Okul Dergimiz Yayında - OSMANİYE / MERKEZ
Transkript
Okul Dergimiz Yayında - OSMANİYE / MERKEZ
-1- YIL: 2 - SAYI: 2 - MAYIS 2013 İmtiyaz Sahibi TOSÇELİK SOSYAL BİLİMLER LİSESİ Adına Okul Müdürü İbrahim CEYHAN Editör İdris ARAZ Dergi Komisyonu Sanem OKUDAN İdris ARAZ Fatih ARITÜRK Şule KAYNAR Bu dergi İlk ve ortaöğretim kurumları sosyal etkinlikler yönetmeliğine göre çıkarılmıştır. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. DİZGİ & BASKI AKDENİZ OFSET & SÜREKLİ FORM Tel: (0 328) 813 30 60 - 814 84 59 www.akdenizofset.com Dr. Sadık Ahmet Cd. İstiklal Mh. No:16/A - OSMANİYE e-mail: akdenizofset@gmail.com Değerli Okurlar, Sosyal Bilimler Liseleri eğitim sistemimizde seçkin bir yer edinmiş ve çıktılarıyla topluma yepyeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Bu okullar, kurulduğu günden bu yana ülkemizin farklı illerinde giderek yaygınlaşmakta ve ülkemizin en seçkin, en çok tercih edilen okulları arasında yerini almaktadır. Osmaniye de Sosyal Bilimler Lisesi ile bu sayılı illerden biridir. Sosyal Bilimler Liseleri edebiyat ve sosyal bilimler (Hukuk, Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Folklor, Tarih, Coğrafya, İşletme...) alanlarında ihtiyaç duyulan üstün nitelikli bireylerin, bilim adamlarının yetiştirilmesine kaynaklık etmek ve sosyal bilimler alanlarındaki bilgi ve yetenekleri üst düzeyde olan öğrencileri bu alanlarda yüksek öğretime hazırlamak; okuyan, düşünen, üreten, sosyal ve beşeri ilişkileri gelişmiş, çevresine duyarlı, kendine ve değerlerine güvenen, evrensel değerlere sahip ve herkesle iletişim kurabilecek, aynı zamanda en az iki yabancı dili okuyup yorumlayan, bu dillerde eserler ortaya koyabilecek donanımda öğrenciler yetiştirebilmek gayreti içinde olacaktır. Biz de Tosçelik Sosyal Bilimler Lisesi olarak kendisini edebiyat, sosyal bilimler, dil bilimleri alanında yetiştirmek isteyen, bu alana ilgi duyan, bu alanda araştırmalar yapmak, projeler üretmek isteyen öğrencilerimizle birlikte çalışmanın, onlara yol göstermenin mutluluğu içinde, ülkemizin yarınlarını, geleceğimizi şekillendirmeye devam ediyoruz. Öğrencilerimiz daha hazırlık sınıfından itibaren kendilerini yarınların hakimi, savcısı, kaymakamı, valisi, sosyoloğu, gazetecisi, yazarı, tarihçisi olarak görmektedir. Çünkü başarı için önce inanmak gerekir. Bizim öğrencilerimiz her şeyden önce bu inanç doğrultusunda hedefe kilitlenmiş, yarınların kurgusunu yapmaktadır. Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz ve velilerimizle birlikte mutlu ve başarılı yarınlara yol almak dileğiyle tüm okurlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum. İbrahim CEYHAN Okul Müdürü -2- İbrahim CEYHAN Okul Müdürü Sanem ASLAN OKUDAN Müdür Yardımcısı İdris ARAZ Edebiyat Öğretmeni Abdulkadir AYNA Matematik Öğretmeni Ahmet Talha ÖZESER Tarih Öğretmeni Mehmet YORULMAZ Coğrafya Öğretmeni Ebubekir YÜCE Din Kültürü Öğretmeni Mustafa ERDAL Fizik Öğretmeni Belma YABANOĞLU Biyoloji Öğretmeni Mehmet ŞAHİN Kimya Öğretmeni Fatih ARITÜRK İngilizce Öğretmeni Fatma ÖNALAN İngilizce Öğretmeni Sacide GÜL İngilizce Öğretmeni Ayşe PALTA Almanca Öğretmeni Altan TUFAN Beden Eğitimi Öğretmeni Nesimi VURAL Hizmetli - Memur Osman BOYRAZ Hizmetli - Memur -3- MÜHÜR KİMDEYSE… Fatih ARITÜRK - İngilizce Öğretmeni İlk insan Hz. Âdem’den bu yana insanoğlu tek başına yaşayamamış; birlikte, topluluk halinde yaşamıştır. Sosyal bir varlık olan insanın en küçük birimden itibaren bir lider, bir ser ihtiyacı olmuştur. Bu liderlik aileden başlayıp ülkenin liderliğine kadar uzanır ki bazı yerlerdeki yöneticilik insana teklif edilir, bazı yerlere de insan şartları zorlayıp yönetime gelir. Asıl sorun liderliğe nasıl gelindiğinden ziyade orada nasıl durulduğu olmalıdır bence. Tarih boyunca çok çeşitli yönetim şekilleri olagelmiştir. Tek bir kişinin veya belli bir zümrenin yönettiği monarşi, oligarşi, aristokrasi, teokrasi, totalitarizm, kısmen yumuşatılmış tarzıyla parlamenter monarşi ve günümüzde en yaygın olan, eskiden direk katılımlı olan şimdi de temsili olan demokrasi bu yönetim şekillerine örnek gösterilebilir. İnsanlarda her ne kadar yönetilme ihtiyacı ve hissi olsa da, elinde güç bulundurma hissi de yadsınamaz bir gerçektir. İster yöneten, ister yönetilen olsun asıl olan hak ve hukukun korunması olmalı. Liderliğe oynayan kişinin hak ve adaletin temsilcisi olma gibi bir derdi olmalı, liderini seçen kişilerin de bunu tesis edecek kişiyi seçmesi gerekmektedir. Her ne kadar “Mühür kimdeyse, Süleyman odur.” dense de “Yöneticilik adaletin yerine getirilmesidir.” Çünkü bütün insanlık hakkını ister. Ülkemizde ve diğer demokrasilerde belli aralıklarla yapılan seçimlerde yönetme yetkisi bu işe talip olanlara verilir. Yetki demek güç demektir ve güç insana tatlı gelir. Sanırım bu istek insanoğlunun fıtratında var. Hep biraz daha ilerisi vardır düşüncede. “Şu iş benim olunca ağa da benim paşa da benim.” mantığı en alt seviyeden başlayarak çalıştığı işte çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa, ustalıktan işyeri sahibi olmaya; kurumsal bazda şirkette CEO olursam, müdür olursam, genel müdür olursam; devlet kadrosunda bir memur olup devlete kapak atarsam, şef olursam, müdür olursam, genel müdür olursam, kaymakam olursam, vali olursam, belediye başkanı olursam, milletvekili olursam, bakan olursam, başbakan olursam, cumhurbaşkanı olursam diye sürer gider. Herkes her şeyi alamaz, bunu da bilir ama en azından emrinde bir astının olmasını da ister. Bu işin sonu yoktur ne yazık ki. Güç ele geçince ilaçlardaki gibi bazı bünyelerde yan etkileri olabiliyor; küçük dağları ben yarattım havası gibi. Bir yöneticiye o yetki verilince, o mühür verilince, o kılıç verilince eski çizgi film kahramanı “He-Man” gibi “Güç bende artık!” demek yerine “Gücün emaneti bende artık!” demek gerekmektedir. İşini hakkıyla yapana sözümüz yok ama yönetime geçenlerde bazen liderliğin emanet olduğu unutuluyor ve eldeki o güç maalesef hor kullanılıyor. Adalet denince ilk akla gelen isimlerden Hz Ömer’in mum meselesindeki gibi devletin kaynaklarını harcamada bir Ömer olmak bir zorunluluktur, çünkü kullanıma verilen o yetkide, o bütçede bütün vergi verenlerin ve onların çocuklarının hakkı vardır. Devlet kaynaklarıyla yapılan bir şahsi kullanımın; mesela görev aracı ile alışverişe çıkmanın, keyif için kullanılan klimanın, elzem ihtiyaçlar beklerken teferruata harcanan paranın, yapılması gereken işi layığı ile yerine getirilmemesinin herkesin hakkına girmek anlamına gelmediğini bilmeyen bir yönetici ne için o mevkide bulunduğunu bilmiyor demektir. Çünkü şunu unutmamak gerekir ki bir göreve gelmek altındaki bütün insanların hakkıyla muhatap olmak demektir. Sonuç olarak; kimse bu dünyaya kazık çakacak değil ve bu dünyada ölüm var. Bu dünyadan sonra adaletin Allah tarafından kusursuzca tesis edildiği başka bir dünya daha var. Gerek kul, gerek Hak indinde kendine verilen yetki süresini yüz akıyla tamamlamayan kişinin vebali rastgele birisinden tabiî ki farklı olacaktır. Atalarımızın dediği gibi “Ne yaparsan elinle o da gelir seninle.” Oturmuş alışkanlığa belki yapacak fazla bir şey yok ama okullarımızda yetişen yönetici adaylarının bu sözleri akıllarında tutmaları benim için sonsuz mutluluk ve umut sebebi olacaktır. -4- AFFETMEK Mİ, Affetmek, VAZGEÇMEK Mİ? Ümran ALKAN 9-A karşıdakinin yaptığı hatayı unutup hiç olmamış gibi davranmak mı? Yoksa yapılan hatayı kabullenip görmezden gelmek mi? Affetmek ne bilmiyorum. Fakat ne olmadığını söyleyebilirim: Affetmek onun aynı hatayı yapacağını bile bile bağışlamak değildir. Peki, af, karşıdakinden vazgeçemeyecek kadar yüreksiz olduğumuz için gururumuzu ayaklar altına alıp hep içimizde şüphe duyarak devam etmek midir? Affetmek zordur. Çünkü o ince bir çizgide. Affettiğinde ne her şeyi unutup kendini aptal yerine koydurursun ne de içinde şüphe ile devam edersin. Öyle derin ki anlamı… Affedeceksen öyle bir affet ki karşındaki bir daha aynı hatayı yapmayı aklından dahi geçirmesin. Öyle bir affet ki ilişkin devam ederken aklında şüphe kalmasın. Vazgeçmek, pes etmek gibi değildir. Kişi sever, çaba harcar, olmaz da pes eder. Diliyle yalanlar ama kalbi gerçeklerle çarpar. Vazgeçmek ise bundan çok daha zordur. Beyinde başlar. Kişi bir kez vazgeçerse artık ne dili ne de yüreği ister. Vazgeçmek, pes etmek ve unutmak birbirine çok yakındır. Ama ne vazgeçmek unutmak kadar, ne de pes etmek vazgeçmek kadar