Eylül 2010 - Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayicileri Derneği
Transkript
Eylül 2010 - Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayicileri Derneği
Önsöz Yıl: 49 • Sayı: 580 • Eylül 2010 Sahibi Türk Standardları Enstitüsü Adına Tahir BÜYÜKHELVACIGİL Genel Yayın Yönetmeni Ahmet PELİT Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Nesrin SEVİMLİ Yayına Hazırlayanlar Funda ÖZEN • O. Murat PERÇİN A. Sabit YÖNEY • Türkay BİRBEN Aslıhan KÖKER • Canan DOĞAN Ebru CEM Yönetim Yeri TSE Pazarlama ve Tanıtım Dairesi Başkanlığı Necatibey Cad. No:112, 06100 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0.312. 416 63 12 • 416 63 25 Faks : 0.312. 416 65 84 e-mail: standarddergi@tse.org.tr Reklam ve Abone Ayşe Nedret GÜNEŞ tel: 0.312. 416 63 17 e-mail: pazarlama@tse.org.tr 2010 Yılı Abone Şartları Aylık : 7 TL (KDV dahil) Yıllık : 70 TL (KDV dahil) (Bir yıllık aboneliklerde Öğretim görevlileri, öğrenciler ve Enstitümüzden belgeli firma, kurum ve kuruluşlara % 50 indirim uygulanır.) 2010 Yılı Reklam Tarifesi Arka Kapak: 2000 TL + KDV Kapak İçleri: 1500 TL + KDV Son Sayfa: 1500 TL + KDV İç Tam Sayfa: 1300 TL + KDV Grafik Tasarım Serdar ARITÜRK Enstitümüz için bu ay önemli gelişmelerin yaşandığı bir ay oldu. TSE; standardizasyon alanında dünyadaki en önemli kuruluş olan Uluslararası Standardizasyon Teşkilatı’nın yönetim organı olan ISO Konseyine seçildi. Ülkemiz adına gurur verici bu gelişme, TSE’nin uluslararası alanda etkinliğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Eylül ayı faaliyetlerimiz çerçevesinde 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansı’nın organizasyonunu da gerçekleştiren Enstitümüz, Uluslararası Ortak Kriterler denetiminden Nisan 2010’da “Başarı” ile geçti ve “Sertifika Üreten Ülke - Authorizing Country” unvanını alma aşamasına geldi. Konferans, Ortak Kriterlerin uluslararası alanda kullanılırlığını artırmak, kullanıcılarının mevcut problemlerini ortaya koymasını sağlamak ve çözüm bulmak, bilgi güvenliği alanındaki yeni önerileri paylaşmak ve gelişmeleri takip etmek açısından başarılı bir iletişim platformu oldu. Diğer yandan kalite alanında dünyanın en büyük kuruluşlarından biri olan Avrupa Kalite Teşkilatı (EOQ)’nın her yıl düzenlediği “Avrupa Kalite Kongresi’’ 26-27 Ekim 2010 tarihlerinde TSE’nin ev sahipliğinde İzmir’de gerçekleştirilecek. 2001 yılında İstanbul’da ve 2005 yılında Antalya’da gerçekleştirilen bu kongre, 10 yıl içinde 3. kez ülkemizde düzenlenmektedir. Bu önemli faaliyetlerimize dair ayrıntıları da bulabileceğiniz Eylül sayımızda medeni insan için önemi gittikçe artan temizlik ürünleri ve sektörünü ele aldık. Temizlik ürünleri yaşam şeklimiz değiştikçe her geçen gün çeşitleniyor ve vazgeçilmez oluyor. Sektör Ar-Ge çalışmaları çerçevesinde gelişiyor. Ancak bu konuda da ülkemizde çalışmalar yetersiz kalıyor. Sektörün problemlerinden biri de kayıt dışı üretim. Ürünün çevre ile etkileşimi göz önüne alındığında konu daha da büyük bir önem kazanıyor. Değişik yöntemlerle kontrolsüz olarak piyasaya sunulan ve yine kontrolsüz olarak kullanılan temizlik ürünlerinin insan ve çevre sağlığı açısından birçok sakıncaları ortaya çıkıyor. Bu noktada da belirli bir kalite seviyesinin üzerinde ürün tüketmek için standardlara uygun üretim yapmanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Tasarım, Baskı, Dağıtım KORZA YAYINCILIK Basım San. ve Tic. Ltd. Şti. Büyük San. 1. Cadde 95/1 İskitler-Ankara Tel:0.312 342 22 08 • Fax: 0.312 341 14 27 www.korzabasim.com.tr TSE, 1960'li yıllarda AB ülkelerinde bile standardı yokken sabun ve deterjan standardlarını hazırlamıştır. Bugün temizlik ürünleri alanında çok sayıda Türk standardı hazırlamış ve yürürlüğe koymuştur. Yayın Türü: Yerel Süreli Basım Tarihi: 29.09.2010 Enstitü olarak yürüttüğümüz her türlü faaliyette standardlara uygun üretimi teşvik ediyor ve denetimsiz üretimin önlenmesini, bu yolla üreticinin, tüketicinin ve çevrenin korumasını amaçlıyoruz. Standard hakemli bir dergidir. Dergimize gönderilen makaleler ihtiyaç duyulduğunda uzmanlık alanına göre, konusunda uzmanlaşmış kişilere incelettirildikten sonra yayınlanır. Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler yazarına ait olup Derginin ve yazarın adı alınarak iktibas edilebilir.Dergimize gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. Saygılarımla. Ahmet PELİT Genel Yayın Yönetmeni içinde Temizlik Ürünleri Sektörü Ekonomik ve Teknik Dergi • Yıl:49 • Sayı: 580 Eylül 2010 • ISSN: 1300-8366 4 6 Başkan'dan: TSE, ISO Konseyi’ne Seçildi 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansı Uluslararası Alandaki Etkinliğimiz Artıyor Temizlik Ürünleri Sektörü Restorasyonda Etik Çocuk ve Internet Kullanımı 38 41 42 Sabun ve Deterjan Sektörlerinde AR-GE ve İnovasyon Temizlik, Hijyen, Temizlik Ürünü ve Sınıflandırılması Temizlik Ürünleri Sektörü 72 64 58 Elektrik Dağıtım Özelleştirmelerinde Oluşan Yüksek Fiyatlar Normal mi? Söyleşi: Çevre Yönetim Sistemi ve TSE 84 Fatih ERKOÇ 88 Pülümür Yaylalarında Şavak Aşireti Haberler 94 Restorasyonda Etik Örgütsel Stres Yönetimi ekiler 16 26 34 Ayın Konuğu: Temizlik ve Kozmetik Ürünleri Sektörünün Duayenlerinden Ahmet PURA Su Herşeyi Değiştirir 52 46 45 Temizlik Maddeleri ve İlgili Türk Standardları Temizlik Ürünleri ve TSE 76 Yeni Düzenlemeler Doğrultusunda Deterjan ve Temizlik Maddeleri 78 Temizlik Konusunda Nanoteknolojik Yaklaşımlar 80 Söyleşi: Bilgi Güvenliği Nasıl Sağlanır? 100 UEKAE Müdür Yardımcısı Mert ÜNERİ 107 Çocuk ve İnternet Kullanımı Fuar Katılımcılarının Türkiye'ye Yönelik Algılamaları Geleneksel Erkek Giyim Kuşamı Başkan'dan Tahir BüyükhelvacigİL TSE Başkanı ULUSLARARASI ALANDAKİ ETKİNLİĞİMİZ ARTIYOR Türk Standardları Enstitüsü olarak son dönemlerde uluslararası alanda önemli başarılara imza attık. latı (ISO)'nın 33. Genel Kurulu, 15-17 Eylül 2010 tarihlerinde Norveç’in başkenti Oslo’da gerçekleştirilmiştir. Enstitümüz, 56 yıldır standardizasyon alanında ülkemizin milli kuruluşu olma görevini başarıyla yürütürken, aynı zamanda 46 yıldır birçok alanda ülkemizin milli ve en büyük uygunluk değerlendirme kuruluşu niteliğini de büyük bir başarı ve yetkinlikle sürdürmüştür. Türk Standardları Enstitüsü (TSE), 1947 yılında kurulan ve merkezi Cenevre’de olan Uluslararası Standardizasyon Teşkilatı (ISO)’nın 1956 yılından beri ülkemiz adına tam üyesidir. Standardizasyon alanında dünyadaki en büyük kuruluş olan Uluslararası Standardizasyon Teşki- Genel Kurul sonunda yapılan ve toplam 94 ülkenin oy kullandığı seçimde, Türk Standardları Enstitüsü 62 oy alarak, “En Yüksek Oyu Alan Ülke” olarak 20 ülkeden oluşan ISO Konseyi’ne seçil- miştir. Türkiye adına TSE, ISO’nun yürütme organı olan ISO Konseyi’nde 2011-2012 yıllarında görev yapacaktır. Avrupa standardlarının % 99’undan fazlasını uyumlaştırmış olan Enstitümüzün dünya standardizasyonuna yön veren kuruluşun yönetiminde görev alması ile uluslararası alanda etkinliğimizi artıracağımıza ve ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine de katkı sağlayacağımıza inanıyoruz. ISO Konsey üyeliğimiz Avrupa Standard Teşkilatları CEN ve CENELEC’e tam üye olma konusunda da bize güç verecek. Önümüzdeki yıl yapılacak CEN ve CENELEC Genel Kurulu’ndan tam üye olarak dönmeyi hedefliyoruz. Milli standard kuruluşlarının genelde ikili ve bölgesel ilişkileri dikkate alarak oy verdiği ISO Konsey seçimlerinde Türkiye adına TSE’nin aldığı oy, hem ülkemizin hem de kurumumuzun dünyanın hemen her bölgesinde kabul gördüğünün de bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Uygunluk Değerlendirme alanında da Enstitümüz her gün yeni bir başarıya imza atıyor. Ülkemiz sanayisinin ve ticaretinin gelişmesi, dünya pazarlarından daha büyük pay alabilmesi için uygunluk değerlendirme alanındaki ihtiyaçları izleyerek, gerekli konularda üzerimize düşeni yapma çabası içindeyiz. Bilgi teknolojileri ürün ve sistemlerinin güvenliğini içeren Ortak Kriterler Belgelendirme Sistemi konusunda da 2003 yılından bu yana çalışmalarını sürdüren Enstitümüz aracılığı ile ülkemiz, Nisan 2010 ayında yapılan Ortak Kriterler denetimlerinden başarıyla çıkmış ve “Sertifika Üretici ÜlkeAuthorizing Country” unvanını alma aşamasına gelmiştir. Ortak Kriter Anlaşmasına 26 ülkenin taraf olmasına rağmen sadece 13 ülke belgelendirme yetkisine sahiptir. TSE’nin de yetkili kuruluş olmasıyla belgelendirme yetkisine sahip ülke sayısının 14 ülkeye ulaştığını belirtmek isteriz. Enstitümüz, Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA)’nı 2003 yılında Türkiye adına imzalayarak taraf olmuştur. Ortak Kriterler Komitelerinin (CCDB, CCES ve CCMC) 2010 yılı komite toplantılarına ve ardından 21-23 Eylül 2010 tarihlerinde düzenlenen ve bu alanda dünyadaki en önemli etkinlik olan 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansı’na Antalya’da ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca, kalite alanında dünyanın en büyük organizasyonlarından biri olan Avrupa Kalite Teşkilatı’nın her yıl düzenlediği “Avrupa Kalite Kongresi’’sinin 54.’sü de 26-27 Ekim 2010 tarihlerinde TSE’nin ev sahipliğinde İzmir’de gerçekleştirilecektir. 2001 yılında İstanbul’da ve 2005 yılında Antalya’da gerçekleştirilen bu kongrenin, 10 yıl içinde 3. kez ülkemizde düzenlenmesi, “Kalite” alanında ülkemize ve TSE’ye uluslararası alanda verilen değerin bir göstergesidir. Ülke sanayisinin ve ticaretinin gelişmesini, küresel pazarda rekabet şansının artırılmasını sağlayan en önemli stratejik araçlardan biri olan standardizasyon, aynı zamanda tüm dünyada insanların kabul ettiği tek ortak dil olma özelliğine sahiptir. Dünyanın standardizasyon alanındaki öncü ülkelerinin aynı zamanda dünyanın en gelişmiş ülkeleri olduğu gerçeğinden hareketle, son yıllarda sizlerin katkılarıyla ulusal ve uluslararası düzeyde her alanda büyük başarılara imza atan ülkemizin hedeflerine ulaşmasında, Enstitü olarak ağır ve stratejik bir sorumluluk taşıdığımızın bilincindeyiz. Türk Standardları Enstitüsü olarak Türkiye’yi 2023 yılında, dünyanın en güçlü ekonomisine sahip ilk 10 ülkesi arasında görme hedefimize ulaşmak için tüm TSE çalışanları olarak büyük bir heyecanla, büyük bir şevkle çalışmaya devam edeceğimizi vurgulamak istiyoruz. HABERLER EYLÜL 2010 STANDARD 6 TSE, Konseyi’ne Seçildi Toplam 94 Ülkenin Oy Kullandığı Seçimde, TSE, 62 Ülkeden Oy Alarak Konsey Üyeliği İçin En Yüksek Oyu Alan Ülke Oldu. TSE Başkanı Büyükhelvacıgil: -’’Bu Türkiye’nin AB Üyeliği Sürecine Katkı Sağlayacak’’ -’’Türkiye Adına Gurur Verici Olan Bu Başarıyla TSE’nin Uluslararası Alandaki Etkinliği Daha da Artacak.’’ -’’Hak Edilmiş Bir Sonuç Olarak Değerlendirilen Bu Başarıyla TSE, Dünyada Standardizasyona Yön Veren ISO’nun Yönetim Organında 2011-2012 Yıllarında Görev Alacaktır.’’ T ürk Standardları Enstitüsü (TSE) Uluslararası Standardizasyon Teşkilatının (ISO) yönetim organı olan ISO Konseyi’ne seçildi. Toplam 94 ülkenin oy kullandığı seçimde, TSE, 62 ülkeden oy alarak, konsey üyeliği için en yüksek oyu alan ülke oldu. TSE Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, TSE’nin, ISO Konseyi’ne seçilmesinin Türkiye’nin AB üyeliği sürecine katkı sağlayacağını kaydetti. Büyükhelvacıgil konuya ilişkin Dergimize yaptığı açıklamada, tüm dünyada sanayiye yön verme konusunda önemi tartışmasız olan standardizasyon alanında her zaman gelişmiş ülkelerin etkili rol oynadığı ve buna önderlik ettiğini bildirdi. Türkiye adına gurur verici olan bu başarıyla TSE’nin uluslararası alandaki etkinliğinin daha da artacağını ifade eden Büyükhelvacıgil, ‘’Bu yeni görev, Avrupa standardlarının yüzde 99’undan fazlasını uyumlaştırmış olan TSE’nin AB’deki standardizasyon faaliyetlerinde daha önemli bir yer edinmesini sağlayarak ülkemizin AB’ye üyelik sürecine de katkı sağlayacaktır’’ dedi. Türkiye adına ISO’nun üyesi olan TSE’nin her yıl olduğu gibi bu Genel Kurula da katıldığını belirten Büyükhelvacıgil, ISO’nun yönetim organının ISO Konseyi olduğunu, boşalan Konsey üyeliklerine Genel Kurul öncesinde aday gösterilen ülkelerin Genel Kurul sonunda yapılan seçimle 2 yıllığına seçildiğini kaydetti. Bu yılki Genel Kurulda 3. grup üyelerden 2011-2012 dönemi için Konseyde boşalacak 4 üyeliğe Türkiye ile birlikte 7 ülkenin aday gösterildiğini ifade eden Büyükhelvacıgil, ‘’Genel Kurul sonunda yapılan ve toplam 94 ülkenin oy kullandığı seçimde, TSE 62 oy alarak, en yüksek oyu alan ülke olarak seçilmiştir. Birçok ülkenin delegeleri tarafından hak edilmiş bir sonuç olarak değerlendirilen bu başarıyla TSE, dünyada standardizasyona yön veren ISO’nun yönetim organında 2011-2012 yıllarında görev alacaktır’’ dedi. Türkiye İle Birlikte, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve Kolombiya da Seçildi Büyükhelvacıgil, ISO Konseyinin diğer üyeliklerine, ‘’Bu, Uluslararası Alanda Başarılı Çalışmaların Sonucudur.’’ Büyükhelvacıgil, TSE’nin, merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde olan ve 1947 yılında kurulmuş olan ISO’nun 1956 yılından beri Türkiye adına tam üyesi olduğunu belirtti. TSE’nin, günümüze kadar 1963-1965, 1969-1971, 1974-1976, 1986-1991, 1998-1999 ve 2003-2004 dönemlerinde TSE’nin ISO Konsey üyeliği görevi yaptığını bildiren Büyükhelvacıgil, şunları kaydetti: ‘’Milli standard kuruluşlarının genelde ikili ve bölgesel ilişkilerini dikkate alarak oy verdiği değerlendirilen ISO Konsey seçimlerinde TSE’nin aldığı oy, dünyanın hemen her bölgesinde kabul gördüğünün bir göstergesidir. Bu ise, Enstitünün son yıllarda sadece ülkemizde değil uluslararası alanda da başarılı çalışmalarının sonucudur.’’ ISO 33. Genel Kurulun'da Türkiye'yi temsil eden TSE Heyeti: (Soldan-Sağa) Başkanlık Müşaviri Dr. Lütfü ÖKSÜZ, Genel Sekreter Ahmet PELİT, Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Vehbi GÜNAN, Genel Sekreterlik Müşaviri Hakan ERGİN. EYLÜL 2010 Büyükhelvacıgil, standardizasyon alanında dünyadaki en büyük kuruluş olan ISO’nun yılda bir kez yapılan Genel Kurulunun 33.’sünün 15-17 Eylül 2010 tarihlerinde Norveç’in başkenti Oslo’da gerçekleştirildiğini bildirdi. TSE’nin ardından 60 oy alarak Güney Afrika Cumhuriyeti, 54 oy alarak Suudi Arabistan’ın seçildiğini belirtti. 4. üyelik için Yeni Zelanda ve Kolombiya’nın 50’şer oy aldığını için bu iki ülke arasında yeniden oylama yapıldığını, ancak Yeni Zelanda’nın, Kolombiya lehine adaylıktan çekildiğini belirten Büyükhelvacıgil, bunun sonucunda Yeni Zelanda’nın, aday gösterilen Çek Cumhuriyeti ve Singapur ile birlikte seçilemeyen üç ülke olduğunu kaydetti. 7 STANDARD ISO Genel Kurulu HABERLER EYLÜL 2010 11. ULUSLARARASI ORTAK KRİTERLER KONFERANSI TSE’NİN EV SAHİPLİĞİNDE ANTALYA’DA YAPILDI STANDARD 8 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansı (ICCC), Antalya’da, Porto Bello Hotel’de yapıldı. Türk Standardları Enstitüsü (TSE)’nün ev sahipliğinde 21-23 Eylül 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen Konferansta 240’ı yabancı olmak üzere 270’in üzerinde katılımcı yer aldı. Çeşitli ülkelerden katılan delegeler tarafından 83 adet bildiri sunuldu. Konferans öncesinde Uluslararası ortak kriter oluşumunun yönetim kademeleri olan Geliştirme Komitesi, Yürütme Alt Komitesi ve Yönetim Kurulu toplantıları yapıldı. 14-17 Eylül tarihlerinde yapılan Ortak Kriter Geliş- tirme Komitesine 26 delege, 18 Eylül tarihinde yapılan Yürütme Alt Komitesine ve 20 Eylül tarihinde yapılan Yönetim Kurulu toplantısına ise 28 kişi iştirak etti. Konferansın açılış konuşmasını yapan TSE Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, Ortak Kriterlerin uluslararası düzeyde kabul gören bir “Bilgi Teknolojileri Güvenlik Değerlendirme Standardı” olduğunu belirtti. Ortak Kriterlerin, bilgi teknolojileri ürün veya sistemlerinin güvenlik seviyelerinin belirlenmesi ve bağımsız labarotuvarlarda test edilmesi amacıyla daha önce Avrupa, Amerika ve Kanada’da geliştirilmiş standardla- rın ortak bir güvenlik standardı oluşturulması amacıyla birleştirilmesi sonucunda ortaya çıktığını vurgulayan TSE Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, konuşmasını şöyle sürdürdü; ISO, IEC, CEN ve CENELEC kuruluşlarının yönetim kadrolarında görev alarak standardizasyon alanında belirlenen politikaları yalnızca uygulayan değil aynı zamanda bu politikaları belirleyen bir kuruluş olmak için uğraşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde TSE, standardizasyon alanında dünyadaki en büyük kuruluş olan Uluslararası Standardizasyon Teşkilatı (ISO)’nın 15-17 Eylül 2010 tarihlerinde Norveç’in başkenti Oslo’da gerçekleştirilen 33. Genel Kurulunda ISO Konseyi’ne seçildi. Toplam 94 ülkenin oy kullandığı seçimde, TSE’nin aldığı 62 oy ile “en yüksek oyu alan ülke” olarak ISO Konseyi’nde yer almasıyla uluslararası alandaki etkinliğimizi daha da artıracağımıza inanıyoruz. Son iki yılda, yabancı standardizasyon ve belgelendirme kuruluşları ile iş birliğini geliştirmek amacıyla, 25 ülkeyle iş birliği anlaşması imzaladık ve böylece anlaşma yapılan ülke sayısı 68’e, kuruluş sayısı ise 88’e ulaştı. Türk Standardları Enstitüsü, Türkiye adına 2003 senesinden itibaren Ortak Kriterler ile ilgili çalışmaları da yürütmektedir. Ortak Kriterler bilgi teknolojileri ürün ve sistemlerinin güvenlik seviyelerinin tespit edilmesi, bağımsız laboratuvarlarda test edilebilmesi için geliştirilmiştir. Te- melini TCSEC ve ITSEC standardlarından almaktadır. Uluslararası Standartlar Organizasyonu’nun (ISO) 1999 yılında Uluslararası Bilgi Teknolojileri Güvenlik Değerlendirme Standardı olarak kabul ettiği (ISO 15408) güvenlik standardıdır ve Türk Standardı olarak kabul edilmiştir. Enstitümüz TS ISO/IEC 15408 “Ortak Kriterler” konusunda 2008 yılından beri belgelendirme yapmaktadır. Türk Standardları Enstitüsü, Türkiye adına 2003 yılında Ortak Kriterler Tanıma Sözleşmesini imzalamış ve “Sertifika Müşterisi Ülke” statüsünde taraf olarak Ortak Kriterler belgelendirme yapısı çalışmasına başlamıştır. Uluslararası Ortak Kriterler denetiminden Nisan 2010‘da “Başarı” ile geçmiş ve “Sertifika Üreten Ülke- Authorizing Country” unvanını almaya hak kazanmıştır. Ortak Kriterler Belgelendirme Sistemi’nde erişim kontrol cihaz ve sistemleri, sınır koruma cihaz ve sistemleri, veri tabanları, veri koruma, tespit cihaz ve sistemleri, akıllı kartlar (kredi kartları, atm kartları, cep telefonları sim kartları, doğal gaz ön ödemeli sayaç kartları, elektrik-su ön ödemeli sayaç kartları, elektronik alışveriş kartları, kimlik kartları vb), anahtar yönetimi cihaz ve sistemleri, ağ iletişimi ile ilgili cihazlar, işletim sistemleri, diğer cihaz ve güvenlik yazılımları gibi ürün grupları yer alıyor. Bu ürün gruplarının hayatımız için taşıdığı anlamı düşündüğümüzde Ortak Kriterlerin önemi bir kat daha artıyor. 9 STANDARD Avrupa Standardlarının yüzde 99’unun uyumunu gerçekleştirerek milli standard haline getirdik. Türk Standardları Enstitüsü olarak AB Standard Teşkilatları CEN ve CENELEC kuruluşlarına tam üye olmak, en büyük hedefimiz. Halen bağlı üye statüsünde olduğumuz CEN ve CENELEC’e tam üyelik için, AB standardlarının en az % 80’inin milli standard olarak kabul edilmesi şartı var ve biz kurum olarak bu oranı çoktan geçtik. EYLÜL 2010 ‘’TSE, kuruluşundan bu yana hazırladığı milli standardların yanı sıra dünyadaki değişim, gelişim ve ticari ilerlemeleri de yakından takip ediyor, standardizasyon faaliyetlerini uluslararası boyutlara taşıyor. Şimdiye kadar TSE olarak 4 adet ürüne “Ortak Kriterler” belgesi verdik. Değerlendirme sürecinde 4 ürün, başvuru sürecinde ise 3 ürün var. Üretici açısından bu belgeye sahip olmak, müşterilere ürünün ihtiyaç duyulan tüm güvenliği yerine getirdiğinin garantisini simgeler. Aynı zamanda ulusal ve uluslararası düzeyde de bu konuda karşılaştırabilme imkânını sağlar. EYLÜL 2010 Ayrıca 2009 yılından bu yana “Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi-TS ISO/IEC 27001” belgelendirmesi yapıyoruz. Ülkemizin kamu ve özel sektörden çok önemli kuruluşlarına, SPK’dan Türk Telekom’a, Eczacıbaşı Bilişim’den Boydak Holding’e, PTT’den TTNET’e, TÜRKSAT’tan Mehmetçik Vakfına toplam 24 kuruluşa “Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi” belgesi verdik. STANDARD 10 Önceleri bilgi güvenliği sadece belli bir zümreye ait bir ihtiyaçtı. Osmanlı Devletinde daha kuruluşunun ilk aşamalarından itibaren askeri yöneticiler “siyakat” denen Arap harflerini temel alan bir yöntem kullanıyorlardı. Kaligrafik görüntüsüyle bir sanat eserini hatırlatan bu yöntemle, taşıdığı bilginin ehemmiyeti açısından ülkenin kaderini içinde barındıran dokümanlar üretiyorlardı. Bu sanat eseri olan dokümanları çözmek için ise sadece Siyakat, Arapça, Farsça ya da Osmanlı Türkçesinin hepsini birden bilmek yetmiyordu. Aynı zamanda bir Enderun kültüründe yetişip oranın kendine has kültürel anlam ve dil evrenine hâkim olmak gerekirdi. Sınırlı sayıda üretilen bu dil, yazı ve kültür sayesinde Osmanlı kendi güvenlik ağı içerisinde gizli mesajlarını güvenle taşıdı. lenerek ülke için önemini daha da artırdı. Bugün gelişen teknoloji ile beraber bilgi güvenliği tehdidi sadece belli kesimler için değil bütün insanlar için bir tehdit haline gelmiştir. Tüm dünyada her gün medya kuruluşlarında bilgi güvenliğinin tehdit edilmesi ile ilgili çarpıcı haberler yer alıyor. Bilginin yayılma hızının artması ile bilginin saklanması neredeyse imkânsız hale geldi. Ne yazık ki birçok yerde kişi ve kurumun bu konudaki farkındalıkları hâlâ yeterli seviyede değil. Bu farkındalığı yaratmak ya da artırmak ve gereken tedbirleri almak gerekiyor. “Bilgi Teknolojileri Güvenlik Değerlendirme Standardı” bize bu konuda en büyük yol gösterici olacak. İşte bu noktada siz uzman katılımcılarımızın bu konudaki birikimleri bütün insanlık için daha da değerli hâle geliyor. Bu konferansın Ortak Kriterlere çok önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum.” dedi. TSE olarak görevlerimizin arasına kişilerin ve kurumların gelişen bilişim teknolojileri ile ortaya çıkan tehdit unsurlarına karşı gizliliğini ve güvenliğini korumayı da ekledik. Böylece Enstitümüz Türkiye’nin milli güvenliği ile ilgili de bir rol üstTSE Genel Sekreteri Ahmet Pelit Konferansta Ortak Kriterler Belgelendirme Sistemini ve Türkiye’deki aşamalarını anlatan bir bildiri sundu. Pelit, “Türkiye’nin belgelendirme kuruluşu olan TSE, 2003 yılında Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA)`nı imzalayarak “Sertifika Müşterisi” üyesi olmuştur. Ortak Kriterler Belgelendirme Sistemi (OKBS-CCCS) ise 2005 yılında TSE Ürün Belgelendirme Merkezi altında çalışmalarına başlamıştır. TSE, 2008 yılında Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA)’nda yapılan düzenleme gereğince “Sertifika Üreten Ülke – Authorizing Country” olmak için başvuruda bulunmuştur. TSE`nin “Sertifika Üreten Ülke – Authorizing Country” olma yolunda son aşamaya geldiğini söyleyebiliriz.” “Türk Ortak Kriterler Değerlendirme ve Belgelendirme Merkezi’nin kuruluşunun başlangıcı 2001 yılına dayanır. Bu konuyla ilgili kuruşlar: • TSE • TÜBİTAK UEKAE (Ulusal Elektronik Kriptoloji Araştırma Enstitüsü) • Genelkurmay Başkanlığı • Yazılım ve donanım geliştiriciler • Müşteriler” 2003 yılında, TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) bünyesinde Ortak Kriterler Test Merkezi (OKTEM) kuruldu. Genelkurmay Başkanlığı, Test Merkezi ürün yelpazesinin, ticari ürünleri de içine alacak şekilde genişletilmesini istedi. Bunun sonucunda, Türk Standardları Enstitüsü, Ortak Kriter ticari ürün değerlendirmeleri için Belgelendirme kuruluşu olarak belirlendi. Türkiye, Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA)`nı imzalayarak Ortak Kriterler Sertifika müşterisi olarak faaliyetlerine başladı. 2005 yılında, Türk Standardları Enstitüsü (TSE), Ortak Kriterler Belgelendirme Kuruluşu görevine resmi olarak başladı. Genelkurmay tarafından yapılan askeri ürün belgelendirmesi ile TSE tarafından yürütülen ticari ürün belgelendirmesi tek çatı altında toplandı. TSE, Türk Ortak Kriterler Sistemi içindeki tek belgelendirme kuruluşu, Genelkurmay Başkanlığı ise tek belge onay makamı oldu. 2007 yılında, TSE, Genelkurmay Başkanlığı ve TÜBİTAK ile iş birliği yaparak Ortak Kriterler Değerlendirme Sisteminin kurulması çalışmalarına hız verdi. Devlet yapısını görmek için sunuma bakıldığında: Ortak Kriterler Belgelendirme Sistemi (OKBS)’nin içinde bulunduğu TSE, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının; Ortak Kriterler Değerlendirme Laboratuvarı (OKDL)’nin içinde bulunduğu TÜBİTAK ise Devlet Bakanlığının ilgili kuruluşudur. 2010 yılına gelindiğinde: 4 ürün sertifikalandırılmıştır. 4 ürün değerlendirme aşamasındadır. Bu ürünlerden üçü EAL4+ ve biri EAL5+ güvenlik seviyesindedir. 3 ürün ise başvuru aşamasında olup, 5 adet ürünün Ortak Kriterler belgelendirilmesi için görüşmeler devam etmektedir. Mevcut durumda PKI Çözümleri, Akıllı Kartlar yazılım ve donanımları, Güvenlik Duvarları İşletim Sistemleri ve daha birçok konuda Ortak Kriterler Belgelendirilmesi yapılmaktadır. Güvenlik Garanti Seviyeleri EAL 1`den EAL 5 + a kadar değerlendirme yapılmaktadır. Ortak Kriterler Belgelendirmesi konusunda eğitimli 9 belgelendirme uzmanı İzole edilmiş fiziksel ve mantıksal ağ ortamı vardır. Dokümanlar için güvenli ortam sağlanmıştır.” dedi. Ahmet Pelit “TSE`nin ev sahipliğinde düzenlenen 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansının Ortak Kriterler alanındaki son gelişmelerin paylaşılabilmesi için önemli bir iletişim platformu oluşturacağını düşünmekteyiz. Ortak Kriterler alanında dünyaca ünlü siz EYLÜL 2010 2008 yılında, TSE, 2008 Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA)’nda alınan kararlara dayanarak Sertifika Üreten Ülke olmak için başvuruda bulundu. 11 STANDARD Pelit, ortak Kriterler Belgelendirme Sisteminin Türkiye’deki aşamalarını özetleyerek; Pelit, “2001 yılında; Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri için Ortak Kriterler programını başlattı; Amaç, Türk Silahlı kuvvetleri tarafından üretilen ya da geliştirilen yazılım ve donanım ürünlerine Ortak Kriterler standartlarını kazandırmaktı. Programa göre; TÜBİTAK bünyesinde Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) adıyla bir enstitü değerlendirme laboratuvarı kurulacak ve Genelkurmay Başkanlığına bağlı bir onaylama makamı da değerlendirme sonuçlarını inceleyecekti. EYLÜL 2010 STANDARD 12 uzmanların birikimlerinin paylaşılmasıyla bu konuda önemli katkılar sağlanacağını ümit etmekteyiz.” sözleriyle Konferansa dair umutlarını dile getirdi. oluşturulması dileklerini iletti ve bu konuda çok uzun bir yolları olsa da doğru yolda olduklarına olan inançlarını dile getirdi. Daha sonra bilişim güvenliği konusunda dünyaca ünlü uzmanların katıldığı on oturum yapıldı. İlk gün “Bilişim Güvenliğinde Ortak Kriterler ve Diğer Bilişim Standardları”, “Bilişim Güvenliği Ürünleri Ortak Kriterler ve Yeni Teknikler”, “Ortak Kriterlerin Gelişimi”, “Biometrik Okuyucular” konuları ele alındı. Ortak Kriterler Yönetim Kurulu Başkanı Dag Ströman ise ‘Bilişim Güvenliği’nin bilişim konusundaki en zorlu çalışmalardan biri olduğunu, Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması kadar zor işlerle karşılaşıldığı zaman gelişimin biraz zaman aldığını, bu mücadelenin birçok parçadan oluştuğunu, Milli güvenlik için bir sistem oluşturmak ve bir alt yapı hazırlamak, bunun yanında bütün ülkelerin kanunlarının ve politilkalarının uyumunun sağlaması gerektiğini belirtti. Ströman “Bu da bir teknoloji sorunu demek oluyor. Hali hazırda bilişim ve iletişim teknolojileri zorken buna güvenlik ve milli hukuki sistemi ve dinamik değişken yapıyı eklediğiniz zaman baş edilmesi gereken problemlerin zorluğu artıyor. Bütün bunların yanında 26 millet güvenlik konusunda bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. Standard ve CCRA daha çok yeni, ama ben çok iyi bir gelişme yapacağımıza inanıyorum. “dedi. 22 Eylül 2010 tarihinde “Akıllı Kartlar ve Güvenlik Donanımı”, “ Bilişim Güvenliği Ürünleri için Koruma Taslağı”, “Bilişim Güvenliği Ürünlerinde Ortak Kriterler ve Kullanılan Cihazlar”, “ Bilişim Güvenliği Topluluklarından Raporlar”; son gün öğleye kadar “Tecrübe Paylaşımı”ve “Şifreleme” konularında oturumlar gerçekleştirildi. Öğleden sonra ise kapanış oturumu tertiplendi. TSE Genel Sekreter Yardımcısı Coşkun Şentürk, Konferansın kapanışında bir konuşma yaparak üç gün süre ile devam eden Konferansın, katılımcıların birikimlerinin ortak bir zemine taşınması, bilgi alışverişinin sağlanması, farklı ülkelerdeki uygulamaların değerlendirilmesi ve daha iyi uygulamalara geçilmesi için önemli bir fırsat olduğunu vurguladı. Konferansın genel değerlendirmelsini yapan CC Geliştirme Grubu Başkanı David Martin ise bu konferansın en yoğun konferanslardan biri olduğunu, birçok faydalı tartışmalar yapıldığını, katılımcıların ortak çalışma konusunda heyecanlı olduklarını vurguladı. Martin, konuşmacıların, daha geniş bir ortak kriterler forumu ve daha geniş standard hazırlama toplulukları HABERLER TSE ile Arap Metroloji Federasyonu Arasında İş Birliği Protokolü İmzalandı İstanbul Avrasya’nın Ambalaj Merkezi Oldu Türkiye’nin üretim gücünün dünyaya tanıtılmasında önemli rol oynayan İstanbul Ambalaj 2010 Fuarı, 16 - 19 Eylül 2010 tarihlerinde yapıldı. TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım AŞ ve Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD) iş birliği ile düzenlenen İstanbul Ambalaj 2010; 16. Uluslararası Ambalaj Endüstrisi Fuarı, 16–19 Eylül 2010 tarihleri arasında İstanbul Beylikdüzü Tüyap Fuar Merkezi’nde gerçekleştirildi. İstanbul Ambalaj Fuarı, Avrupa’da konusunda ilk beş fuar içinde kendini kabul ettirmiş, Küresel Fuar Endüstrisi Birliği (UFI)’nin ve Dünya Ambalaj Fuarları Organizatörleri Birliği (COPE)’nin üyesidir. Tüm Avrasya coğrafyasının en büyük, en kapsamlı ve etkili fuarı olmanın yanı sıra Avrupa’da her yıl yapılan ambalaj fuarları sıralamasında da ilk sırada yer almaktadır. Ciddi bir değişim ve dönüşüm içerisinde olan Türkiye’de, başarılı bir yükseliş gösteren Ambalaj Sektörü, ürünlerin pazarlanmasında belirleyici rol oynayan unsurlardan biridir. Bu yüzden Ambalaj Fuarı’na büyük önem verilmektedir. Türk Standardları Enstitüsü, İzmir Ambalaj Laboratuvar Müdürlüğü tarafından 1988 yılından beri her yıl düzenli olarak “Altın Ambalaj” Yarışması düzenleniyor. Dereceye giren firmalar düzenlenen ödül törenleri ile ödüllerini alırken, ödül alan ürünler de her sene düzenlenen Ambalaj Fuarı’nda TSE Standında sergileniyor. Ambalaj endüstrisinin üretim gücünün ve teknolojik gelişiminin yanı sıra tasarım becerilerinin de sergilendiği İstanbul Ambalaj 2010 Fuarı’nda, Türk Standardları Enstitüsü her sene olduğu gibi bu sene de yerini alarak sektör temsilcileriyle buluştu. 13 STANDARD Yapılan görüşmeler neticesinde, standardizasyon ve uygunluk değerlendirmesi alanlarında teknik iş birliği, uluslararası alanda karşılıklı destek sağlama, doküman teatisi, eğitim ve karşılıklı uzman değişimi konularını içeren iş birliği protokolü, 20 Eylül 2010 tarihinde TSE Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil ve AFM Başkanı Mohammed Hawa tarafından imzalandı. EYLÜL 2010 Merkezi Suriye’de bulunan Suriye, Irak, Lübnan, Filistin ve Ürdün’ün üyesi bulunduğu Arap Metroloji Federasyonu (AFM)’nun Başkanı Mohammed Hawa ile uzman Khaled Osman, 19-21 Eylül 2010 tarihlerinde Enstitümüzü ziyaret etti. Söz konusu heyet ile 20 Eylül 2010 günü TSE Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, Genel Sekreter Ahmet Pelit Genel Sekreter Yardımcısı Coşkun Şentürk ve Dış İlişkiler Müdürü İhsan Övüt’ün katılımıyla görüş alış verişinde bulunularak iş birliği alanları ile ilgili toplantılar yapıldı. EYLÜL 2010 HABERLER Mersin Üniversitesine TS EN ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi STANDARD 14 Üç yıla yakın bir zamandır yoğun bir şekilde yürüttüğü Kalite Yönetim Sistemi çalışmalarını başarıyla tamamlayan Mersin Üniversitesi, kalitesini TS EN ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi ile tescil etti. Belge sunumu için Mersin Üniversitesi, Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi’nde 22 Eylül Çarşamba günü bir tören düzenlendi. TSE Genel Sekreteri Ahmet Pelit tarafından TS EN ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi Rektör Prof. Dr. K. Suha Aydın’a takdim edildi. Törende ayrıca, TSE ile imzalamış olduğu iş birliği protokolünün yenilenmesinin yanı sıra uzman TSE eğitmenlerinden Temel Kalite Yönetimi eğitimini alan üniversitenin başarılı ön lisans, lisans ve lisansüstü öğrencilerine sertifikaları verildi, Kalite Yönetimi Koordinatörlüğü üyelerine de teşekkür belgesi sunuldu. Törenin açılış konuşmasını yapan Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. K. Suha Aydın, 1999’da Avrupa Topluluğu üniversitelerinin belirlediği Bologna kriterlerine 2001’de Türkiye’nin de dâhil olmasıyla yükseköğretim kurumlarında kalite yönetiminin bir zorunluluk haline geldiğini belirtti. Prof. Dr. Aydın, kalite yönetiminin ülkemizdeki üniversitelerde Yükseköğretim Kurulu’nun sorumluluğunda olmasına rağmen, Mersin Üniversitesi’nin bazı yükümlülükleri üzerine alarak ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemi’ni bünyesinde oluşturmak için adım attığını dile getirdi ve bunu gerçekleştirebilmek için sadece Türkiye’nin değil dünyanın sayılı standard kuruluşlarından olan Türk Standardları Enstitüsü ile iş birliğine gittiğini kaydetti. Törende konuşan Türk Standardları Enstitüsü Genel Sekreteri Ahmet Pelit, Mersin Üniversitesi ile 2009 yılında im- zalanan iş birliği protokolünün, Enstitünün Türkiye’deki diğer pek çok üniversiteyle daha protokol imzalamasına yol açtığını kaydetti ve “Enstitümüz, ülkemizin kalite alt yapısını güçlendirmek için hizmet vermektedir” dedi. Bölgenin en güçlü standard kuruluşu olan TSE’nin Türkiye’nin yanı sıra birçok ülkeyle de standard oluşturulması konusunda ortaklaşa çalıştığını dile getiren Genel Sekreter Pelit, “Bugüne kadar 89 ülkeyle ikili iş birliği protokolü imzaladık. Eğitimlerimiz toplamda 300 bin kişiye ulaştı. 