Elizabeth Ayas - Adana`ya Güç Verenler
Transkript
Elizabeth Ayas - Adana`ya Güç Verenler
İngiltere’nin Kara Bulutlu Çayırlarından Çukurova’nın Sarı Sıcağına, Zorlu Bir Yolculuk; Elizabeth Ayas İngiltere’de küçük bir şehirde, 2. Dünya savaşı ve sonrasında, iniş-çıkışlarla geçen bir çocukluk ve ilk gençlik. Şarapnel parçalarından kendine oyuncaklar oluşturan Elizabeth, bir gün yolunun Türkiye’ye düşeceğini, Çukurova’yı vatanı olarak göreceğini hatta Adana’da yaşlanacağını nasıl bilebilirdi ki? Adına kader mi diyelim yoksa yaşamsal tesadüfler mi bilemeyiz. İngiltere’nin bir taşra kentinden Adana’ya yerleşen ve yaşamının en önemli 55 yılını bu kentte geçiren Elizabeth, adaşı İngiltere kraliçesinden “Onur Ödülü’’nü alırken Milli Eğitim Müdürlüğünde görevli bürokratları nasıl anıyordu acaba? 1948 - 1949 yıllarındaki Çukurova’da hummalı bir uğraşı vardı. 2. Dünya savaşını ölüm ve yıkım olmaksızın, karneyle ve kıtlıkla atlatabilmiş ülkenin; ciddi bir tarım hamlesi yapabilmesi için de Çukurova’ya ve özelde Adanalı girişimcilere önemli sorumluluklar düşüyordu. Marshall planı uyarınca hibe edilen traktör, gübre ve tohumla tarımda yeni bir süreç başlıyordu. Tarımda makineleşme başlarken öte yanda tarıma dayalı sanayide (Çırçır ve tekstil fabrikaları) olağanüstü bir çaba ve atılım gözleniyordu. Büyük arazilere sahip ağalar tek başına tarım yapmanın yeterli olmayacağını, kentleşme ve yeni yaratılan komprador sınıf içinde yer almanın zorunluluğunu görüyordu. Bu nedenle de büyük araziler ve çiftliklerin yanında mutlaka bir fabrika sahibi olmak gerekiyordu. İşte böyle bir süreçte yurtdışına eğitim görmüş gençlere gereksinim vardı. Özel sektör eliyle ve devlet bursuyla epeyce Çukurovalı genç yurtdışında eğitime gönderilmişti. Bu gençlerden biri de İngiltere’ye Tekstil Mühendisliği eğitimi için giden Necdet Ayas’tı. ELIZABETH AYAS 05 İki ayrı uç kültürlerde (İngiltere-Türkiye / Hıristiyan-Müslüman / Doğu-Batı / Avrupa-Asya vs) yetişmiş iki insanın bir araya gelebilmelerini, aşklarını, evliliklerini dinlerken bir film, bir roman tadında düşünebilirsiniz. Ama bedeli ödeyen insanlar açısından bu hiç ama hiç de kolay olmadı elbette. Hele ki savaş sonrası her iki toplumu da irdelediğimizde bunun ne denli güç ve zorlu bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Bütün zorluklara karşın 1954 yılında İngiltere’de sade bir törenle evlilik, 6 ay sonrasında ise Tekstil Mühendisi kocanın peşinden Türkiye’ye geliş. Kayseri Sümerbank’da görev alan eşi nedeniyle Sümerbank lojmanlarında başlayan bir yaşam ve ilk çocuğun doğumu... Ardından Adana dolayısıyla Çukurova günleri... Adana-Mersin arasında iş arayışı, özel öğretmenlik günleri, yer ve proje arayışları… Tüm bunların ardından Çukurova’nın eğitim yaşamına damgasını vuran ve uzun yıllar bir efsane olarak anılan “AYAS Koleji’’nin doğuşu. Bunların ayrıntılarını günler süren sohbetlerde konudan konuya geçerek irdeledik hep birlikte. 2013 yılında asıl sormamız gereken şu olmalı herhalde: hangi duygu, düşünce, inanç ve umutla bir insan, anavatanı ve kültüründen koparak bir başka ülkeye ve kültüre sürüklenir? 1960’lı yıllarda bir misyon üstlenip her şeye ve herkese karşın bir ÖZEL okul kurup Çukurova’nın eğitim yaşamına olağanüstü bir katkı sağlarken,’’ nasıl ve niçin bir bedel ödesin’’ sorusunu yanıtlayabilmek için mutlaka tanımak gerekiyor Elizabeth Ayas’ı. YIL 1928, İNGİLTERE YORKSHIRE Elizabeth Maude; 1928 Yılında soğuk Şubat ayının 13.gününde İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde bulunan Huddersfield kentinde dünyaya merhaba dedi. Skyes ailesinin 2. çocuğu olarak doğan bu şirin bebeğe, umutlarının ışığı olması inancıyla “Bunty Sunshine’’ (Bunty Güneş Işığı) adı verilmişti. İngiltere’nin bol bulutlu ve TRUMAN DOKTRİNİ, MARSHALL YARDIMI VE TÜRKİYE Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında Truman Doktrini; esas itibariyle Sovyetler Birliği’nin doğrudan doğruya baskısı ve tehdidi altında olduğu vurgulan- yağmurlu ikliminde böylesi bir ismin seçilmesi de garip bir tesadüf müydü acaba?... Kim derdi ki “Güneş Işığı’’ adı verilen bu kız, bir gün gelecek; yaşamının en önemli ve uzun sürecini sarı sıcağıyla bilinen Çukurova güneşi altında geçirecekti. Kısa bir süre ailede sadece Bunty ismi kullanılır oldu. Ancak Elizabeth isminin kendinden bir yıl önce doğan şimdiki Kraliçe Elizabeth’den esinlenerek konulduğu zannedilmektedir. Elizabeth’in doğduğu tarihlerde, 1.Dünya savaşından çıkan İngiltere hızla sanayileşiyordu. Özellikle bulundukları kent tekstil sanayinde yoğunlaşmıştı. Babası büyük bir tekstil firmasının yöneticiliğini yapıyordu, oldukça iyi bir geliri vardı. Annesi maharetli bir ev kadınıydı. Abisi Geoff, kendinden 5 yaş büyüktü. Annesi 5, babası ise 6 kardeşti. Dolayısıyla geniş bir akraba ortamında yaşıyorlardı. Mutlu geçen çocukluk döneminin gizil ayrıntılarını Elizabeth şöyle anlatıyor: “En erken yaşlarıma ait anılarımdan bazılarını da Birkby’deki anaokulu günlerim oluşturur. Her sabah, soğuk günlerde soba etrafına konulup ısıtılan metal kutularda içtiğimiz sütleri hatırlarım. Öğretmenimizin pipeti yerleştirmek için kutuları deldiği büyük temiz çivisi, beni hep büyülerdi. İlkokulda göze batan büyük sorunlarım olmadıysa da, çok da parlak bir öğrenci sayılmazdım, zihinden hesap yapmada problemim vardı. mış ve buna istinaden sadece Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım öngörmüştür. Fakat bu sırada Avrupa’nın durumu iktisaden son derece kötüdür. Altı yıllık savaş, bütün ülkelerin ekonomik kaynaklarını tüketmiştir. Sovyetler Birliği lideri Stalin’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, Milli Şef (İsmet İnönü) de ABD’den askeri destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilme- si ile Milli Şeflik, “5 Yıllık Kalkınma Planları” ve Köy Enstitüleri gibi Sovyetler’den esinlenmiş uygulamaların kaldırılmasını talep etti. Truman Doktrini, kendisinden sonra gelecek olan Marshall Planı’na öncülük etmiş ve doktrinin başarısı Marshall Planı’nın hazırlayıcısı olmuştur. Truman Doktrini ile ABD, geleneksel dış politikasını değiştiriyor ve I. Dünya Savaşı sonundaki tutumunun aksine dünya siyasetinde aktif bir rol üstleniyordu. Ayrıca Türkiye, doktrinin kabulü ile Amerikan siyasetinin etkisi altına giriyor ve dışa bağımlı bir devlet haline geliyordu. ELIZABETH GÜNEŞ YÜREGİR AYAS 07 Annemin, iş için Glasgow’da bulunan babama benim okulda katıldığım bir bayrak yarışında kazandığım kupayı ve Geoff ’un okulun bahçesini temizlemeye gönderildiğinde eldivenlerini çıkarmamakta ısrar ettiği için ceza aldığını telgrafla bildirdiğini hatırlarım. O günlerde V.George ve Kraliçe Mary’nin evliliklerinin ellinci yılıydı ve üzerinde resimleri olan içi çikolata dolu metal kutular dağıtılmıştı. Bir süre sonra ise radyodan (eski adıyla ”kablosuzdan”) Kral V.George’un ölüm haberini aldığımızda kollarımıza siyah bantlar takmıştık. Annem, tıpkı Yunanistan’da savaşıp orada humma hastalığına yakalandıktan sonra İngiltere’ye dönüp yaşamını yitiren dayım gibi, 1. Dünya Savaşı’nda kahramanca mücadele ederek halkın büyük sevgisini kazanmış Galler Prensi 8. Edward’ın aşkı için tahtını terk ederek ülkesi dışında yaşamak zorunda kalmasını ve tahtını küçük kardeşi VI. George’a bıraktığını öğrendiğinde üzülüp ağlamıştı. Büyükbabam Sykes’ı çok net hatırlamam. İri yapılı ve fırça gibi bıyıkları olan bir adamdı. O dönemde ondan çekinirdim ama aslında çok sevecen bir adamdı, bana o dönem ya bulunmadığından ya da para sıkıntısından alamadığımız çocuk kitapları yerine; gazetelerden çocuklar için yazılan yazı ve resimleri kestikten sonra kahverengi kâğıtlar üzerine yapıştırarak kitaplar hazırlardı. Annemin en küçük erkek kardeşi James dayım öldüğünde, hala ilkokuldaydım. Cenaze eve geleceği için beni ağabeyimi Gertie teyzeme yolladılar. Teyzemin evindeki şöminenin önünde uyuyakalmışım. Uyanınca Geoff ’la birlikte çatı katındaki odaya geçtik. İlk defa o gece evimizin dışında ve farklı bir mekanda