Farklı Oranlarda Kullanılan Çay Posasının Marul Bitkisi
Transkript
Farklı Oranlarda Kullanılan Çay Posasının Marul Bitkisi
Uluslararası katılımlı ‘Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’ 2015 BİLDİRİLER ÖZEL SAYISI Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X © Bu dergi kısmen ya da tamamen izinsiz hiçbir yöntemle basılamaz, çoğaltılamaz ve dağıtılamaz. Bilimsel yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergi özel sayısında yer alan bildiriler bilimsel hakem değerlendirmesine göre yayınlanmıştır. 2 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Uluslararası katılımlı; ‘Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’ 2015 20-23 Mayıs 2015 ‘Saglıga Giden Yol’ BİLİNÇLİ SAĞLIKLI YAŞAM DERGİSİ Bildiriler Özel Sayısı Ankara, 2016 3 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 4 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X SUNUŞ Sağlıklı ve uzun yaşamın sırrı dengeli ve doğal beslenme, her türlü zararlı alışkanlıklardan uzak durma, düzenli uyku ve spor yapmaktan geçmektedir. Günümüzde ise genellikle yoğun bir tempo ile çalışılmakta, dengesiz ve yetersiz beslenme, stres gibi faktörler insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Son yıllarda ayrıca yoğun kentleşme ile birlikte sağlıksız gıda tüketimi ve özellikle ev dışı hızlı beslenme alışkanlıklarında da büyük artışlar gözlenmiştir. Oysa yapılan sayısız bilimsel araştırmalar, kimi sağlıksız gıdalar ile başta kanser olmak üzere çoğu hastalıklar arasında kesin bir ilişki olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır. Bunlara birde tütün ve benzeri zararlı alışkanlıklar, sentetik kimyasallar, hormonlar ve tarım ilacı kalıntıları gibi diğer olumsuzluklar eklendiğinde sorun daha da ciddi bir hal almaktadır. Sağlıksız beslenen kişilerde vücut direnci azalmakta, enfeksiyon riski artmakta, halsizlik, damar sertliği, kanser, karaciğer hastalıkları, şeker, tansiyon gibi sayısız sağlık sorunları ortaya çıkabilmektedir. Diğer taraftan, organik üretim, doğal gıdalar, doğal ilaçlar, bitkisel tedavi yöntemleri, tamamlayıcı tıp teknikleri, ekolojik yaşam gibi konularda günümüzde büyük bir kavram kargaşası ve bilgi kirliliği yaşanmakta, insanlar doğal denilerek sunulanları düşünmeden alıp kullanabilmektedir. Bu tür kargaşaların önüne geçilmesi, konunun uzmanları tarafından tartışılması ve tüketicilerin bilinçlendirilmeleri önemli bir görev olarak görülmektedir. Kısacası, topraktan soframıza dek uzanan beslenme zincirinin her halkasında, başta tarım, gıda, beslenme, sağlık ve spor olmak üzere sağlıklı yaşam unsurları ile ilgili tüm disiplinlere düşen sorumluluklar bulunmaktadır. Bu konuda disiplinler arası karşılıklı bilgi ve tecrübelerin bilimsel veriler ışığında birlikte tartışılması, elde edilen bilgilerin toplumun tüm kesimleri ile paylaşılması büyük öneme sahiptir. Bu amaçla, T.C. Başbakanlık Sağlık Koordinatörüğü’nün öncülüğünde ve Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi ev sahipliğinde uluslararası katılımlı ‘Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’2015 organize edilmiştir. Farklı çözüm ortaklarını bir araya getirmesi, karşılıklı deneyimlerin paylaşılması ve ortak kararlar alınmasını sağlayan zirve, oldukça geniş bir katılımla gerçekleştirilmiştir. Ulusal ve uluslararası güçlü işbirliklerinin kurulması açısından da önemli bir fırsat olan zirveye katılımlarınız ve değerli katkılarınızdan ötürü teşekkür ederiz. Saygılarımızla, Editörler Prof.Dr. Celil Göçer T.C. Başbakanlık Sağlık Koordinatörü Prof.Dr. Mehmet Rüştü Karaman Yüksek İhtisas Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Doğal-Der Başkanı Prof.Dr. Nevin Şanlıer Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı 5 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 6 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Onursal Başkanlar Prof.Dr. Azmi Özcan Prof.Dr. Yunus Söylet Prof.Dr. Mehmet Rüştü Karaman Onur Kurulu Dr. Nihat Pakdil Prof.Dr. Eyüp Gümüş Prof.Dr. Lütfi Akca Faruk Özçelik Prof.Dr. Mustafa Öztürk Prof.Dr. Ersan Aslan Nesrin Çelik M. Rifat Hisarcıklıoğlu Şemsi Bayraktar Prof.Dr. Erkan İbiş Prof.Dr. Süleyman Büyükberber Prof.Dr. A.Murat Tuncer Prof.Dr. M.İhsan Karaman Prof.Dr. Sabri Gökmen Prof.Dr. Osman Şimşek Prof.Dr. Ayşe Baysal Prof.Dr. Öztekin Oto Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşarı Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşarı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Ankara Üniversitesi Rektörü Gazi Üniversitesi Rektörü Hacettepe Üniversitesi Rektörü İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörü Namık Kemal Üniversitesi Rektörü Beslenme Eğitimi ve Araştırma Vakfı Başkanı Türkiye Kalp ve Sağlık Vakfı Başkanı Türk Diyabet ve Obezite Vakfı Onursal Başkanı 7 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 8 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organizasyon Komitesi Başkanlığı Prof.Dr. İlhan Doran Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fak. Prof.Dr. Nevin Şanlıer Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Organizasyon Komitesi Prof.Dr. İrfan Şencan Prof.Dr. İrfan Erol Prof.Dr. Özkan Ünal Doç.Dr. Masum Burak Mevlüt Gümüş Dr. Gürsel Küsek Prof.Dr. Ahmet R. Mermut Prof.Dr. Nevzat Artık Prof.Dr. M. Sait Gönen Şemsi Kopuz Prof.Dr. Vural Gökmen Prof.Dr. Ayten Namlı Prof.Dr. Uygun Aksoy Dr. Ayhan Dağ Prof.Dr. Hasan İlkova Prof.Dr. A.Kadir Halkman Prof.Dr. Medine Güllüce Yıldıray Gençer Prof.Dr. Ahmet Başaran Prof.Dr. Nurettin Heybeli Prof.Dr. Tanay Sıdkı Uyar Prof.Dr. Fatih Gültekin Prof.Dr. Rahmi Türk Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Tarımsal Araşt. ve Politikalar Genel Müdürü Bitkisel Üretim Genel Müdürü Tarım Reformu Genel Müdürü ECSS ve EUROSOIL Başkanı Ankara Üniv. Gıda Güvenliği Enstitüsü Müdürü Türkiye Endokrin. ve Metabolizma Dern. Bşk. Türkiye Gıda ve İçecek San. Dernek. Fed. Bşk. Ulusal Gıda Teknoloji Platformu Başkanı Türkiye Toprak Bilimi Derneği Başkanı Türkiye Organik Tarım Hareketleri Birliği Türkiye Diyetisyenler Derneği Başkanı Türk Diyabet Cemiyeti Başkanı Gıda Teknolojisi Derneği Başkanı TÜBİTAK Bideb Üyesi TÜRKTOB ve TSÜAB Başkanı Türkiye Doping Kontrol Merkezi Başkanı Organ, Doku, Hücre Nakli Derneği Başkanı EUROSOLAR Türkiye Başkanı Helal Gıda Derneği Başkanı SOMTAD Soğutma Muhafaza Dern. Başk. 9 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 Prof.Dr. Mustafa N. İlhan Prof.Dr. Cemal Çevik Prof.Dr. Engin Eker Prof.Dr. Metin Turan Prof.Dr. Harun Parlar Prof.Dr. Rüveyda Akbay Cengiz Celayir Doç.Dr. Toker Erguder Zeki Ilgaz Prof.Dr. Tarkan Karakan Doç.Dr. Saniye Bilici Doç.Dr. Duygu Ö.Demiralp Doç.Dr. Metin Yıldırımkaya Doç.Dr. Eda Köksal Samim Saner Doç.Dr. Fahri Yakaryılamz Doç.Dr. Selcen Darçın Dr. Mehmet Küçük Prof.Dr. Aydın Adiloğlu Doç.Dr. Erdal Eren Doç.Dr. Mevlüde Karadağ Doç.Dr. Turgut Kutlu Doç.Dr. Metin Başaranoğlu Y.Doç. Serap Kızılaydemir Y.Doç.Dr. Sema Leblebici Dr. Aynur Özbahçe Dr. Şehnaz N. Yalçın Şemsettin Toprak ISSN 2149-147X Türkiye Bilinçli Sağlık Platformu Başkanı Akupunktur ve Tamamlayıcı Tıp Derneği Bşk. Türkiye Alzheimer Vakfı Başkanı Ulusal Humik Madde Derneği Başkanı Münih Teknik Üniversitesi Gıda Enst. Başkanı Bilimsel Tavukçuluk Derneği Türkiye Başkanı Türkiye İlaç Sanayi Derneği (TİSD) Başkanı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Türkiye Temsilcisi Türkiye Süt, Et, Gıda San. ve Ürt. Birliği Başkanı Prebiyotik ve Prebiyotik Derneği Başkanı Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Ankara Lokman Hekim Hastanesi Başhekimi Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Ankara Lokman Hekim Hastanesi Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fak. Toprak Mahsülleri Ofisi Yönetim Kurulu Üyesi Namık Kemal Üniv. Bitki Besleme A.B.D. Başkanı Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Sağlık Y.O. Müdürü Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fak. Bezmialem Üniv. Gastroenteroloji A.B.D. Başkanı Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Tarım Bilim. Tekn. Fak. Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Tarım Bilim. Tekn. Fak. Toprak Gübre Su Merkez Araştırma Enst. Müdürü Ankara Lokman Hekim Hastanesi Türkiye Yeşilay Cemiyeti Ankara Şubesi Bşk. 10 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Ulusal Bilim Kurulu Prof.Dr. Emine Akalın Prof.Dr. Ahmet Rüçhan Akar Prof.Dr. Meral Aksoy Prof.Dr. Dilek Anaç Prof.Dr. Mustafa Aslan Prof.Dr. Sevil Başoğlu Prof.Dr. H.Tanju Besler Prof.Dr. Yavuz Beyatlı Prof.Dr. Yasemin Beyhan Prof.Dr. Hayati Bilgiç Prof.Dr. Dilek Boyacıoğlu Prof.Dr. Faruk Bozoğlu Prof.Dr. Uğur Coşkun Prof.Dr. H.Nedim Çetin Prof.Dr. Gürhan R. Çiftçioğlu Prof.Dr. Abdurrahman Çömlekçi Prof.Dr. H.Yıldız Daşgan Prof.Dr. Recep Demirbağ Prof.Dr. Mehmet Demirci Prof.Dr. Sedef Nehir El Prof.Dr. Funda Elmacıoğlu Prof.Dr. Cevdet Erdöl Prof.Dr. İsmail Filya Prof.Dr. Muazzez Garipağaoğlu Prof.Dr. Erdoğan Güneş Prof.Dr. Şengül Hablemitoğlu Prof.Dr. Mehmet İnan Prof.Dr. Neriman İnanç Prof.Dr. Yüksel Kan Prof.Dr. Efsun Karabudak 11 İstanbul Üniversitesi Ankara Üniversitesi Bahçeşehir Üniversitesi Ege Üniversitesi Gazi Üniversitesi Acıbadem Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Gazi Üniversitesi Haliç Üniversitesi Gülhane Askeri Tıp Akademisi Karadeniz Teknik Üniversitesi Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gazi Üniversitesi Sakarya Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Çukurova Üniversitesi Harran Üniversitesi Namık Kemal Üniversitesi Ege Üniversitesi Marmara Üniversitesi TBMM Sağlık Komisyonu Uludağ Üniversitesi Medipol Üniversitesi Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Gazi Üniversitesi Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 Prof.Dr. Ayşe Karaduman Prof.Dr. A.Vahap Katkat Prof.Dr. Mükerrem Kaya Prof.Dr. Nurgül Keser Prof.Dr. Yunus Kılıç Prof.Dr. Gül Kızıltan Prof.Dr. Hüseyin Koç Prof.Dr. Ali Koşar Prof.Dr. Hamit Köksel Prof.Dr. N.Mücella Müftüoğlu Prof.Dr. Sonay Sözüdoğru Ok Prof.Dr. F. Akın Olgun Prof.Dr. İlkay E. Orhan Prof.Dr. İbrahim Ortaş Prof.Dr. Ayşe Özfer Özçelik Prof.Dr. Metin Petek Prof.Dr. Kadir Saltalı Prof.Dr. İbrahim Saraçoğlu Prof.Dr. M.Bilgin Saydam Prof.Dr. Fatih Seyis Prof.Dr. Bülent Sivri Prof.Dr. Gökhan Söylemezoğlu Prof.Dr. Metin Saip Sürücüoğlu Prof.Dr. Fikrettin Şahin Prof.Dr. Seçil Şatır Prof.Dr. Erol Şengör Prof.Dr. Muhittin Tayfur Prof.Dr. Aziz Tekin Prof.Dr. İlyas Tuncer Prof.Dr. Şefik Tüfenkçi Prof.Dr. Halil Vural Prof.Dr. İlhan Yetkin Prof.Dr. Neziha Yılmaz 12 ISSN 2149-147X Hacettepe Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Sakarya Üniversitesi TBMM Tarım Komisyonu Başkent Üniversitesi Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ankara Lokman Hekim Hastanesi Hacettepe Üniversitesi Çanakkale Onsekiz Mart Üniv. Ankara Üniversitesi Ege Üniversitesi Gazi Üniversitesi Çukurova Üniversitesi Ankara Üniversitesi Uludağ Üniversitesi K.Maraş Sütçü İmam Üniversitesi Marmara Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan Üniv. Hacettepe Üniversitesi Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi Hitit Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Başkent Üniversitesi Ankara Üniversitesi İstanbul Medeniyet Üniversitesi Yüzüncü Yıl Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Gazi Üniversitesi Bozok Üniversitesi Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İçindekiler BÖLÜM I. TARIM, İYİ TARIM UYGULAMALARI ... ve ORGANİK ÜRETİM 15 BÖLÜM II. GIDA HİJYENİ ve GÜVENLİĞİ …….…… 407 BÖLÜM III. BESLENME ve DİYETETİK ……….…… 531 BÖLÜM IV. SAĞLIKLI YAŞAM VE SPOR …….…… 13 699 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 14 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X BÖLÜM I. TARIM, İYİ TARIM UYGULAMALARI (İTÜ) ve ORGANİK ÜRETİM 15 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 16 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Anadolu Toprakları ve Doğal Bitki Kaynaklarının Korunması ve Tescillenmesi İbrahim A. Saraçoğlu1, Sedat Karadeniz2 Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, 34668, Haydarpaşa, İstanbul/Türkiye. Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, İstanbul/Türkiye E-posta: saracoglu@profsaracoglu.com 1 2 Özet: Tarımda sürdürebilirlik doğal kaynakların korunmasına doğrudan bağlıdır. Hibrid veya transgenik (GDO) tohumlar ve bu tohumların bitkileri, doğal kaynakları oluşturmaz. Doğal kaynaklar aynı zamanda genetik kaynaklardır. Tohumda genetik kaynakların yok olması tarımda dışa bağımlı kalmak demektir. Sürdürülebilir tarımda, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde tarımsal ürünleri tanımak ve korumak amacıyla birçok doğal ürün belirli standartlarda tescil edilmektedir. Kayıt altına alınan doğal ürünler Genotip ve Fenotip esas alınarak yapılmaktadır. Bu sistemde kayıt altına alınan seçilmiş ürünler PDO (Protected Designation of Origin), PGI (Protected Geographical Indication) ve TSG (Traditional Speciality Guaranted) olarak adlandırılan ve geleneksel özelliklerini koruyan bir takım standartlar altında yapılmaktadır. Avrupa Birliğinin PDO, PGI ve TSG standartlarına göre yapılan kayıt ve tesciller; Anadolu Topraklarının zengin biyolojik çeşitliliğini tanımlamakta, kayıt altına alarak tescil edilmelerinde yetersizdir. Anadolu Topraklarına ait orijinal bitki ve orijinal tohumlarımızın kaynağının Anadolu olmadığını uluslararası tahkimde üzülerek görmek zorunda kalacağız. Bu nedenle Anadolu Topraklarının doğal kaynaklarının genotip (GT), fenotip (PT), PDO, PGI ve TSG gibi tescil ve tanımlama standartlarına ilaveten mutlaka alt tür ve cinslerinin içerdikleri kimyasal maddelerine göre, kategorik sınıflandırılmasına gidilmesi zorunludur. Kimyasal kategorik sınıflandırma Kimyasal taksonomi (Chemotaxonomy CT) yatay geçişleri ve yatay geçişlerin ortaya çıkardığı biyolojik çeşitlilik birimlerinin belirlenmesinde en önemli analitik yöntemdir. Bu yöntem sayesinde genetik kaynakların biyolojik çeşitliliği ve orijinleri belirlenerek, Anadolu Topraklarından başka ülkelere kaçırılarak tescil edilmiş birçok bitkinin öz kaynağı belirlenmiş olacaktır. Sonuç olarak; Anadolu Topraklarına ait tohum ve bitkilerin, Avrupa Birliği Uyum Paketinin öngördüğü standartlara ilaveten Chemotaxonomik normu da esas alarak (uygulayarak) ileride doğacak birçok hukuksal savaşın önünü kesmiş ve Anadolu’nun zengin biyolojik çeşitliliğinin Anadolu’ya ait olduğunu kanıtlamış, tescil etmiş ve de Anadolu’nun bitki örtüsünün bağımsızlığını belgelemiş olacağız. Anahtar kelimeler: Doğal Tohum, Hibrit Tohum, Gdo ve İnsan Sağlığı 17 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Conservation of Anatolian Soils and Registering Natural Plant Resources Abstract: Sustainability in agriculture is directly linked to the preservation of natural resources. Hybrid or transgenic (TG) seeds, and plants of these seeds do not constitute the natural resources. Besides, natural resources, at the same time, are the genetic resources. The loss of genetic resources in seed means to remain dependent on foreign agriculture. In sustainable agriculture, especially in European Union (EU) countries, many natural products are recorded/registered in certain standards in order to recognize and protect these products. The records/registration of these products are based on their genotypic and phenotypic features. The selected products in this system are recorded under three schemes such as PDO (protected designation of origin), PGI (protected geographical indication) and TSG (traditional specialty guaranteed) to protect the product names from misuse and imitation. However, these schemes become inadequate in terms of recording and registering the rich biological diversity of Anatolian soils. Thus, we will have to see, in regret, at international arbitration that Anatolia is not the source of these plants and seeds though they originally belonged to Anatolia. Therefore, in addition to genotype (GT), phenotype (PT), PDO, PGI and TSG recording/ registration standards, the categorical classification of subspecies and varieties, according to the chemical compounds, is imperative. Chemical categorical classification “Chemotaxonomy (CT)” is the most important analytical method to determine the horizontal transfers and horizontal transfer exposed biological diversity units. Thanks to this method, biological diversities of genetic resources and their origins could be identified; therefore, the origin of many plants, which once have been smuggled from Anatolian soils to other countries and registered, will have been determined. As a result; in addition to the standards set by European Union Harmonization Package for the plants and seeds of Anatolia, adaptation of Chemotaxonomic norm in plant recordings/registrations will prevent many legal battles to possibly occur in future. Moreover, this will prove and register the Anatolia's rich biodiversity, and will also document the exclusiveness of Anatolia vegetation. Key words: Natural seed, Hybrid seed, GMO and human health 18 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Giriş Bitkiler, yeryüzünün yaşama elverişli olmasını sağlayan canlılardır. Yediğimiz besinler doğrudan bitkilerden ya da bitkilerle beslenen hayvanların ürünlerinden elde edilmektedir. Bitkiler, sadece beslenme değil aynı zamanda giyim, yağ, ilaç gibi yaşamsal kalitemizi etkileyen ürünler için gereksinimlerimizi sağlarlar (Rates, 2001; Kalpesh ve ark., 2011; Mtunzi ve ark., 2012). Türkiye, coğrafi yapısı ve ekolojik koşulları nedeniyle dünyanın en önemli gen merkezlerinin başında gelmektedir. Ülkemiz florasında bulunan yaklaşık 12.000 bitkinin 3.500 kadarı endemik özellik göstermesi gen merkezi önemini daha da arttırmaktadır (Kaya, 2009). Bitki genomunda var olmayan yeni bir genetik materyal bitki genomlarına aktarıldığında, aktarılan bölgedeki mutasyon nedeniyle bitkinin fenotipinde ya da kimyasal yapısında beklenmeyen değişikliklerin oluşabileceği bilinmektedir (Cellini ve ark., 2004; Latham ve ark., 2006; Rischer ve Oksman-Caldentey, 2006). Genetiği değiştirilmiş bitkilerde beklenmeyen etki, hedef genlerin oluşturduğu özellikler dışında, geliştirildiği anacından farklı olarak gerçekleşen fenotipik, tepkisel ve yapısal değişiklere denir. Beklenmeyen etkilerin bazıları öngörülebileceği gibi bazılarını tahmin etmek mümkün değildir. (Cellini ve ark., 2004; Kleter ve Kok, 2010). Genetiği değiştirilmiş organizmaya eklenmiş olan DNA ‘nın kromozamların yapısını bozup kromozomlar üzerindeki genlerin yeni bir düzenlemeye gidebileceği ve gen fonksiyonlarının etkilenebileceği belirtilmiştir. Bir organizmaya başka bir organizmadan enfekte edilen genetik materyalin mevcut genetik materyallerle allelik olmayan interaksiyonlarına girmesi öngörülemeyen bir takım sonuçlara zaman içinde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir (Wahl ve ark., 1984; Cellini ve ark., 2004; Kleter ve Kok, 2010). Beklenmeyen etkiler, genetik yapısı değiştirilmiş ürünün güvenliğini yakından ilgilendiren bir olaydır. Genetik modifiksyon sayısı arttıkça beklenmeyen etkilerin oranı artmaktadır. Karmaşık şekil alan genetik değişiklik beklenmeyen etkileri teşvik etmektedir Kleter ve Kok, 2010). FOE (Friends of the Earth) verilerine göre, 2013 yılında 27 ülkede 18 milyon çiftçi tarafından GDO ekimi yapılmış ve %92’si ise altı ülke (ABD (70,1 milyon ha), Brezilya (40,3 milyon ha), Arjantin (24,4 milyon ha) , Hindistan (10,8 milyon ha), Kanada (yaklaşık 6 milyon ha) ve Çin (3,9 milyon ha) ) tarafından gerçekleştirilmiş. Uluslararası biyoteknoloji şirketleri tarafından global tohum pazarının %70, zirai kimyasal madde satışının % 75 ve Genetiği Değiştirilmiş (GD) tohum pazarının tamamını elinde bulundurmaktadır (Anonim, 2013). Genetiği değiştirilmiş organizmaların tohumları doğaya yayılması hayvanlar aracılığı ile olabileceği gibi, yem işleme, hasat sırasında ve nakliye süreçleri sırasında da gerçekleşebilir. Gen kaçışının potansiyel sebepleri tohum ve çiçek tozudur (Pessel, 2001; Devos ve ark., 2004; Legere, 2005). Herbisitlere karşı Cry proteini içeren transgenik bitkiler, habitatlarında mevcut olan bitkileri de etkileyebilirler. Herbisitlere dayanıklı çeşitlerin etkilediği hedef dışı organizmalar zararlıların doğal düşmanları ve tozlayıcılar, toprak organizmaları, hedef dışı 19 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X otçullar, tehlikesiz türler, lokal çeşitliliğe katkıda bulunan diğer türler örnek olarak verilebilir (OECD, 2007; Sanvido ve ark., 2007). Brassica rapa ve Brassica oleracea genomlarının birleşmesiyle oluşan kolza (Brassica napus), aynı türden bitkilerin yaklaşık % 30’u ile tozlanabilmektedir. Gen kaçışının çoğunlukla Brassica rapa, diğer kolza varyeteleriyle ve diğer türlerle olabildiği belirtilmiştir (Tzotzos, 2009). Yapılan başka bir çalışmada kolzadan (Brassica napus) lahanaya (Brassica juncea) gen kaçışının yüksek olduğu bildirilmiştir (Song ve ark., 2010). Bilindiği gibi, transgenik mısır çeşitleri (Zea mays ssp. mays) ile yabani mısır çeşitleri (Zea mays ssp. mexicana) yakın akraba olduklarından, genetik olarak uyum sağlarlar. Bu sebeple, çiçek tozu aracılığı ile gen geçişlerinin mümkün olduğu belirtilmektedir (Anonim, 2009). Transgenik bitkilerin bazıları döllenip ve çiçek tozlarını canlı olarak çok uzak mesafelere gönderebilen bitki türlerindendir. Bu nedenle transgenik türlerden yabanil (ari) gen kaynaklarına gen geçiş olasılığı çok yüksektir. Amerika’nın Teksas eyaletinde son derece korumalı koşullar altında yetiştirilen organik mısır çeşidi olan Terra Prima’ ya çiçek tozu aracılıyla gen aktarımı sağlandığı ve transgenik özellik gösterdiği saptanan mevcut ürünün tamamı toplanarak yok edilmiştir (Bett, 1999). Toprakta bulunan organizmaların, transgenik mısır bitkilerinin taşıma ve yem işleme sırasında istem dışı veya bu ürün ile beslenen hayvanların sindirim sisteminden dışkı ile çevreye doğrudan yada dolaylı yollarla yayılan Cry proteinlerinin etkisi incelendiğinde, genetiği değiştirilmiş ürünlerin antibiyotiklere dirençlilik ve toksik özellikleri dikkat çekmektedir (Anonim, 2009). Transgenik DNA’nın, laboratuvar koşullarında toprak bakteri ve mantarlarına ve tarla koşullarında çiçek tozu aracılığı ile arı larvalarının bağırsaklarındaki bakterilere geçtiği belirtilmiştir (Schluter ve ark., 1995; Bergelson ve ark., 1998; Sorochinskii ve ark., 2011 ). Genetiği değiştirilmiş organizmalardan üretilen gıda ve yemlerde bulunan transgenlerin, insan ve hayvanların sindirim sistemlerinde bulunan mikroorganizmalarla enfekte olabilme riski bulunmaktadır. Böyle bir durumda insan sağlığının olumsuz etkilenmesi söz konusudur. Bu ihtimalin önemsiz olarak adlandırmak bilimsel yaklaşıma aykırıdır. Örneğin, transgenik ürünlerdeki Cry proteininin, mikrobiyel işlemlerden korunmakla birlikte topraktaki mineraller tarafından tutularak, insektisidal aktivitesini sürdürdüğü (Koskella ve Stotsky, 1997; Crecchio ve Stotsky, 1998; OECD, 2007; Valldor ve ark., 2015) ve ekim alanında 9-40 gün arasında ömrünün olduğu (Marchetti ve ark., 2007; Accinelli ve ark., 2008) belirtilmiştir.Fareler üzerinde yapılan çalışmada üç farklı genetiği değiştirilmiş mısırın (NK 603, MON 810 ve MON 863) karşılaştırmalı besleme demelerinde kan ve organlara ilişkin veriler değerlendirilmiştir. Transgenik mısır ile beslenen farelerde yan etkilerin ortaya çıktığı belirlenmiştir. Özellikle, karaciğerde albümin /globülin oranı ve böbreklerde ürin kreatin ve potasyum değerlerindeki toksisite belirlenmiştir. Aynı zamanda, kalp, adrenal salgı bezleri, dalak ve hematolojik sistemde de bazı önemli etkiler belirlenmiştir. Çalışma sonucunda hepatorenal toksisitenin, genetik yapısı değiştirilmiş mısırlardaki glifosata ve böceklere dirençliliği sağlayan genlerden (cp4 epsps, cry1Ab ve 20 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X cry3Bb1) kaynaklandığı belirtilmiştir (de Vendomois ve ark., 2009). Avusturya Sağlık Bakanlığı tarafından Kasım 2008’de yapılan bir başka deneyde mısırın NK603xMON810 çeşidi ile beslenen farelerin 3. nesilde sperm ve yumurta sayısında azalma ve buna bağlı olarak üreme oranlarında düşüş gözlenmiştir. Aynı şekilde farelerin böbrek, akciğer ve karaciğerlerinde deformasyonlar gözlenmiş ve kontrol grubu ile karşılaştırmalarında çok önemli sağlık sorunlarının ortaya çıktığı saptanmıştır (Velimirov ve Binter, 2008). DNA, ölü bitki dokularında, hücre çeperi ve duvarı aracılığı ile birkaç gün geçiş özelliklerini koruyacak biçimde kalabildiği belirtilmiştir (Nielsen ve ark., 2000). Günümüze kadar yapılan çalışmalar, bitki DNA’sının, toprağın yapısına, pH değerine, nemine ve mikrobiyel aktivitesine bağlı olarak, birkaç saatle birkaç gün içerisinde toprak bakterilerine geçebileceğini göstermektedir (Anonim, 2009). Bu süre zarfında topraktaki mikroorganizmaların transgenik bitki parçalarına maruz kalıp gen geçişi gerçekleşebilmektedir (Paget ve Simonet, 1997; Ma ve ark., 2011). Moleküler (PCR tabanlı) ve immünolojik testlerden yararlanılarak yapılan bir çalışmada, Bt11 genetiği değiştirilmiş mısır çeşidi ile beslenen domuzlarda Cry1Ab proteininin sindirim sisteminde tam olarak parçalanmadığı belirlenmiştir (Chowdhury ve ark., 2003). Bitki ve bakteri arasındaki gen geçişleri transgenik bitkilerde antibiyotiğe dirençlilik geninin bakterilere geçme olasılığı önemli bir risk teşkil etmektedir (Bergmans, 1993; Rissler ve Mellon, 1993; Ammann ve ark., 2012). Toprak bakterisi olan Acinetobacter’e antibiyotiğe dirençli genlere sahip transgenik bitkiden kolaylıkla gen geçişi olduğu belirtilmiştir (De Vries ve Wackernagel, 1998; Gebhard ve Smalla, 1999; Ma ve ark., 2011). Bu nedenlerle, transgenik bitkilerde antibiyotiğe dirençlilik sağlayan bazı markör genlerin kullanımı birçok AB üyesi ülkede yasaklanmıştır. Görüldüğü gibi, yatay gen geçişlerinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından kabul edilmesine rağmen aksini savunanlar da mevcuttur. 2. Sonuç Önemli gen merkezlerinden biri olan Anadolu, genetiği değiştirilmiş bitkilerin biyo-çeşitliliğimiz üzerinde büyük bir tehdit unsurudur. Gen aktarımı yöntemleriyle yeni özellik ya da özellikler kazandırılmaya çalışılan bitkilerin yaşadıkları habitatın bozulmasına, genetik çeşitliliğin ve ekosistemdeki türlerin dağılımını bozarak genetik kaynakları oluşturan yabani (ari) türlerin yok olmasına neden olacaktır. Genetiği değiştirilen organizmalardan gerçekleşecek bir gen kaçışı yabani (ari) türlerin de aynı özelliğe sahip olmalarına neden olacak ve bu süreç sonucunda kaynak olarak değerlendirdiğimiz yabani türlerimiz yok olacaklardır. Gen kaynaklarımız için geri dönülmez tahribatla karşı karşıya kalınacaktır. Böyle bir durumda mevcut gen kaynaklarının tamamen kaybedilmesi dahi söz konusu olacaktır. Bir organizmaya başka bir organizmadan aktarılan genetik materyalin mevcut genetik materyallerle allellik olmayan gen interaksiyonlarına girmesi 21 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X durumunda, önceden kestirilmeyen birtakım sonuçları da zaman içinde ortaya çıkabileceği; allellik olmayan gen interaksiyonları ve çevre ile olabilecek interaksiyonlar nedeniyle yeni genotipin patojenlerle ilişkileri ve çeşitli kimyasal ilaçlarla etkileşime neden olabileceğinin göz önünde tutulması gerekmektedir ve bu doğrultuda yabani türlerimizin korunması için gerekli olan çalışmaların yapılması, kontrollerin daha da artması gerekmektedir. Uygulanan teknik yöntemlerde oluşabilecek gıdalardan elde edilen şaşırtıcı neticeler ile karşılaşılabilir. Çünkü genetik müdahale ile doğal denge üzerinde yapılan bu etkiler, istenmeyen dejenerasyonlara (bozulmalara) sebebiyet verebilir. Genetiği değiştirilmiş organizmaların, toprak bünyesindeki mikroorganizmaları olumsuz ya da olumlu yönde etkileyerek doğal mikro dengeyi bozabilir. Bu bozulma mikroorganizmanın mutasyona uğrayarak olması birçok mikroorganizmanın yok olmasına sebep olabilir. Hatta insan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşme ihtimali göz ardı edilmemelidir. Genetiği değiştirilmiş organizmalarda, antibiyotiğe dayanıklı genin kullanılması, antibiyotiğe olan dayanıklılığın artmasını sağlayacak ve herhangi bir zorunlulukta kullanılması icap eden tedavi amaçlı antibiyotiğin etkisiz kalma ihtimali söz konusu olacaktır. Gen aktarımı neticesinde genlerin istenmemesi durumunda bile diğer canlı ve doğal çevreye sıçraması sonucu, kontrolsüz bir açılım ve ardından biyolojik felaket olabilecektir. Aynı zamanda tabiat zincirinin bir halkası olan böceklerin beslenme zinciri içerisinde bu organizmalardan etkilenip, değişikliğe uğrayarak oldukça dirençli bir mekanizma geliştirebilmeleri riskini de göz ardı edilmemedir. Gen aktarım sonucunda istenmeyen ürün çıktısı olarak açığa çıkabilecek alerjik ve zehir etkisi olan toksik ürünler tüm insan ve hayvanlara beslenme yoluyla geçişi olabilecektir. Bu durum canlı metabolizmasını önemli derecede etkileyip yaşamsal faaliyetlerinin kısıtlanmasına bile neden olabilecek durumlar söz konusu olacaktır. Kaynaklar Accinelli, C., Koskinen, W.C., Becker, J.M. and Sadowsky, M.J. 2008. Mineralization of the Bacillus thuringiensis Cry1Ac endotoxins in soil. Journal of Agricultural and Food Chemistry. 56: 1025-1028. Ammann, K., Jacot, Y., & Simonsen, V. 2012. Methodological lacunas: the need for new research and methods in risk. Methods for Risk Assessment of Transgenic Plants: III. Ecological risks and prospects of transgenic plants, where do we go from here? A dialogue between biotech industry and science, 185. Anonim, 2009. MON 810 Environmental risk assessment case study. www.agbios.com/cstudies. php?book=ESA&ev=MON810. 22 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Anonim, 2013. FOE (Friends of the Earth). http://www.foereurope.org/sites. Bergelson, J., Purrington, C.B. and Wichmann, G. 1998. Promiscuity in transgenic plants. Nature, 395: 25. Bergmans, H. 1993. Acceptability of the use of antibiotic resistance genes as marker genes in transgenic plants. P. 106-108. In: OECD Report on the Scientific Approaches for the Assessment of Research Trials with Genetically Modified Plants. April 6-7, 1992. Jouy-en-Josas. Bett, K.S., 1999. Mounting Evidence of genetic pollution from GE crops growing evidence of widespread GDO. www.purefood.org /ge/gepollution. Cellini, F., Chesson, A., Colquhoun, I., Constable, A., Davies, H.V., Engel, K., Gatehouse , A.M.R., Karenlampi, S., Kok, E.J., Leguay, J.J., Lehesranta. S., Noteborn, H.P.J.M., Pedersen. J. and Smith, M. 2004. Unintended effects and their detection ingenetically modifed crops. Food. Chem. Toxicol., 42: 1089–1125. Chowdhury, E.H., Kuribara, H., Hino, A., Sultana, P., Mikami, O., Shimada, N., Gruge, K.S., Saito, M. And Nakajima, Y. 2003. Detection of corn intrinsic and recombinant DNA fragments and Cry1Ab protein in the gastrointestinal contents of pigs fed genetically modified corn Bt11. J. Anim. Sci., 81: 2546-2551. Crecchio, C. and Stotsky, G. 1998. Insecticidal activity and biodegradation of the toxin from Bacillus thuringiensis subsp. Kurstaki bound to humic acids from soil. Soil Biology and Biochemistry 30 (4): 463-470. De Vendomois, J.S., Roullier, F., Cellier, D. and Séralini, G. 2009. A comparison of the effects of three GM corn varieties on mammalian health. Int. J. Biol. Sci., 5, 706–26. De Vries, J. and Wackernagel, W. 1998. Detection of nptII (kanamycin resistance) genes in genomes of transgenic plants by marker-rescue transformation. Mol. Gen. Genet. 257: 606-613. Devos, Y., Reheul, D., De Schrijver, A., Cors, F. and Moens, W. 2004. Management of herbicide-tolerant oilseed rape in Europe: a case study on minimizing vertical gene flow. Environ Biosafety Res, 3, 135-48. Gebhard, F. and Smalla, K. 1999. Monitoring field releases of genetically modified sugar beets for persistence of transgenic plant DNA and horizontal gene transfer. FEMS Microbiol. Ecol., 28: 261-272. Kalpesh I., Ramarao V., Mohan J. S. S. and Kothari I. L. 2011. Ecologically important and life supporting plants of little Rann of Kachchh, Gujarat. Journal of Ecology and the Natural Environment Vol. 3(2), pp. 33-38, February 2011. Kaya, E. 2009. Türkiye Geofitleri [online], Yalova, Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, www.turkiyegeofitleri.com. Kleter, G.A., Kok, E.J. (2010). Safety assessment of biotechnology used in animal production, including genetically modified (GM) feed and GM animals – a review. Animal Sci. Pap. and Rep. 2: 105-114. 23 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Koskella, J. and Stotzky, G. 1997. Microbial utilization of free and claybound insecticidal toxins from Bacillus thuringiensis and their retention of insecticidal activity after incubation with microbes. Applied and Environmental Microbiology 63 (9): 3561-3568. Latham, J.R., Wilson, A.K. and Steinbrecher, R.A. 2006. The mutational consequences of plant transformation. J Biomed. Biotechnol., 25376: 1–7. Legere, A. 2005. Risks and consequences of gene flow from herbicideresistant crops: canola (Brassica napus L.) as a case study. Pest Manag Sci, 61, 292-300. Ma, B. L., Blackshaw, R. E., Roy, J., & He, T. 2011. Investigation on gene transfer from genetically modified corn (Zea mays L.) plants to soil bacteria. Journal of Environmental Science and Health, Part B, 46(7), 590599. Marchetti, E., Accinelli, C., Talame, V. and Epifani, R. 2007. Persistence of Cry toxins and cry genes from genetically modified plants in two agricultural soils. Agronomy for Sustainable Development 27 (3): 231-236. Mtunzi F., Nkwe J., Modise J., Sipamla A. and Dikio E. 2012. Phytochemical Analysis and Heavy Metals Composition of Some Medicinal Plants Products in South African Markets, Journal of Natural Products, Vol. 5(2012): 21-26. Nielsen, K.M., Smalla, K., van Elsas, J.D. 2000. Natural Transformation of Acinetobacter sp. Strain BD413 with Cell Lysates of Acinetobacter sp., Pseudomonas fluorescens, and Burkholderia cepacia in Soil Microcosms. Appl. Environ. Microbiol. 66: 206-212. OECD, 2007. Consensus document on safety information on transgenic plants expressing Bacillus thuringiensis – derived insect control proteins. Series on Harmonisation Regulatory Oversight in Biotechnology, Number 42 Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD), Paris, 109 pp. Paget, E. and Simonet, P. 1997. Development of engineered genomic DNA to monitor the natural transformation of Pseudomonas stutzeri in soil-like microcosms. Can. J. Microbiol., 43: 78-84. Pessel D., J, L., V. Emeriau, M. Krouti, A. Messean and P. H. Gouyon. 2001. Persistence of oilseed rape (Brassica napus L.) outside of cultivated fields. TAG Theoretical and Applied Genetics, Volume 102, 841-846. Rates, S.M.K. 2001. Plants as source of drugs. Toxication,39: 603-613. Rischer, H., Oksman-Caldentey, K.M. 2006. Unintended effects in genetically modified crops: revealed by metabolomics? Trends Biotechnol., 24 (3):102–104. Rissler, J. and Mellon, M. 1993. Perils amidst the promise. Ecological risks of transgenic crops in a global market. Union of Concerned Scientists, Cambridge, MA. 24 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sanvido, O., Romeis, J and, Bigler, F. ,2007. Ecological impacts of genetically modified crops: ten years of field research and commercialcultivation. Adv Biochem Eng Biotechnol 107:235–278.hea Schluter, K., Futterer, J. and Potrykus, I. 1995. Horizontal gene-transfer from a transgenic potato line to a bacterial pathogen (Erwiniachrysanthem) occurs, if at all, at an extremely low-frequency. Bio/Technology, 13: 1094–1098. Song, C., Qu, Z., Blumm, N., Barabási, A.L. 2010. Limits of Predictability in Human Mobility. Science 327, 1018. Sorochinskii, B. V., Burlaka, O. M., Naumenko, V. D., & Sekan, A. S. 2011. Unintended effects of genetic modifications and methods of their analysis in plants. Cytology and Genetics, 45(5), 324-332. Tzotzos, G.T., Head, G.P., Hull, R. 2009. Genetically Modified Plants, Assessing Safety and Managing Risk First Edition. Elsevier Inc., Burlington, MA, USA. 259 S. ISBN:978-0-12-374106-6. Valldor, P., Miethling-Graff, R., Martens, R., & Tebbe, C. C. (2015). Fate of the insecticidal Cry1Ab protein of GM crops in two agricultural soils as revealed by 14C-tracer studies. Applied Microbiology and Botech. 1-9. Velimirov A., Binter C. 2008. Biological effects of transgenic maize NK603xMON810 fed in long term reproduction studies in mice. Wahl, G.M., de Saint Vincent, B.R. and de Rose, M.L. 1984. Effect of chromosomal position on amplification of ransfected genes in animal cells. Nature 307, 516-520. 25 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Selenyum, Bitki, Hayvan ve İnsan Sağlığı Aişe Deliboran Zeytincilik Araştırma İstasyonu Müdürlüğü, İzmir E-posta: aisedeliboran@gmail.com Özet: Selenyum, Dünyada demir veçinko ile birlikte üzerinde en çok araştırma yapılan ve insan sağlığı açısından önemli olanmikro besin elementlerinden biridir. Selenyum hem insanlar hem de hayvanlar için zorunlu bir maddedir ve besin maddeleriyle birlikte yeterli miktarda alınması gerekmektedir. Hem insan hem de hayvanların yeterli beslenmesi için tüketilen gıdalarda Se konsantrasyonunun 100-1000 μg kg-1 arasında olması arzu edilmektedir. Selenyumun en önemli anti-kanserojen maddelerden biri olduğu ve kalp-damar hastalıklarında da önleyici etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Araştırmalar, Se beslenmesinde buğdayın en önemli gıda kaynağı olduğunu göstermektedir. Bitkisel kökenli gıdalarda ise Se’un en önemli kaynağı topraktır. Hayvanların başlıca Se alımları yemle birlikte gerçekleşmektedir. Selenyum hayvanlarda vit E ile sinerjik etki göstererek, güçlü bir antioksidan görevi üstlenmektedir. Bunu ise glutatyon peroksidaz yoluyla başarmaktadır. Besin zincirinin selenyum bakımından tamamlanabilmesi için, insan ve hayvan beslenmesinde kullanılan bitkilerin üretiminde selenyum katkılı gübrelerin kullanılması gerektiği düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Selenyum, bitki, hayvan, insan sağlığı Selenium, plant, animal and human health Abstract: Selenium is an element on which many researches have been made along with iron and zinc and is one of the most important micronutreints in the world for human health. Selenium is essential material both for humans and animals, and must be taken with nutrients in sufficient amount. Concentration of selenium in the food both for humans and animals is desired between 100-1000 μg kg-1. It has been suggested that selenium is one of the most important anti-canser agent and has a preventive effect in the cardiovascular diseases. Researches show that wheat is the most important source of food in Se nutrition. Major source of selenium in plant-based foods is soil.Major Se intake of animalshappens with feed. Selenium undertakes a powerful antioxidan task by showing a synergistic effect with vitamin E in animals. It manages this via glutathione peroxidase. It is assumed that enriched Se fertilizers should be used in plant production which is usedat human and animal nutrition to complete food chain in term of Se in vivo. Key words: Selenium, plant, animal, human health. 26 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Giriş Dünyada, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki insanlarda başta demir (Fe), çinko (Zn) veselenyum (Se) olmak üzere mikro element eksiklikleri ve buna bağlı ciddi sağlık sorunları çokyaygın biçimde ortaya çıkmaktadır (Welch ve Graham, 2004; Çakmak ve ark., 2009). Yapılançalışmalar mikro element eksiklikleri probleminin dünya nüfusunun yarısını etkilediğinigöstermektedir. Sorunun başlıca nedeni olarak da mikro elementlerce çok fakir olan tahılkökenli gıdaların yoğun biçimde tüketilmesi gösterilmektedir. Selenyum, Dünyada demir veçinko ile birlikte üzerinde en çok araştırma yapılan ve insan sağlığı açısından önemli olanmikro besin elementlerinden biridir.Selenyum hem insanlar hem de hayvanlar için zorunlu bir maddedir ve besin maddeleriyle birlikte yeterli miktarda alınması gerekmektedir (Çakmak ve ark., 2009). Hem insan hem de hayvanların yeterli beslenmesi için tüketilen gıdalarda Se konsantrasyonunun 100-1000 μg kg-1 arasında olması arzu edilmektedir(Alloway 1968; Broadley ve ark., 2007). Bu çalışmada selenyumun bitki, insan ve hayvan beslenmesindeki önemi, selenyumun genel özellikleri tartışılmıştır. 2. Selenyum’un (Se) tarihçesi Selenyum 1817’de İsveç bilim adamı Berzelius tarafından keşfedilmiştir. Yunanca ‘’ay’’ anlamına gelen ‘’selene’’ den türemiştir. Selenyum uzun yıllar yüksek toksisiteye sahip, hatta kanserojen bir element olarak tanınmıştır. Biyolojik sistemler için yararlı bir element olduğu ilk kez 1957’de gösterilmiştir.Buna rağmen 1973 yılına kadar canlı bünyesindeki rolü tam olarak anlaşılamamıştır.Selenyumun glutatyon peroksidaz enziminin yapısında keşfedilmesi, yiyeceklerdeki ve sağlıktaki öneminin anlaşılması yönüyle temel bir başlangıç olmuştur(Arthur ve ark., 1996). 3. İnsan için selenyumun önemi İnsan beslenmesinde kullanılan gıdaların miktarı kadar besin değeri de önemlidir. Sonyıllarda besin değeri yüksek ve nitelikli gıda üretimine olan ilgi hızla artmaktadır. Kullanılangıda maddelerinin hastalıklara ve strese karşı koruyucu özellikleri de ön plana çıkmaktadır.Bu bağlamda özellikle antioksidanlar, lifli besinler ve selenyumca (Se) zengin bitkiselgıdaların üretimi önem kazanmaktadır.İnsan sağlığı açısından kritik düzeydeki işlevlerinden dolayı bitkilerde ve dolayısıyla bitkisel kökenli gıdalarda selenyum miktarının yeterli düzeyde olması hedeflenmektedir (Hawkesford ve Zhao, 2007; Çakmak ve ark., 2009).İnsanların günlük Se beslenmesinde diyetteki gıda kaynakları önemlidir, tüketilen gıdaların Se bakımından fakir olması sonucu insanlarda Se eksikliği görülmektedir (Fınley 2005). Selenyumun en önemli anti-kanserojen maddelerden biri olduğu ve kalp-damar hastalıklarında da önleyici etkisi olduğu ileri sürülmektedir (Sanmartin ve ark., 2008; Çakmak ve ark., 2009).Bu bağlamdaselenyum anti kanserojen maddeler içerisinde oldukça önemli bir yere 27 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sahiptir ve günümüzdeyaklaşık 1 milyar insanın Se eksikliği ile karşı karşıya olduğu bildirilmektedir (Combs 2004).Tüketilen gıdalarda Se’un azlığının kanserintetiklenmesinde ve gıdalardaki Se azlığının da toprak faktörleriyle ilişkili olduğu bildirilmekteve bu nedenle toprakların Se-katkılı gübreler ile gübrelenmesi önerilmektedir (White and Broadley, 2009; Çakmak ve ark., 2009).Selenyum, 5’ triiodotironin deiodinaze enziminin yapısında da bulunmaktadır. Bu nedenle tiroit bezi fonksiyonunda da görev almaktadır (McDowell1992).Son yıllarda artan bir kabule göre Se ayrıca savunma (immun) sisteminin kuvvetlenmesindeve AIDS hastalığının önüne geçilmesinde de çok etkin olan bir mineral elementtir (Hoffmann ve Berry, 2008;Çakmak ve ark., 2009). Günde 200 μg Se kullanımının AIDS hastalarında çokolumlu sonuçlar verdiği bulunmuştur (Shorposher ve ark., 2003).Selenyum aynı zamanda radyasyon zararına karşı da koruyucu etkilere sahiptir (Weiss ve Landhaur, 2003; Celaries ve ark., 2004;Çakmak ve ark, 2009). 4. Bitkiler için selenyumun önemi Selenyum bitkiler için mutlak gerekli olmayıp nikel, kobalt ve silisyum gibi bitkilere yararlı olan ve bitki besleme kitaplarında yararlı bitki mikro besin elementleri grubu altında değerlendirilen bir elementtir. Selenyum çoğu bitki türleri için zorunlu bir besin olarak görülmemesine rağmen, emiliminden sonra amino asitlerin ve proteinlerin yapısına katılmasıyla bitkiler için önem arz etmektedir (Erikson 2001). Bitkisel kökenli gıdalarda Se’un en önemli kaynağı topraktır(Marchner 1995). Çok az oranda da olsa atmosferik yolla bitkiler Se alabilmektedir. Selenyumun topraktan bitkiler tarafından alınabilmesi için mutlaka kimyasal olarak çözünür ve alınabilir bir formda olması gerekmektedir. Bitkiler Se’u daha çok oksitlenmiş selenat (Se+6) formunda almaktadır. Selenyum topraklarda çoğunlukla selenate (SeO4-2), selenite ( SeO3-2) ve selenid (Se-2) formlarında bulunmaktadır. Oksidasyon düzeyi artıkça (toprak pH’sı arttıkça) Se bitkiler tarafından kolaylıkla alınabilmektedir. Toprakların pH’sı düştükçe bitkilerin topraktan Se alımı zorlaşmaktadır. Yüksek bitkilerde selenyum topraktan selenat (SeO4-2) veya selenit (SeO3-2) formunda alınmaktadır. Selenyumun kükürt asimilasyon yoluyla metabolize olduğu düşünülmektedir. Çünkü bitkiler selenyum ve kükürt’ün birbirine benzer yapılarından dolayı aralarında ayrım yapamamaktadır. Selenit pasif yolla bitkiye girerken, selenat sülfat taşıyıcılarından aktif taşımayla hücrelere girmekte ve aynı zamanda kükürt emilimi ile rekabet etmektedir. Bitkiler selenyumu fonksiyonel olarak bünyelerinde biriktirmekte fakat esas olarak tohumlarında daha çok biriktirmektedir (Steven 1994). Bu durum selenyum biriktirmeyen bitkilerde selenyum toksisitesine neden olmaktadır (Searight ve Moxon, 1945). Son yıllarda kükürt içeren gübrelerin kullanımında giderek bir artışın olduğu gözlenmektedir. Kükürtlü gübre kullanımının bazı önemli yararları olmakla birlikte, bu gübrelerin kullanımındaki artış bitkilerin topraktan Se alımını şiddetli biçimde durdurmaktadır (Hawkesford ve Zhao, 2007;Çakmak ve ark., 2009). 28 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Se ile S’ün fiziksel ve kimyasal benzerliği bitkilerdeki Se ve S metabolizması arasındaki yakın bağlantıyı açıklayabilmektedir (Sors ve Ellis, 2005). Selenyum, kuraklık, düşük sıcaklık gibi çevresel stres etmenlerine karşı dayanıklılıkta önemli bir rol oynamaktadır. Toksik O2 türevlerinden biri olan hidrojen peroksit (H2O2) detoksifikasyonunu sağlayan glutatiyon peroksidaz enzimi için gerekli olan Se’un, olasılıkla bu enzimin aktivitesinin yüksek düzeyde kalmasını sağlayarak bitkileri düşük sıcaklık, yüksek ışık intensitesi ve UV ışık stresinden koruduğu bildirilmektedir (Seppanen ve ark.,2003;Çakmak ve ark., 2009). Bitkisel besinler, dünya genelinde birçok ülkede selenyumun başlıca günlük besin kaynaklarıdır. Gıda içerisindeki selenyum miktarı, bitkilerin veya hayvanların yetiştirildiği toprağın selenyum miktarına bağlıdır. Avrupa’datopraklar selenyum bakımından fakirdir. Selenyum seviyesi en düşük topraklar İspanya, Yunanistan ve Doğu Avrupa’dadır. Birleşmiş Milletlere göre Avrupa ülkelerinde daha düşüktür. Birleşmiş Milletlerde, Kuzey Nebraska'nın yüksek düzlüklerinde ve Dakota'da topraklar çok yüksek seviyede selenyuma sahiptir. Çin ve Rusya'nın bazı bölgelerinde topraktaki selenyum seviyesi ise çok düşüktür (Karaarslanve Kurt, 2010). 5. Se beslenmesinde en önemli gıda kaynağı buğday Araştırmalar, Se beslenmesinde buğdayın en önemli gıda kaynağı olduğunu göstermektedir. Buğdayda selenyum uygulamaları genellikle buğdayın tane verimini etkilememektedir. Bu yüzden Se uygulamalarında amaç buğday tanesindeki Se konsantrasyonundaki artışları araştırmaya yoğunlaşmıştır. İnsan ve hayvan sağlığı için buğday tanesinde arzu edilen Se seviyesini (100 μg Se kg-1) elde etmek için 10 g Se ha-1 uygulama dozunun yeterli olduğu belirtilmiştir (Stephen ve ark., 1989;Çakmak ve ark., 2009).Rusya’da yapılan bir tarama çalışmasında serumdaki Se konsantrasyonu ile tüketilen buğday ununun Se konsantrasyonu arasında çok yakın pozitif bir ilişki (r= 0.79) bulunmuştur (Golubkina ve Alfthon, 1999). Ekmeğin ABD’de insanların Se beslenmesinde ikinci önemli gıda kaynağı olduğu ve Avustralya’da ise çocukların günlük Se gereksinmesinin 1/3’lük bölümünü yine ekmeğin karşıladığı bildirilmiştir (Lyons ve ark., 2003).Bazı çalışmalarda tüketilen tahılların Se konsantrasyonunun insan sağlığı açısından özellikle Avrupa ülkeleri için yeterli düzeyde olmadığı ve mevcut düzeyin mutlaka arttırılması gerektiği vurgulanmıştır (Adams ve ark., 2002; Arthur 2003; Lyons ve ark., 2003; Broadley ve ark., 2006Çakmak ve ark., 2009). İngiltere’de yetiştirilen buğdaylardan yapılan ekmeklerdeki Se konsantrasyonun, Kanada’da yetiştirilen buğdaylardan yapılan ekmeğe göre 10 ile 50 kez daha az Se içerdiği bulunmuştur. Kanada buğdayları, insanların günlük Se gereksinmesinin çok büyük bölümünü sağlarken, İngiltere’de yetişen buğdayların günlük Se gereksinmesinin sadece %10’luk bir bölümünü karşıladığı bildirilmektedir. Bu nedenle, Kuzey Amerika’dan yüksek Se içeriğine sahip buğday ithali özendirilmektedir (Anonymous 2002; 2005;Çakmak ve ark., 2009). 29 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Avrupa’da bazı ülkelerde buğdayların genel olarak Se bakımından fakir olması nedeniyle, gübrelere tıpkı Finlandiya’da olduğu gibi Se ilave edilmesi fikri doğmuştur (Eurola ve ark., 1990; Lyons ve ark., 2003). Finlandiya’da gübrelere Se’un katılmasına ve uygulanmasına karar verilmeden önce (1984 yılından önce) buğdayların Se konsantrasyonu 1 kg tane başına ortalama 10 μg dolayında bulunurken, 1984’de ülke çapında Tarım Bakanlığı ve sağlık kuruluşlarının öncülüğünde başlatılan Se katkılı gübre uygulamalarıyla bu değer 25 katlık bir artışla 250 μg düzeyine çıkmıştır. Finlandiya’da kanser vakalarının azalmasında bu uygulamanın çok önemli bir yeri olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır (Rayman 2002). Britanya’da da bu tür gübreleme programının hemen başlatılması gerektiği belirtilmektedir (Adams ve ark., 2002;Çakmak ve ark., 2009). Günümüzde yetiştirilen buğdayların Se konsantrasyonun çok düşük olması nedeniyle, buğdayların ya gübreleme ya da ıslah yoluyla Se bakımından zenginleştirilmesi gündeme gelmektedir (Broadley ve ark., 2006; Hawkesford ve Zhao, 2007; Rayman 2008; Broadley ve ark., 2009). Avustralya koşullarında yürütülen tarama çalışmaları ve tarla testlerine göre modern (günümüzde ekimi yapılan) buğday çeşitleri arasında tane Se konsantrayonu bakımından genetik varyasyon çok düşük düzeydedir. Ancak, sınırlı sayıdaki primitive (ilkel) buğdayda (Triticum diccoocoides) ve buğdayın yabani akrabası olan Aegilops tauschii’de yapılan Se taramalarında tane Se konsantrasyonu bakımından ıslah açısından önemli bir genetik varyasyonun var olduğu saptanmıştır. Bu nedenle, genotiplerin Se açısından sağlıklı biçimde taranabilmesi için Se bakımından homojen olan topraklarla çalışılmasına özen gösterilmesine işaret edilmiştir (Lyons ve ark,. 2005a; Çakmak ve ark., 2009). 6. Sonuç Selenyum hem insanlar hem de hayvanlar için zorunlu bir maddedir ve besin maddeleriyle birlikte yeterli miktarda alınması gerekmektedir. Hem insan hem de hayvanların yeterli beslenmesi için tüketilen gıdalarda Se konsantrasyonunun 1001000 μg kg-1 arasında olması arzu edilmektedir. Araştırmalar, Se beslenmesinde buğdayın en önemli gıda kaynağı olduğunu göstermektedir. Bitkisel kökenli gıdalarda ise Se’un en önemli kaynağı topraktır. Hayvanların başlıca Se alımı yemle birlikte gerçekleşmektedir. Sonuç olarak, besin zincirinin selenyum bakımından tamamlanabilmesi için, insan ve hayvan beslenmesinde kullanılan bitkilerin üretiminde selenyum katkılı gübrelerin kullanılması gerektiği düşünülmektedir. Kaynaklar Adams, M.L., Lonbi, E., Zhao, F.J. and McGrath, S.P., 2002. Evidence of low selenium concentrations in UK bread-making wheat grain. J. Sci. Food Agric, 82: 1160-1165. 30 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Alloway, W.H. 1968. Controls on the environmental levels of selenium. Trace Subst. Environ. Health, 2: 181–206. Anonymous, 2002. UK breadmaking wheats selenium deficient. http://www.foodnavigator.com/Science-Nutrition/UK-breadmakingwheats-seleniumdeficient. Anonymous, 2005. Selenium? Yes, Selenium. http://www.openi.co.uk/oi050414.htm. Arthur, J.R., Bermano, G., Mitchell, J.H. and Hesketh, J.E., 1996. Regulation of selenoprotein gene expression and thyroid hormone metabolism. Biochem. Soc. Trans., 24: 384-388. Arthur, J. R. 2003. Selenium supplementation does soil supplementation help and why?. Proc. Nutr. Soc., 62: 393-397. Broadley, M.R., White, P.J., Bryson, R.J., Meacham, M.C., Bowen, H.C., Johnson, S.E.,Hawkesford, M.J., McGrath, S.P., Zhao, F.J., Breward, N., Harriman, M. and Tucker,M., 2006. Biofortification of UK food crops with selenium. Proc. Nutr. Soc., 65: 169-181. Broadley, M.R. and White, P.J., 2009. Biofortification of crops with seven mineral elements oftenlacking in human diets-iron, zinc, copper, calcium, magnesium, selenium end iodine. New Phyt., Vol 182, Issue 1: 49-84. Cakmak, I., Oztürk, L., Başağa, H., Çekiç, C., Taner, S., Irmak, S., Geren, H., Kılıç, H., Aydın, N., Avcı, M. and Gezgin, S., 2009. Türkiye’de seçilmiş bölgelerde bugdayların ve toprakların selenyum konsantrasyonunun araştırılması, selenyum gübrelemesine buğdayın reaksiyonu ve selenyumca zengin genotiplerin fizyolojik olarak karakterizasyonu. Proje No: 105 0 637. Tübitak Sonuç Raporu. Celaries, B., Amourette, C., Lion, C. and Rima, G.,2004. Germaselenazolidines and germadiselenoacetals: syntheses and radioprotective properties. Apl. Organometallic Chemistry, 18(12):68-689. Combs, G.F.,2004. Status of Selenium In Prostate Cancer Prevention, British Journal of Cancer, 91: 195-199. Eriksson, J. 2001. Concentrations of 61 trace elements in sewage sludge, farmyard manure, mineral fertilizer, recipitation and in oil and crops. Report 5159, The Swedish Environmental Protection Agency. Eurola, M., Efholm, P., Ylinen, M., Koivistoinen, P. and Varo, P., 1990. Effects of selenium fertilization on the selenium content of cereal grains, flour, and bread produced inFinland, Cereal Chem., 67(4): 334-337. Fınley, J.W. 2005. Selenium accumulation in plant foods, Nutr. Rev., 63 (6): 196-202. Golubkına, N.A. and Alftan, G.V., 1999. The human selenyum status in 27 region of Russia.J.Trace Elem.Med.Biol., 13: 15-20. Hawkesford, M.J. and Zhao, F.J., 2007. Strategies for increasing the selenium content of wheat.Journal of Cereal Science, 46: 282-292. Hoffmann, P.R. and Berry, M.J., 2008. The influence of selenium on immune responses, Mol. Nutr.FoodRes., 52(11): 1273-1280. 31 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Karaarslan, K. ve Kurt, S., 2010. Selenyumun kimyasal analiz yöntemleri. Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü. Lyons, G.H, Stangoulis, J.C.R. and Graham R.D., 2003. High-selenium wheat: biofortification forbetter health, Nutr. Res. Rev., 16: 45-60. Lyons, G., Ortiz-Monasterio, I., Stangoulis, J. and Graham, R., 2005a. Selenium concentration in wheat grain: Is there sufficient genotypic variation to use in breeding?, Plant and Soil, 269(1): 369-380. Marschner, H. 1995. Mineral nutrution higher plants, second edition, ed: Academic Pres, London. McDowell, L.R. 1992. Minerals in Animal and Human Nutrition, Academic pres, New York. Rayman, M.P. 2002. The argument for increasing selenium intake, Proc. Nutr. Soc., 61, 203-215. Rayman, M.P. 2008. Food-chain selenium and human health: emphasis on intake, Br. J. Nutr. 100, 254-268. Sanmartin, C., Plano, D. and Palop, J.A., 2008. Selenium compounds and apoptotic modulation: Anew perspective in cancer therapy. Mini Rev. Med. Chem. 8: 1020-1031. Searight, W,V. and Moxon, A.L., 1945. Selenium in glacial and associated deposits.So.Dak. Agri. Sta.Tech.Bull, 5:1. Seppanen, M., Turakainen, M. andHartikainen, H., 2003. Seleniım effects on oxidative stres in patato. Plant Science, 165 (2): 311-319. Shor-Posner, G., Lecusay, R., Miguez, M.J., Moreno-Black, G., Zhang, G., Rodriguez, N., Burbano, X., Baum, M. and Wilkie, F.,2003. Psychological burden in the era of HAART: Impact of therapy. International Journal of Psychiatry in Medicine,33(1): 55-69. Sors, T.G., Ellis, D.R. and Ellis, D.E., 2005. Salt selenium uptake, translocation, assimilation and metabolic fate in plants. Review Photosynthesis Research, 86: 373–389. Steven, L.McCarty. 1994. Design and application of dynamic headspace sampling system for thestudy of bioremediation of toxic metalloids by bacteria. Stephen, R.C., Savile, D.J. and Watkinson, J.H., 1989. The effects of sodium selenate applicationson growth and selenium concentration in wheat. New Zealand Journal of Crop andHorticultural Science, 17(3): 229-237. Weiss, J.F. and Landauer, M.R., 2003. Protection against ionizing radiation by antioxidant nutrientsand phytochemicals. Toxicology, 189: 1-20. White, P.J. and Broadley, M.R., 2009. Biofortification of crops with seven mineral elements oftenlacking in human diets - iron, zinc, copper, calcium, magnesium, selenium andiodine, New Phytol., 182: 49-84. 32 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tarımda Toprak Kalitesi İçin Gidya Kullanımı Kadir Saltalı Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, K.Maraş E-posta: kadirsaltali@hotmail.com Özet: Sürdürülebilir tarımsal üretim için toprak kalitesi toprak özelliklerinin muhafaza edilmesi ve geliştirilmesidir. Sürdürülebilir tarım için toprak kalitesinin muhafaza edilmesi kritik öneme sahiptir. En önemli toprak kalite indikatörlerinden birisi toprakların organik madde içeriğidir. Türkiye topraklarının çoğunluğunun (% 65) organik madde içeriği az ve çok az sınıfındadır. Toprak kalitesini artırabilmek için hayvan gübreleri, leonardit ve gidya gibi organik materyaller topraklara uygulanmalıdır. Bunlar içerisinde gidya düşük maliyetli kireç ve kil içeren inorganik materyaller ve organik materyallerin bir karışımıdır. Gidyanın organik madde içeriği genel olarak %40-50 arasında değişmekte olup linyit katmanlarının üzerinde bulunmaktadır. Gidyanın kalorisi linyitten düşük olduğu için termik santrallerinde kullanılmamaktadır. Bu yüzden linyitin alınabilmesi için gidyanın kaldırılması gerekmektedir. A ve B termik santrallerinde gidyanın yaklaşık rezervi 1.8 milyar tolup yeni planlanan C ve D santralleri ile bu rezervin yaklaşık 4 milyar ton olduğu tahmin edilmektedir. Düşük organik madde içeriğine sahip topraklara gidya uygulanması sürdürülebilir tarımsal üretim için hem toprakların organik madde içeriğini hem de toprak kailtesini artırır. Anahtar kelimeler: Gidya, organik madde, toprak kalitesi Gyttja Use For Soil Quality In Agrıculture Abstract: Soil quality is maintenance or enhancement of the soil properties for sustainable agricultural production. The maintenance of soil quality has critical importance for the agricultural sustainability. One of the most important soil quality indicators is soil organic matter content. The majorities of the soils (65 %) in Turkey have low and very lower organic matter contents. The organic materials as farmyards, leonardite and gyttja must be applied to the soils to increase soil quality. Gyttja which low-cost and locally available natural materials is a mixture organic and inorganic materials as calcareous and clay, its content of organic matter generally varied from 40 to 50 % by weight, and located on lignite deposits. The gyttja which is not used in the coal-fired power plant due to its low quality must be removed for the lignite layer can be taken for mining. Approximately reserve of the gyttja is 1.8 billion tons in the Afsin–Elbistan coal- 33 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X fired power plants (A-B units) in Turkey. It is suggested that gyttja reserves approximately 4 billion tons with new planning coal-fired power plants (C-D units). The using of the gyttja in soils with low organic matter contents increases both the soil organic matter contents and soil quality for sustainable agriculture Key words: Gyttja, organic matter, soil quality 1.Giriş Toprakların sürdürülebilir kullanımı için, toprak kalitesinin muhafaza edilmesi yada iyileştirilmesi gereklidir. Toprak kalitesini artırmanın en önemli unsurlarından birisi de organik madde içerikli kaynakların topraklara uygulanmasıdır. Bu kaynaklar arasında toprak özelliklerini koruyacak ve iyileştirebilecek niteliklere sahip bir organik materyal olan gidya üzerinde son günlerde sıklıkla durulmaktadır. Gidya; yüksek oranda karbon ve humik asitler içeren kömür düzeyine ulaşmamış kil ve kireç karışımlı organik materyaldir. AfşinElbistan Kömür Havzasında A ve B termik santrali sahasında tarımsal amaçla kullanılabilecek gidya rezervinin yaklaşık 1.8 milyar ton olduğu rapor edilmiştir (Gökmen ve ark., 1992). Afşin-Elbistan Kömür Havzasında yeni üretime açılacak alanlar ile bu rakamın 3,5-4 milyar ton olduğu ifade edilmektedir. Havzadan alınan gidya fotoğrafı ve analiz verileri (Çizelge 1) aşağıda verilmiştir. Karaca ve ark. (2006) gidya ve gübre (NP) uygulamasının toprakların mikrobiyolojik özelliklerinin üzerine etkisi konusunda yaptıkları inkübasyon denemesinde, gidya ve gübrenin birlikte verildiği uygulamalarda toprakların organik madde içeriğinin, mikrobiyal biyokitlenin ve enzim aktivitesinin olumlu yönde arttığını rapor etmiştir. Diğer bir çalışmada gidya ve gübre uygulaması ile üreaz, fosfataz, ßglukosidaz enzim aktivitelerinin arttığı, bu artışların toprak kalitesini olumlu yönde etkilediği bildirilmiştir (Karaca ve ark., 2006). Toprağa gidya uygulanması bir yandan bitkisel verimi arttırmakta bir yandan da bitkinin Zn ve B beslenme statüsünü iyileştirmektedir. Gidya ile birlikte fosfor ve çinko uygulamalarının bitki gelişimini teşvik ettiği ve bitkinin fosfor ve çinko alımını arttırdığı rapor edilmiştir (Torun ve ark., 2001). Gidya uygulaması ile toprağın organik madde içeriğinin arttığı, toprakların su tutma ve iletkenlik kapasitelerinin yükseldiği, agregat stabilitesini iyileştirdiği, tarım makinelerine sürüm kolaylığı sağladığı yani toprağın fiziksel özelliklerini geliştirdiği bildirilmiştir. Özellikle kurak-yarıkurak bölgelerde organik madde ve nem içeriği düşük topraklarında gidya benzeri materyallerin kullanılması, bitki yetiştiriciliğinde önemli kazanımlar sağlar. Bu bakımdan topraklara gidya uygulamasının toprakların su tutma kapasiteleri, yarayışlı su miktarlarını yükselttiği rapor edilmiştir (Yörük, 1981). 34 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2. Materyal ve Metot Afşin-Elbistan Termik Santralinde, linyit kömürünün üzerinde bulunan farklı gidya katmanlarından alınan örnekler materyal olarak kullanılmıştır. Örnekler hava kuru hale getirildikten sonra aşağıdaki analizler yapılmıştır. Örneklerin reaksiyonu, pH metre ile potansiyometrik olarak; elektriksel iletkenlik (EC) ise; iletkenlik cihazı ile ölçülmüştür (Richards, 1954). Örneklerin kireç içeriği Scheibler Kalsimetresin ile belirlenmiştir (Kacar, 1996). Gidya materyalinin organik madde (%) içeriği Modifiye Walkley-Black yaş yakma yöntemine göre yapılmıştır (Kacar, 1996). Gidya örneklerinin humik asit içeriği TSE 5869 yöntemine göre (TSE, 2003), toplam N içeriği ise Kjeldahl yöntemine göre yapılmıştır (Kacar, 1996). 3. Sonuçlar ve Tartışma Araştırmada kullanılan ve farklı katmanlardan alınan gidya örneklerine ait veriler Çizelge 1’de ve gidya materyaline ait şekiller fotoğraf 1, 2, 3 ve 4’de verilmiştir. Çizelge 1’de görüldüğü gibi gidya örneklerinin pH değeri 6.25-7.07, EC değeri 860-1970 µS/cm, kireç içeriği % 11-74, organik madde içeriği % 23-58, toplam N içeriği %0.57-1.47 ve hümik asit içeriği ise %22-43 arasında değişmektedir. Çizelge 1. Gidya materyalinin bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri Gidya pH EC Kireç OM Total Hümik (1:2.5) µS/cm (%) (%) N (%) asit (%) Gidya-1 6,25 1408 11 58 1,47 43 Gidya-2 7,07 860 74 23 0,57 22 Gidya–3 6,76 1970 34 43 1,13 34 Gidya-1;Orijinal Katmandan alınan örnek. Gidya-2; Orijinal Katmandan alınan örnek ( Gri, Bej Gidya). Gidya-3; Satış (Depo) bölgesinden alınan karışık örnek. OM;Organik Madde. N; Azot 35 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Şekil 1, 2, 3 ve 4. Gidya materyaline ait fotograflar Şekil 1’ de gidyanın üzerindeki sedimetler kaldırıldıktan sonraki hali verilmiştir. Gidya tabakalar halinde olup (şekil 1), siyah-kahverengi görünümündeki tabakalar kaliteli gidyayı beyazımsı-gri halinde görülen tabakalar ise kireç içeriği yüksek olan kalitesiz gidya tabakalrıdır. Şekil 2’ kaliteli ve kalitesiz gidyanın büyük kazıcılar tarafından kazıldıktan sonraki karışık ( satış için depolanmış) hali görülmektedir. Şekil 3’ de kabuklu göl canlılarının fosilleri görülmektedir. Şekil 4’de ise gidya ile karışık kireç materyali görülmektedir. Kaliteli, organik madde ve hümik asit içeriği yüksek, kireç içeriği düşük gidya şekil 1’de kahverengi-siyah görünümündeki gidyadır. Gidyanın toprak organik maddesi ve mikrobiyolojik özelliklerine etkisi Topraklar canlı varlıklardır ve bir gram toprakta mikrobiyolojik canlı sayısı bir milyar civarındadır. Topraklardaki mikrobiyolojik canlılar temel enerji ve besin kaynakları organik maddedir. Toprakların organik madde içeriği ne kadar fazla olursa, toprak o oranda canlı, dinamik ve kaliteli olur. Kaliteli topraklarda yetiştirilen bitkilerin verimi ve kalitesi de yüksek olur. Bu nedenle toprak organik maddesi toprak kalitesinin en önemli göstergesi olarak değerlendirilir. Türkiye kurak ve yarı kurak bir iklim bölgesinde bulunduğundan, genellikle ülkemizde toprakların organik madde içeriği (Karadeniz bölgesi hariç) düşüktür. Toprakların organik madde kapsamının az olması, gübreler ile uygulanan bitki besin 36 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X maddelerinin bitkiler tarafından alımının azalmasına neden olmaktadır. Gidyanın organik madde içeriği %23-58 arasında değişmektedir. Bu nedenle, gidya organik maddesi düşük topraklarda organik madde içeriğini artırmak amacıyla kullanılabilir. Karaca ve ark. (2006), gidya ve gübre (NP) uygulamasının toprakların mikrobiyolojik özelliklerinin üzerine etkisi konusunda yaptıkları inkübasyon denemesinde, gidya ve gübrenin birlikte verildiği uygulamalarda toprakların organik madde içeriğinin, mikrobiyal biyokitlenin ve enzim aktivitesinin olumlu yönde arttığını rapor etmişlerdir. Gidyanın toprakların kimyasal özellikleri ve bitki besleme üzerine etkisi Toprakların organik madde kapsamının az, % kireç içeriği ve pH’nın yüksek olduğu topraklarda gübreler ile uygulanan bitki besin maddeleri, genellikle bitkiler tarafından alınamaz konuma dönüşür. Bitki besin alımındaki bu olumsuz koşullar, ancak topraklara organik materyallerin uygulanması ve toprak pH’nın düşürülmesi ile mümkündür. Gidyanın organik madde içeriği (% 23-58) ve humik asit içeriğinin (%22-43), toprakların kimyasal özelliklerini iyileştirdiği düşünülmektedir. Topraklara gidya uygulaması ile topraklarda biyokimyasal reaksiyonların arttığı ve topraklarda alınamaz konumda olan bitki besin maddelerinin, bitki kökleri tarafından alınabilir hale geldiği rapor edilmiştir. Aynı zamanda gidyanın topraklarda ayrışması sırasında ortaya çıkan organik bileşiklerin, bitki besin maddelerinin toprak bileşenleri tarafından sıkı bir şekilde bağlanmasını engellediği ve gübreler ile topraklara uygulanan besin maddelerinin bitkiler tarafından alımını artırdığı belirlenmiştir (Torun ve ark., 2001). Gidya ile birlikte fosfor ve çinko ile birlikte uygulanmasının bitki gelişimini teşvik ettiği ve bitkinin fosfor ve çinko alımını arttırdığı rapor edilmiştir (Yılmaz, 1993). Gidyanın toprakların fiziksel özelliklerini üzerine etkisi Toprakların fiziksel özellikleri toprağın havalanması, suyun toprağa girmesi, toprağın su tutması, suyun toprak içerisinde hareketi vb konuları kapsamaktadır. Toprakların fiziksel özelliklerini iyileştirmek için genellikle organik orijinli materyallerin kullanılması önerilmektedir. Bu bağlamda, organik madde içeriği yüksek gidya’nın toprağın fiziksel özellikleri iyileştirmede kullanımı mümkündür. Gidya uygulaması ile toprağın organik madde içeriğinin arttığı, toprakların su tutma ve iletkenlik kapasitelerinin yükseldiği, agregat stabilitesini iyileştirdiği, tarım makinelerine sürüm kolaylığı sağladığı yani toprağın fiziksel özelliklerini geliştirdiği bildirilmiştir (Yörük, 1981). 4. Sonuç ve Öneriler Yapılan araştırmalarda topraklara gidya uygulamasının toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini iyileştirdiği ve toprak kalitesini artırdığı belirlenmiştir. Tarla ve sera koşullarında yürütülen çalışmalarda gidya uygulamasının toprakların organik medde içeriğini, toprağın verimini, su tutma 37 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X kapasitesini, geçirgenliğini, havalanma ve agregatlaşma, mikrobiyal biyokütlenin ve enzim aktivitesinin olumlu yönde artırdığı görülmüştür. Toprak kalitesini ve bitkisel ürün kalitesini artırmak için topraklara gidya uygulaması önerilebilir. Gidya konusunda yapılan araştırmalarda gidya uygulamasının serada koşullarında 5 ton/da, tarla koşullarında 5-10 ton/da düzeyine kadar uygulama yapılabileceği rapor edilmiştir. Meyve üretiminde ise normal verim çağındaki meyveler için ağaç başına 50-100 kg uygulama yapılabilir. Uygulanan gidyanın toprak ile karıştırılması ve sonbaharda uygulaması tavsiye edilmektedir. Kaynaklar Gökmen, V., Memikoğlu, O., Dağlı, M., Öz, D., Tuncalı, E. 1993. Türkiye Linyit Envanteri, Sh. 269-272.MTA, Ankara, Karaca A, Turgay, O.C., Tamer, N. 2006. Effects of a humic deposit (gidya) on soil chemical and microbiological properties and heavy metal availability. Biol Fertil Soils. 42: 585–592 Kacar, 1994. Bitki ve Toprağın Kimyasal Analizleri III. Ankara Üniversitesi Ziraat Fak. Eğitim Arş ve Geliş. Vakfı yayınları No:3 Richards, L. A. (Ed.) 1954. Diagnosis and Improvement of Saline and Alkali Soils. USDA Agriculture Handbook 60, Washington D. C. Torun, B., Gültekin, İ., Bozbay, G., Çakmak, İ., Yazıcı, A., Derici, R. 2001. TARP-1862’nolu TÜBİTAK Proje Kesin Sonuç Rap. Çinko Eksikliği Ve Bor Toksisitesinin Yaygın Olduğu Tahıl Üretim Alanlarına Gidya Uygulanmasının Bitkisel Verim Üzerine Etkisi TSE. 2003. Kahverengi kömürler ve linyitlerde hümik asitlerin tayini, TS 5869 ISO 5073, Türk Standartları Enstitüsü, Ankara. Yılmaz, G. 1993. Gidyanın Toprağın Organik Madde İçeriğine Ve Çinko Fosfor İnteraksiyonuna Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Çukurova Üni. Fen Bil. Ens.Y. Lisans Tezi. Yörük, M., 1981. Afşin-Elbistan linyit kömürü havzasında elde olunan gidya’ların tarımda kullanılma olanakları üzerinde bir araştırma (Doktora tezi), Ankara. 38 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sürdürülebilir Tarımda Organik Gübrelerin Kullanımı Gökhan Çaycı1, Çağla Temiz1 1 Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Ankara E-posta: gcayci@ankara.edu.tr Özet: Türkiye toprakları, çok uzun süre tarım yapılması, yanlış arazi kullanımı, orman ve mera arazilerinin yok edilmesi, aşırı toprak işleme, aşırı otlatma, ekim nöbeti sistemlerinin uygulanmaması ve erozyon gibi nedenlerle organik madde bakımından fakirdir. Türkiye topraklarının yaklaşık % 92’sinde yeterli olarak kabul edilen %3 organik madde düzeyinin altında organik madde bulunmaktadır. Organik madde, toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini son derece olumlu etkileyen bir toprak yapı maddesidir ve sürdürülebilir tarım uygulamalarının da vazgeçilmez bir unsurudur. Topraklarımıza organik madde sağlayacak en önemli kaynaklardan biri çiftlik hayvanlarının gübreleridir. Çiftlik hayvanları dışkılarının besin maddesi ve gübre özelliklerinin çok geniş sınırlar arasında değişmesi ve pek çok faktörden etkilenmesi nedeniyle organik gübre potansiyelimizi net olarak söylemek mümkün değildir. Hayvan gübrelerinin tarımda kullanılmaları söz konusu olduğunda içinde bulunması muhtemel patojenler ile yabancı ot tohumlarının yok edilmesi, stabil bir yapıya kavuşması, herhangi bir besin maddesi toksisitesi yaratmaması ve kötü kokunun azaltılması için kompostlaştırma işlemine tabi tutulması gerekmektedir. Kompostlaştırma işlemi sonucu tarım topraklarına uygulanacak çiftlik gübreleri ve diğer organik atıklar topraklarımızın kalite özelliklerini olumlu yönde iyileştirecektir. Dünyada ve ülkemizde yapılan birçok araştırma kimyasal ve organik gübrelerin birlikte kullanımlarının verim, ürün kalitesi ve toprak özelliklerine olan etkilerinin yalnız başlarına kullanılmalarından daha fazla olduğunu göstermiştir. Organik gübre kullanımının arttırılması amacıyla devletimiz tarafından yapılacak her türlü destek topraklarımızın gelecek nesillere sağlıklı olarak aktarılmasına katkıda bulunacaktır. Anahtar sözcükler: toprak kalitesi, organik madde, sürdürülebilir tarım, ekosistem 1. Giriş Günümüz toprak yönetim uygulamalarında amaç sadece en yüksek ürünü almak değil aynı zamanda bozulan dengenin de yeniden sağlanması olmalıdır. Toprak bozulmasının kontrol altına alınabilmesi ve gerekli ıslah çalışmaları için, öncelikle bozulmada etkili faktör ve süreçlerin çok iyi değerlendirilmesi gerekir. Artan dünya nüfusu, sağlıksız kentleşme ve endüstrileşme bir ülkenin en önemli 39 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X doğal kaynaklarından olan topraklarının yanlış kullanımlarına neden olmaktadır. Bu sağlıksız gelişme toprağın da en önemli öğelerinden biri olduğu çevre ve ekosistem üzerine ciddi zararlar vermektedir. Toprağın en temel özelliklerinden birisi de, yüzlerce hatta binlerce yılda oluşmasına rağmen kısa sürede kolaylıkla kaybedilebilmesi veya bozuluma (degradasyon) uğramasıdır. Bozunumun en temel nedenleri de uygun olmayan toprak ve su yönetimleridir. Türkiye topraklarının sürdürülebilir yönetiminde en önemli sorunlardan birisi organik madde kayıpları ve noksanlığıdır. Türkiye toprakları, iklim, topografya, uzun yıllardır bitki besin maddelerinin sömürülmesi, yanlış arazi kullanımı, orman ve mera arazilerinin yok edilmesi, aşırı toprak işleme, ekim nöbeti sistemlerinin uygulanmaması ve erozyon gibi nedenlerle organik madde bakımından çok fakirdir. Türkiye topraklarının yaklaşık % 92’sinde yeterli olarak kabul edilen %3 organik madde düzeyinin altında organik madde bulunmaktadır (Eyüpoğlu, 1999). Bilindiği üzere organik madde, toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini son derece olumlu etkileyen bir toprak yapı maddesidir. Sürdürülebilir tarım uygulamalarının da vazgeçilmez bir unsurudur. Organik madde; toprakların su tutma ve havalanma özelliklerini iyileştirmekte, hafif ve gözenekli yapısı ile toprak işlemeyi ve bitki köklerinin toprağa nüfuzunu kolaylaştırmakta, toprak tanelerinin kümeleşmesine ve agregasyona yardımcı olmakta ve erozyon tehlikesini azaltmakta, toprak yüzeyinde kabuk tabakasının oluşumunu engelleyerek toprağa suyun girişini arttırmakta ve yüzey akışını azaltmakta, düşük hacim ağırlığı ile toprakta sıkışmanın oluşumunu engellemekte ve toprakların daha kısa sürede tava gelmesine yardımcı olmakta, azot, fosfor, kükürt ve kalsiyum başta olmak üzere birçok makro ve mikro bitki besin maddesini ihtiva etmekte, yüksek katyon değişim kapasitesi özelliği ile bitki besin maddelerinin toprakta tutulmasına yardımcı olmakta ve yanlış toprak yönetim pratiklerinden kaynaklanabilecek ekstrem tuzluluk ve pH değişimlerine karşı toprağı dirençli kılmakta, içerdiği humik asit sayesinde toprakta yarayışlılıkları kısıtlanan bazı mikro bitki besin maddelerinin yarayışlılığını arttırmakta, tarım ilaçları, ağır metaller ve birçok kirleticinin olumsuz çevresel etkilerini toprakta azaltmakta ve ekosistemdeki besin maddelerinin döngüsünde önemli bir role sahip toprak mikroorganizmalar için karbon ve enerji kaynağı olarak hizmet etmektedir (Kütük ve Çaycı, 2010). Toprak özellikleri ve bitki gelişimine pek çok katkısı olan böyle bir kaynaktan günümüzde maalesef çok yetersiz düzeyde yararlanılmaktadır. Bunun sebepleri arasında üreticinin bilinçsizliğini ya da isteksizliğini söylemek doğru değildir. Aksine çiftçi organik gübrenin ve organik materyallerin yararlarını bilmekte ve bunu tarlasına uygulamak istemektedir. Bununla beraber, çiftçilerimiz hayvansal dışkıların ve bitkisel atıkların uygun şekilde kompost edilmesi ve korunması konusunda bilgi eksikliği sorunu ile karşı karşıyadır. Ülkemizde de hayvansal işletmelerden açığa çıkan atıkların kontrolsüz depolanması sonucu oluşan sızıntılar yeraltı ve yerüstü su kalitesini bozmakta, atıklar yüksek amonyak 40 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X emisyonuna sahip olması nedeniyle kötü kokmakta, sinek ve diğer parazitlere beslenme ve üreme ortamı yaratmaktadır. Söz konusu sebeplerden dolayı çoğu zaman hayvansal üretim işletmeleri ile toplum, yerel yönetimler ve çeşitli resmi kurumlar arasında sorunlar yaşanmaktadır. 2. Çiftlik Hayvanı Dışkılarının Gübre Özellikleri Organik atık materyaller arasında çiftlik hayvanları hem açığa çıkan miktarlarının çok fazla olması hem de besin maddesi içeriklerinin diğer pek çok organik atıktan daha yüksek olması nedeni ile ayrı bir öneme sahiptirler. Çiftlik hayvanları dışkılarının besin maddesi ve gübre özellikleri pek çok faktörden etkilenmektedir ve geniş sınırlar arasında değişmektedir. Bu faktörlerin başında hayvanın yaşı, hayvanın yediği yem miktarı, yem rasyonunun bileşimi, yemden yararlanma oranı, hayvanların varlığını sürdürdüğü ortamdaki çevresel koşullar, kullanılan altlık malzemenin cins ve miktarı, dışkıdaki katı madde oranı ve gübrelerin saklanma tekniği gelmektedir. Çizelge ‘1 de üretimi yaygın yapılan çiftlik hayvanlarına ait dışkıların gübre özellikleri verilmiştir. Çizelge 1. Çiftlik hayvanı dışkılarının gübre özellikleri (Wortmann ve ark., 2014) Özellik %N %P %Nem C/N pH Et sığırı 0,2-3,0 0,1-1,2 20-80 10-20 6-8 Süt sığırı 0,3-0,6 0,1-0,2 75-90 8-30 6-8 Etlik tavuk 1,7-6,8 0,8-2,6 22-29 6-24 6,5-8,5 Hindi 1,2-1,8 0,3-0,9 50-87 4-18 6-7,5 Domuz 0,3-0,5 0,1-0,2 70-85 15-21 7,0-8,0 Koyun* 4,0 0,60 - - - At* 1,7 0,30 - - - *Follet ve ark., (1981) Çizelge 1’den görüleceği üzere küçük baş hayvan ve kanatlı dışkılarının besin maddesi içerikleri büyük baş hayvanlardan daha fazla bulunmaktadır. 41 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. Organik Atıkların Kompostlanması Kompostlaştırma organik atıkların biyolojik olarak parçalanabilen kısmının geri kazanılması ve yeniden değerlendirilmesidir. Kompostlaştırma ile toprak iyileştirici özelliği ve gübre değeri yüksek olan bir ürün elde edilir. Kompostlaştırma işlemiyle organik materyaldeki bitkiler tarafından kullanılması zor olan bitki besin elementleri kullanılabilir hale gelmekte ve kompostlaştırma işlemi sırasında oluşan yüksek sıcaklıkla hastalık yapıcı patojenler ile yabancı ot tohumları yok edilmektedir. Kompostlaştırma işlemi biyolojik, kimyasal ve fiziksel bir işlem olduğundan kompost oluşumunda etkili olan birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden özellikle nem, sıcaklık, C/N oranı, pH, parçacık büyüklüğü, porozite ve besin maddeleri bu işlemin kolay, ekonomik ve koku oluşturulmadan yürütülmesinde büyük öneme sahiptirler (Ekinci ve ark., 2004). Hızlı bir kompostlama için tavsiye edilen sınır değerleri Çizelge 2’ de verilmiştir. Çizelge 2. Hızlı kompostlama için tavsiye edilen koşullar (NRAES, 1992). Özellik C/N Nem Kapsamı Oksijen Kapsamı Parçacık Büyük. çap pH Sıcaklık (°C) Kabul edilebilir sınırlar 20:1 – 40:1 % 40-65 %5 3.17- 12,7 mm 5.5- 9.0 44-66 Tercih edilen sınırlar 25:1 – 30:1 % 50- 60 % 5- 15 8-12 6,5 – 8,0 55- 60 4. Organik Gübrelerin Toprak, Verim ve Çevre Üzerine Etkileri Başarılı bir toprak yönetiminde, toprak verimliliği geliştirmeli ve bunun sonucunda ürün verimleri arttırılmalı ve elde edilen yüksek seviye muhafaza edilmelidir. Toprak verimliliğinin arttırılmasına birçok tarım pratiği etki etmekle beraber tüm bu pratikler topraktaki organik maddenin miktarının arttırılması ve sürdürülmesine yöneliktir. Organik gübrenin ilavesi toprak strüktürü ve onunla ilgili özellikler üzerinde faydalı bir etkiye sahiptir. Organik materyallerin toprağa ilavesini takiben ayrışması esnasında açığa çıkan yapışkan maddeler, toprak taneciklerinin kümeli bir yapı oluşturmasına ve kümeler arası boşlukların oluşmasına yardımcı olurlar. Az okside olmuş yüksek moleküler ağırlığa sahip humik maddelerin agregatlaşma işlemlerinde, düşük moleküler ağırlığa ve fazla okside olmuş humik materyallere göre daha fazla etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Diğer taraftan organik madde artışı, solucanların artışına ve dolayısıyla toprak içinde onların boşluklar yaratmasına neden olur. Oluşan boşluklara bağlı olarak toprakta hacim ağırlığı azalmakta, toplam gözenek hacmi ve makro gözenek miktarlarında artış olmaktadır. Bu değişimler bitki köklerinin daha kolay nüfuz etmelerine, yağmur ve 42 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sulama sularının toprağa daha fazla sızmasına, bitki gelişimi ve mikroorganizmalar için gerekli olan su, hava ve ısı dolaşımının artmasına olanak sağlamaktadır. Diğer taraftan özellikle killi topraklarda toprak yapışkanlığı ve toprak işleme aletlerine gösterilen toprak direnci azalmaktadır. Çiftlik gübresi uygulamaları genellikle topraklarda agregasyonu, organik karbon miktarını ve mikrobiyal toplulukların sayısını arttırmaktadır (Martens ve Frankenberger, 1992). Çiftlik gübresi uygulamalarının kaba bünyeli topraklarda agregasyonu arttırabildiği, ince bünyeli topraklarda ise azaltabileceği rapor edilmiştir (Nyamangara ve ark., 1999; Pare ve ark., 1999). Organik gübrelerin yapısında var olan organik madde çoğunlukla kendi ağırlığının 5-6 misli suyu tutabilmekte, dolayısıyla organik gübre ilavesi ile bitki kök bölgesinde tutulan su miktarı artmakta ve yıkanma azalmaktadır. Aynı şekilde organik gübre ilavesi buharlaşmayı da önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu nedenle organik gübreler özellikle sadece yağmur suyuyla beslenen kurak ve yarı-kurak alanlarda büyük öneme sahiptir. Yüksek yağışlı bölgelerde ise organik maddenin topraklara kazandırdığı elastikiyet, toprak yüzeyine düşen yağmur damlalarının enerjilerinin azalmasına ve toprak yüzeyindeki zararının azalmasına neden olmaktadır. Toprak verimliliği kavramında bitki besin maddelerinin tedariki önemli bir konudur. Toprak verimliliğinde yaygın bir varsayım, bitkinin besin maddesi ihtiyaçlarının mineral gübrelerle sağlanacağı ve bunu takibinde artan verimlerin olacağıdır. Tecrübeler bunun doğru olmadığını göstermiştir. Çünkü mineral gübreler tüm besin maddelerini kapsamadığı gibi toprağın fiziksel verimliliğinin önemli ögeleri olan strüktür, nem tutulumu ve erozyona karşı direnç gibi özellikler üzerine hemen hemen hiçbir etkiye sahip değillerdir. Organik gübreler ise azot, fosfor, kükürt, kalsiyum ve potasyum gibi makro temel elementler dışında bitkiye mutlak gerekli pek çok iz elementi de içermektedirler. Mineral gübrelerle karşılaştırıldığında N, P ve K gibi makro elementler bakımından organik gübrelerin tek başına bitkinin ihtiyacını sağlamada yetersiz kalması ya da çok fazla miktarlarda kullanılma gerekliliği organik gübrelerin tek başına kullanımında bir zorluk yaratmaktadır. Bu nedenle bitkinin besin maddesi ihtiyaçlarını karşılamada yaygın yaklaşım organik gübrelerle mineral gübrelerin birlikte kullanılmasıdır. Şöyle ki bitkinin ihtiyaç duyduğu azot miktarının yarısının organik materyallerden yarısının mineral gübreden sağlanması her ikisinin tek başına kullanılmasından daha etkili olduğu görülmüştür (Dalzell ve ark., 1987; Demirtaş ve ark., 2012). Organik gübrelerle mineral gübreleri tarlaya birlikte uygulamak daha akılcı bir yoldur. Çünkü mineral gübreler bütünüyle suda eriyebilir ve kısa sürede bitki alımına müsait hale gelirler. Buna karşın organik gübrelerin bünyesindeki besin maddeleri yavaş çözünür olup, daha uzun bir süreç içinde yarayışlı hale gelmekte ve bakiye etkileri daha uzun süreli olmaktadır. Diğer taraftan organik gübre 43 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X uygulamasına bağlı olarak toprağın su tutma kapasitesinin artması mineral gübrelerin kullanım etkinliğini de arttırmaktadır. Çok kuru topraklarda suyun yetersizliğine bağlı olarak besin maddeleri alınamamakta, çok ıslak topraklarda ise besin maddeleri bitki kök bölgesinden kolayca aşağı katlara yıkanmaktadır. Organik gübreler 200-250 me/100g’a varan yüksek katyon değişim kapasitesine sahiptirler. Dolayısıyla mineral gübrelerle ilave edilen besin maddeleri organik kolloidler tarafından adsorbe edilmekte ve katyon değişim ilkeleri çerçevesinde daha kontrollü şekilde toprak çözeltisine salıverilmektedirler. Diğer taraftan organik gübrelerin yapısındaki azotun mineralizasyonu; ham materyallerin C/N oranları, kompostlama koşulları, kompost olgunluğu, kompostun uygulama zamanı ve kompost kalitesine bağlı olarak değişiklik göstermektedir ( Hargreaves ve ark., 2008). Toprakta fosforun yarayışlılığı büyük ölçüde toprak pH’sına bağlıdır. Fosforun çözünebilirliğinin toprağa organik madde ilaveleri ile arttığına dair birçok çalışma rapor edilmiştir ( Sanyal ve De datta, 1991). Organik maddenin ayrışması esnasında açığa çıkan humik asitlerin yarayışsız fosfat formlarını yarayışlı formlara dönüştürmede etkili oldukları bilinmektedir (Muhammad ve ark., 2007). Frossard ve ark., ( 2002), kompostlanmış organik katı atıklarda toplam fosforun %2-%16’sının hemen alınabilir inorganik fosfor, %40-%70’nin ise yavaş alınabilir fosfor olduğunu belirtmişlerdir. Organik maddenin ayrışması esnasında karboksilik ve fenolik grupların dissosiyasyonundan açığa çıkan negatif yük alanları topraktaki potasyumun dinamiklerinde önemli rol oynamaktadır. Kil minerallerince sıkı bir şekilde bağlanmış bakiye potasyumun, organik maddenin ayrışması esnasında açığa çıkan organik asitler tarafından serbestleştirilerek daha fazla alınabilir olduğu belirtilmektedir ( Dhanorkar ve ark., 1994). Bazik katyonlar olarak kompostta yer alan kalsiyum ve magnezyum elementleri oksitler, hidroksitler ve karbonatlar halinde toprağa uygulandıklarında toprak asitliğini azaltabilir ve pH derecelerini değiştirmek suretiyle besin maddelerini bitkilere daha yarayışlı hale çevirebilirler (Fricke ve Vogtman, 1994). Giresun’da fındık zurufu kompostu, tavuk gübresi, ahır gübresi ve organik toprağın (peat) toprak özellikleri ve verim üzerine etkisinin araştırıldığı bir çalışmada, tüm organik madde uygulamalarının toprağın yarayışlı su kapsamını arttırdığı, özellikle tavuk gübresi ve peat materyalinin bu konuda daha etkili olduğu, toprağın strüktür stabilitesinin uygulama sonrasındaki yılda daha yüksek olduğu, aynı zamanda hidrolik iletkenliğin de arttığı, ilk yıl düşük olan hacim ağırlıklarının ikinci yıl arttığı, 150 kg/ocak ve 200 kg/ocak uygulamalarının toprak özelliklerini ve verimi arttırmada daha etkili olduğu, fındık bahçesine organik materyallerin verilmesinin ardından, birinci yıl fındık veriminin 4.13 kg/ocak, ikinci yıl ise 4.88 kg/ocak değerine ulaştığı belirtilmiştir (Özenç, 2004). Ceyhan ve ark., (2000) Domates yetiştiriciliğinde çeşitli hayvan gübrelerinin etkilerini karşılaştırmışlar ve en iyi sonucu 6 ton/da domates verimi ile 44 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 5 ton/da düzeyinde broiler gübresi uygulandıklarında bulduklarını rapor etmişlerdir. Şeker ve Turhan (2006) bazı organik ve inorganik gübrelerin, şeker pancarı-buğday ekim nöbetinde buğday verimine bakiye etkilerini araştırdıkları bir çalışmada tavuk gübresinin bakiye etkisinin diğer organik gübrelerden daha fazla olduğunu, bakiye etkinin uygulama düzeyine bağlı olarak üç yıla kadar uzadığını belirtmişlerdir. Zengin ve ark., (2010), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kemerburgaz Kompost Tesisinde üretilen kompostun, Karaman’daki elma bahçelerine uygulanmasının toprak özelliklerini ve verimi arttırdığını, kompost uygulaması ile meyve verimi, ağırlığı ve çapı ile P, S, Fe, Zn, Cu ve Mn miktarlarının arttığını, yöre çiftçileri tarafından uygulanan kimyasal gübrelerin yarı dozu ile birlikte verilen 30 kg kompost/ağaç dozunun en fazla meyve verimini sağladığını, meyve ağaçlarına kompost uygulaması ile kimyasal gübre kullanımının %50 civarında azaltılabileceğini bildirmişlerdir. Tıbbi ve aromatik bir bitki olan fesleğenin verim ve yağ içeriğine, organik ve inorganik gübrelerin etkisinin incelendiği bir çalışmada, T1: Kontrol (Gübre Yok), T2: Çiftlik Gübresi (10 ton/ha), T3: Vermikompost (10 ton/ha), T4: NPK (100:50:50 kg/ha), T5: Çiftlik Gübresi (5 ton/ha) + NPK (50:25:25 kg/ha), T6: Vermikompost (5 ton/ha) + NPK (50:25:25 kg/ha) uygulamalarından elde edilen bulgulara göre, ürün veriminde sıralama 10,23, 13,42, 13,64, 14,72, 16,42, 16,85 (ton/ha) İle T1<T2<T3<T4<T5<T6 şeklinde olurken, toplam yağ miktarları ise 0,65, 0,66, 0,75, 0,69, 0,71, 0,72 (%) ile T1<T2<T4<T5<T6<T3 olarak gerçekleşmiştir (Anwar ve ark., 2005). Kimyasal ve organik gübrelerin brokoli bitkisinin verimi üzerine yapılan bir çalışmada, bitkinin azot ihtiyacı esas alınarak; T1; %50 sığır gübresi (kimyasal azotun yarısı) T2: %100 sığır gübresi (kimyasal azotun tamamı), T3: %100 kanatlı gübresi (kimyasal azotun tamamı), T4: kimyasal gübre (azotun tamamı) uygulanmış ve sırasıyla T1:13,69 ton/ha, T2: 16,95 ton/ha, T3: 24,38 ton/ha ve T4: 16,28 ton/ha ürün verimleri elde edilmiştir (Abou El-Magd ve ark., 2006). Artan kimyasal gübre kullanımı beraberinde bazı çevresel sorunlar meydana getirmiştir. Aşırı ve bilinçsiz kullanım nedeniyle kimyasal gübrelerle önemli miktarlarda toksik elementler topraklara bırakılmaktadır. Bu elementler özellikle fosfatlı gübrelerden kaynaklanan Cd, Zn, Cr, Pb, Ni, As ve U’dur. Fazla miktarda uygulanan azot ve fosforlu gübrelerin yıkanması ve yüzey akışı ile taban ve yüzey suları hatta içme suları kirlenmekte, uygun olmayan toprak ve çevre koşullarında amonyak ve azot oksitlerin (NO, N2O, NO2) salınımı hava kirliliğine ve küresel ısınmaya neden olmaktadır (Güler, 2004). Diğer taraftan özellikle azotlu gübrelerin fazla kullanılması durumunda, yapraktaki nitrat miktarı özellikle yaprağı yenen sebzelerde ve bazı yumrulu bitkilerde, insan sağlığını tehdit eden nitrozamin maddesi yüksek düzeylere ulaşmaktadır (Roorda Van Eysinga, 1984). Ayrıca toprağa uygulanan azotlu ve fosforlu kimyasal gübrelerin yüzey sularına ulaşan yüksek miktarları ötrifikasyona 45 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X neden olarak su ortamının doğal dengesini bozmaktadır. Kimyasal gübrelerin aşırı ve bilinçsiz kullanılmasının insan ve çevre sağlığı bakımından sorunlar oluşturabilecek olması, organik gübrelerin kullanımının önemini bu açıdan da öne çıkarmaktadır. 5. Sonuç ve Öneriler Topraklarımızın büyük kısmında organik madde yetersizdir ve bunun için her türlü tarımsal kaynaktan elde edilen organik gübreler doğru bir şekilde tarımda kullanılmalıdır. Organik materyallerin yakılarak enerji elde edilmesi gibi tarım dışı amaçlı kullanılmaları düşünülmemelidir. Bazı üretim alanlarında her geçen yıl artan oranda kimyasal gübre kullanılmasına rağmen verim artışı sağlanamamasının temel nedenlerinden birisi de toprakta organik madde miktarının yetersiz oluşudur. Kimyasal gübreler ve organik gübrelerin birlikte kullanılması ürün verimi, toprak kalitesi ve sürdürülebilir tarım için en uygun olanıdır. Hayvansal atıkların kompostlanarak ve stabil bir materyal elde edildikten sonra tarımda kullanılması en akılcı yaklaşımdır. Bu nedenle organik gübre üretimi ve tüketimini teşvik etmek amacıyla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından tescil almış organik gübrelerin kullanımı devlet tarafından desteklenmeli ve organik gübre kullanımı özendirilmelidir. Tarım topraklarımızın yanlış kullanımı sürdükçe, verim güçleri düştükçe, toprak kalitesi ve sağlığı azalmaya devam ettikçe gelecek yıllarda organik gübrelerin tarımımızdaki değeri daha iyi anlaşılacak ve organik gübreler çok daha fazla aranır olacaktır. Kaynaklar Abou El- Magd, M.M., El-Bassiony, A.M. and Fawzy, Z.F. 2006. Effect of organic manure with or without chemical fertilizers on growth, yield and quality of some varieties of broccoli plants. Journal of Applied Sciences Research, 2(10): 791-798. Anwar, M., Patra, D. D., Chand, S., Kumar Alpesh, Naqvi, A. A. and Khanuja, S. P. S. 2005. Effect of organic manures and inorganic fertilizer on growth, herb and oil yield, nutrient accumulation, and oil quality of French Basil. Communications in Soil Science and Plant Analysis, 36: 1737–1746. Ceyhan, Ş., Yoldaş, F., Mordoğan, N. ve Çakıcı, H. 2000. Domates yetiştiriciliğinde farklı hayvansal gübrelerin verim ve kaliteye etkisi. II. Sebze Tarımı Sempozyumu, 11-13 Eylül, İsparta, s. 51-55. Dalzell, H. W., Biddlestone, A. J., Gray, K.R. and Thurairajan, K. 1987. Soil Management: Compost production and use in tropical and subtropical environments. FAO soils Bulletin No: 56. Rome. 46 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Demirtaş, E.I., Özkan, C.F., Asri, Ö, F. ve Arı, N. 2012. Bazı organik ve kimyasal gübre uygulamalarının domateste verim ve kalite üzerine etkileri. Alatarım 11 (2): 9-16. Dhanorkar, B. A., Borkar, D. K., Puranik, R. B. and Joshi, R. P. 1994. Forms of soil K as influenced by long term application of FYM and NPK in vertisol. J. Potassium Res. 10: 42-48. Ekinci, K., Camcı, S.Ç., Akbolat, D., Atılgan, A. ve Onursal, E. 2004. Kompost oluşumuna etkili faktörler üzerine bir araştırma. Türkiye 3. Ulusal Gübre Kongresi, Tarım-Sanayi-Çevre, 11-13 Ekim 2004, Tokat, s. 793-804. Eyüpoğlu, F. 1999. Türkiye Topraklarının Verimlilik Durumu. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü Yayınları, Genel Yayın No: 220, Teknik Yayın No: T-67. Follet, R.H., Murphy, L.S. and Donahue, R.L. 1981. Fertilizers and Soil Amendments. Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, USA. Fricke, K. and Vogtman, H. 1994. Compost quality: physical characteristics, nutrient content, heavy metals and organic chemicals. Toxicol. Environ. Chem. 43: 95-114. Frossard, E., Skrabal, P., Sinaj, S., Bangerter, F. and Traore, O. 2002. Form and exchangeability of inorganic phosphate in composted solid organic wastes. Nutr. Cycl. Agroecosyst. 62: 103-113. Güler, S. 2004. Dünya'da ve Türkiye'de gübre tüketiminde yaşanan gelişmeler. In: Karaman M.R, Brohi A.R (eds) Türkiye 3. Ulusal Gübre Kongresi, Tarım-Sanayi-Çevre, 11-13 Ekim 2004, Tokat, s. 47-54. Hargreaves, J. C., Adl, M. S. and Warman, P. R. 2008. A review of the use of composted municipal solid waste in agriculture. Agric. Ecosyst. Environ. 123: 1-14. Kütük, C. ve Çaycı, G. 2010. Tavuk dışkılarının organik gübreye dönüştürülme yöntemleri. Kümes Hayvanları Kongresi. 7-9 Ekim, Kayseri, 2010, s. 1-8. Martens, D. A. and Frankenberger, Jr. W. T. 1992. Modification of infiltration rates in an organic-amended irrigated soil. J. Agron. 84: 707-717. Muhammad, S., Muller, T. and Georgjoergensen, R. 2007. Compost and P amendments for stimulating microorganizms and maize growth in a saline soil from Pakistan in comparision with nonsaline soil from Germany. J. Plant Nutr. Soil Sci. 170: 745-751. NRAES, 1992. On-farm composting (Ed. Rynk, R.) Natural Resource, Agriculture and Engineering Service, Co-operative Extension, Ithaca. New York. Nyamangara, J., Piha, M. I. and Kirchmann, H. 1999. Interactions of aerobically decomposed cattle manure and nitrogen fertilizer applied to soil. Nutr. Cycl. Agroecosys., 54: 183-188. Özenç, N. 2004. Fındık zürufu ve diger organik materyallerin fındık tarımı yapılan toprakların özellikleri üzerine etkileri. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora tezi, 399. 47 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Pare, T., Dinel, H., Moulin, A.P. and Townly-Smith, L. 1999. Organic matter quality and structural stability of a Black Chernozemic soil under different manure and tillage practices. Geoderma 91: 311-326. Roorda Van Eysinga, J.P.N.L. 1984. Nitrate in vegetables under protected cultivation. Acta Hort. 145: 251–256. Sanyal, S. K. and De Datta, S. K. 1991. Chemistry of phosphorus transformations in soil. Advanced Soil Science. 16: 1-20. Şeker, C. Turhan, M. 2006. Bazı organik ve inorganik gübrelerin şeker pancarıbuğday ekim nöbetinde buğdayın verimine bakiye etkileri. Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 20 (38): 43–48. TUİK. 2014. http:// www.tuik.gov.tr/PrehaberBultenleri.do?ic Wortmann, C.S., Charles, A.S. and David, D.T. 2014. Composting manures and other organic residues http://my.extension.illinois.edu/documents/172209. Zengin, M., Gökmen, F. ve Gezgin, S. 2010. Meyve bahçelerinde organik çöp kompostu kullanımı. Selçuk Üniversitesi, Selçuk Tarım ve Gıda Bilimleri Dergisi, 24(3): 109-117. 48 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organik Tarımda Geçiş Süreci ve Kocaeli İli Örneği Mesude Ünal1 Bahar Aydın Can2 Turgut Kutlu3 Kocaeli Üniversitesi Arslanbey Meslek Yüksekokulu Organik Tarım Programı 2 Kocaeli Üniversitesi Arslanbey Meslek Yüksekokulu Pazarlama Programı 3 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, E-posta: mesudeun@kocaeli.edu.tr 1 Özet: Organik üretim; yönetmeliklere bağlı bir tarım şekli olduğundan Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğe göre; organik üretimin temel aşamalarından birisi geçiş sürecidir. Geçiş süreci; tek yıllık bitkilerde ekim tarihinden itibaren en az iki yıl, çok yıllık bitkilerde ilk organik ürün hasadından önce üç yıldır. Geçiş süreci boyunca üreticiler birçok sorunla karşılaşabilir. Üretimde mineral gübre kullanılmadığı için konvansiyonel tarıma göre ürün veriminde azalmalar olmakta bunun yanında üretici hastalık ve zararlılarla kimyasal ilaç kullanmadan mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Geçiş sürecinde, ürün veriminde meydana gelen azalmalar ve sertifikasyon ücretleri üreticiler için caydırıcı olabilir. Ancak geçiş süreci; toprak yapısının ve doğal dengenin iyileşmeye başlaması ve üreticinin alışkanlıklarından vazgeçip yeni tarımsal üretime uyum sağlaması için gerekli bir uygulamadır. Geçiş sürecinin iller bazında ayrıntıları ile incelenmesi ve çözüm önerileri getirilmesi önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı; 2010-2014 yıllarında Kocaeli İli geçiş sürecindeki üretici sayısı, ürün çeşidi, üretim alanı ve miktarını incelemek ve organik tarıma geçişin artması için öneriler getirmektir. Anahtar kelimeler: Geçiş süreci, organik tarım, Kocaeli. Transition Period In Organic Agriculture and The Sample of Kocaeli Abstract: Organic production; is a form of agriculture due to the regulations of Organic Agriculture and Organic Farming Act and in accordance with the Regulation on the Implementation of the Principles; is one of the main stages of transition period to organic production. The transition period for oneyear plants is at least two years from the date of for perennial plants it is three years before the first organic harvest. Farmers may encounter many problems during the transition period. Because mineral fertilizers on production are not used, yield reduction might occur compared to conventional agriculture, in addition, farmers 49 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X have to fight against the diseases and pesticides without using chemicals. The transition period occurring in crop yield reductions and certification fees can be a deterrent for farmers. But the transition period is essential to start to recover the soil structure and the natural balance of the farmer give up practice habits to adapt to new agricultural production. It’s important to examine the transition period on the provinces in details and provide solutions about it. This study aims to research about the number of farmers, product range, production area and its quantity on the transition period in Kocaeli among 2010-2014 and to offer suggestions about the development of organic agriculture. Key words: Transition period, organic agriculture, Kocaeli. 1.Giriş Üreticiler; Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğe göre, organik ürün sertifikası alabilmek için geçiş sürecine uymak zorundadırlar. Geçiş Süreci; Bu Yönetmelik hükümlerine göre faaliyete başlanmasından, ürünün organik olarak sertifikalandırılmasına kadar geçen dönem olarak tanımlanmaktadır. Organik olarak değerlendirilecek bitkisel ürün için, tek yıllık bitkilerde ekim tarihinden itibaren en az iki yıl, çok yıllık bitkilerde ise organik ürün hasadından önce üç yıllık geçiş sürecinin uygulanması gerekir. Geçiş sürecinde bitkisel üretim için ilgili üretim alanında bu yönetmelik ile yasaklanmış girdinin kullanıldığı en son tarih temel alınır. Kontrol ve sertifikasyon kuruluşu veya kontrol kuruluşu gerekli incelemeleri yaparak geçiş sürecini uzatabilir ya da kısaltabilir. Geçiş süreci, tek yıllık bitkilerde 12 ay, çok yıllık bitkilerde 24 aydan daha az uygulanamaz (Anonim 2010). Organik tarımın ilk aşaması olan geçiş süreci üreticiler için zor atlatılmaktadır. Bu dönemde kimyasal ilaç ve gübre kullanımı yasak olduğundan ve üretim sistemi yeni değiştiği için verimde düşüşler olmaktadır. Yeni sisteme geçiş yapmak bir çiftçilik sisteminden vaz geçmek üreticiler için kolay değildir (İlbaş, 2009; Akgün, 2011). Araştırıcılar yaptıkları çalışmalarda; organik domates yetiştiriciliğinde geçiş dönemi boyunca azot eksikliği nedeniyle sorunların yaşandığını , üreticilerin bu dönemde besin maddesi eksikliği ve hastalıklarla mücadele yüzünden verimde kayıplarının olduğunu, geçiş sürecinde buğday veriminin %23-65 oranında azaldığını tespit etmişlerdir ( Scow ve ark. 1994; Bruggen and Termorshuizen 2003; Gopinath ve ark. 2008). Ancak yaşanan bu sorunlara rağmen üreticinin yeni tarım sistemine alışması, bitki besleme, hastalık ve zararlılarla mücadeleyi yönetmeliğe göre yapabilmek için tecrübe kazanması ve toprak yapısının bu zaman periyodunda iyileşmeye başlaması nedenleriyle geçiş süreci gereklidir. Yapılan çalışmalarda; fiğ ön bitkisi desteğindeki geçiş sürecinde biber toplam verim değeri yüksek olarak elde edilmiştir (Duman ve Elmacı 2014), 50 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X konvensiyonal tarımdan organik tarıma geçişte ve organik tarım boyunca bitki ve kelebek türlerinde zenginleşme tespit edilmiştir ( Jonason ve ark. 2011) , Yılmaz ve Bostan (2010) fındık bahçelerinin toprak özelliklerini incelemiş; 1.geçiş yılında organik madde miktarını % 10.37, 3. geçiş yılında ise % 13.65 olarak bulmuşlardır. Organik üretimi arttırmanın yollarından biri; üreticilerin zorlandığı geçiş süreci dönemini üreticilere iyi kavratmak geçiş süreci boyunca ürün veriminde, toprakta ve doğal ortamda olabilecek değişimleri belirtmektir. Aynı zamanda bu dönemde üreticinin bilgi ve ekonomik açıdan daha çok desteklenmesi sağlanmalıdır. Çalışmada 2010-2014 yıllarında Kocaeli İli geçiş sürecindeki üretici sayısı, ürün çeşidi, üretim alanı ve miktarı incelenerek, organik tarıma geçişin artması için öneriler getirilmiştir. 2. Materyal ve Yöntem Çalışmada; Kocaeli İlinde organik bitkisel üretime başlamak isteyen geçiş sürecindeki üretici sayıları, ürün çeşidi, üretim alanı ve miktarı verileri için Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın resmi web sitesindeki 2010-2013 yılları arasındaki istatistik verilerden yararlanılmıştır. 2014 yılına ait kesin olmayan veriler Kocaeli İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Organik Tarım Biriminden alınmıştır. Elde edilen veriler organik üretime geçmiş üretici bilgileriyle karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. 3. Bulgular ve Tartışma Çizelge 1. Yıllara Göre Kocaeli Organik Tarım Verileri (www.tarim.gov.tr 2014) Yıllar Çiftçi Sayısı 2010 2011 2012 2013 6 3 5 6 Gerçek Üretim Alanı (ha) 10.05 12.13 34.16 46.35 Üretim Miktarı ( ton) 169.07 50.32 244.61 373.66 Çizelge 1’de yıllara göre Kocaeli İli organik tarım verileri sunulmuştur. Çizelge 1’i incelediğimizde yıllara göre organik üretim yapan çiftçi sayısında düzenli bir dağılım görememekteyiz. 2010’da 6 olan üretici sayısı, 2011 ve 2012’de azalmış 2013’de yine 6 üreticiye ulaşmıştır. Ünal ve Can (2013) Kocaeli İlinde organik üretim yapan üreticilerle görüşüp, üreticilerin karşılaştığı sorunları tespit etmeye çalışmışlardır. Girdi ve özellikle gübre fiyatlarının yüksekliği, nakliyat sorunları, istenilen miktarda ve yönetmeliğe uygun organik gübre bulunamaması, hastalık ve zararlılar konusunda bilgi eksikliklerinin olması, işçilik maliyetlerinin yüksek olması ve pazarlama sorunları yaşadıklarını bildirmişlerdir. Çizelge 1’de gerçek üretim alanını incelediğimizde, 2010’da 10.05 ha olan alan, 2013 yılında 46.35 ha’a ulaşmıştır. Üretici sayısının aynı kalmasına rağmen üretim 51 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X alanının artması organik üretime devam eden üreticilerin üretim alanlarını arttırması ile açıklanabilir. En fazla üretim miktarına 373.66 ton ile 2013 yılında ulaşılmıştır. Çizelge 2: Yıllara Göre Kocaeli ili Organik Tarım Geçiş Süreci Bitkisel Üretim Verileri (www.tarim.gov.tr 2014) Ürünler Yıllara Göre Üretim Miktarı (ton) 2010 2011 2012 2013 Armut 0.77 0.05 - 0.09 Arpa 18.00 0.50 29.76 1.88 1.00 0.55 - - 15.00 0.55 0.10 4.85 - 0.38 0.75 4.12 Elma 0.05 0.03 - 0.05 Fasulye 0.30 0.06 0.28 0.78 Fındık 0.90 0.20 - 0.49 Kabak 0.01 0.22 0.40 0.26 - 1.90 - 1.44 Mısır 0.30 0.68 0.38 1.80 Üzüm 14.02 - - - Yulaf 12.00 6.32 - - Diğer 16.50 8.00 1.28 14.84 TOPLAM 42.40 19.44 32.95 30.60 Buğday Çilek Domates Karpuz Çizelge 2’de yıllara göre Kocaeli İli organik tarım geçiş süreci bitkisel üretim verileri sunulmuştur. Çizelge 2’yi incelediğimizde 2010 ve 2013 yıllarında geçiş süreci ürünü üretim miktarında düzenli bir değişim olmamıştır. 2010 yılında toplam üretim miktarı 42.40 ton iken 2013 yılında 30.60 ton olmuştur. Ürün bazında tabloyu incelediğimizde yine düzenli bir değişim görülmemektedir. Arpa 2010 yılında 18.00 ton iken, 2011 yılında 0.50 tona düşmüştür. Aradaki fark arpanın organik tarım ürünü olarak sertifikalandırılması olarak düşünülse bile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre Kocaeli İli 2012 yılı organik arpa miktarı 1.65 ton, 2013 yılında ise 15.31 tondur. Bu verilere göre üreticinin geçiş süreci ürününün bir bölümünde organik üretime geçemediği düşünülebilir. 2010 yılında 15 ton olan çilek geçiş süreci ürünü, 2011 yılında 0.55 ton, 2012 yılında 0.10 ton, 2013 yılında 4.85 ton olmuştur. 2010 yılında 14.02 ton olan geçiş süreci ürünü olan üzüm üretimi diğer yıllarda bulunmamaktadır. 52 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bu durum için üretici geçiş sürecinde organik tarım faaliyetlerini bırakmıştır denilebilir. Geçiş süreci ürünü olarak domatesi incelediğimizde 20112013 yılları arasında artış olduğu görülmektedir. 2011 yılında üretim 0.38 ton iken 2013 yılında 4.12 tona ulaşmıştır. 2013 Yılı Kocaeli İli Organik Tarım Üretim Verileri (ton) Diğer Marul 22.93 Karpuz 44.23 Fasulye 65.72 Çilek Biber Bal Kabağı 0 20 40 60 80 100 120 Şekil 1: 2013 Yılı Kocaeli İli Organik Tarım Üretim Verileri(ton) (www.tarim.gov.tr 2014) Şekil 1’de 2013 yılı Kocaeli İli organik tarım üretim verilerine bakıldığında, organik domates üretim miktarı 65.72 ton ile en fazla üretilen ürün olmaktadır. Bu verilere göre geçiş süreci domates üreticisinin, organik domates üretimine başlayabildiğini söyleyebiliriz. 53 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yıllara Göre Kocaeli İli Organik Tarım Geçiş Süreci 12 Üretici Sayıları 12 10 8 ÇİFTÇİ SAYISI 8 6 4 3 4 2 0 2010 2011 2012 2013 Şekil 2: Yıllara Göre Kocaeli İli Organik Tarım Geçiş Süreci Üretici Sayıları (www.tarim.gov.tr 2014) Şekil 2’de yıllara göre Kocaeli İli organik tarım geçiş süreci üretici sayıları verilmiştir. Şekil 2’yi incelediğimizde; 2010 yılında 8 olan geçiş süreci üreticisi, 2011 yılında 4, 2012 yılında 3, 2013 yılında 12 üretici olmuştur. Bu üretici sayılarını Çizelge 1’de Kocaeli İlinde organik üretim yapan üretici sayıları ile karşılaştırdığımızda geçiş sürecindeki üreticilerin tamamının organik üretime geçemediği varsayılabilir. 2014 yılı kesin olmayan verilerine göre 12 olan geçiş süreci üreticisinden 4’ü geçiş sürecinde organik üretimi bırakmıştır. Çizelge ve şekillerdeki verileri incelediğimizde geçiş sürecinde üretici sayıları, üretim miktarı ve ürün çeşidine göre düzenli değişimlerin olmadığını ve bir kısım üreticinin organik üretime geçemediği görülmektedir. Geçiş süreci zorunluluğu, organik tarıma başlayacak üreticilerin sayısını sınırlandırabilir. Geçiş süreci döneminde kimyasal ilaç ve gübre kullanılmadığı ve üretim metodu değiştiği için verimde kayıplar olmaktadır. Bu kayıplara rağmen ürün; 12 ayı tamamladıktan sonra geçiş süreci ürünü olarak sertifikalandırıldığı için fiyatı, konvansiyel üründen çok az yüksek olmaktadır. Bu dönemde üretici kontrol ve sertifika ücretleri, alet ekipman ücretleri gibi ilave harcamalar yapmaktadır. Buna rağmen geçiş sürecinde üretici tarımsal destekleme bulamamaktadır ( Okuyucu ve Okuyucu 2006; İlbaş 2009; Demiryürek 2011). Üretici yönlendirilmesindeki noksanlıklar, kimyasal girdi kullanımını teşvik eden teknoloji, toprak analiz sonuçlarında organik tarım 54 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X yönetmeliğine göre gübrelemenin nasıl yapılacağının belirtilmemesi ve pazar bulmadaki sorunlar yüzünden geçiş sürecini yaşamak ve organik üretime başlamak zor olmaktadır (Sayın 2002; Ünal ve Can 2013). Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, Organik Tarım Biriminden aldığımız kesin olmayan sonuçlara göre 2014 yılı toplam organik tarım alanı 820 da, geçiş sürecindeki tarım alanı 250 da dır. 2014 yılında 21 üretici organik üretim yapmaktadır. 12’ si geçiş sürecinde bulunan üreticiler karışık sebze-meyve ekim dikimi yapmaktadır. Bu üreticilerden 4’ü geçiş sürecini tamamlamadan organik üretimden vazgeçmiş bulunmaktadır. Bırakma nedeni olarak geçiş süreci ürününe pazar bulamamak olarak belirtilmiştir. Kocaeli ilinde organik tarım pazarı kurulması üreticileri, organik üretime yönlendirmede teşvik edici olacaktır. Organik tarım pazarlarında, geçiş süreci ürününün daha kolay alıcı bulabilmesi için tüketiciler bilgilendirilmelidir. Geçiş sürecinin kolay atlatılabilmesinin en önemli etkenlerinden biri üreticilerin geçiş süreci konusunda bilinçlendirilmesinden geçmektedir. Geçiş sürecinde toprak biyolojik özelliklerinin iyileştiği, bu sürecin uzun ancak kalıcı olduğu vurgulanmalıdır. İyi yönetilen toprak ve su kaynakları sonucunda sürdürülebilir bir üretimin temellerinin atılacağı belirtilmelidir. Geçiş sürecinin mevcut yapıyı iyileştirmek ve yeni tarımsal sisteme ayak uydurulmasını sağlamak gibi avantajlarının olduğu vurgulanmalıdır. Sivil toplum kuruluşları, il müdürlükleri organik tarım birimleri ve üniversiteler geçiş sürecine daha fazla önem vermeli bu konuda araştırma, eğitim ve yayın desteği sağlamalıdır. Bilimsel çalışmalarda geçiş süreci ile ilgili araştırmalar artmalıdır. Martini ve ark. (2004), Condron ve ark. (2010) geçiş süreci ile ilgili yaptıkları çalışmalar sonucunda; ürün miktarları, ürün verimini sınırlandıran etkenler ve toprak özellikleri konusunda daha çok ve kapsamlı çalışılması gerektiğini önermişlerdir. Geçiş süreci organik tarıma başlamada kilit rol oynamaktadır. Organik tarım yapan üretici sayısını arttırmak ancak geçiş sürecini atlatan girişimlerle sağlanmaktadır. Bu nedenle geçiş süreci döneminde artan giderler için üreticilere mali destek verilmesi önem kazanmaktadır. Bunun yanında geçiş süreci döneminde kontrol ve sertifikasyon ücretleri azaltılabilir. Organik tarım alanlarının artması Kocaeli için avantaj olacaktır. Sanayinin yoğun olduğu ilde organik üretim ve öncesindeki geçiş süreci tarım alanlarının kirlenmeden korunmasının, mevcut kirliliğin iyileştirilmesinin güvencesi olacaktır. 4. Sonuç Organik tarımın yapılabilmesi için geçiş süreci yasal zorunluluktur. Geçiş sürecinin 2-3 yıllık süreleri kapsaması üreticiler için vazgeçirici bir etken olarak görülebilir. Kocaeli İline baktığımızda; organik üretim yapmak için girişimde bulunan üreticilerin tamamı organik üretime devam edememiş, bir kısmı geçiş 55 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sürecinde organik üretimi bırakmıştır. Üreticiler; pazarlama, mali desteğin olmaması, verimde düşüşlerin olması, maliyetlerin kontrol ve sertifikasyon ücretleri ile arttığı ve yeni tarımsal sisteme ayak uyduramama sorunları yaşamaktadırlar. Geçiş süreci, yapılan bilimsel çalışmalarla da desteklendiği üzere toprak yapısının iyileştiği, organik madde miktarının ve bitki besin elementlerinin doğru toprak yönetimi ile arttığı, üreticinin yeni sisteme alıştığı bir dönemdir. Bu dönemde üreticilere; bilgi desteği verilmesi, mali destek sağlanması, pazar sorunlarının çözümü için organik pazar kurulması ve tüketicileri geçiş süreci ürünü hakkında bilgilendirerek iç talebin artmasının sağlanması gerekmektedir. Sonuç olarak; geçiş sürecinin gerekliliği nedeniyle bu süreci sınırlandırmaktan çok, üreticilerin dönemi kolay atlatabileceği çözümler uygulamaya konulmalıdır. Çünkü bozulan doğal dengenin yeniden sağlanabilmesi için doğaya zaman tanınması gerekir. Organik tarımda bu zaman geçiş sürecidir. Kaynaklar Akgün, T (2011) Organik Tarım. Güney Ege Kalkınma Ajansı. geka.org.tr Anonim (2010) Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve uygulanmasına İlişkin Yönetmelik. 27676 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Ankara, 112s. Anonim (2014) www.tarim.gov.tr Condron, L.M., Cameron, K.C., Di, H.J., Clough, T.J., Forbes, E.A., McLaren, R.G ve Silva, R.G (2000) A comparison of soil and environmental quality under organic and conventional farming systems in New Zealand. New Zealand Journal of Agricultural Research, Vol. 43: 443-466. Demiryürek, K (2011) Organik tarım kavramı ve organik tarımın Dünya ve Türkiye’deki durumu. Gazi Osman Paşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 28(1): 27-36. Duman, İ ve Elmacı Ö.L (2014) Organik koşullarda uzun süreli önbitki-salçalık biber ( Capsicum annum L. cv. Kapya ) kombinasyonu şeklinde yapılan yetiştiriciliğin verim meyve ve toprak özelliklerine etkisi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi.51(3):289-296. Gopinath, K.A., Saha S., Mina B.L., Pande, H., Kundu, S ve Gupta H.S (2008) Influence of organic amendments on growth, yield and quality of wheat and soil properties during transition to organic production. Nutrition Cycle Agroecosystem 82:51-60. İlbaş, A.İ (2009) Organik tarım. İlkeler ve Ulusal Mevzuat. Eflatun yayınevi, Ankara, 267s. Jonason, D., Andersson G.,K.S., Öckinger, E., Rundlöf, M., Smith, H.,G ve Bengtsson J (2011) Assessing the effect of the time since transition to organic farming on plants and butterflies. Journal of Applied Ecology 48, 543-550. 56 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Martini, E.A., Buyer, J.S., Bryant, D.C., Hartz, T.K ve Denison, R.,F (2004) Yield increases during the organic transition: improving soil quality or increasing experience? Field Crops Research 86: 255-266. Okuyucu, B.R. ve Okuyucu F (2006) Çayır-meralarda organik tarım uygulamaları ve yararları. Hayvansal Üretim 47(1): 54-61. Sayın, C (2002) Dünya, AB ve Türkiye’de organik tarıma yönelik gelişmeler ve izlenen politikalar. İzmir Ticaret Borsası Yayınları. Yayın No: 76.136s. Scow, K.M., Somasco, O., Gunapala, N., Lau, S., Venette, R., Ferris, H., Miller, R., Shennan, C ve Davis, U.C (1994) Transition from conventional to lowinput agriculture changes soil fertility and biology. California Agriculture 48(5):20-26. Ünal, M., Can Aydın, B (2013) Kocaeli İlinde organik bitkisel üretim sorunlar ve çözüm önerileri. Türkiye V. Organik Tarım Sempozyumu, 25-27 Eylül 2013, Samsun. Van Bruggen A.H.C ve Termorshuizen A.J (2003) Integrated approaches to root disease management in organic farming systems. Australasian Plant Pathology, 32, 141-156. Yılmaz F.,I ve Bostan S.,Z (2010) Organik tarıma geçiş sürecindeki ve organik fındık bahçelerinde bazı toprak özelliklerinin değişimi. Türkiye IV. Organik Tarım Sempozyumu, 28 Haziran-1 Temmuz 2010, Erzurum. 57 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sosyal Tarım Hamide Gübbük1, Selen Çaglayık Eloglu2 1 Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, 07058 Antalya. Agro Ekoloji Uzmanı, Serbest Araştırmacı,Ethem Efendi Cad., 94/8, Erenköy, İstanbul. E-posta: gubbuk@akdeniz.edu.tr 2 Özet: Sosyal tarım özet haliyle, belirlenen hedef kitlelere tarımsal aktiviteler aracılığıylarehabilitasyon hizmetleri sunmayı amaçlar. Tarımınbu şekilde sosyal amaçlı kullanımı, henüz yeni bir konu olmakla birlikte, özellikle Avrupa’da gittikçe yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu amaçla kurulmuş sosyal çiftliklerin sayısı Avrupa’da sürekli artış göstermekte olup, ülkemizde ise bu tarz bir oluşum henüz mevcut değildir. Günümüzde artan projelere rağmen, Avrupa’da dahi sosyal tarımın tanımlanması henüz tam olarak yapılamamış ve ‘social farming’, ‘greencare’ ve ‘farming for health’ olmak üzere farklı isimlerle adlandırılmaktadır. Sosyal tarımda hedef kitle, farklı dezavantajlı gruplardan insanları içine almakta ve bunlar arasında, fiziksel ve zihinsel engelliler ile duygusal sorunlar yaşayanlar, çocuk suçlular, öğrenim güçlüğü çeken çocuklar, uzun dönem işsizlik problemi olan kişiler, alkol ve uyuşturucu bağımlıları, ıslah evi ve huzurevi sakinleri ile yarı açık cezaevlerinde kalan mahkumlar sayılabilmektedir. Farklı ülkelerde kurulan sosyal çiftliklerde faaliyet olarak, ülkelerin ekolojik koşullarına göre sebze ve meyve yetiştiriciliği, fidan üretimi, organik yetiştiricilik, süs bitkileri üretimi ile büyükbaş ve küçükbaş hayvan ile kümes hayvanlarının yetiştiriciliğinin ön plana çıktığı gözlenmiştir. Bu çiftliklerde aynı zamanda sanatsal ve kültürel faaliyetler de tarımsal aktivitelere yardımcı olarak düzenlenmekte ve çiftlikten yararlanan insanların yaşam kalitesi arttırılmaya çalışılmaktadır. Sosyal amaçlı kurulmuş bu çiftlikler, dezavantajlı grupların yaşam ve meslek edinme yerleri, okulları ve aynı zamanda rehabilite edildikleri merkezlerdir. Bu çalışmada, sosyal tarımın tarihini ve gelişimini takip ederek, Avrupa ve dünyadan örnekler yoluyla sosyal tarım yapılan çiftlikleri ve buralarda yapılan çalışmaları sunmayı ve aynı zamanda da bu örneklerden gelen veriler ve yerel bilgiler doğrultusunda Türkiye’de sosyal tarım çalışmalarına ön ayak olmayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Sosyal tarım, biyodinamik tarım, rehabilitasyon merkezi 58 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Social Farming Abstract: Social farming mainly aims to give rehabilitation services to target groups through agricultural activities. While the use of agriculture in this way is still an emerging field, recently it has become more common especially in Europe. The number of social farms is increasing in Europe but so far there have not been any developments in Turkey. Although the number of projects is increasing, there is still no consensus on the description of social farming even in Europe, and it is called with varied names from “social farming”, “green care” and “farming for health”. The target groups in social farming are disadvantaged groups in the society, and including people with physical and mental disabilities and with mental problems, troubled youth and children who have learning problems, longterm unemployed people, and people with drug and alcohol addicts, rehabilitation center and nursing home residents and people who have been incarcerated. Activities that are being conducted on social farms in different countries including vegetable and fruit growing, seedling growing, organic production, ornamentals production and animal husbandry. Artistic and cultural activities are also organized to support the agricultural ones and used to increase the life quality of people who are benefiting from the farms. The farms established with a social mission are residential and vocational schools for these disadvantaged people and also centers where they are rehabilitated. The aim of the study is to present social farms andtheir activities conducted on these farms by tracing the history of social farming and its development and through examples through Europe and the World, and also to trigger the development of social farming activities in Turkey in the light of international research and local knowledge coming from these examples. Key words: Socialfarm, biodinamic farming, rehabilitation center 1. Giriş Sosyal tarım, Avrupa’da son yıllarda eğitim ve sektöriyel anlamda yaygınlaşmaya başlayan bir akımdır. Tarımın çok amaçlı kullanımı olarak adlandırılan sosyal tarım, sadece tarım sektörü açısından değil, aynı zamanda sağlık ve sosyal hizmet sektörü açısından da stratejik öneme sahiptir. Sosyal tarım kavramından, önceden belirlenmiş hedef kitlelere tarımsal aktiviteler aracılığıylaterapi, rehabilitasyon ve eğitim hizmetlerinin sunulması anlaşılmaktadır (DiIacovoveO’Connor, 2009). Bu kapsamda, iyileştirme ve rehabilitasyon ihtiyacı içerisinde olan gruplara ve bireylere tarımsal aktivitelerin kazandıracağı fiziksel, sosyal ve zihinsel destekler sunulmaktadır. Sosyal tarımda meslek grubu olarak ziraatçılar, veterinerler, doktorlar, psikiyatrlar, ekonomistler, sosyal bilimciler, uğraş terapistlerigibi uzmanlar ortaklaşa çalışarak tarımsal faaliyet gösteren çiftliklere sosyal bir boyut kazandırmaktadırlar. Çalışmalara katılacak ve terapi hizmetlerinden faydalanacak kişiler ise toplumun farklı kesimlerini temsil eden 59 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X dezavantajlı birey ya da gruplar içerisinde yer almaktadır. Bunlar arasında, fiziksel ve zihinsel engelliler ile duygusal sorunlar yaşayanlar, çocuk suçlular, öğrenim güçlüğü çeken çocuklar, uzun dönem işsizlik problemi olan kişiler, alkol ve uyuşturucu bağımlıları, ıslah evi ve huzurevi sakinleri ile yarı açık cezaevlerinde kalan mahkumlar gösterilebilir. Bu derlemede, dünyada sosyal tarımın durumuna ve ülkemizde sosyal tarım faaliyetlerinin başlatılması için mevcut alt yapı ve ülkemizde gelecekte uygulanabilirliği ile ilgili görüşlere yer verilmiştir. 2. Sosyal Tarımın Tarihçesi ve Gelişimi Bitkilerin, hayvanların ve doğal çevrenin insan sağlığına olan pozitif etkisi insanlık tarihi boyunca bilinmiş ve tartışılmış, yazılara konu olmuştur. Bahçe çalışmalarının ve kırsal alanda zirai uygulamalar yapmanın tıbbi ve terapi amaçlı olarak insan sağlığına pozitif etkisi olduğu düşüncesi resmi olarak ilk kez 18. yüzyılda ABD’de psikiyatri alanında onay görmüştür (Davis, 1998). Daha sonra bu kavram yaygınlaşmış ve Avrupa’ya yayılmıştır; kırsal alanda psikiyatri hizmeti sunan merkezler açılmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrası bahçe çalışmaları savaş gazilerine ve mağdurlarına uygulanmaya başlamış ve kavramın psikolojik tedavinin de ötesinde fiziksel terapi ve rehabilitasyon amaçlı kullanılması başlamış ve yaygınlaşmıştır. 1950’li yıllardan itibaren de bu programlar düzenli ve kurumsal olarak uygulanmasına başlanmıştır. Bahçe terapisi ve benzeri kavramları da içererek bunları bir çiftlik bünyesinde kapsamlı bir terapi anlayışı ile sunan sosyal tarım ise dünyada, özellikle de Avrupa’da 1960’lardan itibaren başlamış ve 1980’lerde ivme kazanmıştır. Devlet desteği ya da bireysel girişimler, organizasyonlar sayesinde gelişen sosyal tarım, günümüzde artık bilinen ve sıkça uygulanan bir kavramdır. Sosyal tarımın gelişmesinde en önemli katkıyı ise AB ve benzeri oluşumların desteklediği projeler oluşturmuştur. Bu kapsamda ilk proje Avrupa Uygulama Topluluğu (EuropeanCommunity of Practice: CoP) olup, bunu Sağlık için Tarım (FarmingforHealth) projesi izlemiştir (HassinkvevanDijk 2006). Daha sonra COST aksiyonu çerçevesinde yürütülen 866no’luve Tarımda Yeşil Terapi (GreenCare in Agriculture) isimli proje (Braastadve ark.,2007) ile Avrupa Birliği projesi kapsamında yürütülenSoFar projesi (DiIacovoveO’Connor, 2009) bunlara örnek olarak gösterilebilir. Sosyal tarım uygulamalarına ek olarak, sosyal tarım eğitimi ile ilgili de Avrupa’da faaliyetler devam etmektedir. Bu amaçla, DIANA ve MAIE projeleri tamamlanmış ve INCLUFAR projesi ile ilgili çalışmalar ise hala devam etmektedir (van Elsen ve ark., 2014). Bu projelerden DIANA’da, tarımsal çiftliklerde sosyal hizmet sektöründe çalışanlar için profesyonel eğitim verilmesi ve MAIE projesinde, çiftlik sahiplerinin kendi çiftliklerinde sosyal hizmet sektörü için çalışma başlatabilmeleri amacıyla müfredat geliştirilmesi amaçlanmıştır. INCLUFAR projesinde ise planlanan eğitim programlarının ve müfredatlarının diğer ülkelere transferi hedeflenmektedir. Günümüzde uygulamaların teoriye ve 60 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X belirli bir program düzenine oturtulmasına önem verilmekte ve bu sayede kavramın küresel olarak yayılması hedeflenmektedir. 3. Sosyal Tarımın Özellikleri ve Bileşenleri Sosyal tarım, amaçlanan tarımsal üretimin ötesinde, ihtiyaç sahibi bireylere ve uygulama yapılacak olan hedef kitleye doğanın ve tarımsal çalışmaların gücünden yararlanarak iyileştirme ve rehabilitasyon hizmeti vermeyi içermektedir. Yapılan çalışmalar sonucu hem terapi hizmeti alan kişiler hem de çiftlik sahipleri karşılıklı olarak fayda görmektedirler. Faaliyetler bitkisel üretimden toprak iyileştirmeye, hayvan bakımından gıda üretimine, topluluk oluşturma uygulamalarından, bireysel mesleki beceri gelişimine kadar farklı alanlarda yapıldığı için çiftlikler tarımsal üretimin de ötesine geçerek bütüncül bir dünya anlayışı ile kullanılır hale gelmektedir. Yapılan tarım çalışmaları farklı birçok alanı kapsadığı için sunulan terapi ve rehabilitasyon hizmetleri de insanların farklı ihtiyaçlarına karşılık vermektedir. Örneğin bahçe çalışmalarının yararları birçok farklı çalışmada incelenmiştir (Relf, 1998). Bahçecilik ve toprakla uğraşmak özellikle fiziksel dayanıklılığı arttırır ve motor becerileri geliştir. Hayvancılık ve hayvan bakımı ise sorumluluk bilinci aşılanması ve empati kurmanın geliştirilmesi açısından önemlidir. Çiftlik yaşamının ya da tarımsal üretimin önemli bileşenlerinden olan ortak çalışma ve topluluk kültürü de katılımcıların farklı insanlarla birlikte yaşaması ve çalışmasına olanak tanır ve onların toplumdaki sosyal entegrasyonuna yardımcı olur. Bunlara ek olarak, yetiştirdikleri ürünleri satma ve pazarlama imkanı bulan katılımcılar, aynı zamanda mesleki becerilerini de geliştirerek, hem kendilerine hem de kuruma ekonomik fayda da sağlarlar. Sosyal tarım, ihtiyaç sahibi bireylere uğraş terapisi yöntemlerinde olduğu gibi uğraş, meslek ya da iş kazandırmaya etki eder (Simson ve Straus, 1998). En son olarak sosyal tarım uygulanacak mekanda yapılacak diğer kültürel, sanatsal, eğitimsel ve sosyal aktiviteler de katılımcıların kişisel becerilerinin artmasına yardımcı olur. Özetle sosyal tarım faaliyetleri toplumdaki ihtiyaç sahibi ve dezavantajlı birey ve gruplara bütüncül bir yöntemle terapi, iyileşme ve eğitim olanağı sunar ve katılımcılar terapi görmekten ve doğanın iyileştirici yönlerinden faydalanırlarken bir yandan da toplum içerisinde yeni roller edinir, mesleki beceriler kazanır ve sosyalleşirler. Sosyal tarımın en büyük özelliği bu bütüncül bakış açısıyla insana ve doğaya yaklaşmasıdır. Avrupa’da sosyal tarım çalışmaları yapılan yerlerde genellikle sürdürülebilir tarım teknikleri uygulanmakta, ekolojik çalışmalara öncelik verilmekte, biyoçeşitliliğin korunması için çaba sarfedilmekte ve buralarda yoğun emek gerektiren bir çalışma ortamı bulunmaktadır (DiIacovo, 2008). Bu çalışmaların bir 61 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ortak noktası da bu çalışmaların, alanında öncü kişiler ya da topluluklar tarafından, girişimcilik örneği olarak, mevcut ekolojik ve tarımsal duruma yenilikçi bir bakış açısı getirmek amacıyla başlatılmış olmasıdır. Örneğin, sosyal tarıma yönelik öncü çalışmaların birçoğunda ekosistemlere ve dünyanın doğal dengesine uygun tarıma, insan potansiyelinin tam anlamıyla ortaya çıkartılmasına ve barışçıl topluluklara inanç duyulan bir yaklaşım söz konusudur. Aynı şekilde tarımda modernizasyon ve makineleşme süreci sonunda azalan doğa ve insan ilişkilerini yeniden ortaya çıkartmak ve doğa ile uyumlu topluluklar kurma fikirleri de bu çalışmaları tetikleyen fikirlerdir. Günümüzde Avrupa’da, sosyal amaçlı kurulmuş çiftliklerin sayısı artış göstermiş ve son yıllarda bu sayı, Hollanda’da 800, İtalya’da 600, Fransa’da 500, Norveç’de ve Finlandiya’da 400, Avusturya ve Almanya’da 200 ve İngiltere’de ise 100’ün üzerinde kaydedilmiştir (DiLacovo ve O’Connor, 2009). Sosyal tarım uygulamalarında benzerlikler dışında farklılıklar da vardır. Örneğin Kuzey Avrupa’da (Hollanda, Almanya, Belçika) daha çok bireysel ve kurumsal çiftlikler sosyal tarım ile ilgilenirken, Güney Avrupa’da (İtalya’da) bu çalışmalar sosyal kooperatifler üzerinden yürütülmektedir (DiLacovo, 2008). Bu farklılıkta, Kuzey Avrupa’daki tarım kültürünün etkisi olduğu, bu bölgelerde kapsamlı sosyal tarıma olanak sağlayanbüyük ölçekli tarım ve hayvancılık yapılan büyük çiftlikler sayıca fazladır. Örneğin bu bölgelerde engelli bireylerin tam zamanlı olarak çalıştığı ve kaldığı çiftliklerin yanında, çiftliğin bir parçası olarak kurulmuş huzurevleri ya da çocuk yuvaları yaygındır. 