50 sayfalar
Transkript
50 sayfalar
Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 41/124 yönünde içi dolgu olan liman kulesi bulunmaktadır. Top koruganının girişi de buradadır. Kapı lentosu üzerinde imparator Hadrianus´la ilgili Yunanca bir yazıt vardır. Top koruganı halen sanat galerisi olarak kullanılmaktadır. III. kapı çok iyi korunmuş bir kapıdır. Duvar içerisinde aşağıdan yukarıya doğru hareketli demir levha için kapı boşluğu ve yağ delikleri vardır. III. kapı üzerinde bize göre solda iki arma bulunmaktadır. Tarikatın arması, sağda üstad-ı azam Guy de Blanchfort´un (1512-1513) arması vardır. Alttaki haçlı armanın hangi şövalyeye ait olduğu bilinmemektedir. Bu kapıdan geçilince batı hendeğine ulaşılır. Sağda görülen beden duvarındaki yeşil taşların tümü Mausoleion´dan getirilmiştir. IV. kapının karşısındaki liman kulesi nişi içinde bir Romalı komutan heykeli bulunmaktadır. Bu tür heykel gövdelerine çokça rastlanmaktaydı. Bunların başları da ayrı yapıldığından yeni komutan geldiğinde, eski komutanın başı alınarak gövdeye yeni komutanın başı konuyordu. IV. kapı merdivenli bir tonoza açılır. Kapı üzerinde dört arma bulunmaktadır. IV. kapıdan yukarı çıkmak yerine, batı hendeği içindeki iki taraflı ağaçlıklı yolda ilerlendiğinde, antik Halikarnassos ve çevresinden toplanmış sunaklar, lahitler ve çeşitli eserler izlenir. Solda su deposundan başlayan taş duvar XIV. yüzyıl ortalarında yapılmış Türk Kalesi´ne aittir. Şövalyeler sonradan Mausoleion´un taşlarıyla burada izlenebileceği gibi, duvarları yükseltmişler ve kaleyi büyültmüşlerdir. Şövalyeler hendekleri ulaşım yolu olarak kullanmamışlar, asma köprülerle iç kaleye ulaşmışlardır. Hendeğin kapatıldığı güney duvarı üzerinde Mausoleion´un yeşil taşlarından yapılmış asma köprü ayağı görülebilir. Ayağın iki yanındaki duvar, kale hapishane olarak kullanıldığında yapılmıştır. Hendeğin sonundaki taş merdiven de sonradan ilave edilmiştir. Merdivenin sağında duvar üzerinde görülen kabartmada Saint George´un ejderhayı öldürmesi gösterilmektedir. Bu kabartmanın orijinal yeri burası değildir. İç kaleden, İtalyan kulesinin kuzey duvarından getirilmiştir. Saint George figürünün altında üç arma görülmektedir. Merdiveni çıkınca karşımıza gelen kapı üzerinde, ortada Piere d´Aubusson´un tarikat haçı ile birleşik arması bulunmaktadır. 1476-1503 yılları arasında Rodos´ta üstad-ı azam olarak görev yapmıştır. Bir çok kere de Bodrum Kalesi´ni ziyaret etmiştir. Kendisine sığınan Cem Sultan´ı tutsak ettiği için papa tarafından kardinal başlığı rütbesiyle ödüllendirilmiştir. Arma üzerinde püsküllü kardinal başlığı görülmektedir. Arma sarı zemin üzerine çatallı kırmızı haçtır. Bundan başka iki arma daha vardır. Kapıyı geçince sağda görülen küçük kule, asma köprünün kontrol kulesidir. Bu kulenin batıdaki dış duvarı yüzünde II. Mahmut´un tuğrası vardır. Üzerinde hicri 1235 tarihi okunmaktadır. Bu tuğra, sol alttaki Malta haçından da anlaşılacağı gibi bir şövalye armasının üzerine yazılmıştır. İç kaleye girmek için geriye dönülüp, dar yol takip edilmelidir. Solda kale duvarının üzerinde, yüksekçe bir yerde bir arma grubu vardır. Bu arma ile ilgili bir fotoğraf sonradan kapatılmış mazgal deliklerinden birinde sergilenmektedir. VI. kapının üzerindeki Latince yazıtta "Efendimiz uyurken bizi koru, uyanıkken kurtar. Senin koruman olmadıkça bizi kimse koruyamaz. " denmektedir. Yazıtın altında üçlü bir arma grubu bulunmaktadır. Bu kapıdan geçilince kalenin güney bölümüne ulaşılır. Burada çevre duvarı iki tanedir. VII. Kapının karşısında su yalağı olarak kullanılmış iki lahit bulunmaktadır. VII. kapı üzerinde üçlü bir arma grubu vardır. Kesik tonozlu bir koridorla iç kaleye girilir. Bu koridorun altında bir sarnıç bulunmaktadır. İç kale girişi üzerinde de bir önceki arma grubu işlenmiştir. İç kalede ve şapelin altında ondört sarnıç vardır. Kale muhasara edildiği zaman, gerekli su bu sarnıçlardan sağlanabilmiştir. Bu sarnıçlardan bazıları halen kullanılmaktadır. İç avluda antik dünyanın ve yörenin tüm ağaç ve çiçeklerini görmek mümkündür. Bunlardan biri defnedir. (Grekçe´si daphne, Latincesi laurus). Anadolu´da zakkum diye bilinen bu ağaç çiçekleri ve yaz kış dökülmeyen yaprakları ile kaleyi süslemektedir. Kralların ve soyluların gölgesini sağlıklı buldukları çınar ağacı kalenin orta avlusundadır. Antik dünyada çok önemli yeri olan zeytin ağacı ile pek çok törende kullanılan mersin de yetiştirilmektedir. Mersin Afrodit´in kutsal ağacı idi. Kuşlardan güvercin, çiçeklerden de gül Afrodit´e adanmıştı. Güvercinlerin selamlamalarıyla karşılaşmak ve gül kokularını duymak belki de kaleyi gezenlere Afrodit´i anımsatacaktır. Adam otu tükenmekte olan bir bitkidir. Bu yüzden kalede itina ile yetiştirilmektedir. Bu otun tıpta anestezide kullanıldığı bilinmektedir. Yaz boyunca en güzel moru açan ipek karanfilleri, her türlü rengi olan gülfatmaları (sardunya), çeşitli kaktüsleri, begonvilleri ve Kıbrıs akasyasından, çam, gölge ağacı, nar ve duta kadar Akdeniz iklimine uygun her türlü çiçek ve ağacı kalede görmek mümkündür. Mausoleum Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Mausoleum‘un yapımına Karya Satrabı Mavsolos zamanında (tahmini M. Ö. 355) başlanmış ölümünden sonra kızkardeşi, aynı zamanda karısı olan Artemissia yapımına devam etmiştir. Bu eser İon düzeninde 36 sütünun süslediği orijinali 46 metre Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 42/124 yüksekliğinde olan ve tepesinde bir zafer arabası bulunan 21 basamaklı bir piramidin taçlandırdığı dev bir anıt mezardır. M. S. 13 yüzyıla kadar korunan antik mezar önce bir depremle yıkılmış daha sonrada taşları Bodrum Kalesinin yapımında kullanılmıştır. Ayrıca bu mezara ait birçok kabartma ve heykeller 1856 yılında İngiliz Arkeolog C. Newton tarafından British Museum‘a götürülmüştür. Bu yüzden bu anıta ait eserlerin çoğu British Museum‘da, ancak çok az bir kısmı Bodrum‘da sergilenmektedir. Antik Tiyatro Helen döneminden günümüze gelen önemli kalıntılardan biridir. Kapasitesi 13. 