2009’da verdiğimiz eğitimler 30 bin kişiyi aştı” şeklinde konuştu. Genel Sekreter Pelit konuşmasına şöyle devam etti: “Mersin Üniversitesi öğrencilerinin çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Zira Mersin Üniversitesi’nin, Enstitümüzden almış olduğu TS EN ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi ile üniversite bünyesinde verilen hizmetlerin uluslararası standardlarda Kalite Yönetim Sistemi gereklerine uygun olduğu belgelenmiş oldu.” “Kalite Yönetim Sisteminin bu büyüklükteki bir kuruluşta kurulması hiç de kolay olmuyor” diyen Pelit, “Kalite Yönetim Sisteminin üniversitenin vermiş olduğu hizmetlere çok olumlu katkılar yapacağına inanıyorum. Bu zorlu süreçte emeği geçen herkesi kutluyorum. Sizler çok zorlu bir iş başardınız” şeklinde düşüncelerini ifade etti. Genel Sekreter Pelit konuşmasının son bölümünde, üniversite ile yapılan protokol çerçevesinde Enstitü tarafından verilen eğitimlere katılan öğrencileri ayrıca kutladı. Pelit, öğrencilere Kalite Yönetim Sistemi hakkında bilgiye sahip olmanın artık bir işe başvuru yaparken olmazsa olmaz bir gereklilik olarak karşılarına çıkacağına da önemle vurgu yaptı. TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi almaya hak kazanan Koppert’in Merkez binasında düzenlenen törenle TS-EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi BelgesiTSE Genel Sekreteri Ahmet Pelit tarafından Koppert Genel Müdürü Ali Eroğlu’na verildi. TSE Genel Sekreteri Ahmet Pelit, törende yaptığı konuşmada teknoloji ve iletişim alanındaki gelişmelerin toplumları ekonomik bir yarış içine ittiğini, bu yarışta yer alabilmenin ise ancak kalite standardlarına erişmek ve bunu belgelendirmekle mümkün olabileceğini söyledi. Genel Sekreter Pelit, biyolojik mücadele ve polinasyon alanında hizmet veren Koppert’in uluslararası kalite standardlarına eriştiğini yaptıkları tetkiklerle gördüklerini ve TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemleri Belgesi’yle de bu kaliteyi belgelendirmek istediklerini kaydetti. Ahmet Pelit, Kalite Yönetim Sistemi’nin tasarım aşamasından başlayarak üretim, pazarlama ve satış sonrası hizmete kadar tüm aşamaları kapsayan ve sürekli gelişmeyi hedefleyen bir standard uygulaması olmasıyla da şirketler için büyük önem taşıdığını bildirdi. Kopert Genel Müdürü Ali Eroğlu da konuşmasında, bu belgenin kendileri için önemini müşteri memnuniyeti olarak özetledi. Türkiye’nin ekonomik anlamda son yıllarda büyük kalkınma içinde olduğuna değinen Ali Eroğlu, tarım sektörünün de ülkemizde her geçen yıl güçlendiğini kaydetti. Eroğlu ayrıca biyolojik mücadele ve polinasyon alanında faaliyet gösteren ve bu alanda TS ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi almaya hak kazanan ilk şirket olmanın da mutluluğunu yaşadıklarını dile getirdi. HABERLER EYLÜL 2010 Tarım sektöründe biyolojik mücadele ve polinasyon hizmeti veren Koppert, TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemleri Belgesi aldı. TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi almaya hak kazanan Koppert, biyolojik mücadelede ve bombus arısı üretiminde kalite belgesi alan ilk şirket oldu. 15 STANDARD Koppert Kalitesini Belgelendirdi AYIN KONUĞU Temizlik ve Kozmetik Ürünleri Sektörünün Duayenlerinden AHMET PURA EYLÜL 2010 “Kayıt dışı ve merdiven altı, sektörümüzün kronikleşmiş önemli sorunları konumda.” STANDARD 16 T emizlik ve kozmetik ürünleri sektörünün duayenlerinden biri Ahmet Pura. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sektör Meclis Başkanı olan Pura aynı zamanda Türkiye Sabun ve Deterjan Sanayicileri Başkanı, Reklamverenler Derneği Başkanı ve Colgate Palmolive Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi. Özellikle 2008 yılının Ağustos ayından beri, yani global krizin ayak seslerinin duyulmaya başladığı günlerden beri, Türk tüketicisinin talebinin devam ettiği ender sektörlerden biri olarak gösteriyor sektörünü Ahmet Pura. Sektörün AR-GE çalışmalarını değerlendiriyor ve Türkiye’de yürütülen ArGe çalışmalarında, mevzuat altyapısındaki veya uygulamasındaki eksikliklerin başta olmak üzere, finansal teşviklerin azlığının sıkıntı yarattığını vurguluyor. “Ar-Ge yatırımı düşünen yerli ya da yabancı yatırımcının en önemli ihtiyaçlarından birisi, yarattığı teknolojinin korunması yönündedir.” diyor. Bunun için mevzuattaki eksikliklerin giderilmesi önemli bir konu. Taklit ve sahteciliğin yaygın olması, özellikle teknolojinin kolay kopyalanabilir duruma gelmesi, sektörde doğrudan Ar-Ge yatırımında sıkıntılar yaşatıyor. Ayrıca doğrudan yatırımlara verilen farklı türdeki teşviklerin, diğer gelişmekte olan bölge ülkelerine nazaran daha az olması, ülkemizin rekabetçi olmasına engel. Bu sorunların çözülmesi, özel sektörle birlikte, Ar-Ge çalışmalarını yürütebilmek adına gerekli bilimsel ve teknolojik çalışma hazırlıklarını tamamlayan ya da mevcutta bu çalışmaları yürüten üniversitelerimiz ve bilimsel kuruluşlar için de önemli. Ahmet PURA KİMDİR? A EYLÜL 2010 hmet Pura 1948 İstanbul doğumlu…İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu olan Pura, Halen Colgate Palmolive Türkiye Yönetim Kurulu Üyesidir… İş hayatına 1973 yılında, Unilever satış grubunda başladı ve sırasıyla Komili grubunda Bölgeler Müdürlüğü, Genel Satış Müdürlüğü ve Genel Müdürlük yaptı…1989 yılında Hacı Şakir grubuna Genel Müdür olarak geçiş yaptı. Daha sonra Colgate Palmolive Türkiye’de Satış Direktörlüğü ve Genel Müdürlük görevlerinde bulundu… Ahmet Pura, TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayi Meclisi Başkanlığı, Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayicileri Derneği Başkanlığı, Türkiye Reklamverenler Derneği Başkanlığı, TOBB’u temsilen T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu üyeliği ile Reklam Özdenetim Kurulu üyeliği sorumluluklarını sürdürmektedir... A. PURA- Genel olarak temizlik ürünleri demek yerine; bu kapsamda kozmetiğin, deterjanın, genel temizlik ürünlerinin tanımını ayrı ayrı yapmak gerekir. Çok geniş bir ürün gamını içerdiği için, kozmetiğin tanımını ve kapsamını; 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’nda yer aldığı gibi belirtmek gerekirse; “insan vücudunun epiderma, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar ve genital organlar gibi değişik dış kısımlarına, ağız ve dişlere veya mukozaya uygulanmak üzere hazırlanmış, amacı veya yan amacı; bu kısımları temizlemek, koku vermek ve korumak suretiyle iyi bir durumda muhafaza etmek, görünümünü değiştirmek ve vücut kokularını düzeltmek olan, saç boyaları ve saç açıcıları da dahil şekilde” olan maddeler veya preparatlar şeklinde tanımlanma yapmak doğru olacaktır. 17 STANDARD STANDARD- Ahmet Bey, bu sayımızın sektör konusunu belirlerken temizlik ürünleri, kozmetik, sabun, deterjan gibi ürün grupları biraz aklımızı karıştırdı. İlk olarak temizlik ürünlerinin tanımını yapabilir misiniz? Sınıflandırmasını nasıl yapıyorsunuz? EYLÜL 2010 STANDARD 18 Deterjan ise, “yüzey aktif özelliği olup, bu özellik nedeniyle temizleme işlemi yapabilen, içinde ayrıca yıkamaya yardımcı kimyasal maddeler de içeren” sentetik bir üründür. Yukarıdaki kozmetik ürünlerinin tanımından da anlaşılacağı gibi, genel anlamda deterjan tanımlaması, insan vücudunun bakım ve temizliğinde kullanılmayan, sadece mekân, eşya ve özellikle çamaşır yıkama amacıyla kullanılan bütün temizlik maddeleri için kullanılmaktadır. Temizlik ürünleri dediğimizde ise; deterjanlar ile birlikte temizlik işlevine yardımcı (çamaşır yumuşatıcıları, leke çıkarıcılar, ağartıcılar, kumaş koruyucuları, vb.) diğer ürünleri de dâhil ederek bir genelleme yapabiliriz. Bilinen en eski kozmetik ürünler ve temizlik ürünleri de sabunlardır, çünkü bundan 100-150 yıl önce sabunlar hem insan vücudunun temizliğinde, hem de yaşadığımız ortamın ve kullandığımız eşyanın temizliğinde kullanılıyordu. Zamanla temizlik alanları ayrıştırılırken, temizlik ürünleri de geliştirildi. Eskiden sabun kullanılarak yapılan temizliğe göre daha iyi performans gösteren sentetik yüzey aktif maddeler geliştirildikçe, sabun kullanılan temizlik alanları da azaldı. Bugün toz çamaşır sabunu ve arap sabunu gibi özel amaçlı temizlik sabunları dışındaki sabunların neredeyse tamamı, kişisel temizlik amaçlı kullanılmakta olup, kozmetik sınıfında değerlendirilmektedirler. STANDARD- Sabun ve Deterjan Sanayicileri Derneğini tanıyabilir miyiz? faydalı çalışmalar gerçekleştirmiş, birçok başarılı projelere imza atmış ve aynı zamanda Türkiye sanayisinin sesini A.I.S.E. ve Colipa gibi kanallar ile yurt dışında duyurmuştur. Ayrıca SDSD olarak 2008 yılında “Yeni Nesil Çamaşır Deterjanı Projesi” (Konsantrematik) ile 2009 yılında “Suya Sabuna Dokunun” kampanyası organizasyonları, birer sosyal sorumluluk projesi olarak ele alınmış ve başarıyla sonuçlandırılmıştır. Bunlardan Konsantrematik Projesi için Çevre ve Orman Bakanlığı logosunun proje tanıtım malzemesinde kullanılması için, Bakanlıktan özel olarak izin alınmıştır. A. PURA- Sabun ve Deterjan Sanayicileri Derneği (SDSD), 1988 yılında kurulmuş olup faaliyetlerini, Kozmetik ve Tuvalet Müstahzarları Üreticileri Derneği (KTMD) ile ortak bir merkezde sürdürmektedir. SDSD’nin ana amacı; Türkiye’de Sabun ve Deterjan Sanayiinin gelişmesine katkıda bulunmak, çevre ve insan sağlığına yararlı olmak ve Türkiye’deki sabun ve deterjan üreticilerinin itibarını artırıcı faaliyetlerde bulunmaktır. 1992 yılında faaliyete başlayan KTMD‘nin hedefi ise SDSD’ye paralel olarak, Türkiye pazarında kozmetik malzemeleri üretici ve ithalatçılarının birliğini sağlamak, ülkemizde ve dünyadaki bu sektörle ilgili gelişmelerin ilk elden habercisi olmak, sanayiinin problemlerine çözüm getirilmesini kolaylaştırmak ve hızlandırmaktır. Gerek SDSD gerekse KTMD, faaliyete başladıkları günden bu yana sanayi ve toplum adına son derece Yeni yapılanmamız ile birlikte, çok daha güçlendik. Temizlik, kozmetik ve hijyenik kağıt ürünleri alanlarında faaliyet gösteren üyelerimizin katkısı ile de, çok başarılı çalışmalara imza atılacağına inanıyoruz. Geçmişten gelen SDSD ve KTMD tecrübelerini, ortak bir havuzda birleştirme fırsatı yakaladığımız bu çok yeni oluşumda, sanayinin sesi olmak ve bilinç artırıcı faaliyetlerin lideri olmak yönünde son derece heyecanlıyız. Vizyonumuz, “Sektörün Sesi, Tüketicinin Güvencesi, Toplumun Referansı” olmaktır. STANDARD- Sektörünüzün genel bir analizini yapabilir misiniz? A. PURA- Özellikle 2008 yılının Ağustos ayından beri, yani global krizin ayak seslerinin duyulmaya başladığı günlerden beri, Türk tüketicisinin talebinin devam ettiği 19 STANDARD STANDARD Ayrıca, sizleri ve sektörümüzü yeni bir gelişmeden de haberdar etmek isteriz. 2010 yılı Haziran ayında gerçekleştirilen Olağanüstü Genel Kurul’da, aynı merkezde faaliyet gösteren her iki derneğin gerek sanayi sorumluluğu, gerekse diğer konularda birleşen ortak hedefleri gözönüne alınarak, güçlerini birleştirmesi ve daha güçlü bir ses olarak faaliyetini sürdürebilmesi adına KTMD üyelerinin SDSD’ye katılımı ve ortak bir çatı altında birleşmesi kararı verilmiştir. Kozmetik sektörü ile birleşme kararı ile gelinen yeni oluşum döneminde Sabun ve Deterjan Sanayicileri Derneği‘nin ünvanı, Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayicileri Derneği (KTSD) olarak değiştirilmiştir. EYLÜL 2010 “Suya Sabuna Dokunun” kampanyası ise Sağlık Bakanlığı isteği doğrultusunda gerçekleştirilmiş olup, tanıtım ve iletişim malzemelerinde Sağlık Bakanlığı’nın logosunun kullanımına Sağlık Bakanlığı tarafından izin verilmiştir. Bu onaylar, doğru projelerin hayata geçirildiğinin de bir göstergesi olmuştur. ender sektörlerden biriyiz demek mümkün. 2008 ve 2009 yılları sonuçlarını karşılaştırdığımızda; Ev temizlik ürünlerinde %15.7, Kişisel bakım ürünlerinde % 16.5 oranında ciro artışı gerçekleştiğini görüyoruz. Pazar büyüklüğü ise; kişisel bakım alanında 3.4 milyar Dolar, ev temizlik ürünlerinde 2.1 milyar Dolar olmak üzere toplam 5.5 milyar Dolardır. EYLÜL 2010 STANDARD- Tüm sektörler için Ar-Ge çalışmaları, bilhassa rekabet koşulları göz önüne alınınca son derece önemli. Ancak bazı sektörlerimizin temsilcileri bu konuda Türkiye’deki çalışmaların yetersizliğini vurguladılar. Sizin Ar-Ge ve sektörünüzde Ar-Ge çalışmaları konusundaki görüşlerinizi alabilir miyim? STANDARD 20 A. PURA- Temizlik sektörü de AR-GE çalışmalarına ağırlık veren ve bu sayede tüketicisinin değişen alışkanlıklarına ve dünyadaki trendlere göre, ürün ve üretim prosesi geliştiren sektörlerdendir. Ancak diğer sektör temsilcilerinin de belirttiği gibi, Türkiye’de yürütülen Ar-Ge çalışmalarında, mevzuat altyapısındaki veya uygulamasındaki eksiklikler başta olmak üzere, finansal teşviklerin azlığı sıkıntı yaratmaktadır. Ar-Ge yatırımı düşünen yerli ya da yabancı yatırımcının en önemli ihtiyaçlarından birisi, yarattığı teknolojinin korunması yönündedir. Bunun için de Fikri ve Sınai mülkiyet haklarına yönelik mevzuattaki eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Ülkemizde ne yazık ki, taklit ve sahteciliğin yaygın olması, özellikle teknolojinin kolay kopyalanabilir duruma gelmesi sebebiyle, sektörümüzde doğrudan Ar-Ge yatırımında sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra, doğrudan yatırımlara verilen farklı türdeki teşviklerin, diğer gelişmekte olan bölge ülkelerine nazaran daha az olması nedeniyle, ülkemiz rekabetçi olamamaktadır. Bu sorunların çözülmesi, özel sektörle birlikte, ArGe çalışmalarını yürütebilmek adına gerekli bilimsel ve teknolojik çalışma hazırlıklarını tamamlayan ya da mevcutta bu çalışmaları yürüten üniversitelerimiz ve bilimsel kuruluşlar için de önem taşımaktadır. SDSD ve KTMD’nin güçlerini birleştirmesi ile birlikte oluşan Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayicileri Derneği (KTSD) olarak, Ar-Ge alanındaki süreçlerde de desteğimizi göstermeye, sektöre yeni bakış açıları sunmaya, gerekli merciler özelinde çalışmalar yapmaya devam ediyor olacağız. STANDARD- İstatistikler ve tecrübeleriniz çerçevesinde millet olarak temizliğe bakışımızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Temizlik anlayışımız, alışkanlıklarımız, temizlik ürünlerini kullanım özelliklerimiz, cinsiyete, yaşa göre nasıl? A. PURA- Genel olarak Türk insanı, temiz ve sağlıklı olmayı, güzel kokmayı tercih eden bir toplum. Ürün grupları özelinde tüketim rakamlarına baktığımızda, Türk toplumunun en çok, el, yüz ve vücut temizliğine önem verdiği, saç temizliğine ise daha az dikkat ettiği ortaya çıkıyor. Kişisel temizlikte en çok kalıp sabun kullanılırken, halkımız doğal içerikli ürünleri tercih ediyor. Bazen sadece ürünün kokusu bile satınalma tercihinde etkin oluyor. Kadınların yüzde 44’ü, erkeklerin ise yüzde 46’sı, doğal çevreye zarar vermekten kaçındıklarını belirtiyor ve ürün tercihlerini bu doğrultuda yaptıklarını belirtiyorlar. Marka tercihi ise Türk toplumunda ortalamanın üzerinde. Toplumumuzun yüzde 67’si, marka kullanmayı seçerken, kadın ve erkeklerin yüzde 42’si, temiz kokmanın önemli olduğunu vurguluyor. Türk tüketicisinin çamaşır yıkama ve kişisel bakım alışkanlıklarına bakıldığında ise; bazı konularda paralellik gözüküyor olsa da, kadının ev temizliği konusunda hissettiği sorumlulukta ayrışmalar gözlemleniyor. Ortak noktalar; bütünüyle temiz hissetmek ve güzel kokmak gözüküyorken, ayrışan en temel nokta, Türk kadınının ev temizliğine ayırdığı süre olarak görünüyor. STANDARD- Temizlik ürünleri ve çevre etkileşimi, tüm kimya sektörü gibi temizlik ürünleri sektörü için de önemli bir alt başlık değil mi? Bu konuda neler söylersiniz? A. PURA- Çevresel öncelikler elbette bizim sektörümüz için de önemli bir konu. Sektörün belli başlı firmaları yıllardır sürdürülebilir kalkınma prensipleri doğrultusunda, üretim ve tüketime yönelik kapsamlı çalışmalar yapmakta ve bu sayede pekçok farklı sektöre de öncülük etmektedirler. Günümüzde çevreye uyum hedeflenirken, sadece üretim proseslerinin ya da ürün içeriklerinin çevreye en az etkiyle oluşturulmasından bahsetmiyoruz. Bir adım daha öteye geçip, bu ürünleri kullanacak tüketicilerinin bilinçlendirilmesi ile, ürünlerin kullanım aşamasından kaynaklanan çevresel yükünü de en aza indirmeyi hedefliyoruz. Bu açıdan da pek çok güzel çalışmaya imza atmış olan bir sektörün temsilcisi olmanın gururunu yaşıyoruz. Yeni Nesil Çamaşır Deterjanları Projesi ile “sürdürülebilirlik” açısından önemli faydalar hedeflenmiştir. Özetlemek gerekirse, öncelikli hedef; “Sürdürülebilir üretim” konusunda, bu ürünlerin üretimi, dağıtımı, evsel tüketiminde kullanılan kimyasallar, ambalaj malzemesi ve enerjinin azaltılmasını teşvik etmek, toz çamaşır deterjanı sektörünün çevresel etkisini azaltmak ve bu şekilde CO2 salımı gibi sürdürülebilirlik hedeflerine katkıda bulunmaktır. Ayrıca, sürdürülebilir tüketim konusunda, harmonize bir kampanya yürütmek suretiyle, tüketicinin bu ürünlerin doğru şekilde kullanmasını sağlamaya destek olunması amaçlanmıştır. Bugün itibarıyla Türkiye’nin her yerinde satış noktalarına baktığımızda, “konsantrematik” logolu çamaşır deterjanlarının raflarda yer alıyor olması ve tüketicilerin yıkama alışkanlıklarını bu yönde değiştirmiş olması, projenin başarısını göstermektedir. STANDARD- Sektörünüzün başlıca problemleri neler? Merdiven altı ya da kayıt dışı ile mücadele konusunda gelinen nokta nedir? A. PURA- Kayıt dışı ve merdiven altı, sektörümüzün Tecrübenin ötesinde konuya daha elle tutulur bir yaklaşımla yaklaşmak gerekirse; 2008 yılında yayımlanan, Marka Koruma Grubu desteği ile Hacettepe Üniversitesi’nden bir proje ekibinin hazırladığı kitabı herkesin bir kez daha incelemesini öneririz. Kitaba göre; sahtecilik, kaçakçılık ve kayıtdışı uygulamalar, ülke imajını uluslarası düzeyde olumsuz etkilemekte, yabancı sermaye girişini azaltmakta, Ar-Ge harcamalarını yavaşlatmakta, kamu sağlığına zarar vermekte, yolsuzluklara zemin hazırlamakta, haksız rekabete yol açmakta ve kanun hâkimiyetinin tahrip olmasına neden olmakta, ülkenin ihracat kapasitesi üzerinde olumsuz etki yaratmakta ve vergi kaybına neden olmaktadır. Sektörel bazda baktığımızda, temizlik malzemeleri, özelinde sıvı ve toz deterjan ürünlerinde sahteciliğin yaygın olduğu görülmektedir. Bu ürünler genellikle pazar payı yüksek, tüketici tarafından en çok tercih edilen ürünlerdir. Ürünlerin özellikle ambalajlarının gelişmiş son baskı teknikleri ile taklit edilerek tüketicilerin aldatılması, maalesef en yaygın uygulamaların başında gelmektedir. Bu tür ürünler, merdiven altı üretim yerlerinde üretilerek, iç piyasaya dağıtımın gerçekleştirildiği saptanmıştır. Kozmetik ürünlerinde ise, en fazla taklit edilen ürün kategorisi parfümlerdir. Ayrıca yüz, vücut ve güneş kremleri, deodorantlar, kolonyalar, makyaj ürünleri de sıklıkla taklit edilmektedir. Sahte ürünlerin varoluş nedenlerini sıralamak gerekise; orijinal malın göreceli olarak pahalı olması, hane halkının EYLÜL 2010 kronikleşmiş önemli sorunları konumundadır. 21 STANDARD Örneğin, çamaşırın düşük ısıda ya da kısa programda yıkanmasının getireceği enerji ve su tasarruflarını düşünün. Sektörün önde gelen firmaları bu konularda önemli bilgilendirme kampanyaları düzenlediler. Sadece firmalar olarak değil, dernek önderliğinde de “sürdürülebilir gelişme” konusunda sürekli ilerleme için önemli bir çevresel projeyi başarıyla tamamladık. “Yeni Nesil Çamaşır Deterjanları Projesi”; toz çamaşır deterjanlarının konsantre hâle getirilmesini kapsayan ve 2008 sonunda başlayan, geri dönüşü yüksek olmuş olan bir projedir. EYLÜL 2010 STANDARD 22 gelirinin düşük olması, kanunda cezaların hafif olması, sahte ürünlerin vergi kaçırma kaynağı olması, sahteciliğin kârlı olması, devletin sahteciliği suç olarak görmemesidir. tüketicilerin, sahte mallarla karşılaşma (satın alma) oranı; Sonuç olarak sahtecilikle savaş her alanda olduğu gibi ülkemize katkı sağlayacaktır. Ancak sahtecilikle mücadele için hukuki araçların kullanılmasının önemi büyüktür. Yeni düzenlemeleri açık bir ticari yaşam söz konusudur. • Kişisel bakım ürünlerinde % 11,8, ‘Sahte ve Kaçak Ticari Malların Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri’ isimli kitapta bu konu başarılı bir şekilde ele alınmaktadır. Sahte ürünler perakende sektörü açısından da önemli bir sorun teşkil etmektedir. Satış noktaları itibarıyla sahte ürünler en çok işporta (% 31), semt pazarları (% 22) ve sosyete pazarlarında (% 16) satılmaktadır. Kolay erişimin yanı sıra düşük fiyatlar, bu satış noktalarındaki tüketici kitlesinin düşük ekonomik durumu ve konu hakkındaki bilgi düzeyinin düşük olması ile birleşerek, sahtecilik için önemli bir pazar oluşturmaktadır. Marka Koruma Grubu’nun 2008 tarihli raporunda; tüketici verilerine dayandırılan analizler doğrultusunda, Türkiye’de sahte ürünlerin oranının FMCG sektöründe ve özellikle temizlik ve kişisel bakım ürünlerinde oldukça yüksek ve % 11-14 aralığında olduğu tahmin edilmektedir. Gıda, alkolsüz ve alkollü içeceklerde bu oran % 4-6 civarıdır. Sektör tüketicisinin beyanları da bu yüksek oranı doğrular niteliktedir: MKG tarafından yürütülen anket çalışmalarında, son bir yıllık dönemde mal satın alan • Temizlik ürünlerinde % 14,2, • Gıda maddelerinde % 6,4, • Alkolsüz içecekte % 4,9’dur. Sadece yukarıda bahsi geçen ürün gruplarındaki toplam üretim değerleri göz önüne alındığında sahtecilik ve kaçakçılığın neticesindeki üretim kaybı, 2005 yılı TÜİK imalat istatistiklerine göre; yaklaşık 2 milyar TL civarıdır. Bu üretime bağlı olarak gerçekleşecek istihdam, sosyal güvenlik ve vergi gelirleri kaybının ülke ekonomisi Elbette tüm süreçlerin yanı sıra tüketicide de davranış değişikliği yaratmak, tüketiciyi bilinçlendirmek de yapılması gerekenlerin başında yer alıyor. Bu olumsuz durumu yukarıda belirttiğimiz kriterler özelinde, arztalep durumundan çıkartmalı, tüketicinin bilinçli hareket etmesi için sektör temsilcileri olarak üzerimize düşeni yapmalıyız. STANDARD- Temizlik maddeleri kanserojen midir? A. PURA- Avrupa Birliği (AB) gibi ülkemizde de ev temizlik ürünleri üreticileri, bu ürünlerin AB ve ülkemiz mevzuatının da bir gereği olarak kansere yol açıcı herhangi bir madde içermediği konusunda tüketicilere güvence vermektedir. Ayrıca bütün ürünler insan ve çevre sağlığının korunduğundan emin olabilmek için sistematik bir şekilde test edilmektedir. AISE, Avrupa’daki temizlik ve bakım ürünleri sanayini ve bu arada derneğimizi de temsil eden, sanayinin Avrupa’daki resmi temsilci kuruluşudur. Avrupa içerisinde 42 ülkeyi temsil eden 37 sektör derneği ve bu derneklerin de üyeleriyle birlikte irili ufaklı 900’den fazla üretici A.I.S.E.’nin üyesidir. AISE’nin 23 Temmuzda yayınladığı en son görüşe göre de, temizlik ürünleri ve hava aromatize edici ürünler ile kanser arasında kurulmaya çalışılan bağlantı, bu tür ürünlerin birçoğunda kanserojen maddelerin ve endokrin bozucuların Ev temizliği ürünleri, kanserojen etkiler de dâhil olmak üzere, her türlü insan sağlığı ve güvenli kullanım açısından derinlemesine incelenmekte ve değerlendirilmekte olup insan ve çevre sağlığı açısından güvenli bulunmayan ürünlerin piyasaya sürülmesine izin verilmemektedir. Avrupa yasaları uyarınca bütün bu ürünler sıkı ve yoğun şekilde piyasada gözetim ve denetime tabidir. Bu konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için Derneğimiz ve üyesi bulunduğumuz A.I.S.E. iletişime açıktır. STANDARD- Sadece toprak ve su kullanılarak yapılan temizlikten doğal sabunlara, arap sabunundan günümüzde geliştirilen yeni ürünlere kadar doğal temizlik maddeleri hakkında neler söylersiniz? A. PURA- Ateşi keşfeden insanoğlu, avını pişirerek yemeyi öğrendiğinde, aslında sabunun iki ham maddesini buluşturduğunun da farkında değildi. Farkında olduğu tek şey, yağmur yağdığında üstünde yemek pişirdiği küllerin köpürerek çoğaldığıydı. Eldeki bulgular, insanoğlunun bu sabun formunun ilk halini temizlik için kullanıp kullanmadığı konusunda yetersiz. Sabun ile ilgili en eski kayıtlar, M.Ö 2800 yılında Babil’de Sümerlere ait bulunan kil tabletlerde. Şimdiki Irak topraklarının üzerinde bulunan Sümer medeniyetinde, potasyumun kille karşılaştırılması sonucunda elde edilen sabundan söz ediliyor. Tarihin en büyük tüccarları Fenikelilerin M.Ö 600 yıllarında donyağı ve kül karışımından elde ettikleri sabunu, saç merhemi olarak Galyalılara sattığını gösteren kayıtlar da mevcut. Mısır’da M.Ö 1500 yılına ait Ebers Papirüs’ünde, kişisel temizliklerine düşkün olan Mısırlıların, hayvan ve bitki yağları ile alkalinli tuzdan elde edilen sabunsu bir maddeyle yıkandıkları belirtilmektedir. M.Ö 25 yılında ise, yüzlerce hamamın bulunduğu ve banyo kültürünün oldukça geniş olduğu Roma İmparatorluğu’nda sabun kullanımına bugünkü formuyla rastlıyoruz. Sabunun özellikle Avrupa’da yaygın kullanımı 8. yüzyılda İtalya ve İspanya’nın ardından 13. yüzyılda Fransa’da ve EYLÜL 2010 Markalar Kanunu ve Patent Kanunu gibi mevzuatta ve bunun yanı sıra fikri mülkiyet haklarına yönelik mevzuatın fiiliyatta uygulanmasında eksiklikler bulunmaktadır. Örneğin, sahte ürünlere ilişkin yasal kovuşturma sürecinde sıkıntılar yaşanmakta ve yaptırımların düşüklüğü sebebiyle de cezalar caydırıcı olmamaktadır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde artış gösterdiği izlenen sahtecilik uygulamalarına karşı ülkemizdeki piyasa gözetim ve denetimi etkinliklerinin ise yetersizliği söz konusudur. Dolayısıyla, mülkiyet haklarına yönelik daha hızlı adımların atılması gerekmektedir. Fikri mülkiyet haklarının iyileştirilmesi, ülke genelinde sahte ürünlerle mücadelede en temel unsurlardan biri olmasının yanı sıra uluslararası ve özellikle de yüksek teknolojili, AR-GE bazlı yatırımların ülkeye çekilmesi açısından da önem taşımaktadır. Bu sebeple, özellikle kolay kopyalanabilen teknoloji ve/veya ürünlere sahip FMCG gibi sektörler, yatırım amacıyla fikri mülkiyetin korunmasında etkin ülkeleri tercih etmektedirler. bulunduğu varsayımına dayandırılmaya çalışılmaktadır, lakin bu varsayım geçerli değildir. 23 STANDARD üzerindeki etkisi de ayrıca yadsınamaz boyuttadır. sonrasında İngiltere’de başlıyor. Osmanlıda ise sabun, Osmanlı Devletinde sabunhane denilen ve şahıslara ait olan imalâthanelerde geleneksel yöntemlerle üretiliyordu. Sabun ile ilgili ilk düzenlemeler Fatih Sultan Mehmet, İkinci Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devri kanunnamelerinde görüldü. Bu düzenlemelerde, sabunun kalitesi, fiyatı, kontrolü, ticareti ve sabuncu esnafı konuları ele alındı. Cumhuriyet döneminde ise, uzun yıllar sergi sabunculuğu şeklinde süren üretim, geç de olsa dünya pazarlarında rekabet edebilecek düzeye gelmiştir. Bugün ülkemizin tüm sabun üreticileri en yüksek kalitede sabun üreterek Türk tüketicisine hizmet vermekte ve yüzden fazla ülkeye ihracat yaparak ülke ekonomisine katkıda bulunmaktadır. EYLÜL 2010 STANDARD- Ahmet Bey, aynı zamanda Reklamverenler Derneği Başkanısınız. Sektörünüzde en etkili pazarlama stratejileri neler? STANDARD 24 A. PURA- Pazarlama dünyasında yakın gelecekte en büyük rekabet, marka ile hedef kitle arasında duygusal bağ oluşturmak üzerine gerçekleşecek gibi görünüyor. Ayrıca tecrübelere dayalı yeni bir pazarlama trendi hızla yükseliyor. Önümüzdeki yılların hakimi, bu trend olacak kanaatindeyim. Ayrıca, viral marketing (viral pazarlama), word of mouth (kulaktan kulağa yayılma), sosyal sorumluluk yoluyla etkileme trendleri de günümüzde fazlasıyla etkili. Reklamverenler Derneği olarak en etkili pazarlama stratejisinden ziyade sektörün gittiği yönü değerlendirmekte fayda olduğunu düşünüyoruz. Üyesi olduğumuz Dünya Reklamverenler Federasyonu (World Federation of Advertisers / WFA ) ile birlikte 30 Mart– 2 Nisan 2010 tarihleri arasında “Dünya Reklamverenler Haftası”nı gerçekleştirdik. İstanbul’da ilk kez düzenlenen bu etkinlikler kapsamında verilen konferansın ana teması “Değişim İhtiyacımız”dı. Nokia’dan Facebook’a, Vodafone’dan HP’ye, Coca-Cola’ya birçok dünya markasının pazarlama A. PURA- Her üretici piyasaya sürdüğü ürünün reklamlarından ve tüketici memnuniyetinden sorumludur. Dolayısıyla size belirli bir ürünün iddiaları hakkında yorum yapmam mümkün değil, ama tüketicilere önerim, ucuz açık ürünler yerine her zaman markalı ürünleri tercih etmeleri. Bu ürünler yıllar süren Ar-Ge çalışmaları sonrasında tüketici memnuniyeti anketleri yapılarak piyasaya sürülüyor. Ama buna rağmen herhangi bir tüketici ürün sonuçlarından memnun kalmazsa her zaman ilgili firmanın tüketici hizmetlerine başvurması mümkün. Açık ürünlerde ise böyle bir şansları yok. STANDARD- Son olarak tüketicilere önerilerinizi alabilir miyiz? A. PURA- Artık günümüzde satın alma kararının tek hakimi tüketici. Tüm satın alımların çok bilinçli yapıldığından eminiz. Ancak ürün gruplarına göre, sağlık adına, devlete katkı adına, finansal bedeller adına, her tüketicinin dikkatli olması ve önem vermesi gereken davranış, her ürünün, bilinen markasının bilinen satış noktalarından alınması gerçeğidir. EYLÜL 2010 STANDARD- Bazı reklamlarda vurgulandığı gibi lekeler belirtilen ürünle temizlenince hiç yıpranmadan, solmadan temizlenebiliyor mu? Bir abartı var mı? 25 STANDARD yöneticilerinin olduğu yerli yabancı çok değerli konuşmacılar bize değişimin ne derece büyük bir hızla gerçekleştiğini gösterdi. Ekonomik iyileşme sürecinde dijital platformları kullanarak nasıl büyüme sağlanabileceği, dijital medyayı markaların nasıl kontrol etmeleri gerektiği, medya ölçümlemesinin önemi, sürdürülebilir bir marka olmak için tüketici hassasiyetinin dikkate alınması, konuşulan konuların temelini oluşturuyordu. Ayrıca gündemin odağı teknolojinin gerek iş gerekse özel yaşamda kapsadığı alanın her geçen gün hızla artmasıydı. Teknolojiye bağlı değişen tüketici davranışları karşısında reklam yatırımı yapan şirketler de kendilerini adapte etmek durumundalar. Klasik reklamcılık artık tamamen sona ermiş durumda. Bu çerçevede fırsatları iyi değerlendiren, pazar dinamiklerini iyi anlayan, tüketicinin ihtiyaç analizlerini doğru yapan ve bu konuda hızlı hareket edebilenlerin büyümesini sürdüreceği yeni düzende, reklamverenin de “fark yaratabilmek” için bilgi ve iletişim teknolojilerinin sürdürülebilir büyümedeki rolünü iyi okuması gerektiğini düşünüyoruz. STANDARD 26 EYLÜL 2010 TEMİZLİK ÜRÜNLERİNİN TARİHÇE Su Herşeyi Değiştirir! Mustafa BAĞAN Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği Genel Sekreteri Sabun: Kirli ve yağlı şeyleri temizlemekte kullanılan, türlü yağlarla alkaliler birleştirilerek yapılan madde (Türk Dil Kurumu). Deterjan: Petrol türevlerinden elde edilen, temizleme özelliği bulunan, toz, sıvı veya krem durumunda olabilen kimyasal madde (Türk Dil Kurumu). Ayrıca son 8-10 yıllık bir sürede günlük hayatımızda kullanılan “sıvı sabun” da var. Ancak bu isim kimyasal olarak yanlıştır. Çünkü genellikle sıvı sabun olarak tanınan ürün, kimyaca sabun olmayıp “deterjan” tanımına daha uygun düşmektedir. Bu tanımlara bakarsak deterjan için, petrol’ün bulunması ve kimyasal türevlerinin ortaya çıkmasının modern çağların zaman aralığına düştüğü gözlerden kaçmaz. Sabuna gelecek olursak belki de bilinen en eski kimyasal reaksiyon sonucunda (isteyerek veya istem dışı!) elde edilen bir ürün olduğunu düşünebiliriz. Gerek sabunun gerekse deterjanın işlevlerini yerine getirebilmesi için işin olmazsa olmazı “su”dur ! (son zamanlarda susuz yıkama konusunda da gelişmeler var). O zaman genel olarak temizlik maddelerini kullanım amaçlı suyun da tarihçesi önemlidir. Yazının başlığı da bu görüş çerçevesinde seçilmiştir. Cumartesi günü televizyonda bir program izledim. Programda su ve dünyadaki yerleşim yerleri hakkında bilgi veriliyordu. İşin ilginç yanı, dünyadaki en yaygın yerleşim yerleri fay hatlarının üzerinde bulunuyor. Bunun da nedeni fayın yarattığı kırıklardan yer altındaki içilebilecek suya ulaşım mümkün oluyor. Hatta bir çöl ülkesinde açılan çok derin kuyuları ve bakım için bu kuyulara giren bir kişinin aşağıya inişi ve aşağıda bir yer altı nehrinin oluşumu ve burada kayalardan sızan su gösteriliyor. Üst taraf ise tamamen çöl iklimine sahip. Buradan sağlanan su ile palmiye ağaçları bile sulanabiliyor. Dolayısıyla su, insanların yerleşimini bile etkilemekte. EYLÜL 2010 Öncelikle iki büyük blok halindeki temizleme ürünlerinin tarifini yapalım: 27 STANDARD T emizlik ürünlerinin tarihçesini, tüm diğer konularda olduğu gibi “talep-arz” çerçevesinde incelemek kanımca daha gerçekçi olacaktır. Çünkü Yontma Taş Devrinde üretilebilecek bir deterjana kim ve hangi amaçla talip olacaktı? STANDARD 28 EYLÜL 2010 Sabunun Gelişimi Çağımızdaki temizlik anlayışının temelleri çok eski zamanlara (prehistorik) dayanmaktadır. Su yaşamın temeli olduğu için ilk insanlar suya yakın yerlerde veya su kenarlarında yaşamaktaydılar. Burada su ile bazı temizlik işlemlerini, örneğin ellerindeki çamuru temizlemeyi suyun yardımıyla yapabilmekteydiler. Eski bir Romalı efsanesine göre sabun ismini Sapo Dağından almıştır. Sapo Dağı, hayvanların kurban edildikleri, kutsal ateşlerin yandığı kutsal bir dağ imiş. Yağmur, ateşin etkisiyle erimiş, hayvan yağlarını küllerle karıştırarak aşağıdaki Tiber Nehrine dökermiş. Bu nehirde çamaşır yıkayan kadınlar, suyun çamaşırı daha az eziyetle ve daha çok temizlediğini keşfetmişler. Aşağı yukarı aynı zamanlarda Hz. Musa İsraillilere kişisel temizlik hakkındaki kuralları anlatmaktaydı. Bu kuralların uygulanmasının temizlik ve dinin gereği olduğunu belirtmiştir. İncil’de İsraillilerin kül ve yağları karıştırmasını bildiklerini ve bir tür jel elde ederek saçlarına şekil verdikleri ima edilmektedir. Güzelliğe çok önem veren Helenler’in sık sık yıkandıkları, ancak sabun kullanmadıkları öne sürülmektedir. Yıkanırken vücutlarını kil, çok ince kum, kül veya ponza taşı ile keselemekte, daha sonra yağ ile vücutlarını sıvamakta ve nihayet “strigile” adı verilen bir tür madeni kaşağı olan alet ile vücutlarını kazıyarak kirleri uzaklaştırmaktaydılar. Helenler de kül ile yağları karıştırmasını bilmekteydiler, ancak bunu akarsularda çamaşır yıkamak için kullanmaktaydılar. Kleopatra’nın meşhur banyoları da sabunsuz olmaktaydı. Kleopatra banyoda esans yağları kullanmakta ve kese için çok ince beyaz kum kullanmaktaydı. 