Türkçe denizdeki incidir - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Transkript
Türkçe denizdeki incidir - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
20 A Y I N D O S Y A S I “Türkçenin engin alanlarında, ilhamımın şahlanan atını koşturdum” diyen Türkçenin sevdalısı, şair, dilbilimci, hamse sahibi Ali Şir Nevayî, 568 yaşında… Nevayî, Türkçeyi denizin dibindeki bir mücevhere benzetmişti: A cek olan dostluklarının temelleri, o sıl adı Nizameddin Ali Şir yıllarda atılmıştı (3). Kendisi de olan Nevayî, 9 Şubat şair olan Ebul Kasım Babür, daha 1441’de Herat’ta dünyao dönemde hem Farsça, hem ya geldi. Aslen Uygur TürkTürkçe yazan Ali Şir'in şiirlerini lerindendir (1). Babası Gıyaseddin beğenirdi. Babür, Meşhed'e giderKiçkine Bahadır, Horasan hâkimi ken Hüseyin Baykarayla Ali Şir'i Ebi’l Kasım Babur’un hizmetinde yanında götürdü. deydi. Anne tarafından dedesi Ebu Said Çisek de Mirza BayBabür'ün 1457'de Meşhed'de Derleyen kara’nın beylerbeyiydi. Kendi ifaölmesi üzerine Hüseyin Baykara desine göre ailesi yedi göbekten Merv'e döndü; Ali Şir Meşhed'de Ersin Teres beri Barlas Emirleri Timur ve kaldı. Babası da 1457'de ölünce Ali oğulları, özellikle de Ömer Şeyh Şir, Timurlu emirlerinden Seyyid Mirza ve oğlu Baykara'nın hizmetinde bulundu. Hasan Erdeşir'in himayesine girdi. Ardından Babası, Timur'un oğlu Şahruh'un 1447'de ölü- Herat'a dönerek Babür'den sonra hüküm süren münü izleyen karışıklıklar sırasında altı yaşında- Ebu Said Mirza'nın hizmetinde oldu. Ama Hüseyin ki Ali Şir'i de yanına alarak Yezd üzerinden Irak'a Baykara ile düşman olan Ebu Said'den yakınlık gitti (2). 1452 yılında Sultan Ebul Kasım Babür , görmeyince Semerkand'a gitti. Burada pek çok Horasan hâkimi olunca baba-oğul Horasan'a şairle tanıştı. döndüler. Bu sırada babası bir süre Sebzvar şehri Ebu Said Mirza 1469'da Akkoyunlu hükümemirliğinde bulundu. darı Uzun Hasan’la savaşa giderken Karabağ Ali Şir, çocukluğundan itibaren Mirza Bay- yakınlarında öldürülünce Hüseyin Baykara, kara’nın torunu, Emir Gıyaseddin Mansur’un Herat'ı ele geçirerek Horasan'a hükmetmeye başoğlu Hüseyin Baykara’yla birlikte büyümüş ve ladı. Hüseyin Baykara'nın çağrısı üzerine Herat'a birlikte eğitim görmüştür. Ölünceye kadar süre- giden Nevayî, o günlere rastlayan Ramazan "Türkçe denizdeki incidir" A Y I N Bayramı'nı ve Hüseyin Baykara'yı kutlamak için Hilaliye kasidesini yazdı. Hüseyin Baykara da ona mühürdarlık (nişancı) görevini verdi (4). Ali Şir, o sıralarda vergi yüzünden ortaya çıkan bir ayaklanmayı, dirayetiyle önlemeye muvaffak oldu. 1470’te Şahruh'un torunu Yadigar Muhammed Mirza’nın, Uzun Hasan’ın desteğiyle Herat üzerine yürümesi ve şehri ele geçirmesi hadisesinde, Ali Şir’in emrindeki kuvvetlerle şehre girip Yadigar Muhammed Mirza'yı yakalaması ve tahtı kurtarması; onun hem Hüseyin Baykara’ya sadakatini, hem de büyük bir idareci olduğunu göstermektedir (5). Ali Şir Nevayî, Türk edebiyatının en verimli, kendi devrine ve kendinden sonraki devirlere en çok tesir eden, edebiyatın her şeyden önce bir dil meselesi olduğuna inanıp Türkçeyi Kâşgarlı’nın Arapçaya karşı savunmasından sonra, bir başka yabancı dile, Farsçaya karşı savunan, Türk edebiyatının en büyük şahsiyetlerinden biridir(6). Klasik Çağatay edebiyatının oluşumunda seçkin bir yeri bulunan Ali Şir Nevayî, irili ufaklı otuza yakın eser ortaya koymuştur. Geniş bir kültüre sahip olduğu ve döneminin bilimlerine vakıf bulunduğu anlaşılan Nevayî, bu özellikleri bakımından Türk edebiyatının, sanatının ve düşünce tarihinin doruklarında yer alır (7). Ali Şir, çocukluk yıllarından itibaren şiirle meşgul olmuş; küçük yaşta pek çok şairin şiirlerini ezberlemiştir. Onun yetişmesinde, şair olan dayısı Kabûlî ile Garîbî’nin önemli katkıları olmuştur. Gelenek itibariyle Klasik Şark edebiyatının dairesi içinde yaşamaktadır. Çocukluğunda Arapça ve Farsçayı öğrenmiş; Arap ve Fars edebiyatına vakıf olmuştur. Genceli Nizamî, Dehlevî, Firdevsî ve üstadı Molla Cami’nin üzerinde önemli etkilerinin olduğu şüphesizdir. Nevayî’nin iyi bir edip, şuurlu bir Türkçü ve Türkçeci olarak yetişmesinde zamandaşları olan ve kendisine örnek aldığı Horasan padişahı Ebulkasım Babür Mirza, Lutfî, Seyyid Hasan Erdeşir, Molla Cami ve Hoca Hasan Hızrşah gibi simaların bilhassa büyük katkıları olmuştur. Ali Şir Nevayî’nin eserlerinde, dille ilgili şuur konusuna girmeden dikkati çeken hususlardan belki de en önemlisi, “söz” kavramı üzerinde durmasıdır. Sözün gücüne büyük önem veren Nevayî, “Söz, gönül kutusu içindeki cevherdir” diyerek düşüncesini daha da somutlaştırır. Nevayî, Türkçenin büyük bir dil olduğuna inanır. Türkçe şiir yazılamayacağına inanan bazı şairlerin eserlerini Farsça yazdıkları bir dönemde o, Türk diliyle de güzel eserler yazılabileceğini ispat etmiştir. Türkistan Türkçesi “Nevayî Dili” olarak anıldı Ali Şir Nevayî, mal varlığı ve ailesinden kalan servetiyle kendisine sultan tarafından verilen Herat'ın kuzeyindeki arazide Mahalleli Ali Şir adını taşıyan bir mahalle kurdu. Ünsiye adını verdiği sarayının yanına Kudsiye Camisi, İhlasiye Medresesi, Halasiye Hanı, Şifaiye Hastanesi ile bir de darülhuffaz (hafız yetiştirme yurdu) yaptırdı. Taşkent'teki Ali Şîr Nevaî anıtı Bunlardan başka Horasan'ın çeşitli yerlerinde yaptırdığı medrese, hankâh, kervansaray, köprü ve türbelerin sayısı 370'i bulur. Hayır kurumlarına birçok değerli mülk vakfeden Ali Şir, bu nedenle Horasan'da eşi görülmedik bir hayır sahibi kabul edilir. Kudsiye Camisi yanındaki türbesi bir ziyaret yeri olmuştur (8). 21 D O S Y A S I Genceli Nizamî, Dehlevî, Firdevsî ve üstadı Molla Cami’nin üzerinde önemli etkilerinin olduğu şüphesizdir. Onun en büyük özelliği Türkistan Türkçesini eserleriyle kuvvetli, edebî bir dil haline getirmiş olmasıdır. Bu özellik onun şuurlu bir dil milliyetçisi olduğunu gösterir. Türkçeye karşı duyduğu derin sevgi ve bu dille yazdığı eserlerinin uyandırdığı büyük akisler sebebiyle, Türkistan Türkçesi yüzyıllarca onun adıyla, “Nevayî dili” diye anılmıştır. Eserlerinde 26.000 kelime kullandı Nizameddin Ali Şir, Türkçe şiirlerinde Nevayî, Farsça şiirlerinde ise “Fanî” mahlasını kullanmıştır. Bu mahlaslar tesadüfen seçilmiş değildir. Şarkı, türkü, ahenk gibi anlamlara gelen “Neva” kelimesini mahlas olarak seçmesi, onun sanatla ve duyguyla olan bağını açıkça göstermektedir. Üstelik neva sözünün kuş diline de çok yakın ve yatkın olduğunu belirtir. A Y I N 22 Ali Şir Nevayî, sahip olduğu büyük servetini memleketin imarına, hayır kurumları yaptırmaya harcamıştır. Bu maddî ve manevî vasıflar onu halkın gözünde efsaneleştirmiş, hakkında türlü rivayetlerin ve kıssaların oluşmasına sebep olmuştur. D O S Y A S I Farsça şiirlerinde ise “Fanî” mahlasını kullanması manidardır. Ali Şir’in bir başka önemli yönü de, Türk şiirine şekil ve ifade bakımından birtakım yenilikler getirmiş olmasıdır. Bütün nazım şekillerinde eser veren Nevayî, her türlü söz ve anlatım sanatını kullanmıştır. Çok sayıda şiir yazmıştır. Sadece gazellerinin sayısı 2600’den fazladır. Her şiiri, ahenk ve muhteva bakımından ayrı bir güzellik taşır. E se r l e r i n d e t o p l a m 26.000 kelime ve bunların içinde 900 çeşit de fiil kullanılmıştır. Seyrine doyum olmayan bir gül bahçesidir Türkçe Nevayî, Türkçeyi faziletler ve yüceliklerle dolu hazineye, seyrine doyum olmayan bir gül bahçesine benzetir. Fakat bu bahçe, aynı zamanda dikenlerle, tehlikelerle doludur. Türkçenin güneşten daha parlak güllerini dermek ve Ali Şîr Nevaî Divanı emsalsiz hazinelerine sahip olmak için çok çalışmak gerektiğini söyler. Dil ile milletin büyüklüğü arasında bir paralellik