Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı
Transkript
Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı
Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Gökçeoluk Sevdalıları Gokceoluk.com, artık 3 yaşında... www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Gökçeoluk Sevdalıları Gökçeoluk Sevdalıları Sevgidir, bağımız bizim... Sevdamız, köyümüz bizim... Gökçeoluk Sevdalıları Önce insanız, sonra Türküz ve Müslümanız. Türküz, ırkçı değiliz, Müslümanız, ümmetçi değiliz. Milliyetçiyiz ancak şövenist değiliz. Kimseyi kendimizden yüce kabul etmeyiz, kimseyi de kendimizden aşağı görmeyiz. www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Editörden Gokceoluk.com, artık 3 yaşında... Gokceoluk.com olarak 2010 yılı Ağus- tos ayı itibarı ile 2. yılımızı da geride bıraktık. Artık yeni bir yılın içerisindeyiz. Yeni projeler, yeni çalışmalar ve yeni katılımcılar ile yolumu- oyu, köyümüzle ilgili projeleri ve araştırmaları za mutlu bir şekilde devam ediyoruz. paylaşan bu ekibin çalışmaları gelecekte de ne gibi çalışmalar yapılabileceğinin göstergesidir. Gokceoluk.com olarak kısa zamanda 2 yılda yüzlerce fotoğrafı, onlarca vide- uzun yollar aldık. Yüzlerce fotoğraflık bir gör- sel arşivi, köyümüzle ilgili birçok tarihsel bilgiyi tesinin hazırlanabilmesi ve tüm içeriğinin Gök- köylülerimizle buluşturduk. çeoluk Köylüleri tarafından hazırlanıyor olması da gençlerimiz arasındaki birlik ve beraberliği Bu süreçte gerek çalışmalarıyla, gerek Ayrıca bu kadar kapsamlı bir internet si- çabalarıyla desteğini hiç esirgemeyen tüm göstermektedir. Gökçeoluk Sevdalılarına teşekkür ediyoruz. büyümesini, köyümüze ve köylülerimize artı Gokceoluk.com sitesinin arkasında, köyüne sevdalı, kültürüne bağlı, kendinden Sitemizin üçüncü yılında da gelişerek değerler katabilmesini diliyoruz. ve geleciğinden emin bir şekilde çalışmalarını aksatmadan sürdüren değerli bir ekip bulunmaktadır. Burada isimleri tek tek yazma gereği duymuyoruz. Sahibi Grafik Tasarım - Uygulama www.Gokceoluk.com, adına Görsel Projeler Ekibi Nilüfer BEKAR www.gorselprojeler.com Editör Yazı ve Araştırma Sezgin ÇOLAK Gökçeouk Sevdalıları Ekibi (Tarih Öğretmeni) Yazışma Adresi: Yayın Kurulu Utku ÇINAR Kaan ÇOLAK Birol BEKAR Tekin KAYA Nilüfer BEKAR Serpil ÇOLAK Hakan YILMAZ Gökçeoluk Sevdalıları dergi@gokceoluk.com Gökçeoluk Dergisi Üç aylık Yöresel Tarih, Kültür, Edebiyat Dergisi - Sayı:3 Bu E-Dergi, Gökçeoluk Köyü Sevdalıları tarafından hazırlanmaktadır. Herhangi bir kurum veya dernek ile resmi bir bağlantısı yoktur. 3 ayda bir yayınlanır. Para ile satılmaz. Her hakkı saklıdır. Değerli köylülerimiz ve öğrencilerimiz, dergimiz için yazılı eserlerinizi dergi@gokceoluk.com adresine gönderebilirsiniz. Katkılarınız için şimdiden çok teşekkürler. YAYIN KURULU Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Gökçeoluk Dergisi” adı anılmadan alıntı yapılamaz. içindekiler KAPAK KONUSU: tarih, tabiat ve kültür kenti Niksar 28-35 Köy Okulu Mezunlarımız 44-49 Köroğlu 38 Anadolu Aleviliği - 1 10-21 Gülcihan KOÇ 40 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Evlilik Âdetimiz -1 24-26 Soru-Cevap: Anadolu Aleviliği Üzerine 54-65 İbiski’nin Şehit ve Gazileri..................................: 8 Yayla Şenliği ................................................: 22, 23 Şiirler, Şarkılar............................: 27, 37, 43, 50,70 Köroğlu.........................................................: 38, 39 Arada bir çok bunaldığınızda......................: 41, 42 Kitap...................................................................: 51 Soyağacı Projesi..........................................: 52, 53 Nostalji.........................................................: 66, 67 Gökçeoluk Sevdalıları İBİSKİ’NİN ŞEHİT VE GAZİLERİ (ÜNCÜ) 16 Temmuz 1921 tarihinde Yumru Tepe Harbinde şehit olmuştur.” Benim duyduğum öğrendiğim İstiklal sa- vaşında 1 şehidimiz var. İstiklal savaşında ve öncesinde mutlaka yine şehit ve gazilerimiz hatta esir düşenlerimiz olmuştur. Köy büyüklerimizden duyduğum 93 harbinden (1877 Osmanlı-Rus Harbi) dönmeyenlerin olduğu akıbetlerinin bilinmediği, esir düşenlerin de olduğu söylenmekte- O kul yıllarında Tarih derslerinde Çanakkale Destanını ve Kurtuluş savaşını öğretmenimizin her anlatışında büyük bir heyecanla dinlemişimdir. Bu vatan topraklarının kolay kazanılmadığını yüz binlerce şehit kanıyla sulandığını ve atalarımızın sayesinde bu topraklarda yaşadığımızı dinledikçe hüzünlenir düşüncelere dalardım. Atalarımız ne kadar zor şartlar altında bu topraklar için mücadele etmişler de bizim köyden “İbiski’den” bu savaşlara katılan kahramanca savaşan, şehit veya gazi olan yok muydu hiç? Seferberlikte 15 yaşındaki çocuk yaştaki gençleri bile askere alıp “Hey Onbeşli” diye türküler bile söylenmişti de bizim köyden hiç mi kimse yoktu diye hep düşünmüşümdür. Aradan yıllar geçti. Bir gün kütüphanede “İstiklal Savaşı Albümünü” gördüm ve toplam 6-7 cilt olan bu albümü incelemeye başladım. Bizim köyden sadece bir şehit ismi bulabildim. “İstiklal Savaşı Garp Cephesi 5’inci Fır- ka, 10’uncu Alay, 1’inci Tabur, 2’nci Bölük, 16’ncı Manga erlerinden (Nebi Lakaplı) Veli oğlu Abidin dir. Bilinenleri sıralarsak; Çolaklardan Koca Yusuf (ÇOLAK)’un 3 amcasının (Hüseyin, Ali ve İbrahim) bu savaşa gidip dönmediği (Şehit mi,Gazi mi oldukları yoksa esir mi düştükleri bilinmemektedir.), İbiskiden de Urgancı Bektaş (DOĞAN)’ın esir düştüğü ve 8 yıl sonra geldiği ifade edilmektedir. Hatta esir düşen bir kişinin de esir mübadelesinde dönmediği ve Rusya’da kaldığı söylenmektedir. Biraz daha araştırsak şu anda bizim köyden beklide Türk Cumhuriyetlerinde akrabalarımızın olduğunu öğrenebiliriz. Şehitlerimiz ile ilgili resmi bir kayıt olması- na rağmen, gazilerimiz ile ilgili herhangi bir kayıt yok. Gazilerimizi ancak köy büyüklerinden ya da aldıkları gazi maaşlarından öğrenebiliyoruz. Köy muhtarımız ile öğretmenimizin yaptıkları araştırmadan İstiklal Savaşı Gazilerimizin Ahmet BEKAR, Bektaş DOĞAN (Urgancı), Salih İNCİ ve Ali KIZILAĞAÇ olduğunu öğreniyoruz. Bir de bunlara ilave olarak Çolaklardan Yusuf ÇOLAK’ın da (Koca Yusuf)İstiklal savaşı madalyası olduğu ancak madalyasını çocuklar oynarken kaybettiği ve daha sonra çıkarılan gazilik maaşından da bu sebeple yararlanamadığı ifade edilmektedir. www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Tabii gazilerimizi anlatınca Kore Gazimiz askerden kaçıyor. Köyde harmanın altına sakla- Salih (ÇOLAK) Hocamızı da rahmetle anmamak nacağı bir yer yapıyorlar ve uzun bir süre orada ve unutmak mümkün değil. Ne de güzel anlatırdı, saklanıyor. Köyde kalanlara bir güvence oluyor. nasıl çavuş olduğunu Kore yolculuğunu ve anıla- İşin ilginç yanı kızlarımızı ve gelinlerimizi koru- rını. Onuncu defa bile anlattığında sanki ilk defa yan Ahmet dedemiz yıllar sonra Okuma yazma anlatıyor ve olayları yaşıyor gibi bir heyecanla an- seferberliği ilan edilince kızlarımızı okula gönder- latır, bende sanki ilk defa dinler gibi dinlerdim. memek için orman içine saklıyor ve köyümüzde Bizim köyden Ahmet dedenin (ÇOLAK) sa- hiç kız yok diyor. Neyse ki köyün kızları uyanıklık vaştan kaçtığını öğrendiğimde kendimce ona çok edip sakladıkları yerden çıkıyorlar da okula kayıt öfkelendim. Ancak sonradan sebebini anlattıkla- ediliyorlar. rında hak vermeden edemedim. Seferberlik ilan ediliyor ve köylerdeki, 15 yaş üstü bütün herkesi Kıbrıs Barış harekatına katılan oldu mu bil- askere alıyorlar. Köyde birkaç yaşlı ile sadece ço- miyorum. Belki vardı da ben öğrenemedim. Ama cuklar kalıyor. Köyümüzdeki genç kızlara ve yeni ülkemizde bir daha savaş olmasın da ne şehidi- gelinlere sahip çıkacak kimse kalmıyor. Askere miz olsun ne de gazimiz. Barış içinde yaşayalım. gidenler anlaşıyor. Ahmet sen köye döneceksin ve köydeki gelinlerimize ve kızlarımıza sahip ola- Kaan ÇOLAK caksın. Yabancı köylerden gelen giden olursa sen onları koruyacaksın diyorlar. Ve Ahmet dedemiz Gökçeoluk Sevdalıları ANADOLU ALEVİLİĞİ A leviliğin ne olduğu, gerek Aleviler ve gerekse bu grubun dışında bulunan kişiler ve bilim adamları tarafından tartışılmaktadır. Bu çabalarda genellikle görülen, objektif Aleviliğin ne olduğunu ortaya çıkarmak yerine, kişilere göre Aleviliğin ne olması gerektiği üzerinde toplanmaktadır. Şüphesiz bu tip çalışmaların da yararsız olduğu söylenemez. Ancak bu çalışmalar, sosyal bilim yöntemiyle sosyal gerçeğin araştırılmasından çok, konuya felsefi tarzda bir yaklaşım mahiyetini taşımaktadır. Arapça’da Alevilik, Ali’ye mensup, Ali’ye ait anlamlarına gelir. Mezhepler tarihi ve tasavvuf edebiyatında ise, Hz. Ali’yi sevmek, saymak ve her hususta ona bağlı olmak anlamlarında kullanılmıştır. Bu bakımdan Hz. Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan kimseye “Alevi” denir (Fığlalı, 1996:7). Alevî: Eline, diline ve beline sahip olan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmayan; büyüğüne saygılı, küçüğünü seven, anaya, babaya ve komşusuna saygılı ve itaatkar olan, konuğu Hakk bilip saygıda ve ağırlamada kusur etmeyen; kadını erkeğe eşit gören; 72 milleti bir görüp Yaradan’dan ötürü seven; En başta Alevi, Peygamber ailesi ve ta- Allah’ın ademde (insanda) sır olup mekân tutturaftarları anlamına gelir. (İbn Haldun,1990:579) ğuna ve ademde tecelli ettiğine inanan; her türlü Ali tarafını tuttukları için bu manada Ali’nin ordu iyiliğin Tanrıdan geldiğine ve her türlü kötü fiilin komutanlarından Abbasoğlu Abdullah, Yasiroğlu insanın nefsi nedeniyle insandan olduğuna inanıp Ammar gibi sahabeler de Alevidir. Daha Ali’nin iman eden; alçak gönüllü olan kişidir. sağlığında onu en üstün sahabe, Halifeliğe en layık insan sayanlara ve Ali’nin komutanlarından Malik-i Eşter ve Sa’saa gibi kimselere de Alevi denmiştir (Yörükan, 1998:463). 10 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı “Ebubekir ve Ömer’in Müftüsü” olarak adı geçmiştir. O varını yoğunu fakirlere dağıtan, vefası, cömertliği ve Müslümanların haklarını gözetip korumakla şöhret kazanmış yüce bir şahsiyetti (a.g.e:239-243). Mevlana’nın rivayetine göre, Hz. Ali bir gün sabah namazına gidiyordu, önünde yaşlı bir Yahudi’nin yürümekte olduğunu gördü. Ali; insanlığı, civanmertliği ve ahlakının yüceliği ile o ihtiyara saygı gösterip onun önüne geçmedi ve arkasından yavaş yavaş yürüdü, fakat sabah namazının birinci rekatını kaçırdı. Bunun üzerine Cebrail Hz. Muhammed’e gelerek kendisini Tanrı’nın gönderdiğini ve bir Yahudi’ye saygı göstermesi yüzünden Ali’nin, yüz senelik ibadetten daha hayırlı olan sabah namazının birinci rekatının sevabından mahrum kalmadığını bildirdi (Eflaki I,1995:285). ONİKİ İMAMLAR Fütüvvet, peygamberlerden Hz. Muhammed’e geldi. Kıyamette her peygamber 1. Hz. Ali: Künyesi Ebu’l Hasandır. Ebu Tukendi derdine düşerken O, “ümmetim, ümmerab, el-Murtaza, Haydar, Esadullah gibi lakapları tim” diye halkın kaydına düşecektir. Fütüvvet, Hz. vardır. Fil yılının 30. senesi Recep ayının on üçünMuhammed’den Hz. Ali’ye geçti. Hz Muhammed: cü (29 Temmuz) günü doğdu. Hz. Muhammed’in “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır ve Ali bendenamcası Ebu Talib’in oğlu ve aynı zamanda Peydir, ben Ali’denim, buyurmuştur. Hz. Ali Fütüvvet gamberin damadıdır (Tercüman, 1987:103). 5 kutbudur ve 17 kişinin belini bağlamıştır. Bunlayaşından itibaren Hz. Muhammed’in yanında bürın başında Selman-ı Farisi gelir. O da Hz. Ali’nin yümüştür. Hz. Muhammed’e Hz. Hatice’den sonra emriyle bazılarının bellerini bağlamıştır. Böylece ilk inanan, Peygamberin terbiyesi altında yetişen şedd erkanı (kemerbestlik), Hz. Muhammed, Ali Kur’an ve sünneti en iyi bilen, gerek Hz. Ebubekir ve Selman vasıtasıyla kurulmuş bir silsile meydave gerekse Hz. Ömer zamanında kendisine akıl na getirmiştir (Arslanoğlu, 1977:20). danışılan bir sahabedir (Fığlalı, 1996:238-240). Hz. Ali, Hz. Muhammed’in Medine’ye göç edeceği gün onun yatağına yatarak müşrikleri oyaladıktan sonra Peygamberin emanetlerini sahiplerine iade edip Hz. Fatma ve annesi Fatma Binti Esad ile birlikte Medine’ye hicret etti. Hz. Ali, Peygamberin terbiyesi altında büyüyen, her yönden iyi yetişmiş, özellikle Kur’an ve sünneti, bilimi, helal ve haramı iyi bilen sahabe unvanını kazanmıştır. Ebubekir ve Ömer zamanlarında sahabeler içinde mutlaka kendisinden akıl danışılan bir isim olmuş, tarih ve tabakat kitaplarında Gökçeoluk Sevdalıları 11 4. Ali Zeyne’l Abidin: Künyesi Ebu Bir gün bir dilenci gelmiş ve bir şey iste- Muhammed ve Ebu’l Hasan’dır. Lakabı, ibadet mişti. Peygamber, buna bir şey verin, dedi. Ali edenlerin ziyneti ve secde edenlerin efendisi kalktı, gitti ve bir dinar, beş dirhem ve bir kap ye- anlamına gelen “Zeyne’l Abidin” ve “ Seyyidu’l mek getirdi. Hz. Muhammed sorunca dedi ki: “O Sacidin”dir. Babası İmam Hüseyin, annesi son istediği zaman içimden bir parça yemek vermeyi İran hükümdarı Yezdcürd’ün kızı Şehribanu’dur. geçirdim. Derken hatırıma beş dirhem vermek 5 Şaban 38/6 Ocak 659’da Medine’de doğmuş geldi. Giderken bir dinarım var, onu da vereyim, ve 22 Muharrem 95/17 Ekim 713 tarihinde vefat dedim. Hatırıma geleni ve içimden geçeni ver- etmiştir. Medine’de baki mezarlığında gömülüdür memezlik edemezdim.” İşte bunun üzerine Hz. (a.g.e:104). Peygamber: “La feta illa Aliy: Ali’den başka er yok” dedi (Arslanoğlu,1977:15). 5. Muhammed el-Bakır: Künyesi Ebu Cafer’dir. Lakabı, ilim ve hikmeti yaran, ilmin Hz. Ali: “Bana ayıplarımı gösteren kimseye derinliğine inmiş anlamına Bakırdır. 3 Safer Tanrı rahmet etsin. Ben iyi huyumla insanlara ga- 57/16 Aralık 676’da Medine’de doğmuş ve 7 Zillip gelirim, imkanım nispetinde onları ıslah ede- hicce 114/28 Ocak 733’de Medine’de vefat etrim. Bana söylemek düşer, kabul ettirmek benim miş ve babasının yanına gömülmüştür. Babası Ali elimde değildir” demiştir (A. Eflaki II, 1995:59). Zeyne’l Abidin, annesi Hz. Hasan’ın kızı Ummü Abdullah’dır. O babası Zeynel-Abidin gibi siyasetten tamamen uzak kalmış ve ilimle meşgul 2. Hz. Hasan: Hz. Peygamber’in kızı Hz. olmuştur. Muhammed el-Bakır, bir çok hadis ve Fatıma ile Hz. Ali’nin büyük oğullarıdır. fıkıh imamı ile görüşerek fikir alış-verişinde buHicretin 2.Yılında doğduğu rivayet edilirse de kay- lunmuş olup, büyük bir hadis bilginidir nakların çoğunluğu 625 yılında doğmuş olduğunda (Fığlalı, 1996:262). birleşirler. Muaviye ile anlaştıktan sonra Medine’ye yerleşti ve burada 10 yıl yaşadıktan sonra Yezid 6. Cafer es-Sadık: Künyesi Ebu AbdulB. Muaviye ile evlendirilmek vaadiyle karısı Ca’de lah, lakabı Sadıktır. 