4. Türkiye’de Sosyal Tarımın Durumu Türkiye’de tarımsal faaliyet alanı geniş olmasına rağmen, sosyal çiftlikler henüz mevcut değildir. At destekli terapi hizmeti (hipoterapi) sunan bazı çiftlikler yakın zamanda açılmıştır fakat kapsamlı bir sosyal tarım çiftliği henüz yoktur. Sosyal tarım, tarımsal kapasitesi yüksek olan Türkiye için de yenilikçi bir anlayış sunmaktadır ve bu alanda yakın zamanda çalışmaların desteklenmesi ve geliştirilmesi önem arz etmektedir. Son yıllarda diğer birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kentsel yaşam ağırlık kazanmaya başlamıştır. Günümüzde nüfusun %70’i kentlerde yaşamakta ve kırsal topluluklardan kente göç hızla devam etmektedir. Kırsalda ekonomik ve sosyal olanakların azlığı, insanları kente yöneltmektedir. Fakat hızla gelişen nüfus ve konut artışı ise kentlerde insanların doğadan uzaklaşmasına yol açmaktadır. Kırsal kesimde iş ve sosyal olanakların arttırılması, kentlerdeki plansız gelişme ve yığılmayı önleyecektir. Bunun yanında ihtiyaç sahibi bireyler ile dezavantajlı gruplar ise olanak eksikliği ve kırsaldan uzaklık sebebiyle doğanın sağaltıcı gücünden uzak kalmaktadırlar. Bu kesimlere terapi, tedavi ve iyileşme sağlayan merkezlerin sayısı da gene eksik kalmaktadır. Sosyal tarım işte bu noktada farklı kesimlerin yararlanacağı bir platform oluşturabilir. Kırsalda uygulanacak sosyal tarım projeleri kırsal bölgelerde ekonomiyi ve sosyal hayatı canlandırabilir ve aynı 62 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X zamanda ihtiyaç sahibi bireylere, hedef gruplara ve dezavantajlı gruplara terapi ve iş olanakları yaratabilir. Türkiye’de tarımın kapladığı alan, bu daldan elde edilen gelirin milli gelir ve dış ticaretteki payı, bu üretim dalı ile geçinen nüfus ve beslenme açısından önemi, endüstriye sağladığı hammaddeler bakımından durumu ile topraklarının korunması ve güzelleştirilmesindeki yeri bilinen bir gerçektir. Fakat Avrupa ve ABD başta olmak üzere bütün dünyada tarımın 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren makineleşmesi ve modernizasyonu hem kaynakların hızla tükenmesine, hem çevre sorunlarına hem de insanın kentleşme sebebiyle yalnızlaşmasına sebep olmuştur. Tarımda sürdürülebilir, toplum için ve yenilikçi yaklaşımların gerekliliği açıktır. Sosyal tarım kapsadığı alanlar itibariyle bu yenilikçi bakış açısına sahiptir. Türkiye coğrafi özelliklerinden dolayı farklı tarım türlerinin yapılabildiği bir ülke olduğu için mevcut tarımsal aktiviteler de ona göre çeşitlidir. Sosyal tarım uygulamaları planlandığı zaman bu çeşitlilikten faydalanılabilir. Hayvancılıktan, sebze, meyve ve süs bitkisi yetiştiriciliğine kadar birçok alanda çalışmalar yapılabilir. Avrupa’da görülen örneklerdeki gibi organik ve hatta biyodinamik tarım projelerinin içerisine sosyal tarım pratikleri yerleştirilebilir. Türkiye’de Kuzey Avrupa’da olduğu gibi büyük ölçekli çiftlikler sınırlıdır. Ayrıca kırsal kesimde alt yapı eksikliği de projelerin geliştirilmesine engel teşkil etmektedir. Örneğin, engelli bireylere ve yaşlılara hitap edecek projelerin tekerlekli sandalyeye uygun yollar, doktor ve hastaneye erişim gibi özelliklere sahip olması önemlidir. Bu nedenle, Avrupada olduğu gibi çiftliklerin içerisine sosyal tarım uygulamalarını adapte etmek zordur. Ülkemizde, katılımcıların tam zamanlı kaldığı ve çalıştığı, terapi gördüğü çiftlikler yakın zamanda mümkün görünmemekle birlikte Türkiye’de İtalya’daki gibi sosyal kooperatifler yaratılabilir ya da sadece sosyal tarım amacıyla düzenlenmiş ve tasarlanmış oluşumlar, kurumlar, çiftlikler ortaya çıkartılabilir. Dünyada sosyal tarım ile ilgili gelişmeler,bu alanda hizmet gösteren okullarda veya çiftliklerde eğitmenlerin yetiştirilmesi, sosyal tarımın insan sağlığı ve ekonomi üzerine etkileri konularında yoğunlaşmıştır. Türkiye’dehenüz sosyal tarım çiftlikleri bulunmamaktadır. Fakat Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının birlikte çalışmaları sonucu,bazı çiftlik, işletme ve bireysel girişimlerden bazılarına sosyal tarım statüsü kazandırılabilir. Bu girişimlerin, organik vebiyodinamik tarım çerçevesinde uygulamaya konmasınındaha yararlı sonuçlar çıkaracağına inanıyoruz. Ayrıca kentlerde ihtiyaç sahibi bireylerin çalıştığı, yaşadığı ya da eğitim aldığı merkezlere de uygulamalı sosyal tarım ve benzeri terapi çalışmaları entegre edilebileceği görüşündeyiz. 63 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 5. Sonuç Dünyada tarıma bakış açısı gün geçtikçe değişim göstermektedir. Bu nedenle Avrupa’da özellikle son yıllarda tarıma sosyal boyut kazandırma ile ilgili çalışmalara hız verilmiş ve böylece tarım, insanların günlük yaşam stresinden uzaklaşma, yaşamlarına dinamizm kazandırma, ihtiyaç sahibi bireylere terapi, çiftlik sahiplerine ise yeni ekonomik kazançlar sağlayanbir olgu olarak görülmeye başlanmıştır.Ülkemizde henüz sosyal tarım çiftlikleri bulunmamakla birlikte, ekolojik açıdan bölgesel farklılıklarımız dikkate alındığında, potansiyel açıdan avantajlı olduğumuz söylenebilir. Bu nedenle, yakın gelecekte ülkemizde sosyal tarım ile ilgili bölgesel düzeyde pilot çalışmalarınbaşlamasının yararlı olduğu öngörülmektedir. Kaynaklar Braastad, B. O.,Gallis, C., Sempik, J., Senni, S., van Elsen, T., 2007. COST Action 866 “GreenCare in Agriculture”– A multi-disciplinary scientific network. −In: Gallis, C. (Hrsg., 2007): Green Care in Agriculture: Health effects, economicsandpolicies. 1st European COST Action 866 Conference, Proceedings (Vienna, Austria), UniversityStudioPress: 13-24, Thessaloniki. Davis, S. 1998. Development of the profession of horticultural therapy. In: SharonSimponand Martha Straus (ed.), Horticulture as therapy. CRC Press, FL, pp. 3-20. Di Iacovo, F., 2008. Social farming: Dealing with communities rebuilding local economy. Rural futures:Dreams, dilemmas, dangers http://www. actuaracd. org DiIacovo, F. and O’Connor, D., 2009.Supportingpoliciesforsocialfarming in Europe. Progressingmultifunctionality in responsiveruralareas. SoFarproject: Supporting EU AgriculturalPolicies, Arsia, Florenz (Italien), p. 221. Hassink, J.,vanDijk, M. (Ed.) (2006): Farmingforhealth: Green-carefarmingacross Europe andthe United States of America, Wageningen UR Frontis Series Vol. 13. Springer, p. 362. Relf, P., 1998. People-plant relationship. In: Simson Sharon and Martha Straus (ed.), Horticulture as therapy. CRC Press, FL, pp. 21-42. Simson, S. and Straus, M., 1998. Horticulture as therapy: Principles and and practice. Binghamton, NY: Haworth, 478 p. vanElsen, T., Hertz, G., Ehlers, H., Schafer, W. andMerkens, K., 2014. INCLUFAR – InclusiveFarming:A new educational approach in Social Farming.RAHMANN, G and AKSOY, U (Eds.), Proceedings of the 4th ISOFAR Scientific Conference, ‘BuildingOrganicBridges’, at the Organic World Congress, 13-15 Oct 2014.,Istanbul, Turkey (e-print ID 24071), 518521. 64 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tekirdağ İlindeki Ceviz (Juglans regia) Bahçelerinin Beslenme Durumlarının Yaprak Analizleriyle Belirlenmesi Yusuf Solmaz1 Aydın Adiloğlu1 Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ, e-posta: a_adiloglu@hotmail.com 1 Özet: Bu çalışma Tekirdağ İlindeki ceviz (Juglans regia) bahçelerinin beslenme durumlarının yaprak analizleriyle belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu amaç doğrultusunda Süleymanpaşa, Saray, Ergene, Kapaklı, Marmara Ereğlisi, Muratlı, Hayrabolu, Malkara, Şarköy, Çerkezköy, Çorlu İlçelerinden ve 32 farklı köyde bulunan 44 ceviz bahçesinden alınan 46 ceviz yaprak örneği analiz edilmiştir. Yaprak örnekleriyle ilgili analiz sonuçları sınır değerler ile karşılaştırılarak incelenen bahçelerin besin elementi durumları ve beslenme sorunları tespit edilmeye çalışılmıştır. Elde edilen bulgulara göre ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin % 84.78’inde N, % 4.39’unda P, % 4.35’inde K, % 2.18’inde Ca, % 4.35’inde Mg, % 4.35’inde S, % 2.18’inde Fe, % 8.69’unda Cu, % 65.21’inde Zn ve % 4.35’inde ise Mn yetersizliği görülmüştür. Yaprak örneklerinin % 15.22’sinde N, % 89.13’ünde P, % 95.65’inde K, % 84.78’inde Ca, % 95.65’inde Mg, % 91.30’unda S, % 97.82’sinde Fe, % 89.3’ünde Cu, % 34.79’unda Zn ve % 84.78’inde Mn içeriğinin yeterli düzeyde olduğu saptanmıştır. Yaprak örneklerinin % 6.58’inde P, % 13.04’ünde Ca, % 2.18’inde Cu ve % 10.87’sinde Mn içeriğinin yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Tekirdağ, ceviz, besin elementi, yaprak analizi Determination of Nutritional Status of Walnut (Juglans regia) Orchards By Leaf Analysis in Tekirdağ Region Abstract: This study was conducted to determine the nutritional status of the walnut (Juglans regia) orchards leaf sample analysis in Tekirdağ region. For this purpose, 46 leaf samples, which were taken from 44 different walnut orchards located in 32 different villages in: (Çorlu, Saray, Ergene, Kapaklı, Marmara Ereğlisi, Muratlı, Hayrabolu, Malkara, Şarköy, Çerkezköy) and were analyzed. By comparing the results of the leaf samples analysis with the nutrient status limits of the investigated gardens the nutrition status have been studied and determined. According to the results, 84.78 % N, 4.39 % P, 4.35 % K, 2.18 % Ca, 4.35 % Mg, 4.35 % S, 2.18 % Fe, 8.69 % Cu, 65.21 % Zn and 4.35 % Mn deficiency were determined. On the other hand, 15.22 % N, 89.13 % P, 95.65 % K, 84.78 % Ca, 95.65 % Mg, 91.30 % S, 97.82 % Fe, 89.3% Cu, 34.79 % Zn and 84.78% Mn were 65 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X determined sufficient in leaf samples and 6.58 % P, 13.04 % Ca, 2.18 % Cu and 10.87 % Mn were found excess level in leaf samples. Key words: Tekirdağ, walnut, nutrient element, leaf analysis. 1. Giriş Ceviz; Dicotiledoneae sınıfı, Juglandales takımı, Juglandaceae familyasına ait olan sert kabuklu meyveler sınıfına girmektedir (Şen 1986). Juglans cinsi içerisinde 20 kadar tür bulunmasına karşın, çoğunlukla Juglans regia’nın kültürü ve ticareti yapılmaktadır (Manning, 1978; Adıman, 2013). Kültüre alınmamış ceviz türleri dünyanın birçok yerinde yayılma imkanı bulmuştur. Cevizin üç farklı bölgenin (İran’da Ghilan Bölgesi, Çin ve Karpat Dağları’ndan Türkiye, Irak, İran, Afganistan, Güney Rusya, Hindistan, Mançurya ve Kore’ye kadar uzanan geniş bir alan) doğal bitkisi olduğu düşünülmektedir (Şen, 1986). Köken itibari ile dünyada büyük bir yayılma alanına sahip olan Anadolu cevizi (Junglans regia) çeşitli göçler ve ticaret kervanları vasıtasıyla doğal yayılma alanı dışına da götürülmüş olup, bugün tropik bölgeler dışında hemen hemen dünyanın her yerinde yetiştiriciliği yapılan bir meyve türü durumundadır (Şen, 1986; Adıman, 2013). Ceviz meyvesinin besin değeri yüksek olup ceviz ağaçları ise mobilya endüstrisinde kullanılması nedeniyle ticari bir önemi vardır. Ceviz özellikle kuru meyve şeklinde çok tüketilmektedir (Oliveira ve ark., 2008). Ceviz için toprak ve bitki analizlerinin birlikte yorumlanması ayrı bir önem taşımaktadır. Türlerin ve çeşitlerin çok farklı olması ve aynı ağaç üzerinde çok farklı yaşlarda yaprakların bulunması, ceviz analizlerinde ve gübre önerilerinde ayrı bir özenin gösterilmesini gerektirmektedir. Ceviz verimi ve kalitesinin arttırılmasında mutlaka dengeli gübreleme yapılması gerekmektedir (Ponder ve Schlesinger, 1986; Garrett ve ark,. 1991; Jones ve ark., 1995; Jacobs ve ark., 2005; Adıman, 2013). Drossopoulos ve ark. (1996) ellibir farklı ceviz bahçesinden almış oldukları yaprak örneklerini analiz ederek ceviz bahçelerinin beslenme durumlarını incelemişlerdir. Elde edilen sonuçlara göre, N 16-35 mg/g, P 1.3-2.1 mg/g, K 8.618.5 mg/g, Ca 26.1-41.4 mg/g, Mg 3.7-4.5 mg/g, Fe 176-342 mg/kg, Mn 93-171 mg/g, Cu 7.5-15 mg/kg, Zn 37.5-66.7 mg/kg arasında olduğu saptanmıştır. Bu çalışmanın amacı Tekirdağ İlinde bulunan ceviz bahçelerinin bazı makro ve mikro besin elementi durumlarını yaprak analizleriyle belirleyerek beslenme bozukluklarının olup olmadığını tespit etmektir. 2. Materyal ve Yöntem Bu araştırmada Tekirdağ ilinin Süleymanpaşa, Saray, Ergene, Kapaklı, Marmara Ereğlisi, Muratlı, Hayrabolu, Malkara, Şarköy, Çerkezköy, Çorlu ilçelerinde bulunan ceviz bahçelerinden yaprak örnekleri alınmıştır. Örnekleme yerlerine ilişkin bazı bilgiler Çizelge 1’ de gösterilmiştir. 66 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X No İlçe Köy Arazi (da) Enlem Boylam 1 Süleymanpaşa Köseilyas 10 41.01083 27.59027 Rakım Yaş 111 Çesit 7 Chandler 2 Saray Ayvacık 80 41.48246 27.94152 205 7 Kaman,Yavuz, Bilecik ,Yalova 3 Saray Sofular 26 41.43322 27.67444 125 9 Bilgi Yok 4 Ergene Paşaköy 70 41.40401 27.60344 118 7 Chandler 5 Kapaklı Uzunhacı 21 41.35191 27.83205 110 6 Chandler 6 Marmara Ereğlisi Yeniçiftlik 40 41.02596 27.85398 123 4 Bilgi Yok 7 Süleymanpaşa Gündüzlü 10 41.08398 27.51235 201 6 Bilgi Yok 8 Muratlı Merkez 700 41.18295 27.46423 87 7 9 Muratlı Merkez 700 41.17933 27.46281 109 5 10 Muratlı Merkez 700 41.17326 27.46131 143 7 11 Muratlı İnanlı 30 41.21406 27.48832 71 4 12 Muratlı Ballıhoca 15 41.19988 27.49578 79 7 Chandler, Pedro, Şebin, Bileck Chandler, Pedro, Şebin, Bilecik Chandler, Pedro, Şebin, Bilecik Şebin, Bilecik Yavuz Şebin, Kaplan, Yalova, Bilecik Şebin, Bilecik, Yalova 13 Hayrabolu Çeneköy 10 41.19102 27.19312 83 10 14 Hayrabolu Çerkezmüsellim 10 41.26185 26.99964 152 9 15 Hayrabolu Temrezli 2 41.31065 27.08646 49 8 Bilgi Yok 16 Hayrabolu Tatarlı 2 41.14468 27.06219 146 10 Bilgi Yok 17 Malkara Haliç 10 40.86605 26.79084 211 4 Bilgi Yok 18 Malkara Haliç 12 40.86653 26.79120 212 15 Bilgi Yok 19 Malkara Çavuşköy 20 40.87954 26.95460 178 9 Chandler 20 Malkara Gönence 4 40.91129 26.92309 163 5 Bilgi Yok 21 Süleymanpaşa Nusratfakı 10 40.94164 27.32588 235 15 Bilgi Yok 22 Süleymanpaşa Hacıköy 4 40.99348 27.35788 310 4 Yalova, Şebin 23 Süleymanpaşa Kaşıkçı 300 41.03997 27.24378 242 4 Bilgi Yok 24 Malkara Sağlamtaş 240 40.78605 27.10167 146 5 Bilgi Yok 25 Şarköy İshaklı 23 40.74902 27.10401 277 5 Chandler 26 Şarköy İshaklı 35 40.74570 27.07891 248 4 Chandler 27 Şarköy Merkez 50 40.63977 27.08535 147 9 Bilgi Yok 28 Şarköy Merkez 22 40.64186 27.07637 200 15 Bilgi Yok 29 Şarköy Merkez 5 40.65783 27.05673 321 4 Bilgi Yok 30 Şarköy Yeniköy 24 40.63605 26.99292 251 4 Şebin 67 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X No İlçe Köy Arazi (da) 31 Şarköy Yeniköy 2 40.64598 27.00179 206 11 Bilgi Yok 32 Şarköy Hoşköy 6 40.71637 27.27384 244 7 Şebin, Yalova, Bilecik 33 Şarköy Güzelköy 3 40.73712 27.30565 194 4 Bilgi Yok 34 Süleymanpaşa Yeniköy 2 40.82857 27.39655 319 9 Bilgi Yok 35 Süleymanpaşa Yeniköy 2 40.85529 27.37316 112 10 Bilgi Yok 36 Süleymanpaşa Işıklar 148 40.86471 27.36315 128 6 Bilgi Yok 37 Süleymanpaşa Naipköy 17 40.87781 27.39881 135 6 Bilgi Yok 38 Süleymanpaşa Naipköy 15 40.87714 27.42436 115 9 Bilgi Yok 39 Çerkezköy Veliköy 20 41.26120 27.90494 134 10 Şebin, Yalova, Bilecik 40 Ergene Velimeşe 2 41.25301 27.88118 154 12 Bilgi Yok 41 Çorlu Sarılar 2 41.14032 27.66658 156 10 Bilgi Yok 42 Çorlu Merkez 4 41.13673 27.80777 152 8 Bilgi Yok 43 Çorlu Türkgücü 2 41.08751 27.82195 76 13 Bilgi Yok 44 Marmara Ereğlisi Türkmenli 2 41.04467 27.85107 126 9 Bilgi Yok 45 Çorlu Merkez 2 41.16170 27.77684 148 9 Bilgi Yok 46 Muratlı Yeşisırt 2 41.12311 27.48594 90 8 Bilgi Yok Enlem Boylam Rakım Yaş Çesit Yaprak örnekleri 2014 yılı Temmuz ayında arazi büyüklüğüne, bahçede bulunan ağaçların yaşlarına göre tahmini 5-10 ağaçtan literatürde belirtildiği şekilde alınmıştır (Ponder, 2004). Ceviz bahçelerinden alınan yaprak örnekleri hemen laboratuar getirilmiş ve gerekli analizler için hazırlanmıştır (Kacar ve İnal, 2010). Öğütülmüş yaprak örneklerinde toplam azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, kükürt, demir, bakır, çinko, mangan analizleri yapılmıştır (Kacar ve İnal, 2010). Sonuçlar P, K, Ca, Mg için kuru maddede %; S, Fe, Cu, Zn, Mn için ise kuru maddede mg/kg olarak verilmiştir. Daha sonra bulunan değerler kritik besin elementi değerleriyle karşılaştırılmıştır (Jones ve ark., 1991; Şen, 1986). 68 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. Bulgular ve Tartışma Yaprak örneklerinde belirlenen N, P, K, Ca, Mg, Fe, Cu, Zn, Mn Jones ve ark. (1991) tarafından verilen sınır değerlere göre değerlendirilerek; S ise Şen (1986) tarafından verilen sınır değerlerine göre değerlendirilerek aşağıda ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin kuru maddede toplam azot kapsamları % 0.99-3.02 arasında değişmektedir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından yeterli olarak belirlenen % 1.90-2.60 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 84.78’inin yetersiz düzeyde, % 15.22’sinin yeterli düzeyde azot içerdiği saptanmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin fosfor analizleri sonucunda fosfor kapsamlarının % 0.11-0.32 arasında değiştiği belirlenmiştir. Araştırmadan elde edilen yaprak örnekleri analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) vermiş oldukları sınır değerler ile karşılaştırılmıştır. Değerlendirme sonucunda örneklerin % 4.39’unun yetersiz düzeyde, % 89.13’ünün yeterli düzeyde, % 6.58’inin yüksek düzeyde fosfor içermektedir. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin potasyum analizleri sonucunda potasyum kapsamlarının %1.02-2.18 arasında değiştiği bulunmuştur. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen % 1.50-2.00 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.35’inin yetersiz düzeyde ve % 95.65’inin yeterli düzeyde potasyum içerdiği belirlenmiştir. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yapak örneklerinin kalsiyum analizleri sonucunda kalsiyum kapsamlarının % 0.312.86 arasında değiştiği saptanmıştır. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 1.20-1.60 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 2.18’inin yetersiz, % 84.78’inin yeterli, % 13.04’ünün ise yüksek düzeyde kalsiyum içerdiği görülmüştür. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin magnezyum analizleri sonucunda magnezyum kapsamlarının % 0.12 ile % 0.54 arasında değiştiği belirlenmiştir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen % 0.24-0.40 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.39’unun yetersiz ve % 95.65’inin ise yeterli düzeyde magnezyum içerdiği görülmektedir. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin kükürt analizleri sonucunda kükürt kapsamlarının % 0.04-0.23 arasında değişmektedir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Şen (1986) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 0.11-0.20 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.35’inin yetersiz, % 91.30’unun yeterli, % 4.35’inin yüksek düzeyde kükürt içerdiği görülmektedir. 69 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tekirdağ ilindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin demir analizleri sonucunda demir kapsamlarını 15.10-228.44 mg/kg arasında değiştiği belirlenmiştir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 50-300 mg/kg sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 2.18’inin yetersiz, % 97.82’sinin yeterli düzeyde demir içerdiği saptanmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin bakır analizleri sonucunda bakır kapsamlarının 2.61-13.05 mg/kg arasında olduğu saptanmıştır. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 6-50 mg/kg sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 8,69’unun yetersiz, % 89.13’ünün yeterli, ve % 2.18’inin yüksek düzeyde bakır içerdiği belirlenmiştir. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin çinko analizleri sonucunda çinko kapsamlarının 6.79-49.99 mg/kg arasında değiştiği belirlenmiştir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 20-100 mg/kg sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 65.21’ inin yetersiz ve % 34.9’ unun yeterli düzeyde çinko içerdiği saptanmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin mangan analizleri sonucunda mangan kapsamlarının 1.27 ile 552.06 mg/kg arasında olduğu bulunmuştur. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 25-200 mg/kg sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.35’inin yetersiz, % 84.78’inin yeterli, % 10.87’sinin yüksek düzeyde mangan içerdiği bulunmuştur. 4. Sonuç ve Öneriler Sonuç olarak yörede ceviz yetiştiriciliğinde verim ve kalitenin yükseltilebilmesi için diğer tarımsal uygulamalar ile birlikte dengeli beslenmeye yönelik çalışmaların pratik olarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bunu için de alınması gerekli önlemler arasında ceviz bahçelerinin özellikle organik madde düzeylerinin artırılması için başta çiftlik gübresi olmak üzere uygun ve ekonomik olabilecek organik gübrelerin ceviz bahçelerine mutlaka uygulanması gerekir. Diğer taraftan ceviz bahçelerinde çinko noksanlığının da önemli boyutlarda olduğu saptanmıştır. Gübreleme programlarında çinkolu gübrelemeye mutlaka yer verilmelidir. Aksi takdirde ürünün verim ve kalitesinde ciddi kayıpların olması kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza çıkacaktır. Kaynaklar Adıman, M., 2013. Tokat ili Niksar ilçesi ceviz bahçelerinin mineral beslenme durumlarının belirlenmesi. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Bilimleri Enst., Toprak Bilimi ve Bitki Besleme ABD, Yüksek Lisans Tezi, Tokat. 70 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Drossopoulos, B,, Kouchaji, G.G., and Bouranis, D.L., 1996. Seasonal dynamics of mineral nutrient and carbonhydrates by walnut tree leaves. Journal of Plant Nutr., 19 (3, 4): 493-516. Garret, H.E., Jones, J.E., Hanes, J.K., and Slusher, J.P., 1991. Black walnut nut profuction under alley cropping management: An Old but new cash crop fort he farm community. Proc. 2nd. N. Amer. Agroforestry Conf. H.E. Garret (ed.) Springfield, Mo., 18-21 August. Jacobs, D.F., Salifu, F.K., and Seifert, J.R., 2005. Growth and nutritional response of hardwood seedlings to controlled-release fertilization at outplanting. Foristry Ecol. Manage., 214: 28-39. Jones, J.B., Wolf, B., and Mills, H.A., 1991. Plant Analysis Handbok. MicroMacro Publushing, Inc., USA, 213p. Jones, J.E., Haines, J., Garret, H.E., and Loewenstein, E.F., 1995. Genetic selection and fertilization provide ıncreased nut production under walnutagroforestry management. Agroforestry Systems, 29: 265-273. Kacar, B.,ve İnal, A., 2010. Bitki Analizleri (2. Baskı). Nobel Yayın, No: 9125, Ankara. Manning, W.E., 1978. The Classification with in the juglandaceae. Ann. Mo. Bot. Gard., 65, 1058-1087. Oliveira, I., Sousa, A. Isabel, and C.F.R., 2008. Total phenols antioxidant potential and antimicrobial activity of walnut (Juglans regia L.) green husks. Food Chem Toxicol, DOI: 10.1016/j, fct. 2008.03.017. Ponder, F., 2004. Soils and nutrition management for black walnut. In: Black Walnut in a New Century: Proceedings of the 6th Walnut Council Research Symposium, eds. C. H. Michler, P. M. Pijut, J. W. van Sambeek, M. V. Coggeshall, J. Seifert, K. E.Woeste, R. Overton, and F. Ponder, pp. 71–76. Ponder, F., and Jr. Schlesinger, R.C., 1986. Release and fertilization of natural black walnut. Northern Journal of Applied Forestry. 3: 153-155. Şen, S.M., 1986. Ceviz Yetiştiriciliği Besin Değeri Folklorü. ÜÇM Yayıncılık, Başak Matbaacılık, Ankara, 220 s. 71 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Jeofazi Materyallerinin Bazı Kimyasal ve Mineralojik Özellikleri Sonay Sözüdoğru Ok1*, Mümtaz Kibar 1, Kıymet Deniz2 1 Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Ankara 2 Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Mineraloji Petrografi ABD, Ankara E-posta: sonayok@gmail.com Özet: İnsanların eski çağlardan beri besin veya ilaç olarak ya da psikolojik nedenlerle jeofazi materyalleri kullanmaktadırlar. Bilindiği üzere, mineraller insan vücudunda çok düşük miktarlarda bulunup, metabolik aktiviteler için gereklidir. Kaynağı toprak olan bu minerallerin vücuda alınımları besin ve su yolu ile olup, bitkiler bu mineralleri bünyelerinde biriktirirler. Bu bitkileri tüketen insanların bu şekilde mineral madde gereksinmeleri karşılanır ve fazlası vücutlarından atılır. Bu yolla ihtiyaçlarını gideremeyen insanların ise kil ya da toprak yiyerek Fe, Zn gibi mineral madde eksikliklerini giderme yoluna gittikleri bilinmektedir. Gıda dışı olan bu materyallerin tüketimi özellikle hamile bayanlarda çok daha yaygındır. Bu araştırmada, piyasada satılan ve insanlarca tüketilen veya tedavi amaçlı kullanılan 5 kil/toprak örneği alınarak bunların bazı kimyasal ve mineralojik özellikleri XRF ve XRD teknikleri kullanılarak incelenmiştir. Örneklerden kırmızı renkli 5 no’lu örneğin element kapsamının diğerlerinden oldukça farklı olduğu görülmüştür. Bu örnekte CaO miktarının, 4’ nolu örnekte SiO2 miktarının başat bulunmuştur. Yalnız 1 no’lu örnekte Fe miktarı yüksek iken, diğerlerinde Zn Yüksektir. Bazı iz element miktarlarının ise 2, 3 ve 4 no’lu örneklerde Zn > Co > Mo > I > Se, 1 no’lu örnekte Co > Zn > I > Mo > Se ve 5 no’lu örnekte Co > Mo > I > Zn > Se sırasını izlediği belirlenmiştir. As, Pb, Th ve U miktarları izin verilen sınır değerlerinin üzerinde kaydedilmiştir. Hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın bu tür materyallerin iz ve ağır metal element içeriklerinin belirlenmesi ve toplumun bu konuda aydınlatılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler: Kil yeme, jeofazi, element Some Chemical and Mineralogical Properties of Geophagical Materials Abstract: Clay or earth is consumed by humans from the ancient times as a drug or psychological or nutritional reasons. As known, minerals are found in trace amounts in human body and they are required for metabolic activities. Uptake of these minerals, as mentioned before that its source is the earth, via food and water and plants are collect it into their bodies. Humans who consumed these 72 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X plants also meet their mineral requirements, and they remove excess of them from their bodies. People who could not meet their requirements like these ways, they want to eat clay or earth to for the meeting of their Fe, Zn, etc. mineral requirements. Particularly, consuming these type materials (non-food) is very common within the pregnant women. In this research, selling on the market and consuming by the people or for therapeutic purposes 5 different clay/earth samples were used and their chemical and mineralogical properties were examined. Analyses were done with the X-Ray Fluorescence Spectroscopy technique. The red one (No. 5) have been seen rather different in content than the others. It was found CaO amount of this sample is dominant, but SiO2 is dominant in the sample 4, only amount of (Fe) high in the sample 1 when others rich in (Zn); some of the trace element amount were ranked in the samples of 2, 3 and 4 as Zn > Co > Mo > I > Se; but, in the sample 1 as Co > Zn > I > Mo > Se and in the sample of 5 as Co > Mo > I > Zn > Se; the amount of As, Pb, Th and U minerals are recorded above allowed limits. Whatever purpose they are used, it was concluded that content of trace and heavy metals of them should be identified, and public should be informed in this regard. Key words: Clay, geophagia, elements Giriş Bilindiği üzere, mineraller insan vücudunda çok düşük miktarlarda bulunmaktadır ve metabolizma için gereklidir. Bu minerallerin esas kaynağı topraktır. Bitkiler bu mineralleri bünyelerine alarak biriktirirler. İnsanlar da bitkiler ve su tüketimi yoluyla mineral ihtiyaçlarını sağlarlar. Besin yoluyla mineral eksikliklerini gideremeyen bazı insanların kil ya da toprak tükettikleri ve bu alışkanlıkların eski çağlardan beri süre geldiği bilinmektedir. Bu olaya jeofazi adı verilmektedir. Kil veya toprak tüketiminin farklı nedenleri bulunmaktadır: 1-İnsanların eksikliğini duydukları demir ve çinko gibi elementleri vücutlarına sağlamak amacıyla besin olarak tüketmek, 2- Endişe ve heyecan gibi duyguların oluştuğu psikolojik durumu yenmek için tüketmek, 3- Doğurganlığın simgesi, atalarla bağlantıyı sürdürme gibi kültürel alışkanlıklar çerçevesinde tüketmek (Atabey, 2010). 4- Vücutta meydana gelen herhangi bir zehirlenmeyi gidermek için tüketmek (Walker et al. 1997). Afrika, Çin, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri gibi dünyanın değişik kıtalarında yer alan ülkelerde jeofazi görülmektedir. Jeofazi materyallerininkil/toprak-yapısında bulunan elementler ve tüketim alışkanlıkları bölgeler veya 73 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ülkelere göre farklılık göstermektedir (Kawai et al. 2009; Young et al. 2011). Ülkemizde %70’e varan bir jeofazi alışkanlığı olduğu belirtilmiştir (Çavdar 1983). Gıda dışı olan bu materyallerin kimyasal ve mineralojik özellikleri üzerinde çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Ülkemizde bu konuda çalışmalar bulunmakla beraber sınırlıdır (Çavdar 1983; Atabey 2010). Kırsal yaşamda süre gelen kapalı ekonomi yaşamı, insanların beslenmelerini sadece çevrelerinde yetişen besinlerle sınırlamaktadır. O bölgede toprak ya da suda bulunan mineral eksiklikleri o alanda yetişen bitkiler ve hayvanlara yansımakta ve insan beslenmesinde eksiklik görülmektedir. (Sözüdoğru ve ark. 1997). İnsanlarda jeofazi alışkanlığının nedenleri konusunda farklı hipotezler bulunmaktadır. Besin maddesi eksikliği bu nedenlerden biri olarak değerlendirildiğinde, Fe eksikliği olan ve kil/toprak yeme alışkanlığı olan bireylerin Fe eksiklikleri giderildikten sonrada bu alışkanlıkları sürdürdükleri ortaya konmuştur. Yine kırsal kesimden şehre göç eden insanlarda kil/ ya da toprak yeme alışkanlıklarının devam ettiği saptanmıştır. Kil/toprak yeme alışkanlığının insanlarda-barsak, mide hastalıkları gibi birçok hastalıklara neden olabileceği belirtilmektedir. Daha çok çocukluk ve hamilelik döneminde yaygın olduğu belirlenen bu alışkanlığın sonucunda bazı parazitlerin vücuda bulaştığı bazı çalışmalarda ortaya konmuşken bazı yerlerde killerin derinlerden çıkarıldığı ve kaynatılarak tüketildiği ve bir soruna yol açmadığı bildirilmektedir (Young et al. 2011). Şehre göç eden insanlarda yıllar sonra ortaya çıkan hastalıkların geçmişteki alışkanlıklardan kaynaklanması olasıdır. Bu nedenle insanlar tarafında çeşitli amaçlarla tüketilen bu materyallerde günümüz teknolojisinden yararlanarak mümkün olduğunca fazla elementin analizlerinin yapılması ve miktarlarının ortaya konması son derece önem taşımaktadır. Böylece farklı yörelerden toplanarak araştırılan örneklerin sonuçları o bölgelerin Halk Sağlığı Kurumu tarafından değerlendirmeye alınmalı ve halk bu konuda bilgilendirilmelidir. Bu çalışmada ülkemizin 5 farklı yerinden, piyasada satılan kil/toprak örneği alınarak bazı besin elementleri içerikleri, element oksit kapsamları ve mineralojik yapılarının araştırılması ve insanlar tarafından tüketimleri halinde alınabilecek miktarlarının toplam değerler üzerinden de olsa belirlenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod Bu araştırmada ülkemizin farklı kentlerinde satılan ve insanlar tarafından tüketim veya tedavi amaçlı kullanılan 5 farklı kil/toprak örnekleri alınmıştır. XRD ve XRF teknikleri kullanılarak kimyasal ve mineralojik özellikleri belirlenmiştir. Sonuç Kil/Toprak Örneklerinin Mineralojisi ve Ana Element Oksit Jeokimyası 74 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Örneklerin fiziksel özelliklerinden renkleri incelendiğinde, 1’nolu örnekte kırmızıbeyaz, 2,3 ve 4’ nolu örneklerde grimsi beyaz rengin ve 5’nolu örnekte kırmızı rengin hakim olduğu gözlenmiştir. 5’nolu örneğe elle dokulduğunda ele kırmızı tozun bulaştığı ve eli kırmızıya boyadığı gözlemlenmiştir. Söz konusu 5 adet kil/toprak örneğinin XRD (X-Ray difraksiyon yöntemi) tekniği elde edilen difraktogramlarına göre toplam mineral içerikleri aşağıda sıralanmıştır (Şekil 1). 1 nolu kil/toprak örneği: illit-smektit-kaolen-kalsit-dolomit-ankeritkuvars 2 nolu kil/toprak örneği: smektit-kaolen-illit-feldspat-kuvars 3 nolu kil/toprak örneği: smektit-kaolen-illit-dolomit- kalsit-feldspatkuvars 4 nolu kil/toprak örneği: smektit-kaolen-illit-feldspat-kuvars 5 nolu kil/toprak örneği: kalsit Mineral içerikleri dikkate alındığında örneklerin, 5’ nolu örnek hariç, birden fazla mineralden oluştuğu görülmektedir. Smektit hakim mineraldir. Şekil 1. Kil/toprak örneklerinin mineral içerikleri 75 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Materyallerde XRF tekniği ile belirlenen ana element oksit yüzdesi genel olarak aşağıdaki sırayı izlemiştir: (Çizelge 1.) SiO2> CaO> MgO> Fe2O3> Na2O> Al2O3>K2O XRF analizlerinde örneklerin Fe2O3 değerleri %1,5–2 arasında olup demir okside olduğundan amorf özellik göstermiş; XRD grafiklerinde net olarak belirlenememiş, ancak 1’ nolu örnekte % 8,45’lere varan Fe2O3 varlığı ile birlikte ankerit mineraline rastlanmıştır. Kil mineralleri 2,3,4’ nolu örneklerde oldukça yüksek miktarlarda iken 1’ nolu örnekte azalmış, sırası ile başta kalsit minerali olmak üzere dolomit, ankerit ve kuvars minerali önemli miktarlara ulaşmış, bu durum ana element oksit yüzdelerine de yansımıştır. Çizelge 1. Ana element oksit bolluk (%)’si Örnek No 1 No 2 3 4 5 SiO2 CaO MgO 40,8 60,0 51,6 60,5 - 16,5 6,20 59,5 14,0 17,4 14,9 18,2 - Fe2O3 (%) 8,45 1,75 1,88 1,80 - Al2O3 K2O Na2O 5,20 3,60 5,04 3,81 - 0,40 1,25 1,33 1,27 - 4,90 5,30 - Bunun dışında 5’ nolu; görünüşte nerdeyse pas görünümünde olan örneğin tamamı kalsit minerali olarak tespit edilmiş olup, % 59,5’ lere ulaşan CaO miktarı ve % 38’ lik yanma kaybı ile dikkati çekmiştir. Sonuçlar mevcut örneklerin sanılanın aksine saf, tek türde bir kil minerali olmayıp farklı sedimenter kaynaklardan beslenen, çimentolanan mineral karışımları olduğunu göstermiştir. XRF analizlerindeki ana element oksit değerleri de bunu doğrulamaktadır. En fazla SiO2, 2 ve 3’ nolu örneklerde belirlenmiştir, 5’ nolu örnekte ise SiO2 saptanmamıştır. Kenya’da yapılan bir çalışmada jeofazi alışkanlığını belirlemek için Si analizi baz alınmış ve bu tür materyalleri tüketen kadınların dışkılarında bulunan Si miktarının, jeofazi alışkanlığı olmayan kadınlardan alınan örneklerden daha yüksek olduğu ortaya konmuştur (Luoba et al. 2004). Örneklerden 5’nolu materyalin diğerlerinden çok farklı özellikte olduğu ve büyük çoğunluğunu CaO’ in oluşturduğu görülmüştür. Diğer 2 ve 4’ nolu örneklerde CaO bulunmamıştır. Örneklerin MgO içerikleri hemen hemen birbirine yakındır. Demiroksit kapsamına bakıldığında 1’nolu örneğin diğerlerine göre 4 kata yakın Fe2O3 kapsadığı görülmektedir. 5’ nolu örnek hariç diğerlerinin (2,3 ve 4 no lu) ise Fe2O3 kapsamları birbirine çok yakındır. Alüminyum oksit miktarı, 1 ve 3 nolu örneklerde diğerlerine göre daha yüksek bulunmuş iken 5’ nolu örnekte yoktur. Potasyum oksit, 1 nolu örnekte düşük, 2, 3, 4’ nolu örneklerde birbirine 76 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X yakın bulunmuş, 5’ nolu örnekte yine diğer element oksitlerde olduğu gibi saptanmamıştır. Örneklerin Na2O kapsamları 2 ve 4’ nolu örneklerde değerler birbirine yakın değerler göstermişken diğer örneklerde (1,3,5 no) rastlanmamıştır. Yanma kayıpları değerleri (%)’ de olarak 1’ nolu örnekte 13,8; 2’ nolu örnekte 11,8; 3’ nolu örnekte 13,9; 4’ nolu örnekte 8,74 ve 5’ nolu örnekte 38,7 bulunmuştur. Kil/toprak örneklerinin besin elementleri kapsamı İnsanların günlük mineral alım düzeyleri yaş ve kiloya göre değişmekle birlikte ortalama değerler üzerinden belirlenmektedir. Günlük olarak 250 mg’dan fazla alınması gereken elementlere makro elementler, 20 mg’ın altında alınması gereken elementler mikro elementler olarak değerlendirilmektedir (Baysal, 1977). Bazı literatürlerde bu değerler >100 mg ve <100 mg olarak ta değerlendirilmektedir. Bir insanın günlük element olarak kalsiyum (Ca) alım düzeyi 1000 mg, sodyum (Na) 2-3 g, klor (Cl) 750 mg, potasyum (K) 2-4 g, magnezyum (Mg) 320-400 mg olarak belirtilmektedir (Baysal, 1977). Alınan bu miktarların bir kısmı vücutta tutulmakta, bir kısmı ise çeşitli yollarla vücuttan geri atılmaktadır. Kalsiyumun vücut için çok büyük önemi vardır. İnsan organizmasında en fazla bulunan elementlerden birisidir. Kemiklerin yapısında önemli rol oynar. Örnekler makro element kapsamı yönünden değerlendirildiğinde 5 nolu örneğin 100 gramında 42.5 g Ca bulunduğu hesaplanmıştır. Bu değer günlük 100 g olarak tüketimi düşünüldüğünde alım düzeyinin üstündedir. Ancak bu örneğin pazardan alınması sırasında satan kişinin verdiği bilgiye göre yemeden ziyade tedavi amaçlı kullanıldığı belirtilmiştir. Görünüşü ve yapısı yemeye uygun görünmemektedir. Diğer iki örneğin Ca kapsamları daha düşük olup, 1 nolu örnekte 11,42 g Ca/100g ve 3 nolu örnekte 4.42 g Ca/100g bulunmaktadır. Materyallerden 2 ve 4 nolu örnekler Na kapsamı yönünden değerlendirildiğinde, örneklerde bulunan Na miktarı yaklaşık %’de 2 civarındadır (3,62-3,92 g/100g). Günlük alım miktarını 100 g’lık tüketim geçebilir ve fazla tüketilmesi halinde zararlı olabilir (Çizelge 1). Mikro elementlerin günlük alım miktarları Fe için 10-15 mg, Zn için 12-15 mg, I için 150 µg olarak bildirilmektedir (Baysal, 1977). Örneklerin Fe kapsamları hesaplandığında 1 nolu örneğin yaklaşık 5,92 g Fe/ 100 g içerdiği bu miktarın günlük alım düzeyinden hayli yüksek olduğu görülmektedir (Çizelge 1). Diğer örneklerde ise 100 gramda yaklaşık 1.25 g kadar Fe bulunmaktadır. Endonezya da yapılan bir çalışmada jeofazi materyallerinin Fe kapsamlarının yüksek olduğu belirlenmiş ve Fe eksikliğini gidermede kaynak olabileceği belirtilmiştir (Mahaney et al. 2000). XRF sonuçlarına göre 1’ nolu örneğin Mo hariç aşağıda verilen mikro besin elementlerince diğer örneklere göre daha varsıl olduğu görülmektedir (Çizelge 2, Şekil 2). 77 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Mikro element miktarları Örnek no 1 2 3 4 5 Co Cu 41,1 10,9 18,7 11,7 7,20 34,3 10,3 9,20 10,1 1,00 Zn ppm 35,9 27,8 26,8 27,9 0,50 Se Mo I 0,20 0,20 0,20 0,20 0,30 2,80 2,20 2,90 6,20 6,50 9,1 1,8 1,8 1,8 5,9 Buna rağmen örneklerin mikro element kapsamları 100 g tüketilmesi halinde, mikro elementler için belirtilen 20 mg değerinin altındadır. Çinko açısından bakıldığında, 5 nolu örnek hariç diğer örneklerin Zn kapsamı diğer elementlere göre daha yüksek bulunmuştur. Günlük Zn alımının 1215 mg arasında değiştiği göz önüne alınırsa 1 nolu örnek için 100 g örnekte 3.59 mg Zn bulunmaktadır. Diğer örneklerin Zn kapsamları 2.68-2.79 mg /100g arasında değişmektedir. Bu değerler jeofazi materyallerinin sanıldığı gibi Zn’ce zengin olmadığını göstermektedir. Bu materyallerden alınabilecek Zn miktarı aşağıdaki hesaplamayla verilmiştir. Günlük çinko alımının hesaplanması: Zn (kil/toprak ile alınan miktar ) (mg gün) = Zn (kil/toprakda bulunan miktar mg/kg) X günlük kil/toprak tüketimi (kg) Bir yetişkinin 2’nolu örnekten bir günde 100 g kil/toprak tükettiği varsayımı ile alacağı Zn miktarı; Zn (mg/gün)= 27,8 mg/Kg X 0.1kg = 2.78 mg/gün olur. Bu değerin günlük tüketim değeri olan 12-15 mg Zn’ dan düşük olduğu görülür. Aras ve ark (2001), günlük Zn alımı ile ilgili çalışmalarında bir günde yetişkin bir erkeğin ortalama 186 g ekmek tükettiğini ve ekmeğin 10 gram Zn içerdiği varsayımı ile buran 1.9 mg/gün Zn aldığını hesaplamışlardır. Günlük Zn alımını 8.0 mg/gün baz alarak, ekmekten alınan çinkonun bu alımın % 23’ünü oluşturduğunu hesaplamışlardır. Hooda et al. (2002) daha çok Zn ve Fe eksikliğini gidermek için tüketildiği varsayılan jeofazi materyallerini 5 ayrı ülkeden ( Türkiye’de dahil) toplayarak araştırma yapmışlardır. Sonuçlar bu materyallerin insanlarda Fe ve Zn eksikliğini gidermediği gibi Zn ve Fe’i adsorbe ederek eksiklik oluşturduğunu, mide asiti pH’sı olarak kabul edilen pH 2’de bile bu elementlerin kil/toprak tarafından adsorbe edildiğini ortaya koymuşlardır. Sadece kireç içeren materyalden önemli miktarda Ca salındığını ve Ca kaynağı olabileceğini belirtmişledir. 78 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1’nolu örneğin 100 gramında 910 ug I bulunmaktadır, 2, 3 ve 4 nolu örneklerde 180 ug/100g iyot bulunmaktadır. Bu değerler insanlar tarafından günlük olarak alınması gereken 150 ug düzeyinin üzerindedir. 5’ nolu örnekte ise 590 ug/100g İyot bulunmaktadır. İyot tıpta dezenfektan olarak yara tedavisinde kullanılmaktadır. Bu örneğin tedavi amaçlı kullanılmasının altındaki özelliklerden biri iyot içeriğinin yüksek olması olabilir. 45 40 35 1 ppm 30 2 25 3 20 4 15 5 10 5 0 Co Cu Zn Se Mo I Şekil 2. Örneklerin mikro element kapsamlarının karşılaştırılması Bu çalışmada verilen dğerler elementlerin toplam miktarlardır. Vücut tarafından alınabilir miktarların hesaplanması için mide pH’ sını simüle eden ortamlarda çalışma yapılması gerekir. Diğer yandan örneklerin toksik metal içerikleri, As, Pb ve Cd sırasıyla 0.05 ppm (WHO/IPCS, 2002), 0,3 ppm (FAO/WHO, 2001) ve 0.2 ppm (WHO, 1992) olan maksimum izin verilen değerlerden daha yüksektir (Çizelge 3). Avrupa da bu konuda yıllarca süren tüketimin ardından sonra Afrika’dan Avrupa’ya getirilen ve detoks amaçlı kullanılan kaolin tipi killerin yüksek miktarlarda ağır metal içerdikleri ve doğrudan tüketildiği için izin verilen sınırların (Pb, Cd ve Hg için sırasıyla 0,2, 0,1 and 0,3 μg /g) çok üstünde olduğu bildirilmiştir (Bonglaisin et al. 2011). 79 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 3. Ağır metal miktarları Örnek No Pb No 1 2 3 4 5 2,60 4,50 8,50 4,60 2,40 Cd (ppm) 0,80 0,60 0,70 ppm 0,40 0,60 As Hg 3,20 1,00 2,40 2,40 0,40 0,70 0,60 0,60 0,60 0,90 Örneklerin Thoryum miktarları 0,60-3,80 ppm, uranyum miktarları da 5,9012,9 ppm arasında değişmiştir. Uranyum 5’ nolu örnekte12,9 ppm bulunmuştur. Mwalongo et al. (2013) yaptıkları araştırmada jeofazik killerde U 18,5 ppm, Th 31,4 ppm bulmuşlar ve bu değerlerin materyallerin volkanik kökenli olmalarından kaynaklandığını belirtmişlerdir. Gıdalarda Uve Th miktarları için izin verilen sınır 0.005ppm düzeyindedir (WHO, 2001). Dolayısıyla bu araştırmadaki materyallerde de değerler çok yüksektir. Tartışma Çinko ve Fe eksikliğini giderme açısından jeofazi materyallerinin tüketimi değerlendirildiğinde araştırma materyallerinin sadece Fe içeriklerinin yüksek olduğu, Zn içeriklerinin ise düşük olduğu ortaya konmuştur. Mikro element içerikleri de insanlar için belirtilen günlük alım düzeylerinin altındadır. Örneklerde hakim kil mineralinin smektit olması nedeniyle elementlerin vücut tarafından emiliminin de çok düşük olacağı tahmin edilmektedir (Minnich et al. 1968). İllit tipi kil minerali içeren1’nolu örnek tüketildiğinde ise mineral alımı smektit grubu kil içeren örneklere göre biraz daha fazla olabilir. Araştırma sonuçları ayrıca ağır metal ve radyoaktif element tayinlarinin bu tür örneklerin değerlendirilmesinde mutlaka göz önüne alınması gerekliliği ortaya koymuştur. Minerallerin toplam değerleri üzerinden yapılan bu çalışma, mide asiti pH’ sında çözünebilir değerlerin elde edilmesine yönelik yapılacak yeni çalışmalara katkı sağlayacaktır. Kaynaklar Aras, N. K., Nazlı, A., Zhang, W. and A.Chatt. (2001). Dietary intake of zinc and selenium in Turkey. J of Radioanalytical and Nuclear Chemistry, 249 (1), 33-37 80 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Atabey, E. (2010). Türkiye’de kil ve toprak yeme alışkanlığı (Jeofajia)-topraktaki organizmalar (patojenler)-pekmez toprağı ve sağlık. MTA. Yer Bilimleri Kültür serisi-8. Baysal, A. (1977). Beslenme. Hacettepe Üni. Yayınları. A13. II. Baskı. Bonglaisin, J.N. Mbofung, C.M.F. and D.N. Lantum. (2011). Intake of Lead, Cadmium and Mercury in Kaolin-eating: A Quality Assessment. J of Med Sci, 11: 267-273. Çavdar, A.O., Arcasoy, A., Cin, Ş., Babacan, E. and S. Gözdaşoğlu, (1983). Geophagia in Turkey: Iron and Zinc deficiency, iron and zinc adsorption studies and response to treatment with zinc geophagia cases. Prog Clin Biol Res. 129, 71-97. FAO/WHO (2001). Food additives and contaminants. Joint Codex Alimentarius Commission, FAO/WHO. Food standards Programme. ALINORM 01/12A. Hooda, P.S., Henry, C.J.:K., Seyoum, T.A., Armstrong, L.D.M. and M. B. Fowler (2002). The potential impact of geophagia on the bioavailability of iron, zinc and calcium in human nutrition. Environ Geochem Hlth 24: 305–319. Kawai, K., Saathoff, E., Antelman, G, Msamanga, G. and W.W. Fawzi (2009). Geophagy (Soil-eating) in relation to Anemia and Helminth infection among HIV-infected pregnant women in Tanzania. Am J Trop Med Hyg. 80 (1):36-43. Luoba AI, Geissler PW, Estambale B, Ouma J.H, Magnussen P, Alusala D, Ayah R, Mwaniki D. and H. Friis ( 2004). Geophagy among pregnant and lactating women in Bondo District, western Kenya. Trans R Soc Trop Med Hyg. 98 (12):734-41. Mahaney, W. C., Milner, M.W., Mulyono, H.S., Hancock, R.G.V., Aufreiter, S., Reich, M and Wink, M. (2000). Mineral and chemical analysis of soils eaten by humans in Indonesia. Int. J of Env. Health and Res. 10, 93-109. Minnich, V., Okcuoglu, A., Tarcon, Y., Arcasoy, A., Cin, S., Yorukoglu, O., Renda, F. And Demirag, B. (1968). Pica in Turkey II. Effect of clay upon iron absorption. Am. J. Clin. Nutr. 21:78-86. Mwalongo D, Mohammed NK. (2013). Determination of essential and toxic elements in clay soil commonly consumed by pregnant women in Tanzania. Radiat Phys Chem. 91:15–18. Sözüdoğru, S., Usta, S., Halilova, H., Hosseinin, S. ve İ. Ünver. (1997). Kastamonu yöresinde su, toprak ve bitki örneklerinin iyodür kapsamları. Türk Tarım ve Ormancılık Dergisi. 21(3): 213-218. Walker, A.R.P., Walker, B.F., Sookaria, F.I. and R.J. Canaan, 1997. Pica. J. Roy Health, 117: 280-284. WHO (1992). Cadmium. environmental Health Criteria. World health Organization. Geneva. p. 280 WHO (2001). Depleted Uranium. Sources, Exposure and Health Effects. Department of Protection of Human Environment. Geneva. 81 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X WHO/IPCS (2002). Arsine: Human Health Aspects. World health Organization, International programme on chemical safety (Concise International Chemical Assessment Document No. 47). Geneva. Young, S.L. Sherman, P.W., Lucks, J. B. and G.H. Pelto. (2011) "Why on Earth?: Evaluating Hypotheses about the Physiological Functions of Human 82 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 83 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İyi Tarım Uygulamaları Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar ve Bu Kuruluşların Akreditasyon Şartları Mehmet Hasdemir1 Füsun Zehra Özkan2 Murat Akkurt3 Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü 2 Başkent Üniversitesi Kalite Mühendisliği Anabilim Dalı 3 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü E-posta: mehmet.hasdemir@tarim.gov.tr 1 Özet: Bu çalışmada, Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile GLOBALG.A.P. Standardına göre belgelendirme faaliyetinde bulunan kuruluşların mevcut durumları ve akreditasyon şartları incelenmiştir. Yapılan incelemede, sektörel gelişmeler yanında, bu sektörde akreditasyona esas teşkil eden, 2012 yılında yürürlüğe giren ve geçiş dönemi halen devam eden ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Şartlar Standardı birlikte değerlendirilmiştir. Bu amaçla, Türk Akreditasyon Kurumu’ndan iyi tarım uygulamaları ve GLOBALG.A.P. kapsamlarında akredite olan kuruluşlar ile 2013 yılında anket çalışması yapılmıştır. Anket sonuçlarına göre ürün belgelendirme kuruluşlarının organizasyonel yapıları, personel durumları ve karşılaştıkları sorunlar analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre %94.4’ü limited şirket statüsünde olan bu kuruluşların %16.7’si yabancı ortaklı olup ortalama 6.4 yıl sektörel deneyime sahiptir. Belgelendirme faaliyetleri için tam zamanlı olarak istihdam edilen kontrolör sayısı ortalama 5.1 iken sertifiker sayısı ortalama 1.7’dir. Kontrolörlerin ortalama mesleki tecrübeleri 9 yıl, sertifikerlerin 11.9 yıldır. Belgelendirme kuruluşlarının %88.9’u karşılaştıkları en önemli sorunun haksız rekabet olduğunu belirtmişlerdir. Akreditasyon standartlarına uyumda ve doküman hazırlamada sorunla karşılaştıklarını bildirenlerin oranı ise %22.2 olarak tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: İyi tarım uygulamaları, GLOBALG.A.P., akreditasyon, Organizations Performing Certification Activities for Good Agricultural Practices and Accreditation Requirements Abstract: In this study, the current situation and accreditation requirements of the certification organizations were investigated. These organizations are performing certification activities according to GLOBALG.A.P. Standard and the Regulation on Good Agricultural Practices in Turkey. In the study sectoral 84 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X developments and the ISO/IEC 17065:2012 standard- were evaluated. This Standard is Conformity Assessment- Requirements for bodies certifying products, process and services and the transition period is still ongoing. For this purpose, the survey was conducted in 2013 with these organizations accredited by the Turkish Accreditation Agency. According to the survey results, the staff situation, organizational structure and the problems encountered of those product certification bodies have been analysed. According to the analysis results 94.4% of those organizations that limited company status, has an average of 6.4 years of industry experience. Number of controllers who are employed as full-time certification activities as an auditor for an average of 5.1 and the number of staff working in the field of certification decision position in the average of 1.7. Controllers have 9 years of professional experience, certifiers/decision makers have 11.9 years. The most important problem faced by those certification bodies reported that 88.9% of the unfair competition. In compliance with accreditation standards and preparing documents stating that they encounter problems the rate of 22.2% was determined. Key words: Good agricultural practices, GLOBALG.A.P., accreditation. 1. Giriş Günümüz dünyasında, birim alandan elde edilen üretimi artırmaya dayalı tarımsal politikaların yerine, çevreye zarar vermeden güvenli gıda üretimini sürdürülebilir bir şekilde sağlayan tarımsal politikalar öne çıkmaktadır. Diğer taraftan tüketicilerin, çevreye dost insan sağlığına duyarlı güvenli gıda talepleri, tarımsal arzı yönlendiren en önemli etken halini almaktadır. Tüketicilerin bu talepleri, uluslararası ticareti de etkileyerek satın alınacak ürünlere karşı güveni sağlayacak teknik tedbirlerin alınmasını zorunlu hale getirmekte ve ayrıca satın alma gücü ile paralel olarak, organik tarım, fonksiyonel tarım, iyi tarım uygulamaları (İTU) veya doğa dostu tarım sistemleri adı altında yeni üretim sistemlerinin ve bu sistemlere ilişkin ürün belgelendirmesinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Hasdemir, 2011). Tarımsal ürünlerin belgelendirilmesi; sürekli değişen tüketici talep ve beklentilerinin karşılanması ve ilgili taraflara ürünle ilgili güven sağlanması açısından büyük önem kazanmıştır. Belgelendirmenin nihai amacı da tüm ilgili taraflara, bir ürünün belirtilen şartları yerine getirdiğine ilişkin güven vermektir (Anonim, 2012). Türkiye’de iyi tarım uygulamalarına (İTU) ait ilk belgelendirme, EUREPGAP Protokolü ile başlamıştır. Özellikle Avrupa ülkelerine yönelik ihracat yapan yaş meyve sebze sektöründe, iyi tarım uygulamaları yapan üreticiler 2003 yılından itibaren EUREPGAP kapsamında belgelendirilmekte olup bu durum ülke içerisinde iyi tarım uygulamalarının yaygınlaşmasına ve yasal düzenlemelerin 85 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X yapılmasına neden olmuştur. Sektöre yaşanan bu gelişmeler doğrultusunda 08.09.2004 Tarihinde İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik 25577 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Hasdemir, 2009). Daha sonra 07.12.2010 tarihli ve 27778 sayılı Resmi Gazete yayımlanan İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile 2004 yılında yayımlanan ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. İTU kapsamında yapılan belgelendirmeler halen 2010 yılında yayımlanan Yönetmeliğe göre yürütülmektedir. İTU ve GLOBALG.A.P. standartlarında yapılan üretimin belgelendirilmesi, akredite belgelendirme kuruluşları tarafından yürütülmektedir. ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Şartlar Standardı kapsamında tarım sektöründe belgelendirme faaliyetlerini sürdüren belgelendirme kuruluşları, Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından akredite edilebilmektedir. Her bir belgelendirme programı kapsamında akreditasyon ön şart olmakla birlikte, İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile GLOBALG.A.P. Genel Yönetmeliği, akreditasyon için gerekli kriterleri ayrıca tanımlamaktadır. Bununla birlikte, Türk Akreditasyon Kurumu-TURKAK tarafından yayınlanmış olan R50.07 ‘TÜRKAK’ın Tanık Olacağı İyi Tarım Uygulamaları, Organik Tarım ve GLOBALG.A.P. Sertifikasyonu Denetimlerine İlişkin Kurallar Rehberi’ dokümanına göre ürün belgelendirme kuruluşlarının faaliyet gösterdikleri alanlardaki kapsamları dikkate alınarak akreditasyon gerçekleştirilmektedir. Rehber R50.07, İTU ve GLOBALG.A.P. Belgelendirmesi yapan kuruluşların akreditasyon denetimlerinde, TÜRKAK tarafından yürütülecek ofis denetimi ve tanık denetimlere yönelik çalışmalar ile ilk akreditasyon, gözetim, kapsam genişletme ve akreditasyon yenileme ile şikayet denetimlerine ait süreçleri açıklamaktır. Kılavuz ayrıca her bir belgelendirme programı için akreditasyon denetimlerinde esas alınacak asgari denetim süreleri ve her belgelendirme programı için tanımlanabilecek akreditasyon kapsamlarını içermektedir (TÜRKAK, 2014). 2. Materyal ve Yöntem Araştırmanın ana materyalini, TÜRKAK’dan İTU’na göre akredite olan ürün belgelendirme kuruluşları oluşturmaktadır. Türkiye’de bu kapsamda, İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile GLOBALG.A.P. Standardına göre belgelendirme programları bulunması nedeniyle, bu programların birine veya her ikisine göre akredite olan belgelendirme kuruluşları araştırma kapsamında incelenmiştir. Bu amaçla, araştırmanın yapıldığı 2013 yılı itibariyle, iyi tarım uygulamaları programlarında TÜRKAK’tan akredite olan 24 kuruluşa, hazırlanan anket formları elektronik ortamda e-posta yoluyla gönderilmiştir. Gönderilen anket formlarında bulunan sorulara cevap veren 18 belgelendirme kuruluşu, araştırma kapsamında incelenmiştir. 86 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. Belgelendirme Kuruluşları ve Akreditasyon Şartları İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre İTU belgelendirilmesine yönelik kontrol ve sertifikasyon işlemleri, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yetkilendirdiği kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarınca yapılmaktadır. Kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının, Bakanlıkça yetkilendirildiği tarihten itibaren iki yıl içerisinde, TS EN 45011 veya TS EN ISO/IEC 17065 veya eşdeğeri uluslararası standartlarda Türk Akreditasyon Kurumu veya Avrupa Akreditasyon Birliği veya IAF karşılıklı tanınma anlaşmasına göre geçerliliği mevcut uluslararası akreditasyon kurumlarından akredite olmaları gerekmektedir. Ayrıca akredite oluncaya kadar kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının yayımlayacak belge ve üretici sayısı sınırlandırılmıştır. Akredite olmayan kontrol ve sertifikasyon kuruluşları, her kapsam için toplam en fazla on üretici için sertifika düzenleyebilmektedir. Ancak TS EN 45011 veya TS EN ISO/IEC 17065 standardlarına göre akredite olmakla birlikte, akreditasyon kapsamında İTU olmayan kontrol ve sertifikasyon kuruluşları her kapsamda toplam en fazla yirmi üretici için sertifika düzenleyebilmektedirler. GLOBALG.A.P. Genel Yönetmelikleri V4’e göre; başvurduğu kapsamda akredite olmayan belgelendirme kuruluşları, geçici olarak onaylanabilmekte, ancak nihai onay için altı ay içerisinde akredite olmaları gerekmektedir. Ayrıca akredite oluncaya kadar sınırlı sayıda üretici için belgelendirme yapabilmektedirler. Akredite olmayan belgelendirme kuruluşları, ilk kapsam için toplam en fazla beş üreticiye sertifika düzenleyebilmektedir. Ancak EN 45011 veya ISO/IEC 17065 standardlarına göre akredite olmakla birlikte, akreditasyon kapsamında GLOBALG.A.P. bulunmayan belgelendirme kuruluşları her kapsam için toplam en fazla yirmi üretici için sertifika düzenleyebilmektedir. ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Şartlar Standardı, Eylül 2012 tarihinde yayınlanarak ISO Guide 65 kılavuzu veya EN 45011:1998 standardı yerine geçmiştir. Uluslararası Akreditasyon Forum (International Akreditation ForumIAF)’un kararı çerçevesinde bu yeni standardın uygulanması için 3 yıllık bir geçiş dönemi belirlenmiştir. Bu karar, ISO Guide 65 veya EN 45011 kapsamında faaliyetlerini yürüten Uygunluk Değerlendirme Kuruluşlarının en geç Ağustos 2015 tarihine kadar geçiş çalışmalarını tamamlamasını gerektirmektedir. ISO/IEC 17065:2012 standardı; CEN tarafından onaylanan ve Aralık 2012’de TS EN ISO/IEC17065: 2013 numaralı Türk Standardı olarak kabul edilen EN ISO/IEC17065: 2012 standardı esas alınarak, Türk Standardları Enstitüsü Mühendislik Hizmetleri İhtisas Kurulu’na bağlı TK29 Yönetim Sistemleri Teknik Komitesi marifetiyle Türkçeye tercüme edilmiş, TSE Teknik Kurulu’nun 10 Nisan 2013 tarihli toplantısında kabul edilerek yayımına karar verilmiştir. 87 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ISO/IEC 17065:2012 standardı ürünlerin, proseslerin ve hizmetlerin belgelendirmesini kapsamaktadır. Ürünleri, prosesleri veya hizmetleri belgelendirmenin nihai amacı ise belgelendirilen unsurların belirtilen şartları yerine getirdiğine ilişkin güven vermektir. Belgelendirmenin değeri de belirtilmiş olan şartların karşılandığının, tarafsızlık ve yeterliliği olan üçüncü bir tarafça gösterilen güven ve inancın derecesidir. Ürünlerin, proseslerin veya hizmetlerin belgelendirilmesi; bunların, standardlarda ve diğer normatif dokümanlarda belirtilen şartlara uygun olduğuna ilişkin güvence sağlamanın bir aracıdır. ISO/IEC 17065 standart aşağıdaki ana başlıklardan oluşmaktadır (Anonim, 2012). 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) Kapsam, Atıf yapılan standard ve/veya dokümanlar, Terimler ve tarifler, Genel şartlar, Yapısal şartlar, Kaynak şartları, Proses şartları, Yönetim sistemi şartları. Türkiye’de İTU belgelendirmesinde yaşanan gelişmeler bu alanda faaliyette bulunan kuruluşları da etkilemektedir. Belgelendirilen üretici sayısında paralel olarak belgelendirme kuruluşlarının sayısı da artmaktadır. 2009 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetkilendirilen belgelendirme kuruluşu sayısı 12 iken (Hasdemir, 2009), 2015 yılında 26’ya ulaşmıştır. 2014 yılı itibariyle 53 ilde 2.1 milyon da alanda 21.3 bin üretici iyi tarım uygulamaları sertifikasına sahiptir (Anonim, 2015). Türkiye’de GLOBALG.A.P. belgelendirmesi yapmak üzere GLOBALG.A.P. tarafından yetkilendirilen kuruluşlar da bulunmaktadır. Türkiye’de GLOBALG.A.P. belgesi vermek üzere onaylanan belgelendirme kuruluşu sayısı 2015 yılı itibariyle toplam 18’dir. Bu kuruluşlardan 14’ü yurt dışında bulunan belgelendirme kuruluşlarının şubesi olarak faaliyet göstermektedir. Dünya genelinde ise 110’dan fazla ülkede 139 bin üretici 141 akredite belgelendirme kuruluşu tarafından GLOBALG.A.P. kapsamında belgelendirilmektedir. GLOBALG.A.P. belgelendirilmesi yapılan toplam alan ise küresel olarak 29.8 milyon da’dır (GLOBALG.A.P., 2015) Türkiye’de Yönetmelik çerçevesinde yürütülen İTU ile GLOBALG.A.P.’e ait veriler karşılaştırıldığında, Türkiye’de İTU belgelendirmesi yapan bir kuruluşa ortalama 820.46 üretici düşerken, küresel ölçekte GLOBALG.A.P. belgelendirilmesi yapan bir kuruluşa ortalama 985.82 üretici düştüğü görülmektedir. Bununla birlikte bir üreticinin İTU belgesine sahip ortalama üretim alanı 100.68 da iken, GLOBALG.A.P. belgesine sahip bir üreticinin ortalama üretim alanı 214.62 da’dır (Tablo 1). 88 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 1. Belgelendirme kuruluşu, üretim alanı ve üretici sayısı oranları Belgelendirme Kuruluşu Üretici / Üretim Alanı / Üretici Sayısı Sayısı Belgelendirme Kuruluşu Oranı GLOBALG.A.P.* 141 985.82 214.62 İTU** 26 820.46 100.68 Oranı (da) *Dünya genelindeki GLOBALG.A.P. verilerini ifade etmektedir. **Türkiye’de Yönetmelik çerçevesinde yürütülen İTU’a ait verilerini ifade etmektedir. 4. Araştırma Bulguları Ankete katılan belgelendirme kuruluşlarının organizasyonel yapıları, sektörel deneyimleri, personel durumları, denetçilerinin eğitim durumları ve mesleki tecrübeleri, akreditasyon süreleri, ISO/IEC17065 standardına geçiş hazırlıkları, eğitim ihtiyaçları ve karşılaştıkları sorunları analiz edilmiştir. Bu analizlere ait sonuçlar aşağıda ayrı ayrı ele alınmıştır. 4.1. Belgelendirme Kuruluşlarının Organizasyonel Yapıları Ankete katılan İTU belgelendirme kuruluşlarının organizasyon yapısı Tablo 2’de verilmiştir. Bu Tablo incelendiğinde belgelendirme kuruluşlarının büyük bir çoğunluğunun (%94.44) limited şirket yapısında olduğu görülmektedir. Gerçek kişi olarak her hangi bir belgelendirme kuruluşu bulunmazken anonim şirket yapısında olanların oranı %5.56’dır. Tablo 2. Belgelendirme kuruluşlarının organizasyon yapısı Kuruluşa ait özellikler Limited şirket Hukuki yapı Anonim şirket Gerçek kişi Yabancı ortaklı Ortalık durumu Tamamı yerli ortaklı Yurt dışı şubesi olanlar Şube durumu Yurt içi şubesi olanlar Şubesi bulunmayan 89 Oran (%) 94.44 5.56 16.67 83.33 5.56 5.56 94.44 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Türkiye’de tarımsal belgelendirmenin yurt dışı kaynaklı olarak başlaması, bu alandaki belgelendirme kuruluşlarının ortaklık yapısına da yansımıştır. Anket sonuçlarına göre Türkiye’de faaliyette bulunan belgelendirme kuruluşlarının %16.67’sinin ortakları arasında yabancı ortak bulunmaktadır. Tamamı yerli ortaklardan oluşan belgelendirme kuruluşlarının oranı %83.33’dür. Yabancı ortak yapısına rağmen belgelendirme kuruluşlarının büyük bir çoğunluğu sadece bir merkezde faaliyette bulunmaktadır. Yurt dışı veya yurt içinde şubesi olanların oranı %5.56’dır (Tablo 2). 4.2. Sektörel Deneyim Belgelendirme kuruluşların ortalama faaliyet süresi 7.72, belgelendirme faaliyetleri ise ortalama 6.67 yıldır. Belgelendirme alanında en yüksek süre 16 yıl, en düşük ise 1 yıldır. (Tablo 3). Tablo 3. Sektörel deneyim süreleri En Az En Çok Ortalama Standart Hata Toplam faaliyet süresi (yıl) 2 16 7.72 3.739 Belgelendirme faaliyetleri süresi (ay) 1 16 6.67 3.464 4.3. Personel Durumları İTU yönetmeliği gereğince kuruluşların belgelendirdikleri üretici sayısına göre değişmekle birlikte en az bir kontrolör ve bir sertifiker istihdam etmeleri gerekmektedir. İTU bireysel sertifikasyonda bir kontrolör, günde en fazla bir üretici kontrol edebilmekte, ancak aynı köy/mahalle sınırları içinde olması halinde bir günde iki üretici kontrol edebilmektedir. İTU grup sertifikasyonunda ise bir kontrolör, aynı il sınırları içerisinde yer alması durumunda bir günde en fazla üç üretici kontrol edebilmektedir. GLOBALG.A.P.’te seçenek bir kontrolü kapsamında bir üretici için en az 3 saatlik denetim süresi istenilmektedir. Bu nedenle kuruluşların belgelendirdikleri müşteri sayılarına göre kontrolör sayıları değişmektedir. Anket sonuçlarına göre İTU belgelendirmesi yapan kuruluşlar ortalama 5.11 tam zamanlı kontrolör (denetçi), 1.67 ‘de tam zamanlı sertifiker istihdam etmektedir. Kontrolörler ortalama 9 yıl, sertifikerler ise ortalama 11.94 yıl mesleki tecrübeye sahiptir. Belgelendirme kuruluşundaki hizmet süresi ise kontrolörlerde 4.17 yıl, sertifikerler de 5.89 yıldır. Bu veriler, sertifikerlerin kontrolörlerden daha fazla sektörel deneyime sahip olduklarını göstermektedir. Ayrıca hem kontrolörler 90 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X hem de sertifikerler ilgili yönetmelik ve standardın aradığı asgari deneyim sürelerinin üzerinde bir deneyime sahiptir (Tablo 4). Tablo 4. Personel durumu En Az En Çok Ortalama Standart Hata Tam zamanlı kontrolör sayısı 1 10 5.11 3.216 Sözleşmeli kontrolör sayısı - 8 0.44 1.886 Tam zamanlı sertifiker sayısı - 3 1.67 0.686 Sözleşmeli sertifiker sayısı - 1 0.06 0.236 Kontrolör tecrübesi (yıl) 3 27 9.00 7.244 Kontrolör hizmet süresi (yıl) 1 10 4.17 2.479 Sertifiker tecrübesi (yıl) 4 28 11.94 7.487 Sertifiker hizmet süresi (yıl) 1 12 5.89 3.692 4.4. Karşılaşılan Sorunlar Ankete katılan İTU belgelendirme kuruluşlarının karşılaştıkları sorunlar Tablo 5’de verilmiştir. Belgelendirme kuruluşlarının %88.89’u karşılaştıkları en önemli sorunun, haksız rekabet olduğunu belirtmişlerdir. Akreditasyon standartlarına uyumda ve doküman hazırlamada sorunla karşılaştıklarını bildirenlerin oranı ise %22.22 olarak tespit edilmiştir. Bununla birlikte kuruluşların %56.56’sı çiftçilerin istenilen belgeleri ibraz edememelerinden kaynaklanan sorunlar yaşadıklarını, %44.44’ü ise bürokratik engellerle karşılaştıklarını belirtmektedirler. 91 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 5. Belgelendirme kuruluşlarının karşılaştığı sorunların dağılımı Karşılaşılan sorunlar Oran (%) BK’lar arasındaki haksız rekabet 88.89 Çiftçilerin istenilen belgeleri ibraz edememesi 56.56 Bürokratik engeller 44.44 Kalifiye personel sorunu 33.33 Akreditasyon standartlarına uyum 22.22 Doküman hazırlanması 22.22 *Aynı kuruluş birden fazla sorun bildirebilmiştir. 5. Sonuç Türkiye’de tarımsal ürün belgelendirmesi yapan kuruluşların büyük bir çoğunluğu (%94.44) limited şirket statüsünde olup ortalama %16.67’si yabancı ortaklıdır. Ortalama 6.67 yıllık tarımsal belgelendirme tecrübesine sahip bu kuruluşların, istihdam ettiği ortalama tam zamanlı kontrolör sayısı 6’dan, ortalama tam zamanlı sertifiker sayısı ise 2’den azdır. GLOBALG.A.P. verilerine göre 2014 yılı itibariyle küresel bazda 141 akredite belgelendirme kuruluşunda sözleşmeli ve tam zamanlı toplam 1600 denetçiye (inspectors) karşılık kuruluş bazında ortalama 11.35 denetçi görev yapmaktadır. Türkiye’de Yönetmelik çerçevesinde yürütülen İTU ile GLOBALG.A.P.’e ait veriler karşılaştırıldığında belgelendirme kuruluşların ortalama üretici sayısı açısından yakınlık gösterdiği görülmektedir. Ancak bu durum, 2013 yılında 8170 olan İTU belgeli üretici sayısının, %161.10’luk bir artışla 2014 yılında 21332’ye çıkması sonrasında oluşmuştur. Belgelendirme programında görev alan ziraat mühendisleri ve diğer ilgili meslek gruplarından personelin büyük bir çoğunluğu, lisans eğitimlerinde ürün belgelendirmesi ve kalite yönetim sistemi konularında eğitim almamaktadır. Üniversitelerin ilgili bölümlerinde tarımsal ürün belgelendirme programları kapsamında ders açılması, özellikle Ziraat Fakültelerinde bu alanda ana bilim dalının oluşturulması ve gerekirse uzaktan eğitimle kontrolör ve iç kontrolör eğitimleri verilmesi, üniversiteler ile yasal düzenleyicilerin aynı platformda rol almaları, uygulayıcılar ile daha etkin iletişim sağlanması ve yasal düzenleyiciler, akreditasyon kuruluşu ile üniversitelerin yönetmeliklerin hazırlanması ile ilgili ortak bir platformda birlikte hareket etmelerini sağlayacak alt yapının oluşturulması Türkiye’de tarım ürünlerinin belgelendirmesine önemli katkılar sağlayacaktır. 92 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Belgelendirme kuruluşlarının karşılaştığı en önemli sorunların başında gelen haksız rekabet dikkate alındığında, bu alanda örgütlenmenin geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu anlaşılmaktadır. Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın sistem üzerindeki düzenleyici rolü de dikkate alınmak durumundadır. Bununla birlikte, Türkiye’de tarımsal belgelendirme kuruluşlarının ve ürünlerin sayısal artışında en önemli unsurlardan biri olan tarımsal desteklerin de sistemi geliştirici ve iyileştirici şekilde düzenlenmesi büyük önem arz etmektedir. Sektörel veriler dikkate alındığında, Türkiye’de bu sektörde belgelendirme yapan kuruluşların çok büyük organizasyonlar olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, tarımsal destekleme politikası sadece belgeli üretimin sürdürülebilirliği açısından önemli olmayıp, tarımsal belgelendirme yapan kuruluşlarının sürdürülebilirliği açısından da büyük önem arz etmektedir. Bağımsız, tarafsız ve yetkin kuruluşlarca gerçekleştirilen belgelendirme faaliyetlerinden, sadece belgelendirme kuruluşlarının müşterileri faydalanmamaktadır. Aynı zamanda resmi kurumlar, sivil toplum kuruluşları, tüketiciler ve kamuoyu da faydalanmaktadır. Bu nedenle, belgelendirme sisteminin yetkinliği ve güvenilirliği tüm tarafların lehine olup mevcut akreditasyon sistemi de bu yetkinliği artırmaya yönelik olmalıdır. Kaynaklar Anonim, 2012. TS EN ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar Için Şartlar. Anonim, 2015. Tarımsal veriler. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü. http://www.tarim.gov.tr/sgb/Belgeler/SagMenuVeriler/BUGEM.pdf. Son erişim tarihi: 15.05.2015 Hasdemir, M. 2009. Dünya’da ve Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları. Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl:48, Sayı: 565, Ankara. Hasdemir, M. 2011. Kiraz Yetiştiriciliğinde İyi Tarım Uygulamalarının Benimsenmesini Etkileyen Faktörlerin Analizi Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı. Doktora Tezi (basılmamış), Ankara GLOBALG.A.P., 2015. GLOBALG.A.P. Annual Report 2013-2014. http://www2.globalgap.org/iframe/cb-profiles/13263.html.Son Erişim Tarihi: 15.05.2015 TÜRKAK, 2014. R50.07-TÜRKAK’ın Tanık Olacağı İyi Tarım Uygulamaları, Organik Tarım ve GLOBALG.A.P. Sertifikasyonu Denetimlerine İlişkin Kurallar Rehberi. Türk Akreditasyon Kurumu. 93 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları ve Risk Yönetimi Gonca Gül Yavuz1 Mehmet Hasdemir2 Umut Gül1 Mine Hasdemir1 Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü E-posta:ggulyavuz@hotmail.com 1 2 Özet: Tarım sektörü, küresel bazda ciddi bir dönüşüm geçirmektedir. Küresel iklim değişikliği yanında tarım ve gıda piyasalarında yaşanan dalgalanmalar, sektörü önemli ölçüde etkilemekte, riskleri ve belirsizlikleri artırmaktadır. Ayrıca azalan doğal kaynaklara karşılık, artan dünya nüfusunu beslemek üzere tarımda teknoloji kullanımı her geçen gün farklı bir boyut kazanmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler, mevcut kaynakların etkin kullanımını sağlama yanında, olası riskleri ortadan kaldıracak veya azaltacak tedbirlerin önceden alınmasını sağlayacak risk yönetimine olan ihtiyacı artırmaktadır. Yürütülen bu araştırmada; iyi tarım uygulamalarında tanımlanan bu riskler, 5363 Sayılı Tarım Sigortaları Kanunu çerçevesinde teminat altına alınan riskler ile 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde gerekli olan riskler açısından değerlendirilmiştir. Araştırma kapsamında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı kayıtları dikkate alınarak değerlendirmeler yapılmıştır. Araştırma sonucunda; gıda güvenliği, işçi sağlığı ve güvenliği ve çevrenin korunmasına yönelik risk değerlendirmesini zorunlu kılan iyi tarım uygulamaları kriterleri ile GLOBALG.A.P. standardının hedeflendiği şekilde uygulanması durumunda, Türkiye’de tarım işletmelerinin risk yönetimine önemli katkılar sağlayacağı, böylece kriz yönetimi yerine risk yönetimini esas alan bir işletme yapısının kurulmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: İyi tarım uygulamaları, risk değerlendirme, risk yönetimi. Good Agricultural Practices and Risk Management in Turkey Abstract: The agricultural sector is experiencing a serious conversion on a global basis. Beside the global climate change, fluctuations on agriculture and food markets affect the sector significantly, and increase the risks and uncertainties. In response to diminishing natural resources, technology using in agriculture to feed a growing world population becomes a different dimension with each passing day. These developments, in addition to provide efficient use of current resources, increase the necessity to risk management for providing measures to reduce or 94 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X eliminate the potential risks in advance. In this research; these risks which described in good agricultural practices are evaluated in terms of guaranteed risks under the framework of Agricultural Insurance Law No. 5363 and necessary risks under the framework of Agricultural Biosafety Law No. 5977. The Ministry of Food Agriculture and Livestock records are taken into account in evaluations. As a result of research; it is beleived to be helpful for providing an important contribution on risk management in Turkey and establishing a risk management based farm structure rather than a crisis management based when GLOBALG.A.P. standards applied as targeted with the good agricultural practices criterias that required food security, health and safety and conservation oriented risk assessment. Key words: Good agricultural practices, risk assessment, risk management. 1. Giriş Küresel iklim değişikliği yanında tarım ve gıda piyasalarında yaşanan dalgalanmalar sektörü önemli ölçüde etkilemekte, riskleri ve belirsizlikleri artırmaktadır. Dünya genelinde kişi başına düşen tarım arazisi ve su başta olmak üzere doğal kaynaklar azalmaktadır. Geçtiğimiz dönemde tarımsal üretim yıllık ortalama %2 artış göstermiştir. Gelecek on yılda ise bu artışın yavaşlayarak, ortalama %1.7 olacağı öngörülmektedir. Yaşanan bu gelişmeler, mevcut kaynakların etkin kullanımını sağlama yanında, olası riskleri ortadan kaldıracak veya azaltacak tedbirlerin önceden alınmasını sağlayacak planlamaları da zorunlu kılmaktadır (Anonim, 2014a). Geçtiğimiz yüzyılda tarımsal politikalarda ana hedef, tarımla uğraşanların gelir düzeylerini yükseltmek ve insanların gıda ihtiyaçlarını karşılamak olarak belirlenmiştir. Bu hedefe ulaşmak üzere de öncelikle birim alandan elde edilen verimi yükseltmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Ancak günümüzde bu politikalarda önemli değişimler yaşanmakta olup birim alandan elde edilen üretimi artırmaya dayalı tarımsal politikalar yerine, çevreye zarar vermeden güvenli gıda üretimini sürdürülebilir bir şekilde sağlayan tarımsal politikalar önem kazanmaktadır. Bunun yanında, kırdan kente göç ve yüksek gelir gruplarının tüketim alışkanlıklarının değişmesi, insanlığın gıda ediniminden saklamaya, beklentiden tüketime kadar pek çok aşamada gıda alışkanlıklarını değiştirmiştir. Binlerce yıllık gıda temin ve tüketim alışkanlıklarının hızla değişiyor olması, gıdanın riskli bir konuma gelmesine neden olmuştur. Kırsalda yaşarken tükettiği gıdanın bizzat üreticisi olan veya üreticisini tanıyan insan, şehirleşme ile birlikte modern olarak tanımlanan usullerde kendisine sunulan binlerce çeşit ürüne mevsim farkı gözetmeksizin ulaşmaya başlamıştır. Bu durum, gıdanın sistematik biçimde güvenilirliğinin sağlanması ve bunun sürekli izleme ve denetimlerle sürdürülmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Talebe bağlı arz sisteminde, gıda güvenliğinden 95 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X gıda güvenilirliğine, enerjiden sanayi girdisine, gen çeşitliliğinin korunmasından sürdürülebilirliğe kadar uzanan çizgi, tarımsal girdiden tüketime kadar olan süreçte her noktanın yönetilmesini zorunlu kılmaktadır. “Tarımın Yeni Paradigması" olarak adlandırılan bu durum; gıda güvenliğinden gıda güvenilirliğine uzanan çizgide gıda sektörünü tarımla bütünleştirmiştir (Anonim, 201). Ayrıca biyoteknoloji alanında yaşanan gelişmeler, insan ve çevre sağlığı yanında, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği açısından, sektörü önemli ölçüde etkilemektedir. Küresel bazda farklı uygulamaları olmakla birlikte, bu durum risk yönetimi çerçevesinde ele alınmaktadır. Türkiye’de ise 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu 2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 5977 sayılı Kanun amaçları içerisinde bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde, modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek riskleri engelleme hususları yer almaktadır. Yaşanan bu gelişmeler, mevcut kaynakların etkin kullanımını sağlama yanında, olası riskleri ortadan kaldıracak veya azaltacak tedbirlerin önceden alınmasını sağlayacak risk yönetimine olan ihtiyacı artırmaktadır. Bu durum, tarımsal üretim sistemini sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlığı ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler olarak tanımlanan “İyi Tarım Uygulamaları (İTU)”nın önemini artırmaktadır. Üreticilerin İTU’ya karar vermeden önce, üretim alanında daha önce yetiştirilen ürün veya tarımsal faaliyetleri bilmeleri, insan sağlığı ve çevreye olan etkilerini değerlendirmeleri gerekmektedir. Bu değerlendirme doğrultusunda, üretim kararı öncesinde risk değerlendirmesi yapılmalı ve bu değerlendirme sonuçlarına göre mevcut risklerin etkilerini giderecek tedbirler alınmalıdır. Ayrıca toprak sağlığının korunması, tarım ilaçlarına bağımlılığın azaltılması, bitki sağlığının maksimum düzeyde sağlanabilmesi için dönüşümlü üretim yapılmalıdır (Anonim, 2014b). 2. Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları Türkiye’de İTU’ya ait ilk belgelendirme, EUREPGAP Protokolü ile başlamıştır. Özellikle Avrupa ülkelerine yönelik ihracat yapan yaş meyve sebze sektöründe, iyi tarım uygulamaları yapan üreticiler 2003 yılından itibaren EUREPGAP kapsamında belgelendirilmekte olup bu durum ülke içerisinde iyi tarım uygulamalarının yaygınlaşmasına ve yasal düzenlemelerin yapılmasına neden olmuştur. Sektörde yaşanan bu gelişmeler doğrultusunda 08.09.2004 tarihinde İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik 25577 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir (Hasdemir, 2009). Daha sonra 07.12.2010 tarihli ve 27778 sayılı Resmi Gazete yayınlanan İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile 2004 yılında yayınlanan ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. 96 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İTU kapsamında yapılan belgelendirmeler halen 2010 yılında yayınlanan yönetmeliğe göre yürütülmektedir. Öncelikle ihracata yönelik üretim yapan yaş meyve ve sebze sektöründe EUREPGAP ile başlayan iyi tarım uygulamaları, Türkiye’de hızlı bir şekilde gelişme göstererek yaygınlaşmıştır. 2004 yılında Türkiye’de 102 üretici 2905 ha alanda yaptığı üretimle EUREPGAP sertifikasına sahipken. 2006 yılında EUREPGAP sertifikasına sahip üretici sayısı 3222’ye, 2007 yılında 6905’a yükselmiştir. Bu gelişmeler ile 2004 yılına kadar EUREPGAP kapsamında belgelendirme yapılan 41 ülke arasında 31. sırada yer alan Türkiye, 2007 yılı sonu itibariyle 85 ülke arasında 4. sıraya yükselmiştir (Hasdemir, 2009; GLOBALG.A.P., 2015). Bu gelişmeler, özellikle ihracata giden ürünlerde karşılaşılan kalıntı riski sorunun çözümünde önemli katkılar sağlamıştır. EUEREPGAP ile başlayan daha sonra standartta yaşanan isim değişikliği sonrasında GLOBALG.A.P olarak devam eden belgelendirmeler yanında, ulusal mevzuata göre de Türkiye’de iyi tarım uygulamalarına devam edilmektedir. 2004 yılında yayınlanan yönetmeliğe dayanılarak, mülga Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının yetkilendirilmesi sonucunda, ilk belgelendirme 2007 yılında başlamıştır. Türkiye’de İTU’ya ait üretim verileri Tablo 1’de verilmiştir. Bu tablo incelendiğinde 2014 yılı itibariyle 53 ilde 2.15 milyon da alanda 21.3 bin üreticinin iyi tarım uygulamaları sertifikasına sahip olduğu görülmektedir. Yıllar itibariyle üretici sayısında ve üretim alanında dalgalanmalar yaşanmakta birlikte, son iki yılda üretici sayısı ve üretim alanı önemli ölçüde artmıştır. Özelikle 2014 yılında, bir önceki yıla göre üretici sayısında %161.1’ lik bir artış yaşanmıştır (Anonim, 2015a). 3. Türkiye’de Risk Yönetimi Tarım sigortaları uygulamaları; genel sigortacılık kanunu çerçevesinde, bitkisel ürünlerin dolu riskine karşı sigortalanması ile Türkiye’de 1957 yılında başlamıştır. 2005 yılında yürürlüğe giren 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu ile “Tarımda Risk Yönetimi” yeni bir boyut ve ivme kazanmış olup, üreticilerin, kanunda belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek ve prim desteği sağlamak üzere, tarım sigortaları uygulamasına yönelik esaslar belirlenmiştir. Kanun çerçevesinde kısa adıyla TARSİM olarak adlandırılan Tarım Sigortaları Havuz Sistemini oluşturularak, 2006 yılından itibaren devlet destekli tarım sigortası poliçesi düzenlenmeye başlanmıştır (Anonim, 2014a). 97 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 1. Türkiye’de iyi tarım uygulamaları verileri İl Üretim Alanı Üretici Üretici Sayısındaki Sayısı (da) Sayısı Değişim (%) 2007 18 53 607 651 - 2008 19 60 231 822 26.27 2009 42 1 702 804 6 020 632.36 2010 49 781 740 4 540 -24.58 2011 49 499 632 3 042 -33.00 2012 47 837 171 3 676 20.84 2013 56 985 099 8 170 122.25 2014 53 2 147 705 21 332 161.10 Kaynak: (Anonim, 2015a). Yıllar itibarıyla, düzenlenen poliçe sayılarında önemli artışlar yaşanmıştır. Türkiye’de tarım sigortaları kapsamında düzenlenen poliçe ve hasar tazminatlarına ilişkin veriler Tablo 2’de verilmiştir. Bu tablo incelendiğinde 2006 yılında toplam 12330 poliçe düzenlenmişken, 2014 yılında düzenlenen poliçe sayısının 1 milyonun üzerine çıktığı görülmektedir. Bu doğrultuda prim tutarları ve hasar tazminatları da önemli ölçüde artmıştır. 2006 yılında yaklaşık 4.46 milyon TL olan prim tutarı ve 868 bin TL olan hasar tazminatı, 2014 yılında 684 milyona prim tutarına ve 502 milyon hasar tazminatına ulaşmıştır Düzenlenen poliçelerin ise önemli bir kısmı bitkisel ürün kapsamındadır. 2006 yılında düzenlenen 11547 adet poliçe ile bitkisel ürünler payı %84.80 iken sera poliçesinin payı 1118 adet poliçe ile %9.07’dir. 2014 yılında ise bitkisel ürün poliçesi sayısı 1 milyonun üzerine çıkarak tüm poliçeler içerisindeki payı %94.75’e ulaşmıştır. 2014 yılında sera poliçesi sayısal olarak artmakla birlikte oransal olarak azalmış ve 16890 poliçe ile oranı %1.55 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 2). 98 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 2. TARSİM poliçe sayıları ve hasar tazminatları Toplam Bitkisel Toplam Toplam Hasar Ürün Prim Poliçe Tazminat Poliçe Sayısı Tutarı (TL) (TL) Sayısı Sera Ürün Poliçe Sayısı 2006 12 330 4 450 853 867 975 10 456 1 118 2007 218 938 64 103 578 41.386 021 207 328 1 456 2008 260 944 98 443 549 40.207 975 250 225 2 489 2009 306 770 120 348 681 89.372 359 285 243 3 622 2010 366 410 185 433 744 113.775 832 345 575 3 456 2011 587 716 440 879 023 209.818 684 549 538 6 431 2012 744 089 499 348 870 260.665 781 693 417 14 244 2013 891 876 526 835 325 386.093 178 841 694 16 252 2014 1 086 612 683 535 994 501.590 394 1 029 586 16 890 Toplam 4 475 685 2 623 379 617 1 643 778 199 4 213 062 65 958 Kaynak: (Anonim, 2015b) Şekil 1. Sigorta poliçe sayısındaki değişim. 99 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sigorta kapsamları ve hasar tazminatları birlikte değerlendirildiğinde, yıllar itibariyle tarım sigortaları içerisinde bitkisel ürün poliçe sayısının artarken toplam hasar tazminatları içerisindeki payının azaldığı görülmektedir. 2006 yılında yaklaşık 868 bin olan toplam hasar tazminatı içerisindeki bitkisel ürünlerin payı %90.20 iken, 2014 yılında 502 milyon olan toplam hasar tazminatı içerisindeki bitkisel ürünlerin payı %79.51’e gerilemiştir (Şekil 1 ve 2). Şekil 2. Hasar tazminatındaki değişim. 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunun amacı; üreticilerin bu Kanunda belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek üzere, tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usûl ve esasların belirlemektir. Kanunun 12. maddesinde; “kapsama alınacak bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik hayvanları için kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararlar ve/veya tarım sektörü bakımından önemli görülecek diğer risklere ilişkin teminatlar Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir” hükmü yer almakta olup teminat altına alınacak riskler tanımlanmıştır. Ayrıca Kanunun 17. maddesinde “bu Kanun kapsamında, uygulama yılında yer alan riskler için tarım sigortası yaptırmayan üreticiler, 20.6.1977 tarihli ve 2090 sayılı Kanundan yararlanamaz” hükmü bulunmaktadır. Bu durum, Türkiye’de tarımsal üretimde bulunan üreticilerin sürdürülebilir bir işletmecilik için olası risklerden etkilenmeyecek veya riskleri asgariye 100 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X indirmeye yardımcı olacak iyi tarım uygulamaları gibi sistemleri uygulamasını daha da önemli hale getirmektedir. 4. İyi Tarım Uygulamalarında Risk Yönetimi İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmeliğin 5 inci maddesi gereğince İTU, Bakanlıkça belirlenen uygunluk kriterleri ve kontrol noktaları doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. Kontrol noktaları ise çevre, insan ve hayvan sağlığına zarar vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması, tarımda izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzını sağlamaya yönelik risk değerlendirmesi sonucu belirlenen ve kontrol edilen aşamaları tanımlamaktadır. Bu nedenle İTU sistemi ve bu sistemin kontrolü risk değerlendirmesi esasına dayanmaktadır. Kontrol noktaları içerisinde bulunan tüm çiftlik tabanı 2.2.1 kontrol noktasında; arazinin üretime uygunluğunu gösteren bir risk değerlendirmesi yapılıp yapılmadığı sorgulanmaktadır. TÇ-2.2.2 kontrol noktası ise kirlilik veya su kaynağına ve/veya taban suyuna bulaşma gibi tüm tanımlanmış riskleri asgariye indirmeye yönelik stratejilerin belirlendiği bir yönetim planı oluşturulup oluşturulmadığını incelenmektedir. TÇ-3.1.1 kontrol noktası; çiftlikte, emniyetli ve sağlıklı çalışma koşullarına yönelik yazılı bir risk değerlendirmesi olup olmadığını sorgulamaktadır. Bitkisel üretim kapsamında bulunan CB-5.5 kontrol noktalarında gübrelerle ilgili risk analizi, CB-6.3’de sulama suyu kalitesi ile ilgili risk analizi istenilmektedir. Meyve sebze kapsamında ki kontrol noktalarından ise MS-4.1 kontrol noktasında hasat ve nakliye işlemleri ile ilgili risk analizi, MS-5.1’de hasat edilmiş ürünlerle ilgili hijyen kurallarını içeren risk analizi yapılıp yapılmadığı kontrol edilmektedir. Ayrıca CB-2.4.2 maddesinde GDO’lu üretim materyalleri kullanılmadığının kanıtlanması istenilmektedir. İTU kontrol noktalarında belirtilen risk analizleri, daha çok gıda güvenirliği, iş güvenliği ile çevre sağlığına odaklanmakla birlikte, bir tarım işletmesinin sürdürülebilirliğini tehdit edebilecek tüm unsurları ele almaktadır. Bu durum gelirde de istikrar sağlayarak, hasar odaklı sigortacılık ve buna dayalı risk yönetimine önemli katkılar sağlamaktadır. GLOBALG.A.P Entegre Çiftlik Güvencesi Standardında; gıda güvenliği, işçi sağlığı ve güvenliği ve çevre korunmasını kolaylaştırmak amacıyla bazı risk değerlendirmeleri yapmak gereklidir. Bir risk değerlendirmesi İTU gereklilik ve yasalarına uymak için olduğu kadar ürünleri, işçileri ve işletmeyi korumak için de önemli bir adımdır. Bir risk değerlendirmesi iş sahasında gerçekten de önemli olan bu risklere ve gerçek zarara yol açabilecek potansiyelli risklere odaklanmaya yardım etmekte olup risklerin tümünü ortadan kaldırması beklenmemektedir. Ancak makul ölçüde uygulanabilir olduğu derecede ürün ve çalışanları korunması beklenmektedir GLOBALG.A.P Kılavuzlarına göre risk değerlendirme adımları aşağıdaki şekildedir (GLOBALG.A.P, 2012). 101 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Adım 1: Tehlikeleri tanımlayın. Adım 2: Kimin/neyin ve nasıl zarar görebileceğine karar verin. Adım 3: Riskleri değerlendirin ve önlemlere karar verin. Adım 4: Bulguları/iş planını kaydedin ve onları uygulayın. Adım 5: Değerlendirmeyi gözden geçirin ve gerekirse güncelleyin. Şekil 3. Yeni sahalar için örnek risk değerlendirmesi. Risk değerlendirmenin bu adımları yanında, yerel mevzuatı, arazinin önceki kullanımını, toprak yapısını, erozyonu, rüzgâra maruz kalmayı, drenajı, su kalitesini ve sel durumunu dikkate almak gerekmektedir. Bu çerçevede, GLOBALG.A.P. Kılavuzlarına göre yapılabilecek risk değerlendirilmesi Şekil 3’de görülmektedir. 5. Sonuç Teknolojik gelişmeler, biyoteknoloji ve küresel iklim değişiklikleri yanında ekonomik krizler, tarım sektöründe riskleri artırmakta, ayrıca olası risklerin şiddetini de yükseltmektedir. Bu nedenle kriz yönetim modelinden ziyade, risklerin analiz edilerek buna göre tedbirlerin alındığı risk yönetimi modeline geçilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Sektörün ihtiyaç duyduğu bu yönetim mekanizmasının kurulmasında, her aşamasında risk değerlendirmeyi öngören İTU önemli katkılar sağlayacaktır. Devlet destekli tarım sigortası poliçesi düzenlenmesinin yapıldığı mevcut dönemde, risk kapsamı çok daha hızlı bir şekilde genişletilmiş ve sisteme dahil üretici sayısı artırılmıştır. Ancak, tarımsal üretimde, kapsama alınması gereken çok 102 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X daha fazla katostrofik riskler ve ürünler bulunmaktadır. Ayrıca üretimden pazarlamaya kadar geçen tarımsal üretim sürecinde, biyogüvenlikten, işçi güvenliğine, tüketim aşamasında karışılabilecek üçüncü taraf sorumluluklara veya müşteri mesuliyetine kadar birçok risk faktörü ve bu risklerden kaynaklanan mesuliyetler söz konusudur. Gelecek yıllarda tarım işletmeleri, tüm bu faktörleri dikkate alarak gelirlerini tüm risklere karşı koruyacak bir modele geçmek durumundadır. Kaynaklar Anonim, 2010. Stratejik Plan. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Ankara. Anonim, 2014a. Onuncu Kalkınma Planı, Bitkisel Üretim Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Kalkınma Bakanlığı, Ankara. Anonim, 2014b. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü, http://www.tarim.gov.tr/Sayfalar/Icerikler.aspx?IcerikId= d783c1bd-0806-45b5-8217-342e931ba9d3). Anonim, 2015a. Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü Verileri. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı http://www.tarim.gov.tr/sgb/Belgeler/ SagMenu Veriler / BUGEM.pdf. Son erişim tarihi: 15.05.2015 Anonim, 2015b. Tarım Sigortası Verileri. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü. GLOBALG.A.P., 2012. GLOBALG.A.P Entegre Çiftlik Güvencesi Standardı V4 Kontrol Noktaları ve Uygunluk Kritiri. GLOBALG.A.P., 2015. Annual Report 2013-2014. GLOBALG.A.P. Hasdemir, M. 2009. Dünya’da ve Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları. Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl:48, Sayı: 565, Ankara. 103 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sera Yetiştiriciliğinde Yararlı Mikroorganizmaların (Bio-Gübre) Kullanımı Özlem Altuntaş, İ.Kutalmış Kutsal İnönü Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Battalgazi Kampüsü, Battalgazi-Malatya, E-posta: ozlem.altuntas@inonu.edu.tr Özet: Dünyada özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra sanayileşme ve hızlı nüfus artışı önemli çevre sorunlarını da ortaya çıkarmıştır. Nüfus artışı nedeniyle yoğun tarımsal girdi kullanılarak birim alandan yüksek verim alınmasına ve yeni alanların tarıma kazandırılmasına yönelik hedefler belirlenmiştir. Sonuçta, yoğun ve bilinçsiz pestisit ve gübre kullanımı ile yanlış ve gereksiz toprak işleme uygulamaları; kalıntı riski, toprağın fiziksel ve kimyasal yapısının bozulması aynı şekilde toprak organik maddesi ve mikrobiyal aktivitesinin gerilemesi, tuzlanma, çoraklaşma gibi kayda değer agronomik ve çevre sorunlarına neden olmuştur. Tüm bu gelişmeler, gıda ve dolayasıyla da canlı kalitesini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu nedenle, birçok ülkede konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçilmeye başlanmıştır. Sera tarımında, birim alana daha fazla bitki düşmesi, verimin açık alana göre daha yüksek olması, yaz sıcaklarında organik maddenin hızlı parçalanması gibi nedenlerden dolayı gübre kullanımı daha yoğundur. Ayrıca, sera tarımında uygulanan toprak dezenfeksiyonu, zararlı mikroorganizmaların yanında yararlı mikroorganizmaları da yok ederek toprak canlılığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bio-gübre olarak adlandırılan mikroorganizmaların sera tarımında kullanılması hem bitki beslemeye yardımcı olacak hem de toprak canlılığını artırmak suretiyle toprak yapısını düzeltecektir. Bu gübrelerin etkin kullanımı sonucu bitki gelişimi ve verim olumlu yönde etkilenmektedir. Kök gelişimi iyi olan sağlıklı bitkilerin abiyotik ve biyotik stres koşullarına dayanımı da artmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalar, özellikle mikoriza kullanımının gübre tasarrufu sağlayacak kadar fayda gösterdiğini kanıtlamıştır. Anahtar kelimeler: Sera tarımı, yararlı mikroorganizma, bio-gübre, organik tarım Use of Beneficial Microorganisms (Bio-fertilizer) in the Greenhouse Cultivation Abstract: Rapid population growth and industrialisation which occured in the second half of the twentieth century, caused important environmental problems. Therefore,the agriculture aims obtaining maximum yield per unit area by using 104 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X intense agricultural inputs and redounding new areas. Ultimately, intensive usage of pesticides and fertilizers, incorrect soil cultivation caused significant agronomic problems such as residual risk, spoiling structure of soil, decreasing soil organic matter and microbial activity; such as salinization and desertification. All these developments effected food and living quality negatively. For quality again, the usage of Eco-friendly and natural promoting factors have become popular. Thus, a lot of country have started to switch from conventional farming to organic farming. Fertilization is rather more intensive in greenhouse production because of the higher number of plant in a certain area, higher yield and rapid fragmentation of organic matter. Furthermore, being applied in greenhouse production the soil disinfectation affects adversely soil fertility by destroying beneficial microorganisms as well as those are harmful. Besides, utilization of natural resources has taken over in recent year as a result of developed environmental consciousness. For those reasons, using of microorganisms in greenhouse production, called Bio-fertilizers, will help both in plant nutrition and soil improvement by increasing soil fertility. Effective application of such fertilizers affects plant growth and yield positively. On the other hand, resistance to abiotic and biotic stress conditions. The previous studies on this subject has proven that especially mycorrhiza application supply benefit as higher as allowing fertilizer savings. Key words: Greenhouse cultivation, benefical microorganisms, bio-fertilizer, organic farming. 1. Giriş Bitkilerin mevsimleri dışında yetiştirilmesine olanak sağlayan seracılık, günümüzde tarımın yüksek gelir getiren bir sektörüdür. Buna karşılık ilk kuruluş maliyeti yüksek, işçiliğin ve girdilerin en yoğun kullanıldığı tarım koludur. Dünyada iklim kuşağı nedeniyle seracılık, Kuzey Avrupa ülkelerinde ve Akdeniz ülkelerinde farklılık gösterir. Türkiye seracılık bakımından Akdeniz iklim kuşağında önemli bir yere sahiptir. 8.097 ha cam sera ve 29.865 ha plastik sera olmak üzere toplam 37.962 ha sera alanı ile Türkiye, sera alanı bakımından Çin, Güney Kore, Japonya ve İspanya’nın ardından beşinci sırada yer almaktadır (Anonim, 2014 a,2014 b). Seracılık son yıllarda özellikle iklimin uygun olduğu sahil şeridinde gelişme göstermiştir. Seralarımızın büyük çoğunluğu Akdeniz Bölgesi’nde bulunmaktadır. Ege Bölgesi’nde ise sera alanlarının artışında jeotermal enerji kaynaklarının varlığı önemli rol oynamıştır. Seracılık işletmelerine baktığımızda, diğer Akdeniz ülkelerindeki gibi aile işletmelerinde sadece anti-don amaçlı ısıtma ya da korumanın olduğu; ticari işletmelerde ise klima kontrollü sera tarımı yapılmaktadır (Tüzel ve ark. 2005). Her iki işletme şeklinde de yapılan üretimde bitki besin madde kullanımı yoğundur. Sebzeler diğer bitkilerle kıyaslandığında çok daha fazla besin maddesine ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden sebze 105 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X yetiştiriciliğinde gübrelemenin ayrı bir önemi vardır. Sera sebze yetiştiriciliğinde yüksek verimli hibrit çeşitlerin kullanılması ve yetiştirme süresinin uzun olması nedeniyle açıkta yapılan yetiştiriciliğe göre birim alandan daha çok besin maddesi kaldırırlar. Dolayısıyla sera yetiştiriciliğinde açıkta yapılan yetiştiriciliğe göre bitki besin elementi kullanımı daha yüksektir. Ürünle birlikte topraktan kaldırılan ve çeşitli yollarla uzaklaşan besin maddeleri, yeterli düzeyde verilmez ise ya da bilinçsizce fazla uygulanır ise verim ve kalitenin olumsuz etkilenmesine neden olur. Son yıllarda bilinçli tüketicilerin doğal ya da doğala yakın yöntemlerle yetiştirilmiş ürünlere olan talebi, sera ürünlerinde de yetiştiricilik sırasında üreticiyi bu yönde tedbirler almaya yöneltmektedir (Titiz, 2004). Hormon, ilaç kalıntısı ve yoğun gübre kullanımı sera ürünlerinin kalitesi için olumsuz başlıklardır. Bilinçli tarımsal üretimde var olan yer altı ve yer üstü canlılar arasındaki dengeyi sürdürmek, biyoçeşitliliği korumak ve ekolojik yapının sürdürülebilirliği sağlamak gereklidir. Sadece verimliliği esas alan uygulamalar tarımsal ekosistemlerde dengeleri bozmaktadır. Günümüzde tüketicilerin üründe kaliteye önem vermeleri nedeniyle, artık üreticilerimizde sadece verimliliği esas alan uygulamalar yerine doğaya dost teknikleri ve girdileri tercih etmeye başlamışlardır. Çevreye zararı olmayan bu tekniklerden birisi de; üretimde yararlı mikroorganizmaları kullanmaktır. Toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik yapısını düzenlenmesine yardımcı olan bu mikroorganizmalar, toprak verimliliğini arttırmanın yanında, bitki besin elementlerinden bitkinin etkin bir şekilde yararlanmasını sağlamakta, bitki gelişimini, hastalık ve zararlılara dayanımı arttırmaktadırlar. Ayrıca abiyotik stres koşullarında (tuzluluk, kuraklık, soğuk gibi) bitkilerin hiç ya da daha az zarar görmesini sağlarlar. 2. Sera Sebze Yetiştiriciliği ve Organik Tarım Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de sebzeler, mevsim dışında tüketiciler tarafından talep edilmektedir ve bu pazar büyük bir potansiyel taşımaktadır (Engindeniz ve Tüzel, 2006). Bu nedenle domates, hıyar, biber, patlıcan, kabak ve kavun gibi sıcak seven yazlık sebze türleri seralarda mevsim dışında kış aylarında üretilerek tüketicilerin hizmetine sunulmaktadır. Akdeniz kıyı şeridinde yaygın olan sera tarımı, hem iklimin hem sera koşullarının hastalık ve zararlı gelişimine uygun olması nedeniyle; toprak üzerinde yapılan yetiştiricilikte toprak kaynaklı hastalık ve zararlılar organik seracılığın yapılmasında büyük engel teşkil etmektedir (Daşgan ve ark., 2008). Modern işletmelerde klima kontrolünün yanında topraksız yetiştiricilik bu sorunları kısmen çözmüş olsa bile, bitki besleme konusunda doğal yetiştiriciliğe yakın üretim yapmak istiyorsak doğayla uyumlu teknikleri kullanmak akıllıca olacaktır. Dünyada özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen hızlı nüfus artışı ve sanayileşme önemli çevre sorunlarını da ortaya çıkarmıştır. Nüfus 106 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X artışı, beraberinde açlık problemini de getirmiş ve bu soruna çözüm olarak ise yoğun tarımsal girdi kullanılarak birim alandan yüksek verim alınmasına ve yeni alanların tarıma kazandırılmasına yönelik hedefler belirlenmiştir. Sonuçta, yoğun ve bilinçsiz pestisit ve gübre kullanımı ile yanlış ve gereksiz toprak işleme uygulamaları; kalıntı riski, toprağın fiziksel ve kimyasal yapısının bozulması aynı şekilde toprak organik maddesi ve mikrobiyal aktivitesinin gerilemesi, tuzlanma, çoraklaşma gibi kayda değer agronomik ve çevre sorunlarına neden olmuştur. Tüm bu gelişmeler, gıda ve dolayasıyla da canlı kalitesini olumsuz yönde etkilemiştir. Tarımsal üretimde kalite yönetimi anlayışının benimsenmesi, özellikle gelişmiş ülkelerde çevre sorunlarının yoğunlaşması, gıda kaynaklı hastalıkların artması sonucunda ortaya çıkmış bir gelişmedir. Bu ülkelerde tarımsal kaynaklı kirleticilerin yoğun biçimde kullanımı ve doğal dengeyi bozan tarım teknikleri uygulamalarının olumsuz etkileri dikkati çekmeye başlamış ve tekrar eski kaliteye ulaşmak için çevreye dost, doğal geliştirici faktörlerin doğa ile uyumlu bir şekilde kullanılması gündeme gelmiştir. Böylece birçok ülkede konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçilmeye başlanmıştır (Zengin 2007). Organik üretim yöntemleri ile bitki yetiştirmede biyolojik döngü ve toprak biyolojik aktivitesini arttırmaya yönelik yöntemler ön plana çıkmaktadır (Uzun, 2007). Genel olarak seralarda bitki yetiştiriciliği sırasında yüksek miktarlarda besin elementine ihtiyaç duyulmakla birlikte hem organik hem de konvansiyonel yetiştiricilikte aşırı gübrelemeden de kaçınılması gerekmektedir (Bernard ve Berrouard, 1994). Fakat her türlü seracılıkta gübrelemenin kontrol altında tutulması zordur. Günümüzde çevre bilincinin gelişmesi ve organik yetiştiriciliğin önem kazanması üretimde doğal kaynakların kullanımını ön plana çıkarmıştır (Ortaş, 2000). Klasik yetiştirme sisteminde kullanılan mineral gübreler; verimi arttırmasının yanında üründe kalitenin düşmesine, hastalık ve zararlılara karşı direncin azalmasına bunun sonucu olarak da artan ilaç kullanımına neden olmuştur. Yıldan yıla gübre ve ilaç kullanımı bitkisel üretimde artmıştır. Gübre kaynaklarının sınırlı ve pahalı olması nedeniyle doğal yararlı mikroorganizmaların kullanımı ve değerlendirilmesi daha temiz bir çevre için hem de ekonomik nedenlerle önemlidir (Ortaş, 2000). Sera sebze yetiştiriciliğinde bir diğer konu; toprakta yapılan yetiştiricilikte sera torağının dezenfeksiyonu sırasında zararlı olanların yanında yararlı mikroorganizmaların yok edilmesidir. Topraksız yetiştiricilikte ise, kullanılan substratların hastalık ve zararlı etmenlerini taşımaması gerekir. Bunun için de ya elde edilmeleri sırasında bu nitelikleri kazanırlar ya da daha sonra dezenfekte ya da sterilize edilirler (İkiz, 2003). Her iki durumda da yararlı mikroorganizmalar yok edildiğinden substratlarda da yararlı mikroorganizmalar bulunmamakta bitkinin besin ihtiyacı sadece kökler tarafından sağlanmaktadır. Sonuç olarak; sera sebze yetiştiriciliği ister toprakta yapılsın ister topraksız tarım şeklinde yapılsın, doğada bulunan yararlı mikroorganizmalardan yoksundur. 107 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.2. Bio-gübreler ve Sebze Üretiminde Kullanılması Tohum, bitki yüzeyi veya toprağa uygulandığında atmosferik azotu fiskeden, organik ve inorganik kaynaklardan mineral elementlerin alınabilirliğini artırarak veya sekonder metabolit üretimiyle bitkisel gelişmeyi teşvik eden; rizosferde kolonize olabilen veya bitki dokularına girebilen, canlı mikroorganizmalardan meydana gelen materyale "Bio-gübreler" veya “Mikrobiyal gübreler” adı verilir. Bunlar, yetiştiricilikte kullanıldığında; biyolojik aktiviteyi arttırarak toprağı iyileştirmekte, bitki beslenmesine yardımcı olmakta, bitki büyüme ve gelişimini arttırmakta, verimi ve ürün kalitesini olumlu etkilemektedir. Toprak mikroorganizmaları toprakta pek çok kimyasal değişimin içinde yer almakla birlikte, bitki gelişmesi için gerekli olan örneğin azot ve karbon besin elementlerinin döngüsünde görev aldıkları için toprak verimliliğinin önemli unsurlarıdır. Bio-gübrelerin içeriğindeki yararlı mikroorganizmalar, bitkinin rizosfer ve endorizosfer bölgesinde koloniler kurmak suretiyle, bitki gelişimini direkt ve dolaylı yollarla teşvik eder (Saxena ve ark. 2005). Bio-gübre olarak kullanılan yararlı mikroorganizmalar; - Atmosfer azotunu fikse eder, Organik atıkları ve kalıntıları parçalar, Toprak kökenli patojenleri baskılar, Bitki besin maddelerinin yarayışlılığını artırır ve dönüşümlerini sağlar, Çözünemeyen besin kaynaklarını çözünür hale getirir. Son yıllarda bitkisel gelişmeyi teşvik edici ve artırıcı Rhizobium, Azotobacter, Bacillus, Azospirillum Pseudomonas, Enterobacter, Klebsiella ve Staphylococcus gibi bakterilerin, bazı Aspergillus ve Penicillium funguslarının biyolojik gübre olarak kullanımı üzerine yoğun araştırmalar yapılmakta ve olumlu sonuçlar alınmaktadır (Kaiser, 1995; Srinivasan vd., 1996; Bashan ve Holguin, 1997; Sudhakar vd., 2000; Çakmakçı, 2002). Mikroorganizmaların bio-gübre olarak kullanımının birçok faydaları vardır. Bio-gübre daha ucuz, bitkilere toksik etki göstermez, yeraltı sularını kirletmez, toprak asitliğini artırmaz. Bu gübreler, gelişimi teşvik edici ve hormonsal maddeler de üreterek bitki gelişmesini artırmakta, hastalıkların kontrolünde kullanılmakta ve toprak bitki besin elementlerinin alımını ve ekonomik kullanımını sağlamaktadır. Gübre üretiminde önemli miktarda fosil enerji kullanılmakta, oysa çevre dostu bio-gübre enerji olarak gerçekte bedavadır. Biyolojik gübrelerin bitki gelişmesi ile ilgili en belirgin özellikleri simbiyotik ve simbiyotik olmayan azot fiksasyonu, bitki besin elementlerini mobil hale getirilmesi, toprak kökenli hastalıkların biyolojik kontrolü ve bitki gelişimini uyarıcı maddelerin salgılanmasıdır (Lucy vd., 2004). Tarla ve bahçe tarımında 108 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X yetiştirilen bitkilerin rizosferlerinden farklı bakteri türleri izole edilmekte, saflaştırılmakta, potansiyeli ortaya konulmakta ve bio-gübre olarak uygun mikroorganizma karışımları hazırlanmaktadır. Bu bakteriler arasından aktif olan türler, etkinlikleri ve ortam koşullarına adapte olabilme özellikleri dikkate alınarak seçilmekte, birden fazla türü içeren bio-gübrelerde kullanılmak üzere muhafaza edilmektedir. Bio-gübre üretimi için belli bir yoğunlukta olan ve kullanılmak istenen mikroorganizma türlerine turba yosunu gibi uygun ortamlar sağlanmakta, yapıştırıcı olarak da arap sakızı benzeri maddeler kullanılabilmektedir. Mikroorganizmalar tohumların kaplanmasında kullanılabildiği gibi fide veya bitkilere de uygulanabilmektedir. Yapraklara püskürtülmesi durumunda ise, birçok bitki patojenine karşı antagonistik etki gösterebilmektedir (Sudhakar ve ark., 2000). Mikorizalar ise; bitki köklerinin korteks dokusunu kolonize eden mantar ile bitki arasındaki işbirliğini ifade eder. Bu işbirliğinde bitkiler fotosentez sonucu ürettikleri karbonu mantara, mantar da hifleri ile besin elementleri ve suyu bitkiye iletmektedir. Doğadaki birçok bitki mikoriza mantarları ile simbiyotik ortaklık oluşturmuş durumdadır. Bitkilerin mikorizal simbiyozlardan sağladığı faydalar bitki büyüme ve gelişmesini dolayısıyla verimi arttırmak, biyotik ve abiyotik stres koşullarına dayanımı arttırmaktadır. Bitki büyüme ve gelişmesi mikoriza mantarlarının hiflerinin aynı kök gibi görev yapması, köklerin ulaşamadığı alanlarda bulunan su ve besin maddelerini bitkiye ulaştırması şeklinde gerçekleşmektedir. Yani mikoriza bitkinin etkili kök yüzey alanını arttırmaktadır. 4. Sonuç Mikrobiyal gübreler, bitkilerin kök yüzeylerinde kolonize olarak köklerin gelişimini olumlu katkı yapmaktadır. Dolayısıyla köklerde etkili olan bu pozitif gelişim, bitkilerin toprak üstü kısımlarının gelişimi ve verimini arttırmaktadır. Ayrıca, bu mikroorganizmaların hormon benzeri metabolitler üretmesi ve toprak veya organik maddeden bitkiler için yarayışlı besinleri çözebilmesi sayesinde, bitkilerde genellikle boy, kök yaş ağırlığı ve verim gibi önemli parametreleri olumlu yönde etkilemektedir. Dünyada ve ülkemizde gün geçtikçe organik ürünlere karşı olan ilginin artması, organik ürün yetiştiriciliğine olan ilgiyi de artırmıştır. Üreticiler ve üreticilere gerekli girdileri sağlayan firmalar da bu konuya daha duyarlı hale gelmişler ve organik tarımda kullanılabilecek olan girdileri artırmaya ve geliştirmeye yönelik çalışmalar başlatmışlardır. Bu çalışmalar sonucunda bitkilerin beslenmesi ve sağlığının korunabilmesi için organik tarımda da kullanılabilecek olan bitki aktivatörleri ve mikrobiyal gübreler geliştirilerek üreticilerin hizmetine sunulmuştur. Sonuç olarak; doğada doğal olarak bulunan faydalı toprak mikroorganizmaları dezenfekte ya da solarize edilmiş sera toprağında ya da topraksız kültür ortamlarında bulunmamaktadır. Açıkta yetiştiriciliğe göre daha yoğun gübre kullanılan sera sebze yetiştiriciliğinde faydalı mikroorganizmaların 109 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X toprağa ya da ortama ilavesi hem gübre kullanımını azaltacaktır hem de verilen besin elementlerinden bitkinin daha etkin faydalanmasını sağlayacaktır. Daha az gübre kullanımı temiz bir çevre açısından yararlı olduğu gibi ekonomik yönden de tasarruf sağlayacaktır. Kaynaklar Aksoy U. 1999. Ekolojik Tarımdaki Gelişmeler. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Yayınları. Anonim 2014 a. http://www.tuik.gov.tr Anonim 2014 b. http://www.faostat.fao.org Bashan, Y., Holguin, G., 1997. Azospirillum-plant relationships: Environmental and physiological advances (1990-1996). Can. J. Microbiol. 43, 103-121 Berhard, G. Ve Berrouard, S., 1994. Effects of Several Organic Ferilizers on Growth of Greenhouse Tomato Transplants. Canadian Journal of Plant Science, January. p.: 167-168. Çakmakçı, R., 2002. Azot fiksasyonu ve fosfat çözücü bakteri aşılamalarının şeker pancarı verim ve kalitesine etkisi. II. Şeker Pancarı Üret. Semp., Verim, Kalit. Yük., 257-270. Daşgan, H.Y., Yılmaz, A. Türemiş, N., 2008. Topraksız Hıyar Yetiştiriciliğinde Organik ve Sentetik-İnorganik Kaynaklı Bitki Beslemenin Karşılaştırılması. VII. Sebze Tarım Sempozyumu. 26-29 Ağustos, Yalova. 413-416. Emre Basımevi, İzmir Engindeniz, S., Tüzel, Y., 2006. Economic Analysis of Organic Greenhouse Lettuce Production in Turkey. Scienta Agricola, v.63, p.285-290. İkiz, Ö., 2003. Topraksız Biber Tarımında Mikorizaların Etkileri. Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, s.:182, Adana. Kaiser, P., 1995. Diazotrophic mixed cultures of Azospirillum brasilense and Enterobacter cloacea. NATO ASI Ser. Ser. G, 37, 207-212. Ortaş, İ., 2000. Mikorizanın Çevre Biliminde Kullanımı ve Önemi. GAP Çevre Kongresi, Şanlıurfa, 255-272. Srinivasan, M., Petersen, D.J., Holl, F.B., 1996. Influence of indoleacetic-acidproducing Bacillus isolates on the nodulation of Phaseolus vulgaris by Rhizobium etli under gnotobiotic conditions Can. J. Microbiol. 42,10061014. Sudhakar, P., Chattopadhyay, G.N., Gangwar, S.K., Ghosh, J.K., 2000. Effect of foliar application of Azotobacter, Azospirillum and Beijerinckia on leaf yield and quality of mulberry (Morus alba). J. Agric. Sci., Camb., 134, 227234. Titiz, S., 2004. Modern Seracılık: Yatırımcıya Yol Haritası. Ansiad, Antalya, s.:124. 110 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tüzel, Y., Gül, A., Daşgan, H.Y., Özgür, M., Özçelik, N., Boyacı, H.F., Ersoy, A., 2005. Örtüaltı Yetiştiriciliğinde Gelişmeler. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak, Ankara, 609-627. Güzel, Y., Leonardi, C., 2005. Protected Cultivation in Mediterranean Region. International Conference on Plasticulture and Precision Farming. 19-22 Kasım, Hindistan. Uzun, S., 2007. Seracılıkta Konvansiyonel-Organik Karşılaştırılması. Organic Agriculture in Turkey Congress, 19-20 October, Bahçeşehir University, Beşiktaş, İstanbul. Zengin M (2007) Organik Tarım. Hasad Yayıncılık Ltd. Şti., İstanbul. 111 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organik Üretimin Geliştirilmesi ve Sürdürülebilirliği: Trakya Bölgesi Arı Yetiştiriciliği Örneği Aydın Gürel1 Ahmet Gündüz2 Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü, Tekirdağ, E-posta: a.gurel2@gmail.com, 2 Muğla İli Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Muğla. 1 Özet: Türkiye iklim koşulları, bitki örtüsü ve 40.000 arıcısı ile yeryüzünde arıcılığa en uygun ülkelerden birisidir. Günümüzde aşırı derecede ve bilinçsizce kullanılan sentetik kimyasallar ile üretilen gıdaların insan sağlığını tehdit ettiğine dair görüş ve bulgular giderek artmaktadır. Bu nedenle ülkemizde üretilen balların ihracatta istenmeyen kalıntı madde içerikleri giderek sorun olmaktadır. Konvansiyonel bal üretiminde kullanılan kimyasalların arı ürünleri ve insanlar üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektedir. Bu nedenle günümüzde organik bal üretimi ile arı ürünlerindeki kimyasal kalıntı sorununu minimuma indirgeme çalışmaları hız kazanmaktadır. Bu araştırmanın amacı, Trakya Bölgesi arı yetiştiriciliğinin mevcut durumunu irdelemek ve arıcılık işletmelerinin organik bal üretebilme koşul ve olanaklarını saptamaktır. Bu bağlamda Trakya Bölgesinde Yapılan araştırmada arıcıların ¾’ünün son beş yılda en fazla bir kursa katıldığı, % 91,5’i veteriner yardımı almadığı tespit edilmiştir. Ayrıca % 25,5’i komşu ve arkadaşlarından ve % 27,0’si gazete dergi vb. basılı yayınlardan ve % 38,5’i TV vb. görsel yayınlardan bal üretimi hakkında bilgi edindiği ve % 95,6’sının ise hiç danışmalık hizmeti almadığı saptanmıştır. Ayrıca % 25,5’i komşu işletmeden, % 27,0’si gazete dergi vb. basılı yayınlardan ve % 38,5’i TV vb. görsel yayınlardan bal üretimi ile ilgili bilgi edinebilmektedirler. Bu çalışmada Türkiye’de gıda güvenliğinin mevcut durumu ve gıda güvenliği açısından yaşanan sorunlar irdelenmektedir. Anahtar kelimeler: Trakya Bölgesi, arıcılık, organik arıcılık, bal üretimi Development and Sustainability of Organic Production: The Case of Beekeeping in the Region of Thrace Abstract: Turkey is one of the most favourable countries for beekeeping in the world due to its climatic conditions, vegetation, and 40,000 beekeepers. There is an increase in views and evidences that the foodstuff produced with the excessive and the ignorant usage of the synthetic chemicals is threatening the wellbeing of the humans. Therefore the undesirable substance content of the honey 112 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X produced in Turkey destined for export has become a growing problem. The chemicals used in conventional honey production are known to have negative effects on bee products and humans. Therefore, organic honey production and researches on minimizing the chemical residues are picking up speed day by day. The aim of this study is to analyse the current situation of the beekeeping in Thrace and to determine the requirements and the possibilities of organic honey production for beekeeping businesses. In this context, according to a survey conducted in Thrace, it was found that ¾ of the beekeepers attended a maximum of a single course within the last five years, and 91.5% of them receive no vetenary assistance. Besides, 25.5% of the beekeepers obtain information on honey production from neighbours and friends, 27% of them from printed publications such as newspapers or magazines and 38.5% of them from visual broadcasts. Furthermore, the ratio of those that receive no consultation services is 95.6%. In this study, the current situation and the problems faced in terms of food safety in Turkey are examined. Key words: Region of Thrace, beekeeping, organic beekeeping, honey production 1. Giriş Organik arıcılığı Akyol (2009) kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü, sertifikalı ve kayıt altına alınmış bir disiplin bütünü olan, işletmesi, ambalajlaması, etiketlenmesi, depolanması ve taşınmasına dair usulle belirlenmiş, modern arıcılık metotları kullanılan, toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeyen, çevre, bitki, hayvan ve insan odaklı olan, daha verimli, istikbali ve bütünleşik ürün hedefleyen bozulan ekolojik dengeyi yeniden tesis etme mücadelesi veren tarım biçimi olarak tanımlamaktadır. Emsen ve Genç (2005) organik arıcılık yapacak olan kişinin parazit akarları, hastalığa sebep olan organizmalar ve diğer zararlılar kadar bal arılarının davranışları ve yaşam siklüsü hakkında da geniş bir bilgiye sahip olmaları ve tüm bu hastalıkları kontrol altına almak için doğal kaynakları seçmelerinin gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Yücel (2005) organik üretimde arıların orijini, kovan bölgesinin 3 km yarıçapı, yani kovanların sanayi alanlarından, karayollarından ve tarım ilaçlarının kullanıldığı konvansiyonel tarım alanlarından uzakta bulunmasının önemini belirtmektedir. Torun (2011) organik tarımda üreticilerin bilgi kaynaklarının önemini vurgulamaktadır. Trakya bölgesi ülkemizin en fazla ayçiçeği üretimi yapılan bölgelerinden biridir. Bu kapsamda Lampeitl (1984) ve Doğaroğlu (1985) ayçiçeği bitkisinin sunduğu nektar zenginliği yanı sıra ve tozlaşma ile ayçiçeğinde verimin artmasının da oldukça önemli olduğunu bildirmektedirler. Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü “Organik Bal Üretimi Açısından Trakya Bölgesi Arı Yetiştiriciliğinin Mevcut Durumu” isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu 113 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X bildirinin amacı, Trakya Bölgesi arı işletmelerinin organik bal üretebilme koşul ve olanaklarını sürdürülebilirlik açısından irdelemektir. 2. Materyal ve Yöntem Araştırmanın birincil verilerini Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği ve Trakya Bölgesi’ndeki arı yetiştiricileri birliklerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda Trakya Bölgesi Arı işletmelerinden anket yöntemi ile elde edilen veriler oluşturmaktadır. Bu bağlamda Trakya Bölgesi Arı Yetiştiricileri Birliklerinden elde edilen veriler doğrultusunda, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illeri ve Çanakkale İli’nin Gelibolu, Eceabat ilçelerinde bulunan 50 ve üzeri kayıtlı kovanı bulunan 200 üreticiye anket uygulanmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Organik Bal Üretimini Olumlu Yönde Destekleyen Bulgular İşletmelerin % 92,0’si yerli ırk arıları tercih etmektedirler. % 94,0’ü ana arıyı kendisi üretmektedir. % 82,5’i 1–3 yılda bir ana arı yenilemesini yapmaktadır. % 96,0’sı ana arıların kanatlarını kesmemektedir. % 27,0’si eski ana arının kendiliğinden ölmesini beklerken, % 72,5’i başını koparma ya da sıkarak öldürme ve % 0,5’i de kimyasal vb. yöntemleri kullanmaktadır. % 96,5’i kovanlarını etiketlemekte, % 86,5’i temiz su kaynağının yakınındadır ya da temiz su temin etmektedir. İşletmelerin % 60,0’ı atıklarını yakarak, % 5,5’i gömerek, % 34,5’i de çöpe atarak imha etmektedir. % 1,5’i ilaçları arı ürünleri ile aynı yerde depolarken, % 98,5’i aynı yerde depolamaktadır (Şekil 1) . 114 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İlaçları arı ürünleri aynı yerde depolamayanlar 98.5 İlaçları arı ürünleri aynı yerde depolayanlar 1.5 İşletme atıklarını çöpe atıp imha edenler 34.5 İşletme atıklarını gömenler 5.5 İşletme atıklarını yakanlar 60 Temiz su kaynağında olanlar/temin edenler 85.5 Kovanlarını etiketleyenler 96.5 Eski ana arının ölmesi için kimyasal vb. kullananlar 0.5 Eski ana arının başını sıkarak/kopararak öldürenler 72.5 Eski ana arının kendiliğinden ölmesini bekleyenler 27 Ana arıların kanatlarını kesmeyenler 96 1–3 yılda bir ana arı yenilemesini yapanlar 82.5 Ana arıyı kendisi üretenler 94 Yerli ırk arıları tercih edenler 92 0 20 40 60 80 100 120 Şekil 1: Organik bal üretimini olumlu etkileyen bulgular (%) 3.2. Organik Bal Üretimini Olumsuz Yönde Destekleyen Bulgular İşletmelerin % 6,0’sı organik arıcılık özellikleri açısından organik koşulları taşıdığını belirtmişlerdir. % 99’u mum teminini fabrikalardan yapmakta, % 79,5’i zararlılarla mücadelede kimyasal ilaçları tercih etmekte, % 8,5’i beslenme ve zararlılarla mücadele işlemlerini kayıt altında tutarken, % 92,5’i tutmamaktadır. Ayrıca % 10,5’i ilaç kullanımı kayıt altında tutarken, % 89,5’i tutmamaktadır. % 1,5’i bal ve petekli bal örneklerini düzenli olarak akredite kurumlarda analiz ettirirken, % 98,5’i analizin çok pahalı olması nedeniyle bunu yapmamaktadır. % 82,5’inin bala sıcaklık uygulamasını uygun yapmamakta, % 89,5’i hasat ettikleri ünleri kontrolsüz olan ev ortamında (oda veya yüklüklerde) saklamakta, % 95,5’i besleme materyallerini ısı, nem kontrollü ve kaydı olmayan depolarda saklamaktadır. Bu koşullarda sadece %1’i organik arı besini kullandığını belirtirken, % 99,0’u organik olmayan arı besini kullanmaktadır (Şekil2). 115 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 99 Organik arı besini kullanmayanlar 1 Organik arı besini kullananlar 95.5 Besleme materyallerini kontrolsüz saklayanlar 89.5 Hasat edilen ürünü kontrolsüz ev ortamında… 82.5 Bala sıcaklık uygulamasını uygun… 98.5 Petekli bal örneklerini düzenli analiz… 1.5 Petekli bal örneklerini düzenli analiz ettirenler 89.5 İlaç kullanımı ile ilgili kayıt tutanlar 10.5 İlaç kullanımı ile ilgili kayıt tutanlar 92.5 Beslenme ve zararlılarla mücadeleyi kayıt… Beslenme ve zararlılarla mücadeleyi kayıt… 8.5 79.5 Zararlılarla mücadelede kimyasal ilaçları… 99 Mum teminini fabrikalardan yapanlar 6 Organik koşulları taşıdığını belirtenler 0 20 40 60 80 100 120 Şekil 2: Organik bal üretimini olumsuz etkileyen bulgular (%) 3.3. İşletmelerin iletişim Kanalları Bal üretimi üzerine işletmelerin iletişim kanalları irdelendiğinde; % 88’i son beş yılda sadece bir adet kursa katıldığı, % 91,5’i veteriner yardımı almadığı, % 25,5’i komşu ve arkadaşlarından, % 27,0’si gazete dergi vb. basılı yayınlardan ve % 38,5’i TV vb. görsel yayınlardan bal üretimi hakkında bilgi edindiğini belirtmektedir. Ayrıca işletmelerin % 95,6’sının ise hiç danışmalık hizmeti almadığı saptanmıştır (Şekil 3). 116 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Danışmanlık hizmeti almayanlar 96.5 Görsel yayınlardan yararlananlar 38.5 Basılı yayınlardan yararlananlar 27 Arkadaş/ komşudan yararlananlar 25.5 Veterinerden yardım almayanlar 91.5 Son 5 yılda bir adet kursa katılanlar 88 0 20 40 60 80 100 120 Şekil 3: İşletmelerin İletişim Kanalları (%) Tarımsal üretimde yeniliklerin yaygınlaşması ve sürdürülebilirliği açısından iletişim kanallarının etkinliği önemli yer tutmaktadır. Kırsal iletişim üzerine Albrecht (1970) tarımda teknolojik gelişmelerin çiftçilerce tanıtılması ve benimsetilmesi için çiftçilerin yeni bilgilerden düzenli olarak haberdar edilmelerini ve bilgi akışının düzenli olmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Diederich (1975) kırsalda bilgi akışının işlememesi durumunda yeniliğin şeklen doğru uygulanması mümkün değildir, ifade etmektedir. Rogers (1969) çiftçiler haberleri genel olarak köye gelenlerden, köy dışına gittiklerinde ve kitle iletişim araçlarıyla aldıklarını bildirmektedir. Torun (2011) organik tarımda üreticilerin bilgi kaynaklarının önemini vurgulamaktadır. Bu bağlamda Gürel (1998; 2010a, 2010b ve 2014) Trakya Bölgesinde çiftçilerin yayımcılar ve çiftçi örgütleri ile olan iletişimin önemini vurgulamakta olup, bu kapsamda gerek kurum ve kuruluşlarla ve gerekse çiftçi örgütleri ile olan iletişimin zayıf olduğunu bildirmektedir. Dolaysıyla kırsalda iletişimin zayıf olması diğer üretim faktörlerinde olduğu gibi, organik üretiminde bilinçli bir şekilde yaygınlaşmasını engelleyen etmenlerdendir. 4. Sonuç: Trakya Bölgesi’nde sadece Kırklareli ilinin ormanlık/dağlık bölgeleri organik bal üretimi için uygun olabileceği saptanmıştır. Bölge genelinde organik bal üretimi açısından irdelenen toplam 19 işletme özelliklerinden 9’u organik bal üretimini olumlu yönde desteklerken, diğer 10 özelliğin organik bal üretimini olumsuz yönde desteklediği belirlenmiştir. Organik üretimin sürdürülebilir 117 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olabilirliği bu alandaki iletişimin, yani bireysel, grupsal ve kitlesel yayım yöntemlerinin etkinliğine bağlıdır ki, bu hizmetler yetersiz düzeydedir. Kaynaklar Akyol, M. T., 2009. Organik Arıcılık Makalesi (Standart Dergisi Yıl:48 Sayı: 567 Ağustos 2009) (ISSN:1300 8366) Sayfa:85 Albrecht, H., 1970, Die Sozialökonomische Beratung in der Landwirtschaft, Mainz. Diederich, J., 1975, “Vorstellung eines Beratungsprojektes” In : Sachverhalte und probleme der Kommunikation bei der Zusammenarbeit mit Partnern in der dritten Welt, Witzzenhamsen. Doğaroğlu, M., 1985. Bitkisel Üretimde Verimliliği Artırmada Bal Arısının Yeri ve Önemi. Yem Sanayi Derigisi, Sayı: 48. Emsen, B. ve Genç, F., 2005. Organik Bal Üretimi, Erzurum. Güneş, T., Arıkan, R., 1988. Tarım Ekonomisi İstatistiği, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları :1049, Ders Kitabı, Ankara. Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No: 262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s. Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ. Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ. Gürel. A., 2014, Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi, Namık Kemal Üniversitesi, NKUBAP.00.24.Ar.12..12 Nolu Proje Raporu, Tekirdağ. Lampeitl, 1984. Bienen Halten. Eine Einiuhrung in die lmkerei. Verlag Eugen Ulmer, Sttutgart. Rogers, E. M., 1969, “ Modernisation Among Peasats, Holt, Rinehart and Winston, Inc., New York. Torun, E. (2011) ‘Organik Tarımda Çiftçilerin Bilgi Kaynakları (Kocaeli İli Kartepe İlçesi Örneği)’, KSÜ Doğa Bil. Derg., 14(4). Yücel, B., 2008. Arıcılıkta organik üretimin esasları nelerdir? (Yrd. Doç. Dr. Banu Yücel Ege Ün. Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü), (http://mellifera. blogcu.com/organik-tarim-doc-dr-banu-yucel-in-calismasi) 118 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sağlıklı Üretimde Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Faaliyetlerinin Mevcut Durumu: Edirne İli Çeltik Üretimi Örneği Aydın Gürel1 Cenk Ozan Şentürk2 Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü, Tekirdağ E-posta: a.gurel2@gmail.com Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Tekirdağ Özet: Bilindiği gibi sağlıklı üretim açısından tarımsal üretimde kullanılan kimyasalların (tarımsal ilaç vb.) insan ve toplum sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri her geçen gün artarak önem kazanmaktadır. Bu nedenle bu alanda bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin önemi oldukça büyüktür. Bu bağlamda Edirne İli çeltik üreticileri üzerine yapılan bir araştırmada çeltik üreticilerin çeltik üretimde en öncelikli probleminin % 99,4 oranla ilaçlama zorlukları, % 96,8’i çeltik üretimi ile ilgili bilgilendirme faaliyetlerinin yeterli olmadığını belirtmektedir. Tavsiye edilen ilaç dozuna üreticilerin % 46,1’i bazen, % 47,4’ü ise her zaman dikkat ettiğini belirtmiştir. Üreticilerin % 17,5’inin kamu yayımcılarıyla hiç iletişim kurmadıkları, çiftçi kurslarına katılımın düşük olduğu (% 18,8), % 40,2’sinin sesli ve görsel yayınlardan, yaklaşık % 50,0’ının basılı yayınlardan yararlanmadığı saptanmıştır. Bu bildiri ile Edirne İlinde çeltik üretimi yapan tarım işletmeleri örneği ile sağlıklı üretimde bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin mevcut durumu irdelenmektedir. Anahtar kelimeler: Çeltik, Edirne, Sağlıklı Üretim, Bilgilendirme, Bilinçlendirme Current State of Advising and Awareness Rising Activities at Healthy Production: the Case of Rise Production in the Edirne Province Abstract: As is known, the negative effects of the chemicals used in agricultural production on human and public health is becoming more and more important in terms of healthy production. Therefore, the importance of the advising and awareness rising activities in this subject is quite large. In this context, a survey conducted on rice producers in the Edirne Province found that 99.4% of them agrees that the greatest problem in rice production is difficulties of applying pesticides, and that 96.8% of the producers thought that the advising activities for rice production are not sufficient. It was also found in the same survey that 46.1% 119 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X of the producers sometimes complied with the prescribed pesticide dose, while 47.4% always sticked to the prescribed dose. According to the same survey, 17.5% of the producers never contacted the public publishers, the attendance to the farmer courses was low (18.8%), 40.2% of the producers did not make use of vocal and visual broadcasts, and about 50% of them did not draw benefit from printed publications. In this paper, the current state of the advising and awareness rising activities in the healthy production through the example of the agricultural businesses producing rice in the Edirne Province is examined. Keywords: Rice, Edirne, Healthy Production, Adivising, Awareness Rising 1. Giriş Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü “Çeltik Üretimi Yapan Tarım İşletmelerinde Tarımsal İlaç Kullanımında Yayım Yaklaşımları: Edirne İli Örneği” isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu bildirinin amacı, Edirne İlinde çeltik üretimi yapan tarım işletmeleri örneği ile tarımsal ilaç kullanımı ve bu konuda bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin (bireysel, grupsal ve kitlesel yayım: çiftçi toplantıları, çiftçi kursları, tarla günleri, demonstrasyonlar vb.) mevcut durumunu irdelenmektedir. 2. Materyal ve Yöntem Bu araştırmanın ana materyalini aşağıdaki formül kullanılarak ± %10 hata payı ile saptanan 154 işletmeye basit tesadüfi örnekleme yöntemi ile (Güneş ve Arıkan, 1988) uygulanan anketlerden ve ayrıca gözlem ve mülakat yöntemiyle elde edilen veriler oluşturmaktadır. n = Ömek sayısı, z α /2= z değeri, α = Populasyonun standart apması D = Örnekleme hatası (% 10) 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Çeltik Üretiminde Öncelikli Sorunlar Çeltik üreten çiftçilere en öncelikli problemlerinin hangileri olduğu sorulmuştur. Alınan yanıtlara göre ürünün pazar fiyatından (% 62,3) ve girdi maliyetlerinden (% 37,7) ziyade üreticilerin çeltik üretimde en öncelikli problemi % 99,4 oranla ilaçlama zorlukları olduğu ve ilaçlamada tavsiye edilen ilaç dozunun 120 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X üzerine çıkanların oranı yaklaşık % 93,5’dir (% 46,1 + % 47,4). Bu kapsamda bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetlerinin yetersiz olduğunu belirtenlerin oranının % 96,8 olduğu saptanmıştır. Bu bulguya göre üreticilerin çeltik üretimde en öncelikli problemi insan sağlığı açısından önemli olan tarımsal ilaçların kullanımında karşılaşılan zorluklardır (% 99,4). Aynı zamanda bu konuda bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin yetersiz olduğunu belirten çiftçi oranı % 96,8’dir (Şekil 1). Şekil 1: Tarımsal İlaç kullanımında Öncelikli Problemler (%) Girdi maliyetleri 37.7 Ürünün Pazar fiyatı 62.3 Bilgilendirme faaliyetlerinin yetersizliği 96.8 Tavsiye edilen dozun üzerine her zaman çıkanlar 47.4 Tavsiye edilen dozun üzerine bazen çıkanlar 46.1 İlaçlama zorlukları 99.4 0 20 40 60 80 100 120 3.2. Sağlıklı Üretimde Bilgilendirme Bilinçlendirme Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de bilgilendirme ve bilinçlendirme yöntemlerini bireysel, grupsal ve kitlesel olmak üzere üç ana grupta toplamak mümkündür. Bu kapsamda çeltik üretiminde bireysel bilgilendirme bilinçlendirme görüşmeleri irdelendiğinde yayımcılar ile çok sık görüşen çifti oranı oldukça düşüktür (% 3,9). Yayımcılarla hiç görüşmeyenlerin oranı ise % 17,5’dir. Grupsal eğitim açısından bakıldığında; Çiftçi toplantılarına, demostrasyonlara ve çiftçi 121 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X kurslarına katılanların oranı oldukça düşüktür. Bu durum görsel, sesli ve basılı kitlesel bilgilendirme ve bilinçlendirme yöntemleri açısından da memnuniyet verici düzeyde değildir (Şekil 2). Şekil 2: Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Faaliyetleri (%) Dergi, Gazete vb. az ya da hiç bilgi… 51.3 TV ve Radyodan az yada hiç bilgi… 40.2 Çiftçi kurslarına az ve hiç katılmayanlar 81.2 Çiftçi kurslarına çok ve orta düzeyde… 18.8 Tarla günlerine çok sık katılanlar 42.9 Demostrasyonlara çok sık katılanlar 8.4 Çiftçi toplantılarına çok sık katılanlar 8.4 Yayımcılarla hiç görüşmeyenler 17.5 Yayımcılarla çok sık görüşenler 3.9 0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 Sağlıklı üretimde bilgilendirme ve bilinçlendirme yöntemleri üzerine Albrecht (1970) tarımda teknolojik gelişmelerin çiftçilerce tanıtılması ve benimsetilmesi için çiftçilerin yeni bilgilerden düzenli olarak haberdar edilmelerini ve bilgi akışının düzenli olmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Diederich (1975) kırsalda bilgi akışının işlememesi durumunda bilgilerin şeklen doğru uygulanması mümkün değildir ifade etmektedir. Rogers (1969) çiftçiler haberleri genel olarak köye gelenlerden, köy dışına gittiklerinde ve kitle iletişim araçlarıyla sağladıklarını ifade etmektedir. Torun (2011) organik tarımda üreticilerin bilgi kaynaklarının önemini vurgulamaktadır. Bu bağlamda Gürel (1998, 2010a, 2010b ve 2014) Trakya Bölgesinde çiftçilerin yayımcılar ve çiftçi örgütleri ile olan iletişimin önemini vurgulamaktadır. Bu kapsamda gerek kurum ve kuruluşlarla ve gerekse çiftçi örgütleri ile olan iletişimin zayıf olduğunu bildirmekte olup, bu durumun kırsal kalkınmada engelleyici bir rol oynadığını ve bilinçsiz tarımsal ilaç kullanımının sağlıklı üretimi olumsuz yönde etkilediğini vurgulamaktadır. 