Gallus Spp.`de Saldırganlık Davranışı (Sayı Dizisi III) Tavuk
Transkript
Gallus Spp.`de Saldırganlık Davranışı (Sayı Dizisi III) Tavuk
Gallus Spp.’de Saldırganlık Davranışı (Sayı Dizisi III) Tavuk Koksidiyozunda Patolojinin Önemi Broyler Piliç Kesimhanelerinde Hayvan Refahı Uygulamaları Kanatlılarda Beslenmenin Bağırsak Sağlığı Üzerine Etkisi (Yazı Dizisi-2) Salmonella 2 Başyazı Başyazı Prof. Dr. Ahmet ERGÜN Başkan Sevgili Meslektaşlarımız, Tavukçuluk sektörünün dünyada ve buna koşut ola- mıştır. Sayın Bakan Dr. M. Mehdi Eker’i kutluyor, görevinde başarılar diliyoruz. rak da Türkiye’de giderek büyüdüğünü, büyürken de Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Ankara’da Eski- sorunları artan bir yapı görünümünü açık bir şekil- şehir yolu üzerinde yeni yapılan Bakanlık binasına da de görmekteyiz. Bu problemler daha çok yem ham taşınmıştır. Böylece şehir içinde değişik semtlerde maddesi temini, ithalat, sağlık ve ihracat olarak kar- ve dağınık bir biçimde hizmet veren Bakanlık, yeni şımıza çıkmaktadır. Dünyada tavukçuluk alanındaki binasında bütün birimleri bir arada daha etkin görev gelişmeler anında Türkiye de de görülmekte, uygu- yapacak bir konuma gelmiştir. lanmaktadır. Örneğin Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalında yapılan çalışmalarda 42 günde 1.63 yemden yararlanma düzeyi ile 2.65 kg canlı ağırlıklar sağlanabilmektedir. Diğer üniversite ve araştırma kurumlarımız ile sahada yetiştiricinin aldığı sonuçlar da bu sözü edilen değerlerden daha geride değildir. Hepimizin çok iyi bildiği, gururla hatırladığı gibi İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif ERSOY veterinerdir. Yirmi yıla yakın bir süre de Anadolu nun değişik il ve ilçelerinde görev yapmıştır. İçinde bulunduğumuz 2011 yılı ülkemizde “Mehmet Akif ERSOY” yılı olarak ilan edilmiştir. Okurken her bir mısraında içimizin titrediği, istiklal savaşımızın perde perde gözleri- Bu arada 2011 yılı verilerine göre Türkiye de kişi mizin önüne geldiği İstiklal Marşımızın Şairi değerli başı yıllık beyaz et tüketimi 20 kg’a yumurta tüketi- Meslektaşımız Mehmet Akif ERSOY’un anısı önünde mi de 200 adede ulaşmıştır. Yine bu yılda Türkiye nin bir ihtisas Derneği olan Veteriner Tavukçuluk Derneği yumurta ihracatı sofralık ve damızlık yumurta olmak olarak tazimle eğiliyor, Allah’tan rahmet diliyoruz. üzere toplam 157 milyon $, tavuk eti, hindi eti ve tavuk ayağı toplam ihracatı da 230 milyon $ olmuştur. Bu ilerlemenin önümüzdeki yıllarda da artarak devam etmesini bekliyoruz. Tavukçuluk alanında gerek et ve gerek yumurta üretimi olarak yeni markaların devreye girmesi, mevcutların kapasite artırımına gitmesi bu beklentilerin doğru çıkacağını göstermek- İki yılda bir İstanbul da yapılmakta olan Uluslar arası Tavukçuluk İhtisas Fuarı’nın bu yılki geçtiğimiz Haziran ayında VIV 2011 olarak HKF Fuarcılık tarafından son derece başarılı bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Daha önceki yıllarla kıyaslandığında gerek yerli ve gerekse yabancı standlardaki artış, katılımcı tedir. profilindeki uluslar arası görünüm kendini çok açık Kanatlı sektörünün ham madde temininden mamul bu Uluslar arası Fuarı en üst düzeyde değerlendirdiği ürün olan tavuk, yumurta ve ürünlerinin nakliye, ve değerlendireceği kesindir. satış ve sağlık denetlemesi ile ithalat ve ihracatına kadar tüm aşamalarında iç içe olduğu “Tarım ve Köyişleri Bakanlığı” yeniden yapılanmış adı “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” olarak değişmiştir. Bakanlıktaki idari yapılanmanın da bu çerçevede kısa bir şekilde göstermiştir. Sektör olarak tavukçuluğun Tavukçuluk Sektörümüzün ekonomik krizlerden etkilenmeden, artan yatırım hamlelerini başarıyla sürdürmesini ve bunun sonucunda ülke insanımızın daha bol, sağlıklı ve ucuza et, yumurta üretmesini, sürede yenileneceği görülmektedir. tüketmesini, ihraç ederek bolca kazanç sağlaması- 12. Haziran 2011 tarihinde yapılan Genel Seçimle- meslektaşlarımın Ramazan Bayramını kutlar, saygı ve ri takiben kurulan yeni Kabinede Bakanlık görevini sevgilerimi sunarım. nı diler, bu sektörde başarıyla görev yapmakta olan 6 yıldır sürdürmekte olan Dr. M. Mehdi EKER tekrar “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı” olarak görev al- Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 1 Veteriner Tavukçuluk Derneği’nin yayın organıdır. Yılda 4 kez 3 ayda bir yayımlanır. Veteriner Tavukçuluk Derneği Adına Sahibi Prof. Dr. Ahmet ERGÜN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. U. Tansel ŞİRELİ Yayın Kurulu Prof. Dr. Mehmet AKAN Doç. Dr. Erol ŞENGÖR Dr. Serdar ERTAŞ Uzman Vet. Hek. Mücteba BİNİCİ Vet. Hek. Ekrem T. YÜCESAN İdare Yazışma Adresi İrfan Baştuğ Caddesi No: 26/3 Dışkapı / ANKARA Tel: 0312 517 25 65 • Faks: 0312 517 25 65 Banka Hesapları REKLAM GELİRLERİ Türkiye İş Bankası Dışkapı Şubesi 4206 932790 IBAN No: TR 1500064 00000 142060932790 ÜYE AİDATLARI Türkiye İş Bankası Dışkapı Şubesi 4206 917468 IBAN No : TR 0400064 00000 142060917468 Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Alıntı Yapılamaz. Grafik Tasarım ve Baskı Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti. Tel: 0312 229 92 65 • Faks: 0312 231 67 06 Basım Tarihi: 30.08.2011 2 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 G a l l us S pp. ’ de S a l dı rga nl ı k Da v ra nı şı ( S ayı Dizis i III) GALLUS Spp.’ DE SALDIRGANLIK DAVRANIŞI (Sayı Dizisi III) Kaynak: Queiroz, S.A., Cromberg, V.U. (2006). Aggressive behaviour in the genus Gallus sp. Brazilian Journal of Poultry Science. 8(1): 1-14 Çeviren : Dr. Sadettin Mehmet SOYLU Stres ve hoşa gitmeyen uyaran Stres hemen hemen tüm türlerde ağrıya verilen cevaplarla yakından ilişkilidir (Craig, 1981) ve partnerlerin varlığında şekillenirse saldırganlığa ve kavgalara neden olur (Ulrich, 1966). Tavuklarda gıda kısıtlamasında olduğu gibi engellenme durumu da saldırganlığı tetikleyebilir. Aç kuşlarda engelleme, yem tablasının üzeri şeffaf bir plastik örtüyle kapatılarak oluşturulabilir, böylece yem görülmekte ancak ulaşılamamaktadır (Duncan ve Wood-Gush, 1971). Her test durumunda, engellenen kuşlardan sosyal açıdan dominant olanlar uysal olanlara karşı saldırılarını artırırlar ve saldırı sıklığı, yem kısıtlaması tüm gün sürdürüldüğünde kısa aralıklarla yapıldığı zamana göre daha da artar. Erkekler dişiler üzerinde genelde “pasif üstünlük” kurarlar ve günlük koşullarda dişilere karşı nadiren gagalama ve tehdit davranışı sergilerler. Bununla birlikte, yukarıda bahsedilen çalışmada, aç ve engellenmiş broylerler dişilerle yan yana konulduklarında son derece saldırgan oldular (Duncan ve wood-Gush, 1971). Dişiler aç ve engellenen kuşlar tarafından 8 saat içerisinde 806 kez gagalandıkları belirtilmiş, bu sayı engellenmemiş erkeklerle yan yana getirildiklerinde 18 gagalama olarak belirlenmiştir. King (1965) genç broylerlerde olduğu gibi sosyal gerilimin yüksek olduğu topluluklarda aşırı engellemenin kuşkulu sonuçlar ortaya koyabileceğini gösterdi. Yazar 24 saat süresince kısıtlanan ve 1 saat süresince üç farklı şekilde yem gösterilen, üç genç broyler grubunda sosyal hiyerarşiyi gagalama sırasıyla değerlendirmiş, saldırganlık sıklığını ve üstünlük ilişkilerinin kurulabilirliğini karşılaştırmıştır. Yemi homojen bir biçimde altlık üzerine saçmış, tüm bireyler bu süre boyunca yemlenmeyle meşgul olduğundan, en düşük saldırganlık düzeyiyle sonuçlandığını belirtmiştir. Tüm bireylerin katılımına olanak sağlayan, ancak grup oluşumuna neden olan yuvarlak bir yem dağıtıcıyla sunulan yem, bir önceki duruma göre saldırganlığı 36 kat arttırdığı bildirilmiş ve saldırıya Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı-SAMSUN E-posta: smehmetsoylu@yahoo.com Tel: 0362 3121919/3902 uğrayan ve tehdit edilen kuşların oranını % 5’ olarak belirtmiştir. Son olarak, yemlemenin bireylere bırakılması, saldırganlıkta ve gagalamada yaklaşık % 50 oranında bir patlamaya neden olmuştur. Engelleme koşulları ortadan kaldırıldığında, kurulan üstünlük ilişkileri normal düzeylere geri dönmüştür. Craig (1981) hayvanlar engellendiğinde saldırganlığın oluşumuna dair birden fazlası aynı anda şekillenebilecek birçok olasılık öne sürdü. Engellemeye, uyarılma ve hareketlilik eşlik etmektedir. Bireylerin hareket tarzında meydana gelen değişimler normalden daha sık etkileşimlere neden olmaktadır. Tek ve kısıtlı kaynak bulunduğunda, dominant bireylere ait yerler alt sıralardaki bireyler tarafından işgal edilmekte ve bu da saldırı cevabının oluşumunu veya agonistik davranışları tetiklemektedir. Saldırı ödüllendirildiğinde, kavga bir ihtiyacı karşılamak anlamına gelmeye başlar. Saldırı bir kez başladı Global Expertise. Local Solutions. Dünya Çapında Uzmanlık. Yerel Çözümler. Pfizer Kanatlı Sağlığı olarak bizler; dünya çapında uzmanlığımızı ve sektörel tecrübemizi kullanarak, kanatlı sağlığında size özel çözümler sunuyoruz. Kanatlı sağlığı alanında uzmanlaşmış ekiplerimizle, damızlık, ticari yumurtacı ve etlik piliç yetiştiriciliğinde en iyi sonuçları almanız için çalışmaktayız. Araştırma ve Geliştirme faaliyetlerine verdiğimiz önemle, sektörün en güvenilir ilaç, aşılarını ve inovo aşı makinelerini üretmekteyiz. Sağlıklı bir sonuç için, size özel müşteri servislerimiz ve geniş ürün yelpazemizle hizmetinizdeyiz… Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 3 Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III) mı, ödül almak için gerekenden daha uzun süre devam edebilir (Craig, 1981). Bireysel alan ve bölgesel davranış Saldırı veya saldırı tehdidi diğer hayvanları kendi bölgesinden uzak tutmak için hayvanların başvurduğu yöntemlerdir. McBride ve ark. (1963) bireysel alanın her yönde eşit yayılmadığını göstermiştir. Civcivin ön tarafına doğru daha geniş ve dominant tavukların bireysel alanlarından sakınacak şekildedir. Saldırı ve tehditler alt sıradaki hayvanın dominant olanın alanından uzaklaşması, boyun eğme duruşu veya sıra dışı davranışlarla sona erer. Durumun tanımı dışında şekillenen bu davranışlar gıda talebi veya cinsel davranışı kolaylaştırıcı davranışlardır. Aralarında evcil tavuğun da bulunduğu birçok türde, alt sıralardaki hayvanların boyun eğme davranışı sergiledikleri sürece gruplar halinde durmalarına izin verilir, ancak bazen alt sıradakiler hırpalanabilir ve kovulabilirler (Carig, 1981; Price, 2002). Kaçmanın mümkün olmaması veya boyun eğme davranışının gösterilmemesi, kavga eden horozlarda bazen ölümle sonuçlanabilir. Yarışmalı olmayan durumlarda bireysel alan en azda tutulmalı, ancak kaynaklar sınırlı olduğunda artırılmalıdır. Bireylerin gruptan olup olmamalarına göre değişen, yabancılara karşı gösterdiği iki tip davranış vardır (Craig, 1981). Gruplarda da kişisel alan var olmasına rağmen, yoğun yerleştirme kimi zaman uygulanabilir. Gruptaki yetişkinler dışarıdan gelenlere saldırgan davranış sergilerler. Evcilleştirmenin bir sonucu olarak, doğal sosyal gruplaşmalara çok az izin verilir. Birkaç erkek bir arada kalır, gençler çok erken eşlerinden ayrılırlar ve periyodik olarak bireyler yeni gruplar oluştururlar. Yine de, sosyal grupların nasıl davrandıkları ve kendi alanlarında nasıl organize olduklarına dair bilgi edinmek, suni yetiştirme koşullarında görülen davranış problemlerini anlamak açısından değerli bilgiler sağlayabilir. McBride ve ark. (1969) Güney Asya ormanlarında yaşayan Kırmızı Orman Tavuğu’ nun üreme mevsimi öncesi ve sonrası bölgesel davranışını tanımladı. Bu davranışın iki farklı yanı gözlendi. Birinci durumda, tavuklar kuluçkaya yatarlar ve genç civcivlerle beraber yaşam alanlarında bulunurlar. Bu alanlar, farklı kuşlar için örtüşebilir ve bu da tüy döken tavuk çiftleri veya soylar arasında üstünlük ilişkileriyle sonuçlanır. Böylelikle, iki tavuk aynı alanda yaşayabilmesine rağmen birbirlerinden sakınacaklardır. Diğer 4 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 durumda, dominant erkekler üreme mevsimi dışında sabit alanlarda oluştururlar fakat bu alanlarda diğer hayvanları dışlayıcı bir kontrol oluşturmazlar. Alt sıradaki erkekler, grupların sınırları arasında dolaşır ve katıldıkları grupların dış bölgelerinde kalırlar. Dominat horozun grup hareketlerinin belirlenmesinde ve dışarıdan gelenlere şiddet gösterilmesinde belirleyici rolü vardır. McBride ve ark. (1969) grup başka bir bölgeye hareket ettiğinde, erkeğin dişileri bir araya topladığını gözlemlemiştir. Dişiler hareket halindeyken horozla etkileşim halinde ve vejetasyonun bulunmadığı yerlerden geçilirken erkeğin alan üzerinde kontrolü vardır. Tehdit durumlarında, erkek dişileri alarma geçirir ve avcıya veya potansiyel avcıya paralel olarak yürürler, öte yandan dişiler sakin kaldılar. Grup tehdit altında iken, erkek kanatlarını açarak dişilere doğru koşmak suretiyle onları korkutur. Dişiler yemlenip, kuyruğunu kaldırıp, kanatlarını indirirken, erkek zamanın büyük kısmında savunmada kalır ve alarm pozisyonu alır. Öte yandan dişiler, erkek dinlenip yemlenirken ona yakın durdular. Erkek genelde dişilerden daha dikkatlidir. Dişileri diğer erkeklerden korur ve dışarıdan gelenleri tehdit olarak kabul ederler. Dişi piliçler ve tavuklar civcivlerle beraber grubun hareketini kontrol ederler, gıdaya dikkati çektikleri zaman, dışarıdan gelenlere karşı tetikte ve potansiyel bir tehlike durumunda savunmaya geçerler. Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III) İzolasyon ve kalabalığın saldırganlık üzerine etkileri Bazı durumlarda, alan büyüklüğüne bağlı olarak hayvanlar birbirlerine saldırmakta veya yakın sosyal ilişkiler kurmaktadırlar (başka bir deyişle; eş ve yavrular, üreme mevsimi boyunca erkek ve dişiler, diğerlerine yakın yuva ararlar); yalnız bununla beraber, bireyler arasında belirli bir boşluk bulunması gerektiği gözlenmektedir. İzole bir biçimde yetiştirilen kuşlar, gruplar halinde yetiştirilenlere göre daha erken gelişmekte ve daha yoğun saldırganlık göstermektedirler (Guhl, 1953, 1958; Guhl ve ark, 1960). Örneğin artan yoğunluk, önceden 25 bireyin bulunduğu bir alanda 100 bireyin barındırılması, grup büyüklüğü dört kat artarken, birey başına düşen alanın dörtte bire düşmesine neden olmaktadır. Hayvan başına düşen alanın yarıya indirilmesi 4 bireylik bir grupla 400 bireylik bir grubu çok farklı şekilde etkilemektedir. Tavuklarla yapılan birçok çalışma, hayvan başına düşen alanla saldırganlık sıklığı arasında ilginç bir ilişki göstermektedir. (Al-Rawi ve Craig, 1975). Ylander ve Craig (1980) tarafından elde edilen sonuçlar sosyal açıdan dominant kuşun (üçüncü bölümün üçüncü üyesi) alt sıradaki kuş çiftleri arasındaki saldırgan etkileşimleri inhibe ettiğini göstermiştir. Özellikle erkekler, beslenme sürecinde, çiftlerin dominat üyeleri arasındaki saldırgan davranışları inhibe etme bakımından etkilidirler. Yapılan on dakikalık 24 testte erkek çiftlere yakın olduğunda gagalamadan sadece 5 kaçış gerçekleşti; erkek bir metre uzaklıktayken 21, erkek geçici olarak bölgeden uzaklaştırıldığında ise 74 kaçış gözlemlenmiştir. Bu nedenle, geniş veya küçük gruplarda dişi saldırganlığı erkeklerin varlığında azalmıştır (McBride ve ark., 1969; craig ve Bhagwat, 1974; Bsary ve Lamprecht, 1994). Ayrıca bu etkinin erkeklerin üstünlüğüne mi, yoksa alt grup oluşumunun kolaylaşmasına mı bağlı olduğu açık değildir (Odén ve ark., 2000). Her bir kuş, mevcut alanın % 30’ u düşecek şekilde kafeslere yerleştirildiğinde (Craig ve Polley, 1977), alt sıradaki erkeklerde cinsel olgunluğa erişmenin geciktiği, fakat ikinci denemede çiftler arasında herhangi bir fiziksel taciz belirtisi olmadığı belirtilmektedir. Muhtemelen, mevcut alanın azalmasına bağlı olarak bireyler arasında saldırgan davranış sergilenememiştir. 6 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 Grup büyüklüğünün saldırganlık üzerine etkisi Guhl (1953) 96 kuşluk bir grubun tam bir gagalama sırası gösterdiğine dair kanıt sağlamıştır. Daha sonraki bir çalışmada, 100 – 440 kuşluk gruplar gözlenmiştir (Craig ve Guhl, 1969). 200 bireylik gruplarda, tavuklar bazı bölgelerde daha fazla kalmaya eğilimli oldukları ve bu bölgelerde dominat olarak kaldıkları gözlenmiştir. Muhtemelen, belli bir yerde sabit kalmak çok sayıda tavuğu tanıma gerekliliğini sınırlamaktadır. Böylelikle, tavukların kendi bölgelerinde kalma eğilimleri sayesinde büyük gruplara dışarıdan yabancıların katılmasıyla doğan sosyal zorluklar önlenmiş olmaktadır. Yüz veya daha fazla kuştan oluşan gruplar, sosyal açıdan organize olabilseler de, Banks (1956) grup boyutu 6 – 24 kuştan fazla olduğunda gagalama sırası ihlali olduğunu gözlemiştir. Gagalama sırasının bozulması, alt sırada olan bir bireyi, daha üst sıralardaki bir bireye saldırması anlamına gelmektedir. Bu davranışın sıklığı, grup büyüklüğüne göre değişmekte ve geniş gruplarda daha fazla ihlal gözükmektedir. Bununla beraber, alt sıradakine hemen gereken cevap verildiğinden, ihlal etkisiz kalmakta ve üstünlük sıralaması değişmemektedir. Araştırıcı, özellikle bazı tavuklarda sosyal konumla gösterilen pekiştirmenin geniş gruplarda daha az etkili olduğu fikrini ileri sürmektedir. Anti-Fly Program İNSEKTİSİT Güçlü Sinek Öldürücü Karasineklere Karşı Etkin Çözüm! Ani etki Kolay uygulama Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III) Diğer çalışmalarda elde edilen kanıtlar, gagalama sırasının geniş gruplarda göreceli olarak sabit olduğunu, yine de geçici karışıklık ve tanıma eksikliğinin geniş gruplardaki yüksek seviyede saldırganlıktan sorumlu olabileceğini düşündürmektedir. Al-Rawi ve Craig (1975) agonistik davranışı değerlendirmişler ve kafeste barındırılan tavuklar tarafından sergilenen saldırı hareketleri sıklığının grup büyüklüğü (4 – 28 kuş) arttıkça artış gösterdiğini bildirmişlerdir. Tarif edilen saldırı hareketlerinin çoğunun tehdit etme yerine gagalama olduğu ve beslenme süresince veya dışarıdan gelenler yem yiyen kuşlara yaklaştığında şekillendiğini belirtmişlerdir. Dört, sekiz ve ondört kuştan oluşan gruplarda, Al-Rawi ve ark. (1976) geniş gruplarda ilk sekiz haftada yüksek derecede saldırgan davranış gözlediklerini fakat agonistik davranışın, 26 haftalık yaşta tekrar görülmeden önce tüm gruplarda azaldığını bildirmişlerdir. Muhtemelen, birbirlerine çok yakın bir biçimde kafeslerde yaşamak zorunda kalan tavuklar, 8 – 14 kuşluk kafeslerde bile, birbirlerini tanıma hatası yapmayacak kadar iyi tanıdıkları belirtilmektedir. Estevez ve ark. (2003) 3 – 18 haftalık civcivlerde saldırgan davranışın ontogenezini araştırmışlardır. Kuşların küçük gruplarda saldırgan etkileşimlerle hiyerarşik üstünlükler kurdukları, fakat büyük gruplarda daha hoşgörülü stratejiler benimsedikleri ve saldırganlığın azaldığı fikrini öne sürmüşlerdir. Bazı kuşlarda grup büyüklüğünün artmasıyla beraber gagalama ve tehdit davranışları artsa da, kuşların grup içersinde odaksal gözlemleri sonucu geniş gruplarda, gagalama sıklığında ve tehditlerde azalma olduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle, tavukların grup büyüklüğü arttıkça, farklı sosyal stratejiler benimsemeleri gerçeği belirgin bir hale gelmekte ve birçok kuşun geniş gruplarda daha hoşgörülü bir tutum sergiledikleri tahmininde bulunmuşlardır. Öte yandan, küçük bir azınlık saldırgan olabilir ve ayrım yapmaksızın diğer kuşlara saldırıda bulunabilir. Kavga ve geniş gruplarda bireysel pozisyonların akılda tutulması temeli üzerine kurulmuş olan sosyal üstünlük sistemi devam ettirilememektedir (D’Eath ve Keeling, 2003). Bunun yanı sıra, tavuklar uyum sağlamakta ve daha az saldırgan olmakta veya tanımlı bölgelere hareketlerini kısıtlamaktadırlar. Diğerleri gibi, Odén ve ark. (2000) tavuklar büyük gruplar halinde yaşamak zorunda bırakıldıklarında belli bölgelere bağlı alt grupların oluşturulduğunu tahlil etmekte ve gözlemcinin bir bireysel kuşu tanımada 8 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 zorluk çekmesini bu alt grupları tanımada başarısız olmasına bağlamaktadırlar. Tüm bu sonuçlar, büyük gruplarda halinde yaşayan tavukların daha az saldırgan olduklarını ve muhtemelen sosyal sitemlerini küçük gruplarda kullanılan bireysel tanıma yolu yerine, hiyerarşinin üstünlük ve boyun eğme işaretlerinin kullanılması yoluyla belirlendiği bir sistemle değiştirdiklerini gözlemleyen Pagel ve Dawkins (1997) tarafından doğrulanmaktadır. Saldırının sürdürülmesi Yabancı bir bölgeye, bir arada yerleştirilen bireyler genelde yeni çevre ve partnerleri gözlerler ve genelde sessizlik hakimdir. Ardından, bir veya iki çift agonistik davranış sergilemeye başlar. Erkekler kavgalara dahil olabilirler, öte yandan tavuk ırklarının çoğunda dişiler daha az etkindirler. Irk ve soylar üstünlük konumu için yapılan rekabetlerin yoğunluğu ve süresi açısından farklılık gösterebilirler (Craig, 1981). Kavga eden horozlar, ayrılmadıkları taktirde ölene kadar kavga edebilirler, bununla beraber grupların çoğunda çiftler çabucak karara varırlar. Grup halindeki kuşların sayısı az ise, agonistik etkileşimler daha uzun devam edebilse de, çiftler arasındaki üstünlük sırası saatler içerisinde kurulabilir. Genç hayvanlar kendiliğinden oyun oynamaya başladıklarından ve yaşları ilerledikçe daha aktif bir biçimde oynadıklarından, kaza ile içlerinden birisi ağrılı bir uyarana maruz kalana kadar saldırganlık gözlenebilir. Ağrının savunma davranışını veya refleksif kavgayı tetikleyebildiği bilinmektedir. Koşullanma hızlı bir şekilde üstünlük ilişkileri kurma eğilimini açıklayacaktır; dominant olan ödüllendirilecektir ve alt sırada kalan ise boyun eğecektir, böylece artık saldırıya uğramayacaktır. Lorenz (1950), su kaynağından akan suyla dolan kabın belli bir yerden sonra boşaltılmasına benzettiği, sinir sisteminde kendiliğinden başlayan ve bir sınıra kadar biriken ve sonra serbest bırakılması gereken saldırganlık için “özel bir enerjinin” varlığından söz eder. Diğer taraftan Scott (1971) korku ve öfkeyi dışsal uyaranlarla tetiklenen, bir kere harekete geçtikten sonra yayılma eğiliminde olan ve dışsal uyarana tepkiyi artıracak, sosyal kavgadan birinci dereceden sorumlu duygular olarak ele almaktadır. İlave dışsal uyaranların yokluğunda, öfke ve korkunun eşlik ettiği içsel uyaranlar sönecektir. Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III) Bazı değerlendirmeler Farklı tavuk cinslerinde doğal seleksiyon, tavukların lehine işlemiş, her canlının ulaşamadığı alanları kazanma, bol gıda, barınak ve avcılardan korunma imkanı sağlamıştır. Diğer taraftan, doğal seleksiyon popülasyondaki bireyler arasında özellikle çiftleşme fırsatına yönelik yoğun bir içsel rekabet oluşturmuştur. Bölgeyi elde tutmaya ve dışarıdan gelenleri aralarına katmamaya yönelik sürekli rekabetin gözlendiği bu tabloda, tehditlere ve saldırılara karşı sürekli uyanık durumda olan horozlar daha fazla sayıda yavruya sahiptirler ve popülasyonda onların genlerinin bulunma oranı artmaktadır. Aynı uyanıklık ve savunma örnekleri dişiler tarafından da ortaya konmakta ve yavrulara da aşılanmaktadır. Bu nedenle, doğal koşullarda bu türlerde saldırgan davranış ve kavga edebilme yeteneklerinin önemini anlamak kolaydır. Rasgele cinsel ilişkide bulunma davranışı, aşırı beslenme alışkanlıkları ve kısa yaşam süreleri tavuklarda, hiyerarşik sosyal sisteme ait özelliklerle beraber evcilleştirmeyi kolaylaştırmış ve Gallus cinsindeki bu türlerin tüm dünyaya kolaylıkla yayılmalarını sağlamıştır. Sonradan kuşlar, farklı yetiştirme koşullarına konulmuş ve bu özel çevrelerdeki en iyi bireylerin suni seleksiyonuyla, insan beslenmesi için ırklar, ve daha sonrada ırklar içerisinde soylar meydana getirmiştir. Üretim seleksiyonu, daha uysal ve sosyal hoşgörüsü olan hayvanların sürekliliğini sağlamak üzere yapıldı. Kümes hayvanı yetiştiriciliğinde 1990’ların ortalarından sonra büyük değişimler meydana geldi, seleksiyon ve reprodüksiyonla ilgili kararlar birkaç ticari şirket tarafından alınmaya başlandı. Daha sonra, her bir kuşa küçük alanların düştüğü, çok sayıda kuşun aynı yerde barındırıldığı, koruyucu ilaçların uygulandığı ve yeni yetiştirme koşullarından kaynaklanan problemleri çözmek üzere yönetim çalışmalarının yapıldığı yoğun üretim sistemleri, kümes hayvancılığı endüstrisi olarak tanımlandı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren derlenen makalelerin büyük çoğunluğu yetiştirme koşullarının yoğunlaşması sonucu açığa çıkan davranış problemlerine çözüm bulmayla ilgilidir. Aynı dönemde, yoğun ve dikey üretim sistemlerinin aksaklıklarını düzeltme düşüncesi olmadığından, davranışla ilgili genetik çalışmaların yapılmaması, kısmen bazı şirketlerin karşılaştıkları problemleri ortaya koymadıkları ve bu problemlere çözüm yolları bulmaya çalışmadıkları gerçeğini yansıtmaktadır. Bununla birlikte, evcil tavuklarda 10 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 saldırganlık davranışıyla ilgili yapılan birkaç genetik çalışmada, ne evcilleştirmenin ne de yoğun yapay seleksiyonun kuşların sosyal davranışlarını değiştiremediklerini ortaya koymuştur ve içgüdüsel şekillenen saldırganlık davranışı halen görülmektedir. Kavgacı kuş ırklarıyla yapılan bilimsel çalışmaların eksikliği ortadadır. Bu ırklara ait bireylerin türdeşleriyle aynı biyolojik mekanizmalar ve saldırı davranışı modellerine sahip oldukları düşünülmektedir. Öte yandan, bunlar etçi ve yumurtacı tavuklarda yapılan yapay seleksiyonun zayıflatıcı etkisine maruz kalmadıklarından kavgacı kuşlarda bu özellikle daha abartılı olabilir. Bunun yanında, kavgacı kuşların yetiştirme ortamları doğal habitatlara daha yakındır, diğer bir deyişle, hem inkubasyon hem de büyüme eş ve gruptaki diğer kuşların varlığında gerçekleşir. Bu nedenle, orijinal yabani genotipe yakın olan kuşlarda saldırganlığın dışavurumunun araştırılması bu davranışların içerdiği biyolojik sistemlerin daha geniş kapsamlı bir şekilde, olanak sağlayacak ve bu kuşların mevcut hayvan popülasyonları bakımından önemleri ve kullanılabilirlikleri değerlendirilmiş olacaktır. Kaynaklar: Çevirmenden veya orijinal kaynaktan sağlanabilir (Queiroz, S.A., Cromberg, V.U. (2006). Aggressive behaviour in the genus Gallus sp. Brazilian Journal of Poultry Science. 