya. Dönemin hü- Temmuz - Ağustos 2013 Eserlerinin tüm Anadolu’ya yayılmasında Veysel’in bir süre Köy Enstitüleri’nde öğretmenlik yapması da etkilidir. Onun yetiştirdiği öğretmenler, öğrendikleri türküleri yurdun dört bir yanına taşırlar. kümeti tarafından filme öyle bir sansür uygulanır ki senaryo onda sekizi kadar kısalır. Sansür gerekçesi, filmde gösterilen buğday başaklarının cılız ve çocukların çıplak ayaklı olması nedeniyle Türkiye’nin imajının kötülenmesidir. Senaryo tekrar yazılır ve film çekilir. Filmde Âşık’ın kendisi de rol alır. Veysel’in diğerleri arasından sıyrılarak en çok seslendirilen üç eseri “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Güzelliğin On Par’etmez” ve “Kara Toprak”; bir dönem Esin Afşar, Fikret Kızılok gibi isimler; günümüzde ise Pentagram, Duman gibi rock müzik grupları ile Tarkan tarafından yeniden yorumlanır, çok da beğenilir. Dünyaca ünlü Türk piyanist Fazıl Say, birçok piyano resitalinde Veysel bestelerine de yer verir. Uzun müddet gurbette yaşayan, 1960’lı yıllarda kokusunu unutamadığı köyüne dönen Âşık Veysel bir süre sonra hastalanır. “Gemi bekliyor limanda... Gideceğim bir ummanda... Gözüm kalmadı cihanda... Gelmez yola gidiyorum” diye sesi ve dudakları titreyerek okuduğu şiir Veysel’in son şiiridir aynı zamanda. “Ayrılık gözümde, ölüm kaşımda” diyerek kendini hazırladığı ölüm, “han”ın ikinci kapısıdır Veysel için. Gözlerindeki ışığı hiç göremediğimiz, ama içindeki kocaman güneşin varlığını bildiğimiz, şiirlerinde barışın doğruluğundan, ölümün gerçekliğinden, kardeşliğin güzelliğinden, toprağın hazinesinden bahsederek toplumu bir şekilde doğru düzgün yaşamaya yönlendiren Veysel, bize kendi gördüklerini dinletir ve ölümsüzdür aslında. Kitap 118 Osmanlı–Türk Anayasal Gelişmeleri Bülent Tanör YKY, 22. Baskı, Nisan 2012, 456 sayfa Yeni sivil anayasa tartışmaları yaşanırken bu konunun ne kadar çetrefilli bir iş olduğunu, çok sıkı ve ince bir çalışma istediğini gösteren bir kitap Osmanlı–Türk Anayasal Gelişmeleri. Kitap, anayasa hukuku konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen Bülent Tanör’ün bu alandaki en önemli çalışmalarından biri. Üç kısımdan oluşan kitapta Osmanlı dönemi, 21 Anayasası’yla başlayan ulusal dönem ve çok partili dönem ayrıntılarıyla ele alınıyor. Sistemi ve devlet-halk ilişkisini göz ardı etmeyen yazar, nesnellikten taviz vermeyerek belli bir ideolojinin ürünü olan bir çalışma ortaya koymaktan kaçınmış. Anayasa hukukunun sorunlarını belli bir tarihsel süreçte irdeleyen yazar, bugün söz konusu olan birçok alanda önemli ip uçları veriyor. İlk baskısı 1992’de yayımlanan kitabın güncelliğini kaybetmeye niyeti yok. Siyasal Düşünce Derleyen: Michael Rosen–Jonathan Wolff Dost Kitabevi Yayınları, Çev: S. Çalışkan–H. Çalışkan, 2006, 552 sayfa İki felsefecinin, Michael Rosen ve Jonathan Wolff’un çalışması düşünce tarihinin siyaset alanında ürettiği fikirlerin özel bir antolojisi. Her antolojinin bir “fikir” olduğunu göz ardı etmeden yaklaştığımız zaman bu kitabın da okuyucuyu belli bir yöne ittiğini hemen fark edebiliriz. Kitabın başlıkları seçilirken “tarih boyunca birçok düşünürün benzer konulara olan eğiliminin ve biraz da konuların popülerliğinin” dikkate alındığını söyleyen yazarlar, bir “fikir” çerçevesinde siyasal düşüncelerini ortaya koymuşlar. İnsanın doğası, devletin varlık nedeni, adalet, uygarlık ve ekonomi gibi başlıklarda Batı düşüncesinin hemen hemen tüm yorumlarını bulabileceğiniz antolojinin bariz