haziran 2015 sayısının tamamı - Sosyal Bilimler Dergisi
Transkript
haziran 2015 sayısının tamamı - Sosyal Bilimler Dergisi
HAZİRAN 2015 Cilt 17 / Sayı: 1 Haziran – 2015 Volume 17 / Issue: 1 June - 2015 SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ CİLT: 17 / SAYI: 1 Safiye YAĞCI ISSN: 1302-1265 Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi Uğur ÜÇÜNCÜ Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Hasan USTA Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Muharrem DÖRDÜNCÜ Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa Seyahati Çiğdem Belgin DİKMEN Ferruh TORUK Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Alper DEMİRBUGAN Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Osman NACAK Ömer Akgün TEKİN Ömer Kürşad TÜFEKÇİ Hayatı ve Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Afyon Kocatepe Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Cilt 17 Sayı 1 Haziran 2015 Afyon Kocatepe University Journal of Social Sciences Volume 17 Issue 1 June 2015 Sahibi / Owner Afyon Kocatepe Üniversitesi adına Rektör Prof. Dr. Mustafa SOLAK Editörler / Editors Prof. Dr. Selçuk AKÇAY Doç. Dr. Fatih ECER Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Selçuk AKÇAY Doç. Dr. Ahmet Kemal BAYRAM Prof. Dr. Kemalettin ÇONKAR Doç. Dr. Celal DEMİR Prof. Dr. Mustafa ERGÜN Prof. Dr. Ernest-Wolf GAZO Doç. Dr. Mustafa GÜLER Prof. Dr. Mehmet KARAKAŞ Prof. Dr. Şuayip ÖZDEMİR Prof. Dr. Belkıs ÖZKARA Prof. Dr. İsa SAĞBAŞ Pof. Dr. Kasım TURHAN Doç. Dr. Uğur TÜRKMEN Doç. Dr. Hilmi UÇAN Prof. Dr. Hakkı YAZICI Yardımcı Editörler/ Co-Editors Arş. Gör. Alper KARASOY Arş. Gör. Arif ARİFOĞLU Haberleşme ve Koordinasyon / Contact Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü ANS Yerleşkesi, 03200/AFYONKARAHİSAR Tel.: 0272 2281255/1226- Belgegeçer: 0272 2281288 e-posta: akusbder@aku.edu.tr, web: http:// http://www.sbd.aku.edu.tr Haziran ve Aralık olmak üzere yılda iki kez yayınlanan AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, alanında uluslararası indeksler tarafından taranan hakemli, disiplinler-arası akademik bir dergidir. AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, ASOS (Akademia Sosyal Bilimler İndeksi), EBSCO SocINDEX, MLA ve Akademik Dizin tarafından indekslenmektedir. İÇİNDEKİLER / CONTENTS Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi Safiye YAĞCI 1 A Repertoire Suggestion for Preparatory Class of Vocal Training in Turkish Art Music Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Uğur ÜÇÜNCÜ 21 The Activities of the Fener Greek Orthodox Patriarch IV. Meletios in the Great Offensive Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Hasan USTA 51 Salary Management in Turkish Police Organization: The Field Study of Rize Police Department Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati Muharrem DÖRDÜNCÜ Grand Vizier Ibrahim Hakki Pasha’s Life and His Travel to Europe Çiğdem Belgin DİKMEN Ferruh TORUK 79 Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri 99 Spatial Structure and Proposals of Protection of Traditional Houses Göynük Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Alper DEMİRBUGAN 129 Determination of Optimum Production Rate in Evaluation of Mine Projects Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi Osman NACAK A Change in Turkish Management Approach: Emergence and Development of Political Representtation 147 Ömer Akgün TEKİN Ömer Kürşad TÜFEKÇİ Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma 171 Tourism Student's Trade Union Perception: A Study on Undergraduate Students Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi Safiye Yağcı1 DOI NO: 10.5578/JSS.8096 Geliş Tarihi: 06.06.2014 Kabul Tarihi: 06.11.2014 Özet Eğitim bilimleri alanında yapılan araştırma ve program geliştirme çalışmaları sanat eğitimini de etkilemiş ve müzik eğitimi alanında birçok dalın eğitim bilimleri kapsamında incelenmesine ve eğitiminin verilmesi konusunda daha özenli çalışmaların yapılmasına yol açmıştır. Uygulanmakta olan programların geliştirilmesi, düzenlenmesi ve günün koşullarına uygun veya güncel bir yapı kazandırılması ile yeniliklerin bu programlara yansıtılması da yine önemli bir aşamayı oluşturmaktadır. Bu araştırma, Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Sanat Müziği Ses Eğitimi Ana Sanat Dalında öğrenim gören hazırlık sınıfındaki öğrencilerine verilen ses eğitimi dersine yönelik, ses eğitimi programı hedefleri doğrultusunda, seçilen repertuar üzerinde geliştirilen yeni ses alıştırmaları önermektedir. Yüzyıllardan beri sürmekte olan meşk geleneği günümüz koşullarında gelişen teknolojinin de katkılarıyla nota ve benzeri eğitim araçlarından yararlanılması sonucunda biçim değiştirmiştir. Bunun sonucunda ise eğitim bilimlerinin sanat müziği eğitimine sağlayacağı katkılar da dikkate değer bir hal almıştır.Araştırma, Türk Sanat Müziğinin gelecek kuşaklara aktarılması için kullanılan yöntemleri irdelemesi, bir program dâhilinde repertuarın eğitim materyali olarak kullanılabilirliğinin sağlanmasına hizmet etme amacı taşımaktadır. Alanda yapılacak çalışmalara katkı sağlaması açısından da önemli olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Türk Sanat Müziği, Ses Eğitimi, Meşk Geleneği. A Repertoire Suggestion for Preparatory Class of Vocal Training in Turkish Art Music Abstract Research and program development works had also impact on arts education in the field of educational sciences and led to conduct more attentive studies concerning examining and training within the scope of many educational sciences branches in the field of music education. The development of programs that are being implemented regulated and gaining a current structure or suitable for today’s conditions, reflection to these programs within innovations also constitute 1 Arş.Gör., Afyon gundoner@aku.edu.tr Kocatepe Üniversitesi, Devlet Konservatuarı Bölümü, 1 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi an important phase. This research aims to demonstrate new approaches, targeting voice training program, towards students studying in preparatory classes in Afyon Kocatepe University State Conservatory Turkish Art Music Voice Training Main Art Department. “Meşk” tradition that goes throughout the centuries has changed its format as a result of utilization of today’s developing technology’s tools that contribute into not as etc. Consequently, education science’s contributions to art music educations have become remarkable. Research, within a program of repertoires is intended to serve as a training material to upgrade used methods for transferring Turkish Art Music to future generation. Considered that, it is also important in terms of contribution to works that will be done in this field. Keywords: Turkish Classical Music, Meşk Tradition. Giriş Türk Sanat Müziği oldukça derin bir kültürel birikimin yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa meşk sistemi yoluyla aktarılması sonucunda günümüze ulaşmıştır. Bu kültürel birikimin sağlıklı bir şekilde korunması ve aktarılması bu alanda çalışanlara büyük sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluk eğitim gibi Türk Sanat Müziği eğitimini doğrudan ilgilendiren disiplinleri yakından takip etmeye ve mesleki yeterlilikleri farklı disiplinler çerçevesinde ele almaya neden olmaktadır. Türk Sanat Müziği ses eğitimi ritim uygulama, makam bilgisi, tavır ve üslûp, repertuar gibi ana konuları kapsayan bir içeriğe sahiptir. Bu içeriğin sağlıklı bir şekilde doldurulması ve kazandırılması Türk Sanat Müziği ses eğitimi alanında görev yapanların her iki disiplinin önemli yönlerini bilmelerini ve kendilerini çok yönlü bir şekilde yetiştirmelerini gerekli kılmaktadır. Bir başka deyişle, Türk Sanat Müziği alanında görev yapmakta olan bir eğitimcinin hem Türk Sanat Müziğinin temel kavramlarına ve repertuarına hâkim olması hem de bu kavramaları ses eğitiminin inceliklerini uygulamaya yönelik bir biçimde bilmesi gerekmektedir. 1.Ses Eğitimi Ses eğitimi, bireylere sesini şarkı söylerken veya konuşurken, anatomik ve fizyolojik yapı özelliklerine göre kullanabilmesi için gereken davranışların kazandırıldığı, önceden saptanmış yöntemlerle, planlanan hedeflere yönelik uygulanan bir etkileşim süreci olarak tanımlanabilir (Töreyin, 2008: 82). Ses eğitimi ayrıca bireyin sesinin oluşumunda görev alan organların kullanımına yönelik bilgi ve becerileri kazandırmayı da amaçlamaktadır. Ses eğitiminde amaç bireyin sesini kullanacağı alana uygun bir şekilde şarkı söyleme veya konuşma esnasında dinleyicide olumlu etki bırakma, doğru ve güzel bir söyleyiş biçimi geliştirmesini sağlamaktır (Türkmen, 2007: 1). Ses eğitimi ayrıca bireyin sesini doğru ve etkili bir 2 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 şekilde kullanarak müzikal çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurmasını, gerek dinleyici gerekse yorumlayıcı olarak müziğe sağlıklı bir şekilde katılmasını sağlamakta ve bireye müzik alanında kültürel bir kimlik kazandırmaya amaçlamaktadır (Çevik, 1997: 68). Bireylerde sesin disipline edilmesi ve zaman içerisinde olgunlaşması için ses eğitiminin önemi büyüktür. Türk Sanat Müziğinde de eserlerin doğru seslendirilmesi kadar sesin doğru ve sağlıklı bir şekilde çıkarılması önem taşımaktadır. Buna göre, ses eğitimi her alanın ihtiyaçları ve özellikleri, dikkate alınarak verilmelidir. Ses eğitimcisi solunum, fonasyon, rezonans ve artikülasyon bağlamında kendi içinde birbirini takip eden bir sırada eğitim sürecini uygulamalıdır. İlk aşamada ses eğitimi alacak bireyin kendisini ve ses yapısını tanıma, ikinci aşamada oluşturulması istenen sesi belirleyip arama, üçüncü aşamada amaçlanan sesi bulma ve geliştirme, dördüncü aşamada ise amaçlanan sesi alışkanlık halinde kullanmaya yönelik çalışmalar ses eğitimcisinin yapması beklenen çalışmalardır (Töreyin, 2008:113). Aynı zamanda yeniliğe açık olması beklenen eğitimciler farklı disiplinlerdeki yaklaşımları kendi alanlarına uygulamaya istekli olmalıdırlar. Eğitimcilerin yeniliklere açık olması özellikle Türk Sanat Müziğinin gelişimi açısından önem arz etmektedir. Temel ses eğitimini belirli ilkeler oluşmaktadır. Bu ilkeleri Töreyin (1998:16) şu şekilde sıralamıştır; “Düzenli bir solunumla, gırtlak altı (Subglottik) basınç çok iyi ayarlanmalıdır, doğal ses oluşumuna aykırı olmamalıdır, ses bölgeleri (registerler) iyi tanınmalı, yerine göre ve uygun olarak kullanılmalıdır, ses anatomik yapı özelliklerinin dışındaki tonlarda zorlanmamalıdır, konuşur gibi şarkı söylenmelidir, müziğin gerekleri yerine getirilmelidir, şan eğitiminin (temelden en ileri düzeye kadar) her aşamasında eğitimcilik ve öğretmenlik mesleğinin gereklerine uygun davranılmalıdır”. Sağlıklı ses eğitimi sonuçları elde edilebilmesi için doğru ve düzgün diyafram nefesi alınmalı, nefesin yeterince hava içermesine ve gırtlağın açık tutulmasına özen gösterilmeli, nefes kontrolü gırtlakla değil diyaframla yapılmalı, çene doğal bir şekilde aşağı çekilmeli ve bu esnada damağın arka kısmının yükseltilmesine dikkat edilmeli, dudaklar ve dil doğru kullanılmalıdır. Dilin ucu alt dişlere düzgün bir şekilde kaldırılmalı, nefesi diyaframa, sesi de göğüs ortasında bir yer olarak düşünülen bir temele oturtmalıdır. Ses kesinlikle bu temelden koparılmayarak egzersizlerde ses yukarı çıkarken başlangıç noktasına, aşağı inerken de en üst notaya dayandırılmalıdır. Egzersiz sırasında sesin inebileceği en alt tondan çıkabileceği en üst tona kadar rengini, tınısını ve gücünü koruyabilmelidir. Egzersizler rahat bir pozisyonda yapılmalı ve öğrencinin gerçek ses tonu belli oluncaya kadar zor egzersizlerden kaçınmak gereklidir (Koçak, 1998:44). Bütün bu hususlara dikkat edilerek yapılacak olan ses eğitimi de 3 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi öğrencinin ses eğitimi konusunda bilinçli ve sağlıklı bir şekilde ilerlemesini sağlayacak ve şarkı seslendirişini olumlu yönde etkileyecektir. Temel ses eğitimi, sesin oluşumuyla ilgili organların kullanımında bilgi ve becerileri kazandırdığından Türk Sanat Müziği temel ses eğitiminde ihmal edilemeyecek becerilerin de kazandırılmasına hizmet etmektedir. Çevik (1997:20-21), insanın ses sisteminde üç aygıta yer vermektedir:Solunum aygıtı–aktivatör (soluk borusu, akciğerler, diyafram, kaburgalar ve karın kasları), titreşim aygıtı - ses jeneratörü (larenks ve gırtlak), yankı aygıtı – rezonatör (soluk borusu, göğüs, gırtlak bölgesi, yutak, ağız, alt çene,damak, burun ve sinüsler). Şenocak (1993:417) da ses sistemini farklı adlandırmalarla üç sistemde toplamıştır: aktivatör veya jeneratör denilebilen solunum sistemi, vibratuvar sistem (larenks) ve rezonatör sistem (subraglottik havalı boşluklar). Belli bir basınçla akciğerlerden gelen hava, larenks içerisinde yer alan ses dudakçıklarını (ses telleri) titreştirdiğinde ses oluşur. Oluşan bu ham ses, rezonans boşluklarında büyüyerek belli bir tınıya ulaşır. Dil, diş, dudak, yanak ve damağın değişik hareketleri ile şekil alır. Her insanın ses dudakçıkları, farenks özellikleri, dili, burun boşluğu, damağı ve ağzı farklı özellikler taşımaktadır. Dolayısıyla sesi meydana getiren ve ona çeşitli özellikler kazandıran sistemlerin bilinmesi gerekmektedir (Göğüş, 2000:1). Ses organları, nefesli bir çalgıya benzetilecek olursa; havayı pompalayan körük insan vücudunda akciğerleri, titreşimi sağlayan vibratör ses tellerini, rezonansı sağlayan rezonatör boşluk ise ses tellerinin üzerinde bulunduğu gırtlağı temsil eder (Ömür, 2001:40). Solunumun temel işlevi organizmanın oksijen ihtiyacını karşılamaktır. Bunun yanı sıra sosyal açıdan da önemli olan bir diğer işlevi de fonasyonun tüm enerjisini sağlamaktır (Vennard, 1992,akt. Evren, 2006:4). Solunum sırasında göğüs boşluğu özellikle diyafragmanın aşağı doğru hareketi ile genişlemektedir. Böylece dışarıdaki hava burun, ağız, larenks, farenks, trakea, bronşlar ve bronşiollerden geçerek akciğerdeki alveollere kadar ulaşır. Kaburgaların aşağı doğru inmesi ile pasif olarak yükselen diyafragmanın hareketiyle göğüs boşluğunda daralma meydana gelir. Akciğer boşluklarında meydana gelen yüksek basınçla hava aynı yollardan dışarı atılır (Cevanşir ve Gürel, 1982:1-2). Çevik (1997: 20)’in titreşim aygıtı olarak adlandırdığı vibratör sistem içerisinde yer alan larenksin başlıca işlevleri solunum yolu olması, alt sonlum yollarının korunmasının sağlanması, konuşmaya katkı sağlaması ve yutma sırasında sfinkterik koruyucu olması şeklinde sıralanabilir (Padhya ve Wilson, 2003, akt. Evren, 2006:6). Ses tellerinden başlayarak burun ve dudaklara kadar uzanan, farenks, ağız boşluğu, burun boşlukları, sinüsler larenks ve bir bakıma göğüs boşluğunu da içine alan, ses tellerinin titreşimi ile larenkste oluşan ham sesi geliştirip belli bir karaktere ulaşmasını sağlayan rezonans boşluklarının yer aldığı sistem rezonatör sistem olarak 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 adlandırılmaktadır. Ses, bu sistem aracılığıyla belli bir tınıya, renge ve zenginliğe kavuşur (Göğüş, 2000:38). Sesteki rezonansın yani tınının güçlenmesi ve önde tınlaması ve dolayısıyla sesin parlak, yuvarlak, yumuşak ama yapısı oranında güçlü olması kafa rezonansının kullanılmasıyla doğru orantılıdır. Kafa sesi aşağıya pes tonlara indiği zaman vibrasyonlar göğüste çok belirginleşir. Bu titreşimler düzenli çalışan ses aygıtının vücuda aynı düzen içinde dağılan titreşimlerdir. Bu sağlıklı dağılım neticesinde oluşan göğüs rezonansı pes tonlarda koyu ve sıcak bir tını kazandırmaktadır (Sabar, 2008:77-78). Sesini mesleki amaçlar için kullanan bireylerin hem bu sesini oluşturan sistemleri tanımaları hem de bir rehber eşliğinde nasıl kullanacaklarına yönelik eğitimi almaları gerekir. Ses eğitimi değişik medeniyetlerde farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. İnsan sesinin insanlık tarihinde ilk müzik aleti olduğu bilinmektedir. Şarkı söyleme de Ortaçağ’a kadar konuşmanın bir uzantısı olarak kelimelere daha çok değer kazandırmak amacıyla ortaya çıkmıştır (Özsan, 2010:45). İlkel toplumlarda şarkı dinsel unsurlar taşımaktaydı ve burada insanlar şan yapmak için değil olayları sorgulamak için şarkı söylemekte oldukları sanılmaktadır (Özsan, 2010:46). İnsan vücudundaki şarkı söyleme işiyle ilgili tüm kasların denetim altına alınıp, bu kasların gerektiği şekilde kullanılarak insan vücudunun ve ruhunun gizlerine ulaşmayı başarma olayı şarkı söyleme sanatı olarak adlandırılabilir (Davran, 1997:44). Şarkı söyleme sanatının nasıl doğduğu konusuna değinilecek olursa bazı toplumlar açısından ele almak gerekmektedir. Araştırmalar Yahudi müziğinin; çoğunlukla dörtlü ve beşli aralık içermesi sebebiyle Gregorians müziğiyle benzerlik taşıdığını göstermektedir. İsraillilerde basit şarkıların yanı sıra “ScholaContorum” tarafından okunmakta olan zengin melodili lituryalar olduğu, yüksek seviyede müzik kültürü bulunan Mısırlılar için müziğin tanrısal bir değer taşıdığı belirtilmiştir. Mısır’da Ay tanrısı “Thot” la ilgili 42 kitap arasında 2 tane şan kitabı bulunduğu, Çinlilerde şarkı söylemenin Avrupalılardan farklılık gösterdiği aktarılmıştır. Dini müzikteki koro parçalarında pes ve genellikle minör tonlar kullanıldığı, popüler şarkılarda ise keskin ve yüksek seslerin tercih edildiği kaydedilmiştir (Özsan, 2010: 46-47). Japonlarda şan sesinde büyük değişiklikler görülmekte olduğu, tonları bastırarak, içe çekerek, tıslayarak vb. çıkardıkları, sese sihirli bir güç vermek için maske kullanılarak kapalı ağızla çığlık atmak veya hayvan sesi çıkarmak vb. yollara başvurdukları anlatılmaktadır. Hintlilerde bir rivayete göre 16 bin gam bulunduğu, yazdıkları şarkıların, tanrılara hitap eden ve mucizeler yarattığına inanılan türde şarkılar olduğu söylenmektedir. Yunanlıların şarkı sanatını çoğunlukla Araplar, Suriyeliler ve diğerlerinden aldıkları kaydedilmektedir. M.Ö. 1000’li yıllarda yaşanan 5 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi büyük göç sonucu doğunun etkisini taşıyan özellikler kaybolup müzik sanatında yeni bir dönem başladığı, milli oyunlarında şiir ve müzik yarışmalarına da geniş yer veren Yunanlıların, nefes tekniğine ve ses geliştirmeye de büyük önem verdikleri belirtilmiştir (Özsan, 2010:48-49). 2.Türk Sanat Müziğinde Meşk Sistemi Meşk sistemi bir müzik yazı sistemine dayanmadığından, ustadan çırağa, hocadan öğrenciye mesleki bilgilerin verildiği, müzikte sadece şarkı söylemenin değil, nasıl oturulacağından nasıl davranacağına kadar çok yönlü bir eğitimin verildiği bir sistem olarak bilinmektedir. Meşk, hat sanatından alınmış bir terim olmakla beraber bir öğretici rehberliğinde önce harflerin daha sonra belirli kalıp yazıların defalarca tekrar edilerek öğrenilmesi anlamını taşır. Hafızaya alınmış eser sayısı bir sanatkârın değerini ve seviyesini belirleyen ölçüt olarak düşünülmüştür. Osmanlı Türk müziğinin eğitimi açısından bakıldığında da geniş bir repertuarın öğreticiden öğrenilerek hafızaya alınması öğrencilerin de o repertuarı gelecek kuşaklara aktarması açısından önemlidir (Beşiroğlu, 2009: 935). Uzdilek, (1977: 63) İlim ve Mûsikî adlı eserinde meşk sistemine değinerek; ses ilminin müziği öğrenmek ve öğretmek konusunda büyük yardımı olduğunu ancak müzik öğrencisine müziğin ilmi konularının nadiren öğretildiğini, öğrencilerin çoğunun deneysel usûlle yani usta (hoca) sından görerek senelerce taklit yoluyla öğrendiğini dolayısıyla kendi yetilerini kullanma fırsatını kaybettiklerini vurgulamıştır. Beşiroğlu (2009:934) ise meşk sistemini temel olarak Osmanlı Türk müziği geleneğine dayanan ve günümüze kadar ulaşması zor yazılı belgelerden daha çok hafızayla gerçekleşmiş olan bir eğitim sistemi olarak tanımlamaktadır. Tümer (1964:13), Türk müziğinin işitmekle öğrenildiğini belirtirken her şeyden önce kulaktan beyne aktarılan seslere alışmanın ve bu sesleri sağlama özelliğini geliştirmenin gerekliliği üzerinde durmuştur ve meşk sisteminin Türk müziği yapısı içerisindeki önemini belirtmiştir. Türk müziğinin tarihsel süreci içerisinde önemli bir yere sahip olan ve günümüze kadar süregelmiş olan meşk sisteminin tanımına pek çok kaynakta rastlanmaktadır. Uygulanması son derece basit olan bu müzik öğretim yönteminde seslendirilecek olan eserin güftesi öğrenciye yazdırılır veya basılmış bir güfte mecmuasından yararlanılır. Seslendirilecek olan eserin usûlü, öğrenciye hatırlatmak amacıyla birkaç kez vurulur. Hoca eseri önce bölüm bölüm (zemin, nakarat, meyan, varsa terennüm) daha sonra bir bütün olarak öğrencinin hafızasına eksiksiz bir şekilde yerleşinceye kadar defalarca okutturur. Öğrenci eseri tereddütleri ve yanlışları ortadan kalkıncaya kadar tekrar eder (Behar, 2003:16). Tanrıkorur (2003:87), Türk müziğinin genel karakterini ortaya koyan başlıca özelliklerini arasında; mecburiyet olmadıkça notadan değil “meşk” sistemi ile üstattan öğrenilen ve 6 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 notaya bakılarak değil ezberden icra edilen bir müzik olduğunu söyleyerek Türk müziğinde meşk sisteminin önemine değinmiştir. Meşk sistemi sadece bir müzik öğretimi olmamakla beraber eğitici ile öğrenci arasında bir iletişimin, yaşam felsefesinin de geliştirildiği pek çok farklı alanda eğitimin verildiği ortam niteliğindedir. Bireylerin müzikal becerilerinin gelişiminin yanı sıra kültürel ve mesleki gelişimine de katkı sağlamaktadır (Özcan, 2010:14). Bireye bu tür olumlu katkılar sağlayan meşk sisteminde müzik yazısı eğitiminin geri planda kalması ve pek çok eserin notaya aktarılmaması, Türk müziğindeki çoğu eserin unutulmasına veya günümüze kadar bazı yanlış ve eksikliklerle gelmesine sebebiyet vermiştir. Fakat şu konu da önemle üzerinde durulması gereken bir konudur ki; gerek icrâ ve üslûp hususunda gerekse nazarî (teorik) anlamda olsun Türk müziğinin, Türk müziğine hâkim bir eğitici (usta) ile çalışılması gerekmektedir. Cem Behar (2003:79) Aşk Olmayınca Meşk Olmaz- Geleneksel Osmanlı/Türk Müziğinde Öğretim ve İntikal kitabında; Klâsik Türk Müziğinin önde gelen önemli ses icracılarından birisi olan Münir Nurettin Selçuk’un sözlerine şu şekilde yer vermiştir: “Pek küçük bir yaşta mûsikî öğrenmeye başladığım sıralarda hocalarımdan işitip her zaman hatırladığım mühim sözlerden bir tanesi de: Türk mûsikîsi hânende mûsikîsidir. Bunu da ehlinden ve bir ‘fem-i muhsin’ den öğrenmek gerekir, sözü olmuştur… Mûsikîmizi hakkıyla öğrenmek ve lâyıkıyla terennüm edebilmek için fikrimce bunu muhakkak olarak eskilerin dediği tarzda yapmak, iyi ve sahib-i salâhiyet (yetkili) bir ağızdan tavır ve edası ve bütün incelikleriyle meşk ve talim etmek lazımdır”. Teorik açıdan incelendiğinde Türk müziği nazariyatında Karcığar, Sûznâk, Hicazkâr, Hüzzam ve Şedaraban gibi makamlarda kullanılan ve 4 komalık bemolle gösterilen perdelerin hiçbirinin söz konusu makamlarda icra esnasında aynı olmadığı görülmektedir. Bu durum meşk sisteminin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Uşşak makamının kendi melodik yapısı içinde kullanılan ve 1 koma ile gösterilen si sesi (segâh perdesi) de aynı eser içerisinde iniş ve çıkış yönlerinde farklı icrâ edilmektedir. Bu örneklerin diğer makamlarla da ilişkilendirilerek çoğaltılması mümkündür. Teorik açıdan bu denli gerekli olan meşk sisteminin, eserlerin notaya alınmamasından dolayı günümüze kadar birçok eserin unutulması açısından dezavantajları da gözükmektedir. Meşk sisteminde bireyin eseri hafızasına almasında en önemli unsur usûldür. Usûlündarpları eserin melodisiyle ilişkili olduğu için usûl vurarak eseri icrâ etmek eseri ezberlemeyi kolaylaştırır niteliktedir. Birey eseri ezberlerken aynı zamanda hocasından teorik bilgiler de edinmektedir. Bu süreç içerisinde kendi üslûp (bir eserin güftenin anlamına göre ifade edilip makam, ritim ve formuna uygun olarak bestekârın estetik anlayışını da göz ardı etmeden kendi icra şeklini de katarak yorumlaması) ve tavrını 7 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi geliştirmeye çalışan birey için teknik anlamda sesini doğru kullanabilmesi açısından “ses eğitimi” büyük önem taşımaktadır. Meşk sisteminde verilen eğitimle birey hem saz müziği hem sözlü müzik repertuarını geliştirme imkânı bulmaktadır. Fakat en önemli çalgı olarak bilinen insan sesinin, sadece üslûp ve tavrı taklit etmekle geliştirilemeyeceği de göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. Meşk sisteminde rastlanmayan ama bireye yararları olacağı düşünülen ses eğitimine yönelik yapılacak teknik çalışmaların bireyin üslûp ve icrâsını da olumlu yönde geliştireceği bilinmektedir. 3.Türk Sanat Müziği Eğitiminin Verildiği Kurumlar ve Bu Kurumlarda Ses Eğitimi Müzik kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması, bireylerin kendilerini gerek ses gerekse çalgı alanında yetiştirebilmesi konularında hizmet veren ve toplumun kültürel yapısını etkileyen kurumlardan ve bu kurumlardaki müzik eğitiminden bahsetmekte yarar vardır. Osmanlılar zamanında müzik eğitim kurumlarını, Enderunlar, Mevlevihaneler, cami ve tekkeler, mehterhaneler ve özel meşk haneler gibi kurumlar oluşturmaktaydı. Öğrencileri ve eğitimcileri subaylardan oluşan ve müzik dalı doğrudan padişahın şahsına bağlı bulunan Enderûn-ı Hümayûn’da özel yetenekli öğrenciler seçilip eğitim verilmekteydi. Dini müzik eğitimi de yapılan ve sarayın hâfız, müezzin ve imamlarının da yetiştiği bu kurumdaki müzik öğretiminde İtalya’dan eğitimcilerin getirtilip batı müziği eğitim sisteminin ön plana çıkmasıyla ve Türk müziğine verilen önemin azalmasıyla 1908 yılında kapatılmıştır (Ak,2002:27).Kültürel aktarımın sağlanmasında ve geliştirilmesi açısından Mevlevihanelerin Geleneksel Türk müziğine katkıları büyüktür. Mevlevihanelerde sema yapıldığı ve bu sema ayinlerinin müziksiz yapılamayacak olmasından dolayı her mevlevihanede müzik teşkilatının olduğu pek çok kaynakta yer almaktadır. Mevlevihaneler büyük müzik okulları olarak yüzyıllarca müzik alanında dâhiler yetiştirmiştir. Bu eğitim kurumlarında sadece Mevlevi müziği değil dindışı ve dini müziğin her çeşidinin edebiyat, dil gibi diğer sanat dallarıyla beraber öğretildiği de pek çok kaynakta mevcuttur. Tarikat ve tekkelerin çoğunda az veya çok müzik faaliyeti bulunduğu fakat bunların birer müzik eğitim kurumu olarak teşkilatlanmadıkları da kaynaklardan aktarılmaktadır. Cami ve camilere bağlı bölümlerde de dini müzik icra edilmiş fakat saz eğitimi bunun içine girmemiştir. Pek çok hafız ve din adamının aynı zamanda müzikle ilgilendikleri halde cami çerçevesinde dindışı müzik icra ettikleri görülmemiştir. Askeri müzik için eğitim yerinin Mehterhane-i Hümayûn olduğu bilinmektedir. İstanbul merkez teşkilatında, eyalet ve vilayet merkezlerinde ve büyük imparatorluk kalelerinde mehter takımı bulunmaktaydı. Buralarda müzik yeteneği olan ve asker sınıfından olan 8 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 istekli kişiler müzik alanında yetiştirilirdi. 1826’da Mehterhane kaldırılıp yerine ilk batı müziği eğitiminin verilmeye başlandığı ve padişahın şahsına ve saraya bağlı bir kurum olan Muzika-i Hümayûn açılmıştır. Hem Türk müziği hem de batı müziği eğitimi alan ilk Türklerin bu kurumda yetiştiği bilinmektedir (Ak, 2002:28). Özel dershane ve ev toplantılarında da bazı müzik eğitimcileri ve müzisyenlerin evlerine öğrenci kabul edip bireysel ve toplu olarak meşk ettiği de bilinmektedir (Ak, 2002:29). Aktarıldığı üzere Türk müziği eğitimi, dini, dindışı, askeri müzik olarak çeşitli kurumlarda farklı uygulamalarla verilmiştir fakat tarihsel sürece bakıldığında bu kurumlarında ses eğitimine yönelik teknik çalışmalara rastlanmamaktadır. Söz konusu bu kurumlarda eserlerin meşk sistemi içerisinde taklit yöntemiyle yapıldığı anlaşılmaktadır. 4.Günümüz Türk Müziği Konservatuvarlarında Ses Eğitiminin Durumu Bireyin icrâ ve üslûbunu geliştirmede önemli bir yere sahip olan ses eğitiminin ders bağlamında günümüz Türk Müziği konservatuarlarında işleniş tarzı önem arz etmektedir. Günümüzde Türk Müziği konservatuarlarında ses eğitimi dersleri toplu ses eğitimi ve bireysel ses eğitimi olarak işlenmektedir. Toplu ses eğitiminde dersin başında nefes egzersizleri yapılmakta ve daha sonra piyano eşliğinde ses egzersizleri uygulanmaktadır. Bireysel ses eğitiminde de perdeli bir Türk Sanat Müziği çalgısı eşliğinde farklı formlarda eserler icra edilmekte ve üslûp ve tavrı geliştirmeye yönelik ses egzersizlerine yer verilmektedir. Özcan (2010: 3435), araştırmasında bu konuyu öğretmen ve öğrenciler açısından ele alarak bir takım tespitlerde bulunmuştur. Türk müziği konservatuarlarında verilmekte olan ses eğitimi sürecinde öğrencinin ses sağlığının dikkate alınıp alınmadığı, sesi kullanırken, sesin gürlüğü, rejister geçiş tonları, diksiyon, artikülasyon, anlaşılırlık, ritmik uyumun sağlanması, entonasyon, eserin makamsal özellikleri ve bireyin ses yapısına özen gösterilip gösterilmediği, seslendirilen eserlerin türü ve teknik düzeylerinin uygunluğu, seslendirilen eserlerin üslûp ve dönem özellikleri açısından Türk müziği üslûbuna uygunluğu, yapılan bireysel ve toplu ses eğitiminin uygunluğu, yapılan teknik çalışmaların şarkı söylemeyle ilgili yeni bir yaklaşım içerip içermediği, ses eğitimi derslerinin öğretim planında belirlenen amaca ulaşıp ulaşmadığı ve ses eğitimi dersini destekleyici yardımcı bir derse ihtiyaç olup olmadığı konularında öğretmen ve öğrencilerden alınan görüşlere yer verilmiştir. Bu görüşler doğrultusunda günümüz Türk Müziği konservatuarlarında yapılan ses eğitimi derslerinin yöntem açısından farklılık gösterdiği ve eğitim-öğretim yöntem birliğinin olmadığı belirlenmiştir. Aynı zamanda ses eğitimi ders saatlerinin belli standartlarda olmadığı ve Türk müziği üslûp ve tavrını geliştirmede yetersiz olduğu 9 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi görüşüne varılmıştır (Özcan, 2010:94-95). Müziğin uygulamalı ve bir anlık zaman diliminde seslendirilip, kaydedilmediğinde tekrar aynı şekilde yinelenemeyen bir sanat dalı olması, anlık duygu ve diğer etkenlerin yapılan icrayı derinden etkilemesi gibi pek çok sebep notaya alınsa bile eserin yorumlanmasında her seferinde farklılıkların oluşmasına ve icracıdan icracıya farklılaşan yorumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu durum ister Avrupa, Amerika, Uzak Doğu vb. olsun isterse Türk müziği olsun, her tür ve formda, müziğin bir ustadan öğrenilmesini gerekli kılmaktadır. Bu durumda Türk sanat müziğinin böylesi bir usta çırak ilişkisinden mahrum bırakılması, sadece nota yoluyla seslendirilmesi veya meşk sisteminin kullanılmaması önerilmemelidir. Aksine eğitim yöntemleri işe koşularak daha etkin bir biçimde kullanılmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Aslında müziğin her dalında verilen eğitimin bir çeşit meşk olduğu da öne sürülebilir. Aradaki fark kullanılan yöntemlerin geliştirilmiş olmasıdır. Ayrıca Meşk sisteminde, kaynaklardan edinilen bilgiye göre belli bir ses eğitimi yöntemi bulunmasa da sadece öğrencinin eğitimciden teorik ve uygulamalı olarak Türk müziğini öğrendiği bir sistem olarak da gösterilmemelidir. Çünkü meşk sistemi aynı zamanda yaşam içinde belirli bir adabın, düzenin, görgünün ve kültürün aktarıldığı bütün bir eğitim sistemidir. Dolayısıyla yüzyıllardır günümüze kadar süregelmiş böyle köklü bir sistemde; taklit yoluyla da olsa öğrencinin hocasından edindiği belirli kültür birikiminin yanı sıra güzel şarkı söyleme tekniğini de alması üzerinde durulması gereken bir konudur. 5. Yöntem Çalışmada, tarama modeli esas alınarak ses eğitiminin geçmişteki ve halen var olan durumu betimlenmeye ve tanımlanmaya çalışılmıştır (Karasar, 2009:77). Türk Sanat Müziği Ses Eğitimi hazırlık sınıfına yönelik bir ses repertuar oluşturulmaya ve oluşturulan bu repertuara uygun ses eğitimi alıştırmaları hazırlanmaya çalışılmıştır. Türk Sanat Müziği ses eğitimi, temel unsurları açısından ele alınmış ve eserler bu unsurlara göre seçilerek ses eğitimi derslerinde kullanılmak üzere bir sıralamaya tâbi tutulmuştur. Repertuarın hazırlanması, ve oluşturulması analitik çalışma yöntemlerini gerektirdiğinden, bu alanda kullanılabileceği düşünülen eserler, melodik yapıları, ses alanları, eserin ihtiva ettiği süslemeler, inici-çıkıcı olma özellikleri açılarından incelenmiş, ses eğitiminin temel hedefleri olan sesi rezonans bölgesine taşıma, vokalleri açık ve anlaşılır çıkarma, rejister bütünlüğünü sağlama, sesleri pestten tize veya tizden peste doğru temiz bir şekilde kullanma gibi konulara yardımcı olacağı düşünülen eserler belirlenmiştir. Ardından eserler üzerinde yapılan analitik çalışmalarla, zorluk tespit edilen yönleri belirlenerek çeşitli alıştırmalar yoluyla bu zorlukların aşılması için ses alıştırmaları ortaya konmuştur. Araştırma Afyon Kocatepe 10 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 Üniversitesi Devlet Konservatuarı Türk Sanat Müziği Bölümü Ses Eğitimi Anasanat Dalı Ses Eğitimi dersi programı ile sınırlandırılmıştır. Bu ders programının işlenmesine yardımcı olacak nitelikte seçilen eserlere yönelik ses eğitimi alıştırmaları ile öğrencinin eserler üzerinde doğru bir ses tekniği ile üslup ve tavrını geliştirmeleri amaçlanmaktadır. Araştırmanın, alana katkı sağlaması,bu konudaki diğer araştırmalara destek olması, verilmekte olan ses eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi, ses eğitimi ile repertuar çalışmalarını bir bütün halinde ele alma düşüncesini ortaya koyması açısından önemli olduğu düşünülmektedir. 6.Bulgular ve Yorum Türk Sanat Müziği ses eğitimi hazırlık aşamasında nasıl bir repertuar kullanılmakta olduğu, daha sistematik bir repertuar önerisinin nasıl olabileceği, bu repertuara uygun ses eğitimi alıştırmalarının ne şekilde hazırlanabileceği ve ne tür alıştırmaların kullanılabileceği tespit edilmeye çalışılmıştır. Buna yönelik olarak ses alanına, ritmik ve makamsal yapısına, aralık yapısına dikkat edilerek Türk Sanat Müziği repertuarından 12 eser seçilerek hazırlık sınıfı ses eğitimi dersi için repertuar oluşturulmuştur. Seçilen bir eser üzerinde de eserin öğrenilmesini kolaylaştıran ses eğitimi alıştırmaları geliştirilmiştir. Eserlerin hangi hususların dikkate alınarak seçildiği ve ses eğitimi egzersizlerinin neye yönelik geliştirildikleri alt başlıklar halinde açıklanmıştır. 6.1.Türk Sanat Müziği Ses Eğitimi Hazırlık Aşamasında Kullanılacak Eserlerin Niteliği Uzun yıllar meşke dayalı olarak yürütülen ses eğitiminin konservatuvar çatısı altında, eğitim bilimlerinin çalışma yöntemleri de göz önünde bulundurularak verilecek bir ses eğitiminin geliştirilmesi önemlidir. Hazırlık sınıfından başlayarak ses eğitiminde kullanılacak materyal ve öğretim araçlarının bir bütünlük çerçevesinde ele alınması verilecek eğitimin niteliğinin artmasını sağlayacağı, birinden ötekine değişen bir çalışma biçimi yerine sistematik veöğrencilerin bireysel gelişimini dikkate alan bir yaklaşımın daha verimli olacağı açıktır. Bu görüşlere dayalı olarak, Türk Müziği konservatuarı hazırlık sınıfı için iki dönem olmak üzere aşağıdaki gibi bir repertuar programı hazırlanmıştır. Repertuarın hazırlanmasında kullanılacak eserlerin seçiminde, eserlerin ses alanı ritmik yapısı, makamsal yapısı, aralık yapısı, form yapısı dikkate alınmış, basitten zora bir sıralama yapılmaya çalışılmıştır. 11 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi Tablo1:Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Önerilen Repertuarda Yer Alan EserlerinSes Alanı, Aralık Yapısı ve Kullanılan Sesli ve Sessiz Harflerin Sıklığına Göre Değerlendirilmesi Eser Adı Ses Alanı Aralık Yapısı Eserde en çok kullanılan ünlü ve ünsüzler Yine bir gülnihal Yegâh-Tiz Segâh B3-T4-K2 e-a-ü-l-b-n Yüzündür cihânı münevver eden Irak-Muhayyer B3-T4-B2-K2- e-i-ü-d-n-r Karlı dağı aştın geldim Irak-Acem B2-K2-B3-T5 a-ü-u-m-d-n Erişdi nevbahar eyyâmı Rast-Tiz Nevâ B3-K2 T4-T5-B2 e-a-i-r-g-y Gül yüzlülerin şevkine gel Dügâh-Tiz çargâh B2-B3-T5- e-i-a-y-m-ş Hicran oku sinem deler Dügâh-Tiz buselik B2-B3-T4 e-a-i-r-m-k Gülşende yine ah-ü enin eyledi bülbül Rast-Tiz çargâh K2-B2-T5-B7 e-ü-i-l-n-y Nerelerde kaldın ey serv-i nâzım Irak-Tiz çargâh B2-B3-T5 e-a-i-r-n-b Geçti bahar hazan erdi bu yerde Nim zirgüle-Tiz buselik B2-B3 e-a-ü-r-d-n Yine bağlandı dil bir nev nihale Rast-Tiz çargâh B2-T4-T5-B3B6 a-e-i-l-n-z Ben gibi sana aşıkıüftade bulunmaz Rast-Muhayyer T5-T4-B2-B3 a-i-e-b-n-l Nideyim sahn-ı çemen seyrini Rast-Acem B3-T4-B2 a-i-o-n-l-m Hazırlık sınıfı ses eğitimi dersi için seçilen eserlerde ses alanı, aralık yapısı dikkate alınmaya çalışılmıştır. Eserlerde yakın aralıklar içeren yapıdan 12 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 atlamalı aralık içeren eserlere doğru bir sıralamaya gidilmiş, eserlerde en sık kullanılan ünlü ve ünsüz fonemler yapılacak ses alıştırmalarında yol göstermesi için belirlenmiştir. Piyano ile yapılacak ses alıştırmalarını desteklemesi ve eserdeki ses aralıklarının öğrenci tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak “yüzündür cihanı münevver eden” isimli eser seçilmiş ve buna yönelik ses alıştırmaları aşağıda belirlenmiştir. Ses alıştırmalarında, eserde kullanım sıklığına göre e-i-ü-d-n-r ünlü ve ünsüz fonemlerinin kullanılmasının uygun olacağı kanısına varılmıştır. Tablo2: Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Önerilen Repertuarda Yer Alan Eserlerin Makam, Bestekar, Usûl ve Form Açısından Değerlendirilmesi Eser Adı Makam Bestekâr Usûl Form Yine bir gülnihal Rast Dede Efendi Semâî Şarkı Yüzündür cihânı münevver eden Rast Dede Efendi Yürük Semâî Şarkı Karlı dağı aştın geldim Rast Rıfat Bey Sofyan Şarkı Erişdinevbahareyyâmı Nihavend Arif Sami Toker Semâî Şarkı Gül yüzlülerin şevkine gel Bayâti Tab’i Mustafa Efendi Yürük Semâî Yürük Semâî Hicran oku sinem deler Hüseyni Şevki Bey Türk Aksağı Şarkı Gülşende yine ah-ü enin eyledi bülbül Rast Muallim İsmail Hakkı Bey Yürük Semâî Nakış Yürük Semâî Nerelerde kaldın ey serv-i nâzım Nihavend Muallim İsmail Hakkı Bey Türk Aksağı Şarkı Geçti bahar hazan erdi bu yerde Buselik Fehmi Tokay Düyek Şarkı 13 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi Yine bağlandı dil bir nev nihale Nevâ Zekâi Dede Efendi Yürük Semâî Şarkı Ben gibi sana aşıkıüftade bulunmaz Hüseyni Tab’i Mustafa Efendi Yürük SemâîAksak Semâî Yürük Semâî Nideyim sahn-ı çemen seyrini Hicaz Hacı Sadullah Ağa Yürük Semâî Yürük Semâî Makam, usul ve form açısından ele alınan eserler, hazırlık sınıfındaki öğrencilerin hazır bulunuşluk düzeyleri (Güzel Sanatlar Liseleri hariç liselerden mezun olma durumları) dikkate alınarak sıralanmaya çalışılmıştır. Programa alınan makamlar arasında bir öncelik sonralık ilişkisi ve çeşitlilik arz etmesi ve öğrencilerin farklı makamları tanımaları önemsenmiştir. Buna göre yapılan sıralamanın hem öğrencilerin müzik kültürlerinin gelişmesine yardımcı olması, hem de süreç içerisinde daha sistemli bir çalışma ortaya koymalarına hizmet etmesi düşünülmüştür. İlk iki sırada yer alan “Yine bir gülnihal” ve “Yüzündür cihânı münevver eden” adlı eserler aynı zamanda piyano ile çalışmaya da olanak vermesi açısından, piyano eşliğinde yapılacak ses alıştırmalarını da desteklemektedir. Sesin kullanımına yönelik temel alışkanlıkların edinildiği başlangıç aşamasında bu tür eserlerin kullanılmasının öğrencilerin, ses eğitimiyle ilgili bazı soyut ve temel kavramları daha iyi anlamalarını ve uygulamalarını sağlayacağı düşünülmektedir. Örnek olarak gösterilen “Yüzündür cihanı münevver eden” adlı eserde sıralı sesler dar bir alanda yer almaktadır. Eserin meyan bölümünün ise rejister bütünlüğünü sağlamak ve sesin oluştuğu bölgeyi tanımayı kolaylaştırmak açısından faydalı olacağı düşünülmektedir. “Yine bir gülnihal” adlı eserin ritmik yapısı basittir. Eserin ses alanı geniş olmakla beraber melodik yapısı kolay anlaşılır niteliktedir. Eserin meyan bölümü yine rejister bütünlüğünü sağlaması açısından önemlidir. 6.2. “Yüzündür Cihanı Münevver Eden” Adlı Şarkıya Yönelik Geliştirilen Ses Alıştırmaları Dede Efendi’nin “Yüzündür cihanı münevver eden” adlı şarkısı piyano eşliğinde seslendirilmeye de uygun bir şarkı olması sebebiyle piyano eşliğinde yapılacak ses eğitimi uygulamalarından Türk Sanat Müziği uygulamalarına ve repertuar çalışmalarına geçişte bir köprü gibi düşünülebilir. Bu görüşe dayalı olarak oluşturulacak ses alıştırmalarının daha kısa bir sürede başarıya ulaştıracağı umulmaktadır. 14 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 Aşağıda yer alan alıştırmalardan ilki, eserin birinci, ikinci ve üçüncü ölçülerinde yer alan ses aralıklarını çalıştırmak, ses bütünlüğünü kazandırmak, ses alanını geliştirmek amacına hizmet etmek üzere hazırlanmıştır. 1. Ses eğitiminin genel çizgisi içerisinde yapılmakta olan çalışmalara eklenecek bu çalışmada ‘ni’ ve ‘ne’ heceleri kullanılabilir. 2. Bu alıştırma, dörtlü aralık seslendirme becerisini geliştirmek, makamsal geçişlerin entonasyon sorunlarını çözmek amacını taşımaktadır. Alıştırmanın uygulanmasında ‘e-i-ü-d-n-r’ harflerinden oluşturulacak heceler kullanılabilir. 3. Üç numaralı alıştırma, hem dörtlü aralık çalışmasıdır, hem de çıkıcı aralıkları ses bütünlüğünü bozmadan çalıştırmak amacını taşımaktadır. 4. Bu alıştırma, beşli aralık çalıştırmaya yönelik bir çalışmadır. Ayrıca küçük ikili aralığa yer vermesiyle eserin 11. , 12. ve 13. ölçülerinde sıkça duyulan bu aralığın pekiştirilmesi hedeflenmektedir. 5. Yukarıdaki alıştırma diyafram egzersizi niteliğinde olup ayrıca küçük ikili aralığını geliştirmeyi amaçlamaktadır. 15 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi 6. Bu alıştırma, eserde yer alan bağlı sesleri heceleri bölmeden seslendirmeye yönelik geliştirilmiş bir alıştırmadır. Alıştırmalar, hazırlık aşamasına yönelik hazırlandıkları için oldukça basit ve anlaşılır olmalarına, eserdeki aralık yapısını seslendirme becerisi kazandırmalarına, ses bütünlüğü oluşturmalarına, ses alanını geliştirmelerine dikkat edilmiş ve öğrencilerin seslendirme üslubu ve tavrı kazanmalarına yardımcı olacak biçimde hazırlanmalarına özen gösterilmiştir. SONUÇ ve ÖNERİLER Eğitim planlı ve sistematik bir biçimde ele alınması gereken bir alandır. Hangi tür veya alan olursa olsun bir işin eğitimi veriliyorsa plan ve programlama devreye girmeli, öğrencilerin gelişimi kendi haline bırakılmamalıdır. Bu çalışmada Türk Sanat Müziğinde ses eğitiminde kullanılabilecek materyallerin bir sıralaması yapılmış olmakla birlikte eğitimciden eğitimciye uygulanacak repertuarı oluşturan eserlerin değişebileceği de bir gerçektir.Bu sıralamanın, öğrencilere verilecek ses eğitiminde bir repertuarı temel almanın (diğer branşlarda olduğu gibi) Türk Sanat Müziği alanında ses eğitiminde de başarıyı artıracağı düşünülmektedir. Ses eğitimi uygulamalarında öğrenciye kazandırılması düşünülen alışkanlıklar ve hedef davranışlar pek çok uzman tarafından ele alınmış olmakla birlikte, Türk Sanat Müziği eğitiminde daha az çalışma mevcut olduğundan yeterli olduğunu söylemek zordur. Bu nedenle Türk Sanat Müziği alanında yapılan ses eğitiminde makam yapısı, ritim yapısı, ses alanı ve aralık yapısı gibi etkenleri de dikkate alan çalışmalara ihtiyaç vardır. Türk Sanat Müziği hazırlık sınıfı ses eğitimi dersi için seçilen 12 eser, basit makamsal ve ritmik yapı içerdikleri, ses alanı ve aralık yapısı zorluk derecesinde olmadığı düşünüldüğü için önerilmektedir. Gerek makamsal ve ritmik yapı, gerekse ses alanı ve aralık yapısı düşünülerek oluşturulan eser sıralamasının çok yönlü bir yaklaşımı ortaya koymasından dolayı başarıyı da etkileyeceği umulmaktadır. Esere hazırlayıcı nitelikte geliştirilen ses eğitimi alıştırmaları da eserin ses alanı, aralık yapısı, makamsal ve ritmik yapısıyla ilgili unsurları içerdiğinden dolayı, öğrencinin eseri daha kolay bir şekilde öğrenmesini sağlayacağı düşünülmektedir. Türk Sanat Müziğinde ses eğitimi, bu alanın ihtiyaçları dikkate alınarak verilmelidir. Alana uygun seçilecek eserlerden oluşturulacak ses 16 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 eğitimi çalışmalarını kapsayan bir kitabın alanda büyük bir boşluğu dolduracağı tahmin edilmektedir. Ayrıca, ses eğitimi vermekte olan eğitimcilerin sadece Türk Sanat Müziğini değil, ses eğitimi alanının da gereklerini yerine getirebilecek donanıma sahip olmak üzere çalışmalar yapmaları, öğrencilerinin doğru alışkanlıkları kazanmalarında oldukça etkili olacağı ön görülmektedir. Farklı çalgıların kullanılmasının ise hem ses tekniğine yönelik becerilerin edindirilmesinde etkili olacağı hem de Türk Sanat Müziği üslup ve tavrının geliştirilmesinde kolaylık sağlayacağı sanılmaktadır. Her türde ve her alanda verilen eğitimde kolaydan zora, basitten karmaşığa, somuttan soyuta bir süreç izlenmelidir. Bu ilkeler göz önünde bulundurularak ses eğitiminde, bireysel unsurlar da dikkate alınarak, belli bir hiyerarşinin izlenmesinin, basit eserlerden, basit makamlardan, basit usullerden daha zorlarına doğru bir sürecin takip edilmesinin yararlı olacağı düşünülmekte, bu çalışmanın öğrenciler üzerinde yapılacak uygulamalara göre yeniden şekillendirilecek daha kapsamlı çalışmalara bir kaynak oluşturması umulmaktadır. 17 S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi Kaynakça Ak, A. Ş. (2002), Türk Mûsikîsi Tarihi, Ankara: Akçağ Yayınları. Behar, C. (2003), Aşk Olmayınca Meşk Olmaz- Geleneksel Osmanlı/Türk Müziğinde Öğretim ve İntikal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Beşiroğlu, Ş. Ş. (2009), Türk Müziğinin Dünü Bugünü ve Yarını, 38. ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (10-15 Eylül 2007). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. 933949. Birol, K. B. (1997), Bireysel Söyleme (Şan) Derslerinde Halk Türküleri ve Dağarcık Sorunu, İstanbul: Orkestra Aylık Müzik Dergisi (283). Cevanşir, B. ve Gürel, G. (1982). Foniatri (Sesin Oluşumu, Bozuklukları ve Korunmasında Temel İlkeler), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi. Çevik, S. (1997), Koro Eğitimi ve Yönetim Teknikleri, Ankara: Doruk Yayıncılık. Davran, Y. (1997), Şarkı Söyleme Sanatının Öyküsü, Ankara: Evrensel Müzikevi. Evren, G. F. (2006), Ses Eğitimi Yöntemlerinin Ses Hastalıkları Tedavisinde Kullanımı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya. Göğüş, İ. M. (2000), İnsan Sesinin Bakımı Korunması ve Eğitimi, Bursa. Karasar, N. (2009), Bilimsel Araştırma Yöntemi, 20. Baskı, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Koçak, O. (1998), Ses Eğitimi ve Şarkı Sanatı, İstanbul: Esin Yayınları. Ömür, M. (2001), Sesin Peşinde, İstanbul: Pan Yayıncılık. Özcan, Ö. (2010), Geleneksel Türk Sanat Müziğinde Uygulanan Ses Eğitimi Yöntemlerinin İncelenmesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyonkarahisar. Özsan, E. (2010), Metodik Şan Eğitimi, İstanbul: Moss Kitapsal Basım Yayın Evi. Sabar, G. (2008), Sesimiz-Eğitimi ve Korunması, İstanbul: Pan Yayıncılık. Say, A. (2005), Müzik Ansiklopedisi 3. Cilt, Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları. Şenocak, F. (1993), Kulak Burun Boğazda Semptom ve Sendromlar, 2. Basım, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Basımevi. 18 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19 Tanrıkorur, C. (2003), Müzik, Kültür ve Dil, İstanbul: Dergah Yayınları. Türkmen, E. F. (2007),Ulusaldan Evrensele Ses Eğitiminde Kütahya Türküleri, Kütahya: Ekpres Matbaası. Töreyin, A. M. (1998), Türkiye Türkçesi Dil Bilgisi Yapısının Şan Eğitimi Amaç, İlke ve Teknikleri Açısından İncelenmesi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,Doktora Tezi, Ankara. Töreyin, A. M. (2008), Ses Eğitimi, Temel Kavramlar-İlkelerYöntemler, Ankara: Sözkesen Matbaacılık. Tümer, H. (1964), Hz. Mevlana ve Ney, Türk Yurdu Mevlana Özel Sayısı 3. Cilt. Uzdilek, S. M. (1977), İlim ve Mûsikî- Türk Mûsikîsi Üzerinde İncelemeler, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları:267. 19 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri DOI NO: 10.5578/JSS.8223 Uğur Üçüncü1 Geliş Tarihi: 29.06.2014 Kabul Tarihi: 10.11.2014 Özet Büyük Taarruz sırasında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin dini lideri IV. Meletios’du. Meletios, Osmanlı kanunlarına aykırı bir usulle, İtilaf Devletlerinin aracılığıyla Patrik seçilmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti Hükümeti O’nun Patrik olmasını kabul etmemiştir. Patrik olmasından itibaren Yunanistan lehine hareket etmiştir. O, Büyük Taarruz sürecinde dini, siyasi, içtimaı ve iktisadi açıdan Yunanistan’ın Anadolu davasına sınırsız destek vermiştir. Sadece ülkede değil uluslararası alanda da Türkiye aleyhine; Yunanistan lehine büyük çaba göstermiştir. Onun bu faaliyetlerini Türkler nefretle karşılamıştı. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türk Ordusu 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar, Kocatepe’den Büyük Taarruzu başlatmıştır. Kısa süre içinde Büyük Taarruz Türk zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu zafer sadece Yunanistan için değil İstanbul’da bulunan Fener Rum Patriği Meletios için de büyük bir yenilgi olmuştu. Büyük Taarruz sonrası Meletios İstanbul’dan çıkarılmıştı. Ardından istifa ettirilmiştir. Böylece Büyük Taarruz sürecindeki faaliyetleri Meletios’a pahalıya mal olmuştur. Bu çalışmada devrin arşiv vesikaları, gazeteleri, resmi kayıtları merkezinde Fener Rum Ortodoks Patriği Meletios’un Büyük Taarruz’daki Faaliyetleri ortaya konmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Büyük Taarruz, Milli Mücadele, İstanbul, Patrikhane, Meletios. 1 Doç. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tarih Bölümü, uucuncu@ktu.edu.tr 21 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri The Activities of the Fener Greek Orthodox Patriarch IV. Meletios in the Great Offensive Abstract IV. Meletios was Fener Greek Orthodox Patriarchate’s religious leader during the Great Offensive. Meletios was elected as Patriarch in a manner contrary to the Ottoman laws, through Entente States. Therefore, the Ottoman Government did not accept him as Patriarch. Meletios acted on behalf of Greece after being Patriarch. He gave limitless support to the Greece's Anatolian case religious, political, social, and economic aspects in process of the Great Offensive. He spent a huge effort in favour of Greece against Turkey not only in the country and also in the international arena. The Turks met his activities with disgust. The Turkish Army launched the Great Offensive from Kocatepe in Afyonkarahisar under the leadership of Mustafa Kemal Pasha, Supreme Commander, on 26 August 1922. This victory was a great defeat not only for Fener Greek Orthodox Patriarchate and also Patriarch Meletios in Istanbul. Meletios was removed from Istanbul after the Great Offensive. Then He was forced to resign. Thus, Meletios’ activities in the process of the Great Offensive were cost expensive to for him. In this study, Patriarch Meletios’ activities in process of the Great Offensive will be enlightened according to the archival documents, newspapers and official records. Keywords: The Great Offensive, the National Struggle, Istanbul, the Patriarchate, Meletios. Giriş Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, Osmanlı İmparatorluğu yıllarında en iyi dönemlerinden birini yaşamıştır. 1453’te İstanbul’u fetheden Sultan II. Mehmet, fetihten sonra ilk olarak Patrik seçilen Georges Scolarius’a Gennadios unvanını vermiş (Ercan, 1967, 411) ve Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne müsamahalı bir ortam oluşturmuştur2. Patrikhane sonraki yıllarda iktidara gelen Padişahların aynı tavrı göstermesiyle haklarını korumuştur. Öyleki Bizans’ın en güçlü olduğu devirlerde olduğundan daha fazla nüfuza sahip olmuştur (Sofuoğlu, 1996: 118-19). Fakat zamanla Osmanlı İmparatorluğu içerisinde meydana gelen ayrılıkçı Rum hareketleriyle işbirliği içine girmeye başlamıştır. Venizelos’un 6 Ekim 1910’da Yunanistan Başbakanlığına getirilmesi (Baş, 2005: 35-38). Fener Rum Patrikhanesini de doğrudan etkilemişti. Venizelos, Megali İdea 3 2 Patrikhanenin hukukî durumu ile ayrıntılı bilgi için bkz. (Atalay, 2005:1414-1440). Megali İdea fikri, 1787’de Kerson’da, Rus Çariçesi II. Katerina ile Avusturya İmparatoru II. Josef’in hazırladıkları ve İstanbul merkezli yeni bir Bizans Devletinin kurulmasıydı. Megali İdeayı geniş Yunanistan anlamında ilk defa 14 Ocak 1844’te Yunanistan Başbakanı I. 3 22 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 ülküsünün önemli taraftarlarındandı. Venizelos’un ülküsünde Anadolu ve İstanbul’un Yunanistan’a dâhil edilmesi vardı. Venizelos, bu doğrultuda Fener Rum Patrikhanesinin Yunanistan’ın emrine girmesi gerektiğini düşünmekteydi. Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla birlikte Fener Rum Patrikhanesini kendisine bağlı hale getirmeyi başarmıştı (Polat, 2011: 265). Patrikhane, Mondros Mütarekesinden önce ve Mütareke Döneminde Türkiye’deki Rumların siyasi faaliyetlerini, çeteler kurmalarını, gösteriler düzenlemelerini, kültürel faaliyetler yürütmelerini doğrudan kontrol etmişti. Rumların taleplerini Avrupa Devletleri hükümetlerine, kamuoylarına ve temsilcilerine taşımak görevini üstlenmişti. Öte yandan Yunanistan’dan, Rusya’dan ve Amerika’dan çok sayıda Rum muhacirin Türkiye’ye yerleştirilmesini sağlamıştı r(Okur, 2002: 103). İtilaf Devletleri ve Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından desteklenen Fener Rum Patrikhanesi, Osmanlı Devleti’nin otoritesini sorgulamış, Hükümet ile ilişkilerini kesmişti. Avrupa kamuoyunu Türkler aleyhine harekete geçmeye çağırmıştır (Polat, 2011: 266-267). Hatta Fener Rum Patriği Doroteos Mamalis, 17 Ekim 1919’da Ermeni Patriği Zaven Efendi ile birlikte “bütün Türkiye’nin işgal edilmesini” istemişti (Yalçın, 2010:174). Megali İdea ülküsüne ulaşmak için Fener Rum Patrikhanesi öncülüğünde bazı kuruluşlar teşkil edilmiştir. Bunlardan Mavri Mira doğrudan Fener Rum Patrikhanesinde kurulmuştu (Atatürk,1997:1). Mütareke Döneminde merkezini İstanbul’a taşıyan Etnik-i Eterya Cemiyeti, Kordus Komitesi, Patrikhane’nin kontrolü altındaydı (Polat, 2011: 266-268). Fener Rum Patrikhanesi Bolşevik İhtilali nedeniyle İstanbul’a kaçan Ruslardan silah satın almış ve bunları Rum çetelerine dağıtmıştır (Okur, 2002: 107). Mustafa Kemal Paşa Nutuk’unda bununla ilgili şunları söylemiştir: “İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi esliha ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askerî ambarlar gibi kullanılmaktadır” Silahlandırılan ve eğitimden geçirilen Rumlar Yunan ordularında görev almışlardır (Güner,1998: 107). Doretheos’un ölümünden sonra Patrik Vekilliğine Nikola getirilmişti. Nikola’nın azlinden sonra ABD’de bulunan Venizelos, çocukluk arkadaşı ve Atina Metropolit’i Meletios Meteksas’ın (ΜελέτιοςΜεταξάκης 1871-1935) Patrik seçilmesi yönünde çalışmalar yapmıştı (Toker,2006: 222). Fener Rum Patrikhanesinin adayı da Meletios’du (Atalay, 2001:133-134). Aslen Giritli olan Meletios, 1920’de Kıbrıs, 1918’de Atina metropolitliklerine getirilmişti. 1920’de Venizelos’un Yunanistan Kollettes kullanmıştır. Daha sonralarıMegaliİdeanın program ve hedeflerini EtnikiEteryave Venizelosbelirlemiştir. Bkz. (Güler, 2007: 10); Bununla beraber İstanbul merkez olmak üzere Bizans İmparatorluğunun en geniş sınırlarıyla yeniden diriltilmesi anlamında Megali İdea fikri İstanbul’un fethine, hatta Büyük İskender’e kadar götürülmektedir. Bkz. (Sofuoğlu, 1996: 23-24). 