29 STANDARD M.Ö. 1550 tarihlerine dayanan tıbbi konularda en önemli papirüs olan Ebers Papirüsü sabunun (o zamanki ismi Espilon) kullanım alanlarını anlatmaktadır. Daha ziyade deri yanığı veya diğer deri sorunlarında tedavi edici olarak kullanıldığı anlatılmaktadır. Bu zamanlarda sabun elde etmek için ana madde “Frankincense” isimli ağacın, aynen reçine elde etmek için yapıldığı gibi çizilerek özsuyuaromatik reçinesi akıtılmakta ve bu özsu kısa zamanda sertleşmektedir EYLÜL 2010 Sabuna benzer bir maddeye ait ilk kayıtlar M.Ö. 2800 yıllarında Babil’de görülmektedir [1]. Nabonidus (M.Ö. 556-539) Krallığı dönemine ait yazılarda sabun için uhulu (kül), cypress (yağ) ve sesame (çekirdek yağı)‘dan oluşan bir reçeteye ve bunun hizmetçi kızların taşları temizlemede kullandığı yazılmaktadır [2] EYLÜL 2010 Roma medeniyeti geliştikçe banyo yapma alışkanlığı da buna paralel olarak gelişmiştir. Romanın en güçlü zamanlarında su kemerleriyle beslenen ilk banyoların M.Ö. 312 yıllarında kurulduğu söylenmektedir. Bu banyolar lüks ve çok revaçta imiş. STANDARD 30 Sapo veya Latin’ler için sabun kelimesi ilk defa Romalı tarihçi Pliny‘nin “Historia Naturalis” eserinde rastlanmakta ve sabunun hayvan yağı ve küllerden yapıldığını belirterek bunun merhem olarak kullanıldığını ve Galli ve Germen erkeklerinin bunu kadınlardan daha çok kullandıklarını belirtmektedir [3]. Diğer taraftan M.S. 79’da büyük bir tabiat olayı ile toprak altında kalan Pompei’nin kalıntılarında tam bir sabun fabrikası ve sabun kalıpları bulunmuştur. Roma İmparatorluğunun 476‘da yıkılmasıyla, Avrupa’da yıkanma ve sabun güncelliğini kaybetmeye başlamış. Avrupa bu alışkanlığın kaybolmasının, kişisel temizliğin önemini çok acı tecrübelerle öğrenmiştir. Özellikle salgın hastalıklar Avrupa’yı örneğin 14.cü yüzyılda kasıp kavurmuştur. Çöl Arapları ve Türkler sabunun önemini anlayan ilk topluluklardır. Türkler İstanbul’u fethedince sabun Avrupa’ya tekrar yayılmıştır. Orta Çağ’da Japonya’da banyo, günlük alışkanlık halindeydi. İzlanda’daki doğal sıcak sulu havuzlar, Cumartesi akşamları insanların toplandıkları yerlerdi. Sabun tüccarları 7. yüzyıldan itibaren tüm Avrupa’ya sabunu yaymışlar. Sabun üreticilerinin eğitimi ve desteklenmesi çok önem kazanmıştı ve üretim reçeteleri çok gizli tutulmaktaydı. Fransa, İtalya ve İspanya gibi güneydeki ülkeler, zeytin ağaçlarından elde ettikleri bol miktardaki zeytin yağı, barilla yosunundan elde edilen bol miktardaki küller sayesinde en erken sabun üretimine geçen ülkelerdir. İngiltere, sabun üretimine 12. yüzyılın başlarında başlamış. Ancak üzerinde çok vergi olması ve lüks olarak kabul edilmesi nedeniyle ancak zenginlerin alabildiği bir emtia idi. 1853 yılında verginin kaldırılması ile patlama yapan sabun üretimi aynı zamanda halkta kişisel temizlik kavramının da yerleşmesine neden oldu. Aslında Avrupa’da yıkanma alışkanlığı pek fazla yaygın değildi. İnsanlar kirden kaynaklanan kokularını örtmek için bol miktarda parfüm kullanıyorlardı. İnsanların bu yaklaşımı diğer önemli bir kişisel bakım ürünü olan parfüm, kozmetik gibi ürünlerin gelişmesi ve yaygınlaşmasına neden olmuştur. Nopolyon (1769-1821) bir seferdeyken ünlü sevgilisi Josephine’e yazdığı bir mesajda “Yarın akşam Paris’te olacağım, sakın yıkanma” demiş [ 4]. Amerika kolonisinde sabun ev kadınlarının kendi ihtiyaçları için yapılması sonucu kullanılmaktaydı. Ticari üretim ancak 1600’lı yılların başlarında İngiltereli üreticilerin yeni dünyaya gelmesiyle başlamıştır. Sabun yapımındaki bilimsel ilerleme, 1791 yılında Fransız Kimyacı Nicholas Leblanc’ın sofra tuzundan sodyum bikarbonat üretilmesi ile ilgili patent almasıyla başlamıştır. Bu buluş soda’nın ucuz bir şekilde üretilmesini ve bol miktarda bulunabilmesini sağlamıştır. Bu bilimsel gelişmeler XIX‘cu yüzyıldaki sanayi devrimiyle de birleşince, sabunun lüks bir madde olmaktan çıkmasını ve herkes tarafından temin edilmesini sağladı. Ayrıca sabunun çamaşır, banyo ve temizlik için kullanılan türleri de yavaş yavaş ortaya çıktı. Deterjandaki gelişmeler Yüzey aktif maddelerin deterjan etkisi yaptığı, ilk defa Belçikalı kimyacı A. Reychler tarafından 1913 yılında keşfedildi. Bilindiği gibi sabunun ana maddesi yağ olup aynı zamanda gıda maddesi olarak da kullanılmaktadır. Ve yağ, beslenmede son derece önemli bir maddedir. Özellikle I. Dünya Savaşı esnasında yağ ve dolayısıyla sabunda yaşanan yokluklar bilim adamlarını arayışa itmiş ve ilk sentetik deterjan olan “Nekal” piyasaya sürülmüştür. Bu deterjanın ana maddesi kısa zincirli alkil naftalin sülfonattır. Orta derece kalitede bir deterjan olan Nekal’in diğer bir özelliği, çok iyi bir ıslatıcı olmasıdır. Nitekim halen tekstil endüstrisinde yardımcı madde olarak kullanılmaktadır. 1920’nin sonlarında ve 1930’un başlarında uzun zincirli alkoller sülfone edilmiş ve piyasaya verilmeye başlanmıştır. Deterjan sektöründeki gelişmelerin temel taşları aşağıda verilmektedir [5] : 31 STANDARD 1800’li yılların ortalarında, Belçikalı kimyacı Ernest Solvay, tuzdan soda elde edilmesinde amonyak prosesini getirerek, tuzdan soda elde edilme yöntemini geliştirdi. Bu yöntem sabun üreticilerine piyasada hem miktar itibarıyla ve hem de fiyat açısından uygun şartlarda soda bulabilmelerini sağladı. EYLÜL 2010 1800’li yılların başında, Michel Chevreul‘ün yağ, gliserin ve yağ asitleri arasındaki ilişkiyi keşfetmesi, sabun ve yağların kimyasına temel oluşturdu. EYLÜL 2010 1950’ler: Bulaşık yıkama tozları • Sıvı çamaşır ürünleri, bulaşık yıkama sıvı ürünleri ve genel amaçlı deterjanlar • Çamaşır yumuşatıcılar • Ağartıcılı çamaşır deterjanları 1960’lar: Ön-yıkama ve leke çıkartıcılar. • Enzim içeren biyolojik yıkama tozları 1970’ler: Çamaşır şartlandırıcılar • Yıkama ve şartlandırmayı bir arada içeren genel amaçlı ürünler 1980‘ler: Düşük sıcaklıklarda kullanılan çamaşır yıkama ürünleri • Bulaşık yıkama sıvıları • Konsantre çamaşır tozları 1990’lar: Çok konsantre tozlar ve sıvılar • Konsantre çamaşır şartlandırıcıları • Biyolojik olarak parçalanabilen çamaşır şartlandırıcıları • Bulaşık yıkama jelleri • Çamaşırlar için yeniden doldurulabilir kaplar STANDARD 32 • Renk koruyucu ağartıcılar • Renk koruma teknolojileri 2000 ve sonrası • Tek dozlu çamaşır yıkama tabletleri • Tek dozlu bulaşık yıkama tabletleri (hepsi bir arada). • Kompakt ürünler Sonuç Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi ürünlerin gelişmesine yön veren en önemli etkenlerin başında talep gelmekteyse de günümüzde insan sağlığı ve çevrenin korunması alanındaki mevzuat artık teknoloji ve piyasaya arzı etkileyen çok önemli diğer bir faktördür. Bu mevzuata uyum sağlamayan ürünlerin yaşam şansı hiç kalmamıştır. Modern yılların “Life Cycle Analyses – Yaşam Boyu Değerlendirme” ya da “beşikten mezara kadar değerlendirme” ürünlerin daha tasarım aşamasında kaderlerini belirlemektedir. KAYNAKLAR 1. Willcox, Michael (2000). “Soap”. in Hilda Butler. Poucher’s Perfumes, Cosmetics and Soaps (10th 2. edition ed.). Dordrecht: Kluwer Academic Publishers. pp. 453 3. Noted in Martin Levey, “Gypsum, salt and soda in ancient Mesopotamian chemical technology” 4. Isis 49.3 (September 1958:336-342) p. 341. 5. Pliny the Elder, Natural History, XXVIII.191. 6. Ashenburg Katherine, An Unsanitised History of Washing, 20 Mart 2010 7. Dr. Mark Stalmans, Procter & Gamble, Scientific External Relation, History of EYLÜL 2010 Washing STANDARD 33 STANDARD 34 EYLÜL 2010 YENİ DÜZENLEMELERLE TEMİZLİK MADDELERİ Yeni Düzenlemeler Doğrultusunda Deterjan ve Temizlik Maddeleri Bilindiği üzere ülkemizde deterjan ve temizlik ürünlerinin ruhsatlandırılmasında, daha önce ön izinlendirme sistemi uygulanmaktaydı. Bu kapsamda üretici veya ithalatçı firmalar tarafından Bakanlığımız Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünce talep edilen belgeler tamamlanıp ön izin alındıktan sonra; İl Sağlık Müdürlüğü teknik personeli tarafından, üretilen veya ithal edilmek istenen üründen biri şahit numune olmak üzere iki adet numune alınmaktaydı. Numuneler mühürlenip, numune alma tutanağı ile birlikte bir adedi laboratuvarımıza, diğeri ise firmada şahit numune olarak bırakılmaktaydı. Bu süreçte uygulamada olan Türk Standardları Enstitüsü mecburi standardları labaratuvar teknik elemanlarınca uygulanmıştır. En çok istifade edilen TS standardı; TS 518 Sentetik Deterjanlar Standardı olup, ürünün çeşidine göre TS 5682 Sodyum Hipoklorit Standardı, TS 3464 Sodyum Hipoklorit Deney Metotları Standardı, TS 4495 Mekanik Temizleme Tozu Standardı, TS 54 Sabun Standardı gibi standardlar da kullanılmıştır. Avrupa Birliği uyum surecinde mevzuatımızın uyumlaştırılması kapsamında; Gıda Maddelerinin ve Umumi Sağlığı İlgilendiren Eşya ve Levazımın Hususi Vasıflarını Gösteren Tüzük’te (GMT) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünce değişiklik yapılmış olup bu kapsamda 5 Tebliğ, 12 Eylül 2005 tarih ve 25934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bunlar: - TSHGM 2005/1 no’lu Tebliğ: Deterjanlarda Bulunan Anyonik, Noniyonik, Amfolitik, Katyonik Yüzey Aktif Maddelerin Biyolojik Parçalanabilirlik Oranı ve Anyonik ile Noniyonik Yüzey Aktif Maddelerin Biyolojik Parçalanabilirlik Oranı Test Metotları Tebliği, - TSHGM 2005/2 no’lu Tebliğ: Çamaşır Suyu ve Mekanik Temizleme Tozu Etiketlenmesine Dair Tebliğ, - TSHGM 2005/3 no’lu Tebliğ: Deterjanların Nitelikleri İle Ambalaj ve Etiketlerine Dair Tebliğ, - TSHGM 2005/4 no’lu Tebliğ: Deterjanların Bildirim Esaslarının Belirlenmesine Dair Tebliğ, , - TSHGM 2005/5 no’lu Tebliğ: Deterjan, Mekanik Temizleme Tozu, Çamaşır Sularından Numune Alınırken Uyulacak Kurallar İle Numune Alma İşlemlerine İlişkin Hususların Belirlenmesine Dair Tebliğ. Daha sonra ev kimyasalları olan hava aromatize edici ürünler 15 Aralık 2009 tarih ve 27433 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Hava Aromatize Edici Ürünlerin İthalatına, Piyasa Gözetim ve Denetimine ve Bildirim 35 STANDARD G ünlük yaşantımızda temizlik maddeleri ve hava aromatize edici ürünlerin önemli yeri vardır. Bu maddelerin tüketim seviyesi ile toplumların ekonomik gelişmişlik düzeyi doğru orantılı kabul edilir. Ev tüketim ürünleri arasında en çok kullanılan ve hayatın her alanında karşımıza çıkan bu kimyasalların analizleri uzun yıllardan beri Başkanlığımız Temizlik Maddeleri Kontrol ve Araştırma Laboratuvarı tarafından Bakanlığımızın yayımladığı mevzuatlar doğrultusunda yapılmaktadır. EYLÜL 2010 Blm. Uzm. Kimyager Mehmet T. ÖZDEMİR Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Çevre Sağlığı Araştırma Müdürü EYLÜL 2010 STANDARD 36 Esaslarına Dair Tebliğ” ile Tuz Ruhu, Kireç Çözücü ve Lavabo Açıcılar, 20 Mart 2010 tarih ve 27527 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kuvvetli Asit veya Baz İçeren Temizlik Ürünlerinin Üretimine, İthalatına ve Bildirim Esaslarına Dair Tebliğ” ile bildirim kapsamına alınmışlardır. Bu tarihler deterjan, temizlik ürünleri ve hava aromatize edici ürünler açısından milat olmuş, ön izinlendirme uygulamasından vazgeçilerek bildirim usulü uygulamasına geçilmiştir. Bildirim sisteminden önce yılda ortalama olarak 300-350 arası numunede yaklaşık 1500 ile 2000 arasında analiz yapılırken, bildirim usulünün uygulanmasından sonra ise ortalama 150-200 arası numunede 750-800 arasında analiz yapılmaktadır ki bu beklenen bir sonuçtur. Avrupa Birliği ülkelerinde deterjanlarla ilgili olarak uzun zamandır uygulanan mevzuat; 73/404/EEC, 73/405/EEC, 73/404/EEC, 82/242/EEC, 82/243/EEC, 86/94/EEC sayılı direktifleri kapsamaktadır. Ancak Avrupa Birliği 2004 yılında mevzuat değişikliğine gidilmiş olup söz konusu direktifleri yürürlükten kaldırarak tek bir düzenleme altında toplayan 648/2004 sayılı Deterjanlar Hakkında Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Tüzüğü yayımlanmıştır. Bu Tüzük daha sonra çeşitli AB düzenlemeleri tarafından tadil edilmiştir. Ayrıca Deterjanlar Tüzüğü’nün Ek IV’ündeki testlere ilişkin olarak “Sıralı Yaklaşım Metodolojisi Rehber Dokümanı” ve Komisyon Tavsiye Kararı yayımlanmıştır. Diğer taraftan yasal olarak bağlayıcı olmayan ve Tüzüğün uygulanmasına yardımcı olmak üzere deterjan ve temizlik malzemeleri alanında faaliyet gösteren kuruluşlar tarafından çeşitli rehberler hazırlanmıştır. Bakanlığımız Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığının koordinasyonunda Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Başkanlığımız teknik personellerinin katılımıyla oluşturulan Mevzuat Uyum Komisyonu’nun, yukarıda bahsedilen deterjanlarla ilgili Tüzük ve kılavuzların iç mevzuatımıza aktarılması konusunda yürüttüğü çalışmalar son aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Hazırlanan Taslak Tebliğ, sektörün ve ilgili kamu kurum ve kuruluşların görüşüne sunulmuş olup gelen görüş ve öneriler doğrultusunda son şekli verilerek Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünce yayımlanacaktır. Söz konusu Tebliğ yayımlandığında, getireceği en önemli yenilik, katyonik ve amfoterik yüzey aktif maddelerin biyolojik parçalanabilirlik oranları ile test metotlarında olacaktır. Tebliğ kapsamında piyasaya arz edilme şartları, yüzey Bakanlığımız tarafından 25 Haziran 2007 tarih ve 26563 sayılı Resmi Gazete’de “Sağlık Bakanlığınca Yapılacak Piyasa Gözetimi ve Denetiminin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” yayımlanmıştır. Bu Yönetmeliğin amacı; Sağlık Bakanlığının görev alanına giren ürünlerin piyasaya arzı veya dağıtımı aşamasında veya ürünler piyasada iken, ilgili teknik düzenlemeye uygun ve güvenli olup olmadığının gözetimine ve denetimine ilişkin usul ve esaslar ile alınacak önlemleri, bu alanda Sağlık Bakanlığının görev, yetki ve sorumlulukları ile üretici ve dağıtıcıların yükümlülüklerini, piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerini yürütecek personelin hizmet içi eğitimi ve sertifikalandırılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Piyasa Gözetimi ve Denetiminin etkili olabilmesi için üç önemli basamak bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi oto kontrol dediğimiz sektörün denetimleridir. Sektör, piyasada kendi ürünlerini takip ederken aynı zamanda kendi alanındaki firmaların ürünlerini de inceleme imkânına sahip bulunmaktadır. İkinci önemli denetim basamağı tüketicinin şikâyet konularıdır. Müşteri her zaman haklıdır prensibinden hareketle, tüketicinin sağlığına ve ürünün kalitesine konuda üretici ile de temas kurulmalıdır. Üçüncü önemli denetim basamağı ise denetim elemanlarının haberli ve habersiz olarak gerçekleştirdikleri denetimlerdir. Denetimlerde cezai işlemler çok önemli olmakla birlikte aslında en önemlisi eğitici ve öğretici yönde olan denetimlerdir. Temizlik Maddeleri Kontrol ve Araştırma Laboratuvarında PGD; formülasyona uygunluk, savcılıklardan gelen taklit veya tağşiş şüpheli ürün, özel veya resmi firmaların temizlik ihaleler kapsamında numuneler gelmekte, bu numunelerde analizi istenen bütün parametrelerin analizleri ile anyonik aktif maddelerin biyolojik parçalanabilirlik testleri yapılmaktadır. Diğer yüzey aktif maddelerin biyolojik parçalanabilirlik testleri ise Avrupa Birliği ülkelerinin de yeni uygulamaya başladığı, test metotlarını laboratuvarımıza uygulamak, sektörün ve tüketicilerin hizmetine sunmak konusunda çalışmaları devam etmektedir. EYLÜL 2010 Burada öne çıkan Piyasa Gözetimi ve Denetimi (PGD) olgusudur. Ürünlerin piyasaya arzı, uygunluk değerlendirmesi, piyasa gözetimi ve denetimi ile bunlarla ilgili olarak yapılacak bildirimlere ilişkin usul ve esasları belirlemek amacına yönelik olarak yayımlanan 4703 sayılı Kanun’un tatbiki çok önemlidir. yönelik şikâyetleri, tespitleri ciddi olarak araştırılmalıdır. Bu 37 STANDARD aktif maddelerin biyolojik parçalanabilirliğine dayanan kısıtlamalar, istisnanın kabul edilmesi, istisna verilmesi için gerekli koşullar, yüzey aktif maddelerin test edilmesi, Bakanlığın görevleri, imalatçılar tarafından sağlanacak bilgiler, kontrol önlemleri, etiketleme, eklerin güncelleştirilmesi, serbest dolaşım, güvenlik, piyasa gözetimi ve denetimi, deterjanların bu tebliğin ve eklerinin gereklerine uygunluğunu tespit edebilmek için gereken hizmetin sağlanabilmesi amacıyla yetkili ve onaylanmış laboratuvarlara ilişkin akreditasyon standardları, iyi laboratuvar uygulamaları ve hayvan koruma, deterjanlarda bulunan yüzey aktif maddeler için birincil biyolojik parçalanabilirlik test metotları, deterjanlarda bulunan yüzey aktif maddeler için nihai biyolojik parçalanabilirlik (mineralizasyon) test metotları, deterjanlarda bulunan yüzey aktif maddeler için tamamlayıcı risk değerlendirmesi, istisnayı hak etmiş yüzey aktif maddelerin listesi, yasaklı veya kısıtlı deterjan yüzey aktif maddeleri listesi, etiketleme ve içerik veri belgesi, test metotları ve analitik metotlar düzenlenmektedir. STANDARD 38 EYLÜL 2010 AR-GE ve İNOVASYON SINIFLANDIRMA TEMİZLİK ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜ Temizlik, Hijyen, Temizlik Ürünü ve Sınıflandırılması 1- Sabun, ana maddesi bitkisel ve/veya hayvansal yağların veya yağ asitlerinin alkalilerle reaksiyon sonucu üretilen ve genel anlamda canlılarla eşyaların temizlenmesinde kullanılan, ilk ve en eski temizlik maddesidir. 2- Deterjan ise sözlük anlamıyla temizleyici demektir. Deterjan, “Yüzey aktif özelliği olup, bu özellik nedeni ile temizleme işlemi yapabilen, içinde ayrıca yıkamaya yardımcı kimyasal maddeler de içeren” sentetik bir üründür. Bu sanayilerdeki ürünlerin sınıflandırılmalarına bakılırsa, kapsama giren ürünler şöyle sıralanabilir ; A- SABUN 1- Sergi sabunu 2- Makine sabunu a- Çamaşır b- Banyo c- Tuvalet 3- Sıvı sabun 4- Özel tip sabun (Dove, gibi) B- DETERJAN 1- El ve otomatik yıkama çamaşır deterjanı 2- El ve otomatik yıkama bulaşık deterjanı 3- Ovma maddeleri 4- Genel temizleme maddeleri 5- Çamaşır suları - Ev - Sanayi tipi diye ayrılırlar. Sektörün ve sektör ürünlerinin tanımına bakılırsa : 1- SABUN a- Dünyada ilk ve en eski temizlik maddesidir. Modern Sabun Sanayi temeli 1884’tür. Türkiye’de ise 20. yüzyıl ortalarına kadar, “sergi sabunculuğu” devam etmiş, ancak bundan sonra da makine tipi sabunculuk başlamıştır. Bugün ise Modern Teknoloji ile üretim yapan firmalar önemli ölçüde artmış ve sektörün toplam kapasitesinin % 75-80’i bu tip sabun üretimi yapan büyük firmalarla çalışmaktadır. Halen sabun imalatında önemli girdi, donyağı gibi hayvani yağ ve palm, koko yağı gibi bitkisel yağlardan yapılmakta olup bunlar ithal edilmektedir. Halen Türkiye’de bu şekilde üretilen sabunun 1/3’ü yerli piyasada, 2/3’ü ise dış piyasada satılmaktadır. Son yıllarda, likit sabun tüketimi çok artmış ve önemli bir pazar oluşturmuştur. 1999 yılında % 5 civarında olan likit sabun son yıllarda % 20-25 civarına gelmiştir. Sabun sektörü Türkiye’de çok gelişmiş olup, dış ülkelerde de ciddi bir rekabet gücüne erişmiştir. 2- DETERJAN Dünyada ilk deterjan üretimi 1917’de, Almanya’da gerçekleşmiştir. Türkiye’de ise bu sektörün tüketiciye tanıtımı 1960’lı yıllarda olmuştur. EYLÜL 2010 Esasen : Ayrıca bu grupta olan deterjanlar genel olarak ; 39 STANDARD K imya Sektörünün alt sektörlerinden olan sabun ve deterjan sanayii esas olarak toplumların günlük yaşamlarında temizlik, hijyen denilince ilk akla gelen ürünlerin hepsini kapsar. Toz Deterjan, üretim olarak, büyük yatırım ister ve bunun için kule ve sülfanasyon ünitelerine ihtiyaç vardır. Türkiye’de toz deterjan üretimi için gerekli olan ön tesis, sülfanasyonda LABSA üretilmekte olup bu ürün yanlız toz değil likit deyerjanlar da kullanıldığından bu tesisler 2,5 – 3 milyon ton kapasiteye erişmiştir. Likit deterjan üretimi için gerekli yatırım toz deterjan gibi yatırım istemez, onun için de bu sahada yatırım ve üretim çok yüksektir. EYLÜL 2010 Bunu rakamlarla belirtmek istersek, deterjan sektöründe 250-300 firma üretim yapmakta olup bunların % 90’ı 10-12 firma tarafından yapılmaktadır ve bu da daha ziyade toz deterjanda yapılmaktadır. STANDARD 40 Bu sektördeki girdilerin, organik olan, LAB-STPPenzim-optik ağartıcı- parfüm gibileri ithal edilmekte, anorganik olan, Na2CO3-Na2SO4- Sodyum Perborat (tetra) yerli olarak imal edilmektedir. Toz deterjanlar çok köpüren ve az köpüren diye ikiye ayrılırlar, ama son yıllarda az köpüren tiplerin kullanımı çok artmıştır. Ancak Deterjan Sanayii Türkiye’de, son yıllarda çok gelişmiş olmasına rağmen, kişibaşı yıllık tüketim 5-6 kg olabilmiştir. AB ülkelerinde bu miktar 20-25 kg’dır. Sağlık amacı ile üretilen bu ürünlerin Türkiye’de halen çok geniş bir tüketim sahası bulunmaktadır. Son 2-3 yıldır, maliyet olarak, enerji ve suyun yüksek fiyat tesiri ile toz deterjanların, konsantrematik tipte olanları piyasaya çıkarılmıştır ve bu bir devrimdir. Bu tip deterjanlarda daha az enerji, daha az su, daha düşük derecede yıkama sağlayan çevresel bir mamul geliştirilmiştir. Bu da çok önemli bir gelişmedir. Sabun ve Deterjan Sektörlerinde AR-GE ve İnovasyon Türkiye artık devamlı ve sürdürülebilir bir rekabete doğru adım atmalı ve bunun gereklerini yerine getirmek için çalışmalara geçmelidir. Bunun kısaca manası şudur: ürünlerin çevreye-topluma-bireylere etkisini gözetmek ve ölçmek mecburiyetindedirler. Yani: 1. Çevreye duyarlı üretim, 3. Geri kazanım çalışmaları, EYLÜL 2010 Türkiye’nin sabun ve deterjan sektörlerinde piyasadaki en büyük rakibi maliyetlerin yüksekliğidir. Halen bilhassa bu firmalarda bu maliyet yüksekliğini düşürebilmek ve daha rekabetçi bir piyasa yaratabilmek için çalışmaktadırlar. Maliyetler: kuvvetli bir firma haline gelerek bilfiil üretim yapma şekline gidebilirler. 41 2. Tüketici ihtiyaçlarının tespiti ve ona göre ürün geliştirme, a. Enerji 4. Çalışanların sağlığının ve güvenliğinin dikkate alınması, b. Su 5. Üretim sahalarında eko-verimlilik çalışmaları, gibi önemli unsurlarda yüksek olduğundan, bu firmalar öncelikli olarak, “Konsentrematik Deterjan”ları piyasaya sundular ki bu maliyetlerde çok önemli bir indirim imkânı sağladı. Bundan sonra, ülkemizde öncelikle yapılması gereken, ArGe’ye ağırlık verilmesidir. Ar-Ge içinde yapılması gerekenler, Sabun ve Deterjan sektörlerinde KATMA DEĞERİ YÜKSEK kimyasal maddelerin üretimidir. Ülkemiz, alt yapı itibarı ile katma değeri yüksek madde imalatı için çok geniş bir 6. Tüketici güveni temini, 7. Atık yönetimi. Esasen toplumda kalıcı sağlık ve hijyen bilincinin oluşması, yeni ürünlerle ilgilidir ve bunların yaygınlaşması için bazı alışkanlıkların da değişimi gerekir. Atık ürünlerin imalatında öncelikle çevresel etkilerin azaltılması şarttır ve böylece önemli tasarruflar temin edilir ve bu da genel ürün maliyetine yansıtılabilir. Bu çevresel etkileri de şöyle sıralayabiliriz: 1. Su tüketiminde azalma, DOĞAL KAYNAK 2. Katı atık miktarında azalma, MADEN 3. Enerji tüketiminde azalma, DOĞAL ÜRÜN 4. Karbon dioksit emisyonunda azalma, 5. Kükürt dioksit emisyonunda azalma. pazarına haizdir. Bunların bir program ve sistem dahilinde tespiti ve imalat imkânlarının temini çok önemlidir. Türkiye’nin % 98,5’u KOBİ’dir ve onlara gerekli teşvik verilir ve bilinçlendirilmeleri yine bir sistem dahilinde geliştirilirse en azından büyük yatırım firmalarına önce fason imalatlar yaparak, sonra da kendi aralarında birleşerek daha Dolayısı ile yukarıda belirtilen multinasyonel firmaların önemle dikkate aldıkları hususlara dair artık yerli üretim yapan firmaların da çalışmalara acilen başlamaları ve dünyada halen % 10 ürün bu listede olduğuna göre Türkiye’nin yerli firmalarının da bu listeye girebilme çabasına girdikleri görülmelidir. STANDARD S on yıllarda Türkiye’de sabun ve deterjan pazarlarında, piyasanın % 70 civarını elinde bulunduran büyük firmalarda çevreye ve insan sağlığına dönük ve sürdürülebilir bir gelecek yaratacak ürünler üzerinde birçok çalışma vardır. Bunlar esas olarak merkezleri dışarıda olan, ancak Ar-Ge ve inovasyona çok önem veren merkezleri olan multinasyonel firmalardır (Colgate, Unilever, Procter & Gamble ve Henkel gibi) STANDARD 42 EYLÜL 2010 Temizlik Ürünleri Sektörü Türkiye’de sabun 3 ana kategoriye bölünmüştür. Sektör, kapasite darboğazı olmayan sektörlerden biridir. İhracata yönelik yatırımlar dolayısı ile bazen atıl kapasite bile olmaktadır. Ayrıca bütün son yıllardaki yatırımlar, en son teknolojiye havidir ve bu sebepten de bilhassa ihracatta rekabet edilebilirlilik artmaktadır. Yeni teknoloji ile yapılan bu sabunlarda işçi yoğun değildir, ancak yatırım maliyetleri yüksek olduğundan finansal problemler görülmüştür. a. Sıvı Sabun - % 49 b. Katı Sabun - % 47 c. Duş Jel -%4 Sabun sektöründe en büyük problem, firmaların Ar-Ge’ye fazla bütçe ayıramamaları ve bu sebepten de yeni gelişmeleri, bilhassa özel formülleri sabunlarda dahil edememeleridir. İleriye dönük gidişat sıvı sabun piyasasını % 60’lara kadar yükseltecektir. Ancak bu gelişmelerde en önemli husus, sıvı sabun imalatının kolaylığı ve dolayısı ile kayıt dışı üretim yapan firmaların artmasıdır. Tabii buna mani olunması da ancak piyasa denetimi ile olabilir ki bu da maalesef çok kuvvetli bir durumda değildir. Sabun sektörü ile ilgili, ülke olarak, GZFT etüdü yaparsak şöyle bir durumla karşılaşırız: Son yıllarda sabun sektöründe antibakteriyel ürün üretim ve tüketimi yoğunlaşmıştır. Bunun da neticesi olarak, artık Tabi tahmin edileceği üzere son yıllardaki en büyük tüketim artışı, % 21 ile sıvı sabun pazarında olmuştur. Haksız rekabete sebep olabilecek bu durum bilhassa hijyen gibi çok önemli bir konuda tüketici sağlığını tehlikeye atma riskine karşı tüketicilerin de bilinçlenmesi şarttır. GÜÇLÜ YÖNLER (G) ZAYIF YÖNLER (Z) 1. Kurulu kapasite talebi karşılıyor 1. Hala eski tip sabun talebi ve bunun yarattığı haksız rekabet 2. Dünya standardlarında ürün teknolojisi 3. Rekabet edilebilir bir ürün kalitesi 2. Ham maddede dışa bağımlılık 3. Ar-Ge bütçelerinin yetersizliği 4. Gelir düzeyi artışına paralel bir iç talep 5. İhracat potansiyeli ve uluslararası rekabet edebilecek fiyat politikası FIRSATLAR (F) 1. KOBİ’lerin ön plana çıkma eğilimi TEHDİTLER (T) 1. Ar-Ge azalması 2. Hala AB ülkelerine göre sabun tüketiminin Türkiye’de artma imkânı 2. Marka yatırımının azalması 3. AB ülkelerinin sabun tüketimine devam etmesine rağmen, AB’li üreticilerin sabun üretimini terketme eğilimi 3. Fason üretime kayış 4. Fiyat ve kalitenin birleşmesi ile ürün değerinin ön plana çıkması 4. İç ve dış piyasada özel tip sabun kullanma eğilimi 43 STANDARD SABUN EYLÜL 2010 Özalp ERKEY Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği (TKSD) Başkan Yrd. Rakamlarla belirtilirse 2009 yılı, katı ve sıvı sabun tüketimi 95.000 ton olup bunun piyasa değeri de 135 milyon TL’dir. Görüldüğü üzere, sektörde artık çevreye duyarlı, insan sağlığına dikkat eden ürünler artacak, çeşitlilik görülecek ve hatta doğal ve organik ürünlere karşı tüketici talepleri artacaktır. DETERJAN Deterjan sektörü, sabun gibi olmayıp, 20. yüzyılın ikinci yarısında tüketiciye tanıtılmıştır. EYLÜL 2010 Ancak 1970 yıllarında 5.000 ton olan üretim, 1995’te 250.000 tona ulaşmıştır. Deterjan üretimi, yüksek bir yatırım gerektirdiğinden, bu gelişme biraz yavaş olmuştur. STANDARD 44 Önceki yıllarda Türkiye’de hafif deterjan üretimi başlamadan önce, ağır deterjan üretimi yapılırdı ve bunun imalatı da çok büyük bir yatırım gerektirmezdi. Esas o yıllarda da Türkiye’deki çamaşır yıkama elle yapılırdı, çok az bir zümre makine kullanırdı. Hatta hafif tip denilen ve yüksek yatırım gerektiren deterjanlar ancak otomatik makine tipleri piyasaya sürüldükten sonra bu tip deterjanlara eğilim artmaya başlamıştır. Uzun bir müddet tüketici bu tip deterjanları, daha temiz yıkamanın elle yapılabileceğine inandığından ve alışkanlıklarından vazgeçemediğinden otomatik makinelerde, hatta az köpüren deterjanlarla yıkamaya bir türlü inanamadı. Türkiye’de ihracatı da yapılan toz deterjan, sabun gibi dünyanın her yerine değil, ancak Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetlerine yapılabilmektedir ve ihracattaki artış çok azdır. Deterjan imalatı için gereken ham madde ve yardımcı maddeler, dışa bağımlıdır. Yerli piyasadan temin edilen yardımcı maddeler daha ziyade anorganik maddelerden, sodyum sulfat-sodyum karbonat-sodyum silikat gibi maddeler olup, bunların değerleri de çok düşüktür. Esas fiyatı teşkil eden maddelerden aktif madde-LAB-, sodyum tripolifosfat, parfüm, optik ağartıcıların hepsi ithal edilmektedir. Halen gayri safi milli hasılaya göre, deterjanın kişi başı tüketimi AB ülkelerine nazaran çok düşüktür ve dolayısı ile hâlâ çok büyük bir pazar mevcuttur. Türkiye’de üretilen deterjanın üretim teknolojisi dünya teknolojisi ile eş düzeydedir, ancak hâlâ kapasite kullanım oranı % 60 civarındadır. AB ülkelerinde 25-30 kg civarında olan kişi başı kullanım, Türkiye’de halen 15 kg. civarındadır. Deterjanda da GZFT etüdü yapıldığında görülen hususlar şöyle sıralanabilir: Gerek sabun, gerek deterjanlarda problemlerin devamını veya artmasını önlemek için yapılması gereken hususlar: 1. Pazar içi denetime acilen geçilmesi, AB’nin uyguladığı sistemin ortaya konması gerekli. Altyapının değişebilmesi için de insan ve eğitimin dikkate alınması; 2. Belgelendirme, izin ve denetim yetkisinin tek bir yetkili kurumda toplanması; 3. Kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılması için gerekli mevzuatın hazırlığından ziyade acilen uygulamaya konulması; 4. Ar-Ge’ye yatırım için gerekli teşviklerin tespit ve uygulanması; 5. Bilhassa deterjan sektöründeki kimyevi maddelerden değer artışı gösterenlerin tespiti ve onların yerli üretim imkânlarının araştırılması. GÜÇLÜ YÖNLER (G) ZAYIF YÖNLER (Z) 1. Üretiminde dünya teknolojisi 1. Değer olarak ham maddenin % 70’i ithalata dayalı 2. Yeterli kurulu kapasite 3. Dünya standardlarında üretim 4. Rekabet edebilen üretim maliyeti 5. Gelir düzeyi artışına bağlı artan iç talep 6. İhracatta rekabet edilebilirlilik FIRSATLAR (F) 2. Ar-Ge bütçesi yetersiz 3. Pazar içi denetim yetersiz 4. Kayıt dışı ekonomi ile haksız rekabet 1. KOBİ’lerin bilhassa likit deterjanlarda öne çıkma şansı 1. Ar-Ge yatırımı az 2. Yüksek katma değerli ihracat 2. Marka yatırımı az 3. Fason üretimine kayış 4. Kayıt dışı ekonominin gelişmesi 5. Piyasa denetimin yapılmaması TEHDİTLER (T) Temizlik Ürünleri ve TSE TSE Kimya Yük. Müh. Beyazıt AVCI TSE Kimya Sektörü Belgelendirme Müdürü -TSE K 23 Temizlik Maddesi - Cilalı Yüzeyler İçin -TS 11885 Temizlik Maddeleri – El Yıkamada Kullanılan -TS 12039 Temizlik Maddeleri-Yüzey İçin-Sıvı -TSE K 22 Bulaşık Deterjanı – Sanayide Kullanılan -TSE K 23 Temizlik Maddesi - Cilalı Yüzeyler İçin -TSE K 24 Ağartıcı – Aktif Oksijen Esaslı Toz – Sanayi Tipi Çamaşır Makinelerinde Kullanılan -TSE K 73 Kireç Önleyici Toz - Çamaşır ve Bulaşık Makinelerinde Kullanılan -TSE K 91 Kireç Önleyici ve Beyazlatıcı Toz 45 STANDARD Toz deterjan üretiminin yüzde 90’ını 9 büyük firma gerçekleştirmektedir. Krem deterjanlarda ise aynı durum söz konusu değildir. Üretimin önemli sayılabilecek bölümü Güneydoğu Anadolu bölgesinde faaliyet gösteren ufak işletmelerce sağlanmaktadır. Likit deterjanlarda da markalı ve kaliteli deterjan üreticilerinin sayısı az olmasına rağmen, bu sahada üretimlerini sürdüren birçok bölgesel firma mevcuttur. Sabun sektörünün toplam kapasitesinin yüzde 72’sini 10 büyük firma gerçekleştirmektedir. Geri kalan üretim ise çok sayıda küçük firma tarafından yapılmaktadır. Temizlik sektöründe kullanılan TS 54 “Sabun”, TS 518 “Sentetik Deterjanlar” ve Kozmetik ile ilgili de TS 9676 “Şampuanlar–Saç Temizliğinde Kullanılanlar” standardları mevcuttur. Bütün üreticiler ve tüketiciler bu standardları göz önüne alarak üretimleri yapmakta ve ürünleri kullanmaktadır. Ayrıca çok kullanılan standard ve kriterleri verilecek olan dokümanlara ait ürünlere ait kriter ve standardlar şöyle verilebilir; EYLÜL 2010 Ülkemizde temizlik ürünleri pazarının yüzde 88’ini deterjan, yüzde 12’sini ise sabun oluşturmaktadır. Temizlik ürünleri sanayi, talebin çok üzerinde bir üretim kapasitesine sahiptir. Kapasite kullanım oranının yüzde 55-60 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Sabun ve Deterjan Sanayicileri kayıtlarına göre, sektörde deterjan üretim kapasitesi 1.3 milyon ton, sabun sektörünün toplam üretim kapasitesi ise 550.000 tondur. Sektörde 709 firma faaliyet göstermekte olup, toplam 10.000 kişi istihdam edilmektedir. TEMİZLİK ÜRÜNLERİ STANDARDLARI Temizlik Maddeleri ve İlgili Türk Standardları EYLÜL 2010 Mehmet DÜZGÜN TSE Kimya İhtisas Grubu Üyesi Prof. Dr. Ali Rehber TÜRKER TSE Kimya İhtisas Grubu Başkanı STANDARD 46 “ Temizlik maddelerini kirlilik çeşidine göre, temizlenecek yerin çeşidine göre veya etken maddesine göre sınıflandırmak mümkündür. Temizlik maddelerinde kullanılan etken madde cinsine göre sınıflandırma şöyle olabilir: (1) Etken maddesi sabun olan temizlik maddeleri (Sabunlar), (2) Etken maddesi anyonik, katyonik veya iyonik olmayan yüzey aktif madde olan temizlik maddeleri (Deterjanlar), (3) Etken maddesi amonyak, hidrojen peroksit, çeşitli asitler, bazlar vb. olan temizlik maddeleri. TS 54 numaralı sabun standardında sabun, “Bitkisel ve/ veya hayvansal yağların veya yağ asitlerinin alkali hidroksitlerle tepkimesi sonunda elde edilen, genellikle temizleyici olarak kullanılan bir ürün” olarak tanımlanmaktadır [2]. Tanımdan da anlaşılacağı üzere sabunun kökeni bitkisel veya hayvansal yağlardır. TS 54 standardına göre sabunlar, kullanım amaçlarına göre, tuvalet sabunları, tıraş sabunları, banyo ve/veya çamaşır sabunları ve genel temizlik sabunları olmak üzere dört sınıfa ayrılmaktadır. Banyo ve/veya çamaşır sabunları yağ asidi içeriğine göre dört tipe, tuvalet sabunları da kalıp ve sıvı olmak üzere iki türe ayrılmaktadır. 