eksiği ise yazarların “fikir”lerinin Batı düşüncesinde sabitlenerek Doğu felsefesini, düşünürlerini içermemesi. Beş Şehir Varlığın Mertebeleri Ahmet Hamdi Tanpınar Rene Guenon Dergâh Yayınları, 29. Baskı, Ekim 2011, 235 sayfa Etkileşim Yayınları, 2013, 85 sayfa “Beş Şehir’in asıl konusu,” der Ahmet Hamdi Tanpınar; “hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır”. Yazarın “hayatımın tesadüfleri” dediği beş şehri, Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlattığı bu önemli eseri, edebiyatımızda Anadolu kültürünü yakından tanıtan başlıca kitaplardan biridir. Günlük yaşamdan mimariye, çeşitli zanaatlerden musikiye Anadolu kültürünü bütün yönleriyle gözlemleyen ve tarihine inen kitap, tipik gezi yazılarından oluşmaz. Tanpınar, söz konusu şehirleri anlatırken bir hesaplaşma içerisindedir. Modernleşmenin kaçınılmaz olduğunu düşünen yazar, Türkiye’nin bu serüveni kendisi kalarak atlatabilmesi için geçmişle her an hesaplaşmak ve anlaşmak gerekliliğine inanır. 30 baskıya ulaşan Beş Şehir, bugünün okuyucusuna farklı teklifler, farklı bakış açıları sunuyor. Temmuz - Ağustos 2013 Ünlü Modern Dünyanın Bunalımı adlı kitabın Fransız yazarı Rene Guenon’dan kısacık ve etkileyici bir kitap Varlığın Mertebeleri. Yazar gelenekselci ekolün kurucusu kabul edilen, ara ara tartışmalara neden olmuş oldukça önemli bir isim. İlim ile bilimin aynı şey olmadığı, bilimin “materyalist” bir sistem, ilimin ise “varoluşun özü” olduğunu ileri süren yazarın görüşleri yıllar önce en çok tartışılan konuların başında yer alıyordu. Modern Dünyanın Bunalımı’nda Doğu-Batı karşıtlığından, Batı’nın kurduğu medeniyetin maddiliğinden ve Batı istilasından dert yanan Rene Guenon, bu ince kitabında ise esas uzmanlık alanı olan metafizik üzerine kafa yormuş. İbn-i Arabi’den bol bol faydalanan yazar, sistemli bir yaklaşım ortaya koyduğu kitabında varlığın ontolojik düzeylerini irdelerken yine çarpıcı görüşleriyle dikkat çekiyor. Film 119 Son Buluşma Yönetmen: Nesli Çölgeçen Yıl : 2008 As Sanat, 2009 Dergimizin bu sayısında vizyondaki filmlerden ziyade, klasikleşmiş iki filmi tanıtmayı tercih ettik. Yaz aylarının rehavetinden kurtulmaya uygun olacağını düşündüğümüz filmlerden ilki bir belgesel. 2008 yılında gösterime giren Son Buluşma, İstiklal Harbi’nin son üç gazisini bir araya getiren müthiş bir belgesel. Yönetmeni Züğürt Ağa ve Selamsız Bandosu filmlerinden hatırladığımız Nesli Çölgeçen. Kendisinden birçok yapıma imza atması beklenen yönetmen, 1983 yılında başladığı yönetmenlik kariyerinde yalnızca yedi film çekmiş önemli bir isim. Son Buluşma içinse yönetmenin en başarılı filmi diyebiliriz. Son gazilerimizden Nişancı Er Ömer, Süvari Çavuş Yakup ve Sıhhiye Onbaşı Veysel’i bir araya getiren belgesel, İstiklal Harbi’mizin kahramanlarını en doğal halleriyle izleyiciye aktarmış. Savaş yıllarına dair tüyler ürpertici anılarını anlatan kahramanlarımızın ömürlerinin son demlerinde günlük hayatlarını nasıl geçirdikleri de adeta “kamerasız” bir dille, tüm gerçekliğiyle anlatılıyor. As Sanat imzasıyla dağıtılan DVD’de ise Süvari Çavuş Yakup Satar’ın belgesele alınmayan bazı anıları ve yönetmen Nesli Çölgeçen’in Son Buluşma üzerine yaptığı kısa bir konuşma da ek olarak sunulmuş. Son Buluşma şimdiden klasik bir yapım olmayı başarmış, tekrar tekrar izlenecek bir başyapıt. Belgesel çekimlerinden kısa bir süre sonra peş peşe ölen gazilerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Cape Fear Korku Burnu Yönetmen: Martin