kurar; Türkçenin devlet ve edebiyat dili olması hâlinde, Türklerin de üstün bir millet olacağına inanır. Türkçenin Farsçadan aşağı kalmadığı gibi, kendine has pek çok güzelliği ve inceliği bulunduğunu örneklerle ortaya koyan Ali Şir Nevayî de Türkçemizin birliği ve zenginliği konusundaki önemli kilometre taşlarından birisidir. O, Türkçeyi yolu dikenler ve taşlarla dolu denizin dibindeki incilere benzetir (9). Ali Şir bir halk kahramanıydı Ali Şir Nevayî, üstün bir şair, yüksek bir sanatçı, dilci, Türk milliyetçisi, dini bütün bir Müslümandır. O sağlam bir karaktere sahiptir, cesur, özü sözü doğru, alçak gönüllü ve vefalı bir dosttur. Onun bütün hayatı ve başından geçen olaylar halk arasında geniş yankı bulmuş ve folklorlaşarak hayal gücüyle zenginleşip bir bakıma sözlü kültürde bir Nevayî külliyatı oluşturmuştur. Bugün hâlâ Özbekistan’da türkü olarak söylenen şiirler, Nevayî’ye ait olmasa bile “Novayî Havaları” olarak adlandırılmaktadır. Ali Şir hayatında hiç evlenmemiş, hatta evinde halayık bile bulundurmamış, hep yalnız yaşamıştır. Rus Şarkiyatçı A. A. Semenoy’un Taşkent’te kitap pazarında tesadüfen bulduğu “Unvan-ı Yaften Mir Ali Şir” adlı bir yazma eserdeki “Ali Şir ile Gül” adlı hikâyede Mir Ali Şir ve Sultan, adı Gül olan güzel bir kıza âşık olur. Ancak, Gül’ün gönlü Ali Şir’dedir. Sultan, Ali Şir’den Gül’e evlenme teklifini iletmesini ister. Ali Şir ve Gül çaresiz kalmıştır. Gül, sultanla evlenmeyi bir şartla kabul edeceğini söyler. Hazırladığı ilacı Ali Şir’in içmesi şartıyla. Bu ilaç onu kısırlaştıracak, Gül’ün kendisi için hazırladığı ise kırk gün sonra ölümüne neden olacaktır. Hikâyede, ilacın Mir’i zürriyetsiz bırakması motifiyle Ali Şir’in gerçek hayatında elbette bir ilişki olmalıdır. Ali Şir Nevayî, sahip olduğu büyük servetini memleketin imarına, hayır kurumları yaptırmaya harcamıştır. Bu maddî ve manevî vasıflar onu halkın gözünde efsaneleştirmiş, hakkında türlü rivayetlerin ve kıssaların oluşmasına sebep olmuştur. Bunlar başta Özbekistan ve Türkmenistan olmak üzere bütün Türk dünyasında sözlü gelenekte yaşamaya devam etmektedir. Bu anlatmalar arasında Ali Şir’in Sultan Hüseyin Baykara’yla olan sohbetleri ve maceraları ilk sırayı almaktadır. Bunlarda, Ali Şir Nevayî “Mirali”, Hüseyin Baykara ise “Sultan Söyün” adıyla yer almaktadır. İkili bazen halka, bazen vezirlere, bazen de birbirlerine akıl ve mantık yolunu gösteren maceralar yaşamakta veya anlatmaktadırlar. Bu anlatmaların sonunda mutlaka Mirali kazanmakta ve muhatabına bir A Y I N ders vermektedir. Halk muhayyilesi, bu maceralar içerisinden bazılarını Nasreddin Hoca’dan, bazılarını Behlül Dana’dan alıp Mirali’ye yüklemekte ve Nasreddin Hoca’yı Mirali olarak konuşturmaktadır. Nasreddin Hoca gibi… 23 D O S Y A S I Sultan bilhassa vezirlerini imtihan etmek ve onlara devlet idaresinde kıskançlığın, dedikodu ve entrikanın olmaması gerektiği dersini vermek için Mirali’yi konuşturur. yerde çaydanlık ısınmaz mı?’ der ve altınları kazanır. Mirali ile Sultan Hüseyin Baykara arasında geçen bu tür mizahî konular, bazen latifeler halinde, bazen satirik özellikte karşımıza çıkar. Sultan bilhassa vezirlerini imtihan etmek ve onlara devlet idaresinde kıskançlığın, dedikodu ve entrikanın olmaması gerektiği dersini vermek için Mirali’yi konuşturur. Onun akıl ve feraset dolu sözlerinden ibret alınmasını sağlar. Mesela, bir gün Sultan ile Mirali’nin arasına soğukluk girer. Sultan Mirali’yi saraydan uzaklaştırır. Mirali çiftçilik yapmaya başlar ve çok lezzetli kavunlar yetiştirir. Bu kavunlardan Sultan’a hediye ederse onun mutlu olacağını ve kendisine ihsanda bulunacağını düşünerek bir eşek yükü kavunu saraya götürür. Sultan Hüseyin Baykara, Mirali’nin geldiğini görünce tanınmamak için nöbetçinin elbisesini giyerek Mirali’yi karşılar. Ancak Mirali, Sultan’ı tanımıştır. Nöbetçi onu çevirip nereye gittiğini sorar. O da Sultana kavun götürdüğünü söyler. Nöbetçi kılığındaki Sultan “O kavunları ne yapsın, götür pazarda sat, belki üç beş kuruş kazanırsın deyince Mirali, ‘Sultan kavunlarımın tadına baksın, beğenmezse ne yaparsa yapsın’ der. Sonunda her ikisi de birbirlerini tanırlar. Sultan eski dostuna yüklüce para verir. Epik kanunlarda parlayan veya parlamaya başlayan bir kahraman, daha önce meşhur olmuş ve sönmeye başlayan kahramanlara ait özellikleri kendine çeker. Burada da Mirali’nin yer yer şöhret olarak Hoca’yı bastırdığı ve ona ait özellikleri kendisine çektiği gözlemlenmektedir. Mesela, Türkmen, Yomaklar kitabında “Kim Haklı” başlığıyla verilen yomakta: “Bir gün Sultan Söyün, Horasan dağına çıkar ve donma tehlikesi geçirir. Sonra latife olsun diye, bu dağın imkânlarından faydalanmadan, yani odun yakmadan ve kışın ortasında bir gece, kırk yorgan örtünerek yaşayabilirse ona ağırlığınca altın vereceğini ilan eder. Pek çok kişi başvurur, ancak hepsi donarak ölür. Sonunda Mirali de talip olur. Sultan Söyün bu sadık dostunu kaybetmek istemez. Mirali ısrar eder ve 40 yorgandan 39’unu altına sererek yatar. Sabah sağsalim kalkar. Sultan Söyün’ün yanına gelir. Sultan şaşırır ve Mirali’ye ‘Doğru söyle gece yatarVezirler bunu kıskanırlar. ken ateş gördün mü diye sorar?’. ‘Sultanım, kavuna bu kadar para Mirali ‘Batı tarafında bir ışık görverilir mi? deyince ‘Ben onun müştüm’ der. Sultan ‘Sen kendini kavununa değil, aklına ve konuşo ateşle ısıttın, şartlarıma uymamasına o parayı verdim’ der. dın’ deyip altını vermez. Aradan Vezirler, ‘Sultanım biz de konusabir süre geçer. Sultan’a Mirali lım bize de verin o zaman’ derler. lazım olur ve adamlarını gönderip Sultan, ‘Söz yarışında Mirali’yi çağırtır. Mirali: ‘Sultan’a selam yenin, ondan sonra konuşun’ der. söyleyin, Mirali çaydanlığı ateşe Vezirler kabul eder ve ilk vezir koymuş, içer içmez gelecekmiş Mirali’ye dünyanın ortasının deyin’ der. Sultan bir süre bekler, Ali Şîr Nevayî Divanı neresi olduğunu sorar. Mirali, tekrar bir adam gönderir. Mirali yine aynı cevabı Nasreddin Hoca’da olduğu gibi eşeğinin ön ayaverir. Sonunda kendisi gider. Bir bakar ki çay- ğının bastığı yer olduğunu söyler. Vezir ‘Nereden danlık ateşin üç adım uzağında duruyor. Sultan biliyorsun, inanmıyorum’ deyince Mirali, o sinirlenir. ‘Bre ahmak! Çaydanlık orada ısınır zaman ‘Ölç de gör’ diye cevap verir. Vezir susmı?’ der. Mirali fırsatı kaçırmaz. ‘Sultanım, gün mak zorunda kalır. batımındaki ateşin ışığı beni ısıtır da, üç adımlık A Y I N 24 D O S Y A S I 24 bağda şiirini yüksek sesle okumaya başlar. O sırada, bağdaki ağaçlardan birine konmuş olan bir bülbül, Ali Şir’in sesini duyar ve uçarak Ali Şir’in omzuna konar. Ona: “Ey güzel sesli şair, senin okuduğun şiirler, bülbüllerin tan vaktindeki Nevasından (âhenkli, güzel sesinden) çok daha güzelmiş. Bana adını bahşeder misin?”der. Genç şair adının Ali Şir olduğunu söyler. Bülbül, Ali Şir’e: “Anladım, sen yeni yetişen şairlerdensin. Sen artık kendine güzel bir mahlas bul ve bundan sonra yazacağın şiirlerin sonuna mahlasını da yaz” der. Bülbülün daha önce söylediği “neva” kelimesi Ali Şir’in çok hoşuna gider. Ali Şir daha sonra yazdığı gazellerin sonuna mahlası “Nevayî”yi daima yazar. Mirali, Nasreddin Hoca’da olduğu gibi dünyanın ortasının eşeğinin ön ayağının bastığı yer olduğunu söyler. Vezir ‘Nereden biliyorsun, inanmıyorum’ deyince Mirali, o zaman ‘Ölç de gör’ diye cevap verir. Vezir susmak zorunda kalır. Aynı şekilde ikinci vezir gökteki yıldızların sayısını sorar. Mirali ‘Eşeğimin kuyruğundaki kıllar kadar’ der ve inanmazsa saymasını söyler. Son vezir ‘Gökteki beyaz tavuk ne diye bağırıyor?’ diye sorar. Mirali biraz düşünür ve ‘Sen at üzerindesin, duyuyorsun, ben yerdeyim, duyamıyorum’ deyince vezir ‘Gel ata sen bin, o zaman cevap ver’ der. Mirali vezirin atına biner, dinliyormuş gibi yapar ve Sultan Hüseyin’e bakarak ‘Beyaz tavuk, At Mirali’nin, eşek vezirin diyor’ demiş. O zaman Sultan gülerek ‘Atını sür Mirali’ demiş. Bir başka sohbet sırasında sultan, Mirali’ye ‘Dünyada sineksiz yer var mı?’ diye sorar. Mirali de ‘İnsanın olmadığı yerde sinek de olmaz’ diye cevap verir. Sultan bu sefer Mirali’yi söz ustalığında yeneceğini içinden geçirir, ‘Binin atlara’ diye emir verir. Issız bir çöle giderler ve bir yerde otururlar. Bir sinek sultanın yüzüne konar. Fırsatı yakaladığını zanneden sultan ‘Hani insan olmayan yerde sinek olmaz demiştin? İşte burada sinek var’ deyince Mirali ‘Biz, ikimiz insan değil miyiz sultanım’ der. Ali Şir ve bülbül… Aynı şekilde Özbekler arasında da Ali Şir Nevayî’nin çocukluğundan itibaren bütün hayatı, şairliği, mahlas alması bir takım rivayetlerle anlatılmıştır. Bu konularla ilgili 54 rivayet verilmektedir. Bunların büyük bir kısmı, sözlü gelenekten derlenmiştir. Kitabın sonunda kaynaklar tanıtılmaktadır. Ali Şir dokuz yaşına geldiğinde şiirler yazmaya başlar ve şiirleri halk arasında yayılır. O dönemde şiirlerinin halk arasında bilinmesine rağmen, Ali Şir kendisine hâlâ bir mahlas bulamamıştır. Ali Şir bir gün yeni bir şiir yazar ve bir Derin ve şuurlu Türkçe sevgisi ve kılavuzluğuyla bütün Türk âleminde yüzyıllar süren tesir bırakan Nevayî, insan ilişkileri ve insanî değerleriyle halkın hafızasına kazınmış, halk onu görmek istediği her yere götürmüş, düğün ve toylarda Nevayî havalarıyla eğlenmiş, akıl ve feraset gereken yerlerde onun rivayetlerinden dersler almıştır. Onu yaşatırken bir taraftan sarayda hükümdarlarla dost, bir taraftan kavun yetiştiren çiftçi, bir taraftan da kendisi gibi konuşan, halkın söylemek istediği her şeyi söyleyen yani halkın tercümanı gibi düşünmüş ve günümüze de öyle gelmiştir. Ölümünün üzerinden 500 yıl geçmesine rağmen halkın gönlünde ve hafızasında canlı kalmasının sırrı, işte bu tevazudur, bu bilgeliktir (10). Vefatı… Hüseyin Baykara, 1472'de Nevayî'yi divanbeyi yaptı. Hüseyin Baykara, 1479'da Ebu Said'in oğlu Mirza Ebubekir'in ayaklanması üzerine Esterabad'a giderken naip olarak Ali Şir'i bıraktı. 1487'de eski düşmanlarından Mecdeddin hazinenin başına getirilince, Ali Şir Esterabad valiliğine gönderilerek Hüseyin Baykara'nın yanından uzaklaştırıldı. On beş ay bu görevde kaldıktan sonra 1488'de Herat'a döndü. 1484'te divanbeyi ve daha sonra Beîh valisi olan kardeşi Derviş Ali Bey, Hüseyin Baykara'ya karşı ayaklanınca güç A Y I N 25 D O S Y A S I durumda kalan Nevayî hakkında dedikodular yayılmaya başladı. Ama Hüseyin Baykara, çıkardığı bir fermanla herkesin Nevayî'ye saygı göstermesini buyurdu; 1485'te yazdığı 'Risale' adlı yapıtında da Nevayî'nin şairliğini ve devlet adamlığını övmüş ve ona duyduğu sevgi ve saygıyı anlatmıştı. içinde, 774b-782b sayfaları arasındadır. Derviş Muhamrned Taki'nin bir suretini yazdığı bu külliyatın iki yerinde H. 901 (M. 1496) ve 902 (M. 1497) tarihleri bulunmaktadır. Hamse ile Garöyibü's-sığar sonunda bulunan bu tarihler, şayet bu eserlerin kopyalandığı tarihleri gösteriyor ise o zaman müstensihin, kopyalayanın, M. 1500'de yazıldığını bildiğimiz Muhakemetü'llugateyn'i bu külliyata Nevayî'nin yukarıda belirtilen tarihlerden sonra kaleme aldığı diğer eserleri gibi eserler yazıldıkça eklediği ihtiyatla söylenebilir. Diğer yandan bu nüshanın, hiç olmazsa, büyük bir kısmının suretinin Nevayî'nin sağlığında çıkarıldığı rahatlıkla söylenebilir. Bu özelliği onu bilinen diğer muhakemetü'l-lugateyn nüshalarından ayırır. İmla özellikleriyle nüsha farkları buradakine en yakın nüshanın Paris’teki olduğunu ortaya koymaktadır. Ali Şir 1490'da divanbeyliğini bırakarak sultanın nedimi oldu. 1489'da Seyyid Hasan Erdeşir'in ve 1492'de de dostu Camî'nin ölümleri Nevayî'yi çok etkiledi. Yaşamının son yıllarında, hanedan içindeki taht kavgalarını yatıştırmaya çalıştı. 1499'da hacca gitmek istediyse de Hüseyin Baykara, güvenlik nedeniyle buna izin vermedi. Bu sıralarda art arda Lisanü't-Tayr, Muhakemetü'l-Lugateyn, Sirâcü'l-Müslümin ve Mahbubü'l-Kulûb adlı kitaplarını yazdı. Hüseyin Baykara'nın 1487'de eski yanında 32 yıl görev yapan düşmanlarından Nevayî, 1500 sonlarında Mecdeddin Esterabad seferinden dönen hazinenin başına Baykara'nın elini öperken bir getirilince, Ali kalp krizi geçirerek yere düştü. Şir Esterabad Baykara'nın tahtırevanıyla valiliğine Herat'a getirildi ve 3 Ocak 1501 gönderilerek tarihinde kendi sarayında vefat Hüseyin etti. Sağlığında sarayının yakıBaykara'nın nında yaptırdığı Kudsiye yanından Camisi'nin yanındaki türbeye uzaklaştırıldı. büyük bir törenle gömüldü. Yas töreni, Ali Şir'in sarayında üç gün kalan Hüseyin Baykara tarafından yapıldı. Yedi gün sonra Baykara'nın başkanlığında Türk töresince verilen yuğ yemeği Herat tarihinde benzeri görülmemiş bir olay oldu (11). Fatih nüshası: Eserin Türkiye'deki ikinci yazma nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü 4056 numarada kayıtlı olan Nevayî Külliyatı'nın sonunda yer almaktadır (774b-784a). Nesih kırmasıyle yazılmış bu nüshanın suretini kimin, ne zaman çıkardığı belli değildir. Ancak nüshanın imla özellikleri dikkate alındığında diğerlerinden; Topkapı ve Paris nüshalarından daha sonraki bir tarihte yazıldığı netice- Ali Şir Nevayî ve Muhakemetü'l-lugateyn 1071-1073 yılları arasında Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapçaya denk bir dil oduğunu ispatlamak gayesiyle Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lugati't-Türk adlı ansiklopedik sözlük mahiyetindeki eserini yazmıştı. Türklük bilgisinin zengin malzemesini ortaya koyan bu eserin ardından 426 yıl sonra aynı dil şuuruyla aşağı yukarı aynı yüksek gayelere hizmet eden ikinci bir eser yazıldı: Muhakemetü’l-lugateyn. Eserin bilinen dört yazma nüshası vardır. Bunlardan ikisi Türkiye'dedir. Topkapı nüshası: Türkiye'deki nüshalardan biri Topkapı Sarayı Müzesi Revan Kütüphanesinde 808 numaralı Nevayî Külliyatı Ali Şir Nevayî Türbesi A Y I N 26 sine varılabilir. Paris nüshası Topkapı nüshası ile paralellik arz ederken, bu nüsha Budapeşte nüshasıyla paralellik göstermektedir. Paris nüshası: Paris, Bibliothéque Nationale, Suppléement Turc, 316-317 numarada kayıtlı olan Nevayî Külliyatı'nın 278a-286a sayfaları arasında yer almaktadır. M. 1526-1527 tarihinde 'Alî Hicrânî tarafından Herat'ta çıkarılmış olan nüsha, nüsha farkları ile imla özellikleri bakımından değerlendirildiğinde Topkapı nüshası ile birleşmektedir. Budapeşte nüshası: Bir minyatürde Ali Şir Nevayî D O S Y A S I Niçin Türkçenin Farsçaya üstünlüğü ispata çalışılmıştır? Nevayî’yi Muhakemetü'l-lugateyn gibi bir eseri kaleme almağa sevk eden sosyal ve psikolojik sebepler nelerdir? Bu türden sorulara cevap verebilmek için Nevayî'nin yaşadığı çağa, hatta Nevayî öncesi dönemin Türkistan Türk kültür hayatına, Türk dilinin edebî dil sıfatında ne dereceye kadar kullanıldığına, Türk yazar ve şairlerinin nasıl bir dil şuuruna sahip olduklarına göz atmak gerekir. "Çağatay" ve "Eski Özbek dili" terimleri Ali Şir Nevayî ile onu takip eden Türkistan şairlerinin kullandıkları edebî Türk diline ve onun ürünlerine, ilmî literatürde genellikle Çağatay adı verilmektedir. Magyar Tudomânyos Akadémia Könyvtâra Keleti GyüjÇağatay Türkçesi, Fuad temény Török bölümünde Tör. Köprülü tarafından kelimenin en Qu. 75 numarasıyla kayıtlıdır. geniş anlamıyla "Moğol istilasınNüsha yılsızdır. Yazmanın dan sonra Cengiz’in çocukları İstanbul'dan Â. Vâmbéry'ye tarafından kurulan Çağatay, İstanbul'da uzun yıllar kitapçıİlhanlı ve Altın Orda devletlerinin lık yapmış olan Szilâgyi Dâniel medeni merkezlerinde XIII.