17 Rebiülevvel 80/23 Mayıs Binti Eş’as B. Kays tarafından zehirlenerek şehit 699 tarihinde Medine’de doğmuş, 25 Şevval edildi. Baki mezarlığında annesi Hz. Fatıma’nın 148/15 Aralık 765 tarihine aynı yerde vefat etyanına gömüldü (Tercüman, 1987:163). Doç. miştir. Baba tarafından Hz. Ali’ye ve Hz. Fatma İbrahim Sarıçam (1997:297)’a göre Hz. vasıtasıyla da Hz. Muhammed’e, ana tarafından Hasan, karısının zehirlemesi yüzünden ölmüş ise Hz. Ebubekir’e dayanır. Medine’de bahçeli olabileceği gibi, Muaviye ile yapılan savaşta almış evinde dersler vermiştir. Kendisinden ders alanlar olduğu yaralardan da vefat etmiş olabileceğini daha sonra fıkıh ve kelamın gelişmesinde önemli ileri süreler bulunmaktadır. katkıları olan şahsiyetlerdir. Bunlar arasında Ebu Hanife, Malik Bin Enes, Mutezile’nin kurucusu 3. Hz. Hüseyin: Künyesi Ebu Abdullah’dır. Vasıl B. Ata ve meşhur kimyacı Cabir B. Hayyan Lakabı Sıbt (torun) ve Şehid’dir. Hz. Ali ile Hz. bulunur (Fığlalı, 1996:264-265). Fatıma’nın oğullarıdır. Hicretin dördüncü yılında Bütün kaynakların ittifakla bildirdiğine göre doğmuş (626); 10 muharrem 61/10 Ekim tari- hinde Yezid’in ordusu tarafından Kerbela’da şehit İmam-ı Cafer Sadık, ihlaslı, sabırlı, cömert, hoşedilmiştir. Gerek Hz. Hasan ve gerekse Hz. Hü- görülü, yiğit ve heybetli bir kişiliğe sahipti (Terseyin Hz. Muhammed’in en sevdiği torunlarıdır cüman, 1987:43). İmam-ı Cafer Sadık’ın; Zeydin, (Tercüman,1987:104). oğlu Yahya’nın, torunu Mehdi’nin, onun kardeşi İbrahim ve İsa bin Zeydin öldürüleceklerini ön12 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı 9. Muhammed et-Taki: Künyesi Ebu Cafer, lakabı Taki’dir. Bazen Cevad ve İbnu’r-Rıza da denilir. 15 Ramazan 195/11 Nisan 811 tari 7. Musa el-Kâzım: Künyesi Ebu’l Hasan, hinde Medine’de doğmuş ve 30 Zilkade 220/25 lakabı Kâzım’dır. 7 Safer 128/8 Kasım 745 tarihin- Kasım 83 5’de Bağdat’ta ölmüş ve Kazımeyn’de de Mekke ile Medine arasındaki Ebva’da doğmuş, defnedilmiştir (Tercüman, 1987:104). babası Cafer es-Sadık, annesi ise Berberi bir kadın olan Hamide’dir. Siyasetle uğraşmamasına rağ- 10. Ali en-Naki: Künyesi Ebu’l-Hasan’ülmen Abbasi Halifelerinin şüphesini çekmiştir. Bu Askeri, en meşhur lakabı, El-Hadi ve En-Naki’dir. yüzden Onu Abbasi Halifesi El-Mehdi, Bağdat’a Babası Muhammed El-Cevad (et-Taki), annesi getirerek hapsetti. Daha sonra Harun Reşid önce mağripli bir cariye olan Semane’dir. 212/7 Mart onu Basra’ya, sonra Bağdat’a nakleder, burada 828’de Medine civarında doğmuştur. En-Naki, hapiste iken 25 Recep 183/1 Eylül 799 tarihinde Medine’ye yerleşir ve orada bilimle uğraşır. ZaBağdat’ta vefat etmiş ve Kazımeyn’de Kureys Me- manla Ehl-i Beyt taraftarlarının çok olduğu Irak, zarlığına defnedilmiştir. İmam Musa Kâzım; alim, İran, Mısır gibi yerlerden çok sayıda insan ondan tasavvuf ehli, yumuşak huylu, cömert ve yardım ders almaya gelirler. Halife El-Mütevekkil, evinde sever bir zattı (Fığlalı, 1996:266-267). çok sayıda insan toplandığı ve silahların bulunduğu ihbarı üzerine evinde arama yaptırır. Eve 8. Ali er-Rıza: Künyesi Ebu’l Hasan, laka- gelenler onu kıbleye dönmüş ibadet yapar halbı Rıza’dır. 11 Zilkade 148/29 Aralık 765 tarihinde de bulurlar. Halife El-Mütevekkil onu Samarra’da Medine’de doğmuştur. Babası Musa el-Kâzım, an- ikamete mecbur eder. Orada 20 yıl 9 ay yaşadı ve nesi Şehd, Neciyye, Necme veya Mersiye adlı bir 3 Recep 254/28 Haziran 868 tarihinde vefat etti cariyedir. Ali er-Rıza, bilim ve tasavvuf ehli olması ve Samarra’da evine gömüldü (Fığlalı, 1996:270ile tanınmış, babasından hadis rivayet etmiş ve 271). Medine’de Hz. Muhammed’in mescidinde fetvalar vermiş ve hayatının büyük bir kısmını siyasetten 11. Hasan el-Askeri: Künyesi Ebu Muuzak geçirmiştir. Ancak Abbasi Halifesi Me’mun, hammed, lakabı; Hadi, Er-Refik ve Ez-Zeki’dir. ona kızı Habib’i vererek kendisine veliaht tayin Samarra’da El-Asker adlı bir mahallede oturduğu eder. Bu olay Bağdat’ta tepki uyandırır ve hali- için El-Askeri’dir. 8 Rebiul’ahir 232/2 Aralık 846 feye karşı ayaklanarak Memun’un amcası İbra- tarihinde Medine’de doğmuştur. Hasan El-Askehim B. Mehdi’ye biad ederler. Me’mun bir ordu ri babası ile birlikte 2 yaşında iken Samarra’ya ile Bağdat’a gitmek üzere yola çıkar yanına Ali gelmiş ve orada yetişmiştir. Kendisinin Hintçe, Er-Rıza’yı da alır. Ordunun Tus şehrine varışında Türkçe ve Farsça dillerini bilen bilgin bir şahsiyet fazla miktarda üzüm yemiş, taraftarlarına göre olduğu rivayet edilir. Bilginliğinin yanında kerem de Ali.B. Hişam tarafından verilen bir narı yiyerek zehirlenmiş ve 3 gün sonra bir hastalıktan 29 Safer 203/5 Eylül 818 tarihinde vefat etmiştir. Buna çok üzülen Me’mun, cenaze namazını bizzat kendisi kıldırır ve 1 yıl önce ölen babası Harun Reşid’in gömüldüğü Tus şehrinin Senabad köyüne, babasının türbesine defneder. Daha sonra burası Meşhed adıyla büyük önem kazanır (a.g.e:267-269). ceden haber verdiği için kendisinin kerametlerine inanılmaktadır (İbn Haldun, 1990:505). Gökçeoluk Sevdalıları 13 sahibi, bağışlayıcı ve sakin bir tabiata sahipti ve 8 Rebiulevvel 260/2 Ocak 873 tarihinde vefat etmiş ve babasının yanına gömülmüştür (a.g.e:27 1-272). 12. Muhammed el-Mehdi: Künyesi Ebu’l Kasım, lakabı Muntazar, Huccet, Sahibu’zZaman ve Mehdi’dir. 15 Şaban 255/30 Temmuz 869 tarihinde doğmuştur. Şiilere göre babası Hasan el-Askeri’nin vefatından sonra gizlenmiştir ve halen sağdır. Kıyametten önce ortaya çıkarak zulümle dolmuş dünyaya adaleti getirecektir (Tercüman, 1987:104). Anadolu Aleviliği, Batınilik, Yesevilik, Haydarilik, Kalenderilik Hurufilik, Yunan felsefesi, tasavvuf gibi akımlarından ve Yunan felsefesi, Şamanizm gibi inanç ve kültürlerden etkilenmiş bir düşünce ve inanç sistemidir. Bunun dışında Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm, ruh göçü, paganizm gibi inanç ve kültürlerin de etkisinde kalmıştır. Çünkü her inanç ve kültür eski kültürü tamamen silip yerine tamamen yeni bir kültür ikame edemeyeceği gibi komşu olduğu inanç ve kültürlerden de ister istemez etkilenecektir. BEKTAŞİLİK (Hacı Bektaş Veli) Hacı Bektaş Veli, İran’ın kuzeydoğusunda Horasan’a bağlı Nişabur kentinde doğmuştur. Horasan hükümdarı II. İbrahim’in oğludur. Annesi Şeyh Ahmet adlı Nişabur’lu bir bilgininin kızı Hatem Hatun’dur (Yılmaz, 1999:31). Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Miladi 12101220 yılları arasında doğduğu kabul edilmektedir (Gülşan,1975:10). Bektaşi an’anelerine göre Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi’nin halifelerindendir. Bir rivayete göre de Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi’nin halifelerinden Şeyh Lokman Parende’nin müridi idi. Anadolu evliyasından Geyikli Baba, Abdal Musa ve Horoz Dede de Ahmet Yesevi’nin halifeleri arasında sayılmaktadır (A.Yesevi. 1991:45-46). Hacı Bektaş Veli, hocasından pozitif ve dinsel bilimleri öğrenmeye başlayınca zekâsı ve 14 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı bilim öğrenme yeteneği hemen fark edilmişti. Çünkü bir konuyu öğrenmek için arkadaşları günlerce beklerken o konuları kısa sürüde anlıyor ve diğer konulara geçmek istiyordu. Öğrenimini tamamladıktan sonra Allah’la baş başa kalmayı tercih ederek yalnız olarak bir yere çekilmişti. Ahmet Yesevi Hazretleri ile görüşmüş, Ahmet Yesevi ona; “Senin için Sulucakarahöyük’ü vatan olarak seçtik”, diyerek onu Anadolu’ya göndermiştir (Yılmaz,1999/10:3 1). sağlamış böylece Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkıda bulunmuştur. Bundan başka Hacı Bektaş Veli, dedelik örgütünü kurarak Türk boylarını birbirine bağladı ve bugün için bile hayranlıkla baktığımız muazzam bir dayanışma ve sosyal kontrol mekanizmasını geliştirdi. Ayrıca Bektaşilik tarikatını kurarak soydan Alevi olmayan insanların manevi eğitimlerini üzerine aldı. Böylece kendisinden feyz alan bütün insanları ahlak bozukluklarından kurtara Hacı Bektaş Veli buna uyarak önce Necef’e rak topluma ve insanlığa faydalı olgun birer insan giderek Hz. Ali’nin kabrini ziyaret etti ve 40 gün olarak yetiştirmeye çalıştı. o ulu kişinin yanında kaldı. Bu süre içinde her Hacı Bektaş Veli, sade yaşayan, samimi, zamandan fazla ibadet yaptı ve Allah’ı andı. Ora- dan Mekke’ye geçerek haccını yaptı ve Medine’ye yapmacıksız bir insandı. Bütün yaratıkları severgiderek Hz. Muhammed’in kabrini ziyaret etti. di. Aynı zamanda alçak gönüllü, ciddi ve hiçbir Oradan ayrıldıktan sonra 40 gün kadar Şam ve zaman kutsal liderlik taslamamıştı. Saygılı, terbiKudüs’te kaldı. Oradan Haleb’e gelerek Bustan yeli, güler yüzlü idi. O vücudunun ve giyim eşyamevkiinde bulunan Ashab-ı Kehf’in mağarasını larının tertemiz olmasına çok dikkat ederdi. İyiziyaret etti. Sonra Sulucakarahöyük’e gelinceye lik yapmak başlıca isteği idi. Kendisi de hoşgörü kadar yolda rastladığı bütün türbe ve yatırları zi- örneği idi. Kimsenin ayıbını, kusurunu görmez, yaret etti ve 1433 yılında Orhan gazi döneminde- yüzüne vurmazdı. “Gördüğünü ört, görmediğini ki ölümüne kadar burada insanları aydınlatma ve söyleme derdi (Sümer, 1975:4-6). öğretme görevini sürdürdü (Yılmaz, 1999/10:31 Hacı Bektaş Veli, bilimi, yıldızlara benzetir. 32). Nasıl insanlar gökte yıldız olmadığı zaman karan Hacı Bektaş Veli, Hıristiyanlığın çok yay- lıktan yolu bulamazlarsa, akıl ve bilim marifeti olgın olduğu bir bölge olan Sulucakarahöyük’e yer- mayanlar da Hakk’dan yana olan yolu göremezler. leşti. Bugün yer altı kilise kalıntılarından da bu O, bilim büyüklerini ana ve babadan daha değerli durum anlaşılmaktadır. Bu bölgede insanları irşat bulur (Eğri,99/10:183). etti ve gayri Müslimleri de sevgi ile İslam dinini Hacı Bektaş Veli, çalışmayı teşvik etmiş çağırarak onların bu dine inanıp benimsemelerini “Gündüz şevk ile dünya işine, gece aşk ile ahiret işine sarıl” buyurmuştur (Noyan,98/5:56). Alevi cemlerinin gece yapılmasının sebebi bu olsa gerektir. Çünkü Aleviler gündüz dünya işi ile meşgul olup cem törenlerini genellikle gece veya tatil günlerinde yaparlar. Hacı Bektaş Veli’ye göre cömertlik dörttür; mal cömertliği beylerindir, zenginlerindir. Ten cömertliği, zahitlerindir. Can cömertliği, aşıklarındır. Gönül cömertliğ ise ariflerindir (a.g.y:57). Gökçeoluk Sevdalıları 15 Rıza Zelyut (1990:6)’a göre Karamanoglu Mehmet Bey’in 1277 yılında Anadolu’yu işgal etmesi ve burada “Bundan sonra devlet dairelerinde evlerde, sokaklarda, Tükçe’den başka dil kullanılmayacaktır. Aksi hareket edenler, idam olunacaktır”, fermanını yayınlanmasına Türkçe bilincini uyandırdığı için Hacı Bektaş Veli etkili olmuştur. Yine Zelyut’a göre, Hacı Bektaş Veli’nin (1240) Babailer İsyanı lideri olan Baba İshak’ın halifesi olduğu, görüşü geleneksel bilgilere uymaz. Çünkü Hacı Bektaş düşüncesinde, bir şeyhin bir komutana mürit olması mümkün değildir. ni, Karaca Ahmet, Kolu Açık Hacı Sultan, Resül Baba, Cemal Seydi vb. bütün erenler atlı-yaya hepsi geldi, yanıp ağlaştılar. Bir müddet sonra Çile Dağı tarafından vasiyet edildiği gibi bir atlı göründü ve Hacı Bektaş Veli’nin önceden anlattığı gibi cenazeyi yıkadı, kefenledi, taputa koydu, cenaze namazını kıldırdı ve götürüp kabre koydular. Boz atlı er, erenlerle vedalaşıp atına atladı ve atı koşturdu gitti. Sarı İsmail, bu kişinin kim olduğunu merak etti ve eğer Hızır ise daha önce görüşmüştüm, tanırım dedi ve ardından koşup yetişti ve şunları söyledi: “Namazını kıldığın er yüzü suyu hürmetine kimsin? bana bildir.” Boz atlı er, Alevi inancına göre Hacı Bektaş Veli, öl- Sarı İsmail’in niyazına dayanamadı ve örtüsünü dükten sonra kendi cenazesini kendisi yıkamıştır. açtı. Sarı İsmail’in karşısında birden Hacı Bektaş Hacı Bektaş Veli bir gün Sarı İsmail’i çağırdı ve Veli beliriverdi. Sarı İsmail, atının ayağına düşüp ona şunları söyledi: “Bugün günlerden Perşem- hayranlığını bildirdi ve “Lütfen erenler Şahı, 33 be ve ben bugün ahirete göçeceğim. Ben ruhu- yıl hizmetindeyim, kusurum var, seni bilememimu teslim edince sen kapıyı ört ve dışarı çık. Çile şim, suçumu bağışla” dedi. Bunun üzerine HünDağı tarafını gözle, oradan bir boz atlı gelecek ve kar Hacı Bektaş Veli şunları söyledi: “ Er odur yüzüne yeşil örtü takmış olacak. Bu zat atını dışa- ki, ölmeden önce ölür, kendi cenazesini kendisi rıda bırakacak ve içeri girip bana “Yasin” sure’sini yıkar. Git var, sen de buna gayret et.” Bu sözleri okuyacak. Attan inince selamını al, onu ağırla. söyledikten sonra birden gözden kayboldu (ZelHulle donumdan kefenimi getirecek, beni yıkaya- yut, 1990:19-20). cak, beni yıkarken su dök. Bana ceviz ağacından Eserleri: 1.Kitab’ül Fevaid 2. Fatiha Suresi taput yapacak ve beni ona koyacak. Sakın onun- Tefsiri 3.Şathiyye 4. Hacı Bektaş’ın Nasihatları 5. la söyleşmeyin. Öğüdümü tut, ölümümden sonra Hadis-i Erbain Şerhi 6. Şerh-i Besmele 7. Makabin koyunla yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, lat. onları doyur ve onlara hizmet. Ne kadar mürit ve Bütün tasavvuf erbabı tarafından benimmuhip varsa hepsini davet et, onlara öğüt ver, senen 4 kapı ve 40 makam inancını Hacı Bekağlamasınlar (Zelyut, 1990:19). taş Veli’nin Makalatı’nda şöyle açıklanmaktadır: Allah’a giden yollar yaratıkların nefesleri sayısın Hacı Bektaş Veli’nin ölümü üzerine eren- cadır; gerçeğe ulaşmış kişiler bunların arasından lerin anası Fatma Bacı, Seyyid Mahmud-ı Hayra- içinde şu 4 mertebenin bulunduğu bir yolu tercih etmişlerdir: 1. Şeriat, 2. Tarikat, 3 .Marifet, 4. Hakikat (Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı,1988:72-85). Şeriat ve Makamları 1. İnanmak (Amentüye) 2. İslam 3. İlim öğrenmek 4. İhsan (Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet etmektir. 5. Evlenmek 16 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı 6. Helal yemek ve helal giyinmektir 7. Kulun Ehl-i sünnet ve’l cemaat üzere bulunmasıdır. 8. Şefkat ve merhamettir (Peygamberimiz’in bir hadisinde;”Şefkat imandandır. Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsinler”, buyrulmaktadır.) 9. Helal kazanmak ve faizi haram kılmaktır 10. İyiyi emretmek ve kötülükleri yasaklamaktır. Tarikat Makamları 1. Yola koyulmak, pirden el almak ve günahlardan tövbe etmektir 2. Kulun bir mürşide mürit olmasıdır 3. Başı tıraş etmek, giyimini ve kişiliğini tasavvuf ehline benzetmeye çalışmaktır 4. Kulun korku ile umut arasında olmasıdır 5. Hizmet etmektir 6. Nefsi ezmek ve kahretmektir. 7. Allah’a dönmek ve Ondan başkasını bırakmaktır 8. Hırka, makas, zenbil (meslek edinmek ve geçimini bir meslekle sağlamak), seccade, icazet, ibret ve hidayettir. 9. Cemaat ve nasihat sahibi olmak ve Allah’ın kullarına karşı sevgi beslemektir. 10. Aşk, şevk, fakirlik ve kanaatkarlıktır. rulmuştur) 8. Daima sakin olmak; hırs, kin, öfke gibi olumsuz davranışları terk etmektir. 9. Kalp ve gönlü hoşnut etmektir. 10. Kendini bilip tanımaktır (Hz. Peygamber, Kendini tanıyan Rabbi’ni tanır, buyurmuştur.) Hakikat Makamları 1. Kulun diğer yaratıklar arasında toprak gibi olmasıdır (Bir kişinin incitmesinden incinmemesi ve her şeyi Allah’tan bilmesi ve her şeye rıza göstermesidir) 2. Bütün evrene tek bir gözle bakmak.(kişilerin işlediğine iyi veya kötü dememek, yalnızca iyiliğin ve kötülüğün kendisini görmektir) 3. Cömert olmaktır(Kişinin mal, yiyecek ve giyeceklerden bol bol vermesidir) 4. Ölmeden önce ölmek ve nefsini yok etmektir. 5. Yaratıklardan hiçbirine zarar vermemek ve onlardan cefa görmemektir. 6. Kulun sohbet sırasında gerçekleri söylemesidir. 7. İyi ve olgun kulların girdiği yola girmektir 8. Kendisinde görülen kerametleri gizlemesidir 9. Sabretmektir (Tanrı’ya yakarmak ve O’na ulaşmak) 10. İç gözüyle gözlemde bulunmak Tanrısal bilimi (İlm-ü ledün veya tasavvuf.) öğrenmektir Marifet Makamları 1. Edepli olmak (İnsan ancak saygı ve edep ile erer. Hz. Ali şeref, mal ve soy ile değil ancak bilgi ve edep iledir, buyurmuştur.) 