8(1): 1-14) Ta v uk Ko ksi di y o z unda Pa to l ojin in Ön em i Tavuk Koksidiyozunda Patolojinin Önemi Arş. Gör. Orhan YAVUZ1 Prof. Dr. Hüdaverdi ERER2 Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı-Konya Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı-Konya E.mail: vetorhanyavuz@gmail.com 1 2 Özet Etiyoloji Bu derlemede, tavuklarda koksidiyoz hastalığının etiyo-patogenezi ile patolojik bulguları ve lezyonların türlere göre farklılıkları değerlendirilmiştir. Koksidiyoz, Eimeria türlerinin meydana getirdiği hemorajik enterit ile karakterize protozoal bir hastalık olup, tavuklarda bakteriyel ve viral hastalıklardan sonra gelen en önemli sürü problemlerinden biridir. Hastalık, kilo kaybı, anemi ve yumurta veriminde azalmalara sebep olur. Nekropside ince ve kalın bağırsaklar ile sekumda kanama, nekroz ve bağırsak duvarında kalınlaşma gözlenir. Histopatolojik olarak etkenin çeşitli gelişim aşamaları ve lamina propriyada kanama alanları görülebilir. Tavuklarda koksidiyoza sebep olan 9 Eimeria türü bulunmaktadır. Bu türler: E. tenella, E. maxima, E. acervulina, E. mitis, E. necatrix, E. mivati, E. praecox, E. hagani ve E. brunetti dir. Bu türler genelde bağırsaklara yerleşerek doku hasarına, yem tüketiminin azalmasına, kan kaybı, dehidrasyon ve pek çok enfeksiyona duyarlılığa sebep olur. Marek, Gumboro gibi immunsupresif hastalıklar da koksidiyozun gelişmesine hazırlayıcı faktör olabilirler (Arda ve ark 1994, Shimura 2000, Okursoy 2001, Mcdougald 2003, Shane ve Emeritus 2005). Summary In this review, etio-pathogenesis, pathological findings and differences of lesions according to species of Coccidiosis in chickens were evaluated. Coccidiosis is the disease that is mainly characterized by bloody diarrhoea caused by protozoa in Eimeria species. Coccidiosis is one of the most important disorder after bacterial and virus diseases in chicken flocks. The disease couses decrease of body weight, anaemia and egg production drops. At the necropsy, haemorrhage, necrosis and swelling of intestines are observed in small and large intestines and the caecum. Histopathologically, various development stages of the agent and hemorrhage areas in lamina propria can seen. ANAHTAR KELİMELER: Koksidiyoz, tavuk, patoloji Giriş Eimeria ve İsospora familyasındaki türlerin hayvanların sindirim kanalda gelişerek meydana getirdiği bulaşıcı ve enfeksiyöz hastalığa Koksidiyoz adı verilmektedir. Koksidiyoz, tavuklarda viral ve bakteriyel hastalıklardan sonra çıkan en önemli sürü problemlerinden biridir (Reid 1978, Arda ve ark 1994, Goodwin 1996, Okursoy 2001, Mcdougald 2003). Eimeria ookistleri yuvarlağa yakın, oval şekilli, renksizdir. Mikropil veya protoplazma kalıntısı yoktur. Sitoplazmaları büyük granüller içerir. Ookistlerin uzunluğu 19,5 – 26 mikron, genişliği ise 16,5 – 22,8 mikron arasında değişir. Sporokistler tavuk yumurtasına benzer şekildedir. Sporlanmış ookistler içinde 4 sporokist, her sporokist içinde de 2 tane sporozoit bulunmaktadır. Sporozoitler ovaldir (McDougald 1998, 2003). Epidemiyoloji Hastalık daha çok broiler yetiştiriciliğinde 3-6 haftalık civcivler ve yumurta tavukçuluğunda ise 12-14 haftalık piliçlerde ortaya çıkmaktadır. Koksidiyozda türe özgü bağışıklık vardır. Türler arasında çapraz reaksiyon gözlenmez (Shimura 2000). Bu hastalıkta immunitenin gelişme süresi Eimeria türlerine göre değişiklik gösterir. Örneğin E. maxima ve E. brunetti en immunojenik türler iken, E. tenella ve E. necatrix en az immunojenik türler olarak bildirilmiştir. Buna bağlı olarak bağışıklığın geç şekillendiği enfeksiyonlarda hastalığın vücutta dağılımı daha kolay olmaktadır (Schnitzler ve Shirley 1999, Amer ve ark 2010). Biyolojisi Eimeria türleri biyolojilerinin tamamlanması için bir arakonakçıya ihtiyaç duymazlar. Biyolojik siklusları yaklaşık olarak 7 günde tamamlanır (Permin ve Hansen 1998, Fanatico 2006). Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 11 Tavuk K o k s id iyo zu n d a Pa to l o j i n i n Ön e m i Resim 1: Eimeria türlerinin yaşam siklusu (Naciri 2001) Tavukların dışkıları ile atılan ookistler enfektif değildirler. Bunların enfektif olabilmeleri için dış ortamda sporlanmaları gereklidir. Uygun nem, oksijen ve ısı şartları sağlandıktan sonra sporlanabilirler. Sporlanmış ookistler kontamine yem ve suyla piliçler tarafından alınarak, bağırsak epitellerine girerler. Burada yuvarlaklaşır, gelişir ve ilk nesil şizont halini alırlar. Çok sayıda ilk nesil merozoitleri üreterek konakçı hücresinden dışarı çıkar ve yeni epitel hücrelerine girer. Burada da yuvarlaklaşır, gelişir ve ikinci nesil şizontlar halini alır. Bunlar da çok sayıda ikinci nesil merozoitleri üreterek konakçı hücresinden dışarı çıkar. Bazıları yeni epitellere girerek yuvarlaklaşır ve üçüncü nesil şizontları halini alarak üçüncü nesil merozoitlerini üretmiş olurlar. Bu üçüncü nesil merozoitler ve ikinci nesil merozoitlerin büyük çoğunluğu yeni epitellere girerler. Bazıları ise mikrogametositler haline gelir ve mikrogametleri üretir. Diğerleri de makrogametlere dönüşürler. Makrogametler, mikrogametler tarafından döllenir ve zigotlar meydana gelir. Zigotlar olgunlaşır ve genç ookistleri teşkil ederler ve son olarak da bunlar dışkı ile dışarı atılırlar (Smith ve Long 1968, Lillehoj ve Trout 1993, McDougald 1998, Permin ve Hansen 1998, Morris 2002, Morris ve Gasser 2006, Conway ve McKenzie 2007). duğu görülür (Atasever 1994, Kaufman 1996, Sonaiya ve Swan 2004, Morris ve Gasser 2006). Etkenin patojenitesinin ookist sayısıyla orantılı olduğu da bildirilmiştir (Atasever 1994). Yapılan çalışmalarda ookist sayısı 150 den az olduğu durumlarda, piliçlerde önemli lezyonlar oluşmaz. 150 ookist, sekum duvarında hafif bir renk değişimi ile birlikte, mukozada hafif peteşiyel kanamalar meydana getirir. 150 ila 500 ookist hafif kanlı bir ishale, sekum duvarının kalınlaşmasına ve çok kanlı bir görünüm almasına neden olur. 1000 ila 3000 ookist bulunduğu durumlarda ise sekumda şiddetli kanama, nekroz odakları, pıhtılaşmış kan ve çok az ölüm olayı tespit edilmiştir. 5000 den fazla ookist varsa, sekumda şiddetli kanamalara ve ölümlere neden olur. Kanamanın nedeni tam olarak açıklanamamakla beraber, merontların damar duvarına yaptıkları basınç sonucu oluştuğu üzerinde durulmuştur (Mcdougald 2003). Etkenin ağır doğal enfeksiyonlarında veya tiflektomi yapılan piliçlerin deneysel enfeksiyonlarında başta kolon olmak üzere ileumun son kısımları ve bursa Fabricius’a invaze olup, gelişimini tamamladığı bildirilmiştir (Atasever 1994). Tavuk koksidiyozisinde morbidite ve mortalitenin yüksek olması, kanlı ishal, ağırlık artışı ve yumurta veriminde azalma, yem ve su tüketiminde düşüş başlıca klinik bulgulardır. Hafif enfeksiyon oluşturan türler genelde subklinik olarak seyreder. Şiddetli enfeksiyonlar sonrasında hayatta kalanlar 10 - 14 gün içinde iyileşirler ancak çoğu kez eski verimliliklerine ulaşamazlar (Arda ve ark 1994, Goodwin 1996, Aiello ve Mays, 1998, Shane ve Emeritus 2005). Patogenez ve Klinik Bulgular Koksidiyozda meydana gelen lezyonlar, patogenezi etkileyen faktörler yanında gelişim evrelerindeki lokalizasyonuna göre de değişir. Bütün gelişimini villus epitellerinde tamamlayan türler (E.preacox) az patojen olarak tanımlanırken, gelişimini kript epitellerinde ve subepitelyal dokuda geçiren türlerin (E.tenella ve E.necatrix) daha patojen olduğu ve bu türlerin bağırsaklarda erozyon ve ülserlerle hemorajik enteritise sebep olduğu ve genellikle konakçının ölümü ile sonuçlanan ciddi hastalık tabloları oluştur- 12 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 Resim 2: Eimeria türlerinin bağırsaklarda yerleşimi (Naciri 2001) Makroskobik ve Histopatolojik Bulgular E. tenella Enfeksiyonu Sekumda asıl değişikliklere ikinci nesil şizont ve merozoitlerin olduğu dönemde rastlandığı bildirilmiştir Tavuk K o k s id iyo zu n d a Pa to l o j i n i n Ön e m i (Atasever 1994). Sekum duvarı ödem, hücre infiltrasyonu ve bağ doku artışından dolayı kalınlaşır. Bu lezyonlara, özellikle sekumda rastlanılmasına rağmen ileumun son kısmı ve proksimal kolonda da lezyon görülebilir. Burada da sekumdakilere benzer lezyonlar görüldüğü için bu bağırsak bölümü E.tenella koksidiyozu için ikinci dereceden öneme sahiptir. 4. günde ikinci nesil şizontlar olgunlaşır ve kanamalar daha belirgin haldedir. Sekum, lümende kan ve mukoza parçaları birikimi nedeniyle genişler. Serozada da peteşiyel kanama odakları görülür. Epitel rejenerasyonu hızlıdır ve 10 gün içersinde iyileşme görülür (Reid 1978, Randall 1991, Atasever 1994, Kamburgil 1993, Kaufmann 1996, Zulpo ve ark 1997, Atasever ve Gümüşsay 1999, Berkin 2001, Mcdougald 2003, Sarkar 2006, Conway ve McKenzie 2007). İlk nesil merontlar villus epitellerinde gelişir ve bu epitellerde dejenerasyonla birlikte propriyada kanama alanları görülebilir. Buradan çıkan merozoitler kript epitelleri içersine girerler ve daha sonra lamina propriya ve submukozaya geçerler. Bu bölgede oluşan 2. nesil merontlar kanama ve nekrozlara sebep olurlar. Daha sonra gametosit ve oositler şekillenir. Enfeksiyonu takiben 6. ve 7. Günlerde mukozanın büyük bir kısmı dejenerasyon ve nekroza uğrar. Bu alanlarda değişik gelişim safhasındaki parazitlere ve sekonder bakterilerin bulunduğu kolonilerine rastlanır. Enfeksiyonun erken safhasında heterofil granulositler bulunabilir. İlerlemiş olgularda ise lenfosit ve makrofajlar çoğunluktadır. Lümende dökülmüş epitel hücreleri, oositler, fibrin kitleleri ve bakteri kolonileri bulunabilir. Hafif enfeksiyonlarda epitel rejenerasyonu 10.günde tamamlanır, fakat şiddetli enfeksiyonlarda epitel tamamen iyileşemez (Reid 1978, Randall 1996, Zulpo ve ark 1997, Berkin 2001, Soomro ve ark 2001, Mcdougald 2003, Amer ve ark 2010, Lee ve ark 2010). E. necatrix Enfeksiyonu Nekropside ilk önceleri ince bağırsakların tamamında serpilmiş tarzda beyazımsı lezyonlar görülür. Esas bulgulara 2. nesil merozoitlerin oluşmasıyla rastlanır. Bu dönemde şiddetli enfeksiyonlarda hemorajik enteritis şekillenir. Lümende içinde dökülmüş epitel kalıntılarının bulunduğu kanlı müköz bir içerik bulunur. Bağırsaklar şiddetli dilate durumda ve mukoza kalınlaşmış haldedir. Serozadan bakıldığında enfek- 14 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 siyon odakları beyaz plaklar veya kırmızımsı renkte peteşiyel kanamalar şeklinde görülür. Bu enfeksiyonda sekum mukozası nadir olarak etkilenir. Sekuma bulaşma, kan ve mukuslu dışkının kalın bağırsaklardan geçerken bir kısmının sekuma ulaşmasıyla olur (Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, Berkin 2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie 2007). Civcivlerde ileumda hemoraji ve nekroz meydana gelir (Soomro ve ark 2001). Buradaki bulgular E.tenella enfeksiyonundaki bulgulardan daha hafiftir. İlk nesil merontlardan çıkan merozoitler kript epitel hücrelerine