zordur. Unutmak imkânsızdır. İnsan beyni yaşananları bir noktada yine de hatırlar. Vazgeçmek zordur. Bir şeyden vazgeçersin ve artık her şey biter. Pes etmek ise zorlu bir süreçtir. Vazgeçmek için çabalarsın. Vazgeçene kadar ki süreçtir, pes etmek. Her üçü de özel bir çaba gerektirir. Acı doludur. Hayallerin yıkılması, umutların parçalanmasıdır. Artık yarın onun gelmeyeceğini bilirsin, beklersin gelmez ve sen artık umut bile etmezsin `gelir mi?’ diye. Kan revan bir süreçtir. Kendini, hayallerini yıkmaya yönelik. Bazen insan öyle bir noktaya gelir ki ne affedecek inancı ne de vazgeçecek gücü vardır. Çünkü bilir affetse değişecek bir şey yoktur, affın sonu yine kalp kırıklıklarıdır. Ve bilir ki vazgeçmek ise yavaş yavaş yok etmektir kendini. Canın acıya acıya. Parçalarını parçalayarak. Vazgeçmek susmaktır. Sussan kanatır, anlatsan acıtır. Yani her türlü zarardasın. Affetsen de acırsın, vazgeçsen de. Sussan da canın yanar, anlatsan da. Peki, hangi merhem iyileştirir, hangi cerrah kesip alabilir, hangi psikolog derman olabilir bu yaraya? Derdin kendisi bile derman olamazken nedir çare? ÇİZME Ben Merve Deniz PAKER H-A bu mağazadaki en pahalı ve gösterişli çizmeyim. Vitrinin başköşesinde duruyorum. Zaten pahalı olan bir markanın en pahalısıyım. Kendimi seviyor muyum? Hayır. İnsanlar beni seviyor mu? Hem de çok! Size şöyle açıklayayım; ben orijinal deriyim ve benim var olmam için birçok hayvan yok edildi. Bu olurken çok acı çektiler ve umarım bunu yapanlar da acı çeker. Her neyse ben bir şekilde var oldum işte. Şimdi bundan sonrasını anlatayım. Beni almaya bir kadın geldi. Ayağına da çok yakıştım. O da bana âşık oldu. Amacı belliydi; sadece gösteriş! İtiraf etmem gerekirse fiyatıma ben bile şaşırıyorum. O kadınsa umursamadan alıyor beni. Acı çekiyorum çünkü bildiğim bir gerçek var. Gösterişli ve nadide olmak isteyen kadın hedefine ulaşıyor fakat onunki sadece bir haz, bir heves! Haz ve heves olmayan şeyler var; bir çocuğun açlığı mesela… Bu bir heves değil, bu bir hayat! Hem de tertemiz bir hayat. Elle tutulur bir gerçek bu. Onun doyması için bana verilen paranın çok azı yeterli. Şu kadının bana hayranlığı yerine o çocuğa şefkat göstermesi ne kadar da ucuz ama değeri büyük. Ben, evet, çok güzelim fakat sadece gösteriş ve hevesim. Boş verin beni! Gerçekler var, bir yerlerde hissedilen! Siz görmeseniz bile bir yerlerde can yakan gerçekler… Ben hiçbir işe yaramıyorum! Hadi, değer vermeyin bana, benimle mutlu olmayın! Gidin ve sarılın! Sevin, sevginizi hissedecek birilerini… Haydi, bırakın beni! Gidin ve insan olun, insanlarla birlikte. Mutlu edip, mutlu olun! Haydi, unutun beni! Ben çocukluğunuza ait değilim. Kirliyim ben. Gidin ve temizlenin! Sevin birbirinizi… Hissedin, hepiniz hissedin! Ben yalanım! Bırakın beni… -5- ORTAÇAĞ AYDINLIĞI Farklı İdris ARAZ - Edebiyat Öğretmeni zaman ve zeminlerde ‘‘ortaçağ karanlığı’’ ifadesiyle sık sık karşılaşmaktayız. Üstelik bu ifade çoğu zaman yüksek eğitimli ve yüksek mevkilerdeki insanlar tarafından kullanılmaktadır. Yine geçenlerde bir zat-ı ekâbir, Türkiye hiçbir zaman ortaçağ karanlığına dönmeyecektir, söylemini dile getirmiştir. Bu durumda iki soru işareti aklıma takılmaktadır. İlki sık sık ortaçağ karanlığı ifadesini diline pelesenk eden insanlarla aynı tarihi paylaşmadığımız olgusu. Zira mensubu olduğumuz bu necip milletin ortaçağına göz attığımızda karanlık çağ diye nitelenebilecek bir durum söz konusu olmadığı bariz bir şekilde görülmektedir. Fakat malum şahsiyetler kendilerini Batı Medeniyetinin bir parçası olarak telakki ediyorlarsa, evet, bu durumda haklılar. Çünkü Batı ortaçağı gerçekten de karanlık çağ idi. Kilisenin dogmatik düşünce yapısı, kıtaya hâkim. Avrupa insanı cahil, yoksul ve perişan durumda. Avrupai devletler İslam dünyası karşısında peyderpey gerilemekte. Galile, dünya dönüyor, dediği için ölümle yargılanmakta… Yok, eğer ortaçağ karanlığı ibaresini sallayıp duranlar kendilerini köklü milletimizin birer ferdi olarak görüyorlarsa, bu durumda onlar için kullanılabilecek en hafif ifade cehalet olur. Zira İslam milletinin en aydınlık çağını, ortaçağı, karanlık diye nitelemek ya kendini bu necip milletin bir ferdi olarak görmemekle ya da cehaletle açıklanabilir. Bilindiği gibi ortaçağ 375 Kavimler Göçü ile başlar ve 1453 İstanbul’un Fethi ile sona erer. Gelin zaman makinesine atlayıp ortaçağ İslam tarihinde bir gezinelim: 610 yılında, yani ortaçağda, ‘‘Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku!’’ ayeti ile ilk vahiy nazil olur. Peygamber-i Zişan yakın akrabalarından başlayarak İslam davetini yaymaya başlar. 632 yılında veda hutbesinde Rasulullah 100.000’den fazla insana hitap eder. 640’lı yıllarda, yani ortaçağda, Hz. Ömer döneminde İslam, Arap yarımadasından taşarak Ortadoğu, Ön Asya ve Kuzey Afrika’ya hâkim olur. Henüz çeyrek asrını doldurmuş İslam dünyası, koca Sasani İmparatorluğuna son verir, Doğu Roma İmparatorluğunu Anadolu’nun iç kesimlerine çekilmeye mecbur bırakır. 710’lu yıllarda, yani ortaçağda Ömer Bin Abdulaziz döneminde İslam tarihinin en parlak kesitlerinden birine şahit oluruz. Bu dönemde, zekât vermek için yoksul Müslüman bulunamadığı, bu nedenle ehl-i kitaba zekât verildiği rivayet edilir. Toplumunun tamamına müreffeh yaşam standartları kazandırmış, zekât alınmasına gerek olmayacak şekilde herkesin belli bir zenginlik seviyesinde olduğu zaman dilimi… 751 yılında, yani ortaçağda Talas Savaşında Türkler İslam ile tanışır. Bu savaşta İslam ordusunun safında yer alan Türkler, zafer elde edilmesinde önemli bir katkıda bulunurlar. Akabinde hızlı bir hidayet süreci yaşanır. Karluk, Yağma, Çiğil derken kısa bir dönemde neredeyse bütün Türk boyları İslam ile müşerref olur. 840 yılında, yani ortaçağda Karahanlılar kurulur. Satuk Buğra Han döneminde İslamiyet seçilir ve Karahanlılar ilk Müslüman Türk Devleti olarak tarihe geçer. İslami dönemin ilk ürünleri bu dönemde ortaya konur. Birçok edebiyat tarihçisine göre Türk kültür ve edebiyatının en önemli eserleri olan Divanu Lugat-itTürk, Kutadgu Bilig, Atabet-ül-Hakayık ve Divan-ı Hikmet bu dönemde yazılır. 1040 yılında, yani ortaçağda tarih sahnesinde Büyük Selçuklular boy gösterir. Nizam-ül-Mülk, Bağdat’ta dünya tarihinin ilk üniversitesi olan Nizamiye Medreselerini kurar. Bin yıldır yurt edindiğimiz Anadolu’nun kapılarını 1071 yılında, yani ortaçağda Sultan Alpaslan açar milletimize. Daha sonra Selçuklular dörde ayrılır ki bunlardan biri de Anadolu Selçuklularıdır ve bu Türk devleti özellikle Orta ve Batı Anadolu’nun Müslümanlaşmasında kilometre taşı görevi üstlenmiştir. Nihayet 1299 yılında, yani ortaçağda Söğüt-Domaniç dolaylarına bir fidan diker Osman Bey. Daha sonrasında Devlet-i Al-i Osmanî dediğimiz ulu çınar üç kıtaya dal budak salar. Fatihler Fatihi 1453’te ortaçağı kapatıp bir döneme damgasını vurur: İstanbul fethedilir. Evet, ortaçağ karanlık değil bizim en aydınlık çağımızdı. Siyasi güç bakımından bugünlerde ABD ne ise ortaçağ sonu ve yeniçağ başlarında Osmanlı o idi. Avrupa hükümdarları ancak bizim sadrazamlarımıza eşitlerdi. Esir düşen krallar bizden yardım dilerdi. Kelimenin tam anlamıyla zirvedeydik. Bütün bunlarla birlikte şimdi sizi bir kez daha düşünmeye davet ediyorum: Evet, belki de tarihimizin en parlak, en aydınlık dönemi olan ortaçağı, karanlık çağ diye adlandırmak, şanlı tarihimize haksızlık olmuyor mu sizce? -6- ÇIKARIN İÇİNİZDEKİ MUSTAFA KEMAL’İ Şule KAYNAR 9-B Kulak verin 10 Kasıma, bakın ne diyor? Bugün 10 Kasım, bizim Mustafa Kemal için yas tuttuğumuz, acıyı biraz daha hissettiğimiz, “Bir Atatürk de ben olacağım.” diye böbürlendiğimiz, vatanımızın nasıl buralara geldiğini tam anlamıyla bir kez daha hatırladığımız sayılı günlerden biri… 10 Kasım sadece Mustafa Kemal’i anmak değildir. Çünkü 10 Kasım sadece Mustafa Kemal’in değil, onunla ölüme yürüyen herkesin ölüm yıldönümüdür. Herkesin yüzünde hüzün var bugün. 10 Kasım bu değil, bugün sirke satma günü değil. Bugün Mustafa Kemal’i ve yol arkadaşlarını alkışlama günü. Gurur duyun bugün! Gurur duy genç! Gurur duy asker! Herkes kim olduğunu hatırlasın bugün. Çıkarın içinizdeki Mustafa Kemal’i de onun ölmediğini gösterelim. Gelin ölümsüzleştirelim bugünü. Her günü 10 Kasım sayıp her gün Mustafa Kemal’e özenip bir yenisini yetiştirelim. Kulak verin 10 Kasıma, o da bunu istiyor: Takvimler beni gösterirken ağlamayın, aksine hatırlayın kim olduğunuzu, çıkarın içinizdeki Mustafa Kemal’i. Madem o kadar 10 Kasım, 10 Kasım diyorsunuz, bir farklılık yapın bugün. 