indir - Öğretmenler Odası Dergisi
Transkript
indir - Öğretmenler Odası Dergisi
ÖĞRETMEN VE EĞİTİM DERGİSİ • YIL:1 • SAYI:4 • HAZİRAN - TEMMUZ - AĞUSTOS 2012 • 5 TL Prof. Dr. Atilla Yayla: Devlet Kontrolünde Eğitim Olmaz! Dr. Karataş: Eğitim ve Dört Dörtlük Kalkınma Hülyası Prof. Dr. Turan: Öğretmenlerin Sürekli Mesleki Gelişimleri Üzerine Muhammet Yılmaz: Seçmeli Kur’an ve Siyer Dersleri Hakkında ÖĞRETMENE DEĞER VEREN HİZMET İÇİ(N) EĞİTİM! Prof. Dr. Muhsin Hesapçıoğlu’na: Gözünüz Arkada Kalmasın kapak.indd 3 04.06.2012 15:44:35 ÖĞRETMENE DEĞER VEREN HİZMET İÇİ(N) EĞİTİM! on ic.indd 3 04.06.2012 15:35:49 BİZE BİLGE ÖĞRETMEN GEREK EDİTÖRDEN Bilge insan ne kadar bilirse bilsin bilmediklerinin daha fazla olduğunun farkında olandır. Bu yüzden İmam-ı Azam demiş ki ‘Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe değerdi.’ 1 - 3 (editör ve için).indd 1 ‘Bilge öğretmen’ kimdir sorusunun cevabını aramadan önce ‘bilge insan’ kimdir diye sormalıyız. Bilge, her şey hakkında doğru ve akla uygun karar verebilen kimsedir. Bilge, iç çalkantılardan ve ihtiraslardan arınmasını bilen akıllı bir kişidir. Bilgenin en büyük özelliği, her konuda ölçülü olmasıdır. Bilgelik ise bilge kişinin özelliğidir. Genel olarak insanın bilinçli yaşaması anlamına gelmektedir. Kişi bilgi edinerek bilge olamaz; ancak bilgiyi iyi uygulayabilir ve hayata geçirebilirse bilgelik yoluna girebilir. Bilge, kendine hâkim, bildiğini kendisi ve başkaları için faydalı olacak şekilde kullanabilen kişiye denir. En önemli özelliği erdemli oluşudur. Çok iyi muhakeme etme ve yargılama gücüne sahiptir. Çünkü bilge, öğrendiklerini kendi özü ile irtibatlandırır. Karşılaşılan büyük sorunlar karşısında insanları ferahlatır. Bu özellikleri ile bilge, bilginden farklılaşır. Bilge, bilginden farklıdır. “İçsiz cevizi hafifliği ele verir.” derler. Bilge insan ne kadar bilirse bilsin bilmediklerinin daha fazla olduğunun farkında olandır. Bu yüzden İmam-ı Azam demiştir ki ‘Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe değerdi.’ Bilgelik her şeyden önce yüksek şuurluluk halidir. Bu haldeki insan, her şeyin insanın tekâmülü için olduğunu fark eder. Kötü olarak nitelenen olaylardan bile ders alır. Bilgenin kötü olaylardan aldığı ders, sıradan insanın iyi olaylardan aldığı dersten fazladır. Her olay, farklı realitedeki insanlara farklı ders verir. Aklını kullanamayan, olaylardan çok az ders alır. Bilge ise olayları kendini geliştirme fırsatına dönüştürür. Hiçbir şeyi önemsiz diye atlamaz. Bu şekildeki bakışı ile bulunduğu ortama yüksek bilinç getirir. Onun bulunduğu ortam çok yüksek ışık veren bir ampulle aydınlatılmış gibidir. Tenvir edilmiş or- tamda bulunan bütün insanlar da aydınlanmış olur. Bu yönü ile bilge iş olsun diye değil kendisine ve diğer insanlara faydalı olan bilgileri taşır. Her bilge insan ‘bilgili’ insandır ama her bilgili insan ‘bilge’ değildir. Bilgelik uygulanmaya konulmuş bilgidir. Bilge insanın düşüncesi evrensel ölçüttedir. Kişiselden küresele, egodan evrensele açılmıştır. Sorunun ve cevabın bilincindedir. Niyetleri fark eder. Bütün parça ilişkisini kavramıştır, evrenin temel prensiplerini, genelden özele özelden genele ulaşmasını bilir, her koşulda bildiği gibi davranır. Onu asla şaşırtamazsınız. Kendisinin bilincindedir. Önemli ve önemsizleri bilir. Olanı olduğu gibi görür. Hayatının sorumluluğunu üstlenmiştir. Kim olduğunu ve kim olmadığını bilir. Her koşulda sakin olmasını bilir. En acımasız sorunlarla başa çıkabilme yeteneğine sahiptir. Dış koşullardan bağımsızdır. Kendisi üzerinde çalışmak konusunda uzmandır. Onu maniple edemezsiniz. Sizin hayırlarınız onun için evettir. Sizin olmazlarınız onun olurlarıdır. Bilge insan bildiğini de bilir, bilmediğini de bilir. Onu bilge yapan bildikleri ve bilmedikleridir. Öğretmenlerimize bilge olma fırsatını ve imkânını vermeliyiz. --Bu sayıyla beraber dergimiz bir yılını doldurmuş olacak. Siz yaz tatilindeyken biz yeni dönemde neler yapabileceğimizi düşünecek, dergimizi daha okunur ve kaliteli hale getirmek için atmamız gereken adımların planlamasını yapacağız. Bu anlamda bizi sıcak bir yaz bekliyor. Önümüzdeki dönemde daha çok beğeneceğiniz bir “Öğretmenler Odası” dergisinin yeni sayılarıyla buluşmak dileğiyle... Adil Gülmez 04.06.2012 15:17:01 İÇİNDEKİLER Seçmeli Dersler Hakkında Değerlendirme YIL:1 SAYI:4 HAZİRAN - TEMMUZ - AĞUSTOS 2012 12 SORUDA 12 YILLIK KADEMELİ EĞİTİM SİSTEMİ Yaygın süreli yayın. 3 ayda bir yayınlanır . 4 Eğitim ve Dört Dörtlük Kalkınma Hülyası YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ 7 Tatilime Dokunma AYSEN ERAYDIN 8 Öğretmenlerin Sürekli Mesleki Gelişimleri Üzerine Düşünceler SELAHATTİN TURAN 11 Hizmet İçin Eğitim SATI CEYLAN 15 Çocuk ve Sevgi ZEHRA ŞAŞMAZ 1 - 3 (editör ve için).indd 2 19 17 21 4+4+4 ve Sınıf Öğretmenleri SÜLEYMAN TANRIVERDİ 22 Öğretmenlerin Öğrenmesi Gerekenler RÜSTEM BUDAK 38 Çocuk ve Sevgi HACER YALÇINTAŞ 41 Eğitim Üzerine İBRAHİM KAYA 24 Anket İGEDER 26 43 Prof. Dr. Muhsin Hesapçıoğlu hocama YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ Van Günlüğü EBRU KARABULUT 31 Devlet Kontrolünde Eğitim Olmaz PROF. DR. ATİLLA YAYLA 44 Ne Bileyim Senin Cama Geldiğini TAHSİN YILMAZ 04.06.2012 15:17:04 30 36 ESKİ DOSTLAR 46 Neobunalım CÜNEYT ANCIN 48 Dr. Detlev İle Söyleşi AYŞE GÜZEL 49 3. Değerler Eğitimi Buluşması HALİT ARAPOĞLU 51 Spor ve Estetiği Hemhal Kılan Bir Ritüel Olarak Dans V. METİN BAYRAK 55 Balkanlara Seyahat Priştina’dan Prizren’e SELAHATTİN ÖZKÖK 59 İnternet’te Bir Sevgi Savaşçısı DR. NURULLAH ABALI 61 www.öğretmenx.com SÜLEYMAN TANRIVERDİ 62 Mini Bir Gün: Erguvan Kokulu ve Ezanla Dolu ABDÜLAZİZ DUMAN Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda Yazı göndermek ve her türlü öneri ve yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak için: igederdergi@gmail.com iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir. İletişim : Bulgurlu Mahallesi Etiler Sokak No: 10 Üsküdar İstanbul Tel: 02165461003 1 - 3 (editör ve için).indd 3 64 Film Klubü. FATİH SERTKAYA 65 Yazarlar SITKI SERDAR 66 Bir Ders Daha Farklı Nasıl İşlenebilir? DR. NURULLAH ABALI 67 Haberler İGEDER Baskı: Erkam Matbaası İkitelli O.S.B. Turgut Özal Cad. 117/4 K.çekmece/İst. Tel: 0212 671 07 00 www.igeder.org.tr igedermerkez@gmail.com YIL:1 SAYI:4 AHAZİRAN - TEMMUZ - AĞUSTOS 2012 Türkiye’de ve Gelişmiş Ülkelerde Okul Müdürlüğü İGEDER (İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği) Adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ Yayın Koordinatörü Adil GÜLMEZ Yayın Kurulu İsmail CİHANGİR y Gökhan ERENOĞLU Aysen ERAYDIN y Zehra ŞAŞMAZ Didem BAYINDIR y Mahmut AYTEKİN M. Cüneyt ANCIN y Enver GÜNAYDIN Necdet BAYINDIR Danışma Kurulu Prof. Dr. Selahattin TURAN Dr. Melike GÜNYÜZ y Dr. Faruk KANGER Dr. Özlem GÜNEŞ y Ali CAN Ahmet AKBAL y Hüseyin AKAR Muhammet YILMAZ Düzelti ve Edisyon Aysen ERAYDIN y Satı CEYLAN Görsel Yönetmen Mustafa KUĞU Kapak Nevzat Onaran Grafik Tasarım Selçuk BÜYÜKALTAY Grafik Uygulama Ahmet Karataş Reklam ve Tanıtım Fatih SERTKAYA Kültür-Sanat Ahmet ÖZCAN Abruhhamann BAYÇINAR Sekreterya ve İletişim M. Halil KAYA Abone ve Mali İşler Sorumlusu Gökhan ERENOĞLU Yahya DEPREM ISSN 2146-7315 Grafikler © Fotolia - AKS, Anatoly Maslennikov, Andres Rodriguez, Andrii Pokaz, BTB, Cousin_Avi, Creativeapril, Elina Gareeva, Eric Isselée, Freesurf, Genevieve Rivet, Helder Almeida, Inna Yakusheva, Irochka, Jacek Chabraszewski, jojje11, kabliczech, marcopalladino, Michael Chamberlin, mipan, Mircea Maties, nadil, Orhan Çam, Sergej Khackimullin, siloto, silver-john, Tatyana Gladskih, TheFinalMiracle, UBE, VIPDesign, vladthefool, Volant, WavebreakmediaMicro, xalex, Yabresse, zphoto, Бурдюков Андрей 04.06.2012 15:17:04 EĞİTİM VE DÖRT DÖRTLÜK KALKINMA HÜLYASI YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ İGEDER YK Üyesi - Fatih Üniversitesi / İstanbul “4+4+4” ile doruğa ulaşan tartışma süreci, eğitim sistemimiz için bir çözüm arayışına ilişkin farklı fikirleri ifade etme cesaretini de artırdı. Bir siyasi söylem, Türkiye baz alındığında son kertede beş ana akımdan birine yakın bir içeriğe sahip olacaktır. “4+4+4” ile doruğa ulaşan tartışma süreci, eğitim sistemimiz için bir çözüm arayışına ilişkin farklı fikirleri ifade etme cesaretini de artırdı. Gerek hükümet ve taraftarları, gerekse merkez ve uç muhalefet saflarından kamuoyuna yansıyan görüşler birbirinden oldukça farklı saikler ve amaçlar içerse de görüş birliği olan tek nokta eğitim sistemindeki değişimin gerekliliğiydi. Bu noktada tarafların meramını anlamak, tartışmaları ve gelişmeleri sağlıklı analiz edebilmek için –zor olsa da- nesnelliği elden bırakmadan söylenenlerden çok satır aralarını okumak ve büyük resmi görmek gerekiyor. Bir siyasi söylem, Türkiye baz alındığında son kertede beş ana akımdan birine yakın bir içeriğe sahip olacaktır. Bu akımlar Liberalizm, Sosyalizm, İslamcılık, Milliyetçilik ve elbette Kemalizmdir. Bunların dışında gibi görünen söylemler de bu akımlardan birinin açık ya da koyu tonları olarak kabul edilebilir. Kemalizmin tarihi temsilciliğini ve savunuculuğunu yapan ana muhalefet partisinin bu tartışmalarda nerede durduğunu anlamak kamuoyu için çok kolay olmadı. Fakat ana muhalefet partisi liderinin ve sözcülerinin söylemlerinin içeriklerine yakından bakıldığında aslında statükonun yaşadığı her sarsıntıda bir doğal refleksle hareket ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü onlara göre yeniden inşa edilmesi gereken bir toplumun, kendi hayallerindeki biçimine kavuşması için inançla gayret edecek tek kesimin kendileri olduğunu düşünmektedirler. Hele toplumun farklı kesimlerinden sistemin biçimine ve yeni toplumun niteliğine ilişkin getirilen önerilen ciddiye alınması bile söz konusu değildir. Çünkü onlar bu toplumda kendileri dışında bir kesimin böyle bir öneri getirebilme kapasitesine sahip olabileceklerine ihtimal vermemektedirler. Diğer taraftan yine bu kesim –yukarıda izah edilen tutumlarının da doğal bir sonucu olarak– küresel ve yerel değişimleri izleme ve yeni bir politika geliştirme motivasyonlarını kaybetmiş durumdadırlar. Aslında parti içindeki dalgalanmaların da esas sebebinin bu olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Milliyetçilik ana akımının Türkiye’de iki temsilcisi olduğunu söylemek haksızlık olmaz. Bunlardan ilk akla gelen MHP’nin temsil ettiği muhafazakar milliyetçilik kanadı tam bir sıkışıklık yaşamaktadır. Bir taraftan “muhafazakarlık”ın zorlamasıyla ana muhalefetin tezlerine uzak durma zorunluluğu yaşarken diğer taraftan en az kendisi kadar milliyetçi ve muhafazakar olan iktidar partisinin tezlerini koşulsuz kabul etmeyi ontolojik bir sorun olarak algılamaktadırlar. Bu sıkışıklıktan çıkışı da kısmen kabul ve kısmen red tavrıyla ifade etmeye çalışmaktadırlar. Oysaki kendilerini rahatlatacak olan gerçek çıkış yolunun daha nitelikli analizlerle toplumu dinlemek ve toplumsal taleplerin sözcülüğünü yapmak değil midir? Ya da bizim tam çözemediğimiz ama başbuğun ve üst düzey yöneticilerin zihninde tam bir netlikle belli olan kızıl elmaların anlaşılmasıdır. Çünkü eskiden Padişah’ın kızıl elmasını sormak ve sorgulamak kimsenin haddine değilken bugün kitleler daha şeffaf bir politika ve tutum beklentisine girmiştir. Belki geniş kitleler bu şeffaflığı talep ederken hadlerini de aşıyorlar ancak haddini aşana siyaset uygulama dönemi kapandığından kendi kızıl elması peşinden koşan ve fakat bunu kitleye tanımlayamayan liderleri de ciddiye almıyorlar. Milliyetçilik başlığı altında değerlendirilebilecek diğer kanat ise elbette BDP. BDP’nin sol söylemini, onu MHP’den ayıran en önemli özelliği olarak kabul edebiliriz. BDP’nin sadece son tartışmalarda değil partinin tüm resmi belgelerinde eğitim adına taleplerini ve önerilerini ince- 4 4 - 6 (ihk).indd 4 04.06.2012 15:18:11 ledim. Gördüğüm şu oldu: Kadın hakları, anadilde eğitim ve fırsat eşitliği. Birebir görüşmelerimde de parti dokümanlarında da BDP’nin genel siyasi yaklaşımlarının ve eğitim ile ilgili tespit ve önerilerinin sağduyulu ve çözüme daha yakın durduğunu düşünüyorum. Fakat anlamadığım nokta kamuoyu önünde takındıkları tavrın, benim satır aralarından okuduklarımdan farklı bir tezahürde olması. Bunda elbette BDP kadar, devletin de payı var. Fakat daha önemlisi PKK gerçeği. BDP’nin eğitim adına stratejik bir politika değişikliğine gitmesi durumunda eğitim alanındaki sorunların çok daha çabuk çözüleceğini düşünüyorum. Şöyle ki BDP temsilcisi olduğunu düşündüğü Kürt vatandaşlarımızın eğitim düzeyine ilişkin istatistiki bilgilere elbette sahiptir. Çok net bir gerçek vardır ki eğitim bireyi özgürleştirir. Mefhumu muhalifiyle anlatalım: Eğitimsiz bireyler özgür değildir. Bireyleri özgür düşünen ve kendi kendilerine karar verebilen toplumlar daha çabuk yol alırlar. Bu durumda BDP’nin nispeten etkili oldukları yerleşim yerlerindeki tüm vatandaşlarımızın hali hazırdaki eğitim kurumlarında daha fazla eğitime talepkar olmalarını, oraya görev yapmaya giden genç öğretmenleri, bir misafir gibi ağırlamaları ve onların başta güvenlikleri olmak üzere tüm gereksinimlerini sağlayarak bölge insanın kendini gerçekleştirmesine imkan verecek ortamı hazırlamaları daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Böylece BDP, temsilcisi olduğu kitlenin taleplerini kamuoyu nezdinde savunmaya devam ederken bir taraftan da kendine Kürt ve diğer tüm milliyetlerden destekçiler sağlamış olacaktır. Sol bir milliyetçi akım olarak BDP’nin tıkandığı nokta –aslında devleti de eleştirdiği esas alan burasıdır- bence kendi kitlesini en kolay araç olan eğitim ile özgürleştirme inancındaki zayıflıktır. İslamcı kesimin, söylemlerinin içeriklerine yakından baktığımda birtakım uhrevi gibi görünen dünyevi talepleri olduğunu düşünmeye başladım. Bu talepler, çocukların dini eğitim almaları, özellikle ergenlikten itibaren kız çocuklarının başlarını açmadan eğitime devam etmeleri, bazı manevi değerlere sahip olarak yetişmeleri, daha doğrusu ahlaki yozlaşmaya elden geldiğince maruz kalmamaları, bütün bu taleplerin somut göstergesi olarak da imam hatiplerin orta kısımlarının açılması ve katsayı ve başörtüsü sorunun kalkması. Ve fakat hala çoğu mesela –başı örtülü ya da örtüsüz- kadın polisler, kadın subaylar, kadın şoförler, kadın müteşebbisler, kadın tezgahtarlar, kadın ırgatlar, -hadi söyleyeyim- kadın öğretmenler, akademisyenler vb. olup olmaması konusunda net bir açıklama yapmamaktadırlar. Bu durumu iki gerekçeyle açıklayabiliyorum. Birincisi bu kesimler köyden şehre, alt sınıftan orta sınıfa ve işgörenlikten işverenliğe yeni yeni geçmekte olduklarından henüz kadın olmadan da işlerini yürütebildiklerinden bu baskıyı tam anlamıyla hissetmemektedirler. İkinci gerekçem ise şudur: Aslında gemisini kurtaran kaptan misali bu düzeydeki tartışmayı az buçuk hali vakti yerinde olanlar gündeme getirmekte ve aslında onlar da geleneksel değerlerden çağdaş değerlere geçişte bir aşama olarak yukarıdaki beklentilerini dile getirerek sisteme monte olmaya çalışmaktadırlar. Yoksa jiplerde, lüks sitelerde, beş yıldızlı otellerde yaşayan ve çocuğunun Kuran Hocasını da yanında taşıyan İslamcıların Tanzimat döneminde evine Fransız mürebbiye tutan ve çocuğuna Fransızca ile birlikte modern yaşam tarzı eğitimi de aldıran arasattaki jönlerden farkları yok gibi geliyor bana. Türkiye’de solculuk bir kitlesel hareket olmak nazarından bakıldığında can çekişiyor. Bununla birlikte zaman zaman katıldığım toplantılarında, okuduğum yazılarda ve izlediğim demeçlerde solcu bir söylemin eğitim adına en çok üzerinde durması gereken sosyal adalet ve fırsat eşitliği gibi sorunsallar elbette sürekli konu ediliyor. “Parasız eğitim” sloganıyla özetlenecek fırsat eşitliği ve “özgür eğitim” sloganıyla özetlenecek demokratik eğitim talebi hemen her nümayişlerinin temel unsuru olarak rahatlıkla görülebiliyor. Ve fakat eğitimde özgürlük ve eşitlik sorunun sadece eğitim alanındaki girişimlerle çözülemeyeceği, bunun yeni bir yaşam tarzı ile ilişkili olduğu ve bu ilişkili kurum ve durumların da alternatiflerinin –yine Kemalist ve milliyetçiler gibi- toplumsal düzlemde tam paylaşılamadığı, etkin bir iletişim dilinin geliştirilemediği ve dolayısıyla anlaşılamadığı gibi bir geçeklikle karşı karşıyayız. Diğer taraftan bazen birçoğu ezberi andıran yaklaşımların -aslında en son bir solcuda olması gereken- önyargılı tu- Kadın hakları, anadilde eğitim ve fırsat eşitliği. Birebir görüşmelerimde de parti dokümanlarında da BDP’nin genel siyasi yaklaşımlarının ve eğitim ile ilgili tespit ve önerilerinin sağduyulu ve çözüme daha yakın durduğunu düşünüyorum. Fakat anlamadığım nokta kamuoyu önünde takındıkları tavrın, benim satır aralarından okuduklarımdan farklı bir tezahürde olması. 