47 STANDARD Sanayi ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte kirlilik çeşitleri de artmıştır. Doğal temizlik maddelerinin bu kirleri yeterince temizleyemediği görülmüş ve çoğu sentetik olan deterjan gibi yeni temizlik ürünleri geliştirilmiştir. Günümüzde, çeşitli kirlilikleri temizlemek amacıyla üretilmiş temizlik maddeleri hayatımızın bir parçası ve vazgeçilmezi hâline gelmiştir. EYLÜL 2010 Temiz”, kirli olmayan, lekeli olmayan, bulaşık olmayan, arı, pak olarak tanımlanmaktadır [1]. Temizlik ise, temiz olma durumudur. Yaradılıştan bugüne kadar, insanoğlunun yaptığı etkinlikler nedeniyle hem kendisi, hem çevresi, hem de eşyaları kirlenmektedir. Kirlenme, ister çevrede, isterse vücutta, her nerede olursa olsun, insan sağlığına olumsuz olarak etki etmektedir. Kirlenme sadece sağlığa değil, görüntünün bozulmasına da sebep olur. Kirlenmenin ortaya çıkmasıyla birlikte temizlik kavramı da ortaya çıkmıştır. İnsanoğlu geçmişte, kendisini, evini, eşyalarını ve giysilerini temizlemek amacıyla çok çeşitli doğal maddeler kullanmıştır. Temizlik denince ilk akla gelecek madde şüphesiz sudur. Su ile birlikte veya ayrı olarak taş, toprak, kül ve kil gibi doğal maddeler geçmişte temizlik amacıyla kullanılmıştır. Bu maddelere daha sonraları sabun, çamaşır sodası, boraks, sirke, karbonat vb. maddeler eklenmiştir. TS 54 TS 518 TS 5155 TS 9676 TS 13372 TS 13410 TS 11885 TS 7343 TS 13411 TS 13414 TS 883 12 TS 13396 13 TS 8667 14 15 16 17 18 19 20 21 22 TS 11326 TS 5682 TS 7344 TS 7345 TS 7346 TS 12039 TS 11636 TS 4495 TS 10621 23 TS 13283 24 TS 11090 25 TS EN 14981 48 26 TS EN ISO 2870 27 TS EN ISO 2871 - 1 28 TS EN ISO 2871 - 2 29 TS 5606 30 TS 5607 31 TS 5839 32 TS 6366 33 TS 6370 34 TS 6542 35 TS 6773 36 TS 6778 37 TS 9560 38 TSE K 21 39 40 41 TSE K 22 TSE K 73 TSE K 91 EYLÜL 2010 Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 STANDARD Temizlik maddeleri ile ilgili yayımlanmış ve yürürlükte olan Türk standardlarının bir listesi aşağıda verilmiştir. TS No Standardın Adı Sabun Sentetik Deterjanlar Çamaşır Deterjanı (Sanayi Tipi) Şampuanlar Halı Şampuanı Durulama Katkı Maddeleri - Bulaşık Makinelerinde Kullanılan – Parlatıcı Temizlik Maddeleri – El Yıkamada Kullanılan Klor Esaslı Deterjan Dezenfektanlar Tuvalet Temizleme Maddeleri Çözücü – Kireç ve Pas İçin Hidroklorik Asit - Sanayide ve Temizleme İşlerinde Kullanılan Temizleme Maddeleri - Mutfak Donanımlarında Yağ Sökücü ve Temizleyici Olarak Kullanılan Uçucu Maddeler - Mineral Esaslı (Petrol Eterleri) - Hidrokarbon Kuru Temizleme Çözücüsü Bentonit – Deterjan Sanayinde Kullanılan Sodyum Hipoklorit İyodofor Esaslı Deterjan Dezenfektanlar Kuaterner Amonyum Esaslı Deterjan Dezenfektanlar Fenol Esaslı Deterjan Dezenfektanlar Temizlik Maddeleri – Yüzey İçin – Sıvı Cam Temizleme Maddesi -Sıvı Mekanik Temizleme Maddesi Sentetik Deterjan Fabrikaları – Genel Kurallar İş Yerleri – Sanayi Tipi Temizlik Makineleri ve Kimyasal Temizlik Maddeleri Satış Mağazaları – Genel Kurallar Yüzey Aktif Maddeler – Ev ve Benzeri Yerlerde Kullanılan Bulaşık Makineleri Deterjanları – Performansının Karşılaştırılmalı Olarak Denenmesi İçin Kılavuz Yüzey Aktif Maddeler – Sıvı Deterjanlardaki Yüksek Kaynama Noktalı Çözücülerin GLC ile Tayini Yüzey Aktif Maddeler – Deterjanlar – Asidik Şartlarda Hidrolizlenebilen ve Hidrolizlenemeyen Anyonik Aktif Madde Tayini Yüzey Aktif Maddeler – Deterjanlar – Katyonik Aktif Madde Muhtevasının Tayini – Bölüm 1: Yüksek Molekül Kütleli Katyonik Aktif Madde Yüzey Aktif Maddeler – Deterjanlar – Katyonik Aktif Madde Muhtevasının Tayini – Bölüm 2: Düşük Molekül Kütleli (200 ve 500 arasında) Katyonik Aktif Madde Yüzey Aktif Maddeler – Deterjanlar – Asidik Ortamda Hidrolize Dayanıklı Anyonik Aktif Madde (Eser Miktarda) Tayini Yüzey Aktif Maddeler – Deterjanlar – Alkali Şartlarda Hidrolizlenebilen Anyonik Aktif Maddeler – Hidrolizlenebilen ve Hidrolizlenemeyen Anyonik Aktif Madde Tayini Yüzey Aktif Maddeler ve Deterjanlar – Numune Hazırlama Metodları Sabunlar ve Deterjanlar – EDTA (Şelatlaştırıcı) Muhtevası Tayini – Titrimetrik Metot Yüzey Aktif Maddeler – Toz Deterjanlar – Görünür Yoğunluk Tayini – Hacim ve Kütle Ölçümü Metodu Toz Deterjanlar – Toplam Fosfor (V) Oksit Muhtevası Tayini Kinolin Fosfomolibdat ile Gravimetrik Metot Antiseptik ve Dezenfektanlar – Bölüm 2 – Dezenfektan – Deterjanların Korozyon Tesir Tayini Antiseptik ve Dezenfektanlar – Bölüm 7 – Deterjan Aktivite Tayini Yüzey Aktif Maddeler – Çamaşır Deterjanları Performansının Karşılaştırmalı Olarak Denenmesi İçin Kılavuz Yardımcı Yıkama Maddeleri - Yağ ve Kir Sökücü - Sanayi Tipi Çamaşır Makinelerinde Kullanılan Bulaşık Deterjanı – Sanayide Kullanılan Kireç Önleyici Toz - Çamaşır ve Bulaşık Makinelerinde Kullanılan Kireç Önleyici ve Beyazlatıcı Toz EYLÜL 2010 Bu tanımlara göre, genel olarak bitkisel ve hayvansal yağlardan tekniğine göre elde edilen ürünler sabun, petrol kökenli yüzey aktif madde içeren ürünler deterjandır. Ancak, günümüzde bu iki kavram genellikle karıştırılmaktadır. Yüzey aktif madde içeren bazı sıvı ürünler, sıvı sabun olarak piyasaya sunulabilmektedir. Sıvı temizleme ürününe sıvı sabun denilebilmesi için ürünün TS 54’te verilen tanıma ve standardın gereklerine uygun olması gerekir. Hayvansal veya bitkisel kökenli olmayan sıvı temizleme ürünlerine “sıvı sabun” denilmemeli ve tüketici yanıltılmamalıdır. Zaten bu tür ürünler TS 54 Sabun Standardının gereklerini de sağlayamaz. Temizlenecek malzeme esas alınarak yapılacak bir sınıflandırma aşağıdaki şekilde olabilir: (1) Çamaşır temizliğinde kullanılan temizlik ürünleri, (2) Bulaşık temizliğinde kullanılan temizlik ürünleri, (3) Ev temizliğinde kullanılan genel temizlik ürünleri, (4) Vücut temizliğinde kullanılan temizlik ürünleri. Bunların dışında hijyen ve sanitasyon için üretilen bir tür temizlik ürünü sayılabilecek çeşitli dezenfektanlar da çok sıklıkla karşılaşılan ürünlerdir. Genel temizlik ürünleri, kullanıldıkları alanla ilgili özel isimlerle de piyasaya sürülmektedir. Bunlara örnek olarak, el yıkama sıvısı, cam temizleme ürünleri, halı temizleme ürünleri, fırın temizleme ürünleri, yüzey temizleyiciler, tuvalet ve banyo temizleyiciler verilebilir. Kirlilik çeşidine göre yapılacak bir sınıflandırma şöyle olabilir: (1) Genel kir gidericiler, (2) Yağ sökücüler, (3) Pas gidericiler, (4) Kireç çözücüler, (5) Özel leke çıkarıcılar ve benzerleridir. Temizlik maddeleri yanında, parlatıcılar ve ağartıcılar (beyazlatıcılar) gibi ürünün temizlik 49 STANDARD Deterjanların aktif maddesi ise petrol kökenlidir. TS 518 numaralı sentetik deterjanlar standardında deterjanlar, “Genel temizlik, çamaşır, bulaşık vb. temizleme işlerinde kullanılan ve içerisinde esas temizleyici olarak değişik tipteki yüzey aktif maddeleri ile temizleme işlemine yardımcı diğer maddeleri bulunduran toz, granül, tablet, yumuşak kıvamlı veya sıvı karışımlar” olarak tanımlanmaktadır [3]. Bu standardın kapsamına giren sentetik deterjanlar kullanım yerlerine göre çamaşır deterjanı ve bulaşık deterjanı olmak üzere iki sınıfa ayrılmakta, çamaşır deterjanı da fiziksel durumuna göre katı (toz, granül vb.) ve sıvı olmak üzere iki tipe ayrılmaktadır. Bulaşık deterjanı ise kullanım şekline göre elle yıkama deterjanı ve otomatik makine deterjanı olmak üzere iki tipe ayrılmaktadır. EYLÜL 2010 performansını artıran yardımcı temizlik ürünleri de söz konusudur. STANDARD 50 Temizlik ürünlerinin bir kısmı doğal olmakla birlikte, deterjanlar gibi çoğunluğunun sentetik kökenli olduğu görülmektedir. Bu sentetik ürünler çok çeşitli kimyasal maddeler içermektedir. Bu ürünlerle, bir taraftan temizlik yapılırken diğer taraftan çevreyi kirletme olasılığı söz konusudur. Örneğin, deterjanlarda kullanılan fosfatın çevre sularındaki bitkiler dışındaki canlılar için zararlı olduğu bilinmektedir. Bu ürünlerin ayrıca insan sağlığı açısından da zararlı etkileri olabilmektedir. Bu tür temizlik maddelerinin kullanılması, “temizlerken kirletme” sonucunu doğurmaktadır. İşte bütün bu nedenlerden dolayı, günlük hayatımıza girmiş olan söz konusu temizlik ürünlerinin belirli bir kalite seviyesinde olması, bilinçli ve bilimsel temellere dayalı olarak üretilmeleri gerekmektedir. Değişik yöntemlerle üretilerek kontrolsüz olarak piyasaya sunulan ve yine kontrolsüz olarak kullanılan temizlik ürünlerinin birçok sakıncaları ortaya çıkmıştır. Belirli bir kalite seviyesinin üzerinde ürün üretmek için bilinen en basit yol, standardlara uygun üretim yapmaktır. Standardlara uygun üretim hem tüketiciye hem de üreticiye yarar sağlar. Standardlar; insan sağlığı ile can ve mal güvenliğini ön planda tutan, ürünlerin bir örnek, kaliteli, kullanım amacına elverişli ve bilhassa ekonomik olarak üretilmelerini öngören, bilimsel, teknik ve deneysel çalışmaların kesinleşmiş sonuçlarını esas alan, doğrulukları kanıtlanmış yazılı belgelerdir. Temizlik ürünlerinin çevre kirliliği ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri ortaya çıkınca, yönetmelikler, yasalar ve standardlarla bu durum denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Standardlara uygun üretim teşvik edilmekte ve merdiven altı üretim olarak tabir edilen, denetimsiz üretimin önlenmesi amaçlanmaktadır. Son yıllarda, halkımızda yükselen tüketici bilinci ve standardlara uygun ürün talebi nedeniyle bu tür kalitesiz ürünler pazarda eskisi kadar yer bulamamaktadır. Türk Standardları Enstitüsü, hem tüketicinin korunması hem de üreticinin yararına birçok temizlik ürünü için standardlar hazırlamıştır. İnsan sağlığı, can ve mal güvenliği esas alınarak Avrupa Birliği ülkelerinde bile standardı bulunmayan sabun için 1962 yılında TS 54, 1968 yılında da deterjan için TS 518 standardı hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Bu standardlar, bu konuda yayımlanmış ilk sentez Türk standardlarıdır ve tüketicinin korunması amacıyla uzun yıllar mecburi uygulama- Çevre kirliliğini azaltmak açısından yüzey aktif madde içeren temizlik maddeleriyle ilgili bütün Türk Standardlarında ve belgelendirme kriterlerinde, aktif maddenin biyolojik parçalanabilirliği için en az % 80 değeri aranmaktadır. Yine bütün temizlik ürünleri standardlarında ürünlerin ambalajlı olarak piyasaya arz edileceği hükme bağlanmış ve ürün etiketlerinde ürünün kullanılma bilgisi, sınıfı, tipi, net kütlesi, içerik vb. bilgilerin verilmesi zorunlu hâle getirilmiştir. nulmaktadır. Tüketicinin, bir temizlik ürününü satın almadan önce iyi bir etiket incelemesi yapmasında sayısız yararlar vardır. Özellikle ürünün, bir Türk standardına (TS) veya belgelendirme kriterine (TSEK) uygun olarak üretilip üretilmediği araştırılmalıdır. Ürünün ilgili standarda uygunluğu üretici tarafından beyan ediliyorsa, etiket üzerinde, örneğin, TS 518 gibi standardın işaret ve numarası veya TSE K 22 gibi bir kriter numarası bulunur. Ürünün standarda uygunluğu TSE tarafından onaylanmışsa yani ürün TSE markası almışsa, etiket üzerinde standardın işaret ve numarası yanında TSE simgesini içeren baklava dilimi logosu da yer alır. Çevreyi ve bütçemizi düşünüyorsak standardlara göre üretelim, standardlara uygun olan ürünü tüketelim. Sonuç olarak, “temizlerken kirletmeyelim”. KAYNAKLAR 1- Büyük Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 2- TS 54 Sabun 3- TS 518 Sentetik Deterjanlar 4- TS 9676 Şampuanlar EYLÜL 2010 Temizlik ürünleri, katı, sıvı, toz ve jel hâlinde olabilmekte ve küçük ve büyük ambalajlar hâlinde piyasaya su- 51 STANDARD da kalmışlardır. Son yıllarda, Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde diğer standardlarda olduğu gibi bu standardların da mecburiliği yürürlükten kaldırılmıştır. Yaklaşık 50 yıl önce hazırlanan bu standardlar, gelişen teknoloji ve ihtiyaçlar doğrultusunda birkaç defa tadil ve revize edilerek bugünkü hâlini almıştır. Bu tür temel standardlar yanında, TSE tarafından temizlik ürünleri ham maddelerinin standardları, temizlik ürünleriyle ilgili deney yöntemi standardları ve yardımcı maddelerin standardları da hazırlanmıştır. Bazı standardların hazırlanmasında Avrupa Birliği Standardları (EN) ve/veya uluslararası standardlaştırma kuruluşu (ISO) standardları esas alınmıştır. Standardı hazırlanamayan bazı ürünler için TSEK Belgelendirme Kriterleri hazırlanmıştır. Şüphesiz bu standardların en önemlileri “TS 54 Sabun” ve “TS 518 Sentetik Deterjanlar” standardlarıdır. Bu iki Türk standardı, hem üretimin belirli bir kalite düzeyinde olmasını sağlamış hem de tüketicinin isteklerini sağlayarak önemli bir boşluğu doldurmuştur. Başka bir önemli standard, “TS 9676 Şampuanlar” standardıdır. Bu standard, saç temizliğinde kullanılan sentetik şampuanların tarifini, sınıflandırma ve özelliklerini, numune alma, muayene ve deneyleri ile piyasaya arz şeklini kapsamaktadır. Şampuan, saç temizleme amacıyla kullanılan ve yapısında temizleyici, köpük sabitleştirici, kıvam verici, koruyucu ve benzeri katkı maddelerini bulunduran, kıvamlı, berrak veya opak sıvı, yumuşak kıvamlı (krem) veya toz şeklinde karışımlar olarak tanımlanmaktadır. Şampuanlar, kullanım yerlerine göre bebe şampuanı ve yetişkin şampuanı olmak üzere iki tipe ayrılmakta, fiziksel hâllerine göre de sıvı, yumuşak kıvamlı ve katı olmak üzere üç türe ayrılmaktadır. Diğer temizlik ürünlerinden farklı olarak şampuanlarda mikroorganizma özelliği de aranmakta olup, şampuanda, sağlık için tehlike arz eden bazı mikroorganizmaların bulunmaması gerektiği belirtilmektedir [4]. STANDARD 52 EYLÜL 2010 TEMİZLİKTE NANOTEKNOLOJİ Temizlik Konusunda Nanoteknolojik Yaklaşımlar Nanoteknoloji uygulamaları olarak konuya bir göz atıldığında nanoteknolojinin etki etmediği endüstriyel bir sektör neredeyse yok gibidir (örneğin; enerji, elektronik, iletişim, tekstil, otomotiv, yapı endüstrisi, tıp ve sağlık bilimleri ile ilgili endüstriyel alanlar vb). Tüm bu uygulamaların yanında temizlik ve hijyen konusu belki de en önemli unsurların başında gelmektedir. Temizlik konusunda nanoteknolojik yaklaşımlar başlıca iki ana grupta değerlendirilebilmektedir. Bunlardan birincisi; temizlik malzemelerinin üretiminde nanoteknolojik yaklaşımların kullanılması, diğeri ise nanoteknolojik yaklaşımlarla yüzey geliştirme yöntemlerinin kullanıldığı ve kendi kendini temizleyebilen, bir başka deyimle “akıllı yüzeyler” olarak adlandırılan uygulamalardır. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler bu gruplandırma esas alınarak alt başlıklar halinde sunulabilmektedir. Nano Deterjanlar ve Sabunlar Nanoteknoloji sayesinde artık malzemelerin makro ölçekteki fizikokimyasal özellikleri ile nano ölçekteki özelliklerinin birbirinden çok farklı olduğunu kolaylıkla görebilmekteyiz. Örneğin altın, hepimizin bildiği gibi makro ölçekli boyutlarda oldukça ısıl ve elektriksel iletkenlik gösteren, oldukça da inert bir malzemedir. Ancak altın, nanopartikülller hâline getirildiğinde bu özelliklerinin çok değiştiği, sözü edilen özelliklerin diğer benzer malzemelere göre üstün özellikler haline geldiği ve bu parçacıkların sahip olduğu inanılmaz büyüklükteki yüzey/hacim değerinden dolayı son derece büyük bir aktivite kazandığı anlaşılmaktadır. 53 STANDARD N ano kelimesi Yunanca “nannos” kelimesinden gelir ve “küçük yaşlı adam veya cüce” demektir. Günümüzde nano, teknik bir ölçü birimi olarak kullanılır ve bir nanometre, metrenin milyarda birine denk gelmektedir. Nanoteknolojinin kesin bir tanımı olmamakla birlikte, genel görüşe göre boyutlarından en az biri 1-100 nanometre arasında olan maddelerin atom ve molekül boyutunda incelenmesi, tasarımı ve fabrikasyonu için kullanılan teknik ve yöntemlerin tamamını kapsayan bir teknolojidir. Konuyu bir örnekle somutlaştıracak olursak; bir saç telinin yaklaşık olarak 10 µm olduğu varsayılırsa bu büyüklük 10.000 nm gibi bir büyüklüğe karşılık gelmekte olup atomların çapları yaklaşık olarak 0.1 nm ve DNA sarmalının çapı da yaklaşık olarak bir kaç nm’den ibarettir (Şekil 1). Nanoteknolojinin; fizik, kimya, biyoloji ve mühendislik gibi disiplinler arası bir konuma sahip olmasının yanı sıra endüstri, uzay, ilaç, elektronik, tarım ve sağlık gibi bütün alanlara potansiyel etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle birçok gelişmiş ülke tarafından, en kritik araştırma alanı olarak desteklenmektedir. Bunun yanı sıra nanoteknoloji içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sanayi devrimi olarak nitelendirilmektedir. Dünya ülkelerinin 2008 yılında nanoteknolojiye ayırdıkları pay yaklaşık olarak 8,6 milyar Dolar, 2015 yılı için öngörülen rakam ise 1 trilyon Dolardır. EYLÜL 2010 Yrd. Doç. Dr. Mesut ŞAM Aksaray Üniversitesi, Biyoloji Bölümü Prof. Dr. Emir Baki DENKBAŞ Hacettepe Üniversitesi, Nanoteknoloji ve Nanotıp ABD likle beslenme amaçlı kullanılan kapların ve giyim kuşam malzemelerinin temizlenmesinde ön plana çıkmaktadır. Öte yandan nanoteknoloji ürünü temizlik malzemeleri yağ ve kiri kısa sürede giderebilecek enzim ve benzeri kimyasalları-biyokimyasalları klasik malzemelerden daha az kullanmakta ve sahip olduğu çeşitli nanopartüküller ile antibakteriyel özellik göstermektedir. Nanoteknoloji ürünü sabunlar, temel olarak klasik sabunların fonksiyonlarını yerine getirmekle beraber çeşitli antibakteriyel nanopartiküllerin eklenmesi ile mikrop öldürücü, bazı biyokimyasallarla donatılarak hücre yenileyici, yağı ve kiri daha etkin ve sağlıklı temizleme özelliklerinin artırılması ile ön plana çıkmaktadır. Lotus Çiçeği Etkisi EYLÜL 2010 Aslında doğada zaten var olan mevcut birçok teknoloji hayata geçirilmiş. Örneğin Amazon ve Afrika’da balta girmemiş ormanlarda yetişen ve oradaki insanlar tarafından kutsal kabul edilip uğruna tapınılan bir bitki olan Lotus çiçeği, hayatı boyunca hiçbir şekilde üzerinde su, yağmur, çamur ve kir barındırmamaktadır. Lotus çiçeğinden esinlenerek hayata geçirilmiş nano teknolojik koruma sistemleriyle elde edilen bu sonuca da lotus etkisi deniliyor. Nanoteknolojinin en iyi bilinen ticari uygulama alanı muhtemelen nanopartikülleri kullanarak kumaş ve giysilere sıvı itici, yağ ve leke dayanımı etkisi kazandır- STANDARD 54 Şekil 1. Nano ölçek tanımı ile ilgili bazı örnekler Bu noktadan hareketle temizlik endüstrisinde faaliyet gösteren bilim insanları ve araştırmacılar yeni nesil temizlik malzemelerinin üretiminde yukarıda altın nanopartiküller için sözü edilen boyut küçülterek daha büyük yüzey alanları elde edip özellikle sabun ve deterjan uygulamalarında ihtiyaç duyulan yüzey gerilim farklılıklarının istenilen düzeylere çekilebilmesi için benzer yaklaşımları kullanmaktadır. Böylece klasik temizleme malzemelerinden çok daha etkin bir temizleme mekanizması elde edilebilmektedir. Nanoteknoloji ürünü temizlik maddelerinde nanopartiküllerin kullanılmasıyla klasik malzeme üretiminde kullanılan ve pek çok yan etkisi bulunan, çevreye zarar verebilen kimyasalların kullanımı da engellenmekte ve böylece daha çevre dostu temizlik malzemelerinin üretimi ve tüketimi mümkün olabilmektedir. Öte yandan Nanoteknoloji ürünü temizlik maddeleri, klasik malzemelerden farklı olarak sadece yağı ve kiri çözmekle kalmayıp aynı zamanda temizlenen malzemelere daha hijyen ve daha kullanışlı (özellikle daha hoş ve uzun süreli koku verebilen) özellikler kazandırabilen nitelikte olmaktadır. Bu durum doğal olarak özel- Şekil 2. Lotus Çiçeği mak için yüzey işlemi uygulanan tekstil endüstrisidir. Bu lotus yaprağı efekti olarak bilinmektedir. Lotus çiçeği (Şekil 2) yaprakları kendi kendini temizleyebilme özelliğine sahiptir. Çamur ile kirlendiğinde bile üzerinde hiçbir kirlilik kalmamaktadır. Şekil 3. Lotus çiçeği yaprağında su damlası görünümü daha düşük maliyetlerle elde edilebilmesi gibi avantajlar sağlamaktadır. Dolayısıyla bu avantajları nedeniyle lotus etkisinin kullanıldığı yüzey işleme teknikleriyle kendi kendini temizleyebilen akıllı yüzeylerin geliştirilmesi gibi birçok alanda yaygınlaşması tahmin edilmektedir. Antibakteriyel Ev Eşyaları ve Tekstil Ürünleri Tarihte Persler ve daha sonra Yunan ve Romalılar, gümüşün anti-bakteriyel özelliğini keşfederek sularını ve yiyeceklerini gümüş kaplarda taşıyarak korumuşlardır. Orta Çağlardaki veba salgınlarında aristokrat ailelerin ye- Şekil 4. Gümüş Nanopartikül ile kaplanmış çeşitli ev eşyaları Şekil 4. Gümüş Nanopartikül ile kaplanmış çeşitli ev eşyaları Konu ile ilgili olarak son yıllarda tekstil ürünlerine de söz konusu gümüş nanopartiküllerden ilave edilerek bu kumaşların antibakteriyel özellik kazanmaları sağlanabilmektedir. Ayrıca daha önceki 55 STANDARD Suyun etkisiyle kendi kendini temizleme etkisi, yüzeyin nano yapısı ve hidrofob karakterlerinden kaynaklanmaktadır. Lotus yapraklarının fizikokimyasal özelliklerine bağlı olarak meydana gelen bu etki, teknik yüzeylere uygulanabilmekte ve yüzey kaplamalara uygulamalarına ilişkin çalışmalar hâlen devam etmektedir. Elektron mikroskobu ile yapılan çalışmalar sonunda lotus yaprağının temizliğini nasıl sağladığı kolaylıkla anlaşılmıştır. Yaprak yüzeyinde balmumu kristallerinden oluşan nano ölçekli çıkıntılar, kir parçacıklarının yüzeye tutunmasını engellemekte ve yüzeyden aşağı doğru süzülen su damlaları bu kir parçacıklarını alıp götürmektedir. Kendi kendini temizleyen yüzeylerin üretimi için çeşitli yaklaşımlar söz konusudur. Bu konuda ilk yaklaşım lotus yaprağının yüzeyini kopyalamak şeklinde olmuştur. Lotus etkisinin uygulamaları; temizleme ve bakım kolaylığı, çevreye olumsuz bir etkisinin olmayışı, zaman, malzeme, enerji tasarrufu, kullanılan ürünlerin daha uzun ömürlü olması, bazı kimyasal maddelerin yerine kullanıldığından sağlık ve çevre açısından da daha güvenilir olması, sistemlerin EYLÜL 2010 Lotus yaprağı yüzeyinin ve filizlerinin ince bir film tabakası ile kaplı olduğu bulunmuştur. Bu tabaka suda çözünmeyen bir polimerik yapı ile doğal mumlardan oluşmaktadır. Mum tabakası, bitki ve çevre arasında çok yönlü fonksiyonları olan bir ara yüzey oluşturmakta, hava akışı ve ışık yansımasını etkilemekte ve yüksek bir su iticiliği sağlamaktadır. Bu tür yüzeylere su temas ettiğinde, küçük damlacıklar oluşturmakta ve yaprak üzerinden yuvarlanarak ilerlemektedir (Şekil 3). EYLÜL 2010 STANDARD 56 mek ve takımlarında gümüş kullanmalarının, bu ailelerin veba salgınını en az zayiatla atlatmalarına sebep olduğu bilinen bir gerçektir. Gümüşün nano boyuta indirilmesi, onun aktivasyonunu tetikleyerek bakteri, mantar ve virüsler üzerindeki etkisini daha da artırmaktadır. Nano gümüşle temas eden bakteri, virüs veya mantar hücrelerinin metabolizması bozulmakta ve elektriksel etkileşimle enzimleri etkisiz hale getirilerek hücreler ölmektedir. Sıradan antibiyotiklerle yapılan tedavilerde, virüs ve bakteriler zaman içerisinde antibiyotiklere karşı savunma mekanizmalarını geliştirmekte, bir başka deyimle direnç kazanmakta, dolayısı ile antibiyotikler etkisiz kalabilmektedir. Nano gümüş, virüs ve bakterilerin metabolizmalarını bozduğundan, herhangi bir savunma sistemi geliştirme imkânları yoktur. Antibakteriyel ve antimikrobiyal özellikleri yüksek olan gümüş iyonları, nano boyutta istenilen malzemelerle birleştirilip yerine göre malzemenin bünyesine katılarak, yerine göre de malzemenin yüzeyine kaplanabilmektedir. Nanomalzemelerin bu özelliği boya sanayinden mutfak eşyalarına kadar birçok sektörlerde kullanılmaktadır (Şekil 4). ve böylece reaksiyon hızını da önemli oranda artırmaktadır. Ancak bu reaksiyonlar sonucu TiO2 herhangi bir şekilde yapısını yitirmemekte ve tekrar tekrar reaksiyona girebilmektedir. Öte yandan TiO2 güneş ışınlarından veya herhangi bir uygun ışık kaynağından gelen UV ışınlarını absorpladığında elktron ve elektron boşluğu çiftleri üretir, bu çiftler hareketli negatif ve pozitif yük taşıyıcıları şeklindedir. Bu çiftler TiO2 yüzeyinde nem ile reaksiyona girdiklerinde güçlü-kuvvetli O, O2-, OH- gibi oksidasyon radikalleri üretecektir (Şekil 5). Konu ile ilgili olarak son yıllarda tekstil ürünlerine de söz konusu gümüş nanopartiküllerden ilave edilerek bu kumaşların antibakteriyel özellik kazanmaları sağlanabilmektedir. Ayrıca daha önceki bölümlerde sözü edilen lotus etkisine benzer yaklaşımlarla tekstil ürünlerine yapılan polimerik ince film kaplamalarıyla bu malzemelerin su ve kir tutmaz hâle getirilebilmeleri sağlanabilmektedir. Artık günümüzde nanoteknolojik yaklaşımlarla tasarlanan camlar sayesinde camlar çok daha ince ve dayanıklı hâle getirilebilmektedir. Ayrıca kendi kendini temizleyebilen camlar (Şekil 6), yapışan kirin kısa süre içerisinde okside olmasını ve yağmurla birlikte kolayca akıp gitmesini sağlamaktadır. Geliştirilen yeni özellikler sayesinde, Kendi Kendini Malzemeleri Temizleyebilen Yapı Dolayısıyla, TiO2 nanopartiküllerinin yapı malzemelerine kaplama malzemesi olarak kaplanması sonucu doğal güneş ışığından veya uygun ışık kaynağından alınan UV ışınları ile oksijen ve nanopartiküllerden oluşan bu özel kaplama arasında oluşan kimyasal reaksiyon sonucunda yüzeydeki kirlerin parçalanıp yok edilmesi anlamına gelen foto katalitik etki sayesinde yüzeyler kendi kendilerini temizleyebileceklerdir. Kendi Kendini Temizleyen Camlar Kaplama Titanyum dioksit, TiO2 katalitik aktivitesi olan bir kimyasal madde olup kimyasal bir reaksiyonun gerçekleşebilmesi için gerekli olan aktivasyon enerjisini düşürmekte Şekil 5. TiO2 nanopartiküllerin foto katalitik etki mekanizması Şekil 6. Kendini temizleyebilen cam uygulamasına bir örnek Çizelge 1. Nanoteknolojik Yaklaşımlarla Üretilen Temizlik Malzemesi Ürün ve Sistemlerine Ticari Örnekler Avantajları Altimate EnviroCare TiO2 nanopartiküller içeren film ve kaplama spreyi üretimi Bakterileri öldürür ve kokuyu giderir EnviroSan Products Yağı ve kiri almak üzere misel adı verilen nanopartikülleri içeren sıvı temizleyiciler Düşük miktarda uçucu organik bileşenleri ve diğer kirletici ajan şeklindeki çözücüleri içermesi Nanofilm Düzgünce sıralanmış polimerik moleküllerden oluşan ve yüzeye uygulandığında yüzeyle kuvvetli bağlar kurabilen çok ince ve dayanıklı film yapıları Suyu itebilmesi ve kirlenmeyi azaltması, ayrıca görünebilirliğinin geleneksel filmlere oranla daha yüksek ve uzun ömürlü olması Samsung Gümüş nanopartiküllerin kullanıldığı çamaşır makinesi ve buzdolabı gibi ev eşyaları Bakterileri öldürür ve kokuyu giderir Nanotec Hidrofobik film şeklinde yapılar oluşturan ve nanopartikül içeren sıvı spreyler Suyu itebilmesi ve kirlenmeyi azaltması EcoActive Surfaces TiO2 matriks içerisinde çinko nanopartiküllerin yer aldığı filmi oluşturan spreyler Bakterileri öldürür güneş altına park etmiş bir arabanın içinin aşırı derecede ısınması bile önleniyor. KAYNAKLAR 1. Cameron, N., 2007. Nanoscale: Issues and Perspectives for the Nano Century. Wiley-Interscience. EYLÜL 2010 Ürün Kendi kendini temizleyen cam, aslında normal camın üzerine dökülmüş ve milimetrenin 50 milyonda biri kalınlığında titanyum dioksit nanopartiküllerinden oluşan bir tabaka. Yıllar süren çalışmalar sonucu elde edilen bu yeni buluş, camın yüzeyine deyim yerindeyse, kalıcı bir “kirlenmezlik” sağlamaktadır. Bu nanopartiküller suyu kendine doğru çekerek, tek tek damlaların, tozun ve kirin birikmesini engellemekte ve güneş ışınlarının foto katalitik etkisiyle adeta bir temizleyici elemana dönüştürerek her türlü hava koşulunda yüzeydeki kirleri itici bir etki yapmaktadır. Çok kötü hava koşullarının ardından bile, nanopartiküller sayesinde cam kendi yüzeyini birkaç gün içinde tamamen temizleyebilmektedir. 2. Foster, F.E., 2009. Nanotechnology: Science, Innovation, and Opportunity. Prentice Hall; 1 edition. 57 3. Naschie, M.S.E., 2006. Nanotechnology for the Developing World. Chaos Solitons&Fractals, 30(4):769-773. STANDARD Firma Güncel Uygulamalar ve Ticari Örnekler Günümüzde dünya genelinde nanoteknoloji yaklaşımlarıyla temizlik konusunda faaliyet gösteren pek çok kurum ve kuruluş mevcut olmakla beraber üretilen ürünler daha önceki bölümlerde sözü edilen farklı temizlik stratejileriyle üretilen ürünlerdir. Çizelge 1’de literatürde yer alan bazı firmalar ile ürettikleri ürünlerin tanımları ve nanoteknolojik yaklaşımlar sayesinde elde edilen temizleme gücünü yansıtan avantajları özetlenmiştir. 4. Ramsden, J., 2009. Applied Nanotechnology. William Andrew Publishing. 5. Ratner, M., 2002. Nanotechnology: A Gentle Introduction to the Next Big Idea. Prentice Hall. 6. Wilson, R.F., 2006. Nanotechnology: The Challenge of Regulating Known Unknowns. The Journal of Law, Medicine&Ethics, 34(4):704-713. 