4.Sonuç Sağlıklı beslenme açısından gıdaların sağlıklı üretimi olmazsa olmazlardandır. Bu kapsamda çeltik üretimi örneğinde görüldüğü gibi, ne yazı ki, bitkisel üretimde tarımsal ilacın kullanımı öncelikli sorunlar arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda kurum ve kuruluşların bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetleri ise oldukça yetersiz düzeydedir. Gerek insan sağlığı, gerek iç tüketim 122 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X (iç Pazar) ve gerekse ihracat (dış pazar) açısından gıda ürünlerinde bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetlerinin (bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim) etkinliği üretim aşamasında arttırılmalıdır. Kaynaklar Albrecht, H., 1970, Die Sozialökonomische Beratung in der Landwirtschaft, Mainz. Diederich, J., 1975, “Vorstellung eines Beratungsprojektes” In : Sachverhalte und probleme der Kommunikation bei der Zusammenarbeit mit Partnern in der dritten Welt, Witzzenhamsen. Güneş, T., Arıkan, R., 1988. Tarım Ekonomisi İstatistiği, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları :1049, Ders Kitabı, Ankara. Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No: 262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s. Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ. Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ. Gürel. A., 2014, Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi, Namık Kemal Üniversitesi, NKUBAP.00.24.Ar.12..12 Nolu Proje Raporu, Tekirdağ. Rogers, E. M., 1969, “ Modernisation Among Peasats, Holt, Rinehart and Winston, Inc., New York. Torun, E. (2011) ‘Organik Tarımda Çiftçilerin Bilgi Kaynakları (Kocaeli İli Kartepe İlçesi Örneği)’, KSÜ Doğa Bil. Derg., 14(4). 123 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organik Tarim ve Sürdürülebilirliği Hacı Dursun Yıldız, Hilal E.Yıldız Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü, Bilecik Özet: Organik tarım; ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan dogal dengeyi yeniden kurmaya yönelik insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas itibariyle sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden ve üretimde miktar artısını değil ürünün kalitesinin yükselmesini ilke edinen bir üretim şeklidir. Bu kapsamda doğa ile uyumlu, kaynakları doğru kullanan, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen yeni tarımsal yaklaşımlar tüm dünyada yayılma göstermektedir. Bu yaklaşımların bir kısmı sadece kavram olarak kalsa da diğer bazı yaklaşımlar hayatımızda belirgin bir şekilde yer almaya başlamıştır. Ülkemizde organik tarım üretimi her geçen gün artarak yeni alanlara yayılmaktadır. Genel olarak en önemli sorun eğitime dayalı bilinç ve bilgi eksikliği olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızın temel amacı; öncelikle organik tarım kavramını tanımlamak, günümüzde organik tarımın dünya ve Türkiye’deki durumunu ortaya koymak, gelişimi ve sürdürülebilirliği açısından karşılaşılan problemleri irdeleyerek çözüm önerileri sunmaktır. Anahtar kelimeler: Organik Tarım, Sürdürülebilirlik Organic Agriculture and Sustinability Abstract: Organic agriculture includes friendly production systems to human and enviroment that regain natural balance which lost by wrong application at the ecologic system. Principally organic agriculture is a production kind that organic and green manuring altenatively to sentetic shemical drugs and manures, rotation, preservation of soil, augmentation of resistangce of soil, recommendation using parasytes and predators; and also establish a principle decrease quality of product, not to raise amount of product. In thiscontext; new agricultural approaches that aim at being consistently to natüre, using sources correctly, to purpose sustainable development are spreading to all World. These approaches had begun to occupy an insignificant place in agricultural society, instead of some of them had remanied as a Notion. In our country, organic agricultural production raises with each passing day by the spreading to new areas. Generally, the most important problem occurs as deficiency of consciousness and knowledge. The basic aim of 124 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X our study is defining organic agriculture, stating situation of organic agriculture in Turkey and at the World, to explicate daily troubles in terms of sustainability and development. Anahtar kelimeler: Organic Agriculture, Sustinability Giriş ‘Organik Tarım’ sağlıklı gıdalarla dengeli beslenmek, doğal dengenin korunmasına yardımcı olmak için zirai üretimin en uygun koşullarda teknik tedbirler, biyolojik etkin mücadele, doğal gübrelemeyi kapsayan bilinçli tarım sistematiği olarak tanımlanabilir. Bu yolla elde edilen ürünlere organik ürün veya organik gıda denir. Organik Tarım ekolojiye (insana ve çevreye) dost üretim yöntemlerini içermekte olup, esas itibariyle sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden ve üretimde miktar artısını değil ürünün kalitesinin yükselmesini ilke edinen bir üretim şeklidir (Rehber ve Turhan, 2001). Organik tarım uygulamaları gelişmekte olan ülkelerde de yaygınlaşmaktadır. Bu, özellikle gelişmiş ülkelerde tüketicilerin kendi sağlıklarını ve çevreyi korumaya verdikleri önemin giderek artması sonucu karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Avrupa, kuzey Amerika ve Okyanusya kıtalarında organik gıda pazarı gelişmektedir. Gelişmiş ülkelerde yetiştirilemeyen organik ürünlere olan talep, uluslararası ticareti geliştirmiştir. Türkiye gibi ekolojisi organik tarıma uygun gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerinden gelen talepleri karşılayabilmek için organik ürün üreticisi ve ihracatçısı konumuna gelmektedirler (Demiryürek, 2011). 2011 yılında yapılan FIBL (Organik Tarım Araştırma Enstitüsü)– IFOAM araştırmasına göre, dünyada 37,2 milyon hektar alanda organik tarım yapılmaktadır. Okyanusya Bölgesi organik tarım alanları (12,2 milyon hektar ve yüzde 33) konusunda birinci sırada yer almakta iken onu sırasıyla Avrupa (10,6 milyon hektar ve yüzde 29), Latin Amerika (6,9 milyon hektar ve yüzde 18,4) ve Asya (3,7 milyon hektar ve yüzde 10) izlemektedir. Avustralya (12 milyon hektar), Arjantin (3,8 milyon hektar) ve ABD (1,9 milyon hektar) ile ilk üç sırada yer almaktadır. Organik tarım alanlarının dağılımları ve büyüklüklerinin aksine organik üretim ile uğraşanların sayısı farklılık göstermektedir. 125 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Harita 1: Dünyada Organik Tarım Alanlarının Dağılımı, 2010 Kaynak: https://www.fibl.org Türkiye’de organik tarım, 1984-1985 üretim sezonunda Avrupalı firmaların ülkemizden organik ürün talebi ile ihracata yönelik olarak başlamıştır. Bu arada Türkiye’deki organik tarım hareketinin sağlıklı ve doğru gelişimini gerçekleştirmek amacıyla 1992 yılında Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) kurulmuştur. Avrupa Birliğindeki gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile yönetmelik hazırlama çalışmalarına başlamış ve "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik" 18 Aralık 1994 tarih ve 22145 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve yetkili kılınan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın denetiminde ve yönetmelik kuralları çerçevesinde organik tarım faaliyetleri başlamıştır. Daha sonra Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde, “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” gereğince Avrupa Birliği Organik Tarım Yönetmeliğinde yapılan ekler ve değişiklikleri ve bitkisel, hayvansal ve su ürünlerini de kapsayacak şekilde hazırlanarak 11.07.2002 tarih ve 24812 sayılı Resmi Gazete de, “Organik Tarımın Esasları ve Uygulamasına İlişkin Yönetmelik” yayınlanmıştır. Organik ürünlerin üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun tasarısı Hükümetin acil eylem planı içerisinde yer almış ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” 03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu Kanun gereğince hazırlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 126 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 Ürün sayısı Çiftçi sayısı Number of crops Number of holdings (Adet Number) ISSN 2149-147X Üretim – Production Alan - Area(1) (Adet Number) (%) (Hektar Hectares) (%) (Ton Ton) (%) 2002 150 12 428 - 89 827 - 310 125 - 2003 179 14 798 19,1 113 621 26,5 323 981 4,5 2004 174 12 751 -13,8 209 573 84,4 377 616 16,6 2005 205 14 401 12,9 203 811 -2,7 421 934 11,7 2006 203 14 256 -1,0 192 789 -5,4 458 095 8,6 2007 201 16 276 14,2 174 283 -9,6 568 128 24,0 2008 247 14 926 -8,3 166 883 -4,2 530 224 -6,7 2009 212 35 565 138,3 501 641 200,6 983 715 85,5 2010 216 42 097 18,4 510 033 1,7 1 343 737 36,6 2011 225 42 460 0,9 614 618 20,5 1 659 543 23,5 2012 204 54 635 28,7 702 909 14,4 1 750 127 5,5 127 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 2013 213 60 797 11,3 769 014 ISSN 2149-147X 9,4 1 620 466 -7,4 Kaynak: TUİK, 2014 Tabloda da görüldüğü gibi 2002 yılında 150 ürün ile başlayan organik tarım, çiftçi sayısı, üretim alanı ve miktarı ile ürün sayısı bakımından yıllar itibariyle gözle görülür bir ilerleme kaydetmiştir. 2013 yılında ise Türkiye’de organik üretim yapan çiftçi sayısı 60.797’e, üretim yapılan alan 769.014 hektar alana ulaşmıştır. Organik tarım açısından Türkiye’deki gelişim süreci ile ABD ve Avrupa ülkelerindeki gelişim süreci karşılaştırıldığında önemli farklılıklar ön plana çıkmaktadır. Bunlardan en önemlisi, Türkiye’de organik tarımın dışardan talep kaynaklı firmalar üzerinden şekillenmiş olmasıdır. Bu kapsamda organik ürün pazar durumuna bakıldığında, genel olarak Türkiye’nin dünya organik tarım ürünleri pazarındaki payının çok düşük olduğu söylenebilir. Türkiye’nin organik ihraç ürünlerinin çok az bir bölümü işlenmiş tarım ve gıda ürünüdür. İç pazar talebi, tüketici bilinçsizliği, tanıtım eksikliği, ürünlerin pahalılığı, pazarlama problemleri gibi nedenlerden dolayı sınırlıdır. Diğer taraftan iç pazarın geliştirilmesine yönelik altyapı çalışmaları, tüketici bilinçlendirme faaliyetleri vb. destek hizmetleri yeterli değildir (Kızılaslan, 2013). Tarım sistemlerinin sürdürülebilirliği, hem doğal kaynakların korunmasını hem de bitkisel üretim artışının sağlanmasını ele almaktadır. Kısaca tarım dışı girdilerden daha çok, tarım içi doğal kaynaklara yönelerek üretim artışını sağlamaktır. Sürdürülebilir tarım, uzun dönemde doğal kaynakların korunmasının yanı sıra çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin kullanıldığı bir tarımsal yapının oluşturulmasıdır (Turhan, 2005). Bu çevrede en az zarar veren tarım sistemi ‘organik tarım’ sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Organik tarım yalnızca doğal, ekolojik, arılı, hormonsuz, ilaçsız, gübresiz, gibi terimlerle ifade edilen sağlıklı ürünler elde etme yöntemi değildir, aynı zamanda üretim faaliyetlerinin her aşamasının yasal zeminde kontrol edildiği ve denetlendiği, kayıt esasına dayalı olarak sertifikalandırıldığı bir üretim sistemidir. Kısacası ekolojik ve ekonomik boyutu bulunan sürdürülebilir bir tarım yöntemidir. Çevre koruma ve sürdürülebilir tarıma ait sorunların çözümünde, ayrıca hayat boyu sağlıklı yaşam protokolünde organik tarım, ülkelerin tarımsal gelecekleri için bir çare olarak öne çıkmaktadır. Yeni bir yüzyıla giren dünyamızda gelecekle ilgili kaygılar yoğun bir biçimde hissedilmeye başlanmıştır. Dünya nüfusunun hızla artması bunu takiben gelecekle ilgili birçok araştırmanın yapılması ileride dünya nüfusunu beslemeye yetebilecek kadar çok besin maddesinin üretilebilme olasılıklarını sorgulamamıza yol açmaktadır. Yapılan araştırmaların pek çoğunun sonucu tarımsal üretim programlarıyla gelişmenin çok fazla olamayacağı bir programa doğru gidildiğini gösteriyor. Bu doğrultuda tarımsal üretimin, çevreye zarar vermeden ihtiyacı karşılayacak potansiyele sahip bir yapı oluşturulması zorunluluğu karşımıza 128 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X çıkmaktadır. Organik tarımında en önemli hedefi insan sağlığının korunması ve çevreye dost üretim teknikleriyle Sonuç olarak günümüzde, gelecek nesilleri tehlikeye atmadan gereksinimlerini karşılayan bir toplum oluşturmak açısından sürdürülebilir tarım son derece önemli bir eylemdir. Toprak ve su kaynaklarının korunması, erozyon ve orman yangınları ile mücadele, biyolojik çeşitliliğin sağlanması, entegre ilaç yönetimi, iyi tarım ve tekniklerin kullanılarak tarımsal arazilerimizin verimliliğinin arttırılması ve son yıllarda önemini gittikçe arttıran organik tarım, sağlıklı bir yaşam ve sürdürülebilir tarım için geleceğe yönelik insan hayatında vazgeçilmez bir önem arz etmektedir. Kaynaklar Kızılaslan H., Olgun A., 2013. Türkiye’de Organik Tarım ve Organik Tarıma Verilen Desteklemeler, sf. 10, http://ziraatdergi.gop.edu.tr Kurğa C., Erdal M., Ağrı İli Organik Tarım ve Hayvancılık Raporu, 2014. Serhat Kalkınma Ajansı Ağrı Yatırım Destek Ofisi. Turhan Ş., 2005. Tarımda Sürdürülebilirlik ve Organik Tarım. Tarım Ekonomisi Dergisi 2005; 11(1) : 13 – 24. Rehber E., ve S. Turhan, 2001, Prospects and Challenges for Developing Countries in Trade and Production of Organic Food and Fibers: The Case of Turkey, 72nd EAAE Seminar Organic Food and Marketing Trends, Chania, Greece, 7-10 June 2001 129 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organik Hayvancılık Geliştirme Stratejileri: SorunlarÇözüm Önerileri Gürsel Dellal1, Ali Kemal Öztürk2, Vecihi Aksakal3, Erkan Pehlivan1 1 2 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Ankara. G.T.H.B., İyi Tarım Uygulamaları ve Organik Tarım Daire Başkanlığı 3 Gümüşhane Üniversitesi Kelkit Aydın Doğan M. Y. O., Gümüşhane. E-posta: gdellal@agri.ankara.edu.tr Özet: Organik hayvansal üretim insan sağlığını, çevreyi, hayvan refahını ve sağlığını sürdürülebilir bir şekilde korumayı ve iyileştirmeyi amaçlayan alternatif bir üretim sistemidir. Dünyada organik hayvansal ürünlerin üretimi ve pazarlanması bakımından henüz yeterli düzeylerde ilerleme sağlanamamıştır. Bununla birlikte AB’de olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda organik hayvansal üretimde artışlar yaşanmıştır. En yüksek artışlar ise organik tavukçuluk sektöründe gerçekleşmiştir. Bu bildiride Türkiye’de organik hayvansal üretimin mevcut durumu ve sorunları ile birlikte, geliştirilmesine yönelik stratejiler ve fırsatlar üzerinde durulmuştur. Anahtar kelimeler: Türkiye, organik gıda, organik hayvansal üretim, stratejiler Organic Livestock Development Strategies: ProblemsSuggestions Abstract: Organic animal production is an alternative management system with the aim of improving and protection of human health, animal health and welfare, environment as sustainable manner. The production and marketing of organic animal production in the world has not been sufficient progress yet. However in the recent years there have been increases in organic livestock production volume in Turkey as in the EU. The highest progress was realized in organic poultry industry. This paper will be emphasized on current state of the organic livestock production in Turkey and given some strategies and opportunities for its development. Key words: Turkey, organic food, organic animal production, strategies 130 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Giriş Küresel organik tarımsal üretim, son yıllarda önemli düzeylerde artış göstermiştir. Nitekim 1997’de 11 milyar dolar olan toplam organik tarımsal üretim değeri 2007, 2010 ve 2012’de sırasıyla 35, 59 ve 64 milyar dolara (yaklaşık 50 milyar Euro) ulaşmıştır. Bu alandaki lider ülkeler ise sırasıyla A.B.D (22.6 milyar Euro), Almanya (7 milyar Euro) ve Fransa’dır (4 milyar Euro).Küresel organik tarım ürünleri pazarı içinde, organik hayvansal ürünlerin hala düşük oranlarda yer almasına karşın, bu üretim kolu da dünyada ve AB’de giderek gelişmeye devam etmektedir (Willerve Lernoud, 2014). Türkiye’de 2013 yılı verilerine göre organik hayvansal üretimin genel ekonomiye olan katkısı çok düşük düzeylerdedir. Buna karşın Türkiye, organik hayvansal üretiminin geliştirilebilmesi için birçok fırsata da sahiptir. Bu nedenle, bu fırsatların iyi bir şekilde değerlendirilerek uygulamaya aktarılması, bu üretim kolunun ve ülke ekonomisine olan katkısının sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesini olumlu düzeyde etkileyecektir. 2. Dünyada ve AB’de Organik Hayvansal Üretim Dünyada organik tarımla ilgili olarak yaklaşık 160 ülkeden veri alınabilmektedir. Buna karşın, Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun dışında dünyada çok az ülkeden organik hayvansal üretimle ilgili veri toplanabilmekte ve bu durum esas olarak birçok ülkede organik hayvansal üretimin, organik tarım içerisinde halihazırda önemli bir düzeyde rol oynamamasından ileri gelmektedir (Willer ve Lernoud, 2014). Dünya genelinde organik hayvan sayılarında 2007-2012 arasında önemli düzeyde artışlar görülmüştür. En önemli artış, kanatlı hayvanlarda gerçekleşmiş (% 127) ve bunu sırasıyla büyükbaş (% 71), domuz (% 65) ve koyun (% 34) izlemiştir. Dünyada organik hayvansal üretim, esas olarak Avrupa ve Kuzey Amerika’da yoğunlaşmıştır. Organik büyükbaş, koyun ve domuz varlığının sırasıyla % 70’i, % 80’i ve % 77’si Avrupa’da, kanatlı hayvan varlığının ise % 53’ü Kuzey Amerika’da ve % 44’ü de Avrupa’da bulunmaktadır. Dünyada organik sertifikalı büyükbaş, koyun, domuz ve kanatlı hayvan varlığının en yüksek olduğu ilk üç ülke ise sırasıyla; Çin, ABD, Fransa; Arjantin, İngiltere, İtalya; Çin, Fransa, Almanya ve ABD, Fransa, Almanya’dır (Willer ve ark., 2014). AB’de 2003-2012 yılları arasında yetiştiriciliği yapılan tüm organik çiftlik hayvanı sayılarında artışlar yaşanmıştır. Bununla birlikte en yüksek artış, kümes hayvanlarında gerçekleşmiş ve bunları sırasıyla domuz, büyükbaş, arı, koyun ve keçi izlemiştir. Bu türlerin 2012 yılındaki sayıları sırasıyla 26.010.830 milyon adet, 912.871 baş, 3.250.557 baş, 380.792 kovan, 4.294.024 baş ve 656.366 baş’tır (Willer ve ark., 2014; Atkinson 2014; ec.europa.eu/eurostat2014). 131 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X AB’de, çiftlik hayvanı türlerine göre organik sertifikalı süt üretimini gösterir veriler yetersizdir. Nitekim 2012’de yalnızca organik sığır sütü üretimine ait veri (37.569 ton)bulunmaktadır. Aynı yılda organik sertifikalı toplam et üretimi toplam 542.894 ton’dur ve bu üretim içinde en yüksek payı sırasıyla sığır, koyun, domuz, kanatlı, diğer etler ve keçi eti oluşturmaktadır. AB’de 2012 yılında organik tavuk eti ve yumurta üretimine ait veri bulunmamaktadır. AB’de organik bal üretimi sürekli bir artış eğilimindedir ve 2012 yılında 38.760 ton’a ulaşmıştır.(ec.europa.eu/eurostat 2014). 3.Türkiye’de Organik Hayvansal Üretim Türkiye’de esas olarak organik sığır, koyun, keçi, tavuk, arı ve bu türlerden elde edilen ürünlerin üretimi yapılmaktadır. Tablo 1’den görülebileceği gibi 2006-2013 yılları arasında yetiştiriciliği yapılan sertifikalı organik hayvan sayıları bakımından bütün türlerde artışlar gerçekleşmiştir. En yüksek artışlar ise sırasıyla tavuk, keçi, sığır, koyun ve arı türlerinde olmuştur. Bununla birlikte bu üretim kolunun, 2013 yılında gerçekleşen toplam hayvansal üretim içerisindeki payının yüksek olmadığı söylenebilir (< % 1). 2013 yılı verilerine göre, Türkiye genelinde organik sertifikalı sığır üretimi 6, organik sertifikalı koyun ve keçi üretimi 5 bölgede, organik sertifikalı tavuk üretimi 6 bölgede, organik sertifikalı arı üretimi ise bütün bölgelerde yapılmaktadır. Organik sertifikalı sığır sayısı bakımından Kuzeydoğu Anadolu bölgesi ilk sırada yer alırken, organik sertifikalı koyun sayısı bakımından Ortadoğu Anadolu bölgesi, organik sertifikalı keçi sayısı bakımından Batı Marmara bölgesi, tavuk sayısı bakımından Ege bölgesi ve organik sertifikalı arı kovanı sayısı bakımından ise Doğu Karadeniz bölgesi ilk sırada yer almaktadır (GTHB 2014; tuik.gov.tr., 2014). Türkiye'de 2013 yılı verilerine göre organik sertifikalı sığır, koyun ve keçi eti ve sütü üretimi sırasıyla 126 ton ve 51.002 ton; 128 ton ve 1.103 ton; 98 ton ve 2.675 ton olarak gerçekleşmiştir.Aynı yılda gerçekleşen sertifikalı tavuk eti ve yumurta sayısı ise 1.618 ton ve 48 milyon adettir. Organiksertifikalı bal, bal mumu, polen, propolis ve arı sütü üretim miktarları sırasıyla 335.5 ton, 2.5 ton, 4.9 ton, 0.67 ton ve 0.38 ton’dur (GTHB 2014).Türkiye’de2006-2013 yılları arasında, diğer organik sertifikalı hayvansal üretim kolları ile karşılaştırıldığında organik sertifikalı tavuk üretimi, daha hızlı ve sürdürülebilir bir gelişme göstermiştir. Bu durumun esas olarak gelişmiş ve uzmanlaşmış olan geleneksel tavukçuluk sektörünün bu sektör üzerindeki olumlu etkisiyle birlikte, organik tavukçuluk yapan işletmelerin pazarlama imkanlarının daha iyi olmasından ileri geldiği kabul edilebilir. Tüm sektörlerde organik sertifikalı hayvansal ürün üretiminin, organik sertifikalı hayvan sayılarını yansıtmaması ise işletmelerin büyük bir kısmının organik ürün sertifikası almamalarından ileri geldiği söylenebilir. 132 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 1. Türkiye’de 2006-2013 Yılları Arasında Türlere Göre Organik Sertifikalı Hayvan Sayılarının Değişimi (GTHB, 2014). Hayvan Türü (baş) Sığır Koyun Keçi Tavuk Arı 2006 1.238 10.399 474 2.700 26.596 2013 47.715 40.022 18.639 881.614 32.342 2006-2013 Değişim (%) +3754 +285 +3832 +32552 +22 4. Türkiye’de Organik Hayvansal Üretimin Sorunları, Çözüm Önerileri ve Geliştirilmesine Yönelik Fırsat ve Stratejiler 4.1. Sorunlar ve Çözüm Önerileri Türkiye’de organik hayvansal üretimin gelişmesini olumsuz olarak etkileyen sorunlar genel ve işletme düzeyinde olmak üzere iki grup altında toplanabilir. Genel sorunlar şunlardır: a)İşletmelerin küçük ve parçalı arazi yapısı; b) Kontrolsüz hayvan hareketleri; c) Desteklere ait sorunlar; d) Sertifikalı üretime geçiş sürecine ilişkin sorunlar; e) Organik ürünlerin pazarlanmalarına ait sorunlar; f) Geleneksel hayvancılık sektörünün organik hayvancılığa olumsuz bakışı; g) Organik hayvansal üretim konusundaki bilimsel araştırmaların yetersizliği; h) Organik etiketli olmayan ürünlerin organik olarak pazarlanması; ı) Organik hayvansal ürün fiyatlarının yüksek olması; i) Örgütlenmedeki yetersizlikler; j) Bilgili ve deneyimli teknik eleman yetersizliği; k) Sertifikasyon sürecine ait sorunlar. İşletme düzeyindeki sorunları ise şunlar oluşturmaktadır: a)Yetiştirilen hayvanların orjinleri bakımından sorunlar; b) Sürü sağlığı yönetimi bakımından sorunlar; c) Hayvan refahı bakımından sorunlar;c) Hayvan beslenmesi bakımından sorunlar; d) Ürün işleme sürecindeki sorunlar; e) Sulama yetersizliği ve su kalitesine bağlı sorunlar. Bu sorunların, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, üniversiteler ve ilgili diğer araştırma kurumları, yetiştirici örgütleri ve kontrol ve sertifikasyon kurumları arasında karşılıklı işbirliği içinde çözülmesi organik hayvansal üretimin sağlıklı bir şekilde gelişmesine önemli katkıda bulunacaktır. 4.2. Fırsatlar ve Stratejiler Türkiye’de organik hayvansal üretimin gelişimini yavaşlatan birçok sorunun bulunmasına karşın, gelişim hızını artırabilecek coğrafik, biyolojik ve kültürel birçok güçlü fırsat da bulunmaktadır. Bu fırsatlar ve bunların 133 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X değerlendirilmesine yönelik olarak geliştirilebilecek stratejilerTablo 2’de verilmeye çalışılmıştır. Tablo 2. Türkiye’de Organik Hayvansal Üretimin Geliştirilmesine Yönelik Fırsatlar ve Stratejiler Fırsatlar Stratejiler -Geleneksel hayvansal üretimde bölgelere göre birikim ve uzmanlaşma vardır. -Başta Doğu Anadolu Bölgesi olmak üzere yoğun sanayi ve tarım üretimi nedeniyle kirlenmemiş bölgelerin bulunması, organik hayvansal üretimin geliştirilmesi açısından önemli bir fırsattır. -Organik hayvansal üretimin en önemli girdilerinden birisi de mera genişliği ve kapasitesidir. Doğu ve Güney Anadolu Bölgesinde yeterli genişlikte köy civarı ve yayla meraları bulunmaktadır ve entansif sistemlere göre, ekstansif sistemlerin organik sistemlere dönüştürülmesi daha kolay, etkili ve ucuz olmaktadır (Scialabba ve Hattam, 2002). Türkiye’de son yıllarda sağlıklı beslenme ve yaşama bilincinde önemli düzeyde gelişmeler vardır(Genel). Üretimin bölgesel planlanması: -Organik sığır sütü: Kuzeydoğu -Organik koyun eti: Ortadoğu -Organik keçi sütü: Batı Marmara -Organik keçi eti: Akdeniz, Ege, Güney Doğu A. -Organik yumurta: Ege, Doğu A. -Organik tavuk eti:Orta-Batı Anadolu -Organik arı üretimi: Tüm bölgeler Genel tüketici algısı ve tercihine göre planlama: Tüketici algısı ve tercihinin eğitim, yaş, gelir düzeyi, köken, din, sağlık duyarlılığı gibi faktörlere göre analizi Hedef kitleye yönelik planlamalar: Eko turizm, çocuk, yaşlı ve hasta beslenmesi ve tekstilleri. Doğal kaynakların değerlendirilmesine yönelik planlamalar: Örn: Gökçeada da organik keçi üretimi. Türkiye’de aynı zamanda organik ürünleri tercih eden gelir düzeyi yüksek tüketici grubu da bulunmaktadır. Türkiye’de farklı bölgelerde önemli dağlık ve ormanlık alanlar ve iç su kaynakları ve adalar bulunmaktadır. Bu alanlar, organik hayvansal üretim için uygundurlar ve buradaki üreticiler organik üretime daha kolay geçirilmektedirler.Örneğin, Falkland Adaları’nda (Malvinler) organik koyunculuk iyi gelişmiştir. Dünyada organik hayvansal ürünlere olan İhracatın geliştirilmesine yönelik talep büyümektedir. Örneğin AB, organik planlamalar:İlk aşamada arı ürünleri. sığır, koyun ve keçi eti bakımından net ithalatçıdır ve bazı gelişmekte olan ülkeler, 134 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 hayvansal ürünlerini gelişmiş olan ülkelere başarılı bir şekilde ihraç edebilmektedirler. Bu ülkelerin birikimlerinden ve deneyimlerinden yararlanılabilir. -Türkiye’de çok önemli bir yerli çiftlik hayvanı genetik kaynağı potansiyeli vardır ve 5 farklı arı ırkı ile Avrupa’da bal arısı gen merkezi konumundadır. Yine 6 farklı yerli sığır ırkı, 1 manda ırkı, 25 koyun ırkı, 5 keçi ırkı ve 3 tavuk ırkının yetiştiriciliği yapılmaktadır (TAGEM 2011). -Yerli ırk ve tiplerin, stres ve hastalıklara karşı daha dayanıklı olmaları nedeniyle bu ırklara dayalı olarak geliştirilecek organik hayvan yetiştiriciliğinde, kimyasal ilaç ve antibiyotiklere çok daha az gerek duyulacaktır. -Tüketiciler yerli hayvan ırklarından elde edilen ürünleri tercih etmektedirler (?) -Dünyada gelişmekte olan ve tropikal ülkelerde organik hayvansal üretime başlamak için hayvansal orijinli deri, kürk ve lif gibi gıda olmayan tekstil ham maddeleri ve ürünleri de umut verici alanlar olarak görülmektedir. İngiltere, önemli miktarlarda ham ve işlenmiş tekstil ürünleri ithal etmekte ve bunun önemli bir kısmı gelişmekte olan ülkelerden sağlamaktadır. Mevcut uluslararası pazar durumu, organik tekstil ürünlerinin uluslararası ticaretinde hızlı bir artışın olduğunu göstermektedir. Bu ürünler arasında özellikle organik deri önemli bir potansiyel değere sahiptir. Türkiye’de de hayvan derisive yapağı, tiftik ve ipek gibi hayvansal liflerin üretim ve değerlendirme potansiyelinin yüksek olduğu dikkate alındığında, bu ürünlerin organik olarak üretilmeleri bakımından da önemli fırsatlar olduğu kabul edilebilir. 135 ISSN 2149-147X Yerli hayvan genetik kaynaklarının organik üretim sistemlerinde daha iyi değerlendirilmesine yönelik planlamalar. Bu planlamalar, yerli hayvan genetik kaynaklarının korunmasına ve geliştirilmesine de olumlu katkıda bulunacaktır. Organik deri ve hayvansal üretimine yönelik planlamalar lif Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kaynaklar Atkinson, C. 2014. "Organic Animal Husbandry in Europe-Currentand Future Challanges". Proceedings of the IAHA Preconferenceand Workshop, IFOAM 18thOrganic World Congress in Istanbul, 12-15 October, Istanbul. GTHB, 2014.T.C. Gıda TarımveHayvancılıkBakanlığı, Organik Tarım Bilgi Sistemi. Scialabba, N.E., Hattam, C. (eds) 2002. "Organic Agriculture, Environment and Food Security". Environment and Natural Resources Management Series No. 4. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome, 258 pp. Available at: www.fao.org/docrep/005/y4137e/y4137e00.htm (accessed on 11 October 2011). TAGEM, 2011. "Domestic Animal Genetic Resources in Turkey". General Directorate of Agricultural Research and Policy, Ministry of Food Agriculture and Livestock, Republic of Turkey, pp. 112, Ankara. Willer, H.,Lernoud, J. 2014. "The World of OrganicAgriculture. StatisticsandEmergingTrends 2014". FIBL, Frick, and, IFOAM, Bonn. Willer, H.,Lernoud, J., Schlatter, B. 2014. "OrganicLivestockWorldwidwSomeKeyStatistics". Proceedings of the IAHA Preconferenceand Workshop, IFOAM 18thOrganic World Congress in Istanbul, 12-15 October, Istanbul. (http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_database, 01.10.2014). (http://tuikapp.tuik.gov.tr/hayvancilikapp/hayvancilik.zul, 01.10.2014). 136 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Hayvan Beslenmesinde Mikro Elementlerin Yeri ve Önemi Serap Kızıl Aydemir1 İlhan Doran1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü-Bilecik, E-posta:serap.kizil@bilecik.edu.tr 1 Özet: Hayvanların sağlıklı olarak beslenmeleri ve normal fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için, mikro elementlerin yeterli ve belirli oranlarda alınması büyük önem taşımaktadır. Bu elementler; organizmanın çeşitli yapısal ve fonksiyonel faaliyetlerine katılmakta, özellikle çeşitli enzim sistemlerinde rol almaktadır. Ayrıca, mineraller uygun kas ve sinir fonksiyonları ile optimum vücut gelişimi için gerekli olan maddelerdir. Hücrelerin, hormonların ve vücut enzimlerinin esansiyel yapı taslarıdır. Hayvanların mineral madde ihtiyacı; tür, ırk, yaş, cinsiyet, büyüme, sağlık, gebelik, süt verimi gibi faktörlere göre değişmekle birlikte alınan mineral maddelerin miktarları ve biyoyararlılıklarına da bağlıdır. Çiftlik hayvanları için tavsiye edilen mineral madde miktarı sabit olmayıp verim, canlı ağırlık, çevre ve yemle ilgili faktörlere göre değişebilmektedir. Hayvanların mikro elementlerden yararlanabilmesini, toprağın kompozisyonu, yem bitkilerindeki mineral madde konsantrasyonu ve iklim şartları etkiler. Mineral madde yetersizliğinde iştahsızlık, verim kaybı, kaşeksi, kıl dökülmesi, deri ve kılların renk değiştirmeleri ve yapısal bozuklukları, yavru atmalar, diyare, anemi, kemik bozuklukları ve pika gibi hastalıklar oluşabilir. Bununla beraber, mineral madde noksanlığında toprak yeme, çevredeki cisimleri yalama, yem niteliğinde olmayan maddeleri yeme isteği ve kondüsyon düşüklüğünün görüldüğü, bağışıklık sistemlerinin etkilenmesi sonucu enfeksiyonlara karşı vücut direncinin düştüğü bildirilmektedir. Hayvanlarda mineral madde yetersizliği belirtileri, genellikle uzun vadede ortaya çıktığı ve ihtiyaç duyulan mineral maddelerin verilmesi durumunda, kısa sürede yetersizlik belirtilerinin ortadan kalktığı, hayvanda kondüsyonun düzeldiği ve verimlerinin arttığı bilinmektedir. Anahtar Kelimeler: Hayvan, besleme, mikro elementler Place and Importance of Trace Elements In Animal Nutrition Abstract: Adequate intake of trace elements is of great importance for farm animals to perform and sustain their healthy feeding and normal life functions. These elements take part in various structural and functional activities of the organism and have roles in various enzyme systems. In addition, they are required substances for optimum body development because of their appropriate muscle and 137 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X nerve functions. They are essentially the building blocks of cells, hormones and enzymes. Even though mineral requirements of the animals vary with a number of factor, such as their specie, race, age, sex, growth, health, pregnancy and milk yield, etc. it also depends on amount of mineral intake and their bioavailability. Moreover, mineral amounts suggested for farm animals are not constant and may vary with yield, live weight, and the factors related to environment and feed stuff. Utilization of micro (trace) elements by animals is affected by soil composition, mineral content of forages and climate. In mineral deficiencies, anorexia, yield loss, cachexia, hair loss, structural disorders in skin and hair and colour changes, abortion, diarrhoea, anaemia, bone disorders and pica like diseases can be observed. Furthermore, loss of condition and low body resistance to diseases are also reported as a result of mineral deficiencies. Symptoms of mineral deficiencies in animals are usually seen in the long run and they easily disappear shortly after the intake of such elements. For example, recovery in body condition and increases in yields. Key words: Animal, nutrition, micro-elements Giriş Mikro elementler, evcil hayvanların sağlıklı biçimde gelişme, büyüme, üreme ve verimlilikleri için gerekli temel maddelerdir. Özellikle mikro elementlerin hücre metabolizmasındaki fonksiyonları çok çeşitli olup, asit-baz dengesi, vücut sıvı ve dokularının ozmotik basıncı, membran geçirgenliği, doku hassasiyetinin oluşumu, hormon ve enzimlerin kendilerine özgü fonksiyonlarının gerçekleştirmesi, büyüme ve hayvansal üretim-verim ile canlının yaşam fonksiyonlarının yerine getirilmesinde son derece önemlidir. Mikro elementler organizmada düşük yoğunluklarda bulunmasına karşın, pek çok önemli fizyolojik işlevde süreklilik için gereklidir. Bu gereklilik sağlanmadığı zaman, hayvanın sağlını yitirmesi ve veriminin düşmesi sonucu yetiştirici açısından ciddi ekonomik kayıplar oluşur. Mikro elementlerin emilim ve biyoyararlılık oranı yüksektir. En çok kan, karaciğer, kemik ve böbrek gibi doku ve organlarda bulunurlar. Hayvanların mikro element gereksiniminin karşılanmasında genellikle inorganik tuzlar (oksitler, sülfatlar ve karbonatlar) kullanılır. Organizmanın mineral maddelere ve mikro elementlere olan gereksinim çeşitli faktörlerin etkisine bağlıdır. Özellikle verim düzeyi yüksek olan hayvanlarda enerji ve mineral dengesi çok önemli bir kavramdır. Toprak, su ve yem maddelerinin mikro element içeriği, sindirim kanalındaki emilim şekilleri, emilim sırasında mikro elementler arası etkileşim, vücutta depolanma durumları, hayvanın kendisine ait özellikler gereksinimi azaltmakta veya yükseltmektedir. 138 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çiftlik hayvanları için tavsiye edilen mineral madde miktarı sabit olmayıp verim, canlı ağırlık, çevre ve yemle ilgili faktörlere göre değişebilmektedir. Mineral gereksiniminin tam olarak karşılanmasında dikkatli olunmalıdır. Genel olarak problemler verimde ve hayvan sağlığında gözlemlenmektedir. Bu etki hemen olmamakla birlikte hayvanlar uzun süre yetersiz beslemeye maruz kaldığında çoğu minerale gereksinimleri artar. Eğer mineral eksikliğinin klinik semptomları görünmeye başlandıysa, eksiklikler kısa zaman içinde performansa zarar verebilir. Çoğu mineralin yüksek seviyede kullanımı hayvanlar üzerinde toksik olabilirler. Mineral emiliminin çoğu diğer besin maddelerinin emiliminden daha düşük olması nedeniyle mineral gereksinmesini karşılamada daha dikkatli olunmalıdır (Boğa ve Filik, 2011). Süt Hayvanlarının Beslenmesinde Mikro Elementleri Mikro elementler tek başlarına oldukları kadar birbirleriyle etkileşimlerine bağlı olarak da reprodüksiyon üzerine etkilidirler. Bu etkilerini birbirlerini ve absorbsiyon mekanizmasını etkileyerek gösterirler (Hutjens, 2004). Bu yüzden rasyonlara katılırlarken belli oranlarda bulunmaları gerekir (Tablo 1). Söz konusu Mikro elementler sırasıyla selenyum, bakır, çinko, iyot, manganez, kobalt ve demirdir. Bu mikro elementler Dairy NRC (National Research Council; KANADA) `ye göre rasyonlarda belli miktarlarda bulunmalıdırlar (Tablo 2). Tablo 1. Rasyonlarda olması gereken iz element oranları. ÇİNKO : MANGANEZ ÇİNKO : BAKIR DEMİR : BAKIR POTASYUM : SODYUM SODYUM+POTASYUM / KALSİYUM+MAGNEZYUM *Hutjens (2004)’ten alınmıştır. 1:1 4:1 20 : 1 5:1 <2:1 Tablo 2. Mikro elementlerin rasyonlarda kuru maddede gereken değerleri. DÜVE KURUDAKİ LAKTASYONDAKİ İNEK İNEK KOBALT 0,10 0,10 0,10 BAKIR 10 10 10 İYOT 0,25 0,25 0,60 DEMİR 50 50 50 MANGANEZ 40 40 40 SELENYUM 0,30 0,30 0,30 ÇİNKO 40 40 40 139 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bilindiği gibi ülkemiz hayvan varlığı bakımından önemli potansiyele sahip olmasına rağmen elde edilen verim düzeyleri ülke genelinde düşük kalmaktadır. Süt ineklerinden genetik özelliklerinin elverdiği düzeyde verim elde edilmesinde makro elementlerin yanı sıra mikro elementlerinde hayvana verilmesi büyük önem taşımaktadır. Zira mikro elementler miktar olarak düşük düzeylerde olmasına rağmen hayvan organizmasında çok önemli görevler üstlenmektedir. Süt sığırcılığı işletmelerinde verimin en iyi şekilde elde edilebilmesi için enerji, protein, mineral madde ve vitamin dörtlüsünün hayvana dengeli bir şekilde rasyonla sunulması gerekmektedir. Bu dört faktörün arasındaki denge bozulduğunda her bir besin maddesinden yararlanma düzeyi değişmekte ve buna bağlı olarak verimde düşme meydana gelmektedir. Mikro Element Eksikliği Mikro element eksiklikleri genellikle toprak yapısı ve yetiştirmenin yapıldığı bölgenin coğrafyasına bağlıdır (Kreplin ve Yaremcio, 2004). Mineral yetersizliklerin/fazlalıkların spesifik bölgelerde yoğunlaştığı ve doğrudan toprağın yapısı ile ilişkili olduğu kabul edilmektedir. Hayvanların tükettiği herhangi bir bitkideki belli bir mineralin miktarı o bitkinin yetiştiği toprağa, topraktaki yoğunluğuna, bitkinin tipi ve gelişme dönemindeki çevresel faktörlere bağımlılık gösterir. Canlılık olaylarının akışı için önemli olan mineral maddelerin-Mikro elementlerin eksikliği ve/veya fazlalıkları metabolizmanın akışını bozmakta ve ölümle sonuçlanabilen karakteristik hastalıkları oluşturmaktadır. Bununla birlikte, fertilite problemleri, deri ve tüylerle ilgili problemler, Büyüme gerilikleri, gebelik döneminde yaşanan problemler, et ve süt üretiminde düşüş, düşük döl tutma problemi, belirsiz kızgınlık, gebe ineklerde fötusta gelişme anomalileri, sindirim etkinliğinde azalma, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin gelişmesinde gerilik, özellikle kanatlılarda immun yanıtın şiddetinin azalması gibi sonuçları vardır. Aytekin ve Kalınbacak, (2008) tarafından yapılan bu çalışmada Afyon’a bağlı Sinanpaşa ilçesi ve köylerinde yetiştiricilerden temin edilen 40 toprak yeme semptomu gösteren, 10 sağlıklı olmak üzere toplam 50 adet buzağıda kan serumlarında kalsiyum, fosfor, bakır, çinko, magnezyum ve demir düzeyleri araştırıldı. Çalışma sonucunda, ülkemizde ve Afyon bölgesinde önemli bir problem olarak karşılaşılan toprak yeme alışkanlığı olan buzağıların serumlarında fosfor ve bakır minerallerinin düzeylerinde önemli derecede düşüş (p<0,05), diğer minerallerin normal seviyede olduğu görülmüştür. Nitekim yapılan deneysel çalışmalarda gebeliği boyunca yeteri kadar mineral madde verilmeyen ineklerin ve koyunların yavrularında toprak yeme alışkanlığı ve beyaz kas hastalığının meydana geldiği görülmüştür. Ayrıca sıcak ve soğuğa maruz bırakılan gebe hayvanların kendilerinde ve yavrularında serum mineral düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir (Kume ve ark., 1996). 140 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Minerallerin topraktaki ve bitkilerdeki azlığı ülkemizde ve dünyada hayvanlarda toprak yemeye neden olmaktadır. Nijerya’da toprak yiyen sığırların kan serumlarında Na, Ca, Fe, Zn ve Cu düzeyleri normal iken fosfor düzeyinin oldukça düşük olduğu ve toprak yeme alışkanlığının bu mineralin eksikliğine bağlı olduğu düşünülmüştür (Smith ve Akinbamijo 2000). Bazı Mikro Elementlerin İşlevleri Çinko Çinko`nun hayvanlarda normal büyüme ve sağlık açısından çok önemli bir element olduğu ve noksanlığında çeşitli malformasyonlara ve seksüel fonksiyonlarda azalmalara yol açtığı bilinmektedir. Aynı zamanda diyetlere ilave edilen çinkonun reprodüktif performans üzerine olumlu etkisinin olduğu da bilinmektedir (Hostetler ve et all., 2003; Ergün ve ark., 1998; Hidroglou, 1979). Çinko hücre bölünmesi, gen ekspresyonunun çeşitli aşamalarında görevlidir. Bütün matrix-metalloproteinazların yapısına girerek gebeliğin anne tarafından tanınmasında ve devamlılığında önemli rol alır. Ayrıca kromatinlerin proteinlerini etkileyerek hücrelerin transkripsiyon yeteneklerini etkiler (Leonhard-Marek, 2000). Vitamin-A metabolizmasına katılan birçok enzim çinkoya bağlı olarak düzenlenmektedir. Bu yüzden çinko eksikliği görülen hayvanlarda dolaylı yoldan vitamin-A eksikliğine bağlı olarak gelişmede gerilik görülür ve epitel korunma mekanizması etkilenir. Ayrıca yem tüketimindeki azalmaya bağlı olarak gelişen enerji dengesizliği fertilite üzerinde negatif bir etki yaratır. Aynı zamanda enfeksiyolara karşı duyarlılığı arttırır (Leonhard-Marek, 2000). Çinko ineklerde total kandaki miktarı 319±34 μg/dl`dir. Kanın yanı sıra idrarda da tespit edilebilir. Hayvan vücudundaki çinko ortalama 20-30 mg/kg olup mutlak ihtiyaç duyulan bir iz elementtir. Çeşitli dokularda bulunmakla beraber en çok karaciğer, deri, kemik, böbrek, göz, prostat, kas, pankreas, kıl ve yapağıda bulunur. Çeşitli enzimlerin (karbonik anhidraz, peptidazlar, dehidrogenazlar, alkali fosfataz gibi) ve aynı zamanda insulin`in yapısına katılır (Ergün ve ark., 1998). Besin elementi olarak çinko ile iyi beslenmiş bitkilerin ürünlerini gıda olarak kullanan insan ve hayvanlar sağlıklı beslenmiş olurlar. İnsanların beslenmesinde olduğu gibi hayvanların beslenmesinde kullanılan yem ve yem maddelerinin de (mısır, arpa, kepek, küspe, melas, silajlık mısır, yonca, fiğ v.b.) yüksek oranda çinko içermesi et, süt ve yumurta verimi bakımından önemlidir. Çinko katkılı kompoze gübrelerle yetiştiriciliği yapılan yem bitkilerinin (mısır, arpa, fiğ, korunga gibi) yapılarında daha fazla çinko bulunacağı için yem sanayi bu nedenle daha sağlıklı ve çinko bakımından zengin karma yem yapma imkanına kavuşacak ve daha ekonomik yem üretimi yapılmış olacaktır. 141 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çinko Noksanlığı Çinko, organizmada önemli fonksiyonlara sahip olan temel iz elementlerden birisi olup, yetersizliği durumunda ruminantlarda derideki epitel hücrelerin keratinleşmesi ile kendini gösteren parakeratoz gelişir. Deride kuruma, kalınlaşma, kepeklenmeler meydana gelir. Boynuz ve kıl gibi diğer keratinli yapılarda da şekil bozuklukları ortaya çıkar. Yaraların iyileşmesi gecikir ve üreme bozulur (Kaya ve Bilgili, 2000). Karaciğerde A vitamininin mobilizasyonun da bozulma, kanatlılarda embriyo ve kuluçka randımanında düşüş yumurta veriminde azalma Keleş ve ark., tarafından 2006 yılında yapılan çalışmada gelişme geriliği problemleri olan düvelerde Zn, Cu ve tiroid hormon konsantrasyonlarının rolünü araştırmak amaçlandı. Çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları kliniğine getirilen 6-12 aylık yaşlarda 35-50 kg canlı ağırlığında 11 adet (Test Grubu) ve normal canlı ağırlığında (80-100 kg) 6 adet (Kontrol Grubu) Doğu Anadolu Kırmızısı düve materyal olarak kullanıldı. Klinik olarak enfeksiyon ve paraziter enfestasyon teşhis edilemedi. Bu nedenle, büyüme çağındaki düvelerde gelişme geriliğine neden olduğu bilinen iz element ve troid hormon durumları araştırıldı. Kontrol grubundan elde edilen değerlerle karşılaştırıldığında test grubunda Zn, Cu, T3, FT3, T4 ve FT4 değerlerinin daha düşük olmasına rağmen, sadece Zn (p<0.05), T4 ve FT4 (p<0.01) değerlerindeki farklılıklar istatistiksel olarak önemli bulundu. Bu nedenle, özellikle Zn ve Cu içeriğinden yetersiz ve dengesiz beslenmenin, test grubunda absorbsiyon bozukluklarına yol açarak growth hormonunun stimülatörü olan tiroid hormon konsantrasyonları ve gıda değerlendirilmesindeki azalmaya bağlı olarak gelişme geriliğine neden oldugu sonucuna varıldı. Bakır Karaciğerde depolanan önemli minerallerden biridir. Vücut dokusunun yeniden oluşması için gerekli enzimlerin hayati komponentidir. Hemoglobine bağlı demirin korunması ve Vitamin C’nin kullanımı için gereklidir. Bakır vücutta konnektif dokuların, kan ve enzim sistemlerinin bir elemanı olarak görev yapar (Hutjens, 2004; Spitzer JC, 1986). Bakır dışarıdan alınmak zorundadır ve eksikliği bakırca fakir olan arazilerde yetiştirilen yemlere bağlıdır. Bu element beyin, böbrek, kalp, kıl ve yapağıda yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Bakır hayvan vücudunda 2 mg/kg CA (canlı ağırlık) miktarında, genç hayvanların dokularında ise daha yüksek miktarlarda bulunur. Bakır kandaki miktarı 32,8-35,2 μg/dl arasındadır bunun yanında idrarda da tespit edilebilir. Bakır %90 oranında kanda bulunurken %10 eritrositlerde bulunur, demirle yakın ilişkisi olup demirin hemoglobine dönüşmesinde, akyuvarların oluşmasında ve aktivitelerinde görevlidir (Ergün ve ark., 1998). 142 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bakır Noksanlığı Bakırın eksikliği kıl ve yapağı yapısında bozukluk, büyüme geriliği, anemi, diyare, eklem bozuklukları ve fertilite bozukluklarına yol açar. (Hutjens, 2004; Spitzer JC, 1986; Ergün ve ark., 1998; Hidiroglou ve Batra 1994; Span ve ark., 1997). Sığırlarda sürekli ishaller ve miyokard infarktüsune bağlı ani ölümler, Koyunlarda yapağının rengini ve karakteristik kıvrımlarını kaybetmesi tavuk ve köpeklerde rasitizme benzer kemikleşme bozuklukları, spontan kemik kırıkları görülmektedir. Bakır yetersizliğine bağlı olarak kuzularda sitokrom oksidaz enzim sisteminin yetersiz kalması, gerek embriyonal gelişme döneminde ve gerekse doğumdan sonra merkezi sinir sisteminde demiyelinizasyona neden olur. Hayvanlarda bakır ve çinko düzeyi toprağın bileşimi, iklim şartları, hasat işlemleri, mera ve rasyonların bu elementlerden fakir olması, bakır ve çinkonun birbirleriyle ve molibden, kurşun, kadmiyum ve kükürt gibi bazı elementler ile antagonistik etkileşimleri, gebelik, mevsim ve genetik faktörler etkili olmaktadır (Alonso ML, 2000; Haenlein GFW, 1986). Selenyum Selenyum, hücre membranını oksidasyona karşı korur. Tüm aerob yaşayan hücreler değişik enzimatik ve enzimatik olmayan savunma mekanizmaları oluşturarak, aşırı oluşan serbest oksijen radikallerinden kendilerini korurlar (Leonhard-Marek, 2000). Hidiroglou ve Batra (1994) yaptıkları çalışmada plazma selenyum seviyelerinin saman veya silaj beslemesine göre değişmediği, Se enjeksiyonu yapılan gruplarda (30 ng/ml) ise plazma değerlerinin kontrol grubuna (17 ng/ml) göre önemli derecede yüksek çıktığını bildirilmişlerdir. Plasental Se seviyelerinde de aynı sonuçlar elde edilmiştir; saman ve silaj beslemesinde herhangi bir farklılık görülmezken Se enjeksiyonu yapılanlarda plasentada değerlerin önemli ölçüde yüksek (64 ppm) olduğu saptanmıştır. Selenyum Noksanlığı Genç ruminantlarda beyaz kas hastalığına, üreme bozukluklarına, süt ineklerinde de retensiyo sekundinarum olgularında artışa, kanatlılarda fertilite sorunları, karaciğer ve pankreas nekrozuna neden olur. Bu mikro element eksikliği genelde rasyonlardaki miktarlarının azlığına bağlı olarak şekillenir; bunda en önemli faktör yetiştiriciliğin yapıldığı coğrafyanın toprak yapısıdır. Vücuttaki tespiti plazma, serum, idrar ve karaciğer biyopsi materyali analizleriyle yapılır. Selenyum`un total kandaki miktarı 0,1-0,2 μg/ml`dir. 143 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Hemingway (2003), yaptığı çalışmada doğum öncesi Se ve Vit-E uygulanan hayvanlarda retensiyo oranını % 13 uygulanmayanlarda ise % 20 olarak bildirmiştir. Yapılan çalışmalar (Eğer ve ark., 1985; Jaskowski JM 1993) selenyum eksikliği olan bölgelerde selenyumun hayvan başına 25-50 mg ve vitamin E`nin 600 mg dozunda uygulanmasının retensiyo sekundinarum olgularının meydana gelme oranını % 20,8’den tek başına Se ile % 8,3’e Vit-E ile birlikte kullanıldığında % 4,2`e gerilettiğini ortaya koymuştur. Demir Vücut için gerekli minerallerden biridir. Hemoglobin (kırmızı kan hücresi), miyoglobin (kas pigmenti) ve enzim üretimi için gereklidir. Vücuttaki demirin sadece %8'i kan damarlarından gelir. Demir vücutta büyümeye yardım eder, yorgunluğa karşı ve hastalıklardan korunmada kullanılır. Ayrıca demir, vücuttaki B grubu vitaminlerinin kullanımını arttırır. Demir Noksanlığı Demir eksikliği kanatlılarda mikrositik, hipokromik anemiye neden olmaktadır. Canlı ağırlıkta azalma Demir yetersizliği yada fazlalığı immun sistemi etkiler. İyot Tiroid bezlerinin içeriğinde yer alır. Tiroid ve tiroid kontrol mekanizmasında, zihinsel fonksiyonlarda, enerji ve kilo almada önemli bir rol oynar. Bu element başlıca tiroid bezinde çoğu organik biçimde bulunduğu gibi inorganik biçimde de bulunabilir. İyot kanda proteine bağlı olarak 2,74,1 μg/dl arasında bulunur. Yavrunun gelişimi sırasında tiroid bezi gelişene kadar yavru anneden gelen tiroksine bağlı olarak gelişimini sürdürür. Özellikle beynin gelişiminde maternal tiroid hormonları etkilidir. Fötal troidin gelişmesiyle beynin gelişiminde birlikte etkilidirler (Hostetler et all., 2003). İyot Noksanlığı Eksikliğinde guatr, reprodüktif organların gelişiminde gerilik, süt veriminde azalma, yemden yararlanmanın azalması ve bunların yanı sıra uzamış gebelik süreci ve zayıf veya tüysüz buzağı doğumları görülebilir (Kreplin ve Yaremcio, 2004; Spitzer 1986). Ölü veya yaşama güçlüğü çeken buzağı doğumlarının arttığı işletmelerde iyot eksikliği akla gelmeli ve bu durumda proteine bağlı iyot ölçümleri yapılmalıdır. Süt ineklerinde genel olarak iyot eksikliği olmamaktadır. Eksikliği 144 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X denizden uzak bölgelerde daha çok görülmektedir. Sınır değer ise serumda 5 ng/100 ml’dir. Pancar, karaturp, turp, kolza, lahana gibi yemlerin fazla verildiği yerlerde görülmektedir. Manganez Manganez birçok enzim sisteminin aktivasyonunda görevlidir. Manganez total kanda 6,6±2,3 μg/dl düzeyinde bulunur. Manganez kolesterin sentezindeki gerekliliği ile steroid hormonların salınma mekanizmasına katılmaktadır. Manganez uterusun östrojen için hazırlanarak duyarlılaştırılmasında rol oynar (Lothammer, 1982). Manganez anadan yavruya plasenta aracılığıyla iletilir ve kemik formasyonunda önemli olan kondroitin sülfat ve kemik matriksini oluşturan mukopolisakkaritlerin yapısına katılarak organogenezis sırasında kemik formasyonunda rol alır (Hostetler ve ark., 2003). Manganez Noksanlığı Eksikliğinde döl veriminde azalma, kanatlılarda yumurta veriminde azalma, kemik yapısında deformasyonlar Kemiklerde kısalma ve kolay kırılma görülmektedir. Manganez eksikliği pancar posasının ve mısır silajının fazla verilmesi sonucunda da ortaya çıkar. Sonuç Mikro elementlerin eksikliği hayvanlarda önemli semptomlar oluşturmaktadır. Bununla beraber ciddi ekonomik kayıplar gözlenir. Mikro mineraller oransal olarak ucuz olup yüksek düzeyde rasyona katılmaları dokulara daha fazla geçişe neden olur. Ayrıca mikro elementler mineral atılımını artırmadan yarayışlılığı artırır ve çevre kirliliğini de önlerler. Mikro mineraller immun sisteme sağladığı katkıdan dolayı rasyonlarla birlikte hayvanlara verilmelidir. Hayvansal dokulardaki mineral madde düzeylerinin belirlenmesinde serumdan ve yün, kıl, karaciğer ve böbrek gibi dokulardan yararlanılmaktadır. Ancak, hayvanlarda doku, kıl veya yün mineral düzeylerinin ölçümü serum analizlerine göre daha doğru sonuçlar verdiği bildirilmektedir (Bayşu ve ark., 1984). Ülkemizin bütün bölgelerini kapsayan hayvanların kan mineral ve mikro element profillerinin ortaya konduğu, bölgelerin toprak, su ve bitkilerinin mineral ve mikro element düzeylerinin belirlendiği kapsamlı çalışmalar bulunmamaktadır. Mevcut çalışmalar yöresel bazda ve inorganik metabolizmada rol oynayan belirli mineral ve mikro element düzeylerine yönelik çalışmalardır. Bu çalışmalardan sağlanan veriler kullanılarak Türkiye’deki minerallerle ilgili beslenme hastalıklarının genel durumunun ortaya konmasına çalışılmaktadır. 145 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kaynaklar Alonso ML (2000): Arsenic, cadmium. lead. copper and zinc in cal/le Fom Galicia, NW Spail1. Sci Total Environ, 246.237-248. Aytekin, İ., Kalınbacak, A. 2008. Afyon Yöresinde Yetiştirilen Toprak Yiyen Buzağılarda Kalsiyum, Fosfor, Magnezyum, Bakır, Çinko ve Demir Düzeyleri. Atatürk Üniversitesi Vet. Bil. Derg. 2008, Cilt: 3, Sayı: 2, Sayfa: 34–42. Bayşu N, Dündar Y, Bayrak S (1984): Koyun ve kuzularda yün ve kan bakır değerleri arasındaki ilişki ve bunun diagnostik önemi. Doğa Bil Der, 8, .117122. Boğa, M., Filik, G. 2011. Ruminant Hayvan Beslemede Organik İz Minerallerin Önemi. Lalahan Hay. Arast. Enst. Derg. 2011, 51(1) 31-40. Eğer S, Drori D, Karoori I, Miller N. (1985). Effect of selenium and vitamin E on incidence of retained placenta. J Dairy Sci. 68: 2119-2122. Ergün A, Tuncer ŞD, Çolpan İ, ve ark. (1998). İz Elementler. (Alınmıştır) Hayvan Besleme I. A Ergün (editör) s. 133-145. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara. Hemingway RG. (2003). The influences of dietary intakes and supplementation with selenium and vitamin E on reproduction diseases and reproductive efficiency in cattle and sheep. Vet Res Com. 27: 159-174. Hidiroğlu M. (1979). Trace element deficiencies and fertility in ruminants. J Dairy Sci. 62: 1195-1206. Hidiroğlu M, Batra TR. (1994). Changes in plasma α-tocopherol and selenium of gestating cows fed hay or silage. J Dairy Sci. 77: 190-195. Hostetler CE, Kincaid RL, Mirando MA. (2003). The role of essential trace elements in embryonic and fetal development in livestock. Vet J. 166: 125139. Hutjens MF. Importance of trace minerals in dairy heifer, dry cow, and lactating cow rations. Erişim: http://www.traill.uiuc.edu. Jaskowski JM. (1993). Über den Einfluβ antepartaler Gaben von Selen-Vitamin-EKombinationen auf die Inzidenzpuerperaler Störungen beim Rind. Tierärztl Prax. 21: 111-116. Kaya S, Bilgili A. Mineral Maddeler. In: Kaya S, Pirinçi İ, Bilgili A (Editörler). Veteriner Uygulamalı Farmakoloji, 2. Baskı, Ankara, Medisan, 2000: 225239. Keleş, İ., Dönmez, N., Altuğ, N., Ceylan, E., 2006. Serum Zinc, Copper and Thyroid Hormone Concentrations in Heifers with Retarded Growth. YYÜ Vet Fak Derg, 2006, 17 (1-2):103-105. Kreplin C, Yaremcio B. Effects of nutrition on beef cow reproduction. Erişim:http://www1.agric.gov.ab.ca/$department/deptdocs.nsf/all/agdex3527 opendocument Erişim tarihi: 18.11.2004 146 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kume, S., Toharmat, T., Kobayashın 1996. Effect of restricted feed intake of dams and heat stres on mineral status of newborn calves. J. Dairy Sci. 81: 15811590. Leonhard-Marek S. (2000). Warum beeinflussen spruenelemente die fertilität Tieräztl Prax. 28(6): 60-65. Lothammer KH. (1982). Umweltbedingte Fruchbarkeitsstörungen. (Alınmıştır) Fertilitätsstörungen beim weiblichen Rind. E Grunert, M Berchtold (editörler) s. 390-432. Verlag Paul Parey, Berlin und Hamburg. Smith, OB., Akinbamijo, OO., 2000. Micronutrients and reproduction in farm animals. Anim Reprod Sci.60-61:549-60. Spain N, Lucy M, Hardin DK. (1997). Effects of nutrition on reproduction in dairy cattle. (Alınmıştır) Current Therapy in Large Animal Theriogenolgy. RS Youngquist (editör) Chapter 55. s. 420-421. W.B. Saunders, Philedelphia. Spitzer JC. (1986). Influences of nutrition on reproduction in beef cattle. (Alınmıştır) Current Therapy in Theriogenology. DA Morrow (editör). Baskı 2. s.322-323. W.B. Saunders, Toronto 147 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tarım Uygulamalarında Yeni Bir Yaklaşım: Biyokömür Sema Leblebici1, Turgut Kutlu1, Derya Şenal1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Gülümbe-Bilecik, E-posta: sema.leblebici@bilecik.edu.tr 1 Özet: Günümüzde ekolojik sorunların başında toprak kaybı, verimsizleşme ve aşırı karbon salınımından kaynaklanan küresel ısınma gibi sorunlar yer almaktadır. Tüm bu sorunların çözüm önerilerinden biri olarak son yıllarda biyokömür üretimi gündeme gelmiştir. Biyokömür; sınırlı oksijen bulunan bir ortamda, yüksek sıcaklıkta biyokütlenin ısıtılması ile oluşan ve proliz adı verilen termokimyasal bir işlem ile üretilir. Odun yongası, mısır koçanı, pirinç kabuğu, fıstık kabuğu, ağaç kabuğu gibi tarımsal atıklar, işlenmiş kağıtatığı, hayvan gübresi, kentsel atıklar, ormansalbiyokütle atıkları gibi çeşitli organik maddeler biyokömür üretiminde hammadde olarak kullanılmaktadır. Biyokömür etkisini toprakta uzun yıllar devam ettiren doğa dostu bir üründür. Bu çalışmada biyokömürün tarımsal üretimdeki avantajları ve ekolojiye katkıları daha önce yapılan araştırmalardan yararlanılarak ortaya konulmuştur. Anahtar kelimeler: Biyokömür, Tarım, Ekoloji, Çevre A New Approach in Agriculture Application: Biochar Abstract: Nowadays soilloss, unproductivity, global warming which is caused by excessive carbon emission, etc. are becoming top of the ecological problems. Biocharproduction, given as one of the solutions to all of these problems, has been on theagenda, recently. Biochar is produced via ther mochemical decomposition process called pyrolysis, heating biomass at high temperatures in a limited oxygen environment. Organic materials likely agriculturalwastes such as wood chip, corncob, ricehulls, peanutshells, bark; treated paper waste, animal manure, urban wastes, forestry biomass wastes can be used to produce biochar. Biochar is environmentally friendly product, itseffects in soillastingfor a long time. Inthisstudy, adventages of biochar in agricultral activity and aid to ecology has been presented using previously made researches. Key words: Biochar, Agriculture, Ecology, Environment 148 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Biyokömür Nedir? Günümüzde tüm dünyanın başlıca sorunları arasında toprak kaybı, verimsizleşme ve aşırı karbon salınımının neden olduğu küresel ısınma gelmektedir. Bu sorunların çözümü olarak ise son yıllarda gündem de olan en önemli konu ise biyokömür’dür. Biyokömür kısaca organik materyalin termal bozunması olarak tanımlanabilir. Daha geniş bir ifade ile; sınırlı oksijen bulunan bir ortamda, yüksek sıcaklıkta biyokütlenin ısıtılması ile oluşan ve proliz adı verilen termokimyasal bir işlem ile üretilir. Yüksek ısı ve basınç altında organik madde içinde bulunan maddelerin büyük bir kısmı su buharı ve gaz halinde atmosfere karışırken geriye yoğun karbon içeriğine sahip biyokömür kalmaktadır. Biyokömür oluşumunda en önemli faktör sıcaklıktır. Biyokütleyi ısıtma hızı ne kadar yavaş olursa prolizden elde edilen ürün miktarı o kadar fazla olmaktadır (Lehmann ve Josephen, 2009; Hunt et al., 2010). Biyokömürilk kez Amazon ormanlarında insanların yaşadığı yerlerin yakınında bulunan verimli topraklarının çok koyu renkli olması ile dikkat çekmiş; organik madde bakımından zengin olan koyu renkli bu toprakların Amozon yerlilerinin ağaç dalları ve orman atıklarını yakarak toprağa gömmesi ile oluştuğu anlaşılmıştır. Biyokömür, çok eskiden beri kullanılan odun kömürü ve benzeri materyallerden; toprağın iyileştirilmesi, verimliliğin sağlanması ya da artırılması, karbon depolama ve toprak sızıntı suyunun filitrasyonu gibi özellikleriile ayrılmaktadır. 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler imza atmışlardır. Buna göre ülkeler sanayilerinde hava kirliliğine, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına ve topraklarında kirlenmeye neden olan her türlü kirleticiyi azaltmak ve önlemek zorundadırlar. Ülkeler ve firmaları, karbon azaltım taahhütlerine yönelik faaliyetleri sonucunda, azalttıkları her bir tona eş değer karbon için, ticareti de yapılabilen, “Karbon Tahsisatı” veya “Karbon Kredisi” olarak adlandırılan karbon hakları vardır. Bu şekilde içerdiği karbonu toprağa gömerek atmosfere geri dönmesini önleyen bu ticaret, ülkelere Kyoto Protokolü kapsamında karbon puanı sağlar. Bu durum biyokömürün önemi giderek daha da artmıştır (Organ ve Çiftçi, 2013). 2. Biyokömür Nelerden Elde Edilir? Organik ve inorganik maddeler biyokömür üretiminde hammadde olarak kullanılabilmektedir. Mineral içerik bakımından yüksek olan her organik madde, ısıl işleme tabi tutulduğunda biyokömür elde edilmektedir. Odun yongası, mısır koçanı, pirinç kabuğu, fıstık kabuğu, ağaç kabuğu gibi tarımsal atıklar, işlenmiş kağıt atığı, hayvan gübresi, kentsel atıklar, ormansalbiyokütle atıkları biyokömür 149 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X hammadde kaynaklarına örnek olarak verilebilir.Biyokömürün bileşimi (C, N, K, Ca…) kullanılan hammadde çeşidine göre değişiklik gösterebilmektedir (Windeatt et al., 2014). 3. Biyokömür’ünÖzellikleri Nelerdir? 1. Mikro-Gözenekli Yapısı Hava ve su tutma kapasitesi Mikroorganizmalar için doğal yaşam ortamı oluşturması Kimyasal element adsorbsiyonu Nem kontrolü 2. Alkali Kapsam Toprağın kimyasal içeriğinin zenginleştirilmesi Toprakların nötr hale getirilmesi Mikroorganizmaların çoğalmasında rol alması 3. İnorganik İçerik Ototrofik ve simbiyotik mikroorganizmaların artması Baklagil bakterileri (Rhizobium) çoğalması Bazı mantar türlerinin bulunması 4. Biyokömür Kullanımı Biyokömürleonardit ve klinoptilot gibi toprak düzenleyicisi olarak iş görmektedir. Tarımda gübre olarak tek başına değil; herhangi bir gübre ya da kompostla karıştırılarak kullanılmaktadır. Çünkü biyokömürün esas görevi gübrenin etkin bir şekilde tutunmasını sağlayarak bitkinin gübreden çok daha fazla yararlanmasını sağlamaktır (Zheng et al., 2010; Sufardi et al., 2011). Biyokömür oldukça gözenekli bir yapıya sahiptir. Gözenekli bu yapı sayesinde toprakta bulunan mikroorganizma yoğunluğunun ve faaliyetlerinin artmasını; toprağın su tutma kapasitesinin de artmasını sağlamaktadır (Gul et al., 2015; Plaza et al., 2015). Ayrıca toprak katyon değişim kapasitesini düzenlemektedir. Biyokömür, farklı kimyasal özelliklere sahi topraklara uygulandığında farklı sonuçlar elde edilmiş ve ürün verimi ve kalitesinin değiştiği tespit edilmiştir (Verheijen et al., 2010; Herath et al., 2013; Liang et al., 2014; Peake et al., 2014). 150 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo1. Biyokömürün Kullanım Şekli ve Dozaj Uygulamaları (www.marmore.com.tr/kutuphane-biochar) Bitki Türü Kullanım Oranı Sebze ve Tahıllar 50 Ton/Ha (5 Ton/da) 5 kg/m2 alana Meyveler 1-5 kg/çukur 1-5 kg/ağaç 1-5 kg/ m2 alana Süs Bitkileri 1-5 kg/çukur Kullanım Şekli Toprak hazırlığı yapılırken, yanmış ahır gübresiyle veya kimyasal gübrelerle karıştırılarak, toprağa serpilir ve karıştırılır. Toprak yapısına bağlı olarak bahçe kurulmadan önce toprak hazırlığı sırasında, yanmış ahır gübresiyle veya kimyasal gübrelerle karıştırılarak, toprağa serpilir ve karıştırılır. Fidan dikimi sırasında açılan fidan çukurlarına toprak yapısına bağlı olarak değişen miktarlarda, gübreyle birlikte biyokömür çukura ilave edilir ve fidan dikilerek can suyu verilir. Mevsimsel yağışlardan önce ağaçların taç iz düşümüne gerekli oranda biyokömür serpilir ve toprağa karıştırılır. Toprak hazırlığı yapılırken yanmış ahır gübresiyle veya kimyasal gübrelerle karıştırılarak toprağa serpilir ve karıştırılır. Fidan dikimi sırasında açılan fidan çukurlarına toprak yapısına bağlı olarak değişen miktarlarda gübreyle birlikte biyokömür çukura ilave edilir ve fidan dikilerek can suyu verilir. 5. Biyokömür’ün Ekolojik Önemi Biyokömür hem toprağa hem de bitkisel üretime çeşitli yararlar sağlamakta bu yararları sağlarken aynı zamanda doğaya zararvermemektedir. Metan emisyonunu engellemesi, N2O emisyonunu ciddi oranda azaltması, karbonun uzun süre tutulması toprağın pH değerini yükseltmesi, su kullanımını aktive etmesi, katyon değişim kapasitesini artırması ve geçirgenliği yükseltmesi tarım arazileri başta olmak üzere toprak ekosistemine katkıları arasında sayılmaktadır. Ayrıca biyokömür içeren toprakların renkleri koyu olduğu için güneş ışınlarını daha fazla absorbe ederler. Bitkisel üretime faydaları ise; bitki büyümesini hızlandırması, ürünlerin pazara erken girmesini sağlaması, birim alandan yüksek verim elde edilmesi ve ürün kalitesinin artırılması, bitkinin hastalık ve zararlılara karşı dirençli olmasıdır (Granadstein et al., 2009; BiocharScience Network, 2010; Widowati et al., 2011). 151 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çevre yönetiminde biyokömür uygulamaları, birbiri ile ilişki içersinde olan dört farklı konuyu etkiler; toprak iyileştirme, atık yönetimi, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve enerji üretimi (Chen et al., 2014).Biyokömüriklim değişikliği ile mücadeleye yardımcı olmaktadır. Atmosfere karbon ilavesini negatif hale getirir ve karbon toprakta tutunarak yüzlerce yıl etkisini devam ettirir. Biyokömür günümüzün en önemliekolojikproblemi olan küresel ısınmanın engellenmesinde kullanılan doğa dostu bir üründür. Kaynaklar Chen, X., Chen, Z.,Cheng, S.,Dai, J., Fu, T.,Gai, J., Guan, C., Guo, Y., Li, Z., Liu, X., Lv, F.,Rong, T.,Shan, L.,Wu, C., Wu, W.,Xiang, Z., Xie, L., Bou, S.,Yu, Z.,Yuan, L., Zhai, H., Zhang, Q.,Zhu, Y., (Editorial), 2014. Beyond Biochar – Soil.Plantand Environment: ResearchProgressandFutureProspects. Journal of IntegrativeAgriculture, 13(3): 467-470. Granatstein, D.,,Collins, H., Garcia-Perez, M., Yoder, J., 2009. Submitted to the SustainableAgriculture Grant Program Illinois Department of Agriculture Final Report. Submitted to the Sustainable Agriculture Grant Program Illinois Department of Agriculture, 181 page, USA. Gul, S.,Whalen, J.K., Thomas, B.W., Sachdeva, V., Deng, H., 2015.Physicochemicalpropertiesandmicrobialresponses in biochar-amendedsoils: Mechanismsandfuturedirections. Agriculture, Ecosystemsand Environment 206, 46–59. Herath, H.M.S.K.,Arbestain, M.C., Hedley, M., 2013.Effect of biochar on soilphysicalproperties in twocontrastingsoils: An Alfisoland an Andisol. Geoderma 209–210, 188–197. Hunt, J.,DuPonte, M., Sato, D., Kavabata, A., 2010.The Basics of Biochar : A Natural SoilAmendment. Collage of TropicalAgricultureand Human Resources. University of Hawai’i at Manoa, December SCM-30, 1-6. Lehmann, J.,Josephen, S., 2009.BiocharforEnvironmental Management: An Introduction. ES_BEM_16-2, page 1-12. Liang, F.,Li, G., Lin, Q., Zhao, X., 2014.CropYieldandSoilProperties in the First 3 Years Afte rBiochar Application to a CalcareousSoil.Journal of Integrative Agriculture, 13 (3): 525-532. Organ, İ., Çiftçi, T.E., 2013. Karbon Vergisi. Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:6, Sayı: 1, s. 81-95. Peake, L.R.,Reid, B.J., Tang, X., 2014.Quantifyingtheinfluence of biochar on thephysicalandhydrologicalproperties of dissimilarsoils. Geoderma 235–236, 182–190. Plaza, C.,Pawlett, M., Fernandez, J.M., Mendez, A., Gasco, G., 2015, Doesbiocharinterferewithstandardmethodsfordeterminingsoilmicrobialbioma ssandphenotypiccommunitystructure? SoilBiology&Biochemistry 81, 143146. 152 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sufardi, K.,Nisa, Zaitun, Chairunas, Gani, A., Slavich, P., McLeod M., 2011.Effect of NPK fertilizerandbiocharapplicationtosoilchemicalproperties of irrigation paddy.Proceedings of TheAnnual International Conference Syiah Kuala University, 55-59, Banda Aceh, Indonesia. Verheijen, F.,Jeffery, S., Bastos, A.C., Velde, M., Diafas, I., 2010.Biochar Application toSoilsA Critical ScientificReviewof Effects on SoilProperties.ProcessesandFunctions, JRC Scientificand Technical Reports, 166 page, Ispra-Italy. www.marmore.com.tr/kutuphane-biochar Widowati, Utomo, W.H.,Soehonod, L.A., Guritno, B., 2011.Effect of biochar on theReleaseandLoss of NitrogenfromUreaFertilization. Journal of AgricultureandFoodTechnology, 1(7) 127-132. Windeatt, J.H.,Ross, A.B., Williams, P.T., Forster, P.M., Nahil, M.A., Singh, S., 2014.Characteristics of biocharsfromcropresidues: Potential for carbon sequestration and soil amendment. Journal of Environmental Management 146, 189-197. Zheng, W.,Sharma, B.K., Rajagopalan, N., 2010.Using Biochar as a SoilAmendmentforSustainableAgriculture. Illinois SustainableTechnology Center University of Illinois at Urbana-Champaign, Submitted to the SustainableAgriculture Grant Program Illinois Department of Agriculture, 42 page, Illinois, USA. 153 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İyi Tarım Uygulamalarında 5N1K Derya Şenal1, Turgut Kutlu1, Sema Leblebici1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Gülümbe-Bilecik, E-posta: derya.senal@bilecik.edu.tr 1 Özet: Geleneksel tarım hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla üretimin artmasına yönelik geliştirilen sentetik girdilerle (pestisit, gübre, vb.) doğal dengenin bozulmasına, çevre kirliliğine, insan, bitki ve hayvanlarda sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Geleneksel Tarımın yaratmış olduğu olumsuz etkiler neticesinde bu sisteme alternatif olarak İyi Tarım Uygulamaları geliştirilmiştir. İyi Tarım Uygulamaları tarımın sürdürülebilir hale getirilmesi ve aynı zamanda da kırsal kalkınmayı sağlayan, ekonomik açıdan karlı, verimli, insan sağlığını ve varlığını koruyan, hayvan sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir sistem olarak tanımlanmaktadır. Bu makale, İyi Tarım Uygulamalarının ne, neden, nasıl, ne zaman, nerede ve kimlere sorularına cevap bulacak şekilde daha önce yapılan çalışmalardan faydalanarak hazırlanmıştır. Anahtar kelimeler: İyi Tarım Uygulamaları, Konvansiyonel Tarım, Pestisit, Gübre 6Wh in Good Agricultural Practices Abstract: Conventional Agricultural Practices, which were developed to supply sufficient amount of food for increased world population by using excessive amount of synthetic inputs (Pesticides, fertilizers etc.), caused distruption of natural balance, environmetal pollutions, appearance of health problems in human, plants and animals. Good Agricultural Practices were outlined alternatively due to the negative effects of Conventianal Agricultural Practices. Good Agricultural Practices are described as a system making agriculture sustainable, supporting rural development, economically rantable, productive, conserving human health and presence, considering environmental importance including animal health and welfare. This article has been prepared as answers of 6Wh questions (What, Why, When, Which, Where and Who) related to Good Agricultural Practices by using recent studies. Key words: Good Agricultural Practices, Conventianal Agriculture, Pesticides, Fertilizers 154 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Konvansiyonel Tarım ve Neden Olduğu Sorunlar Konvansiyonel tarım, dünyada ve ülkemizde birim alandan en fazla ürünü ve kazancı elde etmek amacıyla oluşturulmuş bir tarımsal üretim sistemidir. Bu sistem içerisinde her türlü kimyasal ilaç, sentetik gübre ve bitki geliştirici hormonlar denetime tabii tutulmadan kontrolsüz bir şekilde kullanılmaktadır. Beraberinde insan, hayvan-bitki sağlığı, ve çevre kirliliği sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle son dönemlerde sağlık alanında yapılan araştırmalara göre, pestisitlerin insanlarda karaciğer, akciğer, pankreas, meme, lösemi, lenfoma vb. kanser vakalarına (Eskenazi et al., 2006), şeker hastalığına (Eskenazi et al., 2009), hiperglisemi, hiperinsülinemi rahatsızlıklarına, ve Parkinson hastalığına (Ascherio et al., 2006) neden olmaktadır. Gebelik sürecinde ceninlerin ölüm risklerinin artması (Venners et al., 2005), doğum sonrası prolaktin düzeyinin ve süt üretiminin etkilenmesi, emzirme süresinin kısalması (Gladen and Rogan, 1995), 8 yaş civarlarındaki kız çocuklarının fiziksel büyümelerinin gerilemesi (Karmaus et al., 2002), kızlarda adet başlama döneminin daha erken yaşlara çekilmesi (Ouyang et al., 2005), erkeklerin sperm miktarlarının azalması (De Jager et al., 2006), kadınlarda menopoz yaşının erkene çekilmesi (Akkina et al., 2004), ve hamile kalma süreçlerinin gecikmesi (Cocco et al., 2005) tarım ilaçlarına bağlanmaktadır. Aynı zamanda, anne karnındaki sıvıya ve anne sütüne geçen ilaçların sinir reflekslerini zayıflattığı (Rogan et al., 1986), insanlardaki gerginliği arttırdığı (Sagiv et al., 2008) tespit edilmiştir. Sentetik gübrelerden fosforun besin ve suya bulaşması sonucunda kalp ve damarlar ile bağlantılı olarak kardiyovasküler risklerin ortaya çıkmasına, kronik böbrek hastalıklarının oluşmasına (Kalantar-Zadeh et al., 2010); azot, methemoglobinemi hastalığına (Wolfe and Patx, 2002), mesane, prostat, yumurtalık, mide ve karaciğerde kanser vakalarına (Weyer et al., 2001) neden olmaktadır. Eskiden çabuk atlatılan ancak günümüzde ölüm vakalarıyla sonuçlanan grip hastalığı, sıkça hastalanan dirençsiz çocuklar, allerjik vakalar, düzensiz uyku, kansızlık, görme bozuklukları, v.b bir çok hastalığın sebebi tarımda kullanılan sentetik kimyasallara bağlanmaktadır. Ancak, bu çalışmalarla ilgili daha kesin sonuçlara ulaşmak için daha detaylı çalışmaların yapılması ön görülmektedir. Tarımda kullanılan sentetik kimyasallar beraberinde doğadaki birçok canlıyı da tehdit etmektedir. Uygulanan tarım ilaçları atmosfere karışarak soluduğumuz havayı, sulama suları ve yağmurlarla birlikte bitkiden ve topraktan yıkanarak yer altı sularına karışarak sularımızı; kısacası çevreyi kirletmektedir. Kullanılan sentetik gübreler ise toprağın organik yapısını bozarak çoraklaşmaya ve tuzlanmaya sebep olmaktadır. Konvansiyonel tarımın yaratmış olduğu bu sorunlar beraberinde alternatif tarım sistemlerini geliştirmiştir. Bu sistemlerden biri de İyi Tarım Uygulamaları'dır. 155 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2. İyi Tarım Uygulamaları Nedir? İyi Tarım Uygulamaları (İTU), FAO tarafından "tarımsal üretim sisteminin sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler" olarak tanımlanmaktadır. 3. Neden İyi Tarım Uygulamaları İyi Tarım Uygulamaları çevrenin ve toprağın korunmasını amaçlar, aynı zamanda da tarımsal üretimin karlı ve verimli olmasını sağlar. Hayvan sağlık ve refahını, tarımda geriye yönelik izlenebilirliği ve gıda güvenliğini sağlar. Bunlara ilave olarak kontrollü ve sertifikalı üretim sistemini oluşturur. Zararlılarla Entegre Mücadele (Integrated Pest Management-IPM) ve Entegre Ürün Yetiştiriciliği (Integrated Crop Management-ICM) tekniklerini bir arada kullanmaktadır. Üretici ve tarım işçilerinin sağlık, güvenlik ve refahına yönelik tedbirleri kapsar. Çalışanların refahı için ISO 9001 Kalite, ISO 14001 Çevre Yönetim ve OHSAS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemleri standartlarından yararlanır. İTU, tarımsal üretimimiz iç ve dış pazarda rekabet şansını yakalar. Ürünlerin, insan sağlığına zararlı kimyasal, fiziksel ve mikrobiyolojik kalıntılar içermediği; çevreyi kirletmeden ve doğal dengeye zarar vermeden; insan ve diğer canlıları olumsuz etkilemeden üretildiğini belgeler. Kısaca, tüketicilere tarımsal ürünlerin ve işlenmiş gıdaların güvenle üretildiğinin garantisini sunar. Üretim sonrası hasat ve depolamada hijyenik koşulların sağlanması ve ürüne bulaşmanın önlenmesi amacıyla Tehlike Analizi ve Kritik Kontrol Noktaları (HACCP) standartları uygulanır. 4. İyi Tarım Uygulamalarının Amacı Kimyasal kullanımının azaltılması; toprak ve çevreye zarar veren uygulamaların en aza indirilmesi. Doğru bitki koruma uygulamaları ve bitki besleme teknikleri ile biyoçeşitlilik gözetilerek türlerin korunması. Doğru bitki koruma uygulamaları ve bitki besleme teknikleri ile tarımda verim ve kalitede artış sağlayarak insan ve hayvan sağlığı ile çevreyi tehdit eden uygulamaları önlemek. Kısıtlı su kaynaklarının akılcı ve planlı kullanımını sağlamak. Tarımsal üretimin her aşamasının kontrol ve kayıt altına alınması. Havzalarda bulunan yeraltı sularının çekilmesini en aza indirgeme. Pestisitlerin yönetmeliklere uygun olarak toplanmasını sağlamak. Yeraltı su kaynaklarının daha etkin, planlı ve akılcı kullanılmasını sağlamak. Çiftçilerin kendi alanlarının uzmanı haline getirilmesi. Tarımsal ürünlere sertifika alınarak ihracatta yaşanabilecek sorunların önüne geçmek (Ersun ve Arslan, 2011). 156 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 5. İyi Tarım Uygulamalarının İlkeleri ve Koşulları İTU'nın ilke ve koşulları aşağı tabloda çevre, toplum ve ekonomi açısından zorunlu ve tavsiye şeklinde özetlenmektedir. ÇEVRE Toprak TOPLUMSAL Sosyal ve İnsan Hakları Zorunlu yapılması gerekenler *Toprak muhafazası/erozyon *Yerinde konut ve *Bitki ve hayvan verimliliği sıhhi tesisler *Toprakla ilgili besinler ve İş/Çalışma Haklarıgübreleme Çalışma Şartları *Çalışma şartları **İşte güvenlik ***Güvenlik sorunları üzerine eğitim ***Güvenli çalışma ortamı ***Güvenlik ekipmanları ve acil durum kitleri ***Güvenli kullanım kimyasalları Orman **Sağlıklı çalışma şartları *Tükenmiş ağaçların ve **Güvenli içme ormanların yeniden suyuna erişim ağaçlandırılması **İş yerinde sağlık *Kesim ve/veya yangınlara tesislerine ulaşım karşı ormanların korunması **Tıbbi *Ekosistemin korunması yardım/sağlık *Üretim alanları içerisinde sigortası erişim ormanların korunması **Mekanda eğitim Kimyasallar/Doğal Organik ihtiyaçları Girdiler 157 EKONOMİK Kalite *Kalite yönetimi uygulamaları *Ürün güvenliği *Soğuklama, paketleme, depolama ve hijyen olanakları *Ürün özellikleri **Canlılık Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 *Tüm kimyasallar yasak *İzinli kimyasalların listesi *Entegre Zararlı/Ürün Yönetimi (IPM/ICM) sistemleri *Kimyasal maddeler **Gübreler **Pestisitler **Diğer kimyasallar *Organik doğal girdiler **Gübreler **Biopestisitler *Ekipman ve kimyasal kullanımı ile ilgili eğitim *Depolama/Düzen/Kimyasal atıklar *Kimyasalların yönetimi *Yabancı ot kontrolü Biyoçeşitlilik *Yeni üretim için etki analizi *Tampon bölge *Su kültürü yoğunluğu / çeşitlilik *Ekolojik niş *Yüksek koruma değeri alanları *Biyoteknolojinin kullanımı *Genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanımı **Yönetim sistemi **Risk önleme Hayvanlar *Hayvancılıkta sağlıklı ve insanca muamele *Hayvan ıslahı *Beslenme, tedavi ve yöntem *Hayvan refahı *İlaç kullanımı Atık *Atık yönetimi-toplama, işleyiş, yoketme *Kirlilik yönetimi *Değer zincirinde ürünlerin atık ambalajı 158 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 *Atıkların yok edilmesi **Atıkları ortadan kaldırmak için yakma Su *Az bulunan alanlarda kullanım/yüksek risk *Belirli kullanım/yönetim stratejisi **Koruyucu yöntemlerle suyun azaltılması **Atıkları azaltmak için malzemelerin yeniden kullanımı **Geridönüşüm suyu *Su kalitesi **Su arıtma **Su koruma **Suyun bertaraf edilmesi Biyoçeşitlilik *Habitat/ekosistem *Yaban hayatı *Ayrılmış arazi *Temel arazi kullanımının değiştirilmesi Atık *Atık yönetimi-toplama, işleyiş, yoketme **Koruyucu yöntemlerle atıkların azaltılması **Atıkları azaltmak için malzemelerin yeniden kullanımı **Önlenemeyen geri dönüşüm atıklar *Kompost yapımı Enerji Kullanımı/Yönetimi *Enerji kullanımının Tavsiyeler İş/Çalışma HaklarıÇalışma Şartları *Zorunlu olmayan çalışma *Fiziksel şiddetin kullanılmaması *Çocuk işçilerin yasaklanması İş/Çalışma Haklarıİstihdam Koşulları *İstihdam koşulları **Hizmet poliçeleri ve uygulamaları ***İstihdam uygulamalarının şeffaflığı ***Yazılı sözleşme **Açıkça belirtilen izin günleri **Ücretlerin zamanında ödenmesi **Asgari ücret şartı 159 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 azaltılması *Yenilenebilir enerji ISSN 2149-147X **Ücret düzeyi **Çocuk işçi ve minimum yaş sınırı **Eşit ücret **Çalışma saatlerinin maksimum sayısı **Desteklenen lokal kira ve satınalma İş/Çalışma Haklarıİşçileri Güçlendirme *Örgütlenme özgürlüğü *Toplu pazarlık *İşte ayrımcılık yapılmaması *Ortak komiteler ve birlikler (www.standardsmap.org) 6. Avrupa’da, Dünyada ve Türkiye’de İTU’nın Tarihsel Süreci 1997'de Avrupa'da lider perakendecilerin oluşturduğu Euro-Retailer Produce Working Group (EUREP), İyi Tarım Uygulamaları ve belgelendirilmesi çalışmalarını başlatmıştır. Şubat 2001'de EUREP'in perakendeci ve tedarikçi üyeleri, "Konsey" ve "Teknik ve Standartlar Komitesi" ni kurmuşlar ve EUREPGAP sertifikasyon kurallarını ortaya koyan dokümanlarını yayımlamışlardır. Son yenilemesi Mart 2007'de onaylanarak yürürlüğe girmiş, Eylül 2007'de Global-G.A.P. olarak isim değişikliği yapılmıştır. Şu an dünyada tüm kıtalarda 110'un üzerinde ülkede 130.000'den fazla üretici 400'ün üzerinde üründe Global-G.A.P. uygulamalarına devam etmektedir. Aynı zamanda 1400 uzman ve denetçiyle birlikte akredite olmuş 142 sertifikasyon kuruluşu Global G.A.P. alanında hizmet sunmaktadır (http://search. standardsmap.org/ assets/ media/ GLOBALGAP/ English/ AtAGlance_EN.pdf). Ülkemizde İyi Tarım Uygulamaları 08.09.2004'te "İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik" ile başlatılmıştır. 6968 sayılı "Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Kanunu" ve bunlara ilişkin çıkarılan mevzuat İTU'nun ülkemizdeki temellerini oluşturmuştur. İTU’na ilişkin yönetmelik 08.09.2004 tarihinde 25577 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiş, 15.05.2006 tarihinde son halini almıştır (http://www.ctr.com.tr). 160 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 7. İyi Tarım Uygulamaları'nın Faydaları Üreticilere; İç ve dış pazarda tercih edilme sebebidir. Eşit rekabet şartlarında önde olmayı sağlar. Perakendecilerle nitelikli anlaşma sağlar. Kaliteli ürün yetiştiriciliğine olanak sağlar. Uzun vadede üretim maliyetlerinde düşüş, dolayısıyla karda artış imkanı sağlar. Üretimde çalışan kişilerin güvenliğini ve refahını sağlar. Tüketicilere; Gıda güvenliği ve insan sağlığı ile ilgili riskleri azaltır. Ürünün kaynağı hakkında izlenebilirlik sayesinde yeterli bilgiyi sağlar. Üründe kalite ve güvenilirliği sağlar. Gıda kalitesi ve güvenliği ile ilgili talepleri karşılar. Perakendecilere; Üretici ile nitelikli anlaşma olanağı sağlar. Halk sağlığı ve ürünün güvenilirliği ile ilgili endişeleri ortadan kaldırır. Tüketicinin ürüne olan güveniyle talepte artış sağlanır. Yasal düzenlemelere uygunluk göstermesi nedeniyle engellerin ortadan kalkmasına olanak sağlar. Çevreye; Sürdürülebilir, çevreye karşı sorumluluk alan bir üretim, doğal hayatın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlar. Tarımın çevreye olan zararlı etkilerinin azaltır. Korumacı bir yönetim planı uygular (Ersun ve Arslan, 2011; http://www.ctr.com.tr). Sonuç olarak, ülkemizde son yıllarda İyi Tarım Uygulamaları özellikle ihracata yönelik üretim yapan üreticilerimiz tarafından benimsenmiş olup, günümüzde giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak bu uygulamaların daha da yaygınlaşması ve başarılı olabilmesi için destek politikalarının geliştirilmesi beklenmektedir. Üreticilerin yanında sağlıklı ve güvenli ürün tüketmeyi tercih eden toplumun her kesimini, İyi Tarım Uygulamaları hakkında bilgilendirmek için görsel basını kullanarak, eğitim seminerleri vererek bilinçlendirmemiz gerekmektedir. Kaynaklar Akkina J., Reif J., Keefe T. and Bachand A. 2004. Age at natural menopause and exposure to organochlorine pesticides in Hispanic women. J. Toxicol Environ Health A 67(18):1407-1422. Ascherio A., Chen H., Weisskopf M.G., O'Reilly E., McCullough ML., Calle EE., Schwarsschild MA. and Thun MJ. 2006. Pesticide exposure and risk for Parkinson's disease. Ann. Neurol. 60(2), 197-203. Cocco P., Fadda D., Ibba A., Melis M., Tocco MG., Atzeri S, et al. 2005. Reproductive outcomes in DDT applicators. Environ Res. 98(1):120-126. 161 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Ersun, N. ve Arslan, K. 2011. Türkiye'de Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları Üretim ve Pazarlama Esasları, İstanbul Ticaret Odası Yayın No: 2010-101, 325. Eskenazi B., Marks Ar., Bradman A., Fenster L., Johnson C., Barr DB., et al. 2006. In utero exposure to dichlorodiphenyltrichloroethane (DDT) and dichlorodiphenyldichloroethylene (DDE) and neurodevelopment among young Mexican American children. Pediatrics 118(1):233-241. Eskenazi B., Chevrier J., Goldman Rosas L., Anderson H.A., Bornman M.S., Bouwman H., Chen A., Cohn B.A., de Jager C., Henshel D.S., Leipzig F., Leipzig J.S., Lorenz E.C., Snedeker S.M. and Stapleton D. 2009. The pine river statement: Human health consequences of DDT Use. Environmental Health Perspectives, V:117,N:9, 1359-1367. Fawell J. and Nieuwenhuijsen MJ. 2003. Contaminants in drinking water environmental pollution and health. Br. Med. Bull. 68(1), 199-208. Garabrant DH., Held J., Langholz B., Peters JM. and Mack TM. 1992. DDT and telated compounds and risk of pankreatic cancer. J Natl Cancer Inst 84 (10):764-771. Gladen BC. and Rogan WJ. 1995. DDE and shortened duration of lactation in a northern Mexican town. Am J Public Health 85(4):504-508. Haffner SM. 1998. Epidemiology of type 2 diabetes: risk factors. Diabetes Care 21(suppl 3):C3-C6. De Jager C., Farias P., Barraza-Villarreal A., Avila MH., Ayotte P., Dewailly E, et al. 2006. Reduced seminal parameters associated with environmental DDT exposure and p,p-DDE concentrations in men in Chiapas, Mexico: a crosssectional study. J Androl 27(1):16-17. Kalantar-Zadeh K., Gutekunst L., Mehrotra R., Kovesdy CP., Bross R., Shinaberger CS., Noori N., Hirschberg R., Benner D., Nissenson AR. and Kopple JD. 2010. Understanding sources of dietary phosphorus in the treatment of patients with chronic kidney disease. Clin. J. Am. Soc. Nephrol. 5(3), 519-530. Karmaus W., Asakevich S., Indurkhya A., Witten J. and Kruse H. 2002. Childhood growth and exposure to dichlorodiphenyl dichloroethene and polychlorinated biphenyls. J Pediatr 140(1):33-39. Ouyang F., Perry MJ., Venners SA., Chen C., Wang B., Yang F., et al. 2005. Serum, DDT, age at menarche, and abnormal menstrual cycle length. Occup Environ Med 62(12):878-884. Purdue MP., Hoppin JA., Blair A., Dosemeci M. and Alavanja MC. 2007. Occupational exposure to organochlorine insectisides and cancer incidence in the Agricultural Health Study. Int J Cancer 120 (3):642-649. Venners SA., Korrick S., Xu X., Chen C., Guang W., Huang A., et al. 2005. Preconception serum DDT and pregnancy loss: a prospective study using a biomarker of pregnancy. Am J Epidemiol 162 (8):709-716. 162 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Rogan WJ., Gladen BC., McKinney JD., Carreras N., Hardy P., Thullen J., et al. 1986. Neonatal effects of transplacental exposure to PCBs and DDE. J Pediatr 109(2):335-341. Sagiv SK., Nugent JK., Brazelton TB., Choi AL., Tolbert PE., Altshul LM., et al. 2008. Prenatal organochlorine exposure and measures of behavior in infancy using the Neonatal Behavioral Assessment Scale (NBAS). Environ Health Perspect 116:666-673. Weyer PJ., Cerhan JR., Kross BC., Hallberg GR., Kantamneni J., Breuer G., Jones MP., Zheng W. and Lynch CF. 2001. Municipal drinking water nitrate level and cancer risk in older women: the lowa Women's Health Study. Epidemiology 12(3), 327-338. Wolfe AH. and Patx JA. 2002. Reactive nitrogen and human health: acute and longterm implications. AMBIO J. Hum. Environ. 31 (2), 120-125. http://search.standardsmap.org/assets/media/GLOBALGAP/English/AtAGlance_E N.pdf. http://www.ctr.com.tr 163 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Farklı Oranlarda Kullanılan Çay Posasının Marul Bitkisi Gelişimi Üzerine Etkisi Ümran Gülsüm Irmak1 Nuray Mücellâ Müftüoğlu1 1 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, 17020 Çanakkale, E-posta: mucella@comu.edu.tr Özet: Ülkemiz’de, önemli miktarlarda ve değişik özelliklere sahip organik atıklar bulunmaktadır. Bu atıklar gerekli önlemler alınmadığı ve geri kazanımları sağlanmadığı takdirde çevre ve toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Çay bitkisinden de hem imalat aşamasında, hem de çay olarak içildikten sonra önemli miktarda organik atık meydana gelmekte, bu atıklar yakılmakta veya çöpe atılmaktadır. Yıllık yurt içi çay tüketim miktarı yaklaşık 140000 ton olup bu kadar çay tüketilmesi bu kadar çay posasının oluşmasına neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı; organik bir atık olan çay posasının bitki yetiştiriciliğinde yetiştirme ortamı olarak değerlendirilme olanaklarının araştırılmasıdır. Araştırmada bitkisel materyal olarak Lactucasativa (marul), yetiştirme ortamı olarak toprak ve çay demlendikten sonra geriye kalan posa kullanılmıştır. Çay posası ve toprak kullanılarak; 1. Toprak, 2. ¼ Çay posası + ¾ Toprak, 3. ½ Çay posası + ½ Toprak, 4. ¾ Çay posası + ¼ Toprak, 5. Çay posası olmak üzere 5 farklı ortam denenmiştir. Tohum ekimi 07.11.2012 tarihinde yapılmış, 07.01.2013 tarihinde ise bitki hasat edilmiştir. Hasat edilen bitkilerde; verim, kök ağırlığı, verim/kök ağırlığı, bitki boyu, kök uzunluğu özelliklerine bakılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler MINITAB 16.0 istatistik paket programı ile değerlendirilmiştir. Denenen ortamlardan en uygununun toprak olduğu, çay posasının miktarı arttıkça bitki gelişiminin olumsuz etkilendiği belirlenmiştir. Çayın demlenmesi esnasında bitki besin maddelerinin büyük bir kısmının deme geçmesi nedeni ile bitki besin maddelerinin azaldığı bu nedenle bitkinin yer aldığı ortamın da fakirleştiği, ayrıca organizmalar ile mücadeleye giren bitkinin yenik düştüğü sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler: Çay posası, marul, organik atık, verimlilik Effects Of Different Rates Of Tea Wastes On Growth Of Lettuce Abstract: There are huge amounts of organic wastes with different characteristics in Turkey. Such wastes may negatively affect environmental and social health when the relevant measures are not taken and recycle of these wastes 164 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X are not supplied. Tea creates significant amounts of organic waste both during the processing activities and after consumed as a drink. These wastes most of the time are incinerated or disposed to garbage. Annual domestic tea consumption is about 140 000 ton and such an amount creates an equal amount of organic waste each year. The present study was conducted to investigate the possible use of organic tea wastes as a growing medium in plant production activities. Lettuce (Lactuca sativa) was used as the plant material and soil-brewed tea waste mixture was used the growing medium of the study. Five different growth mediums were used in experiments (1. Soil, 2. ¼ Tea waste + ¾ Soil, 3. ½ Tea waste + ½ Soil, 4. ¾ Tea waste + ¼ Soil, 5. Tea waste). Sowing was performed on 07.11.2012 and harvest was performed on 07.01.2013. Yield, root weight, yield/root weight ratio, plant height and root length were investigated on harvested plants. Statistical analyses were performed by using MINITAB 16.0 software. Soil was found to be the best growing medium and increasing tea waste ratios negatively affected plant growth. Since majority of the nutrients passed to brewed solution while brewing, the growth mediums containing tea wastes were found to be poor in nutrients. Plant struggle with microorganism also weakened the plants. Key words: Tea waste, lettuce, organic waste, yield 1. Giriş Ülkemizde ve Dünya’da her yıl önemli miktarlarda ve değişik özelliklere sahip atıklar ortaya çıkmaktadır. Gerekli önlemler alınmadığı ve geri kazanımları sağlanmadığında bu atıklar öncelikle çevre, daha sonra da toplum sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Özellikle bünyesinde yüksek oranda organik madde içeren atıklar bilinçsizce ve gelişi güzel olarak çevreye terk edildiğinde, kolayca aerobik ve anaerobik parçalanmaya uğramakta ve bunun sonucunda görüntü kirliliği ve yoğun bir kötü kokunun yanı sıra her türlü hastalık etmeni mikroorganizmanın üremesine ortam sağlamaktadırlar (Erdoğan, 2004). Çay bitkisi gerek yetiştiriciliğinde budama artıkları, gerek imalat esnasındaki çay çöpü ile gerekse demlendikten sonra kalan çay posası ile bu organik maddeler içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Çay, Türkiye ekonomisi için olduğu kadar Doğu Karadeniz Bölgesinin ekonomisi ve sosyal yaşamı için de vazgeçilmez bir üründür. Ülkemizde çay tarımı; Doğu Karadeniz Bölgesinde Rize, Artvin, Trabzon, Giresun ve Ordu illerini kapsayan toplam 767000 dekar alanda yapılmaktadır. Çok yıllık bir bitki olan çay, dünyada çok geniş bir iklim kuşağında yetiştirilmektedir. Türkiye’deki çay yetiştirilen alanlar, dünyada çay yetiştirilen alanların en kuzey enleminde yer almaktadır. Türkiye’de çay bitkisi Doğu Karadeniz Bölgesinde 40°45´-41°32′ ′kuzey enlemleri ile 37°30´-45°00´ doğu boylamları arasında, doğuda Gürcistan sınırından başlayan ve batıda Fatsa’ya değin uzanan alan içerisinde, sahilden 30 km içerilere giren, yer yer 1000 m yükseltiye erişen dar bir kıyı bandında yetiştirilmektedir. 165 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bu alan içerisinde Trabzon ili sınırları içinde bulunan Araklı deresine kadar olan bölge ekonomik anlamda çay bitkisi için birinci bölge, bu bölgenin batısında kalan bölge ise ikinci bölgedir. Bunun sebebi gerek iklim gerekse toprak özelliklerinin Araklı deresinden sınıra doğru olan bölgede çay yetiştiriciliği için daha uygun olmasıdır. Bu durumun yansıması olarak da Türkiye’deki çay yetiştiriciliği yapılan tarım alanları doğudan itibaren sınırımızdan başlayarak %11’i Artvin, %65’i Rize, %21’i Trabzon ve %3’ü ise Giresun ve Ordu illerinde yer almaktadır. Ülkemizde çay yetiştiriciliği yapılan alanların %93’ü 0-500 m yükseltilerde, %95’i sahilden 25 km içeriye kadar yayılmaktadır. Çay bahçelerinin %9’u ekonomik ömür kabul edilen 50 yaş üzerindedir. Bölgenin coğrafi karakteri nedeniyle çay bahçeleri düzden sarpa kadar değişen farklı eğimlerde kurulmuştur. Çay bitkisinden elde edilen yıllık çay üretim miktarı yaklaşık 215000 ton olup yıllık yurt içi tüketim miktarı ise yaklaşık 140000 tondur (Anonim, 2015). Çay bitkisi, yetişmesi için gerekli olan koşulların sağlanabildiği bazı ülkelerde olmasına rağmen ekonomik olarak 30 kadar ülkede yetiştiriciliği yapılmaktadır. Ülkemiz çay yetiştirilen alanlar bakımından 7., üretilen mamul çay bakımından 5. sırada bulunmakta, tüketim olarak ise yılda yaklaşık kişi başına 2,5 kg ile 2. lik ile 4. lük arasında yer almaktadır. Çaylık alanların budanması, çayın üretilmesi, piyasaya sürülmesi ve tüketilmesi önemli miktarda çay atığının oluşmasına neden olmaktadır. Çay posasının yanı sıra çay bitkisinden imalat aşamasında çıkan çay çöpü adı verilen kaba materyal de organik atık olmasına rağmen kullanma olanağı olmadığından yakılmakta veya çöpe atılmaktadır. Çay bitkisi ve çay tarım toprakları ile ilgili birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen (Müftüoğlu, 1982; Sarımehmet ve ark., 1982; Kacar ve ark., 1987; Müftüoğlu, 1987a; Müftüoğlu, 1987b; Müftüoğlu, 1989; Müftüoğlu, 1990; Kacar ve ark., 1991; Müftüoğlu ve Sarımehmet, 1993a; Müftüoğlu ve Sarımehmet, 1993b; Sarımehmet ve Müftüoğlu, 1993a; Sarımehmet ve Müftüoğlu, 1993b; Müftüoğlu ve Demirer, 1997; Müftüoğlu, 1998; Müftüoğlu ve Sarımehmet, 1998; Müftüoğlu ve ark., 2010; Müftüoğlu ve ark., 2012a; Müftüoğlu ve ark., 2012b; Müftüoğlu ve ark., 2013) çay atıklarından yararlanma amacı ile çok daha az çalışma yapılmış (Kütük, 2000; Yakupoğlu ve Özdemir, 2007; Aşık ve Kütük, 2012) ancak çay posası ile ilgili verimlilik amaçlı detaylı çalışmalara rastlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı; atık olarak çay posasının bitki yetiştiriciliğinde yetiştirme ortamı olarak değerlendirme olanaklarının araştırılmasıdır. 2. Materyal ve Yöntem Araştırmada bitkisel materyal olarak Lactucasativa (marul) bitkisinin Yedikule 5701 çeşidi kullanılmış ve denemenin yetiştirme ortamı materyali olarak çay posası ve toprak kullanılmıştır. Ortam olarak kullanılan toprağın analizi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümüne ait olan Bitki Besleme Laboratuvarında yapılmıştır. Materyal 166 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olarak kullanılan toprağın bünyesi kumlu, pH yönünden kuvvetli alkali, suda eriyebilir tuz bakımından tuzsuz, kireç bakımından fazla kireçli, alınabilir potasyum bakımından çok az ve organik madde miktarı ise çok az sınır değerleri arasında bulunmaktadır. Posa, çay bitkisinin yetiştirilip hasadından sonra fabrikasyon işlemlerinden geçmesi sonucu elde edilen kurutulmuş çayın demlendikten sonra geriye kalan atık kısmını oluşturmaktadır. Analiz sonucu çay posasının organik karbonu %47,27, toplam azotu %4,05 ve karbon azot oranı da 11,67 olarak tespit edilmiştir.Yapılan araştırma Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşke’sinde bulunan Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’ne ait olan plastik örtülü ısıtmasız serada yürütülmüştür. Denemede ilk aşama olarak marul tohumlarının çimlenme yüzdeleri bulunmuştur. İkinci aşamada marul tohumları 01.10.2013 tarihinde viyollere ekilmiş ve üçüncü aşamada gerçek üç yapraklı hale gelen marul fideleri 07.11.2012 tarihinde saksılara şaşırtılmıştır. Denemede çay posası kullanılarak 5 farklı ortam elde edilmiştir. Bunlar; 1. Toprak 2. ¼ Çay posası + ¾ Toprak 3. ½ Çay posası + ½ Toprak 4. ¾ Çay posası + ¼ Toprak 5. Çay posasıdır. Hasat olgunluğuna erişen marullar 07.01.2013 tarihinde hasat edilmiştir. Hasat edilen bitkilerde aşağıdaki parametrelere bakılmıştır. Verim (g/bitki): Bitki kök boğazından kesilerek hasat edilmiş ve hassas terazide tartılarak elde edilmiştir. Yaş kök ağırlığı (g/bitki): Bitkilerin kökleri hassas terazide tartılarak belirlenmiştir. Verim/Yaş kök ağırlığı: Bitkinin yeşil aksamı ile yaş kök ağırlığının birbirine oranlanması ile bulunmuştur. Bitki boyu (cm): Bitkideki en büyük yaprağın boyunun ölçülmesiyle bulunmuştur. Kök uzunluğu (cm): Bitkinin kök boğazından kök ucuna kadar olan kısmının ölçülmesiyle belirlenmiştir. 167 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Araştırma dört tekerrürlü olarak tesadüf blokları deneme desenine göre kurulmuş, araştırmadan elde edilen veriler MINITAB 16.0 istatistik paket programı kullanılarak varyans analizine tabi tutulmuştur. 3. Bulgular ve Tartışma 3. 1. Verim (g/bitki) Ortamlardan elde edilen verim değerleri Çizelge 1’de verilmiştir. Çizelge 1. Verim değerleri VERİM (g) 58,61±3,353 A 14,56±3,513 B 8,24±2,721 C 9,22±3,411 C 4,63±1,263 C %1 ORTAM Toprak 1/4 Çay posası+3/4 Toprak 1/2 Çay posası+1/2 Toprak 3/4 Çay posası+1/4 Toprak Çay posası LSD Verim değerleri 4,63-58,61 g arasında değişmekte olup en yüksek verime toprak ortamında ulaşılmıştır. Toprağa karıştırılan çay posası miktarı arttıkça verimde düşme görülmektedir. İstatistiki olarak incelendiğinde ortamlar arasında %1 önemde fark bulunmaktadır. 3. 2. Yaş Kök Ağırlığı (g/bitki) Toprak ve çay posası karışımından elde edilen ortamlarda bulunan yaş kök ağırlığı değerleri Çizelge 2’de verilmiştir. Çizelge 2. Yaş kök ağırlığı değerleri YAŞ KÖK AĞIRLIĞI (g) 13,93±3,836 A 7,47±1,791 BC 8,10±3,132 B 6,59±3,237 BC 2,89±1,552 C %1 ORTAM Toprak 1/4 Çay posası+3/4 Toprak 1/2 Çay posası+1/2 Toprak 3/4 Çay posası+1/4 Toprak Çay posası LSD Yaş kök ağırlığının 2,89-13,93 g arasında değiştiği, ortamdaki çay posası miktarı arttıkça verimde görüldüğü gibi kök ağırlığında da azalma olduğu görülmektedir. Bitkinin büyüyüp gelişebilmesi için, verimin fazla olması için iyi bir kök yapısına sahip olması gerektiği düşünüldüğünde kök gelişmesi için fiziksel 168 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olarak uygun olan posanın verim üzerine etkisinin olumsuzluğu kök oluşumunu da olumsuz etkilemektedir. İstatistiki olarak incelendiğinde yaş kök ağırlıkları arasında %1 önemde fark belirlenmiştir. 3. 3. Verim/Yaş Kök Ağırlığı Ortamlardan elde edilen verim ve yaş kök ağırlıkları değerinden hesaplanan verim/kök oranı Çizelge 3’ de verilmiştir. Çizelge 3. Verim/yaş kök ağırlığı değerleri VERİM/YAŞ KÖK AĞIRLIĞI 4,52±1,5082 A 1,99±0,4578 B 1,06±0,2707 B 1,47±0,3712 B 1,76±0,4464 B %1 ORTAM Toprak 1/4 Çay posası+3/4 Toprak 1/2 Çay posası+1/2 Toprak 3/4 Çay posası+1/4 Toprak Çay posası LSD Verim ve yaş kök ağırlıkları oranının 1,06-4,52 arasında değiştiği, oluşturulan köke karşılık en fazla verimin toprak ortamında elde edildiği görülmektedir. Bu değerler istatistiki olarak incelendiğinde ortamlar arasında %1 fark saptanmıştır. 3. 4. Bitki Boyu(cm) Ortamlardan elde edilen bitki boyu değerleri Çizelge 4’de verilmiştir. Çizelge 4. Bitki boyu değerleri BİTKİ BOYU (cm) 13,25±1,708 A 7,35±1,748 B 6,25±1,054 BC 7,08±2,030 BC 4,50±1,323 C %1 ORTAM Toprak 1/4 Çay posası+3/4 Toprak 1/2 Çay posası+1/2 Toprak 3/4 Çay posası+1/4 Toprak Çay posası LSD Bitki boyunun 4,50-13,25 cm arasında değiştiği, çizelgede de görüldüğü gibi ortamdaki çay posası miktarı arttıkça bitki boyunda gerileme olduğu görülmektedir. Bitki boyu değerleri istatistiki olarak incelendiğinde ortamlar arasında %1 fark bulunmaktadır. 169 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. 5. Kök Uzunluğu (cm/bitki) Ortamlardan elde edilen kök uzunluğu değerleri Çizelge 5’de verilmiştir. Çizelge 5. Kök uzunluğu değerleri KÖK UZUNLUĞU (cm) 28,75±8,100 A 22,25±4,573 AB 16,75±2,500 BC 14,75±1,500 C 6,33±1,528 D %1 ORTAM Toprak 1/4 Çay posası+3/4 Toprak 1/2 Çay posası+1/2 Toprak 3/4 Çay posası+1/4 Toprak Çay posası LSD Kök uzunluğunun 6,33-28,75 cm arasında değiştiği ve en iyi özelliklerin toprak ortamında olduğu belirlenmiştir. Ortamda çay posası miktarı arttıkça bitkinin kökleri istenilen düzeyde gelişememiştir. Kök uzunluğu değerleri incelendiğinde ortamlar arasında istatistiki olarak %1 düzeyinde önemli fark bulunmaktadır. 4. Sonuç Denemede kullanılan toprak ve çay posası karışımları ile elde edilen ortamlar incelendiğinde en uygun ortamın toprak olduğu, çay posasının bitki gelişimi üzerine olumlu etkisinin olmadığı görülmüştür. İncelenen tüm özelliklerin toprağa karıştırılan çay posası miktarı arttıkça düzenli olarak bozulma olduğu ve bu etkinin istatistiki olarak incelendiğinde %1 düzeyinde önemli olduğu bulunmuştur. Çay posası miktarı arttıkça verimde görülen düşüşün nedeni; çayın demlenmesi esnasında bitki besin maddelerinin büyük bir miktarının deme geçmesi, dolayısı ile çay posasının bitki besin maddelerince yoksunlaşması olarak açıklanabilir. Bitki besin maddesince az olan çay posası miktarının artması, bitkinin yer aldığı ortamın fakirleşmesi sonucunu yaratmaktadır. Ayrıca organizmalar ile rekabete giren bitkinin yeterince beslenemediği sonucuna varılmıştır. Kaynaklar Anonim, 2015. www.caykur.gov.tr Erişim: 28.03.2015 Aşık, B.B., Kütük, C., 2012. Çay atığı kompostunun çim alanların oluşturulmasında kullanım olanağı. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi (Journal of AgriculturalFaculty of UludagUniversity), 2012, Cilt 26, Sayı 2, 47-57. 170 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Erdoğan, A., 2004. Bira fabrikası atığının Primula’nın yetişme ortamında kullanılması. Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Toprak Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. Ankara. Kacar, B., Yalçın, S.R., Sarımehmet, M., Mahmutoğlu, H., Müftüoğlu, N.M., 1991. Çay bitkisine bölünerek uygulanan azotlu gübrenin etkinliği üzerinde bir araştırma. Doğa-TurkishJournal Of AgricultureandForestry, Cilt: 15, No: 3, 685-699, Ankara. Kacar, B., Yalçın, S.R., Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., Mahmutoğlu, H., 1987. Çayda azotlu gübrenin ekonomik kullanımı üzerinde bir araştırma. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Enstitüsü Başkanlığı, 1986 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 154-164. Kütük, C. 2000. Çay atığı kompostu ve atık mantar kompostunun yetiştirme ortamı bileşeni olarak süs bitkisi yetiştiriciliğinde kullanılması. MKÜ Ziraat Fakültesi Dergisi 5 (1–2): 75–86. Müftüoğlu, N.M., 1982. Çay topraklarında oluşan asitleşmenin çeşitli zamanlarda farklı yöntemlerle saptanması ve saptanan bulguların değerlendirilmesi. Çay Kurumu Genel Müdürlüğü, Çay Araştırma Enstitüsü, 1982 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 93-98. Müftüoğlu, N.M., 1987a. Çay topraklarında oluşan asitleşmenin çeşitli zamanlarda farklı yöntemlerle saptanması ve saptanan bulguların değerlendirilmesi. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Enstitüsü Başkanlığı, 1986 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 178-190. Müftüoğlu, N.M., 1987b. Doğu Karadeniz çay tarım topraklarının mikrobiyolojik dinamiği ve toprak asitliğini etkileyen biyolojik faktörler üzerinde araştırmalar. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Enstitüsü Başkanlığı, 1986 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 87-88. Müftüoğlu, N.M., 1989. Üzerinde Çay Tarımı Yapılan Doğu Karadeniz Bölgesi Podsolik Topraklarının Mikrobiyolojik Aktivitesi ve Toprak Asitliğini Etkileyen Biyolojik Faktörler Üzerinde Araştırmalar. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Toprak Anabilim Dalı, Bornova İzmir, 118 s. (Doktora Tezi) Müftüoğlu, N.M., 1990. Doğu Karadeniz çay tarım topraklarının mikrobiyolojik dinamiği ve toprak asitliğini etkileyen biyolojik faktörler. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Kur Yayını, No: 12, Rize, 118 s. Müftüoğlu, N.M., 1998. Çay topraklarında oluşan asitleşmenin çeşitli zamanlarda farklı yöntemlerle saptanması. Türk-Koop Ekin, Ekim-Aralık 1998, Yıl: 2, Sayı: 6, ISSN: 1301-515X, 52-55. Müftüoğlu, N.M., Demirer, T., 1997. Çay tarım topraklarının gübreleme sorunları ve öneriler. I. Trakya Toprak ve Gübre Sempozyumu, 20-22 Ekim 1997, 285-288, Tekirdağ. Müftüoğlu, N.M., Mahmutoğlu, H., Özer, S.P., Tanyel, G., Kalcıoğlu, Z., Turna, T., Yüce, E., 2012a. Çay Bitkisinin Verim ve Kalitesi Üzerine Bazı Toprak ve Bitki Özelliklerinin Etkisi. Kriter Yayınevi, Hobyar Mah. Ankara Caddesi 171 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Güncel Han No: 45/18-20 Fatih/İstanbul, ISBN: 978-605-4613-35-9, Sertifika No:11413, 100 s. Müftüoğlu, N.M., Özer, S.P., Tanyel, G., Kabaoğlu, A., 2012b. Doğu Karadeniz Bölgesinde Çay Tarımı Yapılan Topraklarda Bazı Bitki Besin Maddelerinde Zamana Bağlı Olarak Meydana Gelen Değişmeler. Kriter Yayınevi, Hobyar Mah. Ankara Caddesi Güncel Han No: 45/18-20 Fatih/İstanbul, ISBN: 978605-4613-36-6, Sertifika No:11413, 167 s. Müftüoğlu, N.M.,Sarımehmet, M., 1993a. Doğu Karadeniz Bölgesi çay tarım topraklarının fosfor miktarları ile ilgili bir araştırma. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 3, 65-72, Bornova-İzmir. Müftüoğlu, N.M.,Sarımehmet, M., 1993b. Doğu Karadeniz Bölgesinde çay tarımı yapılan toprakların asitlik durumu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 3, 41-48, Bornova-İzmir. Müftüoğlu, N.M.,Sarımehmet, M., 1998. Doğu Karadeniz Bölgesinde çay kültürüne alınmış ve alınmamış toprakların bazı özellikler yönünden karşılaştırılması. Ziraat Mühendisliği, Mayıs-Haziran, Sayı: 315, 44-46, Ankara. Müftüoğlu, N.M., Yazıcı, G., Özer, S.P., Tanyel, G., 2013. Doğu Karadeniz Bölgesinde çay tarımı yapılan toprakların bazı özellikler bakımından değerlendirilmesi. 6. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi, 03-07 Haziran 2013, Genişletilmiş Bildiri Özetleri Kitabı, s. 61-64, Nevşehir. Müftüoğlu, N.M., Yüce, E., Turna, T., Kabaoğlu, A., Özer, S.P., Tanyel, G., 2010. Çay tarımı yapılan alanların bazı toprak ve bitki özelliklerinin değerlendirilmesi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Özel Sayı, s. 309-316, ISSN 1018-8851, (5. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi Bildiriler Kitabı, 15-17 Eylül 2010, İzmir). Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., 1993a. Doğu Karadeniz Bölgesi çay tarım topraklarının organik madde durumu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 3, 49-56, Bornova-İzmir. Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., 1993b. Doğu Karadeniz Bölgesi çay tarım topraklarının azot durumu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 3, 57-64, Bornova-İzmir. Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., Yılmaz, E., 1982. Çay tarımının geliştirilmesi ve kalitesinin ıslahı ana proje içinde yer alan “Ülkemiz Çay Topraklarının Bitki Besin Elementleri Muhtevalarının ve Fiziki Yapılarının Tespiti” ile ilgili proje çalışmaları. Çay Kurumu Genel Müdürlüğü, Çay Araştırma Enstitüsü, 1982 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 71-92. Yakupoğlu, T., Özdemir, N., 2007. Erozyona uğramış topraklara uygulanan arıtma çamuru ve çay endüstrisi atığının toprakların mikro element içeriklerine etkileri. OMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi (J. of Fac. of Agric., OMU), 2007, 22 (2): 207-213. 172 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organik Tıbbi Aromatik Bitkilerin Yetiştirilmesi ve Yenilenebilir Enerji Teknolojileri A. Nihal Yücekutlu1 1 Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Kimya Bölümü, Beytepe, Ankara E-posta: nihal.yuce@gmail.com Özet: Bitki üretiminin ana hedefleri verimliliğin artırılması ve sera ortamında ideal ve sağlıklı bitkiler yetiştirmek geliştirmektedir. Organik tarım, çevre korumada, toprakta sürdürülebilirlik, uzun zamandan beri daha karlı olarak geleneksel tarımsal üretimde kullanılmaktadır. Organik tıbbi ve aromatik bitkiler fide çeşitliliğin korunması, tarımsal üretimin geliştirilmesi ve gıda güvenliğinin artırılması için son derece önemli bir konudur. Sürdürülebilir enerji yaklaşımında, güneş enerjisi bolca mevcuttur, dünyada özellikle kırsal alanlarda, organik tarım sektöründe yenilenebilir enerji teşvik edilmektedir. Ayrıca, bu makalede, güneş ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji teknolojileri, sırasıyla durumu ve fırsatları incelenmektedir. Serada, günümüzde aromatik bitkilerin ticari ekimi, bitkilerden elde edilen uçucu yağ ve aroma ekstraktlarının üretimi için hammadde temini için kullanılmaktadır. Bu araştırmanın ana konusu, aromatik bitkilerden uçucu yağın elde edilmesidir. Anahtar kelimeler: Organik tıbbi ve aromatik bitkiler, yenilenebilir enerji, uçucu yağlar. Cultivating Of Organic Medicinal Aromatic Plants And Renewable Energy Technologies Abstract: The main targets of plant production is increasing of productivity and improving of cultivate ideal and healthy plants in greenhouse media. Organic farming is more profitable in environmental protection, soil sustainability and it is used in traditional agricultural production for a long time. The conservation of organic medicinal and aromatic plants seedlings diversity is an extremely important issue for improving the agricultural production and enhancing the food security. The sustainable energy approach promotes renewable energy in the organic agriculture sector, especially in rural areas all over the world where solar energy is available in abundance. Furthermore, this article is examined the status and opportunities for a number of renewable energy technologies, such as solar and biomass. The commercial cultivation of aromatic plants in greenhouse today, raw material for production of essential oils and aroma extracts is undertaken to supply. The main subject of this research is to obtain essential oils from aromatic plants. 173 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Key words: Organic medicinal and aromatic plants, renewable energy technologies and essential oils. 1. Giriş Türkiye sahip olduğu ekolojik koşullar nedeniyle, bitki türlerinin çokluğu bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almakta ve pek çok bitkinin gen merkezi konumundadır. Son 20 yıldır, Türkiye'de ve dünya’da büyük önem taşıyan tıbbi aromatik bitkilere ve droglara olan ilgi ve talep her geçen gün artmaktadır. Tıbbi bitkilerin sınıflandırılması • Alfabetik Sınıflandırma, • Morfolojik Sınıflandırma, • Botanik (Taksonomik) Sınıflandırma, • Kimyasal Sınıflandırma, • Farmakolojik Sınıflandırma, • Farmakimyasal Sınıflandırma Internet kaynaklarından alınmış yazılı belgelerden (İşler N., http://www.mku.edu.tr/getblogfile.php?keyid=1030) Tıbbi ve aromatik bitkilerin kimyasal karakterizasyonu, tedavi edici bir etkiye sahip olan kimyasal bileşiklerin niceliksel tespitini kapsar, glikozitler, alkaloitler, uçucu yağlar, vb. (MedPlaNet., 2011). Uçucu yağlar bitkilerin çiçek, meyve, kabuk, yaprak, rizom, reçine ve odun kısımlarından elde edilmektedir. Tıbbi ve aromatik bitkiler yetiştirilmesinde aşağıdaki adımlar yerine getirilmelidir: • Ekolojik bölgeleme, • Ürün rotasyonu, • Gübreleme, • Toprak işleri, • Tohum ve ekim veya ekim-dikim materyali, • Bakım çalışmaları (yabani otlar ile mücadele, hastalık ve zararlılar, sulama), 174 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X • Hasat, havalandırma, üretim (MedPlaNet., 2011). Uçucu yağlar, tıbbi ve aromatik bitkilerin farklı bölgelerinden elde edilen doğal ürünleri (örneğin, genellikle kozmetik sektöründe hammadde, halk ilaçları ve kokuları gibi bitki baharat olarak kullanılır) ülke ekonomisine katkıda sağlamak ve yerel halkın tarım ürünlerinden gelir elde etmesi açısından önemli bir yere sahiptir. Uçucu yağların bileşim ve miktarları baharat cinsine, üretim şekline, iklime ve yetiştirildiği bölgenin coğrafi yapısına bağlı olarak değişmektedir (Özcan ve Erkmen, 2001). 2. Materyal ve Yöntem Bir ekstraktif konsantre çözelti elde etmek için genel teknolojik akış aşamaları: - Bitki kabulü - Tartım - Bitkinin parçalanması - Homojenizasyonu - Biyoetken bileşiklerin ekstraksiyonu - Ekstraktif çözeltisinin filtrelenmesi - Saflaştırma ve ekstraktif çözeltinin konsantrasyonu (MedPlaNet., 2011). Uçucu yağ elde edilme yöntemleri; Bitkilerden, uçucu yağların ekstraksiyonu farklı (Geleneksel ve Modern) yöntemleri ile elde edilebilir. • Soğuk pres • Su buharı ile damıtma • Organik çözücüler ile uçucu yağların ekstraksiyonu • Bir sorbent malzeme üzerine adsorpsiyon • Süperkritik Karbondioksit (SC-CO2). 3. Bulgular ve Tartışma Bu çalışmada, geleneksel olarak kullanılan aromatik tıbbi bitkilerin elit tohum seçiminden başlayarak, ekiminin (iyi tarım uygulamaları) her aşaması takip 175 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X edilerek elde edilen hasat sonucunda ve standardizasyon koşulları sağlanarak elde edilen uçucu yağın ve bileşenlerinin farmakolojik özellikleri araştırılarak sağlık, kozmetik ve endüstriyel alanlarda kullanılabilme imkânları incelenecektir. 4. Sonuç Türk florası 9000'den fazla bitki türü içerir. Yaklaşık 3000’i endemiktir. Türkiye'de, 1000’i tıbbi ve aromatik bitki olarak kullanılır (Özgüven ve ark., 2005). Çöven bitkisi, Gypsophila simonii yaygın olarak Çankırı çevresinde yetişen yerli bir türdür, Türkiye geneline dağılır. Bu çalışmada, endemik bir bitki olan Gypsophila simonii köklerinden ekstraksiyon sonunda elde edilen ham saponinlerin kimyasal ve fiziksel özellikleri araştırıldı. Saponinler, asit hidrolizi sonucu elde edilen saf aglikon silika jel kaplı ince bir tabaka üzerinde kromatografi yöntemleri ile ayrıldı. Yapısı 1H-NMR, 13C-NMR, FTIR and EIMS analiz yöntemleri ile karakterize edilmiştir. Analiz verilere göre saponinden yeni bir Gypsogenin ester (C31H51O3) yapısı önerilmiştir [1,2]. Elde edilen sapogenin X-ray difraksiyon için kristalize edildi, fakat X-ray analiz sonuçları kristalize bileşikte sadece sakkaroz (C12H22O11) olduğunu gösterdi. Fotokimyasal testleri, ekstraksiyon özütlerde terpenoidler varlığını gösterdi. Bitki materyalindeki ekstraktların toplam saponin içeriği % 12.30±0.50 arasında değişmektedir. Ayrıca bu çalışmada, ose ve toplam ose (7.0±0.20%) tipi kalitatif (nitel) ve kantitatif (nicel) olarak incelenmiştir (Yücekutlu, et al. 2012). Distilasyon, aromatik bitki materyalinden uçucu yağ ekstraksiyonu hala en ekonomik yöntemdir. Geleneksel tedavi yöntemlerinde kullanılan, bitkilerden etken maddenin eldesi ile ülke ekonomisine katkı sağlanılabilir. Son yıllarda, örneğin, aromaterapinin yaygınlaşmasıyla birlikte lavantanın sedative olarak aromaterapide kullanılması da yaygınlaşmıştır. Parfüm endüstrisi için önemli bir uçucu yağ bitkisi olan lavantanın yatıştırıcı, spazmolitik, antiviral ve antibakteriyel gibi terapatik etkisi vardır (Kim and Lee, 2002). Güneş enerjisi, güneş'ten doğrudan elde edilen enerjidir. Bu yenilenebilir kaynak tarım sektörü için çok büyük bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle, organik tarımda yenilenebilir enerji sistemlerinin kullanımının teşvik edilmesine ihtiyaç vardır. Örneğin, güneş fotovoltaik su pompaları ve elektrik, sera teknolojileri, bitkilerin hasat sonrası işlenmesi için güneş kurutucuları ve güneş enerjili sıcak su ısıtıcıları vb. Fosil yakıtların doğrudan veya dolaylı olarak kullanımıyla ortaya çıkan çevresel sorunların etkin bir şekilde önlenebilmesi için, yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanılması gerekir. Bununla birlikte, tarım sektöründe yenilenebilir enerji kaynaklarının ekonomik uygulanabilirliği ve uygulama yöntemi, bölgesel koşullara bağlı olarak değişir. Tarım sektöründe etkin olarak yararlanılabilecek başlıca yenilenebilir enerji kaynakları; güneş enerjisi, jeotermal enerji, biyokütle enerjisi ve rüzgâr enerjisidir. 176 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tarımda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması durumunda: 1) İşletme giderleri azalır. 2) Dış alım yapılan fosil enerjilere olan gereksinim azalır. 3) Elektriksel güç için aşırı talep azalır. 4) Çevre kirliliği azalır. 5) Ekonomik gelişme sağlanır. Tarımsal üretim işlemlerinde yararlanılabilecek yenilenebilir enerji teknolojisinin seçimi: gerekli enerjinin çeşidi, yenilenebilir enerji kaynağı ve tarımsal yapı ve işlemlerin tasarımına bağlıdır. Tarımda güneş enerjisi kullanımının planlı biçimde artırılması gereklidir (Öztürk, H.H., http://www.solar-academy.com/menuis/tarimda-yenilenebilir-enerji-kaynaklarininkullanimi.021520.pdf, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2015). Kaynaklar İşler N., Genel Tıbbi Bitkiler, M.K.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Erişim tarihi; 05 Temmuz 2015, http://www.mku.edu.tr /getblogfile.php. Tudora C., Courses Technologies For Growing Medicinal and Aromatic Plants, Calarasi – Silistra Area, Erişim tarihi; 05 Temmuz 2015, http://medplanet.dbioro.eu/doc/Courses_EN.pdf Özgüven M., Sekin S., Gürbüz B., Şekeroğlu N., Ayanoğlu F., Ekren S., 2005. Tütün, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Üretimi ve Ticareti. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi. 3-7 Ocak 2005. Ankara. Yücekutlu, A. N. and Bildacı, I., 2008. Determination of Plant Saponins and Some of Gypsophila' Species. A Review of the Literature, Hacettepe Journal of Biology and Chemistry, 36(2), 129-135. Yücekutlu, A. N., Özbey S. and Bildacı, I., 2012. Gypsophila simonii: Identification, Extraction, Isolation of Sapogenin and X-Ray Crystallographic Structure of Sucrose, Hacettepe J. Biol. & Chem., 40 (1), 53–59. Özcan M., Erkmen O., 2001. Antimicrobial Activity of the Essential Oils of Turkish Plant Spices,Eur Food Res Technol, 212, 658-660. Kim, N.S. and Lee, D.S. (2002). Comparison of Different Extraction Methods for the Analysis of Fragrances from Lavandula Species By Gas Chromatography–Mass Spectrometry. Journal of Chromatography A, 2002, 982:31–47. Öztürk H.H., Tarımda Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Kullanımı, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü, 01330 Balcalı, Adana, (hhozturk@cu.edu.tr), Erişim tarihi; 15 Temmuz 2015. http://www.solar-academy.com/menuis/tarimda-yenilenebilir-enerji-kaynaklarininkullanimi.021520.pdf 177 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Base ActosolR Uygulaması Altında Farklı Mısır Genotiplerinin (Lycopersicon Esculentum L.) Gelişimi ve Fosfor Alım Etkinlikleri* Mehmet Rüştü Karaman1, Metin Turan2, Aydın Adiloğlu3 Ayhan Horuz4, Esra Kutlu5 Yüksek İhtisas Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara E-posta: mehmetrustu.karaman@yiu.edu.tr 2 Yeditepe Üniversitesi, Müh. ve Mim. Fak. Genetik ve Biyomüh. Bölümü, İstanbul 3 Namık Kemal Üniv. Ziraat Fak.,Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ 4 Ondokuzmayıs Üniversitesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Samsun 5 Ordu Üniversitesi, Ziraat Fak.,Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Ordu 1 Özet: Araştırma, sera koşullarında ve tesadüf parselleri deneme desenine göre üç tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Çalışmada İç Anadolu Bölgesinden temin edilen on farklı mısır genotipi (Lycopersicon Esculentum L.) denemeye alınmıştır. Denemelerde humik madde kaynağı olarak 0, 60, 120 mg H.A./kg dozlarında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu bünyesinde biyoteknolojik yöntemle geliştirilmiş olan leonardit kökenli Base ActosolR (% 12 humik asit) ürünü kullanılmıştır. Fosforlu gübre ise 0, 100 mg P kg-1 dozlarında ve H3PO4 formunda uygulanmıştır. Normal bitki gelişimi için ayrıca azotlu gübre olarak her saksıya 100 mg N kg-1 dozunda amonyum nitrat ve ihtiyaca göre diğer bitki besin elementleri her saksıya eşit miktarlarda uygulanmış, sulama ve diğer bakımlar rutin olarak yapılmıştır. Bitkiler yaklaşık 8 haftalık gelişme süresinden sonra toprak yüzeyinden kesilerek hasat edilmiş, 68 oC’de sabit ağırlığa gelinceye kadar kurutularak kuru ağırlıkları belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; humik asit uygulaması mısır genotiplerinin kuru madde verimi ve beslenme düzenini olumlu yönde etkilemiş, mısır genotiplerine bağlı olarak humik asit x fosfor dozu interaksiyonları farklılıklar göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Mısır genotipleri, humik asit, bakteriyel gübre, fosfor *Bu çalışma TKİ Etüt Proje ve Tesis Dairesi Başkanlığınca desteklenmiştir. 178 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Growth and P Uptake Effectiveness of Corn Genotypes (Lycopersicon Esculentum L.) under the Application of Base ActosolR Abstract: This research was performed under the greenhouse conditions according to trial design of completely randomized design with three replications. In the research, ten different corn genotypes (Lycopersicon Esculentum L.) obtained from Central Anatolia region. In the experiment, Leonardite based Base ActosolR (% 12 humic acide) product in doses of 0, 60, 120 mg H.A./kg is used as humic material source that developed based on biotechnology by Turkey Coal Corporations Foundation. Although phosphorous fertilizer is used in doses of 0, 100 mg P kg-1 and applied in the H3PO4 form. Additionally, for normal plant growing in dose of 100 mg N kg-1 ammonium nitrate and according to need the other plant nutrient elements are applied in equal amounts for each planter as nitrous fertilizer, irrigation and other controls are made routinely. After approximately eight weeks developing period, the plants are harvested from the soil surface and the dry weights of plant is identified until to come in the proven weight at 68 oC. According to result of research; the humic acide applications have positive side effected on dry matter productivity and nutrient mechanism of corn genotypes and depend on the corn genotypes, humic acide x phosphorus dose interactions were showed differences. Keywords: Corn genotypes, humic acide, bacterial fertilizer, phosphorus 1. Giriş Humik maddeler toprak organik maddesinin önemli bir parçası olup, doğada bitki ve hayvan ürünlerinin çürümesi ile meydana gelen canlı bir maddedir. Toprak organik maddesindeki karbonun küresel boyuttaki varlığı, 3.0-3.5x1012 ton olarak tahmin edilmektedir. Topraktaki karbonun, küresel olarak, %70-80’i humik maddeden oluşmaktadır (Pettit, 2006; Peuravuori ve ark., 2006). Humik maddelerin başlangıç maddeleri lignin ve vanililinin bozunma ürünleri olup (Debreceni, 1994), temel yapıları amino asitli, amino şekerli, peptidli ve aromatik gruplarla bağ kurmuş alifatik bileşikli kompleks makro moleküller olarak kabul edilmektedir (Dizman ve ark., 2012). Humik bileşiklerin adsorplama, absorplama, iyon değişim kapasitesi, redoks özelliği, dağılma veya emülgatör özelliği, besin değeri ve diğer benzer vasıfları sayesinde sağlık, gıda ve tarım sektörünün dikkatini çekmiştir (Senesi ve Miano, 1994; Wiegand ve ark., 2004; Kulikova ve ark., 2005; Mikkelsen, 2005; Karaman ve ark., 2012). Doğal organik madde kaynaklarından (leonardit, torf vb.) elde edilen humik maddeler ile bitki gelişimi arasındaki olumlu ilişkiler çeşitli bilimsel 179 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X araştırmalarla ortaya konmuştur (Nardi ve ark., 2002; Chen ve ark., 2004; Salman, 2005). Humik bileşiklerin bitki gelişimine doğrudan etkileri kök gelişimini ve bitkilerce besin elementi absorpsiyon metabolizmalarını etkilemesinden, dolayısıyla besin elementi yarayışlılığını artırmasından ileri gelmektedir (Mawgoud ve ark., 2007; Karaman ve ark., 2012, 2013; Aydın ve ark., 2013). Pettit (2006) humik maddenin yapısında yer alan küçük moleküler yapılı fulvik ve humik asitlerin bitki köklerince daha rahat bir şekilde absorbe edildiğini ve besin elementi yarayışlılığını da artırdığını bildirmiştir. Nardi ve ark. (2002), humik bileşiklerin birkaç mekanizma ile bitki gelişimine olumlu etkide bulunduklarını, kök ve sürgün gelişimine olumlu etki yapmaları ve besin elementlerinin alınabilirliğini artırmaları yanısıra özellikle farklı stres koşullarına karşı dayanım (rezistans) sağladıklarını bildirmişlerdir. Buna karşılık, ülkemiz tarım alanlarında humik madde uygulaması ve bitki besin elementleri arasındaki interaktif ilişkiler konusunda yürütülen araştırmalar halen yetersiz olup, bu konuda özellikle bitki gelişimi ve meyve kalite unsurları açısından farklı toprak ve bitki çeşitleri bazında güncel bilimsel verilere ihtiyaç bulunmaktadır (Hafez, 2004; Karaman ve ark., 2012). Sonuç olarak, organik madde rezervi hızla azalan ve besin elementleri yarayışlılığı ve alınabilirliği yönünden ciddi problemler bulunan tarım topraklarımızda, alternatif organik madde kaynaklarının bilimsel veriler ışığında kullanımı, sürdürülebilir verim ve kalite artışı yönünden mutlak öneme sahiptir. Bu çalışmada, Ülkemizde humik maddenin ana kaynağını oluşturan ve oldukça zengin potansiyele sahip düşük kalorili leonardit kaynaklardan byoteknolojik yöntemlerle elde edilen humik maddenin farklı mısır genotiplerinin (Lycopersicon Esculentum L.) gelişimi ve fosfor alım kapsitelerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. 2. Materyal ve Metot Araştırma, sera koşullarında ve tesadüf parselleri deneme desenine göre üç tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Çalışmada İç Anadolu Bölgesinden temin edilen ADA-9510, ADA-9516, SASA-14, SAKARYA, SAMADA- 07, SASA-40, SASA5, SASA-11, ADA-313, SASA-1 olmak üzere on farklı mısır genotipi (Lycopersicon Esculentum L.) denemeye alınmıştır. Humik madde kaynağı olarak 0, 60, 120 mg H.A kg-1 dozlarında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu bünyesinde biyoteknolojik yöntemle geliştirilmiş olan leonardit kökenli Base ActosolR (% 12 humik asit) ürünü kullanılmıştır. Fosforlu gübre ise 0, 100 mg P kg-1 dozlarında ve H3PO4 formunda uygulanmıştır. Normal bitki gelişimi için ayrıca azotlu gübre olarak her saksıya 100 mg N kg-1 dozunda amonyum nitrat ve ihtiyaca göre diğer bitki besin elementleri her saksıya eşit miktarlarda uygulanmış, sulama ve diğer bakımlar rutin olarak yapılmıştır. Bitkiler yaklaşık sekiz haftalık gelişme süresinden sonra toprak yüzeyinden kesilerek hasat edilmiş, 68 oC’de sabit ağırlığa gelinceye kadar 180 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X kurutularak kuru ağırlıkları belirlenmiştir. Denemede kullanılan toprağın kimi fiziksel ve kimyasal analiz sonuçları Çizelge 1’de sunulmuştur. Çizelge 1. Deneme toprağının kimi fiziksel ve kimyasal özellikleri Toprak özelliği Besin element kapsamı pH, 1:2.5 7.70 Toplam N, % EC, % 0.04 P2O5, kg/da Kireç, % 8.79 K2O, kg/da OM, % 1.75 Fe, ppm Kum,% 26.24 Mn, ppm Silt,% 18.06 Zn, ppm Kil,% 55.70 Cu, ppm 0.025 0.39 80.00 16.03 5.93 0.21 2.18 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Mısır genotiplerinin kuru madde miktarı Humik asit uygulaması fosfor uygulanmayan koşullarda farklı mısır genotiplerinin kuru madde verimini olumlu yönde etkilemiştir (Çizelge 2). Fosfor uygulamasının mısır kuru madde miktarına etkisi istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) bulunmuş ve kontrole göre artan fosfor dozları ile birlikte mısır bitkilerinde kuru madde miktarı da artış göstermiştir. Humik madde ve fosfor uygulanmayan çeşitlerdeki kuru madde verimleri 2.09-7.47 gr/saksı arasında, fosfor uygulanan çeşitlerde ise 38.37-72.11 gr/saksı arasında değişmiştir. Humik madde uygulanmayan koşullarda fosfor dozuna bağlı olarak kuru madde miktarı kontrolde ortalama 3.24 g/saksı’dan, P-100 dozunda ortalama 51.68 g/saksı’ya yükselmiştir. Ortalama kuru madde miktarı ise kontrolde 4.64 gr/saksı düzeyinden, fosfor ıuygulaması ile birlikte ortalama 51.71 gr/saksı düzeyine çıkmıştır. Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasının bitki kuru madde miktarına olumlu etkisi ortaya konmuştur (Zhang ve ark., 2005; Onasanya ve ark., 2009; Pauline ve ark., 2010). Mısır genotiplerinin fosforlu gübre uygulamasına karşı tepkileri de oldukça değişken olmuştur. Farklı mısır genotiplerinin fosforlu gübrelemeye değişik tepkileri diğer araştırma sonuçları ile de uygunluk içindedir (Hussein, 2009; Cheng ve ark., 2010). 181 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerinin kuru madde miktarları, g/saksı -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. ADA-9510 2.91 3.53 3.78 3.41 72.11 42.13 65.90 60.04 ADA-9516 2.79 2.60 5.97 3.79 49.63 48.25 63.17 53.68 SASA-14 4.06 3.66 5.48 4.40 43.39 51.78 52.08 49.08 SAKARYA 2.09 4.36 6.85 4.43 38.37 53.50 44.89 45.59 SAMADA- 07 4.26 4.84 7.47 5.52 60.75 49.26 51.70 53.90 SASA-40 3.92 6.11 5.36 5.13 56.05 50.69 45.91 50.88 SASA-5 2.29 7.67 5.54 5.16 43.79 61.77 59.39 54.98 SASA-11 3.48 8.93 4.66 5.69 48.67 48.66 45.06 47.47 ADA-313 3.63 4.53 5.26 4.47 48.31 63.34 52.95 54.87 SASA-1 3.02 4.94 5.18 4.38 55.71 40.29 43.81 46.60 Ort. 3.24 5.11 5.55 4.64 51.68 50.97 52.48 51.71 Genotip (G):0.703, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.737, H x P : 0.813, G x P: 0.547, G x H : 0.420, G x P x H: 0.615, **P < 0.01 Humik madde uygulamasının kuru madde miktarına etkisi fosforlu gübre uygulanmayan koşullarda oldukça ciddi düzeylerde gerçekleşmiştir. Fosfor uygulanmayan koşullarda artan humik madde uygulamasına bağlı olarak kontrolde ortalama 3.24 gr/saksı olan kuru madde miktarı, H-60 ve H-120 düzeylerinde sırasıyla ortalama 5.11 ve 5.55 gr/saksı düzeylerine çıkmıştır. Fosfor uygulanan koşullarda ise humik madde uygulamasının kuru madde verimine etkisi belirsiz kalmış, ancak bir kısım genotiplerde (ADA-9516, SASA-14, SAKARYA, SASA5, ADA-313) olumlu etkiler söz konusu olmuştur. Bu durum, özellikle bitki besin maddesi noksanlığı koşullarında humik madde uygulamasının çok daha belirgin etkisini ortaya koymaktadır. Humik madde uygulamasının bitki gelişimi ve kuru madde miktarına olumlu etkisi diğer çeşitli çalışmalarla da ortaya konmuştur (Hafez, 2004; Chen ve ark., 2004; Defline ve ark., 2005; Mikkelsen, 2005; Khaled ve Fawy, 2011). 