5 4 - 6 (ihk).indd 5 04.06.2012 15:18:14 Liberallere gelince onlar çağın en güçlü akımı olma statülerini sonuna kadar kullanıyorlar. Elbette liberaller derken hangi kesimleri kastettiğimiz önemli. Taraf gazetesinin sözcülüğünü yaptığı bir kitle var elbette. Ama ben iktidar partisinin Türkiye’de neoliberalizmin en güçlü temsilcisi olduğu kanaatindeyim. Sonuç olarak Türkiye’de eğitim politikalarındaki tüm gayretlerin küreselleşme gerçeği ile doğrudan ilişkili, neoliberal yaklaşımlarla ve AB kriterleri çerçevesinde ekonomik boyutu ağır basan yani büyüme ve kalkınma odaklı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yaklaşım kendi içinde daha demokratik bir ortam gerektirir ki Hükümet de bırakın sadece muhafazakar kesimlerin taleplerini yerine getirmeyi, Kürtçeyi müfredata almak konusunda bile oldukça rahattır. tumlar olduğu izlenimi ediniyorum. Rastladığım her broşürlerini okuduğumda ve gösterilerini izlediğim de “Şimdi gerçekten tam olarak ne istiyorlar?” diye her seferinde kendime soruyorum. Daha doğrusu solcuların bu toplumla bağ kurma sorunları olduğunu zannediyorum. Aslında yerli solcularımızdan bunu çok iyi başaran örneklerin olduğunu bilmesek solculuğun bu topraklarda hiç hayat bulamayacağını bile düşünebiliriz. Liberallere gelince onlar çağın en güçlü akımı olma statülerini sonuna kadar kullanıyorlar. Elbette liberaller derken hangi kesimleri kastettiğimiz önemli. Taraf gazetesinin sözcülüğünü yaptığı bir kitle var elbette. Ama ben iktidar partisinin Türkiye’de neoliberalizmin en güçlü temsilcisi olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki gerek Başbakan’ın gerekse de görevdeki Bakanımızın söylemleri toplumun kendilerine oy vermeyen yarısının düşündüğünün aksine İslamcılık’tan daha çok liberalizm ve kapitalizmin kodlarını içeriyor. Başbakan’ın “öncelikli meselemiz eğitimdir” derken –her ne kadar ‘dindar nesil’ vurgusu kendisine ait olsa da- gerçekte 2023 için belirlediği 500 milyar dolar dış satımı, sürekli büyümeyi ve kalkınmayı gerçekleştirecek nitelikli insan gücü eksikliğini gidermeyi hedeflediğini anlamak zor değildir. Nitekim Sayın Bakanımızın İTO’nda yaptığı ve iki saati aşan konuşmasında vurguladığı en temel unsur gelişmiş ülkeler ile bizim gibi gelişmekte olan ülkeler arasındaki eğitim yaşı ve niteliği arasındaki büyük fark olmuştu. Ve eğitim ile ilgili tüm girişimlerde, değişikliklerde aslında asıl amaçlarının Türkiye’de ortalama eğitim yaşını, 6,5’tan 11-12 yıla çıkarmak olduğunu biz-zat vurguladı. Fatih Projesi’ni de bu bağlamda önemli bir inovasyon hareketi, hızlı ve sürdürülebilir bir büyümeye lokomotif olabilecek bir girişim olarak değerlendirdiğini dile getirdi. Hakkında kıyametler koparılan imam hatip liselerinin orta kısımlarının yeniden açılması, seçmeli Kuran-ı Kerim ve Siyer derslerinin ise bir toplumsal talebin karşılığı olduğunu dolayısıyla üzerinde fazla durulmaya gerek olmayan –niha-yetinde bir demokratik hakkın iadesidir- ayrıntılar olduğunu belirtti. Hükümet, ken- di adına şu soruya vereceği cevapla yerini daha belirgin hale getirmiş olur sanıyorum: Tüm bu eğitim hamlesiyle gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelişmişlik açığını kapatmayı hedefliyorsak eğer, o zaman batı yani AB ve ABD bizim için kızıl elma mıdır? Ya da Başbakanımız Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri yapıp yoluna devam etmeyi düşünürken İslamcılık tarafıyla mı konuşmaktadır yoksa –kendi ifadesiyle- muhafazakar demokrat bana göre neoliberal tarafıyla mı? Bu soruyu hükümet yanlısı ve karşıtı olan tüm kesimler de kendi adlarına cevaplayabilirler. Sonuç olarak Türkiye’de eğitim politikalarındaki tüm gayretlerin küreselleşme gerçeği ile doğrudan ilişkili, neoliberal yaklaşımlarla ve AB kriterleri çerçevesinde ekonomik boyutu ağır basan yani büyüme ve kalkınma odaklı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yaklaşım kendi içinde daha demokratik bir ortam gerektirir ki Hükümet de bırakın sadece muhafazakar kesimlerin taleplerini yerine getirmeyi, Kürtçeyi müfredata almak konusunda bile oldukça rahattır. Zaten bu yüzden her kesim taleplerini elde edebilmek için kendinde daha büyük bir cesaret bulmaktadır. Zaten o yüzden son yıllarda eğitim adına tartışmalar derinleşmeye başladı ve bunca bilimsel çalışma yürütülmektedir. Benim merak ettiğim ise şudur: Bu politikaların daha dindar bir topluma götürmeyeceği kesin de daha müreffeh bir topluma götürüp götürmeyeceği de şüpheli. Çünkü AB’yi ibretle izliyoruz, ABD’yi ise önümüzdeki 30 yıl içinde ibretle izlemeye devam edeceğiz. Bizi nasıl bir son bekliyor acaba? 1Gerçekten tam olarak neye itiraz ettikleri ve hangi öneriyi getirdiklerini anlayanlardan katkı bekliyorum. 2Bölgenin eğitim konusundaki durumu –üzülerek söylemeliyim ki- iç acıcı değildir. Buna ilişkin detaylı bilgi edinmek isteyenlere TUİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemindeki verileri incelemelerini öneriyorum. 3İsmail Kara’dan ödünç alarak kullandığım “İslamcılık” kelimesi ile karşıladığım üçüncü kesim aslında muhafazakar ve dindar toplumsal kesimleri ifade etmektedir. Yoksa 19. Yüzyılda tartışılan İslamcılık düşüncesinin bugün toplumda ciddi bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum ve ben de kavramı o bağlamda 6 4 - 6 (ihk).indd 6 04.06.2012 15:18:14 TATİLİME DOKUNMA! AYSEN ERAYDIN Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni/ İstanbul “Yeni nesil bilgili öğretmenden çok, bilge öğretmene ihtiyaç duyuyor .” demişti katıldığım bir seminerde konuşmacı. Öğretmen nasıl bilge olur? Bilgisini bile artırmada başkalarının insafına mahkum, yararsız seminerlerle zaman kaybeden, ihtiyacı olan mesleki gelişmelerden habersiz öğretmen yaz tatilinde de çalışsın. Çünkü çok tatili var. Girişin sağındaki müdür odasında sıradan bir veli görüşmesi... Bozkırın manzarasına bakan pencerenin önündeki sandalyede oturmuş bilgiç bilgiç derdini anlatıyor kırklı yaşlarının sonuna gelmiş kadın. Değil bu eski kasabanın, ilçenin Amerika’da okuyan tek evladına sahip olmanın verdiği gururla anlatıyor: -Cumartesi, pazarı tatil; bayramı, seyranı tatil; kar yağar, tatil; yaz gelir, tatil. Abisi Amerika’da, ablası Ankara’da okuyor. Bu oğlan da hiç olmazsa öğretmen olsun, Müdür Bey! Müdürün yarı şaşkın, yarı kızgın ifadesini bu gün de hatırlarım. İlerleyen günlerde bu cahil köylü kadının “Hiç olmazsa…” ile başlayan sözleri espri oldu öğretmenler odasında. Şimdi anlıyorum ki şakası yapılacak sözler değilmiş bunlar. Ne yazık ki toplum algısı böyle: Sadece 24 Kasımlarda kutsallığı hatırlanan, tatili bol, çoğunlukla yarım günlük bir iş. Oysaki tüm memurlar hafta sonları ve bayramlarda izinde. Herkes yıllık izin kullanırken öğretmenler yaz tatili yapar. Halbuki öğretmenler diğer memurlardan farklı olarak eve “iş” getirir. Yani mesainin bir kısmı evde devam eder. Ders notu hazırlama, yazılı sınav hazırlama ve onları okuma, proje ödev vs. değerlendirme, ders dışı etkinliklerle (yarışma, kulüp vb. ) ilgili çalışmaları yapma… Aylar önce yine bir 24 Kasımın yaklaştığı günlerde bir mail almıştım öğretmenlerin ders anlatmak dışında yaptıkları ile ilgili. Yüzden fazla maddelik listenin sıkılıp tamamını okuyamamıştım. Hele bazı branşların bu fazladan yükü daha da fazladır. Türkçe, edebiyat, beden eğitimi, müzik gibi branşların öğretmenleri okul, ilçe, il, ulus çapındaki tüm bu etkinliklerin sonunda çoğu kez ne egzersiz programıyla ücretlendirilir ne de bir teşekkür veya takdirnameyle. İlköğretimde 1 Temmuz - 1 Eylül arası, liselerde genellikle 15 Temmuz 20 - 25 Ağustos arasında öğretmenler tatil yapar. Yani zannedildiği gibi 3 ay değil. İşçilerin ve diğer memurların 30 gün yıllık izin kullanmalarına karşılık bizim yaz tatilimiz 40-60 gündür. İnsan yetiştirdiğimiz, peygamber mesleğini icra ettiğimiz düşünülünce bu ağır sorumluluğun karşılığında bu tatilin çok olmadığı anlaşılır. Bu yıl 8 Haziran’da öğrenciler tatile başlıyor. Yaklaşık bir ay öğretmenler çalışmadan maaş alacaklar! Sene sonu yapılan toplantılar, sınavlar, evrakların teslimi gibi işler elbette ki yıl içindeki kadar yoğun değildir. Bazı dönemlerde bazı devlet dairelerinin yoğun olmadığı gibi! Peki bu yoğun olmayan dönemde yapılan seminer çalışmalarının işlevi nedir? Bu seminerler meslektaşlarımızın gözünde angarya ve zaman kaybı olarak görülüyor. Bu, bizim suçumuz değil, işlevsiz uygulamaların sonucudur. Mesela Fatih Projesinin merakla beklendiği bu günlerde bununla ilgili seminer çalışmaları eminim ki tüm öğretmenlerin ilgisini çekecektir. Bunun yerine çoğu kez bir kaç evrak hazırlamanın ötesine geçmeyen seminerlerle geçecek bir dönem daha bizi bekleniyor. Çok tatil yapıp karşılığında çok para(!) alan öğretmenlerin yeni neslin önderi olma görevi unutuluyor. Kendini geliştirmeye istekli öğretmenlerin önüne birçok engel çıkarılıyor. Yüksek lisans programına kaydolan öğretmen, ders programını buna uygun yapmaları için idarecilerine adeta yalvarıyor. Bu yüzden yüksek lisans eğitimimi yarıda bırakan hatta eğitime başlamayan birçok arkadaşımız var. (Öğretmenin ekonomik sorunlarından hiç bahsetmiyorum.) “Yeni nesil bilgili öğretmenden çok, bilge öğretmene ihtiyaç duyuyor .” demişti katıldığım bir seminerde konuşmacı. Öğretmen nasıl bilge olur? Bilgisini bile artırmada başkalarının insafına mahkum, yararsız seminerlerle zaman kaybeden, ihtiyacı olan mesleki gelişmelerden habersiz öğretmen yaz tatilinde de çalışsın. Çünkü çok tatili var. Gelişen, değişen şartların gerekleri yapılmalıdır elbette. Bizim mesleki açıdan gelişmemizden Bakanlığımız sorumludur. Gerekli bilgi ve teknolojileri kullanmayı becerebilmek beraberinde mesleki tatmini de getirir. Bakanlığımızın ilk hedefi böyle öğretmenlerin sayısını artırmak olmalı, tatilimizi azaltmak değil. Pırıl pırıl zeka ve yeteneklere sahip yeni nesle bilgelik yapacak öğretmenin enerji depolaması, yoğun bir tempoya ayak uydurabilmesi için iyi, hem de çok iyi bir yaz tatiline ihtiyacı var. Bu yüzden haykırıyoruz: Tatilime Dokunma! 7 7 (aysen erayd n).indd 7 04.06.2012 15:17:28 ÖĞRETMENLERİN SÜREKLİ MESLEKİ GELİŞİMLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER PROF. DR. SELAHATTİN TURAN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Öğretmenliğin mesleki değerleri, mesleğin çekiciliği, mesleğin nitelik standartları ve öğretmenleri desteklenme yapıları yeniden düşünülmesi gerekmektedir. Bu bağlamda eğitim sisteminin öğretmenlik mesleğinin niteliğini artırıcı reform çabalarında; öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, öğretmen eğitimi, öğretmen deneyimi, öğretmen maaşları ile öğrenci başına harcamaların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Dünya’nın hızla değiştiği, hayat biçimlerinin altüst olduğu, insan iradesinin piyasa tarafından şekillendiği ve bilincinin parçalandığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bir taraftan eğitim ve okulun işlevleri sorgulanırken diğer taraftan toplumun okula olan güveni her geçen gün sarsılmaktadır. Daha da önemlisi okul asli işlevi olan “iyi ödev insanı yetiştirme” amacından her geçen gün uzaklaşmaktadır. Diğer gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’de aileler kendi çocukları kurtarma derdine düşmüş bulunmaktadırlar. Piyasa emrindeki okul, anlamını an ve ‘zamandan almakta Türkiye nitelikli öğretmen yetiştirme konusunda yarınları için stratejik politikalar geliştirememektedir. Türkiye’de kendi çocuğu için istediğini, ülkemizin bütün çocukları için istemeyen ‘amorf’ bir toplum oluşmaktadır. Bu yönüyle bakıldığı zaman Türkiye’de eğitim ve öğretmen yetiştirme düzenimizin bir çıkmazda ve krizde olduğu aşikârdır. Öğretmen yetiştirme, Türkiye’nin geleceği ile yakından ilişkili stratejik bir konudur. Bu bağlamda öğretmenlerin almış oldukları lisans eğitimi ile mesleklerini sürdürmeleri ve icra etmeleri mümkün gözükmüyor. Temel soru şudur: Öğretmen kimdir? Türkiye’nin öğretmen yetiştiren kurumları bu sorunun cevabını henüz vermemiştir. Öğretmenlik mesleği öteden beri bir istihdam ve memurluk alanı olarak görülmektedir. Eğitim, karşılıklı bir irfanlaşma sürecidir. Bu bağlamda öğretmenlerin çağcıl gelişmeler ışığında toplumu değiştirme icracıları ‘bilge eylemciler’ olarak yetiştirilmeleri gerekiyor. Öğretmenlerin mesleki eğitimleri, sistem içinde kurulun yardım mekanizmaları ile sürekli gelişimlerini koordine eden, öğretmenlerin yenilikçi gelişmeleri izleyen, sınıf içi öğrenmeleri düzenleyen, çocukların gelişimlerine rehberlik eden yeni rol ve eylemler doğrultusunda hazırlanmaları gerekmektedir. Öğretmenliğin mesleki değerleri, mesleğin çekiciliği, mesleğin nitelik standartları ve öğretmenleri desteklenme yapıları yeniden düşünülmesi gerekmektedir. Bu bağlamda eğitim sisteminin öğretmenlik mesleğinin niteliğini artırıcı reform çabalarında; öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, öğretmen eğitimi, öğretmen deneyimi, öğretmen maaşları ile öğrenci başına harcamaların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hususta yapılmış akademik çalışmalar, etkili öğretmelik uygulamalarını destekleyen mekanizma ve değişkenler aşağıdaki tabloda özetlenmiştir (Mcber, 2000; Anderson, 2004). 8 8 - 9 (selattin turan).indd 8 04.06.2012 15:17:49 Tablo 1. Etkili Öğretmenlerin Özellikleriyle İlgili Bazı Değişkenler DEĞİŞKEN ÖZELLİK Düşünme / Muhakeme Beklentiler Analitik düşünme Kavramsal düşünme Mantıklı düşünebilme, parçalara bölebilme, neden ve sonucun farkına varabilme yeteneği Çok ayrıntı mevcut olmasına rağmen örüntüleri ve bağlantıları görme yeteneği Gelişime Yönelme Öğrenciler ve okul için zorlu hedefler koyma ve bu hedefleri gerçekleştirmek için gereken bitmek bilmeyen enerji öğretmenlik Bilgi Arama Entelektüel merak; Daha fazla bilgi aramaya yönelmek ve bilginin kaynağına ulaşmaya çalışmak Olayları tahmin etme ve etkisizleştirmek için eyleme geçmeye yönelmek mesleği her Bir durumun gerektirdiklerine ve değişen taktiklere adapte olabilme yeteneği ve istekliliği Net beklentiler ve koşullar ortaya koyabilme, performans için bu beklenti ve koşulları hesap verebilir kılma yönelimi ve yeteneği sıradanlaşmakta, Girişkenlik Olayları tahmin etme ve etkisizleştirmek için eyleme geçmeye yönelmek kaybeden ve Öğrenme Tutkusu Öğrencilerin öğrenmelerini desteklemek ve onların rahat ve bağımsız öğrenen bireyler olmalarına yardım edebilme yönelimi ve yeteneği toplumsal gözden Güven Girişkenlik Esneklik Liderlik Eğitimde son Dürüstlük Saygı Sorumluluk Uzmanlaşma TANIM Her öğrencinin her şeyi yapabileceğine ve başarılı olacağına karşı sorumluluk duymak Yeteneğinin etkili olacağına ve zorlukların üstesinden geleceğine inanmak Tutarlı ve adil olmak, sözünü tutmak Her insanın önemli olduğuna ve saygıyı hak ettiğine inanmak Hesap Verebilirlik Kaynak: Hay McBer (2000) ve Anderson (2004), s. 15. Etkili öğretmenlerin özellikleri uzmanlaşma değişkeniyle ilgili sorumluluk, güven, dürüstlük, saygı, düşünme/muhakeme değişkeniyle ilgili analitik düşünme, kavramsal düşünme, beklentiler ile ilgili gelişime yönelme, bilgi arama, girişkenlik, liderlik değişkeniyle ilgili esneklik, hesap verebilirlik, öğrenme tutkusudur. Eğitimde son yıllarda yapılan reform ve çabalar olumlu olarak algılanırken, öğretmenlik mesleği her geçen gün sıradanlaşmakta, giderek önemini kaybeden ve toplumsal gözden düşen farklı üniversite mezunlarına iş bulma kapısı olarak görülmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin geleceği için stratejik öneme sahip eğitim sisteminin en önemli iki öğesi öğretmen ve öğrencidir. Bu bağlamda, öğretmenin yetiştirilmesi, pozitif okul ve sınıf atmosferinin oluşturulması ve öğretme sürecini yeniden gözden geçirilmesi elzem bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye’de öğretmen yetiştirme çabaları, makro düzeyde politik tartışmalara kurban edilmekte ve asıl konu olan öğrenci öğrenmeleri ve Türkiye’nin geleceği arasındaki ilişki göz ardı edilmektedir. Öğretmen yetiştirme ile ilgili bütün tartışmalar, eğitim reform ve çabaları, sınıf içi öğrenci öğrenmelerinin iyileştirilmesi stratejisi üzerine kurulmalıdır. Çünkü Türkiye’nin geleceği sınıfların içindedir. Kaynaklar: Anderson, L. W. (2004). Increasing teacher effectiveness. Paris:UNESCO. McBer, H. (2000). Research into tteacher effectivesness: A model of tecaher effectiveness. Norwich: The Crown Copyright Unit. yıllarda yapılan reform ve çabalar olumlu olarak algılanırken, geçen gün giderek önemini düşen farklı üniversite mezunlarına iş bulma kapısı olarak görülmektedir. 9 8 - 9 (selattin turan).indd 9 04.06.2012 15:17:51 CANIM ÖĞRETMENİM Bir çok şeyler öğrettin, Yaramazlıklarıma sabrettin, Hatalarımı düzelttin, Benim canım öğretmenim. Sen bir gül gibisin, Bize hep gülümsersin, Bilirim bizi seversin, Benim canım öğretmenim. Atatürk’ü översin, O’nu örnek alın dersin, En iyi olmamızı istersin, Benim canım öğretmenim. Şevval YOL Aşağı Dudullu İlköğretim Okulu 2-A sınıfı ÇOCUĞUM Gel, gel çocuğum. Bir kuş misali, Uçup gel yüreğime. Kulak ver sözlerime… Biliyorum işin zor, Silahlar konuşmakta dünyada. Pes etme çocuğum, İnadına gülümse hayata. Dostluk fidanları dik çevrene, Sevgiyle besle onları Besle çocuğum… İnsanları ayrım yapmadan, Bütün kalbinle sev. Perçinleştir saf duygularını, Kırdırma inanç bağlarını. Kırdırma çocuğum… Azimle çalış, hazırlan yarınlara, Unutma… Sen öğreteceksin sevginin alfabesini büyüklere… Nazlı BOLUKÇU 10 10 (nazli blokcu).indd 10 04.06.2012 15:18:35 HİZMET İÇİ(N) EĞİTİM! SATI CEYLAN Matematik Öğretmeni / İstanbul Geleceğin her bakımdan donanımlı bireylerini yetiştirmeleri beklenen öğretmenlerin tüm alanlarda yaşanan gelişmelerin bir yansıması olan değişen görev, rol ve sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için hizmet öncesi eğitim yetersiz kalmaktadır. Bir toplum, gelişebilmek için bireylerinin niteliklerini geliştirmek zorundadır. Bu zorunluluk, bireyleri içinde bulundukları topluma uyma, kendilerini geliştirme, mesleki yeterliklerini artırma, ileriye doğru gitme ve yükselme gibi çabaların gerektirdiği bilgi, beceri, tutum ve alışkanlıkların kazandırılmasını gerektirir. Doğaldır ki, bireylerin bu niteliklerini artırmanın yolu, onlara çeşitli eğitim olanaklarının sağlanmasından geçmektedir. Eğitim sisteminin temel öğesi olan öğretmenlerin de, kendilerini sürekli yenilemesi ve geliştirmesi gerekmektedir. Geleceğin her bakımdan donanımlı bireylerini yetiştirmeleri beklenen öğretmenlerin tüm alanlarda yaşanan gelişmelerin bir yansıması olan değişen görev, rol ve sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için hizmet öncesi eğitim yetersiz kalmaktadır. Öğretmenler işin mutfağına geçtiğinde farkındalıkları daha yüksek bir şekilde alacaklardır kendilerine verilen eğitimi. Bu bağlamda, hizmet öncesi YILLAR eğitimde en iyi biçimde eğitilmelerinin yanı sıra hizmetiçi eğitimle de sürekli eğitilmeleri gerekmektedir. Bu araştırmada 15’i Gaziantep’ten ve 15’i İstanbul’dan olmak üzere farklı branş ve tecrübelerde, ilköğretimde görev yapan 30 öğretmenin 7 soruluk bir anket aracılığı ile görüşlerinin alınması ve buradan hareketle hizmetiçi eğitim adına mevcut durumun tespitinin yanında önerilerin de geliştirilmesi hedeflenmiştir. Öğretmenlerin kaç yıllık öğretmen olduklarını belirten tablo aşağıdadır. Araştırma grubundaki öğretmenler genel olarak tecrübeli kişilerden oluşmaktadır. Öğretmenler hizmetiçi eğitim olarak pek çok programa katılmışlardır. Bu yüzden de okuyuculara hizmet içi eğitim ile ilgili ciddi bilgiler verecekleri düşünülmüştür. Analizler yapılırken öğretmenlerin görüşlerinden oluşturulan genel çıkarımlar kullanılmıştır. Ön plana çıkması gereken bazı görüşler -şâyet öğretmen ismini vermekte sakınca görmedi ise- ismi ile aynen korunmuştur. 1 - 3 YIL 4 - 7 YIL 8 - 10 YIL 11 - 15 YIL 16 YIL ÜZERİ Kişi sayısı 4 kişi 10 kişi 6 kişi 8 kişi 2 kişi Kişi frekansı % 13 % 33 % 20 % 27 %7 11 11 - 14 (sat ceyLan).indd 11 04.06.2012 15:19:26 ANKET SORULARI VE GENEL ANALİZLER 1. Sizce hizmet içi eğitim ne demektir? Ayşe ARGAT: “Bakanlığın verdiği hizmet içi eğitim programlarının yeterli olmadığını düşünüyorum. Bize gösterilen dersler KPSS ile atanmış her öğretmenin bilebileceği genel bilgilerden oluşmaktadır. Dersleri anlatmak için farklı metot, yöntemler verilmemektedir. Ya da branşımıza yönelik bilgiler verilmemektedir. Keşke yapılandırmacı yaklaşımla, yeni tekniklerle dersler nasıl anlatılabilir, öğretmenlerin kişisel gelişimleri için neler okuması gerekir, makaleler, yurt dışındaki eğitim sistemi gibi konulardan bahsedilebilseydi… O zaman hizmet içi eğitimlerin daha faydalı olabileceğini düşünüyorum...” 