000 kişiliktir. 3 ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar Sahne, Orkestra ve Oturma yeridir. Bina uzun dikdörtgen bir yapıdır. Her iki uçta oyuncuların gireceği birer kapı bulunmaktadır. Bunlardan başka 3 ana giriş kapısı bulunmaktadır. 1973 yılında yapılan kazılardan sonra açık hava müzesi olarak düzenlenmiştir. Ay giriyor sahneye ve günümüze ulaşan anıtsal Antik Tiyatro, Göktepe´ nin güney yamacında ışıldıyor. . Antik geleneğe uygun, yamaca sırtını dayamış bu yapı, sahne (skene), orkestra çukuru ve oturma yerleri (kavea ya da theatreon) ile Mavsolos döneminde onarılıyor ve aynı zamanda, Anadolu´ nun en eski tiyatrolarından biri sayılıyor. Yumuşak ana kaya oyularak yamaca yaslanan oturma yerleri, ortadan geçen ´diazoma´ ile ´alt maenia´ ve ´üst maenia´ diye iki bölüme ayrılıyor. Gezip göreceğiniz Antik Tiyatro´ da günümüze oldukça sağlam biçimde oluşan ve 12 radyal merdivenle 11 parçaya ayrılan alt bölümü gezecek, oturma yerlerinin bazılarının üzerine yazılan adları -ola ki o çağda- tiyatroya yardım veren ya da kombine bilet alan kişilerin adlarını okuyabileceksiniz! Mindos Kapısı Halikarnassos‘un iki giriş kapısından biri olan Mindos Kapısı Bodrum‘un Batı tarafındadır. Günümüze kadar sadece duvar kalıntıları kalmıştır. Turkcell‘in sponsorluğunda kazı ve restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Büyük İskender şehri kuşatmaya M. Ö. 333 yılında bu kapıdan girmiştir. Çok zorlu bir direnişten sonra şehri fethetmiş ve Mausoleum hariç tüm şehri tahrip etmiştir. Kaynak: http://www. tenaparts. com/bodrum. html Bodrum Sualtı Müzesi Salonlarında Önemli Sergiler Karya Prensesi Ada Bodrum kalesi’nin İtalyan kulesinin arkasında yer alan salonda Karya Hekatomnos hanedanından Prenses Ada’nın mezarı ve kişisel eşyaları sergileniyor. Bodrum’da yapılan temel kazısı sırasında bulunan mezardan çıkan iskeletin kriminal yöntemlerle Prenses Ada’ya ilişkin olduğu belirlenmiştir. İngiltere’de yapılan etlendirme ile yüz çizgileri bakımından Priene’de ele geçmiş bir portre Ada başına benzemesi, takıların Pers etkisi taşıması, antropolojik bakımdan çok doğum yapmış, ata binen bir kişiliği yansıtması gibi özellikleriyle iskeletin Prens Ada’ya ait olma olasığı çok güçlüdür. Bu soylu kadın 44 yaşlarında ölmüş, takıları, bir içki kabı ve altın işlemeli giysileriyle mezara konmuştur. İ. Ö. 330 sularında ölen prensesin lahit kapağı örtülmeden içeriye giren bir farenin iskeleti Ada’nın kemikleriyle birlikte bulunmuştur. Lahit kapandıktan sonra üstü iri taş bloklarıyla örtülmüştür. Karya Prensesi Ada Sergisi salonunda buluntuların ele geçişi video filmi, soyağacı-kronoloji, dönemin toplanma salonu örneğine göre dekor ve mobilyalar ile Priene’den British Museum’a götürülmüş Ada başının alçı kopyası görülebilir. Bu sergiye özel giriş ücreti ödenmektedir. Tunç Çağı Batıkları Salonu:Kalenin doğu kesiminde, İngiliz Kulesi önünde açılan sergi, Türkiye sularından çıkarılmış en eski batıkları saklıyor. Bu batıklardan Şeytanderesi Batığı, Gökova körfezinde bir yarıkta bulunmuş büyük kaplardan ve küplerden oluşuyor. Gemisine ilişkin bilgi ele geçirilemeyen ve İ. Ö. 16. Yüzyıla tarihlenen buluntular, olasılıkla Keramos kentine adını veren bir çömlek üretim merkezinin mallarıydılar. Salonda yer alan ikinci batık ünlü Gelindonya Burnu Batığı, tunç levhalar. bir örs ve gemicilik-tarım araçlarıyla birlikte suya gömülmüş gemiden geliyor. Türkiye’de yapılmış en eski tarihli gemi kazısı olması niteliğiyle de tanınan Gelidonya Burnu Batığı, FilistinKenan ülkesinden yola çıkmıştı ve Mısır skarebelerine göre de bir tüccar gemisi. İ. Ö. 13. yüzyıla tarihlenen gemide, Myken dünyasından gelme bir kap ele geçmiştir. Bir başka sergi de Kaş-Uluburun Batığı’na aittir. Salonda geminin birebir kesiti ve sualtında bulunuş topografyasıyla sergilenen buluntular, genel olarak Mısır, Kenan ülkesi ve Kıbrıs’a ilişkin ticari mallardır. Gemi kargosu içinde bulunan fildişi, abanoz gibi ham mallar, Afrika kökenlidir. Kıbrıs kökenli bakır külçeleri çıkarılmıştır. Kenan tipi amphoralar içinde Arap yarımadasından getirilme damla tütsü olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca Mısır kraliçesi Nerfertiti’nin hurdacıya satılmış altın mührü, fildişi menteşeli tahta kitap, gemi koruyucu Kenan tanrıçası heykeli, Mısır kökenli mavi cam külçeleri gibi Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 43/124 benzersiz buluntular elegeçmiştir. Ağaç halkaları (dendrokronoloji) yöntemiyle gemi, İ. Ö. 1316yılı sularına tarihlenmektedir. Serginin gezilebilmesi için özel ücret ödenmektedir. Genç çağ Batığı Bodrum Yarımadası açıklarında, Yassıada batığı buluntularının sergilendiği salonda, söz konusu geminin bire bir maketi üstünde dolaşmak olanaklıdır. İ. S. 6. Yüzyıla tarihlenen gemide amphoralara doldurulmuş şarap taşınıyordu. Yapılan kazılar sırasında gemi ambarındaki yemek kapları, yemek kalıntıları ve gemicilik eşyaları ele geçmiştir. Gemide bulunan tüm demir nesneler, deniz tuzunun etkisiyle çürüdüklerinden bu türden kavkıların içlerine doldurulan kauçuk nitelikleri anlaşılabilmiştir. Sergilenen tüm demir nesneler aslında kauçuk kalıplardır. Geminin en ilginç buluntusu ise üzerinde kaptan Yorgo’nun adının kazılı olduğu domuz başlı kolu ile Athena tanrıça biçimli ağırlığı olan kantardır. Serginin yer aldığı salon aslında şövalyeler döneminde bir şapel olarak kullanılıyordu. 1402-1437 arasında inşa edilmişti. Cam Batığı Marmaris yakınlarında Serçe Limanı adlı küçük körfezde kayalara çarparak batan gemi, buluntuları nedeniyle Cam Batığı olarak tanınır. 