7. http://www.gensnano.com/ 8. http://www.teamenviroclean.com/ 9. http://www.understandingnano.com/cleaning.html STANDARD 58 EYLÜL 2010 İşletmeler Neden Çevreye Duyarlı Hâle Geldiler? • Ham madde maliyetleri ve atık yönetimi maliyetlerinin azalması, Kamuoyunun her geçen gün çevre kirliliğinin önlenmesi ve doğal kaynakların korunması konularında daha hassas hâle gelmesi, gerek yurt içi gerekse yurt dışı müşterilerin çevreye duyarlı üretim yapan işletmeleri tercih etmesine yol açmıştır. • Sistem sayesinde mevzuata uyumun garantilenmesi, cezaların azalması, • İç yönetim kalitesinde artış, • Tedarikçi olarak çalışıldığı durumlarda, ana işletmenin taleplerinin yerine getirilmesi Bu tercihin sonucu olarak; çevrenin korunmasına ve daha etkin ham maddeler kullanarak doğal kaynakların verimli tüketilmesine yönelik stratejiler oluşturan, yeni ve çevre dostu teknolojiler kullanan işletmeler daha çok tercih edilir hâle gelmişlerdir. noktalarında işletmeye gerek ticari, gerek prestij, gerekse yönetim anlamında büyük faydalar sağlamaktadır. ÇYS’nin Bileşenleri Çevre mevzuatına ve standardlarına uygun üretim yapan işletmelerin, etkin bir çevre yönetim sistemi (ÇYS) kurarak bunu etkin bir biçimde yürütmeleri ve belgelendirme yolu ile bunu kamuoyuna ve müşterilerine kanıtlayabilmeleri, ticarette önlerinde olan çevre engelini kaldırmalarını sağlamaktadır. Böylece işletmeler, hem yasal sorumluluklarını yerine getirmekte hem de ürünlerinin daha tercih edilebilir hâle gelmesini sağlayabilmektedirler. Uluslararası bir standard olan TS EN ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi - Şartlar ve Kullanım Kılavuzu Standardı, her tip ve ölçekteki işletmenin etkin bir çevre yönetim sistemi kurması ve yürütmesi için gerekli şartları içerir. Çevre Yönetim Sistemi Standardı, kuruluşların uymak zorunda olduğu yasal ve diğer şartları dikkate alan politika, hedef ve programları geliştirmesine ve uygulamasına imkân veren bir çevre yönetim sisteminin bileşenlerini tanımlar. ÇYS’nin İşletmeye Kazandırdıkları Nelerdir? Çevre Politikasının Belirlenmesi İşletmelerde kurulan ve etkin yürütülen çevre yönetim sistemi • Çevreye duyarlı üretim yapılarak tüketicilerce tercih edilebilirliğin ve prestijin artması, • Müşteri taleplerinin karşılanması ve bu sayede pazar avantajının elde edilmesi, TS EN ISO 14001 ÇYS Standardına göre işletmenin üst yönetimi tarafından bir çevre politikası belirlenmelidir. Politika, yasal sorumluluklara uymayı, çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik tedbirler almayı ve çevresel performansın sürekli iyileştirilmesini taahhüt etmelidir. Çevre politikasının tüm çalışanlar tarafından anlaşılması ve benim- ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ ve TSE EYLÜL 2010 Fatma ARIKAN Çevre Yüksek Mühendisi TSE, Sistem Belgelendirme Müdürlüğü 59 STANDARD Çevre Yönetim Sistemi ve TSE oluşturulmalıdır. Ayrıca acil durumlarla ilgili gerçekleştirilecek faaliyetler, sorumlu personeller, tutulacak kayıtlar tanımlanmalıdır. Kontrol TS EN ISO 14001 ÇYS Standardı çerçevesinde işletme, ÇYS’nin performansını ve amaç ve hedeflere ulaşma oranını izlemek ve ölçmek üzere sistem oluşturmalı; yasal ve uymakla yükümlü olduğu diğer şartlara uygunluğunu periyodik olarak değerlendirmelidir. Sistemin yürütülmesinde karşılaştığı uygunsuzlukların düzeltilmesi, çevreye etkilerinin azaltılması ve tekrarının önlenmesi, karşılaşılması öngörülen uygunsuzlukların önlenmesi için gerekli tedbirleri almalıdır. senmesi sağlanmalı, politika halkın erişimine açık tutulmalıdır. EYLÜL 2010 Planlama STANDARD 60 Çevre politikasının oluşturulmasından sonra, işletmenin faaliyetlerinden, ürünlerinden ve hizmetlerinden kaynaklanan çevre boyut ve etkileri ve önemli çevresel etkiye sahip olan veya olabilen önemli çevre boyutları ile ilişkili yasal şartlar ve kuruluşun uymakla yükümlü olduğu diğer şartlar (örneğin müşteri şartları) belirlenmelidir. Çevre Boyutu, Çevresel Etki ve Yasal ve Diğer şartların belirlenmesi aşamasından sonra çevre politikasında yer alan taahhütler, önemli çevre boyutları, yasal ve diğer şartlar, mali ve teknolojik seçenekler de göz önünde bulundurularak çevre amaç ve hedefleri belirlenmeli, bu amaç ve hedeflerin sağlanması için zamanlama, görev ve sorumluluklar, yöntemler gibi detaylı eylem planlarının yer aldığı çevre yönetim programı hazırlanmalıdır. Uygulama Bu bölümde işletme, çevre yönetim programının uygulanmasında ve sistemin yürütülmesinde görev, yetki ve sorumlulukları belirlemelidir. Çevre yönetim sistemi kapsamında iletişim, dokümantasyon, eğitim yaklaşımı ve yetkinlikler ile ilgili esaslar oluşturulmalıdır. Bunların yanı sıra çevre politikasında taahhüt edilen çevre performansını artıran diğer faaliyetlerin (örneğin kaynak yönetimi, atık yönetimi gibi) yürütülmesi ve çevresel etkilerin amaç ve hedefler kapsamında en aza indirilmesi için tedbirler alınmalıdır. Başka bir ifade ile önemli çevre boyutlarının ortaya çıktığı faaliyetler ile önemli çevre boyutlarının yönetilmesinde kullanılan faaliyetler için faaliyet kontrolleri Bunlara ek olarak, İşletme, Çevre Yönetim Sistemi kapsamındaki kayıtları ile ilgili esaslar oluşturmalı ve belirlediği aralıklarda kendi iç denetimlerini yaparak ÇYS’nin etkin bir biçimde uygulanıp uygulanamadığını denetlemelidir. Gözden Geçirme İşletmenin üst yönetimi, ÇYS’nin etkinliği ve uygulama durumunu belirli aralıklarla gözden geçirmeli; politikada verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğini değerlendirmelidir. Çevre politikası ile amaç ve hedefler; iç tetkik sonuçları ve yasal ve diğer şartlardaki değişiklikler göz önünde bulundurularak sürekli iyileştirmeyi sağlayacak şekilde gözden geçirilmelidir. Temizlik Maddelerinin Çevresel Boyutu; Temizlik Maddeleri Üretimi ve Kullanımında Çevreye Duyarlı Yaklaşımın Önemi Günümüzde en fazla kullanılan temizlik maddeleri olan deterjanlar, içerisinde esas temizleyici olarak değişik tipteki yüzey aktif maddeleri ile temizleme işlemine yardımcı diğer maddeleri bulundururlar. Yüzey-aktif maddeler, yıkama sularıyla seyrelerek alıcı ortamlara deşarj edildiğinde, çözünmüş oksijen miktarını azaltarak ortamda yaşayan canlılara zarar vermekte, deşarj edildikten sonra da etkileri devam ettiğinden durgun sularda köpüklenmeden kaynaklanan görüntü kirliliğine yol açmaktadır. Bu durumu önlemek üzere, deterjan üretiminde biyodeg- EYLÜL 2010 redasyonu (biyolojik olarak parçalanabilirliği) hızlı yüzeyaktif maddelerin kullanılması büyük önem taşımaktadır. Çevresel duyarlılığın artması sonucunda, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de deterjan üretiminde kullanılan, suda ve toprakta daha yavaş parçalanabilen ve kalıcı atıklar bırakan dodesil benzen (DDB) yüzey-aktif maddesinin kullanımı yasaklanmış ve daha hızlı parçalanabilen Lineer alkil benzen (LAB) Yüzey-aktif maddesi kullanımına başlanmıştır. Türk Standardları Enstitüsü tarafından Ekim 1990’da “sentetik deterjanların tarifine, sınıflandırma ve özeliklerine, numune alma, muayene ve deneyleri ile, piyasaya arz şekline dair” yayınlanan TS 518 Sentetik Deterjanlar Standardına göre “Yüzey aktif maddelerin biyolojik parçalanabilirliği en az % 80 olmalıdır.” şartına uyulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra deterjanın temizleme gücünü artırmak ve yıkama suyunun sertliğini gidermek üzere kullanılan inorganik ve organik kimyasal katkı maddelerinden olan fosfatın da çevre üzerine önemli etkisi bulunmaktadır. Fosfatlı deterjanların göller, durgun deniz suları gibi ortam- lara deşarj edilmesi, bu ortamlardaki besin maddelerinden olan fosfatın derişiminin aşırı artmasıyla alg ve diğer su bitkilerinin fazla miktarda üremesine yol açar. Alglerin ayrışması sonucu biyolojik oksijen ihtiyacının artmasına bağlı olarak çözünmüş oksijen miktarı azalır ve çürük yumurta kokulu hidrojen sülfit gazı açığa çıkar. Ötrofikasyon adı verilen bu olayın önlenebilmesinde, fosforlu deterjanların kullanımının kontrol altında tutulması ve arıtılmadan alıcı ortamlara verilmemesi gerekmektedir. Bu noktada, deterjan üretiminde düşük fosfor içerikli deterjanların kullanımı ve tüketicilerce de bu tür deterjanların tercih edilmesi büyük önem taşımaktadır. Temizlik Maddeleri Üretiminde Çevre Yönetimi Uygulamaları Günümüz koşullarında kullanımı kaçınılmaz hâle gelen deterjanların, yukarıda bahsedilen çevresel etkilerini en düşük seviyeye indirebilmek için üretiminin ve kullanımının kontrol altında tutulması önemlidir. Etkin kurulup yürütülen bir çevre yönetim sistemi; her sektörde olduğu gibi deterjan üretiminde de çevre bo- STANDARD 61 yut ve etkilerini kontrol altına almak bakımından önemli faydalar sağlar. Birinci bölümde çevre yönetimi sisteminin bileşenleri hakkında verilen genel bilgilere ilave olarak, deterjan üretiminde çevre yönetim sistemi kurup yürütülmesinde özel olarak dikkate alınması gereken hususlar aşağıda belirtilmiştir. Çevre boyut ve etkilerinin belirlenmesi noktasında deterjan üreticileri, ürünleri için hayat boyu değerlendirme (Life Cycle Assessment) yaparak yalnızca üretim değil deterjanların kullanımı ve uzaklaştırılmasından kaynaklanan çevre boyut ve etkilerini de göz önünde bulundurmalı ve bu etkileri en aza indirmek üzere tedbirler almalı, gerekli faaliyetleri gerçekleştirmelidirler. EYLÜL 2010 Ürünlerin tasarımı ve üretimi sırasında çevre yönetim sisteminin uygulanmasına yönelik aşağıda yer alan faaliyetlere önem verilmelidir: STANDARD 62 - Deterjanların kullanımından ve alıcı ortamlara deşarjından kaynaklanan yukarıda bahsedilen çevresel etkileri en aza indirmek üzere ürün ve üretim süreçlerinin tasarımında çevreye duyarlı ham maddeler, yeni teknoloji ve prosesler kullanılması, - Ambalaj tasarımı veya satın alınması sırasında çevre boyut ve etkilerinin dikkate alınarak tasarım ve satın alma faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi, - Çevreye verilen zararı minimize etmek üzere araştırmageliştirme faaliyetleri gerçekleştirilmesi, ürün ve üretim sürecinin çevresel açıdan sürekli iyileştirilmesi, - Tüketicinin, deterjanların çevreye etkileri, hangi deterjanların neden tercih edilmesi gerektiği, deterjanların kullanımı ve uzaklaştırılması, ambalaj atıklarının uzaklaştırılması gibi önemli konularda bilgilendirilmesi. TSE’nin Temizlik Maddeleri Üretimi ve Temizlik Hizmetlerine İlişkin 14001 Belgelendirme Hizmetleri Tüm alanlarda hâlihazırda geçerli 4000’i aşkın yönetim sistemi belgesi bulunan Enstitümüz, temizlik maddelerini kapsayan “EA 12 : Kimyasal Maddeler ve Kimyasal Ürünler İmalatı” sektöründe TÜRKAK’tan akredite olup, bu sektörde faaliyet gösteren işletmelere katma değer sağlamaya yönelik tetkikleri ve konusunda tecrübeli uzman tetkik görevlileriyle belgelendirme hizmetlerini sürdürmektedir. KAYNAKLAR 1. TS 518 Sentetik Deterjanlar, TSE , 1990 2. TS EN ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi - Şartlar ve Kullanım Kılavuzu 3. Reckitt Benckiser, Environmental Report, 2003 4. Environmentally Preferable Cleaning Chemicals: A Buyer’s Guide , North American Green Purchasing Initiative, 2008 EYLÜL 2010 5. Soap And Detergents, http://www.epa.gov/ttn/chief/ap42/ch06/ final/c06s08.pdf, EPA, 2010 63 STANDARD Enstitümüz, 1990 yılından itibaren yürüttüğü Sistem Belgelendirme faaliyetleri kapsamında TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi, TS EN ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi, TS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi, TS EN ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi, TS ISO/IEC 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi, TS EN ISO 13485:2003 Tıbbi Cihazlar Yönetim Sistemi, TS ISO 10002 Müşteri Memnuniyeti Yönetim Sistemi ve TS EN 16001 Enerji Yönetim Sistemi alanlarında belgelendirme yapmaktadır. Kalite, Çevre, Gıda Güvenliği ve Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemleri belgelendirme faaliyetleri Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından akredite olan Enstitümüz, belgelendirmenin yanı sıra kuruluşların bu yönetim sistemlerini kendi bünyelerinde kurmak ve yürütmek üzere ihtiyaç duyduğu yönetim sistemi eğitimlerini de vermektedir. Fatih ERKOÇ ile EYLÜL 2010 SÖYLEŞİ Her Telden Her Sazdan... STANDARD 64 Fatih ERKOÇ O müzik yolculuğu sırasında farklı kültürlerdeki müzikleri dinleyip inceleyerek, sonrasında yorumlayıp icra ederek bizlerle paylaştı. Cazdan Klasik Batı Müziği’ne, Pop’tan Türk Sanat Müziği’ne, Aryalardan Türk Halk Müziği’ne kadar zengin bir sunumla çıktı karşımıza.. Elinde ondan fazla enstrümana ses vererek; her dilden, her türden ve her telden… Burada 7 yıl boyunca trombon, piyano ve kontrbas eğitimi alır, fakat mezun olmadan o dönemin en gözde orkestralarından İstanbul Gelişim Orkestrası ile çalışmaya başlar. 1971'de birlikte "Nihayet" adlı bir albüm çıkarırlar. Kısa bir dönem trombon sanatçısı olarak İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nda görev alır. 11 yıl Norveç'te kaldıktan sonra Türkiye'ye kesin dönüş yapmıştır. 1986 ve 1989 yıllarında Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışmalarında sırasıyla 'Yol Verin A Dostlar' ve 'Sen ve Ben' adlı şarkılarıyla iki kez birincilik kazanmıştır. 1988 Haziran ayında "Yol Verin A Dostlar" adlı ilk albümünü yapar. 6 yıl tromboncu ve solist olarak TRT hafif müzik ve caz orkestrasında bulunmuştur. Bir çok kez Eurovizyon yarışmasına katılan Fatih Erkoç bir süre TRT'de Yankılar adlı müzik programına da imzasını atmıştır. Sanatçı, yarım bıraktığı konservatuvar eğitimini de bu sıralarda tamamlamıştır. 2007'nin Nisan'ında Kör Randevu adlı albümüyle sevilen şarkılarının bir kısmını yeni düzenlemeleriyle sevenlerinin ilgisine sunmuştur. Yeni şarkılarının da bulunduğu bu albümde babası Hasan Erkoç'a ait Elveda Ey Gençlik şarkısını da seslendirmiştir. Albümleri • • • • • • • • • • • • • Yol Verin A Dostlar (Haziran 1987) Ellerim Bomboş (Mart 1992) Gülüme Varayım (Kasım 1992) Penceremden Gökyüzüne (Şubat 1993) Sana Deliyim (Ocak 1994) Fatih Erkoç Şarkıları (Mayıs 1995) Kardelen (Haziran 1996) Korkmazdım REMIX (Mayıs 1998) Vefasız (Ağustos 1999) Fatih Erkoç Klasikleri (Mart 2002) Beklenen (Ağustos 2004) Kör Randevu (Nisan 2007) Seher Yeli (Ocak 2010) EYLÜL 2010 3-4 yaşlarında udi babasının müzik dünyasına hazırlamaya başladığı Türk Pop Müziği’nin güçlü yorumcusu, bestecisi, söz yazarı Fatih ERKOÇ’un müzik dünyasındaki serüvenini paylaştıkça zenginleşiyorsunuz. M üziğe ilk ilgisi, babasının ut sanatçısı olmasından dolayı, üç yaşında kendisine hediye ettiği bir kemanla başlamıştır. Erkoç, ilköğrenimini bitirdikten sonra 1965 yılında İstanbul Belediyesi Konservatuvarına girer. 65 STANDARD U zaklardan gelmişti.. ‘Yol Verin A Dostlar’ dedi. Bizler de alkışlarımızla ona gönlümüzün yolunu açtık. Şarkılarını, bestelerini, mütavazı sanatçı kimliğini benimsedik. Sonra birçok şarkısını dilimizden düşürmedik; Ellerim Bomboş, Sana Deliyim, Oynatmaya Az Kaldı, Sensiz Olamam, Anı ve daha pek çok samimi, içten besteler, şarkı sözleri.. (07.04.1953, Bursa) EYLÜL 2010 STANDARD- Birçok değişik enstrümanı ve farklı müzik türlerini icra edebilen özel bir yeteneğe sahipsiniz. Bu yeteneğinizin ilk keşfi ve daha sonra yönlendirilmesi nasıl oldu? STANDARD 66 F. ERKOÇ- Ailemin yönlendirmesi büyük tabi ki. Babam udi olduğu için benim de müzisyen olmama özenmiş. Ben daha doğar doğmaz ellerime, parmaklarıma bakmış ve ‘bu çocuk müzisyen olacak’ demiş. Ben iki yaşına gelince de bir keman almış. Neden keman almış?.. ‘Ben ut çalıyorum, oğlum da değişik bir saza, kemana yönlensin.. İleride ut ile keman iki ayrı enstrümanı birlikte çalarız’ diye düşünmüş olmalı. Böylelikle o küçük yaşlarda hem ut hem de kemanı öğrenmeye başlamıştım. O zamanlar babamın taş plakları vardı. Türk Sanat Müziği’nde ünlü müzisyenlerin sadece taksim sololarının bulunduğu plakları dinliyor, sonra da onları taklit ederek çalabiliyordum. İlkokulu bitirene kadar bunları öğrendim. 13-14 yaşına gelene kadar bu şekilde ilerledim müzik yolunda. Konservatuvar sınavlarını öğrenen annem, beni sınavlara soktu. O zamanlar Belediye Konservatuvarı olarak anılan şimdiki İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı kazandım ve Klasik Müzik eğitimine başladım. Orada trombon, piyano ve kontrbas çaldım. Babamın, eğitim ve meslek hayatıma böyle katkısı oldu. Babam meslek olarak udiydi, ama çok önemsediği hobileri vardı. Ben de herkese mesleğinin yanı sıra herhangi bir hobi edinmelerini öneriyorum. Özellikle yaş biraz ilerleyip, İstanbul’dan kaçıp güneye inen arkadaşların illaki bir hobisi olması lazım. Hayatı zenginleştiriyor. Babam çok güzel kafes yapardı, çok güzel oyma işleri vardı. Ut yapardı. Bazı arkadaşlarının kırık çalgılarını tamir ederdi, eli çok yatkındı bu tür işlere. STANDARD- Bu kadar çok enstrümanı seslendirebilmek çok özel bir durum. Bu enstrümanlar yaşamınızına nasıl girdi? Seslendirmekten en çok keyif aldığınız enstrümaları sıralarsak nasıl bir tablo çıkar karşımıza? F.ERKOÇ- Bazı insanların doğuştan gelen yetenekleri çok olabilir. Benim bu yeteneğim de hayatın karşıma çıkardıklarıyla yerini buldu. On kadar enstrüman çalabiliyorum. Benim bu kadar enstrüman çalmam kendi isteğim dışında gelişen nedenlerden kaynaklandı aslında. Mesela İstanbul Gelişim Orkestrası’ndan bana teklif gelmişti 1971 yıllarıydı. Benden önce aynı orkestrada Atilla Özdemiroğlu keman ve flüt çalıyormuş. Benden de aynı şeyi yapmamı istediler. Bir flüt aldım ve çalmaya başladım. Sonra da ilerlettim. Enstrümanlardan birbirlerine benzeyenler vardır. Biraz yeteneğeniz varsa birbirleriyle bağlantılı enstrümanları çalmak daha kolay. Müzikle ilgilenenlerin çoğunun evinde gitar vardır. Benim de bir klasik gitarım vardı. Bazı akorları kendi kendime öğrenmiştim. Norveç’te çaldığım orkestradaki gitarcı ayrılınca durumu kurtarmak amaçlı sahnede gitar çalmaya başladım. Üç sene sahnede gitarcılık yaptım dolayısıyla. Yine yurt dışında işsiz olduğum bir dönem “bas çalar mısın?” dediler. “Onu da çalarım” dedim. Ve çaldım. Konservatuvara girdiğimde iriyarı olduğum için bana trombon ve kontrabas vermişlerdi çalmam için. Aldığım bu eğitim ile bas da çaldım. Kontrbas ile basgitar aynıdır. Çaldığımız müzik zaten Pop Müziği, basit bir müzik. Zamanla ortaya çıkan bazı teknolojik gelişmeleri mesleğinizde de kullanıyorsunuz tabi ki. O zamanlar Norveç’te yaşarken kayıt cihazları çıktı. Stüdyo sahibi olmak çok pahalı, ama kasetlerde 4 kanal-8 kanal kayıt yapan cihazlar geliştirildi. Beste yapmışsınız. Gitar çalmışsınız, üstüne bir de basgitar çalmışsınız, şarkınızı da söyleşmişsiniz, bir tane de ritmbox. Bazı şarkılar nefesli saz da istiyor. Trombon çalıyorum. Ama burada trompet ve saksafon lazım. Hemen gidip ucuzundan bir saksafon ve trompet edindim. Kendi yaptığım parçalarıma kendi düşündüğüm aranjmanları da ekledim. Bu da bir zevk. İllaki ben trombon, saksafon çalmalıyım değil olay. Müzisyen kiralayacak halim yok, amacım bu eksikliğimi kendi olanaklarımla tamamlayabilmek. Yeteneğim burada bana yardım etti. Ut, doğduğumdan beri hep evimizde olan bir enstrüman. Udu çalmak kendi isteğimle gelişti. Kardeşim Sinan Erkoç da ut çalar. Buziki de çalıyorum. O da telli çalgı. Piyano zaten yardımcı saz. Piyano çalınca klavyeli çalgıların hepsi benzeşiyor. Kemanı uzun zamandır çalmıyorum. Ama elime aldığımda birşeyler çıkarabilirim. İlk başladığım enstrüman. Davul çalmıyorum, ama nasıl çalındığını biliyorum. Oturduğum zaman birşeyler çalıyor imajı verebilirim, ama o çalmak mı bilmiyorum. Mesela klarneti alıp size bir melodi üfleyebilirim ufaktan. Ama bu çalmak sayılır mı bilmiyorum. İyi çalmak lazım. Udu iyi çalabiliyorum. Trombon asıl sazım, onu da iyi çalabiliyorum. Flütü de fena çalmıyorum. Piyanoyu yeterince çalabiliyorum. Şarkı söyleyebilmek en önemlisi. En iyi onu yapıyorum diye düşünüyorum. Sıralama yapmam gerekirse; piyanoyu çok seviyorum, trombonu seviyorum. İkisi de bir numarada benim için. Çünkü trombonda daha iyiyim. Asıl sazım olduğu için. Ama enstrüman olarak piyano ile çok daha fazla şeyler yapılabildiği için onu da öne koyuyorum. Tek başına trombon ile çok kısıtlısınız, tek ses çalıyorsunuz. Halbuki piyanoyla hem melodiyi, hem akorları hem de bası çalabiliyorsunuz. Udun da tınısını çok severim. Udu da ondan sonraki sıraya alabilirim. Hatta 10-12 tane bestem var ut ile çalmam için yaptığım. Onları da günün birinde hayata geçirmek istiyorum. O besteler Türk Müziği de değil, Caz da değil ikisinin bir sentezi gibi. Biraz gitar gibi kullanıyorum udu. Canlı çalınabilecek. Mekanik ya da elektronik aletin olmadığı bir proje. Dünya müziği çizgisin- de bir proje. Görüyoruz ki bazıları kendi isteğimle çaldığım enstrümanlarken bazıları ise hayatın karşıma çıkardıkları.. Sonuçta müziği çok seviyorum. STANDARD- Önemli bir süre yurt dışında yaşamışsınız. Sizi Norveç’e sürükleyen ne oldu? Burada geçirdiğiniz sürecin müzik kariyerinize nasıl bir katkısı oldu? F. ERKOÇ- Bir hevesti bu. Meşhur caz müzisyeni Emin Fındıkoğlu orada; Neşet Ruacan, rahmetli Nükhet Ruacan ve Cankut Özgül’ün de olduğu bir orkestra kurmuş. Cankut Özgül beni daha önce tanıyan müzisyen bir ağabeyimdi. Beni met etmiş Emin Fındıkoğlu’na. O da İsviçre’de çalışırken, Norveç’ten teklif almış. Ankara Orduevi’nde askerliğimi yaparken bana mektup yazmıştı. O zaman cep telefonları da yok. 1975 yılının Nisan ayında “Biz Norveç’e gidiyoruz, gelir misin?” dediler. Yoksa be- 67 STANDARD STANDARD F. ERKOÇ- Tam olarak neden bıraktığımı çok iyi biliyorum. Buradan öğretmenlerime sevgilerimi yolluyorum. Hepsi çok değerli benim için. Ancak içlerinde bazılarının hata yaptığını da söylemek istiyorum. Benim gibi müziğe yetenekli bir öğrencinin bunları yaşamaması gerekirdi. İlkokul üçüncü sınıfta yaramazlıktan sınıfta bırakıldım. Bu acı bir durum. İnsanın hayatından bir seneyi çalmak. İlkokuldan sonra konservatuvara girdim, ikinci sınıfta fizikten sınıfta kaldım. Müzik derslerim harikaydı. Geldim lise bölümüne, beşinci sınıfa tarih ve coğrafyadan kaldım. Üç sene kaybettim. 18 yaşına gelmiş bir genç ve yıllarınız harcanıyor. Konservatuvardan ayrılmaya karar verdim o deli yaşımda. Ama sonra da çok pişman oldum. Aklım başıma geç geldi. 18 yaşında aklım bir karış havadaydı. Şimdi 18 yaşında olan gençler, bizim o zamanlarki 18 yaş hallerimizden daha farklılar, daha çok bilgiye sahipler. Çünkü dünya gözlerinin önünde. Biz o dönemlerde dünyayı bilmiyorduk. İnternet diye bir şey yoktu. 30’lu yaşlardan sonra, aklım ermeye başladığında bu işin hatalı olduğunu anladım ve konservatuvardan ayrıldığım için pişman oldum. Norveç’ten döndükten sonra lise bölümünü dışarıdan bitirdim. Konservatuvarın dört senelik üniversite bölümünü üç senede okuyarak tamamladım. Ve nihayetinde 2005 yılında İstanbul Üniversitesi’nin Devlet Konservatuvarı Trombon Bölümü’nden mezun oldum. Geçen kış televizyon programlarının birinde sürpriz bir törenle bana diplomamı verdiler. Çok hoş bir sürprizdi. EYLÜL 2010 STANDARD- Bu farklı ve her alana yöneliş özgür ruhunuzun bir göstergesi olsa gerek... Konsevatuvar eğitimizini yarım bırakmanızın nedeni eğitimdeki tekdüzelik mi? EYLÜL 2010 önemli gelişmelerden biri de yarışmalar olmuş. Yarışmalarda kazanan şarkılarınız bugün hâlâ dillerden düşmüyor. Eurovision için davet alsanız nasıl değerlendirirsiniz? STANDARD 68 nim kendi kendime ne işim var oralarda. Yaşımda 21-22, herhangi başka bir işim de yok. ‘Tamam, gelirim’ dedim. Bana kontrat yolladı ve Norveç maceram başladı. Emin Ağabey kontrat süresi olan ikinci ayın sonunda döndü. Neşet, Nükhet ve ben orada başka müzisyen bulup, yeni bir orkestra kurduk. Sonra onlar da bir sene sonra döndüler. Ben orada kaldım. Neden kaldım? Çünkü Norveçli bir hanıma aşık olduğumu zannedip evlendim. İşin yürümeyeceğini anladığım halde gurur meselesi yapıp, o evliliği on sene sürdürdüm. Dolayısıyla on bir sene kalmış oldum oralarda. Yoksa giderken o kadar kalmak gibi bir amacım yoktu. Müzisyenlik anlamında tabi ki katkıları da oldu bu sürecin. Sürekli denedim bir şeyleri. Oslo’da caz müzisyeni olmak istedim. Bana en az onların yanında 6 ay – 1 sene kalıp, jamsessionlara katılıp, kendimi ispat etmem gerektiğini söylediler. Ama benim o kadar süre, o şekilde onlarla kalma şansım yoktu. Çünkü ben müzisyenim, çalıştığım orkestra nereye giderse ben de gitmek zorundayım. Altı ay orada kalmak demek, çalışmamak demek. Ve çalışmadan yaşamak zor. Para kazanmadığım için birinin bana bakması demek. Eşim bana bakmazdı. Burada olsa bakar. Kariyer için eşiniz destek olur burada size. Ama oradaki ilişkilerde bu olmuyor. Ben orkestralarla en çok bir ay kalabiliyordum bir yerde. Hep dolaşmak zorunluluğu vardı. Bu yüzden gereken süreyi o işe ayıramadım. Yapabilseydim belki de dönmezdim. Orada caz çalarak hayatımı devam ettirebilseydim kalırdım. Ama pop müziği yaparak, hamallar gibi çalışarak çok yorucu zamanlar geçirdim. Eşimle de o gurur meselesinin çöpe atılmasıyla ayrıldık ve buraya dönüşüm gerçekleşti. STANDARD- Yaşamınızı ve kariyerinizi yönlendiren F. ERKOÇ- Beste yapmaya orada başlamıştım. Sermaye biriktirdim bir anlamda. Türkiye’ye geldikten sonra 1986 yılında 1. Altın Güvercin Şarkı Yarışmasında ‘Yol Verin A Dostlar’ şarkısıyla birinci oldum ve 1987’de aynı isimli bir albüm yaptım. Çok heyecanlıydı tabi. Yurt dışında bestelediğim iki şarkıyla katıldım yarışmaya. Bu şarkılar ‘Memleketim’ ve ‘Yol Verin A Dostlar’dı. Sıla özlemi duygusuyla yaptığım ‘Memleketim’ şarkısından çok umutluyken ‘Yol Verin A Dostlar’ birincilik kazandı. Şimdi bu bir meslektir. Biz bu işi para kazanmak için yapıyoruz. Dolayısıyla Eeurovisyondan beste için teklif gelse tabi ki besteci olarak katılırım. Çünkü bir para ödeyecek, ben de para kazanacağım. Ama seslendirme için katılır mıyım? “Sen bizi bu sene orada temsil et” deseler, ona pek gireceğimi sanmıyorum. Çünkü yaşımız ilerledi. Gençlerin katılmasının daha iyi olduğunu düşünüyorum. Birkaç yıldır bazı grup ve bestecilere sipariş veriyorlar. Birkaç beste yapılıp içlerinden seçiliyor. Eurovisyon çok önemli bir yarışma değil bence. Asıl önemi; yurt dışına gidip Türkiye’yi orada temsil etmek. Oraya gittiğiniz zaman, Türkiye’yi bu insanlara tanıtmak. Orada insanlarla tanışıp, sohbet ediyorsunuz. Onların Türkiye ile olumsuz düşünceleri varsa onları değiştirebilirsiniz. Güzel bir faaaliyet ve uygulanması gerek. Keşke ABBA gibi olabilsek. ABBA 1974 yılında Eurovisyonda kazanıp, yıllar boyu dünyaya müzikleri dinletmiş bir grup. Neden olmasın? Türkiye ilerliyor her konuda. Klasik müzikte de çok müthiş yeteneklerimiz var. Caz ve klasikte çok mükemmel gençler var. Dünyaya doğru global bir açılım yavaş da olsa var. STANDARD- Farklı türde müziklere yatkınlığınızdan yola çıkarak, bu farklı türlerin sizin için taşıdığı önemi öğrenebilir miyiz? Sizin bu türler için kullandığınız tanımları merak ediyorum. F. ERKOÇ- Bütün bu müzik türlerinin seslendirilmesi insana ayrı bir haz veriyor. Pop müzik söylerken bir haz alıyorsunuz ki bu diğer müziklerle kıyaslandığında daha az aslında. Caz söylerken başka bir haz alıyorsunuz, doğaçlama yapabilme yetiniz varsa bunun size getirdiği özgürlüğü yaşıyorsunuz ve dinleyenlere yaşatıyorsunuz. Halk Müziği söylerken, bunları yazan, besteleyenlerin o naif, içten duygusunu yaşayıp, söylerken gözleriniz dolabiliyor. Türk Sanat Müziği ise ayrı bir derinliği olan müzik. Söylediğiniz zaman derinliğini anlıyorsunuz. Yahya Kemal Beyatlı’nın yazdığı ‘Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç’ mısralarındaki o derinliği Münir Nurettin Selçuk’un bestesinde ruhunun derinliğinde hissediyorsunuz. Söylerken, dinlerken ruhunuz birdenbire genişliyor. Klasik müzikteki aryalar başka türlü zenginliğe sahip. Hepsinin size verdiği haz farklı, ancak bir bütün içinde baktığınızda sanatsal ağırlığa sahip olanlar çok daha fazla haz veriyor size. Bunun için de en az sanat olan da Pop Müzik. Pop’un genelde sığ sularda dolaşmak gibi olduğunu görebiliyorum. Hep aynı. Halk Müziği’nin ve diğerlerinin derinlikleri çok farklı. Halk Müziği çok içten. Klasik Batı Müziği ve Klasik Türk Müziği ile kıyaslandığında kuram ve kurallar açısından biraz daha fakir görünüyor. Halk Müziği folk müziğidir. Halkın müziğidir. Müzik eğitiminden geçmemiş insanların müziği. Klasik Batı müziğinin eğitimini almadan icra edebilmeniz mümkün değil. Ama Halk Müziği’ni icra edebilirsiniz. Biraz yeteneğiniz varsa evinizde birşeyler dımbırdatıp beste yapabilirsiniz. Basit yapılmış eserlerdir, halk müziklerimizdir. Pop müzik de basittir, ama Halk Müziği gibi içten değildir. 69 STANDARD F. ERKOÇ- Ben en çok caz müziğini seviyorum. Şarkılara göre de değişiyor aslında. Bazı şarkılarda Halk Müziği, bazı şarkılarda Türk Sanat Müziği’ni öne koyabilirim. Biraz önce provada bir caz parçasını seslendiriyorduk örneğin, onu çalmaktansa derinliği olan bir Halk Müziği ya da Türk Sanat Müziği’ni tercih ederdim. İlk caz dememin sebebi; caz müziğinin size daha çok özgürlük şansı sağlaması. Doğaçlama şansınız var. Türk Müziği’nde de var, ancak bir yere kadar. Gazeller örneğin. Kalamış şarkısında bir gazel var. Münir Nurettin Selçuk, o gazeli söyledikten sonra hep aynı şekilde söylenmeye başlanmış. Artık doğaçlama olmaktan çıkmış. Doğaçlama olacak yer, şarkının bir bölümü gibi kalmış ve öyle yerleşmiş. artık. Halbuki o bölümün doğaçlama olması gerekiyor. Eskiden ben de orayı doğaçlama söylüyordum. Kendi sözleriyle, kendi hissettiğim gibi söylüyordum. Halk Müziği’nde de var, uzun hava derler. Dolayısıyla bir doğaçlama söz konusudur. Pop müziğinde bu hiç yok mesela. Halk Müziği ve Sanat Müziği, Pop Müzik’ten fersah fersah yukarıdadır. Doğaçlamaya fazlaca olanak sağlayan Caz Müziği, benim daha çok özgürlüğümü hissettiğim bir müzik. Klasik Batı Müziği de farklı. Onda da doğaçlama fazla yok. Son zamanlarda bazı besteciler konçertonun bir bölümünde doğaçlama yapılabilecek bölümler bırakıyor. Örneğin Fazıl Say’ın bu tür eserleri var. Doğaçlama özgürlük verdiği için sahnede içinizi döküyorsunuz. Daha paylaşımcı ve içten. Dolayısıyla mutluluk verici. EYLÜL 2010 STANDARD- En çok hangi müzik türünü seslendirmek sizi mutlu ediyor? EYLÜL 2010 STANDARD: En son albümünüz “Seher Yeli” ile türkülerden oluşan yeni bir deneme ile çıktınız müzikseverlerin karşısına. Bu albüm fikri nasıl gelişti? STANDARD 70 F. ERKOÇ- Kardeşim Sinan Erkoç, eski gitarcımız Tevfik Fikret Tufan ile minibüsümüze doluşup, birlikte konserlere giderdik. Şoförlük yapmayı çok sevdiğim için minibüsü ben kullanırdım. Onlar da arkada gitarlarıyla bazı türküleri iki sesli seslendiriyorlardı. O zaman türkülerin güzelliğinin farkına vardım. 7-8 sene önce “gelin şunları kaydedelim” dedim. İki-üç kayıt yaptık. Düzenledim, vokal aranjmanını yaptım. Stüdyom da var. Bu kayıtları çoğaltıp, bir yapımcıya gitmeyi teklif ettim, gelmediler. Tembellik ettiler. En sonunda ben, “bu güzel bir proje, bunu ben kendi başıma yapacağım” deyip, başladım çalışmaya. Üç ses yaptım. Üç kişi, üç ses yapacağımız yerde, ben tek başıma stüdyoda üç sesli okudum. Albümde 24 parça, 2 tane de remix var. Bir daha böyle bir albüm yapmam diye düşünüp, o kadar çok türkü seçip koymuştum albüme. Ama çok sevildi. Bazı insanlar benden söz aldı, iki-üç sene sonra yine bir albüm hazırlayacağım gibi görünüyor. Çok beğenildi ve satışları da çok olumlu oldu. Beni bu konuda destekleyen ve bu albümü beğenen herkese teşekkür ederim. STANDARD- Çok zengin çeşitliliğe sahip türkülerin arasından albüme giren türküleri nasıl seçtiniz? Kendinize ait besteler ve sözler de var albümde. F. ERKOÇ- Bazılarını kardeşim, bazılarını Tevfik önerdi. Bu konuda çalışan diğer arkadaşlarımın albümlerini dinledim. Oradan buldum bazı parçaları. Ben o kadar yıl birçok farklı müzik türünü icra etmiş ve içine sindirmiş bir insan olarak Türk Halk Müziği’nin harika türkülerini de kendi algılayışımla sunmaya çalıştım. Samimi ve içten bir çalışma oldu. Türküleri çok sesli yapmama rağmen kimliklerini ve özlerini bozmadım. Ayrıca özlerinin bozulmaması gerektiğine inanıyorum. Türküler bizim özümüz, kültürümüz; bizi biz yapan olgulardan. Yeni nesilin türkülerden uzaklaştığını, eskiden olduğu kadar türkülere değer verilmediğini ve çok fazla müzisyenin bu tarz çalışmalar yapmadığını düşünüyorum. Ayrıca çok fazla müzik türü icra ettim, yorumladım, ama yıllardır içimde hep bir eksiklik vardı. Bu eksiklik Türk Halk Müziği yapmamamın eksikliğiydi. Türkülerimizin güzelliklerini bir de benim penceremden göstermeye çalıştım. Albümde tüm enstrümanları ben çaldım. Müziğe renk katsın diye altyapılara İskender Paydaş davul çaldı, mix ve masteringleri de yaptı. Daha önce benim seslendirdiğim ve bir firmanın reklam müziği olarak kullanılan ‘Esmerim Biçim Biçim’ türküsünün düzenlemesini Jingle House’da Erkin ler insanı zenginleştiriyor. STANDARD- Siz de İstanbul’dan uzak huzuru arayanlar arasındanız. Sizi bu kopuşa iten sebep ne oldu? Aslan yapmıştı. Günümüze uygun olarak çok da güzel yapmış. Onlardan rica ettim, kayıtları bana gönderdiler. Biz de albümde aynısını kullandık. Onun dışındaki parçalar hep benim stüdyomdan çıktı. Albümde dört tane bestem de var türkü çizgisinde. ‘Of Deme Bana’ isimli olanın sözleri de bana ait. Diğerlerini Karacaoğlan’ın sözlerine besteledim. Bunlar aslında yarı türkü sayılır. Çünkü türkünün türkü adını alması için uzun yıllar geçmesi, halka mal olması gerekir. STANDARD- Müzikseverlerin bu farklı türdeki albüme olumlu yaklaşımları sonucunda, yine bu tür değişik bir albüm hazırlığınız olacak mı? F. ERKOÇ- Müzikseverlerin bu olumlu yaklaşımları tabi ki beni çok sevindirdi. Hatta türkü albümünün ikincisinin de olması gerektiği konusunda ikna bile oldum. Bu konuda neler yapabileceğimi planlamaya başladım bile. Bunun dışında Türk Sanat Müziği içerikli bir albüm hazırlıyorum. Aralık ayında bir pop albümü yapmak istiyorum. Parçaları hazır. Şubat gibi Türk Sanat Müziği yapayım diyorum. Ama arası kısa, belki biraz o ertelenebilir. Bu tür değişim- F. ERKOÇ- En azından şunun bilinmesi lazım. Köşe dönmece diye bir durum var. Bu ticarette kullanılır. Evet ticarette olabilir, ama müzikte bu düşünce olmamalı. Müziğe hakaret böyle bir düşünce. Hatta öyle ki duyduğum doğruysa; Hindistan’da kırk yaşına gelmeyen bir müzisyeni doğru dürüst bir konser sahnesine bile almıyorlar. İyice pişmiş olması bekleniyor. Çok çalışıp, diğerlerinden daha çabuk bir yerlere gelme şansınız olabilir. Ama bilinçli ve iyi çalışmayla bir yerlere gelinebilir. Bu iki-üç günde olacak bir iş değil. Zamanı iyi değerlendirip, bilinçli çalışmaları lazım. “Ben popçu olayım” dedikleri zaman bu kadar çalışmaya gerek yok gibi görünüyor. Ama o bile disiplinli bir çalışma gerektiriyor. Pop müzik, dünyanın sanata az giren müziği bile olsa yine önemli bir çalışma yapmadan bir yerlere gelinmiyor. Kısa sürede bir yere gelenler ise, çok çabuk düşebiliyorlar. Uzun soluklu düşünmek lazım, evrensel düşünmek lazım. Çetin Altan şöyle derdi: “‘Ben Türkiye’nin en iyi sanatçısıyım değil, dünyanın en iyi sanatçısıyım diyebilmeli insan” İşte buna çalışılmalı. Dünya ile boy ölçüşebilmeliler. Mahalleli ya da İstanbul’dakilerle değil dünya sanatçılarıyla boy ölçüşebilmeli insan. 