10 Kasım 2012 tarihini milat kabul edin ve harekete geçin! Sadece bir gün anarak, o bir günü de yanan yüreğimizle, anma törenlerimizle örtbas ediyoruz. Siz yine yapın anma törenlerinizi, okuyun şiirlerinizi, ama bilin ki bugün takvimlerin özgünlüğü gösterdiği gün. Dönün kendi öz benliğinize, Mustafa Kemal’e dönün. Dayayın sırtınızı onun ilkelerine, o zaman anlarsınız onu. Onun yerinde olsaydınız neler yapardınız, bunu düşünün. Böyle bir kahraman olabilir miydiniz? Anlayın 10 Kasımı. 10 Kasım mezara çiçek bırakılacak son gün. Anıtkabir boş olmalı bugün. Herkes her zamankinden daha çok çalışıp daha fazla Mustafa Kemalleşmeli. Haydi, yol sizin gençler! Ne Mustafa Kemaller çıkar bizden… BİR 10 KASIM SABAHI Kudret ÖTE 9-B 10 Kasım, saat dokuzu beş geçe… O an bir yıldız kaydı gökyüzünde. Akıp gitti dünyamızın yanından. İşte o gün her şey farklı, bir hüzün var yeryüzünde, bir matem havası var. O an Türk milletinin dönüm noktası. Çünkü dünyanın gelmiş geçmiş en büyük lideri, önderi yok artık. Çünkü benim atam, yol göstericim, o muhteşem insanın kalbi atmamakta… Her tarafta bir sessizlik… Kimse duyduklarına inanmak istemiyor. Düşünsenize o artık nefes almıyor. O artık konuşmuyor. O güzel sözleri ve duruşu ile bizleri mest etmiyor. Bir anda her şey karardı sanki. Nasıl olur? Bu kadar çabuk gidemez diyorsun. O Mustafa Kemal, yenilmez, yıkılmaz, bizleri bırakıp gitmez diyorsun. Daha dün gibi deniz mavisi gözleri ışıldayarak yapacaklarından, hayallerinden bahsediyordu. Bize yol gösterecek, bizi aydınlığa ulaştıracaktı. Şimdi biz ne yaparız onsuz. Bir mucize gibiydin. Bir anda geldin ve o müthiş dehanla bizleri yücelttin. Ve sonra bir anda kayboldun, gittin. Biraz daha kalsan ne olurdu? Senden daha öğreneceğimiz çok şey vardı. Ne kadar çok isterdim bir bilsen seninle omuz omuza mücadele etmeyi, senin yoluna canımı vermeyi. Soran olursa 10 Kasımdan nefret ediyorum, diyorum. O günün tarihin en bedbaht günü olduğunu söylüyorum. Neden mi? Çünkü benim geçmişimin ve geleceğimin güneşi söndü. Bugün yine bir 10 Kasım sabahı. Sana buradan söz veriyorum Ata’m, senin izinden yürüyecek, senin gösterdiğin yolda koşacağım. Ülkemin her konuda iyi bir seviyede olması için elimden geleni yapacağım. Vatanım için yaşayacak, bu uğurda malımı, canımı, her şeyimi ortaya koyacağım. Senin kurduğun ve biz gençlere emanet ettiğin Cumhuriyeti yükselterek yaşatacağım. -7- BENİM CANIM ANNEM İpek KARADUMAN-H/A İyi ki beni kendinden bile çok seven bir annem var. Beni her zaman koruyup kollayan, sevgisini hiç üzerimden eksik etmeyen bir annem… Beni doğururken o kadar acı çekmesine rağmen benim o küçük halimi görür görmez tüm acılarını unutan annem. Onsuz bir dünya düşünemiyorum. Ben anneme bu kadar düşkünken annesiz olanlar nasıl yaşıyor acaba? Onları kim koruyup kolluyor? Kim sıcacık koynunda sarıp sarmalıyor? Bunları hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm, ama cevap bulamadım. Çünkü bizim bir annemiz var, annesizlik duygusunu hiç yaşamadığımız için bilemiyoruz. Keşke biraz empati yapabilsek, bir an için annenizi kaybettiğinizi düşünün… Bazen annelerimize kızıyoruz, bağırıp çağırıyoruz ve onların hiçbir şey bilmediğini düşünüyoruz. Aslında ne kadar yanlış yapıyoruz? Onlar bizim için her şeyin en iyisini istiyor, en iyisini yapıyor. Onlara böyle davranmaya hakkımız yok. Annemizi sadece anneler gününde değil, her gün önemsemeli, el üstünde tutmalıyız. Çünkü onlar bir gün değil, her gün bizim annemiz. Hani et tırnaktan ayrılmaz derler ya, işte anneler de çocuklarından ayrılamaz. Öyle evlatlar var ki annelerine bağırıp çağırmakta, hatta ve hatta el kaldırmakta… Yazık, o anne bizi doğurmuş, yedirmiş, içirmiş, bizi büyütmüş, bu yaşa getirmiş, sonu böyle mi olmalı? İnsanın temel yapıtaşı hücreymiş ya, hayır efendim, benim temel yapıtaşım annem. Onsuz ben bir hiçim, iyi ki varsın annem. BABACIĞIM Beyza Nur ÇOLAK-H/B İyi ki… İyi ki babam var. Beni çok mu çok seven babam… Ailemi çok seviyorum. Ancak her kız çocuğunun gönlünde babasının yeri farklıdır. Benim için de öyle. Babalarımız, hayatımızdaki ilk erkeklerdir, ilk kahramanlarımızdır, ilk aşkımızdır. Daima yanımızdadırlar. Sert görünürler, ama tek bir kelimemiz bile onları ağlatabilir. Anneler de öyledir, ama babalar daha farklı… Baba evin direğidir. Her gün ailesi için çalışır, çok korumacıdır. Benim babam bir polis. Eve her akşam sağ salim dönmesi o kadar mutlu ediyor ki beni. Olmaz dememeli. O kadar çok olaya tanık oldum ki… Acılı aileler… Her gün bize bile anlatmadığı o kadar çok olay oluyor ki… Bize hiçbirini yansıtmamaya çalışıyor. Tabii durum böyle olunca babam çok korumacıymış gibi geliyor bana. Öyle de olsa beni hiçbir konuda kısıtlamaz. Babaların kıymeti çok iyi bilinmeli. Onların yeri ayrıdır yüreğimizde. Düşünsenize her gün selam verdiğiniz bir arkadaşınızın babası bir gün şehit oluyor. Onların yerinde sizin babanız da olabilirdi. Bu nedenle babalarımız hayattayken kıymetlerini bilelim, gün olur onları kaybedersek geç kalmış oluruz. -8- NEDEN SOSYAL BİLİMLER? Öğrencilerimize neden Sosyal Bilimler Lisesini tercih ettiklerini sorduk. Uzun uzadıya tercih sebeplerini anlattılar. Biz de kompozisyonlarına mercek tutarak ilginç ve çarpıcı bulduğumuz ifadelerini siz değerli okuyucularımızla paylaşmak istedik. ✎… Ben ilk adımımı Sosyal Bilimler Lisesine attım. Buranın da beni Hukuk Fakültesine ikinci adım olarak taşıyacağına inanıyorum. Üçüncü adımımın da hâkimlik koltuğuna oturmak olacağını biliyorum…(Dilara Özer) ✎… Sosyal Bilimler Lisesi Türkiye’de öne çıkacak ve lider olacak kişileri yetiştirdiği için…(M. Atıf Hasanoğlu) ✎… Hukukçu yetiştiriyor sözü aklımda kaldı ve ben işte bu benim lisem, dedim…(Samet Kırış) ✎… En sonunda kendi mesleğimi buldum. Ben vali olacağım…(İrem Tarhan) ✎… İngilizce, uzun bir süre hayatımın çok önemli bir parçasıydı. Sosyal Bilimler Lisesinde İngilizce hazırlık olduğunu öğrendiğimde kesinlikle bu okula gitmeliyim, dedim…(Merve Deniz Paker) ✎… Bu okulda kendimi özel hissediyorum. Sosyal Bilimler Liselerinin mezunlarının çok iyi yerlerde olacaklarına inanıyorum…(Gamze Erten) ✎… İyi bir hukukçu olmak için…(Fatma Öcal) ✎… Gelecekte ne olacağım konusunda düşündüm ve siyasal bilimler okumaya karar verdim…(Selcen Baz) ✎… Pek kitap okumayı sevmeyen biriydim. Bu liseye geldiğimde hayatım tamamen değişti. En önemlisi kitapları sevindim, onları dost edindim…(Esra Ak) ✎… Ben 6. sınıftan beri Ankara Hukuk Fakültesine gitmek istiyorum. Bunun için Türkçe-Matematik ağırlıklı bir okul okumam gerekiyor…(Elifcan Çakır) ✎… Sosyal Bilimler Lisesine geldim, çünkü ben ileride iyi bir kaymakam olmak istiyorum…(Enes Kıraç) ✎… Türkiye’nin yönetiminde küçük de olsa rol almak istiyorum, hatta bu rol büyük olsa daha da iyi olur…(Abdulsamed Öksüz) ✎… Ben Sosyal Bilimler Lisesini seçtim; çünkü Uluslararası İlişkiler okuyup ataşe olmak istiyorum… (S. Arife Akdemir) ✎… Sosyal Bilimler Lisesine gelmek benim 5. Sınıftan beri hedefim; çünkü yönetici olmak istiyorum…(Tunahan Türk) -9✎… Osmaniye’de bu sene yeni bir okul açılacağı, çok iyi bir okul olacağı söylendiği için…(Furkan Çevlik) ✎… Sosyal Bilimler Lisesinde Genç Kalemler keşfedilecek ve yazma becerimiz artırılacak… Osmanlıca eğitimi ile tarihi eserlerimizi kolayca anlayabileceğiz…(Hasan Toprak) ✎… Sosyal Bilimler Lisesinin avantajlarından biri de havası olması, bana okulumu sorduklarında Sosyal Bilimler Lisesidemek ve gururlanmak süper bir şey…(İhsan Buğra Demirdelen) ✎… Türkiye’nin en iyi hukukçusu olmak için…(Ahmet Güneş) ✎… İnşallah annem ve babamın savcı olmamı görmeleri için, özellikle de babamın. Sırf onun dünyaya değişmeyeceğim gülümsemesi için Sosyal Bilimler Lisesine geldim…(Mervenur Bozdoğan) ✎… Yaklaşık dört sene önce hukukçu olmaya karar vermiştim. Bugün Sosyal Bilimler Lisesinde olarak önemli bir adım attığımı düşünüyorum…(Sena Şahin) ✎… Geleceğin adaleti, geleceğin umudu olmak için…(ŞeymanurAkçakoyun) ✎… Psikoloji alanında kendimi geliştirmek ve iyi dil eğitimi almak istediğim için…(Ümran Alkan) ✎… Ailem benim yeteneklerimi, sevdiklerimi çok iyi bildiği için Sosyal Bilimler Lisesi dedi. Hemen okul hakkında araştırma yaptım. Daha önce adını hiç duymadığım bu lisenin geleceğim olduğunu fark ettim…(Bengisu Özher) ✎… Konuşurken kendimi daha rahat ve daha doğru ifade edebilmek ve Hukuk Fakültesinde okumak için…(M. Emin Karataş) ✎… İlk yılı tamamıyla İngilizceye dayalı olduğu için, ben de zaten İngilizce öğretmeni olmak istediğimden…(Hakan Soğuk) ✎… Türkiye’de sayısı çok az olan bir okul. Bu okulda okumanın bir ayrıcalık olduğu düşüncesindeyim. Sosyal Bilimler Lisesinin geçmişine bakıldığında Siyasal Bilimler Fakültesine bir basamak olduğu görülür…(Özge Can) ✎… 20 saat İngilizce olduğunu öğrendim. Bu, dil öğrenmek için bir fırsat dedim…(M. Yasir Ergin) ✎… Gelecekte ülkeme bir yönetici olarak hizmet etmek istediğim için…(Enes Kaytancı) ✎… Türkçeyi bir roman gibi okumak ve tarihi bir hikâye gibi yaşamak istediğim için…(Dilanur Saçıntı) ✎… Bu liseyi tercih etmemin en önemli sebeplerinden biri de sosyal aktivitelerinin çok olduğunu öğrenmem oldu. Ben sosyal bir insan olduğum için…(Ali Alperen Aslan) ✎… Sosyal Bilimler Lisesini tercih ettim. Çünkü küçüklüğümden beri hep herkesi doğruya yönelten, sevilen ve sayılan, iyi bir üniversiteden mezun olmuş bir avukat olmak istiyorum…(Oğuzhan Gülmez) ✎… Fark yaratmak istediğim için…(Nasip Bulak) - 10 - BİYOLOJİYE NASIL ÇALIŞMALIYIM? Belma YABANOĞLU-Biyoloji Öğretmeni Sevgili Öğrenciler; Biyoloji korkutucu bir ders değildir. Günlük hayatta yaşanılan doğa döngüsü dâhil birçok olay gerçektir. Tüm canlıları inceleyen bu bilim zevkli bir ders haline dönüşebilir ve rahatlıkla çalışabilir, sorular çözebilirsiniz. Canlıların bilimi olan Biyolojide yeni canlı türleri öğrenecek ve bunları sorularla çözmek isteyeceksiniz. Lakin not ve defter tutmanın önemini bir kez daha yinelemem gerekmektedir. Çünkü bu dersi ancak bu şekilde öğrenebilirsiniz. Canlılar kaça ayrılır gibi basit soruların cevabını iyi bilmeli ve daima böyledir diye düşünmemelisiniz. Takıldığınız hususları direk geçmeyin üzerinde durarak çözmeye çalışın. Eğer hala bir sonuç elde edemediyseniz etrafınızda Biyolojiyi iyi bilen arkadaşlarınıza sorabilirsiniz. Eğer böyle bir şey de mümkün değilse öğretmeninize danışabilir ve soru çözüm tekniğini öğrenebilirsiniz. Öğrendiğiniz soruyu tekrar tekrar çözerek bilginizi pekiştirmenizi tavsiye ediyorum. Yani burada anlatmak istediğim ‘‘’Ezberledim yaparım!’’ düşüncesi tamamen yanlıştır. Sadece ezberlemek yeterli olmaz, bol soru çözümü gerekmektedir. Biyolojide çok fazla ayrıntı vardır, bu ayrıntıları kaçırmamalı ve bunların üzerine yoğunlaşmalısınız. Böylece biyolojiden tam bir geçer not alabilme şansınız yükselecektir. Yazarak çalışırsanız ileride çalışmak istediğinizde yardımcı notlarınız olmuş olacaktır. Bu esnada şekil çizmek, şekil üzerinde çalışmak kalıcılık sağlayacaktır. COĞRAFYA NEDİR? Mehmet YORULMAZ-Coğrafya Öğretmeni Bu soruyla başlarız genelde ilk derslere. Öğrencilerimizden de şöyle cevaplar gelir: Dağları inceleyen, gölleri inceleyen, denizleri, gökyüzünü inceleyen bilim dalı. Doğrudur, aslında coğrafya bunların hepsini kapsar. Ders kitaplarında da insan ve doğal çevre arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı olarak geçer coğrafya. Bana göre ise coğrafya gezmek, görmek demektir. Coğrafya dersi, sayısal öğrencilerinin genelde sevmediği, sözel öğrencilerinin de çoğunlukla uyukladığı derstir. Coğrafya dersi nasıl sevilir, bunun için neler yapılabilir? Sınıfta ders işlenirken haritalar üzerinde anlatılır, göze hitap edelim diye. Tahtaya yazılır, anlaşılır olsun diye. Oysa şöyle olabilir Coğrafya dersi. Teorik olarak bunlar anlatıldıktan sonra öğrencilerimiz öğrenim hayatı boyunca bir kere de olsa Türkiye turuna çıkarılabilir. Böylece hem görsel, hem işitsel, hem de yaşayarak öğrenir memleketini. Bazı öğrenciler Latince kelimeler olduğu ve öğretmenleri okulda biraz zorlaştırdığı gerekçesi ile Biyolojiden ürkerler. Anlatılacak konuya önceden hazırlanınız. Konuya hazırlanırken konuyu okuyunuz. Vurgulanan koyu puntolarıyla yazılan kısımları gözden geçirip konu özetini okuyup sorular çıkararak bu sorulara cevaplar aranmalıdır. Derste öğretmen konuyu anlatırken not tutmalı, vurguladığı şeyleri yıldız koyarak altı çizerek belirginleştirmelidir. Kendiniz çalışırken çıkardığınız soruları öğretmeninize sorunuz. Aldığınız notları evde temize geçirerek konuyu bir kere daha tekrar ediniz. Konu ile ilgili hazırlanmış test kitaplarının özetlerini okuyup sorularını çözünüz. Püf noktaları öğreniniz. Hiçbir soruya ‘’Önemsiz, anlamasam da olur.’’ demeyin. O sorudaki püf noktası önemli bir sorunun ana fikri olabilir. Hepinize başarılar dilerim. K a r a d e n i z ’d e çay bahçesini gezse, fındık toplasa, mısır ekmeğiyle hamsinin tadına baksa “Uy uşağım” diyenlerle tanışsa, Karadeniz’i seyretse, yağmurunda ıslansa, yemyeşil ormanları, yayları görse bölgeyi daha iyi öğrenmiş olmaz mı? Marmara’da İstanbul’u gezse, tarihi mekânları incelese, Edirne peynirini, ayçiçeği tarlalarını tanısa, Boğaz’da bir tur atsa Marmara Bölgesi hafızaya kazınmaz mı? Yine Güneydoğu’da gaziler kenti Antep’i gezse, baklava üstü dondurma yese, GAP’ı müşahede etse, Şanlı Urfa’da Balıklı Göl’de Hz. İbrahim Kıssasını dinlese, Diyarbakır’ın karpuzunun Adana ile yarış halinde olduğunu bizzat görerek öğrense, Batman’da petrol kuyularının başında bir hatıra fotoğrafı çektirse… ve böylece bütün bölgelerimizi görme şansı olsa… Acaba öğrencilerimizin Coğrafyayı sevmemesi mümkün olur muydu? Elbette severdi, çok sevdiği vatanı gibi… - 11 - DAHA BEN ANLAMAMIŞKEN Seni unutmak mı? Her gün hayalinle yatıp kalkarken Senden nefret etmek mi? Her saniye beynime aşk mekikleri dokurken Seninle gülmek mi? Aklıma gelmeyişinde dahi için için ağlarken Seni umursamak mı? Kendimden bile kıskanırken Seni anlamak mı? Ben kimseyi gözünün içine baka baka Böyle üzmedim efendi Çünkü sen Rüzgârları denizlerde esen serseri Senden vazgeçmek mi? Günbegün kanıma işlerken Başkasına bakmak mı? Gerçekleşmeyecek hayallerle nefes alırken Kendim olduğumu hatırlamak mı? GÖNLÜM Ben sevmeyi sevdim be gönül! Günlerce ağlamayı, gülmeyi, unutmayı sevdim İlkbaharda toprağa düşen ilk cemreyi İlk ayazı, ilk karı, ilk güneşi… Ben hep ilkleri sevdim İlk varoluşu, ilk yokluğu, ilk yalnızlığı Sevdim gönlüm Ben kışın karların altında Bana göz kırpan kardelenleri Yazın buğday tarlalarında İlk başakları sevdim Aynaya her baktığımda Kendimi değil seni görürken Bunu başkasına anlatmak mı? Daha ben anlamamışken… Sevdim gönlüm Annem kokan Türkçemi Babamdan kalan mertliği Her insanın gözyaşında Yüreğimin burkulmasını Her damlada kendimi bulmayı sevdim Sen ki şu ana dek gördüğüm en derin yara Seni beni enkaza çeviren Beni yaktın yıktın diye, sana kinlenmek mi? Hayır, hayır tek duam Allah’a Parmağına diken bile batmasın… Şule KAYNAR 9-B Ben Fatih gibi gönülleri fethetmeyi Yunus gibi ilden ile gezmeyi Mevlana gibi gönlümü insanlığa açmayı Şems gibi sevda selinde sürüklenmeyi Ben insan gibi insan olmayı sevdim Dilek BARUTÇU H-C - 12 - TURUNCU Umut rüzgârlarının şişirdiği yelkenleriyle, Mutluluk gemileri kalkar bu limandan Mahsun bir vakitte, Bu şehr-i İstanbul’dan. Ve sonunda bir gün daha batıyor, Başka sabahlara kalkmak adına… Yavaş yavaş uğurluyor gemileri ve insanları, O kızıl deniz matem tadında… Martıların çığlığı turuncunun vedasından… Simitlerle avutmaya çalışır sanki insan. Son parıltıları görülüyor şimdi, Arkasına gizlendiği dağlardan… Hoşça kal kötülükleri de kendisiyle batırmak isteyen, Masum turuncu. Kendisinden sonra gelecek Ay’a merhaba şimdi. Her batışın sonunda doğan Hilal-i Ay vakti... Beyza ÇEVİKBAŞ 9-B ŞAŞKIN İNSANCIKLAR Güneş saklandı yine dağların arasında Ölüm öncesi telaş var sokaklarda Herkes dünya telaşında Unutulmuş geçmiş gelecek Aklında bulunsun yarın ya gelecek ya gelmeyecek Bir saniye sonrasını kim garantilemiş İnsanoğlu işte, gafil Her güne söz verir, ama tutamaz Nefis önde halay çeker kimse aldırmaz Ete kemiğe itibar eder onlar “Kardeş” kelimesinden yoksun Dostluktan, arkadaşlıktan bihaber Ben der durur, biz diyemez dilleri Nefis gemisinde alabora olur yürekleri Yüzlere takılmış çeşit çeşit maskeler Pişman olunur bela, musibet geldiğinde Bir köşeden izler sahte yüzler Ve işte final: Dört omuz üstünde bir tabut… Dilek BARUTÇU H-C - 13 - YENİ GÜN Ergenekon’da başlayan bir destandın bir zaman Bir bozkurt önderin hedefiydi bu vatan Zaferidir Türklerin akıl almaz bu destan Türk yurdudur burası yeni güne uyanan Yetmiş dere, yetmiş körük, yetmiş kordu yakılan Değmez mi hiç, vatandı bir madeni yaktıran Hedefti ki varıldı Türk eline yakışan Türk yurdudur burası yeni güne uyanan Yakılmış, yıkılmış, terk edilmiş bir vatan Türk evladı değildir bu şartlarda hep yatan At üstünde yarışan, nevruzları kutlayan Türk yurdudur burası yeni güne uyanan Toprağına can veren bir bahardın bir zaman Gelişin bir bayramdır bu vatanda kutlanan Bir bozkurdun armağanı bu toprakta yaşayan Türk yurdudur burası yeni güne uyanan Var mıdır bizim gibi gelişini kutlayan Türkiye’dir sevinip nevruzunu yaşayan Birliktir, beraberliktir, kardeşliktir ardından Türk yurdudur burası yeni güne uyanan Ergenekon’dan çıkış başlangıçtır sahnene Bahara selam veriş, gelişindir âleme Bu Türk yurdudur ibrettir ki âleme Uyanışı Türklerin bir destandır milleti F. Sena ŞAHİN 9-B OSMANİYE DESTANI Osmaniye’m şimdi hüzün kaplıdır Yüreğinde ateş barut saklıdır Haydi, Osmaniye şimdi coşma vaktidir! Deli poyraz olur bu milletin kahrı Milletinden alıyor ocaktaki harı Onbaşı Rahime’nin omzunda tüfeği Örste demir dövüyor ateş gibi yüreği Osmaniye yiğittir bükülür mü bileği Kendini bilmez hain kendine gel kendine Geldiğin gibi belki dönemezsin evine Mamure’nin duvarında bir taş da ben olayım Düşmana su verirse kurusun Karaçay’ım Osmaniye’m yolunda sana canım vereyim Ruh çıkarken bedenden gözüm açık gitmesin Ay yıldızlı bayrağa düşman eli değmesin Palalı Süleyman şaha kalkmış parlıyor O ne bakışlar ya Rab! Sanki ölüm saçıyor Çağdaşlaşmış Avrupa insan kanı içiyor Bugün küfre karşı şehit olma günüdür Müslüman Türk oğlunun en güzel düğünüdür Yaylaların yamacında şimdi kuşlar ötüyor Bülbül güle en güzel nağmelerin okuyor Çöllo, Palalı, Rahime gayrı rahat uyuyor Nice şehitler verdik mezarları kayboldu Kahpe düşman eline bu memleket dar oldu Ahmet GÜRBÜZ - Üniversite Öğrencisi - 14 - OSMANİYE ŞİVESİ Her ilin, her yörenin kendine has bir şivesi vardır. İşte güzel Osmaniye’mizin yöresel kelimeleri… İstanbul Türkçesinin yazı dilini mi kullanırsınız, Osmaniye’mizin sıcak konuşma dilini mi? Karar sizin. Cul: kilim Kertiş: kertenkele Deli soyka: yaramaz Araya gitmek: ziyan Malamat: kepaze Pantol: pantolon Dam: çatı Pambık: pamuk Ede: ağabey Çimmek: yüzmek cücük: civciv cıncık: cam gülle: misket döş: göğüs hırpo: enayi dezze:teyze kındırma:aralama çomça: kepçe pırtmak: kurtulmak cillop: harika bocit: sürahi hayma: asma dandik: kalitesiz iliçkin: sucuk yuka: ince bibi: hala tama: tamam mı ökenmek: taklit etmek sırt: elbise zibil: çöp peşkir: havlu dinelmek: ayakta durmak fallik: hafif meşrep teker: bisiklet zumzuk: yumruk gıllık: küçük essah: gerçek helke: kova Kele: Türk Dil Kurumu, bu kelimenin anlamını çözebilmek için uzman bir ekip oluşturmuş, ama bu ekip henüz bu kelimenin anlamını tam olarak çözememiştir. KARİKATÜRLER - 15 - DİL VE KÜLTÜR Kültür, bir milletin maddi ve manevi değerlerinin tümüdür. Kültür, dini, dili, inançları, gelenek ve görenekleri, tarihi, yani bir millete ait olan her şeyi kapsar. Ama dil, bence bu kültürel unsurların en önemlisidir. Dil, sayesinde kültür gelecek kuşaklara aktarılır. Dil hem kültürü etkiler, hem de kültürden etkilenir. Mesela Türk kültüründe komşuya çok önem verilir, bu nedenle dilimizde “Ev alma, komşu al.” atasözü bulunur. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” atasözü de kültürümüzde misafire verilen değer ve ikramı yansıtmaktadır. Yine kültürümüz İslamiyet’in kabulünden sonra bir değişim yaşamış ve bunun dilimizde de etkileri görülmüştür. Din, iman, abdest, namaz, hac, zekat, oruç gibi pek çok kelime Arapça ve Farsçadan dilimize geçmiştir. Dil ve kültür bir kağıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrıla- maz bence. Dilsiz bir kültür ve kültürsüz bir dil düşünülemez bence. Örneğin şu an biz okulda İngilizce ağırlıklı bir eğitim alıyoruz. (Haftada 20 saat) Bu durumda dolaylı olarak İngiliz kültürünü de öğrenmiş oluyoruz. Çünkü kullandıkları kelimeler, hitaplar direkt kültürlerini de yansıtıyor. Dil-kültür ilişkisine sömürge devletler açısından da bakılabilir. Özellikle İngilizler ve Fransızlar, Afrika kıtasını sömürmek için önce dillerini onlara unutturmaya çalışmışlar, kültürün değişmesi kendiliğinden gerçekleşmiş. Günümüzde Afrika kıtasının neredeyse tamamı İngilizce ve Fransızca konuşmakta ve onların kültürünü yaşamaktadır. Sonuç olarak dil ve kültür bir milletin en önemli değerleridir. Biz de hem kültürümüze, hem dilimize sahip çıkalım. Kübra ÖNAL Hazırlık-A İLETİŞİM Türk milleti değil miyiz, ne de olsa hepimiz aynıyız. Evde, okulda, kantinde, her yerde iletişim kurma ihtiyacı hissederiz. Her tarafta bize benzeyen insanlar ararız. Bazen dilimizi kullanırız, bazen jest ve mimikleri. Düşünsenize kocaman bir şehirde yaşıyorsunuz, fakat kimse kimseyle iletişim kurmuyor. Sadece kendi yolunda ilerliyor, takmış olduğu at gözlüğüyle. Yüzünde hiçbir ifade yok. Dudakları ne aşağıya büzük, ne de bir tebessüm hali var. Düz bir çizgi, insanlar bu kadar nasıl yaşayabilir ki… Bir kedi düşünün, sesler çıkarır iletişim kurmak için. Yüz ve vücut hareketleriyle de çok şey anlatır. Eğer melül melül bakarsa bilirsiniz ki acıkmıştır. Eğer kuyruğunu sallarsa bilirsiniz ki halinden memnundur. Bir de deli gibi mırladığı zamanlar olur ki o zaman çok kızgın olurlar. Biz de dil veya jestlerle kendimizi anlatırız. Günlük hayatta birçok yerde iletişimin en önemli aracı olan dili kullanırız. Ben de şu an sizinle iletişim kuruyorum. Gerçekten dil büyük bir nimet… Bir an için dilsiz olduğunuzu düşünün, ne kadar sıkıntı yaşardınız. Allah’a şükürler olsun ki hem dilimiz var, hem de iletişim kurabiliyoruz. Hakan SOĞUK 9-B - 16 - ÇANAKKALE GEZİSİ Biz ailecek altı yıl önce Çanakkale’ye gitmiştik. Çanakkale doğasıyla ve insanlarıyla çok güzel bir yer. Çanakkale’ye ilk gittiğimizde kalacağımız köyde kimseyi tanımıyorduk. Babam Çanakkale’de çalıştığı için yazın tatile gitmiştik. Özellikle şehitliği gezecektik. Orada babamın arkadaşları vardı, ilk önce onların yanına gittik. Onlarla tanıştık ve yemek yedik. Daha sonra evimize gittik. Genelde köy evleri güzel olur, ama bizim evimiz pek güzel değildi. Çünkü köyde başka kiralık ev yoktu. Eve yerleştikten birkaç gün sonra komşularımızla beraber Çanakkale Şehitliğine gitmeye karar verdik. Sabah erkenden yola çıktık. Bizim köyle şehitliğin arası biraz uzundu, bu nedenle yorucu bir yolculuktan sonra Şehitliğe varabildik. Çanakkale Şehitliği gerçekten çok güzel bir yer. Oradaki tüm şehitleri görme şansımız oldu. Müzeye gittik, siperleri gezdik. Orada bizim dışımızda da birçok insan vardı, hepsi de bizim gibi heyecanlıydı. Şehitliği gezdikten sonra deniz kenarına gittik ve piknik yaptık. Ardından denize girdik ve yüzdük. O gün gerçekten çok güzel geçti, akşam olsun istemedim. Geç saatte eve döndük, çok yorulmuştuk, ama yine de çok güzel bir gündü. Çanakkale’ye bir kez daha gitmek isterim ve tüm arkadaşlarımın da en kısa zamanda Çanakkale’yi ziyaret etmesini tavsiye ederim. Enes KIRAÇ Hazırlık-C BİLGİSAYAR Bilgisayar, günlük hayatta en çok kullandığımız aletlerden biridir. Her zaman yanımızda bulundurabileceğimiz boyutlarda da üretilen bilgisayarlar en önemli yardımcılarımızdır. Bilgisayarın aslında faydası olduğu kadar zararı da var. Bu bizim elimizde. Bilgisayar sayesinde bilgi ve birikimlerimizi kaybolmayacak şekilde elimizin altında tutabiliriz. Sosyal siteler sayesinde, ilişkilerimizi geliştirebiliriz. Ödev ve araştırmalarımızı bilgisayar üzerinden yapabiliriz. Öte yandan bilgisayar karşısında fazla durmak sağlımızı olumsuz etkiler. Çocukların saatlerce bilgisayar oyunu oynamaları kafalarını allak bullak eder. Hatta onları bağımlı hale getirebilir. Bu nedenle bilgisayarı dengeli kullanmalıyız. İyi yanları olduğu gibi kötü yanları da olduğuna dikkat etmeliyiz. Bilgisayar bize değil, biz bilgisayara hükmetmeliyiz. Zekeriya ORMAN Hazırlık-B - 17 - İYİ Kİ… İyi ki doğdum, iyi ki Müslüman olarak doğdum. İyi ki Türk’üm, iyi ki Türkiye’de yaşıyorum. İyi ki bilgisayar var, olmasaydı ne yapardık? Oyun yok, ne yapacağız? Ödev olsa, özellikle İngilizce nasıl yapacağız? İyi ki televizyon var, maçları izleyebiliyoruz. Dünyada neler olup bittiğini öğrenebiliyoruz. Her şey elimizin altında… İyi ki kız değilim. Kim çekecek onu? Etek uzun mu, kısa mı? Açık mı saçık mı? Erkekler bakar mı, bakmaz mı? Voleybol neyin nesiymiş, kızlar futbol oynayamıyor. Ben ise her gün ve rahatça oynayabiliyorum. İyi ki erkeğim. Maç yapıyorsun, sokakta rahatlıkla yürüyebiliyorsun. Kimse sana sataşamaz, yiyorsa sataşsın bakalım. Her mekâna rahatlıkla girip çıkabiliyorsun. Bir de delikanlısın, kızlar sana laf geçiremiyor. İyi ki gözlük takıyorum. Kavga oldu mu gözlüğü gören sana vurmuyor. O vurmayınca sen ona dalıyorsun tabii. Bir de bazı mavralar. Gözlük taktığın için seni çok zeki, çok çalışkan zannediyorlar. “Gözlerin çok çalışmaktan mı bozuldu?” diyorlar. Ben de, evet, diyorum. Aslında ders ile alakası yok. Bilmiyorlar ki saf çocuklar, gözlerimi bilgisayar ve televizyonun bozduğunu. İyi ki insanız. Yoksa hayvan olsan gelen geçen şeytan taşlar gibi seni taşlar ve kovalar. Dalasın gelir, ama dalamazsın. Bunun öbür dünyası var deyip geçiştirirsin. Sen sokakta sefil sefil yiyecek ararsın, çöp aracı gelip senin mönünü alır, götürür ve sonrasını bilirsin, sayıp söversin işte. Evet, değerli arkadaşlar şaka bir yana, iyi ki diyeceğimiz o kadar çok şey var ki, onları görelim. Belki her şey yüzde yüz istediğimiz gibi değil. Belki bardağın yarısı boş, ama yarısı da dolu değil mi?.. Hüseyin EKİNCİ Hazırlık-C BİZİM YAYLAMIZ Biz her sene yaz olduğu zaman yaylamıza gideriz. Orada hayat öyle güzel, öyle eğlenceli ki anlatmaya kelimeler yetmez. O sıcak sohbetler yok mu hepsine bedel. İyi ki yaylamıza dışarıdan tanımadığımız birileri gelmiyor. Bütün beraberlik ve huzurumuz bozulurdu. Bilmiyorum, belki bana öyle geliyor. Ama bizim yaylamız akraba yaylası olduğu için daha güzel geliyor bana. Sabah uyandığında o kışların sesi, suyun şırıltısı ve en önemlisi mis gibi çam kokusu… Ramazanda yaylamız daha bir başkadır. İftar vakti her ev birbirine yaptığından gönderir ve pınardan soğuk bir şişe su alınır. Bizim yaylamızda cami yok ve komşu yaylaların ezan sesi duyulmaz. Her akşam erkeklerden biri ezan okur ve bir bardak suyla oruç açılır. Herkes çayını içtikten sonra teravihe gider. Teravihler çok uzakta kılınmaz, hemen o buz gibi suyun aktığı pınarın üst tarafında kılınır. İmam da Hacı Ahmet amcamız olur. Teravihten sonra her akşam bir eve misafirliğe gidilir. Semaverde demlenen çaylar içilir, ardından karpuzlar, kavunlar yenir. Ramazan böyle sürer, gider. Yayladan dönülecek vakit bir akşam toplanılır. Herkes evinden pastasını, böreğini, çöreğini getirir ve şenlik yaparız. Ortada kocaman bir ateş yanar ve bizler üzerinden atlarız. Araba teyplerinden müzik çalar, oynarız. Yaylada son akşamımızı böyle geçiririz. Son sabah uyandığımızda o kötü an gelir çatar, üzülerek şehrin yolunu tutarız. Ve büyük bir hevesle bir sonraki yayla döneminin gelmesini bekleriz. Meryem ÜNLÜ Hazırlık-B - 18 - ANLAR VE ANILAR Anılar… Herkesin bir anısı vardır mutlaka. Sık sık hatırladığı mesela, unutamadığı, unutmayacağı, belki de unutmak isteyeceği birçok anı… Anılar, kalbimizdeki kilitli kapılar gibidir. Önce yaşarız hepsini birer birer, sonra da ya kilitleriz onları ve hiç hatırlamayız ya da sık sık tekrar yaşarız o anı. Korkularımız, sevinçlerimiz, sıkıntılarımız, duygularımız, arkadaşlıklarımız… Hepsi, her an birer anıdır aslında bizim için. Arkadaşlıklar mesela. Tanıdığımız onca insan ve içlerinden arkadaş olarak seçtiklerimiz. Birlikte her anımızı yaşadığımız, birlikte güldüğümüz, ağladığımız, coştuğumuz, kopya çektiğimiz o tatlı insanlar. O kadar güzel ve yaşanmaya değerdi ki benim için zamanın nasıl geçtiğini bile anlamazdım o zamanlar. Her arkadaşımdan, bir fikir, bir hayat anlayışı, bir “anı” aldım aslında. Her arkadaşımdan öğrendiğim ve hatırlamaktan zevk aldığım o kadar çok şey oldu ki… Devam etseler de, bitseler de eğer yaşamaya değerlerse aslın- da hiç gitmemişlerdir kalbimden o anılar ve bundan sonra da gideceklerini sanmıyorum. Birçok anım oldu şu kısacık hayatımda. Ama en çok arkadaşlarım kalbimde yer edindi. En çok onlarla yaşadım ben hayatımın her anını. Küstüğümüz oldu, kırıldığımız ya da kalplerimizde hiç kapanmaz yaralar açtığımız, ama bence hepsi yaşanmaya değerdi. Her anımın farklı bir yeri var yüreğimde. Çünkü anılar yaşadığımı gösterir, mutluluklarımı, umutlarımı, üzüntülerimi, hayallerimi, hayatımı gösterir. Anılarım beni ben yapar. Hayatımı değerli, anlamlı ve yaşanacak kılan o küçük ama aslında çoook büyük şeylerdir. Anılar her şeydir. Anı, sensin, arkadaşların, ailen, dostların, düşmanların, umutların, korkuların, yaşam tarzın… Anı mı dedin? Her an’ın aslında bir anı. Hadi sen de anın tadını çıkar. Bırak yaşadıkların, anıların seni oluşturmaya devam etsin… Kübra Nur MÜLAYİM Hazırlık-C ÖZÜR DİLERİM Hiç beklemediğimiz bir anda cesaretlenir ve gideriz kırdığımız kişinin yanına. Düşündüğümüz, söylemeye karar verdiğimiz her şey çıkmıştır aklımızdan. Sadece iki kelime vardır aklımızda; özür dilerim. Bizim istediğimiz kırdığımız kişinin bizi affetmesi iken onun istediği tek şey bu iki kelimeyi duymaktır. Biz kendimizi affettirmeye çalışırken o duymak istediğini duymuş ve bize tebessüm etmeye başlamıştır. Biz insanlar bu iki kelimeyi söylemekten o kadar çok korkuyoruz ki… Sanki lanetli iki kelime. Halbuki iki kelime olmasına rağmen etkisi yüzlerce kelimeyle anlatılamaz. Aslında sorun belki de bu iki kelimeden ziyade, korktuğumuz ve bize zor gelen şey sadece suçlu olduğumuzu kabul etmek istemeyişimizdir. Aklımıza başka şeyler getirip kendimizi haklı çıkarmaya çalışı- rız ve kendi kendimizi kandırırız da. Ama sonradan aklımız başımıza gelir. Yavaş yavaş suçlu olduğumuzu kabul etmeye başlarız. Yaptığımız ya da söylediğimiz her şey aklımıza gelir. Yaptıklarımızla karşımızdaki kişiyi ne kadar kırdığımızı anlarız ve gidip ondan özür dileriz. Ama olmuyor. Bu iki kelime ağzımızdan bir türlü çıkmıyor. Aslında bu iki kelime sizi yükseltecek olan, ilişkilerdeki en çıkmaz yolları açan şey. Bu böyle ve hayat boyunca değişmeyecek. Özür dilemek; yaşamak, yemek, içmek gibi bir ihtiyaç. Çünkü hayat boyu nice hatalar yapacağız. Ve bu hatalar sonucunda bizden beklenen sadece bir özür, iki kelime. Olay bundan ibaret. Özür dileyip barışmak, helalleşmek, arkadaşlığı sürdürmek varken inat, gurur yapıp küs, kırgın yaşamaya değer mi sizce? Selcen BAZ Hazırlık-C - 19 - HAKKÂRİ YAYLASI Ben beş yaşlarındaydım. O zamanlar babam Hakkâri’de çalışıyordu. Bölgenin en güzel zamanlarına denk gelmiştik herhalde. Çünkü o dönemde hiç terör yoktu. Bir gün annemin velileriyle beraber, bu arada annem öğretmen, Hakkâri’nin Berçalan Yaylasına çıktık. Bu yaşta dahi göremediğim güzelliklerle orada karşılaştım. Her taraf alabildiğine rengârenk çiçeklerle kaplıydı. O envai çiçekler arasında ters lale bile vardı. Bana çok ilginç gelen şeylerden biri de Cilo Dağı. O beyazlara bürünmüş ihtişamlı dağı uzaktan gördüğümde, orası neresi, diye sordum. Cilo, dediler. Daha sonra merak ederek Cilo’yu araştırdım ve bir buzul dağı olduğunu öğrendim. Türkiye’nin nadir buzullarından biri… O gün bana bir de hediye verdi köylüler: patik. El örgüsü çorap yani… Çok hoşuma gitti, hatırat diye sakladım epey zaman. Son olarak şunu söylemek isterim: Hakkâri’de geçirdiğim o gün, benim hayatımın en güzel günlerinden biri olarak yerini aldı. Düşününce ne kadar güzel bir ülkeye ve ne kadar sıcakkanlı ve iyi yürekli insanlara sahip olduğumuzu anladım. Ceyda ÇEVİKBAŞ Hazırlık-B DENGE Vücudumuzdaki dengenin, yeryüzündeki her canlıda, her varlıkta olduğunu biliyor muydunuz? Denizde büyük balıklar, küçük balıkları yer ve bu denizlerin döngüsünü, dengesini sağlar. Karada rüzgârlar sayesinde çiçek özleri, polenler farklı yerlere taşınır ve doğada yeni canlanmalar meydana gelir. Ama bütün bunlar bir anda olmaz. Belli bir düzen, belli bir zaman, belli yasalar çerçevesinde… İlahi bir düzen, binlerce yıldır bu şekilde devam etmekte… Bizim vücudumuzda da denge en önemli unsurdur. Kafatasımızın arka kısmında ayakta iken dengede durmamızı sağlayan bir sistem olduğunu biliyor muydunuz? Altın oran, diye bir şey duydunuz mu? Burnun çeneye, çenenin yüze oranı? Elin dirseğe, dirseğin kola oranı ve diğerleri… Muhteşem bir denge… İlahi denge, muhteşem bir şekilde tasarlanmış, ama ne yazık ki biz insanlar o dengeyi korumuyor, tahrip ediyoruz. Doğadaki dengeyi tahrip ediyoruz, vücudumuzdaki dengeyi tahrip ediyoruz. Sonuç ortada. Oysaki yapmamız gereken kendi iyiliğimiz için bu dengeyi korumak olmalı: Ömer Selçuk ÖZYURT Hazırlık-B - 20 - O MERAK VE VİCDAN gün okuldan geldiğinde çok büyük bir sıkıntısı vardı. Eve gelmiş, yemek yemiş, bir şeylerle uğraşmış; ama bir türlü can sıkıntısı geçmemişti. Biraz kitap mı okusaydı? Hayır, kitap okumayı sevmezdi. Bilgisayar, üf çok sıkıcıydı. O kadar zamanını bir aptal kutuya vermeyecekti herhalde. Uzun bir süre etrafına bakındı, durdu. Evde de kimse yoktu. Sonunda biraz televizyon izlemeye karar verdi. Kanalları gezinirken televizyondaki saçma sapan programları görünce kendi kendine kızdı. Bu, o değildi. Onca zamanını bu aptala veremezdi. Aslında hava fena değildi. Çıkıp biraz dışarıda dolaşsa mıydı? Bu fikir de ona cazip gelmedi bir süre sonra. Gidip yatağına uzandı ve gözlerini tavana dikti. Anlamsız anlamsız tavana bakınırken aklına babasının koyduğu bir yasak geldi. Yo, hayır, bu düşünceyi kafasından atmalıydı. Evet, kesinlikle bu düşünceyi kafasından atmalıydı. Babasının onca yıldır sakladığı dedesine ait gizli sandığa bakmamalıydı. Babası bu konuda onu fazlaca uyarmış, orada seni ilgilendiren bir şey yok, demişti. Ama bu söze inanası gelmiyordu. Ve kendine engel olamıyordu işte! Sonra annesi de, merak bazen insanın başına dert açar, bu yüzden merak bazen iyi bir şey değildir, diyordu. Evet, annesi haklıydı. Gerçekten de şimdi içini kemiren merak hiç de iyi bir şey değildi. Birden aklına olabilecek şeyler geldi: Tam sandığın içine bakacakken anne ve babasının eve gelmesi, onu sandık başında görmeleri… Bu, tam bir felaket olurdu. Ama merak, o merak yok mu? İnsanın aklını esir alıyor adeta. Bir süre sonra olaya farklı bir açıdan baktı. O sandığın içine bakınca ne olacaktı ki… Sadece merakını gidermiş olacaktı. Ama bu kez de babasının sözünü dinlememiş, dedesinin hatıratına saygı göstermemiş olacaktı. Ve hayatı boyunca bunu hatırlayacaktı. Sonra o içindeki hiç susmayan merak dürtüsü yeniden konuşmaya başladı. Baksa bir şey olmazdı herhalde. Zaten dedesi çok tuhaf bir adamdı. Belki de çok önemli bir şey vardı sandığın içinde. Of, sıkıntıdan terlemeye başladı. Kalktı ve odasından çıktı. Üst kata doğru yürüdü. Sanki buraları ilk kez görüyormuş gibiydi. Holdeki halının çiçek desenli olduğunu yeni fark etti. Hâlbuki annesi bu halıyı geçen yıl almıştı. Evdeki ıvır zıvır eşyaların olduğu odaya yöneldi. Bir arama telaşına kapıldı. Dedesine ait olduğunu düşündüğü sandık tam karşısındaydı. Acaba bu muydu? Ama daha önce hiç buna benzer bir sandık görmemişti. Sandığını kendine doğru çekti ve kapağını kaldırdı… Olamaz! İnanamıyordu. Sandığın içinde sadece çok eski bir defter ve dedesinin hayattayken kullandığı tespihler vardı. O ne umuyordu, ne bulmuştu? Bu kez defterin içindekileri merak etti. Hemen defteri açtı, içinde yalnızca dedesinin yazdığı birkaç şiir vardı. Bu muydu yani, dedesi öldüğünden beri babasının sakladığı sandık? İnanamıyordu, bu kadar basit bir şey miydi? Babası neden bu deftere bu kadar önem veriyordu ki? Bir süre öyle kalakaldı. Aşağıdan kapı sesi gelince irkildi. Annesi veya babası gelmiş olmalıydı. Hemen sandığı yerine koyup aşağı koştu. Annesiyle merdivenlerde karşılaştı. Ne bu telaş kız, sözlerine, hiç ödevimi yapacağım, diyerek kendini odasına attı. Şimdi üzgündü, hem de çok. Bunu yapmamalıydı. Evet, o sandıkta gördükleri bekli saklanacak şeyler değildi. Ama belki de babası onu sınamıştı. Bir saat önce içini kemiren merak duygusu yok olmuş, onun yerini tüm ağırlığıyla vicdan azabı kaplamıştı… Şeyma AKBULUT Hazırlık-C - 21 - YAŞAMAK Yaşamak, bundan daha harika ve daha muhteşem bir şey olabilir mi? Sevineceğimiz ya da üzüleceğimiz şeyler yaşamadan, nefes alıp vermeden olabilir mi? Yaşıyorum, hayatın güzelliklerini fark ediyorum, tecrübeler ediniyorum. Kimi zaman şaşırıyorum, kızıyorum, üzülüyorum… Tüm bunlar yaşamaya bağlı değil mi? Her şeyi yaşayarak anlarsın, hem de her şeyi. Yaşadığın sürece, hala yapman gereken, öğrenmen gereken, tecrübe etmen gereken yüzlerce şey var demektir. Tahmin edebileceğimizden daha fazla şey var elimizin altında. Yaşıyoruz. İsteklerimizi gerçekleştirmemek için bir sebep var mı sizce? Yok, bence de öyle. Bahaneleri, suçluluk duygusuna kapılmamak için ortaya çıkarırız. Yaşıyorken neden bahane uydurmaya devam ediyoruz ki… Yaşamaktan daha güzel şey var mı? Yaşamın her anının tadını çıkarmak varken. Hayat o kadar güzelliklerle doluyken hayatımızı monotonlaştırarak devam ettirmekte ısrarcıyız galiba. Lütfen, yaşamın tadını çıkarın, hayatın güzelliğine varın ve hayattan zevk almak için kendi kendinize engel olmayın. Begüm Hilal KAYA Hazırlık-A MUTLULUK Mutluyum, mutluyum çünkü görüyorum, konuşabiliyorum, duyabiliyorum. Aslında insan ne kadar kötü şey yaşasa da, mutsuz olduğunu, kaderinin kötü olduğunu söylese de içindeki mutluluğu fark etmiyordur. Mutluluk, çok önemli bir kavram ve çoğu insan mutluluğu anlamıyor. Mutluluğu rahatlık, zenginlik olarak düşünüyor. Oysaki mutluluk yarım aralanmış bir kapıdır bence. O kapıya tamamen açıp mutluluğu yakalamak bizim elimizde. Ben mutluyum, hem de çok mutluyum. Bu ülkede yaşamak, bu dine mensup olmak benim için yeter. Benim sorunlarım yok mu? Elbette var. Ama aralanmış bir mutluluk kapım var ve ben o kapıdan geçip yürümeyi tercih ediyorum. Unutmayın, herkesin aralanmış bir mutluluk kapısı var. O kapıyı kendi suratımıza kapamak veya o mutluluk kapısından geçmek bizim elimizde… Melike ÇETİN Hazırlık-B - 22 - NEDEN BÖYLEYİZ? Çoğu şeyin nedenini bilmiyoruz veya çoğu şeyin nedenini bilmek istemiyoruz? Yaşadığımız hayat mı bizi buna iten? Kendi düşüncelerimiz mi, başkalarının düşünceleri mi? Belki düşünüyoruz, ama işte düşündüğümüzle kalıyoruz. Hayatta göz ardı ettiğimiz o kadar çok şey var ki… Hiçbirinin kıymetini bilmiyoruz. Hep daha fazlasına meylediyoruz. Hayatımızın her gününde bir şeyleri erteliyoruz. Kendimizi mutsuz etmek için o kadar bahanemiz var ki sıra mutlu olmak için sahip olduklarımıza gelmiyor. Hep isyankâr bakıyoruz yaşadığımız olaylara. Ne var sanki ağlamak yerine gülsek? Bize değer verenlere değer versek? Ama olmaz değil mi? İlla ağlayacağız, üzüleceğiz, üzeceğiz. Bir şeyleri kırıp dökeceğiz. Bir türlü bulamadık bunun nedenini. Biz mutlu olmak istemiyoruz galiba, tüm güzel şeyleri elimizin tersiyle ittiğimize göre. Seviyoruz, seviliyoruz ki bunlar insan için çok önemli şeyler. Bence sevmeyen ve sevilmeyen insan yoktur. Ama dönüp baktığımızda herkes sevilmemekten şikâyet ediyor. As- lında sevilmemekten yakındığımız tek bir kişinin bizi sevmemesi. O kişiyi herkes sanıyoruz. Ama bilmiyoruz ki zorla hiçbir şey olmaz. Ne birine kendimizi zorla sevdirebiliriz ne de biz birini zorla sevebiliriz. Bu nedenle sizi sevmeyen birinden çok beklentiye girmeyin. Ama biz beklentiye giriyoruz. Bir gün olacak deyip bekliyoruz. Bu beklenti boş, saçma bir beklenti gibi, ama gerçekleşmesi için günlerimizi, aylarımızı harcıyoruz. Bu geçen zaman içinde umursamadığımız hayatımız, yavaş yavaş akıp gidiyor. Tek bir şeye/kişiye odaklandığımız için diğer tüm şeyleri kaybediyoruz. O kaybettiğimiz şeylerin değerini bir bilsek keşke. Ama bilmiyoruz. Biz pek çok şeyin değerini onları kaybettiğimizde anlıyoruz. Bu kez de iş işten geçmiş oluyor. Bence oturup hayatımıza bir format atmamız lazım. Bakış açımızı, değer yargılarımızı değiştirmemiz lazım. Hiçbir şey bizden, bizim mutluluğumuzdan daha önemli değil. Mervenur BOZDOĞAN 9-A BAĞ EVİ Sıcak bir yaz sabahı babamın sesiyle uyandım. Henüz sabahın altısıydı. Neden bu kadar erken kalkmışlardı ki, diye düşünürken bugün yolculuğa çıkacağımız aklıma geldi. Hemen yataktan kalktım ve mutfağa gittim. Hazırlıklar çoktan başlamıştı. Hemen valizimi hazırlamaya koyuldum. Sonunda her şey tamamlandı. Yola çıkmak için her şeyi tamamladık. Biz bu koşuşturmanın içindeyken kardeşim hala bilgisayar oynamasın mı? Babam kızdı ona. Arabaya bindik ve yavaş yavaş yola koyulduk. Arabada yol almak her zaman olduğu gibi sıkıcıydı. Çünkü hep aynı şeyleri yapıyordum: arabaların plakalarına bakmak ve müzik dinlemek. Derken az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Adana, Mersin derken Niğde’ye ulaştık. Niğde en sevdiğim yerlerden. Çünkü orada hep durup Peribacaları ile hatıra fotoğrafı çektiririz. Ama bu sefer çok farklı bir şey yaptık. Dal parçalarına sucukları dizip ateşte pişirerek yedik. Yanında çayımız da vardı. Vakit kaybetmeden tekrar yola koyulduk. Kayseri’yi de geçtikten sonra nihayet varmıştık. Yozgat merkeze inmeden önce bağ evimizde kaldık. Eşyalarımızı eve yerleştirdik. Daha sonra Yozgat’a inip büyüklerimizi ziyaret ettik. Hepsi hem çok şaşırdı, hem de çok mutlu oldular. Birkaç gün Yozgat’ta kaldıktan sonra bağ evimize geri döndük. Doğayla baş başa bir tatil geçirdik… S: Fatma ÖCAL Hazırlık-C - 23 - NEDEN İNGİLİZCE ÖĞRENEMİYORUZ? Fatih ARITÜRK-İngilizce Öğretmeni Atalarımız “İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa” demişler. İnsan olmanın belki de en önemli hasletlerinden birisi düşünmek kadar, düşündüğünü ifade etmek, iletişim kurabilmektir. Bizi hayvanlardan ayıran en büyük özelliklerden birisi iletişim kurabileceğimiz bir dilimizin olmasıdır. Dünyada pek çok millet ve alt türevleriyle pek çok da dil vardır. Çekimli, bükümlü, sondan eklemeli, tek heceli diyebileceğimiz dil çeşitleri bulunmaktadır. Konu yabancı dil öğrenmek olunca biz Türkler birkaç sebepten İngilizceyi öğrenmekte zorlanıyoruz. Dünya dillerine cümle dizini açısından genel bir bakış atacak olursak cümleler genellikle “Özne+Yüklem+Nesne” şeklinde giderken, Türkçe de “Özne+Nesne+Yüklem” şeklinde olmaktadır. Yani örnek verecek olursak İngilizcede “Ben gidiyorum okula.” derken, Türkçede “Ben okula gidiyorum.” diyoruz. Cümle yapısındaki bu farklılık özellikle konuşma dilinde İngilizce konuşan bir Türk için sıkıntı oluşturuyor. Onun için konuşurken Türkçe düşünüp İngilizceye çevirmektense, pratik yaparak direk İngilizce konuşarak cümleler kurmak gerekmektedir. Dil canlı bir varlıktır ve değişken bir yapısı vardır. Zaman içinde yeni kelimeler türerken, bazı eski kelimeler de kullanımdan kalkabiliyor. Hatta gramer yapısına ters düşen bazı yapılar zamanla meşruiyet kazanabiliyor. Son 50 yılda Türkçedeki kelime dağarcığı ve kullanılan cümlelere bakılırsa bu rahatça anlaşılır. Bugün ak dediğimiz bir şeye yarın kara diyebiliyoruz. Onun için dili kesin olan kurallarla sınırlandırmak yanlış olacaktır. Hele hele bunu iyi bir lisede okumak için sürekli sayısal ders ağırlıklı çalışan bir öğrencinin yaptığı gibi cümle yapılarını bir matematik formülü gibi “şundan sonra bu, bundan sonra da şu gelir” gibi bir mantığa bürümek bazı zamanlar öğrencileri yanıltabiliyor. Özellikle liselerde hazırlık sınıflarının kalkması, özel bir ilgi isteyen ve diğer alanlardan tamamen farklı olan ve diğer alanların hemen hemen hepsinde kullanılan İngilizceye olan ilgiyi dağıtmıştır. Önceden hazırlık sınıf varken bazı temel dersler haricinde, haftanın ağırlıklı bir bölümünde İngilizce dersi vardı ve öğrenciler istese de istemese de ağır bir şekilde İngilizceyle muhatap oluyordu, bu zorlama ise üzerinden yıllar geçse de, çok çeşitli alanlarda okusalar da öğrencilerin akıllarına İngilizceyi çakmıştı. Ha- zırlık sınıflarının kaldırılmasının ardından bir devre geçti ve aralarındaki İngilizce bilgisi kıyaslanamayacak kadar fazla durumda. Yapılan en büyük hatalardan birisi de “Ben niçin ellerin dilini öğreniyorum, onlar bizim dilimizi öğrensinler.” mantığıdır. Bu çok güzel bir temenni ama bu temenninin gerçekleşmesi için günlük kısır tartışmaları bırakıp adam gibi bilgi ve teknoloji üretmemiz lazım. Bugün İngilizcenin bu halde olmasının en büyük sebeplerinden birisi sömürgeciliklerinden çok yapılan yeni buluşların ABD ve İngiltere’den gelmesi ve bu buluşların İngilizce ile ifade edilmesidir. Artık bu teknoloji yarışına başka ülkeler de girseler de onlar da İngilizceyi kullanmak zorunda kaldılar. Bu hegemonyayı kıran tek ülke şu an için Çin; o da teknolojik buluşlarından değil, teknolojiyi çok ucuza ürettiği içindir. Artık ihracat firmaları İngilizce kadar Çince bilen elemanlar da aramaktadır. Yaptığımız en büyük hatalardan birisi de hangi dil olursa olsun-buna kendi dilimiz de dâhil- kullanılmayan dil unutulmaya mahkûmdur. Üniversitede bir hocam “Dil yokuş yukarı itilen bir kaya gibidir, bırakırsanız tekrardan aşağıya inecektir.” demişti. Bir de Yunus EMRE’nin “Emek yoksa yemek yok.” sözünü eklemek isterim. İngilizce veya başka bir yabancı dil öğrenmek için gerçekten çok çaba harcamak gerekmektedir. Yeterli çabayı göstermeden İngilizceyi öğrenemediğini söylemek cahilce bir söylemdir. Eğer gerçekten öğrenmek istiyorsak onun istediği çalışmayı yapmak zorundayız. Bu sadece İngilizce veya yabancı dil için değil her şey için geçerlidir. Sonuç olarak askerde öğrendiğim bir sözü sizinle paylaşmak istiyorum. “Zor diye bir şey yoktur, imkânsız zaman alır.” İngilizceyi öğrenmek zor değildir, ama biraz zaman alır, yeter ki gerekli çabayı göstermesini bilelim. - 24 - KARARLI OLMAK VE AZİM Sanem ASLAN OKUDAN - Müdür Yardımcısı “ İki kurbağa süt kazanının sağında solunda dolaşırken içine düşer. Bir müddet keyifli keyifli yüzerler. Sonra sıkılıp çıkmak isterler. Ama bir türlü çıkamazlar. Yüzmekten yorulan kurbağalardan biri pes edip yüzmeyi bırakır ve kazanın dibine iner, ölüme teslim olur. Diğeri; “ölürsem de yüzerek öleyim, elbet bir çare vardır” diyerek yüzmeye devam eder. Yüzen kurbağa çırpınırken, süt köpürür. Köpükler yağ tepeleri haline gelir. Kurbağa oluşan yağ tepesinin üstüne çıkar, kurtulmayı başarır. “ K um saati , acımadan bir avuç kum daha koparıp savururken ömür sahilimizden , sayısız yaşanamamışlıklar sarar etrafımızı. Başa almak istesek de geride bıraktıklarımızı hayat ikinci bir şansı sunmaz bize dalından koparılmış bir gülü dalına teslim etmeye. Hep bir “Acaba?” ve “Keşke” duygusuyla sürdürmeye mecbur kalıp oradan oraya savurup dururuz yelkenimizi. Çoğu zaman pes etmeyi mücadele etmeye tercih edip kolay olanın yolunu tutarız. Hep dilimizde “Bundan sonra farklı biri olacağım, bundan sonra daha planlı olacağım” gibi tekrar eden ama hiç gerçekleşmeyen cümleler döner durur. Ama hayat koşusunda dünden farklı olmak için dünden daha hızlı koşmaya çalışmak gerekir. Öğrenilmiş çaresizliklere kulağımızı tıkayıp elimizde olmayanların bahanelerinden sıyrılıp elimizde olanların gücünü kullanabilmeliyiz. Zamanında attığımız her adım başarı zirvesine uzanan bir köprü olacaktır , unutmamalıyız. “Bin atlının dev gibi bir orduyu yendiği” bir ulusun evlatlarının yılgınlığa ve ümitsizliğe zamanı yoktur diye düşünüyorum. Başarmak için önce inanmak gerekir. Boğazın dört bir yanını kuşatan düşman gemilerine kafa tutan gencecik askerler Çanakkale’nin Geçilmezliğinden şüphe etmiş midir sizce? Onları tarihe efsane olarak yazan , kazanacaklarına olan inançlarındaki sarsılmaz kuvvet ve kararlılıklarıdır. Başarma inancınızın filizlerini gayret ve cesaret ışığınız beslemeli ikinci aşamada. Ne kadar yenilirse o kadar ayağa kalkabilen; başarı için azimle çıktığı yolda döktüğü alın terini hedefine ulaşmanın sevinciyle ulaştığı ideal çizgisinin mutluluk sağnağına dönüştüren gençleri olmalısınız ülkemizin. Unutmayın “En muhteşem hikayeniz kararlılık ve azim yolunda yazılır.” Ya kurgusu zaferle örülmüş hikayenizin kahramanı olursunuz ya da okunmadan rafa kaldırılmış bir hikayenin unutulmuş kahramanı. Seçim sizin! Evrende hiçbir ses kaybolmazmış. Tüm sesler ve heceler gökyüzünde asılı kalırmış. Dilerim hayat yolculuğunuzda evrende asılı bırakacağınız sesler azminiz ve kararlılığınızla kazandığınız başarılarınızın ve ideallerinizin senfonisi olur. - 25 - KARİKATÜR KÖŞESİ - 26 - 9- A Sınıfımız... 9- B Sınıfımız... Öğrencilerimiz Milli Eğitim Müdürü Kadir Kılıç’ı ziyaret etti... Hazırlık A Sınıfımız... Hazırlık B Sınıfımız... Hazırlık C Sınıfımız... Bulgaristan’dan Misafir Öğretmenlerimiz, Okulumuzu Gezerken... Satranç Köşemizden... Biyoloji Laboratuvarımızdan... - 27 - Vali Yardımcımız Sayın Yusuf Özdemir Okulumuzun Bilim Fuarını Gezerken... Cumhuriyet Başsavcımız Mustafa Yabanoğlu ve Milli Eğitim Şube Müdürümüz Bayram Kaymak Bilim Fuarımızın açılışını yaparken... Bilim Fuarımızdan bir kare... Bilim Fuarımızdan... Okul-Aile Birliğimizin Düzenlediği Kermes... Kitap okuma etkinlikleri vazgeçilmezlerimizdendir... Bol Köfte, Bol Salata... Yetişen Alıyor... Okul-Aile Birliği Üyelerimize Buradan Bir Kez Daha Teşekkürler... Öğrencilerimiz tarafından Düzenlenen Yardım Kampanyası... Yardım Paketleri Dağıtıma Hazır... - 28 - Zeugma Mozaik Müzesindeyiz... Okulca Antep Gezisindeyiz... Öğle Yemeğinde Bir Aradayız... Çevre Bilinci Konusunda Seminer Çalışması... Öğrencilerimiz Avrupalı Misafirlerimize İngilizce Sunum Yaparken... Verimli Ders Çalışma Yöntemleri Konulu Seminer... Yeni Açılan Kantinimize Hayırlı Olsun Dileklerimizle... Öğrencilerimizle Suriyeli Mültecileri Ziyaret Ettik... Bahar Bayramı, Nevruz Bayramı, Hadi Herkes Halaya... Okur AYSANLAR Petrol Ür. Nakliyat Tic. ve San. Ltd. Şti. OFİSSET OFİS DONANIMLARI AŞ. Adana Yolu Üzeri 5. Km No:65 TOPRAKKALE/OSMANİYE Tlf: 0 328 826 01 61 - Fax: 0 328 825 95 43 www.ofisset.com.tr Raufbey Mah. Musa Şahin Bulvarı Fidanlık Yanı No. 66 - OSMANİYE Tel.: (0 328) 825 88 33 - 34 - Fax: 825 88 49