Scorsese Senaryo : Wesley Strick Oyuncular: Robert De Niro, Nick Nolte, Jessica Lange Yıl : 1991 As Sanat, 2011 John D. MacDonald’ın romanından uyarlanan Cape Fear, ilk olarak 1962’de yönetmen J. Lee Thompson tarafından filmleştirilmişti. Gregory Peck ve Robert Mitchum’ın başarılı performansları bu filmin etkisinde önemli bir paya sahip. Film, ikinci defa 1991’de Martin Scorsese yönetmenliğinde karşımıza çıktı. Martin Scorsese-Robert De Niro ikilisinin hem yönetmenlik hem oyunculuk adına harikalar yarattığı filmlerinden biri Cape Fear. Konu şöyle: Kahramanımız Max (Robert De Niro) tecavüz suçlamasıyla yargılanırken avukatı Sam Bowden’in (Nick Nolte) mahkemede beraat etmesini sağlayacak bilgiyi onun cahilliğinden faydalanarak saklamasıyla 14 yıl hapse mahkum olur. Hapishanede eline geçen bütün hukuk kitaplarını okuyan Max’in dışarı çıktığında yapacak tek işi intikam almaktır. Max’in yöntemleri sonucu çaresiz kalan Sam, ailesini ve kendini korumak için Korku Burnu’na doğru yola çıkar. Robert De Niro’nun film boyunca süren gerilimi capcanlı tutmayı başaran müthiş oyunculuğuyla hatırladığımız Cape Fear’i şimdi blu-ray kalitesiyle tekrar izlemek mümkün... Temmuz - Ağustos 2013 Müzik 120 Bekir Sıtkı Sezgin’den Seçmeler TRT Arşiv Serisi’nin piyasaya sunduğu en önemli albümlerden biri şüphesiz Bekir Sıtkı Sezgin’in seçme TRT Arşiv Serisi eserlerinden oluşan albüm. Bekir Sıtkı Sezgin, çocuk yaşta tanıştığı Rakım Elkutlu’nun şarkılarını kendisinden öğrenmiş, klasik Türk musikisinin en önemli icracılarından biri. Yıllarca İzmir Radyosu’nda çalışan Sezgin’in vefat ettiği 1996 yılına kadar yapılmış yüzlerce kaydı var. Bu kayıtlardan önemli bir kısmını piyasada bulmak gerçekten çok zor. Bu bakımdan bu ve benzeri çalışmalar oldukça önemli. Bekir Sıtkı Sezgin’den Seçmeler albümü titizlikle hazırlanmış özel bir seçki. Seçilen şarkılar ve Bekir Sıtkı Sezgin’in eşsiz yorumu albümü paha biçilemez kılıyor. Klasik Türk musikisinin Zekai Dede, Şevki Bey, Hacı Arif Bey gibi bestekarlara ait en önemli eserlerinin icrasını bulacağınız albüm, muhteşem bir müzik ziyafeti vaadediyor. Colin Carr Colin Carr, İngiltere’nin Kraliyet Müzik Akademisi’nde çello “profeBach: Cello Suites sörü”. Carr’ın Londra’daki Wilmore Hall’da kaydettiği Bach’ın altı çello GM Recordings süiti, entelektüel tefekkürün, yorumdaki tutarlılığın ve muazzam bir fiziksel kontrolün kayda değer bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Carr’ın bu şaheserlere yaklaşımı esasında kolay anlaşılır ve oldukça kişisel; ne tarihî ne de modern bir akımı takip eden, sadece kişisel “yorum”la ve anlık olarak akıp giden bir süreç. Bu yorumları, bir adama uğrayan ilhamın içe işleyen yansımaları ve müziğin uygun “enstrümanlar” sayesinde duyguları değiştirme gücünü gösteren fırsatlar olarak görmek belki de en doğrusu. Konser kaydı olmasına rağmen oldukça temiz ve net bir reprodüksiyon olan albüm, Wigmore Hall Live etiketiyle raflarda. Temmuz - Ağustos 2013 Feryad-ı Gam Poll Production etiketiyle raflarda yerini alan albüm tasavvuf müziğinin kadife sesli sanatçısı Poll Production Sami Özer’e ait. Sami Özer 2012 yılında yayınlanan Alim Allah’tan sonra Feryad-ı Gam albümüyle dinleyicileri yine müziğe doyuruyor. Mübarek Ramazan ayını yaşayacağımız günlerde albümdeki klasik eserler dinleyenleri mest edecek özellikte. Dağlar ile Taşlar ile gibi klasik ilahilerin yanı sıra Türk müziğinin en önemli müzisyeni Itri’nin Teşrik Tekbiri ve Salavat-ı Şerife’sini de