3.2. Mısır genotiplerinin azot kapsamları Mısır genotiplerinin azot kapsamları humik madde uygulamasına bağlı olarak önemli düzeyde artmıştır (P < 0.01) (Çizelge 3). Genotiplerin azot kapsamları humik madde uygulamasına bağlı olarak fosfor uygulanmayan koşullarda ortalama % 2.04 ile 2.41 arasında, fosfor uygulanan koşullarda ise ortalama % 2.28 ile 2.62 arasında değişmiştir. 182 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 3. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerinin azot kapsamı, % -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. ADA-9510 2.04 2.03 2.38 2.15 2.06 2.46 2.80 2.44 ADA-9516 1.89 2.41 2.49 2.26 2.03 2.02 2.74 2.27 SASA-14 1.88 2.28 2.38 2.18 2.32 2.42 2.71 2.48 SAKARYA 2.04 1.97 2.59 2.20 1.87 2.25 2.51 2.21 SAMADA- 07 2.00 2.64 2.53 2.39 2.22 2.48 2.63 2.44 SASA-40 2.05 2.23 2.18 2.15 2.44 1.93 2.84 2.40 SASA-5 2.18 2.43 2.09 2.23 2.66 2.37 2.12 2.38 SASA-11 2.13 2.33 2.44 2.30 2.14 2.37 2.87 2.46 ADA-313 2.41 2.08 2.16 2.22 2.35 2.25 2.35 2.31 SASA-1 1.82 2.27 2.87 2.32 2.78 2.32 2.70 2.60 Ort. 2.04 2.26 2.41 2.24 2.28 2.29 2.62 2.40 Genotip (G): 0.658, P dozu (P): 0.006**, Humik Asit (HA): 0.001**, H x P : 0.224, G x P: 0.920, G x H : 0.132, G x P x H: 0.425, **P < 0.01 HA-0: 2.16b, HA-60: 2.28b, HA-120: 2.52a (n:60) Fosfor uygulaması mısır genotiplerinin ortalama azot kapsamları üzerine istatistiki olarak % 1 düzeyinde önemli etkide bulunmuştur. Kontrolde ortalama % 2.24 olan azot kapsamı, artan fosfor dozu ile birlikte ortalama % 2.40 düzeyine çıkmıştır. Bununla birlikte humik madde uygulanan ve uygulanmayan koşullarda mısır genotiplerinin P uygulamasına gösterdiği tepkiler de farklı olmuştur. En yüksek azot kapsamına fosfor uygulanmayan koşullarda ortalama % 2.39 ile SAMADA-07 çeşidinde rastlanmış, fosfor uygulanan koşullarda ise ortalama % 2.60 ile en yüksek değer SASA-1 çeşidinde belirlenmiştir. 3.3. Mısır bitkilerince sömürülen azot miktarları Sömürülen N miktarı yönünden mısır genotipleri arasında fosfor ve humik madde uygulamasına bağlı olarak istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) farklılıklar belirlenmiştir (Çizelge 4). Ortalama en yüksek sömürülen azot miktarı ortalama 147 mg/saksı ile ADA9510 mısır genotipinde gerçekleşmiş, en düşük sömürülen azot miktarına ise ortalama 99 mg/saksı ile SAKARYA çeşidinde rastlanmıştır. ve 13.09 mg/saksı ile A-3127 ve A-3735 genotiplerinde belirlenmiştir. En düşük değerler ise ortalama 5.61 mg/saksı ve 5.82 mg/saksı ile SA-88 ve S-4340 genotiplerinde gerçekleşmiştir. Mısır genotiplerinde artan fosfor dozlarına bağlı olarak humik madde uygulanan ve uygulanmayan her iki koşulda da sömürülen azot miktarları artış göstermiş, ancak artış hızı humik madde uygulanmayan koşullarda daha yüksek olmuştur. Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasına ve farklı genotiplere 183 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X bağlı olarak mısır bitkilerince sömürülen azot miktarlarının değiştiği belirlenmiştir (Martins ve ark., 2008). Çizelge 4. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerince sömürülen azot miktarları, mg/saksı -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. ADA-9510 59 73 90 74 149 104 187 147 ADA-9516 53 63 149 88 102 96 170 123 SASA-14 77 83 132 97 101 120 143 121 SAKARYA 43 86 179 103 71 115 111 99 SAMADA- 07 84 130 189 134 133 119 134 129 SASA-40 77 144 116 113 138 97 125 120 SASA-5 50 179 113 114 118 142 125 128 SASA-11 75 228 112 138 128 108 108 129 ADA-313 88 94 116 99 111 144 123 126 SASA-1 56 112 150 106 155 95 120 123 Ort. 66 119 135 106 119 114 137 123 Genotip (G): 0.708, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.003**, H x P : 0.141, G x P: 0.547, G x H : 0.392, G x P x H: 0.470, **P < 0.01 Diğer taraftan, humik madde uygulaması mısır bitkilerince azot kullanım etkinliğini önemli düzeyde (**P < 0.01) artırmıştır. Nitekim sömürülen azot miktarı humik madde uygulanmayan koşullarda ortalama 8.21 mg/saksı’dan, humik madde uygulaması ile birlikte ortalama 10.75 mg/saksı düzeyine yükselmiştir. Benzer çalışmalarda da toprağa humik madde ilavesi ile bitkilerce azot kullanım etkinliklerinin artırılabileceği belirlenmiştir (Raina and Goswami, 1988). 3.4. Mısır genotiplerinin fosfor kapsamları Mısır genotiplerinin fosfor kapsamları humik madde uygulamasına bağlı olarak önemli düzeyde artmıştır (P < 0.01) (Çizelge 5). Genotiplerin fosfor kapsamları ortalama 1.51 ile 1.60 g/kg arasında değişmiştir. Yapılan Duncan gruplandırmasında en yüksek fosfor kapsamı A-3735 ve A-3127 genotiplerinde elde edilmiştir, en düşük fosfor kapsamı ise S-4340 genotipinde tespit edilmiştir. Fosfor uygulaması mısır genotiplerinin ortalama fosfor kapsamları üzerine istatistiki olarak % 5 düzeyinde önemli etkide bulunmuştur. Bununla birlikte humik madde uygulanan ve uygulanmayan koşullarda mısır genotiplerinin P uygulamasına gösterdiği tepkiler de farklı olmuştur. Humik madde uygulanmayan koşullarda fosfor dozuna bağlı olarak fosfor kapsamları kontrolde ortalama 1.41 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.66 g/kg’a yükselmiştir. 184 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 5. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerinin fosfor kapsamı, g/kg -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. Gen. Ort. ADA-9510 0.603 0.600 0.540 0.581 0.623 0.726 0.583 0.644 0.613bc ADA-9516 0.503 0.583 0.543 0.543 0.714 0.713 0.703 0.710 0.626abc SASA-14 0.690 0.593 0.707 0.663 0.850 0.870 0.747 0.822 0.743a SAKARYA 0.607 0.520 0.633 0.587 0.876 0.800 0.750 0.809 0.698ab SAMAD-07 0.590 0.513 0.493 0.532 0.713 0.817 0.583 0.704 0.618abc SASA-40 0.667 0.523 0.580 0.590 0.667 0.757 0.740 0.660 0.656abc SASA-5 0.466 0.553 0.513 0.511 0.567 0.717 0.583 0.622 0.566c SASA-11 0.493 0.427 0.453 0.458 0.676 0.733 0.773 0.728 0.593bc ADA-313 0.520 0.600 0.700 0.607 0.700 0.620 0.860 0.667 0.637abc SASA-1 0.557 0.653 0.780 0.601 0.676 0.640 0.687 0.698 0.650abc Ort. 0.570 0.556 0.576 0.567 0.706 0.739 0.692 0.713 Genotip (G): 0.001**, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0,831, H x P : 0.363, G x P : 0.298, G x H : 0.822, G x P x H: 0.784, **P < 0.01 Humik madde uygulaması altında ise fosfor dozuna bağlı olarak fosfor kapsamları kontrolde ortalama 1.53 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.65 g/kg’a yükselmiştir. Yapılan Duncan gruplandırmasında en yüksek fosfor kapsamı ortalama 1.63 g/kg g/kg ile G x P, buna karşılık en düşük fosfor kapsamı ortalama 1.45 g/kg ile G x P interaksiyonlarından elde edilmiştir. G x P x H interaksiyonu açısından en yüksek P kapsamı ise ortalama 1.78 g/kg ile humik madde uygulanmayan koşullarda P-100 uygulaması ile A-3735 soya genotipinde belirlenmiştir. 3.5. Mısır bitkilerince sömürülen fosfor miktarları Sömürülen P miktarı yönünden mısır genotipleri arasında fosfor uygulamasına bağlı olarak istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) farklılıklar belirlenmiştir (Çizelge 6). Yapılan Duncan gruplandırmasında mısır genotipleri arasında en yüksek sömürülen fosfor miktarları ortalama 13.12 mg/saksı ve 13.09 mg/saksı ile A-3127 ve A-3735 genotiplerinde belirlenmiştir. En düşük değerler ise ortalama 5.61 mg/saksı ve 5.82 mg/saksı ile SA-88 ve S-4340 genotiplerinde gerçekleşmiştir. Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasına bağlı olarak bitkilerce sömürülen fosfor miktarlarının değiştiği belirlenmiştir (Sankhyan ve Sharma, 1997; Zhang ve ark., 2005; Hussein, 2009). 185 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 6. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerince sömürülen fosfor miktarları, mg/saksı -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. ADA-9510 0.018 0.022 0.020 0.020 0.445 0.305 0.394 0.381 ADA-9516 0.013 0.014 0.031 0.020 0.350 0.346 0.461 0.386 SASA-14 0.028 0.021 0.040 0.030 0.369 0.446 0.389 0.402 SAKARYA 0.013 0.023 0.044 0.027 0.336 0.425 0.335 0.366 SAMADA- 07 0.025 0.026 0.037 0.029 0.431 0.417 0.296 0.382 SASA-40 0.027 0.035 0.033 0.032 0.380 0.387 0.337 0.368 SASA-5 0.011 0.037 0.029 0.025 0.253 0.445 0.341 0.346 SASA-11 0.017 0.039 0.022 0.026 0.292 0.356 0.353 0.334 ADA-313 0.019 0.027 0.037 0.028 0.350 0.393 0.358 0.367 SASA-1 0.017 0.030 0.031 0.025 0.385 0.258 0.355 0.333 Ort. 0.019 0.027 0.032 0.026 0.359 0.378 0.362 0.366 Genotip (G): 0.982, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.731, H x P: 0.834, G x P : 0.982, G x H : 0.836, G x P x H: 0.878, **P < 0.01 Diğer taraftan, humik madde uygulaması mısır bitkilerince fosfor kullanım etkinliğini önemli düzeyde (**P < 0.01) artırmıştır. Nitekim sömürülen fosfor miktarı humik madde uygulanmayan koşullarda ortalama 8.21 mg/saksı’dan, humik madde uygulaması ile birlikte ortalama 10.75 mg/saksı düzeyine yükselmiştir. Benzer çalışmalarda da toprağa humik madde ilavesi ile bitkilerce fosfor kullanım etkinliklerinin artırılabileceği belirlenmiştir (Nardi ve ark., 2002; Patil ve ark., 2011). 3.6. Mısır genotiplerinin potasyum kapsamları Mısır genotiplerinin potasyum kapsamları humik madde uygulamasına bağlı olarak önemli düzeyde artmıştır (P < 0.01) (Çizelge 7). Genotiplerin potasyum kapsamları ortalama 1.51 ile 1.60 g/kg arasında değişmiştir. Yapılan Duncan gruplandırmasında en yüksek potasyum kapsamı A-3735 ve A-3127 genotiplerinde elde edilmiştir, en düşük potasyum kapsamı ise S-4340 genotipinde tespit edilmiştir. Fosfor uygulaması mısır genotiplerinin ortalama potasyum kapsamları üzerine istatistiki olarak % 5 düzeyinde önemli etkide bulunmuştur. Bununla birlikte humik madde uygulanan ve uygulanmayan koşullarda mısır genotiplerinin P uygulamasına gösterdiği tepkiler de farklı olmuştur. Humik madde uygulanmayan koşullarda P dozuna bağlı olarak potasyum kapsamları kontrolde ortalama 1.41 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.66 g/kg’a yükselmiştir. Humik madde uygulaması altında ise fosfor dozuna bağlı olarak potasyum kapsamları kontrolde ortalama 1.53 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.65 g/kg’a yükselmiştir. G x P x H interaksiyonu açısından en yüksek K kapsamı ise ortalama 186 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1.78 g/kg ile humik madde uygulanmayan koşullarda P-100 uygulaması ile A-3735 soya genotipinde belirlenmiştir. Çizelge 7. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerinin potasyum kapsamı, g/kg -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. ADA-9510 2.403 2.376 2.107 2.296 2.347 2.477 2.463 2.429 ADA-9516 2.043 2.733 2.607 2.429 2.473 2.177 2.553 2.401 SASA-14 2.240 2.277 2.356 2.291 2.480 2.350 2.203 2.344 SAKARYA 1.840 2.766 2.657 2.421 2.180 2.873 2.697 2.583 SAMADA- 07 2.430 2.483 2.503 2.472 2.360 2.400 1.893 2.218 SASA-40 2.580 2.167 2.753 2.500 1.810 2.270 2.057 2.046 SASA-5 2.430 2.443 2.587 2.486 2.317 2.247 2.350 2.304 SASA-11 2.493 2.053 2.363 2.303 2.253 2.380 2.430 2.355 ADA-313 2.393 2.446 2.716 2.519 2.700 2.767 2.613 2.693 SASA-1 2.803 2.790 2.587 2.727 2.896 2.283 2.460 2.580 Ort. 2.366 2.454 2.524 2.448 2.382 2.432 2.372 2.395 Genotip (G): 0.050*, P dozu (P): 0.365, Humik Asit (HA): 0.501, H x P: 0.460, G x P : 0.252, G x H :0.231, G x P x H: 0.369, **P < 0.01 3.7. Mısır bitkilerince sömürülen potasyum miktarları Sömürülen K miktarı yönünden mısır genotipleri arasında fosfor ve humik madde uygulamasına bağlı olarak istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) farklılıklar belirlenmiştir (Çizelge 8). Çizelge 8. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi genotiplerince sömürülen potasyum miktarları, mg/saksı -P +P Genotip H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. ADA-9510 0.070 0.087 0.080 0.079 1.672 1.033 1.612 1.439 ADA-9516 0.058 0.071 0.149 0.093 1.243 1.104 1.632 1.327 SASA-14 0.092 0.083 0.127 0.101 1.074 1.248 1.142 1.155 SAKARYA 0.038 0.121 0.183 0.114 0.833 1.592 1.231 1.219 SAMADA- 07 0.102 0.186 0.136 0.093 1.413 0.980 1.179 1.015 SASA-40 0.093 0.120 0.151 0.121 1.015 1.135 0.930 1.027 SASA-5 0.057 0.182 0.146 0.128 0.995 1.419 1.398 1.271 SASA-11 0.086 0.179 0.115 0.127 1.073 1.195 1.079 1.116 ADA-313 0.087 0.109 0.143 0.113 1.291 1.750 1.373 1.471 SASA-1 0.085 0.141 0.138 0.121 1.640 0.968 1.030 1.213 Ort. 0.077 0.121 0.142 0.113 1.225 1.259 1.240 1.241 Genotip (G): 0.629, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.723, H x P: 0.901, G x P :0.414, G x H : 0.255, G x P x H: 0.363, **P < 0.01 187 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yapılan Duncan gruplandırmasında mısır genotipleri arasında en yüksek sömürülen potasyum miktarları ortalama 13.12 mg/saksı ve 13.09 mg/saksı ile A3127 ve A-3735 genotiplerinde belirlenmiştir. En düşük değerler ise ortalama 5.61 mg/saksı ve 5.82 mg/saksı ile SA-88 ve S-4340 genotiplerinde gerçekleşmiştir. Mısır genotiplerinde artan fosfor dozlarına bağlı olarak humik madde uygulanan ve uygulanmayan her iki koşulda da sömürülen potasyum miktarları artış göstermiş, ancak artış hızı humik madde uygulanmayan koşullarda daha yüksek olmuştur.Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasına ve farklı genotiplere bağlı olarak mısır bitkilerince sömürülen potasyum miktarlarının değiştiği belirlenmiştir (Nawaz ve ark., 2006). Diğer taraftan, humik madde uygulaması mısır bitkilerince potasyum kullanım etkinliğini önemli düzeyde (**P < 0.01) artırmıştır. Nitekim sömürülen fosfor miktarı humik madde uygulanmayan koşullarda ortalama 8.21 mg/saksı’dan, humik madde uygulaması ile birlikte ortalama 10.75 mg/saksı düzeyine yükselmiştir. Benzer çalışmalarda da toprağa humik madde ilavesiyle bitkilerce potasyum kullanım etkinliğinin artırılabileceği belirlenmiştir (Mawgoud ve ark., 2007; Patil ve ark., 2011). 4. Sonuç Humik madde uygulamasına bağlı olarak mısır genotipleri arasında kuru madde ağırlıkları, fosfor kullanım etkinlikleri ve fosforlu gübrelemeye tepki açısından önemli farklılıklar belirlenmiştir. Mısır bitkilerince fosforlu gübre kullanım etkinliği açısından bakteriyel humik asit uygulaması olumlu sonuçlar vermiştir. Çalışma ayrıca, gübre kullanım etkinlikleri ve fosfor noksanlığına dayanıklılık açısından farklı mısır genotipleri arasında dahi farklılıklar olabileceğini ortaya koymuştur. Kaynakça Aydın, A., Yıldırım, E., Karaman, M.R., Turan, M., Demirtaş, A., Şahin, F., Güneş, A., Esringü, A., Dizman, M., Tutar, A. 2012. Humik Asit, PGPR ve Kimyasal Gübrenin Farklı Özellikteki Toprakların Bazı Kimyasal Özelliklerine Etkisi. SAÜ Fen Edebiyat Drg.14(1):309-316. Aydın, M., Yılmaz, E., Şahin, S., Gebeloğlu, N., Sağlam, N. ve Karaman, M.R. 2013. Karnabaharda Humik Asit ve Çinko Uygulamaları İle Verim ve Kalite Özellikleri Arasındaki İlişkiler. Türkiye 6. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi, 03-07 Haziran, Kapadokya, Bildiri Kitabı, s. 410. Chen, Y., Nobili, M. and Aviad, T. 2004. Stimulatory effect of humic substances on plant growth. In: agdoft F., Ray R. (eds): Soil Organic Matter in Sustainable Agriculture. CRC Press, Washington. Cheng, F., Tu, P., Yan, X., Wang, X. and Liao, H. 2010. Phosphorus nutrition characters for new soybean germplasms with phosphorus efficiency on acid red soils. Plant Nutrition and fertilizer Science,16:71-81. 188 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Defline, S., Tognetti, R., Desiderio, E. and Alvino, A. 2005. Effect of foliar application of N and humic acids on growth and yield of durum wheat. Agronomy for Sustainable Development, 25:183-191. Delgado, A., Madrid, A., Kassem, S., Andreu, L. and Campillo, M.C. 2002. Phosphorus fertilizer recovery from calcareous soils amended with humic and fulvic acids. Plant and Soil 245:277-286. Dizman, M., Tutar, A., Karaman, M.R., Turan, M. ve Horuz, A. 2012. Humik maddelerin ilaç olarak kullanımı ve insan sağlığına etkileri. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi (1):25-33. Hafez, M.M. 2004. Effect of some sources of nitrogen fertilizer and concentration of humic acid on the productivity of squash. Egypt. J. Apl. Sci. 19:293-309. Hussein, A.H.A. 2009. Phosphorus Use Efficiency by Two Varieties of Corn at Different Phosphorus Fertilizer Application Rates. Research Journal of Applied Sciences. 4(2):85 -93. Karaman, M.R., Turan, M., Yıldırım, E., Güneş, A., Esringü, A., Demirtaş, A., Gürsoy, A., Dizman, M., Tutar, A. 2012. Ca ve B Humat Bileşiklerinin Domates Bitkisinin Verim Parametreleri İle Klorofil ve Stoma Geçirgenliği Üzerine Etkilerinin Belirlenmesi. SAÜ Fen Edebiyat Der., 14(1):177-185. Karaman, M.R., Şahin, S., Geboloğlu, N., Turan, M., Güneş, A., Tutar, A. 2012. Humik Asit Uygulaması Altında Farklı Domates Çeşitlerinin (Lycopersicon esc. L.) Demir Alım Etkinlikleri. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi, 14(1):301-308. Karaman, M.R., Turan, M., Tutar, A., Dizman, M., Şahin, S. 2012. Usage of Leonardite Ore Based on Humate Sources as a Potential Organic Fertilizer Functions of Natural Organic Matter in Changing Environment. Springer Publ., pp 598-601, ISBN 978-7-308, China. Karaman, M.R., Zengin, M., Adiloğlu, A. ve Horuz, A. 2012. Humik Madde Uygulaması Altında Farklı Soya Genotiplerinin P Kullanım Etkinliklerinin Belirlenmesi. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi, 14(1):335-344. Karaman, M.R., Geboloğlu, N., Turan, M., Şahin, S., Dizman, M. and Horuz, A. 2013. Possible use of leonardite based humates to improve the zinc use efficiency of tomato cultivars (Lycopersicon esculentum L.). Journal of Food, Agriculture and Environment, JFAE-2012-CHA-77. Khaled, H. and Fawy, H.A., 2011. Effect of different levels of humic acids on the nutrient content, plant growth, and soil properties under conditions of salinity. Soil and Water Res., 6(1):21-29. Kulikova ve ark. 2005. Mitigating activity of humic substances direct influence on biota, use of humic substances to remediate polluted environments: from theory to practice. Hatfield, K. and Hertkorn, N.; Springer, Netherlands. Martins, A.O., Compostrini, E., Magalhaes, P.C. and Netto, A.T. 2008. Nitrogenuse efficiency of maize genotypes in contrasting environments. Crop Breeding and Applied Biotechnology 8: 291-298. Mikkelsen, R.L. 2005. Humic materials for agriculture Davis California, USA. Better Crops with Plant Food. 89(3):6-7. 189 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Mawgoud, A., Greadly, El., Helmy, Y.I. and Singer, S.M. 2007. Responses of tomato plants to different rates of humic based fertilizer and NPK fertilization. Journal of Applied Sciences Research. 3(2): 169-174. Nardi, S., Pizzeghello,D., Muscolo, A. and Vianello, A. 2002. Physiological effects of humic substances on higher plants. Soil Biol. and Bioc. 34:1527-1536. Nawaz, I., Hassan, Z., Ranjha, A.M. and Arshad, M. 2006. Exploiting genotypic among fifteen maize genotypes of Pakistan for K up take and use efficiency in solution culture. Pak. J. Bot., 38(5):1689-1696. Onasanya, R.O., Aiyelari, O.P., Onasanya, A. and Oikeh, S. 2009. Growth and Yield Response of Maize (Zea mays L.) to Different Rates of N and P Fertilizers in Southern Nigeria. World Journal of Agr. Sci. 5(4):400-407. Patil, R.B., More, A.D., Kalyankar, M. and Wadje, S.S. 2011. Effect of potassium humate on nutrients uptake of glycine max, phaseolus mungo and triticum aestivum. Plant Sciences Feed 1(10):174-178. Pauline, M.M., John B.O., Jude J.O., Whitbread, A. and Hargreaves, J. 2010. Effect of phosphorus fertilizer rates on growth and yield of three soybean cultivars in Limpopo Province. African J. of Agr. Res., 5(19):2653-2660. Pettit, R.E. 2006. Organic matter, humus, humate, humic acid, fulvic acid and humin. The Wonderful World of Humus and Carbon. Peuravuori, J., Zbankova, P. and Pihlaja, K. 2006. Aspects of structural features in lignite and lignite humic acids. Fuel Process Technol. 87:829-39. Raina, J.N. and Goswami, K.P. 1988. Effect of fulvic acid and fulvates on the growth and nutrient uptake by maize plant. Ind. Soc.Soil Sci., 36:264-268. Salman, S.R., Abou-hussein, S.D., Abdel-Mawgoud, A.M.R. and El-Nemr, M.A. 2005. Fruit yield and quality of watermelon as affected by hybridsand humic acid application. Journal of Applied Sciences Research 1(1):51-58. Sankhyan, N.K. and Sharma, C.M. 1997. Effect of P and Zn fertilization on grain yield and uptake by maize (Zea mays L.). Ind.J. Agric. Sci., 67:63-66. Senesi, N. and Miano, TM. 1994. Humic substances in the global environment: implications for human health; Elsevier: Amsterdam. Wiegand, C., Meems, N., Timofeyev, M., Steinberg, C.W. and Pflugmacher, S. 2004. More evidence for humic substances acting as biogeochemicals on organisms. In: Ghabbour E.A. & Davies G. eds. Humic Substances: Nature’s Most Versatile Materials. Taylor and Francis, NY., pp. 349-363. Zhang, F.C., Kang, S.Z. and Gong, D.Z. 2005. Maize growth and phosphorous and zinc uptake under different phosphorous supply levels. Chinese Journal of Applied Ecology, 16(5):903-906. 190 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X GELİ Müessesesi Bünyesinde Faaliyet Gösteren Açık Ocak Linyit İşletmeciliğinin Çevresinde Yer Alan Zeytin Ağaçlarının Vejetatif Gelişimlerine Etkilerinin Belirlenmesi Aydın Adiloğlu1 Metin Turan2 Mehmet Rüştü Karaman3 Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ 2 Yeditepe Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü, Ataşehir- İstanbul 3 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Bilecik E-mail:rkaraman2000@hotmail.com 1 Özet: Bu araştırmada GELİ (Güney Ege Linyit İşletmeleri- Yatağan/Muğla) Müessesesi içerisindeki açık ocak linyit işletmeciliği ile kömür üretim faaliyetlerinin etrafında yer alan zeytin ağaçlarının vejetatif gelişimlerine olan potansiyel etkileri incelenmiştir. Bu amaçla; açık ocak kömür çıkarma işleminin devam ettiği alandan 10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500, 3000 m uzaklıktaki zeytin ağaçları (Memecik çeşidi) ile birlikte maden çıkarma işlemi tamamlanmış ve doğal yapısı bozulan arazilerin yeniden iyileştirilmesi çalışmaları çerçevesinde, döküm harmanı olarak kullanılan aynı uzaklıklardaki zeytin ağaçlarına (Gemlik çeşidi) ait bazı ölçüm ve analizler yapılmıştır. Elde edilen bulgulara göre; araştırma alanları içerisindeki zeytin ağaçlarının vejetatif gelişimlerine, açık ocak linyit işletmeciliğinin önemli bir potansiyel kirletici etkisine rastlanılmamıştır. Bitkinin vejetatif verimini etkileyen stoma geçirgenliği, fotosentez, toplam klorofil, yıllık dallardaki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu, yaprak genişliği, yaprak sapı uzunluğu gibi parametreler ile zeytin ağacı yapraklarının mineral madde kapsamları açısından mesafeye bağlı önemli bir değişkenlik tespit edilmemiştir. Farklı mesafelere bağlı olarak alınan zeytin ağacının yapraklarının azot içerikleri yetersiz, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum içerikleri yeterli, sodyum içerikleri toksik seviyenin altında, çinko, demir, mangan, bakır ve bor mikro element düzeyleri ise yeterli olarak belirlenmiştir. Zeytin ağacı yapraklarının ağır metal içeriklerinde de mesafelere göre herhangi bir farklılığa rastlanılmamıştır. Farklı mesafelere bağlı olarak zeytin ağaçlarının yetiştirildiği alanlardan alınan toprak örneklerinin pH’sı nötr ve hafif alkali, tuzsuz, çok fazla kireçli ve organik madde içerikleri orta-yeterli-fazla olduğu tespit edilmiştir. Gerek üst toprak ve gerekse bitki yapraklarında yapılan analizler sonucunda ağır metal değerleri ve diğer kirletici partikül miktarları normal düzeylerde bulunmuştur. Anahtar kelimeler: zeytin, bitki besin elementi, ağır metal, vejetatif verim 191 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Determination of GELİ Open Mine Lignite Industry’s Effects on the Vegetative Growing of Olive Trees around Administrating Area Abstract: It was investigated GELİ open mine lignite administrating potential effects on the vegetative growing of olive trees in administrating area and near the GELİ administrating in this research. For this purpose, olive leaf and soil samples taken from different distance (10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500 and 3000 m) from GELİ open mine lignite administrating area olive trees (Memecik variety) and degrade of natural status areas which is olive plantations (Gemlik variety). According to the results, it was not determined potential pollute effects of GELİ open mine lignite administrating on vegetative growing of olive trees in research area. It was not change found stomata permeability, photosynthesis, total chlorophyll, number of annual leaf in branch, length of leaf, width of leaf, length of leaf stem, mineral matter content of leaf samples according to the different distance from GELİ open mine lignite administrating. Nitrogen contents of leaf samples were found deficiency; phosphorus, potassium, calcium, magnesium contents of leaf samples were determined sufficient; sodium contents of samples were found the low of toxic level; zinc, iron, manganese, copper and boron contents were found sufficient levels in olive leaf samples which are taken from different distance. Heavy metal contents of leaf samples were not found difference according to difference distance. pH values are neutral and slightly alkali, without salt, excess lime and organic matter amount were determined medium, sufficient and excess in the soil samples which collected from research area. On the other hand, both the soils samples and the olive leaf samples were found normal heavy metal contents in research area. Key words: olive, plant nutrient element, heavy metal, vegetative yield. 1. Giriş Dünyada yaklaşık olarak 10 milyon hektarlık bir alanda 805 milyon adetten fazla zeytin ağacı mevcut olup 17.2 milyon ton zeytin üretimi gerçekleşmektedir. Bu miktar zeytin ağacının yaklaşık % 98’i Akdeniz ülkelerinde bulunmakta olup, bu miktarın % 11’ine sahip olan Türkiye zeytinin anavatanı olarak kabul edilmektedir (Doran ve ark., 2008). Zeytin üretimi ülkemizde 41 il ve 270 ilçede yapılmaktadır. Zeytin üretiminin % 53’ü Ege Bölgesinde, % 18’i Marmara Bölgesinde, % 23’ü Akdeniz Bölgesinde, % 6’sı Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve % 0.2’si de Karadeniz Bölgesinde gerçekleştirilmektedir (TÜİK, 2013). 192 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Zeytin, ekonomik anlamda 30-45 paralelleri arasında, Kuzey yarımkürede 30, Güney yarımkürede ise 8 ülkede sınırlı alanlarda yetiştirilen çok yıllık bir Akdeniz bitkisidir. Türkiye’de zeytin, Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Ege ve Akdeniz kıyılarında yaygın olarak yetiştirilmektedir. Muğla, Türkiye’nin en önemli zeytin üretim bölgesi olan Ege Bölgesi sınırları içinde yer almakta ve üretim bakımından bölgede dördüncü sıradadır. Ülkemizde görülen tür zenginliğinin yanında çeşit bolluğu açısından da Zeytin’in özel bir yeri bulunmaktadır. Nitekim 88’i yerli, 34’ü yabancı tür olmak üzere ülkemizdeki zeytin çeşit sayısı toplamı 132’dir (TÜİK, 2013). Türkiye’de yaklaşık 658,000 hektarlık bir alandaki 95 milyon ağaçtan 1,650,000 ton zeytin elde edilmektedir. Bu miktar üretimle ülkemiz dünya zeytin üretiminin yaklaşık % 11’ini karşılamakta olup, siyah zeytin üretiminde birinci, sofralık zeytin üretiminde ikinci ve zeytinyağı üretiminde ise dördüncü sırada yer almaktadır (Doran ve ark., 2008). Zeytinin yetiştiriciliği için iklim elemanlarından sıcaklık ve yağış özellikleri önemlidir. Zeytin, tomurcuklanmadan çiçeklenmeye kadar olan dönemde 5- 10°C, çiçeklenme döneminde 15- 20°C, meyve oluşumu devresinde 20- 25°C, meyvenin olgunlaşma döneminde 15°C, olgunlaşmadan hasat dönemine kadar da ortalama 5°C dereceye kadar sıcaklık şartlarını istemektedir. Mardin ili Derik ilçesi’nde yetiştirilen Halhalı zeytin çeşidine ait bahçelerin beslenme durumlarını tespit etmek amacıyla yapılna bir araştırmada (Doran ve ark., 2008), yaprak anazizi sonuçlarına göre zeytin ağaçlarının yaprak örneklerinin P, K, Ca, Mg, Fe ve Mn içerikleri yeterli, N, Zn, Cu ve B içerikleri ise yetersiz bulunmuştur. Çalışkan (2007) tarafından yapılan bir araştırmada sebzelerdeki ağır metal kirliliği incelenmiştir. Bu amaçla, Tekirdağ ili Çorlu ilçesi’nden 44 farklı tarladan alınan marul bitkisinin kurşun içeriğinin 1.47- 3.52 mg/kg, kadmiyum içeriğinin 0.50- 0.62 mg/kg ve krom içeriğinin ise 2.04- 3.28 mg/kg arasında değiştiği belirlenmiştir. Bu sonuçlara göre, marul bitkisinde ağır metal kirlenmesinin önemli boyutlarda olduğu ortaya konulmuştur. Güneydoğu Marmara Bölgesi zeytin bahçelerinde yapılan bir araştırmada, topraklarda bazı ağır metallerin kirlilik düzeyleri incelenmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, topraklarda Nikel ve krom kirliğinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Toprakların kadmiyum, kobalt ve bakır içeriklerinin ise şimdilik izin verilebilir sınırlar içerisinde oldukları görülmüştür (Gürel ve Başar, 2014). Zeytinin yetişme koşulları bakımından iklim şartlarının yanı sıra toprak şartları da önem taşımaktadır. Zeytin, çok seçici olmamakla birlikte kalkerli-kumlu, besin maddelerince zengin, pH değeri 6-8 seviyesinde olan topraklarda daha iyi yetişmektedir. Taban suyunun 1 m’den daha yakın olmaması istenmektedir. Zeytin 193 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ağacının kök ve saçak gelişimi için uygun olan topraklar kumlu-tınlı, tınlı, tınlıkumlu, killi-tınlı ve siltli tınlı olanlarıdır. Bu tip topraklar geçirgen yapıları ve yeterli su tutma kapasiteleri ile zeytin tarımı için uygun şartlar sağlamaktadır. TKİ GELİ (Güney Ege Linyit İşletmeleri- Yatağan/Muğla) Müessesesi günümüzde gelişen çevre bilinci ile birlikte linyit çıkarılması sonucunda tahrip edilen doğanın yeniden geri kazanılması amacı ile 1991 yılında başlatmış olduğu çevreye duyarlı bitki yetiştirme çalışmaları her geçen yıl artarak devam etmiştir. 1991 yılında ilk defa zeytin ağacı dikimi başlamış ve 10.6 hektarlık bir alanda 2100 adet zeytin ağacı dikilmiştir. Daha sonraki yıllarda dikilen zeytin ağacı sayısı hızla artmıştır. GELİ Müesssese Müdürlüğü tarafından linyit kömürü çıkarılan tarım alanlarında 2010 yılı itibariyle toplam 165.4 hektarlık bir alanda 41,500 adet zeytin ağacı dikilmiştir (Karaman ve ark., 2012). Bu araştırmada, GELİ müessesesi bünyesindeki IR:7200 ruhsat nolu saha içerisinde yer alan zeytin ağaçlarının vejetatif ve generatif gelişimlerine açık ocak linyit işletmeciliğinin potansiyel kirletici etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. 2. Materyal ve Yöntem 2.1. Araştırma Sahası Bilgileri Güney Ege Linyitleri İşletmesi (GELİ); Yatağan, Tınaz-Bağyaka ve MilasSekköy işletmelerinde açık ocak yöntemi ile üretim yapmaktadır. İşletmenin ürettiği kömür büyük ölçüde termik santralarla ve sanayiye verilmektedir. GELİ Müessesesi Müdürlüğü yerleşim alanı, Yatağan İlçesi Merkezine 8 Km. mesafede ve Yatağan- Milas Karayolu üzerindedir. İşletmede altı adet açık ocakta işletme faaliyeti gösterilmektedir. Eskihisar ocağı Yatağan ilçe merkezine 8 Km, Tınaz ocağı Muğla il merkezine 18 Km, Yatağan ilçe merkezine 25 Km., Bağyaka Ocağı Muğla il merkezine 24 Km., Yatağan İlçe merkezine 15 Km. mesafedir. Yörede çoğunlukla tipik Akdeniz İklimi hakimdir. Bölgede yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve yağışlıdır. Yağışlar genellikle yağmur şeklinde oluşmaktadır. Merkezi Muğla' da bulunan GELİ Müessese Müdürlüğü, Yatağan Bölge Müdürlüğü, Tınaz- Bağyaka Bölge Müdürlüğü, Milas Bölge Müdürlüğü olmak üzere, 1984 yılında yapılanmıştır. 1995 yılında yapılan reorganizasyon çalışmaları sonucunda Müessese Müdürlüğü kapatılarak, Yeniköy Linyitleri İşletmesi Bölge Müdürlüğü (YLİ) ile Güney Ege Linyitleri İşletmesi Bölge Müdürlüğü'ne (GELİ) dönüştürülmüştür. Yönetim kurulunun 15.04.2002 tarihli kararı ile Bölge müdürlüklerinin İşletme müdürlüklerine dönüştürülmesiyle GELİ İşletme müdürlüğü ve Yeniköy Linyitleri İşletme müdürlüğü olarak faaliyetlerini sürdürmekte iken, 22.07.2002 tarih ve 34/232 sayılı yönetim kurulu kararındaki “Genel Müdürlük Merkezinde toplanmış 194 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X bulunan yetkilerin taşra teşkilatlarına devredilmesi, merkezdeki atalet ve yığılmaların ortadan kaldırılması, taşradaki aktivitelerin, iş ve hizmetlerdeki karlılık ve verimliliğin artırılması “ prensibinden hareketle 01.04.2004 tarihinden geçerli olmak üzere merkezi Yatağan’da bulunan GÜNEY EGE LİNYİTLERİ İŞLETMESİ MÜESSESESİ MÜDÜRLÜĞÜ tekrar tesis edilmiş, yapılanmasını aynen koruyan Yeniköy Linyitleri İşletmesi Müdürlüğü de kurulan Müessese Müdürlüğüne bağlanarak halen faaliyetler bu şekilde devam ettirilmektedir. Söz konusu maden işletmeciliği çalışmaları çerçevesinde doğal yapısı bozulan arazilerin yeniden düzenlemesi ve iyileştirilmesi çalışmaları MuğlaYatağan İşletmesi' nde 1991 yılında başlatılmıştır. Diğer uygulamalardan farklı olarak Yatağan' da toprak döküm harmanı olarak kullanılan mülkiyeti orman idaresine ait 542.000 m2' lik alanda çalışma yapılmaktadır. 2.2. Toprak Örneklemesi ve Toprak Analizleri Toprak örnekleri, zeytin ağaçlarının taç izdüşümünden alınmıştır. Hava kurusu hale getirilen ve 2 mm’lik elekten elenen toprak örneklerinde, kimi fiziksel ve kimyasal analizler aşağıdaki yöntemlere göre yapılmıştır. Elde edilen bulgular temelde Toprak Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde (TKKY, 2010) belirtilen kritik değerler ile karşılaştırılmış ve toprakların kirlilik derecesi ortaya konulmuştur. Toprak örneklerinde tekstür (Gee ve Bauder, 1986). pH (Thomas, 1996), elektriksel iletkenlik (Rhoades, 1996), kireç içeriği (Loeppert ve Suarez, 1996), organik madde içeriği (Nelson ve Sommers, 1996), azot içeriği (Bremmer, 1996), kükürt içeriği Carbon Ölçüm Cihazı (Leco Truspec CHN) ile, alınabilir fosfor (Kuo, 1996), değişebilir katyonlar (Na, K, Ca ve Mg) (Helmke ve Sparks, 1996; Suarez, 1996), elverişli Fe, Mn, Zn, Cu, B, Mo, Co miktarları ile ekstrakte edilebilir Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo miktarları (Lindsay ve Norvell, 1978)’e göre belirlenmiştir. 2.3. Yaprak Örneklemesi, Yaprak Ölçümleri ve Analizleri Zeytin yapraklarında bazı fizyolojik ölçüm ve gözlemler, yaprakların normal iriliklerine ulaştıkları Temmuz ayında seçilen yıllık sürgünlerde yapılmıştır. Yaprak örnekleri, yıllık uç sürgünlerin ortasındaki karşılıklı yaprak çifti şeklinde ve ağaçların dört bir yanından tekniğine uygun olarak alınmıştır (Jones ve ark., 1991). Alınan yaprak örneklerinde yaprak sayısı (adet), yaprak uzunluğu (cm), yaprak genişliği (cm), yaprak sapı uzunluğu (cm), fotosentez kapasitesi, klorofil miktarı, hücre geçirgenliği ve stoma geçirgenliği ölçümleri yapılmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma Turgut Beldesinde istimlak edilmesi düşünülen 1.034 da’lık, Yeşilbağcılar Beldesinde istimlak edilmesi düşünülen 477 da’lık ve toprak döküm harmanı olarak kullanılan mülkiyeti GELİ Müessesesine ait 542 da’lık alanda kömür 195 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X çıkarılan sahaya olan mesafeler dikkate alınarak zeytin ağaçlarında kimi fizyolojik ölçümler, generatif gözlemler ile toprak ve yaprak örneklemesi yapılmıştır. Kömür çıkarma işleminin devam ettiği alandan istimlak edilmesi düşünülen alana olan 10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500, 3000 m uzaklıktaki zeytin ağaçlarına (Memecik ve Gemlik çeşitleri) ait ölçümler 5 paralelli olarak alınmış ve ortalama değerler çizelgeler şeklinde verilmiştir. Çizelge 1. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait fizyolojik parametreler Stoma Geçirgenliği mmol m-2 s-1 Fotosentez değeri µmol m-2 s-1 Toplam Klorofil İçeriği (OD) Hücre geçirgenliği % 0-10 415.44 9.27 73.12 81.70 10-50 451.15 10.96 79.40 88.73 50- 100 496.08 13.08 87.31 97.56 100- 250 534.10 14.88 94.00 105.04 250- 500 573.26 16.73 100.89 112.74 500 -750 620.50 18.96 109.21 122.03 750- 1000 668.88 21.24 117.72 131.55 1250- 1500 706.90 23.04 124.41 139.02 1500 -2000 755.28 25.32 132.93 160.77 2000 -2500 793.30 27.12 139.62 170.06 2500 -3000 832.46 28.97 146.51 167.06 Mesafe (m) Turgut Beldesi’nde Zeytin ağacı yapraklarına ait analiz sonuçları Çizelge 14’de ve topraklara ait analiz sonuçları ise Çizelge 5’de, Yeşilbağcılar Beldesi’nde Zeytin ağacı yapraklarına ait ortalama değerler Çizelge 6-9’da ve topraklara ait ortalama değerler ise Tablo 10’da, döküm sahası zeytin ağacı yapraklarına ait analiz sonuçları ise Çizelge 11-14’de ve topraklara ait analiz sonuçları da Çizelge 15’de verilmiştir. 196 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait gelişim parametreleri Mesafe (m) Yıllık dallardaki Yaprak yaprak sayısı, adet uzunluğu, cm Yaprak genişliği, cm Yaprak sapı uzunluğu, cm 0-10 358.20 5.07 1.16 0.40 10-50 380.80 5.15 1.22 0.37 50- 100 381.80 5.02 1.21 0.37 100- 250 383.20 5.22 1.17 0.36 250- 500 375.40 5.26 1.17 0.35 500 -750 372.40 5.11 1.16 0.36 750- 1000 394.00 5.12 1.18 0.38 1250- 1500 392.20 5.16 1.18 0.39 1500 -2000 405.00 5.07 1.20 0.36 2000 -2500 481.00 5.13 1.20 0.36 2500 -3000 379.80 4.97 1.20 0.34 Bitkinin vejetatif ve generatif verim parametrelerini etkileyen stoma geçirgenliği, fotosentez, toplam klorofil gibi parametreler bakımından, mesafeye bağlı önemli bir değişkenlik tespit edilmemiştir. Zeytin ağacı yapraklarının mineral madde kapsamları açısından da mesafeye bağlı önemli bir farklılık veya değişkenliğe rastlanmamıştır. Farklı mesafelere bağlı olarak alınan zeytin ağacının yapraklarının mineral madde kapsamları incelendiğinde azot yetersiz, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum yeterli, sodyum toksik seviyenin altında, çinko, mangan ve bakır mikro element düzeyleri ise yeterli olarak belirlenmiştir (Özkaya ve ark., 2008). 197 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 3. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yapraklarına ait makro ve mikro besin elementi içerikleri (N, P, K, Ca, Mg ve S %; Na, Fe, Cu, Mn, Zn, B mg /kg) Mesafe, m N P K Ca Mg Na S Fe Cu Mn Zn B 0-10 1.14 0.15 1.18 0.92 0.24 719.68 0.31 185.83 5.52 24.88 16.08 48.79 10-50 1.16 0.21 1.69 0.94 0.34 728.76 0.31 199.66 5.58 25.19 15.38 45.07 50- 100 1.18 0.26 2.08 0.96 0.42 735.57 0.31 210.03 5.62 25.43 15.21 44.14 100- 250 1.21 0.32 2.60 0.98 0.52 744.65 0.31 223.87 5.68 25.74 14.16 38.57 250- 500 1.21 0.35 2.79 0.98 0.56 748.05 0.31 229.05 5.70 25.86 13.54 35.31 500 -750 1.24 0.41 3.28 1.00 0.65 756.68 0.32 242.19 5.76 26.16 13.23 33.64 750- 1000 1.27 0.50 4.02 1.03 0.80 769.62 0.32 261.90 5.84 26.61 12.58 30.20 1250- 1500 1.30 0.57 4.54 1.05 0.91 778.70 0.32 275.74 5.89 26.92 11.53 24.63 1500 -2000 1.32 0.62 4.99 1.07 1.00 786.65 0.32 287.84 5.94 27.20 11.27 23.23 2000 -2500 1.34 0.69 5.51 1.09 1.10 795.73 0.33 301.67 6.00 27.51 10.22 17.66 2500 -3000 1.35 0.71 5.70 1.09 1.14 799.14 0.33 306.86 6.02 27.63 9.60 14.40 Zeytin ağacı yaprağının ağır metal içerikleri dikkate alındığında aynı durum söz konusu olup, mesafelerde ise herhangi bir önemli etkiye rastlanılmamıştır. Farklı mesafelere bağlı olarak zeytin ağaçlarının yetiştirildiği alanlardan alınan toprak örnekleri üzerinde yapılan analizler sonucunda, toprak örneklerinin pH’sı nötr ve hafif alkali, tuzsuz, çok fazla kireçli ve organik madde içerikleri ortayeterli-fazla olduğu tespit edilmiştir (Lindsay ve Norvell, 1969; FAO, 1990; TOVEP, 1991). Çizelge 4. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağaçlarına ait ağır metal içerikleri (Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo, mg/kg) Mesafe, m Cd Pb Ni Cr Se Mo 0-10 0.54 0.33 0.14 0.12 0.13 0.07 10-50 0.49 0.31 0.15 0.12 0.12 0.06 198 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 50- 100 0.42 0.29 0.15 0.13 0.11 0.05 100- 250 0.35 0.27 0.15 0.13 0.10 0.04 250- 500 0.29 0.25 0.15 0.13 0.09 0.04 500 -750 0.21 0.22 0.15 0.13 0.08 0.03 750- 1000 0.14 0.20 0.15 0.13 0.07 0.02 1250- 1500 0.07 0.17 0.15 0.13 0.07 0.01 1500 -2000 0.02 0.15 0.15 0.13 0.06 0.01 2000 -2500 0.07 0.13 0.16 0.13 0.05 0.01 2500 -3000 0.13 0.11 0.16 0.14 0.04 0.02 Çizelge 5. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yetiştiriciliği yapılan alanlara ait üst toprak (0-20 cm) kimyasal analiz sonuçları Mesafe, m pH EC dS/m Kireç % OM % 0-10 7.00 0.33 42.70 3.48 10-50 8.00 0.25 28.58 2.66 50- 100 8.00 0.31 24.56 1.42 100- 250 7.00 0.41 8.38 6.20 250- 500 7.00 0.25 65.06 1.82 500 -750 7.50 0.41 71.72 3.32 750- 1000 8.00 0.44 50.66 2.92 1250- 1500 8.00 0.26 64.16 4.04 1500 -2000 8.00 0.26 47.64 3.37 2000 -2500 8.00 0.29 44.38 3.10 2500 -3000 8.00 0.26 39.84 4.48 199 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 6. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait fizyolojik parametreler Mesafe (m) Stoma Geçirgenliği mmol m-2 s-1 Fotosentez değeri µmol m-2 s-1 Toplam Klorofil İçeriği (OD) Hücre geçirgenliği % 0-10 494.37 10.48 67.27 76.80 10-50 508.94 13.83 69.25 79.06 50- 100 516.65 14.28 70.30 80.26 100- 250 538.12 15.48 73.22 83.60 250- 500 584.33 15.80 77.55 88.54 500 -750 597.70 15.85 79.33 90.57 750- 1000 586.89 17.31 77.89 88.93 1250- 1500 575.72 17.74 76.41 87.24 1500 -2000 579.74 16.86 76.94 87.85 2000 -2500 590.72 18.06 78.40 89.51 2500 -3000 582.67 18.60 77.33 88.29 Çizelge 7. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait gelişim parametreleri Yıllık dallardaki yaprak sayısı, adet Yaprak uzunluğu, cm Yaprak genişliği, cm Yaprak sapı uzunluğu, cm 0-10 388.80 5.19 1.19 0.38 10-50 370.60 5.01 1.19 0.37 50- 100 354.40 5.17 1.19 0.39 100- 250 376.40 5.27 1.18 0.38 250- 500 385.80 5.10 1.18 0.35 500 -750 366.20 5.04 1.19 0.36 Mesafe (m) 200 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 750- 1000 367.00 5.20 1.18 0.35 1250- 1500 379.80 5.22 1.17 0.38 1500 -2000 407.60 5.18 1.17 0.35 2000 -2500 378.60 5.14 1.17 0.35 2500 -3000 379.00 5.10 1.18 0.37 Çizelge 8. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yapraklarına ait makro ve mikro besin elementi içerikleri (N, P, K, Ca, Mg ve S %; Na, Fe, Cu, Mn, Zn, B mg /kg) Mesafe, m N P K Ca Mg Na S Fe Cu Mn Zn B 0-10 1.27 0.15 1.16 0.86 0.23 637.48 0.35 166.19 6.71 23.28 15.04 44.16 10-50 1.61 0.22 1.48 1.09 0.29 679.34 0.30 149.47 5.46 23.13 15.13 42.11 50- 100 2.07 0.22 1.55 1.41 0.31 704.21 0.22 145.54 5.00 22.24 16.51 37.35 100- 250 1.80 0.26 1.85 1.22 0.37 752.13 0.22 137.45 5.17 21.90 14.34 40.03 250- 500 1.75 0.25 1.70 1.19 0.34 617.14 0.24 146.65 5.19 24.06 13.96 36.85 500 -750 1.81 0.26 1.71 1.22 0.34 618.58 0.23 144.26 5.33 22.58 14.40 37.03 750- 1000 1.75 0.25 1.86 1.18 0.37 637.71 0.22 138.92 5.04 21.36 13.90 40.36 1250- 1500 1.85 0.25 1.63 1.25 0.32 750.11 0.24 143.52 5.49 23.28 14.69 35.30 1500 -2000 1.89 0.25 1.77 1.28 0.35 759.88 0.23 141.31 4.97 23.13 14.06 33.90 2000 -2500 1.91 0.26 1.98 1.29 0.39 577.36 0.22 142.42 4.76 22.24 10.33 26.85 2500 -3000 1.89 0.26 1.99 1.27 0.39 596.11 0.22 140.58 5.13 21.71 10.81 32.25 201 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 9. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağaçlarına ait ağır metal içerikleri (Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo, mg/kg) Mesafe, m Cd Pb Ni Cr Se Mo 0-10 0.50 0.29 0.16 0.12 0.12 0.08 10-50 0.50 0.28 0.13 0.10 0.11 0.07 50- 100 0.50 0.25 0.12 0.08 0.10 0.08 100- 250 0.34 0.26 0.12 0.07 0.10 0.05 250- 500 0.35 0.24 0.12 0.08 0.10 0.05 500 -750 0.38 0.24 0.13 0.08 0.10 0.06 750- 1000 0.37 0.27 0.12 0.07 0.11 0.06 1250- 1500 0.40 0.23 0.13 0.08 0.09 0.06 1500 -2000 0.46 0.22 0.12 0.08 0.09 0.07 2000 -2500 0.46 0.18 0.11 0.08 0.07 0.07 2500 -3000 0.49 0.21 0.12 0.07 0.08 0.07 Çizelge 10. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yetiştiriciliği yapılan alanlara ait üst toprak (0-20 cm) kimyasal analiz sonuçları Mesafe, m pH EC dS/m Kireç % OM % 0-10 7.56 0.33 43.60 3.55 10-50 7.98 0.25 29.47 2.74 50- 100 7.89 0.31 24.93 1.44 100- 250 7.28 0.42 8.64 6.39 250- 500 7.62 0.25 64.09 1.79 500 -750 7.38 0.42 73.52 3.40 750- 1000 7.34 0.45 52.00 2.99 202 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1250- 1500 7.96 0.25 61.92 3.89 1500 -2000 8.12 0.25 46.38 3.28 2000 -2500 7.41 0.30 46.00 3.21 2500 -3000 7.34 0.25 38.14 4.28 Çizelge 11. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait fizyolojik parametreler Mesafe (m) Stoma Geçirgenliği mmol m-2 s-1 Fotosentez değeri µmol m-2 s-1 Toplam Klorofil İçeriği (OD) Hücre geçirgenliği % 0-10 535.92 22.25 94.44 80.26 10-50 551.71 25.12 88.82 83.60 50- 100 542.70 23.13 90.17 88.54 100- 250 565.25 20.96 93.91 90.57 250- 500 598.70 21.39 95.42 88.83 500 -750 612.40 21.45 96.57 87.41 750- 1000 601.33 23.44 94.83 87.85 1250- 1500 589.88 24.02 93.02 89.51 1500 -2000 594.00 22.83 93.67 88.29 2000 -2500 605.25 24.45 95.45 76.80 2500 -3000 597.00 25.18 94.14 79.06 203 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 12. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait gelişim parametreleri Mesafe (m) Yıllık dallardaki yaprak sayısı, adet Yaprak uzunluğu, cm Yaprak genişliği, cm Yaprak sapı uzunluğu, cm 0-10 337.60 4.88 1.15 0.28 10-50 316.60 4.91 1.14 0.28 50- 100 302.60 4.90 1.15 0.28 100- 250 268.20 4.76 1.14 0.27 250- 500 294.20 4.89 1.14 0.28 500 -750 321.00 4.80 1.14 0.27 750- 1000 317.60 4.80 1.13 0.25 1250- 1500 311.00 4.84 1.14 0.27 1500 -2000 296.80 4.84 1.15 0.24 2000 -2500 296.00 4.80 1.15 0.27 2500 -3000 316.00 4.78 1.14 0.34 Çizelge 13. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yapraklarının makro ve mikro besin elementi içerikleri (N,P,K,Ca,Mg ve S %; Na,Fe,Cu,Mn,Zn,B mg /kg) Mesafe, m N P K Ca Mg Na S Fe Cu Mn Zn B 0-10 1.97 0.22 1.65 1.21 0.35 494.23 0.29 142.71 5.61 22.29 18.05 40.14 10-50 1.88 0.21 1.84 1.37 0.38 526.68 0.25 139.96 5.10 23.25 20.86 38.29 50- 100 2.01 0.21 1.64 1.33 0.31 545.96 0.24 139.22 4.68 23.18 22.27 39.58 100- 250 1.75 0.25 1.85 1.16 0.38 583.11 0.24 131.47 4.83 22.83 21.92 44.58 250- 500 1.70 0.24 1.70 1.13 0.35 478.46 0.26 140.27 4.85 25.08 24.09 41.04 500 -750 1.76 0.25 1.71 1.16 0.35 479.57 0.25 137.98 4.98 23.55 22.62 41.24 204 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 750- 1000 ISSN 2149-147X 1.69 0.24 1.86 1.12 0.38 494.40 0.23 132.88 4.71 22.27 21.39 44.94 1250- 1500 1.79 0.24 1.63 1.18 0.33 581.55 0.26 137.28 5.13 24.27 23.31 39.31 1500 -2000 1.83 0.24 1.77 1.21 0.36 589.12 0.25 135.17 4.64 24.11 24.13 38.99 2000 -2500 1.85 0.25 1.98 1.22 0.40 447.62 0.24 136.22 4.45 23.18 27.72 37.22 2500 -3000 1.83 0.25 1.99 1.20 0.40 462.15 0.24 134.46 4.79 22.63 27.06 44.71 Çizelge 14. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağaçlarına ait ağır metal içerikleri (Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo, mg/kg) Mesafe, m Cd Pb Ni Cr Se Mo 0-10 0.43 0.26 0.13 0.10 0.09 0.06 10-50 0.43 0.26 0.13 0.10 0.09 0.06 50- 100 0.43 0.25 0.12 0.08 0.09 0.08 100- 250 0.40 0.27 0.12 0.08 0.10 0.05 250- 500 0.42 0.25 0.12 0.08 0.09 0.05 500 -750 0.46 0.25 0.13 0.08 0.09 0.06 750- 1000 0.44 0.27 0.12 0.07 0.10 0.06 1250- 1500 0.48 0.23 0.13 0.08 0.09 0.06 1500 -2000 0.55 0.23 0.12 0.08 0.08 0.07 2000 -2500 0.56 0.18 0.12 0.08 0.07 0.07 2500 -3000 0.60 0.20 0.12 0.08 0.08 0.07 205 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 15. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yetiştiriciliği yapılan alanlara ait üst toprak (0-20 cm) kimyasal analiz sonuçları Mesafe, m pH EC dS/m Kireç % OM % 0-10 6.75 0.34 64.96 5.29 10-50 7.50 0.25 40.90 3.81 50- 100 7.30 0.39 32.30 2.29 100- 250 7.35 0.45 11.16 10.11 250- 500 7.30 0.27 77.32 2.91 500 -750 7.58 0.44 78.54 6.06 750- 1000 7.57 0.46 65.68 6.78 1250- 1500 7.52 0.32 83.18 6.85 1500 -2000 7.47 0.34 60.49 5.73 2000 -2500 7.26 0.31 54.88 5.69 2500 -3000 7.11 0.27 51.62 7.60 4. Sonuç ve Öneriler GELİ Müessesesi açık ocak linyit işletmeciliği amacıyla istimlak edilmesi düşünülen 1034 da ve 477 da alanlar ile 542 da’lık toprak döküm harmanı olarak alanlardan kömür çıkarma işlemi yapılan sahaya olan mesafeler dikkate alınarak ilgili alandaki zeytinliklerde toprak ve yaprak örneklemesi yapılmış, zeytinliklerin vejetatif gelişme durumları gözlenmiştir. Kömür çıkarma işleminin devam ettiği alandan istimlak edilmesi düşünülen alanlar ile Yatağan' da toprak döküm harmanı olarak kullanılan olan 10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500, 3000 m uzaklıktaki zeytin ağaçlarına (Memecik ve Gemlik çeşitleri) ait bazı ölçüm ve analizler yapılmıştır. Elde edilen bulgular aşağıda sıralanmıştır; GELİ müessesesi bünyesindeki IR:7200 ruhsat nolu saha içerisindeki zeytin ağaçlarının vejetatif gelişimlerine açık ocak linyit işletmeciliğinin önemli bir potansiyel kirletici etkisine rastlanmamıştır. Bitki gelişim durumunu ortaya koyan stoma geçirgenliği, fotosentez, toplam klorofil, fiziksel özellikler gibi parametreler bakımından, mesafeye bağlı önemli bir değişkenlik tespit edilmemiştir. Gerek üst toprak ve gerekse bitki yapraklarında yapılan analizler sonucunda iz element 206 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X değerleri ve diğer kirletici ağır metal ve partikül miktarları normal düzeylerde bulunmuştur. GELİ işletmesi bünyesinde ilgili bölgede, döküm harmanı sahası olarak kullanılan ve üzeri zeytinlik bahçesine dönüştürülen alandaki zeytin ağaçlarının vejetatif gelişimlerine de açık ocak linyit işletmeciliğinin herhangi bir potansiyel kirletici etkisine rastlanmamıştır. Söz konusu alanlarda yapılan bilimsel gözlemlerde, GELİ bünyesinde faaliyet gösteren açık ocak linyit işletmeciliğinin, çevresinde yeralan zeytin ağaçlarının generatif gelişimlerine olumsuz etki yaptığına dair herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Sonuç olarak, GELİ Müessesesi bünyesinde bulunan Yeşilbağcılar ve Turgut Beldeleri zeytinlik alanlarında projelendirilen dekapaj ve açık ocak kömür üretim faaliyetlerinin de, etrafında yer alan zeytinliklerin vejetatif ve generatif gelişimlerine olumsuz etkisinin olmayacağı sonucuna varılmıştır. Kaynaklar Bremner, J.M., 1996. Nitrogen- Total. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 1085–1121. Çalışkan, S., 2007. Çorlu ve civarında yetişen bitkilerde ağır metal konsantrasyonlarının belirlenmesi. Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Çevre Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne. Doran, İ., Koca, Y.K., Pekkolay, B., ve Mungan, M., 2008. Derik yöresi zeytinliklerinin beslenme durumunun tespiti. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 21 (1): 131- 138. FAO, 1990. Guidelines for soil description. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome, 69 pp. Gee, G.W., and Bauder, J.W., 1986. Particle Size Analysis. Methods of Soil Analysis, Part 1. Physical and Mineralogical Methods, Agronomy Monograph, No. 9, 383–411. Gürel, S., and Başar, H., 2014. Metal status of olive trees grown in southestern marmara region of Turkey. Communications in Soil Science and Plant Analysis, 45: 1464- 1479. Helmke, P.A., and Sparks, D.L., 1996. Lithium, Sodium, Rubidium and Cesium. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 551–574. Jones, J.B., Wolf, B., and Mills, H.A., 1991. Plant Analysis Handbok. MicroMacro Publushing, Inc., USA, 213p. 207 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Karaman, M.R., Turan, M., ve Adiloğlu. A., 2012. GELi müessesesi bünyesinde faaliyet gösteren açık ocak linyit işletmeciliğinin çevresinde yer alan zeytin ağaçlarının vejetatif ve generatif gelişimlerine etkilerinin belirlenmesi. TKİ Genel Müd. Teknik Rapor, Ankara. Kuo, S,, 1996. Phosphorus. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 869–919. Lindsay, W.L., and Norvell, W.A., 1969. Reactions of EDTA complexes of Fe, Zn, Mn, and Cu with soils. Vol. 33 (1): 86- 91. Lindsay, W.L., and Norvell, W.A., 1978. Development of a DTPA soil test for zinc, iron, manganase and copper. Soil Sci. Soc.Am.J. 42: 421- 428. Loeppert, R,H,, and Suarez, D.L., 1996. Carbonate and Gypsum. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 437–474. Nelson, D.W., and Sommers, L.E., 1996. Total Carbon, Carbon and Organic Matter. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 961–1010. Özkaya, M.T., Ulaş, ve Çakır, E., 2008. Zeytin ağacı ve zeytin yetiştiriciliği. Eflatun Yayınevi, s. 1- 25, Ankara. Rhoades, J.D., 1996. Electrical Conductivity and Total Dissolved Solids. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 417–435. Suarez, D.L., 1996. Beryllium, Magnesium, Calcium, Strontium and Barium. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 575–601. Thomas, G.W., 1996. Soil pH and Soil Acidity. Methods of Soil Analysis, Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 475–490. TKKY, 2010. Toprak kirliliğinin kontrolü ve noktasal kaynaklı kirlenmiş sahalara dair yönetmelik. 8 Haziran tarih ve 27605 sayılı Resmi Gazete. TOVEP, 1991. Türkiye Toprakları Verimlilik Envanteri. T.C. Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü. 208 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Doğal İnsektisitler: İki Farklı Bitki Ekstraktının Yeşil Şeftali Yaprakbiti Myzus persicae Sulzer 1776 (Hemiptera: Aphididae) Üzerine Etkisi Şahin Kök1 İsmail Kasap1 1 Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Çanakkale, Türkiye, e-posta: sahinkok@gmail.com Özet: Yeşil şeftali yaprakbiti olarak bilinen Myzus persicae meyve, sebze ve süs bitkileri üzerinde bulunan yaygın bir zararlıdır. Son yıllarda bu zararlı ile mücadelede birden fazla kimyasal kullanımı zorunlu hale gelmiştir. Yoğun kimyasal kullanımının çevreye olumsuz etkisinin yanı sıra zararlı, kullanılan kimyasallara karşı da direnç geliştirebilmektedir. Bu bakımdan zararlılarla alternatif mücadele yöntemleri önem kazanmaktadır. Zararlılarla mücadelede bitki ekstraktlarının kullanımı pestisitlere karşı alternatif hale gelmiştir. Bitki ekstraktlarının doğaya toksik etkisinin olmaması, toprak ve su kirliliğine yol açmaması ve ürünlerde kalıntı oluşturmaması gibi nedenlerden dolayı son yıllarda önemi artmıştır. Bu çalışmada Çay ağacı olarak bilinen Melaleuca alternifolia (Myrtaceae)'dan elde edilen Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının M. persicae üzerine etkisi yaprak disk daldırma yöntemi kullanılarak belirlenmeye çalışılmıştır. Denemelerde tatlı sivri biber (Capsicum annuum (Solanaceae))'den elde edilen 5cm çapında yaprak diskleri kullanılmıştır. Bütün denemeler 5 tekerrür olacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Bitki ekstraktlarının dört farklı konsantrasyonları (Fungatol %1.25, 1.90, 2.50, 3.50 ve Gamma-T-ol %0.50, 1.00, 1.50, 3.60)'nın M. persicae üzerine etkisi test edilmiştir. Denemelerde 1, 24, 48 ve 72. saat sonunda meydana gelen ölüm oranları araştırılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda en yüksek ölüm oranları Fungatol %3.50 ve Gamma-T-ol %3.60 konsantrasyonlarında gözlenmiştir. Çalışmada 1, 24, 48 ve 72. saat sonunda görülen ölüm oranları Fungatol %3.50 ve Gamma-T-ol %3.60 konsantrasyonlarında sırasıyla %0.00, 14.00, 44.00, 72.00 ve %0.00, 6.00, 46.00, 80.00 olarak belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Yeşil şeftali yaprakbiti, Myzus persicae, alternatif mücadele yöntemi, bitki ekstraktları Natural Insecticides: Effects of Two Different Plant Extract on Green Peach Aphid, Myzus Persicae Sulzer 1776 (Hemiptera: Aphididae) Abstract: Myzus persicae known as Green peach aphid is a common pest causes damage on fruits, vegetables and ornamental plants. In recent years to 209 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X control this pest, more than one chemical applications must be done. Intensive use of chemicals has many negative effects on environment. Furthermore, this pest can gain resistance against chemicals. Considering this situation, alternative control methods has became important. The use of plant extracts to control pests have been alternative against pesticides. The importance of plant extracts is increased in recent years, due to their non toxicity to nature, lack of soil and water pollution and residue on products. In this study, the effect of Fungatol and Gamma-T-ol extracted from Melaleuca alternifolia (Myrtaceae) known as Tea tree on Myzus persicae was determined using leaf dipping method. In experiments, the leaf discs (5cm diameter) taken from long green pepper (Capsicum annuum (Solanaceae) were used. All experiments were repeated 5 times. The effect of four concentrations of the plant extracts (1.25, 1.90, 2.50, 3.50% Fungatol and 0.50, 1.00, 1.50, 3.60% Gamma-T-ol) were tested. In experiments, the mortalities occured at 1, 24, 48 and 72 hours later were observed. As a result of these studies, the highest mortality was observed at 3.50% concentration of Fungatol and 3.60% concentration of GammaT-ol. The mortalities of 3.50% and 3.60 % concentration Fungatol and Gamma-Tol at 1, 24, 48 and 72 hours later were determined as 0, 14.00, 44.00, 72.00% and 0, 6.00, 46.00, 80.00%, respectively. Key words: Green peach aphid, Myzus persicae, Alternative control method, plant extracts 1. Giriş Kimyasal uygulamalar dünyada ve ülkemizde kolay ve kısa sürede sonuç vermesi nedeni ile tarımsal üretimde en fazla kullanılan mücadele yöntemidir. Tarımda kullanılan kimyasalların kısa ve uzun vadede çevre ve insan sağlığına ciddi etkileri saptanmıştır. Kimyasalların uzun süreli kullanımı su ve toprak kirliliğine sebep olmasının yanı sıra bu kirliliğe maruz kalan insanlarda ishal, çocuk düşürme, hepatit A ve tifo gibi önemli sağlık sorunlarına neden olmaktadır (Cutler ve Miller, 2005; Grant ve ark., 2012). POPs (Kalıcı Organik Kirleticiler) grubunda bulunan o,p'-DDT, p,p'-DDE ve p,p'-DDD gibi bileşikler meme kanseri ile ilgili süreçlerde önemli rol oynamakta ve kanser riskini arttırmaktadır (Pestana ve ark., 2015). ABD'nin North Carolina ve Iowa bölgelerinde tarımla uğraşan ailelerin çocukları üzerinde yapılan çalışmada pestisitlere maruz kalmanın çocuklarda kanser hastalıkları riskini 1,36 kat, lenfoma riskini 2,18 kat ve Hodgkin Lenfoma riskini ise 2,56 kat arttırdığı belirlenmiştir (Flower ve ark., 2004). Kimyasal bileşiklere karşı alternatif yöntemlerin başında bitki ekstraktları gelmektedir. Bitkilerden elde edilen ekstraklarla yapılan ilk mücadele yöntemleri eski Romalılara kadar uzanmaktadır. Eski Romalılar Helleborus bitkisi ve zeytinyağını doğal insektisit olarak kullanmışlardır (Smith ve Secoy, 1975). Aynı şekilde Sabadilla ve tütün 16. yüzyılda insektisit olarak kullanılmıştır (Schmutterer, 1990). 210 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yaprakbitleri bitki özsuyunu emerek beslenmelerinin yanında yaprak üzerine salgılamış oldukları tatlımsı maddeler ile fumajine sebep olarak zarar oluştururlar. Ayrıca bitki virüs hastalıklarını taşıyarak da zarar yapmaktadırlar (Uygun ve ark., 2010). Myzus persicae meyve, sebze, süs bitkileri gibi birçok bitkinin içerisinde bulunduğu 40'dan fazla familyaya bağlı bitkiler üzerinde beslenmektedir. Yayılış alanı çok geniş olup bütün dünyada dağılım göstermektedir (Blackman ve Eastop, 2006).vBu çalışma Çay ağacı olarak da bilinen Melaleuca alternifolia'nın ekstraktları olan Fungatol ve Gamma-T-ol'ün 40'dan fazla familyaya bağlı bitkide önemli bir polifag zararlı olan Yeşil Şeftali Yaprakbiti (M. persicae) üzerindeki insektisit etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. 2. Materyal ve Yöntem Çalışmanın ana materyalini Çay ağacı ekstraktları olan Fungatol ve GammaT-ol uçucu yağları, biber bitkileri üzerinden toplanan Myzus persicae bireyleri, biber bitkisi (Capsicum annuum) ve çeşitli laboratuvar malzemeleri oluşturmaktadır. Ekstraktlar, Fungatol %1.25, 1.90, 2.50, 3.50 ve Gamma-T-ol %0.50, 1.00, 1.50, 3.60 dozlarında olacak şekilde saf su ile hazırlanmıştır. Denemeler 5 cm çapındaki petrilerde gerçekleştirilmiştir. Petrilerin tabanına nemlendirilmiş pamuk üzerine kurutma kâğıdı serilmiş ve biber yaprak diskleri yerleştirilmiştir. İçeride fazla miktarda nem birikmesini engellemek amacıyla petri kaplarının kapak kısmında delik açılmış ve burası da tül ile kapatılmıştır. Denemeler 5 tekerrürlü gerçekleştirilmiş olup yaprak diskleri ektraktların farklı konsantrasyonlarında yaprak daldırma yöntemine göre 5 sn süre ile tutulmuş ve kuruması için yaklaşık 15 dakika bekletilmiştir. Kontrol gurubunda ise saf su kullanılmıştır. Kuruduktan sonra petri kaplarına alınan yaprak diskleri üzerine her petriye 10 adet ergin M. persicae bırakılmıştır. Sayımlar 1, 24, 48 ve 72. saatlerde yapılmış ve petrilerdeki ölen bireyler kaydedilmiştir. Denemelerden elde edilen verilerle SAS paket programı kullanılarak istatistik analiz yapılmıştır (SAS, 1998). Etki Abbot formülüne göre belirlenmiştir (Abbott, 1925). Elde edilen Abbot değerleri varyans analizine tabi tutulmuş ve her ekstrakt için uygulanan konsantrasyonlar kendi aralarında karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Farklı bulunan değerlere Duncan Testi uygulanmıştır. Denemeler sonucunda elde edilen veriler kullanılarak Polo-PC™ programında probit analizi yapılmış ve LC50 değerleri belirlenmiştir (LeOra, 1994). 3. Bulgular ve Tartışma Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının farklı konsantrasyonlarının kullanıldığı denemelerde en düşük ölüm oranı ekstraktların en düşük konsantrasyonlarında elde edilirken en yüksek ölüm oranı ise en yüksek konsantrasyonlarda saptanmıştır. Denemeler sonucunda Fungatol ekstraktında en 211 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X yüksek ölüm oranı %3.50 konsantrasyonunda elde edilirken en düşük ölüm oranı ise %1.25 konsantrasyonunda elde edilmiştir. Gamma-T-ol ekstraktında en yüksek ölüm oranı %3.60 konsantrasyonunda tespit edilirken en düşük ölüm oranı ise %0.50 konsantrasyonunda belirlenmiştir. Her iki ekstraktta da konsantrasyon yoğunluğu arttıkça ölüm oranlarında da buna paralel olarak artış gözlenmiştir (Çizelge 1). Çizelge 1. İki farklı bitki ekstraktının yeşil şeftali yaprakbiti (Myzus persicae) üzerine etkisi (ortalama±standart hata) ve ölüm oranı (%) Ekst. Kons. (%) 24. Saat 48. Saat 72. Saat Ölüm Etki Ölüm Etki Ölüm Etki Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) (%) (%) (%) Fungatol 1.25 4 4.00±4.00 a 14 14.00±5.10 a 16 16.00±6.00 1.90 8 8.00±3.74 a 16 16.00±6.00 a 22 22.00±3.74 2.50 8 8.00±5.83 a 22 22.00±4.90 ab 50 44.44±4.97 3.50 14 14.00±6.78 a 44 37.78±9.03 b 72 68.89±10.77 LC50 LC50: 21.874±29.143 LC50: 5.012±1.356 LC50: 2.570±0.165 Gamma- 0.50 0 0.00±0.00 a 4 4.00±2.45 a 10 10.00±3.16 T-ol 1.00 0 0.00±0.00 a 8 8.00±3.74 a 12 12.00±4.90 1.50 0 0.00±0.00 a 32 32.00±3.74 b 56 56.00±5.10 3.60 6 6.00±2.45 b 46 46.00±4.00 c 80 77.78±3.51 LC50 LC50: 0.00±0.00 LC50: 3.352±0.553 LC50: 1.754±0.158 *Aynı sütun içerisinde ayrı harflerle gösterilen ortalamalar arasındaki fark istatistiki olarak önemli bulunmuştur (P<0.05). Fungatol ekstraktının uygulandığı denemelerde uygulamadan 1 saat sonra yapılan sayımlarda ölüm saptanmazken 24 saat sonra yapılan sayımlarda uygulama dozlarında saptanan ölüm oranları arasındaki fark istatistiki olarak önemsiz bulunmuştur. Fungatol ekstraktının 48 sonra yapılan sayımlarında ise uygulama dozları arasındaki fark istatistiki olarak önemli bulunmuştur. Gamma-T-ol uygulamasından 1 saat sonra yapılan sayımlarda ölüm gözlenmezken 24 ve 48 saat sonra yapılan sayımlarda elde edilen ölüm oranları arasındaki fark istatistiki olarak önemli bulunmuştur. Fungatol ve Gamma-T-ol uygulamasından 72 saat sonra yapılan sayımlarında her iki ekstraktın konsantrasyonları arasındaki fark istatistiki olarak önemli bulunmuştur (P<0.05) (Şekil 1,2). 212 a a b c a a b c Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 1.25% 1.90% 2.50% ISSN 2149-147X 3.50% 100 c 80 60 40 20 b b a a a a a a ab a a 0 24. Saat 48. Saat 72. Saat Şekil 1. Fungatol’ün M. persicae üzerine etkisi 0.50% 1.00% 1.50% 3.60% 100 c 80 b 60 c b 40 20 a a a b a a a a 0 24. Saat 48. Saat 72. Saat Şekil 2. Gamma-T-ol’ün M. persicae üzerine etkisi Çay ağacı (Melaleuca alternifolia)'ndan elde edilen Fungatol ve Gamma-Tol ekstraklarının zararlılar üzerindeki insektisit etkilerini belirlemeye yönelik yapılan çalışmalar oldukça az sayıdadır. Kök ve ark. (2014), Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının Aphis gossypii üzerine toksik etkilerini belirlemeye yönelik olarak yaptıkları çalışmada, ekstraktların %3.50 ve 3.60 konsantrasyonlarının sırasıyla %42 ve 54 ölüm meydana getirdiğini bildirmişlerdir. Kasap ve Hassan (2014), Fungatol ve GammaT-ol ekstraktlarının %3.50 ve 3.60 konsantrasyonlarının her ikisinin de Tetranychus urticae üzerinde %94 oranında ölüm meydana getirdiğini bildirmişlerdir. Iramu (2012), Fungatol, Gamma-T-ol, Fungatol+Neem ve GammaT-ol+Neem ekstraktlarının A. gossypii'ye karşı etkili olduklarını bildirmiştir. Ayrıca yaprak daldırma yönteminin kullanıldığı bu çalışmada Fungatol+Neem ve Gamma-T-ol+Neem LC50 değerlerini sırası ile %2.78 ve %0.76 olduğunu tespit etmiştir. Fakat bu ekstraktların A. gossypii'nin gelişim ve üremesi üzerine bir etkisinin olmadığını bildirmiştir. Hori (1999), Myzus persicae üzerinde 10 farklı bitki ekstraktının etkilerini incelediği çalışmada yarpuz ve kekik ekstraktlarının yüksek toksik etki gösterdiğini bildirmiştir. Pinheiro ve ark. (2013), Cymbopogon 213 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X winterianus'dan elde edilen ekstraktın %1'lik konsantrasyonunun Frankliniella schultzei ve M. persicae üzerinde sırasıyla %34.3 ve %96.9 ölüm meydana getirdiğini tespit etmiştir. Ayrıca bu çalışmada M. persicae için LC50 ve LC90 değerlerini %0.36 ve %0.66 olarak bildirmişlerdir. Tunç ve Şahinkaya (1998), önemli sera zararlılarından olan Tetranychus cinnabarinus ve A. gossypii üzerine Cuminum cyminum, Pimpinella anisum, Origanum syriacum var bevanii ve Eucalyptus camaldulensis ekstraktlarının insektisit etkisini araştırdıkları çalışmada ilk üç ektraktın %0.5'lik konsantrasyonunun 2-3 günlük uygulama süresi sonunda yaklaşık %99 oranında etki gösterdiğini bildirmişlerdir. Bu çalışmada elde edilen sonuçlar ile yukarıda belirtilen çalışmaların sonuçları karşılaştırıldığında Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının %3.50 ve 3.60 konsantrasyonunun, M. persicae üzerinde etkili olduğu ve bu zararlının mücadelesinde kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. 4. Sonuç Günümüzde tarımsal mücadelede kullanılan kimyasalların yerine doğaya ve insan sağlığına daha az zararlı yeni mücadele yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Tarımda kullanılan kimyasalların hem insan sağlığı hem de çevreye olan olumsuz etkileri düşünüldüğünde doğal insektisitlerin önemi gün geçtikçe artmaktadır. Sonuç olarak bu çalışmada Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının Yeşil Şeftali Yaprakbiti (Myzus persicae)'ne karşı laboratuvar koşullarında yüksek insektisit etkisi gösterdiği saptanmıştır. Bu ekstraktlardan elde edilen sonuçların doğa koşullarında yapılacak çalışmalarla desteklenmesinin organik üretim ve entegre mücadelede doğal insektisitlerin kullanımına katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Kaynaklar Abbot, W.S., 1925. A method of computing the effectiveness of an insecticide. J. Econ. Ent., 18 (2): 265-267. Blackman, R.L. and Eastop, V.F. 2006. Aphids on the World's Herbaceous Plants and Shrubs. John Wiley & Sons Ltd., Naturel History Museum, London. 1439 p. Cutler, D.M. and Miller, G. 2005. The role of public health improvements in health advances: the 20th century united states. Demography, 42(1): 1-22. Flower, K.B., Hoppin, J.A., Lynch, C.F., Blair, A., Knott, C., Shore, D.L. and Sandler, D.P., 2004. Cancer risk and parental pesticide application in children of agricultural health study participants. Environ. Heal. Pers., 112 (5): 631-635. 214 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Grant, S., Saphores, J., Feldman, D., Hamilton, A., Fletcher, T.D., Cook, P., Stewardson, M., Sanders, B., Levin, L., Ambrose, R., Deletic, A., Brown, R., Jiang, S., Rosso, D., Cooper, W. and Marusic, I., 2012. Taking the “waste” out of “wastewater” for human water security and ecosystem sustainability. Science, 337, 681–686. Hori, M., 1999. Antifeeding, settling inhibitory and toxic activities of labiate essential oils against the green peach aphid, Myzus persicae (Sulzer) (Homoptera: Aphididae). Appl. Entomol. Zool., 34 (1): 113-118. Iramu, E.T., 2012. A critical evaluation of the effects of plant essential oil formulations against two generalised insect pests of Abelmoschus manihot (L.) Medik (Family: Malvaceae). School of Agriculture and Food Sciences, The University of Queensland. PhD Thesis, 198p. Kasap, I. and Hassan, E., 2014. Effects of two different plant extract on the twospotted spider mite, Tetranychus urticae Koch (Acari:Tetranychidae). ICOB7, 19-25 Ekim, Antalya-Turkey. 32p. Kimbaris, A.C., Papachristos, D.P., Michaelakis, A., Martinou, A.F. and Polissiou, M.G., 2010. Biocontrol Science and Technology, 20(4): 411-422. Kök, Ş., Kasap, I. and Hassan, E., 2014. Effects of two different plant extract on Cotton aphid, Aphis gossypii Glover 1877 (Hemiptera: Aphididae). ICOB7, 19-25 Ekim, Antalya-Turkey. 106p. LeOra Software, 1994. Polo-PC a User’s Guide to Probit or Logit Analysis, 1119, Shattuck Avenue, Berkeley, CA, 94707. Pestana, D., Teixeria, D., Faria, A., Domingues, V., Monteiro, R. and Calhau, C., 2015. Effects of environmental organochlorine pesticides on human breast cancer: putative ınvolvement on ınvasive cell ability. Environmental Toxicology, 30(2): 168-176. Pinheiro, P.F., de Queiroz ,V.T., Rondelli, V.M., Costa, A.V., Marcelino, T.P. and Pratissol, D., 2013. Insecticidal activity of citronella grass essential oil on Frankliniella schultzei and Myzus persicae. Ciênc. agrotec., Lavras, 37(2): 138-144. SAS Institute, 1998. User’s Manuel version 7.0. SAS, Institute, Cary, N.C. Schmutterer, H., 1990. Properties and potential of natural pesticides from the neem tree Azadirachta indica A. Juss. Annu. Rev. Entomol., 35:271-97. Smith, A.E. and Secoy, D.M., 1975. Use of plants in control of agriculture and domestic pests. J. Agric. Food Chem., 23: 1050-1051pp. Tunc, I. and Şahinkaya, Ş., 1998. Sensitivity of two greenhouse pests to vapours of essential oils. Entomologia Experimentalis et Applicata, 86: 183–187. Uygun, N. and Ulusoy, M.R., Karaca, İ., Satar, S., 2010. Meyve ve Bağ Zararlıları. Çukurova Üniversitesi Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Adana. 215 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Türkiye’deki Bazı Linyit Yataklarında Gelişen Leonardit Oluşumlarının İncelenmesi* Aydın Adiloğlu1, Metin Turan3, Mehmet Rüştü Karaman2 Mümin Dizman3, Hüseyin Yalçın4, Saniye Demir5 Namık Kemal Üniv. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ e-posta: a_adiloglu@hotmail.com 2 Doğal Beslenme ve Sağlıklı Yaşam Bilimsel Araştırmaları Derneği, Ankara 3 Yeditepe Üniversitesi, Müh. ve Mim. Fak. Genetik ve Biyomüh. Bölümü, İstanbul 4 Cumhuriyet Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeoloji Müh. Bölümü, Sivas 5 Gaziosmanpaşa Üniv. Ziraat Fak., Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tokat 1 Özet: Bu çalışma, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu ruhsatlı işletme alanları içerisinde bulunan linyit yatakları üzerinde gelişen leonardit malzemenin fiziksel, kimyasal ve mineralojik özellikleri ile organik gübre olarak kullanım potansiyellerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmada, Tekirdağ-Saray, Adana-Tufanbeyli, Konya-Beyşehir, Bursa-Davutlar, Balıkesir-Balya leonardit yataklarından alınan leonardit örnekleri kullanılmıştır. İncelenen alanlardan alınan leonardit örneklerinde kimi fiziksel, kimyasal ve minerolojik analizlerle birlikte, humik asit ve hormonel içerikler belirlenmiştir. Örneklerde ayrıca, humik madde çözünürlük testleri yapılmış ve ağır metal içerikleri de belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, incelenen parametreler yönünden maden yatakları arasında önemli farklılıklar olduğu, humik asit, organik asit, hormon içerikleri, FTIR spektrumları, besin elementi ve diğer ağır metal içeriklerinin örnekleme alanı ve jeolojik oluşuma göre önemli düzeyde değiştiği belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Leonardit, humik madde, amino asit, hormon *Bu çalışma TKİ Etüt Proje ve Tesis Dairesi Başkanlığınca desteklenmiştir. Investigation of Developing Lignite Formation at Some Lignite Lodes in Turkey Abstract: This research was made for the aim of clarifying the usage potantial of developing leonardite material as organic fertiliser with the physical, chemical and mineralogic properties. In this research, the samples that taken from Tekirdağ-Saray, Adana-Tufanbeyli, Konya-Beyşehir, Bursa-Davutlar, BalıkesirBalya leonardite lodes were used. Humic acide and hormonal contents was identified with some physical and mineralogic analyses from leonardite samples 216 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X that taken from researched fields. Additionally at the samples, humic material resolution tests are made and the heavy metal contents were identified. According to result of the research, at the side of the researched parameters, the important differences between the ore beds, humic acide, organic acide, the hormone contents, FTIR spectrums, nutrient element and the other heavy metal contents’s sampling area and according to geological formation changes in an important level were identified. Key words: Leonardite, humic material, amino acide, hormone 1. Giriş Kömürde meydana gelen en önemli kimyasal değişimlerden birisi tarımın kara altını olarak isimlendirebileceğimiz leonarditin oluşumudur. Leonardit; düşük ısıl ve rank değerine sahip, olgunlaşmamış ve yüzeye çok yakın linyit yatakları üzerinde gelişen ve linyitin yüzey basıncı altında yüksek derecede okside olmuş özel bir kömür çeşididir (Kalaitzidis, 2003). Linyit havzalarının üst bölgeleri, geçirdikleri oksitlenme süreci ve humus tortulaşmasına bağlı olarak leonardit özelliği taşımaktadır (Fong ve ark., 2006). Leonarditi linyitten ayıran en önemli fark oksijen yüzdesinin fazla olması ve yakıt olarak kullanılma olanağının bulunmamasıdır (Engin ve Cöcen, 2012). Leonardit, organik madde kaynağı olarak çok ilginç bir keşfedilme tarihine sahiptir. 1940 ve 1950’lerde bilim adamları toprak ve bitkilerden doğal olarak meydana gelen katı hümik asitin yararlarını araştırırken, bazı bilim adamları da kömür madenciliği endüstrisinde yüksek oksidasyonlu linyitin (Leonardit) hümik asitçe zengin olduğunu ve bundan dolayı önemli bir ekonomik değere sahip olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Devam eden araştırmalar sonucunda, yerbilimci Dr. A.G. Leonard, Kuzey Dakota’da yüksek oksidasyona sahip linyit kömürünü leonardit olarak adlandırmıştır (Odzoba ve ark., 2001). Leonardit adı ABD ve dünyanın pek çok ülkesinde genellikle kabul edilmekle beraber bazı ülkelerde Humat, Organik Humat, Humalit veya Humus olarak da adlandırılmaktadır. Ülkemizde 1990’lı yıllardan beri diğer organik materyallere ilaveten leonardit kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle tarımsal alanlarda verimi artıran bir organik gübre olmasından dolayı, organik maddece fakir olan ülkemiz tarım toprakları için son derece önemli bir tarımsal girdidir. Genellikle ithal edilerek temin edilen leonarditin ülkemizdeki yataklarında gerekli çalışmaların yapılarak elde edilmesi daha doğru olacaktır (İlhan, 1993; Karaman ve ark., 2012; Turan ve ark., 2013; Yürek ve ark., 2013). Toprakla leonardit arasındaki en önemli fark bitki besin elementleridir. Leonardit materyali bitki besin elementleri bakımından toprakla kıyaslandığında, fosfor (P2O5) yönünden yüksek, potasyum (K) bakımından fakirdir, kalsiyum karbonat içerikleri çok yüksek, toprak reaksiyonları (pH) nötr civarındadır. Mikro 217 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X elementlerden bitki tarafından alınabilir Fe, Mn, Cu, Zn elementleri yeter düzeydedir. Leonardit materyali bitki gelişimini engelleyecek düzeyde bor içermemektedir (Erkoç, 2009). Hümik yüzeyler (Leonardit), peat ve kahverengi kömürde oldukça yüksek miktarlarda bulunur. Oluşumu milyonlarca yıl öncesi bitki ve hayvan kalıntılarının sıcaklık, basınç, oksidasyon ve çok özel şartlar gerektirdiğinden doğada nadir olarak oluşur ve kalitesi bölgeden bölgeye değişir (Demir ve ark., 2013). Yüksek kalitede bir leonarditte hümik asit içeriği, organik madde miktarı, pH değeri, C/N oranı, özgül ağırlık ve bazik çözeltide yüksek çözünürlük derecesi önemli parametreleridir. Yoğunluğu 0.75–0.85 gr/cm3, pH değeri ise 3–5 arasında değişmektedir. %1 lik KOH, NaOH çözeltilerinde çözünürlüğü yüksek, sudaki çözünürlüğü ise düşüktür (Olivella ve ark., 2002). Leonardit ile ilgili bilimsel çalışmalar çok yeni olması nedeniyle teknik olarak çok net bir sınıflandırma bulunmamaktadır. Bununla birlikte genel olarak; yüksek kaliteli leonarditlerde % 65-85 humik asit, organik madde miktarının minimum %65, pH değerinin 4, C/N oranının 17, özgül ağırlığın 0.8 gr/cm3 ve bazik solüsyonda yüksek çözünürlük özelliklerinin bulunduğu bildirilmiştir (Anonim, 2007). Leonardit, toprak düzenleyicisi olarak doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde etki yapar. Toprağın tekstürünü geliştirerek killi toprakların gevşemesini ve havalanmasını sağlar ve tohum temasını artırır. Agregat stabilitesini artırdığından dolayı su tutma kapasitesini geliştirir ve yüzey akışını azaltır. Yılmaz ve ark. (2008), yaptıkları denemede değişik kökene sahip üç adet organik materyalin (işlenmiş tavuk gübresi, çöp kompostu, leonardit) toprağın agregat büyüklük dağılımı ve dayanıklılığı üzerine etkilerini araştırmışlardır. Yedi aylık bir inkübasyon periyodu sonunda elde edilen bulgulara göre, uygulamaların toprağın agregat büyüklük dağılımı ve dayanıklılığı üzerine etkisi değişik agregat boyutlarında farklı düzeylerde gerçekleşmiştir. Çalışmada, organik materyallerin toprağa düzenli uygulanması ile agregat büyüklük dağılımında ve agregat dayanıklılığında önemli değişimlerin elde edildiğini tespit edilmişlerdir. Delfine ve ark. (2005), hümik asitin yapraktan uygulanmasının bitki gelişimine fotosentetik metabolizmaya ve durum buğdayının dane kalitesine olan etkilerini belirlemek amacıyla, yapraktan hümik asit uygulaması ile dikim, köklenme ve gövde gelişimi esnasında mineral azot gübrelemesinin ve amonyum nitrat solusyonu olarak azotun yapraktan uygulamasını karşılaştırmıştırlar. Hümik asitin yapraktan uygulanması kontrol ve toprağa gübre olarak azot uygulamasına göre bitki kuru madde miktarında bir artış sağlanmıştır. Bu etki dane verimi ve dane protein içeriğine denemenin sürdüğü her iki yılda da gözlenmiştir. Sonuç olarak hümik asitin durum buğdayının bitki gelişimine dane verimine ve kalitesine ve fotosentetik metabolizmalarını kısmi artırıcı etkileri olduğu belirtilmiştir. Bu araştırmada Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nun (TKİ) ruhsatlı alanlarından Bursa -Davutlar, Balıkesir-Balya, Adana-Tufanbeyli, Tekirdağ-Saray 218 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ve Konya-Beyşehir leonardit yataklarından alınan örneklerin bazı, kimyasal, mineralojik ve hormonal özellikleri incelenmiştir. 2. Materyal ve Yöntem Bu araştırmada; Türkiye Kömür İşletmeleri’nin ruhsatlı alanlarında bulunan Bursa -Davutlar, Balıkesir-Balya, Adana-Tufanbeyli, Tekirdağ-Saray ve KonyaBeyşehir kömür sahalarında yer alan leonardit yatakları incelemeye alınmış ve söz konusu yataklardan leonardit örneklemesi yapılmıştır. Laboratuvara getirilerek analizlere hazır hale getirilen leonardit örneklerinde; organik karbon (Nelson ve Sommers 1982), Humik asit (Anonim 1988), pH (McLean, 1982), Katyon Değişim Kapasitesi (Rhoades, 1982a), Değişebilir katyonlar (Na, K, Ca ve Mg) (Rhoades, 1982), Fosfor (Olsen ve ark., 1954), Elektriksel iletkenlik, (Demiralay, 1993), alınabilir mikro elementler (Fe, Mn, Zn, Cu) (Lindsay ve Norvell, 1978), yarayışlı B (AOAC, 2005), toplam N (Bremmer , 1982) analizleri yapılmıştır. Örneklerin besin element içerikleri nitrik asit-hidrojen peroksit (2:3) asit ile 3 farklı adımda (1. adım; 145 ºC’de % 75 mikrodalga gücün de 5 dakika, 2. adım; 180 ºC’de % 90 mikrodalga gücünde 10 dakika ve 3. adım 100 ºC’de % 40 mikrodalga gücünde 10 dakika) 40 bar basınca dayanıklı mikrodalga yaş yakma ünitesine tabi tutulduktan sonra ICP OES spektofotometresinde belirlenmiştir (Mertens, 2005). Örneklerde indol asetik, giberallik, salisilik ve absisik asitlerin analizleri (HPLC yöntemi) (Horgan ve Kramers, 1979; Koshimizo ve Iwamura, 1986; Morris ve ark., 1990) yapılmıştır. Örneklerin serbest amino asit kompozisyonunun belirlenmesinde ise Aristoy ve Toldra (1991) ve Antoine ve ark. (1999)’da verilen yöntemler esas alınmıştır. Amino asit tayini phenylisothiocyanate (PITC) ile kolonlarda ayırma işlemi ile belirlenmiştir. Hormonal analizler için örneklerde ekstraksiyon ve saflaştırma işlemleri Kuraishi ve ark. (1991) ve Battal ve Tileklioğlu (2001) metotlarına göre yapılmıştır. Hormon analiz yönteminde yüksek performanslı sıvı kromatografisi (HPLC) yöntemi kullanılmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma Farklı beş bölgeden alınan leonardit örneklerinde ortalama Uv spektra sonuçları Çizelge 1’de verilmiştir. Leonardit örneklerinde gözlenen çıkıntıdaki değişikliklerin nedeni olarak aromatik bileşiklerin konsantrasyonlarındaki değişiklikler gösterilmiştir. Neticede, bu değişiklikler humifikasyon sürecindeki farklılığın karakteristik yapısından ileri gelmektedir. Diğer taraftan aynı leonardit örneklerinin bazı ortalama kimyasal analiz sonuçları ise aşağıdaki Çizelge 1’de verilmiştir. 219 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 1. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama UVspektra sonuçları (n=30). Örnekleme yeri 365 nm 465 nm 665 nm E4/E6 Adana-Tufanbeyli Balıkesir-Balya Bursa-Davutlar Konya-Beyşehir Tekirdağ-Saray 0.452 0.625 0.336 0.233 0.372 0.277 0.284 0.196 0.146 0.232 0.215 0.185 0.199 0.143 0.194 1.29 1.54 0.98 1.02 1.20 Çizelge 2. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama kimyasal analiz sonuçları (n=30). Nem Kül S U.M. HA O.M. Örnekleme yeri % % % % % % Adana/Tufanbeyli/Yamanlar Konya/Beyşehir/Bademli Bursa/Keles/Davutlar Tekirdağ/Saray Balıkesir/Balya/Mancılık Örnekleme yeri Adana/Tufanbeyli/Yamanlar Konya/Beyşehir/Bademli Bursa/Keles/Davutlar Tekirdağ/Saray Balıkesir/Balya/Mancılık 41 48 31 45 5 C % 28 25 26 16 45-65 pH 2.1 1.1 4.5 1.9 N % 24 24 20 22 EC dS/cm 59.50 42.40 27.28 24.45 22.40 KDK cmol/k g 36.50 30.39 22.86 17.74 21.34 4.8 4.2 4.6 5.0 4.7 3.25 2.32 1.67 1.43 1.64 1210 1050 1037 985 968 205 184 160 134 152 63.10 52.40 39.42 30.60 36.80 Çizelge 2 incelendiğinde leonardit örneklerinin kimyasal özellikleri arasında önemli farklılıkların mevcut olduğu görülmektedir. Araştırma sonuçlarına göre en yüksek HA ve FA içeriklerine Adana-Tufanbeyli ve Konya-Beyşehir yöresi leonardit örneklerinde rastlanmış, bunu sırasıyla Bursa-Keleş, Tekirdağ-Saray, Balıkesir-Balya yöreleri takip etmiştir. Leonardit örneklerinin tarımsal potansiyeli açısından humik-fulvik içerikleri oldukça önemlidir. Nitekim humik maddenin yapısında yer alan küçük moleküler yapılı fulvik ve humik asitlerin bitki köklerince daha rahat absorbe edildiği ve mikrobesin elementi yarayışlılığını da artırdığı bildirilmiştir (Pettit, 2006). Genel olarak; düşük kaliteli (% 35-50 humik asit, organik madde miktarı minimum %35, pH değeri 6.5, C/N oranı 21, özgül ağırlık 1.4 gr/cm3, bazik solüsyonda düşük çözünürlük), orta kalite (% 50-65 humik asit, organik madde miktarı minimum %50, pH değeri 5.5, C/N oranı 19, özgül ağırlık 1.2 gr/cm3, bazik solüsyonda orta çözünürlük), yüksek kalite (% 65-85 humik asit, organik madde miktarı minimum %65, pH değeri 4, C/N oranı 17, özgül ağırlık 0.8 220 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X gr/cm3, bazik solüsyonda yüksek çözünürlük) kalite sınıflaması yapılmıştır (Anonim, 2007). Buna göre, inceleme yapılan leonardit yataklarının büyük bölümünün düşük ve orta kalitede olduğu görülmektedir. Araştırmaya konu olan leonardit örneklerinin ortalama 22 farklı amino asit belirlenmiş ve örneklerin amino asit içerikleri Çizelge 3’de görülmektedir. Çizelge 3’e göre leonardit örneklerinin amino asit içerikleri bölgelere göre önemli farklılıklar göstermektedir. Leonardit örneklerinin ortalama organik asit içerikleri Çizelge 4’ de ve bazı makro ve mikro besin elementi içerikleri ise Çizelge 5’de verilmiştir. Söz konusu çizelgeler incelendiğinde leonardit örneklerinin organik asit ve besin elementi içeriklerinin yüksek değerlerde olduğu anlaşılmaktadır. 221 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 3. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama amino asit analiz sonuçları (n=30). Amino asit, Aspartate Glutamate Asparagine Serine Glutamine Histidine Glycine Theonine pmol/ul Beyşehir 285 2865 102 241 145 2415 26 15 Davutlar 312 3215 214 365 185 2744 25 26 Tufanbeyli 457 4122 512 369 214 3266 38 27 Balya 341 4211 415 341 514 2845 62 35 Saray 541 5241 311 425 352 3166 84 74 Amino asit pmol/ul Beyşehir Davutlar Tufanbeyli Balya Saray Cystine Valin Methionine Tryptophan Phenylalanine İsoluecine Leucine 178 142 362 285 375 652 542 1026 912 875 245 269 322 301 451 41 57 169 142 178 288 312 325 302 415 17 84 124 102 165 296 341 541 415 235 222 Lysine 514 415 1124 1026 845 Arginine Alanine Tyrocine 78 81 115 91 110 286 451 415 312 612 1012 915 1865 1754 1241 Hydroxyproline Sarcosine Proline 85 241 952 845 415 415 558 844 462 625 202 312 451 352 411 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 4. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama organik asit analiz sonuçları (n=30). Organik asit, ng/ul Oxalic Propionic Tartaric Bütyric Malonic Malic Lactic Citric acid acid acid acid acid acid acid acid Maleic acid Fumaric acid Succinic acid Beyşehir Davutlar Tufanbeyli Balya Saray 8415 8865 10241 9241 9877 546 611 687 415 815 13652 12458 12366 11524 13698 6852 5685 7254 7745 6542 5124 4854 5698 5548 5865 1542 1245 1854 1912 1544 7569 7874 8214 6542 7125 1754 1854 1965 2245 1847 1125 1542 1266 1653 1458 14514 13698 15628 14522 15698 5026 5266 7541 7814 6211 Çizelge 5. Farklı beş ocaktan alınan 30 ‘ar adet leonardit örneğinin ortalama besin elementi analiz sonuçları (n=30). mg/kg P K Ca Mg S Na B Fe Zn Beyşehir 1425 4152 10251 1254 2214 124.52 65.23 12.53 15.62 Davutlar 1542 5122 10695 1451 2231 154.00 55.42 15.42 20.18 Tufanbeyli 2215 7541 11263 1685 2652 102.36 41.25 26.53 24.55 Balya 1754 5698 9854 1241 1854 186.52 72.36 20.11 21.59 Saray 1263 4155 8411 1152 1415 136.25 41.52 16.85 14.11 223 Cu 21.45 27.51 16.52 14.59 13.29 Mn 36.52 45.62 30.14 41.50 8.65 Mo 4.25 5.41 3.42 5.44 2.41 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Leonardit örneklerinin ortalama hormon analiz sonuçları ise Çizelge 6’da verilmiştir. Analiz edilen dört farklı hormon analiz değerleri incelendiğinde beş farklı bölgeden alınan leonardit örneklerinin Gibberalik asit, Salisilik asit, IAA ve Absisik asit değerlerinin bölgelere göre farklılıklar gösterdiği görülmektedir. Çizelge 6. Farklı beş ocaktan alınan 30 ‘ar adet leonardit örneğinin ortalama hormon analiz sonuçları (n=30). Hormon, ng/ul Giberallic asit Salisilik asit IAA Absisik asit Beyşehir 11245 8544 412 6.38 Davutlar 12542 9021 454 5.88 Tufanbeyli 14524 9652 587 4.25 Balya 13241 9241 512 5.41 Saray 10856 8451 449 7.36 Çizelge 6’nın incelenmesinden de görülebileceği gibi en yüksek AA değerleri Beyşehir ve Saray bölgesi leonardit örneklerinde belirlenmiş, Tufanbeyli yöresi örneklerinde AA değeri düşük çıkmıştır. Buna karşılık en yüksek GA değeri Tufanbeyli yöresi örnekleri için belirlenmiş, Ilgın yöresi örneklerinde GA değerleri düşük çıkmıştır. IAA değerleri ise Tufanbeyli ve Balya yöresi örneklerinde daha yüksek çıkmıştır. Yapılan benzer çalışmalar, humik asitlerin bitki gelişimi ve verim açısından önemli biyo-stimulantlar olduğunu ve toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin geliştirilmesinde önemli etkiye sahip olduklarını ortaya koymuştur (Morris ve ark., 1990; Keeling ve ark., 2003; Mikkelsen, 2005; Karaman ve ark., 2012). 4. Sonuç Humatların organik gübre olarak potansiyellerinin çok iyi bilinmesine karşılık, farklı leonardit kaynaklarından elde edilen humik maddelerin özellikleri hakkında halen yeterli bilgi bulunmamaktadır. Potansiyel organik gübre olarak uygun humat bileşiklerinin geliştirilmesi ve bu amaçla farklı leonardit kaynaklarının incelenmesi, besin elementlerinin bitkilere yarayışlılığını artırma ya da toksisitesini önlemede önemli katkılar sağlayacaktır. 224 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Araştırma sonuçları, incelenen leonardit örneklerinin amino asit, hormon ve kimi bitki besin elementlerince önemli bir potansiyel oluşturduğunu ortaya koymuştur. Nitekim incelenen özelliklerden amino asitler, hormonlar ile makro (N, P, K, Ca, Mg, S) ve mikro (Fe, Cu, Zn, Mn, Mo, B) besin elementleri, sağlıklı bitki beslenmesi ve bitki gelişimi açısından önemli özelliklerdir. Söz konusu özellikler, ekonomik maliyet açısından da organik gübre olarak önemli avantajlar sağlayıcı niteliktedir. Bununla birlikte elde edilen bulgular, farklı kaynaklarda yer alan leonardit yataklarından elde edilen örneklerde belirlenen özelliklerin önemli düzeyde değişkenlik gösterdiğini ortaya koymuştur. Nitekim sonuçlar toplu olarak değerlendirildiğinde, genel olarak en yüksek HA ve FA açısından AdanaTufanbeyli ve Konya-Beyşehir yöresi leonardit örneklerinde incelenen özelliklerin daha zengin olduğu, bunu sırasıyla Bursa-Keleş, Tekirdağ-Saray, Balıkesir-Balya yörelerinin takip ettiği görülmektedir. Bu durum, organik gübre ve humik madde kaynağı olarak değerlendirilecek leonardit yataklarının yeterince incelenerek, en uygun kaynaklardan elde edilecek leonardit materyallerin humik madde kaynağı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Kaynaklar Anonim, 1988. Kahverengi Kömürler ve Linyitler- Humik Asitlerin Tayini. TSE Türk Standardı. TS. 5869 ISO 5073. Anonim, 2007. http://www.phelpstek.com/clients/humic_acid.html.2007. Antoine, F.R., Wei, C.I., Littell, R.C. and Marshall, M.R. 1999. HPLC method for analysis of free ami-no acids in fish using ophthaldialdehyde precolumn derivatization. J. Agr. Food Chem. 47: 5100-5107. Aristoy, M.C. and Toldra, F. 1991. Deproteinization techniques for HPLC amino acid analy-sis in fresh pork muscle and dry-cured ham. J. Agr. Food Chem. 39: 1792-1795. Battal, P. and Tileklioğlu, B. 2001. The effects of different mineral nutrients on the levels of cytokinins in Maize. Turkish J. of Botany, 25: 123130. Bremner, M. 1982. Total Nitrogen. In: Page, A.L, Miller, R.H. and Keeney, D.R. (Eds), Methods of Soil Analysis, Part 2. ASSSA Madison, WI, pp.595-624. Delfine, S., Tognetti, R., Desiderio, E. and Alvino, A. 2005. Effect of foliar application of N and humic acids on growth and yield of wheat. Agron. Sustain. Dev. 25: 183- 191. 225 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Demir, C., Çamdibi, A., Yetkiner, S., Demirel, O., Turan, M. and Karaman, M.R. 2013. Application of Humic Acid Analysis Methods to Turkish Leonardites and Their Comparison. Soil-Water Journal, Vol 2, Number 2 (1): 447-456. Demiralay, İ. 1993. Toprağın Fiziksel Analizleri. Atatürk Üni. Ziraat Fak. Yayınları No: 143, Erzurum. Engin, V.T. ve Cöcen, E.İ. 2012. Leonardit ve Humik Maddeler. MT Bilimsel, 7-2012, Temmuz Sayısı. Erkoç, İ. 2009. Sera şartlarında domates yetiştiriciliğinde kükürt ve leonardit uygulamalarının fosfor yarayışlılığına etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Çukurova Üniv. Fen Bil. Enst., Bahçe Bitkileri ABD, Adana, 10-13 s. Fong, S.S., Seng, L., Chan, W.N., Asing, J., Nor, M.F.B.M. and Pauzan A.S.B.M. 2006. Characterization of the coal derived humic acids from mukah, sarawak as soil conditioner. J. Braz. Chem. Soc., 17 (3): 582587. Horgan, R., and Kramers, M.R. 1979. High performance liquid chromatogaphy of cytokinins. Journal of Chromatopraphy. 173: 263270. İlhan, E. 1993. Türkiye Linyit Yataklarının Jeolojisi Hakkında. MTA Genel Müdürlüğü Yayını. Kalaitzidis, S., Papazisimou, S., Giannouli, A., Bouzinos, A. and Christanis, K. 2003. Prelimnary comparative analyses of two Greek leonardites. Science Direct. Fuel 82: 859-861. Karaman, M.R., Turan, M., Tutar, A., Dizman, M. and Şahin, S. 2012. Possible Usage of Leonardite Ore Based on Humate Sources as a Potential Organic Fertilizer - Functions of Natural Organic Matter in Changing Environment. Springer Publication, pp 598-601, ISBN 9787-308-10271-1, China. Karaman, M.R., Turan, M., Tutar, A. ve Dizman, M. 2012. Bitkisel Üretimde Humik Madde ve Mikrobesin Elementi Yarayışlılığı İlişkileri. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi, 14(1): 165-175. Keeling, A.A., McCallum, K.R. and Beckwith, C.P. 2003. Crop and Environment Research Centre, Harper Adams University College, Newport, Shropshire, UK, Bioresource Tech., 90(2): 127-137. Kuraishi, S., Tasaki, K., Sakurai, N. and Sadatoku, K. 1991. Changes in levels of cytokinins in etiolated squash seedlings after illumination. Plant Cell Physiol. 32: 585-591. Lindsay, W.L. and Norvell, W.A. 1978. Development of a DTPA soil test for zinc, iron, manganase and copper. Soil Sci. Soc. Am. J., 42: 421428. 226 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Mclean, E.O. 1982. Soil pH and Lime Requirement. Methods of Soil Analysis Part2. Chemical and Microbiological Properties Second Edition. Agronamy. No: 9 Part 2 . Edition P: 199-224. Mertens, D. 2005. AOAC Official Method 975.03. Metal in Plants and Pet Foods. Official Methods of Analysis, 18th ed. Horwitz, W. and G.W. Latimer, (Eds). Chapter 3, pp 3-4, Gaitherburg, Maryland 208772417, USA. Mikkelsen, R.L. 2005. Humic materials for agriculture Davis California, USA. Better Crops with Plant Food. 89(3): 6-7. Morris, J.W., Doumas, P., Morris, R.O., and Zaer, J.B. 1990. Cytokinins in vegetative and reproductive buds of Pseudotsuga menziesii. Plant Physiol. 9: 67-71. Nelson, R.E. and Sommers, L.E. 1982. Total Carbon, Organic Carbon and Organic Matter. Methods of Soil Analysis. Part 2. Chemical and Microbiological Properties. 2nd Edition. Agr. No: 9. 539-579, 1159 p, Madison, Wisconsin USA. Odzoba, D.M., Blyth, J.B., Engler, R.F., Dinel, H. and Schnitzer, M. 2001. Leonardite and humified organic matter. In Ghabbour E.A. Davies G. (eds.) Humic Substances: Structures Models and Functions. Royal Society of Chemistry 388 pp. Olsen, S.R., Cole, V., Watanabe, F.S. and Dean, L.A. 1954. Estimation of available phosphorus in soils by extraction with sodiumbicarbonate, Agricultural Handbook, US. Soil Department 939, Washington. D.C. Rhoades, J.D. 1982. Cation Exchange Capacity. Methods of Soil Analysis Part 2. Chemical and Microbiological Properties. Agr. No: 9, 2nd Ed., pp. 149-157, USA. Turan, M., Ağar, G., Arslan, E., Güllüce, M., Taşcı, S., Şahin, F. and Karaman, M.R. 2013. Determination of Protective Role of Humic Acids against Cadmium Stress Induced DNA Damage in Vicia faba L. Soil-Water Journal, 2(1): 495-500. Yürek, Ş., Çamdibi, A., Aktaş, M., Uzınpınar, B., Karaman, M.R., Turan, M. and Walia, D. 2013. Recovery of Biogas and Humic Acid Derivatives from Turkish Lignite through Biotechnological Methods. Soil-Water Journal, 2 (1): 257-264. 227 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Makarnalık Buğday Islah Materyalinin Kuru Koşullardaki Kalite Performanslarının Değerlendirilmesi Seydi Aydoğan, Aysun Göçmen Akçacık, Mehmet Şahin Sümerya Hamzaoğlu, Berat Demir, Musa Türköz Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Konya, e-posta adresi: seydiaydogan@yahoo.com 1 Özet: Bu çalışma, 2010-2014 yıllarında kuru koşullarda ön verim, verim ve bölge verim kademelerindeki makarnalık buğday ıslah materyallerinin, farklı çevrelerdeki kalite özelliklerinin belirlenmesi veseleksiyon kriteri olarak değerlendirilmesi amacıyla tesadüf blokları deneme desenine göre 2 tekerrürlüolarakyürütülmüştür. Bazı kalite özellikleri (bin tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı, protein oranı, SDS sedimantasyon, b renk değeri, reolojik özelliklerden miksograf parametreleri) incelenmiştir. Ön verim denemesinde 156, verim denemesinde 90 ve bölge verim denemesinde 90 genotipte kalite analizleri yapılmıştır. Verim, kalite ve hastalığa tolerans yönüyle seçilen 166 ıslah materyali bir üst kademeye aktarılmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre yıllar ve çevre şartlarının kalite parametreleri üzerine etkili olduğu tespit edilmiştir. Anahtar kelimeler: Makarnalık buğday, ıslah, genotip, kalite özellikleri Evaluation of Quality Performance of Durum Wheat Breeding Material in Rainfed Conditions Abstract: This study was conducted to determine and evaluate the selection criteria quality traits of durum wheatof the breeding materials in pre-yield, yield and advanced yield trialin rainfed conditions at different locations in the 2010-2014 and according to randomized block designed with two replications. Some quality characteristics (thousandgrainweight, test weight, protein content, SDS sedimentation, b colorvalues of the rheological properties of mixograph parameters were investigated. Quality analyzes were performed on 156 genotypes of preliminary yield trials, 90 genotypes of yield trials and 90 genotypes of advanced yield trial. Aspect of yield, quality and disease to lerance selected 166 breeding material was transferred 228 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X to a higher level. According to the results of this study, it was determined that the year and environment condition sare effective on th equality traits Keywords: Durum wheat, breeding, genotype, qualitytraits. 1. Giriş Temel besin maddesi olan buğday, Dünya’da ve Türkiye’de en fazla yetiştirilen kültür bitkisidir. Buğday ülkemizaçısından çok önemli ve stratejik bir bitki olup, birçok ülkenin temel kalori, protein ve mineral kaynağı durumundadır. Türkiye’de günlük enerji gereksiniminin ortalama % 40’ı sadece buğdaydan karşılanmaktadır. Makarnalık buğdaylar tetraploid (2n=4x=28, AABB) bitkiler olup, kalite özellikleri ve kullanım alanları bakımından hekzaploid (2n=6x=42, AABBDD) T. aestivum ve T. compactum buğdaylarından çok farklı ve özel bir konuma sahiptir. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde makarnalık buğdayların ana kullanım şekli makarna olup,bu amaca yönelik üretim yapılmaktadır. Bunun yanında Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini içeren diğer bölgelerde makarna üretimi yanında bulgur, kuskus ve değişik ekmek çeşitlerinin üretiminde de kullanılmaktadır(Liu ve ark., 1996). Geniş tüketim yelpazesi ve ürün çeşitliliği ile vazgeçilmez besinlerden olan makarnalık buğday, beslenme alışkanlıkları ve çevre şartları değişse bile temel besin maddesi olma özelliğini muhafaza etmektedir. Makarnalık buğdaydan elde edilen son ürünün kalitesi tanenin fiziksel özellikleri ve kimyasal bileşimi ile doğrudan ilgilidir. Bu kalite kriterlerinden en önemlileri ise protein miktarı, gluten kuvveti, pigment miktarı ve oksidatif enzim aktiviteleridir. Bu kriterler kaliteli bir makarnada istenen pişme kalitesini ve sarı parlak rengi tayin eden başlıca özelliklerdir(Sönmezoğlu, 2010). Makarna, durum buğdayı irmiğinden üretilen ve kolay hazırlanabilen, sağlıklı ve besleyici bir gıda maddesidir. Yüksek oranda protein ve B vitamini içerir. Makarna üretiminde, camsılığı %50’nin üzerinde, proteini tercihen %13.5-14.0 arasında, sarı pigmenti 5-7 ppm civarında bulunan, lipoksidaz aktivitesi düşük ve irmik verimi yüksek (%65) olan makarnalık buğdaylar tercih edilir. Kaliteli makarna üretimi için; bin tane ve hektolitre ağırlıkları yüksek, kızışmış, çimlenmiş, buruşuk ve kırık tane oranları düşük olan teknolojik kalitesi yüksek durum buğdaylarından elde edilen irmik kullanılmalıdır.Makarnalık buğdaydan elde edilen önemli bir diğer besin maddesi olan bulgur, makarnalık buğday tanelerinin, haşlanıp kurutulmasından sonra öğütülerek hazırlanan yarı hazır bir gıda maddesidir. 229 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Buğdaya dayalı tüm sanayi kollarında olduğu gibi, bu sektörün de en büyük problemi kaliteli ve yeterli hammadde teminidir. Kaliteli bulgur üretimi için, protein ve sarı pigmentçe zengin, lipoksigenaz enzim aktivitesi düşük sert buğdaylar kullanılmalıdır. Homojen yapıya sahip, yabancı madde miktarı düşük, hastalıksız sert buğdayın üretiminin artırılması gerekmektedir (Anon. 2011).Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de sanayicimizin ihtiyacının karşılanmasında üstün nitelikli, kaliteli yeni buğday çeşitlerinin geliştirilmesinin önemi büyüktür. 2. Materyal ve Yöntem Bu çalışma 2010-2014 yılları arasında Konya-merkez ve Çumra lokasyonunda tesadüf blokları deneme desenine göre 4 tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Laboratuvar çalışmaları 2 tekerrürlü olarak yapılmış oluplokasyon ortalama değerleri alınmıştır. Araştırmada genotiplerin bazı kalite özellikleri (bin tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı, protein oranı, SDS sedimantasyon değeri ve irmik rengi (b) değerimiksograf parametreleri) incelenmiştir. Laboratuvarda analize tabi tutulan buğday örnekleri, AACC metod 26-95’e göre (% 14.5 rutubet olacak şekilde) tavlanarak, AACC metod 26-50’ye göre BrabenderJunior değirmende öğütülmüştür. Protein oranı AOAC 992.23 (Anonymous, 2009), SDS sedimantasyon AACC 5670’ya göre (Anon. 2000), renk (b) analizi Hunterlab marka Mini ScanXEplus isimli cihazla yapılmıştır (Anon. 1996). Miksograf analizleri AACC 54-40A metoduna göre, 35 g’lıkMiksograf cihazı (National Mfg.Co. Lincoln. NE) ile (Anon.2000),bin tane ağırlığı (g) ve hektolitre ağırlığı (kg/100lt) ise Williams ve ark. (1988) metoduna göre yapılmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma Kuru makarnalık buğday ön verim, verimvebölge verim denemelerindeyeralan 336 materyalde yapılan kalite analizlerinin lokasyon ortalama değerlerine göre bintane ağırlığının 37.30-40.12 g arasında değiştiği, çalışmanın dört yıllık ortalama değerleri bakımından en yüksek bintane ağırlığının makarnalık verim kademesindeki materyalden elde edildiği tespit edilmiştir(Çizelge 1).Islah materyalinin protein oranı deneme aralığı %13.36-14.01 arasında değişmiş, dört yıllık ortalama değerlere göre en yüksek protein oranının makarnalık bölge verim kademesindeki materyalden elde edildiği tespit edilmiştir(Çizelge 3). 230 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 1. 2010-2014 yılları arasında kurumakarnalık ön verim denemesindeki 156 genotipin kalite özelliklerinin ortalama değerleri Bin tane 2010-2011 Ağr. Protein SDS Renk KMÖVD (g) Oranı (%) (ml) (b) Seçilen Hatlar Ort. 37.64 15.20 17.96 22.36 Standartlar Ort. 35.81 14.38 17.83 21.98 Genel Ortalama 35.51 14.91 20.23 21.94 2011-2012 KMÖVD Seçilen HatlarOrt. 37.27 15.01 26.38 20.43 Standartlar Ort. 37.92 15.24 27.60 20.67 Genel Ortalama 37.40 14.94 25.50 20.30 2012-2013 KMÖVD Seçilen Hatlar Ort. 43.95 11.26 16.78 19.45 Standartlar Ort. 43.17 12.21 16.42 21.12 Genel Ortalama 43.29 10.91 15.31 18.71 2013-2014 KMÖVD Seçilen Hatlar Ort. 37.87 13.77 22.03 21.36 Standartlar Ort. 35.41 13.83 24.30 20.47 Genel Ortalama 36.93 13.82 21.21 21.33 2010-2014 Genel Ortalama Seçilen Hatlar Ort. 39.18 13.81 20.79 20.90 Standartlar Ort. 38.08 13.92 21.54 21.06 Genel Ortalama 38.28 13.65 20.56 20.57 KMÖVD: Kuru Makarnalık Ön Verim Denemesi Çizelge 2. 2010-2014 yılları arasında kurumakarnalık verim denemesindeki 90 genotipin kalite özelliklerinin ortalama değerleri 2010-2011 Bin tane HektolitreAğr. Protein SDS Renk KMVD Ağr.(g) (kg/lt) Oranı %) (ml) (b) Seçilen HatlarOrt. 36.41 77.50 14.24 19.07 22.68 Standartlar Ort. 33.34 76.45 15.43 19.40 23.26 Genel Ortalama 34.90 77.10 14.58 20.80 22.60 2011-2012 KMVD Seçilen HatlarOrt. 39.40 75.78 13.41 23.79 23.22 Standartlar Ort. 40.15 75.32 13.61 29.33 23.46 Genel Ortalama 39.55 75.69 13.44 24.90 23.27 231 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 2012-2013 KMVD Seçilen Hatlar Ort. 43.30 79.10 Standartlar Ort. 41.40 77.50 Genel Ortalama 42.47 78.30 2013-2014 KMVD Seçilen HatlarOrt. 41.38 75.39 Standartlar Ort. 39.89 74.58 Genel Ortalama 40.80 75.40 2010-2014 Genel Ortalama Seçilen HatlarOrt. 40.12 76.94 Standartlar Ort. 38.70 75.96 Genel Ortalama 39.43 76.62 KMVD: Kuru Makarnalık Verim Denemesi ISSN 2149-147X 12.34 12.75 12.32 15.00 16.80 14.72 21.05 21.95 20.73 13.44 13.71 13.58 25.50 21.80 21.20 20.79 21.87 21.10 13.36 13.88 13.48 20.84 21.83 20.41 21.94 22.64 21.93 Çizelge 3. 2010-2014 yılları arasında kuru makarnalık bölge verim denemesindeki 90 genotipinkalite özelliklerinin ortalama değerleri 2010-2011 Bin tane Hektolitre Protein SDS Renk KMBVD Ağr.(g) Ağr. (kg/lt) Oranı (%) (ml) (b) Seçilen Hatlar Ort. 34.61 78.61 14.39 22.22 23.02 Standartlar Ort. 33.12 76.16 15.28 22.90 21.79 Genel Ortalama 34.25 77.00 14.71 26.94 21.96 2011-2012 KMBVD Seçilen Hatlar Ort. 40.08 75.64 13.69 23.09 21.95 Standartlar Ort. 39.83 73.90 13.77 26.25 22.14 Genel Ortalama 40.03 75.30 13.70 23.70 21.98 2012-2013 KMBVD Seçilen HatlarOrt. 36.04 75.44 13.57 21.80 22.56 Standartlar Ort. 35.15 75.02 13.31 17.13 23.68 Genel Ortalama 35.7 75.49 13.54 18.63 22.73 2013-2014 KMBVD Seçilen HatlarOrt. 40.14 76.25 13.26 23.28 21.42 Standartlar Ort. 41.11 75.65 13.69 19.50 23.06 Genel 40.40 76.25 14.00 20.90 21.93 232 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 Ortalaması 2010-2014 Genel Ortalama Seçilen HatlarOrt. 37.72 76.49 13.73 Standartlar Ort. 37.30 75.18 14.01 Genel Ortalama 37.60 76.01 13.99 KMBVD: Kuru Makarnalık Bölge Verim Denemesi ISSN 2149-147X 22.60 21.45 22.54 22.24 22.66 22.15 Çizelge 4. 2013-2014 yılı kuru makarnalık bölge verim denemesindeki 25 genotipin miksograf parametrelerinin ortalama değerleri Mik. Mik. Mik.Yu Mik. Mik. Mik. Pik Hat/Çe G. Pik m. Pik Top. Miksograms Alanı(N şit Sür.(d Yük.( Değeri( G.( Alanı(N kala (1-8) m) k) %) %) %) m) 1 1.50 75.94 26.74 4.02 69.09 359.61 7 4 1.54 67.71 30.37 2.99 54.69 295.56 5 6 1.23 61.14 19.17 2.50 38.20 276.33 4 7 2.06 54.74 16.85 5.15 89.59 249.93 6 9 2.28 27.03 4.54 1.30 40.11 254.04 5 19.6 12 2.89 82.55 15.35 180.22 423.80 8 7 18 1.94 32.60 3.93 1.73 36.23 185.82 4 23 2.39 75.31 27.76 4.29 91.60 356.82 7 11.8 24 3.23 68.87 11.07 120.21 362.39 8 7 Kızılta 1.28 58.91 25.10 2.22 38.94 264.21 5 n-91 Ç-1252 1.28 54.88 19.15 2.37 45.06 252.52 4 Eminb 2.59 67.72 14.04 6.38 87.14 358.24 7 ey Kundur 1.19 54.09 21.84 2.05 36.55 245.91 4 u-1149 Altın2.54 48.39 14.48 2.28 52.12 236.47 4 98 Genel 1.78 55.47 17.24 4 57 269.72 Ortalama Mik. G. Sür; Miksograf gelişme süresi, Mik. Pik. Yük; Miksografpik yüksekliği, Mik. Pik G; Miksograf pik genişliği, Mik. Pik Alanı; Miksograf pik alanı, Mik. Top. alan; Miksograftoplam alan 233 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Makarnalık buğday için önemli olan diğer bir analiz ise SDS sedimantasyon testidir. SDS sedimantasyon değerinin yüksek olması gluten kalitesinin iyi olduğununbir işareti olup makarna sanayisi ve bulgur sanayisinde arzu edilen bir durumdur. Materyalin SDS sedimantasyon deneme aralığı 20.41-22.60 ml arasında değişmiş, çalışmanın dört yıllık ortalama değerlerine göre en yüksek SDS sedimantasyon değeri makarnalık bölge verim kademesindeki materyalden elde edilmiştir(Çizelge 3). Makarna sanayisinde önemli bir diğer kalite analizi b renk değeridir. Renk (b) değerinin yüksek olması materyalin pigment değerinin yüksek olması ve kehribar renk alması demektir. Renk (b) değeri20.57-22.16 arasında değişmiş, dört yıllık ortalama renk değerlerine göreen yüksek brenk değerimakarnalık bölge verim kademesinde tespit edilmiştir(Çizelge 3).Hektolitre ağırlığı, makarnalık buğdaylarda irmik verimi ve dane homojenliği bakımından önemlidir. Denemede hektolitre ağırlığı değerleri 75.10-76.94 kg/lt arasında değişmiş, çalışmanın dört yıllık ortalama değerlerine göre en yüksek hektolitre ağırlığı makarnalık verim kademesindeki materyalde tespit edilmiştir (Çizelge 2). Makarnalık buğdayınhammadde olarak kullanıldığı sektörün isteklerine göre ıslah kuruluşları yeni makarnalık buğdayçeşitleri geliştirmektedirler. Ekmeklik buğdayda un sanayicisi için önemli olan hamur özellikleri makarnalık buğdaylarda da önemli bir hal almıştır. Makarnalık buğdaylarda hamur kalitesi yani gluten kuvvetinin yüksek olması makarnanın pişmesi sırasında organik maddelerin suya karışma miktarını azaltacaktır. Bilgisayarlı miksograf cihazının az örnekle çalışması ve analiz süresinin kısa olması nedeniyle buğday ıslahında kullanılması, buğday genotiplerinin kalite yönü ile değerlendirilmelerinde büyük kolaylık sağlamaktadır(Şahin ve ark.2011). 2013-2014 yılında kuru makarnalık bölge verim denemesinde yer alan materyalin hamur özellikleri miksograf cihazı ile incelenmiştir. Miksograf gelişme süresi 1.28-3.23 dk.arasındadeğişmiş, en yüksek değer 12 ve 24 numaralı hatlardan elde edilmiştir. Miksograf gelişme süresinin uzun olması hamurun yoğrulma süresinin uzun olduğunu göstermektedir. Aydoğan ve ark. (2014), makarnalık buğdayda miksograf parametrelerini inceledikleri bir çalışmada gelişme süresinin sulu koşullarda 1.69-3.45 dk., kuru koşullarda ise 1.37-2.37 dk. arasında değiştiğini belirlemişlerdir. Materyalin miksograf pik yüksekliği % 27.3382.55arasında değişmiştir. 12 ve 23 numaralı hatlar yüksek değer vermiş olup protein kalitelerinin iyi olduğu söylenebilir. Miksograf yumuşama değerinin düşük olması istenmektedir. 234 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Düşük yumuşama materyalin analiz süresince, yoğrulma esnasında hamurun mukavemetini koruduğu anlamına gelmektedir. İncelenen materyalin yumuşama değeri % 4.54-30.37 dk.arasında değişmiş, en düşük değer 9 numaralıgenotipten elde edilmiştir. Diğer bir hamur özelliği isemiksografpik genişliği olup analiz süresince hamurun oluşturduğu alan olarak tanımlanır.Y üksek olması materyalin gluten mukavemetinin iyi olduğunu göstermektedir. Pik genişliği değerleri % 1.30-19.67 arasında değişmiştir. Miksograf pik alanı deneme aralığı36.23-180.22 Nm arasında değişmiş, 12 numaralı hattın en yüksek değeri verdiği tespit edilmiştir. Toplam alan değeri deneme aralığı ise 185.82-423.80 Nm arasında değişmiş, en yüksek değer 12 numaralı hattan elde edilmiştir. Tüm miksograf parametreleri değerlendirildiğinde 12 numaralı hattın en yüksek skaladeğerini verdiği tespit edilmiştir(Çizelge 4). 4. Sonuç Makarna kalitesine önemverens anayiciler, proteinmiktarı yüksek, protein kalitesiiyi, renk bakımından yeterlive pişme kalitesi uygun makarnalık buğday çeşi t l e r i i s t e m e k t e d i r . Hammadde kalitesi makarna kalitesi için temel oluşturmaktadır. Kalitekantitatifbir özellik olduğu için birçok faktör etkilidir, bu nedenle kalite ıslahı kompleks bir çalışmadır. Makarnalık buğdayın kalitesinin ıslah programları ilearttırılması hem üretici hem de tüketicilerin isteklerinin karşılanabilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır. Kaynaklar Anonim,2011.http://uhk.org.tr/dosyalar/bugdayraporumayis2011.pdf Anonymous, (1996). www.Hunterlab.com. CIE (L* a* b*) colorscale. Anonymous,2009.Approvedmethodologies.www.leco.com/resources/approv ed_methods Anonymus, 2000. ApprovedMethods of theAmericanAssociation of CerealChemist, USA. Aydoğan, S., Şahin, M., Göçmen Akçacık, A., Hamzaoğlu, S., Yakışır, E. 2014. Makarnalık Buğday Çeşitlerinin Sulu ve Kuru Koşullarda Bazı Kalite Özellikleri ve Miksograf Parametrelerinin Değerlendirilmesi. Uluslararası Mezopotamya Tarım Kongresi22-25 Eylül, Diyarbakır. Sönmezoğlu, A.,2010. Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin Makarna Kalitesi Bakımından Islahı. GaziOsmanpaşa Üniversitesi. Tokat(Doktora Tezi). 235 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Liu, C.Y.,Shepherd, K.W., andRathjen, A.J., 1996. Improvement of durum wheatpastamakingandbreadmakingqualities. CerealChemistry, 73, 155- 166. Williams, P., El-Haramein, J.F., Nakkoul, H., Rihawi, S., 1988. CropQuality Evaluation MethodsandGuidelines. SodiumDodecylSulphate (SDS) Sedimentation. P:13-16 İnternational Center ForAgriculturalResearch in TheDryAreas (ICARDA), Syria. Şahin, M., Göçmen Akçacık, A., Aydoğan, S., Taner, S., Ayrancı, R., 2011. Ekmeklik Buğdayda Bazı Kalite Özellikleri ile Miksograf Parametreleri Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi. Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü Dergisi, 2011, 20 (1): 6-11. 236 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kireçli Topraklarda Yarayışlı Demir (Fe) Miktarının Belirlenmesi İçin Kullanılabilecek Ekstraksiyon Yöntemleri Aydın Adiloğlu1 Mehmet Rüştü Karaman2 Sevinç Adiloğlu1 1 Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ e-mail: a_adiloglu@hotmail.com 2 Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Bilecik Özet: Bu araştırmanın amacı Trakya Bölgesi’nde kireçli topraklarda bitkilere yarayışlı demir (Fe) miktarının belirlenmesinde kullanılabilecek en uygun kimyasal ekstraksiyon yönteminin belirlenmesidir. Bu amaçla bölgeden 10 farklı toprak örneği alınmış ve buğday bitkisi ile serada bir saksı denemesi yapılmıştır. Toprakta yarayışlı Fe miktarının belirlenmesinde 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA, 0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4, 1 M NH4OAc, 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 ve 0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA yöntemleri kullanılmıştır. İki aylık denemenin sonunda bu yöntemler ile belirlenen yarayışlı Fe miktarları ile bitkilerin kuru madde miktarları, Fe içerikleri ve topraktan kaldırdıkları Fe miktarları arasında korelasyon katsayıları belirlenmiştir. Araştırmanın sonunda en yüksek korelasyon katsayıları (r) 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ile 0.648**, 0.780** ve 0.656** ve 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 yöntemi ile ise 0.595**, 0.637** ve 0.625**, şeklinde belirlendiğinden bölgede kireçli toprakların yarayışlı Fe içeriklerinin belirlenmesinde bu iki yöntemin kullanılabileceği önerilmiştir. Anahtar kelimeler: Demir, buğday, DTPA; kireçli toprak. Determination of Suitable Extraction Method for the Available Iron (Fe) Content of Calcareous Soils Abstract: The aim of this research was to determine the most suitable extraction method for the available iron contents of calcareous soils in Trakya Region, Turkey. For this purpose ten calcareous soil samples were taken from research area and five extraction methods (0.005 M DTPA + 0.01 237 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X M CaCl2 + 0.1 M TEA, 0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4, 1 M NH4OAc, 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 and 0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA methods) were used and three biological indices (dry matter yield, Fe concentration, Fe uptake) were compared. The plant biological indices were determined with wheat (Triticum aestivum L.) plant grown under greenhouse conditions. At the end of the experiment and according the experiment results, the highest correlation coefficients (r) were determined to be between the 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA, 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 methods and the biological indices. The correlation coefficients (r) for the 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA method and the three biological indices were 0.648**, 0.780** and 0.656** respectively. For the 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 method, these coefficients were determined 0.595**, 0.637** and 0.625**, respectively. Consequently, these extraction methods were suggested for the determination of the available Fe contents of the calcareous soils in Trakya Region, Turkey. Key words: Iron, wheat, DTPA, calcareous soil. 1. Giriş Demir mikro besin elementi bitkiler için az miktarlarda gerekli olmasına rağmen bitkilerin beslenmesinde mutlak gerekli olan besin elementlerinden birisidir. Dünyada ve ülkemizde son yıllarda birim alandan daha fazla ürün alınması zorunluluğu ile daha fazla kullanılan azotlu, fosforlu ve potasyumlu gübreler, bitkilerin demir elementine daha fazla ihtiyaç duymasına neden olmuştur. Bu ihtiyacın giderilebilmesi için ise çoğunlukla toprak analizlerinin sonuçlarına göre demirli gübreleme yapılmaktadır. Günümüzde dünyada demir eksikliği sorunu mikro besin elementlerinin eksikliklerinin ilk sıralarında yer almaktadır. Demir eksikliği genellikle yüksek pH, fazla kireç, yetersiz organik madde ve kumlu topraklarda daha fazla görülmektedir (Lindsay ve Schwab, 1982, Adiloğlu, 2006). Bitkiler için mutlak gerekli olan demir elementinin eksikliği ülkemizde % 26. 87 ve Trakya Bölgesi’nde ise % 10.4 dolaylarındadır (Eyüpoğlu ve ark., 1998; Adiloğlu, 2012). Toprakta bitkiler yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabilecek çok sayıda yöntem geliştirilmiş olmasına rağmen bunların hiç birisi standart bir yöntem olarak kabul edilememiştir (Leoppert ve Inskeep, 1996). 238 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Nötr ve alkalin topraklarda DTPA yönteminin toprakta bitkilere yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabileceği önerilmiştir (Lindsay ve Norvell, 1978). ABD’de yapılan bir araştırmada 0.001 M EDDHA yönteminin toprakta bitkilere yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabilecek en uygun yöntemlerden birisi olduğu ortaya konulmuştur. Çünkü söz konusu bu yöntem ile topraklarda belirlenen bitkilere yarayışlı demir miktarı ile biyolojik indisler arasında en yüksek korelasyonlar saptanmıştır (Johnson ve Young, 1973). Kahverengi Orman Toprakları’nın bitkilere yarayışlı demir içeriklerinin tayininde kullanılabilecek yöntem veya yöntemlerin belirlenmesi üzerinde yapılan bir araştırmada (Adiloğlu, 2006), 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA ve 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 yöntemlerinin kullanılabileceği önerilmiştir. Söz konusu bu yöntemler ile topraklarda belirlenen yarayışlı demir miktarları ile biyolojik indisler arasında en yüksek korelasyon katsayıları belirlenmiştir. Chatzistathis ve ark. (2014) tarafından Kuzey Yunanistan’da yapılan bir araştırmada bitkilere yarayışlı demir tayininde kullanılabilecek yöntemler olarak DTPA, Mehlich 3 ve Soltanpour ve Schwab yöntemlerini seçmişlerdir. Söz konusu bu yöntemlerden DTPA yönteminin Kuzey Yunanistan topraklarında yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabilecek en uygun yöntem olduğunu önermişlerdir. Polonya’da bitkilere yarayışlı mikro element tayininde kullanılabilecek en uygun yöntem veya yöntemlerin tespit edilmesi için yapılan bir araştırmada, Mehlich 3 ve Yanai (0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4Cl + 0.005 M C8H8O7 (Sitrik asit) + 0.05 M HCl) yöntemlerinin kullanılabileceği ortaya konulmuştur (Krzysztof ve ark., 2015). Brezilya’da Oksisol ve Ultisol toprakların bitkilere yarayışlı katyonik mikro besin elementi içeriklerinin tayininde kullanılabilecek yöntemlerin belirlenmesi için yapılan bir araştırmada (Sobral ve ark., 2013), Mehlich 3 ve DTPA yöntemlerinin kullanılabileceği önerilmiştir. Birçok araştırıcı topraklarda bitkilere yarayışlı demir miktarının belirlenmesinde kullanılabilecek en uygun yöntemin belirlenmesinde biyolojik indisler ile kimyasal yöntemler ile bulunan demir içerikleri arasında en yüksek korelasyon katsayısını veren yöntemin o bölge için en uygun yöntem olabileceği önerisinde bulunmuşlardır (Aydemir, 1981; Yanai ve ark., 2000; Adiloğlu, 2006; Krzysztof ve ark., 2015). Bu çalışmada kireçli topraklarda bitkilere yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabilecek en uygun yöntem veya yöntemlerin belirlenmesi araştırılmıştır. 239 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2. Materyal ve Yöntem Bu araştırmada Trakya Bölgesi’nde 10 farklı yerden ve kireçli topraklardan 0-20 cm derinlikten toprak örneği alınmıştır (Jackson, 1967). Toprak örneklerinde pH, kireç, organik madde miktarı (Sağlam, 2012) ve tekstür (Gee ve Bauder, 1986) analizleri yapılmıştır. Araştırmada kullanılan toprak örneklerin bazı fiziksel ve kimyasal analiz sonuçları Çizelge 1’de verilmiştir. Çizelge 1 incelendiğinde toprak örneklerinin pH değerlerinin 7.43 ile 8.02 arasında, kireç içeriklerinin % 5.69 ile % 17.23 arasında, organik madde miktarlarının % 0.23 işle % 1.02 arasında değiştiği ve tekstür sınıflarının ise genellikle kil (C) olduğu görülmektedir. Çizelge 1. Toprak örneklerinin bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri. Toprak pH Kireç, Org. Kil, % Silt, % Kum, no % mad. % % 1 7.66 12.20 0.52 38.42 27.66 33.92 2 7.97 8.58 0.76 35.23 25.61 39.16 3 7.85 5.69 0.23 40.42 15.78 40.80 4 8.02 13.27 0.78 42.45 30.07 27.08 5 7.62 17.23 0.67 38.85 12.10 49.05 6 7.98 16.52 0.98 41.08 33.10 25.82 7 7.80 7.98 0.76 38.33 18.85 42.82 8 7.65 9.52 0.53 44.32 28.05 27.63 9 7.52 6.67 1.02 43.28 24.30 32.42 10 7.43 7.86 0.87 47.60 21.72 35.68 min 7.43 5.69 0.23 max 8.02 17.23 1.02 Tekstür CL CL C C SC C SC C C C Toprakların bitkilere yarayışlı demir içeriklerinin tayininde 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA (Lindsay ve Norvell, 1978), 0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4 (Wear ve Evans, 1968), 1 M NH4OAc (Olson, 1948), 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 (Soltanpour, 1991), ve 0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA (Mehlich, 1984) yöntemleri kullanılmıştır. Söz konusu bu yöntemlerin bazı özellikleri ise Çizelge 2’de görülmektedir. 240 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Kimyasal ekstraksiyon yöntemlerinin bazı özellikleri Yöntem Toprak: çözelti oranı 0.005 M DTPA + 0.01 M 1: 2 CaCl2 + 0.1 M TEA 0.05 M HCl + 0.012 M 1: 4 H2SO4 1 M NH4OAc 1: 4 0.005 M DTPA + 1 M 1: 2 NH4HCO3 0.2 M CH3COOH + 0.25 M 1: 10 NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA Çalkalama süresi 120 dak. 15 dak. 30 dak. 15 dak. 5 dak. Kaynak (Lindsay ve Norvell, 1978) (Wear ve Evans, 1968) (Olson, 1948) (Soltanpour, 1991) (Mehlich, 1984) Tesadüf blokları deneme desenine göre üç paralelli olmak üzere sera koşullarında bir saksı denemesi düzenlenmiştir. Saksılara 2.5 kg toprak konulmuş ve buğday (Triticum aestvium L.) bitkisi yetiştirilmiştir. Buğday bitkisinin seçilmesinin nedeni demir noksanlığına hassa bitkilerden biri olmasıdır (Martens ve Westermann, 1991). Her saksıya 150 mg/kg N (NH4NO3) ve 100 mg/kg P2O5 (KH2PO4) uygulanmıştır. Saksılara üç farklı dozda demir uygulaması (Fe0: 0, Fe1: 15, Fe2: 30 mg/kg) FeSO4 formunda uygulanmıştır. Saksılarda çimlenmede sonra homojen gelişim gösteren 20 adet bitki olacak şekilde seyreltme yapılmıştır. Saksıların nem düzeyleri deneme süresince tarla kapasitesinin % 80’i olacak şekilde sulama yapılmıştır. Bitkiler 60 günlük gelişim döneminden sonra toprak yüzeyinden kesilmek suretiyle hasat edilmiştir. Koru madde miktarları belirlenen bitki örneklerinin ayrıca demir içerikleri de belirlenmiştir (Kacar ve İnal, 2010). Bitkilerin kuru madde miktarları, demir içerikleri ve topraktan kaldırdıkları demir miktarları biyolojik indis olarak kullanılmıştır. Toprakların beş farklı yönteme göre belirlenen yarayışlı demir içerikleri ile bitkilerin kuru madde miktarları, demir içerikleri ve toprakta kaldırdıkları demir miktarları arasında korelasyon katsayıları belirlenmiştir (Düzgüneş ve ark., 1987). 241 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Artan Miktarlarda Demir Uygulamasının Bitkinin Kuru Madde Miktarı, Demir İçeriği ve Topraktan Kaldırdığı Demir Miktarı Üzerine Etkisi Bitkilere artan miktarlarda demir uygulaması ile birlikte bitkinin kuru madde miktarları artmış ve en yüksek kuru madde miktarları Fe 3 dozunda elde edilmiştir. Diğer taraftan bitkilerin demir içerikleri ile topraktan kaldırdığı demir miktarları da artan demir uygulamalarından olumlu etkilenmiştir (Çizelge 3). Bu durumun en önemli sebebi olarak toprakların kireç içeriklerinin ve pH değerlerinin yüksek oluşu nedeniyle yarayışlı demir içeriği düşük olan topraklara uygulanan demirin bitkilerce alınmasının olumlu yönde etkilenmesi gösterilebilir. Yapılan istatistiksel değerlendirmede bitkiler uygulanan artan miktarlardaki demir gübrelemesinin bitkinin biyolojik indisleri üzerindeki olumlu etkilerinin istatistiksel olarak % 1 düzeyinde önemli olduğu belirlenmiştir (Çizelge 3). Çizelge 3. Buğday bitkisinin biyolojik indislerine Fe uygulamasının etkileri*,** Toprak No Kuru madde miktarı, g/saksı Bitkinin Fe içeriği, mg/kg Bitkinin topraktan kaldırdığı Fe, µg/saksı Fe0 Fe1 Fe2 Fe0 Fe1 Fe2 Fe0 Fe1 Fe2 1 2.46 a 2.78 b 2.96 c 92 a 112 b 123 c 226 a 311 b 364 c 2 2.38 a 2.63 b 2.87 c 102 a 115 b 126 c 243 a 302 b 362 c 3 2.22 a 2.46 b 2.69 c 110 a 121 b 138 c 244 a 298 b 371 c 4 2.35 a 2.70 b 2.93 c 98 a 110 b 120 c 230 a 297 b 351 c 5 2.53 a 2.86 b 3.12 c 112 a 127 b 138 c 283 a 363 b 431 c 6 2.46 a 2.85 b 3.14 c 102 a 118 b 132 c 251 a 336 b 415 c 7 2.52 a 2.83 b 3.18 c 108 a 128 b 136 c 272 a 362 b 433 c 8 2.51 a 2.74 b 3.05 c 102 a 128 b 137 c 256 a 351 b 418 c 9 2.42 a 2.65 b 2.89 c 110 a 135 b 147 c 266 a 358 b 425 c 10 2.45 a 2.78 b 3.02 c 110 a 130 b 146 c 270 a 361 b 393 c * : değerler üç tekerrür ortalamasıdır, **: her bir biyolojik indis ayrı değerlendirilmiştir. Bu bulgu bu konuda önceki araştırıcıların bulguları ile paralellik taşımaktadır (Başar ve Özgümüş, 1999; Adiloğlu, 2006). Çizelge 3 242 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X incelendiğinde bitkilerin kuru madde miktarlarının 2.22 ile 3.18 g/saksı arasında; demir içeriklerinin 92 ile 147 mg/kg arsasında ve topraktan kaldırdıkları demir miktarlarının ise 226 ile 433 µg/saksı arasında değiştiği görülmektedir. 3.2. Toprakların Farklı Ekstraksiyon Yöntemlerine Göre Yarayışlı Demir İçerikleri Toprakların beş farklı kimyasal ekstraksiyon yöntemine göre belirlenen yarayışlı demir içerikleri Çizelge 4’de verilmiştir. Çizelge 4’e göre toprakların bitkilere yarayışlı demir içerikleri kimyasal ekstraksiyon yöntemlerine göre önemli farklılıklar göstermektedir. Bu duruma neden olarak kimyasal ekstraksiyon çözeltilerinin kimyasal özelliklerinin, pH değerlerinin, toprak: çözelti oranları ile çalkalama sürelerinin farklılığı gösterilebilir. Çizelge 4 incelendiğinde toprakların en yüksek bitkilere yarayışlı demir içerikleri 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ile ve en düşük yarayışlı demir içerikleri ise 1 M NH4OAc ve 0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4 yöntemleri ile belirlenmiştir. Buna göre kireçli topraklarda bitkilere yarayışlı demir miktarının belirlenmesinde asit çözeltilerine göre şelat+ tuz karışımı olan çözeltilerin daha yüksek düzeylerde yarayışlı demiri topraktan ekstrakte ettiği görülmektedir. Çizelge 4. Farklı kimyasal ekstraksiyon yöntemlerine göre toprakların yarayışlı demir içerikleri. Yöntem Yarayışlı Fe, mg/kg 1 2 3 4 5 6 7 8 0.005 M DTPA + 0.01 4.78 5.52 3.24 7.86 4.45 6.53 2.12 5.07 M CaCl2 + 0.1 M TEA 0.05 M HCl + 0.012 M 2.30 2.24 1.15 3.47 1.08 4.74 1.16 2.61 H2SO4 1 M NH4OAc 2.12 1.89 1.02 3.41 2.16 2.87 0.56 3.21 0.005 M DTPA + 1 M 4.42 4.89 2.76 5.41 3.20 4.98 1.46 4.24 NH4HCO3 0.2 M CH3COOH + 3.46 2.96 4.21 6.85 4.27 4.87 1.02 3.64 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA 243 9 10 3.19 6.32 1.87 2.42 1.16 2.45 2.62 5.27 3.04 5.12 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.3. Kimyasal Ekstraksiyon Yöntemleri ile Biyolojik İndisler Arasındaki İlişkiler Kimyasal ekstraksiyon yöntemlerine göre belirlenen toprakların yarayışlı demir içerikleri ile bitkilerin bazı biyolojik indisleri arasındaki korelasyon katsayıları aşağıdaki Çizelge 5’de verilmiştir. Çizelge 5 incelendiğinde bütün kimyasal ekstraksiyon yöntemleri ve biyolojik indisler (kuru madde miktarı, bitkinin demir içeriği ve bitkinin topraktan kaldırdığı demir miktarı) arasında istatistiksel olarak % 1 ve % 5 düzeylerinde önemli korelasyon katsayıları (r) belirlenmiştir. Ancak en yüksek korelasyon katsayıları 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ile belirlenmiş ve bu yöntemi 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 izlemiştir. 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ile belirlenene korelasyon katsayıları (r) 0.648**, 0.780** ve 0.656** ve 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 yöntemi ile ise 0.595**, 0.637** ve 0.625**, şeklinde bulunmuştur. En düşük korelasyon katsayıları ise 1 M NH4OAc yöntemi ile elde edilmiştir. Kimyasal yöntemlerin korelasyon katsayıları ve önemlilik sıralaması ise 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA > 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 > 0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA >0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4 > 1 M NH4OAc şeklinde bulunmuştur. Çizelge 5. Kimyasal ekstraksiyon yöntemleri ile biyolojik indisler arasındaki korelasyon katsayıları Kimyasal ekstraksiyon Demir uygulanmamış saksılarda (Fe0) çözeltileri Kuru Bitkinin Bitkinin madde Fe topraktan kal. miktarı içeriği Fe miktarı 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 0.648** 0.780** 0.656** + 0.1 M TEA 0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4 0.378* 0.421* 0.385* 1 M NH4OAc 0.310 0.296 0.340* 0.005 M DTPA + 1 M 0.595** 0.637** 0.625** NH4HCO3 0.2 M CH3COOH + 0.25 M 0.578** 0.460** 0.526** NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA *: % 5 düzeyinde önemli, **: % 1 düzeyinde önemli 244 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 4. Sonuç ve Öneriler Bu araştırmadan elde edilen bulgulara göre Trakya Bölgesi’nde kireçli alkalin toprakların bitkilere yarayışlı demir miktarlarının belirlenmesinde en uygun yöntemler olarak öncelikle 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ve 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 yöntemlerinin kullanılabileceği ortaya konulmuştur. Çünkü bu yöntemler ile belirlenen toprakların yarayışlı demir içerikleri ile bitkilerin bazı biyolojik indisleri arasında en yüksek korelasyon katsayıları belirlenmiştir. Söz konusu bu yöntemler farklı bölge kireçli toprakları için de bazı araştırıcılar tarafından önerilmiştir (Aydemir, 1981; Haddad ve ark., 1993; Adiloğlu, 2006). Kaynaklar Adiloğlu, A,, 2006. Determination of suitable chemical extraction methods for the available iron content of Brown Forest Soils in Turkey. Eurasian Soil Science, 39: 961- 967. Adiloğlu, A., 2012. Türkiye tarımı ve geleceği paneli, NKÜ Ziraat Fakültesi’nin 30. Kuruluş Yılı Etkinlikleri, 15 Mayıs, Tekirdağ. Aydemir, O., 1981. Comparison of various chemical extraction methods in predicting plant available soil ıron. Turk. J. Doğa 5: 213– 220. Başar, H., and Özgümüş, A., 1999. Effects of various ıron fertilizers and rates on some micronutrients contents of peach trees. Turk. J. Agric. Forest. 