-XIV. tarafından ulaştırıldığı tahmin asırlarda inkişaf eden ve edilmektedir. Eserin bu nüshaTimürlüler devrinde, bilhassa XV. sını Vâmbéry neşretmiştir. Yazma "Muhakemetü’l- asırda klasik bir mahiyet alarak, üzerinde Latin harfleriyle düşülen zengin bir edebiyat yaratan edebî lugateyn"in notlar da herhâlde ona aittir. Orta Asya lehçesidir." şeklinde açıkbilinen dört Toplam 44 varak olan ve her saylamıştır. yazma nüshası fasında 1.1 satır bulunan talik yazılı nüsha bugüne kadar bilinYazı dillerini ve onlara bağlı olavardır. meyen Muhakemetü’l-Lugateyn rak edebiyatların tesis ve yükselişiBunlardan ikisi nin devlet hakimiyetiyle olan yakın nüshasıdır. Suretinin ne zaman ve Türkiye'dedir. kim tarafından çıkarıldığı bilinmeilgisini büyük bir ileri görüşlülükle mektedir. Ancak nüsha farkları ve fark eden Nevayî, hükümranlığın imla özellikleri dikkate alındığında Arap halife ve sultanlarına geçtiğinFatih nüshasıyla birleşmektedir. Bu, onun Fatih de sanat ve edebiyatın Arap dilinde yükseldiğini nüshası gibi muahhar bir nüsha olduğunu akla Hassan Sabit, Lakiz gibi kendi öz dilleriyle şiire, getirmektedir. sanata hakkını veren büyük şairlerin yetiştiğini, İbrahim Mehdî, Me'mûn Halîfe gibi Arap hükümESERİN MUHTEVASI VE ÖNEMİ: "İki darları ve çocukları arasından güzel manzumlar dilin muhakemesi" esasına dayanan eser, Divanü yazan şairler çıktığını ifade eder (780b 19-21). Lugat’it-Türk’ün aksine Arapça-Türkçe çevresinde değil, Türkçenin karşısında Farsça göz önünde Bunun yanında bazı ülkelerde Sart sultanlatutularak yazılmıştır. Yine Divanü Lugat’it- rının hakim olmasıyla, Farsça söyleyen şairlerin Türk'ün yazılış gayesi olan Türkçenin Arapçayla çıktığını belirtip kasidede Hakanî, Enverî, Kemâl "at başı gittiğini" ispatlamak için değil, çok daha İsma'îl, Zahir, Selmân, mesnevide Firdevsî, Şeyh iddialı olarak delillerle Türkçenin Farsçaya üstün- Nizamî, Mîr Husrev, gazelde Şeyh Muslihu'd-dîn lüğünü gözler önüne sermek için kaleme alınmış- Sa'dî, Şîrâzî gibi şairlerin Fars edebiyatına ve tır. sanatına vurdukları damgayı gösterir (780b 22-25). A Y I N D O S Y A S I Saltanatın Sart ve Arap sultanlarından Türk hanlarına geçmesinden sonra Türk edebiyatı ve sanatındaki durgunluğu bir ara dönem olarak değerlendirdiğini sandığımız Nevayî, Türk hakimiyetini Hülegüyla başlatır ve Türk edebiyatı ve sanatının Timur ve oğulları devrinde canlandığını, edebiyatı ve sanatı himaye eden sultanların ortaya çıktığını, Lutfî'nin dışında Fars şairleri kadar olmasalar da, Sekkâkî, Haydar H"ârezmî, Atayı, Mukîmi, Yakını, Emîrî, Gedâyî gibi şairlerin yetiştiğini söyler, hükümdarlar arasında da Sultân Babur (Ebü'l-Kasım Babür, M1419-1457)'ün dışında örnek olarak gösterilebilecek şairler çıkmadığını belirtir (780b 27-78la 5). Ali Şir Nevayî'nin tarih anlayışının dil-edebî dille ilgisi Burada, Ali Şir Herat'ta bir tarihi yapının motifleri Nevayî'nin Türk tarih anlayışının Türk diliyle yakın"İki dilin tek-tük rastlanan şiirlerden öğrendiğimiz edebî dan ilgili olduğunu zikretmuhakemesi" dil, Nevayî'nin amaçladığı, olmasını istediği mekte fayda vardır. İran esasına edebî dil değildir. O, Arap ve Fars edebiyatını edebiyatını inkişaf ettiren dayanan eser, doruk noktasına ulaştıran Arap ve Fars şairleriGazneliler ve Selçuklularla nin dili gibi yüksek bir edebî Türk dilini söz Divanü Farsça şiirler yazan Irak sulkonusu etmiştir. Timur ve oğlu Şâhruh döneLugat’ittanı Toğrul bin Arslan minde yetişen Sekkâkî, Atayı, Mukîmi, Yakînî, Selçukî (Ö.1193) ve soyları Türk’ün Emîrî, Gedâyî gibi Türkçe yazan şairlerin İran Karluk Türk boyuna çıkan aksine şairleriyle aynı seviyede olmadıklarını söylerMuzahferilerden Şah Şucâ Arapça-Türkçe ken, küçümsememiş, aksine edebî dilin yaratıl(Ö.1384) onun nazarında çevresinde ması için yapılan mücadelede yerlerini tayin "Sart", yani Acem sultanlarıetmiştir. Nevayî, ünlü eserinde, Türkî-gûy şairdeğil, dır. "Türk sultanları"nın lerin nezdinde Farsçanın Türkçeye tercih edilişiTürkçenin hakimiyet devri, Türk dilini, edebî dilin yaratılması, yayılma ve yerleşnin ve devlet teşkilatının karşısında mesinin İran edebiyatına oranla hacim ve verihakim olduğu devir, İran'da Farsça göz len önem bakımından eşitsizliğini belirtirken, Hulagû Han ile Timur ve önünde meselenin sosyal ve psikolojik sebeplerine inmiş, oğulları devridir. Nevayî için tutularak bu konuda görüşlerini beyan etmiştir. Bu de Türk tarihi Cengiz'in atayazılmıştır. yönüyle de eserinin değerini bir kat daha arttırları hakkındaki rivayetlerle mıştır. başlar ve "tört ulus"un tarihi şeklinde devam eder. Onun Timürlüler devri, Fars edebiyatı ve İslami bu tarih anlayışı, kendi gözetiminde Mîrfrând'a İran kültürünün genişleme ve ilerleme bulduğu yazdırdığı dünya tarihinde de açık olarak görü- bir devirdir. Türk-Moğol devleti zamanında oldulür. ğu gibi, Timürlüler devrinde de Farsça ilim dili Nevayî'nin yukarıda belirtmeğe çalıştığımız sıfatıyla Arapçanın önemini azaltmış, resmî dil bu görüşünün bütün Türk dünyasını, dolayısıy- olarak Türkçenin yanında birinciliğini muhafaza le tarihî devirlerden itibaren yaratılan Türk dili etmiştir. Nevayî, sosyal bir hadise olarak kabul ve sanatıyla ilgili yadigârları içine almadığı açık- edebileceğimiz birlikte yaşamanın ortaya koydutır. Bir bakıma Nevayî'yi bu konuda özürlü de ğu sonuçları sıraladıktan sonra, küçüğünden yetişkinine, nökerinden beyine kadar, sanki kabul edebiliriz. hemen herkesin bir Farsla anlaşabilecek kadar O, yalnızca Horasan ve Harezm sahalarını Farsçayı bildiğini ve içlerinde Fars dilinde güzel hesaba almakla, eserinin yazılış gayesine sadık şiirler yazanların da çıktığını ifade eder. Buna kalmıştır. Varlığını, ancak tarihî kayıtlardan ve karşılık, Farslar için durum, bunun tam tersini 27 28 A Y I N Sonuç olarak Nevayî, diller ve dil gruplarını birbirleriyle karşılaştırırken, bugün bir ölçü olarak kullanılan dilin kelime varlığına inmiştir. D O S Y A S I göstermektedir. Bu şekilde şiir dilini kullanmada Farsçanın Türkçeye tercih edilişini belirten Nevayî, şiir yazmaya yeni heves eden Türklerin üzerinde hâkim olan psikolojik baskının sebeplerini ve onların doğurduğu sonuçları da açıklar. Türk milletinin içinden Türkçe şiir yazabile- cek kabiliyette şairler olduğu halde, hiçbirinin Türkçe yazmamasını, düşünemez bile. Ona göre bunun altında yatan gerçek, Türkçenin inceliklerinin ve orijinal kullanımlarının sanatlı, güzel bir şekilde sıralanıp birleştirilmesindeki güçlüktür. Bu işe yeni başlayanların ruh halini yakından, hatta kendinden bilen Nevayî, onların bu güçlüklere dayanamadıklarını, böylece daha kolay olan tarafa kaçtıklarını, bunun birkaç sefer tekrarlanmasıyla huy haline geldiğini söyler. Geleneğe sıkı sıkıya bağlılık, bu işe yeni başlayanların yazdıkları hakkında şiirden ve sanattan anlayan kişilerin görüşlerini öğrenmek ihtiyacı diğer önemli sebepleri teşkil eder. Şiir ve sanat erbabı da hep Farsî-gûy olduğuna göre, Farsî-gûy'un diliyle yazmaktan başka çare kalmaz. Sonunda da Farsça yazmaya uğraşa didine onlardan olunur. Nitekim öyle de olmuştur. Eserin kültür tarihi araştırmalarındaki önemi Nevayî'de dil-kültür bağlantısı XVIII. yüzyıldan itibaren ilmî ölçüler içinde araştırılmağa başlanan "dil-kültür bağlantısı" meselesinin, 300 yıl önce büyük mütefekkir Ali Şir Nevayî tarafından ele alın- ması çok daha dikkate şayandır. Sonuç olarak Nevayî, diller ve dil gruplarını birbirleriyle karşılaştırırken, bugün bir ölçü olarak kullanılan dilin kelime varlığına inmiş, akrabalık