23 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Başbakanlığından düşmesinden sonra Kral Konstantin tarafından Atina metropolitliğinden uzaklaştırılmıştı. Bunun üzerine Meletios İngiltere ve Amerika’ya gitmişti (Toker,2006: 223). Sonuçta 8 Aralık 1921’de tartışmalı geçen seçim sonucunda Amasya Metropoliti Yermenos’un iki oyuna karşın Atina eski Başpiskoposu Meletios 16 rey alarak Patrik seçilmiştir(Macar, 2003: 80). Osmanlı vatandaşı olmamasına rağmen Batının baskısıyla, Osmanlı hukukuna aykırı göreve başlayan ilk Patriktir (Arslan,1995: 416; Topbaş, 2007: 44; Yıldırım, 2004: 71). Bu nedenle Osmanlı Devleti O’nun Patrikliğini tanımayacağını bildirmiştir (Toker, 2006: 224). Meletios ise İstanbul’da Rumlar tarafından sevinç gösterileriyle karşılanmış, 6 Şubat 1922’de makamına oturmuştu (Atalay, 2001:136-137). Daha ilk konuşmasında, Anadolu’da Yunan zaferi için kiliselerde dua edileceğini ifade etmiştir (Yıldırım, 2004: 72). 1.Büyük Taarruz Öncesinde Patrik Meletios Patrik Meletios, Büyük Taarruz öncesinde Yunanistan’ın Anadolu politikasına açık destek vermiştir. Şubat, Mart 1921’de başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri nezdinde girişimlerde bulunmuştur. 1 Şubat 1921’de İtilaf Devletleri Başbakanlarına Türkiye’de “Rumluğun kurtarılmasına” dair telgraflar çekmiştir. 15 Şubat 1921’de İstanbul Rumlarıyla, Türkiye idaresinde kalacak Rumlar hakkında yazdığı uzun bir yazıyı işgal güçlerinin siyasi temsilcilerine göndermiştir. 22 Şubat 1921’de “Rumların kurtarılması” için Londra Konferansına telgrafla başvurmuştur. 23 Şubat 1921’de Londra’ya gitmiş, burada İngiliz Kralına Patrikhanenin arması bulunan bir diploma vererek kendisinden Sevr Antlaşmasının değiştirilmemesi için çalışmasını rica etmiştir. 5 Mart 1921’de Edremit halkının Yunanistan idaresini istediğine dair Londra’ya telgraf göndermiş, 9 Mart 1921’de Londra’da, Saint MaryKilisesinde, Fener Patrikhanesi’nin Hıristiyanlık adına yaptığı mücadeleyi ve Türklere karşı açılan savaşları anlatmıştır (Topbaş, 2007: 44-45). Patrik Meletios, Büyük Taarruz öncesinde İstanbul Rumlarını Yunan Ordusuna katılmaya davet etmiştir. Polis Müdürlüğü, Meletios’un bu faaliyetlerini Dâhiliye ve Harbiye Nezaretine bildirmişti. Adı geçen Nezaretler konuyu Meclis-i Vükelaya taşımıştır. 13 Mayıs 1922 tarihinde Meclis-i Vükela’da gündeme alınan yazılara göre Meletios, Yunan çıkarlarına hizmet eden konuşmalar yapmaktadır. Patrikhane, Yunan Komiserliği ile birlikte Yunan ordusuna katılması için gönüllü ordu teşkil etmektedir. Bunun için Yunan Konsolosluğunun üçüncü katında gönüllü asker kaydedilmektedir. Oluşturulan birliklerin başına General Yuvamon getirilecektir. Şimdiye kadar toplanan 12.000 kişi ilk olarak Çorlu’ya gönderilip burada askeri açıdan hazır hale getirileceklerdir (BOA, MV., 223/158-1). Meclis-i Vükela, bu tezkerelerin hemen İstanbul’daki yabancı 24 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 devletler temsilciliklerine ve yurtdışındaki Osmanlı elçiliklerine gönderilerek konu üzerinde dış ülkelerin dikkatlerini çekmek istemiştir (BOA, MV., 223/158-1). Öte yandan Patrikhane Osmanlı Devleti hukukunu çiğnemekte, kanunsuz eylemlere girişmekteydi. Bu durum, Osmanlı Devleti’ni rahatsız etmekteydi. 15 Mayıs 1921’de Harbiye Nezaretinin Meclis-i Vükela’ya gönderdiği tezkerede bu rahatsızlığı görmek mümkündür. Meclis-i Vükela’nın 19 Mayıs 1921 tarihli oturumunda okunan tezkereye göre, Fener civarında Osmanlı tüfeği taşıyan bir Yunan askeri tutuklanmıştır. Zanlı, İtilaf Devletleri Polis Merkezine sevk edilirken Patrikhane duruma müdahale etmiştir. Öte yandan tezkerede Patrikhanenin alenen silah kaçakçılığını himaye ettiği ifade edilmiş ve bu kanunsuz durumlar hakkında gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir. Meclis-i Vükela ise İtilaf Devletleri temsilcilikleri nezdinde girişimlerde bulunması için Hariciye Nezaretine vaziyetin bildirilmesi kararı almıştı (BOA, MV., 221/157-1). Patrik Meletios, Büyük Taarruz öncesinde Yunan emellerine hizmet etmeye devam etmiştir. Hıristiyanlığın manevi gücünü fazlasıyla kullanmıştır. Dünya kamuoyunda, Türk Yunan Savaşını Müslümanlarla Hristiyanların savaşı gibi göstermeye çalışmıştır. Bu çabayı Yunanistan Kralı ve Hükümeti de desteklemiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 11 Ağustos 1922, 2; Yeni Adana, 13 Ağustos 1922, 2). Meletios, amacına ulaşmak için siyaseti de kullanmıştır. Yunanistan’ın Anadolu ve Trakya’daki işgallerini kolaylaştırmak için yoğun gayret göstermiştir (Babalık, 21 Ağustos 1922, 1; Varlık, 21 Ağustos 1922, 2). Örneğin, 15 Ağustos 1922’de Hasköy Rum Kilisesi’nde Rum, Ermeni ve Musevi topluluklarının ruhani temsilcileriyle bir araya gelmiştir. Toplantıda, özellikle Musevilerin temsilcisi Hahamhane Dini Mahkeme Başkanı İshak Arabiye ile yakın ilişki kurmuştur. Musevilerin Filistin’deki politikalarını onayladıklarını ifade ederek Yunanlıların Anadolu siyasetine desteklerini sağlamaya çalışmıştır (Hâkimiyet-i Milliye, 17 Ağustos 1922, 1; Babalık, 21 Ağustos 1922, 1). Din adamlarının asli görevlerini bırakıp siyasete karışmaları ve Musevi temsilcilerinden İshak’ın Meletios’la teması Türkleri rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık Hahambaşına bildirilmiştir (İkdâm, 16 Ağustos 1922, 1). Meletios’un siyasi faaliyetlerine dair verilebilecek bir örnek de İngiltere Başbakanı Lloyd George’un Avam Kamarasında Yunanlılar lehinde yaptığı konuşma sonrasındaki takındığı tavırdır. Lloyd George’un konuşması Yunanistan’ın Anadolu siyaseti için oldukça değerliydi. Yunanistan, 30 Temmuz 1922’de merkezi İzmir olmak üzere bir Muhtar devleti ilan etmişti. Fakat bu girişim, uluslar arası alanda kabul görmemiş protestoyla karşılanmıştı. Böyle bir zamanda İngiltere Başbakanı Lloyd George, 4 Ağustos 1922’de Avam Kamarası’nda Yunanistan lehine bir konuşma yapmıştı (İstikbâl, 24 Ağustos 1922, 1; Vakit, 18 Ağustos 1922, 25 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri 1; Babalık, 4 Eylül 1922, 2). Lloyd George, Türklerin Anadolu’da çok sayıda Rum vatandaşına zulüm yaptığını bu nedenle Yunan idaresinin ve ordusunun Anadolu’da bulunması gerektiğini belirtmiş, İzmir Muhtariyeti’ni tanımıştı (Hâkimiyet-i Milliye, 10 Ağustos 1922, 1; Babalık, 21 Ağustos 1922, 1; Şark, 9 Ağustos 1922, 1; Yeni Adana, 13 Ağustos 1922, 1). George’un konuşması bütün Rumları olduğu gibi Patrik Meletios’u da memnun etmişti. Patrik’in çağrısı üzerine İki Meclis 7 Ağustos’ta toplandı. İlk olarak Meletios söz alarak İngiltere Başbakanı Lloyd George’un Avam Kamarasındaki konuşmasından övgüyle bahsederek bir teşekkür telgrafı çekilmesini teklif etti. Teklifin kabul edilmesiyle birlikte Lloyd George’a gönderilecek uzun bir telgraf kaleme alınarak Patrikhane tercümanı Kostanidi’ye teslim edildi. İki Meclis, aynı toplantıda Rumların milli amaçlarının gerçekleşmesi adına kiliselerde dualar edilmesi, Kayseri ve Çatalca Metropolitlerinin Patrikhane adına Yunan ordusunu selamlamaları kararları alındı (Akşam, 8 Ağustos 1922, 1; Hâkimiyet-i Milliye, 9 Ağustos 1922, 2). Hazırlanan telgraf ise Lloyd George’a gönderilmişti (Islahat, 13 Ağustos 1922, 1). Lloyd George, Patrikhanenin telgrafına 9 Ağustos 1922’de şu yanıtı vermiştir: “Telgrafnamenizi memnuniyetle aldım. Ben hiçbir şey yapmadım. Ancak insaniyet ve adalet namına hareket ettim. Emin olabilirsiniz ki adalet ve insaniyet için çalışıyorum, çalıştım ve yine çalışacağım.” (TİTE, 56/-502). Meletios, İstanbul’daki Rum basınının Yunan davasına dair yazılarını yönlendirmeye çalışmıştır. Örneğin, Rumca gazetelerin müdürlerini 10 Ağustos 1922 sabahı makamına çağırmıştır. Onlardan birlik beraberlik içinde olmalarını, zamanın ruhuna aykırı davranmamalarını “milli meseleyi particilik uğruna yıpratmamalarını” istemiş, eleştiri hakkını yabancı basına bırakmalarını tavsiye etmişti (Akşam, 8 Ağustos 1922, 1). Meletios, Hıristiyanlığın manevi gücünü askerlerin mücadelelerine pozitif yönde yansıtmaya çalışmıştır. 11 Ağustos 1922 tarihli Islahat gazetesinin bildirdiğine göre Meletios, cephedeki Yunan askerlerine Patrikhanenin selamının gönderilmesine karar vermişti (Islahat, 11 Ağustos 1922, 1). Zira Meletios, Anadolu’da yeniden Türk-Yunan savaşının çıkacağı beklentisi içerisindeydi. Bunun için gönüllü toplamak ve para yardımı sağlamak için çabalarını sürdürmüştür. O, Yunanlıların Anadolu’da başarısızlığı durumunda İstanbul’un da aynı akıbete uğrayacağı endişesini taşıyordu. Bu nedenle İstanbul halkını işin içine çekmeye çalışmıştır. Patrikhanede yapılan gizli toplantılardan birinde yeniden başlayacak Türk Yunan Savaşının, İstanbul halkının da katılmasının dini bir sorumluluk olduğu belirtmiştir. Meletios, İstanbul’daki Yunan subay ve askerlerin mali durumlarının düzeltilmesi adına yardım çabalarında bulunmuştur (Toker, 2006: 231, 234235, 238). Patrikhane vasıtasıyla Anadolu’da savaşan Yunan askerleri için 26 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 yerli Rumlara vergiler de koydurmuştur. Sen Sinod Meclisi, bütün Rumlardan “Milli Vergi” adı altında vergi toplanması kararı almıştı. Bunun için komisyonlar oluşturarak vergi toplamaya başlanmıştı. Vergi vermeyenlerin Patrikhane ve Yunan dairelerince işlerinin yapılmayacakları ve bunların isimlerinin deşifre edileceği belirtilmişti (Atalay, 2001:133-138; Toker, 2006: 231, 237). Meletios’un bu faaliyetleri Anadolu Rumlarını ve Ortodoks Türkleri rahatsız etmiştir. Papa Eftim’in (PavlosKarahisarithis) liderliğindeki Türk Ortodoksları Kilisesi tepki olarak 1 Nisan’da Kayseri’de bağımsızlığını ilan etmiştir(Baş, 2005: 52). Anadolu Rumlarından bir heyet Meletios’a müracaat ederek Anadolu Rumlarının gelecekteki huzurlarının Türklerle barış halinde yaşamaktan geçtiğini, Patrikhane’nin bu görüş çerçevesinde çalışmasını istemişlerdir. Meletios, bu çağrı ve eleştirileri dikkate almamıştı. Patrikhane’yi silah deposu haline getirmeye devam etmiştir (Toker, 2006: 238-239). Ayrıca Fener Rum Patrikhanesi Kayseri’deki Türk Ortodoks Patrikhanesini tanımadığını ilan etmişti (Ercan, 1967: 422). Öte yandan Büyük Taarruzun hemen öncesinde Yunanistan’ın İstanbul Fevkalade Komiser Vekili Simopulos’un girişimleriyle bir süredir Yunanistan Hükümeti ile Patrikhane arasında yaşanan gerginlik de giderilmeye çalışılmıştır. Simopulos, Atina’ya giderek Hariciye, Dâhiliye ve Harbiye Nazırlarıyla görüşmelerde bulunmuştur. Görüşmelerinde Yunan Hükümeti ile Patrikhane arasında ilişkilerin yeniden kurulmasının gerekliliğini belirtmiştir. Yunan basının bildirdiğine göre Yunanistan Hükümeti, Simopulos’un teklifine olumlu bakmaktadır (Akşam, 23 Ağustos 1922, 1). Bununla beraber Simopulos’un Yunanistan Hükümeti ile Patrikhane ilişkilerini yeniden canlandırma çabaları ancak Büyük Taarruz sonrasında meyvesini verecekti (Akşam, 22 Ekim 1922, 2). Yunan Hükümeti’nin aksine Venizelos, Meletios,’un en önemli destekçisiydi. Venizelos Londra’dan Meletios’a gönderdiği mektupta İstanbul’da bulunan Rum Müdafaa-i Milliye Komitesine yardım edilmesini, büyük bir teşkilat kurulmasını, Ermeni komitesiyle işbirliği içinde hareket edilmesini, gerektiği takdirde bir ihtilal çıkarılarak suikastlar yapılmasını istemiştir (Toker, 2006: 241). 2.Büyük Taarruzda Meletios Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, uzun zamandır büyük bir gizlilikle sürdürdüğü taarruz planını 26 Ağustos 1922 sabahı Afyon Kocatepe’den tatbike başladı. Taarruzun hemen öncesinde Anadolu’dan harice ve hariçten Anadolu’ya tüm iletişim yasaklanmıştı (Üçüncü, 2012: 55). Cumartesi günü başlatılan Büyük Taarruz’dan gerek Avrupa gerekse Yunanistan ve İstanbul’daki Patrikhane hemen haberdar olamadı. İzmir’de 27 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri bulunan Yunan Başkumandanı Hatzianestis dahi 28 Ağustos günü öğle üzeri Türklerin umumi harekâtını öğrenebilmişti(Trikopis Nerede, Kime Nasıl Teslim Oldu?, 1964: 517). Başlangıçta Yunanistan, Büyük Taarruzdaki Türk başarılarını önemsiz göstermeye çalışmıştır. Fakat Dumlupınar Meydan Savaşından sonra Yunanistan’ın ve Avrupa devletlerinin bakışı değişmiştir. Özellikle Yunanistan Hükümeti ve Patrik Meletios, Türklerin Anadolu Rumlarına mezalime başladıkları propagandalarını yoğunlaştırmışlardır. Bu anlamda Yunan ordusuna yardım çağrılarını artırmışlardı. Meletios liderliğindeki Patrikhane ve bağlı kiliseler Yunan ordusunun Büyük Taarruzda zafer kazanması için ayinler düzenlemişlerdir. Ayinlerde Yunan askerlerinin kesin zaferi için dualar etmişlerdir. Meletios halkı Yunan ordusuna her anlamda yardım etmeye çağırmıştı. Meletios’un Büyük Taarruz sürecindeki faaliyetleri ise Osmanlı istihbarat görevlilerince yakından takip edilmeye ve kayıt altına alınmaya devam edilmiştir. 4 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre, Meletios, Beşiktaş Rumlarının daveti üzerine 3 Eylül 1922 Pazar günü sabah saat 9.00’da beraberindeki heyetle Beşiktaş’taki Panagia Kilisesine gitmiştir. Bu sırada Patrik’in binmiş olduğu otomobile Bizans bayrağı çekilmişti. Kilise kapısına da Bizans bayrağı ve Meletios’un büyük bir resmi asılmıştı. Resmin altında büyük yazılarla Bizans İmparatorluğu ifadesi bulunmaktaydı. Bu sırada kiliseye giren Rumların göğüslerinde Bizans bayraklı rozetler takılmıştı. Kilisede önce Yunan ordusunun galibiyeti için bir ayin düzenlendi. Ardından Patrik Meletios, ayine katılanlara hitaben bir konuşma yaptı. Konuşmasında “Anadolu’da Rumlar katledilirken İstanbul’da kendilerinin rahat oturmamalarını” söyledi. Herkesin elinden geleni yapmasını, isteyenlerin hemen cepheye gitmelerini ya da Salib-i Ahmer’e kaydolmalarını istedi. Meletios, bir süreden beri İstanbul’da bulunmakta olan Yunan Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’ne mensup 350 askerin Salı günü cepheye gideceği bilgisini verdi. İstanbullu Rumları onları takip etmeye çağırdı. Beşiktaş Rum Cemaati Reisi, Meletios’a cevaben bütün Beşiktaş Rumlarının Yunan ordusunun mücadelesine yardım etmeye hazır olduklarını belirtti. Ayin ve konuşmalardan sonra Meletios, Rum okuluna gitmiş, yarım saat kaldıktan sonra Patrikhane’ye geri dönmüştü (TİTE, 40/184/184-1-2). Yunan Ordusunun Büyük Taarruzun ilerleyen safhalarında art arda yenilgiler alması Fener Rum Patrikhanesini ziyadesiyle üzmüştür. Meletios, Yunanlıların içinde bulunduğu zor durum nedeniyle Patrikhane’ye bağlı ruhani temsilcilere birer tamim göndererek matem tutulmasını istemişti (Hâkimiyet-i Milliye,15 Eylül 1922, 2). Öte yandan Anadolu’ya takviye kuvvet olarak gönderilmesi düşünülen Trakya’daki Yunan askerlerini motive etmiştir. 2 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre, Patrikhane’den Trakya’daki Yunan askerlerini takdis etmek ve Patrikhanenin selamını iletmek için Trakya’ya iki mektup gönderilmiştir (TİTE, 56/50-2. 4 Eylül 28 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 1922’de Meletios başkanlığında yapılan toplantıda, İstanbul Rumlarının acilen Yunan ordusuna maddi ve manevi yardımlarda bulunmalarının sağlanması, “Müdafaa-i Zabitan ve Efradının” hemen Patrikhaneye çağrılmaları ve cepheye gönderilmeleri kararları alınmıştı (Vakit, 3 Eylül 1922, 1; Vakit, 4 Eylül 1922, 2). Patrikhane’nin çağrıları doğrultusunda Metropolitler de aynı şekilde hareket etmişlerdir. İzmir ve Kuşadası Metropolitleri Yunan askerlerine moral vermek ve onların maneviyatlarını artırarak Türk ordusu karşısında direnmelerini sağlamak için cepheye gitmek istemişlerdi. Bunun için Metropolitler 5 Eylül 1922’de öğleden sonra İzmir’den hareket etme teşebbüsünde bulunmuşlardır. Fakat güvenlik gerekçesiyle onların hareketlerine izin verilmemiştir (Şark, 7 Eylül 1922, 2). Yunan ordusunun Türk kuvvetleri karşısında tutunamayıp geri çekilmesiyle beraber sivil Rumlar çareyi kaçmakta bulmuşlardı. Zira işgal döneminde Yunan ordusuna her türlü kolaylığı sağlamış olan yerli Rumlar Yunan ordusunun çekilmesiyle Türkler tarafından cezalandırılacaklarından korkmaktaydılar. Bu nedenle Yunan askerleriyle birlikte gitmeyi tercih etmişlerdir. İşgal sürecinde Yunanistan lehine ziyadesiyle faaliyet gösterenlerden biri de İzmir Metropoliti Hrisostomos Kalafastis’ti. O, Türk ordusunun şehre yaklaşmasıyla oluşan paniği ortadan kaldırmak için şehirdeki dini temsilcileri devreye sokmuştu. Hrisostomos’un önderliğinde şehirdeki diğer dinlerin ruhani temsilcileri toplantılar yaparak halkı sükûnete çağıran beyannameler yayınladılar. Bunlardan biri 6 Eylül 1922 tarihlidir. Beyannamede halk telaş ve korkuya kapılmadan işleriyle uğraşmaya çağrılmaktaydı (Şark, 8 Eylül 1922, 1; Islahat, 8 Eylül 1922, 1; Peyâm-ı Sabâh, 13 Eylül 1922, 2). Hrisostomos önderliğinde, dini temsilciler İtilaf Devletleri nezdinde de girişimlerde bulunmuşlardır. Oluşturulan dini temsilciler, konsolosları ziyaret ederek İzmir’de halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması için yardımda bulunmuşlardı (Sada-yı Hak, 6 Eylül 1922, 1; Şark, 7 Eylül 1922, 2; Sada-yı Hak, 6 Eylül 1922, 1-2; İkdâm, 8 Eylül 1922, 1; Islahat, 7 Eylül 1922, 2; Sada-yı Hak, 7 Eylül 1922, 2; Peyâm-ı Sabâh, 13 Eylül 1922, 2). Anadolu’da Rum nüfusun hızla azalması Meletios’u harekete geçirmiş, göçleri engellemeye çalışmıştır (Vakit, 7 Eylül 1922, 2; Babalık, 10 Eylül 1922, 1; İstikbâl, 10 Eylül 1922, 1; Varlık, 11 Eylül 1922, 4). 6 Eylül 1922’de Rum Patrikhanesinde, Meletios başkanlığında toplanan Sen Sinod Meclisi, Anadolu’daki ruhani heyetlerle Rum halkına “baba yurtlarını terk etmemeleri” çağrısında bulunan telgraflar yazmıştır. Telgraflarda ayrıca Patrikhanenin Rum halkının huzur ve güvenliği için her türlü çabayı sarf edeceği bildirilmişti (Vakit, 7 Eylül 1922, 2; İkdâm, 7 Eylül 1922, 1). Meletios, Büyük Taarruz sürecinde Yunanistan’daki siyasi işlere müdahil olmaktan da geri kalmamıştı. Yunanistan’daki siyasi kamplaşmada, 29 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Kral Konstantin ve Yunan Hükümetinden ziyade Venizelos’a yakın durmuştu. Venizelos da Meletios ile yakın temas kurmuştu (Vakit, 7 Eylül 1922, 2; İkdâm, 7 Eylül 1922, 1). Meletios, Venizelos’tan Büyük Taarruz sürecinde uluslararası destek sağlamada önemli katkılar beklemişti. 6 Eylül’de Patrikhanede düzenlenen toplantı sonrasında Venizelos’a bir telgraf çekerek Anadolu’daki Rumlar için daha fazla çalışmasını istemişti (İkdâm, 14 Eylül 1922, 2). Türkler karşısında Yunan Ordusunun aldığı mağlubiyetler neticesinde Yunanistan Başbakanı Dimitrios Gunaris Hükümeti düşmüştü. Bu gelişme Patrikhane-Yunanistan Hükümeti arasında ilişkilerin yeniden kurulması fırsatını doğurmuştu. İstanbul Patrikhanesi 6 Eylül’deki toplantıda “bu buhranlı zamanlarda bütün Yunanistan’ın müttehiden çalışması” gerektiğini belirtmişti. Venizelos’a ve Yunan Hükümeti’ne çekilen telgraflarda birlik beraberlik çağrısında bulunulmuş, ayrıca Yunanistan’ın İstanbul Komiseri ve askeri heyeti ziyaret edilmişti (Şark, 7 Eylül 1922, 2). Yunanistan’daki yeni Hükümet ise Patrikhane’nin yakınlaşmasına olumlu yanıt vermişti. Böylece Büyük Taarruzdaki mağlubiyetler, Patrikhane ve Yunanistan Hükümetinin birlikte hareket etme kararını sağlamıştı (İkdâm, 14 Eylül 1922, 2; Vakit, 14 Eylül 1922, 3). Meletios, İstanbul’da Yunan Müdafaa-i Milliye Teşkilatı ile işbirliği yaparak son bir hamleyle Türk ordusunun mağlup edilebileceğine inanıyordu. Bu inançla İstanbul’da silahlı gönüllü birliklerin teşkiline, silah dağıtımına, Ermenilerin Yunan davasına ortak edilmesine, kiliselerin askeri depo olarak kullanılmasına katkı sağlamıştır. 8 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre, Patrikhane tarafından alınan karar gereği önceden bazı kiliselerde sandıklar içinde saklanan silah ve patlayıcı maddeler çıkarılarak halka dağıtıldığı haberi alınmıştır. Yine bazı Ermeniler Yunan Müdafaa-i Milliye Teşkilatına kayıt olmuşlardır (TİTE, 55/163-1). Patrikhane, Büyük Taarruzun sonlarında, Türkler aleyhinde, Rumları teskin edecek propagandalara da başlamıştı. 8 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre iki gündür Rum kamuoyu Türkler aleyhinde hazırlanmaktadır. İstanbullu Rumların Trakya’daki Yunan ordusuna gönüllü olarak katılmak istedikleri, Rum milliyetçiliğinin zirve yaptığı, Lord Curzon-Venizelos görüşmesinin anlaşmayla sonuçlandığı, Ankara Hükümeti üzerine yapılacak baskıyla Anadolu meselesinin Yunanistan lehine çözüleceği ve Yunan ordusunun takviye edilen büyük kuvvetlerle “Kemalîleri fena bir halde bırakacakları” gibi propagandalar yapılmaktadır (TİTE, 55/165-1). Meletios liderliğindeki Patrikhane, uluslararası alanda Türkler aleyhinde propagandalarını artırmıştı. Türkler aleyhinde birçok iddiaları içeren mektupları Batı’da siyasi ve dini temsilciliklere göndermiştir. Bu amaçla 14 Eylül 1922’de Avrupa ve Amerika’nın çeşitli dini ve siyasi temsilciliklerine 12 telgraf çekmişti (İkdâm, 15 Eylül 1922, 1). Meletios, Avrupa başkentlerine gönderdiği metropolitler aracılığıyla Anadolu’da 30 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 Rumların soykırıma tabi tutuldukları iddiasında bulunmuştur. Meletios’un çabalarıyla Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisi bütün Hıristiyan dünyasını yardıma çağırmış ve seferberlik ilan etmiştir. TBMM Hükümeti ise Anadolu’daki Ortodoks papazları şahit göstererek Patrikhane’nin iddialarını boşa çıkartmaya çalışmıştır. Buna karşın Meletios şahit gösterilen Anadolu papazlarının Ankara Hükümeti’nin kontrolünde hareket ettiklerini dolayısıyla kendi iddialarının doğru olduğunu belirtmiştir (Atalay, 2001:138139). Anadolu’dan pek çok Rum, Türkler tarafından cezalandırılacakları endişesiyle İstanbul’a gelmişlerdir. Bunların pek çoğu perişan bir haldeydi. Patrikhane, Büyük Taarruz sürecinde İstanbul’a gelen muhacirlere yardım etmiştir. İstanbul’da Rumca gazetelerin belirttiğine göre 19 Eylül’de Meletios, İki Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmıştır. Yapılan toplantıda Patrik, üzüntü ve heyecanını saklayamayarak uzun bir konuşma yapmıştı. Toplantıya katılanların dikkatlerini İstanbul’a gelmiş ve gelmeye devam eden binlerce muhacire çekmişti. Meclis’te muhacirler için alınan iktisadi tedbirlerin yanı sıra başta Fener Rum Patrikhanesi olmak üzere İstanbul’da bağlı kiliselerde ayinlerde kullanılması zorunlu olanlar dışında bütün kıymetli eşyaların hemen satılmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. Meletios“böyle kıymetli ve mukaddes eşyanın” Rum milletinin bir süreden beri geçirmekte olduğu kara günlerde kullanılması gerektiğini belirtmişti (Akşam, 21 Eylül 1922, 3). Büyük Taarruzun sonlarında kurtarılan bölgelerde ikamet eden Türk halkının bazıları intikam duygusuyla hareket etmişlerdi. Gayrimüslim unsurlara saldırmanın idamla cezalandırılacağına dair Mustafa Kemal Paşa’nın kesin emrine rağmen, istenmeyen olaylar meydana gelmiştir. Bunlar arasında halkın Gayrimüslim din adamlarına saldırıları önemlidir. Saldırılar Yunanlılar tarafından uluslararası alana abartılı bir şekilde taşınarak propaganda malzemesi yapılmıştır. Özellikle İzmir Metropoliti Hrisostomos’un Valilik Binası’ndan çıkarken halk tarafından öldürülmesi fazlasıyla kullanılmıştır. Türk basını Hrisostomos’u öldürenler arasında Anadolulu Rumların olduğunu iddia etmişse de olay Yunanlıların Türkler aleyhinde mezalim iddialarında önemli bir koz olmuştu(İstikbâl, 28 Eylül 1922, 1). 16 Eylül tarihli Atina telsizi İzmir Metropoliti Hrisostomos’un öldürüldükten sonra cesedinin caddelerde sürüklendiğini belirtmişti. Kıyafet değiştirerek yabancı bir vapurla Yunanistan’a kaçmayı başaran Ayafotini Metropolitinin ağzından Hiristomos’un nasıl öldürüldüğünü kamuoyuna taşımıştı (BCA, 30..10.0.0/54.355..13.). 31 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri 3.Büyük Taarruz Sonrası Patrik Meletios Büyük Taarruz’un Türkler açısından başarıyla sonuçlanması, Yunanistan’da iktidar değişikliğiyle sonuçlanmıştır. Albay Nikolaos Plastiras, Albay Stilianos Gonatas ve Yüzbaşı Dimitrios Fokas’ın liderliğinde, Yunan hükümetine ve Kral Konstantin’e karşı ihtilal gerçekleştirilmiştir. Neticede Kral Konstantin yetkilerini ihtilal komitesine bırakmak zorunda kalmıştır. Böylece Yunanistan’da Venizelos’a tekrar iktidar yolu açılırken, aynı zamanda Meletios’a karşı çıkan tek güç Atina Kilisesi kalmıştı (Atalay, 2001:140). Bu gelişmeler doğaldır ki Meletios için memnuniyet vericiydi. Zira 31 Eylül Pazar günü Beyoğlu’nda Panagia Kilisesi’nde Kilise idare heyetiyle yaptığı görüşmede Yunanistan İhtilaline dair düşüncelerini ifade etmiştir. Ona göre ihtilal, kansız bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu memnuniyet vericidir. Yunanistan’ın hakkını gasp ettiklerine inandıkları Kral ve Hükümet temsilcilerinin cezalarının ülkeden sürgün edilmelerinden ibaret olacağını söylemiştir (Akşam, 2 Ekim 1922, 3). Diğer taraftan Anadolu’da Papa Eftim başkanlığında Türk Ortodoksları, Fener Rum Patrikhanesinin Büyük Taarruzda gösterdiği hareket tarzını şiddetle tenkit etmiştir. Tenkitler üzerine Meletios, Anadolu’daki Ortodokslara bir tamim göndermiştir. Tamiminde, Anadolu’nun aslen Hristiyan memleketi olduğunu, bugünkü savaşın sonunda Türklerin hezimete uğratılacağını, Yunan askerlerinin Megaliİdea’yı gerçekleştirmek amacıyla Anadolu’ya çıktığını, Fener Patrikhanesine bağlı Anadolu’daki milli hareketlere karşı çıkarak Yunan Ordusuna destek vermelerini istemiştir (Baş, 2005: 57). Buna karşın 21 Eylül 1922’de Anadolu Metropolitlerinin de katılımlarıyla Kayseri’de bir kongre yapılmıştır. 72 ruhani başkanın imzaladığı bir tutanak kabul edilmiştir. Tutanakta, Türk Ortodoksları Umum Kilisesinin kurulduğu, Patrik Meletios’un başkanlığındaki Fener Rum Ortodoks Kilisesiyle tüm ilişkilerin kesildiği ifade edilmiştir4. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi yeni kurulan patrikhaneyi tanımamış, (Baş, 2005: 57) Roma Kilisesi ise bu kuruluşu aforoz etmişti (Şahin, 1980: 191-192). İzmir’e Türk ordusunun girmesinden sonra Patrik Meletios Anadolu’da Yunan zaferi umudunu yitirmeye başlamıştı. Sıranın İstanbul’a geleceğini fark etmişti. Patrikhane buna engel olmak için Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş ve buradan yurt dışına kaçmaya çalışan Rumları kararlarından vazgeçirmeye çalışmıştı (Atalay, 2001:140). 24 Eylül 1922’de Meletios, Patrikhane Kilisesi’nde yönettiği ayinde, İstanbul’dan kaçmakta olan Rum zenginlerini sert bir dille suçlamıştır. Ayinde öncelikle İzmir’de öldürülen Metropolit Hrisostomos’un ruhu için dua okumuştur. Hrisostomos’un hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verdikten sonra 4 Kabul edilen mazbata metni için bkz.: (Şahin, 1980: 190-191). 32 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 İstanbul’dan yabancı ülkelere kaçan zengin Rumları eleştirmiştir. Onların fakirlerin sırtından servetler kazandıklarını, güvenliğin sağlanması halinde tekrar İstanbul’a gelerek fakirleri sömürmeye devam edeceklerini belirtmişti. Zengin Rumların kaçışlarının fakir halk nezdinde paniğe sebebiyet verdiğini söylemiştir. Meletios, kendilerinin Hrisostomos gibi, her şeye katlanacaklarını sözlerine eklemişti. Ayinde ayrıca beş yüz bin muhacir için yardım talebinde bulunmuştur. Ayine katılanlar derin üzüntü yaşamışlar, bazıları: “Cümlemiz ölmek için kalacağız!” diye bağırmışlardı (Akşam, 25 Eylül 1922, 1). 29 Eylül 1922’de öğleden sonra saat üç buçukta Meletios başkanlığında toplanan İki Meclis’te Rumların İstanbul’dan gitmeleri meselesi görüşülmüştü. Herkesin işiyle, gücüyle uğraşmaları, şehri terk etmemelerine dair bir tebliğin hazırlanarak Pazar günü okunmak üzere kiliselere ve basına dağıtılması kararı alınmıştı (Akşam, 30 Eylül 1922, 2; Hâkimiyet-i Milliye, 2 Ekim 1922, 3; Akşam, 4 Ekim 1922, 2). Alınan karar gereği Patrikhane, hazırladığı tebliği İstanbul, Terkos, Kadıköy ve Çatalca Kiliselerine göndermişti (Hâkimiyet-i Milliye, 6 Ekim 1922, 2). Meletios, 31 Eylül Pazar günü ise Beyoğlu’nda Panagia Kilisesi’ndeki ayine başkanlık etmiştir. Ayinden sonra yaptığı konuşmada öncelikle gelişmelerin Rumlar için üzüntü verici olduğunu belirtmişti Ardından hiçbir sebep olmamasına rağmen İstanbul’dan kaçarak paniğe neden olan zengin Rumları bir kez daha suçlamıştır. “Onlar, anlaşıldı ki, bizden değillermiş!” ifadesini kullanmıştır. Hiçbir sebep yokken Avrupa’ya kaçma yolunda boş yere harcadıkları paralarını “çıplak, aç ve ölüm tehlikesine maruz bulunan muhacirlere” vermelerinin daha iyi olacağını belirtmiştir (Akşam, 2 Ekim 1922, 3). Bu sırada yeni gelişmeler Patrikhane’yi de endişelendirmişti. Zira Mudanya Ateşkes antlaşmasından sonra Türk ordusunun İstanbul’a gireceği anlaşılmıştı. Bunun üzerine basında Patrikhane’nin de şehri terk etmeyi düşündüğüne dair haberler çıkmıştı. Örneğin Tan gazetesi, Patrikhane merkezinin Aynaroz’a (Mont Athos) nakledileceğini yazmıştı (İstikbâl, 17 Ekim 1922, 2). Oysaki bu söylentiler gerçeği yansıtmamaktaydı. Meletios, yaptığı ayinlerde halen İstanbul’dan kaçılmaması çağrıları yapmaya devam etmekteydi (Akşam, 23 Ekim 1922, 3). Meletios, 11 Kasım 1922’de Beyoğlu’nda Aya Triada Kilisesi’ne gitmişti. Burada yaptığı konuşmada imtihan günleri geçirdiklerini, halkın sebepsiz yere konsoloshane sokaklarında toplanmalarına anlam veremediğini belirterek İstanbul Rumlarının bu hareketlerinden hayal kırıklığına uğradığını ifade etmiştir. Bu eleştirilerinden sonra şu sözleri söylemişti: “Benim canım yok mu? Yahut sizin canınız benimkinden daha kıymetli midir? Patriğinizi görmüyor musunuz, O Beyoğlu’nda değil, sizden 33 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri daha büyük tehlikeye maruz yerde, aşağıda bir köşede oturmaktadır (Akşam, 13 Kasım 1922, 1). Meletios, soğukkanlılıkla hareket edilmesi gerektiğini, Tanrı’nın kendilerine yardım edeceğini ifade etmişti. Barışın imzalanmasına kadar Rum halkına beklemeleri tavsiyesinde bulunmuştu. İşgal güçlerinin kendilerinin güvenliğinden sorumlu olduklarını, İstanbul’un herkesten çok kendilerinin olduğunu ifade ederek kaçışların bir an önce durmasını istemiştir. İstanbullu Rumların muhacirlere yeterince yardım etmediklerini, böyle bir halde başka ülkelerden iltica istemenin anlamsızlığını ifade etmiştir. Yunanistan’a kaçışların devam etmesi durumunda paniği ortadan kaldırmak amacıyla “İstanbullulara ekmek vermeyiniz. Çünkü bilâsebep kaçıyorlar” diyeceğini söylemiştir (Akşam, 13 Kasım 1922, 1). Meletios, muhacir Rumlara uluslararası kuruluşlardan yardım sağlamaya çalışmıştır. Örneğin, Amerikan Muavenet Heyeti’ne ve İngiltere Başbakanı Lloyd George’a başvurarak Rum muhacirlerine yardım talebinde bulunmuştur (Hâkimiyet-i Milliye, 17 Eylül 1922, 2). İstanbul’a gelen Rum Muhacirlerin iaşelerinin ve ihtiyaçlarının karşılanması adına sadece Meletios değil Patrikhane’ye bağlı Metropolitler de çaba harcamışlardır. Kadıköy Metropoliti Grigorios’un girişimleriyle Kadıköy Muhacirin Komisyonu, Selimiye’de yedi bin Rum Muhacire çamaşır, kömür, sabun ve sair dağıtmıştır. 11 Şubat 1923 Pazar günü GrigoriosMetropolithaneye bağlı kiliselerde okunmak üzere bir yardım çağrısında bulunmuştur (Akşam, 11 Şubat 1923, 2). Öte yandan Patrikhane, Büyük Taarruz sonrasında Türklerin Anadolu’daki Rumlara mezalim yaptığı iddiasını artırmıştır. Meletios, İzmir Metropoliti Hrisostomos’un öldürülmesinin kırkıncı günü münasebetiyle 22 Ekim 1922’de Fener Rum Patrikhanesinde, Meletios dua etmiş; ardından “milli kurban” olarak addettiği İzmir Metropoliti Hrisostomos ve onunla beraber ölenler için ayin düzenlemişti. Ayinden sonra yaptığı konuşmada Anadolu’da binlerce Rum’un zulümlere maruz kaldıklarını, tehcir edildiklerini, Metropolitlerin yok edildiklerini iddia etmiştir. Neron ve Neoklitos devirlerinde yapılan tehcir ve zulmün Anadolu’da Rumlara yapılanların yanında çok küçük kaldığını, yaşananların bir savaş hali değil “Anadolu Hristiyanlarının felaketi ve Anadolu’nun payansız bir mezaristâna” dönüştüğünü belirtmiştir. Meletios, “Yunan beldelerinin bir kül ve enkaz yığınına” dönüştüğünü söyleyerek konuşmasının sonunda İstanbul’dan kaçan Rumlara hitaben şunları ifade etmiştir: “Bu ahaliye ehemmiyet vermeyerek buradan firar edenler için teessüf ediyorum ağlıyorum, kaçmak, için şimdilik bir sebeb yoktur. Firar için filvaki bazı dakikalar gelmiş, lakin o devr geçmiştir. Rahat uyumanızı söylüyorum. Korkmayınız, kaçmayınız, ahval ne kadar müşkil olsa bile meyus 34 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 olmayalım...” ( Akşam, 23 Ekim 1922, 3; Hâkimiyet-i Milliye, 25 Ekim 1922, 3). Anadolu’da Fener Rum Patrikhanesinin mezalim iddiaları uluslararası alanda kabul görmüştü. O kadar ki Hıristiyanların en büyük dini lideri Papa iddia edilen mezalimi önleme adına Mustafa Kemal Paşa ile temas kurmuştu. Papa adına Kardinal Gaspari, 22 Eylül 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya acilen barış yapılmasını ve huzurun sağlanmasını isteyen bir telgraf göndermiştir. Mustafa Kemal Paşa, telgrafa 27 Eylül 1922’de cevap vermişti. Mustafa Kemal Paşa, telgrafında huzur ortamının sağlanmasında, Papa ile aynı fikirde olduğunu, bununla beraber bugünkü karmaşaya Yunanlıların sebebiyet verdiğini belirtmişti. Yunanlıların özellikle Batı Anadolu’dan çekilirken birçok Müslüman vatandaşa zulüm ettiklerini, halen bu zulmü Trakya’daki Türkler üzerinde devam ettirdiklerini bildirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Papa’dan Yunanlıların Trakya’daki mezalimine son vermeleri için yardım istemiştir. Mustafa Kemal Paşa, telgrafıyla asıl mezalimi Yunanlıların yaptığını vurgulayarak aleyhteki propagandaları boşa çıkartmak istemiştir. Kardinal Gaspari ise bir gün sonra Mustafa Kemal Paşa’ya yeni bir telgraf göndermiştir. Telgrafında Papa’nın, Rum vatandaşların İzmir’de ikametlerine izin verilmesini istediğini ifade etmiştir (İstikbâl, 13 Ekim 1922, 1). 4.Meletios’un Çıkarılması Patrikliğinin Sorgulanması ve İstanbul’dan 4.1. Meletios’a Tepkiler Büyük Taarruz sürecinde Patrikhane’ye Türk kamuoyundan büyük tepki yükselmiştir. Özellikle Türk basını Patrikhaneyi “Türk düşmanı” ve “şer odağı” olarak göstermiştir. Yunan Ordusunun Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde direniş gücünün kırılmasından sonra Rumlar arasında da Patrikhane’ye tepkiler artmıştı. Yunan ordusu Türk askerleri karşısında eridikçe Rumların Patrikhane’ye olan tepkisi yükselmişti. Patrikhane’ye tepki gösterenler arasında İstanbullu Rum tüccarlar dikkat çekmektedir. Zengin Rumların tepkisi Fener Rum Patrikhanesi’ni olumsuz etkilemiştir. Zira İstanbullu Rum tüccarlar Patrikhaneye ciddi miktarda bağış yapan unsurların başında gelmekteydiler. Onlar sadece Patrikhane’ye bağışı kesmekle kalmamışlar aynı zamanda Patrik Meletios’a ağır hakaretler etmişler, fiili saldırı teşebbüslerinde bulunmuşlardı. Örneğin 4 Eylül 1922 tarihli Şevki imzalı Osmanlı istihbarat raporuna göre Büyük Taarruz’un başlamasıyla beraber İstanbul’daki Rum tüccarlar zaten ekonomik açıdan zarar görmüştü. Yunan ordusunun art arda aldığı mağlubiyetler onların zararlarını artırmıştır. Bu da Rum tüccarların 35 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri tavırlarında değişikliğe yol açmıştır. Artık Rum tüccarları işgal döneminde Türklere karşı izledikleri olumsuz tutumdan pişman gözükerek yeniden beraber yaşamanın yollarını aramışlardı. İşgal devresinde kendilerini yanlış yönlendirdiklerine, “milleti uçuruma sürüklediklerine” inandıkları İstanbul Patrikliğine ağır küfürler ve kötü sözler sarf ederek bir daha bu kuruma bağış yapmayacaklarını belirtmişlerdir (TİTE, 40/183/183-1). Tüccarların bazıları: “Türklere kalın kafalı diyerek hâlbuki kalın kafalı bizimkilerdir. İşte Türkler kendilerini gösterdiler bizler mahvolduk. Yine Türkler merhametlidir. Bizim onlara karşı yapmış olduğumuz fenalıklara hiçbir ehemmiyet vermezler. Ve eskisi gibi kardeş olarak yaşarız” ifadelerini kullanmışlardır. Aynı istihbarat raporuna göre İstanbul’daki diğer Rumlar da Patrikhane’ye tepkilerini had safhaya çıkarmışlardır (TİTE, 40/183/183-1). Büyük Taarruz’da Yunan ordusunun aldığı mağlubiyetler Yunanlıları hayal kırıklığına uğratırken Türkleri sevinç içinde bırakmıştı. Türk ordusunun hemen her gün yeni bir yeri işgalden kurtarması bütün Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da kutlanmıştır. İstanbul’daki kutlamalarda halk, işgal sürecinde Türk Milli Mücadelesinin karşısında hareket edenlere karşı tepkide bulunmuşlardır. Örneğin 10 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşu İstanbul’da Türklerin yoğun katılımıyla kutlandı. Gece, Darülfünunluların önderliğinde Beşiktaş ve Fener’de yaklaşık yüz bin kişinin katılımıyla büyük bir fener alayı yapıldı. Yürüyüş boyunca alay “Yaşasın Mustafa Kemal Paşa, Yaşasın Büyük Millet Meclisi, Kahrolsun Yunan vesaire” sloganları attı. Fener’deki alay Patrikhane önünde durdu. İtfaiye ve polis tarafından korunan Patrikhane önünde kısa bir protesto yapıldı. Gösterilerde sadece Patrikhane’ye tepki gösterilmedi, Hürriyet ve İtilaf Binası, Yunan askeri temsilciliği ve Peyâm-ı Sabâh matbaası göstericiler tarafından taşlandı (Hâkimiyet-i Milliye, 11 Eylül 1922, 2; Babalık 13 Eylül 1922, 1; Açıksöz 12 Eylül 1922, 1; İstikbâl,17 Eylül 1922, 1; Yeni Adana 14 Eylül 1922, 2). Büyük Taarruz sürecinde Yunan ordusunun kesin mağlubiyeti ve kendilerine karşı oluşan tepkiler Patrikhanenin, Hürriyet ve İtilaf Fırkasının endişesini her geçen gün artırdı. 12 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporlarına göre Hürriyet ve İtilaf Fırkası son gelişmeleri tartışmak ve yürütülecek tavrı belirlemek için Fener Rum Patrikhanesine bir heyet gönderdi (TİTE, 55/170-1; TİTE, 67/112-1). Bu heyet içinde Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyelerinden Hafız Yusuf, Şişeci Adil, Dava Vekili Ahmet Hamdi, Eyüp Posta ve Telgraf memuru Sıdkı ve ismi anlaşılamayan diğer iki şahıs bulunmaktaydı (TİTE, 55/170-1; TİTE, 56/50-1). 14 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre 10 Eylül 1922 Pazar günü Meletios, bir ayin düzenlemişti. Ayinden sonra halka hitaben yaptığı konuşmada Yunan ordusunun Anadolu’yu tahliye etmekle beraber İstanbul’u işgal edeceğini bildirmiştir. Bunun için Yunan Hükümeti’nin paraya çok ihtiyacı olduğunu belirtmiş, halktan yeni fedakârlıklar yapmasını istemiştir. 36 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 Ayine katılanlardan çok sayıda vatandaş Patrik’e sert tepkide bulunmuş ve şu sözleri haykırmışlardı: “P… herif bizi soydunuz kiliselerde gümüş kandil kalmadı. Mahvettiniz şimdi nereye gideceğiz bizlere yer gösteriniz, Türklerin yüzlerine nasıl bakacağız.” Ardından başlarındaki şapkaları çıkararak Patrik’in yüzüne fırlatmışlardı. Birkaç kişi ise silahlarını çekip Patrik’i öldürmek istemişlerse de araya girenler tarafından engellenmişlerdir. Bu sırada bazı Rumlar Patrik’i sürükleyerek kiliseden çıkarmışlardı. Rapora göre Patrik 14 Eylül 1922’de kiliseye gelememişti. Meletios’a karşı halkın olası saldırılarını önlemek için bir polis Patrikhane’yi korumakla görevlendirilmiştir (TİTE, 55/87-1). 1 Ekim 1922 tarihli Şark gazetesinde bildirildiğine göre Fener Rum Patrikhanesinde, Baş Papazlık Meclisinde yapılan toplantı “oldukça tantanalı geçmiş, ruhani ve cismani üyeler birbirine girmişlerdi.” Sivil temsilciler, dini temsilcileri “millet katilleri” diye itham etmişlerdi(Şark, 1 Ekim 1922, 2). Meletios’un liderliğindeki Patrikhane’nin dini etkinliklerden ziyade siyasi meselelere karışıp Yunanistan’ın çıkarları doğrultusunda hareket etmesi Kayseri merkezinde faaliyet gösteren Türk Ortodokslarını fazlasıyla rahatsız etmişti. Papa Eftim liderliğindeki Türk Ortodoksları, Fener Rum Patrikhanesini, “Hıristiyanlığa aykırı olarak şahsi çıkarları uğruna Anadolu’da birçok masumun kanının dökülmesine neden olmakla” suçlamış ve almış oldukları kararla Fener Rum Patrikhanesiyle tüm bağlarını kesmişlerdir. O’nun bu tavrı İstanbul’da bazı Rumlar tarafından desteklenmiştir. Örneğin 18 Eylül tarihli Akşam gazetesinin bildirdiğine göre İstanbul’da oturmakta bulunan çok sayıda Rum toplantı yaparak Papa Eftim’e bir mektup göndermişlerdir. Kendisini Patrik tanıdıklarını ve Meletios’u reddettiklerini bildirmişlerdir. Mektubun bir suretini de Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermişlerdir (Akşam, 18 Eylül 1922, 1). Öte yandan Fener Patrikhanesinin Anadolu’da Rumların zulümlere uğradıkları ve zorla tehcir edildiklerine dair propagandalarına TBMM Hükümeti kontrolündeki Anadolu Rumlarından da yalanlamalar gelmişti. 23 Kasım 1922’de Ankara’dan belirtildiğine göre Erzincan’da bulunan Rumlardan Filip oğlu Mihaliki, Trabzon, Giresun vesair yerler adına Nikola imzalarıyla Fener Rum Patrikhanesi’nin iddialarına bir tekzibnameyle cevap verilmiştir. Tekzibnamede Fener Rum Patrikhanesinin kendileri için bir tertip yapacağının anlaşılması üzerine TBMM Hükümetinin gerekli tedbiri aldığı belirtilmiştir. Hükümetin, Patrikhanenin “şerrinden” dolayı kendilerini Anadolu’nun içerisine gönderdiklerini, her türlü ihtiyaçlarının karşılandığı ifade edilerek Patrikhanenin zulme uğradıkları yönündeki iddialarının tamamen yalan olduğu belirtilmiştir (Akşam, 25 Kasım 1922, 2). Büyük Taarruzun Türk zaferiyle sonuçlanmasından sonra sadece yerli Rumlar değil, Rum basını da üslubunu değiştirmeye başlamıştır. 37 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Rumları içinde bulundukları duruma getirenlerin Meletios ve Venizelos olduğu yönünde yayınlar yapmışlardır (Toker,2006: 247). TBMM’de Patrikhane’nin Osmanlı Devletinden gelen imtiyazları sorgulanmıştır. Büyük Taarruz sonrasında milletvekilleri art arda verdikleri takrirlerle bu imtiyazların kaldırılması tekliflerinde bulunmuşlardır (TBMM ZC, D.1, C.24, 1960: 478; TBMM ZC, D.1, C.25, 1960: 408). 4.2. Meletios’un İstanbul’dan Ayrılışı Patrikhane ve Patrik Meletios, Büyük Taarruz yenilgisi sonrasında çok yönlü eleştiri ve saldırılara maruz kalmıştır. TBMM Hükümeti, Türk kamuoyu, Meletios’tan ziyade Patrikhanenin İstanbul’dan çıkarılmasını istemiştir. Anadolu Türk, Rum Ortodoksları ve bazı İstanbul Rumları ise Patrikhane yerine Meletios’un Patriklikten düşürülmesini ve ülkeden çıkarılması yönünde baskılarını artırmıştı. Mudanya Ateşkes Antlaşması sonrasında Rumlar arasında Patrikhanenin geleceği noktasında endişeler artmıştı. Patrikhane bünyesinde Sen Sinod ve İki Meclis sıklıkla toplanarak müzakereler yapmaya başlamışlardı (Akşam, 11 Ekim 1922, 3). 12 Ekim 1922 tarihli Akşam gazetesine göre İki Meclis, İstanbul Patrikhanesinin Selanik yakınlarındaki Aynaroz (Mont Athos)’a nakledilmesi kararını almış ve durumu Venizelos’a bildirmişti(Akşam, 12 Ekim 1922, 1). İstanbul Rum basını da bu yönde tafsilatlı bilgiler vermiştir. Rum basınına göre, Meletios Patrikhane’nin Aynaroz’a taşınması yönünde tekliflerde bulunmaktadır (Akşam, 14 Ekim 1922, 2). Fakat ilerleyen günlerde Patrikhane’nin tavrı netleşmiştir. Proya gazetesinde belirtildiğine göre Rum Patrikhanesi iki Meclisi, 17 Kasım 1922’de Meletios’un başkanlığında toplanmıştır. Meclis, Patrikhane’nin İstanbul’dan hiçbir yere gitmeyeceği kararı almıştır (Akşam, 18 Kasım 1922, 2). Patrikhanenin Türkiye’den çıkarılmayacağı kararından sonra Meletios’un istifası ve ülkeden gönderilmesi yönünde baskılar artmıştır. Akşam gazetesi, 1 Aralık 1922’de önemli bir gazetecilik başarısına imza atarak Meletios’la görüşme yapmıştır. Meletios, bu görüşmeyle mesajlarını Türk kamuoyuna ve TBMM Hükümeti’ne aktarmak istemiştir. 2 Aralık 1922 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan görüşmede Meletios, öncelikle geçmişi hakkında kısa bilgi vermiştir. Kendisinin Yunanistan’dan ziyade Türkiye’ye ait olduğunu söylemiştir. Girit’te doğduğunu, 17 yaşında Kudüs’e gittiğini, 1918’e kadar Türkiye’de görev yaptığını belirterek Türk vatandaşı olduğunu vurgulamıştır. “Venizelos taraftarı idim” ifadesini kullanmıştır. Kendisinin her zaman, Türkiye ile Yunanistan’ın işbirliğine taraftar olduğunu, Venizelos’un da aynı fikri paylaştığını iddia etmişti. Türk ve Yunan milletlerinin birbirlerine çok yakın olduklarını, iki milletin dostluğunu sağlamanın gerektiğini ifade etmiştir. Özellikle, iki tarafın da 38 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 hissi duygulardan sıyrılarak mantık ve akıl ilkeleri doğrultusunda hareket ederek anlaşma zemininde buluşulmasını istemiştir. Meletios, muhacirlik meselesine de değinmiştir. Rum ve Türklerin yurtlarını terk etmelerine karşı olduğunu belirtmiş, özellikle Türkiye’de Rumların, Yunanistan’da Türklerin yaşamasının her iki devlet için faydalı olduğunu savunmuştur. İşgal günlerinde İstanbul Rumlarının yaptıklarına önem vermenin ağır başlı insanlara yakışmayacağını söyledikten sonra onların bu tavrını haklı bir gerekçeye bağlamıştı. Ona göre, İstanbullu Rumlar bir cinnet durumuna gelmişlerdir. Galeyana gelmekte de biraz haklı idiler. Zira İttihatçılardan çok çekmişler, tehcir ve askerlik hizmeti onları çok hırpalamıştı. Meletios, Rusların 1878’de Ayastefanos’a (Yeşilköy) geldikleri zamanda Rumların Türklerle beraber hareket ettiklerini belirtmiştir. Bu tavırlarının gerekçesini ise o dönemin Hükümetinin kendilerini tazyik etmemesine bağlamıştır. Meletios, artık savaş sırasında meydana gelen olayları unutmak gerektiğini, barış için başka çare olmadığını söylemişti. Patrikhanenin görev ve sorumluluklarının yalnızca dini olduğunu, siyasetle hiçbir ilişkisi bulunmadığını belirtmiştir. Patrikhanenin TBMM Hükümetinin emirlerini yerine getireceğini ifade etmiştir (Akşam, 2 Aralık 1922, 2; Tanin, 2 Aralık 1922, 4). İlerleyen günlerde Meletios karşıtlığı artmıştır. Bu gelişmeler TBMM Hükümeti tarafından yakından takip edilmiştir. Örneğin Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa’nın 2 Aralık 1922’de Başvekil Rauf (Orbay) Bey’e ve 3 Aralık’ta Başkumandanlığa gönderdiği tezkerelere göre, İstanbul Patrikhanesinde şiddetli bir ihtilal çıkmıştır. Rumların çoğu Patrik Meletios’u reddederek Anadolu Türk Ortodoks Patrikliğini tanımak fikrindedir. Ermeni Patrikhanesinin Türklerle ilişkiye geçerek milletini kurtardığını, fakat Meletios’un bunu yapmayarak kendilerini uçuruma sürüklemiş olduklarını ileri sürmektedirler (BCA, 30.10.00.00/109.724.42,3). Fevzi Paşa’nın 3 Aralık’ta Başbakanlığa gönderdiği tezkereye göre ise İstanbul’da bir Rum Kilisesinden kendisine 30 Kasım 1922 tarihinde bir tezkere gönderilmiştir. Tezkerede TBMM Hükümetinin arzu ettiği takdirde Meletios’u makamından atarak yerine birinin tayinini isteyeceklerini söylemişlerdir (BCA, 30.10.00.00/109.724.4-4). Bakanlar Kurulu, İstanbul Rumlarının Patrik Meletios’u indirip indirmemekte serbest bulundukları kararını almıştır (BCA, 30.10.00.00/109.724.4-5). Bu kararla TBMM Hükümeti, Meletios’u düşürmeye indirmeye çalışanların önünü açmıştır. Öte yandan 1922 Aralığında Hazreti İsa’nın doğum yortusu için Meletios, beraberinde Sinod azaları bulunduğu halde BeyoğlundaPanagia Kilisesine giderek dini ayine başkanlık etti. Ayinden sonra Sinot Meclisi azaları ile kilisenin özel dairesine gitmişlerdir. Meletios yaptığı konuşmada İstanbul’dan kaçanları suçlamış, kurtulmalarının veya ölmelerinin kaderle ilişkili olduğunu söylemiştir. “Kurtulmaklığımız mukarrer ise cümlemiz 39 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri kurtulmalıyız. Eğer ölmek mukarrer ise, keza, hepimiz ölmeliyiz, kanın akmasına ihtiyaç hâsıl olur ise, ecdadımız gibi bizim kanımızda aksın. Burada kalanları tebrik ederim. Elbet bir çıkar yol bulunacaktır... Burada kalalım ve telaş etmeyelim. Hazreti İsa’nın tevellüdünü hal-i sulhtetesîd etmeyi temenni ederim.” (Akşam, 6 Aralık 1922, 2). TBMM Hükümeti, barış müzakerelerinin yapıldığı Lozan Barış Konferansında Patrikhanenin İstanbul’dan çıkarılmasını sağlamaya çalışmıştı. Görüşmeler sürerken 25 Aralık 1922’de Mustafa Kemal Paşa, Le Journal muhabiri Paul Herriot’a Çankaya’da verdiği demeçte Patrikhane hakkındaki düşüncelerini ortaya koymuştur. Demecinde Patrikhanenin artık Türkiye sınırları içerisinde kalamayacağını ifade etmiştir. “Arabozuculuk ocağı” olarak ifade ettiği Patrikhane’nin gerçek yerinin Yunanistan olduğunu belirtmiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2006: 414). Patrikhanenin ve Meletios’un ülkeden çıkarılmasında dair talepler TBMM’de fazlasıyla dile getirilmişti. 3 Ocak 1923’te Isparta Mebusu Hüseyin Hüsnü Bey, Lozan Konferansı görüşmeleri çerçevesinde Başbakan “Rauf Bey’e Patrikhaneler İstanbul’da kalacak mı? sorusunu yöneltmiştir. Rauf Bey’in Fatih zamanından beri Türklerin iyi niyetli yaklaşımlarına karşın Patrikhanenin hıyanet içerisinde bulunduğunu hatırlatarak “Biz artık aynı hatayı tekrar etmek istemiyoruz ve edemeyiz ve biz etmek istersek bu millet müsaade etmez.”yönündeki cevabımilletvekillerinin alkışlarıyla karşılanmıştır. Bazı milletvekilleri “Aynaroz'a, Atina'ya gitsinler” diye bağırmışlardır (TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:154). Trabzon Milletvekili Hüsrev Bey ise “Bir fesat ocağı” olarak değerlendirdiği Patrikhanenin Türkiye’den çıkarılması, özellikle Meletios'un kanunlar gereğince cezalandırılması gerektiğini belirtmiştir (TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:164). TBMM’de bir gün sonraki müzakereler sırasında Konya Mebusu Refik Bey’in, “Namus ve mukaddesatını her şeyin fevkinde olarak müdafaa etmesini öteden beri bilen ve tatbik eden milletimiz artık o haydutları, o yılanları sinesinde beslemeyecektir” ifadesi bravo sesleriyle karşılanmıştı (TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:179). Rize Mebusu Abidin Bey ise “Patrikhane artık Atina'da mı, yoksa Lloyd George'un evinde mi, nerede teşkilât yaparsa yapsın... Ruhani, cismani bilmem ne filân falan artık yoktur, mülgadır. Bunlar kireç, kuyusuna atılmıştır...” Abidin Bey’in bu sözleri karşısında milletvekilleri Aynaroz’a diye bağırmışlardı. İlginç olan Abidin Bey’in buna verdiği yanıttır. Abidin Bey: “Aynaroz'u da alacağız. Merak etme benim orada da gözüm vardır.” ifadelerini kullanmıştır (TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:181). TBMM Hükümeti Lozan Konferansındaki temsilci heyetine Meclisteki bu görüş paralelinde hareket etmesi talimatı vermişti. Lozan Konferansı görüşmelerinde Türk temsilci heyeti Patrikhane’nin yurt dışına çıkarılmasını teklif etmişti (TBMM GCZ, C.4, 1985:6). Patrikhane’nin İstanbul’da faaliyetlerine devam edemeyeceğini, 40 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 Patrik Meletios’un ise Türkler aleyhindeki çalışmalarından dolayı İstanbul’da ikamet etmesine izin veremeyeceklerinde ısrarcı olmuştu. Venizelos ise Patrikhanenin İstanbul’dan çıkarılması fikrine şiddetle karşı çıkmış, bu şartlarda bir antlaşmayı Yunanlıların hiçbir zaman imzalamayacaklarını söylemiştir (20 Aralık 1922) Akşam, s.1. Onun bu yaklaşımı İtilaf Devletleri temsilcilikleri tarafından da desteklenmiştir. Özellikle İngilizler Patrikhane’nin İstanbul’da kalması için yoğun baskıda bulunmuşlardı (TBMM GCZ, C.4, 1985:7). İngiltere temsilcisi Lord Curzon, Patrikhanenin sadece dini mahiyette kalmasını, siyasi işlerle kesinlikle ilgilenmemek şartıyla İstanbul’da bulunmasını teklif etmişti. İngiltere’nin önerisi, tarafların beyanlarının senet olarak kabul edilmesiyle çözülmüştür (Akşam, 15 Ocak 1923, 1). Yeni duruma göre, Patrikhane artık siyasetle uğraşmayacak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları Rum halkının dinî işlerini yerine getirecek bir kurum olarak kalacaktır (Çelik, 1998:7). Fener Rum Patrikhanesinin İstanbul’da bırakılmasının kararlaştırılması İstanbul Patrikhanesinde memnuniyetle karşılanmıştır. Meletios da gazetecilere verdiği demeçte karardan memnun olduğunu beyan etmiştir (İstikbal, 17 Ocak 1923, 1). TBMM’de ise Patrikhanenin İstanbul’da kalması eleştirilere maruz kalacaktır. Buna karşın, Lozan Türk heyetinde bulunan Dr.Rıza Nur’un deyimiyle Patrikhane, artık “pençemizin altında bir Papaz gibi İstanbul’da her şeyden tecrit edilmişti” (TBMM GCZ, C.4, 1985:7). Venizelos, Lozan’daki Yunanistan basın temsilcilerine verdiği demeçte, Patrikhane’nin İstanbul’da kalacağı sonucunu iletmiştir. Buna ek olarak barışın imzalanmasından sonra Patrik Meletios’un Patriklikten istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştir (Akşam, 14 Ocak 1923, 1). Venizelos’un bu beyanı Meletios’un durumunu belirlemiştir. Venizelos’un demecinden anlaşılıyor ki Patrikhane merkezi İstanbul’da kalacak fakat Meletios Patrik olamayacaktı. Venizelos, bundan sonra Meletios’un istifasını sağlamak için yoğun faaliyetlere başlamıştır (Akşam, 25 Şubat 1923, 1). Buna karşın Meletios, başlangıçta istifa çağrılarına direnmişti. Fakat gerek Venizelos’un gerekse TBMM Hükümeti ve muhalif Rumların baskısı her geçen gün Meletios için dayanılmaz hale gelmişti. Örneğin, 1 Haziran 1923’te İstanbul’daki Rumlar Patrik Meletios’un istifasını isteyerek Patrikhane’yi basmışlardır (Akşam, 2 Haziran 1923, 1). Bütün baskılara rağmen Meletios istifaya yanaşmamıştı. Buna karşın bir ara çözüm bulunmuş, Patrikhane Meclisi Meletios’un Aynaroz’a gönderilmesini kararlaştırmıştı. Böylece Meletios istifa etmemekle birlikte İstanbul’dan çıkarılmış olacaktı. Bütün baskılar sonucunda Meletios, geri adım atmış ve 27 Haziran 1923’te Fener’i terk edeceğini açıklamıştı (Sofuoğlu, 1996: 143). 10 Temmuz 1923’te saat iki buçukta ise Fener’den Galata rıhtımındaki vapura sevk edilmişti (Akşam, 11 Temmuz 1923, 1). Meletios’un İstanbul’dan ayrılmasıyla birlikte Patrikhaneye Sen Sinod tarafından başkan vekili olarak Kayseri Metropoliti 41 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Nikolay seçilmişti (Akşam, 11 Temmuz 1923, 1). Atina’dan 14 Temmuz tarihiyle bildirildiğine göre Patrik Meletios ise Aynaroz’a ulaşmıştır (Akşam,16 Temmuz 1923, 1). Meletios, Aynaroz’a gittikten sonra Patrikhaneyi Yunanistan’a taşımaya çalışmıştır. Bu sırada Fener Rum Patrikhanesinde Meletios’un İstanbul’dan ayrılırken resmen istifa etmemesinden kaynaklanan yeni patrik seçimi sorunları yaşanmıştı. Patrikhane, Meletios’un istifa etmesi yönünde baskıyı artırdı. Meletios’un istifa etmemesi karşısında, Patrik makamının boş kalacağını bağlı kiliselere bildirdi. Meletios ise görevini bırakmama konusunda direnmiştir. Bu anlamda Atina’ya giderek çabalarını sürdürmüşse de başarılı olamamıştır. Zira Yunan Hükümeti Türkiye ile yeni bir anlaşmazlığın ortaya çıkmamasını istiyordu. Bunun için Khrisostomos’u, Meletios’u görevden çekilmesini ikna etmek üzere 12 Ekim’de Selanik’e gönderdi. Meletios, bu girişim neticesinde 10 Kasım 1923’te Patriklikten istifa etmeyi kabul etti (Toker,2006: 263-265). Meletios’un istifası üzerine Sinod Meclisi İstanbul Valiliğine başvurarak yeni patrik seçimi için izin istedi (Şahin, 1980; 208). Gerekli iznin çıkmasıyla 6 Aralık 1923’te yapılan seçimler neticesinde Kadıköy Metropoliti Grigorios yeni Patrik seçildi (Baş, 2005: 65). Sonuç Çalışmada Büyük Taarruz öncesi, süreci ve sonrasında Patrik Meletios’un rolüne dair önemli tespitlere ulaşılmıştır. Her şeyden önce bu süreçte Meletios dini misyonunun dışına fazlasıyla çıkmıştır. Batı Anadolu’yu işgal etmiş bulunan Yunanistan’ın emellerine ulaşması için dini, siyasi ve askeri vasıtaları sonuna kadar kullanmıştır. Bu da Türkler arasında Meletios’a ve Patrikhane’ye olan kızgınlığı artırmıştır. Rumlar’ın ise Büyük Taarruzun gelişimine göre Meletios’a bakışları değişmiştir. Rumlar Büyük Taarruzun başlangıcında Meletios’a olan desteklerini esirgememişlerdir. Fakat ne zaman ki Yunan ordusu art arda yenilgiler almaya başlamış, o vakit Rumların eleştiri okları Meletios’a doğrulmuştu. Zira yenilginin en önemli sorumlularından biri olarak Meletios görülmüştü. Patrikhane’ye karşı gösterilen tepkiler ise Yunan hezimetinin sonuçlanmasıyla birlikte had safhaya çıkmıştır. Artık Meletios İstanbul’da bazı Rumlar arasında istenmeyen kişi ilan edilmiş, Patriklik görevinden ayrılarak ülkeyi terk etmesi istenmişti. Bu istek TBMM Hükümeti tarafından da desteklenmiştir. Zira Büyük Taarruz sürecinde kendi ülkesinin çıkarları yerine işgalci bir devletin menfaatleri için gayret göstermişti. Onun bu süreçteki tavrı TBMM Hükümeti’nin Meletios’un yanı sıra Patrikhane’nin de bir daha geri dönmeyecek şekilde ülkeden çıkarılması kararında belirleyici olmuştu. Fakat Lozan Antlaşması’nda Patrikhane’nin Türkiye’de 42 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 kalması kabul edilmişti. Bu karar Meletios’un kurtuluşu olamamıştır. Büyük Taarruz sürecinde kötü sınav vermiş olan Meletios’un artık Türkiye’de kalamayacağı TBMM Hükümetinin yanı sıra Venizelos gibi Yunanlılar tarafından dahi kabul edilmiştir. Neticede Meletios İstanbul’da fiili saldırılara kadar ulaşan protestolar neticesinde İstanbul’dan ayrılmak, bir süre sonra ise istifa etmek zorunda kalmıştır. Böylece Türklerin Büyük Taarruz zaferi Meletios’un Patrikliğini ve Türkiye’den çıkarılması sonucunu da doğurmuştu. Hiç şüphesiz bu sonu Meletios’un Büyük Taarruz sürecinde yapmış olduğu faaliyetler belirlemişti. 