girerler. İkinci nesil merontlar submukozada nekrozlara sebep olur ve bu bölgeye heterofil, makrofaj ve lenfositler infiltre olur. E.necatrix enfeksiyonlarında tüm bağırsakların enfekte olduğu ciddi olgularda diffuz bir hemorajik enteritis vardır. Lümende bol miktarda merontlara rastlanırken gametosit ve oositler görülmez. Bunun nedeni gametogoninin sekumda gerçekleşmesidir (Reid 1978, Randall 1991, Randall 1996, Berkin 2001, Mcdougald 2003, Amer ve ark 2010). E. maxima Enfeksiyonu Bağırsak mukozasında hiperemi, ödem nedeniyle kalınlaşma görülür. Böyle bağırsaklarda serozada da diffuz dağılımlı peteşiyel kanamalar bulunabilir. Şiddetli enfeksiyonlarda ince bağırsakların tamamı etkilenebilir. Lezyonlara daha çok duodenumun sonu ile jejenumda rastlanır (Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, İdris ve ark 1997, Zulpo ve ark 1997, Berkin 2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie 2007). E.maxima daha çok duodenum ve jejunumda daha hafif reaksiyonlara sebep olur. Merontlar villus epitellerinde gelişir ve burada kataral bir yangıya sebep olur. Gametositler epitel altında şekillenir, nekroz ve hemorajilere yol açar. Mikrogametosit ve oositler diğer türlere göre çok daha büyük oldukları için tanıda kolaylık sağlar (Reid 1978, Zulpo ve ark 1997, Berkin 2001, Mcdougald 2003). E. brunetti Enfeksiyonu Erken dönemde ince bağırsakların alt bölümleri ve rektum mukozasında peteşiyel kanamalar, mukozada hafif kalınlaşma ve renkte solgunluk gözlenebilir. Daha şiddetli enfeksiyonlarda, mukozada koagulas- Tavuk K o k s id iyo zu n d a Pa to l o j i n i n Ön e m i yon nekrozları dikkat çekicidir. Bağısak içersinde mukoza parçaları ve pıhtılaşmış kan görülebilir. Serozada da toplu iğne başı büyüklüğünde kanama odaklarına rastlanabilir. Sekumun giriş kısmında bulunan ince bağırsak bölümünün çoğunlukla grimsi sarı ve kazeifiye bir kitleyle dolu olduğu görülebilir (Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, Berkin 2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie 2007). E.brunetti enfeksiyonlarında 1.ve 2.nesil merogoni devreleri genellikle ince bağırsağın ön bölümlerinde gerçekleşir. Mukozada şiddetli hücre infiltrasyonları vardır. Villusların uç kısımlarında yer yer dejenerasyon ve deskuamasyon görülebilir. Ciddi olgularda villuslar tamamıyla epitelden yoksun hale gelir ve sadece bazal membran kalır. Birçok olguda da fibrinli enteritislere ve rektum mukozasında fokal hemorajik alanlara rastlanır (Reid 1978, Erer ve Sezen 1986, Randall 1991, Randall 1996, Berkin 2001, Mcdougald 2003). E. acervulina Enfeksiyonu Bağırsaklar soluk renklidir ve içeriği suludur. Lezyonlar ince bağırsakların serozal yüzeylerinde görülebilir. Başlangıçta barğırsak mukozası incedir ve transversal olarak yer alan uzun beyaz plaklarla kaplı durumdadır. Bunlar meront ve gelişen oosit kolonileridir. Hafif enfeksiyonlarda bu lezyonlar duodenumda sınırlı iken şiddetli enfeksiyonlarda tüm ince bağırsaklar etkilenebilir. İlerlemiş olgularda bağırsak içeriği daha kıvamlı yapıdadır. Bu içerikten hazırlanan yayma preparatlarda bol miktarda ookiste rastlanır (Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, Zulpo ve ark 1997, Berkin 2001, Morris 2002, Mcdougald 2003, Machado ve ark 2005, Conway ve McKenzie 2007). Histopatolojik olarak kript epitellerinde hiperplazi, bağırsak villuslarında kalınlaşma ve parazitlerin yer aldığı hücrelerde hipertrofi belirgindir (Berkin 2001, Mcdougald 2003). E. mivati Enfeksiyonu İlk lezyonlar duodenumdadır. Enfeksiyonun ilerlemesiyle tüm ince bağırsaklarda benzer lezyonlara rastlanabilir. Hafif enfeksiyonlarda şekillenen bulgular E.acervulina enfeksiyonlarındaki değişikliklere benzemektedir. Buradaki lezyonlar biraz daha dairesel yapıdadır ve gametosit ve gelişen ookist kolonilerini içerir. Ayrıca bu lezyonlar, serozadan da görülebilmektedir. Ölüm, deneysel olgularda şekillenir (Reid 16 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 1978, Kaufmann 1996, Berkin 2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie 2007). Sonuç Koksidiyoz olgularının birçoğunda, dışkıda bol miktarda ookist görülmesine rağmen tek başına dışkı muayenesine dayanan tanılar yanıltıcı olabilmektedir. Bundan dolayı kesin tanı için, makroskobik ve histopatolojik bulguların değerlendirilmesi önemli bir kriterdir. Tavuk koksidiyozunda etkenlere göre farklı hastalık tabloları oluşmakla birlikte, patolojik bulguların hastalığın tanısında gerekli ve yeterli olduğu söylenebilir. Kaynaklar Aiello SE, Mays A (1998) The Merck Veterinary Manual. 8th Ed., Merck and Co.Inc. Whitehouse Station. New Jersey Amer MM, Awaad MHH, El-Khateeb RM, Abu-Elezz NMTN, ShereinSaid A, Gheats MM, Kutkat MA (2010) Isolation and Identification of Eimeria from Field Coccidiosis in Chickens. Journal of American Science 6 (10): 1107-1114 Arda M, Minbay A, Aydın N, Akay Ö, İzgür M (1994) Kanatlı Hayvan Hastalıkları. Medisan Yayınevi Ankara Atasever A (1994) Civcivlerde Deneysel Eimeria Tenella Enfeksiyonunun Patolojik Bulguları Üzerine Işık ve Elektronmikroskobik İncelemeler. A.Ü. Vet. Fak. Derg. (3-4):559-574 Atasever A, Gümüşsoy KS (1999) Tavuklarda Sekal Koksidiyozda Patolojik Bulgular. Tr. J. of Veterinary and Animal Sicences; 23: 269-273 Berkin Ş. (2001) Eimeriosis’de Patognez . In “Coccidiosis”. Ed. Dinçer Ş. META Basım, Bornova, İzmir. Conway DP, McKenzie ME (2007) Poultry Coccidiosis Diagnostic and Testing Procedures. Blackwell Publishing Professional. Iowa. Erer H, Sezen İY (1986) Bir piliçte koksidiyozla komplike nekrotik enteritis olgusu. SÜ Vet. Fak. Derg.; 2(1): 149-156. Fanatico A (2006) Parasite Management for Natural and Organic Poultry: Coccidiosis. ATTRA 1: 1-11 Goodwin MA (1996) Alimentary System in “Avian Histopathology”. Ed. Riddell C. American Association of Avian Pathologists Press, Florida Idris AB, Bounous DI, Goodwin NA, Brown J, Krushisnkie EA (1997) Quantitative Pathology of Small Intestinal Coccidiosis Caused by Eimeria maxima in Young Broilers. . Avian Pathology 26: 731-747 Kamburgil K (1993) Tavuklarda Sekal Koksidiyoz. Veterinarium; 4(1): 34–42. Kaufmann J (1996) Parasitic Infections of Domestic Animals. Birkhauser verlag, Basel. Lee J, Turblin V, Selleck P (2010) Picture Book of Infectious Poultry Diseases. Botswana Publishing Company, Botswana Lillehoj H, Trout JM (1993) Coccidia: A review of Recent Advances Ta v uk Ko ksi di y o z unda Pa to l ojin in Ön em i on Immunity and Vaccine Development. Avian Pathology 22: 3-31 Machado RZ, Almeida KS, Freitas FLC, Machado CR (2005) Clinical and Pathological Changes in Chickens (Gallus Domesticus) Experimentally Infected with Eimeria Acervulina Oocysts. The IXth International Coccidiosis. Parana, Brazil. McDougald LR (1998) Intestinal Protozoa Important to Poultry. Poultry Science; 77: 1156- 1158 McDougald LR (2003) Protozoal Infections in “Diseases of Poultry”.Ed. Saif YM. Iowa State Press, Iowa. Morris BC (2002) Intestınal Mucosal Mast Cell Immune Response and Pathogenesis of Two Eimeria Acervulina Isolates in Broiler Chickens. Yüksek Lisans Tezi. Blacksburg, Virginia Morris GM, Gasser RB (2006) Biotechnological Advances in The Diagnosis of Avian Coccidiosis and the Analysis of Genetic Variation in Eimeria. Biotechnology Advances 24: 590–603 Naciri, M (2001) Coccidiosis in Chicken. Ingenieur de Recherches, Station de Pathologie Aviaire et de Parasitologie Institut National de la Recherche Agronomique, Nouzilly Okursoy S (2001) Tavuklarda Coccidiosis. In “Coccidiosis”. Ed. Dinçer Ş. META Basım, Bornova, İzmir. Permin A, Hansen JW (1998) The Epidemiology, Diagnosis and Control of Poultry Parasites. Food and Agriculture Organization of the United Nations Randall CJ (1991). Diseases and Disorders of the Domestic Fowl and Turkey. Iowa State Press, Iowa. Randall CJ, Reece RL (1996). Color Atlas of Avian Histopathology. Times Mirror International Publishers Limited. Turin. Reid WM (1978) Protozoa in “Diseases of Poultry”.Ed. MS Hofstad. Iowa State University Press, Iowa. Sarkar AK (2006) Pathological Study of Coccidiosis in Chick Bird. Research Journal of Animal and Veterinary Sciences 1(1): 55-56 Schnitzler BE, Shirley MW (1999) Immunological Aspects of Infections with Eimeria maxima: A Short Review. Avian Pathology 28: 537-543 Shane SM, Emeritus P (2005) Handbook on Poultry Diseases. American Soybean Association. Singapore Shimura K (2000) Coccidiosis. In “Color Manual Diseases of Birds”. Ed. S Sato. Japan International Agricultual Council Press, Smith CH, Long PL (1968) Coccidia and Coccidiosis in the Domestic Fowl and Turkey. Advances in Parasitology 1: 68-104 Sonaiya EB, Swan SEJ (2004) Small-Scale Poultry Production Technical Guide. Food and Agriculture Organization of the United Nations Press. Rome. Soomro NM, Rind R, Arijo AG, Soomro SA (2001) Clinical Gross and Histopathological Studies of Coccidial Infection in Chicken. International Journal of Agriculture & Biology 3(4): 426-427 Zulpo DL, Peretti J, Ono LM, Longhi E, Oliveira MR, Guimaraes IM, Headly SA, Guimaraes JS, Garcia JL (2007) Pathogenicity and Histopatholgical Observations of Commercial Broiler Chicks Experimentally Infected with Isolates of Eimeria tenella, E.acervulina and E.maxima Semina: Ciências Agrárias, Londrina; 28(1):97-104 Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 17 B r oyle r P iliç K e s im h a n e l e r i n d e H a y va n R e fa h ı U y gul a ma l a rı Broyler Piliç Kesimhanelerinde Hayvan Refahı Uygulamaları Mota-Rojas, D., Maldonado, M.J., Becerri, M.H., Flores, S.C.P., González-Lozano, M., Alonso-Spilsbury, M., Camacho-Morfin, D., Ramírez, R.N., Cardona, A.L., Morfin- Loyden, L. Welfare at Slaughter of Broiler Chickens: A Review. International Journal of Poultry Science, 7 (1): 1-5, 2008. Özet Gelişen teknoloji ile beraber piliç kesimhanelerinde kesilen hayvan sayısı dakikada 140-180 arasında değişen sayıda artarken, bazı hatalara bağlı olarak uygun bir kesim işlemi yapılamadığı durumlarda manuel olarak kesime müdahale edilebilir. Bu derlemede, günümüzde yaygın olarak kullanılan kesim yöntemlerinin Meksika’da uygulanan regülasyonlara göre değerlendirilmesi yapılarak; hayvan refahı ile insan tüketimine uygunluğu araştırılmıştır. Kesim yöntemlerinin, çalışanlar için güvenilir ve pratik olması ile birlikte hayvan refahı ve ekonomik açıdan da uygunluğunun tespit edilerek kullanılması sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: kanatlı, elektrik ile bayıltma, karbondioksit, boyun kesme, hayvan refahı Giriş Çeviren: Arş. Gör. Erhan KEYVAN Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı-ANKARA E-posta: erhankeyvan@yahoo.com. Tel: 0312 317 03 15/328 Piliçlerin bayıltılmasından sonra jugular ven ve karotid arterin kesilmesi ile haşlama işleminden önce hızlı bir kanama gerçekleştirilir (McNeal ve ark., 2003; González ve ark., 2007). Bazen broyler piliçlerin boyun arterlerinin yeterli oranda kesilmemesi sonucu, hayvanlar haşlama tankına canlı olarak girebilir. Bu nedenle, uygun bir bayıltma işlemi kullanılarak hayvanların bayıltılması ve kanın akıtılması ile haşlama tankına giren canlı hayvan sayısının azaltılması önemlidir (Stevenson, 1993). Bu derlemede hayvanların uygun metotlarla bayıltılarak insan tüketimine sunulması için uygulanan işlemlerin, Meksika’daki mevcut regülasyonlara göre karşılaştırılarak analiz edilmesi amaçlanmıştır. Bayıltma Yöntemleri Piliç kesimhanelerinde yapılan kesim sayısı, günümüzde uygulanan teknolojiler ile beraber dakikada 140-180’e ulaşmıştır. Ancak yetersiz bayıltma ve Kimyasal ürünler, mekanik veya elektrik ile bayılt- ekipman hataları nedeniyle kesime manuel olarak ma yöntemleri kullanılarak kanatlı hayvanların ke- müdahale gerekebilir (McNeal ve Fletcher, 2003; simi yapılabilmektedir. Hayvanların kesim anında McNeal ve ark., 2003). Bazı yazarlar, elektrik uygu- bayıltılması ve hayvan refahına uygun olarak kulla- laması ile hayvanların bayıltılmasını kanatlılar için nılması, yöntemlerin uygulanmasında temel amaç güvenilir bir yöntem olarak düşünmemektedir. Ayrı- olmalıdır (Contreras, 2001; González ve ark., 2007). ca kanatlı hayvanların boyunlarının yeterli kesilme- Meksika’da uygulanan regülasyonlara (Nom-033-Zoo, mesine bağlı olarak da haşlama tankına canlı girebil- 1995) göre bayıltma, kesime alınan hayvanın hızlı bir dikleri belirtilmektedir (Stevenson, 1993). Bayıltma şekilde bilinçten yoksun bir hale getirilmesi olarak yönteminin seçilmesinde dikkat edilmesi gereken tanımlanmaktadır. Bu metotların uygulanması ile diğer bir nokta ise: Özellikle boynun kesilmesi aşa- broyler piliçlerin en kısa zamanda hareketsiz hale masında hayvanın acı çekmemesi için, kan tamamen getirilerek, kanın akıtılması sırasında meydana ge- akıtılana kadar bilincin yeniden oluşmaması gerekir len kanat çırpma ve şiddetli kas kasılmaları gibi kar- (Gregory ve Wilkins, 1990). Bayıltma yöntemlerinin kas üzerine olumsuz etkili faktörlerin engellenmesi belirlenmesinde bazı noktalar göz önünde bulundu- amaçlanmaktadır (McNeal ve Fletcher, 2003; McNeal rulmalıdır: a) yöntem en az acı ile en fazla bayılt- ve ark., 2003). Konküsyon, başa gelen bir darbenin ma sağlamalıdır, b) personel güvenliği göz önünde etkisi sonucunda kafatası içerisinde beynin hareketi bulundurulmalıdır ve c) ekonomik olmalıdır. Aşağıda anlamına gelir. Eğer darbe şiddetli olursa yoğun doku tanımlanan farklı yöntemler broyler kesimhanelerin- hasarı oluşur ve beyin fonksiyonlarında kalıcı hasar de kullanılmaktadır. meydana gelebilir (Göksoy ve ark., 1999). 