12 11 - 14 (sat ceyLan).indd 12 Bu soru ile öğretmenlerin kendi ifadeleriyle –öğretmenlik mesleği ile sınırlı kalmadan- hizmet içi eğitimi tanımlamaları istenmiştir. Öğretmenlerin geneli, tanımlarında “mesleki gelişim ve yeniliklere ayak uydurmak” ifadelerini kullanmışlardır (12 kişi). Bunun yanında “meslektaşları ile bilgi paylaşımı ve genel kültürün geliştirilmesi” üzerine yoğunlaşmış öğretmenler de bulunmaktadır (12 kişi). Hizmetiçi eğitim tanımını öğretmenliğe özgü bir tanım gibi algılayan ve “daha kaliteli bir eğitim vermek ve eğitim öğretimdeki aksaklıkları ve yenilikleri öğrenmek amacıyla düzenlenmiş bir dizi etkinlik” olarak belirten öğretmen sayısı 6’dır. Buradan hareketle öğretmenlerin hizmetiçi eğitimi daha çok meslekî gelişim ve bilgi paylaşımı olarak gördükleri söylenebilir. Eğitim literatüründe hizmetiçi eğitim, öğretmenlerin doğrudan deneyimler edinmelerini ve meslektaşlarıyla informal etkileşimler kurmalarını sağlayarak, onların mesleklerinin gerektirdiği bilgi ve becerileri edinmelerini sağlamanın önemli yollarından biri olarak kabul edilmektedir. 2. Şimdiye kadar katıldığınız hizmet içi programları yıl ve içerik olarak özetleyebilir misiniz? bilgisayar ve internet (6 kişi), müfredat tanıtımı (3 kişi), eğitim felsefesi (1 kişi), fen laboratuarı araç gereç kullanımı (1 kişi), izcilik (1 kişi), toplam kalite yönetimi (2 kişi), yaratıcı drama (1 kişi), sınıf yönetimi (3 kişi), ergenlerle iletişim (2 kişi), materyal geliştirme (3 kişi), ölçme değerlendirme (2 kişi), proje üretimi (1 kişi), okul öncesi (1 kişi), öğrenci sağlığı ve ilk yardım (2 kişi), psikososyal travma (1 kişi), adaylık eğitimi kursu (2 kişi) ve çevreye uyum semineri (3 kişi)’dir. 11-15 yıllık öğretmenlerden birisi bu soruya “formalite icabı yapılmış etkinliklerdir, yazmaya değmez” gibi bir yanıt verirken, 4-7 yıldır meslekte olan bir öğretmen ise hiçbir hizmet içi eğitime katılmadığını belirtmiştir. Burada özellikle belirtilmesi gereken şudur ki, yukarıda söz konusu seminerlerin bir çoğunu öğretmenler kendi imkanları ile takip etmişlerdir. Aysun Mete hocamız ifadeleri ile bu bölümü özetlemek uygun olacaktır: “MEB’in düzenlediği genellikle de zorunlu tuttuğu seminerlerdi. Onun dışındakilere kendi isteğimle başvurdum. … Beklentilerimi karşılamamasının yanı sıra, kursiyerler sırf sertifika almak adına katılanlardan oluşuyordu…” 3. Aldığınız hizmetiçi eğitim programları branşınıza yönelik miydi? Bu soruya da yine ismini vermemiş 7 yıldır meslekte olan bir öğretmenimizin ifadeleri ile yorum getirmek doğru olacaktır: “Aldıklarım evet, verdikleri hayır.” Bu ifade aslında tüm öğretmenlerin görüşlerini özetler niteliktedir. Öğretmenler kendilerini geliştirme gereği duyduklarından bireysel hizmetiçi eğitim programlarına da katılmaktadırlar. 4. Sizce bakanlığın verdiği hizmet içi eğitim programları yeterli mi? Nedenlerini belirtiniz? Ankete yanıt veren öğretmenler meslek hayatlarında farklı hizmetiçi eğitim programlarına katılmışlardır. Bunlar özetle “çoklu zeka kuramı semineri (2 kişi), özel eğitim semineri (5 kişi), eğitim öğretim yöntemleri (2 kişi), risk altındaki çocuklar (1 kişi), gönüllü kan bağışlayıcısı (1 kişi), Bu maddenin analizinin bir tablo ile yapılmasının daha anlaşılır olacağı düşünülmektedir. YILLAR 1 - 3 YIL 4 - 7 YIL 8 - 10 YIL 11 - 15 YIL 16 YIL ÜZERİ Kişi 6 kişi 8 kişi 2 kişi 4 kişi 10 kişi sayısı Yeterli – 2 – 2 1 Kısmen Yeterli 1 3 1 1 1 Yetersiz 3 5 5 5 – 04.06.2012 15:19:29 Tablodan hareketle 30 öğretmenden 5’i (%17) hizmet içi programları yeterli olarak nitelendirirken, 7’si (%23) si kısmen yeterli olduğunu belirtmiştir. Geriye kalan 18 öğretmen (%60) için bakanlığın verdiği hizmet içi eğitim programları yetersiz kalmaktadır. “Yeterli” yanıtını veren 5 öğretmenin açıklamaları dikkate alındığında bu yeterliliği içeriksel değil de sayısal olarak algıladıkları görülmüştür. “Kısmen yeterli” bulan öğretmenlerin açıklamaları lüzumsuz pek çok bilginin verildiği ve bu eğitimleri veren uzmanların yaptıkları işin öneminin farkında olmadıkları yönündedir. Eğitimleri yetersiz bulan öğretmenlerin görüşlerini de 5 yıldır öğretmen olan Aysun Mete’den alıntılamak uygun olacaktır. “Maalesef yetersiz. Bazen sırf şube müdürleri ücret alabilsin diye düzenlenen seminerlerdi. Katılımcıların da sırf sertifika alıp dosyalarına koymak adına katıldıkları bu seminerler hizmet içi değil hizmet dışı. Ayrıca son dönemdeki internet üzerinden başvuru yaparken seminerlere katılacak katılımcıların çok sınırlandırıldığını üzülerek belirtmek istiyorum. Branşım açısından katılabileceğim ya da kendi alanıma yakın eğitim alanlarında kişisel olarak geliştirebileceğim, ilgi duyduğum seminerler ya okul müdürleri, müdür yardımcıları ya da ilköğretim öğretmenleriyle sınırlandırılmış oluyor. Lise düzeyinde bakanlığın daha kaliteli seminerlerle öğretmenlerine hizmet vermesi gerekmekte ...” 5. Okulların “öğrenciler için” kapanması ardından bakanlığın düşündüğü online hizmetiçi eğitimden haberdar mısınız? Sizce hizmet içi eğitimler için en uygun dönem yılın hangi aylarıdır? Söz konusu eğitimden haberdar olan öğretmen sayısı 2’dir ki bu online eğitim hala netleşmiş de değildir. Öğretmenlerin 24’ü hizmet içi eğitimler için en uygun dönemin “seminer dönemleri” olarak tanımlanan Haziran ayının son iki haftası ve Eylül ayının ilk iki haftası olduğunu belirtmişlerdir. Bu öğretmenler dışında kalan 6 öğretmenden 4’ü Ağustos ayının son iki haftası ve Eylül ayının ilk iki haftasının daha verimli geçeceğini dile getirmişlerdir. 1 öğretmen mesleki olarak kendini yeterli gördüğünden çok fazla eğitime gerek olmadığını söylerken, Kürşat YOZCU isimli 15 yıldır meslekte olan diğer bir öğretmen ise “Hizmet için eğitime karşıyım. Her öğretmen yetersiz bulduğu alanlarda kendi kendini yetiştirmelidir. Bunun için gerekli kaynaklar her alanda mevcuttur” şeklinde bir açıklama yapmıştır. 6. Geçtiğimiz yıl resmi olarak kaç aylık (günlük) tatiliniz oldu? (Tarih belirtiniz) Öğrencilerin olmadığı dönemlerde okulda ne gibi etkinlikler yapılmaktadır? Bunların verimi ne düzeydedir? Bu sorunun ilk kısmı öğretmenlerin 3 ay tatil yaptığını düşünen kişileri uyarmak maksadı ile sorulmuştur. Öğretmenlerimizin 30’u da Temmuz ve Ağustos ayları olmak üzere iki aylık bir tatil dönemi geçirdiklerini belirtmişlerdir. Daha önemli kısmı ise öğretmenlerin, öğrencilerin yokluğunda okulda kaldıkları geriye kalan bir aylık süreçte neler yaptıklarıdır. Öğretmenler “seminer dönemi” denilen bu dönemde meslekî gelişimle ilgili uygulamalar (8 kişi), okulun verdiği bazı görevlerin yerine getirilmesi, eksik evraklar vs. (4 kişi), mevzuat ve yönetmelik seminerleri (2 kişi), şök (şube öğrenci kurulu) ve zümre toplantıları (3 kişi), yeni eğitim öğretim yılına hazırlık çalışmaları (3 kişi), faydasız ve yetersiz uygulamalar (10 kişi) yapıldığını belirtmişlerdir. Verilen yanıtlarda 12 özel okul öğretmeninin yanıtlarının daha olumlu içerikte olduğu görülmektedir. Özel okullarda bir sonraki yıla hazırlık çalışmaları daha yoğundur ve devlet okullarındaki etkinliklerin daha az tatmin edici olduğu görülmektedir. 7. Sizce iyi bir hizmet içi eğitim nasıl olmalıdır? Anket içerisinde, verilen yanıtların en önemli olduğu soru budur. Öğretmenlerin bunca eleştiri sonrasında kendi zihinlerindeki hizmet içi eğitimi tanımlamaları istenmiştir. Mahmut AKGÜN: Okulların kapanmasından sonra olması uygun değil, psikolojik olarak rahatlama dönemine girildiği için vücut da ruh da yorgundur. Üstelik poyramdan s onra okulların açılmasına kadar süre uzun olduğu için öğrenilenleri sıcağı sıcağına uygulama imkanı olmaz. 13 11 - 14 (sat ceyLan).indd 13 04.06.2012 15:19:30 Tüm öğretmenlerin ciddiyet ve titizlikle yanıt verdikleri bu maddeye verilen cevaplar şöyle özetlenebilir: & İhtiyaca yönelik olmalı (11 kişi) & Öğretmenlerle belirlenecek zamanlarda yapılmalı, tatil dönemlerine konmamalı (27 kişi) İbrahim AŞIK: “İyi bir hizmet içi eğitim için öncelikle öğretmenlerin beklentileri ve ihtiyaçları çok iyi tespit edilmelidir. Eğitim konuları ve içeriklerinin belirlenmesinde bunlar dikkate alınmalıdır. Eğitim yeri, zamanı, ortamı verimli çalışmaya uygun olmalıdır. Eğitimcilerin alanlarında uzman olmasına dikkat edilmelidir. Eğitimler etkileşimli ve uygulamaya yönelik olmalıdır. Öğretmenlerden gelen geri dönüşümler mutlaka dikkate alınmalıdır…” & Eğitim veren kişi alanında uzman olmalı ve işin ciddiyetini algılamalı (25 kişi) & Öğretmen için ilgi çekici, eğlenceli ve öğretici hale getirilmeli (30 kişi) Süleyman TANRIVERDİ: & İşin ehli kişiler tarafından verilmeli. & Öğretmenler zorla, değil gönüllü olarak katılmalı. & Kursun veya seminerin verildiği yerin sosyal imkânları iyi olmalı. & Zamanı ve yeri iyi belirlenmeli. & Sorunlara somut çözümler üretebilmeli (4 kişi) & Sadece derse değil, sosyal aktivitelere de imkan vermeli.. & Uygulamalara (teorik yanında daha yoğun pratik bilgiler) ağırlık verilmeli (Materyal tasarlama, etkinlik hazırlama vb) (22 kişi) & Eğitim verilen mekanların sosyal imkanlarının yeterli olması (1 kişi) & Ciddi olmalı (7 kişi) & Öğretmende farkındalık oluşturmalı, yeni bir bakış açısı kazandırmalı (2 kişi) & Gönüllülük esasına dayanmalı (18 kişi ) & Öğretmene ruh verilmeli, mesleğin kutsallığı hissettirilmeli (2 kişi) & Öğretim sisteminin nasıl iyileştireceği yönünde beyin fırtınaları yapılmalı (4 kişi) & Branşa uygun olmalı (17 kişi) & Öğretmenin etkin katılımı sağlanmalı (23 kişi) & Yeterli kontenjan ayrılmalı (1 kişi) & Teknolojiye yakından takip edebilmeyi sağlamalı (8 kişi) & Sosyal aktivitelere de zaman ayrılmalı, öğretmenin de bir insan olduğu unutulmamalı (1 kişi) & Beş yıldızlı mekanlarda yeme içme etkinliğine dönüştürülmemeli (1 kişi) & Öğretmen de kazanılmaya çalışılmalı (1 kişi) Mehtap KIZILALP: Bence eğitim seminer dönemlerinde ve isteğe bağlı olmalıdır. Gönüllülük olmadan eğitim yapılamaz. Öğretmenler seminer dönemlerinde ilçelerin farklı okullarında açılan eğitimlerden ilgisini çekene başvurup katılabilir. Eğitim ortamının cazip hale getirilmesi ve eğitim sonunda verilebilecek küçük ödüller de katılım sayısını arttırmaya yardımcı olacaktır. Öğretmenlerimize, özellikle İstanbul Taşdelen Koleji ve Gaziantep Haydar Aliyev İlköğretim Okulu idâresine çalışmamıza verdikleri destekten dolayı teşekkür ediyor, mesleklerindeki heyecanlarının hiç dinmemesini diliyorum… 14 11 - 14 (sat ceyLan).indd 14 04.06.2012 15:19:30 HİZMETİÇİ EĞİTİMDE MOTİVASYON ZEHRA ŞAŞMAZ Okul Öncesi Öğretmeni / İstanbul Aslında günümüzde mal ve hizmet üreten tüm kurum ve kuruluşlar kendi sektörlerindeki hızı ve gelişmeleri yakalamak ve artışı sağlamak adına personelini sürekli öğrenmeye, kendilerini yenilemeye zorlamakta, bunu başaramayanları ise ya işten çıkarmakta ya da kariyer gelişimini engellemektedir. Tüm otoritelerce kabul edildiği üzere eğitim sisteminde hedeflenen amaçların gerçekleştirilmesi, büyük ölçüde çalışan personelin niteliklerinin artmasına ve personelin niteliğinin artırılması ile de yeniliklerin takip edilerek gelişimlerini daha üst düzeye taşımasıyla mümkün olmaktadır. Bugün anlatılan bir bilgi artık eskimişken ve yarın anlatılacak olanı gününde takip edip belleğimize yerleştirmemiz gerekirken hala zihninde yirmi yıl önce eğitim fakültesinden mezun olurken sahip olduğu bilgileriyle eğitim-öğretimi sağlamaya çalışan eğitim personelinin varlığı bir türlü düzene oturtamadığımız eğitim uygulamalarımızı kat be kat hantallaştırmakta, yakalaması gereken hızı maalesef olması gerekenin çok altına çekmektedir. Toplumumuz da iş adamından akademisyenine, doktorundan hizmetlisine kadar eğitimli eğitimsiz tüm kesimlerin ciddiyetle farkında olduğu bu hantallığın giderilmesi sürekli ve sistemli bir şekilde yapılacak olan, idarecisinden hizmetlisine kadar tüm eğitim personelini kapsayan hizmet içi eğitim uygulamalarına bağlıdır. Aslında günümüzde mal ve hizmet üreten tüm kurum ve kuruluşlar kendi sektörlerindeki hızı ve gelişmeleri yakalamak ve artışı sağlamak adına personelini sürekli öğrenmeye, kendilerini yenilemeye zorlamakta, bunu başaramayanları ise ya işten çıkarmakta ya da kariyer gelişimini engellemektedir. Bu bağlamda eğitim sistemimizin omurga kemiğini oluşturan öğretmenlerimizin yeni paradigmalara açık olabilmesi, teknolojik ve bilimsel güncelliği yakalayabilmesi, bir anlamda hücrelerini yenileyebilmesi sürecinde okul müdürlerinin oynayacakları rol büyük önem taşımaktadır. Çünkü eğitim kurumlarının dolayısıyla eğitim hizmetinin kalitesi tüm paydaşların sunacağı katkı ile doğru orantılı olarak artacağı yadsınamaz bir gerçektir. Milli Eğitim Bakanlığı hizmet içi eğitimi “eğitim ve öğretim kurumlarında görevli öğretmen ve okul müdürleri ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının personelinin hizmeti daha iyi yapabilmeleri, verimliliği artırmaları, değişmelere ve yeni gelişmelere uyum sağlamaları, alanlarında yükselmeleri, yeteneklerini geliştirmeleri ve alan değiştirmeleri amacı ile yapılan eğitimdir” (MEB, 2001) şeklinde tanımlamaktadır. Yani Bakanlığın personeline yönelik iş verimini artırmak, bilgi ve becerilerini yenilemek, hizmet kalitesini yükseltmek amacı ile konferans, seminer ve her türlü eğitim faaliyetleridir. Mevcut uygulama da yaşananlar öğretmenlerin çok çok iyi niyetlerle yapılan hizmet içi eğitimlere katılmayı çekici bulmadığı, hizmet içi eğitimle ilgili konular belirlenirken personelin görüşünün yeterince alınmadığını düşündüğü, öğretmenler tarafından hizmet içi eğitimin gereksiz ve anlamsız bulunduğu, verimsiz ve boşa harcanan zaman dilimi olarak görüldüğü ya da tatil ve sohbet fırsatı olarak düşündüğü tüm eğitim camiamız tarafından malumumuzdur. 15 15 - 16 (zehra sasmaz).indd 15 04.06.2012 15:19:05 Öğretmen olarak hepimizin mesleki yeterlilikleri çok mu fazla? Antalya, Fethiye gibi tatil beldelerinde düzenlenen eğitimlere gitmek için can atıyoruz da (Buralarda yapılanlar da nedense kimseye çıkmıyor ya!) oturduğumuz il de ya da ilçede yapılanlara katılmak istemiyoruz? Biz öğretmenler hizmetiçi eğitime kendi aramızda “seminer” deriz, okul müdürümüzün, il ya da ilçe milli eğitimin ya da bakanlığın emriyle istemeye istemeye gitmek zorunda kaldığımız seminerler. Birilerinin bir şeyler anlattığı, birilerinin anlatılanları dinlemeyip mecburiyetten dinliyormuş gibi yaptığı sıkıcı seminerler. Neden sıkıcı? Çünkü oraya gitmeyi ben talep etmedim. Çünkü seminer konusu benim mesleki ya da kişisel eksiklerimi geliştirmeye, tamamlamaya yönelik değil. Çünkü mesai saatlerimin dışındaki bir saatte gitmek zorunda bırakılıyorum vs. Tabi öğretmenlerimizin bu söylemlerinin büyük çoğunluğuna katılmak bence mümkün değil. Katılımı zorunlu olan eğitim seminerlerinin konu başlıklarını incelediğimde bir öğretmenin mesleki gelişimine büyük oranda katkı sağlayacak konuların işlendiğini de görmekteyiz. Durum böyleyken, yani hizmet içi eğitim uygulamaları hem de bu uygulamalardaki konular öğretmenlerimize büyük katkı sağlayacakken neden öğretmenlerimiz bu kadar isteksizler bu eğitimleri almaya ve eksiklerini tamamlamaya? Yoksa öğretmen olarak hepimizin mesleki yeterlilikleri çok mu fazla? Antalya, Fethiye gibi tatil beldelerinde düzenlenen eğitimlere gitmek için can atıyoruz da (Buralarda yapılanlar da nedense kimseye çıkmıyor ya!) oturduğumuz il de ya da ilçede yapılanlara katılmak istemiyoruz? Neden bilgilerimizi tazelemek ya da geliştirmek, eksiklerimiz varsa tamamlamak biz öğretmenlere bu kadar külfetmiş gibi geliyor? liderlik davranışlarını sergilemeleri kaçınılmaz bir gerekliliktir. Paylaşılan amaçlar, herkesin aynı yönde ve bilinçli olarak hareket etmesine yardımcı olur (Taş, 2000: 51). Öğretmenlerle yöneticilerin ilişkileri ne kadar açık ve demokratik olursa öğretmenler de o kadar okula bağlı olacaklar ve öğretimsel liderin yani okul müdürünün yönlendirmelerine ve eğitim çalışmalarına istekle katılacaklardır. Bu konuda okul müdürü, öğretmenler üzerinde varlığını etkili bir şekilde hissettirmeli, temel görevinin öğretimin niteliğini yükseltmek olduğunu göz önünde bulundurarak yetkisi dahilin de olan ödül-ceza sistemini etkili bir şekilde uygulamalıdır. Ödüllendirilen başarılar, başarının pekiştirilmesi yanında çalışanların motivasyonu ve morali açısından da önemlidir. Bir okulda öğretmenlerce hizmet içi eğitimlere katılarak sağlanan bireysel ya da grup halinde gerçekleştirilen başarıların tanınması, bilinmesi, kutlanması, onların okulla bütünleşmelerini sağlayacaktır. Kısacası öğretmenlerimizin hizmet içi etkinliklere katılması için motivasyona ihtiyacı var. Aksi halde boşa harcanmış zaman ve emek israfı. Ümit ediyorum ki öğretmenlerimiz bir gün kimsenin baskısına gerek duymadan, hizmet içi eğitim çalışmalarının önemini ve gerekliliğinin bilincine ulaşarak birbirleriyle yarış edercesine bu eğitimlere katılır ve kendilerini mesleki anlamda güçlendirirler. Eğitimimizin niteliği, öğrencilerimizin başarı seviyesi uluslar arası sıralamada üst seviyelere ulaşır. Bu durumu tersine çevirmek temelde elbette ki bireysel gayretlerimize bağlı. Ancak mesleki gelişmeye yönelik olanakları öğretmenlere duyurma, gerekli hizmet içi etkinliklerin düzenlenmesini sağlama ve her şeyden önemlisi öğretmenlerini motive etme, eğitimlerinden sağlanacak yararlar konusunda ikna çabalarında bulunma, öğretmen performansı ve öğrenci başarısı konusundaki beklentilerini yansıtma, başarıya ve yaşam boyu öğrenmeye odaklı ortak amaçları hatırlatma gibi 16 15 - 16 (zehra sasmaz).indd 16 04.06.2012 15:19:08 4 + 4 + 4: 12 SORUDA 12 YILLIK KADEMELİ EĞİTİM SİSTEMİ İBRAHİM TONBULOĞLU Müdür Yardımcısı / İSTANBUL Eğitimcilerin ve kanun hazırlayıcıların buluştuğu ortak nokta pedagojik açıdan birinci sınıf öğrencisi (hatta okul öncesi öğrencisi) ile ikinci kademe öğrencilerinin aynı ortamda eğitim görmesinin yanlış olduğu düşüncesi idi. Bu yanlışlık yapılan düzenlemeyle sağlıklı bir ortama kavuşmuş olacak. Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran 4+4+4 kademeli eğitim sistemi, uzun süren tartışmalar sonrasında yasalaştı. “İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” Cumhurbaşkanının 10 Nisan 2012 tarihinde onayı ve 11 Nisan 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yürürlüğe girdi. Tüm eğitim kurumlarını etkileyecek bu düzenlemeyi soru ve cevaplar eşliğinde inceleyelim. Kanun maddesinden anlaşıldığı üzere 5 yaşını (60 ayını) eylül ayı itibariyle bitiren çocukların kaydı, ilkokul kurumlarının birinci sınıflarına yapılabilecek. 1. sınıflara kaydın üst sınırı 72 ay olacak. 4+4+4 kademeli eğitim sistemi ne zaman başlayacak? 1739 sayılı Kanuna eklenen geçici maddeye göre 4+4+4 eğitim sistemi, 2012-2013 eğitim öğretim yılı itibariyle uygulanmaya başlanacak. Bakanlar Kurulu, gerekli gördüğü takdirde bu düzenlemeyi bir yıl erteleyebilecek. İlköğretim birinci ve ikinci kademe kurumları ayrılacak mı? Bütün tartışmalara rağmen uzlaşı sağlanan en önemli değişiklik bu maddedir. Eğitimcilerin ve kanun hazırlayıcıların buluştuğu ortak nokta pedagojik açıdan birinci sınıf öğrencisi (hatta okul öncesi öğrencisi) ile ikinci kademe öğrencilerinin aynı ortamda eğitim görmesinin yanlış olduğu düşüncesi idi. Bu yanlışlık yapılan düzenlemeyle sağlıklı bir ortama kavuşmuş olacak. Yeni açılacak olan ilkokullar, ortaokullar ve liseler bağımsız olarak kurulacak. İmkân ve şartların elvermemesi halinde ortaokullar; ilkokul veya liselerle birlikte kurulabilecek. MEB Müsteşarı Emin ZARARSIZ, fiziki olarak ayrışmanın mümkün olmadığı kurumlarda ikili eğitime geçileceğini, ortaokul öğrencilerinin sabahçı, ilkokul öğrencilerinin de öğlenci olarak devam edeceklerini belirtmişlerdir. Öğrenciler zorunlu eğitime kaç yaşında başlayacak? 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 3. maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: “Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.” İlköğretim 5, 6, 7 ve 8. sınıfta okumakta olan öğrenciler bu düzenlemeden etkilenecek mi? Kanunun yayım tarihi itibariyle 5, 6, 7 ve 8. sınıfta okuyan öğrenciler bulundukları kurumlarda eğitimlerini tamamlayacaklar. Bakanlık bu durumla ilgi usul ve esasları düzenlememeye yetkili kılındı. İl, ilçe ve okul bazında Milli Eğitim Bakanlığı düzenleme yapabilecek. 4+4+4 kademeli eğitim sistemi nedir? Eğitim-öğretim faaliyetlerini ilkokul, ortaokul ve lise kurumları olarak adlandıran, dörder yıl olarak kademelendiren ve zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran eğitim sistemidir. 17 17 - 18 (ibrahim tonb).indd 17 04.06.2012 15:19:54 1739 sayılı Kanunun 25. maddesinde yapılan mülgaya göre, İmam “Ödüllendirilen Hatip Liselerinin ortaokul açılacak. başarılar,kısmı başarının Spor Liselerine, Güzel pekiştirilmesi yanında Sanatlar Liselerine, Fen Liselerine, Anadolu çalışanların motivasLiselerine ve Meslek yonu ve morali Liselerine hazırlayıcı nitelikte ortaokul açısından da önemprogramlarının açılması lidir.” da mümkün. “Öğretmenlerimizin hizmet içi etkinliklere katılması için motivasyona ihtiyacı var. Aksi halde boşa harcanmış zaman ve emek israfı.” Seçmeli derslerde değişiklik var mı? Ortaokul ve liselerde Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Peygamberimizin Hayatı seçmeli ders olarak okutulacak. Bu kurumlarda okutulacak diğer seçmeli dersler Milli Eğitim Bakanlığı’nca belirlenecek. Ortaokullarda farklı program türleri olacak mı? Yapılan düzenlemeye göre ortaokullarda farklı programlar uygulanabilecek. 1739 sayılı Kanunun 25. maddesinde yapılan mülgaya göre, İmam Hatip Liselerinin ortaokul kısmı açılacak. Spor Liselerine, Güzel Sanatlar Liselerine, Fen Liselerine, Anadolu Liselerine ve Meslek Liselerine hazırlayıcı nitelikte ortaokul programlarının açılması da mümkün. Yeni düzenleme mesleki eğitimi nasıl etkileyecek? AB ülkelerinin ortaöğretim içerisindeki mesleki eğitim oranı % 60’larda iken, ülkemizde bu oran %44’lerdedir. Mesleki eğitim alanında, 14 yaşından sonra öğrencilere yapılan yöneltme ve yönlendirme, yeterli kalitenin sağlanmasına engel olmakta idi. Meslek liselerinin ikinci kademelerinin açılacak olması sanayicileri ve orta ölçekli iş yeri sahiplerini umutlandırmaktadır. Bu düzenleme kalifiye ara eleman sıkıntısı çektiklerini söyleyen işletmelerin umudu haline gelmiştir. 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’nda ne gibi değişiklilere gidildi? Yükseköğretim Kurumları Kanunu’nda yapılan düzenlemeye göre bazı üniversitelerin adları değiştirildi. İsimleri değiştirilen üniversiteler şunlar: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Bülent Ecevit Üniversitesi, Konya Üniversitesi Necmettin Erbakan Üniversitesi, Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi Abdullah Gül Üniversitesi, Rize Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi oldu. Üniversiteye giriş sınavları ile ilgili değişiklik var mı? Üniversiteye giriş için Yüksek Öğretim Kurulu tarafından yapılacak merkezi sınavlara devam edilecek. Yerleştirme puanları hesaplanırken sınava giren adayların ortaöğretim başarı puanları dikkate alınacak. Meslek ve İmam-Hatip liselerinin en büyük yarası olan katsayı uygulamasına da neşter vuruldu. Katsayı farkından doğan adaletsizlik “Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılır.” ibaresiyle ortadan kaldırılmış oldu. Ortaokulların eğitim yöneticiliğine görevlendirme nasıl yapılacak? İlköğretim kurumları ilkokul ve ortaokul olarak ayrılacağına göre idarecilerin bu kademelere yönlendirilmesi gerekmektedir. Fakat bir kuruma eğitim yöneticisi (müdür ya da müdür yardımcısı) olarak atama yapılması, o kurumda ders verebileceği normun olması şartına bağlanmıştır. Bu durumda ilkokul müdür/müdür yardımcılarının sınıf öğretmenlerinden; ortaokul müdür/müdür yardımcılarının branş öğretmenlerinden seçileceği/ atanacağı sonucuna varabiliriz. Atama bekleyen öğretmenler için sistemin getirileri nelerdir? Sınıf öğretmenlerinden 5. sınıfların alınması ile norm fazlası durumuna düşecekler. Yeni getirilen sistemin yeni mağdurlar oluşturulmaması adına bu konuda mutlaka adımlar atılmalıdır. MEB Müsteşarının açıklamasına göre sınıf öğretmenlerindeki norm fazlalığı 1. sınıflara açılacak yeni şubelerle giderilmeye çalışılacak. Atama bekleyen branş öğretmenleri ise yeni sistemden umutlu. İlköğretim ikinci kademesinin (ortaokul) bir sınıf artırılması ile yeni norm kadrolar açılacaktır. Lisenin zorunlu olması ile lise branş öğretmenlerinin de norm kadro sayısında artış yaşanacaktır. 90’lı puanlarla atama bekleyen ve açılan kontenjanların düşük olduğundan şikayetçi olan branş öğretmenleri 12 yıllık kademeli eğitim sisteminden oldukça umutlular. Elbette bu umutların gerçekleşebilmesi için yeni açılacak olan norm kadrolara Milli Eğitim Bakanlığının atama yapması gerekiyor. Kaynakça • 20.02.2012 tarihli İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi • 30.03.2012 tarihli İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 18 17 - 18 (ibrahim tonb).indd 18 04.06.2012 15:19:57 “KUR’AN-I KERİM” VE “HZ. PEYGAMBERİMİZİN HAYATI” SEÇMELİ DERSLERİ HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME MUHAMMET YILMAZ DKAB Öğretmeni / İSTANBUL Halkın din eğitimi talepleri de vatandaşlıktan doğan hak taleplerinden biridir ve temel insan hakları doğrultusunda karşılanmalıdır. Bu bağlamda eğitim sistemimizde “4+4+4” şeklinde isimlendirilen yeni bir yapılanmaya gidilirken, halkın talepleri doğrultusunda; “Kur’an-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismiyle iki seçmeli dersin açılabilmesine imkân tanınmıştır. Eğitim, içinde yaşanılan toplumca arzu edilen davranışların bireyde oluşturulması süreci olarak tanımlanır. Bu tanım, bir yandan eğitimin birey üzerinden toplumu değiştirme ve dönüştürme işlevini, diğer yandan da toplumsal taleplerin eğitimde yer alması gerektiğini ifade eder. Bir ülkenin eğitim sisteminin toplumsal ihtiyaçlara ve taleplere cevap vermesi, toplumun istediği özelliklere sahip birey yetiştirmesi eğitimin doğasında var olan bir olgudur. Din eğitimi ve öğretimi ülkemizde olduğu gibi bütün dünyada eğitimin bir disiplini olarak kabul görmektedir. Halkın din eğitimi talepleri de vatandaşlıktan doğan hak taleplerinden biridir ve temel insan hakları doğrultusunda karşılanmalıdır. Bu bağlamda eğitim sistemimizde “4+4+4” şeklinde isimlendirilen yeni bir yapılanmaya gidilirken, halkın talepleri doğrultusunda; “Kur’an-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismiyle iki seçmeli dersin açılabilmesine imkân tanınmıştır. Söz konusu yeni eğitim yapılanmasında bu seçmeli derslerin dışında farklı toplumsal taleplerin karşılanmasına imkân tanıyacak diğer seçmeli derslerin verilmesinin yolu da açılmıştır. Bu yapılanma, başta Alevilik anlayışı olmak üzere diğer din anlayışlarının da seçmeli ders olarak verilebilmesini sağlayacaktır. Bu düzenlemenin, din eğitimi konusunda ülkemizde yaşanan ve toplumsal barışı sıkıntıya sokan olumsuzluklardan bazılarının ortadan kalkmasına vesile olacağını söyleyebiliriz. Eğitim sistemimizdeki yeni yapılanma ile birlikte, seçmeli olarak getirilen derslerin isimlendirilmeleri başta olmak üzere; program, içerik, ders kitabı ve derslerde kullanılacak yöntem ve teknikler konusunda bir dizi sorunun önümüzdeki aylarda tartışılmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. Öncelikle derslerin isimlendirilmesinden anlaşılıyor ki bu konuda yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve yürütme organı olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın pek de bir hazırlık şansı olmamıştır. Söz konusu seçmeli derslerin her ikisinin de ismi sorunludur. Nitekim Kur’an-ı Kerim isimli seçmeli ders, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumanın öğretiminin verileceği bir ders olarak algılanmıştır. Hâlbuki toplumsal talep sadece Kur’an-ı Kerim’i okuyabilen bir nesil yetiştirmek değildir. İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ın gönderiliş amacı da onun sadece okunmasına değil; anlaşılması, üzerinde düşünülmesi ve yaşanmasına yöneliktir. O halde Kur’an-ı Kerim seçmeli dersi, okuma, anlama, düşünme ve yaşama amacına yönelik olmalıdır. Bu bağlamda dersin isminin “Kur’an-ı Kerim’i Okuma ve Anlama” veya benzeri bir şekilde olması gereklidir. “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismiyle ihdas edilen seçmeli dersin ismi de bazı açılardan sorunludur. Özellikle bu isim, laikliğe aykırılık gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilme riski taşımaktadır. Ayrıca “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismi kronolojik olarak tarihsel bilgilerin öğretileceği bir ders olarak algılanmaktadır. Oysaki böyle bir dersin eğitim açısından önemli bir faydasından 19 19 - 20 (muhammet yilmaz).indd 19 04.06.2012 15:20:16 “Bu ders iyi hazırlanmış etkinliklerle işlenmeli ve bu etkinlikler Hz. Peygamber’in örnekliğinin zamanımızın sorunlarına çözüm üretecek şekilde yorumlanmasını sağlayacak yaklaşımlarla verilmelidir.” bahsetmek mümkün değildir. Bu dersin ismi de “Hz. Muhammed’in Hayatı ve Örnekliği” veya benzeri bir şekilde olması gerekmektedir. Söz konusu derslerin programı, içeriği ve uygulanacak yöntem ve teknikleri ile kaç düzey olarak planlanacağı da önemli sorunlardandır. Seçmeli Kur’an-ı Kerim dersinin Kur’an’ın yüzünden okunmasının öğretilmesinde ses ve görüntü teknolojileri azami ölçüde kullanarak verilmelidir. Bu yaklaşım çok daha kısa sürede öğrencilerin yüzünden okumayı öğrenmelerini sağlayacaktır. Böylece dersin anlama, düşünme ve uygulama yönüne daha fazla zaman ayırmak mümkün hale getirilebilir. Bu ders için, yüzünden veya ezbere öğretilen her ayet yahut surenin aynı anda anlamının da öğretilmesini sağlayacak şekilde program hazırlanmalı ve yöntemler geliştirilmelidir. Sınıf düzeyleri de dikkate alınarak Kur’an-ı Kerim’de geçen kıssalar bu dersin önemli konuları olarak değerlendirilmelidir. Kur’an-ı Kerim dersleri ayrıca toplumda bir ‘Kur’an Kültürü’ oluşturma ve onu doğru anlamaya yönelik adımlar ve yaklaşımlar içermelidir. Çünkü dini yozlaşma ve taassup önemli sosyal sorunlardandır. Bu sorunları ortadan kaldırmanın en güzel yolu da dini, temel kaynağından öğrenmek, anlamak ve bu konuda geniş halk kitlelerine ulaşan bir ‘Kur’an Kültürü’ oluşturmaktır. Kur’an-ı Kerim seçmeli dersi ile ilgili en önemli sorunlardan biri de çocukların anlayabileceği bir mealin olmamasıdır. Bu sorunu aşmak için Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyat fakültelerinin hiç zaman kaybetmeden çalışmalara başlaması gerekmektedir. Bu çalışmalarda önce çocuklar için bir meal dili geliştirilmeli ve buna uygun meal çalışması yapılmalıdır. “Hz. Peygamberimizin Hayatı” olarak isimlendirilen dersle ilgili öncelik kronolojik tarihsel bilgilerin öğretilmesinden ziyade onu örnek alınabilecek bir şahsiyet haline getirmeye verilmelidir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse bu ders Hz. Peygamber’i tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp yaşayan ve örnek alınabilecek bir şahsiyet olarak yeni nesillere tanıtmaya matuf olmalıdır. Kanaatimize göre bu derste Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili tarihsel bilgilerle örnekliği birlikte verilmelidir. Böylece Hz. Muhammed’in hayatını öğrenen öğrenciler öğrendikleri bilgilerden; onun nerede, ne zaman, niçin ve nasıl davrandığını daha iyi anlamayı ve örnek almayı başarabileceklerdir. Bunun için yapılması gereken, uygun yöntem ve teknikler geliştirmektir. Kanaatimize göre bu derste kullanılabilecek en uygun yöntem örnek olay incelemesidir. Ayrıca bu ders iyi hazırlanmış etkinliklerle işlenmeli ve bu etkinlikler Hz. Peygamber’in örnekliğinin zamanımızın sorunlarına çözüm üretecek şekilde yorumlanmasını sağlayacak yaklaşımlarla verilmelidir. Acaba “Kur’an-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismi verilen seçmeli derslerin hangi düzeyde ne kadar verilmesi uygundur? Bu soru, konu ile ilgili gelecekteki tartışma alanlarından birini oluşturmaya aday olarak gözükmektedir. Bir öğrencinin hem ortaokulda hem de lisede defalarca bu dersi seçme hakkının olması; programda tekrara düşme, öğrenciyi bilgi açısından tatmin edememe gibi sebeplerle dersin etkisinin azalmasına yol açabilir. Bu sebeple söz konusu derslerin ayrı ayrı olmak üzere ortaokul ve liselerde birer, en fazla ikişer defa açılması daha uygun olacaktır. Bu derslerin birden fazla seçilebilmesine imkân sağlanması halinde, tekrara düşülmesini önleyecek şekilde ve öğrencilerin bilgi düzeylerini dikkate alan farklı programlar hazırlanmalıdır. Sonuç olarak, ülkemizde ilk defa sivil iktidarın inisiyatifiyle, halkın talepleri doğrultusunda eğitim sisteminde bir değişiklik yapılmıştır. Eksikleri ve yanlışları olsa da bu değişikliklerin din eğitimi gibi ülkemizde önemli bir sorunun aşılması yönünde bir aşama olduğu kanaatindeyiz. Ülkemiz, milletimiz ve insanlık için hayırlı olmasını dileriz. 20 19 - 20 (muhammet yilmaz).indd 20 04.06.2012 15:20:20 + + SINIF ÖĞRETMENLERİ VE SÜLEYMAN TANRIVERDİ Sınıf Öğretmeni / İstanbul Daha önce belirttiğimiz gibi, 40 bin civarındaki 5. sınıf öğretmenini bir anda istihdam etmek zor olacaktır. Bunun için en az 3 yıl daha 5. sınıflara sınıf öğretmenleri girebilir. Çünkü 5. sınıflara bir anda branş öğretmenlerinin girmesi Türkçe, matematik, fen ve teknoloji, sosyal bilgiler branşlarında % 25 daha fazla öğretmen açığı ortaya çıkaracaktır. Türkiye gündemini uzun süredir meşgul eden ve yoğun tartışmalara neden olan 4+4+4 eğitim sistemi meclisten geçti ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Yeni sistemle birlikte ne değişti? • Zorunlu eğitim kademeli olarak 12 yıla çıktı. İlk 8 yıl zorunlu sonraki 4 yıl yani lise ise zorunlu olmakla beraber isteyen öğrenci açık öğretimden devam edebilecek. • Sınıfa başlama yaşı bir yıl öne çekilecek. • İsteyen öğrenciler ilk 4’ten sonra seçmeli olarak Kur’an-ı Kerim ve Hz Muhammed (sav)’in hayatını öğrenebilecek. • İlk 4’e sınıf öğretmenleri, ikinci 4’e branş öğretmenleri girmeye başlayacak. Aslında yazımızın konusunu da bu son madde oluşturuyor. Bilindiği gibi sınıf öğretmenleri 5. sınıfa kadar derslere girmektedir. Yeni sistemle 5. sınıflara branş öğretmenleri girmeye başlayacak. Bu durum sonucunda şu anda 5. sınıf okutan 53 bin öğretmen (bu sayının 13 bini ücretli olduğu düşünülürse yaklaşık 40 bin) norm fazlası olacaktır. Zaten bakanlığın 1. sınıfa başlama yaşını bir yıl erkene çekme çabaları bundan dolayıdır. Ama böyle bir uygulama kesinlikle pedagojik bir uygulama değildir. Sınıf öğretmeni aldığı pedagojik formasyon gereği 1. sınıfa başlayan öğrenciye okuma-yazma öğretmektedir. Sınıf öğretmeninden farklı bir uygulama beklemek sınıf öğretmeninin değil ana sınıfı öğretmenin görevidir. Çünkü normal şartlarda ana sınıfının yaş gurubuna giren bir öğrenciyi sınıf öğretmenine teslim etmek doğru bir yaklaşım değildir. Yapılan bazı açıklamalarda 1. sınıfa erken başlayan öğrenciler için farklı bir müfredat uygulaması gündeme gelmektedir. Açıklamalara bakılırsa 1. sınıfa normal başlayanlar için aynı müfredat, erken başlayanlar için farklı bir müfredat. Yani aynı sınıfı okuyan iki gruba farklı müfredat uygulaması. Böyle bir uygulamaya girmek doğru olmayacaktır. Temelde fırsat eşitliğine aykırı olacaktır. Bu noktada yapılması gereken şudur: İki sınıfa da aynı müfredat uygulanması, ancak biraz daha hafifleştirilmiş bir şekilde. Örneğin çizgi çalışmaları 15 gün sürecekse bu süre şartlara göre 45 güne kadar uzatılabilir. Öğrenci normal şartlarda 1. dönemin sonuna doğru okumaya geçmektedir. Bu noktada sınıf öğretmenleri biraz daha esnek olup öğrenci şartları da göz önünde bulundurularak mart, nisan aylarında da okumaya geçse bir sorun olmaz. Ana sınıflarında öğretmenlerin yanında yardımcı kişiler de bulunmaktadır. Bu kişiler öğrencilerin kişisel temizlik gibi ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Öğrenciler 1 yaş erken başladıklarında böyle bir sorun da ortaya çıkacaktır. Okula erken başlayan öğrenciler için yardımcı personel gündeme gelecektir. Bu da ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınıf öğretmenlerinin hem ders anlatıp hem de öğrencilerin kişisel ihtiyaçlarını karşılaması beklenemez. Daha önce belirttiğimiz gibi, 40 bin civarındaki 5. sınıf öğretmenini bir anda istihdam etmek zor olacaktır. Bunun için en az 3 yıl daha 5. sınıflara sınıf öğretmenleri girebilir. Çünkü 5. sınıflara bir anda branş öğretmenlerinin girmesi Türkçe, matematik, fen ve teknoloji, sosyal bilgiler branşlarında % 25 daha fazla öğretmen açığı ortaya çıkaracaktır. Her halde bakanlık böyle bir ihtiyacı ücretli öğretmenle kapatma yolunu tercih etmeyecektir. Ayrıca mesele sadece sınıf öğretmenlerinin değil aynı zamanda sınıf öğretmenliği bölümünde okuyan öğrenciler için de kaygı vermektedir. Gerekli çalışmalar yapılmazsa sınıf öğretmenliği mezunları birkaç yıl atanamayacak ve sonuçta ciddi bir yığılma olacaktır. Şu anda branşı sınıf öğretmenliği olmayıp da sınıf öğretmenliği yapan öğretmenler bulunmaktadır. Bu konumda olan öğretmenlere de kendi branşlarına geçme imkanı da tanınmalıdır. 