7 Kasım - Türk Parlamenterler Birliği
Transkript
7 Kasım - Türk Parlamenterler Birliği
TPB Kasım 2014 Sayı: 19 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru Nehir Öztürk Nil Özben Pınar Ünsal Zeynep Yiğit TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya / ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik / Ostim / ANKARA Basım Tarihi: 01.11.2014 T: 0312 395 06 08 Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. K a s ım 2014 İçindekiler KAPAK 18 Otuz iki yaşındaki ihtiyar: 1982 Anayasası 22 Milletvekili görüşleri 26 Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır: Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandıracağız Mustafa Elitaş Rıza Türmen Özcan Yeniçeri Hasip Kaplan 16 Akif Çağatay Kılıç: 36 İrfan Gürpınar: 46 Prof. Dr. Mustafa Gül: Her şey gençlik için Siyaset eğitimi almanın en iyi yolu parti örgütlerinde çalışmaktır Siyaset dürüst ve ilkeli zeminde yapılmalıdır 4 DÜNYAPARLAMENTOLARI Başkanın Mesajı 5Birlik’ten 8Haberler 13Dünyadan 50 Hüseyin Şahin: Gürcistan hem kültürel, hem siyasi, hem de dostluk ilişkilerimizin en iyi yürütüldüğü ülkedir 62 Çocuğunuza en güzel hediye: Sağlıklı dişler, güzel gülüşler 64 Olağanüstü durumda her an göreve hazır: Sivil Savunma Hizmetleri 68 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Ekim 2014’te kabul edilen yasalar 69 Öğretmenler Günü kutlu olsun 30 İskoç siyasetine soyut bir İspanyol imzası 40 58 70 75 Atatürk’ü ölümünün 76. yılında özlemle anıyoruz 76 Tarih Sahnesi 84 Erbay Kücet: Tadı damağımızda kaldı 86Kitap 90Müzik 91Film 92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor Millî kültürün aynası Ankara Etnografya Müzesi 94 Sosyal medya günlükleri 96Unutmayacağız 54 Kalıpları reddeden yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar Kahraman Emmioğlu: Türk Sineması 100. yaşını kutluyor Engellilerin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan toplumsal hayatla bütünleşmeleri için çalışıyoruz 80 Tiyatroda modern meddah, sinemada fahri Kayserili Tekin Akmansoy 95 Müslim Sarı ile sosyal medya söyleşisi 4 Başkanın Mesajı Sivil toplum ve demokrasi Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Bir ülkede demokrasinin varlığı, gelişmesi ve gücü sivil toplum kuruluşlarının sayısı ile doğru orantılıdır. Kasım 2014 T oplumun devlet kurumları dışında, kendi kendini yönlendirmesini ifade eden bir kavramdır sivil toplum. Tanımdan da anlaşılacağı üzere “demokratik” bir ifadedir. Bu ifade siyasal düşünce tarihi ve toplumsal yaşam deneyimleri sürecinde doğmuş, 12. yüzyıldan itibaren de değişen kavramlarla birlikte gelişim göstermiştir. Ortaya çıkış yeri Batı olarak ifade edilse bile Doğu toplumlarında da yüzyıllardır varlığı ve etkinliği bilinmektedir. Sivil toplum, içinde çeşitli düşünceler barındıran, bazı özel amaçlar etrafında toplanarak özgür birlikler kuran, hedefleri ve uzmanlıkları doğrultusunda kendini yenileyen, şahsi çıkarlarını değil toplumun refahını düşünen, devlet iktidarını hukuk kuralları çerçevesinde hem denetleyen hem de onu uyaran ve sınırlandıran, bireyi siyasetin aktif bir unsuru haline getiren, tüm bunları yaparken demokrasiyi amaç edinen sosyal bir yapıdır. Sivil toplum, devlet iktidarının oluşturduğu alandan -ki bu alan parlamento, hükümet, ordu, güvenlik güçleri, yargı organları, kurumlar vb.dir- geriye kalan kısımla temsil edilir. Bu bağlamda sivil toplum “Bireyin devletten izin almadan girebildiği toplumsal ilişkiler, gerçekleştirebildiği toplumsal etkinliklerdir” şeklinde tanımlanır, ancak devlet ve sivil toplum doğrudan veya dolaylı, az veya çok daima ilişki içindedir. Sivil toplum, çağdaş bir anlayışın ürünüdür. Siyasi güç ve yönetimle arasındaki ayrım birbirine zıt iki kavramı ifade ediyor izlenimi verse de bu ikili, katılımcı demokrasiyi güçlendiren unsurdur. Bu da sivil toplum kavramının neden demokrasiyle yakın ilişki içinde olduğunu açıklamaktadır. Sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının lider, yönetici ve bürokratların yaptırım gücüne karşı toplumu koruyan bir sigorta konumunda olduğu ifade edilir. Ancak savundukları düşünceler ve dile getirdikleri talepler yönetime yardımcı amaçlı bir misyon da üstlenmektedir. Bir anlamda yönetime, siyasetin toplum için yapılması gerektiği hatırlatılır. Nasıl ki parti, seçim, katılımcı olmadan bir demokrasiden söz etmek mümkün değilse sivil toplumsuz bir demokrasi de düşünülemez. Gelişmiş ülkelerde, sürdürülebilir demokrasilerde sivil toplumun önemi oldukça büyüktür. Sivil toplum kuruluşlarının bulunduğu ve güçlü olduğu toplumlarda demokratikleşme süreci daha sağlam temellere oturmaktadır. Demokrasinin kavram olarak benimsenmediği, şeklen kabul edildiği toplumlarda sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının yaşaması pek de mümkün görünmemektedir. Bir ülkede demokrasinin varlığı, gelişmesi, gücü sivil toplum kuruluşlarının sayısı, ne kadar üyeye sahip olduğu ile doğru orantılıdır. Çünkü bir ülkede demokrasi gelişmişse örgütlenme özgürlüğü vardır ve sivil toplum kuruluşları halka yayılmış durumdadır. Sivil toplum ne kadar aktif olursa ülkenin siyasal yapısı da o kadar istikrarlı olur. Çok sesliliği sağlayan bu kuruluşlar siyasal kararların alınma sürecine de katkıda bulunur. Demokrasinin bir gereği olan sivil toplumun her zaman siyasi hayatımızda yer almasını, demokratik geleceğimize büyük katkılar sunmasını temenni ediyorum. Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği’ne nezaket ziyaretleri Türk Parlamenterler Birliği (TPB), faaliyetlerini yürüttüğü TBMM çatısı altındaki genel merkezde milletvekillerinden belediye başkanlarına, sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden akademisyenlere kadar pek çok ziyaretçiyi ağırlıyor. Geçtiğimiz ay TBMM 17, 18, 19 ve 20. Dönem Malatya Milletvekili, Millî Eğitim Gençlik ve Spor, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Metin Emiroğlu da Türk Parlamenterler Birliği’ni ziyaret ederek TPB Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil ile TPB Genel Sekreteri ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun ile görüştü. Emiroğlu’nun nezaket ziyaretinde hem geçmiş dönemlere hem de bugüne ilişkin değerlendirmelerde bulunuldu. Türk Parlamenterler Birliği’nin geçtiğimiz ayki konuklarından biri de Ankara Çubuk Kaymakamı Cemal Şahin’di. Genel Başkan Nevzat Pakdil’i makamında ziyaret eden Kaymakam Şahin, Türk Parlamenterler Birliği yöneticilerini Çubuk’ta ağırlamaktan mutluluk duyacaklarını ifade etti. TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanı İsmail Kargulu ile TPB Parlamento Yayın Koordinatörü Erbay Kücet’in de yer aldığı görüşmede, Çubuk’ta gerçekleştirilen çalışmalara da değinildi. Öte yandan Türk Parlamenterler Birliği yöneticileri, Memorial Ankara Hastanesi’ne nezaket ziyaretinde bulundu. Sağlık alanındaki gelişmelerin ve milletvekillerine yönelik sağlık hizmetlerinin değerlendirildiği ziyarette, Genel Başkan ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Genel Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Yönetim Kurulu üyeleri Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı, Yüksek Danışma Kurulu Başkanı ve 21, 22. Dönem Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol, 22. Dönem Ağrı Milletvekili Halil Özyolcu, 21. ve 22. Dönem Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler, TPB Parlamento Yayın Koordinatörü Erbay Kücet ve Memorial Ankara Hastanesi Medikal Direktörü Dr. Levent Atay yer aldı. Kasım 2014 5 6 Birlik’ten Aksaray, İstanbul’da kökleriyle buluştu bugün Aksarayımızın en büyük ilçelerinden birinin adıdır. Kurtuluş, Laleli, Aksaray semtleri, buralara yerleşen büyüklerimiz tarafından kurulmuş ve isimleri verilmiştir. Tanıtım Günleri’nde ‘Aksaray kökleriyle buluşuyor’ sloganıyla kadim tarihimize vurgu yapmak istedik.” “Hükümetimizle şehrimizin kaderi değişti” Aksaray Tanıtım Günleri, 16-19 Ekim günleri arasında İstanbul Feshane’de gerçekleştirildi. “Aksaray 544 Yıl Sonra İstanbul Kökleriyle Buluşuyor” adıyla düzenlenen etkinlik büyük ilgi gördü. Aksaray Milletvekili, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi İlknur İnceöz, Aksaray Tanıtım Günleri ile ilgili şu bilgileri verdi: “Aksarayımız on bin yıllık kadim tarihi ile pek çok medeniyete evsahipliği yapmış, zengin kültür mirasına sahip bir şehrimizdir. II. Kılıçarslan zamanında şehrimize iyilerin yurdu, salihlerin şehri anlamına gelen Şehr-i Süleha adı verilmiştir. Şehrimiz alimlerin, evliyaların, çok önemli tarihî şahsiyetlerin yurdudur. Somuncu Baba, Yusuf Hakiki Baba, Yunus Emre, Taptuk Emre, Zenbilli Ali Cemali Efendi, Aksarayımızın gönül dünyamızı aydınlatan tarihî şahsiyetlerindendir. İstanbul’da yapılan Tanıtım Günleri’nin bizim için çok büyük önemi var. 1453 yılındaki fetihten sonra İstanbul’un İslamlaşması için Fatih Sultan Mehmed tarafından Aksaray’a ferman gönderiliyor. Bu fermanın uygulanmasıyla ilgili olarak da İshak Paşa görevlendiriliyor. Bunun üzerine Aksaray halkının büyük bir bölümü İstanbul’a naklediliyor. İstanbul’un şekillenmesinde ve iskanında Aksarayımızın çok büyük katkıları oluyor. İstanbul’un semtlerinden Ortaköy, Kasım 2014 İlknur İnceöz, Aksaray’ın pek çok kültürel özelliğinin yanı sıra önemli bir turizm potansiyeli de bulunduğunu belirterek, “Aksaray, Kapadokya’nın kapısıdır. Ihlara Vadisi, Hasandağı, Narlıgöl gibi pek çok doğal güzelliğe sahip bir ildir. Ulu Cami, Eğri Minare, Güzelyurt ilçemizde bulunan yeraltı şehirleri ve Sultanhanı Kervansarayı gezilip görülecek yerlerdendir. 2006’da kurulan Aksaray Üniversitesi şehrimizin gelişmesine önemli katkılar sağlamaktadır. 2002 yılında hükümetimizce çıkarılan 5084 sayılı Teşvik Kanunu ile çok sayıda yatırımcı Aksaray’a gelmiştir. Bu teşvik uygulamalarıyla son yıllarda ilimizde sanayi sektörü hızla gelişmiştir. Aksaray, yatırımlardan mahrum, genç bir ilken hükümetimizle birlikte kaderi değişen bir il olmuştur” dedi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in de katıldığı Aksaray Tanıtım Günleri’nde, Aksaray Belediyesi, Ağaçören, Güzelyurt, Eskil, Ortaköy, Sarıyahşi ve Gülağaç ilçeleri özenle hazırladıkları stantlarda şehrin tanıtımını yaptı. Aksaray’ın ceviz, pekmez, helva, kilim, kök boyası ile yapılan meşhur Taşpınar Halısı gibi ürünlerinin yanı sıra “Anadolu Aslanı” diye tabir edilen Aksaray Malaklı köpeği vatandaşlardan büyük ilgi gördü. Aksaray Belediyesi tarafından katılımcılara Somuncu Baba Ekmeği ile Aksaray Tahinli Pidesi ikram edildi. İlknur İnceöz, başta Bakan Mehdi Eker olmak üzere Aksaray Tanıtım Günleri’ne katılan herkese ve organizasyona emeği geçenlere teşekkür ederek, “Coşku ve özlemle dolu bir etkinlik gerçekleştirdik” dedi. Birlik’ten Cahit Bağcı: Burkina Faso’yu değerli bir ortak ve güvenilir bir dost olarak görüyoruz Çorum Milletvekili, Türkiye-Burkina Faso Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Cahit Bağcı, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i temsilen Burkina Faso Millet Meclisi’nin yeni yasama dönemi açılış törenine katıldı. Burkina Faso Meclis Başkanı Ouattara’nın daveti üzerine açılış töreninde yer alan Bağcı, Burkina Faso Millet Meclisi’ne seslenen ilk Türk parlamenter oldu. Bağcı’nın yaklaşık 20 dakika süren ve simultane tercüman tarafından Fransızcaya çevrilen konuşması katılımcılar tarafından ilgiyle dinlendi. Cahit Bağcı konuşmasına Türkçe karşılığı “Şerefli İnsanlar Ülkesi” olan Burkina Faso’nun Millet Meclisi’nin yeni yasama dönemi açılış törenine katılmaktan büyük mutluluk ve onur duyduğunu ifade ederek başladı. Bağcı, “Ziyaretim sırasında Türkiye Cumhuriyeti ile Burkina Faso arasındaki dostluğun ne kadar güçlü olduğunu, ilişkilerimizin ne denli yakın ve samimi olduğunu bir kez daha müşahede etme imkanı buldum. Türkiye’nin özellikle son on yılda izlediği Afrika’ya açılım politikasının ‘Derinleştirilmiş Ortaklık’ anlayışına dönüştüğü mevcut dönemde, bölgesinde, Kıta’da ve uluslararası planda saygın konumuyla göz dolduran Burkina Faso’yu değerli bir ortak ve güvenilir bir dost olarak görüyor, ilişkilerimizin geleceğine güven ve ümitle bakıyoruz” dedi. güçlendirmede etkili bir rol oynadığını vurguladı. Burkina Faso’da demokrasinin gelişmesi için TBMM olarak desteklerini sürdüreceklerini dile getiren Bağcı, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin ilerletileceğini söyledi. Konuşmasında Filistin’de yaşanan olaylara da değinen Cahit Bağcı, İsrail-Filistin ihtilafının bir an önce adil, kalıcı ve kapsamlı bir şekilde çözüme kavuşturulması gerektiğinin altını çizdi. Bağcı, “Uluslararası toplumun Filistin’e sadece taahhütte bulunmakla kalmayıp bu taahhütleri yerine getirmesi gerekmektedir” dedi. Cahit Bağcı, açılış törenindeki kokteylde ise Burkina Faso Başbakanı Tiao ile kısa bir görüşme yaptı. Bağcı, karşılıklı ziyaretler düzeyinde süren iki ülke ilişkilerinin protokoller ve anlaşmalar seviyesine taşınarak güçlendirilmesi gerektiğini ifade etti. Cahit Bağcı, Burkina Faso programı çerçevesinde Meclis Başkanı Ouattara’yı da ziyaret etti. Vogadugu’da Parlamento Radyo’nun açılışını Ouattara ile birlikte yapan Bağcı, Burkina Faso ziyareti sırasında Vogadugu’da bir yetimhanenin THY sponsorluğunda TİKA tarafından yapılmasına karar verildiğini de müjdeledi. “Ticari ve ekonomik ilişkilerimiz geliştirilecek” Türkiye-Burkina Faso Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun 2011 yılında kurulduğunu ifade eden Cahit Bağcı, Burkina Faso Meclis Başkanı Ouattara’nın geçtiğimiz mart ayında beraberindeki parlamenterlerle birlikte ülkemize ilk kez gerçekleştirdiği ziyaretin tarihî bir nitelik taşıdığını belirtti. Bağcı, ikili ilişkilerin parlamenter boyutunun ülkeler ve halklar arasındaki bağı Kasım 2014 7 8 Haberler Başbakan Davutoğlu İç Güvenlik Reformu’nu açıkladı Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından ayrıntıları açıklanan İç Güvenlik Reform Paketi’nde nüfus işlemlerinden şiddet eylemlerine pek çok düzenleme yer alıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu, AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada İç Güvenlik Reform Paketi’nin ayrıntılarını açıkladı. Pakette özetle şu düzenlemeler yer alıyor: - Doğum, evlenme, boşanma ve ölüm gibi hallerde nüfus müdürlüklerine gitme zorunluluğu kalkacak. Bildirimle tescil imkanı sağlanacak. - İsim ve soyisim değişiklikleriyle ilgili mahkeme kararına ihtiyaç olmayacak. Dilekçeyle yapılacak bildirimin ardından değişiklik gerçekleşecek. - Nüfus ve kayıt örneği, ikametgah gibi işlemler “e-devlet” üzerinden yapılacak. - Pasaport ve ehliyet işlemleri Emniyet Genel Müdürlüğü yerine Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nde yapılacak. - Polise 24 saat gözaltında tutma yetkisi verilecek. Savcı bunu en fazla 48 saate kadar uzatabilecek. - Suçluların verdiği zararlar kendilerinden tazmin edilecek. Bu konuda zaman aşımı işlemeyecek. - Bonzai, yapılacak kanuni düzenlemeyle uyuşturucu maddeler listesine alınacak. - Bonzai ve diğer uyuşturucu madde satıcıları terörist gibi muamele görecek. Uyuşturucu ile ilgili cezalar artırılacak. - Okul çevrelerinde uyuşturucu satanların ağırlaştırılmış olan cezaları iki katına çıkarılacak. - Sanal ortamda şiddete, teröre, nefrete çağrı dili anlamına gelecek uygulamalar suç olarak telakki edilecek. Bunların durdurulması için gerekli tedbirler alınacak. - Vatandaşın üstü, aracı ya da evi rastgele, keyfi şekilde aranamayacak. Bir istihbarat alınması halinde yargı süreci işletilerek bu uygulamalar gerçekleştirilebilecek. - Engelli, hasta ve yaşlıların ifadeleri evlerinde alınabilecek. Bu kişiler ifade için karakola ya da mahkemeye çağrılmayacak. - Kolluğun görevlerini nasıl kullandığını denetlemek amacıyla AB standartlarına uygun Kasım 2014 şek ilde “Kolluk Gözetim Komisyonu” kurulacak. - Kolluk Gözetim Komisyonu’nda Başbakanlık İnsan Hakları Kurumu Başkanı, Barolar Birliği ve üniversite temsilcileri bulunacak. Komisyon tamamen sivil bir yapıda oluşturulacak. - Kolluğun önleyici ve adli istihbarat faaliyetleri denetim altına alınacak. Denetim mekanizmaları TBMM’de oluşturulan 17 kişilik bir komisyona rapor sunacak. - Jandarma ve Sahil Güvenlik komutanlıklarının atama ve sicil yetkileri doğrudan İçişleri Bakanlığı’na bağlanacak. - Jandarma personeli özel bir kıyafetle alanda çalışacak ve sivil hayata daha yakın unsurlar olacak. - Şiddete dönüştürülen her tür eylem suç say ı laca k . Eylem lerde ku l la nı la n molotof kokteyli bir saldırı aracı olarak tanımlanacak ve kullanımına ceza getirilecek. Haberler “İşe Katıl Hayata Atıl” Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önderliğinde hayata geçirilen, engelli bireylerin iş yaşamına katılımını artırmayı hedefleyen “İşe Katıl Hayata Atıl” projesinin tanıtımı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın da yer aldığı toplantı ile gerçekleşti. Projenin tanıtımı için hazırlanan video gösteriminin ardından konuşan Bakan İslam, Bakanlık çalışanlarının bireysel olarak yurt dışına iş seyahatleri yapıp gözlemlerde bulunduğunu, Türkiye’den daha gelişmiş olduğu düşünülen ülkelerin kurumları incelenerek projelerinin araştırıldığını, engellilerin istihdamına yönelik bu mentörlük projesinin de bir iş gezisi sonunda hazırlandığını ifade etti. Bakan İslam, projeye Gazi Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü Zihinsel Engellilerin Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Necdet Karasu’nun bilimsel destek verdiğini söyledi. Şimdiye kadar engellilerin istihdamına yönelik çalışmalarda “engellilerin hayata katılabilmesi için kendilerine bakım desteği verilmesi, aylık bağlanması” ya da “kamuda istihdam edilmesi” konularının karşılarına çıktığını dile getiren İslam, “Engellilerin çalışması için özel sektör gibi çok geniş bir alan var. Özel sektörde engellilerin çalışması için birtakım engeller olduğunu fark ettik. İşte bu ve benzeri projelerle bu engelleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz” diye konuştu. Bakan İslam, proje kapsamında Ankara’da yaklaşık bir ay içerisinde istihdam edilen engelli sayısının 35 olduğuna işaret ederek, “Asıl amacımız bu mentörlük sistemini yaygınlaştırmak. STK’larımızın, yerel yönetimlerimizin bu sisteme dahil olmasını arzu ediyoruz. Sistemin başarılı olduğunu gördükten sonra özel istihdam büroları eminiz ki bu tür koçlar çalıştırmaya başlayacaklar. Ve bir kartopu gibi, bu mütevazı projenin sonuçları katlanarak çoğalacak. Bir, iki yıl içerisinde çok daha verimli neticeler almaya başlayacağız” dedi. Türkiye ile Letonya arasında tarımda işbirliği protokolü Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, resmî ziyaret dolayısıyla bulunduğu Letonya’da, Letonya Tarım Bakanı Janis Duklavs’la ikili bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonucunda iki ülke arasında tarım alanında işbirliği protokolü imzalandı. Bakan Eker ile mevkidaşı Bakan Duklavs’ın gerçekleştirdiği görüşmede iki ülke arasında tarım alanında işbirliğinin geliştirilmesi, tarımsal ticaretin artırılması ve bu kapsamda yapılabilecek çalışmalar ele alındı. Ayrıca iki bakan tarımsal ilişkilerin güçlendirilmesi için yasal zemin oluşturacak “Türkiye Cumhuriyeti Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Letonya Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı Arasında Tarım Alanında Teknik, Bilimsel ve Ekonomik İşbirliği Protokolü”nün önemine vurgu yaptı. Söz konusu protokol ile iki ülke bakanlıkları arasında tarım, bitkisel üretim ve bitki koruma, hayvancılık, hayvan ıslahı, hayvan sağlığı, balıkçılık, gıda endüstrisi ve köy işleri alanlarında işbirliği yapılması ve taraflar arasında bir “Tarım Yürütme Komitesi” oluşturularak tarım alanında yeni işbirliği sahalarının saptanması öngörüldü. Kasım 2014 9 10 Haberler Bakan Yılmaz: Toprak ve su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını çok önemsiyoruz Portekiz ile denizcilik anlaşması Türkiye ile Portekiz denizcilik alanında işbirliği an- Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Niğde Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlenen 2. KOP Bölgesel Kalkınma Sempozyumu’na katıldı. Kurulduğu günden bugüne Konya Ovası Projesi (KOP) Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’na 259 milyon lira ödenek sağladıklarını ve özel idarelere aktardıklarını belirten Bakan Yılmaz, “Bu kapsamda 423 sulama projesi gerçekleştirdik ve 75 bin hektardan daha fazla alanı sulamaya açtık. Böylece üretimi, refahı, çiftçilerimizin gelirini artırdık” dedi. Bölgesel kalkınma konusunda Türkiye’nin son on yılda çok ciddi bir mesafe aldığını ve kişi başına düşen gelirde Türkiye ortalamasının altında kalan bölgelerde kalkınma idareleri kurulduğunu dile getiren Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’nin batı kısmı daha gelişmiş, ama Güneydoğu, Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve Orta Anadolu’nun belli kesimleri ortalamanın altında yer alan bölgeler. Buralardan daha fazla göç yaşandığını, üretimin, katma değerin ortalamanın altında kaldığını biliyoruz. Bununla birlikte bu bölgelerin çok büyük potansiyel taşıdığını da biliyoruz. İşte bu potansiyeli daha hızlı harekete geçirip kişi başı geliri Türkiye ortalamalarına yaklaştırmak için bu idarelerimizi oluşturduk.” Yılmaz, bu bölgeler için özel eylem planları hazırladıklarını belirterek, bu planların önümüzdeki günlerde hayata geçirileceğini ifade etti. Eylem planı kapsamında KOP bölgesi için ön plana çıkan konuları belirlediklerini dile getiren Yılmaz, “Toprak ve su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını çok önemsiyoruz. Bazı köyleri ziyaret ettik. Daha önce yeşil kart kullanan insanlar, proje sayesinde çilek üretip ihraç ettiklerini ve yeşil kartları iptal ettirdiklerini söyledi. Projeyle çiftçilerimizin gelir düzeyini artırıp kırsal alandan göçü engellemiş oluyoruz, sosyal adalete katkıda bulunuyoruz. Bütün bu yönleriyle bu programımızı devam ettireceğiz” diye konuştu. Kasım 2014 laşması imzaladı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, söz konusu işbirliği anlaşması için Bakanlık’ta düzenlenen imza töreninde, Portekiz Başbakan Yardımcısı Paulo Portas’ı Türkiye’de ağırlamaktan mutluluk duyduğunu dile getirdi. Denizcilik alanında Türkiye’nin son 12 yılda önemli aşama katettiğini belirten Elvan, “Biz bu alandaki işbirliğimizi Portekiz ile daha da güçlendirmek istiyoruz. Özellikle Portekiz’e, Türkiye’nin AB müzakere sürecine verdiği destekten dolayı teşekkür etmek istiyorum. Ancak ticaret hacmimiz istenilen düzeyde değil. İlişkilerimizin daha da güçlendirilmesinin, ticaret hacmimizin çok daha yüksek oranlara çıkarılmasının önem arz ettiğini düşünüyorum. Özellikle ulaştırma ve haberleşme alanında Portekizli firmaların Türkiye’de yatırım yapmalarını arzu ediyoruz. Türkiye’de gerçekten iyi bir yatırım ortamı var, yabancı sermaye girişimiz oldukça yüksek ve AB ülkeleriyle birlikte değerlendirildiğinde oldukça büyük bir büyüme performansı var. İnşallah sadece denizcilik değil, demiryolu başta olmak üzere diğer alanlarda da işbirliğimizi geliştirmek istiyoruz” diye konuştu. Bakan Elvan, Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilerde taşımacılıkta ağırlıklı olarak karayolunun kullanıldığını ifade ederek, AB ülkeleri ile Ro-Ro taşımacılığını da geliştirmek istediklerini vurguladı. Elvan, Portekiz ile bu konuda bir mekanizma kurulması halinde hem iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin daha fazla gelişeceğini hem de diğer Avrupa ülkelerine de bir aktarma söz konusu olabileceğini ifade etti. Haberler TBMM ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi arasında sağlık işbirliği protokolü TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanlığı’nca yürütülen protokol çalışmaları kapsamında, TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi arasında sağlık hizmeti alımına yönelik protokol imzalandı. Sağlık yardımından yararlanan milletvekillerinin muayene ve tedavi edilmeleriyle ilgili protokol, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Doğan tarafından imzalandı. Neziroğlu, protokol imza töreninde yaptığı konuşmada daha önce de çeşitli üniversiteler ile sağlık alanında işbirliği protokolleri imzaladıklarını hatırlatarak, bu protokoller neticesinde TBMM’nin sağlık harcamalarında büyük oranda tasarruf ettiğine dikkat çekti. Neziroğlu, amaçlarının milletvekillerine daha nitelikli, kaliteli sağlık hizmeti sunmak ve sağlık alanında tasarruf etmek olduğunu ifade etti. Rektör Prof. Dr. Metin Doğan ise TBMM’de bulunmaktan ve protokolü imzalamaktan mutluluk duyduğunu belirterek misafirperverliğinden dolayı İrfan Neziroğlu’na teşekkür etti. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi çalışmaları hakkında bilgi veren Doğan, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve TBMM bünyesinde bulunan sağlık merkezi ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin uzun süredir TBMM’ye hizmet verdiğini anımsatarak işbirliklerinin devam etmesinden dolayı mutlu olduğunu söyledi. Protokol imza törenine TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanı İsmail Kargulu ile Milletvekili Hizmetleri Başkanlığı Koordinatörü Dr. A. Jale Devran da katıldı. TBMM’de “Drama ile Etkili İletişim Eğitimi” TBMM Koruma Dairesi Başkanlığı’nda görev yapan Em- niyet Teşkilatı mensuplarına yönelik “Drama ile Etkili İletişim Eğitimi” gerçekleştirildi. TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı tarafından düzenlenen eğitim, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Eğitim Bilimleri Fakültesi işbirliği ile hayata geçirildi. Eğitim programının açılış konuşmasını yapan TBMM Koruma Dairesi Başkanı Mehmet Ali Keskinkılıç, dramanın en yalın tanımının hayatı tanıtmak olduğunu söyledi. TBMM Koruma Dairesi Başkanlığı’nın çalışanları olarak TBMM’de etkin ve kaliteli güvenlik hizmeti vermeyi amaçladıklarını belirten Keskinkılıç, “Drama ile Etkili İletişim Eğitimi”nin güvenlik yönetiminin en önemli unsuru olan insan ilişkilerinin etkin bir iletişim ile yönetilmesini sağlamaya yönelik temel teşkil edeceğinden kuşkularının olmadığını ifade etti. “Drama ile Etkili İletişim Eğitimi”ni veren Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Ayşe Çakır İlhan, kişinin stresle başa çıkmasının birçok yolu olduğunu belirterek en önemli ve geçerli yolun kişinin kendisini tanımasından geçtiğini söyledi. Çağdaş Drama Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. Ömer Adıgüzel ise eğitime katılanlara drama ve yaratıcı dramanın tanımı, dramanın önemi, kullanım amaçları, yaratıcı dramanın insan hayatına girmesiyle nelerin değişeceği hakkında sunum yaptı. Kasım 2014 11 12 Haberler Bakan Çelik: Mevzuattaki eksikler giderilecek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “7. İş, Güvenlik ve Yaşam” Ankara Zirvesi’ne katıldı. Etkinlik öncesi basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Bakan Çelik, yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Taslağı’nın bazı alanlarda işveren ve çalışanların sorumluluklarını daha da netleştiren, her iki kesime de yükümlülükler getiren bir düzenleme olduğunu bildirdi. Geçtiğimiz aylarda “Göç Yasası”nın çıkarıldığını, bunun ikincil mevzuatının çıkması için de beklediklerini ifade eden Çelik, “Bu yayımlanır yayımlanmaz Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’ye sığınmış olan Suriyelilerin, ülkemizdeki açık iş pozisyonları dikkate alınarak istihdam edilmeleri veya nitelikli Suriyelilerin buralarda değerlendirilmesi, onların bu niteliklerinden yararlanılması konularında çalışmalarımız olacak. Tabii milyonlarca insanın burada, sığındıkları ülkede kendi ayakları üzerinde durma imkanı varsa onların bu niteliğinden yararlanmak doğru bir adımdır diye düşünüyoruz. Her ilde, her işte açık pozisyonlarımız var. O çerçevede bu kardeşlerimizin değerlendirilmesiyle ilgili bir Bakanlar Kurulu kararı yayımlandıktan sonra daha ayrıntılı şeyler söyleyebiliriz” diye konuştu. Bakan Çelik, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Taslağı’nın içeriği hakkında ise şu ifadeleri kullandı: “Son olaylardan sonra gerek madenler, gerekse inşaatlarla ilgili sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı ilgilendiren mevzuatlarda değil, diğer bakanlıkları da ilgilendiren mevzuatlarda varolan eksiklerin bir bütün olarak yenilenmesi konusunda bir çalışma yürüttük. Sayın Başbakanımızla da son kez gözden geçirdik. Bunun parlamentoya sevkini sağlayacağız, ama onun öncesinde gerek işçi, gerek işveren örgütleriyle yapacağımız toplantıda bunları görüşeceğiz. Bu toplantı sonunda paylaştığımız konulara ilave düzenlemeler gelebilir. Mevzuat açısından tüm bakanlıkları ilgilendiren eksiklerin giderilmesi konusunda en mükemmelini gerçekleştirme çabası içerisindeyiz. Bazı alanlarda işverenin ve çalışanların sorumluluklarını daha da netleştiren ve her iki kesime de yükümlülükler getiren bir düzenlemedir.” Elektronik Parti kuruluyor Ankara Bağımsız Milletvekili Emrehan Halıcı, Elektronik Parti’nin kuruluşunun ilk aşaması olan “www.eparti.org” internet sitesini hizmete açtı. Emrehan Halıcı, sitede yer alan sunuş yazısında e-Parti’nin halkın gerçekten kendi kendini yönetmesi idealiyle yola çıktığını ve öncülük rolü üstlendiğini ifade ediyor. Halıcı ayrıca seçme, seçilme, karar alma gibi siyasi süreçlerin tamamına üyeleri/yurttaşları dahil etme, mevcut yasaların eksikleri ve kısıtlamaları için alternatif çözümler sunma amacını dile getiriyor. E-Parti girişiminin hedefleri arasında ise partide ve devlette yurttaşların yönetime ve denetime katılımını en üst düzeye çıkarmak ve sürekli kılmak; halkın aracısız ve temsilcisiz kendi kendini yönettiği, yazgısını kendi eliyle, kendi kararıyla tayin ettiği, şeffaf, doğrudan ve tam demokrasiye ulaşmak yer alıyor. “Amacımız özgür ve mutlu insan, aracımız ise akıl, zeka, bilim ve teknolojidir” ifadelerine yer veren Emrehan Halıcı, ticarette, bankacılıkta, sigortacılıkta, eğlence sektöründe, sağlıkta, eğitimde yani her alanda teknolojik gelişmelerden olabildiğince yararlanılırken, siyasette bundan yararlanılmamasının mantıklı bir durum olmadığını dile getirerek “Teknoloji siyasette üst düzey kullanılmak isteniyor, ama bu daha çok tek yönlü oluyor, siyasiler sadece kendi mesajlarını halka iletmek için Kasım 2014 bunu kullanıyor. Halbuki Elektronik Parti girişiminde bulunan bizlerin isteği, sadece oy alma ve verme, propaganda amaçlı değil, siyasi süreçlerin bizzat tamamında yurttaşların ve o partiye üye olan insanların etkisi ve katkısı olmasıdır” diyor. Dünyadan Yeni AB Komisyonu görevde Jean-Claude Juncker başkanlığındaki Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu’nda güvenoyu aldı. Yeni seçilen AB Komisyonu Başkanı Juncker’ın 28 üyeden oluşan ekibinin oylamaya sunulduğu Strasbourg’daki oturumda 423 kabul, 209 ret oyu kullanıldı, 67 parlamenter ise çekimser kaldı. Komisyon, 1 Kasım’dan itibaren 5 yıl boyunca görev yapacak. Yeni AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin aynı zamanda AB Komisyonu Başkan Yardımcısı olacağı 28 kişilik komisyonda, 7 başkan yardımcısı bulunuyor. Hollanda Dışişleri Bakanı Frans Timmermans kurumlararası ilişkiler, hukuk devleti ve Temel Haklar Şartı’ndan; Suriye, Irak ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki insani sorunlar hakkında farkındalığı artıran AB Komisyonu’nun İnsani Yardım ve Uluslararası İşbirliğinden Sorumlu Üyesi Kristalina Georgieva bütçe ve insan kaynaklarından; Estonya eski Başbakanı Andrus Ansip ise dijital ortak pazardan sorumlu başkan yardımcısı olarak görev alacak. Slovenya Başbakanı Alenka Bratusek enerji birliği; Letonya eski Başbakanı Valdis Dombrovskis avro ve sosyal diyalog; Finlandiya eski Başbakanı Jyrki Katainen iş, büyüme, yatırım ve rekabet alanlarında yer alacak. AB Komisyonu’nun ekonomi işlerinden Fransa eski Maliye Bakanı Pierre Moscovici; tarım ve kırsal kalkınmadan İrlanda eski Çevre Bakanı Phil Hogan; iklim değişikliği ve enerji dosyalarından İspanya eski Tarım Bakanı Miguel Arias Canete sorumlu olacak. AB ile Türkiye arasında vize serbestisi sürecinin başlatılmasında oldukça önemli rol oynayan, AB Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström, AB-ABD arasında yürütülen serbest ticaret anlaşması pazarlıklarını da kapsayan ticaretten sorumlu isim olarak görev yapacak. Macaristan Dışişleri Bakanı Tibor Navracsics eğitim ve kültür; Yunanistan Savunma Bakanı Dimitris Avramopoulos göç ve içişleri; Danimarka Ekonomi Bakanı Margrethe Vestager rekabet; Malta Turizm Bakanı Karmenu Vella çevre, denizcilik ve balıkçılık; Polonya Kalkınma Bakanı Elzbieta Bienkowska iç pazar ve sanayi dosyalarına bakacak. Hırvat Neven Mimica uluslararası işbirliği ve kalkınma, Alman Günther Öttinger dijital ekonomi ve toplum, Slovak Maros Sefcovic ise ulaştırma ve uzayla ilgilenecek. Juncker, Çek Cumhuriyeti eski Bölgesel Kalkınma Bakanı Vera Jourova’yı adalet, tüketiciler ve cinsiyet eşitliği; Litvanya eski Sağlık Bakanı Vytenis Andriukaitis’i sağlık ve gıda güvenliği; Lordlar Kamarası eski Başkanı İngiliz Lord Jonathan Hill’i ise mali istikrar, mali hizmetler ve sermaye piyasaları konularında görevlendirdi. Avrupa Parlamentosu üyeleri Belçikalı Marianne Thyssen istihdam ve sosyal işler, Rum Christos Stylianides insani yardım ve kriz yönetiminden sorumlu oldu. Portekiz’den Carlos Moedas araştırma, bilim ve inovasyon; Romanya’dan Corina Cretu ise bölgesel politika alanlarında çalışmalar yapacak. Kasım 2014 13 14 Dünyadan İngiliz Parlamentosu’ndan örnek karar İngiltere Parlamentosu’nun alt kanadı Avam Kamarası, hükümetin Filistin devletini tanımasına ilişkin olarak hazırlanan önergeyi görüşerek Orta Doğu sorununa ve bölgenin geleceğine dair görüşlerini ortaya koydu. Dört saat süren oturumun ardından Filistin’in devlet olarak tanınmasına ilişkin önerge 274 oyla kabul edildi. Devletleri parlamentonun değil hükümetin tanıdığı Birleşik Krallık’ta söz konusu oylama hukuki bir bağlayıcılığı bulunmasa da sembolik bir nitelik içermesi bakımından önem taşıyor. Ayrıca kararın uluslararası düzeyde etkili olması ve İngiliz hükümetini, Filistin devletini tanıması için baskı altına alması bekleniyor. Muhalefetteki İşçi Partisi’nin Filistin’in Dostları Grubu Başkanı Grahame Morris tarafından hazırlanan, “Parlamento, hükümetin İsrail devletinin yanı sıra Filistin devletini de tanıması gerektiğine inanıyor” başlıklı önerge, görüşmelerin ardından oylamaya sunuldu. Önergeye 274 milletvekili kabul oyu verirken 12 milletvekili ret oyu kullandı. Oturumun başında konuşan Morris, önergenin barışa doğru atılmış küçük, ama sembolik ve önemli bir adım olduğunu dile getirdi. Morris ayrıca, İşçi Partili milletvekili ve Dışişleri eski Bakanı Jack Straw’un önergedeki değişiklik teklifini kabul ettiğini belirtti. Straw önergenin, “İki devletli çözümü öngören müzakere sürecinin güvenceye alınması için, bir katkı olarak Filistin tanınmıştır” şeklinde değiştirilmesini istedi. İngiltere Başbakanı David Cameron ile koalisyon hükümetini oluşturan Muhafazakar ve Liberal Demokrat partilerin bakanları önergeyle ilgili çekimser kalmayı tercih etti. Cameron’ın lideri olduğu Muhafazakar Parti’den bazı milletvekilleri ise “Orta Doğu sorununda iki devletli anlaşmaya ve barışa ulaşılmadan, sınırları belli olmayan Filistin’in devlet olarak tanınamayacağını” savundu. Bulgaristan Parlamentosu’na Türk vekiller Bulgaristan’da 5 Ekim’de gerçekleşen erken genel seçimlerin ardından Merkez Seçim Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya göre 240 üyeli parlamentoda Türk ve Müslüman toplam 31 milletvekili yer alacak. Yüzde 4’lük barajı aşabilen sekiz siyasi oluşumun sadece 3’ü Türk ve Müslüman milletvekili çıkarabildi. Üyelerinin çoğunluğu Türklerden oluşan ve seçimlerden ülkenin üçüncü en büyük siyasi partisi olarak çıkan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) 38 üyelik parti grubunda 28 Türk milletvekili bulunuyor. Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi İçin Vatandaşlar (GERB) partisinin ise 84 milletvekillinden sadece ikisi Müslüman. Reformcu Blok (RB) koalisyonunun 23 kişilik grubunda Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (NPSV) lideri Korman İsmailov yer alıyor. Seçilebilecek pozisyonda Türk ve Müslümanlara yer vermeyen Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ise parlamentoda 39 milletvekili ile temsil edilecek. Milliyetçi çizgide yaptığı siyasetle dikkat çeken Vatanse- Kasım 2014 ver Cephesi (PF) 19, Rusya yanlısı Ataka partisi de 11 kişilik gruba sahip olacak. Sansürsüz Bulgaristan’ın (BBZ) 15, eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’un lideri olduğu Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) partisinin ise 11 milletvekili parlamentoda yer alacak. Bulgaristan Anayasası’nda yeni seçilen parlamentonun seçimden en geç bir ay sonra çalışmaya başlaması gerektiği belirtildiği için hükümetin Kasım ayı başında göreve başlamış olması bekleniyor. Dünyadan Morales üçüncü kez başkan Güney Amerika ülkelerinden Bolivya’da düzenlenen devlet başkanlığı seçimini, oyların yüzde 60’ını alarak Evo Morales kazandı. Morales’in en güçlü rakibi Samuel Doria Medina ise oyların yüzde 25’ine sahip oldu. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Başkent La Paz’daki devlet başkanlığı sarayının balkonundan halka hitap eden Morales, kazandığı zaferi Küba’nın eski Devlet Başkanı Fidel Castro ve Venezuela’nın geçtiğimiz yıl ölen lideri Hugo Chavez’e adadı. Dokuz eyaletten sekizinde seçimlerden zaferle çıkan Morales, “Bu, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı çıkanların zaferidir. Ekonomik liberalizm sürecini tamamlayarak büyümeye ve güçlenmeye devam edeceğiz” diye konuştu. 55 yaşındaki Morales, Bolivya Cumhuriyeti’ni kuran ve 1829-1839 yılları arasında ülkenin ilk devlet başkanı olan Marshal Andres de Santa Cruz’un ardından ülkede en uzun süre iktidarda kalan lider olacak. Bir dönem Koka Üreticileri Sendikası’nın liderliğini yürüten Morales, ilk kez 18 Aralık 2005’teki seçimi kazanarak devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Bolivya’da ekonomik ve siyasi istikrar sağlayan Morales, 25 Ocak 2009’daki seçimlerde ikinci kez seçilmişti. Rusya yedek ordu kurmaya hazırlanıyor Rusya Savunma Bakanlığı, normal dönemlerde kendi işlerinde çalışmaya devam ederken bir yandan da askerî eğitim alacak gönüllülerden oluşan bir yedek ordu kuruyor. Söz konusu ordunun, olası bir savaş halinde derhal toplanması öngörülüyor. Rus gazetesi İzvestiya’da yer alan habere göre, bu orduya katılacak gönüllüler düzenli bir askerî eğitimden geçecek ve gerekli durumlarda ülkeyi savunmak için her an orduya alınmaya hazır olacaklar. Önümüzdeki dönem çıkarılacak iki askerî kanunla, düzensiz ordunun oluşturulmasına yönelik hukuki zemin de hazırlanmış olacak. Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’nın Savunma Komitesi Başkan Yardımcısı Franz Klintseviç konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Bu birimlerin personelleri, bir yandan kendi işlerinde çalışmaya devam ederken diğer yandan düzenli olarak askerî eğitimlere katılacaklar ve yedek orduya katıldıkları için aylık belirli bir miktar ücret alacaklar” ifadelerine yer verdi. Klintseviç, yedek orduya katılanların her an ellerine silah alarak önceden oluşturulmuş askerî birimlerdeki yerlerini almaya hazır olmaları gerektiğini vurguladı. Emekli general Viktor Litovkin ise yedek ordu oluşturulmasının, ordunun “sürekli olarak en yüksek hazırlık seviyesinde” olmasına yardım edeceğini ifade ederek, “En önemlisi, savaş hali ortaya çıkarsa yedekler kolay lokma olmayacaktır, atandıkları savaş görevini iyi bir şekilde yerine getirebileceklerdir” diye konuştu. Kasım 2014 15 16 Her şey gençlik için Akif Çağatay Kılıç Gençlik ve Spor Bakanı Gelişmelere açık, farklılıklara saygılı, yenilikçi, etik değerlere bağlı, karar süreçlerine katılan, kaynakları etkili değerlendiren, çevreye duyarlı, özgüveni yüksek, mutlu, sağlıklı ve güçlü bir gençlik, güçlü yarınlar demektir. Kasım 2014 B u sayıda sizlerle birlikte olma ve Bakanlık faaliyetlerini aktarma imkanı veren TPB Parlamento dergisi yöneticilerine şükranlarımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum. Sevgili okuyucular, Bakanlığımın iki temel görevi var: Gençlik ve spora yatırım yapmak ve hizmet vermek. Diğer alanlarda olduğu gibi bu iki konuda da çok başarılı işlere ve projelere imza attık. İktidarda olduğumuz 12 yıl boyunca gerçekleştirdiğimiz yatırımlarla, bizim dönemimiz öncesinde gerçekleştirilen 80 yıllık yatırımlar karşılaştırıldığında bu fark açıkça görülecektir. Önce kısaca spor faaliyetlerimize göz atalım. Yaptığımız altyapı-üstyapı tesisleri ve verdiğimiz desteklerle millîlerimiz birçok spor branşında üst üste dünya ve olimpiyat şampiyonlukları kazanıyor. Hem bayrağımızı dalgalandıran hem de ulusumuzun göğsünü kabartan bu sporcularımızla gurur duyuyoruz. Geleceğin efsane gençlerini yetiştirmek için de var gücümüzle çalışıyoruz. Gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki bu yolda büyük mesafeler katettik. Şiddeti önlemek için yaptığımız kanuni düzenlemeler meyvesini vermeye başladı. E-bilet uygulaması sayesinde spor müsabakalarında görülen nahoş olaylarda dikkat çekici azalma oldu. Artık sporseverler gönül rahatlığıyla stadyumlara, spor salonlarına gidiyorlar. Uluslararası spor organizasyonlarında gösterdiğimiz büyük başarılara dünya spor camiası gıpta ile bakıyor. Dopingle mücadelede sergilediğimiz kararlılık başka ülkelere örnek teşkil ediyor. Dünya Dopingle Mücadele Ajansı’nın (WADA) toplantılarında ülkemizden övgüyle bahsediliyor. Sözün özü, sporda marka ülke olmak için koyduğumuz hedeflere ulaşmak üzereyiz. TPB Parlamento dergisinin değerli okurları, gençlik meselesine gelince… Gençlik bir toplumun geleceğidir. Bu bilinçle hareket ediyoruz. Okuyan, düşünen, sorgulayan, kendini ifade edebilen, sporu, sanatı ve bilimi yaşam tarzı haline dönüştüren bir gençlik için çalışıyoruz. Gelişmelere açık, farklılıklara saygılı, yenilikçi, etik değerlere bağlı, karar süreçlerine katılan, kaynakları etkili değerlendiren, çevreye duyarlı, özgüveni yüksek, mutlu, sağlıklı ve güçlü bir gençlik, güçlü yarınlar demektir. Gençliğin ilgi, ihtiyaç ve sorunlarını saptamak için çözüm ortakları ile eşgüdüm ve işbirliği içinde çalışarak kişisel, sosyal ve sportif alanlarda destekleyici politikalar oluşturuyoruz. Sürekli eğitim ve gelişimlerini esas alan projeler üretiyor, uyguluyoruz. Amacımız, bu sayede toplumsal 17 hayatın aktif üyesi, yenilikçi, özgüven sahibi, millî ve manevi değerlerin bilincinde, uluslararası temsil yeteneği olan lider gençler yetiştirmek. Şu anda Türkiye genelinde 182 gençlik merkezimiz hizmet veriyor. Önümüzdeki iki yıl içinde gençlik merkezlerinin sayısı iki katına çıkacak. Bu merkezlerde gençler kaynaşıyor, birbirine kenetleniyor, dostça ve kardeşçe bu ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için çalışıyorlar. Gençlerimizin bu birlikteliğini hiç kimse bozamaz. Gençlere buradan birkaç cümle ile seslenmek istiyorum: Bu milletin evlatları olarak, bu milletin geleceği olarak kendinizi çok iyi yetiştirin. Size sunulan imkanları sonuna kadar değerlendirin. Ama şunu da unutmayın; bu ülkenin geleceği sokak gösterilerinde, vandallıkta, yakıp yıkmakta değildir. Bu ülkenin geleceği, bu devletin başarısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin gücü, bir araya gelen, beraber çalışan, kardeşliğin kuvvetli olduğu, birbirini iyi tanıyan ve huzur içinde geleceğe beraber yürüyen bir millet olmaktan geçer. İşte biz bundan dolayı gece gündüz çalışıyoruz. Birlikteliğimiz ve beraberliğimiz olduğu sürece başarı mutlaka ve mutlaka gelecektir. Değerli TPB Parlamento dergisi okuyucuları, gençliğin problemleriyle de yakından ilgileniyoruz. Gençlerimizi terör batağından ve kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için projeler üretiyoruz. Mesela Hükümetimiz çocuklarımızı zehirleyen uyuşturucu tacirlerine dur demek için aralarında Bakanlığımın da bulunduğu 7 bakanlıktan oluşan Uyuşturucuyla Mücadele Komisyonu kurdu. Çalışmalarımız sürüyor. Gençlerimizi sokak çetelerinden ve dış güçlerin oyuncağı bölücü unsurlardan uzak tutmak için her tür tedbiri aldık. İnşallah yapacağımız çalışmalarla terör ve uyuşturucu bataklığını kurutacağız. Evlatlarımıza musallat olan sivrisinekleri de yok edeceğiz. Evlatlarımızın geleceğinin karartılmasını ve anaların ağlamasını önlemek için üzerimize düşen her görevi layıkıyla yapıyoruz. Gençliğe yönelik hizmetlerimiz bunlarla sınırlı değil. Tarih bilincini aşılamak için de projeler gerçekleştiriyoruz. Her yıl Malazgirt Zaferi’ni kutlayarak şühedanın izinden yürümeyi sürdürüyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları çerçevesinde yurdun dört bir yanından gelen on binden fazla gençle Kocatepe’den Zafertepe’ye yürüyüşünde buluşuyoruz. Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde bu vatan uğruna hepsi şehit olan 57. Alay için vefa yürüyüşü yaparak ecdadımızın ruhunu şad ediyoruz. Tarih etkinliklerimizi sosyal etkinliklerle de takviye ediyoruz. “Genç Kaşifler Treni” projesi ile gençlerimiz, bir zamanlar Osmanlı toprakları olan Balkanlar’dan başlayıp Asya-Avrupa topraklarına kadar giderek ecdadının izini sürüyor. Gençlerimize, atalarımızın bu topraklar üzerinde bulunan ülkelere götürdüğü medeniyeti yakından görme imkanı sağlıyoruz. Bu kutsal vatan topraklarının ne güç şartlarda kazanıldığını gençlerimizin bizzat görerek ve yaşayarak hissetmelerini istiyoruz. Gençliğin kendine güvenmesi, kendini donatması, teknoloji çalışmalarının içinde yer alması önemli. Bu konuda da gençlerimize yol gösteriyoruz. Sosyal medya günümüzün en etkin aracı. Anında binlerce genci sokağa dökebiliyor, provokatif eylemlerin içine düşebiliyorsunuz. Sizin yazdığınızdan doğrudan etkilenen birçok insan var. Söylenen şeyin farklı noktalara gidebileceği bir algı ile karşı karşıyayız. Gençlerimize bu iletişim araçlarını iyi, doğru bir şekilde kullanmalarını tavsiye ediyorum. Gezi ve IŞİD olaylarında sosyal medya aracılığıyla gençlerin nasıl kullanılmak istendiğini hepimiz gördük. Bu bilinci de gençlerimize vermek bizim görevimiz. “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” diyen Gazi Mustafa Kemal’in izinden giderek, Cumhuriyet’e layık, devletimize, milletimize yaraşır gençler yetiştiriyoruz. 12 yıllık iktidarımız döneminde gençlere yönelik hizmetlerimiz ve icraatlarımız da bunun en büyük kanıtıdır. Gençlerimize güveniyor ve inanıyoruz. 75 milyon olan nüfusumuzun yarısına yakını genç nesilden oluşuyor. Bunu bir fırsat olarak değerlendiriyoruz. 2023, 2053 ve 2071 hedeflerimize ancak bu gençlerimizle ulaşabileceğimizi çok iyi biliyoruz. Hepinize sağlıklı ve mutlu günler dilerim. Kasım 2014 Otuz iki yaşındaki ihtiyar: 1982 Anayasası 7 Kasım 1982, yürürlükteki anayasamızın halk oylamasına sunulduğu ve ülke vatandaşlarının neredeyse tamamından “Evet” oyu aldığı tarih. Ancak aradan onlarca yıl geçti, tüm şartlar değişti. Askerî vesayet altında, o zamanın koşullarına göre hazırlanan bu anayasa Türkiye’ye artık dar geliyor. Gökçe Doru Kasım 2014 Kapak S iyasi cinayetler, işsizlik, katliam boyutuna varan mezhep çatışmaları… Tüm bu olumsuzlukların millete bol gelen 1961 Anayasası’nın sonuçları olduğu düşünülüyordu ki 1980 darbesinden kısa bir süre sonra yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuldu. Hak ve özgürlükler kısıtlandı, kişiler değil devlet koruma altına alındı, cumhurbaşkanının yetkileri artırıldı, halka karşı kamu güçlendirildi… Yani eni enimize, boyu boyumuza uygun yeni bir anayasak, pardon, anayasa üretildi. Anayasa metnini hazırlama görevi, başkanlığını Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın yaptığı on beş kişilik bir komisyona verildi. Komisyonun maharetli bir terzi titizliğiyle çalışacağından emin olunsa da Millî Güvenlik Konseyi’nin düzenlediği kurallar çerçevesinde bu çalışma gerçekleşecekti. Üniversiteler, sendikalar, yüksek mahkemeler gibi kurum ve kuruluşların görüş desteğiyle komisyon çalışmalarını tamamladı. Amerikalı siyaset bilimci Samuel Phillips Huntington “Demokratik rejimin yerini otoriter bir rejimin alması halk tarafından hemen daima büyük bir ferahlama ve ezici bir onayla karşılanmıştır” diye bir laf etmiş zamanında. Türkiye, 7 Kasım 1982 tarihinde bu sözü doğruladı adeta; yeni anayasanın kabulü için gidilen halk oylamasından %91,37 “Evet” oyu çıktı. 80 dönemi iktidarı yani asker, bu anayasayla devlet organlarının hukuki statülerini, yetki ve görevlerini de belirledi. İktidar kendini bağlayan, daha önce kabul edilmiş hiçbir hukuk kuralını benimsemeyerek yeni bir anayasa yaptı. Şu veya bu gibi sebeplerle anayasanın değiştirilmesi söz konusu olduğunda ise bu, o anayasanın izin verdiği ölçülerde olabilecekti. Hazırlandığı dönemdeki koşullar zaman içinde farklılaşacağından toplumun gereksinimlerine göre anayasa 1982 Anayasası otuz iki yılda onlarca değişiklik geçirdi, ancak pek çok hukukçuya göre bu anayasanın otoriter ve vesayetçi ruhunu tamamen tasfiye etmek hiçbir değişiklikle mümkün olamadı. değiştirilebilir, ki 1982 Anayasası pek çok kez değiştirilmiştir. Yürürlükteki anayasaya göre değişiklik yapma yetkisi TBMM’nindir. Anayasa bu sefer de dar geliyor Darbe yılları hiç kimsenin hatırlamak istemeyeceği kadar kötüydü. 1982 Anayasası, bu kötü koşullara göre, sanki ülke hep bir kriz içinde yaşayacakmış gibi hazırlandı. Yıllarca çeşitli platformlarda akademisyenler, medya, partiler, sivil toplum kuruluşları tarafından eleştirildi, değiştirilmesi gerektiği vurgulandı. Anayasanın eleştirildiği konular genellikle demokratik olmadığı, birey karşısında devleti koruduğu, resmî ideoloji içerdiği, aşırı katı olduğu, dilinin zor anlaşıldığı, temel hak ve hürriyetleri aşırı sınırladığı, sendikal hakları daralttığı, siyasi partilere fazla yasak getirdiği, cumhurbaşkanını parlamenter sistemle bağdaşmayacak şekilde güçlendirdiği, merkeziyetçiliği artırarak yerel yönetim ilkesini zayıflattığı, üniversite özerkliğini azalttığı yönündeydi. 1982 Anayasası otuz iki yılda onlarca değişiklik geçirdi, ancak pek çok hukukçuya göre bu anayasanın otoriter ve vesayetçi ruhunu tamamen tasfiye etmek hiçbir değişiklikle mümkün olamadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir anayasası milletin hür iradesiyle seçtiği gerçek temsilcilerden oluşan meclisler tarafından, bir tartışma ve uzlaşma sürecinin ürünü olarak kabul edilmiyordu. Türkiye, “sivil” bir iradenin ürünü olan, toplum mutabakatıyla oluşturulmuş bir anayasaya 1982 yılından beri ihtiyaç duyuyor. “Sivil anayasa” kavramı belki de kamu hayatına Kasım 2014 19 20 Kapak ilişkin temel belirleyici kararların toplumu temsil eden kişilerce alınmasını ve sivil iradenin askerî iradeye hakim olmasını öngören bir kavram olması nedeniyle son yıllarda hem siyasilerin hem de halkın dilinden düşmüyor. Anayasanın gerekli görüldüğü durumlarda parça parça değiştirilmesi yerine tamamıyla yeni bir anayasanın yapılmasının daha isabetli olacağı düşüncesi ise uzun zamandır vardı. Demokratik bir anayasa düzeni kurmak amacıyla yapılan çeşitli taslak çalışmalarının ilki 1992 yılında Prof. Dr. Erdoğan Teziç başkanlığında, Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) için hazırlandı. On hukukçunun görev aldığı, “Yeni Bir Anayasa İçin” adlı taslakta dikkat çeken pek çok madde vardı. Liberal demokratik rejimlerde devletin resmî bir ideolojisi olmadığı gerekçesiyle Kemalizmin anayasada yer almaması gerektiği söyleniyordu örneğin. Atatürk milliyetçiliği tamlamasının kaldırılması, “Devletin dili Türkçedir” yerine resmî dilinin Türkçe olduğunun belirtilmesi, cumhurbaşkanı ve milletvekili yeminlerinde Atatürk ilke ve inkılaplarıyla ilgili bir söz bulunmaması, devletin şekli dışında anayasada değiştirilemez hükmü bulunan madde olmaması, “Başlangıç” bölümünün sistemle bağdaşmadığı gerekçesiyle kaldırılması dikkat çekici diğer noktalardı. Anayasa değişikliği için bir diğer çalışma, yine TÜSİAD’a 1997 yılında Prof. Dr. Bülent Tanör tarafından hazırlandı. “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” adlı çalışmanın “Öneri” kısmında Millî Güvenlik Kurulu ile 118. maddenin tamamen kaldırılması gerektiği savunuldu. Kasım 2014 Prof. Dr. Bülent Tanör, 1999 yılında “Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi” adlı bir çalışma daha yaptı. Burada, 1997’deki taslağa ek olarak daha demokratik bir hukuk düzeninin kurulması için yapılması gerekenler işaret edilmişti. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) için 2000 yılında hazırlanan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi Anayasa 2000” başlıklı çalışmada Avrupa Birliği’ne aday bir ülkenin anayasasının artık dar bir elbise haline geldiğinin altı çizildi. 2001 yılında Türkiye Barolar Birliği (TBB) için “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi” başlıklı bir çalışma hazırlandı. Aralarında Prof. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu, Yekta Güngör Özden gibi hukukçuların yer aldığı ekip, 188 maddeden oluşan bu taslağın uzlaşmayı, barışı, huzuru, güveni sağlayacak ve toplumsal beklentilere yanıt verecek bir nitelik taşıdığını bildirdi. Bu taslağa göre dil yasağı ve ölüm cezası kaldırılmakta, işkence ve eziyet yasağı ayrı bir madde olarak düzenlenmekteydi. Din eğitimi mecburi olmaktan çıkarılmış, zorunlu eğitim 11 yıla yükseltilmişti. 2007 yılında bu çalışma güncellendi, pek çok yeni madde eklendi, bir kısmı değiştirildi, bazıları çıkarıldı. Sivil anayasa başka bahara… 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin isteği üzerine Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığında yeni bir anayasa taslağı hazırlandı. “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Önerisi” başlıklı çalışma cumhurbaşkanının yetkilerinden türbana kadar pek çok düzenleme içermekteydi. Hazırlanan taslakta 1982 Anayasası’nın “Başlangıç” kısmı yerine şu ifadeler yer alıyordu: “Herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla hareket eden, her türlü ayrımcılığı Kapak reddeden, farklılıklarımızı kültürel zenginliğimizin kaynağı olarak gören bir eşitlik anlayışına sahip biz Türk Milleti; insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyetin kurum ve kurallarını düzenleyen bu Anayasayı, egemen irademizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefi ile ebedî barış idealine olan bağlılığımızın ifadesi olarak kabul ve teyid ederiz.” Söz konusu taslakta değiştirilemeyecek hükümler yer almıyor, cumhurbaşkanının yetkileri azaltılıyordu. Eleştirilerin aksine, laiklik kavramının etkinliğini azaltmamış, devlet düzeninin din kurallarına dayandırılamayacağı vurgulanmıştı. Bunun yanı sıra zorunlu olan din dersini isteğe bağlı hale getiriyordu. Ayrıca “devletin dili” yerine “resmî dil” ifadesi kullanılmıştı. Taslak, milletvekilleri dokunulmazlığını tümüyle kaldırmıyor, ancak bazı suçlarda sorgulama ve yargılama yapılabilmesini uygun görüyordu. Taslağın en çok tartışılan maddelerinden biri de “Kılık kıyafetinden dolayı hiç kimsenin yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamayacağı”ydı. Bu madde türbana serbestlik geldiği tartışmalarına neden oldu. Ancak Özbudun ve çalışma ekibinin hazırladığı bu taslak çeşitli nedenlerle rafa kaldırıldı, zaman içinde yeni taslaklar üzerindeki çalışmalar yoğunlaştı. Sonraki taslaklarda Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül’e yargı yolunun açılması, askerin sivil mahkemelerde yargılanabilmesi, memurlara sendika hakkı, başkanlık sistemi gibi konular üzerinde duruldu. 24. Dönem’le başlayan, yüzülüp kuyruğuna gelinen sivil anayasa çalışmaları ise onca özveriye rağmen Meclis’teki dört partinin uzlaşamaması nedeniyle sonuç vermedi. 