2. Allah’tan korkmaktır (Allahüteala, Allah’tan ancak bilgili kullar gerektiği şekilde korkar, buyurmuştur) 3. Nefis terbiyesi, açlık ve kanaatkarlıktır 4. İkrar ve tasdik etmektir. 5. Utanmaktır (peygamberimiz; haya, imandandır, buyurmuştur) 6. Cömertliktir 7. İlimdir (Bir Hadiste; dünya, bilim adamlarının bilimi, hükümdarların adaleti, cömertlerin el açıklığı, yoksulların duaları üzerinde durur, buyGökçeoluk Sevdalıları Dede Güvenç (1999:48)’e göre Şeriat, Hz. Ademden Hz. Muhammed’e kadar olgunlaşarak gelen ilahi kaynaklı İslam’a inanmaktır. Tarikat, şeriatta gaip olarak inanılan ve iman getirilen Allah’a ulaşmak için tutulan yoldur, takva ehli olmaya çalışmak ve nefis ile mücadele etmektir. Marifet; her şeyin yaratılışının aslına varmak ve bu konudaki bilgilere ulaşmaktır. Hakikat ise ölmeden önce ölmek, aslına dönmek ve Hak ile Hak olmaktır. Eğer bu 40 makamdan birisi eksik olursa, gerçeğe (Hakikat’e) ulaşılamaz. 17 Hacı Bektaş Veli’nin Bazı Sözleri (Göçgün,1998:148-153): İlimden gidilmeyen yolu sonu karanlıktır. Gerçek erenlerin izinden çıkma. Biz olduğumuz gibiyiz, öyle kalacağız. Alimin ve olgunun sohbeti, cahilin ibadetinden daha hayırlıdır. Özünle, gözünle, sözünle işinde ol. Kadınları okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez. İlmi, bilgiyi aziz, yüce tutan kimse, hiçbir zaman küçülmez, alçalmaz. İnsanın olgunluğu, davranışlarının olgunluğudur. Fikirsiz ilim; kanatsız kuş, Nuhsuz gemidir. Kimsenin ayıbını arama; kendi ayıbını gör. Cahillere ve hak tanımazlara sükut ile karşılık veriniz. Alimlere ve kendini bilenlere alçak gönüllülük yaraşır. Allah, cömertleri sever. Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız. 18 Özünde ve sözünde temiz olmayanların imanı tam değildir. Eline, diline, beline sahip ol. İbadet, cennet için değil, Hak için yapılmalıdır. İnsanın gerçek güzelliği sözünün güzelliğidir Aşıkların tenleri ölür, canları ölmez. Okunacak en büyük kitap insandır. Hacı Bektaş Veli’nin hemen bütün düşünceleri, günümüzde de geçerli olmakla birlikte kanımızca en dikkate değer ve modern toplumsal anlayışla uygunluk gösteren ikisi: Kadınlarını okutunuz” ile “İlimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” sözleridir. Ortaçağda Batıda kadın, Adem’i baştan çıkararak cennetten kovduran günahkâr varlık olarak görülürken Hacı Bektaş Veli, kadınların okutulmasını öğütlemiştir. 21. Yüzyıl, bilim çağı olarak nitelendirilmektedir. Şu halde Hacı Bektaş Veli,”Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”, diyerek kendi çağını aşarak 21. Yüzyılın anlayışına sahip son derece ileri görüşlü bir düşünür olduğunu kanıtlamış olmaktadır. www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Anadolu Aleviliği Prof. Niyazi Öktem’e (1995:213-214) göre sufilik, felsefi eğilimlerle birlikte gerçek İslam’ı temsil etmektedir. Basit yaşam tarzı, insana saygı, kul hakkı yememek, Allah’la bütünleşmek, İslam’ın öz ve esası değil midir? Sufilerin en güzel temsilcileri Anadolu Aleviliğinin yetiştirdiği derviş ve ozanlardır. Bunlar saz ve sözleriyle insanlara sevgi ve barışı anlatan Türk sufileri Anadolu kültürünün temel taşlarıdır. Görüldüğü gibi Anadolu Aleviliği, 12 imam inancı ile birlikte Batınilik, Hurufilik, Şamanlık, Yunan felsefesi, İslam tasavvufu gibi çok çeşitli inanç ve kültürlerin etkisi altında kalarak gelişmiş ve bugünkü halini almıştır. Bundan başka Anadolu Aleviliğinin siyasal tarafı da bulunmaktadır. Bu taraf aslında başlı başına ayrı bir araştırma konusudur. Ancak Aleviliğin doğru anlaşılabilmesi için bu yönüne de kısaca değinilmesi gerekmektedir. Sünni ideolojiyi Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yüceltmiştir. İsmaili ideolojiyi ise Fatımiler gündeme getirmiştir. Görüldüğü gibi amaç hep siyasidir. Şah İsmail, Şii-Alevi ideolojiye sarılmış ve kendi iktidarını güçlendirmek istemiştir. Eğer başarılı olsaydı, onun döneminde olmasa bile daha sonra Aleviliğin özgürlükçü yapısını sürdürmesi zor olurdu. Çünkü egemen güçlerin din yorumu daima baskıcı olmak zorundadır (Öktem, 1995:313). Hanefi düşünce Türk topluluklarında ikiye bölünmüş, bunlardan birisi, Maturidi düşünce olup o Hanefiliğin özüne sadık kalarak dini akılcı yorumlarla ele almıştır. Hanefiliğin ikinci kolu ise Eş’ari düşüncedir. Selçuklularda Maturidi düşünce ile Eşari düşünce arasında bir rekabet gözlenmiştir. Osmanlı uleması Hanefiliğin Eş’ari kolunu tercih etmiştir (a.g.e:286). Türk tarihinde Aleviğinin oluşmasında Babai Ayaklanması, Şah Kulu İsyanı, Şeyh Bedrettin Olayı, Şah İsmail ile Yavuz Arasındaki mücadele ve Çaldıran savaş ve Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması gibi olaylar etkili olmuştur. Ancak bunların içinde en belirleyici olan şüphesiz Yavuz Selim ve Şah İsmail arasındaki çatışma olsa gerektir. Sait Başer’e (1998:56) göre Anadolu’da Alevilik, büyük ölçüde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki çatışmanın bakiyesidir. Çünkü o tarihe kadar İran-Osmanlı inanışları bugün düşündüğümüz kadar farklı görülmüyordu. Yavuz Selim, İran siyasetinin etkisi altında bulunan Erdebil Tekkesi’nin Anadolu’daki nüfuzunu kırabilmek için daha güçlü bir inanç otoritesi olan hilafeti getirdi. Halk arasında taban bulamamakla beraber bunun yanında Arap Müslümanlığı’nın Eş’ari anlayışını medreselere yerleştirdi. Böylece resmi otorite ile Alevi kitle arasında süren çatışma, bugün Alevi-Sünni çatışması diye bilinir. Bu gerçekte doğru değildir, doğru olan Eş’ari ve Maturidi zihniyetlerin çatışmasıdır. Buna rağmen devletin en köklü bir kurumu olan Bektaşi-Yeniçerilik, Maturidi karakterini devam ettirmiştir. Türkler, Orta Asya’da iken tek bir millet ve bütünsel bir toplum değildi. Horasan’dan Asya içlerine oradan Sibirya’ya kadar farklı Türk boyları ve devletleri vardı. Dolayısıyla benzerliğin yanında farklılaşmalar da vardı. Bu nedenle Anadolu Alevi ve Bektaşileri hangi boydan geliyorsa o izleri taşırlar (Bal,98/8:39). Bugün Türkiye’de Aleviler; Çepniler, Tahtacılar, Kızılbaşlar, Sıraçlar, Abdallar, Nalcılar, Gülşeniler, Elçi, Tat, Amuca, Arapkirli, Talibi, Bektaşi gibi gruplara ayrılırlar. Bunların hepsi standart Türk kültürünü temsil etmektedirler (Türkdoğan, 1995:117,208). Gökçeoluk Sevdalıları 19 SONUÇ Alevilik; Hz. Ali’den adını alan, onun soyu ve onu takip edenler tarafından kurulmuş bir tasavvufi yoldur. Alevilikte on iki imam inancı önemli bir yere sahiptir. Bu yönüyle Alevilik bir İslam inanışıdır. Ona İslam inançları dışında bir kimlik aramak tarihsel ve sosyal gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu, Aleviliğin saf İslam inançları olup, onun dışında bünyesinde hiçbir inancı ve kültürü barındırmadığı anlamına gelmemelidir. Evrensel dinler, aynı kaynaktan çıktıkları ve aynı temel inançları benimsedikleri için Aleviliğin Musevi ve Hıristiyan unsurlar taşıması son derece doğaldır. Bundan başka Anadolu Aleviliği, Batınilik, Yesevilik, Haydarilik, Kalenderilik, Melamilik, Hurufilik, Yunan felsefesi, tasavvuf gibi akımlardan ve Şamanizm gibi inanç ve kültürlerden etkilenmiş bir düşünce ve inanç sistemidir. Ayrıca, bir toplumun daha önceki kültürünü tamamen silip yok ederek yeni bir kültür ikame etmesi mümkün değildir. Bu nedenle Aleviliğin Orta Asya Türk kökenli inanç ve kültürlerle bağlantılı olmasının garipsenecek bir yanı da yoktur. Nitekim Alevilikte kadına verilen değer ve çeşitli dinsel törenlerde kurban kesilmesi Şamanizme dayanmaktadır. Alevilik, bugünkü halini Anadolu’da aldığına göre burada yaşayan toplulukların kültürlerinden etkilenmemesi mümkün değildir. Çünkü birlikte veya komşu yaşayan toplumlar arasında istense de istenmese de kültür alış verişleri olacaktır. Onun için Anadolu Aleviliği bu topraklar üzerinde bulunan toplumların kültürlerinden de etkilenmiştir. Örneğin, paganizmin bakiyesi olan yatırlara çaput bağlama geleneğine hem Alevi hem de Sünni toplumunda rastlanmaktadır. Anadolu Aleviliği’nin oluşmasında en büyük etken Hacı Bektaş Veli’dir. O, Sulucakarahöyük (Hacıbektaş)’e yerleştikten sonra bu bölgedeki insanları irşat etti ve gayri Müslimleri de sevgi ile İslam dinini çağırarak onların bu dine inanıp benimsemelerini sağladı, böylece Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkıda bulunmuştur. Bundan başka Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da dedelik örgütünü kurarak Türk boylarını birbirine bağladı ve bugün için bile hayranlıkla baktığımız muazzam bir dayanışma ve sosyal kontrol mekanizmasını geliştirdi. Ayrıca Bektaşilik tarikatını kurarak soydan Alevi olmayan insanların manevi eğitimlerini üzerine aldı. Böylece kendisinden feyz alan bütün insanları ahlak bozukluklarından kurtararak topluma ve insanlığa faydalı olgun birer insan olarak yetiştirmeye çalıştı. 20 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Ayrıca Hacı Bektaş Veli gerek kadına verdiği emsalsiz değerle ve gerekse bilimin önemine dikkat çekmekle, kendi çağını aşarak 20. ve 21. yüzyılların adamı olduğunu kanıtlamıştır. Özellikle Yunan filozoflarından Platon ile Plotinos’un düşünceleri tasavvufla ve dolayısıyla Alevilikle bağdaşmaktadır. Çünkü, Alevi din anlayışının temelinde Tanrı sevgisi ve O’nun eseri olduğundan dolayı insan sevgisi yer almaktadır. Alevi din anlayışının özünü şekilsel ibadetlerden çok insan ilişkileri teşkil etmektedir. Bu inanca göre kişi, dışardan ne kadar iyi birisi gibi görünürse görünsün, eğer insan kalbi kırıyor, insanlara zulüm ve kötülük yapıyorsa gerçek mümin sayılmamaktadır. Çünkü, mümin kelimesi, iman eden demek olduğu gibi, kendisinden emin olunan ve kendisine güvenilen anlamına da gelmektedir. Alevilikte amaç, tasavvuf idealine göre kamil insanı yetiştirmek olduğu için bu olgunluğa erişen insan; insanlar arasında din, ırk, dil ve inanç farklılıklarını gözetmeyecek ve varlığın birliği ilkesine göre herkesi bir görüp Tanrı’nın yaratığı olarak kutsal kabul edecektir. Sonuçta bu; topluma birlik, bütünlük ve huzur getirecek ve demokratik toplumun kurulmasında yardımcı olacaktır. Aleviliği bütün yönleriyle bir makalede inceleyebilmek mümkün olamaz. Bu sebepten dolayı Dergimizin gelecek sayılarında bu yazının devamı sayılabilecek “Alevilikte Temel inanç ve Uygulamalar” adlı yazıya da ver verilecektir. KAYNAKLAR * Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri I, Çev: Tahsin Yücel, İstanbul, M.E.B. Yayınları, 1995. * Arslanoğlu, İbrahim. Yazarı belli Olmayan bir Fütüvvetname, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1997. * I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999:63-70. Birand, Kamıran. İlkçağ Felsefe Tarihi, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Gökçeoluk Sevdalıları Yayınları, 1987. * Eröz, Mehmet. Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, Ankara Kültür Bakanlığı Yayını, 1990. * Fırat, Atilla. “Anadolu Aleviliği, Hacı Bektaş Veli Düşüncesi ve Türk Yaşamına Etkileri”, G.Ü. I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999: * Gülşan, Hasan. Pir Hacı Bektaş Veli ve AleviBektaşiliğin Esasları, İstanbul, 1975. * Tarihte Türkler, İstanbul, Ötüken Yayınları, 1992. * Güvenç, Mustafa (Alevi Dedesi) İle Söyleşi. Söyleşen: İbrahim Arslanoğlu, G.Ü. Hacı Bektaş Veli, Dergisi, 99/9:41-64. * İbn Haldun. Mukaddime I, Çev: Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, M.E.B. Yayınları, 1990. İnan, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, 1976. * Kafesoğlu, İbrahim. Türk Milli Kültürü, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 1984. * Sümer, Ali. Hacı Bektaş Veli’nin Bilimsel Yönleri, Ankara, 1975. * Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, Ankara, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları, 1988. * Türkdoğan, Orhan. Al evi-Bektaşi Kimliği, Timaş Yayınları, 1995. * Türkiye Diyanet Vakfı. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, 1993. * Zelyut, Rıza. Hacı Bektaş Veli, İstanbul, Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik A. Ş., 1990. * Öz, Baki, Öz Kaynaklara Göre Alevilik, İstanbul, Yön Yayıncılık, 1992. Not: Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU’nun Alevilik Nedir? Başlıklı makalesi özetlenerek hazırlanmıştır. 21 YÖRESEL Şu yalan dünyaya geldim giderim Gönül senden özge yar bulamadım Yaralandım al kanlara bulandım Gönül senden özge yar bulamadım ... Pir Sultan Abdal’ım dağlar ben olsam Üstü mor sümbüllü bağlar ben olsam Alem çiçek olsa arı ben olsam Dost dilinden tatlı bal bulamadım Pir Sultan Abdal 22 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı 11 Temmuz 2010 Yayla Şenliği 11 Temmuz 2010 tarihinde Kirenpınar Yaylasında yapılan şenliğimiz, son iki yıldaki şenliklere göre daha az kalabalık olsa da coşkusundan hiç bir şey kaybetmedi. Havanın da serin olması coşkuyu daha da arttırdı. Köylülerimiz bu sene de bir araya gelerek gönüllerince eğlendiler. Temiz hava ve eşsiz manzara eşliğinde oyunlar oynandı. hep birlikte yemekler yendi. hasretlikler giderildi. Öznur - Davut Çolak ile Hasan Ervan’ın yapmış oldukları şovlar da güne ayrı bir güzellik kattı. 10 Temmuz akşamında Çolaklar mahallesinde yapılan etkinlik ise geleneksel hale geldi ve her zamanki gibi coşkuluydu. Yayla Şenliği fotoğraflarına ve videolarına www.Gokceoluk.com görsel arşiv sayfalarından ulaşabilirsiniz. Bu güzel günde, emeği geçen tüm köylülerimize gokceoluk.com olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz. Gökçeoluk Sevdalıları 23 Evlilik Adetimiz... 1 Yöresel... 24 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı EVLİLİK ÂDETİMİZ - 1 “Evlilik Adetimiz” başlıklı yazı dizimiz üzerindeki araştırmalar devam ettiğinden dolayı, bu sayımızda konumuza giriş yapıyoruz. Bu sayfada; Türklerdeki evlilik adeti anlatılmaktadır. Köyümüze ait yöresel detaylara sonraki sayılarda yer verilecektir. E vlilik, bir kadınla bir erkeğin yeni bir aile meydana getirmek amacıyla kurmuş olduğu iişkiler bütünü- dür. Bu ilişkilerin düzeni ve devamı, kanunlara, örf ve adetlere göre belirlenir. Evlenme, hayatın doğumdan sonra ikinci dönemi olarak kabul edilir. Türk toplumunda ve İslamiyette evliliğe büyük önem verilerek, evlilik teşvik edilmiştir. Gelenekte ev yapanın, ev alanın ve evlenenin işlerinin kolay gideceğine inanılır. Bu konuda borçlanmaktan pek korkulmaz. Evlenme bir noktada ailelerin yakınlaşması ve akraba olmasıdır. Böylece ailelerde bir sosyal dayanışma Gökçeoluk Sevdalıları kendiliğinden ortaya çıkar. İki aile arasındaki sosyal ve ekonomik ilişkiler, toplumu daha verimli ve dengeli bir yapıya kavuşturur. Toplumumuzda tek evlilik esası vardır. Medeni Kanunda evlilik akdinin nasıl yapılacağı, şekli ve şartları maddeler halinde belirtilmiştir. Eş Seçme Evlilik kurumu mukaddes ve önemli bir hadisedir. Bu bakımdan taraflar, eş seçerken çok dikkatli olmaktadır. Tarih içerisinde ve günümüzde eş seçimini etkileyen pek çok tercih sebebi vardır. Özellikle soy-sop, aile, kültür seviyesi, maddi durum, fizik güzelliği, dini inanç, mezhep farkı, meslek vb. Ölçüler eş seçiminde rol oynamaktadır. Günümüzdeki eş seçme yoları ve çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz: • Görücü Usulü • Aileler seçmekle birlikte, gençlerin rızasının alınması • Eş seçimini gençlerin yapması fakat ebeveynin onayının alınması, Bunların dışındaki eş seçme yolları konumuzun dışında olduğundan burada değinmiyoruz. 