adlarını, ev, mutfak, giyecek ve savaş kültürüyle ilgili kelimeleri, Altay dillerinin önemli bir özelliğini teşkil eden erkek ve dişi oluşuna göre adlanan hayvan ve kuş adlarını, organ adlarını, cinsine ve yaşına göre çeşit çeşit adı olan atların ve onların vazgeçilmez eşyası eğer ve diğer binit takımının parçalarına kadar adını sayarken, milletinin zengin bir kültür birikimine sahip olduğunu anlatmak istemiş, bu kelimelerin hemen hiçbirinin Farsçada olmadığını, söylenmek istendiğinde Türkçedeki bu kelimelere başvurulduğunu belirterek "dil-kültür bağlantı"sına temas etmiştir. Bu özelliğiyle Nevayî'yi, çağının yüzyıllarca ilerisinde düşünen bir dil ve kültür bilimcisi olarak kabul etmek gerekir. (12) Kaynaklar: 1- Şükrü Halûk Akalın – Ali Şir Nevayî 560. D., 500. Ö. Yıl dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri – Açış Konuşması / TDK Yayınları 2- Ana Britannica Cilt: 1 Sayfa: 394 3- Prof. Dr. Günay Kut - Ali Şir Nevayî Gara’ib’üşŞığar Sayfa: 7 / TDK Yayınları 4- Ana Britannica Cild: 1 Sayfa: 394 5- Prof. Dr. Günay Kut - Ali Şir Nevayî Gara’ib’üşŞığar Sayfa: 8 / TDK Yayınları 6- Prof. Dr. Metin Karaörs - Ali Şir Nevayî’nin İkinci Divanı - Ali Şir Nevayî 560. D., 500. Ölüm yıl dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri sayfa: 33 / TDK Yayınları 7- Şükrü Halûk Akalın – Ali Şir Nevayî 560. D., 500. Ö. Yıl dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri – Açış Konuşması / TDK Yayınları 8- Ana Britannica Cild: 1 Sayfa: 394 9- Doç. Dr. Ertuğrul Yaman – Ali Şir Nevayî’de Dil Bilinci - Ali Şir Nevayî 560. D., 500. Ö. Yıl dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri sayfa: 153 / TDK Yayınları 10- Prof. Dr. Fikret Türkmen – Halk Edebiyatında A.Ş.N. ile İlgili Yaratmalar - Ali Şir Nevayî 560. D., 500. Ö. Yıl dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri sayfa: 141 / TDK Yayınları 11- Ana Britannica Cild: 1 Sayfa: 394 12- Prof. Dr. F. Sema Barutçu Özönder – A. Ş. N. Muhakemetü’l-Lugateyn Sayfa: 1-24 / TDK Yayınları. A Y I N 29 D O S Y A S I Nevayî, Timürlüler döneminde yaşayan Klasik Çağatay edebiyatının en büyük şairidir. Onun yaşadığı çağda, işlenmiş bir dil olmasının ve geleneğin etkisiyle Farsça, kültür ve edebiyatta hâkim durumdadır. A li Şir Nevayî Muhâ-kemetü’llugateyn’i Türk ve Sart (Fars) dillerini birbirleriyle karşılaştırarak, Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu ortaya koymak için 1499 yılının Aralık ayında Herat’ta yazmıştır. Nevayî bu eserinde Türkçenin bir edebiyat dili olduğunu ispat etmek için onun edebî sanatlar, lügat, dil bilgisi ve ses bilgisi imkânlarını örnekler göstererek açıklamıştır. Muhâkemetü'lLugateyn ve Türkçe Türkçede türünün ilk örneklerinden biri olan bu eser, onun diledebiyat bilgi ve teorileri konusunda yazdığı birkaç eserinden biridir. Nevayî bu eserinde kendi millî edebiyatının geleceğiyle ilgili tespitlerde de bulunmuş ve önemli görüşler ileri sürmüştür. Prof. Dr. A. Azmi Bilgin O yalnızca Türkçe ve Farsçayla ilgili değil, Arapça ve Hintçe hakkında da görüşlerini belirtir. Hint dili bozularak fesahat ve belâgat süsünden mahrum kalmıştır, derecesi düşüktür. Her iki dili de çok iyi bilen Nevayî, bu eserinde Türk dilinin kelime hazinesi bakımından zenginliğini ve söz inceliklerini dil kuralları çerçevesinde, bilimsel ölçülere uygun biçimde ele almış; Türkçenin mecaz, cinas, kafiye ve fiil yönünden Farsçadan daha zengin olduğunu bir çok örnekle tespit etmiştir. Nevayî, Timürlüler döneminde yaşayan Klasik Çağatay edebiyatının en büyük şairidir. Onun yaşadığı çağda, işlenmiş bir dil olmasının ve geleneğin etkisiyle Farsça, kültür ve edebiyatta hâkim durumdadır. O, milletlerin yazı dillerinin ve edebiyatlarının yükselişinin devlet hâkimiyetiyle olan yakın ilgisini fark etmiş, Arap ve Fars hâkimiyetinden sonra Türk hâkimiyetini Hulagû’yla başlatmış, Türk edebiyatı ve sanatı- nın Timürlüler döneminde canlandığını belirtmiştir. Ancak yönetim Türklerin elinde olsa da Ali Şir Nevayî’nin yaşadığı Herat’ta Hüseyin Baykara’nın sarayında da Farsça, Türkçeden etkin bir durumdadır ve Türk şairlerinin çoğu eserlerini Farsça yazmaktadır. Nevayî Muhâkemetü’llugateyn’ine şu görüşlerini açıklayarak başlar: "İnsan konuşma yeteneğiyle diğer varlıklardan üstün bir konuma gelmiştir." Ona göre Arapça, Tanrı, Kur’an’ı bu dille indirdiği ve Hz. Peygamberin hadisleri yine bu dille söylendiği için seçkinlik ve yükseklik bakımından dillerin en ilerisi ve şerefçe en üstünüdür. Arapçanın dışında başlıca üç büyük dil vardır. Bunlar da Türkçe, Farsça ve Hintçedir. Bu üç dilin kaynağı da Hz. Nuh’un oğulları Yafes, Sam ve Ham’a dayanır." O yalnızca Türkçe ve Farsçayla ilgili değil, Arapça ve Hintçe hakkında da görüşlerini belirtir. Hint dili bozularak fesahat ve belâgat süsünden mahrum kalmıştır, derecesi düşüktür. Bilgisiz, zavallı Türk gençleri, kolay sanarak Farsça şiir söylemeğe özenmektedir. Halbuki kişi etraflı ve iyi düşününce Türkçenin dil imkânları, incelikleri, derinlikleri dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay olduğunu anlar ve daha çok beğenileceğini bilir. Türk dilinde buna benzer incelikler pek çok olduğu hâlde kimse dilimizin hakikati üzerinde düşünmediği için bunlar gizli kalmıştır. Türkçeyi bir hazineye ve bir gül bahçesine benzeten Nevayî, onun güneşten daha parlak güllerini dermek için çok çalışmak gerektiğini belirtir. Türk dilinin edebî dil olarak kullanım derecesini, Türk edebiyatının içinde bulun- 30 A Y I N D O S Y A S I Ali Şir Nevayî'nin türbesinin uzaktan görünüşü duğu durumu edebiyat tarihi açısından değerlendirir. Nevayî, başka dilde şiir söylemeye tamamen karşı değildir, ancak iki dilde yeteneği olanların kendi dillerinde daha çok söylemeleri gerektiğine dikkat çekmektedir. Nevayî, Türkçeyi şiir dili hâline getirmenin zorluğunu çok iyi anlamıştır. O zamana kadar Türkçe yazan şairler az olduğu için bu alan pek işlenmemiştir. Onun sayesinde "Müşterek Orta" "Asya Türkçesi" dediğimiz yazı dili ortaya çıkmıştır. Nevayî bu eserinde sadece Türkçe ile Farsçayı değil, Türklerle Farsları düşünce, kavrayış ve yaratılışça da karşılaştırmıştır. Böylece Nevayî kendi milletine olan güven ve inancını da ortaya koymuştur. Nevayî, Türkçenin, o dönemde Türk yazar ve şairleri tarafından bile kullanılmamasını, bu dilin yeteri ölçüde işlenmemiş olmasına ve zenginliğinin bilinmemesine bağlamaktadır. Nevayî Türkçenin Farsçadan üstün yönlerini anlatırken öne sürdüğü delillerin başlıcaları şunlardır: 1. Türkçe edebî bir dildir. Bunu ispatlamaya o önceliği fiillere vererek başlamaktadır. Türkçede en küçük anlam farklılıkları için kelimeler türetilmiştir; yakın anlamlı kelimeler bakımından Türkçe çok zengindir; Farsça ise bundan yoksundur. Bunun için o, yüz fiil verir, bunların hiç birinin inceliklerini ve eşsizliklerini karşılamak için Farsçada kelime yoktur. Bunları anlatabilmek için birkaç kelimeye ya da uzun uzun cümlelere ihtiyaç olduğunu belirtir. Mesela Nevayî “ağlamak” eylemi için Türkçede bohsamak “dokunaklı, boğuna boğuna ağlamak”; yığlamsınmak “ağlar gibi yapmak”; sıktamak “acıdan şiddetli feryat ederek ağlamak”, ingremek “inlemek, dertli olarak gizli gizli ağlamak” gibi farklı kelimeler kullanıldığını, Farsçada bu tür kullanımların bulunmadığını örnek olarak verir. Yine “içmek” eylemi için sıpkarmak “bir dikişte içmek”, tamşımak “zevkle az az, damla damla içmek” anlamlarında iki ayrı fiilin olduğu- nu Farsçada bunlar için yalnız bir tek kelime bulunduğunu söyler. 