yatmak bana değişik gelmişti. O zamanlar ölümün ne olduğunu bilmezdim, ta ki büyükbabam Sykes ölene kadar. Benim gitmediğim cenaze töreninden döndüklerinde, annemin yaptığı meyveli tartın ortasına vişne koyarak süslemek istemiştim, fakat annem durumun ciddiyetine uymaz diye buna müsaade etmemişti. O gün ölüm ve ciddiyet kavramları beynimde örtüşmeye başladı. Anneme ev işlerinde yardım eden Rene adında bir hizmetlimiz vardı. Sabah gelir, ben ve Geoff okuldan dönene kadar evde olurdu. Okuldan döndüğümüzde bizi birer bardak süt ve zencefilli kurabiye beklerdi. Yemek pişirme işi mutfaktaki kömür sobasının bir yanında yapılırdı. Annemin üzerine tereyağı sürdüğü, sıcak sıcak yediğimiz ekmekleri pişirdiği bu ocak her zaman cilalı ve pırıl pırıldı. Yıkama ve yıkanma işlerimizi yine bu ocağın altında ısıttığımız suyla, küvet içinde yapardık. Üstten merdaneli ilk çamaşır makinesi ve üsten asmalı telefon eve geldiğinde ne kadar da heyecanlanmıştık. Cuma akşamları Miss. Richardson’ın bale okuluna gitmeye başladığım o dönemde beş yaşındaydım ve tüm hareketleri başarıyla yapabiliyordum. Ancak, sıra daha detaylı hareketlerin yapılmasına geldiğinde ayak parmaklarım uygun olmadığı için başaramamış ve hayal kırıklığına uğramıştım. Yine de sene sonu resitalinde gösteriye çıkmış ve beğeni toplamıştım.’’ YAZ TATİLİ VE SOSYALLEŞME ÇABALARI “Yaz tatilleri, doğu bölgesinde Blackpool yakınlarında Cleveleys’de ve batıda Primrose Valley Filey’de geçirilirdi. Noel’i ise her zaman evde geçirirdik. Primrose Vadisinde annem ve babaELIZABETH AYAS 09 mın da kiraladığı, bir çoğu ahşaptan yapılmış evler vardı ve hatırladığım kadarıyla biz bir ay kadar orada kalırdık, babam da hafta sonları yanımıza gelirdi. Doris ve Sally halam da bir süre bizimle kalırdı. Bu dönemde at binmeyi öğrenmiştim. Benimki yarış dışı kalmış ve yaşlı bir attı. Ama Geoff ’un bindiği çok güzel gri bir attı. Kıskanırdım onu. Her yıl aynıydı. Tekneyle balık tutmaya gider, sahilde yürür ve kumdan kaleler yapardık. Babam çok iyi bir yüzücüydü. Bir gün suda boğulmakta olan bir adamı kurtarmıştı. Daha sonra kurtardığı adam, evimize bizi ziyarete gelmiş ve benim yatılı okul harcamalarımı üstlenmeyi teklif etmiş ancak babam kabul etmemişti. Donald Walker’la orada tanıştım. Onların da Primrose’da bir evi vardı. Aynı yaştaydık. Her şeyi Donald’la birlikte yapardık. Ata biner, balığa giderdik. Aramızda bir iletişim yöntemi geliştirmiştik. Belirlediğimiz bir yere metal bir kutu gömmüştük, içine de kış döneminde içimizden biri geldiğinde okusun diye mesajlar yazar bırakırdık. Mesajı okuyan yeni bir mesaj yazar kutuya bırakır ve kutuyu tekrar gömerdi. Vadinin üst tarafında bir yetimhane vardı. Bir gün o tarafa yaklaştığımızda, onlarca çocuğun sesini duyduk. Farklı yerlerden, büyük bir olasılıkla tüm Yorkshire bölgesinden toplanan annesiz babasız olan bu çocuklar; bu hayır kurumu tarafından bakılıyor, yetiştiriliyordu. Buraya birkaç hafELIZABETH AYAS 11 talığına deniz kıyısında tatil yapmak üzere getirilmişlerdi. Gruplar halinde kumsala gelir oyun oynarlardı. Bizden küçük ve annesi babası olmayan çocukları görmek hepimiz için yeni bir deneyim ve başlangıç oldu. Bir gün yetimhanedekilere yardım için para toplamaya karar verdik. Bu amaçla önce bahçelerden çiçek toplayarak demet haline getirip bir kısmını da yaka çiçeği olarak tanzim ederek sattık (çoğunlukla orada tatil yapan insanlara). Geoff ve arkadaşları ise büyüklere sunmak üzere, garajda küçük bir oyun sahneleyerek gelir sağladılar (daha sonra Donald Londra’da bir tiyatroda sahne yönetmeni oldu. Ben toplumsal bir işte görev aldım. Geoff ise doktor oldu) ve Donald ile tatilin sonunda elde ettiğimiz parayı yetimhaneye teslim ettik. TEŞEKKÜR EDEN HIRSIZ Bir keresinde sanırım bir haftalığına bir ev kiralamıştık ve arabamız çalınmış, eve trenle dönmek zorunda kalmıştık. Arabamız ise millerce ötede bir yerde, içine teşekkür notu bırakılarak terk edilmiş halde bulunmuştu. Bir başka gezimizde ise, Jack amcayla Huddersfield’a yemek yemeye gitmiştik. Babam eve dönerken yolda amcama “Sana ne kadar yemek borcum var?” diye sorduğunda amcam, “Ben de sana soracaktım” diye yanıtlamıştı. Anlaşılan kimse para ödemeden oradan ayrılmıştık. Hemen lokantanın sahibini aramış, durumu izah etmiştik. Lokantanın sahibi ise gülerek durumu anladığını ve telefonumuzu zaten beklediğini ifade etmişti. Yemek parası hemen gönderilmişti. NOEL KUTLAMALARI İlkokulda olduğum o yıllarda Noel büyük bir eğlenceydi. 2. Dünya savaşı henüz başlamamıştı. Noel arifesinde tüm aile fertleri bizim evde toplanırdık. Birbirimize hediyeler verir, hazırlanan ev yapımı şekerlemeler ve börekleri yerdik. O zamanlar anne-babam tarafından bize alınan hediyelerin Noel Baba tarafından bacadan bırakıldığına inanacak kadar küçüktüm. Söz dinleyen çocuklardık. Noel arifesine bir bardak süt ve bir parça Noel keki salondaki bir sehpanın üzerine koyar ve yatağa gönderilirdik. Ertesi sabah odaya girmemiz yasaktı ve babam odaya girer; boş süt bardağı ile kekten kalan kırıntıların olduğu boş tabağını getirirdi. Bu, Noel Baba’nın gece bizi ziyarete geldiği anlamına geliyordu. Odaya girmeden önce hep beraber kahvaltımızı yapardık. Ağacın altına hediye koyma geleneği bizim evimizde yoktu. Noel Baba hediyelerimizi kırlentlerin altına, duvardaki resimlerin arkasına, büyük babamdan kalma saatin içine saklardı. Hediyeleri elimize alır ve kime ait olduğunu anlamak için üzerinde yazan isimlere bakar sonra sahibine verirdik. Eğer bir kutu çikolata alırsak sadece bir iki tane yememize müsaade edilir ve daha sonra yemek üzere saklanırdı. Tüm hediyeler açıldıktan sonra onları odamıza götürür ve annemin talimatı üzerine teşekkür edemediklerimize birer teşekkür notu yazardık. Şöminenin üzerinde aldığımız Noel kartlarımız olurdu. Odayı süslemek için çoban püskülü kullanılır, ön kapının iç tarafına da bir demet ökseotu asılırdı. Noel yemeği çok önemliydi. Kiliseden döndükten sonra yemeğimizi yerdik. Tuhaf gelecek ama yemeğimizi oyun odasında yerdik. Büyük bir masa kurulur, annem beyaz bir ipek örtü sererdi. Genellikle Priscilla Teyzem de bizimle olurdu. Herkesin oturduğu yere birer Noel peçetesi yerleştirilir, yanına da Noel bisküvisi konurdu. Çoğunlukla menüde fırında hindi ve sebze olurdu ama bazen annem kaz da pişirirdi. Ardından annemin üzerine konyakla yakarak hazırladığı Noel pastası servis edilirdi. Ertesi güne kutulama günü (boxing day) denirdi. İsminden de anlaşılacağı gibi zengin ailelerin fakirler için yemek kutuları hazırladığı eski bir gelenekti. 5 Kasım akşamı açık havada şenlik ateşleri yakılırdı. Ağaç dalları, odun toplar bahçede büyük bir ateş yakardık. Ayrıca o hafta maytap, şimdiki adıyla havai fişekler alırdık. En bü- yük ateşi yakma yarışları yapardık. 5 Kasım’da Gertie Teyze, Jack Amca ve David bizimle birlikte olmak için gelirlerdi. Annem yiyecekler hazırlardı. O gün gökyüzünü havai fişekler süslerdi. 5 Kasım aynı zamanda I. Dünya savaşında ölenlerin anıldığı gündü. Anma töreni için hepimiz gelincikler takar, kiliseye giderdik. Gelincik, savaşta ölenlerin yakınları tarafından seçilmişti sanırım.’’ 