43 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Kaynakça Arşiv ve Resmi Yayınlar BCA, 30..10.0.0/139.724.12. BCA, 30..10.0.0/54.355.13. BCA, 30.10.00.00/109.724.4, Lef.1-5. BOA, MV., 223/158, Lef.1. TİTE, Kutu: 40, Gömlek 183, Belge: 183, 183-1. TİTE, Kutu: 40, Gömlek 184, Belge: 184, 184-1-2. TİTE, Kutu: 47, Gömlek:65, Belge: 1-2. TİTE, Kutu: 55, Gömlek:87, Belge: 1. TİTE, Kutu: 55, Gömlek:163, Belge: 1. TİTE, Kutu: 55, Gömlek:170, Belge: 1 TİTE, Kutu: 56, Gömlek 50, Belge: 1-2. TİTE, Kutu: 67, Gömlek:112, Belge: 1. 1985. TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.4, Ankara: İş Bankası Yay. 1960. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, C.24, Ankara: TBMM Matbaası. 1960. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 1, C.25, Ankara: TBMM Matbaası. 1960. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, C.26, Ankara: TBMM Matbaası. Gazeteler ve Dergiler Açıksöz Akşam Babalık Hâkimiyet-i Milliye Islahat İkdâm İstikbâl Peyâm-ı Sabâh Sada-yı Hak Şark Tanin Vakit Varlık 44 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 Yeni Adana Telif Eserler Arslan, E. 1995. “Kurtuluş Savaşında Yunan-Fener Patrikhanesi Birlikteliğine Karşı Örgütlü Bir Yaklaşım “Türk Ortodoks Kilisesi”, A.Y.D., 4(15), 407-442. Atalay, B. 2001. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı Yay. Atalay, B. 2005. “Rum Ortodoks(Fener) Patrikhanesi’ne Verildiği Varsayılan İmtiyazlar ve Bugünkü Statüsü”, Ankara: XIV. Türk Tarih Kongresi,2(2), 1414-1440. Atatürk, M.K. 1997. Nutuk 1919-1927, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Baş, M.2005. Türk Ortodoks Patrikhanesi, Ankara: Alperen Yay. Çelik, M.1998. Fener Patrikhanesine Verilecek Ökümeniklik Statüsünün Türkiye İçin Doğuracağı Tehlikeler, , İzmir: Akademi Kitapevi. Ercan, H.Y. 1967 “Fener ve Türk Ortodoks Patrikhanesi”, Türk Araştırmaları Dergisi,5(8-9), 411-438. Güler, A. 2007. Sorun Olan Yunanlılar ve Rumlar, Ankara: Türk Metal Sendikası Yay. Güner, Z. 1998. Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri (1 Aralık 1918-13 Mayıs 1920), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Macar, E. 2003. Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, İstanbul: İletişim Yay. Polat, H.A. 2011.“Milli Mücadele Yıllarında Marmara Bölgesi’nde Faaliyet Gösteren Rum ve Ermeni Çeteleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 26, 263-290. Sofuoğlu, A.1996. Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, İstanbul, Turan Yayınevi Şahin, M.S. 1980; Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınevi. Toker, H. 2006. Mütareke Döneminde İstanbul Rumları, Ankara: Genelkurmay ATASE ve Denetleme Başkanlığı Yay. Topbaş, T. 2007. Ekümeniklik Fener Rum Patrikhanesi, İzmir: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Üçüncü, U. 2012. Türk Kamuoyunda Büyük Taarruz, , Ankara: Altınpost Yay. 45 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Yalçın, E. 2010. II. Meşrutiyet Döneminde Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 45, 157-176. Yıldırım, U. 2004. Dünden Bugüne Patrikhane, İstanbul: Kaynak Yay. 1964. “Yunan Başkumandanı Trikopis Nerede, Kime Nasıl Teslim Oldu?”, Tarih Konuşuyor, 2(7), 509-535. 2006. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yay. 46 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 EKLER EK-1: Patrik Meletios, (Akşam, 12 Temmuz 1923, 1). 47 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri Ek-2: Patrikhane’nin Kanunsuz eylemlerine dair Osmanlı Meclis-i Vükelâ Kararı, BOA, MV., 223/158, Lef.1. 48 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50 EK-3: Büyük Taarruz Sürecinde Patrik Meletios için tutulan istihbarat raporlarından biri,TİTE, Kutu: 40, Gömlek 184, Belge: 184, 184-1. 49 U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri EK-4: Rum Kilisesinden TBMM Hükümetinin arzu ettiği takdirde Meletios’u makamından atarak yerine başka birisinin tayin edileceğine dair, BCA, 30.10.00.00/109.724.4, Lef.4. 50 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması DOI NO: 10.5578/JSS.8367 Hasan Usta1 Geliş Tarihi: 17.08.2014 Kabul Tarihi: 06.11.2014 Özet Bu araştırma Rize İlinde görevli polislerin ücret yönetimiyle ilgili görüş ve önerilerini almak, bazı demografik değişkenler (yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, rütbe, görev yapılan birim, çalışma süresi, çalışma sistemi) açısından katılımcıların değerlendirmelerinin değişip değişmediğini bulmak amacıyla yapılmış betimleyici bir çalışmadır. Araştırmaya 2012 yılında Rize Emniyet Müdürlüğü’nde farklı birimlerde çalışan olasılıklı olmayan örnekleme yöntemlerinden amaçlı ve yargıya dayanan örnekleme yöntemiyle seçilmiş 205 polis katılmıştır. Verilerin toplanmasında ilgili literatür taranarak hazırlanmış anket formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde tek yönlü varyans analizi, bağımsız örneklem t-testi ve tanımlayıcı istatistiki tablolar kullanılmıştır. Yapılan analizler sonucunda ücret sistemiyle ilgili polislere yöneltilen ifadelere verilen yanıtlardan eğitim durumu, rütbe, yaş, çalışma süresi, görev yapılan birim ve çalışma sistemi değişkenlerinde anlamlı farklılıklar olduğu görülmüş; cinsiyet ve medeni durum değişkenlerinde anlamlı bir farklılık görülmemiştir. Araştırmada yer alan polislerin çalışma düzeniyle ilgili görüşleri demografik değişkenlere göre farklılıklar göstermektedir. Ortaya çıkan bulgular ışığında, çalışmanın sonuç kısmında bazı çözüm önerileri sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Ücret Yönetimi, Çalışma Saatleri, Çalışma Düzeni, Ücret Sistemi, Emniyet Teşkilatı. Bu makale, 2013 yılında Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Doç. Dr. Serdar Kenan GÜL’ün danışmanlığında Hasan USTA tarafından yazılan “Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması” başlıklı yüksek lisans tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır. 1 Rize İl Emniyet Müdürlüğü, hhssnn@mynet.com 51 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Salary Management in Turkish Police Organization: The Field Study of Rize Police Department Abstract The purpose of this descriptive study is to obtain the views and suggestions of the police officers employed in the Province of Rize on salary management and to find out whether the views of the participants vary based on various demographic variables (e.g. age, gender, marital status, education, rank, unit of assignment, seniority, and working system). 205 police officers, who worked in the different units of the Rize Police Department in 2012, were selected by oriented and judgment based sampling method which is one of the non-probability sampling methods. A questionnaire form which was drafted by reviewing the relevant literature was used for the purpose of gathering required data. One way analysis of variance, independent sample t-test and statistical tables were used in analyzing the data. As a result of the analyses conducted, it was concluded from the answers provided to the questions posed to the police officers on salary system that there were significant variations in the variables of education status, rank, age, seniority, unit of assignment and working conditions; however, no significant variation was found in the variables of gender and marital status. The views of the police officers participated in this study on the working conditions exhibit variations based on the demographic variables. In the conclusion, some suggestions are provided. Keywords: Salary Management, Working Hours, Working Conditions, Wage System, Turkish National Police. Giriş İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmak zorundadır. Bu çalışmanın karşılığında alınan bedel, ücret olarak tanımlanmaktadır. Ücret, çalışanlar açısından geçimlerini sürdürebilmek için bir zorunluluk iken, örgütler için başlıca bir gider kalemidir. Ücret, personeli işe çekmede, isteklendirmede ve elde tutmada önemli bir etkendir. Sosyal ve ekonomik hayatın karmaşıklığı, iş ilişkilerinde ulusal sınırları aşan rekabet olgusu, çalışma yaşamını belirleyen ulusal ve ulusüstü düzenlemeler örgütlerin yeni yönetim enstrümanları geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayı İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) içinde bir alt disiplin olarak ‘ücret yönetimi’ kavramı ortaya çıkmış ve teorik ve pratik alanda ilgi görmeye başlamıştır. Kavramı tanımlayacak olursak: Ücret yönetimi, hem örgüt yönetiminin hem de personelin beklentilerini karşılayan bir ücret sisteminin 52 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 kurulmasını ve yürütülmesini içeren, sistematik ve bütüncül bir yönetim işlevidir. Ücret yönetimi, rekabet ve hızla değişen piyasa koşullarında iş yapan özel sektör tarafından kullanılmaya başlanarak geliştirilmiştir. Ancak özel sektörde yaşanan gelişmelerin yanı sıra kamu alanında da kaynakların daha etkin ve verimli olarak kullanılması amacıyla daha etkin bir ücret yönetimi oluşturma arayışlarının varlığı göze çarpmaktadır. Nitekim Türkiye’de sağlık, eğitim gibi sektörlerde kamu çalışanlarının performansını arttırmayı amaçlayan, çalışanlarda örgütsel adalet duygusunu besleyecek çeşitli ücret yönetimi araçları kullanılmaktadır. Ücretin çalışma hayatının tüm aktörlerince önemli olması, bu alanda yapılan düzenlemelerin karmaşık bir hal alması, özel – kamu sektörü arasındaki rekabette ücretin nitelikli personeli çekmede önemli olması gibi nedenlerle etkin ücret yönetimi önem kazanmaktadır. Kamuda ücret yönetimine ilişkin örgüt yönetiminin karar alanları yasal düzenlemelere bağlı olarak oldukça kısıtlıdır. Emniyet Teşkilatı’nda ise bu alan biraz daha geniştir. Örgüt yöneticileri, personelin çalışma düzenini belirleme ve ek ücret araçlarını (taltif, görev tazminatı vb.) kullanma olanağına sahiptir. Bu çalışmayla Emniyet Teşkilatındaki ücret yönetimi politikalarına ilişkin Rize Emniyet Müdürlüğü personelinin algı ve görüşleri, alan araştırması ile analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada ücret yönetimi kavramı, araştırmanın sistematiği gereği ücret sistemi ve çalışma düzeni alt başlıkları şeklinde ele alınmıştır. Araştırma kapsamında, Rize ilinde görevli polislerin Emniyet Teşkilatı’nın ücret politikalarına bakışının cinsiyet, yaş, rütbe, eğitim durumu, medeni durum, görev yapılan birim, çalışma sistemi, mesleki kıdem değişkenleri açısından farklılaşıp farklılaşmadığı ortaya konulmaktadır. 1. Emniyet Teşkilatında Ücret Yönetimi Türkiye’de kamu personeli ücret yönetiminin genel sorun alanları vardır. Ancak Emniyet Teşkilatında buna ilaveten örgütün insan kaynağı, yasal düzenlemeler, yapılan hizmetin niteliği farklı sorunların oluşmasına neden olabilmektedir. Emniyet Teşkilatında ücret yönetimini, ücret sistemi ve çalışma düzeni olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir. Emniyet Teşkilatı’nda ücret sisteminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu (DMK) ile genel hatları çizilmekle birlikte, diğer kamu 53 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması kurumlarından farklı olarak değişik yasal düzenlemelerle ortaya çıkmış bir ücret rejimi uygulanmaktadır. Kamu çalışanlarının ücretleri, ana ücretin yanında farklı ek ödemelerden oluşmaktadır. (Öztürk, 2001:18-19). Nitekim günümüzde ana ücret çok düşük seviyede kalmıştır. Ana ücrete ilave olarak taban aylık, kıdem aylığı, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, ek tazminat ile diğer zam ve tazminatlar eklenmesiyle ek ödemeler, ana ücretin birkaç kat üzerine çıkmıştır. Emniyet Teşkilatında uygulanmakta olan kıdeme dayalı ücret sisteminde temelde ücret; öğrenim düzeyi, öğrenim süresi ve niteliğine göre saptanmaktadır. Ücret sisteminde rütbe ve kıdem (hizmet süresi), ön plandadır. Ücret, personelin yaptığı işten çok statüsüne bağlıdır (Gültekin ve Terzioğlu, 2008:979). Kamu çalışanlarının fazla çalışma ücretleri DMK’da fazla çalışılan süre memura maddi olarak veya daha sonra izin olarak geri ödeme yapılması şeklinde kurala bağlanmıştır. Ancak Emniyet Teşkilatında ise 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu (ETK)’nun geçici 21. maddesinde hemen bütün personele sabit miktarda fazla mesai ücreti ödenmesi öngörülmektedir. Personelin performansını arttırmak amacıyla örgütler maddi ödüllendirme aracını kullanır. Emniyet Teşkilatındaki duruma bakıldığında tüm birimler eşit ve adaletli bir şekilde ödüllendirilmemektedir. Operasyonel birimlerin (Kaçakçılık ve organize suçlar, narkotik, istihbarat, terör gibi) diğer birimlere (polis merkezi, çevik kuvvet, önleyici hizmetler) göre yeterli düzeyde taltif aldıkları söylenebilir. Hâlbuki bu birimlerin iş yoğunluğu ve zorluğu yönüyle çokça taltif alan birimlerden aşağı kalır yanı yoktur (Erşahıs, 2010:262). Emniyet Teşkilatında çalışma düzeni temelde 657 sayılı yasaya göre belirlenmektedir. Yasanın çalışma saatlerini düzenleyen ilgili maddesi 24 saat kesintisiz hizmet verme durumunda olan kurumların farklı çalışma saatleri düzenleyebileceğini öngörmektedir. Buna göre, 1995 yılında çıkarılan “Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personelinin Çalışma Saatlerine İlişkin Esaslar” isimli İçişleri Bakanlığı genelgesi ile çalışma saatleri düzenlenmiştir. Bu genelge ile büro personeli için, diğer memurlar gibi, 08.00-17.00 çalışma sistemi öngörülürken; 24 saat kesintisiz hizmetin verildiği birimlerde ise personelin çalışma saatleri, hizmetin gerekleri göz önünde bulundurularak olağanüstü durumlarda 12/12, normal halde ise 12/24 ve 12/36 sistemlerinden birine göre belirlenmektedir. Bu sistemlerde personel 12 saat çalışıp, sisteme göre 12, 24 ya da 36 saat istirahat etmektedir. Üç sistemde de haftalık izin, resmi ve dini tatillerde izin yoktur. 12/36 sistemi genellikle gece sabit çalışan personele uygulanmaktadır. Bu 54 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 çalışma saatlerine ilave olarak personel maç, miting gibi ek görevlere de gitmektedir. Bu vardiya sistemleri esneklikten uzak, sabit vardiya şeklindedir. Bunlardan 12/24 sistemi ise sabit personel, sabit vardiyaya başlama ve bitiş saatleri, sabit vardiya uzunlukları, hızlı vardiya dönüşümü (gündüz vardiyasından gece vardiyasına) gibi nedenlerle esnekliğe sahip değildir (Baycan, 2011:225). Tablo 1: 12/24 Sisteminin Uluslararası Standartlarla Karşılaştırması ILO AB 12/24 8 Saat 8 Saat 12 Saat 40-48 Saat 48 Saat 56 Saat Günlük Minimum Dinlenme Süresi 11 Saat 11 Saat 24 Saat Haftalık Minimum Dinlenme Süresi 24 Saat 24 Saat - 8 Saat 8 Saat 12 Saat - 48 Saat 16 Saat+3 Saat Günlük Çalışma Limiti Haftalık Çalışma Limiti Gece Çalışma Limiti Fazla Mesai Limiti Fazla Mesai Ödemesi +25% ödeme Sabit Ödeme Kaynak: Baycan, (2010:104). Tablo 1’de görüldüğü üzere, 12/24 sistemi ILO ve Avrupa Birliği (AB) tarafından geliştirilen standartlardan günlük dinlenme süreleri haricindeki standartları karşılamamaktadır. Yasal etkenlerin yanı sıra kurum içinde uzun yıllar süre gelmiş uygulamalar, alışkanlıklar ve davranış kalıplarından oluşan polis alt kültürü de uzun çalışma saatlerini ortaya çıkaran nedenlerden biridir. Örgüt yöneticileri, polis alt kültürü bilinçaltıyla çalışma saatleri üzerindeki 55 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması tasarruflarını personel lehine değerlendirmemekte, ikinci emir gibi uygulamalarla normal çalışmaya ek süreler katılabilmektedir. Polisin çalışma saatlerine yük getiren diğer bir konu ise ek görevlerdir. Polis, genel güvenlik hizmeti ile ilgili asli görevleri dışında, tebligat işleri, özel kişi, kurum ve organizasyonlarda koruma, adres tespiti, hasta nakli ve büro işleri gibi çok sayıda işle meşgul olmaktadır. Bunun nedeni, çok sayıda yasa, tüzük ve yönetmelikle polise oldukça fazla ve çok sayıda görev ve yetki verilmiş olmasıdır (Aydın, 2003:3). Emniyet Teşkilatında çalışma saatlerini düzenleyen genelgenin varlığı, kanuna aykırı bir sonuç ortaya koymaktadır. 657 sayılı DMK, memurun haklarını gözetmek amacıyla iş hayatında çalışan aleyhine kullanılan çalışma saatlerinin, yaptırım gücü genelgeye göre daha kuvvetli olan tüzük veya yönetmelikle, düzenlenmesini gerekli kılmıştır. Emniyet Teşkilatında çalışma saatleri işlevselliği tartışmalı olan bir genelgeyle düzenlenerek kanuna aykırı bir duruma neden olmaktadır (Baycan, 2011:218). 2.Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Emniyet Teşkilatındaki mevcut ücret yönetimi politikası, Rize Emniyet Müdürlüğü’nde 2012 yılında yapılan bir alan araştırması ile analiz edilmeye çalışılmıştır. Araştırma konusu, Emniyet Teşkilatında geçmişte yapılan çalışmalar göz önüne alındığında “ücret yönetimi” konusunu bağımsız bir şekilde incelemesi açısından önem kazanmaktadır. Araştırma kapsamında, Rize ilinde görevli polislerin Emniyet Teşkilatı’nın mevcut ücret politikalarına bakışının cinsiyet, yaş, rütbe, eğitim durumu, medeni durum, görev yapılan birim, çalışma sistemi, mesleki kıdem değişkenleri açısından farklılaşıp farklılaşmadığı ortaya konulmaktadır. Araştırmanın amaçları doğrultusunda oluşturulan hipotezler şu şekildedir: H1=Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri cinsiyete göre farklılık göstermektedir. H2= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri medeni durumlarına göre farklılık göstermektedir. H3= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri eğitim durumuna göre farklılık göstermektedir. H4= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşlerinde rütbe durumlarına göre farklılıklar vardır. 56 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 H5= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir. H6= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri meslekte çalışma sürelerine göre farklılık göstermektedir. H7= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşlerinde çalıştıkları birimlere göre farklılıklar vardır. H8=Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri çalışma saatlerine göre farklılık göstermektedir. Bu çalışma, araştırma evreni içinden olasılıklı olmayan örnekleme yöntemlerinden amaçlı ve yargıya dayanan örnekleme yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Zira araştırma farklı çalışma koşulları ve ücret farklılığına (taltif, görev tazminatı vb. yoluyla) sahip birimlerde çalışan personelin görüşlerini almayı amaçlamaktadır. Araştırmanı evreni Rize Emniyet Müdürlüğü il merkezinde çalışan 750 polisten meydana gelmektedir. Örneklem, Operasyonel Birimler (Güvenlik, Terörle Mücadele, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele), Çevik Kuvvet, Büro Hizmetleri (Personel, Lojistik, Pasaport, Evrak Arşiv, Sosyal Hizmetler, Eğitim, Yabancılar), Polis Merkezleri (Cumhuriyet ve Tophane), Asayiş, Trafik Hizmetleri (Bölge Trafik ve Trafik Tescil ve Denetleme) birimlerinde çalışan 205 personelden oluşturmaktadır. Araştırmada kapsamında kullanılan anket formunda yer alan sorular literatür taramasına dayanılarak hazırlanmıştır. Anket üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, kişisel bilgiler yer almaktadır. İkinci bölüm, likert tipi ölçekli olup ifadeler karşısında ve (1) “tamamen katılmıyorum”, (2) “katılmıyorum, (3) “kararsızım”, (4) “katılıyorum”, (5) “tamamen katılıyorum” seçeneklerinden birinin tercih edilmesini içeren yirmi üç (23) ifadeden oluşmaktadır. Üçüncü bölüm, şıklı dokuz sorudan meydana gelmektedir. Bir ve beş nolu sorular “evet” ve “hayır” şeklinde cevaplanmasına göre bir sonraki soruyla bağlantılı olarak düzenlenmiştir. Araştırmanın veri kaynağını oluşturacak anket formlarının uygulanmasında öncelikle pilot bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışma sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi ve katılımcıların önerileri dikkate alınarak anket formu üzerinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 15.0 sürümü kullanılarak analiz edilmiştir. Nicel verilerin analizinde tek yönlü varyans analizi, bağımsız örneklem ttesti ve tanımlayıcı istatistiki tablolar, nitel verilerin analizinde içerik analizi kullanılmıştır. 57 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması 3.Bulgular Araştırma kapsamında hazırlanan anket formlarından toplam iki yüz otuz (230) adet form örneklem grubunda yer alan polislere dağıtılmıştır. Dağıtılan formlardan iki yüz beş (205) adeti analize tabi tutulmuştur. Araştırmaya toplam 205 kişi katılmıştır. Tablo 2’de görüldüğü üzere katılımcıların %89,8’i erkeklerden oluşmaktadır. Katılımcıların yaşı 23 ile 55 arasında değişmektedir. Ortalama yaş 32,98’dir. Tablo 2: Katılımcıların Demografik Özellikleri Değişken f % Erkek 184 89,8 Kadın 21 10,2 20-25 9 4,4 26-30 79 38,5 31-35 55 26,8 36-40 37 18 41-45 18 8,8 46-50 1 0,5 51-55 6 2,9 Evli 179 87,3 Bekâr 25 12,2 Eşinden Ayrı Yaşıyor 1 0,5 Boşanmış - - İlköğretim - - Lise 10 4,9 Ön lisans 34 16,6 Lisans 151 73,7 Cinsiyet Yaş (Ortalama=32.98, SS=6.168) Medeni Hal Eğitim Durumu 58 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Lisansüstü 10 4,9 Polis Memuru 170 82,9 Başpolis Memuru 4 2 Komiser Yardımcısı 10 4,9 Komiser 4 2 Başkomiser 4 2 Emniyet Amiri 1 0,5 Emniyet Müdürü 12 5,9 Operasyonel 32 15,6 Büro 35 17,1 Trafik 35 17,1 Asayiş 37 18,0 Çevik Kuvvet 32 15,6 Polis Merkezi 34 16,6 1-5 63 30,7 6-10 77 37,6 11-15 31 15,1 16-20 25 12,2 21-25 3 1,5 26-30 6 2,9 Çalışma Sistemi f % 08.00-17.00 86 42,0 8/24 29 14,1 12/36 30 14,6 12/24 Blok Sistem 19 9,3 Rütbe Birim Çalışma Süresi (Ortalama=9.20, SS=5.937) 59 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması 12/24 5 2,4 Diğer 36 17,6 Tablo 2 incelendiğinde 26-30 yaş grubunda %38,5 ve 31-35 yaş grubunda %26,8 oranı olduğu ve bu iki yaş grubunun toplamda %65,3 olduğu görülmektedir. Araştırmaya katılanların büyük çoğunluğu (%87,3) evlilerden oluşmaktadır. Katılımcıların eğitim düzeyleri lise ve lisansüstü arasında değişmektedir. Çoğunluk (%73,7) lisans mezunudur. Katılımcıların %84,9’u memurlardan geri kalan %15,1’i ise amir sınıfı personelden oluşmaktadır. Katılımcıların görev yaptıkları birimlerin fazla sayıda olması nedeniyle işlevsel bir sınıflandırma yapılarak 6 grup belirlenmiştir. Gruplar arasında denk bir dağılım sağlanmaya çalışılmıştır. Katılımcıların çalışma süreleri 1-5 yıl arası olanların oranı %30,7 ve 6-10 yıl olanların oranı %37,6 olduğu, toplamda ise %68,3’lük çoğunluğun 1-10 yıl arası hizmeti olan polislerden oluştuğu görülmektedir. Ortalama çalışma süresi 9,2 yıldır. Araştırmaya katılan polislerin çalışma sistemini incelediğimizde %42 ile 0817.00 gündüz çalışma sisteminin başta geldiği, onu sırasıyla %17,6 ile diğer seçeneği, %14,6 ile 12/36 çalışma sistemi ve %14,1 ile 8/24 çalışma sistemi izlemektedir. Bu bulgulardan araştırmaya katılanların farklı cinsiyetlerden, farklı yaşlardan, farklı rütbe ve birimlerden, farklı eğitim duruma sahip, farklı hizmet süreleri olan polislerden meydana geldiği için Rize Emniyet Müdürlüğü’nü temsil ettiği söylenebilir. Katılımcıların ücret sistemiyle ilgili görüşlerini almak amacıyla hazırlanan yirmi üç değerlendirme ifadesinden on sekizi (18) olumlu, beşi (5) ise olumsuz olarak düzenlenmiştir. Anket formlarında 1 değeri tamamen katılmıyorum, 2 değeri katılmıyorum, 3 değeri kararsızım, 4 değeri katılıyorum, 5 değeri tamamen katılıyorum şeklindedir. Verilerin analizi bu değerlerle yapılmıştır. Buna göre katılımcıların ifadelere verdiği cevaplar olumlu ifadelerde değer 3,5’in üzerinde ise pozitif yönde, değer 2,5 ve altı olduğu durumda ise negatif yönde olmaktadır. Araştırmaya katılan polislerin ücret sistemine ilişkin kendilerine yöneltilen ifadelere verdikleri yanıtların değerleri Tablo 3’de görülmektedir. 60 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Tablo 3: Polislerin Ücret Sistemi Algısı İfade No Olumlu Değerlendirme İfadeleri Ortalama Standart Sapma 2 Birimim tarafından bana verilen sosyal yardımlar (yemek, servis vb.) yeterlidir. 2,03 1,266 3 Teşkilat tarafından bana yapılan tüm ödemelerin düzeyi (ücret, tazminat, taltif vb.) yeterli düzeydedir. 1,79 0,992 4 Teşkilatta diğer birimlerde alınan ücretle karşılaştırdığımda kendi ücretim tatmin edicidir. 2,29 1,201 5 Ücretimi başka kurumlardaki benzer işlerle karşılaştırdığımda yeterli buluyorum. 1,94 1,099 7 Ücretim belirlenirken performansın ölçüt olmasını isterim. 3,87 1,247 8 Aldığım ücreti çalışmamın karşılığında yeterli buluyorum. 2,09 1,121 9 İş yoğunluğum ve performansıma göre almış olduğum taltifi yeterli görüyorum. 1,69 0,985 10 Teşkilattaki birimler arasındaki ücret farklılığını (tazminat, taltif vb. yoluyla) adil buluyorum. 1,62 0,955 12 Fazla çalışma ücretinin her birimdeki personele eşit olarak verilmesini doğru buluyorum. 2,73 1,479 13 Taltiflerin belirlenmesinde kıdeme bağlı olarak aylık tutarın farklı olmasını doğru buluyorum. 2,43 1,432 14 İşimin stres ve zorluğuna göre aldığım ücreti yeterli buluyorum. 1,71 0,939 15 Yetki ve sorumluluklarıma karşılık aldığım ücreti yeterli buluyorum. 1,81 0,959 61 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması 16 Kamuoyunda ‘Eşit İşe Eşit Ücret’ olarak bilinen düzenlemeyle Teşkilatta bazı unvan (emniyet genel müdür yardımcısı, daire başkanı, il emniyet müdürü vd.) ve birimlerin (cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve TBMM koruma daireleri, özel harekât dairesi) ücretlerinde yapılan artışı olumlu buluyorum. 2,12 1,215 17 Ücretimi eğitim, bilgi ve yeteneklerime uygun buluyorum. 2,05 1,004 18 Amir - memur ücretleri arasındaki fark daha belirgin olmalıdır. 2,42 1,257 20 Kıdeme bağlı olarak ücretimin artmasını uygun buluyorum 3,75 1,245 22 Yapılan işin zorluk derecesi ve çalışma koşulları ücretin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. 4,46 0,894 23 Ücretim tatminkâr, ürettiğim hizmetin karşılığını alıyorum. 2,04 1,014 İfade No Olumsuz Değerlendirme İfadeleri Ortalama Standart Sapma 1 Kesintilerden sonra elime geçen net ücret yeterli değildir. 3,81 1,215 6 Teşkilatın ücret politikalarında tutarlılık yoktur. 3,72 1,319 11 Ücret sistemi adil değildir. 3,85 1,324 19 Başarılı çalışmalarım ödüllendirilmiyor. 3,61 1,322 21 Amir ücretlerini yetersiz buluyorum. 2,89 1,240 Katılımcıların yirmi üç (23) değerlendirme ifadesine verdikleri cevapları cinsiyet değişkenine göre bağımsız örneklem t-testi analizinde incelendiğinde istatistiki olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Sonuç olarak, H1 hipotezi doğrulanmamıştır. 62 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Katılımcıların değerlendirmeleri rütbe değişkenine göre incelendiğinde toplam 12 alanda istatistiki olarak anlamlı farklılık olduğu görülmektedir. Bağımsız örneklem t-testi sonuçlarına göre, amirler memurlara göre, hem genel olarak aldıkları ücreti hem de çalışılan birime göre, aldıkları ücreti yeterli bulmaktadır. Rütbeli personelin kendilerine sunulan sosyal imkânları diğer personele göre yeterli buldukları görülmektedir. Yapılan işin stres ve zorluğu, bilgi, yetenek ve sorumluluğa göre amirlerin memurlara kıyasla ücretlerini yeterli buldukları görülmektedir. Amir personel, amir-memur ücretleri arasındaki farkın daha belirgin olmasını istemektedir. Amir ücretlerini yetersiz bulan rütbeli personele karşılık, memurlar da daha düşük bir ortalamayla da olsa amir ücretlerini yetersiz bulmaktadır. Sonuç olarak, H4 hipotezi doğrulanmıştır. Medeni durum değişkeniyle ilgili olarak yapılan bağımsız örneklem tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre istatistiki olarak hiçbir alanda anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Sonuç olarak, H2 hipotezi doğrulanmamıştır. Eğitim durumu değişkeniyle ilgili yapılan bağımsız örneklem tek yönlü varyans analizinde aralarında anlamlı farklılık bulunan alanlarda gruplar arasındaki ilişkileri bulmak amacıyla yapılan Tukey testi sonuçlarına göre eğitim seviyesi arttıkça ücretler yetersiz bulunmakta ve ücret sistemi adil bulunmamaktadır. Taltifler belirlenirken kıdeme göre farklı aylık tutarlar üzerinden yapılan ödemeler de eğitim seviyesi arttıkça olumsuz bir sistem olarak değerlendirilmektedir. Anket sonuçlarına göre, H3 hipotezi doğrulanmıştır. Katılımcıların değerlendirmelerine göre belirlenen yaş grupları arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Personelin yaş gruplarına göre kendisine birimi tarafından sağlanan sosyal yardımlar, kıdeme bağlı taltif sistemi, amir – memur ücretleri arasındaki farkın belirgin olması, kıdeme bağlı ücretin artması, işin zorluğu ve çalışma koşullarının ücreti belirlemesi, ücretin tatminkârlığı konularında farklı görüşte olduğu ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak, H5 hipotezi doğrulanmıştır. Meslekte çalışma sürelerine göre gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmaktadır. Hangi gruplar arasında farklılık olduğunu bulmak amacıyla yapılan Tukey testi sonuçlarına göre çalışma süresi arttıkça verilen sosyal yardımlar yeterli görülmektedir. Çalışma süresi fazla olan ve taltiflerden daha fazla yararlanan personel sistemin devamından yanayken, bu sistemde aynı işi yaptıkları halde daha az taltif ücreti alan katılımcılar kıdemin ölçüt olmasına olumsuz bakmaktadır. Çalışma süresi arttıkça personel amirmemur arasındaki ücretin daha belirgin olmasını istemekte ve amir ücretlerini yetersiz bulmaktadır. Son olarak daha az çalışma süresine sahip polisler yapılan işin zorluk derecesinin ücretin belirlenmesinde dikkate alınmasını kuvvetle istemektedir. Sonuç olarak, H6 hipotezi doğrulanmıştır. 63 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Çalışılan birime göre istatistiki olarak anlamlı farklılık bulunan alanlarda, hangi gruplar arasında farklılık olduğunu bulmak amacıyla yapılan Tukey testi sonuçlarına göre Çevik Kuvvet’te çalışan katılımcılar Asayiş biriminde çalışan katılımcılara göre kendilerine sunulan sosyal yardımları yeterli bulmaktadır. Alınan ücretin yeterli bulunması alanında, taltif konusunda diğer birimlere göre şanslı olan operasyonel birimler personeli fazla çalışmalarının karşılığını bu şekilde aldıklarından trafik birimlerinde çalışan personele göre daha olumlu cevap vermiştir. Teşkilattaki birimler arasında ücret farklılığı alanında az miktarda da olsa tazminat alan Çevik Kuvvet polisleri trafik polislerine göre bu farklılığı olumlu bulmaktadır. Son olarak Polis Merkezi personeli ücretini trafik personeline göre daha tatminkâr bulmaktadır. Sonuç olarak, H7 hipotezi doğrulanmıştır. Çalışma saatlerine göre aralarında istatistiki olarak anlamlı farklılık bulunan alanlarda da, hangi gruplar arasında farklılık olduğunu bulmak amacıyla yapılan Tukey testi sonuçlarını değerlendirmeden önce, “Diğer” olarak ifade edilen çalışma saatlerini kısaca açıklamakta fayda var. Polis Teşkilatında çalışma saatlerini düzenleyen genelgenin öngördüğü sistemlerin dışında kurum içinde uygulama alanı bulan 24/48, 2+1, 3+1 vb. çalışma saatleri bu kapsamdadır. Buna göre tabloda görüldüğü üzere çalışma saatleri konusunda “Diğer” şıkkını işaretleyen katılımcılar (X=2,47) 12/24 Blok Sistemde çalışanlara (X=1,32) göre birimleri tarafından kendilerine verilen sosyal yardımlar konusunda olumlu görüşe sahiptir. Benzer şekilde diğer çalışma saatlerinde çalışan personel (X=2,47) 12/36 çalışma sisteminde çalışan personele (X=1,57) göre aldıkları ücreti çalışmalarının karşılığında yeterli bulmaktadır. 8/24 çalışma sisteminde çalışan katılımcılar (X=2,59) 12/24 Blok Sistem (X=1,68) ve 12/36 sisteminde (X=1,67) çalışan katılımcılara göre ürettikleri hizmetin karşılığını aldıklarını ve ücretlerinin tatminkâr olduğunu düşünmektedir. Sonuç olarak, H8 hipotezi doğrulanmıştır. Araştırma kapsamında veri toplama aracı olarak kullanılan anketin sonunda katılımcılara, konuyla ilgili başka görüş ve önerileri varsa bildirmeleri istenmiştir. Ankete katılan 205 polisten 42 kişi (%20,4) görüş bildirmiştir. Katılımcılar tarafından belirtilen görüş ve öneriler genel olarak değerlendirildiğinde; Ücret sistemiyle ilgili olarak, katılımcılar vardiyalı sistemde daha fazla mesai yapan ve gece çalışmak zorunda olan personelin 08.00-17.00 çalışan polislere göre ücretlerinde artış olmasını istemektedir. Taltiflerin adil dağıtılmadığı, aynı görevi yapan personelin kimisinin taltif alırken, kimisinin hiç almadığını ya da rütbeli personelin fazla taltif alabildiği, taltiflerin verilmesinde kıdem esasının kaldırılması gerektiği ve aynı işi yapan polislerin eşit miktarda taltif alması gerektiği, polisin asli görevinin dışında 64 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 yaptığı ek görevlerin tümünde ücret ödenmesi gerektiği katılımcı polisler tarafından belirtilmektedir. Çalışma düzeniyle ilgili olarak, çalışma saatlerini ve ilişkilerini düzenleyen mevzuatın, günümüz koşullarına göre yenilenmesi ve bununla keyfi uygulamaların önüne geçilmesi gerektiği belirtilmektedir. Katılımcılar, polisin çalışma saatlerinin fazla olması nedeniyle sosyal yaşamlarının olumsuz etkilendiğini, ailelerine yeterli zaman ayıramadıklarını ifade etmektedir. Ayrıca aynı nedenle personelin asabi davranışlar gösterebildiği, psikolojik sağlığının olumsuz etkilenebildiği gibi bunun iş üretkenliği ve verimliliğini düşürdüğü de katılımcılarca dile getirilmektedir. Bazı katılımcılar 8/24 sisteminin yaygınlaştırılmasını istemektedir. Son olarak personel, 12/24 sisteminin olumsuzluklarını uzun yıllar yaşayarak gördüklerini ve bu sistemin kaldırılması gerektiğini belirtmektedir. 4.Tartışma ve Yorum Ücret sistemiyle ilgili katılımcıların ifadelere verdikleri cevapların değerlendirmesinden uygulanmakta olan ücret sisteminden memnun olmadıkları sonucunu çıkarılabilir. Emniyet Teşkilatı’nda çok sayıda birim olduğundan yapılan işlerin zorluk derecesi ve çalışma şartları birimden birime farklılaşabilmektedir. Katılımcılar bu farklılığın ücret sistemine yansıması gerektiği görüşündedir. Nitekim Kaptı vd.’nin (2010) çalışması da bu yöndedir. Katılımcılar tarafından olumlu olarak değerlendirilen diğer ifadeler, “ücretim belirlenirken performansın ölçüt olmasını isterim ve “kıdeme bağlı olarak ücretimin artmasını uygun buluyorum” ifadeleridir. Bu noktada polisler performansa dayalı bir ücret sistemini isterken, diğer yandan kıdeme dayalı mevcut sistemin de devamından yanadır. Katılımcıların verdikleri cevaplara göre en düşük ortalama değere sahip ifadeler 1,62 ile “teşkilattaki birimler arasındaki ücret farklılığını (tazminat, taltif vb. yoluyla) adil buluyorum” ve 1,69 ortalama ile “iş yoğunluğum ve performansıma göre almış olduğum taltifi yeterli görüyorum” ifadeleridir. Literatüre bakıldığında polislerin de en çok rahatsız oldukları alanların başında taltif konusu gelmektedir. Taltiflerin belli birimlerde toplanması, bazı birimlerin ise neredeyse hiç taltif alamaması (Erşahıs, 2010:262) personelin ücret adaletini sorgulamasına neden olmaktadır. Kaptı vd.’nin (2010:232) çalışmasında operasyonel olmayan birimlerde çalışanların kendi birimlerinde göstermiş oldukları başarıların algılanmadığı ve ödüllendirmenin olmaması bir problem alanı olarak belirtilmiştir. Katılımcılar fazla çalışma ücretinin her birimdeki personele eşit olarak verilmesini doğru bulmamaktadır. Zira fazla mesai ücretinin sabit miktarda düzenlenmesi, ihtiyacı tam karşılamadığı gibi birçok haksızlıklara 65 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması neden olmaktadır. Yapılan fazla çalışmaya bakılmaksızın verilen ödeme öncelikle fazla çalışan ile çalışmayan arasında ve birim içi farklı görevler yapanlar arasında eşitsizliğe sebep olmaktadır (Baycan, 2011:219). Ücret sistemiyle ilgili polislere yöneltilen diğer olumlu ifadelere verilen yanıtlar olumsuz olmuştur. Buna göre katılımcılar birimleri tarafından kendilerine sunulan sosyal yardımları yetersiz bulmakta, gerek kurum içinde birimler arası gerekse başka kurumlarda güvenlik alanında çalışan personel karşısında kendi ücretini yetersiz görmektedir. Katılımcılar fazla çalışma ücretinin her birimdeki personele eşit miktarda verilmesi konusunda kararsız gözükmektedir. Polisler iş yoğunluklarına, stres ve zorluğa, yetki ve sorumluluklarına, eğitim, bilgi ve yeteneklerine karşılık aldıkları ücreti yetersiz olarak değerlendirmektedir. Katılımcıların ücret sistemiyle ilgili kendilerine yöneltilen olumsuz anlam taşıyan ifadelere verdikleri yanıtlar olumlu ifadelerle paralellik göstermektedir. Katılımcıların ücret sistemiyle ilgili görüşlerini almak üzere kendilerine yöneltilen ifadeler farklı değişkenler açısından incelenmiştir. Buna göre; Katılımcılar arasında cinsiyet ve medeni durum değişkenlerine göre anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür. Eğitim durumu değişkeni açısından elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; eğitim seviyesi arttıkça ücretler yetersiz bulunmakta ve ücret sistemi adil görülmemektedir. Özellikle Emniyet Teşkilatında son yıllarda artan eğitim seviyesi personelin beklentilerini de artırmaktadır. Bundan dolayı personel EGM’nin yaptığı araştırma sonuçlarına göre kurumdan ayrılarak daha iyi imkânlar sunulan alanlara geçmektedir (Ergel, 2005). Taltifler belirlenirken kıdeme göre farklı aylık tutarlar üzerinden yapılan ödemeler de, eğitim seviyesi arttıkça olumsuz bir sistem olarak değerlendirilmektedir. Bu durumu teşkilata yeni katılan eğitim seviyesi yüksek olan personelin taltife esas aylık tutarlarının düşük olması açıklayabilir. Yaş değişkenine göre, farklı yaş gruplarına sahip polisler arasında birim tarafından sağlanan sosyal yardımlar, kıdeme bağlı taltif sistemi, amir – memur ücretleri arasındaki farkın belirgin olması, kıdeme bağlı ücretin artması, işin zorluğu ve çalışma koşullarının ücreti belirlemesi, ücretin tatminkârlığı konularında farklı görüşler olduğu görülmektedir. Rütbe değişkeniyle ilgili veriler değerlendirildiğinde; amirler aldıkları ücretle ilgili kendilerine yöneltilen ifadeler karşısında kararsız bir tutum gösterirken, memurlar aldıkları ücreti yetersiz bulmaktadır. Rütbeli personelin kendilerine sunulan sosyal 66 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 imkânları diğer personele kıyasla yeterli buldukları görülmektedir. Bunda rütbeli personelin makam aracı gibi çeşitli imkânlara sahip olmaları, bulundukları makamın getirdiği iş doyumu ücret tatmini ortalamalarını yükseltmiş olabilir. Yiğit vd.’nin (2011) çalışmasında rütbeli personelin iş ve yaşam doyumları memurlara göre daha yüksek çıkmıştır. Nitekim silahlı kuvvetler personeline yönelik olarak yapılan bir araştırmada da statü arttıkça ücret tatmininin arttığı görülmektedir (Gürbüz, 2007:257). İki grupta iş yoğunluğu ve performanslarına göre aldıkları taltifleri yetersiz bulmaktadır. Memurların memnuniyetsizliği daha fazladır. Amir personel, amirmemur ücretleri arasındaki farkın daha belirgin olmasını istemektedir. Amir ücretlerini yetersiz bulan rütbeli personele karşılık, memurlar ise kararsız durumdadır. Meslekte çalışma sürelerine göre; polislerin çalışma süresi arttıkça aldıkları sosyal yardımları yeterli buldukları görülmektedir. Analiz sonuçlarına göre çalışma süresi fazla olan ve taltife esas taban maaşı yüksek olan personel, sistemin devamını istemektedir. Ancak çalışma süresi az olan personel sistemin değişmesinden yanadır. Son olarak çalışma süresi az olan katılımcılar, yapılan işin zorluk derecesinin ücretin belirlenmesinde dikkate alınmasını istemektedir. Bu durumda mesleğe yeni girmiş personelin iş yoğunluğu olan birimlerde istihdam edilmesi, mesleğe alışma sürecindeki zorluklar aritmetik ortalamayı yükseltmiş olabilir. Çalışılan birime göre; Çevik Kuvvet’te çalışan katılımcılar Asayiş biriminde çalışan katılımcılara göre kendilerine sunulan sosyal yardımları yeterli bulmaktadır. Çevik Kuvvet biriminde personelin toplu halde görev yapması, servis ve yemek gibi imkânların teminini kolaylaştırmaktadır. Asayiş biriminde görevli personel ise, sürekli sokakta dağınık vaziyette olduğundan sosyal yardımlardan pek istifade edememektedir. Bundan dolayı Çevik Kuvvet personelinin ortalaması yükselmiş olabilir. Alınan ücretin yeterli bulunması alanında, operasyonel birimlerde görev yapan personelin trafik birimlerinde görevli personele oranla ortalamaları daha yüksektir. Teşkilatta yerleşik anlayış ve tüm birimlerin kendi koşulları içinde performanslarını değerlendirmeye esas ölçütlerin olmamasından dolayı operasyonel birimler çalışmalarının karşılığında taltif alabilmektedir. Ancak trafik birimlerinde çalışan personel yoğun ve stresli iş tempolarına rağmen, birçok birim gibi taltif, ya hiç alamamakta ya da çok az alabilmektedir. Bir başka alan da birimler arasındaki ücret farklılığı (tazminat, taltif vb.) alanında ortaya çıkmıştır. Buna göre az miktarda da olsa tazminat alan Çevik Kuvvet polisleri trafik polislerine göre bu farklılığı olumlu bulmaktadır. 67 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Çalışma saatleri değişkeniyle ilgili verilere değerlendirildiğinde; çalışma saatleri şıklarından “Diğeri” cevabını veren katılımcılar, 12/24 blok sistemde çalışanlara göre birimleri tarafından kendilerine verilen sosyal yardımlar konusunda olumlu görüşe sahiptir. “Diğer” şıkkında yer alan çalışma saatlerinde Çevik Kuvvet ve operasyonel birimler personeli çalışmaktadır. 12/24 blok sistem ise Asayiş hizmetlerinde görevli personelin çalıştığı sistemdir. Dolayısıyla diğer şıkkını işaretleyen Çevik Kuvvet ve operasyonel birimler personelinin sosyal yardımlarla ilgili yanıtları, yukarıda birim değişkeniyle ilgili verileri doğrulamaktadır. Son olarak, 8/24 çalışma sisteminde çalışan katılımcılar, 12/24 Blok Sistem ve 12/36 sisteminde çalışan katılımcılara göre ürettikleri hizmetin karşılığını aldıklarını ve ücretlerinin tatminkâr olduğunu düşünmektedir. 8/24 sistemine göre sadece Polis Merkezleri personeli çalışmaktadır. Bu sistemde haftalık toplam 40 saatlik çalışma prensibine karşılık diğer çalışma sistemleri bunu fazlasıyla aşmaktadır. Daha az süre çalışan personelin ücretini tatminkâr bulması olağan bir durumdur. Literatürde Adana’da yapılan bir çalışmaya göre, 08.00-17.00 çalışma sisteminde çalışanların, 12/24 olarak çalışanlara göre daha fazla iş doyumu yaşadıkları görülmektedir (Şanlı ve Akbaş, 2009:83). Araştırmaya katılan polislerin çalışma düzeniyle genel olarak verdikleri yanıtlar Tablo 4’te görülmektedir. Tablo 4: Çalışma Düzeniyle İlgili Genel Değerlendirmeler Değişken Evet Hayır Çalışma Sisteminizden Memnun Musunuz? %49,8 %50,2 “Hayır” Cevabını Verenlerin Gerekçesi Nedir? Emniyet 68 Düzensi z Olduğu İçin Çalışma Saatlerinin Fazla Olması Gece Çalışmanın Yorucu Olması Diğer Nedenler %52,4 %34 %7,8 %5,8 12/24 12/24 Blok Sistem Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Teşkilatı’nda uygulanmakta olan çalışma saatlerinin içinde en olumsuzu hangisidir? Çalıştığınız birimden farklı bir birimde çalışmak ister misiniz? “Evet” Cevabını Verenlerin Gerekçesi Nedir? %62 %20,5 Evet Hayır %59,5 40,5 Bran ş Çalışma Şartlarını n Rahatlığı Diğer Ücret Farklılığı Saygınlık %45, 1 %18 %13,9 %12,3 %10,7 İzi Haklarınızı İstediğiniz Şekilde Kullanabiliyor musunuz? Katılıyor um Katılmıyorum Tamamen Katılmıyorum %29,8 %22,4 %23,4 Geçen Ay Fazla Mesai Yapan Personelin Gün Aralıkları 1-2 gün 3-4 gün 5-6 gün 7-8 gün 16,9 31,8 23,9 12,4 Tablo 4 incelendiğinde; personelin yarısı çalışma sisteminden memnunken, diğer yarısı ise memnun değildir. Çalışma sisteminden memnun olmayan katılımcılarından %52,4’ü çalışma sistemini düzensiz bulduğu için, %34’ü çalışma saatlerinin fazla olmasından, %7,8’i gece çalışmanın yorucu olmasından, kalan %5,8’lik kısımda “diğer” şeklinde neden belirtmiştir. Katılımcılar Emniyet Teşkilatı’nda uygulanmakta olan çalışma sistemleri içinde en olumsuzu sistemler olarak %62 ile 12/24, %20,5 ile 12/24 blok sistemi görmektedir. Bu iki sistemde aylık toplam 240 saat çalışmayı öngörmektedir. Literatüre bakıldığında EGM’nin yaptığı bir anket çalışmasında, personel en büyük sorun olarak çalışma şartlarını görmektedir (ahaber.com, 2011). Nitekim Demir (2010:90), bu sistemin olumsuzluklarını 69 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması maddeler halinde sıralarken, bu sistemde çalışan polislerin normal devlet memuruna göre aylık 10 iş günü fazla çalıştığını belirtmektedir. Şeker ve Zırhlıoğlu’nun (2009:13) Van Emniyet Müdürlüğü personeline yönelik yaptığı araştırmada “Değiştirme imkanınız olsa mesleğinizle ilgili hangi hususu değiştirmek isterdiniz?” sorusuna katılımcıların dörtte biri çalışma saatleri yanıtını vermiştir. Katılımcıların %59,5’i farklı bir birimde çalışmak istemektedir. Farklı bir birimde çalışma sebebi olarak; katılımcıların %45,1’i branş imkanı olması, %18’i çalışma şartlarının rahat olması, %13,9’u diğer, %12,3’ü ücret farklılığı olması ve kalan %10,7’lik kısım da daha saygın olduğu için yanıtını vermiştir. Bu noktada branşlaşma konusuna personelin verdiği önem ortaya çıkmaktadır. Zira branşı olmayan personelin kısa sürelerde görev yeri değişebilmekte, yöneticiler tarafından keyfi uygulamalar olabildiğinden personel branşlı birimlerde çalışmayı istemektedir. Katılımcılar izin hakları konusunda 2,86 ortalama ile kararsız kalmaktadır. Bu durum personelin bir kısmının izin haklarını isteklerine uygun kullanabilirken, bir kısmının ise kullanamadığını göstermektedir. Bu durumda personel yetersizliği, polise verilen görevlerin fazlalığı gibi faktörlerin etkisi yanında gerekli planlamanın yapılmayışının da rolü olabilir. Katılımcılara “Geçen ay fazla mesai yaptınız mı?” sorusu sorulduğunda %96,6’lık büyük çoğunluk evet cevabını vermiştir. Buna göre katılımcıların, %31,8’i 3-4 gün, 23,9’u 5-6 gün, %16,9’u 1-2 gün, %12,4’ü 7-8 gün aralığı yanıtını vermiştir. Mesai gün aralıklarında görülen bu dağınık dağılım, polislerin sabit fazla çalışma ücreti göz önüne alındığında bu uygulamanın haksızlığını ortaya koymaktadır. Kadro polisinin çeşitli ek görevlerle fazla mesai yapmasına karşılık Genel Müdürlük personelinin bu tip ek görevlerde yer almaması sabit fazla çalışma ücretinin haksızlığının farklı bir yönünü göstermektedir. Çalışma düzenine ilişkin veriler farklı değişkenler açısından incelenmiştir. Buna göre; Cinsiyete ilişkin veriler incelendiğinde; kadınlar erkeklere göre çalışma sisteminden daha memnundur. Bunda kadınların teşkilatta az sayıda olmaları, genellikle büro hizmetlerinde çalışıyor olmaları sonucu açıklayabilir. Erkek polisler kadınlara göre daha çok farklı bir birimde çalışmayı istemektedir. Buna erkek polislerin %43,8’i branş, %19,6’sı çalışma şartlarının rahat olmasını, kadın polislerin %60’ı branş, %20’si ücret farklılığını neden göstermektedir. Branş iki grup içinde öncelik olarak kendine yer bulurken, kadın polisler daha rahat çalışma ortamına sahip olmalarından dolayı çalışma şartlarının 70 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 rahatlığını neden olarak görmemektedir. Fazla mesai gün aralıklarında iki grup arasındaki paralel dağılım olduğu görülürken, kadınlarda hiçbir katılımcının işaretlemediği 11 gün ve üzeri şıkkını erkeklerin %10,6’sının işaretlemesi dikkat çekmektedir. Bu veriler ışığında teşkilatta kadınlara yönelik pozitif bir ayrımcılığa ilişkin uygulamaların varlığından söz edilebilir. Katılımcıların yaş gruplarıyla ilgili veriler incelendiğinde; 46-55 yaş arasındaki iki grup çalışma sisteminden memnunken, 26-35 yaş dilimindeki iki grup memnun değildir. Literatürde Şeker ve Zırhlıoğlu’nun (2009:17) araştırmasına göre yaş arttıkça iş doyumu artmakta, duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşma düzeyi azalmaktadır. Teşkilatta geçmişte 12/12 sistemine amirin talimatıyla geçilebilmesi, yapılan keyfi uygulamaları yaşayan yaşça büyük personel günümüzde nispi iyileşmeler olduğundan çalışma sisteminden memnun olabilir. Mevcut çalışma sistemlerinden en olumsuz hangisidir sorusuna 51-55 yaş grubu hariç tüm yaş grupları çoğunlukla 12/24 cevabını vermektedir. Personelin yaşı küçüldükçe farklı bir birimde çalışma isteği artmaktadır. Yaşça küçük polisler genellikle Çevik Kuvvet, Asayiş Önleyici Hizmetler gibi birimlerde istihdam edilmelerinden beklenti içine girerek daha gözde birimlerde çalışmak istemeleri doğaldır. Medeni durumda evli olanlar bekâr olanlara göre çalışma sisteminden daha memnun gözükmektedir. Bu sonuca göre evli olanların daha rahat çalışma şartlarına sahip oldukları söylenebilir. Çalıştığınız birimden farklı bir birimde çalışmak ister misiniz sorusuna evlilerin %59,2’si, bekârların %64’ü evet yanıtını vermiştir. Her iki medeni halde de branş farklı bir birimde çalışma istemenin başlıca sebebi olmaktadır. Eğitim durumuna göre; eğitim seviyesi arttıkça çalışma sistemi memnuniyeti düşmektedir. Lise mezunlarında %70 olan memnuniyet oranı, lisans mezunlarında %45’e düşmektedir. Eğitim seviyesi yüksek olan personelin beklentileri yüksek olması bunu açıklayıcı olabilir. Yine eğitim seviyesi arttıkça personel farklı bir birimde çalışmak istemektedir. Farklı birimde çalışmak isteyen personelden lisans ve lisans üstü mezunları için branş imkanı (%62,7) başta yer almaktadır. Bu veriler ışığında eğitim seviyesi yüksek olan personelin beklentilerini karşılayacak şekilde istihdam edilemediği ve personelin branşlı birimlerde çalışma isteğine sahip olduğu sonucu çıkarılabilir. 71 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Rütbe değişkeniyle ilgili verilere bakıldığında; rütbeli personelin memurlara kıyasla çalışma sisteminden memnun oldukları görülmektedir. Farklı birimde çalışmak isteyen personel için branş imkanı iki grupta da ilk sırada yer almaktadır. Amir sınıfı personel için sonraki neden %23,5 ile ücret farklılığı olmaktadır. Memur katılımcıların %19’u ise çalışma şartlarının rahat olmasını gerekçe göstermiştir. İzin haklarının kullanımıyla ilgili memurlar kararsızken, rütbeli personel olumlu görüş bildirmektedir. Bu verilerden amirlerin memurlara göre çalışma sistemiyle ilgili görüşlerinin daha olumlu olduğu görülmektedir. Bunda ücretin dışında farklı etkenler belirleyici olabilir. Literatüre bakıldığında Murat (2003:102), memurların amirlere kıyasla daha fazla duygusal tükenmişlik yaşadığı görülmektedir. Ortalama çalışma sürelerine göre; 10 yıldan az çalışan katılımcılar, 10 yıl ve üstü olanlara göre çalışma sisteminden memnun değildir. “Çalıştığınız birimden farklı bir birimde çalışmak ister misiniz?” sorusuna verilen evet yanıtı hizmet yılı arttıkça düşmektedir. Buna göre 1-5 yıl çalışma süresi olanlarda %73 olan evet oranı, 16-20 yıl arası hizmeti olanlarda %32’ye düşmektedir. Personel hizmet yılı arttıkça beklentilerinin azalması, meslekte yeni olan personelin ise yüksek beklenti içinde olması bu durumu açıklayabilir. Farklı birimde çalışmak isteyen personelden 10 yıl ve altında hizmeti olanların yarısı için branş başlıca neden olmaktadır. Tüm bu veriler doğrultusunda polislik mesleğine yeni girmiş ya da görece az çalışmış personelin çalışma sürelerinden memnun olmadıkları, birimlerinde çalışmak istemedikleri, branşlı birimlerin tercih edilmekte olduğu sonucu çıkarılabilir. Çalışılan birime göre; büro, polis merkezi ve trafik hizmetlerinde çalışan personelin çoğu çalışma sistemlerinden memnundur. Asayiş ve Çevik Kuvvet birimlerinde çalışan personelin çoğu ise çalışma sisteminden memnun değildir. Bu sonuç araştırmanın diğer verilerini desteklemektedir. Zira katılımcıların çoğunluğu 12/24 sistemini en olumsuz çalışma sistemi olarak görmekte ve çalışma saatlerinin düzensizliği ile çalışma saatlerinin fazla olması memnuniyetsizlik nedenleri olarak göze çarpmaktadır. Asayiş ve Çevik Kuvvet birimlerinde çalışma saatlerinin fazla olması ve düzensizlik, personelin memnuniyetsizliğini açıklamaktadır. Literatüre bakıldığında Gündüz vd. (2007:291) elde ettiği bulgulara göre fazla çalışan personelin duygusal tükenmişlik düzeyinin de fazla olduğu 72 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 görülmektedir. “Çalışma sisteminden neden memnun değilsiniz?” sorusuna Asayiş hariç diğer birimlerdeki personel çalışma sisteminin düzensiz olmasını başlıca sebep olarak göstermektedir. Asayiş personelinin yarıdan fazlası ise çalışma saatlerinin çok fazla olmasından şikâyetçidir. “Farklı bir birimde çalışmak ister misiniz?” sorusuna Asayiş, Çevik Kuvvet ve Polis Merkezi birimlerinde çalışan personelin büyük çoğunluğu (%81) evet yanıtını vermiştir. En düşük evet oranı %18,8 ile operasyonel birimlerde çalışan polislerden gelmektedir. Bu birimlerin branşlı olması personel için bir tercih nedeni olmaktadır. Fazla mesai gün aralıklarının birimlere göre dağılımında operasyonel birimlerde 11 gün ve üzeri şıkkı %25 ile en çok işaretlenen iki şıktan biri olması dikkat çekici bir veridir. Sonuç ve Öneriler Araştırma kapsamında elde edilen verilerden yapılan analizler sonucunda; ücret sistemiyle ilgili polislere yöneltilen ifadelere verilen yanıtlardan eğitim durumu, rütbe, yaş, çalışma süresi, görev yapılan birim ve çalışma sistemi değişkenlerinde anlamlı farklılıklar olduğu görülmüş; cinsiyet ve medeni durum değişkenlerinde anlamlı bir farklılık görülmemiştir. Araştırmada yer alan polislerin çalışma düzeniyle ilgili görüşleri demografik değişkenlere göre farklılıklar göstermektedir. Bu çalışmayla Emniyet Teşkilatı'nda ücret yönetimi alanındaki değişim ihtiyacı gözler önüne serilmiştir. Yaşanacak değişim sürecine katkı sağlamak amacıyla aşağıda bazı öneriler yer almaktadır. Bunlar, çalışmanın genelindeki sistematiğe uygun olarak ücret sistemi ve çalışma düzenine göre iki grupta ele alınmıştır. Buna göre ücret sistemine ilişkin önerileri şu şekilde sıralayabiliriz: Emniyet Teşkilatı farklı birçok işlevi yerine getiren birimleri bünyesinde barındıran büyük bir örgüttür. Her birimde farklı çalışma koşulları ve zorluk derecesinde işler yapılmaktadır. Bundan dolayı kapsamlı olarak yapılacak iş değerlemesi ve iş analizleri neticesinde birimden birime değişen ücretlendirme yapılabilir. Her ne kadar halen bazı birimlere farklı adlar altında tazminat ödenmekteyse de bunlar bilimsel temellere dayanan, üzerinde mutabakata varılmış bir yaklaşımın ürünü değildir. Araştırma sonucu elde edilen verilere göre personel, ücretin belirlenmesinde performansın ölçüt olmasını istemektedir. Bu talep, kamuda oluşan genel eğilime uygunluk göstermektedir. Ancak her birim için belirlenen performans kriterleri ücretlendirmeye esas teşkil etmelidir. 