32 metrede yatan ve 1977-1979 arasında Prof. Dr. George Bass tarafından kazılan batık, büyük ölçüde sağlam ele geçmiştir. Geminin taşıdığı cam külçelerinin ayıklanması sonucu İslam-Bizans devletleri arasında serbestçe gidip gelmekte olan bir tüccarın malları ortaya konmuştur. Hurda camlar yeniden ergitilmek üzere gemiye konulurken bir yandan da yeni üretim camlar uğranılan limanlarda satılıyordu. Erken İslam dönemine ilişkin ağırlıklar, bir kılıç ve süzgeçli kaplarla birlikte gemi personelinin oynadığı dama taşlar gibi sayısız buluntu bu batıktan gelir. Batık, buluntularının çeşitliliği aracılığıyla 11. Yüzyıla, daha keskin bir saptama ile 1025 yılı sularına tarihlenir. Bu sergi için ayrı bir ücret ödeniyor ve 15 kişilik guruplar halinde salona giriliyor. http://mugla. turizm. gov. tr Gümbet Önce merkeze en yakın yerleşim Gümbet’ten başlayalım. Bodrum’un koyları ve köylerini saat yönünde görelim. Gümbet otellerin yoğunlaştığı yöre. İlçe merkezinin hemen yanıbaşında. 2 km mesafede. Dolmuşlarla 5 dakika. Adı, bölgedeki üstü beyaz damlı çok sayıda sarnıçtan geliyor. Şehir merkezine en yakın ve en popüler plajına sahip olduğu için çok hızlı büyüdü, kalabalıklaştı. Barlar, lokantalar ve eğlence yerleri de her gün biraz daha çoğalıyor ve ilçe merkezine rakip oluyor. Dolmuş yaz mevsiminde 24 saat çalışıyor. Denizi sığ, kumsalı uzun, küçük çocuğu olan aileler için elverişli. İnceburun’la Adaburun arasında bir koy olan Gümbet su sporları için de elverişli. Yarımadanın en popüler su sporları merkezleri de burada. Windsurf, parasailing ve su kayağı için ideal koşullara sahip. Sahilde su sporu tesisleri de var. Gümbet kalabalıklaştıkça, otel sayısı arttıkça, Bodrum merkezine alternatif bir eğlence merkezi de oldu. Akşam karanlığıyla birlikte sahilde ve Gümbet sokaklarında bar, cafe ve restoranlarda kalabalık artıyor, müzik ve eğlencenin her türü canlanıyor. http://mugla. turizm. gov. tr Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 44/124 8. Gün: 30. 01. 2010 CUMARTESİ: BODRUM – EUROMOS – HERAKLAİA – DİDİM – MİLET – PRİENE – ÖZDERE (270 km) H E R A K L E I A Herakleia, Latmos (beşparmak) dağlarının denize dik inen güneybatı eteklerinde eski Latmos körfezinin en ucunda yer almaktadır. Milas - Söke karayolunun 25. km. sinde yer alan Çamiçi köyünden sağa dönen yoldan yaklaşık 10 km sonra Kapıkırı köyüne gelinir. Kapıkırı köyü eski kentin üzerindedir. Kent adını ünlü kahraman Herakles'ten almıştır. M. Ö. 8. yy'da adı Latmos iken Perslerin Karia Satrapl Mausolos döneminde kent satrapın eline geçmiştir. Bundan soma kentin adı satrapı Helenleştirme politikası sonucu Herakleia olmuştur. Kent İskender’in Asya seferi sonucu Seleukoslar'ın egemenliğine bağlanmıştır. M. Ö. 133 'te Bergama Krallığının Roma'ya bağlanması ile Karia'da Roma egemenliğine girmiştir. M. Ö. 1. yy'da denizle bağlantısının kesilmesi ile eski önemini kaybeden kent ulaşımdaki güçlük nedeniyle Hıristiyan keşişlerin bir gizlenme yeri olmuştur. DİDİM Miletos’un ötesinde İonia’nın güney ucunda, Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak niteleyebileceğimiz Didyma Apollon Tapınağı yükselir. Tapınağın anıtsal boyutları ve benzersiz planı kadar, çok iyi bir durumda koruna gelmesi de hayranlık uyandırır. Yüz yılı aşkın bir zaman önce Sir Charles Newton şöyle yazmıştır: “İki dev sütun ile üzerlerindeki arkhitrav parçası ve tamamlanmamış üçüncü bir sütun, Apollon Tapınağı’ndan tek ayakta kalanlar. Anıtsal kalıntılar düştükleri yerde, parçalanmış buzullar gibi üst üste yığılmış duruyorlar”. Fransız ve Alman arkeologlar sayesinde, yapı bugün çevresindeki sütun dizisi dışında tümüyle ayaktadır. Yunan dünyasında, Didyma Apollon Tapınağı, dev boyutlu mimarlık yapıtlarının salt Romalıların tekelinde olmadığını anımsatır. Didyma hiçbir zaman bir kent niteliği taşımamıştır. Bu bakımdan Klaros’a benzer, Gryneion’dan ise ayrılır. Tapınak ve onun yönetimindeki bilicilik, Miletos toprakları içindedir ve rahibi de kentin önde gelen resmi görevlileri arasında yer almıştır. Didyma adı Yunancadan değil, Anadolu dillerinden kaynaklanır; tıpkı Karia’daki Idyma, Lykia’ daki Sidyma gibi. Sözcüğün bir rastlantıyla, Yunancada “ikizler” anlamına gelen Didymi sözcüğüne benzemesi, Apollon ve ikiz kız kardeşi Artemis ile ilintili olduğu sanısını uyandırmıştır. Bu yüzden, antik yazarlardan kimisi Didymi formunu benimsemiştir. Gerçi Didyma’da Artemis’in de bir tapınağı ve kültü vardır, ama Apollon’unki ile karşılaştırıldığında pek önem taşımaz. Pausanias, biliciliğin İon göçmenlerin buraya ayak basmasından önce de var olduğunu söyler. Binicilik gerçekten çok eskilere dayanır. Ören yerinde ele geçen en eski yazıtlar İ. Ö. 600 dolaylarına tarihlenmektedir ve bunlardan biri biliciliğin verdiği bir öğüte ait bir parçadır. Anlaşıldığına göre danışmaya gelenler genç kuşağın korsanlıkla uğraşmasının doğru olup olmayacağını sormuşlar, tanrı da “Doğru olan babalarınızın yaptığını yapmanızdır” yanıtını vermiştir. Bu erken dönemde kült, Brankhidai (Brankhidler) adı verilen ve Delphoi kökenli olduklarını ileri süren soylu bir ailenin yönetimi altında idi. Brankhidai adı, Didyma için sıklıkla ikinci bir ad gibi kullanılmıştır. Kroisos İ. Ö. 6. yüzyıl ortalarında Pers ülkesine saldırmayı kafasına koyunca, ilk iş olarak bir bilicilik merkezinin öğüdüne başvurmayı düşündü, ama öğüdün güvenirliğini belirlemek amacıyla önce bir deneme yapacaktı. Böylece, en ünlü bilicilik merkezlerine, bu arada Didyma’ya da elçiler gönderdi. Elçiler başvurdukları bilicilerden, o anda kralın ne yaptığını söylemelerini istediler. Gerçekte kral o sırada bronz bir Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 45/124 kazanın içinde bir kaplumbağa ile bir kuzuyu kaynatmaktaydı. Doğru yanıtı Delphoi Apollon’u verdi, başka bir bilicilik merkezi de gerçeğe yaklaştı; ama Didyma, başarı gösteremedi. Yine de Kroisos, Brankhidlere her zaman dostça davrandı; tanrıya görkemli adaklar sundu. Bunlar Delphoi Kutsal Alanına sunduklarının