18 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 Bro y l e r Pi l i ç Ke si mha ne l e ri nde H a y v a n Re fa hı Uygu lam alar ı Manuel Boyun Kırma İşlemi Bu yöntem hayvanların atlanto-oksipital bölgeden boyunlarının kırılması esasına dayanır ve iki tip uygulaması vardır. Birinci uygulamada; hayvan sol ile kanatlardan tutularak sabitlenir. Boyun sağ elin orta ve işaret parmakları arasına alınır ve baş avuç içine gelecek şekilde tutulur. Orta ve işaret parmağıyla geriye doğru çekilerek boynun yerinden çıkarılması sağlanır. Diğer yöntemde ise hayvanın ayakları sabitlenir. Sol el ile kanat uçlarından tutulur ve hayvanın başı avuç içine gelecek şekilde tutularak boyun etrafında çevrildikten sonra işlem tamamlanır (Libby, 1975; Craig ve ark., 1999; Quintana, 1999). Bu yöntem, genellikle 10 haftadan büyük piliçler için kullanılır. Horozlar ve hindilerde uygulama zorluğundan dolayı sık olarak kullanılmamaktadır (Quintana, 1999). Meksika regülasyonlarına göre; manuel boyun kırma işleminin tavşan ve rodentler için kullanılmasına izin verilmesine rağmen kanatlılar için önerilmemektedir. ki elektrik 50 V’dur ve sinüzoidal bölgeden geçen akım ise 50 Hz 46 saniye/piliç olarak hesaplanmıştır. Baş bölgesinden geçen elektrik akımı ile epileptik bir atak yaratılır ve hayvanlarda bayılma şekillenir. Elektrik akımı piliç başına 40-45 mA olmalıdır. Ancak çeşitli faktörlere (piliçlerin büyüklüğü, tüylerin ıslak olması, yağ kompozisyonu vb.) bağlı olarak akım şiddeti değişebilir. Sıklıkla meydana gelen ekipman hataları ve yeterli mekanik kontrolün sağlanamaması operasyonu zorlaştıran faktörlerdir. Hayvanların su banyosuna girişlerinde fazla heyecanlanmalarından dolayı kanat ve göğüs kısımlarında defektler meydana gelebilir. Piliçlere uygulanan elektrik akımı yeterli ve kaliteli ise merkezi sinir sistemi (MSS) aracılığıyla tüm vücuda yayılır. McNeal ve ark., (2003), yüksek voltaj elektrik akımı (105-110 mA) uygulandığı zaman piliçlerde % 90 oranında kalp fibrilasyonu oluştuğunu, daha düşük uygulamalarda ise kesim anında hayvanlarda geri dönüşlerin olabileceğini vurgulamıştır. Ayrıca yüksek voltaj akımın (500 Hz), MSS’de cid- Boyun Kesme İşlemi di bozukluklar oluşturduğunu da gözlemlemişlerdir Boyun kesme işlemi, hayvanlardan kan örneği alı- (McNeal ve ark., 2003). Gregory ve Austin (1992), nacaksa uygun olabilir. Histopatolojik çalışmalarda beynin etkilenmemesi yöntemin avantajı olarak düşünülebilir. Hayvanlara en az acı vererek şekilde, keskin bıçaklı bir makas yardımıyla boyun kesilerek yüksek voltaj elektrik uygulamasıyla kırılmış kanat ve kemikler, göğüste derin hemorajiler ile kanat venlerinde konjesyon oluşma oranının arttığını saptamışlardır. Hemoraji ve kanat uçlarında meyda- işlem yapılır (Libby, 1975). na gelen kırmızı görünümün, 111-150 mA arasında Amerika Veteriner Tıp Derneği’ne göre bu yöntem, meydana gelen hemorajilerin 130 mA’den sonra şe- kanatlılar için kullanılabilir. Ancak hayvanı refahı killendiği tespit edilmiştir. açısından uygun olmadığı düşünülmektedir. Bu teknik, boyunda bulunan karotid arter ve juguler venin kesilmesi esasına dayanır (Craig ve ark., 1999). Meksika regülasyonuna göre ise başın gövdeden keskin oluşma oranının yüksek olduğu ve göğüs kaslarında Yüksek elektrik akımı uygulamasının kemiklerin kırılması üzerine etkisi Gregory ve Wilkins (1990), yaptıkları çalışmada gözlemlemiştir. Elektrik ile su bir obje ile ayrılması olarak tanımlanmıştır. banyosunda bayıltma sırasında akımın; kas kasılma- Elektrik Akımı İle Bayıltma Yöntemi lere neden olabileceği görülmüştür (Hillebrand ve larına, kemik kırıklarına ve göğüs etinde hemoraji- Elektrik akımı ile bayıltma yöntemi ticari kanatlı ark. 1996). Yüksek voltaj elektrik akımı uygulaması- işletmelerinde en yaygın kullanılan yöntemdir. Uy- nın (1, 500 Hz), düşük voltaj elektrik uygulanmasına gulamada beş farklı tipinin olmasına rağmen, en göre (50 Hz) daha fazla kırık kemiklere ve ventri- yaygın olarak kullanılanı ise elektrikli su banyosunda küler fibrilasyona yol açabileceği gözlenmiştir. (Gre- bayıltma yöntemidir (Göksoy ve ark., 1999). Elektrik gory ve ark., 1990). Konküsyon oluşturularak bayıl- ile bayıltma yönteminde kullanılan su banyosunda- tılan piliçlerin, elektrik uygulaması ile bayıltılanlara Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 19 B r oyle r P iliç K e s im h a n e l e r i n d e H a y va n R e fa h ı U y gul a ma l a rı göre daha az kırık kemik ve hemorajiler şekillendiği tasarlanırken hem bu noktaya hem de hayvanların görülmüştür. Ayrıca bu yöntemin, rigor mortis oluşu- zarar görmeden işlemin uygulanmasına dikkat edil- munu hızlandırması, etin daha çabuk olgunlaşması melidir. Gaz konsantrasyonu konteyner içerisinde ve parçalama işlemini kolaylaştırması gibi avantaj- % 40 olacak şekilde uygulanmalıdır (Buhr ve ark., larının olduğu belirtilmiştir (Göksoy ve ark., 1999). 1997). Gregory ve Austin (1992), 60-110 mA arasında uy- Karbondioksit farklı konsantrasyonlarda nitrojen ve guladıkları akım sonucunda hayvanlarda ölümlerin inert bir gaz olan argon ile karıştırılabilir. Gaz ka- meydana geldiğini saptamışlardır. Craig ve ark., rışımlarında oksijen oranı birim başına % 2 olmadığı (1999), yüksek amperde elektrik akımı uygulaması- zaman ölüm meydana gelir. Gaz karışımları ani bir nın (50 mA’e karşı 125 mA) rigor mortis oluşumunu etki yapmadan bayıltma işlemini gerçekleştirmelidir yavaşlatarak yaklaşık 6 saatte şekillendiğini tespit (Poole ve Fletcher, 1995). etmişlerdir. Post-mortem olarak elektrik akımı uygulaması ise rigor mortisi hızlandırmaktadır. Gaz yönteminin uygulanmasına bağlı olarak karkaslarda kemik kırıklarına, kas hemorajilerine daha az Piliçlerin hayvan refahına uygun şekilde kesilmesi, rastlanması, yöntemin avantajları olarak sayılabilir. et kalitesi açısından da önemli olduğu için çeşitli ya- Ancak kanda karbondioksit oranı artışı ve oksijen zarlar bu konu hakkında çalışmalar yapmıştır (Gre- oranının azalmasına bağlı olarak fizyolojik etkiler gory ve Austin, 1990; Mountney ve Parkhurst, 1995). meydana gelir. Sonuçta kan akımının yavaşlaması se- Stevenson (1993), broyler piliçlerin kesimden önce bebiyle karkas üzerinde olumsuzluklar şekillenebilir bilinçlerinin yeniden oluşması probleminin; 120 mA (Raj ve Gregory, 1991). akım uygulaması ve karotid arterin kesilmesi ile çözülebileceğini vurgulamıştır. Meksika resmi uygulamalarına göre; hayvan refahına uygun bir kesim: Yeterli akım uygulayarak hayvanların bayıltılması sonrası karotid arterin kesilmesi, kan akımının sağlanması ve haşlama tankına canlı hayvan girişinin önlenmesi şeklinde tanımlanmıştır. Raj ve Gregory (1991), yaptıkları çalışmada bayıltma yönteminin kan akıtılmasına etkisini değerlendirdikleri çalışmalarında: 1) 2 dakika % 45 Karbondioksit hava uygulaması 2) 2 dakika % 2 Oksijen (argon ile karışım) 3) Elektrik akımı uygulaması (77-104 mA) sonucu boyun kesme ile kan akıtılması işleminde önemli bir kayıp olmadığını tespit etmişlerdir. Kang Uygulanan akım şiddeti hayvan başına 80-120 mA ve ve Sam (1999), piliçlere tünel içerisinde 25 saniye 4 saniyedir. Ancak çoğu işletme alternatif bir yöntem % 40-60 konsantrasyonda CO2 uygulamıştır. Karbon- olarak hayvan başına 5-6 mA ve 10 saniye olarak uy- dioksitin 2.5 dakika uygulanması sonucu asfeksi gulamaktadır. Bu yöntemin uygulanması sonucunda nedeniyle ölüm şekillenmiştir. Sonuç olarak CO2 ile bazen yeterli kan akımının sağlanamadığı ve karkas bayıltma yönteminin, elektrik uygulamasına göre kalitesinin düşük olduğu belirtilmektedir (Richard- karkas üzerine olumsuz etkilerinin daha az olduğu sond ve Mead, 2001). ve rigor mortis oluşumunu hızlandırması sebebiyle Karbondioksit Uygulaması Karbondioksit inhalasyon yöntemi, solunum ile me- daha avantajlı olduğu vurgulanmıştır. Sonuç tabolik asidozis oluşturur ve serebrospinal sıvıda pH Hayvan refahına uygun bir şekilde kesim yapmak için değeri düşer, sonuçta bayılma şekillenir. Uzun süre gerekli bayıltma yöntemlerinin ekonomik, pratik ve inhalasyon sonucu ise ölüm meydana gelir (Buhr ve güvenilirlik açısından değerlendirilmesi yapılmıştır. ark., 1997; Kang ve Sams, 1999). Meksika’da yöntemlerini geliştirilmesi için daha faz- Bu yöntemin etkili bir şekilde uygulanması için gaz la araştırma yapılması sonucuna varılmıştır. konsantrasyonun konteyner içerisine kontrollü bir Kaynaklar şekilde verilmesi gerekmektedir. Araç ve gereçler Kaynaklar makaleden temin edilebilir. 20 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 K a n a tl ı l a rda Be sl e nme ni n Ba ğı rsa k S a ğl ı ğı Ü z e ri ne Etki si ( Yazı Dizis i-2 ) Kanatlılarda Beslenmenin Bağırsak Sağlığı Üzerine Etkisi Araş. Gör. Ali ÇALIK Prof. Dr. Ahmet ERGÜN (Yazı Dizisi-2) Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara calik@ankara.edu.tr ergun@veterinary.ankara.edu.tr Rasyonun Gastrointestinal Mikroflora Üzerine Etkisi Bağırsak mikroflorası, sindirim sisteminin bir parçası olup yaşayan tüm organizmalar gibi besin maddelerine gereksinim duyar ve üreyip gelişebilmeleri için gereksinim duydukları bu enerji rasyon ile alınan besin maddeleri tarafından karşılanır (Apajalahti ve ark,, 2004; Santos ve Ferket, 2006). Sindirim enzimlerine dayanıklı veya emilimi yavaş olan besin maddeleri kommensal mikroflora tarafından başarılı bir şekilde kullanılır (Apajalahti ve ark,, 2004; Santos ve Ferket, 2006). Gastrointestinal kanaldaki bakteri komposizyonu (niceliği ve oranı) tür spesifik olup, hayvanın yaşına (Grafik 2), fizyolojik durumuna, stres faktörlerine, çevreye, bağırsak bölümüne ve özelliklede rasyona bağlı olarak değişkenlik gösterir (Santos ve Ferket, 2006; Tellez ve ark., 2006). Bakteri Oranı, % 100% Clostridium 90% 80% E. Coli 70% 60% Campylobacter 50% 40% Salmonella 30% 20% Bifidobacter 10% Lactobacillus 0% 4 14 25 Yaş, gün Grafik 2: Farklı yaşlardaki (gün) broyler (Cobb) civcivlerin sekumlarındaki bakteri yoğunluğu (Amit-Romach ve ark., 2004). Yapılan çalışmalar, rasyonun bağırsağın toplam mikrobiyel populasyonu ve mukozal fizyolojisi üzerine büyük bir etkiye sahip olduğunu bildirilmektedir (Junior, 2005). Rasyona giren yem hammaddeler, bunların oranı ve uygulanan teknolojik işlemler bağırsak sağlığı ile yakından alakalıdır. Çünkü alınan besin maddeleri sindirim sistemindeki bakteri çeşitliliğini ve gelişimini yakından etkileyen potansiyel substrat özelliği taşır. Sindirim sistemi mikroflorası, tahıl tipine göre, özellikle de suda çözünen NOP’ların (Nişasta Tabiatında Olmayan Polisakkaritler) varlığında kolaylıkla modifiye edilebileceği bildirilmektedir. Bunun yanıda kullanılan yağ, protein ve nişasta kaynağı da mikroflora dengesini etkiler. (Gabriel, ve ark., 2006). Apajalahti ve ark. (2001) rasyonlarda kullanılan tahıl tanelerinin sekal mikroflora üzerine olan etkisini araştırmak için farklı kümeslerden mısır veya buğday ağırlıklı rasyonları tüketen 256 adet civcivin sekum içeriğini incelemişlerdir. Mikrobiyolojik analizlede % G+C profil metodunu kullanmışlardır. Analizler sonucunda sekumdaki bakteri pupulasyonunun