seslendiren Sami Özer, kendine has üslubuyla huzurlu dakikalar geçirmenizi sağlayacak. Seçilen klasik eserler ve birkaç yeni besteyle dikkat çeken Feryad-ı Gam, Ramazan günlerinde kulakların en çok beklediği iki ezanın, akşam ve sabah ezanlarının yorumlarıyla son buluyor. Sami Özer Caz müziğin iki dev ismi Dave Brubeck ve Tony Bennett’in 28 Ağustos 1962’de Beyaz Saray’da gerçekleştirdiği konserin canlı kaydı müzik severlerle buluşuyor. Daha önce hiçbir yerde yaThe White House yınlanmamış bu kayıt, müzik tarihinin arka planında kalmış, Sessions, Live 1962 ama oldukça önemli olaylarından Sony Müzik biri olarak niteleniyor. Etkinlik dahilinde Brubeck ve Bennett, Washington Anıtı’nın önünde kendi orkestralarıyla bir araya gelmiş ve albümde yer alan şarkılar hiçbir yerde yayınlanmamış. Bu tarihî etkinliğin gerçekleştiği yıl Tony Bennett Billboard listesine girmiş, Dave Brubeck ise “Take Five” albümüyle caz âlemine damgasını vurmuştu. İkilinin etkinlikte seslendirdiği en meşhur şarkı “That Old Black Magic” ile birlikte toplam 17 şark ının yer aldığı albüm, IMM ve Sony Müzik iş birliğiyle müzik marketlerde yerini aldı. Dave Brubeck & Tony Bennett Televizyon 121 Dillere destan bir program: Ömür Dediğin T ürkiye’de, özellikle TRT’de ülkemizin “uzak” diyarlarının gelenek ve görenekleri, günlük hayatları üzerine yapılan programlar saymakla bitmez. Çok başarılıları da var muhakkak. Ama Ömür Dediğin bu programlar arasında farklı bir yere konulmayı hak ediyor. Türkiye’nin dört bir köşesini gezen program ekibi genelde 70 ve üzeri yaşlardan seçtikleri konuklarıyla onların bireysel tarihleri üzerinden bir sohbete koyuluyor. Tabii söz konusu “Anadolu” olunca hikayeler bitmek bilmiyor. Yılların hüznü, sevinci, özlemi ve yalnızlığını biriktiren insanların birbirinden ilginç hikayeleri izleyiciyi tam anlamıyla ekrana bağlıyor. Programın yapımcısı ve yönetmeni Zeliha İlhan Doymuş, olağanüstü bir enerjiyle her hafta Türkiye’nin başka bir şehrinden bir hikaye sunuyor izleyicilere. Fakat programın en önemli özelliği, her bir bölümün belgesel mantığı ve titizliğiyle hazırlanıyor oluşu. Artık y üz bölüme yak laşan Ömür Dediğin, Anadolu’nun yaşını almış insanlarının hüznü kadar sevincini de yansıtan arşivlik bir program. Temmuz - Ağustos 2013 122 Vekiller Ne Okuyor Ne İzliyor Mehmet Siyam Kesimoğlu CHP Kırklareli Milletvekili Siyasi ve toplumsal içerikli kitapları okumayı seviyorum. Özellikle yakın dönem Cumhuriyet tarihi ilgimi çekiyor. Şu sıralar iki cilt olarak yayımlanan Değişimi Yaşamak - Ali Topuz Anlatıyor-1 ve Düzeni Değiştirmek - Ali Topuz Anlatıyor-2 adlı kitabı okuyorum. Çizgi roman seviyorum. Hem terapi amacıyla çizgi roman okuyorum hem de ciltlerini alarak arşiv yapıyorum. Antikaya merakım var. Küçük objeler biriktiriyorum. Örneğin 180’e yakın köstekli saat koleksiyonuna sahibim. Cumhuriyet Halk Partisi ve mezunu olduğum Mülkiye ile ilgili objeler topluyorum. Sinema ve tiyatroya fırsat buldukça gidiyorum. En son Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Kerbelâ” adlı oyunu izledim. Sinemada ise “Cem Yılmaz-Fundamentals”ı seyrettim. Siyah-beyaz Türk filmlerinden büyük keyif alıyorum. Müzikteki tercihim ise türküler. Hem türkü dinlemeyi hem de söylemeyi seviyorum. Mehmet Geldi AK Parti Giresun Milletvekili Ağırlıklı olarak siyasi konularla ilgili kitaplar okuyorum. Meclis’teki çalışmalarımıza da yardımcı olması bakımından araştırma-inceleme kitapları, hukuk eserleri kütüphanemde yer alıyor. Komisyon toplantılarımıza, Genel Kurul’daki konuşmalarımıza hazırlanırken ciddi bir çalışma, araştırma yapıyoruz. Bu sırada farklı türlerdeki kitaplardan istifade ediyoruz. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği’ni seviyorum. TRT Arşiv Serisi’nden dinlemediğim albüm yok gibi. Yoğun çalışma temposu nedeniyle sinemaya çok sık gidemiyorum. En son “Fetih 1453” filmini izledim. Spora zaman ayırmaya çalışıyorum. Meclisspor’un aktif ve golcü oyuncularından biriyim. Ayrıca masa tenisi oynuyorum. Temmuz - Ağustos 2013 Ahmet Yeni AK Parti Samsun Milletvekili Şİİr ok u may ı se v iyor u m. Ba şuc u md a mutlaka şiir kitapları vardır. Şiire özel bir ilgim olsa da farklı türden kitaplar da okuyorum. Türk Sanat Müziği’ni ve Karadeniz türkülerini seviyorum. Fırsat buldukça sinemaya gidiyorum. Genellikle çocuklarımın önerdiği filmleri izlemeye çalışıyorum. Türk filmlerini beğeniyorum. Lise yıllarımdan bu yana tiyatroya ilgi duyuyorum. Öğrencilik dönemimde birçok oyunda rol aldım. D. Ali Torlak MHP İstanbul Milletvekili En son İlber Ortaylı’nın Yakın Tarihin Gerçekleri adlı kitabını okudum. 19. ve 20. yüzyılın birçok tartışmalı konusuna ışık tutması bakımından önemli bir eser. Çocukluğumdan bu yana tarih kitaplarına büyük bir ilgim var. Bu nedenle tarih konusunda belirli yazarlarımızın kitaplarını takip ederim. Mesela eski Türk tarihinde Zeki Velidi Togan, Selçuklu tarihinde Osman Turan, Osmanlı tarihinde ise İlber Ortaylı’nın kitapları kütüphanemde bulunur. En son DVD’den “Ülkücüler” filmini izledim. Çok duygulandım, geçmişe götürdü beni. Filme emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. “Fetih 1453” de beni çok etkiledi. Harikulade bir film yapmışlar. Tarihimize ışık tutan filmleri çok önemsiyorum. Bu tür filmler gençlerimize tarihimizi araştırma ve öğrenme alışkanlığı kazandıracaktır. Müzik konusunda seçiciyimdir. En son Mahmut Tülek ’in “Yoksun Ya”, Kaya Kuzucu’nun “Ruhların Göçü”, Ali Kınık ’ın “Düşe Kalka” ve Osman Öztunç’un “Türk ’ün Türküsü” adlı albümlerini aldım. Müzeyyen Senar’ın seslendirdiği “Benzemez Kimse Sana” isimli eseri çok severim. “Katibim” ve “Yemen Türküsü” Safiye Ayla’dan devamlı dinlediğim eserlerdir. 123 Alev Dedegil Birgül Ayman Güler Şu sıralar Alev Alatlı’nın Beyaz Türkler Küstüler adlı kitabını okuyorum. Genellikle roman, biyografi, otobiyografi, tarih ve siyaset kitaplarını tercih ediyorum. Sinemada tarihî ve politik filmler ilgimi çekiyor. En son yoğun çalışma temposu arasında stres atmak, keyifli saatler geçirmek amacıyla “Cem Yılmaz-Fundamentals”ı seyrettim. Her türlü müziği dinliyorum, özellikle Sezen Aksu şarkılarını beğeniyorum. Öğretİm üyesiyim, kitap hayatımın bir parçası. Her zaman elimin altında üç-dört kitap vardır. Şu sıralar Bosna-Hersek sorunu üzerine birkaç kitap okuyorum. Çalışırken klasik müzik dinlemeyi seviyorum. Tiyatro oyunlarını takip ediyorum. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Fosforlu Cevriye” ve “Cyrano de Bergerac” muhteşem oyunlardı. Herkese tavsiye ediyorum. Filmleri daha çok evde DVD’den izliyorum. AK Parti İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak CHP İstanbul Milletvekili A kad e m i s y e n olduğum için kendi alanımla ilgili bilimsel yayınlar, biyografiler, hatıralar ilgimi çekiyor. Roman okumayı da seviyorum. Klasik müzik dinlemekten keyif alıyorum. Ankara’da birkaç kez klasik müzik konserlerine gitme fırsatı buldum. Sinemada yeni filmleri takip etmeye çalışıyorum. En son yönetmen