21 21 (süleyman tanr verdi).indd 21 04.06.2012 15:20:41 ÖĞRETMENLERİN ÖĞRENMESİ GEREKENLER RÜSTEM BUDAK Sınıf Öğretmeni / Sakarya Eğitim ferde bilgi, beceri ve alışkanlıklar kazandırma faaliyetleridir, diye tarif edilir. Bu faaliyet esnasında gösterilecek titizlik, bir bakıma eğitimin olumlu sonuçlanmasına vesile olacaktır. Bireyin eğitimi doğumuyla birlikte başlar. Hep bir şeyler öğretme gayretinde olan öğretmenlerin öğrenmesi gereken çok şey var. Öğrenilmesi gerekenleri öğrenmeyenler zamanın ve mekânın dışına itilirler. Öğrenme ihtiyacı hissetmeyenler, öğretemezler… Öğreticilerin önde gelenleri olan öğretmenlerin öğrenmesi gerekenler: 1- Bildikleri şeylerin çoğunun eksik veya yanlış olduğudur. Öğretmenlerin bilgilerini 2 kısma ayıra-biliriz: a- insan bilgisi b- Mesleki alan bilgisi. Öğrenciye neyi, ne zaman, nasıl, nerede öğreteceğine dair öğretmenin eline bir çalışma planı konulur. Bilgi aktarımında her şey hazırdır. Bu hazır bulma- hazır olma süreci kişiyi kolaycılığa ve de tembelliğe götürmektedir. Bilginin zenginliğine karşı öğretmen bunu en daraltıcı haliyle öğrenciye sunar. Öğrettiği birçok bilginin yanlış, eksik olduğunu kabul etmez. 2- Öğretmen yöntem tüketmez, üretir. Sınıfta en orijinal yöntemi kendisinin bulacağını düşünerek dersini anlatmalıdır. Bildiği, duyduğu yöntemleri unutabilmeli, An’ın kuşattığı yöntemi ortaya koymalıdır. Yıllarca aynı yöntem ile hareket eden öğretmen, yolunu şaşırdığından habersiz gerçekliğin orta yerinde olduğunu zannedip kayıp yıllar ve yolların onu götürdüğü sanal dünyada oyalanır. 3- İnsanı tanımadan “insan” inşa edilemez. Öğretmen bir insan sarrafıdır. İnsana öğretmeye çalıştığı şeylerin alanı âlem kadar geniş ve zengindir. Bunları, muhatabınız olan insana, onu tanımadan, ihtiyaçlarını gözetmeden ve hedeflerini anlamadan veremezsiniz. Anlamak öğretmen için anlatmaktan ve öğretmekten daha zor bir iştir. İnsan ile ilgili bilgisini derin bir perspektiften değil ezberlenmiş kalıp cümlelere mahkûm edilmiş haldedir. İnsana yabancılaşmış öğretmen; eksikleri tamamlayan, takviye eden, genişleten bir fonksiyonda değildir ve kuşakların değişen dilini ve yordamını bilmemektedir. 4- Başarının önündeki en büyük engel yine kendisidir. Özel veya kamusal alandaki çalışmalar kendine özel farklılıklar içerir ve doğal olarak da hedeflerin gerçekleştirilmesi bağlamında başarı söz konusudur. Başarıda kişinin, kurumun, ailenin ve çevrenin mutabık olduğu ölçüler vardır. Ancak bu ölçüler Türkiye gerçekliğinde insan aleyhine bir durum arz etmektedir. Bu ölçülerin gerçekleşmesinin önünde ekonomik, psikolojik, sosyolojik, kültürel ve siyasal engeller bulunur. Ancak gözden kaçmayacak en büyük engel yine öğretmenin ta kendisidir. Öğretmen bu süreçlere ilişkin bahaneleri dışarıda aramaya başladığı anda kendini mahkûm etmek-te, sürekli gerileyecek bir yolu açmış olmaktadır. Aile, çevre, teknoloji, sistem, müfredat… Bunlar öğretmen nazarıyla birer etken olmalı ancak temel etken olarak merkezde kendini konumlandırmalıdır. 5- Müfredat neler yapmaması gerektiğini öğretir. Her derse ilişkin en ince ayrıntısına kadar yazılmış kitapçıklar vardır. Öğretmen bunlara bakarak ders işleyecek ve kendini geliştirecektir. Müfredat adına yapılan ruh cinayetleri sayısızdır. Tapınmaya dönüşen itaat ile kendi aklını bir yana bırakarak ödünç fikirlerin muhafızlığına soyunulur. Okul ve sınıfta kendi zihninde bir müfredat oluşturamayanlar bir yere varamamaktadır. Her noktada biraz daha kendisi olmaya çalışılarak ancak insan ortaya çıkarılabilir. 6- Göreve başlarken aklını durduranlar zaman içinde çabuk yaşlanırlar. İdeallerden soyutlanmış, 22 22 - 23 (Rüstem budak).indd 22 04.06.2012 15:21:07 geleceğini garanti altına alma gibi absürd düşüncelerle öğretmenliğe başlayanlar fetih düşünü gerçekleştirmiş kişi olarak durağanlığa, statükoya teslim olurlar. Her gün yeniden öğrenen öğretmen değil de, öğrendiğini harcamaktan başka bir şey yapmayan mirasyedi olarak ya önceden kazandıklarını harcamakta ya da hazırda olan kazanımları kullanmaktadır. 7- Her an bir mucizeye tanıklık edebileceğini bilmelidir. Öğretmen insan mucizesinin her an yeniden dirilişine şahit olur. Öğretmenlerin çoğunluğu insan hakkındaki tasavvurunu “her insan ayrı bir mucizedir” anlayışı yerine “hepsi aynıdır” diyerek bakış açısını tek noktaya düşürür. İnsanın her an yeniden doğuşuna tanıklığı görmek istemez. Gözlerini kapatır, kulaklarını sağırlaştırır, zihnini köreltir. Zamandan ve mekândan kopmuş halde geçmek bilmeyen günlerin hesapları yapılır. 8- Suçlanacak en son kişi öğrencidir. Çocuklar, gençler… Öğrenciler… Masumiyet halesinin son halkaları… Ve bütün sorunların baş sebebi… Ders, kişilik, ahlak, davranış noktasında oluşan her sorunun temeli çocuktur- öğrencidir. Sözler ona yönelir, eleştiriler hakeza… Hâlbuki o kendisine öğretileni söylemekte, gördüğünü yapmaktadır. En son konuşulan ve eleştirilen odur. Öğretmen ve aile işbirliği ile bu sürecin yegâne sorumlusu ilan edilir. 9- İlham kanallarını açık tutmalıdır. Bilgi âleminde zerreleriz… Ayet olduk, yeryüzüne indik… Gördüklerimiz, duyduklarımız, işittiklerimiz, hissettiklerimiz, okuduklarımız… Anlamak için çabalar, savaşlar… Öğretmen bazen önünde, bazen yanında, bazen de arkasında durduğuyürüdüğü öğrencilere akıllarını- kalplerini evreniz sonsuzluğunda çıldırtacak- teslim ettirecek- arayışa sevk edecek işaretleri göstermelidir. İlhamını metafizik gerçeklikten alacağı gibi şahit olduğu her an içinde saklı olan hakikatten kendine düşen payı alabilir. 10- Okullar itaat merkezli kurumlardır. Öğretmene, güce, kurallara... İtaat istenilen unsurları sorgula- ması, tartışması, eleştirmesi istenmez. Okula başlayan öğrenciler öğretmeni nerdeyse yarı- tanrısal bir güç olarak zihinlerine yerleştirirler. Bu bilgiyeöğretmene sevgi değil öğretmenin temsil ettiği devlet gücüne doğrudan- dolaylı itaatin getirdiği teslimiyetten ileri gelir. Bütün bu süreçlerden geçilirken en az ihtiyaç duyulan şey akıl olmaya başlamıştır. 11- Öğretmen maaş aldığı kamu veya özel kurumların hizmetinde ve onların kurduğu dünyanın hizmetinde olduğunu unutmamalıdır. Kurumların istedikleri ile öğretmenin istedikleri arasında paralellik ve çatışma alanlarını iyi tesbit etmelidir. Öğretmen, öğrencilerini verdiği eğitimle bir güce boyun eğdiren, itaate yönelten, hakikate yabancılaştıran konumda olmamalıdır. Güç hegemonya ister, öğretmen tercihini özgürlükten yana koymalıdır. Kurumun içinde olması, o güce tapınması, sarılması ve öğrencileri de ona “kul” etmesini gerektirmez. Öğretmen “sınıf”ta kendi dünya ve ruhunu inşa etmelidir. 12- Öğretmen ilahlaşanlardan rol çalmamalıdırilahlaşmamalıdır. Her şeyi bilen, sahibi, yönlendiricisi, üretici, hatasız örnek olarak rol yapmamalıdır. Her an kendisini öğrenciyle eşitleyen, sahip değil yol arkadaşı, rehber olarak rol almalıdır. Öğrenciailenin öğretmen algısı sakat olduğu gibi öğretmenin kendi kimlik algısı da sakattır. Bu zihinsel sakatlık doğal, insani ve rahmani ilişki doğurmamaktadır. 13- Öğretmen kelimeleri öldürmez, diriltir. Kelimeler… Tanrıların oyuncakları… İnsanların emanetleri… Kelimeleri diriltmek için vardır insan… Her an yeniden dirilmededir âlem… Öğrenci kelimelere ruh, biçim, renk, anlam katmaya çalışır. Kelimeler en büyük gücü öğrencinin. Kelimelerle var olmayı öğrenmeye başlar. Öğretmen var olan kelimeleri öğretmeye çalışırken diğer yandan öğrencilere yeni kelimelerin peşinde bir serüvene hazırlar. Onlar artık kendi kelimelerini konuşacak, yazacak çağdadırlar. Kelimeleri diriltecek anlamdır. Anlam kelimelerin ruhudur. Anlamdan yoksun dilin geleceği olamaz. Öğretmen ilahlaşanlardan rol çalmamalıdırilahlaşmamalıdır. Her şeyi bilen, sahibi, yönlendiricisi, üretici, hatasız örnek olarak rol yapmamalıdır. Her an kendisini öğrenciyle eşitleyen, sahip değil yol arkadaşı, rehber olarak rol almalıdır. Öğrenciailenin öğretmen algısı sakat olduğu gibi öğretmenin kendi kimlik algısı da sakattır. 23 22 - 23 (Rüstem budak).indd 23 04.06.2012 15:21:11 3. Yasanın kamuoyu ile paylaşılmasında doğrudan ya da dolaylı görüş bildirmek ister miydiniz? 308 72 % Evet Belki 77 18 % 27 6% Hayır İGEDER Kamuoyunda 4+4+4 Yasası olarak bilinen ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını öngören yasanın TBMM’de görüşülmekte olduğu sırada yasa tasarısı ilgili sizlerin görüşlerini almak ve kamuoyu ve yetkililerle paylaşmak üzere hazırlanan 4+4+4 Anketi 15-25 Mart 2012 tarihleri arasında 425 katılımcı tarafından cevaplandırılmıştır. Katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederiz. 1. Yaş 14 yaş ve altı 15 - 20 arası 21 - 30 arası 31 - 40 arası 41 - 50 arası 51 yaş ve üstü 2 11 130 144 113 25 0% 3% 31 % 34 % 27 % 6% 2. Cinsiyet Kadın Erkek 116 306 27 % 72 % 3. Eğitimle İlişki Durumu Öğretmen Akademisyen Okul / Eğitim Yöneticisi Veli Öğrenci Diğer 292 34 58 10 21 10 69 % 8% 14 % 2% 5% 2% 1. Zorunlu eğitim ve öğretimin yeniden yapılandırılması konusundaki yasa değişikliği teklifi ile ilgili ne düzeyde bilgi sahibisiniz? Hiç 1 0% 55 13 % Az Orta 191 45 % Çok 128 30 % Tüm ayrıntılarıyla 45 11 % 2. Yasal düzenlemenin zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok erken 69 16 % Erken 68 16 % Tam zamanında 74 17 % Geç 126 30 % Çok geç 65 15 % 4. Sizce eğitim sürecinin hangi kısmı zorunlu olmalıdır? Zorunlu eğitim 17 4% olmamalıdır. Sadece 1 yıl (okul öncesi) 1 0% zorunlu olmalıdır. İlk 4 yıl (ilkokul) zorunlu 53 12 % olmalıdır. 1+4 (okul öncesi ve 46 11 % ilkokul) zorunlu olmalıdır. 4+4 yıl (ilkokul ve orta66 16 % okul) zorunlu olmalıdır. 1+4+4 yıl (okul öncesi, 74 17 % ilkokul ve ortaokul) zorunlu olmalıdır. 4+4+4 (ilkokul, ortaokul 42 10 % ve lise) zorunlu olmalıdır. 1+4+4+4 (okul öncesi, 78 18 % ilkokul, ortaokul ve lise) zorunlu olmalıdır. Diğer 48 11 % 5. Zorunlu olmasını düşündüğünüz süreç ilk kademeden sonrasını kapsıyorsa, bunun devamlılığının nasıl olmasını istersiniz? Kesintili 231 54 % Kesintisiz 97 23 % Fikrim yok 12 3% Diğer 85 20 % 6. Kademeler arası geçişte hangi değerlendirmeler baz alınmalıdır? Diploma notu 166 41 % SBS (Ulusal sınav) 154 38 % Portfolyo ve performans 127 31 % değerlendirme sonuçları Veli ve öğrenci tercihi 115 28 % Rehberlik ve ŞÖK yön- 156 39 % lendirmesi Diğer 11 3% 24 24 - 25 (anket).indd 24 04.06.2012 15:16:34 Kişiler birden fazla verdiğinden yüzde değerlerinin toplamı %100’ü geçebilir. 7. Sizce isteğe bağlı yaygın eğitime geçiş imkanı hangi kademeden itibaren mümkün olmalıdır? Her düzeyde mümkün 60 14 % olmalıdır. İlkokuldan (ilk 4 yıldan) 138 32 % itibaren mümkün olmalıdır. Ortaokuldan (4+4 yıldan) 142 33 % itibaren mümkün olmalıdır. Liseden (4+4+4 yıldan) 60 14 % itibaren mümkün olmalıdır. Hiçbir düzeyde mümkün 10 2% olmamalıdır. 8. İmam-Hatip liselerinin orta kısmının yeniden açılması önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kesinlikle açılmalıdır 226 53 % Açılmalıdır 101 24 % Fikrim yok 18 4% Açılmamalıdır 30 7% Kesinlikle açılmamalıdır 39 9% 9. Anadolu, Fen ve Sosyal Bilimler gibi sınavla öğrenci alan liselerin orta kısmının açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kesinlikle açılmalıdır 179 42 % Açılmalıdır 134 32 % Fikrim yok 29 7% Açılmamalıdır 53 12 % Kesinlikle açılmamalıdır 17 4% 10. Zorunlu eğitim sürecindeki seçmeli dersleri yeterli buluyor musunuz? Evet 71 17 % Fikrim yok 98 23 % 248 58 % Hayır 11. Bir önceki soruya cevabınız “Hayır” ise seçmeli ders olarak okutulmasını istediğiniz ders(ler)in adını ve okutulacağı kademeyi yazınız? Önerilen Seçmeli Ders Kuran Bilgisayar Osmanlıca Ahlak F 6 5 4 3 Din Dersleri Değerler Eğitimi Görgü Kuralları Arapça Spor Dersi Drama Sanat Satranç Tefsir İslam Tarihi İlmihal Hadis Fıkıh Almanca Fransızca İspanyolca Kürtçe Yabancı dil Beden eğitimi Spor Ahlakı Bilgisayar Destekli Matematik Bilim Tarihi Çevre Eğitimi ve Doğa Sevgisi Dans Müzik Origami Resim Şiir El becerileri Yazı Dersi Diksiyon Dil Eğitim Dersleri Hızlı Okuma İletişim Uygulamalı Sosyal Etkileşim Zeka Oyunları Serbest Etkinlikler Fizik Gelecek Planlamacılığı Genel Kültür Girişimcilik İnsan Hakları İş Ahlakı İş Eğitimi İş Teknik Ev Ekonomisi Kişisel Gelişim Meslek Dersleri Psikoloji Rehberlik ve Psikolojik Danışma Sosyoloji Aile Yönetimi 3 2 2 2 2 2 2 2 MEB’deki Yeni Gelişmeleri Nasıl Değerlendiriyorsunuz? MEB Teşkilat Yasası’nda yapılan değişikliklerle ilgili sizlerin görüşlerini almak ve kamuoyu ve yetkililerle paylaşmak üzere hazırlanan “MEB’deki Değişiklikleri Nasıl Değerlendiriyorsunuz? adlı anket Şubat 2012’de 471 katılımcı tarafından cevaplandırılmıştır. Katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederiz. İGEDER 1. Milli Güvenlik Dersinin kaldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Olumlu buluyorum 404 86 % Olumsuz buluyorum 58 12 % Fikrim yok 9 2% 2. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının Ankara dışında stadyumlarda kutlanma zorunluluğunun kaldırılmasınınasıl değerlendiriyorsunuz Olumlu buluyorum 400 85 % Olumsuz buluyorum 62 13 % Fikrim yok 9 2% 3. Yeni atanan il milli eğitim müdürleri hakkında kanaatiniz nedir? Olumlu buluyorum 133 28 % Olumsuz buluyorum 84 18 % Fikrim yok 254 54 % 25 24 - 25 (anket).indd 25 04.06.2012 15:16:37 VAN GÜNLÜĞÜ EBRU KARABULUT MÜ Eğitim Fakültesi Öğrencisi Merkeze girdiğimiz andan itibaren her tarafta çatlaklarla dolu binalar, dükkanlar gördük. Her bahçede ya çadır ya konteyner vardı. Yıkılmış binaların birçoğunun enkazı ise henüz temizlenmemişti. Bu yüzden şehrin havası çok tozluydu. 5 Nisan 2012 tarihinde Yeryüzü Doktorları, İGEDER ve Pedagoji Derneğinin ortak yürüttüğü Psikososyal Destek Projesi için 3 kişilik bir ekiple Van’a gitmek üzere yola çıktık. Yeryüzü Doktorlarından Proje Yöneticisi Mustafa Bey bize eşlik etti Atatürk Havalimanından itibaren. Ekibimizdeki diğer kişilerden biri Pedagoji Derneği Başkanı Mehmet Teber idi. Ayrıca kendisi projemizin koordinatörüydü de. Ekipteki diğer arkadaş da yine Pedagoji Derneğinden Merve Özdemir idi. Uçak inişe geçtiğinden itibaren Van’ın fiziki şartları da görünmeye başladı. Rakımı çok yüksek Van’ın. Haliyle de dağlar karla kaplı. Havalimanı Van Gölü’ne çok yakın. İnerken devam eden inşaatları gördük. Her taraf şantiye ve hiçbir yeşillik yok. Uçaktan inip de havalimanından çıkınca, havalimanının hemen önünde bir konteyner kentle karşılaştık. Evlerin hepsi boşaltılmış. İnsanlar ya çadırlarda ya da konteynerlerde kalıyor. Yeryüzü Doktorlarının aracı ile merkezde kalacağımız otele gittik. Merkeze girdiğimiz andan itibaren her tarafta çatlaklarla dolu binalar, dükkanlar gördük. Her bahçede ya çadır ya konteyner vardı. Yıkılmış binaların birçoğunun enkazı ise henüz temizlenmemişti. Bu yüzden şehrin havası çok toz-luydu. Otele ilk girdiğimizde lobide bir yazı dikkatimizi çekti. Otelin yönetmeliklere uygun olarak yapıldığı yazılıyordu. Bay- Oteldeki sorumlu kişi ile aramızda ufak bir sohbet geçti. Deprem hakkında yorumlarını merak ettik. Kendisi gayet etkileyici bir cevap verdi: “Allah’tan gelen güzeldir, geldi geçti. Çok şükür!” ram Otel yıkıldıktan sonra Van’da en çok rağbet gören otel olmuş zaten. Oteldeki sorumlu kişi ile aramızda ufak bir sohbet geçti. Deprem hakkında yorumlarını merak ettik. Kendisi gayet etkileyici bir cevap verdi: “Allah’tan gelen güzeldir, geldi geçti. Çok şükür!” Geldiğimiz akşam ekiple beraber bir toplantı yaptık izleyeceğimiz yol hakkında. Çocuklar bir travma atlatmıştı ve emindik ki bazıları hala atlatamamış olabilirdi. Bu yüzden uygulamamız gereken testleri çocuklara oyunlarla beraber vermeliydik. Uygulayacağımız testler belliydi. Onlardan önce ailelerinin ve evlerinin resimlerini çizmelerini isteyecektik. Daha sonra deprem sonrasında kendilerinde psikolojik olarak meydana gelen değişimleri tespit etmek için bir travma tarama testi uygulayacaktık. En son da Beier Cümle Tamamlama testimiz vardı. Birinci sınıflara cümle tamamlama testi uygulamayacaktık. Onun yerine onlardan ailelerindeki her bireyi birer hayvan olarak çizmelerini isteyecektik. Diğer gün ilk işimiz protokol ziyareti yapmak oldu. Amaç hem tanışma hem de ilgili yerleri projeden haberdar etmekti. Protokol ziyaretinden sonra Güveçli Köy ’üne geçtik. Buradaki Güveçli İlköğretim Okulu’na 5-6 okuldan öğrenci geliyordu. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki grup vardı okulda. Her grup 7 saat ders yapıyordu ve 26 26 - 29 (Van günlügü).indd 26 04.06.2012 15:15:06 cumartesi günleri de ders vardı Van’daki okullarda. Müfredatı yetiştirmek için dayatılan bu durum çocukları iyice bunaltmıştı. Son derslerde girdiğimiz sınıflarda çocuklar dikkatlerini dahi toplayamıyorlardı. İşin daha kötü tarafı hem sabah hem öğle gruplarına derse giren (yani toplamda 14 saat derse giren) öğretmenler vardı. Onlardan da pek bir verim alınamazdı. vardı. Çoğu da çok utangaçtı. Uygulamalarımızı yaparken kalemi olmayanlara kalem veriyorduk. Uygulama sonunda koşarak bize geri veriyorlardı. “Sizde kalsın” dediğimizde ise büyük bir tok gözlülükle reddediyorlardı. Bazı sınıflarda bir kalemi 2-3 öğrencinin kullandığına şahit olduk; sessiz, tartışmadan üstelik… Buradaki çocukların en büyük eksiği ise ne kalem ne de defterdi. Sınıflara ilk girdiğimizde çocukların sıcak tebessümleri ile karşılaşıyorduk. İlk başta ufak bir şaşkınlık oluşuyordu çehrelerinde, sonra hep bir ağızdan “Hoş geldiniz!” diyorlardı bize. O kadar naziktiler ki! Bu coğrafyanın insanına özgü yanık tenleri Bu çocukların sevgiye o kadar ihtiyacı var ki. Birine sarıldığınız an, hepsi size sarılmak için sıraya giriyordu. Sizi defalarca öpüyorlardı. Sınıflardan çıkarken de “Tekrar gelin lütfen!” diyorlardı. Bazıları testlerin ve resimlerin arkasına “Birileri hep 26 - 29 (Van günlügü).indd 27 Sınıflara ilk girdiğimizde çocukların sıcak tebessümleri ile karşılaşıyorduk. İlk başta ufak bir şaşkınlık oluşuyordu çehrelerinde, sonra hep bir ağızdan “Hoş geldiniz!” diyorlardı bize... 27 04.06.2012 15:15:10 Halkalı küçük ve karmaşık bir köy. Evler iç içe. Orda da durum iç açıcı değil. Ama oradaki köyün durumu Güveçli’deki köyden daha kötü. 4 öğretmen var okulda. Biz gittiğimizde ikisi raporluydu. Samet Öğretmen ile tanıştık. Kendisi tam bir öğretmen! Çocuklarla ve okulla çok ilgili. Okulun tıkanan tuvaletiyle bile kendisi ilgilenmiş. Halinden şikayetçi değil ve sürekli bir tebessüm var yüzünde. tanıştık. Kendisi tam bir öğretmen! Çocuklarla ve okulla çok ilgili. Okulun tıkanan tuvaletiyle bile kendisi ilgilenmiş. Halinden şikayetçi değil ve sürekli bir tebessüm var yüzünde. Okulun müdürü de müdür yardımcısı da temizlikçisi de öğretmeni de o. Hem çocuklar hem köylüler çok seviyor kendisini. Biz de kendisini çok sevdik. gelse”, “Geldiğiniz için teşekkür ederiz.” şeklinde notlar yazmışlardı. Ama testlerde ortaya çıkan yazıların/sonuçların hepsi bu kadar sempatik değildi maalesef. Bazı cevaplar canımızı oldukça sıkmıştı. Bunlardan bazıları; “Keşke annem beni sevse.”, “Babamı severim ama beni döver.”, “Keşke annem beni inekten daha çok sevse.” Buradaki ailelerde en çok karşılaştığımız sorun çocuğa ilgi göstermeme ve aile içi şiddetti. Bu konuda hassas aileleri tenzih ediyorum. Burada hasta olan ineği için merkezden gidip veteriner getirten, bunun için para harcamaktan çekinmeyip çocuğu hasta olunca umursamayan aileler var. Çocuklardaki sevgi açlığının sebebi de ortaya çıkmış oldu bunları öğrendiğimizde. Ruh sağlığı taraması için gittiğimiz ikinci köy Halkalı idi. Halkalı küçük ve karmaşık bir köy. Evler iç içe. Orda da durum iç açıcı değil. Ama oradaki köyün durumu Güveçli’deki köyden daha kötü. 4 öğretmen var okulda. Biz gittiğimizde ikisi raporluydu. Samet Öğretmen ile Halkalı İlköğretim Okulu’nun fiziki durumundan bahsetmek gerekirse okul 4 tane küçük yapıdan oluşuyor. Bu yapılardan birisi tuvalet, diğeri 1, 2 ve 3. sınıfların bulunduğu yapı, diğerinde 4 ve 5. sınıflar ve en sonuncusunda da idari birim var. 2 ve 3. sınıflar beraber eğitim görüyor. 4 ve 5. sınıflar da aynı şekilde. 1. sınıfların olduğu sınıf kutu gibi, çocuklar nerdeyse üst üste oturuyor. Okullarda özelliklerde küçük sınıflarda karşılaştığımız bir durum da Türkçe bilmemeleriydi. Çocuklar normal olarak aileleriyle ve etrafındaki kişilerle Kürtçe konuşuyordu ve bir anda okula alınınca afallıyorlardı. Öğretmenler Kürtçe bilmiyordu ve çocuğun sıkıntısını anlayamıyorlardı. RAM (Rehberlik Araştırma Merkezi)’da görüştüğümüz bir öğretmen yaşadığı bir anısını anlattı bize bu konuda. Kendisine bir öğrenci getirmişler, zihinsel engelli diye. Öğrenci hiç iletişim kurmuyormuş. Öğretmen Kürtçe olarak öğrenciyle iletişime geçmiş ve zekâ seviyesini ölçmek için bir test uygulamış. Öğrenci neredeyse üstün zekâlıymış! Yani çocuk sırf Türkçe bilmediği için zihinsel engelli muamelesi görmüş. Oysaki oradaki insanların anadili biliniyor, küçük bir çocuğun da başka bir çevre ile iletişime geçmediği de tahmin edilebiliyor. Bu konuda öğretmenlerin ve idarecilerin daha dikkatli davranması gerekir. 28 26 - 29 (Van günlügü).indd 28 04.06.2012 15:15:11 Size biraz da köylülerden bahsetmek istiyorum. Halkalı Köyü’ne gittiğimizde ilk durağımız taziye eviydi. Köylüler çok misafirperverdi. Onlarla beraber kahvaltı yaptık. Kahvaltı sırasında da köyün durumu hakkında sohbet ettik. Köylünün geçim kaynağı hayvancılık ve kaçakçılık. Onlara “Tarım yok mu?” diye sorduk. Onlar da daha önceleri buralarda Ermenilerin yaşadığını ve tarımda çok iyi olduklarını anlattılar bize. Ermeniler tehcir edileceklerini anlayınca su kuyularını kapatmışlar. Köyün su sıkıntısı var şu an ve tarım yok gibi. Biz de bu kuyuların sondaj makineleriyle tekrar açılabileceğini Belediye’ye başvurup vurmadıklarını sorduk. Bu konuda hiçbir şey yapmamışlar maalesef. Muhtar zaten Türkçe bilmiyormuş, Türkçe bilen bir danışmanı da yok. Köylü de pasif davranmış. Bu durumu “tembellik” olarak kabulleniyorlar ama değiştirmek için bir şey yapmak istememeleri ise en acısı. Böyle gelmiş, böyle gider diyorlar. Çok garip! Bunu nasıl isim- lendirmek lazım bilemedik. O gün Adıyaman Milletvekili Murteza Yetiş gelecekti. Onlara köy hakkında rapor yazıp vermelerini söyledik. Güzel bir rapor hazırlamışlardı. Milletvekiline verdiler. Murteza Bey açıkçası çok ilgili ve alçakgönüllü biriydi. Emimin bir şeyler yapacaktır. Van benim için unutulmaz bir yer olacak kesin. Bu proje de aklımdan hiç çıkmayacak. Van’ın yanık tenli çocuklarına bana kattıkları her şey için çok teşekkür ediyorum. Eğer bir yolunu bulursanız hiç tereddüt etmeden gidin Van’a. Kimseye bir faydanız dokunmasa bile sizi etrafta gezinirken gören bir aile buyur eder sofrasına. “Hiç olmadı bir çay için.” diye ısrar eder. Köylünün geçim kaynağı hayvancılık ve kaçakçılık. Onlara “Tarım yok mu?” diye sorduk. Onlar da daha önceleri buralarda Ermenilerin yaşadığını ve tarımda çok iyi olduklarını anlattılar bize. Ermeniler tehcir edileceklerini anlayınca su kuyularını kapatmışlar. Köyün su sıkıntısı var şu an ve tarım yok gibi. 29 26 - 29 (Van günlügü).indd 29 04.06.2012 15:15:12 ESKİ DOSTLAR RAMAZAN ÖZER Meslek Dersleri Öğretmeni / Denizli Kimisi “Birbirimizi arayalım.” “Sizinle ölünceye kadar arkadaşlığımızı devam ettirelim.” deseler de durum öyle değilmiş. Şimdi her birimiz içinde bulunduğu yeni şartlara uyum sağlamış vaziyette. Öğretmenlikte yirmi üç yılı geride bıraktım. Haliyle birçok kişiyle tanışma fırsatım oldu. Bazılarıyla arkadaşlık ve iyi diyaloglar geliştirdik. Diğerleriyle ise ne dost, ne düşman olduk. Zaten hep öyle olmaz mı? Fakat gün gelip yollarımız ayrıldıktan sonra “arkadaş” bildiklerimizin diğerlerinden farkı kalmadı. Üçü - beşi hariç dersek, ne onlar arayıp sorma ihtiyacı duydu ne de ben. Gerçi kimileriyle tekrar irtibat kurmak için onları aradımsa da onlar açısından eski çamların bardak olduğunu fark ettim. İlk anda hayal kırıklığına uğradım. Üniversitedeyken aynı sınıfta yıllarca ders yaptığımız, aynı yurdu paylaştığımız, aynı yollarda yürüyüp birçok anıyı paylaştığımız bu insanlara ne olmuştu? Benden kaynaklanan bir olumsuzluk mu vardı? Öyleyse niçin benle arkadaş olmuşlardı? Belki de hiç birisiyle samimi dostluklar kuramamıştık. Bunu sonradan anlayabiliyorduk. Meseleye başka açıdan bakınca özellikle metropolde yaşayan kimseler zaman fukarası. Yirmi dört saat, günlük işlerine yetmiyor. Çünkü işe gidip gelmek için bile yollarda bir hayli vakit harcıyorlar. Bir de yollarda hiç durmadan seyir halindeki arabaların gürültüsü, büyük şehirdeki insanı yorgun, bitkin düşürüyor. Eski dostların yeni çevreleri, mesai arkadaşları da var. Kim bilir, belki bazısı sağlık problemleriyle uğraşıyor? Diğer yandan öğretmen camiasının işleri yoğundur. Nedense halk arasında genel kanı, öğretmenlerin oturdukları yerden para kazandıkları, üstelik de çok fazla tatil yaptıklarıdır. Aslında dışarıdan öyle görünüyordur. Ama bilen bilir, bu meslek fazla özen isteyen, yorucu ve stresli bir iştir. Mesela yıllık ve günlük planlar, sıkça yapılan toplantılar, yazılı okuma, reh- berlik ve eğitsel kulüple ilgili ayrıntılar saymakla bitmez. Sonuçta geçmişte kaderin bir araya getirdiği, sevinçlerimizle üzüntülerimizi paylaştığımız insanlarla yollarımız ayrıldı. Kimisi “Birbirimizi arayalım.” “Sizinle ölünceye kadar arkadaşlığımızı devam ettirelim.” deseler de durum öyle değilmiş. Şimdi her birimiz içinde bulunduğu yeni şartlara uyum sağlamış vaziyette. Belki “O beni aramazsa ben de aramam.” düşüncesiyle kısır döngü içindeyiz. Varsın böyle olsun. Yeter ki yine haktan yana olsunlar. Geçenlerde liseli öğrencilik günlerimizden tanıdık biri aradı. Oldukça kaba ve uyanık geçinen biriydi. Diğer arkadaşlardan haber verdi. Bir zaman ayarlayıp gelirsen hep birlikte eski günleri yad ederiz, dedi. Doğrusu arayan hazzetmediğim birisi olduğu halde aramasına sevindim. Yine dört yıl önce, çevremdeki birçok tanıdıklarımı ziyaret eden özellikle akrabalarını görüyordum. Oysa benim doğru dürüst akrabam bile yoktu. O yıl yazın, değişik vakitlerde üç okul arkadaşım geldi. Birincisi Uşak’ta noter imiş. Antalya’dan dönerken yerimizi bulup kısa süreliğine de olsa uğramış. Yirmi yıl olmuş görüşmemişiz. Hiç değişmemiş mübarek. Diğeri Konya Beyşehir’de öğretmen. Nevzat E. Bey. Erzurum’dan Fakülte arkadaşıyız. Sınıfta yan yana otururduk. Telefonla haberleşirdik. Ailece İzmir’de bir düğüne giderlerken uğradılar. Bir gün kalmalarına razı ettik. Üç çocuğundan ikisi lise, diğeri ilkokul çağında. En son görüştüğümüzden sonra yirmi yıldan daha uzun zaman geçivermiş. Onu tekrar gördüğümde zor tanıdım. Arkadaşlar sürpriz yaptılar, sağ olsunlar. Onları geniş bahçeli, bir yazlıkta hem de daha uzun süre misafir etmek isterdim. Ziyaret sırası bizde artık. Arayı uzatmamalı. Bir şarkı vardır, öyle olmasın: Unutulmuş birer birer Eski dostlar eski dostlar Ne bir selam ne bir haber Eski dostlar eski dostlar. 30 30 (Ramazan ozer).indd 30 04.06.2012 15:23:52 PROF. DR. ATİLLA YAYLA “DEVLET KONTROLÜNDE EĞİTİM OLMAZ!” İSMAİL CİHANGİR CÜNEYT ANCIN İGEDER Bir ayağım üniversitede oldu hep, akademik hayatım boyunca bir ayağım da liberal düşünce topluluğunda oldu. Bu kuruluş, türünün ilk örneği. Türkiye’de liberal düşüncenin önemli isimlerinden Prof. Dr. Atilla Yayla ile eğitim üzerine konuştuk. Prof. Dr. Atilla Yayla Kimdir? Bildiğiniz gibi akademisyenim siyaset felsefesi ve pratik iktisat çalışıyorum. Hâlihazırda İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü başkanlığını yapıyorum. Bundan önce sırasıyla Ankara, Hacettepe, Gazi Üniversitesi ve Plato Meslek Yüksekokulunda çalıştım. Akademik mesleği layıkıyla yerine getirmeye çalışmak adına sivil toplum faaliyetleri de yürütüyorum. Aynı zamanda bir insan hakları teorisyeni ve kısmen insan hakları aktivisti de sayılabilirim. Çok aktif olduğumu söyleyemeyeceğim ama zaman zaman aktivist pozisyonlar aldığım da olmuştur. Aşağı yukarı bundan ibaret. Liberal düşünce topluluğu (LDT) nedir? Sivil toplum faaliyetleri de yürütüyorum. Bunların büyük bölümü Liberal Düşünce Topluluğu çatısı altında gerçekleştiriliyor. Liberal Düşünce Topluluğu liberal fikirleri Türkiye’de daha anlaşılır kılmaya ve yaymaya çalışan bir fikir hareketi. O da özü itibariyle fikri ve akli faaliyetler yürüten bir kuruluş. Bir ayağım üniversitede oldu hep, akademik hayatım boyunca bir ayağım da liberal düşünce topluluğunda oldu. Bu kuruluş, türünün ilk örneği. Yani bildiriler imzalayan, sokaklara çıkan, gösteriler yapan bir kuruluş olmasından ziyade, insan hakları, özgürlük, adalet, hukuk devleti gibi değerlerin ve kurumların entelektüel altyapısını Türkiye’de hazırlamaya ve bu altyapıyı bilinir kılmaya çalışan bir kuruluş. 28 Şubat sürecinde ismi daha çok duyuldu. Çünkü sıkıntılı zor dönemlerdi. Hak hukukun iyice askıya alındığı günlerdi. Bu günlerdeki topluluk duruşuyla biraz daha toplumda tanındı. Faaliyetlerinin ikinci ayağı da bu. Eğitim Kutsal İneğimiz... Temel insan hakları ve özgürlüklerin eğitime yansımaları neler olmalı veya özgürleştirme sürecinde eğitimin rolü nedir? Özgürlükde eğitim daha çok netameli işler. Özgürlük insani bir değer. Modern insan eğitime çok büyük umutlar bağlamış durumda. Eğitim neredeyse hepimizin kutsal ineği haline geldi. Eğitim de eğitim deyip duruyoruz. Şüphesiz eğitimin insan hayatında bir yeri var ama öncelikle altını çizmemiz gereken nokta şu: Eğitim dediğimiz olay sadece formel okul yapılanmasıyla bağlı olan bir olay değildir. Yani toplumda birikmiş bilgilerin yeni nesillere aktarılması, yeni nesillere nasıl yaşayacakları, neleri yapmasının uygun olacağı neleri yapmasının uygun olmayacağı, neleri nasıl yapacağıyla ilgili bilgiler hayat içerisinde devamlı aktarılır. Bu anlamda bakıldığında aslında ana kucağına yeni verilen bir çocuk bile eğitim sürecinden geçiyor demektir. Bu mezara gidene kadar devam edecektir. Hani derler ya öğrenmenin yaşı olmaz, her zaman her yerde her yaşta öğrenilecek bir şey hakikaten vardır. Ama bizim asıl konumuz bir formel eğitim yapısı içinde olup biten şeyler. Günümüzde de eğitim büyük ölçüde devletlerin kontrolünde, yönlendirmesinde gerçekleştirilen bir faaliyet ve bu faaliyete çok umut bağlamış durumdayız. İşte iktisadi kalkınmayı sağlayacağına insanları daha bilgili kılacağına, insanların yanlış fikirlere kapılmasını önleyeceğine, herkesin istikbalini aydınlatacağına filan var sayıyoruz eğitimi. Bir çeşit sihirli değnek eğitim. Kendim de eğitim sektöründe yer almakla beraber bu bakıştan çok rahatsız oluyorum. Özellikle de devletin eğitimin merkezinde olmasından, eğitimi bir şekilde kontrol etmesinden çekip çevirmesinden ciddi ölçüde rahatsızım. Son tartışmalarda da görüşlerimi şu şekilde ifade etmeye çalıştım. 4+4+4 iyi midir kötü müdür tartışılabilir ama bu sistemin özüyle ilgili bir tartışma değil. Sistemin özü nedir? Devlet kontrolünde eğitim olmaz. Devlet kontrolünde ve mecburi eğitimdir. Bununla ilgili bir tartışma 31 31 - 35 (Atilla Yayla).indd 31 04.06.2012 18:30:01 Eğitim bir çeşit tehlikeli silah gibi. Bu silahı herkes eline geçirip rakiplerine karşı kullanmak istiyor. Bu silahı kullanan kişinin zihin yapısı hangi dünya görüşüne bağlı olduğu ikinci derecede önemli şu anda. Birinci derecede önemli olan bu silahın var olması. Bu silahın bence ortadan kaldırılması lazım. yapamıyoruz dikkat ederseniz. Herkes yeni bir eğitim sistemi kurmalıyız ve bu eğitim sistemi mükemmel olmalı ve bunu da devlet kurmalı ve yürütmeli şeklinde bir anlayışa sahip. Tabi farklı görüşler var. Tek bir eğitim sistemi kurmak ve bu eğitim sistemiyle herkesi tatmin etmek mümkün değil. Bu saydığım görüşlerden birini tatmin ederseniz öbürü rahatsız olacaktır. Birinin istediklerini yaparsanız öbürüne haksızlık yapmış olursunuz. Bu yüzden bu sistemin parçalanması lazım yani tek bir sisteme değil de bir sistem içerisinde belki başka sistemlere alt sistemlere falan ihtiyaç var yahut da bu sistemin olabildiğince esnek olmasına ihtiyacımız var. Ama böyle kitlevi bir eğitimle, tepeden aşağıya teşkilatlanmış, yüz binlerce öğretmenin bir merkezden idare edildiği, müfredatın bir merkezden kontrol edildiği bir eğitim sistemiyle bunu yapmanızın imkânı yok. Eğitim bir çeşit tehlikeli silah gibi. Bu silahı herkes eline geçirip rakiplerine karşı kullanmak istiyor. Bu silahı kullanan kişinin zihin yapısı hangi dünya görüşüne bağlı olduğu ikinci derecede önemli şu anda. Birinci derecede önemli olan bu silahın var olması. Bu silahın bence ortadan kaldırılması lazım. Merkezi, zorunlu eğitim sisteminin ortadan kaldırılması lazım ama toplum buna hazır görünmüyor. Yeni sistem eğitime biraz özgürlük, biraz esneklik getiriyor; Tevhidi Tedrisatın yarattığı sis- teme karşı. Böyle bir serbestliğe, özgürlüğe ve esnekliğe bizim ihtiyacımız var ama ne yazık ki toplumlar pek farkında değil, Türkiye toplumu da öyle, politikacılar da öyle. Özgürlükçü Bir Eğitime İhtiyacımız Var. Türkiye’ de devletin tekeli devam ediyor. Dünyadaki bu değişim sürecinde özgürlüklerin artması ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler bizim eğitimimize ne ölçüde yansıyor? Teknik gelişmeler oluyor. Eski sınıf mefhumu zamanla ortadan kalkacak belki. Belki bazı dersler için kalkacak. Uzaktan eğitim dediğimiz bir şey var biliyorsunuz. Yani internet üzerinden insanlara çeşitli konular hakkında bilgi aktarabiliyorsunuz. Dolayısıyla eğitimin zaman ve mekân mefhumu zayıflıyor. Bu tabi ki sınıfların tamamen yok olacağı, okulların tamamen yok olacağı anlamını göstermez. Belki hepsinin yeni bir bileşimiyle karşı karşıya kalacağız. Bunlar teknik gelişmeler, değişiklikler olabilir ama eğitimde asıl tehlike teknik gelişmeler değildir. Eğitimde asıl problem özgürlükçü bir eğitimin nasıl tesis edileceğidir. Niye bizim özgürlükçü bir eğitime ihtiyacımız var? Çünkü toplumlar, geniş toplumlar, dini, felsefi, ahlaki, etnik bakımından zevk ve tercih bakımından hayat tarzları bakımından bir çeşitlilik içeriyor. Bu çeşitlilik türlerinden birinin diğerine bir üstünlüğü yok. Herkesin yolu kendisi için kıymetli. Herkese sabit bir yol da yok işin ilginci. Bazı durumlarda gruplar arasında farklılıklar olduğu gibi kişinin kendi hayatı içinde de farklılıklar oluyor. Mesela 20 yaşındaki Ahmet’le 50 yaşındaki Ahmet’in dünyaya bakışı, anlayışı, yaşayış tarzı değişiyor. Bu yüzden insanlara bir sabiti empoze etmek zulümdür, haksızlıktır. Peki, o zaman nasıl bir eğitim sistemi kurmalıyız ki insanların ihtiyaçlarına cevap versin? Benim teorim şu: Devlet eğitimi bütünselleştirmekten vazgeçmelidir. İnsanlar eğitimi kendi problemleri olarak görmeli ve gönüllü faaliyetlerle eğitim yapmaya çalışmalıdır. Bu şu anlama gelir: Mesela belli bir sosyolojik özelliğe sahip olan bir grup kendi çevresinin, kendi çocuklarının, yeni nesillerinin belirli değerlerle donanmış olarak yetişmesini istiyorsa kendi okulunu açar. Programını kendisi yapar. Orada eğitimini verir. 32 31 - 35 (Atilla Yayla).indd 32 04.06.2012 18:30:05 Mükemmel Bir Eğitim Modeli Yoktur! Denetimini devlet yapabilir mi? Evet ama devletin denetimini de abartmamak lazım. Çünkü devlet sadece denetlesin diyorlar. Bazen denetlemek yönetmektir. Öyle bir denetlersiniz ki kimse sizin çizdiğiniz çizginin dışına çıkamaz. Dolayısıyla devletin nasıl denetim yapacağını kurallara bağlamak gerekir. Kural da belli: Devlet, toplumdaki grupların nefret üreten, şiddet kullanmayı teşvik eden bir eğitim vermesini engelleyebilir. Genel olarak insan hakları ve demokrasi standartlarına uygun bir denetim yapmalıdır. Şunu da söyleyeyim: Mükemmel bir model olmadığı için her toplumsal grup kendi modelini korumaya çalışırsa modeller arasında rekabet olur zaten. Biliyorsunuz insanlar bazen takip ederek, bazen taklit ederek öğrenirler ve o modelin diğer modelden daha başarılı olduğu görülürse oraya bakacaklar ve ondan bazı şeyler öğreneceklerdir. Dolayısıyla bir başarısızlık yaşanırsa o başarısızlık küçük olacaktır. Ama şimdiki gibi merkezden planlamalı, heyula, dev gibi bir eğitim sistemi kurarsanız bir başarısızlık olduğunda bütün sistem başarısız olacaktır. Hâlbuki küçük olsa, muktedir olsa birisi şurada birisi burada başarılı olacaktır ve başarılar birbirini teşvik edecektir, destekleyecektir. Bu modeli zorlaştıran çeşitli gerekçeler var. Bunlardan birincisi eğitimin beraber olduğuyla ilgili bir yanılgı: “Devlet eğitimi üstlenmelidir. Eğer devlet eğitimi üstlenmezse fakir çocuklar okuyamazlar.”