bir eşiydi. Herodotos’un anlattıklarına bakılırsa, kralın sunduğu adak eşyaları 12 talent saf altın ve 226 talent “beyaz altın” (elektron), günümüz ölçüleriyle toplam 2 metreküp değerli maden; altın ve gümüşten yapılmış iki dev çanak; yine büyük boyutta dört gümüş testi; altın ve gümüşten iki kalp; kraliçeye ait gerdanlık ve kemerler, ayrıca saray aşçısını betimlediği söylenen, doğal boyutta bir altın heykel içermekteydi. Tapınağın bu dönemdeki görünümü konusunda bilgimiz yok denecek kadar azdır. Ziyaretçilerin kuzeybatıdaki küçük Panormos Limanı’nda karaya çıktıkları ve tapınağa bir kutsal yol ile ulaştıkları bilinmektedir. Kutsal yolun iki yanında heykeller sıralanmıştır. İ. Ö. 6. yüzyıla tarihlenen bu heykellerden birçoğu 1858 yılında Newton tarafından British Museum’a gönderilmelerine değin, orijinal yerlerinde kalmışlardır. Çoğu Arkaik Döneme özgü, dik bir biçimde oturan figürleri betimler. Bazıları yazıtlıdır. Kutsal yol heykelleri arasında bir aslan bir sfenks heykeli de vardır. Antik heykellerin başta Lord Elgin, Charles Fellows ve Sir Charles Newton tarafından – kuşkusuz Osmanlı hükümetinin izni ile- bulundukları Yunanistan ve Türkiye topraklarından Avrupa müzelerine taşınması çok eleştirilmiştir. Oysa zamanında eleştiri yapmak akla gelmemiş, üstelik iki yönden haklı görülmüştür: Anıtların zarar yada ziyandan korunması ve bilim adamları ile aydınların ilgisine sunulması. “Elgin Mermerleri” adıyla bilinen yapıtlar İngiltere’de büyük heyecan uyandırmış, sanatsal beğenide bir devrim yaratmıştır. Bugün Parthenon’u ziyaret eden bir kimse, onların yerlerinde kalmış olmalarını dileyebilir; ama 1800’lü yıllarda Atina’ya pek ender, İonia ve Lykia’ya ise daha da ender gidildiğini unutmamak gerekir. Eğer Fellows, Ksanthos heykel ve kabartmalarını Londra’ya getirmeseydi, kaç kişi onları görebilecekti? Bu anıtlar yerlerinde bırakılsaydı, yitip gitmeleri ya da zarar görmeleri kaçınılmazdı. Mahaffy, bir Yunanlının elindeki tüfek ile Atina Akropolisi’nden, aşağıdaki Dionysos Tiyatrosu’nun heykellerine ateş ettiğine tanık olmuştur. Newton ise kendisinden elli yıl önce Sir William Gell’in Didyma kutsal yolunda gördüğü, oturan bir figürü canlandıran heykelin artık yerinde durmadığını yazar. Bir yapıtın iki bin yıl varlığını sürdürmesi, bir yüz yıl daha sürdüreceğine garanti değildir. Şimdi Türkiye ve Yunanistan’a sıklıkla gidebilmesi ve bu ülkelerin eski eserlere değer veren, sorumluluk sahibi hükümetlerce yönetilmesi, Avrupa müzelerine taşınan yapıtların iade edilip edilmemesi gerektiği konusunda tartışmalara yol açmaktadır. Tartışmalar sürerken en azından geçici bir önlem olarak, söz konusu yerlere eserlerin birer kopyası konulabilir. Nitekim bu, bazı yerlerde yapılmıştır. Didyma tarihinin erken evresi, tapınağın Persler tarafından yıkılmasıyla sona erdi. Herodotos; İ. Ö. 494 yılında İonia Ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanıp, Miletos düşünce, Dareios’un hem tapınak, hem de bilicilik yerini yağmalayarak yaktığını anlatır. Oysa Strabon ile Pausanias aynı eylemi Kserkses’in İ. Ö. 479’da Plataia’daki yenilgisinden sonra, Yunanistan’dan dönerken gerçekleştirdiğini yazarlar. Bu olayda Brankhidler tanrılarına sadakatsizlikten suçluydular; tanrıya sunulmuş hazineleri hiç duraksamadan Pers kralına teslim etmiş ve ihanetlerini izleyecek olaylardan kurtulmak amacıyla, onun peşinde Pers ülkesine kaçmışlardı. Orada kral eliyle Sogdiana yakınlarına yerleştirildiler. Yüz elli yıl sonra İskender buraya dek geldi. Ordusundaki Miletoslulara ne yapması gerektiğini sorduktan sonra, yerleşmeyi yerle bir etti. “Böylece” diye sözlerini bağlar tarihçi, “babaların işlediği suçun cezasını oğullar ödemişlerdir”. Daha sonra Suriye Kralı I. Seleukos, Pers başkenti Ekbatana’da Kserkses’in çaldığı bronz Apollon heykelini bulmuş, Didyma’ya geri vermiştir. Pers yıkımının ardından, bilicilik merkezinin toparlanması uzun sürdü. 5. yüzyılın geri kalan bölümünde ve 4. yüzyılda hiç sesi çıkmadı. Ama İskender’in gelişi ile yıllardır kurumuş bulunan Didyma’daki kutsal pınar, bilicilik pınarı, yeniden kaynadı. Hayata dönen bilicilik kurumu İskender’in tanrı Zeus’un öz oğlu olduğunu ve Gaugamela’da zafer kazanacağını muştuladı. Yine de Didyma asıl canlanmasını Seleukos’a borçludur. Seleukos İ. Ö. 300 dolaylarında eski tapınağın bulunduğu yerde, bugün kalıntılarını gördüğümüz dev yapının inşaatını başlattı. Yeni kutsal alan kısa zamanda büyük bir zenginliğe kavuştu. Ama İ. Ö. 278 yılında istilacı Galatların saldırılarından çok zarar gördü. Didyma’da kazılar sonucu ortaya çıkarılan yazıtlardan biri İ. Ö. 277 yılına ait bir tapınak envanteridir. Yazıt Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 46/124 “savaştan arta kalanlar” ın, Apollon hazinesindeki bezemeli bir tas ve gümüş süslemeli bir öküz boynuzu ile Artemis hazinesindeki kaidelerinden biri kopuk bir buhurdan, iki küçük buhurdan ve üç kemerden öteye gitmediğini belgelemektedir; geriye başka hiçbir şey kalmamıştır. Henüz tamamlanmamış olan yapı ise ayakta kalabilmişti. İki yüz yıl Miletoslular kendi olanakları ile onu tamamlamaya çalıştılar. İ. Ö. 70 yıllarındaki korsan yağmasının yaraları çabuk sarıldı. Ama tapınağı gören herkesin gözüne çarpacağı gibi, son rötuşlara hiçbir zaman geçilemedi. Örneğin taşların çoğu perdahlanamadı, sütunların yivleri tamamlanamadı. Tapınağın planı çeşitli yönlerden sıra dışı, hatta benzersizdir. İon düzenindeki yapı “dekastylos dipteros” plan gösterir, yani kısa yanlarda on sütun içeren iki sütun dizisiyle çevrilmiştir. Bir ön avlu niteliğindeki pronaosta on iki sütun daha vardır. Böylece toplam sütun sayısı 120’ye ulaşmaktadır. Pronaos ile en kutsal bölüm olarak tanımlayacağımız naos arasında, içinde iki sütun bulunan bir ön oda yer alır. Pronaostan ön odaya açılan kapının 1. 