1987 yılından itibaren pek çok kez değişen 1982 Anayasası’nda AB uyum 1982 Anayasası’nda AB uyum süreci çerçevesinde yapılan değişiklikler, hukuk devletinin gereklerini biraz daha yerine getiren, güçlendiren, demokratikleşmeyi sağlayan düzenlemelerdi. süreci çerçevesinde yapılan değişiklikler, hukuk devletinin gereklerini biraz daha yerine getiren, güçlendiren, demokratikleşmeyi sağlayan düzenlemelerdi. Düşünce ve ifade özgürlüğü; dernek kurma özgürlüğü, barışçı toplantı hakkı ve sivil toplum; işkenceyle mücadele; duruşma öncesi gözaltı; insan hakları ihlalleri sonuçlarının düzeltilmesi imkanlarının güçlendirilmesi; devlet memurları ve kamu görevlilerinin insan hakları konusunda eğitimleri; Devlet Güvenlik Mahkemeleri dahil olmak üzere, yargının işlevselliği ve verimliliği; ölüm cezasının kaldırılması; kültürel yaşam ve bireysel özgürlükler; tüm vatandaşların ekonomik, sosyal ve kültürel imkanlarının artırılması amacıyla bölgesel dengesizliklerin azaltılması; tüm bireylerin herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi görüş, felsefi inanç veya dinine bakılmaksızın tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması, düşünce ve vicdan özgürlükleri; cezaevlerindeki tutukluluk koşulları; Millî Güvenlik Kurulu; olağanüstü hal gibi konu başlıklarında yıllar içinde yapılan düzenlemeler 1982 Anayasası’nı bir taş kadar sert olmaktan bir nebze kurtardı. Ancak milletin hür iradesiyle seçtiği, gerçek temsilcilerden oluşan bir meclis tarafından hazırlanacak sivil anayasa başka bahara kaldı. Kasım 2014 21 22 KapakGörüş Milletvekilleri ne diyor? Mustafa Elitaş AK Parti Grup Başkanvekili ve Kayseri Milletvekili Demokratik toplumlarda anayasalar, gücünü millî mutabakat zemininden ve milletin iradesinden alır. Anayasa, toplumda çoğunluk tarafından benimsenen bir değerler sistemini ifade etmelidir. Antidemokratik unsurlar ile insicamını kaybetmiş, darbe ürünü 1982 Anayasası bu niteliklerden mahrumdur. Bu nedenle sivil anayasa yapmak bir ihtiyaç ve sorumluluk haline gelmiştir. Bölgesinde ve dünyada güçlü olan, hukukun üstünlüğünü egemen kılmayı hedeflemiş bir Türkiye’ye artık bu anayasa dar gelmektedir. Yıllardır mevcut anayasa ile sorunlar kördüğüm olmasına rağmen, Türkiye’ye yeni anayasa fikrini AK Parti aşılamıştır. AK Parti iktidarına kadar “82 Anayasası değişsin” diyenler çoktu, ama bu bir temenniyi geçemedi. İşi ciddiyetle ele alan yoktu. Türkiye siyaset tarihinde büyük bir toplumsal destekle iş başına gelen partimizden, sivil bir anayasa yapılması noktasında vatandaşlarımızın büyük beklentisi vardı. Partimiz bu uğurda üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş, anayasa değişikliği için her tür müzakereyi başlatmıştır. İktidarımız Kasım 2014 “Mevcut anayasa Türkiye’nin ihtiyaçlarına ve taleplerine yeteri kadar cevap vermemektedir.” döneminde, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden milletvekili seçilebilme yaşının 25’e düşürülmesine kadar birçok maddenin değişmesi sağlanmıştır. 2010 yılındaki anayasa değişikliği çok önemlidir. 26 maddelik anayasa paketi Türkiye’de vesayetçi sistemi değiştirmiştir. 12 Eylül 2010’da yapılan referandumun %77 oranında yüksek katılım ve %58 nispetinde güçlü “Evet”le sonuçlanması, Türkiye’deki değişim ve demokratikleşmeyi perçinleyen bir milat olarak tarihe geçecektir. Buna mukabil 2011 Genel Seçimleri sonrası, vaadimiz olan “Yeni Anayasa” taahhüdü üzerine “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” kurmak için Meclis’te grubu bulunan diğer siyasi partilerle de çalışmalara baş- KapakGörüş “Günümüzde anayasanın nasıl yapıldığı mevcut anayasa Türkiye’nin ihtiyaçlarına, taleplerine yeteri kadar cevap vermemektedir. 2015 Genel Seçimleri’nden sonra, halkımızın teveccühüyle anayasal değişikliği yapacak çoğunluğu yakaladığımız an Yeni Türkiye’ye yeni bir anayasa kazandıracağız. Bu uğurda hiçbir kesim, parti, ekol, anlayış kendini diyaloğa ve yeni sürece kapatmamalıdır. Bugün gecikmiş olsak da yeni anayasa ile olağanüstü hal şartlarından kurtularak, geçmişten gelen ve bugün önümüzde duran sorunları çözerek “Büyük Türkiye” hedefine ulaşacağız. en az anayasanın kendisi kadar önemlidir. Yapım sürecinin demokratik bir nitelik taşıması, anayasanın toplum tarafından benimsenmesi ve her kesimin ‘Benim anayasam’ diyebilmesi için CHP İzmir Milletvekili gereklidir.” Rıza Türmen ladık. O dönemde Sayın Başbakanımızın talimatı üzerine siyasi partilerin Meclis’teki temsil oranına bakılmaksızın komisyonda eşit sayıda üye ile temsillerini sağladık. Bu süreçte toplumun her kesiminden yeni anayasa için görüş beyan etmelerini istedik ve STK’larla da istişare ederek titiz bir çalışma yürüttük. Lakin yeni anayasa yazımı hedeflenen süreçte tamamlanamamış, toplam 172 madde kaleme alınmış, bu maddelerin sadece 60’ında mutabakat sağlanmıştır. Her tür girişimimize rağmen diğer partilerle uzlaşma sağlanamamış, mutabakata varılan maddelerin oylanmasında anlaşılamamıştır. Komisyon çalışmalarını nihai sona ulaştıramadan dağılmıştır. Parti Grubumuz üzerine düşen tarihî vazifeyi hakkıyla yerine getirmesine rağmen sonuca ulaşılamayan anayasa değişikliği konusundaki hayalimizden ve fikrimizden vazgeçmemizi kimse beklemesin. Yeni Türkiye’ye yeni bir anayasa oluşturmamız lazım. Artık 1982 Anayasası devleti bireye karşı koruyan, özgürlükleri sınırlayan, cumhurbaşkanına çok geniş yetkiler veren ve Türk toplumuna dar geldiği ortaya çıkınca pek çok kez değişikliğe uğrayan bir anayasadır. 1982 Anayasası’nın ülkenin ihtiyaçlarını karşılamadığı ve yeni bir anayasa yapılması gerektiği konusunda Türkiye’de görüş birliği bulunuyor. Bilindiği gibi yeni bir anayasa hazırlanması amacıyla iki yıl boyunca çalışma yapıldı. Başlangıçta anayasa yapımı için çok doğru bir yol seçildi. TBMM’deki her siyasi partinin eşit sayıda temsilcisinin yer aldığı bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Komisyon’un bu şekilde oluşturulması yeni anayasanın siyasi bir uzlaşmaya dayanması olanağını vermesi bakımından önemliydi. Yeni anayasa için hazırlık çalışmaları yapılırken katılımcılık da sağlanarak toplumun her kesiminden görüş alındı. Günümüzde anayasanın nasıl yapıldığı en az anayasanın kendisi kadar önemlidir. Yapım sürecinin demokratik bir nitelik Kasım 2014 23 24 KapakGörüş taşıması anayasanın toplum tarafından benimsenmesi, içselleştirilmesi ve her kesimin “Benim anayasam” diyebilmesi için önemlidir. Bu açıdan TBMM 24. Dönem’in başlamasının ardından yeni anayasanın hazırlık aşamasında katılımcılığın sağlanmış olması, toplumun farklı kesimlerinden görüşler alınması çok doğru bir yaklaşımdı. Ancak “Anayasa yapım sürecinde bu görüşlerden ne kadar yararlanıldı?” diye sorarsanız katılımcılığın uygulamaya pek yansımadığını söyleyebiliriz. Çünkü alınan görüşlere zaman zaman başvurulsa da Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na siyasi partilerin görüşleri ve çıkarları hakim oldu. Her siyasi partinin anayasadan beklentileri farklıydı. Başkanlık sistemi önerisinin ortaya atılması ise yeni anayasa çalışmalarının önüne adeta bir barikat kurdu. Bu barikattan kurtulmak da bir türlü mümkün olmadı. Şimdi bu sonuçtan bir ders çıkarmamız lazım. Bir daha benzer güçlüklerle karşılaşmamak için farklı bir yöntem uygulamamız gerek ir. Yeni anayasa yapımı siyasi partilerin bir odaya kapanarak yürüttükleri bir süreç olmamalı, sivil toplumun daha aktif katılımı sağlanmalıdır. Bilindiği gibi yeni anayasa çalışmaları sırasında 60 madde üzerinde anlaşmaya varıldı. Tabii anayasa süreci sona erdikten sonra Türkiye’de yeni gelişmeler oldu; bir kere çözüm süreci var. Çözüm sürecinin anayasal bir zemine oturtulması için de, anlaşma sağlanan 60 maddenin yürürlüğe girebilmesi için de siyasi partiler arasında uzlaşı gerekir. “Ben seçimlerde oy çoğunluğunu sağlarsam anayasayı tek başıma değiştiririm” düşüncesi çok yanlıştır. Oy çoğunluğunu elde ederseniz bunu yapabilirsiniz, ama toplumsal Kasım 2014 “Demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi bağlamında anayasa değişikliğine ihtiyaç duyuluyor.” mutabakat sağlanmadığı için bu bir dayatma anayasası olur, yürürlüğü de fazla sürmez. TBMM 24. Dönem’de gerçekleştirilememiş olsa da 25. Dönem’de yeni bir anayasa yapmak zorundayız. 12 Eylül anayasasından kurtulmak, çözüm sürecini sağlıklı bir zemine kavuşturmak, yargı bağımsızlığını sağlamak, Türkiye’de demokrasi ve özgürlükleri güvence altına almak için yeni bir anayasa yapmamız gerekiyor. Özcan Yeniçeri MHP Ankara Milletvekili 1982 Anayasası’nın elbette değiştirilmesi gereken yanları var. Özellikle demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi bağlamında bu değişikliğe ihtiyaç duyuluyor. Bu konuda hiç kimsenin kuşkusu yok. Ancak unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Köklü bir tarihe ve kimliğe sahip bir milletin devletidir. Siz eğer “Darbe anayasasını değiştiriyorum” diyerek Türk milletini inkar eden, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşüren, adeta bölünmeye, ayrışmaya uygun bir anayasal metin ortaya çıkarmaya çalışırsanız kaş yaparken göz çıkarmış olursunuz. Ayrıca esas niyetinizin ne olduğu da sorgulanır hale gelir. Evet, yeni bir anayasa yapalım, ama bu anayasayı hazırlarken Türk milleti kavramına niye dokunuyorsunuz? Nedir bu kavramla alıp veremediğiniz? Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan “Türk Devletine vatandaşlık KapakGörüş bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ifadesi hukuki bir ifadedir. Herkesin hukuk ve fırsatlar karşısında eşit olduğuna işaret eder. Kimsenin etnisitesini inkar etme anlamında kullanılmamaktadır. Bu ifadeyi “herkesi Türk yapmak” olarak sunmanın ardında başka niyetler aramak gerekir. Fransa anayasası herkesi Fransız, Almanya anayasası herkesi Alman sayıyor, hiç kimse de bundan rahatsızlık duymuyor. Eğri oturup doğru konuşalım; Anayasa’nın değiştirilmek istenmesinin amacı Türkiye’de demokratik hak ve özgürlüklerin en üst seviyede sağlanması değil, PKK’nın ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bunun kabul edilmesi ise mümkün değildir. Üniter yapıyı ve resmî dil Türkçeyi tartışma konusu yaparsanız, Türk milleti kavramını anayasadan çıkarmayı gündeme getirirseniz elbette yeni bir anayasa yapamazsınız. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk milleti kavramına, üniter yapıya, Türkçeye dokunmayan bir anayasa metni hazırlansın, beş dakikada çıkaralım. Aksi yönde bir çalışma yapılması halinde Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna izin vermeyeceğimizi ifade etmek isterim. Hasip Kaplan HDP Şırnak Milletvekili 12 Eylül darbesi ile Meclis’e el konulması, siyasi partilerin kapatılması, siyasi yasaklar getirilmesi sonrasında darbecilerin yaptığı başta anayasa olmak üzere hukuki düzenlemelerin çoğu bugün yürürlüktedir. Darbeciler kendi anayasalarını hazırlayarak demokratik toplum yerine baskıcı bir düzen getirdiler. İlk yaptıkları iş anadilleri, özellikle Kürtçeyi yasaklamak oldu. Sendikalar, meslek örgütleri, dernekler, siyasi partiler kapatıldı, üye ve yöneticileri içeri alındı. Uzun gözaltılar, sıkıyönetim askerî mahkemeleri, idamlar, vahşet sahneleri, işkenceler yaşandı. Darbe anayasası ile eşit yurttaşlık, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü ka ldırıldı, resmî dil dışında eğitim-öğretim engellendi, basın baskı altına alındı, darbecilere koruma getirildi. Milletin iradesi önüne engeller konuldu; %10 seçi m ba rajı, siyasi partiler yasası, seçim yasaları “Bugüne kadar yapılan değişikliklerle yamalı bohçaya dönen darbe anayasası, demokratik bir toplum önündeki en büyük engeldir.” ile istediklerini iktidara getirdiler. 35 yıldır iktidar olanlar darbe yasalarından nemalandı, bu yasalara sığındı, çıkarlarına uygun olduğu için de değiştirmedi. AB üyelik süreci sonucu 2001 yılında bazı değişiklikler yapıldı, ancak MGK, YÖK gibi birçok kurum hâlâ yaşıyor. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkeler darbecilerle hesaplaşırken, Türkiye darbecileri göstermelik bir yargılama ile tutuksuz yargıladı, sorumlulardan hesap sorulamadı. 21. yüzyılda Türkiye darbe anayasasının ayıbını yaşıyor. Yeni sivil ve demokratik bir anayasa için Meclis’te kurulan Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmaları “ başkanlık sistemi hevesleri” nedeniyle tamamlanamadı. Bugüne kadar yapılan değişikliklerle yamalı bohçaya dönen darbe anayasası, demokratik bir toplum önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle darbe anayasası değiştirilmeden, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, eşit yurttaşlık, anadile özgürlük, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, adil bir seçim sistemi olmadan ve darbe mevzuatının ayıklanması sağlanmadan Türkiye’nin sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Kasım 2014 25 26 Söyleşi Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır: Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandıracağız Söyleşi: Songül Baş Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusundaki kararlılığının devam ettiğini ve müzakere sürecinde yaşanan sorunlara rağmen reformların kesintisiz sürdüğünü ifade eden Bakan Bozkır, “Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmak üzere Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği Stratejisi’ni hazırladık. Bu çerçevede ülkemizin öncelikleri ve vatandaşlarımızın yararı ön planda tutularak hem reform sürecimize hız kazandırılacak hem de Türkiye ve AB arasında yeni iletişim köprüleri kurulacaktır” diyor. Kasım 2014 Türklere Avrupa için vize muafiyeti gelecek mi? Bu süreçte hangi aşamadayız? Türk iye’nin elli yılı aşkın süredir devam eden AB ile bütünleşme süreci ve 2015’te yirminci yılına girecek olan Gümrük Birliği açısından bir değerlendirme yaparsak vizesiz seyahatin en çok Türkiye vatandaşlarının hakkı olduğunu söyleyebiliriz. Vizesiz seyahat sadece bürokratik süreçlerin kolaylaşması ve hızlanması bakımından değil, ülkemize ilişkin önyargıların aşılmasına katkıda bulunacak olması bakımından da son derece önem arz ediyor. Dolayısıyla vize muaf iyeti sürecine AB’ye katılım müzakereleri kadar değer veriyor ve üzerinde titizlikle çalışıyoruz. Söyleşi Bildiğiniz gibi bu süreç bir diyalog süreci. Vatandaşlarımızın İngiltere ve İrlanda hariç AB ülkelerine vizesiz seyahat etmesi ile sonuçlanacak bir dizi aşamayı içeriyor. İlk aşamada 16 Aralık 2013 tarihinde Geri Kabul Anlaşması’nın ve vize muafiyeti sürecine dair hususların yer aldığı Mutabakat Metni imzalandı. Buna göre, Geri Kabul Anlaşması’nın üçüncü ülke vatandaşları bakımından yürürlüğe girmesinden en geç 3-3,5 yıl sonra vatandaşlarımız vizesiz seyahat hakkına kavuşacak. Bu vesileyle kamuoyunda çok tartışılmış olan Geri Kabul Anlaşması ile ilgili bazı hususlara değinmekte fayda görüyorum. Bu anlaşmanın Türkiye’nin güvenliği ile kamu düzenini tehdit edeceği ve ülkemizin adeta bir kaçak göçmen yuvası haline gelebileceği gibi yorumlar yapılıyor. Geri Kabul Anlaşması’na göre Türkiye, ülkesi üzerinden AB ülkelerine yasa dışı yollarla giden üçüncü ülke vatandaşlarını anlaşma y ürürlüğe girdi kten 3 y ı l sonra geri a lmaya başlayacak. Söz konusu durum, AB üzerinden Türkiye’ye gelecek düzensiz göçmenlerin ilgili AB ülkelerine iadesi için de geçerli. Diğer bir ifadeyle Geri Kabul Anlaşması karşılıklılık esasına dayanmakta. Bu anlaşmanın ve vize muafiyet sürecinin uygulamasına ilişkin ayrıntılar Avrupa Birliği Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın yakın işbirliği içinde hazırlanan “Meşruhatlı Yol Haritası”na göre gerçekleştirilecek. AB ile vize muafiyeti diyaloğunun bizim hazırladığımız bu harita üzerinden yürütülmesi konusunda uzlaşmaya varıldı. Söz konusu Yol Haritası’nda göç ve sınır yönetimi, kamu düzeni ve güvenliği, vize politikası, uluslararası koruma gibi konularda mevzuata ve uygulamaya ilişkin Türkiye’nin uyum “Ülkemizin AB üyeliği önünde en önemli engellerden biri önyargılardır. Bu önyargıların aşılmasında hükümetler ve parlamentolar arasındaki müzakerelerin yanı sıra sivil toplumun ve vatandaşlar arasındaki iletişimin katkısı çok büyüktür.” sağlaması gereken tedbirler yer alıyor. Geri kabulün de Türkiye açısından risk oluşturmayacak, kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye sokmayacak şekilde uygulanması için gerekli tüm detaylar üzerinde çalışılıyor. Yol Haritası’na uygun olarak vize muafiyeti sürecini başarıyla tamamladığımız ve üçüncü ülke vatandaşlarının geri kabulüne ilişkin uygulamayı başlattığımız zaman ilgili Konsey Tüzüğü’nde bir değişiklik yapılacaktır. Bu değişiklikle Türkiye, vize muafiyetine sahip ülkelerin bulunduğu listeye alınacak ve Türk vatandaşları için vize muafiyeti gerçekleşmiş olacaktır. Şu anda süreç devam ediyor. Sürecin sorunsuz yürümesi için iki taraf da üzerine düşen yükümlülükleri yerine getiriyor. Yurt dışında çok sayıda Türk yaşıyor. Bakanlık olarak önümüzdeki süreçte yurt dışındaki Türklerle diyaloğu geliştirmek adına neler yapacaksınız? AB Bakanlığı olarak AB ülkelerinde yaşayan her vatandaşımızı birer AB elçisi kabul ediyoruz. Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde biz Bakanlık olarak siyasi ve teknik süreçleri yürütürken, AB ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız da kültürel ve sosyal anlamda Avrupa vatandaşları ve kurumları ile yakınlaşma, ilişkileri geliştirme bakımından çok önemli rol oynuyorlar. 2010 yılında uygulamaya koyduğumuz AB İletişim Stratejisi’nin AB’ye yönelik ayağında bu vatandaşlarımızı da kapsayan etkinlikler gerçekleştiriyoruz. Yurt dışındaki sivil toplum kuruluşlarıyla ve iş çevreleriyle sık sık bir araya geliyor, onların sosyal ve kültürel etkinliklerine destek sağlıyoruz. Özellikle son dönemde AB kamuoyunda ülkemiz hakkında olumsuz bir algı belirdiğini, olgu ile algının örtüşmediği bir resim ortaya çıktığını görüyoruz. Bu nedenle önümüzdeki dönemde siyasi reform süreci ve sosyo-ekonomik dönüşüm hakkında Türk kamuoyunun yanı sıra AB kamuoyunda da farkındalık yaratmak ve bu süreçte elde edilen kazanımların toplumsal tabana yayılmasını sağlamak üzere AB İletişim Stratejisi’ni yeni yaklaşım ve araçlarla güçlendiriyoruz. Bu noktada önceliğimiz AB ülkesi vatandaşlarının Türkiye ile ilgili algıları oluşurken doğru resme bakmalarını sağlayacak faaliyetler olacaktır. Ülkemizin AB üyeliği önünde en önemli engellerden biri önyargılardır. Bu önyargıların aşılmasında hükümetler ve parlamentolar arasındaki müzakerelerin yanı sıra sivil toplumun ve vatandaşlar arasındaki iletişimin katkısı çok büyüktür. Bunun için AB ülkeleri nezdinde iletişim ve tanıtım faaliyetlerine hız vermeyi planlıyoruz. Bu Kasım 2014 27 28 Söyleşi çerçevede de AB ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız ile işbirliğini güçlendireceğiz. Ayrıca, AB Bakanı ve Başmüzakereci olarak AB üyesi ülkelere yapacağım tüm ziyaretlerde vatandaşlarımızla bir araya gelerek, önceki yıllardan itibaren gelenekselleşmiş olan sohbetleri gerçekleştirmeye, onları dinlemeye ve sürece dahil olmaları için teşvik etmeye devam edeceğim. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılı olan 2023 için belirlenmiş hedefler var. Bunlardan biri de Avrupa Birliği’ne dahil olmak. Şu anda süreç nasıl devam ediyor? Avrupa Birliği yolunda hangi aşamadayız? 1 Eylül 2014 tarihinde Say ın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu tarafından açık lanan 62’nci Hükümet Programı’nda, Türkiye’nin AB üyelik hedef inin “stratejik hedef ” olarak nitelendirilmesi ve Cumhuriyet’in 100’üncü yılında üyelik ile taçlandırılmış bir sürecin amaçlandığının bel i r t i l mesi A B üyel i k sü reci n i n kararlılıkla devam ettirileceğinin en önemli göstergesidir. Tam üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ek im 2005 tarihinden bu yana toplam 33 müzakere faslından 14 fasıl müzakereye açılmış, bir fasıl geçici olarak kapatılmıştır. 17 fasıl üzerindeki siyasi blokajlar da devam etmektedir. Ancak sürece sadece fasıl odaklı bakmak, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin birçok alanda getirdiği köklü değişimlerin göz ardı edilmesine neden olabilir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım süreci, tüm ülkemizi etkileyecek bir çağdaşlaşma projesidir. AB’ye üyelik sürecinde gerçekleştirdiğimiz reformlar ve çalışmalar, daha güçlü ve demokratik bir Türkiye’ye katkıda bulunmaktadır. AB süreci, gıda güvenliğinden tüketici haklarına, Kasım 2014 çalışma hayatından sosyal haklara, çevreden bilgi toplumuna kadar birçok farklı alanda vatandaşlarımızın gündelik hayatının Avrupa standartlarına yükselmesi açısından da önemli bir süreçtir. Tüm bu çalışmalar vatandaşlarımızın refahının, yaşam kalitesinin artmasını sağlamış ve geleceğe daha güvenle ve inançla bakmamıza vesile olmuştur. Hükümet Programımızda da vurguladığımız gibi, AB ile yürütülen müzakerelerin hedefi tam üyeliktir ve önümüzdeki dönemde de çalışmalarımız bu kararlılık ve inançla sürdürülecektir. Cumhurbaşkanlığı devir-teslim töreninde Sayın Cumhurbaşkanımız da bu kararlılığın altını bir kez daha çizmiştir. Bu çerçevede, Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmak üzere Bakanlık Söyleşi olarak “Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği Stratejisi”ni hazırladık ve Bakanlar Kurulu’na sunduktan sonra 18 Eylül’de Brüksel’de kamuoyuyla paylaştık. Hükümetimiz tarafından ortaya konan güçlü iradenin ilk adımını teşkil eden “Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği Stratejisi”, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ivme kazandırarak üyeliğe giden yolun önündeki engellerin üstesinden gelinmesini amaçlamaktadır. Yeni Strateji çerçevesinde ülkemizin öncelikleri ve vatandaşlarımızın yararı ön planda tutularak hem reform sürecimize hız kazandırılacak hem de Türkiye ve AB arasında yeni iletişim köprüleri kurulacaktır. Kararlılık, süreklilik ve etkinlik temelleri çerçevesinde oluşturulan Strateji, üç ana bölümden oluşmaktadır: Siyasi Reform Süreci, Katılım Sürecinde Sosyo-Ekonomik Dönüşüm ve AB İletişim Stratejisi. “Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği Stratejisi”, hazırlıklarına devam ettiğimiz “AB’ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı” ve “Avrupa Birliği İletişim Stratejisi” ile etkin bir biçimde uygulanmaya başlayacaktır. “AB’ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı” her alanda reform çalışmalarını hızlandırmak amacıyla hayata geçirilecektir. “Avrupa Birliği İletişim Stratejisi” ise Türkiye’ye ilişkin doğru resme bakılması, AB sürecine hem iç hem de dış desteğin artırılması ve sürece ivme kazandırarak heyecanın yeniden uyandırılması anlayışıyla hazırlanmaktadır. Reform, dönüşüm ve iletişim temalarına yoğunlaşan Strateji’nin hayata geçirilmesinde tüm kamu kurum ve kuruluşlarının katkıları ve koordinasyonunun kilit öneme sahip olduğunu biliyoruz. 25 Eylül 2014 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan Avrupa Birliği çalışmalarının koordinasyonu ile ilgili Başbakanlık Genelgesi de bu yaklaşımı net bir biçimde ortaya koymuştur. AB mevzuatına uyum amacıyla kamu kurumları tarafından gerçekleştirilecek çalışmaların eşgüdüm içinde etkin bir biçimde yürütülmesini amaçlayan Genelge, yeni dönemde Türkiye-AB üyelik müzakereleri açısından izlenen kararlı ve istikrarlı politikanın ilk somut göstergesi olmuştur. Ülkemizin AB’ye katılım sürecinde sürdürdüğü reform çalışmalarının hayata geçirilmesi için toplumun tüm kesimlerinin desteğini almanın çok önemli olduğunu biliyoruz ve katılım sürecinin her aşamasında daha önce de olduğu gibi toplumun tüm kesimleriyle etkili bir iletişim içinde olmaya devam edeceğiz. 10 yıl sonra AB ile ilişkilerimiz nasıl bir şekil almış olacak? Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri yarım asrı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bu süre zarfında ilişkilerimiz “Katılım sürecinin her aşamasında daha önce de olduğu gibi toplumun tüm kesimleriyle etkili bir iletişim içinde olmaya devam edeceğiz.” kimi zaman iyi bir seyir izlerken kimi zaman kopma noktasına gelmiştir. Bu iniş çıkışlara rağmen Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefinde herhangi bir sapma olmamıştır. Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda kararlılığımız devam etmekte ve müzakere sürecinde yaşanan sorunlara rağmen reformlarımız kesintisiz sürmektedir. Nitekim, Avrupa Komisyonu tarafından 8 Ekim’de yayımlanan 2014 Türkiye İlerleme Raporu da kararlılığımıza vurgu yapmakta, Hükümet Programı’nda AB sürecine atfedilen önemin altını çizmektedir. Türkiye’de son 12 yılda demokratikleşme ve özgürlük alanlarının genişlemesi, küresel ekonomiye entegre olan ekonomik restorasyon ve sosyo-ekonomik dönüşüm süreci de İlerleme Raporu’nda yer almıştır. Esas itibarıyla objektif ve dengeli bir yaklaşım ile hazırlandığı görülen İlerleme Raporu’nun yeni bir döneme giren Türkiye-AB ilişkilerini daha ileri bir noktaya taşıması, tüm ilgili taraflarca atılacak kararlı adımlarla somut sonuçların elde edilmesi en büyük temennimizdir. Türkiye’nin AB’den kazanımları olduğu kadar, AB’nin de Türkiye’nin üyeliğinden sağlayacağı avantajlar ve kazançlar vardır. Bu nedenle hem AB’nin hem de Türkiye’nin bundan sonra suni gündemleri bir tarafa bırakıp, ilişkilerde samimi ve yapıcı bir yaklaşım sergilemesi en büyük arzumuzdur. Biz AB yolunda bu kararlılıkla yürürken, AB’den tek beklentimiz adil bir müzakere sürecidir. AB, Türkiye’nin üyeliğini destekleyici siyasi iradeyi ortaya koyduğu takdirde istikrarlı bir şekilde siyasi reformlara devam eden ve müzakere sürecinin teknik kısmına başından beri sahip çıkan Türkiye’nin üyeliği önünde herhangi bir engel kalmayacaktır. Kasım 2014 29 iskoc siyasetine soyut bir Ispanyol imzasi İskoçya Parlamentosu, başkent Edinburg’un UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan eşsiz köşesi Holyrood’da yükseliyor. Yapının mimarisinde İskoç halkıyla, kültürüyle, ülkenin genel peyzajıyla ve özelde Edinburg’un kent dokusuyla uyum gözetilmiş. Elif Çelik Kasım 2014 Dünya Parlamentoları G üneşin yüzünü nadiren gösterdiği kasvetli ve gri havasıyla ün yapmış Büyük Britanya. Lakin adanın kuzey kesimleri adeta bambaşka bir diyar; yemyeşil tepeler, yaylalar, ormanlar, meralar... Birleşik Krallığın muazzam bir iklim ve doğa bahşedilmiş topraklarına konuşlanmış İskoçya, aynı zamanda tarih kokan bir başkente sahip. Kentin her köşesi geçmişe, bazen Ortaçağ’a kadar uzanan bir yolculuğa çıkarıyor ziyaretçilerini. Edinburg’un en nadide yerlerinden birinde bulunan İskoçya Parlamentosu ise yalnızca mimarisiyle değil, barındırdığı pek çok sanat eseri ve soyut dekoratif ögeleriyle görenleri adeta büyülüyor. Günümüz İskoçya’sının bulunduğu topraklarda ilk yerleşimlerin yaklaşık 13 bin yıl önce, son buzul çağının sona ermesinden kısa bir süre sonra avcı-toplayıcı insanlar tarafından kurulduğu biliniyor. İnsanlık tarihinin pek çok aşamasına tanıklık etmiş bu dağlık araziler, özellikle Ortaçağ’dan sonra muazzam bir uygarlığa kapılarını açar. Ne var ki İskoçya’nın siyasi tarihi söz konusu olduğunda araştırmalar çoğunlukla 1707 sonrasına odaklanır. 