kullanılan tahıla göre farlılık gösterdiği sonucuna varmışlardır. Mathlouti ve ark. (2002), arpa ve buğday ağırlıklı rasyonlar ile beslenen broylerlerde, sekumdaki Lactobacillus ve koliformları da kapsayan fakültatif anaerob bakteri populasyonunda, mısır ağırlıklı beslenen gruba göre artış gözlemişlerdir. Wilkie ve ark. (2005) broyler rasyonlarında kullandıkları çeşitli hayvansal (balık unu, et-kemik unu ve tüy unu) ve bitkisel protein (mısır gluteni, soya proteini, bezelye protein konsantresi ve patates protein konsantresi) kaynaklarının C. perfringens üzerine olan etkisini inceledikleri bir çalışmada, 28. günde ileum ve sekumda yapılan mikrobiyolojik analizlerde, hayvansal protein kapsayan rasyonları tüketen gruplarda C. perfringens yoğunluğunun, rasyonlarında mısır gluteni bulunan gruptaki hayvanlara göre daha fazla olduğu sonucuna varmışlardır (P < 0,05). İleumdaki en yüksek Lactobaccilus populasyonu mısır gluteni tüketen grupta saptanırken, en düşük et kemik unu tüketen grupta olduğunu tespit etmişlerdir. Bunun yanında diğer deneme grupları arasındaki farkın önemsiz olduğunu sonucuna varmışlardır (P < 0,05). Sekumdaki Lactobaccilus populasyonunun ise Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 21 K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2) tüm deneme gruplarında önemli bir farklılık göstermediği sonucuna varmışlardır. Kanatlı beslemesinde kullanın yem hammaddelerinin neredeyse tümü bir dizi işlemlerden geçmektedir. İşleme ile yem yapısında gözlenen en önemli iki değişiklikten birincisi, yemin makro ve mikro yapısındaki değişim ikincisi ise ısıl işlem uygulanmasını takiben kimyasal yapıda gözlenen değişikliklerdir (Svihus, 2006). Bağırsak sağlığı, rasyona giren hammaddeler ile yakından alakalı olduğu gibi bu hammaddelerin formuna, partikül büyüklüğüne, uygulanan işlemler ile de yakından alakalıdır (Engberg ve ark., 2002). Engberg ve ark. (2002), ileumdaki koliform ve enteroccoci populasyonun pelet formundaki yemleri tüketen grupta arttığı ayrıca sindirim kanalının distal bölümlerinde C. perfringens yoğunluğunun azaldığı sonucuna varmışlardır. Gabriel ve ark. (2003)’nın yürüttüğü bir broyler çalışmasında, tüm tane buğday ile beslenen grupta, öğütülmüş buğday ile beslenen gruba göre yararlı bakteri sayısının daha fazla olduğu, bunu yanında koliform bakteri yoğunluğunu ise daha az olduğu sonucuna varmışlardır. Rasyonlarda Antibiyotik Büyütme Faktörlerine Alternatif Olarak Kullanılabilecek Çeşitli Yem Katkı Maddeleri Görüldüğü üzere bağırsak sağlığı yönetimi için rasyonda yapılacak çeşitli düzenlemeler, stratejik önem taşımaktadır. Büyütme faktörü olarak kullanılan antibiyotikler gastro-intestinal sistemdeki patojen ve non-patojen mikroorganizmaları ortamdan elimine ederek alınan toplam enerjinin ortamdaki mikroorganizmalar tarafından kullanılmasını önler. Buna karşın, rasyonlarda alternatif olarak kullanılabilecek çeşitli doğal yem katkı maddeleri, ortamın mikroorganizma profilini değiştirmek suretiyle arzu edilmeyen mikroorganizmaların üremesine engel olur. Bu doğal alternatif ürünler; bağırsak pH’sını değiştirerek; koruyucu özelliğe sahip musinin belirli bir seviyede olmasını sağlayarak; asit fermentasyonunu uyararak; humoral immun yanıtın artmasını sağlayarak bağırsak sağlığını destekler (Ferket, 2002; Santos ve Ferket, 2006). AGP’lerin etki mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte, çeşitli çalışmalar sonucunda elde edilen veriler AGP’lerin: (1) subklinik enfeksiyonların şiddetini ve insidensini azalttığı; (2) alınan besin mad- 22 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 delerinin mikroorganizmalar tarafından kullanımını sınırlandırdığı; (3) bağırsak duvarının incelmesini sağlayarak besin maddelerinin emilimini arttırdığı; (4) gram-pozitif mikroorganizmalar tarafından sentezlenen ve büyümeyi baskılayan çeşitli metabolitlerin miktarını azalttığı; sonucuna varılmıştır (Huyghebaert ve ark., 2010). Niewold (2007), sitokin salınımı sonucu şekillenen akut faz reaksiyonunun iştah kaybına ve kas dokusunun yıkımlanmasına neden olduğunu vurgulamaktadır. Antibiyotiklerin büyüme uyarıcı etkisinin ise, immun hücreler tarafından sentezlenen ve salınan bu sitokinlerin baskılanması sonucu oluşabileceğini bildirmektedir. İdeal bir alternatif, büyütme faktörü olarak kullanılan antibiyotikler (AGP) gibi benzer etki göstermelidir. Efektif bir alternatif: (1) hayvanın sağlığını ve performansı olumlu yönde etkilemeli; (2) hem hayvanlar hem de insanlar için güvenli olduğu kanıtlanmalı; (3) depolama süresince etkinliği kaybetmemeli ve (4) kullanımı pratik olmalıdır (Junior, 2005). Antibiyotik büyütme faktörlerine alternatif olarak rasyonlarda kullanılabilecek yem katkı maddeleri içersinde; probiyotikler, prebiyotikler, sinbiyotikler, organik asitler, enzimler, çeşitli esansiyel yağlari saymak mümkündür. Probiyotikler Probiyotikler, bağırsak sağlığının ve dengesinin korunmasına yardımcı olan, canlının sağılığını ve performansını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalar olarak tanımlanmaktadır. Bu mikroorganizmalar arasında Lactobacillus, Bifidobacterium, Bacillus, Enterococcus ve Saccharomyces türlerini saymak mümkündür (Junior, 2005). İdeal bir probiyotik; yemin hazırlanması esnasında uygulanan işlemlere dayanıklı olmalıdı, aynı zamanda depolamaya, gastro-intestinal asiditeye ve safra tuzlarına karşı da direnç gösterebilmelidir. Bu şartları sağlayan ve probiyotik olarak kullanılabileceği düşünülen bakterilerin, herhangi bir antibiyotiğe karşı direnç geni taşımadığından da emin olunmalıdır (Huyghebaert ve ark., 2010). La Ragione ve ark., (2004) patojen ari civcivlerde, oral sonda ile uygulanan Lactobacillus johnsonii FI9785 ‘in (1 × 109 CFU) Salmonella enteriditis, Escherichia coli O78:K80 ve Clostridium perfiringens üzerine olan etkisini inceledikleri bir çalışmada, L. K a n a tl ı l a rda Be sl e nme ni n Ba ğı rsa k S a ğl ı ğı Ü z e ri ne Etki si ( Yazı Dizis i-2 ) johnsonii FI9785 uygulamasından 24 saat sonra S. enteriditis ve E. coli etkeni ile (1 × 105 CFU) enfekte ettikleri günlük civcivlerde, probiyotik uygulamasını takip eden 1, 5, 14 ve 36. günlerde bakteriolojik analiz yapmışlardır. Ayrıca 20 günlük yaşta oral yolla, L. johnsonii FI9785 (1 × 109 CFU) uygulamasını takip eden ilk 24 saat içersinde C.perfiringens (1 × 105 CFU) ile enfekte edilen broylerlerde 1,7 ve 36. günlerde bakteriolojik analiz yapmışlardır. Sekumdaki, S. enteriditis ve E. coli kolonizasyonunun L. johnsonii FI9785’den etkilenmediği ayrıca kontrol grubu ile karşılaştırıldığında dışkı ile atılan ekten sayısında önemli bir fark olmadığı sonucuna varmışlardır. Bunun yanında C.perfiringens’in kolonizasyonunu baskıladığı ve dışkıdaki etken sayısını düşürdüğü sonucuna varmışlardır. Araştırmacılar, L. johnsonii FI9785’in C. perfiringens kaynaklı nekrotik enteritis (NE) olgularını kontrol etmek ve neden olduğu ekonomik kayıpları azaltabilmek için kullanılabilecek bir alternatif olduğunu vurgulamaktadır. Timmerman ve ark. (2006) probiyotiğin uygulanma yolunun ve zamanının, probiyotiğin etkinliğini belirleyen en önemli iki faktör olduğunun altını çizmektedir. Araştırmacılar rasyon ilave edilerek uygulanan grupta, içme suyuna ilave edilene göre ortalama günlük canlı ağırlık artışının daha fazla olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca erken yaşta yapılacak probiyotik ilavesinin, arzu edilen bağırsak mikroflorasının daha erken yaşta şekillenebilmesine yardımcı olacağını belirtmektedir. Higgins ve ark. (2008) neonatal broyler civcivlere oral yolla ve kloaka yolu ile (vent lip - cloacal drop) uyguladıkları, Lactobacillus spp. kapsayan probiyotik kültürlerinin Salmonella enteritidis (SE) insiden- sini azalttığı sonucuna varmışlardır. Klasik uygulama metodlarının yanı sıra vent lip yöntemi ile farklı konsantrasyonlarda bile (102-107 CFU/civciv) uygulanan probiyotik kültürünün, SE insidensinde önemli bir farka yol açmadan azalttığı, ayrıca bu uygulamanın diğer metotlara göre daha etkin olduğunu vurgulamaktadırlar. Vila ve ark. (2009) broyler rasyonlarına ilave ettikleri 100 mg/kg Bacillus cereus var. toyoi sporunun (gramında 1010 canlı spor kapsar) S. enteritidis kolonizasyonunu ve invasyonunu azalttığı, günlük canlı ağırlık artışını ve yemden yararlanma oranını önemli derecede arttırdığı sonucuna varmışlardır. Ayrıca bacillus sporlarının pelet yapım işlemlerine dayanıklı olduğu ve canlılığını kaybetmediği bildirilmektedir (Knap, 2010). Hashemzadeh ve ark. (2010) çıkımı takiben çeşitli yollar ile uygulanan probiyotik kültürünün SE üzerine olan etkisini araştırdıkları çalışmada, probiyotik uygulamasının neonatal civcivlerde SE insidensini azalttığı sonucuna varmışlardır (Tablo 2). Tablo 2: Probiyotik uygulamasından sonra SE etkeni ile enfekte edilen neonatal civcivlerin, enfekte olmalarını takip eden 1. ve 7. günlerdeki sekal SE yoğunluğunun PCR yöntemi belirlenmesi. (P < 0,01) SE uygulamasını takip eden gün Uygulama Metodu 1d 7d Kontrol 0,39±0,24 a 0,41±0,25 a Oral Sonda 0,32±0,30 0,12±0,07 c Sprey 0,23±0,24 b 0,14±0,15 c Vent lip 0,15±0,24 b 0,04±0,04 c ab Tablo 3: FOS ve B. subtilis’in broyler bağırsak mikroflorasına etkisi. (LogCFU/g) Kontrol 3.Hafta Toplam Aerob Fructooligo-saccharide 8,91±0,27 a FOS + B. subtilis B. subtilis 8,79±0,38ab 8,67±0,34ab 8,49±0,21 b Antibiyotik 7,95±0,18 c E. coli 8,64±0,39 a 8,53±0,17 a 8,16±0,36 b 8,21±0,27 b 7,52±0,26 c Salmonella 6,95±0,47 a 6,03±0,35 b 6,19±0,26 b 5,46±0,32 c ND Lactobacillus sp. 7,30±0,34 8,18±0,38 8,03±0,29 8,45±0,19 a 6,75±0,48 d Toplam Aerob 8,79±0,25 a 8,21±0,18 b 8,35±0,28 b 7,86±0,33 c 8,29±0,27 b E. coli 8,43±0,28 a 7,65±0,19 b 7,78±0,35 b 7,59±0,37 b 7,62±0,31 b Salmonella 6,89±0,31 5,92±0,23 6,14±0,27 5,58±0,19 c 5,87±0,21 b Lactobacillus sp. 8,12±0,28 c 9,37±0,26 a 7,93±0,38 c c b b 6.Hafta a b 8,89±0,25 b b 8,76±0,33 b Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 23 K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2) Santini ve ark. (2010) 55 adet Lactobacillus ve Bifidobacterium türüne ait çeşitli bakterilerin, Campylobacter jejuni üzerine olan antimikrobiyel aktivitesini incelemişlerdir. Yapılan in vitro çalışmalar toplam 6 adet Lactobacillus ve 5 adet Bifidobacterium’un diğerlerine oranla C. jejuni’ye karşı daha yüksek antibakteriyel aktivite gösterdiği sonucuna varmışlardır. Elde ettikleri in vitro veriler ışığında L. plantarum PCS 20’nin uygulanan işlemlere, safra asitlerine ve düşük pH derecelerine olan direnci, B. longum PCB 133’ün ise diğer Bifidobacterium türlerine oranla daha yüksek antimikrobiyel aktivite göstermesi ve safra asitlerine karşı dirençli olması sebebiyle sayılan bakteri türlerini in vivo denemelerde de kullanmışlardır. Her iki bakteri türünü 108 CFU oranında ağız sondası ile 15 gün boyunca broyler civcivlere günde bir kez uygulamışlardır. L. plantarum PCS 20’nin dışkıdaki konsantrasyonu saptanabilecek bir düzeyde olmadığı buna karşın B. longum PCB 133’ün konsantrasyonun uygulama süresince ve uygulama bitimini takip eden 6 gün boyunca sürekli olarak arttığını gözlemlemişlerdir. B. longum PCB 133 uygulanan grupta, dışkıdaki Campylobacter jejuni konsantrasyonun giderek azaldığını fakat kontrol grubunda deneme süresi boyunca bir değişiklik olmadığını gözlemlemişlerdir. Araştırmacılar B. longum PCB 133’ün gıda kaynaklı campylobacteriosis vakalarının insidensini azaltmaya yönelik rasyonlarda yem katkı maddesi olarak kullanılabileceğini önermektedirler. mektedir (Ergün, 2007; Dunkley ve ark., 2009). Kalın bağırsaklara gelen besin maddelerinin tümü potansiyel bir prebiyotik özelliği taşısa da, yararlı etkileri ancak mikroorganizmalar tarafından etkin bir şekilde kullanılabildiği taktirde ortaya çıkar. Prebiyotikler yalnızca probiyotik bakteriler tarafından kullanılabilirken, clostridia, proteolitik bacteriodes ve toksijenik E. coli gibi çeşitli patojen mikroorganizmlar tarafından kullanılamaz. Böylelikle Lactobacillus ve Bifidobacterium dominant özellik kazanır ve sağlıklı bir bağırsak mikroflorası şekillendirilebilir (Ferket ve ark., 2005). Bu sayılan etkileri nedeniyle, kanatlılarda gözlenen enterik problemlerin önüne geçebilmek veya azaltmak, yararlı mikroorganizmaların üreyip gelişmelerini uyarmak için rasyonlara belirli oranlarda ilave edilmesi doğru bir yaklaşımdır (Santos ve Ferket, 2006). İnulin ve pektin gibi prebiyotiklerin, intestinal mikrobiyel fermentasyon, laktik asit sentezi, intestinal mukoza ve dışkı üzerine çeşitli etkileri olduğu bildirilmektedir (Stadermann, 1989; Drochner ve ark., 1992; 1993). Yusrizal ve Chen (2003a) broyler bazal rasyonlarına ilave edilen hindibadan elde edilmiş inulin ve oligofruktozun, canlı ağırlığı, karkas ağırlığını, yemden ya- Prebiyotikler Bağırsak mikroflorasını düzenlemek için rasyonlarda kullanılabilecek diğer bir alternatif ürün de prebiyotiklerdir. Prebiyotikler, bağırsak ortamındaki yararlı bakterilerin üreyip gelişmelerini uyaran, sindirilemeyen karbonhidrat fraksiyonları olarak tanımlanmaktadır (Dunkley ve ark., 2009). Üzerinde en çok durulan oligosakkaritlerden ikisi fruktooligosakkaritler (FOS) ve mannanoligosakkaritler (MOS) olup bunların yanında trans-galaktooligosakkaritler, ksilo-oligosakkaritler, staşiyoz ve rafinoz da sayılabilir. (Ferket ve ark., 2005; Ergün ve Saçaklı, 2008). Bu ürünlerin bakteriyel fermentasyona uğraması sonucu bağırsak pH’sı düşer (Santos ve Ferket, 2006). Ayrıca bakteriyel fermentasyon sonucunda kanatlı için bir enerji kaynağı olan SCFA üretilir. Yapılan çalışmalarda, prebiyotiklerin bağırsak mukozasını iyileştirdiği, villus uzunluğunu arttırdığı, ince bağırsaktaki maltaz, amilopeptidaz ve alkali fosfataz enzim aktivitesini yükselttiği ayrıca besin maddelerinin bağırsaklardaki geçiş süresini uzatarak sindirimini arttırdığı bildiril- Oksipol %80 Oral Çözelti Tozu Oksitetrasiklin HCI %80 Her adımda zirveye biraz daha yaklaşın! Dağcılıkta hedef zirveye ulaşmaktır. Oksipol %80 ile Oksitetrasikline duyarlı bakterilerin yol açtığı enfeksiyonları bertaraf ederek mükemmel sonuç alırsınız. 