45 m. yüksekliğindeki eşiği, buranın bir giriş işleviyle kullanılmadığını göstermektedir. Ön oda ise başka tapınaklarda rastlamadığımız bir öğedir ve işlevi aşağıda incelenecektir. Ön odadaki üç kapıyı izleyen basamaklar 2. 59 m. alçakta kalan naosa iner. Burası, yüksekliği 21. 3 m. yi aşan duvarlarıyla büyük bir avluyu andırır. Naosun olağandışı uzunluğu yapının bir opisthodomostan yoksun bulunmasından kaynaklanmaktadır. Strabon, dev boyutları yüzünden, yapının hiçbir zaman bir çatı ile örtülmediğini bildirir. Pronaos un iki yanındaki eğimli birer dehliz, pronaosu naosa bağlamaktadır. Bu da bir eşine rastlanmayan bir düzenlemedir. Yunan tapınaklarında kült heykeli genellikle naosun arka duvarına yakın bir konum alır. Didyma’da ise naosun üzerinin açık olması dayısıyla Apollon heykeli için İon düzeninde bir naiskos, küçük bir tapınak yapılmıştır. bilicilik pınarı da yalnızca temelleri günümüze erişen naiskosun içindedir. Naos duvarlarının üst bölümü pilasterler ile bezenmiştir. Pilaster başlıkları arasında griffon ve Iyra motiflerinden oluşan bir friz uzanır. Frize ait bazı parçalar bugün kuzey duvarın önünde durmaktadır. Bir başka sıra dışı özellik, ön odanın iki yanında yer alan ve naos duvarlarının üzerine ulaşan merdivenlerdir. Tapınak zengin ve gösterişli bezemelere sahiptir. Bu bağlamda, pronaos sütunlarının kaidelerinde izlenen bezeme çeşitliliğine ve arkhitravı süsleyen Medusa frizine değinilebilir. Hafirler batı uçtaki yıkılmış bir sütunu, düştüğü andaki gibi kasnakları kaymış bir şekilde bırakmışlardır. Stylobat dümdüz bir yatay çizgi oluşturmamakta, eksene doğru bombe yapmaktadır. Birkaç santimetreyi aşmayan bu dışbükey kavis, basamaklar boyunca gözlerinizi kısarak baktığınızda özellikle belirgindir. Curvatura adı verilen bu uygulama Yunan tapınaklarında sıklıkla karşımıza çıkar. Amaç, uzun bir düz çizginin ortada çökmüş gibi algılanmasına yol açan optik yanılsamayı düzeltmektedir. Parthenon’da tek bir düz çizginin ortada çökmüş gibi algılanmasına yol açan optik yanılsamayı düzeltmektedir. Parthenon’da tek bir düz çizgiye rastlanmadığı söylenir. Didyma Apollon Tapınağı, sınırları içine sığınanlara kesin koruma sağlayan, dokunulmazlık hakkına öteden beri sahip olmuştu. Marcus Antonius’un Ephesos Artemis Tapınağı’nda yaptığı gibi, Iulius Caesar da Didyma’nın dokunulmazlık alanını 2000 ayak genişletmişti. Ancak İmparator Tiberius çeşitli Yunan tapınaklarının koruma hakkına ilişkin bir soruşturma açtığında, Miletoslular, Caesar’ın yürürlüğe koyduğu uygulamayı kanıt göstermediler. Onun yerine, Brankhidai bilicilik merkezinin eski günlerinde I. Dareios’un kaleme aldığı bir mektubu dikkate sundular. Sonuç Didyma’ya iddiaları çok eskilere dayandığı için kuşkulu görülen ikinci derece tapınaklar arasında yer verilmesiydi. Genelde Roma imparatorları Didyma’ya dostluk gösterdiler. İ. S. 100 yılında Traianus, Miletos’tan Didyma Kutsal Alanı’na gidecek, 17. 7 km. uzunluğunda bir yolun masraflarını karşıladı. O güne dek Miletoslular hep deniz yoluyla Panormos’a gelmişlerdi. Traianus’un yaptığı bu bağışın ardında yatan neden, çağdaşı olan düşünür ve hatip Prusiaslı (Bursa) Dio’nun yazılarıyla açıklığa kavuşmaktadır. Dio’nun anlattığına göre Didyma bilicilik merkezi, Traianus’a henüz böyle bir durum söz konusu değilken, günün birinde imparatorluğa yükseleceğini bildirmişti. Traianus kehanet ocağında sözcülük görevini kabul etmekle, Didyma Apollonu’nu ayrıca onurlandırdı. Daha sonra Hadrianus da aynı şekilde hareket etmiştir. Kuşkusuz bu, bilici kadının kutsal pınar başında tanrısal esinlenme ile söylediği sözleri iki imparatorun dinlediği ve danışmaya gelenlere vezinli bir biçimde aktardığı anlamına gelmez. Konu, bu görev ile ilgili masrafların imparatorluk hazinesinden karşılanmasından ibarettir. İ. S. 2. yüzyılda Traianus ile başlayıp, Marcus Aurelius’a dek devam eden “iyi” imparatorların zamanında Didyma zengin bir dönem yaşamış, bilicilik merkezinin yıldızı özellikle parlamıştır. Kazılarda ele geçen kehanet metinleri çoğunlukla bu evreye aittir. http://www. didimli. com/apollon. htm Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 47/124 MİLET Günümüzden 2000 yıl önce Söke ovası tamamen bir deniz, Bafa gölü de bir koy şeklinde idi. Bu deniz kenarlarında antik çağın en güzel kentlerinden Milet, Priene ve Didim yer alıyordu. Büyük Menderes Irmağı (Maiandros) zamanla taşıdığı alüvyonlar ile; ilk önce Priene önündeki denizi daha sonrada Milet ve Lade Adası'nı da içine alan alttaki resimde görülen tüm bölgeyi doldurmuştur. Aynı dönemlerde Efes' de deniz kenarında iken, zamanla ön tarafı dolarak günümüzde ki halini almıştır. İlk kez gelenler Miletos ‘u yadırgayacaklar, belki gözlerine inanamayacaklardır. İlk ziyaret ettiğimde benim de kapıldığım, “Umduğum bu değildi” duygusu uyanabilecektir. Çünkü “Miletos” dendiğinde akla ilk gelen, Ege Denizi’nin hükümdarı ve bilim ile felsefenin doğum yeri olmuş Arkaik Dönem’de denizciliğiyle parlamış büyük bir kenttir. Oysa bunların kalıntısını görmek mümkün değildir. Bugün göze çarpan kalıntılar, Roma Dönemi’ne aittir. Kuşkusuz Miletos Roma Dönemi’nde de büyük bir kentti, ama örneğin Ephesos kadar hoşnut bırakmaz görenleri. Bu duygu, Maiandros Nehri’nin taşıdığı mil yüzünden, tam bir değişim geçiren doğal çevrenin etkisiyle, büyük ölçüde artmaktadır. Herodotos, Maiandros gibilerine “çalışan nehir” tanımını yakıştırmıştır. Gerçekten de Menderes, öteden beri kıyının yılda ortalama 6. 