71 STANDARD STANDARD- Söz yazarı, besteci, yorumcu kimliğinizle; araştırıcı, özgün ve saygın duruşunuzla müzik dünyasında çok farklı bir konumdasınız. Müzik dünyasında tutunmaya çalışan ve bunu yaparken olumlu-olumsuz türlü davranış sergileyen genç nesil müzisyenlere vereceğiniz ne gibi mesajlarınız olabilir? EYLÜL 2010 F. ERKOÇ- Biraz öyle, ama İstanbul’dan kopma ihtimali yok. Albüm yaptığımda, albümün tanıtım dönemlerinde hep İstanbul’da olmam lazım. Kışları 3-5 ay İstanbul’da kalmam gerekiyor. Belki bu kış kendi lokalimi açma şansım olacak. İstanbul’un Kadıköy kıyısında bir lokal açma hazırlığım var. Dolayısıyla biraz daha fazla kalma durumum olabilir. Keşke hep Bodrum’da kalabilsem. İstanbul’un durumu belli, karmaşası insanı boğuyor. Bodrum’un havası ve denizi çok güzel. Temmuz ve Ağustos ayları hariç trafik rahat. Teknem var. Eşim he dese teknede kalmayı çok istiyorum. STANDARD 72 EYLÜL 2010 EKO ANALİZ Elektrik Dağıtım Özelleştirmelerinde Oluşan Yüksek Fiyatlar Normal mi? EYLÜL 2010 Cahit UYANIK Referans Gazetesi Ankara Haber Müdürü Bu yazıda size Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından hazırlanan “Türkiye Elektrik Dağıtım Sektörü Özelleştirmesi” başlıklı tanıtım dokümanından bahsetmek istiyorum. Bu doküman, elektrik dağıtım özelleştirmesi konusundaki -başta oluşan yüksek fiyatlar olmak üzere- birçok soruya cevap verebilecek nitelik taşıyor. Bu dokümandaki bilgilere göre 2009 yılı sonunda (yıl içinde özel sektöre devredilen veya özelleştirme programından çıkarılan şirketler hariç) yaklaşık 23 milyon müşterisi, toplam 107 milyar kWh net elektrik satışı ve elektrik dağıtımında ülke genelinde yüzde 68’lik pazar payı ile TEDAŞ ve sahibi olduğu dağıtım şirketleri, Türkiye’nin en büyük organizasyonlarından birini oluşturuyor. Dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesinde işletme hakkı devrine (İHD) dayalı hisse satış modeli uygulanacağı belirtilen dokümanda, yatırımcının, özelleştirilen dağıtım şirketinin bulunduğu bölgedeki elektrik dağıtım lisansına sahip tek şirket olacağı, ancak yatırımcının işletme hakkını devraldığı dağıtım tesisleri ve bu tesislerin işletilmesinde varlığı zorunlu unsurların mülkiyetinin TEDAŞ uhdesinde kalmaya devam edeceği anlatılıyor. Yatırımcının dağıtım şirketinin STANDARD B ütün Türkiye geçtiğimiz günlerde elektrik dağıtımı konusundaki özelleştirme ihalelerine kilitlendi. Her birine 8-10 yatırımcının girdiği açık artırma ihalelerinde 3 bölge için 6 milyar Dolara yakın bir fiyat oluştu. Sadece İstanbul-Avrupa Yakası için 3 milyar Dolarlık fiyat teklif edildi. Bu ihaleler, satış ihalesi değildi. Sadece firmalara 2037 yılına kadar bu bölgelerin işletme hakkı devirleri için ihaleler yapıldı. Türkiye’de hayli uzun bir geçmişe sahip olan elektrik sektörü özelleştirmeleri, bu tip tesislerin ‘varlık satışı’ yöntemi ile tamamen özel sektöre devrine izin vermiyor. Danıştay’ın bu konuda aldığı oldukça ayrıntılı kararlar bulunuyor. Bu nedenle ihaleler işletme hakkı devri yöntemi ile yapılıyor. Önümüzdeki kış aylarında da 3 bölgede daha yapılacak ihaleler ile Türkiye’de elektrik dağıtım işi tamamen özel sektöre verilmiş olacak. Peki bu ihalelerde oluşan yüksek fiyatların sebebi neydi? Bunun belki de en önemli açıklaması şu: ‘Sektörün gelecekte, yatırılan paradan daha çok kâr sağlama potansiyeline sahip olması’. Bu değerlendirmenin doğru olup olmadığını ise hepimize zaman gösterecek. 73 2012’ye kadar uzamış, enerji satış anlaşmalarının 2012’ye kadar uzatılması için de girişimler başlatılmıştır” denilerek, 2 yıl sonra bu sektörde önemli değişikliklerin yaşanabileceği anlatılmış oluyor. EYLÜL 2010 hip olan geçmişe sa ir b n u z u hayli dağıtım Türkiye’de ştirmeleri, e ll e z ö men rü tö mi ile tama te elektrik sek n ö y ’ şı tı ’ın bu ‘varlık sa r. Danıştay o iy rm tesislerinin e v r. devrine izin tılı kararlar bulunuyo n rı özel sektöre i y a yöntem ığı oldukça hakkı devri e tm konuda ald le 3 iş r ihalele ylarında da a ış k i k e Bu nedenle d iye’de r. Önümüz ler ile Türk le a ile yapılıyo ih k iş a c a ha yapıl ktöre verilm se l e z ö n e bölgede da mam ğıtım ğıtım işi ta yapılan da e rd le n ü elektrik da g k geçtiğimiz luşan yükse i o k e e P d . n k ri a c le ola ihale önemli zelleştirme elki de en b n u n u bölgeleri ö B bebi neydi? te yatırılan fiyatların se şu: ‘Sektörün gelecek tansiyeline o p a m la açıklaması ğ sa ha çok kâr doğru olup paradan da u değerlendirmenin recek. sı’. B man göste a z e sahip olma iz im p ise he olmadığını STANDARD 74 hisselerinin sahibi olarak, TEDAŞ ile imzalanmış olan işletme hakkı devir sözleşmesi çerçevesinde dağıtım varlıklarının işletme hakkını elde edeceği anlatılıyor. Dokümanda Türkiye elektrik sektörüne ilişkin ayrıntılı değerlendirmelere de yer veriliyor. Elektrik sektörünün Türkiye ekonomisinin büyük ve hızlı gelişim gösteren sektörleri arasında yer aldığı, geçmiş dönemlerde sürekli artış gösteren elektrik talebinin sektörün Türkiye ekonomisinden aldığı payın önemli ölçüde artmasını sağladığı vurgulanıyor ve şu görüş dile getiriliyor: “Elektrik tüketimindeki büyüme hızı, Türkiye’deki diğer önemli sanayi dallarına ve ülke ekonomisindeki genel büyümeye oranla oldukça yüksek bir seviyede seyretmektedir. 2008 yılında Türkiye’deki toplam elektrik tüketimi brüt 198 milyar kWh ve net 190 milyar kWh (dağıtım/iletim kayıpları ve iç tüketim hariç) olarak gerçekleşmiştir. Sanayi müşterileri, tüketimin yaklaşık yarısını gerçekleştirirken, mesken tüketicileri yüzde 24’lük pay ile abone grupları arasında ikinci sıradadır. Üçüncü sırada yer alan ticari müşteriler abone grubunun toplam tüketimdeki payı ise (kamu Türkiye elektrik piyasasının, üretim ve dağıtımı içeren, kapsamlı bir düzenleme ve yeniden yapılandırma sürecinden geçtiği anlatılan dokümanda, planlanan yapısal gereksinimlere cevap vermesi amacıyla yeni bir elektrik fiyatı an İB) tarafınd tarife metodolojisi geliştirildiği bildiriliyor. (Ö ı ğ lı n a şk e İdaresi Ba trik Dağıtım Sektörü Elektrik piyasasında hedeflenen liberal Özelleştirm k le E ki Türkiye yapının temel amacının sistemin verimkümanında o d ım ıt azırlanan “ n h e hızı, başlıklı ta liliğini artırarak tarifelerin düşürülmesini eki büyüm d eştirmesi” in ll e m z ti Ö e k e sağlamak olduğu kaydedilen dokümanda, elektrik tü rına ve ülk a re ll a ö d g i y re a e n il bilg ça tarifelerin maliyet tabanlı olarak, kayıp/kaemli sa ranla olduk ki diğer ön o e e ’d y e e iy m ü rk y ü çağa ve işletme verimliliğine ilişkin önceden T bü ik deki genel plam elektr tespit edilmiş ve iyileştirme öngören hedefekonomisin ılında Türkiye’deki to r a t 190 mily 8y e 0 n 0 2 e . v ler çerçevesinde belirlendiği ifade ediliyor. k h se W k k yü yar hariç) rüt 198 mil 2006-2010 yılları arasındaki 5 yıllık ilk uyguiç tüketim e v rı la tüketimi b ıp y in /iletim ka lama döneminin (veya geçiş dönemi), 2010 ri, tüketim Wh (dağıtım şti. Sanayi müşterile k esken yılından sonra uygulanmaya başlayacak le ştirirken, m rak gerçek le la k o e rç e g pları ı n olan tamamen maliyete dayalı tarife yapısına abone gru e klaşık yarısı il a y y a p k ari ü geçiş süreci olarak belirlendiği anlatılan doyüzde 24’l yer alan tic ri a e d il c ra ti sı e k ü c tü kümanda, “Geçiş dönemi 09.07.2008 tarihli Üçün deki inci sırada. m tüketim la p to n u 5784 sayılı Kanun ile 2012’ye uzatılmıştır. Don arasında ik bu olarak abone gru ç) yüzde 15 ri layısıyla fiyat eşitleme mekanizmasının süresi a h müşteriler rı a şl lu mu kuru gerçekleşti. payı ise (ka Dokümana göre dağıtım özelleştirmesinin öncelikli amaçlarından biri de dağıtım sistem ve şebekesi üzerinde gerçekleştirilmesi gereken yatırımların özel sektör tarafından karşılanması ve bu sayede devlet bütçesi üzerindeki yükün azaltılması. Elektrik dağıtımında sürekliliğin ve yüksek hizmet kalitesinin sağlanması açı- 75 STANDARD Türkiye’de elektrik tüketimi büyümesinin ekonomik büyümeye oranla daha istikrarlı bir yapı gösterdiği anlatılan dokümanda, 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başından bugüne Türkiye’de elektrik tüketiminin son derece yüksek bir hızda arttığına dikkat çekiliyor ve “Buna göre 1999 ile 2008 arasında, GSYİH ortalama yüzde 4 büyürken, elektrik tüketimi ortalama yüzde 6,4’lük bir büyüme göstermiştir” deniliyor. Dokümanda hızlı talep artışına rağmen Türkiye’de mevcut 2 bin 217 kWh olan ortalama kişi başına brüt tüketim miktarının ortalama kişi başı tüketimin 6 bin 602 kWh olduğu AB ülkelerine oranla oldukça düşük bir seviyede bulunduğuna vurgu yapılıyor. Brüt talepte büyüme öngören Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) projeksiyonlarına göre, kişi başı tüketimin 2020 yılına kadar 5 bin 700 kWh’e ulaşmasının beklendiği belirtilen dokümanda “1980’li yılların başından bugüne Türkiye’de elektrik tüketimi son derece yüksek bir hızda artmaktadır. Son 25 yıldaki tüketim artışına göre, 1980’li yıllar boyunca tüketim artış hızı tüm abone grupları için yaklaşık yüzde 7,6 civarında gerçekleşmiştir. Ancak 1990’lardan itibaren, mesken ve ticari müşterilerin tüketim artışı sanayi müşterileri tüketim artışını önemli ölçüde geride bırakmıştır. Buna rağmen sanayi abone grubu tüketimi günümüzde halen toplam tüketimin yaklaşık yarısını oluşturmaktadır. Yüksek talep artışı beklentisinin ardında yatan temel faktörlerin, ekonomide beklenen genel büyüme, nüfus artışı, günlük hayatta elektrik kullanımının artması ve sanayi üretiminde genişlemedir. Kamuya ait iletim şirketi TEİAŞ’ın üretim ve yurt içi toplam tüketim artış tahminlerine göre 2009 yılına kadar elektrik üretiminde arz fazlası olacağı öngörülmektedir. Bu tarihten sonra ihtiyaç duyulan kapasite artışı yatırımlarının öncelikle özel sektör tarafından karşılanması hedeflenmiştir” değerlendirmesi yapılıyor. EYLÜL 2010 kuruluşları hariç) yüzde 15 olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılı itibarıyla 27.5 milyar kWh seviyesinde olan sistem kayıp ve kaçakları uluslararası standardlara oranla oldukça yüksek bir seviyede bulunmaktadır. Bu nedenle elektrik sektöründe gerçekleştirilmekte olan reformların ana hedeflerinden biri kayıp ve kaçağın OECD ülkeleri seviyesine indirilmesi olarak belirlenmiştir.” sından yatırımlar büyük önem taşıyor. 2006-2010 yılları boyunca 20 dağıtım bölgesinin her birinde gerekli olan yıllık genişleme, yenileme ve iyileştirme yatırım harcamaları tarife metodolojisinin hazırlanması esnasında belirlenmişti. Buna göre 20 dağıtım bölgesinde toplam 2 milyar 750 milyon TL yatırım yükümlülüğü geçiş dönemi yıllarına eşit olarak paylaştırılmıştı. Bu yatırımlar, EPDK onaylı tarifelerin içine dahil edilmek suretiyle, dağıtım şirketine zaman içerisinde geri kazandırılacak. Dağıtım şirketleri, 2010 yılından sonra her tarife uygulama dönemi için yapacakları tüketim tahminleri, gerçekleştirecekleri şebeke genişleme gereksinimi çalışmaları ve diğer teknik parametreler çerçevesinde senelik yatırım planları hazırlayacaklar. Planlar EPDK’ya onay için sunulacak ve dağıtım şirketleri, onay sonrasında yatırımları gerçekleştirmekle yükümlü olacaklar. EYLÜL 2010 BİLİŞİM Bilgi Güvenliği Nasıl Sağlanır? STANDARD 76 Memet ÖZKAN Yönetim Danışmanı bilgi@danismend.com Hava Kuvvetleri eski güvenlik görevlilerinden olan ve şu anda Siber Suç Savunma Merkezi’ndeki gelecek araştırması bölümü yöneticisi olarak çalışan James Christy verdiği bir demeçte “Tüm hükümet çapında görev alacak 10000 güvenlik uzmanı bulmak için ulusal bir yarışma ve yetenek avı düzenliyoruz” diyor. İngiltere’nin sanal güvenliğinden sorumlu bakan West, oluşturduğu Sanal Güvenlik Operasyon Merkezi’nde eski hackerlardan oluşan bir ekip bulunduruyor. Ülkesinin, saldırılara karşılık verebilecek potansiyelinin olduğunu söyleyen West, hedef olabilecek kurumlar arasında ulusal enerji ağını ve bankacılık kuruluşlarını sayıyor. Bilgi güvenliği ile ilgili sorunların yaşandığı yer ve zamanlar, ortak özellikler gösterebiliyor. Siber suçlular bilgisayarlara bulaşmak için kullanıcıların ünlüler konusundaki meraklarından faydalanıyor. Yapılan araştırmaya göre Bir başka örnek olarak FIFA Dünya Kupası sırasında, turnuva merkezli pishing saldırılarının % 40 dolaylarında artış göstermesini verebiliriz. 2008 yılında tespit edilen tüm spam mesajların % 10’u “dolandırıcılık” merkezli mesajlardan oluşuyor ve internet ortamı aracılığı ile kullanıcılara ulaştırılan “sahte biletler” de yine bu mesajlar içinde karşımıza çıkıyor. Bilgi güvenliği uzmanlarına göre, global organizasyonlarda bilgiye ilişkin üç temel nosyonun güvenliliğinin sağlanması gerekiyor: bilginin erişebilirliği, bütünlüğü ve gizliliği. Trend Micro Çözüm Mimarı Rik Ferguson’a göre saldırılar, daha çok sosyal ağ ve benzeri yapılar etrafında yoğunluk kazanıyor. Facebook, Myspace, Twitter gibi popüler ağ kullanıcıları her geçen gün biraz daha fazla sayıda çeşitli saldırıların mağduru konumuna düşüyorlar. Saldırılarda daha çok isim, soyad, cinsiyet, doğum yeri bilgilerinin toplanmaya çalışıldığı görülüyor. Bu bilgiler yer altı ekonomisinde 15 Dolardan satılıyor. Burada da hem ISP’lerin daha güvenli ortamlar yaratmaları, hem de kullanıcıların kişisel bilgilerini verirken daha temkinli davranmaları gerekiyor. Araştırmalar, bilgi güvenliğine karşı girişilen eylemlerin 4’te 1’inden fazlasının basılı materyal temelli olduğunu ortaya koyuyor. Basılı materyallere ulaşmanın en kolay yolu çöpleri karıştırmaktan geçiyor. Hassas dokümanları, şeritler halinde deşifre edilemez bir şekle dönüştüren ofis makineleri her ne kadar yaygınlaşsa da, ofisten ayrılmadan önce bu işlemin gerçekleştirilmesi, aldığı zaman dolayısıyla çoğu kez atlanılıyor. Sonuçta kağıt dokümanların maruz kaldıkları riskler, kötücül faaliyetlerden çok dikkatsizlik nedeniyle ortaya çıkıyor. EYLÜL 2010 Bilgi güvenliğine yönelik farkındalık, öncelikle toplumun önderleri tarafından algılandığı ve anlatıldığı ölçüde artacaktır. ABD Başkanı Obama geçtiğimiz yıllarda “Günümüzde, sadece vücudunun etrafına bomba yerleştiren intihar eylemcileri bulunmuyor. Bir kaç bilgisayar tuşuna basarak büyük zararlar verebilecek terör hücreleri de bulunuyor.” ifadelerini kullanmıştı. 2007 yılında Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon’a 44 binden fazla siber saldırı olayı gerçekleştirilmişti. Bu vizyon çerçevesinde oluşturulması öngörülen Sanal Güvenlik Ofisi’nin, hava trafik kontrolü ve menkul kıymetler gibi stratejik önemi olan kurumların altyapılarına erişimi sürekli kontrol altında tutması bekleniyor. Brad Pitt’in ismi zararlı maillerin yüzde 12,57’sinde; Tom Cruise’un ismi ise yüzde 12,14’ünde kullanıldı. Angelina Jolie (11,62%), Lindsay Lohan (10,15%) ve Jessica Alba (9,52%) oy oranlarıyla, sırasıyla dördüncü, beşinci ve yedinci oldular. Kıssadan hisse: kişisel meraklarınızla, dijital yeteneklerinizi dengeli bir şekilde yürütün. 77 STANDARD G eçen yazımızda bilgi güvenliği kavramının neden önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Bunu yaparken de “bilgi güvensizliği” sonucu yaşanan sorunları ve zararları örneklerle aktarmıştık. Bu yazımızda özetle bilgi güvenliğini nasıl sağlayacağımızı anlatmaya çalışacağız. SÖYLEŞİ TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) Müdür Yardımcısı MERT ÜNERİ 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansı katılımcıları arasında olan Mert Üneri bu toplantının özü ve ortak kriterler konusu üzerine sorularımızı cevapladı. EYLÜL 2010 STANDARD- Ortak kriter konusunun ve 11. Uluslararası Ortak Kriterler Konferansı’nın özü nedir? STANDARD 78 M. ÜNERİ- Ortak Kriterler (ISO 15408); Bilgi güvenliğini sağlamak amaçlı kullanılan kritik Bilişim Teknolojisi (BT) ürünlerinin saldırılara karşı ne düzeyde koruma sağladığını belirleme amaçlı olarak kullanılan uluslararası test standardıdır. Ortak Kriterler (Common Criteria – CC), bilgi güvenliği alanında bilinen en popüler standarddır. ITSEC, CTCPEC ve TCSEC i temel alarak oluşturulan tek standarddır. Ortak Kriterler, uluslararası alanda 26 ülke (USA, İngiltere, Almanya, İspanya, Japonya, Türkiye, vd.) tarafından, EU ve NATO organizasyonları tarafından aktif olarak kullanılmaktadır. Bu toplantı, CC’nin uluslararası alanda kullanılırlığını artır- mak, CC kullanıcılarının (üretici, tüketici ve değerlendirici) mevcut problemlerini ortaya koymasını sağlamak ve çözüm bulmak, bilgi güvenliği alanındaki yeni önerileri paylaşmak ve gelişmeleri takip etmek amaçlı her yıl gerçekleştirilen periyodik bir toplantıdır. STANDARD- Ortak kriterler üzerine yapılan çalışmaların geleceğe dönük vizyonu nedir? M. ÜNERİ- Bilişim sistemlerinde güvenlik için, kritik varlıklarımızı korumak amaçlı kullanılan tüm BT ürünlerinin bağımsız laboratuvarlar tarafından sertifikalandırılmasını sağlamaktır. Denetlenmeyen her BT ürünü, kritik varlıklarımızı koruma kapsamında bize risk oluşturmaktadır. Örneğin Cyber Security’den bahsediyorsak, bu alanda kullanılan Firewall, IDS, IPS gibi ürünlerin Ortak Kriterler kapsamında sertifikalandırılmamış olması, kullanıcılar için büyük risk oluşturmaktadır. M. ÜNERİ- 2000 yılında Genel Kurmay’ın girişimiyle TSK’da kullanılacak BT ürünlerinin milli olarak sertifikalandırılması amaçlı olarak, TÜBİTAK-UEKAE bünyesinde Ortak Kriterler Test Merkezi kurulmuş ve 2000 yılından bu yana bu alanda faaliyet göstermeye başlamıştır. İlerleyen yıllarda OKTEM sadece TSK’ya hizmet etmemiş, kamu ve özel sektöre de hizmet vermeye başlamıştır. Mevcut durumda akıllı kart, sınır koruma cihazları, veritabanı, ağ güvenliği uygulamaları, PKI ve işletim sistemi ürün portfoyünde test kabiliyetine sahip 50 kişilik bir grup oluşturmuştur. Örnek bir proje olarak Türk Vatandaşlık Kartı projesinin güvenlik testleri Ortak Kriterlere göre OKTEM tarafından gerçeklenmektedir. Ayrıca Türkiye’de TSK ve Kamu (farklı gizlilik dereceli ağların) ağının birbirine bağlanması için geliştirilecek BT cihazının Ortak Kriterler testine ilişkin süreç başlatılmıştır. 1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümünden mezun olmuştur. 1993 yılında aynı bölümde yüksek lisans çalışmasını tamamlamıştır. 19902001 yılları arasında ASELSAN’da Elektronik Tasarım Müdürlüğü Bölümü’nde Trunk Telsiz Projesi ve TASMUS Projesi’nde çalışmıştır. 2001 yılından beri TÜBİTAK-UEKAE’de çalışmaktadır. Şu andaki görevi, Bilgi Sistemleri Güvenliği’nden sorumlu Enstitü Müdür Yardımcılığıdır. Güvenli Bilgisayar Sistemleri tasarımı, kurulumu, Bilgisayar Sistemleri Güvenlik Testleri, Ortak Kriter Testleri (ISO 15408) konusunda çalışan Ankara ve Gebze’de ofisleri bulunan TÜBİTAK-UEKAE bünyesindeki 50 kişilik grubun yöneticisidir. OKTEM teknik yeterliliğinin uluslararası alanda kabul görmesini sağlayabilmek amaçlı olarak, Laboratucar Teknik Yeterliliğine ilişkin var olan akreditasyonu (17025) TÜRKAK’tan 2005 yılında almıştır. STANDARD- Bu kongreden beklentileriniz nelerdir? M. ÜNERİ- Bu kongre ile Bilişim Güvenliği ve Ortak Kriterler alanında uluslararası alandaki gelişmelerin geldiği noktanın tartışılması ve mevcut kapsamda Türkiye’nin geldiği noktanın paylaşılması hedeflenmektedir. Ayrıca milli laboratuvarımız olan OKTEM’in uluslararası üreticiler tarafından üretilmiş BT ürünlerini test edebilmesi için girişimlerde bulunulması hedeflenmektedir. Bu hedeflerin sonuçları beklentilerimizdir. STANDARD- Bu alanda TSE ile yürütmekte olduğunuz ortak çalışmalar nelerdir? M. ÜNERİ- OKTEM, TSE’nin resmi onaylı CC laboratuvarıdır. BT ürünleri OKTEM tarafından test edilmekte ve teknik sonuç raporları TSE uzmanlarına gönderilmektedir. TSE uzmanlarının teknik raporu incelemesi sonucu BT ürünü sertifikalandırılmaktadır. Bu alanda sertifikalandırılan birkaç ürün örneği; Elektronik Pasaport Sistemi Sertifika Yönetim Sistemi ve AKİS olarak bilinen Ulusal Akıllı Kart İşletim Sistemi’dir. STANDARD- TSE’nin ortak kriterler tetkikinden geçtiği duyuruldu. 2010 sonunda Türkiye’nin bilgi teknolojileri alanında sertifika üretici ülke olması bekleniyor. Bu durumun getirileri neler olacaktır? M. ÜNERİ- Bu durum Türkiye’nin vereceği sertifikaların uluslararası alanda geçerlilik kazanmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’nin uluslararası alanda hizmet veren geliştiriciler tarafından üretilen BT ürünlerini test edebilecek ve uluslararası alanda sertifikasyon kapsamında söz sahibi olacaktır. Ayrıca bu durum Türkiye’de bulunan BT ürün geliştiricileri ve tüketicileri için motivasyon sağlayacak ve ülke içerisinde kullanılan BT ürünlerinin sertifikalandırılmasını hızlandıracaktır. Bunun sonucu olarak Türkiye’de Bilgi Güvenliğinde ortaya çıkan zayıflıklar ve açıklıklar azalacaktır. Dolayısıyla ülke içinde Bilgi Güvenliğine katkı sağlanmış olacaktır. EYLÜL 2010 Mert ÜNERİ KİMDİR? 79 STANDARD STANDARD-TÜBİTAK ne zamandır ortak kriterler alanında çalışmaya başladı? Bu çalışmalar nelerdir? STANDARD 80 EYLÜL 2010 GELENEKSEL ERKEK GİYİMİ Geleneksel Erkek Giyim-Kuşamı Başa giyilenler (fes, takke, külah, terlik, kukulat poşu, abaniye, yemeni....), Bedene Giyilenler: (Zıvga, zıpka, aba, şal-şepik, gömlek, yelek, cepken v.b), Beden Süsleri (pazubent, köstekli saat, silahlık, baston... Bütün bu parçalar bölgelere göre renklerinde, kesimlerinde, kumaşlarında, kullanım şekillerinde farklılıklar göstermektedir. Dış Giyim (Erkek): Dış giyimde erkek şalvarı/dizlik/zıvga/zıpka vb. isimler alsa da temelde model aynıdır. Yün dokuma (şayak), çuha, keten, kenevir ve Kurtuluş Savaşı sonrası ihraç edilen İngiliz kumaşlarından dikilmektedir. Dokumalar genellikle kadınlar tarafından tezgâhta dokunmaktadır, ancak kalın olduğundan elde dikilememekte, giysiler erkek terzisinde diktirilmektedir. Dokumaların eni dar olduğundan (yaklaşık 40–45 cm) bir enden bir paça çıkmakta, bu nedenle şalvar, bacağı saracak kadar dar olmaktadır. Öne yarım enin yarısı, arkaya kumaşın kalınlığına göre tam veya yarım en belden ağa kadar dikilerek rahat hareket sağlanmaya çalışılmaktadır. Yine kumaşın kalınlığına göre bele en az 4, en fazla 8 cm genişliğinde uçkur yeri dikilmekte, içe gelen de kalınlık yapmaması için ince kumaş konarak di- kilmekte, lamba fitilinden herhangi bir kumaş da olabildiği gibi özellikle damat şalvarlarında ketenden, uçları işli uçkur geçirilerek bel bağlanmaktadır. Öne az, arkaya daha fazla büzgü getirilerek oturup kalkmada rahatlık sağlandığı gibi estetiklik de önemsenmektedir. Dar olan bacak, bileğe doğru yaşlılarda normal, gençlerde daralarak bilek boyuna inmektedir. Dış yanda bırakılan 7–8 cm. açıklık, rahat giyinmeyi sağlamakta ve dikilen düğmelerle kapatılmaktadır. Özellikle yün dokumaların çabuk yıpranması nedeniyle bilek ucuna birkaç sıra kaytan dikilmekte, aynı zamanda süslenmektedir. Çift taraflı giyilen şalvarlar genellikle yündür. Yine yıpranma nedeniyle ön ve arka aynı model yapılır. Yıpranmanın önüne geçmek için düşünülen diğer bir çözüm, diz üzerine dikilen ek parçalardır. Silahlık adı verilen bu parçalar, köşeli veya oval biçimdedir, dizin altına ve üzerine gelecek şekilde yerleştirilip dikilmektedir ve yaklaşık 20–25 cm uzunluğundadır. Çuhadan dikilenler, genellikle özel gün giysileri olduğundan daha düzgün ve özenlidir. Üzeri genellikle kılçar adı verilen (atkuyruğu kıllarının bükülmesiyle elde edilmektedir) kaytanlarla süslenmektedir. Ayak Giyimi Çorap Örücülüğü: Ulusal giysilerimiz bir bütün olarak ele alındığında motif özgünlüğü, renklerin uyumuyla örgü çoraplar dikkat çekmektedir. Türk el sanatları içinde ayrı bir yeri, önemi olan el örgüsü çoraplar, malzemesi, anlam yüklü motifleri ile dikkat çekerken makineleşmenin başlaması ile eski önemini kaybetmiştir. Yün, tiftik, pamuk, kıl veya ipek iplikten, tek şiş, beş şiş- 81 STANDARD D ışarıyla direkt irtibatı olan erkeklerin Kıyafet İnkılâbına uygun giysileri ihraç edilen kumaşlardan dikilmeye başlanmıştır. Çoğu yünden hazırlanan bu giysilerin korunup saklanması gibi zorlukları nedeniyle özellikle erkek geleneksel giysileri kaybolmuştur. Moda ve batılı giyim tarzı, erkek giysilerinin yok olmasına neden olmuştur. Az da olsa özel günlerde hâlâ giyilmektedir. EYLÜL 2010 Mücella KAHVECİ Altıneller Geleneksel El Sanatları Derneği (ALDER) Başkanı EYLÜL 2010 STANDARD 82 le örülmektedir. El örgüsü çorapların en belirgin özelliğini motifleri oluşturmaktadır. Yörelere göre farklılıklar göstermekle birlikte, çorabı giyenin sosyal konumunu, medeni durumunu, çocuklarının cinsiyetini, sayısını anlamak mümkündür. Kadın, erkek, yaşlı genç, çocuk çoraplarında renklerde, motiflerde farklılık görülmektedir. Düz örgü ile beş şişle örülerek yapılan işlemeleriyle bir grubunun artırılarak, eksiltilerek yapılan delik işi (ajur) örnekleriyle dikkat çekmektedir. Çarık: Türkiye genelinde Kültür Bakanlığımızca gerçekleştirilen giysi araştırmalarında, halkımızın % 90’nının çarık giyindiği tespit edilmiştir. Çarık, soğuk bölge- lerde yün, kıl çoraplar (ham maddeye bağlı olarak) üzerine giyildiği, bunların giyilmemesi halinde çarığın yeterli işlem yapılmadığından ayağı yaraladığı belirtilmiştir. Günümüzde ustalar tarafından yapılan çarıklar halk oyunları veya gösterilerde kullanılmaktadır. Eskiden kadın-erkek tarafından giyilen, kendilerinin yaptıkları çarıklar genellikle manda, öküz derilerinden yapılmaktadır. Ayak ölçüsünde kesilip, kenarlarına açılan deliklerden geçirilen sırımla bağlanarak kullanılmaktadır. Kış aylarında da çorap üzerine beyaz yünden dar dokunan ince bir dokumanın parmak ucundan başlayıp diz altına kadar dolandığı, iple bu dokumanın sabitleştirildiği belirtilmiştir. Bu dokuma “dolak” olarak adlandırılmaktadır. Yine kıldan tek şişle örülen (erkeklerin de ördüğü) tozluğun kullanıldığı, tozluğun diz altına kadar uzunluğu olup iple bağlanıp sabitleştirildiği de tespitler arasındadır. Batı Anadolu’da rastlanan tozluklar, pamuklu dokumadan dikilen, dizlik altına giyilen, aynı kumaştan, üzeri işlemeli, kopça veya düğmeyle tutturulan tozluklardır. Çarık, cızlavet lastik ayakkabı ülkemizde giyinmeye başladıktan sonra kalkmıştır. Yapımı, özellikle kullanımı zor olan çarık, ucuz, pratik, temizliği kolay bu lastik ayakkabıya yerini bırakmıştır. Yemenicilik: Kullanımı hemen bütün bölgelerde görülen yemeniler daha çok Güney Doğu ve İç Anadolu’da yaygındır. Kadınların da, erkeklerin de yemenileri aynı modeldir. Ayağa giyilen yemeniler, çok çeşitlidir. Daha çok kulaklı yemeni, Halep annubi, kara yemeni, gül şeftali yemeni vb. çeşitleri bulunmaktadır. Yemeniler, sahtiyanın rengine göre siyah, annabi (mor), gül, şeftali adı verilen parlak kırmızı renklerde olmaktadır. Erkeklerde görülen çizme, Orta Asya’dan gelen boylarla Anadolu’ya girmiş, Kurtuluş Savaşında asker kullanımıyla artmış, daha sonraları maddi durumu iyi olanlar tarafından giyilmeye devam edilmiştir. Özellikle efe giysilerinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Başlıklar: Kasketten önce Anadolu genelinde keçe başlık kullanımı yaygındır. Genellikle kalıpsız, düz, külah şeklinde olan keçe başlıkların başa sabitlenmesi için alın kısmına yemeni vb. örtü sarılıp bağlanmaktadır. Karadeniz bölgesinde erkek başında kullanılan ki bir dönem sırta dikilerek süs amaçlı kullanılan kukulat’ın orijini de Çerkez başlığıdır. Yünden tezgâhta dokunan uçları kışın yüze, yazın baş etrafına sarılan bir başlıktır. Bundan başka el örgüsü veya dokuma üzeri işli başlık/takke kullanımı da Türkiye genelinde görülmektedir. Fotoğraflar: Kültür ve Turizim Bakanlığı arşivinden alınmıştır. 83 STANDARD Özellikle Güney Doğu Anadolu’da hâlâ üretimi devam eden yemeniler, çeşitli renklerde, topuksuz, sağı solu aynı, ayak büyüklüğüne göre numaralandırılan ayakkabı çeşididir. Altı gön, üstü deri olan yemenilerin yüzü tabana elle dikilerek tutturulmaktadır. Ustaları tarafından dikilen bu ayakkabılar, çarığa göre daha sağlam olsalar da ıslandıklarında iplerin çürümesiyle parçalanmaktadır. EYLÜL 2010 Şekil bakımından beş çeşidi bulunmaktadır; Halebi, Merkup, Burnu Sivri, Kulağı Uzun, Eğri Simli. Prof. Dr. Emrullah GÜNEY Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi EYLÜL 2010 DOĞA Pülümür Yaylalarında Şavak Aşireti STANDARD 84 Temmuz ortamında bile Pülümür yaylarında kar bulunur… Karlar eridikçe çayırları sular… Taze çayırlar çıktıkça hayvanlar daha iyi doyar ve daha iyi süt verir Yaylanın çimeninde Kuzu yayılır kuzu... Şimdi dağların savran kurduğu, Anadolu’nun bağrına çökelip kaldığı bir diyarı, Tunceli’nin Pülümür yöresine doğru yollara düşelim. Mevsim bahar sonudur, ama daha şimdiden Doğu Anadolu’nun cümle düzlükleri sararıp bozarmıştır ve insanlar sıcaklardan şekvacıdırlar. Bırakalım şimdi biz Elazığ’ı, çimento tozlarıyla baş başa ve kuzeye yönelip vuralım dağlara dağlara... Aşalım belleri belleri... “Dayan dizlerin dayan” deyu kendimize güçkuvvet aşalayıp yükselelim. Pülümür’den sonrası yollar büklüm büklümdür ve de doğru uzanıp giden Munzur Dağlarına baktıkça bir hafifleme, bir serinleme... Ohh çeke çeke, yorgunluğunu unuta unuta... İşte Kutu Deresi, işte Kırmızı Köprü, ilerde Mercan Dağları, işte Munzur Suyunun Harçik Deresine karıştığı yerler... Erzincan, Erzurum ellerine doğru yollarını sürdürenlere uğurlar olsun deyip, biz Cankurtaran’dan sağa dönelim... Her yan yemyeşildir... İnsanoğlu kuş misali derler ya... Dün Elazığ’da da sıcaktan bunalıyorduk, şimdi Pülümür üstü gidiyoruz dağlarda... Havada bir taze ot kokusu, vızır vızır arılar... Bal yapacakları çiçekleri bilen arılar... Çalışmanın, erdemin simgesi arılar... Ve çığlık çığlığa kuşlar... Yaşam coşkusudur bu, başka bir şey değil... İşte şimdi türkü çağırmanın tam sırası... Bağır bağırabildiğince... Dağlarda yankılansın sesin, dorukları karlı tepeler ses versin... Sütü kaymağı tatl’olur Kız gelinden kıymetl’olur Kışlar gelir yaylamıza... Karlar eridikçe ığıl ığıl sular akıyor. Yaylaya can veren, cana heyecan veren de bu sular... Yaz boyu çayır çimenin kurumadan hep yeşil kalabilmesi buna bağlı, bir de çabucak gelip geçen yaz sağanaklarına... Uçurumların başından taa aşağılarda kalmış Pülümür Kasabasına bak... Sanki bir maket... Gökçe gövertili dağların arasında bir minyatür gibi görünüyor... Yolcu yolunda gerek, yürü yolundan kalma... İşte ilk sürüler... Otları kırpa kırpa ilerliyorlar... İri kuyruklarını ahenkli salınışlarla hareket ettirerek... Yünlerindeki temiz ipek aklığına dikkat etmeli... Düz ovaların koyunlarında yoktur böylesi parlaklık... Ve çobanlar... Başlarına elvan elvan renkli dolak sarmışlarsa Şavaklıdır... Eyüp Peygamber sabrı taşıyan insanlar... 0 dağ başlarında, öğlenin yakıcı sıcağında, gecenin dondurucu ayazında ne düşünürler, ne duyarlar, bilemezsin... Kolay kolay belli etmezler ne düşündüklerini... Koyunlarıyla konuşurlar, onların kuzularını kendi yavruları bilip bağırlarına basarlar... Akşam sürünün ardında yürürken omzuna attığı heybede bir kuzu başıdır görünen... İncecik sesiyle meleyen... İşte obanın ilk çadırları göründü... Kara kıl çadırların yanında, artık konik ak çadırlar da kurulmakta... Kuytu bir koyak seçilmiş. Kuz yellerin değmediği bir tatlı eğimli alanda çadırlar ardarda sıralanmış... Patika yolun seçtiği belde durup bir bak... Nereden alıyor bu oba halkı sularını?... İşte dağın kuz yakasında bir bölük kar var... Mayısta bile kar yağmıştır buraya... Şimdi haziran sonundayız... Giderek küçülecek bu karlar. Ama, yine toprağa sızan sular bütün yaz boyu Şavaklı Köyüne inene değin besleyecek, susuzluğunu giderecek... Daha ötedeki dağa yamacındaki kar kalıntısının üzerinde bir koyun sürüsü serinlemekte... Üstten güneş vuruyor, alttan karların serinliği... Koyun deyip geçme; yaşamın tadını o da biliyor... Çoban değneğine dayanmış sürüyü gözetliyor... Hiç belli olmaz., Bu ellerde yazın bile kurt tehlikesi var... Yüzü bakır kırmızısından artık kahverengileşmiş... Bakışları dostça. El sıkışıyoruz. Çobanın dağda en büyük gereksinmesi bir çift laf, sigara... Azığı zaten belinde dolalı yağlıkta. Sürüsünü kaldırıp gidiyor. Akşama kim bilir hangi obanın çadırları önünde olacak? Türkülerle yürüyoruz... İçi içine sığmıyor insanın. Coşku dolu, mutluluk dolu... Şu dereler, şu düşler... Çiçek hep çiçek... Sonunda konuk olacağımız obayı buluyoruz. EYLÜL 2010 Türkler 1050’lerden sonra Anadolu’ya gelmeye, akın akın yerleşmeye başladıkları zaman bu diyarın Hristiyan halkının yaylaya çıkma geleneği var mıydı, bilemeyiz. Ama biliriz ki, Anadolu’yu yaşadığı eski diyarların küçük bir örneği bilip, yurt tutmuş Türkler, birlikte göçebelik kültürünü de getirdiler... Yaylalarda yayladılar, kışlaklarda kışladılar... Türküler çağırdılar, davullarla, zurnalarla... Bizim yaylalar otl’olur 85 STANDARD D inleyin türkülerimizi, göreceksiniz sevda türkülerinden sonra, yayla türküleri gelir. Ovaları, dölekleri kasıp kavuran yaz sıcaklarında, Anadolu insanı hep yaylayı özlemiştir. Hakkı da yok mu ama? Dorukları karlı, efil efil yelli, bal kokulu çiçekleriyle özlenmez olur mu hiç? Şöyle elini şafaklayıp da taa dağların yücesinde gün vurdukça göz alan aklığıyla par par yanan gökçe ak kar kümelerinden bir avuç alıp da serinlemek istemez mi hiç insan? Bağırpaşa Dağı ve yaylarında aşiretler EYLÜL 2010 Pülümür yaylarında yapılan peynirin en önemli tüketicisi İstanbul halkıdır. STANDARD 86 Bağırpaşa Dağı eteklerinde bir Şavaklı obasıdır bu... İkindinin serinliği sökerken yıkılıyoruz çadıra... Konuklar açtır, tez kahvaltı hazırlayın... Çay, bu dağlarda da içkilerin kralı... Şöyle yorgunluk alan, dinlendirici bir çay, bir daha. Sonra söyleşiler gelsin ardından... “ Ee hoş gelmişsiz, başım gözüm üstüne gelmişsiz, hızmat neye?” Hızmat sizleri tanımak, yaylayı bilmek, Pülümür yaylalarını görmemek suçundan kurtulmak... Çocuklar meraklı... Yüzlerinden kan fışkıran çocuklar... Yaylanın soğuk suyu ve arı havası ve peynir ve yufkasıdır öylesine sağlıklı kılan. Doğa yasası gereğince doğal ayıklanma sürüyor. Sağlıksızlar, sakatlar yaşamıyor, kalanlar hep sağlıklı... Çadırların arasında oynuyorlar. Sesleri çın çın ötüyor. Sonra sorunlar dile geliyor... “ Köyden çıkıp yaylaya gelmek nicedir bilin mi beğ. Sürüyü feribota yükleyip bu yakaya geçirmek. Bitti mi? Duur... Dağın yamacında bir ev... Tam sürümüzün geçeceği yolu tarla eylemiş, güya ekin ekmiş, hadii öde bakalım ayakbastı parasını, malımı çiğnediler, aç kaldım deyi bir feryat bir figan... Gitti mi on, yirmi koyun. Gece köyler yanın da geçersin. Delikanlılar saldırıp kapar kaçarlar... Birbirlerine şölen çekerler, övünçtür bu onlarca... Şavaklık zor beğim, zor ki zor... Köylerden yüzbinlerce lira ödeyerek tuttuğumuz otlaklar. Allah’ın dağı, devletin toprağı, ama sahiplenmişler... Öde, öde, öde. Bıçak kemiğe dayanıyor beğim. Sanma ki şu yediğin peynir kendiliğinden önümüze geliyor... Dayanamayıp ayrılanlar çok. Ama babalarımızın, dedelerimizin kemikleri sızlar. Biz bırakıp gidemedik, sürdürüyoruz, sürüneceğiz böyle böyle…” Kaymak kokuludur peynir. Ama boğazında düğümlenir, kalır... Gerçeklen acı... Pülümür yaylalarında Şavaklı’nın sorunu hepsinden büyük... Sırtındaki turikte sağlıklı, elma yanaklı bir çocuk olan şu kadın konuşsa da dinlesem. Nasıl dert yüküdür. Düzlüklerden, ovalardan bir cennet gibi görünen o yaylaların ne dertleri var, dile gelseler de anlatsalar... Tüm zorluklarına karşın yaşam sürüyor... Yaylanın buz gibi suyunda yıkanan Şavaklı, gülmesini unutmamış daha. Hoşuna giden bir şey anlattın mı, otuz iki dişini göstererek gülüyor... Kadınlar çocuklarını severken unutuyorlar tüm dertlerini, gülebiliyorlar... Asıl yayla etkinliği sürü obaya geldiği zaman başlıyor. Artık kimsenin başını kaşıyacak vakti yok- Gözlerin kapanıp gidiyor, değil mi? Hazır edin yatakları... Konuklar yorgundur... Dinlensinler... Kendi koyunlarının yününden yaptıkları yataklarda bir uyku. Sızım sızım gidekosun artık yorgunluklar... Gece bir azgın yeller çıkmış, çadırı yıkmak istercesine; duymamışsın... Sürü yine otlaklara doğru uzaklaşmış! Duymamışsın... Her sabah yeni bir dünya kurulur... Şavaklı’nın yaşamı sürer gider... Kara kıl çadırlarda ve de ak konik çadırlarda... Mayıs ortalarından Ekim ortalarına dek süren bu yayla dönemi içinde... Acılarla, sevinçlerle, mutluluklarla, kahredici olaylarla dolu yayla dönemleri... EYLÜL 2010 Ey, İstanbul’un, Ankara’nın lüks şarküterilerinde, ışıklı vitrinlere özenle yerleştirilende, “al beni” diye seslenen peynirleri sabah kahvaltılarında yiyen mutlu insanlar... Beğenerek, tadı damağınızda kalarak yediğiniz o peynirler Şavaklı’nın alın teri, el emeği sonucu sofranıza değin ulaşıyor... Düşünerek yiyin efendim afiyetle... Yarasın... 