25 Söz Kesme Genellikle erkeğin ailesi, herhangi bir şekilde kız ailesinden bir randevu isteyerek ziyarete geleceklerini bildirir. Gün kararlaştırılır. Evde, sıradan misafirden farklı bir hazırlık yapılır. Evin durumuna göre, çay daveti niteliğinde bir hazırlıktır bu. Genç kız, çok hevesli görünmemek için talimat alır, güzel, sade bir giyim, hafif makyaj, az takı ile misafirleri karşılar. Hal hatır sorulur, havadan sudan konuşmalar, kahve ikramı, sonra asıl konu açılır. Erkek tarafı bu ziyarete anne baba, varsa büyük baba, büyük anne, yoksa bir dayı veya amca ve eşleriyle gelebilirler. Kahveler içildikten sonra bunlardan otorita sahibi biri sözü açar ve münasip bir dille kızı istemeye geldiklerini bildirir. Klasik uygulamada “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile” söz açılır. Kız tarafı töre gereği “hele bir düşünelim” gibilerinden olayın üstüne düşmez görünür. Ama bazen gençlerin ve ailelerin önceden anlaşmış ol26 maları yüzünden buna gerek görülmez. Kızın babası değilse bile, dayısı, amcası vb. “hayırlı olsun, madem çocuklar birbirini istiyor” gibi bir ifade ile istek kabul edilir. Bundan sonra “hayırlı olması” temennisiyle tebrikleşilir ve büyüklerin elleri öpülür. Çay, pasta ikramı ve hayır dualar ile söz kesme işi biter. Taraflar, nişan ve düğün törenini yapılıp yapılmayacağını, yapılacaksa nasıl olacağını, yaklaşık olarak nikah zamanını, karşılıklı alınacak hediyeleri, açılacak yeni evin eşyalarını konuşurlar. Bu görüşme, daha sonraki uygun bir zamanda da yapılabilir. Erkek tarafı bu ilk ziyaretinde, tatlı veya şeker veya güzel bir çikolata paketi ile zarif bir çiçek getirmeyi unutmaz. Şimdilerde bir söz yüzüğü uygulaması vardır. Yeni söz kesme töreni yaklaşık bu özellikleri taşır. >> Devamı Sayı 4 ve 5’te yayınlanacaktır. www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı DEME Deme bana sen ne mezunusun, Ben ilkokul mezunuyum. Deme bana neden okumdın. Okuyacaktım... Derslere kafam basmıyordu, Zaten babam da okutmaya meyilli değildi. “Ben seni, senin öğretmenine sordum. Sen zaten okuyamıyormuşsun derdi...” Deme bana madem okuyamadın, Neden babanın çiftini sürmedin. Sürecektim... Ama bir sorun vardı. Bizim arazimiz, Bir eve az geliyor, İki eve yeter miydi? Deme bana, havası iyi, suyu iyi, yakacağı bedava, Bu da yeterli değilmiydi? Yeterli değildi... Sadece havayla, suyla, yakacakla olacak gibi değildi. Deme bana burada nasılsın, iyi misin. Ah! Sorma, ben iyiyim desem sen inanacak mısın? Çalışayım diyorsun, istediğin gibi iş bulamıyorsun. Buluyorsun, ya parayı vermez, verse de işe yaramaz. Nalet olsun diyorsun.. geçip gidiyorsun. Allah’a dua ediyorsun, bunu bulamayanlar da var diyorsun. Geçip gidiyorsun... Gökçeoluk Sevdalıları Kendimi sanki, köy ile şehir arasında sıkışmış bir canlı mı diyeyim, bir alet mi diyeyim.. Öyle hissdiyorum şahsımı. Deme bana yaşın kaç senin. Yaşım genç ama bedenim yaşlandı.. Kafamda saç kalmadı... Ağzımda dişim kalmadı... Sanki yetmişlik gibiyim. İşimde bitmişlik gibiyim. Bu yazmış olduğum “deme” Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az... Demektir. Yazan Salih İNCİ’dir. Yorum yapabilirsiniz. 0538 814 0845 25 Temmuz 2010 - İstanbul 27 anlatamam, aciz kaldım Niksar’ım. güzelliğin destanlara sığmazmış, sevdiğimi söyleyemem Niksar’ım, sevilenler, sevenlere kalmazmış. KAPAK KONUSU 28 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Tarihte Niksar seçmiştir. Bu dönemde Niksar ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. 1175’te II. Kılıçarslan zamanında Selçukünümüzde tarih, tabiat, kültür, lu topraklarına katılan Niksar, Moğol istilası ile sevgi ve sevda kenti yeşil Niksar önce İlhanlıların, İlhanlıların parçalanması ile de olarak anılan şehrimizin uzun ve 1341’de Eretna Devleti’nin daha sonra da Tacetköklü bir tarihi vardır. Tarihteki pek çok olaya şa- tinoğulları Beyliği’nin hakimiyetine girmiş ve bu hitlik yapan, yıllarca başkentlik yapmış, farklı uy- beyliğin merkezi olmuştur. garlıklardan izler taşıyan Niksar’ın tarihi mevcut 1387 yılında Niksar’ı ele geçiren Kadı kaynaklara göre Pers imparatorluğu dönemine Burhaneddin’in bir savaşta oldürülmesi üzerine kadar uzanmaktadır. bölge halkı Yıldırım Beyezid’den yardım istemiş ve Pers İmparatorluğu’nun sona ermesiy- Yıldırım Beyezid’in oğlu Süleymen Çelebi 1398’de le kurulan Pontus Krallığı döneminde Caberia Niksar’ı Osmanlı topraklarına katmıştır. adıyla anılan Niksar; Sayfiye alanlarında pek çok Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon seferi, Yatapınak, saray ve yerleşim birimi inşa edilmiştir. M.Ö. 72 yıllarında Romalılarla Pontuslular arasın- vuz ve Kanuni’nin doğu seferleri sırasında uğrada cereyan eden Mithridat savaşlarının üçüncüsü dıkları tarihi şehir, Osmanlıların son yıllarında ToNiksar’da yapılmış ve şehir Romalıların eline geç- kat Sancağı’na bağlı bir kaza merkezi olmuştur. miştir. Tarihi geçmişinin bir simgesi olarak Roma, Osmanlı Niksar, Romalılar döneminde Diospolis, Bizans, Selçuklu, Danişmendli ve Sebaste ve Neocaeserea gibi isimlerle anılmıştır. Devleti’nden kalma pek çok eser hala şehrin tabii Bugün kullanılan Niksar adının, Neocaeserea’dan bir parçası olarak ayaktadır. İstiklal Savaşı sırasınkısaltıldığı görüşü ağır basmaktadır. 1672 yılında da Rum ve Ermeni çetelerinin baskınlarıyla karNiksar’a gelen Evliya Çelebi Seyehatnamesi’nde; şılaşan Niksar, diğer taraftan memleketmizi işgal Bu Niksar’ın doğrusu Nik Hisar, yan, iyi hisar olup eden düşmanlara karşı, İzmir’in işgalini proteshafifletmek suretiyle yanlış olarak Niksar denir” to etmek amacıyla Anadolu’daki ilk mitinglerden birini (20 Haziran 1919 mitingi) gerçekleştirerek demektedir. Cumhuriyetten bu güne varlığını sürdürmektedir. G Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395’te ikiye bölünmesiyle Niksar, Bizans egemenliğine girmiştir. 11. Yüzyılda Türklerin Anadolu’ya yaptıkları akınlarda 1067 yılında Alparslan’ın komutanlarından Afşin Bey tarafından fethedilmiş, ancak 1068 yılında tekrar Bizansın eline geçmiştir. Malazgirt Savaşı sonrasında ise Artuk Bey tarafından fethedilen Niksar 1073’te tekrar elden çıkmıştır. Coğrafi Konum Orta Karadenizin iç kesimlerinde yer alan Niksar ilçesi Tokat’a bağlıdır. Yüzölçümü 955 km² olan Niksar, 40 derece, 35 dakika enlemi ile 36 derece 58 dakika doğu boylamı üzerinde bulunur. Deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 350 Niksar’ın asıl fethi Danişmendli Devleti’nin metredir. Kuzeybatısında Erbaa, güneybatısında kurucusu olan Melik Danişmend Gümüştekin Ah- Tokat, güneyinde Almus, güneydoğusunda Başmet Gazi olmuştur. Danişmend Gazi fetihten son- çiftlik ve kuzeyinde Akkuş ileçeleri bulunmaktara Niksar’ı Rumlara karşı mücadelede kendisine dır. Toprak bakımından ilin beş büyük ilçesinden birisidir. hem bir üs hem de bu devletin başkenti olarak Gökçeoluk Sevdalıları 29 Kuzeyinde Canik Dağları, güneyinde Dönek Dağı ve bu iki dağın arasında ise Niksar Ovası yer almaktadır. Canik Dağları Karadeniz’e paralel uzanan platolarla kaplıdır. Bu platolardan Çamiçi Yaylası yalnız Niksar’ın değil Tokat’ın da en önemli yaylalarındadır. Akarsular bakımından oldukça zengin olan Niksar topraklarını Kelkit Çayı ve bu çayın irili ufaklı kolları sular. Kelkit Çayı’nın taşıdığı alüvyonlarla bereketinebereket kattığı Niksar Ovası, Karadeniz Bölgesi’nin en önemli ovalarından birisidir. Tarım arazisi bakımından elverişli bir ovaya sahip olan ilçenin % 53’ü orman ve fundalıklarla % 12’si çayır ve meralarla kaplıdır. İlçe topraklarının % 32’si ekilip dikilirken, yalnızca % 3’ü tarıma elverişli değildir. Niksar’ın kuzeyindeki yüksek kesimlerde kayın, çam, gürgen, ladin; alçak kesimlerdeki düzlüklerde kavak ve söğüt; ovada otsu bitkiler; vadilerde ise meyvelikler bitki örtüsünü oluşturur. Niksar’da Orta Karadeniz Bölümü iklimiyle, 30 İç Anadolu iklimi arasında bir geçiiş iklimi görülür. Kışlar genellikle ılık ve yağışlı, yazlar sıcak geçer. İlçenin yıllık yağış ortalaması 75,2 mm, yıllık sıcaklık ortalaması ise 14,7 derecedir. www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı 600 yıla yakın bir süre Bizans’ın önemli kentlerinden biri olan Niksar, 1077 yılında Melik erlilerinin “Güzel” olarak anmaktan Ahmet Gazi tarafından fethedilmiştir. 98 yıllık bir özel bir mutluluk duydukları Nik- Danişmendli hakimiyetinin ardından 1175 yılında sar, il merkezine 60 km. uzaklıkta, II. Kılıçarslan, Tokat, Sivas, Niksar ve diğer DaTokat’a bağlı bir ilçedir. Ancak sahip olduğu zen- nişmendli illerini alarak Anadolu’da siyasi birliği gin doğal kaynakları, Hititlerden bu yana pek çok sağlamıştır. Bu dönemde Niksar pek çok eser kauygarlığa tanıklık etmiş tarihsel ve kültürel varlık- zanmıştır. “Kırgızlar Türbesi“ bunlardan bir tanesidir. larıyla, adeta bağımsız bir kimlik kazanmıştır. NİKSAR Y Niksar, zengin bitki örtüsü, dünyanın en hafif sularından bir olan Ayvaz suyu ve diğer doğal zenginlikleri ile stratejik ve coğrafi konumundan dolayı pek çok kavmi, beyliği ve devleti misafir etmiştir topraklarında. Anadolu Selçukluları döneminde kardeşler arasındaki taht kavgalarından dolayı inişli çıkışlı bir dönem geçiren Niksar, 1307 yılında İlhanlıları egemenliğine girmiştir. Bu dönemde Niksar baskı ve zulüm görmüştür. İlhanlı valilerinden Timurtaş’ın Anadolu’da düzeni sağlayıp güçlü bir Eski çağlarda Komana adını taşıyan Tokat yönetim kurmasıyla Niksar’da ekonomik yönden ve çevresindeki ilk yerleşimlerin Hititler dönemine kalkınmıştır. ait olduğu bilinmekle birlikte, buradaki Kalkolotik 1341’de Eretna Devleti, ardından Tacetve Tunç Çağı buluntuları, bölgenin tarihini 6000 yıl öncesine götürmektedir. Sümerler, Kutlar, Kas- tinoğulları Beyliği ile başlayan karışıklık, Kadı lar, Kurlar, Kimmerler, Sakalar, Hunlar, Peçenek- Burhaneddin’in 1398 deki ölümüne kadar sürler, Kumanlar, Kırgızlar bugün bölgede varlığını müştür. Bu dönemden sonra Niksar’ın beylikler sürdüren pek çok köyün sadece isimlerinde bile dönemi kapanmış, Niksar halkı da kendi isteğiyle izlerine rastlanabilecek bir miras bırakmışlardır Osmanlı Devleti’nin himayesine girmiştir. bu topraklarda. 1410 yılında Osmanlı himayesine giren Roma Dönemine kadar “Kaberia” olarak Niksar’da Fetret dönemindeki karışıklıklardan doanılan Niksar’ın adı Milattan önce 64 yılında “Di- layı bazı isyanlar çıkmışsaa da Çelebi Mehmet’in ospolis” olarak değiştirilmiştir. Daha sonra im- kardeşerini mağlup edip tahta geçmesiyle ve arparator Agustos şerefine “Sebaste” ismini alan dından da II. Murat’ın gelmesiyle yeniden huzur kent, Tiberius zamanında “Neocaesarea”ya dö- sağlanmıştır. nüşmüştür. Niksar kalesi de Roma dönemine ait eserlerden biridir. 1453’de İstanbul’u alan Fatih, 1461 yılında Niksar’a gelmiş ve burada bir süre kaldıktan Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte Roma sonra Trabzon’daki Rum İmparatorluğu’nu fetİmparatorluğu zayıfladığından Roma’nın Niksar hetmiştir. Osmanlılar döneminde Niksar önemli üzerindeki hakimiye zayıflamıştır. Milattan önce bir kent olmuştur. Evliya Çelebi: “Sivas Eyaleti 395 yılında Roma’nın bölünmesi ve İstanbul’un dahilinde paşasının hassı olup, yedi kese muhayeni merkez olmasıyla birlikte Niksar, Türklerin sebeli subaşılıktır. 150 akçelik kazadır. İki nahiyeanadolu’ya gelişine kadar Bizans egemenliğine si (kasaba) vardır. Şehrin tamamı 43 mahalle ve 60 mihraptır. 9 camii vardır..” diye yazar. girmiştir. Gökçeoluk Sevdalıları 31 Yavuz Sultan Selim de doğu seferi sırasında Niksar’a uğramıştır. Safevilerle yapılan savaşlar döneminde Niksar oldukça hareketli günler yaşamıştır. Şah İsmail ile Yavuz arasındaki mücadeleler sırasında ve/veya sonrasında Anadolu’da Alevi katliamlarının yapıldığına dair bazı ifadeler olsa da mevcut kaynaklar bu konuyu tam olarak aydınlatma konusunda yetersiz kalmaktadır. (Not: Bu konu dergimizin ilerleyen sayılarında ele alınacaktır.) içi,n uzatılan bir adımdır.” Niksarlıların, topraklarına sahip çıkma azimlerini dile getirdikleri bu feryadı dünyaya duyurdukları günlerde, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. 25 Mayıs’ta Amasya’ya geçti ve orada ülkenin kurtuluşu için kararlar aldı. Bu sırada Tokat ve ilçelerinde mitingler yapılıyordu. İlk miting 20 haziran 19192da Niksar’da yapıldı. Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri üzerine yapılan bu mitinge binlerce kişi katılmış ve Redd-i İlhak Cemiyeti Reisi Hacı Mehmet Mahir Bey im Ticaret yollarının ortasında bulunan zasıyla yukarıdaki telgraf Wilson’a gönderilmişti. Niksar’da sosyo ekonomik hayat da oldukça gelişmiştir. 1840 yılında Sivas vilayetinin Tokat Niksar’da Milli Mücadele yıllarında tüm ülSancağı’na bağlanması da bu durumun bir gös- kede olduğu gibi ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. Buntergesidir. (Not: 1840 yılına ait köyümüzle ilgili da kentte yaşayan Ermeniler, dağlarda gizlenen de bir belge bulunmaktadır. Bu belgeyle ilgili bilgileri internet sitemizden takip edebilirsiniz.) Rum çeteciler Niksar’a zor günler yaşatmıştır. Fatlılı Ali Çavuş ve Topal Osman gibi Türk çetecilerin yardımıyla bu zor günlerin üstesinden gel Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde meye çalışmıştır Niksarlılar. “Milli Mücadele YıllaNiksar ve çevresi yoğun bir göç akınına uğra- rında Niksar” kitabının yazarları Müjdat Özbay ve mıştır. 