1707 yılına dek İskoçya Krallığı bağımsız bir ülkeydi ve kendi yasama organı mevcuttu. İngiltere ile İskoçya krallıkları arasında kabul edilen ve siyasi birlik sağlayan 1707 Birleşme Yasası’yla Büyük Britanya Parlamentosu oluşturulmuştu. Westminster Sarayı’nın evsahipliği yaptığı bu parlamentonun kurulmasıyla, İskoçya tam 292 yıl yasama organı ve kendi parlamentosu olmadan Londra’dan yönetildi. Ülkenin siyasi tarihinde İskoçya Ulusal Partisi’nin doğduğu 1970 yılı bir dönüm noktası oldu. Bağımsız bir İskoçya Parlamentosu’nun oluşturulmasına dair seslerin yükseldiği bu dönemden sonra eski Kraliyet Lisesi kullanılmış, hatta binaya Yeni Parlamento adı verilmiş, ne var ki zamanla tüm meclis üyelerini barındıracak kapasitede olmadığı görülmüştü. Parlamento sonraları Eski Şehir ile Yeni Şehir’i birbirine bağlayan yapay tepe The Mound üzerindeki İskoç Presbiteryen Kilisesi’nde toplandı. İskoçya’da 11 Eylül 1997’de yapılan referandumla doğrudan seçilecek ve içişlerinde özerk olacak bir parlamentonun kurulmasına yönelik karar çıktı. Çok geçmeden, İskoçya Parlamentosu’na evsahipliği yapacak yeni bir binanın inşa edilmesi düşüncesi doğdu. Öncelikle binanın yapılacağı yerin belirlenmesinin ardından ülke çapında bir mimari tasarım yarışması düzenlendi. İki aşamalı yarışmada finale kalan ve halkın beğenisine sunulan beş projeden Enric Miralles’e ait olan birinci seçildi. Yapımına 1999 yılında başlanan parlamento binasının resmî açılışı 2004’te Kraliçe Elizabeth tarafından gerçekleştirildi. İskoçya Parlamentosu projenin başlangıcından inşanın tamamlanmasına dek büyük tartışmalara da sahne oldu. Zira başlarda binanın yapılacağı yerin seçimi, mimarın İskoç değil İspanyol olması, dizayn, hatta inşaat şirketi hem siyasetçiler, hem gazeteciler, hem de halk tarafından sertçe eleştiriliyordu. Buna rağmen yapı zamanla akademik çevrelerden olumlu görüşler aldı, hatta pek çok ödülün sahibi oldu. 17. yüzyıla tarihlenen ve İskoçya’nın o döneme ait birinci sınıf kültür varlıkları arasında yer alan Queensberry Konutu, parlamentonun yapıldığı arazide bulunması dolayısıyla yenilenerek yapı kompleksine dahil edilmiş. Kasım 2014 31 Metaforların ve ince detayların parlamentosu Parlamento kompleksinin içinde ve dışında pek çok yerde taşa işlenerek duvarlara yerleştirilmiş özlü sözler yer alıyor. Özellikle Canongate duvarı, üzerinde bulunan ve İskoçya’nın çeşitli yerlerinden çıkarılmış taşlara kazınan yirmi altı alıntıyla dikkat çekiyor. Kasım 2014 Mimar Enric Miralles’in projesi, ülkenin ulusal kimliğini yansıtan bir parlamento binası öngörür. Amaç, Edinburg’da yer alsa da yapının tüm İskoçya’ya ait olması, bulunduğu toprakların özelliklerini tümüyle temsil etmesi, adeta bölgede yaşayan insanlarla bir diyalog kurmasıdır. Mimarın böyle şiirsel bir karakteristiğe büründürdüğü İskoçya Parlamentosu, sonuçta doğa ile İskoç halkı arasındaki bağı simgeleyen, çevredeki engebeli manzarayla uyum sağlayan bir yapı olur. Bahçe Lobi’nin çatısındaki yaprak motifli pencereler ile günışığından faydalanılmasını sağlayan ve Holyrood Parkı’nı, Arthur’s Seat adı verilen tepeyi, Salisbury kayalıklarını gören geniş pencereler bu niyetin ürünüdür. Binanın içinde, çevreyle uyum sağlanabilmesi için gnays, granit gibi İskoç taşları ve mobilyalarda meşe ile çınar ağaçları kullanılmıştır. İskoçya Parlamentosu esasında bir yapılar kompleksinden oluşuyor ve birden fazla mimari tarzı yansıtıyor. Güneydoğu tarafını kaplayan sarmaşık ve çimenlerle parlamento üyeleri için dingin ve doğal bir atmosfer sunan kampüsü İskoçya’ya özgü çiçekler ve bitkiler süslüyor. Parlamentonun bahçesi, İskoçya’nın geleneksel park ve bahçelerinden esinlenerek tasarlanmış ve aslında binanın modern mimarisiyle kontrast oluşturması amaçlanmış. Çalı çitlerle çevrelenen bahçede meşe, üvez, misket limonu, vişne, elma ve armut ağaçları ile yer fesleğeni, lavanta, biberiye, kekik, adaçayı gibi bitkilerin yetiştirildiği küçük bir kısım bulunuyor. Bahçe ayrıca içinde bulunan patikalar, bisiklet yolları, agora benzeri bir meydan ve göletlerle muazzam bir dinlence ortamı sağlıyor. Adını, yanında bulunduğu bahçeden alan Bahçe Lobi kısmı parlamento binasının tam ortasında yer alıyor ve komisyon odaları, parlamento üyelerinin odalarının bulunduğu “kule binalar”, idari birimler ile meclis salonunu birbirine bağlıyor. Bahçe Lobi, televizyon söyleşilerinin yanı sıra resmî etkinliklerin gerçekleştiği ve milletvekilleri ile diğer parlamento çalışanlarının bir araya geldiği bir ortam teşkil ediyor. Tavanında bulunan yaprak şeklindeki on iki pencereden günışığı alan lobi ve buradan meclis salonuna ilerleyen merdivenler modern mimarinin en dikkat çekici örneklerinden sayılıyor. Parlamento kompleksinin milletvekili odalarını Kasım 2014 barındıran kule binaları yalnızca yükseklikleriyle değil, aynı zamanda ilginç pencereleriyle göze çarpıyor. İskoç mimarisinin bir ögesi olan basamaklı üçgen tepelik ile yaprak motifleri sentezlenerek süslenen pencereler yapı kompleksinin batı tarafını özellikle görülesi kılıyor. İskoçya kültürüne dair ögeler bina içinde çokça işlenmiş. Sör Henry Raeburn’e ait “Buz Pateni Yapan Başkan” tablosu ise demokratik tartışmalardaki denge unsurunu anlatan bir metafor veya mimar Miralles’in binayı tasarlarken adeta buzda dans ettiği analojisiyle yorumlanıyor. Meclis salonunun hemen altında bulunan büyük salonda çeşitli şekillerde stilize edilmiş İskoçya bayrakları yer alıyor. Burada mimar başka bir metafora başvurarak başbakana, gücünü üzerinde bulunduğu halktan aldığını hatırlatmayı amaçlamış. Salonun yerini kaplayan halı da yine Enric Miralles imzası taşıyor. İskoçya Parlamentosu’nun meclis salonu at nalı şeklinde oturma planına sahip. Bu plana göre başbakan ve iktidar partisi ortada, muhalefet ise yanlarda bulunan koltuklara konumlanıyor. Avrupa’daki diğer parlamentolara benzeyen bu oturma planı, iktidar ile muhalefetin karşı karşıya oturduğu İngiliz Parlamentosu’ndan farklılaşıyor. Meclis salonunun en ilgi çekici unsurunu tavan oluşturuyor. Lamine ahşap parçaların çelik kirişlerle desteklendiği tavan gündüz günışığından yararlanılmasını sağlıyor, gece süzülen ışık ise doğrudan başbakanın koltuğuna yansıyor ve buranın asla boş Kasım 2014 “Buz Pateni Yapan Başkan” tablosu İskoçya Parlamentosu, özel olarak yapılmış parçalardan yabancı delegelerin sunduğu hediyelere, tablolardan heykellere oldukça geniş çaplı bir sanat seçkisi barındırıyor. olmadığı izlenimi uyandırıyor. Elektronik oylama cihazları gibi her parlamentoda mevcut olan şeylerin yanı sıra İskoçya Parlamentosu’nun meclis salonu pek çok ince sanatsal detay içeriyor. İskoçya Parlamentosu, özel olarak yapılmış parçalardan yabancı delegelerin sunduğu hediyelere, tablolardan heykellere oldukça geniş çaplı bir sanat seçkisi barındırıyor. Yapının bu özelliği, Miralles’in ülkenin doğasını, topraklarını ve insanını betimleme arzusundan kaynaklanıyor. Mimarın bu hassaslığı söz konusu eserlerin, dekorda kullanılan fotoğrafların, mobilyaların ve duvarlara yerleştirilen alıntıların seçimi için özel bir komisyon oluşturulmasını sağlamış. Yapının büyük salonu ayırt edici pek çok özelliğe, soyut betimlemelere ve ilgi çekici heykellere sahip. Parlamentonun açılışında Kraliçe tarafından takdim edilen ve iç içe geçmiş taç, asa ile kılıçtan oluşan İskoçya Onur Nişanı’nı betimleyen altın kaplama heykelciğin, bu eserlerin en gözdesi olduğu söylenebilir. Kraliçe tarafından armağan edilen diğer önemli parça ise camekan içinde korunan bir gürz. Üzerinde bilgelik, merhamet, adalet ve dürüstlük yazan gürz, meclis toplandığı zaman hem resmî hem de seremonik bir rol oynuyor. Büyük salonda aynı zamanda parlamentonun tarihini, işleyişini ve binanın özelliklerini gösteren metinler ile görsel ögelerin sunulduğu halka açık bir sergi bulunuyor. Kasım 2014 İrfan Gürpınar: Siyaset eğitimi almanın en iyi yolu parti örgütlerinde çalışmaktır Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş 1987-1999 yılları arasında milletvekilliği yapan Turizm eski Bakanı İrfan Gürpınar, iktidar ve muhalefet partileri arasında güçlü bir diyalog olması gerektiğini belirterek, “Geçmişte siyasi partiler demokrasi açısından çok güzel örnekler verdi. Bugün de iyi ilişkiler yürütülmesine özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum” diyor. Kasım 2014 Ç ağlar boyu nice medeniyete kucak açan Anadolu, tarihî ve kültürel değerlerinin yanı sıra eşsiz güzellikteki doğasıyla tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Her yıl milyonlarca turist ülkemizi ziyaret ederek geçmişten bugüne uzanan keyifli bir yolculuğa çıkıyor. “Bacasız sanayi” olarak nitelendirilen turizm, ülkemiz için büyük önem taşıyor. Turizm sektörünün yıllar içinde giderek gelişmesinde bu alana yönelik politikalar üreten siyasetçilerin de önemli payı bulunuyor. Bu siyasetçiler arasında 1995 ve 1996 yıllarında Turizm Bakanlığı yapan İrfan Gürpınar da yer alıyor. Bakanlığı döneminde hayata geçirdiği projelerle turizme canlılık kazandıran Gürpınar, bu ayki röportaj konuklarımız arasında bulunuyor. İrfan Gürpınar ile 55 yıllık siyaset yolculuğunu, bakanlık dönemini ve ülke gündemindeki konuları konuştuk. İrfan Gürpınar 1943 Kırklareli doğumlu. Dünyaya gözlerini açtığı bu tarihî kent, Gürpınar’ın hayatının her aşamasında büyük önem taşıyor. İlk, orta ve lise eğitimini Kırklareli’de tamamlayan, ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren İrfan Gürpınar, siyaset yolculuğunun nasıl başladığını şu sözlerle anlatıyor: “1960 öncesinde Kıbrıs’la ilgili olarak ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ mitingleri düzenleniyordu. Kırklareli’de Röportaj de on binlerce kişinin katıldığı bir miting yapıldı. O zaman lise talebesiydim. Mitingde gençlik adına hazırlanan bildiriyi okudum. Bu çok hoşuma gitti. Yürüyüş sırasında okul müdürü yanıma geldi, ‘İnsanlar çok sessiz ilerliyor, sen öncülük et de slogan atsınlar’ dedi. Bunun üzerine mitinge katılanlara ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ gibi birkaç slogan attırdım. O günden sonra Kırklareli’de adeta siyasi bir lider durumuna geldim.” İrfan Gürpınar’ın siyasete ilgisi üniversite yıllarında artarak devam ediyor. Ülkenin 1960 ihtilali sonrasını yaşadığı dönemde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan Gürpınar, “1961 yılında üniversiteye girdim. O zamanlar siyasetle ilgilenmeyen üniversite talebesi yok denecek kadar azdı. Ben ve arkadaşlarım da ülke meselelerine kafa yoruyor, devamlı siyaset konuşuyorduk. 1962 yılında Cumhuriyet Halk Partisi Kırklareli İl Kongresi yapıldı. O kongrede İl Sekreteri seçildim. Üniversite ikinci sınıftayken üstlendiğim bu görev on beş yıl devam etti. O süreçte Hukuk Fakültesi’ni bitirip Kırklareli’de avukatlık yapmaya başladım. 1976 yılında Kırklareli’de belediye başkanlığı için ara seçim yapıldı. Belediye başkan adayı olmam yönünde teklif geldi, ama kabul etmedim. İl Başkanımızı aday yaptık, ben de onun yerine İl Başkanı oldum. Bu görevim 1980 ihtilaline kadar devam etti” diyor. İrfan Gürpınar, 12 Eylül’le birlikte gelen yasaklı yıllarda aktif siyasete mecburi ara veriyor. 1983’te siyasi faaliyetlere yeniden izin verilmesi üzerine Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) kuruluş çalışmalarına katılan Gürpınar, Kırklareli “Önceden turizm denince akla sadece deniz, kum ve güneş geliyordu. Bakanlığım döneminde kültür turizminden inanç turizmine, yayla turizminden kongre turizmine kadar pek çok alanda çalışma gerçekleştirdik.” İl Başkanı oluyor. 1985 yılına gelindiğinde SODEP ve Halkçı Parti’nin birleşmesiyle Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) kuruluyor. Siyaset yolculuğunu SHP çatısı altında sürdüren Gürpınar, 1987’de bu partiden Kırklareli milletvekili seçiliyor. Tecrübeli siyasetçi, 1991 ve 1995’teki seçimlerin ardından da Meclis’te yer alarak üç dönem milletvekilliği yapıyor. İrfan Gürpınar’ın siyaset hayatında 1992 yılı önemli bir yer tutuyor. Gürpınar, 9 Eylül 1992 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden açılması üzerine siyaset çalışmalarına CHP’de devam ediyor. “Turizmi dört mevsim, on iki aya yaydık” Tecrübeli siyasetçi ile sohbet ederken bakanlık yıllarıyla ilgili ayrı bir parantez açıyoruz. 1995 ve 1996 yılları arasında kurulan 50’nci ve 52’nci hükümetlerde Turizm Bakanlığı yapan Gürpınar, o yıllara ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor: “1995 yılının mart ayında bakanlık görevini üstlendiğimde turizm sezonunun açılışı için hazırlık yapılıyordu. O zamanlar turizm sezonu nisan ayında başlıyor, kasımda sona eriyordu. Açılış töreni için Antalya’ya gittik. Bir de baktım ki biz daha sezonu açmamışız, ama her yer turist kaynıyor. Bunun üzerine bir politika değişikliği yapılması gerektiğini düşündüm. Açılış törenindeki konuşmamda ‘Bugün turizm sezonunun açılışını son kez yapıyoruz. Bundan sonra ‘Dört Mevsim, On İki Ay, Bütün Türkiye’ sloganını benimseyerek turizmde sezon anlayışını ortadan kaldıracağız’ dedim. Bu politika değişikliği büyük yankı uyandırdı. Antalya’da otel sahipleriyle toplantı yaptım ve ‘Nisan ayında oteli açıyor, kasımda kapatıyorsunuz. Sizce bu doğru bir uygulama mı?’ diye sordum. ‘Efendim, biz de bu durumdan Kasım 2014 37 38 Röportaj “Kapadokya’da havada nikah kıydık” İrfan Gürpınar, ülkemizin tarihî, kültürel ve doğal güzellikleri arasında Kapadokya’yı ayrı bir yere koyuyor. Gürpınar, “Müthiş bir yer” dediği Kapadokya ile ilgili şu ilginç anısını paylaşıyor: “Kapadokya denince akla ilk gelenlerden biri balon turudur. Bakan olduğum dönemde Kapadokya’da sadece bir balon şirketi ve iki tane balon vardı. Şu anda bu sayı kırk iki şirket, yüz altmış balona ulaşmış. Bakanlığım döneminde Kapadokya’da balonda bir çiftin nikahını kıydık. Ben de nikah şahidi oldum. Bu olay büyük yankı uyandırdı. Havada nikah kıyılması sadece ülkemizde değil, dünya basınında da haber oldu.” şikayetçiyiz, ama yapabileceğimiz bir şey yok’ dediler. Bunun üzerine otellerin kasımdan sonra da açık olması için ısıtma, elektrik gibi çeşitli harcamalarla ilgili teşvikler vereceğimizi söyledim. Bu da büyük ilgi gördü ve o dönemden itibaren oteller yaz-kış açık olmaya başladı. Turizmde sezon anlayışını ortadan kaldırırken turizmin çeşitlendirilmesine de önem verdik. O yıllarda turizm denince akla sadece deniz, kum ve güneş geliyordu. Bakanlığım döneminde kültür turizminden inanç turizmine, yayla turizminden yat, kayak, kongre ve köy turizmine kadar pek çok alanda çalışma gerçekleştirdik. Ülkemizin turizm potansiyeline örnek olması açısından aynı gün Sarıkamış’ta kayak yaptım, Antalya’da denize girdim. O Kasım 2014 dönemde ülkemize gelen turist sayısı dört milyondu. Başbakan Tansu Çiller, ‘Sayın Bakan, turist sayısını beş milyonun üzerine çıkar, dile benden ne dilersen’ dedi. Yaptığımız çalışmalar sonucunda biz bunu başardık. Tabii yıllar içinde ülkemiz turizmde çok ilerleme kaydetti. Bugün turist sayısı otuz altı milyonu geçti. Bu noktaya gelinmesinde bugüne kadar görev yapmış tüm Turizm Bakanları ve turizm yöneticilerinin büyük katkısı vardır. Bakanlığın çalışmalarıyla turizmin gelişmesi için gerekli altyapı hazırlanmıştır. Ülkemizde turizm sektörü çok dinamiktir. Elde edilen başarılarda sektörün de payı büyüktür.” İrfan Gürpınar, bakanlığı döneminde sağlık turizmine büyük önem verdiğini belirtiyor. Ülkemizin termal su kaynakları açısından zengin olduğunu ifade eden Gürpınar, pek çok ülkeden hastaların şifa bulmak amacıyla Türkiye’ye geldiğini anımsatıyor. Ülkemizde çok başarılı ameliyatlar gerçekleştirildiğini de kaydeden Gürpınar, “Sağlık turizmini çok daha ileri noktalara taşıyabiliriz” diyor. Tecrübeli siyasetçi, bakanlık yıllarını konuşurken İstanbul’a özel bir yer ayırıyor. İstanbul’un turizm açısından ne denli önemli ve değerli olduğunu vurgulayan İrfan Gürpınar, “Bakanlığım zamanında İstanbul’a gelen turist sayısı yılda yedi yüz bin civarındaydı, bugün sekiz milyona ulaşmış durumda. Bana göre bu rakam yeterli değil. Çünkü İstanbul, dünyadaki rakipleri gibi yılda yirmi-yirmi beş milyon turist ağırlayabilecek potansiyele sahip. Bakanlığım döneminde İstanbul’la ilgili projeler geliştirdim, ama maalesef görev sürem onları uygulamaya yetmedi. Bugün bakanlık görevini yeniden üstlensem ‘İki Kıta, Bir Şehir’ sloganıyla İstanbul’a özel bir çalışma yaparım. Bu şehrimizin tarihî ve kültürel değerlerini, doğal güzelliklerini, eğlence ve alışveriş merkezlerini ayrı ayrı ele alır, her birinin tanıtımıyla ilgili kapsamlı projeler geliştiririm” diyor. Gürpınar, Kız Kulesi’nin bakanlığı döneminde turizme kazandırıldığını anımsatıyor. “Günümüzde siyasi partiler arasında diyalog eksikliği var” İrfan Gürpınar’ın bakanlık yılları koalisyon hükümetleri (DYP-SHP ve DYP-CHP) dönemine denk geliyor. Tecrübeli siyasetçi, “Milletvekili seçildiğim 1987 yılında iktidarda Anavatan Partisi vardı, rahmetli Turgut Özal başbakandı. O yıllarda iktidar partisi de, muhalefet partileri de çok kuvvetliydi. İktidar ile muhalefet arasında siyaset ve demokrasi açısından çok güzel örneklerin verildiği bir ilişki söz konusuydu. İktidar, muhalefetle devamlı diyalog kurma ihtiyacı hissederdi. Bir kanun çıkarılacağı zaman muhalefetin de görüşüne başvurulurdu. Bugün iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkilerde bir Röportaj “Siyaset eğitimi almış olmak bir milletvekili için büyük önem taşıyor. Bu eğitimi almanın en güzel yolu parti örgütlerinde çalışmaktır. Bu faaliyetler sırasında edinilen tecrübe milletvekilliği döneminde kişiye büyük fayda sağlar.” eksiklik olduğunu görüyorum. İktidar partisi, muhalefetle diyalog kurma konusuna daha fazla önem vermelidir. Bir kanun çıkarılırken muhalefetin görüş bildirmesi için zaman ve imkan tanınmalıdır. Günümüzde Torba Kanun diye bir şey var, biz böyle bir kanun şeklini daha önce hiç görmedik. Başka başka alanlara ilişkin düzenlemeler Torba Kanun’a konulup kabul ediliyor, kimse de buna müdahalede bulunamıyor. Bana göre AKP hükümetleri ekonomik istikrar bakımından güzel işler yaptı, ama demokrasiyi tesis etme konusunda aynı başarıyı gösteremedi” yorumunu yapıyor. Hem tek parti iktidarının hem de koalisyon hükümetinin olumlu ve olumsuz yanları olduğuna işaret eden Gürpınar, “Koalisyon hükümetleri döneminde uzlaşı ve denge arayışı daha fazla dikkate alınıyor, ama ülkenin ihtiyaç duyduğu radikal tedbirleri uygulamak pek mümkün olmuyor. Bu, hem koalisyon ortağı partilerin farklı görüşlere sahip olmasından hem de Meclis’te yeterli sayısal çoğunluğa ula- şılamamasından kaynaklanıyor. Güçlü bir tek parti iktidarı radikal tedbirler alma konusunda daha rahat hareket ediyor, ama bunun da dozunu kaçırmamak, muhalefetin görüşlerine başvurmayı ihmal etmemek gerekiyor” diye konuşuyor. İrfan Gürpınar, siyasette farklı görüşlerin dile getirilmesinin demokrasinin bir gereği olduğunu ifade ediyor. Eleştiri yapılırken üsluba dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Gürpınar, bu konuda merhum Turgut Özal’la ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “Meclis’te Başbakanlık bütçesi hakkında konuşma yapmak üzere kürsüye çıktım. O dönemde Başbakanlık için özel uçak alınması gündemdeydi. Sayın Başbakanım, duydum ki özel uçak alıyormuşsunuz; ATA uçağı… Tabii alabilirsiniz, ama bir şeye dikkat edin, deposu büyük olsun ki buradan Amerika’ya kadar direkt uçabilsin dedim. Bu konuşmam gazetelerde haber oldu, hakkında köşe yazıları yazıldı. Konuşmamın üzerinden üç-dört ay geçtikten sonra Meclis koridorunda Sayın Özal’la karşılaştık. Bana ‘Sayın Gürpınar, o uçağa seni de alacağım, beraber Amerika’ya gideceğiz’ dedi. Karşılıklı tebessüm ettik. Meclis’te eleştiriler dile getirilir, ama kırıcı olmamaya özen gösterilirdi.” “Siyasete girmekten hiç pişmanlık duymadım” İrfan Gürpınar, siyasette yer almaktan hiç pişmanlık duymadığını belirtiyor. Bugün emekli bir milletvekili ve Türk Parlamenterler Vakfı 2. Başkanı olarak siyaseti yakından takip ettiğini belirten Gürpınar, “Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir?” diye sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “17 sene İl Sekreterliği ve İl Başkanlığı yaptıktan sonra milletvekili seçilmiş, bakanlık yapmış biriyim. Tecrübeme dayanarak şunu ifade etmek istiyorum: Siyaset eğitimi almış olmak bir milletvekili için büyük önem taşıyor. Bu eğitimi almanın en güzel yolu parti örgütlerinde çalışmaktır. Bu faaliyetler sırasında edinilen tecrübe milletvekilliği döneminde kişiye büyük fayda sağlar. Öte yandan milletvekili adayları belirlenirken ön seçim yapılması önem taşıyor. Maalesef siyasi partiler yıllardır bu konuyu ihmal ediyor.” Sohbetimiz sırasında tecrübeli siyasetçiye “Sizce bugün ülkemizdeki en önemli gündem maddesi nedir?” diye soruyoruz. “Çözüm süreci” yanıtını veren İrfan Gürpınar, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çözüm sürecinin ne olduğunu hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz. Hükümetin bu konuda en başta muhalefeti bilgilendirmesi gerekiyor. Akil adamlarla toplantılar yapan hükümet, neden muhalefete ‘Gel, bu konuyu konuşalım’ demiyor? Çözüm süreci sağlıklı bir sonuca ulaşmadan Türkiye’nin huzura kavuşması mümkün görünmüyor.” Kasım 2014 39 ANKARA ETNOGRAFYA MÜZESİ Millî kültürün aynası Onlarca tanımı olsa da sanatı en iyi “millî kültürün sacayağı” ifadesi niteliyor. Ortaya çıkışı on binlerce yıl öncesine uzanan sanat, pek çok uygarlığa evsahipliği yapmış Anadolu’da daha çeşitli, daha gösterişli. Selçuklulardan günümüze sanata dair en güzel örnekler Etnografya Müzesi’nde sergileniyor. Gökçe Doru ETNOGRAFYA Kasım 2014 A Müzeler A nkara Etnografya Müzesi, Namazgâh adı ile anılan bir bölgede yer alıyor. Eskiden halk burada kayaların üzerine üç sıra taştan örülmüş bir namazgâhta bayram namazı kılarmış. Bölge, Millî Mücadele yıllarında da önemli merasimlere sahne olmuş. Müzenin bulunduğu tepe, 1925 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Millî Eğitim Bakanlığı’na bağışlanıyor. Müzede yer alan ilk koleksiyonlar, sanat ve mimarlık tarihi, şehircilik gibi kavramlarla Türkiye’yi tanıştıran Prof. Dr. Celal Esad Arseven ve daha sonra dönemin İstanbul Müzeleri Müdürü Halil Ethem’in başkanlık yaptığı komisyon vasıtasıyla oluşturuluyor. Komisyonun Anadolu’nun çeşitli yerlerinden satın aldığı ve topladığı 1250 eserin teşhirine 1927 yılında başlanıyor. Müzenin halka açılması ise 18 Temmuz 1930’da gerçekleşiyor. Etnografya Müzesi, millî tarihimize dair sunduğu birbirinden önemli eserlerin yanı sıra bina olarak da ayrı bir değer taşıyor. Müze binası için hazırlanan şartnamede “Müzeye konulacak eşya ve eserlerin çoğu dinî ve millî eserler olduğundan, bu binanın da içindekilere uygun olması ve eski Türk mimarisinden alınan ilham ve etkilere haiz olması” şeklinde bir madde yer alıyor. Buna göre Cumhuriyet’in ilk mimarlarından, Alexandre Vallaury’nin öğrencisi Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından tasarlanan bina Etnografya Müzesi için uygun görülüyor. Zira bu tasarım Türk mimarisine ait özelliklerin tamamını barındırıyor. Müze binası ayrıca, müze olarak planlanan ve kullanılan ilk devlet müzesi olma özelliği taşıyor. Bu kadar önemli bir müzenin temel atma töreni de görkemli oluyor şüphesiz. İlk temel harcını dönemin başbakanı İsmet İnönü döküyor, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ise millî duyguları kabartan güzel bir konuşma yapıyor. Kasım 2014 41 42 Müzeler Önceleri Ankara’da başka müze olmadığından özellikle Alacahöyük, Alişar, Ahlatlıbel kazılarından elde edilen arkeolojik eserler de Etnografya Müzesi’nde sergileniyormuş. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin faaliyete geçmesiyle eserler oraya taşınmış. Dikdörtgen tasarlanan kubbeli müze binası merdivenli yüksek bir girişe sahip. Kubbenin içi kalemişi ile süslenmiş. Yapının taş duvarları bir istiridye kalkeri olan küfeki taşından, alınlık kısmı üzeri oyularak süslenmiş mermerden yapılmış. Kapıdan girilince kubbealtı holüne, oradan da iç avluya çıkılıyor. İç avluda bulunan havuz Atatürk’ün ölümünün ardından naaşının buraya nakledilmesi nedeniyle dışarı alınmış, avlunun üzeri kapatılmış. Osmanlı motif lerinin hakim olduğu süslemelerde giriş kapıları üzerinde ortada rumi ve palmet, aralarda karanfil ve lalelerin kıvrık dallar ile girift olarak yerleştirildiği çini panolar yer alıyor. Yaratıcılık ve hayalgücünü yansıtan salonlar Müzenin birinci bölümünde Anadolu’nun çeşitli yörelerine özgü kıyafetler sergileniyor. Cansız mankenler üzerindeki Karadeniz ve Doğu Anadolu erkek giysileri ile Ankara seymeni ve Zeybek kıyafetleri ilgi çekiyor. Takı, başlık, altın veya gümüşten küpe, kemer, toka, bilezik, sigara tabakası ile süslenen mankenler ilgili yöreye ait aksesuarları da gözler önüne seriyor. Bu bölümün sol tarafında kına yakma merasimi ve berber salonundaki berber tıraşı tematik olarak betimleniyor. İkinci bölümde el emeği göz nuru eserler yer alıyor. İşlenmiş yatak örtüleri, çevre, peşkir, kese, çorap, hamam takımları gibi Türk elişi sanatına ait örnekler göz dolduruyor. Pamuk, keten, ipek, atlas, kadife, çuha gibi kumaşlar üzerine rengarenk iplikler, altın, gümüş Kasım 2014 Türk gelenek ve göreneklerinin betimlendiği vitrinlerde, cansız mankenlerin aksesuarlarından odadaki halı, mangal, tablo gibi dekoratif ögelere kadar pek çok ayrıntıya yer verilmiş. Müzeler teller ile işlenmiş motifler, onu işleyenlerin adeta birer sanatkar olduğunu düşündürüyor. Türklerin halı dokumacılığını binyıllardır sürdürdüğü biliniyor. Göçebe çadırlarında dahi yerdeki hasırın üzerine halı sererlermiş. Toba ve Göktürk gibi büyük devletlerin tahta çıkma törenlerinde Türk hakanlarını keçe veya halı içine koyup kaldırırlarmış. Üçüncü bölümde geleneksel motiflerin en bariz olarak gözlemlendiği dokumalar; Gördes, Kula, Bergama, Yörük, Mucur, Konya, Ladik, Uşak’ın seçkin halı ve kilim örnekleri, Osmanlı devri kumaşları, çatma kadifeler, bir şayak tezgahı ile aletleri sergileniyor. Dördüncü bölümde Anadolu bakır işçiliğine ait pek çok örnek yer alıyor. Bakır işçiliği ile uğraşan bir ustaya ait Kasım 2014 43 44 Müzeler Millî kültüre önem verilen bir dönemde, etnografik değerlerin teşhir edildiği bir müzenin bu kültürün yaşatılmasında oynayacağı büyük rol düşünülerek Etnografya Müzesi’nin kurulması için hazırlıklara girişilmiştir. dükkanın malzemelerle birlikte tematik olarak sergilendiği bir vitrin de bu bölümde bulunuyor. Sini, kazan, tas, sahan, tepsi, ibrik, güğüm ve sefer taslarının bulunduğu salonda Anadolu’ya özgü bir yer sofrası da bardağından tahta kaşığına kadar betimleniyor. Müzede Anadolu geleneklerinden biri olan sünnet odası da cansız mankenlerle tematik olarak sergileniyor. Beşinci bölümü oluşturan bu betimlemede ahşap dolaplar, kalemişi süslemeler, sünnet çocuğunun yatağı, davlumbaz ve ortada yanan bir mangal yer alıyor. Kasım 2014 Altıncı bölümde Türk kahvesi geleneği betimleniyor. Vitrinde porselen fincanlar, dibek, mangal, cezve, kaşık gibi kahveye özgü aksesuarlar sergileniyor. Çini ve cam eserlerin sergilendiği yedinci bölümde 13. yüzyıl Selçuklu dönemine ait pek çok eserin yanı sıra 19. yüzyıla ait Çanakkale seramikleri Müzeler sergileniyor. Teşhirdeki mezar taşları içinde eski bir Şaman geleneği olarak hayvan figürü taşıyanlar bulunduğu gibi, yazıyla süslenmiş taşlar da yer alıyor. Mezar taşlarının çoğu Osmanlı’nın erken dönemlerine tarihlenmiş. İlk Anıtkabir ile Yıldız porselenleri de bulunuyor. Bölümde tabak, şekerlik, çeşm-i bülbül, nargile, maşrapa gibi parçalar yer alıyor. Sekizinci bölümde değerli bilim adamı ve yazar Besim Atalay’ın müzeye bağışladığı eserler yer alıyor. Bu eserleri yazma kitaplar, levhalar, yazı takımları, paralar, mutfak eşyaları, şamdan, buhurdan ve fenerler, işlemeli çekmeceler, çiniler, cam eserler, anahtar ve kilit koleksiyonu, silahlar, halı ve kilim dokuma örnekleri oluşturuyor. Dokuzuncu bölümde yazma eserler, Osmanlı devri ferman ve beratları, nişanlar, madalyonlar, hattatların kullandığı yazı takımları, tanınmış Türk hattatlara ait el yazıları ile levhalar, minyatürler sergileniyor. Ayrıca hokka, zarf açacakları, kalem kutusu gibi yazma sanatıyla ilgili aksesuarlar da yer alıyor. Türklerde ağaç işçiliğinin Anadolu’ya göçten sonra arttığı ve geliştiği tahmin ediliyor. Hatta Selçuklular dönemine kadar Anadolu’da rastlanan ağaç eserler yok denecek kadar azdır. Etnografya Müzesi’nin ahşap eserleri içeren onuncu bölümünde Selçuklu ve Osmanlı sanatı şaheseri minber ve mihraplar, mezar sandukaları, kapı ve pencere kanatları, rahleler, Selçuklu tahtı sergileniyor. Kündekarî, oyma, kazıma, kakma, tarsi, kafes, maşrabiye, ajur yapıştırma teknikleriyle yapılmış ahşap eserler geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş. Yazma ve basma eserler kitaplığı ile şeriyye sicillerinin korunduğu arşivde müzenin diğer değerli parçaları bulunuyor. Müze bahçesinde harman dövme taşı, lahit, koyun ve aslan heykelleri; çeşme, medrese, han, cami ve mezar taşı kitabesi gibi Türk-İslam dönemine ait taş eserler Etnografya Müzesi, ilk Anıtkabir olduğu için de Türk milleti açısından önemli bir müze olma özelliği taşıyor. 1938’den 10 Kasım 1953 tarihine kadar Atatürk’ün naaşını geçici olarak muhafaza eden müzede mesai devam etmiş, ancak eser teşhir edilmemiş. Sadece merasim günlerinde kabir ziyareti için açılan Etnografya Müzesi bu süre boyunca devlet başkanları, hükümdarlar, yerli ve yabancı heyetler ile halk tarafından ziyaret edilmiş. Ayrıca koleksiyonlar özel izinle bilim adamları ile öğrencilerin araştırma ve incelemelerine sunulmuş. Atatürk’ün kabri Anıtkabir’e nakledildikten sonra onun hatırasına hürmeten on beş yıl boyunca yattığı yer sembolik bir kabir şeklinde muhafaza edilmiş, Ankara Yapı Enstitüsü öğrencileri tarafından beyaz mermer üzerine: “Burası 10.11.1938’de sonsuzluğa ulaşan Atatürk’ün 21.11.1938’den 10.11.1953’e kadar yattığı yerdir” şeklinde kitabe yazılmış. Bu salonun iki yanı ise fotoğraflarla dekore edilerek “Atatürk Köşesi” oluşturulmuş. Müze, önünde yer alan at üstünde Atatürk heykeliyle de önem arz ediyor. Heykel, 1927 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından, Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın da heykeltıraşı olan Pietro Canonica’ya yaptırılıyor. Heykel kaidesi üzerinde yer alan rölyeflerin binayla uyumu, bu rölyeflerde işlenen konu, heykel cephesinin batıya dönük olması, Mustafa Kemal’in ufka doğru at koşturması ve Türk milletinin ufkunun açık olduğu mesajını vermesiyle bu eser, Türkiye’nin en iyi heykeli kabul ediliyor. Kasım 2014 45 Prof. Dr. Mustafa Gül: Siyaset dürüst ve ilkeli zeminde yapılmalıdır Söyleşi: Songül Baş 1999-2002 yılları arasındaki TBMM 21. Dönem’de Elazığ Milletvekili olarak görev yapan Prof. Dr. Mustafa Gül, “Bizim dönemimiz, siyasette barış ve uzlaşma kültürünün en güzel örneğidir. Bir zamanlar siyasi çatışmalarda birbirine silah çeken kişiler aynı hükümette yer almış, TBMM’deki kaynaşma topluma da yansımıştır” diyor. Gül, günümüzde de siyasetin diline çok dikkat edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Kasım 2014 Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu alana yönlendiren nedenler nelerdir? Gençlik yıllarımdan itibaren siyasete ilgi duydum. 