73 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Belirlenecek bu kriterler taltiflerin verilmesinde kullanılabilir. Taltiflerin belli birimlere verilmesi personel arasında ciddi rahatsızlık oluşturmaktadır. Taltiflerin belirlenmesinde kıdeme dayalı anlayış yerine, yapılan işi ölçüt alan yaklaşımla aynı görevi paylaşan personele eşitlik anlayışına dayalı bir sistem geliştirilmelidir. Sabit fazla çalışma ücreti kaldırılarak, bunun yerine gerçekten fazla çalıştığı belirlenen personele fazla çalışma saat ücretinin kamu çalışanlarına verilen miktar üzerinden verilmesi gereklidir. Bu uygulama, görevlerde fazla personel görevlendirilmesinin de önüne geçen bir işlev görebilir. Rütbeli personel ücretleri, hem kendileri hem de memurlar tarafından yetersiz bulunmaktadır. Diğer kamu kurumlarındaki yönetici pozisyondaki personel (doktor, mühendis, avukat) ücretleriyle de kıyaslandığında polis yöneticilerinin ücretleri yetersizdir. Gelişmiş ülke sistemlerinde olduğu gibi rütbe yükseldikçe personelin ücreti kademeli olarak artmalıdır. Vardiyalı sisteme göre çalışan ve geceleri de çalışmak zorunda olan personele gece çalışma tazminatı ödenebilir. Araştırma kapsamında elde edilen bulgular ve analizler sonucunda çalışma düzeniyle ilgili önerileri ise şu şekilde sıralamak mümkündür: Araştırma bulguları personelin yarısının çalışma sisteminden memnun olmadığını ortaya koymaktadır. Bunda iki etkenin belirleyici olduğu görülmektedir: çalışma sisteminin düzensiz olması ve çalışma saatlerinin fazla olmasıdır. Çalışma saatlerinin diğer kamu çalışanlarıyla aynı seviyeye çekilmesi yanında, düzensiz yapısının da giderilmesi gereklidir. Polislik mesleğinin 24 saat kesintisiz hizmeti gerektirmesinin ortaya koyduğu zorluk, insanı öne alan yaklaşımla yeni yöntemlerin geliştirilmesiyle aşılabilir. Çalışma saatleri uluslararası standartlara uygun hale getirilerek, anayasanın eşitlik prensibi ve yasalara uygun bir şekilde 657 sayılı DMK’da memurlar için öngörülen haftalık 40 saatlik çalışma saati esas alınmalı, yönetmelik ya da kanunla güvence altına alınarak keyfi uygulamaların önüne geçilmelidir. EGM’nin 2012/81 sayılı genelgesinde “çalışma sistemi oluşturulurken ergonomi biliminden yararlanmanın önerilmesi, personel planlamalarında bilimsel yöntemler ve analizlerden yararlanılması, iş yoğunluğu, suç oranları, coğrafi koşullar vb. etkenlerin göz önüne alınması” gibi talimatlar yer almaktadır. Sayılan hususlarla ilgili olarak yapılan faaliyetlerin altı aylık dönemde rapor edilmesinin istenmesi de önem taşımaktadır. Bu genelgeyle ücret yönetiminde yeni bir yaklaşımın oluşmaya başladığı görülmektedir. Ancak konunun önemi göz önüne alındığında kanun ya da yönetmelikle ilgili düzenlemelerin yapılması gereklidir. 74 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Mevzuatın çağdaş koşullara uyarlanması yanında polis yöneticilerinin polis alt kültüründen kaynaklanan yaklaşım tarzları, davranış şekillerinin değişebilmesi için sürecin hizmet içi eğitim kurslarıyla desteklenmesi faydalı olacaktır. Araştırma örnekleminde yer alan Polis Merkezleri personelinin çalışma sistemi 8/24’tür. Bu sistemin personel tarafından olumlu bulunduğu görülmektedir. Sistemin yaygınlaştırılması fayda getirecektir. Yapılan birçok bilimsel araştırma 12/24 ve benzeri sistemlerin insan sağlığına aykırı olduğunu, personel üzerinde olumsuz birçok etkileri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sistem uygulamadan süratle kaldırılmalıdır. Özet olarak, Emniyet Teşkilatında ücret yönetimiyle ilgili sorun alanlarının olduğu, hem literatür incelendiğinde hem de yapılan alan araştırmasının sonuçlarına bakıldığında görülmektedir. Yapılan bu araştırmayla bunların bazılarının ücret sistemiyle, bazılarının ise çalışma düzenine ilişkin olduğu görülmektedir. Bu sorunların çözümü için araştırma bulgularına dayalı olarak getirilen önerilerin bir kısmı EGM’nin yetki alanı içinde iken; bir kısmı ise, İçişleri Bakanlığı ve siyasi iktidarın ortaya koyacağı iradeyle gerçekleştirilebilir. Türkiye’de en fazla personele sahip kurumların başında gelen Polis Teşkilatı’nın yerine getirdiği kamu hizmetinde en büyük gücünü insan kaynağı oluşturmaktadır. Bu alanda olan sorunların çözülmesi, topluma sunulan güvenlik hizmetinin etkinlik ve verimliliğini arttırarak, kalite düzeyini olumlu etkileyecektir. 75 H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması Kaynakça Ahaber.com. (2011), Bir Polisin Ortalama Ömrü Kaç Yıl, http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2011/12/21/bir-polisin-ortalamaomru-kac-yil, (Erişim tarihi: 11.01.2012). Aydın, A. H. (2003), Polisin Güncel Sorunları: Bir Neden – Sonuç Analizi, Polis Bilimleri Dergisi, 5(3-4), 1-12. Baycan, C. (2010), Emniyet Teşkilatında Çalışma Sistemleri ve Alternatif Öneriler, (Ed.), H. Hüseyin Çevik vd., Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Baycan, C. (2011), Vardiyalı Çalışma Sistemlerinin Teşkilat İhtiyaçları Bağlamında İncelenmesi, (Ed.), S. Kenan Gül ve M. Karakaya, Güvenlik Hizmetlerinde Çağdaş Yaklaşımlar, Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Çevik, H. H. (2004), Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Çevik, H. H., Göksu, T., Bilgiç, V. Karani, Karakaya, M., Seyhan, K. ve Gül, S. Kenan. (2008), Kamu Kurumlarında Performans Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Demir, İ. (2010), Poliste Çalışma Şartlarının Analizi Bağlamında 12/24 ve İdeal Mesai Sistemi, (Ed.) H. Hüseyin Çevik, M. Buçak ve O. Filiz, Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Ergel, Ü. (2005), “Emniyet’ten Özel Sektöre Beyin Göçü”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=316746, Erişim tarihi: 17.01.2012). Erşahıs, Ü. (2010), Emniyet Teşkilatında Motivasyon Araçları: İstanbul İli Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü Örneği, (Ed.), H. Hüseyin Çevik vd. Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Göksu, N. ve Öz, B. (2008), Etkin Ücret Yönetiminin İşletmeye Sağlayacağı Yararlar Konusunda İş gören Algılamaları: Bir Alan Çalışması, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 419-437. Göksu, T., Çevik, H. Hüseyin, Filiz, O. ve Gül, S. Kenan. (2009), Güvenlik Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Göksu, T., Bilgiç, V. Karani, Karakaya, M. ve Seyhan, K. (2010), Asayiş Hizmetlerinde Örgütsel Performans Yönetimi Rehberi, Ankara: Başak Matbaacılık. Gül, S. Kenan ve Karakaya, M. (2011), Güvenlik Hizmetlerinde Çağdaş Yaklaşımlar, Ankara: Polis Akademisi Yayınları. 76 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77 Gültekin, N. ve Terzioğlu, A. (2008), Kamu Kesimi Ücret Politikası, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, 25(2), 969-982. Gündüz, B., Erkan, Z. ve Gökçakan, N. (2007), Polislerde Tükenmişlik ve Görülen Belirtiler, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16(2), 283-298. Gürbüz, S. (2007), Kamu Personelinin Ücret Tatmin Seviyelerini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 6(21), 240-260. Kaptı, Alican; Gültekin, Sebahattin ve Karakaya, Muhittin, (2010), Motivasyon Teorileri Perspektifinde Polis Memurlarının Motivasyon Analizi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri, (Ed.), H. Hüseyin Çevik vd. Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis Akademisi Yayınları, ss.213-238. Murat, M. (2003), Emniyet Görevlilerinin Tükenmişlik Durumları, Polis Bilimleri Dergisi, 5(2), 95-108. Öztürk, A. (2001), Kamu Kesiminde Personel ve Ücret Rejimi Arayışları, Sayıştay Dergisi, 42, 3-19. Polis.web.tr. (2011), Polislerin Mesaisi Kısaldı, Verimlilik Arttı, http://www.polis.web.tr/gundem/polislerin-mesaisi-kisaldi-verimlilikartti-h28248.html, (Erişim tarihi: 02.12.2011). Şanlı, S. ve Akbaş, T. (2009), Adana İlinde Çalışan Polislerin İş Doyumu Düzeylerinin Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi, Polis Bilimleri Dergisi, 11(2), 73-86. Şeker, Betül D. ve Zırhlıoğlu, G. (2009), Van Emniyet Müdürlüğü Kadrosunda Çalışan Polislerin Tükenmişlik, İş Doyumu ve Yaşam Doyumları Arasındaki İlişkilerin Değerlendirilmesi, Polis Bilimleri Dergisi, 11(4), 1-26. Yiğit, R., Dilmaç, B. ve Deniz, M. Engin. (2011), İş ve Yaşam Doyumu: Konya Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması, Polis Bilimleri Dergisi, 13(3), 1-18. Zengin, S.; Sever, M. ve Demir, İ. (2010), Yaşlanamadan Ölen Emekli Polisler, http://www.polis-haber.com/10726-Yaslanamadan-OlenEmekli- Polisler.html, (Erişim tarihi: 06.12.2011). 77 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati2 DOI NO: 10.5578/JSS.8428 Muharrem Dördüncü1 Geliş Tarihi: 06.05.2014 Kabul Tarihi: 17.10.2014 Özet İbrahim Hakkı Paşa 1863-1918 yılları arasında yaşamış, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk gibi okullarda hocalık yapmış bir ilim adamıdır. Bab-ı Âli Hukuk Müşavirliği görevinde bulunmuş, bu görevi sırasında yurtiçi ve yurtdışında siyasî, hukûkî ve malî konularda çok sayıda komisyonda görev almıştır. Ayrıca Dâhiliye ve Maarif nazırlıklarından sonra Roma ve Berlin büyükelçilikleri görevlerinde bulunmuştur. 1910’da sadrazamlığa getirilmiş ve sadrazamlığı sırasında dinlenme ve tedavi maksadıyla Avrupa seyahatine çıkmakla, farklı bir sadrazam portesi çizerek dikkatleri üzerine çekmiştir. 1918’de Berlin Büyükelçiliği görevindeyken vefat etmiştir. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Yahya Efendi Mezarlığına defnedilmiştir. Anahtar Kelimeler: İbrahim Hakkı Paşa, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk, Avrupa Seyahati, Sadrazam. Grand Vizier Ibrahim Hakki Pasha’s Life and His Travel to Europe Abstract Ibrahim Hakki Pasha lived between the years 1863 and 1918. He was a scientist who lectured in the schools such as The Faculty of Political Sciences and The Faculty of Laws. He served as a legal advisor to the Ottoman Government and during this mission, he took charge in a lot of commissions dealing with political, judicial and financial issues. Besides, he served as an ambassador at Rome and Berlin after he ran The Ministry of Internal Affairs and Education. In 1910, he was appointed as Grand Vizier and during his office, he travelled to Europe with the intention of recovery and treatment which attracted attention as a different portrait of a Grand Vizier. He died while he was ambassador at Berlin in 1918. He was burried in the Cemetery of Yahya Efendi. Keywords: Ibrahim Hakki Pasha, The Faculty of Political Sciences, The Faculty of Law, European travel, Grand Vizier. 1 Dr., Osmangazi Anadolu Lisesi, Afyonkarahisar, muharrem.dorduncu@hotmail.com Bu makale “İbrahim Hakkı Paşa İlmî, Siyasî ve Devlet Adamlığı (1863-1918)” adlı doktora çalışmamızdan üretilmiştir. 2 79 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati Giriş Osmanlı Devleti’nin son döneminde gelişen olaylar üzerinde birçok askerî, siyasî ve ilmî şahsiyetin etkisi olmuştur. Bu kişiler üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmış ve olaylar üzerindeki etkilerinden yola çıkarak tarihe ışık tutmak istenilmiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında doğan İbrahim Hakkı Paşa, Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde birçok tarihi olay içerisinde yer almıştır. İbrahim Hakkı Paşa Mekteb-i Mülkiye’den mezun olduktan sonra devletin çeşitli kademelerinde görevlerde bulunmuş bu görevleri yanı sıra dönemin üniversiteleri olarak kabul edilen Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk ve Hamidiye Ticaret Mektebinde hocalık yapmış ve kitaplar kaleme almış bir ilim adamıdır. Hakkı Paşa birden fazla yabancı dil bilmesinden dolayı Saray Mütercimliği ve Hariciye Nezareti görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca meşrutiyetin ilânından sonra kurulan Sait ve Kâmil Paşa hükümetlerinde maarif nazırlığı yapmıştır (Şıvgın, 2006:7). Tarih, hukuk ve devletlerarası hukuk çalışmalarından dolayı da Bab-ı Âli Hukuk Müşavirliği görevinde bulunmuş ve bu görevi sırasında Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren iç ve dış birçok siyasî, hukukî ve iktisadî konuların çözümü için oluşturulan komisyonlarda yer almıştır. İbrahim Hakkı Paşa, gerek ilmi kişiliği gerekse devlet adamlığı ile dönemin kabul gören ilim ve devlet adamı yapısından farklı bir şahsiyete sahip idi. Sadrazamlığı sırasında akşamları Beyoğlu’nda eğlence mekânlarına gitmesi, rahat hareketleri ve yine sadrazamlığı sırasında dinlenme ve tatil maksadıyla Avrupa seyahatine çıkması o devir Türkiye’si için alışılmamış davranışlardı (Şıvgın, 2006:8). 1. Doğumu ve ailesi İbrahim Hakkı Paşa, 18 Nisan 1863’te İstanbul’da doğmuştur. Kafkasya’dan göç etmiş, Gürcü kökenli bir aileye mensuptur.3 Babası Şehremaneti Meclisi Reisi Sakızlı Ahmet Remzi Efendi, annesi Mirat Hanımdır. İbrahim Hakkı Paşa hayattayken eşi Suat Hanım4 ve kızlarından biri verem yüzünden vefat etmiştir( Findley, 1996:209). Geriye kalan tek kızı Ayşe Remziye Hanımla birlikte yaşamıştır (Uşaklıgil, 1965:170; Öztuna, 1969:701; Süreyya, 1996:460). Kızı Ayşe Remziye Hanım, Hasan Cemil Bey’le5 3 İbrahim Hakkı Paşa’nın torunu Prof. Dr. Halet Çambel ile 16.08.2011 tarihinde Arnavutköy’deki evinde yaptığımız görüşmeden nakledilmiştir; İbrahim Hakkı Paşa’nın babası, savaşta esir düştükten sonra Osmanlı Devleti’nin hizmetine giren bir Gürcü’nün oğlu idi. Ailesi Ahmet Remzi Efendi’yi satın aldıkları bir Çerkez cariye olan Mir’at ile evlendirdiler. Ahmet Remzi Efendi, memuriyetinin ilk yıllarında Avrupa’da bazı görevlerde bulunmuş, liberal düşüncelibiriydive masondu (bk. Findley, 1996: 209). 4 İbrahim Hakkı Paşa’nın torunu Prof. Dr. Halet Çambel ile yapılan konuşmadan nakledilmiştir. 16.08.2011, Arnavutköy, İstanbul. 5 Hasan Cemil (Çambel) Bey,1879'da İstanbul'da doğdu. 1896'da Harp Okulunu, 1900'de Harp Akademisini bitirdi. Kurmay Yüzbaşı olarak Almanya'ya gönderilerek Prusya Harp Akademisinde öğrenimini tamamladı (1902). Bir süre Karlsruhe'de General Hindenburg'un Karargâhında çalıştı. Yurda dönüşünde Selanik’te Rumeli Genel Müfettişliği ve Jandarma Islahât Müfettişliğinde görevlendirildi. Balkan Savaşı’nda genel karargâh harekât şubesi müdürlüğü yaptı. 1913'de Berlin Büyükelçiliği Askerî Ataşesi oldu. 1915'de Irak cephesinde 51. tümen komutanlığına atanmasıyla tümeni ile Felâhiye Savaşı'na katıldı. 1917'de yeniden Berlin Askerî Ataşeliği’ne gönderildi. Mütarekeden sonra Kurmay Albay rütbesinden emekliye ayrıldı. Bir 80 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 evlenmiş ve bu evlilikten, Fatma Perihan, Halet, Leyla ve Bülent Çambel adlarında dört çocuğu olmuştur. 2.Eğitim Hayatı ve Şahsiyeti İbrahim Hakkı Paşa, Sıbyan Mektebi’nden sonra kayıt olduğu Beşiktaş Rüştiye Mektebini 28 Ekim 1876 bitirdi (B0A.DH.SAİD,0183/0100). Bir süre Mahrec-i Aklâm’da okuduktan sonra yeni açılan Mekteb-i Mülkiyeye 20 okul numarası(Çankaya, 1954:54) ile ilk öğrencilerinden biri olarak kayıt oldu (Pakalın, 2008:136; İnal, 1953:1763). Abdurrahman Şeref, İbrahim Hakkı Paşa’yı Mülkiye’ye kendisinin kayıt ettiğini belirterek olayı şöyle anlatmaktadır: “1293 senesinde küşâd edilen Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne’ye ilk kaydolunan talebelerdendir. İsmini, mektebin künye defterine kendi kalemimle kaydettim. Pederine müşâbehet-i tâmmesi vardı. Kaydının icrâsı için müdîriyyet odasına geldiğinde, bu müşâbehet nazar-i dikkatimi celbeyledi. On beş on altı yaşlarında ablak ve tombul, kısa boylu bir çocuk idi.”(Şeref, 1334:2-3). İbrahim Hakkı Paşa, Mekteb-i Mülkiye’deki öğrenciliği sırasında parlak zekâsı, çalışkanlığı, güzel hâl ve hareketlerinden dolayı okul arkadaşları tarafından örnek alınan bir öğrenci idi. Mekteb-i Mülkiye’de beş sene başarılı bir öğrenim sonucunda Sunûf-i İdâdiye ve Â`liyesinden 27 Ağustos 1882 tarihinde birincilikle mezun oldu (DH.SAİD,0183/0100; Maârif Salnamesi, 1312:517; Şeref, 1334:2-3; Pakalın, 2008:136). İbrahim Hakkı Paşa, öğrenciliğinden itibaren okumaya, araştırmaya ve yabancı dil öğrenmeye büyük önem vermiştir. Süleyman El Bestânî: “kendilerinde tahsil-i ilm ve maârifete olan heves ve inhimâk diploma almakla son bulmadı.” diyerek, ilmî çalışmalarına devam ettiğini belirtir (Chicago Sergisi, 1893:14). İlme karşı merakı Mülkiye’den mezun olmakla son bulmamış, mezuniyetinden sonra büyük bir heves ve gayretle çalışmalarına devam ederek Fransızca’yı ilerletmiş, İngilizce öğrenmiş ve hukuk bilgisini artırmıştır (Gövsa, 1933:648). İbrahim Hakkı Paşa, sadrazamlığa atandığı zaman Sabah gazetesinde yayınlanan hal tercümesinde: “Arapça, Farsça, Fransızca lisanlarını mükemmelen bildiği gibi İngilizceyi okuyup yazıyor, İtalyanca söyleyebiliyor ve Almanca’ya da vâkıf” olduğu belirtiliyordu (Sabah, 1325:3). Halit Ziya, İbrahim Hakkı Paşa için: “Onun bütün ömrü okumakla, çalışmakla, durmadan, dinlenmeden kafasının servetini artırmakla geçirdi.”(Pakalın, 2008: 140). Diyerek, çalışma azmini, ilme karşı açlığını ifade etmiştir. İbrahim Hakkı Paşa’nın bu çalışma azmi özellikle yabancı dilde kendisini yetiştirmesi, ileride alacağı görevlerde gösterdiği başarılarıyla dikkat çekecektir. Mehmet Zeki Pakalın’ın, Abdurrahman Şeref Bey’den naklettiği gibi: “Siyâset-i dâhiliyye ve hariciyye sahasında at oynatacak bir ricâl-i devlet olmak üzere yetişiyor ve rütbe ve nişânlarla da taltîf olunuyordu.”(Pakalın, 2008:142).Yabancı dil bilgisi aralık Haliç Vapurları İşletmesi Müdürlüğü yaptı. 1928’de Bolu'dan milletvekili seçilerek TBMM üyesi oldu. VIII. dönem sonuna (1950) kadar milletvekilliğini sürdürdü. Türk Tarih Kurumu'nun kurucu üyelerinden olup 1935'de Yusuf Akçura'nın ölümü üzerine Atatürk tarafından kurum başkanlığına getirildi. Bu arada Berlin'deki Alman Arkeoloji Enstitüsünün onur üyeliğine seçildi (1939). 88 yaşında İstanbul'da öldü(http://www.ttk.org.tr). 81 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati dikkatleri üzerine çekmiş ve Mabeyn Mütercimliğine getirilmiştir. Ayrıca kitap okumaya büyük bir merakı olduğu bilinen Padişah II. Abdülhamit’e bizzat kendi el yazısı ile Fransızca’dan romanlar çevirmiştir (Adıvar, 1968:892). Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1889’da İstanbul’a ilk gelişinde İmparator’un maiyetinde bulunması için yabancı dil bilen bir kişi aranmış ve bu görev İbrahim Hakkı Paşa’ya verilmiştir. İbrahim Hakkı Paşa, engin bilgisi ve kültürü ile İmparator’un dikkatini çekmiştir. İmparator: “Bu genç her şeyi bilir!” diyerek kendisinden II. Abdülhamit’e övgüyle bahsetmiştir (Servet-i Fünûn, 1334:408-411). İbrahim Hakkı Paşa Mekteb-i Mülkiye’de okumuş, mezun olduktan sonra da şahsi gayretleri ile bilgisini bir hayli artırmış, ilmî yönü yüksek olmasına rağmen seciyesindeki bayağılık, yasak olan şeylere karşı aşırı ilgisi, devlet ve memlekete karşı bigâneliği, milletin işleri hakkındaki kayıtsızlığı ile dikkat çekmiştir (Rey, 1945:123). II.Abdülhamit döneminde kendisi hakkında da jurnaller verildiyse de bulunduğu memuriyetin küçüklüğü ve Abdülhamit tarafından zararsız bulunması nedeniyle herhangi bir cezaya maruz kalmadı. Kendisi o dönemde takip ettiği yöntemi ve durumunu şöyle anlatır: “Kısmen pek dehşetli olan devr-i hamidî kısmen dahi pek gevşek idi. O devrin mahsûsâtına çok hizmet etmek ister görünenlerin bile kalben kanâatleri yoktu. Pek çoğu pek çok işleri sevmez, iyi olmasını iltizam ider fakat bunu söyleyecek kadar cesaret-i medeniyeti kendisinde görmezdi ve küçük bir hukuk müşâviri o sözü söylerse hoşuna giderdi. Hükümdarla hukûk müşâviri arasında nâzır bir paravan oluyordu. İhtimal ki hukuk müşâvirinin sözünü nâzır söylese hakkında muzırre olurdu. Fakat diğer bir ağızdan mes’uliyet ve cüret az görünür ve o diğer ağızda küçük bir adamın ağzı olduğundan fâilinin mahiyetini takdir doğrudan doğruya hükümdara taalluk etmezdi... Devr-i hamidiyede jurnalcilik edemezdim. Nitekim ihtilalcilik de istemezdim. Fakat Hukuk Müşâvirliğiyle Hey’et-i Vükelâyı mümkün olduğu kadar salim reylere sevk etmek ve Mekteb-i Hukûk’ta muallimlikle gençlere iyi fikirler neşr etmek hoşuma giderdi. Bu da bir nevi isyan idi, fakat: “ Ne zorba ol asıl, ne yavaş ol basıl.” darb-ı meselimizin tecviz ettiği dereceyi geçmezdi. İşte niyet bu idi. Fiilen ne yapılabildi? Orasını bilmem.” (Reşid, 1918:103-106). İbrahim Hakkı Paşa’nın mütevâzı, nâzik, muhatabını incitmeden, gönül okşayan dille karşılık vermesi ve engin bilgisi o’na karşı hayranlık uyandıracak hasletlerdendi. Bu olumlu özelliklerine rağmen İbrahim Hakkı Paşa’nın olumsuz yönü, iyi bir siyaset adamı olamadığıdır. İbnülemin Mahmut Kemal: “Herkes bilir ki, her bilen, bildiğini mevki-i fiile koyamaz. Nazariyyat başka, ameliyyat başkadır. Nitekim her âlim, tâlim hassasına mâlik olamaz.” diyerek, İbrahim Hakkı Paşa’nın devlet idaresindeki durumunu özetlemiştir. Hakkı Paşa’nın teorik bilgilerin geçerli olduğu görevlerde daha fazla çalışmasından dolayı uygulamada başarılı olamadığını belirtir: “Ba husus hayat-ı resmîyesinin büyük kısmını, saray mütercimliği ve Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirliği gibi nazarî hizmetlerle geçirmeyip de dâhilî ve haricî me’muriyetlerde bulunarak nazariyyatı ameliyyat ile ikmâl ve bu yolda rüsuh ve tecrübe istihsâl etseydi –zekâsı ve malûmatı- 82 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 kendini, eslâfının en güzîdeleri mertebesine is’ad ederdi.” (İnal, 1953:1801). İbrahim Hakkı Paşa’nın sahip olduğu bütün olumlu özelliklerine rağmen Lütfi Simâvî Bey’in dediği gibi: “Hiç iyi bir hükûmet reisi olamazdı. Ancak, çok çalışkan ve tecrübe sahibi bir sadrazamın kabinesinde herhangi bir nâzırlığı üzerine alabilir ve yükleneceği böyle bir vazifede hakikaten faydalı olabilirdi.” (Simavi, 2004:114). İbrahim Hakkı Paşa, devlet yönetimine en sıkıntılı zamanda gelmişti. Fakat kendisini yakından tanıyanların da söyledikleri gibi, engin bilgisine rağmen böyle ağır bir görevde yoğun bir çalışma temposu göstermesi gerekirdi. Ancak böyle bir çalışma temposu Hakkı Paşa’nın karakterine uygun değildi. Nitekim başarılı olamadı. Evvelki memuriyetlerinde gösterdiği başarılarını, sadâretinde gösteremedi (Pakalın, 2008:139).6 Hakkı Paşa, zevkine düşkün, neşeli, geniş yürekli bir kimse olup, sadrazam olduğu zamanlarda dahi akşamları Beyoğlu’nun “münâsebetsiz” eğlence yerlerine giden, oralarda yaya dolaşan, briç oynayan, yaşadığı dönemde benzeri görülmemiş bir Osmanlı devlet adamıydı (Akşin, 1987:175). Kendisine yöneltilen en büyük eleştiri, kendisinin sadaretten çıktıktan sonra akşam Beyoğlu’nda yaya dolaşması, tiyatrolara eğlence yerlerine gitmesi (Şıvgın, 2006:8), “piyasa etmesi” ve örneğin meşhur Lebon Pastanesi’nde ya da başka bir yerde sokaktaki vatandaş gibi oturup içmesidir. Paris’te müzikhollerde gezdiği de söylenmiştir. Buna, olaylar karşısındaki soğukkanlılığı, vurdumduymazlık ve umursamazlık olarak yorumlanıp eklenirse, Hakkı Paşa’nın içinde bulunduğu zor durum daha iyi anlaşılır. Bütün bu rahat hareketlerine ve özel hayatındaki sıra dışı yaşantısına karşı yapılan uyarılara kulak vermemesi ve “alışsınlar” demesi de Osmanlı kamuoyunu büsbütün kızdırmıştır (İnal, 1953: 1788; Nasuhoğlu, 2007:227). Hakkı Paşa’nın, o dönem Türkiye’sinin toplum havasına uzak bir hayat süren devlet adamı görüntüsü çizen, artık medenî memleketlerde hoş görülmeyen, bazı garip tavırları göze çarpardı: “Devletin, yerine göre, en önemli bir meselesini evinde halletmeye çalışır; bunu makamında ilgililerle, sorumlularla görüşerek ele almayı düşünmezdi. Bu davranışı devlet işleri karşısında laubalilikle adlandırılır; mesai çıkışında Beyoğlu’nda yaya gezmekten, bunu bir çeşit gösteriş olarak kullanmaktan çekinmezdi. Zaman zaman adi tiyatrolara giderdi. Bütün bunlar ve benzeri haller o dönem Osmanlı kamuoyu tarafından kabul edilmeyen hareketlerdi.” (Simavi, 2004:114-115). İbrahim Hakkı Paşa ilmi, siyaseti ve şahsiyeti ile “nev-i şahsına münhasır” bir zât idi (Tanîn, 1334:2). O, sadrazamlığı sırasında bir idareci olarak yetersizliğine rağmen, Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş önemli ilim adamlarından biri idi. Dönemin 6 İbrahim Hakkı Paşa’nın öğrencilerinden olan Suphi İleri, Paşa hakkında şu değerlendirmede bulunur: “Hakkı Bey, derslerini bize birçok “mesela”larla anlatmak metodunu şöyle takip ederdi: - Mesela efendiler, iyi bir kaymakam iyi bir mutasarrıf olamaz, iyi bir mutasarrıf iyi bir vali olamaz, iyi bir vali iyi bir dâhiliye nâzırı olamaz ve iyi bir dâhiliye nâzırı da iyi bir sadrazam olamaz. Zavallı hocamız da bu kuralla, kendisi iyi bir müderris olduğu hâlde iyi bir nâzır, iyi bir elçi ve iyi bir sadrazam olamamıştı. Fakat merhum, pekiyi hoca idi ve benim neslimi Kemalizm inkılâbına pekiyi hazırlamıştı. Onun ihtirazane derslerini, “yani” lerini, “mesela” larını hiçbir vakit unutamadık.” (bk: Pakalın, 2008: 145). 83 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati üniversite hocalığından sadrazamlığa kadar yükselmiş, kısacası devletin bütün kademelerinde görev almış bir kişi idi. İsmail Hâmi Danişmend’in dediği gibi “Mekteb-i Mülkiye’den mezun olmuş yegân sadrazam, İbrahim Hakkı Paşa’dır.” (Danişmend, 1972:99). 3.Bürokratik Görevleri İbrahim Hakkı Paşa, ilk memuriyetine 27 Ağustos 1882’de Hariciye Nezâreti Tahrirât Kaleminde maaşsız stajyer memur olarak başlamıştır. On bir ay kadar bu görevinde kalmış ve kendisine salise rütbesi verilmiştir (DH. SAİD,0183/0100; Pakalın, 2008:136; İnal, 1953:1763). İbrahim Hakkı Paşa’nın genç yaşta Hariciye Nezâreti’nde göreve getirilmesi, büyük bir şaşkınlık yarattığı gibi aynı zamanda büyük bir öneme de sahiptir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde o zamana kadar bu gibi görevlere yabancılar getiriliyordu. İbrahim Hakkı Paşa’nın bu göreve getirilmesi Osmanlı Devleti’nin kendi uzmanlarını yetiştirebileceğinin heyecan verici bir delil olarak görülmeye başlandı (Findley, 1996:210). 2 Eylül 1883 tarihinde Hariciye Nezâreti Tahrirât Kalemi Memurluğundan 800 kuruş maaşla Mabeyin-i Hümâyûn Tercümanlığına nakil olmuştur (DH. SAİD,0183/0100; Pakalın, 2008:136; İnal, 1953:1763; Çankaya, 1954:54; Zekeriya Kurşun, 2000:311). Burada asıl görevi, Sultan II. Abdülhamit’in okuması için seçilen cinayet romanlarını çevirmekti (Findley, 1996:209). İbrahim Hakkı Paşa 1894 tarihinde Meclis-i Sıhhiyye Üyeliğine atanmış ve görevine 12 Ağustos 1894’te istifasına kadar devam etmiştir (BEO, 454/33977). Bu görevine ilaveten Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirliğine de tayin edilmiştir(DH. SAİD,0183/0100; İ.HR. 345) İbrahim Hakkı Paşa, Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında siyasî, hukûkî ve malî konularda birçok komisyonlarda görev almıştır. Kısaca, Osmanlı Devleti’nin son döneminde hukukî ve siyasî tartışmalı konularla ilgili ne kadar komisyon kurulmuşsa hemen hemen hepsinde Osmanlı Devleti’ni temsilen yer almıştır (Güneş, 1997:691). Meşhur kâşif Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinin 400’üncü senesinde kâşifin ismini tebcil için 1893 yılında Chicago şehrinde uluslar arası bir sergi düzenledi (Alkan, 1997:206). Bu sergiye Osmanlı Devleti adına Serkomiser olarak İbrahim Hakkı Paşa görevlendirildi (DH.SAİD,0183/0100; BEO,172; Chicago Sergisi, 1893:15; Yıldız, 2001:142). Sultan Abdülhamit Devlet-i Âlîye’nin bu sergide iyi bir şekilde temsil edilmesini istiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’nın “Hasta Adamı” olarak nitelendirildiği bu yüzyılda, Sultan II. Abdülhamit, bu anlayışı silmek amacıyla fuara katılmak istiyordu. Bu amaçla bir komisyon kuruldu ve tam yetkili olarak İbrahim Hakkı Paşa ve yardımcılığına ise Fahri Bey görevlendirildi (Sevinç, 2000:21-30). Batı’nın gözünde sadece folklorik özelliği olan bir ülke olarak görülmesini istemeyen Sultan Abdülhamit, sergiye katılarak Osmanlı Devleti’ni; ilerleyen, kalkınan, bilim ve 84 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 teknolojiye açık bir ülke olarak hâlâ var olduğunu göstermek istemiştir (Armağan, 2006:207). İbrahim Hakkı Paşa, 29 Nisan 1895 tarihinde Rumeli Şimendifer tahvilatı hakkında inceleme yapmak maksadıyla oluşturulan komisyonda ve Beyrut Rıhtımı ile ilgili olarak imzalanan sözleşmede Bâb-ı Âli Hukuk Müşâviri olarak görevlendirildi (HR. HMŞ. İŞO, 181/70; BEO, 610/45682). 06 Mart 1896 tarihinde Cebel-i Düruz’un ıslâh-ı ahvâli için oluşturulan heyette görev aldı (BEO, 810/60679). İbrahim Hakkı Paşa, 3 Mart 1897 senesinde hususi görevle Bulgaristan’a gönderildi. 2 Nisan’da Bulgaristan Prensi ile bir görüşmede bulunmuştur (A.MTZ, 41/48; A.MTZ, 42/48). Rusya tebaasına verilecek tazminat faizinin ve tebaa iddialarının tetkiki için, ayrıca Kosova valisi hakkında şikâyetleri incelemek üzere oluşturulan heyette de görev aldı. İbrahim Hakkı Paşa 16 Mart’ta bu sefer Hâriciye Nezâreti bünyesinde “Ecnebi İşlerini Tedkik ve Takibi” için oluşturulan komisyon başkanlığına getirilmiştir (Y.A.HUS, 369/21). İbrahim Hakkı Paşa, 1898 Ocak ayında suçluların iâdesi, tâbiiyet ve konsolosluk müzakereleri için Yunanistan’a gönderilen heyette yer almıştır (DH. SAİD,0183/0100). 08 Eylül’de ise Osmanlı Devleti ile yabancı devletler ile yapılan ticaret ve vergilerin incelenmesi için dâimi bir komisyon teşkil edilmiş ve bu komisyonun başkanlığına İbrahim Hakkı Paşa atanmıştır (BEO, 1191/89307). 16 Aralık’ta İtalyan Hükûmeti tarafından gönderilen davet yazısında, “Anarşistlere Karşı Cemi’yyet-i Beşeriyeyi Müdafaa İçün Beyne’d-düvel Konferansı” adı altında Roma’da bir konferans düzenleneceği bildirilmiştir (YA.HUS,393/5).Bu uluslararası konferansa Osmanlı Devleti’nin yanı sıra, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Macaristan, Belçika, İsviçre, İsveç, Danimarka, Norveç, Portekiz, Felemenk, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan hükûmetleri katılmıştır. Osmanlı Devleti’ni Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirlerinden Nuri Bey ile birlikte İbrahim Hakkı Paşa temsil etmişlerdir (BEO,1229/92126). İbrahim Hakkı Paşa, 23 Şubat 1900 tarihinde bazı tahkikat için Üsküp’e Bâb-ı Âli Hukuk Müşâviri olarak gönderilmiştir (BEO, 1445/108371). 16 Temmuz’da İzmir-Alaşehir hattının hâsılatı hakkındaki ihtilafı incelemek üzere görevlendirilmiştir. Aynı yıl 25 Ağustos’ta Sırbistan ve 6 Eylül’de Romanya ticaret antlaşmalarının müzakerelerine katılmıştır. 1902’de Şark Demiryolları Kumpanyasıyla ihtilaflı maddelerin tetkikine memur edilmiştir. Yunanistan Konsolosluğuna ait bir meselenin görüşülmesi için İzmir’e gitmiştir. Temmuz 1904’te Tecdid-i Mu’ahedat-ı Tüccariye Komisyonu azalığında bulunmuştur (DH. SAİD,0183/0100; İnal, 1953:1764). 1904 senesinde Bulgaristan’la yapılan antlaşma maddelerinin tatbikini takip ve Bulgaristan’daki müftülerle hukûkî vakfiyenin temini ve suçluların iadesi komisyonunda bulunmuştur (AMTZ,153/6). İbrahim Hakkı Paşa 04 Şubat 1908 tarihinde Bulgaristan’a 85 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati tekrar gönderilmiştir. Burada devletlerarası anlaşmazlıkların çözümü, patent resminin müzakerelerine katılmıştır. 05 Aralık 1905 tarihinde Pul Nizâmnamesi’nin değiştirilmesi için oluşturulan komisyonun başkanı Hicaz’a gittiği için komisyonun en kıdemli üyesi olarak İbrahim Hakkı Paşa komisyon başkanlığına getirilmiştir (BEO, 2714/203482). 1907’de Şark Demiryolları Kumpanyası ile ilgili ihtilaflı maddeleri görüşmek üzere Paris’e gönderilmiştir. 11 Nisan 1908’de Beyrut Rıhtım Şirketi ile ihtilafı tetkik için görevlendirilmiştir (DH. SAİD,0183/0100). 4.Hocalığı ve Verdiği Dersler 21 Aralık 1886 tarihinde 800 kuruş maaşla Mekteb-i Hukûk’ta Tarih muallimliğine tayin oldu. Temmuz 1887 tarihinde Tarih derslerine ilâveten Hukûk-ı Siyasî derslerine girmeye başladı. 1893 tarihinden itibaren Mekteb-i Hukûk’ta Hukûk-ı İdâre ve Hukûk-ı Düvel derslerini verdi (Maârif Salnamesi, 1312:579). 3 Nisan 1888’de Hamidiye Ticaret Mektebi’nde Hukûk-ı Ticaret ve İlm-i Servet derslerine de girmeye başladı. Maaşı 400 kuruş zam yapılarak 1200 kuruşa çıkarıldı. Eylül 1889’da maaşından 200 kuruş tenzil edildi. Ekim 1891 tarihinde yalnız Hukûk-ı İdâre derslerine girmeye başlamış ve maaşı 600 kuruşa indirilmiştir. 9 Ocak 1894 tarihinde İrade-i seniye ile Hukûk-ı Düvel dersi de ilave edilmiştir ve 500 kuruş zam yapılarak maaşı 1400 kuruşa çıkarılmıştır (DH. SAİD,0183/0100; MF. MKT, 1036/69).7 Mekteb-i Hukûk ve Hamidiye Ticaret Mektebinde ders vermeye başlamasıyla birlikte hukuk ve tarih konuları başta olmak üzere çeşitli kitaplar yayımlamaya başladı. Bu eserler daha çok ders kitapları mahiyetindeydi. Eser ders kitabı olarak yayınlanmasına rağmen hukuk alanında neredeyse hiçbir Osmanlıca eserin olmadığı bir zamanda büyük bir önem taşımaktaydı. Bu sebeple bu eser yalnız öğrencilerinin değil genel Osmanlı okurlarının da takdirini topladı (Findley, 1996:210). Tarih ve hukuk dersleri hocalığında bulunurken diğer taraftan da çeşitli konularda layihalar hazırlamıştır. 1890’da “1877 Tarihli Dersaadet Belediye Kanunu” ile ilgili olarak bir layiha hazırlamış ve Belediye Kanununda gördüğü eksiklikleri ve bunlarla ilgili çeşitli çözüm önerileri sunmuştur(YEE, O7/15/7). İbrahim Hakkı Paşa’nın yayınladığı eserlerinin en iyileri hukuk kitaplarıdır. Hukuk kitaplarını kendi eğitimi ve yararlandığı Fransız hukuk araştırmalarını düzenlemesi doğrultusunda kaleme almıştır. Bu eserler bireyleri ilgilendiren özel hukukun tersine, daha çok devleti ilgilendiren kamu hukuku alanına aittir (Findley, 1996:215). Sultan II. Abdülhamit döneminde tartışılmasına izin verilen kamu hukuku ile özel hukuk arasında yer alan ceza hukuku ile ilgilenmiş, Abdülhamit döneminin tehlikeli bir alanı olan anayasa hukuku üzerinde pek durmamıştır (Findley, 1996:215). 7 İbrahim Hakkı Paşa’nın Hukûk-ı İdâre ders notları kitap haline getirilmiştir (Hukûk-ı İdâre, Karabet Matbaası, İstanbul, 1308). Bu ders kitabı ülkemizde bilinen ilk İdare Hukuku kitabı olarak kabul edilmektedir (Bk. Akıllıoğlu, 1983: 56–69). 86 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 İbrahim Hakkı Paşa’nın özellikle Hukûk-ı İdâre (2 Cilt), İstanbul 1308 (1892) adlı eseri kamu maliyesine ilişkin çalışmasıyla birlikte kapsamlı bir bilimsel inceleme niteliğindedir. Eser, Fransız tarzındadır. Kitap, Devlet kurumlarıyla özel kişiler arasındaki davaları ve idare hukukunun uyuşmazlıklarını oluşturur. Kanun ve nizamnamelerin daha sistematik bir şekilde yayınlanmadığı bir zamanda Türkçe bir kitabın olmadığı bir dönemde bu eser, İbrahim Hakkı Paşa’nın bulunduğu görevde ortaya koyabileceği olağanüstü önemde bir katkı olarak kabul edilmelidir (Findley, 1996:217). İbrahim Hakkı Paşa’nın bu eseri ülkemizde İdare hukuku alanında yazılmış ilk kitap olma özelliğini taşımaktadır. Avrupa’da İdare hukuku dersleri İbrahim Hakkı Paşa’nın yazdığı tarihten yüz yıl kadar önce başlamış ve bu hesaba göre ülkemizde İdare hukuku dersinin verilmeye başlaması yüz yıl, Avrupa’da ise iki yüz yıl kadar önce olmuştur (Akıllıoğlu, 1983:56-69). İbrahim Hakkı Paşa’nın kaleme aldığı diğer kitapları şunlardır: Medhal-i Hukûk-ı Beyneddüvel, İstanbul 1303 (1887), Tarih-i Hukûk-ı Beyneddüvel, İstanbul 1303 (1887), Tarih-i Umûmi, (3 Cilt), İstanbul 1305 (1889), Küçük Osmanlı Tarihi, 1305 (1890), Muhtasar İslâm Tarihi, İstanbul 1308 (1892)(Azmi Bey ile beraber), Mukaddime-i İlm-i Hukûk, İstanbul 1319 (1903). İbrahim Hakkı Paşa idarî ve ilmî alanda etkin olduğu Osmanlı Devleti’nin son döneminde liberal ve hürriyetçi kişiliği ile Batı kültürünü kavramış bir şahsiyetti. İbrahim Hakkı Paşa’nın nâzırlık ve sadrazamlık yaptığı II. Meşrûtiyet, fikir olarak Osmancılık, İslamcılık ve Türkçülük düşüncelerini temel almıştı. İslamcılık düşüncesi Mısırlı Prens Said Halim Paşa ile itibar görürken, İbrahim Hakkı Paşa’nın liberal ve batıcı yönleri onun Müslümanlık düşüncesinin dikkate alınmamasına sebep olmuştu. Hatta İbrahim Hakkı Paşa Avrupa’da şapka giyiyor diye tenkit edenlere; “Şapka ile Müslümanlığın ne alâkası var?” diyerek, o dönem düşüncelerine cesaretle karşılık veriyordu (Kutay, (t.y):9681). İbrahim Hakkı Paşa dindar bir insan değildi. Kitapları son derece laik bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Fakat İslam hukukuna ve bu hukukun Kur’an ve hadislerdeki esaslarına ilişkin açıklamalar getirdiğinde hiçbir dindarın karşı çıkamayacağı kadar konuya hâkimdi (Findley, 1996:221). 5.İbrahim Hakkı Paşa’nın Nâzırlık, Sadrazamlık ve Büyükelçilik Görevlerinde Bulunması İbrahim Hakkı Paşa, 1908 Temmuz İnkılâbından bir gün önce kurulan Said Paşa hükûmetinde Maârif Nâzırı olan Haşim Paşa’nın istifa etmesi üzerine Maarif Nâzırlığına getirildi (İ.DUİT, 7/51; Pakalın, 2008:137; Kurşun, 2000:311; İnal, 1953:1765). İbrahim Hakkı Paşa’nın bu ilk nazırlığı 22 Temmuz 1908’den 22 Eylül 1908’e kadar devam 87 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati etmiş, Maârif Nâzırlığı ile birlikte Dâhiliye Nâzırlığını asil-vekil, vekil-asil olarak sürdürmüştür (İ.DUİT, 7/103; Ergün, 1996:173). Sait Paşa’nın 4 Ağustos’ta istifası üzerine 6 Ağustos’ta II. Abdülhamit, hükûmeti kurmak üzere sadrazam olarak Kâmil Paşa’yı görevlendirdi. Kamil Paşa’nın oluşturduğu kabinede İbrahim Hakkı Paşa, önceki kabinede olduğu gibi Maârif Nâzırı olarak yer aldı (Tokgöz, 2012:216; Tanîn, 1324:2). İbrahim Hakkı Paşa, Dâhiliye Nâzırı olarak atanan Sivas Valisi Reşit Âkif Paşa İstanbul’a gelinceye kadar onun yerine Dâhiliye Nazırlığını da vekâleten üstlendi (Türkgeldi, 1987:5). Reşit Akif Paşa’nın sağlık sorunlarını ileri sürerek, istifasını sunması üzerine 24 Ağustos 1908’de İbrahim Hakkı Paşa Maârif Nâzırlığı ile birlikte Dâhiliye Nâzırlığına getirildi (İ.DUİT, 7/103; Şeref, 1334:2-3). İbrahim Hakkı Paşa, Maârif Nezâretinde uyguladığı memur tensikatından dolayı gösterilen tepkiler yüzünden Kâmil Paşa Hükûmetinden istifa etti. Çıkarmak istediği Tensikat Kanunu yüzünden istifa etmek zorunda kalan İbrahim Hakkı Paşa, 12 Ocak 1910 tarihinde sadrazamlığa getirildiğinde de bu kanunu “Adl-i İhsan” Tensikatı olarak tekrar hükümet programına alacaktır (Tural, 2009:103). 15 Aralık 1908’de Roma Büyükelçiliğine atandı (İnal, 1953: 1765). İbrahim Hakkı Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa’nın 28 Aralık 1909 tarihinde sadrazamlıktan istifası üzerine İstanbul’a çağrılmış ve Sultan Mehmet Reşad’ın yayınladığı Hatt-ı Hümâyûn ile 12 Ocak 1910 tarihinde vezâret rütbesi8 ve 25.000 kuruş maaş ve 5.000 kuruş tahsisat ile sadrazamlığa getirilmiştir (DH. DAİD.0183/0100; Takvim-i Vekayi, 1325:1; Tasvir-i Efkâr, 1325:2; Pakalın, 2008:137; Karal, 1996:120). İbrahim Hakkı Paşa’nın sadrazamlığı sırasında İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi ve bu işgal karşısında yeterli askeri ve siyasi tedbirler almaması hatta daha önceki dönemlerde alınan tedbirleri bir şekilde devam ettirmemesi tepkilere sebep olmuş, İtalya’nın işgalinden dolayı gösterilen bu tepkiler karşısında 1 yıl 8 ay 17 gün süren sadrazamlık görevinden 29 Eylül 1911’de istifa etmiştir. İtalya’nın verdiği ültimatom İbrahim Hakkı Paşa ile ilgili bir şâyia da çıkmasına sebep olmuştu. İtalyan Maslahatgüzarının, İbrahim Hakkı Paşa’ya ültimatomu İtalyalı Kont Rubilano Paşa’nın evinde briç oynarken verildiğine dair söylentiler çıkmıştı. Ahmet Reşid Bey kitabında bu olayla ilgili işittiklerini ihtiyatla yazdığını belirtmektedir: “Hakkı Paşanın sadareti zamanı “Ala ala hey” le geçmiş ve son perdede İtalyanların Trablusgarb’a uzattıkları dest-i teaddî bu vodvile facia ile nihayet vermiştir. İtalyan ültimatomuna dair Roma sefaretinden gelen telgraf kendisine, jandarma tensikı için Türkiye hizmetine alınmış olan, İtalyan generalinin evinde briç oynamakla meşgul iken getirilmiş; oyuna devam etmek için zarfı açıp okumamış. Nihayet, galiba işten haberdar olan, generalin refikasının israrile zarfı açarak hakikat-ı hâli öğrenmiş. İşittiğim bu vakıa, teseyyüp ve ihmalin pek ileri bir derecesini gösterdiği için, fakat kayd-ı ihtiyat ile 8 Duyun-ı Umumiye müdürlüğünden emekli Rauf Bey, İbrahim Hakkı Paşa’nın sadrazam olması üzerine şu beyti kaleme almıştır: “Sanırım sadr-ı cedid, sadra şifa-bahşadır, Aldı hakkıyla vezaret beğimiz, paşadır.”(Bk. İnal, 1953: 1766). 88 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 zikrediyorum.”(Rey, 1945:123). Ahmet Reşid Bey’in bu yazdıklarını İbnülemin Mahmut Kemal değerlendirirken, İbrahim Hakkı Paşa gibi zeki ve muktedir bir zata bunları söylemeye razı olmadığını eğer doğru ise Paşa’nın gaflet ve ihanet içinde olduğunu belirtir: “Hakkı Paşa gibi zeki ve muktedir bir zate isnad etmeğe gönlümüzün razı olmadığı bu vak’a “hakikate müvafık ise fecaatini “teseyyüb ve ihmal” kelimeleri tarif edemez. Bu, her şeyden evvel birkaç suretle vazifeye ihanet ve devlet ve millete karşı fart-ı gafletle karışık- hiyanet ad olunmak zaruridir.” ( İnal, 1953:1773). Mabeyn Müşâviri olan ve aynı zamanda İbrahim Hakkı Paşa’yı yakından tanıyan Lütfi Simavi, “Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim” adlı eserinde bu konunun aslı esası olmayan bir yalan olduğunu belirterek, bu açıklamasını vicdani bir görev olarak ifade ederek şöyle yazmaktadır: “Mevzu ile alâkalı bir hususu da şurada belirtmeyi bir vicdan vazifesi saymaktayım, İtalya’nın ültimatomunun halk arasında yayılmasından sonra ortalığa şöyle bir şaiya atılmıştı: Güya o gece Hakkı Paşa ki İtalyan dostu sayılırdı, sadrazamlığa Roma sefirliğinden gelmişti, İtalyalı Kont Rubilano Paşa’nın evinde bu adamla kumar oynamakta imiş. Ültimatom kendisine, işte bu kumar masasında iken ve bir İtalyanla kumar oynarken verilmiş imiş. Bu söylentinin hiçbir aslı esası yoktur, kattiyetle yalandır.” (Simavi, 2004:161). İbrahim Hakkı Paşa’nın İtalyan Kont Rubilano Paşa’nın evinde briç oynarken İtalya’nın ültimatomunu aldığına dair söyletiyi 29 Eylül tarihli Tanîn gazetesinde çıkan haber de yalanlıyordu. Tanîn gazetesi: “Dün Sadrazam Hakkı Paşa öğle üzeri Bâb-ı Âli’ye gelmesine müteâkib Bâb-ı Âli’ye gelen İtalya maslahatgüzarı Martino ile mülakat etmişdir. Esna-yı mülakatda maslahatgüzar İtalya Hükûmetinin Hükûmet-i Osmaniyye’ye irsal ettiği ültimatomu tebliğ etmişdir. Martino’nun avdetini müteakib Avusturya Maslahatgüzarı da Sadrazamı ziyaret etmişdir. Sadrazam Paşa bunu müteakib derhâl Mabeyn-i Hümâyûna azimetle vükelâyı telefonla davet ederek tebliğ edilen nota hakkında müzâkerede bulunmuşlardır. Müzâkere gayet uzun ve hararetli devam ettiği cihetle Sadrazam ve Dâhiliye Nâzırı Bâb-ı Âli’ye gelememişlerdir.” (Şıvgın, 2006:45; Tanîn, 17 Eylül 1327:1). İbrahim Hakkı Paşa sadrazamlıktan istifa ettikten bir süre sonra Mekteb-i Mülkiye’de ders vermeye başlamış daha sonra 1913 başında çeşitli antlaşmalar yapmak üzere İngiltere’ye müzakereci olarak gönderilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşlarıyla düştüğü kötü durumdan İngiltere’nin desteğini alarak kurtulabileceği düşüncesi hükûmet çevrelerinde yer almıştı. 23 Ocak 1913 tarihinde hükûmeti tekrar ele geçiren İttihat ve Terakki bu politikayı uygun bulmuştu. İttihat ve Terakki’ye bu siyaseti uygun olduğunu ileri süren İbrahim Hakkı Paşa’dır. İbrahim Hakkı Paşa’ya göre İngiltere’nin yardımı alınmalıydı ve ayrıca İngiltere ile Almanya’nın ortaklaşa hareketleri sayesinde Osmanlı Devleti’ni koruyup kalkındıracağını söylüyordu (Kurşun, 2000:312). Osmanlı Devleti eğer İngiltere ile anlaşmayı başarabilirse ayrıca şu ekonomik yönleri de kazanmayı amaçlıyordu: Gümrüklerin artırılması, Gümrüklerde tarife usulünün kabul edilmesi, petrol, ispirto ve şeker satışının tekelleştirilmesi, yabancı postalarının kaldırılması, oktruvanın konabilmesi, kapitülasyonların hafifletilmesi ve İngiltere’nin ekonomik yardımının sağlanması (Bayur, 1991:333). Yapılan antlaşmalar I. Dünya 89 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati Savaşının başlaması üzerine uygulanamamış ve İbrahim Hakkı Paşa İstanbul’a geri çağrılmıştır. İstanbul’a geri dönen İbrahim Hakkı Paşa 21 Temmuz 1915 tarihinde bu sefer Berlin’e büyükelçi olarak görevlendirildi (İ.HR,1333:435)9 ve vefatına kadar burada kaldı. İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyükelçisi olarak görev yaparken bu görevine ilâveten 10 Şubat 1917 tarihinde Meclis-i Âyân üyeliğine atandı (İnal, 1953:1782). İbrahim Hakkı Paşa yine Berlin’de bulunurken Almanya İmparatoru II. Wilhelm’in 14 Ekim 1917 tarihinde üçüncü defa İstanbul’a ziyaretinde İmparatora refakat etmek üzere yurda gelmiştir (Kurşun, 2000:313). İbrahim Hakkı Paşa Berlin Büyükelçiliği sırasında 1918 senesinde İttifak devletleriyle Sovyet Rusya arasında imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasında Osmanlı Devleti heyeti içinde yer almıştır. 6. Vefatı İbrahim Hakkı Paşa Berlin’de yakalandığı dizanteriden 8 gün hastanede yatmıştır. Burada Doktor Kravs ve diğer doktorların tedavilerine rağmen 29 Temmuz 1918 Pazartesi günü saat 19.00’da vefat etti (İnal, 1953: 1782). İbrahim Hakkı Paşa cenazesi tahnit edilerek 5 Ağustos 1918 Pazartesi günü Balkan Treni ile İstanbul’a getirildi. Cenazesi Sirkeci İstasyonu’ndan alınarak bir istimbotla Beşiktaş İskelesi’ne getirilmiş ve buradan Sinan Paşa Camii’nde bulunan Neccarzâde Dergâhı’ndaki türbeye konuldu(Sabah, 6 Ağustos 1334:2; Tanîn, 6 Ağustos 1334:1). 6 Ağustos 1918 Salı günü kılınan cenaze namazını müteakip devlet töreni ile Beşiktaş’ta bulunan Yahya Efendi türbesine götürülerek burada defnedildi (Sabah, 7 Ağustos 1334:2). 7. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa Seyahati Sadrazam İbrahim hakkı Paşa 9 Ağustos 1910 tarihinde dinlenmek ve romatizma tedavisi için Avrupa seyahatine çıktı. Bir Osmanlı sadrazamının böyle bir seyahate çıkması tepkilere sebep oldu. İbrahim Hakkı Paşa’nın yakın arkadaşı ve aynı zamanda padişahın Başmabeyincisi olan Lütfi Simavi Bey, Sadrazam’ın bu seyahatini Avrupalı devlet adamlarının dinlenmek ve aynı zamanda siyasi görüşmeler yapmak üzere her sene bir-iki ay resmi izinle gerçekleştirdikleri seyahatlere özenerek yaptığı düşüncesindedir. Lütfi Simavi Bey, İbrahim Hakkı Paşa’yı çok sevip saymasına rağmen onun gerçekleştirdiği bu seyahatin zamanının uygun olmadığını belirterek eleştirmektedir: “Memleketimizde daha hiçbir meselenin lâyıkıyla rayına oturmadığı ve elbirliğiyle geceyi gündüze katarak çalışmamızın lâzım geldiği bir zamanda, devletin en büyük mesuliyetini omuzlarında taşıyan bir sadrazamın, hele bir mecburiyet de mevzubahs değilken, işleri 9 30 Ekim 2012 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan açılışını yaptığı, Türkiye’nin Berlin Büyükelçilik yeni binasının oldu yer, İbrahim Hakkı Paşa tarafından 24 Mayıs 1918 tarihinde Osmanlı mülkiyetine geçirilen Berlin’deki ilk Osmanlı sefaretinin bulunduğu yerdir. 90 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 bir tarafa bırakıp böyle bir seyahate çıkmasına o günlerde hiç de lüzum yoktu.”10 İbnülemin Mahmut Kemal İnal da İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupalı devlet adamlarına özenerek böyle bir seyahate çıktığı görüşündedir. İnal, Avrupalı devlet adamların ülkeleri için yorucu siyasi çalışmalardan sonra yurtiçi veya yurtdışı seyahate çıktıklarını, seyahatleri sırasında ülkelerinin menfaatlerine hizmet edecek görüşmelerde de bulunduklarını ifade ettikten sonra İbrahim Hakkı Paşa’nın seyahatini alaya alarak eleştirmektedir: “Bizim sadr-ı âzamımız da fartı iştigalden ve hal ettiğinice mühim meselelerden(!) Mütevellit teabi dimağının ve zaafı bedeninin(!) tedavisi içün istirahata lüzum görmüş olacak ki Avrupa’dan geleli henüz altı ay olduğu halde –tebdili hava vesile-i bi manasile- yine Avrupa’ya yürümüştür.” (İnal, 1953:1770). Fakat İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa seyahatinin yersiz olduğuna dair bu görüşlere rağmen basında Sadrazamın seyahat esnasında önemli görüşmelerde bulunacağına dair haberler de yer alıyordu. Sabah gazetesi, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa’ya yapacağı seyahatte Girit meselesi ile ilgili görüşmeler yapacağını bildiriyordu. Gazetenin haberine göre İbrahim Hakkı Paşa, Girit meselesiyle ilgili olarak dört devletle bir görüşme yapacak, sonra Almanya ile birlikte Avusturya-Macaristan ile de görüşecekti (Sabah, 1 Temmuz 1326:1). 11 Temmuz 1910 tarihli Tanîn Gazetesinde ise Fransa ile Rusya dışişleri bakanlarının Ağustos ayı içinde bir görüşme yapacakları, bu görüşmenin olacağı zaman Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa’ya seyahat edeceği ve bu seyahati esnasında Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Kont Aehrenthal ile Marienbad’da bir görüşmede bulunacağı bildiriliyordu (Tanîn 3 Temmuz 1326:2). 11 Tercüman-ı Hakikat ise La Turkiya gazetesini kaynak göstererek Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın İngiltere’ye de giderek İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile Girit meselesi hakkında bir görüşme yapacağını yazıyordu (Tercüman-ı Hakikat, 31 Temmuz 1326:3). Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa 9 Ağustos 1910 tarihinde İstanbul’dan Romanya Vapuru ile ayrıldı. Yol güzergâhı olarak önce Köstence limanına oradan Romanya Sinaia’ya uğrayacaktır. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa Romanya’dan sonra Avusturya’ya geçecektir (İkdâm, 28 Temmuz 1326:2; Tanîn, 28 Temmuz 1326: 1). Avrupa seyahati hakkında Viyana sefaretine resmi yazının gönderildiği bildiriliyordu (Tanîn, 19 Temmuz 1326:2; Terüman-ı Hakikat, 27 Temmuz 1326). Sadrazam’ın seyahatte bulunduğu sırada yerine Şeyhülislam’ın vekâlet edeceği hükûmet işlerinin takibini ise, Adliye Nazırı Necmeddin Bey’in yürüteceği bildiriliyordu (Tanîn, 27 Temmuz 1326). Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa 10 Ağustos’ta Köstence’den Bükreş’e geçmiş ve 11 Ağustos’ta Romanya Kralı Carolile görüştükten sonra Viyana’ya hareket etmiştir (Tanîn, 30-31 Temmuz 1326). 10 İbrahim Hakkı Paşa, Avrupa seyahati sırasında Romanya kralı, Avusturya-Macaristan hariciye nazırıyla ve Fransa’da bazı devlet adamlarıyla görüşmeler yapmasına rağmen Lütfi Simavi Bey bu seyahati siyasi bir lüzum üzerine yapılmadığını belirtir(Bk: Simavi, 2004: 113). 11 Bir gün sonraki Tanîn’de İbrahim Hakkı Paşa’nın yakında seyahate çıkacağını ve Avrupa kabinelerini ziyaret edeceğini bu seyahatinde tedavi için Marinbad’a da uğrayacağını burada Avusturya-Macaristan hariciye nazırı ile de bir görüşme yapacağı tekrarlanıyordu(Bk. Tanîn, 1326:2). 91 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Hariciye Nazırı ile görüşecek olması Avrupa basınında yankı bulmuş ve yapılacak görüşme hakkında çeşitli yazılar yayınlanmıştır. Fransa basını bu ziyarete fazla bir önem verilmediğini belirtiliyordu. Tanîn gazetesi, Fransa basınındaki bu genel görüşü şöyle yansıtmaktadır: Sadrazam Hakkı Paşa’nın yaptığı bu seyahatle Türkiye’nin mevcut siyasetinde hiç bir değişiklik yapamayacağını, Türk Hükûmeti’nin şimdiye kadar edindikleri tecrübeye göre kendilerine, “maddeten ibrâz-ı samimiyet ve menâfi′ etmiş olan devletleri” gücendirmeyeceğinin bilincinde olduğu ifade ediliyordu. Bu sebeple seyahatte İbrahim Hakkı Paşa’nın yapacağı görüşmelerin diğer devletlerle olan ilişkilere zarar vermemesine dikkat etmesi gerektiği vurgulanıyordu (Tanîn, 1 Ağustos 1326). Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, 13 Ağustos akşamı Viyana’ya gelmiş ve ertesi gün Viyana’da Sefir Mustafa Reşit Paşa ile birlikte şehri gezerek tiyatroya gitmiştir (Tanîn, 3 Ağustos 1326). Viyana’dan Marienbad’a geçerek burada Avusturya-Macaristan Hariciye Nâzırı Kont Aehrenthal ile bir görüşme yapacaktır. İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da yapacağı görüşme ile ilgili Tanîn Gazetesi, Avusturya gazetelerinden Neu Free Presse’de yayınlanan bir makaleyi iktibas ederek Avusturya kamuoyunun görüşme ile ilgili bakışını aktarmaktadır. Bu makaleye göre, İki ülke arasında başlayan dostluğun daha da kuvvetleneceği ve bu görüşmede her iki devlet adamının siyasî konuları gündeme alarak Türkiye ve Avusturya-Macaristan devletlerinin ortak çıkarlarını görüşeceği bildiriliyordu (Tanîn, 4 Ağustos 1326). Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ile AvusturyaMacaristan Hariciye Nazırı görüşme esnasında çeşitli konuları ele alacaklarını bu konular arasında özellikle Girit meselesi, Makedonya meselesi, Osmanlı gümrüklerinde alınan % 8 verginin % 11’e yükseltilmesinden sonra tekrar artırılmaya çalışılması ve kapitülasyonların kaldırılması ifade edilmektedir. İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da sadece Kont Aehrenthal ile görüşme yapmayacağı ayrıca Sırbistan Başvekili ve Hariciye Nâzırı ile de görüşeceği belirtiliyordu (Tanîn, 4 Ağustos 1326). Tanîn, İbrahim Hakkı Paşa’nın Kont Aehrenthal ile yapacağı görüşmeden önce Avrupa basınındaki değerlendirmeleri aktarmaktadır: “Şu son on beş gün içinde Hükûmet-i Osmaniye’nin Avusturya-Macaristan ve Almanya ile bir ittifâk-ı siyasî ve askerî akdine mütemâyil bulunduğuna delâlet edecek hiç bir hâdise tevellüd etmemiştir. Bu münâsebetle yine tekrar ederiz ki Hükûmet-i Osmaniye’nin düvel-i muazzamadan biri yahut bir kaçıyla bir ittifâk-ı siyasî akd etmemesinde pek büyük menâfi′ mevcuttur. Avusturya-Macaristan ve Almanya ile nasıl münâsebât-ı samimiyyede bulunacak ise Rusya, İtalya, Fransa ve İngiltere ile de öyle münâsebâtta bulunmasında pek büyük faideler mecvuttur.” (Tanîn, 5 Ağustos 1326). İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da Avusturya Harice Nazırı Kont Aehranthal ile yaptığı görüşme Osmanlı Devleti’nin İttifak devletlerine yakınlaşması olarak görülmesine, Alman basınında bu değerlendirmenin yanlış olduğu, İbrahim Hakkı Paşa ile Kont Aehranthal arasında yapılan görüşmede Türkiye’nin Üçlü İttifak’a girmesinin konuşulmadığı belirtiliyordu. Osmanlı Devleti’nin herhangi bir ittifaka girmeyeceği ifade edilerek: “Hükûmet-i Osmaniyye’nin en büyük istifadesi elyevm mevcûd olan hey’et-i müttefika-i düveliyyeden hiç birisine intisab etmeyerek şimdiye kadar ta’kib eylemekte bulunduğu umûm devletlerle hoş geçinmek, 92 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 hüsn-i münasete bulunmak politikasında devam etmektir.” (Tanîn, 6 Ağustos 1326). Osmanlı Devleti’nin herhangi bir üçlü gruba dâhil olmasının siyasî ve iktisadî sıkıntılara neden olacağı, bu yüzden böyle bir tercih yapmaktan kaçınmasının daha faydalı olacağı ifade ediliyordu. Bir başka değerlendirmeye göre ise İbrahim Hakkı Paşa ile Kont Aehranthal arasında yapılan görüşmenin tesadüf olmadığı vurgulanıyordu. İki ülke devlet adamlarının bu görüşmesi Bosna-Hersek’in ilhakından sonra ilk defa yapıldığına dikkat çekiliyordu. Bu değerlendirmeye göre Avusturya, Türkiye aleyhine bir genişleme siyaseti takip etmiş olsaydı, özellikle Avusturya’nın Arnavutluk isyanına karışma gibi bir politikası olsaydı, İbrahim Hakkı Paşa’nın böyle bir görüşmeye yanaşmayacağı ifade ediliyordu (Tanîn, 15 Ağustos 1326). Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avusturya Hariciye Nazırı ile yaptığı görüşme İtalya’da da dikkatleri çekmiş ve İbrahim Hakkı Paşa’nın daha İtalya’da elçi olarak bulunduğu sırada Avusturya’ya yakınlığına dikkat çekilmiştir. Hakkı Paşa’nın sadârete tayininden önce Roma’da verdiği bir mülakatta Avusturya hükûmeti hakkında olumlu konuşması İtalya’da dedikodulara sebep olmuştu. Çünkü Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhak etmesinin etkisi hala geçmemiş olduğu halde İbrahim Hakkı Paşa’nın Avusturya hakkındaki bu görüşleri Osmanlı Devleti’nin değil İbrahim Hakkı Paşa’nın şahsi fikirleri olarak algılanmıştı. Fakat şimdi Marienbad görüşmeleriyle bu düşüncenin Osmanlı hükûmetinin de görüşü olarak algılanmasına sebep olmuştu (Tanîn, 19 Ağustos 1326). İbrahim Hakkı Paşa Marienbad’dan sonra Viyana’ya gideceği, buradan Berlin ve Paris’e geçeceği belirtiliyordu. İstanbul’dan yapılan açıklamaya göre Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Paris’te Girit meselesi ve Fransa’dan talep edilen istikrâz için görüşmelerde bulunacaktı (Tanîn, 20 Ağustos 1326). İbrahim Hakkı Paşa, Paris’te Fransa Hariciye Nâzırı Mösyö Pichon ile bir görüşme yaptı. Görüşmede istikrâz konusu ele alınmış ve Fransa Hariciye Nâzırı istikrâzla ilgili olarak Fransa’nın kendi menfaatini düşüneceğini belirterek şöyle denmiştir: “Fransa Hükûmeti yeni istikrâz tahvîlâtının Paris borsasınca kabulüne ancak Hükûmet-i Osmaniyye’nin irâe edecek te’minâtın kavî esaslara müstenid olduğu ve Fransa âlem-i iktisadiyesinin emniyetini ihrâz edebildiği takdirde muvafâkat eyleyecektir.” (Tanîn, 24 Ağustos 1326). Eğer Fransa’yı tatmin etmeyecek bir teminat olursa istikraz görüşmelerinden vazgeçileceği belirtmiştir: La Journal Gazetesi 7 Eylül tarihinde İbrahim Hakkı Paşa ile yapılan bir mülakatı yayınladı. İbrahim Hakkı Paşa bu mülakatta Girit meselesi, istikraz ve ittifak konularıyla ilgili görüşlerini belirtiyordu; “Hükûmet-i Osmaniyye Girit meselesinde Girit mebuslarının Yunan Meclis-i Millîsi müzakerâtına iştirak etmelerine hiç bir suretle müsaade etmeyecektir. Şahsım itibarıyla düvel-i hâmiyenin hukûk-ı meşruiye-i Osmaniyeye karşı bir tecavüz veya şiddette bulunacağını zannetmem. Esasen Girit meselesinin suret-i katiyyede hal olunması da pek uzak değildir. İstikraz meselesine gelince, Hükûmet-i Osmaniyye bu husûsta Osmanlı Bankası’nın muavenetine arz-ı iftikar etmek istemiyor. Maliye Nâzırı bu babdaki müzâkerâtı o derece haysiyet ile icra eylemiştir ki Fransa’nın bundan hiç bir 93 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati suretle âdem-i hoşnudu beyan etmeğe hakkı olamaz. Osmanlı Bankası’nın tevsiti meselesiyle istikraz te’minatı hakkında bu kadar söz söylenmesinin sebebini bir türlü anlayamıyorum. Bu istikraz meselesinde son sözü söyleyebilmek hakkı Osmanlı Meclis-i Meb’ûsanına ait olacaktır. Hükûmet-i Osmaniyye’nin ittifâk-ı müsellese dâhil olup olmayacağı meselesine gelince bu babda sizi te’min ederim. Hükûmet-i Osmaniye münasebât-ı beyneddüveliyede hâiz olduğu istiklâl-i tammı bâdemâ dahi muhafaza eylemek niyetindedir.” (Tanîn, 27 Ağustos 1326). İbrahim Hakkı Paşa, 1 aydan fazla süren Avrupa seyahatinden 29 Eylül 1910 tarihinde İstanbul’a dönmüştür. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, dinlemek ve romatizma tedavisi görmek üzere Marienbad kaplıcalarına gitmiş ve bu seyahati esnasında Avrupa’da çeşitli devlet adamlarıyla görüşmelerde bulunmuştu. Özellikle Avusturya Hariciye Nazırı ile görüşmesi Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletlerine yakınlaşması olarak algılanmıştır (MMZC, 18 Kanûn-ı Evvel 1326:726). Sonuç İbrahim Hakkı Paşa, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişmiş önemli bir ilim adamıdır. Hakkı Paşa gerek yazdığı eserlerle gerekse yaşantısıyla Osmanlı kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Sadrazamlığa getirilişiyle ülke içinde büyük beklentilerin doğmasına sebep olmuştur. Onun sadrazamlık öncesinde hocalığı, engin bilgisi ve sempatik kişiliği Osmanlı kamuoyunda sevilmesine yol açmış ve başarılı bir sadrazam olacağı inancını doğurmuştur. Fakat teorik olarak sahip olduğu bilgileri sadrazamlığı sırasında karşılaştığı reel politika karşısında kullanmayı başaramamıştır. Bu başarısızlığında onun siyasetin içinde yer almaması ve sahip olduğu kişiliğin etkisi de yer almaktadır. Sadrazamlığı sırasında gerek sivil gerekse askeri kökenli politikacıların güdümünde kalması, başarısızlığın bir başka sebebi olmuştur. Lütfi Simavi Bey’in dediği gibi: “Hiç iyi bir hükûmet reisi olamazdı. Ancak, çok çalışkan ve tecrübe sahibi bir sadrazamın kabinesinde herhangi bir nâzırlığı üzerine alabilir ve yükleneceği böyle bir vazifede hakikaten faydalı olabilirdi.” Vefatı üzerine Tanîn gazetesinde ifade edildiği gibi İbrahim Hakkı Paşa ilmi, siyaseti ve şahsiyeti ile “nev-i şahsına münhasır” bir zat idi(Tanîn, 7 Ağustos 1334). Kaynakça Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) 94 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 Bâb-ı Ali Evrâk Odası Mümtâze Kalemi, (A.MTZ), Dosya no: 41, Gömlek no: 48 Bâb-ı Ali Evrâk Odası Mümtâze Kalemi, (A.MTZ), Dosya no: 42, Gömlek no: 48 Bâb-ı Ali Evrâk Odası Mümtâze Kalemi, (A.MTZ), Dosya no: 153, Gömlek no: 6 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 454, Gömlek no: 33977 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO). Dosya no: 172 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 1229, Gömlek no: 92126 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 1445, Gömlek no: 108371 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 810, Gömlek no: 60679 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 610, Gömlek no 45682 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya: 1191, Gömlek no: 89307 Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya: 2714, Gömlek no: 203482 Dâhiliye Nezâreti Sicill-i Ahvâl İdâre-i Umûmîyyesi, (DH. SAİD).0183/0100 Dosya Usûlü İrâdeleri, (İ.DUİT), Dosya no: 7, Gömlek no: 51 Dosya Usûlü İrâdeleri, (İ.DUİT), Dosya no: 7, Gömlek no: 103 Hariciye Nezâreti İrâdeleri, (İ.HR), Dosya no: 345 Hariciye Nezâreti Hukûk Müşâvirliği İstişare Odası Evrâkı, (HR. HMŞ. İŞO), Dosya no: 181, Gömlek no: 70 MF. MKT. 1036.69 Yıldız Tasnifi Sadâret Husûsî Ma’rûzât Evrâkı, (Y.A.HUS), Dosya no: 369, Gömlek no: 21 Yıldız Tasnifi Sadâret Husûsî Ma’rûzât Evrâkı, (Y.A.HUS), Dosya no: 393, Gömlek no: 5 Yıldız Esas Evrâkı Analitik Envanteri, (YEE) Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, MMZC, 18 Kanûn-ı Evvel 1326, Dev.: I, İçt.Sen.: İ.: 20, C.: 2 Gazeteler Chicago Sergisi, 1 Haziran 1893 İkdâm, 28 Temmuz 1326 Sabah, 21 Kanûn-ı Evvel 1325 Sabah, 1 Temmuz 1326 Sabah, 6 Ağustos 1334 Sabah, 7 Ağustos 1334 Servet-i Fünûn, Sayı: 1404, 1334 Takvim-i Vekayi, 31 Kanûn-ı evvel 1325 95 M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati Tanîn, 25 Temmuz 1324 Tanîn, 3 Temmuz 1326 Tanîn, 4 Temmuz 1326 Tanîn, 19 Temmuz 1326 Tanîn, 27 Temmuz 1326 Tanîn, 28 Temmuz 1326 Tanîn, 30 Temmuz 1326 Tanîn, 31 Temmuz 1326 Tanîn, 1 Ağustos 1326 Tanîn, 3 Ağustos 1326 Tanîn, 4 Ağustos 1326 Tanîn, 5 Ağustos 1326 Tanîn, 6 Ağustos 1326 Tanîn, 7 Ağustos 1334 Tanîn, 15 Ağustos 1326 Tanîn, 19 Ağustos 1326 Tanîn, 20 Ağustos 1326 Tanîn, 24 Ağustos 1326 Tanîn, 6 Ağustos 1334 Tasvir-i Efkâr, 30 Kanûn-ı evvel 1325 Terüman-ı Hakikat, 27 Temmuz 1326 Terüman-ı Hakikat, 31 Temmuz 1326 Yakın Tarihimiz, II. cilt, Sayı: 17, 21 Haziran 1962 Yeni Mecmua, Sayı: 58, 22 Ağustos 1918 Kitap ve Makaleler Adıvar, A.A.1968. “İbrahim Hakkı Paşa”, İA, 5/II, İstanbul. Akıllıoğlu, T. 1983. “Hukuku İdare Üzerine”, TOAİD, Cilt 16, Sayı 2, Haziran. Akşin, S. 1987. Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul: Evrim Matbaacılık. Alkan, A.T. 1997. Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hâtıraları, İstanbul: İletişim Yayınları. Armağan, M. 2006. Abdülhamit’in Kurtlarla Dansı, İstanbul: Ufuk Kitap. Bayur, Y. H. 1991. Türk İnkılâbı Tarihi, II. cilt III. Kısım, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Çankaya, A. 1954. Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, II. cilt, Ankara. 96 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97 Danişmend, İ. H. 1972. İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, V. cilt, İstanbul: Türkiye Yayınevi. Ergün, M. 1996. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908–1914), Ankara: Ocak Yayınları. Findley, C. V. 1996. Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. Gövsa, İ. A. 1933. Meşhur Adamlar, Hayatları-Eserleri, İstanbul: Yedigün Neşriyat. İnal, İ. M. K. 1953. Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İstanbul: Maarif Matbaası. Karal, E. Z. 1996. Osmanlı Tarihi, IX. cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Kurşun, Z. 2000. “İbrahim Hakkı Paşa (1863-1918)”, XXI. Cilt. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Kutay, C. (t.y) Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, 2. baskı, c. XVI, İstanbul: Alioğlu Yayınevi. Nasuhoğlu, A. M. 2007. Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları. Öztuna, Y. 1969. Devlet ve Hânedanlar Türkiye (1074-1990) 2. cilt, Ankara: Kültür Bakanlığı. Pakalın, M. Z. 2008. Sicil-i Osmanî Zeyli Son Devir Osmanlı Meşhurları Ansiklopedisi, haz: Emine Güldüoğlu, c. VII, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını. Rey, A. R. 1945. Gördüklerim Yaptıklarım (1890–1922), İstanbul: Türkiye Yayınevi. Reşid, A. 1918. “Hakkı Paşa, Bazı Hatıralar ve Mülahazalar”, Sayı: 58, Yeni Mecmua. Sevinç, G. 2000. “Turkısh Partıcıpatıon To 1893 Chıcago Exposıtıon”,The Turkısh Yearbook of International Relations, Ankara University, Vol: XXXI. Simavi, L. 2004. Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, İstanbul: Örgün Yayınevi. Süreyya, M. 1996. Sicil-i Osmanî Yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniyye, haz. Mustafa Keskin v.d, c. II, İstanbul: Sebil Yayınevi Şeref, A. 1334. “Hakkı Paşa”, Servet-i Fünûn, Sayı: 1405. Şıvgın, H. 2006. Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi. Tokgöz, A. İ. 2012. Matbuat Hatıralarım (1888-1914), Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Tural, E. 2009. Son Dönem Osmanlı Bürokrasisi, Ankara: TODAİE Yayınları. Türkgeldi, A. F. 1987. Görüp İşittiklerim, 4. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Uşaklıgil, H. Z. 1965. Saray ve Ötesi Son Hatıralar, İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitapevleri. Yıldız, G. 2001. “Ottoman Participation in World’s Columbian Exposition (Chicago1893)”, İstanbul: Türklük Araştırmaları Dergisi 97 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri DOI NO: 10.5578/JSS.8550 Çiğdem Belgin Dikmen1 Ferruh Toruk2 Geliş Tarihi: 25.06.2014 Kabul Tarihi: 21.11.2014 Özet Göynük fiziksel ve demografik yapıya bağlı olarak değişim yaşamasına karşın günümüze ulaşabilmiş geleneksel konutları ve anıtsal yapıları ile ön plana çıkan özgün bir yerleşimdir. Mevcut durumuyla çok az bozulmuş bir Osmanlı kasabası görünümündeki Göynük Anadolu’da Türk yaşam ve yerleşim kültürünün önemli örneklerinden biridir. Türk evi plan tipolojisine ve mekân kurgusuna uygun olarak biçimlenen ve geleneksel yaşam biçimini yansıtan Göynük evlerinin yaşatılması ve korunması kültür sürekliliğinin sağlanması açısından önemlidir. Bu çalışma Göynük kentsel dokusunda yer alan tescilli geleneksel konutların mekânsal yapısını irdelemeyi ve gelecek nesillerle aktarılarak yaşatılması gereken geleneksel ve tescilli konutların mekânsal özelliklerinin korunmasına yönelik öneriler üretmeyi amaçlanmaktadır. Çalışmanın kapsamında malzeme, yapım tekniği, süsleme ve plan özellikleri açısından 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başına tarihlenen evler yerinde yapılan çalışmalarla değerlendirilmiştir. Çalışmanın yöntemi Göynük evlerinin mekânsal yapısının yerleşim, kat adedi, plan şeması, parsel, iç mekân ve cephe düzeni ile taşıyıcı sistemi açısından irdelenmesidir. Anahtar Kelimeler: Göynük, geleneksel konutlar, mekânsal yapı, koruma önerileri. Spatial Structure and Proposals of Protection of Traditional Houses Göynük Abstract Göynük is a original settlement which has traditional houses with the monumental buildings structures in the foreground from reaching to the present although it lived change depending on the physical and demographic structure. Göynük is one of the most important examples of the culture of life and settlement in Anatolia and within the current situation in a distorted view of Ottoman town. 1 2 Yrd. Doç. Dr., Bozok Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, cbelgin.dikmen@gmail.com Öğr. Gör., Bozok Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, ferruhtoruk@yahoo.com 99 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Turkish house plan is shaped in accordance to the typology of fiction and space, and maintaining and protecting the traditional way of life that reflects the culture of their home Göynük is important to ensure continuity. This study is aiming the spatial structure of the traditional Göynük houses registered in the urban texture, transferred to future generations to preserve the traditional houses is to produce proposals for the protection of the spatial characteristics. Within the context of the study houses which are built in the end of 19. and beginning the 20. Century in terms of material, construction, and ornament and plan specification is evaluated in study field. Method of study is examination of the Göynük houses spatial structure, settlement, flat numbers, schema plan, and lot, interior space and facade organization and structure system. Keywords: Göynük, traditional houses, spatial structure, protection proposals. Giriş Tarihi kentler, sahip oldukları sosyo-ekonomik, kültürel ve fiziksel değerleri ile kültürel mirasımızın önemli unsurlarıdır. İçlerinde barındırdıkları anıtsal ve sivil mimari örnekleri, yaşam alanları ile bu yerleşimler, geçmiş uygarlıkların bilgi ve teknolojisi ile yaşam biçimi hakkında ipuçları içermektedir. Göynük geleneksel konutlar başta olmak üzere, Osmanlı mimarisinin karakteristik unsurlarını ve geleneksel yaşam biçimini günümüze taşıyan önemli Osmanlı yerleşimlerinden biridir. Göynük’te tarihi dokunun büyük ölçüde korunmuş olmasının önemli nedenlerinden biri, yerleşimin Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik ve politik anlamda dinamik bir yapıya sahip olmasıdır. Osmanlı döneminde ulaşım ağı bakımından önemli bir yeri olan, Kurtuluş savaşı sırasında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da önemini koruyan ilçenin konut dokusu bu döneme kadar önemli bir değişim yaşamazken, 1950’lerden itibaren hatalı kentsel politikalar, imar hareketleri, geleneksel konutların yeni sahiplerinin ekonomik gücünün olmayışı, kentsel rantın çekiciliği ve koruma kararlarının uygulama sürecinde karşılaşılan sorunlar geleneksel konut dokusunun bozulmasını ve yok olmasını hızlandırmıştır. Göynük’te bilinçli bir koruma yaklaşımının henüz istenilen düzeye ulaşamadığı söylenebilir. Göynük’ten büyük kentlere yaşanan göçlerin, yapıları olumsuz etkilediği, kent dışına giden ailelerin konutlarını kimi zaman kiraya vermelerinin yapıların kullanımlarında önemli değişikliklere neden olduğu ve büyüklükleri nedeniyle kullanım zorluğu çekilen bazı konutların da birden fazla aileye kiralandığı görülmektedir. Kullanıcı kaynaklı yıpranmanın dışında konutların terk edilerek kendi kaderlerine bırakılmaları da bu kültür varlıklarının yok olmasına neden olmaktadır. Çalışma alanında farklı zamanlarda yapılan imar planları geleneksel Göynük evlerinin ve bu evlerle oluşan kentsel dokunun korunmasına katkı sağlamadığı gibi yıpranma sürecini hızlandırmıştır. Cumhuriyet'in ilanından 100 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 günümüze geçen süreçte kent için 3 ayrı imar planı hazırlanmış ve içerik olarak birbirlerinden çok da farklı olmayan 3 koruma kararı alınmıştır. 1951 yılında yapılan ilk imar plan kararları doğrultusunda İstanbul-Ankara karayolunun (Gazi Süleyman Paşa Bulvarı) kentin içinden geçirilmiş olması geleneksel dokunun büyük ölçüde tahrip edilmesine neden olmuştur. 1976 yılında hazırlanan ikinci imar planı uygulanmamıştır (Erdem 1999:58). 3386, 5177 ve 5226 sayılı kanunlar ile değişik “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkındaki Yönetmelik” gereğince Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 14.05.1983 tarih ve A4373 sayılı kararı, aynı kurulun 17.07. 1987 tarih ve 3511 sayılı, 11.05.1990 tarih ve 1222 sayılı, 11.07.2008 tarih ve 3334 sayılı kararları ile Göynük'te tespit ve tescil çalışmaları yaptırılmış, sit alanı sınırları tespit edilmiş ve koruma amaçlı imar planının hazırlanmasına karar verilmiştir. Kurul tarafından yapılan tespit çalışmaları sonucunda korunması için 7 cami, 3 türbe, 2 hazire, 1 mezarlık, 1 hamam, 1 bahçe, 1 kule, 1 han, 4 çeşme, 12 çınar ağacı, 4 işyeri, 2 konut+işyeri, 3 kamu ve 132 konut olmak üzere 172 kültür ve tabiat varlığı tescil edilmiştir. Kent için hazırlanmış olan üçüncü imar planı, “Göynük Koruma İmar Planı'nı içeren Göynük İmar Planı” 1991 yılından beri yürürlüktedir. Bu çalışmanın amacı yapılan tescil ve envanter çalışması sonucunda Göynük kentsel dokusunda yer alan ve gelecek nesillerle aktarılarak yaşatılması gereken bir değer olarak görülen tescilli geleneksel evlerin mekânsal yapısını irdelemek ve bu evlerin mekânsal özelliklerinin korunmasına yönelik öneriler üretmektir. Çalışma kapsamında Göynük yerleşiminin fiziksel ve demografik yapısı ile tarihsel süreç içerisinde değişim ve gelişim süreci irdelenmiş, yerleşimde kentsel sit sınırı içerisinde tescillenen ve malzeme, yapım tekniği, süsleme ve plan özellikleri açısından 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başına tarihlenen geleneksel evler yerinde yapılan çalışmalarla değerlendirilmiş ve Eylül 2012 tarihinde tarafımızdan fotoğraflanmıştır. Çalışma ile bu kapsamda irdelenen tescilli Göynük evlerinin mekânsal yapısı yerleşim, kat adedi, plan şeması, parsel, iç mekân ve cephe düzeni ile taşıyıcı sistemi açısından irdelenmiş, Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu kararlar doğrultusunda hazırlanan koruma amaçlı imar planları kapsamında tescilli konutların korunması için öneriler getirilmiştir. 101 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri 1.Göynük Yerleşimi 1.1.Fiziksel ve Demografik Yapı Bolu ilinin güneybatısında yer alan Göynük ilçesi doğuda Mudurnu, batıda Sakarya’nın Taraklı, kuzeyde Sakarya’nın Akyazı, güneyde Ankara’nın Nallıhan, Eskişehir’in Sarıcakaya ve Bilecik’in Yenipazar ilçeleri çevrelenmektedir. 143.700 hektar yüzölçümü ile Bolu ilinde merkez ilçeden sonra ikinci büyük ilçe olma özelliğini taşıyan Göynük, Bolu il merkezi (63 km.) ve komşu il merkezleri ile (İstanbul’a 220 km. ve Ankara’ya 230 km.) yakın mesafeli ulaşım kolaylığına sahiptir (Şekil 1, Bolu İli 2011 Yılı Çevre Durum Raporu 2012:2). Göynük’te dağ sıralarının kuzeyden güneye doğru yükselmesi, yerleşimde ormanlık alanların yayılmalarına neden olmuştur. Morfolojik olarak dağlık ve engebeli bir yapıya sahip yerleşimde doğu-batı doğrultusunda Göynük Çayı ve ilçenin güneyinde Sakarya Nehri’nin kollarından olan Çatak Çayı vadileri bu yapının içerisinde yeni vadiler oluşturmaktadır (Tatar 2002:3). Yerleşim, bu vadilerin yamaçlarında, eteklerinde ve dere kenarlarında kurulmuştur. Dağlık bir alanda, kuzeye ve kuzeydoğuya doğru açılan iki vadinin yamaçlarında kurulan Göynük’ün fiziksel yapısının oluşmasında kenti çevreleyen tepeler, vadi yamaçları ve vadilerin ortasından akan dereler nitelik ve nicelik açısından belirleyici olmuştur. Karadeniz iklimi ile İç Anadolu’nun karasal iklimi arasında geçiş karakterinde bir iklime sahip yerleşimde çayır ve mera alanlarının, ormanlık alanlar ile iç içe olduğu görülmektedir. Göynük’te arazinin eğimli ve ormanlık olması tarımsal faaliyetleri kısıtlamaktadır. Engebeli bir yapı sergileyen ilçede ulaşılabilir alanlarda tarım alanları yaratmak amacıyla insan eliyle doğal bitki örtüsü tahrip edilerek açılan kısımlarda kuru tarım yapılırken, diğer alanlarda bozulmuş orman yapısı görülmektedir. Ancak arazinin dik ve dağlık olması tarımın gelişmesini engellemektedir. İlçe nüfusu belirli zamanlarda artma ve azalma eğilimi göstermekle birlikte (TUİK 2012:10, İslam Ansiklopedisi 1944:709), 1870’lerden günümüze çok belirgin farklılık göstermemiştir (Cuinet 1894:392). Yerleşimin fiziksel ve ekonomik gelişim olanaklarının az olması ve yerleşimde genellikle genç nüfusun göç etmesi nedeniyle, Göynük hem ilçe merkezi hem de köyleriyle sürekli nüfus kaybetmektedir (Bolu İli Gelişme Planı Raporu:40). Genç nüfusun göçüne koşut olarak yerleşimde yaşlılık oranı Türkiye ortalamasının çok üzerindedir (TUİK, 2012:15). 102 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 Şekil 1. Göynük ilçesi konum (https://www.google.com.tr, Erişim tarihi: 24.06.2014) 1.2. Tarihsel Süreç İçinde Göynük Göynük’te ilk yerleşimin M.Ö. 1200 yıllarında Frigler tarafından gerçekleştirildiği (Akurgal 1998:265) ve Anadolu’nun kuzeybatısında Eskişehir-Kütahya-Afyon civarlarında devlet kuran (M.Ö. 1200-620) Friglerin doğuya doğru ilerlerken Sakarya nehri, Bartın çayı arasında kalan ve o dönemde Bithynia olarak anılan Bolu ve civarını aldıkları bilinmektedir. Bölgede en eski yazılı belge Frigler’e ait olup, 1966 yılında Göynük’ün Soğukçam (Germenos) köyünde, Asar Tepe’de bulunan ve Frigya’nın kuzey sınırı bölgesinde kuzeyden gelecek tehlikeleri önlemek için kurulmuş bir kale Frig yerleşiminde bulunmuştur (Akurgal 1998:265). Bithynia ile Frig yerleşimi arasında bir geçiş alanı oluşturan Göynük’te her iki uygarlığın izlerini gösterecek eserlere rastlanmaktadır. Bölgede Friglerden sonra siyasi üstünlüğün Lidyalılara geçtiği (M.Ö 620) Bithynia bölgesindeki şehirlerin Lidyalılara bağlanmış olmasından anlaşılmaktadır (Ramsey 1960:264). Lidya Devleti’nin M.Ö. 546 yılında İranlılarla yapılan savaşın sonunda yıkılmasıyla bölgede hakimiyet bir süre Perslerin eline geçmiş, daha sonra Makedonya’lı İskender’in Asya Seferi ile Anadolu’daki Pers hakimiyetine son vermesiyle Göynük de dahil olmak üzere bölge M.Ö. 279 ve M.Ö. 74 yılları arasında kısa sürede olsa tekrar Bithynia Krallığı’nın hükümdarlığına girmiştir. M.Ö. 74 yılında Romalıların hâkimiyetine geçen Göynük’te Himmetoğlu Köyü sınırları içinde Çatak Hamamı olarak bilinen ve halen kalıntıları bulunan hamamın Roma döneminde inşa edildiği bilinmektedir 103 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri (İslam Ansiklopedisi, 1944:708). M.S. 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Göynük’ ün de yer aldığı Bithynia bölgesi Bizans (Doğu Roma) uygarlığının hâkimiyeti altına girmiştir. Bu dönemde Göynük ve Bithynia bölgesi askeri önemini korumuştur (İslam Ansiklopedisi, 1944:708). 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Bolu ve çevresinde de Bizans egemenliği son bulmuştur. Bölge Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in ardından İznik Beyliği ile 1085’'de Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu’da kurulan ve Çobanoğulları Beyliği’nin devamı niteliğinde olan Umur Beyliği’nin hakimiyetinde kalmıştır (Yücel 1991:184-203). 1333’lerde Anadolu’yu gezen gezginler (İbn Batuta 1993:215, Evliya Çelebi 1999:154) ile Osmanlı tarihçilerin aktarımlarına göre Göynük Taraklı, Yenice ve Mudurnu ile birlikte, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa tarafından, 1331 veya 1332 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır (Hoca Sadettin 1974:43, Hammer 1983:112, Neşri 1995:163, Solakzade 1989:20, 31, 88). Osmanlı döneminde ordunun doğu ve güneydoğuya yaptığı seferlerde Göynük ikmal ve konaklama merkezi durumuna gelmiş, bu sebeple ilk Bağdat yolu açılmış ve Göynük kervan ve nakliye yolu üzerinde konumunu muhafaza etmiştir. Osmanlıların son yıllarında Bursa ve Eskişehir'e bağlı bir voyvodalık olarak yönetilen Göynük, 1865 yılından itibaren Bolu mutasarrıflığına bağlı bir ilçe durumuna gelmiştir. 10 Ekim 1923’te Göynük’ün yanı sıra Düzce, Gerede ve Mudurnu Bolu ilinin ilk ilçelerini olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemini koruyan ve konut dokusunda önemli bir değişim geçirmeyen Göynük, 1950’li yıllarda günümüzdeki meydanın oluşturulması amacıyla geleneksel dokuyu oluşturan bazı yapıların yıkılmasıyla başlayan süreçtebatılı anlamda şehircilik anlayışının hatalı uygulamaları sonucu karakteristik kentsel dokusunu kaybetmiştir. Özellikle 1950 sonrasında uygulanan yanlış kentleşme politikaları kültürel mirasımızı tahrip etmiş ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Göynük’ün mekânsal yapısının ekonomik ve sosyal gelişmelere paralel bir şekilde değiştiği gözlenmektedir. İlçe merkezinin topografik yapı, ulaşım imkânlarının kısıtlılığı ve zorluğu, büyük kentlere göç gibi sosyal, ekonomik ve fiziki olumsuzlukların yaşandığı gözlenmektedir. 1.3.Göynük Yerleşiminin Özellikleri Göynük, mevcut durumuyla çok az bozulmuş bir Osmanlı kasabası görünümündedir. Cami, türbe gibi önemli anıtsal yapı örneklerinin yanı sıra, en eskisi yaklaşık 175 yıllık geleneksel konutlar işlevlerini sürdürmektedir. Tek yapıların yanı sıra tüm yerleşim, doku bütünlüğü göstermekte ve bir kentsel sit niteliği taşımaktadır. Anadolu’da Türk yaşam ve yerleşim kültürünün önemli örneklerinden biri olan Göynük’te mekânsal yapı topografya ve ulaşıma uygun biçimde şekillenmiştir. Göynük’te geleneksel 104 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 Türk kentlerinde olduğu gibi dini, idari, ticari, konaklama ve eğitim yapıları vadilerin birleştiği alanda kent merkezinde, konutlar ise dere kenarlarında ve yamaçlarda konumlanmıştır (Resim 1). Resim 1. Göynük yerleşimi genel görünüm (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) Homojen bir yapıya sahip olan Göynük en eski yerleşim olan Cuma Mahallesi dışında Yenice, Çeşme ve aynı mahallede yer alan cami isimleriyle anılan Hacıabdi, Sofuali ve Kepkebir mahalleleri olmak üzere altı mahalleden oluşmaktadır (Şekil 2). Günümüze ulaşabilmiş geleneksel evler ile camii, çeşme, hamam, türbe gibi yapılar engebeli alanlardan düz ovaya doğru dengeli, birbirlerinden bağımsız ve aynı zamanda bir bütünün parçaları şeklinde yerleştirilmiştir. Göynük Vadisi'nin ortasından geçen Gazi Süleyman Paşa Bulvarı, Beybahçesi Vadisi'nin ortasından geçen Beybahçesi Caddesi ve bu iki yolu birbirlerine bağlayan, geçmişte kervanların geçtiği yol olan Ankara Caddesi, kentin en önemli akslarıdır. Bu ana akslara çoğu kez dereler üzerindeki köprülerle bağlanan, diğer caddeler ve sokaklar dik olup, taş ya da ahşap basamaklarla kademelendirilmiştir. 105 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Şekil 2. Göynük mahalleler ve tescilli yapılar (ATN İmar Planlama A.Ş. Envanter çalışması 2012) 2.Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Göynük’te ölçek ve malzeme bakımından birbirlerine benzeyen ve genellikle bahçeli olan geleneksel konutlar mimari karakterlerine ve yapılış dönemlerine göre:19.yüzyıl ve 20.yüzyıl başlarında yapılmış geleneksel konutlar ile 1930-1970 yılları arasında yapılmış kentsel ölçeğe ve geleneksel mimariye aykırı betonarme konutlar olmak üzere sınıflandırılabilir. Bu çalışmada 19.yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış olan ve Türk evi plan tipolojisine uygun olarak karakteristikler içeren Göynük evleri 106 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 değerlendirilmiş, bu dokuya aykırı betonarme konutlar kapsam dışında bırakılmıştır. 2.1.Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı 2.1.1.Yerleşim/Parsel Düzeni/Kat Adedi Göynük’te konut alanlarının topografyaya uyumunda, Osmanlı kentleri için karakteristik olan yamaca yerleşme olgusu ve bu olgunun yaratmış olduğu değişik çözümler görülmektedir. Topografya ile şekillenen organik sokak dokusu ile konutların parsel düzenleri oluşturulmuş, sokakların eğime dik ya da paralel olarak yerleşmesi de konutların parsel içindeki yerleşiminde belirleyici olmuştur. Göynük geleneksel konut dokusu topografyaya paralel oluşturulmuş sokaklar ve vadi yamacına kurulmuş konutlar ile topografyaya dik oluşan sokaklarda yer alan ve genellikle küçük ölçekli, bitişik düzende konumlandırılmış konutlardan oluşmaktadır. Ancak ayrık düzende konumlandırılmış konutlar da bulunmaktadır. Göynük’ün kentsel dokusunu oluşturan geleneksel konutlara topografyayı doğru kullanmaları nedeniyle farklı sokak ve kotlardan ulaşılabilmektedir. Geleneksel konutların kamusal bir mekân olarak sokak ile kurduğu ilişki, kullanıcının toplum ile kurduğu bağı göstermesi açısından önemlidir. Göynük geleneksel konutların sokağa bakan cephesinin günümüzde yapılan konutlara göre daha özenli bir kurguya sahip olması ve kolaylıkla ulaşılabilir olması da yine bu duruma bağlanabilir (Resim 2, Şekil 3). Resim 2. Göynük evleri sokak cepheleri (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sokak B. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye Binası, Eski Han 107 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Şekil 3. Göynük’te konutlarla şekillenen sokak silueti (ODTÜ:1970) Topografyaya paralel olan sokaklarda yer alan konutlar çevreyle ilişki kurarken farklı çözümler ortaya konmuştur. Bu durum konutların giriş mekânlarında hissedilmektedir. Yolun alt kotunda yer alan konutlarda üst kottan ve arka cepheden, yolun üst kotunda yer alan konutlarda ise alt kottan ve ön cepheden giriş sağlanmaktadır. Bu durum eğimli konut arazisinin setleştirilmesine, arka cephe dışındaki tüm cephelerin toprak yüzeyinden uzak tutulmasına ve konut tabanının yatay bir düzleme oturtulmasına da katkı sağlamaktadır. Başka bir deyişle konutların girişlerinde topografya ve manzaranın neden olduğu seçenekli bir yerleşimin söz konusu olduğu söylenebilir. İki katlı konutlarda alt kat zemin/bahçe katı üst kat esas yaşam katı; üç katlı konutlarda ise alt kat zemin/bahçe katı, ara kat orta kat ve üst kat esas yaşam katı olarak adlandırılmaktadır (Erdem 1999:59). Bitişik nizam konutlarda bahçeler yapının arkasında yer alırken, bazı konutlarda bahçe evin ön tarafında konumlanmıştır. Bu tip konutların bir veya iki cephesinin sokağa bitişik olmak üzere dört tarafının bahçe ile çevrili olduğu görülmektedir. Bahçeli evlerde giriş, çift kanatlı ahşap bahçe kapılarından sağlanmakta, bahçelerde kuyu, kümes gibi kullanımlar yer almaktadır (Resim 3). Topografya nedeniyle evlerin giriş cephelerinin birbirlerine çok fazla yönelmediği görülmektedir. Türk evinde olduğu gibi Göynük evlerinin de çevre ve komşuya saygı gereği birbirinin görüş açısını, güneşini ve hatta havasını kesmemesi sosyal yaşam disiplini ile ilişkilendirilebilir. Göynük’teki geleneksel konutlar genellikle eğimli arazide, bahçeler içerisinde 2 kattan oluşmakla birlikte, 3 katlı konutlar da sayısal bakımdan önemli bir yer tutmaktadır. Göynük genelinde, yamaçlarından derelere doğru 108 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 olan arazi eğiminin manzara ile aynı doğrultuda olması, geniş parseller içindeki konutların eğime paralel ve manzaraya yönelik konumlanmasını sağlamıştır. Özellikle yamaçlardaki konutlarda, konutun ön bahçe seviyesi ile parselin en üst noktasındaki yamaç veya sokak seviyesi arasındaki fark, bazen 1-1,5 veya 2 kat oluşmasını sağlayacak boyuttadır. Bu durum evlerin plan şemasını da etkilemektedir. Bu tip konutlarda ön bahçe ve manzaraya bakan cepheler 2-3 katlı iken, arka cepheler tek katlı olmakta, cadde ve sokağın konumuna göre konutların ana girişleri ile katların adları da değişmektedir (ODTÜ 1970). Resim 3. Göynük evlerinde bahçe (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Çeşme Mah. Şıhhızır Sokak, Hamit Yılmaz Evi Bahçesi B. Sofuali Mah. Beybahçe Caddesi, İsmail Özcan Evi Göynük’te geleneksel konutlar ile 19. yüzyıl değişim sürecinde inşa edilen konutların parsel içindeki konumlanışı farklıdır. Bu fark geniş arazilerde, bahçe duvarları arkasında, sokaktan uzak ve kendi mahremiyeti içinde yaşayan geleneksel konutların,19.yüzyıl arazi parselasyonu ile değişen ve küçülen arazilerin bir kenarına/köşesine yerleşmesi ve bu yapıların en az bir cephe ile sokağa açılarak kendisini göstermesi ile açıklanabilir. Konuta erişim bazı örneklerde bağımsız bahçe kapısı üzerinden, bazılarında ise yapının bir parçası haline gelen giriş kapısından sağlanmaktadır. Parsel kullanımının yol açtığı bu durum, yapının sokakla ilişkisini değiştirebilmektedir. Bundan başka köşe parsellerde konumlanan konutlarda topografyanın da etkisiyle iki ayrı cephede katların farklılaşabildiği, bir cephedeki giriş katın, diğer cephede birinci kat haline geldiği örnekler görülebilmektedir. Bu durum geleneksel Göynük evlerinin cephe tipolojisinin kat sayısı ve parsel üzerinden kurgulanmasının zorluğunu göstermektedir. 2.1.2.Plan Şeması ve İç Mekân Düzeni Geleneksel Göynük konutlarının plan şemaları topografyanın yanı sıra, geleneksel Türk evinde önemli bir öğe olan sofa mekânı ile de şekillenmiştir. 109 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Geleneksel Türk evinde belli bir plan düzenine sahip olan ve esas yaşam katı olarak adlandırılan üst kata karşılık, zemin katın parsel durumuna uygun ve organik bir yapıda olduğu; ahır, odunluk, samanlık, depo gibi servis işlevleri barındıran mekânların daha rastlantısal bir araya geldiği görülür (Eldem 1972:180, Eldem 1986:57). Bu nedenle geleneksel Türk evi plan tipolojisi üzerine yapılan çalışmalar, esas yaşama katı olarak kabul edilen üst katın plan şemasını odak almaktadır. 19. yüzyıla tarihlenen Göynük evlerinde de Türk Evi'nin genelinde olduğu gibi alt katın odunluk, samanlık, depo, fırın gibi amaçlarla servis alanı, ikinci katın ise yaşama mekânı olarak kullanıldığı bilinmektedir (Erdem 1996: 105). Geleneksel Türk evinde yaşam katı sofa mekânının varlığına, konumuna ve iklime göre tanımlanmaktadır. İklime uygun olarak Türk Evi’nin plan tipolojisi sofasız plan, dış sofalı plan, iç sofalı plan ve orta sofalı plan tipleri olmak üzere dört ana grupta değerlendirilmektedir (Eldem 1972:182, Eldem 1986:57Kuban 1982:195209, Tablo 1). Tablo 1. Geleneksel Türk Evi Plan Tipolojisi (Eldem 1972:182, Eldem 1986:57) Genellikle karasal iklim özelliğine sahip olan bölgede iklimin fazla değişken olmaması konut planlarına yansımaktadır. Göynük evlerinin mekân organizasyonunda sofanın dışa açık veya kapalı oluşuna göre biçimlenen iç ve dış sofalı konut tipleri daha fazla göze çarpmaktadır. Göynük’te günümüze ulaşan konutların yaşama katlarında iç sofalı, dış sofalı ve karnıyarık plan şeması kullanılmıştır. Bu tür konutların geniş cepheli olanlarında sofa, oda çıkmaları arasında arka düzlemde kalmaktadır. Yaşama mekânlarına geçiş veren sofa genelde zeminden dikmelerle taşınmaktadır. İç sofalı örneklerde sofanın sokağa dik olarak yerleştiği ve hem sokak hem de 110 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 arka bahçe cephesinde çıkma ile vurgulandığı, cumba (şahniş) oluşturulmuş örneklere de rastlanmaktadır. Göynük’te iç sofalı evler eyvanlı, yan koridorlu ve iki eksenli (L biçimli) olarak sınıflandırılabilir. Genelde sofası dış hava koşullarına kapalı iç sofalı konutlar, dış hava koşullarına açık dış sofalı konutlar dışında, her iki yaklaşımın farklı birleşimlerinin bir arada kullanıldığı karmaşık yapıda veya orta sofalı konut örnekleri de bulunmaktadır (Bkz. Tablo 1). Bu evlerin temel özellikleri ayrı giriş kapıları, bu kapılardan ulaşılan birbirinden uzakta konumlandırılmış merdivenler aracılığıyla bağımsız kullanılabilen ve haremlik ve selamlık olarak adlandırılan iki bölümden oluşmalarıdır. Haremlik ve selamlık bölümleri ile başoda, gelin odası gibi odaların duvarlarında ihtiyaca göre yüklük, testilik, lambalık gibi adlar alan dolap ve raflar ile yüklüğün iki yanında gözenek denilen niş ve ahşap veya alçı kalıplama tekniği ile (stüko) üretilmiş süslemeli yüzeyler bulunmaktadır. Başoda yanında yer alan ve yatak odası olarak bilinen odalarda ise ahşap kapılı duvar içi gusülhane, ahşap ya da alçı kalıplama tekniğinde geometrik ve nebati motiflerle bezemeli ocaklar görülmektedir. Geçmişte yemek yapmak ve ısınmak için kullanılan bu ocaklar bugün büyük oranda bu kullanımın dışında kalmıştır. Göynük evlerinde genellikle konutların alt katında yer alan mutfakların tezgâhı taştır. Konut mutfaklarının bazı örneklerinde fırınlı bir ocak, yekpare taş tezgâh, bazı örneklerde ise kuyu ve su haznesi bulunmaktadır. Konut içinde mutfaklar kullanıcının her gereksinimini karşılayacak düzene sahiptir (Resim 4). Göynük evlerinde hakim rüzgar yönünde konumlanan sofanın tavanı, hava sirkülâsyonu sağlamaya yönelik olarak kaplanmaktadır. Sofanın sokağa ve vadiye bakan cephelerinde de hava dolaşımının iç bölümlere girmesini sağlamak amacıyla döşemede ahşap parmaklıklar yapılmıştır. Evlerin tavanları sahibinin ekonomik gücüne göre detaylanmakta, ağa ve bey evlerinde ahşap işçiliği ve süsleme artmaktadır. Konutların tavanlarında kot farkı yaratan, çıtalardan geometrik desenler oluşturulmuş ve göbekli tavanlar yaygındır. Kimi evlerin başoda tavan göbeklerinde ise nemin, buharın vb toplanması için bez kaplandığına da rastlanmaktadır (Kuban 1966:15,19). 111 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Resim 4. Göynük evlerinde mutfak, dolap, tavan detayları (Ç.B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, ocak detayı B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, yüklük detayı C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, tavan detayı D.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi tavan detayı Göynük evlerinde zemin katlar genellikle doğal taş ya da toprak örtülüdür. Sokak seviyesinden biraz yüksek olan bu kattan ahşap bir merdivenle üst katta çıkılmaktadır. Giriş katlar ahır, samanlık, fırın gibi işlevlerle kullanılırken, yaşama katı evli çocuklara ve konuklara ayrılmakta, eğer orta kat yok ise gündelik yaşam da bu katta geçirilmektedir. Genelde iki katlı ve sade süsleme özelliklerini yansıtan Göynük’te ekonomik gücü olan ağa ve bey evlerinde plan özellikleri değişmekte, kat sayısı, konut içi süslemeler ve kullanılan malzemelerde zenginlik görülmektedir. Göynük evlerinde genellikle ahşap ve süslemeli korkuluklu merdivenler ile doğrudan sofaya ulaşmaktadır. Bazı evlerde merdivenlerin ilk basamağı ahşabı sudan korumak amacıyla taştır. Plan tipi ne olursa olsun evlerin hemen hepsinde sofaya çıkan merdiven boşluğu ahşap bir kanatla kapatılmıştır. Merdiven altlarının genelde odunluk veya depo gibi kullanıldığı ve çoğu zaman kapalı olduğu, bazı örneklerde ise bu bölümün çıtalı basit motifler ile süslendiği görülmektedir. Merdiven korkulukları ve küpeşteler ise genellikle tornada 112 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 işlenmiş ve yalındır. Konut içinde çözümlenen tuvaletler genellikle sofa içerisinden geçilecek şekilde konumlandırılmıştır. Bazı evlerde iki oda arasında çözümlenmiş tuvalet örneklerine de rastlanmaktadır. Tuvaletler abdestlik ve tuvalet kullanımına ait iki bölümden oluşur. Sofa ile bağlı olmayan merdiven kovasından bir geçit yardımıyla ulaşılan tuvalet örnekleri oldukça yaygındır (Resim 5). Resim 5. Göynük evlerinde merdiven detayları (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A.Çeşme Mah. Akşemsettin Sok. Samiha Akyurt Evi, merdiven B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven C.Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi, merdiven D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven altı E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, sofa bağlantılı wc 2.1.3.Cepheler Geleneksel Göynük evlerinde cepheyi şekillendiren temel parametreler giriş, çıkmalar, kapı ve pencereler, kat sayısı, klasik mimari nizamlardan esinlenen hafif plasterler, vurgulanmış kornişler, söveler ve çatıdır. Doğal bir şekilde sokağın sınırını oluşturan cephe, aile yaşamını içeren konut ile kamusal alana açılımı sağlayan sokak arasında bir bütünleşme sağlayan bir ifade dili oluşturur. Bu dilin oluşumunda rol alan her bir öğe yapının tanımlanmasına katkı sağlamaktadır. Erken dönem Göynük evlerinde sokak cephelerinin yalın olduğu göze çarpmaktadır (Resim 6). Üst katlarda değişik plan tiplerinin bir uzantısı olarak ifade edilebilen çıkmalar, genel olarak zemin üzerinde yer alan yaşama katının sokakla ilişkisini sağlayacak şekilde düzenlenmiş ve tamamen kullanıcının isteklerini doğrultusunda planlanmıştır. Giriş cephelerinin dar veya geniş olmasına, parsel konumuna 113 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri bağlı olarak çıkmalar farklılıklar gösterir. Göynük evlerinde çıkmasız, merkezi tek çıkmalı, cephe boyu çıkmalı, açık çıkmalı, kapalı çıkmalı ve gönyeli çıkmalı cephe örneklerine rastlanmaktadır. Arsanın çarpıklığını üst katta düzeltme ve mekânı genişletme gibi isteklerle oluşturulmuş olan çıkmaların payandasız, kendini taşıyan örnekleri olduğu gibi payanda ile desteklenen, ahşap veya taş ayaklar üzerine oturtulan örneklerini de görmek mümkündür (Sezgin 1983:33-37). Geleneksel Türk evinde olduğu gibi Göynük evlerinde de saçak seviyesine kadar uzanan çıkmalar genelde alt kat giriş kapı üstünden itibaren, bağdadi duvar veya hımış duvar örgüsü ile inşa edilmiş, üzeri beyaz sıva şeklinde kaplanmış ve ayıbacağı veya eli böğründe denilen dikmelerle desteklenmiştir. Sokağa bakan cephelerin bazılarında ahşap kepenkli veya kemerli çift pencere görülmektedir (Resim 7). Resim 6. Göynük evleri yalın cepheli örnekler (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Veysel Karlı Evi B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi C. Çeşme Mah. Türbe Sok. Hayriye Akıtürk Evi, Cumbasız Cephe 114 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 Resim 7. Göynük evlerinde çıkmalar (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Hacıabdi Mah. Yazganlar Sok. Lütfi Demirtaş Evi Merkezi Cumba B. Yenice Mah. Konak yeri Sok. Mustafa Anar Evi Cephe Boyu Cumba C. Çeşme Mah. Akgün Sok. Ahmet Demirer Evi Açık Cumba, Balkon D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Bitişik Nizam, Mehmet Su Evi, Balkon E. Sofuali Mah. Kahyalar Sok. Mehmet Özdemir Evi Kapalı Cumba F. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Mustafa Gülşen Evi Cumba Göynük evlerinde etrafı duvarlarla çevrilmiş ve taşlık olarak da adlandırılan avlular yoğun kullanılan açık alanlardır. Konut sahibinin ekonomik durumuna koşut olarak bayram günlerinde şölen yemeklerinin de pişirildiği fırın, bazı örneklerde yaşama katındaki gusülhanelerin de avlularda yer aldığı görülmektedir. Bazı avlu örneklerinde serinlik sağlamaya yönelik havuz, az sayıda örnekte ise avlunun bir köşesine yerleştirilmiş tuvalet bulunmaktadır. Evlerin hemen hepsinde avlu kapıları ve dış kapılar çift kanatlı, iç kapılar ise tek kanatlı ve ahşaptır, ancak demir 115 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri kapılı örneklere de rastlanmaktadır. Avlu kapılarının ve dış kapıların kapı tokmakları ve kilitleri özgün örnekler içermektedir. Evlerin dış kapıları merkezi tek girişli ve iki girişli olarak sınıflandırılabilir. İç kapıların sofaya bakan yüzeylerinde aynalı ve geçme tabir edilen ahşap süsleme tekniği uygulanmışken, kapıların diğer yüzeyleri sadedir (Resim 8). Üzerlerinde genelde eliptik ya da dairesel pencereleri olan kapılar ve yanlarındaki pencerelerle düzenlenen girişler karakteristik ve yaygın bir cephe motifi olarak kullanılmıştır. Resim 8. Göynük evlerinde avlu ve dış kapılar, kapı detayları (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A.Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Osman Top Evi, çift kanatlı kapı B.Cuma Mah. GSP Bulvarı, Mehmet Bilen Evi iki kapılı giriş C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi Avludaki Fırın 116 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı kilit F.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi sofaya açılan kapı Göynük’te evlerin planında görülen çeşitlilik dış cephelere de yansımıştır. Manzaraya geniş bir açıyla yönelmeyi sağlayan sokak cephelerinde pencerelerin düzeni, bulundukları mekânın boyutu ve mekânsal işlevi ile şekillenmiştir. Zemin kat pencereleri üst kat pencerelerinden sayı, ölçü, tasarım ve malzeme açısından farklılık gösterir. Zemin katta pencerelerin yerleşim düzeni ve tasarım anlayışında özen gösterilmediği, kimi yerde cephenin farklı noktalarına gelişi güzel biçimde yapım tekniği, ölçü birlikteliği gözetilmeden açıldığı görülmektedir. Çok sayıda pencere ile dışarı açılan mekânlar sofalar ve odalar, daha az veya küçük boyutlu pencereler ise servis mekânlarına aittir. Sayıca az olan zemin kat pencerelerinin aksine, üst kat pencerelerinde genellikle ikili düzen tercih edilmekle birlikte, ışık ve hava gereksinimine bağlı olarak üçlü gruplanmış pencerelere de rastlanmaktadır. Cephelerde genellikle dikdörtgen veya kemerli pencereler ahşap giyotin veya çift kanatlıdır. Pencereler konutun cephe düzenine göre değişik form ve doğrama şekillerindedir. Dikdörtgen formun göze çarptığı pencerelerde kemerli, üçgen alınlıklı, ikiz pencere ve özel formlar da kullanılmış, pencere parapet yüksekliği dış mekânın kolay görülebilmesi için düşük tutulmuştur. Evlerin pencerelerinde kullanılan lokma parmaklık ve ahşap kapaklar, prizmatik ve eğrisel formlardaki pencere kafesleri günümüzde yaşam biçiminin değişimine bağlı olarak kullanım dışı kalmış, ancak az sayıda örnek günümüze ulaşabilmiştir. Pencerelerde kullanılan ahşap parmaklıklar yarım ve tam lokma, yarım ve tam kafes, metal parmaklıklar ise cumba kafes, yarım ve tam çubuk, tam ve yarım ferforje olarak oluşturulmuştur. Ayrıca ahşap ve metal elemanların birlikte kullanıldığı örneklere de rastlanmaktadır (Resim 9). 19. yüzyıla tarihlenen konutlarda kat âdetinin arttığı, pencere oranlarının ve sayılarının büyüdüğü, giriş kapısının özenli ve vurgulu hale geldiği, çatının hareketlendiği ve yapının geometrisini vurgulayan düşey plaster ve yatay silmelere yer verildiği görülmektedir. Evlerin cephelerinde kat döşemelerini birbirinden ayıran ahşap silmeler ve yapının köşelerini vurgulayan ahşap plasterler, plasterleri zenginleştiren bezemeler ile bazı örneklerin çatılarında yer alan üçgen alınlıklar neoklasik etki yaratmaktadır. Cephelerde zemin kat yüzeyini veya su basmanı vurgulayan, kesme taş görünümünde oluşturulmuş sıvalar, yerel halkın nazara karşı olan korunma isteğini yansıtan geyik boynuzu, nazar otu gibi malzemelerle oluşmuş öğeler ile Arapça yazılmış levhalar dikkat çekmektedir. (Resim 10). Özellikle 117 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Anadolu’nun çoğu geleneksel evlerinde çok fazla görülmeyen bu tepe pencereleri çok az da olsa vitray ile süslüdür. Resim 9. Göynük evlerinde pencere düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Muzaffer Man Evi, kemerli çift pencereli cumba B. Cuma Mah. İnce Dayı Sok. Burhan Su Evi, alt kat pencereleri C. Sofuali Mah. Dik Sok. Ömer Faruk Turhan Evi, cephede pencere düzeni D. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, kemerli çift kanatlı pencereler E. Cuma Mah. Ankara Cad. Hayrettin Ünal Evi, kafesli pencereler F. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, alt kat dükkân kapı ve pencereleri 118 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 Resim 10. Göynük evlerinde kat düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Kepkebir Mah. Ankara Cad. Akşemsetin Konağı B. Hacıabdi Mah. Turanlar Sok. Gürcüler Konağı C. Hacıabdi Mah. Deveyolu Sok. Caferler Konağı D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi E. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye binası, (Eski Han) F. Yenice Mah. Hükümet Cad. Hükümet Konağı Göynük evlerinde çatılar genellikle beşik veya kırma düzende olup, üzerleri alaturka (oluklu) veya Marsilya tipi kiremitle kapatılmıştır. Çatı saçaklarının genişliği 0.30-1.50 m. arasında değişkenlik gösterir. Taş 119 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri duvarlar üzerine kurgulanmış çatıların saçaklarında ölçülerin bazı örneklerde azaldığı, bazı örneklerde ise beden duvarlarında yer alan hımış örgünün korunması amacıyla saçak genişliklerinin 1.00 m.yi geçtiği söylenebilir. Saçak uçlarında kiremitlerin kaymaması için yelkovan adı verilen destekler bulunmaktadır. Son dönem Göynük evlerinde çatı arası kullanımının yaygınlaştığı ve çatı yapılanmasında değişimler olduğu görülmektedir. Genellikle erken dönem (19.yüzyıl başı) örneklerinde saçak altı kaplaması bulunmazken, geç dönem bazı örneklerde saçak yüzeyi dekoratif nitelikli kaplanmıştır. Geleneksel Türk evinde de sık karşılaşılan saçakların üst üste örtüşmesi ise sokak yaşamı ile ilişkilidir. Saçakların uçlarında Göynük’ün yağışlı iklimine koşut olarak çörten görevini gören oluklar yer almaktadır. Bacaların özgün örnekleri çok az olmakla birlikte, mevcut bacalarda kare veya dairesel kesitli örnekler dikkat çekicidir. Üzerleri alaturka kiremit ile kapatılan bacaların üst örtüsünde dört havalandırma açıklığı bırakılmıştır. Genelde ateş tuğlasıyla inşa edilen bacaların çoğu, günümüzde beton kaplanıp beyaz sıva ile sıvanmıştır. Giriş cephesinde çıkmaların üzerine denk gelen saçakların çıkmanın genişliğine, fiziki yapısına ve malzemesine göre kırılmalar şeklinde farklı tasarlanmaya çalışıldığı görülmektedir (Resim 11). Resim 11. Göynük evlerinde çatı saçağı ve baca detayları (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Saçağı B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi Saçağı 120 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 C. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Bacalar 2.1.4.Taşıyıcı Sistem Göynük evlerinde taş temel duvarları üzerinde zemin kat taş yığma, üst kat ahşap karkas, tuğla veya kerpiç dolgu malzemeden yapılmıştır. Evlerin üst katlarında ahşap karkas tercih edilmesi ahşabın bölgede rahatlıkla bulunması, bol ve maliyetinin düşük olması ile açıklanabilir. Yapı cephesinde genellikle toprak seviyesinde, kapı pencere alt-üst seviyesinde, kat seviyesinde ve saçak altında 1.50-2.00 m. aralıklarla ahşap hatıllar yer almaktadır. Evlerde döşeme kirişi olarak genellikle ahşap kullanılmaktadır. Zemin katta taş duvar yüzeyinin sıvanmadığı örneklerin yanı sıra, üst katlarda mikro klima sağlamak amacıyla kara çamurla sıvalı örnekler de görülmektedir. 2.2.Geleneksel Göynük Evlerinin Korunmasına Yönelik Öneriler 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarına tarihlenen geleneksel konutlar Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 1983 yılından bu yana yapmış olduğu tespitlere göre 132 konut korunması gereken kültür varlığı ve eski eser olarak tescillenmiştir. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararı gereği ATN İmar A.Ş tarafından Göynük merkez için 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planı 2863 ve 3386 sayılı yasalar kapsamında Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunulan koruma imar planı sınırları içerisinde yer alan ve Ankara Bölge Koruma Kurulu'nun tescillemiş olduğu 172 kültür varlığından 132 si konuttur (ATN İmar Planlama A.Ş. (2012), Envanter Çalışması, Ankara). Ancak yapılan envanter çalışmasında Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tescillenen kimi evlerin günümüzde mevcut olmadığı veya yıkılmak üzere olduğu görülmüştür. Yapılan çalışmalar tescillenmiş evlerin korunmuşluk durumlarına göre yaklaşık % 60’ının iyi, % 10’unun orta düzeyde korunmuş ve %30’unun ise kötü durumda olduğunu göstermektedir. Çeşitli sebeplerle korunamayan, yanan veya yıkılan konutların yerlerine üç dört katlı apartmanların yapıldığı, bazı örneklerde yıkılan alanın otopark olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu durum tarihi dokunun içerisinde olumsuz bir görünüm sergilemektedir. Göynük’ün sahip olduğu tarihi ve kültürel potansiyel, sosyo-ekonomik kalkınmanın değerlendirilmesi açısından önemli bir kaynak olarak görülmekte, son yıllarda yerel girişimlerin yanı sıra konut sahiplerinin olanaklarıyla bölgenin turizm potansiyelinin değerlendirilmesi ve konutların korunması amacıyla bazı konutlar yeniden işlevlendirilerek farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Akşemsettin Konağı (Göynük Otel, Resim 10 A) ve Caferler Konağı (Otel, Resim 10 C), Gürcüler Konağı 121 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri (Kaymakamlık, Resim 10 B) yeniden işlevlendirilerek kullanılan konut örneklerdir. Bundan başka Altaylar Evi de (Hacı Ali Paşa Konağı, Resim 10 D) konut sahibinin olanakları doğrultusunda konut olarak kullanılmak için restore edilmiştir. Tescilli evlerin bugünkü durumu incelendiğinde % 12 oranında restore edilen, % 16 oranında yıkılmış olup restore edilmesi gereken ve % 72 oranında sağlıklı, oturulabilir ve korunmuş konut bulunduğu görülmektedir. Geleneksel Göynük evlerinin korunması ve yaşatılması amacıyla öneriler şöyle sınıflandırılmıştır: Öncelikle sit alanı içinde ve kentsel dokuya aykırı yapıların inşasına izin verilmemelidir. Kentin gelişimi ile yeni yapıların yapılmasının gerektiği durumlarda yeni yapılaşmanın Mardin, Kastamonu, Sinop, Ankara Kaleiçi vb. yerleşimlerde olduğu gibi tarihi doku alanı dışında inşasına izin verilebilir. Koruma amaçlı imar planına bağlı kalınarak yapılması gerekli acil onarımlarda, konut-sokak ilişkisi tarihi doku içerisinde aslına uygun olarak korunmalıdır. Tescil edilmesine karşın yıkılan konutlar tescilden düşürülmeli ve envanter çalışması güncellenmelidir. Bu konutların yerine yapılacak yapılaşma da geleneksel dokuya sahip ölçütlerine uygunluğunun sağlanmasının yanı sıra, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Göynük için vermiş olduğu geçiş dönemi yapılanma koşulları ile ilgili raporda belirtilen açıklamalarında dikkate alınmalıdır. Yıkılan konutlar ile restorasyon kararı alınan konutlarda mevcut geleneksel konutların gabari, cephe, malzeme ve malzeme teknikleri de dikkate alınarak; butik otel, kafeterya, geleneksel el sanatları satış mağazaları gibi işlevler içeren yapılar uygulanabilir. Yıkılma tehlikesi altında olan konutlar rölöve projeleri alınarak belgelenmelidir. Konutların tavan, ocak, ocak nişleri, raflar, merdiven ve korkulukları, saçak, baca vb bölümlerinde yer alan süsleme unsurları onarılmalı, onarımlarda kullanılacak malzemelerin aslına uygun şekilde seçilmesi ve uygun teknikle kullanılması gerekmektedir. Geleneksel konutların restorasyonunda avlu ve bahçe bütünlüğünün bozulmaması ve mevcut halinin korunmasının yanı sıra avlu sokak ilişkisine de özen gösterilmelidir. Konutların restorasyonunda mevcut kat sayısı, plan ve cephe özellikleri, yapım tekniği ve malzeme, süslemelerin de özgün biçimde olmasına dikkat edilmelidir. Koruma bilincinin oluşturulmasına yönelik politikalar yerel yönetimler tarafından yürütülmeli ve halka duyurulmalıdır. 