10 m. ilerlemesine yol açmaktadır. İşte böylece, Klasik Dönemde büyük bir körfezin ağzındaki bir burun üzerinde yer alan Miletos, şimdi denizden yaklaşık 8 km. içeride kalmıştır. Kötü ün kazanmış Lade Adası bugün ovanın ortasında yükselen çorak bir tepe görünümündedir. Latmos Körfezi ise Bafa Gölü’ne dönüşmüştür. Tiyatronun yukarısındaki tepede durduğunuzda, Miletos’un bir zamanlar nasıl göründüğünü anlamanız için hayal gücünüzü iyice zorlamanız gerekecektir. İonia’daki kentler içinde Homeros’un değindiği tek kent olma ayrıcalığına sahiptir Miletos. Ozana göre Miletos, Troia’da Yunanlılara karşı savaşmış, “kaba bir dil konuşan Karialıların yurdu”dur. Arkaik Dönem’de kent nüfusunun güçlü bir Karia öğesi içerdiği ve Thales’in babasının da Karialılara özgü Eksamyes adını taşıdığı bilinmektedir. Miletos, Anadolu’daki Yunan kolonizasyonu konusunda çok erken tarihlere ait bulgular veren kentlerden biridir. En erken keramik örneklerinden bazıları, Minos Çağı Girit keramikleri ile yakınlıklar göstermektedir. Miletos İ. Ö. 1400 ve 1200 yılları arasında önemli bir Myken yerleşmesine de sahne olmuştur. Ana yerleşme, sonraları stadionun kurulduğu tepede yer alır. Burada sürdürülen kazı sonucunda bir megaron ve ilişkili yapılar ortaya çıkarılmış, çanak-çömlek fırınları saptanmıştır. Tepe İ. Ö. 1200 dolaylarında, Hititlerin başkenti Boğazköy ve Kıbrıs’ta Enkomi savunma duvarlarına benzeyen, kazamatlı bir sur duvarı ile çevrelenmiştir. Miletos surları Batı Anadolu’nun bu dönemdeki güvensiz ortamına tanıklık etmektedirler. Daha sonraki İon kolonistlerini Kodros oğullarından Neileus’un yönettiği söylenir. Kolonistler buraya ayak bastıklarında, yerli Karialılar ve Girit’te aynı adı taşıyan bir kasabadan göç etmiş Giritlilerin oluşturduğu bir topluluk ile karşılaşmışlardı. Herodotos’un anlattığına göre yanlarında hiç kadın getirmeyen İonlar, kentteki erkekleri öldürerek dul eşleri ile evlendiler. Bu olay üzerine, kadınlar eşleriyle sofraya oturmamaya ve onlara adlarıyla seslenmemeye ant içtiler. İon Miletos olağanüstü derecede zenginleşti. Erken dönemlerde Yunan dünyasının en büyük kenti olduğuna kuşku yoktur. Kentin uygun konumu, Atinalı atalardan gelen girişimcilik ruhu ile birleşince Miletoslular, o çağın denizcileri arasında ilk sıraya geçtiler. Kara yönünde bağlantılar zayıftı. Bugün, Miletos’un Maiandros vadisi Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 48/124 boyunca uzanan kervan yolları üzerinde bir durak yeri işlevi taşıdığı sanılabilir; oysa ekli haritaya bir bakış, antik çağda böyle bir durumun kesinlikle söz konusu olmadığını gösterecektir. Priene ve Myus bu bakımdan daha uygun konumda bulunmaktadırlar. Yol, günümüzdeki gibi Ephesos’tan geçmiştir. Miletoslular denizler üzerinde rakip tanımadılar. İ. Ö. 8. yüzyıl kadar erken bir dönemde, özellikle 7. yüzyılda Hellespontos, Propontis ve Euksenios kıyılarında birçok koloni kurdular. Miletos, kolonilerinin toplam sayısı doksanı buluyordu. Hiç kuşku yok, kolonilerin tümünde nüfusu yalnızca Miletoslular oluşturmamıştı. Dışlanmış kişiler, sürgünler ve yeni bir yurt arayan diğerleri için ana kent, daha çok bir yol gösterici görevini taşıyordu. Bu tür kişiler, Miletos’ta toplanıp gönderilecek ilk topluluğa katılmış olmalıdırlar. Koloniler ile yapılan ticaretin kentteki zenginliği arttırdığı kesindir. Maddi alandaki refaha, düşün alanındaki parlak başarılar eşlik ediyordu. Miletos gerçi bu konuda eşsiz değildi. Ephesoslu Herakleitos, Prieneli Bias, Kolophonlu Ksenophanes ve başkaları Miletos’un tek olmadığını kanıtlamaktadır. Ama Miletos’un hepsine önderlik ettiği tartışmasız kabul edilebilir. İlk önce Thales’in adı anılmalıdır. Onun, suyu evrendeki ana madde olarak nitelediğine ve İ. Ö. 585 yılındaki güneş tutulmasını önceden hesapladığına yukarıda değinilmişti. Kroisos ordularının geçmesi amacıyla, Thales’in Halys Nehri’nin yatağını değiştirdiği de anlatılır. Bir gün birisi, bütün akıl ve bilgisine karşın yoksul bir yaşam sürdüğünü söyleyip ünlü düşünüre sataşınca, Thales pratik ve etkili bir karşılık vermiştir: Astronomi alanındaki çalışmalarının yardımıyla, gelecek yıl zeytin hasadının bol olacağını hesaplayarak Miletos’taki tüm zeytin preslerini satın alır; sonra da bunları yüksek bir ücret karşılığında başkalarına kiralar. Böylece düşünürlerin de eğer isterlerse, zengin olabileceklerini kanıtlar. “Fakat” (diye ekliyor olayı anlatan tarihçi) “zenginlik, düşünürün gözünde bir amaç değildir. ” Öğrendiğimize göre Thales, bir çember içine dik üçgen çizmeyi başaran ilk kişidir; bunu kutlamak için bir öküz kurban eder, yani kendine iyi bir ziyafet çeker. Düşünürün bir diğer başarısı da Mısır piramitlerinin yüksekliğini hesaplamaktır. Bunu bir insanın gölgesinin, gerçek boyuna eşitlendiği saatte piramitlerin gölgesini ölçerek gerçekleştirir. Thales’in en ünlü sözü, “Kendini bil” mesajını verir ve Delphoi’daki Apollon Tapınağı’na kazınmıştır. Çağımız insanına belki aykırı görünecek bir başka sözünde ise Thales, tanrılara üç şey için şükran duyduğunu belirtmiştir; hayvan değil insan, kadın değil erkek ve barbar değil Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 49/124 Yunanlı olduğu için. Antik çağın Yedi Bilgesi’ni sıralayan listeler arasında büyük tutarsızlıklar görülmesine karşın, hepsinde üç ad yinelenir. Bunlar Miletoslu Thales’in, Prieneli Bias’ın ve Atinalı Solon’un adlarıdır. Doğa bilimleri alanında Thales’i yurttaşları Anaksimenes ve Anaksimandros izler. Birincisi evrendeki ana maddeyi havanın oluşturduğunu, havanın yoğunlaşma ve gevşeme süreci ile maddenin diğer biçimlerini ürettiğini ileri sürmüştür. Anaksimandros ayrı bir ana maddeye ilişkin ayrı bir sav ile ortaya çıkar: Ana maddeye “Sonsuzluk” adını verir. Belki de buna – hem sonlu hem de somut olduğundan – “Sınırsızlık” demek daha doğrudur. Burada “Sınırsız” sözcüğüyle, özelliklerin veya niteliklerin sınırsızlığı ifade etmektedir; öyle ki onun bölünmesi, görebildiğimiz dünyadaki somut varlıkları yaratır. Miletoslular aynı zamanda coğrafyanın babası olarak tanınırlar. İlk dünya haritasını Anaksimandros çizmiştir. O kıtaları, denizleri ve nehirleri haritasına işlerken birtakım varsayımsal simetri ilkelerini göz önünde tutmuş ve anlaşılan hiç gezmemiştir; ortaya çıkan sonuç günümüzde bilinenlerin karşısında, büyük yanlışlıklarıyla dikkati çekmektedir. Coğrafya adlı eserinde, yurttaşının çizdiği haritayı açımlayan Hekataios’un durumu çok farklıdır. Hekataios, çok gezmiş ve kendi gözlemlerini dünyanın her yanından Miletos’a akan konuklardan duydukları ile tamamlayabilmiştir. Yapıtından günümüze ulaşan parçalar gözden geçirildiğinde, güvenilirliği saptanmaktadır. Herodotos sık sık Hekataios’tan alıntılar yapar, bir yandan da onu insafsızca eleştirir. Hekataios’un söylediği bir söz, İ. Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda Yunanları ve özellikle Miletosluları gerçeğin peşine düşüren, yeni ruhu yansıtması açısından önemlidir. “Ben, bana doğru görüneni yazıyorum” demiştir Hekataios, “çünkü Yunanlıların anlattıkları öyküler hem çoktur, hem de saçma. “Hekataios’un ardılı Herodotos’u okuyanlar, saçma da gözükse, dünyanın bu Yunan öykülerinden yoksun kalması durumunda, gerçekten yoksullaşacağını hissederler ister istemez. Düşünsel ve maddesel alanda zenginlik, Miletosluları yumuşatmamıştır. “Bir zamanlar” der daha geç bir atasözü, “Miletoslular yürekli kişilerdi. ” Lydia kurallarından Gyges ve Alyattes’e başarıyla karşı koyan Miletoslular ile barış yapmaktan Kroisos bile hoşnut kalmıştı. Persler çok güçlüydüler, ama antlaşmaya rıza gösterdiler. Miletos böylesi bir ayrıcalıktan pay alan tek İon kenti olarak kaldı. Perslere vergi veriyor, bir tyran kenti kesinkes Pers buyruğu ile yönetiyordu, ama Miletos az ya da çok özgürdü yine. İ. Ö. 500 yılındaki kötü talihli İonia Ayaklanması’nda Miletos’un oynadığı rol, Histaios’un romantik yaşamının bir uzantısı gibi gelişmiştir. Öykü 512 yılında, Pers Kralı Dareios’un yıkım getiren Skythia seferi ile başlar. Dareios’un ordusunda Yunan kentlerini yöneten tyranların meydana getirdiği bir donanma filosu görev almıştır. Bunların içinde Miletos tyranı Histaios da vardır. Tuna Nehri’ne varılınca Dareios, gemilerden oluşturdukları bir köprüden geçerek karaya çıkacaktır. Dareios karaya çıkmadan önce, üzerine altmış düğüm attığı bir ipi Yunan komutanlarına verir. Onlara her gün bir düğümü çözmelerini, tümü çözüldüğünde hala dönmemiş ise kendisini bırakıp, yurtlarına yelken açmalarını söyler. Sonra da yabanıl Skyth ülkesinin içlerine doğru yola çıkar. Geride kalan Yunanlılar altmış gün beklerler. Kral dönmemiştir. Onlar ne yapacaklarını düşünürken, bir Skyth topluluğu çıkagelir. Skythler köprüyü bozmaları için Yunanlıları ikna etmeye çalışırlar. Böylece Dareios’un yıkımını sağlayacaklar, özgürlüklerini güvence altına alacaklardı – çünkü bu sırada kral da Skyth ülkesinin içlerinde ciddi yenilgilere uğramaktadır. Yunanlılar bu öneriye kulak vermek üzereyken Histaios onları engeller, köprüyü korur. Sonunda Skythlerin kovaladığı Dareios, Tuna kıyısına ulaşıp, belirlenen sürenin bitmesine karşın, köprünün yerinde durduğunu görünce, öylesine sevinir ve minnettar kalır ki, Histaios’a gönlünden geçeni dilemesini buyurur. Histaios yakınında gümüş madenleri bulunan, Batı Thrakia’daki Myrkinos’u ister ve hemen burayı tahkim etmeye girişir. Fakat bu konumda bir Yunan kalesini kesinlikle onaylamayan Dareios, önce Histaios’u uyarır; sonra da onun gibi değerli bir dostu yanı başında gereksindiğini söyleyerek Pers ülkesinin başkentine çağırır. Histaios, Aristagoras’a gizlice bir köle gönderir. Kölenin başındaki dövme, “İonialıları ayaklanmaya teşvik et” çağrısını iletmektedir. Histaios bir ayaklanmanın baş göstermesi durumunda, Dareios’un ayaklanmayı bastırmak için kendisini İonia’ya göndereceği umudunu taşımaktadır. Bir süredir, servetini geri almak amacıyla aynı yola başvurmayı düşünen Aristagoras hiç duraksamaz. Ve beklenildiği gibi Histaios sahneye çıkar. Sözde, baş kaldıran Yunanlılara karşı Pers satrabına yardım edecektir. Gel gelelim satrap kuşkulanır ve onunla işbirliği yapmayı reddeder. Histaios kaçar, Byzantion’u işgal ederek korsanlığa başlar. Ama çok geçmeden Persler tarafından yakalanıp öldürülecektir. Herodotos öyküyü bu şekilde anlatmıştır. Modern tarihçiler ise onun anlatımındaki bazı olanaksız noktalara parmak basmakta güçlük çekmezler. İ. Ö. 494 yılındaki Lade Savaşı, ayaklanmanın başarısızlığı ve Perslerin Miletos’u ele geçirmeleri kentin altın çağına son verdi. Daha önce bir kez bile kaba kuvvete boyun eğmeyen Miletos’ta olay korkunç bir felaket gibi algılandı. Atinalı bir oyun yazarının “Miletos’un Düşüşü” adlı tragedyası sahnelendiğinde, izleyicilerin gözyaşları seller gibi akmış, yazar 1. 000 drakhme para cezasına çarptırılmıştı. Herodotos’un anlattıklarına bakılırsa, kent tahrip edilmiş, erkekler öldürülmüş, kadınlar ve çocuklar tutsak alınmıştı. Her şeye rağmen, bir kuşak sonra Miletos yine ayaklarının üzerinde doğrulabildi. Perslerin Yunanistan’da yenilgiye uğratılması ve Anadolu’daki Yunanlıların özgürlüklerine kavuşmasının hemen ardından kent, yeniden inşa edildi. Yaşamının kalan bölümünü artık bu konumda sürdürecekti. Miletos İ. Ö. 5. yüzyıl ortalarında Delos Birliği’nin bir üyesi olarak beş talent katkıda bulunuyor, Ephesos’un ödediği tutarın çok az bir farkla gerisinde kalıyordu. Bu dönemde kent çok miktarda gümüş sikke darbetti. Şaşılası bir şekilde kendisini toparlamasına karşın Miletos, bir daha asla eski gücünü elde edemedi. Atina donanmasının üstünlüğü, Miletos’un deniz ticaretinde etkinliğini yitirmesine yol açmıştı ve bunun yerini tutabilecek hiçbir şey yoktu. Kentin kaderi, genel çizgileriyle bütün İonia’nın kaderini izledi. 