23 (3): 273– 281. Chatzistathis, T., Alifragis, D., Therios, I., and Dimassi, K., 2014. Comparison of three micronutrient soil test extractants in three greek soil types. Commun. in Soil Science and Plant Analysis, 45: 381391. Düzgüneş, O., Kesici, T., Kavuncu, O., ve Gürbüz, F., 1987. Araştırma ve Deneme Metodları (İstatistik Metodları II). Ankara Üniversitesi Ziraat Fak. Yay. No: 1021. Eyüpoğlu, F., Kurucu, N., ve Talaz, S., 1998. Türkiye topraklarının bitkilere yarayışlı mikro element (Fe, Cu, Zn, Mn) durumu. Toprak, Gübre Araştırma Enst. Yayınları No: 72. Gee, G,W., and Bauder, J.W., 1986. Particle Size Analysis. In Methods of Soil Analysis, Part 1. Physical and Mineralogical Methods, Agronomy Monograph, No. 9, pp. 383– 411. Haddad, K.S., and Evans, J.C., 1993. Assessment of chemical methods for extracting zinc, manganese, copper, and iron from New South Wales Soils. Commun. Soil Sci. Plant Anal. 24: 29– 44. 245 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Jackson, M.L., 1967. Soil chemical analysis handbook. Micro-Macro Publishing, Inc, USA. Johnson, G.V.P., and Young, R.A., 1973. Evaluation of EDDHA as an extraction and analytical reagent for assessing the iron status of soils. Soil Sci. 115: 11–17. Kacar, B., and İnal, A., 2010. Bitki Analizleri, Nobel Yayın No: 1241. Krzysztof, G., Zofia, S., Urszula, P., and Krzysztof, B., 2015. Suitability of different extractants for determination of available Cu and Mn Contents in Polish soils. Commoun. in Soil Science and Plant Analysis, 46 (S1): 81- 93. Lindsay, W.L., and Norvell, W.A., 1978. Development of a DTPA soil test for Zinc, Iron, Manganese, and Copper, Soil Sci. Am. J. 42: 421– 428. Lindsay, W.L., and Schwab, A.P., 1982. The Chemistry of iron in soils and its availability to plants. J. Plant Nutr. 5: 821–840. Loeppert, R.H., and Iskeep, W.P., 1996. Iron. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by D. N. Sparks et al., SSSA Book Series, No. 5, pp. 639–664, Madison. Martens, D.C., and Westermann, D.T., 1991. Fertilizer applications for correcting micronutrient deficiencies. Micronutrients in Agriculture, 2nd ed., SSSA Book Series, No. 4 Madison. Mehlich, A., 1984. Mehlich 3 soil test extractant: A Modification of Mehlich 2 extractant. Commun. in Soil Science and Plant Analysis, 15: 14091416. Olson, R.V., 1948. Iron solubility in soils asa by pH and free iron oxide content. Soil Sci. Soc. Am. Proc. 12: 153–157. Sağlam, M.T., 2012. Toprak ve Suyun Kimyasal Analiz Yöntemleri. Namık Kemal Üniversitesi, Yayın No: 2, Tekirdağ. Sobral, L.F., Smyth, J.T., Fageria, N.K., and Stone, L.F., 2013. Comparison of copper, manganese and zinc extraction with Mehlich 1, Mehlich 3 and DTPA solutions for soils of the Brazilian Coastal Tablelands. Commun. in Soil Sci. and Plant Anal., 44: 2507- 2513. Soltanpur, P.N., 1991. Determination of nutrient availability and elemental toxicity by AB-DTPA Soil Test and ICPS. Adv. Soil Sci. 16: 165– 190. Wear, J.I, and Evans, C.E., 1968. Relationship of zinc uptake by corn and sorghum to soil zinc measured by three extractions. Soil Sci. Soc. Am. Proc. 32: 543–546. Yanai, M., Uwasawa, M., and Shimizu, Y., 2000. Development of a new multinutrient extraction method for macro- and micro- nutrients in arable land soil. Soil Sci. and Plant Nutrition 46 (2): 299- 313. 246 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Solucan Gübresi Uygulamasının Salata (Lactuca sativa L. var. crispa) Bitkisinin Verimi Üzerine Etkisi* Aydın Adiloğlu1 Funda Eryilmaz, Açikgöz2 Sevinç Adiloğlu1 Yusuf Solmaz1 Ece Çaktü3 Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, 59030- Süleymanpaşa-Tekirdağ, e-posta: a_adiloglu@hotmail.com 2 Namık Kemal Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ 3 Riverm Kimyevi ve Zirai Maddeler, Gıda, Madencilik San. ve Tic. Ltd. Şti. Nusratlı Mah. 59100- Süleymanpaşa- Tekirdağ 1 Özet: Bu araştırma artan miktarlarda solucan gübresi uygulamasının salata (Lactuca sativa L. var. crispa) bitkisinin verimi üzerine olan etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmada salata bitkisi olarak Lactuca sativa L. var. crispa cv. Bellafiesta çeşidi ile solucan gübresi olarak RİVERM firmasına ait solucan gübresi kullanılmıştır. Araştırmada solucan gübresi uygulaması bir kontrol olmak üzere dört doz (I. doz: 0 kg/da II. doz: 400 kg/da, III. doz: 800 kg/da, IV. doz: 1200 kg/da) şeklinde uygulanmıştır. Salata bitkileri dikimden 30 gün sonra hasat edilmiş ve her bitkinin yaş ağırlığı, bitki boyu ve çapı, bitkideki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu ve yaprak genişliği ölçülmüştür. Daha sonra bitki örneklerinin kuru madde miktarları ile birlikte bazı makro bitki besin elementi içerikleri (N, P, K, Ca ve Mg) belirlenmiştir. Elde edilen bulgulara göre, artan solucan gübresi uygulamaları ile birlikte salata bitkisinin verim, yaş ağırlığı, bitki çapı, bitkideki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu ve genişliği üzerinde önemli artışlar saptanmıştır. Ancak bitkinin N, P, K, Ca ve Mg içeriklerindeki değişimler önemli bulunamamıştır. Anahtar kelimeler: Solucan gübresi, biyolojik özellik, makro besin, salata *: Bu araştırma Namık Kemal Üniversitesi Bilimsel Araştırma koordinasyon Birimi tarafından desteklenmiştir. 247 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X The Effect of Vermicompost Applications on Yield of Lettuce (Lactuca sativa L. var. crispa) Plant Abstract: This research was done to determine the effect of increasing Vermicompost application on yield of lettuce (Lactuca sativa L. var. crispa) plant. For this purpose Lactuca sativa L. var. crispa cv. Bellafiesta lettuce kind and Riverm Company Vermicompost were used in this research. Four Vermicompost doses (I. dose: 0 kg/da II. dose: 400 kg/da, III. dose: 800 kg/da, IV. dose: 1200 kg/da) were applied to letuce plant. Then lettuce plants were harvested 30 day after planting and fresh weight, plant height and size, number of leaf in plant, length of leaf and width of leaf for each plant. Dry matter yield and some macro element (N, P, K, Ca and Mg) contents of plants were determined. According to the results, important increases of fresh weight, plant size, number of leaf, length of leaf and width for each plant and dry matter yield of plants were determined with increasing Vermicopmost applications. But the effects of Vermicopmost applications on some macro element (N, P, K, Ca and Mg) contents of plant were not found significant statistically. Key words: Vermicompost, biological property, macro nutrient, lettuce 1. Giriş Günümüzde insanlığın gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için birim tarım alanından daha fazla ürün alınması bir zorunluluk halini almıştır. Diğer taraftan birim alandan alınan ürünün daha fazla artırılması zorunluluğu bu konuda çalışanlara birim alana daha fazla inorganik gübre uygulaması zorunluluğunu gerektirmektedir. Aşırı inorganik gübre kullanılması sonucunda doğal kaynaklar, toprak ve su kaynakları aşırı derecede kirlenmekte ve ciddi sağlık sorunlarını gündeme gelmektedir. Genellikle sebze yetiştiriciliğinde daha yüksek verime ulaşmak, büyümenin maksimum değere ulaşması için bitki besin maddelerinin ana kaynağı olarak inorganik gübrelerin miktarı üzerinde yoğunlukla durulmakta ancak çoğunlukla da aşırıya kaçılmaktadır (Adediran ve ark., 2004; Naeem ve ark, 2006). Özellikle yeşil aksamlı bitkilerin azot içerikli inorganik gübrelemeye olumlu cevap verdiği ancak azot uygulamasının belli bir noktaya kadar bitkinin verimini olumlu bir şekilde etkilediği bilinmektedir. Artan azot gübrelemesi bitkilerin bazı agronomik özelliklerini, makro ve mikro besin 248 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X elementi içeriklerini, ürünün kalitesini pozitif veya negatif bir şekilde etkileyebilmektedir. Azot bitkinin vejetatif gelişiminin şekillenmesinde ve verim kalitesinde önemli bir rol oynamaktadır Ancak verimi arttırmak için aşırı azot içerikli inorganik gübre kullanımı bitkilerde nitrat birikme riskine sebep olmaktadır (Addiscott, 2005; Lemaire ve Gastal, 2009). Aşırı azotlu inorganik gübre uygulamalarının toprak kirliliğine sebep olmasının yanı sıra (Gollany ve ark., 2004; Beman ve ark., 2005; Zand-Parsa ve ark., 2006) sebzelerde insan sağlığına zararlı bileşiklerin birikimine de neden olmaktadır (Ruiz ve Romero, 1999). Nitekim FAO/WHO (1996)’ ya göre nitrat insan vücudunun her bir kg için 5 mg’ı geçmesi durumunda toksik etki meydana getirmektedir. Bu yüzden sebze yetiştiriciliğinde azot gübrelemesinin yönetimi, programlanması son derece önemlidir. Bu soruna çözüm arayan bilim insanları son yıllarda organik gübre kullanılmasının artırılması gerektiğini, yapmış oldukları çalışmalarda ortaya koymuşlardır. Çünkü tarımda kullanılan organik gübreler bir gübre materyali ve besin kaynağı olmasının yanında inorganik gübrelerin toprak ve su kaynaklarında oluşturduğu kalite bozulmasını da ıslah edebilmektedir. Son yıllarda özellikle sebze tarımında organik gübrelerin kullanımı yoğunluk göstermektedir. Organik gübreler bitki beslemede son yılarda önemli ölçülerde kullanılmaktadır. Söz konusu bu gübrelerin kullanımı bitkinin verim ve kalitesinde önemli artışlar sağlamaktadır. Bu konuda yapılan bir araştırmada (Doğru ve ark., 2012), mısır bitkisine 50, 100, 200, 400 ve 600 mg/kg humik asit uygulamasının bitkinin taze ve kuru ağırlığı, çözünebilir protein miktarı üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Mısır bitkisinin incelenen biyolojik özellikleri üzerinde 200 mg/kg humik asit uygulamasından sonraki dozlarda önemli ölçüde artışlar sağlanmıştır. Patates bitkisine artan dozlara solucan gübresi uygulamasının bitkinin verim ve verim unsurları üzerindeki etkilerinin araştırıldığı bir araştırmada 0, 4.5, 9 ve 12 ton/da solucan gübresi uygulanmıştır. Sonuçta en yüksek bitki boyunun, gövde ve yaprak kuru ağırlığının, kuru ve yaş yumru ağırlığının, toplam yumru ağırlığının, yumru sayısının, yumru çapının, yumru azot yüzdesinin, yumru potasyum yüzdesi gibi bazı biyolojik parametrelerin 12 ton/da solucan gübresi uygulamasından elde edildiği ortaya konulmuştur (Yourtchi ve ark., 2013). Alam ve ark. (2007) tarafından yapılan bir araştırmada, artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte patates bitkisinin bazı verim ve verim özellikleri incelenmiştir. Artan solucan gübresi uygulamaları 249 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ile birlikte patates bitkisinin yumru çapı, yumru ağırlığı, birim alandan elde edilen patates verimi, yaprak alanı indeksi gibi bazı agronomik özelliklerinde önemli artışlar sağlanmıştır. Azerbaycan’da yapılan bir araştırmada solucan gübresinin kırmızı soğan (Allium cepa L.) bitkisinin verimi üzerinde 2, 4, 6 ton/ha gübre uygulamasının etkileri araştırılmıştır. Denemenin sonunda en yüksek soğan verimi, bitkinin protein ve askorbik asit içeriği 6 ton/ha solucan gübresinin uygulandığı parsellerden elde edilmiştir (Bai ve Malakouti, 2007). Karnabahar bitkisi yetiştiriciliğinde solucan gübresinin farklı dozlarının etkileri Bangladeş’te yapılan bir araştırmada incelenmiştir. Bitkilere solucan gübresi 0, 1.5, 3, 6 ton/ha olmak üzere dört farklı dozda uygulanmıştır. Denemenin sonunda maksimum bitki boyu, bitkinin yaprak sayısı, meyve çevresi, meyve boyu, toplam ağırlık, pazarlanabilir ağırlık ve koçan verimi gibi bazı biyolojik özelliklerinde ölçümler yapılmıştır. Elde edilen bulgulara göre, en yüksek verim parametre değerlerine 6 ton/ha solucan gübresinin uygulandığı parsellerde ulaşılmıştır (Jahan ve ark., 2014). Bu araştırmada artan miktarlarda solucan gübresi uygulamasının salata (Lactuca sativa L. var. crispa) yetiştiriciliğinde verim, bazı bitki besin elementi içeriğinin tespiti ve bitkinin bazı agronomik özellikleri üzerine olan etkileri incelenmiştir. 2. Materyal ve Yöntem Araştırmada salata bitkisine ait Lactuca sativa L. var. crispa cv. Bellafiesta çeşiti kullanılmıştır. Tohumlar çokgözlü saksılara 2’şer adet olarak ekilmiş ve ekimde üretim ortamı olarak torf kullanılmıştır (KlasmannDeilmann, potground H, Germany). Bitkiler ekimden 25-30 gün sonra 3-4 gerçek yaprak olduklarında asıl yerlerine 25 x 25cm SA x SÜ olacak şekilde dikilmişlerdir. Deneme tesadüf blokları deneme desenine 3 tekrarlı olarak tasarlamış ve her bir parselde 9 ve toplamda 108 bitki mevcuttur. Toplam deneme alanı 75 m2’ dir. Denemede solucan gübresi (I. doz: 0 g/m2, II. doz: 400 g/m2, III. doz: 800 g/m2, IV. doz: 1200 g/m2) bitkilere dikimden hemen sonra şekilde verilmiştir. Denemede kullanılan solucan gübresinin bazı kimyasal özellikleri aşağıdaki Çizelge 1’de görülmektedir. 250 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 1. Solucan gübresinin bazı kimyasal özellikleri pH Org. M. % 7.60 51.80 Toplam Org. C Topl. N, Suda çöz. Suda çöz. Suda çöz. Suda çöz. hümik+ % P2O5, % K2O, % CaO, % MgO, % fulvik asit % 46.10 27.80 1.50 0.20 1.10 0.26 Bitkiler dikimden 25-30 gün sonra hasat edilerek hemen bitki boyu (cm), bitki çapı (cm), yaprak uzunluğu (cm), yaprak genişliği (cm), kök uzunluğu (cm), bitki ağırlığı (gr) ve yaprak sayısı (adet) olarak ölçümleri yapılmıştır. Bitkiler laboratuar ortamında safsu ile yıkanarak bitkilerin kuru madde miktarları, 65 0C’de 48 saat süreyle kurutularak belirlenmiştir Kuru ağırlıkları belirlendikten sonra, öğütülen örneklerinde ICP-OES cihazı ile gerekli elementel analizler yapılmıştır (Kacar ve İnal, 2010). 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Solucan Gübresi Uygulamasının Salata Bitkisinin Bazı Biyolojik Özellikleri Üzerine Etkisi Artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte salata (Lactuca sativa L. var. crispa cv. Bellafiesta) bitkisinin bitki boyu, bitki çapı, yaprak sayısı, yaprak uzunluğu, yaprak genişliği ve bitki ağırlığı üzerine olan etkileri üç paralelin ortalaması olarak aşağıdaki Çizelge 2’de verilmiştir. Solucan gübresinin artan dozlarının uygulaması ile birlikte salata bitkisinin biyolojik özelliklerinde olan etkiler farklılık göstermiştir (Çizelge 2). Artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte bitki çapı, yaprak sayısı, yaprak uzunluğu, yaprak genişliği ve bitki ağırlığı değerlerinde kontrole göre önemli artışlar belirlenmiştir. Diğer taraftan solucan gübresi uygulaması ile birlikte salata bitkisinin bitki boyu ve kök uzunluğu değerlerinde kontrole göre azalışlar belirlenmiştir. Bu sonuçlar Yourtchi ve ark. (2013)’ ün bulguları ile uygunluk içerisindedir. Yapılan istatistiksel değerlendirmede söz konusu artışlar % 5 düzeyinde önemli bulunmuştur. 251 0.13 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Solucan gübresinin salata bitkisinin bazı biyolojik özellikleri üzerine etkileri. Doz Bitki boyu Bitki çapı Kök uzun. Yap. Say. Yaprak uzunluğu (cm) Yaprak genişliği (cm) iç orta dış iç orta dış Bitki ağ.(gr) I 35.5 28.8 16.6 19.7 9.0 13.6 14.8 6.9 12.6 13.2 108.1 II 34.9 31.0 16.7 23.6 9.3 15.3 16.8 7.3 14.4 15.7 130.1 III 34.6 31.4 16.0 22.8 10.0 15.2 17.3 8.3 14.3 16.9 133.2 IV 32.7 31.7 14.8 21.8 8.4 15.0 17.0 7.3 13.6 16.8 125.4 3.2. Solucan Gübresi Uygulamasının Salata Bitkisinin Bazı Makro (N, P, K, Ca, Mg) Bitki Besin Elementi İçerikleri Üzerine Etkisi Artan miktarlarda solucan gübresi uygulamasının salata bitkisinin bazı makro besin elementi içerikleri üzerindeki etkileri üç paralelin ortalaması olarak aşağıdaki Çizelge 3’de verilmiştir. Çizelge 3. Solucan gübresi uygulamasının salata bitkisinin bazı besin elementi (N, P, K, Ca, Mg) içerikleri üzerine etkileri. Dozlar N, % P, % K, % Ca, mg/kg Mg, mg/kg I 5.43 0.92 10.95 1.42 0.21 II 5.30 0.81 9.24 1.25 0.18 III 5.09 0.71 9.86 1.24 0.18 VI 5.11 0.67 9.61 1.42 0.20 Çizelge 3’den görüleceği üzere artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte salata bitkisinin N, P, K, Ca ve Mg içeriklerinde kontrol parsellerine göre önemli bir değişiklik olmamıştır. Salata bitkisinin makro besin elementi içeriği üzerindeki artan solucan gübresi uygulamasının 252 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X etkileri istatistiksel olarak önemli bulunamamıştır. Bu sonuca sebep olarak deneme süresinin 30 gün gibi kısa bir süre olması ve bitkilerin topraktan besin elementlerini yeterli miktarlarda alamamış olması gösterilebilir. Bu konuda yapınla bir araştırmada tarla koşullarında kırmızı soğan (Allium cepa L.) bitkisinin protein ve askorbik asit içeriği ile solucan gübresinin artan dozları arasında doğrusal bir ilişki saptanmıştır (Bai ve Malakouti, 2007).vYourtchi ve ark. (2013) tarafından yapılan bir araştırmada tarla koşullarında patates bitkisine artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte bitkinin azot, fosfor ve potasyum içeriklerinde önemli artışlar sağlanmıştır. 4. Sonuç ve Öneriler Bu araştırmadan elde edilen bulgulara göre salata bitkisine artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte bitkinin verimi, yaş ağırlığı, bitki çapı, bitkideki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu ve genişliğinde önemli artışlar saptanmıştır. Ancak bitkinin azot, fosfor, potasyum, kalsiyum ve magnezyum içeriklerinde önemli bir değişiklik bulunamamıştır. Türkiye’de tarım alanlarının önemli bir bölümünde organik madde yetersizliği görülmektedir. Bu nedenle ülkemizde tarım alanlarının organik madde miktarlarının artırılması günümüzde artık bir zorunluluk halini almıştır. Bu nedenle solucan gübresinin tarımda kullanılmasının yaygınlaştırılması düşüncesi hem toprakların organik madde içeriklerinin artırılmasına katkı sağlayacak ve hem de bitkilerin bazı kalite parametrelerinde önemli bir girdi oluşturacaktır. Solucan gübresinin tarımsal üretimde kullanılmasının yaygınlaştırılması ile birlikte topraklarda kimyasal gübrelerin neden olduğu kirlilik ve besin dengesi bozuklukları ıslah edilmiş olabilecektir. Solucan gübresi bitkisel üretimde farklı bölge, farklı bitki, farklı toprak ve iklim koşullarında farklı hedefler ve çıktılar için de kullanılabilecektir. Bu çalışmada solucan gübresinin salata yetiştiriciliği örneği ile bitkisel üretimde kullanılabileceği ortaya konulmuştur. Türkiye’de tarım alanlarının önemli bir bölümünde organik madde yetersizliğinin olduğu bilinmektedir. Bu araştırmada ülkemizdeki tarım topraklarının organik madde yetersizliğinin giderilmesinde de solucan gübresi kullanımının bir alternatif organik madde kaynağı olabileceği ortaya konulmuştur. 253 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kaynaklar Addiscott, T.M., 2005. Nitrate. Agriculture and Environment. Wallingford, Oxfordshire, UK, CABI Publishing. Adediran, A.J., Taiwo, B.L., Akande, O.M., Sobule, A.R., and Idowu, J.O., 2004. Application of organic and inorganic fertilizer for sustainable maize and cowpea yields in Nigeria, J. Plant Nutrition, 27: 1163– 1181. Alam, M.N., Jahan, M.S., Ali, M.K., Ashraf, M.A., and Islam M.K., 2007. Effect of vermicompost and chemical fertilizers on growth, yield and yield components of potato in barind soils of Bangladesh. J. Appl. Sci. Res., 3 (12): 1879- 1888. Bai, B.A., and Malakout, M.J., 2007. The Effect of different organic manures on some yield and yield quality parameters in onion. Iran Soil and Water Sciences Journal, 21 (1): 43- 53. Beman, J.M., Arrigo, K., and Matson, P.M., 2005. Agricultural runoff fuels large phytoplankton blooms in vulnerable areas of the ocean, Nature, 434: 211– 214. Doğru, A., Darçın, E.S., Tutar, A., Dizman, M., and Koç, Y., 2012. Potasyum humatın mısır (Zea mays L.) bitkisinin büyümesi üzerine etkileri. SAÜ Fen Ed. Dergisi 14 (1): 83- 93. FAO/WHO, 1996. Toxicological evaluation of certain food additives and contaminants. Geneva, World Health Organization, Joint FAO/WHO Expert Committee on Food Additives, WHO Food Additives Series No. 35. Gollany, H.T., Molina, J.E., Clapp, C.E., Allmaras, R.R., Layese, M.F., Baker, J.M., and Cheng, H.H., 2004. Nitrogen leaching and denitrification in continuous corn as related to residue management and nitrogen fertilization. Environmental Management, 33: 289– 298. Jahan, F.N., Shahjalal, A.T.M., Paul, A.K., Mehraj, H., and Uddin, A.F.M.J., 2014. Efficiency of vermicompost and conventional compost on growth and yield of cauliflower. Bangladesh Research Publications Journal, 10 (1): 33- 38. Kacar, B., ve İnal, A., 2010. Bitki Analizleri. Nobel Yayın, No: 849, 659s, Lemaire, G., and Gastal, F.F., 2009. Quantifying crop responses to nitrogen deficiency and avenues to improve nitrogen use efficiency. In: Sadras V, Calderini D, (Eds.), Crop Physiology, Academic Press, USA, pp: 171– 211. Naeem, M., Iqbal, J., and Bakhsh, M.A.A., 2006. Comparative study of inorganic fertilizers and organic manures on yield and yield components of Mungbean (Vigna radiat L.), J. Agric. Soc. Sci., 2: 227– 229. Ruiz, J.M., and Romero, L., 1999. Cucumber yield and nitrogen metabolism in response to nitrogen supply. Scientia Horticulturae, 82: 309– 316. 254 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yourtchi, M.S., Hadi, M.H.S., and Darzi, M.T., 2013. Effect of nitrogen fertilizer and vermin-compost on vegetative growth, yield and NPK uptake by tuber of potato (Agriacv.). Int. J. Agric. Crop Sci. 5(18): 20332040. Zand-Parsa, S., Sepaskhah, A.R., and Ronaghi, A., 2006. Development and evaluation of integrated water and nitrogen model for maize. Agricultural Water Management, 81: 227. 255 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Vermikompost ve Diğer Bazı Organik Kaynaklı Gübrelerin Kıvırcık Bitkisinin (Lactuca sativa var.) Besin Elementleri İçeriği Üzerine Etkisi1 Korkmaz Bellitürk1 Nazlı Hınıslı2 Aydın Adiloğlu1 1 Namık Kemal Üniv. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki Besl. Böl. Tekirdağ 2 Bingöl İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü. Özet: Sera koşullarında, tesadüfî deneme desenine göre yerleştirilen, 2500 g’lık saksılarda yürütülen bu çalışmada; vermikompost, sığır ve koyun gübreleri % 0 (kontrol), %1 (25 g), %3 (75 g), %5 (125 g), %7 (175 g) miktarlarda uygulanmış ve gübre materyallerinin kıvırcık marulun gelişimine etkisinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışma sonucunda, vermikompostun kıvırcık marulun erkencilik özelliğine etkisinin önemli derecede olduğu görülmüştür. Genel olarak bitki besin elementlerinin alınabilirliği açısından koyun gübresi uygulamalarının olumlu sonuçlar verdiği tespit edilmiştir. Sığır gübresinin ise N alımında önemli rol oynadığı artan gübre miktarlarına karşılık elde edilen değerlerden anlaşılmaktadır. Lineer bir artış sergileyen N miktarı, 175 g sığır gübresi uygulamasında % 3.608 N ile maksimum seviyeye ulaşmıştır. Özellikle Ca, Cu ve Zn elementlerinin kıvırcık marul bitki bünyesine alımında vermikompostun iyi sonuçlar verdiği belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Vermikompost, koyun gübresi, sığır gübresi, kıvırcık The Effect of Vermicompost and Other Some Organic Manures on Plant Nutritions Content of Curly Lettuce (Lactuca sativa var.) Abstract: In the greenhouse conditions study was handled, according to occasional design of experiments positioned 2500g pots. In this study; vermicompost, cow and sheep manures 1% (25 g), 3% (75 g), 5% (125 g), Bu makale, “Vermikompost Gübresinin Kıvırcık Bitkisinin Gelişmesi Üzerine Etkisinin Belirlenmesi ve Diğer Bazı Organik Kaynaklı Gübrelerle Karşılaştırılması” başlıklı Yüksek Lisans Tezi’nden türetilmiştir. 1 256 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 7% (175 g) amounts and control performings which includes no manure (%0) were performed, we want to compare curly lettuce’s with manure media and without manure media. It was found that vermicompost was such a suitable manure for earliness in the plant seedling. Also cow manure especially contributed in taking N, it is realized from achieved assets about analysis results. A lineer increasing in amount of N, in 175 g cow manure application; with 3,608% N reached maximum level. Generally, there are positive results about sheep manure usage for plant nutrıtıons activities. Especially, in the Ca, Cu and Zn plant nutrition purchased for curly lettuce, it was determined that vermicompost gives good results. Key words: Vermicompost, sheep manure, cow manure, curly lettuce 1. Giriş Nüfusun hızlı artışı ile orantılı olarak artan gıda ihtiyacı, tarım toprakları üzerindeki tarımsal faaliyetlerin artmasına neden olmaktadır. Geleneksel tarım sisteminde gübre ve kimyasal ilaçların aşırı ve bilinçsizce kullanımı hem çevre hem de toprak sorunlarına yol açmaktadır. Bu durum, özellikle bitki beslemede sadece kimyasal gübrelere bağımlı olarak yapılan tarımın sürdürülebilir olmadığı ve günümüz tarımında yenilik yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu amaçla geleneksel tarım sistemlerine alternatif olarak toprak ve ekosisteme olumsuz etkileri olmayan sürdürülebilir ve organik gübre kullanımının yaygın olduğu tarımsal üretim sistemleri üzerinde yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Tüm dünyada tarımsal üretimde sürdürülebilirlik kavramına vurgu yapan ve organik üretim yöntemlerini teşvik eden yaklaşımların yaygınlaşması sürecinde yer solucanlarının, organik atık ve artıkları kısa zamanda yüksek kalitede değerli bir ürüne dönüştürebilme kapasitelerinin anlaşılması, Avrupa ülkeleri, Hindistan ve Amerika’da vermikültür adı verilen yeni bir tarımsal üretim sektörünün doğmasını sağlamıştır (Erşahin, 2007). Ülkemizdeki tarımsal uygulamalarda son günlerde “vermikompost” kullananların ve bu gübreyi üretmek isteyenlerin sayısında önemli sayıda artışlar gözlenmektedir. Bunun sebepleri arasında topraklardaki organik madde düşüklüğünün telafisi ve artık bu gübreye ulaşmanın ve üretimin giderek daha kolay olması düşünülebilir. Ama en önemli sebep; tabi ki bu gübrenin toprak, ürün ve çevre üzerindeki faydalarıdır (Bellitürk ve ark., 2013). Polat ve ark. (2000), farklı organik gübre uygulamalarının marulda verim, kalite ve bitki besin maddeleri alımı üzerine etkilerini belirlemek amacıyla bir araştırma yapmışlardır. Araştırma sonucunda; tüm organik 257 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X gübre uygulamalarının verimde kontrole göre % 56-212 oranlarında değişmekle birlikte önemli düzeyde etkili olduğu; KT2 (katı tavuk gübresi)+ST (sıvı tavuk gübresi) uygulamasının diğer uygulamalarla kıyaslandığında marulun baş boyu, kök boğazı çapı, baş ağırlığı ve verim üzerine etkisinin en yüksek düzeyde olduğunu, pH'ya etkisinin ise önemsiz bulunduğu belirtilmiştir. Gül ve ark. (2003), topraksız ortamda Iceberg marul yetiştiriciliğinde organik gübrenin etkisi üzerine yaptıkları araştırmada; organik gübre materyali olarak yetiştirme ortamına ekim öncesi 200 g/bitki olacak şekilde karıştırılan sığır gübresinin erkencilik ve bitki gelişimi üzerine bir etkisinin bulunmadığını, ayrıca organik gübrenin perlit ve tüf ortamında ana besin uygulaması olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir. Arancon ve ark. (2005) tarafından bildirildiğine göre, az miktarda kullanıldıklarında bile bitkilerin gelişmelerini önemli ölçüde artıran vermikompost gerek çiçekçilikte ve gerekse meyve ve sebze yetiştiriciliğinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Vermikompost ve sığır gübresi kullanılarak üretilen domates ve marul tohumlarının çimlendirilmesi ile ilgili yapılan bir çalışmada, sığır gübresine kıyasla, vermikompostun bitki büyüme ve gelişimi üzerindeki etkisinin daha iyi olduğu bildirilmiştir (Atiyeh ve ark., 2000). Azarmi ve ark. (2008), domates yetiştirilen topraklarda dekara 1.5 ton vermikompost uygulandığında toprak fiziksel yapısının olumlu yönde değiştiği, organik karbon ile N, P, K,Ca, Zn ve Mn miktarlarında artışlar olduğunu ifade etmişlerdir. Bu çalışmada farklı dozlarda koyun, sığır ve vermikompost gübre uygulamaları sonucunda marul bitkisinin yapraklarındaki bazı bitki besin elementlerinin analiz edilmesi ve bu analizlerden elde edilen karşılaştırılması üzerinde durulmuştur. 2. Materyal ve Metot Bu çalışmada Gentilina Salata Tohumluğu, Baş Salata Kıvırcık Tohumu kullanılmıştır. Deneme, Yeşil Sanat Peyzaj Mimarlık İnşaat Gıda Tekstil Sanayi Ticaret Ltd. Şirketi’ne ait arazi toprağı kullanılmıştır. Bu toprağa ait bazı fiziksel ve kimyasal özellikler Çizelge 1’de verilmiştir. Deneme, son ağırlık 2500 gram olacak şekilde seçilen saksılarda yürütülmüştür. Her bir saksı içerisine 2500 gram toprak tartılarak saksılar doldurulmuştur. Saksılara toprak ağırlığının % 1 (25 g)’i, %3 (75 g)’ü, %5 (125 g)’i, %7 (175 g)’si kadar bütün gübreler ayrı ayrı tartılarak ilgili saksılara karıştırılmıştır. Her çeşit gübre uygulaması için kontrol grubu (% 0 gübre= gübresiz) da aynı şekilde 4 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Saksıların sulanmasında saf su, özel olarak düzenlenen sulama düzeneği ile 258 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X kullanılmıştır (Şekil 1). Kıvırcık bitkileri, ekim tarihinden 45 gün sonra hasat edilerek, analiz edilmek üzere laboratuara gönderilmiştir. Şekil 1. Denemenin kuruluşuna ait görüntüler. Bitki ve organik gübre örneklerinde toplam azot Kjeldahl yöntemi kullanılarak tayin edilmiştir. Fosfor, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Demir, Bakır, Çinko, Mangan, Bor analizleri için örnekler yaş yakılıp ICPOES cihazında belirlenmiştir (Kacar ve İnal, 2008). Toprak örneklerinin tekstür sınıfları suda doygunluk yöntemi yöntemi ile (Tüzüner, 1990); pH (1:2.5 toprak:saf su) cam elektrodlu pH-metre ile (Bayraklı, 1986) belirlenmiştir. Toprak örneklerinde elektriksel iletkenlik aleti ile tuzluluk (1:2.5 toprak:su), Walkley-Black yöntemi ile organik madde ve scheibler kalsimetresi ile kireç (Gedikoğlu, 1990) analizleri yapılmıştır. Değişebilir Ca, Mg ile P2O5, K2O, Fe, Cu, Zn ve Mn miktarları Kacar (2009) tarafından bildirildiği şekilde, ICP-OES cihazında belirlenmiştir. 259 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Verilerin değerlendirilmesinde SPSS Paket Programı kullanılmış olup, korelasyon analizleri yapılarak sonuçlar elde edilmiştir (Eymen, 2007). Çizelge 1. Denemede kullanılan toprak analiz sonuçları. Parametreler Analiz Sonucu N 0.135 P2O5 113.90 K 2O 391,98 Organik Madde 2.69 Su İle Doygunluk 40.90 pH 7.16 Tuz 0.006 Kireç (CaCO3) 11.12 Ca 12.81 Mg 1007.99 Fe 11.84 Cu 1.28 Zn 3.37 Mn 2.78 B 0.01 Birimi % kg/da kg/da % % % ppm ppm ppm ppm ppm ppm ppm Toprak analiz sonuçları değerlendirildiğinde deneme toprağının tınlı tekstür yapısında olduğu, tuzsuz ve pH’nın nötr olduğu, organik maddesinin ve kireç durumunun orta seviyede olduğu sonucuna varılmıştır. Besin elementi içerikleri açısından ise P, K, Fe ve Mg miktarının çok yüksek, Cu ve Zn’nin yüksek, Mn elementinin yeterli seviyede, N seviyesinin orta düzeyde ve B miktarının ise noksan olduğu sonuçları elde edilmiştir. Denemede kullanılan vermikompost, koyun ve sığır gübrelerine ait analiz sonuçları Çizelge 2’de topluca verilmiştir. 260 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Saksı denemesinde kullanılan organik gübrelerin analiz sonuçları. Vermikompost Koyun Sığır (Solucan Birim Parametreler Gübresi Gübresi Gübresi) Toplam Azot 1.10 2.43 0.56 % Toplam Fosfor 1.11 3.79 0.65 % Suda Çözünür Potasyum 7.19 40.60 5.45 % Toplam Kalsiyum 10.19 5.19 1.35 % Toplam Magnezyum 0.77 1.74 0.44 % Toplam Bor 0.003 0.010 0.002 % Suda Çözünür Çinko 86.41 381.82 51.51 ppm Suda Çözünür Bakır 15.65 50.72 14.24 ppm Suda Çözünür Demir 885.90 1830.00 556.94 ppm Suda Çözünür Mangan 657.82 798.20 311.45 ppm Organik Madde 37.84 58.49 12.20 % Çizelge 2 incelendiğinde, denemede kullanılan vermikompost, koyun ve sığır gübrelerinin organik madde oranları sırasıyla % 37.84; 58.49 ve 12.22 olduğu ve en yüksek değerin koyun gübresinde olduğu görülmektedir. 3. Sonuçlar ve Öneriler Gözlemlere ilişkin sonuçlara göre, vermikompost gübrelemesi yapılan saksılarda çimlenme ve çıkış özelliği açısından “erkencilik” gözlemlenmiş olup, ilk çıkışlar denemenin kuruluşundan itibaren 8. günde başlamıştır. Diğer bütün saksılarda ilk çıkışlar yaklaşık olarak 15. günden itibaren başlamıştır. Farklı uygulama miktarları doğrultusunda vermikompost, sığır ve koyun gübresi uygulamalarının kıvırcık marul bitkisi yaprak analizleri sonucunda elde edilen besin elementleri arasındaki ilişkinin derecesi yapılan korelasyon testleri ile ortaya konulmuştur. Bu bağlamda korelasyon derecesinin +1.0'a yakın olması ilişkinin kuvvetli olduğunu ve bu değerden uzaklaştıkça özellikle 0'dan daha düşük değerlerde ise ilişkin kuvvetinin zayıf ve yok denecek kadar az olduğu yorumu yapılabilinir. Çizelge 3'te 261 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X farklı gübre uygulamaları ile besin elementi miktarları arasındaki korelasyon ilişkilerine ilişkin istatistiki analiz sonuçları verilmiştir. Çizelge 3. Farklı organik gübre uygulamaları ile marul bitkisi yaprak analiz sonucunda elde edilen bazı besin element değerleri arasındaki ilişki Marul Bitkisi Yaprak Analiz Sonucu Besin Elementi Değerleri Gübre Uygulamaları Sığır Koyun (N) (P) (K) (Ca) (Mg) (Fe) (Cu) (Zn) (Mn) (B) 0.736 0.03 -0.88 -0.44 -0.57 -0.488 0.653 0.001 -0.692 -0.883 0.411 0.84 0.17 0.89 0.83 0.500 0.821 0.774 0.611 -0.507 Vermikompost 0.140 -0.32 -0.53 0.42 0.25 -0.246 0.439 0.706 -0.608 -0.901 Çizelge 3'ten elde edilen sonuçlar doğrultusunda toplam azota bakıldığında özellikle sığır gübresi korelasyon katsayısı 0.736 gibi bir değer elde edilmişken vermikompost uygulamasında bu değer 0.140 gibi bir değerde kalmıştır. Bu da sığır gübre uygulamasının marul bitkisi yapraklarındaki toplam azot miktar artışında kuvvetli bir ilişkinin ortaya koyduğunu ifade edebilir. Diğer gübrelere kıyasla sığır gübresinin azot artışı üzerindeki ilişki derecesi kuvvetli bir gösterge niteliğindedir. Fosfor elementine bakıldığında koyun gübresi uygulaması ile fosfor arasında 0.848 gibi bir değerle diğer gübrelere oranla kuvvetli bir ilişki bulunmuştur. Potasyum miktarında ise korelasyon açısından uygulanan gübre çeşitlerinin potasyum miktarı üzerine ilişkisi yok denecek kadar düşük düzeyde olduğu görülmektedir. Magnezyum elementinin farklı gübre uygulamaları arasındaki korelasyon ilişkisine bakıldığında ise 0.831'lik korelasyon katsayısı değeri ile koyun gübresi uygulamasının magnezyum üzerinde ciddi bir ilişkinin olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Yine Demir, Bakır, Mangan gibi besin elementlerine bakıldığında ise koyun gübresi uygulamalarının korelasyon katsayısının diğer gübre çeşitlerine oranla daha fazla olduğu görülmektedir. Ancak Bor bitki besin elementi üzerine farklı gübre uygulamalarının bor elementi artış miktarına etkisinin olmadığı açık olarak gözlemlenmiştir. Ancak marul bitkisi yapraklarındaki çinko miktar artışında koyun gübresi ve vermikompost uygulamalarının etkili olduğu ve aralarındaki ilişki düzeyinin kuvvetli olduğu görülmüştür. 262 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Uygulanan gübre çeşidi ile bitki besin maddeleri arasındaki ilişkinin düzeyini daha net ve görsel olarak ifade eden grafik Şekil 2' de verilmiştir. Şekil 2. Bitki besin maddeleri ile uygulanan gübre çeşitleri arasındaki ilişki. Elde edilen korelasyon katsayılarının paralelinde özetle; koyun gübresi uygulamalarının hemen hemen tüm besin elementlerinin artışında önemli bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Ancak marul bitki yapraklarındaki çinko besin elementi artışında koyun gübresi uygulaması ile vermikompost gübre uygulamalarında ilişki düzeyi kuvvetli ve paralel bir durum arz etmiş olduğu görülmüştür. Şekil 2'de verilen grafikten de açıkça görüleceği üzere korelasyon katsayılarında +1.0 değerine en yakın gübre uygulaması genel olarak koyun gübresi olarak ortaya çıkmıştır. Fakat spesifik olarak vermikompost uygulaması Ca, Cu ve Zn'de ilişki düzeyi kuvvetli olurken sığır gübre uygulaması özellikle N ve Cu'nun miktarı ilgili gübre uygulaması ile kuvvetli derecede ilişkili bir durum ortaya koymuştur. Kıvırcıkta, noksanlığında büyümenin gerilemesine sebep olan, baş tutmanın gerçekleşmediği ve normale göre yaprakların daha kıvrımlı olmasına sebep olan Ca’un (Güneş ve ark. 2007) etkinliğinin artırılmasını 263 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sağlamak için vermikompost uygulaması tercih edilebilir. Noksanlığında marulun rozet şeklinde bir görüntü aldığı ve büyümenin gerilediği Zn elementinin etkinliğinin gerçekleşmesi için organik gübrelerden vermikompost uygulanabilir. Ancak organik madde söz konusu olduğunda, her üç gübrenin de uygulanabileceği görülmüştür. Bu çalışmada elde edilen veriler doğrultusunda özelikle koyun gübresi uygulamalarının besin elementlerinin kıvırcık bitkisinin bünyesine alımında olumlu etkilerinin olduğu söylenebilir. Vermikompost uygulamalarının ise kıvırcık bitkisinin erkencilik özelliğine etki ettiği görülmüştür. Ülkemizde bu konu ile ilgili çok fazla çalışma yapılmamış olup, saksı denemesi şeklinde yürütülen bu çalışmanın tarla koşullarında ve farklı sebzeler üzerinde denenmesi, daha net sonuçlar ortaya koymayı sağlayacaktır. Kaynaklar Arancon, N., and Edwards C. A., 2005. Effects of vermicomposts on plant growth. International Symposium Workshop on Vermitechnology. Philippines. Atiyeh, R.A., Dominguez, J. Subler, S., Edwards, C.A., 2000. Changes in biochemical properties of cow manure during processing by earthworms (Eisenia andrei, Bouché) and the effects on seedling growth. Pedobiologia. 44 (6): 709–724. Azarmi, R. Giglou, M.T., and Talesmikail, R.D., 2008. Influence of vermicompost on soil chemical and physical properties in tomato (Lycopersicum esculentum L.) Field. African Journal of Biotechnology.7 (14): 2397-2401. Bayraklı, F., 1986. Toprak ve Bitki Analizleri (Çeviri). Ondokuz Mayıs Üniv. Ziraat Fakültesi, s: 77-79, Samsun. Bellitürk, K., Aslan, S. ve Eker, M., 2013. Ekosistem mühendisleri diye adlandırılan toprak solucanlarından elde edilen vermikompostun bitkisel üretim açısından önemi. Hasad (Bitkisel Üretim) Tarım Dergisi, Eylül, İstanbul, 29 (340): 84-87. Erşahin, Y., 2007. Vermikompost ürünlerinin eldesi ve tarımsal üretimde kullanım alternatifleri. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Dergisi, 24 (2): 99-107. Eymen, E., 2007. SPSS Kullanma Klavuzu. İstatistik Merkezi Yayın No:1, İstanbul. 264 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gedikoğlu, İ., 1990. Toprak Verimliliğinin Tayininde Kullanılan Laboratuvar Analiz Yöntemleri. KHGM, Şanlıurfa Araş. Enst. Müd. Yay. Genel Yayın No: 55, Teknik Yayın No:11, s:22-27, Şanlıurfa. Gül A., Öztan F., Eroğlu D. ve Yağmur B., 2003. The Use of organic manure for iceberg lettuce plants grown in substrates. Acta Hort. (ISHS) 608: 53-57 http://www.actahort.org/books/608/608-6. Güneş, A., Alparslan, M., ve İnal, A., 2007. Bitki Besleme ve Gübreleme. Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü Ders Kitabı:504, Yayın No:1551, Ankara. Kacar, B. ve İnal, A., 2008. Bitki Analizleri. Nobel Yayın No:1241, Fen Bilimleri No: 63:816-855, Ankara. Kacar, B., 2009. Toprak Analizleri (Genişletilmiş 2. Baskı). Nobel Yayın No: 1387, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara. Polat, E., Sönmez S., Demir H., ve Kaplan M., 2000. Farklı organik gübre uygulamalarının marulda verim, kalite ve bitki besin maddeleri alımına etkileri. Türkiye 2. Ekolojik Tarım Sempozyumu, s: 69-77 Antalya. Tüzüner, A., 1990. Toprak ve Su Analiz Laboratuvarları El Kitabı. T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, s: 61-73, Ankara. 265 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Krom (Cr), Kadmiyum (Cd) ve Kurşun (Pb) ile Kirlenmiş Topraklarda Yetiştirilen ve Tıbbi ve Aromatik Bir Bitki Olan Labada Bitkisinde (Rumex patientia L.) Bakır (Cu) ile Ağır Metallerin İnteraksiyonu Sevinç Adiloğlu Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ, e-mail: sadiloglu@hotmail.com Özet: Bu araştırmada ağır metallerle kirlenmiş topraklarda fitoremediasyon yöntemi kullanılarak tıbbi ve aromatik bir bitki olarak yetiştirilen Labada bitkisinin (Rumex patientia L.) Cr, Cd ve Pb ağır metallerinin bakır mikro elementi ile olan interaksiyonu araştırılmıştır. Bu amaçla kirletici olarak saksılara 100 mg/kg Cr, Cd ve Pb ağır metalleri Cr(NO3)3, Cd(NO3)3, Pb(NO3)2 şeklinde uygulanmıştır. Bu kirleticilerin labada bitkisi (Rumex patientia L.) tarafından alınmasını artırmak için saksılara çiçeklenme başlangıcında 0, 5, 10 ve 15 mmol/kg dozlarında EDTA uygulanmıştır. Bitkiler iki aylık gelişim periyodu sonunda hasat edilmiştir. EDTA’ nın artan dozları ile labada bitkisinin Cr, Cd ve Pb içeriklerindeki değişimi belirlenerek Cu mikro elementi ile interaksiyonu incelenmiştir. Saksı denemesinden elde edilen bulgulara göre, artan EDTA dozları ile birlikte bitkinin kök ve yaprak aksamında Cr, Cd ve Pb ile birlikte Cu içeriği de artmıştır. Söz konusu bu artışlar istatistiksel olarak değerlendirmeye tabi tutulup % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Anahtar kelimeler: İnteraksiyon, ağır metal, toprak, kirlilik, labada , bakır 266 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Interaction of Some Heavy Metals and Copper (Cu) in Dock (Rumex patientia L.) Medical and Aromatic Plant which is Grown Chromium (Cr), Cadmium (Cd) and Lead (Pb) Polluted Soils Abstract: It was investigated interaction of Cr, Cd and Pb with Cu in Dock (Rumex patientia L.) medical and aromatic a plant with using phytoremediation method in heavy metal pollution soils. For this purpose 100 mg/kg Cr, Cd and Pb were applied each pots as Cr(NO3)3, Cd(NO3)3 and Pb(NO3)2 forms. 0, 5, 10 and 15 mmol/kg EDTA were applied to each pot in beginning of flowering season for the increasing of uptake heavy metals by plant. Plants were harvested after two months growing. It was determined with the increasing EDTA doses and Cr, Cd and Pb contents of Dock plant and the interaction of between heavy metal and Cu contents of Dock plant at the pot experiment. According to the pot experiment results, Cu contents of roots and leaves of plant increased with increasing EDTA application to plants and increasing Cr, Cd and Pb contents of plants. These increases were found statistically significant at the level of 1 %. Key words: Interaction, heavy metal, soil, pollution, dock, copper 1. Giriş Son yıllarda ağır metallerin sebep olduğu toprak kirliliği tüm dünyanın dikkatle üzerinde durduğu bir konudur. Topraktaki ağır metal kirliliğiyle ilgili çalışmalar ağır metallerin kaynakları ve davranışları, halk sağlığı ve çevre üzerindeki etkiler, kirlenmiş bölgelerin araştırılması ve analizi, iyileştirme yönetimi, teknikleri ve risk değerlendirmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda Vaccinium myrtillus Aesculus hippocastanum L., Silene vulgaris, Calendula officinalis, Thlaspi caerulescens, Althaea rosea, Solanum nigrum L, Hypericum amblysepalum, Urtica urens, Taraxacum officinale, Mentha sp, Onosma bracteatum, Plantago lanceolata gibi şifalı bitkilerin toksik ağır metalleri bünyelerinde yüksek miktarda biriktirebildikleri ve diğer bazı bitkilerden daha başarılı bir şekilde fitoremediasyonda katılabilecekleri belirlenmiştir. Aynı zamanda tıbbi ve aromatik bitkilerin biriktirdikleri ağır metallerin sekonder metabolitlerinin miktarını ve içeriğini olumsuz yönde etkilemediği ifade edilmiştir (Yaldız ve Şekeroğlu, 2012). 267 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Ağır metallerin tohum çimlenmesi, bitkide büyüme ve gelişme gerilikleri; çiçeklenme ve verimde azalma; ürün kalitesinde bozulma, azot döngüsü ve bağlanmasını bozması, klorofil miktarını azaltması, enzim sistemlerinde bozulmalara yol açması; bitkilere yarayışlı diğer elementlerin alımını engellemesi gibi hücre içi mekanizmalarda da olumsuz etkilerinin olduğu belirlenmiştir. Be sebeple ağır metal uygulanan parsellerde bitkinin kuru madde miktarlarında da azalmalar görülmüştür. (Pandey ve Sharma, 2002; Taboada-Castro ve ark., 2002; Belimov ve ark., 2003; Peralta-Videa ve ark., 2004). Artan dozlarda yapılan Cu uygulamalarının toprak pH’sı ve bitki besin elementleri üzerine önemli etkilere sahip olduğu belirlenmiştir. Farklı dozlarda yapılan Cu uygulamasının toprak pH’sını, değişebilir Mg ve bitkiye yarayışlı Fe içeriklerini düşürdüğü; toprak örneklerinin toplam N, alınabilir P, değişebilir K, bitkiye yarayışlı Zn ve Cu içeriklerini artırdığı belirlenmiştir (Sönmez ve ark., 2006). Wang ve ark. (2007), laboratuar ortamında, farklı dozlarda Cu uygulanan saksılarda bir arbüsküler mikorizal mantar olan Acaulospora mellea ile inoküle olmuş veya olmamış mısır (Zea mays) bitkisinin gelişimi ve Cu alımı üzerine bir çalışma yapmışlardır. Çalışma sonucunda yüksek konsantrasyonda Cu içeren saksılardaki bitkilerin topraktan besin elementi alımlarının düşük çıkmasını toprak pH değerine bağlamışlardır. Topraktaki malik asit, sitrik asit, oksatik asit gibi organik asitlerin yapısının ve konsantrasyonunun mantar tarafından değiştirildiğini gözlemlemişlerdir. Araştırıcılar yaptıkları çalışmada, Acaulospora mellea türünün, bakırın mısır tarafından fitoekstraksiyonu için uygun olmadığını ancak, mikorizal bitkilerin köklerinde yüksek Cu alım kapasitelerinden dolayı fitostabilizasyon için daha uygun olacağını ifade etmişlerdir. Diğer yandan kirleticilerin rüzgâr, su erozyonu, yıkanma ve toprak dağılması ile taşınması engellenmektedir. Bitkinin kök çevresi mikrobiyolojisi ve kimyası ile yakından ilişkili olan sistemde bitki, kirletici etmenin yapısını suda çözünemeyen-taşınamayan şekilde değiştirebilmekte olduğu görülmüştür (EPA, 2000; Yıldız, 2008). Canlılar üzerinde mikro besin elementlerinin etkisi dikkate alındığında, toprak ve su örneklerinde bulunan mikro besin elementlerinin analizi büyük önem taşımaktadır. Metaller bütün aerobik ve genellikle anaerobik organizmalar için esansiyel maddelerdir. Bununla birlikte krom, kurşun, kobalt ve nikel gibi birçok ağır metalin yüksek miktarlarının insan sağlığını ciddi derecede etkilediği kanıtlanmıştır. İnsan vücudu ağır metalleri işleyememekte ve dışarı atamamaktadır. Sonuçta bu ağır metaller çeşitli organlarda birikmektedir. Yüksek miktarlarda birikim de insan vücudunda 268 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ciddi zararlara neden olabilmektedir. Çevrede kirletici etkileri en fazla gözlenen bazı ağır metaller, Kadmiyum, Nikel, Civa, Krom, Gümüş, Kobalt, Kalay, Bakır, Çinko ve Kurşundur (Wase ve Forster, 1997). 2. Materyal ve Metod Deneme “Şansa Bağlı Tam Bloklar” deneme desenine göre 3 tekerrürlü olarak yapılmıştır. Denemede; 3 kirletici Cr(NO3)3, CdSO4, ve (Pb(NO3)2 × 4 şelat dozu (EDTA) (0, 5, 10, 15 mmol/kg) × 3 tekerrür + 3 kontrol: toplam 39 saksı yer almıştır. Denemede kirletici ve şelat uygulamalarının yapılmadığı kontrol saksıları da 3 tekerrür olarak oluşturulmuştur. Bu araştırmada; bitki materyali olarak labada bitkisi (Rumex patientia L.) kullanılmıştır. Bitki tohumlarının doğrudan saksılara ekimi yapılmıştır. Çimlenmeden sonra her saksı da üç adet bitki kalacak şekilde seyreltme yapılmıştır. Ekim yapılmadan önce bitkiler için gerekli olan N, P ve K ihtiyaçları toprakta bulunan elverişli miktarları dikkate alınarak azot kaynağı olarak amonyum nitrat, fosfor kaynağı olarak ise triplesüperfosfat gübresi ve potasyum kaynağı olarak ise potasyum sülfat gübreleri saksılara ekimle birlikte uygulanmıştır. Kirleticilerin saksılara uygulanmasından sonra toprak tarafından absorbsiyonu için 30 gün inkübasyona bırakılmış ve bu sürenin sonunda her bir kirleticinin uygulandığı saksıdan toprak örneği alınarak ekstrakte edilebilir Cr, Cd ve Pb analizleri yapılmıştır. İnkübasyon işleminden sonra saksılara labada (Rumex patientia L.) bitkisinin tohumları ekilmiştir. Daha sonra bitkilere çiçeklenme başlangıcında ağır metal alımını etkinleştirmek için yukarıda açıklanan dozlarda EDTA uygulamaları yapılmıştır. 2.1. Bitki Analizleri Bitkiler iki aylık büyüme periyodu sonucunda hasat edilerek her saksıdaki bitkinin kök ve gövde ağırlıkları belirlenmiştir. Hasat edilen Labada (Rumex patientia L.) bitkileri laboratuar ortamın getirilerek kuru madde miktarları belirlenmiştir. Bitki örnekleri mikrodalga fırında yaş yakılmıştır. Yakılan bitki örnekleri, çözelti içerisindeki ağır metaller ICPOES cihazı ile tesbit edilmiştir. (Kacar ve İnal, 2010). Bitki örneklerinin azot içeriklerinin tayininde, modifiye edilmiş mikro Kjeldahl yöntemi kullanılmıştır (Sağlam, 2012). 269 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2.2. Toprak Analizleri Laboratuar koşullarına getirilen toprak örneğinde pH (Jackson, 1967), CaCO3 içeriği (Sağlam, 2012), elektriksel iletkenlik (EC) (Sağlam, 2012), organik madde miktarı (Kacar, 1995) yöntemine göre belirlenmiştir. Ekstrakte edilebilir fosfor (Olsen, 1982), değişebilir potasyum (Kacar, 1995) ve alınabilir Fe, Zn, Cu ve Mn analizleri (Lindsay ve Norwell, 1978) metodu ile yapılmıştır. Tekstür analizi (Bouyoucos, 1955)’ e göre yapılmıştır. 2.3. Denemede Kullanılan Bitkinin Bazı Özellikleri Güncan (1979)’a göre bahçelerde, yamaçlarda, tarlalarda, sulama kanalı, göl kenarlarında, yol kenarlarında ve çayırlarda yetişen labada 60120 cm boyunda bir gövdeye sahiptir. Gövdenin alt yaprakları geniş ve büyük olup, orta yapraklar geniş ve uçları kütleşmiş ve hafif kıvırcıktır. Kök kazık formunda olup 30 cm’ den daha fazla derine gitmektedir. Labada bir vejetasyon döneminde iki defa tohum bağlamaktadır. İlk tohum bağlama Mayıs-Haziran aylarında ikincisi ise Ekim ayında oluşmaktadır. Bitki toprak istekleri açısında kireççe fakir alanları tercih etmektedir. Labada bitkisi (Rumex patientia L.) çok yıllık bir bitki olmakla birlikte geleneksel tıpta yaygın olarak kullanılmaktadır. İdrar söktürücü, ateş düşürücü, yara tedavilerinde kullanılan bu bitki anti enflamatuvar etkiye sahiptir (Süleyman ve ark., 1999). Yapılan çalışmalar tıbbı ve aromatik bitkiler içerisinde labada bitkisinin kirlenmiş alanların temizlenmesinde fitoremediasyon potansiyeli gösterdiği belirlenmiştir. Diğer yandan yapılan araştırmalarda tıbbi ve aromatik bitkilerin bünyelerinde akümüle ettikleri ağır metallerin sekonder metabolitlerinin miktarını ve içeriğini negatif yönde etkilemediği ifade edildiğinden fitoremediasyon sonucunda hasat edilen bitkilerin değerlendirilmesi de dikkate değer bir durumdur (Bahtiyarca ve Bağdat, 2007). 2.4. İstatistiksel Analiz Deneme sonucunda belirlenen verilerin istatistiksel olarak ele alınması, varyans analizleri (MSTAT 3.00/EM) istatistik paket program ile yapılmış ve ortalamalar arasındaki farklılıklar % 1 ve % 5 önemlilik seviyesinde LSD testine göre belirlenmiştir (Düzgüneş ve ark., 1987). 270 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Deneme Toprağı Örneğinin Bazı Fiziksel ve Kimyasal Özellikleri Araştırma toprağında yapılan analizlerden elde edilen kimi fiziksel ve kimyasal özelliklere ait değerler Çizelge 1’de sunulmuştur. Çizelge 1. Deneme toprağının bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri pH ECx 106 Tekstür Sınıfı Org. Mad. (%) P2O5 (kg/da) K2O (mg/kg) Kireç, % Cr (mg/kg) Cd (mg/kg) Pb (mg/kg) 7.95 0.011 Kil 0.14 12.50 497.03 6.03 0.05 0.02 0.98 Çizelge 1’ den de görüldüğü üzere deneme toprağı; killi tekstürde, organik madde miktarı çok az ve nötr pH özelliğindedir. Herhangi bir tuzluluk sorunu bulunmayan deneme toprağının kireç içeriği orta kireçli olarak bulunmuştur. Özellikle deneme konusu olan ağır metallerin (Cd, Cr ve Pb) eser düzeylerde oldukları belirlenmiştir. Sera koşullarında toprağa 100 mg/kg dozlarında uygulanan Cr, Co, Ni ve Pb kirleticilerinin labada bitkisi tarafından alımını kolaylaştırmak amacıyla farklı dozlarda uygulanan EDTA’ nın bitkilerin kök ve gövde aksamındaki bakır elementi içerikleri üzerindeki etkilerine olan etkileri Çizelge 2 ve Çizelge 3’de verilmiştir. 271 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Labada bitkisinin gövde aksamında EDTA dozlarının ve ağır metal (Cr, Cd, Pb) uygulamaları ile Bakır (Cu) interaksiyonuna ait ortalama değerleri (mg/kg) ve önemlilik grupları *,** EDTA Ağır metal Ortalama 0 5 10 15 CrxCu 8.113 d 8.573 c 8.857 b 9.317 a 8.715 a CdxCu 7.883 a 7.810 a 7.700 a 7.393 ab 7.697 b PbxCu 5.857 c 7.487 b 10.023 a 7.500 b 7.717b Ortalama 7.284 b 7.957 b 8.860 a 8.070 a * : değerler üç tekerrür ortalamasıdır. **: her bir element ayrı değerlendirilmiştir. Labada bitkisinin kök ve gövde aksamlarına ait bakır (Cu) elementi içerikleri üzerinde EDTA uygulamalarının etkileri Çizelge 1 ve Çizelge 2 verilmiştir. Söz konusu bu çizelgeler incelendiğinde ağır metallerle (Cr, Ni ve Pb) kirletilen parsellerde artan dozlarda uygulanan EDTA bitkinin kök ve gövde aksamlarının Cu içeriklerinde önemli değişimlere sebep olmuştur. Artan miktarlarda EDTA dozlarının uygulandığı parsellerdeki bitkilerin Cu içeriği kök ve gövde aksamlarında her bir ağır metalin uygulandığı saksılarda genellikle artmıştır. Bu durum EDTA uygulamalarının Cu elementinin labada bitkisi tarafından alınabilirliğini artırdığını göstermektedir. Bu artışlar istatistiki % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Çizelge 3. Labada bitkisinin kök aksamında EDTA dozlarının ve ağır metal (Cr, Cd, Pb) uygulamaları ile Bakır (Cu) interaksiyonuna ait ortalama değerleri (mg/kg) ve önemlilik grupları *,** Ağır metal CrxCu CdxCu PbxCu Ortalama EDTA 0 10.383 b 8.277 d 13.627 c 10.762 d 5 9.943 c 8.563 c 15.267 a 11.258 b 10 12.317 a 8.750 b 15.177 b 12.081a *: değerler üç tekerrür ortalamasıdır. **: her bir element ayrı değerlendirilmiştir. 272 15 8.103 d 13.110 a 11.940 d 11.051 c Ortalama 10.187 b 9.675 b 14.003 a Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bakır elementi ile toprakların kirlenmesi gübreleme, ilaçlama, tarımsal veya yerleşim yeri atıkları ve aynı zamanda endüstriyel emisyon gibi Cu içeren minerallerden kaynaklanmaktadır. Endüstriyel kirlenme çevresel bir problem olmasına rağmen, aynı zamanda bu tip kirlenmeler atmosferin uzun zamanlı kirlenmesinde de etkili olmaktadır (Bakırcıoğlu, 2009). Esringü (2012) tarafından yapılan bir araştırmada kanola bitkisi kullanılarak Cr, Cd, Pb gibi ağır metallerin fitoremediasyon yöntemi ile uzaklaştırılması için bir çalışma yapılmıştır. Artan EDTA uygulaması ile birlikte kanola bitkisinin topraktan kaldırdığı söz konusu ağır metallerin miktarında da önemli artışlar olduğu belirlenmiştir. Manios ve ark. (2002), yaptıkları çalışmada atık su kompostları içeren materyallerde yetiştirilen Typha latifolia bitkisinin toplam protein konsantrasyonu üzerine ağır metallerin etkilerini incelemişlerdir. Yapılan 10 haftalık bir araştırmada Cd, Cu, Ni, Pb ve Zn’nin farklı konsantrasyonlarını içeren solüsyonları bitkilere uygulamışlardır. Sonuçta Typha latifolia’nın yaprak ve gövdelerinde Ni ve Zn’nin konsantrasyonlarında bir artış gözlemlemişler ve aynı yüksek konsantrasyonları diğer dört metal için de kaydetmişlerdir. Bununla birlikte yaprak dokularında protein konsantrasyonunun arttığını gözlemlemişlerdir. Diğer taraftan bitkilerin gelişimi ve sağlığında üzerinde ağır metallerin olumsuz etkilerinin artan konsantrasyonla birlikte meydana geldiğini saptamışlardır. Aşağıdaki Çizelge 4‘de EDTA ve ağır metal uygulanan saksılarda labada bitkisinin hasat edilmesi sonrasında toprakta kalan bakır miktarı ile ağır metal interaksiyonuna ilişkin varyans analizi verilmiştir. Çizelge 4’de görüldüğü gibi her bir ağır metalin uygulandığı saksılarda artan EDTA uygulamaları ile birlikte topraktaki bakır miktarları artmış ve bu artış istatistiksel olarak % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Buradan artan EDTA dozları ile birlikte Cr, Cd ve Pb uygulanan saksılarda çözünebilir bakır miktarının arttığı görülmektedir. 273 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 4. Hasat sonrasında toprakta EDTA dozlarının ve ağır metal (Cr, Cd, Pb) uygulamalarının Bakır (Cu) interaksiyonuna ilişkin ortalama değerleri (mg/kg) ve önemlilik grupları*, ** Ağır metal CrxCu CdxCu PbxCu Ortalama EDTA 0 0.540 d 0.793 d 0.860 d 0.731 d 5 0.660 c 0.863 c 1.360 c 0.961 c 10 1.650 b 1.087 b 2.273 b 1.670 b 15 1.797 a 1.487 a 2.490 a 1.924 a Ortalama 1.162 b 1.058 b 1.746 a * : değerler üç tekerrür ortalamasıdır. **: her bir element ayrı değerlendirilmiştir. Sonuç ve Öneriler Topraklara uygulanan 100 mg/kg Cr, Cd ve Pb kirletici ağır metaller ile birlikte 0, 5, 10 ve 15 mmol/kg dozlarında uygulanan EDTA şelatının artan dozları bitkinin hem kök ve hem de gövde aksamında bulunan bakır miktarlarını önemli derecede artırdığı görülmüştür. Söz konusu bu artışlar istatistiksel olarak % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Bu sonuç beklenen bir durumdur. Çünkü topraklara EDTA gibi çeşitli şelatların uygulanması toprakta ağır metallerin çözünürlüğünü ve bitkiler tarafından alınmasını artırmaktadır. Bu durum bakır ağır metali için de geçerlidir. Tarım topraklarında kirliliğe sebep olan ve özellikle sanayi kökenli insan aktivitelerine bağlı olarak topraklara bulaşan Cr, Cd ve Pb gibi bazı ağır metallerin topraktan klasik fizikokimyasal yöntemlerin kullanılması ile birlikte temizlenmesi pahalı tekniklerdir. Bu nedenle toprakta bulunan bazı ağır metallerin (Cr, Cd ve Pb) çözünürlüklerini EDTA gibi bazı şelatörler yardımı ile artırarak doğal yollardan topraktan uzaklaştırılmasını sağlayan fitoremediasyon yöntemleri kullanılmalıdır. Çünkü bu yöntemlerin uygulaması hem kolay ve hem de maliyeti düşüktür. Fitoremediasyon yöntemi ile topraktaki ağır metallerin uzaklaştırılmasında ağır metallerin topraktaki konsantrasyon ve çeşidine bağlı olarak değişen farklı hiperakümülatör bitkilerin (örneğin labada bitkisi) kullanılması tarım topraklarında her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bu yöntemin uygulanması ile birlikte bitkinin topraktan kaldırdığı bakır miktarının da arttığı ortaya konulmuştur. 274 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bu araştırmada tarım alanlarındaki Cr, Cd ve Pb gibi bazı ağır metallerin labada bitkisi ile fitoremediasyon yöntemi kullanılarak giderilebileceği ortaya konulmuştur. Labada bitkisi topraktan söz konusu bu ağır metalleri EDTA uygulamalarıyla birlikte daha fazla alırken diğer yandan da bu ağır metaller bitkinin bakır alımı arasında önemli istatistiksel ilişkiler elde edilmiştir. Bu sonuç labada bitkisinin topraktan artan EDTA uygulaması ile birlikte Cr, Cd ve Pb ağır metalleri ile birlikte bakır elementini de daha fazla kaldırdığını göstermektedir. Sonuç olarak ağır metal kirliliği görülen tarım alanlarında EDTA uygulamaları ile birlikte labada bitkisinin topraktan uzaklaştırdığı Cr, Cd ve Pb miktarları ile Cu miktarları arasında önemli interaksiyonların olduğu belirlenmiştir. Kaynaklar Bakırcıoğlı, D., 2009. Toprakta makro ve mikro element tayini. Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Kimya Anabilim Dalı. Edirne. Bahtiyarca, R., and Bağdat, E.I.D., 2007. Phytoremedation behaviour of some medicinal and aromatic plants to various pollutants. Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enst. Dergisi. Cilt: 16, Sayı: 1, 2. Belimov, A.A., Safronova, V.I., Tsyganov, V.E., Borisov, A.Y., Kozhemyakov, A.P., Stepanok, V.V., Martenson, A.M., Pearson, V.G. and Tikhonovich, I.A., 2003. Genetic variability in tolerance to cadmium and accumulation of heavy metals in pea (Pisum Sativum L.). Euphytica 131: 25–35. Bouyoucos, G. J., 1955. A Recalibration of the hydrometer method for making mechanical analaysis of the soils. Agronomy Journal, 4(9): 434. Düzgüneş, O., Kesici T., Kavuncu O. ve Gürbüz F., 1987. Araştırma ve Deneme Metodları (İstatistik Metodları II). Ankara Üniversitesi Ziraat Fak. Yay.: 1021. Ders Kitabı. 295s EPA (Environmental Protection Agency), 2000. Introduction to phytoremediation, EPA/600/R-99/107, National risk management research laboratory office of research and development U.S. Environmental Protection Agency Cincinnati, Ohio 45268, USA. Esringü A., 2012. Toprakta kurşun (Pb), kadmiyum (Cd) ve bor (B) elementlerinin şelatör desteğiyle kolza (Brassica napus L.) bitkisi kullanılarak fitoremediasyon yöntemiyle giderilmesi. Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enst. Toprak Anabilim Dalı, Doktora Tezi. 275 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Güncan, A., 1976. Erzurum çevresinde bulunan yabancı otlar ve önemlilerinden bazılarının yazlık, hububatta mücadele imkânları üzerinde araştırmalar. Atatürk Üniv. Yayınları. 446, Ziraat Fak. Yayın I. 209, Araştırma Serisi 135, Erzurum. Jackson M.C., 1967. Soil chemical analysis. Prentice Hall of India Private’Limited, New Delhi. Kacar B., 1995. Bitki ve Toprağın Kimyasal Analizleri: III. Toprak Analizleri. A.Ü. Ziraat Fak. Eğit., Araşt. ve Gel. Vakfı Yay. No: 3, Ankara. Kacar, B,. ve İnal, A., 2010. Bitki Analizleri, Nobel Yayın No: 1241. Lindsay W.L. and Norvell W.A., 1978. Development of a DTPA soil test for zinc, iron, manganase and copper. Soil Sci. Soc.Am.J. 42: 421- 428. Manios, T., Stentiford, E.I., Millner, P.A., 2002. The Effect of heavy metals on the total protein concentration of Typha Latifolia L. plants, growing in a substrate containing sewage sludge compost and watered with metaliferus water. Environmental Engineering 37 (8): 14411451. Olsen, S.R., and Sommers L.E., 1982. Phosphorus. Methods of soil analysis. Part II. Chemical and microbiological properties In: (Page, A.L., R.H. Miller and D.R. Keeney eds.). 2nd Ed., ASA SSSA Publisher, Agronomy. No: 9 Madison, Wisconsin, pp. 403-427, USA. Pandey, N., Sharma, C.P, 2002. Effect of heavy metals Co2+, Ni2+, and Cd2+, on Growth and Metabolism of Cabbage. Plant Science 163: 753-758. Peralta-Videa, J.R., Rosa, G., Gonzalez, J.H., and Gardea-Torresdey, J.L., 2004. Effects of the growth stage on the heavy metal tolerance of alfalfa plants. Advances in Environmental Research 8: 679-685. Sağlam, MT., 2012. Toprak ve Suyun Kimyasal Analiz Yöntemleri. Namık Kemal Üniversitesi, Yayın No: 2, Tekirdağ. Sönmez, S., Kaplan, M., Sönmez, N.K. ve Kaya, H., 2006. Topraktan yapılan bakır uygulamalarının toprak ph’sı ve bitki besin maddesi içerikleri üzerine etkisi. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 19(1): 151-158. Süleyman, H., Demirezer L.Ö., Kuruüzüm A., Banoğlu Z.N., Göçer F., Özbakir G. and Gepdiremen A., 1999. Antiinflammatory effect of the aqueous extract from Rumexpatientia L. Roots. Journal of Ethnopharmacology 65: 141–148 Taboada-Castro, M.M., Dieguez- Villar, A., and aboada-Castro, M.T., 2002. Effect of soil use and agricultural practices on heavy metal levels in surface waters. Communications in Soil Science and Plant Analysis 33(15-18): 2833-2849. 276 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Wang, F.Y., Lin, X.G., and Yin, R., 2007. Inoculation with arbuscular mycorrhizal fungus acaulospora mellea decreases Cu phytoextraction by maize from Cu–contaminated soil. Pedobiologia., 51: 99–109. Wase, D.A., and Forster, C.F., 1997. Biosorbents for metal ions, London, UK, CRC. 113 p. Yaldız, K.,ve Şekeroğlu, M., 2012. Tıbbi ve aromatik bitkilerin bazı ağır metallere tepkisi. Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi 6 (1): 80-84. Yıldız, S., 2008. Nişasta sanayi atıksularının bitkisel iyileştirilme (fitoremediasyon) kapasitesine mikorizal simbiyozun etkilerinin araştırılması. Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Çevre Mühendisliği Anabilim Dalı, Adana. 277 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Mikoriza ve Tuz Stresi İnteraksiyonunun Mısır (Zea Mays L.) Bitkisinin Erken Gelişme Döneminde Bazı Fizyolojik Özelliklerine Etkisi Hülya Okkaoğlu1 Rıza Avcıoğlu2 Çukurova Üniversitesi Karaisalı Meslek Yüksekokulu, Adana EgeÜniversitesi , Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Böl., Çayır Mera ve Yembitkileri B. D. İzmir, E-posta: hokkaoglu@cu.edu.tr 1 2 Özet: Üç değişik mısır çeşidine (King, Shemal, Hido) uygulanan üç farklı mikoriza türü (Glomus intraradices, Glomus mossae, Aculoaspora bireticulata) ile beş değişik tuz (NaCl) dozunun (0, 50, 100, 150, 200 mMol) etkilerini incelemek amacıyla yürütülen bu araştırma, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Çayır Mera ve Yembitkileri Bilim Dalının fizyoloji laboratuarında 2007-2009 tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışmada yaprak ayasında klorofil a-b içeriği, yaprak ve kökte Na+ve K+ iyonu birikimi, kök ağırlığı, mikorizal kolonizasyon oranı gibi özellikler incelenmiştir. Çalışmamızın sonucunda, mikoriza mantarlarının mısır çeşitlerinin erken gelişme dönemlerinde fizyolojik özelliklerine ve toksik iyon düzenlemesine güçlü katkılar sağladığı belirlenmiştir. Özellikle G.intraradices’in Hido mısır çeşidi ile oluşturduğu mikorizal birlikteliğin, 200 mMol tuz dozuna kadar olan yüksek tuz konsantrasyonlarında, direnç geliştirdiği belirlenmiştir. Sürdürülebilir bir çevre için son yıllarda önem kazanan kuraklık ve tuz stresine dayanıklılık açısından mikorizaların ümit vaad ettiği ve pratiğe dönük tarla çalışmalarına da başlanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler: Mikoriza, tuz stresi, klorofil a-b, Na+ ve K+ iyon 278 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Arbuscular Mycorrhizal Association Mitigate Salt Stress by Improve Some Physiological Aspects In Early Growing Stage of Maize (Zea mays L.) Abstract: The effects of varied rates of three different Mycorrhiza spp.(Glomus intraradices, Glomus mossae, Acaulospora bireticulata) on three commercial maize varieties including: King, Shemal, Hido which were subjected to five different salt (NaCl) dozes (0, 50, 100, 150, 200 mM) was our aim in this study. This interesting investigation on interactions of mycorrhizal fungus and salinity on cultivars was conducted in the physiology laboratory of Pasture and Forage Crops section of Field Crops Department, Agriculture Faculty, Ege University in 2007-2009. The stress resistance correspondent affinities were examined such as chlorophyll a- b content in leaves, and Na+, K + accumulation in leaves and roots as well as root weight and mycorrhizal colonization was determined. Our initial observation indicates a strong contribution on the physiological properties of growth and toxic ions adjustment in maize crops by mycorrhizal fungi. Among our applied mycorrhizal species G. intraradices revealed significant association with the rhizosphere of Hido cultivar. This root colonization proved also mycorrhizal contributive improvement influence on saline stressed plant under the effect of concentrated salt applications, up to the 200 mM. AM fungi can help improve the biomass yield of root by improving resistance to high salt concentration. This finding would lead us to better understanding of the function of hyphal stress alleviation by acquisition more water and nutrients by preforming root colonization and enhance rhizosphere area. We concluded that all mycorrhizas were promising agents for drought and salt stresses gaining significance for a sustainable environment in the present days, and practical field studies focusing on this technique should be commenced in near future. Key words: Mycorrhiza, salt stress, chlorophyll a-b, Na+, K+ accumulations 1. Giriş Tarımsal açıdan stres etmenlerinin önemli bir ögesini oluşturan toprak tuzluluğu, bitkilerde büyüme ve gelişmeyi, ürünlerin nitelik ve niceliğini çok olumsuz yönde etkilemektedir. Bu etkilenmenin düzeyi toprağın nemine ve eriyebilir tuz içeriğine bağlıdır. Topraktaki bitki gelişiminin iyi bir göstergesi 279 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olan osmotik basınç, 20 atm’e ulaştığında bitki gelişimi kısıtlanmakta; 40 atm’de ise bitki ölümleri gerçekleşmektedir. Bu durum fizyolojik kuraklığı sonuçladığından, bitki kökleri toprakta bulunan suyu alamamaktadırlar (Ekmekçi ve ark.,2005). Toprak çözeltisinde tuz konsantrasyonunun artmasına bağlı olarak, su potansiyeli doğrusal şekilde azalmakta ve dolayısıyla tuz konsantrasyonu arttıkça bitkiler daha az su alabilmektedirler (Ayyıldız, 1990). Doğal gübre olarak nitelendirilen mikoriza mantarları ile bitki kökleri arasındaki simbiyotik yaşamda bitki, mikorizaya enerji kaynağı olarak karbonhidrat verirken, mikoriza da bitkinin gereksinim duyduğu besin elementi ve su alımını desteklemektedir (Marschner, 1998). Biyotik ve abiyotik stres koşulları altında konukçu bitki ile simbiyotik yaşamda olan ve bitkinin stres faktörlerine toleransını arttıran mikorizalar (Smith and Read, 1997; Karagiannidis et al., 2001), sürdürülebilir tarımda yeni bir ümit olma yolundadır. Ayrıca, kimyasal gübrelere alternatif doğal gübre olarak anılan mikorizaların organik tarım ve sürdürülebilir tarımda ülke ekonomilerine de büyük yararlar sağlayacağı kuşkusuzdur (Almaca ve ark., 2009). Feng et al. (2002) yaptıkları çalışmada, mikoriza ile birliktelik kuran mısır bitkilerinin, tuz stresine maruz kaldıklarında, klorofil konsantrasyonlarının, kök ve sap ağırlıklarının, fosfor ve çözülebilir şeker oranlarının mikorizayla kolonizasyon sağlanmamış olan bitkilere göre, daha yüksek olduğunu belirtmişlerdir. Bir çok çalışmanın model ve öncü bitkisi olan mısır, mikorizalarla simbiyotik ilişkide, çok başarılı sonuçlar veren konukçu bir bitkidir. Bu araştırma çalışmamız da, orta derecede tuza dayanıklı bir sıcak iklim bitkisi olan mısırın, mikoriza inoküle edilerek yarı hidroponik ortamda yetiştirilmesi ve bu simbiyotik mantarların mısırın erken gelişme döneminde bitkinin büyüme ve fizyolojik özelliklerine etkisini araştırmak amacıyla yürütülmüştür. 2. Materyal Ve Yöntem Deneme; Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü’nün Çayır Mer’a ve Yem Bitkileri Bilim Dalı Fizyoloji Laboratuarında 2007-2009 tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışma, değişik kaynaklardan temin edilen 3 farklı mikoriza türünün,( Glomus mossae, Glomus intraradices, Aculoaspora bireticulata) farklı tuz yoğunluklarında (0 mMol, 50 mMol, 100 mMol, 150 mMol, 200 mMol) yetiştirilen 3 farklı mısır çeşidinin (King, Shemal, Hido), erken gelişme dönemlerindeki morfolojik ve fizyolojik özelliklerine etkisi araştırmak amacıyla bölünen bölünmüş parseller deneme desenine göre 3 tekrarlamalı olarak yürütülmüştür. Denemede bitkileri yetiştirmek, ortamda 280 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X mikorizaları yerleştirmek ve tuz etkilerini araştırmak amacıyla, 50 mm çapında ve 30 cm yüksekliğinde silindirik PVC kaplar kullanılmıştır Her çeşit için 6 adet hazırlanan PVC kapların her birine 530 g steril kum + 70 g mikoriza +100 g steril kum sandaviç şeklinde yerleştirilmiş ve bu harca 5 adet tohum ekimi yapılmıştır. Hidroponik ortam için 45x55 cm boyutlarında 20 cm derinliğinde plastik havuzlar kullanılmıştır. Her havuza 15 lt saf su konarak, daha önce hesaplanmış olan ve deneme bitkilerinin makro ve mikro besin elementi gereksinimini karşılayacak olan Hoagland çözeltisinden modifiye edilerek hazırlanan besin solusyonu haftada bir ya da büyüme hızlandığında iki defa verilmiştir. Buna göre; 2 mMol Ca (NO3)2.4H2O; 1 mMol KNO3; 0,0094 mMol (NH4)2HPO4 ve microelementler için Fetrilon Combi-1 Yaprak gübresinden 11,25 g/l hazırlanmış ve her havuza 83 cc alarak uygulanmıştır. Yine ön denemelerle saptanan bu besin çözeltisinde bitkilerin sağlıklı olarak büyüdükleri belirlenmiştir. Deneme, 3 çeşit için 5 tuz dozunda, 3 x 5 = 15 kez kurulmuş, her kurulumda 3 mikoriza türü ve kontrol olmak üzere 4 plastik havuz yer almıştır. Kumlu hidroponik olarak da tanımlanan bu düzenekte plastik havuzların su ortamı her hafta değiştirilmiş, hazırlanan P’suz Hoagland çözeltisinden verilmeye devam edilmiştir. Ortam pH’sı günde 2 kez kontrol edilerek 6,0-6,5 arasında kalması sağlanmış (Hawkins and George, 1997), bu amaçla besin çözeltisine gerektiğinde HCl ya da NaOH verilerek pH değerinin 6,0 -6,5 arasında kalması sağlanmıştır. Hidroponik ortamda, havalanmanın optimumda tutulması amacıyla EP 8500’lük akvaryum pompa ve hortumları ile besin ortamına sürekli hava pompalanmıştır (Resh, 1995) . Denemenin kontrollü olarak sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için, bitkilerin yetiştirildiği ortam çelik konstrüksiyon + polietilen örtüyle kaplanarak büyütme ortamı (biyosfer) olarak düzenlenmiştir. Ortamın sıcaklık, nem ve ışık düzenlenmesi mısır bitkisine uygun olarak ayarlanmış, gerektiğinde termostatlı elektrikli ısıtıcı çalıştırılarak ya da vantilatör yardımıyla ortam sirkülasyonu sağlanmış ve sıcaklığı gündüz 26 ± 2 ºC , gece 18 ± 2 ºC olacak şekilde dengelenmiştir. Ortamda, her gün 14 saatlik ışıklanma süresini sağlamak amacıyla zamanlayıcı ile ayarlanmış ve 20000- 25000 lüx ’lük ışık veren Na buharlı halojen lamba düzeneği kurulmuştur. Kontrollü şartlarda yetiştirilen ve 18 günlük büyümesini tamamlayan fideler 3 x 6 = 18 hasat edilip, fizyolojik analizler için yaprak örnekleri derin dondurucuda kök örnekleri ise % 50 etil alkol içinde buzdolabında saklanmıştır.Örneklerin, kök ağırlıkları tartılarak belirlenmiş, klorofil a ve b içerikleri; Spektrofotometrede (Cdeman JuierII Model 6/20), =663nm-645 nm dalga boylarında absorbsiyon değerleri açısından okunmuş ve Lichtenhaler and Welburn (1983)’un Arnon(1949)’dan geliştirerek önerdikleri modele göre, konsantrasyon değerleri (mg/g) 281 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X saptanmıştır. Yaprak Ayası ve Kökte Na+ ile K+ İyonu Birikimi Drew et al, (1988)’e; Mikorizal kolonizasyon oranı Philips and Hayman (1970) ‘ın belirttikleri yönteme göre yapılmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Kök Ağırlığı (g) Faktörlerin ayrı ayrı etkilerine göre, G.intraradices uygulanan bitkiler 3,64 g/bitki kök ağırlığı ile en yüksek değere ulaşmış, ancak diğer 2 mikoriza türü ile aralarında çok farklılık olmadığı, G.mossae uygulanan bitkilerin ortalama 3,62 g/bitki ve A.bireticulata uygulananların ise 3,52 g/bitki kök ağırlığı değerlerinin aynı grupta yer aldıkları belirlenmiştir (Çizelge 1). Tuz içermeyen ortamdaki bitkilerin kök ağırlığı 4,05 g/bitki olarak bulunmuş, Hido çeşidinin ortalama 3,67 g/bitki kök ağırlığı ile diğer çeşitlere göre daha başarılı olduğu saptanmıştır. Sonuçlar, 3 mikoriza türü ile birliktelik oluşturan bitkilerin ortalama olarak aynı grupta yer aldıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, Hido çeşidine ait bitkiler, diğer çeşitlere göre 3 mikoriza türüyle de özellikle 150 mMol tuz dozunda en yüksek kök ağırlıkları vermiştir. Mikoriza uygulanan bitkilerin ortalama kök ağırlıkları, mikoriza uygulanmayan bitkilere göre oldukça yüksek bulunmuştur. Faktörlerin ayrı ayrı etkileri açısından, Hido çeşidinin diğer çeşitleri açık farkla geride bırakarak yüksek ortalama kök ağırlıklarına sahip olduğu saptanmıştır. Bu sonuç, 150 mMol tuz içeren ortamda yetiştirilen ve mikorizal birliktelik oluşturan bitkilerin, tuz stresi koşullarında mikoriza uygulanmayan bitkilere bakarak, tuz stresinin etkisini daha etkin azaltmalarından, mikorizanın oluşturduğu hiflerin besin maddelerinden ve sudan çok daha iyi yararlanmayı sağlamasından kaynaklanmaktadır. Bu bölümdeki sonuçlarımız, mikorizal birlikteliğin bitki köklerinin büyüme hızı ve morfolojisini geliştirdiğini, konukçu bitkinin kök hidrolik iletkenliğini arttırıp, ozmotik dengeyi ve karbonhidrat içeriğini dengelediğini ve stres koşullarına dayanıklılığını arttırdığını belirten araştırıcılarla (Kothari et al., 1990; Bethlenfalvay et al.,1998; Ruiz- Lozano and Azcon, 2000; RuizLozano, 2003; Sheng, et al., 2008) uyumlu bulunmuştur. 3.2.Yaprak Ayasında Klorofil –a ve b İçerikleri(mg/g) Faktörlerin ayrı ayrı etkileri açısından sonuçlar incelendiğinde, hiç tuz içermeyen ortamda yetiştirilen bitkilerin ortalama 1,215 mg/g ile en yüksek klorofil a içeriğine ulaştıkları, G.intraradices uygulanan bitkilerin ortalama 282 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 0,658 mg/g ile diğer mikoriza türlerini geride bıraktıkları, Hido çeşidinin 0,660 mg/g ile en fazla klorofil a içeren çeşit olduğu belirlenmiştir (Çizelge 2). Faktörlerin etkileri ayrı ayrı incelendiğinde, Hido çeşidinin ortalama 0,374 mg/g ile diğer çeşitleri geride bıraktığı, G.intraradices uygulanan bitkilerin ortalama 0,390 mg/g ile diğer mikoriza türlerinden ve kontrol uygulamalarından daha başarılı olduğu, tuz uygulanmayan ortamda yetiştirilen bitkilerin ortalama 0,701 mg/g ile en yüksek klorofil b içeriğinde olduğu belirlenmiştir (Çizelge 3). Yaprak ayalarındaki klorofil a içeriği irdelendiğinde, faktörlerin ayrı ayrı etkileri açısından, erken gelişme döneminde tuz uygulanmayan bitkilerin klorofil a içeriği, beklenene uygun olarak en yüksek değerde belirlenmiş ve tuz dozu arttıkça bitkilerin klorofil konsantrasyonları azalmıştır. Hido çeşidi, bir çok karakterde olduğu gibi, klorofil - a içeriği açısından da yüksek içerikle dikkati çekmiştir. G.intraradices ile birliktelik oluşturan bitkilerin klorofil a içeriği, diğer mikoriza türleri ve mikoriza uygulanmayan bitkilerin klorofil - a içerikleriyle karşılaştırıldığında, anılan türle gerçekleştirilen simbiyosis sonucunda, çeşitlerin klorofil a içeriği açısından daha başarılı oldukları saptanmıştır. Yaprak ayalarındaki klorofil b içeriği değerlendirildiğinde, Hido çeşidinin klorofil - b içeriği, klorofil a’da olduğu gibi, diğer çeşitlerden daha yüksek olarak saptanmıştır, gerek klorofil a ve gerekse klorofil - b içerikleri mikorizal birliktelik oluşturan bitkilerde, mikoriza uygulaması yapılmayan bitkilere nazaran daha yüksek gerçekleşmiştir. Mikorizaları, tuzlu yetişme koşullarında biyo – yenileyici (onarıcı) olarak ifade eden Singh et al.(1997)’ın yorumları, çalışmamızın sonuçlarını doğrular niteliktedir. Mikorizal birliktelik oluşturan bitkilerin, mikoriza uygulaması yapılmayan bitkilere nazaran, verim öğelerini oluşturan pek çok etmen açısından üstünlükleri bu bölümde de açıkça gözlemlenmiştir. Ruiz Lozano et al. (1996)’da, mikorizalı bitkilerin tuz stresi etkisi altındaki büyüme başarısı mekanizmasının, mikorizanın besin madde alımına katkısından daha çok, CO2 değişim oranı artışından transpirasyon ve stoma iletkenliğinin gelişmesinden ve su kullanım etkinliğinin artması gibi fizyolojik proseslerden kaynaklandığını açıklamakta ve sonuçlarımızla uyumlu veriler ortaya koymaktadır. Örneğin, mikorizalar klorofil sentezi sürecinde Mg absorbsiyonunu arttırarak, Na+’un antogonistik etkisini baskılayabilmekte ve bu aşamada bitkiye önemli katkı gerçekleştirebilmektedirler (Jentschke et al. 2000). Yaprak ayalarındaki klorofil - a ve b içeriklerini ele aldığımız bu bölümde, King çeşidinde mikoriza uygulanmayan ve 200 mMol tuz dozunda yetiştirilen genç fide dönemindeki yaprakların klorofil b içeriğinin, klorofil a içeriğinden yüksek 283 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X çıkması dikkat çekici bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Yüksek yoğunlukta tuz içeren ortamda yetiştirilen genç fidelerde, hasat zamanına doğru (tuz stresine 10-12 gün maruz kalma süreci) yapraklardaki yeşil rengin kırmızıya dönmesi ve kurumalar, klorofil miktarındaki olumsuz değişimlerin açık bir göstergesi olarak gözlenmiştir. Gürel ve ark. (2006)’da pamuk yapraklarındaki kızarıklığın nedenlerini ve biyokimyasal mekanizmalarını inceledikleri çalışmalarında, kızarık yapraklarda antosiyaninlerin yoğun birikimi, klorofil içeriğindeki azalmalar, prolin içeriğinde ve peroksidaz aktivitesindeki artışlar gibi oldukça belirgin biyokimyasal değişiklikler saptadıklarını belirtmişlerdir. Bitki fotosentez ortamlarında en çok bulunan klorofil - a’nın stres koşullarında klorofil b’ye dönüştüğü ve stres devam ettikçe, bu moleküllerin de yıkılarak antosiyanin pigmentlerine indirgendikleri bilinmekte (Salisburry and Ross, 1992; Kacar ve Katkat, 1999), bulgularımız bu yaklaşımlarla açıklanabilmektedir. 3.3.Yaprak Ayasında Na+ İyonu Birikimi (%) Faktörlerin etkileri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, 200 mMol tuz dozundaki bitkilerin ortalama %0,505 ile en yüksek değere sahip oldukları, mikoriza uygulanmayan bitkilerde ortalama %0,454 Na+ iyonu birikimi saptandığı, King çeşidinin ise yapraklarında ortalama %0,531 değeri ile en fazla Na+ iyonu biriktirdiği belirlenmiştir. Tuz stresi araştırma çalışmalarında en çok kullanılan tuz bileşiği NaCl olduğundan, Na+’un vakuolde birikimini sağlayan taşınım sisteminin iyi bilinmesi gerekmektedir (Binzel et al., 1988). Bitkiler Na+ iyonunu almaları ve ona gösterdikleri tepkilerine göre, natrofilik ve natrofobik olmak üzere ayrımlanmaktadırlar. Natrofilik bitkiler, aldıkları sodyumu organları ve dokuları arasında dağıtırken, mısır gibi natrofobik bitkiler ise Na+ iyonunu köklerinde biriktirmektedirler (Kacar ve Katkat, 1999). Çalışmamızın bu bölümünde mısır çeşitleri arasında da geniş bir varyasyon olduğu görülmektedir(Çizelge 4). Özellikle Hido çeşidinin yapraklarındaki Na+ iyonu birikiminin diğer çeşitlere oranla çok düşük olduğu görülmektedir. Kloroplastlarda biriken Na+ ya da Cl- iyonlarının yoğunlukları yüksek düzeye ulaştığında fotosentez engellendiğinden (Kacar ve Katkat, 1999 ) Na+ konsantrasyonunun düşük olması, bitkinin tuz stresine karşı dayanımının arttığını göstermekte ve fotosentez ürünlerindeki kaybın minumumda kalması nedeniyle bitkinin gelişiminde olumsuzluklarla karşılaşılmamaktadır. Bitkiler özellikle sürgünlerden, meristemlerden ve yapraklardan tuzu dışarı atarak da tuz stresinin etkisine karşı direnmeye 284 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X çalışmaktadırlar ve bunu da köklerden sürgünlere zararlı iyonların gönderilmesini engellemeyi yeterince başaramadıkları koşullarda yapmaktadırlar. Köklerinde mikorizal birliktelik oluşturan ve bolca hif içeren bitkilerde ise doğal olarak köklerde Na+ birikimi (bloklama) kolaylaşmaktadır. Bu bölümdeki sonuçlarımız, mikoriza türleri ile birliktelik oluşturan bitkilerin, mikoriza uygulanmayan bitkilere göre, yapraklarındaki Na+iyonu birikiminin daha az olduğunu açıkça ortaya koymakta ve açıklamayı doğrulamaktadır. Mikorizanın, tuz stresinin etkisini azaltarak, yani yapraklarda Na+ iyonu birikimini gerileterek K+/Na+ oranını düzenlediğini ve köklerden yapraklara tuzun taşınımını azalttığını belirten Asghari (2004) ile Garg ve Manchanda (2009) ‘nın yorumları da sonuçlarımızla uyumlu bulunmuştur. 3.4. Kökte Na+ İyonu Birikimi (%) Faktörlerin etkileri ayrı değerlendirildiğinde, mikoriza uygulanmayan kontrol bitkilerinin ortalama %0,644 ile en fazla Na+ iyonu içerdiği, Hido çeşidinin köklerinde diğer çeşitlere göre %0,668 oranında Na+ iyonu biriktirdiği, 200 mMol tuz dozunda yetiştirilen bitkilerin köklerinde %0,920 ile en yüksek Na+ iyonu birikimi olduğu Çizelge 5’ten de izlenebilmektedir. Bilindiği gibi bitkiler genç fide döneminde tuz stresine, gelişimini tamamlamış bitkilere göre daha duyarlıdırlar. Ayrıca, kökleri çok yüksek tuz konsantrasyonuna maruz kalan fidecikler tuzdan daha fazla etkilenmektedir (Larcher,1995). Mikorizal birliktelik oluşturmayan bitkilerin Na+ iyonu birikiminin, mikorizal simbiyosis oluşturan bitkilerden daha fazla olması beklene uymaktadır. Ancak mikorizal hiflerin kök hacmine önemli bir artış sağladığı dikkate alındığında, mikorizal simbiyosis oluşturan bitkilerde göreceli olarak nisbi Na+ birikiminin daha düşük olacağı pek çok araştırıcı (Asghari, 2008; Kaya et al., 2009) tarafından belirtilmiştir. Örneğin, Asghari (2008) mikorizal birliktelik oluşturan bitkilerin köklerindeki Na+ iyonu konsantrasyonunun nispi azalmasını K/Na oranının artmasını sonuçladığını açıklamakta ve bu sayede konukçu bitkinin tuz stresi etkisini daha kolay tolere edebildiğini öne sürmektedir. Özellikle Hido çeşidi açısından saptadığımız sonuçlarımız bu görüş ile tam bir uyum içindedir. 285 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.5.Yaprak Ayasında K+ İyonu Birikimi Sonuçlar faktörlerin ayrı ayrı etkilerine göre değerlendirildiğinde, G.mossae uygulaması yapılan bitkilerin yaprak ayalarında ortalama % 0,736 K+ iyonu birikimi olmuş, King çeşidi % 0,749 değeriyle K+ iyonu birikimi bakımından diğer çeşitleri geride bırakmış, 50 mMol tuz dozunda %0,799 ile en yüksek ortalama K+ iyonu birikimine sahip olduğu görülmüştür (Çizelge 6). Bitkilerin tuz stresinin etkilerine, hücresel düzeyde dayanıklılıklarının başka bir ifadesi olan K+ iyonu birikimi, stres altındaki bitkilerde osmoregülasyonu kolaylaştırmakta ve bu ozmotik basınç dengelemesi de, bitkinin besin maddeleri ve su alımına katkı sağlayarak bitkinin su tüketimini dengelemektedir. Bu bölümdeki sonuçlar, mısır yapraklarında K+ iyonu birikimi açısından ele alındığında, 50 mMol tuz konsantrasyonunda yetiştirilen bitkilerin, ortalama olarak en yüksek K+ iyonu içeriğine sahip olduğu görülmüştür. King çeşidinin diğer çeşitlere göre yapraklarında daha fazla K+iyonu içerdiği belirlenmiştir. Özellikle G.mossae ile mikorizal simbiyosis gerçekleştiren bitkilerin yapraklarında, ortalama olarak diğer mikoriza türlerinden ve mikoriza uygulanmayan bitkilerden daha fazla K+ iyonu biriktiği saptanmıştır. Yapraklarda K+ iyonu birikiminin, özellikle yüksek tuz konsantrasyonlarındaki koşullarda, mikorizal simbiyosis gerçekleştiren bitkilerde, birliktelik oluşturmayan bitkilere nazaran daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum, mikorizalı bitkilerdeki yüksek K akümülasyonunun, K/Na oranının yüksek olmasını sağlayarak, bitkide Na+ iyonu hareketini ya da sitoplazmadaki iyonik dengeyi düzenleyerek, konukçu bitkiye katkıda bulunduğu görüşünü doğrulamaktadır (Allen and Cunningham,1983). 286 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.6. Kökte K+ İyonu Birikimi (%) Faktörlerin etkileri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, 50 mMol tuz dozundaki bitki köklerinin ortalama %1,068 ile en yüksek K+ iyonu içerdiği, A.bireticulata uygulamasının %0,779 oranıyla köklerde K+ iyonu birikimi açısından diğer mikoriza türlerini ve kontrol bitkilerini geride bıraktığı, Hido çeşidinin ortalama % 0,996 ile en yüksek K+ iyonu içeriğine sahip olduğu saptanmıştır (Çizelge 7).Köklerdeki K+iyonu içeriği açısından faktörlerin etkileri ayrı ayrı incelendiğinde, çeşitler arasında çok geniş bir varyasyon görülmektedir. Özellikle Hido çeşidinin köklerinde, diğer çeşitlere oranla çok daha fazla K+ iyonu birikimi olduğu belirlenmiştir. A.bireticulata uygulanan bitkilerin köklerinde, mikoriza içermeyen uygulamaya ve diğer mikoriza türleri uygulamalarına göre nispeten daha fazla K+ iyonu birikimi gözlenmiştir. 50 mMol tuz dozunda yetiştirilen bitkilerin köklerinde K+iyonu birikiminin, en yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur. Hido çeşidinin erken gelişme dönemindeki fideciklerinin köklerindeki K+ iyonu birikimi, tüm mikoriza türleri ile birlikteliklerde ve tüm tuz dozlarında, mikorizal simbiyosis gerçekleştirmeyen bitkilerden dikkat çekici bir düzeyde yüksek saptanmıştır. Yaprak ve kökteki K+ iyonu birikimi değerleri birlikte ele alındığında, Hido çeşidinde K + iyonu birikiminin genellikle köklerde gerçekleştiği, yaprakda daha az iyon birikimi olduğu belirlenmiştir. Allen and Cunningham (1983) ve Colla et al. (2008), K/Na oranının yüksek olmasının, çeşitli enzimatik proseslerde ve protein sentezinin engellenmesini önlemede yardımcı olduğunu açıklamaktadırlar. Sonuçlarımız, mikorizalı bitkilerdeki düşük Na + birikimini özellikle yapraklardaki kuru madde birikiminin artışı nedeniyle ortaya çıkan ‘seyreltme etkisi’ olarak tanımlayan Kaya et al. (2009) ve Al-Karaki (2006)’nin yorumlarıyla uyumlu bulunmuştur. 3.7. Mikorizal Kolonizasyon Oranı (%) Faktörlerin etkileri ayrı ayrı irdelendiğinde, G.intraradices ile birliktelik oluşturan erken gelişme dönemindeki bitkilerin köklerindeki kolonizasyon oranının, ortalama %48,6 değeri ile diğer mikoriza türlerinden daha başarılı olduğu Çizelge 8’de görülmektedir. Tuz uygulanmayan ortamda yetiştirilen bitkilerin ortalama % 74,8 değeri ile iyi bir performans gösterdiği ve tuz dozu arttıkça mikorizal birlikteliğin oranının azaldığı belirlenmiştir. Hido çeşidinin, ele aldığımız ve önceki bölümlerde açıklamaya çalıştığımız pek çok karakterde çok iyi 287 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X performans göstermesinin, ortalama %50 kolonizasyon oranıyla diğer çeşitlere nazaran daha başarılı mikorizal birliktelik gerçekleştirmesinden kaynaklandığı kanaatımızı pekiştirmektedir. Shemal çeşidinin, tuz dozu arttıkça istikrarlı olarak, kolonizasyon oranında da azalmalar görülmüştür. King çeşidinin G.intraradices ve A.bireticulata uygulandığı ortamlardaki 150 mMol tuz dozunda, 100 mMol tuz dozundan daha fazla kolonizasyon oranı gerçekleştirdiği görülmektedir. Hido çeşidi ise tüm mikoriza türleri uygulamalarında daha başarılı olmuş ve 150 mMol tuz dozunda, 100 mMol tuz dozuna göre daha başarılı bir mikorizal kolonizasyon sağlamıştır. Bolat ve Ortaş (2006), turunç bitkilerinin mikoriza ile simbiyotik ilişki sonucunda belli bir doza (1000 µmhos/cm) kadar, tuz ilavesi sonucu oluşan strese olumlu katkı sağladığını belirtmekte ve tuz içermeyen suyla sulanan turunç bitkilerinde köklerde daha fazla mikorizal kolonizasyon görüldüğünü açıklayarak, sonuçlarımıza benzer yaklaşımı sergilemektedirler. Çizelge 1: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Kök Ağırlığına Etkileri (g/bitki) Çizelge 2: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında klorofil-a İçeriğine Etkileri (mg/g) 288 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 3: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında klorofil-b İçeriğine Etkileri (mg/g) Çizelge 4: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında Na+ İyonu Birikimine Etkileri (%) Çizelge 5: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Kökte Na+ İyonu Birikimine Etkileri (%) 289 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 6: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında K+ İyonu Birikimine Etkileri (%) Çizelge 7: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Kökte K+ İyonu Birikimine Etkileri (%) Çizelge 8: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri ile Tuz Dozlarının Mikorizal Kolonizason Oranına Etkileri (%) 4. Sonuç Değişik mısır çeşitlerine uygulanan 5 farklı tuz dozunun (0- 50100- 150- 200 mMol NaCl) etkisiyle 150 mMol tuz dozuna kadar olumlu ve anlamlı bir dayanıklılık ve tolerans izlenmiştir.Mısır çeşitlerine uygulanan 3 farklı mikoriza türü (Glomus intraradices, G.mossae ve Acoulospora bireticulata)’nün etkisiyle, pek çok fizyolojik ve morfolojik özellikte olumlu sonuçlar elde edilmesi mikoriza kullanımının önemini 290 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ortaya koymuş ve yakın gelecekte bu mikroorganizmaların tarımda yaygın kullanımının gerekliliğini kanıtlamıştır. Sonuçlar topluca irdelendiğinde; mısır genotipleri arasında değişik mikoriza türleriyle mikorizal birliktelik oluşturma açısından, özellikle erken gelişme döneminde önemli farklılıklar bulunduğu, G.intraradices’in mikorizal çalışmalarda önemle dikkate alınması gerektiği, mısır gibi tuza dayanıklılığı sınırlı olan bitkilerin tuzlu ortamlarda mikoriza destekli olarak yetiştirilmesinin tarımsal açıdan da yararlar sağlayacağı ve çeşit seçimine bu açıdan da özen gösterilmesi gerektiği söylenebilmektedir. Kaynaklar Almaca, D. N., Öktem, A. G., Söylemez, S. and Coşkun, M., 2009, Mikorizanın Doğal Gübre Olarak Kullanılma Olanakları. I. Gap Organik Tarım Kongresi 17-20 Kasım 2009 Şanlıurfa Bildiri Özetleri, 170s. Allen E. B. and Cunningham G. L., 1983, Effects of Vesicular-Arbuscular Mycorrhizae on Distichlis spicata Under Three Salinity Levels. New Phytologist ,93: 227–236pp. Al-Karaki, G. N., 2006, Nursery Inoculation of Tomato with Arbuscular Mycorrhizal Fungi and Subsequent Performance Under Irrigation with Saline Water. Scientia Horticulturae ,109:1-7pp. Anonim, 2009;May Tohum Grubu web sayfası.www.may.com.tr .Erişim tarihi:08.11.2009. Arnon, D. I. 1949, Copper Enzymes In Isolated Chloroploasts Polyphenoloxidase in Beta vulgaris, Plant Physiology, 24: 1-5pp. Asghari, H. R., 2004, Effects of Arbuscular – Mycorrhizal Fungal Colonization on Management of Saline Lands . The University of Adelaide Faculty of Science (Unpublished PhD thesis).School of Earth and Environmental Sciences.198p. South Australia. Asghari, H. R., 2008, Vesicular – Arbuscular (VA) Mycorrhizae Improve Salinity Tolerance In Pre- Inoculation Subterranean clover (Trifolium subterraneum) Seedlings. International Journal of Plant Production, 2 (3) : 243-256pp. Ayyıldız, M., 1990, Sulama Suyu Kalitesi ve Sulamada Tuzluluk Problemleri. Ank. Üni. Zir. Fak. Yay. No:1196, 282 s. Bates, L. S., Waldern, R. P. and Teare, I. D. 1973, Rapid determination of free proline for water-stress studies, Plant and Soil, 39: 205-207pp. 291 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bethlenfalvay, G. J., Brown, M. S., Ames, R. N. and Thomas, R. S., 1998, Effects of Drought on Host and Endophyte Development in Mycorrhizal Soybeans in Relation to Water Use and Phosphate Uptake. Physiol. Plan., 72 : 565-571pp. Binzel M. L., Hess, F.D, Bressan, R. A. and Hasegawa, P. M., 1988, Intracellular Compartmentation of Ions in Salt-Adapted Tobacco Cells. Plant Physiol., 86: 607-614pp. Bolat, N. Ve Ortaş, İ., 2006, Doğal Ekosistemde Bulunan Mikoriza Türlerinin Kültür Bitkilerine Adaptasyonunun Sağlanması. (Basılmamış YL Tezi). Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. 64s, Adana. Colla G, Rouphael Y, Cardarelli M, Tullio M, Rivera C. M. and Rea E. 2008; Alleviation of Salt Stress by Arbuscular Mycorrhizal in Zucchini Plants Grown at Low and High Phosphorus concentration. Biology and Fertility of Soils V: 44, p: 501–509pp. Drew, M., Guenther, J. and Lauchli, A., 1988, The Combined Effects of Salinity and Root Anoxia on Growth and Net Na+ and K+ Accumulation in Zea mays Grown in Solution Culture, Ann. Bot., 61: 41-53pp. Ekmekçi, E., Apan, M. ve Tekin, K. 2005, Tuzluluğun Bitki Gelişimine Etkisi, OMÜ Zir. Fak. Dergisi, 2005, 20(3): 118-125s. Feng, G., Li, X. L., Zhang , F. S. and Li, S. X., 2000; Effect of Phosphorus and Arbuscular Mycorrhizal Fungus on Response of Maize Plant to Saline Environment. Plant Resour. Environ. , 9 :2226pp. Garg, N. And Manchanda, G., 2009; Role of Arbuscular Mycorrhizae in the Alleviation of Ionic, Osmotic and Oxidative Stresses Induced by Salinity in Cajanus cajan (L.) Millsp.(pigeonpea). Journal of Agronomy and Crop Science, Blackwell Verlag, 195: 110,123pp. Gürel, A., Hakerlerler, H., Yağmur, B., Akdemir, H. ve Bulgaristan Bilimler Akademisi (Edrava, A., Gesheva, E., Tsonev, T., Velikova, V.), 2006; Reddening of Cotton Leaves: Causes and Biochemical Mechanisms (Pamuk Jentschke G., Brandes, B., Kuhn, A. J., Schroder, W. H., Becker, J. S. and Godbold, D.L.,2000; The Mycorrhizal Fungus Paxillus Involutus Transport Magnesium to Norway spruce Seedlings. Evidence From Stable Isotope Labeling. Plant Soil ,220 : 243-246pp. Kacar, B. ve Katkat, V., 1999; Gübreler ve Gübreleme Tekniği.Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayın No: 144, Vipaş Yayın No:20, ISBN 975-564-084-3, 531s, Bursa 292 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Karagiannidis, N., Bletsos, F. and Stavropoulos, N., 2001; Effect of Verticillium wilt (Verticillum dahliae Kleb.) and Mycorrhiza (Glomus mosseae) on Root Colonization, Growth and Nutrient Uptake in Tomato and Eggplant Seedlings. Scie. Hortic., 94: 145156pp. Kaya, C., Asraf, M., Sönmez, O., Aydemir S., Tuna, A. L. and Cullu, M. A., 2009; The Influence of Arbuscular Mycorrhizal Colonization on Key Growth Parameters and Fruit Yield of Pepper Plants Grown at Hıgh Salinity. Scientia Horticulturae, 121: 1-6pp. Kothari S. K., Marschner, H. and George E., 1990; Effect of VA Mycorrhizal Fungi and Rhizosphere Microorganism on Root and Shoot Morphology, Growth and Water Relations of Maize. New Phytologist, 116: 303–311pp. Larcher, W., 1995; Physiological Plant Ecology. Plants Under Stress. Springer. Austria. 513 p. ISBN 3540435166. Marschner, H., 1998; Role Of Root Growth, Arbuscular Mycorrhiza, And Root Exudates For The Efficiency and Nutrient Acquisition. Field Crops Research, 56: 203-207pp. Phillips J.M. and Hayman, D. S. 1970; Improved Procedures for Clearing and Staining Parasitic and Vesicular-Arbuscular Mycorrhizal Fungi for Rapid Assessment of Infection. Trans Br Mycol Soc., 55:158– 161pp. Resh, H. M., 1995; Hydroponic Food Production. 3rd ed. Santa Barbara: Woodbridge Press Publishing Co. 1-65pp. Ruiz- Lozano, J. M., 2003; Arbuscular Mycorrhizal Symbiosis and Alleviation of Osmotic Stress: New Perspectives For Molecular Studies. Mycorrhiza, 13: 309-317pp. Ruiz-Lozano JM, Gómez M, Azcón R., 1995; Influence of Different Glomus Species on the Time-Course of Physiological Plant Responses of Lettuce to Progressive Drought Stress Periods. Plant Sci., 110: 37-44pp. Ruiz- Lozano, J.M., Azcon, R., 2000; Symbiotic Efficiency and Infectivity of an Autochthonous Arbuscular Mycorrhizal Glomus sp.from Saline Soils and Glomus deserticola Under Salinity. Mycorrhiza, 10: 137-143pp. Salisbury, F. B. and Ross, C. W., 1992; Plant Physiology, Wadsworth Pub. Com., Inc., Belmont, California- USA 293 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sheng, M., Tang, M., Chen, H., Yang, B., Zhang, F., Huang, Y., 2008; Influence of Arbuscular Mycorrhizae on Photosynthesis and Water Status of Maize Plants Under Salt Stress. Mycorrhiza, 18: 287296pp. Singh, R.P., Tripathi, R.D., Sinha, S.K., Meheshwari, R.,Srivastava, H.S., 1997; Responses of Higher Plants to Lead Contaminated Environment. Chemosphere, 34: 2467-2493pp. Smith, F. A., Smith, S.E., 1997; Structural Diversity in VesicularArbuscular Mycorrhizal Simbiosis. New Phytologist, 137: 373388pp. 294 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İyi Tarım Uygulamaları İle Üretilen Şeker Mısır (Zea Mayşvar.Saccharata)’ın Tane Verimi ve Besin Değerleri Fikret Budak1 Serap Kızıl Aydemir2 Igdır Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri- Igdır Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü-Bilecik e-posta: fikretbudak@rocketmail.com 1 2 Özet: Bu çalışma, 2011-2012 yıllarında Iğdır Üniversitesi Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi çiftliğinde, üzerinde en az 12 yıl hiç tarım yapılmayan arazi üzerinde ve kimyasal kullanılmadan yapılmıştır. Organik tarımda azami geçiş süreci tek yıllık bitkilerde 2, çok yıllık bitkilerde ise 3 yıl geçiş süresi olması dolayısıyla süre bakımından yönetmeliklere göre uygun olması yanında organik üretim için diğer şartlara haiz olmaması yönüyle iyi tarım uygulamaları olarak değerlendirilebilecek bu çalışma Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre dört (4) tekerrürlü olarak 15 Nisan da kurulmuştır. Materyali olarak 4 adet hibrit şeker mısır çeşidi (Vega, Merit, Jubile ve Lincoln) ve 1 adet Sakarya kompozit şeker mısır çeşidi kullanılmıştır. Araştırma sonunda, en yüksek dane verimi 780,46 kg/da ile Vega çeşidinden, en düşük dane verimi ise 686,26 kg/da ile Sakarya kompozit çeşidinden elde edilmiştir. Merit çeşidi 741,36 kg/da ile ikinci sırada Jubilee 733,25 kg/da ile üçüncü Lincoln çeşidi ise 706,82 kg/da dördüncü sırada yer almıştır. İstatistiki bakımdan Vega çeşidi ile diğer çeşitler arasında fark önemli olurken Merit ve Jubile çeşitleri aynı grupta yer almış ve arasındaki fark istatiksel değerlendirmelerde önemli bulunmamıştır. Tane verimi yönünden bu farklılıklar çeşitlerin farklı genotipik yapıya sahip olmaları ve çevre koşullarında farklı etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır. Şeker mısırı çeşitlerinin kalite ve besin değerleri bakımından analizleri yapılmıştır. Buna göre, Sakarya şeker mısırı danesinin farklı kısımlarında (endosperm, embriyo ve kabuk) değişmekle birlikte ortalama % 13 su, % 11,2 protein, % 4,6 yağ, % 72,3 nişasta % 2,3 şeker bakımından diğer çeşitlerden daha yüksek fakat % 8,2 lif oranı bakımından Merit çeşidi ile yaklaşık aynı değerlere sahip olmuştur. Merit çeşidi sırasıyla % 12,3 su, % 10,3 protein, 295 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X % 4,1 yağ, % 69,6 nişasta % 2,1 şeker ve % 8,4 lif oranları tespit edilmiştir. Diğer çeşitler ise Merit çeşidi ile aynı değerlere sahip olmuşlardır. Bu çalışmada sonucunda, iyi tarım uygulamaları ile hiçbir kimyasal kullanılmadan mısır üretimi yapılmıştır. Benzer şekilde sözleşmeli organik tarım yapılabileceği görülmüştür. Anahtar kelimeler: İTU, şeker mısırı, kalite, besin değeri, verim Graın Yıeld and The Nutrıtıonal Values of Sweet Corn (Zea Mays Var. Saccharata) In Produced With Good Agrıcultural Practıces Abstract: This work is in the years 2011-2012 Igdir University Agricultural Research Center was carried out on the farm that has not been made no agriculture at least 12 years and without the use of chemicals. The maximum number of organic agriculture in the transition process only annual plants 2, perennial plant is 3 years due to the duration of the transition period in terms of regulations for organic production with other appropriate conditions lack aspects of possessing good agricultural practices can be evaluated in this study according to designed as a randomized complete block design with four replications April 15, is founded in. As the material 4 hybrid sugar corn (Vega, Merit, and Lincoln) 1 pieces variations of composite has been used in sugar corn of Sakarya. At the end of the research, the highest yield of 780,46 kg/ha with variation of the grain from Vega, is the lowest yield of 686,26 kg/ha with grain has been obtained from the Sakarya composite types. Types of merit is second with 741,36 kg/da Jubilee 733,25 kg/ha and the third Lincoln variety is 706,82 kg/ha is in fourth place. Other varieties with the Statistical variation of the Vega, while important difference between Merit and difference between varieties of statistical assessments of the Jubilee in the same group and was not important. These differences are in terms of the efficiency of different genotypic structure of varieties and is due to different environmental conditions of exposure. Corn sugar varieties, quality and nutritional values in terms of analyses have been conducted. Accordingly, Sakarya corn sugar in different parts of the grain (endosperm, embryo, and shell). Although the average 13% water,% 72.3%, 4.6% fat, proteins 11,2 starch 2.3% higher than any other kinds of sugar but in terms of Merit-fibre varieties of approximately 8.2% have the 296 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X same values have been. Types of merit respectively 12.3% 4.1% 10.3% water, protein, fat,% 2.1% 8.4% sugar and starch 69.6 fiber ratios have been determined. Other variants have the same values with the type of Merit have been. In this study, good agricultural practices with Corn without the use of any chemicals production. Similarly, it was seen that organic farming can be done under contract. Key words: GAP, sweet corn, quality, nutritional values, yield 1. Giriş Mısır bitkisi, birim alandan yüksek tane verimine sahip olması, besin değerlerinin yüksek olması, insan ve hayvanların dengeli ve sağlıklı beslenmesinde önemli bir yere sahip olması bakımından önemlidir. Genellikle taze olarak veya konserve endüstrisi için yetiştirilen şeker mısırı (Zea mays saccharata Sturt.) tarımının geliştirilmesi, mısırın insan besin kaynağı olarak tüketimi yönünden ağırlık kazanmaktadır. Şeker mısırın endospermi şekerle dolu olduğundan taze iken tatlıdır. Tanedeki protein ve yağ oranı diğer mısırlardan yüksektir (Köycü, 1987). At dişi mısır, sert mısır, şeker mısırı, cin mısırı, kavuzlumısır, unlu mısır ve mumlu mısır gibi çeşitleri vardır.(Elçi veark.,1987; Kırtok, 1998). Bu çeşitlerden şeker mısırı, sert ve cin mısırıinsan beslenmesinde kullanılmaktadır. Şeker mısır (tatlı mısır) bitki habitusünün daha küçük olması ve tanelerinin kimyasal bileşimi ile diğermısırlardan ayrılmaktadır. Özelllikle şeker mısırı (tatlı mısır) bünyesinde yüksek miktarda besin maddesi içermekte ve özellikle süt olum döneminde endosperminde yüksek miktarda şeker bulundurmaktadır. Olgun tanelerinde şeker oranı daha düşük olmakla birlikteyinede tatlı lezzetini devam ettirmektedir (Erdal ve Pamukçu, 2005). Embriyosu iri olduğundan yağ ve protein oranı da diğer alt tür varyete gruplarına göre daha yüksektir (Koçak, 1987; Pierce, 1987). Besin değeri venişastasının sindirilebilme derecesi dahayüksektir (Koçak, 1987). 100 g tazepişirilmiş şeker mısırında; 120 mg vitamin A,0.15 mg thiamin, 0.12 mg riboflavin, 1.7 mg niacin ve 2.0 mg askorbik asit bulunmaktadır (Sezer ve Köycü, 1995). Şeker mısır ülkemizde ilk kez 1930’luyıllarda yetiştirilmesine karşı son yıllarakadar üretim ve tüketiminde önemli artışlar görülmemiştir. 297 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Şeker mısırın üretim vetüketim miktarları ile ilgili olarak tam bir bilgi de bulunmamaktadır. Bu durumun nedenlerinin başında üretimdeki çeşitlerinverimlerinin düşük olması, üreticilereyeterince tanıtılmaması, tohumluk fiyatlarının yüksek olması, konserve ve dondurulmuş ürün olarak işleme teknolojisinin bilinmemesi ve taze ürünün muhafazasının zorolması gösterilmektedir (Anıl, 1999). Ancak son yıllarda özellikle gıda sanayine hammadde sağlamak amacıyla Ege, Marmara ve Akdeniz bölğelerinde şekermısırı yetiştiriciliğinin arttığı bildirilmektedir (Turgut, 2000). Ülkemizde şeker mısırının taze tüketimi, koçanları suda haşlanarak ve ateşte közlenerek yapıldığı gibi; koçanlarından ayrılan taneleri haşlanarak conserve yapılmakta veya dondurularak değerlendirilmektedir. Bu durum geniş bir zaman diliminde rahatlıkla tüketimi yapılan besin kaynağı olarak şeker mısırını karşımıza çıkarmaktadır. Ayrıca şeker mısırın vejetasyon süresi diğer mısırtürlerine göre daha kısa olduğu için ekolojikkoşulların mısır tarımı için uygun fakatyetişme mevsiminin kısa olduğu birçok bölgede mısır yetiştiriciliğine olanak sağlamaktadır (Okutan, 1992). 2013 yılı itibariyle toplam mısır üretim miktarımız 5.900.000 ton ile hububattan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Dekara ortalama 895 kg dane verimi ile tahıl grupları içerisinde ilk sıra yer almaktadır. 2.Materyal ve Metot Bu çalışma, 2011 yılında 15 Nisan – 23 Ağustos ayların arasında Iğdır Üniversitesi Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi çiftliğinde yapılmıştır. Materyal olarak 4 adet hibrit şeker mısır çeşidi (Vega, Merit, Jubile ve Lincoln) ve 1 adet Sakarya kompozit şeker mısır çeşidi kullanılmıştır. Denemeler Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre dört (4) tekerrürlü olarak kurulmuştur. Deneme kurulduktan sonra çıkışı sağlamak için 1, toprak ve bitki durumu göz önüne alınarak ilk çapa ve seyreltme zamanında 1, tepe püskülü çıkarmadan önce 1 ve süt olum döneminde 1 defa olmak üzere toplam 4 kez sulama yapılmıştır. Deneme yeri toprağının fiziksel ve kimyasal özellikleri Tablo 1’de verilmiştir.Tablo 1’ de görüldüğü gibi, toprak yapısı kireçli, alkali ve orta tuzlu killi-kumlu bir yapıya sahip olup organik madde bakımından zengin değildir. Ekim alanı Nisan ayında 18-20 cm derinlikte pullukla sürüldükten sonar kazayağı ile işlenmiştir. Ekimden önce tırmık çekilerek toprak ekime hazır hale getirilmiştir. Deneme, Tesadüf Blokları Deneme 298 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Desenine göre 4 tekerrürlü olarak kurulmuştur.Parsel boyu 10 m, sıra arası 70 cm ve 6 sıradır. Tablo 1. Deneme Yeri Toprağının Fiziksel ve Kimyasal Özellikleri Derinlik (cm) 0-30 30-60 60-90 Kireç (%) 7.24 7.01 7.45 Total tuz (%) 0.097 0.096 0.095 pH 7.4 7.6 7.7 Kil, % Kum,% O.M. % 20.21 24.02 1.04 21.23 23.56 1.01 21.15 20.12 1.00 3. Bulgular ve Tartışma Çeşitlerin Tane Verimi Tane verimi bakımından şeker mısır çeşitleri arasındaki farklılık 0.05 düzeyinde istatistiki olarak önemli bulunmuştur.Araştırma sonunda, en yüksek dane verimi 780.46 kg/da ile Vega çeşidinden, en düşük dane verimi ise 686.26 kg/da ile Sakarya kompozit çeşidinden elde edilmiştir. Merit çeşidi 741.6 kg/da ile ikinci sırada Jubilee 733.25 kg/da ile üçüncü Lincoln çeşidi ise 706.82 kg/da dördüncü sırada yer almıştır. İstatistiki bakımdan Vega çeşidi Merit çeşidi ile aynı grupta yer alımış ve istatistiksel olarak bir fark görülmez ikendiğer çeşitler arasında fark önemli olmuştur.Jubile çeşidi ab grubunda ve Vega, Merit ve Lincoln çeşitleri arasında yer almıştır.Lincoln çeşidi istatistiksel olarak b değeri ile ikinci grupta yer almış ve diğer çeşitler arasındaki fark önemli bulunmuştur. Samsun da yapılan çalışmalarda Merit çeşidinin kimyasal gübre kullanılmayan alanlarda en yüksek koçan veriminin 1255.8 kg/da, en düşük verimin ise 790.2 kg/da olduğu bildirilmiştir (Turgut, 1988). Bulgularımızda yaklaşık değerlere sahip olmuştur. Diyarbakırda yapılan bir araştırmada Tane Verimi bakımından Merit çeşidinden 913,3kg/da, Vega çeşidinden 733,2 kg/da, Jubile çeşidinden 743,0 kg/da ve Kompozit çeşitden ise 650,1 kg/da alındığı bildirilmiştir (Albayrak, 2013). Ekolojik koşullar arasında farklılıklar olmasına rağmen, yaptığımız araştırmada da Merit çeşididiğer çeşitlere göre daha yüksek verime değerlerine sahip olmuştur. Çalışmalarımızda tane verimi yönünden bu farklılıklar çeşitlerin farklı genotipik yapıya sahip olmaları ve çevre şartlarından farklı etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır.Tane verimi çeşidin genetik 299 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X özellikleri ile çevrenin etkisi altında bulunduğu birçok araştırıcı tarafından açıklanmıştır (Koçak, 1991; Öktem ve Öktem, 2006). Tablo 2. Çeşitlere Ait Tane Verimleri (kg da-1) Çeşitler Verim Vega 780.46 a Merit 741.36 ab Jubile 733.25 ab Lincoln 706.82 b Sakarya 686.26 c Çeşitlerin Besin İçerikleri Tablo 3.Çeşitlerinin Teknolojik Analiz Değerleri (%) Çeşitler lif Vega Merit Jubile Lincoln Sakarya Su 12.4 12,3 12,5 12,6 13,0 Protein Yağ Nişasta 10,4 10,3 10,6 10,7 11,2 4,4 4,1 4,2 4,4 4,6 71,3 70,6 70,7 71,1 72,3 şeker 2,1 2,1 2,2 2,0 2,3 8,1 8,4 8,0 8,0 8,2 Teknolojik analiz değerleri incelendiğinde protein, şeker, nişasta ve yağ oranı en yüksekolan çeşidin Sakarya kompozit çeşidi, en düşük protein, yağ ve nişasta oranları olan çeşidinise Merit çeşidi olduğu görülmektedir. Diğer çeşitler ise bu iki çeşit arasında yer almıştır. 300 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 4. Çeşitlerinin Vitamin ve Mineral İçerikleri (mg/100gr) Çeşitler Vega Merit Jubile Lincoln Sakarya A B C vitamini vitamini vitamini 5.8 1.4 5.1 5.1 1.7 5.4 5.0 1.3 5.7 5.4 1.6 6.7 5.6 1.5 6.8 Çinko (Zn) 0.62 0.41 0.43 0.50 0.46 Demir Magnezyum (Fe) (Mg) 0.43 34.00 0.46 29.80 0.51 35.70 0.42 31.00 0.52 37.00 Tablo 4 incelendiğinde vitamin A bakımından en yüksek değere 5.8mg ile Vega çeşidi, en düşük değere 5.0 mg ile Jubile çeşidi sahip olmuştur. 1.7 mg ile Merit çeşidi en yüksek, 1.3 mg ile ise Jubile çeşidi en düşük B vitaminine sahip olmuştur.Yine diğer çeşitler bu değerler arasında yer almıştır.C vitamin bakımından 6.8 mg ile Sakarya çeşidi ön plana çıkarken, en düşük değer 5.1 mg ile Vega çeşidinde tesbit edilmiştir. Mikro elementler bakımından incelendiğinde en yüksek magnezyum ve demir içeriğine Sakarya çeşidi sahip olmuştur. En yüksek çinko elementi 0.62 mg ile Vega çeşidinde bulunmuştur. Yapılan bir çalışmada, 100 gram taze mısır’da 9 gr protein, 1 gr şeker, 7 gr lif, 5 gr yağ, % 4 A vitamini, %1 kalsiyum ve % 15 demir olduğu bildirilmiştir (http://nutritiondata.self.com/facts/cereal-grains- andpasta/5687/2.2015. Yapılan diğer bir çalışmada, 100 gram mısır’da 3 gr protein, 3 gr şeker, 3 gr lif, 1 gr yağ, % 4 A vitamini ve % 3 demir olduğu bildirilmiştir (http://nutritiondata.self.com/facts/vegetables-and-vegetableducts/2415/2.2015. Yapılan diğer bir analizde 150 gram mısır’da 55.5gr magnezyum, % 1.2 demir, 150 gr fosfor, 6 μg A vitamin, 0.23 mg B1 ve 0.15 mg B2 vitamini ve olduğu bildirilmiştir (http://slism.com/calorie /106175.2015). Türkiye’de yaygın bir şekilde kullanılan mısır unlarının bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri belirlenmesi amacıyla yapılan bir çalışmada protein oranlarının % 4.9 -% 7.1 arasında, nişasta oranlarının % 68,6-75,5 arasında ve nem oranlarının ise %11,1-18,2 arasında değiştiği bildirilmiştir(Kilinççeker, ve Hepsağ, 2010). Mısır da bulunan bazı vitamin ve minerelllerin birçok faydalarının olduğu bilinmektedir.A Vitamini (retinol), bağışıklık sistemi, kemik gelişimi gibi pek çok fonksiyonda görev alan önemli bir vitamindir.A Vitamini, vücut dokularının ve cildin sağlıklı olmasını ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağladığı, sağlıklı bir kemik yapısı için de gerekli 301 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olduğu, Antioksidan olarak faaliyet yaparak hücreleri kansere ve diğer hastalıklara karşı koruduğu, yaşlanma sürecini yavaşlattığı, ayrıca, görme duyusu için de faydalı olduğu, özellikle, anne karnındaki bebeğin sağlıklı gelişimi için hamilelerin yeterli miktarda A vitamini alması gerektiği bildirilmiştir (http://tr.mydearbody.com/vitaminler/a-vitamini.html. 2015). B vitaminleri yağların hazmedilmesini kolaylaştırdığı için ishallerin oluşmasını engeller. Buna ek olarak sinirleri dinlendirir, cildi parlak, canlı ve diri tutar ve tırnakların kırılmamasının önüne geçer. B vitaminleri B-1, B-2,B-6 ve B-12 vitaminlerinin hepsine birden denir. Bu grup vitaminler İştah, sindirim ve sinir sistemi için çok gerekli ve hayati öneme sahiptir. B grubu vitaminleri; tahıllar, yağsız et, böbrek, yürek, beyin, karaciğer, yer fıstığı, tavuk, ceviz, yumurta, kepek ekmeği ve yağlı tohumlarda mevcuttur (http://www.formistan.com) .B vitami özellikle öğrenme ve hafıza gücü ve konsantrasyon için gerekli olduğu bildirilmiştir (http://www.beslenmedestegi.com/vitaminler/b-vitamini-faydalari.2015). C Vitamini (Askorbik Asit), bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, kemik ve dişlerin gelişimi gibi pek çok fonksiyonda görev alan önemli bir vitamindir. Vücutta kemiklerin, dişlerin, cildin ve eklemlerin gelişmesini ve güçlenmesini sağlar. Yaraları iyileştirir ve dokuları yeniler. Kanser ve kalp hastalıklarına karşı koruyucudur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Hastalıklara karşı direnci artırır. Enerji üretiminde ve strese karşı hormonların yapımında görevlidir. Özellikle çocuklar için büyümeye ve gelişmeye yardımcı olur. Kanı zehirlerden temizler. Tansiyonu düşürür. Kandaki şeker miktarını azaltır. Böbreküstü bezlerinin çalışmasını arttırarak erkeğin erkeklik gücünü sürdürmesini sağlamaktadır. Ayrıca hücrelerin korunması ve sağlıklı kalmasını sağladığı ve yetişkin bir insanın günlük ihtiyacının 40 mg olduğu bildirilmiştir (http://www. nhs. Uk/ Conditions/vitamins-minerals/Pages/Vitamin-C.aspx). Çinko, vücudumuzdaki birçok enzimin ve insülin hormonunun yapısında bulunan önemli bir mineraldir. Çinko vücudumuzda çoğunlukla iskelet kemikleri ve kaslarda bulunur. Bağırsaklardan emilmesi için pankreasın salgıladığı enzimlere ihtiyaç vardır. Çinko vücutta birçok enzimin yapısında bulunur ve ayrıca hücre zarında bulunarak hücreyi oksitleyici radikallerden korur. Çinko ayrıca RNA ve DNA’yı sabit hale getirir ve DNA’nın iyi çalışmasını sağlar. Prostat bezinin ve üreme organlarının iyi çalışması için yeteri kadarçinko alınması gerekir. Sperm hareketinin artmasında rolünün, kuvvetli bir antioksidan olduğu ve 302 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X vücudumuzda bakır-çinko süperoksitdismutaz (CuZnSOD) isimli anti oksidan bir enzimin yapısına girerek bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği bildirilmiştir (http://www.diyetdr.com). Demir, Tahıllar, pekmez, yumurta, fasulye, lahana, patates, pancar, badem, fındık, hurma ve kabak gibi besinlerde de bulunmaktadır (http://www.mailce.com). İnsan vücudu için önemi ve faydaları açısından vazgeçilmez bir mineraldir. B vitaminlerinin kullanımı, bakır ve kalsiyum emilimi, kanda oksijeni taşıyan kırmızı kan hücrelerinin ve çeşitli enzimlerin üretimi için gereklidir. Demir minerali, bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklardan korunmaya yardımcı olur. Vücut direncini arttıran demir yorgunluğa karşı etkilidir. Demir minerali vücudun büyümesine de yardım eder. Bu nedenle, özellikle gelişme çağındaki çocuklar için vücut ve beyin gelişimi açısından çok önemlidir. http://tr.mydearbody.com/mineraller/magnezyum-minerali.html 2015). Magnezyum, sinir sisteminin aşırı duyarlılığını azaltarak sakinleşmeye yardımcı olduğu için " Anti-stres Minerali " olarak da bilinir. Enzimlerin harekete geçirilmesi ve kandaki şekerin enerjiye dönüştürülmesinde rol alır. C vitamini, sodyum, potasyum, kalsiyum ve fosfor gibi vitamin ve minerallerin daha etkili kullanılması için de gereklidir. Ayrıca cildi düzgünleştirir, saçı güzelleştirir, tırnakları kuvvetlendirir. Sinir sistemi sağlığı, vücut ısısının dengede tutulması gibi pek çok fonksiyonda görev alan magnezyum, kemik ve diş gelişimi ve sağlığı açısından da gereklidir. Astım ve alerjik nezleyi hafiflemesi de Magnezyumun Faydaları arasındadır. Adet dönemi öncesi magnezyum takviyesi adet sancılarını azaltır. Gebelikte görülen kramplara karşı koruyucudur. (http://tr.mydearbody.com/mineraller/magnezyum). Sonuç Yapılan bu çalışma ile iyi tarım uygulamaları ve hatta organik tarım ile üretilecek mısırın bir bölgeyle sınırlı olmadığı, Ülkemiz genelinde uygulanabileceği ve konvansiyonel tarıma nisbeten verimi düşük olsa da kalite ve sağlık açısından daha yüksek düzeylerde olacağı ve kaliteli beslenme konusunda hem şimdiki hem de gelecek nesillere daha sağlıklı bir çevre ve daha iyi bir gelecek bırakmak adına çok büyük katkılarda bulunacaktır. Şeker (tatlı) mısırın vejetasyon süresi diğer mısır türlerine göre daha kısa olması bakımından, vitamin ve mineral deposu olması bakımında; farklı ekolojik şartlara göre değişmekle ile birlikte verim 303 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X açısından Iğdır İli için Vega çeşidi, besin elementi ve mineral bakımından ise bütün çeşitler yaklaşık aynı değerlere sahip olmasından dolayı tercih edilebilir. Kaynaklar Albayrak, Ö.,2013. Diyarbakir Koşullarina Uygun Şeker Mısır (Zea mays L. saccharata Sturt.) Çeşitlerinin Belirlenmesi. Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Anıl, H., 1999.Çarşamba Ovasında ŞekerMısırın Verim, Verim Unsurları ile Bazı Kalite Karakterlerine Şaşırtmanın ve Farklı Ekim Zamanlarının Etkisi. Yüksek LisansTezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 63 s., Samsun Elçi, S., Kolsarıcı, Ö. ve Geçit, H., 1987. (Tarla Bitkileri). A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayın No:100. Ankara Erdal., Ş. ve Pamukçu, M., 2005. Tatlı Mısır (Zea mays L. var. saccharata Sturt.). Derim, 22(2): 41-46. [http://nutritiondata.self.com/facts/vegetables-and-vegetable products/2415/2.2015]. [http://nutritiondata.self.com/facts/cereal-grains-and-pasta/5687/2.2015]. [http://slism.com/calorie/106175.2015]. [http://www.nhs.uk/Conditions/vitamins-minerals/Pages/Vitamin-C.aspx. 2015]. [http://tr.mydearbody.com/vitaminler/a-vitamini.html.2015]. [http://www.mailce.com/demir-mineralinin-onemi-ve-faydalari.2015]. [http: //www.diyetdr.com/Tr/content3.asp?m1.2015]. Kırtok, Y., 1998. Mısır Üretimi ve Kullanımı. Ç.Ü. Zir. Fak. Tarla Bitkileri Bölümü. Kocaoluk Basım veYayınevi, Tarsus. S:8-10. Kilinççeker, O., Hepsağ, F., 2010.Kaplama Malzemesi Olarak Mısır Unlarının Bazı Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi. Gıda Teknolojileri Elektronik Dergisi Cilt: 5, e-ISSN:1306-7648, No: 2, 2010 (20-27). Koçak, A.N., 1987. Mısırın İnsan Gıdası Olarak Önemi ve Gıda Endüstrisindeki Yeri.Türkiye’de Mısır Üretiminin Geliştirilmesi, Problemler ve Çözüm Yolları Sempozyumu. TARM, Ankara. Koçak, M., 1991.Samsun Ekolojik Şartlarında Bazı Şeker Mısır Çeşitlerinde Verim, Verim Öğeleri ve Bazı Kalite Özelliklerine Azotlu Gübrelemenin Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 72 sayfa, Samsun. 304 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Köycü, C., Yanıkoglu, S., 1987.Samsun Ekolojik Sartlarında Mısır (Zeamays L.) Çesit ve Ekim Zamanı Üzerinde Bir Arastırma, Türkiye’de Mısır Üretiminin Gelistirilmesi, Problemler ve Çözüm Yolları Sempozyumu, Ankara, 287-302, 23-26 Mart 1987. Okutan, M., 1992. Tokat Ekolojik Kosullarında II. Ürün Olarak Seker Mısır Yetistirme OlanaklarınınBelirlenmesi Üzerine Bir Arastırma. Yüksek. Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, s:48 Sivas. Öktem, A. ve Öktem, G.A., 2006.Bazı Şeker Mısır Genotiplerinin (Zea mays L. var. saccharata Sturt) Harran Ovası Koşullarında Verim Karakteristiklerinin Belirlenmesi. Uludağ Üniv. Zir. Fak. Derg., 20 (1):33-46. Pierce, C.L., 1987. Vegetable Characteristics, Production and Marketing. Newyork, pp:167-175. Sezer, İ ve Köycü, C., 1995. Samsun İlinde Ana ve İkinci Ürün Olarak Şeker Mısır Yetiştirme ve Değerlendirilmesi. Karadeniz Bölgesi Tarımının Geliştirilmesinde Yeni Teknikler Kongresi, O.M.Ü. Zir. Fak.,19-11 Ocak 1995, Samsun. Turgut, İ., 1988.Bursa Kosullarında Yetistirilen Seker Mısırında (Zea mays saccharata Sturt.) Bitki Sıklığının ve Azot Dozlarının Taze Koçan Verimi ile Verim Öğeleri Üzerine Etkisi Türk J Agric. For 24 (2000) 341–347 TÜBİTAK Turgut, İ., 2000. Bursa Kosullarında Yetistirilen Seker Mısırında (Zeamays L. var. saccharata Sturt.) Çesitlerinin Taze Koçan Verimi ile Verim Ögeleri Üzerine Etkileri. Turk.J. Agric For., 24:341. 305 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X The Effects of Application Different Organic and Inorganic Materials As Fertilizer On Growth and Nutrient Uptake of Clover Plant Ahmet Demirbas1, Cağdas Akpınar2, Tolga Karakoy1 E. Serap Kızıl Aydemir3, Zulkuf Kaya4 1 Department of Crop and Animal Production, Vocational School of Sivas, University of Cumhuriyet, Sivas 2 Department of Organic Farming Management, Kadirli School of Applied Sciences, University of Osmaniye Korkut Ata, Osmaniye 3 Department of Field Crops, Bilecik Şeyh Edebali University, Bilecik 4 Department of Soil Science and Plant Nutrition, Faculty of Agriculture, University of Cukurova, Adana, E-posta: ademirbas@cumhuriyet.edu.tr Abstract: The aim of this study was to investigate the effect of mycorrhizae, compost and different inorganic materials on growth and nutrient uptake of clover plant. The experiment was carried out in greenhouse at University of Cukurova, Faculty of Agriculture, Department of Soil Science and Plant Nutrition. In the experiment compost, ground basalt, sphalerit, sulphur and their combinations were used as fertilizer and compared with chemical fertilizers. The experiment was set up mycorrhizae and non-mycorrhizae and was arranged in a randomized complete block design in three replications. The experiment treatments were 0)Control, 1)180 g basalt pot-1, 2)180 g basalt pot1 +compost, 3)0.56 g sphalerit pot-1, 4)0.56 g sphalerit pot-1+compost, 5)0.67 g S pot-1, 6)0.67 g S pot-1+compost, 7)180 g basalt+0.56 g sphalerit pot-1, 8)180 g basalt+0.56 g sphalerit pot-1+compost, 9)180 g basalt+0.67 g S pot-1, 10)180 g basalt+0.67 g S pot-1+compost, 11)0.56 g sphalerit+0,67 g S pot-1, 12)0.56 g sphalerit+0,67 g S pot-1+compost, 13)180 g basalt+0.67 g S+0.56 g sphalerit pot-1, 14)180 g basalt+0.67 g S+0.56 g sphalerit pot-1+compost, 15)Compost, 16)Chemical fertilization (for every pot 0.5 g N, 1 g K (K2SO4), 0.4 g P (TSP), 22.5 mg Zn (ZnSO4) and 90 mg Fe (Fe-EDDHA) were applied). According to the results, compost, ground basalt, sphalerit, sulphur and their combinations increased plant dry matter production and nutrient uptake of clover plant which inoculated mycorrhizae when compared with control. Also 306 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X important increase was determined in the phosphorus content of clover plant. Especially the mycorrhizae application showed significant differences from other applications in terms of plant growth and nutrient uptake. Key words: Organic and inorganic materials, mycorrhizae, clover 1. Introduction The damages on human and health of society of the negative effects of chemicals -being used in agricultural production (such as medicine, fertilizers)- had increasingly started to make itself felt. While increase of yield is being ensured on one hand, the ecologic balance in production had been disrupted, the good agricultural lands had been lost and the live part of soil had died on the other hand. The recovery of these substances lost by soil had started to become too expensive, and sometimes it had became impossible. In recent years, the insensible use of either agricultural medicines or chemical fertilizers had caused the arise of poor quality products that will threat human health besides the increase in production. The phosphor and nitrate -that penetrate to depths of soil- is reaching to fresh water resources, and that is causing significant problems in respect of lives of human, domestic animals and wide life. The researches performed had indicated that the use of mineral fertilizers is clearly increasing yield, but causing decrease of the product’s quality, decrease in the resistance of culture plants against diseases and pests in weak soil and use of pesticides increasingly, and that it is being entered to an insensible period in plant production by the use of more fertilizers and medicines in years (Colak, 1994). Today, as the sources of fertilizer are limited and expensive, the use of sources of natural fertilizers –that is effective in the intake of nutrients by the plants- is being deemed possible for both plant production and clean environment. In the system developed under the name of organic agriculture at most of the developed countries, the use of natural resources as far as possible in agricultural production is being brought to the forefront. Today, many western countries are applying alternative agricultural techniques –that have mechanisms to also protect the natureinstead of conventional classic agricultural techniques (Ortas, 1997). 307 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organic agriculture, that intends to cultivate soil and grow crops by keeping the soil live and healthy, may be an alternative to the current agricultural system which depends only on chemicals (Dahama, 1996). Recently, there is an increasing interest for the use of organic fertilizers –as source of nutrient at agricultural fields- as inorganic fertilizers are costly, as they have negative effects on the structure of soil, health of human and environment, and as they contaminate the underground waters under intensive agricultural conditions (Kang and Juo, 1980; Ayoola and Adeniyan, 2006; Khan et al., 2008). Organic materials are secure and environment friendly nutrients, they increase the yield of soil, prevent the potential environmental problems due to excess use of inorganic fertilizers, and provide macro and micro nutrients by creating a positive residual effect -for the product to be grown next- in case of implementation of suitable administration techniques (Edwards and Daniel, 1992; Eghball et al., 2004; Hirzel and Walter, 2008). In addition, organic fertilizers don’t release the nutrients as fast as the mineral fertilizers, and thus when compared with the plants fertilized by readily useful microelements, the plants fertilized by organic fertilizers generally grow more slowly. The consumers accept that organic products are generally more tasteful and healthy compared to conventional products (Ekelund and Tjarnemo, 2004). But, in respect of the grower, generally the low level of yield in organic plant production compared to conventional production is being assessed as a disadvantage (Mader et al., 2002; Dumas et al., 2003). Another difficulty is inability to obtain the nutrients from organic fertilizers in a timely manner and at sufficient degree (Bath, 2000; Kirchmann et al., 2002; Gunnarsson, 2003). Arbuscular mycorrhizal fungi (AM) is related with the roots of about 80% of all the land plant species, and it has a wide ecological field from humid areas to arid area, from poles to tropical areas (Schübler et al. 2001). The plants benefit highly from the nutrients due to AM fungi as especially phosphorus being ahead, and it increases the tolerance of the plant against draught stress and some pathogens (Koide and Mosse, 2004). Moreover, it plays an important role in the formation of soil’s aggregates, and contributes significantly to the productivity and quality of soil (Wright and Upadhyaya, 1998). In this study, it was intended to determine the effects of mycorrhizae, compost and different inorganic materials –that play a 308 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X natural and effective role- on the nutrient intake and growth of clover plant. 2. Materials and Method Material In the research, Karaburun series soil (Typic Xerorthent) being available at the land of University of Cukurova, Faculty of Agriculture Research and Implementation Farm was used. The soil was taken from a depth of 0-20 cm, and its analyses were made as per Page et al. (1982) and are provided in Table 1. Prior to testing, the soil was sterilized for 2 hours at 120 0C within autoclave. The sterilized soil was stored in polyethylene bags -until being used in pot test (for about 3 weeks)- in order to give chance for growth of natural microorganism population. Sphalerit used in the research was obtained from a zinc mine around the province of Kayseri, county of Develi (16% Zn), and as being sieved with a size of <1 mm, it was used as being calculated over 40 kg Zn ha -1. And as sulphur, powder form sulphur being sold in market was used. Basaltic tuff used as material in this research was obtained from basaltic tuff beds at Delihalil and Uctepeler located in between the provinces of Adana-Osmaniye, and it was used as to be 4% of soil as being sieved in the size of sand (<1 mm). The average values of some elements in the basalt rock as per Manson (1967) and Carroll (1970) are given in Table 2. As compost, the compost -formed at the research land of University of Cukurova Faculty of Agriculture Department of Soil Science and Plant Nutrition- was used as being calculated over 5 ton/da, and some of its properties are given in Table 3. Clover plant was used as test plant. In the research, G. etinicatinum was used as mycorrhizae species, and it was applied as to have 1000 spore pot-1. The mycorrhizae was applied about 50 mm below the seeds. 