122 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 3.Sonuç Günümüzde tarihi çevreyi koruma kaygısı ile bu çevrelerin toplumun gereksinmeleri doğrultusunda yaşayan kent dokuları olarak değerlendirilmesi ülkelerin kültürel ve tarihi miraslarına, geçmişlerine verdikleri değerin ve ülkelerin gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergesidir. Tarihi çevrenin yok olması veya zarar görmesi mimari ve estetik kaygının yanı sıra, kültürel ve tarihi değerlerin sürdürülebilirliği açısından da önem taşımaktadır. Bu nedenle tarihi dokunun korunması gerekliliği, taşıdığı kültürel ve görsel özellikleri, fiziki mekân ve yapılı çevre açısından belirginleşen bir olgu olarak karsımıza çıkmaktadır. Göynük’te büyük ölçüde korunmuş olmakla birlikte günümüz koşullarına ayak uyduramayan, yapı sahiplerinin yıkılması beklentisiyle boş bıraktığı, kullanılmayan evlerin bulunduğu alanlar köhneleşmiş, çöküntü bölgelerine dönüşmeye başlamıştır. Bundan başka imar rantı ve modern mekân talebi yerleşimin gelişme baskısına bağlı olarak sürmekte, bu baskılar geleneksel Göynük evlerinin yok olma sürecini hızlandırmaktadır. Göynük ve benzer sorunlarla karşı karşıya olan yerleşimlerde kentsel dokunun bozulmaması, geleneksel evlerin korunması ve yok olma sürecinin önlenmesi amacıyla koruma imar planı olmayan bölgelerde acilen koruma planı yapılmalı, var olan koruma amaçlı imar planları ise güncellenmelidir. Tarihi doku alanlarında yapılması zorunlu olan koruma amaçlı imar planı, rölöve, restorasyon ve belgeleme çalışmalarında halkın yerel yönetimler tarafından bilinçlendirilmesi, yapılacak işin neden ve sonuçları hakkında bilgi verilmesi tarihi mirasımızın yaşatılması için gerekli görülmektedir. 123 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri Kaynakça Akurgal, E. 1998. Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Yayınları, Ankara. ATN İmar Planlama A.Ş. 2012. Envanter Çalışması, Ankara. Bolu İli 2011 Yılı Çevre Durum Raporu, 2012. T.C. Bolu Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, 2, Bolu. Bolu İli Gelişme Planı (BİGEP) Raporu, 2003. DPT ve Bolu Valiliği, 40, Bolu. Cuinet V. 1894. La Turquie D’ Asia, Cilt: IV, 392, Paris. Eldem, S. H. 1972. Türk Evi Plan Tipleri, İTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, 180-182, İstanbul. Eldem, S. H, 1986. Türk Evi Osmanlı Dönemi, 57, İstanbul. Erdem, A. 1999. Göynük Kenti Geleneksel Konut Mimarisi, Mimarlık Dergisi, (289), 58-62, İstanbul. Evliya Çelebi, 1999. Seyahatname, 3. Kitap, 154, (Haz: Seyit A. Kahraman-Yücel Dağlı), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Hammer, 1983. Osmanlı Devleti Tarihi 1, 112, (Haz: M. Çevik-E Kılıç), İstanbul. Hoca Sadeddin, 1974. Tacu’üt Tevarih (Sad: İ. Parmaksızoğlu), Cilt: 1, 43, İstanbul. İbn Batuta, 1993. Seyahatname, (Haz: Mümin Çevik), 215, Üçdal Yayınları, İstanbul. İslam Ansiklopedisi, 1944. Bolu, 265, 708, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul. Kuban, D. 1966. Türkiye’de Malzeme Koşullarına Bağlı Geleneksel Konut Mimarisi Üzerine Görüşler, Mimarlık Dergisi, Sayı: 36, 15-19, Ankara. Kuban, D. 1982. Türk Evi Geleneği Üzerine Gözlemler, Türk İslam Sanatı Üzerine Denemeler, 195-209, İstanbul. Neşri, M. 1995. Kitab-ı Cihan-nüma, (Haz: Faik Reşit Unat-Mehmet Köymen), 163, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. ODTÜ, 1970. Göynük A Town in A Timber Region, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara. Ramsey, W. 1960. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev: M. Pektaş), 264 İstanbul. Sezgin, H. 1983. Geleneksel Türk Evinde Cephe, Yapı Dergisi, Sayı: 47, 33-37, İstanbul. 124 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 Solakzade, 1989. Solakzade Tarihi (Haz. Vahid Çubuk), 20, 31, 88, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Tatar Y. 2002. Bolu İl Gelişme Planı, Çevre ve Mekânsal Gelişme Raporu, 3-11, Bolu. TUİK, 2012. Seçilmiş Göstergelerle Bolu, 10-15, Ankara. Yücel, A. 1991. Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar (Çobanoğulları ve Candaroğulları Beyliği Mesalikü’l Ebsar’a Göre Anadolu Beylikleri), 184-203, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. www.google.com.tr (Erişim Tarihi: 24.06.2014). 125 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1. Göynük ilçesi konum (https://www.google.com.tr, Erişim tarihi: 24.06.2014) Şekil 2. Göynük mahalleler ve tescilli yapılar (ATN İmar Planlama A.Ş. Envanter çalışması 2012) Şekil 3. Göynük’te konutlarla şekillenen sokak silueti (ODTÜ: 1970) RESİMLERİN LİSTESİ Resim 1. Göynük yerleşimi genel görünüm (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) Resim 2. Göynük evleri sokak cepheleri (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sokak B. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye Binası, Eski Han Resim 3. Göynük evlerinde bahçe (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Çeşme Mah. Şıhhızır Sokak, Hamit Yılmaz Evi Bahçesi B. Sofuali Mah. Beybahçe Caddesi, İsmail Özcan Evi Resim 4. Göynük evlerinde mutfak, dolap, tavan detayları (Ç.B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, ocak detayı B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, yüklük detayı C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, tavan detayı D.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi tavan detayı Resim 5. Göynük evlerinde merdiven detayları (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A.Çeşme Mah. Akşemsettin Sok. Samiha Akyurt Evi, merdiven B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven C.Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi, merdiven D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven altı E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, sofa bağlantılı wc Resim 6. Göynük evleri yalın cepheli örnekler (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Veysel Karlı Evi B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi C. Çeşme Mah. Türbe Sok. Hayriye Akıtürk Evi, Cumbasız Cephe Resim 7. Göynük evlerinde çıkmalar (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Hacıabdi Mah. Yazganlar Sok. Lütfi Demirtaş Evi Merkezi Cumba 126 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128 B. Yenice Mah. Konak yeri Sok. Mustafa Anar Evi Cephe Boyu Cumba C. Çeşme Mah. Akgün Sok. Ahmet Demirer Evi Açık Cumba, Balkon D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Bitişik Nizam, Mehmet Su Evi, Balkon E. Sofuali Mah. Kahyalar Sok. Mehmet Özdemir Evi Kapalı Cumba F. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Mustafa Gülşen Evi Cumba Resim 8. Göynük evlerinde avlu ve dış kapılar, kapı detayları (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A.Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Osman Top Evi, çift kanatlı kapı B.Cuma Mah. GSP Bulvarı, Mehmet Bilen Evi iki kapılı giriş C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi Avludaki Fırın D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı kilit F.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi sofaya açılan kapı Resim 9. Göynük evlerinde pencere düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Muzaffer Man Evi, kemerli çift pencereli cumba B. Cuma Mah. İnce Dayı Sok. Burhan Su Evi, alt kat pencereleri C. Sofuali Mah. Dik Sok. Ömer Faruk Turhan Evi, cephede pencere düzeni D. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, kemerli çift kanatlı pencereler E. Cuma Mah. Ankara Cad. Hayrettin Ünal Evi, kafesli pencereler F. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, alt kat dükkân kapı ve pencereleri Resim 10. Göynük evlerinde kat düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Kepkebir Mah. Ankara Cad. Akşemsetin Konağı B. Hacıabdi Mah. Turanlar Sok. Gürcüler Konağı C. Hacıabdi Mah. Deveyolu Sok. Caferler Konağı D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi E. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye binası, (Eski Han) F. Yenice Mah. Hükümet Cad. Hükümet Konağı Resim 11. Göynük evlerinde çatı saçağı ve baca detayı (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi) A. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Saçağı B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi Bacalar C. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Saçağı 127 Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri TABLOLARIN LİSTESİ Tablo 1. Geleneksel Türk Evi Plan Tipolojisi (Eldem 1972:182, Eldem 1986:57) 128 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Alper Demirbugan1 DOI NO: 10.5578/JSS.8623 Geliş Tarihi: 04.06.2014 Kabul Tarihi: 20.11.2014 Özet Maden projelerinde maden yatağının etkin biçimde işletilmesi büyük önem taşımaktadır. Üretim miktarı(ÜM), madencilik projelerinin karlılık düzeyini etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Maden projelerinin karlılığını etkileyen proje maliyetleri, sınır tenör ve rezerv miktarıyla ilişkili olarak yıllık üretim miktarı tarafından belirlenir. Optimum üretim miktarı paranın zaman değerini göz önünde bulundurarak proje karını maksimize eden üretim miktarıdır. Bu çalışmada indirgenmiş nakit akımlarını kullanan optimum üretim miktarı yöntemleri ve kar fonksiyonu davranışı kuramsal olarak ele alınmakta ve konu bir maden yatağına uygulanmaktadır. Anahtar kelimeler: Optimum Üretim Miktarı, Sınır tenör, Net Bugünkü Değer, Karlılık. Determination of Optimum Production Rate in Evaluation of Mine Projects Abstract Exploitation of mine deposits with efficiency way has great importance. Production rate is one of the most important factors effecting the profitability level of mine projects. Projec costs affecting the profitability are determined as related with cutoff grade and reserve by yearly production rate. Optimum production amount is a rate at which project profit is maximized taking account time value of money. In this study, methods of optimum production rate using discounted cash flows and behavior of profit function are investigated with an application of a mine deposit. Keywords: Optimum Production Rate, Cutoff Grade, Net Present Value, Profitability. 1 Dr., MTA Genel ademirbugan@yahoo.com Müdürlüğü, Deniz ve Çevre Araştırmaları Dairesi, 129 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Giriş Madencilik projelerinde maden yatağının karlılığını etkileyen nakit akımlarının değeri ve zaman içindeki dağılımının belirlenmesinde yıllık üretim miktarı kullanılır. Üretim miktarını etkileyen faktörler sınır tenör(cutoff grade) ve rezerv miktarıdır. Sınır tenör, bir maden yatağındaki cevherin birim satış değerini birim üretim maliyetine eşitleyen tenör değeri(gr/ton) olarak tanımlanmaktadır. Madencilik projelerinde üretim miktarı sınır tenör ve rezerv miktarı ile ilişkili olarak belirlenebilen bir parametredir(Lane 1964, Lane 1988, Bradley, 1980; Hustrulid ve Kuchta 2006, Rendu 2008, Dağdelen 2008, Taylor 1972,Sabour 2002, Cavender 1992). Sınır tenör kararıyla birlikte üretim kapasitesindeki değişmeler maden yatağı tükenme ömrünün artması veya azalması ve dolayısıyla yıllık nakit akımlarının bugünkü değerinin değişmesinde önemli etkiye sahiptir (Konuk ve Yersel, 1995). Madencilik projelerinde üretim planlamasında sınır tenör ve işletilebilir ortalama tenör kavramları kullanılır. Sınır tenör ekonomik bir maden yatağının en alt işletme tenörüdür. İşletilebilir ortlama tenör, bir maden yatağı veya maden işletilmesinde, sınır tenöründen daha yüksek olan cevher bölümünün ortalama tenörüdür. Madencilik projelerinin değerlendirmesinde cevher rezervinin en etkin biçimde, yani karlılık düzeyini maksimize edebilecek şekilde üretilmesi amaçlanır. Üretim miktarı da bu amacı optimize edecek şekilde belirlenir. Başka bir ifadeyle, optimum üretim miktarı(OÜM) proje karını maksimize eden yıllık üretim düzeyidir. Bu çalışmada önce sınır tenör ve rezerv kavramları ile indirgenmiş nakit akımlarını kullanan optimum üretim miktarı yöntemi kuramsal çerçevede ele alınmaktadır. İkinci bölümde Wells(1978:1676)’ce geliştirilen indirgenmiş nakit akımlarına dayalı optimizasyon modelinin kar fonksiyonu davranışı göz önünde bulundurularak açıklanmasına yer verilmektedir. Daha sonra konu Kırklareli İli Dereköy bakır yatağı projesine uygulanmaktadır. 1 . Sınır Tenör Ve Rezerv Madencilik projelerinde sınır tenör ve rezerv miktarı, optimum üretim miktarını ve dolayısıyla net faydayı etkileyen başlıca faktörlerdir. Tenör, cevher olarak da adlandırılan mineral maddeden oluşan bir maden yatağının birim tonaj veya hacminde bulunan metal miktarı(gr/ton, gr/m3), rezerv ise işletilebilir cevher kütlesidir(ton veya m3). Sınır tenör ekonomik cevher ile ekonomik olmayan cevherin(atık) ayrıldığı tenör şeklinde ifade edilebilir. Sınır tenör' ün üstündeki değerlerdeki bölüm rezerv olarak kabul edilip cevher hazırlama tesislerinde değerlendirilirken altındaki bölüm ise atık yığınlarına gönderilir. Maden yatağında sınır tenörün üzerinde bulunan cevher miktarı madencilik faaliyetinden kaynaklanacak nakit 130 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 akımlarını doğrudan etkiler. Cevherin rezerv olarak sınıflandırılabilmesi bir biriminin satış değerinin bu birim için katlanılacak maliyeti aşması ile sağlanabilir. Bu durumun sağlandığı metal içeriği sınır tenör’e karşı gelir. Başka bir ifade ile, sınır tenör düzeyinde bir ton cevherden sağlanan fayda katlanılan maliyetlere eşit olmalıdır. Bu durum aşağıdaki bağıntı ile ifade edilebilir(Lane 1988). gm ( P-k ) y = h Burada; gm = sınır tenör (gr/ton). P = birim metal satış fiyatı(TL/gr) k = satış maliyeti (TL/gr) y = kazanım (%) h = üretim maliyeti (TL/ton) Bu bağıntı yeniden düzenlenerek MET(gm) aşağıdaki gibi de ifade edilebilir. gm h (P k)y (1) Bir maden yatağı için rezerv, fiziki kısıtlamayı oluşturmaktadır. Ekonomik değere sahip olan rezerv miktarı veri iken üretim miktarı seçildiğinde madencilik projesinin ömrü de belirlenmiş olmaktadır. Sınır tenör ile rezerv, ortalama tenör ve atık miktarı arasındaki ilişkiler şekil 1a ve 1b yardımıyla incelenebilir. Bir maden yatağının cevher miktarıyla ilişkili olarak tenör sıklık dağılım eğrisi şekil 1a’ da görülmektedir. Eğrinin altında kalan alan maden yatağının toplam mineral madde miktarına karşı gelmektedir. Eğrinin şekli farklı tenör değerleri için miktar değişimini yansıtmaktadır. Sınır tenörün altındaki A alanı atığı B alanı ise ekonomik değer içeren rezervi göstermektedir. A alanının işletilmediği durumda B alanının ortalama tenör değeri maden yatağının tümünün ortalama değerinden daha yüksek değerler almakta rezerv miktarı ise düşmektedir. Rezerv ile sınır tenör arasında ters orantılı ilişki vardır. Bu durum şekil 1b’ de izlenebilir. Yatay eksendeki sınır tenör(gc)’ e karşı gelen rezerv miktarı ve ortalama tenör, düşey eksenlerde sırasıyla Tc ve goc simgeleriyle gösterilmiştir. 131 Miktar Sıklık dağılımı,f(x) A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi A B gc(MET) Tenör(%) Rezerv(Ton) Ortalama rezerv tenörü Tc goc Rezerv miktarı gc Sınır tenör(%) Şekil 1b: Rezerv – Tenör İlişkisi 132 Sınır tenörün üzerindeki ortalama işletilebilir tenör (%) Şekil 1a:Tenör Dağılımı Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 2. Optimum Üretim Miktarı Rezerv veri iken farklı üretim miktarları için farklı işletme ömürleri ve dolayısıyla farklı kârlılık düzeyleri söz konusudur. Bu durum matematiksel olarak her proje için faydayı maksimize eden tek bir üretim miktarının bulunduğu anlamına gelmektedir. Optimum üretim miktarı,Wells(1978)’ce geliştirilen indirgenmiş nakit akımlarına dayalı model yardımıyla belirlenebilir. Bu model aşağıda özetlenmektedir. İndirgenmiş nakit akımları modelinde projenin karlılık düzeyi, negatif nakit akımlarının indirgenmiş değeri(PVIN) ile pozitif nakit akımlarının indirgenmiş değerinin(PVOUT) ilişkilendirilmesiyle belirlenir. Bu analizde optimizasyon ya da karlılık ölçütü net bugünkü değer oranıdır(PVR). PVR PVOUT PVIN (2) PVR >1 olduğunda minimum gereksinim karşılanmaktadır. Modelde PVR’ yi maksimum yapan üretim düzeyi araştırılmaktadır. Optimizasyon süreci şekil 2 yardımıyla incelenebilir. Şekil 2’de, BSD eğrisi PVOUT fonksiyonunu, BD doğrusu ise PVIN’ in doğrusal fonksiyonunu temsil etmektedir. Herhangi bir üretim miktarında PVR, bu üretime karşı gelen düşey eksendeki PVOUT/PVIN oranı olup, yatay eksende bu oranı maksimize edecek üretim miktarı araştırılmaktadır. 133 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Bugünkü Değer Z PVIN D S PVOUT C A α B β o b Q0(OÜM) d Üretim Miktarı Bugünkü Değer X o b Q0(OÜM) d π Üretim Miktarı Şekil 2 : Optimum üretim miktarı Wells(1978)’ in modelinde bağıntıyla ifade edilmektedir. Y = DY*ÜM + SY Burada; Y : Yatırım tutarı DY : Değişken yatırım maliyeti 134 yatırım fonksiyonu (Y) aşağıdaki Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 ÜM : Üretim miktarı SY : Sabit yatırm tutarı Yatırım giderlerinin yatırım dönemi boyunca her yılın başında olmak üzere eşit miktarlarda gerçekleştirildiği varsayıldığında, yatırım döneminin ilk yılının sonunda negatif nakit akımlarının bugünkü değeri; PVI (1 s)m 1 Y (1 s) m s(1 s) m (3) dir. Burada; s: indirgeme oranı m: Yatırım süresi [ (1 s)m 1 1 (1 s) ] terimi sabit bir değer olup, (3) bağıntısı aşağıdaki m s(1 s) m gibi ifade edilebilir. PVI=Sbt(DY*ÜM+SY) (4) Üretim miktarının bir fonksiyonu olan PVIN’ ı temsil eden BD doğrusu, PVI=0 olduğunda yatay ekseni X noktasında keser(Şekil 2). (4) bağıntısı yeniden düzenlendiğinde; OX SY * Sabit DY * Sabit (5) dir. Net nakit akımlarının proje ömrü boyunca her yılın sonunda oluştuğu varsayıldığında pozitif nakit akımlarının yatırım döneminin ilk yılının sonuna indirgenmiş bugünkü değerine ilişkin PVOUT fonksiyonu ise aşağıdaki bağıntıyla ifade edilir. 135 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi PVOUT G (1 s) n 1 1 * n s(1 s) (1 s) m (6) Burada;G: Yıllık net nakit akımı s: İndirgeme oranı n: proje ömürü m: Yatırım süresi ’ dir. n= proje ömrü= Rezerv ‘dir. Üretim Miktarı Şekil 2’de α eğimli yatırım fonksiyonu(BD doğrusu) yatay ekseni X noktasında kesmektedir. X noktasından daha yüksek β eğimiyle (β >α) çizilen diğer bir yatırım doğrusu (XZ) ise, üretim miktarına ilişkin olarak verilen düşey ekseni BD’ den daha yüksek bir noktada(örneğin S noktası) kesmektedir. XZ ve XC doğruları arasındaki düşey uzaklık(SC) net bugünkü değer oranına (PVR) karşı gelmektedir. β eğiminin var olan kısıtlar altında en yüksek değeri aldığı durumda XZ doğrusu pozitif nakit akımlarının bugünkü değerini temsil eden BSD eğrisine S noktasında teğet olmaktadır. Bu nokta, PVR’ nin maksimum olduğu üretim düzeyine yani optimum üretim miktarına karşı gelmektedir. Şekil 2‘de S noktasının altındaki üretim miktarlarında PVOUT eğrisinin eğiminin PVIN doğrusunun eğiminden daha yüksek olması net faydanın maliyetlerden daha hızlı artması bu noktanın üzerindeki üretim düzeylerinde ise tersine, PVOUT eğrisinin eğiminin PVI eğrisinin eğiminden daha düşük olması maliyetin net faydadan daha yüksek hızla artması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, ancak S noktasına karşı gelen üretim miktarında(Q0) kar maksimizasyonu sağlanmaktadır(Wells,1978). Kar fonksiyonu davranışı kuramında bir projenin karı(π) toplam satış gelirleri ile toplam maliyeti arasındaki farktır(Bulmuş, 2003; Pyndoc, 2014, ). Wellss(1978)’ in modelinde ise kar, net bugünkü değer oranı(PVR) olarak bir oran biçiminde ifade edilmektedir. Bu modelde maden yatağında üretim başlayıp arttıkça yönleri birbirinden farklı olan iki tip nakit akımı ile karşı karşıya kalınmaktadır. Üretim miktarının bir fonksiyonu olarak satış hasılatının indirgenmiş değeri yani proje faydası doğrusal olmayan biçimde artarken, yatırım harcamalarının indirgenmiş değeri yani proje maliyeti doğrusal biçimde artmaktadır(Şekil 2). Üretim arttıkça işletmenin toplam faydası ile birlikte maliyeti de artmaktadır. Üretim miktarı 0b aralığında iken 136 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 toplam maliyet doğrusu PVIN), toplam fayda eğrisine (PVOUT) oranla daha düşük eğime sahiptir. Yani, marjinal maliyet(mPVI) marjinal faydanın(mPVOUT) altında değer almaktadır. 0b aralığında işletme zarar etmekle birlikte(PVR < 1) üretim attıkça zarar azalır. Üretim b düzeyine ulaştığında işletmenin herhangi bir zararı olmadığı gibi karı’da yoktur. Yani PVR=1’ dir. Bu üretim düzeyi başabaş noktasına (breakeven point) karşı gelmektedir. Bu üretim düzeyinden itibaren kar’ a geçilir(PVR=1). Herhangi bir üretim düzeyinde kar toplam fayda eğrisi ile toplam maliyet doğrusu arasındaki dikey uzaklıktır. Üretim bQo aralığında iken işletmenin elde ettiği toplam kar sürekli artar (PVR>1). Toplam kardaki sürekli artışın temposu marjinal faydanın ne yönde değiştiğine bağlıdır. Marjinal fayda artışını sürdürüyorsa toplam kar artan tempoda artar. Marjinal fayda azalıyorsa toplam kar azalan bir tempoda artar. Şekil 2’de karı maksimum kılan üretim düzeyi Qo’ dır. Toplam gelir eğrisi ile toplam maliyet doğrusu arasındaki dikey uzaklığın en büyük olması ancak bu üretim düzeyinde mümkündür. Üretim Qo düzeyini aştığında toplam fayda fonksiyonunun eğimi azalmaktadır. Toplam maliyet fonksiyonu ise bir doğru şeklinde olduğundan eğimi sabittir. Eğimi sabit olan toplam maliyet fonksiyonu ile eğimi giderek azalan toplam fayda fonksiyonu arasındaki fark bu üretim düzeyinden itibaren kapanmaktadır. Bu ise, işletmenin karının giderek azalacağı anlamına gelmektedir. Bu üretim düzeyinden sonra üretimi bir birim arttırmak için işletmenin katlanması gereken maliyet bu birim ile elde edebileceği gelirden yüksektir. Bu durum toplam kar’ın sürekli olarak azalması sonucunu doğurur. Azalan kar üretim d noktasında olduğunda yok olur. Üretim 0d düzeyini aştığında işletme yeniden zarar etmeye başlar(PVR<1)(Bulmuş 2003, Pyndoc 2014; Smith, 1997). 3. Dereköy Bakır Yatağı Projesi Uygulaması Rezerv ve tenör miktarı veri iken optimum üretim miktarının belirlenmesine ilişkin olarak yukarıda açıklanan kuramsal yaklaşım Dereköy bakır yatağına uygulanarak örneklenebilir. Dereköy bakır yatağı Kırklareli’ne 12 km uzaklıktaki Dereköy sınırları içerisinde Alibeytepe mevkiinde yer almaktadır. Dereköy sahasındaki mineral madde içeren kaynak 220 000 000 ton olup ortalama tenörü %2.71’ dir(Masayuki vd.1989). Bakır yatağında farklı tenör değerleri için kümülatif rezerv miktarları Tablo 1’ de ki gibidir. Sınır tenör, ortalama işletilebilir tenör ve rezev miktarları arasındaki fonksiyonel ilişkiyi yansıtan Tenör – Rezerv eğrisi ise Şekil 3’ de verilmiştir. 137 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Tablo 1 : Farklı tenörler için rezerv miktarları 138 sınır tenör(%) Rezerv (*103 Ton) Ortalama İşletilebilir Tenör(%) 0,00 220000 2,71 0,50 187000 3,11 1,00 160000 3,47 1,50 138000 3,81 2,00 121000 4,10 2,50 110737 4,26 3,00 85887 4,72 3,50 58750 5,33 4,00 43224 5,87 4,50 35915 6,17 5,00 30445 6,50 5,50 26984 6,55 6,00 24594 6,64 6,50 12885 6,94 7,00 3682 8,38 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 Şekil 3: Tenör – rezerv eğrisi Dereköy yatağının Ekskavatör-Kamyon bileşimi kullanılarak açık ocak yöntemiyle işletilmesi planlanmaktadır. 2013 yılı verileriyle bakır satış fiyatı 3.7 $/lb' dir. Birim satış maliyeti ise izabe masraflarıyla birlikte ortalama 0.7 $/lb' dir(MetalPrices.com, 2014). 2013 verileri ile bakır üretimi için birim maliyetler 1$/lb - 3$/lb aralığında değişmektedir. Proje verilerinin uyarlanması ve benzer işletme verileri göz önünde bulundurularak Dereköy projesi için birim maliyet 2. 19 $/lb' olarak tahmin edilmiştirdir(2013;Masayuki vd. 1989; Mining.com.,2014; Infomine, 2014). Ortalama tenör %6.5, kazanım %80 kabul edildiğinde 1 ton yerinde cevherin içerdiği satılabilir sınır tenöral miktarı; 0.065*0.80*2207 lb/ton =114.76 lb/ ton' dur. Birim üretim maliyeti; 2.19 $/lb *114.76 lb/ ton =250 $/ton' dur. 139 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Dereköy bakır yatağı için sınır tenör(sınır tenör, gm ), 2013 yılı verileriyle P -k = 3 $/lb, h = 250 $/Ton ve y = 0.80 alınarak (1) no’ lu bağıntı yardımıyla aşağıdaki gibi belirlenir. Sınır tenör, gm 250 $ /ton 104 lb/ton' dur. 3 $/lb * 0.80 1 lb=453 gr olduğundan, Sınır tenör, gm =104 lb/ton * 453gr/lb = 47120 gr/ton = 4.71 kg/ 1000 kg Sınır tenör, gm ~= % 5’ dir. Dereköy sahasında sınır tenör(%5)’ ün üzerindeki tenör değerlerinde yer alan rezerv miktarı 30 445 000 ton olup, bu rezervin ortalama işletilebilir tenörü ise % 6.5’ dur (Tablo 1 ve Şekil 3). Sınır tenör ve rezerv miktarı veri iken optimum üretim miktarı modelinin Dereköy sahasına uygulanmasında kullanılan diğer karakteristiklerin hesaplanması aşağıda özetlenmektedir. Yerinde Birim(Ton başına) net nakit akımı birim gelir ve birim maliyet arasındaki farktan oluşur. 1 ton sınır tenöral bakır değeri; 3,7 $/lb * 2207 lb/ton = 8166 $/ton’ dur. 1 $=2 TL kabul edildiğinde birim sınır tenöral bakır değeri; 8166 $/ton * 2 TL/$ = 16332 TL/ton’ dur. 1 ton yerinde cevherden sağlanabilecek gelir; 0.065 * 16332 TL/ton *0.80 = ~850 TL/ton’ dur. Birim üretim maliyeti; 140 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 250 $/ton * 2 TL/$ = 500 TL/ton 'dur. Birim net nakit akımı(kar) ise; 850 TL/ton - 500 TL/ton = 350 TL/ton' dur. Yatırım fonksiyonunadaki karakteristiklere ilişkin değerler ise 2013 yılı verileriyle aşağıdaki gibidir (Infomine, 2014; MIT, 2013). Sabit yatırım(SY) Değişken yatırım maliyeti Yatırım süresi İndirgeme oranı = 172 000 000 TL = 130 TL/ton = 4 yıl = 0.10 Dereköy projesi için yatırım fonksiyonu; Y= (130 TL/ton *ÜM) +172 000 000 TL. 'dir. Dört yıllık sabit yatırım dönemi boyunca her yılın başında düzenli olarak yapılacak yatırım harcamalarının birinci yılın sonuna indirgenmesiyle oluşan maliyet fonksiyonu aşağıdaki gibidir. PVI [(1 0.10) 4 1](1 0.10) 0.10(1 0.10) 4 4 (130 TL/ton * ÜM 172000000TL ) İşletme dönemi boyunca her yılın sonunda düzenli biçimde oluşacak net nakit akımlarının yatırım harcamalarının birinci yılın sonuna indirgenmesiyle oluşan gelir fonksiyonu aşağıdaki gibidir. PVOUT (ÜM * 350 TL/ton) (1 0.10) n 1 1 * n 0.10(1 0.10) (1 0.10)4 Dereköy projesi için 0 – 4 250 000 ton/yıl aralığında değişen üretim miktarları PVIN ve PVOUT fonksiyonlarına uygulanarak bugünkü değer 141 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi oranını(PVR) maksimum yapan üretim düzeyi araştırılmıştır. Dereköy projesinde Maksimum karlılık 2 000 000 ton/yıl üretim düzeyinde sağlanmaktadır. Bu noktada PVR = 1.232' dir(Tablo2). Tablo 2' de toplam maliyet ve fayda fonksiyonlarına ilişkin değerlerin yanı sıra bu değerlerdeki değişim eğilimini yansıtan marjinal değerlere de yer verilmiştir. Dereköy projesine ilişkin üretim miktarındaki değişimle birlikte karlılık düzeyi ve dolayısıyla toplam ve marjinal büyüklüklerde değişmektedir. Değişimlerin büyüklük ve yönü üretim miktarı – karlılık profiline dayalı olarak incelenebilir(Tablo 2 ). 0 – 1 000 000 ton/yıl aralığında zarar edilmekle birlikte, majinal faydanın bugünkü değeri(mPVOUT) marjinal maliyetin bugünkü değerinden(mPVI) büyük olduğundan zarar azalmaktadır. Örneğin 500 000 ton/yıl ve 750 000 ton/yıl’lık üretim miktarlarında karlılık(PVR) sırasıyla 0.735 ve 0.952 ‘dir. Bu üretim aralığında marjinal faydadaki artış 82.27 milyon TL. iken marjinal maliyetteki artış 32.5 milyon TL’ dir(82.27 milyon TL > 32.5 milyon TL.). 1 000 000 ton üretim düzeyinde başa baş noktasına ulaşılır(PVR=1.092 =~ 1.000). Bu noktada kar ve zarar yoktur. 1000000 - 2000000 ton/yıl aralığında kar (PVR ) sürekli artmaktadır. Bu aralıkta marjinal fayda değerleri(mPVOUT), marjinal maliyet değerlerinden(mPVI) yüksektir. Karlılık 2 000 000 ton/yıl düzeyinde maksimum değeri almaktadır(PVR=1.232). 2 000 000 – 4 250 000 ton/yıl aralığında ise kar(PVR) sürekli azalmaktadır. Bu aralıkta marjinal fayda marjinal maliyetten düşüktür. Örneğin 3 000 000 ton/yıl – 3 5000 000 ton/yıl aralığında mPVOUT, 34,94 milyon TL iken mPVINV 65 milyon TL.'dir (34.94 milyon TL < 65 milyon TL). 4250000 ton/ yıl üretim düzeyinde ise tekrar zarar edilmektedir. Bu değişime paralel olarak marjinal karlılık(mPVR) 2000000 ton/yıl üretim düzeyine kadar artmakta daha sonra azalmaktadır. Tablo 2 :Üretim Miktarı ve Karlılığı Etkileyen Parametreler Üretim Miktarı (*103ton) PVOUT (*106TL) mPVOUT (*106 TL) 0 PVI (*106TL) mPVI (*106 TL) PVR mPVR 172.00 250 87,50 87.50 204.50 32.50 0.427 0.428 500 174.43 86.93 237.00 32.50 0.735 0.309 750 256.70 82.27 269.50 32.50 0.952 0.217 1000 329.94 73.24 302.00 32.50 1.092 0.141 142 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 1250 393.08 63.14 334.50 32.50 1.175 0,083 1500 446.96 55.88 367.00 32.50 1.217 0.043 1750 491.32 44.36 399.50 32.50 1.229 0,012 2000 532.43 41.11 432.00 32.50 1.232 0.003 2250 559.39 29.96 464.50 32.50 1.204 -0.029 3000 645.18 85.79 562.00 97.50 1.148 -0.056 3500 680.12 34.94 627.00 65,00 1.084 -0.064 4000 715.01 34.89 692.00 65.00 1.033 -0,051 4250 724.18 9.17 724.00 32.50 0.999 -0.034 Sonuç Maden yataklarının değerlendirmesinde üretim miktarının belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Faydalı ömür, dolayısıyla yatırım ve işletme giderleri gibi proje karlılığını doğrudan etkileyen nakit akımlarının miktarsal ve zamansal dağılımı üretim miktarı tarafından belirlenir. Sınır tenör ve rezerv miktarı ise optimum üretim miktarını etkileyen başlıca parametrelerdir. Bu çalışmada esas olarak maden yataklarının değerlendirilmesinde rezerv ve sınır tenör veri iken karı maksimize eden üretim düzeyinin araştırılması amaçlanmaktadır. Bu amaçla önce Wells(1978)' ce geliştirilen ve indirgenmiş nakit akımlarını kullanan optimizasyon modeli ve kar fonksiyonu davranışı kuramsal çerçevede incelenmiş daha sonra konu Dereköy bakır yatağına uygulanmıştır. Dereköy bakır yatağı için sınır tenör 2013 yılı verileriyle %5 olup, rezerv miktarı 30 445 000 ton, ortalama tenör ise %6.5' dur. Dereköy projesi için optimum üretim miktarı, 0 - 4 250 000 ton/yıl aralığında yer alan üretim değerlerinin toplam fayda ve maliyet fonksiyonlarına uygulanmasıyla araştırılmıştır. Maksimum kar 2 000 000 ton/yıl üretim miktarında sağlanmaktadır. Bu noktada karlılık ölçütünü oluşturan net bugünkü değer oranı(PVR), 1.232' dir. Optimum miktarın dışındaki düzeylerde PVR daha düşük değerler almaktadır. Üretim miktarına bağlı olarak karlılık düzeyi, toplam maliyet ve toplam fayda’da ortaya çıkan değişimin yönü ve büyüklüğü, yani marjinal değişim biçimi kar maksimizasyonu davranışı kuramıyla uyumludur. 143 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Kaynakça Bradley, Paul.G. (1980), "Modelling Mining: Open Pit Copper Production in British Colombia", Resources Policy, March, 44-59. Bulmuş, İsmail . (2003), Mikroiktisat, Cantekin Matbaası, Ankara. Cavender, Bares. (1992), "Determination of the Optimum Lifetime of a Mining Project Using Discounted Cash Flow and Option Pricing techniques," Mining Engineering, October, 1262-1268. Dağdelen,Kadri ve KAWAHATA.K. (2008), ‘Value Creation Through Strategic Mine Planning and Cutoff - Grade Optimisation’, Mining Engineering, January, 39-45. Hustrulid ,William ve KUCHTA, Mark. (2006), Open Pit Mine Planning and Design, Broakfield, Rotterdam. Infomıne. (2014), Mining Companiy Investment Opportunities, http://www.ınfomine.com(31.10.2014). Konuk, Adnan ve Gürkan, YERSEL.(1995), 'Sınır Tenör Kararlarında Üretim Kapasite Kısıtlarının Etkileri', Jeoloji Mühendisliği, 46. Lane, Kenneth. F. (1988), TheEconomic Definition of Ore:CutoffGrades in Theoryand Practice, Mining Journal Books Limited, London. Lane, F.Kenneth. (1964), ’Choosing the Optimum Cutoff Grade’, Colorado School Of Mines Quarterely, Vol:59,811-824. Masayuki,A., Doğan, R. ve Batık,Hasan .(1989), Kırklareli – Dereköy porfiri Bakır Yatağının 10 000 ton/gün Üretim Alternatifine Göre Değerlendirilmesi, MTA. Genel Müdürlüğü, Rapor no:8805, Ankara. Massachuses Instıtute of Technology (MIT).(2014), 'Mission 2016, The Future of Strategic Naturel Resources, Opening New Mines. http://web.mit.edu/12.000/www/m2016/finalwebsite/index.html (31.10.2014). MetalPrices.Com. (2014), LME, 'Copper Cash Official', http://www.metalprices.com/historical/database/copper/lme-copper-dec-1official(29.10.2014). Mınıng.com. (2014), 'Copper Costs Up, Grades Down,' http://www.mining.com/copper-costs-up-grades-down-metals-economicsgroup-99686/ (31.10.2014). Pındyck, Robert ve Rubınfeld, Daniel. (2014), Mikroiktisat, (Çev.) Ertuğrul Deliktaş ve Metin Karadağ, Palme Yayıncılık, Ankara. Sabour, Abdel. S.A. (2004), "Mine Size Optimization Using Marginal Analysis", Resources Policy, 28, 145-151. 144 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146 Smith, Lawrence. (1997), A Critical Examination of The Methods and Factors Affecting the Selection of an Optimum Production Rate, CIM Bulletin. Rendu, Jean.Michael. (2008), An Introduction To Cut-Off Grade Estimation, SME, Colarado. Taylor, Hudson.K. (1972),"General BackgraundTheory of Cut off Grades", Institute of Mining and Sınır tenörallurgy Transactions, 160-179. Wells, H.M. (1978), 'Optimization of Mining Engineering Design in Mineral Valuation’, Mining Engineering, December, 1676-1684. 145 A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi Şekil Yazıları Şekil 1a:Tenör Dağılımı Şekil 1b: Rezerv – Tenör İlişkisi Şekil 2: Optimum üretim miktarı Şekil 3: Tenör – rezerv eğrisi 146 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi DOI NO: 10.5578/JSS.8765 Osman Nacak1 Geliş Tarihi: 19.04.2014 Kabul Tarihi: 16.12.2014 Özet Siyasal iktidar ile halk egemenliği arasındaki ilişkinin temsil sistemi aracılığıyla gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, temsil kavramının kökenlerinin araştırılmasının önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın sorunsalı Avrupa’da, gelişen hak kavramının sonucu olarak ortaya çıkan siyasal temsilin Osmanlı’da, düşünsel ve yapısal zemini oluşturulmadan, modernleşme çalışmalarıyla birlikte Avrupa’dan ithal edildiği ve bu durumun günümüzdeki temsile ilişkin sorunların da temelini teşkil ettiği yönündeki yaklaşımdır. Bu sorunsaldan hareketle çalışmanın temel amacı; Türk yönetim anlayışını derinden etkileyen temsil kavramının, ülkemizde hangi şartlar altında ve ne şekilde ortaya çıktığının incelenmesi olduğu söylenebilir. Çalışmada öncelikle literatür taraması yöntemiyle siyasal temsil kavramı ve egemenlikle ilişkisi ele alınmaktadır. Sonrasında siyasal temsilin ülkemizde ortaya çıkışı ve ilk temsil uygulamalarına yönelik sorunlara yer verilmektedir. Çalışmanın sonucunda ulaşılan bulgular; temsilin Osmanlıda, batılılaşma hareketleri içerisinde ortaya çıkmaya başladığını, yasal ve yapısal dayanaktan yoksun olmasının ötesinde, halk tarafından bilinmeyen ve desteklenmeyen bir olgu olduğunu ve bu nedenle başlangıcından günümüze kadar birçok sorun alanlarıyla karşılaştığını ortaya çıkarmaktadır. Anahtar Sözcükler: Siyasal Temsil, Kamu Yönetimi, Egemenlik, Siyasal İktidar A Change in Turkish Management Approach: Emergence and Development of Political Representtation Abstract Considering the relationship between political power and popular sovereignty carried out through a representational system, importance of studying the origins of the representation concept becomes more salient. In this sense, the 1 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, onacak@sakarya.edu.tr 147 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi problematic of this study has been an argument that political representation derived from the concept of political right was internalized in the Ottoman Empire from Europe under the process of modernization without having an intellectual and structural basis and brought about a frame for problems related with the current account of political representation. With reference to this problematic, main purpose of this study is to examine under which conditions the representation concept arose and what forms it took. In this article, firstly, the concept of political representation and its relations with sovereignty are discussed via critical literature survey method. Thereafter, the emergence of political representation in Turkey and problems related with the first implementations has been investigated. Findings obtained as a result of this study reveal that representation in the Ottoman Empire started to emerge within the Westernization movement, beyond the lack of legal and structural basis, this concept is unknown and unsupported case by people and for this reason representation has faced many problem areas from the beginning until today. Keywords: Political Representation, Public administration, Sovereignty, Political Power Giriş Batı’da, ticaretle zenginleşen burjuva sınıfının, siyasal alana katılma istekleri doğrultusunda, kralın otoritesinin süreç içerisinde sınırlandırılmasıyla ortaya çıkmaya başlayan ve 19. yüzyıl ulus devlet anlayışının temel unsurlarından birisi haline gelen temsil sistemi, ülkemizde modernleşme çalışmalarının yoğunluk kazandığı 19. yüzyılın ilk yarısında kendini göstermeye başlamıştır. Hem geniş çevrelerin katılımına dayalı yönetim sisteminin oluşturulması açısından hem de demokrasi kültürünün gelişimi açısından oldukça büyük önem taşıyan temsilin, imparatorluk mirası üzerinde yeniden inşa edilen ve geçmişin izlerini büyük ölçüde bünyesinde bulunduran ülkemizde yeterince incelenmediğini, sürekli olarak geri planda tutulduğunu söylemek mümkündür. Oysa ki padişahın/kralın siyasi iktidarının sınırlandırılması ve egemenliğin kaynağının yeniden biçimlendirilmesi bakımından oldukça önemli bir kavram olan siyasal temsilin incelenmesi ve 19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda var olmayan bu kavramın, batılılaşma süreci içerisinde hangi koşullarda ve ne şekilde ortaya çıktığının araştırılması, gerek Türk yönetim anlayışındaki değişimi gerekse demokrasi kültürümüzün içinde bulunduğu dönüşümü anlamak ve anlamlandırmak açısından son derece önem taşımaktadır. Bu nedenle çalışmanın amacı, katılımcı yönetim anlayışının büyük bir ivme kazandığı günümüzde, siyasal alanda katılımın temel koşulu olarak kabul edilen temsil kavramının ülkemizde ne şekilde ve hangi koşullarda ortaya çıktığının irdelenmesidir. Çalışmada, öncelikle temsil kavramı ve kavramın siyasal alandaki kullanımı incelendikten sonra, kavramın temelini oluşturan egemenliğin, Avrupa’da ve Osmanlı’da merkezden çevreye doğru 148 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 el değiştirmesi üzerinde durulacaktır. Buradan hareketle temsil sistemini, Osmanlıda ortaya çıkaran süreç ile kavramın uygulanma biçimleri ve uygulamaya ilişkin sorunlara işaret edilecektir. 1. Siyasal Temsil: Kavramsal Bir Analiz Tarihi kökenlerinin onuncu ve on birinci yüzyıllara kadar uzandığı düşünülen temsil sisteminin, ilk olarak Romalılar tarafından kullanıldığı ancak onun da bugünkü anlamıyla -başkaları adına hareket eden birey ya da siyasal kurumlar anlamında- kullanılmadığı ifade edilmektedir. Kavramın özellikle Ortaçağın feodal kurumları içerisinde, demokrasi kavramıyla birlikte yavaş yavaş ortaya çıktığı ve asıl olarak on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda siyasal alanda etkin bir biçimde rol oynamaya başladığı görülmektedir (Bulut ve Tanıyıcı, 2007:355). Böylesine önem arz eden ve günümüzün demokratik yönetim anlayışının temel unsurlarından birisini oluşturan temsil kavramının, süreç içerisinde fazlaca dikkate alınmadığı ve derinlemesine araştırılmadığı da bilinen bir gerçektir (Çitçi, 1989: 18). Temsil kavramına yönelik yapılan çalışmalarda, üzerinde tam olarak uzlaşılmış bir temsil tanımının olmadığını belirtmek gerekmektedir. Hobbes temsili; “gerçek ve gerçek olmayan kişiler arasında bir yetki devri” olarak ifade ederken, bunun aslında bir nevi bir zorunluluk olduğuna da işaret etmektedir. Çünkü geniş bir toplumda herkesin yönetime doğrudan katılması mümkün olamayacağına göre, o zaman herkesçe seçilen ve her kesimi temsil eden kişilerden oluşan bir sistemin var oluşu daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Hobbes’e göre, halk, yani yetkilerini belirli bir süreliğine devreden kişiler, gerçek kişiler iken, yetkiyi belirli bir süreliğine devralan ve başkaları adına hareket eden kişilerde gerçek olmayan kişilerdir. Herkesin kendi hakkını en iyi kendisinin koruyabileceğine inanan Joan Stuart Mill’de en iyi yönetim biçiminin, halkın tümünün katılımıyla gerçekleştirilebileceğini ve bunun da ancak temsil sistemiyle sağlanabileceğini ifade etmektedir. Çünkü Mill’e göre, küçük ölçekli bir yerde halkın tümünün doğrudan yönetime katılması mümkün olmasına rağmen, orta ve büyük ölçekli yerlerde bu mümkün değildir. Mill, halkın dolaylı da olsa yönetime katılmasının tek yolunun temsil olduğunu belirtmektedir. John Adams ise, “seçimle oluşturulan bir meclisin halkın küçük bir minyatürünü oluşturması, halkın düşünce, duygu ve mantığını yansıtması ve halk gibi davranması gerektiğini” ifade etmektedir (Çitçi, 1989: 18-20). Immanuel Kant ise “Ebedi Barış” adlı eserinde, sadece temsili bir sistemin vatandaşların haklarını en iyi biçimde koruyabileceğini ve iktidarın keyfi güç kullanımının önüne geçebileceğini savunmaktadır (Köchler, 2000: 55). 149 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi Tarihsel süreç içerisinde temsil olgusuna olumlu yaklaşan düşünürler olduğu kadar olumsuz yaklaşan düşünürler de bulunmaktadır. Özellikle Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau, temsil olgusuna egemenlik kavramı açısından yaklaşmakta ve egemenlik hangi sebeplerden ötürü bir başkasına devredilemezse, aynı sebeplerden ötürü hakların da temsil yoluyla bir başkasına devredilemeyeceğini savunmaktadır. Yine bu doğrultuda Rousseau, milletvekillerinin milletin temsilcileri olamayacaklarını, bu nedenle halkın doğrudan onaylamadığı hiçbir yasanın geçerli olmayacağını iddia etmektedir (Çitçi, 1989: 19-20). Bu noktada Rousseau, özellikle önemli bir iddiada bulunmakta ve halkın, bu sistemde kendisini özgür hissetmekle yanıldığını, çünkü insanların sadece belirli aralıklarla yapılan seçim dönemlerinde özgür olduklarını, sonrasında ise bir köle durumuna gelerek yöneticilerine boyun eğmek zorunda kaldıklarını, dolayısıyla da bir toplumun, temsilcilerini seçer seçmez özgürlüğünü ve haklarını yitireceğini savunmaktadır (Beetham ve Boyle, 1998: 7). Temsil sistemi içerisindeki temel güç, vatandaşların bilinçli istek ve arzularıdır. Temsil sistemiyle vatandaşların beklentilerinin tam anlamıyla karşılanacağı varsayılmaktadır. Çünkü en yalın haliyle siyasal açıdan temsil, toplumun sahip olduğu egemenlik hakkının, toplum adına ve toplumun seçeceği kimseler tarafından kullanılması şeklinde ifade edilmektedir. Bu noktada temsil edilenin, temsilciye verdiği, adına hareket etme yetkisi, temsilin temel unsurunu oluşturmaktadır. Yani temsil, yönetilenlerin kendi kendilerini yönetmekte olduğu, fakat uygulamada bazı zorluklar nedeniyle bunu fiilen yerine getiremediği ve bu yüzden de kendileri adına, alınması gereken kararları almaya yetkili kıldığı bir temsilciyi belirleme işlemidir. Bu nedenle temsil olgusu zamanla seçimle ilişkilendirilmiş ve genel bir uygulama niteliği kazanmıştır. Çünkü temsil sistemini siyasal düzlemde demokrasiyle birleştiren en önemli süreç, yasalar çerçevesinde gerçekleştirilen seçimlerdir. Seçimler, vatandaşların politik düşünceleri ile temsilcileri tarafından siyasal alana aktarılan politikalar arasındaki sürekli bağın sağlanmasında da ayrılmaz bir unsurdur (Durgun, 2005: 26-28; Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 32). Dolayısıyla temsile dayanan bir sistemde, kimlerin temsil edileceği, temsilcilerin kimlerden oluşacağı, ne şekilde seçileceği, kim tarafından seçileceği ve buna ilişkin konular seçime ilişkin yasalarda daha önceden düzenlenmektedir. Tarihsel süreç içerisinde ve özellikle bir ülkeden diğerine, kimlerin temsil edileceği bir diğer ifadeyle siyasi hakları kimlerin kullanmaya ehil olduğu ve egemenliğin kaynağının kime ya da kimlere dayandığı sürekli olarak yeniden tanımlanmış ve Atina şehir devletlerinden günümüze kadar, sadece soyluların veya varlıklıların temsilinden, yetişkin nüfusun tamamının temsil edilmesine doğru bir değişim süreci yaşanmıştır (Çitçi, 1989: 20-21). 150 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 Temsil sisteminin koşullarına ilişkin genel bir uzlaşıdan tam olarak söz edilemese de yinede bir toplumda temsile dayanan bir sistemden söz edebilmek için asgari bazı temel şartların gerçekleşmesi gerektiği noktasında bir fikir birliği bulunmaktadır. İlk olarak halkın belirli aralıklarla yapılan seçimlerde, özgür iradelerini kullanarak temsilcilerini seçebilmesi sağlanmalı, ikinci olarak seçilen temsilcilerin halkın beklentilerine karşı duyarlı ve sorumlu olmaları temin edilmeli ve son olarak da temsilcilerin halkı temsil edebilir nitelikte olmaları gerekmektedir( Çitçi, 1996: 6; Şahin, 2000: 66). Eğer bu şartlardan bir veya birkaçı gerçekleştirilemezse ya da eksik olarak gerçekleştirilirse bu durumda gerçek bir temsilden söz etmek mümkün değildir. Dahası bu şekilde seçilecek olan temsilciler, tüm halkı temsil etmekten ziyade sadece belirli bir kesimi veya zümreyi temsil eder nitelikte olacaklardır. 2. Egemenlik Kavramının Yeniden Tanımlanması ve İktidarın Sınırlandırılması Siyaset biliminin temel kavramları arasında yer alan egemenlik, üzerinde henüz tam anlamıyla uzlaşılabilmiş bir kavram değildir. Ancak genel manada bir toplumdaki “en üstün iktidar” anlamında kullanılmakta ve kanunlarla sınırlandırılamayan bir iktidarı anlatmak amacını taşımakta olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla siyasal iktidarın temelinde egemenlik kavramı yer almaktadır. Egemenlik kavramını “güçler arasında en üstünü” şeklinde ilk kez kullanan Machiavelli iken, siyaset bilimi literatürüne sokan kişi Bodin’dir. Bodin’e göre egemenlik; tek, mutlak ve sınırsız olan bu bağlamda bölünemeyen ve başkasına devredilemeyen bir iktidarı ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle bir ülke üzerinde tek bir egemen kudret bulunabilir ve bu egemen kudret; ne bölünebilir ne de bir başkasına devredilebilir. Bu sebeple bir ülkede var olan siyasal iktidarı; nihai kararı vermesi, başka hiçbir iktidara tabi olmaması ve başka hiçbir iktidar tarafından sınırlandırılamaması nedeniyle aynı zamanda egemen bir iktidar biçiminde tanımlamak da mümkündür (Kapani, 1999: 56; Çam, 1999: 329; Dursun, 2008: 108; Çetin, 2007: 39). Egemenlik kavramı her ne kadar en üstün iktidar olarak tanımlansa da, bu durum siyasal iktidarın mutlak üstün ve sınırsız olduğu, dolayısıyla istediği gibi kararlar aldığı ve uyguladığı anlamına gelmemektedir. Çünkü siyasal iktidar, pratikte önceden belirlenmiş sınırlar ve kurallar içerisinde hareket eden ve belirli gruplar tarafından paylaşılmış bir iktidar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum, egemenliğin tekliği ve bölünmezliği ilkelerinin de zayıflamasına neden olmaktadır. Bu noktada egemenlik kavramının yeniden tanımlanması ile birlikte siyasal iktidarı sınırlandıran en önemli unsurlardan birisinin de hukukun üstünlüğü ilkesine dayanan hukuk devletinin olduğu görülmektedir. Yine süreç içerisinde ortaya çıkan kuvvetler ayrılığı ilkesinin 151 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi de egemenliğin yeniden tanımlanmasına ve iktidarın sınırlandırılmasına neden olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü tek ve bölünmez bir biçimde tanımlanan ve bu sayede siyasal iktidara mutlak ve sınırsız güç sağlayan egemenliğin, kuvvetler ayrılığı ile bölünebilir ve paylaşılabilir olması, siyasal iktidarın mutlak ve sınırsız olan gücünü büyük ölçüde sınırlandırmaktadır. (Kapani, 1999: 59-6; Öztekin, 2003: 16-18). Tarihsel süreç içerisinde egemenliğin kaynağının değişmesiyle birlikte egemenliğin yeniden tanımlandığı ve buna bağlı olarak da siyasal iktidarların güçlerinin arttığı veya sınırlandırıldığı görülmektedir. Mutlak monarşilerde egemenliğin kaynağı; bir tanrıya, bir kişiye, bir zümre ya da bir sınıfa dayandırılabilmektedir. Dolayısıyla da bu tür yönetimlerde, siyasal iktidarın gücünün çok daha fazla, mutlak ve sınırsız olduğunu veya bir diğer ifadeyle siyasal iktidarın çok daha az sınırlandırıldığını belirtmek gerekmektedir. Bu yönetimlerde halkın, iktidar karşısındaki, koşulsuz itaatinden söz etmek mümkündür. Ancak modernleşme süreciyle birlikte egemenliğin kaynağında önemli bir değişim yaşanmış ve egemenliğin yeni sahibi halk olarak karşımıza çıkmıştır. Bu durum demokratik yönetim anlayışını ortaya çıkarmıştır. Demokrasilerde siyasal gücün kaynağı halktır. Dolayısıyla demokratik yönetimlerde siyasal gücü kullanma iktidarı halkın elinde olup, bu gücün gerçek sahibi de halktır. Bir diğer ifadeyle demokratik bir yönetim biçiminde egemenlik, mutlaka halka ait olmalı ve temsilcilerin meşruiyeti halka dayanmalıdır. Dolayısıyla demokratik yönetimlerde siyasal iktidarın mutlak, tek ve sınırsız bir biçimde olmadığını söylemek mümkündür (Yeşil, 2002: 8; Karatepe, 2013: 71-72). 2.1. Batı’da Egemenliğin Yeniden Tanımlanması ve İktidarın Sınırlandırılması Ortaçağ devlet anlayışı, büyük ölçüde Yunan ve Roma düşünürlerinin “üstün devlet” anlayışıyla, bu anlayışın Hıristiyanlığın dinsel niteliklerinin birleştirilmesinden doğmuştur. Bu dönemde Kilise, devletin yanında hatta çoğu zaman onun üstünde bir iktidar olarak varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla Kilise, tanrısal iktidarı simgeleyen ve egemenlik hakkını elinde bulunduran çok önemli bir güç olarak görülmektedir. Öyle ki, İngiltere’de Kilise, üstün bir iktidar olarak kabul edilmesinin ötesinde kralları da bağlayan kararlar alabilen ve kendi yargı sistemini oluşturabilen üstün bir egemen güç olarak karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyılın başlarında İngiltere’de, kilisenin egemenliğinin sınırlandırılmasına yönelik bir kanun çıkarılmış ancak bu kanun, kralın tacını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalması nedeniyle uygulanamadığı gibi kilisenin, bu süreçten daha güçlü bir şekilde çıkmasını ve yeni ayrıcalıklar elde etmesini sağlamıştır. Kilisenin tüm Avrupa’ya egemen olduğu ortaçağ boyunca dini doğmalar, her zaman 152 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 insan aklının önünde kabul edilmiş ve bireylere, kurallara uymaktan başka hiçbir hak tanınmamıştır (Narlı, 1998: 129-132). Ortaçağın sona ermesiyle başlayan Yeniçağın en önemli özelliklerinden birisi olarak bireyin, yaşamın her alanında ön plana geçmeye başlaması gösterilebilir. Bir diğer özelliği ise, gelişen ticarete paralel olarak kapitalizmin ortaya çıkmasıdır. Bu süreçte insana ve insan aklına olan inanç ve “tabii haklar” teorisi, temel hakların elde edilmesinde ve genişletilmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bireyi ve bireyin haklarını öne çıkarma mücadelesinde önemli bir etkisi olan Machiavelli, “başarılı yönetici” teorisinden hareketle bireyciliği ön plana çıkarmış ve başarılı yöneticilerin, devletin güvenliğini ve başarılı olmasını sağlayan çok önemli bir etken olduğunu ifade etmiştir. Benzer bir biçimde Thomas Hobbes, “sosyal sözleşme” teorisinden hareketle bireylerin yaşamlarını kolaylaştırmak için özgür iradeleri ile devleti oluşturduklarını ve sosyal sözleşme ile siyasi gücü, oluşturdukları bu devlete verdikleri düşüncesini savunmaktadır. İngiliz filozof ve siyaset kuramcısı John Locke ise, Hobbes’un düşüncesine benzer bir biçimde, toplumun bir sözleşme temeline dayanması gerektiğini ifade etmektedir. Ancak Locke, Hobbes’dan farklı olarak sözleşme kuramına “tabii haklar” teorisini de ekleyerek, bireylerin hayatlarını kolaylaştırmanın ötesinde yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi tabii haklarını korumak için devleti kurduklarını ve hükümdarların haklarını aştıkları zaman halk tarafından sınırlandırılmasının yasal olduğunu savunmaktadır. Rousseau ise, “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde, bireylerin doğal özgürlüklerinden vazgeçerek, herkes için iyi olanı temsil eden genel iradeye tabi oldukları düşüncesini savunmaktadır (Narlı, 1998: 132-136). Bu görüşler çerçevesinde yeniden şekillenmeye başlayan egemenliğin kaynağı düşüncesi, Yeniçağ boyunca birçok mücadeleyi beraberinde getirmiş ve ticaretin gelişmesiyle ortaya çıkan burjuva sınıfı, zamanla siyasi sistem ile ilgili bilgi ve becerilerini arttırarak, büyük mücadeleler neticesinde kralların gücünü sınırlamayı ve bireyi toplumun temeline yerleştirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda temsil anlayışının ortaya çıkması ve yerleşmesi bir bakıma burjuvazinin bir eseri olarak görülmektedir. Bu sayede burjuvazi, siyasal iktidar üzerinde etkin bir güce sahip olmuştur (Yavaşgel, 2004: 31-33). 