Michael Haneke’nin “Aşk” filmini izledim. Yıllarını birlikte geçirmiş yaşlı bir çiftin hikayesi çok dokunaklıydı. Filmden oldukça etkilendim. Necati Özensoy MHP Bursa Milletvekili Genellikle siyasi k itaplar okuyorum. Yakın tarih, Cumhuriyet dönemi ve sonrası ile ilgili eserler ilgimi çekiyor. Klasik Türk Müziği’ni seviyorum. Bursa’da Osmanlı’dan günümüze uzanan Gezek kültürü vardır. Her hafta bir araya gelinir ve seçilen bir makamda Klasik Türk Müziği eserleri icra edilir. Kültürümüzde önemli bir yeri bulunan Gezek toplantılarına katılmaya çalışıyorum. Bestekarlar Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Melahat Pars, Erol Sayan ve Erdinç Çelikkol’un sevdiğim pek çok eseri var. Müzeyyen Senar’ı beğenerek dinlerim. Sinemaya vakit buldukça gidiyorum. Macera filmlerini seviyorum. CHP İzmir Milletvekili Erkan Akçay MHP Manisa Milletvekili Meclis Genel Kurulu ile Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki yoğunluğumuz arasında kitap, tiyatro ve biraz da sinemaya zaman ayırabildiğimi söyleyebilirim. Necati Cumalı’nın Makedonya 1900, Jeremy James’in Türk Atı ve Adil Yakubov’un Uluğbey’in Hazinesi en son okuduğum ve tavsiye ettiğim kitaplar. Şu sıralar okumaya devam ettiğim kitaplar ise Nihad Özgürel’den İslam’ın Belası Yezid, Macit Gürbüz’den Kürtleşen Türkler, Robert Gilpin’den Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği ve Yonca Anzerlioğlu’ndan Karamanlı Ortodoks Türkler. Sezon boyunca tiyatroyu sıkı takip etmeye çalıştım. Kerbelâ, Genç Osman ve Hürrem Sultan hatıramda iz bırakan oyunlar. Müzikte Türk müziği ve klasik müziği tercih ediyorum. Ahmet Şafak ve Melihat Gülses’in şarkıları, Senem Diyici’nin mistik cazı, Hale Gür ve Şükriye Tutkun’un türküleri ilk aklıma gelenler. “Pi’nin Yaşamı” ve “Kelebeğin Rüyası” sinemada son izlediğim filmlerdi. Kemal Sunal’ın “Zübük”ü, Dostoyevski’nin kitabından uyarlanan “Ecinniler” ve Emile Zola’dan uyarlanan “Germinal” son birkaç ayda izlediğim diğer filmler. Sinemada tüm zamanlar için favorim ise Yeşilçam filmleri. Temmuz - Ağustos 2013 124 sosyalmedya gunlukleri Engelliler üzerine tescil edilmiş araçlardan Motorlu Taşıtlar Vergisi alınmaz. @ailebakanligi M e z u n o l du ğum S ab an cı Üni ve rsitesi’nde mezunlar gününde “Sıradışı Öyküler” bölümünde konuşmak heyecan vericiydi. Gecenin bu saatinde bir Adana klasiği @seyfettinyilmaz @BilalMacit Kuyucak’a bağlı Belenova köyü... Doğum tarihini bilmiyor ama, ‘’1916 yılında askerdim’’ diyebiliyor... Adı Himmet dede, milli mücadeleye asker olarak katılmış, bir asrı devirmiş çınar... https://www.facebook.com/ aligultekin.kilinc Sorunların üzerini örten değil, sorunların üzerine giden, sorunları çözen olduk, olacağız. @Ondermatli Çevre hepimizin geleceğidir. Koruyalım, kollayalım. @yildiraysapan Piknik şölenleri dayanışma, yardımlaşma ve kültürleri yaşatmanın ortak alanlarıdır. Silivri Ordulular Derneği’nin Büyükçavuşlu’da düzenlediği geleneksel piknik şölenine Silivri Belediye Başkanımız Özcan Işıklar ile birlikte katıldık. Dernek başkanı Şenol Doğdu, yönetim kurulu üyeleri ve davetlilerin coşkulu birliklerini ve sofralarını paylaştık. @S_Celebi Korku kendisinden kaçıldıkça kaçanı sarar, bir ağ gibi kıvrandıkça kıvrananı kollarıyla kavrar, onu sıkıştırdıkça sıkıştırır, nefes alamaz hale getirir. Korku önce kişiyi değil, kişiliği öldürür. Kişilik ölünce, kişi de kendiliğinden ölmüş olur. https://www.facebook.com/ pages/ÇORUM-MİLLETVEKİLİAV-TUFAN-KÖSE/1460658221 Merkezi