309 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Table 1. Some physical and chemical properties of soil used in the research P2O5 Structur e K2O Org. Mad. pH CaCO3 (kg ha-1) CL 18.7 Tuz Fe (%) 1.3 7.63 17.5 Mn Cu (mg kg-1) (%) 620.0 Zn 0.025 6.02 0.21 2.11 0.53 Table 2. Average values of some elements being available in the basaltic tuff used in the research P2O5 K2O S MgO CaO SiO2 Al2O3 Zn Cu Ni Se Co Sr Ba (%) (mg kg-1) 0.56 2.1 0.35 9.5 10.0 42.0 13.0 200.0 60.0 70.0 40.0 50.0 50.0 75.0 Table 3. Properties of compost used in the research Organic substance N 3.3 1.26 P (%) 0.16 K pH 1.1 7.4 Plant Analyses The stems and roots of the plants were dried for 48 hours at 65-75 C, and then their dry substance weights were determined, and some part of them was grinded at agate mill for analysis. For the analysis of phosphor (P), potassium (K) and micronutrient elements (Fe, Cu, Zn, Mn); 0.2 g was taken from the grinded plant samples, and it was burned for 5 hours at 550 0C in muffule furnace by the implementation of dry burning method. 2 ml from 1/3 HCL solution was put on the burned samples, and its top was completed with pure water, and the samples was drained to 20 ml containers by filter paper. 0.5 ml was taken from each sample through micro pipette, and it was completed to 10 ml by pure water, and then the samples -that were dyed as per the method of Murphy and Riley (1962), were read at spectrophotometer at a wavelength of 882 nm, and their phosphor content was determined. 0 310 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X In the extraction solution obtained by dry burning method, K, Zn, Fe, Cu and Mn concentrations were determined by the help of atomic absorption (Kacar, 1972). Pot Tests The test was carried out under greenhouse conditions in plastic pots with a capacity of 5 kg. 4,5 kg soil was used in each pot. The test was formed with and without mycorrhizae. The variants of the test had been as follows: 0)Control, 1)180 g basalt pot-1, 2)180 g basalt/pot + compost, 3)0.56 g sphalerit pot-1, 4)0.56 g sphalerit/pot + compost, 5)0.67 g S pot-1, 6)0.67 g S/pot + compost, 7)180 g basalt + 0.56 g sphalerit pot -1, 8)180 g basalt + 0.56 g sphalerit pot-1+ compost, 9)180 g basalt + 0.67 g S pot-1, 10)180 g basalt + 0.67 g S pot-1+ compost, 11)0.56 g sphalerit+0.67 g S pot-1, 12)0.56 g sphalerit + 0.67 g S pot-1 + compost, 13)180 g basalt + 0.67 g S+0.56 g sphalerit pot-1, 14)180 g basalt + 0.67 g S + 0.56 g sphalerit pot-1+ compost, 15)Compost, 16)Chemical fertilization (for every pot 0.5 g N, 1 g K (K2SO4), 0.4 g P (TSP), 22.5 mg Zn (ZnSO4) and 90 mg Fe (Fe-EDDHA) were applied). The plants were harvested from the soil surface in the flowering/earing phase, and their dry matter yields and P, K, Fe, Mn, Zn and Cu contents were determined. Statistical Analyses For the statistical analysis of the findings of research and of all measured variables, SPSS 13.0 for Windows packaged software was used. The differences among the averages were determined by Tukey test. 3. Results and Discussion 3.1. The effects of the applications on the shoot dry matter production 311 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Table 1. The effects of various organic and inorganic materials on shoot dry matter production of clover plant (g plant-1) Shoot dry weight (g plant-1) Applications (-) Mycorrhizae (+) Mycorrhizae 0 7.10 ±0.07 b 4.82 ±0.73 f 1 6.57 ±1.49 bc 5.09 ±0.48 ef 2 9.68 ±1.70 a 6.58 ±0.25 de 3 5.05 ±1.06 cd 9.21 ±0.88 bc 4 4.45 ±0.76 de 4.88 ±0.78 ef 5 0.97 ±0.22 gh 8.32 ±0.57 bc 6 2.46 ±0.64 ef 9.44 ±0.28 b 7 0.54 ±0.05 h 8.23 ±1.56 b-d 8 3.62 ±0.98 d-f 7.67 ±1.04 cd 9 0.85 ±0.13 gh 5.26 ±0.11 ef 10 1.36 ±0.11 gh 5.62 ±1.27 ef 11 1.15 ±0.18 gh 9.58 ±0.22 b 12 3.06 ±1.31 ef 12.60 ±1.35 a 13 0,47 ±0.12 h 5.33 ±0.06 ef 14 0.58 ±0.08 h 8.35 ±0.61 bc 15 1.14 ±0.71 gh 16 3.98 ±0.10 d-f P<0.05 312 11.34 ±0.86 a 7.55 ±0.33 cd Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X When the findings of the research were examined in respect of shoot dry matter production of clover plant, it was observed that the 180 g basalt pot-1+compost applications had provided the highest dry matter production in clover plants which were not inoculated with mycorrhizae (9.68 g plant-1). It was determined that the control application had followed the aforementioned one by 7.10 g plant-1 dry matter production, and that the other applications were not statistically significant. And in the clover plant inoculated with mycorrhizae, it was determined that the highest dry matter production occurred in the application of 0.56 g sphalerit + 0.67 g S pot-1+ compost by a dry matter production of 12.60 g plant-1. All applications -on the clover plant inoculated with mycorrhizaehad significantly increased the shoot dry matter production of clover plant compared to control application (Table 1). 3.2. Effects of the applications on the nutrient content When P content of clover plant is examined, the application of .56 g sphalerit pot-1and 180 g basalt pot-1had significantly increased the P content compared to control in ones not inoculated with mycorrhizae. These applications had provided the P content of 0.237% and 0.232% respectively. And the other applications are not statistically significant compared to control (Table 2). When the P content of clover plant inoculated with mycorrhizae was examined, it was determined that the applications generally increased the P content of the plant compared to control. Among these applications, the 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot1 +compost application had been the one which had increased the content of the clover plant the most by 0.266% P. 0.67 g S pot-1+compost application by 0.252% P content follows the above one. In a similar study of Demirbas (2005), it was determined that application of basalt+sulphur significantly increases the P content of clover plant, and application of sphalerit significantly increases the P content of wheat. When the findings of the research are examined in respect of K content, results similar to the results of P are being observed. In the clover plant inoculated with mycorrhizae, the 180 g basalt pot-1application had been the one that increased the K content of the plant the most by 5.03% K. And the other applications had not made a positive effect on the K content of clover plant not inoculated with mycorrhizae. And in the clover plant inoculated with mycorrhizae, it was determined that 180 g bazalt 313 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X pot-1+0.67 g S pot-1+compost application was the one which had increased the K content of plant the most by 5.85% K. Table 2. Effects of various organic and inorganic materials on the P and K content of clover plant (%) P (%) Appl. (-) Mycorrhizae K (%) (+) Mycorrhizae (-) Mycorrhizae (+) Mycorrhizae 0 0.190 ±0.00 a-c 0.165 ±0.00 h 4.89 ±0.14 ab 4.55 ±0.04 ef 1 0.232 ±0.01 a 0.200 ±0.01 fg 5.03 ±0.07 a 3.97 ±0.00 g 2 0.208 ±0.11 ab 0.213 ±0.02 d-g 4.52 ±0.08 ab 5.44 ±0.21 a-c 3 0.237 ±0.00 a 0.155 ±0.02 h 4.72 ±0.29 ab 3.75 ±0.54 g 4 0.113 ±0.01 d-f 0.218 ±0.01 c-f 2.94 ±0.44 d 5.27 ±0.34 b-d 5 0.149 ±0.02 b-d 0.192 ±0.00 g 1.17 ±0.03 g 4.84 ±0.21 d-f 6 0.143 ±0.05 c-e 0.252 ±0.00 ab 4.41 ±0.56 b 5.43 ±0.47 bc 7 0.077 ±0.01 ef 0.206 ±0.00 e-g 1.49 ±0.23 fg 4.60 ±0.22 ef 8 0.107 ±0.00 d-f 0.236 ±0.01 b-d 4.67 ±0.14 ab 5.22 ±0.08 b-d 9 0.115 ±0.00 d-f 0.216 ±0.01 c-g 4.81 ±0.17 ab 5.64 ±0.29 ab 10 0.108 ±0.01 d-f 0.236 ±0.01 b-d 2.55 ±0.19 de 5.85 ±0.01 a 11 0.090 ±0.01 d-f 0.158 ±0.01 h 2.01 ±0.00 ef 4.28 ±0.11 fg 12 0.139 ±0.01 c-f 0.266 ±0.00 a 3.03 ±0.18 cd 5.04 ±0.11 c-e 13 0.078 ±0.00 ef 0.164 ±0.02 h 1.99 ±0.52 ef 4.60 ±0.30 ef 14 0.134 ±0.00 c-f 0.230 ±0.00 b-e 2.13 ±0.48 e 5.22 ±0.08 b-d 15 0.090 ±0.00 d-f 0.212 ±0.01 d-g 2.87 ±0.01 d 4.62 ±0.00 ef 16 0.076 ±0.00 f 0.239 ±0.02 bc 3.60 ±0.08 c 5.06 ±0.41 c-e P<0.05 314 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X When Table 3 is examined, it is being observed that the 180 g basalt pot-1+ 0.56 g sphalerit pot-1application is the one that had increased the Fe content of clover plant inoculated with mycorrhizae the most by 204.7 mg kg-1. Statistically, 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot-1and 180 g basalt pot-1+0.67 g S pot-1+0.56 g sphalerit pot-1applications follow the above one by 135.2 mg Fe kg-1 and 134.2 mg Fe kg-1 Fe respectively. And when the Fe content of clover plant inoculated with mycorrhizae is examined, 180 g basalt pot-1+0.67 g S pot-1+compost application was found as the one which had increased the Fe content of the plant the most by 101.2 mg Fe kg-1. When the effects of materials used in the research on the Zn content of clover plant are examined, it was determined that the chemical fertilizer application had been the one that increased the Zn content of the clover plant -inoculated and not inoculated with mycorrhizae- the most by 172.07 mg Zn kg-1 Zn and 146.8 mg Zn kg-1 respectively. It was determined that the organic and inorganic materials applied to clover plant doesn’t effect the Zn content of the plant compared to chemical fertilization. And when the effects of materials used in the test on the Mn content of the clover plant is examined, it was determined that 180 g basalt pot-1+0.67 g S pot-1+0.56 g sphalerit pot-1+compost and compost applications were the most significant ones increasing the Mn content of the clover plant not inoculated with mycorrhizae by 178.9 mg Mn kg-1 and 167 mg Mn kg-1 respectively. And in the clover plant not inoculated with mycorrhizae, 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot-1+compost application had been the one which had increased the Mn content of the plant the most by 156.3 mg Mn kg-1 (Table 4). And in the Cu content of clover plant not inoculated with mycorrhizae, it was determined that 0.56 g sphalerit pot-1application was the one that had increased the Cu content of the plant the most by 21.9 mg Cu kg-1. And in the clover plant inoculated with mycorrhizae, statistically the 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot-1+compost and 0.56 g sphalerit pot1 applications were found as the ones increasing the Cu content of the plant the most by 18.7 mg Cu kg-1and 18.6 mg Cu kg-1respectively. 315 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Table 3. Effects of various organic and inorganic materials on the Fe and Zn intake of clover plant (mg kg-1) Fe (mg kg-1) Appl. (-)Mycorrhizae 0 Zn (mg kg-1) (+)Mycorrhizae (-)Mycorrhizae (+)Mycorrhizae 73.6 ±13.2 c 68.5 ±3.5 h 24.14 ±1.36 ef 39.4 ±1.4 g 1 98.9 ±2.4 bc 87.1 ±0.9 b-f 31.28 ±3.14 b-e 51.2 ±0.7 d-f 2 91.1 ±2.8 bc 99.0 ±3.5 ab 28.08 ±1.45 b-e 53.4 ±2.0 de 3 112.6 ±5.3 bc 83.7 ±10.6 c-g 32.77 ±3.17 b-d 46.2 ±2.4 e-g 4 66.1 ±10.3 bc 74.7 ±2.1 f-h 26.11 ±2.88 de 57.1 ±0.4 d 5 118.0 ±41.2 bc 79.0 ±3.0 d-h 25.57 ±1.33 de 51.4 ±1.0 d-f 6 77.6 ±0.8 bc 91.5 ±2.3 a-d 26.34 ±3.30 c-e 44.8 ±5.3 fg 7 204.7 ±89.3 a 95.2 ±16.9 a-c 27.41 ±0.22 b-e 55.6 ±2.6 d 8 99.6 ±16.1 bc 81.8 ±2.9 c-h 34.86 ±1.17 b 67.4 ±3.5 c 9 130.3 ±15.9 bc 87.4 ±6.6 b-f 31.35 ±1.11 b-e 52.7 ±0.6 d-f 10 107.9 ±2.7 bc 29.49 ±2.73 b-e 55.5 ±0.2 d 11 135.2 ±15.6 b 78.3 ±6.9 d-h 30.21 ±1.15 b-e 54.5 ±7.6 d 90.5 ±4.7 a-e 34,22 ±3.78 bc 75.7 ±1.1 b 12 93.9 ±9.6 bc 101.2 ±8.1 a 13 134.2 ±27.7 b 93.3 ±3.0 a-c 26.59 ±2.43 c-e 51.4 ±1.8 d-f 14 128.1 ±61.2 bc 77.8 ±1.4 e-h 32.38 ±2.53 b-d 46.2 ±2.5 e-g 15 87.3 ±0.0 bc 73.6 ±1.5 gh 16.45 ±1.44 f 55.3 ±0.4 d 16 94.9 ±12.9 bc 98.6 ±4.3 ab 172.07 ±12.49 a 146.8 ±10.1 a P<0.05 316 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Table 4. Effects of various organic and inorganic materials on the Mn and Cu intake of clover plant (mg kg-1) Mn (mg kg-1) Cu (mg kg-1) Appl. (-) Mycorrhizae (+) Mycorrhizae (-) Mycorrhizae 0 69.4 ±6.1 hi 88.8 ±1.7 f-i 15.4 ±1.2 c-e 14.7 ± 3.1 bc 1 48.0 ±4.9 i 82.9 ±3.3 g-i 19.6 ±0.7 ab 16.8 ±1.5 a-c 2 50.6 ±3.3 i 11.7 ±0.4 f 15.6 ±1.5 a-c 3 74.0 ±3.8 g-i 21.9 ±0.2 a 18.6 ±1.4 a 4 93.3 ±4.0 d-h 17.6 ±1.1 bc 14.5 ±2.8 bc 5 91.0 ±29.5 e-h 19.5 ±2.1 ab 16.2 ±1.1a-c 120.3 ±1.7 c 93.7 ±3.5 e-g 119.0 ±0.1 cd 91.5 ±13.5 e-h (+) Mycorrhizae 6 128.5 ±22.1 b 144.0 ±16.5 ab 17.6 ±0.3 bc 14.4 ±1.1 b-c 7 125.9 ±14.8 bc 79.0 ±0.8 hi 13.7 ±0.1 d-f 14.2 ±0.8 c 8 105.9 ±7.0 b-f 94.0 ±0.6 e-g 17.4 ±0.4 bc 15.5 ±0.3 a-c 9 85.5 ±10.0 f-h 74.7 ±0.5 i 17.8 ±0.4 bc 16.5 ±0.1 a-c 10 120.3 ±2.3 b-d 80.9 ±4.5 g-i 15.5 ±3.7 c-e 14.9 ±1.1 bc 11 108.0 ±7.3 b-f 89.7 ±0.8f-h 17.5 ±0.6 bc 13.9 ±2.3 c 12 121.5 ±24.3 bc 156.3 ±0.8 a 19.8 ±4.7 ab 18.7 ±3.0 a 13 100.3 ±11.0 c-g 105.4 ±13.8 de 12.5 ±0.1 ef 17.8 ±0.8 ab 14 178.9 ±14.4 a 105.3 ±2.4 de 16.8 ±0.8 b-d 14.6 ±0.6 bc 15 167.0 ±7.3 a 100.1 ±3.3 ef 13.0 ±0.6 ef 16.5 ±0.8 a-c 16 116.9 ±4.6 b-e 132.4 ±4.8 bc 11.2 ±0.1 f 16.6 ±0.7 a-c P<0.05 317 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 4. Conclusion According to the findings of the research, it was determined that the applied materials significantly increased the dry matter production of the clover plant not inoculated with mycorrhizae compared to the clover plant inoculated with mycorrhizae. It is being thought that this condition arises from the fact that the organic and inorganic materials applied to pots were being made more effective by mycorrhizae, and thus shoot dry matter productions of clover plant inoculated with mycorrhizae had increased. Moreover, in the study it was determined that the organic and inorganic materials significantly increase the % P content of clover plant especially when applied along with mycorrhizae. Demir and Onogur (2001) specify that mycorrhizae absorbs the nutrients –that the plant will not be able to use, whose solubility are low or insufficient- and especially phosphorus, and brings them in the plant. Also in the similar studies performed, the constribution of the mycorrhizae fungi in the intake of nutrients and especially of P had been proven under controlled conditions and land tests (Kothari et al., 1991; Ortaş et al., 1996; Hooker and Atkinson, 1996). The findings of the research indicate that organic and inorganic materials –being cheaper compared to chemical fertilizer- can be used in plant production. Moreover, as the result of the study, it was determined that the effects of these materials increase more when applied along with mycorrhizae which is a natural source. Acknowledgements We present our acknowledgements to Prof.Dr. Ibrahim Ortas for his contributions in this study which was carried out at Cukurova University. Kaynaklar Ayoola, O.T. and Adeniyan, O.N. 2006. Influence of poultry manure and NPK fertilizer on yield and yield components of crops under different cropping systems in south west Nigeria. African J. of Biotech 5: 1386-1392. 318 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Båth, B. 2000. Matching the availability of N mineralisation from greenmanure crops with the N-demand of field vegetables. PhD Thesis, Swedish University of Agricultural Sciences, Uppsala,Sweden. Carroll, D. 1970. Clay Minerals: A Guide to Their X-ray Identification.Geol.Soc. Amer. Spec. Pub. 126. Colak, A.K., 1994. Medicine-Free and Mineral Fertilizer Agriculture. Notes of Kahramanmaras Farmers’ Conferences. Dahama, A. K., 1996. Organic farming: an overwiev. In: Dahama, A. K. (Ed.), Organic Farming for Sustinable Agriculture. Agro Botanical Publishers, India (Chapter I). Demir, S. and Onogur, E. 2001. Importance of Formation in Plants of Vesicular-Arbuscular Mycorrhizae Regarding Nutrition and Protection of Plant Demirbas, A. 2005. Opportunities of Using Organic and Inorganic Materials in Increasing the Productivity of Soil Subjected to Erosion. Post Graduate Tesis. 84 p.Adana. Dumas, Y., Dadomo, M., Di Lucca, G. and Grolier, P. 2003. Effects of environmental factors and agricultural techniques on antioxidant content of tomatoes. J. Sci. Food Agric. 83, 369–382. Edwards, D.R. and Daniel, T.C. 1992. Environmental impacts of on farm poultry waste disposal - A review. Bioresour Technol 33: 9–33. Eghball, B., Ginting, D. and Gilley, J.E. 2004. Residual effects of manure and compost applications on corn production and soil properties. Agron J 96: 442–447. Ekelund, L. and Tjärnemo, H. 2004. Consumer preferences for organic vegetables – the case of Sweden. Acta Hort. 655, 121–128. Gunnarsson, S. 2003. Optimisation of N release – Influence of plant material chemical composition on C and N mineralisation. PhD Thesis, Swedish University of Agricultural Sciences, Uppsala,Sweden. Hirzel, J. and Walter., I. 2008. Availability of nitrogen, phosphorus and potassium from poultry litter and conventional fertilizers in a volcanic soil cultivated with silage corn. Chilean J of Agric Res 68: 264-273. Hooker, J.E. and Atkinson, D. 1996. Arbuscular mycorrhizal fungiinduced alteration to tree-root architecture and longevite. P. Z. Pflanzenernahr. Bodenk.. 159. 229-234. Kacar, B.1972. Chemical Analyses of Plant and Soil II, Plant Analyses, Ankara. 319 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kang, B.T. and Juo, A.S.R. 1980. Management of low activity clay soils in Cavenness F. Tropical Root crops: Research Strategies for the 1980s Ottawa, Ontario, IDRC 129-133. Khan, H.Z, Malik, M.A. and Saleem, M.F. 2008. Effect of rate and source of organic material on the production potential of spring maize (Zea mays L.). Pak J Agric. Sci 45: 2008. Kirchmann, H., Johnston, A.E.J. and Bergström, L. F. 2002. Possibilities for reducing nitrate leaching from agricultural land. Ambio 31, 404–408. Koide, R. T. and Mosse, B. 2004. A history of research on arbuscular mycorrhiza. Mycorrhiza. 14: 145–163. Kothari, S.K., Marschner, H. and Romheld, V. 1991. Contribution of the VA mycorrhizal hyphae in acquisition of phosphorus and zinc by maize growth in a calcareous soil. Plant and Soil. 131, 177-185. Mäder, P., Fliessbach, A., Dubois, D., Gunst, L., Fried, P. and Niggli, U. 2002. Soil fertility and biodiversity in organic farming. Science 296, 1694–1697. Manson, V. 1967. Geochemistry of Basaltic Rocks: Major Elements, Edited by:H.H. Hess. Vol:1, Interscience pub. London. 215-271. Murphy, Y. and Riley, J.P. 1962. A Modified Single Solution Method For Determination of Ohosphate in Natural Waters. Analytica Chimica Acta, 27:31-36. Ortas, I. 1997 What is mycorrhizae? Magazine of TUBITAK: February 1997, No 351. Ankara. Ortas, I., Harris, P.J. and Rowell, D.L. 1996. Enhanced uptake of phosphorus by mycorrhizal sourghum plants as influenced by forms of nitrogen. Plant and Soil. 184: 255-264. Page, A.L., Miller, R.H. and Keeney, D.R. (Eds.), 1982. In: Methods of Soil Analysis. Part 2. Chemical and Microbiological Properties, 2nd ed. Agron. Monogr. 9. ASA–SSA, Madison, USA. Schüßler, A., Schwarzott, D. and Walker, C. 2001. A new fungal phylum, the Glomeromycota: phylogeny and evolution. Mycol. Res. 105: 1413–1421. Wright, S.F. and Upadhyaya, A. 1998. A survey of soils for aggregate stability and glomalin, a glycoprotein produced by hyphae of arbuscular mycorrhizal fungi. Plant Soil. 198: 97-107. 320 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kahramanmaraş İli Bağ Alanlarında Biyoteknik Mücadele Uygulamaları M. Murat Aslan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Avşar Kampüsü, Kahramanmaraş E-posta: aslan@ksu.edu.tr Özet: Bu çalışma 2013 yılında salkım güvesi (Lobesia botrana Den. et Schiff.)’ne karşı çiftleşmeyi engelleme yöntemi (ÇE), İsonet-L yayıcıları kullanılarak Kahramanmaraş-Bertiz ilçesinde 1.2 ha’lık Kabarcık üzüm bağında yürütülmüştür. Yaklaşık 1.1 ha’lık Kabarcık bağ alanı ise kontrol alanı (KA) olarak insektisitlerle korunmuştur. 2013 yılında ÇE bağında L. botrana’ nın vuruk sayıları sırasıyla 1. dölünde % 7, 2. dölünde % 4 ve 3. dölünde % 5 olmuştur. 1. ve 3. döllerine karşı 2 kez Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki kullanılmıştır. KA bağında 8 kez insektisit kullanılmasına rağmen vuruk sayıları, 1. dölünde % 20, 2. dölünde % 18, 3. dölünde ise % 3 olmuştur. Sonuç olarak bu çalışmada çiftleşmeyi engelleme tekniğinin Lobesia botrana’ya karşı büyük ölçüde önerilebileceği, eğer vuruk sayısı ekonomik zarar eşiğinin üzerine çıktığında bakteriyel bir preparat olan Basillus thurigensis ssp. kurstaki gibi bir insektisitle desteklenmelidir. Anahtar kelimeler: Çiftleşmeyi engelleme, Isonet-L yayıcısı, Bağ, Salkım güvesi, Bacillus thuringiensis ssp kurstaki. Biotechnical Control Applications in Kahramanmaras Vineyard Area, Turkey Abstract: This study was conducted in Bertiz District, Kahramamaras province in 2013 to test efficacy of mating disruption technique with Isonet-L dispensers against the european grapevine moth (Lobesia botrana Den. et Schiff.) in a vineyard of the variety ‘Kabarcık’ of about 1,2 ha. Control plots (about 1,1 ha of the variety ‘Kabarcık’) was ptotected by insecticides. The infestation rates were found as 7, 4 and 5 % 321 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X for the 1st, 2nd and 3rd generations respectively in 2013. Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki were used two times against it’s 1st and 3st generation in the plots with mating disruption treatment. The corresponding levels of infestation rates of 20, 18 and 3 % for the 1st, 2nd and 3rd generations respectively in the control area where chemical insecticides were used 8 times. In conclusion, this study suggests that mating disruption technique can be used against L. botrana on a large scale, unless it should be supported by a bacterial preparations as Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki as infestation rate exceeds the economical threshold levels. Key words: Mating Disruption, Dispensers Isonet-L, Grape, Lobesia botrana, Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki. 1. Giriş Ülkemizde toplam tarım alanlarımızın % 2,7’sinde bağcılık yapılmakta olup, bu oran tüm bahçe bitkileri tarımına ayrılan alanın % 20,9’udur. Toplam bağ alanı (520.000 ha) bakımından dünya ülkeleri arasında 4. ve yaş üzüm üretimi (3.500.000 ton) bakımından da 5. sırada bulunan ülkemiz bağcılığı, birinci derecede çekirdekli ve çekirdeksiz kuru üzüm, ikinci derecede de sofralık üzüm üretimi ile tanınmaktadır (FAO, 2013). Kahramanmaraş ili bağcılık açısından 2013 yılı TUİK verilerine göre 332.673 da bağ alanı ve 215.249 bin ton üzüm üretimi ile bulunduğu bölgede önemli bir yer tutmaktadır. Kahramanmaraş ilimize özgü ve daha çok Bertiz yöresinde yetiştirilen Kabarcık üzümü Hititler’den günümüze kadar gelen bir üzüm çeşididir. Kahramanmaraş ili bağlarında zararlılar ve hastalıklar yönünden önemli sorunlar olduğu bilinmektedir. Bölgede bağ yetiştiriciliğinde önemli sorunlardan biri bitki koruma sorunları olup, bağ salkım güvesi (Lobesia botrana (Den.-Schiff)), bağ üvezi (Arboridia adanae (Dlab.)) ve floksera (Viteus vitifolii (Fitch.)) önemli bağ zararlıları arasında yer almaktadır (Erkılıç ve ark., 1995). Bu zararlılardan özellikle bağ salkım güvesi L. botrana’ya karşı bilinçsiz bir şekilde yapılan kimyasal mücadelede en yoğun bağ yetiştiriciliği yapılan Kahramanmaraş-Bertiz yöresinde ilaç uygulama sayısı 7-9’u bulmaktadır. Avrupa bağlarında olduğu gibi ülkemiz bağlarında da en önemli zararlı olan ve mücadelesi yapılan salkım güvesi Lobesia botrana çiçek, koruk ve tatlanma döneminde danelerde zarar yaparak direk ve indirek olarak da hastalık 322 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X gelişimi için uygun ortam oluşturması nedeni ile önemli zararlara sebep olur (Fermaund ve Le Menn, 1992; Altındişli ve ark., 2002, Kovancı ve ark., 2005; Akyol ve Aslan, 2010; Öztürk ve Acıöz, 2010; Mamay ve Çakır, 2014). Bu nedenle salkım güvesi ile mücadelede biyoteknik yöntemlerin kullanılma olanaklarını araştırma gerekliliği ortaya çıkmıştır. Audemard (1987) Cydia pomenella, Cydia molesta, Anarsia lineatella, Synanthedon myopatforrnis, Adorophyes erana, Archips podana, Pandemis heparana, Eupoecilia amhigucila, Lobesia botrana, Zeuzera pyrina ve daha birçok Lepidopter türleri ile mücadelede başarılı sonuçların alındığı ve bağın ana zararlısı olan salkım güvesine karşı biyoteknik bir yöntem olan çiftleşmeyi engelleme yönteminin geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Çiftleşmeyi engelleme yönteminin kullanımı Avrupa da gittikçe artmaya başlamış ve birçok ülkede bu yöntem büyük alanlarda denenmiştir. Örneğin, İtalya da (Mauro ve ark., 2000) yaklaşık 2000 ha’lık bir alanda (Charmillot ve ark., 2000) İsviçre de yaklaşık 5000 ha’lık bir alanlarda çiftleşmeyi engelleme yöntemini kullanmışlardır. Ülkemizde ise çiftleşmeyi engelleme tekniği, 2005 yılından beri salkım güvesine karşı kullanılmaktadır. Manisa’ da 2009 yılında yaklaşık 5500 dekarda uygulanırken 2012 yılında bu alan yaklaşık 50 bin dekara ulaşmıştır (Altındişli ve Özsemerci, 2013a). Günümüzde bağ alanlarında sadece bilinen mücadele yöntemleri değil, aynı zamanda artık bağ ekosistemlerini bir bütün olarak ele alan ve koruyan mücadele yöntemlerinin de gerekliliği ortaya çıkmıştır. Kahramanmaraş bağ alanları gerek sahip olduğu ekolojik koşullar ve gerekse tarımsal geçmişi bakımından Türkiye’de yadsınamayacak bir konuma sahiptir. Bu çalışmada Kahramanmaraş bağ alanlarındaki zararlı L. botrana’ya karşı entegre mücadele çerçevesinde kimyasal mücadeleye alternatif olabilecek çiftleşmeyi engelleme yönteminin (mating disruption) uygulanabilirliğinin belirlenmesine yönelik çalışma yapılmıştır. 2. Materyal ve Yöntem 1 Ocak’tan itibaren günlük maksimum sıcaklık toplamı 100 gün dereceye ulaştığında (Mart sonu veya Nisan başı) çiftleşmeyi engelleme bağına 2 adet ve kontrol bağ alanına 2 adet olmak üzere 4 adet pherocon tipi tuzak asılmıştır. Ergin uçuş süresi boyunca haftalık olarak tuzak kontrolleri yapılarak, ilk ergin yakalanışıyla birlikte, 2013 yılında 31 Mart tarihinde İsonet-L yayıcıları Charmillot ve ark., (1995), önerdiği gibi 323 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X çiftleşmeyi engelleme bağına sıra aralarına 6 m de bir kenarlara ise 2 m de bir aralıklarla 20 m2 de 1 adet olacak şekilde 500 adet/ha asılmıştır. Yayıcıların etki süresinin 150-160 günü kapsayacağı üretici firma ShinEtsu tarafından bildirildiği için sezon boyunca bir kez kullanılmıştır. İklimsel veriler ise (sıcaklık, orantılı nem) Kahramanmaraş meteoroloji müdürlüğünden alınmıştır. Salkım güvesi (L. botrana)’nin 1. 2. ve 3. dölünün yumurta ve larvalarının beklendiği kritik dönemlerde her iki bağda da 100 salkım kontrol edilmiş, bu salkımlarda canlı yumurta, larva ve/veya larva zararı bulunduğunda o salkım bulaşık olarak kabul edilmiştir. Çiftleşmeyi engelleme bağındaki salkımlarda bulaşma oranı ekonomik zarar eşiği olan % 5’i aştığında popülasyonu düşürmek amacıyla 2013 yılında 1. ve 3. döllerine karşı birer kez olmak üzere toplam 2 kez bakteriyel bir preparat olan Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki kullanılmıştır. Kontrol bağ alanındaki salkım güvesi ilaçlamaları ise üreticiye bırakılmış ve not edilmiştir. 3. Bulgular ve Tartışma Salkım güvesi L. botrana’ya karşı çiftleşmeyi engelleme tekniğinin uygulanabilirliğinin araştırıldığı bu çalışma, Kahramanmaraş için önemli bir üzüm çeşidi olan ‘Kabarcık’ üzüm bağında yürütülmüş ve yapılan uygulamalar sonucunda aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir. 324 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 10 Yakalanan Ergin Sayısı/Hafta 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 11/08/2013 04/08/2013 28/07/2013 21/07/2013 14/07/2013 07/07/2013 30/06/2013 23/06/2013 16/06/2013 09/06/2013 02/06/2013 26/05/2013 19/05/2013 12/05/2013 05/05/2013 28/04/2013 21/04/2013 14/04/2013 07/04/2013 31/03/2013 Tarih Şekil 1. Kahramanmaraş-Bertiz’de 2013 yılında çiftleşmeyi engelleme uygulaması yapılan bağdaki eşeysel çekici tuzaklarda yakalanan salkım güvesi (L. botrana) ergin sayıları 2013 yılında, çiftleşmeyi engelleme uygulaması yapılan bağda 31.03.2013 tarihinde asılan 2 pherocon tipi tuzakta, toplam 2 L. botrana ergini yakalanmış ve erginlerin yakalandığı bu tarihde İsonet-L yayıcıları asılmıştır. Çiftleşmeyi engelleme uygulaması yapılan bağa İsonet-L yayıcılarının asılmasıyla yakalanan L. botrana ergin sayısı 0’a düşmüştür. 19.05.2013 tarihine kadar ergin yakalanması görülmemiş ve ilk kez 26.05.2013 tarihinde pherocon tipi tuzaklarda 3 adet ergin yakalanmıştır. 2013 yılında çiftleşmeyi engelleme bağında L. botrana’nın 1. dölünde 2, 2. dölünde 7 ve 3. dölünde 13 ergin yakalanırken (Şekil 1), kontrol bağ alanında 1. dölünde 320, 2. dölünde 245 ve 3. dölünde 140 ergin yakalanmıştır (Şekil 2). Bu da bizim çalışmamızda ÇE bağında tuzaklarda yakalanan ergin sayısının çok düşük ya da hiç yakalanmaması İsonet-L yayıcılarının etkinliğini göstermiştir (Şekil 1). Çiftleşmeyi engelleme bağlarında pherocon tipi tuzaklarda ergin bireylerin yakalanmamasının, bu sistemin tam anlamıyla başarılı olduğunu göstermediğini belirtmişlerdir (Charmillot ve ark., 1992). 325 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 240 220 200 Yakalanan Ergin Sayısı/Hafta 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 11/08/2013 04/08/2013 28/07/2013 21/07/2013 14/07/2013 07/07/2013 30/06/2013 23/06/2013 16/06/2013 09/06/2013 02/06/2013 26/05/2013 19/05/2013 12/05/2013 05/05/2013 28/04/2013 21/04/2013 14/04/2013 07/04/2013 31/03/2013 Tarih Şekil 2. Kahramanmaraş-Bertiz’de 2013 yılında kontrol bağ alanındaki eşeysel çekici tuzaklarda yakalanan salkım güvesi (L. botrana) ergin sayıları Kontrol bağ alanına, çiftleşmeyi engelleme bağıyla aynı tarihte 2 adet pherocon tipi tuzak asılmış ve 31.03.2013 tarihinde 20 L. botrana ergini yakalanmış ve tuzaklarda yakalanma bu tarihten itibaren 1. döl süresince devam etmiştir. 26.05.2013 tarihinden itibaren 2. dölün ergin uçuşları başlamış ve 09.06.2013 tarihinde pherocon tipi tuzaklarda yakalanan ergin sayısı artmıştır. Bu tarihten sonra azalan ergin sayısı 07.07.2013 tarihinde 2 adete kadar düşmüştür. 3. döl erginleri 14.07.2013 tarihinde uçuşmaya başlamış ve hasat tarihi olan 17.08.2013 tarihine kadar tuzaklarda ergin yakalanmaya devam etmiştir (Şekil 2). 2013 yılında çiftleşmeyi engelleme bağında 100 salkımdaki vuruk sayıları 1. dölde % 7, 2. dölde % 4 ve 3. dölde % 5 olmuştur. Bu nedenle 1. ve 3. döle karşı 12.05.2013 ve 11.07.2013 tarihlerinde 2 kez olmak üzere Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki kullanılmıştır. Kontrol bağ alanı ile karşılaştırıldığında, yapılan 8 insektisit uygulamasına rağmen vuruk sayıları 1. dölde % 20, 2. dölde % 18 ve 3. dölde % 3 olmuştur. Kontrol 326 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 100 Çiftleşmeyi engelleme 90 80 Kontrol 70 60 50 40 30 20 10 Tarih Şekil 3. Kahramanmaraş-Bertiz’de 2013 yılında çiftleşmeyi engelleme ve kontrol bağ alanındaki vuruk sayıları 327 Hasat 08.08.13 01.08.13 25.07.13 18.07.13 11.07.13 03.07.13 27.06.13 20.06.13 13.06.13 06.06.13 30.05.13 23.05.13 16.05.13 09.05.13 02.05.13 25.04.13 14.04.13 07.04.13 0 31.03.13 100 salkımdaki vuruk sayıları/hafta alanında üzümün tatlanması ile birlikte 3. döle karşı yapılan yoğun ilaçlama nedeni ile 3 döl vuruk sayısı düşmüştür (Şekil 3). Charmillot ve ark. (1998), İsviçre’de bağlarında yaptıkları çalışmada L. botrana’nın 1. dölündeki zarar oranını % 2,4 olarak bulmuşlardır. Ancak özellikle yüksek başlangıç popülasyonuna sahip olan ve ilk kez yöntemin denendiği bağlarda ve bazı sınır alanlarda zararın % 10 olduğunu bildirmişlerdir. 2. dölün ortalama zararını 58 bağda % 1.8 bulmuşlardır. 68 bağda toplam 1211 ha’lık uygulama yaptıkları bağ alanlarının % 69’unda zararın % 1’ den az, % 21’inde % 1-5, % 8’inde % 5-10 ve % 2’sinde % 10’dan fazla olduğunu bildirmişlerdir. Moschos ve ark. (2004), 1996-1998 yıllarında Yunanistan bağlarında yaptıkları çalışmalarda salkım güvesinin 2. ve 3. dönem larvalara karşı seçici insektisit ve B. thuringiensis uygulamış ve koruyucu kuşak oluşturmuşlardır. Muamele edilmeyen alanlar ile karşılaştırılan feromon muameleli alanlarda zararlının popülasyon yoğunluğu 2. dölde % 67’ den 3. dölde % 57’ ye kadar gerilediğini tespit etmişlerdir. Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yöntemin spesifik oluşu ve doğal dengeyi koruyucu olması nedeniyle çiftleşmeyi engelleme yönteminin ülkemizde bağ üreticileri tarafından kullanılması kimyasal mücadeleye birinci derecede alternatif bir yöntem olarak görülmektedir. Çalışmanın yapıldığı alanda yıllardır süre gelen geleneksel kimyasal mücadele uygulamaları sonucu zararlının baskı altına alınamadığı ve çiftçilerin böceğin çıkış zamanını saptayamadıklarından bilinçsizce ilaçlama yaptıkları dahası kısa süre aralıklarla ilaçlamalar yaparak bu açığı kapatmaya çalıştıkları belirlenmiştir. Yapılan sörveylerde bölgemizde bağ alanlarında ekonomik zarara sebep olan tür olarak salkım güvesi (L. botrana) olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü yapılan çalışmada görülmüştür ki bağ üreticileri tarafından salkım güvesinin tek zararlı olarak görüldüğü ve ayrıca salkım güvesine karşı geniş spektrumlu ilaçların kullanılmasıyla diğer zararlılarında baskı altına alındığı tespit edilmiştir. Denemenin yürütüldüğü alanlarda yıllardır süre gelen bilinçsizce yapılan yoğun ilaçlamalar nedeni ile elde edilen yararlı tür sayısı oldukça az ve popülasyon yoğunluğu en fazla olan predatörler Chrysoperla carnea ve Coccinella septempunctata olmuştur. 4. Sonuç Bu çalışma sonucunda denemenin yürütüldüğü çiftleşmeyi engelleme bağının diğer alanlardan iyice izole edilmesi gerektiği, yeteri kadar yayıcı asılması, aynı zamanda komşu bağ alanlarından gelebilecek çiftleşmiş L. botrana dişi bireylerin kontrol altına alınması gerektiği belirlenmiştir. Bu nedenle çiftleşmeyi engelleme tekniğinin uygulanacağı bağ alanlarındaki üzüm çeşidinin erken veya geç hasat edilmesinin önemli olduğu belirlenmiştir. Bağ salkım güvesi ile mücadelede çiftleşmeyi engelleme yönteminin tek başına başarılı olma ihtimali yüksek olduğu, insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri olmayan bakteriyel bir preparat olan Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki gibi bir insektisitin uygulanmasının doğal dengeyi koruduğu gibi başarıyı da arttıracağı belirlenmiştir. Çiftçilerin bilinçsizce ve böceğin dölünün çıkış zamanını saptayamaması nedeni ile rastgele kimyasal pestisid uygulaması sonucu insan ve çevre sağlığına zarar vermesi nedeni ile bu metodun bağ alanlarında uygulanmasının ve geliştirilmesinin önemli olduğu tespit edilmiştir. 328 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Teşekkür: Bu çalışma 2012/3-15M nolu proje kapsamında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Yönetim Birimi Başkanlığınca desteklenmiştir. Kaynaklar [1] Akyol, B., Aslan M. M. (2010) "Investigations on Efficiency of Mating Disruption Technique Against The European Grapevine Moth (Lobesia botrana Den. Et.Schiff.) (Lepidoptera; Tortricidae) In Vineyard, Turkey", Journal of Animal and Veterinary Advances , Cilt 9 (4), 730-735. [2] Altındişli, F. Ö., Koçlu, T., Hepdurgun, B., Charmillot, P. J. (2002) Early Studies on the Effectiveness Of Mating Disruption Technique Against Lobesia botrana Den.-Schiff. in the Seedless Sultana Vineyards of the Aegean Region in Turkey. Proc.Of Iobc Meeting on Pheromones and Other Semiochemicals in Integrated Production. Erice, İtaly, September 22-27. [3] Altındisli, F. O., Özsemerci, F. (2013a) Ege Bölgesi’nde Salkım güvesi (Lobesia botrana Den. & Schiff.) ne Karşı 80’li Yıllardan Günümüze Mücadele Anlayışı. I. Bitki Koruma Ürünleri ve Makinaları Kongresi. (Sözlü bildiri) 2-5 Nisan 2013, Antalya. 1: 113-125. [4] Audemard, H. (1987) Perspectives et problems de la lutte par confusion, Mating Disruption behaviour of Moths and Molecules, Bull. Srop., 3, 3-4. [5] Charmillot, PJ., Pasquier, D., Alipaz, N. T., Sealco, A. (1992) Etude Du Comportement De Icudemis De La Vigne Lobesia botrana Den. Et Schiff (Lep., Tortricidae) A L’interieur Et L’exterieur Dune Ceinture De Diffuseurs. J. Appl.Ent., 120, 603-609. [6] Charmillot, P. J., Pasquier, D., and Scalco, A. (1995) Mating Disruption to Control Vine and Grape Moths in Perroy: Results for 1994. Rev. Suisse Vitic. Arboric. 27: 339-345. [7] Charmillot, P. J., Pasquier, D., Schmid, A., Emery, S., De Montmollin, A., Desbaillet, C, Perrotet, M. Bolay, J. M., Zuber, M., 1998. Lutte Par Confiision Contre Les Vers De La Grappe Eudemis Et Cochylis En Suisse, Revue Suisse Vitic. Arboric. Hortic., 29, 5, 291-29 329 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X [8] Charmillot, P. J., Hofer, D., Pasquier, D. (2003). Attract and Kill A New Method for Control of The Codling Moth Cydia pomonella. Entomologia Experimentalis Et Applıcata 94. (2): 211 -216. [9] Erkılıç L., Mart C. ve Yiğit A. (1995) Güney Anadolu Bölgesi Bağ Alanlarında Entomolojik Sorunlar ve Çözüm Önerileri. GAP Bölgesi Bitki Koruma Sorunları ve Çözüm Önerileri Simpozyum Bild., 27-29 Nisan 1995, Şanlıurfa, 296-303. [10] FAO. (2013) http://faostat3.fao.org/download/Q/QC/E [11] Fermoud, M., Le Menn, R. (1992) Transmission of Botrytis cinerea to Grapes by Grape Berry Moth Larvae–Phytop Athology 82: 13931398. [12] Kovancı B., Türkmen C., Kumral N.A. (2005) Ġznik (Bursa) ilçesindeki bağlarda zararlı Salkım güvesi [Lobesia botrana (Den.Schiff.) (Lep.: Tortricidae)]’nin ergin popülasyon dalgalanması üzerinde araĢtırmalar. 6. Türkiye Bağcılık Sempozyumu, 19-23 Eylül 2005, Tekirdağ, Cilt: 1, 289-296. [13] Mamay, M., Çakır, A. (2014) Şanlıurfa Merkez ilçe bağlarında Salkım güvesi [Lobesia botrana Denis & Schiffermüller (Lepidoptera: Tortricidae)]’nin ergin popülasyon değişimi ve bulaşma oranının belirlenmesi. Bitki Koruma Bülteni, 54(2):103114. [14] Mauro, V., Roberto, L., Luisa, M., Flavia, F. (2000) Experience Withmating Disruption Technique to Control Grape Berry Moth, Lobesia botrana, in Trentino. Pheromones for İnsect Control in Orchards and Vineyards. IOBC/WPRS Bulletin 24 (2): pp. 81-88. [15] Moschos, T., Souliotis, C., Broumas, T., Kapothanassi, V. (2004) Control of the European Grapevine Moth Lobesia botrana in Greece by the Mating Disruption Technique: A Three-Year Sörvey Phytoparasitica 32 (1): 83-96. [16] Öztürk N., Acıöz, S. (2010) Tarsus (Mersin) bağlarında zararlı Salkım güvesi [Lobesia botrana Den. & Schiff. (Lepidoptera: Tortricidae)]’nin ergin popülasyon değiĢimi. Bitki Koruma Bülteni, 50 (3): 111-120. [17] TUİK. (2013) http://tuikapp.tuik.gov.tr/bitkiselapp/bitkisel.zul. 330 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Serada Organik Domates Yetiştiriciliğinde Toprağa Mikronize-Bentonitli-Kükürt Uygulamasının Etkileri H. Yıldız Daşgan1*, Yelderem Akhoundnejad1, Günce Akkuzu Doğan2, Mahmut Bayram3 1 Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Adana Balkan Kükürt Gübre Zirai İlaç Tohum Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. İstanbul 3 Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü Eskişehir E-posta: dasgan@cu.edu.tr,gunce@balkansulphur.com 2 Özet: Bu çalışmada, serada organik domates yetiştiriciliğinde çakılı deneme olarak 2. yılında toprağa uygulanan 4 farklı kükürt ürününün: 1. Mikronize Bentonitli Kükürt (MBS) tek başına (%90 Kükürt+%10 Bentonit), 2. MBS+Fe (%87 Kükürt+%10 Bentonit, %3 Fe), 3. MBS+Zn (%87 Kükürt+%10 Bentonit, %3 Zn), 4. MBS Fe+Zn (%86 Kükürt+%10 Bentonit, %2 Fe+%2 Zn) ve 5. Kontrol, bitkide büyüme, verim ve meyve kalitesi, ayrıca toprakta pH ve EC değerleri, Fe ve Zn konsantrasyonu üzerine etkileri incelenmiştir. Denemede bitki büyüme parametreleri (bitki boyu, gövde çapı, yaprak sayısı) ve meyve kalite ölçümleri (meyve boyu, meyve çapı, suda çözülebilir kuru madde (SÇKM), asitlik, meyve eti sertliği, meyve eti kalınlığı, meyve hacmi, pH ve EC) incelenmiştir. Bitki büyüme ve meyve kalite parametreleri üzerine uygulamaların etkileri istatistiksel olarak fark oluşturmamıştır. Sera toprağına 2 yıl üst üstüne 50 kg/da mikronize-kükürt-ürünleri uygulandığında, hiç uygulama yapılmayan kontrole göre, MBS uygulamasında %14, MBS+Fe uygulamasında %21, MBS+Zn uygulamasında %15 ve MBS+Fe+Zn uygulamasında ise %27 domates verim artışları kaydedilmiştir. Toprak Fe ve Zn konsantrasyonlarında ise Fe içeriği bakımından fark bulunmazken, Zn konsantrasyonları bakımından Zn içerikli, MBS +Zn ve MBS + Fe+Zn uygulamalarının ön plana çıktığı görülmüştür. Toprak pH’ sında kontrol parseli ile kıyaslandığında tüm uygulamalarda düşüş meydana gelmiştir. Kaydedilen en iyi pH düşmesi 0.28 birim ile MBS +Fe+Zn uygulamasında gerçekleşmiştir. Uygulamalardaki EC değerlerine bakıldığında ise en düşük EC değeri hiç uygulama yapılmayan kontrol parselinde bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Mikronize-bentonitli-kükürt, sera,organik domates, pH 331 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X The Effects of Soil Application of the MicronizedSulfur- with-Bentonite on Organically Grown Greenhouse Tomatoes Abstract: In this study at second year experiment, 4 different sulfur products contained micronized-sulfur-with bentonite (MBS) were used to grow organic greenhouse tomato. The treatments were ; 1. Micronizedsulfur-with bentonite (MBS) alone (%90 Sulfur+%10 Bentonite), 2. MBS+Fe (%87 Sulfur+%10 Bentonite, %3 Fe, 3. MBS+Zn (%87 Sulfur+%10 Bentonite, %3 Zn), 4. MBS Fe+Zn (%86 Sulfur+%10 Bentonite, %2 Fe+%2 Zn) and 5. Control. The effects of sulfur products on plant growth, total crop yield, some fruit quality parameters, leaf and soil Fe and Zn concentrations, soil pH and EC, were investigated. The effects of the treatments on the plant growth parameters and fruit quality properties were not significant. However, total fruit yield was increased by 14%, 21%, 15% and 27% in MBS, MBS+Fe, MBS+Zn and MBS+Fe+Zn, respectively. Soil Fe content was not changed by the treatment,s however Zn content was significantly increased by the MBS+Zn and MBS +Fe+Zn applications. Soil pH was decreased by the all sulfur treatments in comparison control, however the most important pH decrease was recorded as 0.28 unit in and MBS+Fe+Zn treatment. Soil EC values of the all sulfur treatments were higher than the control. Key words: Micronized-sulfur-with-bentonite, Solanum lycopersicum, organic tomato production, soil pH 1. Giriş Son yıllarda dünyada ve ülkemizde yaygınlaşan organik bitkisel üretimde, gerek tarım ilacı ve besin maddesi kapsamında ve gerekse toprak ıslahında izin verilen ender maddelerden birisi kükürttür. Toprağa kükürt uygulamasının üç önemli nedeni vardır; 1) Besin maddesi olarak toprağa kükürt vermek, 2) Kükürt sayesinde toprak pH’sını düşürmek, 3) Kükürdün toprak hastalık ve zararlılarına karşı olan etkinliğinden faydalanmak. Burada yapılan çalışmada, kükürt uygulamalarının toprak pH’sı üzerine düşürücü etkisi ve Fe ile Zn başta olmak üzere diğer mikro ve makro besin maddeleri kullanımının etkinliğinin organik yetiştiricilikte artırılmasıdır. 332 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yüksek pH değerleri topraklardaki bitki besin maddelerinin bitkiler tarafından alınabilirliği, toprağın verimliliği ve gübreleme programları üzerinde çok önemli rol oynar. Yüksek pH’lı toprakların genellikle verimsiz olmasının baş nedeni yüksek pH’nın fosfor ve iz elementlerin (demir, mangan ve çinko vb) toprakta yarayışlılığının azalmasına yol açmasıdır. Yüksek pH’lı toprakların verimi pH’yı düşürerek iyileştirilebilir. Ancak böyle toprakların etkin bir biçimde düzeltilebilmesi toprağın alkalinite (baziklik) yapısı ve düzeyine, kireç durumuna, sulama suyunun kalite ve miktarına, toprak tipine ve yetiştirilen bitkiye bağlıdır. Genellikle alkali karakterli topraklarda; ortamdaki H+ iyonları konsantrasyonunu arttırmak ve/veya mevcut H+ iyonlarını aktif hale geçirmek için, toprağa elementel kükürt, sülfürik asit, amonyum sülfat veya kalsiyum sülfat uygulamaları yapılabilir. Bunlar içerisinde en yaygın kullanılanı ise kükürt uygulamasıdır. Geleneksel olarak eskiden beri süre gelen uygulamada kükürt kaynağı olarak toz kükürt iken, şimdi yeni teknoloji ile üretilen ve çok küçük partikül çaplarına sahip kükürt parçacıklarından oluşturulan ve bentonit kiline emdirilen mikronize kükürt, tüm dünyada bilinçli üreticiler tarafından tercih edilmektedir. Herhangi bir kükürt kaynağının toprak iyileştirmedeki görevini yerine getirmesinde en önemli unsur kükürt kolloidlerinin (partiküllerin) boyutudur. Mikronize kükürt teknolojisi ile üretilen ve bentonite emdirilen kükürt kaynağı ve toprak iyileştiricisinde kükürt kolloidlerinin partikül büyüklükleri ultra küçüktür. Kükürt kolloidleri/parçacıkları ne kadar küçük olursa, elementel kükürtün oksidasyonu ve bitkilerin kullanabileceği SO4-2 formuna dönüşümü o kadar hızlı olacaktır. Ayrıca kükürt partikülleri mikron düzeyinde ne kadar küçültülürse, toprak bakterileri ile interaksiyon için o denli büyük bir yüzey alan var demektir ki dolayısıyla çok süratle ve çok fazla asit oluşumu gerçekleşir. Bentonit kilinin önemi suyu çekerek genleşmesi ve her zaman bünyede suyu bulundurmasıdır. Devreye kükürt bakterilerinin de girmesiyle uygun sıcaklık koşullarında ve toprak tekstürüne de bağlı olarak mikronize kükürtün toprak pH sı üzerindeki etkisi haftalar içerisinde başlamaktadır. Kükürdün toprak pH’sını düşürücü etkisi ile besin maddeleri yarayışlılığını artırmasının yanı sıra aslında bitki sağlığına da önemli katkılarının olduğu bilinmektedir. Kükürdün bitkilerde fungal ve bakteriel hastalıklara dayanıklılığı teşfik eden bir besin maddesi olduğu anlaşılmıştır (Bloem ve ark., 2007). Kükürt bu yönüyle organik bitkisel üretimde çok önemli bir role sahip olurken, konvansiyonel üretimde de 333 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X pestisit harcamalarını azaltmada etkin rol almaktadır. Kükürt içeren metabolitlerin, bitkilerin geliştirdiği patojen dayanıklılıklarına önemli katkılarda bulunduğu düşünülmektedir. Bu metabolitlerden bazıları; glutathione, glucosinolates, uçucu gazlar, fitoaleksinler ve S bakımından zengin proteinlerdir. Bitkilerin S ile beslenme statüleri bu metabolitlerin üretimini ve dolayısıyla patojenlere dayanıklılığı önemli bir şekilde etkilemektedir (Bloem ve ark., 2005). Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşanan hızlı sanayileşme ve nüfus artışı önemli çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Dünyada nüfusun sürekli artış göstermesi ve tarım alanlarını genişletme olanaklarının sınırlı olması sebebiyle, birim alandan elde edilen ürün miktarının artırılması çalışmalarına yönelinmiştir (Midmore, 1993). Yoğun olarak kullanılan yapay gübre, hormon, ve zirai ilaçlar; toprak, su, hava, gıda ve dolayısıyla canlı kalitesini bozmuştur. Tekrar eski haline ulaşmak için günümüzde çevreye dost, doğal geliştirici faktörlerin doğa ile uyumlu bir şekilde kullanılması gündeme gelmiştir. Böylece birçok ülkede organik tarım kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Organik tarım; ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas itibariyle sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden ve üretimde miktar artışını değil ürünün kalitesinin yükselmesini ilke edinen bir üretim şeklidir (Rehber ve Turhan, 2001). Tarım topraklarının sürdürülebilirliğini sağlamak, tarım topraklarını ıslah etmek amacıyla 2011 Eylül ayında üretim faaliyetlerine başlayan Balkan Kükürt Gübre Ltd. Şti. firması Türkiye’ de yerli kaynakları kullanarak ilk kez Mikronize Bentonitli Kükürt üretimini gerçekleştirmiştir. Şuan AGRISUL 90 ticari ismi ile üretilen bu ürünün içeriği % 90 oranında elementel kükürt (S) ve % 10 bentonittir. 135 °C’ deki sıvı kükürt bentonit kiline emdirilerek lentil (yarım mercimek) formunda üretilmektedir. Bu teknoloji ile üretilen ‘’Mikronize Bentonitli Kükürt’’ şuan dünya üzerinde Türkiye dahil olmak üzere dört ülkede üretimi gerçekleştirilmektedir (ABD, Hindistan, Kanada, Türkiye). Balkan Kükürt Gübre Ltd. Şti. önceleri ithal yollarla getirilen bu ürünü şu an başta Avrupa ülkeleri olmak üzere 17 ülkeye ihracıtını 334 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X gerçekleştirmektedir. Bilindiği üzere elementel kükürdün bitkiler tarafından alınabilir forma dönüşmesi ve toprak pH sını düşürmesi için toprakta okside olması gerekmektedir. Bu oksidasyonun da hızı kükürt parçacıklarının mikron çapına bağlıdır. Mikron çapı küçüldükçe topraktaki oksidasyon hızı artmaktadır. Balkan kükürt Gübre Ltd. Şti. firması tarafından üretilen AGRISUL 90 ticari isimli Mikronize Bentonitli Kükürt tanecikleri diğer kükürt formlarına göre çok daha küçük mikron çapına sahiptir. Bu nedenle toprakta hızlı şekilde okside olmaktadır. 2. Materyal ve Yöntem Organik domates yetiştiriciliği denemeleri Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü araştırma ve uygulama alanında 360 m2 alana sahip plastik serada 2 yıl üst üstüne çakılı denemeler olarak gerçekleştirilmiştir. Bu deneme kapsamında bitki materyali olarak Alsancak F1 domates çeşidi kullanılmıştır. Tohumlar 15.01.2014 tarihinde cam sera içerisinde 2:1 oranında torf:perlit karışımı bulunan vivollere ekilmiştir. Domates fideleri 4-5 gerçek yapraklı olunca 20.02.2014 tarihinde seraya dikim yapılmıştır. İki yıl olarak gerçekleştirilen çakılı denemedeki uygulama konuları; Balkan Kükürt Gübre Ltd. Şti. tarafından üretimi yapılan AGRISUL 90 ticari ismiyle piyasada bulunan ‘‘Mikronize Bentonitli Kükürt-MBS (%90 Kükürt + %10 Bentonit) ve buna Fe ile Zn mikroelement takviyeleri yapılarak üretilen Mikronize Bentonitli Kükürt +Fe (%87 Kükürt + %10 Bentonit, %3 Fe), Mikronize Bentonitli Kükürt +Zn (%87 Kükürt + %10 Bentonit, %3 Zn), Mikronize Bentonitli Kükürt Fe+Zn (%86 Kükürt + %10 Bentonit, %2 Fe + %2 Zn)’’ ve hiçbir uygulama yapılmayan kontrol parsellerinden oluşmuştur. Sera toprağı deneme uygulamaları öncesinde örnekleme yapılarak Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde Eskişehir’de analiz yapılmıştır. Buna göre kontrol parseli dışında tüm uygulamalara 50 kg/da dozunda MBS ve türevleri uygulanmıştır. Deneme iki yıl üst üste çakılı olarak gerçekleştirildiğinden, denemenin birinci yılında da yine aynı dozda parsellere uygulamalar yapılmıştır. Denemedeki her uygulamada bitkileri beslemek için aynı gübreler kullanılmıştır. Dikim öncesinde organik çiftlik gübresi 250 kg/da hesabı ile tüm uygulamalara eşit şekilde verilmiştir. Deneme 5 uygulamalı her uygulama 4 tekerrürlü ve her tekerrürde 16 bitki olacak şekilde tesadüf blokları deneme desenine göre kurulmuştur. Bitki yoğunluğu 100 cm x 50 cm x 40 cm olacak şekilde çift sıralı ve dekara 2666 bitki yoğunluğu ile dikilmiştir. 335 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sera toprağından yetiştiricilik süresi boyunca 28.03.2014, 25.04.2014 ve 30.05.2014 tarihlerinde olmak üzere 3 defa toprak örnekleri 0-30 cm derinlikten alınıp açık havada kurutularak analize hazır hale getirilmiştir. Üç farklı tarihte alınan bu toprak numuneleri her parsel kendi arasında olmak üzere homojen şekilde karıştırılmış ve Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü’ne analiz için gönderilmiştir. Burada Toprak ve Su Kaynakları Bölümü’nde pH, EC, Fe ve Zn ölçümleri tekerrürlü olarak yapılmıştır. Bitki boyu, gövde çapı ve yaprak sayısı ile ilgili ölçümler de yine 28.03.2014, 25.04.2014 ve 30.05.2014 tarihlerinde 3 defa kaydedilmiştir. Bitki boyları 1 cm duyarlılıkta metre ile cm cinsinden, gövde çapı; seçilen 10 bitkide ilk salkımın hemen altından 0.01 mm duyarlılıkta dijital bir kumpas ile mm cinsinden ölçülmüştür. Yaprak sayısı (adet / bitki) seçilen 10 bitkiden kaydedilmiştir. Meyveler olgunlaşmaya başlayınca haftalık hasatlar yapılarak, meyve ağırlığı ve sayısı olarak kaydedilmiş, deneme sonunda toplam verim hesaplanmıştır. Ayrıca domates meyvelerinde kalite özelliklerini ortaya koymak için meyve-pomolojik analizlei yapılmıştır. Meyve hasatları 16.05.2014 tarihinde başlamış 10.07.2014 tarihine kadar devam etmiştir. Toplam 9 hasat gerçekleşmiştir. Pomolojik analizler için 29.05.2014 tarihinde her tekerrürden rastgele 10 adet meyve seçilmiştir. Bitki beslenmesi üzerine uygulamaların etkisini görmek için 28.03.2014, 25.04.2014 ve 30.05.2014 tarihlerinde olmak üzere üç farklı tarihte domates bitkilerinin yukarından 5. yaprakları alınmış ve bunlarda Fe ve Zn analizleri yapılmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Bitki Boyu Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde, Mikronize-Bentonitli-Kükürt (MBS) uygulamalarının bitki boyu üzerinde istatistiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları bir çalışmada, 15 kg/da mikronize bentonitli kükürt, 200 kg/da leonardit ve hiçbir şey kullanılmayan kontrol uygulamalarıyla konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde, bitkiler 64 günlük iken boy ölçümlerinde leonardit uygulamasında 156.21 cm ile en yüksek, 138.14 cm ile kontrol bitkilerinde en düşük ve 145.02 cm ile mikronize bentonitli kükürt bitkilerinde ortada yer alan bitki yüksekliğini kaydetmiştir. 336 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 1. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt (MBS) uygulamalarının bitki boyuna etkisi (cm) Uygulamalar 28.03.2014 25.04.2014 30.05.2014 Kontrol 56.50 116.63 190.23 MBS 57.80 115.03 194.05 MBS+Fe 57.20 113.93 193.93 MBS+Zn 55.93 112.70 192.75 MBS+Fe+Zn 57.53 115.03 194.35 ÖD ÖD ÖD LSD0.05 MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 3.2. Yaprak Sayısı Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde, mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının yaprak sayısı üzerinde istatiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları bir çalışmada, mikronize bentonitli kükürt, leonardit ve kontrol uygulamalarıyla konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde, bitkiler 64 günlük iken kaydedilen yaprak sayısı bakımından; leonardit uygulamasında 26.18 yaprak/bitki ile en yüksek, 25.73 yaprak/bitki ile kontrol bitkilerinde en düşük ve 24.66 yaprak/bitki ile mikronize bentonitli kükürt bitkilerinde ortada yer alan bitki yüksekliği kaydedilmiştir. 337 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Organik domates bitkilerinde Mikronize Bentonitli Kükürt uygulamalarının yaprak sayısına etkisi (adet/bitki) Uygulamalar 28.03.2014 25.04.2014 30.05.2014 Kontrol 13.45 19.93 28.50 MBS 13.03 20.65 29.55 MBS+Fe 13.15 19.73 30.55 MBS+Zn 13.47 20.10 29.58 MBS+Fe+Zn 13.10 19.80 30.80 ÖD ÖD ÖD LSD0.05 MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 3.3. Gövde Çapı Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde, mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının gövde çapı üzerinde istatistiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. Çizelge 3. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt (MBS) uygulamalarının gövde çapı üzerine etkisi (mm) Uygulamalar 28.03.2014 25.04.2014 30.05.2014 Kontrol 12.09 14.24 16.49 MBS 12.39 14.05 16.20 MBS+Fe 12.17 14.63 16.89 MBS+Zn 12.29 14.52 16.84 MBS+Fe+Zn 12.19 14.14 17.08 ÖD ÖD ÖD LSD0.05 MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 338 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.4. Toplam Verim Üzerine Uygulamaların Etkileri Sera üretim sezonu tamamlandığında toplam meyve verimi değerlerine bakıldığında, istatistiksel olarak önemli farklar elde edilmiştir. En yüksek domates verimi 19.37 kg/m2 ile MBS’e Fe ve Zn mikro elementlerinin her ikisinin birden eklendiği üründen elde edilmiştir. Bunu takip eden uygulama MBS+Fe uygulaması 18.46 kg/m2 ile ikinci sırada yer almıştır. MBS tek başına ve Zn eklenmiş kükürt ürünleri birbirlerine çok yakın ve sırasıyla 17.39 kg/m2 ve 17.58 kg/m2 domates verimi oluştururken, denemede en düşük domates verimi beklendiği gibi hiçbir kükürt uygulaması yapılmayan kontrol parsellerinden 15.30 kg/m2 olarak kaydedilmiştir. Sera toprağına 2 yıl üst üstüne 50 kg/da mikronize-kükürt-ürünleri uygulandığında, hiç uygulama yapılmayan kontrole göre, MBS uygulamasında %13.7, MBS+Fe uygulamasında %20.7, MBS+Zn uygulamasında %14.9 ve MBS+Fe+Zn uygulamasında ise %26.6 domates verim artışları kaydedilmiştir. Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları çalışmada, 15 kg/da mikronizebentonitli-kükürt, 200 kg/da leonardit ve hiçbir şey kullanılmayan kontrol uygulamalarıyla konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde, en yüksek verim kükürt uygulanan parselde olurken en az verim kontrol parselinde olmuştur. Mikronize bentonitli kükürt uygulanan bitkilerden hiçbir uygulama yapılmayan kontrol bitkilerine göre % 23 verim artışı sağlanırken, leonardit uygulanan parsellerden kontrole göre % 18 verim artışı elde edilmiştir. Demirtaş ve ark. (2012) bazı organik ve kimyasal gübre uygulamalarının domates verim ve kalitesi üzerine etkisini inceledikleri çalışmada; kullanılan kokteyl domates çeşidinde kimyasal gübre (KG) ve organik gübre (OG) uygulamalarının verim üzerine etkisi istatistiksel olarak %1 düzeyinde önemli bulunmuştur. KG ve OG uygulamalarında kontrole göre önemli artışlar sağlanmakla birlikte en yüksek verim 4.56 kg/bitki ile kimyasal ve organik gübrelerin birlikte uygulandığı 1/1 KG + OG uygulamasından elde edildiğini bildirmişlerdir. Wang ve ark. (1991), organik ve kimyasal gübreler yanında 35 L/ha humik asit uygulamasında üzüm bitkisi üzerine etkisini gözlemlemişlerdir. Humik asit ile birlikte uygulama yapılan organik gübrelerin daha fazla üzüm verimi sağladığı ve meyvenin şekerinde de kontrolden çok daha fazla değerler elde edildiği bildirilmiştir. 339 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 4. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt (MBS) uygulamalarının domates meyve verimi üzerine etkisi Verim (kg/m2) Uygulamalar Kontrol 15.30 MBS 17.39 b MBS+Fe 18.46 ab MBS+Zn 17.58 b MBS+Fe+Zn 19.37 a LSD0.05 c 1.32 MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 3.6. Meyve Kalite Özellikleri Denemenin meyve hasat döneminin ortasında bir zamanda her tekrarlamadan 10 meyve alınarak bunlarda bazı fiziksel (Çizelge 5) ve bazı kimyasal (Çizelge 6) analizler yapılmıştır. Denemedeki kükürt uygulamalarının incelenen meyve kalite özellikleri üzerine etkisi önemli bulunmamıştır. Toplam meyve verimi üzerinde kükürt ürünlerinin artırıcı etkisinin meyve tutumu yani bir bitki üzerindeki meyve sayısını artırdığı için etkili olduğu düşünülmektedir. Çünkü ortalama meyve ağırlığı, eni, boyu çapı üzerinde farklı bir etki olmadığına göre verim artışı, meyve sayısndan kaynaklanıyor olmalıdır. Yaraş ve Daşgan (2012) serada konvansiyonel yetiştiricilikte yaptıkları çalışmada da meyve özellikleri üzerine mikronize-bentonitli-kükürt veya leonardit etkilerinin önemli farklar yaratmadığı belirtilmektedir. 340 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 5. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt uygulamalarının meyve fiziksel kalite özelliklerine etkisi Uygulama Ağırlık Boy Çap (g) (cm) (mm) M.Eti M. Eti Meyve Sertliği Kalınlığı Hacmi (Kg/cm2) (mm) (cm3) Kontrol 219 60 75 1.3 9.8 176 MBS 202 60 73 1.2 8.9 162 MBS+Fe 197 58 74 1.3 9.3 156 MBS+Zn 208 60 75 1.2 9.9 167 MBS+Fe+Zn 220 60 76 1.1 9.1 179 LSD0.05 ÖD ÖD ÖD ÖD ÖD ÖD MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil Çizelge 6. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt uygulamalarının meyve kimyasal kalite özelliklerine etkisi SÇKM (%) Asitlik (%) pH EC (dSm-1) Kontrol 3.83 0.30 4.77 5.3 MBS 3.79 0.29 4.67 5.2 MBS+Fe 4.03 0.31 4.60 5.5 MBS+Zn 3.73 0.27 4.70 5.3 MBS+Fe+Zn 3.98 0.30 4.68 5.3 LSD0.05 ÖD ÖD ÖD ÖD Uygulama MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 341 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.7. Yaprak Fe (Demir) Konsantrasyonu Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan yaprak Fe analizlerinde, mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının yapraktaki demir konsantrasyonları üzerinde 28.03.2014 tarihi dışında istatistiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. 28.03.2014 tarihinde yapılan ilk ölçümde, kükürt uygulanan parsellerde bitkiler vegetatif ve generatif büyüme için demiri fazla kullandığından olabilir, kontrol parsellerinden alınan yaprak örneklerindeki demir konsantrasyonu en yüksek değerde bulunmuştur. Daha sonraki iki tarihte yapılan Fe analizlerinde, kükürt uygulamalarının pH düşürücü etkisinden olabilir, bu uygulamaların yapraklarında Fe arttığı görülmüştür (Çizelge 7). Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları benzer bir çalışmada Fe konsantrasyonları yetiştiricilik öncesi toprağa leonardit, mikronize-bentonitli-kükürt uygulandığında ve kontrol uygulamalarında sırasıyla 70.76 ppm, 62.31 ppm ve 49.84 ppm olarak bildirmişlerdir. Winsor ve Adams (1987)’a göre sera domateslerinde yeterli demir ile beslenme durumunda yaprak demir (Fe) değerleri alt ve üst sınırları 50 ppm ile 200 ppm arasında bildirilmektedir. Çizelge 7. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt uygulamalarının yapraktaki Fe konsantrasyonuna olan etkisi Uygulamalar 28.03.2014 25.04.2014 30.05.2014 Kontrol 168 a 100 135 MBS 128 b 126 173 MBS+Fe 131 b 118 161 MBS+Zn 143 ab 124 141 MBS+Fe+Zn 126 b 122 155 LSD0.05 26.30 ÖD ÖD MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 342 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.8. Yaprak Zn (Çinko) Konsantrasyonu Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde, mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının yapraktaki çinko konsantrasyonları üzerinde istatistiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. Deneme bitkileri yapraklarında yapılan Zn analizlerinde, uygulamaların düzenli bir etkisi belirlenememiştir. İlk analiz tarihinde kontrol dışındaki tüm kükürt uygulamalarında yaprakta Zn artışı görülmektedir. İkinci analiz tarihide, kontrol dahil tüm uygulamalarda yaprak Zn konsantrasyonu düşmüştür (Çizelge 8). Bu aşama, domates hasatlarının en düzeyde olduğu pik yaptığı dönemdir. Çinkonun meyveye çok kullanıldığı söylenebilir. Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları benzer bir çalışmada Zn konsantrasyonları yetiştiricilik öncesi toprağa leonardit, mikronize-bentonitli-kükürt uygulandığında ve kontrol uygulamalarında sırasıyla 82.40 ppm, 140.91 ppm ve 102.15 ppm olarak bildirmişlerdir. Anonymous (2004)’a göre sera domateslerinde yeterli çinko ile beslenme durumunda yaprak çinko değerleri alt ve üst sınırları 20 ppm ile 250 ppm arasında bildirilmektedir. Çizelge 8. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt (MBS) uygulamalarının yaprak Zn konsantrasyonuna etkisi Uygulamalar 28.03.2014 25.04.2014 30.05.2014 Kontrol 204 88 157 MBS 219 69 180 MBS+Fe 220 56 146 MBS+Zn 230 66 146 MBS+Fe+Zn 225 61 162 LSD0.05 ÖD ÖD ÖD MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 343 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.9. Toprak pH ve EC Değerleri Toprağa uygulanan mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının toprak pH değerleri üzerindeki etkilerine bakıldığında uygulama yapılan parsellerde 0.10 ila 0.28 birim arasında düşüşler söz konusudur. EC değerlerine bakıldığında ise en düşük EC değerinin hiç uygulama yapılmayan kontrol parselinde bulunduğu görülmektedir. Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları benzer bir çalışmada, mikronize-bentonitlikükürt ve leonarditin bir yetiştiricilik sezonunda, konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde toprak pH’sını sırasıyla 0.51 ve 0.45 birim düşürdüğünü bildirmiştir. Çizelge 9. Organik domates bitkilerinde Mikronize Bentonitli Kükürt uygulamalarının toprak pH ve EC değerlerine olan etkisi Uygulamalar pH EC Kontrol 8.36 a 0.48 c MBS 8.25 ab 0.60 bc MBS+Fe 8.19 ab 0.64 bc MBS+Zn 8.22 ab 0.71 b MBS+Fe+Zn 8.08 b 1.14 a 0.15 0.16 LSD0.05 MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 3.9. Toprak Fe ve Zn Konsantrasyon Değerleri Deneme sona erdiğinde, mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının toprak Fe ve Zn konsantrasyonlarına olan etkilerine bakıldığında; Fe konsantrasyonu bakımından uygulamalar arasında istatistiksel olarak fark bulunmazken, Zn konsantrasyonu bakımından Zn elementi katkılı mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının ön plana çıktığı görülmektedir. Deneme sonu olduğu için kükürt uygulamalarında artan meyve verimi ile beraber topraktaki Fe daha fazla tüketilmiş olabilir. 344 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bu nedenle fark görülmemiş olabilir. Ya da söz konusu kükürt ürünlerine eklenen %2’lik Fe yetersiz gelmiştir. Çizelge 9. Organik domates bitkilerinde Mikronize Bentonitli Kükürt uygulamalarının toprak Fe ve Zn değerlerine olan etkisi (mg/kg) Uygulamalar Fe Zn Kontrol 2.96 2.92 c MBS 2.97 2.62 c MBS+Fe 2.72 2.22 c MBS+Zn 2.82 12.17 b MBS+Fe+Zn 2.96 18.59 a LSD ÖD 2.52 MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil 4. Sonuç Serada organik domates yetiştiriciliğinde toprağa uygulanan mikronize bentonitli kükürt ve buna Fe ile Zn eklenmiş türevlerinin meyve verimi üzerine artırıcı etkisi %14 ile %26 arasında belirgin bir şekilde görülmüştür. Toprak pH’sı üzerine düşürücü etkisi ise başlangıç pH’sına göre 0.28 birimlik bir düşüş kaydedilmiştir. Toprak işlemesi sırasında veya seralarda yaz aylarında solarizasyon öncesi toprağa mikronize bentonitli kükürt uygulanması, pH düşmesi, muhtemel olarak toprak kökenli hastalıklar için dezenfeksiyon ve kükürtün besin maddesi etkilerinden olsa gerek meyve verimi artışı sağlamaktadır. Sera organik domates yetiştiriciliğinde toprak hazırlığı sırasında dekara 50 kg mikronize kükürt tek başına veya toprak analiz sonuçlarına göre mikro element eksikliği varsa Fe ve Zn eklenmiş türevleri kullanılması önerilmektedir. 345 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Teşekkür Burada sunulan makale Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının TAGEM (Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü) Başkanlığı tarafından, TAGEM-12/AR-GE/29 nolu proje ile desteklenmiştir. Finansal desteklerinden dolayı TAGEM’e ve Çukurova Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) Koordinasyon Birimine teşekkür ederiz. Ayrıca Mikronize-Bentonitli-Kükürt ürünleri sağlayan Balkan Kükürt Ltd. Şti. ‘e teşekkürler. Kaynaklar Midmore Dj, 1993. Agronomic Modification of Resource Use and Intercrop Productivity. Field Crops Reserch 34, 357-380. Rehber E., ve Turhan, 2001, Prospects and Challenges for Developing Countries in Trade and Production of Organic Food and Fibers: The Case of Turkey, 72nd EAAE Seminar Organic Food and Marketind Trends, Chania, Greece, 7-10 June 2001. Bloem, E., Haneklaus, S., Salac, I., Wickenhäuser, P., Schnug, E., 2007.Facts and Fiction about Sulfur Metabolism in Relation to PlantPathogen Interactions. Plant Biology, Vol.9, issue 5, 596-607. Bloem, E., Haneklaus, S., Schnug, E., 2005. Significance of Sulfur Compounds in the Protection of Plants Against Pests and Diseases. Journal of Plant Nutrition, Vol. 28, İssue 5, 763-784. Yaraş, K., Daşgan, H.Y., 2012. Sera koşullarında toprağa uygulanan mikronize-bentonitli-kükürt ve organik maddenin toprak pH’sı, domatesin bitki büyümesi, verimi ve meyve kalitesi üzerine etkileri, Tarım Bilimleri Dergisi 5 (1): 175-180. Winsor, G., Adams, P., 1987. Glasshouse Crops. Volume:3, 109-135. Anonymous, 2004. 3. Ulusal Gübre Kongresi 11-13 Ekim 2004 Tokat (sayfa 1274). Demirtaş, E.I., Arı, N., Arpacıoğlu, A.E., Özkan, C.F., Aslan, H. 2007. Örtüaltı Domates Yetiştiriciliğinde Mantar Atığı Kullanımının Bazı Toprak Özellikleri ve Verim Üzerine Etkisi. Türkiye V. Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi, s:220-223, Erzurum, 2012. alatarım 2012, 11 (2): 9-16. Wang, C.D., Chan, H.T., Lay, C.L., 1991. Effect of organic manures on the yield and quality ofgrapes. Bulletin of Taichung District Agric. Improv. Station, 32: 41-48. 346 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sera Topraksız Hıyar Yetiştiriciliğinde Selenyum (Se) ve Silisyum (Si) ‘un Kullanılması H. Yıldız Daşgan*, Yelderem Akhoundnejad Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Adana, E-posta: daşgan@cu.edu.tr Özet: Yetiştiricilik sırasında Si ve Se uygulamalarının bazı bitki türlerinde verim ve ürün kalitesini artırdığı gösterilmiştir. Son yıllardaki araştırma bulguları, söz konusu bu iki elementin bitkilerde bir besin maddesi gibi fayda sağlamasının yanı sıra, biyotik ve abiyotik (kuraklık, tuzluluk vb) stres koşullarında zararlanmayı azalttığı ve bitkinin strese dayanımını artırdığı yönündedir. Bu faydalarından dolayı, bazı ülkelerde yeni nesil özel gübreler ismi altında Si içeren gübreler üretilerek pazarlanmaya başlamıştır. Silisyum (Si), oksijenden sonra % 28’lik bir oranla yerkürede ve toprakta ikinci bol bulunan element olmasına rağmen çoğunlukla çözünemeyen oksitler veya silikatlar şeklindedir. Bitkiler bu çözünmeyen Si formlarını kullanamamaktadır. İnsan ve hayvan organizmalarında büyüme-gelişme ve hayatın devamı için eksikliği risk edilemeyecek bir element olan selenyumun bitki-hayvan-insan beslenme zincirinde yer alması büyük önem arz etmektedir. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda, bu beslenme zincirinde kritik pozisyonda olan bitkilerin, Se içeriğini artırarak (biofortification) insan ve hayvan organizmalarının Se gereksinimi karşılanmaya çalışılmaktadır. Uygulamaların verim üzerine etkisi, tek başına Se uygulaması kontrole göre %12.4, tek başına Si uygulaması %5.1 ve her iki elementin beraber olduğu Se+Si uygulaması ise kontrole göre %8.4 verim artışı oluşturmuştur. Selenyum ve silisyum uygulamalarının hıyar meyvelerinde fiziksel özellikler üzerine etkileri önemli bulunmamıştır. Ancak meyvelerin Se ve Si içerikleri artmıştır bu durum insan beslenmesi bakımından özellikle Se durumunda önemli olabilir. Anahtar kelimeler: Selenyum, Silisyum, Topraksız yetiştiricilik 347 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Use of Selenium (Se) and Silicon (Si) in Soilless Production of Cucumber Abstract: Although selenium (Se) and silicon (Si) are not shown as essential mineral nutrients, may be this information can be change in close future. Because these 2 elements have significant positive effects on plant growth and developments in many plant species. Also, there are so many studies that Se and Si have important increasing effects on yield and crop quality properties. In recent researches showed that Se and Si not only increase plant growth and yield but also protect plants from biotic and abiotic stress factors. Because of these properties of Si, in some countries new generation fertilizers with Si is produced and distributed to the market. Although the silicon is more abundant elements with 28% percent after oxygen in earth, plants are not utilized from the Si forms. Selenium is an essential micronutrient for human and animals. In recent years some researchers have been carried out in order to increase plant’s Se contents (biofortification) for getting benefits in nutrition of human and animals. Cucumber yield was increased by 12.4% in Se, 5.1% in Si and 8.4% in Se+Si treatments. Selenium and Si were not significantly affected to the cucumber fruit physical properties however Se and Si contents of the fruit were increased by the treatments. This can be important especially for Se nutrition of the human. Key words: Selenium, Silicon, Soilless Culture, Human nutrition, Cucumis sativus 1. Giriş Topraksız yetiştiricilikte üretimin püf noktası bitki besleme konusudur. Çünkü bitkilerin içinde yetiştirildiği katı veya sıvı ortamlar besin maddeleri yönünden toprağın aksine inerttir. Bitkilerin yaşamsal gereksinim duyduğu besin maddeleri hazırlanan besin çözeltisi ile verilmektedir. Her bitki türüne ve bitkilerin farklı gelişme aşamalarına, çevre koşularına göre değişen besin maddeleri oran ve kompozisyonları optimum pH ve EC düzenlemeleriyle bitkilere sunulmaktadır. Bu durumda topraksız yetiştiricilik sistemlerinde bitkilere besin çözeltisi ile ne verilirse bitkiler sadece bunları kullanmakla kontrol altında tutulmaktadır. Geleneksel topraklı üretimde ise gübrelerle toprağa verilen besin maddelerinin dışında topraktan gelen ekstra besin maddelerinin de 348 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X devreye girebilmesi olasılık dahilindedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda yıllardan beri bilinen azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, mangan, çinko, bakır, bor ve molibden elementleri dışında özellikle de silisyum (Si) ve selenyum (Se)’un bitki beslemedeki olumlu katkılarının ortaya çıkarılması (bkz. Önceki çalışmalar kısmı) bizi bu çalışmaya yöneltmiştir. Bu çalışmanın amacı, sera topraksız bitki/sebze yetiştiriciliğinde besin çözeltisine Si ve Se eklemeleri yaparak, bitki büyüme ve gelişmesini, verim ve ürün kalitesini artırmaktır. Şu ana kadar yapılan toprakta veya topraksız koşullarda iklim odasında, serada saksıda yapılan model veya küçük çaplı verim ve fizyolojik denemelerde söz konusu bu iki elementin bir gübre gibi işe yaradığı gösterilmiştir. Burada sunulan çalışmada ise pratikte topraksız sera üreticilerinin sonuçlarından faydalanacağı şekilde gerçek boyutlarda bir deneme planlanmıştır. Silisyum ve Se uygun dozlarda tek tek ve beraber bitki beslemede kullanılmıştır. Silisyum ve Se eklemeleri yapılmayan kontrol bitkileri ile karşılaştırmalı yetiştirilmiştir. Adana ekolojik koşullarında, serada ilkbahar sezonunda topraksız hıyar yetiştiriciliği takvimine uygun bir şekilde farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinde büyüme ve gelişme parametreleri, toplam ürün verimi ve hıyar meyve kalite özellikleri ile bitkilerin beslenmesi yönlerinden karşılaştırmalı incelemeleri yapılmıştır. Hıyar seçilmesinin nedeni ise ülkemiz topraksız seralarında domatesten sonra en fazla hıyar yetiştirilmesidir. Silisyum bitkiler için temel bir mineral element olarak gösterilmemekle birlikte, direkt veya dolaylı olarak pek çok bitki türünde büyüme ve gelişme üzerine faydalı pozitif etkilerde bulunmaktadır. Yetiştiricilik sırasında Si uygulamalarının verim ve ürün kalitesini önemli bir şekilde artırdığı arpa, çeltik ve şeker kamışı, domates, hıyar, soya fasulyesi, bambu gibi bitkilerde bildirilmektedir (Ma ve Takahashi, 2002). Silisyumun diğer önemli bir özelliği, biyotik ve abiyotik stres koşullarında bitkide zararlanmayı azalttığı ve strese dayanımının artırıldığı yönündedir (Ma 2004; Li ve ark., 2009). Savvas ve ark. (2007), topraksız gül yetiştiriciliğinde 1.5-2.0 mM Si uygulamasının bitkide vegetatif gelişmeyi ve gül kalitesini artırdığı ayrıca, sistemde oluşan tuzluluk problemine karşı bitkilerin toleransını artırdığını bildirilmektedir. Savvas ve ark. (2009), topraksız koşullarda yetiştirilen sera kabaklarında 1mM Si kullanıldığında tuz stresi altında bitkinin büyüme ve gelişmesi, verimliliği ve külleme hastalığına dayanıklılığının arttığı bildirmektedir. Abou-Baker ve ark.,( 2011), bakla 349 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X bitkisinde yaptıkları bir çalışmada Si’un K2SiO4 ve MgSiO4 formlarında 300 ppm Si olacak şekilde ekimi takiben 30, 60 ve 80 gün sonra yapraktan uygulamışlardır. Yapraktan sadece su püskürtülen kontrol bitkilerine göre Si’un her iki formu da bitki boyu, kök uzunluğu, yeşil aksam taze ve kuru ağırlıkları, kök taze ve kuru ağırlıkları ve tohum verimi üzerine önemli artışlara neden olmuştur. Silikat formlarının her ikisi de bitki büyüme parametreleri ve verim üzerinde artırıcı etki göstermesine karşın K 2SiO4 formunun daha artırıcı bir rol oynadığı görülmüştür. Zhangve ark., (2012) kestane ağacına yapraktan %0.12 Si uygulaması ile bitkilerde fotosentezin ve buna bağlı olarak da bitkilerde büyümenin arttığı rapor edilmektedir. Toresano-Sánchez ve ark. (2012), serada topraksız ortamda kayayününde Si uygulayarak kiraz domatesi yetiştiriciliğini bitkinin beslenmesi ve verim yönünden iki ayrı denemede incelemişlerdir. Domateslerde Si uygulamasının verim bakımından %2.04.8 arasında artırmıştır. Selenyum insan vücudu için elzem bir mikro elementtir. İnsan ve hayvan organizmalarında büyüme-gelişme ve hayatın devamı için eksikliği risk edilemeyecek bir elementtir (Reilly, 1996). Yetişkin bir insan günde 55-70 µg Se almalıdır (McDowell, 2003). Selenyum eksikliğinde insan ve hayvanlarda bazı hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Vücudun bağışıklık sistemi zayıflamakta, viral enfeksiyonlar artmakta ve kanser tetiklenmektedir. Bununla birlikte yüksek dozlarda alınan Se toksik olabilmektedir. Tarım yapılan topraklarda Se içeriği oldukça düşüktür. İnsan ve hayvan beslenmesinde Se ‘un elzem olması, beslenme zincirinde kullanılan stratejik bitkilerin (tahıllar ve sebzeler: buğday, mısır, patates, domates, yeşil sebzeler-marul vb) Se içeriklerinin artırılmasına yönelik çalışmaları teşvik etmektedir. Bu çalışmalarda üzerinde durulan konular, Se biriktiren genotiplerin taranarak seçilmesi veya yetiştiricilik sırasında Se gübrelemesi ile Se içeriğinin artırılması, söylenebilir (Ramos ve ark., 2011), bu faaliyetlere “Se biyofortifikasyonu” denilmektedir. Selenyumun bitkiler için faydalı bir element olduğu ve düşük konsantrasyonlarda kullanıldığında bitki büyümesini teşfik ettiği bildirilmektedir (Hartikainen ve ark., 2000; Turakainen ve ark., 2004; Rios ve ark., 2010). Lyons ve ark., (2009), Brassica (lahanagiller familyası) bitkilerinden, özellikle de tohumlarının yüksek yağ içeriği nedeniyle biyo-yakıt potansiyeli olan “Kolza” veya “Kanola” olarak bilinen Brassica rapa L.’ nın generatif gelişmesi; çiçeklenme, tohum verimi ve tohum canlılığı üzerine etkilerini araştırmışlardır. Sonuçlar 350 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X inanılmaz etkileyicidir. Yağlı tohumları için yetiştirilen bu bitkide; polen canlılığında, tohum miktarında, tohum çimlenme oranında ve tohumların Se içeriğinde önemli ve çok faydalı artışlar elde etmişlerdir. Bunun üzerine yazarlar, selenyumun bitkilerin sadece vegetatif gelişmesi üzerine değil aynı zamanda generatif gelişmesi üzerine de pozitif faydalar sağladığını bildirmişlerdir (Lyons ve ark., 2009). Selenyumun çim bitkilerinde 0.1 ve 1.0 mgL-1 arasındaki dozlarda bir antioksidan etkisi yaptığı ve lipit peroksidasyonunu engellediği bildirilmektedir (Hartikainen ve ark., 2000). Kabak bitkilerinde 1.5 mg L-1 Se uygulamasının verimi artırdığı rapor edilmiştir (Germ ve ark., 2005). Selenyumun bitki büyümesi ve stres sırasında bitkilere direnç sağlaması konusunda faydaları kanıtlanmasına karşın (Hartikainen, 2005) halen selenyumun bitkiler için gerekli bir “Esas” (essential) element olarak tanımlanmamıştır. Selenyumun sadece bitkiler için faydalı bir element olduğu değil, insan ve hayvanlar için de çok önemli olduğu bilinmektedir. İnsanlarda Se elementinin sağlık üzerine pek çok olumlu ve önemli katkıları olduğu bildirilmektedir (Combs, 2001). Selenyum insan beslenme programlarında günde 200 µg alınırsa karaciğer, prostat ve kolon kanserlerine yakalanma riskini önemli ölçüde azalttığı belirtilmiştir (Combs, 2001). İnsan sağlığı için önemli bir anti-oksidan olan selenyumun, insan-hayvan-bitki beslenme gıda zincirinde temeli oluşturan bitkilerin yetiştiriciliği sırasında gübreleme ile verilmesi bütün canlılar için fayda sağlayacak bir olay olmaktadır. Tarafımızdan yapılan bir ekip çalışmasında Se ve Si ‘un domates bitkilerinde tuz stresini azaltıcı etkileri incelenmiştir. Bu çalışmada, 200 mM NaCl gibi gerçekten yüksek bir tuz stresi ile çalışılmıştır. Bununla birlikte Se ve Si’un tuz stresini azaltıcı etkileri; yeşil aksam ve kök ağırlıklarında, yaprak oransal su içeriğinde, yeşil aksamda ve özellikle de kökte Na ve Cl iyonlarının daha az lokalize edilmesinde çok net olarak görülmüştür (Avcu ve ark., 2013). 2. Materyal ve Yöntem Deneme, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü’nün “Topraksız yetiştiricilik” çalışmaları için ayrılan 500 m2 cam serada 2013 sonbahar yetiştiricilik döneminde gerçekleştirilmiştir. Denemede kullanılan hıyar çeşidi “Beith alfa” tipinde Monsanto Gıda ve Tarım Tic. Ltd. Şti. tohum firmasına ait multi verim özelliğine sahip Ariasos F1 çeşididir. Hazır fide siparişi verilmiştir. Serada topraksız 351 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sisteme bitkilerin dikilmesi 28.08.2013 tarihinde yapılmıştır. Deneme 3 ay sürmüş ve ısıtmasız bir serada yürütüldüğünden havaların soğuması ile beraber 30 Kasım 2013’de tamamlanmıştır. Aşağıda 4 ana konuda sunulan uygulamalar açık topraksız yetiştiricilik sisteminde substrat kültüründe damla sulama sistemiyle uygulanmıştır. 1. Kontrol : Bitkilere uygulanan besin çözeltisi Çizelge 1’de gösterilen bitki besin maddeleri konsantarsyonlarına uygun olarak hazırlanmıştır. Bu kontrol çözeltisi içerisinde Si veya Se olmamıştır. 2. Silisyum Uygulaması : Bitkilere uygulanan besin çözeltisi içerisinde son konsantrasyon 2.8mM Si olacak şekilde, potasyum silikat (K2SiO3) bileşiğinden faydalanılmıştır (Ashraf ve ark., 2010). 3. Selenyum Uygulaması: Bitkilere uygulanan besin çözeltisi içerisinde son konsantrasyon 10µM Se olacak şekilde, sodyum selenat Na2SeO4 bileşiğinden faydalanılmıştır (Hawrylak-Nowak, 2009). 4. Silisyum ve Selenyum Uygulaması: Bitkilere uygulanan besin çözeltisi içerisinde son konsantrasyon 2.8 mM Si+10 µM Se olacak şekilde, potasyum silikat (K2SiO3) ve sodyum selenat (Na2SeO4) bileşiklerinden faydalanılmıştır. Çizelge 1. Denemede kullanılan besin miktarları (Daşgan ve ark., 2012) Element mg l-1 N 150-200 P 40-60 K 200-350 Ca 150-225 Mg 50-70 Fe 2.0-5.0 Mn 0.8-1.0 Zn 0.5-0.7 B 0.4-0.5 Cu 0.1-0.2 Mo 0.05 352 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Uygulama 2 ve 3’de 2.8 mM K2SiO3’dan gelen potasyum hesaplanarak K2SO4’dan sağlanıp uugulama 1 ve 3’e ayrıca eklenmiştir. Çalışmada öngörülen 4 farklı uygulamanın her biri için 500 litre kapasiteli besin çözeltisi tankları kullanılmıştır. Silisyum (K2SiO3) uygulamasında, K2SiO3 çözelti pH’sını yükselttiği için ayrı bir tanktan verilmiştir. Her “Uygulama” için bağlı olduğu tank çıkışına su motoru, sayaç, manometre ve filtre bağlanmıştır. Serada, hıyar bitkileri 3.33 bitki/m2 dikim yoğunluğunda 100 cm boyunda, 20 cm genişliğinde ve 4 cm derinliğindeki Hindistan cevizi (cocopeat) paketlerinde 150cm x 90cm x 25cm sıra arası ve üzeri mesafelerle yetiştirilmiştir. Denemede yer alan farklı uygulamalar için, 4 tekerrür ve her tekerrürde 16 bitki olacak şekilde (64 bitki/uygulama) tesadüf blokları deneme desenine göre dikim yapılmıştır. Ayrıca seranın uzun kenarları boyunca sağ ve sol iki kenarına bir sıra halinde “Kenar tesir” bitkileri dikilmiştir. Hindistan cevizi lifi (cocopeat) paketleri dikimden bir günce besin çözeltisi ile ıslatılarak genleştirilmiştir. 3. Bulgular ve Tartışma 3.1. Bitki Büyüme Parametreleri Araştırmada farklı uygulamaların bitki büyümesi üzerine etkilerini görmek için yetiştirme sezonu boyunca 21 gün aralıklarla 3 defa 19 Eylül, 11 Ekim ve 1 Kasım tarihlerinde bitki boyu, gövde çapı ve yaprak sayısı ölçümleri yapılmıştır. Uygulamaların incelenen bitki büyüme parametreleri üzerine önemli etkileri görülmemiştir (Çizelge 2, 3 ve 4). Sonbahar mahsulü hıyar denemesi 29.11.2013 tarihinde sonlandırılmıştır. Son ölçüm tarihi olan 01.11.2013 tarihinde gerçekleştirilen ölçümlerde, Selenyum tek başına ve Selenyum+Silisyum uygulamalarında diğer uygulamalara göre bitki boyu ve gövde çapında hafif bir artış gözlenirken, yaprak sayısında da istatistiksel olarak bu iki uygulamanın ön plana çıktığı görülmektedir. Araştırmada incelenen uygulamaların hıyar bitkilerinde deneme sonundaki toplam yeşil aksam taze ve kuru ağırlıkları ile vegetasyon boyunca üretilen toplam yaprak alanı üzerine etkileri Çizelge 5’de görülmektedir. Meyveler hariç yaprak ve gövde taze ağırlığını içeren toplam yeşil aksam üzerine uygulamaların etkisi istatistiksel olarak önemsiz bulunmuştur. Lee ve ark. (2010), soya fasulyesi yetiştiriciliğinde Na2SiO3 formunda 2.5mM Si uygulandıklarında bitki büyümesi üzerine Si’un 353 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X artırıcı etkisini bitki boyunda %3.4, kök boyunda %2.9 olarak bildirmişlerdir. Sharma ve ark. (2010), Brassica napus bitkisini, Se kaynağı olarak Selenat-Se ve Selenit-Se ile yetiştirmişlerdir. Uygulama dozları her iki kaynak için de 1, 2, 4 Se mg kg-1 toprak olmuştur. Yazarlar, Selena-Se kaynağının bütün dozlarında kontrol bitkilerine göre bitki kuru ağırlığı, bitki boyu gibi büyüme parametrelerinde gerileme olduğu bununla birlikte, Selenit-Se kaynağının ise en az kontrol kadar olabildiği ancak kontrolden fazla büyümeyi artırmadığını bildirmiştir. Selenat-Se ve Selenit-Se olmak üzere iki farklı uygulama ile yetiştirilen Brassica napus tohumlarında Selenit-Se uygulanan tohumlardaki Se içeriği miktar olarak insan sağlığı için uygun iken, Selenat-Se içerenlerde Se miktarının toksik dozlara ulaşabildiği bildirilmiştir (Sharma ve ark. (2010). Çizelge 2. Farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinin değişik zamanlarda ölçülen bitki boyu değerleri (cm) Uygulamalar 19.09.2013 11.10.2013 01.11.2013 Kontol 200.02 a 314.78 37.98 Selenyum 191.24 b 320.63 343.93 Silisyum 184.23 c 302.78 321.58 Selenyum+Silisyum 183.58 c 310.28 342.83 Çizelge 3. Farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinin değişik zamanlarda ölçülen gövde çapı değerleri (mm) Uygulamalar 19.09.2013 11.10.2013 01.11.2013 Kontol 7.71 a 8.22 8.22 Selenyum 7.85 a 8.10 8.30 Silisyum 7.52 b 8.03 8.23 Selenyum+Silisyum 7.33 c 8.15 8.32 354 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 4. Farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinin değişik zamanlarda ölçülen yaprak sayısı değerleri (adet/bitki) Uygulamalar 19.09.2013 1.10.2013 01.11.2013 Kontol 26.07 40.23 45.56 bc Selenyum 25.30 40.63 46.78 ab Silisyum 25.42 39.60 44.00 c Selenyum+Silisyum 25.56 40.53 47.68 a Çizelge 5. Uygulamaların hıyar bitkilerinde yeşil aksam (meyve hariç) taze ağırlığı, kuru ağırlığı ve yaprak alanı üzerine etkileri Uygulamalar Toplam yeşil aksam taze ağırlığı (g/bitki) Toplam yeşil aksam kuru ağırlığı (g/bitki) Toplam yaprak alanı (cm2/bitki) Kontol 479 113 b 18760 Selenyum 487 126 a 20376 Silisyum 460 112 b 18421 Selenyum+Silisyum 489 127 a 19497 3.1. Toplam Verim ve Meyve Sayısı Topraksız yetiştirilen hıyar bitkileri farklı beslenme uygulamaları ile 23 Ağustos 2013 ile 29 Kasım 2013 tarihleri arasında yetiştirilmiştir. Bu süreçte hıyar bitkilerinden ilki 18.09.2013 tarihinde olmak üzere 2 ay 10 gün boyunca toplam 15 hasat gerçekleştirilmiştir. Çizelge 6’da sezon boyunca elde edilen hasatların toplamı gösterilmektedir. Verim değerleri üzerine uygulamaların etkisi istatistiksel olarak önemsiz görülmekle birlikte, tek başına Se uygulaması kontrole göre %12.4, tek başına Si 355 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X uygulaması %5.1 ve her iki elementin beraber olduğu Se+Si uygulaması ise kontrole göre %8.4 verim artışı oluşturmuştur. Hasat edilen toplam meyve sayılarında da Se, Se+Si ve Si uygulamalarında kontrole göre sırasıyla %12.6, %10 ve 4.2 artışlar kaydedilmiştir. Tek başına Si uygulamasının toplam verim ve meyve sayısı değerlerinin düşük olmasını, Si kaynağı olarak kullanılan Potasyum Silikatın yüksek alkali olmasına bağlıyoruz. Her ne kadar ayrı bir tanktan ve ayrı bir damlam sistemi ile de uygulansa kök bölgesinde pH yükselmesi olumsuzluk yaratmış olabilir. Seppänen, ve ark. (2010), Brassica napus ve Brassica rapa, yağ bitkisi olan iki Brassica türüne Se uygulaması/gübrelemesi yaparak yetiştirmiştir. Deneme sonunda bu türlerin tohum veriminde ve yağ miktarında bir artış görülmemekle birlikte yağ kalitesinin yükseldiği ve özellikle Se içeriğinin arttığı belirtilmiştir. Brassica türlerinde yağ içeriğinin Se bakımından yükselmesi insan ve hayvan beslenmesinde çok önemli olarak vurgulanmıştır. Djanaguiraman ve ark. (2004), soya tohumlarına ekim öncesi 5ppm sodyum selenat uygulamışlar ve daha sonra tohum ekiminden 45, 60 ve 75 gün sonra 50 ve 100 ppm dozlarında yaprak uygulaması şeklinde sodyum selenat uygulamışlardır. Yazarlar Se uygulamasının bitkilerin yaşlanmasını geçiktirdiği, yaprak sayısı ve yaprak alanını artırdığı 100ppm Se dozunun verimi %11 artırıcı etki yaptığını bildirmişlerdir. Türkmen (2010) sarımsak bitkisi yetiştiriciliğinde tarla ve sera denemeleri yaparak verim üzerine etkisini incelemiştir. Tarla denemsinde sodyum selenat olarak Se dozları 12.5, 25, 50, 100 g da-1 olarak kullanılmıştır. Kullanılan Se dozları sarımsak yetiştiriciliğinde verimi artırmamıştır. Toresano-Sánchez ve ark. (2012), serada topraksız ortamda kayayününde Si uygulayarak kiraz domatesi yetiştiriciliğini bitkinin beslenmesi ve verim yönünden iki ayrı denemede incelemişlerdir. Domateslerde Si uygulamasının verim bakımından %2.0-4.8 arasında artırmıştır. Açık tarlada hıyar yetiştiriciliğinde, selenyum, Na2SeO4 bileşiği olarak 50 ppm dozunda ve silisyum, K2SiO3 bileşiği olarak 300 ppm dozunda yapraklardan sprey şeklinde olmak üzere 3 defa 15 gün aralıklarla uygulanmıştır. Meyve veriminde % 11, Silisyum, % 8 ve Se + Si uygulaması ise verimde % 25 artışlar sağlamıştır. Her iki mineralin 356 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X beraberce yapraktan kullanımı verimi artırıcı etki yapmıştır. Bitki büyümesi ve meyve özellikleri üzerine Se ve Si’un etkileri belirgin değilken, meyvenin Se ve Si içeriği üzerine artırıcı etkiler görülmüştür (Çetinsoy ve Daşgan, 2015). Çizelge 6. Uygulamaların sonbahar dönemi yetiştiriciliğinde hıyar bitkilerinde 18.09.2013 ve 29.11.2013 tarihleri arası 15 hasat için toplam verim ve meyve sayısı üzerine etkileri Meyve Sayısı Verim kg/m2 Uygulamalar kg/bitki Adet/m2 Adet/bitki Kontol 5.65 1.76 45.74 14.25 Selenyum 6.35 1.97 51.49 16.04 Silisyum 5.96 1.85 47.68 14.77 Selenyum+Silisyum 6.15 1.92 50. 15.67 3.2. Meyve Özellikleri Hasat döneminin ortasında Ekim ayında alınan meyve örneklerinde Tablo 10’da görülen bazı kalite özellikleri incelenmiştir. Hıyar meyvelerinin irilikleri ile ilgili olan ağırlık, boy, çap ve hacim özellikleri bakımından Se+Si elementlerinin beraberce verildiği uygulamada meyveler biraz daha iri olarak ön plana çıkmaktadır. Selenyum+silisyum uygulaması meyvelerini ağırlık, boy ve çap bakımından Se uygulamasının takip ettiği görülmektedir (Çizelge 7). Silisyum tek başına uygulamasında ise hıyar meyvelerinin ağırlık, boy ve hacimde kontrolden bile daha düşük değerler verdiği görülmektedir. Hıyar meyvelerinde incelenen pH, EC ve kuru madde özellikleri bakımından uygulamalar arasındaki farklılıklar önemli bulunmamıştır (Çizelge 7). Türkmen (2010) sarımsak bitkisi yetiştiriciliğinde tarla ve sera denemeleri yaparak verim üzerine etkisini incelemiştir. Tarla denemsinde sodyum selenat olarak Se dozları 12.5, 25, 50, 100 g da-1 olarak 357 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X kullanılmıştır. Kullanılan Se dozları sarımsak baş ağırlığı ve diş ağırlığı üzerine artırıcı bir etkide bulunmamıştır. Çizelge 7. Uygulamaların hıyar meyvelerinde bazı kalite özellikleri üzerine etkileri Ağırlı k (g) Uyg. Boy Çap (cm) (mm) Hacim (cm3) pH EC Kuru Madde (%) Kontol 114 14.08 b 31.85 c 123.7 5.51 4.39 4.58 Selenyum 117 13.74 bc 34.04 a 124.1 5.25 4.64 5.33 Silisyum 113 13.61 c 33.15 b 90.5 5.49 4.91 5.20 Se+Si 121 14.59 a 35.15 a 141.2 5.48 5.01 4.51 3.3. Meyvede Se ve Si Analizleri Çalışmada hıyar meyveleri içeriği üzerine bitki beslemede kullanılan Se ve Si elementlerinin etkilerini görmek için meyvelerde söz konusu elementlerin analizleri yetiştirme sezonu boyunca iki örnekleme yapılarak incelenmiştir. Selenyum ve Si element konsantrasyonlarının beklendiği üzere besin çözeltisine eklendiği uygulamalarda yüksek olduğu görülmüştür. İnsan beslenmesinde Se’un önemi açısından bu durum ilerde değerlendirilebilir. Topraksız yetiştiricilikte besin çözeltisine eklenen Se hem bitki beslenmesi üzerine ve hem de ürüne geçerek onu tüketen insna beslenmesi üzerine etkili olabilir. Denemede kullanılan Se dozlarlı çok yüksek değildi ilerde yapılacak çalışmalarda Se dozları artırılabilir. Bununla birlikte kontrol dahil söz konusu elementlerin eklenmediği uygulamalarda da Se ve Si içeriği belirlenmiştir (Çizelge 8). Selenyum ve Si eklenmeyen uygulamalarda belirlenen Se ve Si elementleri sulama suyu, kullanılan gübre içerikleri ve kullanılan substrattan gelmiş olabilir. Türkmen (2010), sarımsak serada sarımsak yetiştiriciliği denemesinde, 2.0 ve 3 Se mg kg-1 toprak uygulaması yaptığında, sarımsak bitkisi başlarında Se konsantrayonlarını sırasıyla 153 ve 466 mg kg-1 ve gövdede Se konsantrasyonlarını sırasıyla 331 ve 701 mg kg-1 358 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olarak bildirmiştir. Yetiştiricilik sırasında kullanılan Se dozu arttıkça ürünün yenilebilir kısmındaki Se içeriği artmaktadır. Çizelge 8. Uygulamaların hıyar meyvelerinde Se ve Si konsantrasyonu üzerine etkileri Selenyum Uygulamalar Silisyum Birinci Ölçüm İkinci Ölçüm Birinci Ölçüm İkinci Ölçüm 19.09.2013 01.11.2013 19.09.2013 01.11.2013 (mg kg-1) (mg kg-1) (%) (%) Kontol 218 ab 207 c 0.368 c 0.648 c Selenyum 245.0 a 250 b 0.363 c 0.508 d Silisyum 190.0 b 197 c 0.403 b 0.760 b Se+Si 260.0 a 293 a 0.435 a 0.873 a Sonuç Topraksız hıyar yetiştiriciliğinde bitkilerin beslenmesinde 2.8 mM Si Potasyum Silikat (K2SiO3) formunda ve 10 µM Se Sodyum Selenat (Na2SeO4) formunda kullanılmıştır. Deneme sonuçlarına göre, bitki boyu, gövde çapı, yaprak sayısı ve biyomas taze ağırlığı gibi bitki büyüme parametreleri üzerinde Se ve Si etkileri önemli bulunmamıştır. Ancak biyomas kuru ağırlığı ve yaprak alanı üzerine Si katkısı önemsiz bulunurken, Se katkısı sırasıyla bu parametrelerin sırasıyla %12 ve %4-9 arasında arttığı belirlenmiştir. Uygulamaların verim üzerine etkisi, tek başına Se uygulaması kontrole göre %12.4, tek başına Si uygulaması %5.1 ve her iki elementin beraber olduğu Se+Si uygulaması ise kontrole göre %8.4 verim artışı oluşturmuştur. Selenyum ve silisyum uygulamalarının hıyar meyvelerinde 359 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X fiziksel özellikler üzerine etkileri önemli bulunmamıştır. Ancak meyvelerin Se ve Si içerikleri biraz artmıştır bu durum insan beslenmesi bakımından Se durumunda önemli olabilir. Proje çalışmasında Si kaynağı olarak kullanılan K2SiO3 bileşiği yüksek alkali özelliğe sahip olduğu için, topraksız yetiştiricilik sistemlerinde besin çözeltisinde ve kök bölgesinde substrat içerisinde pH yükselmelerine neden olmaktadır. Bizim denememizde bu engeli aşmak için K2SiO3 ayrı bir tankta hazırlanarak bitkilere verilmiştir. Bu durumda substrat içerisinde kök bölgesi pH değerleri yükselmemesi için sürekli kontrol edilerek gerektiği durumlarda substrat asidik özelliğe sahip seyreltik besin çözeltisi ile yıkanarak pH kontrol altında tutulmuştur. Potasyum silikat için özel ayrı tankı içerisinde 2.8mM Si konsantrasyunu için hazırlanan çözeltinin pH değerleri 7-9 arasında değişmiştir. Asit ile pH değerlerini ancak 6.5 civarına düşürülebilmiştir. pH 6.5 altına düşürüldüğünde çözelti içerisinde K2SiO3 bileşiğinden kaynaklanan jelimsi minik (0.3-1 mm) süspansiyon tanecikler oluşmaktadır. Bu taneciklerin Damla sulama memelerini tıkamaları söz konusu olabilmektedir. Ayrıca bu tanecikler (birkaç hafta içerisinde) substrat yüzeyinde jelimsi bir tabaka oluşturabilmektedir. Sulama sistemi ile gelen besin çözeltisi bazen bu jelimsi tabaka üzerinde kalarak substrat içerisine penetre olamamaktadır. Topraksız yetiştiricilik sistemlerinde Si kaynağı olarak K2SiO3 kullanıldığında ortaya çıkan bu sorunların çözülmesi gerekmektedir. Burada sonuçları sunulan projede Se’un bitki büyümesi, fotosentez ve verim üzerine pozitif artırıcı etkileri daha fazla görülmüştür. Uygulamada diğer besin elementleri gibi aynı tanktan rahatça verilebilmektedir. Besin maddesi analizleri de diğer mikro elementler gibi aynı yöntemlerle çok rahat yapılabilmektedir. Bundan sonraki çalışmalarda Se’un artan dozları denenebilir, bitki büyüme ve gelişmesi, verim artışı yanında ve ürün kalitesi anlamında meyveye/sebzeye geçen Se’un insan sağlığı bakımından getireceği pozitif etkiler incelenebilir. Teşekkür Bu çalışma TÜBİTAK 113O609 nolu hızlı destek projesi tarafından desteklenmiştir. Yazarlar olarak teşekkür ederiz. 360 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kaynaklar Abou-Baker, N.H., Abd-Eladl M., Abbas, M.M. 2011. “Use silicate and different cultivation practices in alleviating salt stres effect on bean plants”, Aust. J. Basic and Applied Sci. 5(9): 769-781. Ashraf M, Rahmatullah M, Afzal R, Ahmed F, Mujeeb A & Sarwar L Ali, 2010. “Alleviation of detrimental effects of NaCl by silicon nutrition in salt-sensitive and salt-tolerant genotypes of sugarcane (Saccharum officinarum L.)”, Plant and Soil 326: 381-391. Avcu, S., Akhoundnejad, Y., Daşgan, H.Y. 2013. “Domatesde tuz stresi üzerine selenium ve silicon uygulamalarının etkileri”, Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi 6 (1): 183-188. Combs, G.F. Jr., 2001. “Selenium in global food systems”, Br J Nutr 85:517–542. Çetinsoy, M.F., Daşgan, H.Y., 2015. Açıkta hıyar yetiştiriciliğinde yapraktan uygulanan selenyum ve silisyumun etkileri. Nevşehir Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü (2. Tarım Kongresi Bildirileri ). Daşgan , H.Y., Kusvuran, S. and Kirda, C. 2012. “Use of short duration partial root drying (PRD) in soilless grown cucumber by 35% deficit irrigation”, Acta Hort. (ISHS) 927:163-170. Djanaguiraman, M., Durga Devi, D., . Shanker, A.K., . Annie Sheeba, J., Bangarusamy, U., 2004. “Impact of selenium spray on monocarpic senescence of soybean (Glycine Max L.)”. Food, Agriculture & Environment Vol.2 (2) : 44-47. Germ, M., Kreft, I., Osvald, J. 2005. “Influence of UV-B exclusion and selenium treatment on photochemical efficiency of photosystem II, yield and respiratory potential in pumpkins (Cucurbita pepo L.)”, Plant Physiology and Biochemistry 43, 445-448. Hartikainen .H, Xue T.L., Piironen, V. 2000. “Selenium as an antioxidant and pro-oxidant in ryegrass”. Plant Soil 225:193–200. Hawrylak-Nowak, B.H., 2009. “Beneficial Effects of Exogenous Selenium in Cucumber Seedlings Subjected to Salt Stress”. Biol Trace Elem Res 132(1-3):259-69. Lee, S.K., Sohn, E.Y., Hamayun, M., Yoon, J.Y., Lee, I. J., 2010. “Effect of silicon on growth and salinity stress of soybean plant grown under hydroponic system”. Agroforest Syst 80:333–340. Li, Q.F., Ma, C.C., Ji, J. 2009. “Effects of silicon on water metabolism in maize plants under drought stres”. Acta Ecologica Sinica 29: 41634168. 361 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Lyons, G.H., Genç, Y., Soole, K., Stangoulis, J.C.R., Liu, F., Graham, R.D., 2009. Selenium increases seed production in Brassica. Plant Soil 318: 73-80. Ma J.F., Takahashi E. 2002. “Soil, fertilizer, and plant silicon research in Japan”. Elsevier Science, Amsterdam. Ma, J.F. 2004. “Roel of silicon in enhancing the resistance of plants to abiotic and biotic stres”. Soil Sci. Plant Nutr. 50:11-18. Mcdowell, L.R. 2003. “Minerals in animal and human nutrition”. Amsterdam, Elsevier. Ramos, S.J., Rutzke, M.A., Hayes, R.J., Faquin, V., Guilherme, L.R.G., Li, L. 2011. “Selenium accumulation in lettuce germplasm”, Planta 233: 649-660. Reilly, C. 1996. “Introduction. Selenium in food and health”. London: Blackie Academic & Professional. Rios, J.J., Blasco, B., Rosales, M.A., Sanchez-Rodriguez, E., Leyva, R., Cervilla, L.M., Romero, L., Ruiz, J.M. 2010. “Response of nitrogen metabolism in lettuce plants subjected to different doses and forms of selenium”, J Sci Food Agric 90:1914–1919. Savvas, D., Giotis, D., Chatzieustratiou E., Bakea, M., Patakioutas, G. 2009. “Silicon supply in soilless cultivation of zucchini alleviates stres induced by salinity and powder mildew infections”. Environ. Expt. Botany 65: 11-17. Savvas, D., Gizas, G., Karras, G., Lydakis-Simantiris, N., Salahas, G., Papadimitriou, M., Tsouka, N., 2007. “Interactions between Si and NaCI salinity in a soilless culture of roses in reenhouse”, Europ. J. Hort. Sci. 72 (2): 73-79. Seppänen, M.M, Kontturi, J., Lopez Heras, I., Madrid, Y., Camara, C., Hartikainen, H., 2010. “Agronomic biofortification of Brassica with selenium enrichment of Se-Met and its identification in Brassica seeds and meal”. Plant Soil 337:273–283. Sharma, S., Bansal, Bansal, A., Dhillon, S.K. ve Dhillon, K.S., 2010. “Comparative effects of selenate and selenite on growth and biochemical composition of rapeseed (Brassica napus L.)”. Plant Soil 329:339–348. Toresano-Sanchez, F., Valverde-Garcia, A., Camacho-Ferre, F. 2012. “Effect of the application of silicon hydroxıde on yield and quality of cherry tomato”. Journal of Plant Nutrition, 35:567–590. Toresano-Sanchez, F., Valverde-Garcia, A., Camacho-Ferre, F. 2012. “Effect of the application of silicon hydroxıde on yield and quality of cherry tomato”. Journal of Plant Nutrition, 35:567–590. 362 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Turakainen, M., Hartikainen, H., Seppanen, M.M. 2004. “Effects of selenium treatments on potato (Solanum tuberosum L.) growth and concentrations of soluble sugars and starch”, J Agric Food Chem 52:5378–5382. Türkmen, Ö. (2010). “Toprak özellikleri ile Se ayrayışlılığı arasındaki ilişkiler ve sarımsağın Se ile zenginleştirilmesi”. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Toprak Anabilim Dalı Dokotra tezi, 177 sayfa. Zhang, C., Moutinho-Pereira, J.M., Correia, C., Coutinho, J., Gonçalves, A., Guedes, A. ve Gomes-Laranjo, J., 2012. “Foliar application of Sili-K® increases chestnut (Castanea spp.) growth and photosynthesis, simultaneously increasing susceptibility to water deficit”. Plant Soil, Published online 28 July 2012, DOI 10. 363 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Deniz Yosunu Uygulamasının Şeker Pancarında (Beta vulgaris L.) Verim ve Kalite Özelliklerine Etkisi Aziz Şatana1 Sevinç Adiloğlu2 Halis Şimşek3 1 Erciyes Üniv., Seyrani Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Kayseri 2 Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ 3 North Dakota State University, Agricultural and Biosystems Engineering, Fargo, ND, USA, E-posta: sadiloglu@nku.edu.tr Özet: Bu araştırma sıvı deniz yosunu uygulamasının şeker pancarında verim ve kalite özelliklerine etkisinin incelenmesi amacıyla yürütülmüştür. Araştırmada Dioneta tohum çeşidi kullanılmıştır. Tarla denemeleri 2011 ve 2012 yıllarında 2 yıl süreyle 2 faktörlü tesadüf blokları deneme desenine göre yürütülmüştür. Denemeler 8 Mart 2011 ve 23 Mart 2012 tarihlerinde kurulmuş olup ekim sıklığı 45 x 25 cm, her parselde sıra sayısı 6 ve parsel alanı 13.5 m2 olmak üzere 3 tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Araştırmada kullanılan sıvı deniz yosununda % 9 organik madde, % 0.4 alginik asit ve % 3 K2O bulunmaktadır. Çalışmada bu sıvı gübre toprak ve yapraktan uygulanmıştır. Her iki uygulama 10 Mayıs, 11 Temmuz ve 2 Eylülde olmak üzere 3 farklı zamanda yapılmış, toprak için 0, 50, 100, 150 ml/da (T0, T1, T2, T3) ve yaprak için 0, 50, 100, 150 ml/da (Y0, Y1, Y2, Y3) olmak üzere kontrol dahil 4 doz uygulanmıştır. Araştırmada elde edilen verilere göre; en yüksek şeker varlığı 2 Eylülde % 17.3 ile 2012 yılında Y3 dozunda ve en yüksek pancar verimi 10 Mayısta 8852 kg/da ile 2011 yılında T2 dozunda tespit edilmiştir. Araştırma sonuçları göstermiştir ki; şeker pancarında deniz yosunu topraktan uygulandığında verimi, yapraktan uygulandığında ise kaliteyi yükseltmiştir. Anahtar kelimeler: Şeker Pancarı, deniz yosunu, verim, kalite 364 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X The Effect of Seaweed Application of Yield and Some Quality Parameters of Sugar Beet (Beta vulgaris L.) Abstract: This research was done for the effect of liquid seaweed application on yield and some quality parameters of sugar beet (Beta vulgaris L.). Dioneta seed kind was used in this research. Field experiment was done randomize block experiment design in 2011 and 2012 years. Planting frequency 45 x 25 cm2 order number for each parcel 6 and 13.5 m2 each parcel area and three replications. Seaweed was 9 % organic matter content, 0.4 % alginik asit content and 3 % K2O content. Seaweed was applied to the soils three different times (10 May, 11 July and 2 September) and four doses (0, 50, 100, 150 ml/da) and applied to plant four doses (80, 50, 100, 150 ml/da). According to the results, the highest sugar amount was determined 17.3 % with 150 ml/da applied to plant and the highest yield was obtained 100 ml/da to the soil. Consequently, sugar beet quality increased with seaweed application to plant and yield increased seaweed application to the soil. Key words: Sugar beet, seaweed, yield, quality. 1. Giriş Şeker pancarı (Beta vulgaris L.) tarımında genel olarak konvansiyonel gübreleme teknikleri uygulanmaktadır. Ancak son yıllarda aşırı gübreleme ve diğer sebepler ile toprak yapısının bozulması ve organik tarımın yaygınlaşması sonucunda organik gübreler gündeme gelmiş ve kullanımı artmaya başlamıştır. Bu organik gübrelerden birisi de deniz yosunlarıdır (Ascophyllum nodosum). Deniz yosunları üzerinde araştırmalar ve onların kullanılmaları üzerindeki çalışmalar çok uzun yıllardan beri yapılmaktadır. Deniz yosunları M.Ö. 2700 yıllarında kullanılmaya başlanmıştır. Milattan sonraları da tıbbi ve besin maddesi olarak Çin, Japonya ve Kore’de büyük öneme sahip olmuşlardır. Fakat bilimsel metodlarla değerlendirmeleri son yüzyıllarda olmuştur. Genellikle ada ülkelerinde besin olarak kullanılma olanakları nedeniyle dikkati çekerek zamanımıza kadar artan bir ilgiyle gözlenmiştir. Bu nedenle çok uzun bir tarihsel geçmişleri bulunmaktadır. Deniz yosunlarının bilinen en eski kullanım sahası gübre olup en çok uzak 365 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X doğuda kullanılmıştır. Avrupa’da 12. yüzyılda Fransa, İrlanda, İngiltere gibi kıyıları geniş ülkelerde bu tip değerlendirme çok olmuştur. Fransa, deniz yosunlarından yararlanmaya genel olarak 17. yy’da başlamıştır. İngiltere de 1720 yılından itibaren yosun toplanmaya başlanmış ve bu yüzyılın sonlarında İskoçya’da yıllık yosun üretiminin 20.000 ton kuru alg ağırlığına eriştiği söylenmektedir. Bu değer de yaklaşık olarak 400.000 ton yaş alg’e eşdeğer kabul edilmektedir (Abetz, 1980). Deniz yosunları; Japonya, Çin, Kore, Filipinler ve benzeri yerlerde yiyecek olarak, Avrupa ve Amerika’da endüstrinin bir çok alanında bazı ürünlerin ham maddesi olarak kullanılmıştır. Bu nedenle deniz yosunları her yönleriyle incelemeye ve üzerinde durulmaya değer organizmalar olarak karşımızda durmaktadırlar. İçinde bulunduğumuz yüzyılda deniz yosunlarından ham madde olarak yararlanma çalışmaları hızlanmış ve bu konuda çok sayıda yeni alg cinslerinden ve türlerinden ürün elde eden endüstriler geliştirilmeye başlanmıştır. Örneğin Danimarka’da agar elde etme denemeleri önem kazanmış ve 1940 yılında “Danimarka agarı” adı altında kırmızı alglerden olan Furcellaria cinsinden bol miktarda ürün elde edilmeye başlanmıştır (Blunden, 1992). Deniz kıyısı uzun ve deniz yosunu bol olan Norveç, İrlanda, Fransa ve Amerika gibi ülkelerde mevcut algleri değerlendirmek için yukarıdaki çalışmaların dışında diğer yararlanma yolları da aranmış ve gübre olarak fakir toprakların değerlendirilmesinde kullanılmalarına yönelinmiştir. Dolayısı ile gübre sanayi gelişmeye başlamıştır. Besin ve diğer ekonomik değerleri tam olarak saptanmış olan deniz yosunları, yeryüzünün 2/3’ünü kaplayan denizlerdeki dağılımı, suların yapısına ve iklimlere göre büyük değişiklikler göstermektedir. Denizler, genellikle suyun üst sınırından, 1000 m derinliğe kadar değişik nitelik ve sayıda deniz yosunu ile örtülüdür (Güner ve Aysel, 1996). Yosun özleri; meyve depo kayıplarının azaltılması, ürün miktarının, topraktan inorganik besin maddelerinin alınımının, tohum çimlenmesinin ve stres koşullarına direncin arttırılması gibi alanlarda özellikle gelişmiş ülkelerde organik tarımda daha fazla değerlendirilmektedir (Blunden, 1991). Deniz yosunları hemen hemen tüm birincil ve ikincil besleyicileri, iz elementlerini içeren ve tarımda etkisi kanıtlanmış türlerdir. Deniz yosunlarının içeriğindeki en önemli maddelerden bazıları; alginik asit, vitaminler, oksinler, en az iki tür giberilin ve antibiyotikler olup; taze deniz yosununda, kurutulmuş deniz yosunu ununda ve sıvı deniz yosunu 366 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ekstraktında bulunabilir. Bu maddelerden alginik asit, toprak düzenleyicisi; diğerleri ise bitki düzenleyicileri olarak değerlendirilebilir. Günümüzde deniz yosunları birçok ülkede gerek sıvı ekstrakt gerekse direk olarak toprağa karıştırılmak suretiyle kullanılmaktadırlar. Toprağa direk olarak karıştırıldıklarında; toprak yapısını düzeltilerek, toprak verimliliğinin uzun süre korunması amaçlanmaktadır. Fransa sahillerinde "maerly" olarak bilin bazı kırmızı yosunlar, % 80 kalsiyum karbonat içerdiği için asit topraklarda ve turbalarda toprak pH'sını düzenlemek için kireç yerine kullanılmaktadır (Şimşek, 1995; Abetz, 1980). Deniz yosunu ekstraktının yaprak ve toprağa uygulanabileceğini, ancak topraktan yapılan uygulamalarda daha fazla deniz yosun ekstrakt kullanılması gerektiğini bildirmiştir. Genellikle kahverengi alglerin sıvı extraktları tarımda ve bahçe bitkilerinde kullanılmak için pazarlanmaktadır. (Blunden ve ark., 1992). Okyanuslar ve denizler; vitamin, mineral ve iz elementlerin zengin kaynaklarıdırlar, deniz yosunları da tıpkı bir sünger gibi bu elementleri yüksek konsantrasyonlarda absorbe etme yeteneğindedirler. Bu nedenle deniz yosunları eskiden beri diğer alanlarda olduğu gibi tarımda da çok geniş bir kullanım alanı bulmuştur (Dring, 1986). Deniz yosunları kuvvetli kök gelişmesini sağlayarak, bitkilerin topraktan daha fazla besin maddesi ve su almalarını, bitkilerde klorofil oluşumunu hızlandırarak yeşil aksamın artmasını, dolayısıyla daha fazla karbonhidrat, protein vb. maddelerin yapılmasını sağlar (Blunden ve ark., 1992). Deniz yosunu renkleri toprakta uzun müddet kaldıkları zaman doğal şartlarda kolayca parçalanarak bol miktarda azot (N) ve kalsiyum (Ca) ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca iz element olan magnezyum (Mg), mangan (Mn), bor (B), demir (Fe), çinko (Zn), bakır (Cu) ve kobalt (Co) da ihtiva etmektedirler. Deniz yosunlarının bütün bu etkileri içerisinde bulunan; makro ve mikro elementler ( N, Ca, Mg, Mn, B, Br, I, Zn, Cu, Co), bitki büyüme düzenleyicileri (Oksinler, Sitokininler, Gibberellinler, Absisik Asit) ve betainler gibi bileşiklerden kaynaklanmaktadır (Hang ve Chen, 1995). Yukarıda saydığımız yararlı etkilerinden dolayı, doğal bir kaynak olarak deniz yosunlarının da organik tarımda geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır. Deniz yosun ekstraktları birçok ülkede; örtü¸ altı sebzeciliği, meyve (turunçgil, asma, elma, armut vb.) ve süs bitkileri (orkideler vb.) yetiştiriciliğinde yaygın olarak kullanılmaktadır (Güner ve 367 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Aysel, 1996). Uzun yıllardan beri denizler tarafından doğal olarak kıyıya atılan bazı deniz algleri tarlalarda gübre olarak kullanılagelmiştir. Bu konuda Avrupa ülkeleri genellikle Kahverengi Algílerden Fucus, Ascophyllum ve Laminaria cinslerini kullanmaktadırlar. Amerika’da ise Macrocystis, Nereocystis gibi büyük talluslu Kahverengi algler değerlendirilmiştir (Güner ve Aysel, 1996). Eski yıllarda deniz yosunu gübreleri çok özen isteyen özel kültürler için kullanılmıştır. Örneğin, Fransa’nın Atlantik kıyılarında seralarda sebze yetiştiricileri tarafından çileklerin gübrelenmesinde yararlanılmıştır (Whapham, 1994). Gübre materyali olarak yalnız kahverengi deniz yosunları değil yeşil ve kırmızı algler de kullanılmaktadır. Brezilyalı balıkçılar sahillerde bol olan deniz yosunlarından Hypnea türlerini toplayıp hindistan cevizi ve palmiyelerin kuvvetli kök yapmaları için gübre olarak değerlendirmişlerdir. Yine Brezilya’da Yeşil alglerden Ulva, Enteromorpha da aynı amaçlar için toplanıp değerlendirilmiştir (Güner ve Aysel, 1996). Düzenli bir şekilde deniz yosun ekstraktlarını kullanan çiftçiler; yonca, soya, karnabahar, hıyar, domates, patates ve çilekte yüksek verim ve kalite elde etmişlerdir. Turunçgil, elma, şeftali, kiraz, üzüm ve domatesde deniz yosun ekstraktlarının meyve tutumunu arttrıdığı kaydedilmiştir (Kumbul, 2000). Deniz yosunlarının yaprak spreyi şeklindeki uygulamaları portakal, laym, elma, hıyar ve domateste hasat süresince oluşacak bozulmaları da önlemektedir (Blunden, 1991). Ascophyllum nodosum extraktının çim alanlarına uygulanması sonucu çimlerde yeşil rengi arttırdığı kaydedilmiştir (Johanna ve ark., 1983). Son zamanlarda ki bir çok çalışma bu etkilerin sayısını arttırmıştır. Domates bitkilerine Ascophyllum nodosum extraktının kökten ve yapraktan uygulanması sonucu yapraklardaki yeşil rengi fark edilir bir biçimde arttırdığı kaydedilmiştir. Yine hıyarlarda deniz yosunu extraktlarının klorofil miktarını arttırdığı kaydedilmiştir (Whapham ve ark., 1993). Serada yetiştirilen hıyarlara haftada bir defa deniz yosunu özü verilmesi sonucu kök büyümesinin uyarıldığı, bitkinin toplam kuru ağırlığının % 50 oranında arttırdığı ayrıca, kökler vasıtasıyla daha çok bitki besin elementi alındığı belirlenmiştir. Benzer şekilde, lahanalarda topraktan veya yapraktan deniz yosunu özü uygulandığında kök ve sürgün büyemesinin arttığı saptanmıştır (Verkleij, 1992). 368 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Verkleij (1992), şeftalilerde hasad öncesinde 100-1000 kez seyreltilmiş deniz yosunu özü uygulamasının depo ömrünü uzattığını, muz ve mango meyvelerinin sulandırılmış ticari deniz yosunu solusyonuna batırılmasının da olgunlaşma oranını arttırdığını bildirmiştir. Ascophyllum nodosum ekstraktı olan Goemar GA 14'ün ıspanak bitkisine sprey şeklinde uygulanması sonucunda; ıspanakta taze ağırlık miktarının arttığı saptanmıştır (Gassan ve ark., 1992). Buğdayda deniz yosunu extraktlarının gerek yaprak gerekse topraktan uygulanması sonucunda, bitkilerin boyunu ve kuru ağırlıklarını arttırdığı bulunmuştur. Normal koşullarda deniz yosunu extraktlarının topraktaki mikroorganizma sayısını değiştirdiği kaydedilmiştir (Allwright, 1992). Bazı deniz yosun ekstraktları kıraç alanları iyileştirmek amacıyla kısmen Aran Adaları, İrlanda ve İskoçya'da kullanılmaktadır. Yine besin maddelerince fakir alanlar ile kurak alanlarda suyu tutması nedeniyle deniz yosunları oldukça kullanışlı olabilirler. İngiltere’de deniz yosunları gübre ve toprak yapısını iyileştirmek amacıyla oldukça yaygın bir şekilde kullanılmaktadır (Güner ve Aysel, 1996). Bir kahverengi alg olan Himanthalia Elongata, Breton çiftçileri tarafından enginar yetiştiriciliğinde kullanılmaktadır. Yine kahverengi alg ekstraktları tohumu uzun süre toprağa bağlamak ve topraktaki suyu tutması nedeni ile tohum çimlenmesinde işlenmiş toprağa sprey şeklinde uygulanmaktadır (Alwright, 1992). Marullarda büyüme ve besin maddesi içeriği üzerine sıvı yosun ekstraktı (Kelpak)'nın etkisi incelenmiş ve Kelpak'ın ürün miktarını ve yapraklardaki Ca, K, Mg miktarını arttırdığı kaydedilmiştir (Grouch ve ark., 1990). Şimşek (1995), klemantin mandarininde deniz yosunu özü uygulamasının vegetatif gelişmeyi teşvik ettiğini saptamıştır. Kök ve ark. (2010) farklı dozlarda bağlara deniz yosunu ekstratı uygulaması yapmışlar, 1000 ve 3000 ppm dozlarda üzüm kalitesinde en iyi sonuçları almışlardır. Deniz yosunu ekstraktları bitkilerin hastalık ve zararlılara dayanıklılığını da etkilemektedir. Fakat bu konuda yapılmış çok az çalışma vardır. Deniz yosunu extraktlarının bitki nematodları üzerine olan etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada, deniz yosunu extraktının Belonolaimus longicaudatus nematodunun zararını azalttığı kaydedilmiştir (Grouch ve Staden, 1993; Whapham ve ark., 1994). Morgan ve Tarjan (1980), bu extraktın domates bitkilerine uygulanması sonucunda kök büyümesinin arttığı ve kök ur nematodu 369 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X (meloidigyne spp.) 'nun zararının azalttığını belirtmişlerdir. Yine, Ecklonia maxima'dan elde edilen ekstraktın laboratuvar kosullarında yetiştirilen domates bitkilerinde köklenmeyi arttırdığı kaydedilmiştir (Finnie ve Staden, 1985). Verkleij (1992), şalgamlara her hafta 120 kez sulandırılmış deniz yosunu ekstraktının püskürtülmesi sonucunda uygulama yapılan bitkilerin toplam yaprak yüzeylerinin % 15'inin kontrol bitkilerinin ise % 85'inin mildiyöden etkilendiğini bildirmiştir. Aynı araştırıcı çileklerde yaptığı bir çalışmada Botrytis Cinerea enfeksiyonunun oluşumunu araştırmıştır. Deniz yosunu ekstraktı püskürtelen bitkilerde enfeksiyon oluşum oranının % 4.6, kontrol bitkilerinde ise % 22.5 olduğunu belirlemiştir. Ayrıca, elmalarda kırmızı örümceğin ilk generasyonunun deniz yosunu ekstraktı uygulanması ile baskı altına alındığını saptamıştır. Deniz yosun extraktlarının dünya tarımında kullanımı sonucunda; Çimlenmeyi arttırmak, daha iyi kök gelişmesi sağlamak, meyve ve sebzelerin depo ömrünü arttırmak, daha koyu renkli ve büyük çiçek ve yaprak oluşumunu sağlamak, hastalık ve zararlılara; don, kuraklık gibi stres koşullarına ve olumsuz toprak koşullarına dayanımın arttırılması, topraktaki besin elementlerinin alımının arttırılması, bitkilerin daha uzun süre genç kalmalarını sağlamak gibi bir çok farklı etkileri kaydedilmiştir (Hang ve ark., 1995). 2.Materyal ve Method Araştırmada kullanılan Dionetta çeşiti Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. (T.Ş.F.A.Ş.)’den temin edilmiştir. Tarla denemeleri 2011 ve 2012 yıllarında Tekirdağ-Hayrabolu merkez ilçede çiftçi koşullarında 2 yıl süreyle 2 faktörlü tesadüf blokları deneme desenine göre yürütülmüştür. Denemeler 08 Mart 2011 ve 23 Mart 2012 tarihlerinde kurulmuş olup ekim sıklığı 45 x 25 cm, her parselde sıra sayısı 6 ve parsel alanı 13.5 m2 olmak üzere 3 tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Araştırma yapılan tarladan 0-20 cm derinlikten toprak örnekleri alınmış ve Hayrabolu Ticaret Borsası’nın laboratuarında analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre denemede taban gübresi olarak 12 kg/da 20-20 kompoze gübre, ilk çapadan sonra ise 8 kg/da nitrat (% 33) üst gübreleme yapılmıştır. Araştırmada kullanılan sıvı deniz yosunu İzmir’de kurulu bulunan İZOTAR A.Ş’den sağlanmıştır. Bu gübrenin içinde % 9 organik madde, % 0.4 alginik asit ve % 3 K2O bulunmaktadır. Çalışmada bu sıvı gübre toprak ve yapraktan uygulanmıştır. Her iki uygulama 10 Mayıs, 11 370 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Temmuz ve 2 Eylülde olmak üzere 3 farklı zamanda yapılmış, toprak için 0, 50, 100, 150 ml/da (sırasıyla T0, T1, T2, T3) ve yaprak için 0, 50, 100, 150 ml/da (sırasıyla Y0, Y1, Y2, Y3) olmak üzere kontrol dahil 4 doz uygulanmıştır. Denemeler 13 Ekim 2011 ve 15 Ekim 2012’de hasat edilmiştir. Denemelerde hasat edilen pancarların kalite analizleri Alpullu Şeker Fabrikası laboratuarında yapılmıştır. Araştırma yerinin iklim verileri Tekirdağ Meteoroloji İl Müdürlüğünden elde edilmiştir. Araştırmada verilerin varyans analizleri; TARİST ve MSTAT-C programı (MSTAT 1989), önemlilik düzeylerini belirlemek için EKÖF testi uygulanmıştır (Korkut, 1992). Yapılan istatistiki analizlerde yıllar arasındaki fark önemli bulunmuş ve her yıl ayrı analiz edilmiştir. Çizelge 1 incelendiğinde; Hayrabolu lokasyonunda 2011 yılında ortalama yağış 729.6 mm, 2012 yılında 670.8 mm ve uzun yıllar yağış ortalaması ise 585 mm olarak tespit edilmiştir. Çizelge 2’de görüldüğü gibi; denemenin yapıldığı tarla killi-tınlı, bazik ve organik maddesi düşük (% 0.9-1.1) bir özelliğe sahiptir. Çizelge 1. Tekirdağ-Hayrabolu’da 2011ve 2012 yılları iklim verileri Aylar Sıcaklık (°C) Yağış (mm) Oransal Nem (%) 2011 2012 Uzun 2011 2012 Uzun 2011 2012 Uzun Yıllar Yıllar Yıllar Ocak 5.3 3.5 4.9 42.4 61.6 69.1 84.7 86.7 83.5 Şubat 5.1 3.2 5.4 40.3 47.5 54.4 77.1 90.0 81.6 Mart 7.1 7.9 7.3 23.4 22.7 55.2 79.4 81.8 81.1 Nisan 10.5 14.1 11.9 78.8 70.0 40.9 76.5 82.4 78.8 Mayıs 16.5 18.1 16.8 42.8 60.2 38.7 77.4 91.2 77.3 Haziran 21.9 24.1 21.3 101.8 0.0 37.0 70.4 78.2 73.7 Temmuz 25.5 27.0 23.8 7.8 5.5 23.1 67.5 68.7 70.4 Ağustos 24.3 26.0 23.7 16.0 7.8 14.5 64.5 62.7 71.4 Eylül 22.3 22.2 20.0 142.4 12.1 36.2 66.8 73.6 74.8 Ekim 14.0 19.2 15.4 154.3 169.9 64.0 82.4 87.3 79.7 Kasım 8.5 13.7 11.0 4.0 14.0 73.2 90.7 97.0 82.8 Aralık 8.1 6.4 7.3 75.6 199.5 82.7 91.5 97.3 83.1 Ortalama 14.1 15.5 14.0 729.6 670.8 585.0 77.4 83.1 78.1 371 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 2. Tekirdağ-Hayrabolu’da toprak özellikleri Yıllar 2011 2012 Fiziksel ve Kimyasal Özellikler Kil (%) 37.18 42.09 Kum (%) 6.23 9.56 Silt (%) 56.59 48.35 pH 7.30 7.60 Tuzluluk (MS/cm) 1125 1200 Kireç (%) 3.50 3.70 Organik Madde (%) 0.90 1.10 Toplam N (%) 0.06 0.08 P2O5 (ppm) 5.50 9.00 K2O(ppm) 350 263 Fe (ppm) 3.40 5.90 Cu (ppm) 1.80 1.90 Zn (ppm) 0.36 0.54 Mn (ppm) 21.00 15.00 B (ppm) 0.90 0.80 3. Bulgular ve Tartışma Çizelge 3’de görüldüğü gibi; 2011 yılında şeker pancarında farklı doz ve zamanlarda toprak ve yapraktan deniz yosunu uygulamalarının şeker varlığı, amino azot ve şeker verimi için istatistiki olarak önemli (P≤0.05) bulunmuştur. Aynı yıl şeker varlığı en yüksek % 16.9 ile 2 Eylülde ve Y3 dozunda elde edilirken % 16.7 ve 16.8 aynı grupta yer almıştır. Doz ortalamalarında ise en yüksek şeker varlığı % 16.1 ile 2 Eylülde saptanmıştır. Amino azot bakımından en yüksek değer % 0.0036 ile 11 Temmuz ve 2 Eylülde belirlenmiş, % 0.034 ile 10 Mayıs diğer grupta saptanmıştır. En yüksek pancar verimi 8852 kg/da ile 10 Mayısta ve T2 dozunda elde edilmiş, 8650 kg/da ile 11 Temmuzda ve T2 dozundaki değer ise aynı grupta yer almıştır. Çizelge 4 incelendiğinde; 2012 yılında şeker pancarında farklı doz ve zamanlarda toprak ve yapraktan deniz yosunu uygulamalarının şeker varlığı ve amino azot istatistiki olarak önemli (P≤0.05) bulunmuş ancak pancar verimi istatistiki açıdan önemli bulunmamıştır. Aynı yıl şeker varlığı en yüksek % 17.3 ile 2 Eylülde ve Y3 dozunda elde edilmiştir. 372 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Doz ortalamalarında ise en yüksek şeker varlığı % 15.9 ile 2 Eylülde saptanmış, % 15.8 ile 10 Mayıs ve 11 Temmuz zamanları ayrı grupta belirlenmiştir. Amino azot bakımından en yüksek değer % 0.0039 ile 2 Eylülde belirlenmiş, % 0.038 ile 11 Mayıs zamanı ayrı gruplarda saptanmıştır. En yüksek pancar verimi 8381 kg/da ile 10 Mayısta ve T2 dozunda tespit edilmiştir. Deniz yosunu uygulamaları ile elde ettiğimiz şeker varlığı, amino azot ve pancar verimi bulgularımızda verim ve kalite artışı kaydedilmiş ve bu bulgular Güner ve Aysel (1996), Whapham (1994), Kumbul (2000), Blunden (1991), Johanna ve ark. (1983), Whapham ve ark.(1993), Verkleij (1992), Gassan ve ark. (1992), Allwright (1992), Grouch ve ark. (1990), Şimşek (1995), Finnie ve Staden (1985) ile Kök ve ark. (2010)’nın bulgularıyla uyum göstermiştir. Çizelge 3. 2011 yılında deniz yosunu uygulamasının şeker pancarında şeker varlığı, amino azot ve pancar verimine etkisi 2011 Şeker Varlığı Amino Azot (%) Pancar Verimi (%) (kg/da) Doz 10 11 2 10 11 2 10 11 2 Mayıs Tem. Eylül Mayıs Tem. Eylül Mayıs Tem. Eylül Kont. 15.1e 15.1e 15.1e 0.032 0.036 0.034 6780e 6780e 6780e T1 15.3f 15.4f 15.5f 0.034 0.038 0.040 7335d 7636d 7526d T2 15.6e 15.6e 15.9d 0.032 0.032 0.034 8852a 8650ab 8363b T3 15.8d 15.7d 16.0c 0.036 0.038 0.040 8281b 8177b 8266b Y1 16.1c 16.0c 16.3b 0.032 0.034 0.034 7522d 7681d 7634d Y2 16.2c 16.5b 16.7ab 0.038 0.036 0.038 7954c 8016c 7821bc Y3 16.5b 16.8ab 16.9a 0.036 0.038 0.034 8105b 8292b 8286b Ort. 15.8b 15.9b 16.1a 0.034b 0.036a 0.036a 7833 7890 7811 EKÖF P≤0.05 Doz x Zaman:1.182 Zaman: 1.154 Zaman: 0.0016 373 Doz x Zaman: 102.654 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 4. 2012 yılında deniz yosunu uygulamasının şeker pancarında şeker varlığı, amino azot ve pancar verimine etkisi Şeker Varlığı (%) 10 11 2 Mayıs Tem. Eylül 10 Mayıs Kont. 15.0h 15.0h 15.0h T1 15.2g 15.4f T2 15.5f T3 2012 Doz. Amino Azot (%) Pancar Verimi (kg/da) 10 11 2 Mayıs Tem. Eylül 11 Tem. 2 Eylül 0.036 0.036 0.038 6531 6531 6531 15.1g 0.038 0.040 0.040 7156 7246 7272 15.3fg 15.3fg 0.036 0.032 0.038 8381 8022 8107 16.0d 15.9d 15.8e 0.038 0.040 0.042 7895 7941 8005 Y1 15.9d 15.8e 16.1cd 0.034 0.036 0.034 7321 7248 7452 Y2 16.4c 16.1cd 16.9b 0.040 0.042 0.040 7465 7526 7581 Y3 16.9b 17.0b 17.3a 0.038 0.040 0.040 7662 7651 7523 Ort. 15.8b 15.8b 15.9a 0.037c 0.038b 0.039a 7487 7452 7496 EKÖF P≤0.05 Doz x Zaman: 1.105 Zaman: 1.039 Zaman: 0.0007 Sonuç Bu araştırmada; topraklardaki organik madde miktarının önemli ölçüde düşük olması nedeniyle şeker pancarının beslenmesinde sorunlar ortaya çıktığı, bu sorunların aşılmasında organik gübrelerin önemli rol oynadığı belirlenmiştir. Bu organik gübrelerden birisi olan deniz yosunu gübresi şeker pancarında önemli verim ve kalite artışlarına neden olmuştur. Araştırmada elde edilen sonuçları göstermiştir ki; şeker pancarında deniz yosunu topraktan uygulandığında verimi, yapraktan uygulandığında ise kaliteyi yükseltmiştir. Şeker pancarına topraktan deniz yosunu gübresi uygulanması ile vejetasyon süresi boyunca bitkinin beslenmesi uzun zamana yayılmakta, bitkide besin elementi birikimi artmakta ve bu süreç sonunda verim yükselmektedir. Yapraktan ve hasad zamanına yakın bir tarihte deniz yosunun uygulanması ise kısa zamanda 374 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X bitkide karbonhidrat birikimine ve şeker varlığının artmasına yol açmaktadır. Kaynaklar Abetz, P., 1980. Seaweed extracts: Have they a place in Australian agriculture or horticulture? J. Australian Inst. Agric. Sci., 46: 23-29. Allwright K.J. 1992. Effect of seaweed extracts on growth of wheat, and Soil-Borne Diseases. Abstract of the 14th International Seaweed Symposium, Brest and St Malo, France, Abstract No: 004. Blunden G. 1991. Agricultural uses of seaweeds and seaweed extracts. In: Seaweed resources in Europe: Uses and potential. pp. 65-81. John Wiley and Sons, Chichester. Blunden G. 1992. Plant growth stimulants and seaweed extracts. The Journal of International Crop and Animal Husbandry, 44 (1-2): 2225. Blunden G., Whapham, C., and Jenkins, T. 1992. Seaweed extracts in agriculture and horticulture: Their origins, uses and models of action. School of Pharmacy and Biomedical Science and School of Biological Sciences, University of Portsmouth, King Henry John Street, Portsmouth, Hampshire P01 202, U.K. Dring M.J. 1986. The Biology of marine plants. Edward Arnold (Australia) Pty Ltd. 80 Waverley Road, Caulfield East Victoria 3145, Australia. Finnie, J.F., and Staden, J.V. 1985. Effect of seaweed concentrate and applied hormones on in vitro cultured tomato roots. Journal of Plant Physiol, Vol. 120: 215-222. Gassan, L., Jeannin, I., Lamaze, T., and Morot, J. 1992. The Effect of the ascophyllum nodosum extract coemar GA 14 on the growth of spinach. Botanica Marina. Vol. 35: 437-439. Grouch, I. J., Beckett, R.P., and Staden, J.V. 1990. Effect of seaweed concentrate on the growth and mineral nutrition of nutrientstressed lettuce. Journal of Applied Phycology 2: 269-272. Grouch, I.J., and Staden, J.V. 1993. Effect of seaweed concentrate from ecklonia maxima (Osbeck) papenfuss on meloidogyne incognita infestation on tomato. Journal of Applied Phycology. 5: 37-43. Güner, H., ve Aysel,V. 1996. Tohumsuz Bitkiler Sistematiği. 1. Cilt (Algler). Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Kitaplar Serisi, No.108. Bornova, İzmir. 375 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Hong, Y. P., Chen, C.C., Cheng, H.L., and Lin, C.H. 1995. Analysis of auxin and cytokinin activity of commercial aqueous seaweed extract. Gartenbauwissenschaft, 60(4): 191-194. Verlag Eugen Ulmer GmbH & Co ., Stuttgart. Kumbul, B. 2000. Deniz yosunlarının bahçe bitkilerinde kullanım alanları. Akdeniz Üniv. Zir. Fak. Bahçe Bitkileri Bölümü, Bitirme Tezi, Antalya. Korkut, K.Z. 1992. Tarla Deneme Tekniği. Trakya Üniversitesi Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Yayın No: 82, Ders Notu No:57, Sayfa: 150, Tekirdağ. Kök, D., Bal, E., Çelik S., Özer C. and Karauz A. 2010. The influences of different seaweed doses on table quality characterietics of CV. Trakya İlkeren (Vitis vinifera L.). Bulgarian J. Agric. Sci., 16: 429435. MSTAT 1989. Mstat-C: A Microcomputer Program fort the Design, Management and Analiysis of Agronomic Research Experiments. Michigan State University, USA. Şimşek, Z. 1995. Klemantin mandarininde bilezik alma, demir bileşikleri ve deniz yosunu öz¸ uygulamalarının verim ve kalite üzerine etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Akdeniz Üniv. Zir. Fak. Bahçe Bitkileri Bölümü, Antalya. Verkleij, F.N. 1992. Seaweed extracts in agriculture and horticulture: Biological Agriculture and Horticulture. Vol. 8: 309-324. Whapham, C.A., Blunden, G., Jenkins, T. and Hankins, S.D. 1993. Significance of betaines in the ıncreased chlorophyll content of plants treated with seaweed extract. Journal of Applied Phycology. 5: 231-234. Whapham, C.A., Jenkins, T., Blunden, G. and Hankins, S.D. 1994. The role of seaweed extracts, ascophyllum nodosum, in the reduction in fecundity of meloidogyne javanica. Fundam. Appl. Nematol., 17(2): 181-183. 376 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gümüşhane-Zigana Mevkii'nde Ökseotu Bulaşmış Sarıçam (Pinus sylvestris L.) Orman Ekosistemlerinin Yerel Ekolojik Özelliklerinin Belirlenmesi Ayhan Usta1, Yavuz Okunur Kocamanoğlu1, Murat Yılmaz1 Ertuğrul Bilgili1 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Orman Fakültesi, Orman Mühendisliği Bölümü, Trabzon, E-Posta: yavuzkocamanoglu@ktu.edu.tr Özet: Ökseotu hem yerel halk tarafından hem de bilimsel anlamda tıbbi etkilere sahip yarı parazit bir bitkidir. Yapılan bu çalışmada, tıbbi etkilere sahip olan Ökseotunun Gümüşhane-Zigana mevki'inde arız olduğu Sarıçam orman ekosistemlerinin yerel ekolojik özellikleri ortaya koyulmuştur. Bu amaçla, Gümüşhane Orman İşletme Müdürlüğü'nde sarıçamın bulunduğu alanlarda 2x2 km’lik aralık mesafe ile 1000 m2 büyüklüğünde toplam 16 örnek alan alınmıştır. Arazi çalışmaları sırasında yerel ekolojik özelliklerden olan konum etmenlerinden yeryüzü şekli, arazi eğimi, yükselti ve bakı belirlenmiştir. Bu örnek alanlarda açılan toprak çukurlarından toplam 52 adet toprak örneği alınmıştır. Toprak örneklerinde bazı toprak özellikleri (kum, toz, kil, pH, faydalanabilir su kapasitesi, organik madde miktarı, Ca++, Mg++, Na+, K+) tespit edilmiştir. Sarıçam orman ekosistemlerinde ökseotu bulunan ağaçlarda ökseotu durumu ve meşçerelerdeki ortalama bulaşma derecesi belirlenmiştir. Buna göre, Gümüşhane-Zigana mevkiinde ökseotu ortalama bulaşma derecesi ile bazı toprak özelliklerinin değişimi ortaya koyulmuştur. Anahtar kelimeler: Sarıçam, ökseotu, bulaşma derecesi,ekolojik özellikler 377 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Determination of The Local Ecological Characteristics on Forest Ecosystems of European pine mistletoe (Viscum album ssp. austriacum (Wiesb.) Vollman) In Gümüşhane-Zigana Abstract: Mistletoe is a semi-parasitic plant which has effects both scientifically and medicinal. In this study; mistletoe’s, which has medicinal effects, local ecological features on infected scots pine forest ecosystem has been revealed in Gümüşhane-Zigana site. For this purpose, sampling plots were selected according to 2x2 km grid system in the study area. The size of each sampling plots were determined as 1000 m2 and 52soil samples were taken from 16 sample plots. Local ecological characteristics of the spatial factors such as relief, slope, altitude and aspect were determined during the field studies. Some soil properties were detected in soil samples (sand, silt, clay, pH, available water capacity (AWC), organic matter, and soil nutrient elements, (Ca++, Mg++, Na+, K+).The incidence of mistletoe on infected trees and average degree of infection on stands determined in Scots pine forest ecosystem. Accordingly, average degree of infection and change of some soil properties has been revealed in Gümüşhane-Zigana site. Key words: Scots pine, mistletoe, degree of contamination, ecological characteristics 1.Giriş Sarıçam (Pinus sylvestris L.) dünya üzerinde önemli ve ekonomik değeri haiz ağaç türlerinin başlıcalarından bir tanesidir. Bu önem, bu ağaç türünün saf halde ve diğer ağaç türleriyle karışık olarak geniş ormanlar oluşturmasından ve odununun kullanım yerlerinin geniş ve değerli olmasından dolayı ileri gelmektedir. Ayrıca, düzgün, dolgun ve boylu gövde yapma özelliği dolayısıyla odunundan tam olarak faydalanılabilme imkânının olması sarıçamınekonomik yönünün önemini arttırmaktadır (Alemdağ 1967). Türkiye’de asli ağaç türlerinden olan sarıçam bozuk, müdahale görmüş ve kapalılığı kırılmış meşçerelerde ökseotu zararı sonucu büyük artım kayıplarına uğramaktadır. Meşçerelerde artım kayıpları oluşturmasına rağmen ökseotu, çeşitli tıbbi etkilere sahip bir bitkidir. 