2.2. Türk Devlet Geleneğinde Egemenliğin Yeniden Tanımlanması ve İktidarın Sınırlandırılması Batı’da tüm bunlar yaşanırken Türklerde ise egemenliğin kaynağı bakımından farklı bir yapı ve inanış mevcuttur. Eski Türklerde egemenliğin kaynağı Gök Tanrıdır ve Gök Tanrı, bu hakkın kullanımını topluluk içinden bir aileye vermektedir. Han unvanını, Tanrı’nın “kut” gönderdiğine inanılan 153 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi ancak bu aile taşıyabilmekte ve ailenin bütün erkek üyeleri, Han olmak bakımından eşit hakka sahip olmaktadırlar. “Ülüş” adı verilen bu sistemde saltanatın intikali noktasında zaman zaman bazı temayüller oluşturulmaya çalışılsa da, kesin bir kuralın benimsenmemiş olduğu görülmektedir (İnalcık, 1959, s: 39-52). Hakan’ın öldüğü zaman yerine kimin geçeceği konusunda ise, kurultay adı verilen meclislerin önemli ölçüde rol oynadıkları bilinmektedir. Hakan’ın başkanlığında ya da “aygıcı” veya “üge” adı verilen ve vezir olarak nitelenebilecek kişilerin nezaretinde toplanan bu kurultaylar, askeri ve idari yüksek görevliler ile boy beyleri ve halkın ileri gelenlerinden oluşmakta olup, hem yönetimde Hakan’ın yanında yer alarak onun iktidarını ve egemenliğini belirli ölçüde sınırlandırmakta hem de Hakan’ların seçimini yapmaktadırlar. Diğer taraftan Eski Türklerde Hakan’lar, güçlerini Gök Tanrıdan almış olmalarına rağmen kutsal bir kişi olarak değil, insan olarak kabul edilmiş ve haklarından ziyade, halkına karşı yapması gereken görevleri üzerinde durulmuştur (Cin ve Akyılmaz, 2009: 23-27). Töre'ye göre Hakan, halkın refahı, saadeti ve selameti için çalışan, halkına her konuda bakmakla görevli bir hizmetkârdır. Görevini tam olarak yerine getiremeyen veya töreye uymayan Hakan’ın, "kut"unun Tanrı tarafından geri alındığı düşünülür ve görevinden azledilir (Saray, 1999: 8-10). İslam devletlerinde ise, egemenliğin kaynağı ve tek sahibi Allah’tır. Ancak İslam Devletleri’ni Batı’daki din devletlerinden ya da teokrasilerden ayrı düşünmek gerekmektedir. Çünkü Batı teokrasilerinde hükümdarların ya da din adamlarının günahları affetme, aforoz etme ve takdis etme gibi bazı yetkilerinin var olduğu kabul edilirken, İslam Devletleri’ndeki yöneticilerin asla bu tarz bir yetkileri yoktur ve bu yöneticiler asla kutsallaştırılmamıştır. Öyle ki, şeri hukuktan ayrılan, dini emirleri ihlal eden, adaletten sapan ve halkına zulmeden bir yönetici görevinden azledilebilmektedir. Dolayısıyla İslam Devletleri’nde, devlet başkanlarının yetkileri sınırsız olmayıp, şeri hükümler ve şura tarafından sınırlandırılmaktadır (Cin ve Akyılmaz, 2009: 70). Hem İslami kuralların hem de Türk geleneklerinin hakim olduğu ve Türk-İslam devlet geleneğinin zirve noktası olarak görülen Osmanlı İmparatorluğunda, başlangıçta egemenliğin kullanılmasına ilişkin her iki geleneğin de yaygın bir biçimde kullanıldığı görülmektedir. Devletin kurucusu olan Osman Gazi'nin Türk töresine göre Türk beylikleri tarafından seçilmiş olduğu ve İslam geleneklerine göre de hilafeti temsil eden Selçuklu Sultanı tarafından kılıç, sancak, tuğ ve davul gibi siyasi hakimiyeti simgeleyen semboller gönderildiği kabul edilmektedir (İnalcık, 1958: 6869). Yükselme döneminde ise Fatih’in, İstanbul’u fethinden sonra yaptığı düzenlemelerle padişahın yetkilerini paylaşan beylerin egemenliklerine son verdiği ve egemenlik hakkının tamamını kendi şahsında topladığı görülmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra halifeliğin 154 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 Osmanlı sultanlarına geçmesiyle birlikte, padişahların yetki ve otoritelerinin tartışılamaz bir noktaya ulaştıklarından da bahsedilebilir. Ancak burada hemen şunu belirtelim ki, egemenliğin padişahın şahsında toplandığı ve imparatorluk usullerinin tam olarak yerleştiği dönemlerde dahi, Osmanlı padişahlarının yetkileri Batı’daki örnekleri gibi mutlak olmayıp, bir taraftan örfi hukuk ve şeriat kurallarıyla diğer taraftan yönetimin üst seviyelerinde görevli kul ve din bürokrasisi tarafından sınırlandırılmış olduğu görülmektedir. Kısacası Türk-İslam geleneklerinin birleşimi, Osmanlı da kendine özgü bir iktidar anlayışı ortaya çıkarmış ve bu yapı içerisinde mutlak iktidar sahibi olan padişahlar, hiçbir zaman Batı monarşilerindeki gibi monark anlayışta olmamışlardır (Karatepe, 1989: 26-102; Şahin, 2000: 67-68). Osmanlı Devleti’nde padişahların en geniş yetkilere sahip oldukları alan yürütme erkidir. Bu çerçevede her türlü karar padişahın onayından geçmiş ve yöneticilerin tamamı padişah tarafından kulları arasından atanmıştır (Cin ve Akyılmaz, 2009: 111). Atanmış yöneticiler tarafından yerine getirilen hizmetler, padişah adına ve padişahtan alınan bir vekâletle gerçekleştirilmektedir. Osmanlı döneminde uygulanan vekâlet sisteminde, vekâletin gerçek sahibi devlet, yani padişahtır. Yöneticilerin, halk tarafından seçilip denetlenmesi de dolayısıyla mümkün değildir. Bu nedenle hükümdara vekâlet eden veya diğer bir ifadeyle onu temsil eden yöneticilerin, halkın beklentilerinden ziyade, buyruklara uygun hareket etmesi de beklenen doğal bir neticedir (Çitçi, 1989: 48). Görüldüğü gibi temsil sistemi ile vekalet sistemi arasındaki fark, vekaletin kime ait olduğundan kaynaklanmaktadır. Tanzimat öncesi dönemde vekaletin sahibi hükümdar iken ve vekaleti alan hükümdara karşı sorumluyken, Tanzimat sonrası dönemde bu anlayışın temsil sistemi ile değiştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak hemen şunu belirtmekte yarar vardır. Osmanlı İmparatorluğunun yapısal ve geleneksel özelliklerinden dolayı vekalet yöntemiyle hükümdarı temsil eden yöneticilerin tamamının keyfi hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Muhakkak ki, aksi durumların görüldüğü olmuştur. Ancak bunu genellemek veya vekalet sistemini hepten kötülemek oldukça yanlış bir yaklaşım olacaktır. Nitekim İnalcık da, Osmanlı devlet idaresinin, “keyfi bir patrimonyal sistem” şeklinde yorumlanmasının mümkün olmadığını açıkça ifade etmektedir (2010: 128). Daha öncede ifade edildiği üzere Türk yönetim anlayışında meclisler önemli bir yer tutmaktadır. İslami bir kurum olarak nitelendirilen ve danışma, istişare etme anlamına gelen meşveret meclisleri de bunlardan birisidir. Kentlerde kadılar; narhın belirlenmesi, vergilerin tahsili, zaruri işlerin yerine getirilmesi, güvenliğin temini gibi konular için, lonca temsilcilerinin, yerel eşrafın, dini önderlerin ve reayanın temsilcilerinin katılımıyla meşveret meclisi kurarlardı. Özellikle Osmanlı eyalet 155 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi yönetiminde kullanılan ve yerel grupların bir nebze temsilini sağlayan bu uygulamanın, günümüz temsil anlayışına uygun olduğunu iddia etmek mümkün değildir (Ortaylı, 2008: 253, 281). Çünkü ne kadının, ne yardımcı personelinin ne de meşverete katılan temsilcilerin halk tarafından seçilmesi ya da yönetime halk temsilcilerinin belirli bir statü ve kural çerçevesinde katılması söz konusu değildi. Dahası meşveret meclisi, bir devamlılık dahi arz etmemekte olup, kadının istediği üzerine toplanmaktadır. Bu döneme ilişkin bir diğer önemli örnek de Divan-ı Hümayun’dur. Devletin kuruluşundan 17. yüzyılın ortalarına kadar devlet işlerinin padişah adına görüşülüp karara bağlandığı, sistemin en etkin kurumlarından birisi olan Divan-ı Hümayun da, sivil halkın değil, padişahın temsilcilerinden meydana gelmektedir. Bu nedenle Tanzimat dönemine kadar idareye yardımcı devamlı kurullardan ve halk egemenliğiyle alakalı bir temsilden söz edilememektedir (Ortaylı, 2000: 12; Dursun, 2008: 364). 17. yüzyılın sonlarından itibaren siyasal sistemlerde yaşanan bozulma ve Batı ile kurulan yakın ilişkiler, Avrupa’da yükselen yeni düşünce akımlarının ülkemize aktarılmaya başlanmasına neden olmuştur. Bu çerçevede iktidarın sınırlandırılmasına yönelik bazı girişimlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Örneğin, Avrupa’da ilk meclisler hayata geçirilirken, padişah III. Selim’in kendi arzusuyla danışma amacıyla oluşturduğu “Meclis-i Meşveret” i meşruti yönetimin ilk izleri olarak söylenebilir. Ancak meşveret meclisinde padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasının söz konusu olmadığını da belirtmek gerekmektedir. Bu sebeple padişah iktidarının sınırlandırılmasına yönelik ilk gelişme, 1808 yılında padişah ile ayanlar arasında gerçekleştirilen Sened-i İttifak’dır.2 Her ne kadar uygulanma imkanı olmadığı için ölü doğmuş bir hukuki belge olarak nitelendirilse de, padişahın yetkilerini sınırlamaya yönelik ilk girişim olması, daha da önemlisi padişahın yetkilerinin sınırlandırılabileceği düşüncesinin doğması açısından oldukça önemlidir (Eryılmaz, 2006: 53-54; İnalcık, 1964: 603-611; Şahin, 2000: 68). İktidarı sınırlamaya yönelik ikinci gelişme olarak 1839 yılında hayata geçen Tanzimat Fermanı gösterilebilir. Türkiye’nin ilk temel haklar beyannamesi olarak ifade edilen bu fermanla iktidarın, gerçekte tam anlamıyla sınırlandırıldığı söylenemese de, birey kavramının yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlaması ve imparatorluk sınırları içerisindeki bütün bireylerin yasalar önünde eşit olduğunun dile getirilmiş olması, sınırlı devlet 2 Kimi yazarlar Sened-i İttifak’ı, İngiliz tarihinde 13. yüzyılın başında ortaya çıkan Magna Carta’ya benzetmektedirler. Ancak Eryılmaz ve Ortaylı’nın da ifade ettiği üzere, her iki belge şekil bakımından bir benzerlik gösterse de, niteliği, uygulanması ve sonuçları bakımından birbirinden tamamıyla farklılaşmaktadır. Dahası Sened-i İttifak’ın, Osmanlı Devleti’ndeki meşrutiyetçilik düşüncesinin gelişmesinde de bir etkisinin olmadığı görülmektedir (2006: 5354; 2014: 42). 156 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 bağlamında oldukça önemli bir adımdır. Dahası padişahın, iktidarını sınırlandırmayı öngören bu fermana uyacağına yönelik söz vermiş olması, padişahın tanrısal kökenli ve mutlak kuvvetinin üstünde bir yasa veya kanun kuvvetin olduğunun ilk defa gündeme gelmesi açısından son derece önem taşımaktadır. Ortaylı bu durumu, Tanzimat’la birlikte Osmanlı’ya “kanun devleti”nin gelmesi şeklinde tarif etmektedir. Gerçekten de Tanzimat’la birlikte bireylerin, kul statüsünden çıkarak, yasaların sınırladığı alan içinde yetki ve haklara sahip oldukları görülmektedir. Bu bağlamda Tanzimat’ın Türk siyasi, idari, iktisadi ve toplumsal hayatında topyekün bir değişmeyi ve yapılanmayı ifade ettiği söylenebilir. Tanzimat’la başlayan bu eğilim, Islahat fermanıyla devam etmiş ve 1876 yılında Kanunu Esasi adında bir anayasanın yapılıp, bu anayasa çerçevesinde ilk Osmanlı Parlamentosu olan Meclis-i Umumi’nin açılmasıyla zirve noktasına ulaşmıştır (Eryılmaz, 2006: 95; Ortaylı, 2014: 52; Gözler, 2000: 3-12; Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 27; Akşin, 1985: 93-154; Şahin, 2000: 69). 3. Osmanlı Devletinde Siyasal Temsilin Ortaya Çıkışı ve Uygulanması Siyaset bilimciler ve tarihçiler, temsil kavramının Osmanlı’da 19. Yüzyıl modernleşme süreci içerisinde boy gösterdiği ve esas itibarıyla Batı’lı örneklerden alınmış olduğu noktasında hemfikirdirler. Bu genel kanı doğru olmakla birlikte sadece yapılan bir kanunla ya da bir günde temsil kavramının Avrupa’dan ithal edildiğini söylemek de mümkün değildir. Bu nedenle kavramın, Türk yönetim düşüncesinin değişim süreci içerisinde ne şekilde ortaya çıktığının incelenmesi konuyu somutlaştırmak adına faydalı bir adım olacaktır. 3.1. Osmanlı’da Siyasal Temsili Ortaya Çıkaran Süreç Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yönden Batılı devletlerin yaşadığı siyasi bir dönüşüm sürecinin içerisine girmiştir. Bu dönüşüm sürecinde yüzyılın başlarında kurulan Tercüme Odalarının önemli etkileri olmuş olup, hem Batı dillerinin ve politikalarının yayılmasında hem de Tanzimat aydınlarının yetişmesinde önemli bir rol üstlenmiştir (Ortaylı, 2009: 273). Ancak Osmanlı imparatorluğu, Batı’yla aynı doğrultuda sosyal, siyasal ve kültürel olayları yaşamadığı için, 19. yüzyıl yeniden yapılanma çalışmalarının birçoğu, Batı kurumlarıyla bir özdeşleşme veya benzeşme çabasından ibaret bir hale dönüşmüştür. Bir diğer ifadeyle Osmanlı modernleşmesi, Batı’da olduğu gibi, endüstri devrimiyle birlikte ortaya çıkan bir süreç değildir. Siyasal sistemdeki bozulmalara bir çare arayışı içerisinde, Batı’ya özgü düşünce ve fikirlerin Osmanlı toplumunda yavaş yavaş yayılması ve Batı’daki 157 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi kurumların ithal edilmesi modernleşme olgusunu başlatmıştır (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 26; Durgun, 2005: 193; Türköne, 2003: 278-280). Osmanlı modernleşme çalışmaları içerisinde Batı’dan ithal edilen kurumların başında parlamento gelmektedir. Fakat bu noktada parlamenter sisteme doğru atılan adımların yapısal ve zihinsel alt yapısının tam anlamıyla oluşturulabildiğini söylemek pek mümkün değildir. Çünkü İslamiyet’in etkilerinin büyük ölçüde hissedildiği hatta bazı kaynaklarda bir İslam devleti olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’nde, egemenliğin kaynağının halk olmaması nedeniyle bu yetkinin, temsil denilen bir yöntemle parlamentoya ve yöneticilere geçmesi mümkün değildi. Dolayısıyla Osmanlıda temsil kavramının, Batı’dan farklı olarak halkın talepleri ve siyasal alana katılma isteğinin bir ürünü olarak değil, modernleşme hareketleri içerisinde devlet eliyle belirli bir olgunlaşma hareketinin neticesinde ortaya çıktığı görülmektedir (Karatepe, 1989: 26). Bir diğer ifadeyle toplumsal ve yapısal değişimin, halk adına ve halkın iyiliği için devlet tarafından gerçekleştirilebileceği görüşü hakimdir (Çoşar, 1999: 22). 19. yüzyılda Tanzimat aydınları, şeklen beğenip, temelde neye dayandıklarını tam anlamıyla kestiremedikleri Batılı parlamentoları Osmanlı İmparatorluğu’na getirmekle, devletin eski gücüne kavuşacağına ve Avrupa’nın türlü bahanelerle İmparatorluğun iç işlerine karışmasına engel olacaklarına inanmaktaydılar. Diğer taraftan yine Tanzimat aydınları, bu yeni yapıyla eşit temsil hakkına kavuşacak olan İmparatorluğun gayr-i Müslim tebaasının da, kendi yönetiminden mutsuz olmayacağına göre, bir daha İmparatorluktan kopmak için isyan etmeyeceğini düşünmektedirler (Ortaylı, 2012: 47; Durgun, 2005: 194). Bu bağlamda Osmanlı aydınlarının önemli bir bölümü, parlamentoyu birleştirici bir unsur olarak görmektedir. Nitekim ilk Osmanlı Parlamentosunun neredeyse yarıya yakınının gayr-i Müslimlerden meydana gelmesi bunun en açık göstergesidir.3 Hiç şüphesiz Tanzimat’ın devlet adamları, siyasal katılma, demokrasi, halk egemenliğinin temsili gibi bir siyasal programı benimsemiş kimseler değillerdi. Onların amacı, kanuni ve adil bir idarenin kurulmasıyla devletin içine düştüğü bunalımdan kurtulmasıydı (Ortaylı, 2008: 269; Hanioğlu, 1995: 321). Ancak süreç içerisinde ortaya çıkan bu düşüncelerin ve yaşanan gelişmelerin, Osmanlıda temsil sisteminin doğmasını ve gelişmesini önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. Tanzimat ve sonrası dönemde, yönetim sistemleri önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Gerçekte demokratik değerlerin, küçük ölçekli 3 1877 yılında açılan ilk Osmanlı Parlamentosu; halkın seçtiği Mebusan Meclisi ile Padişah tarafından atanan Ayan Meclisinden oluşmaktadır. Yapılan araştırmalar; İlk Meclis-i Meb’usan’ın 119 üyesinden 47’sinin, İlk Meclis-i Ayan’ın da 36 üyesinden 11’inin gayr-i Müslimlerden meydana geldiğini ortaya koymaktadır (Hanioğlu, 1995: 321). 158 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 yerlerde daha kolay ve rahat uygulama alanı bulduğu için, demokrasinin temel unsurlarından birisi olarak kabul edilen temsil unsurunun da ilk olarak yerel ölçekte hayat bulduğunu söylemek mümkündür (Bulut ve Tanıyıcı, 2007: 360). Nitekim Osmanlı Devletinde, Kırım Savaşı nedeniyle, Osmanlı Devleti ile aynı saflarda yer alan müttefik kuvvetlerin (İngiltere, Fransa, İtalya) etkisiyle, 1854 yılında yayınlanan resmi bir tebliğ ile İstanbul Şehremaneti kurulmuştur. Şehremaneti’nin, “şehir meclisi” adında bir organı bulunmakta idi ve sınırlı da olsa seçimle gelen üyelerin bu mecliste yer almaları öngörülüyordu (Kazıcı, 2006: 38-40; Eryılmaz, 2006: 202-205). Her ne kadar I. Meşrutiyete kadar atılan adımların, temsil sisteminin yaygınlaşmasında önemli bir etkisinin olmadığı düşünülse de, totaliter Osmanlı devletinde ilk defa böyle bir kavramdan bahsedilmiş olması ve buna yönelik uygulamalara girişilmesi, Türk yönetim anlayışındaki değişim ve demokrasi açısından son derece önemlidir. Dahası temsil olayının ortaya çıkmaya başlaması yöneten-yönetilen ilişkileri için olduğu kadar, siyasal iktidarın sınırlandırılabileceği düşüncesinin gelişimi açısından da son derece büyük önem taşımaktadır (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 32). 3.2. Osmanlı’da Temsil Uygulamaları 19. yüzyılda Osmanlı’da temsil sistemine ilişkin ortaya çıkan ilk örnekleri, toplumun en alt birimini oluşturan mahalle ve köylerde aramak gerekmektedir. Zira daha öncede ifade edildiği üzere demokratik değerlerin, küçük ölçekli yerlerde daha kolay ve rahat uygulama alanı bulması nedeniyle temsile ilişkin ilk uygulamaların da yerel ölçekte ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten de Osmanlı yönetim geleneğindeki ilk muhtarlık teşkilatı 1829 yılında İstanbul’da kurulmuştur. 1826 yılında Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıyla birlikte şehrin güvenlik ve asayiş sorununu ortaya çıkmıştır. Hem bu sorunun ortadan kaldırılması hem de mali ve mülki görevlerin daha iyi yerine getirilebilmesi amacıyla İstanbul’daki Müslüman mahallelerde “evvel” ve “sani” olmak üzere iki mahalle muhtarının seçildiği görülmektedir. İlk olarak İstanbul’da başlayan muhtarlık teşkilatı uygulaması, 1833 yılından itibaren Anadolu’ya yayılmıştır. 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile birlikte muhtarların seçiminin genel kurallara bağlandığı ve muhtarların yanında yine seçimle oluşturulan ihtiyar meclislerinin de yer almaya başladığı görülmektedir (Eryılmaz, 2006: 218223; Dursun, 2008: 365). Temsil sistemi, muhtarlık teşkilatının ardından muhassıl meclislerinde kendini göstermiş ve daha sonrasında ise, yerel halkın temsilcilerinden oluşan vilayet idare ve belediye meclisleri oluşturulmaya başlanmıştır. Bu meclisler, yönetilenlerin siyasal temsilini sağlamaya yönelik öncü girişimler olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar bir düzen ve süreklilik göstermeseler de, toplumun tek bir yapı içerisinde temsili, 159 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi Osmanlı siyasal sistemi açısından oldukça önemli bir yeniliktir. Çünkü içerik itibarıyla olmasa da, şekil itibarıyla temsil ilişkisinin doğmaya başladığının çok açık bir göstergesidir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 31). Tanzimat’ın ilanıyla birlikte il yönetimindeki aksaklıkların giderilmesi ve düzensizliklerin ortadan kaldırılması amacıyla bir takım yeniliklerin yapıldığı görülmektedir. Yapılan bu düzenlemeler çerçevesinde maliyenin iyileştirilmesi için, sancaklara gönderilen yüksek rütbeli ve geniş yetkili muhassılların yanında muhassıl meclislerinin kurulması kararlaştırılmış ve bu meclislerde, atanmış üyelerin yanında memleket ileri gelenlerinden dört kişinin katılması da öngörülmüştür. Sözü edilen bu dört kişinin, seçimlerle belirlenmesi karara bağlanmıştır. Böylece halk tarafından seçilen ve halkı temsil eden ilk temsilciler, muhassıl meclislerinde yer almışlardır (Eryılmaz, 2010: 123-129). Dolayısıyla bu meclisler, yönetim anlayışındaki değişimin ve yerel demokrasi anlayışının başlangıç noktası olarak kabul edilebilirler (Ortaylı, 2005: 62). Padişah Abdülmecid de, Meclis-i Vala'da yaptığı sene başı konuşmasında bu duruma işaret etmiş ve muhassıl meclislerini, Fransız "departement" meclislerine benzeterek, Tanzimat Fermanının Türkiye'ye getirdiği en liberal kurumlardan birisi olduğunu ve din farkı gözetmeden bütün imparatorluk tebaası arasında hukuken eşitliği tesis ettiğini ifade etmiştir (İnalcık, 1964: 365). Temsil sistemini siyasal düzlemde demokrasiyle birleştiren en önemli süreç, yasalar çerçevesinde gerçekleştirilen seçimlerdir. Türk yönetim anlayışında seçimler, Tanzimat yöneticilerinin vilayet yönetiminde yaptıkları reformlar dolayısıyla gündeme gelmiştir. Meclis-i Ahkamı-ı Adliye, muhassıl meclislerinin kuruluş biçimiyle ilgili olarak bir nizamname hazırlamış ve nizamnamenin ilk bendinde halkın temsiline dayalı olarak yapılacak olan ilk seçimlerin usulünü tarif etmiştir. Nizamname, seçilecek kimselerin akıllı, afif ve muteber adamlardan olması gerektiğini ifade etmiş ve adayların ilk önce mahkemelere isimlerini kaydettirmelerini daha sonrasında ise halkın oyuna başvurmaları gerektiğini belirtmiştir. Seçmenler ise, kazaya bağlı köylerden kura ile saptanan beşer kişi ile kaza merkezlerinden, akıllı, söz anlar emlak sahiplerinden 20 ila 50 kişiden oluşacaktı. Hiç şüphesiz çıkarılan bu nizamname ile kurumsallaşan bu seçim usulünün, geniş tabanlı bir halk temsilini sağlayamadığı ortadadır. Ancak Osmanlı İmparatorluğunda tarihinde ilk defa meclisteki üyelerden bir kısmının, o yerin halkını temsilen ilkelde olsa seçimlerle oluşturulması, Osmanlı yönetim geleneğindeki önemli bir değişime işaret etmektedir (Ortaylı, 2008: 270-273). Yerel temsilin yasal çerçevesini ise, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi oluşturmuştur. Böylece temsil yöntemi yasal bir dayanağa kavuşarak uygulama alanı bulmuştur. 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesiyle mahalle ve köy yönetimleri, yerel yönetim niteliğine kavuşmuş, muhtar ve 160 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 ihtiyar meclislerinin seçimle belirlenmesi öngörülmüştür. İl meclislerinin kurulup çalışmaya başladıkları ilk yer ise, Tuna Vilayeti olmuştur. 1864 ve 1871 Vilayet Nizamnamelerinde muhtar ve ihtiyar meclisi seçimlerinin yılda bir yapılması kararlaştırılmış ve temsil hakkı, sadece Osmanlı uyruğundan, 18 yaşını tamamlamış, yılda en az 50 kuruş vergi veren erkeklere tanınmıştır. Nizamnamede, kent ya da kasabanın önem ve nüfusuna göre en az 6, en çok 12 kişiden oluşacak ve dört yıllığına seçilecek meclislerin kurulması öngörülmüştür. Meclis üyeliğine ise, 25 yaşını doldurmuş, Osmanlı uyruğunda olan, yılda en az 50 kuruş emlak vergisi veren ve Türkçe bilen kişilerin seçilebilmesi karara bağlanmıştır (Çitçi: 1989: 47-60). Vilayet idare meclisi, yukarıda ifade edilen muhassıl meclislerinin bir devamı niteliğinde olup, oluşumunda tabii ve seçimle gelen üyeler yer almaktadır. Bu mecliste de öncekilere benzer bir yöntem uygulanmakta olup, ikisi Müslüman ikisi de gayrimüslim temsilci olmak üzere toplam dört üyeden oluşmaktadır. Vilayet idare meclisi, yalnızca illerde değil, sancak ve kazalarda da bulunmaktadır. Bu sayede halk temsilinin daha geniş bir alana yayılması temin edilmiştir. Günümüz İl Özel İdarelerinin temelini oluşturan Vilayet Umumi Meclisleri ise, diğerlerine göre biraz daha farklı bir yapıdadır. Bu meclis, il’e bağlı her sancaktan halk tarafından seçilip gönderilen ikisi Müslüman ve ikisi de gayrimüslim dörder üyenin katılımlarıyla meydana gelmektedir. Dolayısıyla da il düzeyince yalnızca yerel temsilcilerden oluşan ve yöre halkının sorunlarını ve taleplerini il yöneticilerine bildiren, fakat sadece danışma göreviyle sınırlandırılmış bir meclistir. Vilayet Umumi Meclisinin, il merkezinde yılda bir kez ve en fazla kırk gün toplanıyor olması da, bu meclisin etkinliğini azaltan faktörlerden birisidir. Böyle olmakla birlikte geleneksel Osmanlı yönetim anlayışından, 19. yüzyıl katılımcı ve eşitlikçi yönetim anlayışına geçişi yansıtması açısından da oldukça önemlidir (Eryılmaz, 2010: 125-127). Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi düzeydeki ilk meclisi olarak kabul gören “Meclis-i Umumi”, I. Meşrutiyetle birlikte kabul edilen anayasa (Kanun-u Esasi) doğrultusunda 1877 yılında açılmıştır. Ancak bu gelişmenin Avrupa’dakine benzer bir biçimde, uzun bir demokratikleşme sürecinin beklenen sonucu olduğunu söylemek mümkün değildir. Anayasaya göre meclis-i umumi, mebusan ve ayan meclislerinden oluşmakta olup, ayanlar padişah tarafından ömür boyu atanmakta iken, mebuslar ise, temsil ilkesi doğrultusunda halk tarafından seçimle belirlenmektedir (Öztekin, 2003: 398). Bunun yanında 1876 Anayasasının 66. maddesi, parlamentonun oluşturulmasında kullanılacak temsil ve seçim sistemlerini düzenleyen bir kanunun yapılmasını öngörüyordu. Ancak parlamentonun biran önce açılması ve faaliyetlerine başlayabilmesi için sadece ilk toplantı yılına özgü geçici bir seçim talimatı hazırlanmıştır. Parlamentonun kurulmuş olması ilk bakışta bir zihniyet değişiminin başlangıcını işaret etmektedir. Bu bağlamda 161 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi anayasanın bir meclisin oluşturulmasını öngörmüş olması ve mebusan meclisinin halk tarafından belirlenecek olması, devlet yönetimine halk egemenliği düşüncesinin çok kısıtlı da olsa ilk defa girmiş olduğunun açık bir göstergesidir (Hanioğlu, 1995: 319; Karatepe, 1999: 95-96; Şahin, 2000: 70). Talimat gereğince, 29 bölgeye ayrılan Osmanlı İmparatorluğundan 80’i Müslüman, 50’si gayri Müslim 130 mebus seçilmesi kararlaştırılmıştır. Geçici seçim talimatında İstanbul’a ayrı bir yer verilmiştir. Seçimlerin çift dereceli olarak uygulanması kararlaştırılmış, seçimlerin sağlıklı ve düzenli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamada valiler görevli kılınmıştır. Seçimlerin, hem Müslüman hem de gayrı Müslim bölgelerde eşit bir biçimde yapılması öngörülmektedir. Dolayısıyla ilk meclisde, İmparatorluk içinde yer alan çeşitli milli ve dini toplulukların geniş ölçüde temsil edildiği genel kabul görmektedir. Meclis, yapısı nedeniyle etnik grupların temsiline dayanmaktadır. Nitekim bu durum, parlamento içerisinde zaman zaman etnik çatışmalara dahi yol açmıştır (Durgun, 2005: 195-201). Osmanlı İmparatorluğunda merkezi yönetimin taşra örgütlenmesinin bir uzantısı olarak düşünülen yerel temsil, hem yasal çerçeve hem de uygulama açısından sınırlılıklar taşımakla birlikte, yönetim anlayışındaki dönüşümün ilk aşamalarını oluşturması açısından son derece önemlidir. Elbette ki, bugün anladığımız manada bir temsil ilişkisini barındıran, kendi iç kurallarını oluşturmuş ve kurumsallaşmış bir meclis yapısı yoktur. Ancak bu durumun meclislerin yeni kurulmaya başladığı hiçbir ülkede bir anda ortaya çıktığını söylemekte mümkün değildir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay: 1995: 32) 3.2. Temsil Anlayışında ve Uygulamalarında Ortaya Çıkan Sorunlar Osmanlı İmparatorluğu’nda modernleşme çabaları içerisinde, yönetim anlayışındaki değişimin bir ürünü olarak ortaya çıkmaya başlayan temsil sistemi ve bu sisteme ilişkin uygulamalar, 1877 Osmanlı-Rus savaşına kadar sınırlı ölçüde de olsa devam etmiş, ancak Osmanlı-Rus savaşı bahane edilerek Meclis-i Umumi’nin kapatılmasıyla II. Meşrutiyete kadar büyük ölçüde kesintiye uğramıştır. Böyle bir durumun ortaya çıkmasında ve temsil sisteminin tam anlamıyla işlerlik kazanamamasında oldukça önemli faktörler vardır. Her şeyden önce Osmanlı İmparatorluğu’nda, bugünkü anladığımız manada bir demokrasi kültürü, modernleşme döneminin başlangıcına kadar ortaya çıkmamıştır. Bunda Osmanlı toplumunun, özellikle 1800’lü yıllara kadar tamamen bir tebaa, yani tabi olma kültürüyle toplumsallaşmasının etkisi büyüktür. Bu bağlamda; Osmanlı siyasi yapısında, çevrenin merkez tarafından sürekli olarak denetim altında tutulduğu, toprakların tamamının 162 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 Osmanoğullarının şahsi malı sayıldığı, yerel halkın, Avrupa'daki benzerlerinin aksine, topraklar üzerinde mülkiyet hakkının neredeyse hiç olmadığı dolayısıyla Batılı manada özgür kentlerin bulunmadığı ve Osmanlının hiçbir döneminde feodal yapılanmanın ortaya çıkmadığı gibi hususlardan bahsedilebilir (Heper, 2006: 51; Göymen, 1999: 67-68). Dolayısıyla Osmanlı toplumu, parlamento ve temsil sistemini koruyacak ve yaşatacak sosyal bir yapıya sahip olmadığı gibi, 1876’da ortaya çıkan anayasayı hükümdara ve o dönemin bürokrasisine karşı savunacak herhangi bir sosyolojik yeterliliğe de sahip değildi. Bu nedenle Osmanlıda parlamentoyu, bir aydınlar eliti ortaya çıkarmış, bürokrasi eliti ise kendi yetkilerinin az da olsa sınırlandırıldığı düşüncesiyle kaldırmıştır. Ancak asıl işin özünde olması gereken halk ise, bu duruma hiçbir reaksiyon gösterememiştir. Aslında halktan, zihninde olmayan bir düşünceyi veya hakkı savunmasını beklemek de pek doğru bir yaklaşım değildir. Diğer taraftan 1876 Anayasasının öngördüğü yeni sistemin temelinde halkın olduğunu söylemek ve halka dayalı bir temsil sisteminin kurulduğunu söylemek de oldukça iyimser bir yaklaşım olacaktır. Çünkü 1876 Anayasasında teorik olarak bile, ne “milli irade”den ne de “halk egemenliği”nden söz edilmemektedir. İşin özünde küçük bir aydın kesiminin, padişahın yetkilerini sınırlandırarak bu alanda siyaset yapma isteklerinin olduğu birçok kesimce kabul görmektedir (Kili, 1995: 104-106; Durgun, 2005: 205-208). Daha önce de ifade edildiği üzere Osmanlı İmparatorluğu, yarı teokratik bir devlettir ve imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan halk, Fransa ve Amerika’daki gibi bir vatandaşlık bağıyla devlete bağlı değildir. Bu nedenle Batılı devletlerde, vatandaşların haklarından bahsedilirken, ülkemizdeki bütün hukukçular ve siyaset bilimciler, tebaa’nın Müslüman olması nedeniyle hükümdara karşı görevleri olduğu noktasında birleşmektedirler. Ancak bu yükümlülük, tek taraflı bir yükümlülük olarak algılanmamalıdır. Çünkü tebaanın yükümlülüğü itaat etmek olduğu gibi, hükümdarın da, tebaa’sının menfaatlerini korumak, güvenliğini sağlamak, adaletle hükmetmek gibi birçok yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu noktada itaatin sınırları ve yaptırımları sorunuyla karşılaşılmaktadır. Yaygın görüş; sınırları koyan Allah olduğuna göre, topluma yönelik tecavüzün ne olduğunu ve nasıl cezalandırılacağına karar verecek olan da Allah’tır. Bu anlayış Osmanlı devleti içerisinde uzunca bir süre vatandaş kavramının doğmasına engel olmuştur. Ülkemizde vatandaşlık kavramı, ancak Batılı milliyet ve vatandaşlık fikirlerinin genel olarak benimsenmesiyle ortaya çıkabilmiştir (Lewis, 1992: 98-109). Avrupa’da komünlerde yaşayan ve ticaretle zenginleşen bireylerin, krallardan talepleri neticesinde ortaya çıkan temsil sisteminin, ülkemizde yukarıdan aşağıya doğru bir lütuf şeklinde ortaya çıktığı bilinmektedir. 163 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi Zihinsel alt yapısı olmayan bu düzenlemenin, o dönemin şartlarında birden bire başarıya ulaşmasını beklemek de bu nedenle doğru değildir. Zira temsile ilişkin uygulamaların ve halkın temsil yoluyla siyasal alana katılımının oldukça sınırlı ölçüde gerçekleşmesi bu durumun en önemli göstergesidir. Vilayet İdare Meclislerine dört üyenin seçimle girmesi, halkın yönetime katıldığının bir kanıtı olmasına rağmen, gerek karmaşık seçim sistemi gerekse seçmek ve seçilmek için belirli bir servete sahip olma ve benzeri koşullar nedeniyle katılma hakkının belirli bir kesimle sınırlı tutulduğu görülmektedir. Diğer taraftan uygulamada seçimlerin yasal çerçeveye uygun olarak gerçekleştirilmediği, yöre ileri gelenlerinin seçimlerde etkin bir rol üstlendiği ve istediği kişileri seçtirdiği, bu nedenle seçilenlerin, gerçekte seçildiği bölgenin halkını temsil etmekten ziyade yörenin ileri gelenlerini temsil ettiği de görülmektedir. Dahası seçilen meclislerin, görev ve yetkilerini kesin ve açık bir biçimde düzenleyen herhangi bir nizamname ya da talimatname olmadığı gibi, meclis üyelerinin aldıkları kararların bağlayıcılığı konusunda da herhangi bir düzenleme yapılamamıştır (Çitçi, 1989: 51-60). Temsil sisteminin işlevsellik kazanamamasının bir diğer nedeni olarak da, temsil sisteminin yasal dayanağını oluşturan 1876 Anayasasının, hükümdarın görevlendirdiği bir kurucu meclis tarafından, hükümdarın isteklerine uygun olarak hazırlanmış olması gösterilebilir. Bir diğer ifadeyle hazırlanan Anayasa, toplumun içinden gelen milli bir hareketin, siyasi ve hukuki bir doktrinin, bir ideolojinin ya da siyasi bir tecrübenin ürünü olarak ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla da Anayasada, egemenliğin halka ait olduğu veya iktidarın kaynağının halkın iradesi ya da Anayasa olduğuna dair bir ifadenin yer almamış olması nedeniyle hükümdarın, yasama ve yürütme yetkilerine herhangi bir sınırlama getirilemediği gibi, parlamentonun hükümeti denetleme yetkisi de ortaya çıkarılamamıştır. Yapılan kanunlar ise, hükümdarın iradesi doğrultusunda meclis tarafından hazırlanmakta, ancak hükümdarın onaylamasıyla yürürlük kazanabilmektedir. Bu nedenle temsil sistemiyle oluşan parlamentonun, kanunlar üzerinde esasen hiçbir yetkisi yoktur. Bütün bunlar göstermektedir ki, esasında anayasanın yapılmasını ve yeni yönetim düşüncesinin hayata geçirilmesini isteyen aydınların da modern siyasi düşünceler bakımından yetersiz oldukları ve Batı’da gelişen siyasi hakları tam anlamıyla özümseyemedikleri görülmektedir (Karatepe, 1999: 89-99). Bu noktada şu ayrıntıya dikkat edilmesi ve o dönem Osmanlı yöneticilerine fazlaca haksızlık edilmemesi gerekmektedir. Osmanlının Tanzimat döneminde uygulamaya çalıştığı temsil sisteminin, siyasi kültürleri bize göre daha ileri ve demokratikleşmeye daha uygun olan Almanya, İspanya, İtalya ve Avusturya’da bile uygulanamadığından da bahsetmek gerekmektedir. Dahası İngiltere’de uygulanan temsil sistemi, oldukça sınırlı 164 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 bir uygulama olup, sadece anavatanda İngiliz halkına uygulanan, İmparatorluğa bağlı diğer topluluklarda ise uygulanamayan bir sistemdir. Osmanlıda ise bu sistem, ülkenin her yerinde ve toplumun her kesiminde uygulanmaya çalışılmış ancak bu durum, hem Müslümanlar arasında hem de gayrimüslimler arasında huzursuzluğa yol açmıştır (Karatepe, 1999: 100). Yine de her şeye rağmen 1876 Anayasasıyla, sınırlı da olsa seçilmiş bir parlamento kurulmaya çalışılmış, yönetim anlayışındaki değişim süreciyle birlikte bireysel hak düşüncesi ortaya çıkmaya başlamış, halk adına hükümdarın yetkilerinin sınırlandırılması düşüncesi, yani egemenliğin kaynağının el değiştirerek padişahtan halka geçmesi gerektiği düşüncesi gündeme gelmiştir. Sonuç Geçmişten günümüze kadar demokrasinin gelişimine paralel olarak, farklı biçimlerde tartışma ve incelemelere konu olan temsil sisteminin, egemenlik ve siyasal iktidar kavramlarıyla yakın bir ilişki içerisinde olduğu görülmektedir. Temsil sisteminin temelinde egemenlik kavramı yer almaktadır. Tarihsel süreç içerisinde egemenliğin yeniden tanımlanması; bir taraftan temsil sistemindeki ilişkininin biçimini, diğer taraftan da siyasal iktidarın gücünü doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle egemenliğin kökeni ya da temelinin neye dayandığı sorusunun cevabının, devletlerin yönetim modellerinin belirlenmesinde oldukça önemli bir etken konumunda olduğu söylenebilir. Siyasal temsilin hemen her ülkede aynı şekilde ve aynı koşullar altında ortaya çıktığını ve geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bu bağlamda siyasal temsilin Batı’da, bireyin ön plana alındığı aydınlanma döneminde, halkın siyasal alana katılma isteğinin sonucunda ortaya çıkmaya başladığı ve 19. yüzyılda etkinliğini arttırarak birçok alanı etkilediği görülmektedir. Temsil sisteminin belirleyici unsuru olan egemenliğin Batıda, merkezden çevreye doğru el değiştirmesi, temsil sisteminin gelişimini olumlu yönde etkilemiş ve siyasal iktidarın mutlak ve egemen gücünün sınırlandırılmasını veya bir diğer ifadeyle siyasal iktidarın krallardan ya da hükümdarlardan alınarak halkın temsilcilerine bırakılmasını temin etmiştir. Türk yönetim geleneğinde ise bugünkü anlamdaki siyasal temsilin ilk örneklerinin Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkmaya başladığını söylemek mümkündür. Gerçekten de siyasal temsilin Osmanlıda, 19. yüzyıl batılılaşma hareketleri içerisinde, Tanzimat aydınlarının bir projesi olarak, ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir. Tepeden inmeci bir anlayışla, padişah tarafından halkına sunulan bir lütuf biçiminde hayata geçen siyasal temsilin, başlangıçta yasal ve yapısal dayanaktan yoksun olmasının ötesinde, halk tarafından bilinmeyen ve desteklenmeyen bir olgu olduğu hususu da 165 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Osmanlıdaki temsile ilişkin ilk uygulamaların, Batı’daki siyasal temsile ilişkin uygulamalardan oldukça farklılaştığını ve bu durumun aslında fazlaca yadırganmaması gereken bir durum olduğunu belirtmek gerekmektedir. Çünkü halkın zihninde yer almayan bir düşünceyi ve hakkı desteklemesini veya savunmasını beklemek; dönemin koşulları, toplumda hâkim olan tabi olma kültürü ve devlet otoritesi karşısında başka bir gücün olmaması gibi nedenler göz önüne alındığında, pek de mümkün değildir. Kaldı ki Batı’da toplumsal talepler neticesinde ortaya çıktığı ifade edilen siyasal temsilin, bütün toplumu içine aldığını ve tam anlamıyla işler olduğunu söylemek de oldukça zordur. Osmanlıda halkın temsiline ilişkin ilk uygulamaların yerel ölçekte hayat bulduğu görülmektedir. Zira demokratik değerlere ilişkin bu tür yeni uygulamaların küçük ölçekli birimlerde hayata geçirilmesi çok daha kolaydır. Dahası yerel ölçekli birimlerde bu tür yeni uygulamalara karşı olası tepkiler çok daha küçük ölçekli olacaktır. Bu bağlamda Osmanlıdaki temsile ilişkin ilk uygulamaların muhtarlık seçimlerinde ortaya çıktığı, yerel düzlemde görülen temsil uygulamalarının 1864 Vilayet Nizamnamesi ve 1876 Kanun-i Esasi ile yasal dayanağa kavuştuğu ve merkezi yapıda da uygulanmaya başlandığı görülmektedir. Ancak mevcut uygulamaların tam olarak başarıya ulaştığını söylemek oldukça zordur. Çünkü temsile ilişkin yapılan seçimlerin de sağlıklı bir biçimde gerçekleştirildiği söylenemez. Bu nedenle yapılan reformların başarılı olmasında ve istenilen sonuçlara ulaşmasında, yasal ve yapısal alt yapının oluşturulmasının yanında, zihinsel alt yapının da oluşturulması gerektiği bir kez daha açıkça ortaya çıkmaktadır. Tüm bu gelişmeler, aslında demokrasinin de bir süreç olduğunu, tepeden inmeci bir yaklaşımla hemen hayata geçirilmesinin mümkün olmadığını ve bunun için öncelikte toplumda bir kültürün oluşturulması gerektiğini açıkça gözler önüne sermektedir. Her ne kadar bugünden bakıldığında, ülkemizdeki ilk dönem temsil uygulamalarının, iktidarın sınırlandırılması ve egemenliğin halka verilmesi açısından önemli bir etkisinin olmadığı izlenimi edinilse de, dönemin koşulları açısından bir değerlendirme yapıldığında siyasal iktidarın sınırlandırılabileceği düşüncesinin ortaya çıkmaya başlaması ve vatandaş kavramının ilk nüvelerinin yeşermesi bakımından oldukça önemli adımlar oldukları söylenebilir. Bu bakımdan Tanzimat döneminde ortaya çıkmaya başlayan temsil uygulamalarını, ülkemizdeki yönetim anlayışındaki değişimi ve demokratik kültürün doğuşunu anlamlandırmak açısından başlıca dinamikler olarak ele almak ve bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir. 166 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 Kaynakça Akşin, S. 1985. Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908, İstanbul: Cem Yayınları. Beetham, D. ve Boyle, K. 1998. Demokrasinin Temelleri, (Çev.) Vahit Bıçak, Ankara: Liberte Yayınları. Bulut, Y ve Tanıyıcı, Ş. 2007. Türkiye’de Belediye Meclis Üyelerinin Temsil Ediciliği ve Kent Yönetimindeki Etkisi, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar II, (Ed.) Hüseyin Özgür ve Muhammet Kösecik, Ankara: Nobel Yayınları. Cin, H. ve Akyılmaz, G. 2009. Türk Hukuk Tarihi, 3. Baskı, Konya: Sayram Yayınları. Coşar, S. 1999. Türk Modernleşmesi: Aklileşme, Patoloji, Tıkanma, DoğuBatı, II (8), 59-71. Çam, E. 1999. Siyaset Bilimine Giriş, 6. Baskı, İstanbul: Der Yayınları. Çetin, H. 2007. İktidar ve Meşruiyet, Siyaset, (Ed.) Mümtaz’er Türköne, Ankara: Lotus Yayınları. Çitçi, O. 1989. Yerel Yönetimlerde Temsil- Belediye Örneği, Ankara: TODAİE Yayınları. Çitçi, O. 1996. Temsil, Katılma Ve Yerel Demokrasi, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, 5(6), 5-14. Durgun, Ş. 2005. Batı Demokrasilerinde ve Türkiye’de Parlamenter Yapılar ve Parlamenterlerin Temsil Gücü, Ankara: Nobel Yayınları. Dursun, D. 2008. Siyaset Bilimi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları. Eryılmaz, B. 2006. Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, 2. Baskı, İstanbul: İşaret Yayınları. Eryılmaz, B. 2010. Kamu Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Okutman Yayınları. Göymen, K. 1999. Türk Yerel Yönetiminde Katılımcılığın Evrimi: Merkeziyetçi Bir devlette Yönetişim Dinamikleri, Amme İdaresi Dergisi, 32(4), 67-83. Gözler, K. 2000. Türk Anayasa Hukuku, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları. Hanioğlu, Ş. 1995. Siyasal Temsil Olayının Osmanlı İmparatorluğundaki Yeri, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, (Ed.) Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınları. Heper, M. 2006. Türkiye’de Devlet Geleneği, 2. Baskı, Ankara: Doğu Batı Yayınları. İnalcık, H. 1958. Osmanlı Padişahı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 13(4), 68-79. 167 O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi İnalcık, H. 1959. Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü veya Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 14(1), 69-95. İnalcık, H. 1964. Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-i Hümayunu, Belleten, 28, 603-625. İnalcık, H. 1964. Tanzimat'ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri, Belleten, 27, 361-383. İnalcık, H. 2010. Osmanlılar, 3. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları. Kalaycıoğlu, E. ve Sarıbay, A. 1995, Tanzimat: Modernleşme Arayışı ve Siyasal Değişme, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, (Ed.) Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınları. Kapani, M. 1999. Politika Bilimine Giriş, 11. Baskı, Ankara: Bilgi Yayınları. Karatepe, Ş. 1989. Osmanlı Siyasi Kurumları, İstanbul: İşaret Yayınları. Karatepe, Ş. 1999. Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İstanbul: İz Yayınları. Karatepe, Ş. 2013. Anayasa Hukuku, Ankara: Savaş Yayınları. Kazıcı, Z. 2006. Osmanlı’da Yerel Yönetim, İstanbul: Bilge Yayınları. Kili, S. 1995. 1876 Anayasası’nın Çağdaşlaşma Sorunları Açısından Değerlendirilmesi, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, (Ed.) Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınları. Köchler, H. 2000. Batı Demokrasilerinin Tekâmülü ve Felsefi Arka Planı, İslam ve Demokrasi, (Ed.) Ali Bardakoğlu, İsmail Kurt ve S. Ali Tüz), İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları. Lewis, B. 1992. İslam’ın Siyasal Dili, (Çev.) Fatih Taşar, İstanbul: Rey Yayınları. Narlı, N. 1998. Demokrasinin Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Doğuş ve Gelişme Süreci, İslam ve Demokrasi, (Ed.) Ömer Turan, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ortaylı, İ. 2000. Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ortaylı, İ. 2005. Gelenekten Geleceğe, 12. Baskı, İstanbul: Da Yayınları. Ortaylı, İ. 2008. Osmanlı’da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Ortaylı, İ. 2009. İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Timaş Yayınları. Ortaylı, İ. 2014. İmparatorluğun Son Nefesi, İstanbul: Timaş Yayınları. Öztekin, A. 2003. Siyaset Bilimine Giriş, Ankara: Siyasal Yayınevi. 168 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169 Saray, M. 1999. Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento), Demokratik Düşünce ve Atatürk, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları. Şahin, K. 2000. Çok Partili Dönem Öncesi Türkiye’de Demokratik Gelişim ve Basının Bu Süreçteki Yeri, Bilgi Dergisi, 2, ISSN: 1302-1761, 63-80. Yavaşgel, E. 2004. Temsilde Adalet ve Siyasal İstikrar Açısından Seçim Sistemleri ve Türkiye’deki Durum, Ankara: Nobel Yayınları. Yeşil, R. 2002. Okul ve Ailede İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, Ankara: Nobel Yayınları. 169 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma DOI NO: 10.5578/JSS.9070 Ömer Akgün Tekin1 Ömer Kürşad Tüfekçi2 Geliş Tarihi: 26.05.2014 Kabul Tarihi: 10.02.2015 Özet Türkiye, son 30 yıl içerisinde dünya turizminde dikkat çekici bir başarı elde etmiştir. Şüphesiz, bu başarıda en önemli rollerden biri de sektör çalışanlarınındır. Ancak elde edilen bu başarının sektör çalışanlarının yaşam koşullarına yansıdığını söylemek güçtür. Bu konuda, turizm iş kolunda faaliyet gösteren sendikaların önemli sorumlulukları bulunmaktadır. Fakat turizm sektöründe sendikal örgütlenme son derece zayıftır. Sendikal örgütlenmenin zayıf olmasında sendikaların imajlarının da etkisi vardır. Bu çalışmada, turizm öğrencilerinin sendika algısı incelenmiştir. Araştırma bir devlet üniversitesinin farklı turizm programlarında öğrenim görmekte olan 253 üniversite öğrencisi üzerinde yapılmıştır. Araştırma sonucunda öğrencilerin sendika algılarının, yeterince olumlu olmadığı ve öğrencilerin sendika algılarının çeşitli demografik özelliklerine göre farklılaştığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Turizm, Sendika, Turizm öğrencileri, Sendika algısı Tourism Student's Trade Union Perception: A Study on Undergraduate Students Abstract Within the last thirty years, Turkey has acquired a remarkable success in world tourism. Undoubtfully, tourism sector employees have an essential role in this success. But it is more likely to say that this success is failed to be reflected into life conditions of tourism employees.,In this respect, trade unions which are active in tourism sector have important responsibilities. However, unionization is very ineffective in tourism industry and trade unions’ image has impact on weak unionization. 1 2 Yrd. Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, İ.İ.B.F, dr.omerakguntekin@gmail.com Yrd. Doç. Dr., Eğirdir Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu, omertufekci@sdu.edu.tr 171 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma In this study, undergraduate tourism students' trade union perceptions have been examined. The research was implemented on 253 undergradute students, from different tourism programs in any state university. At the end of the research, it has been acquired that undergraduate students' trade union perception is not positive enough and their perceptions differ depending on their diverse demographic characteristics. Keywords: Tourism, Trade union, Undergraduate tourism students, Trade union perception Giriş Modern turizmin başlangıcı olarak kabul edilebilecek 1950'lerden bu yana, tüm dünyada turizm hareketlerinde her geçen yıl önemli artışlar olagelmektedir. Türkiye'de ise turizmin gelişimi özellikle 1980'lerden sonra gözle görünür hale gelmiştir. Bilhassa 2000'li yıllardan itibaren uluslararası turizmde önemli bir destinasyon haline gelen Türkiye'nin artık kendisine dünya turizminin ilk onu içerisinde istikrarlı bir yer edindiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Yukarıda sayılan sonuçların elde edilmesinde üretim faktörleri çok önemli bir role sahiptir, üretim faktörleri içerisinde ise en önemli rol, şüphesiz insan kaynaklarına, yani turizm işgörenlerine aittir. Acaba Türkiye turizminin başarısında başat bir role sahip olan turizm işgörenleri, emeklerinin bir sonucu olarak ele alınabilecek bu başarıdan payına düşenleri alabilmiş midir? Başarının bu önemli ortaklarının refah seviyeleri sektörün başarısı ile orantılı olarak yükselmiş midir? Bu şekilde sorulabilecek birçok soru, birçok başka araştırma için temel hareket noktaları haline gelebilir. Ancak bu sorulara "evet" cevabının verilmesinde önemli bir aktör bulunmaktadır. Bu aktörün adı "sendika"dır. Turizm sektörü sendikal durumu açısından incelendiğinde, gerek sendikal örgütlenmenin zayıflığı, gerekse sendikaların fonksiyonlarını yerine getirebilmesi konusunda önemli sorunlar gözlemlenmektedir. Mevcut tablonun genel hatlarına bakıldığında; turizm işgörenleri arasında sendikal örgütlenmenin çok düşük oranda olduğu, var olan örgütlenmenin ise işgörenler lehine olumlu sonuçlar sağlayabilecek yeterli güce sahip olmadığı kolaylıkla gözlemlenebilir. Burada da karşımıza bazı önemli sorular çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi şudur: Turizm sektöründe sendikal örgütlenme neden bu kadar zayıf durumdadır? Bu sorunun cevaplarından biri "sendika algısı" ile ilişkili olabilir. Turizm sektöründe çalışanların sendika algısının tespiti için bir araştırmalar dizisinin gerçekleştirilmesi gerektiği düşünülmüş ve sektör genelinde sendika algısının tespiti için üç aşamalı bir araştırma serisi tasarlanmıştır. Araştırmanın serisinin birinci aşamasında turizm öğrencilerinin, ikinci aşamasında sektör çalışanlarının, üçüncü aşamasında 172 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 ise turizm iş kolunda faaliyet gösteren sendika yöneticilerinin sendika algıları tespit edilmeye çalışılacaktır. Yukarıda anılan araştırma serisinin birinci aşamasını oluşturan bu çalışmada; geleceğin potansiyel turizm profesyonelleri olan, sektörde kariyer basamaklarının her aşamasında çalışma potansiyeli olan ve gelecekte turizm sektörünün potansiyel insan kaynağı olduğu düşünülen, üniversite düzeyinde eğitim alan turizm öğrencilerine odaklanılmıştır. Bu çalışmada konu önce turizmin gelişimi çerçevesinde ele alınmış, istihdam verileri ve bunlar içerisinde sendikalaşma oranları incelenmiş, turizm sektöründe sendikacılığa değinilmiş ve mevcut duruma, turizm öğrencilerinin sendika algılarına yönelik bulgular ilave edilerek bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. 1. Turizm Sektörü ve Sendika 1.1. Turizm Sektörü ve Çalışma Koşulları Turizm sektörünün olumlu ekonomik çıktıları, birçok ülkenin hem ekonomi politikalarını turizm sektörüne göre oluşturmasına hem de yatırımlarını turizm sektörüne yöneltmesine etki edebilmektedir. Sektörün gerek ödemeler dengesine katkısı, gerekse istihdama sağladığı imkanlar, ülke ekonomileri açısından göz ardı edilemeyecek önemdedir. Son yarım yüzyıl içerisinde, küresel ve yerel anlamda turist sayılarında ve turizm gelirlerinde meydana gelen artışlar, ülkelerin turizm sektörüne vermiş oldukları önemin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) tarafından her yıl düzenli olarak yayımlanan "UNWTO Tourism Highlights" raporunun 2014 baskısında, 2013 yılının küresel bir değerlendirmesi sunulmuştur. UNWTO bu raporda; 2013 yılı itibariyle 1 milyar 87 milyon kişinin uluslar arası turizm hareketlerine katıldığını, bu rakamın 1950 yılında 25 milyon, 1980 yılında 278 milyon olduğunu, dünya genelinde iç turizm hareketlerine katılan kişi sayısının ise 5 ila 6 milyar kişi civarında olduğunun tahmin edildiğini belirtmiştir. UNWTO, yalnız uluslar arası turizm hareketine katılan 1 milyar 87 milyon kişinin, 1.4 trilyon USD'lik bir ekonomik etki ortaya çıkardığının altını çizmektedir. 2030 yılında ise uluslar arası turizm hareketlerine katılan kişi sayısının 1.8 milyar kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Aynı raporda, dünya genelindeki her 11 işten 1 tanesinin turizm sektörü ile ilişkili olduğu belirtilmektedir (UNWTO, 2014: 2). Turizm sektöründe küresel düzeyde meydana gelen bu gelişimin bir benzeri Türkiye'de de gözlemlenebilmektedir. Türk turizminin 1980’li yıllardan günümüze kadarki gelişimi incelendiğinde, önemli bir yol alındığını söylemek zor olmayacaktır. 1985 yılında 2.6 milyon kişi olan yabancı ziyaretçi sayısı, 2000 yılında 10.4 milyon kişiye ulaşmıştır (KTB, 173 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma 2014a). Aynı yıl elde edilen turizm geliri ise 20 milyar USD civarındadır (KTB, 2014b). 2013 yılında yabancı turist sayısı 37,8 milyon kişi olarak gerçekleşerek, Türkiye dünyada en fazla turist karşılayan ilk on ülke arasında altıncı sıraya yerleşmiştir, aynı yıl uluslararası turizmden elde edilen gelir 27.9 milyar USD'dir (UNWTO, 2014: 6,8). Turizm arzı ve istihdam verileri de sektörün diğer önemli gelişim göstergeleri arasında kabul edilebilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan (KTB) edinilen istatistiklere göre; yatırım ve işletme belgeli konaklama işletmelerinin 1980 yılındaki sayısı, tüm ülkede 778'dir. Bu sayı 2013 yılında 4,038'e, yatak kapasitesi ise 1,051,161'e ulaşarak ülkemizdeki Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yatırım ve işletme belgeli konaklama işletmelerinin yatak sayısı 1 milyonu aşmıştır (KTB, 2014c). Yukarıda anılan istatistikler, Türkiye'nin turizm sektöründe meydana gelen gelişmelerin bazı "çıktı"larını özetlemektedir. Turizm sektörünü bir "sistem" olarak ele alacak olursak; artan konaklama işletmesi kapasitesi, turist sayısı ve turizm geliri gibi olguları "çıktı" kümesine koyabilmek mümkündür. Bu sistemde, anılan çıktıların mevcut aşamaya gelmesinde farklı "girdi"lerin payı bulunmaktadır. Bu "girdi"lerden bir tanesi de şüphesiz turizm sektörünün istihdam ayağını oluşturan "insan kaynakları"dır. Turizm sektöründe çalışan bireylerin toplam sayısına dair spesifik ve köklü istatistiklere ulaşmak güçtür. Spesifik istatistiklere ulaşmanın en büyük zorluğu tam olarak turizm sektörünün sınırlarına uygun bir istatistiksel çalışmanın var olmayışıdır. Bu yönde yapılan istatistik çalışmalarına ilişkin kapsam sınırlarının birbirlerinden farklı olduğu ya da sunulan istatistiklerin kapsamlarının net bir şekilde belirtilmediği kolayca görülebilir. İşgücü istatistiği çalışmalarına; konaklama işletmeleri, yiyecekiçecek işletmeleri, seyahat işletmeleri, ulaşım işletmeleri ve eğlence işletmelerinin dahil edilip edilmediğinin belirtilmemiş olması bu verilerin yorumu açısından önemli bir kısıt oluşturmaktadır. Tüm bu koşullara rağmen sektörün istihdam kapasitesi hakkında en azından fikir verebilecek bazı veriler şu şekildedir: 2011 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından hazırlanmış olan, "Turizm Sektöründe Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programlı Teftişi Sonuç Raporu" isimli çalışmada; turizm sektörünün seyahat sektörü ile birlikte ülke genelinde 1.7 milyon kişiye istihdam olanağı sağladığı (ülkedeki toplam istihdamın %7.2'si) belirtilmiştir (ÇSGB, 2011). ÇSGB, daha güncel bir çalışmada; turizm sektörünü de kapsayan 18'nolu iş kolunda çalışan bireylerin sayısını 2013 yılı Ocak ayı itibariyle 630,768 kişi (ÇSGB, 2013e) olarak açıklamış, bu sayının aynı yılın temmuz ayı itibariyle, sezon etkisiyle 722,689 kişiye ulaştığını belirtmiştir (ÇSGB, 2013f). ÇSGB'nin ilgili istatistiği "iş kolu" sistemi üzerinden hesaplandığı 174 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 için, belirtilen çalışan sayısının içerisinde çok küçük bir kesimin (Tablo 2, SPOR-SEN, FUTBOL-SEN, SPOR-EMEK SEN üyeleri) doğrudan turizm sektörü ile ilgili işlerde çalışmadıkları düşünülmektedir. Yukarıda da açıklandığı gibi bu istatistiklerde baz alınan işletme türlerinin tam olarak belirtilmemiş olması, sunulan sayılara çekinmeden referans verebilmenin önündeki önemli engellerden biridir. Öte yandan, Türkiye'de "enformel ekonomi" ve "enformel istihdam"ın henüz ortadan kalkmadığı kabul edilecek olursa, sunulan bu "resmi rakamlar" en azından "asgari değer"ler olarak ele alınabilir. 2013 yılı itibariyle bir milyon eşiğini aşan yatak kapasitesi (KTB, 2014c), 37.8 milyon yabancı misafir, 27.9 milyar USD gelir (UNWTO, 2014: 6,8), 4 bini aşkın KTB belgeli konaklama işletmesi (KTB, 2014c) ve yüz binlerce çalışanı ile ülkemiz, dünya turizminde önemli bir destinasyon haline gelmiş, turizm sektörü başladığı yere nazaran bir hayli yol kat etmiştir. Böylesine bir noktaya gelen ülkemiz turizm sektörünü çalışanlar açısından ele almamız durumunda; aynı başarının çalışma koşullarına, çalışanların yaşam koşullarına yansıyıp yansımadığını sorgulamak şüphesiz çok önemli bir araştırmanın konusu olacaktır. Yapılan literatür taramasında, turizm çalışanlarının çalışma koşullarına dair fikirler verebilecek çok az sayıda çalışmanın bulunduğu (ÇSGB, 2011; ÇSGB, 2012; ÇSGB, 2013a; ÇSGB, 2013b;ÇSGB, 2013c; ÇSGB, 2013d; ÇSGB, 2013e; ÇSGB, 2013f; DEV-TURİZM-İŞ, 2013;ILO, 2014; Yılmaz, Keser ve Yorgun, 2010) görülmüştür. Turizm sektöründeki güncel gelişmeler, turizm ile ilgili olarak akademik düzeyde yapılan çalışmalar ve hükümetlerin iş piyasalarına yönelik uygulamaları genel olarak incelendiğinde, ülke turizminde yaşanan olumlu gelişmelerin, çalışanların yaşam ve çalışma koşullarına aynı orantıda yansıdığını söylemek güçtür. Diğer bir ifadeyle; turizm sektöründe yaklaşık otuz yıllık bir sürede elde edilen başarının, turizm çalışanlarının çalışma ve yaşam koşullarına doğru orantıda yansıdığını söylemek güçtür. Sektörde çalışma koşullarının zorluklarına dair çok genel olarak aşağıdaki durumlardan bahsedilebilir (Choy, 1995: 136-137; Kusluvan ve Kusluvan, 2000: 261; Tarlan ve Tütüncü, 2001: 147; Jolliffe ve Farnsworth, 2003: 312; Wilton, 2003: 12; Boz, 2006: 57-65; Nickson, 2007: 17; Poulston, 2009: 25-27; ILO, 2013: 37; Tesone ve Pisam, 2013: 199; ILO, 2014: 1-3): Sektörün mevsimselliği, 12 ay hizmet vermeyi başaramayan birçok işletmeyi olumsuz etkilemekte ve bu durum bazı tesislerin sezon sonunda kapanıp çalışanlarının işsiz kalmasına neden olmaktadır. 