24 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 oksipol ilan 12x8.indd 1 15.08.2011 17:11 CreAMINO® – Etteki değeri yeminize kazandırın • Daha az yem • Daha hızlı büyüme • Daha çok et • Daha çok kazanç www.creamino.com | feed-additives@evonik.com K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2) rarlanma oranını arttırdığı, serum kolesterol düzeyini düşürdüğü sonucuna varmışlardır. Yusrizal ve Chen (2003b)’nın hindiba kullandıkları diğer bir çalışmada ise, rasyona ilave edilen fruktanların sindirim sistemindeki Lactobacillus spp. sayısını arttırdığı, Campylobacter ve Salmonella yoğunluğunu azalttığı sonucuna varmışlardır. Prebiyotiklerin, spesifik bakterilerin mevcut olmadığı durumlarda herhangi bir yararlı etkisi olmadığı bildirilmektedir. Bu nedenle çeşitli araştırmacılar prebiyotiklerin spesifik probiyotiklerle birlikte kullanılmasını önermektedir. Kullanılan bu ürünler de sinbiyotik olarak isimlendirilmektedir (Apajalahti ve ark., 2004) Li ve ark. (2008) aureomycin ilave edilen gruba göre, FOS ve B. subtilis ilave edilen grupta diyare %58 ve mortalite olgularının ise %67 daha az olduğunu gözlemlemişlerdir. Deneme süresinin 3. ve 6. haftalarında sekum içeriğinde yaptıkları mikrobiyolojik analizlerde, kontrol grubuna göre tüm deneme gruplarında Lactobacillus spp. sayısı artarken Salmonella, E. coli ve toplam aerob bakteri sayısında azalma olduğu sonucuna varmışlardır. Araştırmacılar sinbiyotik ürünlerin etkisinin sinbiyotiği oluşturan bileşenlerin bireysel etkilerinden daha yüksek olduğunu bildirmektedir (Tablo 3). Jung ve ark. (2008) broyler bazal rasyonlarına belirli konsantrasyonlarda, GOS (Galaktooligosakkarit) ve/ veya Bifidobacterium lactis ilave ettikleri gruplar ile kontrol grubu arasında canlı ağırlık, yemden yararlanma oranı, yem tüketimi açısından önemli bir fark olmadığı sonucuna varmışlardır. Bunun yanında deneme gruplarında 7. ve 40. günde yapılan mikrobiyolojik analizde, dışkıdaki toplam anaerob bakteri, lactobacillus ve bifidobacter oranında önemli bir artış gözlemlemişlerdir. Awad ve ark. (2009), broyler rasyonlarına belirli oranlarda ilave ettikleri sinbiyotik (Enterococcus faecium, hindibadan elde edilmiş prebiyotik ve alg kaynaklı immun modulatör içemektedir) ve probiyotiğin (heterofermentatif ve homofermentatif Lactobacillus sp.) canlı ağırlık, canlı ağırlık artışı, karkas randımanı ve yemden yararlanma oranı üzerine olan etkisini araştırmışlardır. Elde ettikleri veriler ışığında, sinbiyotik verilen grubun performans parametreleri, hem kontrol hem de yalnızca probiyotik ilave edilen gruba göre daha yüksek olduğunu saptamışlardır. Gruplar arasında, ince bağırsaklar dışındaki 26 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 diğer organ ağırlıklarında, önemli bir farka rastlamamışlardır. Yapılan histomorfolojik incelemelerde probiyotik ve sinbiyotik ilavesinin hem duedonumda hem de ileumda villus yüksekliğini ve villus yüksekliği : kript derinliği oranını arttırdığı sonucuna varmışlardır. Araştırmacılar her iki katkı maddesinin de alternatif olarak kullanılabileceği ve bağırsak sağlığını destekleyeceği kanısına varmışlardır. Organik Asitler ve Tuzları Antibiyotik büyütme faktörlerine alternatif olarak kullanılabilecek katkı maddeleri arasında organik asitleri ve tuzlarını da saymak mümkündür. Yapılan çalışmalar, organik asitlerin (OA) broyler performansı üzerine olan olumlu etkilerinin yanı sıra, C. perfringes’in neden olduğu subklinik NE vakalarının insidensini azalttığını bildirmektedir (Timbermont, 2009). Ayrıca rasyona ilave edilen organik asitlerin, protein ve aminoasit sindirilebilirliğini arttırdığını belirten çeşitli çalışmalar da mevcuttur (Junior, 2005). Bitki ve hayvan dokularında doğal bir bileşeni olmasının yanı sıra, sekumdaki bakteriyel fermentasyon sonucunda da meydana gelirler (Van der Wielen ve ark., 2000; Adams, 2007). Adams (2007), katkı maddesi olarak kullanılan organik asitlerin patojenik bakterilerin üremesini sınırlandırdığını, bunun yanında non-patojen bakterilerin büyümesini ve gelişmesini tetikleyen bir substrat veya karbon kaynağı olarak da rol oynadığını bildirmektedir. Farklı kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip çok sayıda organik asit, rasyona veya içme suyana belirli oranlarda ilave edilerek kullanılabilir. Hayvan besleme alanında kullanılan organik asitlere; sitrik, propiyonik, fumarik, laktik, formik ve benzoik asit örnek olarak verilebilir (Junior, 2005). Organik asitlerin kalsiyum, potasyum ve sodyum tuzları şeklinde kullanımı da yaygın bir uygulama olup organik asitlere göre kokusuz ve daha az korozif bir özelliğe sahip olması, hayvan beslenme açısından çeşitli avantajlar sağlar (Huyghebaert ve ark., 2010). Antimikrobiyel etkilerinin temelinde ise, mikroorganizmaların bulunduğu ortamdaki pH’yı değiştirmesi yatar (Meeusen ve Hagemans, 2010). Ancak ortam pH’sına ve çözünebilirlik derecelerine göre etki şiddetleri değişkenlik gösterir. Çözünebilik derecesi organik asitin karboksil grupları üzerine olan affinitesine bağlı olup çözünme sabiti (pKa) olarak tanımlanır K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2) (Junior, 2005). Yüksek pKa değerine sahip olanlarda antimikrobiyel aktivitenin daha fazla olduğu ayrıca etkinliğinin zincir uzunlu ve doymamışlık derecesine ile birlikte arttığı da bildirilmektedir (Huyghebaert ve ark., 2010). Bir organik asitin çözünebilirliği Henderson-Hasselbach denklemi ile tahmin edilebilir (Santos ve Ferket., 2006). civcivleri kullanmışlardır. Rasyonlarına asetik asit ve formik asit ilave edilen gruplarda, 8. günde yapılan incelemelerde karaciğerde, dalakta ve sekumda kolonizasyon artışı gözlemişlerdir. Butirik asitin ise sekumdaki Salmonella Enteritidis kolonizasyonu önemli miktarda azalttığını, fakat karaciğerde ve dalakta aynı etkiye yol açmadığını bildirmektedirler. Çözünmüş formda, ortama protonları serbest bırakarak pH’sının düşmesine yardımcı olur. Laktik asit üreten bakterilerin dışındaki (Lactobacilli, Streptococci, Bifidobacter) birçok patojen mikroorganizma (Salmonella, E.coli) pH 4,5’un altında üremelerini durdurur. Organik asit anyonları çözündükleri zaman lipit permeable değildir. Çözünmemiş (non-iyonize) formda ise lipofilik karakterde olup gram negatif bakterilerin hücre memranlarından kolaylıkla geçebilme özelliğine sahiptir. Hücre içerine girdiklerinde çözünerek plazma pH’sını düşürürler. Hücre, plazma pH’sını ideal seviyelere getirebilmek hücre içersindeki H+ iyonlarını hücre membranı aracılığı ile elimine etmek zorundadır. Bu işlem çok fazla enerji gerektirdiği için hücrenin ölmesine neden olur (Nava ve ark., 2009; Meeusen ve Hagemans, 2010). Nava ve ark. (2009) içme suyuna % 0.0525 oranında ilave ettikleri farklı organik asit karışımlarının etkinliğini inceledikleri çalışmada, OA kullanılan gruplar ile kontrol grubu arasında 16, 22, 30 ve 36. günlerde canlı ağırlık, CAA, yemden yararlanma oranı ve su tüketimi açısından önemli bir farka rastlamamışlardır. İleumda yapılan mikrobiyolojik analizlerde 15. günde konrol grubu ile OA kullanılan gruplar arasındaki Lactobacillus spp. oranında farklılık gözlenmezken (P ≤ 0,05) 22. ve 29. günlerde OA kullanılan gruplarda Lactobacillus spp. oranı önemli miktarda arttığını gözlemlemişlerdir. Canlı ağılık artışı ve yemden yararlanma oranı üzerine olan sınırlı etkisi nedeniyle kanatlı yetiştiriciliğinde, domuz yetiştiriciliğinde olduğu kadar yaygın bir kullanım alanı bulamamıştır (Langhout, 2000; Meeusen ve Hagemans, 2010). Ancak yapılan bazı çalışmalar, broyler rasyonlarına ilave edilen fumarik, propiyonik, sorbik ve tartarik asitin yemden yararlanma oranını ve canlı ağırlığı arttırdığını bildirmektedir (Huyghebaert ve ark., 2010). Rasyona veya içme suyuna ilave edilen organik asitler, aynı zamanda enerji kaynağı olarak da kullanılır. Dalmossa ve ark. (2008), butirik asitin bağırsak epitel hücreleri tarafından enerji kaynağı olarak kullanıldığı ayrıca epitel hücre proliferasyonu ve farklılaşmasını uyardığını gözlemişlerdir. Aynı zamanda düşük konsantrasyonlardaki butirik asitin bağırsak mukozal bariyerini güçlendiği bildirilmektedir (Peng ve ark. 2007). Adams (2007), rasyona % 0,2 düzeyinde ilave edilen bütirik asitin, koksidiyoz olan broylerlerde performansı ve karkas kalitesini olumlu yönde etkilediğini bildirmektedir. Van Immerseel ve ark. (2004a) mikroenkapsülasyon işlemi uygulanmış SCFA’lerinin Salmonella kolonizasyonu üzerine olan etkisini inceledikleri çalışmada, kuluçkadan çıkımı takip eden 5. ve 6. günlerde, 5 × 10 3 CFU S. Enteritidis ile enfekte ettikleri broyler 28 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 Kaproik, kaprilik, kaprik ve laurik asit gibi orta zincirli yağ asitlerinin (MCFA), Salmonella enfeksiyonları üzerine kısa zincirli yağ asitlerine göre daha etkin olduğu bildirilmektedir (Vandeplas ve ark., 2010). Yapılan çalışmalar, 25 mM konsantrasyonundaki 6 ila 10 karbonlu asitlerin S. Enteritidis üzerine bakteriyostatik etki gösterdiği ancak etkenin 100 mM SCFA’i ise tolere edebildiği gözlenmiştir (Van Immerseel ve ark., 2003; 2004b). Ancak araştırmacılar, MCFA’lerinin antibakteriyel aktiviteleri üzerine daha geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerektiğini bildirmektedir (Vandeplas ve ark., 2010). Enzimler Kanatlıların sindirim sistemleri omnivor memeli hayvanlarla karşılaştırıldığı zaman kısa oluşları ve sindirim enzimlerinin sayısal azlığı, bu enzimlerin aktivitelerindeki nicel ve nitel düşüklük ile dikkati çeker. Ayrıca yemlerin tavukların sindirim sistemindeki pasajı da 4-12 saat gibi oldukça kısa bir zaman dilimi içersinde gerçekleşir. Bunun yanında bazı besin maddelerinden ya hiç ya da sınırlı düzeyde yararlanabilirler (Ergün, 2007). Bu nedenle de, tüketilen rasyondaki çeşitli besin maddelerinin sindirilebilirliğini ve yemden yararlanma oranını arttırmak ve en önemlisi de yem maliyetlerini azaltabilmek için yem katkı maddesi olarak kullanılabilecek enzimler, son yıllarda hayvan besleme alanında geniş bir kullanım alanı bulmuştur (Ewing, 2008). Kullanılan enzimlerin büyük bir bölümü (Tablo 4) bazofilik mikroorganizmaların fermantasyon ürünüdür (Clarkson ve ark., 2001). K a n a tl ı l a rda Be sl e nme ni n Ba ğı rsa k S a ğl ı ğı Ü z e ri ne Etki si ( Yazı Dizis i-2 ) Tablo 4: Hayvan beslemede yem katkı maddesi olarak kullanılan çeşitli enzimler (Ewing, 2008) Enzim Etkisi Kullanımı Beta-glucanase Beta-glukanları oligosakkarıitlere ve glikoza yıkımlar Arpa ağırlıklı rasyonlarda Pentosanase