1939 – 1945 SAVAŞ VE YOKSUNLUK YILLARI Elizabeth, büyüklerin kendi aralarındaki hararetli tartışmalarında son dönemlerde bir ismi sürekli duyuyordu: Hitler!... Meraklı gözlerle ve pür dikkat izlemesine karşın bu konuşmaların içeriğini anlayamıyordu. O yazın sonlarına doğru Donald ‘ın ailesi Elizabeth’i şehirdeki evlerinde birkaç gün geçirmesi için davet etmişti. Annesinden izin alan Elizabeth, komşunun şehirdeki evine gitti ancak ilk ciddi sağlık sorununu da burada yaşamış oldu. Misafir olarak gittiği evde çok güzel bir hamak bulunmaktaydı. İlk defa hamağa binen Elizabeth , biner binmez hemen düşmüş ve çok ciddi bir şekilde dirseğinden yaralanmıştı. Doktora götürülmesine karşın kırık yanlış kaynamış ve kolu kesme riski ile karşılaşılmıştı. Bu durumun erken fark edilmesiyle kol kurtarılmış ancak tedavi süresi zorlu ve uzun olmuşELIZABETH AYAS 13 tu. Bugün 85 yaşındaki Elizabeth, çocukluğundan kalan bu kötü anıyı hala kolunda taşımaktadır. SAVAŞ ANONSU Eve döndükten kısa bir süre sonra; bir gün radyodan İngiltere’nin Almanya ile savaşa girdiği anonsunu duymuş ve annesi ile birlikte o sırada bahçede bulunan babasının yanına koşmuş ve büyük bir heyecanla haberi söylemişler. Babası sadece başını sallamakla yetinmiş ve fazla bir açıklamada bulunmamış. Savaşın ne demek olduğunu ve kendilerini nelerin beklediğini bilircesine; sadece başını sallayan ve yüzünü buruşturan Elizabeth’in babası, 1. Dünya savaşında İngiltere ordu birlikleri ile Fransa’nın güneyindeki bir bölgede bir yılı aşkın bir süre görev yapmıştı. Çok iyi Fransızca bilmesine rağmen burada geçirdiği günlerden tüm hayatı boyunca fazlaca söz etmemişti. Elizabeth’in yaşamında kırılma noktalarından biridir bu savaş anonsu. Bundan sonrasında tüm yaşamları değişmiş artık savaş altında bir ülkenin gerçekleri ile ailecek başa çıkmak durumunda kalmışlardı. Babası tekstil firmasındaki güçlü kariyer ve ekonomik koşullarını yitirmeye başlamıştı. Çünkü fabrika yalnızca orduya yönelik çalışıyordu artık. Savaş ve beraberindeki yaşam zorlukları hızla gelmişti. Savaşla ilgili hazırlıklara hemen başlanmıştı; gaz maskeleri dağıtılmış , sivil savunma görevlileri gerekli eğitimleri vermiş, siren sesi provaları yapılmış ve çok kısa bir süre sonra bütün bunların kullanıldığı günler de yaşanmaya başlanmıştı. İlk önceleri komşu evin sığınağını kullandılar. Evlerinin geniş bir bahçede , korunaksız olması ve komşuya geçerken biraz yürümeleri gerektiğinden, daha sonra kendi evlerinin altına bir sığınak yapmak zorunda kalmışlardı. Geçen günler sonrasında evlerde, arabalarda, her yerde karartmalar yapıldı. Yine savaş boyunca sivil savunmada görevli bir kadın subayı evlerinde misafir etmek zorunda kalmışlardı. SAVAŞA KARŞIN EĞİTİM SÜRÜYOR Bu arada okullar kendi sığınaklarını yapıncaya kadar eğitime ara verilmiş ve bu durum eğitim öğretim yılının aksamasına yol açmıştı. Okullarda hazırlıkların tamamlanması ile okulların yeniden açılacağı bilgisi gelir gelmez; üniforma almak için mağazalara gidiş heyecanı, alınan üniformaya isimlerin işlenmesi yine Elizabeth’in unutulmayan anılarının içinde yer almaktadır. Savaş bitinceye değin gaz maskelerini hep yanlarında bulundurmuşlardı. Başlangıçta siren çaldığı zaman yaşanan korku ve panik, ne yapacağını bilememezlik; daha sonra öğ- retilenlerin uygulamaya geçilmesiyle biraz aşılabilmişti. Ancak, siren sesleri tüm yaşamı boyunca Elizabeth’i etkilemişti. Yıllar sonrasında Adana’ya yerleştiğinde bile bu korku ve endişesinin sürdüğünü fark etmişti. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı ve 1991 yılındaki Körfez savaşı esnasında yaşadığı karartma gecelerinde ve sirenlerde hep çocukluğunun bu keskin barut kokulu günlerini anımsadı. Savaş yıllarındaki kayıplar, gerek akrabalardan gerekse arkadaşlardan kişileri ve aileleri derinden etkilemişti. Savaşın acı gerçekleri birebir yaşanarak çocukluk ve ilk gençlik yılları geçirilmişti. Elizabeth’in babası yaşından ötürü aktif olarak cephede yer almamıştı, ağabeyi ise çok istediği halde tıp öğrencisi olduğu için cepheye alınmamıştı. Ancak savaş sırasında cephe gerisinde herkesin yapacağı bir görev ve üstlenecekleri bir sorumluluk vardı. Elizabeth savaş sırasında bir süreliğine askeri kantinlerde çalışmıştı. Yine bu dönemde, fabrikalarda erkek olmadığı için çoğunlukla kadınlar çalışmaktaydı ve bu çalışan kadınların çocuklarına bakılması için gençler de kreşlerde çalışıyordu. Elizabeth bu kreşlerde de görev almıştı. Babası cephe gerisinde savaş kurallarının sağlanmasından sorumlu idi. Ağabeyi ise yine hastanelere getirilen yaralı askerlerin tedavisi için uğraşmaktaydı. Böylece iki kardeş hem eğitimlerine hem de okul sonrasında savaş ile ilgili sorumluluklarını yerlerine getirmekteydiler. Savaşın sonlandığına dair haberi, okul ile gittikleri bir meyve toplama kampında almışlar ve sabaha kadar o yörede yaşayanlar ile hep birlikte sevinçle eğlenmişlerdi. Kutlamalar sırasında yanlarından geçen askeri bir araçta esir alınmış Alman askerlerinin de araçta savaşın bittiğini eğlenerek kutladıklarını görmüşlerdi. O tarihlerde İngiltere’de zorunlu eğitim 14-15 yaşına kadar sürüyordu. Daha sonra öğrenciler bir sınava alınıyor ve sınavlarda başarılı olanlar liseye devam ediyordu. Sınav sonuçlarının ilan edileceği zaman ailelerde büyük bir heyecan oluyordu. Skyes ailesi de aynı heyecanı yaşıyordu işte; Elizabeth, bu sınavlarda başarılı olmuş ve lise eğitimine 1941 yılında başlamıştı. Orta öğretimini sürdürdüğü okul oldukça disiplinli ve kentin en iyi okullarından birisiydi; Çağdaş ve etkin eğitim vermesiyle tanınıyordu. Buradaki eğitimi sırasında Klasik Müzik sevgisini müzik öğretmeni aşılamıştı. Yine burada Elizabeth’in bazen kekelediği fark edilmiş, aile bilgilendirilmiş ve özel bir konuşma terapisti ile alınan özel dersler sonucunda bu durum giderilmişti (savaşın travmasıydı belki de). Okul yıllarına ait pek çok anısı olan Elizabeth, bu okuldan aldığı temel eğitimi yaşamı boyunca kullanmış, ders dışı etkinliklere katılarak eğitiminin bir ELIZABETH GÜNEŞ YÜREGİR AYAS 15 bütün olması için çaba harcamıştır. Yine orta öğrenimi boyunca Elizabeth, İzcilik faaliyetlerine katılmış ve üst düzeye başarı ile ulaşmıştır. Yaşamında, buradaki deneyimlerinin de kendisine yol gösterdiğini her zaman ifade etmiştir. ÜNİVERSİTE YILLARI VE TANIŞMA Elizabeth, yüksek öğrenimini; 1831 yılında Tıp fakültesi ile öğrenime başlayan, 1904’ de diğer fakültelerin açılması ile genişleyen ve şu anda İngiltere’nin en büyük üniversitelerinden biri olan Leeds üniversitesinde yapmıştı. 16 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I Babası, geleceğin fen bölümleri ile gelişeceğine inandığı için kızına fen ile ilgili bir branşta öğrenimine devam etmesi yolunda baskı yapmaktaydı. Bu baskılar sonucu Elizabeth, Biyoloji öğrenimi görmek üzere Leeds üniversitesine kaydolmuştu. Ama içinde yatan aslan hep başkaydı. Biyoloji bölümünü bitirdikten sonra öteden beri çok arzuladığı 2 yıllık Sosyoloji bölümüne girmiş ve bu bölümü de başarı ile bitirmişti. Elizabeth, eşi Necdet Ayas ile üniversitede tanışmıştı. Tanışmaları, tamamen bir tesadüf olmasına karşın kendi ve müstakbel eşinin yaşamını değiştirecek bu küçük tesadüf, binlerce kilometre ötedeki Adana’nın da eğitim yaşamına katkı sağlayacaktı. Adana’dan İngiltere’ye üniversite öğrenimi için gelen bu bıçkın delikanlıyla, Puslu çayırların güzel kızı Elizabeth’in yolu, üniversitede ortak aldıkları bir ders sayesinde kesişti. Birlikte aldıkları bu derste, aynı gruba dahil edilmeleriyle tanıştılar ve Necdet Ayas’ın 1996 yılında vefatına değin hiç ayrılmadılar. Suriye, Beyrut, Ürdün ve Filistin toprakları üzerinden Kahire’ye varmıştı. Orada 2 ay gibi uzunca ve sıkıntılı bir süre bekledikten sonra bir İngiliz donanma gemisiyle İngiltere’ye ulaşmıştı. Bu maceralı yolun sonunda, Leeds Üniversitesinin Tekstil Mühendisliği fakültesinde eğitimine başlamıştı. ADANALI NECDET LATİFE HANIMIN YEĞENİ VE ATATÜRK’Ü TANIMA Necdet Ayas, Adana’dan yüksek öğrenim için İngiltere’ye gitmeye karar verip de bu isteğini ailesine açtığında onlardan ciddi destek görmüştü. Ayas ailesinin o sıralarda Adana’da bir makarna fabrikası vardı. Aslen Preveze’li olan Fazıl Bey, Bursa’da okurken Milli Mücadele için orduya katılmış, uzun süre (11yıl) askerlik yapıp çeşitli cephelerde bulunduktan sonra ağabeyinin Adana’da olması nedeniyle Adana’ya yerleşmişti. Savaştaki hizmetlerinden dolayı İstiklal Madalyası sahibiydi. Necdet Beyin annesi ise Rusya’dan Türkiye‘ye göç eden Çerkezlerdendir. Bu farklı coğrafyalardan gelen kişilerin oluşturduğu aile, oldukça ileri görüşlü yapısı nedeniyle oğullarının yurt dışında öğrenim görmesini desteklemişlerdi. Necdet Ayas’ın İngiltere’ye gidişi oldukça maceralı olmuştu. 