1854 – 1878 yılları arasında Kırım Savaşı Hasan Akar, kitaplarında son söz olarak şunları (1854-1855), Şeyh Şamil Ayaklanması (1855- söylemişlerdir: 1869) ve Osmanlı Rus Savaşları (1877-1878) sonrasında 21.000 göçmen Tokat, Zile, Erbaa ve “... Beraber yaşadıkları, iyi komşuluk içeNiksar’a yerleştirilmiştir. risinde bulundukları bu insanların, asırlarca dostluk ve huzur içinde yaşarken, Osmanlı Devleti’nin sonra ermesinden çeyrek yüzyıl önce birbirleriCUMHURİYET YILLARINDA ne düşman edilişinin arkasında şüphesiz ki Türk NİKSAR Devletini içeriden yıkmayı amaçlayan Rusların, İngilizlerin, Fransızların ve benzerlerinin emel Bu telgraf dünyanın hakemliğine soyunan leri vardır. Dış cephelerde hezimete uğrayan bu ABD başkanı Wilson’a gönderilmiştir. güçler, yaptıkları sinsi çalışmalar sonucu cepheyi “Niksarlılar: Hukukun hamisi olduğunu id- içeride açmayı başarmışlardır...” dia eden Wilson’a ve diğer devletlere müracaat ediyoruz. Artık bizim feryadımıza kulak tıkamayı- Bu acı günleri geride bırakan Niksar, bunız, bizim tamamiyeti mülkiyemize, mevcudiye- gün yine tarihin birçok döneminde olduğu gibi ti milliyemize tecavüze devamı kastediyorsanız önemli bir merkez olarak Kelkit havzasının göz en kısa yol bizi öldürmektir. Geliniz, öldürünüz. bebeği olma özelliğini korumaktadır. Bir Türk olarak en küçük vatan parçasının Türk kalmasını istiyoruz, siz de buna söz vermiştiniz, Not: Bu yazı; Ali Akdamar’ın “Uygarlıklar Merkezi şimdi ise sözünüzde durmadığınızı görüyoruz. Niksar” adlı eseri temel alınarak hazırlanmıştır. Anadolu’ya uzatılacak bir tecavüz bizi öldürmek 32 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı NİKSAR KALESİ N iksar Kalesi, Niksar’ın en önemli eseri ve simgesidir. Çünkü tek başına pek çok eseri içinde barındırmaktadır. Bunun yanında yapılan resterasyon çalışmaları da kaleyi Niksar’ın en önemli parçası haline getirmektedir. Maduru ve Çanakcı dereleri arasından yükselen tepe üzerinde “iç” “dış” ve “orta” surlarla korunan kale, Roma döneminde bir akropol durumundaydı. Depremler ve savaşlar nedeniyle yıkılmış, Bizans ve Türkler döneminde pek çok onarım görmüştür. Bu nedenle, kesme moloz taştan yapılmış bu kale tüm dönemlerin izlerini taşır. İç surlar, şehrin ortasındaki tepenin üzerini tamamen çevrelemektedir. Orta surlar ise, Maduru Deresi’ne dik bir yamaçla inilen kuzey cephesi dışındaki, tepenin üç yanını sarar. Dış surlar, bugünkü görünümü ile yalnız güney eteklerinde yer alır. Büyük bölümü iskân alanı içinde kalan dış Gökçeoluk Sevdalıları surların, Ulu Cami ve Melik Gazi Mezarlığı arasındaki bölümleri ayaktadır. Ulu Cami karşısında halkın “Kulaklı” dediği burçta, yapı taşı olarak Roma dönemine ait bir lahit kapağı da kullanılmıştır. Evliya Çelebi 1672 yılında gördüğü kale için, “Yalçın kayalık yerde, kayalık bir bina, şeddevari yapılmış çok sağlam bir kaledir. Etrafı 560 adımdır. Altı köşeli eski bir kale olup yer yer gedikleri ve üç tane kapısı vardır. Doğuya, batıya ve güneye bakar. Ilıcası, kuyusu, kale içinde üçyüz kadar ev ve ambar, bir cephanelik, kiliseden bozma bir cami vardır.” demektedir. Bizans döneminde kalenin içine bir kilise yapılmıştır. 7 ve 9. Yüzyıllardaki Arap ve daha sonraki Türk akınlarına karşı güçlendirilmiş ve askeri yapılar eklenmiştir. Danişmendliler döneminde, iç kale girişinde, bugün çok harap durumda olan Nizamettin Yağıbasan’ın yaptırdığı tromplu, açık kubbeli bir medrese ve 1939 sarsıntısında tamamen yıkılan Yağıbasan Türbesi ve bir cami yaptırılmıştır. 33 NİKSAR MÜZESİ N iksar Kent Müzesi ve Arşivi olarak özenle hazırlanan müze, Hükümet Konağı’nın yakınında bulunmaktadır. Bugüne kadar kentin yaşamıyla ilgili tüm “objeler ve belgeler” bu yapıda sergilenmektedir. Gökçeoluk Sevdalıları tarafından çekilen fotoğraflardan birkaçına yer veriyoruz. Yüreğim burkulur, gözlerim dolar, İlk sevgim, ilk umudum, ilk yalnızlığım. Sularında boy verdiğim Niksar. 34 Melikgazi’den Emrah’a www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Gökçeoluk Sevdalıları 35 KÜLTÜR İlim ruhun hakimidir. İlim sahibi cömert olur, mal sahibi cimri olur. İlim ruhun gıdasıdır, mal ise cesedin gıdasıdır. Mal uzun zaman sürecinde tükenir, ilim uzun zaman sürecinde tükenmez ve eksilmez. İlim kalbi aydınlatır, mal ise kalbi katılaştırır. İlim peygamberlerin mirasıdır, mal ise eşkıyaların mirasıdır. 36 HZ. Ali www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Mevlana’dan Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla. Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim. İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu. Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi. Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana. Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi. Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi. Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta. Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım. Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun önemini öğrendim evde. Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim Gerçeği öğrendim bir gün ve gerçeğin acı olduğunu. Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazıSonra tenin altında bir ruh bulunduğunu. larının hayatı tadacağını öğrendim. Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla seveEvreni öğrendim. rim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevre- Olur ya; kalp durur, akıl unutur. ni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim. Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur. Gökçeoluk Sevdalıları 37 hayvan oldu. Köroğlu, atına atladığı gibi dağlara çıktı. Kılıç kuşandı. Babasmin intikamını almak üzere and içti. Yolda rastladığı bir çobanın sazını alarak terkisine asmıştı. Kime rastlasa hayyüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu vanını durdurur, sazı eline alır, tıngırdatarak Bolu tarihinde merkeze bağlı olmayan Beyi’nin zulmünü anlatırdı. Her yerde aradığı bu teşkilatın iyice meydana çıktığı, zalim adama günün birinde rastlayacağını biliyorbuna karşılık, saraya bağlı, sadrazama bağlı bey- du. Giderek hayvanı rüzgar kesildi. Kılıcını havale lerin, valilerin de yer yer başlarına buyruk olarak ettiğinde Ali’nin «Zülfikar» ı gibi sekiz arşina kadar halka zulmedebildikleri bir devirdir. işte böyle bir uzardı. Nerde bir yolsuzluk olsa köylü, Köroğlu’na devirde Bolu Beyi Süleyman Bey, kendisine bunca haber salardı. O da gelir, ortalığı düzene kordu. yıl hizmet etmiş seyislerinden birine fena halde kızarak gözlerine mil çekilmesini emretmişti. Bolu Bir gün Çamlibel’de konaklamıştı. Bir kerBey’i son derece katı yürekli, zalim bir adamdı. vancının, yolcularından bir genç adamı soyup döHer ne kadar kendisini sevenler araya girdiler- verek uçuruma attiğını gördü. Bir kılıçta kervancıse de dediğinden dönmedi. Buyruğunu vaktinde nın başını uçurdu. Öteki adamlar kendisine hayır yerine getirmemiş olan zavallı uşağın gözleri kör dua ettiler. Uçurumdan çıkardığı genç yolcu ise: edildi ve sıska bir ata bindirilerek kaleden dışarı “Hayatimi kurtardın, gayri ben senin kulun köleatıldı. nim” dedi. Köroğlu onun adının Ayvaz olduğunu, Yaralı seyis at sırtında yolda kalınca, sesini kervanın da Bolu Bey’ine yük götürdüğünü öğçok iyi bilen hayvanm kulağına eğildi ve: “Dün- renince Ayvazı yanına aldı. Beraber yola çıktılar. ya bana zindan oldu, beni köyüme götür...” diye Bir Köroğlu, bir Ayvaz, etrafı kasıp kavuran, fakir yalvardı. köylüyü haraca kesen zalim Bolu Bey’ini bulmaya Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gitti- çıktılar. Şehre yaklaştıkları sırada bir kale vardı. ler, sonunda seyisin köyüne vardılar. Uzaktan at Sabahın bir vaktinde kale mazgallarından hazin sırtında yiğit babacığıınn geldiğini gören onbeş bir şarki duydular. Bu şarkıyla bir genç kiz, kenyaşindaki oğlu, ermiş yetmiş bir insan gibi onun disinin Bolu Beyi’nin kızı olduğunu, babasının sırf ıstırabını anladı, koşup attan indirdi, anasının ya- kimseyi sevmesin diye kendisini oraya kapadığınına getirdi. Seyis, olanları «Hal ve keyfiyet böyle nı göz yaşları içinde anlatıyordu. Aldı sazı eline böyle» diye bir bir anlattı, oğulcuğundan öcünün Köroğlu kıza sabırlı olmasını, dönüşte kendisini almmasını vasiyet ederek oracıkta ruhunu teslim kurtaracağını ünledi. etti. Köroğlu, onbeş yaşında atlandı. Babasına Bolu’ya vardıklarında büyük bir alana halk verilen kırat canlandı, sıskalığı gitti, şahbaz bir toplanmıştı. Şenlikler yapılıyordu. Köroğlu tebdil KÖROĞLU 17. giyerek pehlivanlar arasına katıldı. Bir bir hepsini alt etti. Sonunda Bolu Bey’i huzuruna çağırttı onu ve: “Bre pehlivan, sen kimsin? Seni muhafızlarıma bey yaptım...” dedi. Köroğlu da: “İşte ben o gözlerini kör ettirdiğin seyisin oğluyum” diyerek kılıcını çaldığı gibi herkesin dehşet dolu bakışları önünde Bolu Bey’inin kellesini uçurdu ve halkı bir zalimden kurtardı. Ondan sonra hemen Ayvaz’ı salıp kaleden Bey’in kızını getirdi. Allah’ın emri, 38 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Peygamber’in kavliyle kendine nikahladı. O tarihten sonra Bolu Bey’i olarak halka adaletle muamele eyledi. Bizden selâm olsun Bolu Beyi’ne Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır Ok gıcırtısından, kalkan sesinden Dağlar sada verip seslenmelidir Düşman geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazı yazıldı Tüfek icat oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıdır. Benden selam olsun Bolu Beyi’ne Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır At kişnemesinden kargı sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir Düşman geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazı yazıldı Tüfek icad oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıdır Köroğlu Gökçeoluk Sevdalıları Tablo: Cemal Dündar 39 GÜLCİHAN KOÇ G ülcihan Koç 1965 yılında Sivas’ın hafik ilçesi’nin Çaltılı köyünde doğmuştur. Henüz bebek iken aillesi tarafından istanbula getirilmiştir. 1979 yılında anne olan sanatcımız 1982 yılında müzik hayatına ilk adımını atmıştır. 1982-1988 yılları arasında sadece salonlarda sahneye çıkan Gülcihan Koç henüz albümü çık Sanatçımızın en çok etkilendiği madan halkın gönlünde taht kurmuştur. 1988 yıisimler: lında ilk albümü yardan haber gelmiş halkımızla Mahsuni Şerif, Aşık Daimi, Arif Sağ, Musa buluşmuştur. Eroğlu, Muhlis Akarsu ve Belkız Akkale’dir. Sanatçımızın bugüne kadar yapmış oldugu albümler Gülcihan koç, o günden bu güne kadar şunlardır. tam 16 albüm yapmıştır. Yardan Haber Gelmiş , Vefasız Yıllar , Bilmeyene Söylüyorum , Söyle Dilber , Selam Olsun , Gül Bütün albümleri halkımız tarafından beğeYüzlü Sevdiğim , Güzelliğin On Para Etmez , Senilmiş ve sanatcımızı artık türkülerin sultanı dinin Yazın Kışa Benzer , Çekil Dağlarımdan , Deyerek adlandırmışlardır. Bu 16 albüm içinde çok yişlerde Biz Varız , Çuha Şalvar , Dost Yoluna , degerli üstadlarla çalışmıştır. Arif Sağ , Erdal ErNazlı Yar , Seher Vakti , Tükenmez Gurbet Acısı. zincan, Metin Karataş, Yusuf Sorgun bu üstadlar Sanatçımızın sanat hayatında yaşadığı ve dan bazılarıdır. etkilendiği konser Almanya’nın Köln şehrindeki guiness rekorlar kitabına giren 1240 bağlama 25 bin seyirci ve 100’e yakın sanatcının katılımıyla yapılmış olan konserdir. Türk halk müziğini otantik renklerle okuyan, sıcak sesi ve duygulu yorumuyla türküleri biçimlendiren sanatçımızın son albümü İber müzik çatısı altında devam edecektir. 40 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı tabutumun çevresine hepsini... Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı... Arada bir çok bunaldığınızda... görüyordum işte “babaaaa...” diye ağlayan biricik oğlumu... Eşim kucağında “ağlayan emanetimle” ayakta ir zamanlar bir psikoloji kitabında okudurmaya çalışıyordu perperişan... duğum bir bölüm hayatın ve getirilerinin Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okukıymetini anlamak için tavsiyeden bahseyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur durudiyordu; “arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın şuyla... Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzkoparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu de kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze gözyaşlarını... töreninizi düşünün”... Kardeşlerim, akrabalarım “çok erken gitti, Cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım... doyamadı oğluna..”diyordu acıyan ses tonlarıyBen girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye la... Ve dostlarım... bekliyordum... Onlar da şaşkındı... Bazısı “daha dün birAma “ kendi ölümümüzü ve cenazemizi “ düşünlikteydik, nasıl olur..” diyordu... Bunları seyredip memiz tavsiye ediliyordu... onlara “hayır ölmedim, burdayım..” demek iste Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçdim hayal olduğunu unutup... Sonra anladım yamaladığını düşündüm o an... Ama önyargı düşzarın ne demek istediğini daha devamını okumamanı biri olarak okumaya devam ettim... dan kitabın... B Diyordu ki; “ bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız... özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin... Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın... Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz... Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi... Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini... Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin... Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım... Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine... birer birer yerleştirdim Gökçeoluk Sevdalıları Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide... Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar... Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim.... Almam gereken dersi ve mesajı almıştım... Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum... Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum... Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik... Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline... Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı... Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında... Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde... İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak... Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım... Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin... 41 Canım oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu... Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. ağlayacaktı aklına geldikçe... Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yaşa gelinceye kadar sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları... Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... “hayal - meyal hatırlıyorum be baba seni... Keşke şimdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle... Bak mezuniyet törenimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine...” diyecek canı yanarak bir köşede... Sevgili eşim... Benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe ?... O ki, benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana... Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı... Bir daha “Seni seviyorum “ diyemeyecekti... Bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı... Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne... Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün... hala nefes alıyor almanın kıymetini “ göstermekti... Benim de öyle... Lafı çok uzattım farkındayım... Ama hayat dediğimiz çözümü zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı... Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen Tek cümlesi takıldı o an içime; “ Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik ?...” Babam, annem, o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar... Helaldi şüphesiz hakları... Bilerek hiç kırmamıştım onları... Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte önlerinde ve dualarına muhtaçtım.... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki evladının cenazesinde bulunmak... Herhalde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek... LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN... Diğerlerine geçmiyorum... Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre “diğerlerine” artık sizler de dahilsiniz... Düşünün, birgün bir e-posta ulaşıyor posta kutunuza “ölmüş” diye... Sizler kimbilir neler düşünür ve yazardınız... Eşim şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi.... Oysa ki yazarın amacı “ Yaşamanın ve 42 YENİDEN DOĞDUM... Bilgisayar diliyle “format attım hayatıma”... Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim... Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti... Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı... İşte bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı... Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence... Ben bu akşam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim... Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki... Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın... Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah’ tan başka bilen yok... İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin... Bilerek, bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin. Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın... Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama, sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden... Ve en önemlisi; VERDİĞİ -VERMEDİĞİ, ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCELER YÜCESİ YARADAN’A... CAN DÜNDAR www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı BIR GÜZELIN ÂŞIKIYIM Bir güzelin âşıkıyım ağalar Anın için taşa tutar el beni Gündüz hayalimde gece düşümde Kumdan kuma savuruyor yel beni Reyhanını devşir devşir dest’eyle Ben deliyim öğüt verip pest eyle Düşmanımı el yanında dost eyle Bir gececik mihman eyle al beni Ak gül olsam al yanağa sokulsam Gülâb olsam ak yüzüne saçılsam Kölen olsam pazarlarda satılsam Kölem deyü ak sinene sar beni Pîr Sultan Abdal’ım gamzeli oltur Hezaran sinemde yaralar çoktur Benim senden özge sevdiğim yoktur İnanmazsan ol Allah’a sor beni Pir Sultan Abdal Anın: onun Devşirmek: toplamak Pest eyle: yatıştır Hezaran: binlerce Mihman: konuk Gülâb: gül suyu Gamze: yan bakış, naz ile bakma Ol: o Gökçeoluk Sevdalıları 43 KÖY OKULU MEZUNLARI Her şey akla muhtaçtır, akıl da eğitime. HZ. Ali 44 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı İBİSKİ KÖYÜ İLKOKULU 1947-1948 Gökçeoluk Sevdalıları 45 46 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Gökçeoluk Sevdalıları 47 48 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Gökçeoluk Sevdalıları 49 BAŞINDAKİ YAZMAYI (TOKAT – Reşadiye) Başındaki yazmayı da Sarıya mı boyadın Neden sararıp soldun da Sevdaya mı uğradın BİR GÜZELİN HASRETİNDEN AHINDAN (TOKAT – Zile) Bir güzelin hasretinden ahından (Canan Ahından) Tutuştu her yanım da yandı ha yandı Aşık oldum onun mah cemaline (Mah Cemaline) Tutuştu her yanım da yandı ha yandı Tokat’tan mı geliyon da Yar sen Almus’lu musun Ben sana varacağım da Söyle namuslu musun Benim derdim senin derdine taydır Bir güzel sevmişem kaşları yaydır Saatim gün geçer her günüm aydır Üçyüzatmışbeş günüm de yandı ha yandı İçliğimin yakası da Sıra sıra nakış yar Gurban olam boyuna da O ne biçim bakış yar Sıtkı’yam çekmişem gayet zarı ben Dilerim ki muradıma erem ben Bir hayırsız yar elinde kaldım ben Ağzımda dillerim yandı ha yandı Yola yolladım seni de Yollar yollasın seni Hızır elinden tutsun da Bana yollasın seni Kaynak Kişi: Mihrican Bahar Derleyen: Yücel Paşmakçı 50 Kaynak Kişi: Sadık Doğanay Derleyen: Arif Meşhur www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı KİTAP Irène Mèlikoff Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe “Her dikilen anıtın kendi tarzı vardır. Fakat yapı, ülkenin taşlarıyladır.” (Marguerite Hadrien) Yazar Hakkında: Prof. Dr. Irène Mèlikoff, 7 Kasım 1917’de, Türkoloji dünyasının en tanınmış bilimcilerinden Prof. Dr. Irène Mèlikoff bu kitapta, uzun yıllar boyunca araştırdığı Alevilik - Bektaşilik olgusunu bütün ayrıntılarıyla okura sunuyor. Azeri bir baba ile Rus bir anneden, Petrograd’da dünyaya geldi. 1919’da ailesi ile birlikte Fransa’ya yerleşti. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni ve Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Okulu’nun Türkçe ve Farsça Bölümü’nü bitirdi. 1968’de Strasbourg Türk Etütleri Enstitüsü yöneticiliğine atandı. 1969’dan beri yaşamını vermiş olduğu Alevilik - Eser Hakkında : 13. yüzyıldaki kökenlerinden başlayarak, Türkiye’de halk inanışının tarihini, Bektaşilik ve Alevilik adları ile tanınan, dinler karışımı özellikli ve hoşgörüye dayalı cemaat dışı inanışın oluşumunu, bir halk ermişi olan Hacı Bektaş’a bağlı bu akımların iki belirgin kola ayrılışını inceliyor. Bektaşilik araştırmaları ve Ahmed Yasevi, Fazlullah Hurufi, Seyyid Nesimi incelemeleri, Uyur İdik Uyardılar adıyla Türkçe’ye çevrildi. (1993) Gökçeoluk Sevdalıları Kitapta ayrıca bu iki kolun inançlarının bir analizi, zengin edebiyatlarından bir görünüm ve modern çağdaki evrimleri ve yönelimleri de yer alıyor. 51 SOYAĞACI PROJESİ Akkaya, Aksu, Avcı, Bekar, Çam, Çınar, Çolak, Dağdelen, Demirel, Doğan, Elik, Ervan, Eymur, Fırat, Gazi, Geçen, Gürcan, Gürkan, Kale, Kaya, Kazak, Korkmaz, Keçe, Kılınç, Kıyar, Kızılağaç, Koç, Korkmaz, Muğal, Ozan, Özden, Tamur, Tan, Teke, Uray, Uzunel, Üncü, Yılmaz “Geçmişine sahip çıkmak demek, geleceğine sahip çıkmak demektir.” 52 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı “SOYAĞACI PROJESİ” ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR... Soyağacı Nedir? Projenin Süreci: Soyağacı Projesinin temelleri 2008 yılında oyağacı; birleşik bir kelime olup soy ve ağaç kelimelerinin bir araya gel- atılmıştır. İlk araştırmalar Ercan ÇOLAK tarafınmesiyle farklı bir anlam kazanmıştır. dan yapılmış olup halen devam etmektedir. 2010 Soyağacı kelimesini; “Bir aile veya bir sülalenin yılında ise çalışmalar hızlandırılmış olup bazı kabütün mensuplarının geçmişten günümüze, be- yıtlara ulaşılmıştır. Ancak proje kapsamında 38 lirli bir düzen içerisinde sıralanması” şeklinde ta- farklı soyadı incelendiğinden çalışmaların şu andaki duruma göre 2 yıl daha sürebilmesi muhnımlayabiliriz. temeldir. Bu sürecin kısalması veya uzaması da Bu sıralama yapılırken en eskiden en yeni- gelişmelere bağlı olarak mümkündür. Bu nedenle ye doğru hiyerarşik bir sistem kullanılır. Soyağa- projenin tamamlanacağı tarihle ilgili olarak net cının en tepesinde bilinen en eski aile veya sülale bilr bilgi verebilmek çok zordur. S üyesi yer alır. Bu sıralama günümüze kadar getirilir. Böylece bir soyağacı elde edilir. Soyağacının eş anlamlısı olan secere kelimesi de kullanılabilir. Ayrıca projenin tüm aşamalarında gönüllü arkadaşlar yer aldığından, zaman konusunda kesin sınırlar çizmek doğru değildir. Şunu söyleyebilirz ki eldeki imkanlar ölçüsünde mümkün olan en kısa zamanda bitirilmesi hedeflenmektedir. Proje Hakkında: Soyağacı Projesi, köyümüzün kuruluşundan günümüze kadar geçen süreçte yaşamış ve yaşamaya devam eden kişileri, aileleri, sülaleleri araştırmak ve sonuçlarını köylülerimizle paylaşabilmek için yürütülmektedir. Böylece köylülerimiz geçmişle olan bağlarını, koparmayacağı gibi daha güçlü bir şekilde gelecek nesillere aktarabilecektir. Proje kapsamında 38 farklı soyadı ayrı ayrı araştırılmaktadır. Proje Ekibi: Soyağacı Projesinde araştırılan her bir soyadı için en az 2 köylümüz görev almaktadır. 38 farklı soyadı, ayrı ayrı ele alınarak araştırılmaktadır. 2010 yılı başlarında çalışmaları hız kazanan projenin ekibi de her geçen gün çalışmalara bağlı olarak büyümektedir.. Ekibimizdeki her köylümüz kendi soyadı hakkında araştırmalarda bulunmaktadır. Tam bir Akkaya, Aksu, Avcı, Bekar, Çam, Çınar, Ço- takım çalışması örneği olan Soyağacı projesinde lak, Dağdelen, Demirel, Doğan, Elik, Ervan, Ey- yer alan ve projemize destek veren tüm köylülemur, Fırat, Gazi, Geçen, Gürcan, Gürkan, Kale, rimize teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kaya, Kazak, Korkmaz, Keçe, Kılınç, Kıyar, KızılaSoy Ağacı Projesi ekibinin tam listesi proğaç, Koç, Korkmaz, Muğal, Ozan, Özden, Tamur, jenin ilerleyen aşamalarında duyurulacaktır. Tan, Teke, Uray, Uzunel, Üncü, Yılmaz. Gökçeoluk Sevdalıları 53 SORU - CEVAP AYKAN ERDEMİR İLE 3N 1 K Alevi ‘Önce hak’ diyor Aleviler üzerine hazırladığı doktora teziyle Harvard’da üstün başarı derecesi alan Erdemir, ‘Aleviler önce kucaklaşma değil, haklarının verilmesini istiyor. Kadro vermek patron-yanaşma ilişkisi olur’ dedi 3N+1K KİM: Antropolog Aykan Erdemir, 11 yıldır Aleviler ve Alevilikler üzerine çalışıyor. Ama bir kamuoyu araştırmacısı gibi değil, tam da bir sosyal antropolog gibi çalışıyor. Onlarla yaşıyor, onlarla dem alıyor, onlarla lokma yiyor, futbol oynuyor, piknik yapıyor. Bu gözlemlerinden çıkardığı teziyle Harvard Üniversitesi Antropoloji ve Orta Doğu Çalışmaları ortak programında doktorasını yaptı (2004). Üstelik kendisi söylemekten çok hoşlanmasa da “Üstün başarı derecesi”yle. İstese akademik kariyerine Harvard’ta devam edebilirdi, ama aynı yıl ODTÜ’ye döndü. ODTÜ’nün gözbebeği akademisyenlerinden biri olan (bu değerlendirmeye öğrencileri dahil) Erdemir, halen Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde müdür yardımcısı. Aynı zamanda Karşılaştırmalı Sosyal Bilimler Enstitü Anabilim Dalı Başkanı ve Humboldt Üniversitesi-ODTÜ ortaklığında yürütülen Türk-Alman Sosyal Bilimler uluslararası çift diploma yüksek lisans programı direktörü. Sosyoloji Derneği ve Anadolu Halk İnançlarını Araştırma Derneği yönetim kurulu 54 üyesi. Ali Yaman ile ortak kaleme aldığı “AlevismBektashism: A Brief Introduction” adlı bir kitabı, Alevilik üzerine çok sayıda Türkçe ve İngilizce makalesi mevcut. Bilkent mezunu olan Yard. Doç. Dr. Aykan Erdemir 33 yaşında. Bursalı. Annesi, babası, kardeşi mühendis. Ama eşi kendisi gibi sosyal bilimci ve Boston Üniversitesi’nde doktorasını yapmış bir arkeolog. “Çiğdem Papatya” adında bir yaşında bir kızları var. Ve şimdi asıl merak edilecek hususu da biz belirtelim: Erdemir Sünni kökenli. NEDEN: Herkesin fihristi aynı. Deprem olunca “D”, Ermeni meselesi çıkınca “E”, Kürt sorunu konuşuluyorsa “K”. Hatta isterseniz “Ke”, istemezseniz “Ka”… 21 Kasım’da AKP’nin Alevilikle ilgili projesi duyulmaya başladığından beri ise şimdi fihristin bir de “A” sayfaları açık. Oradan aranan, bulunan uzmanların yardımıyla ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Fakat bugün sizi medyaya çıkmayı pek sevmeyen, yani fihrist dışı bir Alevi uzmanıyla tanıştıracağız. Bakalım Harvard’lı uzman Aykan Erdemir’in gözünden AKP’nin projesini nasıl okuyacaksınız. www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı ‘Alevilik yok, Alevilikler var’ 2- Başbakan hiçbir zaman karşısında homojen bir Alevi topluluğu bulamayacak. Çünkü yine Erdemir diyor ki, “Tek bir Alevilik yok; Alevilikler var. Tıpkı tek bir Sünnilik olmayıp, Sünnilikler olduğu gibi. O yüzden Başbakan’ın karşısında bulduğunu sandığı Alevi tavır sadece ilişkiye geçtiği kesimin tavrı olacak. Bu da çok yanıltıcı.” NE ZAMAN: 30 Kasım, Cuma günü. NEREDE: ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde. Söze ilk olarak Antropolog Aykan Erdemir’in Başbakan Erdoğan’la ilgili görüşlerinden başlayalım. Erdemir, Başbakan’ın Alevi meselesine girmekle çok cesur bir adım attığını düşünüyor. “Bu bence çok çok önemli bir girişim. İyi niyetli de olsa kötü niyetli de olsa çok büyük bir iş. Siyasi yelpazenin çok farklı kesimlerinde hep tabu olarak görülen, çözüm için adım atmaktan kaçınılan bu konunun en azından gündeme getirilmesi dahi çok olumlu” diyor. Peki, ama madem bu girişimin daha baştan önemli iki açmazı var, o zaman acaba büyük hata nerede yapılıyor? Alevilere Diyanet’te kadro açılması önerisinde mi, Muharrem iftarı davetinde mi, Başbakanla Aleviler arasında aracı olan isimlerde mi, ya da başka bir noktada mı, ama nerede? İşte Erdemir’in bu soruya verdiği yanıt çok çarpıcı. O, özellikle gelenekçi Sünni kesimin pek de düşünmeye alışık olmadığı bir fikir ortaya atıyor. Bu meseleye, ilk açtığınızda soğuk gelebilecek bir pencereden bakılması gerektiğini söylüyor. Erdemir’in dediği şu: “Alevi örgütlerinin birinci derdi kucaklaşmak değil. Bunu olumsuz anlamda söylemiyorum. Ama Alevi örgütlerinin İkinci baştan dikkat çekeceğimiz husus ise birinci derdi haklarının verilmesi. Mahkemelerde Erdemir’in Başbakan’ın işinin çok zor olduğu tes- hakimler hiç taraflara ‘Önce öpüşün, barışın, yepiti. İki nedenle: mek yiyin, dost olun, sonra gelin derdinizi çöze 1- İçinden geldiği gelenekçi Sünni cema- lim’ der mi? Hakimler önce hukuki anlaşmazlıkları atten tepki görmesi ihtimali çok büyük. Çünkü çözer. Zaten sıcak ilişkilerin ön şartı da önce hakErdemir diyor ki: “Evet, Sünnilerin Alevilere kar- sızlıkların giderilmesidir. Eğer Alevileri kazanmak, şı nefret ve hakaret dolu söylemlerinin kamusal bir haksızlığı yok etmek istiyorsanız, onlara önce alanda dile getirilmesi ayıp hale geldi. Artık ayıplı haklarını verin.” sözleri kullansalar bile ‘pardon’ deyip geri alıyorlar. Fakat mahrem ortamlarda aynı inançlarını ve ‘Uzlaşma lütufla olmaz’ söylemlerini yeniden üretiyorlar. Üstelik bu kesimin siyasi olarak nerede durduklarını tahmin et- Yani yüzyılların acı deneyimlerinden sonra mek de çok güç. Çünkü bunlar gelenekçi Sünni- Alevilerin “Bizi sevin, bizimle de iftar yapın” diye lerin bilinçaltı değerleri. Yani hem AKP’li hem de öncelikli bir derdi yok. Onlar gönül indirilmiş duyAKP’li olmayan bir kesimden söz ediyoruz.” gusal bir ilişkiden çok hukuksal, demokratik bir ilişki istiyor. Ancak ondan sonra güvenecekler. Gökçeoluk Sevdalıları 55 Ancak bu şekilde yeni bölünmelere, kırgınlıklara mahal vermeden bir proje etrafında el ele tutuşabilecekler. Aksi takdirde duygusal işler tehlikeli. Çünkü öyle bir ortam gerçekte henüz yok. “Doğru anlamış mıyız” diye soruyoruz Erdemir’e, Erdemir, “Aynen böyle” deyip devam ediyor: “Çünkü unutulmasın ki biz burada adaletli bir padişahın kullarını çağırmasından bahsetmiyoruz. Laik bir cumhuriyette uzlaşma, lütfetmekle olmaz. Burada bir müzakere vardır, taraflar vardır, hep örselenmiş ve sayıca çok büyük bir topluluk vardır. Siz eğer bu insanları uzlaşmaya davet ediyorsanız; dişeli. “Toplumlar için inanç meselesi çok hassas bir iştir. En ince fırçayla çalışmanız gerekir, ama ne yazık ki bizim siyasetçilerimiz hep en kalınını kullanır” diyen Erdemir şu uyarıda bulunuyor: “Eğer Alevi girişiminin bu Sünni merkezci halinde ısrar edilirse girişim ters teper. Alevilerle Aleviler, Sünnilerle Sünniler, Alevilerle Sünniler, TürkiyeAB arasındaki ve siyasi partilerin kendi içlerinde gerilim artar ve bu gerilim geri dönülmez kırgınlıklara, bölünmelere yol açar. İş tahmin edilenin ötesinde boyutlar kazanabilir. En kötüsü ise toplulukların arasında zaman içinde gelişebilecek bir uzlaşma süreci erken bir tarihte baltalanmış ve tüketilmiş olabilir.” Gerçek açılımın koşulları “İyi ama hükümet ne yapsın? Geçinmeye gönlü olmayan Aleviler… Çözüm yerine, sorunun devam etmesini istiyorlar. İlk kez Sünni bir Başbakan el uzatıyor, onu bile beğenmiyorlar.” Ya böyle düşünenler de çıkarsa? İşte bizim bu tercümemize Erdemir şu yanıtı veriyor: ‘Alevilerin istekleri açık’ “Alevilerin ne istediğini aslında herkes biliyor. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin 1-Tüm paydaşlara karşı şeffaf olacaksınız. kurumsallaşması. Bir mezhebin egemen konu 2- Kapsayıcı olacaksınız. muna son verecek bir hukuksal zemin yaratılma 3- Güvene dayalı bir ilişki kuracaksınız. sı. Yani: 4- Eşit yurttaşların bir masaya oturduğu izlenimini vereceksiniz. A) Diyanet’in kaldırılması. Oysa bu girişim bu dört maddede de ba B) Devletin Milli Eğitim eliyle Sünnilik dersi şarısız. Çok olumlu olabilecek bir süreç ne yazık dayatmasına son vermesi. ki iyi yönetilemiyor.” C) Tüm inançların ibadethanelerinin statülerinin aynı olması. ‘Merkezci ısrar ters teper’ D) Nüfus cüzdanlarında nasıl kim Fenerbahçeli kim Galatasaraylı diye yazılamıyorsa, “İyi yönetilemiyorsa rafa kalkar… Başka inanç hanesinin de çıkarılması. bir bahara kalır… Bugüne kadar nasıl yaşanıyorsa E) Bunların isteğe bağlı değil, toplumsal yine öyle devam edilir. Nedir bu kadar telaşlanahuzur açısından herkes için geçerli olması.” cak?” demeyin sakın. Erdemir bu konuda çok en Aleviler için masaya bu maddeler gelme56 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı - Edenler için? Onların açısından da şöyle bir sorun var: Burada Muharrem ayı Alevilerin ayı olmasına karşın Başbakan ev sahibi konumunda olunca bir etkinliği dayatıyor görüntüsü oluşuyor. Oysaki bir Alevi için davete gitmek yerine kendi ikram ettiğinin bir Sünni tarafından yenmesi çok daha fazla kıymetlidir. Çünkü bu hala bir tabudur. Kimi Sünniler “Alevilerin kestiği haramdır” deyip Alevilerin sunduğu eti yemezler. Devlet memurlarının Alevi örgütlerini denetlerken kendilerine sunulan yemekleri “Ben Alevi’nin kestiğini yemem, bana yemek getirecekseniz dışarıdan getirin” dediklerine şahsen tanık oldum. - Başbakan davet etmese de Alevilerin davetine gitse, o zaman bir anlamı olur mu? diği sürece gerçek bir açılım paketinden söz edilemeyeceğini söyleyen Aykan Erdemir sonunda cümlesini şöyle bağlıyor: “Benim şu anda nabzını tutabildiğim kadarıyla Türkiye’nin Alevi coğrafyasındaki temel hissiyat oldukça olumsuz. Bu projeye şevkle sarılan bir Alevi bulmak kolay değil. Yani evet, Başbakan yüzünü doğru tarafa çevirmiş, Alevilere dönmüştür. Fakat böyle bir girişimle geri bir adım atmıştır. Ya da Başbakan Alevilere doğru bir adım atma niyetindedir, fakat sırtı Alevilere dönük olduğu için yanlış yönde ilerlemektedir. Hangisini seçerseniz seçin sonuçta bu girişim böyle giderse Başbakanla Alevilerin arası bir adım daha açılır.” İftar daveti yerine dergahta aşure yemek daha gerçekçi - Başbakan’ın Muharrem iftarına katılması Aleviler için ne kadar önemli? Doğrusu Muharrem iftarı kavramının hitap ettiği çok sayıda Alevi topluluğu olduğunu düşünmüyorum. Gökçeoluk Sevdalıları Olmaz, çünkü zaten asıl mesele iftara bakış açısında. “Ortak iftar yapalım, çünkü bu bize de yabancı değil” anlayışı sakat. Yine her şeyi kendi bildiklerine benzeştirme, yine Sünni merkezci bir yaklaşım söz konusu. Oysaki aradaki fark çok. Muharrem ayı Alevilerin yas ayıdır, Sünnilerin Ramazan ayı ise 11 ayın sultanı. Sünnilerin en çok tüketim yaptıkları ay Ramazandır, Alevilerin en az tüketim yaptıkları ay Muharrem. Sünniler Ramazan’ı eğlencelerle geçirirler, Aleviler Muharrem matemi boyunca gülmezler. Ramazan’da oruç suyla ve şükrederek açılır, Muharrem’de ise neredeyse sudan uzak durulur, hatta daha çok tuzlu yiyip, su içmeyerek Hüseyin’in çektiği acıları duyumsamaya ve empati kurmaya çalışanlar vardır. - Belki Başbakan da bu empatiyi kurmak istiyor?.. Ama şu ana kadar böyle bir mesaj hiç verilmedi. Kaldı ki Alevilik tebliğci, misyoner bir inanç olmadığı için başka inançlardan insanların kendileri gibi inanmalarını ve matem tutmasını da beklemez. Alevilerin “Bir Sünni gelsin, bizimle 57 matem tutsun, iftar yapsın” diye bir ihtiyacı yok. 50 maddelik talep listeleri olsa bile sıra “Bizimle - Yani bir istihdam paketi gibi mi?.. iftar yapılsın” maddesine gelmez. Evet, sanki seçim öncesi geçici işçi alma - Sizin öneriniz ne? paketi gibi. Halbuki diğer talepler hiç dikkate alınmadan siz istihdamla yola çıktığınızda bunun Eğer ille de duygusal bir adım atılacaksa tek bir okuması olabilir: Patron-Yanaşma ilişkisi. ben Sayın Başbakan’a bu tip zorlama bir iftara Aleviler bunu nasiplenme, arpalanma önerisi olakatılmak yerine aşurenin yapılıp dağıtıldığı bir rak görür. Onların böyle bir talebi yok. dergâha gidip, Alevilerle birlikte sıraya girip, büyük kazandan herkes gibi aşure yemesini ve bu- - İyi de bir kadroları olmayacaksa hangi çatının güne kadarki ayrımcı uygulamalar için özür dile- altında toplanacaklar? mesini önerirdim. Bu daha gerçekçi, daha sıcak, kuşkulara yer bırakmayacak, anlamlı bir etkinlik Bizim inanç alanında toptan bir kurumsal olurdu. Bir Alevi için bu da çok önemlidir. Çünkü tasarıma ihtiyacımız var. Örneğin benim önerim ne yazık ki hâlâ Alevilerin getirdiği aşureleri “içine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir üst kurula dötükürülmüştür” diye çöpe döken Sünnilerin hikâyeleri var bu ülkede. Alevilere kadro vermek patron-yanaşma ilişkisi kurmaktır - “Aleviler hep Diyanet’te Sünnilere verilen kadroya laf ederdi; alın size dedeler ve zakirler için 2 bin kadro” deseler, ne yanıt verirsiniz? Alevilerin her çeşit inanç sahibi yurttaştan toplanan vergilerin sadece egemen olan inanç kesimine aktarılmasına karşı çıktıkları doğru. Ama çözüm olarak hiçbir zaman “Bize de kadro verilsin” demediler. Alevilerin devletleşme gibi bir hedefleri hiç olmadı. nüşmesi. Nasıl EPDK, BDDK varsa, Türkiye’deki inanç sektörünün tüm işleyişini denetleyecek ve düzenleyecek, fakat hizmet sağlamayacak bir “İnanç İşleri Üst Kurulu” olabilir. Onun altında da her inanç grubu kendi hizmetlerini sağlamakla, finanse etmekle, devletin koyduğu yasal çerçevede yürütmekle sorumlu olur. - Ama ya o zaman irtica alır başını giderse; böyle de bir korku var? Zaten bu paranoya sayesinde laiklerle muhafazakârlar uzlaşıyor. Korku üzerinden statükoyu korumaya yönelik bir yaklaşım var. Üstelik ben bu yaklaşımı da kendini korumak isteyen Diyanet İşleri’nin tetiklediğini düşünüyorum. - Kadroyu kabul eden dede ya da zakir hiç mi çıkmaz yani? - İyi de ya bütün imamlar birden Hizbullahçı olursa? Buna iki yanıtım var. 1- Cemalettin Kap Elbette bireyler bazında buna ihtiyacı olan lan da, Hizbullah imamları da zaten bu sistemçok sayıda dede ve zakir olduğunu ben de bi- den çıkmıştır. 2- Bir hizmetin bizzat üretilmesi, liyorum. Bunu kabul edecek çok kişi var. Belki yani mülkiyetiyle denetim aynı zannediliyor. Oysa çevrelerinde ayıplanırlar, belki cemaatlerindeki mülkiyet olmadan da denetim olabilir. Bu denetim saygınlıkları azalır, ama bu kadar işsizlik varken oldukça da korkulara gerek kalmayacaktır. Aksine buna boyun eğenler de çıkabilir. Fakat bunun adı Diyanet’in mevcut enerji ve insan kaynaklarının bir uzlaşma değil, önemli olan o. sadece dörtte biriyle bugünkünden çok çok daha 58 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı fazla denetleme yapılır. - Peki o zaman Alevilik, Kadirilik, Nurculuk, Bahailik, Ortodokslar, Katolikler vs. gibi alt başlıklar mı olacak? Buna vatandaşların kendileri karar verir. Vatandaşlar hangi diğer vatandaşlarla birlikte bir inanç grubu oluşturacaklarına, kendi inanç önderlerini nasıl belirleyeceklerine, onların giderlerini hangi kaynaklarla karşılayacaklarına, ne şekilde ibadethaneler yapacaklarına karar verebilmeliler. Devlet de belli alanlarda müdahale edebilir. “Bu ibadethanenin yangın çıkışı yok, hijyen problemi var, inanç önderlerinizden belli pedagojik formasyon talebim var” diyebilir. Diyanet Türkiye’nin en büyük KİT’i - Alevi örgütlerinin faydalandığı bir rant var mı? Bir insan isterse tüm inanç grupları içinde rant bulabilir. Oysaki inanç hizmetlerinin devlet eliyle sunulmadığı bir sistem içinde bu rant tartışmaları da kendiliğinden bitecektir. Özel sektöre bu kadar güvendiğimiz bir dönemde neden inanç alanında yurttaşlara güvenmiyoruz? Böylece “çok cami yapıldı, imamların maaşları çok düşük” tartışmaları da son bulur. Yurttaşlar kaç cami istiyorsa o kadar cami yaptırmalı. Hatta istiyorlarsa kubbelerini altından yapsınlar. İstiyorlarsa imamlarını doktora dereceliler arasından seçsinler ve gerekirse maaşlarını da ayda 10 bin YTL yapsınlar. Bu tamamen o cemaatin vereceği bir karardır. Aleviler de isterlerse dedelerini dört dil bilenler, zakirlerini de konservatuar mezunları arasından seçsinler. Bizim bunlara karışmaya hakkımız yok. Aksi halde rant suçlamasından hiçbir inanç sistemini kurtaramayız. Madem eğitimde, sağlıkta piyasaya güveniyoruz, gelin inançta da piyasaya güvenelim. Oysa Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı neoliberalizm dönemdeki özelleştirme furyasına bile direnebilmiş en büyük KİT olmaya Gökçeoluk Sevdalıları devam ediyor. Bu soruları asla sormayın - Siz Alevilikle ilgili bazı soruların baştan sorulmaması gerektiğini savunuyorsunuz; niçin? 1- Çünkü Alevilik, Aleviliktir. Bu yanıtla da diğer tüm inançlar yetinmek zorundadır. Bir Alevi Aleviliğin yol, sürek, tarikat, felsefe, kültür olduğunu söyleyebilir. Ama dünyayı Sünni bakış açısından ibaret sayan bir yaklaşım, bu kelimelerle ne demek istendiğini anlamaz bile. Mesela Aleviliğin dört kapısından birincisi şeriat, ikincisi tarikat, üçüncüsü marifet, dördüncü hakikattir. Ama o şeriatın ya da tarikatın ne demek olduğu Sünnilikle açıklanamaz. 2- “Alevilik İslam içinde midir yoksa dışında mıdır? Kaç çeşit Alevilik vardır? Aleviliğin özü nedir? Alevilik tarikat mıdır?” Bu soruların sorulması aynen şuna benziyor: İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yahudilere “Nazilerin sizlere yaptık59 bir stratejisi olarak görüyorlar. Mesela, bu paket için “Alevilerin yoğun bir şekilde hukuk yolunu kullanmasından bunalan hükümetin savunmacı bir adımı” diyenler var. “Hem AB hem AİHM sürecinde sıkışan hükümetin manevrası” diyenler var. Ya da yaklaşan yerel seçimlere yönelik oportunist bir manevra olarak anlamlandıranlar var. - Siz hangisine inanıyorsunuz? Ben bu üç, çok dar çerçeveye indirgenemeyecek bir çaba olabilir diye düşünüyorum, ancak ne yazık ki bu çaba mevcut çerçeve içinde görünür kılınamaz. O yüzden de böyle yalnız reel ları muameleden çok üzgünüz. Bunları tazmin politik manevralar olarak yorumlanır. etmeye çalışacağız. Fakat önce bize bir anlatın: Yahudilik nedir, kaç çeşit Yahudilik vardır, önce - Peki sizce bu paket AKP’li milletvekili Reha bir aranızda anlaşın, tek bir ses olun, sonra heÇamuroğlu’nun bireysel çabası mı; yoksa arkamen sorunlarınızı çözeceğiz” demek gibi. Abes ve sında tam bir hükümet ve parti desteği de var maksatlı. Kötü niyetli. Sorumluluğu Sünnilerden mı? alıp Alevilere yükleyen. Alevilerin bölünmesini kolaylaştıran ve sorunun üzerine gitmelerine engel Zaten Alevi yurttaşlar açından bir başka olan. Aleviler kendi içlerinde bunları tartışabilir, sorun da şu; bu sürecin sahiplerinin ve takipçiama haklarını almak için başka hiçbir din grubuylerinin kim olduğunun bilinmemesi. Çok farklı alla bunları tartışmak zorunda değiller. Aksi halde gılar var. Ben hükümet ve AKP tabanında da çok onlara “Önce siz tek bir örgüt ve sınırları belirfarklı algılar olduğunu düşünüyorum. lenmiş bir Alevilik olarak karşımıza çıkın” demek imkansız bir projedir. Bu ipe un sermedir. Kaldı ki - Sizce Çamuroğlu’nun Alevi olması bir avantaj hiçbir inanç grubu bunun altından kalkamaz. mı? 3- Bir de lütfen tam tersini düşünün: Alevilerin çoğunlukta ve baskıcı olduğu bir ülkede Sünniler yaşıyor ve onlara hep şunlar soruluyor: “Sünnilik İslam içi midir, Sünnilik nedir, kaç çeşit Sünni vardır.” Bu sorular uzlaşma üreten sorular değil. Aleviler için Çamuroğlu ismi elzem değil Aslında Alevi yurttaşların “Biz bu işi sadece Alevilerle yaparız; AKP içinden bir Alevi çıkarsın, biz onula müzakere edelim” diye bir istekleri hiç olmadı. Herhangi bir inançtan ya da inançsız herhangi bir kişiyle maddeler üzerinde konuşabileceklerdi. O yüzden Çamuroğlu olması elzem değildi. - Aleviler içinde Çamuroğlu ismi üzerine bir mu- Bu paket konusu gündeme geldiğinden beri Aletabakat oluştu mu? vilerde “Ay değil, bayram değil, eniştem beni niye Çamuroğlu elbette önemli bir entelektüöptü” şüphesi oluştu. Niye bu kadar şüpheciler? eldir. Ancak Alevi örgütleri içinde kendisiyle ilgili Çünkü genelde bu paketi reel politikanın gittikçe artan soru işaretleri var. Siyasetteki rota60 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı sını çok fazla kere değiştirmiş biri olması Aleviler açısından hoş karşılanmıyor. Üstelik bu yalnızca siyasi kimlikle ilgili bir problem de değil. Alevilerin gözünde rotanın sık değişmiş olması Yol’a ilişkin bir sorun. Özellikle büyük güçler karşısında eğilmeme, bükülmeme, kaybedeceğini bildiğin davalardan dönmeme gibi motiflerin, inancın merkezinde yer aldığı Aleviler için bu tip siyasi manevraları barındıran bir siyaset tarzı çok sorunlu görünebiliyor. Vergi sistemi geliştikçe inanç sistemi de özgürleşir - Sanki Aleviler vergiyle inanç arasında ciddi bir ilişki kuruyorlar?.. Bu ABD’de de böyledir. ABD’deki inanç gruplarına tek müdahale yeri vergi dairesidir. Çünkü bir cemaatin bir inanç grubu olarak tanınması devlet nezdinde tek bir fark yaratır, vergiden muafiyet farkı. Dolayısıyla bir grup insanın bir inanç grubu oluşturup oluşturmadığı onların vereceği vergi muafiyeti kararıyla doğrudan bağlantılıdır. Eğer Türkiye’de de herkes verdiği vergisi kadar hizmet alıyor olsaydı, başkalarının vergilerinden haksızca nasiplenenler olmasaydı belki herkesin Diyanet’e bakış açısı da değişebilirdi. Çünkü Türkiye’deki statükonun devam edebilmesinin sırrı vergiyle inanç arasındaki ilişkinin yokmuş gibi yapılmasından, saklanmasından kaynaklanıyor. ne olarak kullanılabilir. Alevilerin buna nasıl tepki verecekleri ise ne kadar risk almak istedikleriyle ilgili bir şey. - Ama aslında sizin önerdiğiniz “İnanç İşleri Üst Kurulu” projesinde de kanun değişikliğine ihtiyaç yok muydu? Değişir, ama yerine farklı bir yapılanma konur. Son kertede hep denetleme olması nüansı önemli. Ali’nin Mustafa Kemal’in bedeninde yeniden dünyaya geldiğine inananlar var - Alevilerin Mustafa Kemal’le bu kadar güçlü bağlar kurmuş olmasının sebebi ne sizce? Aleviler çok heterojen bir toplum, ama oldukça hatırı sayılır Alevi için Mustafa Kemal büyük bir siyasi önder olmaktan öte, çok mistik anlamlar taşıyan bir insandır. Alevilerde Hz. Ali’nin, Hacı Bektaş Veli’nin, Şah İsmail’in özlerinin tenasüh ya da reenkarnasyon dediğimiz yolla Mustafa Kemal’in bedeninde yeniden dünyaya geldiğini algılayanlar var. Bu özü daha sonra Deniz Gezmiş’e taşıyan ufak bir kesim bile söz konusu. Halk için hak yolunda savaşmış kişilerin belli bir özü paylaşan kişiler olduğu yaklaşımı var. - Peki Mustafa Kemal ve Alevilikle ilgili iddialar?.. Tekke ve Zaviyeler Kanunu da değişebilir Evet, Mustafa Kemal’in çok inançlı bir Bektaşi olduğuna inanlar var. Cumhuriyet’in pir evi - “Alevilere bazı imkanların tanınması diğer tari- protokolüyle 1919’da Mustafa Kemal tarafından katların da devlet tarafından tanınması ihtiyacını ilk kez Alevilere açıklanmış bir proje olduğuna doğuracak; böylece