Pentosanları düşük molekül ağırlıklı son ürünlere ve glikoz kadar yıkımlar Buğday ağırlıklı rasyonlarda Amilaz Nişastayı yıkımlar Nişasta bakımından zengin rasyonlarda Lipaz Yağları yağ asitlerine yıkımlar Yağ içeriği yüksek rasyonlarda α - galaktosidaz Oligosakkaritleri yıkımlar Soya küspesi ve baklagil taneleri fazla olan rasyonlarda Proteinases Proteinleri peptitlere yıkımlar Soya ve soya yan ürünleri gibi Fitaz Fitik asit şeklinde bağlı olan fosforun yararlanılabilirliğini arttırır vFosforun bitkisel kaynaklı yem maddelerinden karşılanacağı zaman Besin maddelerin hızlı bir biçimde sindirilebilmesi ve emilebilmesi, sağlıklı bir besleme açısında önem taşır. Çünkü sindirimin veya sindirilmiş besin maddelerinin emiliminin yavaş olduğu durumunda, daha fazla nişasta ve protein sindirim sisteminin son kısımlarına doğru ilerleyerek bu bölümlerde bulunan patojen mikroorganizmalar tarafından kolaylıkla değerlendirilebilir (Adams, 2007; Ewing, 2008). Bu durumda bağırsaklardaki bakteri yoğunluğundaki artışın yanı sıra, mikroorganizma dengesi ve dominant karakterdeki bakteri populasyonu değişiklik gösterir. Aynı şekilde bağırsak viskozitesinde artışa neden olan suda çözünen NOP’ların da benzer bir etkiye yol açtığı bildirilmektedir (Ewing, 2008). Enzimlerin yem katkı maddesi olarak kullanılacağı durumlarda uyulması gereken bir takım kritik noktalar bulunmaktadır. Öncelikli olarak enzimin hedef aldığı substrat rasyon içersinde yeterli miktarda olmalı ve hayvan, enzimatik reaksiyon sonucu oluşan bu son ürünü kullanabilmelidir (Dale, 2000). Bunların yanında yemlerin işlenmesi sırasında etkinliği korumalı, ayrıca hem depolama esnasında hem de gastro-intestinal sisteme girdikten sonra stabilitesini kaybetmemelidir (Odetallah, 2000). Bedford (2000), enzimlerin gastro-intestinal mikroflora üzerine olan etkisini, ileum fazı ve sekum fazı olmak üzere iki başlık altında toplamıştır. Kullanılan enzimlerin, besin maddelerinin sindirilebilirliği arttırarak ve dolaylı olarak mikroorganizmaların kullanabileceği substrat miktarını sınırlandırarak ileumdaki bakteri yoğunluğunu azalttığı, sekum fazında ise kullanılan enzimin gösterdiği aktivite sonucunda meydana gelen bazı yan ürünlerin yararlı mikroorganizmalar tarafından kullanıldığını ve sekumdaki bakteri populasyonunun dolaylı olarak arttırdığını bildirmektedir. Rasyona, çeşitli karbonhidratları sindirmeye yönelik dışarıdan ilave edilen enzimler, bitkisel kaynaklı karbonhidratları depolimerize ederek oligomer, mono-, di- ve tri-sakkaritlerin oluşmasını sağlar. Pankreas veya ince bağırsak enzimleri oluşan bu yan ürünlerin birçoğunu hedef almaz. Bu nedenle de sindirimden ve emilimden kaçan bu son ürünler özellikle sekumda bakteriyel substrat olarak kullanılır (Bedford, 2001). Steenfeldt ve ark. (1998) tavuk rasyonlarına ilave edilen arabinoksilanazın sekum pH’sında düşüşe yol açtığını bildirmektedirler. pH’da gözlenen bu düşüşün de arabinoksilanların parçalanması sonucu mikrobiyel fermantasyonda kullanılabilecek substrat miktarının artması ve fermantasyon sonucu SCFA konsantrasyonundaki artıştan kaynaklandığının altını çizmektedirler. Fernandez ve ark. (2000) buğday ağırlıklı broyler rasyonlarına belirli oranda ilave edilen ksilanazın sekumdaki Campylobacter jejuni sayısını önemli derecede azalttığını (103 CFU/g) ancak bu oranın gıda güvenliği açısından yeterli olmadığını bildirmektedirler. Jackson ve ark. (2003) broyler rasyonlarında kullandıkları β-mannanaz’ın canlı ağılık ve yemden yararlanma oranı üzerine önemli derecede etki gösterdiği ayrıca Eimeria sp. ve C. perfringens’in neden olduğu bağırsak lezyonlarını azalttığı sonucuna varmışlardır. Aromatik Bitkiler ve Esansiyel Yağlar Son yıllarda gündeme gelen alternatif yem katkı maddelerinden en fazla ilgi çekenlerden birisi de aromatik bitkiler ve bunlardan ekstrakte edilen çeşitli uçucu yağlardır (Bilgin ve Kocabağlı, 2010). Antibiyotik büyütme faktörlerine alternatif olarak kul- Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 29 K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2) lanılabileceği düşüncesi, hayvan besleme alanında bu bitkilere ve yağlarına yönelik çalışmalara hızlandırmıştır. Bu esansiyel yağlar bitkilerin odunsu olmayan bölümlerinden distilasyon işlemleri ile genellikle de buhar veya hidrodistilasyon işlemleri sonucunda elde edilirler (Dorman ve Deans, 2000). Şu anda bilinen 2600 adet bitkisel uçucu yağın büyük bir kısmı hidrokarbon, alkol, ester, aldehit çok az miktarda da mum ve parafin karışımından oluştuğu bildirilmektedir. Esansiyel yağların çalışma mekanizması hakkında iki değişik görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan birincisi endojen enzimlerin stimülasyonu sonucu artan enzim miktarı ve aktivitesi ikincisi ise bağırsak mikroflorasının regülasyonu ile hayvan sağlığının korunmasıdır (Zhang ve ark, 2005). Bu yağlar tek başlarına veya bir karışım şeklinde diğer yem katkı maddeleri ile birlikte kullanımları mevcuttur (Bilgin ve Kocabağlı, 2010). Rasyonlarda kullanım miktarlarının ise 0,01 ila 30 g/kg gibi çok geniş bir aralıkta olduğu bildirilmektedir (Mountzouris ve ark., 2009). Yapılan çalışmalar esansiyel yağların; besin maddelerinin geçiş hızını, sindirim enzimi sekresyonunu ve aktivitesini etkilediği ileri sürmektedir. Birçok baharatların (curcumin, capsaicin, ginger gibi) pankreatik sindirim enzimi sekresyonunu uyardığı bildirilmiştir. Bu bileşenlerin broylerlerde tripsin, lipaz ve amilaz gibi çeşitli enzimlerin aktivitesini de arttırdığını bildiren çeşitli çalışmalar da mevcuttur (Mountzouris ve ark., 2009). Jamroz ve ark. (2005) rasyonlara ilave edilen çeşitli bitki ekstraktlarının 41 günlük broylerlerde lipaz enzimi aktivitesini % 38 ila % 46 oranında arttırdığı sonucuna varmışlardır. Jamroz ve ark. (2006) mısır ve arpa-buğday ağırlıklı iki farklı rasyonda 100 mg/kg oranında kullandıkları ticari bir preparatın (% 5 carvacrol, % 3 cinnamaldehyde ve % 2 oranında capsicum oleoresin içermektedir) 21. ve 42. günlerde bezli mide ve jejunumun morfolojisine ve histolojisine olan etkisini araştırmışlardır. Erken yaşta, mukus sekresyon yoğunluğunun ve gastro-intestinal hücreler içersindeki birikiminin kotrol gruplarına göre daha yüksek olduğu ancak 42 günlük yaşta ise azaldığını gözlenmiştir. Araştırmacılar, bitki ekstraktı ilavesi sonucu mukus miktarında ve kalınlığında gözlenen artışın, E. coli, C. perfringens gibi çeşitli patojenlerin adezyonunda azalmaya neden olabileceğini bildirmektedirler. Esansiyel yağların gösterdiği mikrobiyel aktivite kıs- 30 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 men de olsa kanıtlanmış en önemli özelliklerinden birisidir. Çeşitli esansiyel yağların, Listeria monocytogenes, Salmonella typhimurium, S. enteritidis, Escherichia coli O157:H7, Shigella dysenteria, Bacillus cereus, Pseudomonas aeruginosa gibi çeşitli gıda kaynaklı patojenlere karşı etki gösterdiği bildirilmektedir (Mountzouris ve ark., 2009). Bunların yanında, Giannenas ve ark., (2003) kekik esansiyel yağının Eimeria tenella üzerine antikoksidial etki gösterdiğini saptamışlardır. Ancak esansiyel yağların, sindirilebilirlik, bağırsak fonksiyonları, immun sistem üzerine gösterdikleri mekanizmalar kesin olarak açıklanamadığı gibi büyüme uyarıcı etkisi de henüz kesinleşmemiştir (Mountzouris ve ark., 2009). Sonuç Kanatlı endüstrisi 50 yılı aşkın bir süredir, birim başına verimi arttırmak ve yemden yararlanma oranını iyileştirmek için beslenme, genetik, sevk ve idare alanında önemli adımlar atmıştır ve bu gelişmeler önümüzdeki yıllarda da devam edecektir. Antibiyotik büyütme faktörlerinin kullanımının yasaklanması ise kanatlılarda bağırsak sağlığı kavramını gündeme getirmiştir. Bağırsak sağlığı teriminin; rasyona, bağırsak mikroflorasına, intestinal mukozaya bağlı birçok faktörün etkisi altında olduğu ve bu dengenin doğan alternatif ürünlerle nasıl regüle edebileceği sorusu bu yöndeki çalışmalara yön vermiştir. Günümüzde de sadece insan sağlığına yönelik çalışmaların değil hayvan sağlığına yönelik çalışmaların da temelini oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalar da alternatif ürünlerin antibiyotik büyütme faktörlerinin yerini alabileceği varsayımını desteklemektetir. Bu gün gelinen noktada, gıda ve çevre güvenliği tartışılan en önemli konulardan biri haline gelmiştir. Yani diğer bir çok endüstri alanında olduğu gibi, global paradigma kanatlı endüstrinde de verim yönlü yetiştiricilikten halk sağlığı açısından güvenlilik arz eden bir üretime doğru kaymıştır. Bu nedenle de gelecekte gıda güvenliği ve hayvan refahına ilişkin konular, kanatlı beslenmesinin büyük bir bölümüne yön vereceği öngörülmektedir. Bağırsak sağlığı kavramının ise bu konular ile yakından ilişkili olması bu yöndeki çalışmalara da hız kazandıracaktır. Kaynak Kaynaklara yazarların arşivinden ulaşabilirsiniz. S almon e lla 2 Salmonella 2* İsimlendirme ve Sınıflandırma Salmonellalar tümüyle E.coli, proteus ve klebsiella gibi kanatlı bakterilerini de içeren Enterobacteriaceae familyasının üyesi olan Salmonella cinsine aittir. Salmonella cinsi sadece iki tür içerir. Bunlardan daha büyük olanı, S.enterica, 2,500 kadar paratifoid suş içerir. Bunlar Salmonella enteritidis örneğini kullanarak Salmonella enterica subspecies enterica serovar enteritidis şeklinde adlandırılır. Anlaşılacağı üzere bu ifade uzundur o yüzden günlük kullanımda Salmonella enteritidis olarak bahsedilir. Salmonella’nın çeşitli serotipleri varyantlar içerir. S. enteritidis’te bunlar faj tipleri (PTs) olarak, S. typhimurium’da bunlar tanımlayıcı tipler (DTs) olarak bilinmektedir. Bakteriyel Morfoloji ve Üreme Salmonella spor oluşturmayan çomaklar ya da basiller olarak tanımlanır ve tipik olarak 0,7-1,5 x 2,0-5,0 µm boyutlarındadır. Tüm bakterileri boyamayla ilgili duvar özelliklerine göre Gram pozitif ya da Gram negatif olarak ayıran Gram boyama salmonellayı Gram negatif olarak tanımlar. Tipik olarak paratifoid salmonellalar hareketlidir ve hareket flagella ile sağlanır. Laboratuvarda salmonellalar aerobik ya da anaerobik koşullar altında iyi gelişir. Salmonellalar 37oC de ürer ancak 45 oC ye kadar olan sıcaklıklarda üreme özelliğine sahiptir. Bu durum laboratuarda salmonellayı örneklerde, özellikle fekal olan, mevcut olan diğer bakterilerin üremediği 42 oC’de üretmemizi mümkün olur. Bu önemlidir, çünkü birçok örnekte salmonellalar azınlıktaki organizmalardır ve salmonella kültürü uygun bir ifadeyle mikrobiyolojik olarak samanlıkta iğne aramaya benzer. Salmonellanın Duyarlılığı Salmonella normalde ısıya duyarlıdır. Pişirme kanatlı 32 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 etindeki salmonellayı yok eder ve ısı (örneğin 57 oC de 70 dakika) bozulmamış yumurtadaki salmonella etkenini ortadan kaldırabilir. Pastörizasyon likit yumurtada salmonella kontrolü için uygulanır. Yumurta sarısının likit olarak kalmasına olanak sağlayan ‘az haşlanmış yumurtalar’ gibi pişirme yöntemleri salmonellanın canlı kalmasına olanak sağlayacaktır. Isı/buhar uygulaması kanatlı yemini salmonelladan uzak tutmak için yaygın olarak uygulanmaktadır. Daha düşük sıcaklıklarda bu işlem yaygın olarak ‘peletleme’ şeklinde bilinmektedir fakat daha yüksek sıcaklıklarda ‘iklimlendirme’ olarak bilinmektedir. Radyasyon salmonellayı kanatlı ürünlerinden uzaklaştırır fakat çoğu ülkede bu uygulama tüketiciler tarafından beğenilmemektedir. Dezenfektanlar salmonellayı öldürür ancak bir kanatlı barınağını tamamen salmonelladan ari hale getirmezler. Kanatlı yemlerinden salmonellayı uzaklaştırmak için çeşitli kimyasallar kullanılmıştır. Salmonellanın Canlılığı S. enteritidis’in kanatlı altlığı ve yeminde iki yıldan fazla canlı kalabildiği bilinmektedir fakat altlıkta canlılığı altlık pH’si ve su aktivitesine bağlıdır. Nobilis® IB 4/91 & IB Ma5 Günlük yaşta Nobilis Ma5 ve 14. günde Nobilis IB 4/91 ile aşılama çok sayıda varyant enfeksiyöz bronşitis saha enfeksiyonlarına karşı mükemmel bir çapraz koruma sağlar. ...sürülerinizi ve kazancınızı koruyun! İntervet Veteriner İlaçları Paz. ve Tic. Ltd. Şti. Şişli Ayazağa Yolu No:3 Çelik İş Merkezi B-Blok Kat:1 34396 Ayazağa / İstanbul Tel : (0212) 331 01 00 Fax : (0212) 332 11 17 0 800 2199010 Ücretsiz Ürün Danışma Hattı www.msd-animal-health.com www.enfeksiyoz-bronsitis.com