4. yüzyılda Miletos Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun. Rehberlik Gezisi Programı Sayfa 50/124 ile Karia Kralı Maussollos ve babası Hekatomnos arasında yakın ilişkiler sürüldüğü konusunda veriler vardır. Kent bir süre onların egemenliğinde kalmış olabilir. EKA (tomnos) ve MA (ussollos) lejandı taşıyan Miletos sikkeleri ele geçmiştir. Öte yandan, İ. Ö. 334 yılında İskender geldiğinde, kentte bir Pers garnizonu bulunmaktaydı. Miletos İskender’e karşı koyan kentler içinde ilk sırayı aldı. İskender ivedilikle kuşatmaya girişti, gemileri kente yardıma gelen bir Pers filosunu etkisiz kıldı. Miletos şiddetli bir saldırıya uğramıştı. Kent, Helenistik Dönem’de sırasıyla Antigonos, Lysimakhos, Suriyeli Seleukoslar, Mısırlı Ptolemaioslar, Pergamonlu Attaloslar ve nihayet Romalıların egemenliği altına girerek bu evre için olağan iniş ve çıkışları yaşadı. Asia eyaleti bünyesinde Miletos diğerleri gibi zengin ve refah içinde, bir “özgür” kentti; bir çok güzel yapı ile donatılmıştı. Ama Maiandros’un biriktirdiği mil, kenti giderek daha tehlikeli bir boyutta tehdit ediyordu. İ. S. 4. yüzyıl dolaylarında kıyı şeridi Miletos Burnu’nu geride bıraktı, kısa bir süre sonra da Lade bir ada olmaktan çıktı. Derken, sivrisinekler istila etti Miletos’u. Bir zamanların görkemli kenti adım adım, sıtmadan mustarip Balat Köyü’ne dönüşecekti. Son kazılar Miletos’taki en erken yerleşmeyi, başka bir deyişle Yunan – öncesi döneme ait yerleşmeyi bir ölçüde aydınlatmıştır. Söz konusu yerleşmenin, bilinen ören yerinin güneybatısındaki düzlükte bulunduğu ve İ. Ö. 1600 dolaylarına, yani Minos ve Myken Çağı’na dayandığı anlaşılmıştır. Burada ele geçen azımsanamayacak miktarda Girit keramiği, Miletos’un Giritlilerce kurulduğunu dile getiren söylenceyi desteklemektedir. Eğer bu gerçekten doğru ise yerleşme bir ticaret merkezi değil – çünkü yukarıda da belirtildiği gibi Miletos’un kara bağlantıları zayıftır – doğuya giden yol üstündeki bir uğrak limanı olarak kurulmuştur. İ. Ö. 14. yüzyılda Girit’te Minos gücü silinirken Miletos’taki yerleşme, kalınlığı 4. 27 m. yi aşan masif bir duvar ile çevrelenmiştir. Bu durum; belki yerleşmenin, Giritlilerin ellerinden Anadolulu bir kral soyuna, bir başka deyişle Troia Savaşı’na katılmış, “kaba ir dil konuşan Karialılar”ın atalarına geçtiği biçiminde yorumlanabilir. Bunu izleyen olaylar henüz tam anlamıyla açıklığa kavuşturulmamıştır. Büyük sur uzun süre ayakta kalmamış, bir zaman sonra Yunan kolonistleri arkaik Athena Tapınağı’nı doğrudan sur kalıntıları üzerine inşa etmişlerdir. İ. Ö. 800 dolaylarında ise Miletos ören yerinin yaklaşık 3. 22 km. güneybatısında, bugün Kalabak Tepe adı verilen tepe üzerinde savunmalı bir yerleşme kurulmuştur. Hafirler, Kalabak Tepe’nin eski Akropolisi oluşturmadığı görüşündedirler. Aslında, arkaik kentin konumu da henüz kesin bir biçimde belirlenmemiştir. Kazılarda saptanan kesin yangın izlerinden anlaşıldığına göre İ. Ö. 494 yılında Miletos, Persler tarafından tahrip edilinceye dek, Yunan – öncesi yerleşme alanında yaşam sürmüştür. Ancak geniş çaplı bir temizlemeye girişilmediğinden, buranın Thales ile Hekataios’un yaşadıkları kent olup olmadığı şimdilik bilinememektedir. Kalabak Tepe 1904-1908 yılları arasında kazılmış 3. 66m. kalınlığında güçlü duvarlar ile kapıların yanı sıra konutlara ilişkin çeşitli temel kalıntıları ve küçük bir tapınak gün ışığına çıkarılmıştır. Ne var ki şimdi bunların tümünü görmek mümkün değildir. Çanak – çömlek parçaları, tepede İ. Ö. 8. yüzyıl dolaylarından İ. Ö. 494’teki Pers istilasına dek oturulduğunu ve bu tarihten sonra da tam anlamıyla terk edilmediğini ortaya koymaktadır. Daha sonraki kentin büyük kalıntıları, görkemli tiyatronun gölgesi altında silikleşir. Günümüze gelen yapı aynı konumdaki öncülünün yerini almak üzere, İ. S. 100 yılı çevresinde inşa edilmiştir. Nasıl Priene mevcut tiyatro yapıları içinde en iyi Hellenistik örneğini sunuyorsa, hiç kuşkusuz Miletos da Yunan-Roma tipini en güzel şekilde gözler önüne serer. Sahne yapısı genel formu açısından Ephesos’takine benzer. Cavea, Roma Dönemi tiyatroları için tipik, yarım daire biçimde yapılmıştır. Oturma yerleri ilk diazomaya kadar tümüyle korunagelmiştir. Bunların altındaki tonozlu geçitler, tonozlar ve vomitoriumlar da çok iyi durumdadır. “Loca” işlevli prohedriaya yalnızca iki paye ile belirginlik kazandırılmıştır. Üçüncü sıradan başlayıp, altıncıya dek devam eden öndeki bazı oturma yerlerinde, belirli kişi ya da topluluklar için ayrıldıklarını belirten birtakım yazıtlar vardır: Beşinci sırada “Tanrı Korkusu Taşıyanlar adı da verilen Yahudilerin yeri”, üçüncü sırada “Mavilerden kuyumcuların yeri” gibi-burada Bizans tarihinden tanıdığımız Maviler ve Yeşiller hiziplerinden biri kastedilmektedir. Üst diazomanın batı ucundaki merdivenlerin yukarısında ise tiyatronun yapımı sırasında meydana gelen bir iş anlaşmazlığına ilişkin ilginç bir yazıta rastlanmaktadır. Yazıttan anlaşıldığına göre çalışanlar, -bunlar olasılıkla köle değil, özgür kişilerdi-sözleşmedeki bazı maddelerden şikayetçi olmuş ve işi bırakarak, başka bir yerde çalışacaklarını duyurmuşlardır. Sorunun bir arabulucuya iletilmesine karar verilir. Arabulucu, Didyma Apollonu’dur. Apollon yapı tekniklerinden en uygun biçimde yararlanılmasını, yetenekli bir uzmana danışılmasını ve Athena ile Herakles’e kurban sunulmasını heksametron vezinle öğütler. Bu sözler, “Size işi en ekonomik biçimde yürütmenizi öğretecek birini bulun, yeterince para kazanabileceğinizi göreceksiniz” anlamına gelmektedir. Tiyatro inşaatında çalışanlar yevmiye karşılığında emek veren birer işçi değildi. Antik çağda yaygınlıkla gördüğümüz gibi, burada da işin tümünü üstlenen ve parça başı ücret alan bir grup usta söz konusuydu. (Olasılıkla) kendi yetersizlikleri yüzünden, işi kazançsız bulmuş ve sözleşmeyi bozmayı düşünmüşlerdi. Olay antik çağın, modern anlamda greve en çok yaklaştığı anlardan biridir. Apollon’un öğüdü başarıyla uygulanmış olmalıdır, yoksa bir yazıt ile belgelenmezdi. Hazırlayan: Kültür ve Turizm Bakanlığı Profesyonel Turist Rehberi Muammer Çelik. Tel: 0532-2643999 muammer@muammercelik. com Kaynaklar metinlerin altında belirtilmiştir. Bu çalışma tamamen ücretsizdir. Ticari kullanımlar için kaynaklarda belirtilen adreslere başvurun.