12 Mart - Türk Parlamenterler Birliği
Transkript
12 Mart - Türk Parlamenterler Birliği
TPB Mart 2014 Sayı: 12 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili Editör Songül Baş Yazı İşleri Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru Nehir Öztürk Pınar Ünsal Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Genel Koordinatör İsmail Demir YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti Basım Yeri: Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat-Yenimahalle / ANKARA Basım Tarihi: 07.03.2014 T: 0312 397 16 17 YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. M ar t 2014 İçindekiler DOSYA 20 12 Mart 1971 Muhtırası 28 Cengiz Yavilioğlu: Darbelerin en büyük mağduru millet olmuştur 62 Toprağı kanıyla sulayanların destanı 18 Mevlüt Çavuşoğlu: 40 Nahit Menteşe: 58 Onur Öymen: Erasmus+ ile tüm vatandaşlarımıza Avrupa kapıları açılacak Siyasetçi her şeyden önce dürüst olmalı Siyasetin başarısı ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür 4 Başkanın Mesajı DÜNYAPARLAMENTOLARI 8Birlik’ten 10Haberler 16Dünyadan 44 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için milletvekilleri ne diyor? 50 Yerel seçim heyecanı 34 Yeniliklere açılan denizin feneri 77 TBMM’de Şubat 2014’te Finlandiya Parlamento Evi kabul edilen yasalar 78 Tarih Sahnesi 86Kitap 47 54 68 87Müzik 88Film 89Televizyon 90 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 92 Sosyal medya günlükleri 94Unutmayacağız 80 Hep iyi, güzel ve hanımefendi: Belgin Doruk Meclis kürsüsünde bir inkılapçı: Tunalı Hilmi Bey Bir İlhamî yadigârı: Aynalıkavak Musiki Müzesi 84 Milletvekili yazar mı? Yasamanın bilgi kaynağı: TBMM Kütüphanesi 93 Ruhsar Demirel ile sosyal medya söyleşisi 4 Başkanın Mesajı Demokrasi kültürümüz ve yerel yönetimler D Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Yerel yönetimlerin ürettiği hizmetler halkın yaşam kalitesinin yükseltilmesi için oldukça önemlidir. Mart 2014 emokrasi ve demokratikleşmenin vazgeçilmez öğesi olan yerel yönetimler, yöre halkının ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere kamu hizmeti sağlayan, halkın bizzat seçtiği organlarca yönetilen toplumsal ve siyasal kurumlardır. Yerinden yönetimin simgesi olarak da bilinen yerel yönetimler, özerk ve mali bağımsızlığa ve kamu tüzel kişiliğine sahip demokratik kuruluşlardır. Bu nedenle halka en yakın ve halkın en kolay ulaşabileceği birim olan kamu yönetiminin yerel örgütlenmesini oluşturan belediyelerin, sosyal sorunlara ilk elden ulaşma imkanı sağladığını da ifade edebiliriz. Demokrasi ile yerel yönetimler arasında pek çok ilişki kurulabilir. Her şeyden önce, halkın seçimle işbaşına getirdiği yönetim birimi olmaları, yerel yönetimlerin demokratik karakterleri açısından önem arz etmektedir. Öte yandan halka en yakın yönetim birimi olmaları, bu kurumları yerel halkın katılımına elverişli yerler haline de getirmektedir. Halkın belediyelerden beklediği öncelikli ve ağırlıklı görev kendilerine verilecek hizmettir. Konuya bu açıdan baktığımızda belediyelerin ürettiği hizmetler, yerel halkın yaşam kalitesini artırmak için oldukça önemlidir. Günümüzde belediyelerin sadece hizmet kurumları olarak değil, hemşehrileri ile kurdukları ilişkilerden meclislerini işletme yöntemlerine kadar demokratik usullere göre çalışmaları beklenmektedir. Halk ve sivil toplumun katılımcı olmadığı, her karar ve uygulamanın belediye başkanının tasarrufunda olduğu bir kurumun demokratik olduğunu söyleyemeyiz. Bu yönden bakıldığında kendini yenileyememiş, değişime kapalı, baskıcı, merkeziyetçi, otoriter nitelikteki siyasal ve toplumsal örgütlenme modellerinin yerini yavaş yavaş güçlü ve demokratik yerel yönetim modellerine bıraktığını söyleyebiliriz. Söz konusu değerler neticesinde “yerel demokrasi” ve “demokratik yerel yönetim” kavramlarının her geçen gün daha fazla gündeme geldiğini de gözlemliyoruz. Bilindiği gibi yönetim, her şeyden önce bir yaşama kültürünün ürünüdür. Olmayan bir geleneğin oluşturulması da elbette uzun yıllar sürecek bir çaba gerektirir. Kuşkusuz ülkemizde yerel yönetim ve demokrasi kültürümüz son yıllarda çıkarılan yasa ve diğer çalışmalarla önemli bir noktaya gelmiştir. Ancak Tanzimat’tan itibaren ve Cumhuriyet tarihi boyunca genel olarak kamu yönetiminde ve özel olarak da yerel yönetimlerde sayısız reformlar yapılmış olmasına rağmen belediyelerimizin ne kadar kaynağa ve yetkiye sahip olması gerektiği; sayılarının çoğaltılmasının mı, azaltılmasının mı daha işlevsel olacağı önemli tartışma konuları arasında yer almaktadır. Partilerimizin demokrasi tanımı, temel ilkeleri de kapsayacak biçimde farklılaşabildiğinden yerel yönetimle ilgili olarak en fazla kaynak ve yetki aktarımı söz konusu edilmektedir. Bizim yerel yönetim kültürümüz hizmet üretilmesi, toplumsal kalkınmaya katkı sağlanması, demokrasi kültürünün yaygınlaşması ve gelişmesi için kurgulanmalıdır. Küreselleşme dünyayı bir köy haline getirirken, yine amaçları doğrultusunda yerel alanda da yurttaşı güçlendirme çabalarını yoğunlaştıran bir süreç başlatmıştır. Yerel alanın, kültürün ve demokrasinin önemini her zaman koruyacağını belirterek, 30 Mart seçimlerinde adaylarımızın süreci olgunlukla tamamlamalarını diliyorum. Birlik’ten Nevzat Pakdil: Kahramanmaraş dünya tarihine geçmiş bir şehirdir “Kurtuluş Savaşı sırasında verdiğimiz mücadeleyi hiçbir zaman unutmamamız ve genç nesillere sürekli anlatmamız gerekmektedir. Rehavete kapılmayan bir gençlik, şehrinin ve ülkesinin kalkınması için sürekli mücadele içinde olur.” Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 94. yıldönümü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Kahramanmaraşlıların insanlık tarihine geçen örnek bir kurtuluş mücadelesi verdiğini ifade eden Pakdil, “Kişilere mücadeleleri sonrasında kahramanlık unvanı verilmesi normal bir durumdur ve sıkça rastlanır. Fakat bir şehrin, verdiği onur mücadelesi sonrasında kahramanlık unvanı alması tarihte görülmemiş bir durumdur. Kahramanmaraş bu ender olayı yaşayan bir şehirdir” dedi. Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş’ın 7 Şubat 1973 tarihinde kahramanlık unvanı ile onurlandırıldığını anımsatarak şu değerlendirmelerde bulundu: “Kahramanmaraş işgal yıllarında yakıldı, yıkıldı, ekonomik darboğaza girdi. Fakat hiçbir zaman boyunduruk altında kalmayı kabullenmedi. 12 Şubat 1920 tarihinde şanlı bir halk direnişi ile Aslanlar Şehri Maraş düşman işgalinden kurtuldu. Kahramanmaraş’ta millî mücadeleye her ferdin destek vermesi sebebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi 5 Nisan 1925’te Kahramanmaraş’ı ‘Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası’ ile onurlandırdı. 7 Şubat 1973 tarihinde de şehrimize kahramanlık unvanı verildi. 12 Şubat 1920 ruhu Kahramanmaraşlılarda hâlâ kendini göstermektedir. Bu haslet, bu vatan sevgisi bazen bir edebiyat eserinde, bazen gündelik hayatta karşımıza çıkmaktadır.” Pakdil, toplum olarak uluslararası senaryolara ve oyunlara karşı çok dikkatli olunması gerektiğine işaret ederek, “Kurtuluş Savaşı sırasında verdiğimiz bu anlamlı mücadeleyi hiçbir zaman unutmamamız ve genç nesillere sürekli anlatmamız gerekmektedir. Rehavete kapılmayan bir gençlik, şehrinin ve ülkesinin kalkınması için sürekli mücadele içinde olur” ifadelerini kullandı. Nevzat Pakdil mesajında “Gerek Kahramanmaraş’ın gerekse ülkemizin kurtuluşunda hayatını kaybeden tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum” dedi. Emekli astsubaylar sorunlarını anlattı Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanvekili Nevzat Pakdil, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Genel Başkanı Ahmet Keser, Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Binici, Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Sezer ve Hukuk Komisyonu Başkanı Mehmet Erkan Akkuş ile görüştü. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda gerçekleşen görüşmede, emekli astsubayların sorunları ve çözüm önerileri konuşuldu. Mart 2014 5 O T N E M A TPB PARL A D N I 1 YAŞ Parlamento B P T n a ık ç e setin t 2013’t İlk say ısı Mar geride bıraktı . Her ay siya ı dergisi bir y ıl üne dair yaz ı, haber ve i, n dünü ve bugü k urun karşısına çıkan derg eler, tr röportajlarla o ntoları, Millî Saraylar, Por rı, e Dünya Parlam ları, TBM M Dostluk Grupla ya n d Meclis Çalışa uyor Ne İzliyor, Sosyal Me k Vek iller Ne O dikkat çek iyor. köşeleriyle de Mart 2014 Mart 2014 8 Birlik’ten Fatoş Gürkan: Laf değil, eserler ürettik Adana’ya son 12 yılda toplam 14,4 milyar TL yatırım ve destek sağlandığını belirten AK Parti Adana Milletvekili Fatoş Gürkan, “İlimiz birçok alanda çağ atladı” dedi. AK Parti Adana Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yüksek Danışma Kurulu Başkan Yardımcısı Fatoş Gürkan, son 12 yılda Adana’nın eğitimden sağlığa, ulaşımdan tarıma kadar birçok alanda çağ atladığını belirterek, ”Adana ilimize son 12 yılda toplam 14,4 milyar TL yatırım ve destek sağlanmıştır. Bu yatırım miktarına Yedigöze Barajı, Şehir Hastaneleri Kampüsü gibi kamu-özel işbirliği ile yapılan dev projeler dahil değildir” dedi. Adana’da eğitim-öğretime yüzlerce okul ve binlerce derslik kazandırıldığını ifade eden Gürkan, diğer alanlardaki çalışmalara ilişkin şu bilgileri aktardı: “Modern ve yüksek kapasiteli hastaneler inşa edilerek, doktor ve sağlık personeli sayısı büyük oranda artırılarak vatandaşımıza çok iyi şartlarda hizmet verilmesi sağlanmıştır. Tarım ve hayvancılık alanında birçok teşvik ve destek programı hayata geçirilerek çiftçilerimiz desteklenmiş ve modern tarıma yönlendirilmiştir. Sulama projeleri ile binlerce dekar alan sulamaya açılmıştır. Sosyal yardımlar 2002 yılı öncesi ile kıyaslanamayacak derecede artırılmış, ulaştırma alanındaki büyük yatırımlarla seyahat çok daha konforlu bir hale getirilmiştir. Binlerce TOKİ konutu ilimize kazandırılmış, KÖYDES kapsamında köylerimizin içme suyu, yol, sulama suyu ve altyapı çalışmaları yapılmıştır.” Mart 2014 Yeni projeler “Milletimizden aldığımız büyük güçle hizmet ettik ve etmeye devam edeceğiz” diyen Fatoş Gürkan, Adana’ya yakın tarihte kazandırılacak projelerden birkaçını ise şöyle belirtti: “Yeni bir Adliye Sarayı yapılmasına yönelik çalışmaların sonuna gelinmiştir. Tamamlandığında ülkemizin üçüncü büyük Adliye Sarayı olacaktır. Adliye Sarayımız için 2014 yılı yatırım programında 275 milyon TL ödenek ayrılmıştır. Bir başka büyük proje olan Bölge Adliye Mahkemeleri (Bölge İstinaf Mahkemesi) için 20 Kasım 2013 tarihinde yer teslimi yapılarak inşaatına başlanmıştır. 110 bin 890 metrekare inşaat alanına sahip projenin teslim tarihi Ağustos 2015 olarak planlanmaktadır. Adana Bölge Adliye Mahkemelerimizin yatırım tutarı ise 98 milyon 700 bin TL’dir. Adanamıza kazandırılacak diğer büyük proje Yeni Adana Şehir Stadyumu’dur. 33 bin seyirci kapasiteli, çok modern bir stadyum yapılması için çalışmalar hızla devam etmektedir. 106 milyon 950 bin TL’ye ihale edilen ve nisan ayında temelinin atılması planlanan stadyumun 2 Aralık 2015’te tamamlanması hedeflenmektedir. Bir başka dev proje Adana Şehir Hastanesi’dir. Bu kapsamda kamu-özel ortaklığı modeli ile ilimize 1550 yataklı Sağlık Kampüsü kazandırılacaktır. Toplam proje bedeli 667 milyon TL’dir. Kozan Duble Yolu, Tufanbeyli-Saimbeyli-Feke Yolu, Karataş Duble Yolu, Karataş-Yumurtalık Yolu, Aladağ Yolu, Pozantı Otobanı’nın devamı gibi çok büyük projeler tamamlanmış veya tamamlanmak üzeredir.” Birlik’ten Sevim Savaşer: Sağlıkta dev adımlar attık AK Parti İstanbul Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Disiplin Kurulu Başkanı Sevim Savaşer, seçim bölgesi İstanbul’daki sağlık yatırımlarıyla ilgili bilgi verdi. “Vatandaşlarımıza kaliteli ve hakkaniyetli sağlık hizmeti sunmak amacıyla uygulamaya koyduğumuz ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ neticesinde ülke genelinde olduğu gibi seçim bölgem İstanbul’da da hatırı sayılır bir iyileşme olmuştur” diyen Savaşer, şöyle devam etti: “Öncelikle sağlıkta fiziki kapasitenin artırılması yönünde büyük yatırımlarımız oldu. Göreve geldiğimiz 2002 yılında İstanbul’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı 44 hastane varken bugün bu sayı 55’e çıkmıştır. 5 olan üniversite hastanesi sayısı 13’e yükselmiştir. Özel hastaneleri de değerlendirmeye aldığımızda ilimizde 2002’de 192 olan hastane sayısı bugün 227’dir. İstanbul’a sağlık tesisi yatırımlarımız gerek genel bütçe kaynakları gerekse kamu-özel işbirliği yatırım finansman modeli çerçevesinde devam etmektedir. Özelikle kamu-özel işbirliği modeli ile ilimizde iki adet sağlık kampüsü yapılacaktır. Yakın zaman önce Sayın Başbakanımız tarafından temeli atılan İkitelli Sağlık Kampüsü’nde biri genel, sekiz dal hastanesi bulunacak ve toplam 2 bin 680 yatak olacaktır. Kamu-özel işbirliği modeli ile ilimize yapılacak yatırımların toplam proje bedeli 4,9 milyar TL’dir. Yapımı tamamlanan ve tamamlanacak olan yatırımlarımızla birlikte hastanelerimizde koğuş oda sisteminden içinde lavabosu, banyosu, TV ünitesi olan konforlu oda sistemine geçerek nitelikli hasta yatağı sayısını artırıyoruz. 2002 yılında İstanbul genelinde nitelikli yatak oranı sadece %0,4 iken bugün bu oran %50’ye ulaşmıştır.” Sağlık alanındaki yatırım ve hizmetlerin hasta memnuniyetini artırdığını ifade eden AK Parti İstanbul Milletvekili Sevim Savaşer, “İstanbul’da 2002’de %40 olan hasta memnuniyet oranı %93’e çıktı” dedi. meti evinde verilmiştir. Göreve geldiğimizde İstanbul genelinde aşılama oranı %75 civarında iken, bugün bu oran %95’e çıkmıştır. Acil sağlık hizmeti sunumunda da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 112 acil istasyon sayısı 36’dan 185’e çıkarılmıştır. Bunun yanında acil vakalara her koşulda müdahale edebilmek için helikopter, uçak ve deniz ambulansları hizmete alınmıştır. Bu sayede yalnız İstanbul’da 771 hasta helikopter, 145 hasta uçak ambulanslarla en uygun sağlık kuruluşuna nakil edilmiştir. Bütün bu yatırım ve hizmetlerimizin karşılığını hasta memnuniyet oranlarında görüyoruz. İstanbul’da 2002’de %40 olan hasta memnuniyet oranı %93’e çıkmıştır.” “Sağlık personeli sayısı iki katına çıktı” Sevim Savaşer, İstanbul’da sağlık çalışanı sayısının da kayda değer oranda arttığını ifade ederek şunları söyledi: “2002’de toplamda 56 bin olan sağlık personeli sayısı bugün iki katına çıkarak 106 bine ulaşmıştır. 2010’da uygulamaya başlattığımız evde sağlık sistemiyle yatağa bağımlı hastaların, hastanede yapılması zorunlu olmayan tıbbi bakım ve rehabilitasyonlarının ev ortamında yapılması sağlanmıştır. Bu kapsamda İstanbul’da bugüne kadar yaklaşık 44 bin vatandaşımıza sağlık hiz- Mart 2014 9 10 Haberler “Demokratikleşme Paketi” kabul edildi “Demokratikleşme Paketi” olarak bilinen Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Kanuna göre, hem yerel hem de genel seçimlerde her türlü propaganda, Türkçenin yanı sıra farklı dil ve lehçelerde yapılabilecek. Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve ikiden fazla olmamak koşuluyla eş genel başkanlık sistemini uygulayabilecek. Siyasi partilere devlet yardımı yapılabilmesi için milletvekili genel seçimlerinde alınması gereken oy oranı yüzde 7’den yüzde 3’e indirilecek. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılacağı yer ve güzergah, ilgili belediye başkanları ile siyasi partiler, meslek örgütleri ve sendikaların görüşü alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenecek. Açık yerlerdeki toplantı ve yürüyüşler, güneş batmadan önce dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 24:00’e kadar yapılabilecek. Özel Öğretim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde eğitim ve öğretim yapmak amacıyla özel okullar açılabilecek. Bu Mart 2014 kurumlarda eğitim ve öğretimin yapılacağı dil ve lehçeler, Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilecek. Yaşam tarzına müdahale ve nefret suçu yasa kapsamında Kişilerin toplu ibadetlerinin yanı sıra bireysel ibadetlerinin engellenmesi de suç olarak düzenleniyor. Kişinin dinî inancının gereğini yerine getirmesinin engellenmesi yaptırım altına alınıyor. Kişilerin Anayasa’da ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan dinî inanç, düşünce ve kanaatleri açıklama özgürlüğünün cebir veya tehdit kullanılarak engellenmesi suç olarak tanımlanıyor. Kanunla dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, işe alınmasını, olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. Her çeşit fitre, zekat, kurban derisi ve barsak yardımlarının sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının geliri sayılmasına ilişkin düzenleme yürürlükten kaldırılıyor. Tasarıda, “terör eyleminden mahkum olanların da aralarında bulunduğu bazı suçlardan” mahkum olanların, siyasi partilere üye olamayacakları ve üye kaydedilemeyeceklerine ilişkin düzenleme yürürlükten kaldırılıyordu. Ancak AK Parti’nin verdiği değişiklik önergesi ile bu maddede değişiklik yapılarak mevcut hüküm korundu. Buna göre kamu hizmetlerinden yasaklılar; basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkum olanlar; taksirli suçlar hariç beş yıl ağır hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkum olanlar; terör eyleminden mahkum olanlar siyasi partilere üye olamayacak ve üye kaydedilemeyecek. Haberler Bakan Yazıcı: Ülkeye daha etkili bir rekabet hukuku sistemi yerleşecek TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu, Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı görüştü. Tasarıyla ilgili sunum yapan Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, dünyayla birlikte ekonomik hayatın ve ticaretin yöntemlerinin de değiştiğini, dünyayı yakından izleyen hükümetin ve Rekabet Kurumu’nun da bu değişimden kaynaklanan ihtiyaçları karşılamak üzere yeni uygulamaları ekonomik hayata kazandırdığını söyledi. Tasarıyla, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un daha açık ve anlaşılır hale getirilmesi, teşebbüsler açısından hukuki belirliliğin artırılması, bürokrasinin azaltılması, ön araştırma ve soruşturmalar açısından usul ekonomisine önem verilmesi ve AB rekabet hukukuna uyum sağlanmasının amaçlandığını ifade eden Yazıcı, “Bu tasarının yasalaşmasıyla, AB ve gelişmiş ülke uygulamalarına paralel olarak, üretimde ve kaynak dağılımında etkinlik sağlanacak. İktisadi refahı artırmak için mal ve hizmet piyasalarında rekabeti korumak ve geliştirmek üzere daha etkili bir rekabet hukuku sistemi ülkeye yerleşecek” dedi. Erasmus+ ile Avrupa’da eğitim ve değişim fırsatı Avrupa Birliği Bakanlığı’nın bir kuruluşu olarak görev yapan Türkiye Ulusal Ajansı’nın yürüttüğü Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları, 2014 yılıyla birlikte yeni bir döneme girdi. 2007-2013 yılları arasında Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları adı altında yürütülen programlar, 2014-2020 yılları arasında Erasmus+ olarak uygulanmaya devam edecek. Erasmus+ programı kapsamında eğitim, öğretim ve gençlik alanlarının yanı sıra sporda geliştirilecek projelere de destek sağlanırken, program Türkiye’nin de içinde bulunduğu otuz dört Avrupa ülkesini kapsayacak. Türkiye Ulusal Ajansı, Erasmus+ programıyla sağlanan Avrupa’da eğitim ve değişim fırsatlarını daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla başlattığı tanıtım çalışmalarını ünlü yüzlerin desteği ile sürdürecek. Bu kapsamda kısa film çalışması ve sosyal medya görsellerinin hazırlığı tamamlandı. Hazırlanan kısa film televizyonlarda, sinemalarda, sosyal medya araçlarında ve Türkiye Ulusal Ajansı tarafından Erasmus+ programı tanıtımları süresince tüm toplantılarda kullanılacak. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu projeyle ilgili olarak şunları söyledi: “2007-2013 yıllarını kapsayan dönemde Türkiye, Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları’ndan yararlanmada büyük başarı gösterdi. Bu dönemde Türkiye Ulusal Ajansı tarafından yaklaşık 25 bin projeye destek verildi ve 370 bin vatandaşımızın Avrupa ülkelerine eğitim veya değişim amacıyla gitmesi sağlandı. 2014-2020 döneminde Avrupa Birliği eğitim ve gençlik fırsatları, Erasmus+ adıyla devam edecek. Erasmus+ programının bütün vatandaşlarımız tarafından bilinirliğini artırmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Daha çok vatandaşımızın ve kuruluşumuzun Erasmus+ programından haberdar olmasını hedefliyoruz. Tüm vatandaşlarımızı Erasmus+ programının sağladığı fırsatlardan yararlanmaya davet ediyor, bu vesile ile yürüttüğümüz tanıtım çalışmalarında bizlere destek olan Fatih Terim, Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu, İbrahim Çağlar, Mehmet Büyükekşi, Prof. Dr. İskender Pala, Ahmet Lütfi Akar, Ergün Atalay, Nail Olpak, Süreyya Ciliv, Selçuk Pehlivanoğlu, Zeynel Lüle ve Acun Ilıcalı’ya teşekkür ediyorum.” Mart 2014 11 12 Haberler TBMM Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasında bilişim işbirliği Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na kısa mesajla ulaşılabilecek Vatandaşlar taleplerini ve şikayetlerini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “Alo 183 Aile, Kadın, Çocuk, Yaşlı ve Engelli Sosyal Destek Hattı” ile “Alo 144 Sosyal Yardım Hattı”na ücretsiz mesaj göndererek iletebilecek. TBMM Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasında elektronik yazışma yapılmasına ve Bakanlığın Bilgi Sistemi’nde kayıtlı bazı verilerin TBMM Başkanlığı’nın erişimine açılmasına ilişkin iki protokol, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru tarafından, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in huzurunda imzalandı. Dışişleri Bakanlığı merkez teşkilatı ile dış temsilciliklerin resmî yazışmaları, 2002 yılından bu yana Elektronik Belge Yönetim Sistemi üzerinden yapılıyor. Bu uygulama daha önce AB Bakanlığı ile paylaşılarak Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı Bilgi Sistemi’nin bazı modülleri ortak kullanılmaya başlamıştı. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Adalet Bakanlığı, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, İçişleri Bakanlığı ve YÖK arasında elektronik yazışma entegrasyonu da sağlandı. Mart 2014 Alo 183 hattı ile kadın, çocuk, engelli, yaşlı, şehit yakınları ve gazilerle ilgili gelen çağrılar değerlendiriliyor. İhmal, istismar ve şiddet vakaları veya töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için tedbir mahiyetindeki ihbarlar, durumun aciliyeti göz önünde tutularak vakanın bulunduğu ilin acil müdahale ekip sorumlusuna ve kolluk kuvvetlerine bildiriliyor. Alo 144 hattıyla ise sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarınca yürütülen şartlı eğitim, sağlık yardımları, kömür yardımı, gıda yardımı, engelli aylığı, eşi vefat eden kadınlara yapılan yardımlar, tüp bebek yardımı, barınma yardımı gibi hizmetlerle proje destekleri hakkındaki her türlü talep, öneri ve şikayet alınıyor, ardından konu ilgili vakfa yönlendiriliyor. Çağrı merkezlerinde yürütülen hizmetleri değerlendiren Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Alo 183 ve Alo 144 hatlarının vatandaşlarla aralarında bir köprü oluşturduğunu ifade ederek vatandaşların acil durumlarda Bakanlığa ulaşabildiğini belirtti. Çağrı merkezlerinde 150 personelin görev yaptığını, çalışanların yüzde 56’sının kadın, yüzde 30’unun engelli olduğunu, aralarında yüksek tahsil görmüş kişilerin de bulunduğunu söyleyen Bakan İslam, hizmette sıkıntı olmaması ve yapılan yeniliklerin duyurulması için çalışanlara sürekli eğitim verdiklerini, yeni donanımlar kazandırdıklarını belirtti. Haberler Kamu Maliyesinde Karar Alma ve Performans Yönetimi Hatay’a iki dev tesis Antakya Cimnastik Salonu ve Antakya Spor Salonu’nun temel atma töreni, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın katılımıyla gerçekleşti. Kılıç, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından kuzey-güney, doğu-batı demeden Türkiye’nin dört bir yanında yatırımların sürdürüldüğünü belirterek, Hatay’da temelini attıkları bu iki tesisin bölgeye önemli katkılar sağlayacağına inandığını söyledi. Tesislerin en kısa sürede tamamlanarak başta Hataylılar olmak üzere tüm vatandaşların hizmetine sunulacağını belirten Bakan Kılıç, “Sizler için buradayız, sizler için çalışıyoruz. Sizden tek bir söz istiyorum. Bu tesisleri kullanıma hazırladığımızda, lütfen bu tesislerden en güzel şekilde faydalanın” diye konuştu. “Şimdiki gençler daha şanslı” Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Kamu Maliyesinde Karar Alma ve Performans Yönetimi” projesinin kapanış toplantısı; Maliye Bakanlığı yetkilileri, eş-yararlanıcı kurumlar olan TBMM Strateji Geliştirme Başkanlığı, Başbakanlık Strateji Geliştirme Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı, Kalkınma Bakanlığı Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı ve Kalkınma Bakanlığı Kurumsal ve Stratejik Yönetim Dairesi Başkanlığı temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmasında Maliye Bakanlığı Bakan Yardımcısı Abdullah Erdem Cantimur, son yıllarda dünyada kamu mali yönetimi anlayışında gelişmeler yaşandığını ve Türkiye’nin de bu gelişmelerin gerisinde kalmadığını söyledi. Cantimur, program bütçe çalışmalarının kamu kaynağının daha iyi yönetilmesi ve harcamalarda şeffaflığın sağlanması için çok önemli olduğunu vurguladı. TBMM Strateji Geliştirme Başkanı Naim Çoban ise başkanlık olarak projenin başından itibaren TBMM bütçesinde üst yönetim için anlamlı olabilecek verilerin nasıl üretilebileceği üzerinde yoğunlaştıklarını ve bu anlamda proje çıktılarından söz konusu strateji birimlerine ait sistem bütününü oluşturabilmek için çok faydalandıklarını ifade etti. Çoban, çalışma sonucu ortaya konan model önerisinin bütün alt süreçler dikkate alınarak devam ettirilmesi yönünde çalışmaların sürmesi gerektiğini dile getirdi. Bakan Kılıç, bugünün Türkiye’sinde gençlerin önceki nesillere göre çok daha şanslı olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Sizden önceki nesiller, anneleriniz, babalarınız bu imkanlara sahip değildi. Sizler bu imkanlara sahip oldunuz. Hatay’da bugün itibarıyla yirmi sekiz ayrı noktada, hepsi birbirinden güzel spor tesisinin yapımı sürüyor. Eminim ki bu imkanları çok iyi bir şekilde değerlendirip ülkemizin geleceğine önemli katkılar sağlayacaksınız.” Mart 2014 13 14 Haberler Mezbahalarda görevli resmî veterinerlere eğitim Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, kesimhaneler ve et parçalama tesislerinde görevli 750 resmî veteriner hekime etkin inceleme, muayene, tetkik ve denetim becerisi sağlamak amacıyla eğitim veriyor. Eğitim programı kapsamında, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi öğretim görevlileri ile bakanlık yetkilileri hayvan sağlığı, gıda hijyeni ve mevzuat konusunda veteriner hekimleri bilgilendiriyor. Antalya Belek’te gerçekleşen “Resmî Veteriner Hekim Eğitimi”nin ikinci grubunun açılışına Gıda ve Kontrol Genel Müdürü İrfan Erol katıldı. Erol, tüm dünyada et ürünlerinin hijyenik olmamasından kaynaklanan sağlık risklerinin büyük öneme sahip olduğunu belirtti. İnsanlarda gıda kaynaklı hastalıklarda en önemli etkenin hayvansal gıdalar olduğunu dile getiren Erol, bu gıdaların uygun olmayan koşullarda üretilmesi, işlenmesi, muhafazası veya dağıtılması aşamasında ortaya çıkabilecek risklerin önemli sağlık problemlerini beraberinde getirdiğini vurguladı. İrfan Erol, 2013 sonu itibarıyla modernizasyon planı vermeyen belli sayıda mezbahayı kapattıklarını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti: “Modernizasyon planı veren mezbahaların denetimini il müdürlüklerine devrettik. Bu mezbahaların gerçekten asgari hijyenik ve teknolojik şartlara sahip olup olamayacağının değerlendirilmesi lazım. Türkiye’de mezbahaların büyük bölümü belediye mezbahaları. Küçük kesim kapasitesine sahip, ilçelerde lokalize olmuş mezbahalar, ama gelin görün ki bunların teknik ve minimal teknolojik altyapıları, hijyenik bir üretim yapmaya müsait değil.” Mart 2014 Bakan Çelik: Tünelin ülke ekonomisine katkısı son derece büyük olacak Türkiye’nin en uzun sulama tüneli olan Suruç Tüneli’nin tamamlanış töreni, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in katılımıyla gerçekleşti. Faruk Çelik, gazetecilere yaptığı açıklamada, 17 bin 185 metre uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun sulama tüneli olan Suruç’un tamamlanmasıyla Şanlıurfa ve Türkiye için tarihî bir gün yaşandığını söyledi. Tünelde kullanılan teknoloji sayesinde zamandan ve maliyetten kâr edildiğini kaydeden Çelik, “Üç yıllık süre içerisinde bu noktaya gelmiş bulunuyoruz. Mart ayının ilk yarısında da inşallah tünel ve kanalların birleşimi sağlanacak ve su verilmeye başlayacak. Bu tarihî ana şahitlik ettiğimiz için doğrusu büyük bir mutluluk, onur ve gurur duyuyorum” diye konuştu. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile DSİ çalışanlarına katkılarından dolayı teşekkür eden Bakan Çelik, toprağın suyla bir an önce buluşuyor olmasının GAP eylem planı çerçevesinde son derece önemli bir halka olduğunu dile getirdi. Tünelin, bölge ve ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağına dikkat çeken Çelik, konuşmasına şöyle devam etti: “Diğer illerimizden iş ve aş için Şanlıurfa’ya, Suruç Ovası’na koşup gelecek vatandaşlarımız olacak. İktidar olarak, hükümet olarak böyle anlamlı bir projeye kısa sürede imza attığımız için hakikaten mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Sayın Başbakanımıza, ilgili Bakanımıza bir kez daha bu gurur verici, omuzlarımızı, alnımızı, başımızı dik tutan bu projeden dolayı şükranlarımızı, teşekkürlerimizi sunuyoruz.” Haberler Gazi Hastanesi’nden milletvekilleri için özel klinik Gamma knife, Organ ve Kompozit Doku Nakli, Tüp Bebek Tedavisi gibi ileri teknoloji ve deneyim gerektiren tedavi yöntemleri de yıllardır başarıyla uygulanıyor.” Robotik cerrahi uygulanıyor Prof. Dr. Kadriye Altok Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Gazi Üniversitesi arasında imzalanan sağlık protokolü çerçevesinde Gazi Hastanesi’nde milletvekilleri için özel klinik oluşturuldu. Hem ayakta hem de yatarak tedavi hizmeti sunacak olan klinikten randevulu sistemle milletvekili ve yakınları yararlanabilecek. Gazi Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Kadriye Altok, sağlık protokolü çerçevesinde milletvekillerine VIP hizmet sunacaklarını belirterek, “Önceden de var olan kliniğimizi tadilattan geçirerek devlet büyüklerinin de kalabileceği standartlarda bir servis oluşturduk. Milletvekilleri ve yakınları 0312 202 44 91 numaralı telefonu aradıklarında tetkik ve tedavi konusunda kendilerine yardımcı olunacak” dedi. Milletvekillerinin kaliteli sağlık hizmetine hızlı bir şekilde ulaşabileceğini ifade eden Altok, “Hastanemiz yetenekli, konusunda bilgili ve deneyimli dev bir ekiple hizmet sunuyor. 299 profesör, 107 doçent, 28 yardımcı doçent, 49 öğretim görevlisi ve uzman, 571 araştırma görevlisi olmak üzere toplam 1054 akademik personelle hizmet veriliyor” dedi. Altok, 1117 hasta yatak kapasiteli hastaneyle ilgili şu bilgileri de aktardı: “Hastanemiz tüm branşlarda güncel tedavi yöntemlerini başarıyla uygulayacak teknolojik donanıma sahip bulunuyor. Tüm anabilim dallarının yanında Geriatri, Çocuk Yoğun Bakım, Algoloji, Madde Bağımlılığı Merkezi (AMATEM), Akupunktur gibi ülkemizde uzman sayıları sınırlı branşlarda bile öğretim üyesi düzeyinde hizmet sunuyoruz. Bunun yanında Robotik Cerrahi, Kök Hücre Nakli, Başhekim Kadriye Altok, Gazi Hastanesi’nin en kapsamlı tanısal tetkiklerin yapılabileceği son derece gelişmiş laboratuvarlara sahip olduğunu belirterek, “Hastanemiz tetkik çeşitliliği ve büyüklük açısından Avrupa’nın ilk 5-6 laboratuvarı arasında yer alıyor. Yurt dışından dahi örnek kabul ediliyor. Türkiye’de aynı anda yüzlerce metabolik hastalığı birkaç günde analiz etmeyi sağlayan sistemi kuran ilk hastaneyiz. Dünyada da bu sistemi hâlihazırda yürüten 2-3 merkezden biriyiz” diye konuştu. Hastanede 2011 yılında robotik cerrahi operasyonlarının yapılmaya başladığını ifade eden Altok, “Ürolojik olarak prostat kanseri, mesane kanseri, böbrek kanseri, böbrek üstü bezi tümörleri, böbrek çıkım darlığı ameliyatları yapılıyor. Robotik cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum ile genel cerrahi operasyonlarında da uluslararası standartlarda başarıyla yürütülüyor. Hastanemiz Ankara’da robotik cerrahi uygulayan tek üniversite hastanesidir. Bunun yanında Türkiye’de ilk kez böbrek nakli ameliyatı robotik cerrahi ile hastanemizde yapılmıştır” dedi. Mart 2014 15 16 Dünyadan Ortega’ya üçüncü dönemin yolu açıldı İtalya Başbakanı istifa etti İtalya Başbakanı Enrico Letta istifa ettiğini açıkladı. Letta bu kararı, partisi Demokratik Parti’nin 39 yaşındaki lideri Matteo Renzi’nin önergesinin kabul edilmesi üzerine aldı. Renzi, hükümet değişikliği gerektiğini belirten bir önergeyi partiye sunmuş, önerge büyük çoğunlukla kabul edilmişti. Partiyi daha “radikal” bir çizgiye çağıran Renzi, Letta’ya önemli kararlar alırken “dizinin titrediği” suçlaması yöneltmişti. Hükümeti kurma görevi Renzi’de Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano, Enrico Letta’nın istifasının ardından hükümeti kurma görevini Demokratik Parti (PD) Genel Sekreteri Matteo Renzi’ye verdi. 39 yaşındaki Renzi, İtalya Cumhuriyeti’nin 63. hükümetine başkanlık edecek. Matteo Renzi 13 Şubat’ta yapılan PD toplantısında parti yönetimini de yanına alarak Başbakan Enrico Letta’dan görevi bırakmasını istedi. Letta’nın parti yönetiminin kararına uyarak istifa etmesiyle başbakanlığın kapıları Renzi’ye açılmış oldu. Merkez soldaki Demokratik Parti’de soldan ziyade merkeze daha yakın bir çizgide ilerleyen Renzi, kimileri tarafından İtalyan merkez sağının sembolü olan Silvio Berlusconi’yle de kıyaslanıyor. Nikaragua Ulusal Meclisi, devlet başkanlarının üç dö- nem arka arkaya seçilebilmesiyle ilgili sınırlamayı kaldıran kararı onayladı. Bu kararla, ülkenin sosyalist Devlet Başkanı Daniel Ortega’nın yeniden seçilebilme olasılığı gündeme geldi. Ortega 2016’da yapılacak başkanlık seçimlerinde aday olmasıyla ilgili henüz bir açıklama yapmamış olsa da, sosyalist liderin seçimlere katılacağı tahmin ediliyor. Yeni seçim kanununa göre devlet başkanı, ikinci tur seçimlere gerek kalmaksızın ilk turda basit çoğunluk oyuyla seçilebilecek. Ülkedeki muhalefet, bu reformun kuvvetler ayrılığını yok sayarak başkanın gücünü artırdığını ve Ortega’ya büyük yetki verdiğini savunuyor. 1979 devrimiyle iktidara gelen Daniel Ortega, 1990’daki seçimlerde yenilgiye uğramış ve başkanlığı bırakmıştı. 2006’da tekrar seçilen sosyalist lider, uyguladığı programın aldığı destek sayesinde 2011’de yapılan seçimlerde rakiplerine fark atmıştı. Matteo Renzi Mart 2014 Dünyadan Lübnan hükümeti 330 gün sonra kuruldu Kırım referanduma gidiyor Kiev’deki yeni yönetim ile ilişkileri gergin olan ve nüfusunun çoğunluğunu Rusların oluşturduğu Kırım Özerk Cumhuriyeti, bölgenin geleceğini belirlemek için referanduma gidileceğini duyurdu. Parlamento tarafından yapılan açıklamada, referandumun “özerkliğin genişletilmesi ve iktidarının güçlendirilmesi” hakkında olacağı belirtildi. “Demokrasinin temelini oluşturan ilkelere göre, yaşananlardan çıkış için Kırım Parlamentosu’nun bulduğu tek olası yol, doğrudan halk iradesine başvurmaktır” denilen açıklamada, radikal milliyetçilerin, silahlı çetelerin de desteğiyle anayasaya aykırı yolla ele geçirdiği iktidarın, Kırım’ın güven ve istikrarına tehdit oluşturduğu kaydedildi. Açıklamada parlamentonun, Kırım’ın geleceği ile ilgili tam sorumluluk aldığı da vurgulandı. Lübnan’da siyasi bloklar arasındaki anlaşmazlık 330 günün ardından giderilerek hükümet kuruldu. Yeni hükümetin kurulduğu haberi Bakanlar Kurulu Genel Sekreteri Süheyl Nuci tarafından verilirken, Tammam Salam’ın Başbakan, Samir Mokbel’in Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevlerini üstleneceği bildirildi. Başbakan Tammam Salam, ulusal diyaloğun tekrar kurulması için bu olumlu atmosferin yaratılmış olmasının çok önemli olduğuna dikkat çekerek, “Bütün siyasi liderlere elimi uzatıyorum ve bunu sonuca ulaştırmak için onların bilgeliklerine güveniyorum” dedi. Salam ayrıca başkanlık seçimleri zamanında yapılabildiği takdirde yeni seçim yasası getirilebileceğine vurgu yaptı. Kabine, Hizbullah’ı temsil eden bakanlar olduğu için kabineye katılmama kararı alan Lübnanlı Gücü haricindeki bütün partileri barındırıyor. Mart 2014 17 18 Erasmus+ ile tüm vatandaşlarımıza Avrupa kapıları açılacak A Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Bilgi, yaratıcılık ve girişimciliğin teşvik edilmesi için yükseköğretim ve iş dünyası arasındaki işbirliği güçlendirilmelidir. Mart 2014 vrupa Birliği Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Türkiye Ulusal Ajansı, Avrupa Birliği’nin eğitim ve gençlik alanındaki programlarının Türkiye’de yürütülmesinden sorumlu kuruluş olarak çalışmalarına devam etmektedir. Resmî adı Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı olan Türkiye Ulusal Ajansı, ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde eğitim ve gençlik alanında oldukça önemli başarılara imza atmış bir kurumdur. Yürütülmesinden sorumlu olduğu Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları kapsamında vatandaşlarımız Avrupa’da eğitim fırsatlarına ücretsiz olarak ulaşabilmekte, kurum ve kuruluşlarımız kurumsal kapasitelerini güçlendirme imkanına sahip olabildikleri gibi Avrupa standartlarında bir işleyişe kavuşabilmektedir. Türkiye Ulusal Ajansı’nın yürüttüğü programlar ile 10 yıldan bu yana 370 binden fazla vatandaşımıza yurt dışında eğitim alma, staj yapma, kurs görme ve gönüllü faaliyetler gerçekleştirme fırsatları sunduk. Bu faaliyetler için 630 milyon avro hibe tahsis ettik. Bütçe büyüklüğü açısından Türkiye Ulusal Ajansı’nı Avrupa ülkeleri arasında en büyük bütçeye sahip ulusal ajanslar sıralamasında üçüncü sıraya taşıdık. Yararlanıcı sayılarını, kurulduğu 2004 yılından itibaren her geçen yıl bir öncekine oranla daha da artırdık. Türkiye Ulusal Ajansı’nın 2007-2013 döneminde Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları adı altında yürütmüş olduğu Comenius (Okul Eğitimi), Erasmus (Yükseköğretim), Leonardo da Vinci (Mesleki Eğitim), Grundtvig (Yetişkin Eğitimi) ve Gençlik programları, 2014-2020 döneminde tüm Avrupa’da “Erasmus+ (Erasmus Plus)” adı altında birleştirildi. Eğitim-öğretim alanında yeni bir AB yaklaşımı gerektiği düşüncesiyle hazırlanan Erasmus+ programında, özünde büyük bir değişiklik olmamakla birlikte, farklı sektörlere ve farklı kesimlere yönelik programlar daha basit ve kolay anlaşılır bir yapıya kavuşmuş, spor konusu da bir yenilik olarak, hibe desteği alacak başlıklar arasına girmiştir. Erasmus+ adı ile yoluna devam edecek olan programlar daha önceki dönemde olduğu gibi dezavantajlı kesimler öncelikli olmak suretiyle, yine tüm vatandaşlarımızı kapsamaya devam edecek, kişilere yaş ve eğitimlerine bakılmaksızın yeni beceriler kazandırılması, onların kişisel 19 gelişimlerinin güçlendirilmesi ve istihdam olanaklarının artırılması noktasında Avrupa’nın kapılarını ücretsiz olarak açacaktır. Erasmus+ programının yediden yetmişe birçok kişiye farklı alanlarda Avrupa deneyimi sunduğundan bahsetmiştim. İşte bu alanlardan iş dünyası ve spor alanlarının tanıtımına başlangıç olarak ayrı bir yer verdik. Geçtiğimiz günlerde bu iki konu hakkında eğitimden sanayiye, spordan sivil topluma kadar tüm hedef kitleyi bir araya getiren geniş katılımlı toplantılar gerçekleştirdik. Bunlardan ilki 12 Şubat 2014’te yapılan ve farklı iş alanlarında söz sahibi 560 kişiyle Erasmus+ İş Dünyası İçin Fırsatlar Toplantısı’ydı. Bu toplantıda, Erasmus+ programı kapsamında özellikle mesleki eğitim alanında iş dünyası ile etkin ve güçlü bir işbirliğine ayrı bir önem verdiğimizi, bilgi, yaratıcılık ve girişimciliği teşvik etmek üzere yükseköğretim ile iş dünyası arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi yönündeki arzumuzu vurgulamaya çalıştık. Bunun yanı sıra Erasmus+ programının içerisinde sunulan fırsatların; odalarımız, meslek örgütlerimiz, birliklerimiz, sendikalarımız, iş ve işveren temsilcilerimiz tarafından iyi değerlendirilmesinin, Türkiye’de mesleki eğitimin kalitesinin ve cazibesinin artırılmasına katkı sağlayacağını, projelerin ülkemizde nitelikli işgücü yetiştirilmesi ve istihdam edilebilirliğin güçlendirilmesi açısından büyük önem arz ettiğini de belirttik. Erasmus+ programının tanıtımına yönelik olarak yaptığımız bir diğer toplantı ise 19 Şubat 2014’te spor camiasından tanınmış simaların ve sporla ilgili kuruluşların yer aldığı Erasmus+ Spor Destekleri Tanıtım Toplantısı idi. Bu toplantımızda, Erasmus+ Programı ile daha önce desteklenen 5 alana ek olarak “spor” projelerinin de destekleneceğini ve önümüzdeki yedi yıllık dönem için 266 milyon avronun Avrupa’da spor için harcanacağını vurguladık. Spor desteklerinin sadece karşılıklı işbirliği ortaklıkları projeleri şeklinde değil, kâr amacı gütmeyen Avrupa spor organizasyonları şeklinde de alınabileceğini belirttik. Toplantımız, spor camiasının sporcusundan yöneticisine, eğitimcisinden sivil toplumuna kadar 700’den fazla temsilcisine ev sahipliği yaptı. Her iki toplantımızda da konuya taraf olan bakanlıklarımızı ve bakanlarımızı da ağırlama fırsatı bulduk. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Fikri Işık ile Gençlik ve Spor Bakanımız Akif Çağatay Kılıç’a verdikleri desteklerden ötürü bu vesileyle bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum. Avrupa Birliği’ni ve Avrupa Birliği’nin görünen yüzünü bir kez daha anlatma, gösterme fırsatına eriştik hep birlikte... Değerli okurlar; Avrupa Birliği, Türkiye Ulusal Ajansı ile vatandaşlarımız nezdinde daha anlaşılır, daha görünür olmuştur. Nitekim Türkiye Ulusal Ajansı’nın sunduğu ücretsiz eğitim, seminer, kurs, gönüllü hizmetler gibi faaliyetlerle vatandaşlarımız Avrupalı meslektaşlarıyla, akranlarıyla bir araya gelmiştir. Onlarla konuşmuş, tartışmış ve birlikte öğrenmişlerdir. Vatandaşlarımız ülkemizin Avrupa’da ne denli güçlü olduğunu bu fırsatlar sayesinde bir kez daha yerinde görmüşlerdir. Türkiye Ulusal Ajansı sayesinde Avrupa Birliği ütopik bir fikir, ulaşılamaz bir zirve veya siyasi görüşmelerden ibaret bir süreç olmaktan çıkmış, adeta ete kemiğe bürünmüştür. Türkiye Ulusal Ajansı, az sayıda çalışanıyla tüm ülkemizin eğitim ve gençlik camiasına sayısız imkan sunmuş, onların geleceklerinde dönüm noktası olacak fırsatlar ortaya koymuştur. Gelecek umudu olmayan gençlerimiz, programlar sayesinde yabancı dil öğrenmiş, iş bulma umudu olmayan meslek sahiplerimiz hayal bile edemeyecekleri işlere yerleşmişlerdir. Yeni dönemde de Erasmus+ programını en etkin biçimde uygulayan ülkelerden biri olabilmemiz ve vatandaşlarımızın programlardan azami düzeyde faydalanabilmesi için Türkiye Ulusal Ajansı tanıtım çalışmalarına olanca gücüyle devam etmektedir. Bahsettiğim toplantılar Erasmus+ desteklerinin tanıtımına ilişkin olarak yalnızca iki örnektir. Türkiye çapında yapılan bilgilendirme toplantıları ile sadece 2014 yılının ilk iki ayında 60’tan fazla toplantı gerçekleştirdik, bu toplantılarla 8 bin 500’den fazla vatandaşımıza doğrudan ulaştık. Bunun yanı sıra kendi alanlarında tanınan 12 ünlü sima ile Erasmus+ tanıtımına ilişkin bir kısa film çektik ve yine bu ünlü yüzlerin dahil olduğu bir sosyal medya kampanyası başlattık. Bu ve bunun gibi birçok çalışmamız ile tüm Türkiyemizin Erasmus+ desteklerinden haberdar olmasını temenni ediyoruz. Gerek iş yaşantınız, gerekse kişisel gelişiminiz açısından yaşamınızda yeni fırsat pencereleri açmak için Türkiye Ulusal Ajansı ve Erasmus+ programını takip etmenizi öneriyorum. Selam ve sevgilerimle. Mart 2014 20 Dosya Darbeden hallice müdahale 12 Mart 1971 Muhtırası 1971 yılında hem iklimsel hem de siyasi olarak soğuk ve zor bir kış geçirir Türkiye; nihayetinde bahar gelir. Ancak bu bahar, tıpkı 1960 yılının baharı gibi güç, sıkıntılı ve uğursuzdur… İç politikadaki siyasi ve ekonomik huzursuzluklar, dış politikadaki başarısızlıklar derken darbeyi devrim sananlar tarafından bir ayar yer hükümet, haddizatında millî irade. Yine postallı ve yeşil; lakin bu sefer silahsız, tanksız… Pınar Ünsal Mart 2014 Dosya 1 960’lı yıllarda dalga dalga yayılan bir akımın etkisine girdi dünya. Özellik le genç kuşağın eğitim sistemi ve toplum düzeni gibi geniş kitleleri ilgilendiren konularda kafa yorması; sosyalizm, komünizm gibi dünya görüşlerinin benimsenmesi; işçilerin grev hakkı talep etmesi ve daha iyi şartlarda, güvence altında çalışmak istemesi birtakım eylemleri beraberinde getiriyordu ve bu Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de bazı siyasi sorunlara yol açmak üzereydi. Dünyanın öğrenci ve işçi eylemlerinin önüne geçemediği yılla rd a Tü rk iye de “6 8 k u ş a ğ ı”n ı n etkisindeydi. 1960’ların sonu 70’lerin başında, fazla liberal bulunarak “Türkiye bu lüksü kaldıramaz” denilen 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yanının, siyasi görüşlerini “uç sol” olarak tanımlayan gruplar tarafından suistimal edildiği, Kemalizmin kullanılarak komünizmin yayılmaya çalışıldığı, birtakım yayınların halkı anarşizme yönlendirdiği düşünülüyor; Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik protestoların yalnızca bu ülkenin izlediği sömürü politikalarından dolayı yapılacak kadar masum olmadığına inanılıyordu. “Apolitik gençlik yaratma” düşüncesi o yıllarda akıllarda olmasa gerek, ülke siyasetine yön vermeyi görev edinmiş, toplumun aktif elemanları gençler Türkiye’nin her yerinde petrolün millîleştirilmesi, toprak reformu, NATO’nun reddi gibi konularda eylemlere katılıyorlardı. 1960’ların sonu Türkiye’de “sağ” ve “sol”un kesin çizgilerle ayrıldığı; Millî Türk Talebe Birliği, Ülkü Ocakları, Fikir Kulüpleri Federasyonu gibi öğrenci örgütlenmelerinin aktif olduğu yıllardı aynı zamanda. İki zıt görüşün gençleri yabancılaşmanın reddedilerek millî bir politika izlenmesi görüşünü savunurken, aynı amaç uğruna, daha iyi bir Türkiye’de yaşamak uğruna mücadele verirken birbirlerine diş biliyorlardı. Öğrenci ve işçi eylemleri, ordunun bir muhtıra vermesinin en önemli nedenleri olarak kabul ediliyordu. 1961 Anayasası’nın üniversitelere getirdiği özgürlükler sayesinde okullara siyaset girebilmiş, öğrenciler ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi konuları özgür platformlarda tartışabilir, birbirleriyle fikir alışverişi yapabilir olmuşlardı. Ancak daha çok “aşırı sol” grupların üniversitelerde örgütlenmesi, ülkede “sol”u bir tehdit olarak görenler tarafından aslında onların ülke sorunlarına kafa yormadığı, ülkede anarşizm yaratma amaçları taşıdığı iddialarının ortaya atılmasına neden olmuştu. 1962 yılında başlayan ve iki zıt grubu karşı karşıya getiren öğrenci olayları, zaman içinde artarak devam etmiş, dünyadaki öğrenci eylemlerinin de etkisiyle 1969 yılı ve sonrasında sert muhalif hareketlere dönüşmüştü. Öyle ki pek çok genç bu protestolar sırasında yaşamını yitirmişti. Mart 2014 21 22 Dosya 1962 yılında başlayan Yurtların bir silah deposu haline geldiği iddiaları, halkı tedirgin ettiği düşünülen öğrenci ve işçi eylemleri, 1971 Muhtırası’nın verilmesinde büyük payı olan olaylardı. Vietnam Kasabı, Kanlı Pazar, 15-16 Haziran ve 6. Filo ise bu olaylar için anahtar kelimeler... Dış politikada Amerika baskısı Türkiye, bir taraftan iç sorunlarıyla uğraşırken dış politikada da elini ayağını bağlayan pek çok problemle mücadele ediyordu. Kıbrıs ve Yunanistan’da kurulan, Kıbrıs’ı tamamıyla bir Yunan toprağı haline getirme hayalindeki örgütler ve Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Makarios’un Türklere karşı izlediği saldırgan politika bu uğraşlardandı. Pek çok köyün yıkılması, Türklerin evlerini terk etmek zorunda bırakılması ve onlarca Türk’ün öldürülmesi Türkiye ile Yunanistan’ı büyük bir krizin eşiğine getirmişti. Türkiye Kıbrıs’a müdahale arifesindeyken Amerika, bu durumun Türkiye ile Yunanistan arasında büyük bir savaşa neden olacağı ve NATO ülkelerinin asla birbiriyle savaşamayacağına dair Türk hükümetine uyarılarda bulunuyordu. Amerika’nın, Türkiye ekonomisine Mart 2014 ve iki zıt grubu karşı karşıya getiren öğrenci olayları, zaman içinde artarak devam etmiş, dünyadaki öğrenci eylemlerinin de etkisiyle 1969 yılı ve sonrasında sert muhalif hareketlere dönüşmüştü. yönelik girişimleri de söz konusuydu. Üzerinde durduğu konulardan biri tarım faaliyetleriydi örneğin, zira ucunun kendisine dokunduğunu iddia ediyordu. Amerika’ya göre Türkiye’de yetiştirilen haşhaş, Amerikalı gençleri eroinman yapıyordu. Dönemin başbakanı Demirel “Gayet yüksek seviyeli birisi geldi ‘Yasaklayın’ diyor; ona dedim ki Biz bu afyonu yasaklayamayız. Biz bunu yasaklarsak sizin gençliğinizi zehirleyenin Türkiye olduğunu kabul etmiş oluruz. Halbuki Türkiye’de 120 ton afyon yetiştiriliyor. Bu sizin gençliğinize bir hafta yetmez. Bizi suçlamayın” diyerek bu duruma dirense de haşhaş ekimi kotaya bağlanmaktan kurtulamadı. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde olması ve bölgede etkin rol oynamasının Amerika’nın Ortadoğu politikası ile uyuşmaması, dünyaya “bilimsel araştırma uçağı” olarak tanıttığı U-2’lerin İncirlik Üssü’nden kalkması ve istihbarat uçağı olduğu gerekçesiyle Sov- Dosya 12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından kurulan Nihat Erim Hükümeti yet Rusya tarafından Karadeniz’de düşürülmesi, Türkiye’deki üslerin Amerika tarafından çeşitli amaçlar için kullanılmasına karşılık dönemin başbakanı Demirel’in “Türk hükümetinin muvafakati olmadan bu tesisler hiçbir şekilde kullanılamaz, komşu ülkelerimizin endişe duymasını istemiyoruz” açıklamasını yapması gibi nedenler, Amerika başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok ülkeyle ilişkilerinin bozulmasına sebep olmuştu. Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip eden Amerika’nın Ankara Büyükelçiliği 30 Aralık 1970 tarihinde Washington’a gönderdiği değerlendirmede, Türkiye’nin zorlu bir dönemeçte olduğunu dile getiriyor, “... genel his Türkiye’nin oldukça yeni olan demok- Kıbrıs, haşhaş, Ortadoğu ve U-2 krizleri dış politikaya bağlı muhtıra nedenleri arasındaydı. Mart 2014 23 24 Dosya Doğrudan darbe yapmak yerine etkili bir muhtıra verilerek hükümet istifa ettirilecek, tarafsız biri başbakanlığa getirilecek ve reformların gerçekleştirilmesi sağlanacaktı. ratik kurumsal temelinin eylemcilerin ciddi ve kararlı saldırısının üstesinden gelemeyeceği yolundadır” ifadesini kullanıyordu. Ordu içerisinde huzursuzlukların baş gösterdiği, Anayasa’da değişiklik sağlamak üzere sınırlı bir askerî müdahalede bulunmak isteyen ve daha köklü değişikliklerin taraftarı olan iki grubun bulunduğu da belirtilen değerlendirmede şu ifade yer alıyordu: “Türklerin mevcut durumda bir çıkış yolu bulacaklarına inanıyoruz. Ancak, bunun askerî bir müdahale olmaksızın gerçekleşmeyeceği anlaşılmaktadır.” Kışladan çıkmadan... Parlamenter sistemi yıkma hedefi, cuntacı zihniyetin propagandaları, düzenden rahatsız olanların yaptığı eylemlerin tamamı millî iradeye karşıydı. Hatta Meclis’te Mart 2014 bile darbeye göz kırpan milletvekilleri vardı; zira o yıllarda 27 Mayıs dahi haklı bir girişimdi. Ülkede yaşanan tüm bu olaylara karşı hükümetin gerginliği azaltmak için hiçbir şey yapmadığı iddia ediliyor, 1965 seçimlerinden beri tek başına iktidar olan Adalet Partisi’nin lideri Demirel bu iddiaları “Demokraside miting olur, yürüyüşler olur. Bu hürriyetçi demokrasinin gereğidir. Bunlardan endişe duymayın. Biz, onların her faaliyetini takip ediyoruz, polis takip etmektedir. Gözümüz üzerlerindedir” şeklinde cevaplıyordu. Pek çok araştırmacıya göre bu, ülkeyi darbeye sürükleyen nedenlerden biri olmuştu. Darbenin 9 Mart 1971 günü yapılması planlanıyordu. Bir gün önce, üst düzey generallerden bir grup Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un karargâhında bir araya gelmiş, fakat Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’in kararsız tutumu nedeniyle müdahale kararı alınamamıştı. Zira Batur’a göre Kara Kuvvetleri’nin tü- Dosya müyle katılmadığı harekatın içine, bir Hava Kuvvetleri, bir Deniz Kuvvetleri Komutanı da giremezdi. Girerse mantık dahilinde hareket etmiş olunmaz, ordu çarpışırdı. Askerin planına göre doğrudan müdahale yerine etkili bir muhtıra verilecek, hükümet istifa ettirilecek, tarafsız biri başbakanlığa getirilecek ve reformların gerçekleştirilmesi sağlanacaktı. 9 Mart 1971 günü yapılması planlanan darbe böylece yön ve amaç değiştirerek 12 Mart’ta bir muhtıra verilmesi şeklinde gerçekleşti. 12 Mart 1971 günü, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un saat 9:30’da Genelkurmay’da yaptıkları toplantı sonrası muhtıra metni hazırlanmıştı. Metin, Tuğgeneral Musa Öğün başkanlığında TRT’ye gönderilerek 13:00 haberlerinin ardından tüm Türkiye’ye duyuruldu. Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı ve Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderilen, ilk kez Meclis Genel Kurulu’nda okunacak muhtıranın metni şöyleydi: “1. Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa’nın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. 2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin partilerüstü bir anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasa’nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. Mart 2014 25 26 Dosya 3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize.” “En anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz askerî müdahale” 12 Mart Muhtırası’nın ardından hükümet istifa etmiş, kabine dağılmıştır. 19 Mart 1971’de Başbakanlık görevi Nihat Erim’e verilir. Erim, “Türkiye’de bugün olağanüstü bir durum var. Olağanüstü durumun gerektirdiği koşullara göre kuracağım hükümet ‘millî hükümet’ olacaktır. En kısa sürede hükümeti kuracağım. Bu hükümet reformcu bir hükümet olacaktır ve reformlara hemen başlayacaktır. Seçim yasasında gerekli değişiklik yapıldıktan sonra da hemen Mart 2014 seçime gidilecektir” diyerek geldiği görevine on bir bakanın istifasının ardından veda eder. Hükümet kurma görevinin tekrar kendisine verilmesi üzerine yeniden başbakan olur ve bu görevi 136 gün sürer. 12 Mart sonrası kurulan Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri de kısa ömürlü olur. 1960’lı yıllarda başlayan ve 70’lere gelmeden tüm ülkeye yayılan gerginliklerin nedeninin 1961 Anayasası’na bağlanması, bu anayasada değişiklikler yapılmasını zorunlu kılar. İlki Dosya 1960’lı yıllarda başlayan ve 70’lere gelmeden tüm ülkeye yayılan gerginliklerin nedeninin 1961 Anayasası’na bağlanması, bu anayasada değişiklikler yapılmasını zorunlu kıldı. 1971, ik incisi 1973 y ılında olma k üzere 1961 Anayasası ik i aşama lı olarak değiştirilir, on bir adet geçici hü küm getirilir. Devleti bireylere k arş ı k or um a k a mac ıy la y apı la n değişiklikler daha çok temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik olur. Dernek ve sendika kurma hakları sınırlanır, 1961 Anayasası’nın verdiği güvence zayıf latılır. Yürütme erkinin güçlendirilmesi için Bakanlar Kurulu’na “Kanun Hük münde Kararname” çıkarma yetkisi verilir. Üyelerinin atanmasında Bakanlar Kurulu’nun aday gösterdiği Devlet Güvenlik Mahkemeleri ’nin kurulması, küçük siyasi partilerin Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağının kaldırılması ile de yargının bağımsızlığı yara alır. 12 Mart Muhtırası’nın diğer darbe ve muhtıralardan farkı, elle tutulur bir sonuç a lına ma ması olmuştur. Ülkede istikrarsızlık ve siyasi çekişmeler bitmediği gibi artarak devam e t m i ş , Mu ht ı r a s on r a sı k u r u l a n hükümetler zayıf kalmış, art arda ekonomik krizler patlak vermiştir. Tüm bu olaylar 1980 darbesinin de zeminini hazırlayacaktır. Mart 2014 27 28 DosyaSöyleşi Cengiz Yavilioğlu: Darbelerin en büyük mağduru millet olmuştur Söyleşi: Nehir Öztürk Meclis’te 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası’nı araştıran komisyonda üyelik yapan AK Parti Erzurum Milletvekili Cengiz Yavilioğlu, “Halkın egemenliğini temsil eden iktidarlara sandık dışı müdahale mekanizmalarının mümkün olmaması gerekir. Bütün sorunların çözüm yeri TBMM olmalıdır” dedi. Mart 2014 Türkiye 27 Mayıs 1960’tan bu yana çeşitli darbe ve muhtıra dönemleri yaşadı. Siz bu dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir kere darbeler arasında bir kötülük sıralaması yapıldığında çok nesnel bir neticeye varılamayacağını düşünüyorum. 27 Mayıs tabii ki fena bir geleneğin ihdası bağlamında ilk sırayı işgal ediyor gibi görünüyor, ama toplumun üzerinden adeta bir silindir gibi geçen 12 Eylül’ün yaşattığı acılar bugün bile tazeyken 27 Mayıs’ı hastalığın ilk belirtisi saymak aslında daha doğru bir değerlendirme olacaktır. Ölümcül bir hastalığın ilk emareleri hastalığın neticesi kadar önemlidir. 27 Mayıs’ı kadife ya da kansız ihtilal olarak değerlendirmek, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı birbirinden bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Bu nedenle maalesef hâlâ 1961 Anayasası’nın methiyesinin yapıldığı akademik kürsülerin bile bu işin künhüne vakıf olamadıkları kanısındayım. Amaçla araç arasındaki ilişki birbirini tamamlar; iyi bir amaç asla kötü bir araçla gerçekleşemez. Nitekim toplumsal mutabakat temelli olmayan hiçbir şeyin -velev ki iyi olsun- kalıcı DosyaSöyleşi Röportaj olamayacağını 27 Mayıs sonrasındaki gelişmeler bizlere göstermiştir. Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Darbe nedir? Kime karşı yapılır? Araçları nelerdir? Darbe millet egemenliğine ve egemenliği kullanma araçlarına müdahale eden her türlü eylemdir ve millet egemenliğine karşı yapılır. Darbenin mutlaka silahlarla, askerî araçlarla veya bizatihi ordu ile yapılması gerekmez. Milletin seçtiği ve milleti temsi l eden, meşr u iyet i ni sadece milletten alan bir hükümete karşı meşru olmayan yollarla yapılan her türlü müdahale darbedir ve kanunda da belirtildiği gibi ağır bir suçtur. İktidarlar seçimlerle işbaşına gelirler ve demokratik ülkelerde sadece seçimle görevden alınırlar. Yani iktidar değişikliklerinin tek meşru aracı seçimlerdir. İktidarların meşruiyetlerinin en önemli kaynağı hiç şüphesiz seçimlerdir, fakat seçimlere ilaveten toplumsal rızanın da olabildiğince sağlanması gereklidir. Yine demokratik ülkelerde hem seçimlerin, hem iktidar olmanın, hem de iktidarı kullanmanın nasıl olacağı önceden belirlenmiş kurallara (hukuka) tabidir. Bu kuralları da seçilmişler ihdas eder. Bu kaidelere aykırı her türlü eylem darbe olarak tanımlanmalıdır. Türkiye’de ilk darbe 1960’ta oldu. 1960 darbesini sonuçları itibarıyla değerlendirebilir misiniz? 27 Mayıs darbesi sonrasında yapılan 1961 Anayasası, yasalar ve diğer mevzuat, ülkenin seçilmişler tarafından değil de daha çok atanmışlar tarafından yönetilmesine imkan sağlamıştır. Yani 1960 sonrası oluşturulan Anayasa başta olmak üzere bütün hukuksal mevzuat, egemenliği halk adına kullanacak olan iktidarları değil, vesayetçi “İktidarlar seçimlerle işbaşına gelirler ve demokratik ülkelerde sadece seçimle görevden alınırlar. Yani iktidar değişikliklerinin tek meşru aracı seçimlerdir.” oligarşik yapıyı güçlendirmiştir. Mesela Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği inanılmaz derecede güçlenmiştir. Bu kurumlar, hükümetlerin yapacağı işler hususunda adeta hükümetlere talimat verir hale gelmişlerdir. Seçimlerle gelen hükümetler dışında, egemenliği millet adına kullanan kurumların sayısı artmış veya var olanlar yeni yetkilerle donatılmıştır. Askerî hukuk ve askerî yargı ayrıcalıklı hale getirilerek hukuk sistemi bozulmuştur. Daha da önemlisi, Millî Güvenlik Strateji Belgesi gibi bir bağlayıcı referans yaratılarak anayasa, yasalar, hükümet politikaları ve tüm yazılı metinlerin üzerine konulmuştur. Hiçbir gücün bu referansın önüne geçmesine müsaade edilmemiştir. Gerçekte Türkiye’nin ana problemi haline gelen egemenlik sorununun ana kaynağı bu dönemde olgunlaşmıştır. Yani “egemenlik kime ait ve halk adına bu egemenlik kimler tarafından kullanılmalıdır” sorunu. Ne yazık ki bu dönemden sonra “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düsturu, sadece ve sadece lafzen bir anlam ifade etmenin ötesine geçememiştir. Millet adına egemenliği kullanması gereken seçilmişler sınırlandırılmış, hatta seçilmişlik duygusu aşağılanarak sürekli töhmet altında tutulmuştur. 27 Mayıs 1960 darbesinin, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat postmodern darbesine zemin ve örnek oluşturduğu görüşüne katılıyor musunuz? Tabii ki katılıyorum, ama bir ilave ile. 27 Mayıs darbesi hiç şüphesiz diğer darbelere hem zemin hazırlamış hem de örnek olmuştur. 27 Mayıs darbesi, ihdas ettiği anayasaya bile riayet etmeyen, şartlar gerektirdiğinde sivil demokratik hayata müdahaleyi meşrulaştıran, ordunun hiyerarşi dışı eğilimler içine girmesinin doğal olabileceği gibi son derece tehlikeli bir geleneği başlatan bir harekettir. Dikkatinizi çekerim, Millî Birlik Komitesi ismi altında kurumlaşan cunta idaresi, sözüm ona geçici anayasasına bile riayet etmemiştir. 13 Kasım 1960’ta ölüm, istifa ya da görevini yapamayacak derecede ağır hastalık dışında görevlerinden el çektirilemeyecekleri garantisine rağmen 14 üyesini bir safra gibi içinden atabilmiştir. Tasfiye edilen bu 14 üyenin taraftarları ordu içinde yeniden örgütlenmiş ve MBK karşıtı yeni bir hareketi de başlatmışlardır. Nitekim 21 Ekim 1961’de imza altına alınan protokolle, 15 Ekim 1961’de yapılan seçimin neticesinde oluşacak parlamentoyu daha açılmadan ıskat edip yeni bir darbenin mümessili olmuşlardır. 27 Mayıs 1960’ta darbe olmuş; 21 Ekim 1961’de yeni bir darbe yapılacağı kararlaştırılmış, sonra sivil idareden alınan tavizlerle askıya alınmış; 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te Talat Aydemir liderliğinde iki darbe girişimi meydana gelmiştir. Mart 2014 29 30 DosyaSöyleşi Demek ki, yeniçerinin bıyığı misali, artık bir yol açılmış. Fakat bundan daha önemlisi şudur: 1960 darbesinin oluşturduğu anayasa, yasalar ve kurumlar, darbeleri geçici olmaktan çıkarıp sürekli hale getirmiştir. Millî Güvenlik Strateji Belgesi’nin Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Sekreterliği’nin iktidarlara yön verdiği bir yerde siz sivil yönetimden bahsedemezsiniz. Sürece baktığınızda, 1960 sonrasında bu faktörlerin her dönemde iktidarı şekillendirdiği, yönlendirdiği veya değiştirdiğini görürsünüz. 1960 sonrasındaki iktidarların, MGK’nın etkisinde kalmadan ülkeyi yönettiğine hiç şahit oldunuz mu? 1996 yılında iktidara gelen REFAHYOL hükümeti kısmi bir farklılık göstermişti. O iktidarın başına gelenlerin neler olduğunu hepimiz biliyoruz. İktidarların, gerçekten iktidar olmasına bu darbe ürünü yapı asla izin vermemiştir. Dolayısıyla bizler, 1960 darbesinin diğer darbe ve muhtıralara sadece zemin hazırladığından bahsedemeyiz. 1960 darbesi, ilaveten her dönem ve her iktidara her zaman şekil vermiş, yön çizmiş, politika belirlemiş dersek doğrusunu söylemiş oluruz. 1960 darbesi ile ilgili söylenecek son söz şudur: 1960 darbesi, Türkiye’de darbeleri bir zaman aralığından çıkarıp sürekli hale getiren köklü, belirleyici, şekillendirici ve egemenliğin seçilmişlerden ziyade atananlar tarafından kullanılmasına imkan sağlayıcı kurucu (!) bir darbedir. İzleri de halen devam etmektedir. Ancak üzücü olduğu kadar düşündürücü olan en önemli hadise şudur: Temelde kendilerini demokrat addeden önemli sayıdaki kalburüstü aydın, konu 27 Mayıs’a geldiğinde duraklamakta, 27 Mayıs’ın ilerici bir hareket olduğu hususunda ısrarcı olmaktadırlar. Bu çelişkili konum alışın sosyolojik ve psikolojik sebepleri olduğunu düşünüyorum ve anlıyorum, lakin burada anlamış olmak beni rahatlatmıyor. 12 Mart 1971 Muhtırası’nın, Türkiye’nin darbeler tarihindeki yeri nedir? Nedenleri ve sonuçları açısından bir değerlendirme yapabilir misiniz? Türkiye’de darbelerin nedenleri çoğunlukla yanlış değerlendirilir. Darbelerin hemen öncesinde yaşanan öğrenci hareketleri, terör olayları, siyasi cinayetler medya Mart 2014 desteğiyle büyütülerek halka gösterilir. Ardından ekonomik krizler başlar veya başlatılır. Milletvekili hırsızlığı yapılarak sonuçta hükümetler düşürülür. Siyasetin problemlere çözüm üretemediği veya üretemeyeceği algısı yaratılarak siyaset nezdinde halk devre dışı bırakılır. Ve nihayet bir kurtarıcı beklenir. Böyle bir durumda kurtarıcı seçimler ve siyasi partiler olabilir mi? Hayır. Çünkü siyasi partilere güven kalmamış, koalisyonlardan millet bezmiş, seçimlerin çözüm olamayacağına millet inandırılmıştır. Bu arada kurtarıcılar da hazırlıklarını yapmaktadır. Milletin canının emniyette olmadığı bir sorunun çözümü askerden başka kim olabilir ki? İşin ilginç tarafı, bütün darbelerde senaryo hemen hemen aynı olmuştur. Senaryonun ilk adımı toplumsal kargaşa/çatışma yaratmak, ikinci adımı medya aracılığıyla iktidarları itibarsızlaştırmak, üçüncü ve son adımı askeri davet etmektir. Bugün de benzer sürecin yaşatılmaya çalışılması manidardır. Yukarıda darbelerin sebebi olarak anlatılan hususlar, bilinmelidir ki sadece halkı yönlendirmeye dönük işlerdir, darbelerin gerçek sebepleri değildir. Gerçekte darbelerin sebebi, seçimlerle DosyaSöyleşi Röportaj iktidar olmuş hükümetlerden statükoyu değiştirme niyetini taşıyanların yerine statükoyu devam ettirecek iktidarlar getirilmek istenmesidir. Diğer taraftan darbelerin başat aktörü ordu değildir. Ordu, sadece darbelerin görünür kısmını temsil eder. Darbeler, statükoyu devam ettirme niyetini taşıyanların işbirliğinin sonucudur. İşbirliği hem yurt içi hem de yurt dışı olabilir. Statüko kimi güçlendiriyorsa gerçekte darbeciler de onlardır. Darbe işbirliği; sermayedarlardan, sendikalardan, yargıdan, üniversitelerden, medyadan, askerlerden ve yurt dışı bağlantılardan oluşabilir. 12 Mart 1971 Muhtırası’nın da nedenleri bundan farklı değildir. Az önce de belirttiğim gibi, 27 Mayıs sonrasında yeni fiili darbe teşebbüsleri devam etmiştir. 21 Ekim Protokolü ve 1961 seçimlerinin iptali ile yeniden müdahale tasarıları, Talat Aydemir tarafından girişilen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihli darbe teşebbüsleri, bu tespiti doğrulayan gelişmelerden bazılarıdır. Diğer taraftan 1961-1965 yılları arasındaki koalisyon hükümetleri döneminde gündeme getirilen ve 1966’da sağlanan, eski DP’lilerin affıyla tahliyelerinin, kısa bir müddet sonra bu kez siyasi haklarının da iadesi tartışmalarını yaratması, yeni müdahale gerekçelerinin üretilmesine zemin hazırlamıştır. İşin ilginç tarafı, 1950-1960 arası dönemde olduğu gibi 1965 ve 1969’daki seçimlerden de tek başına iktidarlar çıkmıştır. Yine 1960 darbesi öncesinde olduğu gibi 1971 öncesinde de makroekonomik göstergeler iyidir. 1971 öncesi seçimlerin önemli bir sonucu ise Türk solunun TBMM’de 14, Cumhuriyet Senatosu’nda 1 sandalye kazanarak ilk kez parlamentoya girmiş olmasıdır. Bu dönemde ülkenin tabuları arasında yer alan birçok sorun (özellikle Kürt meselesi ve Amerikan üsleri gibi) Meclis “Darbeler, statükoyu devam ettirme niyetini taşıyanların işbirliğinin sonucudur. İşbirliği hem yurt içi hem de yurt dışı olabilir. Statüko kimi güçlendiriyorsa gerçekte darbeciler de onlardır.” kürsüsünde dile getirilmiştir. Fakat 1969 seçimleri Türk solu üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu hayal kırıklığı sonucunda parlamento aracılığıyla iktidar olunamayacağı dile getirilmeye başlamıştı. Zira Türkiye işçi sınıfı hem sayı hem de bilinç olarak yeterli seviyede değildi. Bu nedenle içinde millî burjuvazinin de bulunduğu geniş tabanlı bir antiemperyalist blok oluşturulmalı, hatta tarih boyunca en ilerici ve örgütlü kurum olan ordu da bu bloka dâhil edilmeliydi. Çözüm, Millî Demokratik Devrim tezinin hayata geçirilmesinde yatmaktaydı. Cumhuriyet tarihinin ikinci askerî müdahalesi olan 12 Mart 1971 Muhtırası, aslında aksiyon olma özellikleri gösteren daha radikal bir harekete gösterilmiş reaksiyondu. 9 Mart’ta uygulamaya konulması planlanan darbe, Ortadoğu’nun Baasçı radikalizmlerine öykünen bir hareketti. Sol teorinin temel noktalarına aykırı, pratiği açısından da Batı’da hiçbir örneği görülmeyen, benzerlerine bir parça Latin Amerika, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da rastlanabilecek ütopist bir girişimdi. Tasfiyesi ise ordu içindeki yükte hafif, lakin pahada ağır bir klik sayesinde oldu. 27 Mayıs’ta dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun gibi kumandanların tevkifi; 235 generalin orduyu gençleştirme adı altında emekliye sevki; çoğu yüzbaşı ile albay arasındaki rütbelerde bulunan subayların ordu gelenekleriyle bağdaşmayacak densizliklerle üstlerine karşı disiplinsiz tutumlar içine girmeleri; memleket hesabına fena olabilir endişesinden çok, 12 Mart döneminin generallerinde, işin başından beri içinde olmalarına rağmen büyük bir korku yarattı. Bu nedenle 12 Mart, yarattığı büyük yıkıma rağmen daha beterine mani olan bir harekettir. Diğer taraftan, 12 Mart 1971 Muhtırası’nın sonuçları, 12 Eylül 1980 darbesinin de sebeplerini oluşturmaktadır. Muhtıradan tam üç gün sonra ordu içindeki tasfiyeler, bir yıl sonra Bomba Davası olarak adlandırılan tevkifat sonrası yapılan duruşmalar, ünlü Ziverbey’deki Zihnipaşa Köşkü’nde yapılan sorgulamalarla birlikte gündeme getirilen kontrgerilla tartışmaları, ilerleyen dönemde, yükselen sokak çatışmalarının müsebbiplerinin araştırılması esnasında derin kuşkuların doğmasına neden olmuştur. 12 Mart Muhtırası öncesi ve sonrasında yükselen kır-şehir gerillası olgusu, sol güçlere, özellikle üniversite öğrencileri arasında buldukları tabanla birlikte geniş bir örgütlenme imkanı yaratmıştır. Dev-Genç (Devrimci Gençlik Federasyonu), THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu), THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) ve TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) türü silahlı örgütlenmelerin taban bulmasını da beraberinde Mart 2014 31 32 DosyaSöyleşi getirmiştir. Demokrasiye olan inanç sarsılmış, fikirler illegal yöntemlerle veya darbelerle iktidara taşınmak istenmiştir. İstikrarlı hükümetler artık kurulamamış, koalisyon dönemleri başlamıştır. Anayasal özgürlükler daha da sınırlandırılmıştır. İstikrarsız koalisyon hükümetleri, hem ekonomik hem de sosyo-kültürel alanlarda istikrarsızlığa neden olmuştur. 1980 öncesi yaklaşık 5 bin kişinin ölümüne, on binlerce kişinin okuldan uzaklaşmasına neden olan sağ-sol çatışmalarının altında da 1971 Muhtırası’nın yarattığı kaos bulunmaktadır. Önemli bir bilgi de, tüm darbelerde olduğu gibi 12 Mart öncesinde de ekonomik verilerin pozitif olmasıdır. Darbelerin genellikle ekonominin çok bozuk olduğu dönemlerde değil de nispeten iyi ya da iyiye doğru gidiş söz konusu olmaya başladığında yapılması anlamlıdır. Ancak hemen her darbenin ekonomik gidişatı makro düzeyde bozduğu, bazı kesimlerin taleplerine yönelik cömert, geniş halk tabakalarına karşı ise eli sıkı davrandığının da altı çizilmelidir. “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” özdeyişinin çok iyi hülasa ettiği, toplumu can güvenliği karşılığında diğer hak ve hürriyetlerinden feragat etme mecburiyetine getiren tertiplerin iç ve dış kimi merkezlerce uygulandığı da netice olarak bilinmektedir. Darbe ve muhtıra dönemlerinin Türkiye’ye faturasından söz ederken özellikle hangi noktalar üzerinde durmak gerekir? Darbe ve muhtıra dönemlerinin etkilerini birkaç başlıkta toplamak mümkündür. İlk ve en önemli etkisi, demokratik ve sivil bir geleneğin oluşmasını engellemesi, en iyi ihtimalle geciktirmesidir. Uzun yıllar Türkiye’de insanlar, partiler de dahil sivil toplum kuruluşlarını (STK) bile sivil bir akıl ve sivil bir amaçla oluşturamamışlardır. Parti içi demokrasinin eksikliği, STK’ların toplumsal alana yönelik iyileştirmeleri sürekli devlet gücünü kullanma yetkisi olan kurumlardan beklemesi, toplumsal dönüşümün devlet eliyle gerçekleştirilmesinin beklenmesi, kurumların “millî gü- Mart 2014 venlik” eksenli bir mantıkla iş yapmaya inanması, kurumların demokratik öze göre oluşmasına direnç gösterilmesi, bireyin değil kurumların öncelenmesi, hak ve özgürlüklerin şartlı ve sınırlı düşünülmesi gibi, özgür toplum, özgür devlet oluşmasına engel olan nedenleri beslemesidir. Bu yönüyle darbeler, özgürlükleri değil korku üreterek yasakları artırmıştır. 1960 sonrası anayasa ve yasalarda da görülmektedir ki Türkiye’de kanunlar özgürlükleri artırmaktan daha çok sınırlandırmaları öncelemektedir. Mesela millî güvenlik kaygısıyla ifade ve seyahat özgürlükleri sınırlandırılmıştır. Darbelerin ikinci etkisi, siyaset alanını güvenilmez kılmasıdır. Darbecilere göre siyaset alanı her zaman kötülüklerin merkezi olmuştur. Buna karşılık askerler iyi olanı temsil etmiştir. Dolayısıyla kriz dönemlerinde gidilecek merci siyaset değil, askerler olmalıdır. Millet her darbe öncesinde buna inandırılmıştır. Uzun yıllar ülkelerin kurumsal güven anketlerinde askerlerin en güvenilir, TBMM ve hükümetlerin en az güvenilir kurumlar arasında olması da bunu göstermektedir. Darbelerin üçüncü etkisi ekonomi üzerinedir. Darbeler ekonomik alanda öncelikli olarak sermayenin risk alarak üretken olmasına engel olmuştur. Her darbe döneminin kazananları üretim yaparak kâr elde eden sermaye değil, para satarak kâr elde eden sermayedarlar olmuştur. 28 Şubat dönemi verileri bunun en iyi örneğidir. 28 Şubat sonrasında en büyük 500 şirketin 400’den fazlası kârlarını faaliyet dışı alanlardan (faizden) elde etmişlerdir. Yine devletin harcamalarını artırması ve gelirlerini azaltması da önemli bir ekonomik sonuçtur. Her darbe öncesi yaşanan/ yaşatılan ekonomik krizler, darbelerle çözülememiş, aksine darbeler ekonomik dengelerin daha da bozulmasına neden olmuştur. Darbelerin yarattığı ulusal DosyaSöyleşi Röportaj ve uluslararası olumsuz algının bedeli her zaman çok yüksek olmuştur. Zira darbeler her zaman ticari risk puanını artırır ve bu da maliyet demektir. Türkiye’nin darbe ve muhtıra dönemlerini artık geride bıraktığını söyleyebiliyor muyuz? Demokrasinin askıya alındığı darbe dönemlerinin bir daha yaşanmaması için neler yapılmalı, hangi adımlar atılmalıdır? Türkiye’de darbelerin artık geride bırakıldığını söyleyebilmemiz için, konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, halkın egemenliğini temsil eden iktidarlara sandık dışı müdahale mekanizmalarının mümkün olmaması gerekir. Bütün sorunların çözüm yeri TBMM olmalıdır. İktidarları beğenmeyenlerin, iktidarı değiştirmek için sandıktan başka bir yol aklına gelmemelidir. Demokratik mekanizmaları, müdahalelere tercih etme kültürü egemen olmalıdır. “Zor kullanma hakkı”nın sadece seçilmişlerde olduğunun, seçilmişlerin zor kullanma hakkını yerine getirecek olan atanmışların, bu hakkı kullanmalarının kendilerinden kaynaklanmadığını bilmeleri gerekir. Tabii bunların hem yasal hem de kültürel tarafı bulunmaktadır. Her şeyden önce Türkiye’nin anayasa sorununu çözmesi, bu vesileyle egemenlik hakkını, gelişmiş demokratik ülkelerdeki gibi, atanmışlardan seçilmişlere vermesi gerekir. Yine anayasal olarak sınırlandırılan hak ve özgürlüklerin demokratik ülkelerdeki seviyesine çıkarılması zorunludur. Diğer taraftan, yasalar içerisinde darbe dönemlerinden kalma mevzuatın ayıklanması, eğitim müfredatından darbe anlayışının tamamen temizlenmesi, demokrat gençlerin yetişmesine imkan sağlayacak yeni müfredatın yapılması, asker-sivil ilişkilerinde seçilmişlerin üstünlüğünün belirgin hale getirilmesi, asker bürokratların patronunun hükümetler olduğunun tam olarak belirtilmesi gerekir. Bu anlamda, Genelkurmay Başkanlığı’nın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanması önemli bir adım olacaktır. Ayrıca, denetlenemeyen, kontrol edilemeyen asker veya sivil kurumların olmaması, bütün kurum ve kuruluşların mutlaka TBMM denetimine tabi olmasının sağlanması gerekir. Devletin her alanının düzenlenmesi, denetlenmesi, görev ve sorumluklarının belirlenmesi gereken merciinin TBMM olması zorunlu olmalıdır. Demokrasinin yerleşik hale gelmesinin, dolayısıyla darbe anlayışının önlenmesinin önemli alanlarından birisi de, herkesin hesap verebilmesini sağlayacak kadar “şeffaflığın” sağlanmasıdır. Özellikle seçilmiş ve atanmışların mal varlıklarındaki artış ve azalışların bütün kamuoyu tarafından bilinmesi, kamu alımlarının ve kamuya yapılan işlerin her aşamasının kamuoyu tarafından bilinir hale gelmesi, kamu imkanlarından eşit bir şekilde yararlanmanın sağlanması, şeffaflığı ve dolayısıyla demokratik değerlerin yerleşmesini sağlayan hususlar olacaktır. Sonuç olarak, 12 Mart 1971 darbesinde de görüldüğü gibi bütün darbelerin en büyük mağduru bütün millet olmuştur. Çünkü darbe ve muhtıralar, toplum ve siyasetin demokratikleşmesine, bireyin nitelik kazanmasına, ekonominin gelişmesine, uluslararası itibarın oluşmasına, hak ve hürriyetlerin olgunlaşmasına, her alanda kalitenin artmasına engel olmaktadır. Bugün eğer siyaset yelpazesinde ortak değerlerde mutabakat sağlanamıyorsa veya ortak değerler oluşturmakta zorluk çekiliyorsa, toplumun her kesiminin birlikte “iyi ve kötü” diyebileceği şeyler yeterli değilse, siyasi rekabetin ahlakı ve ilkeleri yeterince oluşturulamamışsa, iktidar ve muhalefet halen hizmet üzerinden daha çok değerler üzerinden siyaset yapıyorsa, eğitimin “millî” olması, faydalı olmasından daha önemli ise, toplum ve devlet problemlerine TBMM dışında çözüm aranıyorsa, siyasetin karıştırılmadığı alanlar halen varsa, bunun en büyük nedeni darbe ve muhtıralardır. Çözümü sadece sivil alanda aramak, TBMM dışına çıkmasına izin vermemek demokrat ve erdemli insanların işidir. Son on bir yılda yaşanan gelişmeler darbe ihtimalini azaltmış, demokratik siyasi hayatı güçlendirmiştir. Bu çabaların devam etmesi zorunludur. Mart 2014 33 Yeniliklere açılan denizin feneri Finlandiya Parlamento Evi Helsinki, İsveç egemenliği altında iken kralların inşa ettirdiği binalar dolayısıyla Stockholm’ü andıran bir şehir. Arkadia Tepesi’nde yükselen Parlamento Evi ise hem Finlandiya’nın siyasi tarihinin en önemli dönüm noktasını simgeliyor, hem de anıtsal mimarisiyle Helsinki’ye gelen ziyaretçileri cezbediyor. Elif Çelik Mart 2014 Dünya Parlamentoları F inlandiya parlamentosunun tarihi birkaç yüzyıl önceye dayanıyor. 1390’ların başında Finlandiya, İsveç kralının seçilmesi için vekiller gönderebiliyordu. İsveç’in 1634 Anayasası’na ve Diet aktine göre asiller, rahipler, kentliler ve köylülerden oluşan toplumsal sınıfların vekilleri de Stokholm’de gerçekleşen seçime gidebiliyorlardı. 1809 yılında idaresinin İsveç’ten Rusya’ya geçmesinin ardından Finlandiya özerklik kazandı ve kendi anayasasını oluşturma, toplumsal sistemini ve Lutherci inanç sistemini kurma hakkı elde etti. Bu tarihten itibaren geçerli olan yönetim, 1906 yılında yerini 200 vekilden oluşan çift meclis sistemine bıraktı. Yeni parlamento evrensel değerleri gözeten, yenilikçi bir yapıya sahipti ve kadınlar dahil 24 yaşın üzerindeki her vatandaşa seçmeseçilme hakkı tanıyordu. Dünya kültür ve siyaset tarihine bakıldığında pek çok yeniliğe öncülük eden Finlandiya Parlamentosu’nun yeni bir binaya ihtiyaç duyması da böylece kaçınılmaz hale geldi. Son derece önemli bir eşikten geçilirken, parlamentoya ev sahipliği yapacak binanın da muazzam olması amaçlanmıştı. Mimari tasarım için 1924’te düzenlenen yarışmayı Johan Sigfrid Sirén’in kazanmasının ertesi yılında yapımına başlanan bina, 1931’de tamamlandı. Mart 2014 35 1920’lerde hüküm süren İskandinav klasisizminden izler taşıyan Parlamento Evi, tam da mimarın amaçladığı gibi güçlü bir devleti, birliği, beraberliği ve demokrasiyi simgeleyen anıtsal bir ciddiyete sahip. İşlevsellik ve mimari el ele Arkadia Tepesi’nde (Arkadianmäki) yer alan bina Finlandiya’nın bağımsızlığı adına yapılmış bir anıt olmakla beraber sanatın, mimarinin, işçiliğin ve endüstriyel tasarımın mükemmel bir uyumunu yansıtıyor. 1920’lerde hüküm süren İskandinav klasisizminden izler taşıyan Parlamento Evi, tam da mimarın amaçladığı gibi güçlü bir devleti, birliği, beraberliği ve demokrasiyi simgeleyen anıtsal bir ciddiyete sahip. Kızıl Kolvova granitinden yapılmış göz alıcı ön cepheyi ise Greko-Romen mimarinin ayırt edici bir öğesi olan sütunlu giriş süslüyor. Korinth düzeninde sıralanan bu sütunlar, yerden binanın beşinci katına kadar yükseliyor. Korinth sütunlarınınkinden epey farklı olan sütun başları ise ünlü Finlandiyalı heykeltıraş Gunnar Finne tarafından tasarlanmış. Parlamento Evi’nin genel dikdörtgensel tasarımı, beşinci kattaki yuvarlak pencereler ile dengelenmiş. Mart 2014 Dünya Parlamentoları Parlamento binasının içi, tıpkı dışı gibi büyük oranda klasisizme uygun dekore edilmiş, ama işlevsellik ve farklı sanatsal detaylar da göze çarpıyor. Ayrıca içeride bir hiyerarşi gözetilmiş ve bina içindeki mekanların işlevselliği ne kadar önemliyse, dekorasyonuna da aynı oranda özen gösterilmiş. Bunun yanında her kat ayrı bir karaktere sahip. Binanın ilk katında ana lobi, lokanta, okuma odası, resepsiyon odaları ve bürolar yer alıyor. Yeşil Lohja kireçtaşı ile kaplanan ana lobinin iki ucunda beşinci kata kadar uzanan beyaz mermer merdivenler bulunuyor. Binanın ikinci katı Meclis Salonu’nu, Devlet Salonu’nu, Meclis Başkanı ile Hükümet Koridorlarını, Hükümet Toplantı Odası’nı, Resepsiyon Odası’nı, başbakanın odasını ve kadın başbakanlar için özel olarak yapılmış Gri Oda’yı barındırması bakımından birincil öneme sahip. Katın genelinde İsveç’ten getirilen Kolmården mermeri kullanılmış. Parlamento binasının kalbi olan Meclis Salonu, tepesindeki açıklıktan gelen gün ışığı ile aydınlanıyor. Milletvekillerinin oturma planının yarım daire şeklinde olduğu salonun batı ucunda başbakanın ve meclis başkanının kürsüsü ile onun önünde stenograflar ve yazmanların masası yer alıyor. Binanın üçüncü katı komisyon odaları, tutanak odaları ve basına ayrılmış kısımları içeriyor. Dördüncü katı ise sadece komisyonlara ayrılmış. Buradaki en geniş oda, Büyük Komite Odası ve Ekonomi Komisyonu Odası olarak hazırlanmış. Parlamento Evi’nin beşinci katında toplantı salonları ve meclis gruplarına ayrılmış bölümler bulunuyor. 1970 yılında Parlamento Evi’nin genişletilmesine ihtiyaç duyulur ve binaya milletvekili odaları, elçilerin kabul edildiği odalar, konferans salonu, sauna, yüzme havuzu ve kütüphanenin yer aldığı kısımlar eklenir. 2004 yılına Mart 2014 37 38 Dünya Parlamentoları gelindiğinde ise ek bina yapılır. On bir katlı olan bu bina, şehir merkezi ile Parlamento Evi’nin bulunduğu Etu-Töölö bölgesi arasında bir geçiş sağlamak üzere tasarlanmış. Yapı iki kısımdan oluşuyor. Biri koyu renk tuğlalarla örülmüş, üçgen planlı ve yüksek bir kısımken diğeri ana bina ile aynı malzeme ve pencerelerle çevrelenmiş dış cepheye sahip, daha alçak bir yapı. Binanın içinde Finlandiya ahşabı ve ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen granit kullanılmış. Parlamento Evi aynı zamanda binin üzerinde sanat eserine ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en bilinenleri arasında Meclis Salonu’nda yer alan “Kılavuz”, “Düşünce”, “Gelecek”, “İnanç” ve “Hasatçı” heykelleri ile Büyük Komite Odası’ndaki, Pekka Halonen’a ait tablo sayılabilir. Parlamentonun sanat koleksiyonu eski meclis başkanlarının portrelerini, yabancı eserleri, ödül kazanmış çizimleri ve binanın demirbaş parçalarını da içeriyor. Mart 2014 Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz. Sağlık Hattı Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Gazi Üniversitesi Hastanesi Randevu Hattı: 0312 202 44 91 Türk Parlamenterler Birliği TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 40 Röportaj Nahit Menteşe: Siyasetçi her şeyden önce dürüst olmalı Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş Siyasetin duayen ismi Nahit Menteşe, “En sert sözler bile yumuşak bir üslupla ifade edilebilir. Meclis kürsüsünde kavga eder gibi konuşmak doğru bir davranış değildir” diyor. Menteşe, siyasette saygı ve hoşgörünün büyük önem taşıdığını vurguluyor. Mart 2014 2 Haziran 1983 tarihinde kırmızı bir Mercedes Çanakkale’ye doğru yol alıyordu. Necmettin Cevheri’nin kullandığı otomobilin içinde dört kişi daha vardı: Süleyman Demirel, Nahit Menteşe, İsmet Sezgin ve Sadettin Bilgiç. Türk siyasetinin önde gelen beş isminin aynı arabada buluşmasının nedeni, Millî Güvenlik Konseyi’nin 31 Mayıs 1983 tarihli kararıydı. Bu karara göre Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Büyük Türkiye Partisi’nden 16 siyasetçi Çanakkale’deki Zincirbozan Askerî Tesisleri’nde zorunlu ikamet ettirilecekti. Süleyman Demirel, Nahit Menteşe ve Sadettin Bilgiç de bu isimler arasındaydı. Necmettin Cevheri ve İsmet Sezgin, o güne dek beraber yürüdükleri arkadaşlarını sürgün yolunda da yalnız bırakmak istememiş, Zincirbozan’a kadar Röportaj onlara eşlik etmişlerdi. Yol boyunca yine siyaset konuşuldu; meydan boş bırakılmamalıydı, pilavdan dönenin kaşığı kırılacaktı. Doğru Yol Partisi’nin temelleri o yolda atıldı. Partinin ismine ve amblemine de o yolda karar verildi. 4 ay süren Zincirbozan günlerini, “Hakkımızda ne bir mahkeme kararı ne de savcılık iddiası vardı. 4 ay adeta menfa hayatı yaşadık ” sözleriyle değerlendiren Na hit Menteşe, bu ayki röportaj konuklarımız arasında. Siyasetin duayen isimlerinden Menteşe ile politika yolculuğunu ve yakın tarihimizdeki önemli olayların perde arkasını konuştuk. Na h it Menteşe 1932 M i la s doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra 7 yıl Aydın’da avukatlık yapan Menteşe, “Avukatlığım sırasında Demokrat Parti saflarında siyasi çalışmalara katıldım. Siyasete ilgim ta ortaokul çağlarında başladı. Öğrencilik yıllarımda çeşitli dernek lerin yöneticiliğini yaptım. İstanbul’da Aydın Yüksek Tahsil Talebe Derneği Başkanı olduğum dönemde, rahmetli Adnan Menderes’i İstanbul’a gelişlerinde karşılardım. Menderes’i çok sever ve ona büyük hayranlık duyardım” diyor. Ailesinde siyasetçi olup olmadığını sorduğumuz Nahit Menteşe, “Babam ben beş yaşındayken vefat etti. Dört erkek kardeştik. Rahmetli annem bizi okuttu; hepimiz yüksek tahsil yaptık. Bir ağabeyim Milas’ta belediye reisi oldu. Ailemizdeki bir başka siyasetçi ise büyük amcam Halil Menteşe idi. Hariciye Nazırı ve Meclis-i Mebusan Başkanı’ydı. İstanbul işgal edilince Malta’ya sürüldü. Malta’dan döndükten sonra Atatürk’ün teklifiyle CHP’nin bağımsız adaylar için ayırdığı kontenjandan İzmir Milletvekili seçildi” yanıtını veriyor. Çok genç yaşta siyasete atılan Nahit Menteşe, o yıllarda kendisini derinden etkileyen “Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamı beni çok etkiledi. Televizyonda o günleri anlatan belgesel seyrettiğim zaman fevkalade üzülüyorum.” olayı şöyle anlatıyor: “Londra’daki uçak kazasının ardından Adnan Menderes’i görmek için dört otobüsle Ankara’ya gittik. Kendisine ‘Geçmiş olsun’ dedik. O günlerde çok nümayiş vardı. Bize ‘Hazırlanın, mayısta seçime gideceğiz’ dedi. Aydın’a gittiğimde ‘Mayısta seçim olacak’ diye ilan ettim, fakat 1960 ihtilali oldu. Yassıada Mahkemesi günleri, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamı beni çok etkiledi. Adnan Menderes gece gündüz bu ülke için çalışan biriydi. Fatin Rüştü Zorlu büyük bir diplomattı. Hasan Polatkan ise çok iyi bir Maliye Bakanı’ydı. Onların idamı Türk siyasi tarihinin en kötü olayıdır. Televizyonda bazen o günleri anlatan belgesel yayımlanıyor. Seyrettiğim zaman fevkalade üzülüyorum, sabaha kadar uyuyamadığım oluyor.” Dolu dolu geçen bakanlık yılları Nahit Menteşe, Demokrat Parti’nin kapatılmasından sonra Adalet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldığını belirtiyor. 1961-1965 yılları arasında partinin Aydın İl Başkanı olarak görev yaptığını ifade eden Menteşe, “1965 seçimlerinde Aydın Milletvekili olarak parlamentoya girdim. 1969, 1973, 1977, 1991 ve 1995 yıllarında da Aydın’dan milletvekili seçildim. Uzun süre TBMM Adalet Partisi Grubu yönetimlerinde bulundum, Grup Başkanvekilliği yaptım. 1974 yılının ekim ayında gerçekleşen Adalet Partisi Büyük Kongresi’nde ise Genel İdare Kurulu’na seçildim ve Temsilciler Meclisi’nce partinin genel sekreterliğine getirildim” diyor. Nahit Menteşe’nin siyasi hayatında bakanlık dönemleri önemli bir yer tutuyor. İlk olarak 1968 yılında Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapan tecrübeli siyasetçi, o yıllara dair bir anısını şöyle anlatıyor: “İhsan Gürsan Maliye Bakanlığı’ndan istifa etmişti. Bir arkadaşım Maliye Bakanı olmak istiyor, bu konuda kendisini desteklememi rica ediyordu. Ben de Sayın Demirel’in yanına gittim ve durumu kendisine arz ettim. ‘Nahit seninle beraber Gazi Orman Çiftliği’ne gidip yemek yiyelim, o esnada konuşuruz’ dedi. Yemekte bana ‘Nahit, ben Maliye Bakanlığı için seni düşünüyorum’ dedi. Henüz çok genç olduğumu, bir yıldır milletvekilliği yaptığımı söyledim. Bunun üzerine ‘Sen yaşına göre çok olgunsun. Parlamentodaki konuşmalarına şahit oldum. Bakanlık yapmanı istiyorum’ diye ısrar etti. Ben hep özür diledim. Çünkü hem arkadaşım için Sayın Demirel’le konuşmaya gitmiştim, hem de o genç yaşta Maliye Bakanlığı beni biraz korkutmuştu. Sonradan gördüm ki aslında Maliye en kolay bakanlık, çünkü yetişmiş eleman çok fazla. Aradan bir sene geçti, Sayın Demirel bu kez sormadan beni Gümrük ve Tekel Bakanı olarak atadı. O yıllarda Gümrük ve Tekel, tütün piyasaları dolayısıyla çok önemli bir bakanlıktı. Başarılı çalışmalar yaptığımız Mart 2014 41 42 Röportaj bir dönem oldu. Kamuoyu ve basının ilgisi üzerimizdeydi. Ahmet İhsan Birincioğlu, ‘Nahit sen bu bakanlığı bırak. Ben olsa olsa bir tek Gümrük ve Tekel Bakanı olurum’ diye bana takılırdı. Çünkü tütün mıntıkası olan Trabzon-Akçaabatlıydı. Gümrük ve Tekel denince tütün akla geliyordu o zamanlar. Bir gün Sayın Demirel beni Ulaştırma Bakanlığı’na aldı, Ahmet İhsan Birincioğlu da Gümrük ve Tekel Bakanı oldu.” Nahit Menteşe 1968-1997 yılları arasında Gümrük ve Tekel, Ulaştırma, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Turizm ve Tanıtma, Millî Eğitim, İçişleri ve Devlet bakanlıkları ile Başbakan Yardımcılığı yaptı. Siyasi hayatının büyük bölümünü Süleyman Demirel hükümetlerinde geçiren Nahit Menteşe, nasıl tanıştıklarını sorduğumuzda, “Süleyman Demirel 1964'te Adalet Partisi’nin genel başkan adayı olduğunda ben Aydın İl Başkanı’ydım. Genel başkanlık yarışında Demirel’in yanında yer aldım. O tarihten itibaren Demirel’le irtibatımız hep devam etti” diyor. “Terörün beli bir hayli kırılmıştı” Tecrübeli siyasetçiyle sohbet ederken Türkiye’nin darbe dönemlerine de değiniyoruz. 12 Mart 1971 Muhtırası verildiğinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan Nahit Menteşe, hükümetin istifası üzerine bu bakanlıktan ayrıldığını belirtiyor. Menteşe, 12 Eylül 1980 askerî darbesi yapıldığında Adalet Partisi Aydın Milletvekili olduğunu anımsatarak şunları söylüyor: “Nihat Özer Paşa telefon etti; ‘Sayın Evren’in konuşmasını dinlediniz mi?’ dedi. ‘Evet Paşam, ben hazırım’ dedim. ‘Yok yok öyle değil. Biri karacı biri havacı iki albay yanınıza gelecek, Genelkurmay’a kadar teşrif edeceksiniz’ dedi. Hanıma Mart 2014 “Her zaman güleryüzlü olmaya çalıştım” Nahit Menteşe, hem sohbetimiz hem de fotoğraf çekimi sırasında hep güleryüzlüydü. Kendisine kamuoyunda bu yönüyle de tanındığını ifade ettiğimizde, “Bakanlık yaptığım dönemlerde gazeteler hakkımda ‘güleryüzlü bakan’ diye haber yaparlardı. Gerçekten de her zaman güleryüzlü olmaya çalıştım” diyor. ‘Valizimi hazırla’ dedim. İki albayla birlikte Genelkurmay’a gittik, Tuğgeneral Tuzman Paşa’nın makamına çıktık. Beni kapıda karşıladı. Kahve ve sigara ikram ettikten sonra ‘Sizinle birlikte Demirel’e kadar gideceğiz’ dedi. Eve vardığımızda onlar aşağıda kaldı, ben Demirel’in yanına çıktım. Rahmetli eşi ve haberi alıp İstanbul’dan gelen Şevket Bey’le beraber çay içiyorlardı. ‘Efendim sizi Gelibolu’ya götürüyorlar’ dedim. ‘Nahit, Namık Kemal’in menfasına mı gideceğim?’ diye takıldı. Hazırlık yaptılar. Uğurlama görevi sadece bana verilmişti. Etimesgut Hava Meydanı’ndan onları uğurladık, 30 gün Gelibolu’da kaldılar.” Nahit Menteşe, 12 Eylül askerî darbesinden 11 yıl sonra yeniden Meclis çatısı altında yer aldı. 1991 ve 1995 seçimlerinde DYP Aydın Milletvekili olan Menteşe, aktif siyaset hayatını 2002’ye kadar devam ettirdi. Bu süreçte Millî Eğitim, İçişleri ve Devlet bakanlıkları ile Başbakan Yardımcılığı yapan Menteşe, “1993 yılının Röportaj ekim ayında Bahtiyar Paşa öldürüldü. O zaman Millî Eğitim Bakanı’ydım. Sayın Tansu Çiller telefon etti ve ‘Cenaze törenine beraber gidelim’ dedi. Bunun üzerine eşime ‘Galiba ben İçişleri Bakanı oluyorum’ dedim. ‘Teklif gelirse kabul eder misin?’ diye sordu. ‘Millî Eğitim’de daha çok işim var, kabul etmem’ dedim. Cenazeye gittik. Sayın Çiller, ‘Sizi Millî Eğitim’den almak istemiyorum, ama tecrübeye ihtiyacım var, onun için İçişleri Bakanı olmanızı istiyorum’ dedi. Evden çıkarken ‘Kabul etmem’ demiştim, fakat terör o kadar azgındı ki... Tansu Hanım da çok cesur duruyordu. ‘Korktu, kabul etmedi’ denilmesin diye ‘Peki, emredersiniz’ dedim. Bakanlığım döneminde teröre karşı büyük mücadele verdim. Sabahlara kadar uyumazdım. Gece yarısı komutanlarla, terör bölgesindeki valiler ve emniyet müdürleriyle konuşurdum. Gelişmeleri çok yakından takip ettim. O dönemde gazetelerin de yazdığı gibi terörün beli bir hayli kırılmıştı” değerlendirmesinde bulunuyor. “28 Şubat’ta darbenin geldiğini gördüm” 28 Şubat süreci, Nahit Menteşe’nin yakından tanıklık ettiği dönemler arasında yer alıyor. Tecrübeli siyasetçi, “Katıldığım bir cenaze töreninde komutanlar da vardı. Bana karşı fevkalade naziktiler, hatta beni önde yürüttüler. Fakat cenaze törenindeki havayı hiç beğenmemiştim. Komutanların konuşmaları iç açıcı değildi; Tansu Çiller’e karşı fevkalade reaksiyonerdiler. Halbuki daha evvel ben İçişleri Bakanı’yken ‘Sayın Bakanım, Atatürkçü bayan Başbakanımızı koruyalım, siz bu konuda yardımcı olun’ diyorlardı. Necmettin Erbakan’la hükümet kurunca Tansu Hanım’a karşı birdenbire değiştiler. Cenaze töreninden sonra Tansu Çiller’i aradım ve ‘Efendim havayı hiç beğenmedim’ dedim. Fakat Sayın Çiller işin ciddiyetine pek vakıf değildi. Ben adeta darbenin geldiğini gördüğüm için Cumhurbaşkanı Demirel’i de arayarak cenaze törenindeki durumu anlattım. Sayın Demirel, ‘Nahit ben çok tedirginim, uykularım kaçıyor. Bakalım bu işin içinden nasıl çıkacağız’ dedi. Demirel, o zaman Genelkurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı ile birlikte darbeyi önledi” diye konuşuyor. Nahit Menteşe, en son TBMM 20. Dönem’de (1996-1999) milletvekilliği yaptı. 2002 yılındaki seçimlere katılmayan tecrübeli siyasetçi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden davet aldığını, ancak kabul etmediğini belirterek, “Bir gün Köksal Toptan aradı. Recep Tayyip Bey sizin dürüstlüğünüze talip, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde yer almanızı istiyor. Hatta sizi Meclis Başkanı olarak düşünüyor’ dedi. Kendisine ‘Siz katılmışsınız, hayırlı uğurlu olsun, fakat ben düşünmüyorum, çok teşekkür ederim’ cevabını verdim. 2002’de aktif “Teröre karşı büyük mücadele verdim. Gelişmeleri çok yakından takip ettim. O dönemde gazetelerin de yazdığı gibi terörün beli bir hayli kırılmıştı.” siyaset hayatımı noktaladım” diyor. Nahit Menteşe, ülke gündemine dair görüşlerini sorduğumuzda ise ‘Bugün için terör de darbe korkusu da yok. Esasında hükümetin çok rahat olması lazım, fakat birtakım hatalar yapılıyor, bunları onaylamamız mümkün değil” değerlendirmesini yapıyor. Menteşe, “Siyasetin olmazsa olmazları nelerdir?” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Bir siyasetçi evvelemirde dürüst olmalıdır. Ülke ve dünya meselelerini yakından takip etmelidir. Vatandaşla çok iyi diyalog kurabilmelidir. Ben siyaset hayatım boyunca vatandaşla hep iç içe oldum. Nereye gitsem çok iyi karşılandım. Siyasetçi sadece kendi partisindeki değil, farklı partilerdeki milletvekillerine karşı da her zaman saygılı olmalıdır. Ben parlamentoda hep bu şekilde davrandım. Üslubumu da hiç sertleştirmedim. Bir gün kürsüye çıktım, deyim yerindeyse verdim veriştirdim. Kürsüden inince partili milletvekili arkadaşlarım yanıma geldiler, ‘Bu sözleri biz söylesek Meclis’te kan akardı’ dediler. En sert sözler bile yumuşak bir üslupla söylenebilir. Ben hep böyle yapmışımdır. Genç milletvekili arkadaşlarıma da bunu tavsiye ediyorum. Meclis kürsüsünde kavga eder gibi konuşmak doğru bir davranış değildir.” Mart 2014 43 44 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Milletvekilleri ne diyor? Safiye Seymenoğlu AK Parti Trabzon Milletvekili 8 Mart, kadınların toplumsal, siyasa l ve ekonomik a lanlarda k i konumlarının bir kez daha gündeme gelmesi, sorunların ve çözüm önerilerinin konuşulup tartışılması açısından önem taşıyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne girerken Meclis’teki tabloya baktığımızda 79 kadın milletvekilinin parlamentoda görev yaptığını görüyoruz. Bu sayı çok tatmin edici olmasa da her seçimde daha fazla kadın milletvekilinin Meclis’te yer aldığını belirtmemiz gerekiyor. Bugün parlamentomuzda kadın milletvekillerinin oranı yüzde 14,42. Bu oranı geçmiş dönemlerle mukayese ettiğimizde daha iyi durumda olduğumuzu, en azından bir iyileşme görüldüğünü söyleyebiliriz. Ancak elbette ki henüz arzu edilen orana ulaşılabilmiş değil. Hem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hem de yerel siyasette kadın oranının artırılması konusunda partimiz önemli çalışmalar yapıyor. 30 Mart’taki yerel seçimlerde bu çalışmalarımızın sonuçlarını alacağımıza ve çok sayıda kadının yerel yönetimlerde etkin görevler üstleneceğine inanıyorum. Kadınların siyasette yer alması büyük önem taşıyor. Çünkü siyasette alınan kararlar yaşamın her alanını etkileyerek bireylerin ve toplumların geleceğine yön veriyor. Gerek siyasette gerekse toplumsal ve ekonomik hayatta erkek ve kadının birlikte alacağı kararların, toplumu sağlam adımlarla geleceğe taşıyacağını düşünüyorum. Kadınların yanı sıra gençlerin de siyasette aktif görev alması büyük önem taşıyor. Partimiz gençlerin de siyasette yer almasına azami Mart 2014 özen gösteriyor ve bu doğrultuda çalışmalar yürütüyor. Bilindiği gibi AK Parti hükümetleri döneminde kadınlara yönelik çok önemli yasal düzenlemeler yapıldı. Örneğin Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkarıldı. Bu noktada şunu ifade etmek gerekiyor; yasal düzenlemelerle arzu edilen sonuçların alınabilmesi için toplumun yaklaşımı, bakış açısı büyük önem taşıyor. Yani kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yasa tek başına yeterli olmuyor; zihinlerde değişim ve dönüşüm gerekiyor. Bu ise ancak iyi eğitimle m ü m k ü n d ü r. Sa dece okuldaki değil, ailedeki eğitim de çok önemli. Kız ve erkek çocuklarını büyütürken anne ve babalar ayrımcılıktan uzak durmalıdır. Kadın-erkek eşitliği ve kadının toplumsal yaşamın her alanında var olması gerektiği bilincine öncelikle aile ortamında erişilmelidir. Günümüzde atılan adımların çok olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Gelecek adına umutluyum. 45 Mustafa Kalaycı MHP Konya Milletvekili K ad ı n la r ı n toplu msa l hayat ı n her alanında aktif bir şekilde yer alabilmesi ve eşitsizliklerin giderilmesi için yapılması gereken çok iş var. Ben yeni bir kanun tek li f i vererek doğ u m borçlanmasını gündeme getirdim. Kanun teklifim, sigortalılık başlangıç tarihinden önceki doğumların da borçlanılabilmesini, ayrıca sigortalı kadın esnaf ve sanatkarlar ile sigortalı kadın çiftçilere doğum borçlanması yapabilme imkanı verilmesini öngörüyor. Böylelikle sigortalılar arasında norm ve standart birliği sağlanması amaçlanıyor. Bilindiği gibi 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre kadınların doğum borçlanması yapabilmeleri için doğumdan önce sigortalı olarak tescil edilmiş olmaları şartı aranıyor. Bu nedenle kadınlar işe girmeden evvel yaptıkları doğum nedeniyle çalışma hayatından ayrı kaldıkları süreyi borçlanamıyor. Halbuki erkekler sigortalılık öncesi askerlikte geçen süreleri borçlanabiliyor. Erkeklerin er veya erbaş olarak silah altında veya yedek subay okulunda geçen süreleri borçlanabilmeleri için askerlikten önce sigortalı olarak tescil edilmiş olma şartı aranmıyor. Bu itibarla Anayasa’nın eşitlik ilkesi uyarınca ve sigortalılar arasında norm ve standart birliği sağlanması amacıyla tüm sigortalı kadınlar ve erkeklere eşit hakların verilmesi gerekiyor. Kanun teklifim, bu amaca yönelik olarak 5510 sayılı kanunda değişiklik yapılmasını öngörüyor. Doğum borçlanmasında olduğu gibi başka birtakım konularda da kanuni düzenlemelere ihtiyaç bulunuyor. Özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddet olayları hepimizi üzüyor. Şiddetin önlenmesi için eğitimin yanı sıra kanunlardaki düzenlemelerin tam olarak uygulamaya geçirilmesi de büyük önem taşıyor. Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Hüseyin Şahin AK Parti Bursa Milletvekili Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesinin ardından 1935 yılında ilk kadın milletvekilleri parlamentomuzda yer aldı. Dünyada kadın milletvekillerinin görev yaptığı ilk parlamentolardan biri Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu, kadına verilen önemin ve değerin bir göstergesidir. Bugüne baktığımızda siyasette kadın say ısının her seçim döneminde arttığını görüyoruz. 2011 yılındaki seçimlerin ardından 79 kadın milletvekili parlamentomuzda görev yapıyor. Kadınlarımız özellikle son çeyrek yüzyıldır siyasetin yanı sıra toplumsal, sosyal ve ekonomik hayatın içinde son derece önemli yerler edinmekte. İş hayatında üst düzey yöneticilikte önemli başarılar elde eden kadınlar var. Kendi işini kuran girişimci kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Hükümetimiz kadın girişimcilere başta kredi olmak üzere pek çok konuda destek sağlıyor. Bizim örf ve ananelerimizde, inancımızda kadına büyük önem ve değer atfedilmektedir. Biz cennetin annelerin ayakları altında olduğuna inanırız. Annemiz, eşimiz, kız kardeşimiz olan kadınların hayatımızdaki yeri paha biçilmez bir değerdedir. Bunun bilincinde olarak hareket etmekte, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık uygulamalarını hayata geçirmekteyiz. Ben özellikle annesiyle ilişkileri iyi olan çocukların hayatın her aşamasında başarılı olduklarını gözlemlemiş biriyim. Annesi tarafından sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla kucaklanan bir çocuğun başaramayacağı hiçbir şey olmadığına inanıyorum. Eğitimli, donanımlı, güçlü kadınların yetiştireceği nesillerin, toplumumuzu en iyi şekilde geleceğe taşıyacağını düşünüyorum. Öte yandan, başarılı bir erkeğin arkasında mutlaka ve mutlaka sevgi dolu bir kadının olduğunu belirtmek istiyorum. Ben sadece 8 Mart’ta değil, her gün, hayatımızın her evresinde önceliğimiz olduğuna inandığım kadınlarımızın bu özel gününü kutluyorum. Mart 2014 46 Emine Ülker Tarhan CHP Ankara Milletvekili 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü aslında, ama nedense çiçek böcek filan gibi algılanıyor. Ben emekçi kadınlara herhangi bir katkı sağlayacaksa bir mesaj vereyim: Ben bu ülkede kadın-erkek eşitliği olduğuna inanmıyorum. Anayasa’da “kadın-erkek eşittir” yazmasına rağmen, kadına yönelik pozitif ayrımcılık davul zurnayla getirilmesine rağmen ölü kadın bedenlerinin manşetlere taşındığını gördük son yıllarda. O yüzden her ne kadar Anayasa’da “yargı bağımsızdır, basın özgürdür, kadın-erkek eşittir” yazıyorsa da hiçbiri doğru değil. Ne yazık ki çok umutlu konuşamayacağım önümüzdeki döneme ilişkin. Ekrem Çelebi AK Parti Ağrı Milletvekili Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde “Cennet annelerin ayakları altındadır” diyor. Bu hadis-i şerif kadınlara verilen değeri çok iyi ifade ediyor. Kadınlar bizim başımızın tacı. Hükümetimiz kadınlara yönelik çok önemli yasal düzenlemeler gerçekleştirdi. Pozitif ayrımcılık noktasında çeşitli uygulamalar hayata geçirildi. Partimiz daha fazla kadının Meclis’te, yerel siyasette ve teşkilatlarımızda yer alması amacıyla önemli çalışmalar yaptı ve başarılı sonuçlar elde edildi. 2013 yılında Meclis’te kadın milletvekillerine başörtüsü ve pantolon özgürlüğü getirilmesi de kadına verilen değerin göstergelerinden biridir. Ben Ağrı milletvekiliyim. Sağlanan imkanlar sayesinde bölgemizde çok sayıda kadın artık çalışma hayatında yer alıyor. Ayrıca Sayın Başbakanımızın talimatıyla, ailesinin geliri yeterli olmayan öğrenciler adına annelerinin hesabına para yatırılması bölgemizde adeta bir devrim gerçekleştirdi. Doğu’daki kadınlar sosyal devletle tanıştı. Parayı alan anneler çocuklarının okul ihtiyaçlarını buradan karşıladı. Bu uygulama kadına duyulan güven ve verilen önemin bir göstergesi olarak takdirle karşılandı. Mart 2014 Seyfettin Yılmaz MHP Adana Milletvekili Her “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nde kadına verilen önem ve değer vurgulanır, kadının hayatın her alanında aktif rol alması gerektiği ifade edilir. Bunlar elbette doğrudur, ancak söylenenler ne kadar hayata geçirilmektedir? Türkiye'de hâlâ kadına yönelik şiddet haberleri hemen her gün ekranlara, gazete sayfalarına yansımaktadır. Kadın cinayetleri büyük üzüntü vermektedir. Bugün Anadolu'nun birçok coğrafyasında kadınlar erkeklerin şiddetine maruz kalırken, çileli bir hayat sürerken susmakta, “ayıp olur”, “insanlar ne der” diye düşünerek seslerini çıkaramamaktadır. Şiddetin son bulması, kadınların kendilerini özgürce ifade edebilmeleri ve kadın-erkek eşitliğinin gerçek manada sağlanabilmesinin yolu eğitimden geçmektedir. Tüm Türkiye'de yaygın ve kaliteli bir eğitim verilmesinin, birçok sorunun aşılmasında ön koşul olduğunu düşünüyorum. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Siyasette de diğer alanlarda da kadınlar henüz arzu edilen oranda temsil edilmiyor. Bu açıdan artık laf üretmekten ziyade pozitif ayrımcılığa yönelik ciddi icraatları ortaya koymamız gerektiğine inanıyorum. Birgül Ayman Güler CHP İzmir Milletvekili 21. yüzyılda dünya küreselleşti, küresel bir köye döndü ve ne yazık ki barış, demokrasi, zenginlik değil, savaşlar, yoksulluklar ve kitlesel insan göçleri ortaya çıktı. Bu dünya kadının varlığı bakımından da çok yaralı. Öyle görünüyor ki 8 Mart günüyle beraber, hem küresel bir köy haline gelen dünyanın hem de kadının özgürleşmesini sağlamak boynumuzun borcu. 47 Meclis kürsüsünde bir inkılapçı Tunalı Hilmi Bey Gökçe Doru Cumhuriyet devrimine tanıklık eden, çağdaş bir devlet olma yolunda yeniliklerin taşını tuğlasını çeken, harcını karanlardan biri Tunalı Hilmi Bey. Aynı zamanda üretken bir kültür adamı, diplomat, siyasetçi ve ona en çok yakışanıyla inkılapçı. E saret, mağlubiyet, bozgun, isyan, sefalet... Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, yıkıcı savaşlara ve koca cihan imparatorluğunun topraklarının küçülmesine şahit olanların en çok duyduğu ve telaffuz ettiği sözcüklerdi bunlar. Mümbit askerî gücünün farkında olan Rusya Osmanlı’ya saldırıyor, kaybedilme tehlikesi bulunan Mart 2014 48 Milletvekilliği boyunca devrim niteliğinde fikirlere imza atan Tunalı Hilmi’nin en çok önem verdiği konulardan biri de dil birliğinin sağlanması olur. Bir dönemin cesur vekili Tunalı Hilmi Bey Yunanların Bursa’yı işgalini protesto konuşması yapıyor. TBMM önünde onu dinleyenler arasında Mustafa Kemal de vardır. topraklardaki Osmanlı vatandaşları Anadolu’ya sığınmak üzere yurtlarını terk ediyorlardı. 93 Harbi’nde ailesiyle birlikte Tuna Vilayeti’nden İstanbul’a taşınan altı yaşlarında bir çocuk, yıllar sonra Türk siyasi tarihine büyük katkılar yapmış biri olarak meclis kürsüsünde yerini alacaktı. Meclis-i Mebusan’dan Büyük Meclis’e Kuleli Askerî Tıbbiyesi İdadisi’nde okurken başlar Tunalı Hilmi’nin siyasi hayatı. Tıp öğrencisiyken padişah aleyhine yazıların yayımlandığı Teşvik gazetesini çıkarması, onun hükümet tarafından yakından izlenmesine ve nihayetinde tutuklanmasına neden olur. Osmanlı’nın içinde bulunduğu siyasi bunalımı ve bu duruma karşı padişahın tutumunu eleştirmek Tunalı Hilmi’nin ülke sorunlarıyla yakından ilgilendiğinin bir göstergesi olsa da; tutuklanması, çeşitli fikir akımlarına yakından destek vermesinin ve bazı cemiyetlere katılmasının fitilini ateşleyecektir. Pek çok Osmanlı aydını gibi Tunalı Hilmi de mücadelesini yurt dışında sürdürmenin uygun olduğunu düşünür ve Cenevre’ye gider. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile yakınlığı ve Jön Türklüğe ilgisi burada pekişir. Cemiyet ile beraber Hutbeler yayımlayan ve Cenevre’de Talebe Cemiyeti’ni kuran Tunalı Hilmi, Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi üzerine İstanbul’a döner. Karadeniz Ereğlisi, Silivri, Bayburt, Ordu, İşkodra ve Gemlik kaymakamlıkları, mülkiye müfettişliği gibi görevlerde bulunan Tunalı Hilmi, bu sayede Anadolu’yu da yakından tanır. Osmanlı Devleti’nin milletvekili olması ise 1919 seçimlerinin ardından gerçekleşir. Altıncı ve son genel seçimde Tunalı Hilmi, Meclis-i Mebusan’a Bolu Milletvekili olarak girer. İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın kapatılması, olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’da kurulmasıyla birlikte yeni devletin temellerini atmak, harcını karmak üzere Ankara’ya gelir. Mart 2014 TBMM’de göreve başlamasının ardından dış politikaların belirlenmesi, yabancı ülkelerle dostluk anlaşmaları, bütçe görüşmeleri, vergilerin düzenlenmesi, saltanatın kaldırılması, Teşkilat-ı Esasiye ve Hıyanet-i Vataniye kanunlarının kabulü gibi önemli Meclis çalışmalarında etkin rol oynayan Tunalı Hilmi Bey, karışıklığı önlemek ve çalışmalarda pratiklik kazandırmak amacıyla kanunlara numara konulması, lakap ve aşırı saygı ifadelerinin kaldırılması, israfın önlenmesi gibi konuları da Meclis gündemine taşıyan kişidir. Millet vek illiği boy unca devrim niteliğinde fikirlere imza atan Tunalı Hilmi’nin en çok önem verdiği konulardan biri de dil birliğinin sağlanması olur. “Dil yolunda kurduğum meslek adsız bahadır gibi” demiş, ulusallaşmanın ilk şartının dil birliğini sağlamak olduğuna inanmış, dilimize sonradan giren kelimelerin Türkçeleştirilmesi gerektiğini vurgulamış, devlet dairelerinde işlemlerin Türkçe yapılmasını savunmuştur. Adı pek çok yerde “Türkçülük” ile birlikte anılan Tunalı Hilmi, Türkçe hassasiyetinin ırkçılıkla bir ilgisi olmadığını, vatanın bölünmez bütünlüğünün düşmana karşı kazanılan zaferlerden ziyade dil birliği ile sağlanacağını da özellikle belirtmiştir. 49 Bu sayede Tunalı Hilmi, Meclis’te “Dil Komisyonu”nun kurulmasına öncülük etmiştir. Memleketin aydınlık geleceği için en çok önem verilmesi gereken konulardan birinin eğitim-öğretim olduğuna dikkat çeken, kız çocuklarının mutlaka okuması gerektiğini belirten Tunalı Hilmi’nin Meclis’te büyük bir cesaret ve coşkuyla savunduğu konulardan biri de kadın haklarıdır. Yalnızca aile içinde değil, toplumsal hayatta da kadının bilinçli ve kültürlü olması gerektiğini söyleyen, ülkenin kalkınmasının ancak kadınlar üretime katıldıklarında ve hayırlı evlatlar yetiştirebildiklerinde mümkün olabileceğini ifade eden Tunalı Hilmi’ye göre kadınlara da erkeklere tanınan siyasi haklar verilmelidir. Meclis’te bunu dile getirdiği bir konuşması tepki almış, bu tepkilere “Ayaklarınızı vurmayınız efendiler! Benim mukaddes analarımın, mukaddes bacılarımın başına vuruyorsunuz ayaklarınızı. Benim anam babamdan yüksektir. Hakikate tahammül edemiyorsunuz” diyerek cevap vermiştir. Tunalı Hilmi’nin kadın haklarıyla ilgili fikirleri, söylemleri ve çalışmaları yıllar sonra onlara seçme ve seçilme hakkı verilmesine de öncülük edecektir. İşçilerin yaşam koşulları, köylülerin durumu, eğitim ve öğretim birliği, kadın hakları gibi konularda heyecanlı konuşmaları, o döneme göre radikal fikirleri ve sivri çıkışları nedeniyle Meclis’te sık sık sözü kesilen, zaman zaman kürsü kapaklarına vurularak protesto edilen Tunalı Hilmi Bey, görüşlerini sesini alçaltmadan dile getiren bir Osmanlı aydını, savunduğu fikirleri eyleme dönüştürebilen bir inkılapçıdır. Ta o günlerde tohumları atılan fikirlerin meyveleri bugün bile alınırken, Tunalı Hilmi’nin bir dileği vardır: “Allah bana nasip etsin ki milletim bana lanet etmesin.” İşçilerin yaşam koşulları, köylülerin durumu, eğitim ve öğretim birliği, kadın hakları gibi konularda heyecanlı konuşmaları, o döneme göre radikal fikirleri ve sivri çıkışları nedeniyle Meclis’te sık sık sözü kesilen biridir Tunalı Hilmi Bey. Mart 2014 Yerel seçim heyecanı Türkiye yerel seçimlere hazırlanıyor. 30 Mart’ta 52 milyon 695 bin 831 seçmen, 194 bin 310 sandıkta oy kullanacak. Siyasi partiler, 31 Mart sabahında “gülen taraf” olmak için çalışmalarını hızla sürdürüyor. Zeynep Yiğit Mart 2014 51 “İ nsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe / Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine / Konyanın beyaz Antebin kırmızı düzlüğüne benzer / Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir / Denize benzer ki dalgalıdır bakışları / Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına / Öylesine benzer ki / Ve avlularına…” Edip Cansever’in dizelerinden yola çıkıp şöyle bir baksak kendimize ve kentimize, ne çok benzer yan buluruz kim bilir… Havasını soluduğumuz, suyunu içtiğimiz, yağmurunda ıslanıp sokaklarında top koşturduğumuz yer, elbet bizi etkiler. Kent ve insan birbirini değiştirir, geliştirir. Kente yapılan her yatırım insan içindir aynı zamanda. Modern yollar, alt-üst geçitler, metrolar, parklar, oyun alanları, kültür merkezleri arttıkça yaşam kalitesi yükselir. Bu hizmetlerin adresi ise yerel yönetimlerdir. Türkiye yerel yöneticileri seçmek üzere sandık başına gitmeye hazırlanıyor. 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak yerel seçimler için gün sayılıyor. Siyasi partiler, 31 Mart sabahında “gülen taraf” olma arzusuyla çalışmalarını hızla sürdürüyor. Modern yollar, alt-üst geçitler, metrolar, parklar, oyun alanları, kültür merkezleri arttıkça yaşam kalitesi yükselir. Bu hizmetlerin adresi ise yerel yönetimlerdir. Çok partili ilk yerel seçim 1930 yılında Türkiye’de yerel seçimlerin geçmişine bakıldığında 1930 yılı dikkat çekiyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk çok partili seçim o yıl yapılıyor. Seçime Cumhuriyet Halk Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası katılıyor. 2’si kent düzeyinde olmak üzere 502 seçim bölgesinden 40’ında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) kazandığı açıklanıyor. SCF yöneticileri, gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle seçim sonuçlarına itiraz edince iki parti arasındaki ilişkiler geriliyor. 1946, 1950, 1955, 1963, 1968, 1973, 1977, 1984, 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009 yıllarında da yerel seçim heyecanı yaşanıyor. Türkiye, 30 Mart 2014 tarihinde yeni bir yerel seçime hazırlanıyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) açıklamasına göre 30 Mart’ta Türkiye genelinde 52 milyon 695 bin 831 seçmen, 194 bin 310 sandıkta oy kullanacak. Bu sandık sayısına cezaevi sandıkları dahil değil. Yerel seçimlere katılacak partiler ve birleşik oy pusulasındaki yerleri ise şöyle: 1. sıra: Hür Dava Partisi, 2. sıra: Demokratik Sol Parti, 3. sıra: Alternatif Parti, 4. sıra: Doğru Yol Partisi, 5. sıra: Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi, Mart 2014 52 Yerel yönetimlerde kadın oranı Bir önceki yerel seçimler 29 Mart 2009 tarihinde yapıldı. 29 Mart’ta seçilen 301 bin 759 kişiden 298 bin 50’sini erkekler, 3 bin 709’unu ise kadınlar oluşturdu. Kadınların seçilenler içindeki oranı yüzde 1,23’te kaldı. 2 bin 948 belediye başkanından 2 bin 921’i erkek, 27’si ise kadın oldu. 65 il belediyesinden sadece 2’sini kadınlar kazandı. 16 büyükşehir belediyesinde ise kadınlar başkanlık koltuğuna oturamadı. 31 bin 790 belediye meclis üyesinden 1340’ı kadın, 3 bin 379 il genel meclisi üyesinden 110’u kadın, 34 bin 275 köy muhtarından 65’i kadın, 138 bin 177 köy ihtiyar meclisi üyesinden 329’u kadın, 18 bin 607 mahalle muhtarından 429’u kadın, 72 bin 583 mahalle ihtiyar heyeti üyesinden 1409’u kadın oldu. Mart 2014 6. sıra: Halkın Kurtuluş Partisi, 7. sıra: Türkiye Komünist Partisi, 8. sıra: Genç Parti, 9. sıra: Büyük Birlik Partisi, 10. sıra: Adalet ve Kalkınma Partisi, 11. sıra: Muhafazakar Yükseliş Partisi, 12. sıra: Yurt Partisi, 13. sıra: Demokrat Parti, 14. sıra: Emek Partisi, 15. sıra: Özgürlük ve Dayanışma Partisi, 16. sıra: Millet Partisi, 17. sıra: Saadet Partisi, 18. sıra: Hak ve Özgürlükler Partisi, 19. sıra: Liberal Demokrat Parti, 20. sıra: Barış ve Demokrasi Partisi, 21. sıra: Bağımsız Türkiye Partisi, 22. sıra: İşçi Partisi, 23. sıra: Halkların Demokratik Partisi, 24. sıra: Cumhuriyet Halk Partisi, 25. sıra: Hak ve Eşitlik Partisi, 26. sıra: Milliyetçi Hareket Partisi. Şeffaf sandıklar üretildi Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı seçim takvimine göre 20 Mart’ta seçim propagandası ve yasakları başlayacak. 24 Mart’ta seçmen bilgi kağıtlarının seçmenlere dağıtılması tamamlanacak ve dağıtılmayanlar oy torbalarına konulmak üzere ilgili ilçe seçim kurulları başkanlıklarına teslim edilecek. 29 Mart’ta saat 18:00’de seçim propagandası sona erecek, 30 Mart’ta ise oy kullanılacak. Sandık başına giden seçmen, TC Kimlik numarasını taşıyan nüfus cüzdanı, resmî daireler veya iktisadi devlet teşekküllerince verilen soğuk damgalı kimlik kartı, pasaport, evlenme cüzdanı, askerlik belgesi, sürücü belgesi, avukatlık kimlik belgesi gibi kimliğini tereddütsüz ortaya koyan resimli, resmî nitelikteki belgelerden birini 53 başkana verecek ve seçmen sıra numarasını söyleyecek. Bu belgelerden birini vermeyen seçmen oy kullanamayacak. TC Kimlik numarası olmayan resimli ve resmî bir kimlik belgesi ibraz eden seçmenin oy kullanabilmesi için bu belgelerin yanında ayrıca seçmen bilgi kağıdını veya nüfus müdürlüklerince verilmiş nüfus kayıt örneğini ibraz etmesi gerekiyor. Yerel seçimlerde şeffaf, ısıya ve dışarıdan gelebilecek her türlü darbeye dayanıklı olarak tasarlanan sandıklar kullanılacak. Eni 40, yüksekliği 60 santimetre olan şeffaf seçim sandıkları polikarbon hammaddeden üretildi. Ağırlığı 6 kilogram olan sandıkların üzerinde Yüksek Seçim Kurulu’nun amblemi yer alacak. Yaz saati uygulamasına seçim ayarı Yerel seçimlerde Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkari, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Ordu, Rize, Siirt, Sivas, Trabzon, Tunceli, Şan- Büyükşehirlerdeki seçmen ve sandık sayıları Adana: 1 milyon 456 bin 222 seçmen, 5 bin 52 sandık Ankara: 3 milyon 607 bin 785 seçmen, 12 bin 234 sandık Antalya: 1 milyon 513 bin 972 seçmen, 5 bin 279 sandık Aydın: 752 bin 729 seçmen, 2 bin 753 sandık Balıkesir: 885 bin 884 seçmen, 3 bin 422 sandık Bursa: 1 milyon 982 bin 143 seçmen, 6 bin 792 sandık Denizli: 698 bin 605 seçmen, 2 bin 521 sandık Diyarbakır: 923 bin 544 seçmen, 3 bin 495 sandık Erzurum: 482 bin 761 seçmen, 2 bin 362 sandık Eskişehir: 602 bin 227 seçmen, 2 bin 234 sandık Gaziantep: 1 milyon 91 bin 859 seçmen, 3 bin 870 sandık Hatay: 968 bin 336 seçmen, 3 bin 404 sandık İstanbul: 9 milyon 997 bin 24 seçmen, 32 bin 165 sandık İzmir: 3 milyon 30 bin 462 seçmen, 10 bin 296 sandık Kahramanmaraş: 684 bin 644 seçmen, 2 bin 596 sandık Kayseri: 877 bin 17 seçmen, 3 bin 210 sandık Kocaeli: 1 milyon 177 bin 975 seçmen, 4 bin 25 sandık Konya: 1 milyon 401 bin 416 seçmen, 5 bin 108 sandık Malatya: 524 bin 212 seçmen, 2 bin 108 sandık Manisa: 995 bin 797 seçmen, 3 bin 742 sandık Mardin: 428 bin 915 seçmen, 1775 sandık Mersin: 1 milyon 185 bin 988 seçmen, 4 bin 201 sandık Muğla: 641 bin 133 seçmen, 2 bin 320 sandık Ordu: 535 bin 627 seçmen, 2 bin 197 sandık Sakarya: 651 bin 326 seçmen, 2 bin 403 sandık Samsun: 906 bin 931 seçmen, 3 bin 527 sandık Şanlıurfa: 934 bin 894 seçmen, 3 bin 702 sandık Tekirdağ: 634 bin 941 seçmen, 2 bin 195 sandık Trabzon: 551 bin 990 seçmen, 2 bin 226 sandık Van: 577 bin 186 seçmen, 2 bin 227 sandık lıurfa, Van, Bayburt, Batman, Şırnak, Ardahan, Iğdır ve Kilis'te 07:00-16:00 saatleri arasında oy verilecek. Diğer illerde ise oy kullanma 08:00-17:00 arasında gerçekleşecek. Beyaz renkli pusulalar Büyükşehir Belediye Başkanlığı, mavi renkli pusulalar Belediye Başkanlığı, sarı renkli pusulalar ise Belediye Meclis Üyeliği seçimlerinde kullanılacak. Yerel seçimlere ilişkin bir başka not ise şöyle: 30 Mart Pazar günü saat 03:00’te başlaması planlanan yaz saati uygulamasına yerel seçimler nedeniyle 31 Mart Pazartesi günü geçilecek. Buna göre pazarı pazartesiye bağlayan gece saatler 1 saat ileri alınacak. Mart 2014 54 Millî Saraylar Bir İlhamî yadigârı Aynalıkavak Musiki Müzesi Musiki, insanları Allah’a ulaştıran bir olgu ve ademoğluna bahşedilmiş bir lütuf olarak görülüyorsa eğer, musikiye gönül vermek ve onun için ömür harcamak bir tür ibadet olmalı. Aynalıkavak Kasrı ise bu ibadetin mabetlerinden biri… Zira Sûz-i dilârâ, Şevkefzâ ve Acem-bûselik gibi pek çok Türk Musikisi makamı, Aynalıkavak’ta hayat bulmuş. Gökçe Doru Mart 2014 Millî Saraylar K elimelerle buluştuğunda onları daha etkili kılıyor, tek başınayken adeta dünyaları anlatıyor musiki. Ama hepsinde doğrudan ruha hitap ediyor. Onu besliyor, olgunlaştırıyor, dinginleştiriyor… Belki de bu yüzden yalnızca bir terennüm değil, aynı zamanda bir tenevvür olarak nitelendiriliyor. Daha çok dinî hayat olmak üzere hayatın her alanında, kelimelerin yetmediği anlarda kendini ifade etme sanatı olarak görülüyor musiki. Ud, kanun, bendir, santur gibi enstrümanlardan çıkan ritmik ve ahenkli sesler, kulaklardan süzülüp yüreğe ulaşıyor. Kimi zaman bu seslere şiirler eşlik ediyor. Musiki ve şiir çoğu zaman ayrılmaz birer parça olarak görülüyor; tıpkı Osmanlı döneminde verilmiş eserlerde olduğu gibi. O yıllarda musiki, “Osmanlı Saray Müziği” olarak tanımlanıyor. Türk Musikisi’nde “III. Selim Ekolü” Türklerin yirmi beş asırlık bir musiki geçmişi olduğu rivayet edilir. Osmanlı döneminde bu musiki kültürüne pek çok yeni makam, güfte ve beste eklenmiş. Sanat sevdasının Osmanlı’nın son döneminde ağ ırlı k kazandığ ı bilinse de, fetihlerin en çok gerçekleştiği yıllarda bile padişahların sanata yakın ilgisi varmış. II. Sultan Mehmed (1451-1481) mesela... Bu dönemde devlet ilk defa sanat işlerine el atmış. Sanatın yönetim tarafından desteklenmesi, sanatçıların eğitimine büyük katkılar sağladığı gibi onları maddi açıdan da rahat ettirmiş. Sanatçının ürettiği eserler devlet sayesinde daha geniş kitlelere yayılabilmiş. Fatih’ten V. Reşad’a (1909-1918) kadar pek çok padişah gerek musiki eğitimi veren okulların açılması gerekse güzel sanatların geliştirilmesi için çalışmalar yapmış. Amma velakin “sanatsever” Mart 2014 55 56 Millî Saraylar olarak anılanlar güfteleri ve besteleriyle sanata katkı yapan padişahlar olmuş; bestekar, musikişinas, şair gibi unvanlara layık görülmüş. Osmanlı padişahları arasında sanatçı kişiliği en çok konuşulan Sultan III. Selim’dir (1789-1807). Beste ve güfteleriyle Türk Musikisi’ne pek çok eser kazandıran, güftelerini İlhamî mahlasıyla yazan padişah, döneminde mevlevi musikişinası Abdülbaki Nasır Dede’ye musiki kuramlarıyla ilgili kitaplar hazırlatmış ve bir nota sistemi bulmasını istemiş. Böylece dönemin musiki eserleri yıllar sonrasına taşınabilmiş. İşte bu yüzdendir ki duvarlarında bir zamanlar Sûz-i dilârâ’nın en yakıcı nağmelerinin yankılandığı Aynalıkavak Kasrı’nda bir musiki müzesi açılmış ve Sultan III. Selim’e ithaf edilmiş. Yani bestekar, güfteci, neyzen, tanburi ve hanende Selim’e… III. Selim’in Türk Musikisi’ne kazandırdığı yüzlerce beste ve yirmi dört kadar makamın çoğu Aynalıkavak’ta oluşturulmuş. Kulağa hitap eden müze Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı saray ve kasırların en eskisi olan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III. Selim ile özdeşleşmiş. Zira Sultan, burayı mesken edindiği gibi Türk Musikisi’ne kazandırdığı yüzlerce beste ve yirmi dört kadar makamın çoğunu burada ortaya çıkarmış. Musikinin, Osmanlı tarihinin ayrılmaz bir parçası olmasına rağmen pek bilinmediğini düşünen yetkililer, Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katında bir musiki müzesi açılmasını kararlaştırmış. Millî Saraylar envanterinde bulunan, Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) torunlarından Fatma Gevheri Osmanoğlu ve bazı koleksiyoner ile sâzendeler tarafından müzeye bağışlanan eserlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan Aynalıkavak Musiki Müzesi, Türkiye’nin ilk musiki müzesi olma özelliğini de taşıyor. Mızrapla çalınan ud ve tamburun nadide örneklerinin yanı sıra musikide kullanılan pek çok müzik aleti ile bazı üf lemeli çalgıları içeren müzede birbirinden değerli musikişinasların elinden çıkmış yazılı eserler de sergileniyor. Müze koleksiyonunda 65 parça saz, 200’den fazla taş plak bulunuyor. Her köşesi İlhamî ’den izler barındıran Aynalıkavak Kasrı, ona ve diğer pek çok değerli bestekara ait enstrümanları bulundurduğu için bir musiki ruhu taşıyor. Müzede üç yüz yıl sonra bile Ruzü şeb didelerim derdin ile kan ağlar… Vakıf olan benim esrarıma her gün ağlar sesleri hoş bir seda ile yankılanıyor adeta… Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır. Mart 2014 Millî Saraylar Mızrapla çalınan ud ve tambur gibi parçaların yanı sıra musikide kullanılan pek çok müzik aleti ile bazı üflemeli çalgıları içeren müzede birbirinden değerli musikişinasların elinden çıkan yazılı eserler de sergileniyor. Mart 2014 57 Onur Öymen: Siyasetin başarısı ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür Söyleşi: Songül Baş Diplomasi ve siyasetin duayen isimlerinden Onur Öymen, bölgede istikrar ve barışın sağlanamamasının Türkiye’yi güvenlik riskleriyle karşı karşıya bıraktığını belirterek, “Türkiye açısından en isabetli politika, gerek ülkeler arasındaki gerekse bir ülkenin içindeki silahlı çatışmalara taraf olmamaktır” diyor. Mart 2014 Diplomasi ve siyaset... Siz her iki alanda da önemli görevler üstlenmiş bir kişisiniz. Söyleşimize diplomasi yıllarınızla başlamak istiyoruz. Sizi bu alana yönlendiren nedir? NATO Daimi Temsilciliği’ne kadar uzanan diplomasi hayatınızda dönüm noktası olarak gördüğünüz olaylar nelerdir? Galatasaray Lisesi’nde okuduğum yıllarda diplomasi mesleğini seçen bizden önceki kuşakların başarı öykülerini gıpta ederek dinlerdik. O yıllarda Kıbrıs konusu millî bir mesele haline gelmişti. Arkadaşlarımızla o sorunun Türkiye’nin çıkarlarına en uygun biçimde nasıl çözülebileceğini konuşur, tartışırdık. Mülkiye yıllarında dış politikaya ilgim giderek arttı ve Diplomasi Şubesi’ne girerek kendimi hariciye mesleğine hazırladım. Meslek hayatımda Türk dış politikasında önemli gelişmeler oldu. Dışişleri Bakanlığı’ndaki ilk yıllarımda en önemli konu Kıbrıs’tı. Bülent Ecevit’in Başbakanlığında, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a yapılan Barış Harekâtı Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Türkiye’nin antlaşmalardan kaynaklanan haklarını dış baskılara rağmen kullanarak Kıbrıs Türklerini özgürce ve güvenlik içinde yaşayacakları bir alana kavuşturması Cumhuriyet döneminde dış politika alanında sağladığımız en büyük başa- Söyleşi rılardan biri oldu. O harekat sırasında ben Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs’tan Sorumlu Şube Müdürü olarak görev yapıyordum. Bu nedenle gelişmelerin dış politika boyutunu yakından izleme fırsatı buldum. İkinci Cenevre Konferansı’na katılarak Dışişleri Bakanı Turan Güneş’le Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş’ın olağanüstü diplomasi başarısını yerinde görme şansına da sahip oldum. Harekattan hemen sonra Büyükelçilik Müsteşarı olarak atandığım Kıbrıs’ta dört yıl boyunca görev yaptım. Orada bir devletin kuruluşuna tanıklık ettim. Kıbrıslı Türklerin dış engellemelere rağmen çağdaş ve demokratik bir devlet oluşturma çabalarını yakından gördüm. Türkiye hem Kıbrıs’taki soydaşlarının güvenliğini sağlama hem de onların demokratik bir devlet kurma çabalarına katkı sağladığı için övünç duymalıdır. Bence yıllardan beri yurt içinden ve dışından yapılan aleyhte propagandalara rağmen Türkiye’nin Kıbrıs konusunda elde ettiği başarı övünç verici olmuştur. Dış politikada sağladığımız bir diğer önemli başarı, Suriye’yi terör örgütüne verdiği desteği sona erdirmeye, terör liderini ülke dışına çıkarmaya ve terör kamplarını kapatmaya mecbur etmemizdir. Hiçbir silahlı müdahale yapmadan bu sonucu almamız dış politikadaki önemli başarılarımızdan biridir ve dünyada terörle mücadele eden ülkelere örnek olacak niteliktedir. Diğer bir başarı örneği de Kardak Krizi’nde Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı olarak fiili durum yaratıp Kardak’ı asker göndererek ve bayrak dikerek ele geçirme girişimini engellememiz olmuştur. Orada da Türkiye, gerekirse askerî müdahalede bulunabileceğini ortaya koyarak Yunan askerlerini geri çekilmeye zorlamıştır. Dışişleri Müsteşarı olarak görev yaptığım o yıllarda Kardak olayını Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu gibi, dış baskılara direnerek gerçekleştirmiştir. Benim görev yaptığım yıllarda daha pek çok başarılı girişimimiz olmuştur, ama bence bu üç olay Türk diplomasi tarihinde iz bırakacak başarı örneklerinin başında gelmektedir. 2002 yılında emekli olmanızla birlikte diplomasi hayatınız sona ererken siyaset yıllarınız başladı. 3 Kasım 2002’de CHP İstanbul Milletvekili, 22 Temmuz 2007’de ise CHP Bursa Milletvekili seçildiniz. Siyaset yolculuğunuz nasıl başladı? Sizi bu alana yönlendiren ne oldu? Dışişleri Bakanlığı’nda en üst düzey sayılan Müsteşarlık görevimi tamamlayıp yaklaşık beş yıl da NATO Daimi Temsilcisi olarak görev yaptıktan sonra merkeze döndüm. Emekliliğimi isteyerek Cumhuriyet Halk Partisi’nden siyasete atıldım. İki dönem milletvekilliği ve yaklaşık yedi yıl dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptım. Aynı zamanda Meclis’te Dışişleri ve Avrupa Birliği komisyonlarında görev aldım. Meslek hayatımda, dış politikada siyasi kararların ne kadar önemli olduğunu çeşitli vesilelerle gördüm. Dış politikada Dışişleri Bakanlığı’nın bütün katkılarına rağmen esas sorumluluk siyasettedir. Başarıların da başarısızlıkların da sorumlusu hükümet ve onu denetlemekle görevli Meclis’tir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üstlendiğim görev meslek hayatımda yaptıklarımın siyasi düzeyde sürdürülmesi gibi oldu. Türkiye’nin çıkarlarını ilgilendiren konularda pek çok ülkeye gerçekleştirdiğimiz resmî ziyaretlerde ve Eş Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığım Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nda yabancı ülkelerin temsilcileri ve parlamenterleriyle pek çok görüşmemiz ve tartışmamız oldu. Özellikle Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan haksızlıklarla ve uygulanan çifte standartlarla mücadele ettik. 1 Mart tezkeresinin Meclis’te kabul edilmemesi için büyük çaba gösterdik ve başarı sağladık. Bence 1 Mart tezkeresinin reddi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihindeki en önemli başarılardan biri olmuştur. Böylece Türkiye’nin Anayasa’nın hükümlerine uygun hareket etmesi sağlanmış, ileride askerî, siyasi ve insani alanlarda da büyük sıkıntılara yol açacak yanlışlara ülkemizin ortak edilmesine fırsat verilmemiştir. Meclis’te mücadele ederek başarılı olduğumuz konulardan biri, hükümetin ABD ile Dubai’de imzaladığı Mart 2014 59 60 Söyleşi “Dış baskılara direnemeyen hükümetler ulusal bağımsızlığı korumakta zorlanır ve ülke çıkarlarının korunmasında başarılı olamaz.” ve 1 milyar dolarlık hibe karşılığında Kuzey Irak’a terörle mücadele etmek için dahi asker göndermeyeceğimizi taahhüt eden anlaşmanın onay için Meclis’e getirilmesine engel olmamızdır. Diğer bir başarı örneği de 2005 yılında hükümetin imzaladığı ve ileride Kıbrıslı Rumları Kıbrıs devletinin temsilcisi gibi tanımamıza yol açabilecek anlaşmanın onay için Meclis’e getirilmesini engelleme çalışmamız olmuştur. Aynı şekilde Ermenistan’la imzalanan ve Türkiye’nin hemen hemen hiçbir beklentisine cevap vermeyen iki protokolün de Meclis’te onaylanmasını engelledik. Habur açılımının ne kadar yanlış bir iş olduğunu, hukuki açıdan ve ülke güvenliği bakımından yaratabileceği sıkıntıları ortaya koyduk ve bu girişimin sonuç vermesine olanak tanımadık. Ayrıca Kıbrıs, Ermenilerin soykırım iddiaları ve Mavi Marmara olaylarında, bütün siyasi partilerle işbirliği halinde Meclis’in ortak açıklama yapmasına katkıda bulunduk. Her iki alanı da iyi bilen biri olarak diplomasi ve siyasetin benzerlik ve farklılıklarına ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Diplomasinin görevi çeşitli uluslararası sorunlar ve özellikle Türkiye’nin strate- Mart 2014 jik, siyasi ve ekonomik çıkarlarını ilgilendiren konularda hükümete tavsiyelerde bulunmak ve hükümetin alacağı kararları uygulamaktır. Cumhuriyet tarihi boyunca bütün hükümetler Dışişleri Bakanlığı’nın önerilerini dikkate almış ve birçok halde de benimsemişlerdir. Son zamanlarda çeşitli nedenlerle bu gelenekten biraz uzaklaşıldığı izlenimini alıyorum. Siyasette bazı ülkelerin zaman zaman baskı düzeyine varan engellemeleriyle karşılaşılır. İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazlar üzerindeki baskıları ve toprak talepleri o tarihteki dış politikamız için önemli bir sınav olmuştu. Türk hükümetleri o sınavı başarıyla vermişti. Daha yakın tarihlerdeki örnekler arasında Kıbrıs konusunda Türkiye’yi engellemeye yönelik olarak ABD Başkanı Johnson’ın gönderdiği mektup, yine Kıbrıs konusunda Ecevit Hükümeti’ne yapılan baskılar, Amerikan Kongresi’nin uyguladığı silah ambargosu, Alman hükümetinin verdiği bazı askerî malzemeler PKK’yla mücadelede kullanıldığı için Almanya’nın uyguladığı silah ambargosu sayılabilir. Son yıllarda Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı bir kara harekatı yapmamıza ABD’nin karşı çıkması da bu örnekler arasındadır. Siyasetin başarısı, bu gibi baskılarla mücadele ederek ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür. Dış baskılara direnemeyen hükümetler ulusal bağımsızlığı korumakta zorlanır ve ülke çıkarlarının korunmasında başarılı olamaz. 2002-2011 yılları arasındaki milletvekilliğiniz döneminde olduğu gibi bugün de dış politika konularına yakın ilginiz devam ediyor. Bu çerçevede başta komşularımızla ilişkilerimiz olmak üzere Türkiye’nin izlediği dış politikaya ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Ortadoğu yakın tarihin en zor, en ıstıraplı dönemlerinden birini yaşıyor. Arap Baharı diye tanımlanan süreç maalesef şimdilik başarıya ulaşamamıştır. Çok sayıda insanın hayatına mal olan sivil direniş hareketleri o ülkeler hesabına barış, istikrar ve demokrasi getirmemiştir. Suriye’de yaşananlar bir iç savaş görüntüsü vermektedir. Üstelik orada ülke dışından gelen ve farklı amaçlara hizmet eden silahlı gruplar çözümü büsbütün zorlaştırmaktadır. Cenevre görüşmelerinden henüz ümit verici bir sonuç çıkmamıştır. Suriye’deki gelişmeler, başta İsrail ve Rusya olmak üzere bazı ülkelerin stratejik menfaatlerini doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Bölgede istikrar ve barışın sağlanamamış olması Türkiye’yi de güvenlik riskleriyle karşı karşıya bırakmaktadır. Türkiye açısından en isabetli politika, bence gerek ülkeler arasındaki gerekse bir ülkenin içindeki silahlı çatışmalara taraf olmamaktır. Mısır’daki gelişmelerde de Türkiye’nin Müslüman Kardeşler örgütünün adeta hamisi gibi görünmesi o ülkeyle ilişkilerimize zarar vermiştir. Söyleşi Avrupa Birliği’yle ilişkilerde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. AB tarafından pek çok konuda Türkiye’ye çifte standart uygulanması ve müzakere sürecimizin çeşitli yollardan engellenmesi mazur görülemez. Bu haksızlıklarla daha etkili biçimde mücadele etmek gerekmektedir. Dış politika söz konusu olduğunda yurt dışında ülkemize yönelik önyargıların varlığı dile getirilir. Size göre bu önyargılar hangi noktalarda birleşmektedir? Türkiye’ye yönelik önyargı gibi görünen yaklaşımların arkasında çoğu zaman büyük devletlerin bölgeye yönelik stratejik ve ekonomik menfaatleri yatmaktadır. Bölgedeki petrol kaynakları ve ulaşım yolları büyük devletler açısından hayati önemdedir. O devletler kendi çıkarlarını ilgilendiren konularda kendi beklentileri doğrultusunda hareket edilmesini beklemekte, aksi takdirde Türkiye’ye karşı olumsuz bir tavır içine girmekte ve uluslararası basını da bir baskı aracı gibi kullanmaktadırlar. Bununla beraber, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları alanındaki eksikliklerine yönelik eleştirileri her zaman kötü niyetli yaklaşımlar gibi görmemek gerekir. Artık uluslararası ilişkilerde insan hakları bir iç mesele sayılmamaktadır. Onun için başkalarının bu konularda görüş bildirmelerinden ve eleştiride bulunmalarından fazla rahatsız olunmamalıdır. Ancak eğer insan hakları konuları başka siyasi menfaatler için bir istismar konusu yapılıyorsa o zaman gerekli dikkati göstermek gerekir. Bu konuda Türk basınına da büyük görev düşmektedir. Tecrübeli bir siyasetçi olarak günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Siyasi partiler arasındaki ilişkiler ve siyaset dili açısından değerlendirmeleriniz nelerdir? Demokratik ülkelerde Meclis’te siyasi partiler arasında görüş ayrılıkları olması, fikir çatışmaları yaşanması doğaldır. Ancak burada üsluba dikkat etmek ve ülkedeki siyasi ortamı gerecek söylemlerden kaçınmak gerekir. Ülke çıkarlarını ilgilendiren “Kitap yazmak benim için zevkli bir görev” Bir Propaganda Silahı Olarak Basın, Uçurumun Kenarında Politika, Demokrasiden Diktatörlüğe, Çıkış Yolu, Ulusal Çıkarlar, Silahsız Savaş, Geleceği Yakalamak ve Türkiye’nin Gücü isimli kitaplara imza atan Onur Öymen, “Size göre devlet adamlarının bilgi, birikim ve anılarını paylaşmalarının önemi nedir?” sorumuza şu yanıtı veriyor: “Devlet ve siyaset hayatında görev yapmış kimselerin tecrübelerini, araştırmalarını ve görüşlerini paylaşmaları bence zevkli bir görevdir. Yazdığım kitaplarla bu görevi yapmaya çalışıyorum. Eğer o kitaplar, özellikle gençlerin bilgi ve düşünce birikimine bir katkı sağlıyorsa ne mutlu.” konularda da evvelce olduğu gibi Meclis’in birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi önem taşımaktadır. Sizce siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Siyasetin olmazsa olmazı demokrasinin bütün kurallarıyla tam olarak işlemesidir. Türkiye bugün maalesef uluslararası kuruluşlar tarafından tam bir demokrasi gibi görülmemektedir. Demokrasiler arasında yapılan bazı sıralamalarda Türkiye 89. sırada gösterilmektedir. Basın özgürlüğü, kadın hakları, yargı bağımsızlığı gibi alanlardaki sıralamalarda da yerimiz çok gerilerdedir. Türkiye’nin ileri demokrasiler arasında yer alması hem ülkemizin itibarı hem de vatandaşlarımızın özgürlüğü açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin bölgedeki ülkelere örnek olma özelliğine kavuşması da bu alanda sağlayacağımız başarıya bağlıdır. Diplomat ve milletvekili olduğunuz yıllara dair unutamadığınız olayları/anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz? Kıbrıs, Kardak ve Suriye’yle terör konusunda yaptığımız diplomasi mücadelesi en önemli anılarım arasındadır. Ayrıca Almanya’da ve Danimarka’da vatandaşlarımızın haklarını korumak için yaptığımız çalışmaları ve oradaki Türklerin bu çalışmalara verdiği desteği unutmak mümkün değildir. Ancak bence en önemlisi Kıbrıs Türklerinin can güvenliklerinin ve özgürlüklerinin korunması için yaptığımız çalışmalardır. Kıbrıs’ta Denktaş’ı yakından tanımak ve onun kahramanca mücadelesini görmek benim için büyük kazanç oldu. Mart 2014 61 62 Toprağı kanıyla sulayanların destanı “Vatan”, “toprak”, “millet” denilince fedakarlığın, cefanın, mücadelenin adı gelir akla: Çanakkale... O mücadelenin askerleri ise adları altın yaldızlı sayfalarda anılmaya layık, ebedi birer kahraman şimdi... Deniz Varol Mart 2014 63 B irinci Dünya Savaşı’nın en çetin cephelerinden biriydi Çanakkale ve 1915-1916 yılları arasında, 20. yüzyılın en kanlı, en acımasız çatışmalarından birine sahne oluyordu. Çanakkale Savaşı olarak tarihe geçen kara ve deniz muharebeleri, İtilaf Devletleri karşısında Osmanlı Devleti’nin mukadderatını de belirliyordu. 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı, ilk başta Avrupa devletleri arasındaydı. Ekonomik, siyasi, stratejik pek çok neden gösterilen savaşın tarafları ise İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan İtilaf Devletleri ile Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın oluşturduğu İttifak Devletleriydi. Osmanlı’nın 1914’te, İtalya ve Bulgaristan’ın 1915’te, Romanya’nın ise 1916’da savaşa girmesiyle yeni cepheler açılmış, 1917’de Ekim Devrimi’yle Rus İmparatorluğu yıkılıp savaştan çekilmiş, ABD kuvvetleri de savaşa dahil olmuştu. Kaybetmek yoktu Devlet-i Aliyye’nin bahtında... Osmanlı Devleti Balkan ve Trablusgarp savaşlarında hem toprak, hem silah, hem de asker bakımından ağır kayıplar vermişti. Böylesi bir durum içindeki hasta adam, Almanya’nın Rusya’ya savaş açtığı günün ertesinde, 2 Ağustos 1914’te alelacele bir kararla Üçlü İttifak’a katıldı. İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Breslau adlı iki geminin boğazlardan geçmesine izin vermesi ise Osmanlı’nın savaşa katılmasının fitilini ateşleyen olay oldu. Yavuz ve Midilli adı verilerek Osmanlı donanmasına katılan bu gemiler Rus limanlarını vurunca Osmanlı Devleti Mart 2014 64 Karşılıklı bombardımanlar devam ederken Seyit Onbaşı’nın açtığı ateş, Nusret’in döşediği mayınlar tarih yazar. Neticede işler İngilizlerin planladığı gibi gitmez, donanmaları Osmanlı savunması karşısında büyük bir yenilgiye uğrar. I. Dünya Savaşı’na fiilen girmiş oldu. Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu İstanbul ve Çanakkale boğazlarının değeri, böylece bir kat daha artıyordu. Yüzyıllarca nice savaşa göğüs germiş bölge, ekonomik ve stratejik bakımdan oldukça önemli konumdaydı. İtilaf Devletleri boğazlara ve İstanbul’a harekat düzenleme planları yapmaya başladığında, Osmanlı Devleti savaşın Kafkas Cephesi’nde büyük yenilgiler almaya devam ediyordu. Rusya ile İngiltere arasında sağlanan anlaşma ile ayrıca Osmanlı’nın Kafkasya’dan birliklerini çekmek zorunda bırakılması da amaçlanıyordu. Sonuçta harekat yapılması durumunda İtilaf Devletleri pek çok çıkar elde etmiş olacaktı; Rusya’nın mühimmat gereksiniminin sağlanması, Rus petrolünün boğazlar üzerinden Avrupa’ya taşınması, Osmanlı’nın savaştan çekilmesiyle İstanbul’un hakimiyetinin İngilizlere Mart 2014 geçmesi, Teşkilât-ı Mahsusa’nın yürüttüğü “İttihad-ı İslam” propagandasının durdurulması, Balkanların İtilaf tarafına çekilmesi, Süveyş Kanalı ve Hint Deniz Yolu üzerindeki Osmanlı egemenliğinin kaldırılması.... Bu sebeplere dayandırılan ve gerekliliğinden çok ne gibi bir strateji izleneceği üzerine odaklanılan harekat, bazı tanımlamalara göre, II. Dünya Savaşı’na dek yaşanmış en büyük harekattı. Çıkarmayı İngiltere üstleniyordu, Osmanlı Devleti ise kaybedilen topraklar, askerlere ödenemeyen maaşlar ve zayıf durumdaki ordudan muzdaripti. Deniz harekatı, 19 Şubat 1915’te, bu koşullar altında başlar. Asıl büyük çıkarma ise 18 Mart 1915’te vuku bulur. Karşılıklı bombardımanlar devam ederken Seyit Onbaşı’nın açtığı ateş, Nusret’in döşediği mayınlar tarih yazar. Neticede işler İngilizlerin planladığı gibi gitmez, donanmaları Osmanlı savunması karşısında büyük bir yenilgiye uğrar. 18 Mart 1915 Boğaz muharebesinin bilançosu yetmiş dokuz şehit ve yaralı Türk askeri ile ölü ve yaralı on sekiz Alman’dır. 18 Mart taarruzunda aldıkları ağır yenilginin ardından Çanakkale Boğazı’nın sadece donanma ile geçilemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri, böylece yeni arayışlar içine girer. Bir hilal uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor Sonrası Türk milletinin şanlı tarihine, Türk askerinin yazdığı destana eklenen birkaç satır olmaktan ötedir elbette. İtilaf Devletlerinin önce Seddülbahir ve Arıburnu cephelerinde yürütmeye çalıştığı kara harekatı, taarruzu değil, ölmeyi emreden Kurmay Albay Mustafa Kemal kumandasındaki Türk askerinin kahraman- Dosya İtilaf Devletlerinin önce Seddülbahir ve Arıburnu cephelerinde yürütmeye çalıştığı kara harekatı, taarruzu değil, ölmeyi emreden Kurmay Albay Mustafa Kemal kumandasındaki Türk askerinin kahramanlığı ve içinde taşıdığı vatan sevgisi sayesinde başarısızlıkla sonuçlandı. Mart 2014 65 66 Bu zafer, Türk askerinin kanıyla suladığı bu topraklara duyduğu aşkın, vatan ve millet sevgisinin her şeyin üstünde olabileceğini, Çanakkale’nin geçilemeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir. Mart 2014 67 Çanakkale Savaşı aynı zamanda Osmanlı Devleti için bir ölüm-kalım mücadelesiydi. Gelibolu cephelerinde kazanılan zaferler sayesinde yoluna ve savaşa devam edebilmişti. lığı ve içinde taşıdığı vatan sevgisi sayesinde başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından yöneldikleri Anafartalar ise bir başka zaferin beşiği olur. Burada İtilaf kuvvetleri 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk tepelerine, Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da eş zamanlı olarak Bomba Tepe’ye taarruza geçer. 29 Ağustos tarihine kadar süren çıkarmalarda İtilaf kuvvetleri yine yenilgiye uğrar. Bu tarihten itibaren birkaç ay İtilaf Devletlerinin çekilip çekilmeme kararsızlığı ve küçük çatışmalar ile geçer. Ardından 7 Aralık 1915’te verilen kararla kuvvetlerin tasfiyesine başlanır ve 9 Ocak 1916 sabahında düşman kuvvetlerinin tamamen temizlenmesiyle Çanakkale Savaşı Osmanlı Devleti’nin zaferi olur. Savaşta her iki tarafın da büyük zaiyata uğradığı bir gerçektir. Resmî kaynaklara göre Türk ordusu 252 bin civarında kayıp vermiştir. Çanakkale Savaşı aynı zamanda Osmanlı Devleti için bir ölüm-kalım mücadelesiydi. Gelibolu cephelerinde kazanılan zaferler sayesinde yoluna ve savaşa devam edebilmişti. Şüphesiz bugün yazdığımız veya okuduğumuz hiçbir şey, Çanakkale Zaferi’nin şanını, şerefini, kahramanlığını anlatmaya yetmez. Pek çoğunun adını bile bilmediğimiz Çanakkale kahramanları gönlümüzde sonsuz olup taşar, tarihe sığmaz... Bu zafer, Türk askerinin kanıyla suladığı bu topraklara duyduğu aşkın, vatan ve millet sevgisinin her şeyin üstünde olabileceğini, Çanakkale’nin geçilemeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir. Mart 2014 TBMM Kütüphanesi Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit Özel koleksiyonu ve hizmet kalitesiyle dünyanın sayılı parlamento kütüphaneleri arasında yer alan TBMM Kütüphanesi, yasama faaliyetleri sırasında başvurulan en önemli bilgi kaynağı olma özelliği taşıyor. TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, nitelikli personeliyle en doğru bilgiye en kısa zamanda ulaşılmasını sağlıyor. “M eclisimizin hemen bilcümle mesaisi ilmî ve fennî tetkikata muhtaç olduğundan ve azayi muhteremenin hususî kitapları bu ihtiyacı katiyen temine kâfi olamadığından Meclis namına kütüphane tesis edilmek üzere dört bin liranın Meclis tahsisatından sarfına karar verilmesini teklif eylerim…” Aydın Mebusu Dr. Mazhar Bey (Mazhar Germen) bu önergeyi verdiğinde tarih 25 Eylül 1920’dir. Henüz beşinci ayındaki Meclis, bir kütüphane teşkili lazımgeldiği düşüncesine katılır ve Dr. Mazhar Bey’in önergesi 28 Eylül 1920’de kabul Mart 2014 edilir. Beş zattan teşekkül edecek bir Kütüphane Komisyonu kurulmasıyla bugünkü TBMM Kütüphanesi ’nin temelleri atılır. Meclis’in ilk hizmetleri arasında kütüphanenin yer alması, ulusal kurtuluşa giden yolun kilometre taşlarının bilgiyle de döşeneceğinin bir işareti gibidir. 1920’ lerde mütevazı imkanlarla kurulan TBMM Kütüphanesi, bugün dünyanın sayılı parlamento kütüphaneleri arasında yer alıyor. TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, yasama faaliyetleri sırasında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri sağlayarak önemli bir görevi yerine getiriyor. Meclis’le yaşıt TBMM Kütüphanesi’ni ve Osmanlı’dan günümüze yasama hafızasının titizlikle muhafaza edildiği Arşiv birimini TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanı Mehmet Toprak ile konuştuk. İlk olarak TBMM Meclis Çalışanları Kütüphanesi’nin özelliklerini sorduğumuz Toprak, “TBMM Kütüphanesi, dünyadaki parlamento kütüphanelerinin genel yapısını yansıtıyor. Milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde ihtiyaç duydukları bilgi ve belgeleri sağladığımız için kütüphane koleksiyonunda daha çok hukuk, siyaset bilimi, ekonomi ve sosyal bilimler alanlarındaki yayınlar yer alıyor” diyor. TBMM Kütüphanesi’nde kitap, ciltli dergi ve gazete olmak üzere 360 bin civarında yayın olduğunu ifade eden Toprak, “Bu sayı her geçen gün artıyor. Koleksiyonda 5 bin 67 Osmanlıca yayın bulunuyor. Yazma eser ise 74 adet” diye konuşuyor. Mehmet Toprak, kütüphane koleksiyonunun nasıl oluşturulduğu konusunda ise şu bilgileri aktarıyor: “Türkiye’de altı derleme kütüphanesi bulunuyor. Bunlardan biri TBMM Kütüphanesi. Diğerleri ise Millî Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve İzmir İl Halk Kütüphanesi. 1934 yılında çıkan ve hâlâ yürürlükte olan Derleme Yasası’na göre, Türkiye’de çıkan bütün yayınlar bu altı kütüphaneye gönderilmek zorunda. Bu uygulamada TBMM Kütüphanesi açısından bir farklılık söz konusu. Diğer 5 kütüphane gönderilen tüm yayınları koleksiyonuna almak mecburiyetindeyken, TBMM Kütüphanesi kendi mevzuatı çerçevesinde bir seçim yapıyor. Bildiğiniz gibi ülkemizde birçok türde yayın var. Soru bankalarından çocuk kitaplarına kadar çok sayıda yayın bu yasa çerçevesinde kütüphanemize gönderiliyor. Bu yayınlar bir komisyon tarafından değerlendirilerek daha çok siyaset ve hukuk alanlarına dönük olanlar koleksiyona alınıyor, diğerleri ise halk kütüphanelerine verilmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderiliyor. Dolayısıyla Derleme Yasası, “Tutanak Dokümantasyon Veri Tabanı’nı internet üzerinden kullanıcılara açtık. 1908’den, yani Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan döneminden bugüne kadar tüm Genel Kurul tutanakları internetten görülebiliyor.” koleksiyonumuzun birinci beslenme kaynağıdır. İkincisini ise bağışlar oluşturuyor. Çeşitli yayın bağışları yine bir komisyon tarafından değerlendirilerek seçiliyor. Üçüncü olarak da satın alma yoluna başvuruluyor. Bir milletvekilinin yasama konusunda ihtiyaç duyduğu herhangi bir yayın koleksiyonda yoksa satın alma yoluyla temin ediliyor.” İnternet üzerinden kolay ulaşım TBMM Kütüphanesi’ndeki tüm yayınlar internet üzerinden görülebiliyor. Mehmet Toprak, yayınların iç ve dış kapakları ile önsöz bölümlerine internetten ulaşılabildiğini belirterek, “Bir kitabın ismi içeriğini tam olarak yansıtmayabiliyor. Araştırmacı, kitap ismiyle tarama yaptığında her zaman istediği sonuca ulaşamayabiliyor. İç ve dış kapaklar ile önsözü birlikte inceleyen bir araştırmacı ise ‘Tamam, aradığım yayın bu’ diyerek kitabı depodan talep edebiliyor” diye konuşuyor. TBMM Kütüphanesi’nin bir başka TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanı Mehmet Toprak Mart 2014 69 70 Meclis Çalışanları Kütüphane Bölümü farklılığının ise gazete, dergi ve tutanak dokümantasyon veri tabanları olduğunu ifade eden Toprak şunları söylüyor: “Geçtiğimiz yıllarda Tutanak Dokümantasyon Veri Tabanı’nı internet üzerinden kullanıcılara açtık. 1908’den, yani Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan döneminden bugüne kadar tüm Genel Kurul tutanakları internetten görülebiliyor. Bu hizmet özellikle Meclis dışındaki araştırmacılara büyük kolaylık sağladı. Çünkü tutanakları incelemek üzere çok sayıda araştırmacı buraya gelmek zorunda kalıyordu. Şimdi bir araştırmacı dünyanın neresinde olursa olsun internete girerek tutanaklara ulaşabiliyor. Gazete Dokümantasyon Veri Tabanı için 40’a yakın ulusal gazete günlük olarak takip ediliyor. Siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki alanlarda çıkan yazılar, ilgili haberler indeksleniyor. Bu, anahtar kelime indekslemesi olduğu gibi konu başlıkları da içeriyor. Diyelim ki Mavi Marmara başlıklı bir makale yayımlandı. Bu makaleyi isminin yanı sıra içeriğine dönük olarak Türkiye-İsrail ilişkileri başlığı altında da indeksliyoruz. Bu sayede bir araştırmacı iki ülkenin ilişkileri hakkında gazetelerde neler çıktığını incelemek istediğinde Mavi Marmara başlıklı makaleye ulaşabiliyor. Dergi Dokümantasyon Veri Tabanı’nda da benzer 2013 yılı rakamlarıyla TBMM Kütüphanesi Yayın sayısı (kitap, dergi, gazete): 362 bin cilt e-kitap (elektronik kitap) sayısı: 4 bin 10 cilt e-okuyucu (internet üzerinden bilgi talep eden okuyucu) sayısı: 55 bin 319 Ödünç verilen kitap sayısı: 13 bin 218 cilt Ödünç kitap alan okuyucu sayısı (milletvekili ve personel): 5 bin Mart 2014 1915-1918 yılları arasında Sibirya Krasnoyorsk tutsaklar kampındaki Osmanlı esirler tarafından çıkarılan Vaveyla isimli dergi, TBMM Kütüphanesi’ndeki yazma eserler arasında yer alıyor. Meclis Çalışanları bir indeksleme yapıyoruz. Bir başka önemli hizmetimiz ise mik rof ilm bölümü. Bu bölümde Osmanlıca gazeteler de dahil birçok ulusal gazetenin mikrofilm nüshası var.” TBMM Kütüphanesi’ne gittiğinizde veya telefon ve elektronik posta yoluyla ulaştığınızda öncelikle Referans (Kullanıcı Hizmetleri) bölümü size yardımcı oluyor. Bu bölümde görevli personel, kütüphane ve koleksiyonda yer alan bilgi kaynaklarına ulaşılması ve bunların kullanımı konusunda rehberlik ediyor. “Referans bölümünü kütüphanemizin vitrini olarak tanımlayabiliriz. Kullanıcılar doğrudan bu bölümdeki personelimizle iletişime geçerek aradıkları bilgi, belge ve yayınlara ulaşabiliyor” diyen Mehmet Toprak, TBMM Kütüphanesi’nden kimlerin yararlanabildiği sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “TBMM Kütüphanesi’nin temel amacı, milletvekillerinin yasama, denetim ve temsil görevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyabilecekleri belge ve bilgi kaynaklarının sağlanmasıdır. “Şeffaflık genel kaidemiz. Dolayısıyla öncelikle milletvekillerine ve TBMM personeline hizmet vermekle yükümlüyüz. Kütüphanemiz Meclis dışından kullanıcılara da açık, ancak TBMM kampüsü içerisinde yer aldığı için kütüphaneyi kullanmak isteyenlerin öncelikle Meclis’e girebilmeleri gerekiyor. Bildiğiniz gibi bunun için de bazı prosedürler söz konusu. Bir araştırmacı aradığı bilgi veya belgeye sadece TBMM Kütüphanesi’nden ulaşabilecekse bunu yazılı olarak bildiriyor ve biz ilgili birimlerle temasa geçerek kendisine bir giriş kartı çıkartıyoruz. Bu giriş kartı ile 30 gün süreyle kütüphanedeki kaynaklar kullanılabiliyor. Eğer süre yetmezse 30 gün daha uzatılıyor. Dış araştırmacılar ödünç kitap alamıyor, ancak istediği bilgi-belge elektronik ortamda varsa ücreti mukabilinde bir kopyası verilebiliyor. Ayrıca kitapların sınırlı sayıda sayfasının fotokopisi de alınabiliyor.” İstiklal Mahkemeleri dosyalarında olduğu gibi üzerinde mevzuattan kaynaklanan bir gizliliğin bulunduğu belgeler dışında koleksiyonumuzun “İşimiz sabır ve sevgi gerektiriyor” Mehmet Toprak, kütüphane koleksiyonunda hizmete sunultümünü mayan hiçbir belge olmadığını belirterek, “Şeffaflık genel kullanıcılara kaidemiz. İstiklal Mahkemeleri dosyalarında olduğu gibi açıyoruz.” üzerinde mevzuattan kaynaklanan bir gizliliğin bulunduğu belgeler dışında koleksiyonumuzun tümünü kullanıcılara açıyoruz. İstiklal Mahkemeleri dosyalarıyla ilgili şu anda bir çalışma yürütüyoruz. Analitik tasnif yaparak belgeleri dijitalleştiriyoruz. Yani arşivcilik anlamında altyapısını ha- Mart 2014 71 72 Meclis Çalışanları Arşiv (Çeviri) Bölümü zırlıyoruz. İleride İstiklal Mahkemeleri dosyalarının açılması gündeme gelirse biz bunun için gerekli hazırlıkları yapmış olacağız. Arşivdeki diğer belgelerle ilgili de zaman zaman benzer bir çalışma gerçekleştiriyoruz” diye konuşuyor. Mehmet Toprak, TBMM Kütüphanesi’nin dünyadaki parlamento kütüphaneleri arasındaki yerini sorduğumuzda, “Uluslararası Kütüphaneler Birliği (IFLA) üyesiyiz. IFLA’nın yıllık toplantılarına katıldığımızda gerek koleksiyon yapımız gerekse hizmet kalitemiz itibarıyla birçok parlamento kütüphanesinden çok daha iyi olduğumuzu görüyoruz. Bugün ulaştığımız noktayı daha da ileriye taşıyabilmeyi hedefliyoruz” yanıtını veriyor. Toprak, milletvekillerinin hem kendileri gelerek hem de danışmanları aracılığıyla kütüphaneden sıkça yararlandığını ifade ederek, “Zaman zaman çok özel araştırmalar yapan, adeta kütüphaneye kapanan milletvekillerimiz oluyor” diyor. Mart 2014 TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı’nda 88 personel görev yapıyor. Mehmet Toprak, “Kütüphanecilik ve arşiv hizmetleri bir sabır işidir. Bu meslekleri yaparken bütün dünyanız kitap, gazete, dergi gibi bilgi kaynakları ve arşiv belgeleridir. Eğer sabırlıysanız ve işinizi seviyorsanız başarılı olursunuz. Personelimiz işini benimseyerek ve severek yapıyor” diye konuşuyor. Kütüphaneden Sorumlu Başkan Yardımcısı Dr. Tuncer Yılmaz, 1983 yılından beri Meclis’te görev yaptığını belirterek, “Bizim mesleğimizde TBMM Kütüphanesi’nin yeri başkadır. Yüce Meclis çatısı altında çalışmak bir ayrıcalıktır” diyor. Yasama faaliyetleri sırasında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri çok kısa bir süre içinde karşılayabilecek hizmetleri sunduklarını ifade eden Yılmaz, “Türkiye’de otomasyon sistemlerini kullanan ilk kütüphaneyiz. Gazete, dergi ve tutanak dokümantasyon sistemleri, kendi tarafımızdan tasarlanmış ve Bilgi İşlem’deki yazılımcı arkadaşlarımız tarafından veri tabanına dönüştürülmüştür” diye konuşuyor. Meclis Çalışanları Genel Evrak Bölümü Yaklaşık 25 milyon sayfa belge özenle korunuyor Genel Evrak ve Arşivden Sorumlu Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Abdulhekim Koçin şu bilgileri aktarıyor: “TBMM Arşivi 26 Nisan 1920’de kuruldu. 1927’den sonra görevini Evrak Müdürlüğü olarak devam ettirdi. 1950’de ismi Zat ve Kayıt İşleri Müdürlüğü, 1983’te Genel Evrak ve Arşiv Müdürlüğü olarak değiştirildi. 18 Aralık 2011 tarihinden itibaren de Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı adı altında hizmet veriyor. Genel evrak bölümünde TBMM Başkanlığı’na ve TBMM İdari Teşkilatı Genel Sekreterliği’ne hitaben gelen veya bu makamlardan dışarıya gönderilen evraklar kabul ve kayıt ediliyor, ilgili yerlere gönderiliyor. Çeviri hizmetleri bölümünde İstiklal Mahkemeleri, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan evrakı gibi harf devriminden önceki Osmanlıca evrakın çeviri ve tasnifi yapılıyor. Arşiv bölümümüz ise Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan evrakı dahil olmak üzere TBMM’de üretilen ve arşivi ilgilendiren bilgi ve belgenin yönetimini sağlamak, saklamak, tasnifini yapmak ve kullanıcıya sunmakla görevli. TBMM’nin birinci döneminden 24. döneminin başına kadar oluşmuş olan yasama, denetim ve yönetsel belgelerin sayfa toplamının yaklaşık 25 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.” Faruk Nafiz Ertürk ve Ziya Kutluoğlu, kütüphanenin Okuyucu Hizmetleri Bölümü’nde görev yapıyor. 30 yıldır TBMM Kütüphanesi’nde çalıştığını belirten Faruk Nafiz Ertürk, “Okuyucu Hizmetleri Bölümü’nde, kütüphanemize bizzat gelen, telefon veya elektronik posta yoluyla bize ulaşan kullanıcıların taleplerini karşılıyoruz. Kaynaklara ulaşma ve onların kullanımı konusunda okuyucuya rehberlik ediyoruz. 30 yıldır mesleğimi severek yapıyorum” diyor. Ziya Kutluoğlu ise 7 yıldır Meclis’te görev yaptığını ifade ederek şunları söylüyor: “Kütüphanecilik dinamik bir meslek. Sürekli kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Hem mesleki bilgilerimize hakim olmak hem de dünya ve ülke gündemindeki gelişmeleri ya k ından ta k ip etmek zorundayız. Bilgi çağında kütüphane hizmetleri çok daha önemli hale geldi. Çünkü çok fazla bilgi üretiliyor, ama insanlar bu bilgi yığını arasında aradıklarını bulmakta zorlanıyor. Bu noktada kütüphaneler ve kütüphaneciler kullanıcılara yol gösteriyor.” Mart 2014 73 74 SiyasettenSivil Topluma İhsan Arslan: İhtiyaç sahiplerine yardım etmek hepimizin toplumsal sorumluluğu Söyleşi: Nehir Öztürk 2002-2011 yılları arasında Meclis çatısı altında yer alan Diyarbakır eski Milletvekili İhsan Arslan’ın kurucusu olduğu M. İhsan Arslan Vakfı, eğitim, sağlık ve sosyal yardımlaşma alanlarında önemli hizmetlerde bulunuyor. Mart 2014 Bir vakıf kurma düşüncesi ne zaman ortaya çıktı? M. İhsan Arslan Vakfı hangi amaç ve hedefler doğrultusunda faaliyetlerine başladı? Vakfımızı sağlık, eğitim ve sosyal yardımlaşma alanlarında hizmet vermek üzere 1995 yılında kurduk. O zamanki ismi Sağlık, Eğitim ve Dayanışma Vakfı (SEDAV) idi. Uzun yıllar bu isimle faaliyetlerini sürdürdü. SEDAV, aktif siyaset hayatım sona erdikten sonra M. İhsan Arslan Vakfı’na dönüştü. Milletvekilliğim döneminde, siyaset ile vakıf çalışmalarını birbirinden ayrı tutmak için ismimi özellikle kullanmadım. Aktif siyaset hayatımın ardından aile vakfımızda kendi ismimi kullanmakta bir sakınca görmedim. İhtiyaç sahibi olanlara yardım etme konusunda hepimizin sorumluluk sahibi olduğunu düşünüyorum. Birey olarak bu sorumluluğumu doğru bir şekilde yerine getirebilmek amacıyla bir vakıf kurmayı ve ihtiyaç sahibi olanlara imkanlarımız oranında maddi yardımda bulunmayı hedefledim. 1995 yılından bu yana eğitim, sağlık ve sosyal yardımlaşma alanlarında faaliyetlerimiz devam ediyor. SiyasettenSivil Topluma “Herkes imkanlarıyla orantılı olarak ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatırsa fakirlik azalır, öğrencilerimiz daha iyi şartlarda eğitimlerini sürdürür. Bunun sonucunda da ülke kazanır, insanımız kazanır.” Vakfın hizmetleri arasında eğitim bursları önemli bir yer tutuyor. Burs verirken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz? İlk olarak 2003 yılında öğrencilere burs vereceğimizi ilan ettik. O yıl müracaat eden 58 öğrenciden 23’üne burs verdik. Bu sayı her geçen yıl arttı. 2014 yılında 4 bini aşkın burs başvurusu aldık. Şu anda bin öğrencimize eğitim bursu veriyoruz. Lisans ve yüksek lisans öğrencilerine yönelik bursun hem sayısını hem de miktarını artırmak için çalışmalarımız devam ediyor. Gönül istiyor ki başvuruda bulunan her öğrenciye burs verebilelim. Ancak bu hizmeti imkanlarımızla orantılı olarak yerine getirebiliyoruz. Bin rakamını da küçümsemiyorum. Hamdolsun ihtiyacı olan bin öğrenciye her ay maddi destek verebiliyoruz. Bu gurur duyulacak bir şey. Tüm bunları, yaptıklarımızı çok önemsemek veya övünmek için değil, başkalarını teşvik etmek amacıyla söylüyorum. Herkes imkanlarıyla orantılı olarak ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatırsa fakirlik azalır, öğrencilerimiz daha iyi şartlarda eğitimlerini sürdürür. Bunun sonucunda da ülke kazanır, insanımız kazanır. Burs başvurularını değerlendirirken objektif ve şeffaf bir işlem yürütüyoruz. Eğitim bursu verileceğini her sene internet üzerinden ilan ediyoruz. Öğrencilerin başvurularını yazılı olarak aldıktan sonra çok titiz bir çalışma yürüterek isimleri belirliyoruz. Değerlendirme yapılırken öncelikle öğrencinin ihtiyaç sahibi olup olmadığı inceleniyor. Eğer bir öğrencinin anne ve babası sağ değilse biz bunu yeterli sebep olarak görüyoruz ve burs imkanı sağlıyoruz. Bildiğiniz gibi 8-9 çocuklu aileler var. Eğer başvuru sahibinin evinde öğrenci sayısı fazlaysa bu durumu da dikkate alıyoruz. Ayrıca bir önceki sene burs verdiğimiz öğrenci okulunda başarılıysa ve yeniden başvuruda bulunmuşsa eğitim bursunu devam ettiriyoruz. Bir öğrencinin eğitimine bir nebze de olsa katkıda bulunmak insanı mutlu ediyor ve duygulandırıyor. Eğitim alanındaki faaliyetleriniz bursla sınırlı değil. İnşa ettirdiğiniz okullar da var… Evet, hem okul inşa etme hem de ders a raç-gereçleri ba k ı mında n ek siğ i bulunan eğitim kurumlarına destek olma yönünde faaliyetlerimiz var. Okullardan birini görme engelliler için Diyarbakır’da inşa ettik. O dönemde yaptığım araştırmada, Gaziantep’teki dışında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görme engellilere yönelik okul olmadığını tespit ettim. Bunun üzerine va k ıf olara k memleketim Diyarbakır’da yatılı bir görme engelliler okulu yaptık ve bedelsiz olarak Millî Eğitim’e tahsis ettik. Böylesine önem li bir hizmet te bu lunma nı n mutluluğunu yaşıyorum. Ayrıca kendi ilçem olan Silvan’da yüksek standartlarda, modern eğitim imkanlarına sahip bir kolej inşa ettik. Her yıl öğrencilerimizin bölge çapında ve Türkiye genelinde elde ettiği başarılar bize gurur veriyor. Mart 2014 75 76 SiyasettenSivil Topluma Vakfın sosyal yardımlaşma ve sağlık alanlarındaki çalışmalarından da söz eder misiniz? Vakfımız ihtiyaç sahiplerine maddi ve ayni yardımda bulunuyor. Her yıl Ramazan ayında Diyarbakır’da otuz gün boyunca iftar yemeği veriyoruz. Kurban Bayramı münasebetiyle yurt içinde ve y ur t d ışı nda kurba n la r kestiriyoruz. Sağlık alanında da çeşitli faaliyetler yürütüyoruz. Mesela hasta ve hasta yakınlarının birtakım ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyoruz. Onları muntazaman ziyaret ederek belli kalemlerde yardım malzemeleri götürüyoruz. “Komşunuz açken sizin huzurlu uyumanız mümkün değildir. Afrika’da çocuklar açlıktan, sağlık hizmeti alamamaktan dolayı ölüyorsa bunda sizin de sorumluluğunuz vardır.” Yardımlaşma ve dayanışma, toplumumuzun en güzel hasletleri arasında yer alıyor. Vakıf faaliyetlerini yürütürken bu konuda ne gibi gözlemleriniz oldu? Hamdolsun, toplumumuzda örf ve geleneklerimizden gelen yardımlaşma ve dayanışma duygusu var. Bu da toplumsal barış, huzur ve istikrarın sağlanmasına ciddi manada katkıda bulunuyor. Ben imkanı olan herkesin vakıf veya dernek kurarak bu tür faaliyetlerde bulunmasını tavsiye ediyorum. Bu bir sorumluluktur. Komşunuz açken sizin huzurlu uyumanız mümkün değildir. Afrika’da çocuklar açlıktan, sağlık hizmeti alamamaktan dolayı ölüyorsa bunda sizin de sorumluluğunuz vardır. Bu nedenle ihtiyaç sahiplerine sadece parasa l açıdan değil, çeşitli şekillerde yardımda bulunulabileceği unutulmamalıdır. Vakıflar faaliyetlerini yürütürken ne gibi zorluklarla karşılaşıyor? Bir kere mevzuattan kaynak lanan bir zorluktan bahsedilebilir. “Kamu yararına dernek/vakıf ” statüsünün kazanılması zor şartlara bağlı. Halbuki bir vakıf tamamen yardım amaçlı Mart 2014 kurulmuşsa ve tüzüğünde de bu belirtiliyorsa direkt olarak bu statünün verilmesi ve bazı muafiyetlerin sağlanması gerekiyor. Böyle bir uygulama bu kurumları teşvik eder. Mesela Amerika’da vakıf lara yardımda bulunmak ticari şirketler için bir ayrıcalık olarak telakki ediliyor. Şirketlerin vakıflara yaptığı yardımlar vergi mevzuatı açısından da bazı muafiyet ve desteklere tabi tutuluyor. Bu da çok önemli bir konu. Şunu da ifade etmek istiyorum: Zaman zaman yardım kuruluşlarıyla ilgili menfi propaganda yapılıyor. Yardımların suistimal edildiği, gerekli yerlere ulaştırılmadığı gibi iddialar gündeme getiriliyor. Yanlış yapanlar varsa elbette ortaya çıkarılmalıdır, ancak yardım amaçlı kuruluşların tümüne yönelik bir önyargı oluşturulması doğru değildir. İmkanlarını ve zamanlarını toplumsal hizmetlere ayıranlara karşı daha saygılı olunması ve destek verilmesi gerekmektedir. Vakıf olarak gelecek planlarınız arasında neler yer alıyor? Eğitim bursu verdiğimiz öğrencilerin sayısını ve burs miktarını artırmayı istiyoruz. Planlamalarımızı bu doğrultuda yapıyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da eğitim, sağlık ve sosyal dayanışma alanlarındaki faaliyetlerimize devam edeceğiz. Ayrıca vakfımızın “kamu yararına vakıf ” statüsü kazanması için gerekli müracaatta bulunduk. 77 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Şubat 2014’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6518 06/02/2014 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6519 11/02/2014 Askerlik Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6520 12/02/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İtalya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Çevre Koruma ve Sürdürülebilir Kalkınma Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6521 12/02/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Doğal Kaynaklar ve Su Havzası Amenajmanı Üzerine Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6522 12/02/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu ve Faaliyetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6523 13/02/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Avrupa ve Bağımsız Devletler Topluluğu Bölgesel Hizmet Merkezinin İstanbul'da Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6524 15/02/2014 Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6525 20/02/2014 Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 6526 21/02/2014 Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6527 26/02/2014 Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Mart 2014 i s e n h a S h i r a T 8 Mart 1857 - ABD’de bir tekstil fabrikasındaki grevde 129 kadın işçi hayatını kaybetti. Dünyada yankı bulan bu olaydan yaklaşık 60 sene sonra, Kopenhag’daki 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart “Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi. 1975’te ise Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Kadınlar Günü” ilan edildi. 12 Mart 1921 - Burdur Milletvekili Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı, TBMM’de “Millî Marş’” olarak kabul edildi. 1 Mart 1926 - 1889 İtalyan Zanardelli Yasası esas alınarak hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu TBMM’de kabul edildi. 1 3 3 Mart 1924 - TBMM tarafından halifelik kaldırılarak, halife ve hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi. 5 5 Mart 1920 - Türkiye Yeşilay Cemiyeti, “Hilâl-i Ahdar” adıyla İstanbul’da kuruldu. 7 8 10 10 Mart 1954 - Türkiye, UNICEF’e (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) kabul edildi. 7 Mart 1990 - Hürriyet gazetesi yönetim kurulu üyesi, gazeteci, yazar Çetin Emeç ve şoförü Ali Sinan Ercan İstanbul’da uğradıkları silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi. Mart 2014 12 24 Mart 1923 - Mustafa Kemal Paşa, Time dergisine kapak oldu. 14 Mart 1827 - Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle ilk cerrahhane “Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adıyla kuruldu. Modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilen bu olaydan sonra 14 Mart, Türkiye’de “Tıp Bayramı” olarak kutlanmaya başladı. 14 18 21 21 Mart 1995 - Nevruz bayramı ilk kez ‘’resmen’’ kutlandı. 24 26 Mart 1971 İstanbul’da iki kıta birleşti. Boğaz Köprüsü’nün 57. ünitesinin de yerine konulmasıyla kentin Asya ve Avrupa yakaları birbirine bağlandı. 26 26 Mart 1931 - Okka, endaze, arşın gibi eski ölçülerin yerine kilo, gram, metre, litre gibi yeni ölçülerin kullanılması TBMM tarafından kabul edildi. 18 Mart 1915 - I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri, Çanakkale Savaşlarının deniz kısmında büyük bir yenilgiye uğratıldı. Çanakkale Zaferi bir kahramanlık destanı olarak tarihe geçti. Mart 2014 Hep iyi, güzel ve hanımefendi... Belgin Doruk Cazibesi, gamzeleri ve sol yanağındak i beniyle Yeşilçam’ın en güzel kadınları arasında anılıyor adı. 1950’li yıllarda tanıştığı sinema, 60’lı yıllara en popüler kadın film yıldız ı olarak taşıyor Belgin Doruk’u. Yumuşak yüz hatları ve masum bakışları, onu Türk Sineması’nın Küçük Hanımefendisi yapıyor. Pınar Ünsal Mart 2014 81 Bir film çekilirken halkın ilmde aşk olacak mı, kötü kadın belasını bulacak mı, birbirini seven gençler kavuşaca k mı… uyor. Seyirci, hangi kabeklentileri araştırılıyor evvela; onları memnun etmek üzere bir senaryo yazılıyor, kurgu oluşturul babacanı. Bazı kadınlar hiçbir rakteri yakıştırıyorsa oyuncu hep o oluyor. Erol Taş hep kötüyü oynuyor, Hulusi Kentmen hep ı, şefkatli, ama mutlaka bağışlayıc dolu, sevgi filmde ihanet etmiyor mesela. Anne, eş, gelin… oynadığı karakter ne olursa olsun namuslu roller biçiliyor onlara. Türk seyircisi de Belgin Doruk’u iyi kadın olarak görmek istiyor. F Ortaokul sıralarından Küçük Hanımefendiliğe toz pembedir hayat. Masalsı bir Moda dergileri takip eden ve artist resimleri biriktiren on beş yaşlarında bir kız çocuğu için kendine hayran bırakan dünyada yaşamayı hayal etmek akıl dışı değildir. Hele ki bu kız çocuğu Belgin Doruk gibi görenleri zor değildir. muhteşem bakışlara ve gamzelere sahipse, yıldızlara dokunma k, hatta bir yıldız olmak hiç de Yeşilçam yolculuğu. Doruk’un Belgin başlar Bir derginin düzenled iği oyuncu yarışması na fotoğrafla rını göndermesiyle bulunan, sonradan Jüride seçilir. Henüz ortaokul öğrencisidir ve dergiye fotoğraf yolladığından ailesinin haberi yoktur. Birinci en güzelliği sayesinde ekmeğini kocası olacak bir yapımcı-yönetmen ona film teklifinde bulunur ve daha genç kız bile sayılmazk Mart 2014 82 “Güzel kadınlar hep yalnızdırlar” “Bir kadını ortadan ikiye böl, yarısı annedir, yarısı çocuk. Yarası sevgili, yarası aşk…” diyor ya Cemal Süreya. Aşk, Belgin Doruk’un da en büyük yarası olur. Henüz onlu yaşlarındayken güzel gamzelerini göstererek gülmesini sağlayan mutluluğun hiç tükenmeyeceğini sanır ve hayal ettiği masalsı dünyaya kavuşmak üzere, on sekiz yaşına basar basmaz kendinden 27 yaş büyük bir yapımcıyla evlenir. Bir sürü elbisesi olur çoğu Paris'te dikilen, balolara katılır, değişik arabalara biner. Pek de uzun bir geçmişi olmayan Türk Sineması, aktrisine kavuşur Belgin Doruk sayesinde. Film yapımcıları peşinden koşar, başrolü Belgin Doruk olan filmler art arda gelir. Ancak, daha çok Ayhan Işık’la başrol paylaştığı, sonu mutlu biten filmlere benzememektedir hayat. Evliliğinde mutlu olamaz. Aşık olurken kalpte hissedilen tatlı sızı acıya dönüşür zamanla. Al yanakları solar, güzel gözleri nemlenir sürekli. Aşk, başlarda vadettiği sonsuz mutluluğu geri almakla kalmaz, acı verici tüm meziyetlerini gösterir bir zaman sonra. Belgin Doruk, bol hıçkırıklı gecelerle tanışır. Küçük yaşta tanıştığı şöhret, baş döndürücü güzelliği, çevreden gördüğü yoğun ilgi, yaptığı mutsuz evlilikler, ilaç bağımlılığı, intihar girişimleri gibi benzerlikler nedeniyle Türkiye'nin Marilyn Monroe'su sayılıyor Belgin Doruk. Hemen hemen aynı dönemde farklı coğrafyalarda hayal ve hayat kırıklıkları dolu hayatları kader ortağı yapıyor bu iki yıldızı. En kötüsü de tıklım tıklımken çevreleri ikisi de yalnız veda ediyor hayata. kazanmaya başlar. Belgin Doruk ilk filmi olan “Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi”nde oynar. “Kanlı Çiftlik”, “Köroğlu” derken Türk Sineması'nın aranan kadın oyuncusu olur. 1961 yılında Ayhan Işık'la başrolü payla şt ığ ı “Küçü k Ha n ı mefend i ” filminden sonra Türk seyircisinin gözünde bambaşka bir yer edinen Belgin Doruk, sadece Pamuk Prenses'in üvey annesini oynadığı filmde kötü roldedir. Bu kadar çok sevilmesi ve başarılı bir oyuncu olması, Adana Film Festivali'nde aldığı “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüyle taçlanır. Bir ara şarkıcılığa soyunan, ancak başarı elde edemeyen Belgin Doruk, 1972 yılında Fikret Hakan'la “Gecekondu Rüzgarı” adlı filmde oynar; bu onun son filmidir. Bu tarihten itibaren aldığı kilolar nedeniyle gözlerden uzak bir hayat sürmeyi tercih eder. Mart 2014 84 Milletvekili yazar mı? Erbay Kücet Ahîlik felsefesini derinden anlamanın yolu kardeşlik, sevgi, adalet, ahlak, dayanışma ve dürüstlüğe önem vermekten geçiyor. Bu felsefeyi derinden anlayabilmiş ve anlatabilmiş eski bir vekil Yusuf Ekinci. T oplumumuzun ekonomik, sosyal ve kültürel hayatında önemli rol oy naya n  hi birl i k ler i ha k k ı nda bugüne kadar pek çok eser yayımlanmıştır; akademik olarak da Âhilerin değişik yönleri araştırmalara konu edilmiştir. Ancak Âhi birlikleri üzerine, geçmişten günümüze ışık tutan ve Mart 2014 Âhiliği bütün yönleriyle inceleyen bir çalışma olduğunu söyleyemeyiz. Tarihçiler, edebiyatçılar, hatta iktisatçıların bu teşkilatla ilgili çalışmalar yaparak halkımıza yeni bilgiler aktarmasının zaruretine inananlardanım. Âhilikle ilgili yapılacak yeni çalışmaların bu konudaki eksikleri tamamlayacağına eminim. Uzun yıllar kendini Âhilik konusuna adayan bir isimden söz etmek istiyorum bu yazımda; Dr. Yusuf Ekinci. “Âhilik ve Cumhuriyet Döneminde Meslek Eğitimi” konulu teziyle “doktor” unvanı kazanan Ekinci, uzun yıllar Millî Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik ve idari görevlerde bulunmuş, daha sonra TBMM 20. 85 Dönem Burdur Milletvekili olmuştur. Kendisiyle bürokrat olduğu yıllara dayanan dostluğumuzu burada zikrederek Ekinci’nin yazımıza konu olan yönünü ifade etmeye çalışacağım. Parlamento yıllarında Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ile Çevre Komisyonu üyelikleri ve başkan vekillikleri görevlerinde bulunan Yusuf Ekinci, siyaset hayatını idame ettirirken kültürel hayattan bağını koparmamış bir isimdir. Bilimsel çalışmalarına devam ettiğini, son yıllarda birbiri ardına yayımladığı eserleriyle ispatlamıştır. Ekinci, Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı döneminde kültürel yayınların basılması konusunda büyük çaba göstermiştir. Birkaç yayın daha... Âhilik üzerine kaleme aldığı belgesel tadındaki Âhilik adlı çalışması 12. baskıya ulaşan Ekinci’nin elimizdeki geniş hacimli eserinin kapağında bulunan, Ahî Evran’ın “Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir. İlim, akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir” sözleri, kitap içeriğinin bir nevi özetidir. Kitapta Âhiliğin vizyonundan misyonuna varıncaya kadar pek çok konu ele alınmış; insani ilişkiler, ekonomi, emek-sermaye ilişkileri, rekabet piyasası, üretim-tüketim ve görgü çerçevesinde Âhilik değerlendirmesi yapılmıştır. Tarihsel süreçle birlikte güncel değerlerimizin de işlendiği eserde ilk baskıdan sonra görülen eksikliklerin giderildiği, yeni yapılan araştırmalardan alıntılara yer verildiğini fark ediyoruz. Âhi birliklerinin yapısından teşkilatlanmalarına kadar başlıklandırılan konuları incelediğinizde, Âhilik değerlerinin günümüzde uygulanmasıyla ülkemizin neleri tekrar kazanabileceğini düşünmeden edemiyorsunuz. Eğitim alanında yapılacak değişikliklerin bile çözüm noktasının Âhilikte yattığını söylesek yalan olmaz. Bugün Batı’dan emanet alınan ve kamu kurumlarının yanı sıra büyük şirketlerin de dillerinden düşürmedikleri Toplam Kalite Yönetimi’nin yıllar öncesinden atalarımızın yaptığı mükemmel çalışmaların sadece bir kısmı olduğunu herkes görebilir. Yusuf Ekinci, eserinde Âhilik konusundaki bilimsel verilerin yanı sıra onlarla ilgili hikaye ve deyimlere de yer vermiş, Âhi ahlakının nasıl olması gerektiğinin vurgusunu ayet ve hadislerle pekiştirmiş. Âhilik üzerine yaptığı çalışmalarda karşısına çıkan değerleri de göz ardı etmeyen Ekinci, Burdur’da doğmuş olmasına rağmen yıllardır ekmeğini yediği, havasını soluduğu Başkent Ankara’nın manevi mimarını unutmamış, bir vefa örneği olarak Hacı Bayram-ı Veli’nin hayatını kaleme almış. Akçağ’ın bastığı Hacı Bayram-ı Veli adlı kitabın büyük mutasavvıfı anlatan diğer kitaplardan farklı tarafı, Ekinci’nin Âhilikle ilgili titiz çalışmasıyla birlikte günümüz âşıklık geleneğini devam ettirenlerin şiirlerine yer verilmiş olması. Dergimizin ocak sayısında 19. Dönem İstanbul Milletvekili ve TPB Genel Sekreteri Kadir Ramazan Coşkun, Hoca Ahmed Yesevi ile ilgili kendi çalışmalarından derlediği bir yazı kaleme almıştı. Yusuf Ekinci de Ahmed Yesevi ile ilgili önemli çalışmalara imza atmış bir isim. Ekinci, Hoca Ahmed Yesevi adlı kitabında da diğerlerinde olduğu gibi ilmî bir üslup kullanmış. Ahmed Yesevi’nin eserlerinden söz ederken onun fikrî ve edebî yönünü ele almış. Özellikle Anadolu’nun Müslümanlaşmasına yaptığı katkıları ve etkilerini ifade ettiği bölümde Divan-ı Hikmet’ten seçmelere de yer veriyor. Hayatı boyunca “Dilde, fikirde, işte birlik” cümlesini düstur edinen birinden söz ediliyorsa, bu Gaspıralı İsmail’dir. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Kırım’da düzenlenen “Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni” etkinlikleri sırasında Gaspıralı İsmail’in Bahçesaray’daki mekanını ziyaret etmiştim. Onu öğrencilik yıllarımdan beri Türkçeye ve eğitime yaptığı katkılardan, Ruslardan gördüğü baskılardan tanıyordum. Kırım’a gidene kadar bildiklerimin ders kitaplarında yazılanların ötesine geçmediğini gördüm. Yusuf Ekinci daha önce 1996 yılında yayımladığı Gaspıralı İsmail adlı eserini de diğer çalışmaları gibi gözden geçirmiş. Özellikle son yıllarda bizi biz eden değerlerimizin günümüze taşınmasıyla ilgili yapılan çalışmalara ek olan bu kitabın da okunması gerekmektedir. Gaspıralı’nın yaşadığı döneme değil, bugüne ışık tutacak inceleme ve sözlerinin tekrar okunması gerekmektedir. Bu vesile ile 20. Dönem’de milletvekili olarak milletine hizmet eden Yusuf Ekinci’yi kültürümüze, değerlerimize yaptığı katkılar ve üniversitelerimizde akademik görevlerde çalışan gençlere örnek olduğu için bir kez daha tebrik etmek gerekiyor. Mart 2014 Kitap İstanbul (L’Orient) - 19.Yüzyıl Eugene Flandin Zodyak Kitap Çeviren: Orhan Koloğlu İstanbul, 2014 140 s. Abdülhamid ve Sherlock Holmes Yervant Odyan Everest Yayınları İstanbul, 2014 925 s. Mart 2014 “Hayalleri süsleyen şehir” dese biri, i l k a k l a ge le n le rd e n o lu r İ s t a n bu l . . . Antikçağ’dan bu yana mukimleri değişse de yedi tepeli bu şehrin büyüsü hiç kaybolmamış, rengi hiç solmamış. İstanbul (L’Orient), bir Batılının gözüyle kadim şehir İstanbul’u anlatıyor. Aynı zamanda gravür, portre ve manzara ressamı olan yazar Eugene Flandin, bakmaya doyamadığı İstanbul’dan şöyle bahsediyor kitabında: “Her köşeden İstanbul’un sunduğu manzaralar o kadar güzeldir ki en güzel olanını söylemeye kalkışsa insan şaşırır. Üç şehir ile -Suriçi İstanbul, Galata, Pera- sarılı Altın Boynuz (Haliç) şüphesiz en yücesidir. Çeşitli yerlerden sağlanan kısmi görüntüler, genel görünümüyle heyecan verici olduğu kadar, ayrıntılarıyla da baştan çıkarıcıdır.” İstanbul’u 19. yüzyılda gezen Eugene Flandin’in Türkleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyal hayatı objektif bir yaklaşımla anlattığı İstanbul (L’Orient), Zodyak Kitap etiketiyle raflarda okuyucusunu bekliyor. Cihan Devleti Osmanlı’nın kültüre değer veren padişahı ve İslam halifesi II. Abdülhamid, seyahatnamelere ve polisiye romanlara oldukça meraklıydı. 31 Mart Olayları sırasında Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasıyla ortadan kaybolduğu rivayet edilen yaklaşık beş bin kitaplık koleksiyonu vardı. Asıl ilginci ise Sherlock Holmes maceralarının tümünü Osmanlıcaya tercüme ettirmiş olmasıydı. Peki, Sherlock Holmes’e böylesi bir hayranlık duyan padişah, onunla karşılaşsa neler olurdu? Yervant Odyan’ın ilk baskısı 1911’de yapılan kitabında bu iki karakter yan yana geliyor. Hikaye ise II. Abdülhamid’in hafiye teşkilatındaki adamların bir bir ölü bulunmaları ve kendini tehdit altında hisseden padişahın cinayetleri aydınlatma görevini dedektiflerin en ünlüsüne, Sherlock Holmes’e verme kararı almasıyla başlıyor. II. Meşrutiyet’in ilan edilme sürecini de mektup, telgraf, fotoğraf gibi tarihî belgelerle anlatan Abdülhamid ve Sherlock Holmes, tarih ve polisiye tutkunlarına macera dolu sayfalar vadediyor. Müzik Müzisyenler yüzyıllardır Ortaçağ ve Rönesans mü- ziklerinden etkilenegelmiş, bu ezgileri kendi çağlarına uyarladıkları çalışmalar yapmışlardır. Bugün o dönemlerin müziğini yeniden canlandırmaya çalışan kişilerin kalıplara sığmadığı, yaratıcılıklarıyla modern müzik algısına yeni bir soluk getirdiği de bir gerçektir. Time Traveller: Italian Renaissance, sanatçıların eski ile yeniyi buluşturduğu muazzam bir albüm. Angels of Venice, Lisa Lynne, Liz Story and David, Diane Arkenstone gibi New Age sanatçılarının modern ve özgün yorumlarıyla albüme alınan eserler de özenle seçilmiş. Otantik enstrümanları ve Rönesans müziğini sevenler için vazgeçilmez olacak albüm, EMI etiketiyle raflarda. Time Traveller: Italian Renaissance EMI Classics RIchard Strauss, Richard Wagner ve Franz Liszt’ten sonra Alman Romantizmi’nin son temsilcilerinden ve döneme altın çağını yaşatan sanatçılardan biridir. Strauss’un Avusturyalı yazar Hugo von Hofmannsthal’un aynı adlı draması için yazdığı “Elektra”, ilk kez 1909 yılında Dresden Devlet Operası’nda sergilenmiş bir eser. Hikayesi Yunan mitolojisine dayansa da modernist ve dışavurumcu bir opera olan “Elektra”nın oldukça zor ve karmaşık bir müzikal alt yapıya sahip olduğu söylenebilir. “Elektra”yı izleyip etkisini hâlâ yaşayanlar veya henüz izlememiş operaseverler için derlenen Richard Strauss: Elektra, müzik marketlerdeki yerini aldı. Richard Strauss: Elektra TRT İstanbul Radyosu’nun birbirinden seçkin sanatçıla- TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası 50. Yıl Özel rından oluşan İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, 50. yıla özel hazırlanmış harikulade bir albümle dinleyicilerle buluşuyor. Huzurlu bir akşam yemeği veya arkadaş toplantılarına eşlik edebilecek belki de en iyi tür olan hafif müzik ve cazın özenle seçilmiş örneklerinden oluşan albümde “What A Wonderful World”, “How Much Do You Love Me”, “Ve Ben Yalnız”, “I’ve Got You Under My Skin”, “Dilek” öne çıkan eserler arasında. TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası - 50. Yıl Özel albümü, TRT Müzik müdavimlerinin arşivinde önemli bir parça olacağa benziyor. EMI Classics TRT Müzik Arşivi Mart 2014 Film Aile Sırları Senaryo: Tracy Letts Yönetmen: John Wells Oyuncular: Julia Roberts, Meryl Streep, Abigail Breslin, Ewan McGregor, Benedict Cumberbatch Yapım: 2013, ABD & Hollanda Tür: Dram, Komedi “Hayat çok uzun.” Bunu söyleyen ilk insan ben değilim… Şüphesiz düşünen ilk insan da değilim. Ama bu kesinlikle doğru… Uzak geleceklerini tamamen değiştirecek bir tatile çıkan büyük bir ailedir Westonlar. Tüm aile Oklahoma’da bir evde bir araya gelir. Ne var ki huzur içinde olması planlanan tatil, bu kalabalıkta oldukça zordur. Weston ailesinin her biri kendi yolunu çizmiş güçlü kadınları büyüdükleri bu evde bir aile draması yaşamaya başlar ve tüm Westonların dengesini alt üst edecek sorunlar bir bir açığa çıkar. Yapımcılığını Oscar ödüllü George Clooney ve Grant Heslov’un üstlendiği “Aile Sırları” oyuncularıyla da sıradan bir Amerikan aile filminden fazlasını vadediyor. Kapital Senaryo: Costa Gavras, Romain Gavras, Jean-Claude Grumberg, Karim Boukercha Yönetmen: Costa Gavras Oyuncular: Gabriel Byrne, Gad Elmaleh, Celine Sallette, Marie-Christine Adam, Liya Kebede Yapım: 2012, Fransa Tür: Dram Siyaseti ve ideolojileri filmlerinde konu eden ve bunu başarılı bir şekilde yapan ender yönetmenlerden biri Costa Gavras. Yönetmen bu defa dünyaya egemen olan iktisadi sistemi konu ediyor. Filmin hikayesi, bir üst düzey yöneticinin Amerika’nın en önemli bankalarından birinde CEO olması ve yönetim kurulunu devirip bankanın pek çok elemanını işten atmasıyla ilerliyor. “Kapital”, Fransa’da vizyona girdiği 2012’den bu yana pek çok film festivalinde yer almanın yanı sıra Bordeaux Bağımsız Filmler Festivali’nde en iyi yönetmen ve en iyi film, San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nde jüri özel ödülü ile Toronto Uluslararası Film Festivali’nde Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu (International Federation of Film Critics-FIPRESCI) ödülü adaylıklarına layık görüldü. “Kapital”, kapitalist düzeni sorgulayan ve cevap arayanlar için… Mart 2014 Televizyon Polisiye diziler A merika’daki kadar yaygın olmasa bile Türkiye’de de artık izleyiciden tam not alan polisiye diziler çekiliyor. “İz Peşinde” ve “Yılan Hikayesi”nin öncülük ettiği, “Alacakaranlık” ve “Behzat Ç.” gibi dizilerle çıtanın yükseltildiği yerli polisiye dizi sektörü, yeni yapımlarla seyirciye gerilim ve heyecan dolu anlar yaşatmaya devam ediyor. Polisiye dizilerde kurgu suçun tespiti, ipuçlarının değerlendirilmesi ve çözüme giden yolun bulunması sırasını izliyor. Bu aşamalarda karşılaşılan ipuçları diziye konu olan bilmecenin çözülmesini sağlıyor. Katil, kan, cinayet, kanıt, parmak izi kelimelerinin çokça geçtiği GİRİLMEZ GİRİLMEZ polisiye dizileri izlemek ise başka bir keyif veriyor seyirciye. Zira bir cinayetin çözümü sırasında yaşananlar cinayet, katil ve polis üçgeninde gelişse bile, eğer cinayet zekice planlanmışsa ekran başındaki seyirci hem yüksek adrenalin seviyesine sahip oluyor hem de ipuçlarını birleştirerek zihin jimnastiği yapıyor. Ekranların uzun süredir yayımlanan dizisi “Arka Sokaklar”, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube’de görev alan polislerin suçlularla mücadelesini anlatıyor. Kanal D’de cumartesi günleri ekrana gelen dizi, Kıbrıs ve Bulgaristan’da da yayımlanıyor. Kanal D’nin bir diğer polisiye dizisi “Galip Derviş”te obsesif kompulsif bozukluğu olan bir dedektifin üstün bir dikkat yeteneği ile çözdüğü olaylar konu ediliyor. Komedi unsurları da içeren “Galip Derviş”, ABD yapımı “Monk” adlı dizinin bir uyarlaması. Gürkan Uygun ve İnanç Konukçu gibi yüksek performanslı iki oyuncunun yer aldığı “Kaçak” adlı dizi ise konusu itibarıyla diğer polisiye dizilerden ayrılıyor. Bir mafya babasının oğlunu öldüren polisin kılık ve kimlik değiştirerek Anadolu’ya yerleşmesi ve hayatı boyunca kaçışını anlatan dizi, atv ekranlarında salı günleri yayımlanıyor. GİRİLMEZ GİRİLMEZ GİRİLMEZ GİRİLMEZ GGİR İLMEEZZ İRİL Mart 2014 Vekiller Ömer Dinçer AK Parti İstanbul Milletvekili Okuduğum kitap türleri zaman zaman değişiyor. Mesela siyasete atılmadan önce daha çok mesleğimle alakalı kitaplar okuyordum. Milletvekili olduktan sonra siyaset bilimi ve tarih kitaplarını tercih etmeye başladım. Bunların yanı sıra farklı alanlardan kitaplar okuduğum da oluyor. Son zamanlarda ağırlıklı olarak Türkiye’nin güncel sorunları üzerine kitaplar okuyorum. Bir de bugün konuşulan mevzularla alakalı geçmişte neler yapıldığına bakmaya çalışıyorum. Son günlerde birbirinden farklı birçok kitap elime geçti. Demokratikleşme Sürecinde Ordu-Siyaset İlişkisi ve Medyadaki Darbe Geni isimli kitaplar bunlar arasında yer alıyor. Bildiğiniz gibi yakın zamanda HSYK ve Anayasa ile ilgili tartışmalar vardı. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında 1921 ve 1924 anayasaları hazırlanırken nelerin tartışıldığına baktım. O dönemde Elmalılı Hamdi Yazır’ın yasama, yürütme ve yargının niçin birbirinden ayrı olması gerektiğine dair ayrıntılı bir mülahazası var; onunla alakalı kitabı inceledim. Fırsat bulursam roman türü eserler de okuyorum. Şu anda elimde Sâmiha Ayverdi’nin Yusufcuk adlı kitabı var. Sinemaya çok sık gidemiyorum. En son “Eyvah Eyvah 3”ü seyrettim. Ben bu filmin serisini sevdim; çünkü mizah yapılırken küfür yok, günlük yaşamdan enstantaneler var. Hafta sonları evde bilgisayardan güncel veya isim yapmış filmleri seyrediyorum. Müzik konusunda Türk Halk Müziği’ni tercih ediyorum. Çok iyi bir dinleyiciyimdir. Hele hele eser biraz da hüzünlüyse, ayrılığı ve özlemi dile getiriyorsa daha çok hoşlanırım. Belirli sanatçıların sesi ve yorumunun belirli türkülere çok yakıştığını düşünüyorum. Mesela “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım”ı Sezen Aksu’dan, “Ela Gözlerini Sevdiğim Dilber”i Yavuz Bingöl ve Nurşah’tan, “Gelmiş Bahar Geçmiş Yazlar Neyleyim”i Rojda’dan, “Can Yar”ı Yıldız Tilbe’den dinlemekten hoşlanıyorum. Mart 2014 okuyor izliyor Mehmet Şandır MHP Mersin Milletvekili Daha çok gündemdeki konularla ilgili ki- tapları tercih ediyorum. Bugünlerde Prof. Dr. Kemal Gözler’in Devletin Genel Teorisi, Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’nın Uluslararası Hukuk, Prof. Dr. Cengiz Özakıncı’nın Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı ve Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’ndan çıkan Hz. Peygamber’in İzinde adlı kitapları birlikte okuyorum. Sinemaya gitme imkanım maalesef olmuyor. Televizyonda en son “Vahşi Nehir” filmini izledim. Müziğin her türünü dinlemeyi severim. Klasik Türk Müziği özel tercihimdir. Ali Özgündüz CHP İstanbul Milletvekili Şu sıralar İslam’ın özüne ilişkin kitaplar okuyorum. Günümüzde İslam adına yapıldığı söylenen eylemlerin, dinin özüne ne kadar uygun olduğu sorusuna yanıt verebilecek kitapları tercih ediyorum. En son Namık Kemal Zeybek’in Ariflerin Namazı adlı kitabını okudum ve çok etkilendim. Başucumdaki kitaplar arasında Türkiye’nin yakın siyasi tarihine ilişkin olanlar önemli bir yer tutuyor. Ayrıca birkaç yıldır gündemde olan davalarla ilgili kitapları da takip ediyorum. Ortadoğu ve Orta Asya ile dinler tarihine ilişkin eserler de ilgimi çekiyor. Sinemaya gitmeye fırsat bulduğumda stresten kurtulup biraz olsun rahatlayabilmek için komedi filmlerini tercih ediyorum. Bu aralar ruhumu dinlendirmek istediğim zamanlarda mistik müziklere kulak veriyorum. İhsan Barutçu İstanbul Bağımsız Milletvekili Genellikle tarih ve biyografi kitapları okuyo- rum. Türk ve İslam tarihine ilişkin eserleri ilgiyle takip ediyorum. Seyyid Ahmet Arvasi’nin üç ciltlik Türk-İslam Ülküsü adlı kitabı, tesiri altında kaldığım eserlerdendir. Özellikle genç nesillere tavsiye edeceğim başucu kitaplarından biridir. Sinemaya sıkça gidiyorum. En son “Eyvah Eyvah 3”ü seyrettim. Bugüne kadar beni en çok etkileyen filmlerden biri “Son Samuray”dır. Mukayeseli tarih açısından bakıldığında bu filmde Türk toplumunun da ders çıkarması gereken konular olduğunu düşünüyorum. Kulağa hoş gelen tüm müzik türlerini dinlemekle birlikte Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği’ne öncelik veriyorum. Cezaevi yıllarımda yazdığım, “Kara Eylül” ve “Anneler Ağlamasın” isimleriyle bilinen şiirim Zafer İşleyen tarafından bestelendi. Birçoğunu cezaevindeki o duygu yoğunluğu içinde yazdığım başka şiirlerim de var. Şiir konusunda iddialı değilim, ama yazdıklarımın birileri tarafından önemsendiğini görünce şiir değeri taşıyacak bir şeyler kaleme aldığımı fark etmiş oldum. Belki ileride şiirlerimi bir kitap haline getirebilirim. Bu arada amatörce yağlıboya resimler yapıyorum. Genellikle natürmort çalışıyorum. İnsanların kendilerine zaman ayırdıklarında hiç ummadıkları alanlarda kabiliyetleri olduğunu fark edebileceklerini ve içlerindeki cevheri ortaya çıkarabileceklerini düşünüyorum. Harun Karaca AK Parti İstanbul Milletvekili Genellikle siyasi kitaplar okuyorum. Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgili eserlere ağırlık veriyorum. Özellikle darbe dönemlerine ilişkin kitaplar, araştırmalar, mahkeme tutanakları, makaleler ve gazete kupürlerini okumaya çalışıyorum. Ekonomiyle ilgili yayınları da takip ediyorum. Sinemada en son “Hükümet Kadın 2”yi izledim. Müzikteki tercihim kesinlikle Türk Halk Müziği. Rahmetli Neşet Ertaş, Orhan Hakalmaz, Zara ve Necdet Kaya beğenerek dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. Mehmet Ali Okur AK Parti Kocaeli Milletvekili Ağırlıklı olarak siyaset ve tarih kitapları okuyorum. Milletvekili olmadan önce kitap okumaya daha çok zaman ayırabiliyordum. Son yıllarda yoğun Meclis çalışmalarından fırsat buldukça kitap okumaya çalışıyorum. Ülke ve dünya gündemine vakıf olabilmek için gazete, dergi ve köşe yazılarını yakından takip ediyorum. Sinemada en son “Düğün Dernek”i izledim. Şu sıralar gitmeyi düşündüğüm film ise “Recep İvedik 4”. Komedi filmlerini izlemeyi seviyorum. Özellikle gergin olduğum zamanlarda bol bol gülüp stres atabileceğim filmleri tercih ediyorum. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği dinliyorum. Muazzez Ersoy ve Zara beğenerek dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. Ömer Süha Aldan CHP Muğla Milletvekili Daha çok siyaset kitapları okuyorum. Siyasette pek çok şeyin yıllar içinde tekrarladığını gördüğüm için hem deneyim elde etme hem de geçmişte yaşananları hatırlama açısından siyaset kitapları okumaya özen gösteriyorum. Sosyoloji ve tarihe de özel bir ilgim var. Bu konularda kitaplar elime geçerse mutlaka okuyorum. Sinemaya gitmeye maalesef fırsat bulamıyorum. Klasik Batı Müziği’nden Türk Halk Müziği’ne kadar her tür müziği dinliyorum. Müziğin evrenselliğine inanıyorum. İyi bir dinleyici olduğumu söyleyebilirim. Özdal Üçer BDP Van Milletvekili Genellikle siyaset bilimi, sosyoloji ve felse- fe kitapları ile roman okuyorum. Zaman zaman dünya klasiklerini yeniden okuduğum da oluyor. Şiir kitapları başucumdaki eserler arasında yer alıyor. Elimde her zaman birkaç kitap birden bulunuyor. Dergileri de düzenli olarak takip ediyorum. Mümkün olduğunca iyi bir okur olmaya çalışıyorum. Sinemaya gitmeye pek vakit bulamıyorum. Farklı dillerden halk müzikleri dinlemeyi seviyorum. Protest müzik ve zaman zaman da klasik müzik dinlediğim türler arasında yer alıyor. Klasik müziğin dinlendirici bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Mart 2014 92 @Ondermatli İnsan kaldırabileceği riski iyi bilmeli, ancak finans sisteminin yeni araçları uyuşturucu gibi insanları teslim alıyor. @vekilince İkinci yarıyılda öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar diliyorum. @profzuhaltopcu Muğla Yatağan’daki açılışta bir teyzenin kınalı elleri... @chpizzetcetin Bugün pırıl pırıl, güneşli bir hava var Beypazarı’nda. @namikhavutca Hayvanlara kötü muamele, kasten yaralama ve kasten öldürme TCK’da suç olarak düzenlenmelidir. @rkerim15 Siyaset sorun çözme sanatıdır. @mlbaydar Her son bir başlangıçsa çizgide Her başlangıç önce gülümsemede @Deniz__Baykal En sosyal demokrat kedi @SeroChp’nin Kediler Günü kutlu olsun :) Mart 2014 @nacibostanci Başkalarının taşı değil ama dostların attığı gül bile bizi incitir. Kaldı ki bu sosyal medyada gül atıldığı da pek söylenemez... @tulaykaynarca Hayvan hakları deyip geçmeyin! İnsanoğluna bazen vefayı, sevgiyi onlar da yaşatabilir... 93 Ruhsar Demirel @ruhsardemirel Eskişehir Milletvekili - MHP Genel Başkan Yardımcısı Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Yaklaşık beş yıldır Twitter kullanıcısıyım. Gündemde neler olduğundan haberdar olmak için her gün en az bir kere bakmanın yanında bildirimleri kontrol ederek bana iletilen mesajları da okuyorum. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? Sosyal medyanın teknoloji çağında haberdarlık ve bilginin hızlı yayılması konusundaki önceliği hepimizin malumu. Ben kişisel internet sitem ve Twitter dışındaki alanları kullanmıyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Dünya, ülke ve seçim bölgelerimizdeki güncel konular hakkında haberdar olmayı sağlıyor. Ancak yalnızca benim gibi düşünenler, benimle aynı partiye oy verenler ne diyor, ne düşünüyor yaklaşımıyla bakılırsa amaca hizmet etmeyeceğini düşünüyorum. Değişik bakış açıları ve yorumları görme imkanı veriyor olması önemli. Mart 2014 Unutmayacağız... Hidayet İpek 14. Dönem Giresun Milletvekili Hidayet İpek, 1919 Giresun Şebinkarahisar doğumludur. Harp Okulu ve Akademisi’nde öğrenim gören İpek, ilk Kore Tugayı Subayı, Genelkurmay Harekat Dairesi Mülhakı, İşletmeler Bakanlığı İşletmeler Dairesi Uzmanı, Sanayi Bakanlığı Emniyet İşleri Müşaviri, Etibank Genel Müdürlüğü Sekreteri ve Şebinkarahisar Belediye Başkanı olarak görev yaptı. Hidayet İpek’in cenazesi, 26 Şubat 2014 tarihinde TBMM’de düzenlenen törenin ve Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Pertev Aşçıoğlu 18. Dönem Zonguldak Milletvekili Pertev Aşçıoğlu, 1928 Bartın doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Aşçıoğlu, Bartın Hazine Avukatlığı, Zonguldak İl Genel Meclisi Üyeliği, İl Daimi Encümen Üyeliği ve serbest avukatlık yaptı. Pertev Çavuşoğlu’nun cenazesi 25 Şubat 2014 tarihinde Bartın Arap Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Münir Fuat Yazıcı 18. Dönem Manisa Milletvekili Münir Fuat Yazıcı, 1926 Manisa Kırkağaç doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Yazıcı, serbest avukatlık ile uğraştı. Münir Fuat Yazıcı’nın cenazesi 19 Şubat 2014 tarihinde Manisa Hatuniye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. İbrahim Sadi Öztürk 14. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili İbrahim Sadi Öztürk, 1920 Nallıhan doğumludur. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenim gören Öztürk, Elvanlı Bucak Müdürü, İçel ve Eskişehir İl Maiyet Memuru, Gediz, Çıldır, Keskin, Çankaya Kaymakamı, Kahramanmaraş, Van, Niğde ve Merkez Valisi, Mülkiye Teftiş Heyeti Üyesi, Kahramanmaraş Belediye Başkanı olarak görev yaptı. İbrahim Sadi Öztürk’ün cenazesi 14 Şubat 2014 tarihinde Karşıyaka Ahmet Efendi Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. İsmail Güven 11. Dönem Niğde Milletvekili İsmail Güven, 1916 Niğde doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Güven, Bâlâ ve Akhisar’da Cumhuriyet Savcılığı ve serbest avukatlık yaptı. İsmail Güven’in cenazesi 12 Şubat 2014 tarihinde Niğde Merkez Dışarı Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mehmet Şükran Özkaya Cumhuriyet Senatosu Tabii Üyesi Mehmet Şükran Özkaya, 1925 Antalya doğumludur. Harp Okulu ve Akademisi’nde öğrenim gören Özkaya, Diyarbakır Makinist Okulu Komutanlığı Subayı, Tatvan Ambar Müdür Vekili, Bingöl 10. Tümen 10. Motorlu Topçu Alayı, Ezine 2. Kolordu Topçu Tugayı İkmal Şubesi, Kara Kuvvetleri Harekat ve Eğitim Dairesi Kurslar Şubesi, Etimesgut 2. Zırhlı Tugay Levazım Şubesi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Muhasebe ve Bütçe Grubu Subayı, Ayaş 61. Piyade Alayı Bölük Komutanı, İstanbul 3. Zırhlı Tugay 3. Şube Müdürü ve Tugay Piyade Tabur Komutanı olarak görev yaptı. Mehmet Şükran Özkaya’nın cenazesi, 5 Şubat 2014 tarihinde Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazını ardından toprağa verildi. Rüştü Kazım Yücelen 21. Dönem Mersin Milletvekili Rüştü Kazım Yücelen, 1948 Anamur doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamlayan Yücelen, serbest muhasebeci, Ticaret ve Sanayi Odası Esnaf Kefalet Kooperatifi Üyesi, Yücelen Ticaret Kolektif Şirketi Ortağı ve İdarecisi olarak görev yaptı. Rüştü Kazım Yücelen’in cenazesi 3 Şubat 2014 tarihinde Mersin Anamur Akdeniz Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Şubat ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.