. Bir defa eğitim bedava değil. Eğitim, uzun bir süreç ve özü itibariyle ekonomik bir süreç. Dolayısıyla eğitim bedava olsun diyorsak bunların da bedava olması lazım. Zannediliyor ki okullara giden çocuklardan para alınmazsa eğitim bedava olur. Hayır! Diğer faaliyetlerin her birinde ticari faaliyetler yürütmek zorundasınız. Eğitimin son kademesi de böyle. Eğitim bedava olsun. Peki, öğretmenler bedava çalışabilir mi? Çalışamaz! Maaş vermezseniz onlar da başka bir iş yapar. Burada temizlik yapan insanlar bedava çalışabilir mi? Tabi ki çalışamaz. Kim karşılayacak bunu? Bunu toplum vergileriyle karşılıyor aslında, devletin karşıladığı yok. Bugün eğitime harcanan pay arttı, %10’ u buldu zannediyorum ve en yüksek seviyeye yükseldi. Bu şu demektir: Türkiye’de eğitimin maliyeti bütçe açısından bakıldığında bütçenin %10’ udur. Bu para da toplumdan çık- maktadır zaten. Toplum zaten eğitimi finanse etmektedir. Ama bu dolambaçlı, dolaylı yollarla yapıldığı için insanlar bunun farkına varmıyor. Devlet bu paraları topluyor. Sonra tekrar dağıtıyor. Bir toplamak için para harcıyor, bir de dağıtmak için para harcıyor. Bir sürü bürokrasi arada. Binlerce memurlar, kurumlar, lüzumsuz bürokratik mekanizmalar filan. Eğitim topluma bırakılabilir. Devlet toplumdan aldığı vergiyi almaz. Parasız Eğitim Fakirden Çok Zengine Yarıyor. Akreditasyon söz konusu olacak mı? Vergi indirimi. Mesela der ki; “Çocuğun eğitimine para harcayan kimseleri vergi indirimine tabi tutacağım.”. Ya da devlet bu parayı toplar ama kendisi harcamaz. Nasıl olur? Kendisi harcamaz da veliler harcar. Okullar özel okul olur. Devlet, “Liseye giden her çocuğa 3 bin lira vereceğim.” der ve gönderir. Çocuklar da alır parasını okullar açtırır ve göze kestirdiği okula girer. Böylece muazzam bir bürokrasi ortadan kalkar. Böylece eğitimde derinlik ve kalite artar. Çocuğu olmayan aileler parasını vergi olarak devlete vermek yerine daha verimli bir işte kullanmak isteyebilir. Diyelim Devlet eğitimi bedava yaptı ve bütün okullar da devlet okulu. Zannediyor musunuz ki Çankaya’daki bir ilkokulun aldığı kaynakla Etlik’teki bir ilkokulun aldığı kaynak aynı? Hayır, arada muazzam fark var. Çankaya’daki daha fazla alıyor. Çünkü orada bürokratik ve siyasi bağlantıları güçlü olan ailelerin çocukları okuyor. Bu gayri resmi oluyor zaten okullarda ne yazık ki. Çankaya’daki bir okuldaki lüksü görüyorsunuz. Öbür taraftaki okuldaki sefaletle karşılaştırınca şaşırıyorsunuz. Sadece bu bakımdan değil, mesela üniversiteler bedava olunca fakirin mi işine yarıyor? Hayır. İşine yaradığı fakirler olabilir ama asıl daha varlıklı ailelerin işine yarıyor. Bizdeki sistem en kötü sistem, olabilecek en hantal sistem. Devlet, çocuklarımızın sahibi gibi davranıyor, sanki bizim çocuklarımız onların malı. İstedikleri gibi deney yapabilirler üstlerinde. Uzattım kısalttım, onu öğrensin bunu öğrensin! Vatandaş, “Sana ne kardeşim, bu çocuk benim çocuğum, ben gerekirse uzmana da danışırım ama kararı ben veririm.” demiyor. Hele değer eğitimi konusunda devletin hiç diyeceğinin olmaması Türkiye’de eğitimin maliyeti bütçe açısından bakıldığında bütçenin %10’ udur. Bu para da toplumdan çıkmaktadır zaten. Toplum zaten eğitimi finanse etmektedir. Ama bu dolambaçlı, dolaylı yollarla yapıldığı için insanlar bunun farkına varmıyor. Devlet bu paraları topluyor. Sonra tekrar dağıtıyor. 33 31 - 35 (Atilla Yayla).indd 33 04.06.2012 18:30:16 Mesela iki cümle kuramayan İngilizce öğretmenleri var. İhtiyaç yok ki. Çünkü kimse ona bunu sormuyor, kimse ona iki cümle kurmayı öğrendiği için daha fazla para vermiyor. Dolayısıyla adam devlet dairesine girdiği zaman emekliliğine kadar devlet garantisi olduğunu biliyor ve bekliyor. Akmıyor, kokmuyor, kimseye bulaşmıyor, öne çıkmıyor, dikkat çekmiyor, kimseyle tartışmıyor ve emekliliğini getirebiliyor böylece. Her meslekte bu böyle, sadece öğretmenlikte değil. lazım. Formasyon, kimya, fizik, matematik eğitimi gibi teknik konularda olabilir. Tamamen topluma ait olması gerekir. Şimdiki sistemde de yapılabilir. Mesela bugün 4+4+4 bundan daha insaflı bir sistem. Öncekinde tamamen dini eğitimi budamaya yönelik bir çaba vardı. Yani istiyorlardı ki çocuklar on beş yaşına kadar dini eğitim almasın. Şöyle söylüyorlardı: Canım bırakın on beş yaşından sonra alsınlar. On beş yaşından sonra almaz ki! Çocuklar değer eğitimini genellikle küçük yaşlarda alırlar, almak mecburiyetindedirler ve her anne babanın kendi değerlerini çocuklarına aktarma hakkı vardır. Bu devletin hakkı değildir, benim hakkımdır, sizin hakkınızdır. Bunu gasp ediyor devlet. Ne adına gasp ediyor? Bilim adına, eğitim bilimcilerin saçma sapan teorileri adına. Gördüğünüz gibi birçok model var aslında. Bir modele mahkûm olmak mecburiyetinde değiliz. Eğitim Özelleşirse Öğretmenler İşsiz Kalmaz! Amerika, Almanya, Japonya, İngiltere gibi gelişmiş olarak gördüğümüz ülkeler nasıl uyguluyorlar bunu? Ondan önce bir şey daha söyleyeyim: Dedik ya devletin eğitimin patronu olmasından çıkarılmasına çeşitli itirazlar var, itirazlardan birisi eğitimin bedava olduğu yanılgısı ki bedava değil bunu anlattık. İkinci bir yanılgı da öğretmen tabakasından kaynaklanıyor. Onlar da düşünüyorlar ki eğer devlet işveren olmazsa bu öğretmenler istihdam edilmezler, maaşlarını da alamazlar. Öyle bir şey yok ki. Toplumda eğitim dediğimiz şeye bir ihtiyaç var, ihtiyaç olduğu sürece bu sektörde çalışacak öğretmene de ihtiyaç olacak. Dolayısıyla öğretmenler istihdam edilecek. Ama şu olacak: Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı onu yapmaya çalışıyor, bir defa öğretmen oldum artık 20 sene yatarım, sonra emekli olurum değil. Öğretmen dediğimiz insan öğreten insandır, öğreten insan okuyan insandır, araştıran insandır. Öğretmenlerin önemli bölümü okumayan, araştırmayan, kendisini hiçbir şekilde geliştirmeyen, konuşmayı bilmeyen, oturup kalkmayı bilmeyen kimselerden oluşuyor. Aynı kitabı tekrar ediyor, o da merkezden dağıtılıyor. Sistemin de işine geliyor: “Aman benim kontrol ettiğimin dışında bir şey öğretilmesin.” Hâlbuki her insanın kendisine karşı ahlaki görevi kendisini geliştirmesidir aynı zamanda. Böyle bir sistem olsa bugün nasıl ki devlet otomotiv yapmadığı halde otomotiv sektöründe çalışan insanlar varsa eğitim sektöründe de çalışan insanlar olacak. Toplumun ihtiyacı ne kadarsa o kadar olacak. Bugün 700.000 öğretmen varsa belki 600.000 belki 800.000 olacak bilmiyoruz. Ama öğretmenler başarılarına bağlı maaş alabilecekler, kendilerini geliştirme imkânına sahip olacaklar. Dolayısıyla kimsenin işsiz kalması ya da gerekli çabayı gösterenlerin işsiz kalmasıyla ilgili bir şey söz konusu olmayacak. Bunu anlayamadığı için öğretmenlerde bir korku var. Hayatı Önceleyecek Durumda Değiliz. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz daha nitelikli öğretmenleri nasıl yetiştirebiliriz? Aynı noktaya geliyoruz, yani ideal bir öğretmen tipi yok. Böyle hepimizin üzerinde mutabık kalacağı bir öğretmen tarif edemeyiz, onun yetiştirme süreçlerini önceden belirlemek imkânsız. Yapılabilecek şeyler var, yapılmasına teşebbüs edilemeyecek şeyler var. Yani asgari bilgiler aktarılabilir okullarda, üniversitelerde; ama gerisi hayatın kendisine kalmıştır. En önemli unsur rekabettir. Rekabet olmadığı takdirde insanlar kendilerini geliştirmezler. Dolayısıyla sektörde rekabet olmalıdır. Rekabet olduğu takdirde öğretmenler bütün potansiyellerini kullanarak kendilerini geliştirecektir. Mesela iki cümle kuramayan İngilizce öğretmenleri var. İhtiyaç yok ki. Çünkü kimse ona bunu sormuyor, kimse ona iki cümle kurmayı öğrendiği için daha fazla para vermiyor. Dolayısıyla adam devlet dairesine girdiği zaman emekliliğine kadar devlet garantisi olduğunu biliyor ve bekliyor. Akmıyor, kokmuyor, kimseye bulaşmıyor, öne çıkmıyor, dikkat çekmiyor, kimseyle tartışmıyor ve emekliliğini getirebiliyor böylece. Her meslekte bu böyle, sadece öğretmenlikte değil. Mesela otomotiv veya bilişim sektöründeki gelişmelere ayak uydurmak çok zor. Cep telefonlarındaki gelişmeyi izliyoruz. Hayatın devamlı peşinden koşmak zorundayız, hayatı önceleyebilecek durumda değiliz. O bakımdan rekabet olması lazım, değişik modellerin denenmesi lazım. Bu modellerden birisi başarılı olduğu zaman bu başarı diğerlerine emsal teşkil 34 31 - 35 (Atilla Yayla).indd 34 04.06.2012 18:30:18 edecektir. Ama on sene sonra başka bir şey olabilir. Şirketlere baktığınız zaman Sony batıyor, Kodak battı -Amerika’da ilk fotoğraf makinesini yapan firmalardandır- ama Apple yükseldi, Samsung yükseldi. Hayatın böyle bir garantisi de yok. Nasıl gelişiyor bunlar? Rekabet ederek. Sadece yapmamız gereken birtakım genel kurallar koymak, sonrası hayatın kendisinin işi. Kimsenin Tanrı rolünü oynamasına gerek yok, kimse Tanrı olamaz, bir yaratıcı var, onun gücü sınırsız, o istediği her şeyi yapabilir ama bizler insanız, aciz varlıklarız. Bazen kendi hayatımızı idare etmekte bile aciz kalıyoruz, kendi sektörümüzdeki yenilikleri takip etmekte aciz kalıyoruz. Ama toplum halinde yaşadığımız için kendi bilgilerimiz yanında başkalarının bilgilerini kullanma imkânımız da var. İşte bu eğitim yoluyla oluyor, ticaret yoluyla oluyor, sosyal hayat yoluyla oluyor. O yüzden insanlar ne kadar özgürse, ne kadar kendi tarzlarını seçme ve geliştirme hakkına sahipse toplumda kullanılan bilginin miktarı da o kadar artacaktır ve arttıkça da herkesin işi iyiye gidecektir. Yapmamız gereken şey bu. Hâlbuki merkezi eğitim sistemi tersini yapıyor, bilgiyi kontrol altına alıyor, sınırlıyor doğru bilgiyi yanlış bilgiyi kafasında tasnif ediyor ve donduruyor. Yanlış olan bu merkezi yapı. Ulus devlet, devleti sorgulayabilecek, devletin doğru dediği değerlere itiraz edebilecek insanların yetişmesini istemiyor. Amaç İtaatkar İnsanlar Yetiştirmek Yani sistem modern köleler istiyor. Bir çeşit itaati içselleştirmiş, itiraz etmeyecek, kolay sevk ve idare edilebilir insanlar istiyor. Ulus devletlerin eğitime el atmaktaki asıl gayesi fakirlerin okumasını sağlamak falan değildir. Amaç itaatkâr insanlar yetiştirmektir; kendi doğrularına göre donatılmış insanlar. “Okullar Hayat Olsun” diye bir proje yürütmeye çalışıyor şu anda Bakanlığımız. Ama orada yetişkinlerin okula girmesi gibi bir algı var sanki. Acaba okulu mu topluma katmak lazım? Bu “okulu hayata katmak” filan çok süslü şeyler. Hiç bir anlamı olmayan laflar. Netice itibariyle okul kurumsallaşmadır. Eğitim, örgün eğitim, ister istemez bir mekânsal yoğunlaşmayı gerektiriyor. Şu anlamda o sözün doğru bir tarafı var. Türkiye’de veliler okuldan çok kopuk. Toplum okuldan kopuk. Mesela biz çocuklarımıza ne okutulduğunu kontrol edemiyoruz. Hiçbir söz hakkımız yok veliler olarak, değil mi? Bunu Milli Eğitim Bakanlığı belirliyor. Hâlbuki daha demokratik ülkelerde, Amerika gibi, velilerin bu konuda söz hakkı var. Bizde de hastanın doktor seçme hakkı olduğu gibi velinin de okul ve öğretmen seçme hakkı olmalıdır. Çocuğunun okuluna gitmemiş binlerce veli vardır belki de. Bu veli nasıl düşünüyor? “Nasıl olsa devlet bu işi çekip çeviriyor”. Devlet de omzuna kalmasını seviyor. Çünkü çocuğu o zaman kendisininmiş gibi sahip çıkıp istediği gibi endokrine edebiliyor. Bunun değişmesi için velilerin okullara çekilmesi lazım tabii ki. Öğretmen, okul aile birlikleri mi olur başka bir şey mi olur bunun üzerinden veliler tartışmalılar. Öğretmenlere müdahale etmeliler. Öğretim tarzlarına müdahale etmeliler. Eğitimi Mahallileştirmek Gerekir. AK Parti hükümetinin eğitimin yerel yönetimlere devri konusunda bir projesi vardı. Bu şu anda hiç gündeme gelmiyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Dediğiniz model güzel bir model. Eğitimi mahallileştirmek. Mahalli idareye söz vermek. Bir taraftan velileri diğer taraftan mahalli idareyi söz sahibi kılmak. Ama burada da Türkiye korkuyor. O zaman mesela Güneydoğu’da Kürt velilerin okullar üzerinde ağırlığı olacak. Bunlar Kürtçe ders isteyecekler icabında. Muhtemelen bundan korkuyor sitem. Veya dindarların yoğun olduğu bir bölgede dindarlar din eğitimine ağırlık veren bir lise isteyecekler mesela. Bundan da çekiniyor. Ama doğru olan bu model. Yani toplumun müdahil olması lazım. Toplum nasıl ki parasını veriyorsa yani vergilerini ödüyorsa aynı zamanda kontrol etmesi, katkıda bulunması, bunun parçası olduğunu hissetmesi lazım. Bu takdirde daha başarılı olabilir eğitim sistemi. Bu esneklik, bu özgürlük ortamında devlet de ağır yükünden kurtulmuş olacak. Devletin bir yükü yok, toplumun yükü var. Toplumun parası çarçur ediliyor. Parayı toplum sağlıyor. Öğretmenler Odası’na zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Eğitimi mahallileştirmek. Mahalli idareye söz vermek. Bir taraftan velileri diğer taraftan mahalli idareyi söz sahibi kılmak. Ama burada da Türkiye korkuyor. O zaman mesela Güneydoğu’da Kürt velilerin okullar üzerinde ağırlığı olacak. Bunlar Kürtçe ders isteyecekler icabında. Muhtemelen bundan korkuyor sistem. 35 31 - 35 (Atilla Yayla).indd 35 04.06.2012 18:30:20 TÜRKİYE’DE VE GELİŞMİŞ ÜLKELERDE OKUL MÜDÜRLÜĞÜ SİNAN AYDIN Müdür Yardımcısı / İstanbul Gelişmiş ülkelerden ABD eğitim yöneticisi yetiştirme konusunda zengin bir bilgi ve deneyime sahiptir. Bu konuda ilk defa okul yönetimi dersi ABD’de 1881 yılında verilmiştir. ABD’de 19. yy ikinci yarısı ve 20. yy’da yönetim bilimlerinde geliştirilen çeşitli yaklaşım ve kuramlar eğitim yönetimine de uyarlanmıştır. Her okulun ortam, fiziki çevre, veli profili, öğrenci ve öğretmen açısından farklı özellikleri vardır. Bu özellikler, öğrenmeyi etkileyen unsurlardır. Ancak her okulda etkili bir öğrenmenin gerçekleşmesini sağlama, okul müdürlerinin temel görevi ve sorumluluğudur. Okul müdürü, bunun yanında okul için gerekli kaynakları sağlama, öğrenme ortamını hazırlama, öğrenmeyi kolaylaştırma ve öğrenmeye liderlik yapma ile de sorumludur. Bu sebeple eğitimin geleceğini şekillendirmede okul müdürleri hayati bir rol oynar. MEB yukarıda sayılan niteliklerde okul müdürü seçme, yetiştirme ve atama süreçlerini maalesef başarıyla yerine getirememektedir. Bilindiği gibi Türkiye’de okul yöneticisi yetiştirmek üzere herhangi bir eğitim kurumu bugüne kadar kurulmamıştır. Ülkemizde okul yöneticileri için esas olan öğretmenlik mesleğine sahip olmaktır. Elbette bu önemlidir, hayatında sınıfa öğrencilik yılları haricinde girmemiş biri eğitime liderlik yapamaz. Ancak eğitim liderliği için elmanın bir yarısı öğretmenlik ise diğer yarısı da profesyonel liderlik vasıflarını bilme ve uygulamadır. Bu yazımızla ülkemizdeki mevcut duruma bakıp ardından iki ayrı gelişmiş ülkenin bahse konu olan eğitim liderliği uygulamasına değinip yine ülkemiz için bir model önerisinde bulunmaya çalışacağız. Ülkemizde eğitim yönetimi dersleri genel olarak yüksek lisans ve doktora programları ile birlikte verilmektedir. Yüksek lisans ve doktora programlarında da daha çok akademik yön öne çıkmış, nitelikli, çağın gereklerini yerine getirebilecek okul yöneticileri yetiştirmek pek düşünülmemiştir. MEB Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer Değiştirmelerine İlişkin Yönetmeliğe göre, yöneticilik görevlerine atanacaklarda aranan şartlar ise şunlardır: Yükseköğrenim bitirmiş olmak, adaylığı kaldırılmış olmak, öğretmenlikte en az üç yıl görev yapmış olmak, seçme sınavında başarılı olmak, müdür olarak atanacaklarda Ek-2 formunun topladığı puan vb. Gelişmiş ülkelerden ABD eğitim yöneticisi yetiştirme konusunda zengin bir bilgi ve deneyime sahiptir. Bu konuda ilk defa okul yönetimi dersi ABD’de 1881 yılında verilmiştir. ABD’de 19. yy ikinci yarısı ve 20. yy’da yönetim bilimlerinde geliştirilen çeşitli yaklaşım ve kuramlar eğitim yönetimine de uyarlanmıştır. ABD’de okul müdürü olmak için temel koşullar (eyaletler arası farklılıklar olsa da) özetle eğitim yönetimi alanında yüksek lisans yapmış olmak, okul müdürü olmak için geçerli bir sertifikaya sahip olmak, kamu okullarında belli bir süre deneyim sahibi olmak, mesleki sınavdan yeterli not almış olmaktır. 36 36 - 37 (Sinan Aydin).indd 36 04.06.2012 15:24:22 İngiltere’de ise “Okul Müdürleri için Ulusal Mesleki Standartlar (NPQH) Sertifika Programı” uygulanmaktadır. 1997 yılından itibaren uygulanmaya başlayan ve temeli okul geliştirme sürecine bağlı olan bu programın altı temel felsefesi bulunmaktadır. Geleceği yönetmek, öğrenme ve öğretmeye liderlik etmek, kendini geliştirme becerisi, örgüt yönetimi, hesap verilebilirlik, okul ve toplumu güçlendirme. Bu program, adaylara müdürlük koltuğuna oturmadan önce onların pratik ile teoride ihtiyaç duyacakları bilgi birikimi ve tecrübe ile donanmalarını sağlayan bir seminerler sistemidir. İlk uygulamadan itibaren sürekli geliştirilmeye devam edilen ve çok geniş bir kesimin (akademisyen, yönetici, idareci vb.) danışmanlığında hazırlanan program okul müdürleri için ulusal standartları karşılayacak düzeydedir. Yine bahse konu olan bu program, eğitim yöneticilerini, en iyi liderlik özellikleriyle donatan, gelişime açık ve okul geliştirmeyi temele alan, daha önceki başarılar üzerine inşa edilen standartları geliştiren bir süreç bütünüdür. İlk paragrafta ifade edildiği gibi nasıl her okulun farklı özellikleri varsa, kuşkusuz her ülkenin de farklı özellikleri, imkân ve koşulları mevcuttur. Ancak, ortak aklın ve bilimin geldiği aşamadan da istifade etmek zorunluluktur. Üniversitelerimizde de eğitim yönetimi derslerinin genel olarak yüksek lisans ve doktora programları ile birlikte verildiğini ve bu derslerin de akademik yönünün daha çok öne çıktığını belirmiştik. Anlatmaya çalıştığımız çerçeve dâhilinde geleceğimiz olan çocuklarımızı emanet ettiğimiz okulların yöneticilerini seçme, yetiştirme ve atama süreçlerine yönelik ülkemizde daha ciddi bir yapılanmaya olan ihtiyaç aşikârdır. İngiltere’de uygulanan programa benzer, ülkemize özgü, uygun bir “Eğitim Yönetimi Programı” hazırlanmalıdır. Bu program MEB ve YÖK öncülüğünde Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün teşkilat yapılanmasına benzer ilmi, idari ve mali özerkliğe sahip, MEB’e bağlı okullara ilk defa ata- nacak yöneticilerin (müdür, müdür yardımcıları) seçilmesi ve yetiştirilmesi görevlerini ifa edecek bir üst yapılanma içerisinde oluşturulabilir. Bu program eğitim yöneticilerinden beklenen davranışlara göre şekillenmeli ve değişeme açık esneklikte geliştirilmelidir. Dersler ise yönetim bilimleri ile ilgili olduğu kadar eğitim ve öğretim ile de ilgili olmalıdır. Ayrıca derslerle kifayet edilmeyip staj yönü de yeterince olmalıdır. Program sonunda hâlihazırdaki sınava benzer, mesleki yeterlilik sınavı yapılmalı ve yine Ek–2 formunun topladığı puanlar dikkate alınmalıdır. Ek–2 formu ile ilgili iki hususa dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Ek2’de yönetim alanında yapılan yüksek lisans için 8 puan, doktora için 12 puan verilmesine karşılık, müdür yardımcılığında geçen her bir yıl için sadece 0,66 puan verilmesi, tecrübenin ve pratiğin ehemmiyeti ile birlikte düşünülünce hiç de doğru ve adil olmayan bir tablo ortaya çıkıyor. Bir de “Uzman Öğretmen” unvanlı olanlar için ilave 4 puan veriliyor. 