2. Türkçede Farsçadan daha çok tecnisle karışık kelime ve ihama düşüren incelikler vardır. Türkçede kullanılan tüş, yan, yak, at vb. kelimeler kullanıldığı yere göre çok çeşitli anlamlara gelir. Nesir biçiminde ifade ettiği bu orijinallikleri ve incelikleri örnek beyitlerle göstermesi, okuyucuyu aksini düşünmekten de alıkoyar. 3. Ses yönünden, özellikle de ünlüler sistemi bakımından Türkçe Farsçadan daha üstündür. Farsçada “vav” için yalnızca “o, û”, “yâ” için “î” ünlüleri varken, Türkçede “vav” için “o, ö, u, ü”, “yâ” için “e, i, î” ünlüleri bulunmaktadır. Buradan hareketle Türk şiirinde kafiyenin kolaylıkla sağlanabileceği gerçeğini de açıklamak istemiştir. 4. Türkçenin yapım ekleriyle yeni kelimeler türeterek kelime hazinesini zenginleştirme imkânı vardır, Farsçada böyle bir imkân bulunmamaktadır. Nevayî bir yandan Türk dilinin Farsçaya üstünlüğünü ispatlamağa çalışırken bir yandan da Türkçenin ses ve yapı özelliklerini o dönemde tespite çalışmıştır. Nevayî, bunlardan başka, Türkçede akrabalık, kuş, yer, hayvan sesleri, atlar, av hayvanları, binit takımı, giysiler, yiyecek ve içecek adları için kullanılan kelimelerin çeşitliliğini ortaya koyarak Muhâkemetü’l-lugateyn’de Türkçenin Farsçadan üstünlüğünü çok çeşitli yönlerden ispatlamaya, aynı zamanda kendi milletinin zengin bir kültür birikimine sahip olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Mesela Nevayî Farslar erkek kardeş için yalnız "birâder" kullanırken, Türkler “büyük erkek kardeş” için "aga", “küçük erkek kardeş” için "ini "olmak üzere iki ayrı kelime kullandıklarını; Türkler “erkek ördek” için sona, “dişi ördek” için "barçın" olmak üzere iki ayrı kelime kullanırken, Farsların her ikisi için de "murgâbî" kelimesini kullandıklarını söylemektedir. Bunlara benzer örnekler yukarıda belirttiğimiz konularda ayrı ayrı verilmektedir. Böylece o Divanü lugati’tTürk yazarı Kâşgarlı Mahmud’dan sonra Türk dili tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Onun bu eserle verdiği millî dil mücadelesi çağında ölçülemez bir değer taşımaktadır. Edebî faaliyetlerinin sonuncusu olan bu eserin bir diğer önemli yönü de kendisi ve eserleri hakkında verdiği bilgiler ve çeşitli şairler hakkında yaptığı değerlendirmelerdir (eserle ilgili daha geniş bilgi için şu kaynağa bakılabilir: Ali Şir Nevayî, Muhakemetü’l-lugateyn: İki Dilin A Y I N 31 D O S Y A S I Eserleri Anadolu ve Azeri sahasında çokça okunmuş, Osmanlı şairlerince nazireler düzülmüştür. XV. yüzyılın büyük şairi Ahmet Paşa ve klasik Osmanlı şiirinin zirvelerinden Fuzûlî, 18. yüzyılın önemli şairi Nedim, Ali Şîr Nevayî’den etkilenen şahsiyetlerden yalnızca birkaçıdır. A li Şîr Nevayî Klasik Çağatayca döneminin en önemli yazar ve şairidir. Aynı zamanda Çağatay diliyle en çok ürün veren şahsiyettir. Onun zamanında Çağatayca en üst noktaya ulaşmış, klasik bir dil hâlini almıştır. Doğu Türkçesinin Parlayan Yıldızı Ali Şir Nevayî birkaçıdır. Bu yazımızda Ali Şîr Nevayî’nin Çağataycayı klasikleştiren eserlerini kısaca tanıtacağız. A) Manzum Eserleri Nevayî’nin gençlik yılları esnasında yazdığı divanErsin Teres* ları daha çok başkaları taraAltmış yıllık ömründe şiirden tezkireye, fından düzenlenmiştir. Bu derleme Sultan Ali tarihten musikiye, dilden hadis ilmine kadar pek bin Muhammed Meşhedî tarafından istinsah çok alanda eserler vermiş, kalemini derin okya- edilmiştir. Bu tek nüsha Leningrad’da SaltıkovŞçerdin Devlet Halk Kitaplığı 564 numarada nuslara daldırmıştır. Yirmi dokuz esere sahip olan Ali Şîr Nevayî kayıtlı bulunmaktadır.1 Özbek alim Hâmid eserlerini önceleri Farsça kaleme almış, daha Süleyman tarafından "İlk Divan" adı altında tıpsonraları birçok Türkçe eser de vermiştir. Nevayî kıbasım olarak yayımlanmıştır.2 İlk yazdıklaeserlerini yazarken Hüsrev Dihlevî ve Molla rıyla önce iki divan oluşturan Nevayî bunlara Câmî’nin etkisinde kalmıştır, özellikle mesnevi yeni yazdıklarını da katarak bu iki divanı dört tarzında yazdığı eserlerde bu etki biraz daha divan haline getirmiştir. Nevayî, tertiplediği ilk açık olarak hissedilmektedir. Ali Şîr Nevayî de divana "Bedayiü’l-bidaye" adını vermiştir. taklit edilen yazarlardan biri olmuştur. Bu durum yalnızca kendi döneminde değil, 1 Hamid Süleyman, Alşer Nevoiy. İlk Divan. 1966 yili kendinden sonraki dönemlerde de devam etmişkuçirilgan qulyazmaning faksimil naşri. Naşrga tayyorlovçi filologiya fanlari doktori prof. Hamid tir. Eserleri Anadolu ve Azeri sahasında çokça Sulaymon, Taşkent, 1968, xii + 143 s yaprak okunmuş, Osmanlı şairlerince nazireler düzültıpkıbasım. müştür. XV. yüzyılın büyük şairi Ahmet Paşa ve klasik Osmanlı şiirinin zirvelerinden Fuzûlî, 2 Divan nüshaları hakkında daha fazla bilgi için bkz. Agah Sırrı Levend, Ali Şir Nevayî, II. c, Divanlar, XVIII. yüzyılın önemli şairi Nedim, Ali Şîr TDK, Ankara, 1966, s. 7; Janos Eckmann, “Die Nevayî’den etkilenen şahsiyetlerden yalnızca Tschaghataische Literatur”, s. 253-254. *Yıldız Teknik Üniversitesi A Y I N 32 Divanın bilinen dört nüshası mevcuttur.3 İkinci divanı ise Nevadirü’n-nihale adını Bu divan, taşımaktadır. 4 Nevayî’nin 1476-1486 yılları arasında yazdığı şiirlerden müteşekkildir. Müstensih hattı olan bu Divan’ın iki nüshası Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü’nde bulunmaktadır. D O S Y A S I Nevayî, bu iki divandan sonra yazmış olduğu şiirleri, ilk iki divanındaki şiirlerle harmanlayarak bunları dört divan olarak tertip etmiş ve hepsine birden "Hazainü’l-me’anî" adını vermiştir. Bu iki nüshadan Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü 1995 numarada kayıtlı olan nüsha, Eckmann tarafından tek nüsha olarak gösterilmiştir. İkinci nüsha ise Özbekistan Fenler Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsü 11675 numarada kayıtlıdır. Nevayî’nin kendi elyazması olduğu düşünülen Tahran’daki nüsha, eser değişimi yoluyla Özbekistan’a getirtilmiş ve mikrofilm yapılmıştır. Nevayî, bu iki divandan sonra yazmış olduğu şiirleri, ilk iki divanındaki şiirlerle harmanlayarak beş divan olarak tertip etmiş ve hepsine birden "Hazainü’l-me’anî" adını vermiştir. Nevayî’nin dört divan olarak tertip ettiği divanları şunlardır: 1. Garâibü’s-sıgar Nevayî, 8-20 yaşları arasında kaleme aldığı şiirlerini içeren bu divana "Garâibü’s-sıgar" adını vermiştir. "Garâibü’s-sıgar" gazel, tuyug, müfred, mu‘amma vb. türlerde pekçok şiir içermektedir. Eserin pek çok nüshası bulunmaktadır. Eser Türkiye’de Günay Kut tarafından yayımlanmıştır.5 2. Nevadirü’ş-şebâb 20-35 yaşları arasında yazdığı şiirleri bir araya getirdiği ikinci divanıdır. Eserde temel olarak gençlik yıllarındaki his ve düşüncelerinden; at sevgisi, çevgan ve cirit oyunu gibi Türklere ait örf ve adetlerden, gençlik çağında sahip olunan 3 Bu eser Bilge Nalbant tarafından doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Bilge (Özkan) Nalbant, “Navâdürü’n-nihâye (Metin-İnceleme-Dizin)”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005. 4 Bu eser Bilge Nalbant tarafından doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Bilge (Özkan) Nalbant, “Navâdürü’n-nihâye (Metin-İnceleme-Dizin)”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005. 5 Eser hakkında daha fazla bilgi için bkz. Günay Kut, ‘Ali Şîr Nevayî Garaibü’s-sıgar, İncelemeKarşılaştırmalı Metin, TDK, Ankara, 2003. değer yargılarından, gençlik çağının tuhaflıklarından ve bu çağlarda yaşanan garip olaylardan bahsetmiştir. Eser üzerine Türkiye’de Metin Karaörs bir doktora tezi hazırlamış ve tez TDK tarafından yayımlanmıştır. 