2. Dünya savaşı Avrupa’da devam ettiğinden Adana’dan yola çıkan Necdet; O yıllarda Leeds üniversitesinde az sayıda Türk öğrenci öğrenim görmektedir. Adana’dan Turgut Yeğenağa da aynı üniversitede öğrenimine devam edenlerdendi. Bu öğrencilerin bir diğeri ise Atatürk’ün eşi Latife hanımın yeğeni olan Gönül İldem’di. Bir gün yurtta Gönül’ün odasında sohbet ederken; Elizabeth’in gözü duvardaki fotoğrafa takılır. Fotoğrafı dikkatle inceleyen Elizabeth, “Bu fotoğraftaki yakışıklı adam kim, baban mı?’’ diye sorar. Gönül ise gururla tebessüm eder ve; ‘’ Yok, hayır, o fotoğraftaki bizim önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’’ der. Ardından saatler boyunca; Çağdaş Türkiye’nin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ü, reform ve devrimlerini anlatır Elizabeth’e. Büyülenmişcesine dinleyen Elizabeth, Türkiye ve Atatürk konusundaki ilk bilgilerini de almış olur. Necdat AYAS ELIZABETH AYAS 17 Mezuniyet sonrasında sosyal hizmet uzmanı olarak çalışmak isteyen Elizabeth, bir süre Londra’da St.Thomas’ Hastanesinde daha sonra ise Oxford Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde çalışmaya başlar. Kısa süreliğine de olsa, buradaki çalışma hayatının kendisine çok şey kattığını ve hayatının en güzel günlerinin bir kısmını burada geçirdiğini ifade etmiştir her zaman. Bugünlerden anımsadıkları; yoğun bir iş temposunun yanı sıra boş zamanlarda katıldığı kültürel uğraşılar, çevre gezileri ve üniversite şehrinin sahip olduğu dinamik yaşamdır. Yine burada yaptığı çalışmalar sonucunda; Amerika Birleşik Devletlerinde mesleği ile ilgili bir üst eğitim almak üzere burs kazanmıştı. Ancak Necdet Ayas’la evlenme kararı aldığı için; bu bursu kullanmayıp yaşamını Türkiye’de sevdiği adamla birlikte sürdürmeye karar vermişti. Yaşam budur işte; her zaman seçmek zorunda kalırız . Tam 59 yıl sonrasında “Acaba doğru mu yaptım?” diye kendini sorguladığında şöyle diyor Elizabeth Maude Ayas: “İyi ki, tercihimi böyle kullanmışım, iyi ki Adana’lı bir adamın peşine takılıp gelmişim, iyi ki buradayım…’’ 1954 YILI: EVLİLİK VE TÜRKİYE YOLCULUĞU Yıl 1952-53, iki ayrı uç kültürdeki insanın evliliği öyle çok kolay olmuyor elbette. Necdet Londra’da, Elizabeth ise Oxford’da çalışıyorlar. Belirli dönemlerde bir araya gelebiliyorlar ancak. Necdet askerlik nedeniyle Türkiye’ye dönünce, evlilik teklifi de düşüncesi de ortada kalıyor bir süre. Türkiye’den telgrafla gelen evlilik teklifine ise; Elizabeth’in haberi bile olmadan arkadaşları ‘’Evet’’ yanıtını yazıp gönderiyor. Bir başka ülke, farklı gelenekler, alışılmışın dışındaki yaşam koşulları ürkütüyor Elizabeth’i. Necdet’in bir mektubuyla gelen davet sonucunda 1953 yılında İstanbul’da buluşuyorlar. Bakın; kendi güzel, coşkulu edasıyla nasıl anlatıyor bu süreci Elizabeth; “İstanbul büyüledi beni. Kadıköy’de Münevver Hanım beni evinde misafir etmişti. Bu arada Nejdet izin alarak yanıma geliyordu. Gündüzleri birlikte geziyor, dolaşıyorduk; akşamları ise asker hastanesinde kalıyordu Necdet. Askerliğine tercüman olarak devam ettiğinden işi kolaydı. Ben de çok beğendim, sevdim İstanbul’u. Yaşam kültürünüze çok şaşırarak bakıyordum. Bir gün tramvaya binmişiz, bir arabayla burun buruna geldik. Bir tartışma başladı insanlar arasında; dil bilmediğimden bağırışları anlamıyordum, şimdi kavga çıkacak diye çok korkmuştum. Oysa çok sıradan bir olaymış yaşamaya başlayınca daha iyi kavradım.” Elizabeth Maude Skyes ve Necdet Ayas 1954 yılında sade bir nikah töreniyle İngiltere’de evlenirler. Tekstil mühendisi Necdet’in memleketi olan Türkiye atılım içindedir ve Necdet gibi “okumuş – yetişmiş elemanlara’’ gereksinim vardır. Hiç düşünmeden, bütün kariyer planlamalarını bir kenara bırakıp yönlerini Türkiye’ye çevirir genç çift. Önce Necdet gelir Türkiye’ye, 6 ay sonrasında da Elizabeth. Necdet’in Kayseri Sümerbank fabrikasında işe başlamasıyla Kayseri’ye yerleşirler. İlk çocukları Timur burada doğar. Dilini, dinini, kültürel dokusunu bilmediği bir ülke ve kent- te hamilelik sürecini Elizabeth’in ağzından dinleyelim yine; “Hamile kalmıştım, Türkçe bilmiyorum, derdimi anlatamıyorum henüz. Necdet komşuları tembihlemiş; “Kulağınız delik olsun, bir çığlık filan duyarsanız koşun, yardımcı olun’’ diye. Sancılar içinde kıvranıyorum ama dil bilmediğim ve çekindiğim için bağıramıyorum. Komşular da doğumun yaklaştığını anlamadılar tabii. Nihayet ELIZABETH AYAS 19 Sümerbank’ın revirine gittim ve doğumu orada yaptım. Yani, geçen yıl (26 Mart 2012) kanserden yitirdiğimiz en büyük çocuğum Timur, 21 Nisan 1955 tarihinde Kayseri’de böyle bir ortamda doğdu işte. Sümerbank’ın lojmanlarında kalıyorduk. O dönemlerde makarna evlerde hazırlanırdı. Ben de komşulardan şunları öğreniyordum: Patlıcan kurutmak, turşu kurmak, şişle örgü örmek. Hazır giyim şansımız fazla yoktu, kumaşı alır kendimiz diktirirdik. Annem İngiltere’den giysi gönderirdi mesela. Derdini anlatamamak ne kötü. Bakkala gidiyorum, bir şey isteyeceğim ya, önce evde sözlükten sözcükleri seçiyordum. Ama telaffuz edemediğim için adamcağız yüzüme öylece bakıyordu. Bütün bu dil bilmeme konusundaki zorluklarım, yıllar sonra okulda verdiğim dil eğitiminde bana hep yol gösterici olmanın yanı sıra öğrencilerimle empati yapmamı sağlamıştır neden olmuştur. Öğrencilerime de dil öğrenirken hata yapmaktan asla korkmamalarını yapsalar dahi bunların üzerinde fazlaca durmayıp doğrusunu öğrenmeye çalışmalarını tavsiye etmişimdir’’ Kayseri’de iki yıl kaldıktan sonra, Necdet’in Adana Sümerbank fabrikasına tayini nedeniyle Adana’ya taşınırlar. Elizabeth Ayas’ın yaşamındaki temel dönüm noktası da şimdi başlıyordu işte. 20 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I 1956 VE SONRASINDA ÇUKUROVA YILLARI İngiltere’deki yoğun iş ve sosyal yaşamı sonrasında Türkiye’ye yerleşen Elizabeth, boş durmaktan, bir şey üretememekten yana çok sıkılıyor ve üzülüyordu. Kayseri’deki dönemi; yeni bir ülkeyi tanıma, hamilelik ve doğum süreciyle geçirmişti. Ama Adana’ya yerleştikten sonra; salt çocuk yetiştirmekle yetinemeyeceğini anlamıştı. “Bir şeyler yapmalıyım ama ne yapmalıyım ki?’’ diye düşünürken, bir yandan da ikinci çocuğu Esma’nın hamileliğini yaşamaktaydı. Hamilelik esnasında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle yeterli tıbbi olanak olmadığı için İngiltere’de doktorluk yapan ağabeyi Geoff ’un çağrısıyla İngiltere’ye gitmişti. Esma’nın doğumu zorlu koşullar altında, İngiltere’de 29 Haziran 1956 tarihinde gerçekleşmişti. BİR ŞEYLER YAPMALIYIM… NE YAPMALIYIM?.. Tekrar Adana’ya döndüklerinde ve çocuklar büyümelerini sürdürürken Elizabeth’in ısrarlı arayışı da sürüyordu; “Ne yapmalıyım?’’ Bir yakınlarının da önerisiyle İngilizce ders vermeye başladı. Önceleri birkaç öğrenciye ya kendi evinde ya da öğrencinin evinde ders verirken bunun daha düzenli ve planlı bir süreç ve ortamda yapılması gerek- tiğini düşünerek, bunu bir dershane ortamına taşımak istiyordu. Ayas ailesinin de yardımıyla Melek Girmez çarşısı civarındaki küçük bir ev dil dershanesine çevrildi. Böylelikle hem çocuklarına bakıyor hem de sevdiği bir işi yaparak aile bütçesine katkıda bulunuyordu. Yaklaşık 2 yıl süren bu eğitim süreci sırasında Mersin’den bir teklif gelir Elizabeth’e; böylelikle İçel Koleji’nde İngilizce öğretmenliğine başlar. Ancak bu çok zor ve yorucu bir süreçtir; her gün sabah trenle Mersin’e gidiyor, dersleri bitirdikten sonra bu kez otobüsle Adana’ya dönüyordu. Çocuklarını komşulara, bakıcılara emanet etmek hiç içine sinmiyordu. “Onların en gereksinim duyduğu anda ben yanlarında yokum’’ diye düşünüyor ve üzülüyordu. Bu arada üçüncü çocukları olan Sevil’e hamile olan Elizabeth, 25 Şubat 1959 tarihinde Sevil’in doğumuyla birlikte Mersin macerasını da noktalıyordu. Üç çocuğunu büyütürken de olsa boş duramazdı elbette. Yine arayışa başlıyor ve Adana’da kurulu olan Çukurova Kolejindeki yeni göreviyle İngilizce öğretmenliğine dönüyordu işte. Buradaki görevi sürerken Elizabeth ve Necdet Ayas’ın kafasında başka bir proje şekillenmeye başlıyordu; “Niçin kendi okulumuzu açmayalım ki?...’’ Artık bütün günlerini bu proje üzerine yoğunlaştırmışlardı; “Nerede olmalı, nasıl olmalı, hangi parayla yapmalı?’’ RÜYALAR GERÇEK OLSA Günler ve aylarca bu rüyanın peşine takıldılar. Farklı semtlerde farklı binaları inceliyor; hesaplar, pazarlıklar yapıyorlardı. Necdet Ayas, çalıştığı Sümerbank fabrikasında odasında dalgınca çevreyi gözetlerken, yandaki binayı farkediyordu. Fabrikanın bitişiğinde kocaman giriş kapısı olan yüksek, avlulu binayı görünce çok etkilenmiş, hemen Elizabeth’e haberi vermişti. Birlikte binayı gezmiş, kimin olduğunu sorgulamaya başlamışlardı bile. Bina Amerikan Board adlı bir yardım vakfına aitti, uzun yıllar kıtlık ve yoksullukla mücadele amaçlı olarak kullanılmış, daha sonrasında da Dr. Cyril Haas’a verem hastanesi olarak kullanması için verilmişti. Adana’lıların minnetle andıkları Dr. Cyril Haas ve arkadaşları, Türkiye Sağlık Bakanlığının da desteğiyle yeni bir hastane (Göğüs Hastanesi) ve verem araştırma ünitesi (Verem Savaşı Derneği / Sabancı Kız yurdu karşısında) açınca bu bina boş kalmıştı. Elizabeth ve Necdet Ayas’ın bu binayı alma girişimleri sonuçsuz kalmıştı. Vakfın Türkiye’deki temsilcileri olaya pek sıcak bakmıyorlardı, ayrıca yetkileri olmadıklarını söylüyorlardı. Bu durum aylarca sürdü. Necdet Ayas, Adana Sümerbank’ta tekstil mühendisi olarak çalışırken fabrikaya Amerikalı bir heyetle birlikte Sanayi Bakanlığından yetkililer gelmişti. Görüşmelerden sonra; Necdet Ayas’ı, Amerika’ya bir “hizmet içi eğitim kursu’’ için 6 aylığına götürmek istediklerini söylemişlerdi. Kabul ederse önce Ankara’da bakanlıkta bir mülakata alınacağını ardından oradan Amerika’ya gönderileceği belirtilmişti. Bu haberi alır almaz doğruca eşi Elizabeth’in yanına gelen Necdet Ayas, bir solukta konuyu anlatmıştı. Ailece uzun uzadıya tartışmalarından sonra, Necdet Ayas’ın tek başına gitmesine karar verilmişti. 6 aylık bir süreç için üç çocukla birlikte okyanus ötesine taşınmak ve dersleri bırakmak istemiyordu Elizabeth. Böylelikle evlilik sonrasındaki ilk, zorunlu ve uzun süreli bir ayrılık süreci başlamıştı. AMERİKA MACERASI Necdet Ayas, önce Ankara’ya gitmiş, Dr.CYRIL HAAS 1916 yılında Amerikan Board vakfının bir temsilcisi olarak Türkiye’ye gelen Dr.Cyril Haas, uzun yıllar boyunca Adana’da ( Kilikya bölgesinde) yaşadı. Bölgede yaşanan salgın hastalıklar üzerine yoğunlaştı. 1948 yılında Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğünde kurulan Ulusal Verem Savaşı Derneği’nin Adana’daki oluşumunda yer aldı. Dr.Menteşoğlu Caddesi’ndeki Verem Savaşı Derneği binasının-ünitesinin kurulmasına öncülük etti. 22 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I bakanlıktaki mülakat sonrasında ise 6 aylık Amerika macerası başlamıştı. Aklı ve yüreği Adana’da sevgili eşi Elizabeth ve çocukları Timur, Esma ve Sevil’dedir şimdi. Ama öte yandan başka bir amacı daha vardı bu gidişin: Okul için düşündükleri binanın sahibi olan Amerikan Board adlı vakfın merkezi Boston’da olduğuna göre, onlarla doğrudan görüşebilir, derdini anlatabilirdi. Amerika’da “Hizmet içi eğitim” sürerken Necdet Ayas, bir yandan da Boston’daki vakıf yetkilileriyle görüşme derdindeydi. Ancak uzun haftalar boyunca randevu talebine yanıt alamıyordu. Nihayet bir tanıdık aracılığıyla randevuyu alabilmişti. 1961 yılının son günlerinin birinde; Amerikan Board Vakfının Boston’daki merkezinde, Adanalı yakışıklı tekstil mühendisi Necdet Ayas, akıcı ve mükemmel İngilizcesiyle karşısındaki heyeti ikna etmeye uğraşıyordu; “Bu binayı bize satın, burada tüm Çukurova’ya hitap edecek çok güzel ve başarılı bir eğitim kurumu oluşturmak istiyoruz:’’ Bu heyecanlı ve coşkulu gencin tutkulu konuşma ve projesini dikkatle dinleyen heyet üyeleri çok net kurallar karşılığında ikna oluyorlardı; ‘’Bu bina yalnızca Eğitim veya Sağlık amaçlı kullanılacak ve satılmayacak, şimdilik kira karşılığında verilecek, ancak hiçbir şekilde 3. kişilere devredilemeyecekti.” Necdet Ayas ise, binanın yatılı kız okulu olarak kul- lanılacağını beyan ve taahhüt ederek imzalıyordu sözleşmeyi. RÜYALAR GERÇEK OLUYOR Bu güzel sonuçla Adana’ya dönen Necdet Ayas ve onun en büyük yardımcısı Elizabeth, hızla işe koyulurlar. Önce tüm bina boşaltıldı. Aslına uygun olarak restore edildi. Eğitimci ve bu konuda araştırmacı olması nedeniyle bütün ayrıntıları Elizabeth belirliyor, tasarımlar ve düzenlemeler yapıyordu. Pencerelerin nişleri, sınıf kapılarının içeriye doğru açılması, merdiven korkuluklarının yüksekliği gibi bütün ayrıntılar tekrar tekrar gözden geçiriliyordu. Çıkmaz sokakta yer alan kocaman kapısıyla büyük bir avluya açılan o güzelim bina yıllar sonrasında bu kez eğitim amaçlı olarak yaşama katılıyordu işte. İngiltere’nin kara bulutlu çayırlarından Çukurova’nın sarı sıcağına kopup gelen Elizabeth’in büyük düşü böylece hayat buluyordu işte; Çukurova’da efsane olarak anılacak “AYAS KOLEJİ’’ hazırdı artık. Her ayrıntı mutlaka Elizabeth tarafından son kez kontrol edildikten sonra uygulanıyordu. Okul kıyafetleri ve sol göğsüne dikilen okul arması bile hazırdı. Armadaki dağlar; Toros dağlarını, mavilik; Akdeniz’i, yeşil ağaçlar; okulun içindeki palmiyeleri işaret ediyordu. Ayrıca tüm Çukurova’yı simgelemesi için pamuk da yer almıştı bu armada. 1962 – 1993 ÇUKUROVA’NIN EFSANEVİ OKULU; AYAS KOLEJİ Elizabeth ve Necdet Ayas’ın yaşamlarının en önemli projesi olan Özel Ayas Koleji; 1962 – 1963 eğitim ve öğretim döneminde, Adana Valisi Mukadder Öztekin’in övgü dolu konuşması ile açılmıştı. Kolej ; ilk , hazırlık ( o zaman bu sınıf düzeyine lisan kurs deniyordu) orta ve lise kısımlarından oluşmuştu. Tüm bölgeden (İskenderun – Ceyhan - Osmaniye – Misis – Tarsus – Kozan – Kadirli vs) öğrencileri olan kolej, ilk yıllarda tamamen kız öğrencilerden oluşuyordu. Yatılı bölümü de olan okulun en üst katı yatakhaneydi. Dolayısıyla çevre il ve ilçelerden gelen yatılı öğrenciler hep birlikte kardeşçe bir atmosfer içinde burada yaşıyordu. Özel okul olmasına karşın; yoksul ama başarılı kız öğrenciler burslu olarak eğitim görüyordu. Sadece zenginlerin gidebileceği bir okul olarak tanınan Ayas Koleji’nin bu yönü pek bilinmezdi. Bunu Elizabeth Ayas bakın nasıl anlatıyor: “Okulun hayalini kurarken bile hep sadece kızlara yönelik olmasını istedim. Anadolu’da erkeklerin okuma şansı daha fazlaydı ama parası olan ailelerde bile kızların okuma şansı sınırlıydı. Ben sınırları zorlamak, kızlar lehine pozitif ayrımcılık yapmak istedim. Ayas Koleji özel okul olması nedeniyle paralıydı elbette, ancak başarılı ama yoksul öğrencileri burslu okutuyorduk. Bunu kimse bilmiyordu, çünkü arkadaşlarının bilmesini dahi istemiyorduk, gizliyorduk. O çocuğun yaşadığı koşulların farklı olması nedeniyle ezilmesini istemiyorduk. Hepsinin kıyafeti aynı olduğu için arada bir statü farkı görünmüyordu. Üstelik sadece bir okul olarak düşünmüyordum. Kızların, gelecekte Atatürk İlke ve İnkılâplarına bağlı iyi bir vatandaş, çağdaş bir kadın, iyi bir hanım ve anne olması için, kendi ayaklarının üzerinde duran bir birey olması için çabalıyorduk. Yani sadece milli eğitim kural ve koşullarıyla öğrenimi değil, görgü kurallarını da aktarmaya çalışıyorduk.’’ AYAS KOLEJİ’NİN MİSYON VE VİZYONU Ayas Koleji, açılmasıyla birlikte bölgedeki diğer tüm okullardan sıyrılmış, farkını ilk eğitim yılında ortaya koymuştu. Herkesçe kabul gören ve övgüyle söz edilen bu özellikler Ayas Koleji’nin tarzı ve bir “eğitimde ekol” olarak anılmasına neden olmuştu. Bu özellikleri maddeler halinde yine Elizabeth Ayas’ın kendisinden aktaralım: 26 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I ELIZABETH AYAS 27 Özgür Bireyler: Disiplini elden bırakmadan, öğrencilerin bireysel farklılıklarını ortaya koyabildikleri, onlara sevgi, saygı temelli özgüvenlerini sağlayıcı ve özgürce kendilerini ifade edebilecekleri ortam sağlamaya çabaladık. Dil Eğitimi: Okulun ilk açıldığı tarihte Türkiye’de bir ilk olan “lisan laboratuvarını” kurarak dil eğitimini sağlam bir temele oturtmuştuk. Öğrencilerin evrensel boyutta kendilerini gösterebilmeleri için İngilizceyi mutlak bir ders olarak görüyorduk. Ayaslı her öğrenci çok iyi bir İngilizceyle mezun olmalıydı. İngilizce dersler tamamen yabancı (İngiliz ve Amerikan) öğretmenler tarafından verilmekteydi. Vizyon sahibi olmak: İki ayrı kültürün insanları olarak (Elizabeth ve Necdet) kültürel birikimlerimizi de kullanarak, öğrencilere çok kültürlü bir yapıda vizyon ve misyon sahibi olmaları gerektiğini vurguluyorduk. Bunun için de araştıran, sorgulayan, irdeleyen bir yapı gerektiğinin altını çiziyorduk. Kütüphane: Okulun kütüphanesinde 4000’i aşkın kitap bulunuyordu. Ayrıca her sınıfa bir kitaplık kurarak çocukların bilgiye ulaşımını kolaylaştırıyorduk. Özellikle ders sonrasındaki etütlerde kütüphanedeki binlerce kitaba müzik eşliğinde ula28 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I şılabiliyordu. Fiziki Koşullar: Okulun fiziki koşullarını her geçen gün iyileştirdik. Başlangıçta Amerikan Board’dan kiraladığımız binayı birkaç yıl sonra tamamen satın aldık. Yanına çevredeki diğer binaları da ekleyerek büyüdük ve geliştik. Büyük bir avlu çevresine yerleşen bu binalarla, çağdaş bir eğitim-öğretim kurumu haline getirmiş olduk. Yine modern araç ve gereçlerle donatılmış biyoloji, fizik, kimya ve bilgisayar laboratuvarları, daktilo odası , resim atölyesi, müzik atölyesi, sosyal bilimler odası gibi her dersin konu içeriğine uygun materyaller ile donatılmış işlikler; eğitimin daha kaliteli olmasını sağlamıştır. O tarihlerde diğer okullarda böyle uygulamaların büyük bir kısmı yoktu. tarihi eserleri (Anavarza, Yılan Kalesi, Karatepe, Uzunca Burç, Kız Kalesi, Korykos vs ) görüp öğrenmeleri için geziler düzenlenmiştir. Bu geziler; çevre il ve ilçelerin (Alanya, Antalya, Kayseri, Ürgüp, Göreme, Hatay, Gaziantep vs) yanı sıra Ankara Bursa, İstanbul ve İzmir’e değin uzanmıştır. 1974 yılında ise Necdet Ayas rehberliğinde okul öğrencileri ve öğretmenlerden oluşan bir grup, okul servis aracıyla ve kamp yaparak 20 gün süren Avrupa turuna çıkmışlardı. Bu gezi sırasında Sofya, Belgrad, Viyana, Paris, Roma, Lozan vb. gibi tarihi kentleri ve müzeleri ziyaret etmişlerdir. Bu yaşayarak ve görerek öğrenmenin en somut göstergesi olarak hafızalarda yer almıştır. Mayıs ayı ile birlikte hemen her yıl, havaların iyi olduğu dönemlerde Spor : Okulda başlangıçtan beri öğrenciler ile Mersin yakınlarında spora çok önem verilmişti. Fiziki denize girmek için sıkça geziler yapıkoşullar ölçüsünde spor ile ilgili dü- lırdı. Bu gezilerin o tarihlerdeki kozenlemeler yapılmıştı. Ayas Koleji şullar düşünüldüğünde; öğrencilerin öğrencileri özellikle basketbol dalın- gezerek görerek bir şeyleri öğrenme da çok önemli başarılara imza atmış- ve keşfetme duygularını geliştirdiği lardı. ve bir farkındalık yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kültürel Etkinlikler ve Geziler: Kültürel faaliyetlere ayrı bir önem Folklor Geceleri: Öğrenciler her veriyorduk. Okulda paneller, mü- dönemde folklora ilgi duymuş ve nazaralar, temsiller düzenlenerek değişik halk oyunları ekipleri kurulsosyal sorumluluk projelerinde öğ- muştu. Velilerimizin konuk olarak rencilerin aktif olarak yer alması sağ- katıldığı folklor gecelerinde; halk lanıyordu. Kültürel ve tarihsel biriki- ozanlarından örneklemeler, folklor min artması için, öğrenciler ile yakın ekiplerinin gösterileri yapılmış ve ik- uzak çevrelerdeki yerlere, özellikle ram olarak da daima sıkma - ayran verilmekteydi. Bunda da amaç; evrensel değerlere ulaşmada yerel mirası da unutmamak içindi. Ayas geceleri: Ayas geceleri belki de okulun yaptığı en önemli etkinliklerden biriydi. Bu gecelerde öğrenciler, bir yıl boyunca hazırladıkları etkinlikleri sunarlardı. Hazırlıklara yıl ortasından başlanırdı ve öğrenim dönemi sonunda Belediye Şehir Tiyatrosunda etkinlikler sergilenirdi. Bu gecelerin organizasyonu yönetici ve öğretmenler tarafından yapılırdı. Ancak her şeyi öğrenciler hazırlardı. Yani bu anlamlı ve geleneksel Ayas Geceleri; içeriği, her şeyi ile tüm öğrencilerinin ürünüdür. Bu gecelerin düzenlenmesi, ortaya konulan Türkçe ve İngilizce korolar ve oyunlar, gösteriler, değişik yörelere ait folklor gösterileri ,skeçler ,müzikler ,kısaca her şey öğrencilerin yaratıcılıklarının bir sergisiydi. Ekip çalışması, paylaşma ,sorumluluk, en iyiyi yapabilme çabası ve sergileme ,özgün düşünebilme bu işin hamurunu ortaya koymaktaydı. Mezuniyet geceleri: Mezuniyet geceleri ise, Ayas’a özgü bir uygulama ile başlamış daha sonra da diğer okullarda da yaygınlaşmıştır. Mezuniyet töreni,öğrencilerin geleneksel mezuniyet müziği eşliğinde cüppe ve kepleri ile okulun merdivenlerinden inerek başlardı. Törende önce plaket ve diplomalar dağıtılır daha sonra okul başkanı gelecek dönem başkanına meşalesini devrederdi. Bu törenin bitiminde, kızlar babaları ile erkek öğrenciler ise anneleri ile ilk danslarını yaparak mezuniyetlerini kutlarlardı. Annesi veya babası orada olmayanları dansa öğretmenler kaldırırdı. Bu törenlerin önemli bir özelliği de kızların giysilerinin beyaz renkte olmasıydı. Burada da tıpkı Ayas gecesi gibi öğrenciler bu geceyi organize ederler öğretmenler sadece kontrol ederdi. Yatılılık hayatı: Yatılı öğrenciler Ayas Koleji öğrencilerinin birbirine bağlı olmalarını sağlayan bir harç niteliği taşıyordu. Bu öğrencilerin sorumluluğu Elizabeth Ayas olarak, benim işimin en önemli parçasıydı. Çünkü o gencecik kızlar bana emanet edilmişti. Okul paydos olduktan sonra da onlarla yakından ilgilenir, takip ederdim. Benim biyolojik olarak 4 çocuğum oldu ama sosyolojik olarak yüzlerce çocuğum vardı. Yatlılı öğrencilerin çok programlı bir hayatları vardı. Belli saatlerde çalışmayı, belli saatlerde yemek yemeyi, belli saatlerde yatmayı bir düzen içerisinde gerçekleştirirlerdi. Bu düzenin sağlanması okul yöneticileri tarafından yapılırken temel olarak herşeyle doğrudan ben ilgilenirdim. Yatılı öğrencilerin etüt saatlerinde ya ofisimde çalışıyordum ya da evdeydim. Ancak evde olsam bile zaman zaman kontrol için öğrencilerin ya- nına giderdim. Evimizin Sümerbank Lojmanlarında (bitişik binada) olması benim için büyük avantaj oluyordu. Sonrasında da Sümerbank’ın lojmanlarından ayrıldığımızda okulun avlusunda üst katta bir yeri ev olarak kullanmaya başladık. Dolayısıyla öğrencilerimle 24 saat birlikteydim. Yat zilinden sonra da yatakhaneleri kontrol ederdim. Bu kontroller nedeniyle “Yatın Misis geliyor’’ diye bir deyişin ortaya çıkmasına neden olduğumu biliyorum. Ramazan ayı; eğer okul dönemine denk geldiyse belirlediğim öğrencilerden birkaçını uyandırır, yemekhaneye gelerek onların sahur için hazırlananları yemelerini görevli öğrenci ile sağlardık. ELIZABETH AYAS 29 Yatakhanede; evimizden yayın yapılan bir müzik sistemi vardı. Her sabah değişik parçalar çoğunlukla caz, uyanma zilinin ardından çalınırdı. Öğrenciler sabah okul hazırlıklarını bu müzik eşliğinde yaparlardı. Necdet Ayas’ın kendi üniversite zamanında ve sonrasında popüler yabancı parçalara ait oldukça zengin bir plak (uzunçalar) koleksiyonu vardı. Evde daima müzik açık olurdu. Okulun kantine yakın bir köşesinde bir müzik kutusu vardı. Öğrenciler bu müzik kutusundan istedikleri parçaları dinlerlerdi. Okulun öğle saatinde ve akşamüzeri de mutlaka müzik yayını olurdu. Necdet Ayas, yaptığı seyahatleri kameraya çekerdi ve zaman zaman bu çektiği görüntüleri öğrencileriyle paylaşırdı. Özellikle yatılı öğrencilere, uygun olan etüt saatinde bu film gösterileri çok keyifli gelirdi. Yatılı öğrenciler; Ceyhan, İskenderun ,Antakya, Tarsus, Mersin, Silifke, Kozan Kadirli, Osmaniye’den gelirlerdi. Bazıları hafta sonu kalır bazıları ise hafta sonu evlerine giderlerdi. Yatılılar okul maçlarına, konserlere topluca giderlerdi. Her öğrencinin yemekhanede yiyeceklerini koyması için bir dolap ayrılırdı. Yatakhanede yiyecek bulunmaması için sıkça kontroller yapılırdı. Temizlik her zaman birincil önceliğimizdi çünkü. Yemekhaneye yiyecek alımları ve pişirilen yemekler hep benim kontrolünden geçerdi. Benim yemeyeceğim hiçbir yiyeceği