68 kuşağı denildiğinde herkesin aklına devrimci-solcu gençlik gelir, ama biz de bu kuşağın milliyetçi cenahında yer alan gençlerdik. Fransa’da başlayan öğrenci olayları Türkiye’ye de sirayet etmiş, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne başladığım yıl boykot ve işgallerle tanışmıştık. Devrimci-solcu gençlik çok aktifti ve çoğunluk sağlayamadığı, kendi hakimiyetinde olmayan okullara baskınlar yaparak etkin olmaya çalışıyordu. Siyasi mücadelem böyle başladı. Maalesef memleketimiz öğrenci olayları sonucu kanlı ve karanlık günlere sürüklendi. Bu olaylara son vermek için yapıldığı söylenen 12 Eylül darbesi ise yeni bir kanlı dönemin başlangıcıydı. Tutuklamalar, işkenceler ve idamlar birbirini takip ediyordu. Mamak Cezaevi bize komşu kapısı gibi olmuştu. Bu dönemde liderimiz merhum Sayın Alparslan Türkeş de tutuklanmıştı. Kendisi Mevkî Hastanesi’nde yatarken yakın görüşmelerim oldu. Sayın Türkeş beraat edip siyaset hayatına döndükten sonra da kendisiyle görüşmeye devam ettim. Vefatının ardından düzenlenen cenaze töreni 12 Eylül’ün derbeder ettiği ülkücü gençliğin bir araya geldiği, gücünü fark ettiği muhteşem bir miting gibiydi. O soğuk, karlı ve hüzünlü günden sonra gönülden bağlı olduğum Söyleşi Milliyetçi Hareket Partisi’nde artık görev almam gerektiği fikri temayüz etti. Siyasete parlamento çatısı altında devam etmeye karar vermemin bir başka nedeni, baba vatanı Elazığ’ın benim için taşıdığı ehemmiyetti. Doğup büyüdüğüm toprakların çözümlenememiş meseleleri karşısında mevcut siyasilerin aymazlığı, insanların çaresizlikleri yakinen bildiğim, ilgilendiğim konulardı. Yüksek Öğretim Kurulu’nda görev yaparken bir bakıma fahri milletvekili gibiydim. 1999 seçimlerinde aday oldum. Hassasiyetlerimi bilen hemşehrilerim beni TBMM çatısı altında siyasete devam etme şerefine ulaştırdılar. Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş olanlar var mı? Milletvekili olarak siyaset yapanlar yok, ama siyasetle ilgilenenler var. Dedem iyi bir Demokrat Partili ve delege idi. Kendisi, uçak kazası geçiren Adnan Menderes’e geçmiş olsun telgrafı çekmiş, sırf bu yüzden 27 Mayıs darbesinde günlerce gözaltında kalmıştı. 12 Eylül darbesinde ise aile olarak daha vahim olaylar yaşadık. İki erkek kardeşim tutuklandı. Kardeşlerimin biri iki yıl, diğeri on yıl cezaevinde kaldı ve neticede hiçbir ceza almadan beraat ettiler. Siyaset yolculuğunuzun kilometre taşı olarak gördüğünüz olaylar nelerdir? İlk olarak, 12 Eylül darbesinin ülkücümilliyetçi gençlik üzerinde yaptığı ağır işkenceler, Mamak zindanları, tutuklu ailelerinin sefaletleri, idam edilen ülküdaşlarımız, onlar için hiçbir şey yapamamanın getirdiği ağır vicdani sorumluluk siyasi hayatımın itici gücü oldu. İkinci olarak, Yüksek Öğretim Kurulu’nda Personel Dairesi Başkanlığı görevimi ifa ederken yaşadığım bazı sıkıntılar, şimdilerde moda olan deyimle “mobbing” uygulanması neticesinde “Baba vatanı Elazığ’ın benim için taşıdığı ehemmiyet, siyasete parlamento çatısı altında devam etmeye karar verme nedenlerimden biridir.” YÖK Personel Dairesi Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda kalmış olmam, diyebilirim. Üçüncüsü ise gönülden bağlı olduğum Milliyetçi Hareket Partisi’nin genel başkanlığına yakinen tanıdığım, güvendiğim Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin seçilmiş olmasıdır. Milletvekilliği döneminizdeki çalışmalarınız arasında ön plana çıkanları, özellikle üzerinde durduğunuz konuları bizimle paylaşabilir misiniz? Milletvekilliği dönemimdeki önemli bir çalışmam, ülkemizin kanayan yarası olan YÖK, ÖSYM, üniversitelerdeki usulsüzlükler, yolsuzluklar ve özellikle ÖSYM’de soru çalınması ile ilgili olarak TBMM’ye intikal eden binlerce şikayet dilekçesi neticesinde kurulan Araştırma Komisyonu’nun başkanlığına seçilmiş olmamdır. Üniversite mensubu ve YÖK Personel Dairesi Başkanlığı görevinden gelmiş olmam hasebiyle konuya hakimiyetimin sağladığı imkanla yedi ay süren titiz bir çalışma ile 392 sayfalık bir rapor hazırlamıştık. Ancak dönemin siyasi konjonktürü sebebiyle araştırma raporumuzun TBMM Genel Kurulu’na intikal etmesi mümkün olmamış ve kadük kalmıştır. Bir diğer çalışmam, Bayındırlık Komisyonu Başkanı iken ülkemizin ihtiyaç duyduğu 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve 4708 sayılı Yapı Denetim Kanunu’nun çıkarılmasıdır. Elazığ genelinde ise öncelikli olarak Ağın Karamağara Köprüsü’nün temelinin atılmasıdır. Keban Barajı’nın inşasından sonra Ağın ilçemizin şehir merkezi ile karayolu bağlantısı kalmamıştır. Ulaşım sadece feribotla sağlanmaktadır. İlçenin ileri gelenleri yıllarca Ankara’da yetkili mercilerle görüşmelerine rağmen bir sonuç alamamışlardır. Milletvekili seçildikten sonra beni ziyaret ederek sıkıntılarını arz ettiler. Bayındırlık Komisyonu Başkanı olarak konuyu ele aldım ve Ağın Karamağara Köprüsü’nün temelini attık. Ardından 2002 seçimleri yapıldı, bize köprüyü bitirmek nasip olmadı, zaten köprü de hâlâ bitirilmedi. Halbuki orada yaşayan insanımızın, akşam saatlerinden sonra hastalık, doğum, ölüm gibi durumlarda Elazığ merkeze ulaşmak için hiçbir şansları bulunmamaktadır. Türkiye’nin ilk sivil havaalanlarından biri olan Elazığ Havaalanı artık ihtiyaca cevap veremiyordu. Yine Komisyon Başkanı olarak yaptığım girişimler sonucu havaalanının fizibilite, etüt ve proje ihalesini sağladık. Daha sonra gelen iktidar döneminde inşaata başlandı ve havaalanı tamamlandı. Doğu Anadolu Bölgesi’nde Elazığ’ı sağlık merkezi yapmak üzere çalışmalar gerçekleştirdim. Başta Elazığ Devlet Hastanesi’nin restorasyonu ve ek bina olmak üzere, dört ilçede devlet hastanesi, kadın doğum hastanesi, ağız diş sağlığı hastanesi, kanser erken teşhis-tedavi merkezinin kurulmasını ve 15 sağlık ocağının faaliyete geçmesini sağladım. Doğu Anadolu’da can çekişen hayvancı- Kasım 2014 47 48 Söyleşi “Siyasetçi verdiği sözü imkanlar ölçüsünde tutmalı, inandırıcı, her hâl ve şartta dik durmasını bilen bir kişiliğe sahip olmalıdır.” lığın gelişmesi bakımından Elazığ Organize Hayvan Ürünleri Sanayi Bölgesi’ni kurduk. Bu kadar işi ekonomik krize rağmen başarmış olmamız önemlidir. Meclis’te olduğunuz yıllarda ülke gündeminde pek çok önemli konu vardı. Örneğin Marmara Depremi ve ekonomik krizler yaşandı. Hükümette DSP-MHP-ANAP koalisyonunun yer aldığı o yıllara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Asrın felaketi olarak tarihe geçen Marmara Depremi, büyük bir facia ve insanlık dramını beraberinde getirdi. Hayatını kaybedenlerin yanı sıra yüz binlerce aile evsiz barksız kaldı. Deprem sonrası bölgede yaptığımız incelemelerde gördüğüm manzarayı unutmam mümkün değildir. 57’nci Hükümet kısa sürede bütün imkanlarını seferber ederek depremzedelerin yaralarını sardı ve ihtiyaçlarını giderdi. Kısa sürede deprem Kasım 2014 mağdurlarının kalıcı konutlara kavuşması sağlandı. Burada ciddi manada emekleri bulunan dönemin Bayındırlık ve Sağlık Bakanlarını anmadan geçemeyeceğim. Bu depremle, Van ilimizde meydana gelen depremi büyüklük bakımından mukayese etmemiz mümkün değildir. Buna rağmen Van’da insanların şikayetlerinin bitmediğini duyunca, 57’nci Hükümet’in büyük bir ekonomik krize rağmen çok büyük iş başardığı ortaya çıkıyor. Seçim bölgeniz Elazığ’daki ve diğer illerdeki seçmenlerle ilişkileriniz nasıldı? Siyasi parti ayrımı gözetmeksizin problemi olan tüm hemşehrilerime yardımcı olmaya ve onların arzularını yasal çerçevede yerine getirmeye gayret ettim. O yıllarda Elazığ’da kanser hastalarının sayısındaki yoğun artış sebebiyle hemşehrilerim Ankara’ya akın ediyordu. Tedavileri, ulaşımları, konaklamaları hususunda elimden gelen her şeyi yaptım. Biraz önce bahsettiğim kanser erken teşhis ve tedavi merkezinin kurulmasına ilişkin gayretlerimin de sebebi budur. Şu anda parlamento dışında olmama rağmen hâlâ insanlar sağlık ve diğer sorunları için beni arıyorlar. Uzun yıllar Ankara bürokrasisinde görev yapmam nedeniyle Türkiye’nin her ilinden akademisyenler ve diğer vatandaşlarımızın ziyaret ettiği bir milletvekiliydim. Bulunduğum bankoda en kalabalık oda bana aitti. Yanlış anlaşılmasın, ama sorduğunuz için söylüyorum, arkamdan “Mustafa Gül, Türkiye Milletvekili” diye söylendiğini biliyorum. Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli, “Önce ülkem, sonra partim, sonra ben” diyerek siyasetin olmazsa olmazlarını özetlemiştir. Bunun dışında siyaset dürüst ve ilkeli zeminde yapılmalıdır. Siyaset kişiye ve yakınlarına menfaat ve rant kapısı olmamalıdır. Bir milletvekili seçim bölgesinin her tür sorununa hakim olmalı ve bunlara çözüm üretebilmelidir. Siyasetçi seçmenlerinden kopuk olmamalı, verdiği sözü imkanlar ölçüsünde tutmalıdır. İnandırıcı, her hâl ve şartta dik durmasını bilen bir kişiliğe sahip olması gerekir. Konuşma dili mülayim olmalıdır. Ama en önemlisi dürüstlük, dürüstlük, dürüstlüktür. Günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Milletvekilliği yaptığınız dönemle bugün arasında önemli farklılıklar var mı? Bugün iktidar partisi, muhalefetin makul ve mantıklı tekliflerini dahi kaale almayan, ben yaptım oldu zihniyeti ile hareket eden bir tavır sergilemektedir. Bu durum zaman zaman Genel Kurul’da çok kırıcı ve TBMM’nin kutsal çatısı altında olma- Söyleşi ması gereken olaylara sebep olmaktadır. Muhalefet demokrasinin olmazsa olmazıdır. Gayet tabii eleştirisini de yapacak, kendi düşünceleri çerçevesinde çözüm önerilerini de sunacaktır. “Sizin aklınıza ihtiyacımız yok” yaklaşımı doğru bir yaklaşım değildir. İktidar, adeta muhalefeti küçümsemektedir. Bu bakış açısı tarafların hırçınlaşmasına yol açmaktadır. Siyasetin dili ne kadar yumuşak ve olumlu olursa, toplumdaki yansımaları da o kadar olumlu ve bütünleştirici olur. Ne yazık ki bugün Meclis’teki tablo topluma yansımıştır. İnsanlarımız 1980 öncesinde olduğu gibi ayrışmışlardır. Oysaki vekil olarak bulunduğum TBMM’nin 21’inci döneminde bu ayrışma tamamen ortadan kalkmış, bir zamanlar siyasi çatışmalarda birbirine silah çeken kişiler aynı hükümette yer almış, TBMM Lojmanları’nda komşuluk yapmış, sosyal tesislerde aileleriyle birlikte çay-kahve içmiş, yemek yemişlerdir. Bizim dönemimiz, siyasette barış ve uzlaşma kültürünün en güzel örneğidir. Biz “Solcularla işbirliği yaptınız, hükümet kurdunuz” eleştirilerine aldırmadık, çünkü TBMM’deki kaynaşma topluma da yansıdı. Şimdi 1980 öncesinin kavga eden insanları, niçin kavga ettiklerini sorguluyorlar. Bundan daha güzel ne olabilir? Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular nelerdir? Tabii ki PKK terörü; komşu ülkelerde, özellikle de Suriye ve Irak’ta dinmeyen iç kavgalar; çözüm bulunmayan yolsuzluklar; tükenme noktasına gelen tarım ve hayvancılık; üretim olmadan sıcak para girişine ve israfa dayalı ekonomi; tarım arazilerinin korunmaması, kaybolan yerli tohumlarımız; Türk Cumhuriyetleri ile düşük düzeyde sürdürülen ilişkiler; eğitim sistemimizin “yapboz tahtası” haline getirilmesi; özellikle yeni açılan üniversitelerde giderilemeyen nitelikli öğretim üyesi açığı; Yüksek Öğretim Kurulu’nun mevcut yapısını muhafaza etmesi (YÖK’ün lağvedilerek üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayan bir birime dönüştürülmesi, üniversite özerkliğinin mutlaka sağlanması görüşündeyim); deprem öncelikli kentsel dönüşümün yaygın bir şekilde henüz gerçekleştirilmemiş olması; kamuda bozulan iş barışı. Milletvekilliği döneminize ilişkin unutamadığınız anılar var mı? Düşündükçe beni hâlâ gülümseten bir hadiseyi sizinle paylaşayım: Elazığ’dan İstanbul’a gitmek üzere hareket eden yolcu otobüsleri gece Ankara’da mola verir. İstanbul’a yolculuk yapan sevgili hemşehrilerimden biri gece yarısı ev telefonumdan arayarak ‘Vekilim nasılsın? Ankara’dan geçiyordum, hatırını sormak istedim’ dedi. Bu, unutamadığım sevimli olaylardan biridir. Aklımda kalan bir başka anı ise şudur: Bayındırlık, İskan, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu olarak bir toplantıya katılmak üzere Londra’ya gitmiştik. İngiltere Parlamentosu’nun girişinde, güvenliği sağlayan polisler üst araması yapmaya kalkışınca toplantıyı protesto ederek otelimize dönmüştük. Gördüğümüz muamele bizi üzmüştü ve ülkemize dönmeye karar vermiştik. Olayın diplomatik bir krize dönüşmesi, şu anda ikisi de rahmetli olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar tarafından önlenmişti. Toplantı ertesi gün Avam Kamarası Turizm Komisyonu Başkanı’nın devreye girmesiyle yapıldı. 2002 yılından beri TBMM çatısı altında yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Milletvekilliğim sona erdikten sonra üniversitedeki öğretim üyeliği görevine dönmedim. Zamanımı sosyal ve kültürel çalışmalara ayırdım. Millî Eğitim Vakfı’nın Yönetim Kurulu Üyeliği’ne seçildim. Bu vakfın İzmir Güzelbahçe’de bulunan MEV Koleji’nin kurucu temsilciliğini üstlendim. Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği’ne seçildim. Yurt içi ve yurt dışındaki birçok faaliyete yönetici olarak katıldım. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nde faaliyet göstermekteyim. Halen Elazığ’ın problemleri ile meşgul olmaktayım. Seçmenlerimizin Ankara’da her daim kapısını çaldığı bir insanım. Eşimle birlikte sık sık seyahat ederek ülkemizin ve dünyanın görülmeye değer yerlerini görmeye, değişik kültürleri tanımaya çalışıyoruz. Kasım 2014 49 50 Dostluk Grupları Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Hüseyin Şahin: Gürcistan hem kültürel, hem siyasi, hem de dostluk ilişkilerimizin en iyi yürütüldüğü ülkedir Söyleşi: Elif Çelik Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde nasıl bir rol oynuyor? Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu 24. Yasama Dönemi’nde, Kasım 2011’de kuruldu. Başkan olarak ben ve beş AK Parti’den, iki CHP’den, bir MHP’den olmak üzere sekiz arkadaşım birlikte görev yapıyoruz. Biz bir yerde çok şanslıyız, çünkü ilişkilerimizin en iyi olduğu sınır komşumuz Gürcistan. Türkiye ile Gürcistan hem parlamento, hem siyaset, hem de ekonomi alanlarında sürekli temas halinde olan iki ülke. Kültürel alışveriş de çok iyi sirküle oluyor, çünkü bugün Türkiye’de yaşayan pek çok Gürcü vatandaşımız mevcut. Ben de Osmanlı-Rus Harbi sonrası Batum’dan göç eden bir ailenin çocuğuyum. O dönemde Müslüman Gürcüler Karadeniz şeridi boyunca yerleşmişler; sadece Rize, Samsun, Ordu, Sinop değil, daha aşağı kesimlere, örneğin Amasya’ya, sonra İstanbul, Düzce, Tosya, Bolu, Adapazarı, Kocaeli ve Bursa’ya kadar gelmişler. Dolayısıyla iki millet arasında ciddi bir kültür alışverişi var. Bazı sivil toplum kuruluşları da aktiviteler, çalışmalar yürütüyor. Kasım 2014 Ben hem kültürel, hem siyasi, hem de dostluk ilişkilerimizin en iyi yürütüldüğü ülke Gürcistan’ın dostluk grubunun başkanı olmam bakımından kendimi şanslı addediyorum. Gün geçmiyor ki Gürcistan’dan bir heyet burada veya bizden bir heyet orada olmasın, sivil toplum kuruluşları çeşitli saiklerle ziyaretlerde bulunmasın. Bunlar iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da artmasına ve parlamentolar düzeyinde gelişmesine destek oluyor. Göç dalgasının ardından Müslüman Gürcülerin Türkiye’ye gelip yerleşmesiyle oluşan nüfus ülkemizde oldukça önemli, bağdaştırıcı ve uzlaştırıcı bir role sahip. Gürcistan hükümeti açısından da biz onların millî birliğini ve bütünlüğünü tanıyan, kalkınmasına destek veren komşu ülkeyiz. Yani halklar arasındaki dostluk ve akrabalık bağlarını parlamento düzeyinde devam ettiriyoruz. Başkanlık döneminiz süresince yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? Dostluk gruplarının başkanları ve yönetimleri belli olduktan sonra, yani 2011 yılının sonuna doğru iktidar ve muhalefet- Dostluk Grupları ten toplam 21 kişi Gürcistan hükümetinin davetlisi olarak ilk ziyaretimizi gerçekleştirmiştik. Karadeniz’e kıyısı bulunan, özellikle Gürcistan’a komşu şehirlerimizin milletvekilleri de vardı. Bu ilk ziyaretimizde, o dönem Gürcistan’ın Ankara Büyükelçisi Sayın Tariel Lebanitze de bize eşlik etmişti. Kendisiyle daha önceden sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ilişkilerim vardı, o zamanlar bulunduğumuz şehrin folklor derneğine ziyarette bulunurdu. Bu dostluğu iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı olarak koyduk. O ziyarette Gürcistan hükümetinin bakanları ve meclis başkanıyla görüştük, bize son dönemlerdeki yatırımlarını tanıttılar. Demokrasi yolunda attıkları adımları yerinde müşahede etme şansımız oldu. Dönemin başbakanı Mihail Saakaşvili ile yaptığımız görüşmede Türkiye’nin Gürcistan’a bakışını anlatan bir konuşma yapmıştım. Sayın Saakaşvili, 2010 yılından itibaren dünyanın en hızlı büyüyen ilk 3 ekonomisi arasında yer alan Türkiye’nin bu büyümesinin kendilerine de pozitif anlamda katkı sağladığını ifade etmişti. Saakaşvili ile 20 dakika olarak planlanan görüşmemiz tam 1 buçuk saat sürmüştü. Tabii arada kültürel bağ, dostluk, ortak tanıdıklar ve ortak geçmiş var. Elbette sonradan devlet başkanı değişti, yeni hükümet seçildi, ama Türkiye olarak Gürcistan’ın varlığını, toprak bütünlüğünü tanıma temelinde geliştirdiğimiz ilkesel anlayışımız hiç değişmedi. Bu doğrultuda hareket ettiğimiz için yeni devlet başkanı, bakanlar ve büyükelçiyle de çok iyi bağlar kurduk. Ayrıca Gürcistan Parlamentosu’ndaki Türkiye Dostluk Grubu’yla çok güzel ilişkilerimiz mevcut. Zaman zaman bireysel olarak bile görüşüyoruz. Türkiye’ye tatile geldiklerinde bizi arıyorlar, biz de parlamenter değil “Türkiye ile Gürcistan arasında yapılması gereken bütün uluslararası anlaşmaları yapmış durumdayız. Enerjide, ulaşımda pek çok ortak proje yürütüyoruz, ayrıca halen sürdürülen görüşmeler de mevcut.” turist olarak Gürcistan’ı ziyaret ettiğimizde onlar tarafından çok iyi karşılanıyoruz. Oradaki milletvekili arkadaşlarımız bu hoşgörü ve sempatiyi bize daima gösteriyor. Onların oryantalist anlayışı ve misafirperverliği, ülkemizden Gürcistan’a gidenleri de derinden etkiliyor. Devasa bir yemek kültürü, folkloru var ve bunları orada yaşıyor olmak insanın kanını kıpır kıpır yapıyor, neticede benim için geçmişten gelen bir bağ söz konusu. Bundan 137 sene önce büyük büyük dedelerim orada yaşıyormuş. Lakin bir parlamenter olarak iki ülke ilişkilerine katkı sağlamak çok daha önemli. Ben, dünya döndükçe Gürcistan ve Türkiye’nin dostluğu, kardeşliği, kültürel ve sosyal birlikteliği daim olsun diye temenni ediyorum. Türkiye ile Gürcistan arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi alanlarda yürütülüyor? Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun öncü olduğu projelerden ve önümüzdeki dönemde hayata geçecek faaliyetlerden bahseder misiniz? İki ülke arasında yapılması gereken bütün uluslararası anlaşmaları yapmış durumdayız. Enerjide, ulaşımda pek çok ortak proje yürütüyoruz, ayrıca halen sürdürülen görüşmeler de mevcut. Gürcistan ile Türkiye arasında 1,5 milyar dolara yakın bir dış ticaret hacmi söz konusu. Bu durum tamamen Türkiye’nin lehine, zira Gürcistan’da sanayi ve endüstriyel üretim pek yok. Ama tarım ürünleri son derece doğal ve sağlıklı, bunlar da bize ithal oluyor. İki ülke arasında çok ciddi enerji yatırımları da var. Türk işletmecilerimiz Gürcistan’da yatırım yapıyor, örneğin enerji santrali ve barajlar kuruluyor. Perakende üzerine yatırım yapan müteşebbislerimiz de bulunuyor. Devletimizin yüz akı olarak nitelendirdiğimiz TİKA üzerinden yürütülen, hem gerçekleşmiş hem de henüz taslak halinde olan yeni projelerimiz var. Örneğin Tiflis’te engelli Kasım 2014 51 52 Dostluk Grupları “İki ülke arasında her daim sivil toplum kuruluşları ve parlamenter düzeyde ilişkiler mevcut. Gürcistan’da ülkemize, milletimize önem veriliyor.” çocuklara hizmet vermesi planlanan merkezin tadilat ve yenilenme sonrası açılışına ben de katılmıştım. Orada bizden yeni destekler istediklerini söylediler, taleplerini ilettiler. Ayrıca Gürcistan içme suyu projesi, Kösalı’da köy okulu ve medrese tadilatı, Yılmazlı’da köy okulu tadilatı, Tiflis’te Cuma Mescidi tadilatı, Batum’da engelliler için rehabilitasyon merkezi ve yeni doğan bebek bakımevi tadilatı, Bolnisi Belediyesi Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi tadilatı gibi çalışmalar yürütüldü, pek çok çalıştay ve kongre gerçekleştirildi. Yeni yatırımlar üzerine görüşmelerimiz devam ediyor. Batum’da engelli rehabilitasyon merkezi restorasyonu, Karacalar köyü içme suyu temini projesi, Katarzisi Yaşlılar Merkezi aşevine gıda yardımı, Rene’de yerel halk ile çevredeki dokuz köy halkına sağlık hizmeti veren, çocukların aşı olmalarını sağlayan tek ilkyardım merkezinin tefrişatı ve tıbbi donanımı projesi devam eden çalışmalar arasında yer alıyor. Ayrıca yetim çocuklar için bir bakımevi, ibadethane restorasyonu, Acara’da kadın doğum hastanesi ve sağlık merkezi yapılmasını planlıyoruz. Batum’un dağlık kısımlarındaki şehirlerde ulaşım çok zor olduğu için bu tür kurumların bölgeye kazandırılması büyük önem taşıyor. Yeni projeleri görüşmek üzere kasım sonuna doğru dostluk grubu olarak Gürcistan’a bir ziyaret daha gerçekleştireceğiz. Gürcistan ile iyi ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor? Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kurulan pek çok devletten biri de Gürcistan’dı. Komünizm döneminde geliştirilemeyen ilişkiler, o dönemden sonra sınırların açılmasıyla ilerlemeye başladı. Tabii en önemli husus Gürcistan’a sadece kimliğimizle seyahat edebiliyor olmamız. Tiflis Havaalanı’nı ortak kullanabiliyor, uçak seferleriyle sanki Türkiye’nin bir ili gibi Gürcistan’a giriş çıkış yapabiliyoruz. Kasım 2014 İki ülke arasında her daim sivil toplum kuruluşları ve parlamenter düzeyde ilişkiler mevcut. Gürcistan’da ülkemize, milletimize önem veriliyor. Bizi batıya açılan kapıları olarak görüyorlar adeta. Avrupa Birliği, NATO, Birleşmiş Milletler nezdinde bizden daima destek istiyorlar. Gürcistan, en yakın komşumuz ve müttefikimizdir, öyle olmaya da devam edecektir. Pek çok Gürcü vatandaşı Türkiye’de çalışıyor, özellikle evde bakım konusunda ciddi çalışmalar var. Çalışma Bakanlığı da onlara pek çok kolaylık sağlıyor. Tüm bunların ortaya çıkmasında ve gelişmesinde tarihî bağlar fayda sağlıyor. Özellikle Müslüman Gürcülerin yaşadığı Acara Özerk Cumhuriyeti bölgesinde Osmanlı Devleti’nden miras bir birikim söz konusu. O dönemde Gürcü paşalar, sadrazamlar devlette görev yapmışlar ve Osmanlı’ya yadsınamayacak katkılar sağlamışlar. Yani ortak bir geçmiş, akrabalık ve miras söz konusu. Elbette biz sadece parlamentolar arasında bir ilişki kuruyoruz. Bu bağlamda bütün kamu yetkililerine teşekkür ediyorum, zira kolektif bir durum söz konusu. Piramidin tabanı ne kadar genişlerse sürdürülebilirlik o kadar uzun olur. Özellikle 2015’e, yani Ermeni olaylarının 100’üncü yılına yaklaştığımız şu dönemde Gürcistan en büyük destekçilerimiz arasında bulunuyor. Ülkemizin yanında yer alıyor, tarihî kayıtların ve olayların tarihçiler tarafından ele alınması gerektiğini dile getiriyor ve soykırım diye bir şeyin olmadığını savunuyorlar. Bu, bölge siyasetinde de etkili oluyor tabii, ancak bunu sürdürülebilir hale getirmek çok daha önemlidir ve tüm çalışmalarımız da bunu sağlamak içindir. Gürcistan ile Türkiye arasındaki iyi ilişkiler inşallah artarak devam edecektir. 53 Köy Öğretmenleri Tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü kutlu olsun. I Yurdumuz uçsuz bucaksız, Gökte yıldız kadar köylerimiz var. Ama uzak, ama harap, ama garipsi… Alın benim gönlümden de o kadar. Uzak köylerimizde kuşlar gibi Her sabah çocuklar size uçar. Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç… Alın benim gönlümden de o kadar. Siz kara göklerin yıldızları, Işıtın yurdumuzu sabaha kadar! Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu… Alın benim gönlümden de o kadar. II Çemişkezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar! Malazgirt’e, Çemişkezek’e, Patnos’a gitmezseniz, Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır, Köylere ışık iletmezseniz. Dağlara, vadilere, ovalara Tesbihler gibi saçılmış köyler, Rüzgara karşı bir bayrak, Sevinçle türküsünü söyler. Sevinçle türküsünü söyler Bir idare lambası küçük, solgun. En azından üçyüz pare dam Umudu en azından üçyüz çocuğun. Ve onlar saçları uzamış, Çatlak ellerinde çıkınları, Üç saat, dört saat ötelerden Yorgundur, sessizdir akınları. Ve onlar, yıldızlar gibi Gözleri ışıl ışıl yananlar. Oyuncak için değil, kağıt, kalem Kitap için gizlice ağlayanlar. Ve onlar aşıktan bilya, Sopadan at yapanlar. Kurt yavruları gibi, kuzular gibi Dağ başlarını çınlatanlar. ........ Çemişkezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar, Bütün bunları düşünmelisiniz. Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla Akıp köylere gitmelisiniz! Yurdumuza ışık iletmelisiniz... Cahit Külebi Kasım 2014 Kasım 2014 55 Kalıpları reddeden yazar HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Türk Edebiyatı’nda ayrı bir yeri bulunuyor. Herhangi bir akımın mensubu olarak değerlendirilemeyecek kadar çok yönlü bir hikaye ve roman yazarı olan Gürpınar, aynı zamanda gazeteci ve siyasetçi. Çağla Taşkın 1 864 yılının 17 Ağustos’unda İstanbul Ayazpaşa’da dünyaya gelen Hüseyin Rahmi’nin hayatla olan imtihanı çok erken bir zamanda başlar: Üç yaşındayken annesini kaybeder. Bunun üzerine Girit’e, burada görev yapmakta olan babasının yanına gider. Hüseyin Rahmi, altı yaşındayken Girit’ten İstanbul’a geri gönderilir. Çoğu kaynak bunun sebebi olarak babanın yeni bir evlilik yapmasını gösterir. Bu yer değişikliği sonucunda Hüseyin Rahmi anneannesi ve teyzesiyle yaşamaya başlar. Çocukluk ve ilk gençlik dönemlerini geçirdiği bu ortam, Gürpınar’ın “kadınların dünyası”na vakıf olmasını sağlar. Bu yılların tesiri yazarın ilerleyen yıllarda vereceği eserlerde belirli dil ve şivelere olan hakimiyeti, özellikle kadınlar arasında yaygın olan inanış ve uygulamaları başarıyla tasvir etmesiyle ortaya çıkacaktır. Hüseyin Rahmi’nin hiçbir zaman düzenli bir okul hayatı olmadığını biliyoruz. Adım attığı ilk öğretim kurumundan şöyle bahsediyor yazar: “Büyüdükten sonra bile kapısının önünden geçerken ürpermelere tutulmaktan kendimi alamazdım.” Yine de eğitim hayatını bir şekilde ikinci sınıfta bırakacağı Mekteb-i Mülkiye’ye kadar devam ettirir. Bu aşamada Gürpınar’ın kurumsal eğitim deneyiminin iyileşme gösterdiğini Mülkiye’ye ilişkin söylediklerinden anlıyoruz: “Orada Hikmet, Kimya, Tarih-i Tabii dersleri gördüm ki kültürüme çok etkisi olmuştur.” Gürpınar’ın okulu ikinci sınıfta bırakması geçirdiği ciddi bir hastalığa bağlanır. Hüseyin Rahmi bu noktadan sonra artık entelektüel gelişiminin dizginlerini tamamen kendi eline alacak, etkilendiğini söylediği Alexandre Dumas’nın eserlerine ilaveten kendi kendine Fransızca öğrenip bu edebiyata çeviriler yapacak kadar hakim olacaktır. Gürpınar’ın Fransız edebiyatından etkilenişi, bu edebiyatın temel taşlarından kabul edilen natüralizm ve realizmle olan yakınlığı zaman zaman kendisinin “artık yalnızca Batı edebiyatının etkisi altında olduğu” ve yerel edebiyatı terk ettiği şeklinde yorumlanır. Oysa Hüseyin Rahmi kalıplara sokulamayacak ve tek bir akımla sınırlanamayacak kadar çok yönlü bir yazardır. Kendisinin en büyük ilham kaynakları arasında “toplum için edebiyat” anlayışının ilk temsilcilerinden sayılabilen, topluma okuma keyfinin ötesinde bir şey vermeyi amaçlayan Ahmed Midhat’ı sayması da bunun bariz bir örneğidir. Gerçekten de Kasım 2014 56 Hüseyin Rahmi, yazarlık hayatı boyunca Ahmed Midhat’ın etkisini hiçbir zaman terk etmez, tıpkı “hocam” dediği bu edebiyatçı gibi o da dilde sadeleşmeyi savunur, halkçılık anlayışıyla yazar. Kendini Batı edebiyatının bir takipçisi olarak kavramsallaştırma isteğinden olsa gerek, Hüseyin Rahmi Gürpınar biyografilerinde aynı dönemde yazdığı Servet-i Fünuncularla mutlaka bir kıyaslama bulunur. Hüseyin Rahmi, bu akımın en önemli isimlerinden Tevfik Fikret’i reddetmesini şu şekilde açıklıyor: “Onların arasına girmek bir sorundu. Bir kanun içine girmek demekti. Halbuki ben daima bağımsız ve özgür olmak istedim.” Hüseyin Rahmi, gerçekten de bu iki sıfatı hak eden yazarlık hayatının ilk çalışması olarak “İstanbul’da Bir Frenk” isimli öyküye işaret eder. Bunu, adını ilk olarak ciddi anlamda duyurmasını sağlayan Şık romanı izler ki Ahmed Midhat’la tanışması ve onun teşvikiyle Tercüman-ı Hakikat’te gazeteciliğe başlaması da bu vesileyle olur. Yazarın gazetecilikteki bir sonraki durağı en bilinen eserlerinden olan “İffet”in tefrika edildiği İkdam ile tercüman ve muharrir olarak çalıştığı Sabah’tır. Bu arada Mürebbiye, Tesadüf, Nimetşinas gibi eserler vermeye devam eden Hüseyin Rahmi’nin kaleme aldığı kitaplardan birinin sansür engeline takılması, edebiyatla arasında geçici bir mesafe koymasına neden olur. II. Meşrutiyet’in ilanına kadar hiçbir eser yayımlamaz, hayatını memurluk yaparak devam ettirir. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ahmet Rasim’le çıkardıkları kısa ömürlü mizah dergileri Güllabi ve Boşboğaz’la edebiyata döner. Hüseyin Rahmi’nin yazarlık hayatında I. Dünya Savaşı sonrası değişen tema ve konularından önce fantastik türden eserler verdiği ilginç bir dönem var. Cadı, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Efsuncu Baba, Dirilen İskelet gibi romanlarını yazdığı bu dönemin kuşkusuz en bilinen eseri, Ertem Eğilmez’in sonradan “Süt Kardeşler” adıyla sinemaya uyarladığı Gulyabani. Hüseyin Rahmi’yi sınıflandırma çabalarını zorlaştıran bu dönemin ardındaki dürtü aslında batıl inançları, temelsiz inanışları mizahi bir dille ifşa etmek ve eleştirmek, bu yolla da okuyucuya ilmî bir bakış açısı sunmaktır. Gürpınar’ın Büyük Harp sonrasında bu isteğini muhafaza Kasım 2014 57 Hüseyin Rahmi Gürpınar toplumun kendisinin de idrak etmekte zorlandığı değişimleri ele alır, bunu yaparken karakterlerini çok geniş bir skalada oluşturur ve akılcı düşünce aşılama gayesinden de hiçbir zaman vazgeçmez. etmekle beraber savaşın yarattığı toplumsal gerçekliği daha yakından incelemeye, yıkımın getirdiği yeni sosyal koşulları konu edinmeye başladığını görüyoruz. Savaş zenginleri, geçim sıkıntısı çekenler, zamanından önce hayata atılmak zorunda kalan genç kızlar artık Hüseyin Rahmi’nin romanlarında merkezî bir yerdedir. Buna ek olarak temel kavramlar üzerinden felsefi denilebilecek tartışmalar yazarın çalışmalarında önemli yer teşkil etmeye başlar. Batılılaşma çabalarının istenmeyen sonuçları ve bu çabalarda izlenilen çarpık yollar da Gürpınar’ın eserlerinde kendine yer bulur. O artık tam anlamıyla “sosyal faydayı amaç edinen” bir yazardır. Toplumun kendisinin de idrak etmekte zorlandığı değişimleri ele alır, bunu yaparken karakterlerini çok geniş bir skalada oluşturur ve akılcı düşünce aşılama gayesinden de hiçbir zaman vazgeçmez. Bu gayeye ulaşabilmek için de abartısız, anlaşılır bir dil kullanılması gerektiğini savunur. “Lisanımızda sadeliğin elzemiyet ve ehemmiyeti cidden bilindiği gün edebiyat başlamış olacaktır” der. Gürpınar’a göre edebiyatın bir keyif olmaktan öteye geçip bir aydınlanma ve dönüşüm aracı olmasının yolu budur. Edebiyatçı olarak tanıdığımız Hüseyin Rahmi’nin siyaset hayatı neredeyse tamamen karanlıkta kalmış bir konu. Kendisinin 5. Dönem Kütahya Milletvekili olarak Meclis’e girdiğini, 6. Dönem’de de 1943 yılına kadar bu görevi sürdürdüğünü biliyoruz. Kimi araştırmacılar siyaset hayatının Gürpınar’a göre olmadığını, kendisinin de politikaya tam anlamıyla ısınamadığını iddia etse de iki dönem üst üste Meclis’te olmayı seçmesi bunun aksini gösteriyor. Ne var ki siyasi yolculuğu üzerine görüşlerini ve bu deneyimin kendisine ne ifade ettiğini öğrenme fırsatımız yok, zira Hüseyin Rahmi Gürpınar Meclis’ten ayrılmasından bir sene sonra, 8 Mart 1944’te çok sevdiği Heybeliada’da hayatını kaybetti. Kasım 2014 58 SiyasettenSivil Topluma Kahraman Emmioğlu: Engellilerin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan toplumsal hayatla bütünleşmeleri için çalışıyoruz Söyleşi: Nehir Öztürk TBMM 20. Dönem Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Fiziksel Engelliler Vakfı, çok önemli çalışmalara imza atıyor. Emmioğlu, “Engelli vatandaşlarımızın erişim, eğitim, istihdam ve sağlık sorunlarını çok önemsiyor ve bunların çözümü için projeler geliştirip uyguluyoruz” diyor. Kasım 2014 Engellilere yönelik çalışmalarınız ne zaman ve nasıl başladı? 1994’teki yerel seçimlerde Gaziantep Belediye Başkan Adayı iken temas kurduğumuz engellilere yönelik dernek ilgilileri problemlerini iletmişlerdi. Doğrusu engellilerle ilgili yapılması gereken pek çok iş olduğunun o zaman farkına varmıştım. Gaziantep’te seçilememiştim, ama İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan kazanınca bana İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği’ni teklif etmişti. Başkan Erdoğan’ın ilk işlerinden biri, Belediye’nin engellilerle ilgili yapması gereken işlerin tespiti ve organizasyonun kurulması oldu. Biz de zaten buna hazırdık, kollarımızı sıvayıp işe koyulduk. Engelliler Koordinasyon Merkezi’ni kurduk; bir taraftan engellilerin mevcut sıkıntılarını gidermeye yönelik çalışmalara, diğer taraftan özellikle Belediye’nin yapması gereken işleri programlamaya başladık. Engelliler evlerinden dışarı çıkamıyordu. Bu sebeple etrafta fazla engelli görünmüyordu. Hatta bir Batılı ziyaretçim -belki de içinden alay ederek- “Çok şanslısınız, engelliniz pek yok” demişti. Hepimiz biliyorduk ki istatistiklere göre bütün ülkelerde insanların %10-12’si engellidir. SiyasettenSivil Topluma Engellilerle yalnız devletin, belediyelerin ilgilenmesi elbette yetersiz kalmaktadır. Biz kısıtlı bütçe imkanları sebebiyle arzu ettiğimizin çok cüzi bir kısmını yapabilmiştik. STK’ların, yani gönüllü kuruluşların çalışmalarının çok önemli olacağını gördüğümüz için de Fiziksel Engelliler Vakfı’nı kurduk. Vakıf kuruluş amaçları doğrultusunda ne tür faaliyetler gerçekleştiriyor? Vakfımızın kuruluş amacı, engellilerin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmaksızın toplumsal hayatla bütünleşmelerini sağlamak maksadıyla hayatın her alanına ilişkin hizmetler yapmaktır. Vakıf olarak engelli bireylere her alanda yardımcı olmaya çalışıyoruz. Engelli bireylerin sosyal hayata katılımlarını sağlayıcı projeler geliştirip uyguluyoruz. İstihdam, erişim, rehabilitasyon, spor gibi sorunlara odaklanarak kalıcı çözümler üretiyoruz. Projelerimizi hayata geçirirken İŞKUR, AB ve Kalkınma Ajansları ile işbirlikleri yapıyoruz. Ayrıca ayni ve nakdi yardım faaliyetleri gerçekleştiriyoruz. 2011 yılında Gaziantep’te vakfımızın temsilciliğini açtık ve orada da aynı anlayış içerisinde hizmetlerimizi yürütüyoruz. Vakfın “Özümüzle Üretiyoruz”, “FEV Mozaik”, “Sportif Beceri ve Koordinasyon Eğitimi”, “Mutlu Engelli Hattı” gibi projeleriyle ilgili bilgi verebilir misiniz? “Özümüzle Üretiyoruz” projesi, engelli bireyleri kendi kendine yeten bağımsız bireyler haline getirmeyi hedefleyen, diğer bir deyişle engellilere balık vermeyi değil, balık tutmayı öğ- “Uzun vadedeki amaçlarımız arasında her ilde bir Sportif Beceri ve Koordinasyon (SBK) Eğitimi merkezi açmak yer alıyor.” reten bir projedir. Bu proje bir yandan engellilerin engel, eğitim, iş tecrübesi ve diğer vasıflarına uygun iş ortamlarında istihdamlarını amaçlarken bir yandan da 4857 sayılı yasa kapsamında engelli istihdam yükümlülüğü bulunan işyerlerine üretimlerine katkı sağlayacak engelli iş gücü imkanı sunmaktadır. 2005 yılında İŞKUR ortaklığında hayata geçirdiğimiz proje, gösterdiği başarı nedeniyle günümüze kadar gelmiştir. Projenin sekizinci çalışma dönemi 5 Eylül 2014’te sona ermiştir. 2005’ten bu yana işe kabulü sağlanan engelli sayısı 3 bin 402’ye ulaşmıştır. Gaziantep’te hayata geçirdiğimiz “Zihinsel Engellilere Yönelik Mozaik Eğitimi” projesinde eğitilebilir zihinsel engelli bireyler değerlendirildi. Proje ile zihinsel engelli bireylerin topluma uyumlarının sağlanması, zihinsel ve bedensel açıdan kendilerine yeterli bireyler haline gelmelerinin desteklenmesi ve kabiliyetlerini en yararlı şekilde kullanabilmeleri için fırsat sunulması hedeflendi. Toplam 9 ay süren projede 33 zihinsel engelli çocuğa mozaik eğitimi verildi. “Sportif Beceri ve Koordinasyon (SBK) Eğitimi”, engelli çocuklara fiziksel tıp ve rehabilitasyon programları dışında kalan egzersizleri yaptırarak fiziksel hareket kabiliyetlerinin artırılması amacıyla uygulanmaktadır. Eğitim sonunda engelli çocuklar fiziksel bağımsızlıklarını ve hareket kabiliyetlerini geliştirerek sosyal hayata katılmaktadır. İstanbul’da hayata geçirdiğimiz ve çok olumlu sonuçlar elde ettiğimiz projeyi Gaziantep’te de uyguladık. Tekerlekli sandalye ile merkezimize gelip, eğitim sonunda koşarak giden çocuklarımız oldu. Aileler projenin yaygınlaşması için taleplerini iletiyorlar. Bizim de uzun vadedeki amaçlarımız arasında her ilde bir SBK merkezi açmak yer alıyor. Kasım 2014 59 60 SiyasettenSivil Topluma “Mutlu Engelli Hattı”nı 2007 yılında hizmete açtık. Engelli bireylerin, yakınlarının ve engellilik ile ilgisi olanların engelli haklarıyla ilgili sorularını yanıtlamak için kurulmuş bir servis. 444 6 000 numarası aranarak bu hizmetten faydalanılabiliyor. Ayrıca burada görev yapan görme engelli bir avukatımız bulunuyor. “Beyaz Kelebekler”, zihinsel engelliler için tasarladığımız bir istihdam projesi. Bu kapsamda 37 engelli birey 8 hafta süreyle mesleki ve kişisel gelişim eğitim programına tabi tutuldu. Eğitim sonundaki sınavda başarılı olan 23 engelli birey bir firmanın restoranlarında istihdam edilerek topluma kazandırıldı. Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’sini engelli vatandaşlarımız oluşturuyor. Başta fiziksel engelliler olmak üzere bu vatandaşlarımız en çok hangi sorunlarla karşılaşıyor? En başta vurgulanması gereken konu, aslında engelli vatandaşlarımızın sorunlarının toplumun diğer fertlerinden pek farklı olmadığıdır. Burada insanların yanlış bir algısı söz konusu. Öyle ki her tarafta tekerlekli sandalye için kapak toplayan vatandaşlarımız var. Bu duyarlılığı gösterdikleri için öncelikle teşekkür ediyoruz, ama mesele sadece tekerlekli sandalye değil. Burada dör t temel meseley i ele alabiliriz: Erişim, eğitim, istihdam ve sağlık. Bu dört meselenin ne kadar iç içe geçmiş olduğu aşikar. Özellikle erişim, diğer üç başlıkla sıkı sıkıya bağlı. Engelli birey sokağa çıkamadığı için okula, işe, sağlık merkezine gidemiyor. Toplumdan tecrit bir hayata mahkum oluyor. Bu nedenle erişim, eğitim, istihdam ve sağlık sorunlarının çözümünü çok önemsiyor ve bu konularda projeler geliştiriyoruz. Kasım 2014 Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata katılmaları konusunda toplum, yerel yönetimler ve çeşitli kurumların yeterli duyarlılığı gösterdiğini düşünüyor musunuz? Burada en büyük sorun halkımızın bu konudaki bilgi eksikliğidir. Bu eksikliği gidermeye yönelik çeşitli çalışmalarımız devam ediyor. Karşılaşılan bir engelli bireyle en doğru iletişimin nasıl kurulacağı konusunu anlatmaya çalışıyoruz. Yerel yönetimler noktasında geçmişe göre oldukça önemli gelişmeler var. Belediyelerin çalışmalarını takdirle karşılıyoruz, ama kat edilmesi gereken daha çok yolumuz bulunuyor. TBMM 20. Dönem’de milletvekilliği yapmış biri olarak siyaset kurumunun engellilerle ve bu alandaki sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerine yönelik değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? İlk sorunuza cevap verirken işaret etmiştim; işe başladığımızda siyaset kurumunun yapacağı çok iş vardı, halen de var. Engelli ve ailelerinin hayatını kısmen de olsa kolaylaştırmak, istihdam alanları açmak için mevzuatın süratle düzenlenmesi gerekiyordu. Bizim dönemimizde 25.03.1997 tarihli KHK ile Başbakanlık’a bağlı Özürlüler İdaresi Başkanlığı kuruldu. Bu Başkanlık, yaptığı düzenlemelerle o güne kadar engellilerin hayatında yer almayan birçok hak ve sağlanan kazanımların takibi ve koordinasyonu için teşkilatlanmaya gitti. Gerek KHK’da yer alan haklar, gerekse Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın kurulmuş olması o günün şartlarında bir devrim niteliğindeydi. Yapılan çalışmaların ardından 2005 yılında ilk kez 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun çıkarıldı. Yine 2008 yılında 5825 sayılı kanunla Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme kabul edildi. Bize göre siyaset kurumu şimdiye kadar yapması icap edenlerin büyük bir kısmını gerçekleştirmiştir. Halkımızın da bu konularda bilinçlenmesinde önemli mesafe alınmıştır, ama yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. İlgili STK’ların çalışmalarının güçlenmesi de zaman alacaktır. Millî gelirin ve devletin bütçe imkanlarının artması, hepimizin bilinçlenmesi zamanla engellilerimizin durumunu daha iyiye götürecektir. Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz. Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ: Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 305 32 62-63 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 508 30 03 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0232 390 41 06 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0242 249 65 91 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0342 360 95 05 Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 22 27 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 34 54 Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0332 224 49 70 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0462 377 54 22 Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :0332 223 79 79 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 291 27 01 Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 62 Sağlık Çocuğunuza en güzel hediye: Sağlıklı dişler, güzel gülüşler Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Pedodonti Departmanı Uzman Diş Hekimleri Dr. Dt. Nezate Dadakoğlu ve Dr. Dt. Sezgi Bellek, “Çocuğumuza sağlıklı bir hayat armağan etmek istiyorsak işe süt dişlerinden başlamamız gerekiyor” diyor. Uzmanlar, ağız ve diş sağlığı açısından büyük önem taşıyan koruyucu hizmetlerden çocukların mahrum bırakılmaması gerektiğini de vurguluyor. Kasım 2014 Ağız ve diş sağlığı her yaşta büyük önem taşıyor. Çocuklarımızı diş hekimiyle ne zaman tanıştırmamız gerekiyor? Çocuğunuz doğumdan sonra ortalama altı aylık aralıklarla yeni bir diş grubu çıkaracaktır. Bu da yeni ağız içi koşulları ve yeni bakım gereklilikleri anlamına gelir. Bu nedenle acil tedavi gereksinimleri dışında ortalama altı ayda bir düzenli kontroller yapılmalıdır. Çocuklarda ağız ve diş sağlığından söz ederken öncelikle süt dişlerine değinmek gerekiyor. Süt dişlerinin önemini belirtebilir misiniz? Çocuğumuza sağlıklı bir hayat armağan etmek istiyorsak işe süt dişlerinden başlamamız gerekiyor. Süt dişleri, çocuğumuzun konuşma ve yemek yeme alışkanlıklarının doğru oluşabilmesi; estetik açıdan görünümü, yüz ve çene gelişimi şeklini etkilemesi; ortodontik rahatsızlıkların oluşma riskini azaltması; ileride kalıcı dişlerin sağlığı bakımından son derece önemlidir. Kısacası süt dişleri çocuğumuzun tüm ömrünü etkileyecek derecede önem taşımaktadır. Bu nedenle süt dişi deyip geçmemek gerekir. Süt dişlerinin temizliği konusunda nelere dikkat etmek gerekir? Süt azı dişlerinin sürme zamanının gelmesine, yani çocuğunuzun yaklaşık 18-24 aylık olmasına kadar ön dişlerin temizliği işaret parmağına dolanacak tülbent benzeri gözenekli bezle silinerek yapılabilir. Daha sonra üç yaşına kadar çok az macun kullanarak fırçalamaya başlanmalıdır. Uygun fırça ve macun mutlaka pedodontist tarafından önerilmelidir. Sağlık hizmetlerden haberdar olmadığını düşünüyoruz. Ağız ve diş sağlığı açısından son derece önem taşıyan koruyucu hizmetlerden çocuğumuzu mahrum bırakmamalıyız. Çocuklarla iyi bir iletişim kurabilmeniz mesleğiniz açısından büyük önem taşıyor. Muayene sırasında koltukta duramayan çocuklar oluyordur mutlaka. Bu tür durumlarda neler yapıyorsunuz? Süt dişleri tedavi edilmeli midir? Elbette. Süt dişleri tıpkı kalıcı dişler gibi tedavi edilmelidir. “Nasıl olsa değişecek” düşüncesiyle bu dişlerin çekilmesi pek çok probleme neden olur. Bir süt dişi zamanından önce çekilirse yandaki dişler bu boşluğa doğru kayar ve alttan gelecek kalıcı dişe yer kalmaz. Sonuç olarak çapraşıklıklar meydana gelir. Süt dişlerinin sağlıklı olmaması büyüme ve gelişme geriliğine yol açar. Özellikle konuşmanın öğrenildiği dönemde ön süt dişlerinin eksik olması f, v, s, z, t harflerinin doğru telaffuz edilmesini engeller. Bu sorun ömür boyu sürebilir. Her çocuk gülmeyi sever. Güzel bir gülümsemeye sahip olmadığını düşünen çocuklar psikolojik rahatsızlık duyar. Bu nedenlerle süt dişlerinin bakımı da tedavisi de büyük önem taşır. Diş hekimliği eğitiminin üzerine aldığımız pedodonti uzmanlık eğitimi boyunca sadece çocuklara yönelik iletişim ve muayene teknikleri üzerinde çalışmamız bu tür durumları bizim için sorun olmaktan çıkarıyor. Doğrusu çocuklar için özel tasarlanmış, adeta oyun salonunu andıran bir pedodonti departmanı ve dev oyuncaklar şeklindeki diş ünitelerinin de yardımıyla çocuklar işleri bittikten sonra bile pedodontistinden ayrılmak istemiyor. Ancak yine de eğer gerekirse profesyonel bir anestezi ekibi ile birlikte sedasyon ve anestezi de güvenle uygulanabiliyor. Merkezinizde gelişmiş bir radyoloji departmanı bulunuyor. Bu bölüm gerektiğinde çocuklar için de kullanılıyor mu? Röntgenin çocuklara bir zararı var mı? Yüksek teknolojinin kullanılabilmesi yeni nesil diş hekimliğinde son derece önemlidir. Bu imkanlara sahip olduğumuz ve gerektiğinde kullanabildiğimiz için bizler şanslı hekimleriz. Modern teknik ve yöntemlerle çekilen diş röntgeni çocuğa zarar vermemektedir. Yeni nesil diş hekimliğinden söz ettiniz. Günümüzde çocukların ağız ve diş sağlığını korumak için ne tür yaklaşımlar var? Günümüz diş hekimliğinde iyi bir merkezde ve profesyonel uzmanlarca uygulandığında mükemmel sonuçlar veren koruyucu imkanlara sahibiz. Örneğin tüm çocuklarda dişler ilk sürüldüğü zaman diş minesi tam olarak olgunlaşmadığından çürüğe karşı yatkınlık mevcuttur. Fissür örtücü işlemlerin uygulanması için en uygun zaman bu dönemdir. Bunun dışında profesyonel flor uygulamaları, gizli çürüklerin belirlenip yok edilmesi, gerektiğinde uygulanan yer tutucu apareyler ya da oynayan dişlerin sabitlenerek koruma altına alınması gibi yaklaşımlar profesyonel bir ekip tarafından uygulandığında son derece faydalıdır. Maalesef çoğu kişinin, çocuğuna sunabileceği bu koruyucu Dr. Dt. Sezgi Bellek Dr. Dt. Nezate Dadakoğlu Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Oğuzlar Mahallesi Mevlana Bulvarı (Konya Yolu) No: 143/A Balgat adresinde hizmet veriyor. Milletvekilleri 0 506 333 20 20 numaralı telefondan Miadent’e direkt ulaşabiliyor. Merkez’le ilgili bilgi 444 5 642 numaralı telefon ile www.miadent.com adresinden edinilebilir. Kasım 2014 63 Sivil Savunma Hizmetleri Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı Sivil Savunma Hizmetleri, doğal afet ve savaş gibi olağanüstü durumlara hazırlıklı olabilmek için önemli çalışmalara imza atıyor. Sivil savunmanın ulvi bir görev olduğunu belirten tecrübeli personel, “Barışta ter dökmeyen savaşta kan döker” sözünü hatırlatıyor. Kasım 2014 Y ıkıntılar arasından uzanan bir ele dokunmak, alevler içinde çaresizce bekleyen bir kişiye umut olmak, en zor zamanda yardıma koşarak yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiye meydan okumak… Gözyaşlarını silmek, yaraları sarmak… El ele, gönül gönüle vererek doğal afetlerin yıkımını azaltmak, acısını hafifletmek... Savaşta ise cephe gerisindeki manevi güç olmak… Sivil savunma ekipleri olağanüstü durumlarda bilgi ve tecrübeleriyle can ve mal kaybının en aza indirilmesini sağlıyor. Olası doğal afetlere ve düşman saldırılarına karşı her an göreve hazır bekleyen ekipler çok önemli çalışmalar gerçekleştiriyor. “Meclis Çalışanları” köşesi bu ay Sivil Savunma personelini konuk ediyor. TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı’na bağlı birimin sevk ve idaresinden sorumlu Sivil Savunma Uzmanı Mahmut Pulcuoğlu, sivil savunmanın savaşlarda ve doğal afetlerde halkın can ve mal kaybını en aza indirebilmek için alınan koruyucu-kurtarıcı önlemler Meclis Çalışanları ve faaliyetler bütünü olduğunu belirtiyor. Pulcuoğlu, “TBMM Sivil Savunma Planı doğrultusunda TBMM personelinden teşkil edilen yedi sivil savunma servisi bulunuyor. Bu servisler Karargah, Emniyet ve Kılavuz, Kurtarma, İtfaiye, İlkyardım, Sosyal Yardım ve Teknik Onarım isimlerini taşıyor. Karargah Servisi, olağanüstü durumlarda sevk ve idareyi sağlıyor. Emniyet ve Kılavuz Servisi, halkın panik yapmadan sakin bir şekilde olay mahallini boşaltması, önemli evrak ve malzemenin emniyetli bir şekilde dışarı çıkarılması görevini yerine getiriyor. Kurtarma Servisi, yıkıntı altında kalanların yanı sıra önemli evrak ve malzemenin kurtarılması için çalışma yürütüyor. İtfaiye Servisi, adından da anlaşılacağı üzere yangına müdahale ediyor. İlkyardım Servisi, yaralılara ilk müdahaleyi yaparak onların emniyetli bir şekilde sağlık merkezine erişimini sağlamak için çalışıyor. Sosyal Yardım Servisi, olağanüstü durumun ardından meydana gelen panik ve kargaşayı önleme, halkı sakinleştirme, şok halindeki vatandaşları olay mahallinden çıkararak teskin etme görevlerini yerine getiriyor. Teknik Onarım Servisi ise olağanüstü durumlarda elektrik, su, ısıtma, telefon arızalarına en kısa zamanda müdahale ederek sorunu gidermek için çalışmalar yapıyor” diye konuşuyor. “Sivil savunma, cephe gerisi maneviyatının muhafazası için büyük önem taşıyor” Mahmut Pulcuoğlu’nun verdiği bilgiye göre, sivil savunma servisleri TBMM birimlerinin personel mevcuduna uygun olarak belirli oranlarda katılımla oluşturuluyor. Bu servis- Meclis’te 2010 yılından bu yana gönüllü arama kurtarma ekibi bulunuyor. Ekipte yer alan personel, her yıl profesyonel eğitimden geçiyor. lerde yer alan TBMM personeli, her yıl tekrarlanan sivil savunma eğitimlerinden geçerek olağanüstü durumlara karşı hazır hale geliyor. “Oluşturduğunuz sivil savunma servisleri sadece TBMM yerleşkesi içindeki olaylara mı müdahale ediyor?” diye sorduğumuz Pulcuoğlu, “Evet” yanıtını veriyor ve ekliyor: “Deprem gibi büyük bir felaket söz konusu olduğunda görev verilmesi durumunda buna da hazırlık lıyız. 2010 yılından bu yana gönüllü arama kurtarma ekibimiz var. Meclis Arama Kurtarma Ekibi’nde (MAKE) yedekleriyle birlikte 43 personel yer alıyor. Bu personel her yıl profesyonel eğitimden geçerek olağanüstü durumlarda göreve hazır hale geliyor.” Sivil Savunma biriminin, sivil savunma faaliyetleri, yangın söndürme, TBMM Güvenlik Koordinasyon Kurulu’nun sekretaryası, TBMM giriş kartlarının düzenlenmesi ve otopark giriş kontrollerinin yapılması olmak üzere dört görev alanı bulunuyor. Sivil savunma faaliyetleri çerçevesinde sivil savunma servislerinin oluşturulduğunu, konuyla ilgili olarak çeşitli eğitimler ve tatbikatlar yapıldığını, ayrıca Çanakkale Gezisi gibi etkinlikler düzenlendiğini ifade eden Mahmut Pulcuoğlu, “Sivil savunmanın amacı olağan durumda gerek li tedbirleri alarak olağanüstü duruma hazırlıklı olmaktır. Barışta ter dökmeyen savaşta kan döker. Sivil savunma savaşta cephe gerisi maneviyatının muhafazası için de büyük önem taşımaktadır” diyor. Pulcuoğlu, birimin bir diğer önemli görevini ise şöyle anlatıyor: “TBMM Güvenlik Koordinasyon Kurulu, güvenlik, kontrol, nöbet hizmetleri ve uygulamada görülen eksiklikler ile araştırma ve değerlendirme hususlarındaki görüş ve teklifleri görüşmek üzere senede üç defa olağan, gerekli görülmesi halinde ise olağanüstü topla- Kasım 2014 65 66 Meclis Çalışanları nır. Bu toplantıların hazırlığı ve alınan kararların takibi Sivil Savunma’nın görevleri arasında yer almaktadır.” “Bir felaket yaşanmadan önce tedbir almak gerekiyor” Sivil Savunma biriminde Sivil Savunma Uzmanı, Sivil Savunma Şefi, büro memurları, Yangın Söndürme Amiri, Yangın Söndürme Ekibi ve otopark kontrol görevlileri olmak üzere 43 personel yer alıyor. Sivil Savunma Şefi Menekşe Özcan, yaklaşık 31 yıldır Meclis’te görev yapıyor. 2010 yılının kasım ayından bu yana Sivil Savunma Şefi olarak çalışan Özcan, sivil savunmanın çok önemli ve ulvi bir görev olduğunu belirtiyor. Kişinin olağanüstü bir durumda önce kendisini, sonra çevresindekileri koruyabilmesinin büyük önem taşıdığına işaret eden Öz- Tatbikatlar ilgiyle izleniyor Sivil savunma servislerinde yer alan personelin bilgi ve tecrübesinin artırılması amacıyla TBMM’de çeşitli tatbikatlar düzenleniyor. Mahmut Pulcuoğlu, ilk tatbikatı 2007 yılında yaptıklarını belirtiyor. O tarihten bu yana tatbikatları zaman zaman sürdürdüklerini kaydeden Pulcuoğlu, yüksek bir binadan hafif yaralı bir kişinin indirilmesi, yangın söndürme, ilkyardım, enkaza müdahale gibi konularda gerçekleştirilen tatbikatların büyük ilgi gördüğünü ifade ediyor. Kasım 2014 can, “Hayatımızın değerini bilmemiz ve olağanüstü bir durumda ne yapacağımızı öğrenmemiz gerekiyor. Bu da ancak eğitimle mümkün olabilir. Başımıza bir şey gelmeden tedbirimizi almalıyız. Örneğin bir yangın felaketiyle karşılaşmadan önce yangın tüpünü kullanmayı öğrenmeliyiz” diye konuşuyor. Menekşe Özcan, Meclis Arama Kurtarma Ekibi’nde (MAKE) yer alıyor. Bu çerçevede bir hafta süreyle profesyonel bir eğitim gördüğünü belirten Özcan, neler hissettiğini sorduğumuzda, “Beş katlı bir binadan ve kuleden iniş yaptım. Oldukça heyecan verici ve güzel bir deneyimdi. Eğitimlerimi ilerletmeyi düşünüyorum. Allah göstermesin, ama olağanüstü bir durumda halkın can ve mal güvenliğini en iyi şekilde koruyabilmek için kendimi her geçen gün geliştirmeyi istiyorum” diye konuşuyor. Özcan, Sivil Savunma’da görev almaktan memnuniyet duyduğunu ve ekip olarak uyumlu bir şekilde çalışmalarını sürdürdüklerini ifade ediyor. Fuat Algen, 1987 yılından bu yana Meclis’te çalışıyor. Son beş yıldır Sivil Savunma’da yer alan Algen, evrak kayıt işlemlerinin yanı sıra sığınaklarla ilgili çalışmalarda görev yaptığını belirtiyor. Algen, sivil savunma gibi çok önemli bir alanda hizmet vermenin sorumluluğu ve bilinci içerisinde çalıştıklarını ifade ediyor. Bahar Sarıoğlu, yaklaşık 31 yıldır TBMM’de görev yapıyor. 2002’den bu yana Sivil Savunma’da hizmet veren Sarıoğlu, sivil savunma servislerinin düzenlenmesi, oluşturulması ve eğitimleri ile ilgili konularda çalışmalar yürüttüğünü belirtiyor. Sarıoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında görev yapmaktan mutluluk duyduğunu ifade ediyor. Nurseven Kurtoğlu, 17 yıldır TBMM’de çalışıyor. 2011’den bu yana Sivil Savunma’da yer alan Kurtoğlu, yaka ve araç kartlarının hazırlanması ve takibinde Meclis Çalışanları Profesyonel eğitim alıyorlar Meclis Arama Kurtarma Ekibi’nde (MAKE) yer alan gönüllü TBMM personeli, sivil savunma konusunda profesyonel eğitimden geçiyor. Sivil Savunma Uzmanı Mahmut Pulcuoğlu, bu eğitimlerden birinin geçen yıl Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Ankara İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü Arama Kurtarma Birliği’nde, bu yıl ise Sakarya Afet ve Acil Durum Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlüğü’nde verildiğini belirtiyor. görev yaptığını dile getiriyor. Kurtoğlu, TBMM gibi güzide bir kurumda çalışmanın ayrıcalık olduğunu vurguluyor. Bülent Türker, 15 yıldır Meclis’te görev yapıyor. 2005’ten bu yana Sivil Savunma’da yer alan Türker, TBMM yerleşkesine giriş kartlarının düzenlenmesi konusunda çalışıyor. İlgili yönetmelik doğrultusunda yaka ve araç kartı taleplerinin karşılanması, kartların düzenlenmesi, kayıp kartların ilgili yerlere bildirilmesi ve yenilenmesi gibi konuları takip ettiklerini kaydeden Türker, özellikle yeni yasama döneminin başladığı zamanlarda yoğunluğun çok fazla olduğunu, programlı olarak çalıştıkları için iş akışının aksamadığını ifade ediyor. Bülent Türker, işini severek yaptığını vurgulayarak, “Mesleğinizi severseniz başarıya ulaşmanız mümkün oluyor. TBMM çatısı altında bize verilen görevleri layıkıyla yerine getirmek için gayret sarf ediyoruz. İşimizi severek yaptığımız için Sivil Savunma olarak başarıyı yakaladığımıza inanıyorum” diye konuşuyor. Kasım 2014 67 68 10 Kurtuluş Savaşımızın önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu ve modern Türkiye’nin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 76. yılında özlemle anıyoruz. 