6 3. Bedâyiü’l-vasat 35-40 yaşlarında yazdığı şiirlerin bir araya getirildiği divandır. Eserde temel olarak ortaya yaşın getirdiği sevinçler, mutluluklar, acı ve kederlerden bahsedilmiş, hem bir devlet adamı hem de bir şair olarak Ali Şîr Nevayî’nin hayat felsefesine değinilmiş, günlük hayatının sıkıntılarından, ahlâkî değerlerden bahsedilmiştir. Bu eser üzerine Kaya Türkay bir doktora tezi hazırlamıştır. Bu çalışma TDK yayınlarından yayımlanmıştır.7 4. Fevâidü’l-kiber 45-60 yaşları arasında yazdığı şiirleri içerir. Eser, Ali Şîr Nevayî’nin olguluk döneminin ürünüdür. Eser, zengin sözcük hazinesi, Çağataycanın bütün dil özelliklerini taşıması bakımından önemlidir. Bu eser üzerine Önal Kaya bir doktora tezi hazırlamıştır. Bu çalışma TDK yayınlarından yayımlanmıştır.8 5. Farsça Divanı Ali Şîr Nevayî bu divanında Fânî mahlasını kullanmıştır. Divanın adından da anlaşılacağı üzere Farsça şiirlerini topladığı eseridir. Ali Şîr Nevayî’nin diğer önemli manzum eseri de Nizâmî’nin hamsesine nazire olarak kaleme aldığı hamsesidir. Ali Şîr Nevayî bu alanda eser veren ilk Türk edebiyatçısıdır. O, bu eserinde Nizâmî ve Hoca Dihlevî’nin mesnevileriyle aynı konuları seçmiş olsa da bakış açısı, hikâye etme biçimi ve tertibi onlardan farklılık göstermektedir. Ali Şîr Nevayî’nin hamsesini teşkil eden beş mesnevi şöyledir: a. Hayretü’l-ebrâr Ali Şîr Nevayî bu mesneviyi Nizâmî’nin 6 Metin Karaörs, Ali Şîr Nevayî , Nevadirü’ş-şebâb, İkinci Divan, TDK, Ankara 2007. 7 Kaya Türkay, ‘Ali Şîr Nevayî, Bedâyi‘u’l-vasat, Üçünçi Divan, TDK, Ankara 2002. 8 Önal Kaya, ‘Ali Şîr Nevayî,, Fevâyidü’l-Kiber, TDK, Ankara, 1996. A Y I N D O S Y A S I Mahzenü’l-esrâr adlı mesnevisine nazire olarak kaleme almıştır. Bu eserde üzerinde durulan temel konu, dini ahlaktır. Bu eser üzerine M. Sabir’in doktora tezi bulunmaktadır. b. Ferhâd u Şîrîn Ali Şîr Nevayî bu eserini "Husrev u Şîrîn" adlı mesneviden esinlenerek yazmıştır, ancak tamamen aynısı değildir. Hikâyenin temelinde Hüsrev yerine Ferhâd vardır. Eser üzerine çalışan Gönül Alpay Tekin eseri dil yönünden değil, edebi yönden incelemiş ve değerlendirmiştir. Tekin, çalışmasında eseri, Nizâmî ve Emir Hüsrev’in aynı adlı eseriyle de karşılaştırarak Nevayî’nin orijinal bir eser meydana getirdiğini göstermiştir.9 c. Leylî vü Mecnûn Ali Şîr Nevayî, 1484 yılında yazıldığı tahmin edilen bu mesnevisinde, Nizami’nin ve Hüsrev-i Dehlevi’nin etkisinde kalmış olmakla beraber, olayları anlatış şekliyle tamamiyle milli bir eser meydana getirmiştir. Nevayî, mümkün olduğu kadar hikâyenin aslına sadık kalmaya gayret etmiş, kimi motifleri ise değiştirmiştir. Ülkü Çelik’in doktora tezi olarak hazırladığı eser TDK yayınları arasında yayınlanmıştır.10 de diğer mesnevilerden çeşitli farklılıklar meydana getirmiş ve esas kahraman İskender’e, Türk hükümdarlarının niteliklerini katarak İskender motifini farklı bir şekilde işlemiştir. Hatice Töre’nin eser üzerine yaptığı doktora çalışması TDK yayınları arasında yayımlanmıştır.12 Lisânü’t-Tayr Ali Şîr Nevayî’nin bu eserler dışında da manzumeleri vardır. Bunlardan birisi Lisânü’tTayr’dır: Mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olan Lisânü’t-Tayr 3598 beyitten meydana gelmiştir. Nevayî’nin İran şairi Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr adlı eserini göz önünde tutarak yeniden kaleme aldığı önemli tasavvufî eseridir. Lisânü’t-Tayr, Mantıku’t-Tayr’ın birebir çevirisi değildir. Nevayî bu eserinde sık kullandığı mahlası yerine Fânî mahlasını kullanmıştır. Eserin yazılış tarihi H. 904/M.1498–99’dur. Nevaî'nin, Sedd-i İskenderî adlı eserine konu olan Büyük İskender d. Seb‘a-i Seyyâre Ali Şîr Nevayî bu eserinde Nizâmî ve Emir Hüsrev’in eserlerindeki yapıyı değiştirmiştir. Hikaye temel olarak meşhur Sasani Hükümdarı Behram-ı Gur’un hikayesidir. 5000 civarında beyitten müteşekkil bu çalışma elli babtan oluşmaktadır. Bu eser üzerine Güzin Tural bir doktora tezi hazırlamıştır.11 e. Sedd-i İskenderî 89 bölüm 7214 beyitten oluşan bu eserin kahramanı İskender’dir. Bu konu Ali Şîr Nevayî’den önce Firdevsî, Nizâmî ve Câmî tarafından da işlenmiştir. Ali Şîr Nevayî bu eserinde 9 Gönül Alpay Tekin, Ali Şîr Nevayî, Ferhad ü Şîrîn, İnceleme-Metin, Ankara, 1994, s. xi. 10 Ülkü Çelik, Ali Şir Nevayî, Leylî vü Mecnûn, TDK, Ankara, 1996. 11 Güzin Tural, “Seb’a-i Seyyare”, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1993. 33 Nevayî, bu eserinde de Attar’ın eserinden esinlenmesine rağmen kendi orjinalliğini hissettirmiştir. Yer yer bazı bölümleri atmış, yeni hikayeler eklemiştir. Topkapı Sarayı müzesi Kütüphanesi Revan 803’te bulunan nüshası Mustafa Canpolat tarafından yayımlanmıştır.13 Sirâcü’l-Müslimîn 905 (1500) yılında kaleme alınmış olan eser 213 beyitten müteşekkil küçük bir akâid ve ilm-i hâl kitabıdır. Nevayî, bu eserinde İslâm dininin itikadî ve amelî yönlerini manzum olarak anlatmıştır. Nevayî, hayatının sonlarına doğru Müslümanların bilmeleri gereken, zaruriyeti, inanç esaslarını açıklayan, farz, vacip ve sünnetleri öğreten, kendi ifadesiyle “Müslümanlıkta vazgeçilmez şartları” açıklayan bir eser yazma arzusu duyar. Ancak buna zaman bulamadığını ifade eder. Sonunda devrin büyük tarikat kutbu Ubeydullah Ahrâr da kendisini teşvik edince Sirâcü’l-Müslimîn’i telif eder. Bu eserin birinci bölümü Tanju Oral Seyhan tarafından yayımlanmıştır.14 12 Hatice Tören, Ali Şir Nevayî, Sedd-i İskenderî, TDK, Ankara, 2001. 13 Canpolat, Mustafa, Ali Şir Nevayî, Lisânü’t-tayr, TDK Yayınları, Ankara 1995. 14 Tanju Oral Seyhan, “Ali Şir Nevayi – Sirâcü’l- 34 A Y I N D O S Y A S I B) Mensur Eserleri Münâcât: Bu eser mensur yakarış eserlerinin en güzellerinden ve en başarılılarındandır. Secili mensur tarzındaki eserin ne zaman yazıldığı bilinmemektedir. Nevayî bu eserinde Allah’ın isimlerini, sıfatlarını anlatır. Allah’ı medh u senâ ederek ona yalvarır. Nevayî’nin mensur eserleri arasında dil ve üslup olarak en üstünü sayılabilir. Münâcât, Fatih ve Topkapı kitaplıklarındaki Külliyat nüshalarının başında yer almaktadır. Nesâyimü’l-mahabbemin şemâyimi’l-fütüvve Bu eser, Câmî’nin, Ali Şîr Nevayî’nin ricası üzerine kaleme aldığı "Nefâhatü’l-Üns min Hazarati’l-Kuds" adlı Farsça sufi veliler tezkiresinin ilâveli olarak Çağataycaya tercümesidir. Nevayî eserinin başında çok beğendiği Câmî’nin bu eserini Türk münevverlerinin istifadesine sunmak, Türk ve Hint meşayıhına ait eksiklikleri tamamlamak gayesiyle tercümeyi düşündüğünü, eseri Hicri 881 tarihinde tercümeye niyet ettiğini, ancak işin zorluğu dolayısıyla eserin yazımını ancak Hicri 901 (M.1495)’de tamamladığını tercümesinin bire bir değil, yer yer kısaltma biçiminde olduğunu zikreder.15 “Fütüvvet kokularından doğan sevgi esintileri” manasına gelen eserde, "Nefâhatü’l-Üns min Hazarati’lKuds"deki 601 şahsa karşılık, 770 sufinin hayat hikâyesi bulunmaktadır. 