87 Kahverenkli kel çadırlar giderek ortadan kalmaktadır artık. STANDARD tur... Çocukların bile görevi vardır... Kızlar, gelinler, erkekler de hep birden çoğul çoğul süt sağarken, koyunların başı tutulmak ister... Yörüğün erkeği nasıl yün eğirip çorap örerse, burada da Şavaklı’nın erkeği koyun sağar... Köpük köpük sütler mis gibi ot kokar... Kentlerde süt diye içtiklerimizden ne denli farklı bu... Akça mavimsi bir renk... Katıksız, süt bu işte... Can veren insana, en büyük besin olan süt... Saatler süren bir uğraş... Sonra güğümlerde sütlerin süzülmesi... Hiç de kolay değil yaylacılık... Ardından peynir yapımı... Kadın, erkek yan yana... Kaçgöç kentlerde kalmış... Yaylada olamaz zaten... Her iş bittikten sonra güneş iyice sağalmıştır batıya... Bir ayaz çıkıyor ki insanı ağlatmacasına... Yamaçlardaki karlara kanat vurup uçan, koşan yeller insanın gözünden yaş akıtıyor. Her çadırın adı var; Ev diyorlar. Ocaklar yakılıyor, çevreden toplanmış çalı çırpı. Gerçekten o yayla soğuğunda ateşin değeri tam söylenemez... Tencere vurulanda üstüne, artık bulgur pilavı mı olur, kuru fasulye mi? Yarım da taze bazlama... Yaylanın akşam ayazını daha az duyarsın doyanda... Hemen ardından çaylar hazır... STANDARD 88 EYLÜL 2010 RESTORASYONDA ETİK Restorasyonda Etik Mimarlık; kentlinin, toplumun yaşadığı çevreyi en büyük birimden en küçük birime kadar oluşturan bir eylem alanıdır. Tasarım kavramı birçok girdiyi beraberinde getirir. Mekân kalitesi kişilerin duygusal, sağlık durumlarından gelecek davranışlarına kadar birçok konuyu etkiler, belirleyici olur. Restorasyon bir koruma uygulamasıdır. Bu koruma olgusu ise var olan kültürün devamlılığı için gerekli bir eylem alanı, disiplindir. Geçmişi değerlendirerek geleceğe aktarmak da etik kurallar çerçevesinde olması gereken, altyapıya, kültüre sahip bir alandır. KORUMA Tarihi Yapı Müdahalesi Tarihi müdahaleler de kendi içinde gruplara sahiptir. Yapı ve iç mekân her ikisi de beraber korunabilir ki bu durum en idealidir veya mevcut uygulamalarda kabuğun korunup yapının devamlılığı için yeni bir fonksiyon atanması ve iç mekânın değiştirilmesi de söz konusudur. Ya da tarihi yapının fonksiyonunun devamlılığı için esere ek yeni bir yapı ilavesi de yapılabilir. Yapısal müdahaleler olabileceği gibi kentsel dönüşüm adı altında bölgesel müdahaleler de olabilir. Tarihi kentte, yeni yapılar inşa edilerek ihtiyaçlara cevap vermede bir süreklilik söz konusudur. Ancak bu müdahaleler esnasında mevcut geleneksel dokuya uygunluk oldukça önemlidir. Aksi halde süreklilik yerini tahribata bırakır. Korunması gereken mimari ögelerin hangi değerler açısından korunduğu oldukça önemlidir. Süreklilik değeri, tarihsel değer, anı değeri, mitolojik değer, artistik ve teknik değer, özgünlük değeri, enderlik değeri, teklik değeri, grup değeri, çokluk değeri, homojenlik değeri, ekonomik değer, işlevsel değer, geleneksel değer, eğitim değeri, belge değeri eserlerin korunması hususunu belirler. Eserler zaman içinde bazı belli başlı zararlara, tahribatlara karşın korunur. Yapım tekniği veya malzemeden kaynaklanan, insan faktöründen, konfor koşullarından, çevreden ve doğal kaynaklardan dolayı yapısal hasarlar oluşabilir. İmar ve planlama sorunları da bazı hukuksal anlamda karşılaşılan sorunlardır. Koruma imar planı kavramı da oldukça önemlidir. Örneğin yolun genişletilmesi kararına varıldığı durumlarda tarihi eserin taşınması gerekliliği gündeme gelir ki bu durumda kurul ve belediye tarafından uygun görülmesi halinde olabilir. Ancak ne var ki metruklaşan yapıları restore etmek hem teknik hem de hukuki açıdan problemlerle karşılaşılan bir alandır. 89 STANDARD R estorasyonda etik konulu çalışma, etik konusunu bu disiplinin bakış açısı ve uygulamaları açısından ele almayı hedeflemiştir. Korumanın tanımı, dayandığı kanunlar ve gelişimine tarih açısından deyinme, koruma konusunun ne kadar bir geçmişi olduğunu hem ülkemiz hem dünya açısından gözler önüne sermekte olup, tarihi eserleri koruyamama sorunu ele alınmıştır. Koruyamama, etik bir sorun olarak tanımlanıp restorasyon teknikleri ışığında uygulamalarda bu bağlamda bir bakış açısı oluşturmaya çalışılmıştır. Yapılı çevreye etik kavramı ışığında bir bakış açısı oluşturabilmek bu çalışmanın amacıdır. EYLÜL 2010 Y. Mimar Restoratör Begüm ERDOĞMUŞ İzmir Karşıyaka Belediyesi, İmar ve Şehircilik Müdürlüğü, Yapı Ruhsat Şubesi Korumanın Tarihçesine Kısa Bir Bakış EYLÜL 2010 Koruma, ülkemizde yakın bir tarihe dayanan bir disiplindir. O nedenle 1950’lerde; eski fotoğraflarda kalan birçok yapıyı bugün görmemiz mümkün olamamaktadır. Yurt dışına baktığımızda ise bu konudaki yasal düzenlemelerin 1810’lara dayandığı görülmektedir. Bu anlamda hukuksal açıdan Türkiye konuyu 160 sene kadar geriden takip etmektir. STANDARD 90 gibi bırakılmaktadır. Ne var ki kanunlarla kolaylıklar sağlanmaya çalışıyorsa da yerel idarelere ve halka da çok görev düştüğü düşünülmektedir. Koruma kavramını biraz açtıktan sonra bu alanda koruyamama gibi bir sorun olduğunun farkındalığının beraberinde etik bakış açısı ile konu değerlendirilmelidir. ETİK BİR SORUN OLARAK KORUYAMAMA Bahsi geçen çeşitli sorunlardan dolayı tarihi yapılar terk Korumacılık tarihinin ilk önemli adımı, Fransa’da 1814- edilip kaderine mahkûm edilir. Bu takdirde kent metruk 1879 yılları arasında Viollet-le Duc’ün “üslup birliğine varış” yapılarla dolu hâle gelir. Tescilli eserlerin restorasyonu düşüncesiyle gerçekleştirdiği restorasyon çalışmalarıdır. ile ilgili yasal uygulamalar doğrultusunda onarım esastır. Venedik Tüzüğü ise bu alanda yapılmış, önemli bir Veyahut koruma adı altında birçok tahribat, siyaset söz çalışmadır. Venedik Tüzüğü özellikle İkinci Dünya Savaşı konusu olabilir. Her müdahalenin olumlu ve olumsuz sonrası tarihi doku ve kentin korunması, yenilenmesi yönleri olabilir, ancak ne var ki esere verilen fonksiyon konularını ele almış olup, 1964 yılında şekillenmiştir. 1964 kapasitesine ve çevresine uygun olmalıdır ki yaşayabilsin. Venedik Kongresi ve 1965 yılında Uluslararası ICOMOS’un Aksi takdirde yapıyla ve çevreyle uyuşmayan bir uygulama, kurulmasının hemen sonrasında ülkemizde GEEAYK yapının zarar görmesine ve kullanıcısının onu tekrar terk (Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu) bir etmesine neden olacaktır. Tek tek yapıların, çevrenin ve en kararla Venedik Tüzüğü’nü kabul etmiş ve 1968 yılında ilk nihayetinde de bir kentin korunması söz konusudur. Yapılı defa Vakıflar dergisinde yayınlanmıştır. Daha sonrasında çevre kentte bulunan herkesin hayatını yönlendirmektedir. ise Türkiye bu konuya önem vermiştir. ‘Sit’, ‘tarihsel sit’, İçinde yaşadığımız mekânlardan en temeli olan konut dahi ‘sit alanı’, ‘sit bölgesi’, ‘sit koruma’, ‘sit koruma planı’ gibi ruhsal, fiziksel durumumuzu belirleyebilir. kavramlar ise 1970’den sonra ortaya çıkmıştır. 1973'te çıkarılan Eski Eserler Kanunu, Türkiye’de bu konudaki ilk yasadır. Kültür Bakanlığı, 1970'lerin başından bu yana Bir kentte gelişim hiçbir zaman durmaz, daima bir değişim (1710 sayılı Eski Eserler Yasası ve 2863 sayılı Kültür ve söz konusudur. Yapılaşması süreklilik içinde olan tarihi Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası) geleneksel dokularda kentlere de bakıldığında çoğunlukla tarihi kent çekirdeğinin ve arkeolojik alanlarda saptama, belgeleme (tespit korunduğu ve yeni yapıların kentin çekirdeğinin dışında ve tescil) ve sit alanlarının sınırlarını belirlemek işlevini yayılarak oluştuğu görülür. İzmir’de ise böyle bir koruma sürdürmektedir. Gecikerek de olsa 1980'lerden sonra çemberi olmadığından dolayı tarihi ve yeni yapılar iç içe Kıyı kenti özelliği kaybolmuştur. Kıyılarda iki korumaya yönelik planlama ve projelendirmeKıyılarda çalışmaları iki gelişmiştir. Kıyı kenti özelliği kaybolmuştur. katlı Levanten konutlar mevcutken koruma katlı Levanten konutlar mevcutken koruma olgusunun ve yaygınlaşmıştır. Ancak maddi yönden problemler olması olgusunun ve hukuki düzenlemelerin gecikmesi nedeniyle birçoğu yıkılıp rant olgusu ile veya maliklerin birbiri ile anlaşamaması gibi sorunlardan hukuki düzenlemelerin gecikmesi nedeniyle birçoğu yıkılıp yerlerine çok katlı apartmanlar yapılmıştır. Kıyılar doldurulmuştur. Sadece rekreasyon dolayı koruma uygulamaları çok yoğun görülememektedir. rant olgusu ile yerlerine çok katlı apartmanlar yapılmıştır. alanları ile aktif bir kullanım kurgulanmıştır. Sahildeki deniz banyoları yıkılmıştır. İskeleler O nedenle çoğu değerli yapı, kaderine terk edilip Kıyılar doldurulmuştur. Sadece rekreasyon alanları ile yeniden inşa edilmiştir. etrafı iskelelerle çevrilip, üzerlerine tehlikeli olduğunu aktif bir kullanım kurgulanmıştır. Sahildeki deniz banyoları bildiren yazılar yazılıp kentsel bir problem olarak olduğu yıkılmıştır. İskeleler yeniden inşa edilmiştir. Şekil.1. Bayraklı’nın Bugünkü ve Geçmiş Yıllardaki Kıyaslanması Şekil.1. Bayraklı’nın Bugünkü ve Geçmiş Yıllardaki Siluetinin Siluetinin Kıyaslanması Yukarıdaki fotoğraflarda görüldüğü üzere günümüzde gecekondu faktörü de devreye girmiştir. Ulaşım kentsel yaşantıyı değiştirmiştir. Altınyol Caddesinden gelip geçerken gördüğümüz birçok köşk vardır. Metruk halde kalan bu yapılar halbuki döneminin önemli sahil köşkleri olmuşlardır. Bunlardan göze çarpan bir örnek verilebilir. rağmen devam edemeyen bir kültürün tek başına kalmış yitik temsilcileridir. Şekil 3’te de görülen Yahya Paşa Köşkü, kentsel bir boşluğu doldurmaktadır. Döneminin değerli bir eseri olarak bugün de ifadelidir, ancak mevcut hali ile hangi fonksiyona hizmet etmektedir? İşte bu sorunun cevabı kent açısından 2005’ten 2009’a geldiğimiz sürede galerinin sınırı ilerlemiş, yapıya ve bahçesine tecavüz eder oldukça olumsuzdur. Metruklaşma veya yanlış müdahale, hâle gelmiştir. Bu eserler göz ardı edilip, depo olarak dahi kullanılmakta, yangınlara, kazalara, Yukarıda fotoğrafta bir cephesi Altınyol’a, diğer cephesi doğal afetlere karşın günden güne yitirilmektedir. Zamanında de Bayraklı’ya bakan bir yazlık köşk görülmektedir. Genel kent, kentli ve tarih için etik bir problemdir.denize sıfır bir bahçeye sahip 91 STANDARD Yukarıdaki fotoğraflarda görüldüğü üzere günümüzde gecekondu faktörü de devreye girmiştir. Ulaşım kentsel yaşantıyı değiştirmiştir. Altınyol Caddesinden gelip geçerken gördüğümüz birçok köşk vardır. Metruk halde Şekil 2. Bayraklı Köşklerinden Bir Örnek kalan bu yapılar halbuki döneminin önemli sahil köşkleri olmuşlardır. Bunlardan göze çarpan bir örnek verilebilir. EYLÜL 2010 Şekil 2. Bayraklı Köşklerinden Bir Örnek Yukarıda fotoğrafta bir cephesi Altınyol’a, diğer cephesi de Bayraklı’ya bakan bir yazlık köşk görülmektedir. Genel olarak eserlerin çatısı tahrip olunca dış etkilere daha fazla açık olması eserler günümüz yapılaşmasına karşın yenik düşmüş durumda olup, sahipleri onları çeşitli terk nedeniyle harabiyet derecesi artmaktadır.olanGiriş çıkışlar da tuğla duvar örülerek veya olarak eserlerin çatısı tahrip olunca dış etkilere dahaetmiş fazlaveya etmek zorunda kalmıştır. Görüldüğü üzere metruklaşma, kentte bir etik sorun oluşturmaktadır. Kentte bu yapıların doldurduğu boşluklar Bu malzemelerle kapatılır. Bu eserler geceleri tinercilere bir ev olurken vandalizmle açık olması nedeniyle harabiyet derecesi artmaktadır. Giriş Her kentlinin kendi yaşadığı çevrede her değerlendirilememektedir. gün karşılaştığı harabiyet metruk yapılar, çok katlı yapılar veya gökdelenler arasında sıkışmış kalmıştır. Kentte bir ve yanında yanındarağmen geçerken tedirgin metruk tarihikalmış yitik ve çıkışlar daBu tuğlaörnekte duvar örülerek veya çeşitligibi malzemelerle gittikçe artar. olduğu yapının bir galerisi farklılık sergilemelerine devamaraba edemeyen olduğu bir kültürün tekbulunmakta başına temsilcileridir. eserlerden örnek vermek mümkündür. Bu eserlerden biri kapatılır. Bu eserler geceleri tinercilere bir ev olurken vandalizmle harabiyet gittikçe artar. Bu örnekte olduğu gibi yapının yanında bir araba galerisi bulunmakta ve 2005’ten 2009’a geldiğimiz sürede galerinin sınırı ilerlemiş, yapıya ve bahçesine tecavüz eder hâle gelmiştir. Bu eserler göz ardı edilip, depo olarak dahi kullanılmakta, yangınlara, kazalara, doğal afetlere karşın günden güne yitirilmektedir. Zamanında denize sıfır bir bahçeye sahip olan eserler günümüz yapılaşmasına karşın yenik düşmüş durumda olup, sahipleri onları terk etmiş veya etmek zorunda kalmıştır. Görüldüğü üzere metruklaşma, kentte bir etik sorun oluşturmaktadır. Kentte bu yapıların doldurduğu boşluklar değerlendirilememektedir. Bu metruk yapılar, çok katlı yapılar veya gökdelenler arasında sıkışmış kalmıştır. Kentte bir farklılık sergilemelerine Şekil.3. Bayraklı Yahya Paşa Köşkü Şekil.3. Bayraklı Yahya Paşa Köşkü Yukarıda fotoğrafta görülen Yahya Paşa Köşkü, kentsel bir boşluğu doldurmaktadır. Döneminin değerli bir eseri olarak bugün de ifadelidir, ancak mevcut hali ile hangi fonksiyona hizmet etmektedir? İşte bu sorunun cevabı kent açısından oldukça olumsuzdur. Metruklaşma veya yanlış müdahale, kent, kentli ve tarih için etik bir problemdir. EYLÜL 2010 Şekil.4. Bayraklı Fuat Edip Baskı Mahallesinde Bulunan Bu Yapı Adeta Görünmezden Gelinmektedir. STANDARD 92 1960 ve 1930’larda Karşıyaka iskele civarında çekilen daha aşağıda verilmiştir. Şekil.4. Bayraklı Fuat Edip Baskı Mahallesinde Bulunan Bu Yapı Adeta veGörünmezden fotoğraflara bakıldığından hızlı değişim gelişim rahatça görülebilmektedir. Kıyı doldurulmuştur. Cadde Gelinmektedir. Sadece fotoğraflarda yaşayan yapılar da mevcuttur. genişletilmiştir. İki katlı evler yerini git gide apartmanlara Koruma Kurulunun aldığı kararlar doğrultusunda basit bırakmaya başlamıştır. Tramvay kaldırılmıştır. İskele veya esaslı müdahaleyi, hatta rekonstrüksiyonu bekleyen yenilenmiştir. Değişim ve gelişim olması kaçınılmaz birçok eser yeniden işlevlendirme ile kente hizmet evrelerdir; ancak kültürü ve sürekliliği yok etmeden olursa eden odak noktalarına dönüşebilir. Esasen hem turizm sağlıklı bir gelişme sağlanmış olur. Bu gelişmenin bir hem tarih açısından eşsiz değerde olan eserler kente içeriği, kökü olmalıdır. Aksi takdirde sağlıklı ve etik değildir hem maddi hem de manevi olarak artı değer getirecek ki bu hem meslek hem de kentli algısı ve ahlaki açısından potansiyeldedir. oldukça Şekil.4. Bayraklı Fuat olumsuzdur. Edip Baskı Mahallesinde Bulunan Bu Yapı Adeta Görünmezd Gelinmektedir. MESLEK ETİĞİ ve KENT YAŞAMI OLUŞUMU ARASINDA İLİŞKİ Meslek etiği, ülke ve toplum yararını önde tutularak uygulanmalıdır. Bahsi geçen tekniklerle değerleri koruyarak geleceğe aktarma çok önemlidir. Koruma, mirası doğru aktarma yöntemidir. Bu süreç içerisinde de yadsınamaz bir süreklilik, gelişim ve yeni yapılaşma söz konusudur. Kıyı yerleşimlerinin 2 katlı yapılarla inşa edilmesinden sonra yerini çok katlı yapılara bırakması ve iç kesimlere iklimin, havanın girememesi, sağlıksız bir kentleşmenin oluşması Şekil 5. Bayraklı’dan Bir içYapı ve kentlilerin bu dar alanlarda yüksek yapılarda, içe, güneş göremeden yaşaması anlamına gelir. Yaşanan alan insanların hem fiziksel hem de sosyal yapısını etkiler. Sadece fotoğraflarda yaşayan yapılar da mevcuttur. Koruma Şekil 5. Bayraklı’dan Bir YapıKurulunun aldığı kararlar Şekil 5. Bayraklı’dan Bir Yapı doğrultusunda basit veya esaslı müdahaleyi, hatta rekonstrüksiyonu bekleyen birçok eser Sadece fotoğraflarda yaşayan yapılar da mevcuttur. Koruma Kurulunun aldığı karar yeniden işlevlendirme ile kente hizmet eden odak noktalarına dönüşebilir. Esasen hembekleyen turizmbirçok es doğrultusunda basit veya esaslı müdahaleyi, hatta rekonstrüksiyonu yeniden işlevlendirme ile kente hizmet eden odak noktalarına dönüşebilir. Esasen hem turiz STANDARD 93 EYLÜL 2010 ÖRGÜTSEL STRES YÖNETİMİ Örgütsel Stres Yönetimi EYLÜL 2010 Öğr. Gör. Zehra TÜRK Öğr. Gör. Nurcan SÜKLÜM Adnan Menderes Üniversitesi, Karacasu Memnune İnci MYO STANDARD 94 STRES KAVRAMI ve KAPSAMI sese duyarlılık olarak ortaya çıkabilir. Stres kavramı Latince “estrica”, Fransızca “estrece” sözcüklerinden gelmektedir. 17. yüzyılda felaket, bela, dert, anlamında kullanılmış, 18. ve 19. yüzyıllarda ise kavramın anlamı değişmiş; güç, baskı, zor anlamında, objelere, kişiye, organ ve ruhsal yapıya yönelik olarak kullanılmıştır. Bu durumda stres, nesne ve kişinin bu tür güçlerin etkisi ile biçiminin bozulmasına, çarpıtılmasına karşı bir direnç anlamında kullanılmaya başlanmıştır. • Direnme Evresi Stres altındaki birey, strese karşı bazı tepkiler gösterir. Bunlar, çabaya yönelik tepkiler, savunmaya yönelik tepkiler olarak ayrılabilir. Çabaya yönelik tepkilerin amacı stresle başa çıkmaktır. Bu tepkiler genellikle atılım, çekilme ya da uzlaşma biçimlerinde geliştirilir. Savunmaya yönelik tepkilerin amacı ise, psikolojik dağılmayı önlemektir. Bu tepkiler, stres yaratan kaynağı yineleyerek anlatma biçiminde ortaya çıkan onarma mekanizmaları, ayrıca ego savunma mekanizmaları biçiminde görülür. Stres tepkisi, “ Genel Uyum Sendromu” olarak da bilinir. Genel uyum sendromunun üç basamağı vardır. • Tehlike Evresi Kalp atılışı ve solunum artması, kan şekerinin yükselmesi, kasların gerginliğinin artması, kasılma ve eklem ağrıları, ağızda ve boğazda kuruluk, bitkinlik, iştahsızlık, zayıflama yemek yeme, oburluk, baş ağrısı, baş dönmesi, dururken otururken, yürürken dengesizlik, sallanma, ellerde, ayaklarda terlenme, uykusuzluk, aşırı uyku, dengesiz uyku, uykuda diş gıcırdatma, konuşma, korkulu rüyalar görme, mide, bağırsak, sindirim bozukluğu, bulantı, kusma, ishal, konuşma güçlüğü, gürültüye ve Direnç evresinde başarılı olamayan birey, son aşamaya gelir. Beden artık stresin baskısına dayanamaz, direncini kaybeder. Stres verici olay çok ciddi ise ve uzun sürerse, organizma için tükenme yani bitkinlik aşamasına gelinir. Bu dönemde dönüşü olmayan bir takım organik bozukluklar görülür. Kronik baş ağrıları, ülser, yüksek kan basıncı, olaylar karşısında aşırı duyarlılık gibi sonuçlar gözlemlenebilir. STRES FAKTÖRLERİ Bireysel Stres Faktörleri • Kişilik Özellikleri Strese karşı dayanıklılık, kişiden kişiye değişmektedir. Bazı kişiler, diğerlerine oranla daha çabuk ve daha şiddetli alarm durumuna geçerek stresten çabuk etkilenirler, bazıları ise daha yavaş ve daha geç alarm durumuna geçer. Benzer şekilde, bazı insanların strese dayanıklılıkları daha uzun iken, bazı kişilerin daha kısadır. İnsan kişiliği, A ve B tipi olarak iki kümede toplanır ve hangi kişilik özelliklerinin strese ve stresin olumsuz etkilerine daha yatkın olduğunu saptanabilir. A Tipi Kişilik Özellikleri: Sabırsız, hareketsiz kalamayan, saldırgan, devamlı yarış halinde olan, çeşitli aktivitelerle uğraşan ve yoğun baskı altında olan kişilik olarak nitelendirilen bu kişilik tipi için iş önemlidir. Bir işe uzun zaman ayırırlar ve son ana kadar yoğun çalışırlar. EYLÜL 2010 STRESİN BELİRTİLERİ • Bitkinlik Evresi 95 STANDARD Bugünkü anlamıyla ilk kez 1930’larda Hens Selye tarafından ortaya atılan stres kavramı “Bireyin herhangi bir fiziksel veya psikolojik uyarıcı karşısında gerekli uyumu sağlayabilmek için ruhsal ve bedensel olarak harekete geçmesi, tepki göstermesi olarak tanımlanmaktadır. Stres değişik yazarlar tarafından çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlardan bazılarına göre stres, “Fiziksel ve psikolojik taleplere karşı vücudun fizyolojik olarak vermiş olduğu karşılıktır. Diğer bir tanıma göre ise “ Bireyin üzerine belirli talepler yükleyen eylem, durum ve olayların sonucu olan ve bireysel farklılıkları azaltan bir uyum tepkisidir. Başlangıçtaki tehlike evresindeki şokun ardından vücut, ikinci aşamaya geçer. Bu aşamaya “Direnme Evresi” adı verilir. Stres kaynağına uyum sağlanırsa her şey normale döner. Bu aşamada kaybedilen enerji, yeniden kazanılmaya ve bedendeki tahribat giderilmeye çalışılır. Stresle başa çıkıldığında parasempatik sinir sistemi etkin olmaya başlar. Kalp atışı, tansiyon, solunum düzene girer, kas gerilimi azalır. Eğer organizma bu yıkımı onaramazsa bireyde; kaygı düzeyinin yükselmesi, endişe, sinirlilik, karamsarlık, korku, isteksizlik, ilgisizlik düzeyinin artması gibi belirtiler devam eder. Tablo 1: A ve B Tipi Kişilik Özellikleri A Tipi Kişilik Yapısı B Tipi Kişilik Yapısı Daima eylem halindedir. Zamanla ilgileri pek yoktur. Hızlı yürürler. Sabırlıdır. Hızlı yerler. Övünmekten hoşlanmazlar. Hızlı konuşurlar. Oyunları ve sporları kazanmak için değil eğlenmek için yaparlar. Sabırsızdırlar İçleri rahat bir şekil dinlenirler. Aynı anda iki işi birden yaparlar. İşi hemen bitirme baskısı altında değildirler. Boş zamanları pek yoktur. İşi hemen bitirme baskısı altında değildirler. Sayılara karşı saplantılıdırlar. Yumuşak başlıdırlar. Sayılarla başarıyı ölçme eğilimindedirler. Asla acele etmezler Rekabetçilerdir. Sürekli zaman baskısı altındadırlar. EYLÜL 2010 Agresiflerdir. STANDARD 96 B Tipi Kişilik Özellikleri: B tipi kişilik başlı başına bir kişilik özelliği olarak değil, A tipi kişilik özelliklerinin karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. Bu gruptaki bireyler, A tipi grubundaki bireylerin tersine daha yumuşak mizaçlı, daha duyarlı ve sabırlıdırlar. B tipi kişilik özelliklerine sahip bireylerin çalışma davranışları, A tipi kişilik özelliklerine sahip bireylere göre farklılık göstermekte, dikkatlerini görevle ilgili olmayan uyarıcılar üzerine yönelterek, bu uyarıcılara daha fazla önem verebilmektedir. Sıkı çalışmadıkları ve başarıya önem vermedikleri halde, sabırlı olmaları ve olayları geniş açıdan değerlendirmeleri nedeniyle yönetimde üst düzeye kadar yükselebilmektedirler. A ve B tipi kişilik davranış özellikleri gösteren bireyler arasında temel fark, stres veren durumdaki tepkilerde görülmektedir. • Yaşam Değişim Oranı Yaşanan stres üzerinde bir etkide bireyin yaşamının durağan ya da çalkantılı olma derecesidir. Bu konuda Hamles ve Roke tarafından gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına göre, yaşamsal olaylarda teşhis edilen değişiklikler stres ve hastalıkların oluşumunda etki etmektedir. Bu araştırmada örneğin, eşin ölümü stresli bir olay olarak görülmüş ve değeri 100 puan olarak belirlenmiştir. Olağan dışı durumlarda sistem aşırı yüklenmeden dolayı zorlanmakta ve bunun sonucunda da stres ve hastalıklara karşı direnç zayıflığı ortaya çıkabilmektedir. • Kişisel Kontrol Kişisel kontrol, strese etki eden bireysel faktörlerden biri olarak önem taşımaktadır. Kişisel kontrol çalışanı iş performansını etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Eğer bir iş işgörene bazı işleri yapması için sorumluluk devredildiği halde çalışması için elverişli ortam hazırlanmışsa, işgören iş üzerindeki kişisel kontrolü kaybeder ve bu işgörenin yoğun stres yaşanmasına sebep olabilir. Örgütsel Stres Faktörleri Günümüzde çalışanlar, değişimlerin ve belirsizliklerin yaşandığı bir iş ortamında çalışmaktadırlar. En çok karşılaşılan işle ilgili stres kaynakları; işten atılma, yönetici ile ilgili sorunlar, iş koşullarında değişmeler (terfi edememe, uzun çalışma saatleri vs.), iş dizaynı, iş talepleri, sıkıcı/rutin işler, olumlu durumlar (örneğin, yeni bir iş, yükselme, başarı vs. gibi durumlarda başarı düzeyini sürdürebilme de strese neden olabilir), iş teslimleri, başarısızlık korkusu, yetersiz destek, iş belirsizliği, rol çatışması, değişim, yeni teknoloji, aşırı veya yetersiz iş yükü, aşırı kurallar ve düzenlemeler, kararlara katılımın yetersizliği, kişiler arası ilişkilerin yetersizliği, örgütsel yapı, örgütsel liderlik, örgüt politikaları, iletişim problemleri, kontrol yetersizliği, adil olmayan ödemeler, örgüt kültürünün eksikliği, ortak hedef, inanç ve duyguların eksikliği ve işletme ile çalışan değerleri arasındaki farklılıklardır. Genel olarak sınıflandırmak gerekirse örgütsel açıdan stres yaratan faktörler şu şekilde sıralanabilir. • Rol Çatışması, Rol Belirsizliği ve Çelişkili Görev Örgüt çalışanlarının yaşadığı rol sorunları, onları strese sokup, sağlıksız, mutsuz, işletmeye güvensiz ve çalışmak için isteksiz insanlar haline getirir, örgütler ise, sağlıksız, güçsüz, tükenmiş ve isteksiz bir ordu ile çalışmak zorunda kalır. Rol, bireyin bulunduğu statü sınırları içinde neyi yapabileceği veya neyi yapamayacağı şeklindeki belirlenmiş davranışlarının toplamıdır. Bireyin bir sosyal grup içinde hakları ve yükümlülükleri belirlendiğinde, onun aynı zamanda rolü de belirlenmiş olmaktadır. Bireyin aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda kalması ve bu rollerden birini diğerine oranla daha fazla benimsemesi, bireyin üstlendiği rol ile kişilik • Mesleki Farklılıklar Çalışanların işteki rolleri yaşadıkları stresin derecesi üzerinde önemli etki yaratmaktadır. Genellikle yüksek stresli işlerde çalışanların, işlerin üzerinde kontrolleri düşük olup, acımasız bir zaman baskısı altında çalıştıkları söylenebilir. Buradan, stresin genel belirtilerinden bir tanesinin de bireyin çalışmakta olduğu mesleğin yapısının oluşturduğu sonucuna varılabilir. STRESİN ÖRGÜTLER ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ Stresin örgütler üzerindeki olumsuz etkilerine ilişkin kapsamlı çerçeve tablo 2’de verilmektedir. ÖRGÜTSEL STRES YÖNETİMİ Stres yönetiminin, hem bireysel hem de örgütsel hedeflere ulaşmada payı bulunmaktadır. Örgütlerin gelecek- Tablo 2: Stresin Örgütler Üzerindeki Olumsuz Etkileri Örgüte bağlılığın azalması İş kazaları İşten tatminsizlik Uyarı ve cezalarda artış Mal ve hizmetlerin kalitesinde düşüş Aleyhte açılan davaların sayısında artış Kararların etkinliğinin zayıflaması Kariyer durgunluğu İş gücü devrinin yükselmesi İşe devamsızlıklarda artış Örgütsel iklimde soğukluk İş ilişkilerinde gerginlik Sağlık maliyetlerinde aşırı yükselme Örgütsel iletişimin zayıflaması Personel şikayet ve taleplerinin artması Uzayan yemek ve çay molaları Hile sabotaj Hesapta olmayan zaman kayıpları Müşteri şikayetlerinde artış Personele ödenen tazminatların artması Bölümleri arası iş birliğinin zayıflaması Örgütün imajının zayıflaması EYLÜL 2010 Belirli bir zaman dilimi içinde birçok işi yapma durumunda olan bireylerde stres oranı yüksektir. Aşırı iş yükü, işle ilgili stres kaynakları arasında en önemli ve en çok karşılaşılan etkenlerdendir. Aşırı çalışma sonucunda bireyin ruh ve beden sağlığının bozulması söz konusudur. Bir işin başarımı için ayrılan zamandan daha çok zamana ve güce gerek duyulması, işin gereklerinin bireyin yeteneğini ve beceri düzeyini aşması bireyde strese yol açar. Yetersiz çalışma koşulları da iş stres kaynaklarının önemli bir yönüdür. Aşırı sıcak, gürültü, az veya çok aydınlatma, radyasyon ve hava kirliliği çalışma koşullarını etkileyen etkenlerdendir. Bu etkenlerin olduğu fiziksel çalışma ortamı negatif unsurlar içerir ve stres yaratır. İş ortamında bu tür çalışma koşullarının yanında, uzun çalışma saatleri gibi etkenlerin varlığı stresi artırırken, bireyin performansını düşürmektedir. özellikleri uymaması gibi durumlarda rol çatışması meydana gelmektedir. Rolün açıkça tanımlanmadığı veya üstlenilen rolün yeterince bilinmediği durumlarda rol belirsizliği görülür. Çalışan kişi için sorumlulukların genişliği, otoritesinin sınırları, işletme kuralları, iş güvenliği konularında açıklık olmaması gibi nedenler rol belirsizliğini doğurur. Çelişkili görev, aynı anda ortaya çıkan uyulması zorunlu iki (veya daha çok) farklı baskının arasındaki tutarsızlıktır. Yapılan araştırmalar, görevlerindeki çelişkilerden yakınanların genelde iş tatminlerinin az olduğunu veya yok olmaya yakın olduğunu ve bu durumun gerginlikleri artırdığını ortaya çıkarmıştır. 97 STANDARD • İş Yükü ve Çalışma Koşulları EYLÜL 2010 STANDARD 98 teki başarıları için, stres yapan kaynakları bilmesi ve bu yönde bireysel ve örgütsel stres yönetim tekniklerini uygulaması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, örgütlerin birincil görevi, hem yöneticilerin hem de çalışanların stres düzeyini optimum düzeyde tutacak şekilde stresle mücadele etmek ve stres kaynaklarını azaltmaya çalışmaktır. Stresin önemli bir bölümünün kaçınılabilir olduğu göz önüne alınarak bireysel ve örgütsel yollarla stresin etkilerini azaltmak ve bu yolla moral, iş birliği ve takım ruhu sağlayarak ortaya çıkarılacak olan sağlıklı ve mutlu insanın ortaya koyacağı hizmet ve ürünlerden yararlanmak, ödüllendirici ve huzurlu bir yaşam sürmeye imkân tanıyacaktır. yapı kurulması önemli bir başa çıkma stratejisi olabilir. Örgütsel stresin azaltılması için kullanılabilecek genel stratejiler şu şekilde sıralanabilir. Rol çatışması ve belirsizlikler, bireysel stres kaynaklarının başında gelmektedir. Yöneticiler, örgütsel rollerin belirsizliğini ve çatışmalarını ortadan kaldırarak bunun neden olduğu stresi azaltabilirler. • Destekçi Bir Örgüt Havası Yaratmak Birçok örgütte, bürokratik ve resmi bir yapı ile birlikte katı ve kişisel olmayan bir hava vardır. Bu durum önemli bir stres kaynağıdır. Daha az merkeziyetçi, kararlara katılımı sağlayan, yukarıya doğru iletişime izin veren bir • İş Zenginleştirilmesi İş zenginleştirme hem işin içerdiği sorumluluk tanınma, başarı fırsatı gibi etmenlerin hem de farklı beceriler, görevin kimliği, görevin anlamlılığı özerklik gibi işin özüne ilişkin niteliklerin geliştirilmesini içerir. Dikkatle yapılmış görevsel düzenlemeler, iş stresi ile başa çıkmada etkili bir yoldur. • Örgütsel Rollerin Belirlenmesi ve Çatışmaların Azaltılması • Mesleki Gelişim Yollarının Planlanması ve Danışmanlık Genellikle örgütlerde, iş görenlerin mesleki gelişim plan- EYLÜL 2010 laması ile ilgili geçişlerin ve yükselmesinin geleneksel yollarla yapıldığı görülmektedir. Bireylerin yükselme ve ilerlemeleri, genellikle bir yönetici tarafından babacıl bir yaklaşımla kendilerinin haberi olmaksızın sağlanır. Örgütlerde, bireylerin sonraki pozisyonlarının ne olacağını ve ne yapacaklarını bilmemek büyük bir stres kaynağıdır. • İş Yerinde Neşeli Bir Ortam Yaratmak Yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar gösteriyor ki işyerinde mizahın ve insanları güldüren etkinliklerin artırılması sonucunda, işgörenlerin verimliliklerinde artış gözlenmiş ve aynı zamanda sağlıklarında olumlu gelişmeler olduğu görülmüştür. KAYNAKLAR 1- BEKÇİ İsmail, Vesile ÖMÜRBEK, Ömer TEKŞEN, (2007)“ Muhasebe Meslek Mensuplarında Stres Kaynağının Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma”, Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F, Cilt:12, Sayı:1. 2- OKTAY Mualla, (2005) “Çalışma Yaşamında İş Yerinde Stres”, İstanbul Üniversitesi Cerrah Paşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Medikal Açıdan Stres ve Çareleri Sempozyum Dizisi” No:47. 3- AYDIN İnayet, (2008) “İş Yaşamında Stres”, Pegem Akademi. 5- YILDIRIM İbrahim, (1991) “Stres ve Stresle Başaçıkmada Gevşeme Teknikleri” Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi” Sayı:6. 6- YILMAZ Abdullah, Süleyman EKİCİ, (2003) “Örgütsel Yaşamda Stresin Kamu Çalışanlarının Performansına Etkileri Üzerine Bir Araştırma”, Celal Bayar Üniversitesi Yönetim Ve Ekonomi Dergisi, Cilt:10, Sayı:2. 7- ÖZKAYA ONAY Meltem, Volkan YAKIN, Tuğba EKİNCİ, (2008) “ Stres Düzeylerinin Çalışanların İş Doyumu Üzerine Etkisi” Celal Bayar Üniversitesi Yönetim Ve Ekonomi Dergisi, Cilt:15, Sayı:1. 8- DURNA Ufuk, (2004)“ Stres, A ve B Tipi Kişilik Yapısı ve Bunlar Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma” Celal Bayar Üniversitesi Yönetim Ve Ekonomi Dergisi, Cilt:11, Sayı:1. 9- OKUTAN Mustafa, Dilaver TEMGİLİMOĞLU, (2002) “ İş Ortamında Stres Ve Stresle Başa Çıkma Yöntemleri: Bir Alan Uygulaması” G.Ü. İ.İ.B.F Dergisi, Sayı:3. 10- ÖZMUTAF Nezih Metin, (2006) “ Örgütlerde İnsan Kaynakları Ve Stres: Ampirik Bir Yaklaşım” E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, Cilt 23, Sayı(1-2). 