Tekke ve Zaviyelerin Kapa- inanlar da var. Bu insanlara göre laik cumhuritılması Kanunu değiştirilecek” diye bir iddia var. yet yalnızca aydınlanmacı bir proje değil. Aynı Hatta bunun Anayasa değişikliği öncesine getiril- zamanda mistik bir proje. Anadolu’da adaletin, mesi bile manidar bulunuyor. Siz ne dersiniz? birliğin sağlanmasının, kâmil insana varılmasının tek yolu olarak görülüyor. Eğer Sünni muhafazakârlar böyle bir niyet içindelerse eminim bu cambazlığı da yapabilirler. - Laikler acaba bu mistik duygularla mı her korkuBurada niyet önemlidir. Çünkü Aleviler bir baha- ya kapıldıklarında, öfkelendiklerinde Anıtkabir’e Gökçeoluk Sevdalıları 61 ağlayarak gidiyor?.. Evet, bu önemli bir sebep. Çünkü Türkiye’de laiklik ve cumhuriyet gerçekten bir kesim yurttaş için sadece bir siyaset meselesi değil, bir ahlak, inanç ve din meselesi. Bu sebeple Türkiye dünyadaki tüm Müslüman nüfusa sahip ülkelerden farklı bir anlamda. Laikliğin mistik tabanı olan yegâne Müslüman ülke Türkiye belki de. Dolayısıyla laikliğin Türkiye’deki toplumsal tabanları çok çok kuvvetli. “Batı icadı”, “Tepeden inme getirildi” gibi eleştirilerin tam aksine cumhuriyet, çok yerel, bu toplumun çok içinden gelen, geleneklerimizden çıkarılıp kurumsallaştırılmış bir anlayış ve değer. Fakat ne yazık ki bu Türkiye’de ve dünyada yeteri kadar takdir edilemiyor. Bunu görmemekte direnenlerin körlüklerinin bilimsel değil de politik olduğunu düşünmek gerek. - Ya Mustafa Kemal karşıtları “Biz de mistik karşı çıkıyoruz” derlerse?.. Benim orada şöyle bir yorumum var: Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal’e karşı çıkmak için gerekçe gösterilen, bu geleneksel, töresel olduğu iddia edilen reaksiyonel karşı çıkış aslında son derece modern, yeniden üretilmiş ve yeni geliştirilmiş bir yaklaşımın sonucudur. - Sizce Türkiye’de askerin Alevilik meselesine bakışı nasıl? Alevilerin ayrımcılığa, şiddete maruz kaldığını bilen yabancı araştırmacılar İspanya, Yunanistan örneklerinden de yola çıkarak bu ayrımcılığın merkezinde Türk ordusunun da yer aldığını, dolayısıyla Alevilerin de orduya karşı çok olumsuz baktığını düşünür. Fakat ben aksi yönde örnekler verdiğimde çok şaşırırlar. Örneğin Gazi olayları polisin çekilip ordunun gelmesiyle bitmiştir. Maraş olaylarında hayatta kalanların hayatta kalma sebebi polis değil, ordudur. Ve bugün Avrupa’da siyasi mülteci olarak yaşayan, devletle çok sorunlu ilişkileri olan pek çok Kürt Alevi, Maraş ve Gazi olaylarıyla ilgili olarak ordu aleyhine konuşmazlar. Genelde hep polisi eleştirirler. Bu da çok anlaşılır bir şeydir, polis önyargısıyla ilgili değildir. Sekter bölünmeler yaşayan toplumlarda, yani mezhep ayrılıklarının kurumsallaştığı (Bakın Kuzey İrlanda, bakın Türkiye) toplumlarda polis de sekter bölünmelere uğrar. Kuzey İrlanda polisi nasıl Protestan güdümünde ve Katolikleri ezen bir kurumsa Türkiye polisi de özellikle 12 Eylül’den sonra Sünnileştirilmiş bir devlet örgütüdür ve hiç istemeden de olsa Alevilere karşı ayrımcılık üreten bir yapısı vardır. - Peki ordu niçin sekter bölünmeye uğramıyor? - Ayağı dışarıda mı diyorsunuz? Bunun sosyolojik bir nedeni var, çünkü O kelimeyi komplocu pozisyonuna düş- Türk ordusu aristokrat kastların yönetimindeki memek için özellikle kullanmıyorum. Ama çok profesyonelleşmiş Latin Amerikan ordularından da yerli ve kadim bulmuyorum. Çünkü tarihsel farklı olarak orta-alt sınıf kökenli subayların koolarak çok gerilerde köklerini bulamıyorum. Daha mutasındaki bir vatandaş ordusudur. Bizim dar çok cumhuriyet modernleşmesinin dönüşümünün subay kadromuzun dışındaki askerler açısınsonucu olarak üretilmiş, gelenekmiş gibi sunulan dan sekter bir yapılanma olası değildir. İçinde bid’atlar. her inançtan yurttaş vardır. Ama örneğin Kuzey İrlanda’da hem polis Protestan’dır hem de Kuzey İrlanda’daki Katolik ayaklanmasını bastırmak için Türkiye’de Aleviler polisten çok orduya gönderilen ordu, ağırlıklı olarak Protestan ve İngiyakındır. liz bir ordudur. Latin Amerika ordularında da aristokrat kesimlerin sözü çok geçtiği için vatandaş 62 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı ordusu niteliği zayıftır. Dolayısıyla Türkiye’deki ordunun heterojen kimliği Aleviler için görece olarak daha tarafsız bir şekilde algılanmasına yol açıyor. - O zaman Türk ordusunun “Alevi subaylar” ordusu olduğu iddiasına ne dersiniz? Hatta daha da ileri giden bir iddia vardır… Türkiye’nin “Alevi subaylar diktası” tarafından yönetilen bir Baas rejimi olduğu iddiası… Tabii bunlar Türkiye’nin Sünni muhafazakar fantezileri, ama psikolojik olarak önemli bir rol oynuyorlar siyasetimizde. Bir yandan Alevilere karşı nefreti körüklerken, diğer yandan da Türkiye’de sanki ezilen kendileriymiş gibi bir his yaratarak, gerek mevcut sistemi meşrulaştırıp, gerekse kendi egemen konumlarını doğallaştırıyorlar. Çünkü “Biz Alevilerin sırtından 100 bin kadromuzu finanse etmiyoruz” diyemezler. Onu diyemedikleri için “Bu sistem zaten Alevilerin dayattığı bir sistem” diyorlar. Alevilerin sandıkta ellerinin gittiği parti CHP’dir - Sizce de gerçekten CHP, Alevileri kaybediyor mu? Diyalog zayıf, partiye ilişkin hoşnutsuzluk çok yüksek noktada. Fakat bir başka ülkede bu durumdaki bir seçmen grubu çok daha büyük oranlarda kopuşlar, küsmeler yaşardı, ama Türkiye’de bu olmuyor. O yüzden de ilişkilerin en gerildiği dönemlerde bile Alevilerin oldukça kayda değer bir bölümü hala CHP’yi destekliyor. Ben size bir antropolog olarak şöyle bir örnek olay aktarayım. İstanbul’da seçim dönemine rastlayan bir saha araştırmamda bir Alevi gence hangi partiye oy attığını sordum. Bu gencin CHP’li bir aileyle, kendi radikal sosyalist arzuları arasında sıkıştığını biliyordum. Sandıktan döndüğünde bana, “Sosyalistlere oy atacaktım, ama benim bu elim Gökçeoluk Sevdalıları gitti yine CHP’ye oy verdi” dedi. Ve suçu sağ eline yükledi. Yani kendi bilinci, inancı, siyaseti dışında vücudunun bir parçası gidip yine CHP’ye oy veriyor. Bu Türkiye’den çok da ayrıksı bir örnek değil aslında. Bir Alevinin MHP ya da AKP’ye oy vermesi için çok yaratıcı bir “unutma” süreci geçirmesini gerekir - Sizce Alevilik ve sağ siyaset bir arada olur mu? Bence olabilir. Sağ sol bence bizzat sınıfsal temelli bir konumlanma. Aleviler de kırdan kente göç sürecinde gerçekten sınıfsal olarak farklılaşıyorlar. Bugün bir Alevi büyük burjuvazisi de var, Alevi proletaryası da, Alevi orta sınıfı da… Dolayısıyla bu farklı kesimler kendi çıkarlarını, isteklerini siyasi yelpazenin farklı noktalarındaki partilerle de dile getirmekteler, getireceklerdir de... - Ancak Sivas ve Maraş’ı bir kenara koyup MHP ya da AKP’ye oy veren Alevilere “asimile olmuş” da deniyor? Ben asimilasyon kelimesini kullanmak istemem, olumsuz bir değer yargısı içerir. Ama şunu belirtmeyi tercih ederim: Bu kişiler, kendilerini, ailelerini, inançsal topluluklarını anlamlandırmada temel referans noktaları artık Sünni muhafazakâr değerler olmuş kişiler olabilir. Bir insan AKP’ye oy veriyor diye elbette Alevilikten çıkmaz. Zaten böyle bir fetva vermek de kimsenin hakkı değildir. Fakat burada bir radikal kırılma, hayatı farklı görme, daha doğrusu daha farklı değerleri içselleştirme de söz konusu tabii. - Yani siz buna “asimilasyon” yerine “kırılma” ya da “dönüşüm” diyorsunuz? Kesinlikle evet. Ve bir unutma… Unutma olmadan bu olamaz. Çünkü bu sadece sınıfsal çıkarlarla açıklanabilecek bir tercih değil. Siz eğer gidip babanızı dedenizi, kardeşinizi komşunuzu mağdur etmiş, onlara fiziksel olarak zarar vermiş 63 bir örgütle yakınlaşmaktan söz ediyorsanız bu çok yaratıcı bir unutma sürecini zorunlu kılar. Nüfusa ilişkin tahminim yalnızca bir tahmin ve diğer tahminler kadar “bilimsellik” iddiası taşıyabilir ancak. Fakat yine de daha makul tahminde bulunduğuma inanıyorum. - Şöyle de bir düşünce var: Yüzyıllar içinde Kürtler asimile edilemedi, ama Aleviler asimile oldu. Sizce? Türban takan da var kadın dedeler de var Çünkü Osmanlı ve Türkiye’de devlet aygıtının temel hedefi Alevileri sindirmekti. Kürtlerin büyük çoğunluğu Sünni olduğu için daha az sorun yaşadılar. Kürt ve Türk Sünniler devlet aygıtının dümen koltuğunda. Sonuç da elbette doğal olarak Türk ve Kürt Alevilerin bastırılmasıyla sonuçlandı. - Türban takan Aleviler var mı? - AKP, DTP tabanından oy almayı başardı. Sizce - Yani Alevi kadınlar dönüşüyor mu? Var. Onun dışında cemlerinde kadınların türban değil, ama başörtü örtmesini isteyen Alevi toplulukları da var. Ya da semah kıyafetlerinde yine kadınların başlarını örttüğü semah kostümleri olan pek çok Alevi topluluğu da… ilk yerel seçimlerde Alevi tabanından da büyük kopuşlar sağlayabilir mi? Açıkçası bu sorunun tarihçilerden de bize çeşitli yanıtlar vermelerini isteyelim, ama benim Genel seçimlerde DTP tabanındakine ben- gördüğüm şu: Bir Alevi kadının başını örterek zer bir kopuş yaşanmaz. Ama yerel seçimlerde, ceme girdiğinde, bunu bir Sünni kadının türban özellikle ufak beldelerde AKP’ye oy kayması ola- ya da başörtü takmasından çok farklı yorumladıcaktır. ğı şeklinde. Ama eğer ibadethane dışında Alevi Hatta AKP listesinden Alevi belediye baş- kadınlarından da bu yeni türban bağlama biçimkanları görmemiz şaşırtıcı lerini benimseyenler varsa bu gerçekten önemli olmamalıdır. bir siyasal, toplumsal, ahlaki ve mistik dönüşüme işaret eder. Çünkü bu inanın Alevilik inancının 15 milyon makul bir rakam Sünnilikten farkının tam da merkezindeki sorundur. Kadın-erkek ilişkisi belki de Aleviliğin kırılma - Tarhan Erdem’in “Biz Kimiz” araştırmasına göre noktası, Aleviliğin esneyemeyeceği en önemli Alevilerin nüfusu 5 milyon. Bu rakam Alevilerin alandır. büyük tepkisini çekmişti. Sizin elinizde bir rakam var mı? - Ama siz dergahta örtünmeyi önemli bir esneme olarak görmüyorsunuz? Bence Türkiye’de Alevilerin sayısı çok problemli bir mesele. Verilen sayılar tahminle- Çünkü benim gördüğüm kadarıyla eskiden rin ötesine geçemiyor. 5 milyonu çok az, İzzettin de cemlerde kadınlar başlarını örtüyorlardı. Bu Doğan’ın öne sürdüğü 25 milyonunu da abartılı çok büyük bir değişim değil. Ama şu çok önembuluyorum. Bu ikisinin ortası olan15 milyon (ki li bir gösterge: Alevi ibadethanelerinde kadın ve nüfusun yüzde 20’si eder) makul olabilir. erkeklerin ayrı yerlerde oturmaları… Benim bildiğim kadar İstanbul Yenibosna’daki Cem Vakfı - Elinizde bir veri var mı? Cemevi dışında böyle bir uygulama yok. 64 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı - Peki eğer bu yerleşirse, bu haremlik-selamlık ozanlar var. Yani bence büyük bir tehlike yok. mimarisini benimseyenler çıkarsa, bu bir dönü- Çünkü Alevilerin aktığı mecra çok büyük dönüşüm müdür? şümleri içermekle birlikte özü de koruyabilmekte. O zaman bu bir dönüşümdür. Çünkü cem bir ibadet olmanın yanı sıra aynı zamanda belli KAYNAK: değerlerin içselleştirildiği, belli sosyalleşme kalıp- http://www.milliyet.com.tr/2007/12/03/siyaset/ larının benimsendiği yerdir. Dolayısıyla da kadın axsiy02.html ve erkeğin aynı mekanı paylaşabilmesi, yan yana oturabilmesi, bu yalnızca fiziksel bir mekan, yal- Soru Cevap? - Devrim Sevimay nızca pratik bir günlük mesele değil. Bu çok derin Fotoğraflar: MUSTAFA İSTEMİ mistik bir meseledir. NOT: Bu yazı 3 Aralık 2007 tarihli Milliyet - Samanyolu TV’de yayınlanan cemlerde harem- Gazetesinde yayınlanmıştır. Köyümüzle lik-selamlık cemler yapıldığı söyleniyor? veya köylülerimizle doğrudan bir bağlantısı yoktur. Ben size yanıt olarak Ahmet Yesevi’den aktarılan bir olayı örnek vereyim: Başka hocalar Ahmet Yesevi’yi kadın ve erkekler onun huzurunda birlikte ibadet ediyor diye “Orada kim bilir neler oluyor” şeklinde suçlarlarmış. Ahmet Yesevi’nin yanıtı, kendilerine bir kor parçasıyla bir pamuğu yan yana koyup göndermek olmuş. Oradaki anlam şu: Uzun bir yoldan gelen bir kor ve alev almayan bir pamuk. Yani, “Bizim mabedimizde kadın ve erkek yan yana olabilir, fakat herkes nefsine hakim olur ve birbirini insan olarak görebilir ve birbirini yakmadan ibadet edebilir. O pamuğun yanması bir saniyelik bir iştir aslında, ama bizde yanmaz. Aleviliğin kerameti de budur.” İşte eğer Alevilik bu inancını aşındırmaya başlarsa derin sancılar yaşar. - Siz böyle bir tehlike görüyor musunuz? Belki bu örtünme anlamında, evet bir soru işareti var, ama genel gidişat bu yönde değil aslında. Çünkü bugün cemevlerine baktığımızda kadın erkek mekanları çok net ayrılmış değil. Avrupa diyasporası ağırlıklı olsa da kadın dedeler çok olumlu bir gelişme. Bir yanda türban takmaya başlayanlar var, ama diğer yanda kadın dedeler de var. Söylediği Hak sözü kabul edilen kadın Gökçeoluk Sevdalıları 65 NOSTALJİ ALBÜMÜNDEN KARELER Küstü Dede Muhtar Ebe Cemal Kılıç - Selahattin Elik Fatma Çolak 66 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı NOSTALJİ ALBÜMÜNDEN KARELER Sali, Şahzede, Gülcihan, Hasan, Osman, Hıdır, Ali, Ahizer, İsmet, Telimen İbrahim Bekar Gökçeoluk Sevdalıları Göfer, Gamer, Çakır 67 HAYAT ARKADAŞLARI GÖKÇEOLUK SEVDALILARI “Hayat Arkadaşları” albümüne fotoğraflarınızı bekliyoruz... 70’in üzerinde hayat arkadaşı bu albümde... fotoğraflarınızı dergi@gokceoluk.com adresine gönderebilirsiniz. 68 www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Fidan ve Rıza KEÇE Mustafa Doğan ve Eşi Gökçeoluk Sevdalıları 69 Bir gün anlarsın Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini. Boşuna geçip giden günlerine yanarsın. Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah Dolar gözlerin, için burkulur. olmayı bilmez. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya, Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların. Ne çarşaf halden anlar ne yastık. Sevilen gözlerin erişilmezliğini. Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık. O hiç beklenmeyen saat geldi mi? Onun unutamadığın hayali, Düşer saçların önüne, ama bembeyaz. Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine do- Uzanır, gökyüzüne ellerin. lar içine. Ama çaresiz, Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın. Ama yorgun, Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Ama bitkin. Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın. Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş oldu- Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı. ğunu. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin. Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek Bir gün anlarsın hayal kurmayı; için, Beklemeyi, ümit etmeyi. Vurursun başını soğuk taş duvarlara. Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın. Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi. Duyarsın, Lanet edersin yaşadığına... Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın. Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden. Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin. Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın Niçin yaratıldığını. Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini. 70 Ümit Yaşar OĞUZCAN www.Gokceoluk.com/proje/dergi Gökçeoluk Dergisisi - Yaz Sayısı Gelecek sayımızın kapak konusu “Kul Himmet” Gökçeoluk Sevdalıları 71