770 sufi içinde otuz dört tane kadın sufinin hayat hikayesi verilmiştir. Nevayî, "Nefâhatü’l-Üns min Hazarati’l-Kuds"de olmayan 169 sufiyi de ilave etmiş ve eserin hacmini genişletmiştir. Attar’ın "Tezkiretü’lEvliya"sındaki kimi biyografileri de eserine katmıştır. Bütün bu özellikleriyle "Nesâyimü’lMahabbe min Şemayimi’l-Fütüvve" adlı eser klasik tercümelerin dışında, telif sayılabilecek bir eser niteliğine sahiptir. Bu eser üzerine Kemal Eraslan çalışmıştır.16 Müslimîn 1 (Giriş-Karşılaştırmalı Metin)”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, c. II, sayı 4 (Aralık 2005), Ankara. Mecâlisü’n-nefâyis Nevayî’nin kaleme aldığı "Mecâlisü’nnefâyis" Türk edebiyatında yazılmış ilk tezkiredir. Sekiz bölümden oluşmaktadır. Her bölüme “meclis” adı verilmiştir. Sekizinci bölüm Nevayî’nin yakın dostu hükümdar-şair Hüseyin Baykara’ya ayrılmıştır. Nevayî bu eseri hazırlarken Câmî’nin "Bahâristân"ını, Devletşah’ın "Tezkiretü’ş-şuara"sını örnek almıştır. Eserde 43 Türk şairi hakkında bilgi verilmiştir. Bu eser üzerine Kemal Eraslan çalışmış ve iki cilt halinde yayımlamıştır.17 Mahbûbü’l-Kulûb Nevayî, devlet yönetiminde faal görev yapmış biri olarak her türlü insanla karşılaşmış, sultandan sokaktaki kimseye kadar toplumun değişik kesimlerinden insanları tanıma fırsatı bulmuştur. O, kazandığı tecrübeleri "Mahbûbü’lKulûb"la anlatmak istemiştir. Ahlâk kitabı niteliği taşıyan eser, temel olarak üç bölümden meydana gelmektedir. Eserin hemen başında, arifane yazılmış bir mukaddime dikkat çeker. Nevayî, eserin birinci bölümünde padişahlardan başlayarak vezirler, devlet adamları, şeyhülislâmlar, kadılar, müftüler, müderrisler, tabibler, şairler, kâtipler, öğretmenler, imamlar, hafızlar, müneccimler, tacirler, askerler, bekçiler, ekinciler, çalgıcılar, dilenciler, kuşçular, hizmetçiler, kâhyalar, şeyhler, harâbatîler ve dervişler üzerinde durarak bunları tablo hâlinde tasvir eder. Bu bölüm kırk fasıldan oluşur. Eserin tasavvufî açıdan önemli olan ve on 15 Kemal Eraslan, Ali Şîr Nevayî: Nesâyimü’l- Mahabbe min Şemayimi’l-Fütüvve, İstanbul. 1979, s. XL-XLVI. 16 Kemal Eraslan, Ali Şîr Nevayî: Nesâyimü’l- Mahabbemin Şemayimi’l-Fütüvve, İstanbul, 1979; ayrıca bkz. Günay Kut, a.g.md., DİA, c. II, s. 451. 17 Kemal Eraslan, Ali Şîr Nevayî: Mecâlisü’n-nefâyis I (Giriş-Metin), II (Çeviri-Notlar), TDK, Ankara, 1971. A Y I N 35 D O S Y A S I Hulagû Han babdan oluşan ikinci bölümünde ise "Hamîde Ef’âl ve Zemîme Hısal" başlığı altında “tevbe, zühd, tevekkül, kanaât, sabır, tevâzu, zikir, teveccüh, rıza ve aşk” konularına yer verir. Müteferrika, Fevâyid ü Emsâl Sûreti başlığı altındaki üçüncü bölümde, “tenbih” alt başlıklarıyla çeşitli ahlâkî konular üzerinde durur. Bu bahse eklenen beyitler, kıtalar, rubâîler, birer atasözü ve deyim niteliği taşımaktadır. Bu bölümde bahsedilen bir diğer konuda "aşk"tır. Nevayî, eserini Münâcât’taki gibi, secilerle dolu orijinal bir nesir üslubuyla yazmıştır. Eser üzerine Güzin Çöktü tarafından bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Zühal Ölmez’in eserin on iki nüshasını karşılaştırarak kurduğu metin, notlar, gramer incelemesi ve dizinin yer aldığı doktora tezi eser üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmadır.18 Mizânü’l-evzân Nevayî’nin manzume ve tezkire dışındaki bir diğer önemli çalışması da vezinler hakkında kaleme aldığı Mizânü’l-evzân’dır. Bu eseri vezin kurallarını öğretmek amacıyla yazmıştır. Nevayî başta aruz tekniği üzerine ön bilgiler verdikten sonra eserini üç bölüme ayırmıştır. Birinci bölümde çeşitli vezinlerdeki “zihaf"ları açıklar. İkinci bölümde aruz bahirlerini dairelere ayırdıktan sonra bunları şekiller içinde gösterir, sonra da herbirini örneklerle açıklar. Üçüncü 18 Ali Şîr Nevayî, Mahbûbü’l-Kulûb, haz. Zuhal Ölmez, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, 1993; Ali Şîr Nevaî, Mahbûbü’l-Kulûb, haz. Güzin Çöktü, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1985. bölümde ise “takti” üzerinde durduktan sonra rubaî vezinlerini ele alır. Eserin tam yazılış tarihi bilinmemekle birlikte 1492’de yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu eser üzerine Kemal Eraslan çalışmış ve eseri yayınlamıştır.19 Tarîh-i Enbiyâ vü Hükemâ Nevayî’nin mensur eserlerinden olan bu eserde, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar olan peygamberle ve belli başlı bilgeler hakkındaki bazı menkıbeler anlatılmaktadır. Nevayî bu eseri hazırlarken Şerefü’ddin Ali Yezdi’nin "Zafernâme"siyle İbnü Abbas’ın tefsirinden yararlanmıştır. Tarîh-i Müluk-i Acem İran hükümdarlarını dört tabakaya ayırarak İran’ın efsane tarihini anlatan bu eserde Nevayî, İran’ın tarih ve mitolojisiyle ilgili geniş bilgi verir. Mensur olan bu eserde, yer yer iki beyitlik şiirlere de rastlanır. Nevayî, eseri kaleme alırken "Nizâmü’tTevârih", "Camiü’t-Tevarih", "Benaketî ve Taberî" Tarihleri ile Gazalî’nin "Nasihatü’l-Mülûk", Şeyh Ebu Ali Miskeveyh’in "Adabü’l-Arab ve’l-Fürs", Hamdu’llah- Müstevfî’nin "Güzide" adlı eserlerinden faydalanmıştır.20 Zübdetü’t-Tevârih Kaynaklara bu eser "Tarîh-i Enbiyâ vü "Hükemâ ile "Tarîh-i Müluk-i Acem" adlı eserlerin birleşiminden müteşekkil bir eserdir. 19 Kemal Eraslan, Ali Şîr Nevayî: Mizânü’l-evzân (Vezinlerin Terazisi), Ankara, 1993. 20 Ali Şîr Nevayî, Divanlar ile Hamse Dışındaki Eserler, c. IV, Ankara 1968, s. 1-2. A Y I N 36 D O S Y A S I Hâlat-ı Seyyid Hasan-ı Erdeşîr Risâlesi Nevayî bu eserinde, yakın dostu Seyyid Hasan-ı Erdeşîr’in hayatını ve dünya görüşünü anlatır. Ondan övgüyle bahseder. Türk ve Sart (Fars) arasında ondan daha tamam birisini görmediğini, gençliğinde bütün zahirî ilimleri öğrendiğini, tasavvufî konulara vakıf olduğunu aktarır. Nevayî, "Mecâlisü’n-nefâyis" adlı eserinde de ondan bahsetmektedir. Münşe’ât Ali Şir Nevayî’nin mektuplarını topladığı eseridir. Bu mektuplar arasında Hüseyin Baykara ve Bediüzzaman’a yazdığı mektuplar da vardır. Bu mektuplar, devrinin sosyal yapısını, dinamiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Mektuplardan önce mevsimlerin tasviri yer almaktadır. Farsça kaleme almış, daha sonra da Türkçe olarak özetlemiştir. Aslen mensur olan eserde yer yer şiir parçalarına da rastlanmaktadır. Bu değerli eserleri bizlere kazandıran Ali Şîr Nevayî, Türkçe yazdığı eserleri ve Türk dilini yüceltme konusundaki gayretleriyle Türk dilinin Kaşgarlı Mahmud’dan sonraki en büyük savunucusu olmuştur. Yazdığı şiirleriyle edebi bir dil olarak Türkçenin değerini arttırırken, tarih kitaplarıyla Türk ve dünya tarihine ışık tutmuş, tezkireleriyle döneminin şair ve sofuları hakkında bizi bilgilendirmiş, Muhakemetü’lTaşkent'te bir yapı Hamsetü’l-Mütehayyirîn Ali Şir Nevayî’nin yakın dostu Molla Câmî için yazdığı eseridir. Bir mukaddime, üç makale ve bir hatimeden oluşmaktadır. Ali Şir Nevayî eserini “risale” olarak tanımlamış, beş bölümde de okuyucuları hayrete düşüren sözler olduğu için eserine "Hamsetü’l-Mütehayyirîn" adını vermiştir. Mukaddime kısmında Câmî hakkında bilgi verir. Birinci makalede Câmî ile olan yakınlığından bahseder, ikinci makalede Câmî'yle mektuplaşmasını anlatır, üçüncü makalede ise, Câmî’nin eserlerinden (kitap ve risale) bahseder, Hatime kısmında ise Câmî'yle okuduğu kitaplar hakkında bilgiler aktarır. Hâlât-ı Pehlevân Muhammed Risâlesi Ali Şîr Nevayî biyografi tarzındaki bu eseri yakın dostu Pehlevân Muhammed’in ölümü üzerine yazmıştır. Eser dönemin sosyal ve kültürel yönlerine de ışık tutmaktadır. İstanbul kitaplıklarında üç yazma nüshası bulunan eserin, Paris’te de bir yazma nüshası mevcuttur. Vakfiyye Ali Şîr Nevayî’nin kendisinin ve yakın dostu Hüseyin Baykara’nın yaptırdığı vakıfları anlattığı eseridir. Ali Şîr Nevayî eseri önce Değerli eserleri bizlere kazandıran Ali Şîr Nevayî Türkçe yazdığı eserleri ve Türk dilini yüceltme konusundaki gayretleriyle Türk dilinin Kâşgarlı Mahmud’dan sonraki en büyük savunucusu olmuştur. lugateyn adlı eseriyle dil şuurunu ortaya koyarak Farsça kadar yetkin bir dil olduğunu göstermeye çalışmıştır. Tasavvufi düşünceyi anlatan mesnevileriyle tasavvufun ufuklarını aralamış, risaleleriyle biyografi türünün en güzel örneklerini vermiş, "Münşe’at" adlı mektup türündeki eseriyle de döneminin sosyal ve kültürel hayatının gözler önüne sermiştir. Bu yazı vasıtasıyla Türkçenin yılmaz savunucusu Ali Şîr Nevayî’yi bir kez daha saygıyla yad ediyorum.
Benzer belgeler
Muhyî ve Nazireleri - Modern Türklük Araştırmaları Dergisi
devlet görevlerinde bulunmuş, şeyhülislâmlık yapmış ve divan tertip etmiştir. Muhyî Divanı’nın (Muhyî 772)1 yaklaşık üçte ikisi nazirelerden oluşmakta ve bir nazire mecmuası özelliği ...
Detaylı