11- ŞİMŞEK M. Şerif, Tahir AKGEMCİ, Adnan ÇELİK, (2009) “ Davranış Bilimlerine Giriş Ve Örgütlerde Davranış” Adım Matbaacılık. STANDARD 99 4- EKİNCİ Hasan, Süleyman EKİCİ,(2003) “ İşletmelerde Örgütsel Yönetim Stratejisi Olarak Sosyal Desteğin Rolüne İlişkin Görgül Bir Araştırma” C.Ü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:7, No:1. STANDARD 100 EYLÜL 2010 ÇOCUK VE İNTERNET KULLANIMI Çocuk ve İnternet Kullanımı Özellikle her türlü kötü kullanıma açık ve korumasız olan küçük çocukların, gördükleri ve okudukları karşısında etkilenmemesi mümkün değildir. Yapılan birçok araştırma göstermiştir ki, çocukların internette karşılaştıkları uygunsuz sitelerin içeriklerinden dolayı psikolojilerinde olumsuz gelişmeler saptanmıştır. Yine yapılan araştırmalarda ve anketlerde ebeveynlerin çocuklarının hangi 101 STANDARD G ünümüzde hemen her alanda yaygınlaşan bilgisayar teknolojisi, beraberinde bilgiye hızlı erişim, kolay haberleşme, paylaşım gibi birçok imkâna sahip olmasıyla, bu hızlı gelişimini sürdürmektedir. Sadece iş hayatımızda değil, eğitim, ev yaşamı, sosyal yaşam gibi pek çok alanda, bilgisayar ve internet kullanımı giderek daha yoğun bir şekilde yer almaya devam etmektedir. İnternet ağı da bu gelişmede önemli bir etkene sahiptir. Ancak olumlu gelişmelere rağmen ortaya bazı olumsuzluklar da çıkmaktadır. Bu durumda bazı önlemlerin alınması gerekli olmaktadır. İnternet, eğitim ve araştırma için önemli bir araçtır. Birçok bilgiyi zahmetsizce kişilere sunmaktadır. Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklar da internet üzerinden çeşitli kütüphanelere girerek bilgilerini derinleştirmektedir. Bununla beraber çocuğun internet sayfasını gezinirken, ansızın pornografi, uyuşturucu, alkol, çeşitli silahlar, bomba yapımı, kalpazanlık, hırsızlık yolları içeren sitelerle karşılaşması ve doğal olarak bunları merak etmesi, dolayısıyla bu sayfaları incelemesi olağan bir durumdur. Görülmektedir ki bilgisayar ve internet bütünleşik bir yaşam aracı olmaktadır. Sadece yetişkinlerin değil, çocukların da yaşamı algılama ve yaşama katılma biçimleri esaslı bir belirleyici olmaya başlamıştır. Bilgisayarlar ve internet, çocuklarımız için yeni fırsatlar ve faydalar getirmekle birlikte, çok ciddi boyutlarda tehlikeler de içermektedir. Bu nedenle, çocukların güvenli internet kullanımı için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar olmalıdır. EYLÜL 2010 Öğr. Gör. Yelda ÖZKAN Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı EYLÜL 2010 STANDARD 102 siteleri dolaştıklarını bilmedikleri ortaya çıkmıştır. Yararı ve çekiciliği çok açık olan internet, aynı zamanda çocuk yönünden bir takım olumsuzlukları, hatta tehlikeleri de birlikte getirmektedir. Gelişmiş ülkelerde yapılmış ve yapılmakta olan çalışmalar, bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak bunun en acı bir şekilde ortaya çıkması 20 Nisan 1999’da, Amerika’nın Colorado şehrindeki bir okula iki öğrencinin yaptığı kanlı baskınla olmuştur. Öğrencilerin evlerinde ve bilgisayarlarında yapılan incelemelerden, internet aracılığı ile bomba yapmayı öğrenmiş oldukları ortaya çıkmıştır. Bu durum Amerikan toplumunu daha erken önlem almaya zorlamıştır. Yine çocukların internet kullanımı ile ilgili 2003 yılında yapılan araştırmada, internet kullanıcıları arasında en hızlı büyüyen grubun okul öncesi çağdaki çocuklar olduğu görülmüştür. Doğru İnternet Kullanımı ve Ebeveyn Kontrolü Teknolojik herhangi bir araç veya yöntem, eğer amacına uygun kullanılmazsa birçok tehlikeye sebep olabilir. İnternet kullanımının da çocuklar tarafından “doğru” bir şekilde olması için, yetişkinlerin denetimi gerekebilir. Doğru internet kullanımı demek; - Çocuğun yaşına ve gelişimine uygun siteleri ziyaret etmesi, - Uyku veya günlük düzenini bozacak saatlerde ve sürelerde kullanmaması, - Bilgi edinme ve bazen yaşına uygun eğlence amaçlı kullanması, - Vizyonunu geliştirmede tek yöntem olarak görmemesi, - Ebeveynlerin onay verdiği içerikli sitelerde veya internet etkinliklerini kullanması olarak tanımlanabilir. Çocukların interneti doğru olarak kullanmaları için ilk adım, interneti onlara tanıştırırken bunun nasıl sunulduğudur. İnternetin amaca dönmeden araç olarak kalmasını sağlayan en önemli etken kullanım alanlarının iyi tarifine bağlıdır. Gerekirse anne babalar, internetin kullanımını dair; - Tarifler yaparak, - Hangi şekilde kullanıma izin verdiklerini belirterek, - İzin vermedikleri içeriklerin sakıncalarını anlatarak, - Küçük yaşlarda interneti beraber kullanarak, - Kendileri için uygun olanı nasıl seçeceklerine dair kriterleri birlikte oluşturarak interneti doğru bir şekilde kullanabilirler. Çocuğun psikolojik olgunluk düzeyine uygun olmayan, öğrenmeye ve anlamaya hazır olmadığı her türlü bilgi veya görüntü, çocuğu olumsuz etkiler. Aile, Çocuk, İnternet Dengesi Nasıl Kurulabilir? İnternetin kullanımında her alanda olduğu gibi anne babanın rol modeli olması çok önemlidir. Gününün dört saatini internet üzerinde geçiren bir ebeveynin iş sebebi bile olması çocuğunun internet kullanımı hakkında düzenleme yapabilmesi çok kolay olmayabilir. Bu nedenle, interneti anne babanın da sınırlı bir zaman dilimi içinde kullanması, belirli amaçlar dâhilinde faydalanması, kendi kullanımında dikkat ettiği noktaları çocuğu ile paylaşması çok önemlidir. Okulla ilgili ödev veya projelerde internet kullanımı gerektiğinde, 15–20 maddelik güvenilir bir kaynak site listesi çıkarmak, çocuğun anahtar kelime girerek ilgisiz bilgi ve yorumla ulaşmasını engellediği gibi, güvenilir kaynaklarda bilgi almasını sağlar. 103 STANDARD İnternetin Çocuklarda Yaratabileceği Fiziksel, Sosyal Ve Psikolojik Etkileri Nelerdir? Fiziksel anlamda; - Yoğun ve kontrolsüz internet kullanımı, göz bozukluğu, duruş bozuklukları gibi fiziksel etkilere sebep olabilir. - Bu tip çocuklar açık havada daha az kalmakta, diğer çocuklarla oyun oynayarak enerji boşaltması yapamamaktadırlar. Yoğun ve kontrolsüz internet kullanımı sosyal anlamda ise; - Dış/gerçek dünyadan uzaklaşmaya, - Daha bireysel olmaya, - Arkadaşlık ve diğer sosyal becerilerin olumsuz etkilenmesine, - Giderek izole bir hayat sürmeye ve bundan rahatsız olmamaya, - Yaşa uygun olmayan bilgi/görüntüler alındığında, bunların yorumlanmasında zorluk çekmeye, Problem çözme becerilerinin gelişmemesine sebep olabilir. - Uzun süre WEB gezintileri yapan çocuğun arkadaş edinme sıkıntısı çektiği ABD’de yapılan bir çalışmayla ortaya konmuştur (Carson, 1999). Bu araştırmada çocuklara WEB’de gezinirken kendilerini nasıl hissettikleri sorulduğunda “yalnız” olmuştur. Bu tip çocuklar toplumsal olaylara karşı duyarsız olmakla beraber, topluma karşı olumsuz duygu ve düşünceler beslemektedirler. - Ayrıca yine ABD’de yapılan bir araştırmada, aşırı internet kullanan çocukların daha az kitap okudukları saptanmıştır. EYLÜL 2010 İnternet kullanımı, evlerimizdeki telefonlar kadar yaygınlaştıkça çocuğun kullanımına tamamen engel olmak doğru değildir. Bu nedenle yasaklamak yerine, neyin uygun olduğuna, hangi sitelerin ziyaret edilebileceğine, ne kadar bir süre ve ne zaman internet kullanılacağına çocukla beraber karar vermek onun iç denetim becerilerini geliştirecektir. Psikolojik anlamda; - İçe kapanma, - Alkol bağımlılığı gibi bilgisayarda daha fazla zaman ayırma, - İnternet kullanımı veya kullanamamanın getirdiği stresin sosyal, kişisel ve iş ilişkilerine yansıması: titreme, endişe, sürekli interneti düşünme, - İnternet yüzünden önemli ilişkileri tehlikeye sokmak. EYLÜL 2010 İnternet kullanımının çocuğun üzerindeki etkileri belirleyen bazı faktörler vardır. Her çocuk için değişken olan bu faktörlerin ebeveynler tarafından gözetilmesi gerekir: - Çocuğun yaşı, - Cinsiyeti, - Kişiliği, - Sosyal becerileri, - Bilişsel becerileri, - Psikolojik olgunluk düzeyi. STANDARD 104 Çocukları İnternette Ne Gibi Tehlikeler Bekliyor? Çocuklar ucu bucağı olmayan internet ortamında yolunu rahatlıkla kaybedebilirler. Özellikle - Erotik içerikli siteler, - Yetişkinlere yönelik sohbet programları, - Şiddet içeren video görüntüleri, - Çeşitli oyunlar, - Yanlış, eksik bilgi veren her türlü web sitesi. çocukların internet kullanımında zarar görebileceği tehditleri içerir. İnternetin Bağımlılık Haline Gelmesini Engellemek İçin Neler Yapılmalı? - Anne babanın uygun rol modeli olması, - Yemek öğünlerinin olabildiğince keyifli zaman dilimleri olarak birlikte geçirilmesi, - Çocuğun internet kullanım süresinin anne babalar tarafından kontrol edilmesi, - Çocuğun iç dünyasını zenginleştirecek etkinliklere aile olarak birlikte katılınması, - Ev içinde çocuğun kendini oyalayabileceği, ilgisini çeken materyal bulundurulması, - Kaynak kitap, kütüphane, müze gibi diğer bilgi kaynaklarının da kullanılması, - Kaynak sitelerinin listesini beraber hazırlayarak internet başında gereğinden çok vakit geçirilmesinin önlenmesi, - Sohbet programlarının kullanımının saat sınırına birlikte karar verilmesi, - Ev içinde çocukların yaş ve gelişimlerine hitap edecek aile etkinliklerinin yapılması önemlidir. - Öncelikle, çocukla karşılıklı güvene dayalı ve iletişime açık bir ilişki kurulmalıdır. Böylece çocuk internet ortamlarında rahatsız edici kişi veya durumlarla karşılaştığında anne babadan yardım alabileceği konusunda güven sahibi olur. - Bir anne baba çocuğu kadar interneti tanımalı ve kullanabilmelidir. - Bir anne baba çocuğu ile birlikte internette zaman geçirmeli ve ona interneti kullanma biçimleri konusunda model olmalıdır. - Anne baba, çocuğunun internette şiddet, pornografi veya benzer olumsuz uyaranlara maruz kalmaması için, öncelikle internet erişimi için gerekli filtreleme programlarının bilgisayarda olmasını sağlamalıdır. - Evdeki kişisel bilgisayarlar herkesin gözü önünde ortak bir yaşam alanında bulundurulmalıdır. Böylece bazı istenmeyen durumların daha ortaya çıkmadan önüne geçilebilir. - İnternet kullanımı, çocuğun ders çalışmasını, sosyal ilişkilerine, ailesi ile olan ilişkisine engel olacak ölçüde artmadan ve internet etkinlikleri bir kaçınma aracı halini almadan, internet kullanımı makul ölçülerde sınırlandırılmalıdır. Var olan alışkanlığı yasakla sonlandırmaya çalışmak, interneti hem daha çekici hâle getireceği, hem de ergenlikte çocuğun özel yaşamına müdahale olarak algılanacağı için işe yaramayabilir. Daha baştan belli zaman dilimlerinde ve belli bir süre için internet kullanımı alışkanlığı pekiştirilmelidir. - Ve eğer internet kullanımı çocuğun günlük yaşantısını olumsuz etkileyecek bir düzeye gelirse okuldaki rehber öğretmene veya bir uzmana başvurarak profesyonel bir yardım alınmalıdır. Yaş Gruplarına Göre İnternet Kullanımı 6 yaş: İlköğretim hayatı başlayan altı yaş çocuğu, interneti tek başına keşfetmek ister. Henüz okula başlamış ve dolayısıyla artan sorumluluklarına adaptasyon sürecinde olan, özellikle tam gün okula giden altı yaş çocuğunun günlük bilgisayar kullanım süresinin 30 dakika ile bir saat arasında olması beklenir. 7–9 yaş: Bu yaşlar internete ilginin oldukça arttığı yaşlardır. Genel olarak bu yaşlardaki çocuklar, yasaklanan birçok davranışı gerçekleştirme eğiliminde olduğundan internetteki yasaklar da ilgisini çekebilir. Fakat aileler bir takım raporlama sistemleri ile çocuklarının hangi sitelerde, ne kadar süre gezindiklerini görebilirler. Ortalama 7–9 yaş çocuğu internette gezinmeyi, çeşitli oyunlar oynamayı, e-posta gönderip almayı başarabilir. Bu yaştaki çocuklar için ideal internet kullanımı süresi günlük bir buçuk-iki saati geçmemelidir. Ülkemizde sosyal hayatı etkilemeye başlayan internetin, başta çocuklar ve gençler olmak üzere nüfusun büyük çoğunluğunu etkisi altına aldığı görülmektedir. Aileler, genç ve çocuklarının daha iyi yetişmesi için bilgisayar ve internet kullanımını eğitim amaçlı olarak desteklemelidirler. Fakat ailelerin birçoğunun kontrolsüz Bilgi teknolojilerini doğru kullanmaya henüz hazır olmayan çocuklar, karşılaştıkları karmaşık bilgileri nasıl değerlendireceklerini bilememektedirler. Bu yüzden ailenin denetimi ve takibi önem kazanmaktadır. Bu nedenle, sorunun bir bütün olarak ele alınarak analiz edilmesi ve gerekli çözüm yollarının uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir. Bu anlamada devlet olarak, - Aile ve çocuklara yönelik internet paketleri hazırlanmalı, - İnternet ve tehlikeleri konusunda geçler ve çocuklar eğitilmeli, konferanslar, sunumlar yaygınlaştırılmalı, - İnternet etiği oluşturulmalı, - İnternet kafeler daha faydalı mekânlar haline getirilmeli, - Bilgi toplumu için gerekli eylem planı hayata geçirilmelidir. Aile ve toplum olarak ise, - Ebeveynler çocukların bilgisayar ve internet ile hangi EYLÜL 2010 Sonuç olarak; bilgisayar ve internet kullanımı konusunda yeterince bilinçli olmadıkları görülmektedir. 105 STANDARD 10–13 yaş: Ön ergenlik dönemindeki 10–13 yaş çocuğu, internet ile ilgili oldukça fazla bilgiye sahiptir. Bu yaş döneminde arkadaş ilişkileri eskiye oranla önem kazanır. Arkadaşlık siteleri ve özellikle anlık ileti en çok kullanılan araçlardır. Ayrıca okullar doğru kullanımı teşvik etmek amacı ile internetten bilgi aramaya yönelik çeşitli projeler, ödevler verirler. Dolayısıyla internetin eğitici rolü bu dönemde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde günlük internet kullanımı süre açısından bireysel farklılıklar gösterebilir. Çocuk, sosyal ilişkilerinin devamlılığı için uzun süreler çevrimiçi kalmak isteyebilir. Burada önemli olan, aile bireylerinin hep birlikte üzerinde anlaşacakları aile içi internet kullanım kurallarını belirleyerek huzuru sağlayabilmeleridir. AĞUSTOS 2010 yaşta tanışmaları gerektiği ve hangi program ve oyunların çocuklarının gelişimine olumlu etki yaptığını araştırmalı ve buna göre davranmalıdır. - Çocuğun tüm uğraşı, bilgisayar ve internet olmamalıdır. Anne baba çocuğuna boş vakitleri için hobiler kazandırmalıdır. - Anne babalar çocukların arkadaşlarıyla sanal ortamda değil de doğal yollardan görüşmelerine imkânlar sağlamalıdırlar. - Sanal kütüphaneler kullanılırken, kitap okuma alışkanlığı kaybedilmemelidir. Ebeveynler, bilgisayar oyunlarını; çocuğun evde yaramazlık yapmaması, kendisini rahatsız etmemesi ve onları oyalaması için bir araç olarak görmemelidirler. Zaman zaman bilgisayar oyunlarını çocuklarıyla birlikte oynamalıdırlar. - Ebeveynler çocuklarına internette vakit geçirme ve internet kafe ziyaretlerini azaltma konusunda katı kısıtlamalar ve cezalar vermek yerine onlarla karşılıklı konuşarak ikna yoluna gitmeliler. STANDARD 106 Bu bağlamda, gençlerin ve çocukların teknolojinin içinde tehlikelere ve bağımlılıklara sapmadan yaşamlarının bir bölümünü, teknolojik gelişmelerin takibine ve uygulanmasına harcamaları, gelecekte karar verme kademelerinde bulunacak kişilerin daha nitelikli, gelişme ve yeniliklere açık bir kişiliğe sahip olmalarını sağlayacaktır. Bu da beraberinde, her konuda fikir üretebilmeyi ve gelişmeyi getirecektir. KAYNAKLAR 1http://img134.imageshack.us/img134/6517/ internetkullanimiqv2.jpg 2- Türk Kütüphaneciliği 14,2 (2000), 205–212 http://tk.kutuphaneci.org.tr/index.php/tk/article/ viewFile/1674/3347 3- Bilinçli İnternet Kullanımı-Cem BEYHAN, Emniyet Amiri 4- Uzm. Psk. Kürşad DEMİRUTKU, Ankara, Mayıs 2006 5- Seçil Akaygün CÜNTAY, Uzman Psikolojik Danışman, GÜNCE Psikolojik Danışmanlık Grup Çalışmaları Merkezi 6- Dr. Tuncay YİĞİT, Murat SIĞLA, Nurten AKSUNGUR, Saliha ERBAĞ, Ümmiye PALAZ, Gazi Üniversitesi, Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi, Bilgisayar Eğitimi Bölümü, 06500, Beşevler/ANKARA, Akademik Bilişim’07IX Akademik Bilişim Konferansı Bildirileri, 31 0CAK–2 Şubat 2007, Dumlupınar Üniversitesi KÜTAHYA Türkiye’nin 1990’lardan itibaren dünya turizm liginde göstermiş olduğu performansta yapılan yeni yatırımlar, girişimler, turizmin tüm paydaşlarının bu süreçte yeniliklere açık duruşu ve dünya konjonktüründeki gelişmeler son derece etkili olmuştur. Özellikle 2000’li yıllara gelindiğinde Türk turizminin mevcut kapasitesi ve artıları Akdeniz Çanağı ülkelerinde yer alan birçok rakip ülkeye göre Türkiye’yi daha fazla öne çıkarmaya başlamıştır. 2005 yılına kadarki gelişmeler çok olumlu bir seyir izlerken ülkemizde yaşanan kuş gribi turizmdeki olumlu trendin kısa vadeli de olsa sekteye uğramasına neden olmuş, ancak 2007 yılı itibarıyla bu gerilemenin ardında Türk turizmi tekrar toparlama ve artış sürecine girmiştir. 2007 yılında Türk turizminin geleceğini öngörmeye yönelik olarak hazırlanan Türkiye Turizm Stratejisi (2023) ve Türkiye Turizm Stratejisi Eylem Planı (2007-2013) 28/02/2007 tarihinde Yüksek Planlama Kurulu Kararı ile onaylanmış, 02/03/2007 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu gelişme ile Türk turizminin 2023 tarihi itibarıyla hedefleri ortaya konmuş ve uygulama yolları ile yeni bir süreç başlamıştır. Toplam yüz bir sayfadan oluşan bu belgede yeni turizm bölgelerinin Türk turizmine kazandırılması, planlama, yatırım, örgütleme gibi önemli başlıklar yanında Türk turizminin ve Türkiye’nin uluslararası arenada tanıtılması ve iyi imaj yaratılması konularına da değinilmiştir. İşte bu noktada Kültür ve Turizm Bakanlığımızın açıkladığı hedefler doğrultusunda Türkiye’nin uluslararası çevrede en iyi şekilde tanıtılmasında önemli bir nokta da “destinasyon imaj yönetimi “ konusu olacaktır. Gerek 2023 Türkiye Turizm Stratejisi belgesinde gerekse sivil toplum örgütleri ve turizm ilgilileri tarafından bu alanda ya- pılan çeşitli çalışmalarda Türkiye’nin fuar organizasyonlarında etkinliğinin orta ve uzun vadede etkilerinin görüleceği paylaşılmaktadır (http://www.kultur.gov.tr/TR/Tempdosyalar/189566__TTStratejisi2023.pdf : 22.07.2009) Turizm birçok sektörü ve alt-sektörleri etkileyen, istihdam yaratarak ülke ekonomilerine son derece olumlu katkılar sağlayan bir endüstridir. Etkilediği alanlarda etkin rol üstlenen bazı paydaşlar (stakeholders) önemli roller üstlenmektedir. Turizmde destinasyon paydaşları denince ifade edilmek istenen, turizm sektörünü tümüyle kapsayan ve sektöre yön veren, politikalar yaratan, gerek uygulayıcılar gerekse teorik çerçevede yön gösterenler anlaşılmalıdır (Ritchie ve Crouch, 2003). Bir turistik tesis, bir koy, bölge, ülke, birkaç ülke grubu, hatta bir kıta turistik destinasyon olarak tanımlanabilmektedir. Turizm destinasyonlarında paydaşlar denince ise akla gelen ve önemli olarak görülen paydaşlar ise şunlardır: • Konaklama tesisleri • Tur operatörleri ve seyahat acenteleri • Turistler ya da ziyaretçiler • İlgili bakanlık ve taşra teşkilatları • Sivil toplum örgütleri • Belediyeler ve diğer kamu yönetimi organları • Ticaret odaları • Üniversiteler • Ulaştırma ögeleri (kara, hava ve deniz yolları) • Rehberler TÜRKİYE’YE YÖNELİK ALGILAMA EYLÜL 2010 Arş. Gör. Volkan ALTINTAŞ Akdeniz Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu 107 STANDARD Fuar Katılımcılarının Türkiye’ye Yönelik Algılamaları Üzerine Berlin, Moskova ve Dubai Fuarlarında Uygulama • Yiyecek-içecek işletmeleri • Yerel halk • İlgili diğer turizm işletmeler (yat, marina vb.) AĞUSTOS 2010 Bu sayıyı artırmak mümkündür. Ancak destinasyonların yönetiminde aktif rol üstlenen ve turizm gelişiminde önemli görevlerle destinasyonlarının tanıtımında çeşitli misyonları ve sorumlulukları alarak turizm gelişiminde öncü olacak destinasyon paydaşlarında öne çıkanlar yukarıda adı geçenlerdir. Bu paydaşlar bölgelerinin destinasyon imajının iyileştirilmesinin de temelini oluşturmaktadır. STANDARD 108 İmaj, insanların bir yer ya da bir şeyle ilgili sahip olduğu inanç, fikir ve izlenimlerin toplamıdır. İmaj, bir bireyin çevresel bilgisini, değerlendirmesini ve tercihlerini özetleyen öğrenilmiş ve durağan zihinsel kavramlar olarak da tanımlanabilir (Özdemir, 2008). Destinasyon imajı ise turist tarafından yapılan subjektif bir yorumdur (Bigne ve diğerleri, 2002). Destinasyon imajı literatürde farklı şekillerde açıklanmıştır. Hunt (1975) ve Crompton (1979) kavramı benzer şekilde açıklayarak, insanların ikamet etmedikleri ülkeler hakkında düşünceleri ve etkilenmeleri olarak destinasyon imajını açıklamışlardır. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü tarafından ortaya konan araştırmaya göre ise, destinasyon imajı aynı aktarıcıdan çıkan mesajları farklı yönleri ile insanların algılaması olarak ifade edilmektedir ( Milman and Pizam 1995). Destinasyonların bu çeşitliliği, onları pazarlayanlara da yansımıştır. Destinasyon imajı belli bir turist pazarının destinasyon hakkında algılamış olduğu imajdır. Potansiyel turistlerin herhangi bir destinasyon hakkında sahip oldukları kanaatler ve intibaların toplamı olarak tanımlanabilen “destinasyon imajı”, bir destinasyonun turistler tarafından tercih edilmesinde oldukça önemli rol oynamaktadır (www.tureb. net/TEZ4.doc: 21.07.2009). Algılanan destinasyon imajı turistin yaşadığı “iletişim yaşam eğrisi” ile daha iyi anlaşılabilir. Turist belli bir destinasyon hakkında içinde bulunduğu iletişim yaşam eğrisi aşamasıyla (bilgisizlik, fark etme, anlama, kabul etme, yanıtlama) bağlantılı imajlar algılayacaktır (Batchelor 1999). Turistlere içinde bulundukları aşamaya göre farklı iletişim kanallarıyla farklı mesajlar iletilmelidir. Örneğin; destinasyondan habersiz olan birinin önce bu konuda geniş çaplı reklamlarla bilgilendirilmesi gerekir. Bazen bilgisiz turistin fark etme aşamasına geçişi olumsuz mesajlarla (deprem, sel, terör vb) da gerçekleşmektedir. FUAR UYGULAMALARI ve ANALİZLER Sırasıyla Berlin, Moskova ve son olarak Dubai’deki uluslararası turizm fuarlarında yer alan Türkiye stantlarında uygulama gerçekleştirilmiştir. Profesyonel turizmcilere açık olan günlerde (genellikle ilk iki ya da üç gün) Türkiye standında stant sahiplerine yani katılımcılara fuar organizasyonunu değerlendirmeleri istenerek destinasyon imajı konusunda onlara sorular yöneltilmiştir. KATILIMCI ANALİZLERİ (DUBAİ-MOSKOVA-BERLİN) Dubai, Moskova ve Berlin fuarlarında projenin ikinci bölümünü oluşturan katılımcılara sorulan anket soruları ile bu üç fuarda profesyonel bakış açısı ile gerek Türkiye standını değerlendirmeleri, gerekse bu paralelde onların gözüyle Türkiye imajı konusundaki görüşleri alınmaya çalışılmıştır. Fuarlara katılımın turizm sektörünün çok farklı alanlarından katılımın söz konusu olduğu gerçeğinden hareketle, ortaya çıkan sonuçların özellikle ilgili üç ülkenin ilgili bürokratları açısından son derece önem taşıdığı düşünülmektedir. Ancak katılımcılara dağıtılan anketlerden alınan yanıtlardan da anlaşıldığı üzere Türk katılımcıların ankete çok fazla duyarlılık göstermedikleri görülmüş ve sonuçlara da yansımıştır. KATILIMCI PROFİLİ Dubai Moskova Berlin Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Konaklama Tesisi 10 % 41,7 20 % 34,5 38 % 53,5 Tur Operatörü 2 % 8,3 10 % 17,2 8 % 11,3 Seyahat Acentesi 7 % 29,2 15 % 25,9 13 %18,3 Havayolu Şirketi - - - - 1 % 1,4 Yiyecek-İçecek İşletmesi - - - - - - 2 % 8,3 11 % 19 7 % 9,9 3 % 12,5 1 % 1,7 4 % 5,6 Katılımcılar Sivil Toplum Örgütü (Turizm Birliği, İl Temsilcisi, Dernek vs.) Diğer FUARLARA KATILMA SEBEPLERİ (Birden fazla işaretleme mümkün) Dubai Sebepler Yeni bir pazar yaratmak için Mevcut iş ilişkilerini geliştirmek için Pazar hakkında genel bilgi sahibi olabilmek için Yeni iş fırsatları yaratabilmek için Diğer Moskova Berlin Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) 5 % 20,8 15 % 25,9 22 % 31 16 % 66,7 38 % 65,5 49 % 69 5 % 20,8 21 % 36,2 35 % 49,3 11 % 45,8 19 % 32,8 40 % 56,3 1 % 4,2 4 % 6,9 3 % 4,2 TÜRKİYE STANDININ DEĞERLENDİRİLMESİ Çok Başarılı 3 Başarılı 12 Vasat 8 Başarılı Değil - Cevap Yok 1 Berlin Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) % 12,5 13 % 22,4 18 % 25,4 29 % 50 41 % 57,7 11 % 19 10 % 14,1 2 %3,4 2 % 2,8 1 %1,7 - - % 50 % 33,3 % 4,2 TÜRKİYE STANDINDAKİ EKSİKLİKLER/ YETERSİZLİKLER Dubai Eksiklikler/ Yetersizlikler Salon (Hall) seçimi Moskova Sayı Yüzde (%) Sayı - - 3 109 Berlin Yüzde (%) % 5,2 Sayı 4 Yüzde (%) % 5,6 Stant tasarımı 10 % 41,7 12 % 20,7 16 % 22,5 İletişim eksikliği 6 % 25 15 % 25,9 15 % 21,1 12 % 50 21 % 36,2 21 % 29,6 - - 4 % 6,9 5 %7 2 % 8,3 2 % 3,4 4 % 5,6 Hiçbir eksiklik/yetersizlik yok 2 % 8,3 10 % 17,2 21 % 29,6 Diğer 4 % 16 8 % 13,8 3 % 4,2 Türkiye tanıtımına ilişkin ögelerin yetersizliği Türk kültürüne ait olmayan değerlerin sunulması Türkiye’nin yanlış imajla tanıtılması TÜRKİYE STANDI ve İMAJ Dubai Sayı Çok Olumlu Olumlu Kararsız Olumsuz Çok Olumsuz 5 15 2 1 Moskova Yüzde (%) % 20,8 % 62,5 % 8,3 % 4,2 EYLÜL 2010 Sayı Moskova Berlin Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) 9 38 5 1 - % 15,5 % 65,5 % 8,6 %1,7 - 17 39 15 - % 23,9 % 54,9 %21,1 - STANDARD Dubai GELECEK YIL FUARLARA KATILIM Dubai Moskova Berlin Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Sayı Yüzde (%) Evet 20 % 83,3 41 % 70,7 60 % 84,5 Hayır - 3 % 5,2 2 %2,8 Kararsızım 3 9 %15,5 8 %11,3 % 12,5 KATILIMCILARIN FUARLARLA İLGİLİ DİĞER GÖRÜŞLERİ Dubai Tarihi öğeler * Etkin tanıtım * 4 Görsellik * 6 Müzik * 1 Broşür/katalog * 1 İkram yetersizliği * 2 EYLÜL 2010 Konu STANDARD 110 Moskova İfade eden sayısı 2 Basının ilgisi Türkiye’nin diğer bölgelerinin eksikliği Interaktif tanıtım Katılımcılara sunulan anketlere verilen cevaplarda, turizm sektörünün konaklama tesisi ayağının ön planda yer aldığı görülmektedir. Dubai’den ankete katılan 24 turizm paydaşının, Moskova’da ankete katılan 58 turizm paydaşının ve Berlin’de ankete katılan 71 turizm paydaşının verdiği yanıtlarda turizm sektörünün en çok konaklama tesisi ayağı olarak bu fuarlara katıldıklarını belirtmişlerdir. Bunu her üç ülkede de seyahat acentesi birbirine yakın oranlarda izlerken her üç ülkede de hiçbir yiyecek-içecek işletmesinin katılımcı olarak fuarda yer almadığı görünmektedir. Berlin fuarında diğer katılımcılar içinde turizm sektörü dışında diğer sektörlerden de katılımların olduğu dikkat çeken bir başka sonuçtur. Katılımcılara katıldıkları fuarlara katılma sebeplerini sorduğumuzda her üç ülkede benzer bir tablo ile karşılaştığımızı söylemek mümkündür. Birden fazla seçeneği işaretlemeleri mümkün olan bu soruda “ mevcut iş ilişkilerini geliştirme” seçeneği en fazla işaretlenen seçenek olmuştur. Bunu “ yeni iş fırsatları yaratabilmek için” seçeneği izlemiştir. “ Yeni bir pazar yaratma” çabalarının diğer seçeneklere göre düşük oranlarda kalması dikkat çekicidir. Katılımcılara Dubai, Moskova ve Berlin’de Türkiye standını değerlendirmeleri istenmiştir. Bu soruya alınan yanıtlar- Berlin ifade eden sayısı Konu ifade eden sayısı Konu * 3 * 1 * 2 * 2 * 3 * 3 * 2 da katılımcıların % 50 ve üzerinde Türkiye standını başarılı buldukları sonucu çıkmıştır. Türkiye standını neredeyse hiç kimsenin başarısız bulmaması, önemli bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk katılımcılar gözünde çok başarılı bulunan fuar ise Berlin fuarıdır. Dubai fuarının % 33,3 ile vasat bulunuyor olması ise fuarı başarılı bulanlar yanında dikkat çeken bir oran olarak görülmektedir. Türk katılımcılara Dubai, Moskova ve Berlin turizm fuarında Türkiye standında gördükleri eksiklikler/ yetersizliklerin neler olduğu sorulmuştur. Bu soruya verilen yanıtlarda Dubai, Moskova ve Berlin katılımcıları “Türkiye tanıtımına ilişkin ögelerin yetersizliği” konusunda görüş bildirmişlerdir. Birden fazla işaretlemenin yapıldığı bu soruda bu yetersizliğin en çok görüldüğü fuar Dubai fuarı olurken, Berlin’de bu oran en düşük oranda gerçekleşmiştir. Berlin fuar katılımcıları Türkiye tanıtımına ilişkin ögeleri yetersiz bulmaları yanında aynı oranla “hiçbir eksiklik/ yetersizlik yok” seçeneğini de işaretleyerek Berlin fuarında katılımcıların Türkiye standına ilişkin iki farklı net görüşe sahip oldukları görülmektedir. Stant tasarımına ilişkin en büyük eleştiri Dubai fuarında gelirken Berlin ve Moskova fuarlarında da bu eleştirinin önemli olduğu görülmektedir. Moskova ve Berlin fuarlarında önemli bir iletişim eksikliği olduğuna inananların sayısı da dikkat çekmektedir. STANDARD 111 EYLÜL 2010 Bu soruda katılımcı turizm paydaşlarına Türkiye standını gezen ziyaretçilerin Türkiye hakkında nasıl bir imaja sahip oldukları sorulmuştur. Dubai, Moskova ve Berlin’deki katılımcı Türk turizm paydaşları, Türkiye standını gezen ziyaretçilerin Türkiye hakkında olumlu bir imaja sahip olduklarına inandıklarını belirtmişlerdir. Bu düşünce en çok Moskova’daki katılımcılar tarafından desteklenirken, Berlin’deki katılımcıların diğer iki ülkeye göre daha az oranda kaldığı görülmektedir. Berlin’deki katılımcıların belli bir bölümünün imaj konusunda Türkiye standını çok başarılı bulmaları ve yine bu orana yakın oranlarda kararsız kalmaları, başarılı bulanlar dışındakilerin düşüncelerinin ayrıştığını göstermektedir. AĞUSTOS 2010 Her üç fuara da katılan Türk katılımcılara gelecek sene aynı fuarlara katılımların konusunda sorular sorulmuştur. Her üç ülkede de düzenlenen fuarlara gelecek sene çok büyük oranlarda katılımın gerçekleşeceği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. En fazla kararsızlığın yaşandığı fuar ise Moskova fuarı olmuştur. STANDARD 112 Son olarak katılımcılara fuarların daha etkin olabilmesi adına soru sormadan kendi görüşlerini cümleler, kelimeler halinde ifade etmeleri istenmiştir. Öneriler tek tek değerlendirildiğinde ortaya çıkan başlıklar yukarıdaki tabloda gösterilmiştir. Buna göre Dubai, Moskova ve Berlin’deki katılımcıların ortak görüşlerinden biri Türkiye standındaki müzik seçimi, müziğin devamlılığı ve doğru müziklerin seçilmesi yönünde olmuştur. Bunun dışında Türkiye standında katılımcılara sunulan ikramlardaki düzensizlik ve yetersizliği dikkat çekmektedir. En çok görselliği Dubai’de problem olarak gören katılımcılar yanında, özellikle Rus basınının daha fazla olması gerektiğine inananların düşünceleri de Moskova fuarında dile getirilmiştir. Berlin’de daha fazla interaktif tanıtıma inanlar olduğu gibi, belli bölgeler dışında tanıtımların artırılması gerektiğine inanlar da Moskova’da düşünce belirtmişlerdir. SONUÇ ve ÖNERİLER Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uluslararası tanıtımda turizm fuarlarını önemli bir tanıtım aracı olarak kullandığı ve Türk turizm paydaşlarının da bu süreçte tanıtım ve pazarlama faaliyetleri açısından turizm fuarlarına büyük önem verdiği bilinmektedir. Türk turizm paydaşlarının dünyanın birçok farklı bölgesinde turistik ürünlerini doğrudan tanıtma amacına yönelik ortaya koydukları çabaya Bakanlığımızın da destek ve yönlendirmeleri ile daha profesyonel ve ciddi bakış açısının sağlandığı görülmektedir. Bu çalışmada, Bakanlığımızın belli finansman kaynakları ile yürüttüğü uluslararası turizm fuarlarında Türkiye’nin destinasyon imajının ne şekilde şekillendiğinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu değerlendirmede katılımcılara Türkiye standı ayrıntılı bir şekliyle değerlendirilerek destinasyon imajına Türkiye standının ne şekilde fayda sağladığı da görülmeye çalışılmıştır. Her üç ülkede de belli noktalarda benzer, belli noktalarda ise tamamen farklı sonuçların yer aldığı görülmektedir. Bu çalışmada dikkat çeken ve özellikle Türkiye’nin tanıtım ve pazarlamasında en önemli görevi üstlenen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ortaya konan sonuçlara göre belli stratejilerini tekrar gözden geçirmesi gerekebilecektir. Burada çalışmaya konu olan Arap, Rus ve Alman pazarının dışında kalan diğer ülke pazarlarının da benzer çalışmalara konu edilmesi ile fuarların ülke tanıtımında ne şekilde etkin olduğu sonucu elde edilecektir. Türkiye’den fuarlara katılan turizm paydaşları genel olarak Türkiye stantlarını başarılı bulduklarını ve bu başarı ile Türkiye’yi ziyaret edenlerin olumlu destinasyon imajı ile ayrıldıklarını düşündüklerini söylemişlerdir. Ancak katılımcıların en çok üzerinde durdukları ve ankete tam olarak yansıtamadıkları bir başka sonuç ise Bakanlık yetkilileri ile yeterli koordinasyonun sağlanamadığı noktasındadır. Bunu iletişim eksikliği olarak ifade edenler yanında, fuara gelmeden önce ve fuar sırasında tam bir uyumun yaşanamamasının temelinde kurumlar arası etkileşimde yaşanan sıkıntılar olduğu bildirilmiştir. Bu sıkıntının ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlerin alınması ile yakalanacak sinerjinin Türkiye’nin imajı ve dolayısıyla tanıtımına doğrudan etkilerini göstereceği muhakkaktır. KAYNAKLAR 1. Batchelor, R. (1999). Strategic Marketing of Tourism Destinations, içinde F. Vellas ve L. Becherel (Editörler), The International Marketing of Travel and Tourism: A Strategic Approach. London: Macmillan Press Ltd. 2. Bigne J.E., Sanchez I.M. ve Sanchez J.(2001). Tourism Image Evaluation Variables and After Purchase Behaviour: Inter-Relationship. Tourism Management, 22(6), 607-616. 3. Crompton, J. L. (1979). An Assessment of the Image of Mexico as a Vacation Destination and the Influence of Geographical Location Upon That Image. Journal of Travel Research, 17(4), 18-23. 4. Hunt, J.D. (1975). Images as a Factor in Tourism Development. Journal of Travel Research, 13(3), 1-7. 5. Milman, A. and Pizam, A. (1995). The Role of Awareness and Familiarity with a Destination: The Central Florida Case. Journal of Travel Research, 33(3), 21-27. 6. Özdemir, G.(2008). Destinasyon Pazarlaması. Detay Yayıncılık, Ankara. 7. Ritchie, J.R.B ve Crouch G.I.(2003). The Competitive Destination: A Sustainable Touism Perspective: CABI Publishing. 8. www.kultur.gov.tr/TR/Tempdosyalar/189566__TTStratejisi2023. pdf:Erişim tarihi 22.07.2009 9. www.tureb.net/TEZ4.doc: Erişim Tarihi 21.07.2009