Ödemiş’te bulunan, birçok “Yılın Politikacısı” ödülü için KültürÇev’e Adam odur ki koya dünyada eser. Eseri teşekkür ederim. olmayanların yerinde yeller eser. Avrupa ülkesine ihracat yapan Kardelen Fidancılığı ziyaretteyiz. @AylinNazliaka @huseyinsahinnet @avhamzadag Temmuz - Ağustos 2013 125 https://twitter.com/UmutOranCHP Umut Oran @UmutOranCHP CHP Genel Başkan Yardımcısı,İstanbul Milletvekili, TBMM AB Uyum Kom. ve Türkiye-AB Karma Par. Kom.Bşk.Yrd./Vice Chair of the Turkey –EU Joint Parliamentary Comm. umutoran.com Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Twitter, son derece dinamik, hızlı bilgi paylaşımına imkan veren, insanların etkileşim içerisinde olduğu farklı bir mecra. Burada insanlar kendi fikirlerini, görüşlerini, önem verdikleri konuları hızlı bir şekilde birbiriyle paylaşıyor, toplumsal olaylardan günlük yaşama kadar çok çeşitli alanlarda görüşlerini iletiyor. Her görüşten, yaştan, inanıştan insanın paylaştığı geniş bir platform. Dolayısıyla her siyasetçi için çok kıymetli bir mecra. Buradan toplumun dinamiklerini izlemek, insanların önem verdiği konuları ve sıkıntıları görmek mümkün. Twitter’a 2,5 yıl önce üye oldum, programım el verdiği oranda gün içerisinde kullanıyorum. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım siteleri de ilgi alanınıza giriyor mu? İçinde bulunduğumuz çağda klasik iletişim teknolojilerini aşan yeni yöntem ve imkanlar var. Bilgi edinme biçimimiz bütünüyle değişti. Google, Wikipedia, Youtube ve internetin sunduğu sayısız imkan ile istediğimiz bilgiye daha çabuk ulaşıyor, daha etkin bir şekilde denetleyebiliyor, insanların bu konular hakkındaki tutumlarını da görebiliyoruz. Haberler de değişti. Artık sadece olayları değil, internet sitelerinin dinamik yapısı sayesinde halkın bu olaylar karşısındaki tutumunu, olumlu/olumsuz bakış açısını da öğrenebiliyoruz. Sosyal medya, düşünce ve ifade özgürlüğünün de en temel görünümlerinden biri. Bunun en büyük faydası bilgi tekellerinin kırılması, algı yönetiminin bazı şahısların elinden çıkması. Veri artık saklanabilir, sansürlenebilir, üstü kapatılabilir değil. Gerçekler mutlaka ortaya çıkıyor. Sokak gazeteciliğinden vatandaş muhabirliğine kadar pek çok yeni konsept ile birlikte hiçbir suçun üstü kapatılamıyor, her hukuksuzluk mutlaka gündeme geliyor. Mısır’da Mübarek’in, Libya’da Kaddafi’nin ve birçok kapalı rejimin sosyal medyaya düşman olmasının nedeni de bu. Sosyal medya yalanlar üstüne kurulmuş, baskıcı tüm rejimleri gerçeklerle yıkıyor. Dolayısıyla sosyal medyanın dışında kalmak demek, çağın dışında kalmak, iletişim kabiliyetini yitirmek, bilgiye ulaşma yollarını sakatlamak demek. 129 binin üzerinde takipçisi olan Facebook hesabım var, burada da takipçilerimizle sürekli etkileşim içerisindeyiz. Belirli periyodlarla online toplantılar yapmaya çalışıyorum, Facebook üzerinden gelen her türlü yorum, görüş ve öneri de ekibimiz tarafından mutlaka değerlendiriliyor. Değ i nmemizi isted i k leri konu la r gündeme gelerek yasama faaliyetleri içerisinde ele alınıyor. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru olarak kullanması ne gibi bir önem taşıyor? Bilgiye erişmek, denetlemek, halkın tutumunu görmek, halk ın öncelik verdiği konuları anlamak için sosyal medya yeni fırsatlar sunuyor. Aynı zamanda diğer iletişim araçları ile siyasetçilerin ulaşamayacağı insanlarla etkileşim içerisinde olmalarına, onlara mesajlarını aracısız iletmelerine de imkan veriyor. 