10 KASIM 10 KasımTÜRKÜSÜ Türküsü Atatürk! Anıtkabir devrimlerini söyler Bozkır ovalarına, Erciyes’e, Ağrı’ya Ulusun egemen olduğunu Özgür olduğunu Haykıracağım haykıracağım işte Senin sustuğunca! Yolunda yürüyeceğim Atatürk; Ana baba oğul kız Dere tepe bucak köy Yeryüzü yaşamalarımla değil Oralarda, senin gittiğince! Atatürk, taşıyacağım Çanakkale’de, Sakarya’da, Çankaya’da, al al Senin taşıdığını; Yurdun gök ülküsü Dalgalanırken Senin bayrağını yücelteceğim. Senin çıktığınca. Fazıl Hüsnü Dağlarca Kasım 2014 69 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Ekim 2014’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6556 14/10/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sosyal Güvenlik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6557 14/10/2014 Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ile Kore Cumhuriyeti Ulusal Polis Teşkilatı Arasında Polis İşbirliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6558 14/10/2014 Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi Arasında İki Yıllık İşbirliği Anlaşması’nın (2012-2013) Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6559 14/10/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yemen Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6560 14/10/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Cibuti Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun 6561 16/10/2014 Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türkiye’de Bir DSÖ Ülke Ofisi Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6562 21/10/2014 Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6563 23/10/2014 Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Kasım 2014 70 TÜRK SINEMASI 100. yasini kutluyor Her sayfası dopdolu, kimi zaman hüzne kimi zaman neşeye boğan, ama daima nefes kesici, heyecan verici... Sayısız yenilikle ve başarıyla taçlandırdığı yüzüncü yaşını kutlayan Türk Sineması upuzun bir hikaye anlatıyor. Deniz Varol Kasım 2014 71 S evgi neydi? Sevgi emekti... Türkiye’nin beyazperde macerası da sinemaya duyulan tutkunun emekle beslendiği; bizden, hayatın içinden yaşantılarla ve duyguyla harmanlandığı bir yolculuk. Bu yolculukta parayla saadet olmayacağını, her şeye birden sahip olmak isteyenin elindekileri de kaybedeceğini, “Öyle olsun” diyebilmeyi, gerektiğinde metanetimizi muhafaza edebilmeyi öğrendik. Kimi zaman Muhsin Bey’in Üsküdar’da Kız Kulesi’ni gören bir ev alma hayaline ortak olduk, kimi zamansa fakir genç ile zengin fabrikatör kızının aşkına gözyaşı döktük... Güzel olduğu kadar küstahtı bazen âşık olunan kadın, bazense bir melek, öyle ki kanımız ısındığından “anne” demek istedik... Babasını değil belki ama Sütoğlan’ı çok sevdik... Sinemanın ortaya çıkması ve Türkiye’ye gelmesi 19. yüzyılın sonlarına, insanların yeni asra beslediği umudun doruk noktasına ulaştığı bir döneme denk gelir. Sinemanın, Louise ve Auguste Lumiére kardeşlerin Paris Capucines Bulvarı’ndaki Grand Café’de 28 Aralık 1895 tarihinde yaptığı film gösterimiyle doğduğu kabul edilir. “Dünya prömiyeri” olarak nitelendirilebilecek bu olayın üzerinden çok geçmeden dünyaya yayılan yeni ve mucizevi olgu, Osmanlı Devleti’ne uğramak için de fazla beklemeyecektir. Osmanlı’daki ilk sinema gösterimi, dönemin padişahı II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun hatıralarından elde edilen bilgiye göre Bertrand adlı bir Fransız tarafından, 1896’da Yıldız Sarayı’nda gerçekleştirilir. Sarayda tak lit ve hok kabazlık yapan Bertrand, her yıl padişahın izniyle Fransa’ya gitmekte, oradan yenilikler getirmekteydi. Bazı kaynaklara göreyse memlekete sinemanın gelmesini sağlayan kişi Fransız bir ressamdı. Kasım 2014 72 Dünyanın dört bir yanında bu ilginç ve çığır açan buluşa kavuşmayı bekleyen insanlar vardı, İstanbullular ise “büyülü fener”, “optik tiyatro”, “diorama”, “cosmorama” gibi bilimsel bir buluş olarak ortaya çıkan, ancak sonraları eğlence sektöründe kullanılmaya başlayan aletlerle çoktan tanışmıştı. Bu tür etkinlikler halkı hareketli görüntülere bir nebze alıştırmıştı, lakin ilk sinema gösterimi muazzam bir etki yaratmıştı. Osmanlı topraklarında halka açık ilk sinema gösterimi, İstanbul Galatasaray’da Sponek birahanesinde yapılır. 1897 yılında Sigmund Weinberg öncülüğünde gerçekleşen bu gösterimde, Lumiéere kardeşlerin “Trenin İstasyona Girişi” (L’arrivée d’un train en gare de la Ciotat) adlı filmi halka sunulur. Trenin bacasından dumanlar çıkararak gara sessiz sedasız girişi, izleyenleri adeta dehşete düşürür. Elbette oradan oraya yürüyen insanların hareketlerinin oldukça hızlı ve ölçüsüz bir şekilde perdeye yansıması da insanları epey şaşırtır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türk Sineması’nın 100’üncü yılı dolayısıyla gerçekleştirdiği “En İyi 100 Türk Filmi” oylamasının ilk sırasında, Metin Erksan’ın yönettiği ve Türkiye’ye ilk uluslararası ödülü getiren “Susuz Yaz” (1963) filmi yer aldı. Aslında fotoğrafçılıkla uğraşan, sürekli yenilik peşinde koşan ve keşfettiklerini İstanbullulara ulaştırmayı misyon edinen Polonya Yahudisi ticaret adamı Sigmund Weinberg, Türkiye’nin ilk film firmalarından biri olan Pathé’nin temsilcisi olmuş, sinema gösterimlerinin sürekliliğini sağlayabilmiş ve bir sinemacı olarak ismini duyurabilmişti. “Trenin İstasyona Girişi” ise adeta bir milat olmuştu, sonraki yıllarda Pathé ve Lumiéere markalar dahil pek çok sinematograf üretilmiş; büyük salonlar, sirkler ve tiyatrolar yeni yeni gösterimlere sahne olmuştu. Weinberg’den sonra Cambon adlı bir Fransız’ın daha gelişmiş bir makineyle film gösterimleri yaptığı ve oldukça rağbet gördüğü de bilinenler arasındadır. Elbette o dönemde söz konusu gösterimler sadece İstanbul ile, hatta Beyoğlu semtiyle sınırlıydı. Çoğunlukla burada yaşayan yabancı uyruklu kişilere hitap eden filmlerin tanıtım broşürleri bile Fransızca, Rumca, Ermenice, Almanca gibi dillerde basılıyordu. Film gösterimlerinin büyük ilgi gördüğü Osmanlı’da açılan ilk sinema salonu, 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’in özgürlük atmosferinden nasiplenecektir. Londra, Moskova, Budapeşte, Kiev, New York, Singapur gibi önemli kentlerde temsilcilikler açan ve o dönem dünya film sektörünün adeta hakimi olan Pathé firması bu atmosferden yararlanır ve ilk yerleşik sinema salonu Tepebaşı Şehir Tiyatrosu’nda “Cinema Theatre Pathé Freres” adıyla Sigmund Weinberg tarafından açılır. Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı... Türk insanının sinemaya edilgen değil etken bir konumda hakim olma isteği çok geçmeden kendini gösterir. II. Abdülhamid’in Kasım2014 Ekim 2014 73 Yıldız Sarayı’ndaki cuma selamlığı (1905), II. Meşrutiyet cuma selamlığı (1908), şehzadelerin geçit töreni (1909), Sultan Reşad’ın Rumeli gezisi (1911), Hamidiye Zırhlısı’nın bombardımanı (1913) gibi olayların filmleri de çekilmişti Osmanlı topraklarında, lakin bu çekimleri gerçekleştirenlerin hepsi yabancı uyruklu kimselerdi. Dolayısıyla Ruslar tarafından 1876-77 savaşı sonrası zafer anıtı olarak Yeşilköy’de inşa edilen yapının 14 Kasım 1914 tarihindeki yıkılışını filme alan Fuat Uzkınay, film çeken ilk Türk olarak sinema tarihine adını yazdırdı. İlk Türk filmi de böylece “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” olarak literatürdeki yerini aldı. Türkiye’nin ilk düzenli film çekme faaliyetlerini, halkın savaş karşısında moralini yükseltmek amacıyla 1915 yılında kurulan ve başına Sigmund Weinberg’in getirildiği Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) gerçekleştirir. Tabii film şeridine alınanlar arasında cephelerde savaşan birlikler, askerî fabrikaların işleyişi, müttefik ülkelerden gönderilen silahların kullanılışının gösterilmesi, manevralar yer alır. Weinberg’in yönetimindeki MOSD 1916’da Millî Operet Kumpanyası oyuncuları ile “Leblebici Horhor Ağa” operetini çekmeye niyetlenir. Ne var ki oyunculardan birinin ölmesi nedeniyle ilk konulu film denemesi yarım kalır. Bu tarihten sonra çok sayıda belgesel ve kısa film, birkaç uzun ve orta konulu film çekilir. Konulu ilk uzun filmin çekimleri 1916’da başlayıp oyuncuların Çanakkale Savaşı’na katılmaları sebebiyle ancak 1918’de tamamlanan “Himmet Ağa’nın İzdivacı” olur. Türk Sineması’nın ilk sesli filmi ise Türkiye-Mısır-Yunan ortak yapımı “İstanbul Sokaklarında”dır (1931). İlk yönetmenlik denemesi “İstanbul’da Bir Facia-i Aşk” (1922) filmiyle Muhsin Ertuğrul’a ait olan Türk Sineması’nın ilk renkli filmi 1953 yapımı “Halıcı Kız”dır. Birbiri ardına çekilen filmlerle Yeşilçam’a nice yönetmen, oyuncu ve eser kazandıran sektör, siyasette meydana gelen değişikliklerden çokça etkilenir. Sinema Türkiye’de güçlü bir endüstri haline gelir, ancak bu uzun serüvende pek çok önemli siyasi gelişmeye de tanık olunur. Örneğin 1960 İhtilali sinemaya nispeten daha özgürlükçü, aynı zamanda gerçekçi bir soluk kazandırır. 1970’ler baskılarla ve maddi sıkıntılarla geçer, küçük bütçeli filmlerde bambaşka yönelimler söz konusu olur. Bu bunalımlı yılların ortaya çıkardığı durum 12 Eylül sonrasında daha da ağırlaşır, siyasi baskı ve sansür çokça görülür hale gelir. Ama aynı zamanda siyah-beyaz filmler tozlu raflara kaldırılır, yerli ve yabancı pek çok edebi eser sinemaya uyarlanır. Türk Sineması y üz yılda katettiği yolda kimi zaman politik tavırlar ortaya koydu, kimi zaman sanatsal söylemlere cevap verdi. Hem yerli hem de uluslararası arenada daima büyük başarılar elde edildi, pek çok festivalden ödülle dönüldü. Son yıllarda muazzam bir gelişmeye imza atan sinemamızın artık dünya çapında tanınır hale gelmesinden, tartışmasız isimlerin elinden çıkmış eserlerle boy ölçüşecek durumda olmasından anlaşılan o ki Türk Sineması ülkemize gurur veren daha pek çok işe imza atacak. Yüz yıllık öykü daha pek çok sayfaya yer açacak... 1980 öncesinde film şirketlerinin bulunduğu bir sokak olan Yeşilçam, zamanla Türk Sineması’nın adı haline gelir. Kasım 2014 74 100. yılında milletvekillerine Türk Sineması’nı sorduk: Mehmet Domaç AK Parti İstanbul Milletvekili T ürk Sineması’nın 100’üncü yılına ulaşması büyük önem taşıyor. Başta teknolojik olanaksızlık olmak üzere çeşitli zorlukları aşarak bugünlere gelen sinemamızın 100’üncü yaşını kutluyorum. Günümüzde Türk Sineması dünyada tanınıyor ve pek çok film festivalinde ödül kazanıyor. Özellikle son yıllarda Türk filmlerinin uluslararası başarılarını sıkça duyuyoruz. Bana göre Türk Sineması, önemli bir sanat sinemasına doğru evriliyor. Yüz yıllık süreçte sinemamıza emeği geçmiş pek çok değerli rejisör ve oyuncu bulunuyor. Metin Erksan ve Yılmaz Güney bu isimler arasında yer alıyor. Hatırlanacağı gibi Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”, Yılmaz Güney’in “Yol” filmleri uluslararası ödül aldı. He ikisi de Türk sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasında yer alıyor. Sinema özel ilgi duyduğum bir sanat dalı. Yaklaşık 1100 filmlik arşivim bulunuyor. Ülkemiz ve dünya sinemasından filmlere yer verdiğim arşivde sessiz filmler de siyah-beyaz filmler de var. Bunları zaman zaman seyretmekten büyük keyif alıyorum. Umut Oran CHP İstanbul Milletvekili T ürk Sineması 100 yaşında, ama yaşadıklarımız bize “7. Sanat”ın bir yüzyılı geride bıraktığı gerçeğini unutturacak cinsten. Altın Portakal’da Gezi sansürünün yaşandığı 2014’te Türk Sineması’nın 100’üncü yılını kutlamak pek anlamlı oldu doğrusu! Eğitim ve sanat bir toplumu besleyen ana damarlardır. Maalesef AKP iktidarında bu iki damar da kesilmiş, en azından baypas edilmiş durumdadır. Altın Portakal’daki sansür girişimi de göstermektedir ki bu ülke sansürle, baskıyla, işten çıkartılmalarla, istifaya zorlanmalarla dolu “ileri” değil tam demokrasiye layıktır. Tam anlamıyla düşünce ve ifade özgürlüğünü sağlayacak bir anlayışı iktidar yaptığımızda sanat ve sanatçı da özgür olacak; Türk Sineması’nın 100’üncü yıl kutlamaları asıl o zaman başlayacaktır. Erdal Aksünger CHP İzmir Milletvekili T ürk Sineması 100’üncü yaşına özellikle son dönemde uluslararası alanda elde edilen başarılarla giriyor. Örneğin Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde aldığı ödül sinemamız adına büyük önem taşıyor. Yüz yıllık sürece baktığımızda pek çok unutulmaz film ve güçlü karakter oyuncuları olduğunu görüyoruz. Kemal Sunal, Şener Şen, Tarık Akan, Uğur Yücel, Kadir İnanır, Yılmaz Güney, Erdal Özyağcılar gibi pek çok değerli sanatçının hayat verdiği karakterler aradan uzun yıllar geçmiş olsa da hafızalarımızda yer alıyor. Bana göre Kemal Sunal’ın “Kibar Feyzo”, Zülfü Livaneli’nin “Yer Demir Gök Bakır”, Yılmaz Güney’in “Yol” ve “Umut” filmleri sinema tarihimizin en önemli eserleri arasında bulunuyor. Günümüzde Türk Sineması iyi yönetmenler, başarılı senaryolar, gelişmiş teknik imkanlarla güzel işlere imza atıyor. Geçmiş yıllarda olduğu gibi güçlü karakter oyuncularının sayısının da artmasıyla birlikte yeni başarılara ulaşılacaktır. Kasım 2014 I S E N H A S H I R A T 9 Kasım 1938 - Almanya’da Yahudilere ait binlerce iş yerinin yağmalandığı, onlarca sinagogun yakıldığı, mezarlıkların tahrip edildiği ve pek çok Yahudi’nin öldürüldüğü bir olay yaşandı. Saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltısı nedeniyle bu olay tarihe “Kristal Gece” olarak geçti. 3 Kasım 1957 - SSCB, uzaya ilk defa içinde canlı bulunan bir roket gönderdi. Layka adlı köpeğin “Sputnik 2” uzay aracıyla dünya yörüngesine çıkması, insanlı uzay uçuşlarının da öncüsü oldu. 6 Kasım 1986 - Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı, 20334 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 388 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kuruldu. 1 2 3 5 6 8 7 9 5 Kasım 2006 - Türk siyasi hayatında önemli bir isim olan, Türkiye’nin eski başbakanlarından Bülent Ecevit solunum ve dolaşım yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti. 8 Kasım 1895 - Alman 7 Kasım 1982 - 1982 fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen, X ışınını keşfetti. Modern fiziğin başlangıcı sayılan bu olay tıp sektöründe de çığır açtı. Anayasası için halk oylamasına gidildi. %91,37 “Evet” oyuyla kabul edilen Anayasa iki gün sonra yürürlüğe girdi. 7 Kasım 1999 Türk dalgıç Yasemin Dalkılıç, Malzeme Destekli Sabit Ağırlık kategorisinde 68 metreye 2 dakika 27 saniyede dalarak dünya rekoru kırdı. Kasım 2014 17 Kasım 1972 - Türkiye’de siyasi çizgisi feminizm olan ilk parti Türkiye Ulusal Kadınlar Partisi (TUKP), Mübeccel Göktuna genel başkanlığında kuruldu. Parti, 16 Ekim 1981 tarihinde askerî mahkeme kararıyla kapatıldı. 10 Kasım 1938 - Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumdu. 10 12 15 12 Kasım 2003 - Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin idam cezasının kaldırılmasını öngören 6’ncı protokolünü onayladı. 16 17 16 Kasım 1945 - Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) kuruldu. 15 Kasım 1944 - Ahıska, Adigen, Aspinza, Ahilkelek ve Bogdanovka bölgelerinde yaşayan Ahıska Türkleri, Sovyetler Birliği lideri Joseph Stalin tarafından yurtlarından sürüldü. Kasım 2014 78 Çağa damgasını vuran bir buluş 8 “G Kasım 1895 üzellik başa bela” dedikleri tam manasıyla bu olsa gerek. Kültürel zenginliği, doğal güzelliği, önemli jeopolitik konumu gibi nedenlerle yüzyıllardır düşman başından gitmiyor ülkemizin. Biz, 20. yüzyıla beş kala bir yandan dış borçlar, diğer yandan Girit, Mısır, Tunus sorunlarıyla uğraşırken elin oğlu katot ışın tüplerinde oluşan lüminesans olayını inceliyor, katottan kopan elektronların anoda ulaşamadan çarptığı camdaki ışık parlamalarını izliyordu. Hiç şüphesiz Crookes tüpünde gerçekleşen bu reaksiyonun ışıltısı, Dolmabahçe’nin altın dekorundan daha göz kamaştırıcıydı. O yıllarda hiç kimya veya fizik okumamış biri “ışın” sözcüğünün ne olduğunu bilemezdi ki röntgeni anlayabilsin. Çoğumuz “ışın”la ilk defa bilimkurgu filmleriyle tanıştık; 2000’li yıllarda ise ışınlanma deneylerinin artık başarılı olmasını diledik, en kalbî duygularla. Halbuki ışın, uzun yıllardır hayatımızın içindeydi. Öyle içindeydi ki kemiklerimizi bize o anlatıyordu. X ışınlarını Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen keşfetti. Değerli bilim adamı bu uğurda parmaklarını kaybetse de bulduğu şey sonraki on yıllar boyunca, milyonlarca insanın hayatını kurtardı. Radyolojinin temel taşını oluşturan X ışını Kasım 2014 X ışını zamanla bilim adamına ithafen röntgen ışını, bu ışınların kullanıldığı cihazlar ise röntgen adını aldı. X ışınının keşfi modern fiziğin başlangıcı kabul edilse de bu ışın tıp alanında çığır açtı. Öyle ki ışının kullanıldığı röntgen cihazı tıp tarihindeki en önemli araç kabul ediliyor. X ışını dokuya verildiğinde farklı yoğunluklarda emiliyor ve film veya floresans ekran üzerinde bu yoğunluklar gözlemlenebiliyor. Dolayısıyla kemik ve vücuda dışarıdan girmiş mermi benzeri maddeler X ışınlarıyla kolayca görülebiliyor. 79 Bu yöntem I. Dünya Savaşı yıllarında, ülkelerinde röntgen cihazı bulunan şanslı askerlerin kırık-çıkıklarını tespit etmek için kullanıldığında, röntgenin ne kadar olağanüstü bir buluş olduğu anlaşılmış. Röntgen, geçen zaman içinde geliştirilerek tomografi, anjiyografi, f luoroskopi, mammografi gibi cihazların da temelini oluşturmuş. Vücudun en ince damarındaki bir sorun bile X ışınları sayesinde teşhis edilebilir hale gelmiş. X ışını, “Atomdaki çekirdeğe yakın olan enerji seviyesinden herhangi bir nedenle bir elektron koparıldığında üst enerji seviyesinden bir elektronun bu boşluğu doldurması sırasında yayılan ışıma” olarak tanımlanıyor. Elektromanyetik spektrumda Mor Ötesi ile Gamma ışınları arasındaki bölgede yer alan X ışınının dalga boyu 1-0,0001 Å aralığında bulunuyor. Pek az k işinin anlayabi ldiğ i bu tanımlardan çıkarılacak özet X ışınının düşük dalga boylu, yani yüksek enerjiye sahip olduğu. Dolayısıyla insan sağlığını olumsuz etkileyen özellikleri de var. Hayvanlarda yapılan deneyler ve kaza sonucu radyasyona maruz kalan insanlarda yapılan gözlemler radyasyon dozu ile biyolojik etkisi arasında belirgin bir ilişki olduğunu göstermiş. Keşfedildiği yıllarda zararlı etkileri bilinmediği için X ışınları hiçbir koruma önlemi olmadan kullanılmış. Parmaklarını kaybeden, katarakt olan, kısırlaşan insanların yanı sıra kanser hastalığına yakalananlar da olmuş. Keşfedildiği yıllarda zararlı etkileri bilinmediği için X ışınları hiçbir koruma önlemi olmadan kullanılmış. Parmaklarını kaybeden, katarakt olan, kısırlaşan insanların yanı sıra kanser hastalığına yakalananlar da olmuş. Günümüzde ise X ışınının zararlı etkileri biliniyor ve korunma yolları uygulanıyor. X ışınının yararları o denli çok ki zararları görmezden geliniyor. X ışınları için “Hayat kurtarır” denilebilir. İnsanlık, varlığını ve sağlığını Wilhelm Conrad Röntgen’in “Bilmiyordum, araştırdım” sözüne borçlu belki de. Bir merak çığır açan bir buluşun nedeni olabiliyor. Röntgen’in adı ise yüz yıldır rahmetle anılıyor. Kasım 2014 80 Tiyatroda modern meddah, sinemada fahri Kayserili Tekin Akmansoy “Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde…” diyerek başlamalı, onunla özdeşleşmiş “gılibik” veya “sirseri” sözcüklerine mutlaka değinmeli Tekin Akmansoy’dan bahsederken. Tiyatroculuğu, beyazperdede canlandırdığı Nuri Kantar tiplemesinin başarısından ötürü gölgelense de hem tiyatronun hem de sinemanın “usta” ismiydi Tekin Akmansoy. Pınar Ünsal Kasım 2014 81 S ahne, kostüm ve en önemlisi oyuncu. Tiyatro seyircisinin mihenkleri bunlar. Kostümün, dekorun olmadığı durumda ise tek bir adama ait yetenek, bilgi ve zeka alkış alıyor seyirciden; profesyonel öykü anlatıcıları meddahlar gibi. Tekin Akmansoy, geleneksel hikaye ve canlandırmaların yanı sıra Molière ve Shakespeare’in çeşitli eserlerinden alıntıladığı anekdotları bir meddah tarzında hikayeleştirerek Türkiye’de modern meddahlığın ilk temsilcilerinden biri oluyor. Akmansoy bu geleneğin unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde, ona verdiği önemi “Meddahlığı bir organ gibi düşünürsek, tiyatro da eksik kalmış bir insandır” sözüyle vurguluyor. Türk Tiyatrosu’nun önemli bir parçası olan meddahlıkla ilgili, Türkiye’nin Batılı tarzda tiyatroya yöneldiği yıllarda gelen “temsilcisi kalmamıştır” görüşü, Akmansoy sayesinde tarihe karışıyor. Tekin Akmansoy’un oyunculuğa sevdalanması küçük yaşta, memleketi Denizli’ye gelen gezici tiyatrolar sayesinde oluyor. Halbuki o yıllarda tiyatronun özenilecek bir yanı yoktu gibi düşünüyor insan. Karagöz-Hacivat ve meddahlık sayılmazsa, halk tiyatroyla yeni yeni tanışıyor, çoğu çeviri oyunların kültürümüzle az buçuk bağdaşanları tutuyordu. Akmansoy’un 7-8 yaşlarına tekabül eden bu yıllar, onun ileride ne olmak istediğine de karar verdiği dönem olur. 7 yaşında bir piyes yazar, etrafına üç-beş arkadaşını toplayıp çuvalları yırtarak perde yapar ve sahne tozuna merhaba der. Akmansoy tiyatroda ilk profesyonel oy u ncu luğ u nu 1939 yılında, Molière’in “Scapin’in Dolapları” adlı yapıtından uyarlanan “Ayyar Hamza” adlı oyunda sergiler. 1871 yılında Osmanlı Tiyatrosu’nda da oynanan bu oyun halkın konuştuğu dili yerli sahne edebiyatına mal eden ilk ürünlerden biri olduğu için de önem taşır. Necip Fazıl Kısakürek ’in “Para”, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Dönümü Rüyası”, Ahmet Kutsi Tecer’in “Köşebaşı”, Oliver Goldsmith’in “Yanlış Yanlış Üstüne”, Reşat Nuri Güntekin’in “Tanrı Dağı Ziyareti”, Turgut Özakman’ın “Tufan”, Molière’in “Yaz Bekarı” gibi eserlerden tiyatroya uyarlanmış onlarca oyunda rol alan Tekin Akmansoy, pek çok oyun da yönetir. Haldun Taner’in kaleme aldığı “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” adlı oyunun ise Akmansoy için yeri başkadır. Türk Tiyatrosu’nun klasikleri arasına girmiş, 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’da Molière’in eserini Kasım 2014 82 prova eden bir tiyatro grubunun çektiği sıkıntılar yüzünden Bursa’da valilik yapan Ahmet Vefik Paşa’nın yanına sığınmasını ve bu sırada yaşanan trajikomik olayları işleyen bu eser Akmansoy’un yönettiği ilk oyundur. Venedik Dük’lüğünden carıcabbar Kayseriliye Tekin Akmansoy’un sinemaya adım atması “Mezarımı Taştan Oyun” adlı 1951 yapımı filmle olur. “Kaderin Mahkumları”, “Kanlı Deniz” gibi dramlarda rol alsa da “Köyden İndim Şehire”, “Kaynanalar” gibi komedilerde gösterdiği başarı adının tüm Türkiye’de duyulmasına vesile olur. Tiyatro yaşamında Akmansoy’u birkaç bin kişi tanırken, “Kaynanalar” adlı filmde canlandırdığı Nuri Kantar tiplemesinin ardından bu sayı milyonları bulacaktır; kendi adıyla değil, “Kantar Bey” olarak bilinse de. Televizyon komedi dizilerinin ilk yerli örneği Aziz Nesin’in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı eserinin diziye uyarlamasıdır. 1974 yapımı olan bu dizi toplumsal taşlamadır, siyasi mesaj içerir. Burada güldüren şey, birey ve sistem arasındaki çatışmadır. Kişinin stresini atmak ve rahatlamak üzere komedi dizilerini tercih etmesi ve bu dizinin de memleketin o yıllardaki halini bir nebze gözler önüne Kasım 2014 İzleyicinin Nuri Kantar’ı, Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı gibi Türkiye’nin dev iş adamlarından biri sanması, Akmansoy’un bir davette onlarla birlikte çektirdiği fotoğraf ile daha da inandırıcı hale gelir. sermesi nedeniyle “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” adından çok söz ettirmez. 1970-80’li yıllarda komik, kafa yorucu mesaj vermeyen, dikkat gerektirmeyen, ancak Türk aile kavramı ve karakterlerini olduğu gibi ekrana yansıtan “Kuruntu Ailesi”, “Perihan Abla” gibi diziler uzun yıllar ekranlardan inmez. Türkiye’deki ilk ve en uzun süreli televizyon komedi dizisi ise filmin ardından dizileştirilen “Kaynanalar”dır. İlk bölümü 1974 yılında yayımlanan dizide, çocukları evlenen gelenekçi bir aile ile modern bir ailenin çatışması güldürücü bir şekilde sunulur. Dizi o kadar tutar ki Nuri Kantar’ın eşinin sözünden çıkmayan dünürü Timur’a dediği “gılibik”; evlatlığı Döndü, muhasebecisi Kerim, üçkağıtçı yeğeni Şerafettin tepesini attırdığında ağzından çıkan “sirseri” ve karısı Nuriye’ye sinirlendiğinde söylediği “ümüğünü sıkarım” sözleri dahi uzun yıllar seyircinin dilinden düşmez. İzleyicinin Nuri Kantar’ı, Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı gibi Türkiye’nin dev iş adamlarından biri sanması, Akmansoy’un bir davette onlarla birlikte çektirdiği fotoğraf ile daha da inandırıcı hale gelir. “Kaynanalar” gibi, bir Moğollar bestesi olan jenerik müziği de dizinin unutulmazları arasındaki yerini alır. “Sanat, bütün devrimlerin önündedir” “Kaynanalar” dışında Tekin Akmansoy “Sonradan Görmeler”, “Emret Muhtarım”, “Beybaba” ve “İki Aile” dizilerinde de rol alır. Son dönemde çekilen televizyon dizileri için Akmansoy’un “Televizyonda kötü tiyatro oynanıyor” yorumu, sinema ile tanınsa da yaşamının sonuna kadar neden tiyatro sahnelerinden inmediğini açıklar gibidir. Sanatı bir devrim olarak görür, onunla ilgili pek çok güzel söz söyler, birçok fedakarlık yapar Akmansoy. 83 Fedakarlıklarından biri de para kazandığında Avrupa’nın değil, Anadolu’nun yollarını tutmasıdır. Canlandırdığı karakterlerin şivesini başarıyla yapabilmesini Anadolu’yu gezip dolaşmasına bağlar: “(…) Orada diyalektlere çok dikkat ediyordum. Bu çok önemlidir biz oyuncular için. Düşünün, okulda diksiyon ve fonetik derslerinde Türkçemiz bozulmasın diye dikkat edilirdi. Fakat mezun olan bir oyuncu bir köylü rolünü nasıl oynayacak? Şive bilmeyen bir oyuncu köylü rolünü nasıl oynar? Köylü mü, şehirli mi olduğu belli olmayan cümleler çıkar ağzından.” Akmansoy’un 2000’li yıllarda bir de öğretim üyeliği var. Özel bir üniversitenin konservatuvarında tiyatro dersi vermeye başlayan Akmansoy üçüncü dersin ardından istifa etmeye karar verir. Öğrencileri bunun nedenini sorduğunda “Ben hepinizi bırakırım. Sonra ananız babanız rektöre koşar, 15 bin dolar ödedik der. Bu sefer rektör beni çağırıp bir daha imtihan yapmamı rica eder. ‘Hayır’ dersem beni kovar. Onun için kovulmadan ben gideyim, siz de rahat rahat sınıfı geçin” cevabını verir. 1990’lı yıllarda Devlet Sanatçılığı unvanı ve TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü sahibi olan Akmansoy’un disiplinli ve idealist kişiliğinin devlet tarafından keşfedilmesi 1969 yılında olur. Bakanlar Kurulu izniyle Kıbrıs’a gönderilen Tekin Akmansoy orada bir Türk tiyatrosu kurmakla görevlendirilir. Kıbrıs’taki İlk Sahne adlı tiyatro Akmansoy’un eseridir. Kasım 2014 Tadı damağımızda kaldı Erbay Kücet T oplumların farklı kültürel zenginliklere sahip oldukları bir gerçektir. Yemek yeme alışkanlığı da kültürün bir ögesi olduğu için toplumlara göre farklılık gösterir. İnsanların yaşamak için yemek yemeleri gerekir. Beslenme, canlıların hayatlarını sürdürebilmeleri için vazgeçilmez bir şeydir. Fakat konu sosyal antropoloji açısından ele alındığında bir insanın ne yediğinin, coğrafi şartlara bağlı olmakla birlikte, onun kültürüyle de yakından ilgili olduğu görülür. Kişinin yemekleri tercih etme imkanı olduğu zaman neyi seçtiği, onu ne biçimde sağladığı, nasıl pişirdiği, nasıl, ne zaman ve nerede yediği, kendi toplumsal grubunun alışkanlıklarına göre değişir. Bu açıdan bakıldığında bizim toplumumuzun da yemek türü, lezzeti, özelliği bakımından diğer kültürlerden oldukça farklılık gösterdiğini belirtmek gerekir. Ülkemizde yemek yeme alışkanlıkları tarihsel, bölgesel, hatta köy, kent gibi yerleşme birimlerine göre de değişiklik göstermektedir. Bununla birlikte, toplumumuzda yine de bu konuda ortak özellikler söz konusudur. Uzun bir tarihsel geçmişimiz olduğundan mutfak konusunda zengin bir kültüre sahibiz. Bu zenginliğimizi yemeklerimizde görmekteyiz. Mesela sadece Karadeniz bölgesinde bilinen mısırlı yemeklerimizin sayısı yirmiyi geçer. Hamsi de tava, ekmek, pilav, kaygana, köfte, haşlama, ızgara, börek, buğlama, turşu gibi pek çok çeşitte karşımıza çıkar. Kayseri’de yirmi tür pastırma söz konusudur. Bir Kayseriliye, “Say yirmi çeşit pastırmanın adını” dediğimizde, “Sırt, kuşgömü, kenar mehle, eğrice, omuz, dilme, şekerpare, kürek, kapak, döş, etek, bacak, orta bez, kavrama, meme, kelle, kanlı bez, arka bas, tütünlük” diye sıralayıverir. Patlıcandan yapılan yemek, salata ve kebap türlerimizin de oldukça zengin olduğunu bilmeyenimiz yoktur. İşte yemeklerimizin genellikle bitkilerden, etlerden ve hamurdan olmak üzere üç kaynaktan oluştuğunu görmekteyiz. Özetle söyleyecek olursak mutfak bir uygarlık belirtisidir. Atalarımız çeşitli uygarlık aşamalarında değişik yemekler yapmışlardır. Her uygarlık aşamasının bugünkü yemek yeme alışkanlıklarımıza da etkisi olmuştur. Dünyada yeme-içme alanındaki gelişmelerin en önemli göstergesi, kitapçı raflarını süsleyen yemek kitaplarının sayısıdır. Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi bizde de son yıllarda mutfak üzerine yapılan çalışmaların, yemek kitaplarının sayısı hızla artmıştır. Bunun nedenlerinden en önemlisi ev ha- Kasım 2014 85 nımlarımızın eskisi gibi annelerinden gördükleriyle yetinmeyip yeni keşifler peşinde olmalarıdır. Yapılan araştırmalarda görüleceği üzere hem dijital ortamda, hem de konvansiyonel alanda, yemek kitabı okurlarının sayısının arttığını söyleyebiliriz. Malumunuz, memleketimizde geçtiğimiz yıllarda satışı yapılan yemek kitaplarının çoğu yabancı dillerden çevrilmişti ve kötü fotoğraflarla süslüydü. İçine onlarca zoraki tarif sığdırılmış, uygulanabilir olmaktan uzak, nerenin mutfağı olduğu da tartışmalı olan bu yayınlar öyle her yerde de satılmazdı. Aradan geçen zaman içinde biz de işi öğrendik, çünkü yemek sektörü dünyada o kadar hızlı büyüdü ki yetişmek neredeyse imkansız hale geldi. Yine de güzel ve yerel çalışmaları, başarılı çevirileri buradan kutlamak isterim. Bir de son derece başarılı yemek kitaplarında, genellikle kadınların imzası olduğunu itiraf etmeliyiz. Yemek kitaplarının üç tür alıcısı vardır. Birinci grup her kitaptan, her tür tarifi hemen dener, çoğu zaman kitaptaki fotoğrafa benzer bir şey ortaya çıkmayınca da kızar. İkinci grup sağlıklı ve fit kalma derdinde olan diyet Türkiye’de de sayıları hızla artan yerel yemek kitapları, bugün dünyada yükselen bir değer olmaya devam ederken piyasada yemek kültürümüzle ilgili değişik konularda yayınlar vardır. kitabı koleksiyonerleridir. Üçüncü grup ise yemek kültürünün meraklıları, daha doğrusu hastalarıdır. Bunlar hem mutfağa, hem geleneğe, hem de lezzete meraklıdırlar. İşin tarihsel boyutlarını ve felsefesini de merak ederler. Yemek kitabı meraklılarının bazıları okuduklarıyla yetinmeyip bir de yemek kitabı yazar. Türkiye’de de sayıları hızla artan yerel yemek kitapları, bugün dünyada yükselen bir değer olmaya devam ederken piyasada yemek kültürümüzle ilgili değişik konularda yayınlar vardır. Yemek masasının nasıl süsleneceğinden tutun da yemek adabıyla ilgili diğer bilinmezlerin ele alındığı bu yayınlarda protokol yemek listesi ve masada nasıl oturulacağına varıncaya dek hiçbir ayrıntı unutulmamıştır. Yayıncılık piyasasındaki bu güzel gelişmeyi sevinçle ve gururla takip ederken Akdeniz Su Ürünleri Araştırma, Üretme ve Eğitim Enstitüsü’nün uzun yıllardır idareciliğini yapan Doç. Dr. Yılmaz Emre’nin farklı bir kitabı elime geçti. Daha doğrusu bu yaz tatilimizi geçirdiğimiz mekan onun çalıştığı kurumdu. Müdür beyin davetiyle akşam yemeğinde tadına baktığımız balık sonrası ertesi gün teşekkür için gittiğim makam odasında kırk yıl hatırlı bir acı kahvenin ardından adıma imzaladığı alabalık, levrek, çipura, sazan ve kalkan gibi balık yetiştiriciliğinde kullanılan balıkların nasıl pişirilmesi ve nasıl yenilmesi üzerine bol görsel malzeme ile hazırlanan Balık Yemek Tarifleri kitabından söz etmek istiyorum. Otuz yılı aşkın bir zamandır balık yetiştiriciliğinin kamu sektöründe değişik görevlerde bulunan Doç. Dr. Yılmaz Emre görevi icabı ürettiği, araştırmasını yaparken eğitimini de verdiği mesleğindeki bilgilerini başkalarına da aktarmak amacıyla bu kitabı kaleme almış. Zira eski Türkiye’nin geride kaldığını, artık her il veya ilçemizde balıkçı tezgahlarının bulunduğunu belirten yazarımız bu noktada üretimi yapılan adı geçen balıklarımızın tüketimine ve pişirilmesine yönelik basılı materyalin azlığını da ifade ediyor. Geleneksel lezzetlerimizden alıntılarla balıkla ilgili mutfağımıza yeni lezzetler katan hocamızın kitabında alabalık, sazan, levrek, çipura ve kalkan balıklarının yetiştirilmesi ile ilgili ansiklopedik olmayan anlaşılır bir üslup ile kaleme alınan bölümlerle birlikte, bizzat uygulamasını yaptığı tatların tarifleri muhteşem görsellerle sunulurken balıkların nasıl temizleneceğinin de unutulmadığına şahitlik ediyorsunuz. Balık Yemek Tarifleri kitabının bugüne kadar değişik tarzlarda yazılan bu tür yayınlar içinde bir ilk olduğunun altını çizerken, onca yıllık emek ve bilgi birikimini esirgemeden hatta kıskanmadan yazan ve kamuoyuyla paylaşan Doç. Dr. Yılmaz Emre’nin sadece beş tür için hazırladığı bu yayınında katkısı olanları da tebrik etmek gerekiyor. Özellikle grafik tasarım sanatçısını, balık yemeklerinin tariflerinin yazarını ve objektifi ile balıkları kayıt altına alan fotoğraf sanatçısını da unutmamak gerekiyor. Kasım 2014 Kitap Fikir Dünyamızın Yıldızlarından Nureddin Topçu Mehmet Sılay Düşün Yayıncılık İstanbul, 2010 207 s. Çerkes Ethem “Ben Hain miyim?” Yılmaz Koç Paraf Yayınları İstanbul, 2013 216 s. Fena - Mevlana’da Özgürlük Ekrem Özdemir Otorite Yayınları Ankara, 2013 206 s. Kasım 2014 Mütefekkirimiz merhum Nureddin Topçu’nun sohbetleri ve hayata dair düşüncelerinin aktarıldığı Fikir Dünyamızın Yıldızlarından Nureddin Topçu adlı kitabı Dr. Mehmet Sılay kaleme almış. Sılay, Topçu’nun dar manada siyasetten bahsetmediğine, meseleleri bir siyaset meselesi olarak görmediğine dikkat çekerken onun “Siyasi değil, ruhlarda manevi bir inkılaba ihtiyacımız vardı” sözlerini öne çıkarıyor. Kitapta, Nureddin Topçu’nun dönemin siyasi ilişkilerini kastederek söylediği “Bu memlekette elli sene daha seviyeli siyaset yapılmaz” sözünün de altı çiziliyor. Tarih araştırmacısı Yılmaz Koç, Millî Mücadele’nin ilk yıllarını Çerkes Ethem üzerinden ele alıyor. Koç, Çerkes Ethem “Ben Hain miyim?” adlı kitabında canını dişine takmış bir avuç insanın Doğu, Güney, Batı cephelerinde kelle koltukta savaş vermelerine dikkat çekiyor. Büyük Millet Meclisi’nde yaşananlar, Millî Mücadele’nin merkezi Meclis’in dönemin önemli olaylarına karşı takındığı tavır ve Çerkes Ethem’in başından geçenlerin bir roman akıcılığında anlatıldığı kitapta Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Demirci Efe gibi önemli isimlere de yer veriliyor. Çerkes Ethem “Ben Hain miyim?” adlı kitabın bitiminde, Çerkes Ethem’in kahraman mı yoksa bir hain mi olduğuna ilişkin karar okuyucuya bırakılıyor. “Yaşadıklarımız hak ettiklerimizdir” iddiasıyla kitapçılarda yerini alan Fena - Mevlana’da Özgürlük adlı kitapta “Kader nedir?”, “Bir eylemi gerçekleştirdiğimizde Allah bunu istediği için mi o eylemi yapıyoruz, yoksa biz istediğimiz için mi Allah yaratıyor?”, “Yaşadıklarımız önceden yazılmış şeyler midir?”, “İnsan ne kadar özgürleşebilir?”, “İnsan iradesinin etkinlik alanının sınırları nelerdir?”, “Akıl bizi nereye kadar götürebilir?” gibi sorular Mevlâna penceresinden cevaplanırken bugünün insanına yedi asır öncesinden ışık tutuluyor. Kitapta, İslam tarihinde itikadi mezhepler olan Mutezile ve Cebriyye hakkında Mevlâna’nın yorumları verildikten sonra can alıcı bir meseleye, kaza ve kader konusuna geliniyor. Üçüncü bölümde Mevlâna’nın özgürlük anlayışı “fena” kavramı üzerinden anlatılıyor. Kitap Yazarı okumuş, yazmış ve görmüş biri olur da yazdıkları okunmaz mı? Elbette okunur. Salih Kurnaz halk ağzında dolaşan ve sohbetlerin unutulmazları arasında yer alan yaşanmış hadiseleri Kül Kömbesi adlı kitapta kendi üslubuyla anlatmış. Şive ve ağızlarıyla yazı diline aktarılan masalımsı öykülerin birçoğunu daha önce ya okumuşsunuzdur ya da birilerinden dinlemişsinizdir. Daha çok İç ve Orta Anadolu yörelerinden derlenen hikayelerde yazar, kahramanların tavır ve davranışlarını da iyi bir gözlemci olarak okurlarına anlatmayı ihmal etmiyor. Hikayeleri okuyunca yüzdeki tebessüm eksik olmuyor. Kül Kömbesi “İdareciliğin mektebi olmaz” diyenlere inat yazıldığı Liderin Kitabı izlenimi veren kitabı deneyimli bir bürokratın kaleminden okumaya ne dersiniz? 26 senelik emeğin ürünü olan Liderin Kitabı’nın liderlik sanatını öğretmek için yazıldığı önsözde ifade ediliyor. Kitapta, tarihe mâl olmuş en meşhur liderlerin şahsi kabiliyet ve özellikleri anlatılırken, o noktalara nasıl geldikleri, nasıl bir irade kuvveti ve maharetle çevrelerindekilere yön verdikleri, milyonları arkalarından nasıl sürükledikleri, erişilmez ustalıklarıyla emsalsiz başarılara nasıl ulaştıkları da aktarılıyor. Hiç şüphesiz okuyan öğrenir, öğrenen tatbik eder, tatbik eden kazanır. Mehmet Kaplan, İsa Yusuf Alptekin, Emel Esin, Cemil Meriç, Semiha Ayverdi, Ali Ulvi Kurucu, Zeki Faik İzer, Sait Çekmegil, Ali Haydar Öztürk, Ömer Asım Aksoy, M. Asım Köksal, Orhan Düzgüneş, Şükrü Elçin, İsmail Ercüment Kuran, Şevket Beysanoğlu, Necati Öner ve Süleyman Hayri Bolay… Eser ortaya koymuş, tesir hasıl etmiş 17 şahsiyet gözlerimizin önünden resmî geçit yapıyor. Türkiye Yazarlar Birliği’nin Türkiye Kültür ve Sanat Yıllıklarında 30 yıl içinde yayımlanan konuşmalardan derlenen Nesillerin Mirası - Dünden Yarına Konuşmalar, konuşanların kişiliği ve konuştukları konularla ilgi çekici bir kitap. Salih Kurnaz Haber Yayınları İstanbul, 2009 239 s. Recep Muhlis Gür Truva Yayınları İstanbul, 2014 779 s. Nesillerin Mirası Dünden Yarına Konuşmalar Dilara Coşkun Yazar Yayınları Ankara, 2014 204 s. Kasım 2014 Kitap Yusuf Ekinci’nin Ahîlik ve Cumhuriyet Döneminde Meslek Eğitimi, Makaleler, Hükümet ve Siyasi Parti Programlarında Millî Eğitim, Hoca Ahmet Yesevi, Eğitim Üzerine Düşünceler, Burdur, Gaspıralı İsmail, Hacı Bayram-ı Veli, Sorunlu Eğitimde Zorunlu Eğitim, Türkiye’de Siyasi Parti ve Hükümet Programlarında Çalışma Hayatı, Geçmişten Geleceğe Eğitime Bakış isimli kitapları da bulunuyor. Ahîlik Dr. Yusuf Ekinci Sistem Ofset Yayıncılık Ankara, 2012 415 s. İstanbul’un henüz fethedilmediği dönemlerde Edirne’de bulunan Sultan Mehmed, halkın nabzını tutmak için tebdil-i kıyafetle çarşıda dolaşmaya çıkar. Sokağın başındaki ilk dükkana girer ve yarım batman yağ, yarım batman bal ve biraz da peynir almak istediğini söyler. Esnaf yarım batman yağı tarttıktan sonra “Ağam dilerseniz bal ve peynir de verebilirim. Ancak ben bu yağı satarak siftah ettim. Diğer isteklerini daha siftah etmeyen karşı komşumdan alırsan memnun olurum” der. Sultan Mehmed karşıdaki dükkana geçer, yarım batman bal ve peynir ister. Dükkan sahibi balı tarttıktan sonra “Allah’a şükür bugün de siftahımızı ettik. Peyniri henüz siftah etmeyen komşumdan alırsanız sevinirim” der. Bunu duyan Sultan Mehmed, “Bu millette bu yüksek ahlak varken değil İstanbul’u dünyayı fethederim” diyerek çarşıdan ayrılır. Bu hikayeyi TBMM 20. Dönem Burdur Milletvekili Dr. Yusuf Ekinci’den dinledik. Ahîlik isimli kitabını konuşmak üzere bir araya geldiğimiz Ekinci, geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan Ahîlik’le ilgili çalışmasını her biri ders niteliği taşıyan birbirinden güzel hikayeler eşliğinde anlattı. “Ahîlik ahlakıyla yetişmiş Osmanlı esnaf ve sanatkarında doğruluk esastı. Hileli satışa kesinlikle müsaade edilmezdi” diyen Ekinci, şu örneği verdi: “Batılı bir tüccar İstanbul’a geliyor. Bir kumaş imalathanesinin mallarını beğeniyor ve hepsini satın almak istediğini söylüyor. Osmanlı esnafı siparişi hazırlarken bir top kumaşı ayırıyor. Batılı tüccar bunun nedenini sorduğunda ‘Onu size veremem, kusurludur’ diyor. Alıcı, sadece bir top kumaştaki kusurun önemli olmadığını söylese de esnaf ısrar ediyor: Ben size malımın kusurlu olduğunu söyledim. Fakat siz onu memleketinizde satarken müşteri bunu bilmeyecek. Neticede kusurlu mal yüzünden Osmanlı esnafı hilekar sanılacak. Onun için bu topu size asla veremem.” “Ahî birlikleri bütün yönleriyle incelenmeli” Yusuf Ekinci’nin 12. baskıya ulaşan Ahîlik isimli kitabı, bu konuyla ilgili oldukça kapsamlı bilgiler içeriyor. Ahîliğin vizyonu ve misyonundan Ahî birliklerinin kuruluşu ve yapısına, Ahîlik geleneğinin günümüze sunduğu çözümlerden Ahîlik’le ilgili makale, ayet, hadis, hikaye ve deyimlere kadar çeşitli konu başlıklarının yer aldığı kitap, titiz bir çalışmanın ürünü olarak okurla buluşuyor. Kitabın 12. baskısında Toplam Kalite Yönetimi (TKY), Kalite ve Standardizasyon ile Ahîlik sisteminin karşılaştırmasına da yer verilerek her iki uygulamadaki benzer yönler ortaya konuluyor. Yusuf Ekinci, “Ahî birlikleri 13. yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman-Türk toplumunun ekonomik, sosyal ve kültürel hayatında çok önemli rol oynamıştır. Geç- Kasım 2014 Kitap mişten bugüne ışık tutan Ahî birliklerinin bütün yönleriyle incelendiğini söylemek çok zor, hatta imkansızdır. Bugün tarihçilerin, edebiyatçıların, ekonomistlerin, sosyologların ve diğer alan uzmanlarının, geçmişi yüzyıllar öncesine uzanan Ahî birlikleri ve benzeri millî kuruluşlarımızı incelemeleri ve kendi alanları ile ilgili bilgilere ulaşmalarının zaruret haline geldiğini düşünüyorum. Ulaşılacak bilgiler bugüne ve geleceğe ışık tutacaktır. Geçmişten alabileceğimiz dersler, yakalayabileceğimiz ipuçları geleceğimizi daha iyi, daha sağlam, daha güçlü inşa edebilme imkanını bize sağlayacaktır” diyor. Yu s u f E k i n c i , s o h b e t i m i z s ı r a s ı n d a Ahîlik’le ilgili bilgiler de aktarıyor. “Ahîlik, daha çok esnaf arasında gelişmiş olmakla birlikte esnaf dışından da çeşitli meslek erbabını bünyesinde barındıran, Ahî Evran-ı Veli önderliğinde Anadolu’da güç ve önem kazanan, Anadolu dışında Balkanlar, Orta Doğu ve Kaf kaslar’a kadar yayılan sivil bir yapılanmanın adıdır” diyen Ekinci, Ahîliğin ik i cihan saadetini hedef alan bir sistem olduğunun altını çiziyor. Yusuf Ekinci, bir Ahî’nin meslek, sanat veya iş sahibi olması gerektiğini ifade ederek, “Ahîlik meslekte başarıyı ahlaki değerler ve görgü kurallarıyla yakından ilgili görmüştür. Ahîlerin yemek yemeden su içmeye, misafirlikten alışverişe kadar çeşitli konularda 124 görgü kuralı bulunmaktadır. Doğruluktan ayrılmamak, cömert olmak, hile yapmamak, yalan söyle- memek, alçakgönüllü olmak, kusurları örtmek, dedikodu yapmamak, kudreti varken suçluyu affetmek, utanma duygusu taşımak, büyüklere hürmetkar küçüklere şef katli olmak ise Ahîlerin genel özellikleri arasında yer almaktadır” diye konuşuyor. “Kusurlu mal yapanın pabucu dama atılıyordu” Yusuf Ekinci, Ahîlik sisteminde eğitimin önemine de işaret ediyor. Ahîliğin yüzyıllar önce genel ve mesleki eğitimi kaynaştırdığını, aynı zamanda yâren sohbetleri, çeşitli toplantılar ve eğlenceler yoluyla bilgi ve görgünün artırılmasına imkan sağladığını ifade eden Ekinci, “Eğitim belirli bir noktada tamamlanan değil, ömür boyu süren bir faaliyet olarak ele alınmıştır” diyor. Yusuf Ekinci, Ahîlik sisteminde tüketici haklarının korunmasıyla ilgili olarak şu örneği veriyor: “Ahîlik sisteminde kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için ilginç bir yöntem uygulanıyordu. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ayakkabının kusurlu çıkması durumunda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyordu. Eğer şikayet eden haklıysa hem malın bedeli ödeniyor hem de ayakkabılar imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de kimin iyi, kimin kötü esnaf olduğunu anlıyordu. Böylece kusurlu mal satan kişi maddi kazançtan oluyor ve pabucu dama atılmış oluyordu.” Yusuf Ekinci, sohbetimizin sonunda önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Her yıl eylül ayının üçüncü haftasında Ahîlik Haftası’nın kutlandığını anımsatan Ekinci, “Ahîliğin güzel değerlerini sadece bir hafta değil, hayatımızın her anında hatırlamalı ve uygulamalıyız” diye konuşuyor. Kasım 2014 Müzik Kitap Okurken Müzik Artist Müzik The Journey So Far - The Best of Loreena McKennitt Loreena McKennitt We Play Sessiz Nehir Nurettin Rençber Artvizyon Yapım Kasım 2014 Kitapseverlerin okuma keyif lerine eşlik edecek parçaların özenle seçilmesiyle hazırlanan Kitap Okurken Müzik, klasik eserlerin yanı sıra son yılların popüler şarkılarının enstrümantal versiyonlarını da içeriyor. Toplam 16 şarkıdan oluşan albümdeki parçalar yalnızca kitap okuyucularına değil, pek çok dinleyiciye hitap edecek kadar geniş bir yelpazede. “La Boheme”, “She”, “Sous le Ciel de Paris” gibi eskimeyen parçalara yer verilen albümde “Altalena” adlı eseriyle Lino Cannavacciuolo da müzikseverlere takdim ediliyor. Kendine has tarzı ile 1985 yılından beri müzik piyasasının en özgün isimlerinden olan İrlanda asıllı Kanadalı şarkıcı Loreena McKennitt’in en sevilen parçalarını topladığı “best of” albümü hayranlarıyla buluşmaya hazır. Uzun zamandır böyle bir albüm yapması yönünde istekler aldığını belirten McKennitt, albümde hangi şarkıların yer alacağına karar vermenin hiç kolay olmadığını dile getirmişti. The Journey So Far-The Best of Loreena McKennitt’te yer alan “The Mummer’s Dance”, “Stolen Child”, “Penelope’s Song” gibi parçalar McKennitt’in müzikal zenginliğini ortaya koyarken kendisinin neden çağımızın en önemli kadın vokalleri arasında yer aldığını da anlaşılır kılıyor. Son albümünü bundan üç yıl önce yayımlayan Nu- rettin Rençber, Sessiz Nehir ile yeniden sevenleriyle buluşuyor. Albümde yer alan parçalardan biri dışında hepsinin söz ve müziği Nurettin Rençber’e ait. Albümün istisnası ise Nazım Hikmet’in II. Dünya Savaşı sırasında atılan atom bombasına dair yazdığı “Japon Balıkçısı” şiirinin bestelenmiş hali. Sessiz Nehir albümünde suskunluk ve yalnızlık temalarını işleyen Nurettin Rençber’e bu çalışmasında Perulu panflüt sanatçısı Gery Tochi eşlik ediyor. Film Fury Senaryo: David Ayer Yönetmen: David Ayer Oyuncular: Brad Pitt, Shia LeBeouf, Logan Lerman Yapım: 2014, ABD Tür: Savaş, Dram İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermek üzere olduğu günlerde geçen “Fury”nin başrolünde daha önce de aynı zaman dilimini konu edinen “Soysuzlar Çetesi” filminde rol alan Brad Pitt bulunuyor. Don Collier rolündeki Brad Pitt, Amerikan ordusunun küçük bir birliğine liderlik yapıyor. Birliğin amacı Avrupa’nın içlerine doğru ilerlemek ve buradaki Amerikan askerlerini kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmaktır. Fakat birliğin hem insan gücü hem de silah kaynakları bakımından içinde bulunduğu zor durum göz önüne alındığında bu hiç de kolay bir görev olmayacaktır. Amerikan Ordusu’nun İkinci Dünya Savaşı’ndaki II. Zırhlı Tümen’inden esinlenilen film, hiç eksilmeyen heyecanıyla izleyicilere keyifli bir seyir vadediyor. Sivas Senaryo: Kaan Müjdeci Yönetmen: Kaan Müjdeci Oyuncular: Doğan İzci, Muttalip Müjdeci, Okan Avcı Yapım: 2014, Türkiye Tür: Dram Kaan Müjdeci’nin senaryosunu yazıp yönettiği ve kendisinin ilk uzun metrajlı filmi olan “Sivas”, 11 yaşındaki Aslan’ın hayatının tekdüzeliğine ve bunun nasıl değiştiğine dair bir hikaye anlatıyor. Aslan’ın yaşadığı yerde son derece ilgi gören köpek dövüşlerinde karşılaştığı yaralı Sivas’ı bulması ve onunla bir dostluk kurmasıyla değişen hayatını konu edinen film, içindeki köpek dövüşü sahneleri nedeniyle eleştirilmiş olsa da 51. Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Jüri Özel Ödülü ve En İyi Kurgu ödülünü kazandı. Filmin çocuk oyuncusu Doğan İzci ise Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Film, daha önce de Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı. Kasım 2014 92 Vekiller okuyor izliyor Hamza Dağ AK Parti İzmir Milletvekili Bir hukukçu ve siyasetçi olarak daha çok hukuk ve siyaset kitapları okuyorum. Osmanlı’nın son dönemi ve yakın siyasi tarihimize yönelik kitaplar ilgimi çekiyor. Aynı zamanda felsefi eserlere ağırlık veriyorum. Şu sıralar Yıldıray Oğur’un Ey Özgürlük - Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Kavramın Dönüşümü adlı kitabını okuyorum. Sinemaya gitmek için yeterince zaman ayıramasam da daha çok komedi ve bilimkurgu filmlerini izliyorum. Sezen Aksu’nun şarkılarını çok beğeniyorum. Ayrıca Orhan Hakalmaz ve Zara en fazla dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. “Kütahya’nın Pınarları” türküsünü büyük bir keyifle dinliyorum. Ege türkülerini çok seviyorum. Sinan Aygün CHP Ankara Milletvekili Son dönemde en çok Ergenekon davasıyla ilgili kitapları okudum. Benim de yargılandı- ğım Ergenekon’a ilişkin okumadığım kitap kalmadı. Araştırmacı yazarların eserlerini büyük bir beğeniyle okuyorum. Bunun yanı sıra ilgi alanım ağırlıklı olarak ekonomi olduğu için ekonomi dergilerini takip ediyorum. Sinemada hiçbir filmi kaçırmıyorum. Vizyona giren tüm filmleri özellikle akşam seanslarında izliyorum. Cem Yılmaz’ın şu sıralar vizyonda olan “Pek Yakında” filmine ilk fırsatta gideceğim. Genellikle Türk Sanat Müziği dinliyorum. Eski değil, son beş-on yıldaki Türk Sanat Müziği eserlerini dinlemeyi tercih ediyorum. Orhan Gencebay’ı çok beğeniyorum, onu büyük bir sevgiyle dinliyorum. Ayrıca Selami Şahin en beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. Bahattin Şeker MHP Bilecik Milletvekili Her tür kitap okuyorum. Siyaset ve tarih kitapları ile güncel konularla ilgili eserleri yakından takip ediyorum. En son Ferudun Dingeç’in Son Avarlı - Avar Türkleri’nin Epik Tarihi isimli kitabını okudum. Sinemaya sıklıkla gitmeye çalışıyorum. En son “Eyvah Eyvah 3” ve “İncir Reçeli 2” isimli filmleri izledim. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği eserlerini beğeniyle dinliyorum. Kasım 2014 93 Muhammet Bilal Macit AK Parti İstanbul Milletvekili Ağırlıklı olarak siyaset ve uluslararası ilişkilere yönelik kitaplar oku- yorum. Bunun yanında tarih ve kültür kitapları ile biyografiler ilgimi çekiyor. En son Koçi Bey Risalesi adlı kitabı okudum. Her hafta mutlaka sinemaya giderek veya DVD’den film izliyorum. Küçük bir DVD koleksiyonum var. Güzel olan her tür müziği dinliyorum. Ensar Öğüt CHP Ardahan Milletvekili Genellikle siyaset, ekonomi ve tarih kitapları okuyorum. Bunların yanı sıra roman ve şiir de seviyorum. Âşık Şenlik, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova gibi halk ozanlarımızın şiirlerini zaman zaman okuyorum. Her birinin ayrı bir hikayesi var. Karl Marx, Adam Smith, Fahrettin Kırzıoğlu, Fakir Baykurt ve Dursun Akçam’ın pek çok kitabını okudum. Sinemaya ara sıra gidiyorum. Özellikle üç boyutlu filmleri izlemeyi seviyorum. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Halk ozanlarımızın eserlerini çok beğeniyorum. Türk Sanat Müziği’nde Zeki Müren’i büyük bir keyifle dinliyorum. İsmet Büyükataman MHP Bursa Milletvekili Daha çok siyaset ve tarih kitapları okuyorum. Özellikle yakın siyasi tarihimiz ve güncel gelişmelerle alakalı eserleri takip etmeye çalışıyorum. Çoğu kez birkaç kitabı birden okuyorum. Yoğun çalışma temposu nedeniyle son dönemlerde sinemaya vakit ayıramadım. Ancak fırsat buldukça eşimle birlikte sinemaya gidiyoruz. Film izlemek beni dinlendiriyor. Türk Halk Müziği dinliyorum. Bağlama çalmam dolayısıyla bu müzik türüne özel bir ilgi duyuyorum. Kasım 2014 94 @halideincekara Bizler Twitter’dan önce de bu kadar geveze miydik? Ne kadar az düşünüp ne kadar çok konuşuyoruz. Ölümü unutmanın sonucu bunlar. @ekremcelebi4 Tatlıdır tüm insanlar... @zkarahanuslu Uzlaşmadan hırlaşıldığında Isabelle Thiltges’in eserinde olduğu gibi beynin yokluğuna mı delalet eder? @GBilgehan @idrisgulluce UNESCO’nun doğum yılında andığı Türkiye’deki tek kadının Halide Edip olduğunu biliyor muydunuz? Temizlik ve çevreyi koruma bilinci bizim dinimiz ve medeniyetimizden gelen sorumluluğumuzdur. instagram.com/erdoganmehmet27 Bahçemdeki kalpten sevgiler. Bu kalp şeklindeki domatesi bahçemdeki bostandan kopardım. @Cevdet_Erdol Çocuk ruhunun, masumiyetinin, teslimiyetinin, samimiyetinin, safiyetinin ve sadakatinin sembol olduğu değil, egemen olduğu bir dünya diliyorum. @mlbaydar @gokcenenc07 Antalya’da gün batımı... Kasım 2014 Rüyalarında Hegel ve Gazali ile tartışan kişinin ruh sağlığı nasıldır acaba? @vedatdemiroz Sonbahar bir başka güzel, ömrün son çeyreği ile özdeş. 95 Müslim Sarı @muslimsarichp CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ, Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Twitter hesabım milletvekili seçilmeden önce açılmış olmasına karşın hesabımı Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra daha aktif olarak kullanmaya başladım. O zamandan beri olayların ve gelişmelerin durumuna göre değişik sıklıklarda kullanıyorum. Genel olarak hemen hemen her gün gündeme ilişkin görüşlerimi paylaşmak için tweet atıyorum. Twitter eğer doğru kullanılırsa müthiş bir iletişim aracı olmasının yanında gündemi takip etme ve hatta gündem yaratma aracı haline de dönüşebiliyor. Dikkat ettiğim bir şey var, o da kullanıcıların öğleden sonra ve akşam 20:00’den itibaren Twitter’ı daha sık kullandığı. Sanırım benim de gündeme ilişkin değerlendirmelerim ve takibim bu saatlerde sıklaşıyor. Tabii çalışmalardan fırsat buldukça. Sosyal medya sizin için ne anlam ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? Sosyal medyayı güvenilirlik, doğru bilgi ve benzeri konulardaki çeşitli handikaplarına karşın kullanılması gereken bir alan olarak görmekteyim. Yeni çağın bilgi aktarım, paylaşım ve algı oluşturma mekanı olarak çok önemli bir işlev taşımakta. Hepimizin bildiği gibi yalnızca bir fikir paylaşma platformu değil, aynı zamanda demokratik biçimde örgütlenme ve hak talep etme yeri de olmaya başladı. Sosyal medya bence artık çağın “agora”larıdır. Bildiğiniz gibi antik demokrasilerde de insanlar fikir paylaşımında bulundukları yerlerde toplanıp bu tür alışverişler yapmaktaydı. İşte bu yapı modern dönemde karşımıza sosyal medya olarak çıktı. Dolayısıyla önemli ve ihmal edilmemesi gereken bir alan olarak görüyorum. Tabii Twitter siyasetin ve toplumun nabzını ölçmek, sorunları ve çözümlerini tespit edebilmek için asıl yer değil. Bunlar için asıl yer sokaklar, pazarlar, evler. Yani halkın yaşadığı yerler. Ancak bu alanı da ihmal etmememiz şarttır. Bu nedenle alan çalışmalarımızın yanı sıra bu alanda da var olmaya ve halkımızın nabzını tutmaya çalışıyoruz. Ben yalnızca Twitter’ı değil Facebook’u da aktif bir biçimde kullanmaktayım. Bunun yanı sıra benzeri sosyal paylaşım siteleri ve programlarını da yeri geldiğince kullanmaya özen gösteriyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Biraz önce de belirttiğim gibi bu alan oldukça önemli. Kabul etmemiz gerekiyor ki sosyal paylaşım siteleri yalnızca kişisel verilerin el değiştirdiği ya da sunulduğu alanlar değil, aynı zamanda siyasal, toplumsal ve kültürel kodların ve düşüncelerin de el değiştirdiği, paylaşıldığı ve birbiriyle çatıştığı alanlardır. Dolayısıyla bu denli önemli bir ortama siyasetçilerin duyarsız kalması gibi bir tavrın söz konusu olamaması gerektiğini düşünüyorum. Bugün dünya siyasetinin önemli figürlerine baktığımızda da bunu görmek mümkün. Örneğin dünyada sıcak çatışmanın olduğu çeşitli bölgelerdeki siyasi bir liderin herhangi bir medya kuruluşuna demeç vermesini beklemeden Twitter’dan ne düşündüğünü ve ne yaptığını öğrenmemiz artık olanaklı hale geldi, ki bu siyasetçiler için müthiş bir olanak sunuyor. Aynı şekilde bizler de benzer amaçlarla kullanıyoruz ve kullanmaya da devam edeceğiz. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Elbette takipçilerimizin bazılarıyla yaşanan polemikler veya tatlı münakaşalar haricinde önemli çatışmalar da yaşadığımı hatırlıyorum. Bunlar bu ortamın doğasında var ve ben bunları mazur ve makul görüyorum. Kasım 2014 Unutmayacağız... Ömer Dedeoğlu 16. Dönem Tokat Milletvekili Ömer Dedeoğlu 1939 Tokat doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenimini tamamlayan Dedeoğlu, serbest avukat olarak görev yaptı. Ömer Dedeoğlu için 10 Ekim 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Dedeoğlu’nun cenazesi, 11 Ekim 2014’te Tokat Takkeciler Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ali Güngör 21. Dönem Mersin Milletvekili Ali Güngör 1950 Tarsus doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zirai Ekonomi ve İşletmecilik Bölümü’nde tamamlayan Güngör, ziraat yüksek mühendisi, Tarım Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Proje Uygulama ve Değerlendirme Şube Müdürü ve Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği Genel Başkanı olarak görev yaptı. Ali Güngör için 17 Ekim 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Güngör’ün cenazesi, Kocatepe Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Yılmaz Cemal Bor 16. Dönem Niğde Milletvekili Yılmaz Cemal Bor 1934 Niğde Bahçeli doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamlayan Bor, Türkiye Büyük Millet Meclisi memuru; İçişleri Bakanlığı Adana İli Maiyet Memuru; Misis, Elbeyli Bucak Müdürü; Kilis Kaymakam Refiki; Tunceli Pertek, Kars Selim, Samsun Alaçam ilçeleri kaymakamı; Emniyet Genel Müdürlüğü Plan ve Program Şube Müdürü, Satın Alma ve İkmal Şube Müdürü, İdarecinin Sesi gazetesi yazarı olarak görev yaptı. Yılmaz Cemal Bor için 21 Ekim 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Bor’un cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ekim ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.