378 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İnsan ve hayvan orijinli yapılan çalışmalarda sulu ekstrelerinin birçok kanser hücresi üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu görülmüştür (Bayazit, 2004). Fareler üzeride ki tümörlerde yapılan deneylerde tümör boyutlarını küçülttüğü saptanmıştır(Zarkovic, 1997). Diyabet hastalarında pankreas hücrelerini uyararak insülin salınımısağladığı görülmüştür (Swanson, 1989; Gray, 1999). Yüksek tansiyon hastalarında datansiyon düşürücü etkisi ve baş ağrısı ve baş dönmesi durumlarında tedavi edici etkisigörülmüştür (O’Hare, 1928; Bowman, 1990). Ökseotu yarı parazit bir bitki olup dünya genelinde geniş bir yayılış alanına sahiptir. Viscaceae familyasının bilinen 7 cinsi ve yaklaşık 365 türü bulunmaktadır (Coder K.D., 2008). Çalışma kapsamında değerlendirilecek olan tür Viscum album L. dir. Bu türün bilinen 3 alt türü bulunmaktadır. Bunlar; V. album ssp. album (yapraklı ağaç ökseotu), tüm yapraklı ağaçlarda; V. album ssp. austriacum (çam ökseotu), çamlarda ve ender olarak ladinlerde; V. album ssp. abietis (Göknar ökseotu), göknarlarda zarar yapmaktadır. Ökseotu, odunsu bitkilerin yarı parazit bir bitkisi olup dört mevsim yeşildir. Ağaçların dalları üzerinde kümeler halinde yetişir. Ökseotu meyvelerinin etli ve yumuşak olması, kuşlar tarafından beğenilerek yenmesine sebep olur (Mandacı, S.,1998). Bu meyveleri yiyen kuşların dışkılarıyla birlikte ağaç dallarına düşentohumlar dallara yapışmakta çimlenip gelişmektedir (Becker, H.,1986). Dal üzerinde kabuk içlerine doğru emeçlerini salarak ksilem iletim demetlerinden besin maddelerini alarak gelişir. Özümlemeyi ise kendisi yapmaktadır. Ökseotunun sarıçamın yayılış gösterdiği alanlarda yayılış ve zarar durumunun ortaya konulması yukarıda anlatılan özelliklerinden dolayı oldukça önemlidir. Bu itibarla, çalışmanın amacı Gümüşhane-Zigana Mevkii'nde ökseotu bulaşmış Sarıçam (Pinus sylvestris L.) orman ekosistemlerinin yerel ekolojik özelliklerinin belirlenmesidir. Çalışma alanımız için belirleyebildiğimiz etmenler ile ökseotu bulaşıklık dereceleri arasındaki ilişki ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla yola çıkılarak fizyografik ve edafik etmenlerin sarıçam ökseotu bulaşıklık dereceleri ve varlığındaki payının ne olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Yerel ekolojik özelliklerin bulaşma derecesi üzerindeki etkisinin daha iyi gözlemlenebilmesi için ökseotu bulaşmış örnek alanlar dikkate alınmıştır. 379 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2.Materyal ve Yöntem 2.1. Araştırma Alanı Araştırma alanı, idari bakımdan Trabzon Orman Bölge Müdürlüğü, Torul Orman İşletme Müdürlüğü, Zigana Orman İşletme Şefliği sınırları içerisinde yer almaktadır (Şekil 1). Zigana Orman İşletme Şefliğinin Sarıçam sahaları araştırma alanı olarak seçilmiştir. Şekil 1. Araştırma alanı Araştırma alanı, Karadeniz Bölgesinin Doğu Karadeniz Bölümü sınırları içinde yer almaktadır. Alan Karadeniz ardında kaldığı ve Karadenizde dağların denize paralel olmasından dolayı denizin etkisini tam olarak hissedememektedir. Fakat bölgenin Torul kısmına yakın aşağı havza kısmından geçen Harşit çayının taşıdığı nemli hava kütlesinin bu alandaki iklime büyük etkisi bulunmaktadır. Kıyıdan iç kesimlere doğru gidildikçe hem yağış oranı azalmakta, hem de karasallık nedeniyle sıcaklıklar düşmektedir. Doğu Karadeniz ikliminin daha çok egemen olduğu yukarı havza kısmında yaz aylarında yoğun sis görülmektedir. Alt yükseltilerde yazlar daha kurak, kışlar ılık; üst yükseltilerde ise yazlar serin, kışlar daha soğuk ve karlıdır. Türkiye üç flora bölgesine ayrılmıştır. Bunlar Avrupa-Sibirya (Euro Siberian), Akdeniz (Mediterranean), İran-Turan (Irano-Turanian) flora bölgeleridir. Araştırma alanımız Zigana Orman İşletme Şefliği, Avrupa- 380 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sibirya flora alanının Colchis (Kolşik) alt bölümünde yer almaktadır (Davis, P. H.,1988). Sarıçam (Pinus sylvestris) araştırma alanının ana ağaç türüdür. Ayrıca, göknar (Abies nordmanniana), kavak (Populus nigra-Populus tremula), meşe (Quercus) türleri asli ağaç türleriyle karışık, küçük grup veya küme halinde saf ve karışık halde bulunurlar. 2.2. Yöntem Zigana Orman İşletme Şefliği sınırları içerisinde sarıçamın bulunduğu alanlarda 2x2 km karelaj sistemi oluşturulmuştur. Karelaj sisteminin oluşturulmasında ve araştırma alanında yayılış gösteren orta yaşlı-yaşlı sarıçam meşcerelerinin seçiminde amenajman planlarındaki sayısal meşcere tipleri harita altlıkları kullanılmıştır. Oluşturulan karelaj sisteminin kesişim noktalarında ve bu noktalardan 500 metre yarıçaplı bir uzaklıktaki alan içerisinde orta yaşlı ve yaşlı ökseotu bulaşmış sarıçam meşcerelerinde çalışılmıştır. Çalışma amacına uygun (çağ, ökseotu durumu, eğim, bakı, yükselti), 16 adet 1000 m2’lik örnekleme alanı belirlenmiştir. Bu örnekleme alanlarından 52 adet toprak örneği alınmıştır. Arazi çalışmaları sırasında yerel ekolojik özelliklerden olan konum etmenleri (yükselti, eğim) belirlenmiştir. Bu örnek alanlarda açılan toprak çukurlarından toplam 52 adet toprak örneği alınmıştır. Toprak örneklerinde bazı toprak özellikleri (kum, toz, kil, pH, faydalanabilir su kapasitesi, organik madde miktarı, Ca++, Mg++, Na+, K+) tespit edilmiştir. Örnekleme alanlarında ölçümü yapılan her bir ağaç numaralandırılarak ökseotu bulaşma oranı belirlenmiştir. Ökseotu bulaşma oranının belirlemek için, ökseotunun konukçu üzerinde konumu ve yoğunluğu hakkında detaylı bilgi toplanmasına olanak sağlayan 6 dereceli bodur ökseotu sınıflandırma sistemi kullanılmıştır(Hawksworth, F.G.,1977). Bu yöntemde ağacın tepesi 3 eşit bölüme ayrılır ve her üç bölüm için ökseotunun dallarda bulunma durumu dikkate alınarak %50 ve aşağısı için "1" değeri, %50'den yukarısı için ise "2" değeri verilir. Toplam oranın belirlenmesinde ağaç tepesinin her üç bölümü için verilen oranlar toplanır. Bulaşma derecesine göre sınıflar: bulaşmanın olmadığı bireyler için "0" değeri, hafif bulaşma için "0.1 -2.0", orta derecede bulaşma için "2.1-4.0", yüksek derece bulaşma için "4.1" ve "6.0" arasında değişen değerler verilmek suretiyle belirlenir. Çalışmada, ökseotu bulaşıklık derecesi ile bazı yetişme ortamı özellikleri arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla korelasyon analizi yapılmıştır. Ökseotu bulaşmış alanlardaki bulaşıklık derecesi ile 381 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ilişkili çıkan yetişme ortamı özelliklerine regresyon analizi uygulanarak, regresyon denklemleri elde edilmiştir.İstatistiksel analizlerin yapılmasında SPSS paket programından yararlanılmıştır. 3.Bulgar ve Tartışma Çalışma kapsamında, ökseotu bulaşıklık derecesi ile bazı yetişme ortamı özellikleri arasında ilişkiler araştırılmıştır. Korelasyon sonuçları Tablo1'de gösterilmiştir. Tablo 1. Korelasyon analizi Kum Toz Kil FSK pH EC OM P2O5 Bul. -,479** ,350* ,446** -,171 -,011 -,339* -,186 -,138 Kum -,793** -,883** -,282* ,331* ,334* -,006 Toz Kil FSK ,414** ,244 -,170 -,092 ,109 Ca Mg -,113 -,160 K Na Yük. Eğim MTD ,227 ,206 -,280* -,151 ,490** ,009 ,528** ,528** -,239 ,132 -,173 ,092 -,339* ,022 -,265 -,323* ,031 ,013 -,111 -,063 ,177 ,233 -,364** -,428** -,075 -,030 -,585** -,540** ,333* -,207 ,344* -,089 ,370** ,024 ,220 ,159 -,148 -,047 ,051 -,190 -,216 ,312* ,203 -,057 pH ,601** ,059 -,096 ,606** ,621** -,183 ,040 -,303* ,276* -,184 EC ,280* ,123 ,524** ,465** -,343* ,054 -,205 ,215 -,125 OM ,390** -,268 P2O5 -,192 ,048 ,119 ,139 ,143 -,100 -,233 -,276* ,372** ,321* -,078 ,041 ,115 ,833** Ca ,029 ,196 -,041 ,611** ,407** ,138 -,186 ,183 -,106 ,465** Mg K ,325* ,116 -,318* ,145 Na -,223 -,264 ,194 Yük. ,038 ,139 Eğim -,238 **. Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed). *. Correlation is significant at the 0.05 level (2-tailed). 382 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bu çalışmada Gümüşhane-Zigana Mevkii'nde ökseotu bulaşmış Sarıçam (Pinus sylvestris L.) orman ekosistemlerinin yerel ekolojik özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Korelasyon sonucunda bulaşma derecesi üzerinde yetişme ortamı özelliklerinden yükselti, MTD, kum, toz, kil ve EC gibi özellikler etkili bulunmuştur (Tablo 1, Şekil 2). 383 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 384 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 385 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Şekil 2. Ökseotu bulaşıklık derecesi ile bazı ekolojik özellikler arasındaki ilişkiler 386 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Ökseotu ortalama bulaşma derecesi ile yetişme ortamı özellikleri arasındaki korelasyon analizi sonucunda, ilişkili çıkan yetişme ortamı özelliklerine çoğul regresyon analizi uygulanarak ökseotunun ortalama bulaşma derecesine etkili olan etmenler belirlenmeye çalışılmıştır. Bu amaçla SPSS programı kullanılmıştır. Sürekli ölçekteki bulaşıklık değişkeni bağımlı değişken (y) ve örnek alanlara ilişkin sürekli ölçekteki tüm değişkenler bağımsız değişken (X1,X2,X3…….Xk) olarak dikkate alıp adımsal regresyon (Stepwise Regression) seçeneği kullanılarak p<0,05 önem düzeyinde anlamlı ilişkiler veren değişkenler belirlenerek regresyon denklemleri elde edilmiştir. Analiz sonucuna göre, 4 adet regresyon denklemi Tablo2'de verilmiştir. Tablo2. Stepwise çoğul regresyon modelleri Bağımsız Değişkenler MTD MTD,Yükselti Regression equations 0,6390+007*MTD 1,831+0,08*MTD0,0009*Yükselti MTD,Yükselti,%Kil 1,94+0,006*MTD0,001*Yükselti+0,036*Kil MTD, Yükselti, 2,230+0,006*MTD%Kil, EC 0,001*Yükselti+0,029*Kil R2 Adjusted R2 0,240 0,225 0,364 0,338 0,539 0,511 0,584 0,548 Korelasyon analizinde, ökseotu bulaşmış alanlarda ortalama bulaşma derecesi ile yükselti arasında p<0,05 düzeyinde negatif bir ilişki (r=-0,28) bulunmuştur. Yükseltinin iklim özelliklerinden yağış ve sıcaklığı etkisi altında bulundurarak bitki toplumlarının dikey yayılışını etkilediği bilinmektedir (Çepel, N.,1995). Yükseltinin artmasıyla birlikte sıcaklığın azalması ökseotunun yaşam faaliyetlerinide kısıtlayabilmektedir (Dubbertin ve ark. 2005). Bu durumun ise, ökseotu bulaşma derecesini olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Ayrıca Sarıçamın optimal olarak yetiştiği yükseltiler kuzey bakıda 1400-1600 m, güney bakıda ise 1500-1700 m arasındadır (OAE,1994).Bu amaçla, araştırma alanı incelendiğinde örnek alanların 1100 ile 1600 m arasında olduğu gözlenmektedir. Ökseotunun yayılmasında en büyük etken olan kuş türlerinden ökse ardıç kuşunun (Turdus viscivorus) 800-1800 m yüksekliklerde yaşamını sürdürmesi (Snow D. W., Perrins C. M., 1998) de örnek alanların tamamen bu kuşun etki alanında olduğunu 387 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X göstermektedir. Bu ise ökseotunun bulaşma derecesini etkileyen diğer yetişme ortamı özelliklerini görme açısından önemlidir. Çalışma kapsamında ökseotu bulaşıklık derecesi ile mutlak toprak derinliği ile arasında p<0,01 düzeyinde pozitif bir ilişki (r=0,49) bulunmuştur. Toprak genetiğindemutlak toprak derinliği, B katmanının alt sınırına kadar olan kalınlık olarak anlaşılır. Bitki köklerinin gelişebildiği materyalin derinliği ise fizyolojik toprak derinliği olarak bilinir (Çepel, N., 1996).Toprak derinliği, ağaç köklerinin gelişebileceği toprak hacmini, bu topraklarda tutulan su ve besin maddesi kapasitesini etkilemektedir. Derin topraklar daha fazla su ve besin maddesi depolayarak orman ağaçlarının beslenme ortamlarını geliştirmektedir (Yılmaz, M., 2005). Mutlak toprak derinliğinin artması Sarıçamın yetişme ortamını iyileştirdiği gibi ökseotunun ihtiyacı olan bitki besin elementlerinin de sağlanması anlamına gelmektedir. Ökseotu bulaşmış alanlarda ortalama bulaşma derecesi ile kum oranı arasında negatif (p<0.01, r=-0,479),toz oranı arasında pozitif (p<0.01, r=0,350) ve kil oranı arasında ise pozitif bir ilişki (p<0.01, r=0,446) bulunmuştur. Toprağı oluşturan tane boyutu sınıfları, toprakların suyu geçirgenliği, su tutma kapasitesini, havalanmasını, kök yayılışını ve besin maddesi ekonomisini etkiler. İnce topraklar, içindeki kil miktarının artışına bağlı olarak drenajı engeller, su tutma kapasitesini arttırır, havalanma koşullarını kötüleştirir, kök yayılışını engeller. Buna karşın yüksek bir katyon değişim kapasitesine sahip olduklarından dolayı, besin maddeleri bakımından zengin topraklardır. Kaba tekstürlü topraklar ise, bu sayılan özelliklerin aksine sahiptir(Çepel, N., 1996). Sarıçamın yetişme ortamına bakıldığında genellikle kırıntılı, gevşek, geçirgen topraklarda daha iyi yetişmekte olduğu bilinmektedir(Çepel N., Dündar, M. 1997). Çalışma kapsamında ökseotu bulaşıklık derecesi ile toprakların elektriksel iletkenlikleri (EC) arasında negatif bir ilişki (p<0,05, r=-0,339) bulunmuştur. Bunun anlamı topraklardaki elektriksel iletkenlik arttıkça ökseotu ortalama bulaşma derecesininazalmasıdır. Ancak, burada korelasyonu tersinden anlamaya çalışırsak, bulaşma derecesi arttıkça topraktaki elektriksel iletkenliğin azaldığını söyleyebiliriz. Bunun sebebi bulaşma derecesi arttıkça ökseotunun etkisiyle topraktan alınan katyonların artacağından hareketle, elektriksel iletkenliğin düşebileceği düşüncesi daha doğru olacaktır. Nitekim, korelasyon tablosuna bakıldığında anlamlı bir ilişki çıkmamasına rağmen bulaşma derecesinin 388 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X artmasına bağlı olarak OM, P2O5, Ca ve Mg gibi toprak özelliklerinin negatif yönde ilişki göstermesi de bu durumu desteklemektedir. Sonuç Bu çalışma, Gümüşhane-Zigana mevkiinde Sarıçam meşçerelerinde gerçekleştirilmiştir. Işık isteği fazla olan bu yarı parazit bitki, özellikle arazi çalışmaları sırasında daha çok kapalılığı kırılmış, bozuk meşçerelerde yoğun olarak bulunduğu gözlemlenmiştir. Çalışmalarımızın sonucunda da yetişme ortamının bulaşıklık derecesine doğrudan veya dolaylı bir etkisinin olduğu görülmektedir. Özellikle yükseltisi az olan meşçerelerde sosyal baskı ile birlikte sarıçamın yetişme ortamı daha çok bozulmakta ve bunun sonucunda bulaşıklık derecesi arttığı görülmektedir. Ökseotu, orman yapısına zarar vermesine rağmen tıp ve eczacılık alanlarında yapılan çalışmalarda insan sağlığına olan yararlı etkileri göz ardı edilmemelidir. Bu bakımdan ökseotu bulaşıklılığının yoğun olduğu bölgelerde bu bitkilerin odun dışı ürün olarak kullanıma sunulması gerekmektedir. Böylece orman yapılarına zarar veren bu bitkinin etkisi azaltılarak insan hayatına olan olumlu etkisini arttırmak mümkün olacaktır. Teşekkür Bu çalışma TUBİTAK tarafından 112O258 kod nolu proje ile desteklenmiştir. Kaynaklar Alemdağ, Ş., 1967. Türkiye’deki Sarıçam Ormanlarının Kuruluşu, Verim Gücü ve BuOrmanların İşletilmesinde Takip Edilecek Esaslar, Ormancılık Araştırma EnstitüsüYayınları, Teknik Bülten Seri No:20, Ankara. Bayazıt, V.,2004. Cytotoxic Effects of Some Animal and Vegetable Extracts andSome Chemicals on Liver and Colon Carcinoma and Myosarcoma. Saudi Med J.;25:156-163. Becker, H., 1986. Botany of European Mislettoe(Viscum album L.), Karger Medical andScientific Publishers, 43,1 , 2-7. 389 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Coder K.D., 2008. American Mistletoe (Phoradendron serotinum var. serotinum) Infectionin Trees, Warnell School of Forestry and Natural Resources University of Georgia,Tree Health Series, Georgia . Çepel, N., 1995. Orman Ekolojisi, İ.Ü. Yayınları, Üniversite Yayın No:3886, SosyalB.M.Y.O. Yayın No:433, İstanbul Çepel, N., 1996. Toprak İlmi Ders Kitabı, İ.Ü. Yayınları, Üniversite Yayın No:3945,Orman Fakültesi Yayın No:438, İstanbul. Çepel N., Dündar, M. ve Günel, A., 1977. Türkiye’nin Önemli Yetişme Bölgelerinde SafSarıçam Ormanlarının Gelişimi ile Bazı Edafik ve Fizyografik Etmenler Arasındakiİlişkiler, TÜBİTAK, Proje No:TOAG 154, Ankara. Dobbertin M., Hilker N., Rebetez M., Niklaus E.Z., Wohlgemuth T., Rigling A., 2005. The upward shift in altitude of pine mistletoe (Viscum album ssp. austriacum ) in Switzerland—the result of climate warming?. International Journal of Biometeorology, 50 (1): 40-47. Davis, P. H., 1988. Flora of Turkey and the East Aegean Island, Ediburgh UniversityPress., Edinburgh. Ertan Eruz.,E., 1979. Toprak Tuzluluğu ve Bitkiler Üzerindeki Etkileri, İstanbulÜniversitesi, Orman Fakültesi Dergisi. Hawksworth, F.G., 1977. The 6-class dwarf mistletoe rating system, USDA Forest ServiceGeneral Technical Report RM-48, Rocky Mountain Forest and Range Experiment Station, Fort Collins, Colorado. Irmak,A., 1970. Orman Ekolojisi, İ.Ü. Orman Fak. Yayın No:149, İstanbul. Kaya, N., Öztürk, M., 2003. Elazığ il Sınırları İçerisindeki Sulama Sularının İncelenmesi, Fırat Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, DoğuAnadolu Bölgesi Araştırmaları: 3, Elazığ. Mandacı, S., 1988 . Balıkesir İli Tarım ve Orman Alanlarında Ökseotları, Zararları, Korumave Savaş Yöntemleri, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi, Fen BilimleriEnstitüsü, Bursa. OAE, 1994. El Kitabı Dizisi:7, Muhtelif Yayınlar Serisi: 67, Ankara. O’hare, JP., Hoyt, LH., 1928., Mistletoe in the Treatment of Hypertension. NewEng J Med;199:1207–13. Snow D. W., 1998. Perrins C. M., The Birds of the Western Palearctic (Concise Edition),Oxford University Press. 390 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Swanson-Flatt, SK., Day, C., Baıley, CJ., Flatt, PR. 1989,. Evaluation ofTraditional Plant Treatments for Diabetes: Studies in streptozotocin-diabetic Mice. ActaDiabetologica Latina;26:51–5. SPSS Paket Programı, Versiyon 11,5 Wanner, J.L., 1986. Effects of infection by dwarf mistletoe (Arceuthobium americanum)on the population dynamics of lodgepole pine (Pinus contorta), Portland StateUniversity, Environmental Sciences and Resources Ph. D. Program. Wanner, J.L., 1986. Effects of infection by dwarf mistletoe (Arceuthobium americanum)on the population dynamics of lodgepole pine (Pinus contorta), Portland StateUniversity, Environmental Sciences and Resources Ph. D. Program. Zarkavıc, N., Zarkavıc, K., Graınca, S., ET AL., 1997. The Viscum albumPreparation Isorel Inhibits the Growth of Melanoma B16F10 by Influencing the RumorhostRelationship. Anticancer Drugs.;8:S17-S22. 391 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Organik Üretimde Doğru Ambalaj Tasarımı: İncir Reçeli Örneği Seçil Şatır¹ Orhan Irmak² Hesna Şatır³ ¹Hitit Üniversitesi-Mühendislik Fakültesi secilsatir@hitit.edu.tr ² Endüstri Ürünleri Tasarımcısı: orhan@orhanirmak.com ³Reçel uzmanı: hesnasatir@gmail.com Özet: Organik üretim kavramı, incir ağacına özgü tanımlanacaktır. Bildirimiz öncelikle ambalaj konusunu temel alacaktır. Ambalaj kavramı, içeriğine göre şekillendiği, sağlıklı beslenme kavramının önemli bir yan konusu olduğu ve hatta endüstriyel olarak hazırlanıp tüketiciye sunulan gıdaların ilk karşılaşıldığı nesne olduğu nedenle, asla ihmal edilmemesi gerekli olan bir kavramdır. Ihmal edilmemesinin ötesinde, içeriğini doğru yansıtan, yan etkilerden koruyucu niteliği olan, içerik ile etkileşiminde malzemesi zararlı maddelere dönüşmeyen ve yine içerik üretim tarihi, son kullanma tarihi vb. bilgilerin hem tüketici tarafından iyi ve doğru algılanmasını sağlayan ve hem de topyekün etik davranışları sergileyen özellikleri taşıması son derece önemlidir. Bu bağlamda, ambalaj kavramına deneyim kazandıracak olan incir reçeli, bitkisi, üretimi, gıda niteliği, reçel yapımı ve incir reçeli ambalajının tasarlama sürecini kapsayacak bir metni oluşturacaktır. İncir reçelinin kavanoz şeklindeki ambalajı, profesyonel bir grafik tasarımcısı olan Dr. Orhan Irmak ve ekibi tarafından geliştirildi; ambalajın gelişim süreci, pazardaki diğer benzer ürünlerden fark yaratması ve gıdanın kendisi ile doğru ve olumlu özdeşleşmesi vb. bilgiler, başlı, başına bir deneyim olarak gerçekleşmiştir. Anahtar kelimeler: Organik üretim, Ambalaj Tasarımı, incir reçeli 392 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Proper Packaging Design in Organic Production: The Fig Jam Example Abstract: Organic production concept will be defined specifically for the fig tree. Our paper will chiefly consider packaging. Packaging is a notion which should never be neglected as a package is shaped by its ingredients, as it is an important subtopic of a healthy diet and as it is the first object encountered by consumers, which is industrially produced to contain food. Besides being indispensable, it is very important that packaging should ensure that it reflects its ingredients, preserves the product from outer effects, does not turn into hazardous substances by reacting with the contents, and again it should have total ethical attitude besides ensuring that the information regarding the ingredients, date of expiration, etc. is shown and perceived in an accurate manner. In this context, fig jam, which will provide an experiment for the concept of packaging, will form a text that will cover fig as a plant, its production, nutritional value, jam making, and design process for fig jam packaging. The jar packaging for fig jam was developed by Dr. Orhan Irmak, a professional graphic designer and his team; the development process of the packaging, its creation of difference from other similar products and identifying correctly and positively with the food constitute an experience. Key words: Organic production, Packaging Design, fig jam 1. Giriş Organik üretim kavramını temel almış olan bu bildiride incir bitkisine gereği gibi bir alan ayrılmış olması, konunun bir doğal beslenme zirvesinde sunulacak olmasından ve ayrıca, doğal beslenmenin içeriklerinin tamamlayıcı unsuru olan ambalaj tasarımının doğru kararlarla geliştirilmesi gereğidir. Bu nedenle bildiri, organik kavramını tanımlamanın yanısıra, bu kavrama bağlı olarak doğal beslenme kavramını ve gereklerini ele alacaktır. Konu aynı zamanda reçel olunca, ve şekerle beslenmenin sağlık adına çok ta doğru olmadığını her fırsatta açıklayan beslenme uzmanlarına inat dermiş gibi incir reçelinin konu edinilmiş olması doğal beslenme zirvesinin içeriğine ters düşecekmiş gibi bir izlenimi ortaya koymaktadır. Fakat, aynı zamanda düşünce geliştirmek zorunluluğu olan konu, incir bitkisinin Türkiye’ye özgü bir bitki olmasında, dünya incir ihracatına en 393 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ileri düzeyde Türkiye’nin sahip olmuş olması, daha da önemlisi, incir meyvesinin hiç akla gelmeyecek kadar faydalı besin değerlerine sahip olmuş olmasıdır. Bu nedenle, çok ilginç bir şekilde dişi ve erkek incir ağaçlarının varlığı ile, alışılmışın dışında bir döllenmeye sahip olan incir bitkisinin, ayrıca kutsal bir özelliği de vardır: “Kuran'da Hz. Muhammed 'in "eğer seçme hakkı olsa cennete götüreceği ağacın incir ağacı olacağı“nı belirtmesi”, incir meyvesinin değerini arttırmaktadır (İncir Araş. İstasyonu: 1938-2012). Bu bilgiler doğrultusunda, incir reçelinden vazgeçmek yerine, daha az miktarda şeker kullanarak ve yerken azar azar yemeyi tercih ederek, incir meyvesinden olabildiğince çok yönlü yararlanmak gereklidir. Bu bildirinin yöntemi temelde deneysel bir çalışmayı ve bu çalışmanın destekleyicisi olan literatür taramasını içermektedir. Teorik bağlamda, organik tarım, buna bağlı olarak incir bitkisinin organik olma özelliğini, bakımı, korunması, sulanması, besin değeri ve Türkiye için katma değeri olacak ve başka bir tüketim değeri olmayan erkek incirin en iyi şekilde değerlendirilmesi ile reçeli, ambalajı vb. bilgiler araştırılmıştır. İncir reçeli her yönü ile deneysel çalışılmıştır. 2. Organik Kavramı Organik kavramı temelinde ele alınmış olan bu bildiri, organik kavramını ulusal ve uluslararası boyutta literatür taraması ile tanıtmakta ve özellikle asıl materyal olan incir bitkisi, besin değeri ve bu bağlamda işe yaramaz gibi görünen erkek incir meyvelerinin değerlendirilmesi ve ülke adına katma değer kazandırılması içerikli olarak deneysel çalışmalarla zenginleştirmektedir. Organik kavramı farklı dillerde farklı isim alır: Örneğin, İngiltere’de organik(organic), Almanya’da Organik (organisch) organlarla ilgili anlamına gelirken, daha doğru bir ifade ile ekolojik (ökologisch) kavramı öne çıkıyor; Fransa’da ise,(organique) kavramından çok, biyolojik (biologique) kavramı tam anlamı veriyor. ABD Tarım Dairesi (United States Departement of Agriculture, USDA) tarafından geniş kapsamlı tanıma göre: «Organik tarım, sentetik içerikli gübre,tarım ilaçları, büyüme düzenleyiciler ve hayvanyem katkıları kullanımını yasaklayan veya büyük ölçüde kaçınan bir üretim sistemidir.» «Mümkün olduğu ölçüde organik tarım sistemleri toprağı işlemek ve verimliliğini korumak, bitki besin maddeleri sağlamak, zararlı böcek, yabancı ot ve hastalıkları kontrol 394 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X etmek için ürün münavebesi, yeşil gübreleme, organik çiftlik artıkları ve biyolojik zararlı kontrolü işlemlerine dayanır»(USDA,1980),(Demiryürek, 2011:28). Neden Organik? Sorusu çok eski dönemlere uzanmaktadır. Rudolf Steiner'in 1924 Tarihinde yazdığı ‘Organizm Olarak Çiftlik’ çalışmalarını inceleyen ve bundan esinlenerek ‘Organik Tarım Çiftliği’ kuran, Oxford Üniversitesi, Tarım Bilimi mezunu Lord Northbourne’ın uygulamaları dikkate değer. Lord Northbourne aynı zamanda, Rudolf Steiner'in yine 1924 yılında açtığı kursa katılmış olan Ehrenfried Pfeiffer’in BiyoDinamik Tarım ve Bahçecilik (1938) kitabından da esinlenmişti. Bu bilgiler, John Paull (2014: 31-53) tarafından araştırılmış ve anahtar niteliğindeki bilgiler aşağıda kısaltarak, öz olarak aktarılmaktadır: Northbourne’e göre "çiftlik yaşayan bir bütündür; özellikle biyolojik bütünlüğü olmak zorundadır; kendi içinde dengeli, organik yaşamı olan canlı bir varlıktır.” “Bir çiftliğin ithal doğurganlıkları (üretimleri) varsa, ne organik bir bütün olur ve ne de kendi kendine yeter!.. Bir çiftlik işletmesi, anlamsal olmaktan daha fazla olarak organik yaşamalıdır. Bütüncül bakış, ancak, toprak, üzerinde büyüyen bitkiler ve mikro organizmalarla birlikte organik bir bütün oluşturmak üzere korunur. R.Steiner, Koberwitz Şehri’nde sekiz seri konferans vermiş ve “...gerçekten çiftlik canlı bir organizmadır; kendi süreçlerinin bütünü içinde ekili alan canlı bir varlıktır.” Bu sözler organik kavramını çok iyi açıklamaktadır. Lord Northbourne’en “Organizma olarak Çiftlik” (Paull,2006:1418) çalışmaları ve uygulamaları aynı zamanda bu kadar erken tarihlerde organik gıda bilgilerini de ele alıyordu. Gıda kalitesi analizi ile ortaya koyduğu gibi, gıdanın kimyasal bileşiminin, görünüşünden ve tadından daha önemli bir mesele olduğunu açıklıyordu: Daha kaliteli bir gıda, gıda kimliği ve tazeliği demekti. Gıdanın kozmetiği üzerine odaklanmaya karşı durdu ve “gerçek kalite ucuzluğa yol veriyor” diye (kozmetikle ucuzlatmak anlamında) endişelerini dile getirdi. Güncelde aktüel olan sürdürülebilirlik kavramı, organik tarımda da yer bulmuştur; buna göre çiftlik dışındaki tarımsal girdilere olan bağımlılıkların mümkün olduğunca azaltılması ve çiftlik kapsamındaki her türlü doğal kaynakların verimliliğinin arttırılması ve kullanılması güncel araştırıcılar tarafından da önerilmektedir. 395 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2.1 Organik İncir Ağacı Yetiştiriciliği ve İncir Bitkisi İncir bitkisi, çiçekli bitkilere ait bir sınıflandırma olan “Urticales” takımında yer alır. Bu takım üyelerinin temel özelliği, çiçeklerinin küçük yapıda ve çok yoğun dizilmiş olması, süt boruları ve liflerinin bulunmasıdır. Lifli ve süt borulu özellikleri ile “Urticales” takımının bazı bitkileri sanayi alanında ve özellikle tekstilde kullanılmaktadir. “Urticales” takımı içinde “Moracae” (dutgiller) familyasının “Ficus” cinsinden olan incir bitkisi “Ficus carica” türüdür. “Moracae” familyasının “Ficus carica” türü, çok sayıdaki familyalar ve türler içinde Türkiye’de varlıkları, Gözüaçık, Fent, Özgen (2011:238) tarafından araştırılmış bitki grubu olarak ta dikkati çekmektedir. İncir ağacı aslında başka meyve ağaçlarına göre bakımı zahmetsiz olan bir ağaçtır. Ancak yerini bulamaz ve cok sulanırsa hastalıklı olur: En önemli hastalığı «Beyaz Kök Çürüklüğü» dür. Bu hastalık için önlemler: 1. Toprağın aşırı su tutması önlenmelidir, 2. Sel sularından korunmalıdır. 3. Sulama suyu ya da gübre ağaç taç izdüşümlerine verilmelidir. 4. Ağaçların kök boğazları açılmalı yaz boyunca havalandırılmalıdır. 5. Kökleri tamamen çürüyen ağaçlar, toprakta hiç kök parçası kalmayacak şekilde sökülmeli ve temizlenmelidir. 6. Hastalıklara karşı, tohum ya da klon anaçları kullanılmalıdır. İncirin, kendine özgü bir döllenme niteliğinin olması, çok özel kurutma şartlarının gerekliliği, buna bağlı olarak yıllık sıcaklık, yağış, nem ortalamalarının üst ve alt sınırlarının varlığı, incir bitkisini çok özelleştirmektedir. En yoğun üretimi Büyük ve Küçük Menderes Havzası’nda yer almaktadır. Ege Bölgesi’nin Büyük ve Küçük Menderes Havzası, kışları ılık ve yazları sıcak ve kuru olduğu için incir bitkisinin en çok verim alınan bölgesi olmuştur. İncir bitkisinin verimle yetiştiği yerlerde, yıllık ortalama sıcaklık 18-20 Cº dir. Kök derinliği 120 cm ye kadar olan kumlu-killi, kireçce zengin, yeterli organik maddeye sahip topraklar incir ağacı için en verimli ortamlardır; yıllık yağış optimizasyonu 625 mm olan bu ortamlar da incir ağacı 8-10 metreye kadar büyür. İncir ağacının doğal ortamda ve hastalıklara karşı korunarak yetiştirildiği durumlar organik olma özelliğini taşır. Daha da önemlisi, incir meyvesi, “organik tarımı, bitkisel veya hayvansal üretimi doğanın 396 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X dengesini bozmadan yapmak” olarak tanımlayan Akgün (2015:11)’ün araştırmasında, kuru incir, fındık, kuru üzüm, kuru kayısı “ ağırlıklı organik ihracat ürünlerimiz” olarak tanıtılmaktadır. 2.2. Anavatanı, Bitki özellikleri, Ekolojisi ve çeşitleri Kimliği tarih öncesi devirlere kadar uzanan incir bitkisi, meyvesi, yaprağı, ağacı, filizlenmesi, çiçeklenme ve döllenmesi vb. özellikleri ile oldukça farklı nitelikler taşır. Ege Bölgesi’ndeki antik yerleşim alanı "Caria"dan "Ficus carica" botanic adını alan incir Anadolu ve Ege'de binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Incirin anavatanı Anadolu’dur (www.yeniasir.com.tr). Beslenme ve sağlık açısından incir, doğallığın, enerjinin, yaşam sisteminin dengesi olarak kabul görmekte ve tavsiye edilmektedir. Anadolu’da ve özellikle de Ege’de uygarlıklar boyunca bolluğun ve berekeketin sembolu olmuştur. Dişi ve erkek çiçekleri olan incir meyveleri (syconiumlar) ayrı ağaçlar üzerinde bulunur. 3 tip çiçeğe sahiptir (İncir Araş. İstasyonu: 1938-2012, Malatya Belediyesi-Baharkent İlçesi: www.buharkent.gov.tr): Erkek meyvelerde bulunan “erkek çiçekler” döllenme için poleni meydana getirirler. Erkek meyvelerde bulunan “dişi gal çiçekler” ilek arısının yaşam döngüsünü tamamlamasına ve yumurta bırakmasına uygun olarak kısa biçimli, büyük ve yuvarlak yumurtalığa sahiptir. Dişi meyvelerde bulunan “dişi çiçekler” meyvesini yediğimiz inciri meydana getirirler. Daha uzun bir biçime sahiptirler. İlek arıcığının taşıdığı polenler sayesinde döllenme burada meydana geldiği için incir meyvesi bu tip içinde oluşur. Incir ağaçları yılda üç kez meyve verebilir. Erkek incir ağacının kış ürünü olarak “Boğa ürünü”, ilkbahar döneminde “İlek ürünü”, yaz döneminde “Ebe ürünü” olmak üzere birbirlerinden farklı üç mevsim ürünü gelişir. Dişi incir ağacının meydana getirdiği üç farklı ürün ise, üreticiler tarafından, ilkbahar ürünü olarak”Yel lobu”, yaz ürünü olarak ana ürün olan “İyi lob”, sonbahar ürünü olarak “son lob” adını alan incir meyvesinden söz edilmektedir. İncir meyvesini meydana getirecek dişi çiçeklere polenlerin ulaşabilmesine kadar geçen sürede senkronize bir döngü bulunmaktadır: 397 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Erkek incir ağaçlarında bir serinin ürünleri ceviz büyüklüğüne ulaştığında, (erkek çiçekler olgunlaştığında), diğer serinin ürünleri fındık büyüklüğüne gelir, yani gal çiçekleri olgunluğa gelir. Bir sonraki ürüne geçen dişi arı değişikliğe uğramış dişi gal çiçekleri üzerine yumurta bırakırlar. Yumurtalardan çıkan larvalar, bu çiçeklerin ovaryumlarında (Ege Bölgesinde halk arasında bu ovaryumlara darı denir) gelişir. Erkek arılar, dişi arılardan önce yumurtadan çıkar ve dişi arılar gal çiçeklerini terk etmeden önce onları döller. Çiftleşmeden sonra, ergin dişi arılar takip eden erkek incir meyvesine geçer ve böylece bu döngü devam eder (İncir Araş. İstasyonu: 1938-2012,). Resim 1: İncir meyvesinin botanic özellikleri: Erkek çiçek, dişi gal çiçek ve dişi çiçek gibi üç tip çiçeğe sahip olan incir meyvesinin çiçekleri bir kılıfla sarılıdır. İlek arısı adı verilen, incir çiçeğinin döllenmesine hizmet eden çok özel bir tür böcek sayesinde çiçekler döllenir ve meyve oluşmaya başlar. İncir bitkisinin çiçeklerindeki bu özel döllenme olayına "Kaprifikasyon" denir. (Resim kaynağı: Malatya Belediyesi resmi İnternet Sitesi + www.buharkent.gov.tr) 398 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İncir meyvesi, taze yenecek türleri, kurutmalık türleri olarak çok sayıda çeşitlere sahiptir. En iyi kurutmalık incir meyvesi aşağıdaki resimlerde görüldüğü üzere “Sarılop ve “Sarı zeybek”tir. Resim 2: Incir Araştırma İstasyonu(1938-2012)’nun gerçekleştirdiği araştırma ve uygulamalar sonucu elde ettiği incir türleri resimlerde görüldüğü gibi sırası ile soldan sağa: kurutmalık incir cinsleri olan “Sarı lop” ve “Sarı zeybek”. 2.2.1. İncirin Besin Değeri, Reçeli ve Diğer Özellikleri İncirin dişi ağaçlarının meyvesi büyüktür, olgunlaşır ve fazla sayıdadır. Erkek ağaçların meyvesi küçük ve az sayıdadır. Erkek incir meyvesi dişilerinin ki gibi yenilebilir lezzette değildir, ancak tozlaşma için gereklidir. Genelde tozlaşma için pek çok dişi ağacın yakınına sadece bir tane erkek ağaç dikilir. Erkek incir ağacının meyveleri bu bildirinin kapsamında okunacağı gibi reçel yapımında değerlendirilir. İncirin Besin değeri: Meyvelerin bileşimini %30-40 şeker ve A,B,C vitaminleri oluşturmaktadır. Meyvelerinden hazırlanan infusyon özellikle çocuklarda kullanılabilen bir müshildir. Yapraklarındaki süt, "incir sütü" olarak bilinir ve halk arasında siğillere karşı kullanılır. Türün taze yaprakları ise, lapa halinde yaralara karşı tedavide halk ilacı olarak kullanılmaktadır.. İncirin protein, vitamin ve mineral değeri küçük kuru bir tanesinden umulmuyacak kadar önemlidir. 100 gr kuru incir günlük ihtiyaç olan: “Ca gereksiniminin % 17’sini Fe ve Mg gereksiniminin % 30’unu P gereksiniminin % 20’sini B1 vitamini gereksiniminin % 5’ini B2 vitamini gereksiniminin % 4’ünü karşılar. “(Tariş Genel Müdürlüğü, 1990). 399 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Sağlıklı beslenmedeki önemi açısından, 100 gr. Kuru İncirin Besin Değeri İçerikleri: Enerji (kcal) 217, protein (gr) 4, şeker (gr) 55.3, yağ (gr) 1.2, diyet Lifi (gr) 6.7, kalsiyum (mg) 138, fosfor (mg) 163, demir (mg) 4.2, magnezyum (mg) 91.5, vitamin B1 (mg) 0.073, vitamin B2 (mg) 0.072 (Tariş kaynaklarının katkılarıyla, Germencik belediyesi: www.germencik. bel.tr). İncir reçeli – “Ege Güzeli”: İncirin asıl bilinen ve makbul olan reçeli, olgunlaşmamış-ham olan, küçük, yeşil, ilek inciri de denen erkek incirden yapılan reçeldir. Bu bilgiyi” Tarım ve Ziraat Bilgi Bankası” da (http://www.tarimziraat.com/) desteklemektedir. İncirler ceviz büyüklüğünde olmalı, içindeki çekirdekler teşekkül etmemiş olmalıdır. Reçellik incirler genellikle yeşil kabukları incecik soyulmuş olarak satılır. Bu tarifteki incirlerin ise kabuklarının soyulmamış olması özellikle tarifin özgünlüğüdür. “Ege Güzeli” adının, tarifi veren Hesna Şatır’a ait olduğu kadar incir kabuklarının soyulmamış olma özelliğinin de kendisine ait olması, bir gıda tasarımı niteliği taşır. Malzemeler: 200 adet yeşil kabukları soyulmamış, ceviz büyüklüğünde erkek incir, Şurubu için: 1,5 Kg toz şeker (2 Kg şekerden vazgeçildi ve fazla ağdalı olması istenmedi.) 1 fincan su, 1 silme tatlı kaşığı limon tuzunu eritmek için, Toz şekere uygun bir ölçek belirlenir ve bu ölçeğin ½ kadarı şurubun suyu olacaktır. Yapılışı: İncirler yıkanır. Yirmi dakika haşlanır, süzülür. Haşlanmış incirler beş-altı kez soğuk su ile yıkanır; yirmi dakika soğuk suda bırakılır. Şurubu kaynatılır. Şurup koyulaşmaya başlayınca, incirler sıkılarak soğuk sudan çıkarılır ve şuruba atılır. Şurup iyice koyulaşıncaya kadar kaynatılır. İnmesine yakın limon tuzu ile kestirilir. Bir taşım daha kaynatılır ve ateşten indirilir. Soğuduktan sonra yemeye hazırdır. Tarifi çok yalın olan incir reçeli, kendisi gibi özgün bir cam ambalaja ihtiyaç duyacaktır. 400 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2.2.2. “Ege Güzeli” Ambalajı Arka Plan: Ege Güzeli markası için ambalaj tasarımı çalışması, Orhan Irmak Tasarım’da ele alındı. Orhan Irmak Tasarım, kurulduğu 2004 yılından bu yana ambalaj tasarımı alanında hizmet veren ve Turquality marka destek sistemi tarafından akredite edilmiş bir tasarım ofisidir. İstanbul’da merkez ofisi ve Frankfurt’da iletişim ofisi bulunan Orhan Irmak Tasarım, 12 kişilik bir ekip ile Türkiye’deki bir çok sektör lideri firma ile beraber Mısır, Libya, İspanya, Rusya, Almanya gibi çeşitli ülkelerdeki firmalara da ambalaj tasarımı alanında hizmet vermektedir. Ege Güzeli projesi, firmanın kurucu ortağı olan Orhan Irmak yaratıcı yönetmenliğinde, firmada sanat yönetmeni olarak görev yapan Akın Tangün, Bürkan Çiftçigüzeli ve Levent Yılmaz’ın katılımı ile gerçekleşti. Firma, ambalaj tasarımı ve özellikle gıda ambalajı tasarımı konusundaki birikimi ile, yaratıcı bir fikir ortaya koymaya çalışmıştır. Projede öncelik: “Ege güzeli” ismini ve son derece yalın hazırlanmış reçetenin doğallığını ambalaja nasıl yansıtabiliriz sorusu olmuştur. Projenin ilk aşaması olarak reçel ambalajları incelenmiştir. İç piyasada yurt dışında market raflarında yer alan reçel ambalajları detaylıca analiz edilmiştir. Bu noktada iç piyasada geçme (sleeve) etiket kullanılmamış olduğu ve bunun farklılaşma için kullanılabileceği tespit edilmiştir. Sleeve etiket kavanozun bütün yüzeylerini kapladığı için markaya oldukça geniş bir iletişim alanı sağladığı nedenle ambalaj tasarımı alanında kullanımı oldukça yaygınlaşmaktadır. Yurt dışı raflarında sleeve etiket kullanılarak hazırlanmış başarılı örnekler de görülmüştür. Bu ön araştırma neticesinde “Ege Güzeli” markası için sleeve etiketlemeye, ama aynı zamanda “Ege Güzeli”ne uygun formda bir kavanoz tasarımı yapılması kararlaştırılmıştır. Projenin ikinci aşaması: Paralel olarak “Ege Güzeli” markası için logo tasarımı ve şişe tasarımı süreçlerine geçilmiştir. Logo tasarımında “Ege Güzeli” isminin çağrıştırdığı dişi kimlik ve ürünün doğallığı, el yazısı şeklinde ortaya konulmuştur. Ayrıca alt alanda hafifçe yuvarlak çizgilerin bulunması dişi kimliği, buna karşılık yukarıda daralarak dik duran gövde özelliği ise erkek kimliği temsil etmektedir. Zıt kutuplu iki kimliği ayni ambalaj üzerinde uyum içinde bulunması tasarımın abartısız bir başarısı sayılır. 401 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Resim 3: Pazarda var olan reçel incelenmiş, raflarda yer alan ve tipik olan bazıları ya da bir grubu detaylıca analiz edilmiştir. Reçel ambalajlarında geçme (sleeve) etiket özelliğinin bulunmadığı fark edilmiştir. Resim 4: “Ege Güzeli” isminin ve markasının çağrıştırdığı dişi kimlik ve ürünün doğallığı el yazısı ile verilmiştir. Resim 5: Kavanoz tasarımında öncelikle dişi ve erkek kimlikli reçel özellikleri dikkate alınmıştır. Projenin üçüncü aşaması: Kavanoz tasarımı üzerindeki sleeve etiket alanının logo tasarımı ile birlikte kullanılması ve etiket tasarımının oluşturulması bu aşamadadır. Kavanozun alt bölümündeki geniş alan, logo için kullanılmış ve böylece rafta geniş bir logo görünürlüğü sağlanmıştır. Etiket tasarımında kullanılan görsel öğelerin ürün doğal algısını destekleyecek ve yalın tarifini yansıtacak şekilde abartıdan uzak olmasına dikkat edilmiştir. Tarifte yer alan ve makbul olarak ifade edilen olgunlaşmamış-ham, küçük, yeşil, erkek incir görseli ambalajdaki ana görsel unsur olmuştur. Ambalaj üzerinde tüketicilerin satın alma nedeni olarak göreceği düşünülen “ev yapımı lezzeti” bir ikon olarak kullanılmıştır. 402 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Resim 6, 7, 8: “Ege Güzeli” isminin, erkek incir resminin ve incir ağacı yaprağının geçme (sleeve etiketi ile kavanoza uygulanması. Resim 9, 10: İncir reçeli tarifindeki “ev yapımı lezzeti” ve reçeli yapan dişi kimlik özellikleri reçel ambalajına yalın bir oya deseni ile verilmek istenmiştir. Son aşama: Ürün markasında yer verilen ve incirin ana vatanı olan Ege yöresinin ambalajda yansıtılması gerektiği düşünülmüştür. Bu amaçla nelerin ambalaj üzerinde kullanılacağı araştırılmıştır. Hem dişi kimliği öne çıkarması hem de ambalaj üzerinde yer alan diğer öğelerle yarışmadan bir tasarım unsuru olarak yer alabileceği öngörülen oya işleri ambalajda kullanılmıştır. Tasarımın görünür kısımlarının ötesinde içeriğinin ve organic özelliğinin ambalajda okunabilirliği tüketiciler için olmassa olmaz niteliktir. 403 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Resim 11: “Ege Güzeli” ambalaj tasarımının son durumu. Gerçekleştirilmiş olan “Ege Güzeli” ambalaj tasarımı pazarda, raflarda yerini alırken, var olan reçellerden ve reçel ambalajlarından dikkate değer bir fark meydana getirecektir. Çünkü, organic olma özelliği taşıyacak olan incir bitkisinin ambalaj üzerindeki bilgileri de içeriğini yansıtacaktır. 3. Bulgular ve Tartışma Doğal Beslenme Zirvesinde sunulmuş olan bu bildiri bulguları tartışmaya açıktır. Organik tarım, organik çiftlik, buna bağlı olarak beslenmenin doğallığı ve sağlık açısından reçeli yapılan bir meyvenin şekerinin az kullanılması dikkate alınan özelliklerdir. Fakat Türkiye’nin batısında ve özellikle kendisi için çok uygun bir ortamda yetiştirilerek bütün dünyaya satılan, dolayısı ile vazgeçilmesi imkânsız olan bir meyveden çok yönlü yararlanılması gerçeği de yadsınamaz. Yararlanma düzeyi açısından yalnız döllenme aşamasında işe yarar gibi görünen, olgunlaşmadığı için yenmeyen, erkek incir meyvesinin ziyan edilmemesi, az şekerli reçelinin yapılarak beslenme değeri yüksek olan bir besin haline getirilmesi, doğal beslenme bilgilerini desteklemektedir. Bu nedenle geleneklerin sürdürülmesi doğrultusunda sağlıklı beslenmek adına şeker dozu aza indirilmiş bir reçelden vazgeçmek pek doğru olmaz. Bu bakış açısı ile organik tarımı, doğal beslenmesi ve ambalajı ile bütünsel bir tasarım kavramı bu bildiriye yön vermiştir. 404 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 4. Sonuç ‘Doğal Beslenme Zirvesi 2015’ kapsamında ele alınmış olan bildiri, en başta organik tarım çerçevesi içinde değerlendirilmiştir. Takribi olarak diğer bütün bildiriler içinde oldukça farklı bir alanı teşkil edeceği düşünülmektedir. Çünkü, incir bitkisi, birçok yönü ile alışılmışın dışında bir bitkidir: Organik tarımı, kendi doğallığını kendi yetiştirilme tarzı ile belirlemiş gibidir. Nispeten özel toprak alanı ve toprak içeriği ister. Aşırı sulanmak istemeyerek üreticilerin işini kolaylaştırır. Kuru incir meyveleri ise, en ileri düzeyde organik ihraç ürünleri arasında yer alır. Tarih öncesi devirlerden beri varlığı ile hem kutsaldır, hem çok gelenekseldir, ve hem de şekerli olmasına rağmen vazgeçilemeyecek kadar yüksek besin değerlerine sahiptir. Daha da ilginci, hayvan ve insan eş değeri gibi, erkek ve dişi ağaçlara sahip olarak özel bir döllenme sistemi vardır. Buna bağlı olarak erkek incir ağacının meyveleri şimdiye kadar hiç alışılmadık türde yalnız döllenme için işe yararken bu bildiri içeriğinde, şekeri az olarak, özel bir reçeli yapılmak sureti ile değer kazandırılmaktadır. Gerek organik tarımı, gerek besin değeri ve gerekse katma değer kazandıracak meyvesi ve reçeli ile incir bitkisi tam bir doğal beslenme ürünüdür. Kaynaklar Akgün, T., (2015), Organik Tarım, TC Güney Ege Kalkınma Ajansı – Uzman- İzleme ve Değerlendirme Birimi makalesi, ss:11 Demiryürek, K., 2011, Organik Tarım Kavramı ve Organik Tarımın Dünya ve Türkiye’deki Durumu, Gazi Osmanpaşa ÜniversitesiZiraat Fakültesi Dergisi, 28(1), ss: 27-36 Gözüaçık, C., Fent, M., Özgen, İ., 2011, Güneydoğu Anadolu Bölgesi Pentatomidae (Hemiptera: Heteroptera) Faunasına katkılar, Orjinal araştırma (original article), Türkiye Entomoloji Bülteni, cilt: 1, sayı. 4, ss: 235-252 Paull, J., 2006, The Farm as Organism: The Foundational Idea of Organic Agriculture, Elementals-Journal of Bio-Dynamics Tasmania, No: 83. ss: 14-18 Paull, J., 2014, Lord Northbourne, The Man Who Invented Organic Farming, A Biography, Journal of Organic Systems, 9 (1), ISSN: 1117-425, ss: 31-53 405 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Germencik Belediyesi Resmi Sitesi, http://www.germencik.bel.tr/55/Germencik-Inciri.aspx İncir Araştırma İstasyonu: 1938 – 2012, <http://www.erbeyliincir.gov.tr/node/60> Malatya Belediyesi web sahifesi, Buharkent İlçesi web sahifesi kaynağı: http://www.buharkent.gov.tr/incir.asp (15 of 47) [1/3/2010 4:59:52 PM] Tarım ve Ziraat Bilgi Bankası, http://www.tarimziraat.com/gida/recel_yapimi/incir_receli/incir_rec eli_nasil_yapilir/ Tariş İncir Birliği, Tariş Genel Midürlüğü, 1990, http://www.tarisincir.com/ , Yeni asır Gazetesi, http://www.yeniasir.com.tr/Ekonomi/2011/02/23/ incirin_anavatani 406 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X BÖLÜM II: GIDA HİJYENİ ve GÜVENLİĞİ 407 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 408 ISSN 2149-147X Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gıda Güvenliğinde ve Gıda Pazarında Etik İlkelerin Önemi Hasan Vural1 1 Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Bursa e-posta: hvural@uludag.edu.tr Özet: Etik kelimesi çok sık kullanılmakta olup pek çok metinde yeralmaktadır. İnsanların çoğu muhtemelen etik davranışın neyi vurguladığı hakkında fikir sahibidirler – bu bir şeyin iyi yapılması anlamındadır. Ekonomistler, gıda üretim davranışlarındaki üç çeşidi betimleyerek, tarımsal üretimdeki etik standartların daima kendi ödülünü getirmeyeceğini belirleyen durumlarında olası olduğunu söylemektedirler. Tüketicilerin davranışları; araştırma, tecrübe ve güven şeklinde etiketlenmektedir. Sağlık iddiaları ve besin etiketlemesi konusu toplumun etik olarak davranan gıda üreticilerinin ilgisini korumaya yönelik adımlar atılmasına gerek duyabildiği ve onları etik davranışlarının istikrarını korumasını talep ettiği gerçeğini vurgulamaktadır. Etik matriksin ilk prensibi ve en önemlisi üretici ve tüketicinin refahını da belirten faydadır. Gıda tüketiminde sağlık tehlikelerine neden olacak gıda üretim süreçleri, tüketicilerin refahını azaltma potansiyeline sahiptir. Bunun en uç ve en tehlikeli boyutu da gıda zehirlenmesinden oluşabilecek ölümlerdir. Buradaki önemli katılım, neyin yanlış gittiğini anlamaktır. Herkes kabul etmelidir ki gıda sektöründeki etik davranış güvenli gıda sağlanmasıdır. Gıda pazarlarındaki finansal spekülasyonun ne ölçüde gıda fiyatı artışlarına ve fiyat dalgalanmasına katkıda bulunduğu devam eden şiddetli bir tartışmadır. İster fayda, ister adalet prensibi açısından bakılsın, eğer bir ürün spekülasyonu gıda fiyatlarına etki ediyorsa, bu etik davranış olarak açıklanamaz. Anahtar kelimeler: Gıda güvenliği, etik ilkeler, tarımsal pazarlama, gıda ekonomisi 409 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Importance of Ethical Principles in the Food Safety and Food Market Abstract: The word ethical is now in frequent use and appears in a wide range contexts. Most people probably believe they have some understanding of what behaving ethical implies – that is something to do with doing good. Economists have suggested that, by delineating three kinds of food product attributes, it is possible to identify circumstances in which ethical standarts in agricultural production may not always bring their own reward. Consumer attributes have been labeled; search, experience and credence. The issue of health claims and food labeling highlights the fact that society may sometimes need to take steps to protect the interest of the food producer who behaves ethically, and regulate to provide for uniformity in their attempts to do so. The first of the ethical matrix is wellbeing and, crucially, this of course includes the wellbeing of those who consume the food product, as well as those who produce it. Food production processes that induce health hazards in food consumption have the potential to reduce the wellbeing of consumers – and the extreme version of this is death from food poisoning. Here, the important contribution is to understand, what went wrong. Everyone accepts that ethical behavior in the food industry implies supplying safe food. There is an ongoing and vigorous debate around the extent to which financial speculation in food commodity markets contributes to food price rises and price volatility. Whether viewed form the principle of wellbeing or of fairness, if commodity speculation does contribute to food price volatility, then this cannot be described as ethical behavior. Key words: Food safety, ethical principles, agricultural marketing, food economics 1. Giriş Tarımın çok fonksiyonlu yapısı içinde en önemli görevi insanlara yeterli gıda sunmaktır. Yeterli, kaliteli ve güvenli gıdaya erişim insanoğlunun en temel hak ve özgürlüklerinden olup bu haktan kimse mahrum edilemez. Tarım sektörü yeterli ve kaliteli gıdanın temin edilmesinde lokomotif görevi görmektedir. 2050 yılına kadar dokuz milyarı aşması beklenen dünyanın, tarım ürünlerine olan beklenen talep artışı yeterli ve kaliteli gıdaya erişim hususunda bir takım sorunlar 410 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X doğurmaktadır (FAO, 2003). Artan nüfusa paralel artan ihtiyaçlara karşın aynı doğrultuda artmayan doğal kaynaklar ve tarım alanlarından daha fazla verim elde edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum beraberinde; yoğun kimyasal girdi kullanımı sebebiyle toprağın ve doğal kaynakların bilinçsizce kullanılarak tahrip edilmesine yol açmaktadır. Yanlış kullanım ve uygulama metotlarının yanında, ürün elde edildikten sonraki süreçlerde gıda güvenliğine yönelik kuşkuların artmasına sebep olmaktadır. Günümüzde; yüksek verim amaçlı kullanılan genetiğiyle oynamış organizmaların tarımsal sahada, özellikle Amerika gibi dış ülkelerde sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Bilhassa tohum alanında kullanım sonucu ortaya çıkan, transgenetik tohumlar kısa vadede verim artışı sağlasa da uzun vadede hem insan sağlığı hem de doğal kaynaklar açısından risk taşımaktadır. Etik terimi Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir. Değerler felsefesinin dalı olan etik, felsefenin üç ana dalından biridir; varlık, bilgi ve değer. Doğru davranışı, yanlış davranıştan ayırabilmek amacıyla ahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etik batı geleneğinde zaman zaman ahlâk felsefesi olarak da anılmıştır. Etik daha çok ahlak üzerinde konuşur, sorgular, tartışır, düşünür, yargılar. Ancak ahlak yöresel, etik ise evrensel düzeyde değerlendirilme içermektedir. Etik ilkeler, evrensel kabul gören kurallardır. “Etik” kelimesi çok sık kullanılmakta olup pek çok metinde yeralmaktadır. İnsanların çoğu muhtemelen “etik davranışın” neyi vurguladığı hakkında fikir sahibidirler – bu “bir şeyin iyi yapılması” anlamındadır. Etik konusunun derinlemesine araştırılmasında, bu yüzden onun yüzeysel ve basit görünen anlamının altında “doğru şeyi yapmanın”, ahlaki felsefeye dayandırılan etik kuralları tanımlanmaktadır. İnsanların klasik erdem davranışları da; adalet, sağduyu, güven ve cesarettir. Seebauer’e göre “insanlar içgüdülerine uyarak iyiyi belirleyebilirler” (Seebauer, 2013). Çinli “Renging” kavramına göre, Chau’nun yorumu şöyledir; İnsanlar bir duruma bağlı olarak iyilik yapmayı zorunluluk hissederler. Durumun mantığına ve arkasındaki nedene bakmaksızın sadece doğru görünen yardımsever bir eylemi gerçekleştirmek gibidir (Chau, 2013). Seebaure’e göre, “doğru etik davranış genellikle kendimiz, kurumlarımız ve bütün dünya için doğru sonuçlara yolaçar”. Fakat bunu uygulamak için doğru bir etik davranışı ve kurumun belirlediği 411 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X pozitif etki sağlayacak süreçlerin oluşturulması konusunda ortak konsensusa ulaşılması gerekmektedir. Belkide etik kurallar konusunda ayrıntılı çalışmanın nedeni Seebauer’in açıkca belirttiği gibi (etik kuralları anlamada), “doğru olanı daha kolay yapmaya güç sağlar”; ve Mepham’a göre “Gıda etiği disiplini gıda sanayinin çeşitli dallarında etik uygulamaları daha çok teşvik etmede yararlı bir rol oynayabilir mi?” sorusuna cevap olumlu olmalıdır (Mepham, 2008). Bazı yazarlar etikle ilgili şu bilgileri sunmuşlardır (Clark ve Ritson, 2013): Bu beni gerçekten üzmüştür. Çünkü benim tasarladığım aletlerin bir kısmı ile sığırlara işkence yapmışlardır. Çalışanlara sığırlara elektrik şoku verilmesini fakat müfettişler varken bunu asla yapmamaları gerektiği söylenmiştir. (ABD’den örnek) İnsanlar önemsemedikleri, etkisinin uzun süreli olmayacağı, ihtiyaçları olmayan şeylere para harcamaya ikna edilmektedirler. Gıda (tarım) üreticileri daha fazla sömürülmektedir. Ucuz gıda arzusu gıda üretimine zarar vermektedir. İster muz, ister kahve üreticileri olsun darbelere maruz kalmaktadırlar. Zenginler her fiyattan ucuz gıda istemektedirler (üreticiler maliyetine ya da zararına satış yapmalıdırlar, çiftçilerin refah payı olmamalı?). “Hayvan refahının standardının yükseldiği yerlerde etin kalitesi de artacaktır”. Uzmanlar ayrıca, sadece insanca üretilen etlerin tüketiminin artışını ve kötü tanıtımının tüketimdeki potansiyel etkisini tartışmaktadır. Ancak, bunu tüketici nasıl bilecek? Hayvan refahının yüksek standartları etin kalitesini geliştirebilir. Fakat, yüksek üretim maliyetleri ortaya çıkabilir. Ekonomistler, gıda üretim davranışlarındaki üç çeşidi betimleyerek, tarımsal üretimdeki etik standartların daima kendi ödülünü getirmeyeceğini belirleyen durumların da olası olduğunu söylemektedirler. Tüketicilerin alıişverişteki davranışları; araştırma, tecrübe ve güven şeklinde etiketlenmektedir. Tüketici bir meyvenin şeklini, büyüklüğünü ve rengini alışveriş sırasında bilebilir. Tüketici sadece tüketimden sonra tecrübe kazanacaktır (Vural, 2014). Lezzeti, yapısı, 412 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X pişirme kalitesi gibi özellikler başlıca tecrübelerdir. Gıda zehirlenmesi gibi istenmeyen tecrübelerle de karşılaşabilir. Tüketiciler yeşil muzların olgun olmadığını ve siyahlarının çok olgunlaşmış olduğu gibi tecrübeler kazanırlar. Tüketiciler bu şekilde basitçe güven duygusu kazanırlar. Tüketiciler alışverişte gıdaya daha fazla değer vermektedirler. Fakat bunlar zaten tipik güven yaklaşımlarıdır. Hayvan refahı bunlardan biridir. Tüketicilerin güven yaklaşımları sorununa çözüm olabilecek klasik çözüm etiketlemedir. Üretimde etik değerlere önem veren bir gıda şirketi buna uygun şekilde ürünü etiketleyebilir, sağlık konusunda bilinçli tüketicilerin araştıracağı şekilde ürün birleşimi hakkında bilgi verebilir. Bu düzenli çözümün iki sıkıntısı vardır. İlki, olumlu güven yaklaşımı sayılamayacak “etik olmayanı” (pestisit kalıntıları içerir, hayvanlar kafeslerde tutulur) etiketleyecek bir unsurun yokluğudur. Daha da kötüsü, özenli bir şirketin olumlu güven varlığını hileli olarak etkileyecek teşviklerin olmasıdır; veya en azından daha az vicdanlı şirketlerin yanıltıcı iddalarda (örneği;%10 yağ içerir yerine ,%90 yağsızdır gibi) bulunmasıdır. Batı ülkelerinde son yıllarda rekabette geşişmemiş ülkelerdeki üreticiyi ve kendi tüketicilerini korumak amacıyla “Adil Ticaret” etiketi uygulaması başlatılmıştır. Aslında adil ticaret ürünlerinin ayırt edici tüm özelliği tüketicilerin onlara verdiği değer olan güven yaklaşımıdır. Adil ticaret hareketinin başarısı ADİLTİCARET (fair trade) markası tüketicilerin ve onların marka garantisi taşıyan ürünler için gerekli olan standartların belgelenmesindeki güven takdirine bağlıdır (Norman, 2013). 1. Etik Matrisi Etik ilkelerinin çeşitli alanlarda uygulanması amacıyla etik matrisi geliştirilmiştir (Mepham, 2013). Etik matrisinde üç ilke bulunmaktadır. Bunlar; fayda, özerklik ve adalettir. 413 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tablo 1. Etik matrisin süt üretimine uygulanması Fayda Özerklik Adalet Süt çiftliği Tatmin edici gelir Eylem Yönetsel ve çalışma özgürlüğü koşulları Ticaret kanunları ve uygulamaları Tüketiciler Gıda güvenliği ve Demokratik, kabul edilebilirliği. bilinçli seçim Yaşam kalitesi örneğin; güvenilir gıda Gıda kullanılabilirliğinin uygunluğu Süt inekleri Hayvan refahı Davranışsal özgürlük Gerçek değer Biyota Koruma Biyoçeşitlilik Sürdürülebilirlik Etik matriksin ilk prensibi ve en önemlisi üretici ve tüketicinin yararını da belirten “fayda”dır. Gıda tüketiminde sağlık tehlikelerine neden olacak gıda üretim süreçleri, tüketiciye gıdaların faydalarını azaltma potansiyeline sahiptir. Bunun en uç ve en tehlikeli boyutu da gıda zehirlenmesinden oluşabilecek ölümlerdir. Herkes kabul etmelidir ki gıda sektöründeki etik davranış güvenli gıda sağlanmasıdır. 2. Gıda Alanında Etiğin Önemi Gıda Güvenliği; İngilizcede “Food Safety” olarak yer almakta ve sağlıklı, kusursuz gıda üretimini sağlamak amacıyla gıdaların; üretim, işleme, muhafaza ve dağıtımı sırasında gerekli kurallara uyulması ve önlemlerin alınması olarak tanımlanmakta ve sağlıklı, sağlığa yararlı ve sağlıklı durumu korunmuş gıda kavramlarını içermektedir. Tüketilen gıdaların sağlık sorununa yol açmaması için gereken gıda yönetimi gıda güvenliği olarak tanımlanabilir (Rehber, 2013). Gelişmiş ülkelerde bazı profesyonel gruplar ve şirketler etiğin formal kodlarını kullanmaktadırlar. Bu kodlar iş yerinde beklenen etik standartların hatırlatıcısı olarak gerçek değere sahiptir. Bir kamu belgesi gibi bu kodlar, ihlal edenlere karşı resmi veya hukuki disiplin cezası 414 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X alması için bir temel olarak hizmet vermektedir. FAO gıda güvenliğini sağlamak için dört temel koşul ileri sürmüştür. Bunlar; * Gıdaya erişimde eşitlik * Gıda maddelerine ulaşım * Sürdürülebilir üretimin sağlanması, ve * Gıda kalitesidir. Gıdaya erişimde eşitlik konusu, herkesin dengeli ve kaliteli beslenme adına güvenli gıdanın temin edilmesinde eşit haklara sahip olduğudur. Sürdürülebilir üretim konusunda, bilhassa tarımsal açıdan doğal kaynakların doğru kullanımı, çevreye ve doğaya saygılı, aynı zamanda ekonomik olarak sürdürülebilir tarım vasıtasıyla artan nüfusun ihtiyaçlarının yeterli ve kaliteli bir şekilde karşılanmasını ifade etmektedir. Gıdaya erişim (ulaşım) konusundaysa; gıdanın satın alımı, pazarlanması, gerekli takdirde yeterli gıdaya erişim konusunda sorun yaşayan üçüncü dünya ülkelerine düzenli gıda yardımlarıyla ve alınacak tedbirlerle besinsel ihtiyaçların karşılanmasını ifade etmektedir. Gıda kalitesi konusunda ise; sadece nicelik olarak yeterli gıdanın temini değil aynı zamanda nitelik olarak gereken kalite şartlarının yerine getirilmesi ve insan sağlığı açısından risk oluşturmamasını tanımlamaktadır. Gıda etiği, gıda bilimi, teknolojisi ve uygulamalarında, doğru olarak kabul edilecek değerleri araştırmak, bulmak, sistemleştirmek ve insanların hizmetine sunmak” olarak da açıklanabilmektedir. Korthals (2008) üretim ve tüketim arasındaki mesafenin uzunluğu nedeniyle tüketicinin etik izlenebilirlik için gıda seçiminde baskın olmaya başladığını; mevcut yönelimlerin üç çeşit etik ilgi yarattığını bildirerek, bunları; hayvan refahı, güvenilir bilgi ve izlenebilirliğe iştirak etme ve katılım olarak sıralamaktadır. Lang ve ark. (2005) ise etiğin izlenebilirlik amaçlarını şöyle sıralamaktadırlar: Hayvan refahını sağlamak İnsan sağlığını korumak Sürdürülebilir üretim, çevre dostu üretim ve işleme yöntemlerini teşvik etmek Ticareti iyileştirmek Çalışma koşullarını iyileştirmek 415 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kaliteyi (tat ve bileşim vb) garanti altına almak Üretim yeri ve ürünün kökenini bilmek Tüketici güvenini geliştirmek Katılımcılığı geliştirmek Saydamlık sağlamak Tüketici açısından gıda etiği, gıdanın geçmişiyle ilişkili olan bir kavramdır. Böylece gıdanın üretimi ile ilgili bilgiler yukarıda listelenenler hakkında bilgi verecek ve tüketicinin seçiminde etkili olacaktır. Sağlık iddiaları ile ilgili olarak, etik davranışı uygulamaları için İngiltere’de hükümet “GIDA ETİK KURULLARI” kurmuştur. 1992 yılında ACNFP “gıda kullanımında genetik değişimin etikleri alt komitesini” kurmuştur. Kurumun organları geniş bir yelpazede görüştükten sonra kamu endişesine yol açan, dört ana olumsuz etki alanı saptanmıştır (Clark ve Ritson, 2013). 1. İnsan genlerinin gıda hayvanlarına transferi 2. Bazı dini gruplar tarafından kullanımı yasak olan etlerin genlerinin bazı hayvanlara transferi (domuz genlerinin koyunlara transferi) 3. Hayvan genlerinin vejeteryanlar tarafından özellikle endişe oluşturabilecek bitkilere transferi 4. Hayvan yemi olarak insan geni içeren organizmaların kullanılması. Bununla birlikte bir sonraki araştırma ortaya çıkarmıştır ki, gıda üretiminde çağdaş teknolojilerin kullanılması ile ilgili kamu endişesi bundan çok daha geniş kapsamlıdır. Özellikle tüketicinin GDO ürünü “kabul etme “ istekliliği şiddetle ondan faydalanmak isteyenler tarafından etkilenmektedir. Her şeyden ötesi, ülkelerde söz konusu yeni teknolojiye karşıtlığın gelişmesi, insanlarda “doğal olmayan” inancından doğan bilinmeyen korkusuyla bağdaştırılan ve bilim adamlarının insanlara yeni teknolojiden yalnızca gıda şirketlerinin faydalanacağı düşüncesini empoze etmesidir. Tüketici menfaati saptandığında, GDO ürün daha kabul edilebilir ve çelişkili (mantıksız) bir biçimde daha güvenli hale gelmektedir. Bu son nokta, bilimsel kanıt önerileri asılsız olan gıda güvenliği hakkında tüketici endişelerine nasıl cevap verileceği etik sorununu ortaya çıkarmaktadır. Gıda güvenliği riskleri hakkında “uzman” ve “uzman 416 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olmayan” kişilerin bakış açıları karşılaştırıldığında genellikle iki taraf arasında zıt durum görülmektedir. Tüketiciler yeni teknolojilerin izlenmesinde en çok gıdalardaki katkı maddeleri ve kimyasal kalıntılardan kaygılanırken, bilimadamları ise kötü beslenmenin sağlığa etkisine ve mikrobiyolojik kirlenmeye (kontaminasyon) yoğunlaşmaktadırlar. 4. 2017’ye Doğru Türkiye’nin Gıda Güvenliği Stratejisi FAO’nun 2001 raporunda gıda güvencesi; insanların aktif ve sağlıklı bir yaşam için onların beslenme gereksinimi ve tercihlerine uygun, yeterli, sağlıklı ve besleyici gıdaya her zaman fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak ulaşması durumudur, şeklinde tanımlanmıştır (FAO, 2002). Genel olarak bakıldığında, gıda güvencesinin gıda güvenliği kavramını da içerdiği bir gerçektir. Şayet tüketilen gıda sağlıklı değilse, tüketilmesi sağlıklı olamayacağı gibi gıda güvencesi de sağlamayacaktır (Kinsey, 2004). Dünyada, tarımın görünümü ve gelecek vadede gıda güvenliğinin değerlendirilmesi amacıyla yapılan çalışmalara paralel olarak, Türkiye’de 2013-2017 arası dönemi kapsayan stratejik plan oluşturulmuştur (Anonim, 2010). Bu plan katılımcı bir anlayışla, anket vb. çalışmalar vasıtasıyla, üretici ve tüketici beklentilerini göz önüne alarak, Türkiye’nin söz konusu alanda küresel bir aktör haline getirme vizyonu doğrultusunda hazırlanmıştır. Plan çerçevesinde; *Tarımsal üretim ve arz güvenliği, * Gıda güvenliği, * Bitki sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, * Tarımsal alt yapı ve kırsal kalkınma, ve * Kurumsal kapasite, olarak beş temel stratejik alan belirlenmiştir. 5.Gıda Üretimi Etiği İle Tıp Etiği İlişkisi İlk bakışta, ilaç ve gıda üretimi alanlarında arasındaki benzerliklerden daha çok, farklılıklar var gibi görünmektedir. Gıda üretimi; gıda geliştirme, hayvan yetiştirme, ulaşım, gıda işlenmesi ve tüketicilere satış dahil farklı sorumluluklar taşıyan sanayiyi içine alan karmaşık bir alandır. Bu üretim aşamalarının hiçbirinin, ilaç gibi kamusal bir malla yakından alakalı olduğu görünmemektedir. Ancak, son on yıl gıda üretimi ile biyomedikal etiğin temel konuları arasında önemli bir 417 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. Gıda üretimi ve sağlık, hastalık sorunları arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Örneğin, gıda ve gıda üretimiyle ilgili olan Escherichia Coli enfeksiyonlarındaki artış gıda şirketleri için endişe yaratmaktadır. Gıda sanayinde firmaların etik uygulamasında dikkat edilecekleri temel konular; uluslararası kurallar, hükümet yasaları, şirket standartları, ortalama pazar standartları ve endüstriyel ilişkiler olarak belirlenmektedir. Genel olarak bir sınıflandırılmaktadır: - ülkede etiksel zorluklar şu şekilde Ekonomik Etiksel Zorluklar Kişiler arası Etiksel Zorluklar Yasal veya Düzenleyici Etik Sorunlar Diğer Etiksel Zorluklar 7. Gıda üretim ve pazarlamasında etik Gıda ürünlerinin gönül rahatlığıyla tüketilmesini sağlayan en önemli etken tüketicinin gıdaya olan güvenidir. Beslenme hakkından bahsederken, insanların sağlıklı olarak gıda maddelerine ulaşma hakkına da değinilmiştir. Farklı nedenlerden dolayı insanların bu haktan mahrum bırakıldıkları görülmektedir. Tamamı etik ihlali olan bu nedenler neler olabilir? Ürünün, bilindik bir markaymış gibi algılanmasını sağlamak, Üründe gerçekten olmayan bir özelliğin varmış gibi gösterilmesini sağlamak, Ürünün uygun olmayan bir özelliğini örtmeye çalışmak, Üründe meydana gelen bozulmayı kapatmaya çalışmak. Gıdalardaki hilelerin bilinen tarihi ortaçağa kadar uzanmaktadır. O zamanlarda bile caydırıcı olması açısından çok ciddi cezaların uygulandığı bilinmektedir. Günümüzde ise durum çok daha karmaşıktır. Bir yandan bilimsel çalışmalar teknolojinin gelişmesine paralel olarak ilerlemeler kaydederken, diğer yandan gıda ürünlerindeki hileler de 418 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X daha zor tespit edilebilen, benzer ileri teknik ve teknolojilerin kullanıldığı bir seviyeye ulaşmış durumdadır. Yani bilimsel ve teknolojik gelişmeler gıda ürünlerinde başvurulan hilelerin tespitini kolaylaştırırken, aynı bilimsel ve teknolojik gelişmeler daha karmaşık hilelerin de ortaya çıkmasına hizmet etmektedir. Gıdaların eskiden olduğu gibi sadece duyusal (tat) ve fiziksel (görüntü) özelliklerinin incelenmesi bu türden hilelerin tespiti için gerekli verileri artık sağlayamamaktadır. Diğer taraftan, teknoloji ve bilimin en önemli çıktılarından olan modern, gelişmiş analitik cihazlar ve bunlarla birlikte bilimsel çalışmalarla geliştirilen pratik, hızlı ve güvenilir metotlar, gıdalardaki hilelerin günümüzde kolaylıkla tespit edilebilmesine de imkân sağlamaktadır. Hem dürüst, üretken, büyük ve küçük ölçekli kuruluşlara karşı yapılan haksız rekabetin giderilmesi, hem de ülke ekonomisine katkı ve sağlıklı güvenilir gıdaların tüketime sunulmasını sağlamak için, kuruluşlar ar-ge çalışmaları ile önemli sorumluluklar üstlenmelidir. Çoğumuz satın aldığımız gıdaların etiket bilgilerindeki üretim ve son kullanım tarihlerini kontrol ederiz. Sağlıklı gıda tüketimi için bu önemlidir. Ancak aynı duyarlılığı gıdanın etiketi ve içeriği konusunda gösteriyor muyuz? Tahminen çok az kişi bunu merak etmektedir. Aslında gıdalarda hile şüphesi tam da bu noktada başlamaktadır. -Tükettiğim ürünün etiket bilgileri doğru mu? - Ürün, etiket bilgisine uygun mu? - Organik diye aldığım gıda organik mi? - Katkı maddesi kullanılmış mı? - Ürün belirtilenden daha düşük kalitede mi? - Sağlık açısından risk taşıyor mu? Bu ve benzeri soruların pek çoğunu kendimiz cevaplayamayız. Çünkü çoğu zaman bu soruların cevapları gıda ürünlerinin görünüşünden ve tadından anlaşılmaz. Gerekli cevaplar, sadece gıdaların uygun ortamlarda, uygun analiz metotlarıyla incelenmesiyle elde edilebilir. Kontrol talebi, gıda ürünlerini tüketiciye sunan büyük market zincirlerinden, üretimi yapan firmalardan, denetleme 419 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sorumluluğu bulunan kurumlar ve kuruluşlardan, hatta bireysel tüketicilerden gelmelidir. Oluşan talep kadar, bu talebin ciddi çalışan, güvenilir kurum ve kuruluşlarda yapılacak analizlerle karşılanması da önemlidir. Ayrıca, bu kurum ve kuruluşların analizlerin doğruluğunu ve devamlılığını da sağlayarak güven oluşturması gerekir. Toplumda bilinçli tüketici ve üreticiler arttıkça problemlerin azaltılması mümkündür. Literatürde bilinçli bir tüketicinin yol haritası olabilecek birçok tüketim modellemesi önerilmektedir. Gıda ürünlerinde en çok karşılaşılan hile çeşidi taklittir. Taklit kelimesi herkesin bildiği bir kelimedir, ama “tağşiş” çok yaygın olarak bilinmez. “Tağşiş” literatürde kısaca, bir ürünün doğallığının başka bir ürünle bilinçli veya bilinçsiz olarak değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Gıda sektöründe tağşişin önemli iki nedeni bulunmaktadır. -Bunlardan biri insan sağlığı açısından risk taşımayan, daha sağlıklı, raf ömrü daha uzun ve fonksiyonel gıda üretimi ve benzeri amaçlarla yapılan tağşiştir. -Diğeri ise ilkinin tam tersine yüksek kalitedeki ürüne daha düşük kalitede ürünler katarak aynı fiyata tüketiciye sunulan gıdalar üretmektir. Tağşiş: Gıda maddelerinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin, mevzuata veya izin verilen özelliklerine aykırı olarak üretilmesi halini ifade etmektedir. Bu tür tağşişler ürün kalitesini düşürerek hem haksız rekabete yol açar hem de insan sağlığını ciddi olarak tehdit edebilir. Gıdada hile olarak adlandırdığımız asıl problem de bu noktada başlar. Bu nedenle, Türkiye’de ve dünyada üretim yapan milyonlarca büyük ve küçük çaplı, dürüst ve saygın kurum ve kuruluşa karşı haksız rekabeti engellemek, toplumun daha sağlıklı ve kaliteli ürünleri bilinçli olarak tüketmesini sağlamak için merdiven altı yani yasal olmayan üretimi engellemek, başta düzenleyici ve denetleyici görevleri bulunan devlet kurumları olmak üzere, herkesin görevi olmalıdır. Taklit ve tağşiş problemi sadece Türkiye’de değil Dünya’nın birçok ülkesinde de yaşanmaktadır. Türkiye’de üretilen veya tüketilen bütün gıdaların kalitesinin belirlenmesi ve izlenebilirliğinin sağlanması gelişmiş bir ülke kimliği açısından çok önemlidir. Yurt içinde kaliteli ve 420 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sağlıklı gıda tüketiminin sağlanmasının yanı sıra, ülkemizden yurt dışına ihraç edilen gıdaların kontrolü de aynı derecede önemlidir. Çünkü Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelere ihraç edilen ürünlerin hileli çıkması durumunda ülkemize bakış açısı değişmektedir. Burada yaptırımlarla karşı karşıya kalabiliriz. Gıda ürünlerimize kota konulabilir. Bu da hem ülke ekonomisine zarar verir hem de duyulan güvenin kaybolmasına yol açar. Bundan dolayıdır ki, Türkiye’deki gıda ürünlerinin kalitesinin belirlenmesi, üreticilerin ve tüketicilerin bilinçlendirilmesi çok önem verilmesi gereken bir konudur. Hernekadar ülkemizde ve dünyada bu tür sıkıntıların yaşanmaması için pek çok denetim yapılsa da, yasal düzenlemeler getirilse de gıda hileleri devam etmektedir. Üreticinin ve özellikle de tüketicinin bilinçlendirilmesi ve yine özellikle üreticinin sorumluluklarının artırılması son derece önemli görünmektedir. Bilinçsiz kullanılan katkı maddeleri, bilindiği halde kontamine (pestisitler, ağır metaller, hormonlar ve diğer bulaşanlarla) gıdaların tüketime sunulması insan sağlığını tehdit eden en önemli gıda hileleridir. Ülkemizde gıda güvenliğini ve adil ticareti temin amacıyla yeterli sayıda, geniş katılımlı ve uzmanların yer aldığı ETİK KURULLARININ bulunmaması sektör ve tüketici açısından büyük bir eksikliktir. Bu kurullar Avrupa Birliği’ne tarım ve gıda sektörünün uyumu çalışmaları için de önem taşımaktadır (kamu, sivil toplum, üniversite, özel sektör ve çiftçi temsilcileri bulunmalıdır). Türk Gıda Kodeksi’nde ve diğer mevzuatta bu kalıntıların miktarlarına dair yasal sınırlar vardır. Belirtilen yasal sınırların aşılması, insan sağlığını ciddi olarak tehdit eder. Bilinen önemli gıda hileleri; Gıda Renklendiricileri, Pul Biberlerde Boya Kullanılması, Bitkisel Yağ Karışımları, Bal örneklerinde yapay tatlandırıcıların kullanılması, Et ürünlerindeki tağşiş (domuz eti kullanımı, başka et türlerinin kullanımı), Alkollü içkilerde metanol kullanımı, Meyve sularında ve süt ürünlerinde görülen çeşitli hileler verilebilir. Dünya’da insan sağlığını önemli ölçüde etkileyen başlıca gıda taklit ve tağşişlerine şunlar örnek verilebilir; -1981. Toksik yağ sendromu: Anileine ile tağşiş edilen kolza yağının tüketimi sonucu yüzlerce insan ölmüştü. -1985. Şaraplara donmalarını engellemek için etilenglikol katılması. –1985. Çürümüş yumurtaların pastacılık ürünlerinde kullanılması. -1980. Deli dana hastalığına yakalanmış inek etlerinin tüketilmesi. -1994. 421 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Baharatlarda kurşun tetraoksit tespiti. -1996. Konsantre sentetik elma suyu. -1999. Yemlerde dioksin bulunması. – 2001. Et ürünlerinde sentetik hormonların kullanılması.- 2002. Çin’deki bal ürünlerinde antibiyotik bulunması. -2003. Şarapların su, şeker, alkol ve renklendiriciler kullanılarak tağşiş edilmesi. -2004. Pul biberlerde yasak boyaların kullanılması. -2005. Atık etlerin normal et olarak kullanılması. -2006. Genetik olarak modifiye (GDO) edilmiş pirincin normal pirince katılması. Kaynaklar Anonim, 2010. Gıda Alanı Ulusal Ar-Ge ve Yenilik Stratejisi Hazırlanmasına İlişkin Bilgi Notu. TÜBİTAK Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Daire Başkanlığı, Ankara, s.19. Chau, V.S., 2013. An east asian perspective on food ethics: implications for childhood obesity in mainland China. In:Clark, A. ve Ritson, C. (ed.), Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. s.57. Clark, J.P. ve Ritson, C., 2013. Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. FAO, 2002. Food insecurity, The State of Food Insecurity in the World 2001, FAO, Roma, İtalya. FAO, 2003. Trade reform and food security, conceptualizing the linkages. FAO, Roma, İtalya, s.296. Kinsey, J., 2004. Does food safety conflict with Food Security? The safe consumption of Food. Working paper 04-01, The Food Industry center, University of Minnesota, ABD. Korthals, M., 2008. Ethics and Politics of Food: Toward a Deliberative Perspective. Journal of Social Philosophy,Volume 39, Issue 3, pages 445–463. Lang, T. ve D. Barling, 2012. The Geographical Journal, Vol. 178, No. 4, December 2012, pp. 313–326, Mepham, B., 2008. “Bioethics. An introduction for the biosciences”. Second edition, OUP, Oxford. İngiltere. 422 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Mepham, B., 2013. Ethical principles and the ethical matrix. In:Clark, A. ve Ritson, C. (ed.), Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. s.39. Norman, R., 2013. The fair trade movement. In:Clark, A. ve Ritson, C. (ed.), Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. s.203. Rehber, E., 2013. Tarım Ekonomisi. Ekin yayınevi, Bursa. Seebauer, E.G., 2013. Fundamental of ethics: the use of virtues. In:Clark, A. ve Ritson, C. (ed.), Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. s.4. Vural, H., 2014. Tarım ve Gıda Ürünleri Pazarlaması. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Notları No:111, Bursa. 423 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Ormanlarımız ve Gıda Güvenliği Fuat Şanal¹ A. Sermin Özer² OGM, Odun Dışı Ürün ve Hizmetler Dairesi Başkanlığı, Ankara E-post: fuatsanal@ogm.gov.tr Özet: Canlıların hayatiyetini devam ettirmek, sağlıklarını korumak, yaşam kalitelerini yükseltmek için çeşitli gıdalarla beslenmeye ihtiyaçları vardır. Bütün canlılar için gıda temini, yaşamın devamı için temel ve vazgeçilemez bir haktır. Beslenmenin temeli ise sağlıklı ve güvenilir gıda kaynaklarına erişimde kolaylık ve sürekliliktir. Gıdalar fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklere sahip olduğundan doğal gıdaların zamanında, toplama ve işleme koşullarına uygun olarak temin edilmeleri ve gerektiği şekilde kullanılmaları çok önemlidir. Aksi halde besleyici ve tedavi edici olmak yerine, tehlikeli hatta zararlı olabilmektedir. 3 flora kuşağının kesiştiği bölgede bulunan ülkemizde yaklaşık 11.500 bitki türü olup bu zenginliğin çok önemli bir kısmı orman rejimine giren sahalarda doğal yayılış göstermektedir. Bu sebeple ormanlarımız önemli gıda kaynaklarından biridir. 21.7 milyon ha. orman alanımız diğer özellikleri yanında, zengin ürün çeşitliliği ile çeşitli fonksiyonlara sahiptir. ODOÜ olarak adlandırılan ürün gurubunda bulunan bitkilerin; meyveleri, yaprakları, kökleri, yumru ve soğanları, mantarlar ile orman altı florayı oluşturan otsu bitkiler önemlidir. Bunların çeşitli bölümlerinin destilasyon, ekstraksiyon, vb. kimyasal yollarla işlenmesi sonucunda elde edilen sabit ve uçucu yağlar, tedavi edici etkileri yanında, doğrudan gıda kaynağı olarak kullanıldığı gibi gıdalara katkı maddesi, koruyucu, tat ve koku verici olarak da kullanılmaktadır. ODOÜ içinde yer alan tıbbiaromatik ve soğanlı bitkilerin gıda güvenliği bakımından da ayrı bir önemi vardır. Söz konusu bu ürünlerimizin bir kısmı aynı zamanda hayvanlar için kıymetli besin kaynağıdır. Anahtar kelimeler: Orman, ODOÜ, tıbbi aromatik bitkiler, gıda güvenliği 424 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Our Forests And Food Safety In Turkey Abstract: Maintaining the vitality of living, protect their health, they need to be fed with a variety of food to improvet heir quality of life. Especially human, food supplies for all living creatures is a fundamental and inalienable rights for the continuation of life. Nutrition is the foundation of health and Access to resourcesto be obtained from reliable sources, theease of Access and continuity. Foods physical, chemical and biologicalpropertieswith time because of thenaturalfood, areto be suitably provided to collect and process conditions and using as necessary is veryimportant. Otherwise, nutrientsandtherapeuticinstead it may be dangerous or evenharmful.3 flora generations of our country located at the intersection of the flora is approximately 11,500 plant species naturally occurring in the field covered by this wealth shows a very important part of theforestregime. This is why our forests are an important food source. 21.7 million ha. Ourforests, among other features, has a variety of functionswith a rich assortment. Plants in the product group called NWFP; fruits, leaves, roots, tubersandbulbs, mushrooms and various parts of their forest with herbaceous plants that make up the six flora distillation, extraction, andso on. Chemically fixed and volatile oils obtained by treating with the therapeutic effect Next, the food additive to be used as directly as food sources, preservatives, flavors and fragrancesused as the transmitter. NWFP located in medicinal and aromatic, and in terms of food security also has a special importance for bulbous plants. Such is also valuable food source for animals that some of our products. Key words: Forest, NWFP, medicinal and aromatic plants, food security 1. Giriş Dünya üzerindeki bütün canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için çeşitli gıdalarla beslenmeleri ve su tüketmeleri gerekmektedir. Gıda, gıda güvenliği ve beslenme ile ekonomik büyüme ve toplumun refah seviyesi arasındaki ilinti çok yönlü ve önemlidir. Besin olarak kullanılan gıdalar, yaşam için gerekli olan protein, karbonhidrat, vitamin ve mineralleri sağlayan temel kaynaklardır. Gıdaların yapısında su bulunsa da doğal su ve diğer içecekler de bu yaşamsal döngüyü sağlayıp tüketilen gıdaların vücuda yararlı hale gelmesinde çok önemli bir role sahiptir. 425 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Beslenme; bireysel olarak hayatta kalabilmek, sağlıklı, kaliteli ve dinamik yaşam için önemli olmakla birlikte toplum sağlığı açısından da önemli ve stratejiktir. Besin ve gıda kaynaklarının neredeyse tamamına yakını doğadan temin edilmektedir. Bunlardan bir kısmı tarımsal (bakliyatlar, sebzeler vb.) ve hayvansal ürünlerdir (koyun, keçi, büyükbaş hayvanlar ile onlardan elde edilen süt vb. ile balık) (http://www. tarim.gov.tr).“orman alanlarımız ve orman rejimine giren sahalar” da gıda kaynağı olarak önemlidir. Ülkemiz floristik yapısı bakımından dünyada önemli bir yere sahiptir. Akdeniz, İran-Turan ve Avrupa-Sibirya floristik kuşakları ülkemizde kesişen 3 önemli kuşaktır. Bunların her biri kendilerine has karakteristik farklı flora (bitki), fauna (hayvan) ve coğrafik yapı çeşitliliğine sahiptir. Ülkemizin dünya üzerindeki konumu sebebiyle; iklim, yükselti, toprak ve jeolojik yapı farklılıkları, yer altı ve üstü kaynak zengini olduğu bilinmektedir. Ülkemiz dünya da biyolojik çeşitlilikçe zengin ve önemli ülkelerin arasında ön sıralarda yer almasının temeli budur. Bu özellikler ülkemizin, tüm canlılar için vazgeçilemez yaşamsal önemi olan gıda kaynaklarının temininde de bir kaynakve sürdürülebilir faydalanma ile yaşamın sigortası olduğu söylenebilir. Gıda güvenliği; toplumların yaşamının devamı ve sağlığı için yasal olarak kontrol altında tutulan, kurallarından kesinlikle taviz verilemeyen ve kuralları geriye dönük işletilemeyen, ancak günün gelişen koşulları dikkate alınarak ilgili kurul ve kurumlarca güncellenebilen bir kurallar ve uygulamalar bütünü olan öncelikli bir konudur. Bu doğrultuda hazırlanan son kanun “5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” olup 13.06.2010 Tarih ve 27.610 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanun; Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve AB Komisyon yetkilileri arasında yapılan görüşmeler neticesinde Gıda Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanmıştır. İlgili bütün kurum ve kuruluşlar, üreticiler, yetiştiriciler, toplayıcılar, tedarikçiler, kooperatifler, ara satıcılar ve nihai ürün satıcıları vd. söz konusu bu kanun hükümlerini yerine getirmekle, toplum sağlığı için gıda güvenliğini sağlamakla ve sürdürülebilir olmasını sağlamakla sorumludurlar. Gıda güvenliği denildiğinde; besin kaynağı olan gıda kaynaklarınınkullanım amaçlarına uygun olarak temini, yetiştirilmesi, üretimi, devamında kullanıma hazır hale getirilirken hijyen kurallarına ve sterilizasyona azami özen gösterilmesi, depolanması ve tüketicilere zarar vermemesi gibi geniş bir çerçeve akla gelmektedir. Bu kapsam daha da 426 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X genişletildiğinde gıdalardan ve onların işlenmesi aşamasında ortamdan uzaklaştırılamaması olası olan kimyasallar vebiyolojik etkenlerden kaynaklanabilecek her çeşit hastalığı önleyecek kurallar ve tedbirlerin tamamı anlaşılmaktadır (Türker, 2012). Orman ürünleri açısından gıda güvenliği; Ormanlardan elde edilecek ham madde niteliğindeki ürünün temini ile başlar. Nakliyesi, tedarikçi firmanın piyasalardaki güvenilirliği, nakliye koşulları, uygun alanlarda depolanması ve muhafazası, amaca uygun ve ileri teknolojiler ile işlenmesi, ürün tipi ve özelliklerine göre amaca uygun nitelik ve ebatlarda ambalajlanması, pazarlara sunuş şekli, satış koşulları ve tüketicinin muhafaza koşullarının sağlanması ile son bulur. Ulusal planda (UP 2012) ormancılığımızın temel amacı “Ülkemiz orman kaynaklarının sürdürülebilir yönetimiyle toplum refahına ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına optimum katkıların sağlanması” şeklinde belirtilmiştir. Beslenme, besin ve gıda güvenliği de bu kapsamda ele alınacak temel komponentler arasında yer almaktadır. Gıda ve beslenme güvenliğinin sağlanması küresel boyutta, kapsayıcı bir ekonomik büyüme ve kalkınma yaklaşımı gerektirmektedir. Bu yaklaşımda orman kaynakları ayrı bir öneme sahiptir. G20 Liderleri 2013 Deklarasyonunda “küresel gıda sisteminin güçlendirilmesi için ekonomik büyüme ve istihdam olanaklarının arttırılmasının desteklenmesi kapsamında tarımsal verimlik, yatırımlar ve ticaretin önemi vurgulanmıştır. FAO ve OECD’nin 2014 yılında diğer uluslararası kuruluşların desteği ile G20’ye sunduğu “Gıda Güvenliği ve Beslenme Kapsamında Ekonomik Büyüme ve İstihdam Yaratma Olanakları Değerlendirme Belgesi” konuya ışık tutacak, hedefleri belirleyecek niteliktedir. G20’nin ekonomik büyümeyi destekleyen çabaları, küresel gıda güvenliği ve beslenmenin sağlanmasına yönelik çabalarla örtüşmektedir. Bu sebeple büyüme, istihdam ve finans gündemi gıda güvenliği ve beslenme ile yakından alakalıdır. Buna paralel olarak dünya üretiminin yüzde 85’ini oluşturan G20 ülkelerinin iş dünyası temsilcilerinin katıldığı B20 toplantısı yapılmıştır. Mevcut küresel yönetim yapılarının, içinde bulunduğumuz küresel sorunların çözümü konusunda yetersiz kaldığı konusunda fikir birliği olduğu gibi B20 de önerilen çözüm önerilerini etkin şekilde uygulayabilecek yeni bir küresel yönetim anlayışına ve kurumlara ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir. Büyüme sorunları, borç krizi, işsizlik, gelir dağılımı, iklim değişikliği gibi konularda ortak öneriler ve ortak bir anlayış ortaya çıkmış olup 12 maddelik konu 427 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X gruplarında, gıda güvenliğinin birçok madde ile az veya çok ilgili olduğu görülmüştür. FAO’nun tahminlerine göre dünya nüfusunun % 12’si (842 milyonkişi) günlük temel besin ihtiyaçlarını karşılayamamakta olup, bu populasyonun yaklaşık yarısı G20 ülkelerinde yaşamaktadır (http://www.tarim.gov.tr). Ülkemizin Biyolojik Çeşit zenginliği ve Önemi: Son tespitlere göre ülkemizde taksonlar ile birlikte 1/3 ü endemik yaklaşık 11.500 bitki türü doğal olarak yetişmektedir. Bunun yanında 54.000 in üzerinde omurgasız ve 1.500 kadar da omurgalı hayvan türü de doğal olarak yaşamaktadır. Zehirli ya da zehirsiz 10.000 kadar mantar türü bulunmaktadır. Bütün bu flora ve fauna zenginliğinin çoğunun doğal yaşam ortamının başında ormanlarımız ve orman rejimine giren alanlar gelmektedir.Gıda güvenliği bakımından önemli olan bu cins ve tür zenginliği insanlığın hayatiyetinin sürdürülebilmesi için gerekli olan bir temel kaynak, adeta bir sigortadır. Gıda Güvenliği ve Biyolojik Çeşitlilik kavramı biyolojik çeşitliğe zarar vermeden, devamlılık ilkesine bağlı kalarak, sürdürülebilir faydalanma kapsamında insanlar başta olmak üzere canlıların ihtiyaç duydukları gıda kaynaklarına erişebilmeleri amacına hizmet etmektedir (Ekim, 2002).Bu kapsamda gıda üretimi ve temini açısından tarım olduğu kadar orman ürünleri üretimi de çok önemli olup orman rejimine giren sahalarda doğal yayılış gösteren otsu ve odunsu bütün ürünler dikkate alınmalıdır. 2. Materyal ve Metot: 2.1 Ormanlarımız ve Odun Dışı Orman Ürünleri (ODOÜ) Çeşitli fonksiyonlara sahip olan ormanlarımız 2012 yılı tespitlerine göre 21,7 milyon Ha. alanı kaplamakta olup bu rakamın 2015 yılında 22 mil. Ha. ulaşacağı tahmin edilmektedir. OGM’ninvizyonu; orman varlığımızın korunması, geliştirilmesi, ürün tiplerine göre sürdürülebilir faydalanmanın sağlanması olup bu görev 6831 sayılı kanunla OGM’ye verilmiştir. Bu doğrultuda belirlenen stratejik amaç; ormanların ürettiği mal ve hizmetlerden toplumun gelişen ve değişen beklentilerini en üst düzeyde karşılamak, çok yönlü ve sürdürülebilir fayda teminidir. Ormanlardan elde edilen ürün guruplarından biri de diğer faydaları yanında “doğal beslenme ve gıda güvenliği açısından önemli bir kaynak 428 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X olan ODOÜ dir. Ağaç, ağaççık, çalı ve otsu bitkilerin; uçucu yağları, meyve, tohum, çiçek, yaprak, kabuk, kök vb. ile hayvansal ürünlerbu kapsamdadır (ÖZER, 1990, 2007). 2.2 ODOÜ’nin Kullanım Alanları ve Gıda Güvenliği Yurdumuzda beslenme amacıyla doğadan faydalanmanın ve bu amaçla bitki toplanmasının önemli bir geçmişi vardır. Tarihin ilk devirlerinden beri insanlığın faydalandığı tabi kaynakların başında bitkisel kaynaklar gelmektedir (Baytop, 1999, 1984). Çünkü bu kaynaklar diğer pek çok kullanım alanları yanında temel ve destek gıda kaynağı olarak ve ilaç hammaddelerinin elde edilmesinde hala yeri sentetik maddelerle doldurulamayacak ana materyaller olarak kullanılmaktadır (Özer, 1990). Orman köyleri ve ormana yakın köylerde yaşayan yöre halkı bazı gıda maddesi ihtiyacını, civar dağ ve ormanlardan yukarda tanımı yapılmış olan ODOÜ’lerini kendisi toplayarak karşılar. Bu gelenek kırsal kesimlerde hala sürmektedir. Birçok yabani bitkinin toprak üstü kısmı (meyve, yaprak, çiçek) veya kökleri sebze olarak kullanılmaktadır. Bunlar çiğ veya pişmişolarak yenildiği gibi kurutularak, salamura halinde veya tursu seklinde de tüketilmektedir. Ülkemizde otlardan faydalanma da geniş bir kültür birikimi vardır. (Yıldırımlı, 2004; Baytop, 1994; Tarakçı, 2006; Bulut, 2005). Bazı bölgelerde (Batı ve Güney Anadolu), sebze olarak kullanılan bitkiler, mevsiminde, semt pazarlarında getirilerek satılmaktadır (Bulut, 2005). Bu ürünlerimiz gıdadan, ilaç yapımına, kozmetikten uçucu yağ üretimine ve boyaya kadar yüzlerce farklı alanda kullanılmaktadır. Bu alanların başında insanoğlunun en temel ve yaşamsal ihtiyacı olan gıda, içecek ve tedavi edicilerin teminidir. Bitkisel ürünleraynı zamanda insanın en yakın dostu ve yardımcısı, ekosistemlerin önemli bir parçası olan hayvanlar için de besin ve gıda kaynağıdır. Bitkilerin kök, meyve, sürgün, tohum, yumru, dal ve gövde kabukları gibi bölümleri, yumrulu ve soğanlı bitkiler ile adaçayı, kekik gibi otsu karakterdeki bitkiler ile mantarlar besin maddesi olarak kullanılmaktadır. Bu ürünlerin pek çoğu aynı zamanda gıdalara renk, lezzet ve koku verici olarak kullanılan katkı maddeleridir.Kullanım alanı çeşitliliği ve ana kaynak oldukları için gıda güvenliği bakımından çok önemlidir.Yerel halkın hem gıda kaynağı hem de geçimine katkı değeri oldukça önemli olan ODOÜ kaynaklarının potansiyel değerleri hesaplanan değerlerinin çok üzerindedir. Bu ürünler 429 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X arasında arıcılık faaliyetleri ileelde edilen bal da ülkemiz için güvenilir gıda kaynakları arasında olup, sürdürülebilirlik ilkelerine uygun üretim yapılmakta ve köylü desteklenmektedir. Ülkemizdeki227 adet “ bal ormanı” nın da ülkemiz bal üretiminin %80-85 i karşılanmaktadır. 2.3 . Bitkisel ODOÜ lerinin Gıda Olarak Kullanım Alanları: * Çiğ olarak tüketilenler: Ceviz, çam fıstığı, kestane, menengiç, hindiba, alıç, keçiboynuzu gibi bitkilerin meyve ya da tohumları, * Pişirilerek değerlendirilenler: Hindiba, nişhoş (Tavşancıl otu), çakşır otu, yabani nane, çirişotu, sumak, alıç, ısırgan ile mantarlar. Çövenden helva ve dondurma yapımında katkı maddesi olarak kullanılmaktadır. * Çay ve diğer şekillerde içecek olarak faydalanılan bitkiler: Kızılcık, meyankökü, ahududu, böğürtlen, nar, kuşburnu,adaçayı, kekik, sideritis sp., nane, kızılcık, yaban mersini, rezene, meyan kökü, papatya(M.recutita), lavanta(Lavandulaangustifolia), okaliptüs ve mürver * Turşu ve salamurası yapılanlar: Çakşır otu, mantar, kapari (C.spinosa L),gilaboru (Viburnum sp.), mantarlar * Reçeli yapılanlar: Keçiboynuzu (Harnup), kestane, kuşburnu, böğürtlen, dağ çileği, ahududu, yabani elma ve armut, ahududu, böğürtlen, nar, mürver. * Hazmettirici olarak kullanılan sakızlar:Kenger, çam, damla sakızı kitre. *Baharat, pasta, börek, çörek ve yemeklere koku ve tat vericiler: Soğan ve sarımsak (Allium sp.), kekikler ( Thymus sp.), mercanköşk, defne yaprağı ve yağı (Laurusnobilis L.), fesleğen, bazı nane türleri, kuşburnu, mahlep, sumak (CotinuscoggyriaScop.), Cehri (Rhamnuspetiolaris) * İçecekler: Adaçayı (Salvia sp. L.), dağ çayı-yaylaçayı (Sideritis sp.) ve kuşdili (Biberiye) (R.officinalis L.) yaprakları veya çiçek durumları. Batı ve Güney Anadolu dağ köylerinde olduğu gibi son yıllarda bütün ülkede içecek olarak kullanımoldukça yaygındır (Özhatay, 1997; Bulut, 2005). * Hayvansal ürünler: Arıcılık ve bal, yaban keçisi (süt ve süt) gibi ürünler. * Su ve Su ürünleri: Toplam 104,5 milyar m³ olarak tahmin edilen ekonomik olarak faydalanılabilecek su miktarının yarıya yakını orman alanlarından üretilmektedir (Kantarcı, 1993). Orman içi sularda alabalık, sazan, ve yayın bulunmaktadır. 430 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X *Hayvansal Ürünler:Orman alanlarında yaşayan yaban hayvanlarının populasyonlarının kontrollü olarak sürekli faydalanma ilkeleri doğrultusunda değerlendirilmektedir. Ormanlarımızda bulunan yaklaşık 0,8 milyon Ha. mera ve otlak alanlarından orman köylüleri hayvanlarını otlatmak amacıyla yararlanmaktadır. Yabanıl meyveler yabanıl yaşamın ana besin kaynaklarını ve barınma ortamlarını oluşturur. Hayvanlarla meyveler arasında sembiyotik (ortak yaşam) ilişki söz konusudur. Ormanlarımız yöre, bölge, ülke hatta küresel boyutta insanlığa zengin kaynaklarlar sunmaktave insanlara güvenilir gıda kaynağı da olan diğer canlılar için göz ardı edilemez gıda kaynaklarıdır.Orman köylülerince değerlendirilen bitkiler ve bunların faydalanılan bölümleri ailenin ihtiyaçları karşılandıktan sonra satılarak bir gelir elde edilmektedir. Bu faydalanma bugün belirli yöre ve ürünler önemli bir gelir kaynağı haline gelmiş durumdadır. ODOÜ’nin önemi, faydanın ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik nitelikli oluşundan, faydalanan kitlenin ve faydalanma alanlarının genişliğinden kaynaklanır(Geray, 1998 ve 2001’e atfen Şafak ve Okan, 2004). 2.4. Bulgular ve Tartışma Giderek artan dünya nüfusu gıda gereksinimini doğadan karşılayan bütün canlıların birbirleri üzerine olduğu kadar doğal kaynaklara ve biyolojik çeşitliğe olanyönelişini ve bundan kaynaklanan baskısını artırmaktadır. Sonuçta pek çok canlı türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmakta ve yenilenebilmeleri için gerekli doğal süreç giderek uzamaktadır. Gıda kaynağı olan biyolojik çeşitliliğin korunmasıtürler yanında tür sayısı ve tür içi çeşitliliğin korunması da temel hedef olmalıdır. Bu çeşitliliği; canlıların ırkları, çeşit, cins, tür ve alt türleri oluşturmaktadır. Günümüzde gıda sektöründe ekonomik kaygılarla yüksek verime sahip ve istenilen niteliklerde ancak genleri değiştirilmiş tek tip bitki ve hayvan çeşitleri üretilmeye başlamıştır. Birkaç ülkenin öncülüğünde başlayıp gelişen küresel boyuttaki bu yöneliş bazı genlerin yok olmasına ve gen havuzlarının daralmasına sebep olmaktadır. Sonuçta ilerleyen zamanlarda güvenilir gıda kaynaklarına erişimde ciddi sıkıntılar yaşanacaktır. Yüksek verimli, seçilmiş alanlarda yetişen tek tür ya da sınırlı sayıdaki tür yerine farklı bölgelerde elverişsiz sayılabilecek iklim 431 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X koşullarında yetişebilecek, o ekosistemin elemanı olan ve çeşitli hastalıklara dayanıklı türlerin yetiştirilmesi üretici ve tüketicilerin yararına olacaktır. Gıda kaynağı olabilecek biyolojik çeşitliliği olumsuz etkileyecek çeşitli faktörler vardır. Bu faktörlerin başında; sosyo ekonomik yapı ve bu yapıdaki ani değişimler, aşırı ve bilinçsiz tarımsal faaliyetler, bilinçsiz endüstrileşmeve şehirleşme,orman yangınları,hızlı nüfus artışı ve nüfusun büyük şehirlerde yığılma eğilimi göstermesi,toprak, hava ve su kirliliği gelmektedir. Bu faktörlerin gıda güvenliğine olan tehdidinin minimize edilebilmesi için öncelikle yeterli büyüklükte habitatların korunmaya alınması gerekmektedir. Ekonomik önemi olmayan türlerde MP, TP, TKA, TA, Biyo-Genetik Rezerv Alanları, Muhafaza Ormanları, Gen Koruma ormanları, Tohum Meşcereleri gibi koruma statüleri uygulanarak pasif koruma yapılmalıdır. Ancak ekonomik önemi olan türler için İn-Situ (yerinde) koruma yöntemlerinin uygulanmasınave ek olarak Ex-Situ (dışarda) Koruma yöntemleri uygulanmalı ve nesillerinin devamı sağlanmalıdır. 3 . Sonuç ve Öneriler Ülkemiz ormanlarından mevcut uygulamalarla, sürdürülebilir kalkınmaya yönelik, ekonomik, ekolojik, sosyal, kültürel vb. açılardan önemli katkıları olabilecek stratejik bir kaynak durumundaki ODOÜ’den tam anlamıyla ve bütün komponentleri ile yararlanıldığından bahsedilemez. Ormanların sunduğu faydalanma yollarından birisi olan ODOÜ den ekosistem tabanlı sürdürülebilir orman kaynakları yönetimine hızla geçiş yapılmasının önemi gün geçtikçe artmaktadır (Türker ve ark. 2006).Konuya insanlığın ve bütün canlılar aleminin beslenme ve gıda temininin önemi ve temini açısından bakıldığında orman varlıklarımızın insanlığın ve canlıların yaşam kaynağı ve nesillerinin devamı için bir sigorta olduğu açıkça görülebilir. Hatalı, aşırı ve her çeşit bilinçsiz faydalanma ile canlıların besin zincirinin kırılması yaşam döngüsü zarara uğrayacaktır. Bunun için; Gıda ve beslenme ile ilgili bütün sektörler arasında iş birliği ve doğal özellikle güvenilir kaynaklardan gıda temininde sürdürülebilirlik ilkesi mutlaka dikkate alınmalıdır. Doğadan güvenilir gıda kaynağı temininde ise besin zinciri kırılmamalıdır.Orman alanlarından sürdürülebilir faydalanma için mutlaka ileriye dönük, 5 er yıllık dilimler halinde faydalanma planları ve 432 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X stratejileri hazırlanarak uygulamaya alınmalı, hedefler doğrultusunda eylem planları hazırlanmalıdır.İleride karşılaşılabilecek sorunları ve çözüm önerilerini tespite yönelik, belli zaman aralıkları ile ilgili bütün paydaşların katılacağı sempozyum, çalıştay ve panel gibi toplantılar düzenlenmeli toplantı sonuç bildirgeleri kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Gıda, baharat, gıda katkısı niteliği taşıyan ODOÜ’ lerinin sürekliliğinin temini ve yöre halkına ekonomik katkı sağlanması amacıyla ziraatınin yapılması/ yaptırılması teşvik edilmelidir. Orman alanlarında kimyasal nitelikli gübre ve zirai mücadele ilaçları kullanılmadığı için ürünün gıda olarak en üst düzeyde güvenilirdir. Kaynaklar Anonim, 2007. T.C. Başbakanlık DPT, Yayın No: DPT: 2712-ÖİK:665 9. kalkınma planı, 2007-2013, Ormancılık özel iht. Kom.raporu, Ankara. Anonim, 2013.ODOÜ’ninÜr. ve Sat.Esa., Tebliğ No: 297, Ank. Baytop, T., 1999.Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi Geçmişte ve Bugün, Nob Kit. İst. Ekim,T., 2002. TÜSAB Botanik Semineri Notları, Ar-ge depart. İstanbul Kızmaz, M., 2001. PoliciestoPromoteSustainableForest Operations &Utilization of NWFP. MOF of Turkey, SeminarProceedings, Harvest of NWFP, p.97-113, Ank Özer A.S., 1987. Ülkemizdeki Bazı Önemli Orman Tali Ürünlerinin Teşhis ve tanı. Kılavuzu, Tar Or ve Köy. Bak.OGM, Yayın No:659, Seri No:18, Ank. Özer, A.S., 1990. Bitkisel Kaynaklarımız ve Tıbbi Bitkil., OAE Dr. No:71,C:35 Ank Özer, A.S., Tümen, İ., Keskiner, Ü.A., 2011. Odun Dışı Orman Ürünleri, Ürün Çeşitliliği ve Standardizasyonun Önemi, I. Ulusal Akdeniz Orman ve Çevre Sempozyumu Bildiri özetleri Kitabı, KSİÜ, Or. Fak, Kahramanmaraş. Şafak, İ., Okan, T., 2004. Kekik, Defne ve Çamfıstığının Üretimi ve Pazarlaması, DOA Dergisi, DOA Yayın NO: 34, Sayı: 10, s:121129, Tarsus. Türker, M. F., Öztürk, A., Pak, M., Durusoy, İ. 2006. Odun Dışı Organik Orman Ürünleri ve Yönetimi, Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu Derneği (Urak) Yayınları, Yayın No: 2006/1, İstanbul. 433 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Türker, M. F., Öztürk, A., Pak, M., Tiryaki, E., 2001. Türkiye Ormancılığında ODOÜ İşletmeciliğinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Türkiye Ormancılar Derneği, 1. Ulusal Orman. Kong., 2001, Ank Türker, S. 2012 Türkiye’de Gıda Güvenliği ve Gıda Mevzuatının Gelişim süreci, SD Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Platformu. URL, 2014a. http://www.bcs.gov.tr/resources/resources URL,2014b.http://web.ogm.gov.tr/birimler/merkez/egitim/disiliskiler. URL, 2014d. http://sura.ormansu.gov.tr/sura/AnaSayfa/GrupRaparlari URL,2014c.http://www.ogm.gov.tr/ekutuphane/Dokumanlar Zeydanlı, U., Tuğ, S., 2008. Biyolojik Çeşitlilik ve Orman Ekosistemlerindeki Önemi, Orman ve Biyolojik Çeşitlilik, Doğa Koruma Merkezi, Anka 434 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Üzüm ve Üzüm Ürünlerinde Biyoaktif Bir Bileşen; Resveratrol Mehmet Gülcü1 Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bağcılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 59100 Süleymanpaşa, Tekirdağ E-posta: mehmet.gulcu@gthb.gov.tr 1 Özet: Resveratrol (trans-3,4',5-trihydroxystilbene), bitkilerin büyüme ve gelişme aşamalarının herhangi bir döneminde çevresel stres ve hastalıklara karşı, dayanıklılık mekanizmasının oluşturulması amacıyla üretilen, stilben sınıfından fenolik bir bileşik olup bilinen en kuvvetli antioksidanlardan birisidir. Hücresel ve hayvan modellerinde yürütülen çok sayıda çalışmada, resveratrolün birçok biyolojik aktiviteye sahip olduğu ortaya konmuştur. Yapılan çalışmalarda trans-resveratrolün birçok hastalığın önlenmesinde koruyucu ajan görevi üstlendiği tespit edilmiştir. Keşfedilen biyoaktif özellikleri doğrultusunda, resveratrol son yıllarda fonksiyonel gıda endüstrisinde temel bileşenler arasında yer almakta, katma değeri yüksek bitkisel ilaç ve takviyelerin üretiminde kullanılan antioksidan maddelerin başında gelmektedir. Üzümdeki resveratrol varlığı ve miktarı genel olarak üzüm çeşidine, yetiştirildiği bölge özelliklerine, iklim koşullarına, bağda uygulanan kültürel/bitki koruma işlemlerine göre değişebilmektedir. Üzümün kabuk ve çekirdeğinin resveratrol miktarı bakımından, meyve eti kısmına göre yaklaşık 100 kez daha zengin olduğu bildirilmiştir. Üzüm ürünlerindeki resveratrol varlığı ve miktarı ise başta hammadde olarak işlenen üzüm çeşidine, uygulanan üretim teknik ve teknolojilerine, depolama süresi ve koşullarına göre değişebilmektedir. Bu çalışmada, tüketim konusunda resveratrol içeriğinin bir tercih sebebi olması ve daha bilinçli bir tüketici talebinin oluşturulmasına katkı sağlamak amacıyla üzüm ve bazı üzüm ürünlerinde (üzüm suyu, şarap, sirke, kuru üzüm vb.) resveratrol varlığı ve etki eden faktörler değerlendirilmiştir. Anahtar kelimeler: Üzüm, Resveratrol, Antioksidan, Üzüm Ürünleri 435 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Resveratrol; A Bioactive Component In Grapes And Grape Products Abstract: Resveratrol (trans-3,4',5-trihydroxystilbene), stilbene deriative effective antioxidant, is a phenolic compound produced by plants to acquire resistance againts stress and disease conditions. Resveratrol is one of the most powerful antioxidants and considered to be a preventive food component. In accordance with discovered bioactive properties, resveratrol is among main components of functional food and supplements in recent years. The resveratrol content of grapes and the amount of resveratrol at the grapes differs depending on geographical origin, growing region characteristics and climatic conditions, cultivar and agronomic techniques, the health status of the grapes. The amount of resveratrol in the grape products vary depending on grape cultivar, processing techniques, storage period and conditions. In this study, what factors’ affecting the resveratrol presence in the grapes and products (grape juice, wine, vinegar, raisin etc.) is determined to be a reason for the preference for consumption of resveratrol content and to contribute the creation of a more consciously consumer demand. Key words: Grape, Resveratrol, Antioxidant, Grape Products 1. Giriş Üzümün içermiş olduğu karbonhidrat ve mineral maddelerin yanı sıra, diğer meyveler içerisinde ayrı ve özel bir yere sahip olmasının asıl nedeni üzümün kabuğunda ve çekirdeklerinde oldukça fazla miktarlarda bulunan fenolik bileşiklerden kaynaklanmaktadır. Fenolik bileşikler insan sağlığı bakımından antioksidan özellikleri ile ön plana çıkan doğal bileşiklerin başında gelmektedir. Resveratrol (trans-3,4',5-trihydroxy stilbene), bitkilerin büyüme ve gelişme aşamalarının herhangi bir döneminde çevresel stres ve hastalıklara karşı, dayanıklılık mekanizmasının oluşturulması amacıyla üretilen, stilben sınıfından fenolik bir bileşik olup bilinen en kuvvetli antioksidanlardan birisidir. İki fenol halkasının bir stiren çift bağ ile bağlanması sonucu oluşan ve genellikle 3,4',5-trihydroxystilbene olarak adlandırılan resveratrol E(trans-) ve Z- (cis-) olmak üzere iki geometrik izomer şeklinde bulunur. 436 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Bitki materyallerinde çoğunlukla trans-izomer formda bulunur (Filip ve ark., 2003; Pervaiz 2003). Cis-resveratrol, üzüm kabuğu veya suyunda tespit edilemediğinden, trans-resveratrolün izomerizasyonundan veya resveratrol polimerlerinin üzüm kabuğunun fermantasyonu boyunca parçalanması sonucu oluştuğu düşünülmektedir (Abril ve ark., 2005). Soleas ve ark. (1997), UV ışınlarına maruz kalma sonucu trans- izomerin cis-izomere dönüşmesinin kolaylaştığını bildirmiştir. Sinclair (2005), resveratrolün ışık, ısı ve oksijene maruz bırakıldığında degradasyona uğradığını bildirmiştir. Başka bir araştırma çalışmasında ise transresveratrolün oda sıcaklığında uğradığı oksidasyonun ihmal edilebilir düzeyde olduğu bildirilmiştir (Bertelli 1998). Son yıllarda bazı besinlerin doğal yollardan hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki etkinliğinin bilimsel olarak ortaya konulması, sağlığımızın korunmasında beslenme desteğinin önemini arttırmıştır. Bu nedenle fonksiyonel besinler nutrasötikler ve doğal sağlık ürünleri daha fazla tüketilir hale gelmiştir. Bu bağlamda resveratrol de son yıllarda fonksiyonel gıda endüstrisinde temel bileşenler arasında yer almakta ve katma değeri yüksek bitkisel ilaç ve gıda takviyeleri üretiminde kullanılan antioksidan maddelerin başında gelmektedir. Hücresel ve hayvan modellerinde yürütülen çok sayıda çalışmada, resveratrolün birçok biyolojik aktiviteye sahip olduğu ortaya konmuştur. Yapılan birçok çalışmada trans-resveratrolün birçok hastalığın önlenmesinde koruyucu ajan görevi üstlendiği tespit edilmiştir, örneğin; kalp hastalıkları, kanser, viral enfeksiyonlar, Alzaimer gibi nörodejeneratif oluşumlar. Günümüzde, 72 bitki türünde resveratrol üretimi belirlenmiş olmakla birlikte, doğrudan insan beslenmesinde kullanılanların sayısı sınırlıdır. Beslenme alanında yaygın kullanılan türler arasında dut, yerfıstığı ve asmalar sayılmaktadır. Bu çalışmada, tüketim konusunda resveratrol içeriğinin bir tercih sebebi olması ve daha bilinçli bir tüketici talebinin oluşturulmasına katkı sağlamak amacıyla üzüm ve bazı üzüm ürünlerinde (üzüm suyu, pekmez, şarap, sirke, vb.) resveratrol varlığı ve etki eden faktörler değerlendirilmiştir. 2. Üzüm ve Ürünlerinde Resveratrol Üzümdeki resveratrol varlığı ve miktarı genel olarak üzüm çeşidine, yetiştirildiği bölge özelliklerine, iklim koşullarına, bağda uygulanan kültürel/bitki koruma işlemlerine göre değişebilmektedir. Üzümün kabuk ve çekirdeğinin resveratrol miktarı bakımından, meyve eti 437 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X kısmına göre yaklaşık 100 kez daha zengin olduğu bildirilmiştir. Üzümde olgunluğa erişilmesinin hemen öncesinde resveratrol sentezinin en yüksek seviyeye ulaştığı ve hemen hemen tümünün kabukta sentezlendiği bildirilmiştir (Stervbo ve ark., 2007). Taze üzüm kabuğunun 1 gramında 50 ila 100 μg düzeyinde resveratrol bulunduğu bildirilmiştir (Tuma, 2007). Ho ve ark. (2004), üzümün kabuk ve çekirdeğinin resveratrol miktarı bakımından, pulp kısmına göre yaklaşık 100 kez daha zengin olduğunu bildirmiştir. Asmalar henüz tomurcuk ve çiçeklenme evresinde iken resveratrol miktarının düşük olduğu, ancak üzümler tam olgunluğa (reach maturity) erişmeden hemen önce resveratrol miktarının en yüksek seviyeye ulaştığı bildirilmiştir (Jeandet ve ark. 2002). Resveratrolü doğal olarak üretilebilen türlerin başında gelen asmalar; sofralık üzüm, şarap, kuru üzüm, sirke veya geleneksel ürünler olarak tanımlanan pekmez, pestil gibi diğer işlenmiş ürünleri ile beslenmede yaygın olarak kullanılmaktadır. Üzüm ürünlerindeki resveratrol varlığı ve miktarı başta hammadde olarak işlenen üzüm çeşidine, uygulanan üretim teknik ve teknolojilerine, depolama süresi ve koşullarına göre değişebilmektedir. Üzümde bulunan resveratrol içeriği çekirdek ve kabuk kısımlarında yoğunlaştığından, üzümden üretilecek ürünlerin resveratrol içeriği de üretim prosesinde uygulanacak maserasyon vb. işlemlerle, ürünün kabuk ve çekirdek kısımlarıyla temas süresine bağlı olarak değişiklik gösterecektir. Kırmızı şarap üretiminde, mayşe fermantasyonu sırasında kabuk ve çekirdek ile yapılan maserasyon işlemi resveratrol miktarının kırmızı şarapta beyaz şaraba oranla çok daha yüksek miktarlarda bulunmasını açıklamaktadır. Resveratrol konsantrasyonu fermantasyon boyunca artmakta fakat şaraba geçen miktar üzüm çeşidine ve enolojik şartlara bağlı olarak değişmektedir (Gerogiannaki- Christopoulou ve ark., 2006). Maserasyon esnasında şaraba stilben geçişinin çok hızlı olduğu ve 10-12. günlerde maksimum seviyelere ulaştığı bildirilmiştir (Roggero, 1996). Malolaktik fermantasyondan sonra resveratrol miktarının alkol fermantasyonunun sonunda ölçülen miktara göre iki katına kadar yükselebileceği ve bunun nedeninin glukozid ve/veya oligomerik formlarının malolaktik bakterilerin aktivitesi ile serbest şekle dönüşmeleri olabileceği bildirilmiştir (Yasui ve ark., 2002). Şaraba uygulanan bazı durultma yardımcı maddelerinin de resveratrol düzeyini düşürdüğü bildirilmiştir (Siemann ve Creasy 1992; Soleas ve ark., 1995; Threlfall ve ark., 1999). 438 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Çizelge 1. Üzüm ve bazı üzüm ürünlerinin resveratrol içeriği Ürün Resveratrol (ppm) Siyah Üzüm1 1.5 Beyaz Üzüm1 0.2 Kırmızı Üzümsuyu2 0.5 Beyaz Üzümsuyu2 0.05 Kırmızı Şarap1 2.7 Rose Şarap1 1.2 Beyaz Şarap1 0.4 Sirke1 0.1 Kuru Üzüm3 0.8 1 Rothwell ve ark. (2013); 2 Romero-Pérez ve ark. (1999); 3 Breksa ve ark. (2010) Kırmızı üzüm suyunda resveratrol düzeyi, beyaz örneklere göre yaklaşık 10 kat daha yüksek oranda tespit edilmiş, araştırmacılar bu farklılığın kullanılan üzüm çeşidi, depolama koşulları ve üretim prosesindeki değişikliklerden kaynaklanabileceğini bildirmiştir (RomeroPérez ve ark. 1999). Siyah üzüm suyu üretiminde uygulanan mayşe ısıtma ile resveratrol etkin olarak ekstrakte edilirken, beyaz üzüm suyu üretiminde üzümler soğuk-doğrudan preslendiği için bunun gerçekleşmediği bildirilmiştir (Creasy ve Creasy, 1998; González-Barrio ve ark., 2009). Organik ve konvansiyonel üzüm sularının resveratrol içeriklerinin farklı olduğu ve bunun izahının organik yetiştiricilikte pestisit kullanılmamış olmasıyla açıklanabileceği bildirilmiştir (Dani ve ark. 2007). Üzüm suyuna uygulanan bazı durultma ve berraklaştırma ajanlarınında şarapta olduğu gibi resveratrol düzeyini düşürmesi muhtemeldir. Yapılan çalışmalarda sirkede az miktarda da olsa resveratrol ve türevlerinin varlığı tespit edilmiştir (García-Parrilla ve ark. 1997; Morales 439 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ve ark. 2001; Yanbin ve ark. 2008; Machado ve ark. 2011). Sirke prosesinde özellikle asetifikasyon esnasında resveratrol glukozid konsantrasyonunda önemli azalmalar görüldüğü bildirilmiştir (Cerezo ve ark., 2008). Bazı araştırmacılar kuru üzümlerdeki resveratrol miktarını incelemişlerdir, üzüm çeşidi ve uygulanan kurutma tekniğine bağlı olarak resveratrol içeriğinin değişiklik gösterdiği, özellikle geleneksel olarak güneşte kurutma işleminde ışığa maruziyet sebebiyle resveratrol kaybı meydana gelirken kurutucu vasıtasıyla hazırlanan kuru üzümler işleme esnasında ışığa maruz kalmadıkları için resveratrol içeriğinde önemli bir kayıp olmadığı bildirilmiştir (Creasy ve Creasy, 1998; Zhao ve Hall, 2008; Breksa ve ark. 2010). 3. Sonuç Yetiştirilme alanı ve üretim miktarı bakımından dünyada ve ülkemizde ilk sıralarda yer alan bir meyve olarak üzüm, eski çağlardan bu yana gerek sofralık olarak ve gerekse değişik şekillerde işlenmek suretiyle her mevsimde temin edebileceğimiz bir besindir. Ülkemizde sofralık olarak tüketildiği gibi pekmez, üzüm suyu, kuru üzüm, şarap, sirkeye işlenerek ve ayrıca değişik yörelerde halkımızın tercihine göre, ”bulama, katı pekmez, pestil, köfter, cevizli sucuk, hardaliye” ve daha ismini sayamadığımız pek çok geleneksel ürün halinde işlenerek tüketimi gerçekleşmektedir. Bu çalışmanın hazırlık sürecinde de görülmüştür ki, özellikle üzümden üretilen pek çoğu ülkemize özgü olan başta pekmez olmak üzere geleneksel üzüm ürünlerinin resveratrol içerikleri konusunda henüz literatüre rastlanmamaktadır. Üzüm ve üzüm ürünlerinin tüketimi konusunda resveratrol içeriğinin bir tercih sebebi olması ve daha bilinçli bir tüketici talebinin oluşturulması konu ile ilgili yapılacak Ar-Ge ve tanıtım çalışmalarına bağlıdır. Kaynaklar Abril, M., Negueruela, A.I, Perez, C., Juan, T., Estopanan, G. 2005. Preliminary study of resveratrol content in Aregon red and rose wines, Food Chemistry, 92; 729-736 pp. Bertelli, A. A. 1998. Stability of resveratrol over time and in the various stages of grape transformation. Drugs under experimental and clinical research 24 (4): 207-211. 440 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Breksa, A. P., Takeoka, G. R., Hidalgo, M. B., Vilches, A., Vasse, J., & Ramming, D. W. 2010. Antioxidant activity and phenolic content of 16 raisin grape (Vitis vinifera L.) cultivars and selections. Food Chemistry, 121(3), 740-745. Cerezo, A. B., Tesfaye, W., Torija, M. J., Mateo, E., García-Parrilla, M. C., & Troncoso, A. M. (2008). The phenolic composition of red wine vinegar produced in barrels made from different woods. Food Chemistry, 109(3), 606-615. Creasy, L. L., & Creasy, M. T. 1998. Grape chemistry and the significance of resveratrol: an overview. Pharmaceutical biology.7 Dani, C., Oliboni, L. S., Vanderlinde, R., Bonatto, D., Salvador, M., & Henriques, J. A. P. 2007. Phenolic content and antioxidant activities of white and purple juices manufactured with organically-or conventionally-produced grapes. Food and Chemical Toxicology, 45(12), 2574-2580. Filip, V., Plockova, M., Šmidrkal, J., Špičková, Z., Melzoch, K., & Schmidt, Š. 2003. Resveratrol and its antioxidant and antimicrobial effectiveness. Food chemistry, 83(4), 585-593. García-Parrilla, M.C., Gonzalez, G. A., Heredia, F. J., & Troncoso, A. M. 1997. Differentiation of wine vinegars based on phenolic composition. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 45, 3487–3492. Gerogiannaki-Christopoulou, M., Athanasopoulos, P., Kyriakidis, N., Gerogiannaki, I.A., Spanos, M. 2006. Trans-resveratrol in wines from the major Greek red and white grape varieties, Food Control 17, 700-706 pp. González-Barrio, R., Vidal-Guevara, M. L., Tomás-Barberán, F. A., & Espín, J. C. 2009. Preparation of a resveratrol-enriched grape juice based on ultraviolet C-treated berries. Innovative Food Science & Emerging Technologies, 10(3), 374-382. Ho, Y.S., Xiong, Y., Ma, W., Spector, A., Ho, D. 2004. Mice Lacking Catalase Develop Normally but Show Differential Sensitivity to Oxidant Tissue Injury. J Biol Chem 279 (31): 32804-812. Jeandet, P., Douillet-Breuil, A. C., Bessis, R., Debord, S., Sbaghi, M., and Adrian, M. 2002. Phytoalexins from the Vitaceae: biosynthesis, phytoalexin gene expression in transgenic plants, antifungal activity, and metabolism. J. Agric. Food Chem. 50, 2731–2741. Machado, M. M., Montagner, G. F. F. D. S., Boligon, A., Athayde, M. L., Rocha, M. I. U. M. D., Lera, J. P. B., ... & Cruz, I. B. M. D. 2011. 441 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Determination of polyphenol contents and antioxidant capacity of no-alcoholic red grape products (Vitis labrusca) from conventional and organic crops. Química Nova, 34(5), 798-803. Morales, M. L., Tesfaye, W., Garcia-Parrilla, M. C., Casas, J. A., & Troncoso, A.M. 2001. Sherry wine vinegar: Physicochemical changes during the acetification process. Journal of the Science of Food and Agriculture, 81(7), 611–619. Pervaiz, S. 2003. Resveratrol: from grapevines to mammalian biology. FASEB. J. 17, 1975–1985. Roggero, J. P. 1996. Évolution des teneurs en resvératrol et en picéide dans des vins en cours de fermentation ou de vieillisement. Comparaison des cépages grenache et mourvèdre. Sciences des aliments, 16(6), 631-642. Romero-Pérez, A. I., Ibern-Gómez, M., Lamuela-Raventós, R. M., & de la Torre-Boronat, M. C. 1999. Piceid, the major resveratrol derivative in grape juices. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 47(4), 1533-1536. Rothwell JA, Pérez-Jiménez J, Neveu V, Medina-Ramon A, M'Hiri N, Garcia Lobato P, Manach C, Knox K, Eisner R, Wishart D, Scalbert A. 2013. Phenol-Explorer 3.0: a major update of the Phenol-Explorer database to incorporate data on the effects of food processing on polyphenol content. Database, 10.1093/database/bat070. Siemann, E. H., & Creasy, L. L. 1992. Concentration of the phytoalexin resveratrol in wine. American Journal of Enology and Viticulture, 43(1), 49-52. Sinclair, D. 2005. Science of Aging. PBS. http://Pbs.org (Last accessed: November, 2007). Soleas, G. J., Goldberg, D. M., Karumanghiri, A., Diamandis, E. P., & Ng, E. 1995. Influences of viticultural and oenological factors on changes in cis‐and trans‐resveratrol in commercial wines. Journal of Wine Research, 6(2), 107-121. Soleas, G. J., Diamandis, E. P., and Goldberg, D. M. 1997. Resveratrol: a molecule whose time has come? And gone? Clin. Biochem. 30, 91–113. Stervbo, U., Vang, O., Bonnesen, C. 2007. A review of the content of the putative chemopreventive phytoalexin resveratrol in red wine, Food Chemistry 101, 459-457. 442 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Threlfall, R. T., Morris, J. R., & Mauromoustakos, A. 1999. Effects of fining agents on trans-resveratrol concentration in wine. Australian Journal of Grape and Wine Research, 5, 22-26. Tuma, R. S. 2007. Anti-Aging Targets Tap Biggest Disease Markets. Cambridge Healthtech Institute. Wang, Y., Catana, F., Yang, Y., Roderick, R., van Breemen, R. B. 2002. An LCMS method for analyzing total resveratrol in grape juice, cranberry juice, and in wine. J. Agric. Food Chem. 50 (3): 431-5. Yanbin, Y., Jiang, L., Xinmin, Y., & Li, L. 2008. Change of resveratrol during the fermentation of grape vinegar [J]. Sino-Overseas Grapevine & Wine, 3, 008. Yasui, Y., Yunoki, K., Naito, A., Kawaguchi, M., & Ohnishi, M. 2002. Effects of weather conditions and aging on resveratrol concentration in red wines. Journal-Japanese Society Of Food Science and Technology, 49(4), 220-227. Zhao, B., & Hall, C. A. 2008. Composition and antioxidant activity of raisin extracts obtained from various solvents. Food Chemistry, 108(2), 511-518. 443 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Tekirdağ İl Merkezinde Yetiştilen Ispanağın (Spinacia olarocea L.) Antioksidan Kapasitenin Belirlenmesi Ayşe Makasçı Afacan1, Sevinç Adiloğlu2 Namık Kemal Üniversitesi, Muratlı MYO Kimya Teknolojisi Programı, Tekirdağ 2 Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ E-posta: aafacan@nku.edu.tr, sadiloglu@hotmail.com 1 Özet: Bu çalışmada ıspanak (Spinacia olarocea L.) bitkisinin antioksidan kapasitesi belirlenmiştir. Ispanak ülkemizde oldukça fazla miktarda yetiştirilen ve çok büyük miktarda tüketilen bir sebzedir. Bu çalışmanın amacı, ülke tarımında önemli bir yeri olan Tekirdağ İl Merkezinde yetiştirilen ıspanak sebzesinin, yaş ve kuru olarak hazırlanan ekstraktlarının antioksidan kapasitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Toplanan ıspanaklar iki kısma ayrıldı. Bir kısmı gölgede kurutuldu, diğer kısmı ise yaş olarak kullanıldı. Yaş olarak kullanılan ıspanaklara maserasyon tekniği ile ekstraksiyon işlemi yapıldı. Kurutulmuş ıspanak örnekleri ise öğütüldükten sonra soxhlet aparatı kullanılarak ekstraksiyonu yapıldı. Elde edilen örneklerin analizi yapılıncaya kadar +4ºC’de bekletildi. Bu çalışmada β-karoten linoleik asit metodu ile çalışıldı. Deney tüplerindeki numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm de okutuldu. Bu andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30 dakikada bir 90 dakika boyunca okutuldu. Yapılan analizler sonucu ıspanak bitkisinin iyi bir aktivite gösterdikleri belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Ispanak (Spinacia olarocea L.), antioksidan kapasite, BHT (butillenmişhidroksi toluen) 444 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X The Determination of Antioxidant Capacity in Spinach (Spinacia olaroce L.) Grown in the Province of Tekirdağ Abstract: In this study, antioxidant capacity of spinach (Spinacia olaroce L.) is determined. Spinach is a vegetable that is grown and consumed in large amounts in Turkey. This study aims to determine the antioxidant capacity of extracts; both dry and fresh, of spinach grown in Tekirdağ, a city which has an important place in the country’s agriculture. Spinach collected was divided into two parts. A portion was dried in the shade, and the other part was used fresh. Fresh spinach was extracted by maceration technique. On the other hand, dried spinach samples were extracted using soxhlet apparatus after being grinded. The samples obtained were stored at + 4 ° C until they were analyzed. In this study, the method of β-carotene linoleic acid was used. The absorbance of the samples in test tubes and control solution was read at 450 nm. From this moment, the absorbance of the solution in the incubation was read every 30 minutes for 90 minutes. As a result of the analysis, it can be concluded that spinach had a good activity. Key words: Spinach (Spinacia Oleracea L.), antioxidant capacity, BHT (butylated hydroxy toluene) 1. Giriş Antioksidanların sağlık üzerine etkilerinin anlaşılması ile bu konuda yapılan çalışmaların sayısı gün geçtikçe artış göstermektedir. Meyve ve sebzeler, sağlık için gerekli olan vitamin ve minerallerin yanında; beslenmede önem taşıyan diğer gıda bileşenlerini de içermektedir. Antioksidanlar serbest radikallerin zararlı etkilerini önemli ölçüde azaltabilen bileşiklerdir (Halliwell ve Aruoma, 1991). Doğal antioksidanlar bitkilerin bütün kısımlarında doğal bir şekilde meydana gelmektedir. Bunlar karotenoidler, vitaminler, fenoller, flavonoitler, glutatyon ve endojen metabolitleri içerir (Larson, 1988). Tarla bitkilerinde, sebze ve meyveler de birçok antioksidan içerirler (Cao ve ark., 1996; Afacan ve ark., 2014). Doğal antioksidan bileşikler; sebzelerde, kabuklu ve kabuksuz meyvelerde, tohumlarda, yapraklarda, çiçeklerde, köklerde ve kabuklarda 445 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X bol miktarda bulunmaktadır (Pratt ve ark., 1990). Bundan dolayı bol miktarda sebze ve meyve tüketimi hastalıklara yakalanma riskini azalttığı gibi, kanserde ve ölüm oranında düşüş meydana getirmektedir (Ames ve ark., 1993). En önemli doğal antioksidanlar arasında askorbik asit, tokoferoller, karotenoidler ve skualen sayılabilir. Ispanak bitkisinin ana vatanı Orta Asya’dır. Serin iklim sebzesidir. Kış ve ilkbahar aylarında üretimi yapılır. Ispanak ülkemizin sadece aşırı yağış alan Doğu Karadeniz bölgesinde çok sınırlı olmak üzere, bunun dışındaki bütün bölgelerimizde yetişebilen ve büyük miktarlarda üretilen bir sebzedir. Yapılan araştırmalar ıspanağı bolca tüketen kişilerde bazı kanser türlerine yakalanma olasılığının çok düşük olduğunu göstermiştir. Ispanak, dünyada ve ülkemizde bol üretilen ve tüketilen sebzelerden biridir. Pek çok çeşidi bulunan ve oldukça kolay yetiştirilen ıspanak, bir yıllık otsu bitkidir. Yeşil yapraklı sebzeler de antidiabetik, antihistaminik, antikarsinojenik ve antibakteriyel etkileriyle sağlık üzerine son derece önemli faydaları olan sebze gruplarındandır (Subhasree ve ark., 2009). 2. Materyal ve Yöntem: Araştırmada kullanılan ıspanak numuneleri Tekirdağ il merkezinde yetiştirilen tarladan toplandı. Bu çalışmanın amacı, ülke tarımında önemli bir yeri olan ıspanak sebzesinin, yaş ve kuru olarak hazırlanan ekstraktlarının antioksidan kapasitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Toplanan ıspanaklar iki kısma ayrıldı. Bir kısmı gölgede kurutuldu, diğer kısmı ise yaş olarak kullanıldı. Yaş olarak kullanılan ıspanaklara maserasyon tekniği ile ekstraksiyon işlemi yapıldı. Kurutulmuş ıspanak örnekleri ise öğütüldükten sonra her birinden yaklaşık 15 g alınıp soxhlet kartuşuna yerleştirildi. 30 oC de metanol, etanol ve aseton ile ayrı ayrı bu çözücülerde 6 saat ekstra edildi. Elde edilen ekstrelerin çözücülerini uzaklaştırmak için evaporatörde vakum altında 40 oC’ye tabi tutuldu. Örnekler analizi yapılıncaya kadar +4 ºC’de bekletildi. 2.1.Toplam antioksidant aktivitenin belirlenmesi β- Karoten- Lineolik Asit Emülsiyon Yöntemi: Bu metot Amin ve Tan (2002)’ye göre yapıldı. β- Karoten- Lineolik Asit Emülsiyon Yöntemi: 0,2 mg β- karoten, 1 mL kloroformda çözüldü. Üzerine 0,02 mL lineolik asit çözeltisi ve 200 mg tween 20 ilave edildi. 446 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kloroform 40 0C de tamamen uzaklaştırıldı. 100 mL saf suda çözüldü. Şiddetli şekilde karıştırıldı. Kontrol çözeltisi içinde aynı işlemleri tekrarlandı. Numunelerin ve karıştırılmak üzere hazırlanan sentetik antioksidan konsantrasyonu 2 mg/mL olacak şekilde metanol ve etanol hazırlandı. Deney tüplerine, hazırlanan drog, gallik asit ve BHT çözeltilerinden 0,2’şer mL alınarak üzerlerine 5 mL, hazırlanan emülsiyon çözeltisi ilave edildi. 40 0C de su banyosunda inkübasyona bırakıldı. Deney tüplerindeki numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm de okundu. Bu andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30 dakikada bir 90 dakika boyunca okundu. Bu absorbansa dayanarak, yapılan hesaplamalarda absorbans değişim oranı ve buna bağlı olarak da % oksidasyonu engelleme katsayıları hesaplandı. R= ln(a/b)/120, Burada; ln=doğal logaritma, a= başlangıc absorbansı, b= 90 dakika inlübasyondan sonraki absorbansı AA; antioksidan aktivite eşitliği Rkontrol Rnumune x100 Rkontrol AA= 3. Bulgular ve Tartışma: β- Karoten-lineolik asit emülsiyon sistemi metodunda, emülsiyondaki lineoik asit oksidasyon sonucu oluşan radikallerin βkaroten’le reaksiyonundan oluşan sarı rengin zaman içerisinde kaybolmasına dayanmaktadır. β-karoten lineolik asit metodunda ıspanağın test süresinin 90 dakika boyunca sarı rengin solmasını önlemesi yüksek potansiyel antioksidan varlığını göstermektedir (Şekil 1. ve 2). 447 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yaş ıspanak Şekil 1. Yaş ıspanağın; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2 mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu ıspanak (Spinacia Olarocea L.), Gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği. Kuru Ispanak Absorbance(450 nm)ı 0.6 0.5 control 0.4 BHT 0.3 Gallic acid 0.2 Ethanol 0.1 Methanol 0 Acetone 0 20 40 60 80 100 time(minute) Şekil 2. Kuru ıspanağın; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2 mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu ıspanak (Spinacia Olarocea L.), Gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği. β-karoten lineoleik asit emülsiyon yönteminde ıspanak bitkisinin metanol, etanol ve aseton ekstraktlarının antioksidan aktiviteleri ölçülüp, 448 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sentetik antioksidan olan gallik asit, BHT’nin antioksidan aktiviteleri ile karşılaştırıldı. Yapılan β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemi metodunda ıspanak (Spinacia olarocea L.), etanol ve metanol ekstraktı asetona göre daha fazla antioksidan aktivite gösterdi. Bu sonuç bize etanol ve metanol ekstraktının daha yüksek antioksidan molekül içerdiği hakkında fikir verir. Yeşil yapraklı sebzeler de antidiabetik, antihistaminik, antikarsinojenik ve antibakteriyel etkileriyle sağlık üzerine son derece önemli faydaları olan sebze gruplarındandır (Subhasree ve ark. 2009). Zengin diyet lifi, vitamin, mineral, karotenoid ve fenolik madde içeriklerine sahiptirler. Özellikle içerdikleri C vitamini, fenolik ve karotenoid bileşiklerin bu sebze grubunun toplam antioksidan kapasitesine katkısı büyüktür (Isabelle ve ark. 2010). Bütün aerobik canlılarda antioksidan savunma sistemleri bulunmaktadır. Bazı durumlarda antioksidan savunma sistemi yetersiz kaldığından, antioksidan bileşiklerin diyetsel olarak alınması gerekmektedir (Özen ve Korkmaz, 2003). Sentetik antioksidanlardan BHA ve BHT yiyeceklerin saklanmasında kullanılan bileşiklerdir. Fakat bu ve diğer sentetik antioksidanların bazı yan etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle günümüzde insanlar sentetiklerden daha çok doğal antioksidanlara yönelmişlerdir. Fenolik bileşikler bitkiler aleminin önemli doğal bileşenleridir ve son yıllarda gıdalardaki fenolik bileşiklerin antioksidan etkilerinin incelenmesi giderek önem kazanmaktadır (Nehir El ve ark., 1999). Maydanoz, dereotu ve rokanın antioksidan etkilerini BHT’nin antioksidan etkileri ile karşılaştırmışlardır. Her üç bitkinin ekstrelerini flavonid bileşiklerce zengin bulmuşlar ve tüm örneklerin antioksidan etkilerini BHT’ye yakın veya daha yüksek bulmuşlardır (Nizamlıoğlu ve Nas, 2010). 