175 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Sezon sonunda kapatmak zorunda kalmayacak başarıya erişen işletmeler ise personel sayılarını asgari düzeye indirmekte, bu durum, başarılı işletmelerde bile belirli bir sayıda çalışanın işsiz kalmasına, çalışanlar arasında dayanışma yerine acımasız bir rekabetin oluşmasına neden olmaktadır. Sezon sonunda kapatmayan işletmelerdeki çalışanlar, işten çıkarılan (askıya alınan) personeller arasında yer almamak için birçok haklarından feragat etmekte, olumsuzluklar karşısında sessiz kalmaktadırlar. Özellikle güneydeki tesislerin (Antalya, Muğla) çok önemli bir kısmında uygulanan "her şey dahil" sistemi, her anlamda nitelikten ziyade niceliğe odaklanan bir içeriğe sahiptir. Çok sayıda misafire adeta fabrikasyon hizmetler sunmak, servis sanatlarının ortadan kalkması, doldur-boşalt uygulamalarının yerleşmesi, sunulan ürünlerde nitelikten çok niceliğe önem verilmesi gibi faktörler, nitelikli personele olan ihtiyacı ortadan kaldırmış, nitelikli personel ile ucuz işgücü yer değiştirmiştir. Bu durum; sektörü asgari koşullara (sağlık, prezentabl görüntü, temel düzeyde yabancı dil bilgisi vb.) sahip herkesin çalışabileceği bir iş alanı haline getirmiş, çalışanlar arasındaki rekabeti arttırmış ve bu koşulların sunduğu bir imkan olan düşük ücret politikaları işveren açısından adeta bir can suyu olmuştur. İşletmelerin uyguladıkları tasarruf politikaları, daha az sayıda çalışan ile operasyonu yönetmeyi mecburi kılmakta, bu durum da uzun mesai sürelerine neden olmaktadır. Sektörde ihtiyaç duyulan yabancı dil sorununun çözümünde yabancı uyruklu bireylere odaklanılması, sektörde iyi standartlarda bir iş bulabilmek için elde kalan son önemli niteliğin de hızla yok olmasına neden olmaktadır. Yukarıda sayılan olumsuz durumlara benzer bazı bilgilere, ÇSGB'nin "Turizm Sektöründe Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programı Teftişi Sonuç Raporu"ndan da ulaşmak mümkündür. Bu raporda, ÇSGB'ye intikal eden ihbar ve şikayet konuları arasında aşağıdaki başlıkların "öncelikli riskler" kümesine alındığı belirtilmektedir; Çalışma sürelerinin uzunluğu, Ara dinlenmelerinin ihlali, Hafta tatili izni ihlali, Ücret ödenmeden Ulusal Bayram ve genel tatil çalışması yaptırılması, İzinsiz yabancı uyruklu işgören çalıştırılması, Kayıt dışılık (ÇSGB, 2011: 14). 176 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 Bu raporda sunulan bazı bilgiler son derece dikkat çekicidir. Raporda 108 işletmeye kesilen cezalar tablo halinde sunulmuştur. 108 işletmenin %27,7'sine; "fazla çalışma ücretini ödememe", %23,1'ine "ücret ödememe", %14,8'ine "çalışma sürelerine aykırılık" nedeniyle cezalar kesilmiştir. İşletmelere en çok kesilen ilk üç cezanın sebebi bunlardır. Raporun aynı sayfasında işletmelerin önemli bir kısmının müfettişlerce birebir yapılan eğitim ve bilgilendirmelerle mevzuata uymaya ikna edilmeye çalışıldığı, işletmelere eksikliklerini gidermeleri için süreler tanındığı, ancak bazı işletmelerin tüm bu müsamahalara rağmen gerekli düzenlemeleri yapmadığı, bazılarının süreyi yetersiz bulduğu, bazı işletmelerin ise işgörenlere hakları olarak ödenmesi gerekli olan tutarı fazla buldukları için cezayı ödemeyi tercih ettikleri belirtilmiştir (ÇSGB, 2011: 109). İşçiye ödenecek tutar yerine ceza miktarının ödenmesini tercih etmek, cezanın caydırıcılığı ve cezanın amacını icrası konusunda soru işaretleri uyandırmaktadır. Sektördeki uzun çalışma süreleri 2014 yılı itibariyle Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) raporunda da çarpıcı bir biçimde sunulmuştur. ILO tarafından en son 2012 verilerini içerecek şekilde yayımlanan "Employment in Tourism Sector" (Turizm Sektöründe İstihdam) isimli raporda, ortalama haftalık çalışma süresi ve ortalama aylık gelir bazında ülkelerarası bir karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan bu karşılaştırmada Türkiye, otel ve restoranlarda 59,4 saatlik haftalık çalışma süresi ile haftalık çalışma süresinin en yüksek olduğu; Sri Lanka (54), Mısır (52,3), Ermenistan (52), Paraguay (51,3), Filipinler (48,5) gibi ülkeleri geride bırakarak açık ara farkla birincilik sırasına oturmuştur. Aynı raporda ortalama aylık gelirlerin bir kıyaslaması sunulmuş, bu kıyaslamada da Türkiye'deki otel ve restoranlarda aylık gelirin, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ortalamanın %18,5 altında olduğu belirtilmiştir (ILO, 2014: 2). Raporda sunulan bu sonuçtan da anlaşılacağı üzere: "diğerlerinden çok çalışıyor olmak, turizm çalışanlarına, diğerlerinden çok kazanmak" şeklinde geri dönmemiştir. Turizm sektöründeki çalışma koşullarının olumsuz yönleri Türkiye turizminin dünya çapındaki başarısının gölgesinde kalmaktadır. Hizmet sektörünün diğer alt sektörlerinde de olduğu gibi, sektörün başarısında en büyük payın çalışanlara ait olduğu gerçeği yeterince hatırda kalmamakta, çalışanların daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına erişmesi konusunda gerekli hassasiyet gösterilmemektedir. Aslında insan unsurunun diğer sektörlere nazaran çok daha önemli olduğu hizmet sektöründe sendikalaşma, işletmelerin de lehine bir durum oluşturabilir. Aymankuy (2005a: 20) tarafından konaklama işletmeleri üzerinde yapılan araştırmada, sendikaların hizmet kalitesi ve verimliliğe olumlu katkıları olduğu belirlenmiştir. Yılmaz vd. (2010: 91) özellikle konaklama işletmelerinde iç müşteri 177 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma memnuniyetinin dış müşteri memnuniyetine de doğrudan yansıdığını belirterek, sendikaların işgörenlere sağlayacağı kazanımların, işletmelere de bir takım kazanımlar olarak geri döneceğini belirtmektedirler. Çalışanların çalışma hayatlarını sürdürmek veya bu koşulları iyileştirmek için bir araya gelerek teşekkül ettirdikleri bir organizasyon olarak tanımlanabilecek (Webb ve Webb, 1920: 1) sendikaların, turizm sektöründe varlık gösterebilmek bir tarafa yokluk sınırında olması, mevcut çalışma koşullarının ortaya çıkmasında şüphesiz önemli bir paya sahiptir. Sendika, aynı işkolunda çalışan işgörenlerin, işverenlere karşı haklarını almak ve elde ettikleri hakları korumalarını sağlamak için "6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu"na göre kurulmuş örgütlenmelerdir (Aymankuy, 2005a: 4-7) ve sendikaların ortaya çıkmasının birincil nedeni, işgörenleri aynı saflarda toplayıp aralarındaki rekabeti sona erdirip, devlete ve sermayeye karşı emeğin örgütlü gücünü oluşturmaktır (Mütevellioğlu, 2013: 180). Yücetürk'e (2012: 43) göre, çalışanların sağlıklı koşullarda çalışma haklarının korunması, iş güvencesinin sağlanması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, çalışanlar arasında dayanışmanın geliştirilmesi gibi amaçlar, sendikaların varlık nedenlerini oluşturmaktadır. Böylesine bir varoluş nedeni ile ortaya çıkan bu örgütlerin çeşitli fonksiyonları bulunmaktadır. ILO'nun 1999 yılında yayımladığı bir çalışmada sendikaların üç temel fonksiyonundan bahsedilmiş, Selamoğlu (2003) tarafından yapılan çalışmada bu fonksiyonların içerikleri şu şekilde açıklanmıştır; Ekonomik fonksiyon: İşyeri, işkolu ve ulusal düzeyde yaratılan ekonomik değerin toplu pazarlık sürecinde adalet ve eşitlik anlayışı içerisinde paylaşılmasını sağlamak. Demokratik temsil fonksiyonu: İşgücünün, işyeri düzeyinde çalışma şartları ve toplumsal düzeyde ekonomik ve sosyal politikalar üzerine söz hakkını ve kimlik sahipliğini ortaya koymak. Sosyal fonksiyon: Emeğin dayanışma bilincinin güçlenmesini, ortak değerlerin ve amaçların tanımlanmasını, işgücünün sosyal risklerinin kontrol altına alınmasını, sosyal risklerin olası sonuçlarının yönetilmesini ve sosyal dışlanma ve fakirlik ile mücadele olanakları geliştirmek (Selamoğlu, 2003: 6465). Günümüzde, özellikle ülkemiz turizm sektörünü içine alan iş kolunda faaliyet gösteren sendikaların, yukarıda sayılan amaç, varoluş sebebi ve fonksiyonları yeterince yerine getirip getiremedikleri ve bunun nedenleri elbette başlı başına ayrı bir tartışma konusudur. Ancak sebepleri neye dayanırsa dayansın, sendikaların turizm sektöründe ciddi bir varlık 178 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 gösterememelerinin de mevcut çalışma koşullarının bu şekilde gelişmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. 1.2. Turizm Sektöründe Sendikalar Turizm sektörü yapısı itibariyle; hizmet üreten, yoğun işgücü gerektiren (emek-yoğun) bu özelliği nedeniyle gençlere, kadınlara ve göçmenlere geniş bir istihdam imkanı yaratan, süratle gelişen ve krizlerden pek fazla etkilenmeyen, fakat; düşük ücret, uzun mesai süreleri, sezonluk çalışma, gelişmemiş sendikal örgütlenme gibi olumsuz çalışma koşullarını bünyesinde barındıran bir sektördür (ILO, 2014). Turizm sektörü çalışanları meslekleri itibariyle "18'nolu Konaklama ve Eğlence İşleri" iş kolunda yer almaktadırlar. Ancak aşağıdaki Tablo 1'de görüldüğü üzere, diğer bir çok iş kolunda olduğu gibi bu iş kolunda da; turizm, konaklama ve eğlence sektörü dışındaki bazı sektörlerde faaliyet gösteren çeşitli sendikalar da bulunmaktadır. Bu durum tamamen iş kolu sınıflandırması ile ilgili teknik bir konudur. Bu iş kolunda faaliyette bulunan sendikalar ve bu iş kolunda çalışan işgörenler hakkındaki bazı istatistikler aşağıdaki Tablo 1 ve Tablo 2'de sunulmuştur. ÇSGB tarafından yayımlanan; "6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2013 Ocak ve 2013 Temmuz Ayı İstatistikleri Hakkındaki Tebliğ"lerde, TÜM EMEK-SEN ve PAK TURİZM-İŞ isimli sendikalar hakkında hiçbir verinin yer almadığı görülmüştür. Tablo 1.1. Konaklama ve Eğlence İşleri İş Kolunda Faaliyette Bulunan Sendikalar SENDİKA ADI DURUMU TURKON-İŞ, Turizm Konaklama ve Eğlence Sanayii İşçileri Sendikası Bağımsız TÜM EMEK-SEN, Turizm Otel Spor Emekçileri Sendikası Bağımsız PAK TURİZM-İŞ, Pak Turizm İşçileri Sendikası Bağımsız DEV TURİZM-İŞ, Devrimci Turizm İşçileri Sendikası DİSK OLEYİS, Türkiye Otel, Lokanta ve Eğlenceli Yerleri İşçileri Sendikası HAK-İŞ TOLEYİS, Türkiye Otel Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası TÜRK-İŞ SPOR EMEK-SEN, Devrimci Spor Emekçileri Sendikası Bağımsız FUTBOL-SEN, Futbol Çalışanları Sendikası HAK-İŞ Kaynak: ÇSGB, 2013a,b,c,d, erişim:12.2.2014. 179 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Tablo 1.2. Konaklama ve Eğlence İşleri İş Kolunda Çalışan Toplam İşçi Sayısı, Bu İş Kolundaki Sendikaların Üye Sayıları ve Oranlarının OcakTemmuz 2013 Değerleri İŞ KOLUNDAKİ TOPLAM İŞÇİ SAYISI Oc. '13 Tem. '13 630,768 772,689 SENDİKANIN ADI ÜYE SAYISI YÜZDE Oc. '13 Tem. '13 Oc. '13 Tem. '13 TOLEYİS 14,012 14,591 2,22 1,89 OLEYİS 6,357 7,890 1,01 1,02 TURKON-İŞ 7,194 6,938 1,14 0,90 DEVTURİZM-İŞ 7 18 0,00 0,00 FUTBOL-SEN 279 348 0,04 0,04 SPOR EMEK-SEN 0 11 0,00 0,00 SPOR-SEN 0 0 0 0 4,41 3,85 TOPLAM 27,849 29,796 Kaynak: ÇSGB, 2013e,f erişim:12.2.2014. Tablo 2 incelendiğinde ilgili iş kolunda temmuz 2013 itibariyle en fazla üyenin açık ara fark ile TOLEYİS'de olduğu, tüm işgörenler içerisinde sendikalı olanlarının oranının ise %4'ü bile bulmadığı, diğer bir ifadeyle bu işkolundaki her 100 çalışandan 96'sının sendikalı olmadığı görülmektedir. İlgili istatistiklere göre; 18'nolu iş kolundaki işletmelerde çalışmakta olan toplam 772,689 çalışanın yalnız 29,796'sı sendikalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi, ilgili iş kolundaki sendikaların amaçlarını yerine getirebilmeleri, fonksiyonlarını icra edip edememeleri ayrı bir tartışma ve araştırma konusudur. Ancak sendikalaşma oranının bu kadar düşük olmasının sebepleri merak uyandırmaktadır. Sektörde sendikal örgütlenmenin yeterince gelişme gösterememesinin veya gerilemesinin şüphesiz çok sayıda nedeni olabilir. Literatürde, farklı sektörlerde gerçekleştirilen benzer nitelikli çalışmalarda, sendikal örgütlenmenin gelişememesinde veya gerileme göstermesinde genellikle şu sebeplerin etkili olduğu dile getirilmektedir (Selamoğlu, 2003: 66-69; Urhan, 2005: 57-70; Çelik, 102-114; Sarı Gerşil ve Aracı, 2007: 156; Kapar, 2007: 90-96; Kalaycıoğlu vd., 2008: 79; Mütevellioğlu, 2013: 180): yasal güvencenin yetersizliği, işsizlik korkusu, esnek üretim tarzı, neo-liberal 180 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 politikalar, istihdam ilişkilerindeki belirsizliğin artması, toplumsal güvensizlik, alternatif dayanışma biçimleri, işveren uygulamaları, sendikalardan kaynaklanan yetersizlikler, küreselleşme, işçi sınıfının yapısında meydana gelen değişim, çalışanların nazarında bozulan sendika algısı. Bu çalışmada da yukarıda anılan faktörlerden biri olan "sendika algısı" konusuna odaklanılmış, yükseköğretim düzeyinde turizm eğitimi almakta olan öğrencilerin işçi sendikalarına yönelik algıları incelenmeye çalışılmıştır. 2. ARAŞTIRMA 2.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi Bu araştırmanın ana amacı: üniversite seviyesinde turizm eğitimi alan öğrencilerin sendikalara yönelik algılarını tespit etmektir. Öğrencilerin algı ortalamalarını belirlemek, öğrencilerin algıları ile demografik özellikleri arasındaki olası ilişkileri sorgulamak ise bu çalışmanın alt amaçlarını oluşturmaktadır. Yapılan literatür taramasında; turizm sektöründe sendikalar ile ilgili konuları işleyen çok az sayıda çalışmanın (Yıldırgan, 1996; Boynueğri, 2000; Camcı, 2001; Aymankuy, 2005a; Aymankuy, 2005b; Boz, 2006; Yılmaz, Keser ve Yorgun, 2010) bulunduğu görülmüştür. Bu çalışmalardan hiç biri sendika algısını ölçmeye yönelik değildir ve turizm öğrencileri üzerinde gerçekleştirilmemiştir. Turizm eğitiminin mesleki yönü ve sektörle adaptasyonu göz önüne alındığında, geleceğin sektör profesyonelleri olacak olan turizm öğrencilerinin sendika algılarının önemi daha net bir şekilde anlaşılabilir. Bu çalışma hem öğrencilerin yani genç, yüksek tahsilli ve geleceğin profesyonelleri olma potansiyelini barındıran bireyler üzerinde yapılması açısından hem de çok az araştırma yapılan bir alana odaklanması açısından bir takım önemli bilgileri ortaya koyma niyetindedir. Ayrıca bu çalışma ile hizmet sektöründe kritik rol oynayan insan faktörünün özlük haklarının iade edilmesiyle, mutlu çalışanların ortaya çıkacağı, mutlu çalışanların da mutlu müşterileri oluşturacağı düşüncesiyle alana ilişkin bir farkındalık oluşturulması amaçlanmıştır. 2.2. Araştırmanın Yöntemi Araştırmanın verilerinin toplanmasında anket yönteminden faydalanılmıştır. Kullanılan ankete ilişkin detaylı bilgiler "veri toplama aracı" başlığı altında aktarılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler, nicel analiz tekniklerine uygun bir şekilde istatistiksel analize tabi tutulmuştur. Verilerin analizinde SPSS 16.0 paket programı kullanılmıştır. Araştırmacılar tarafından oluşturulan anketten toplam 350 kopya basılmış, basılan anketler 181 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma bir devlet üniversitesine bağlı bir fakülte, bir yüksekokul ve üç meslek yüksekokulunda "otelcilik" alanı ile ilgili programlarda lisans ve önlisans eğitimi alan öğrencilere ulaştırılmıştır. 2.3. Araştırmanın Evren ve Örneklemi Araştırmanın evrenini, 2014-2015 akademik yılında Süleyman Demirel Üniversitesi'nde "otelcilik" alanı ile ilgili (turizm işletmeciliği, konaklama işletmeciliği, turizm ve otel işletmeciliği, aşçılık) önlisans ve lisans programlarında öğrenim gören turizm öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmaya; seyahat acentacılığı, turist rehberliği gibi otelcilik alanı dışındaki alanlardan öğrenciler dahil edilmemiş, yalnız otelcilik alanından öğrenciler üzerinde çalışılmıştır. Bunun nedeni; turizm sektöründe istihdamın otelcilik alanında daha yoğun olması, sendikaların diğer turizm işletmelerine nazaran otellerde daha fazla bilinir olması, Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencilerinin çok büyük bir kısmının "otelcilik" ile ilgili alanlarda eğitim alıyor olması ve araştırmada belirli bir oranda homojen bir kitleye odaklanılmak istenmiş olmasıdır. İlgili tarihte evrende toplam 681 öğrenci bulunmaktadır. Araştırmanın yürütüldüğü tarihte, Süleyman Demirel Üniversitesi'ne bağlı olarak; 3 meslek yüksekokulu, 1 yüksekokul ve 1 fakülte bünyesinde turizm eğitimi verilmektedir. 681 öğrencinin yaklaşık %60'ı meslek yüksekokulu, yaklaşık %20'si yüksekokul, yine yaklaşık %20'si de fakülte düzeyinde turizm eğitimi almaktadır. Araştırmada, evrenin tamamını temsil edebilecek bir sonuca ulaşılmak istenmiştir. Bunun için olasılıklı örnekleme yöntemlerinden "tabakalı örnekleme yöntemi" tercih edilmiştir. Bir'e (1999:37-38) göre; "tabakalı örnekleme yönteminin amacı, evreni iyi temsil edecek örneklemi oluşturmaktır. Diğer bir ifadeyle amaç; evren parametre tahminine ilişkin varyansın olabildiğince küçük olmasını sağlamaktır. Üzerinde çalışılacak evren ilgilenilen özellikler bakımından heterojen olduğunda, bu imkanı veren örnekleme yöntemi tabakalı örnekleme yöntemidir." Araştırmanın evrenini oluşturan öğrenciler farklı akademik birimlerde (fakülte, yüksekokul, meslek yüksekokulu) öğrenim görmektedirler. Bu durumdan dolayı evreni oluşturan bireylerin tümümün homojen bir yapıda olmadığı, bilakis heterojen nitelikte oldukları düşünülmüş, bu nedenle tabakalı örnekleme yöntemi tercih edilmiştir. Araştırmada kullanılmak üzere çoğaltılan anketler bu tabaklara, sahip oldukları öğrenciler oranında (fakülteye anketlerin %20'si, yüksekokula anketlerin %20'si, meslek yüksekokullarına ise anketlerin %60'ı) ulaştırılmıştır. Anket uygulaması esnasında uygulama yapılacak sınıflar 182 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 rastgele seçilmiş, özellikle belirli bir programa veya sınıfa odaklanılmamıştır. Krejcie ve Morgan'a (1970: 608) göre; 700 bireyden oluşan bir evreni temsil edebilecek örneklem en az 248 bireyden oluşmalıdır. Bu bilgiden hareketle araştırma için toplamda 350 anket dağıtılmış, bu anketlerin 328 tanesi uygulatılabilmiş, 7 anket kusurlu şekilde doldurulduğu için analizlere dahil edilmemiştir. Elde kalan 321 anket veri analizi için sisteme girilmiştir. Ankette öğrencilere "sendika kelimesinin anlamını bilip bilmedikleri" sorulmuştur. Bu soruya "hayır" veya "emin değilim" yanıtını veren 68 öğrencinin verileri analizlere dahil edilmemiş, bu şekilde geri kalan analizler, 253 anketten elde edilen veriler üzerinden gerçekleştirilmiştir. Nihai aşamada elde kalan 253 anket, SPSS 16.0 paket programı kullanılarak nicel analiz yöntemleri ile analiz edilmiştir. 2.4. Veri Toplama Aracı Bu araştırmanın verilerinin toplanmasında anket yönteminden faydalanılmıştır. Literatürde yapılan incelemelerde, bu araştırmanın sahasına ve amacına uyan bir ölçeğe erişilemediği için, çalışmada kullanılan ankette yer alan önermeler araştırmacılar tarafından hazırlanmıştır. Anket sorularının hazırlanmasında ulusal ve uluslararası literatürde konu ile ilgili olan çeşitli çalışmalardan (Sheth, 1969; Venugopal vd., 1991; Zammit ve Rizzo, 2001; Bryson, 2003; Hüner, 2004; Cantrick-Brooks, 2005; Urhan ve Selamoğlu, 2008; Seçer, 2009; Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2009; Bulama, 2010; Yılmaz, Keser ve Yorgun, 2010; Turner ve D’Art, 2012; Shil ve Kar, 2013) faydalanılmıştır. İncelenen bazı çalışmaların içerikleri, bazı çalışmaların ise kullanmış oldukları sorular bu çalışmada kullanılacak soruların oluşturulmasında temel kaynak olmuştur. Araştırmada kullanılan anket iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde öğrencilerin demografik özelliklerini sorgulayan 7 adet soru yer almaktadır. Demografik özellikleri inceleyen soru formuna sendika konusu ile ilgili 7 soru daha ilave edilmiştir. Bu bölümdeki 7 sorudan birinde öğrencilerin "sendika kelimesinin anlamını bilip bilmedikleri" sorulmuştur. Diğer soruda ise öğrencilerin turizm sektöründe faaliyet gösteren iki adet sendikanın isimlerini yazmaları talep edilmiştir. İkinci bölümde ise öğrencilerin sendikalara yönelik algılarını ölçmek amacıyla hazırlanan 28 adet önerme yer almaktadır. Önermelerin yanıtları beşli Likert sistemi (1: hiç katılmıyorum, 3:orta düzeyde katılıyorum 5: tamamen katılıyorum) ile kapalı uçlu halde talep edilmiştir. 183 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma 2.5. Bulgular Araştırmadan elde edilen bulgular bu bölümde "demografik verilere ilişkin bulgular" ve "katılımcıların görüşlerine yönelik bulgular" başlıkları altında sunulmuştur. 2.5.1. Demografik Bulgular Araştırmaya katılan öğrencilere, demografik özelliklerine ilişkin sorulardan sonra, ankete geçmeden önce, bilmedikleri bir kavram üzerine fikir belirtme ihtimallerini ortadan kaldırmak amacıyla, "sendika kelimesinin anlamını bilip bilmedikleri" sorulmuştur. Bu soruya verilen yanıtlarda katılımcıların %21,2'si (68 öğrenci) sendika kelimesinin anlamını bilmediklerini (hayır) veya kelimenin anlamını bildiklerinden emin olmadıklarını (emin değilim) belirtmişlerdir. Eleme sorusu olarak ele alınan bu soruya yukarıdaki yanıtları veren 68 öğrencinin anketleri çalışmadan çıkarılmıştır. Böylece analizler geri kalan 253 anket üzerinden gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların demografik özelliklerine ilişkin elde edilen veriler Tablo 3.1'de sunulmuştur. Tablo 2.1. Katılımcıların Demografik Özelliklerine İlişkin İstatistikler Cinsiyetiniz Frekans % Kümülatif % Kadın 108 42,7 42,7 Erkek 145 57,3 100,0 TOPLAM 253 100,0 17-18 25 9,9 9,9 19 92 36,4 46,2 20 74 29,2 75,5 21 36 14,2 89,7 22 17 6,7 96,4 23 8 3,2 99,6 25 ve üstü 1 ,4 100,0 TOPLAM 253 100,0 Yaşınız Bölümünüz/Programınız 184 Aşçılık 125 49,4 49,4 Turizm ve otel işletmeciliği 27 10,7 60,1 Turizm işletmeciliği 58 22,9 83,0 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 Konaklama işletmeciliği 43 17,0 TOPLAM 253 100,0 100,0 Bölümünüzün bağlı olduğu birim Meslek yüksekokulu 152 60,1 60,1 Yüksekokul 43 17,0 77,1 Fakülte 58 22,9 100,0 TOPLAM 253 100,0 Mezun olduğunuz lise turizm ile ilgili bir lise miydi Evet 143 56,5 56,5 Hayır 110 43,5 100,0 TOPLAM 253 100,0 Öğrenci olarak aylık ortalama geliriniz 300 TL'den az 70 27,7 27,7 301-400 TL 65 25,7 53,4 401-500 TL 36 14,2 67,6 501-600 TL 19 7,5 75,1 601-700 TL 27 10,7 85,8 701 TL ve üstü 36 14,2 100,0 TOPLAM 253 100,0 Bugüne kadar hayatınızın çoğunluğu ülkemizin hangi bölgesinde geçti Marmara 48 19,0 19,0 Ege 55 21,7 40,7 İç Anadolu 26 10,3 51,0 Karadeniz 16 6,3 57,3 Doğu Anadolu 15 5,9 63,2 Güneydoğu Anadolu 4 1,6 64,8 Akdeniz 89 35,2 100,0 TOPLAM 253 100,0 Araştırmaya dahil edilen öğrencilerin %57'si erkek, %43'ü kız öğrencilerinden oluşmakta olup, %90'ı 17-21 yaş aralığındadır. Öğrencilerin %49,'u aşçılık, %11'i turizm ve otel işletmeciliği önlisans programlarında, %23'ü turizm işletmeciliği, %17'si ise konaklama işletmeciliği lisans programlarında öğrenim görmektedirler. Katılımcıların %60'ı önlisans programı, %40'ı ise lisans programı öğrencisidir. Katılımcılar içerisinde 185 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma turizm lisesi mezunu olanların oranı %56,5'dir. Öğrencilerin %68'inin aylık geliri en fazla 500 TL'dir. Katılımcıların %76'sının hayatının önemli bir kısmı bugüne dek Akdeniz, Ege veya Marmara bölgelerinden birinde geçmiştir. Çalışmada, anketin demografik özellikler bölümünde öğrencilere demografik özelliklerinin dışında bazı başka sorular daha sorulmuştur. Öğrencilere sorulan sorular ve bu sorulara verilen yanıtlara ilişkin istatistikler aşağıdaki Tablo 3.2'de sunulmuştur. Tablo 2.2. Demografik Özelliklere İlave Edilen Diğer Sorulara İlişkin İstatistikler Turizm sektöründe daha önce hiç çalıştınız mı? Evet 174 68,8 68,8 Hayır 79 31,2 100 TOPLAM 253 100 Ailenizde sendikalı kimse var mı Evet 42 16,6 16,6 Hayır 211 83,4 100 TOPLAM 253 100 Ailenizde sendikacılık faaliyeti gösteren (sendikalarda görev alan) kimse var mı Evet 23 9,1 9,1 Hayır 230 90,9 100 TOPLAM 253 100 Turizm sektöründe çalışacak olursanız sendikaya üye olmak ister misiniz? Evet 91 36 36 Hayır 39 15,4 51,4 Kararsızım 123 48,6 100 TOPLAM 253 100 Turizm sektöründe faaliyet gösteren iki sendikanın ismini biliyorsanız yazınız OLEYİS 1 0,4 0,4 BOŞ 252 99,6 100 TOPLAM 253 100 Araştırmaya dahil edilen öğrencilerin %69'u daha önce turizm sektöründe çalışma deneyimine sahiptir. Öğrencilerin önemli bir kısmının 186 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 sektör deneyimine sahip olması çalışma açısından önemlidir. Çünkü pratik koşullardan haberdar olan bireylerin yorumlarının daha gerçekçi temellere dayandığı düşünülmektedir. Bununla birlikte öğrencilerin %17'sinin ailesinde sendikalı bir çalışan bulunmakta, %9'unun ailesinde ise sendikal faaliyet gösteren bireyler bulunmaktadır. Turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde sendikaya üye olmayı düşünebilecek olan öğrencilerin oranı yalnız %36 iken, bu konuda olumsuz tutumda olan ya da kararsız olan öğrencilerin oranı %64'dür. Bu bulgu oldukça çarpıcıdır, ÇSGB'nin (2013) Tablo 2'de sunulan son istatistiklerine göre sektördeki sendikalı işgörenlerin tüm işgörenlere oranı %5'i bile bulmazken, öğrencilerin %36'sı sendikaya üye olabileceğini ifade etmektedir. Bu oranın pratik saha koşullarında sürdürülebilirliği önemlidir. Bu oranın sahanın gerçek koşullarında düştüğü düşünülmektedir. Bu düşüşün nedeni ise ayrı bir araştırma konusu olarak ele alınmalıdır. Son olarak katılımcıların turizm sektöründe faaliyet gösteren iki sendikanın adını yazmaları istenmiştir. Bu soruya tüm katılımcılar içerisinde yalnız bir öğrenci yanıt verebilmiş (OLEYİS), geri kalan öğrenciler bu soruyu boş bırakmışlardır. Bu sonuç bir taraftan üniversite düzeyinde eğitim alan ve önemli bir çoğunluğu sektör tecrübesine sahip olan öğrencilerin sendikalara yönelik ilgisinin bir sonucu, öte taraftan da sendikaların yetersiz bilinirliklerinin bir sonucu olarak ele alınabilir. 2.5.2. Katılımcıların Görüşlerine Yönelik Bulgular Araştırmada kullanılan ölçek daha ileri analizler için ele alınmadan önce güvenilirlik analizine tabi tutulmuştur. Yapılan analiz sonucunda ölçeğin güvenilirlik katsayısı (Cronbach's alpha) ,908 olarak belirlenmiş, ölçekteki hiçbir maddenin ölçeğin güvenilirliğini önemli ölçüde düşürmediği görüldüğü için soru çıkarılmamıştır. Güvenilirlik analizi sonrasında ölçek faktör analizine tabi tutulmak istenmiştir. Bunun için de ölçeğin faktör analizine uygunluğu ve örneklem yeterliliği, Kaiser-Meyer-Olkin ve Bartlett's küresellik testleri ile kontrol edilmiştir. Test sonucunda veri setinin faktör analizine uygun olduğu (KMO: ,906 p: ,000; P<0,05) belirlenmiştir. Bu testten sonra ölçeği oluşturan maddeler Varimax rotasyonlu açıklayıcı faktör analizine tabi tutulmuştur. Yapılan ilk analiz sonucunda bazı maddelerin (7 madde) anlamsız boyutlar içerisinde yer aldığı veya faktör yüklerinin düşük olduğu gözlemlemiş, bu maddeler ölçekten çıkarıldıktan sonra faktör analizi yenilenmiş ve maddeler 3 boyut altında toplanmıştır. Her bir boyut içerdiği maddelerden hareket edilerek isimlendirilmeye çalışılmıştır. Faktör analizi sonucu aşağıdaki Tablo 3.3'de sunulmuştur. Faktör analizi sonucunda elde edilen maddeler üç boyut altında toplanmıştır. Boyutlar sırasıyla "Sendika", "Üyelik", "Devlet ve İşveren" 187 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma boyutu olarak adlandırılmıştır. Faktör analizi sonucunda açıklanan varyans yüzdesi 56,287 olarak belirlenmiştir. Ölçekte kalan 21 madde yeniden güvenilirlik analizine tabi tutulmuş ve ölçeğin güvenilirlik katsayısı (Cronbach's alpha) son seferde ,901 olarak bulgulanmıştır. Boyutlar içerikleri açısından taşıdıkları genel anlam yoğunluğuna göre ele alınarak aşağıda kısaca açıklanmaya çalışılmıştır. Tablo 2.3. Faktör Analizi Sonucu Maddeler Boyutlar Sendika Sendikalar işgörenlerin haklarını savunmak için kurulmuş örgütlerdir. ,810 İşçi sendikaları işgörenlerin haklarını korumak için gereklidir. ,801 Sendikalar güvenilir örgütlerdir. ,796 Sendikalar işgörenlerin sosyal haklarını koruyan örgütlerdir. ,795 Sendikalar işverenler (patronlar) karşısında güçlü örgütlerdir. ,735 Sendikalı işgörenler haklarını sendikasız işgörenlerden daha iyi savunurlar. ,715 Sendikalar, işgörenlerin iş güvencesini arttıran örgütlerdir. ,706 Sendikaların çalışma hayatında çok önemli bir rolleri vardır. ,698 Sendikalar, işgörenleri işletmelerin haksız uygulamalarına karşı korur. ,675 Sendikaların işletmelere de faydaları vardır. ,634 Sendikalı işgöreni işten çıkarmak sendikasız işgöreni işten çıkarmaktan daha zordur. ,629 Sendikalı işgörenler daha özverili çalışır. ,622 Sendikalı işgörenler sendikasız işgörenlere göre daha iyi haklara sahiptir. ,533 Üyelik Sendikaya üye olmam sosyal çevrem tarafından hoş karşılanmaz. ,777 Sendikaya üye olmak devlet tarafından hoş karşılanmaz. ,764 Sendikaya üye olmam ailem tarafından hoş karşılanmaz. ,724 Sendikaya üye olmak riskli bir karardır. ,678 Sendikaya üyelik işgörenin masrafını arttırır. ,556 Devlet ve İşveren Devlet, sendikaların örgütlenmelerine yardımcı olmaktadır. ,780 Devlet, işgörenlerin sendikalara üye olmalarını destekler/teşvik ,778 188 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 eder. ,701 İşverenler, işgörenlerin sendikalara üye olmalarını destekler/teşvik eder. Açıklanan varyans yüzdesi 56,287 Güvenilirlik katsayısı 0,901 Sendika boyutu: Boyutu oluşturan 13 madde genel olarak; sendikaların fonksiyonları, işgörene, işletmeye ve iş güvenliğine katkıları, nüfuzları ve güvenilirliklerine dair olumlu ifadelerin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bu nedenle boyutun ortalamasının yüksek olması sendikalara yönelik olumlu bir algı, düşük olması ise olumsuz bir algı olarak ele alınabilir. Üyelik boyutu: Bu boyutu oluşturan 5 madde genel olarak; sendika üyeliğinin çeşitli referans grupları tarafından olumsuz karşılanması, risk faktörü olarak değerlendirilmesi gibi olumsuz ifadelerin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bu nedenle boyutun ortalamasının yüksek olması sendika üyeliğine dair olumsuz bir algı, düşük olması ise olumlu bir algı olarak ele alınabilir. Devlet ve işveren boyutu: Bu boyutu oluşturan 3 madde genel olarak; devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye desteğine yönelik algıları oluşturan olumlu ifadelerin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bu nedenle boyutun ortalamasının yüksek olması devlet/işveren desteğine dair olumlu bir algı, düşük olması ise olumsuz bir algı olarak ele alınabilir. Tablo 2.4. Boyutların Aritmetik Ortalama ve Standart Sapma Değerleri Boyutlar N Aritmetik Ortalama Standart Sapma Sendika 253 3,43 ,80 Üyelik 253 2,77 ,80 Devlet ve İşveren 253 2,95 ,90 Boyutlar aritmetik ortalamaları açısından değerlendirildiğinde, en yüksek aritmetik ortalamanın ( :3,43) sendika boyutunda, ikinci en yüksek aritmetik ortalama değerinin ( :2,95) ise devlet ve işveren boyutunda olduğu görülmüştür. Hem sendika boyutu hem devlet ve işveren boyutu olumlu ifadelerden oluştuğu için bu boyutlarda aritmetik ortalamanın yüksek çıkması ( güçlü bir olumlu algıyı işaret edebilirdi. Ancak ortalamanın 3 değerinin (3: orta derecede katılıyorum) yeterince üzerinde olmaması, genel 189 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma olarak öğrencilerin bu boyutlara yönelik algılarının orta düzeyde olumlu olduğunu göstermektedir. Üyelik boyutunun olumsuz ifadelerden oluşuyor olması düşük çıkacak ortalamayı olumlu olarak değerlendirmemize olanak verebilirdi. Ancak burada da ortalamanın 3 değerine (3: orta derecede katılıyorum) yakın olması ( :2,77), sadece orta düzeyde olumlu bir yorum yapılmasına imkan vermektedir. Faktör analizi sonucunda elde edilen boyutlara yönelik algıların katılımcıların demografik özelliklerine göre anlamlı farklılıklar gösterip göstermediğine yönelik analizlerin yapılmasında hangi analiz türlerinin kullanılacağına karar verilebilmesi için ölçeği oluşturan maddeler Normal Dağılım analizine tabi tutulmuştur. Verilerin normal dağılım gösterip göstermediği Kolmogorov-Smirnov testi ile incelenmiştir. Test sonucunda verilerin Normal Dağılım göstermediği (Kolmogorov-Smirnov Z: 1,794, p: 0,003; p<0,05) anlaşılmıştır. Bu nedenle geri kalan analizlerde parametrik olamayan test yöntemlerinin kullanılmasına karar verilmiştir. Katılımcıların sendikalara yönelik algılarının demografik özelliklerine göre anlamlı ölçüde farklılaşma gösterip göstermediğini tespit etmek için iki boyutlu değişkenler için Mann Whitney-U testi, ikiden fazla boyut içeren değişkenler için ise Kruskal-Wallis testi uygulanmıştır. Yapılan Mann Whitney-U testleri sonucunda katılımcıların sendikalara yönelik algılarının; cinsiyetlerine, turizm lisesi mezunu olup olmamalarına, turizm sektöründe deneyim sahibi olup olmamalarına, ailelerinde sendikalı bireylerin olup olmamasına, ailelerinde sendikalarda görev alan (yönetici, temsilci vb.) bireylerin olup olmamasına göre istatistiksel açıdan anlamlı ölçüde farklılaşma göstermediği bulgulanmıştır. Bu araştırmada her ne kadar öğrencilerin sendika algılarının cinsiyetlerine göre anlamlı ölçüde farklılaşmadığı bulgulanmış olsa da, literatürde farklı sonuçlara erişebilmek mümkündür. Seçer (2009: 51) tarafından yapılan çalışmada, kadın öğrencilerin sendika yönelik tutumlarının erkek öğrencilerden daha olumlu olduğu bulgulanmıştır. Uçkan ve Kağnıcıoğlu (2009: 43) ve Urhan ve Selamoğlu (2008: 179) tarafından yapılan çalışmalarda, işçilerin sendika üyelikleri ve cinsiyetleri arasında bir takım farklılıklara işaret edilmiş, sendikalı işçilerin daha çok erkek çalışanlardan oluştuğuna dair bulgular ortaya koymuştur. Katılımcıların turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde sendikaya üye olma tutumlarının "sendika algısı" ve "üyelik algısı" boyutlarında anlamlı ölçüde farklılaştığı tespit edilmiştir. Farkın kaynağı incelendiğinde sendika algı ortalaması (73,57) daha yüksek olan katılımcıların bu soruya "evet" yanıtını verdiği, üyelik algı ortalaması (77,85) daha yüksek olan katılımcıların ise "hayır" yanıtını verdikleri belirlenmiştir. Sendika boyutuna dair olumlu algıları olan öğrencilerin 190 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 üyeliğe evet demiş olması, üyeliği sakıncalı bulanların ise hayır demiş olması öğrencilerin algılarının üyeliğe etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Tablo 2.5. Turizm Sektöründe Çalışma Durumunda Sendikaya Üyelik Tutumu Turizm sektöründe çalışacak olursanız sendikaya üye olmak ister misiniz? Sendika Üyelik N Ortalama Sıra Anlamlılık Evet 91 73,57 0,000 Hayır 39 46,67 Evet 91 60,21 Hayır 39 77,85 0,014 Yapılan Kruskal-Wallis testleri sonucunda katılımcıların sendikalara yönelik algılarının; yaşlarına, öğrenim gördükleri bölümlere/programlara, aylık gelir düzeylerine göre anlamlı ölçüde farklılaşmadığı bulgulanmıştır. Tablo 2.6. Akademik Birimlere Göre Sendika Algıları Boyut Bölümünüzün bağlı olduğu okul türü N Ortalama Sıra Ki-Kare Anlamlılık Üyelik Meslek yüksekokulu 152 130,46 7,277 0,026 Yüksekokul 43 143,12 Fakülte 58 105,97 Meslek yüksekokulu 152 137,21 7,551 0,023 Yüksekokul 43 111,90 Fakülte 58 111,43 Devlet ve İşveren Katılımcıların sendikalara yönelik algılarının öğrenim gördükleri akademik birimlere göre istatistiksel açıdan anlamlı oranda farklılaştığı belirlenmiştir. Elde edilen sonuca göre; üyelik boyutuna yönelik en yüksek algı ortalaması (143,12) yüksekokul öğrencilerindeyken, en düşük algı ortalaması (105,97) fakülte öğrencilerindedir. Bu sonuç yüksekokul öğrencilerinin sendika üyeliğini meslek yüksekokulu ve fakülte öğrencilerine nazaran daha sakıncalı bulduğunu göstermiştir. 191 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Devlet ve işveren boyutuna yönelik en yüksek algı ortalaması (137,21) meslek yüksekokulunda öğrenim gören öğrencilerdeyken en düşük algı ortalaması (111,43) fakülte öğrencilerindedir. Fakülte öğrencilerinin ortalamaları ile yüksekokul öğrencilerinin ortalamaları arasındaki farkın da çok fazla olmadığı görülmektedir. Bu sonuca göre meslek yüksekokulu öğrencileri devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye sıcak baktığını düşünmektedir. Ancak gerçek durumun bu şekilde olduğunu söylemek güçtür. Sendikaların önemli fonksiyonlarından bir tanesi de işgören adına pazarlık aktörü (toplu iş sözleşmesi) olmalarıdır. Bir pazarlık aktörünün ve işgörenin çıkarları için mücadele ederek maliyetlere neden olan bir örgütün işveren veya devlet tarafından desteklenmesi mevcut koşullarda düşündürücü olacaktır. Tablo 2.7. Not Ortalamasına Göre Sendika Algıları Boyut Not Ortalaması N Ortalama Sıra Ki-Kare Anlamlılık Devlet ve İşveren 1,00-1,50 arası 33 115,09 13,893 0,016 1,51-2,00 arası 75 117,35 2,01-2,50 arası 66 116,27 2,51-3,00 arası 45 147,52 3,01-3,50 arası 22 166,77 3,51-4,00 arası 12 129,25 Yapılan Kruskal-Wallis testi sonucunda öğrencilerin sendikalara yönelik algılarının devlet ve işveren boyutunda not ortalamalarına göre anlamlı bir biçimde farklılaştığı bulgulanmıştır. Elde edilen sonuca göre, devlet ve işveren boyutuna yönelik en yüksek ortalamalar (166,77; 147,52; 129,25) bir küme olarak 2,51-4,00 arasında not ortalamasına sahip öğrencilerde, en düşük ortalamalar (115,09; 116,27; 117,35) ise 1,00-2,50 not ortalamasına sahip öğrenciler arasındadır. Bu sonuca göre; daha başarılı öğrenciler devlet ve işverenin sendikaya yardımcı olduğunu, daha başarısız öğrenciler ise bunun tam tersi bir durum olduğunu düşünmektedirler. Başarılı öğrencilerin algıları ile meslek yüksekokulu öğrencilerinin algılarının bu noktada paralellik arz ettiği görülmekte her iki grubun belirli oranda benzer kümeden geldiği tahmin edilmektedir. Öğrencilerin sendika algılarının devlet ve işveren boyutunda bugüne kadar hayatlarının çoğunu geçirmiş oldukları bölgelere göre anlamlı ölçüde farklılaştığı bulgulanmıştır. Elde edilen sonuca göre en yüksek algı ortalaması (147,26) hayatının çoğunu Ege Bölgesi'nde geçiren öğrencilerde 192 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 en düşük algı ortalaması (25,63) ise hayatının çoğunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde geçiren öğrencilerdedir. Tablo 2.8. Yaşanılan Bölgeye Göre Sendika Algıları Boyut Devlet ve İşveren Not Ortalaması N Ortalama Sıra Ki-Kare Anlamlılık Marmara 48 127,43 13,893 0,016 Ege 55 147,26 İç Anadolu 26 127,31 Karadeniz 16 116,69 Doğu Anadolu 15 124,50 Güneydoğu Anadolu 4 25,63 Akdeniz 89 120,99 Elde edilen bu sonuca göre hayatının önemli bir kısmını Güneydoğu Anadolu Bölgesinde geçirmiş olan öğrenciler devlet ve işverenin sendikalara yardımcı olduğu düşünmemekte, Ege Bölgesinde yaşamış öğrenciler ise tam tersi bir algı ortaya koymaktadırlar. 3. Sonuç Sendikalar üretim ilişkileri içerisinde önemli aktörlerdir. Emek kesiminin haklarının savunulmasında, üretim ilişkileri içerisindeki önemli muhalefet rolleri ile çalışma ilişkilerindeki gelişmelere katkıları göz ardı edilmemelidir. Ülkemizde özel sektörde, kamuya nazaran zayıf durumda olan sendikal örgütlenme, turizm sektöründe de benzer bir zayıflıktadır. Bu zayıflığın birçok nedenleri olmakla birlikte sendika algısının da sendikal örgütlenme üzerinde önemli bir payı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada geleceğin potansiyel turizm profesyonelleri olacak turizm öğrencilerinin sendika algıları belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgulara göre öğrencilerin %36'sı turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde sendika üyesi olabileceklerini belirtmiştir. Bu oran şu anda turizm sektöründeki sendikalı işgören oranının oldukça üzerindedir. Ancak saha koşullarında bu oranının ne düzeyde gerçekleşeceği önemli bir soru işaretidir. Öğrencilerden turizm sektöründe 193 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma faaliyet gösteren iki adet sendikanın ismini yazmaları istendiğinde yalnız bir öğrencinin soruya yanıt verebilmiş olması yukarıdaki tutum beyanına gölge düşürmektedir. %36'sı sendikalı olabileceğini ifade eden bir kitle içerisinde turizm sektöründe faaliyet gösteren sendikaların adını bilen öğrenci sayısı yalnızca 1'dir. Bu öğrenci de yalnız bir tek sendikanın adını verebilmiştir. Bu sonuç hem öğrencilerinin konuya yönelik bilgi ve ilgisini hem de sendikalarının bilinirliklerinin düşük olduğunu gözler önüne sermektedir. Elde edilen sonuçlara göre öğrenciler; sendika üyeliğini kısmen de olsa riskli bir olgu olarak görmekte, devlet, sosyal çevre ve ailenin bu konuda yeterince olumlu bir bakış açısında sahip olmadıklarını düşünmektedirler. Sendika kelimesi ülkemizde politik bazı çağrışımlar yapabilmekte, sendika üyeleri hakkında politik bir algının oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle sendika üyeliği yer yer sakıncalı bir durum olarak değerlendirilebilmektedir. Ancak sendikalar çalışanların özlük haklarını iyileştiren amaçlarından sapmadıkları sürece, işletmelerdeki süreçleri iyileştirmeye de katkı sağlayacaklardır. Bu nedenle işletmeler açısından da sendikaların varlığı bir fırsat olarak ele alınabilir. Faktör analizi sonucunda elde edilen sendika boyutu ile devlet ve işveren boyutlarının aritmetik ortalamasının 3'den yüksek olmaması sendikaların yeterince olumlu bir algıya sahip olduğunu söylemeyi güçleştirmektedir. Turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde 100 öğrenciden yalnız 36 öğrencinin sendikalara üye olabileceğini beyan ediyor olması, sendika algısına ilişkin sonuç ile paralellik arz etmektedir. Turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde sendikaya üye olabileceğini belirten öğrenciler sendika boyutuna yönelik olumlu algıları olan öğrencilerdir. Öte yandan üyelik boyutuna dair olumsuz algıları olan, yani sendika üyeliğini sakıncalı gördüğünü belirten öğrenciler ise sendikaya üye olmayacaklarını ifade etmektedirler. Bu sonuç, sendika üyeliğinde algının etkisini ortaya koymaktadır. Araştırmada öğrencilerin sendikalara yönelik algılarının; yaşlarına, öğrenim gördükleri bölümlere/programlara, aylık gelir düzeylerine göre anlamlı ölçüde farklılaşmadığı bulgulanmıştır. Analizler sonucunda yüksekokul öğrencilerinin sendika üyeliğini, meslek yüksekokulu ve fakülte öğrencilerine nazaran daha sakıncalı bulduğu belirlenmiştir. Buna ilaveten, meslek yüksekokulu öğrencileri de devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye destek olduğunu düşünmektedirler. Bu durumun gerçekte böyle olduğunu söylemek güçtür. Gerçek durumun bu şekilde olması halinde ise sendikaların fonksiyonlarını nasıl gerçekleştirdiklerinin incelenmesi gerekmektedir. Çünkü en azından bir pazarlık aktörü olan ve önemli bir muhalefet rolünü üstlenmesi gereken 194 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 sendikanın; işveren veya devlet tarafından desteklenmesi, mevcut koşullarda düşündürücü olabilmektedir. Öğrencilerin sendika algıları başarı düzeylerine göre incelendiğinde de daha başarılı öğrencilerin meslek yüksekokulu öğrencilerine benzer görüşte olduğu görülmektedir. Bu konuda bir başka bulgu da öğrencilerin hayatlarının önemli bir kısmını geçirdiği bölgeler bazında elde edilmiştir. Ulaşılan sonuca göre; Ege Bölgesinden gelen öğrenciler yukarıda açıklanan şekilde meslek yüksekokulu öğrencileri ve başarı ortalaması yüksek olan öğrenciler gibi devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye yardımcı olduklarını düşünürlerken, hayatlarının önemli bir kısmını Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde geçirmiş olan öğrenciler tam tersi görüştedirler. Araştırmadan elde edilen tüm sonuçlar toplu olarak yeniden ele alındığında, öğrencilerin sendika algısının "yeterince olumlu bir düzeyde olmadığını" söylemek mümkündür. Uçkan ve Kağnıcıoğlu (2009: 51) tarafından yapılan araştırmada, işçilerin sendikalara üye olmama ya da sendikalardan ayrılma nedenlerinin ilk sırasında "sendikalara duyulan güvensizliğin" yer aldığı bulgulanmıştır. Urhan ve Selamoğlu (2008: 182) araştırmalarında sendikalara olan güvenin yıllar geçtikçe azaldığını ve sendikalara üye olmamalarının en önemli nedeninin "sendikalara güvenmemeleri" olduğunu bulgulamışlardır. Urhan (2005:74) tarafından yapılan bir başka araştırmada da "sendikalara güvensizlik" işçilerin sendikalara üye olmamalarının ilk üç nedeni arasında yer almıştır. Araştırmacıların bu bulgularının "sendika algısı" ile ilgili bir olumsuzluğu işaret ettiği düşünülmektedir. Bu olumsuz algının gerekçelerini belirlemek, ayrı bir araştırma için önemli bir amaç olarak kabul edilebilir, bu nedenle gelecek araştırmacıların bu konuya yönelik çalışmalar yapmalarının faydalı olacağı değerlendirilmektedir. Turizm sektöründeki sendikal örgütlenmenin çok düşük bir düzeyde (%4) olduğu, turizm eğitimi alan öğrencilerin de yalnız %36'sının sendikalara üye olmaya eğilimli olduğu bulguları aslında bir bakıma turizm işletmeleri için de kusurlu bir neticeyi gözler önüne sermektedir. İşletmeler tarafından özellikle faydasız ve tehlikeli bir maliyet unsuru olarak görülen sendikaların, aslında Yılmaz vd. (2010: 91) ve Aymankuy (2005a: 20)'nin de belirttiği gibi hizmet kalitesini ve verimliliği arttırabildiği, iç müşteri memnuniyeti sağlayarak dolaylı yoldan dış müşterilere de memnuniyet sağlayabileceği ve özel olarak işletmelerin, genel olarak da ülkemiz turizm sektörünün bu durumdan uzun vadede kârlı çıkacağı unutulmamalıdır. 195 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Kaynakça Aymankuy, Ş. 2005a. Konaklama İşletmelerinde Sendikaların Hizmet Kalitesine Etkileri, Sosyal Bilimler Dergisi, 14(8), 1-22. Aymankuy, Ş. 2005b. Turizm Sektöründe Sendikalaşma ve Hizmet Kalitesi İlişkisi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Balıkesir. Boynueğri, M. 2000. 4 ve 5 Yıldızlı Otel İşletmelerinde Sosyal Güvenlik ve Sendikal Faaliyetler Üzerine Bir Uygulama (Ankara Örneği), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Bir, Ali A. 1999. Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları No:1081. Boz, C. 2006. Dünya'da Turizm Endüstrisinde Çalışma Şartları, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Bryson, A. 2003. Working with Dinosaurs? Union Effectiveness in Delivering for Employees. PSI Research Discussion Paper 11, London: Policy Studies Institute, Bulama, R. 2010. İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamaları ile Çalışanların Sendikalaşma Eğilimi Üzerine Bir Araştırma, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Camcı, O. 2001. Turizm Sektöründe İşgörenlerin Sendikalaşması ve Otel İşletmelerinde İşgörenlerin Sendikalara Bakışının Değerlendirilmesine Yönelik Ankara Oteli'nde Bir Araştırma, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Cantrick-Brooks, B. Y. 2005. Trade Union Joining: Perceptions from Call Center Employees, University of Wollongong, Master Dissertation, Australia. Choy, Dexter J. L. 1995. The Quality of Tourism Employment, Tourism Management, 16(2), 129-137. Çelik, A. ?. Dünden Bugüne Sendikal Hareket Sorunlar, Arayışlar, Çözümler. http://www.egitimsen.org.tr/ekler/2958907d0d829d1_ek.pdf (Erişim tarihi: 03.02.2015). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2011. Turizm Sektöründe Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programlı Teftişi Sonuç Raporu, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/itkb/ dosyalar/yayinlar/yayinlar2013/2011_48 (Erişim tarihi: 22.3.2014). 196 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2012. Çalışma Hayatı İstatistikleri, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/ dosyalar/istatistikler/calisma_hayati_2012 (Erişim tarihi: 24.3.2014). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013a. Bağımsız İşçi Sendikaları, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/ sendikalar/dosyalar/bagimsiz_isci (Erişim tarihi: 12.2.2014). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013b. DİSK'e Bağlı İşçi Sendikaları, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/ sendikalar/dosyalar/disk (Erişim tarihi: 12.2.2014). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013c. HAK-İŞ'e Bağlı İşçi Sendikaları, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/ sendikalar/dosyalar/hakis (Erişim tarihi: 12.2.2014). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013d. TÜRK-İŞ'e Bağlı İşçi Sendikaları, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/ sendikalar/dosyalar/turkis (Erişim tarihi: 12.2.2014). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013e. 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2013 Ocak Ayı İstatistikleri Hakkında Tebliğ, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/ dosyalar/istatistikler/2013_ocak_6856 (Erişim tarihi: 12.2.2014). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013f. 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2013 Temmuz Ayı İstatistikleri Hakkında Tebliğ, http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/ dosyalar/istatistikler/2013_temmuz_6856, (Erişim tarihi: 12.2.2014). Devrimci Turizm İşçileri Sendikası. 2013. Devrimci Turizm İşçileri Sendikası Bülteni, Ocak,http://issuu.com/devturizmis/docs/b_lten-7__3_ (Erişim tarihi: 23.3.2014). Hüner, M. 2004. Sendikalaşmayı Etkileyen Faktörler ve İşgörenlerin Sendikalaşmaya İlişkin Tutumlarına Yönelik Bir Araştırma, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. 197 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Internaional Labour Office. 2013. Toolkit on Poverty Reduction Through Tourism, Second Edition, http://www.ilo.org/employment/units/ruraldevelopment/WCMS_176290/lan g--en/index.html (Erişim tarihi: 3.2.2015). International Labour Organization. 2014. Employment in Tourism Sector, http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---ed_dialogue/--sector/documents/publication/wcms_235636.pdf (Erişim tarihi: 23.3.2014). Jolliffe, L. ve Farnsworth, R. 2003. Seasonality in Tourism Employment: Human Resource Challenges, International Journal of Contemporary Hospitality Management, 15(6), 312 - 316. Kalaycıoğlu, S., Rittersberger-Tılıç, ve H., ÇELİK, K. 2008. Değişen İşçilik ve Sendika, Edebiyat Fakültesi Dergisi, 25(1), 75-102. Kapar, R. 2007. Enformel Ekonomide Çalışanların Örgütlenmesi ve Sendikalar, Çalışma ve Toplum, 12(1), 83-117. Krejcie, Robert V. ve Morgan, Daryle W. 1970. Determining Sample Size for Research Activities, Educational and Psychological Measurement, (30), 607-610. Kültür ve Turizm Bakanlığı. 2014a. Turizm İstatistikleri, http://sgb.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/5881,yabanci-ziyaretci-sayisi.pdf?0 (Erişim tarihi: 22.3.2014). Kültür ve Turizm Bakanlığı. 2014b. Turizm İstatistikleri, http://sgb.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/5883,yillara-gore-turizm-geliri.pdf?0 (Erişim tarihi: 22.3.2014). Kültür ve Turizm Bakanlığı. 2014c. Turizm İstatistikleri, http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9860/turizm-belgelitesisler.html (Erişim tarihi: 3.2.2015). Kusluvan, S. ve Kusluvan, Z. 2000. Perceptions and Attitudes of Undergraduate Tourism Students Towards Working in the Tourism Industry in Turkey, Tourism Management, (21), 251-269. Mütevellioğlu, N. 2013. İşsizlik Korkusu, Sendikaların İşlevselliği ve Sendikal Örgütlenme Hakkı, V. Sosyal Haklar Sempozyumu, 179-193. Nickson, D. 2007. Human Resource Management for the Hospitality and Tourism Industries, Massaschussets: Butterworth-Heninemann by Elsevier. Poulston, J. M. 2009. Working Conditions in Hospitality: Employees’ Views of the Dissatisfactory Hygiene Factors, Journal of Quality Assurance In Hospitality & Tourism, (10), 23–43. 198 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200 Sarı Gerşil, G. ve Aracı, M. 2007. Küreselleşme Sürecinde Türk İşçi Sendikacılığı ve Yaşanan Örgütlenme Sorunu, Yönetim ve Ekonomi, 14(2), 155-169. Seçer, B. 2009. Kadınların Sendikalara Yönelik Tutumları İle Cinsiyet Ayrımcılığı Algılarının Sendika Üyesi Olma İsteğine Etkisi, Çalışma ve Toplum, 23(4), 27-60. Selamoğlu, A. 2003. İşçi Sendikacılığında Yeniden Yapılanma ve Örgütlenme Modeli, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (6), 63-98. Selamoğlu, A. 2004. Örgütlenme Sorunu ve Sendikal Yapıda Değişim Arayışı, Çalışma ve Toplum, (2), 39-54. Sheth, Norman R. 1969. Workers' Participation in Trade Union Activity, Indian Journal of Industrial Relations, 4(3), 279-297. Shil, P. ve Kar, S. 2013. Railway Employees’ Perception Towards Working Condition And Role Performed By Trade Unions: A Study On Badarpur Sub-Division Of N.F. Railway, International Journal of Social Science & Interdisciplinary Research, 2(2), 155-174. Tarlan, D. Ve Tütüncü, Ö. 2001. Konaklama İşletmelerinde Başarım Değerlemesi ve İşdoyumu Analizi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(2), 141-163. Tesone, Dana V. ve Pisam, A. 2013. Handbook of Hospitality Human Resources Management, New York: Routledge. Turner, T. ve D’art, D. 2012. Public Perceptions of Trade Unions in Countries of the European Union: A Causal Analysis, Labor Studies Journal, 37(33), 33-55. Uçkan, B. ve Kağnıcıoğlu, D. 2009. İşçilerin Sendikalara İlişkin Algı ve Tutumları: Eskişehir Örneği, Çalışma ve Toplum, 22(3), 35-56. United Nations World Tourism Organisation. 2014. UNWTO Tourism Highlights 2014 Edition, http://mkt.unwto.org/publication/unwto-tourismhighlights-2014-edition (Erişim tarihi: 3.2.2015). Urhan, B. 2005. Türkiye'de Sendikal Örgütlenmede Yaşanan Güven ve Dayanışma Sorunları, Çalışma ve Toplum, 1(4), 57-88. Urhan, B. ve Selamoğlu, A. 2008. İşçilerin Sendikalara Yönelik Tutum ve Davranışları: Kocaeli Örneği, Çalışma ve Toplum, 18(3), 171-197. Webb, S. ve Webb, B. 1920. The History of Trade Unionism, New York: Longman Green & Co. Wilton, N. 2003. Diversity in the Management of Employee Relations in the Hotel Sector in South West England, Bristol: University of the West of England. 199 Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Venugopal, G., Subba Rao, P. ve Ram Prasada Rao, H. 1991. Trade Union's Goals and Achievements, Indian Journal of Industrial Relations, 27(2), 77-85. Yıldırgan, R. 1996. Konaklama İşletmelerinde Verimlilik Kapsamında İş Doyumu Personel Devri İlintisi ve Sendikalar, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir. Yılmaz, G., Keser, A., ve Yorgun, S. 2010. Konaklama İşletmelerinde Çalışan Sendika Üyelerinin İş ve Yaşam Doyumunu Belirlemeye Yönelik Bir Alan Araştırması, Paradoks Ekonomi, Sosyoloji ve Politika Dergisi, 6(1), 87-107. Yücetürk, E. Elif. 2012. İşyerlerindeki Yıldırma Eylemlerini Önlenmede Sendikaların Rolü: Nitel Bir Araştırma, Çalışma ve Toplum, 35(4), 41-72. Zammit, E. L ve Rizzo, S. 2001. The Perceptions of the Trade Unions by Their Members A Survey Report on Trade Unions in Malta, Employee Relations, 24(1), 53-68. 200 BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Selçuk Mustafa Mehmet Bülent Murat Münevver Kemal Süleyman Mustafa Aylin Kamil Mustafa Mehmet Duygu Alper Halil Ebru Şaban Abdulhadi Erdal Erkan Özay Hatice Elbeyi Faruk Nilgün Sema Süleyman Adnan Hale Ebru Sadiye Metin Agah Sinan Şenol Hatice AKÇAY AKÇAY ALPER ATALAY ATAN CAN YAŞAR DEMİRCİ DÜNDAR ERGÜN GÖRGÜN BARAN GÜNGÖR HOTAMIŞLI KARAYAMAN KIZILDAĞ KÖSE KÖSE OKUYUCU ORTAK ÖZDENİZ ÖZKAN ÖZPENÇE ÖZUTKU PELİT SAPANCALI SAZAK SEVİNÇ SEYDİ SOFUOĞLU ŞIVGIN TEMİZ TUTSAK ÜNVER ÜNSAR YAPRAK YAPRAK CİVELEK Afyon Kocatepe Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Kadir Has Üniversitesi Trakya Üniversitesi Gazi Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Nevşehir ÜNİVERSİTESİ Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Necmettin Erbakan Üniversitesi Süleyman Demirel Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Gazi Üniversitesi Niğde Üniversitesi Uşak Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Trakya Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi İstanbul Arel Üniversitesi Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Rüştü Mehmet Zahit Tahsin YARAMIŞ YAYAR YILDIRIM YILMAZ Afyon Kocatepe Üniversitesi Gaziosmanpaşa Üniversitesi K. Sütçü İmam Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi