1 KÜRESEL ILIMLI HAREKET kitabını yayınlayan - GMM
Transkript
1 KÜRESEL ILIMLI HAREKET kitabını yayınlayan - GMM
KÜRESEL ILIMLI HAREKET kitabını yayınlayan: GLOBAL MOVEMENT OF MODERATES FOUNDATION Level 15, Manulife Tower, 6 Jalan Gelanggang, Damansara Heights, 50490 Kuala Lumpur, Malaysia. Tel: +603-2095 1115 E-mail: info@gmomf.org Fax: +603-2095 1215 Website : www.gmomf.org İlk Basım Yılı 2012 Basım © Global Movement of Moderates Foundation Metin © Global Movement of Moderates Foundation Tüm hakları saklıdır. Bu yayımın hiçbir kısmı Level 15, Manulife Tower, 6 Jalan Gelanggang, Damansara Heights, 50490 Kuala Lumpur, Malaysia adresli Global Movement of Moderates Foundation’ın önceden yazılı izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi, kayıt veya başka herhangi bir şekilde veya yolla çoğaltılamaz. Çevirmen ve Editör: Malaysian Institude of Translation & Books. Konsept ve düzen: Zinitulniza Abdul Kadir Kapak tasarımı: Zinitulniza Abdul Kadir Malezyada Basılmıştır: 1 içindekiler vii Önsöz 001 Başbakan Najib Razak’ın 27 Eylül 2010 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 65. Oturumundaki Konuşması – Adalet, eşitlik ve daimi barış sağlama konusundaki evrensel zorlukların işaret edildiği Küresel Ilımlı Hareket’in Telaffuzu 011 16 Mayıs 2011 tarihinde Oxford İslami Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen Ilımlılar Koalisyonu ve Medeniyetler Arası Anlayış üzerine verilen konuşma – İleriye dönük en iyi yol olarak ılımlılığın kucaklanması; intihar bombası eylemlerinin ve terörizmin kınanması 031 3 Haziran 2011 tarihinde 10. IISS (Uluslar Arası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü) Asya Güvenlik Zirvesi - Shangri Diyalogu’nun açılış konuşması – Her düzeyde – ulusal, bölgesel ve küresel – barışın ve istikrarın sağlanması. 051 10 Haziran 2011 tarihinde Pullman Putrajaya Archipelago’sunda düzenlenen Malay Takımadalarında Birinci İslami Bin Yıla İlişkin Wasatiyyah Kongresi’nin açılış seromoniside verilen konuşma – İslamın pek çok temel ilkesi arasında ılımlılık, içericilik ve iyi yönetim 065 12 Kasım 2011 tarihinde Hawaii, Honolulu’daki Doğu-Batı Merkezi’nde verilen konuşma – Birleşik bir cepheyle zorluklarla yüzleşmek için yan yana duran yeni, ilerleyici bir Doğu ve Batı vizyonu oluşturulması 081 17 Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur, Kuala Lumpur Kongre Merkezi’ndeki Küresel Ilımlı Hareket Konferansının açılış konuşması – Küresel Ilımlı Hareket Vakfının Doğuşu – ılımlılığın, insanlığın doruk noktalarının özü ve dünyadaki tüm medeniyetlerin üzerine kurulduğu sağlam temel kayası olarak vurgulanması 099 12 Nisan 2012 tarihinde İngiltere Başbakanı Saygıdeğer Hon David Cameron’un huzurunda Nottingham Üniversitesi, Malezya Kampüsü’nde verilen konuşma – Tüm inançlardaki ılımlılar için, İngiltere Başbakanı Saygıdeğer Hon David Cameron tarafından desteklenen seslerini yükseltme ve radikallerin seslerini bastırma çağrısı 2 Önsöz Saygıdeğer Başbakan, Dato’ Sri Mohd Najib Tun Abdul Razak’ın Eylül 2010 tarihindeki Birleşmiş Milletler 65. Oturumunda aktardığı bir Küresel Ilımlı Hareket oluşturma arzusu, 17-19 Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur’da düzenlenen Uluslar Arası Küresel Ilımlı Hareket Konferasında gerçekleştirildi. Bahsi geçen konferanstaki açılış konuşmasında Saygıdeğer Başbakan ılımlı ilkeleri teşvik etme ve ülkesine, ırkına veya dinine bakmaksızın tüm dünyadaki ılımlıları harekete geçirme amacıyla bir Küresel Ilımlı Hareket Vakfı kurmaya karar verdi. Mart 2012 tarihinde Küresel Ilımlı Hareket Vakfının kurulmasıyla Saygıdeğer Başbakanın “ılımlılık” temasına sahip konuşmalarının toplandığı bir basım, tüm dünyadaki aydınlar ve alimlerin bu Küresel Ilımlı Hareket fikrinin gelişimini değerlendirmeleri için önemli bir dayanak noktası olarak görülebilir. APEC Zirvesi, 2012 CHOGM Zirvesi ve Bali ASEAN Zirvesi gibi büyük konferanslarda verilen bu az ve öz konuşmalarda, ‘ılımlılık’ kavramı başarıyla tanımlandı ve uygulamaya döküldü. Saygıdeğer Başbakan tarafından ortaya atılan Küresel Ilımlı Hareket’in Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Mr Ban Ki-moon, ASEAN Genel Sekreteri, Dr. Surin Pitsuwan, İngiltere Başbakanı, David Cameron ve Endonezya Dış İşleri Bakanı, Marty Natalegawa’nın tam desteklerini bildirdiği dünya çapında bir övgü aldığını ilan etmekten büyük mutluluk duyuyorum. Özellikle Başbakanın dünyayı ılımlıların karşısında yer alan radikallerin gözünden görme fikri aslında İslam, Hinduizm ve Katoliklik gibi büyük dinlerin radikaller tarafından şiddeti haklı kılmak için günah keçisi olarak kullandığı zamanlara yöneliktir ve bu durumlarda kullanılmaya uygundur. Batı düşünürlerinin ve alimlerinin zihinlerindeki en yaygın genellemeler, adalet, denge ve fazilet vurgusu yapan Küresel Ilımlı Hareket kavramıyla tek seferde ve tamamen ortadan kaldırılabilir. Konuşmaların Küresel Ilımlı Hareket Vakfı tarafından ilk kez yayımlanmasıyla Küresel Ilımlı Hareket kavramının tamamen açıklanacağını, izah edileceğini ve vakıf için adil bir yön duyusu sağlayacağını umuyorum. Makul ve konuyla ilgili olan bu fikirlerin takdir görmesiyle dünyanın geleceğini güven altına alabilmek için bu yayımda yer alan fikirlerin paylaşılacağına ve değerlendirileceğine inanıyorum. KHALEK AWANG İcra Kurulu Başkanı Küresel Ilımlı Hareket Vakfı 3 1 Başbakan Najib Razak’ın 27 Eylül 2010 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 65. Oturumundaki Konuşması Sayın Başkan, 65. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Malezya Başbakanı Evvela Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 65. Oturumunun Başkanlığına seçildiğiniz için sizi tebrik etmeme izin verin. Hünerli ve dirayetli önderliğiniz altında 65. Oturumun davaların üstesinden geleceğinize güveniyorum. Bu hususta Malezya’nın Başkanlığınıza tam destek verdiğini belirtmek isterim. Malezya’nın, Birleşmiş Milletlere ve bünyesinde barındırdığı uluslararası hukuka dayalı çok taraflı ilkelere yönelik tereddütsüz ve devamlı desteğini tekrar belirtmek istiyorum. Ayrıca bu müşterek uğraşta Malezya’nın kendine düşen payı yerine getirme taahhüdünü de yinelemek istiyorum. Ne kadar büyük veya küçük, ne kadar zengin veya fakir, ne kadar güçlü veya zayıf olursa olsun tüm milletlerin yarınlar için daha iyi bir dünya yaratılmasına yönelik ortak bir sorumluluğa sahip olduğuna kuvvetle inanıyoruz. Değişmez inancım, gelecek nesillerimiz için daha iyi bir dünya yaratmak adına dünden ders çıkarmanın yanı sıra günümüz gerçeklerini göz önünde bulundurmamız gerektiğidir. Sayın Başkan, Uluslararası toplumun bugün karşılaştığı, müşterek olarak üzerine eğilinmesi gereken en önemli zorluklar arasında adil, hakkaniyetli ve kalıcı bir barış sağlama görevi yer almaktadır. Sadece yaşadığımız dönemde değil, daimi bir barış. Böyle bir barış, sadece diyaloglar vasıtasıyla yapıcı bir şekilde birbirimize bağlanmayı istersek elde edilebilir. Bu gibi müzakereler, tüm dünya vatandaşları için daha iyi bir dünya yaratma inancımızda birbirine karşı takdir ve saygının yanı sıra daha derin bir anlayış oluşturulmasına yardım edecektir. Sayın Başkan, Bir ticaret örgütü olan DTÖ, günümüz ekonomik koşullarına alakasını sürdürmektedir ve Malezya, Doha Turu’nun özgür, adil ve eşitlikçi ticaret sağlanmasına yönelik asıl amacına geri dönmesi gerektiğine inanmaktadır. Süreci ileri taşımak adına ortak çaba sarfedelim ve bu konuya odaklanalım ve bugünkü ilerlemeleri ve başarıları geliştirelim. Bu konuyu en kısa sürede sonuçlandırmamız zorunludur. On yıl önce dünyayı müşterek olarak harekete geçiren BKH’lerinin benimsenmesinden bu yana insanlığın ihyasına yönelik müşterek uğraşlar üzerinde çaba gösterilmemektedir. Geçen yıl Kopenhag’daki iklim değişikliği zirvesinde kaçırılan fırsat hepimiz için bir uyarıdır. Tüm dünyadaki canlıları ve insanların geçimlerini ve gelecek nesilleri etkileyen iklim değişiklikleri sorunlarının 4 çözümlenmesine ve bu sorunların üzerine eğilinmesine yönelik eksiklikleri gidermeliyiz. Sayın Başkan, 7 Haziran 2010 tarihinde Malezya Parlamentosu, uluslararası sularda insani yardım konvoyuna yönelik acımasız İsrail saldırısını ayıplayan bir önergeyi oybirliği ile kabul etmiştir. Bu önerge insani temellere dayandırılmıştır ve Filistinlilere temel haklarının verilmesi talep edilmiştir. Bu sebepten ötürü siyasi çizgilerine bakılmaksızın Malezya Parlamentosu Üyeleri bu Önerge için tam destek vererek birlik oldu. Bu bakımdan trajik kayıplarından dolayı Türk halkıyla ve aileleriyle birlikteliğimizi ve taziyelerimizi yineliyoruz. Malezya, çok taraflı sistemin çalışmasına izin verilmesi gerektiğini anlamıştır. BM Soruşturma Panelinin ve İnsan Hakları Konseyinin Uluslararası Veri Toplama Misyonunun kurulmasını görmekten mutluluk duyduk. BM İnsan Hakları Konseyi’nin Uluslararası Veri Toplama Misyonunun bulgularından memnuniyet duyuyoruz. Raporda, İsrail ordusunun ve diğer personelin filotilla yolcularına yönelik tutumunun sadece orantısız olmakla kalmayıp ayrıca tamamıyla gereksiz ve akıl almaz düzeyde şiddet sergilediği bulunmuştur. Bu insanlık dışı saldırı, insan hakları hukukuna ve uluslararası savaş hukukuna yönelik ciddi ihlaller teşkil etmiştir. Malezya Parlamentosu bu bulgularla haklı çıktığını hissetmektedir. Şimdi BM Soruşturma Paneli’nin çalışmasını tamamlamasını bekliyoruz. Saldırılardan sorumlu faillerin adaletin karşısına çıkarıldığını ve bu saldırıların masum kurbanlarına uygun bir tazminat verildiğini görmek istiyoruz. BM’nin korku duymadan ve taraf gözetmeden açık uluslararası yasalara yönelik tecavüzler ile ilgili gerekenin yapılacağı ve adaletin sağlanacağı adil ve kararlı bir tavır sergilemesini istiyoruz. Sayın Başkan, Orta Doğu Barış Süreci’nde Malezya, özellikle Obama Yönetimi ve Barış Dörtlüsü’nün kapsamlı ve kalıcı bir çözüm arayışındaki aktif rolündeki son gelişmelerden cesaret bulmuştur. Sadece Filistin ve İsrail arasındaki soruna yönelik değil, tüm bölgeye yönelik bir çözüm. Birleşik Devletlerin son zamanlardaki Filistin ve İsrail arasındaki doğrudan barış görüşmelerine ev sahipliği yapma girişimini memnuniyetle karşılıyoruz. Ayrıca tüm tarafları, güvenli ve tanınmış sınırlarla barış içerisinde yan yana yaşayan iki bağımsız Devlet oluşturma arzusunda başarı sağlamak için bu girişimleri desteklemeye ve bu çabalara gölge düşürmemeye davet ediyoruz. Bunun gerçekleştirilmesi için aşağıdaki ön koşulların ele alınması gerekir: • Öncelikle İsrail, uluslararası toplumun bu uzun süredir devam eden çatışmanın sonlandırılmasına yönelik yüksek beklentilerine kulak vermelidir. ABD ve Barış Dörtlüsü’nün diğer üyelerini İsrail’i Batı Şeria ve Kudüs’te yeni yerleşim alanlarının inşasına son vermesi için ikna etmeye davet ediyoruz. • İkinci olarak, barış çabaları meyve vermelidir. Filistinliler arasında siyasi birliğin sağlanması barış sürecinin ileri taşınması ve Gazze Şeridi’nin yeniden oluşturulması için hayati önem taşımaktadır. 5 • Üçüncüsü, her iki taraf da şiddetten kaçınmalı, sivillerin korunmasını sağlamalı ve uluslar arası savaş hukukuna ve insan hakları hukukuna saygılı olmalıdır. Sayın Başkan, Uluslararası barış ve bütünlüğü teşvik etme çabalarımızı sürdürürken dünyanın bazı bölümlerinde İslam fobisini idame ettirmeye ve hatta kamçılamaya yönelik artan bir trendin kaygısını yaşıyoruz. İslam’ı şeytanlaştırma girişimleri bu dine bağlı bir buçuk milyar kişiyi rencide etmektedir. Geniş Müslüman dünyası ve Batı arasındaki ayrılığı şiddetlendirmektedir. Gerçek sorun Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında değil, İslam, Hıristiyanlık veya Yahudilik olsun tüm dinlerdeki ılımlılar ve radikaller arasındadır. Tüm dinlerde istemeden çevredeki çirkin seslerin mantığın ve sağduyunun sesini bastırmasına izin verdik. Bu yüzden kendisini, dünyayı bağnazlık ve önyargılarla esir almış radikallerle savaşmak ve onları ötekileştirmek için birlikte çalışmaya adamış tüm inançlarda bir “Küresel Ilımlı Hareket” oluşturma girişiminde bulunmamızı ısrarla tavsiye ediyorum. Bizden gasp edilen ılımlı politikayı ve ahlaki temeli acilen, tekrar ediyorum, acilen geri kazanmalıyız. Ilımlı politikayı aşırıcılığa tercih etmeliyiz. Müzakereleri, çatışmaya tercih etmeliyiz. Birbirimize karşı değil, birlikte çalışmayı tercih etmeliyiz. Ve zaman aleyhimize olduğundan bu çabaya en yüksek önceliği vermeliyiz. Bu bakımdan bir grup Amerikan Evangelist Hıristiyanlığının bıkıp usanmadan Kuran’ı yakma tehdidini Kuran’ı yakmanın aslında Hıristiyanlığa aykırı bir davranış olduğu argümanıyla önlemeye çalıştığını görmek bizi yüreklendirmektedir. Bu, her inançtaki ılımlılar dinlerimizin evrensel değerlerini gasp etmeye çalışan radikallere karşı çıktığı zaman neler elde edilebileceğinin açık bir örneğidir. Sayın Başkan, Başkan Obama ve Belediye Başkanı Bloomberg’e Dünya Ticaret Merkezi’nin yanında yer alacak Cordoba Evi’nin destekçilerinin haklarını onaylayarak bu zorluğun üstesinden geldiklerinden ötürü saygılarımızı sunuyoruz. Bu proje içerisinde bir cami ve herkese açık bir Çok İnançlı Halkevi yer alacaktır. Hem Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında hem de Müslüman toplumların kendi içerisinde barışı, anlayışı ve ılımlılığı teşvik etmeye odaklı bir örgüt olan Cordoba Girişimi’nin amaçlarını destekliyoruz. Tüm ülkeler karşılıklı saygıyı, barış içerisinde bir arada yaşamayı teşvik eden girişimleri cesaretlendirmeli ve desteklemeli ve geçmişte sefalet ve nefret getirmiş tüm sorunlarla bizi bölen radikalleri reddetmelidir. Sayın Başkan, Ülkemin çeşitlilik sorunlarının yönetilmesindeki deneyimini paylaşmama izin verin. Malezya, çeşitli topluluklar arasındaki olumlu etkileşim ve sinerjiden faydalanan çok ırklı, çok dinli, çok kültürlü ve demokratik bir toplumdur. Camiler, tapınaklar, kiliseler ve diğer ibadet yerleri uyum içinde birlikte yaşamaktadır. İslam’ın resmi din olmasına karşın dini ve kültürel törenlerini ulusal tatil yaparak ve bunları ulusal etkinlikler olarak kutlayarak diğer dinlere – Budizm, Hıristiyanlık, Hinduizm 6 – hürmet gösteriyoruz. Ilımlılığa veya İslami karşılıklı adalet geleneğindeki “wasatiyyah” terimine (orta yol) götüren bu dengedir. Malezya, dünyanın büyük uygarlıklarının ve dinlerinin coğrafi olarak kesiştiği noktada bulunmaktadır. Bu yüzden dini anlayış, uyum ve hoşgörünün teşvik edilmesindeki rolümüzü oynamaya hazırız. Ulusal birlik sürecimizi daha da güçlendirmek için 1Malezya olarak bilinen bir felsefe ortaya çıkardım. 1Malezya, tüm halkımızı adil ve uyumlu bir ilişki içerisinde bir araya getirmek için yenileme ve gençleştirme amacı güden bir görüştür. 1Malezya, daha büyük bir birlik kaynağı olarak çeşitliliğin kabulü çağrısında bulunmaktadır. Çok stratejik olan güç ve uyum için çok etnikli ve çok dinli toplumumuzu kutlamayı amaçlıyoruz. Sayın Başkan, Şimdi tüm ülkelerdeki, tüm dinlerdeki ılımlı kesimin merkezi geri alma, barış ve pragmatizmi yeniden gündeme getirme ve radikalleri ötekileştirme zamanıdır. Bu “Küresel Ilımlı Hareket” bizleri derin umutsuzluk ve yoksunluk çukuruna gömülmekten kurtaracaktır. Bu, herkese umut vermemiz ve hepimizin haysiyetini kurtarmamız için bir fırsattır. Daha büyük bir istek ve müşterek karalılıkla daha barışçıl, daha güvenli ve daha eşitlikçi bir dünya inşa edeceğiz. Teşekkür ederim. 7 2 16 Mayıs 2011 tarihinde Oxford İslami Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen Ilımlılar Koalisyonu ve Medeniyetler Arası Anlayış üzerine verilen konuşma Bismillahirrahmanirrahim AssalamualaikumWarahmatullahiWabarakatuh. Bayanlar ve Baylar, İyi akşamlar. Öncelikle nazik giriş konuşması için Saygıdeğer Jack Straw’a; saygın bir alim olan, uzun yıllardır tanıdığım Dr. Farhan Nizami’ye; ve bugün burada bulunan tüm akademi, ticaret ve diplomatik topluluk temsilcilerine teşekkür etmek istiyorum. Bu öğleden sonra çok yetenekli bazı genç öğrencilerle tanışma ve ilham verici bir ortam olan, İslami ve Malezya geleneklerini kendi zengin Oxford mirasınızla harmanlayan gelecek OİAM’ı ziyaret etme fırsatı bulduğum Oxford Üniversitesi’nin bir konuğu olarak aranıza katılmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Burada, yıllar boyunca pek çok aydının sözlerinin yankılandığı meşhur Sheldonian Tiyatrosunda olmak büyük bir onur. Her sene sene düzinelerce Malezyalı, Oxford Üniversitesi Malezya Kulübünde kendi evlerinde uzakta bir yuva bularak Oxford’a eğitim görmeye geliyor. Malezya’nın bağımsızlığının 50. yıldönümünü anmak için 2006’da oluşturulan Khazanah-OİAM Merdeka Bursu bu sayıyı arttırmıştır. Ve Malezya Güvenlik Komisyonu ve OİAM’ın şimdi İslami finansta ortaya çıkan sorunların araştırılması konusunda işbirliğiyle iki ülke arasındaki bağlar daha da güçlenecektir. Bayanlar ve Baylar, Çeşitlilik, diyalog ve barış içinde bir arada yaşam, İslam’daki önemli temalardır. Kutsal Kuran’da Allahü Teala, insanları farklı milletlerden ve kavimlerden yaratmasının asıl sebebinin bir lütuf olduğunu, böylece beşeriyetin çeşitliliklerini kucaklayabilmesi ve kutlayabilmesi olduğunu bildirmiştir. O halde ne zaman İslam ve aşırıcılık eş anlamlı oldu? Ne zaman nefret ve terör failleri barış ve merhamet dinini gasp etti? Bir kaç Müslüman azınlık tarafından gerçekleştirilen aşırıcılık eylemleri nasıl İslam’ın ve takipçilerinin bir yansıması olarak görüldü? Bu gibi mide bulandırıcı yanlış temsiller benim ve geniş Müslüman çoğunluk için büyük bir keder kaynağıdır. Altı sene önce Temmuz ayında dört genç adam Yorkshire’dan tola çıktığında belki de sırt çantalarında taşıdıkları ev yapımı bombaların onları “gerçek Müslümanlar” yapacağını düşünmüştü. Belki, kendilerini havaya uçurarak 8 Allah’ın takdirine uygun hareket ettiklerini, Kuran’ın öğretilerini izlediklerini düşündüler.Ne kadar hatalıydılar. Üzerine basa basa şunu belirtmek istiyorum ki bombaları onların vücutlarına bağlayanlar ve kendilerini havaya uçuranlar şehit değildir. İslamı temsil etmemektedirler. Bilmeden, büyük bir günah işlemeye saptırılmaktadırlar. Bu en kafir eylemleri yöneterek nefret vaazı verenlerin ve hoşgörüsüzlük ateşine odun atanların hepsi bu failler kadar suçludur. Kalplerimiz, günlük hayatlarıyla ilgilenen masum, savunmasız siviller olan kurbanlar ile beraberdir. İslam asla böyle mide bulandırıcı bir eylemi bağışlamaz. Bu İslam öğretilerinin bir parçası da değildir. Gerçekte İslam, intihardan iğrenir; Kuran-ı Kerim, 2. Bölüm, 195. Ayette açık bir şekilde belirtildiği gibi:“kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın”. Bu yüzden intihar, ne olursa olsun yasaktır. İslam’da yaşam Yüce Allah’ın kaderi sadece O’nun takdiriyle belirlenecek kutsal bir emanetidir. İslam hukukunun veya “maqasidsyariah” ın beş esas amacı altında birinci ve en önemli maddesinin yaşamın korunması ve muhafazası olduğunu belirtmek gerekir. Bayanlar ve Baylar, Terörizmden uzak bir dünya mümkündür. Erişilmez değildir. Tüm amentülerin müminleri arasında iyi niyetli insanlar gerektirir; ılımlılardan oluşan bir öncü kuvvet gerektirir, sessiz çoğunluk olmayı bırakmamızı ve inancımızın cesaretini yansıtmaya başlamamızı ister. Küresel şiddetin altındaki sebepleri ele almalıyız. Sadece belirli kişileri yakalamaya çalışmak, örgütlerini yıkmak, mali kaynaklarını kesmek ve ideolojilerinin itibarını sarsmak yetmez. Belirtiler ve temel nedenler arasındaki ayrımı yapabilmeliyiz. Sadece o zaman kalıcı bir çözüm elde edebiliriz. İslami aşırıcılığın çözümünün daha fazla Müslüman’ın seslerini yükseltmesi ve düşüncelerini açıkça dile getirmesi olduğunu söylemek çok kolay olur. Evet, bu bizim sorumluluğumuz, ancak yalnız bizim sorumluluğumuz değil. Müslümanların seslerini duyurması gerektiği gibi, hoşgörüsüzlükten, şiddetten ve terörden bıkmış Hıristiyanların, Musevilerin, Budistlerin, Hinduların ve Ateistlerin de seslerini duyurması gerekir. Tüm ülkelerdeki ve her kesimden ılımlıların ortak sesini duymalıyız. Ve bunu yaptığımızda barışın ödülü hepimizin görmesi için orada bulunmaktadır. Yolda duran tek bir kişi bir baş belası, yalnızca bir delilikken, birlikte bekleyen on kişinin göz ardı edilmesi daha zordur. Ve bu on kişi yüz, bin, milyon ve hatta milyar olursa, ortak amaçlarında öyle büyük, öyle güçlü ve öyle birlik içinde bir kuvvet haline gelirler ki nefreti benimseyenler çok basit bir tercihle karşı karşıya kalacaktır. Bize katılabilirler veya bulundukları ve ortak arzumuzun kuvveti tarafından ezilecekleri yerde kalabilirler. Bu yüzden terörün çekiciliğini ortadan kaldırmak ve bastırılmışlığın hissedildiği yerde bunlara kulak vererek ve konuştukları zaman onların sesini duyarak sınırlardakilerin orta yol için tutunacak bir zemin olduklarını inkar etmek için her yerde dik ve gururlu durmak, ılımlılığı, haysiyeti ve adaleti bağrına basan insanların görevidir. Açıkçası bu anın en çok bağıran en çok kazanır mantığındaki aşırıcılar tarafından ele geçirilmesine izin veremeyiz. Bu akşam hepimizin burada olma nedeni medeniyetler savaşını beslemek değil bir anlayışı daha da geliştirmek ve belki hatta farklılıklarımızı ve aynı 9 zamanda paylaştığımız herşeyi kutlamaktır. Modernleşme ve ılımlılık el eledir. Diyalogumuz sürmelidir. Bayanlar ve Baylar, Malezya’nın deneyimini aktarmama izin verin. Takdiri ilahi ve tarih bize çeşitliliğin özünü örnekleyen bir ulus devlet bahşetmiştir. Malezya sadece etnik çeşitlilikle değil, kültür, dil ve din çeşitliliğiyle de kutsanmıştır.1957’deki bağımsızlıktan bu yana, 13 Mayıs trajedisi dışında, Malezyalılar nispeten barış ve istikrarlı bir yaşam sürdüler. Malezya’da İslam, ılımlılık, içericilik ve iyi yönetimle eş anlamlıdır. Malezyalıların yüzde altmışı Müslüman, diğer yüzde kırk ise çeşitli inançlara, yani Budizm, Taoizm, Konfüçyüsçülük, Hıristiyanlık, Hinduizm, Sihizm ve diğerlerine mensuptur. Malezya Ana Yasası İslamı, Federasyonun dini olarak öngörmesine karşın Malezyalıların dinlerini barış ve uyum içinde yaşama hakkını korumaktadır. Bu çeşitliliğin ışığında ulusal birlik, en önemli amaç olmaya devam etmektedir. 2009 Nisanında Başbakanlık mevkiine oturduğumdan bu yana bu kapsayıcı hedefi, 1 Malezya felsefesine öncülük ederek, Önce Halk, Şimdi İcraat öğesini vurgulayarak yönetimimin birinci önceliği yapmaya devam ettim. Çoğunluk yönetiminde asimilasyonun aksine entegrasyona karar verdik. Malezyalılar, çeşitliliklerini kabul ediyor. Yalnızca birbirimize hoşgörü göstermiyor, çeşitliliği kucaklıyor ve kutluyoruz. Çeşitliliğimizin dayanıklılığını ve dinamizmini güçlendirerek, elastikiyetimiz için bir vakıf kurduk. Elli yıllık kısa bir süre içerisinde Malezyalılar düşük gelirli bir kaç emtiaya bağımlı tarıma dayalı ekonomiden çeşitli modern yüksek-orta gelirli sınai ulusuna dönüşmeyi başardı.Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı şu anda Malezya’yı yüksek İnsani Gelişmişlik İndeksine sahip ulus olarak sınıflandırmaktadır. Bayanlar ve Baylar, İslam, Malezya’da bir yaşam biçimi olarak yaşanmaktadır. Hükümet, iç siyaset oluşturarak ve uygulayarak veya uluslararası ilişkileri yürüterek Wasatiyah yolunu veya adil bir şekilde dengelenmiş ılımlılığı müdafaa etmektedir. Kafa karışıklığına veya yanlış yorumlamalara mahal vermemek için bunu bir bütün olarak ele almak istiyorum. Ilımlılık ilkesinin İslam’da yeni bir olgu olmadığını vurgulamak istiyorum. Wasatiyah, Kuran-ı Kerim’de kalıcı bir temadır. 143. Ayet 2. Bölümde belirtildiği gibi: “Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık”. Kuran-ı Kerim, ılımlılığı daha ileri götürür, adalet olmalı ve adalet, ilim ve özgürlük koşullarını gerektirmektedir. Bu yüzden eğitimin, demokrasi ve özgürlük ilkeleriyle birlikte neyin iyi ve erdemli olduğunu seçmemizi sağladığını hatırlamak önemlidir. Sadece ılımlıların hakiki ve doğru olan yolu seçmesi mantıklıdır. Ilımlılar bu idealleri savunmalı ve teşvik etmelidir. Yanlış ve yanıltıcı olan reddedilmeli ve yok edilmelidir. Ilımlılık Hıristiyanlıkta da müdafaa edilmektedir. İncil’den alıntı yapacak olursam, Filipinliler 4. Bölüm 5. Ayet’te denildiği gibi: “Uysallığınız bütün insanlarca bilinsin…” 10 Bu esasen tüm Hıristiyanları günlük hayatlarını kararında yaşamaya ve hiçbir şeyde aşırıya kaçmamaya çağırmaktadır. Musevilik de orta yol çağrısı yapmaktadır. Tevrat, bir kimsenin hayat tarzının yanı sıra hayattaki ve adab-ı muaşeretteki, karakterdeki ve kişilik özelliklerindeki ılımlılığın, en hakiki Musevi görenekleri anlayışında bir ‘yaşam biçimidir’. Taoizmde, ılımlılık ilkesi bir kimsenin kişisel gelişiminin çok önemli bir bileşeni olarak değerlendirilir ve öğretisinin üç ayağından bir tanesini oluşturur. Liberal İslam veya radikal İslam, muhafazakar İslam veya aydınlanmacı İslam, cihat yanlısı İslam veya yatıştırmacı İslam, modern İslam veya ortaçağ İslamı gibi bir şey yoktur. Sadece, tam bir yaşam biçimi olan, İslam vardır. Ilımlı olmak, hiçbir şekilde korkak, ilkesiz, zayıf veya yatıştırıcı olmakla aynı kefeye konulamaz. Bayanlar ve Baylar, En iyi İslam geleneğini takip eden Malezya, bu amacın İslam dünyası veya daha ötesinde savunulup savunulmadığına bakmaksızın doğru ve adil olanı desteklemekte tereddüt etmeyecektir. Amentüleri veya renkleri ne olursa olsun güçsüzü ve bastırılmışları savunmadan geri durmayacağız. Hakikati söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Şimdi hepimiz terörizm ve şiddet yanlısı radikalizmin tehlikelerinin farkındayız. 9/11 saldırılarından Madrid ve Bali bombalamalarına, burada Londra’da meydana gelen felakete kadar pek çok insan sürekli olarak her an hayatlarını kaybetme korkusuyla yaşıyor. Terörizm ve aşırı şiddet tarihinin sayfaları hala yazılmaya devam ederken, gizli planı tek bir soru etrafında dönmektedir – Neden insanlar başka bir kişinin canını veya hatta kendi canlarını almak konusunda bu kadar aşırı önlem alıyor? Buradaki herkesin daha genel etmenlerin insanları bu gibi vahşetleri işlemeye yönelttiğini bildiğinden eminim. Sık sık, ekonomik kalkınma ve eğitim eksikliğinin bazı insanları terörizm gibi aşırıcılığa döndürdüğü belirtilmiştir. Diğer durumlarda bu bir umutsuzluk ve mutlak çaresizlik hissidir. Aşağılama, bunun başka bir kaynağıdır. Çoğunuzun bu etmelerin doğruluğunu Kabul etmesine karşın eğer daha dikkatli bir şekilde gözlem yaparsak bazı teröristlerin varlıklı ailelerden geldiğini ve çok iyi eğitim aldıklarını göreceğiz. Çoğu durumda terörizmin devam etmesini sağlayan bu etmenlerin kombinasyonudur. Onlar için terörizm, başka yollarla siyasi amaçların peşinden gidilmesidir. Ayrıca amaçlarının peşinde din maskesinin ardına da saklanmaktadırlar. Bazıları gerçekten diğer dinlerin ve medeniyetlerin düşman olduğuna ve barış içerisinde bir arada yaşamanın mümkün olmadığına inanmaktadır. Onlar için dünya, diğerleri pahasına sadece tek bir tarafın kazanabileceği sıfır toplamlı bir oyundur. Diğerlerinin kendi amaçları için savaşmasını ve ölmesini sağlamak için bu düşünceyi yayarlar. Bu yüzden, tuhaf bir biçimde, dinin rolü ironik bir şekilde terörizm tehdidinin boyutunu ve öldürücülüğünü büyük ölçüde arttırmıştır. Bayanlar ve Baylar, Terörizm ve radikalizm ciddi sorunlardır. Bunların üstesinden gelinmesi, durumun tarafsız bir şekilde değerlendirilmesine dayalı mantıklı düşünmeyi gerektirir. Küresel radikalizmin bir düsturu olarak gösterilen tek gerçek ve sembolik neden, 11 çözümlenmemiş Orta Doğu sorunu, Filistin halkının kötü durumudur. Çok uzun süredir küresel bilincin hiç aklından çıkmamıştır. Daha iyi bir dünya arayışındaki her barışsever ulus, uygulanabilir bir iki devletli çözüm ve konuya dahil herkes için eşitlikçi adalet ilkelerine dayalı daimi bir çözüm için çalışmalıdır. Malezya tartışmasız bir şekilde Filistin halkının bağımsızlık, egemenlik ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararlarının çatısı altında kendilerine ait yaşanabilir bir vatan toprağı mücadelesini desteklemektedir. Dünyanın Filistin halkına bir onur borcu vardır; Filistin halkı çok uzun süredir acı çekmektedir. Filistin halkı kendi topraklarından sürülmüş, kendi evleri gözlerinin önünde yerle bir edilmiştir; dünya bu durumu izlerken aşağılamış ve boyun eğdirilmiştir. En temel haysiyet ve umut içerisinde yaşama ve özgürlük haklarının bastırılması ve reddedilmesi trajik ve yürekleri burkan sonuçlara yol açmıştır. Daha az konuşup gerçek anlamda daha çok iş yapmanın zamanıdır. Filistinlileri ve diğer haklı amaçları desteklerken Malezya, savaşa katılmayanlara, sivillere, kadınlara, çocuklara yaşlılara ve hastalara karşı uygulanan şiddeti desteklemeyecektir. Kısacası, herhangi bir gerekçeyle kendilerini savunamayan herkes. Bazıları, çaresizliğin doğru olmayan savaş yöntemlerine yol açtığını öne sürmektedir. Onları, İslam’ın sonuç asla gidiş yolunu haklı çıkarmaz ilkesine kulak vermeye davet edeceğim. Bu yüzden geçen sene Eylül ayında Birleşmiş Milletler’de, tüm dünyadaki idari, entelektüel, ticari ve dini liderlerin tek bir tutum sergileyecekleri bir Küresel Ilımlı Hareket çağrısında bulundum. Şimdi tüm dünyada egemen olması gereken şey Wasatiyah – ‘ılımlılık’ veya ‘denge’ – ruhudur. Hiç şüphe yok ki son aylarda Arap dünyasında göz önüne serilen olayların boyutu ve hızı zaman zaman bunaltıcı bir hal almaktadır. Ancak kaosun ve karışıklığın ortasında, bu ülkelerin ve insanların şimdi kaderlerini belirleyecek bir seçimle yüz yüze oldukları gerçeğini gözden kaçırmamalıyız – bu boşluğu doldurmak için etrafımızı kuşatan aşırıcılık ve hoşgörüsüzlük ve onlara daha fazla ifade özgürlüğü sağlayacak barışçıl, demokratik bir ılımlılık arasında bir seçim. Bayanlar ve Baylar, Samuel Jackson’ın sözleriyle toplum, “karşılıklı imtiyazlar verilmeden varlığını sürdüremez”, ve bu şekilde çok ırklı, çok dinli ve çok kültürlü Malezya sadece varlığını sürdürmekle kalmamakta, gelişmekte ve büyümektedir. “Farklı kültürleri birbirinden uzak ve hakim düşünceden uzak bir şekilde ayrı ayrı yaşamaya teşvik etmek” şöyle dursun Malezya’nın entegrasyonu ve kapsayıcılığı daima başarının anahtar formülü olmuştur. Şayet benim duruşum idealistik ise, makul düşününce aynı zamanda realistiktir de. Pek çok büyük İslam bilgini, dini, kültürel, siyasi, etik ve ekonomik dünya görüşü olarak İslam’ın bugün karşılaştığımız en büyük zorluklardan bazılarını çözmeye nasıl yardım edebileceği ile ilgilenmişti. Bunlar benim de ilgimi çeken sorular - ılımlılık aşırıcılık sorununu nasıl çözebilir, ama ayrıca daha umulmadık bir şekilde, küresel ekonomik krizde bize nasıl yardım edebilir. İslam ilkelerine göre çalışan kurumların bu en vahim ekonomik krizi zarar görmeden atlatmaları tesadüf değildir. İslami finans, kamu menfaatini kişisel kazancın üzerinde tutmaktadır. Ve belki İslami bankanın, gerçekte sahip olunandan çok daha fazlasının harcanmasına veya borç verilmesine izin vermediğine de dikkat çekmek gerekir. 12 İslam dünyası, ekonomik bir güç olabileceğini zaten göstermektedir. Malezya, İslam finansında dünya lideridir. Malezya ayrıca yüzde 60’ı Malezya’dan çıkan faizsiz bono veya İslami bono ihracında dünya lideridir. İslam finansının büyük potansiyelini görmemek zordur.Tüm dünya ülkelerinde bir buçuk milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır. İngiltere de dahil olmak üzere 50’yi aşkın ülkede 400’den fazla İslam bankası bulunmaktadır. Bu açıdan İslam finans yapılarının ortaya çıkan yeni küresel ekonomi mimarisini nasıl destekleyebileceğini yakından incelememiz gerektiğine inanıyorum. Aslında aşırı İslam finansı yerine ılımlılık ve şeffaflık önermektedir. Aç gözlülük yerine İslam finansı, eşitlik sunmaktadır. Bayanlar ve Baylar, Ilımlılık insanlığa yabancı bir kavram değildir. Doğası açısından yalnızca teorik de değildir. Pagan Putperest Kureyşliler tarafından zulüm gördükten, eziyet çektikten ve baskı altına alındıktan sonraki yıllarda haysiyet, bağışlayıcılık ve merhametle Mekke’deki saltanatına başlamayan Hz. Muhammed’in (SAW) gösterdiği örnek teşkil edecek yönetiminden derlenebilecek yaşayan gerçek bir ilkedir. Ilımlılık, 27 yıl hapsedildikten, bunun 18 yılını tek kişilik bir hücrede geçirdikten, kendisine her altı ayda bir sadece tek bir mektup ve tek bir ziyaretçi için izin verildikten sonra Nelson Mandela’nın gösterdiği yönetimde de görülebilir. Serbest bırakıldıktan sonra ve kendisine gazeteci Sir David Frost tarafından “28 yıl yattınız, haksız yere hapsedildiniz ve kızgın değilsiniz, bu nasıl oluyor?” sorusu soruldu, Mandela şöyle cevap verdi, “David, kızgın olmayı isterdim ancak kızacak zamanım yok. Yapılması gereken bir iş var…”. 1994’te Başkan olarak yaptığı açılış konuşmasında Nelson Mandela güçlü ve etkili bir şekilde açık çağrısını yaptı: “Herkese adil olalım. Herkes barış içinde olsun. Herkes için iş, ekmek su ve tuz sağlayalım. Herkesin birbirini anlamasını, aklın ve ruhun bencillikten kurtarılmasını sağlayalım.” Bu onun, ılımlılıkla ilgili hislerinin ve liderliğinin bir ifadesidir ki ırkçı rejim sırasında siyah çoğunluğa karşı işlenen kötülükler ve adaletsizliklere yönelik kanlı bir intikam gerçekleşmedi. Tekrar, ılımlılık şiddet içermeyen mücadelenin babası, bir ulusu insanın özündeki iyiliğe olan inancıyla özgür kılan Mahatma Gandhi’nin çalışmalarında da ortaya çıkmıştır. Ilımlılık, Din adamı Martin Luther King Jr.’ın mücadelesinde de görülür. Daha eşit bir Amerika rüyasında, rakiplerinin önünde eğilip mücadelesini alçaltmaktan ziyade şiddet içermeyen yolların kullanıldığı en yüksek ideallere başvurmuştur. İngiltere’nin durumunda, Kuzey İrlanda’daki karanlık günleri anımsamaya çalışın. Kutsal Cuma Anlaşması’nın ardından her iki taraftaki mezheplerin radikalleri ülkeyi tekrar şiddete sürüklemeye çalışmıştı. Ancak hem ulusalcı hem de yönetime sadık topluluklardaki yüksek mevkilerde bulunan ılımlılar seslerini tek ve kararlı bir şekilde, etrafta yankılanan “hayır” şeklinde yükselttiler: Hayır, kurşunların ve bombaların gölgesini anımsamak istemediler. Hayır, barışla gelen yeni refahı feda etmeye hazır değillerdi. 13 Hayır, bir kaç kötü niyetli eylemin çoğunluğa bir hayat dikte etmesine izin vermeyeceklerdi. Bayanlar ve Baylar, Filozof Edmund Burke’ün şu sözleri alıntılanmıştır; kötülüğün zaferi için gerekli olan herşey iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır. Tercihimiz açıktır. Adaletin, özgürlüğün, umudun, merhametin ve çocuklarımızın iyiliği için hep beraber eyleme geçin yoksa bu adaletsizlik, tiranlık, umutsuzluk, zulüm ve nefretle dolu bir gelecekle yer değiştirecektir. Çünkü asıl ayrım Doğu ve Batı veya gelişmiş ve gelişen dünyalar ve hatta Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında bile değildir. Tüm dinlerdeki ılımlılar ve radikaller arasındadır. Birlikte, en iyi eylem şekli ve ileriye giden en iyi yol olarak ılımlılığı kucaklayalım. Teşekkür ederim. 14 3 3 Haziran 2011 tarihinde 10. IISS (Uluslar Arası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü) Asya Güvenlik Zirvesi - Shangri Diyalogu’nun açılış konuşması Salam-alaikum ve iyi akşamlar. Sayın Teo Chee Hean Başbakan Vekili, saygıdeğer bakanlar, genelkurmay başkanları, değerli katılımcılar, bayanlar ve baylar, öncelikle içten açılış konuşması ve bu akşam sizlere konuşma yapmam için beni davet ettiğinden dolayı Dr. John Chipman’a teşekkür ederim. Burada Singapur’da olmaktan, çok sayıda hükümet temsilcisi, politikaya yön veren kişiler, işadamları ve fikir öncüleri ile bir araya gelmekten – ve tabi ki burada Shangri – La Oteli’nde verimli ve üretken bu diyaloğun onuncu yılını kutlamaktan sevinç duyuyorum. Burada ilk kez yer aldığım zaman, 2002 yılında Savunma Bakanı’ydım. O günden bu yana pek çok şey değişti. Evvela şimdi Başbakanım, ki bunun sizinle yemeğiniz arasına gireceğimi sanmanızdan korkuyorum. Bayanlar ve Baylar 1963 Haziranında Başkan Kennedy, başlangıç adresini Washington Amerikan Üniversitesi olarak belirleyerek termonükleer bir çağda barış hakkında uzun uzadıya bir konuşma yaptı. ‘Ne tür barışı kastediyorum? Ne tür bir barış arıyorum? Amerikan savaş silahlarıyla dünyaya dayatılan bir Pax Americana (Amerikan Barışı), mezarlıklarla dolu bir barış veya köleliğin muhafazası. Hakiki barıştan, dünyadaki hayatı yaşamaya değer kılacak türde bir barıştan, insanların ve milletlerin gelişmesine, umut etmesine ve çocukları için daha iyi bir hayat kurmalarına olanak verecek türde bir barıştan söz ediyorum – sadece Amerikalılara yönelik bir barıştan değil, tüm erkeklere ve kadınlara yönelik bir barıştan, yalnızca şu an için değil, daimi bir barıştan söz ediyorum. Onun sözleriyle ilgili dikkatimi en çok çeken şey, dünya barışına yönelik çıkarcı bir görüşe boyun eğmekten ziyade ödün vermeyi değil daha iyi bir dünya için mücadele etmeyi seçmesidir. Otuz yıl sonra, Soğuk Savaşın sonunda hepimizin beklediği bir barış temettüsünün oluşturulmasından ziyade yeni bir dizi karmaşık, çok boyutlu güvenlik sıkıntıları ortaya çıktı. Usame bin Ladin’in ortadan kaldırılması ve şimdi RatkoMladic’in yakalanması 1960’larda dünyanın karşılaştığı tehditlerden farklı türde olmasına rağmen bizim karşılaştığımız güvenlik tehditlerinin bir anımsatıcısı görevini görmektedir. Bugün Soğuk Savaşın iki kutupluluğuna, dünyayı çok uzun süre kötürüm bırakan çıkmaz girmiş ve ayrık bir çağa geri dönemeyiz ve dönmemeliyiz. Bu yeni zorluklara beraberce baş kaldırmaktan başka seçeneğimiz yok. 21. yüzyılda ekonomilerimiz öylesine birbirine bağlı ve bağımlı ve üretim süreçleri öylesine sınır ötesine yayılmıştır ki küresel güçlerin savaşa girmesi artık anlamsızdır; basitçe, kaybedecekleri çok şey var. Milli çıkarlar giderek daha fazla kolektif çıkarlar haline gelmektedir ve bizim görevimiz şimdi bunu merhametsizce gerçekçi ve ilerici olan çok yanlılığa yansıtmaktır. Çünkü önümüzdeki yol, hiç şüphem yok ki, çatışma değil işbirliği üzerine kurulmalıdır; bunun için her ülke, bugün buradaki her lider kendi rolünü oynamalıdır. 15 Kötümserler, Asya ve Batının hiçbir zaman gerçek anlamda birleşmis bir bütün olarak bir araya gelebileceğini, çok az ortak yönümüz olduğunu, Surabaya’daki hayatın San Diego’daki hayattan çok uzak olduğunu düşünmüştü. Son on sene onların yanlış olduğunu kanıtladı. Evet, pek çok kültürden geliyoruz ve pek çok dil konuşuyoruz ancak ABD Savunma Sekreteri Robert Gates’in – ve ona emekliliğinde iyi bir hayat diliyorum – geçen sene bu odada dediği gibi, Pasifik Okyanusu bizi ayıran bir bariyer değil, bizi birleştiren bir köprüdür. Birleşik Devletler uzun süredir bölgemiz içerisinde demokratik kurumları destekleyen, yönetimi iyileştiren ve insan haklarına saygıyı geliştiren modernleşme ve ılımlılık yanlısı bir kuvvettir. Barack Obama kendisini Amerika’nın ilk Pasifik başkanı olarak betimlemiş ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton burada güçlü yandaşlar bulma gereksiniminden bahsetmiştir. Bu gibi samimi sözler hoş karşılanmaktadır ancak Birleşik Devletler ve Asya arasındaki fakir ve görüş alışverişinde uzun süre geç kalmışlardır. Amerika ve tabi ki Rusya ilk defa bu yıl içerisinde Doğu Asya Zirvesinde yer alacağı için mutluluk duyuyorum. Gelecek ay 1972 yılında Başkan Nixon’un tarihi ziyareti öncesinde Henry Kissinger’ın Çin’e yönelik gizli görevinin 40. yılını göreceğiz. Nixon’un Soğuk Savaşın ortasında yaptığı ziyaret Birleşik Devletler’deki pek çok kişiyi şok etmişti. Batı dünyasının tutkulu antikomünist lideri ideolojik olarak karşısında yer alanlarla nasıl birlikte oturabilirdi? Cevap tabi ki Birleşik Devletlerin Çin’de Sovyet bloğuna karşı bir denge haline gelme potansiyeli görmesiydi, ancak bu yeni ittifak bundan çok ileriye taşındı. Nixon’ın ziyareti yalnızca Birleşik Devletlerin kendisini Çin’e açmasından ibaret değildi; Çin’in kendisini Birleşik Devletlere açmasıyla ilgiliydi. Bu, her iki ülkenin de o zamandan beri fayda sağladığı bir ilişkidir ancak bu gibi üretici diyaloglar yalnızca her iki tarafta da birleşmeye yönelik bir açılım varsa gerçekleşebilir. Çin’in 1970’lerin başlarındaki eylemlerinin daha geniş bir dünyaya yönelik duruş ve tavırlarında bir değişimi yansıttıklarından bir anlamda tipik olmadığını ileri sürmek de elbette oldukça yanlış olacaktır. Ming Hanedanlığı zamanından bu yana Çin büyük ve gelişen bir güç olmuştur ve bugün, dünyan ekonomisinin odağı Batıdan Doğuya, Atlantik Okyanusu milletlerinden Pasifiktekilere kaydığından Çin açılarak ve komşularıyla ve rakipleriyle sıkı ilişkiler kurarak kendinden daha emin bir şekilde büyümüştür. Bunu bir endişe kaynağı yerine iyimserlik için bir neden olarak görmeliyiz. Çin büyüyor olabilir – bir yılda son 20 yıla kıyasla %9-10 arasında olağanüstü bir ekonomik büyüme yakalamıştır – ancak en büyük ekonomik güçlerin geçmişte yaptığı gibi dünyaya hükmetmeyecektir. 1940’ların sonunda Birleşik Devletler sadece herhangi bir milletinkinden daha büyük GSYİH’e değil aynı zamanda dünya servetinin yarısından fazlasına sahipti. Öngörüldüğü gibi Çin 30 yıl içerisinde dünyanın en büyük ekonomisi haline geldiğinde küresel GSYİH’in dörtte birinden biraz daha azına sahip olması olasıdır. Bu servet Birleşik Devletler’in, Avrupanın ve Japonyanın Beijing’in hızlı büyümesine karşı bir denge oluşturmasıyla daha eşit bir şekilde dağılacaktır. Çin’in büyüyen askeri kapasitesi bizim gereksiz yere silahlanmamıza yol açmamalıdır. Çin’in askeri harcamalarındaki hızlı artışa rağmen Birleşik Devletler açık ara rakipsiz askeri güç ve en fazla para harcayan ülke olmaya devam edecektir. Bakan Liang Guanglie dünyanın en büyük devamlı ordusunu yönetebilir ancak Malezya’da Çin’in ilk önce barışa odaklandığını iyi biliyoruz. 16 Altı yüz yıl önce büyük Çin’li amiral Zheng He, Malacca’yı ziyaret etmişti. Beraberinde 300 gemi ve 35,000’e yakın asker – kalbini bu yola koymuş olsa bölgeyi kolayca fethedebilecek bir donanma getirmişti. Zheng silah zoruyla istila etmeye değil, dostluk eli uzatmaya gelmişti. Yüz yıl sonra Portekizliler 800 askerle ve sadece bir düzine gemiyle geldi ve Malacca’yı sonraki yüzyıl için fethetti, ancak bunun hakkında konuşmak istemiyoruz. Bugün Çin bizim ortağımızdır. Birleşik Devletler de ortağımızdır. Ve bu akşam Amerika, Çin, Rusya, Hindistan ve daha pek çok yerden gelen dostlarımla açıkça söylüyorum: ASEAN’da sizin değerlerinizi ve arzularınızı paylaşıyoruz ve bizimle birlikte çalışmanızda ısrar ediyoruz. Bunun taraf tutmakla ilgisi yoktur. Soğuk Savaşın eski iki taraflılığını yeni bir iki taraflılıkla değil, önümüzdeki görevi doğuracak birçok taraflılıkla değiştirmeliyiz. Çünkü uluslar arasındaki savaş artık bölgedeki veya dünyadaki en büyük tehdit senaryosu değildir. Bunun yerine yeni bir dizi asimetrik ve geleneksel olmayan güvenlik sıkıntısıyla karşılaşmaktayız: insan kaçakçılığı, terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve nükleer silahların yaygınlaşması tecrit veya geçmişin eski güvenlik yapılarıyla çözülemez. ASEAN’da tek bir yerine çok sayıda güvenlik yapısına sahip olmamızın sebebini biliyoruz. Asya içi ticaretin şu andaki değeri yaklaşık 1 trilyon $’dır. Ekonomilerimizi bu şekilde birbirine bağlamak kendi içinde aktif olarak çatışma olasılığının düşürülmesi demektir. Ticaret ve yatırım, barışa yönelik önemli yapı taşlarıdır. Buna rağmen neden en büyük pazarınıza karşı savaşasınız? Ekonomilerimiz birleşirken, insanlarımız da birleşecek. Yeni iletişim teknolojileri ve düşük maliyetli havayollarının ortaya çıkması daha fazla insanın kendilerine yakın ve uzak komşularıyla kaynaşmasına olanak sağlayarak sınırları parçalamaktadır. Benim ülkem, Malezya’da bizim yapmakta olduğumuz şey pek çok kültürün, dilin ve dinin kaynaştırılmasıdır. Bağımsızlığımızdan bu yana geçen yarım yüzyıldan daha fazla bir süredir yaptığımız şey budur. Bu birliğin dışında istikrar, güvenlik ve barış gelmektedir. Benim kendi mirasım Bugis adı verilen etnik bir grupta yatmaktadır. Aile ağacımızın Malezya, Endonezya ve Singapur adaları ve yarımadalarının etrafını saran pek çok dalı bulunmaktadır – kısmen denizcilik ve keşif tutkumuzdan, ancak yeni bir toprağa ulaştığımızda kendimizi yönetme şeklimizden kaynaklanan bir coğrafi yayılım. Tarih boyunca ırklar ve insanlar fetih ve baskı yoluyla yeni bölge arayışında olmuştur ancak Bugis daima farklı bir yaklaşımı benimsemiştir – falsafahtigahujung, veya ‘üç ipucu’ felsefesi. Birincisi hujunglidah. İkincisi, tercüme etmeyeceğim hujunganutu. Üçüncüsü hujungkeris. Bunun günümüzde hala yankısının sürdüğüne inanıyorum. Fiziki çatışma – işgal, şiddet ve savaş – daima en umutsuz anlardaki son çare olmuştur. Silahlanmadan çok önceleri Bugis, ilk önce diplomasiyi kullanırdı – bu hujunglidah’tır. Komşularıyla konuşurlar, onları tanırlar, karşılıklı olarak makul bir sonuca ulaşmaya çalışırlardı. Sonraki aşama içerisinde dostluk ve aile yoluyla Bugis ve diğer taraflar arasında kaynaşma ve bağların güçlendirilmesi yer alırdı. Bazen buna kelimenin tam anlamıyla evlilik de dahil olurdu. Bugün önerdiğim şey tam olarak bu değil; evvela benim zaten güzel bir eşim var. Küreselleşmiş ekonomimizde ülkeler arasındaki mali ilişkiler bizi evlilik yemini kadar yakın bir şekilde birbirimize bağlar. Örneğin bugün bin sene önce atalarımın geçtiği ve Zheng’in 15. yüzyılda gemi ile geri döndüğü aynı sular dünyadaki en önemli ticaret yollarından bazılarıdır. Her yıl neredeyse 100,000 gemi Malakka Boğazından seyahat 17 etmekte ve dünyadaki ticari malların dörtte birinden fazlası Güney Çin Denizinden geçmektedir. Ulaşım hatları, uluslararası ticaretin can damarıysa, Güney Doğu Asya onun atan kalbidir ve burada ticaretin güvenli ve emniyetli bir şekilde yapılmasını sağlamak ortak sorumluluğumuzdur. Malezya, Singapur ve Endonezya’nın zaten ‘Gökyüzündeki Göz’ girişimiyle Malakka Boğazındaki korsan tehdidiyle mücadele etmek için üç taraflı olarak çalışmasının sebebi budur – Afrika Boynuzundaki yükselen duruma kıyasla etkili bir yanıt. Birlikte çalışmamız gereken alanlar ticaretle sınırlı kalmamaktadır. 11 Eylül sonrasında çoklu tehdit senaryolarıyla birlikte yeni ve meçhul bir güvenlik düzenlemesiyle karşılaşıyoruz. Azim ve kararlılıkla ve başka seçenek olmadan bu zorluklarla kapsamlı bir şekilde yüzleşmeliyiz. Her milletin kendi iç sınırlarını güven altına alarak kendi rolünü oynamasıyla bu işe başlamalıyız. Bunu, iki taraflı ve çok taraflı bir tabanda birlikte çalışma isteği takip etmelidir. Malezya sorumlu bir dünya vatandaşı olarak kendi rolünü oynamalıdır ve oynamaya devam edecektir ve bu konudaki taahhüdümüzün sadece sözde değil, eylemlerle desteklendiğini gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz. Dünya barışını koruma çalışmasında Malezyalı arabulucular hem Birleşmiş Milletler’in hem de NATO’nun çatısı altında görev yapmıştır. Somali’den Balkanlar’a kadar Malezya güvenlik personeli küresel istikrara hizmette büyük fedakarlık yapmıştır. Bizimkisi basit bir barışı koruma rolü değildir. Malezya pek çok şekilde, bazen beklenmedik yollarla – örneğin daha fazla ihtiyaç duyulan kadın Müslüman doktorlar göndererek ülkenin rehabilitasyonunda kendi rolümüzü oynadığımız Afganistan’daki gibi – katkıda bulunmaktadır. Küresel teröre karşı verilen savaşta Malezya’nın terörist operasyonlar için ne yuva ne de bir transit geçiş noktası olmamasını sağlayarak aktif, proaktif bir oyuncu olduk. Ve aktif olarak veya bölgesel güvenlik cihazlarıyla istihbarat paylaşımı yaparak Mas Selamat, Dr Azahari ve Noordin Mat Top gibi teröristlerin yakalanmasına veya ortadan bertaraf edilmesine yardım ettik. Filipinlerin güneyinde Malezya, uluslararası bir denetleme ekibi görevlendirdi ve Filipin hükümeti ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasındaki görüşmelere evsahipliği yaparak bir arabulucu gibi hareket etti. Bu zaman zaman bizler için hassas bir konu oldu ancak bizler daha geniş bir istikrar ve barış yararına ön ayak olmaya kendimizi adadık. Tayland’ın güneyinde, önemli sayıda Müslüman nüfusa sahip dört vilayetin sosyo-ekonomik gelişimine yardım etme arzumuzu bildirdik. Uyuşturucu trafiği, terörizm ve dolandırıcılık gibi suçlarla mücadele etmek için iki taraflı olarak Birleşik Devletler ile birlikte ve mülteci sorununun önünü almak ve bölgelerimizdeki istikrarı geliştirmek için Avustralya ile birlikte çalışıyoruz. Yeni Stratejik Ticaret Paktı ile kitle imha silahlarının sayısının azaltılmasına yönelik BM Güvenlik Konseyi önergesini kabul ettirmek için çok taraflı çalışıyoruz. Uluslararası ve bölgesel topluluğun sorumlu bir üyesi olarak rolümüzü oynamaya ve 1995 bildirisinin ruhuyla ASEAN’I beraberce nükleersiz bir bölge yapmaya kararlıyım. Bu önemli çalışmamızın gerilimlerle topyekün rayından çıkmasına veya anlaşmazlıklar ve ihtilaflarla istikrarının bozulmasına izin veremeyiz. Şu anda Lahey’deki Tayland ve Kamboçya ile birlikte bölgemiz, bu gibi çatışmaların ne kadar ölümcül olabileceğini çok iyi biliyor. Bu vakada elbette iyi ve kötü haberler var. Kötü haber, 16 kişi hayatını kaybetti. İyi haber ise her iki taraf şu anda görüşme yapıyor. Hepimiz pek yakında bir çözüme ulaşılmasını umuyoruz. 18 Tabi ki komşular arasındaki farklılıklar zaman zaman alevlenecek ancak, bölgemizde, yıllar boyunca bu ihtilaflardan bazılarının çözülmesi için aslında önemli derecede ilerleme kaydedildi. Çin ve Rusya 2008 yılında 4,300 kilometre ile dünyanın en uzunu olan kara sınırları sorununu çözüme kavuşturabildi. Vietnam ve Çin aynı yıl kara sınırı işaretlemesini tamamladı. Malezya’da uzun süre sınır ihtilaflarımızı bir istişare ve müzakere ruhuyla müzakere etmeye çalıştık. Örneğin Tayland ile iki ülkenin de mineral kaynaklarının paylaşımında anlaştığı ortak bir kalkınma bölgesi oluşturduk. Singapur ile birlikte Uluslararası Adalet Divanına yaptığımız barışçıl ve diplomatik başvuru her iki tarafça kabul edilen dostane bir kararla sonuçlandı. Brunei ile yürürlüğe konan bir üretim paylaşımı anlaşması ile karşılıklı olarak kazançlı bir formülüne dayanan bir çözüm bulundu. Tüm sınır ihtilaflarının aynı karşılıklı saygı ve işbirliği ruhuyla çözülebileceğini umuyorum. ASEAN ve Çin’in aynı zamanda 2002 Güney Çin Denizinde Davranış ve Protokol Bildirisini değiştirecek daha bağlayıcı bir tüzük üzerinde anlaşacağı konusunda da iyimserim. Güney Çin Denizi üzerinde, altı tarafın dahil olduğu çakışan hak talepleri son derece karmaşıktır ancak bunlar genel anlamda dikkate değer bir itidalle yönetilmiştir. Bu konudaki anlaşmazlığımızın hiçbir zaman diplomatik alanın ötesine geçmesine izin vermemeliyiz. Tüm taraflar bu ihtilafa yönelik barışçıl bir çözüm bulmaktaki azimlerinde ısrarcı kalmalıdır. Evet, Güney Çin Denizi üzerinde Çin ile aramızdaki sıkı bağlar açısından ortak ASEAN duruşuna tamamen bağlı kalırken aynı derecede iki taraflı ilişkilerimizin etkilenmemesini ve aslında güçlenerek ilerlemeye devam etmesini sağlamaya kararlıyım. Bizi ileriye götürecek yol budur: diyalog, bağlılık ve fikir birliği. Bunlar, babam Malezya Başbakanı olduğunda 1971’de ASEAN’ın kurucu üye devletleri tarafından imzalanan Barış, Özgürlük ve Tarafsızlık deklarasyonunda ve o zamandan beri Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nda yüceltilen değerlerdir. Bölgemizde etkili işbirliği tasarısına dayanak oluşturabilecek altı uygulanabilir ilke ile ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk olarak bu çok devletli taahhütte zengin veya fakir, küçük veya büyük her üye devletin rolünü tamamen tanımak son derece önemlidir. İkincisi, her üye ülkenin tarih, kültür ve ekonomik konumu açısından farklı olduğunu kavramalıyız. Üçüncüsü, ortaklar arasında daha derin bir diyalog ve anlayış geliştirmek için güven oluşturma önlemlerinin devreye sokulması gerekmektedir. Dördüncüsü, sadece bölgesel ve ilave bölgesel güçlerin işbirliği ile değil, iki taraflı anlaşmalar bağlamında farklı biçimlerdeki güvenlik mimarilerinden bir ağ oluşturulması gerekmektedir. Beşincisi, kurumsal ilişkilerin – sadece en yüksek kademelerde değil farklı kurumlarımız arasında ilişkilerin de yer alması gerekmektedir. Önemli düzeyde bölgesel ve küresel işbirliği zaten mevcut ve bunun geliştirilmesi önemli oyuncuları birbirine daha da yaklaştıracaktır. Aslında ASEAN Bölgesel Forumu ve ASEAN Savunma Bakanları Toplantısı Artı 8 gibi bölgesel süreçler zaten aktif olarak afet yardımı ve insani yardım çalışmalarında işbirliğini incelemektedir. Bugün bölgesel bir insani yardım organı, afet meydana gelir gelmez müdahale edebilecek yeni bir acil müdahale ekibi kurma çağrısında bulunmak istiyorum. Bu faaliyetler konu ile özellikle alakalıdır çünkü resmi deklarasyonların ve üst kademe diyalogların ötesinde sahada koordine operasyonlar haline gelerek farklı ülkelerin savunma ve güvenlik ajansları arasında doğrudan etkileşimi güçlendirmektedirler. 19 ABF’nin kurulması bölgesel topluluğumuzun barışı ve istikrarı güçlendirmek için aldığı – doğası gereği kapsayıcı ve tüm siyasi tonlardaki ülkeleri kucaklayan - en ileri görüşlü ve cesur insiyatiflerden bir tanesiydi. Buna karşın güven oluşturulmasına, güvenlik temaslarına ve önleyici diplomasiye yönelik gündemde bir yavaş ilerleme kaydettik. ASBT+8 tarafından tamamlanan ABF’nin acele etmesi ve her yanda daha büyük bir azim göstermesi ve daha güçlü bir siyasi çözüm sunmasının gerekliliği açıktır, ancak eni ittifaklar kurarken ve yeni güvenlik içerikleri düzenlerken Beş Güç Savunma Antlaşması gibi eskileri unutmamalıyız. Daha önce söylediğim gibi bizi altıncı ve son maddeme getiren sorunlarla karşılaştığımızda şaşırmamalıyız: bu zorlukların bizi rotamızdan çıkarmasına izin vermek şöyle dursun, sadece bu gibi ihtilafları yönetmek değil, onları çözüme kavuşturmak için bugüne kadar başardığımız heşeyin üzerine koymalıyız. Şimdi her zamankinden daha fazla büyük resme odaklanmamız ve kendi endişelerimiz yüzünden bağnazlaşmamamız lazımdır. İslam’da ılımlılık veya ‘adilce dengelenmiş’ anlamına gelen wasatiyyah kavramı yer almaktadır. Malezya’yı bugün olduğu ülke haline getiren ve şimdi bir bölge olarak karşılaştığımız zorlukların üstesinden gelmek için bir anahtar olacağına inandığım bu ılımlılık ruhudur. Bu yüzden geçen sene Birleşmiş Milletler’de bulunduğu her yerde idari, ticari ve dini liderlerin aşırıcılığı alaşağı ettiğini görecek yeni bir küresel ılımlı hareket çağrısında bulundum. Daha iyi olacağını beyan eden bir yasayı geçirerek daha iyi bir dünya yaratamayacağınız gibi dünyayı bunları yasadışı kılarak aşırı görüşlerden kurtaramazsınız. Yapabileceğimiz en iyi şeyin nefretin sesini susturarak değil, mantığın sesini daha yüksek çıkararak hoşgörüyü ve anlayışı beslemek olduğundan hiç şüphem yok. 10 yıl önceki görüşmelerimiz ve müzakerelerimizden bu yana bu forum daima konuşma salonundan daha fazlası oldu. Bu forum mantıklı, uygulanabilir güvenlik ve savunma işbirliğiyle ilgili olmuştur. Ilımlı hareketin benzer şekilde ortak değerlerimizin yapıcı bir ifadesi olabileceğine inanıyorum. Millet olarak önümüzdeki en büyük zorluk, belirsizliklerle dolu bir dünyada insanlarımız için özgürlük ve refah nimetlerinin nasıl güven altına alınabileceğidir. Çocuklarımız için nasıl daha iyi bir dünya planlayabiliriz? İnsanlarımızın refahını nasıl artırırız ve günümüzün büyük sorunlarını nasıl çözeriz? Cevaplar, bir araya gelmekte ve arzumuzu ve kaynaklarımızı topyekun uygulamaya koymakta yatmaktadır. Sorumlu liderler olarak önümüzdeki hukukun üstünlüğüne dayanan adil ve eşitlikçi bir barışın bir istisnadan ziyade bir kaide olduğu yeni bir dünya düzeni kurmaya yardım etme fırsatını boşa harcayamayız ve harcamamalıyız. İyi yönetim göstermeyen hükümetlerin sayılı günlerinin kaldığını biliyoruz. Her düzeyde – ulusal, bölgesel ve küresel – barış ve istikrar sağlamalıyız. Bu hedefe ulaşmak için daima diyalog içerisinde birbirimizle sıkı bağlar kurmaya devam edelim, Winston Churchill’in sözleriyle ‘çene çalmak savaş savaşmaktan daha iyidir’. Teşekkür ederim. 20 4 10 Haziran 2011 tarihinde Pullman Putrajaya Archipelago’sunda düzenlenen Malay Takımadalarında Birinci İslami Bin Yıla İlişkin Wasatiyyah Kongresi’nin açılış seromoniside verilen konuşma Öncelikle, merhameti ve lütfuyla haftanın en hayırlı günü olan Cuma günü sabahında, herkesin yararına olan bilgilerin açıklandığı bu kongrede yer almamızı sağladığı için Yüce Allah’a hep beraber şükredelim. Bu bağlamda Malezya İlahiyat Üniversitesi (USIM) ve Nadi Diyaloğu Malezyaya (NADI) bu programı organize ettikleri için minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. Aslında bu kongre hepimizin ‘wasatiyyah’ ifadesini İslamda itibar edilmesi ve bireysel yaşantımızda, toplumda ve bir bütün olarak ulusumuzda yer alan çeşitli hususlarda uygulanması gereken zorunlu bir konsept ve yaklaşım olarak anlaması için önemlidir. Bayanlar ve baylar, Kapsamlı ve bütünleştirici bir din olarak İslam, bize beraberliğin muhafaza edilmesine ve farklı dinler ve kültürler arasında bir anlayış oluşturulmasına yönelik anahtar ilkeleri bizlere miras bırakmıştır. İslam tarafından desteklenen değerlerin arasında en önemlisi, ılımlılığın dinler arasından karşılıklı anlayıştan bir kimsenin genel olarak toplumla ilişkisine kadar hayatın tüm yönlerinde uygulanmasıdır. Ayrıca bir ulusun uluslararası ilişkilerinin yanı sıra yönetim ve idare yönlerini de kapsamaktadır. Eşitliği ve diğerlerinin kişisel haklarını muhafaza ederken bunları İslam tarafından yasaklanmış ilkelerin ve değerlerin pahasına yapmamaya dikkat etmeliyiz. İslama her zaman itibar edilmeli ve büyüklüğü ortaya konulmalıdır. İslami ilkeler ve değerler, farklı inançlardaki insanların saygı duyulması gereken öğretilerini uygulama hakkına tecavüz etmeden bu değerleri ve prensipleri idareye ilişkin ulusal bir politika oluşturulmasında kişisel hayatlarımıza ve topluma uygularken odak noktasında kalmalıdır. Ilımlılık ilkesini uygulayan Müslüman bir topluluk öbür dünyanın yanı sıra materyale ilişkin konularda temiz kalpli, dürüst, adaletli ve tarafsızdır ve hayatın tüm yönlerinde dengeli hareket eder. Bu konsepte dayanarak ruhani ve fiziki isteklerimiz ve mevcut dünyamız ve öbür dünyanın sınırları arasında bir denge oluşturmalıyız. Bunun sebebi denge ve ılımlılığın, nihai kişisel, ailevi, toplumsal ve ülke başarısını garanti edecek faktörler olduklarından birlik ve beraberlik için kilit faktörler olmasıdır. Bayanlar ve baylar, Takım adalardaki İslam tarihini tartışırken gerçek şu ki, çeşitli düşünceler ve görüşlerle mücadele etmek zorundayız. İslamın nasıl ve ne zaman dünyanın bulunduğumuz kısmına eriştiği, doğrudan Arabistan’dan mı yoksa Hindistan alt kıtası veya Çin toprakları üzerinden mi geldiği konusunda fakir ayrılıkları 21 bulunuyor. Bununla birlikte şu gerçek biliniyor ki tacirler ve İslam çağrısı yapan kişiler yoluyla barış dolu bir şekilde geldi. İslam’ın Malay Takım Adalarına yaptığı iki katkı, yazılı betik ve bilimsel düşünce yoludur. İslamın Şafi ve Sünni mezheplerinin inanışlarının yerel kültürle harmanlanmasıyla bu bölgede Müslümanlara yönelik yeni ve eşsiz bir yaklaşım gelişti. Bu eşsiz özellik İslam’a çağrı yapanlar tarafından kullanılan, hedef gruplarının sosyo kültürel ve sosyo ekonomik durumlarını göz önünde bulundurdukları din propogandası metodolojisinde görülebilir. İşin içine yabancı etmenler girdiği ve yerel ortamı anlamadan ve göz önünde bulundurmadan buradaki Müslüman toplumun dokusuna girmenin yolunu buldukları zaman sorunlar su yüzüne çıktı. Bu, bölgede şiddete ve hoşgörüsüzlüğe göz yuman İslama aykırı kuralların ve değerlerin çoğalmasıyla sonuçlandı. Örneğin intihar asla bir İslam öğretisi değildi. Gerçekte intihara yönelik hiçbir gerekçeye bakılmaksızın gayrimeşru veya haramdır. Hal böyleyken takipçilerin arasındaki ihtilafları çözmek adına karşısında yer aldığımız ve mücadele ettiğimiz kişilerin dinkardeşimiz olan Müslümanlar olması biraz tuhaftır. Bu gibi yabancı doktrinler ve öğretilerle mücadele edilmeli ve bu bölgedeki İslam kardeşliği ve birliktelik sağlamak adına bir kenara bırakılmalıdır. Peygamberin hayatı (SAV), dinin yayılması, siyasi idare, adalet, diplomatic ilişkier veya kültür olsun hayatın hiçbir yönünde aşırılık göstermediğini segilemektedir. Aslında Peygamber (SAV) tarafından benimsenen yaklaşım, yalnızca böyle bir yaklaşım İslam’ı diğer ulusların gözünde kabul edilebilir kılabileceğinden dengeli bir yoldu (wasatiyyah). Bayanlar ve baylar, Malezya tarihinde dahi bu wasatiyyah, veya İngilizce karşılığı “adilce dengelenmiş”, metodolojisi ve felsefesinin göstergeleri ve gerçekçi uygulamaları yer almaktadır. Malezya, vatandaşlarının yüzde 60’ı İslam dinine yaşayan çok ırklı bir ülkedir. Malezya nüfusunun büyük bir azınlığı, yani yüzde 40’ı çok dinli bir özelliğe sahiptir. Aslında din, Malezyalılar arasındaki tek ayrım değildir – dil, kültür ve sosyo ekonomik olarak da farklıyız. Malezya’da var olan karmaşık çeşitliliğe rağmen İslam’ın konumu, ülkenin en üst kanununu, Federal Anayasayı ve münferit eyelet yasalarını resmen kutsal kabul etmek olmuştur. Bu mevcut durum daha sonra sosyo ekonomi açıdan varlıklı Müslümanlar için Şeriat kanunlarının idare edecek ve uygulayacak kurumların oluşturulmasıyla güçlendirilmiştir. Açık bir şekilde Malezya konusunda İslam yalnızca ayinsel uygulamaları savunan bir din değil, bütünleştirici bir yaşam şeklidir. İslam’ın hukuki statüsü kabul edilmesine ve takipsiz bir şekilde federasyonun dini ve çoğunluğun dini olarak bulunduğu durumla aynı doğrultuda idare edilmesine ve ulusumuzun tarihini ve kimliğini bulmasına ve şekillendirmesine yardım etmiş olmasında karşın diğer dinlerin de barış içerisinde yaşanması garanti edilmektedir. Malezya’daki etnik ve dini ilişkilerin idare edilmesinde hükümet, bağımsızlığın kazanıldığı günden bu yana asimilasyondan ziyade entegrasyon felsefesini benimsemiştir. Bu iki felsefe arasındaki fark çok büyüktür. Entegrasyon, çeşitliliğe saygı gösterilmesi, korunması ve kutlanması demektir. Bu, İslam’ın dinde zorlama yoktur ve çeşitlilik bir lütuf olarak kardeşliğin temelidir ilkesine uygundur. Entegrasyon yönteminin aksine asimilasyon yöntemi tek bir 22 kimlik oluşturma amacıyla bu farkı daha da büyütür. Malezya, gerçeklikle bağdaşmadığından ulusal yapısı içerisinde bu ikinci yaklaşımı reddeder. Onca yıldır süregelen bu wasatiyyah yaklaşımın bir sonucu olarak, demokratik bir Müslüman ulus olan Malezya, modern, endüstrileşmiş üst-orta gelirli bir ulus haline gelmeyi başarmıştır. İslam ülkelerinin demokratik olmadığı, despot olduğu, zengin ulusal kaynaklarını kötü şekilde kullandığı ve sosyal adaletin olmadığı şeklindeki kalıplaşmış kavramın da aksini ispatlamayı başardık. Bu yüzden, Alla’a şükürler olsun, bu eşiği geçen ve rol modelimiz haline gelen geçmişteki liderlerimize minnettarız. Çizdikleri yol, Malezya’nın sadece barış yönünden değil refah açısından da gelişmeye devam etmesini sağladı. Özetle, İslam öğretileri hakiki ve doğrudur ancak ona inanan insanlar gerçek öğretilerine bağlı kalmayı başaramadıklarında çarpıtılmaktadır. Bayanlar ve baylar, Aslında, uygulamakta olduğumuz dengeli ılımlılık diğerlerinin veya Müslümanları kendi oluşturdukları bir kalıbın içine yerleştirmeye çalışan Batının yorumuyla aynı doğrultuda değildir. Bunun yerine, bizim içerisinde bulunduğumuz bağlamda ve anlayışımızda wasatiyyah, hayatı boyunca, özellikle Medine Seferi ve Hudeybiye Antlaşmasında Hz. Muhammed (SAV) tarafından öğütlenen ve örnek gösterilen wasatiyyah biçimi, Dört Halife ve ardından sahabeleri tarafından sergilenen ılımlılıktır. Bunun dışında ulusal ve uluslararası arenalarda sadece bu konuda vaaz vermediğimiz, konuştuğumuz gibi davrandığımız da görüldü. Küresel düzeyde hem İslam hem de İslam’ı benimsememiş tüm ülkelerle barış içindeyiz. Bununla birlikte ilkelerimize sıkıca bağlıyız ve gerçeği haykırma zamanı geldiğinde kendimizi tutmayacağız. Filistinlilerin bağımsız bir devlet mücadelelerindeki sorunlarını ve insan haklarını savunmaya devam edeceğiz. Haklı olanı savunun ve yanlış olanın karşısında durun. Sonuç olarak, Bosna Hersek’teki Müslümanları korumak ve Somali’nin Müslüman ulusuna barış ve uyum getirmek için Birleşmiş Milletler (BM) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) himayesinde bir barış gücü yollayabilecek yetkin ve ehil bir Müslüman ülke olarak görülüyoruz. Ayrıca Güney Lübnan’a yönelik barış görevinde yer aldık ve Afganistan’a kadın doktor sevk ettik. Hal böyleyken onurlu Müslümanlar olarak kendi sorularımızı yönetmekteki acizliğimizden dolayı nasıl İslam’ın nasıl hor görülmesine ve küçümsenmesine izin verebiliriz? Buradaki soru şu, neden ihtilaflarımızı çözmesi ve aracı olması konusunda güvenilen kişi temelde Gayrimüslim bir ülke olan üçüncü bir taraf? Yozlaşma, yanlış yönetim, yanlış yönlendirme ve yetersizlik neden genellikle bir İslami idarenin işareti kılınıyor? Buna karşın Kuran-ı Kerim ve Sünnette yer alan İslam öğretilerinin bizim için açık kılavuzlar gibi görev yaptığını biliyoruz. Cevap şu ki, bir zamanlar geçmişteki Müslümanlar gibi insanlığın geri kalanı için bir fener olmayı ümit etmeden önce kendi meselelerimizi düzeltmeli ve ıslah etmeliyiz. İç gözlem yapma ihtiyacını anlamalı ve ardından gelişime yönelik önemler almalıyız. Biz Müslümanların yüz yüze olduğu sorunların içsel olduğu açıktır. Çözülmesi çok zor gibi görünmektedirler ancak İslam’ın gerçek öğretilerine geri dönersek kesinlikle gözle görülür bir çözüm bulunmaktadır. Yakın zamanda Malezya’nın farklı dinleri arasındaki uyum bir adım geri gitti. Bu durum, Müslümanlar veya Gayrimüslimler arasında dini siyasete alet etmek isteyen kişilerden kaynaklandı. Çok kültürlü bir ulusta dini polemik, ihtiyatlı 23 bir şekilde ve büyük bir dikkatle yönetilmelidir. Dini bir söylev başkalarının dini duygularını incitebilir. Aslında demokratik bir ülkede tüm bireyler kanunu ihlal etmediği sürece ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Başka bir dini benimsemiş kimselerin duygularını incitebilecek her düşünce ifadesi yalnızca provokatif bir tepkiye davetiye çıkaracak ve dolayısıyla sağduyulu bir hareket olmayacaktır. Ulusal istikrar adına tüm partiler yaklaşımlarında çok dikkatli ve ihtiyatlı olmalıdır. Aslında her dinin öğütlediği şey de budur. Farklı etnik, dini ve kültürel arka plana sahip insanların bir ülkede veya uluslararası toplum içerisinde yaşadığı ve birbiriyle etkileşimde bulunduğu bu çağda birlik, hoşgörü ve içtenlikle kabullenme ulusal kalkınma ve dünya barışına yönelik en önemli faktörlerdir. Farklı ırklar ve dinler arasında birliğin, hoşgörünün ve içtenlikle kabullenmenin bulunduğu bir yerde sosyal ilerleme yoluna girilebilir ve kolaylıkla başarılabilir ve bu durum tüm tarafların yararına olacaktır. Tam aksine birliğin, hoşgörünün ve koşulsuz kabullenmenin bulunmadığı bir yerde kaos hüküm sürecektir. Bayanlar ve baylar, Bugün önemli olan, 1Malezya konsepti için yol gösterici bir ilke olarak wasatiyyah kavramına evet dememizdir; Önce Halk, Şimdi İcraat. 2020 yılına kadar ülkenin arzularını gerçek kılacak felsefe ve formül budur. İslam’ın tüm insanlık için bir merhamet dini olduğu doğrudur. İslam kanunu altındaki siyasetler diğer inançların çıkarlarını reddetmez veya geri çevirmez. Tarih göstermiştir ki bazı Müslüman topraklarda Gayrimüslim topluluklar da hükümette yer almıştır. Örneğin Endülüste belirli bölgeler Museviler tarafından yönetilmiştir. Hıristiyanlar ve Museviler bu bölgeleri herhangi bir baskı veya zorlama olmaksızın Müslüman vilayetler olarak kabul etmiştir. Servet dağılımı ve sosyal adalet de bir ülkede istikrarlı bir toplum ekonomik istikrar oluşturulmasında çok önemli roller oynamaktadır. Bu konuya hükümet tarafından çok önem verilmektedir bu yüzden milli servet, bu ükedeki tüm ırklara adil ve eşitbir şekilde dağıtılmaktadır. Kısacası ulusal kalkınma ve ilerlemeye ilişkin tüm çabalarımızda en başından beri bir refah devleti konseptine odaklandık. Halifeler dönemindeki İslam hukuku tarihine bakarsak Gayrimüslimlere iyi davranılmış ve ülkenin servetinden faydalanmaktan mahrum bırakılmamışlardır. Halife Hz. Ömer bin Hattab’ın dilenen ihtiyar bir Yahudiyle karşılaştığı bir olay vardır. Bu Yahudiye karşı çok anlayışlıdır ve ona onu bu duruma neyin getirdiğini sorar. Yahudi, yaşlılığın onu çalışamaz hale getirdiğini açıklar. Bu cevabı duyan Halife Hz. Ömer bin Hattab Yahudiyi evine götürür ve onu Tasadduka, Beytülmal’a gönderir. Halife Hz. Ömer bin Hattab yaşlı Yahudiye yardım edilmesini emreder. Halife Hz. Ömer bin Hattab şu sözleri söyler: “Gençken onlardan vergi toplamak ve ihtiyarladıklarında da onları ihmal etmek bizim için adil değildir”. Bu hikaye Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasındaki ilişkiyi çok güzel bir şekilde örneklemekte ve biraz insaniyetle wasatiyyah ilkesini göstermektedir. Bayanlar ve baylar, Bu yüzden dini ve kültürel çeşitliliğe sahip bir ülke olarak, Malezya’da wasatiyyah yaklaşımına çok önem verilmesi gerektiğini bir kez daha belirtmek istiyorum; bu 24 bir fikir değil, gerçek başarıya ulaşmak adına içinde bulunduğumuz dünyanın dışında öbür dünyada da ödül kazanmamıza yardımcı olacak bir zorunluluktur. Sonuç olarak bu iki günlük kongrenin wasatiyyah kavramını keşfetmemiz ve sosyal hayatın yanı sıra kişisel yaşamın her yönünde uygulanmasına yönelik en iyi stratejiyi ortaya çıkarmamızda faydalı olacağını umuyorum. Dolayısıyla “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayarak bu Malay Takım Adalarında Birinci İslami Bin Yıla İlişkin Wasatiyyah Kongresini açıyorum. Wabillahi taufik walhidayah wassalamualaikum warahmatullahi wabarahkatuh ve teşekkür ederim. 25 5 12 Kasım 2011 tarihinde Hawaii, Honolulu’daki Doğu-Batı Merkezi’nde verilen konuşma Puongpun Sananikone; Doğu-Batı Merkezi İdare Meclisi Başkanı, Charles E. Morrison; Doğu-Batı Merkezi Başkanı, Joey Manahan; Hawaii Devlet Temsilcisi, East-West Merkezi öğrencileri; Bayanlar ve baylar, “E pluribus unum” – birlikten kuvvet doğar. Bu ulusun Resmi Mühründe yer alan amentü basittir ancak tüm filozofların veya konuşmacıların yeteneğinin ötesinde neredeyse 250 senedir Devletlerinizi birleştiren ve halkınıza ilham veren ortak ruhu niteler. Doğu Batı Merkezi yarım yüzyıl boyunca Doğu ve Birleşik Devler arasındaki ilişkide biribirimizden birşeyler öğrenmemizi, beraber çalışmamızı ve dünyayı daha iyi anlamamızı sağlamak için bizi bir araya getiren aynı ilkeyi kullanmıştır. Bu hayati önem taşıyan bir iştir. Şu anda bu kalabalık ancak küçük dünyaya sıkışmış ve bu kadar birbirine yakın olmalarına rağmen pek çok farklı kültüre sahip yedi milyar kadın, erkek ve çocuk bulunuyor, bizler yalnızca bizi ayıran şeylerden ziyade bizi bağlayan şeylere odaklanarak barış ve uyum içinde yan yana yaşamayı öğrenirsek hayatta kalabiliriz. Hawaii, uzun süredir bunun nasıl başarılabileceğine yönelik gerçek bir örnek olmuştur. Son derece farklı altyapılara sahip insanların beraber yaşadığı, çalıştığı ve sosyalleştiği, insanların kaynaştığı bir yerdir. Pro- Bowl’un oynanacağı Pazar günü Aloha Stadyumuna gidin, Avrupalılardan, Asyalılardan ve yerli halktan oluşan kalabalıklar değil, 50,000 Hawaili ile dolu bir stadyum göreceksiniz. Aynısı benim ülkem için de geçerlidir. Malezya, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Hindular, Budistler ve sayılamayacak kadar küçük dini gruplar ve mezhepler için bir yuvadır. Pek çok dil konuşuyoruz ve pek çok dinimiz var ancak bağımsızlığımızdan bu yana yarım yüzyıldır bu yuvayı bugün olduğu modern, ilerici, başarılı bir ulus haline getirmek için birlikte çabalayan Bir Malezya olduk. Malezya ve Hawaii bunun başarılabileceğini gösterdiyse, uluslar arası toplumun 21. yüzyılda karşılaştığı zorluklar da neden benzer bir anlayışın ve işbirliğinin küresel ölçekte başarılması gerektiğini göstermektedir. Şu anda, her zamankinden daha çok, farklı uluslar ileriye giden bir yol çizmek için bir araya gelmelidir. Küresel mali kriz, uluslararası terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve insan kaçakçılığı, hiçbir hükümetin tek başına başarıyla üstesinden gelemeyeceği sorunlardır. Ancak Doğu ve Batının bölünmeyi göze alabildiği içinde bulunduğumuz şu anda radikallerin konuşmacıları aramızı açmaya çalışmakadır. Bir tarafta, inançlarının çatışmayı ve şiddeti haklı gösterdiğine dair yanlış bir varsayımla hareket eden bir avuç yanlış yönlendirilmiş Müslüman var. Diğer tarafta ise tüm teröristlerin Müslüman, tüm Müslümanların terörist olduğuna ve Doğunun, Batının güvenilir bir partneri olamayacağına kendilerini inandıranlar bulunmaktadır. 26 Timothy McVeigh toplu katliamı Oklahoma City sokaklarına taşıdığında, hiçkimse tüm Hıristiyanların bir şekilde sorumlu olduğunu ileri sürmedi. Bunu yapmak haklı olarak saçma görülecekti, ancak bugün dünyadaki 1.3 milyar Müslümanın kendilerini içerisinde buldukları durum budur. Geçen sene Oslo’nun başına büyük bir kötülük geldiğinde sözde uzmanlar, tamamen Müslüman radikallerin işaretlerini taşıdığını ileri sürmek için radio ve televizyon yayınlarını doldurdu. Hızlı bir şekilde korkunç gerçeğin çok farklı olduğunu keşfettik, yine de tüm dünyadaki siyasetçiler, gazeteciler ve yorumcular terörizm ve İslam’ın aynı paranın iki yüzü olduğu fikrine bağlı kalmaya devam etmektedir. Bunu pek çok defa söyledim ancak bunu tekrar tekrar yinelemek gerekiyor: İslam bir barış dinidir. İslam, şiddetten tiksinir. Ve İslam’da, kendileri, aşırıcılık ve uç noktalar adına onun adını kirletenler için ne bir yer vardır, ne de bunlara saygı ve sevgi duyulmaktadır. İslam alimleri şiddet içerikli eylemlerde bulunanların gerçek Müslümanlar olmadığı – çarpık ideolojilerinin herhangi bir teolojiye dayanmadığı konusunda çok nettirler. Bir insan olarak, Başbakan olarak ve her şeyden önemlisi bir Müslüman olarak tüm terörist eylemleri faillerin ve kurbanların dini doktrinlerine bakmaksızın bütünüyle kınıyorum. Masum insanların canına kıymanın asla ama asla haklı bir tarafı olamaz. Ancak radikallik iyi dinler ve kötü dinler veya iyi inançlar veya kötü inançlarla ilgili değil, iyi insanlar ve kötü insanlarla ilgilidir. Art niyetlerini “doğruluk” maskesi ardına gizleyerek kendi fikirlerini dayatmak için her yolu mübah gören her ulustaki, her siyasi düşüncedeki gruplardan ve bireylerden, her dinden ve dini olmayan insanlardan bahsediyorum. Kürtaj yapan bir kişiyi öldürdüğünde Allah adına hareket ettiğini söyleyen bir Hıristiyanı düşünün. Federal hükümeti devirme planları yapanın onun aynasal görevi olduğunu iddia eden bir askeri düşünün. Manifetolarının, hayvanlar üzerinde deneylerin yapıldığı laboratuarları bombalamanın haklı olduğunu belirten şiddet yanlısı anarşistleri düşünün. Bunlar bağnaz kişilerdir. Bu kişiler radikaldir. Cahil, zayıf ve fakir kişileri yanlış yönlendirmek ve istismar etmek için ifade özgürlüğünden faydalanmaktadırlar. Ne söylerlerse söylesinler, o kişiler bizi temsil etmemektedir. Ancak çok uzun süredir ılımlı çoğunluğun toplu eylem gerçekleştirmedeki eksikliği, tartışmanın duyarlılığın ve matığın değil, seslerini en yüksek çıkaranlar tarafından hükmedilmesine olanak vererek meydanın radikallere kalmasına bırakılmaına sebep olmuştur. Artık yeter. Şimdi bizim için, barışsever ve ılımlı olan çoğunluk için haklı bir şekilde merkezdeki yerimizi geri alma zamanıdır. Radikalizm ve şiddet karşısında öylece beklemeyi ve sessiz kalmayı göze alamayız. Sesimizin – sadece ılımlı Müslümanların değil, ılımlı Hıristiyanların, ılımlı Hinduların, ılımlı Musevilerin, ılımlı ateistlerin vb. seslerinin duyulmasını sağlamalıyız. Bu seslerin yükselmesi radikallerin sesini bastırmak için yeterli olacaksa, dünyanın her köşesinden duyulması gerekir. Bu yüzden geçen sene Birleşmiş Millerler Genel Kurulunu küresel bir “Ilımlı Hareket “ oluşturmada bana katılmaya davet ettim. Radikalizmin her biçimiyle ortadan kaldırılmasının önemini anlayan bir tek ben değilim ve çağrım çok geniş destek buldu – geçen ay Milliyetler Topluluğu Ülkeleri Toplantısında nihai bildiride bu konsept dahil edildi ve Dış İleri Bakanı Clinton da sözleriyle destek verdi. 27 Artan uluslar arası desteğe bu durumdan en iyi şekilde yararlanmalıyız. Bu yüzden bugün Uluslar Arası Küresel Ilımlı Hareket Konferansı’nın açılış töreninin gelecek sene 17-19 Ocak arasında Kuala Lumpur’da gerçekleşeceğini bildirmekten mutluluk duyuyorum. Malezya Uluslar arası İslam Üniversitesi Öğrencileri tarafından düzenlenen bu etkinliğe hepinizi davet etmek ve Küresel Ilımlı Hareket Vakfının resmi kuruluşunu görmek benim için bir onurdur. Bununla birlikte, bu ılımlılık hareketi bizler – hükümet liderleri, ticaretin, kiliselerin ve üniversitelerin önde gelenleri olarak, bunu bir akademik uygulama olarak görmezse başarısız olacaktır. Hayal dünyasında yaşamayı ve tartışmaları askıya almayı ve “bir şeyler yapılmalı” iddiasını ileri süren tozlu dosyaları açmayı göze alamayız. Gerçek bir eylemde bulunmalı, gerçek bir değişim sağlamalıyız. Ve bunu, çoğunluğun söylediklerini göz ardı edersek gerçekleştiremeyiz, çünkü insanların uğraştığı sorunları anlamazsanız, basit, ama tehlikeli, çözümler sunan radikaller için kolay bir av haline gelirler. En önemlisi hükümetler, örnek davranışlarda bulunmalı. Eylemlerimiz bizi orta yoldan uzaklaştırıyorsa diğerlerden nasıl ılımlı olmalarını bekleyebiliriz? Bu nedenle çok değil, iki sene önce Başbakan olduğumda 21. yüzyılın ekonomik, siyasi ve sosyal zorluklarına karşı kendimizi hazırlayarak ve tüm Malezyalıların çıkarına olan ekonomik büyüme yolunu açarak Malezya’yı dönüştürmeye ve ıslah etmeye koyuldum. Endüstrileri özgürleştirdik, bürokrasiyi kaldırdık, yabancı şirketlerin yatırım yapmasını ve Malezyalı şirketlerin büyümesini kolaylaştırdık. Bunu Ekonomik Dönüşüm Programı olarak adlandırıyorum ve şimdiden gerçek anlamda sonuç vermeye başladı – Dünya Ekonomi Forumuna göre Malezya şu anda Asyanın beşinci ve dünyanın 21. en rekabetçi ulusu. Dünya Bankasının “İş Yapma Kolaylığı” endeksinde Almanya, Japonya ve İsviçre’nin üzerinde yer alıyoruz. Asgari maaş planları Parlamento’da görüşülüyor ancak kişi başına gelir şimdiden hızla artıyor ve 2020’ye kadar 15,000 $ olma yolunda. Neredeyse 400,000 iş kuruldu ve gelecek birkaç yıl içinde 3 milyon işin daha kurulması bekleniyor. Etkin bir sorun olan fakirlik gerçek anlamda ortadan kaldırıldı. Devlet Dönüşüm Programı ile devlet kurumlarının çalışma şekillerinde de kalıcı reformlar yapmaya başladım. Uluslar arası uzmanlar, yolsuzluk seviyesinin hızla düştüğünü bildiriyor. Suç oranı düştü, istihdam arttı. Çok daha fazla kişi trafik sıkışıklığını ve kirliliği azaltan toplu taşımayı kullanıyor. Bu yukarıdan merkezi planlamaya dayatılan bir program değildir. İlk baştan beri önceliklerinin ne olduğunu bulmak için onları dinleyerek ve izlenecek en iyi yolu belirlemek için bunları uzmanlarla bağlantı kurarak Malezya halkını birinci sıraya koyduk. Bu değişikliklerin desteklenmesi, son altı ayda başlanan benzeri görülmemiş bir sosyal program ve siyasi reformdur. Koloni dönemindeki İç Güvenlik Anlaşması gibi demode güvenlik yasaları uluslar arası açıdan en iyi uygulamaların model alındığı modern anti-terörizm kanunlarıyla değiştiriliyor. Gazetelerin yayın ruhsatlarını her sene yenileme zorunluluğu kaldırılıyor. Sansür kanunları, konuşma özgürlüğü tehlikeye atılmadan ve siyasi çekişme engellenmeden geleneksel değerlerimizi koruyabileceğimiz şekilde revize ediliyor. Ve seçim reformu taleplerini incelemek ve her Malezyalının oyunun sayılmasını sağlamak için ne tür adımlar atılması gerektiğini görmek için iki partili bir panel oluşturdum. 28 Malezya için, bizi ulusa kalıcı zarar verebilecek aşırılıklardan – sosyal, siyasi ve ekonomik – uzaklaştıran ılımlı bir yol planı çiziyorum. Bu reformlar, diğer ülkeler tarafından şimdiden izlenen ve Libya, Mısır, Tunus ve diğer ülkelerdeki yeni demokrasilerin liderleriyle paylaşmaktan mutluluk duyacağım detaylı bir ulusal dönüşüm planıdır. Bu gibi karşılıklı öğreti ve anlayış, daima Doğu- Batı Merkezinin amacı olmuştur ve APEC’in bu zor günlerde Asya-Pasifik bölgesine gerçek anlamda getirebileceği şey de budur. İnsanlar “Asya-Pasifik” derken genellikle bunun sadece Güney-Doğu Asyadaki nispeten küçük bir avuç ulusu kapsadığını düşünme hatasına düşüyor. Aslında bölgemiz dört kıtayı kapsamakta ve iki düzineden fazla ülkeyi çevrelemektedir. Kıyıları Pasifik ve Güney Çin Denizi’nin sularıyla sarılı uluslarda nerdeyse üç milyar insan yaşamaktadır. APEC’in kendisinin 21 üyesi vardır ve bu hafta çok uzaklarda bulunana Rusya, Şili, Yeni Zelanda ve Kanada’dan delegeleri bir araya getirecektir. Asya-Pasifik, uç noktalardan ve zıtlıklardan oluşan bir bölgedir. Alaska’nın donmuş çorak topraklarında dünyadaki en soğuk hava yaşanırken, Avustralya’nın yakıcı çölleri en sıcak havalara ev sahipliği yapmaktadır. Atacama’nın geniş toprakları en ıssız topraklar arasında yer alırken Tokyo’nun tıklım tıklım caddeleri dünyadaki en yoğun nüfusa sahip yerleri arasındadır. Sahip olduğumuz ortak şey büyük Pasifiktir, bu yüzden APEC’in burada Hawaii’de, okyanusun tam orta yerinde bir araya gelmesi mümkündür. Yüzyıllarca bu adalar Doğu ve Batı arasında seyahat eden deniciler için bir durak noktası olmuştur. Bugün, APEC liderleri toplantısının yer almasıyla, çok farklı ancak paylaştığı çok şeyi olan dünyanın iki ucu arasında sembolik bir köprü oluşturmaktadırlar. APEC liderleri son biraya geldiğinde, sadece “güçlü, dengeli ve sürdürülebilir bir büyüme meydana getirmek için ortak çıkarlardan oluşan bir ortaklık oluşturursak” 21. yüzyılın zorluklarıyla başa çıkabileceğimiz düşüncesi kabul edildi. Küresel ekonominin bugün karşılaştığı tehlikelere bakarsak, bu ortaklığın her zamankinden daha fazla önem taşıdığı görülüyor. Küresel GSYİH’in yüzde 60’nın APEC uluslarının elinde bulunmasıyla, dünyayı daha fazla destekleme konusunda büyük bir sorumluluğa, hiçbir ulusun tek başına taşıyamayacağı bir sorumluluğa sahibiz – bu sorumluluğu sadece omuz omuza verirsek taşıyabiliriz. APEC platformunu, sadece kendi halkımıza değil, Afrika, Avrupa ve Asya’nın geri kalanındaki insanlara da yardım edecek anlamlı bir işbirliği ve bağlılık oluşturmak için kullanmalıyız. Onları yüz üstü bırakamayız, bırakmamalıyız. Bayanlar ve baylar, İki yüzyıldan daha fazla bir süre bu ülke, en mütevazı çiftçiden en büyük lidere kadar her Amerikalının iyileştirilebileceği ve iyileştirilmesi gerektiği isteği, umudu ve inancıyla yönlendirildi. Amerikayı her şeyin mümkün olduğu bir toprak, Kansas’lı bir anne ve Kenya’lı bir babadan doğma Hawaii’li bir çocuğun sadece büyüyüp başkan olma hayalini barındırmadığı, bunu gerçek anlamda gerçekleştirdiği bir yer yapan, kurucuların getirdiği ve müteakip nesiller tarafından devam ettirilen bu kendini geliştirme arzusudur. Ancak bizler 21. yüzyılın ikinci on yılı içerisine girerken bu istek ve arzu artık Birleşik Devletlerle kısıtlı kalmıyor. Dünyamız, her yeni gün doğumu 29 sarsılmaz görünen kurumlara karşı çıkan radikal bir değişim getiriyormuşçasına sürekli değişen bir devlet gibi görünüyor. Arap Baharı, onlarca yıllık diktatörlükleri ortadan kaldırarak ve yeni bir demokrasi dalgası oluşturarak Kuzey Afrika ve Orta Doğuya hızla yayıldı. Euro bölgesi ekonomileri, dünyanın en güçlü para birimlerinden bir tanesi olan Euro’ya yönelik büyük bir tehditle karşıya karşıya Ve uluslar arası toplumun stratejik odağı Kuzey Atlantik’den uzaklaşarak Doğuya doğru kayıyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı 25 yaş altında ve bunların büyük bölümü Afrika ve Asya’da yaşıyor – aslında dünya nüfusu 31 Ekim’de yedi milyarı geçti. Bu genç insanlar gerçek anlamda ilk küresel nesli temsil ediyor ve geçmişteki yöntemlerle tatmin edilemezler. Okyanuslarla ayrılan ancak Twitter ve Facebook ile birbirine bağlanan, dünyanın her köşesindeki bu genç insanlar dünyanın sunması gereken şeyi gördü ve Amerika’da ki gibi herkesin sadece hayal kurmakla kalmayıp bir rüyayı gerçeğe dönüştürmeye cesaret edebileceği küresel bir toplum oluşturmamızı istiyorlar. Arkamızda bu arzuların gerçekleştirilebileceği barış dolu, ılımlı ve uyumlu bir dünya bırakacaksak, sadece politikalarımızda ve ekonomilerimizde ıslahat yapmak yeterli değildir- düşünüz biçimimizde ıslahat yapmalıyız. Doğuyu Batıya karşı bitmek tükenmek bilmez bir yarışa sokan, dünyaya yalnızca çatışma getiren o eski bölücü felsefeyle ilgilenmiyorum. Son olarak, doğu ve batı bir adam tarafından oluşturulan bir harita üzerindeki salt konseptlerdir – toplumlarımızı ayrı varlıklar olarak tutarak dünyayı çevreleyen bir bölme yoktur. Ve bu ayrımı yaratabiliyorsak, onu ortadan kaldırabiliriz de. Şimdi, Doğu ve Batının yan yana olduğu, birbirinden öğrendiği ve birleşik bir cepheyle modern dünyanın zorluklarına göğüs gerdiği yeni, ilerici bir görüş oluşturma zamanıdır. Çünkü birlikte daha güçlüyüz, birlikten kuvvet doğar. Teşekkür ederim. 30 6 17 Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur, Kuala Lumpur Kongre Merkezi’ndeki Küresel Ilımlı Hareket Konferansının açılış konuşması Bismillahirrahmanirrahim Prens Hazretleri, ekselansları, bayanlar ve baylar, değerli konuklar. Bugün sizleri birinci Küresel Ilımlı Hareket Konferansında bir araya getirmekten mutluluk duyuyorum – Pek çoğunuzun burada olmak için binlerce kilometre yol kat ettiğinizi biliyorum ve ortak amacımıza bağlılığınız ve kendinizi adamanızdan dolayı sizlere teşekkür etmek istiyorum. Malezya’da bir deyiş vardır, takkenalmakatakcinta, “bilmediğimiz şeyi sevemeyiz” anlamına gelir – ve gönülden umudum odur ki gelecek bir kaç gün boyunca birbirimizi daha iyi tanıyacak ve daha çok seveceğiz ve bu karşılıklı empati ve anlayışı bütün yönleriyle aşırıcılığı yenmek için kullanacağız. Burada Malezya’da ılımlılık, daima tercih edilen yol olmuştur. 1957’de İngilizler’den bağımsızlığımızı nasıl geri kazandığımızın; 1965’te Endonezya ile ilişkilerimizi nasıl eski haline getirdiğimizin; 1967’de ASEAN’ın kurulmasına nasıl yardım ettiğimizin, 1969 Mayısındaki trajik olayları nasıl atlattığımızın, 1972’de Çin’le nasıl yakın ilişki kurduğumuzun ve 1993 ve 2009’da çığır açan ASEAN güvenlik ve ekonomik topluluklarını nasıl oluşturduğumuzun bir kanıtıdır. Her biri ülkemiz için çok önemli bir andır ve hepsi mantığa dayalı müzakereler ve münazaralar yoluyla kazanılmıştır. Ancak Malezya’nın kendi başarılarının ötesinde ılımlılık, insanlığın doruk noktalarının fıtratı, veya özüdür; dünyadaki tüm medeniyetlerin üzerine kurulduğu sağlam temel kayasıdır – o olmadan uzun süre önce epikürcü zevk ve sefaya yenik düşmüş olurduk! Yine de ılımlılık sadece irade, disiplin ve tahdidin değil, kabullenme, özgürlük, hoşgörü, merhamet, adalet ve barışın savunulmasına dayanmaktadır. Ilımlı olmak zayıf, tavizkar olmak veya bayağılığın kurumsallaştırılması demek değildir. Ve kendimizi tamamıyla adamamız gereken bu şeyleri gönülsüzce yapmak da değildir. Bazılarımızın inandığı gibi bir zayıflatma ideolojisi olmanın tersine ılımlılık, -kendimizinkilerin yanı sıra diğerlerinin ihtiyaçları, bastırılmışlıkları ve endişeleriyle ilgilenerek – ileri gitmemize ve kalıcı bir iz bırakmamıza izin verir. Robert F. Kennedy’nin kelimeleriyle, “insanlık tarihi cesaret ve inancın sergilendiği sayısız farklı eylemle şekillenmiştir. Bir adam ne zaman bir ideali savunsa veya diğerlerinin payını arttırmaya çalışsa veya adaletsizliğin karşısında dursa, küçük bir umut dalgası yayar ve bir milyon farklı enerji ve cesaret merkeziyle karşılaşan bu dalgacıklar en yüce baskı ve direniş duvarlarını sürükleyebilecek bir akıntı oluşturur.” Bu, bayanlar ve baylar, bugün burada oluşturacağımız akıntıdır – ve hiçbir hata yapmadan özellikle küresel tarihimizdeki sıkıntılı zamanlarda bir araya 31 gelelim. Savaşın yeni yüzleri olan önceden tahmin edilemeyen boyutlardaki küresel mali kriz ve doğal afetler daha önce karşılaştıklarımıza benzemeyen sorunları önümüze sermektedir. Ancak bu zorluklarla yüzleşmeliyiz ve bu değişikliklerin üstesinden gelmek için seçtiğimiz yol ortak medeniyetimizin geleceğini önemli ölçüde etkileyecektir. 2011’de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da gözler önüne serilen olayların boyutu ve hızı zaman zaman bunaltıcıydı ancak kaos ve karışıklık yerini sükunete bırakırken tüm dünya – bu boşluğu doldurmak için çevremizi saran aşırıcılığa kurban gitmek yerine – bu ülkelerin ve insanların kendilerine daha fazla ifade özgürlüğü verecek barışçıl, demokratik bir ılımlılık oluşturabileceği umudu üzerinde birleşti. Başka bir yerde Nijerya Hıristiyan ve Müslüman toplulukları arasındaki ölümcül çatışmalara şahitlik etti. Ancak Nijerya hükümeti, bu gibi davranışların devam etmeyeceğini ve inançları gasp edenler için sonuçların şiddetli olacağını açıkça belirtti. Çünkü asıl ayrım Müslümanlar ve Gayrimüslimler veya gelişmiş ve gelişen dünyalar arasında değil, ılımlılar ve radikaller arasındadır. Bu yüzden hepimiz, her birimiz bir seçim yapmalıyız: bir tarafta husumet ve şüphe ve diğer tarafta birbirinin dünya görüşünü sürekli anlama çabası arasında bir seçim. Elbette hiçbir zaman bizi ayıran okyanusların ve körfezlerin bize diğerlerinin çatışmalarından muaf tuttuğunu düşünmemeliyiz. Afrika’da yaşanan gerginliklerin veya Amerika’da ifade edilen ağır sözlerin yalnızca orada yaşayanlar için değil hepimiz için ağır sonuçları olabilir. Günümüz bilgi süper otobanı dünyasında bu gibi çatışmalar hızla dolaşabilir – ve gerçek hiç kimsenin tekelinde değildir. Tabiki – her ne kadar bu başarıda büyük pay sahibi olmak güzel olsa da! – kendi Küresel Ilımlı Hareket çağrım gibi çağrılan yeni birşey değildir. Ilımlılık çok eski bir değer ve doğruca büyük dinlerin kalbine giden bir değerdir. İslam dininde Hz. Muhammed “herşeyin en iyisi orta olandır” şeklinde öğüt verir; Hıristiyanlıkta İncil’de “uysallığınız bütün insanlarca bilinsin” denir; ve Musevilikte Tevrat, en gerçek Musevi geleneği anlayışında ılımlılığın her varlıkta bir “yaşam şekli” olduğunu öğretir. Ancak ılımlılık uzun yıllar öce dünya dinlerinde yer edinmişse, bunun tersi doğrudur: aşırıcılık hiçbir zaman camilerimizde, kiliselerimizde, sinagoglarımızda ve tapınaklarımızda hoş karşılanmamıştır. Nefreti idame ettirmek, doğası gereği, geniş kitlelerce benimsenen ahlak anlayışına ters düğen boşuna bir uğraştır – ve aşırıcılığı güçlü bir tehdit kılan, başını toprağa gömerek diğerlerinin görüşlerini ve değerlerini kabul etmeyi reddeden zincirinden kurtulmuş bu tehlikeli düşmanlıktır. Hal böyleyken doğruluk tekrar tekrar zafer kazanmıştır. Tarih, aşırıcılığı benimseyenler tarafından değil, inançlarından vazgeçmeden doğru olan ılımlılık yolunda kalan kişiler tarafından yazılmıştır. Hepimiz Mahatma Gandhi, Nelson Mandela ve Aung San SuuKyi’nun iradesinin ve önderliğinin olağanüstü gücünü iyi biliyoruz ancak bir ilham kaynağı olmak için bir dünya lideri olmanız gerekmez. Ilımlılar direndikleri heryerde bir fark yaratabilir – ve şimdi yüksek kademelerde bulunan ılımlıların topluca aşırıcıların karşısında durması ve tek bir nefeste, etrafta çınlayan net bir “hayır” demelerinin zamanıdır. Çünkü bir şey çok açıktır: dünyayı zorla aşırı görüşlerden kurtaramayız. Şiddetten şiddet doğar – bu yüzden yapabileceğimiz en iyi şey nefretin sesini susturarak değil, mantığın sesini daha yüksek çıkararak hoşgörüyü ve anlayışı beslemektir. İkna, müzakere ve işbirliği: husumet ve suiniyet karşısındaki silahlarımız bunlar olmalıdır. 32 Bayanlar ve Baylar, Bugün buradaki konuşmacılar ve delegeler, tüm kıtalardan ve her kesimden uzmanları ve aklı selim liderleri kucaklayarak her anlamda çeşitlilik oluşturmaktadır. Bu, bence, yalnızca tek bir şey ifade etmektedir: aşırıcılık, belli bir noktada her ülkeyi, her mesleği ve herkesi etkilemiştir. Hiç kimse dokunulmaz, hiçbir yer girilmez ve hiçbir şey sınırların dışında değildir – bu basit sebepten ötürü radikaller, toplamcı dünya görüşleriyle, kutsal ya da dünyevi hiçbir kurumun el değmeden kalmasını istemez. Radikallerin, aşırı basitleştirme, yanlış tanıtım ve düpedüz yalanlarla karakterize edilen bir dizi Mesihsi ideal olan ortodoksilerle hareket etmektedir. Tüm dinlerin gerektirdiği gibi yaşamın kutsallığını kutlamaktan ziyade aşırıcılar, öbür dünyanın ihtişamını vurgular. Farklılığı aramaktan ve kucaklamaktan ziyade cehaleti, hoşgörüsüzlüğü ve içgözlemi benimserler. Ve Değişimi kucaklamaktan ziyade ilerlemeye sırt çevirerek ve daima aynı kalan idealleştirilmiş bir dünyaya sığınarak değişimden ve bunu gerçekleştirenlerden korkarlar. Aşırıcılığı özü, ve belki de çekiciliği, belirgin basitliğidir – bu yüzden bu herkesçe bilinen gerçekleri şeytanlıkla, kurnazlıkla ve gayretle sorgulamak için bunun gibi hareketlere ve toplantılara katılırlar. Bayanlar ve Baylar, Aşırıcılık ve aşırıcı hareketlerden konuşmak korkunç cinayet, kargaşa ve ızdırap görüntülerini akla getirir ancak aşırıcılık daima şiddete başvurmaz – ve kendimizi riske atarak açıklayacağımıza inanıyorum. Örneğin yakın tarihte en aşırı yine de görünüşte şiddet içermeyen olaylardan bir tanesini ele alalım: küresel mali kriz. 9/11’in hemen ardından dünya çapında yayılan şok edici şiddet görüntülerine – bir nesli yaralayan ve kollektif dünya bilincini dağlayan devasa ölçekli yıkım sahnelerine kıyasla bir kaç yıl sonra başka bir Eylül sabahı Lehman Brothers önünde çekilen fotoğraflar daha sıradan, hatta daha alışıldıktı. Gergin ve endişeli genç bir kadın kişisel eşyalarını bir kutu içerisinde şirket merkezinin dışına taşıyor. Hızlı bir şekilde yürüyen gözden düşmüş bir yönetici lüks arabasına atlıyor ve hızla uzaklaşıyor. Hiçbirisi olağandışı veya nahoş değil – hal böyleyken tek bir kurşun ateşlemeden Wall Street’in aşırılıkları ve abartıları bir kaç gün içinde dünyayı bildiğimiz gibi felaketin eşiğine getirecek. Dört yıl ileri sarıyoruz ve ufukta bir ışık görünmediği oldukça açık. Euro bölgesi hala krizde. Saymakla bitmeyecek milyonlarca kişi işlerini, evlerini ve güvencelerini kaybetti. İnsani giderlere ek olarak şimdiye kadar kurtarma planına 14 trilyon ABD $’ı – Afganistan ve Irak’taki savaşların toplam maliyetinin on katı harcandı. Şayet ılımlılık çağrım idealistik ise, makul düşününce aynı zamanda realistik de. Pek çok büyük İslam bilgini, dini, kültürel, siyasi, etik ve ekonomik dünya görüşü olarak İslam’ın bugün karşılaştığımız en büyük zorluklardan bazılarını çözmeye nasıl yardım edebileceği ile ilgilenmişlerdi ve bunlar benim de ilgimi çeken sorular – ılımlılık acımasız aşırıcılık çözmenin yanı sıra bu küresel ekonomik krizde bize nasıl yol gösterebilir. Thomas Jefferson bir defasında şöyle demiştir: “çıkarcı ticaret ruhu hiçbir ülke tanımaz ve kazançtan başka hiçbir ilkeye tutku duymaz.” Bu, Lehman’ların 33 devrilmesinde sonraki aylarda ve yıllarda pek çok kez tekrar değerlendirilmiş bir anlayıştır. Önemli bir figür olan Papa küresel mali krizin suçunu “ekonomik faaliyet için sağlam bir etik temelin eksikliğine” yüklemiştir. İngiltere’nin Hahambaşı Jonathan Sacks, “hiç kimse izlemiyorken dahi neyin sağduyulu ve doğru olduğu duygusuyla hareket edecek” çalışan, bankacı ve hissedarlara gerek duyulduğu yazmıştır. Ve benim gibi Müslümanlar için İslami finans yapısı ve ilkeleri uzun süre önce halkı kişisel kazancın üzerinde tutmuştur. Öyleyse nasıl azınlığın değil çoğunluğun çıkarlarına çalışan gerçek anlamda ılımlı bir küresel ekonomi oluştururuz? Nasıl eşitliği sadece üst tabakaya değil de “yüzde 99’a” dağıtacak bir sistem tasarlayabiliriz? Oldukça basit, pazardaki işletmelerin daha fazla değerden uzak veya değer taşımayan bir şekilde çalışmasına izin veremeyiz. Hepimiz biliyoruz ki pazarlar küresel refahı ve sürdürülebilir, sabit büyümeyi ortaya çıkarmanın tek yoludur – ancak kontrol edilmediklerinde oluşturabilecekleri haksız, adaletsiz sonuçları ve küresel mali sistemi dize getiren pervasız ekonomik uygulamaları ortadan kaldırmalıyız. Kaldıraçlı olarak alınan risklerin çok büyük oranda arttırılması. Akıllara durgunluk veren kredi temerrüt takası. Düşük gelirlilere yüksek faizli krediler verilmesi. Bazı çılgın bilim adamlarının yarattığı canavarlar misali bu yeni ve yeterince anlaşılmamış mali uygulamalar Wall Street’i kasıp kavurmuş ve arkalarında harap olmuş milyonlarca hayat bırakmıştır. Ancak bu coşkuyla ve kendi zenginliklerinden başka birşeyi çok az düşünerek işe koyulan adamlar, kadınlar, bankacılar ve tacirler ne durumda? Bir dizi suçlu vesikalığı son yıllarda giderek alıştığımız aşırıcıların “dolandırıcılar albümünde” çok farklı görünecektir – esmer tenli, sakallı ve komando pantolondan ziyade jilet gibi takım elbiseli, masa başı ve sinek kaydı tıraşlı. Bu, aşırıcılık hakkında bize anlatılan herşeye zıt düşmektedir – ancak önemli bir soruyu da gündeme getirmektedir: aşırıcılar nasıl görünür? Onları nasıl tanıyabiliriz? Cevap tabiki aşırıcıların, aşırıcılığın kendisi gibi pek çok şekle büründüğüdür – ve onları sadece davranışlarından tanıyabiliriz. Dünyanın son zamanlarda sıklıkla gerçekleştiğini gördüğümüz, aşırıcılığın ve İslam’ın aynı kefede ele alındığını hatırlayacağına inanıyorum. Örneğin 9/11’in neticesinde Güneydoğu Asya, dünyada sayıca en fazla Müslümana sahip olduğundan ‘ikinci cephe’ olarak görüldü. Hal böyleyken terörizm burada, dünyanın diğer kısımlarında elde ettiği aynı etkiyi hiçbir zaman kazanamamıştır. Ve büyük bir kötülük geçen sene Norveç’i ziyaret ettiğinde sözde uzmanlar, tamamen Müslüman radikallerin işaretlerini taşıdığını ileri sürmek için radyo ve televizyon yayınlarını doldurdu. Hızlı bir şekilde korkunç gerçeğin çok farklı olduğunu keşfettik, yine de tüm dünyadaki siyasetçiler, gazeteciler ve yorumcular terörizm ve İslam’ın aynı paranın iki yüzü olduğu fikrine bağlı kalmaya devam etmektedir. Timothy McVeigh toplu katliamı Oklahoma City sokaklarına taşıdığında, hiç kimse tüm Hıristiyanların bir şekilde sorumlu olduğunu ileri sürmedi. Bunu yapmak haklı olarak saçma görülecekti, ancak bugün dünyadaki 1.3 milyar Müslümanın kendilerini içerisinde buldukları durum budur. Bu nasıl oldu? Küçük bir Müslüman azınlık tarafından gerçekleştirilen aşırıcılık hareketleri nasıl İslam inancının tamamının gerçek bir yansıması olarak algılandı – ve tüm inançlı ve inançsız kişiler tarafından hergün tüm dünyada işlenmekte olan aşırıcılığı nasıl gölgeledi? Böyle habis görüşler tartışılmadan bırakılamaz – ve pek çok kişinin yaptığı gibi aşırıcılığın özümünün basitçe daha 34 fazla Müslüman’ın sesini yükseltmesi ve konuşması olduğunu söylemek yeterli değildir. Tüm ülkelerdeki tüm dinlerin ılımlılarından ve her kesimden bunu duymamız lazım – ve bunu yaptığımızda herkesin görebileceği barış ödülü orada durmaktadır. Bayanlar ve Baylar, Malezya uzun zamandır aşırıcılıkla değil, ılımlılık, hoşgörü, kapsayıcılık ve hatta kabullenme ile eş anlamlıdır. Azımsanmayacak sayıda Hindu, Budist, Hıristiyan, Taoist ve Sih topluluklara sahip çoğunluğu Müslüman bir ülkede “farklılığın değerini” iyi biliyoruz. Pek çok etnik grup, pek çok din var ancak ılımlılık değerleri ve 1Malezya ruhunda öngörülen uyumlu ve gerçek anlamda birleşmiş bir millet olma için durmaksızın mücadele ediyoruz. Farklılıklarımıza tahammül etmekten ziyade onları bilfiil kucakladığımız zaman en iyi ve en güçlü ülke olacağımızı biliyorum – ve birinci Küresel Ilımlı Hareket toplantısında bir araya gelmemiz de bu ruh sayesindedir. Ancak gerçek anlamda küresel bir hareket yukarıdan zorla dayatılamaz – bu yüzden tüm ülkelerde ve toplumda cehaletin, sahteliğin ve korkunun üzerinde gerçeğin zaferini uyandırmalıyız. Bayanlar ve baylar, Ortak amacımızı geliştirmek için bugün burada Malezya’da ileride her yönüyle – demokrasiye saygı, hukukun üstünlüğü, eğitim, insan haysiyeti ve sosyal adalet – ılımlılığın ve dengenin peşinden gidecek olan, Başbalanlık Ofisi’nin bir parçası olarak çalışan Wasatiyyah Üniversitesi’nin kuruluşunu ilan etmekten memnuniyet duyuyorum. Büyük bilgin Al-Imam IbnulQayyim’ın kelimeleriyle, wasatiyyah – ılımlılık veya ‘denge’ – “ne çok müsamahakar ne de çok aşırı olmak iki dağın arasındaki bir vaha gibidir”, ve gelecekte bu gibi daha pek çok bilgini cesaretlendirmek için vakti gelince yöneticisi ilan edilecek, Malaya Üniversitesi altında çalışan akademik Wasatiyyah Kürsüsü’nü de oluşturulacağız. Bu çalışmaya uluslararası düzeyde önayak olmak adına bilginin kampanya materyallerinin konsolidasyonu kamu ve sivil toplum kuruluşları gibi aşırıcılığa karşı savaşa katılmak isteyen herkese bunların dağıtılması için ilk merci merkezi olarak yeni Küresel Ilımlı Hareket Vakfı’nın kuruluşunu ilan etmekten mutluluk duyuyorum. Tabi ki Malezya’nın özel bir girişimi olmasından ziyade KIH’in Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı gibi küresel diyalog ve işbirliğine yönelik diğer girişimleri tamamlayıcı olması esastır. Bu, korkaklara yönelik bir kampanya olmayacak ancak bu anın en çok bağıran en çok kazanır mantığındaki aşırıcılar tarafından ele geçirilmesine izin veremeyiz. Barışın büyük savunucusu Mahatma Gandhi’nin sözleriyle, “göze göz düşüncesi bütün dünyayı kör bırakır” – bu yüzden aşırıcıların çekiciliğini ortadan kaldırmak ve bastırılmışlığın hissedildiği yerde bunlara kulak vererek ve konuştukları zaman onların sesini duyarak sınırlardakilerin orta yol için tutunacak bir zemin olduklarını inkar etmek için her yerde dik ve gururlu durmak ılımlılara düşmektedir. Elbette bu açılış konferansının beyin fırtınası yapmamız, münazara etmemiz ve önümüzdeki somut zorluklardan bazılarını araştırmamız için bir fırsat sağlayacağını umuyorum – mesela: Bir dizi firkin ve değerin gerçek anlamda küresel bir harekete dönüşmesi neyi gerektirir? Ilımlılığı, dış politika kararlarımıza 35 ve yurt içi ekonomik önlemlere nasıl aşılayabiliriz? Ve anlayış, hoşgörü ve barışa nazaran birbirimizden ne öğrenebiliriz? Bayanlar ve baylar Belki ben terörden, hoşgörüsüzlükten ve insanın insana çektirdiği tüm nefretten ve sefaletten uzak bir dünya umut edecek kadar naifim – ancak küçük düşünürsek başarısızlığın bedeli çok yüksektir. Bu yüzden büyük hayaller kurmaya cüret edelim, bir zamanlar hayal bile edilemeyeceği düşünülenleri hayal etmeye cüret edelim ve evet, bu açık eylem çağrısına cevap vermeye cüret edelim. Baskı ve tiranlık sadece iyi kadınlar ve erkekler hitabeti eyleme ve fikirleri fiiliyata dönüştürmeyi istemeyerek kayıtsız kalırsa kazanabilir. Bu yüzden bugün burada, birlikte, kendimizi değişmeye ve günümüz için yeni bir ılımlılar koalisyonu kurma görevine koyulmaya adayalım – ve bir kez daha buraya geldiğiniz için size teşekkür etmek ve gelecek bir kaç gün boyunca müzakerelerinizde sizlere başarılar dilemek istiyorum. Daha önce bu kadar önemli bir görüşme hiç gerçekleşmemişti ve bu görevi itidal, metanet ve cesaretle üstlenmeliyiz. 36 7 12 Nisan 2012 tarihinde İngiltere Başbakanı Saygıdeğer Hon David Cameron’un huzurunda Nottingham Üniversitesi, Malezya Kampüsü’nde verilen konuşma SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK Tünaydın, İngiltere Başbakanı, Saygıdeğer David Cameron, siz değerli konuklar, baylar ve bayanlar, hepiniz hoş geldiniz. Başbakan David Cameron bir kaç hafta önce beni aradığında bana söylediği ilk sözlerden biri ‘Küresel Ilımlı Hareket’te sizinle aynı platformu paylaşmak istiyorum’ oldu. Ve bugün sözünü tutmaktadır, Küresel Ilımlı Hareketle ilgili konuşmak için bugün burada aynı platformu paylaşıyoruz. Başbakan David Cameron’un Malezya’yı ve Nottingham Kampüsünü ziyaret etmeye karar vermesi beni çok memnun etti. Tabi ki bu benim de öğrenim gördüğüm okul. Malvern ve Nottingham’a gittim. Başbakan David Cameron çok daha kötüsünü yaptı: Eton ve Oxford’a gitti. Ve bugün Küresel Ilımlı Hareketle ilgili konuşacağız ancak Küresel Ilımlı Hareket konusuna geçmeden önce ülkelerimizin ne kadar çok ortak yönü olduğunu hatırlatmak istiyorum. Yolun solundan – veya yanlış tarafından – araç sürüyoruz ve böyle yapmaya da devam edeceğiz. Aynı hukuk sistemine sahibiz; Westminster’imiz var. Parlamenter demokrasiye sahibiz. Aslında bu Westminster tipi bir demokrasidir. Tabi ki, onlar gelişti. Beş yıllık sabit süreli görev süresinde karar kıldılar. Ama biz hala eski sisteme sıkışıp kaldık. Bu yüzden benim yararıma veya zararıma olabilecek gelecek seçimlerin ne zaman olacağına karar verme özgürlüğüne sahibim – bekleyip göreceğiz. Fakat çok ortak noktamız var. Tabi ki futbol, Malezya’da büyük bir olaydır ve arabada David Cameron’a dedim ki dünyada İngiliz futbolunun izleneceği en güzel yer tam burası, Malezya’dır. İnsanlar futbola aşırı tutkuludur; ben Manchester United’ın tutkulu bir taraftarıyım. İlginizi çektiğimi düşünüyorum. David’i ve desteklediği takımı, Aston Villa’yı mahcup etmek istemem ama sanırım Manchester United bir kaç gün içerisinde Aston Villa ile tekrar karşılaşacak, bu yüzden ne olacağını göreceğiz. Burada pek çok şeye sahibiz. Buradaki İngiliz markaları gibi şeylerden bazılarının esasını öğreniyoruz: Rolls Royce, hatta Marks & Spencer burada. Marks & Spencer’ı Marks & Sparks olarak tanımladığımda bazı Malezyalılar hata yaptığımı düşündü. Ama aslında İngilizlere göre Marks & Sparks, Marks & Sparks’tır, Malezyalılara göre ise Marks & Spencer’dır. Şayet bilmek isterseniz sayın Başbakan İngiliz mizahı burada takdir görmektedir. Kişisel olarak en sevdiğim programlardan bir tanesi tabi ki Emret Bakanım ve Emret Başbakanım’dır. Bazı sözler alıntılanmaya değerdir. İlk bölümlerden birinde Bakan Hacker’in ofise girdiğini ve Bernard’la arasında şu konuşmanın geçtiğini hatırlıyorum, ‘Efendim, mektuplarınızla ilgileneceğiz’. ‘Ne şekilde?’ ‘Ya ‘gözden geçireceğiz’ ya da ‘ciddi şekilde gözden geçireceğiz’ şeklinde yanıt vereceğiz’. Oldukça şaşırmış bir şekilde Bernard’ı sorgular ve 37 şöyle der, ‘Ne farkı var?’ ‘Efendim, mektubunuzu gözden geçireceğiz dediğimizde bu mektubunuzu kaybettik demektir. ‘Mektubunuzu ciddi şekilde gözden geçireceğiz’ dediğimizde ise bu mektubunuzu arıyoruz demektir.’ O kadar ki işlerin bürokrasiyle nasıl halledileceği açısından bu üzerime yapıştı. Bu tür alaycı mizahtan çok hoşlanıyorum. Bir arkadaşım – geçmiş hayatımda – beni Londra’da ‘White’s’ adındaki harikulade kulübe götürdüğünde ona tabi ki beni kulübe alıp almayacaklarını sordum. Mükemmel bir öğle yemeği yedik ve yemekten sonra bir kahve içmek için bir odaya geçtik. Bu odada sandalyelerine yığılmış, görünüşte gazete okuyan bir kaç tane ihtiyar görünümlü beyfendi gördüm. Bu yüzden arkadaşım Lord Cranborne’a, ‘Hala hayatta olup olmadıklarını nasıl biliyorsun?’ dedim. Ve tereddüt etmeden şöyle dedi, ‘Çok kolay, sadece gazetenin tarihine bak’. Bu yüzden sayın Başbakan, burada yalnız değilsiniz. İngiliz mizahının iyi anlıyoruz; İngiliz aklının nasıl çalıştığını iyi anlıyoruz. Burada, iki taraflı ilişkilerimizde uzun süredir devam eden bu boşluğu doldurduğunuz için memnuniyet duyuyorum. Bir İngiltere Başbakanının bir önceki ziyareti 19 yıl önce gerçekleşmişti. Bu yüzden David Cameron bunu düzeltti ve şu andan itibaren İngiltere ilişkilerinde güçlü bir canlanma göreceğiz. Burada bulunduğunuz ve desteğiniz için size çok teşekkür ederim. Küresel Ilımlı Hareket konusuna değinecek olursak, bu konuda bizim için önemli bir şey var çünkü Oxford’daki konuşmamda son derece dokunaklı son derece önemli bir kaç noktadan bahsettim. Demiştim ki, ‘Yorkshire’dan gelen ve Londra Metrosunu bombalamaya karar veren dört genci biliyorsunuz, onlar hatalıydı. Onlar yanlış fikirlere kapılmış insanlardı çünkü yaptıkları şeyin İslam için doğru olduğunu düşünüyorlardı. Yanlış, çok habis bir eylemde bulunuyorlardı çünkü İslam öncelikle insanın kendi canına kıymasına karşıdır. Bu İslam’a aykırıdır, tamamen kabul edilemez.’ İslam’ın intihara karşı olduğunu söyleyen – ve kayda geçiren – az sayıda Müslüman liderden bir tanesi olduğuma inanıyorum. İkincisi, İslam masumların öldürülmesine karşıdır. Bu yüzden sivillerin bombalanması İslam’da tamamen kabul edilemez bir durumdur; bildiğiniz gibi çatışmada veya savaşta dahi masum sivillerin öldürülmesi yasaktır. Ilımlı Hareketin bu denli önemli olmasının sebebi küresel terörizme karşı verilen mücadeleyi desteklemesidir – bu arada, bunu küresel terörizme karşı bir savaş olarak adlandırma fikrine veya düşüncesine karşıyım çünkü bir savaş sadece askeri gücün kullanılmasını akla getirmektedir. Sadece Askeri güç kullanarak aşırıcılığa, fanatizme ve küresel terörizme gerçek anlamda son veremezsiniz. Önemli olan yerde onun önünü almalısınız: insanların kafalarında yer etmiştir. Onlara neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu söylemelisiniz. Ve İslam’ın yaşamın savunucusu olduğunu; İslam’ın insanın kendi canına kıymasına karşı olduğunu; İslam’ın, aşırıcılığı reddetmesi bakımından tabiatı gereği, esas olarak ılımlı bir din olduğunu anlasınlar. İslam diğer dinlere ve diğer inançlara saygı gösterir, örneğin Hz. Muhammed’in hayatı sırasında bir Musevi cenazesi onun önünden geçmiş ve o, saygısını göstermek adına ayağa kalkmıştır. Arkadaşları ona ‘Peygamberimiz, bunu neden yaptınız?’ diye sormuştur. Ve o şu şekilde cevap vermiştir, ‘Ona saygı gösteriyorum çünkü o da bir insanoğlu’. Bu İslam’ın gerçek değeridir: İslam, evrensel değerlerin savunuculuğu yapmaktadır ve diğer inançlara ve dinlere saygı duymak da İslam’ın bir parça ve öğesidir. Bu yüzden dünyaya göndermemiz gereken mesaj budur; ılımlılığa inanan insanlar düşüncelerini açıkça söylemelidir. Sesleri en gür çıkan sadece aşırı – uç – noktalarda yer alanlardır. Onları alt etmezsek, sesimizi yükseltmezsek, 38 görüşlerimizi açık bir şekilde dile getirmezsek uç noktadakiler – aşırıcılar – sahneyi işgal edecektir. Kaybedeceğimiz nokta budur. Küresel Ilımlı Hareket çağrısında bulunmamızın sebebi budur, böylece tüm inançlar içerisindeki ılımlılar seslerini yükseltecek – düşüncelerini açıkça dile getirecek – ve aşırıcıların sesini bastıracaktır. Sorun Hıristiyanlık ve İslam arasında değildir; sorun Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında değildir; sorun, aşırıcılar ve ılımlılar arasındadır. Bu yüzden hep beraber Küresel Ilımlı Hareket içerisinde yer alırsak, küresel terörizmin önünü almak için çok güçlü, etkili bir felsefi temele sahip olacağımıza inanıyorum. Hepimiz daha barışçıl ve daha güvenli bir dünyada yaşamak istiyoruz. Son olarak şunu söylemek istiyorum, dünyanın geleceği genç insanlara bağlıdır; burada olmamızın sebebi budur. Başbakan David Cameron’un, genç insanlara ilişkin olarak bizlerden daha önemli hiçbir şey yoktur, çünkü her zaman söylediğimiz gibi ‘Sizler geleceğin suretisiniz. Hepiniz ılımlı olmaya inanırsanız, öncelikli olarak ılımlılığın doğru yol olduğuna inanırsanız hepimiz için çok daha iyi bir geleceğe sahip olacağımızı düşünüyorum.’ şeklindeki düşüncesini tekrarlamak istiyorum. Çok teşekkür ederim. RT HON DAVID CAMERON Teşekkürler Sayın Başbakan Najib. Bayanlar ve baylar, as-salamu alaykum. Bugün beni sizlere katılmaya ve ortak çıkarlarımız, ortak değerlerimiz ve ortak geçmişimizden söz etmek adına beni davet ettiğiniz için size teşekkür ederim. Sayın Başbakan, geçen sene Londra’ya ziyaretinizden ve Oxford’daki konuşmanızdan bu yana Küresel Ilımlı Harekette sizinle bir platformu paylaşmaya can atıyorum. Bu yüzden bugün Malezya’yı ziyaretimin bir parçası olarak bunu gerçekleştirmekten memnuniyet duyuyorum. Biraz önce son derece etkili konuşmanızın göstermiş olduğu gibi fazlasıyla ihtiyacını hissettiğimiz bir şeyi tartışmak için buradayız. Bunu burada Malezya’daki Notthingham Üniversitsi kampüsünde, bir İngiliz üniversitesinin denizaşırı ilk tam kapsamlı kampüsünde gerçekleştirmemizin olağanüstü olduğunu düşünüyorum. Burada Malezya’daki akademik çalışmanın ve araştırmanın kapsamını anlayan gerçekten öncü bir ortaklık. İngiltere’nin ve Malezya’nın en iyi yanlarını yansıtmaktadır. Bugün burada olmaktan gurur duyuyorum. Sayın Başbakan, siz Milli Eğitim Bakanıyken bu kampüsü oluşturmayı uzun süredir arzuladığınızı biliyorum. Bu yüzden sayın Başbakan Najib, vizyonunuz ve bunu gerçekleştirmeye yardımcı olmak adına yıllarca süren desteğiniz için size minnettarım. Şu anda tabi ki dünyamızın karşılaştığı, bugün tartışabileceğimiz çok sayıda büyük zorluk bulunmaktadır. iklim değişikliğinin önüne geçilmesi, sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması; mali krizin sonuçlarıyla nasıl başa çıkabileceğimiz gibi. Ancak en büyük zorluklardan bir tanesi İslami aşırıcılığın yükselişini nasıl önleyebileceğimizdir: İslam’ın tamamen bozuk, çarpık bir yorumunu takip eden, bu süreçte kendilerini havaya uçurmaya ve kendi vatandaşlarını öldürmeye hazır genç insanlar. Bu gün hakkında konuşmak istediğim şey bu aşırıcılıktır. Bizim, sizin gibi efendim, karşılaştığımız tehdidin doğası hakkında, bu tehdidi doğru şekilde ele almak için tamamen net olmamız gerekmektedir. Bu yüzden öncelikle ben söylemediğim şey hakkında tamamen açık olmak istiyorum. Terörizmin yalnızca tek bir din veya tek bir etnik grupla bağlantılı olduğunu söylemiyorum. Durum böyle değil. Örneğin benim ülkemde, İngiltere’de hala Kuzey İrlanda’daki muhalif 39 gruplardan, terörist gruplardan gelen tehditlerle yüz yüzeyiz. Ve İslam’ın, İslami aşırıcılıkla aynı olduğunu da ileri sürmüyorum. Durum böyle değil: bunlar birbirinden tamamen farklı ve bizim bu noktada tamamen net olmamız gerekiyor. İslam, dünyanın her yerinde bir milyarı aşkın insan tarafından samimi bir şekilde izlenen bir barış dinidir. İslami aşırıcılık, çarpık bir siyasi ideolojidir. Bir taraftaki din ve diğer taraftaki aşırıcı siyasi ideoloji arasındaki bu ayrımı yapmamız hayati önem taşımaktadır. Çünkü çoğu kez pek çok insan bu ikisini aynı kefeye koymaktadır. Bir insanın aşırıcı olup olmadığının dinlerini ne kadar izlediğine bağlı olduğunu düşünmektedirler. Bu yüzden ılımlı Müslümanlardan, tüm samimi Müslümanların aşırıcı olması gerekiyormuş gibi bahsetmektedirler. Bu son derece yanlıştır. Bir aşırıcı olmadan samimi, inançlı bir Müslüman olabilirsiniz. Ilımlılık, inancı zayıf olanlara göre olduğundan aşırıcılığın tutku anlamına geldiği düşüncesi de tehlikeli bir mittir. Tamamen net olmamız gerekmektedir. Din ve siyasi ideoloji aynı şey değildir. Sizin de söylediğiniz gibi sayın Başbakan, asıl ayrım Doğu ve Batı veya gelişmiş ve gelişen ülkeler arasında veya Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında değil, gerçek ayrım siyasi ılımlılar ve siyasi aşırıcılar arasındadır. Şimdi, bu ayrımı yaptıktan sonra, İslami aşırıcılıkta karşılaştığımız tehdidin özü konusunda açık olalım. 9/11 ve 7/7 olaylarından Madrid veya Bali’deki bombalamalara kadarki süreçte güvenlik çıkarlarımızın, önyargı, zulüm ve mide bulandırıcı terör ve şiddet eylemleri karşısında hiçbir zaman olmadığı kadar birbirine geçtiğini gördük. Bu cinayetlerde ayrım gözetilmemiştir. Aslında, bu bombalardan meydana gelen toplam ölü sayısında diğer herhangi bir dini gruptan daha fazla Müslüman yer almaktadır. Çok güçlü bir şekilde söylemiş olduğunuz gibi sayın Başbakan, bu saldırıları gerçekleştiren teröristler İslam’ı temsil etmemektedir. Ve tekrar bugün söylediğiniz gibi İslam’ın böylesine habis bir şekilde yanlış temsil edilmesi, geniş Müslüman çoğunluk için büyük bir keder kaynağıdır. Ve geçen sene Oxford’daki konuşmanızda yaptığınız canlı bomba eylemlerine yönelik, bugünde tekrar edilen, etkili ve tesirli kınama size haklı olarak alkış ve takdir kazandırdı. Hep birlikte bu ideolojiyi bertaraf etmeliyiz. Ve bunu yapabileceğimize inanıyorum. Bu yüzden bunu nasıl yapacağımız konusuna dönmek istiyorum. Cevabın bir bölümü güvenlik yanıtı olmalıdır. Öldürmeyi ve sakatlamayı denemiş ve durdurulması gereken insanlar bulunmaktadır. Ve terörle mücadele çabaları ve aynı düşüncedeki devletlerin işbirliği sayesinde bu yapılabilir. Ancak bu, biraz önce söylediğiniz gibi sadece cevabın bir bölümünü oluşturabilir. Terörle mücadele önlemleriyle pek çok teröristi durdurabiliriz: polis, istihbarat, kovuşturma, mahkumiyet. Ve aşırıcılığın bertaraf edilmesindeki önemli diğer bir bölüm, ister Filistinliler’e yönelik davranışlar ister dünyadaki pek çok Müslümanın yoksulluğu olsun, kindarlıkla ilgili tüm sorunların önünü almaktır. Ancak bu bataklığı kuruturken, hiçbir şeyin terörizmi haklı çıkaramayacağını netleştirmemiz gerekir. Ve Başbakanın söylemiş olduğu gibi teröristlerden bazıları aslında orta gelirli ve hatta varlıklı öz geçmişe sahiptir. Bu yüzden son olarak, öne sürmüş olduğunuz ve bugün benim öne sürdüğüm gibi, terörizmin temel aldığı düşünceyi yıkmamız gerekiyor. Ve bu noktada Küresel Ilımlı Hareket hayati önem taşımaktadır. Söylemiş olduğunuz gibi, dik ve gururlu durmak ve terör havuzunu dağıtmak ve sınırlardakilerin orta noktada tutunacak bir zemin olduğunu inkar etmek ılımlılığı, onuru ve adaleti yücelten kişilerin görevidir. Hareketinizin asıl amacı ve bunu desteklemekten memnuniyet duymamın nedeni budur. 40 Şimdi 2010 Eylülünde BM’de yaptığınız konuşmadan beri bu fakir tüm dünyada kurulan düşleri yakalamıştır. Ve yeni Küresel Ilımlı Hareket vakfını memnuniyetle karşılıyoruz çünkü bizler, bu çalışmanın Avrupa boyutunu nasıl destekleyebileceğimizi düşünüyorduk. Ve bana öyle geliyor ki en can alıcı soru şudur: bunun doğru yaklaşım olduğu konusunda insanlara, özellikle genç insanlara nasıl ilham verebiliriz? Bir müddet pek çok kişi, aşırıcılığın önünü almanın ve güvenlik, istikrar ve ılımlılığı korumanın yolunun güçlü, otoriter liderlerle zorlanarak olacağını iddia etti. Mısırda Mübarek, Libya’da Kaddafi veya Suriye’de Esat gibi liderlere – söylemem gerekir ki Batı’da dahil – destek veren bu argümandı. Ancak gerçek şu ki otoriter rejim insanların haklarını ve sorumluluklarını ve vatandaşlığın getirdiği özgürlükleri reddederek kızgınlığı arttırmaktadır. Onların onurlarını reddetmektedir. Müslüman ve Arapların mağduriyeti hikayesini çürütmek yerine onu beslemektedir. Devletin meşrutiyetini zayıflatmakla ve insanları daha en başta aşırıcılığa yöneltebilecek derin duyguların ve bastırılmışlıkların ele alınmasını başarısız kılmaktadır. Bu yüzden otoriter rejim aşırıcılığın bertaraf edilmesine veya uzun vadede ılımlılığın güçlendirilmesine yönelik bir yol olamaz. Bu ılımlılığın güçlendirilmesine yönelik doğru yolun demokrasinin temel taşlarının inşa edilmesi olduğuna inanıyorum. Yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, kişilerin hakları, özgür basın ve dernekler, ordu için toplumda uygun bir yer, güçlü siyasi partiler ve güçlü, zengin bir sivil toplum. Bu demokratik temeller, aşırıcılığa yönelik en büyük tehdit ve ılımlılık için hayati önem taşıyan temellerdir. Neden? Çünkü demokrasi, gerçek demokrasi – her dört veya beş senede bir oyladığınız değil, gerçekten söz sahibi olduğuz, gerçek haklara ve gerçek özgürlüklere sahip olduğunuz bir demokrasi – haysiyetin temelidir. İslami aşırıcılar dünya görüşlerinin sözde saflığı vasıtasıyla haysiyete giden bir yol sağladıklarını iddia etmektedir ancak yanılıyorlar. Kişisel hakları ve özgürlükleri inkarları, aslında gerçek haysiyetin inkarıdır. Aşırıcılar, diğer herşeyi dışlayarak belirlenmiş tek bir İslam formunu topluma dayatmak istemektedir. Bu yüzden müzakereyi ve demokratik onayı reddetmektedirler. İslam’ın ve demokrasinin birbiriyle bağdaşmadığını ileri sürmekte ve bu belirli görüşü paylaşmayan insanların haklarını yok saymaktadırlar. Demokrasi, insanların diğerlerinin haklarına saygı göstermesini ve davalarını demokratik bir müzakereyle haklı kılmalarını gerektirir. Herkesin, birlikte yaşayan vatandaşlar olarak dini inancın belirli herhangi bir çeşidine tabi olsun veya olmasın aynı özgürlüklerden, haklardan ve sorumluluklardan yararlanmasını gerektirir. Ve söylemiş olduğum gibi, hepsinden daha önemlisi demokrasi, seçme gücü ve onuru; başka birinin size dayattığı değil kendi hayatlarınız üzerinde karar verme kabiliyeti verir. Bu, tarih boyunca insanlara ilham vermiş bir görüştür ve özgürlük mücadeleleri – bugün ister Kuzey Afrika’da ister Burma’da olsun – modern dünyamızda hala insanlara ilham verdiğini göstermektedir. Demokrasi ve ılımlılık el eledir. Ve Malezya ve Endonezya gibi ülkelerin gösterdiği de budur. Herkes için demokratik vatandaşlığı garanti ederek insanların güvenliğinden veya dinlerini yaşama ehliyetlerinden ödün vermeden bir demokrasi ve modern bir ekonomi oluşturmak mümkündür. Adalete erişimin ve hukukun üstünlüğünün herkes için eşit olduğu bir vatandaşlık. Her bireyin hizmetlere aynı adil erişime sahip olduğu bir vatandaşlık. Herkesin kendi toplumunun şekillendirilmesinde rol oynamak için eşit bir şansa sahip olduğu bir vatandaşlık. 41 Bu sabah Cakarta’da söylediğim gibi, şu anda demokrasinin istikrara, ılımlılığa ve refaha zarar vermediğini, aslında bunun için en iyi temel olduğunu göstermek için büyük küresel bir fırsat var. Bu demokrasi, hem diktatörlüğe hem de aşırıcılığa bir alternatif sunmaktadır. Ve Küresel Ilımlı Hareket örneğini izleyerek dünyanın her yerindeki genç insanlara gelecekleri olarak demokrasiyi seçmeleri için ilham verilmelidir. Bu el-Kaide’nin ve bağlı unsurlarının aldığı en büyük yenilgi olacaktır. Demokrasiden korkuyorlar, seçimden korkuyorlar, bu görüşün ilham verdiği genç insanlardan hiçbir şeyden kokmadıkları kadar çok korkuyorlar. Ve bana göre Küresel Ilımlı Hareket’in ve lideriniz, Başbakanın gerçekleştirmemize yardım edebileceği şey budur. Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. SORU-CEVAP OTURUMU SORU 1 Sayın Cameron, Asya turunuzu Burma’da sonlandıracağınızı duydum. Ve Burma’yı ziyaret ettiğinizde İngiltere ve Burma arasındaki ilişkileri güçlendirmek için ne yapacağınızı merak ediyorum? A: RT HON DAVID CAMERON İngiltere tarih boyunca açık tarihi sebeplerden ötürü Burma ile çok güçlü ilişkilere sahip oluştur. Son yıllarda açıkçası ilişkilerimiz çok sıkıntılı oldu çünkü İngiltere Burma’daki rejimin demokratik olmayan bir rejim olduğunu, siyasi konular hakkında konuşan insanları hapseden, demokrasi ve özgürlük kuvvetlerini geride tutan ve Aung San Suu Kyi’yi devamlı ve yinelenen ev hapsinde tutan bir rejim olduğunu gördü. Ancak Burma’da meydana geldiğini gördüğüm şey özgürlük ve demokrasinin olgunlaşma potansiyelidir. Ve – yarın bizzat kendim görecek olmama karşın – gördüğüm herşey, Burma Başkanının yeni bir yol seçmeye kararlı ve özgürlük ve demokrasinin gelişerek olgunlaşmasını istendiğini düşünüyorum. Ve bunlar sadece benim veya Malezya Başbakanının sözleri değil, akıl almaz derecede uzun bir süre ve tek başına acı çeken ancak demokrasi mücadelesini inanılmaz derecede onurlandıran Aung San Suu Kyi’nin hisleridir. Bu yüzden yarınki toplantılarımın ardından kendimde ülkeme geri dönme, Avrupa Birliğindeki ülkelere geri dönme ve Burma’daki değişimin geri dönüşü olmadığını öne sürme güvenine sahip olacağımı umuyorum. Demokrasiye giden bir yola girdiler. Sıkıntılar ve karanlıklar içerisindeki ve her türlü sorunun yer aldığı bir dünyada, burada teşvik etmemiz ve bu rejimin doğru yolda ilerlediğini ve dünyanın onların yanında olduğunu hissedeceği şekilde yanıt vermemiz gereken parlak bir ışık var. SORU 2 İngiltere daha önce birşey yapmamış olsaydı Burma’nın demokrasi doğrultusunda ilerlemesinin daha muhtemel olacağını düşünüyor musunuz? A: RT HON DAVID CAMERON Sanırım İngiltere’nin Burma rejimine karşı ödün vermeyen bir yaklaşım sergilenmesinde İngiltere’nin bir lider rolü oynadığını belirteceğim. Sık sık Avrupa Birliğindeki yaptırım uygulanmasına ve ambargo uygulanmasına ve Avrupa Birliği 42 ve BM yoluyla gerçekleştirdiğimiz önergelere ve diğer şeylere yönelik argümanlara önderlik yaptık. Bu yüzden Burma rejimine karşı ödün vermeyen bir yaklaşım sergilemeyen ülkeler arıyorsanız, sanırım İngiltere’den başka bir yere bakmanız gerekecek. A: S AYGIDEĞER D ATO’ S RI M OHD N AJIB TUN ABDUL RAZAK Onunla buluşmayı dört gözle beklediğim zaman ‘geri dönüşü olmayan’ kelimesinin aslında Başkan Thein Sein tarafından kullanıldığını belirtmek isterim. Bu yüzden Başbakan Cameron’a dediğim gibi benim düşüncem kendilerini adadıkları yol, reforma ve daha çok demokrasi içeren bir yoldur. Ve ister sıkı yaptırımlar ister ASEAN’ın tutumu yüzünden olsun, hangisinin daha uzlaştırıcı olduğu tartışılır. Fakat önemli olan şey, gerçek bir reform yapmaya karar vermeleri ve orada gerçek bir değişimin gerçekleştiğidir. SORU 3 Küresel Ilımlı Hareket Suriye ile ilgili neler yapıyor? A: SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK Ülkeye özgü hareket etmeyeceğiz ancak endişeliyiz – açıkçası Suriye’de gelişen olaylarla ilgili endişelerimiz var. Duruşumuz, siyasi bir çözümün olması, şiddetin durması, diplomatik müdahale yapılması ve bir takım ciddi yaptırımlar uygulanması gerektiği yönünde. Suriye, uluslararası toplumun taleplerine uyması gerektiğiyle ilgili güçlü bir mesaj almalı. Ancak Hareket açısından ılımlılığın manasını yaymak istiyoruz, böylece çok daha fazla insan dünyadaki her sorunun giderilmesine yönelik bir çözümün yanı sıra bir yaşam şekli olarak ılımlılığa bağlılığın önemini fark edecektir. A: RT HON DAVID CAMERON Tamamen aynı fikirdeyim. Küresel Ilımlı Hareketin gücünün, dünyada karşımıza çıkan sorun olduğunu düşünüyorum, terörizmin ardına bakarsak, bu sorun bir fikir, bir ideolojidir. Bir şekilde amaçlarınıza ve daha saf bir duruma ideolojik bir aşırılıkla ulaşırsınız. Ve bana göre Küresel Ilımlı Hareket’in gücü mücadele etmeye ve bu fikri bertaraf etmeye çalışmasıdır. Terörizm gerçeğiyle mücadele etmek için yapmamız gereken önemli şeyler olduğunu söylemeye gerek yok: aynı fikirdeki ülkeler arasındaki işbirliği. Dünyadaki tüm insanları ilgilendiren çok çetin sorunlardan bazılarını çözmemiz gerektiğini söylemeye gerek yok – ben Filistin’den bahsediyorum ancak diğer pek çok ülkeden de bahsedebiliriz – ancak bunun dahi ardında yatan bir fakir var: Bu siyasi aşırıcılık fikri ve, sanırım Başbakanın şiddetle karşı çıktığı, İslam’ın bu çarpık biçimi ve bu hareket yanlış olanın gösterilmesinde çok etkili olabilir. SORU 4 Saygıdeğer Başbakanlar, burada bulunmanızdan mutluluk duyduk. Benim sorum, ilk olarak, Sayın Cameron’a, çok kültürlülüğün başarısız olduğundan ve İngiliz halkının İngiliz değerlerini daha çok benimsemeleri gerektiğinden bahsettiniz, diğer taraftan Başbakan Najib çok kültürlülüğü kucakladı ve ‘bir Malezya” fikrini öne sürdü. Benim sorum şu, İngiliz ve Malezya halkının birlikte kucaklayabileceği değerler nelerdir? 43 A: RT HON DAVID CAMERON Bu konuda tamamen aynı fikirde olduğumuzu düşünüyorum. Sanırım açıklamam gereken bir dil sorunu var. Münih’teki konuşmamda öne sürdüğüm şey, İngiltere’ye gelen insanlara söylediğimiz – devlet çok kültürlülüğü olarak adlandıracağım – yıllarca İngiltere’de ele aldığımız yaklaşımdır, bu kişileri ayrı silolarda tuttuk ve Somalilere, İngiliz Somalilerinden ziyade Somalililer olarak veya Pakistanlılara İngiliz Pakistanlılarından ziyade Pakistanlılar olarak davrandık. Bu yanlıştı. Ve bizim bunun yerine – bu arada öğle yemeğinde ‘bir Malezya’ ile ilgili ortaya koyduğunuz argümanlardan çok etkilendim – ülkemize gelen herkese tabi ki kendi kültürlerinden, kendi miraslarından tamamen vazgeçmemelerini söyleyen bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Ancak tek bir tane ve daha güçlü bir toplum – bir İngiliz toplumu – oluşturmanın bir parçası olmalılar ve bana göre bu tam olarak, burada Malezya’da ortaya koyduğunuz argümandır. Bu yüzden geçmişte yanlış olan şeyi tarif etmek için ‘devlet çok kültürlülüğü’ ifadesini kullanıyorum. Ancak aslında herkes için bir kimlik oluşturmanız gereken güçlü ve kohezif bir toplum için nasıl uğraştığınız ve bunu nasıl kurduğunuzla ilgili çok benzer görüşlere sahip olduğumuzu sanıyorum. A: SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK Evet aslında, çok benzer düşüncelerimiz var – aynı fikirdeyiz çünkü bir aidiyet duygusu olması gerektiği ve çeşitliliği kutlarken, çeşitlilikle ilgili müsterih olurken, insanları birbirine bağlayan ortak bir özellik olması gerektiği düşüncesine inandığımızı biliyorsunuz. Aksi taktirde birbiri ardına çıkan anlaşmazlıklarla uğraşır, silolar halinde yaşarız ancak tek bir hayale, tek bir amaca sahip tek bir topluluk olarak bizi birbirimize bağlayan birliktelik duygusu olmaz ve ‘bir Malezya’ fikrinin tüm amacı budur. SORU 5 İslam ve Batı dünyaları arasında çatışmaya sebep olan en büyük sorunlardan bir tanesinin Filistin-İsrail çatışmasından kaynaklandığını fark ettim. Başbakanım Najib ve selefleri bu konuyla ilgili çok güçlü ve net bir noktaya temas ederken sizin, geçen onca yıldır devam eden, aslında İngiltere’nin geçmişteki hatalarının bir meyvesi olan bu çatışmayla ilgili tutumunuz nedir? Ve Başbakan Najib’e, Başbakanıma soruyorum, Ilımlı Hareket uzun süredir devam eden bu çatışmanın nasıl üstesinden gelecek? Bu çatışmanın gidişatını nasıl görüyorsunuz? Çok teşekkür ederim. A: RT HON DAVID CAMERON Öncelikle bunun Filistin’in Müslümanlar ve Batı dünyası arasında bir çatışma yarattığı bir sorun olmadığını söylemek istiyorum. Batı dünyasında, Orta Doğuda Filistin adında bir devlet kurulduğunu görmek isteyen Hıristiyanlar, Müslümanlar, Hindular ve Museviler dahi pek çok insan var. Bu yüzden bu sorunlardan hiçbirini bir medeniyetler çatışması olarak görmemeliyiz. Bir medeniyetler çatışması olduğuna inanmıyorum – çözülmesi gereken bir dizi sorun ve bertaraf edilmesi gereken siyasi bir ideoloji var. İsrail ve Filistin sorununa gelince, iki devletin yan yana uyum içerisinde yaşadığını görmek istiyorum. Filistin adında bir devlet ve İsrail adında bir devlet. Ve İngiltere, Avrupa Birliği ve kendi iki taraflı görüşmelerimiz yoluyla bunun gerçekleştirilmesine yardım etmek için büyük çaba sarf etmiştir. Filistin Yönetiminin en büyük bağışçılarından bir tanesiyiz. Devlet kurumu 44 oluşturmalarına ve İsrail’e yardım ediyoruz, tabi ki İsraille güçlü ilişkilerimiz var. Ancak İsraile çok açık bir mesajımız var, işgal bölgelerinde yasadışı yerleşim yeri inşasını durdurmalı ve her ikisinin de çıkarına olan iki devletli çözümü sağlamak için Filistinlilerle masaya oturmalı ve müzakere etmelidir. Bu argümana devam edeceğiz ancak her iki tarafın da birbirinin sorununu anlamasının önemli olduğunu düşünüyorum. İsraillilerin, Filistinlilerin devlet haysiyetini hak ettiğini anlaması gerekiyor. Ancak Filistinliler de, İsrail’in güvenli sınırlar içerisinde, terör tehdidinden ve saldırılardan uzak bir şekilde var olma hakkı olduğunu anlaması gerekiyor ve şayet her ikisi de bunları kabul ederse bugün dünyanın en büyük sorunlarından bir tanesini çözmek için bir anlaşma sağlayabileceğimizi ve iki devletli bir çözüme ulaşabileceğimizi düşünüyorum. SORU 6 Benim sorum İran hakkında. Anladığım kadarıyla Ilımlılar vakfının amacı gerçekten demokrasiyi teşvik etmek, şunu bilmek istiyorum: Batı, İran’a karşı nasıl bir eylemde bulunacak? Çünkü Batının İran’daki nükleer programla ilgili müzakereye oturacağına ve herşeyin unutulacağına ve yaptırımların kaldırılacağına dair dedikodular var. O halde İran’daki insan haklarıyla ilgili neler yapılacak? Çünkü Batının yaptığı her eylem İran’daki insanların aleyhine, bu yüzden Ilımlılar vakfı İran’daki insan haklarıyla ilgilenecek mi yoksa herşey unutulacak mı? A: RT HON DAVID CAMERON Açık olmak gerekirse, İran’ın, diğer ülkeler gibi, daha hakiki bir demokrasiyle ve söylemiş olduğum gibi, sadece seçimler değil, onlar olmadan demokrasinizin gerçekten var olamayacağı demokrasinin gerçek yapıtaşlarıyla birlikte çok daha iyi bir yer olacağını düşünüyorum: özgür basın, özgür dernekler, hukukun üstünlüğü, dürüst mahkemeler, yozlaşmanın olmaması, ordu için uygun bir yer ve demokratik bir devletin parçası olan güvenlik hizmetleri. İran’ın bu şeylerle tahmin edilemeyecek ölçüde daha iyi bir yer olacağını düşünüyorum. Ancak bugün yüz yüze olduğumuz sorun dünyanın İranı nükleer silah edinmekten caydırmayı denemek için herhangi bir şey yapıp yapmayacağıdır ve bu konudaki görüşüm nettir. Nükleer silaha sahip bir İran Orta Doğunun istikrarını büyük ölçüde bozacaktır, Orta Doğudaki diğer ülkeler arasında bir nükleer silahlanma yarışını tetikleyecektir ve özellikle İsrail için doğrudan bir tehdit oluşturacaktır çünkü İran’ın başkanı İsrail’i haritadan silmek istediğini söylemiştir. Bu sebeplerden dolayı dünyanın bir araya gelmesi ve İran’ı bir nükleer silaha sahip olma yolundan vazgeçirmek için mümkün olan her şeyi yapması gerektiğini düşünüyorum ancak bu vazgeçirme ve harekete geçme sürecinde – Avrupa Birliği İran’a petrol ambargosu koydu – nükleer silah fikrinden vazgeçerlerse sivil nükleer güce sahip olma hakkı verileceğine dair İran rejimine açık bir mesaj göndermeliyiz. Sonrasında dünyanın diğer bölgeleriyle giderek gelişen daha normal ilişkilere sahip olabilirler. Ancak oradaki tehdidin nükleer silaha sahip bir İran’dan kaynaklanmasıyla ilgili herhangi bir şüphemiz olduğunu düşünmüyorum ve gelecek aylarda ve yıllarda atacağımız adımlarda bu konuya diğer herşeyden daha fazla öncelik verme gereksiniminin sebebi budur. Bu platformu paylaşmama izin verdiği için Başbakan Najib’ tekrar çok teşekkür etmek istiyorum. Ve Notthingham Üniversitesine tekrar teşekkür etmek 45 istediğimiz eminim – bu, ülkelerimiz arasındaki işbirliği ve dayanışmanın önemli bir işaretidir, bugün burada bulunmak benim için gerçekten bir zevkti. Çok teşekkür ederim. A: SAYGIDEĞER DATO’ SRI MOHD NAJIB TUN ABDUL RAZAK Teşekkür ederim. Başbakan David Cameron’un duygularını tekrarlamak istiyorum; burada Notthingham Üniversite öğrencilerinden bazılarıyla buluşma fırsatına sahip olmamız gerçekten olağanüstü. Ve bu girişimi başlattığımız zaman büyük bir başarı elde edip edemeyeceğinden emin değildik. Olağanüstü bir başarı elde ettiği için çok memnunum. Bu, büyük bir başarı hikayesidir çünkü kaliteli İngiliz eğitimini Malezya misafirperverliği ve Malezya ortamıyla kaynaştırdık. Bu yüzden bunun olağanüstü bir kombinasyon olduğunu düşünüyorum ve gelecekte bu modeli daha fazla görmek istiyorum. 46 Malezya Başbakanının Biyografisi Malezya Başbakanı, Dato’ Sri Mohd Najib, 3 Nisan 2009 tarihinde Malezya’nın 6. Başbakanı olarak atandı. Parti seçimlerinde UMNO partisinin başkanlığında bulunduğu konumunu sürdürmemeye karar veren Tun Abdullah Ahmad Badawi’nin yerine geçti. Malezyanın 2. Başbakanı merhum Tun Abdul Razak Hussein’in en büyük oğlu olan Dato’ Sri Najib, Kuala Lipis, Pahang’da doğdu. İlk ve orta eğitimini St. John Enstitüsünde gördü. Ardından üst orta eğitimine Malvern Boys’ koleji, Worcestershire, İngiltere’de devam etti. Üst orta eğitimini tamamladıktan sonra Dato’ Sri Najib, eğitimine Nottingham Üniversitesinde devam etti ve 1974 yılında endüstriyel ekonomi bölümünden mezun oldu. Vatanına döndüğünde iki sene ulusal petrol şirketi Petronas’ta yönetici olarak görev yaptı. Bununla birlikte 1976 yılında sevgili babasının vefatı, Dato’ Sri Najib’i politikaya sürükledi. Babasının ölümü üzerine boş kalan Pekan parlamentosu koltuğuna adaylığını koyması için Barisan Nasional (BN) tarafından aday olarak seçildi. Bu, Dato’ Sri Najib’in hayatının dönüm noktasıydı. O andan itibaren kendisini tamamen siyasete ve hükümete adadı. Dato’ Sri Najib, 1986 yılındaki genel seçimlerde bir kez daha Pekan parlamentosu koltuğuna adaylığını koyduğunda kazandığı zaferin ardından Kültür, Gençlik ve Spor Bakanı olarak 47 atandı. Malezya, onun önderliğinde Güney Doğu Asya Oyunlarındaki (GDA Oyunları) en iyi performansını sergiledi. Ayrıca milli sporların gelişimi için bir yol haritası çizen ve Olimpiyat madalyası kazanan milli atletleri teşvik primleriyle ödüllendiren Milli Sporlar Politikasını uygulamaya koydu. 1990 yılında Dato’ Sri Najib, o zamanki Başbakan, Dato’ Seri Dr Mahathir Mohamad tarafından Savunma Bakanı olarak atandı. Kapasite gelişimi, tedarik ve stratejik eğitim yoluyla Malezya Silahlı Kuvvetlerini modernize ederek Savunma Bakanlığını yeni bir yapıya dönüştürdü. Onun tarafından uygulamaya konan modernleşme çalışması Malezya’ya, Rus yapımı uçak, yani Mig 29, Boeing F18 Super Hornet, F-2000, 155 mm mühimmatlı topa sahip F-2000 fırkateyni ve yeni bir radar sisteminin edinilmesiyle ülkenin hava savunma sisteminin iyileştirilmesi gibi yeni değerler kazandırdı. Ödeneklerini arttırarak ve konut tesislerini genişleterek silahlı kuvvetler personelinin refahıyla da yakından ilgilendi. 1995 yılında Dato’ Sri Najib, daha zorlu bir bakanlığın, Eğitim Bakanlığının başına seçildi. Onun önderliği altında ulusal eğitim sistemi, 1996 Eğitim Paktının uygulanması da dahil olmak üzere büyük değişiklere uğradı. Onun tarafından uygulamaya konan değişim dalgaları, ulusal eğitim sistemine özellikle eğitim ve öğretim dallarında çok daha çeşitli kulvarların, birden çok tercihin ve yeni yaklaşımların sunulmasına olanak sağlanan yüksek öğrenim kurumlarında büyük bir dönüşüm geçirdi. 1999 yılındaki genel seçimlerde, Dato’ Sri Najib’in düşük bir çoğunlukla seçim zaferi için mücadele etmesi gerekti. Bununla birlikte bu durum, seçimler sırasında yaşanan belirli siyasi çalkantılar nedeniyle tamamen sürpriz olarak görülemez. Genel seçimlerin ardından ikinci kez Savunma Bakanı olarak atandı ve silahlı kuvvetlerin modernleştirilmesine ve 1997 yılındaki ekonomik krizin ardından ulusun yeniden canlandırılmasına devam etti. Başlıca başarıları arasında Malezya Kraliyet Donanması tarafından uzun süredir beklenen denizaltı, teknoloji harikası Rus yapımı Sukhoi Su-30MKM’nin ve Polonya’dan tank satın alımı yer almaktaydı. Orduya Jernas, milli hava savunma sistemi de tedarik edildi. Hava kuvvetleri personeli için uçuş ödenekleri de dahil olmak üzere silahlı kuvvetlerin mensupları için belirli ödenekler arttırıldı ve askere yeni alımlar için daha yüksek maaş sağlandı. Tun Abdullah Ahmad Badawi’den Maliye Bakanı görevini devraldığı Eylül 2008 tarihine kadar Savunma Bakanı olarak kaldı. Mart 2009 tarihinde Dato’ Sri Najib, Tun Abdullah görevini sürdürmemeye karar verdiğinde rakipsiz bir şekilde UMNO başkanlığına seçildi. Ardından Nisan ayında Tun Abdullah Başbakanlıktan istifa etme niyetini açıkladı ve yerini yeni Başbakan olarak yemin eden Dato’ Sri Najib aldı. Aynı zamanda Maliye Bakanı görevini korudu. 27 Eylül 2010 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 65. Oturumunda Malezya Başbakanı, Dato’ Sri Mohd Najib Tun Razak dünyadaki büyük inançların mensuplarını ve liderlerini kendi içlerindeki radikalleri sansürlemeye ve reddetmeye ve beraberce “ılımlı hareket”i desteklemeye çağıran bir konuşma yaptı. Bu kavram daha sonra Oxford İslami Araştırmalar Merkezi, Doğu-Batı Merkezi, Asya-Avrupa Toplantısı, ASEAN Zirvesi ve Milliyetler Topluluğu Ülkeleri Toplantısı dahil olmak üzere prestijli platformlarda Dato’ Sri Mohd Najib Tun Razak tarafından izah edildi. Bu kavram, hem hükümetlerden hem de sivil toplum kuruluşlarından dikkate değer bir destek gördü. Ocak 2012 tarihinde Kuala Lumpur’da düzenlenen Uluslar Arası Küresel Ilımlı Hareket Konferansının açılışında Dato’ Sri Mohd Najib, eğitim, finans, demokrasi ve hukukun üstünlüğü, barış içinde birlikte varoluş ve çatışmaların 48 çözümü olmak üzere beş geniş alanda aşırıcılık musibetiyle mücadele etmede ılımlılık kavramıyla ilgili bilgilerin dağıtılmasında ilk merci merkezi olarak Küresel Ilımlı Hareket Vakfının kurulması çağrısında bulundu. 49 Hami SAYGIDEĞER Dato’ Sri Najib Tun Razak Başkan Tan Sri Razali Ismail Üyeler Profesör Dato’ Wira Dr Haji Khairil Annas Jusoh Dato’ Mazri Muhammad Mohd Khair Ngadiron Doçent Dr Hamidin Abdul Hamid Dato’ Ng Tieh Chuan İcra Kurulu Başkanı Khalek Awang 50