4. Sonuç Doğal antioksidanlar arasında önemli rol oynayan bitkisel polifenol içeriği bitki türü, tarımsal proses, ışık iklim, hasat zamanı ve depolama şartları gibi pek çok dış etkenden etkilenir (Heimler vd., 2007). Genellikle yeşil yapraklı bitkilerde yaprak ekstreleri daha güçlü serbest radikal tutma özelliği göstermiştir ( Afacan M.A ve ark., 2010). Sonuç olarak şunu 449 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X önerebiliriz hastalıklara yakalanmamak için bol,bol yeşil sebze tüketmek gerekir. Kaynaklar Afacan, A., Adiloğlu, S., Hasanghasemi, A. and Sağlam,. C., 2014. Determination of physiological and harvest antioxidant activities of sunflower plants growing in alkaline soils with Dpph method. Journal of Essential Oil Bearing Plants. 17(5): 1017-1022. Afacan, M.A., Mammadov, R., Dusen, O., and Isik, H.I., 2010. Antimicrobial and antioxidant activities of medicinal plant species Ornithogalum alpigenum stapf. from Turkey. Journal of Medicinal Plant Research 4(16):1637-1642 Ames, B.M., Shigena, M.K., and Hagen, T.M., 1993. Oxidants, antiaxidants and the degenerative diseases of ageing. Proceedings of national Academy of Sciences USA, 90: 7915-7922. Amin, I., ve ark., 2002. Antioxidant aactivity of selected commercial seaweeds, Mal J nutr,8 (2): 167-177 Cao, G,. Sofic, E., and Prior, R.L., 1996. Antioxidant capacity of tea and common vegetables. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 44: 3426-3431. Halliwell B., and Aruoma O., 1991. DNA Damage by oxygen-derived species: its mechanisms and measurement in mammalian systems. FEBS Lett., 281: 9-19 Heimler D., Isolani I., Vıgnolını P., Tombelli S., and Romanı A., 2007. Polyphenol content and antioxidative activity in some species of freshly consumed salads. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 55, 1724-1729. Isabelle, M., Lee, B.L., Lim, M.T., Koh, W.P., Huang, D.J. and Ong, C.N. 2010. Antioxidant activity and profiles of common vegetables in Singapore. Food Chemistry, 120, 993-1003. Larson, R.A., 1988. The antioxidants of higher plants. Phytochemistry, 27: 969–978. Nehir El S., Karakaya S., Taş AA., 1999. Bazı gıdalardaki fenolik bileşiklerin antioksidan etkilerinin in vitro koşullarda saptanması. Tübitak Projesi No: Togtag-1698, İzmir. 450 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Özen, T., Korkmaz, H., 2003. Modulatory effect of Urtica dioica L. (Urticaceae) leaf extract on biotransformation enzyme systems, antioxidant enzymes, lactate dehydrogenase and lipid peroxidation in mice, Phytomedicine, 10: 405–415. Pratt, D,E., and Hudson, B.J.F., 1990. Natural antioxidants not exploited commercially in food antioxidants.; Hudson B.J.F., Ed.; Elsevier; Amsterdam, pp 17-192. Subhasree, B., Baskar, R., Keerthana, R.L., Susan, R.L. and Rajasekaran, P. 2009. Evaluation of antioxidant potential in selected green leafy vegetables. Food Chemistry, 115: 1213-1220. 451 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gıda Güvenirliliği Açısından Süt ve Süt Ürünlerinin Üretimi, İşlenmesi, Taşınması ve Pazarlanması İlkay Uçum1 Bülent Gülçubuk2 Berrin Taşkaya Top3 Ali Berk4 Tijen Özüdoğru5 Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü –Ankara Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 3 Tarım Reformu Genel Müdürlüğü–Ankara E-posta: ilkayfdn@gmail.com 1,3,5 2 Özet: Süt ve süt ürünleri sağlığımız açısından son derece önem arzeden ürünler olmakla birlikte, süt sağıldıktan kısa bir süre sonra bozulma sürecine girmektedir. Bu yüzden süt ve süt ürünleri kritik ürünlerdir. Bu çalışmada Erzurum ilinde süt sığırcılığı yapan hayvancılık işletmeleri ile süt işleyen firmaların üretim koşulları, sütün kalitesini koruması açısından sütün taşıma koşulları ve pazarlama yapıları incelenmiştir. Ayrıca üretici ve işleyici açısından sektörle ilgili problemlerin tespit edilmesi ve bu sorunlara çözüm önerileri sunulması amaçlanmaktadır. Araştırmanın birincil ve temel materyalini Erzurum ilinde süt sığırcılığı faaliyeti gerçekleştiren 62 üretici ve 24 adet süt işleyen firma ile yapılan anketlerden elde edilen veriler oluşturmaktadır. Yapılan analizlerde sektörde yer alan işletmelerin karşılaştıkları en önemli sorunlar; merdiven altı üretim, hammadde sıkıntısı, finansman yetersizliği, Kalifiye-teknik eleman yetersizliği, üretici örgütlenme yetersizliği ve sütün taşınmasında yaşanan problemlerdir. Ankete katılan işletmelerin büyük çoğunluğu hammadde temininde karşılaştıkları en önemli problemin hammaddenin azlığı ve kalitesi olduğunu belirtmişlerdir. Sütün kalitesinin düşük olması ise sütün taşınmasında gerekli koşulların yerine getirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Anahtar kelimeler: Süt, süt sığırcılığı, Gıda güvenliği 452 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X In Terms of Food Safety The Production of Milk and Dairy Products and Accessing to Market Abstract: Milk and dairy products are so important products for the health. As well as its importance raw milk and dairy products are one of entering the fast degradation process. Fort that reason, after production process as soon as possible, these products should be taken in the cold chain. In this study, it was examined that milk production process at animal holdings, in terms of maintaining the quality of the milk transportation conditions, marketing structure of animal holdings and milk processing companies in Erzurum province in Turkey. On the other hand, in terms of producers and processors, it is also aimed to be identified of problems related with the sector and solution proposals. The primary data of the study was collected from animal holdings (62 holdings) and milk processing companies (24 companies) by survey in Erzurum province. According to analysis results, problems in the transportation process of the milk can be summarized such as unregistered production, shortages of raw materials, lack of funding, qualified technical personnel and organization. Moreover most of processor companies especially specified insufficient of raw material and its quality problems. The poor quality raw material (milk) is occurred by failure to fulfill the requirements for transporting milk. Key words: Milk, Animal Holdings, Food safety 1. Giriş Erzurum ‘da doğal koşullar bitkisel üretimden ziyade hayvancılık için daha elverişli olup, hayvancılık ilde önemli bir geçim veya ek gelir kaynağıdır. Erzurum’un Çayır ve Mera varlığı 1.622.520 ha olup, Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nin çayır mera alanlarının %43’ünü teşkil etmektedir. Bu potansiyel, bölgede mera hayvancılığının yoğun bir şekilde yapılabilmesine imkân sağlamaktadır. Hayvancılık, Erzurum’un sosyo-ekonomik kalkınmasında önemli ekonomik fonksiyonları yüklenebilecek bir potansiyele sahiptir. Erzurum ilinin 2013 yılı itibariyle toplam sığır varlığı 669.524 adet olup hem ülke ve hem de bölgede büyük baş hayvan varlığı bakımından ilk sıralarda yer almaktadır. Hayvancılık, sanayi sektörünün birçok koluna girdi sağlaması 453 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X açısından da önem arz etmektedir. İlde yer alan süt ürünlerine dayalı işletmeler yine il ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır. Türkiye büyükbaş hayvan varlığının % 5’ine, küçükbaş hayvan varlığının ise % 2,50’sine sahip Erzurum ilinin Türkiye et üretimi (%1,1) ve süt üretimi içindeki payı (%3,8) sahip olduğu hayvan varlığının yanında çok düşük seviyededir. Bu nedenle hayvancılık sektörünün mevcut durumunun, ihtiyaçlarının, potansiyelinin analizler ile ele alınması, bölgede en fazla istihdamı sağlayan sektörün anlaşılması açısından dikkate alınması gereken bir noktadır. Bu görüş çerçevesinde Erzurum’da hayvancılık sektörünün üretim, taşıma, işleme ve pazarlama yapıları incelenmiş ve bu işletmelerin problemleri tespit edilmeye çalışılmıştır. 2. Materyal ve Yöntem Araştırmanın ana materyalini, 2013 yılı itibariyle Erzurum’da KOBİ kapsamında yer alan ve süt, sanayiinde faaliyet gösteren 24 adet süt işletmesi ile bunlara girdi sağlayan ve hayvancılıkla uğraşan 62 üreticiye uygulanan anketlerden elde edilen veriler oluşturmaktadır. Araştırma kapsamına alınan tarım işletmelerinin seçiminde, pazara yönelik üretimde bulunan süt sığırcılığı işletmelerine ulaşmak hedeflendiğinden, inceleme alanında 25 başın altında hayvan sayısına sahip işletmeler ana kitleye edilmemiştir. Yirmi beş baş ve üzerinde süt sığırına sahip Erzurum ilinde 570 süt sığırcılığı işletmesi araştırmanın ana kitlesini oluşturmuştur. Buna göre anket yapılacak süt sığırcılığı işletme sayısı Erzurum’da 62 olarak tespit edilmiştir. Ana kitlenin frekans dağılımı göz önünde bulundurularak üreticilerle yapılacak anket sayıları 25-30 arası hayvan varlığına sahip işletmeler, 31-40 arası hayvan varlığına sahip işletmeler, 41 ve üzerinde hayvan varlığına sahip işletmeler olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Anket çalışmasından elde edilen ham veriler gerekli değerlendirmeleri ve hesapları yapabilmek amacıyla SPSS 20 paket programına aktarılmış ve sonuçlar tablolar halinde sunulmuştur. 3. Bulgular ve Tartışma 3.1 Üreticiler ile ilgili bulgular Üreticilerle yapılan görüşmelerde üreticilerin, %6,5’inin19-29 yaş grubunda, %37,1’inin 30-40 yaş grubunda ve %56,5’inin ise 41+ yaş grubunda yer aldığı tespit edilmiştir. İşletme sahiplerinin yarısından daha 454 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X fazlasının 41 ve üzeri yaşta olduğu görülmektedir. Görüşme yapılan üreticiler, gençlerin tarım ve hayvancılıkla uğraşmak istemediklerini, bunun için kentlere göç ederek oralarda çalışmayı tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Çizelge 1’de üreticilerin süt sığırcılığı faaliyetini yapma nedenleri verilmiştir. Üreticilerin çok büyük bir bölümü (%85,5) hayvancılığın tek geçim kaynağı olduğunu beyan etmişlerdir. Hayvancılık kırsal alanda gerçekleştirilen ve fazla sermaye gerektirmeyen, kırsal alandaki işgücünü istihdam eden önemli bir ekonomik faaliyettir. Hayvancılık faaliyetini ticari amaçla yapan üreticilerin oranı ise %11,3’tür. Sektörün yeterince gelişememesinin bir nedeni de hayvancılık faaliyetini ticari amaçla yapanların az olmasıdır. Hayvancılık faaliyeti ticari amaçlarla yapılmadığından işletmelerde uzmanlaşma da gerçekleşememektedir. Çizelge 1. Üreticilerin hayvancılık yapma nedenleri Gruplar 25-30 31-40 41+ Tek Geçim 25 18 10 Ticaret 1 4 2 Aile İhtiyacı 0 1 0 Alternatif Geçim 1 0 0 Kaynağı Toplam 27 23 12 Toplam Sayı % 53 85,5 7 11,3 1 1,6 1 1,6 62 100,0 Üreticilerin sahip oldukları hayvanların %82,3’ü melez ırkından oluşmaktadır. Erzurum’da birkaç yıl öncesine kadar yerli hayvan ırkları çoğunluktayken, bu ırklardan elde edilen verim düşüklüğü nedeniyle ıslah çalışmaları yapılmış, bunu neticesinde melez ırkında önemli artışlar görülmüştür. Erzurum’da en fazla yoğunluğa sahip olan melez ırkının ortalama laktasyon süresi 144 gün, laktasyon dönemi günlük süt verimi 6,8 kg’dır. Üreticilerin sütü alıcıya ulaştırırken yaşadıkları sorunlar başında %54,8 oranla soğutma tankını olmaması gelmektedir. Üreticilerin yaşadığı diğer problemler, süt toplama merkezinin uzak olması (%22,6) ve düzenli alımların olmamasıdır (%22,6). Süt sağıldıktan sonra ne kadar kısa sürede saklama koşullarına uygun bir halde depolanırsa kalitesi o kadar iyi olmaktadır. Örneğin sağıldıktan birkaç saat sonra soğutulmuş 455 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X tankerlere ulaştırılırsa dahi kalitesinde yaklaşık %10’luk bir düşüş olmaktadır (Döven ve diğ. 2013). Erzurum’da çiğ süt değer zincirinde özellikle üretim, toplama ve sanayiye aktarma aşamalarında teknik alt yapı ve organizasyon anlamında ciddi yetersizlik, makinalı sağım, süt toplama ve soğutma merkezlerinin yetersizliği, beraberinde çiftliklerin küçük ölçekli ve dağınık olması süt toplama maliyetlerini oldukça yükseltmektedir. Ayrıca kooperatifler ve üretici birlikleri gibi hayvancılık örgütlerinin kuruluş amaçları doğrultusunda yeterli faaliyet göstermemeleri, bu örgütlerin ve sanayicilerin toplama ve soğutma sürecinde yetersiz rol almaları; süt sektörünün istenilen seviyede kurumsallaşmasını geciktirmektedir (Anonim, 2014). Üreticilerin soğutma tanklarının olmaması sütün kalitesi açısından büyük bir problem yaratmaktadır. Dolayısıyla süt işleme sanayi sektöründe yeterli kalite ve miktarda ham madde temini önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Süt işleyen firmalar özellikle bu konuda sıkıntı yaşadıklarından devletin beş baş ve daha faza hayvana sahip üreticilere soğutma tankı desteği verilmesini istemektedirler. Demir ve Aral, 2010” Kars İli Süt Sanayi ve Mandıra İşletmelerinde Üretim ve Sanayi Entegrasyonunun Ekonomik ve SosyoEkonomik Analizi” konulu çalışmasında, ilde 32 adet süt işletmesi ile yaptığı anket çalışması sonucunda; işletmelerin tamamının kendi araç ve işçileri ile çiğ sütü süt sığırcılık işletmelerinin kapılarından aldıklarını, ancak mandıralara yakın üreticilerin ürettikleri sütü kendi güğümleri ile mandıralara götürdüklerini tespit etmiştir. Çiğ sütün süt sanayi işletmelerine getirilişinde işletmelerin önemli bir bölümünün krom güğüm ve krom tankerlerden faydalandığı tespit edilmiş, soğutmalı tankerlerle çiğ süt taşıyan işletme sayısı 3 tane olup, bunun 2’sinin fabrika, diğerinin ise büyük ölçekli mandıra olduğu saptanmıştır. Bölgede iki fabrika dışında sadece bir mandıranın süt soğutma tankını kullandığını belirtmiştir. Üreticilerin, %51,6’sı sütü mandıralara pazarlarken, %21’i aracılara, %16’sı tüccara satmaktadır. Üreticilerin sütü diğer pazarlama kanalları birlikler ve süt fabrikalarıdır. Bazı üreticiler ise sütünü pazarda kendisi satmaktadır. 456 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Üreticilerin, hayvancılık faaliyetinde yaşadıkları problemlerin başında, ürün fiyatlarının düşük olması (%25,5) gelirken, maliyetin yüksek olması (%20,0) ve pazarlama (%16,4) diğer önemli problemler arasındadır. Çizele 2. Üreticilerin hayvancılık faaliyetinde yaşadıkları problemler* Gruplar Toplam Problem 25-30 31-40 41+ Sayı % Ürün Fiyatı Düşük 8 5 1 14 25,5 Maliyetin yüksek olması 5 4 2 11 20,0 Hayvan hastalıkları 1 5 4 10 18,2 Pazarlama 6 2 1 9 16,4 Fiyatların istikrarsızlığı 1 3 3 7 12,7 Üreticilerin bilinçsiz olması 1 1 0 2 3,6 Mera otlatma sorunu 0 1 0 1 1,8 Hayvan ırklarının veriminin 1 0 0 1 düşük olması 1,8 Toplam 23 21 11 55 100,0 *çoklu cevap kullanılmıştır. Üreticiler, özellikle yem fiyatlarını çok yüksek olduğunu bu yüzden maliyetlerinin yüksek olduğunu, bu durumun devam etmesi durumunda süt sığırcılığı faaliyetini bırakacaklarını ifade etmişlerdir. 3.2 Süt İşletmeleri ile ilgili bulgular Anket yapılan süt işletmelerinin faaliyette bulundukları yılların dağılımı Çizelge 3’te verilmiştir. İşletmelerin %29,2’sinin 1-10 yıl arasında, %29,2’sının 11-20 yıl arasında ve %41,7’sinin ise 21 yıl ve daha fazla süre faaliyet gösterdiği görülmektedir. Çizelge 3. İşletmelerin faaliyet süreleri Gruplar Faaliyet Süresi 1-10 7 11-20 7 21+ 10 Toplam 24 (%) 29,2 29,2 41,7 100,0 Görüşülen işletmelerde yıllık 25-250 ton arasında süt işleyen işletme oranı %37,5, 251-400 ton arasında süt işleyen işletme oranı %8,3, 400-1000 ton 457 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X arasında süt işleyen işletme oranı %37,5, 1000 ton ve daha fazla süt işleyen işletme oranı %16,7 olarak tespit dilmiştir (Çizelge 4). Çizelge 4. Süt işletmelerinin yıllık işledikleri süt miktarı (ton) İşlenen süt miktarı Sayı % 25-250 9 37,5 251-400 2 8,3 400-1000 9 37,5 1000+ 4 16,7 Toplam 24 100 Üretilen ürünlerin büyük kısmı İl içerisinde pazarlanmakla birlikte özellikle İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyük iller olmak üzere diğer illere de pazarlanmaktadır. Satışların %46,9’luk kısmı toptan satış şeklinde gerçekleşirken, %43,6’sı kısmı ise firmaların perakende satış mağazalarında satışa sunulmaktadır. Sektörde yer alan işletmelerin karşılaştıkları en önemli sorunlar; merdiven altı üretim (%15,0), hammadde sıkıntısı (%14,7), finansman yetersizliği (%10,5), Kalifiyeteknik eleman yetersizliği (%8,3), üretici örgütlenme yetersizliği (%8,3) ve sütün taşınmasında yaşanan problemler (%7,9)’dir (Çizelge 5). Çizelge 5. İşletmelerin sektörde karşılaştığı en önemli problemler* Erzurum Problemler Sayı % Merdiven altı üretim 19 14,1 Hammadde sıkıntısı 17 12,6 İşlenen sütün kalitesi 16 11,9 Finansman 15 11,1 Kalifiye-teknik eleman yetersizliği 13 9,6 Örgütlenme yetersizliği 10 7,4 Sütün taşınması problemi 10 7,4 Düşük kapasiteli üretim 7 5,2 Devlet politikaları 6 4,4 Süt ürünlerine talebin düşük olması 6 4,4 Pazarlama 6 4,4 Uygun makinaların yokluğu 5 3,8 Teknolojinin yeterince kullanılamaması 5 3,7 Toplam 135 100,0 458 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Merdiven altı üretim bu sektörde büyük bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu işletmeler diğer kayıtlı işletmeler gibi bazı yükümlülüklerin altına girmeden ve denetimsiz üretim yaparak, ucuza mal ettiği üretimleri daha düşük fiyatla satmakta ve dolayısıyla haksız rekabete neden olmaktadır. Tüketiciler bu ayrımı gözetmeden fiyatı düşük olduğu için bu işletmelerin ürününe talep oluşturmakta, kalite standartlarınmı dikkate almamaktadır. Görüşülen üreticilerin %45,4’ü hammadde temininde karşılaştıkları en önemli problemin hammaddenin azlığı ve kalitesi olduğunu belirtmişlerdir. Süt işleyen firmalar, sütü aldıkları yerlerin ortalama 70 km uzaklıkta olduğunu belirtmişlerdir. Süt, çoğu zaman gerektiği gibi hijyen şartların uygun olarak taşınmadığından kalitesinde düşüş olmaktadır. Yine işletmecilerin %11,3’ü taşımanın hammadde temininde problem teşkil ettiğini belirtmişlerdir. Aksoy (2008) “Doğu Anadolu Hayvancılığının Avrupa Birliğine Uyumu ve Rekabet Edebilirliğinin Analizi” konulu çalışmasında, kapasite kulanım oranlarının mevsimlere göre çok fazla değişiklik gösterdiğini, ham maddenin bol olduğu ilkbahar da bile kapasite kullanım oranı %39,0 iken, kışın bu oranın %13,6’ya düştüğünü ve kapasite kulanım oranının en fazla değişkenlik gösterdiği il Erzurum olduğunu ifade etmektedir. Araştırmacı Erzurum’da süt işletmelerinin kapasite kullanım oranının ilkbahar mevsiminde %34,9, yaz mevsimine %27,6, sonbahar mevsiminde %11,4 ve kış mevsiminde %6,5 olduğunu tespit etmiştir. Erzurum ilinde pazarlama faaliyetlerine ilişkin en önemli sorunlar örgütlenme yetersizliği (%23,5), süt ve süt ürünlerinin fiyatının düşük olması (%15,7) rekabet gücünün zayıf olması (%13,7), olarak tespit edilmiştir. 4. Sonuç Hayvancılık Erzurum ili için sosyo-ekonomik yönden önemli bir potansiyele sahip olmasına rağmen, hayvan ırklarının veriminin düşük olması, sütün gereği gibi muhafaza edilememesinden kaynaklanan kalite düşüklüğü, süt işletmelerinin yaşadığı hammadde sorunu, kapasite kullanım oranının düşüklüğü ve pazara erişim gibi birçok yapısal ve organizasyon yetersizlikleri problemlerinden dolayı il sahip olduğu potansiyelinden yararlanamamakta ve ekonomik anlamda istenilen seviyede katma değer sağlayamamaktadır. Üreticiler, süt üretiminde kullanılan girdilerin uygun fiyatla temin edilemediğini, özellikle yemin pahalı olduğunu buna karşın çoğu zaman süt fiyatının süt maliyetinin 459 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X altında kaldığını belirtmişlerdir. Üreticiler, durumun böyle devam etmesi halinde süt sığırcılığı yapan işletmelerin giderek azalacağını; bu durumun önlenmesi amacı ile devletin büyük çiftlikler kurulmasını sağlamak amacı ile teşvik vermesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Süt işleyen işletmeciler de aynı fikri savunmuşlar, süt üretiminin azalmasının önüne geçilmesi için büyük ölçekli süt sığırı işletmelerinin mutlaka kurulması gerektiğini ifade etmişlerdir. Görüşülen işletmeler, sektörde çok önemli bir problem olarak görülen merdiven altı işletmelerin ve bazı kayıtlı işletmelerin süt ürünlerini işlerken çok zararlı katkı maddeleri kullandıklarını ve bunların yeterince denetlenemediklerini belirtmişlerdir. İşletmeciler, alışveriş merkezlerinin üretici ve toptancıyı bitirdiğini; tüketicilerin büyük markaların raf ürünlerine talep oluşturduklarını, kendi ürünlerine olan talebin azaldığını böyle devam ederse üreticiyi de bitireceği endişelerini belirtmişlerdir. Erzurum’un hayvancılık potansiyelini kullanabilmesi ve hem ilin hemde bölgenin kalkınmasına daha fazla katkı sağlaması için öncelikle sektördeki bütün aktörlerin işbirliği içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Özellikle üreticilerin yetiştiricilik ve kalite konusunda yeterince bilinçlendirilmeleri sağlanmalı; bu üreticilere soğutma tankı desteği mutlaka verilmelidir. Süt tedariği kooperatifler vasıtasıyla sağlamalıdır. Veterinerlik hizmetleri yeterli düzeyde yapılmalı, verimi yüksek ırk seçimine dikkat edilmeli, besleme, bakım ve barınak koşulları iyileştirilmesidir. Merdiven altı problemini çözmek için denetimler sıkılaştırılmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır. Kaynaklar Aksoy, A. 2008. Doğu Anadolu Hayvancılığının Avrupa Birliğine Uyumu ve Rekabet Edebilirliğinin Analizi. Atatürk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora tezi. Anonim, 2014. Erzurum İl Gıda ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayın Organı, Sayı (3), Erzurum’da Tarım. Demir, P., Aral, S. 2010. Kars İli Süt Sanayi İşletmelerinde Üretim ve Sanayi Entegrasyonunun Ekonomik ve Sosyo-Ekonomik Analizi, Kafkas Üniversite Veterinerlik Fakülte Dergisi, 16 (4): 585-592. Döven, M.S, Karadal, H., Hızıroğlu, A. 2013. Aksaray İli Süt ve Süt Ürünleri Sanayisinin Küme Potansiyeli Analizi. 460 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Balda Taklit ve Tağşişe Yönelik Denetlemeler ve İlgili Mevzuat Pınar Öztürk Arıcılık Araştırma İstasyonu Müdürlüğü Ordu-Ulubey Karayolu, Dedeli Kampüsü, Altınordu, Ordu, E-posta: pinar.ozturk@yahoo.com Özet: Dünya bal üretiminde ülkemiz 2.ci sıradadır (FAOSTAT, 2012). Bal beslenme ve bazı hastalıkların tedavisinde önemli bir yere sahip olup ekonomik olarak değerli olmasına ve çokça talep edilmesine sebep olmaktadır. Bu durum bazı üreticiler tarafında suistimal edilebilmekte piyasada taklit ve tağşişli ballarla karşılaşılmaktadır (Çetin ve ark., 2011). Sahte bal, katkılı (tağşişli) ve suni (taklit) ballar olmak üzere iki şekilde üretilmektedir. Tağşişli bal, arının değişik şeker şurupları (yüksek fruktozlu şeker şurubu, invert şeker şurubu, sakaroz şurubu, glikoz şurubu) ile beslenmesi, üretimden sonra şurupların katılması, farklı özellikteki balların karıştırılması, düşük rutubet içeriğine sahip ballara su ilave edilmesidir. Taklit bal ise üretimi tamamıyla kimyasal yolla, değişik şeker şuruplarından üretilir (Çetin ve ark., 2011; Gürel ve Gösterit, 2011). Denetimi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı kontrol görevlisi yapar. Kontrolör, bal satan işletmeleri Bal Tebliğine göre denetler, analiz yapılmak üzere almış olduğu numuneyi Gıda Kontrol Laboratuarına gönderir. Rutin denetimlerin dışında Bakanlığımıza bağlı Alo 174 Gıda Hattı vasıtasıyla da denetimler yapılmaktadır. Gıda Hattı, tüketicinin gıda güvenilirliği ile ilgili her türlü ihbar ve şikayette ilgili merciye kolay bir şekilde ulaşabilmesi, iletişimin tek merkezden yönlendirilmesi, tüketiciye en kısa zamanda dönüş yapılabilmesi ve sonucun takibi amacıyla kurulmuştur. Denetlemelerde insan tüketimine uygun olmadığı tespit edilen ballar piyasadan toplatılıp para cezası verilir. Sonuç olarak, yasal mevzuatın uygulanması büyük ölçüde mesleki örgütlenme ve mesleğin etik ilkelerinin çok iyi kavranmasıyla olacaktır. Bu nedenle Türkiye’ de arıcılık, karlılığı ve sürdürülebilirliği sağlayacak şekilde bilgi ve teknolojiyi kullanan, örgütlü, etik kuralları olan ve bu kurallara büyük ölçüde uyulan bir meslek olarak yapılanması önemlidir (Gürel ve Gösterit, 2011). Anahtar kelimeler: Bal, taklit ve tağşiş, mevzuat, denetleme 461 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Giriş, Denetimlerin İşleyişi ve İlgili Mevzuat Türkiye 7.060.973 kovan sayısı ile bal üretiminde bir önceki yıla göre % 8,2 artarak 102.486 ton olmuştur (TÜİK, 2014). Dünya bal üretiminde ise ülkemiz 88.162 ton ile 2.ci sırada yer almaktadır. Dünya bal ithalatında görülen artışlar ve uluslar arası bal fiyatlarının hızlı bir biçimde artması, bal üretim ve ticaretinin gelecekte de karlı bir faaliyet olmaya devam edeceğini göstermektedir. Bir yandan dünya bal talebinin artması diğer yandan önemli tüketici piyasalarında üretimin yavaşlaması ülkemiz bal üretici ve ihracatçılarına önemli bir fırsat sunmaktadır (Seyidoğlu, 2014). Bal beslenme ve bazı hastalıkların tedavisinde önemli bir yere sahip olup ekonomik olarak ta değerli olmasına ve çokça talep edilmesine sebep olmaktadır. Bu durum bazı üreticiler tarafında suistimal edilebilmekte piyasada taklit ve tağşişli ballarla karşılaşılmaktadır (Çetin ve ark., 2011). Sahte bal, katkılı (tağşişli) ve suni (taklit) ballar olmak üzere iki şekilde üretilmektedir. Tağşişli bal, arının değişik şeker şurupları (yüksek fruktozlu şeker şurubu, invert şeker şurubu, sakaroz şurubu, glikoz şurubu) ile beslenmesi, üretimden sonra şurupların katılması, farklı özellikteki balların karıştırılması, düşük rutubet içeriğine sahip ballara su ilave edilmesi şeklinde yapılan işlemlerle genel bileşim özellikleri değiştirilmiş balları kapsamaktadır. Taklit bal ise üretimi tamamıyla kimyasal yolla, değişik şeker şuruplarından üretilen ballar olup arısız bal üretimidir (Çetin ve ark., 2011; Gürel ve Gösterit, 2011). 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 24. Maddesi 4.bendine göre balda taklit ve tağşiş yasaktır. Bala gıda katkı maddeleri de dahil olmak üzere dışarıdan hiçbir madde katılamaz. Balın doğal bileşiminde bulunmayan organik ve/veya inorganik maddelerden ari olması gerekir. Bal, 23/8/2006 tarihli ve 26268 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Şeker Tebliğinde yer alan şekerleri içeremez (Anonim, 2010). Bal tebliği ile balın tekniğine uygun ve hijyenik şekilde üretilmesi, hazırlanması, işlenmesi, depolanması, nakledilmesi ve piyasaya arz edilmesi aşamalarında taşıması gereken özellikler belirlenmiştir (Anonim, 2012). Bal tebliği, ülkemizde bal satışı yapan işletmelerin denetimde dikkate alınmaktadır. Bal tebliğinin 1 numaralı ekinde Ballara Ait Diğer Özellikler yer almıştır. Buna göre fruktoz ve glikoz en az % 60, HMF en 462 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X fazla 40 mg/kg, protein ve ham bal delta Cl3 değerleri arasındaki fark -1,0 veya daha pozitif olmalıdır (Anonim, 2012). Sahte ballarda büyük oranda bal tebliğinde yer alan bu değerlerde farklılık oluşmaktadır. 5996 sayılı Kanunun 31. Maddesi 3.bendine göre gıda satan işletmelerin denetimi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı İl ve İlçe Resmi Kontrol görevlisindedir. Bu Kanun kapsamında öngörülen gıda kontrolü ile ilgili düzenlemeler, gıda ile temas eden madde ve malzemeler ile bu işle iştigal eden işyerleri için de uygulanır. Resmi kontroller, uygun sıklıkta, tarafsız, şeffaf ve mesleki gizlilik ilkelerine uygun olarak risk esasına göre, ön bildirim gereken haller dışında, önceden haber verilmeksizin gerçekleştirilir. Bu kontroller, izleme, gözetim, doğrulama, tetkik, denetim, numune alma ve analiz gibi uygulamaları da kapsar. Üretim, işleme ve dağıtım aşamalarında hangi meslek mensuplarının hangi resmi kontrollerden sorumlu olduğu ilgili kanunun 2 numaralı ekinde belirtilmiştir (5996 sayılı Kanunun 31. Maddesi 1.bendi). Denetimler sonucunda olumsuzluk tespit edilen işletmelerde kontrol sıklığı artırılır. Alo 174 Gıda Hattına tüketicinin gıda güvenilirliği ile ilgili her türlü ihbar ve şikayette ilgili merciye kolay bir şekilde ulaşabilmesi, iletişimin tek merkezden yönlendirilmesi, tüketiciye en kısa zamanda dönüş yapılabilmesi ve sonucun takibi amacıyla kurulmuştur. Alo 174 Gıda Hattına vatandaşlarımız ihbar-şikayette bulunmak istediğinde işletme adı ve adresini, şikayetçi olduğu ürün bilgilerini paylaştığında kayıt oluşturulmaktadır. Başvuruların sonlandırılma süresi ortalama 15 gündür. Kontrol görevlisi denetimden önce; Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi (GGBS) ve denetlenecek işyeri dosyasından ilgili bilgi ve belgeler ile geçmiş denetim kayıtlarını inceleyerek resmi kontrol ile ilgili gerekli hazırlıkları yapar. Kontrol görevlisi kimliğini ibraz ederek kendisini tanıtır, işletme yetkilisine resmi kontrolün amacı konusunda bilgi verir. Denetim, işletme yetkilisi ya da yetkilinin görevlendireceği işletme elemanı ile beraber yapılır. Kontrolör, bal satan işletmeleri Bal Tebliğine göre denetler ve analiz yapılmak üzere almış olduğu numuneyi bulunduğu ildeki Gıda 463 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kontrol Laboratuarına gönderir. 5996 sayılı Kanun gereği, bu muayene ve analiz sonucu kesin olup analiz sonucuna itiraz edilemez. Bal satan işletmelerde resmi kontrol sonucu mevzuata uygunsuzluk tespit edilmesi halinde “İdari Para Cezası Yaptırım Kararı” (EK-16) en az iki suret düzenlenerek İl Müdürünün onayına sunulur. Resmi kontrol sırasında herhangi bir engelleme ile karşılaşıldığında bu durum, “Denetim ve Kontrolün Engellendiğine Dair Tutanak” (Ek-2) ile tespit edilerek, 5996 sayılı Kanunun 41(1) inci maddesi (ç) bendine göre yasal işlem uygulanır. En kısa süre içerisinde güvenlik güçleri ile beraber resmi kontrol yeniden yapılır. Denetim sırasında; a) Öncelikle işletmenin onaylı veya kayıtlı olarak faaliyet gösterip göstermediği, eğer göstermiyorsa 5996 sayılı Kanunun 42. Maddesi uyarınca savcılığa suç duyurusunda bulunulur, b) 5996 sayılı Kanun’un EK-1’ine uygun olarak işin nev’ine göre personel çalıştırıp çalıştırmadığı kontrol edilir. Resmi kontrollerin herhangi bir aşamasında işletme yetkilisinin, tutanakları imzalamayı reddetmesi durumunda işletme yetkilisinin adı ve soyadı yazılarak ya da kaşesi basılarak imza kısmına “İMZADAN İMTİNA ETMİŞTİR” ifadesi yazılır ve tutanak Tebligat Kanununa göre işletmeye tebliğ edilir. Verilen idari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren 30 (otuz) gün içinde ödenmek zorundadır. İdari para cezalarının kesinleşmesi üzerine ödemeler, ilgili muhasebe müdürlüğüne/mal müdürlüğüne veya müdürlüğün hesabının bulunduğu bankalara yapılır. Kontrolör; laboratuvar, muayene ve analiz raporuna ilişkin bilgi ve sonuçları öncelikle GGBS’ ne girişini yapar ve aynı zamanda yazı ile İl Müdürlüğüne bildirir. Muayene ve analiz raporlarının bir nüshası laboratuvarda dosyalanır. İnsan tüketimine uygun olmadığı tespit edilen ballar masrafları işyeri sahibine ait olmak üzere piyasadan toplatılır ve mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir. Bu ürünleri üreten veya piyasaya arz edenler hakkında kamunun sağlığına karşı suçlar kapsamında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur (5996 sayılı Kanunun 40. Maddesi 1.bendi). Günümüzde balda taklit ve tağşiş yapanlara10.000 Lira para cezası verilir. Sahte ballara el konulup mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir (5996 sayılı Kanunun 40. Maddesi I.bendi). Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, uygun gördüğü hallerde yapılan kontroller sonucunda sahip olduğu bilgileri, kamuoyunun bilgisine sunmaktadır (5996 sayılı Kanunun 31. Maddesi 6.bendi). 464 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 2.Sonuç ve Değerlendirme Yasal mevzuatın uygulanması büyük ölçüde mesleki örgütlenme ve mesleğin etik ilkelerinin çok iyi kavranması ile olacaktır. Her meslek grubunda olduğu gibi arıcılıkta da bilgisizlikten ve açgözlülükten kaynaklanan yanlış uygulamalar her zaman olacaktır. Ayrıca arıcılık sektörü doğası gereği bu olumsuzluklara oldukça açıktır. Bu nedenle Türkiye’ de arıcılık karlılığı ve sürdürülebilirliği sağlayacak şekilde bilgi ve teknolojiyi kullanan, örgütlü, etik kuralları olan ve bu kurallara büyük ölçüde uyulan bir meslek olarak yapılanmalıdır (Gürel ve Gösterit, 2011). Kaynaklar Anonim, 2010. Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu; 11.06.2010 tarih ve 5996 Resmi Gazete. Anonim, 2012. Türk Gıda Kodeksi, Bal Tebliği (2012/58). Başbakanlık Basımevi, Ankara. Çetin, K., Alkın, E., Uçurum, H.Ö. 2011. Piyasada Satılan Çiçek Ballarının Kalite Kriterlerinin Belirlenmesi. Gıda ve Yem Bilimi Teknolojisi Dergisi / Journal of Food and Feed Science Technology 11:49-56. FAO-STAT, Erişim adresi: www.fao.org. Erişim tarihi: 31,03,2015 Gürel, F., Gösterit, A. 2011. Arıcılığın Etik Açıdan Değerlendirilmesi. Erişim adresi: http://www.aricilikmuzesi.net Seyidoğlu, H. 2014. Dünya Bal Ticareti ve Türkiye’nin Yeri. Arıcılık Araştırma Dergisi. Yıl 6, Sayı 12, Sayfalar 13-18. TÜİK, 2014. Hayvansal Üretim İstatistikleri, Ankara 465 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Türkiye’de Gıda Güvenliğinin Mevcut Durumu ve Karşılaşılan Sorunlar Aydın Gürel1 Cennet Eden2 1 Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü, Tekirdağ, a.gurel2@gmail.com, 2 İstanbul İli Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, İstanbul. Özet: Son yıllarda tüm dünya ülkelerini ilgilendiren temel konuların başını gıda güvenliği, gıda güvencesi ve beslenme almıştır. Artan dünya nüfusunun yeterli, sağlıklı ve güvenilir besin kaynaklarına ulaşması giderek daha çok risk altına girmiştir. Gıda güvenliği gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmiş ülkeleri de tehdit eden bir unsur olmaya başlamıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda da tüm dünya ülkeleri ve uluslar arası kuruluşlar önlemler almaya ve uygulamaya başlamıştır. Teknolojinin tarımda ve tarıma dayalı sanayinde yoğun olarak kullanılması tehlike riskleri de yaratmaya başlamıştır. Gıdalardan kaynaklanan tehlikelerin artması, tüketicilerin ekonomik ve sosyal özelliklerinin değişmesi tüketicilerin gıda ürünlerinde beklentilerini de değiştirmiştir. Bu çalışmada Türkiye’de gıda güvenliğinin mevcut durumu ve gıda güvenliği açısından yaşanan sorunları irdelenmektedir. Anahtar kelimeler: Gıda, Tüketici, Gıda Güvenliği Sorunları Current Status and Problems of Food Security in Turkey Abstract: Head of the main issues concerning food safety throughout the world in recent years, has taken food security and nutrition. Enough of the growing world population, has come under increasingly more risk to achieve a healthy and reliable food source. Food security in developed and developing countries as in developed countries are also becoming a threat. These developments are also in line to take in all the world's countries and international organizations and has begun implementing measures. Intensive use of technology in agriculture and 466 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X agro-industry has begun to create the danger risks. Increase the hazards caused by food, changes in consumers' economic and social characteristics of food products and consumer expectations have changed. In this study, the problems faced in terms of the current state of food security and food safety in Turkey are examined. Key words: Food, Food Safety, Consumer, Food Safety Issues 1. Giriş Globalleşen dünyada, her türlü ürünün ticaretiyle birlikte hızlı tüketim malları olan gıda maddelerinin dünyanın bir ucundan diğerine gönderilmesi rutin bir hale gelmiştir. Bu durum, gıda güvenliği kavramını günümüzde ön plana çıkarmıştır. Gıda tüketiminin, yani beslenmenin dünya üzerindeki her insan için elzem olduğu göz önüne alındığında, yeterli hijyenik şartları taşımayan gıda maddelerinin ne kadar büyük bir tehdit olduğu açıktır. AB, gıda güvenliği alanındaki bakış açısındaki sürekli değişimlerle, bugünkü riskleri daha oluşmadan elimine etmeyi ön planda tutan ve gıda zincirinin her aşamasında uygulanan “tarladan sofraya” gıda güvenliği politikasını uygulamaya koymuştur. AB’ye aday ülke olan Türkiye zaman içerisinde geliştirdiği gıda güvenliği mevzuatı ve uygulamalarını AB’ye uyumlaştırma çalışmalarını sürdürmektedir. Bu kapsamda gıda güvenliğini sağlamaya yönelik olarak “Gıda Güvenliği Yönetim Sistemleri” olarak adlandırılan bir dizi araç dünyada uygulamaya girmiştir. İyi Tarım Uygulamaları (GAP), İyi Üretim Uygulamaları (GMP), İyi Hijyenik Uygulamalar (GHP), İyi Laboratuar Uygulamaları (GLP) ile Tehlike Analizi ve Kritik Kontrol Noktaları (HACCP) gibi uygulamalar gıda güvenliğini sağlamaya yönelik araçlar olarak uluslararası boyutta kabul görmüş ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en önemli tüketici sorunlarından biri “Gıda Güvenliği” olup, yasa yapıcı her kurum ve kuruluşun gıda zincirindeki yerini, rolünü ve pozisyonunu bilmesi, gereğini yerine getirmesi gereklidir. Zincirin ilk halkası tarla ya da çiftlik iken, son halkası tüketicilerin de mutlaka şeffaf bir şekilde bu sürece dahil edilmesi sorunların giderilmesi açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur. 467 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü “Türkiye’de Gıda Güvenliğinde Karşılaşılan Sorunlar ve Gıda Güvenliğinin Benimsenmesinde Eğitim Yöntemlerinin Uygulanabilirliği” isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu bildirinin amacı, Türkiye’de gıda güvenliğinin mevcut durumunu ve gıda güvenliği açısından karşılaşılan sorunları irdelenmektedir. 2. Materyal ve Yöntem Araştırma materyali daha çok literatüre dayalı verilerden elde edilmiştir. Bunun nedeni çalışmanın makro düzeyde bilgiler içermesidir. Bundan dolayı kapsamlı bir literatür taraması yapılarak çalışmaya materyal toplanmıştır. Bu kapsamda AB ve Türkiye’de gıda güvenliği, AB’nin gıda güvenliği anlayışı, AB gıda güvenliği ile ilgili yasal düzenlemeler, AB gıda güvenliği mevzuatının kapsadığı alanlar, Türkiye’de gıda güvenliği, Türkiye’nin AB gıda güvenliği mevzuatına uyumunda yaşanan sorunlar ve sorunların çözümünde eğitim yöntemlerinin uygulanabilirliği ve tüketicilerin eğitimi üzerine yazılmış yurtdışı ve yurtiçi literatürler değerlendirilmiştir. 3. Bulgular ve Tartışma Gıda sanayinin temel yapı taşı tarım sektörüdür ve tarımsal üretimdir. 2010 yılı Genel Tarım Sayımı verilerine göre Türkiye’de toplam 3 076.649 tarımsal işletme bulunmaktadır. Bu işletmelerin % 67,4’ünde hem bitkisel üretim hem de hayvan yetiştiriciliği % 30,2’inde yalnız bitkisel üretim, % 2.4’ünde ise yalnız hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. İşletme başına 6 hektar arazi ve 18 büyük ve küçükbaş hayvan düşmektedir (Anonim 2011). Türkiye İstatistik Kurumu 2009 yılı verilerine göre ülkemizde; toplam büyükbaş hayvan sayısı 10.811.165, koyun sayısı 21.749.508, keçi sayısı 5.128.285 ve 234.082.206 kanatlı hayvan bulunmaktadır (Anonim 2010a). Bitkisel üretimde 2003 yılı itibariyle ekili alanlar 17,5 milyon hektar olup bağ, bahçe, meyvelik alanlarla beraber 20 milyon hektar ekili dikli alan bulmaktadır. (Anonim 2006). Bu verilere göre, Türkiye’de tarım işletmelerinin yaklaşık ¾’ü (% 67,4) karma işletmelerden oluşmaktadır. Buna karşın uzmanlaşmış anlamda yalnız bitkisel (% 30,2) ve yalnız hayvansal (% 2,4) üretim yapan tarım işletmelerin sayısı azdır. Ayrıca tarım işletmeleri gerek arazi 468 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X büyüklüğü, gerek yetiştirdikleri hayvan sayısı ve gerekse bağ, bahçe meyvecilik açısından küçük işletmelerdir. Küçük işletmelerde kontrol, denetim, eğitim ve yayım faaliyetlerinin uygulanması oldukça zordur. Bu durum tarlada gıda güvenliğini de olumsuz etkilemektedir. Gıda işletmelerinde görülen mevcut durum tarım işletmelerinin mevcut durumundan pek de farksız değildir. 2009 yılı sanayi envanterine göre Türkiye’de gıda işletme sayıları 50.853’tür (Anonim 2010b). Bu işletmelerin % 36,1’i tahıl, un ve unlu mamuller iken, bunu % 19,3 ile pastacılık ürünleri ve tatlılar, % 6,5 ile şekerli mamuller, % 6,0 ile süt ve süt ürünleri ve % 5,9 ile meyve ve sebze işletmeleri izlemektedir. Gıda sektörde gıda güvenliğini olumsuz etkileyen birçok etmen bulunmaktadır. Bunlar; işletmelerinin küçük ölçekli yapıya sahip olması, kayıt dışı üretim, geleneksel üretimden modern üretim yöntemlerine geçişte yaşanan zorluklar, kayıtsız işletmelerin varlığı, gıda kalite güvence sistemlerinin maliyetli olması, eğitimsiz işgücü, yetişmiş insanların etkili kullanılamaması, mesleki eğitim programlarında gıda güvenliğinin yeterince ele alınmaması, denetim personeli ve laboratuar personellerinin hizmet içi eğitimlerinde eksiklikler, üretici ve tüketici bilinçsizliği, mevzuat yetersizliği, akredite laboratuarların yetersizliği, mevcut laboratuarlardaki teknik yetersizlik, yetersiz Ar-Ge altyapısı, araştırmayayım ilişkisinin zayıflığı, organizasyon eksikliği, genetik kaynakların korunmasında bilinç eksikliği, genetik kirlenme, kaliteli ham madde yetersizliği, ambalaj sanayinin yetersizliği, denetim yetersizliği, denetim kurumları arasında yetki ve koordinasyon bozukluğu, standardizasyon yetersizliği, çevreye zararlı materyallerin kullanım kolaylığı ve maliyetlerinin düşüklüğü, gelişmiş alet ve ekipmanların maliyet ve satın alma değerlerinin yüksekliği, devlet kurumları arasında koordinasyon ve işbirliği eksikliği, katkı ve kalıntıların bilinçsiz kullanımı, yanıltıcı reklamlar, yasalarda düzenlenmesi uygun görülen hedef kitle eğitim programlarının yetersizliği gibi sıralanabilir. Tarım sektöründe yapılan birçok çalışma tarımsal üretim sürecindeki gıda güvenliğine ışık tutmaktadır. Örneğin; DPT 9. Kalkınma Planı, 2007-2013 raporunda (Anonim 2007) gıda güvenliğinin başlangıç noktasının çiftçi olduğu belirtilmekte ve başta bitki ve hayvan sağlığı ve gıda güvenliği olmak üzere tarım sektöründe altyapı sorunların olduğu ve çalışmaların ildirilmektedir. Bu bağlamda bu alanda yoğunlaştırılmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Yılmaz (2008) “Trakya Bölgesinde Kırsal ve 469 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kentsel Tüketicilerin Gıda Ürünleri Tüketim Alışkanlıkları ve Gıda Güvenliği Bilgi Düzeylerinin Tespiti” adlı çalışmada kentlerde yaşayanların kırsal kesimde yaşayanlara göre gıda tüketiminde daha dikkatli oldukları özellikle hayvansal ürün kaynaklı hastalıklara karşı kentte yaşayanların daha özenli olduklarını bildirmektedir. Bu bağlamda (Gürel 1998, 2010a, 2010b ve 2014) Trakya Bölgesinde yapmış olduğu çalışmalarda yayım elamanları, çiftçi ve çiftçi örgütleri çiftçi arasındaki iletişimin zayıf olduğunu ve bunun üretim faktörlerini olumsuz etkilediği bkuşkusuz gıda güvenliği de olumsuz etkilenmektedir. Durmuşoğlu ve ark. (2010) ise “Türkiye’de Pestisit Kullanımı, Kalıntı ve Dayanıklılık Sorunları” adlı çalışmada, gıda güvenirliliğin sağlanması için, çevreyi ve dış ticaretimizi koruyabilmek amacıyla kırsalda pestisit kullanımının bilinçli ve kontrollü yapılması gerektiği vurgulanmakta olup, çevreyi ve insan sağlığını olabildiğince az etkileyebilen düşük riskli ya da çevre dostu pestisitlere öncelik verilmesi gerektiği önermektedir. Gıda sektöründe de yapılan birçok çalışma gıda güvenliği açısından sektörün yapısına ışık tutmaktadır. Örneğin; Günal (2000) Erzurum il merkezindeki resmi kurumlarda toplu beslenme hizmeti veren personelin işyeri ve kişisel hijyen konusunda bilgi düzeyinin incelendiği çalışmada; kurum beslenme servisinde çalışanların %74,7’sinin mesleki eğitim kursu almadığı, %41 inin işe başlamadan önce ellerini yıkamadığı, %70’inin çalıştığı birimin denetlenmediği tespit edilmiştir. Baş ve ark., (2007) Türkiye’de yiyecek sektöründe gıda güvenliği sisteminin ve HACCP sisteminin önündeki engelleri saptamak ve gıda güvenliği programlarının belirlemek için yapılan çalışmada, çalışmaya katılanların %63.5’i HACCP sistemini bilmediklerini, %23.9’u HACCP sistemini çok karışık bulduklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca gıda sektöründe çalışanların %31’i temel yiyecek hijyeni eğitimi almadıklarını ifade etmişlerdir. Meer ve Misner (2000) Amerika'nın Tarım bölgesi Arizona'nın Maricopa ve Pima bölgelerinde, geliştirilmiş yiyecek ve beslenme eğitim programına katılanların yiyecek güvenliği bilgisi ve tekniklerini belirlemek amacıyla yapılan çalışmada katılımcıların %50.0'sinin televizyon programlarının güncel besin güvenliği bilgilerini elde etmede önemli bir araç olarak gördükleri belirlenmiş ve basılı ve görsel basında besin güvenliği ile ilgili yayınlara geniş yer verilerek besin güvenliği bilgisinin arttırılacağı sonucuna 470 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X varılmıştır. Küçükkomürler ve Şanlıer (2001) “Ayak-Üstü (Fast -Food) Yiyecek Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki Bilgilerinin Değerlendirilmesi” adlı çalışmada, Ankara’daki ayaküstü yiyecek satışı yapılan yerlerde görevli personelin hijyen konusundaki bilgilerini değerlendirmiştir. Bu iş yerlerinde çalışan görevli personelin hijyen bilgilerin yetersiz olduğu tespit edilmiş ve konu ile ilgili eğitimlerin yaygınlaştırılması gerektiği vurgulanmıştır. Halaç (2002) “Türkiye’de Gıda Sanayinde Kalite ve Güvenlik Standartları: Kavramlar, Mevzuat ve Uygulamalar” adlı çalışmada; Türkiye’de gıda sektöründe uygulanmakta olan gıda mevzuatı ile kalite güvence sistemleri ve uygulamada karşılaşılan sorunları tespit edilmiş olup, mevzuat bakımında AB ile fazla bir uyumsuzluk bulunmamasına karşın, uygulamada çok büyük eksikliklerin olduğu saptanmıştır. Çığ (2008) “Avrupa Birliği’nde Gıda Kontrolü Uygulamaları ve Türk Gıda Kontrol Sisteminin AB’ye Uyumu” başlıklı çalışmada, Türkiye’de gıda güvenliğinin etkin olarak yürütülebilmesi için tüm gıda işletmelerin kayıt altına alınması, envanter bilgilenin tutulması gerektiği, denetimlerin tek bir kurumda toplanması, konu ile ilgili mevzuat ve kanunların zaman kaybedilmeden çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. 4. Sonuç Türkiye’de tarım sektöründe tarım işletmelerinin küçük ve karma işletmelerden oluşması, kontrol, denetim, eğitim ve yayım faaliyetlerinin yetersizliği gıda güvenliğini olumsuz etkilemektedir. Gıda sektöründe ise, işletmelerinin küçük ölçekli olması, kayıt dışı üretim, geleneksel üretimden modern üretim yöntemlerine geçişte yaşanan zorluklar, eğitimsiz işgücü, yetişmiş insanların etkili kullanılamaması, mesleki eğitim programlarında gıda güvenliğinin yeterince ele alınmaması, denetim personeli ve laboratuar personellerinin hizmet içi eğitimlerinde eksiklikler, üretici ve tüketici bilinçsizliği, mevzuat yetersizliği, laboratuarlarda teknik yetersizlik, yetersiz Ar-Ge altyapısı, araştırmayayım ilişkisinin zayıflığı, organizasyon eksikliği, kaliteli ham madde yetersizliği, ambalaj sanayinin yetersizliği, standardizasyon yetersizliği, katkı ve kalıntıların bilinçsiz kullanımı, yanıltıcı reklamlar gibi etmenler gıda güvenliğini olumsuz etkilemektedir. 471 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kaynaklar Anonim (2007). 9. Kalkınma Planı (2007-2013). Gıda Güvenliği, Bitki ve Hayvan Sağlığı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Yayın No: DPT 2711, S:82 Anonim, 2006. Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013). Gıda Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Raporu, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, S:105. Anonim, 2010a. Hayvansal Üretim 2009. T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu Haber Bülteni, http://www.tuik.gov.tr. Anonim, 2010b. 2009 Yılı Gıda Sanayi Envanteri. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü, Ankara, S:271 Anonim, 2011. GAP Bölgesinde Hayvancılığın Yapısı. http://www.gap.gov.tr/proje-ve-faaliyetler/ekonomik-kalkinma-vegirisimcilik-genel-koordinatorlugu/tarim-orman-ve-kirsalkalkinma/mevcut-durum/gap-hayvansal-uretimi/gap-bolgesindehayvanciligin-yapisi, Erişim Tarihi: 02.02.2014 Baş M, Yüksel M, Çavuşoğlu T., 2007, Difficulties And Barriers For The İmplementing Of HACCP And Food Safety Systems In Food Businesses In Turkey. Food Control 18(2)124-130 Çığ, E., 2008, Avrupa Birliği’nde Gıda Kontrolü Uygulamaları ve Türk Gıda Kontrol Sisteminin AB’ye Uyumu. AB Uzmanlık Tezi, T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara. Durmuşoğlu E, Tiryaki O, Canhilal R (2010). Türkiye’de Pestisit Kullanımı, Kalıntı ve Dayanıklılık Sorunları. Türkiye Ziraat Mühendisliği 7. Teknik Kongresi Bildiriler Kitabı 2, Ankara 589607. Günal Ü., 2000, Erzurum İli Merkezinde Resmi Kurumlarda Toplu Beslenme Hizmeti Veren Personelin İşyeri ve Kişisel Hijyen Konusunda Bilgi Düzeyi. Yüksek Lisans Tezi,, Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Erzurum. Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No: 262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s. Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ. 472 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ. Gürel. A., 2014, Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi, Namık Kemal Üniversitesi, NKUBAP.00. 24.Ar.12..12 Nolu Proje Raporu, Tekirdağ. Halaç E., 2002, Türkiye’de Gıda Sanayinde Kalite ve Güvenlik Standartları: Kavramlar, Mevzuat ve Uygulamalar. Yğksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya. Küçükkömürler S, Şanlıer N., 2001, Ayak-Üstü (Fast -Food) Yiyecek Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki Bilgilerinin Değerlendirilmesi. Mesleki Eğitim Dergisi, 3:5:65-76. Meer R R Ve Misner S L., 2000. Food Safety Knowledge and Behavir of Expanded Food and Nutrition Education Program Participants In Arizona Journal of Food Protection, 63(21)17251731. Yılmaz E., 2008, Trakya Bölgesinde Kırsal ve Kentsel Tüketicilerin Gıda Ürünleri Tüketim Alışkanlıkları ve Gıda Güvenliği Bilgi Düzeylerinin Tespiti, Doktora Tezi, Namık Kemal Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tekirdağ. 473 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gıda Güvenliğinin Benimsenmesinde Eğitim ve Bilinçlendirme Yöntemleri Aydın Gürel1 Cennet Eden2 1 Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü, Tekirdağ, a.gurel2@gmail.com, 2 İstanbul İli Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, İstanbul. Özet: Gıda güvenliği alanında yaşanan sorunlar; tüketiciler ve üreticilerin gıda güvenliği riskine karşı ilgisini ve bu konulardaki bilinç düzeyini arttırarak en aza indirilebilir. Gıda güvenliğinde eğitim; kişiyi, davranış ve değerlerini değiştirmeyi amaçlar. Kişi değişmedikçe onun dışında değişen yasal uygulamaların işlerlik kazanması beklenemez. Gıda güvenliği eğitimi konusunda kamu, üniversite, sanayi ve sivil toplum kuruluşları önemli rol oynayabilmektedir. Bu çalışmada gıda güvenliğinin benimsenmesinde bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim yöntemleri irdelenmektedir. Anahtar kelimeler: Gıda Güveliği, Eğitim, Bilinçlendirme Education and Awareness Rising Methods for the Adoption of the Food Safety Abstract: The problems experienced in the field of food safety can be reduced to a minimum by raising the interest and the awareness of the consumers and the producers on risks related to the food safety. Education about the food safety aims to change the behaviour and the values of the individuals, as well as the individuals themselves. New legal implementations cannot be expected to lead to much changes as long as the individual does not adopt new ways of thinking. Public institutions, universities, industrial sector and civil society organizations play a key part in food safety education. In this study, individual, group, and mass education methods used for adoption of the food safety are discussed. Key words: Food security, Education, Awareness, 474 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 1. Giriş Tüm dünyada her yıl milyonlarca insan gıda kökenli hastalıklardan etkilenmektedir. Örneğin ABD'de her yıl tahmini 76 milyon gıda kaynaklı hastalık vakasının ortaya çıktığı, bunların da 325 bininin hastane bakımı gerektirdiği ve 5 bininin ise ölümle sonuçlandığı tahmin edilmektedir. Birçok gıda kaynaklı hastalık sporadik ve bildirimi yapılmazken, gıda kaynaklı hastalık salgınları çok büyük kitleleri etkileyebilmektedir. Örneğin, Kalkan (2011) 1994 yılında ABD'de ortaya çıkan Salmonella salgınında (kontamine dondurma) tahminen 224 bin kişinin etkilendiğini, 1988 yılında Çin'de kontamine istiridyelerin tüketilmesiyle ortaya çıkan Hepatit A salgınının 300 bin kişiyi etkilediği bildirilmektedir. Bu bağlamda tüketiciler eğitilip bilinçlendirilerek; ürünler üzerinde kritik yapabilen, analiz yeteneklerini kullanabilen, kendi ihtiyaçlarını giderirken topluma olan etkilerini de görebilen bir üçüncü göz yani "tüketici gözü" oluşturması mümkündür. Eğitimler; kişiyi, davranış ve değerlerini değiştirmeyi amaçlar. Kişi değişmedikçe onun dışında değişen yasal uygulamaların işlerlik kazanması beklenemez. Gelecekte gıda üreticisi olabileceği gibi her daim tüketici olan bireylerde çocukken gıda güvenliği ve güvenilirliği bilincinin oluşturulması gıda kaynaklı problemlerin azalmasına neden olacaktır. Bu kapsamda gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun her ülke hedefe odaklı bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim yöntemlerini uygulayarak eğitilmiş tüketici tipini yaratmak zorundadır. Bu bağlamda Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü “Türkiye’de Gıda Güvenliğinde Karşılaşılan Sorunlar ve Gıda Güvenliğinin Benimsenmesinde Eğitim Yöntemlerinin Uygulanabilirliği” isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu bildirinin amacı, amacı gıda güvenliğinin benimsenmesinde eğitim ve bilinçlendirme yöntemlerini irdelemektir. 2. Materyal ve Yöntem Araştırma materyali daha çok literatüre dayalı verilerden elde edilmiştir. Bunun nedeni çalışmanın makro düzeyde bilgiler içermesidir. Bundan dolayı kapsamlı bir literatür taraması yapılarak çalışmaya materyal toplanmıştır. Bu kapsamda AB ve Türkiye’de gıda güvenliği, AB’nin gıda güvenliği anlayışı, AB gıda güvenliği ile ilgili yasal 475 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X düzenlemeler, AB gıda güvenliği mevzuatının kapsadığı alanlar, Türkiye’de gıda güvenliği, Türkiye’nin AB gıda güvenliği mevzuatına uyumunda yaşanan sorunlar ve sorunların çözümünde eğitim yöntemlerinin uygulanabilirliği ve tüketicilerin eğitimi üzerine yazılmış yurtdışı ve yurtiçi literatürler değerlendirilmiştir. 3. Bulgular ve Tartışma 3.1 Eğitim ve Bilinçlendirme Yöntemleri Gıda güvenliğinde eğitim ve bilinçlendirme; gıda işi ile uğraşan iş görenlerin güvenilir gıda üretmesinde, tüketiciyi koruma ve gıda güveliğini tüketici açısından sağlamada en etkili yöntemdir. Gıda güvenliğinde eğitim ile kişiyi, davranışlarını ve alışkanlıklarını değiştirmek mümkündür. Bu kapsamda Dağ (1996) toplu beslenme servislerinde çalışan personel için geliştirilen hijyen eğitim programının personelin bilgi, tutum ve davranışları üzerindeki etkilerini incelemiştir. Günal (2000) Erzurum il merkezindeki resmi kurumlarda toplu beslenme hizmeti veren personelin işyeri ve kişisel hijyen konusunda bilgi düzeyini araştırmıştır. Küçükkomürler ve Şanlıer (2001) “Ayak-Üstü (Fast -Food) Yiyecek Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki Bilgilerinin Değerlendirilmesi” adlı çalışmasında, Ankara’daki ayaküstü yiyecek satışı yapılan yerlerde görevli personelin hijyen konusundaki bilgilerini değerlendirmiş ve iş yerlerinde çalışan görevli personelin hijyen bilgilerin yetersiz olduğunu tespit edilmiştir. Baş ve ark. (2007). Türkiye’de yiyecek sektöründe gıda güvenliği sisteminin ve HACCP sisteminin önündeki engelleri saptamak ve gıda güvenliği programlarının belirlemek için yapılan çalışmada, çalışmaya katılanların %63.5’i HACCP sistemini bilmediklerini, %23.9’u HACCP sistemini çok karışık bulduklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca gıda sektöründe çalışanların %31’i temel yiyecek hijyeni eğitimi almadıklarını ifade etmişlerdir. Meer ve Misner (2000) Amerika'nın Tarım bölgesi Arizona'nın Maricopa ve Pima bölgelerinde, geliştirilmiş yiyecek ve beslenme eğitim programına katılanların yiyecek güvenliği bilgisi ve tekniklerini belirlemek amacıyla bir çalışma yapmışlardır. Araştırmaya katılanların %50.0'sinin televizyon programlarının güncel besin güvenliği bilgilerini elde etmede önemli bir araç olarak gördükleri belirlenmiştir. Besin güvenliği konusunda kadınlar erkeklere kıyasla, 50 yaş 476 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X üstündekiler, genç yetişkinlere kıyasla daha yüksek besin teknikleri puanı almışlardır. Mazzocchi ve ark. (2004), araştırmalarında deli dana krizi sonucu tüketicilerin refah kaybını tahmin etmeye çalışmışlardır. Tüketicilerin bilgilendirilmemiş olmasının maliyeti, mevcut enformasyon altında bilgilendirilen ve bilgilendirilmemiş tercihlerin faydası karşılaştırılarak ölçülmüştür. Sonuç olarak, İtalyan tüketicilerin gecikmiş olarak bilgilendirilmekten dolayı önemli bir refah kaybına uğradığı saptanmıştır. Kabacık (2008) Lappalainen ve arkadaşlarına atfen yapılan bir araştırmada Avrupalılar için ambalaj üzerindeki besin etiketlerinin çok önemli bir bilgi kaynağı olduğu ve tüketicilerin besinlerini seçerken bu etiketlere göre tercih yaptıklarını saptamışlardır. Bu kapsamda hedef kitleye (üreticiler, STK’lar, kamu ve özel kuruluşlar, ürünü işleyen ve pazarlayan kuruluşlar vb.) uygulanan bilgilendirme, bilinçlendirme eğitim yöntemleri bireysel, grupsal ve kitlesel olmak üzere üç grup altında toplanmaktadır. 3.2. Bireysel Eğitim Bir kişiye ya da bir aileye yönelik verilen eğitim hizmetidir. Gıda güvenliği bilinci hem üretici hem tüketicilerde birebir görüşmelerle oluşturulmaktadır. Bu yöntem kişileri ikna etmede diğer eğitim yöntemlerine göre daha etkilidir. Ancak en masraflı yöntemdir. Gıda sektöründe önder olabilecek, çevresini etkileyebilecek kişiler seçilerek bu kişilerin eğitimin ve bilinçlenmesi bireysel yöntemlerle sağlanır. Bireysel eğitim metotları ile çok az bir gruba ulaşılabildiğinden geniş bir tüketici kitlesini eğitmek mümkün olmayabilmektedir (Şekil 1). Şekil 1: Jelatin ve Alkol Sorunu ve Hijyen Eğitimi Kaynak: Anonim 2015a1 ve 2015a2 477 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3.3. Gurupsal Eğitim Sınırlı sayıda kişilerden oluşan gruplara yönelik yapılan bir eğitim şeklidir. Davranış değişiminde önemli rol oynamaktadır. Gıda güvenliği problemlerinden pestisit kullanımı, hayvan hastalıkları, salgın hastalık kontrolü vb yetiştiricilik konularında bilinçlenme sağlamak üzere Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ziraat odaları, yetiştirici birlikleri, kooperatifler ve STK’ların eğitimlerinde yaygın olarak uygulanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ve bilhassa özel sektör tarafında intensif olarak kullanılan bir eğitim yöntemidir. Grup eğitim metotları olarak toplantı, grup tartışmaları, panel, hizmet içi eğitimler, sertifika programları, konferans, konu bazlı gıda güvenliğine dair sertifika programları gibi teknikler gıda güvenliği eğitiminde uygulanmaktadır. Ayrıca örnek olay incelemeleri, temsil tiyatro gibi eğitsel oyunlar ile de hem tüketicileri hem de gıda iş görenlerini eğitmek mümkündür (Şekil 2). Şekil 2: Grupsal Eğitim Kaynak: Anonim 2015b1 ve 2015b2 3.3. Kitlesel Eğitim: Birebir ve grup eğitim metotlarının aksine aynı anda çok sayıda kişiye hitap edilebilir bir eğitim yöntemidir. Medya araçları (TV, radyo, gazete, bilgisayar, cep telefonu vb.) aracılığı ile uygulanmaktadır. Aynı anda çok sayıda hedef kitleye uygulanabilen en hızlı ve en ekonomik eğitim yöntemidir. Ancak bilgi akışı, iletişim tek yönlüdür. Mesajın hedef kitleye etkinliğinin ölçümü zor ve masraflıdır. Mesajın yanlış anlaşılma olasılığı yüksektir. Hedef kitlenin sorunlarını saptama olanağı yok denecek düzeydedir (Şekil 3). 478 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Şekil 3: Kitle İletişim Araçları Kaynak: Anonim 2015c 3.4. Eğitim Yöntemlerinin Etki Dereceleri Bir eğitim programında kullanılabilecek olan eğitim yöntemlerinin belirlenmesinde birinci derecede önemli olan, yöntemin kendisi değil hedef kitlenin gösterdiği davranış değişikliğidir. Bu kapsamda faaliyet alanına göre eğitim yöntemlerinin etkinliği farklıdır (Şekil 4). Şekil 4: Eğitim Yöntemleri ve Etki Dereceleri Eğitim Yöntemleri Faaliyet Bireysel Grupsal Kitlesel Yenilikler hakkında bilgilendirme Düşük Orta Yüksek Problem bilinci uyandırma Orta Yüksek Düşük Bilgilerin aktarılması Düşük Orta Yüksek Hedef kitle görüşlerinin değiştirilmesi Orta Yüksek Düşük Hedef kitlenin öğrenme sürecinin Orta Yüksek Düşük etkilenmesi Hedef kitlenin bilgilerinin değerlendirilmesi Orta Yüksek Düşük Mesajların hedef kitle sorunlarıyla Yüksek Orta Düşük örtüşmesi Verilen bilgilerin somutluk derecesi Yüksek Orta Düşük Hedef kitle başına maliyet Yüksek Orta Düşük Kaynak: Anonim 1998 479 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 4. Sonuç: Gıda güvenliğinin benimsenmesinde eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri olmazsa olmazlardandır. Uygulanan eğitim yöntemlerinden hiçbiri diğerinde daha etkili ya da üstün değildir. Önemli olan, faaliyet alanına göre en etkili eğitim yöntemini ya da eğitim yöntemlerini saptamak ve doğru uygulamaktır. Kaynaklar Anonim, 1998, Tarımsal Yayım El Kitabı (2. Baskı) Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı, Ankara. Anonim, 2015a1, Gıda Güvenliği, Jelatin ve Alkol Sorunu, http://www.gidasayfasi.com/category/gida-guvenligi/page/12, Erişim Tarihi: 08.05.2015. Anonim, 2015a2, Gıda Güvenliği, Ataşehir’de Hijyen Eğitimi, http://www.gidasayfasi.com/category/gida-guvenligi/page/12, Erişim Tarihi: 09.05.2015. Anonim, 2015b1, PQS Danışmanlık, http://www.pqs.com.tr/ yoenetim.html, Erişim Tarihi: 11.05.2015. Anonim, 2015b2, Bilgi Teknolojileri Eğitim ve Danışmanlık, Net Bilgi Grup, http://www.netbilgigrup.com/egitim_karisik.html, Erişim Tarihi: 08.05.2015. Anonim, 2015c, Geçmişten Günümüze Kitle İletişim Araçları, Şanlıurfa Güncel, http://www.sanliurfaguncel.com/Egitim-gecmistengunumuze-kitle-iletisim-araclari-sergisi-73666.html, Erişim Tarihi: 08.05.2015. Baş M, Yüksel M, Çavuşoğlu T., 2007, Difficulties And Barriers For The İmplementing Of HACCP And Food Safety Systems In Food Businesses In Turkey. Food Control 18(2)124-130 Dağ A., 1996, Toplu Beslenme Servislerinde Çalışan Personel İçin Geliştirilen Hijyen Eğitim Programının Bilgi Tutum ve Davranışlara Etkisi. Yüksek Lisans Tezi Hacettepe Üniversitesi Ankara Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Günal Ü., 2000, Erzurum İli Merkezinde Resmi Kurumlarda Toplu Beslenme Hizmeti Veren Personelin İşyeri ve Kişisel Hijyen Konusunda Bilgi Düzeyi. Yüksek Lisans Tezi,, Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Erzurum. 480 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kabacık M., 2008. Dört ve Beş Yıldızlı Otel Mutfaklarında Çalışan Personelin Gıda Güvenliği Konusundaki Bilgilerinin Saptanması. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara Kalkan O., 2011, Gıda Güvenliği ve Gıda Kaynaklı Hastalıkları-1. http://www.bsm.gov.tr/makale/20052.asp?sayi=20052, Erişim Tarihi: 15.12.2011 Küçükkömürler S, Şanlıer N., 2001, Ayak-Üstü (Fast -Food) Yiyecek Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki Bilgilerinin Değerlendirilmesi. Mesleki Eğitim Dergisi, 3:5:65-76. Mazzocchi M, Stefani G, Henson S.J., 2004. Consumer Welfare And The Loss Induced By Withholding Information: The Case Of Bse In Italy. Journal Of Agricultural Economics, 55(1):41-58 Meer R R Ve Misner S L., 2000. Food Safety Knowledge and Behavir of Expanded Food and Nutrition Education Program Participants In Arizona Journal of Food Protection, 63(21)1725-1731. 481 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Beslenmede Mikroorganizmalar Cihan Darcan1, Gülçin Çetin1, Özge Kaygusuz1 1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Gülümbe-Bilecik, E-posta: cihan.darcan@bilecik.edu.tr Özet: Küresel iklim değişiklikleri, dünyanın tarım politikalarındaki yanlışlıklar, sanayileşme ve nüfus artışı gibi nedenlerden bitkisel ve hayvansal üretim zaman içerisinde insan nüfusuna yeterli gelmeme durumunda olacaktır. Bu nedenle alternatif yiyecek kaynaklarının yaratılması gerekmektedir. Mikroorganizmalar alternatif besin kaynakları olarak değerlendirilebilir. Bu kaynakların besin olarak kullanımı, peynir, yoğurt gibi gıdalarla aslında çok eski yıllardan beri var olan bir durumdur. Ancak gerçek anlamda direkt besin olarak kullanımı henüz değerlendirilme noktasındadır. Hayvanlar için ek gıda katkı maddesi olarak kullanılan mikrobiyal besinlerin insanların besini olmaya aday olması mümkündür. Son 30 yılda, Tek Hücre Proteini olarak adlandırılan ve insan katkı maddesi olarak mikroorganizmaların kullanımı noktasında çalışmalar bulunmaktadır. Ancak yeterli düzeye ulaşamamıştır. Anahtar kelimeler: Mikrobiyal besin, tek hücre proteini Microorganisms In Nutrition Abstract: Crop and animal production will not be sufficient for the human population over time for reasons such as global climate changes, inaccuracies in the world's agricultural policy, industrialization and population growth. Therefore, it is necessary to create alternative food source. Microorganisms may be considered as alternative food sources. The use of these resources as food is a condition that has been in fact very old year with foods such as yogurt and cheese. However, the microbial nutrition is not considered as direct food use in the real sense. Microbial nutrients can be a candidate to be a nutrient for humans that can be used as an additional food additives for animals. The last 30 years, the so- 482 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X called Single Cell Protein and a work point in the use of microorganisms as human adjuvant. But did not reach a satisfactory level. Key words: Microbial nutrition, Singel Cell Proteins Giriş Hızla artan dünya nüfusu, dünyanın önümüzdeki yıllarda en önemli probleminin açlık olacağını göstermektedir. Dünya nüfusu haftada bir milyon üç yüz bin, saniyede ise iki kişi artmaktadır. Gıda üretimi ise, aynı düzeyde artmamakta, her yıl gittikçe büyüyen bir gıda maddeleri açığı ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan dünyanın birçok yöresinde kalitesiz ve dengesiz diyetlerle beslenme genel bir tablo olarak ortaya çıkarmakta, tahıl ağırlıklı diyetlerle beslenmede gerekli kalori sağlanmasına karşın lizin, triptofan, metiyonin gibi esansiyel aminoasitler yönünden bir eksiklik meydana gelmektedir. Bu durum bizi yeni gıda üretim teknolojileri aramaya ve gıdaları nicelik ve nitelik yönünden takviye etmeye zorlamaktadır (1,8). Dünyadaki protein yetersizliğine yanıt arama çalışmalarında, insan ve hayvan beslenmesinin temel öğelerini oluşturan protein, lipit, karbonhidrat, vitamin ve mineral maddeleri basit organik ve anorganik maddelerden hızlı bir şekilde sentezleyebilme özelliğine sahip olan mikroorganizmalar giderek önem kazanmaktadır. Özellikle mikrobiyal üretim sonucu oluşan biyomasın protein içeriğinin yüksek olması ve üzerinde çalışılmış olan bir çok mikroorganizma türünün temel aminoasitlerini içermesi, bu yönde yapılan çalışmaların önemini daha da arttırmıştır. Tek Hücre Proteini Tarihçesi Küf, maya, bakteri ve alg gibi mikroorganizmaların besiyerlerinde üretilmeleri sonucu bu mikroorganizmalara ait hücrelerin kurutulması ile elde edilen ürüne "Tek Hücre Proteini (THP)" (Single-Cell Protein=SCP) adı verilmiştir. Çok eski zamanlardan beri insanlar bilinçsiz olarak mikroorganizmalardan faydalanmışlardır. Ekmek, peynir, yoğurt, turşu , sirke, şarap ve bira gibi ürünler bu şekilde ortaya çıkmıştır. Böylece, insanlar yüzyıllardır farkında olmadan mikroorganizmaları kullanarak, tükettikleri bazı gıdaların niteliklerini istedikleri yönde değiştirmiştir. Bazen de yeni gıda türleri (kefir gibi) elde etmişlerdir (1,3,7). 483 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İnsanlar, 19.yy'da mikroorganizmaların gıda üretiminde kullanılabileceklerinin farkına varmışlardır. Ancak mikroorganizmaların bilinçli olarak gıda üretiminde kullanılması son yıllarda başlamıştır. Gelişen bilimsel ve teknolojik çalışmalarla mikroorganizmaların insanlık ve endüstri yararına kullanılması, bugün biyoteknoloji veya endüstriyel mikrobiyoloji adı ile uygulamalı bir bilim dalı hatta üretim alanı ortaya çıkarmıştır (9). Mikroorganizmalardan elde edilen proteinler önceleri "Mikrop Proteini" olarak isimlendiriliyordu. Prof. Dr. Catol Wilson 1966 yılında besin maddelerine verilen "mikrobial" teriminin hoş karşılanmayacağını öne sürerek "Tek Hücre Protein” terimini kullanmıştır. Tüm proteinlerin tek hücreden kaynaklanmaları nedeniyle tek hücre proteininin istenilen anlamı taşıması kısa sürede kullanılmasını yaygınlaştırmıştır (1,2,5,6,7,8). Tek Hücre Proteini Elde Edilen Mikroorganizmalar Algler Bakteriler Mantarlar Mayalar Tek Hücre Proteini Üretim Süreci Tek hücre proteini üretimi, substrat olarak atık materyallerin kullanılması ile yapılabilmektedir. Özellikle odun parçası, talaş, mısır koçanı gibi tarımsal atıklar, işlenmiş gıda atıkları, alkol üretim atıkları, hidrokarbonlar veya insan ve hayvan dışkıları substrat olarak kullanılmaktadır (10). Herhangi bir mikroorganizmadan veya substrattan tek hücre proteini üretilirken temel olarak aşağıdaki adımlar izlenilir; • Karbon kaynağı sağlanmalı (Bunun için fiziksel ve kimyasal ön işlemler gerekebilir) • Karbon kaynağına seçilmiş mikroorganizmanın gelişimini destekleyecek nitrojen, fosfor ve diğer besinsel ihtiyaçlar eklenmelidir. 484 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 şartlar ISSN 2149-147X • Hijyenik ve steril engellenmelidir. • Seçilen mikroorganizma saf şekilde inokulasyon edilir. • THP üretim süreci yüksek oranda oksijen gereklidir (Ancak algler hariç). Bu nedenle yeterli havalandırma sağlanmalıdır. Ayrıca sıcaklıkta uygun değerde sağlanmalıdır. • Mikrobiyal biyokütle medyumdan sağlanmalıdır. • Yararının ve işlenmelidir. kararlılığının sağlanarak arttırılması kontaminasyon için biyokütleler Tek Hücre Proteini Üretiminin Tercih Sebepleri ve Avantajları Mikroorganizmalar, dünyada binlerce türden oluşan çok geniş bir çeşitliliğe sahiptir ve bu türler farklı organik ya da inorganik maddeleri besin olarak kullanırlar. Kısa sürede bölünerek çoğalırlar. Örneğin; bir alg 2-6 saatte, bir maya 1-3 saatte ve bir E.coli 18-20 dakikada bir bölünerek çoğalır. Bakteri kalıtım materyalleri, yüksek yapılı canlılara oranla üzerinde daha kolay maniplasyon yapılabilecek şekilde az ve basit moleküllerdir. Tek hücre proteini üretiminde kullanmak için bunlarla yeni hibrit mikroorganizma türlerinin sentezi mümkündür. Sürekli madde sentezlettirmek amacıyla, cam ve plastik gibi inert yüzeylere bağlanabilir ya da jel içinde muhafaza edilebilirler. Çevre, yer ve iklim gibi doğa faktörlerinden pek etkilenmezler. Yüksek yapılı canlıların hayati önem taşıyan özel proteinlerini ya da benzeri bileşikleri gen aktarımı yolu ile mikroorganizmalara ürettirmek mümkündür. Bazı tür mikroorganizmalar güneş enerjisi gibi sürekli ve ucuz enerji kaynaklarını biyolojik dönüşüm mekanizmalarında kullanma yeteneğine sahiptirler. 485 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X İnsanlar için gıda niteliğinde olmayan maddeleri kullanarak tek hücre proteini sentezleyebilirler. Mikroorganizmaların özünde mevcut olan yüksek proteinlerin, (hücrenin yaklaşık %60-70'i oranında [kuru ağırlıkta]) temel proteinler olduğu bilinmektedir. Mikroorganizmalar bitkiler dışında, inorganik maddelerden ve havadaki azot, oksijen, karbon v.s.'den organik madde sentezleyebilen tek canlı türüdür (1, 2, 6, 9). Tek Hücre Proteini Üretiminin Sakıncaları Bakteriyel gıdalar tüketici açısından rahatsız edici, bayağı olarak değerlendirilebilir. Kuru maddelerinde yüksek oranda nükleik asit içerirler. Nükleik asitlerin yüksek konsantrasyonu (%6-11), serum ürik asit seviyesini yükselterek böbreklerde sertlik (taş) yapan gut hastalığına sebep olabilmektedir. Bu nedenle nükleik asit oranı %2'yi geçmemelidir. Yabancı protein yenmesinden dolayı deri reaksiyonları ortaya çıkabilmektedir. İçinde bulunabilecek farklı maddelerden dolayı karsinojenik, mutajenik ve teratojenik etkiler görülebilir. Deniz alglerinde flor ve iyat oranları normal düzeyin üstünde olabilir. Piliçlerde tek hücre proteini olan Probian, yemlere belli bir oranı geçecek şekilde katılırsa (%25-30'dan fazla) intestinal malabsorbsiyon nedeniyle vitamin D3'ün emilmesi azalır (1, 2, 5). Mikrobiyal tek hücre proteini yalnızca insan gıdası olarak değil , hayvan besleme yemlerinde de kullanıldığından, bunların hayvanlar üzerinde ve hayvansal gıdalardaki etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin: süt ineklerinde Aspergillus ve Penicillum türlerinden elde edilen mikrobiyal gıdaların yemlerde kullanılması aynı zamanda süt ile insanlara mikotoksinlerin geçme tehlikesini de ortaya çıkarmaktadır (3, 4). 486 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Genetik materyali değiştirilmiş bakteriler, laboratuvar ya da üretim sahası dışına çıkarlarsa ekolojik dengenin bozulması gibi birçok problemi de beraberinde getirirler (7). Kaynaklar Çetin, E.T. (1983). Endüstriyel mikrobiyoloji. İ.Ü. Tıp Fak. Vakfı Yay., No:2, İstanbul. Frazier, W.C., Westhoff, D,C. (1978). Food microbiology. Third edition. Mc Graw Hill Publication. USA . Etidal, W.J., Mona, M.R., Sorial, AM. (1989). Microbial biomass protein and polysaccharide production from vegetable processing wastes. J. Basic Microbiol. 29, 9,581-586. Karapınar, M., Oker, N. (1988). Hurda incirlerin bioprotein üretiminde substrat olarak kullanımı. EO. Müh. Fak. Derg., 6, 1, 29-43. Litschfield. J.H. (1989). Single-cell proteins. Science., 219, 740 -746. Miller, B.M., Litsky, W. (1976). Industnal mierobiology. Me.Graw-Hill Book Company. USA Nickerson, J.T.R., Karel, M. (1989). Food fermentation and single-eell protein. Food science. EIsevier Pub. USA Potter, N.N. (1980). Food Science. Third Edition. AVI publishing company, Ine. Westport, Conneeticu!. USA Sancak, Y.C., İşleyici, Ö. (1996). Gıda Endüstrisinde Mikroorganizmaların Kullanılma Alan ar ı ve Mikrobial Gıda Üretimi. Y.Y.Ü. Vet. Fak. Derg. 7(1-2), 110-116 Srividya, A.R., Vishnuvarthan, V. J., Murugappan, M., Dahake, P.G. (2013). Single Cell Protein-A Review.I.J.P.R.S. 2, 1-4. 487 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Türkiye’de Süt, Yoğurt ve Peynir Tüketim Alışkanlıklarına Bir Bakış ve Çözüm Önerileri Atila Yetişemiyen1, Erdoğan Güneş2 1 Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Süt Teknolojisi Bölümü, 06110, Ankara, yetismey@agri.ankara.edu.tr 2 Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 06110, Ankara, egunes@agri.ankara.edu.tr Özet: İnsanlar sağlıklı olarak büyümek, gelişimlerini tamamlamak için süt ve süt ürünlerini tüketmek zorundadırlar. Türkiye’de süt ürünleri tüketimi ve tüketim alışkanlıklarında tarihi bir gelişim yaşamıştır. Ancak tüketim ulaşılan nokta gelişmiş ülke düzeyinde değildir. Son yıllarda eğitim ve gelir düzeyindeki artış, ürün çeşitliliği, sanayinin standart kalitede üretimde bulunması, tüketim artışının teşvikine yönelik reklamlar tüketimi artırmaktadır. Bu arada süt sanayinin modernizasyonu, kapasite artışı ve güvenilirliği yanında kayıt altına alınan firmaların AB standardında üretimde bulunmaları, sektörün gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Tüketici güveni ve sütün insan hayatı ve gelişimi için kamu spotlarıyla ve okul sütü gibi projelerle desteklenerek öneminin vurgulanması da tüketimin gelecekte daha da artacağını bizlere işaret etmektedir. Anahtar kelimeler: Türkiye, tüketim, süt, yoğurt, peynir An Overview and Solutions for Milk, Yoghurt and Cheese Consumption Habits in Turkey Abstract: People must consume milk and milk products in order to be healthy, grow and develop themselves. In Turkey, consumption habits of milk and milk products had experienced an historical development. However, the point that has been reached in consumption was not the same as a developed country. Education and increase in income levels, product diversity, standardization in production, advertisements encouraging consumption has increased consumption of milk and milk 488 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X products. By the way modernization of dairy industry, advanced capacity and besides its reliability; production of recorded firms according to EU standards contributes development of dairy sector. By public service broadcasting and school milk projects, importance of milk consumption in human health and life for consumer confidence has been emphasized so these are pointing out that in the future milk consumption rate will continue to increase. Key words: Turkey, consumption, milk, yoghurt, cheese. 1. Giriş Türkiye nüfusu giderek artmaktadır ve nüfusun yeterli ve özellikle de sağlıklı beslenmesi konusu her geçen gün önem kazanmaktadır. Bu süreçte üretimde bulunan gıda sanayi işletmeleri, piyasa denetimi ve kontrolünde bulunan kamu sektörü yanında tüketici algı ve yönelimleri, üretimin nitelik ve niceliğini belirlemektedir. Gıda sanayinin toplam üretim değerleri içinde süt ve süt ürünleri sanayinin payı %15 düzeyindedir (Güneş vd. 2015). Gıda sanayi işletmeleri içerisinde hayvansal ürünlerin işlendiği süt ve süt ürünleri sanayi, tüketici gelirindeki artış, beslenme konusunda bilinç düzeyinin yükselmesi, sektörel gelişmeyi sağlayan önemli firmaların kalite ve güvenilir üretimleriyle gelişme eğilimini artırmaktadır. Tüketici talebi genel olarak geleneksel metotlarla üretilen süt ve ürünlerinden, işlenme derecesi en azından pastörize düzeyinde olan sütlere doğru artmaktadır. Bu gelişmenin uygun fiyat ve kalite ile desteklendiği sürece tüketici davranışlarına yansıyacağı tahmin edilmektedir. 2. Materyal ve Yöntem Türkiye’de süt ve ürünlerinin tüketim alışkanlıkları, bunu etkileyen temel etkenlerin sorun ve önerileriyle tartışıldığı derleme niteliği taşıyan bu çalışmada, ulusal ve uluslar arası istatistik kurumların çeşitli verilerden yararlanılmıştır. Araştırmada yapılan çeşitli bölgesel ve ulusal düzeydeki tüketim alışkanlıkları araştırmalardaki bilgi ve verilerden de faydalanılarak, konu ile ilgili değerlendirmeler yapılmış ve önerilerde bulunulmuştur. 489 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 3. Bulgular ve Tartışma Türkiye’de kişi başına yıllık içme sütü, yoğurt ve peynirin tüketim değerleri sırasıyla 37,3 kg, 30,6 kg ve 16,5 kg olarak belirlenmiştir (TÜİK 2014). Üretim miktarına göre bir hesaplama yapıldığında; içme sütünün yaklaşık %15’i pastörize süt, %85’i ise UHT süt olarak tüketilmektedir (TÜİK 2014). Ankara’da yapılan bir çalışmada, bireylerin süt tüketim tercihleri %22,4 UHT, %65,3 pastörize, %12,2 açık süt olarak belirlenmiştir (Aksan vd. 2015). Yoğurt olarak evlerde sokak sütünden (üretilen çiğ sütün % 20’si kadar olduğu düşünülmektedir) yapılan yoğurt haricinde endüstriyel yoğurt, tüketimin en az %80’ini oluşturmaktadır. Peynirde ise çok çeşit olmasına rağmen tüketimde ağırlıklı tercih, taze beyaz peynir ve taze kaşar peyniridir. Dünyanın gelişmiş Batılı ülkelerinde yıllık kişi başına tüketim değeri ise yüksektir. İçme sütü tüketim değeri; AB’de ve ABD’de 60-90 kg, İsveç, İngiltere, Avustralya’da 100 kg’dan daha yüksektir (IDF 2014). Gelişmiş ülkelerde yoğurt, fermente süt ürünleri grubunda yer aldığından, yoğurda dair istatistikler mevcut değildir. Fermente süt ürünleri 2012’de üretim miktarına göre; AB’de 9,3 milyon ton, ABD’de 2,0 milyon ton, Çin’de 4,1 milyon ton, Türkiye’de 1,6 milyon tondur. Peynir ise; AB ve ABD’de kişi başına yıllık tüketim 15 kg, Avustralya ve Kanada’da10-15 kg, Rusya’da5-10 kg düzeyindedir (IDF 2014). Türkiye’de süt ve ürünleri tüketim alışkanlıkları tarihi bir gelişim sürecine sahiptir. Türklerin süt ürünleri üretimi ve tüketimi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. M.Ö 6500-5500’lerde Konya Çatalhöyük’deki kazılardan tarım toplumunda yaşayanların koyun ve keçi sütlerinden meşe palamutu (pelit) ile mayalayarak yoğurt yaptıkları anlaşılmıştır (Yurdakök 2015). Yine gezgin Venedikli Marco Polo, seyahatnamesinde Moğol imparatoru Kubilay Han’ın (1259-1294) askerlerinin kumanya olarak süttozu taşıdıklarından söz etmiştir (Yetişemiyen 2007). 1542’de Kanuni Sultan Süleyman’ın bir hekiminin, Fransa kralı I. François’nın geçmeyen ateşli bir hastalığını yoğurttan yaptığı ilaçla iyileştirdiği bildirilmektedir (Yurdakök 2015). Buradan birçok millet, topluluk ve kavimlerin yaşadığı Anadolu’da yoğurt, peynir, tereyağı, ayran ve süttozu gibi süt ürünleri, göçer yaşamı ve Yörük geleneği içinde tarımsal gıdalar olarak yer aldığı görülmektedir (Şengül ve Ürkek 2013). 490 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Avrupa’da özellikle İngiltere’de ve ABD’de sütün ürünlere endüstriyel olarak (imalathane/fabrikasyon düzeyinde) işlenmesi, 19. yüzyılın başlarında olmuştur. Türkiye’de ise Dünyadakinden yaklaşık yüzyılı aşkın bir süre sonra süthanelerde süt ürünleri işlenmeye başlamıştır. Özellikle I. Dünya Savaşında İstanbul ve çevresine, Trakya’ya yerleşen Yahudi, Rum, Balkanlı, Rus, Ermeni göçmenlerin açtıkları bu imalathanelerde pastörize süt, sterilize süt, kondens süt, yoğurt, tereyağı, ayran, peynir çeşitleri gibi ürünler üretilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte AOÇ (Atatürk Orman Çiftliği), Ziraat Okulları ve Devlet Üretme Çiftliklerindeki işletme ve süthanelerde de sağılan sütler ürünlere işlenmiştir. Teknoloji ve kapasite gelişimine bağlı olarak asıl sanayileşme, 1970’den sonra modern süt fabrikaları ile başlamıştır. Türkiye Şeker Fabrikaları, Et ve Balık Kurumu’ndaki gibi 1969’da KİT (Kamu İktisadi Teşkilatı) şeklinde kurulan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK) ile devlet, süt hayvancılığını ve süt işleme sanayini geliştirmek, desteklemek için 10-15 yıl içinde Anadolu’nun değişik yerlerinde 40’a yakın fabrika açmıştır. Aynı zaman dilimi içinde özel sektör de süt sanayine yatırım yapmış ve önemli modern yüksek kapasiteli fabrikalar kurulmuştur. Ancak 1995’de özelleştirme kapsamında TSEK özelleştirilmiş, fabrikalar ya özel sektöre satılmış veya kapatılmıştır. Cumhuriyet dönemiyle başlayan süt sektöründeki sanayileşme ile toplum, endüstriyel süt ürünleri ile tanışmış ve sürekli artan bir tüketim talebi içinde olmuştur. Türkiye’de içme sütü tüketim alışkanlığında günümüzde iki seçenek söz konusudur: Açıkta satılan sokak sütünün tercih edilmesi. İşlenmiş ve ambalajlanmış endüstriyel içme sütün tercihi. Gelişmiş modern toplumlarda örneği olmayan “Sokak Sütü”nün ülkemiz medyasının kimi yayınlarında sanki “doğal/organik süt”müş gibi anlatılması, özellikle konu uzmanı olmayan kişilerin bu iddiada bulunması nedeniyle sokak sütü tüketimi önemli sayılabilecek bir orandadır. 2000’li yıllarda sokak sütü, toplam üretilen çiğ sütün %40’ı oranında iken, bugün bu oranın %20’lere düştüğü tahmin edilmektedir. Süt üretimi ülkemizde genel olarak artmaktadır ve bu artışlar süt tüketimi yanında sütün işlenmiş diğer şekillerinin talebini de 491 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X artırmaktadır. T.C. Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi tarafından ortaklaşa yapılan "Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması"na göre; Türkiye’de süt tüketmeyenlerin oranının %44,6 iken, sütü haftada 1-2 kez genellikle kahvaltıda tüketenlerin oranı %19,5 olarak belirtilmektedir. Buna rağmen sütün işlenmiş şekillerinden olan yoğurt, ayran ve kefiri her gün tüketenlerin oranı %55,1 düzeyindedir. Her gün peynir tüketenlerin oranı ise %76’ya ulaşmıştır (Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi, 2014). Türkiye’de üniversite öğrencileri üzerinde süt tüketim alışkanlıklarının belirlenmesine yönelik yapılan bir çalışmada; süt içmeyi seven öğrencilerin oranı %69,7 olurken, sütü düzenli olarak tüketenler ise %34,2 düzeyinde belirlenmiştir. Öğrencilerin sütü sevmeme nedenleri tadından (%38,6) ve kokusundan (%37,6) dolayı olmaktadır. Tüm öğrencilerin %81’i sütün her yaşta tüketilmesi gerektiğini bildirirken, öğrencilerin %68,3’ü süt fiyatlarını normal bulmuştur. Ayrıca öğrencilerin içtikleri süt konusunda sınırlı düzeyde bilgiye sahip oldukları ve sütü farklı şekillerde tüketmeyi tercih ettikleri de belirlenmiştir (Şimşek ve Açıkgöz 2011). Benzer şekilde ilköğretim öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada süt tüketiminin yetersiz olduğu ve öğrencilerin büyük çoğunluğu tarafından tüketilen sütlerin hijyenik olmadığı belirlenmiştir. Buna karşın, öğrencilerin sütün içeriğinin ve yararlarının farkında oldukları görülmüş, okullarda tüketimini artırmaya yönelik kampanyaların düzenlenmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmıştır (Önsüz vd. 2012). Süt tüketim tercihindeki bu değişimin diğer süt ürünleri talebindeki iyileşme ile birlikte nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Sağlıklı ve doğru beslenme bilincinin yaygınlaşması, eğitim düzeyi artışı ve bilinçli tüketim Hızlı kentleşme ve gelir düzeyinde yaşanan iyileşme ile kamu spotlarının ve promosyonların tüketiciye etkin aktarılması Süt sanayinin modernizasyonu, kapasite artışı ve güvenilirliğinin artması Süt ürünlerinin sağlıklı yaşam için gerekli olduğu düşüncesi ve reklam faaliyetlerinin artışı ile tüketicilerde artan ürün bağımlılığının sürekliliği Sanayinin ürün çeşitliliğindeki gösterdiği artış 492 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Özellikle son yıllarda süt ve süt ürünleri tüketim alışkanlığının daha da yaygın hale getirilmesine yönelik olarak üretici firmalar ArGe faaliyetlerine hız vererek iç pazara yeni ürünler (laktoz şekeri içermeyen süt, belirli yaş gruplarının ihtiyaçlarına yönelik hazırlanmış süt vb) sunmaya başlamışlardır. Bu ürünlerin daha çok belirli tüketici gruplarına yönelik olarak üretildiği dikkat çekmektedir. Ayrıca bu konuda gözlemlenen bir başka gelişme de geleneksel ürünlerimizin de (ayran, kaymak ve geleneksel peynir çeşitleri) modern işleme yöntemleri ile işlenerek pazara sunulmalarıdır. Bunun yanısıra batı ülkelerinde tüketimi yaygın halde bulunan süt ürünleri de günümüzde birçok firma tarafından ülkemizde de üretilmeye başlanmıştır. Bu ürünler arasından özellikle meyveli yoğurt ve Mozzarella peyniri yıllar itibariyle tüketim açısından giderek artan bir trend göstermektedir. Dondurma üretiminde ise yabancı sermayeli yatırımlar ağırlıkta olup, üretimin büyük bölümünü gerçekleştirmektedirler. Pazarın doymamış olması sebebi ile yerli firmalar da bu konudaki yatırımlarını hızlandırmışlardır. Bunun yanı sıra yerel çeşitlerin (Maraş dondurması gibi) üretimi de giderek önem kazanmaktadır (Hekimoğlu ve Altındeğer 2008). Sokak sütünü doğal, katkısız ve organik olduğu yanılgısıyla satın alan tüketiciler, genellikle sütü evde yoğurt yapımında kullanmaktadır. Çok azı kaynatarak soğutup süt olarak içmektedir (Şengül ve Ürkek, 2013). Kentlerde artık alışverişin hipermarketlerde ve AVM’lerde (Alışveriş Merkezleri) hızla yaygınlaşmış olması ve yoğun çalışma hayatından dolayı, insanlar haftada ancak 1-2 kez gıda alışverişi yapabilmektedir. Dolayısıyla tüketicilerin doğal olarak dayanıklı gıdaları tercih etmeleri nedeniyle, sütte de UHT-süt (uzun ömürlü süt) tüketimi pastörize süte göre çok yüksektir. Pastörize içme sütü, buzdolabında en çok 5-6 gün muhafaza edilebilmesi ve ambalajı açıldıktan sonra 1-2 gün içinde tüketilme zorunluluğu nedeniyle çalışan aileler tarafından, onun UHT süte göre daha besleyici ve doğala yakın olduğu bilinmesine rağmen pek tercih edilememektedir. Yoğurt bilindiği gibi Türklerin milli yiyeceğidir ve yoğurt tüketiciye 3 şekilde pazarlanmaktadır: Marketlerde satılan endüstriyel yoğurt. Kasaba/semt pazarlarında satılan açık yoğurt (özellikle torba yoğurdu), 493 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Evlerde sokak sütünden yapılan yoğurt, Her sofrada ve birçok yemekte yoğurt yer almaktadır. Avrupa, ABD gibi gelişmiş ülkelerde nasıl çoğu yemek haşlanmış patates veya püresi, ketçap veya mayonez ile destekleniyorsa, Türkiye’de de kebabından sebze yemeğine kadar birçok yemek, yoğurt ile birlikte sunulmaktadır. Tüketicilerin içme sütünde olduğu gibi ağırlıkla endüstriyel yoğurdu tercih etmeleri, kent ve çalışma hayatı nedeniyle daha pratik gelmektedir. Ancak medyadaki yanlış bilgilendirmeler nedeniyle kimi insanlarda endüstriyel yoğurda karşı yanlış bir önyargı oluştuğu gözlenmektedir. Gelişmiş ülkelere göre Türkiye’de yıllık tüketim miktarının düşük olduğu peynir ürünündeki alışkanlıklar için aşağıdakiler söylenebilir: Peynir genellikle kahvaltılarda yenilmekte, ayrıca ara öğün olarak börek ve sandviçler de peynirli olmaktadır. Kahvaltıda ve sandviçlerde taze Beyaz peynir, taze Kaşar peyniri diğer çeşitlere göre daha çok tercih edilirken, böreklerde lor veya çökelek kullanılmaktadır. Son 15-20 yıldan beri gerek üretici, gerekse tüketici ekonomik nedenler ve damak alışkanlığından dolayı Beyaz ve Kaşar peynirleri daha çok taze şekilde tercih etmektedir. Bir diğer neden de olgun peynirlerin aroma ve kokusunun çocukların pek de hoşuna gitmeyişidir. Klasik çeşitlerin yanında tüketici son 10-15 yıldır yöresel/geleneksel peynirlere ve sürülebilir krem tipi peynirlere de ilgi duymaktadır. İnsanların hipermarketlerde alışveriş yapmaları, sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenme bilincinin gittikçe artması, bu konuyla ilgili yayın ve haberlerin çoğalması gibi nedenler ile tüketiciler daha bilinçli ve bilgili tüketim kararlarıyla hareket etmektedirler. Süt ve ürünlerinin satın alınmasında tüketicinin dikkat ettiği başlıca hususlar şu şekilde sıralanabilir: Ürün görselliği (göze hoş gelip gelmemesi), ambalajı (şişe ya da karton kutu), miktarı ve fiyatı, Ürünün üretim ve son kullanma tarihi, 494 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Üretici firmanın tanınırlığı ve güvenirliliği, firmanın adı, markanın aranırlığı Ürün etiket bilgileri (bileşim ile ilgili olarak) Elazığ ili merkez ilçede yaşayan tüketicilerin süt tüketim alışkanlıklarını ve bu alışkanlıkları etkileyen faktörleri belirlemek üzere yapılan bir araştırmada; merkez ilçedeki tüketicilerin %78,0’inin süt alırken markayı önemsedikleri ve %58,0’inin karton kutuyu ambalaj tipi olarak tercih ettikleri belirlenmiştir. Tüketicilerin %84,6'sı okul sütü programının “çok gerekli” veya “gerekli” olduğunu, %86.3’ü toplumun süt tüketimi konusunda yeterince teşvik edilmediğini düşündüklerini beyan etmişlerdir. Katılımcıların %79,0’u en çok inek sütünü tercih ettiklerini, %60,2’si ise sütteki yağ oranına önem verdiklerini belirtmişlerdir. Elazığ merkez ilçede sütün en çok satın alındığı yer %66,9’luk bir oranla marketler olmuştur. Tüketicilerin sütü satın alırken en çok dikkat ettikleri hususlar ise %45,3’lük oranla firma adı ve %24,4’lük oranla sütün fiyatı olmuştur. Toplumun içme sütü tüketimi hakkında teşvik edilmesi için en etkili yol olarak ise %70,9’luk bir oranla “Radyo ve TV” tercih edilmiştir. Ayrıca, tüketicilerin süt tüketimi tercihlerinde cinsiyetin, öğrenim durumunun, hane halkı büyüklüğünün ve gelir düzeyinin değişik düzeylerde farklılıklara neden olduğu belirlenmiştir (Şeker vd. 2012). Benzer bir araştırmada süt tüketim tercihlerinin cinsiyet, beden kütle indeksi ve gelir durumuna göre farklılık göstermediği (p≥0.05), ancak eğitim düzeyi arttıkça pastörize ve UHT süt tüketimine yönelimin anlamlı olarak arttığı p=0.021 belirlenmiştir (Aksan vd. 2015). Bu arada tüketicinin ürün çeşitliliğinde aradığı önemli kriterler de piyasa yapısını ve değişimini etkilemektedir. Bununla süt ve süt ürünleri piyasası içinde farklı içerik ve amaçlı ürünler ortaya çıkmaktadır: Süt yağı, tuz, şeker gibi bileşenlerin seviyesine (diyetetik olarak) bağlı ürünler. Aromalı ve/veya meyveli (çocuk ve gençler için) ürünler. Probiyotik/prebiyotik nitelikli (ileri yaş grubu için) ürünler. Yöresel ya da geleneksel nitelik taşıma özelliği (Anamın yoğurdu, yöresel peynirler vb.) imajı yaratan ürünler. Bütün ürünlerde ortaya konulan farklılıklar hem yaş ve cinsiyet, hem de fonksiyonel olma özelliği ile piyasalarda yerini almakta, bu durum 495 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sanayinin ürün çeşitliliğini artırarak rekabette başarı düzeyini yükselme çabalarına yol açmaktadır. Sonuç olarak; Türkiye’de süt ve süt ürünleri tüketimine ilişkin genel anlamda şu hususlar dikkati çekmektedir: Türkiye’de yıllık kişi başı tüketim miktarları açısından yoğurt ve peynir tüketimi “iyi” düzeyde sayılabilir. Özellikle yoğurt tüketim miktarı yeterlidir. Yoğurt dışında fermente süt ürünleri (kefir, krem peynir, fermente krema ürünleri vb) bakımından tüketim çok düşüktür. Peynirde kişi başı tüketim, yeterli gibi gözükse de, gelişmiş ülkelerin neredeyse yarısı kadardır. İçme sütünde ise durum iç açıcı değildir. Tüketim miktarı olarak Avrupa’nın, ABD’nin yaklaşık 1/3’ü kadardır. Ülkemizde bu alanda yaşanan bilgi kirliliği tüketimi etkilemektedir. İçme sütü, yoğurt ve peynir tüketim alışkanlıklarındaki doğrular ve yanlışların belirlenmesi ve buna bağlı olarak çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu alanda ileri sürülen doğru ve yanlışlar şu şekilde söylenebilir. Tüketicinin bilgi kirliliğine rağmen sokak sütünden uzaklaşması, endüstriyel ürünlere daha çok yönelmesi, tüketicilerin sadece incelediği ambalaj/etiket bilgileri ile yetinmemesi, ambalaj içindeki ürünün de etiket bilgileri ile örtüşmesini sorgulaması ve kasaba/semt pazarlarındaki yoğurt, peynir gibi ürünlere eskisi kadar itibar edilmemesi doğru yaklaşımlardır. Bu süreçte TV, gazete ve sanal ortamda uzman olmayanların söylem ve iddialarına inanılması, sokak sütünü doğal-organik süt sanmak, kaynatmakla onun güvenli olduğuna inanması ve önemli markalar tarafından otomatik şekilde işlenmiş-ambalajlanmış süt ürünlerini doğal değilmiş ve katkılı gibi düşünmesi yanlış değerlendirmelerdir. Süt tüketim alışkanlığının yaygın hale getirilmesine yönelik olarak sanayi işletmeleri Ar-Ge faaliyetlerine hız vererek iç pazara olduğu kadar dış pazarlara da yönelik yeni ürünleri başarıyla pazarlamaktadırlar. Ülkemizde süt tüketimini destekleyici uygulamaların artırılması önemlidir. Bu süreçte “Okul Sütü” gibi tüketimi arttırıcı ve geniş kitlelere yayılmasını sağlayan programların devamlılığının sağlanması, bunun yanında süt çiftliklerinin üretimde ve sanayicinin de ihracatta artan ölçülerde desteklenmesi, süt sanayicisinin yurtdışı pazarlarında var olması 496 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X ve rekabet edebilmesi açısından önemlidir. Okul sütü peynir, yoğurt, ayran, dondurma gibi ürünlerle çeşitlendirilerek devam etmelidir. Kaynaklar Aksan, A.Ç., Çerçi, A., Pazarbaşı, İ., Gümüş, D. 2015. Ankara İlinde İkamet Eden 19-25 Yaş Arası Yetişkin Biraylerde Süt Tüketim Tercihlerinin ve Bu Tercihlere Yönelim Nedenlerinin Belirlenmesi, Hacettepe University Faculty Of Health Sciences Journal, Vol 1, No. Suppl 1. Güneş, E., Keskin, B., Demirbaş, N. 2015. Türkiye`de Tarıma Dayalı Sanayinin Yapısı Ve Gelişimi, ZMO VIII. Teknik Kongresi, Ankara. Hekimoğlu, B. ve Altındeğer, M. 2008. Ülkemizde ve Samsun İlinde Süt Hayvancılığı ve Süt Sektöründeki Mevcut Sorunlar ve Öneriler, Samsun İl Tarım Müdürlüğü Strateji Geliştirme Birimi, Samsun. IDF, 2014. Dünya Süt Zirvesi Raporu IDF 2013. Ulusal Süt Konseyi, Ankara. Önsüz, F., Demir, F., Zengin, Z., Bektaş, H. 2012. Sakarya İli'nde Bazı İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Sut Tüketimi Alışkanlıkları, Sürekli Tıp Dergisi, 21 (3):94-102. Şeker, İ., Şeker, P., Şahin, M. Özen, V. S., Akdeniz, A. Erkmen, O., Kışlalıoğlu, İ., Sargın, G. Doğu, G. B. 2012. Elazığ İli Merkez İlçede Tüketicilerin Süt Tüketim Alışkanlıkları ve Bu Alışkanlıkları Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi, F.Ü.Sağ.Bil.Vet.Derg. 26 (3): 131 - 143 Şengül, M. ve Ürkek, B. 2013. Organik Süt. ISBN: 978-605-5267-09-4. Yayın No.25, Sidas Medya Ltd.Şti. 86 s. Ankara. Şimşek, B. Ve Açıkgöz, İ. 2011. Süleyman Demirel Üniversitesi Öğrencilerinin İçme Sütü Tüketim Alışkanlıklarının Belirlenmesi, YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, 21 (1): 12-18. T.C. Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi 2014. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması, Ankara. TÜİK 2014. Tarım İstatistikleri Özeti-2013-. Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara. Yetişemiyen, A. 2007. “Koyulaştırılmış ve Kurutulmuş Süt Ürünleri Teknolojisi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın No: 1558, Ders kitabı: 511. 116 s. Ankara. Yurdakök, M., 2015. Yoğurdun Öyküsü, Probiyotiklerin Tarihi. ISBN: 978-975-277-563-3. Güneş Tıp Kitapevleri, 2015. 94 s. Ankara. 497 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Gıda Açlığı Sorunu ve Küresel Gelişmeler Erdoğan Güneş1 1 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 06110 Ankara, E-posta: egunes@agri.ankara.edu.tr Özet: Küresel dünyamızda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin besin kaynakları ve varlık durumları, beslenme şekillerini etkilemektedir. Gıda açlığı; temelde toplumların gelir düzeyi başta olmak üzere varsıllık/yoksulluk düzeyi ile ilişkilidir. Gelişmiş ülkelerde gıda tüketiminde protein ağırlıklı beslenme, yoksul ülkelerde ise nişasta bazlı tüketim öne çıkmaktadır. Bu arada global bakış açısıyla, dünyada artan gıda fiyatları ve açlık ilişkisi, arz ve talepten kaynaklanan nedenlerle biçimlenmektedir. Gıda açlığının büyük ölçüde etkilediği yoksul halklara bu olumsuzlardan etkilenmenin derecesini azaltmak için küresel önlem ve hareketler günümüzde artmaktadır. Alınan önlemler küresel iklim değişimi kadar, paylaşımı esas alan uygulamalara kadar geniş alana yayılmaktadır. Bu süreçte küresel hareketler yanında, yerel ve sivil inisiyatifler/oluşumlar, artan yoksulluğun daha da ciddi boyuta ulaşacağını ve bunun sosyal sorunlara neden olabileceğini belirterek, önlemleri artırmaktadır. Çalışma, gıda açlığı nedenselliğinin ortaya konulması, etkilerinin ölçülmesi, alınan önlemlerin sonuçlarının ortaya konulmasını ve bu konuda gelişmelerin bilimsel bakış açısı ile değerlendirilmesini içermektedir. Anahtar kelimeler: Gıda, açlık, gelir, beslenme, fiyat. The Problem of Food Hunger and Global Developments Abstract: The food supply of developed and underdeveloped countries and presence status affects nutrient diets in our global world. Food hunger; mainly the welfare society are associated with the income / poverty levels of countries. Weight proteins in the diet food consumption in developed countries, while in the poorest countries stands starch-based 498 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X consumption. Meanwhile, with the global perspective, the relationship between rising food prices and hunger in the world are shaped formation caused by supply and demand. Food hunger greatly affect in reducing the severity of the adverse effects on poor people is increasing global measures and movements. The measures taken up to global climate change, based on sharing may be in wide area applications. In this process until the global movement, local and civil initiatives / formations, increasing poverty will reach even more severe, and noting that it may cause social problems are increasing their actions. At this research, it will be put forth the work of food hunger causality, measurement of impact, involves reveal the results of the measures taken and to evaluate the scientific point of view of the developments. Key words: Food, hunger, income, nutrition, price. 1. Giriş Gıda insan hayatının vazgeçilmez ihtiyacıdır ve gıdaya ulaşmak insan hakkıdır. Nitekim bu düşüncelerle artan sorunların yarattığı tehditler sonucunda Birleşmiş Milletler, insanlığın refahını ve esenliğini sağlamaya yönelik bin yılın hedeflerden birini; yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi ve gıda güvencesinin sağlanması olarak ele almıştır (FAO 2005). Bu arada İnsan Hakları Beyannamesi’nin 25. Maddesi’nde de her bireyin sağlığını ve refahını temin edecek yeterli gıdaya ulaşmaya hakkı olduğu da vurgulanmaktadır. Bu genel gerçekler ışığında mevcut durum nedir, gıda açlığını ortaya çıkartan etkenler nelerdir, bu alanda yerel/küresel alınan önlemler ve sorunun çözümünde başarıyı artıran/sınırlayan etmenler nelerdir gibi konuların tartışılması, gıda açlığı sorununun çözümüne katkıyı artıracaktır. Gıda güvenliği; insanların sağlıklı ve nitelikli bir yaşam sürdürebilmeleri için beslenme ihtiyacını karşılayacak yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya her zaman ulaşabilmesidir. Dünyanın birçok yerinde, büyük bölümü kırsal alanlarda olmak üzere insanların günlük beslenmelerinde yeterli miktar ve kalitede gıda bulunmaması ya da bunun sürekliliğinin sağlanamaması gerçeği, insanlığı açlık sorunu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Aslında Dünyada gıda kaynaklarının yeterli olmasına karşılık; gıda dağıtımdaki/dağılımındaki eşitsizlikler ve tüketim sistemi, sorunun önemli parçalarını oluşturmaktadır (www.halksagligi. hacettepe. edu.tr). Bu nedenle Kuzey/Güney uçurumu sonucu bir yanda 499 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X açlık diğer yandan da sağlıksız beslenme ya da aşırı tüketim sonucunda yaşanan obezite durumunda bulunan insanlar artmaktadır. Fazlalaşan nüfus ve iklimsel değişimlerle beslenmede tarımsal üretim artmasının gerekliliği ve mevcut nüfus artışı göz önüne alındığında üretimin %70’e yakın yükselmesi gerektiği bildirilmektedir (FAO 2014). Bu uçurumun derinliği, tarım-gıda üretimi ve ticareti açısından güneyin kısıtları kadar kuzeyin fırsatlarına da bağlıdır. Kuzeyin başlıca fırsatları; toprak ve iklimin tarıma elverişliliği, makinalı ve girdili tarıma geçiş önceliği, buna bağlı verim yüksekliği, maliyet düşüklüğü ve çiftçiye sağlanan kalıcı devlet desteğidir. Güneyin başlıca kısıtları ise; toprak yetersizliği ve verimsizliği, savaş ve etnik kavga yaygınlığı, gıda yerine pazar bitkisi üretimi, nüfus artış hızının yüksekliği, borç yükü nedeni ile yatırım yetersizliğidir. Bir başka kısıt da dünya tarım ve gıda ticaretindeki liberalleşme eğilimidir. Bu durum, bir yandan dünya gıda ticaretinin belirli sayıdaki çok uluslu firma tarafından kontrol edilmesine, bir yandan da yıkıcı rekabet nedeni ile güney ülkelerinde çiftçiliğin terk edilmesine yol açmıştır (Ekşi ve İşçi 2012). Mevcut durum bize beslenme önünde olabilecek ekolojik, teknik, ekonomik, sosyal vb. sorunların çözümünün zorunluluğunu göstermektedir. 2. Materyal ve Yöntem Çalışmada Dünya’da gıda güvencesi sorunu ve açlığın nedenselliği, etki düzeyi, açlıkla mücadelede yapılanlar, başarılanlar ve beklenen hedefler ele alınacak, bu konuda karşılaşılan direnç alanları ve başarı sürecine yönelik öneriler ortaya konulacaktır. Araştırmada konu ile ilgili ikincil verilerden, sürekli yayımlanan istatistiklerden, yerel ve küresel düzeyde yapılan araştırmalardan geniş ölçüde yararlanılarak, yorumlamalar neden-sonuç ilkeleri çerçevesinde ortaya konulmuştur. 3. Bulgular ve Tartışma Gıda güvencesi, FAO tarafından tüm insanların sağlıklı ve aktif bir hayat sürdürebilmeleri için gerekli olan temel gıdayı zamanında, güvenli koşullarda ve yeterli miktarlarda temin etme olarak tanımlanmıştır (Denli ve Anlı 1997; FAO 2010; Nah and Chau 2010; Premanandh 2011; Erbaş ve Arslan 2013). Toplumsal boyutta, gıda güvencesinin yetersizliği ve açlık nedeniyle birçok sorun ortaya çıkmakta, ülkesel huzursuzluklar oluşmakta ve savaşlar olmaktadır. Gıda dengesizliği nedeniyle oluşan bu 500 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X sosyal kargaşalar, gıda güvencesini daha da büyük tehlikeye sokmaktadır. Bireysel boyutta ise açlık, çeşitli sağlık sorunlarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunlar, çoğunlukla kalp ve damar hastalıkları, solunum ve sindirim sistemi rahatsızlıkları, bağışıklık sistemi zayıflamaları, tüberküloz, felç ve enfeksiyon gibi hastalıklar ve prematüre bebek doğumlarıdır (Erbaş ve Arslan 2013). Günümüzde dünya nüfusunun 805 milyonu gıda açlığı ile karşı karşıyadır. Bu değer 19901992 yıllarında 1.015 milyon düzeyinde gerçekleşmişti (Tablo 1). Veriler son yıllarda gıda açlığında azalmaların olduğunu, son 25 yılda yaklaşık 215 milyonunun üzerinde kişinin açlık sorununun çözümlendiği göstermektedir. Özellikle Güney, Doğu, Latin Amerika ve Karayibler, Kafkasya ve Orta Asya’da aç olan kişi sayısında azalma yaşanmaktadır. Doğu-Güneydoğu Asya-Latin ABD ülkelerinde bu alanda iyileşmeler daha fazla göze çarpmaktadır. 2015 yılında 63 ülkede başarı sağlanmış olup, bunun temel nedenini, çeşitli ülkelerde bütüncül yaklaşımla tarımsal yatırımlar ve verimlilik artışı, arazi, hizmet, teknolojiye erişim kolaylığı sağlama, çocuk ve kadınlar için özel beslenme programları uygulamaları oluşturmuştur. Örneğin Latin Amerika ülkeleri “sosyal koruma politikaları ve güvenlik sistemleri” uygulamaları ile açlığın artmasını engellemiştir. Güney Amerika ülkelerinde konu ile ilgili kısmi başarılarda mikro kredi uygulamasının etkisi bulunmaktadır (FAO 2005). Açlıkla mücadelede ulaşım ve haberleşme imkânlarının artmasıyla birlikte insanların çevrelerine olan ilgi ve farkındalıkları da yükselmiştir. Dünyanın farklı farklı yerlerindeki insanların birbirlerinin gıda ihtiyaçlarından haberdar olmaları, devletler yanında önemli insani yardım kuruluşlarının çözüm üretme çabalarına girişimlerini de yaygınlaştırmıştır. Bunun sonucu olarak bilinçli ve imkân sahibi kişiler, devletler, açlık sorunu ile mücadelede ve gıda güvencesinin sağlanması amacıyla WHO (Dünya Sağlık Örgütü), FAO (BM Gıda ve Tarım Organizasyonu) ve WFP (BM Dünya Gıda Programı) gibi kuruluşlar aracılığıyla yardım faaliyetlerine hız vermişlerdir. Alınan önlemler dünyada aç nüfus oranının 1990’lı yıllardan günümüze %18,7’den %11,3’e düşürmüş olup, bu azalma gelişmekte olan ülkelerde daha fazla oranlarda (%23,4’den %13,5’a inmiş) gerçekleşmiştir (FAO 2014). Zaman zaman devletler kendi içlerinde yasal önlemlerle paylaşım düşüncesi temelli gıda israfını önleyici yasalarla önlemler almaktadırlar. Örneğin Fransa’da yenilebilir gıdaların süpermarketler tarafından çöpe atılmasına yönelik yaptırımlar 501 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X artmaktadır. Dünyada her yıl 1,4 milyar ton gıda çöpe gitmekte, Fransa’da günlük kişi başı 20 kiloluk gıda israfı yaşanmaktadır. Bu da yıllık 20 milyar Euro’ya tekabül ediyor. Avrupa Komisyonu da üye ülkelere 2025 yılına kadar gıda israfını yüzde 30 oranında düşürmeleri teşvikinde bulunuyor (http://tr.euronews.com). Tablo 1: Dünyada Açlığın Bölgesel Dağılımı Bölgeler Nüfus (Milyon) 1990-92 Gelişmiş Ülkeler Bölgesel Pay (%) 2012-14 1990-92 2012-14 20 15 2,0 1,8 Güney Asya 292 276 28,8 34,3 Sahra Altı Afrika 176 214 17,3 26,6 Doğu Asya 295 161 29,1 20,0 Güneydoğu Asya 138 64 13,6 7,9 69 37 6,8 4,6 Batı Asya 8 19 0,8 2,3 Kuzey Afrika 6 13 0,6 1,6 10 6 0,9 0,7 1 1 0,1 0,2 1.015 805 100,0 100,0 Latin Amerika ve Karayibler Kafkasya ve Orta Asya Okyanusya TOPLAM Kaynak: FAO 2014. Not: Güney ile Güney Asya, Güney Doğu Asya, Sahra Altı Afrika, Latin Amerika, Kuzey denilince Avrupa, Kuzey Asya, Kuzey Amerika ve Avustralya anlaşılmaktadır. 502 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Dünyada var olan açlık olgusunun temelinde 2 etken bulunmaktadır: Tarımsal üretimin ve doğal olarak gıda üretiminin geleceği Gıda paylaşımındaki adaletsizlik Üretimin ve ürünün değerlendirilmesinin önünde yer alan küresel ısınma, kullanılabilir suyun azalması, tarım arazilerinin kuraklaşması, toprağın verimsizleşmesi ve tuzlanması, erozyon, ürün hastalık ve zararlılarının direnç kazanması, tarım arazi parsellerinin miras paylaşımı yoluyla küçülmesi, gibi yer alan temel sorunlar yanında hızlı nüfus artışı, köyden kente göçün artması, ülkelerin sosyal huzursuzlukları, biyoyakıt tüketiminin yaygınlaşması, organik gıdalara olan talebin artması, yüksek miktarlarda gıda stoklanması, istikrarsız ve yüksek gıda fiyatları, israf gibi unsurlar günümüzde gıda açlığının nedenleri arasında gösterilmektedir (Erbaş ve Arslan 2013). İklim içerisinde önemli yer alan yağış rejiminin değişmesi nedeniyle bazı tarım alanlarının kuraklaşırken, bazı tarım alanlarının ise sel suları altında kalarak kullanılamaz hale gelebileceği öngörülmektedir. Yapılan çalışmalarda yıllık yağış rejimlerindeki %10’luk bir farklılaşmanın tahıl üretiminde %4,4’lük bir azalmaya neden olacağı ileri sürülmektedir. Bu arada artan nüfusun gıda ihtiyacının karşılanması için ise gelecek 10 yıl içerisinde mevcut gıda üretiminin yaklaşık olarak %50 oranında artırılması gerekmektedir Ayrıca her yıl 2-5 milyon hektar ekilebilir alan erozyon ve/veya kuraklaşma gibi çeşitli etkenlerle kaybedilerek tarım dışı kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde marketten satın alınan gıdaların yaklaşık üçte biri evsel atık olarak israf edilmektedir Bu kayıp oranları tahıl ve baklagillerde toplam üretimin %15 kadarı iken, meyve ve sebzelerde %35’e kadar çıkabilmektedir (Wolf ve ark. 2003; Kader 2005; DaMatta ve ark. 2009; Munir ve ark. 2010; Abebaw ve ark. 2010; Premanandh 2011; Erbaş ve Arslan 2013). Son yıllarda gıda fiyatlarındaki artış ve dünya tahıl üretimindeki gerilemeler, yeterli gıdaya ulaşmaktaki önemli engellerden biridir. Dünya gıda pazarında 60 tarım ürününün fiyatı 2006 yılında %14, 2007 yılında da % 37 arttı. Mısır fiyatları % 70 arttı. Pirinçte artış % 100’ü aştı. Buğday, soya fasulyesi ve yemeklik yağlarda da hızlı bir yükseliş olmuş, 2007 yılı ortalarından beri gıda fiyatları dünya genelinde %40’e yakın artmıştır. Buğday 28 yıldaki en yüksek düzeyine ulaşmış, gıda fiyatlarındaki artış, gelişmekte olan ülkelerin gıda ithalatı faturalarını %25 503 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X oranında artırmıştır. Dünya Gıda Programı raporuna göre (WFP), 2009 yılında aynı parayla bir önceki yıl alınandan %40 daha az yiyecek satın alınabilmektedir. Görüldüğü gibi açlıkla acil mücadelenin yanı sıra geleceğe dönük olarak da küçük çiftçilere destek verilmesi de önemli görülmektedir. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) da, düşük gelirli ülkelere tohum desteği için 1,7 milyar dolarlık destek çağrısı yapmıştır. Bunun yanı sıra, Tarımsal Kalkınma için Uluslararası Fon (IFAD) da, en fazla etkilenen ülkelerdeki yoksul çiftçilere destek için fazladan 200 milyon dolar ayıracağını belirtmiştir (Özbek 2009). Aslında Dünyadaki tüm yoksulluğu ve açlığı kökünden yok etmek için ise yaklaşık 135 milyar doların yeterli olduğu belirtilmektedir (www.mbmtr.org). İleri sürülen konular içerisinde toprak ve su kaynaklarının güvenliği ve iklim değişikliği, belirsizliğini korumaktadır. Petrol fiyatlarının değişkenliği, yakıt tarımı güncelliğini devam ettirmektedir. Genetik mühendisliğinin katkısının da makul olan tüketici endişesiyle kısıtlı kalması nedeniyle açlık sorunu devamlılığını sürdürmektedir. Tarımda artan alt yapı yatırımları ve birim alan verimliliğini artırma çabaları, israf düzeyinde bilinçlendirme ve enerji kaynaklarının verimliliğini yükseltmeye yönelik çalışmalar ve artan duyarlılık gıda açlığı riskinin azalmasına yol açabilir. Açlık olgusunu ortaya çıkartan bir diğer neden olarak gıda dağılımındaki adaletsizlik ileri sürülmektedir. Tarım uzmanı ve çevre analisti olarak tanınan önemli bilim adamı Dr. Lester R. Brown, dünyadaki açlık sorununun gıdanın eşit dağılımıyla aşılacağını savunmaktadır. Dr. Brown’a göre, dünyadaki açlığın nedeni, gıda yetersizliği değil, insanlar arasında gıdanın eşit dağılımının yapılamamasıdır. ABD’deki insanların obeziteyle mücadele ederken, Nijerya, Meksika, Peru, Hindistan ve Pakistan’daki insanların kıtlıkla karşı karşıya kalmalarının eşitsizlikten kaynaklandığını vurgulamaktadır (www.gidatarim.com). 504 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X 4. Sonuç Günümüzde gıda güvencesinin sağlanması ve açlığın önlenebilmesi için gerek ulusal düzeyde gerekse uluslararası düzeyde birçok proje ve program yürütülmekle birlikte henüz soruna kalıcı bir çözüm geliştirilemediği görülmektedir. Uygulanan kimi reçeteler gerçekçi olmaktan uzaktır, politik esaslı olarak kurgulanmaktadır ve geri kalmış fazla nüfuslu ülkelerinde ithalata bağımlılık yaratıcı etkiler yaratmış olup ülkelerin kendine yeterlikten dışa bağımlı hale gelmelerine yol açmıştır. Sorunun çözümünde, her ülkenin kendi kaynaklarını en iyi biçimde değerlendirmeyi teşvik edici yaklaşımların önemli olduğu düşünülmektedir. Gıda alığı ile savaşmada başarıların artması, ülkelere özgü anlayış farklılıklarının dikkate alınması yanında uluslar arası toplumun katkıları ve siyasi kararlılığın devamı ile daha mümkün görülmektedir. Açlık çekilen bölgelere doğrudan gıda yardımları yerine, yerel üretim imkânlarının korunması ve geliştirilmesi faaliyetlerine destek yapılmalıdır. Bu arada açlıkla mücadelede devletler ve uluslararası organizasyonların toplumların yönetim düzeninde; siyasi istikrar ve gelir dağılımında adalet sağlayarak, enerji kaynaklarını istikrara kavuşturarak, tarımsal üretim faaliyetlerini teşvik ederek, küçük ölçekli tarım arazilerini toplulaştırarak, tarım alanlarının korunmasını ve sürdürülebilir işlenmesini sağlayarak, mikrokredi uygulamalarını teşvik ederek yardımlarını artırmalıdırlar. Ayrıca iklimsel değişimin olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla fosil kaynaklar yerine küresel ısınmaya neden olmayan güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi gıda güvenliği açısından önemlidir. Gelişmekte olan ülkelerde kırsal kalkınma ve sosyal korumayı teşvik eden yasalar ve bunların uygulaması, işletmeci yanında toplumun gıda üretimi, işlemesi ve tüketimi konusunda eğitilmesi, tarım alanlarının kullanıma açılması ve modern araçlarla üretimin mekanize edilmesi, kuraklığa, hastalıklara ve zararlılara dayanıklı hibrid tohumların temin edilmesi, tarımsal biyoteknoloji konusunda araştırmaların derinlemesine yapılması, derin sulama kuyularının açılarak kapalı sulama sistemlerinin kurulması, ikinci hatta üçüncü ürün yetiştirme imkânlarının araştırılması ve topraksız tarım tekniklerinin öğretilmesi gibi uygulamalarla gıda arzının sürdürülebilirliği sağlanmalıdır. Sonuç olarak, gıda güvencesi sağlama ve açlığı azaltmada; küresel düzeyde önlemler artırılmalıdır. Küresel iklim değişimi ile mücadele 505 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X edilmesi, dünya nüfus artış hızının yavaşlatılması, başta toprak olmak üzere üretim ve doğal faktörlerin etkin kullanılması, yerel ürünlerin korunarak gıda üretim imkanlarının desteklenmesi, yerel gıdaların tüketiminin teşvik edilmesi ve gıda kayıplarının en aza indirilmesi gibi çalışmalarda bulunulmalı, uluslar arası fonlarla bu tip çalışmalar desteklenmelidir. Kaynaklar Abebaw, D., Fentie, Y. and Kassa, B. 2010. The impact of a food security program on household food consumption in Northwestern Ethiopia: A matching estimator approach. Food Policy 35: 286-293. DaMatta, F. M., Grandis, A., Arenque, B.C. and Buckeridge, M. S. 2009. Impacts of climate changes on crop physiology and food quality. Food Research International 43: 1814-1823. Denli, Y. ve Anlı, R. E. 1997. Gıda güvencesi. Gıda Dergisi, 22: 249-250. Ekşi, A. ve İşçi, A. 2012. Dünyada Açlık Olgusu ve Çözüm Arayışları, Gıda Dergisi, 37 (1): 39-45. Erbaş, E. ve Arslan, S. 2013. Açlığın Önlenmesi ve Gıda Güvencesinin Sağlanması, Gıda Mühendisliği Dergisi 36. Sayı: 50-59. FAO 2005. The state of food insecurity in the world 2005: Eradicating world hunger–key to achieving the Millennium Development Goals. Available: ftp://ftp.fao.org. FAO 2010. The state of food insecurity in the world-addressing food insecurity in protracted crises. http://www.fao.org/ docrep /013/i1683e/i1683e.pdf (Erişim tarihi 25.06.2015). FAO 2014. The State of Food Insecurity in the World,http://www.fao.org/3/a-i4030e.pdf (Erişim tarihi:25.06.2015). http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/duyurular/toplum%20icin/16Eki mGidaGunu.pdf (Erişim tarihi: 25.06.2015). http://gidatarim.com/ekonomi/gidanin-esit-dagilimi-acligi-bitirecek /77499. html (Erişim tarihi 23.06.2015). http: www.mbmtr.org/uploads/1/7/9/4/.../temkon_2__ kaan_uysal.pdf (Erişim tarihi 23.06.2015). http://tr.euronews.com/2015/05/22/fransa-gida-israfina-agir-cezalargetiriyor/ (Erişim tarihi 29.06.2015). 506 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Kader, A. A. 2005. Increasing food availability by reducing postharvest losses of fresh produce. Acta Hort 682:2169–2175. Munir, A., Hanjra, M. A. and Qureshi, M. E. 2010. Global water crisis and future food security in an era of climate change. Food Policy 35: 365-377. Nah, S. L. and Chau, C.F. 2010. Issues and challenges in defeating world hunger. Trends in Food Science and Technology 21: 544-557. Özbek, O. 2009. Gıda Krizi ve Açlık Geleceğimizi Tehdit Ediyor, İzmir Ticaret Odası, AR-Ge Ekonomi Bülteni. Permanandh, J. 2011. Factors affecting food security and contribution of modern Technologies in food sustainability. Journal Science of Food Agriculture. 91:2707-2714. Wolf, J. Bindraban, P. S., Luijten, .J C. and Vleeshouwers, L. M. 2003. Exploratory study on the land area required for global food supply and the potential global production of bioenergy. Agricultural Systems 76: 841-861. 507 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Yaprakları Salata Olarak Tüketilen Kıvırcık (Lactuca sativa L.) Bitkisinin Antioksidan Kapasitesinin Belirlenmesi Ayşe Makasçı Afacan Namık Kemal Üniversitesi, Muratlı MYO Kimya Teknolojisi Programı, Tekirdağ, E-posta:aafacan@nku.edu.tr Özet: Bu çalışmada bitkisel ürünlerin ve gıdaların antioksidan kapasitesinin belirlenmesinde en çok kullanılan yöntemlerden biri olan βkaroten linoleik asit emülsiyon metodu ile çalışıldı. Bu çalışmanın amacı, Tekirdağ İl Merkezinde yetiştirilen yaprakları salata olarak tüketilen kıvırcık salatanın yaş ve kuru olarak hazırlanan ekstrelerinin antioksidan aktivitesinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Taze olarak tüketilen kıvırcık salatanın yeşil yaprakları maserasyon ile ekstrakte edildi. Kurutulan yapraklar ise soxhlet aparatı ile ekstraksiyonu yapılmıştır. Elde edilen örneklerin analizi yapılıncaya kadar +4 ºC’de bekletildi. Bu çalışmada βkaroten linoleik asit metodu çalışıldı. Deney tüplerindeki numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm’de okutuldu. Bu andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30 dakikada bir 90 dakika boyunca okutuldu. Yapılan analizler sonucu kıvırcık bitkisinin antioksidan kapasite gösterdiği saptandı. Anahtar kelimeler: Kıvırcık ( Lactuca sativa L.), Antioksidan kapasite, linoleik asit, BHT (butillenmişhidroksi toluen) Determination of Antioxidant Capacity of Lettuce (Lactuca sativa L.) whose Leaves are Used in Making Salad Abstract: In this study, β-carotene linoleic acid emulsion method, one of the most common methods used for the determination of the antioxidant capacity of herbal products and food was applied. This study aims to compare the antioxidant activity of fresh and dry extracts of the lettuce grown in the province of Tekirdag. The green leaves of lettuce 508 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X consumed fresh were extracted by maceration. On the other hand, dried leaves were extracted using soxhlet apparatus. The samples obtained were stored at + 4 ° C until they were analyzed. In this study, the method of linoleic acid and beta carotene was used. The absorbance of the samples in test tubes and control solution was read at 450 nm. From this moment, the absorbance of the solution in the incubation was read every 30 minutes for 90 minutes. As a result of the analysis, it has been determined that lettuce has antioxidant capacity. Key words: Curly (Lactuca sativa L.), antioxidant capacity, linoleic acid, BHT (butylated hydroxy toluene) 1.Giriş Serbest radikallerin çok reaktif türler olduğu, doku ve organları tahribat güçlerinin üst düzeyde olduğu bilinmektedir. Serbest radikaller organizmayı oluşturan temel birimlere geri dönüşü olmayan zararlar verebilirler. (Halliwell ve Aruoma, 1998). Canlı hücreler reaktif oksijen türlerinin zararlarını gidermek için bu reaktif türleri elimine edebilecek veya oluşumunu engelleyecek savunma sistemlerine sahiptirler. Antioksidanlar, yükseltgenebilen substratlara göre daha düşük derişimlerde, substratın prooksidanlarla başlatılan oksidasyonunu ciddi derecede engelleyen ya da geciktiren maddelerdir ve doku hasarlarını engelleyebilirler. Prooksidanlar ise lipitler, proteinler ve nükleik asitlerde oksidatif hasara sebep olan ve bunun sonucunda çeşitli patolojik olaylara ve hastalıklara yol açan toksik maddelerdir. Antioksidanlar, hücrelere zarar veren bu prooksidanları (reaktif oksijen ve azot türleri, serbest radikaller) etkin bir şekilde indirgeyerek düşük toksisiteli veya toksik olmayan ürünlere dönüştürürler (Cao, ve Prior, 1999). Doğal antioksidan kaynaklarını genel olarak bitki fenolikleri oluşturmaktadır (Atoui ve ark., 2005; Huang ve ark., 2005; Mathew ve Abraham, 2006a; Skerget ve ark.,2005). Fenoliklerin antioksidan aktiviteleri, moleküllerinde yer alan hidroksil grubuyla ilişkilidir (Raven ve ark.,1999; Ziakova ve Brandsteterova, 2003). Bitki fenoliklerinin en geniş kısmını flavonoidler olusturmaktadır. Bu grup altında bilinen 8000’den fazla bileşik mevcuttur (Pietta ve Gardana, 2003). 509 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Doğal antioksidan kaynakları olarak meyveler, sebzeler, tarla bitkileri,bitkisel çaylar, şarap, kahve ve kakao gibi ürünleri içeren birçok gıda maddesi ve içeceğini saymak mümkündür (Roginsky ve Lissi, 2005; Afacan ve ark., 2014). Doğal antioksidan kaynaklarını genel olarak ‘bitki fenolik maddeleri’ oluşturmaktadır (Atoui ve ark., 2005; Huang ve ark., 2005; Mathew ve Abraham, 2006a; Skerget ve ark., 2005). Fenolik maddeler; biyolojik olarak antibakteriyel, antikanserojenik, antialerjik aktivite gösteren bilesiklerdir (Parejo ve ark., 2002; Ziakova ve Brandsteterova, 2003; Atoui ve ark., 2005). Geniş, uzun, yeşil yapraklı, yıllık veya altı aylık olarak yetiştirilen kıvırcık marul, bir ılıman iklim sebzesidir. Bitki önce yenilen kısmı olan vejetatif aksamını oluşturur, daha sonra gövde oluşturarak çiçek sapını ve çiçek topluluğunu oluşturur. Yetiştirilen birçok türü vardır. Marul lactucine, asparagine, hyocyamine ve acide ilac tucique içerir. Bundan başka içinde klorofil, kalsiyum, fosfor, iyot, manganez, çinko, sodyum, klor ve vitaminlerden A, B, C, D ve E vitaminleri vardır. Bu şifalı sebze serinletici, iştah açıcı, sindirim sistemini düzenleyici, hazmı kolaylaştırıcı, kabızlığı giderici, kanı temizleyici, vücuttan toksinleri atıcı, vücudu mineralize edici, uyku verici, yumuşatıcı etkilerinden başka kan şekerini düşürerek kandaki şeker oranını dengeleyici bir bitkidir. Bu yüzden şeker hastalarının bu şifalı sebzeyi tüketmesi tavsiye edilir. Çarpıntı, mide ağrılarında, sinirlenme durumunda, uykusuzluğa iyi gelmesi de faydaları arasındadır. Aynı zamanda karaciğer ve dalak organları içinde çok yararlıdır. 2. Materyal ve Metod Araştırmada kullanılan kıvırcık numuneleri Tekirdağ il merkezinde yetiştirilen tarladan toplandı. Bu çalışmanın amacı, ülke tarımında önemli bir yeri olan yaprakları salata olarak kullanılan kıvırcık sebzesinin, yaş ve kuru olarak hazırlanan ekstraktlarının antioksidan kapasitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Toplanan sebzeler iki kısma ayrıldı. Bir kısmı gölgede kurutuldu, diğer kısmı ise yaş olarak kullanıldı. Yaş olarak kullanılan kıvırcıklara maserasyon tekniği ile ekstraksiyon işlemi yapıldı. Kurutulmuş kıvırcık örnekleri ise öğütüldükten sonra her birinden yaklaşık 15 g alınıp soxhlet kartuşuna yerleştirildi. 30 oC de metanol, etanol ve aseton ile ayrı ayrı bu çözücülerde 6 saat ekstra edildi. Elde edilen ekstrelerin çözücülerini uzaklaştırmak için rotary 510 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X evaporatörde vakum altında 40 oC’ ye tabi tutuldu. yapılıncaya kadar +4 ºC’de bekletildi. Örnekler analizi 2.1. Toplam antioksidant aktivitenin belirlenmesi β- Karoten- Lineolik Asit Emülsiyon Yöntemi: Bu metot Amin ve Tan (2002)’ye göre yapıldı. β- karoten- lineolik asit emülsiyon yöntemi: 0,2 mg β- karoten, 1 mL kloroformda çözüldü. Üzerine 0,02 mL lineolik asit çözeltisi ve 200 mg tween 40 ilave edildi. Kloroform 40 0C’ de tamamen uzaklaştırıldı. 100 mL saf suda çözüldü. Şiddetli şekilde karıştırıldı. Kontrol çözeltisi içinde aynı işlemleri tekrarlandı. Numunelerin ve karıştırılmak üzere hazırlanan sentetik antioksidan konsantrasyonu 2 mg/mL olacak şekilde metanol ve etanol hazırlandı. Deney tüplerine, hazırlanan drog, gallik asit ve BHT çözeltilerinden 0,2’ şer mL alınarak üzerlerine 5 mL, hazırlanan emülsiyon çözeltisi ilave edildi. 40 0C de su banyosunda inkübasyona bırakıldı. Deney tüplerindeki numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm de okutuldu. Bu andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30 dakikada bir 90 dakika boyunca okutuldu. Bu absorbansa dayanarak, yapılan hesaplamalarda absorbans değişim oranı ve buna bağlı olarak da % oksidasyonu engelleme katsayıları hesaplandı. R= ln(a/b)/120 Burada; ln=doğal logaritma, a= başlangıc absorbansı, b= 90 dakika inlübasyondan sonraki absorbansı AA; antioksidan aktivite eşitliği Rkontrol Rnumune x100 Rkontrol AA= 3. Bulgular ve Tartışma β- Karoten-lineolik asit emülsiyon sistemi metodunda, emülsiyondaki lineoik asit oksidasyon sonucu oluşan radikallerin βkaroten’le reaksiyonundan oluşan sarı rengin zaman içerisinde kaybolmasına dayanmaktadır. β-karoten lineolik asit metodunda kıvırcığın 511 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X test süresinin 90 dakika boyunca sarı rengin solmasını önlemesi yüksek potansiyel antioksidan varlığını göstermektedir (Şekil 1 ve 2 ). Yaş Kıvırcık Absorbance(450nm)ı 1 0.8 control 0.6 BHT 0.4 Gallic acid Ethanol 0.2 Methanol 0 0 20 40 60 80 100 Acetone time(minute) Şekil 1. Yaş kıvırcığın; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2 mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu kıvırcık ( Lactuca sativa L.), gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği. Kuru Kıvırcık absorbance(450nm)ı 0.7 0.6 0.5 control 0.4 BHT 0.3 Gallic acid 0.2 Ethanol 0.1 Methanol 0 0 20 40 60 time(minute) 512 80 100 Acetone Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Şekil 2. Kuru kıvırcık; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2 mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu kıvırcık ( Lactuca sativa L.), gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği. β-karoten lineoleik asit emülsiyon yönteminde kıvırcık bitkisinin metanol, etanol ve aseton ekstraktlarının antioksidan aktiviteleri ölçülüp, sentetik antioksidan olan gallik asit, BHT’nin antioksidan aktiviteleri ile karşılaştırıldı. Yapılan β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemi metodunda kıvırcık ( Lactuca sativa L.), etanol ve metanol ekstraktı asetona göre daha fazla antioksidan aktivite gösterdi. Bu sonuç bize etanol ve metanol ekstraktının daha yüksek antioksidan molekül içerdiği hakkında fikir verir. 4. Sonuç İnsanlar tarafından sıklıkla tüketilen bu bitkinin önemli derecede antioksidan aktiviteye sahip olduğu söyleyebiliriz. Maydanoz, dereotu ve rokanın antioksidan etkilerini BHT’nin antioksidan etkileri ile karşılaştırmışlardır. Her üç bitkinin ekstrelerini flavonid bileşiklerce zengin bulmuşlar ve tüm örneklerin antioksidan etkilerini BHT’ye yakın veya daha yüksek bulmuşlardır (Nizamlıoğlu, N.M., NAS, S., 2010). Genellikle yeşil yapraklı bitkilerde yaprak ekstreleri daha güçlü serbest radikal tutma özelliği göstermiştir ( Afacan M.A ve ark., 2010). Elde edilen sonuçlara göre yaprakları salata olarak tüketilen taze kıvırcık salatanın yaş olarak hazırlanan ekstrelerinin daha fazla antioksidan özellik gösterdiğini söyleyebiliriz. Kaynaklar Amin, I., ve ark., 2002. Antioxidant aactivity of selected commercial seaweeds. Mal J. Nutr. 8(2): 167-177 Afacan, A., Adiloğlu, S., Hasanghasemi, A., and Sağlam,. C., 2014. Determination of physiological and harvest antioxidant activities of sunflower plants growing ın alkaline soils with dpph method. Journal of Essential Oil Bearing Plants. Vol. 17(5): 1017-1022. Afacan M.A., Mammadov, R., Dusen, O., and Isık, H.I., 2010. Antimicrobial and antioxidant activities of medicinal plant species Ornithogalum alpigenum stapf. from Turkey. Journal of Medicinal Plant Research 4(16): 1637-1642 513 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Nizamlıoğlu, N.M. ve Nas, S., 2010. Meyve ve sebzelerde bulunan fenolik bileşikler; yapıları ve önemleri. Electronic Journal of Food Technologies, 5(1): 20-35. Halliwell, B., Aruoma, O. I., 1998. Free Radicals and antioxidants: The Need for in vivo markers of oxidative stress. Journal of American Oil Chemistry Society, 75(2): 199-212. Cao, G., and Prior, R.L., 1999. In vivo antioxidant capacity: comperison of different analytical methods, Free Radical Biology and Medicine, 27: 1173-1181. Atoui, A. K., Mansouri, A., Boskou, G. and Kefalas, P., 2005. Tea and herbal infusions: Their antioksidant activity and phenolic profile. Food Chemistry. Huang, D., Ou, B. and Prior, R.L., 2005. The chemistry behind antioxidant capacity assays, reviews, Journal of Agricultural Food Chemistry, 53: 1841-1856. Mathew, S. and Abraham, T.E., 2006a. Studies on the antioxidant activities of cinnamon (Cinnamomum verum) bark extracts, through various in vitro models, Food Chemistry, 94: 520-528. Mathew, S. and Abraham, T.E., 2006b. In vitro antioxidant activity and scavenging effects of Cinnamomum verum leaf extracts assayed by different methodologies , Food and Chemical Toxicology, 44: 198206. Pietta, P. and Gardana, C., 2003. Flavonoids in herbs, in flavonoids in health and disease 2nd Ed. revised and exponded, pp. 49-69, (Eds. Rice-Evans, C.A. Packer, L.), Marcel Dekker Inc. Parejo, I., Viladomat, F., Bastida, J., Rossas-Romero, A., Flerlage, N., Burillo, J. and Codina, C., 2002. Comparison between the radical scavenging activity and antioxidant activity of six distilled and nondistiled Mediterranean herbs and aromatic plants, Journal of Agricultural and Food Chemistry, 50: 6882-6890. Raven, P.H., Evert, R.F. and Eichhorn, S.E., 1999. Biology of Plants 6th Ed. New York, USA. Roginsky, V. and Lissi, E.A., 2005. Review of methods to determine chain breaking antioxidant activity in food. Food Chemistry, 92: 235-254. Skerget, M., Kotnik, P., Hadolin, M., Hras, A.R., Simonic, M. and Knez, Z., 2005. Phenols, proanthocyanidins, flavones, and flavonol in some plant materials and their antioxidant activities. Food Chemistry, 89: 191-198. 514 Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12 ISSN 2149-147X Farklı Menşeili Soğuk Sıkma Çörekotu Yağlarının Fiziksel ve Kimyasal Özelliklerinin İncelenmesi Ayşe Akan1, Fatma Ebru Koç1, Emre Uysal1, Çağlar Kulu1 Aksuvital Doğal Ürünler, Gıda Sanayi ve Tic. A.Ş. İstanbul/Türkiye Ar&Ge Departmanı, E-posta: a.akan@aksuvital.com.tr 1 Özet: Çörekotu (nigellasativa) Akdeniz Bölgesi’nin tohumları baharat olarak kullanılan doğal bir bitkisidir. Tüm dünyada tüketilen ve tıbbi uygulamaları olan çörekotu tohumu gıda olarak kullanımının yanı sıra steroller ve tokoller bakımınd