21. yüzyıl siyasetçilerinin sosyal medyadan uzak olma gibi bir hakları yok. Kendine güvenen, hakikatten korkmayan, gerektiğinde hesap vermekten çek inmeyen, şef faf, orta k akla güvenen bir siyasetçinin sosyal medyadan korkması için sebep de yok. Sosyal medya diktatörlerin, korkakların belasıdır. Cesur ve namuslu insanlar içinse yeni fırsatlar sahasıdır. Temmuz - Ağustos 2013 Unutmayacağ ız ... Nabi Poyraz 20. Dönem Ordu Milletvekili Nabi Poyraz, 1946 Ordu doğumludur. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde yüksek öğrenimini tamamlayan Poyraz, sanayicilik ve serbest ticaretle uğraştı. Nabi Poyraz’ın cenazesi, 2 Haziran 2013 Pazar günü Ordu Merkez Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından Ulubey ilçesinde toprağa verildi. Osman Alıhocagil Cumhuriyet Senatosu Erzurum Üyesi (1946-1973) ve 11. Dönem Erzurum Milletvekili Osman Alıhocagil, 1922 Erzurum Tortum doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Alıhocagil, Adalet Bakanlığı’nda memurluk, Bayburt ve Erzurum Hazine avukatlığı ve serbest avukatlık görevlerinde bulundu. Osman Alıhocagil’in cenazesi 5 Haziran 2013 Çarşamba günü Karşıyaka Ahmet Efendi Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Sabri Tığlı 16. Dönem Kastamonu Milletvekili Sabri Tığlı, 1926 Kastamonu Hacıali doğumludur. Tığlı, makine teknisyenliği, Tekstil İşçileri Sendikası Genel Başkanvekilliği, Teksif Federasyonu Kuruculuğu ve Genel Sekreterliği, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Kurucu ve Genel Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı Kurucu ve Genel Yönetim Kurulu Üyeliği, Abana’yı Kalkındırma ve Turizm Derneği Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. Sabri Tığlı için 5 Haziran 2013 Çarşamba günü Ataköy 5. Kısım Camii’nde tören düzenlendi. Tığlı’nın cenazesi 6 Haziran günü öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından memleketi Kastamonu Abana’da toprağa verildi. Şenel Kapıcı 21. Dönem Samsun Milletvekili Şenel Kapıcı, 1946 Ordu Fatsa doğumludur. Yüksek öğrenimini Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Eğitim Ön Lisansıyla tamamlayan Kapıcı, Kocaeli’de ilkokul öğretmenliği ve Çarşamba ilçesinin köylerinde okul müdürlüğü yaptıktan sonra bir süre serbest ticaretle uğraştı. Şenel Kapıcı’nın cenazesi 6 Haziran 2013 Perşembe günü Ordu’nun Fatsa ilçesi Yalıköy Merkez Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından aile mezarlığında toprağa verildi. Haydar Oymak 20. Dönem Amasya Milletvekili Haydar Oymak, 1946 Merzifon Kıreymir doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamlayan Oymak, Maliye ve Gümrük Bakanlığı Maliye Başmüfettişi, Maliye Başmüfettişi, Maliye Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı, Millî Emlak Genel Müdür Yardımcısı, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. Haydar Oymak’ın cenazesi 13 Haziran 2013 Perşembe günü Merzifon Tekke Mahallesi Piribaba Cem Evi’nde ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Haziran ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz. Parlamento Hakimiyet Milletindir Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 5 Ayl ı k sürel i yay ı n Hakimiyet Milletindir Gönüller barış, kardeşlik ve huzurla doldu AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış: Türkiye, AB standartlarına en yakın olduğu noktada Yakın tarihimizden “olağanüstü” bir sayfa: OHAL uygulaması Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 5 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 05