çocuklarım dediğimiz öğrencilere yediremezdim ki… OKUL FORMASI VE BANDO TAKIMI Okul Forması :Ayas Koleji formasıyla hafızlarda yer edinmiştir. Armalı ve gri biyeli bordo ceket gri etek ve başa takılan kep ile oldukça şık bir görünümdeydi. Son yıllarında bu forma bordo süveter ve lacivert bordo kareli etek ile değişitirilmiştir. Ancak, ilk formanın nostaljisi hala devam etmektedir. Bando Takımı: Okulumuza özgü bando takımı uzun yıllar resmi geçitlerde ilgi ile izlenmiştir. Gerek kıyafeti gerekse disiplinli yaklaşımı hep takdir edilmiştir. Yine resmi geçitlerde okulu temsil eden yürüyüş takımının önünde çoğu zaman öğretmenler ile birlikte ben de yer alırdım. SORUMLULUK VE GÜVENLİK Anne ve babalar çocuklarını bize emanet ederlerdi. Onların güvenliğinden biz sorumluyduk ve bu konuda her türlü önlemi alırdık. Örneğin okul çıkış saatinde ve sabahları Necdet öğrencileri kapıda beklerdi. Servis araçları okulun iç bahçesinden öğrencileri alır ve tekrar burada indirirdi. en güçlü en önemli okulu haline gelmeye başlayan Ayas Koleji eğitim ve öğretim çalışmalarına devam ederken Elizabeth son çocuğu olan Sibel’i 5 Temmuz 1966 tarihinde doğurur. Ayas Koleji onlar için salt bir iş kolu filan değil, tamamen düşledikleri bir yaşam, bir evdir artık. Çocukları da bu avluda büyürler çünkü. Elizabeth Ayas’ın en önemli özelliklerinden biri çok çalışkan ve programlı olmasıdır. O her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüğü için her hangi bir aksamada panik yapmaz ve önceden tasarladığı B planını devreye koyar. Onun için düzen çok ama çok önemlidir. Müfettişler okula geldiklerinde onun hazırladığı dosyalara bakmaktan keyif alırlar hatta örnek olarak istedikleri olurdu. Raporlamaya önem verdiğinden iyi bir arşive sahipti. Düzensizlik, kuralsızlık, zamanlamada aksaklıklar onu ciddi şekilde etkiliyor ve üzüyordu. Özellikle doğu kültürüyle yoğrulmuş bürokraside görülen bu bakış onu çok hırpalıyordu. ERKEKLER DE AYAS’TA… 1981 yılında koşullar zorladığı için erkek öğrenci almaya başlar Ayas Koleji. Buna başlangıçta razı olmayan Necdet Ayas, koşulları irdelediğinde mecbur 4.ÇOCUĞUN DOĞUMU VE olduğunu görür. Böylelikle tamamen YÜZLERCE ÇOCUĞUN AYAS kız okulu olarak kurulan Ayas Koleji ANNESİ artık karmadır. 1992 yılına gelindiğinde özel okullaYıllar yılları kovalarken, bölgenin rın sayısının artışıyla birlikte rekabet de artmıştır artık. Her zaman olduğu gibi, garip rekabet beraberinde niteliksizliği, haksızlığı getirmeye başlamıştır. Bunca yıl yaşamlarını ortaya koydukları ve ailenin temel parçası olarak gördükleri okulda her şey çok güzel giderken dış dünyadaki çirkinlikler üzmeye başlar Elizabeth ve Necdet Ayas’ı. KRALİÇE’DEN MEKTUP Tam da böyle bir dönemde 26 Ağustos 1992 tarihinde sarı, büyük ve özel bir zarfı getirir postacı. İngiltere’den Elizabeth Ayas adına gelen bu zarf çok heyecanlandırır herkesi. Çünkü zarfın üzerindeki armadan bu zarfın doğrudan İngiltere Kraliçesi Elizabeth tarafından artık Adanalı olan Elizabeth Ayas’a gönderildiği bellidir. Garip bir coşkulanım ve ürpertiyle açılan zarftan bir davetiye çıkar: “Sn. Elizabeth Ayas; İngiliz kültürüne sağladığınız katkılar nedeniyle Büyük Britanya Kraliçesi 2. Elizabeth tarafından onurlandırılmak üzere 15 Aralık 1993 tarihinde Buckingham sarayında olmanızı rica ederiz.’’ Dakikalar süren şoktan sonra kendi aralarında tartışmaya başlarlar. Öyle ya; İngiltere Kraliçesi nasıl olmuş da adaşı Adanalı Elizabeth’ten haberdar olmuştu. Nasıl bir bilgi ulaştı ki saraya, böylesi bir ödüle layık görülüyordu. Buna hâlâ şaşırdığını söylüyor Elizabeth Ayas. ORHAN ELIZABETH APAYDIN AYAS 31 29 BÜYÜK ÖDÜL VE ÜZÜCÜ SON Uzun yıllar sonrasında baba topraklarında eşi ve iki çocuğuyla (Timur ve Esma) gezerken anlatılamaz bir keder, hüzün ve gurur kaplıyor benliğini Elizabeth’in. 26 yaşında evlenmek için ayrıldığı bu topraklara daha önce sık sık gelmişti ama 39 yıl sonraki bu geliş farklıydı, büyük bir ödülü almak için geliyordu çünkü. Hem de yanında eşi ve çocuklarıyla. Adaşı kraliçe 2. Elizabeth’ten alacağı ödül için 1 gün önce sarayda merasim provası yaptırmışlardı. Bu yöntem tam bir İngiliz kural ve disipliniydi işte; Elizabeth Ayas’ın hiç de yabancı olmadığı düzen. 15 Aralık 1993 tarihinde saat tam 10:50’de Buckingham Sarayında tören görevlisi adını anons ettiğinde bayılmak üzeredir; “Elizabeth Ayas, Adana - Turkey…’’ Kraliçe Elizabeth, her zamanki zarafetiyle beratını ve madalyasını uzatıp hafif gülümsemeyle tebrik ederken Elizabeth Ayas ne düşünüyordu acaba? “Hiçbir şey düşünecek durumda değildim ki…’’ Berat ve madalyayı aldıktan ve saraydan ayrıldıktan sonra başlar yaşamını, yaşadıklarını sorgulamaya. Bunca acıya ve yorgunluğa değmişti işte; “Siz güzel bir şeyler yaptığınızda o mutlaka yerini bulur…’’ Artık Adana’daki rekabeti, bürokraside yaşadığı üzüntüyü duymuyordu bile… BÜYÜK ÖDÜL: Member of British Empire (Büyük Britanya İmparatorluğu Onur Üyeliği) İngiltere Kraliyet ailesini temsilen Kraliçe 2. Elizabeth tarafından verilen bu ödülün (Berat ve Madalya) önemi ve anlamı çok büyük. Buna göre; “İngiltere dışında bir başka ülkede yaşayan, ancak yaptıkları ve yaşadıklarıyla; İngiliz Kültür ve Edebiyatının yaygınlaşmasına, eğitim yoluyla katkıda bulunanlara verilen bu ödül, İmparatorluk onur üyeliği’’ olarak anılıyor. Ödülü alan kişinin ailesine de sembolik olarak da birer madalya veriliyor (törene katılanlara). Britanya İmparatorluğu Nişanı (Order of the British Empire); İngiltere’de 4 Haziran 1917’de Kral V. George tarafından verilmeye başlanan bir ünvandır. İngiltere Kraliçesi tarafından takdire şayan bir başarı göstermiş ve topluma sıra dışı bir hizmet verenlere verilen bir nişandır. İlgili bakanlık tarafından adaylar belirlendikten sonra kraliçeye sunuluyor ve orada da detaylı bir inceleme sonrasında olumlu bir karar çıkarsa bu nişan ilgili kişilere veriliyor. Ayas Koleji Mezunlarıyla yıkıldım. ‘İşte şimdi benim içimdeki ağaç kurudu’ dedim kendi kendime. Oraya kadar gitmişim, insan kibarca hal hatır sorulmasını “yazıktır, niçin kapatıyorsunuz’’ denmesini bekliyor. Ama böyle bir soru ile karşılaşmamış olmam beni daha da yaralamıştır. Okulu kapamamızın en önemli nedenlerinden biri benim bunca yıldır uyguladığım eğitim anlayışının artık daha farklı bir hal alması; yani veli ve çocuk egemen eğitim anlayışının daha tercih edilir olmasıdır. Diğer bir önemli neden ise okulun son zamanlarında karşılaştığımız ve hala üzüntü ile hatırladığımız bürokratik sıkıntılar. Bunu açmak gerekirse; Necdet ve ben okulun bulunduğu YEŞİL DEMİR KAPI bölgede okulun genişleme imkanıBu yaralayıcı tavrı ve sonrasını şöy- nın olmadığını görünce yeni bir yer le anlatıyor Elizabeth Ayas; “O anda arayışına girdik. Kurttepe dolaylarınAncak her güzel şey gibi Ayas Koleji’nin de sonu gelmişti. Böylesi görkemli bir ödül töreninden sadece 6 ay sonra Elizabeth ve Necdet Ayas, okullarını kapatma kararı almak zorunda kaldılar. 1993 yılı haziranında Ankara’ya Milli Eğitim Bakanlığı’na giderek, okulun kapanma işlemlerini danışacaklardı: “Ne yapmamız gerekiyor, nasıl bir yöntem izleyelim?’’ Ancak kendilerini karşılayan bürokrat çok farklı ve zalimce girmişti konuya ; “Öğretmenlerin tazminatını ödeyeceksiniz değil mi?’’ 34 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I da okul yapılmasına uygun bir yeri belirleyip bu yeri öz kaynaklarımızla aldık. Almamızın ardından uzunca bir süre belediyeden onayının alınması için bekledik. Her nedense belediye meclis toplantılarında bizim okul işi gündem maddelerinin arasına giremiyordu. Bu arada inşaatı su basmanına kadar ilerlettik. Uzunca bir bekleyiş ve çabalardan sonra nihayet belediyeden onayımızı aldık ve teşvik için belgelerimiz hazırlayıp Ankara’da yetkili mercilere ilettik . Aynı bekleme süresinin bir başka versiyonunu orada da yaşadık. Derken teşvik alabilmemiz için başka ‘’anlaşmalar’’ da yapmamız gerektiği söylendi. Böylesi bir ‘’anlaşmaya’’ asla girmeyeceğimizi belirttik ve onlara gerekirse şu anki okul yerimizi ipotek edebileceklerini söyledik. Ama nafile, ‘’anlaşma yoksa teşvik de yok…’’ Uzun uğraşlardan sonra yine teşvik kredimizi “anlaşma’’ yapmadığımız için alamadık (Burada “anlaşma’’ dediğimiz şeyin “Komisyon – Pay – rüşvet’’ olduğunu hepimiz biliyoruz artık). İşte bütün bunlar bizi derinden etkiledi. Yıllarca eğitim alanında dişimizle tırnağımızla bugünlere kadar getirdiğimiz okul serüvenimize bir nokta koyarken; günlerce düşündük konuştuk. Ancak böyle bir karar almamız gerektiğine içimiz acıyarak karar verdik. Okulu kapattığımız yılın üniversite giriş sınavın- da öğrencilerimizin aldığı çok başarılı sonuçlar, yine tesadüf eseri o yıl bakanlık müfettişlerince yapılan denetimimizin çok başarılı geçmesi ve bizzat bu durumu bakanlık müfettişlerince övgü dolu sözlerle bizi takdir etmeleri; yaptığımız işte emeklerimizin karşılığını almış olmanın haklı gururunu yaşattı. Bütün bunları yaşarken okulu kapatma kararımız bir ironi oldu. Çok hızlı bir şekilde okulun kapanış işlemlerini yaptık. Bütün borçlarımızı, tazminatları ve vergilerimizi ödedik.” Her ne kadar bir okula sahip olmak topluma yönelik bir hizmeti ifade ediyorsa da ; Elizabeth 1982 yılında yine topluma farklı bir açıdan hizmet etmek için Adana Soroptimist kulubünün kurulmasında görev aldı. Soroptimist kulübü iş ve meslek kadınlarından oluşmuş bir sivil toplum örgütüdür. Dünyada 126 ülkede 90.000 üzerinde üyesi bulunmaktadır. Amacı kadın ve kız çocuklarının hak ettikleri yaşam standardının sağlanmasında yardımcı olmaktadır. Çukurova’nın eğitim ve sosyal yaşamına ciddi katkılar sağlamış Ayas Koleji tam 31 yıl sonrasında kapanmıştı işte. Elizabeth ve Necdet Ayas, küskünlüklerinden ve yorgunluklarından olsa gerek hiçbir iş yapamadılar. O muhteşem okul bir süre öylece atıl vaziyette kaldı. Böyle durumlarda çok uyanık olan halkım bu fırsatı hiç kaçırmaz elbette. Yan taraftaki otelin ve çevre esnafın otoparkı ve deposu olarak, bedava ve kimseye danışılmadan uzun yıllar kullanıldı Ayas Koleji. Okulun kurucusu ve Elizabeth’in sevgili, yakışıklı eşi Necdet Ayas’ın 1996 yılında 72 yaşında vefatından sonra daha da hüzünlenen aile binayı satmaya karar verdi. Bir süre kıyamazlarsa da yapacak bir şey yoktu artık. Uzun sözün kısası; manevi değeri bir yana, maddi değerinin bile çok altında bir fiyata satılır o güzelim yapıların tümü. Zamanla birkaç el değiştirilir ve ne yazık ki binaların hemen hepsi yıkılır. Geride o koca avluya açılan yeşil boyalı demir kapı durmaktadır hâlâ. Son yıllarda Ayas mezunları bir araya geliyor ve gece düzenliyorlar. Bu kutlamalara-anmalara Elizabeth Ayas’ı da davet ediyorlar elbette. Son olarak 27 Mayıs 2013 tarihindeki bu özel buluşmada, okul mezunlarından Zeynep Kural bakın nasıl anlatıyor Ayas’ı ve Ayaslı olmayı: ‘Lise yılları 60-70-80’li yıllara denk gelen pek çok insanın mezun olduğu, İngiliz eğitim sistemine göre eğitim veren Adana’nın tek kız özel okulu olan okulumuz, aynı coşku ve heyecanla anılan nadir okullardandır. Benden önce üç büyüğümün mezun olduğu Ayas’a, Kuruköprü’de araya dereye sıkışmış bir çıkmaz sokaktan gidilirdi. Karşınıza çıkan o büyük “yeşil kapı”dan içeri girdiğinizde bugün yolunuzun kesiştiği pek çok nadide insanla tanışacağınızı bilemezdiniz elbette. Ayas Ailesi ELIZABETH AYAS 35 Sabah, Ali Göde’den içilen şalgamın ardından ilk zile yetişmenin telaşıyla ve kapıdaki kılık-kıyafet kontrolünden sorunsuz atlamak için indirip çekiştirdiğiniz eteğiniz ve ördüğünüz saçlarınızla, bordo-grinin üzerinize verdiği ciddiyeti takınıp bahçeye girdiğinizde, uzun palmiyelerle dolu tarihi yapı size kucağını açardı. Savaş zamanında hastane olarak kullanılan bir binada olmak, okul efsanelerinin dolaştığı laboratuvarlardayken tüylerinizi ürpertirdi. İlla ki Elizabeth hanımın odasının yanına konuşlandırılan misafir lise sonlar. İçe ve dışa açılan kapısıyla meşhur lise 2.sınıfların olduğu arkası Sümerbank’ın boş arsasına bakan sınıf ve idare binasının karşısındaki küçük, dik merdivenle çıkılan yatakhanesi ile her köşesinden neşeli kahkahalar duyulurdu. Her pazartesi dönüşümlü olarak çıkan kuru fasulye-nohutla kan kaybeden, salı günleri cazip mönüsüyle gündeme oturan yemekhanesinden kokular yayılırdı ders aralarında. Konferansların, etütlerin yapıldığı ve özellikle kopya ve konuşma fırsatı yakalanmasın diye yazılıların orada yapıldığı “büyük salon”... Her teneffüs yer ayırttığımız önü taş masalı ve yüksek taburelerin olduğu kantin maceraları... Kola şişesine takılan simide eşlik eden gravyer peynirleri ve Aysel teyzenin arada bir çıkarıp tavan yaptığı kuyruklarla izdihama yol açtığı öğle araları... Uzun bir merdivenle çıkılan, o zamanların en değerli okul kütüphanesi... Bordo renklerin hakim olduğu, camında perdeleri olan, çoğumuzun hiç olmazsa bir yıl binmek durumunda kaldığımız okul servisi... Hazırlık (ihsari) sınıflarına yardımcı olması için lise son sınıftan seçilen “abla”lık geleneğinin olması... Sadece, lise son sınıfların kullanmasına müsaade edilen o meşhur “yuvarlak merdiven”... Törenlerin ve kutlamaların yürütüldüğü balkon alanı... İlk yıllarda fizik laboratuvarının önünde bulunan ve öğle aralarında tüm okula yayın yapan müzik kutusu. En büyüğümüzün 60’lı yaşlarda olduğu binlerce mezunu, en kıymetli öğretmenleri ile ve en mühimi, en masum hayallerimizin olduğu çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızın yaşandığı, bizi ışığıyla aydınlanmış bir ruhla mezun eden ve hep bu ruhu canlı tutacağımız okulumuz, Ayas Koleji, özeldin ve ayrıcalıklıydın. Çünkü böyle hazırladın hayata bizi.’’ SEVGİ VE SAYGIYLA EĞİLİYORUZ Günümüzde Elizabeth Ayas, en büyük çocuğu Timur’u 26 Mart 2012’de kanser sonucunda yitirmesine karşın; çocukları, gelini, damatları ve torunlarıyla yaşama sıkı sıkıya sarılmaktadır. Eşinden kalan uzunçalar plakları gözü gibi koruyup, hepsini etiketlendirmiş ve sırayla rafına dizmiş olarak (1’den 180’e kadar)... Aynı şekilde tüm kitapları ve belgeleri çok düzenli bir şekilde arşivlemiş halde… Adana’da Merkez Park’ın karşısında 11.katta yer alan muhteşem manzaralı dairesinde, taptaze, berrak hafızasıyla düzenli olarak günlük tutarak... 85 yıllık yorgun bedenine inat, 35 yaşın diriliğinde bir beyinle karşılıyor tüm konuklarını; Adanalılara has cömertliğinin yanına İngiliz kibarlığını ekleyerek. İyi ki, kopup gelmişsin uzun yağmurlar ve bulutlar ülkesinden, ülkemize, Sevgili Elizabeth. Adana’nın sarı sıcak topraklarında yeşeren insan bereketine katkıda bulunduğunuz için; sizleri hep sevgiyle, saygıyla ve minnetle anacağız Sevgili Elizabeth ve Necdet Ayas. Kaynaklar; 1 - YÜKSELİŞ VE DÜŞÜŞ ; Ali Gevgilili, Bağlam Yayınları 2 - OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE ; M. Emin Değer, Kilit Yayınları 3 - DOOBS FERRY REGISTER N.Y, January 14, 1921 , fultonhistory.com 4 - T.C. Sağlık Bakanlığı Arşivleri, 1947 – 1957 ELIZABETH AYAS 39 Pakize AKSU 1963 de Hatay’ın İskenderun ilçesinde doğdu. İlk, orta, lise eğitimini İskenderun’da tamamladı. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunudur. Ayrıca, Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’ne devam etmektedir. Çalışma hayatına özel sektörde proje departmanlarında başladı. 8 yılın sonrasında finans sektörüne geçiş yaparak T. Vakıflar Bankası’nda 14 yıl çalıştı. Bu bankadan 2003 yılında üst yetkili pozisyonunda iken emekliye ayrıldı. T. Vakıflar Bankası Emeklileri Derneği’nin Adana Şubesi yönetiminde 6 yıl görev aldı. Aynı zamanda, bayan hazır giyim sektöründe 3 yıl süren bir ticaret hayatı oldu. Altınoran Düşünce ve Sanat Platformunda, S. Haluk Uygur Atölyesinde temel fotoğraf eğitimini tamamladı. Aynı platformda ileri fotoğraf atölyesine devam etmektedir. “Benim Güzel Adanam” projesi sergisinde yer aldı. Nazan Gökkaya ile birlikte “Artı ile İlkDans” projesinde çalıştı ve bu projenin sergisine katıldı. Onun için fotoğraf, gözünün ve gönlünün deklanşöre yansımasıdır. Doğa Nur (17) adında bir kızı var. Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.