2006 yılından bugüne uzmanlık sınavı açılmamasına rağmen bu puanın yalnız uzman olanlara verilmesi ne kadar doğrudur? İçinde bulunduğumuz yüzyıla damgasını vuran “değişim” eğitim yönetiminde de yeni uygulamaların en kısa sürede hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Hiç şüphesiz ki bugünkü eğitim yöneticileri ile (makro bakınca yöneticilerden ziyade yönetici seçme, yetiştirme ve atama süreçleri hatalıdır) çocuklarımızı ileri teknolojiler kullanmaya, gelecekte insanlığa değer katacak bilimsel çalışmalar yapmaya hazırlamak çok zordur. Yararlanılan Kaynaklar: 1. “İngiltere’de Okul Müdürü Yetiştirme Programı ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”, Habib ÖZGAN ve Muhammet BAŞ, http://www.eyuder.org/bilimselyayinlar/1.pdf. 2. “Okul Yönetimi ve Öğretim Liderliği”, Mehmet ŞİŞMAN, Eğitime Bakış Dergisi, Sayı 8, Sayfa3-14. 3. “Gelişmiş Ülkelerde Okul Müdürü Olmanın Temel Koşulları ve Öneriler” Yasin ŞAHİN, http://forum.memurlar. net/konu/1408123. Program sonunda hâlihazırdaki sınava benzer, mesleki yeterlilik sınavı yapılmalı ve yine Ek–2 formunun topladığı puanlar dikkate alınmalıdır. 2006 yılından bugüne uzmanlık sınavı açılmamasına rağmen bu puanın yalnız uzman olanlara verilmesi ne kadar doğrudur? 37 36 - 37 (Sinan Aydin).indd 37 04.06.2012 15:24:27 ÇOCUK VE SEVGİ HACER YALÇINTAŞ MÜ PDR Öğrencisi / İstanbul Çocuk bu umudun varlığıyla tanımlar kendisini ve her şeyi bu umuda bağlamıştır. “Umutluyum çünkü güvendeyim, umutluyum çünkü burada beni seven birileri var, umutluyum çünkü bana bakıp elimden tutanlar bırakmayacaklar beni!” İnsan hayatında “SEVGİ” kelimesinin önemi yok sayılamaz. İnsan bu sevgiyi doğum öncesinden ölüme dek yaşar. Çocukluk ise yaşam boyu yaşanacak olan sevginin tohumlarının atıldığı ilk yıllardır. Çocuk bu yıllarda aldığı sevgiyi, bütün yaşamı boyunca karşısındakine sevgisini gösterirken de ona gösterilen sevgiyi kabul ederken de kullanacaktır. Yazıma başlarken öncelikle şu soruyu sordum kendime: “Bir bebek sevgiyi nasıl yaşar?” Daha sonra düşündüm de aslında bebek dünyaya gelmeden önce de yaşıyor bu sevgiyi. Nasıl? Bilirsiniz annesini tekmeleyen bebekleri ve henüz doğmamış bebeğini hisseden, onun tekmelerinden anlam çıkaran anneleri. Boş bir çaba değildir bu tekmeler! “Ben buradayım, seninleyim, beni gör, sesimi duy, ihtiyaçlarımı hisset ve beni sev!” in ifadesidir kısaca. Kendisini doğmadan hissettiren bebek artık gelir yeni dünyasına. Onun için yepyeni olan bu dünyaya uyum kurmada yardımcı olacak refleksleri vardır. Mesela avuç içine dokunduğunuzda tutma refleksiyle “Evet dünyanıza geldim, artık tam anlamıyla sizinleyim, hayat boyu sımsıkı tutacağım elinizden. Yeter ki siz dokunarak hissettirin varlığınızı bana!” cümlelerini anlatmak ister belki de anne ve babasına. Ya da ellerinden tutup ayağa kaldırdığınızda kasları henüz gelişmediği halde heyecanla atmaya çalıştığı adımlarıyla “Bana destek verdiğinizde, elimden tuttuğunuzda gelişebileceğime ve ilerleyebileceğime inanmalısınız. Bakın ben küçücük bedenimle meraklıyım yürümeye!” der. Fiziksel ihtiyaçları karşılanan bebek yaşamın devam edeceğine, tehlikelerden korunacağına dair bir umut besler içinde. Çocuk bu umudun varlığıyla tanımlar kendisini ve her şeyi bu umuda bağlamıştır. “Umutluyum çünkü güvendeyim, umutluyum çünkü burada beni seven birileri var, umutluyum çünkü bana bakıp elimden tutanlar bırakmayacaklar beni!” Annesinin şefkatli bakışlarını ayırt etmeyi öğrenen bebek için artık annesinin gözleri dünyadaki diğer bütün gözlerden farklıdır. Çünkü bu gözler anne yüreğinin, evlat sevgisinin yansımasıdır. Anne, bebeğinin ilk sevgi nesnesidir. İlk, annesiyle tanır dünyayı bebek. Annenin dünyayı algılayış tarzı, dünyaya bakış açısı bebeğin dünyayı algılayışı üzerinde oldukça etkilidir. Annesine iyice bağlanan bebek onunla ayrılıklarına katlanamaz hale gelir. Aslında bu annesiyle geliştirdiği güven ilişkisine bağlıdır. Bazı bebekler için ‘ortalığı yıkıyor’ tabiri kullanılırken, bazıları annesini görmezden gelir, en sağlıklısı ise annesinin yokluğunda gelme umudunu yitirmeyen, 38 38 - 40 (Hacer yalcintas).indd 38 04.06.2012 15:28:16 annesi yanındayken de ona sevgiyle sarılmasını bilen çocuktur. Erikson detaylıca açıklamıştır anne-çocuk arasındaki güven ilişkisini. Bebeğin bu dönemde güvenini oluşturma konusunda değerli bir hocam anneye çocuğuna kendinden bir parça bırakmasını önerebilirsiniz demişti. Daha sonra annemle konuştuğumda benim de annem yanımda yokken yanımdan ayırmadığım bir nesnem varmış: annemin taktığı boncuktan kolye. Annemi yanımda hissetmemi sağlayan o değerli nesne. Babalar kıskanmasın! Onlar da işlerine giderken biricik kızları onları göndermek istemediklerinde onlara kendilerinden bir parça bırakabilirler. Minik yanaklarına bir öpücük mesela! Söyleyin ona saklasın siz gelene kadar. İnanın o öpücükten değerli hediye yoktur onlar için. Çocuk annesinden sonra babasının hayatındaki önemini fark edince anlar aslında kendisinin bir ailenin parçasını oluşturduğunu. Ailesinin ‘neşe kaynağı’, ‘altın topu’ dur belki de. Anne-babasının oyuncağı olan bebeğe binlerce oyuncaklarla gösterir sevgisini ebeveyn. Artık çocuk için hayat eşittir oyun olmuştur. Çocuk oynadığı oyunlarda, seçtiği oyuncaklarla hep kendisini yansıtır. Ailesinden, çevresinden etkilendiği olumlu-olumsuz olaylar oyunlarıyla gün yüzüne çıkar. Çocuk yaptığı resimlerle anlatır ailedeki gerginliği, seçtiği oyuncaklarla anlatır babasına olan hasretini. Çocuk oyuncaklara boğuldukça yalnızlığa sürüklenmemeli. Unutulmamalı ki onunla yapılan etkinlikler, birlikte gidilen parklar, beraber oynanılan oyunlar çok değerlidir çocuk için. Sonra yavaş yavaş çocuğun dış dünya ile, toplumla uyumu sağlanmaya başlanır, kültürel özellikler kazandırılmaya başlanır çocuğa. Çocuk adım adım yaşamın içinden bir birey olmaya yaklaşmıştır. Ailesinden aldığı sevgiyi diğer varlıklara, diğer insanlara yansıtmaya başlar artık çocuk. Çocuğun sokaktaki kediye, gökyüzündeki uçağa, yoldaki arabaya, evlerindeki kuşa vb. merakı, ilgisi gittikçe artmaya başlar. Evde beslenen minik kuş onun her şeyidir, onunla konuşur, ona gününü anlatır, onu kendince konuşturur, ilk kaybetmenin acısını belki de kuşunun ölümüyle yaşar. O acıyla gün- lerce evden dışarı çıkmaz, oyun oynamaz. Annesine kuşunun nereye gittiğini defalarca sormadan da edemez. Sonra yeni arkadaşlara, kardeşlerine yöneltir sevgisini. İşbirliğini, paylaşmayı, birlikteliği onlarla öğrenir. Anne-baba çocuğunun davranışlarına şekil vermeye devam eder bu arada. Nerede, nasıl oturulup-kalkılacağı; nerede ne konuşulacağı vb. kurallar koyulur çocuğun önüne. Çocuk davranışlarının sonuçlarına göre değerlendirmeye başlar insanları, iyi çocuk-kötü çocuk diye. Bu arada anne-baba çocuğunu davranışlarıyla özdeşleştirip davranışlarının sonuçlarına göre çocuğa sevgi yükleme hatasına düşmemeli. Çocuğun olumsuz bir davranışına “Bak bunu yaparsan bir daha sevmem seni, annen olmam!” gibi cümlelerle karşılık verilip korkutulmamalı çocuk. Çocuk annesinden sonra babasının hayatındaki önemini fark edince anlar aslında kendisinin bir ailenin parçasını oluşturduğunu. Ailesinin ‘neşe kaynağı’, ‘altın topu’ dur belki de. Anne-babasının oyuncağı olan bebeğe binlerce oyuncaklarla gösterir sevgisini ebeveyn. Artık çocuk için hayat eşittir oyun olmuştur. Çocuk oynadığı oyunlarda, seçtiği oyuncaklarla hep kendisini yansıtır. 39 38 - 40 (Hacer yalcintas).indd 39 04.06.2012 15:28:19 ilk sarılan o öğretmenler asla unutulmaz. Bağlılığı fark edilmeyen, akşama kadar babasının eve gelmesini bekleyip yüzüne bile bakılmayan çocuklar, annesinin sevgisini elde etmek için ona su götürürken bardağı düşürdüğü için azarlanan çocuklar, dersi anlamakta zorlandığı halde çabaladığı ama başarılı olamadığı için küçük düşürülen çocuklar, aşağılanan, şiddete maruz bırakılan, ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar… Çocuk öğretmenini, okulunu, arkadaşlarını sevdikçe öğrenmeye daha istekli olur, başarır, başardıkça hayata daha fazla katılır. Gelecekte ne olacağına karar verir çocuk; öğretmen, doktor, veteriner, anne, baba. Bu kadarcıktır dünyası. Çocuğun dünyası küçük olduğu için sevgi, ilgi beklediği kişi sayısı da azdır; hayatındaki kişi sayısı az olması nedeniyle de daha fazla bağlıdır onlara. Peki bu bağlılığı fark edilmeyen, akşama kadar babasının eve gelmesini bekleyip yüzüne bile bakılmayan çocuklar, annesinin sevgisini elde etmek için ona su götürürken bardağı düşürdüğü için azarlanan çocuklar, dersi anlamakta zorlandığı halde çabaladığı ama başarılı olamadığı için küçük düşürülen çocuklar, aşağılanan, şiddete maruz bırakılan, ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar… Çocuğun en çok korktuğu, sevdiği insanların sevgisini yitirmekten başka bir şey değildir. Bütün oyuncaklarını, kumbarasındaki bütün parasını ortaya koyar çocuk; anne-babasının kendisine ayıracakları bir dakikayı alabilmek için. Ebeveyn çocuğunu yargılamak yerine isteklerini ben diliyle ifade edebilmeli “Senin böyle davranman bizi üzüyor, biz seni koşulsuz seviyoruz ancak bizi üzen şu davranışını sevmiyoruz” diye. Biraz daha büyüyen çocukta okul, öğretmen sevgisi başlar bu defa. Sabahları heyecanla okul önlüğünü giymeler, defterlerini-kitaplarını çantasına doldurup okulun yolunu tutmalar. İlk öğretmeni insanın hayatta unutamadığı özel kişilerdendir. Çocuğun ilk öğretmeni ailesinden sonra örnek aldığı ilk modelidir. Öğrencisinin gözündeki ışıltıyı gören, ona sevgiyle yaklaşan, onunla bir birey olarak sohbet eden, çözülen ayakkabı bağcığını özenle bağlayan, teneffüste düştüğünde gözlerindeki yaşları silip ona Bilmem farkında mısınız bizim için küçük ve önemsiz olabilen ama çocuk için çok emek, değer verilen bu çabaların? Bilmem farkında mısınız çocuğun bu emeğini görmemekle, sevginizi ondan esirgemekle ve verdiğiniz sevgiyi de sadece onun başarılı olmasına bağlamakla “Sen aslında değersizsin” mesajını verdiğinizin? Çocuğunuzu böyle bir yaşamda büyüterek sadece bir an için kırmıyor, bir an için değersizleştirmiyorsunuz. Onun kişiliğini olumsuz etkileyerek geleceğini şekillendiriyorsunuz. Çocuğunu böyle davranarak eğittiğini sanan aileler, öğretmenler “bir baltaya sap olamamış”, “insan içine karışmamış”, “iletişim kurmaktan aciz” deyip toplumun bir kenarına atılan insanları kendi elleriyle yetiştirdiklerini unutmasınlar. Özetle her insanı değerli yapan yüreğindeki sevgidir. Sevgiyse sergilendikçe değerlenir ve paylaşıldıkça çoğalır. Kim bilir belki de “Çocuğum şımarır” diyerek onlardan esirgediğiniz sevgilere gelecekte sizin daha çok ihtiyacınız olacak. Yüreğinizdeki sevgiyi eksiltmeden vermelisiniz minik yüreklere ki sevginiz daha da kıymetlensin. Sevgiyle kalın. 40 38 - 40 (Hacer yalcintas).indd 40 04.06.2012 15:28:21 EĞİTİM ÜZERİNE İBRAHİM KAYA Edebiyat Öğretmeni / İstanbul Eğitim ferde bilgi, beceri ve alışkanlıklar kazandırma faaliyetleridir, diye tarif edilir. Bu faaliyet esnasında gösterilecek titizlik, bir bakıma eğitimin olumlu sonuçlanmasına vesile olacaktır. Bireyin eğitimi doğumuyla birlikte başlar. Toplumları kalkındıran, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştıran yegâne faktörün eğitim olduğunu hiç şüphesiz hepimiz kabul ederiz. Eğitim yolculuğunun süresinin ise beşikten mezara kadar olduğunu ise söylemeye bile gerek yok kanımca. Bir ülkenin dünya üzerindeki konumu ve gücü ne olursa olsun şayet o ülke, eğitime gereken önemi vermiyorsa geleceği pek aydınlık olmayacaktır. Ancak eğitime önem veren milletlerin şu anki durumları ne olursa olsun, gelecekte yolları aydınlıktır. Çünkü onlar gerçek hazineyi bulmuşlar ve eğitimin önemini anlamışlardır. O hazineyi ne kadar olumlu kullanırlarsa, kalkınmaları ve gelişmeleri o hızda olacaktır. Eğitime önem vermeyen bir toplumun kalkınması düşünülemez. Ve eğitim faaliyetlerine gereken değeri göstermeden kalkınmış bir millet örneğine tarihin hiçbir aşamasında rastlanmaz. İnsanların başına ne geldiyse, eğitimsizlikleri yüzünden gelmiştir. Okumayan, araştırmayan, üretmeyen, dünya üzerindeki gelişmeleri takip etmeyen, varlık sebebini anlamayan insanlardan meydana gelmiş bir millet dünyanın en zavallı milletidir. Güçlü ülkelerin kontrolü ve denetimi altında hayatını sürdürmeye mahkûm olan bu tür mil- letler ve devletler zamanı gelince tarih sayfasından silinirler. Bunu engellemeye de güçleri yetmez. Çünkü değerlerini savunacak, var olma mücadelesi verecek ve en önemlisi millet olma şuurunu sorgulayacak tek bir şahsiyet kalmamıştır. Daha doğrusu ortada millet diye bir olgu kalmayacaktır. Sağlam bir millet olmak ve dünyaya yön verecek nitelikli insanları yetiştirmek, belli bir amacı, geniş bir düşünceyi ve stratejiyi gerektirmektedir. Bu da ancak eğitim sayesinde gerçekleşir. Eğitim ferde bilgi, beceri ve alışkanlıklar kazandırma faaliyetleridir, diye tarif edilir. Bu faaliyet esnasında gösterilecek titizlik, bir bakıma eğitimin olumlu sonuçlanmasına vesile olacaktır. Bireyin eğitimi doğumuyla birlikte başlar. Çocuğun dünyayı gözünü açmasıyla birlikte artık bir şeyler öğrenmeye başladığını hareketlerinden anlayabiliriz. Yavaş yavaş büyümesiyle çevresinden gördüklerini tutun, birçok unsuru hafızasında depolamaya başlar. İşte bu süreçte aile çok önemlidir. Çünkü çocuk ailesinden gördüğü olumlu veya olumsuz davranışları kendine örnek alacaktır. Temel ne kadar sağlam atılırsa, bina o kadar güvenle yükselecek ve hiçbir sarsıntıyla yıkılmayacaktır. 41 41 - 42 ( brahim kaya).indd 41 04.06.2012 15:26:58 her milletin bir yetiştirilme yöntemi vardır. Bir millet için önemli olan hususlar, bir başka millet için önem arz etmeyebilir. Şayet siz, milletinizi başka milletlerin eğitim unsurlarıyla yetiştirmeye kalkışırsanız, gelecekte siz de o millete tabi olursunuz. Kabul edilmesi gereken bir hakikattir ki milletler, dünya üzerinde saygın bir yere sahipse bunda en önemli faktör eğitimdir. Yine milletler, dünyada başka milletlerin esaretinden kurtulamıyorsa bunun sebebi de yine eğitimdir. Birey gençlik çağına geldiği zaman şayet bocalamaya başlıyorsa, geçmişte gereken önem verilmemiş demektir. Bu durumun etkisi o şahsın hayatının sonuna kadar eder. Ve ortaya millî ve manevî değerlerinden habersiz, duyarsız, kültürüne yabancılaşmış bir kişilik çıkar. Neticede kaybeden o toplum olur. Aksine sağlam temeller atılarak yetiştirilmiş bir şahsiyet, hayatının hiçbir aşamasında problem yaşamaz. Bu insanlar sayesinde toplumlar ayakta kalırlar ve geleceğe daha aydınlık bakarlar. Çünkü yetiştirilen gençlik belli bir görevi yüklenmiş olacaktır. Ve stratejisi, dünya üzerinde hâkim güç olacak bir devlet ve millet ortaya çıkarmaktır. Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiysek ve bugün hâlâ buradaysak bunun sebebi işte bu tür şahsiyetlerdir. Ve onlar büyük bir ihtiyaçtır; aranılan, her zaman bulunamayan, bulunduğunda ise değeri bilinmesi gereken. Eğitim hususunda dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de verilen eğitimin millî olmasıdır. Çünkü her yiğidin bir yoğurt yiyişişi olduğu gibi, Eğitim şayet insanlara bilgi, beceri ve alışkanlıklar kazandırma faaliyetiyse, o zaman kendi insanlarına kendi kültürlerini öğretmelisiniz. Kendi değerlerinden habersiz olan insanlarını, başka milletlerin değerleriyle beslersen; zamanı geldiğinde millet olgusu ortadan kalkar. Oraya karışık bir şey çıkar. Az oradan, az buradan, az da şuradan mantığıyla oluşmuş bir millet ayakta kalamaz. Kalsa da uzun ömürlü olamaz. İşte milletleri ortadan kaldıran en önemli sebep budur. Yani eğitimin millî olmaması… Ve neticede hüsran... Pişmanlığın fayda etmeyeceği bir hüsran... Kişilik olarak, şahsiyet olarak, toplum olarak, millet olarak değişmiş insanlar kitlesi. Özünden, sözünden, geleceğinden habersiz bir yığın insan. Oysaki geçmişinden haberdar, kendi kültürünü en iyi şekilde öğrenmiş, millî bir eğitim almış insanlar topluluğu, başka milletleri kontrol altında tutmayı çok kolay başarırlar. Bu geçmişte de böyleydi, günümüzde de böyledir. Kabul edilmesi gereken bir hakikattir ki milletler, dünya üzerinde saygın bir yere sahipse bunda en önemli faktör eğitimdir. Yine milletler, dünyada başka milletlerin esaretinden kurtulamıyorsa bunun sebebi de yine eğitimdir. Biz, millet olarak, “Kökü mâzide olan âtiyiz.” Nereden geldiğimiz ve geçmişimiz bellidir. Ancak geleceğimiz ve nereye gideceğimiz de çok önemlidir. Tek şeye ihtiyacımız var: İnsanlara özünü, milliyetini, geçmişini, kültürünü, millî ve manevî değerlerini en iyi şekilde aşılayacak ve yolumuzu aydınlatacak nitelikli ve millî bir eğitim. 42 41 - 42 ( brahim kaya).indd 42 04.06.2012 15:27:11 PROF. DR. MUHSİN HESAPÇIOĞLU HOCAMA: GÖZÜNÜZ ARKADA KALMASIN HOCAM! YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ İGEDER YK Üyesi - Fatih Üniversitesi / İstanbul Tek tesellimiz otuz yılı aşkın süre boyunca yetiştirdiğiniz, benimle aynı duyguları paylaşan onlarca doktoralı öğrenciniz olarak sizin tavrınızı, edanızı, ideallerinizi ve disiplininizi hem kişisel hem de mesleki hayatımızda sürdürecek bir takım oluşumuz. Sayın Hocam, Her ölüm zamansızdır derler fakat hiçbiri sizinki kadar zamansız olmadı! Geç bulup çabuk kaybettik sizi. On yıl önce sizden öğreneceklerimin hayaliyle büyük bir coşku vardı içimde, bugün ise sizin engin dünyanızdan ve birikiminizden yeteri kadar istifade edememiş olmanın anlatılmaz hüznüne gark ettiniz bizi. Eğitim, dediniz Hocam, bireyi özgürleştirme sürecidir. Onu bir daha silinmemek üzere yazdık beynimize. Hem kendim gerçek özgürlüğün tadına vardım, hem öğrencilerim derslerimde aslında size borçlu oldukları eşsiz bir huzur yaşar oldular. Okullardaki toplam kaliteye geçiş serencamını ibretle izlerken Isparta okulunu kuranlar kaliteyi düşünmemişler miydi? diye sordunuz, o gün bugündür, insanoğlunun eğitim serüvenini merakla izler oldum sayenizde. Yeni müfredata geçişi tek kelimeyle çocuklarımızı narsist yapmayalım da diyerek özetlediniz. Siz bizim için kitapların arasında yaşayan, bir sandalyelik boşlukta nezaketle ısmarladığınız bir bardak çayı içecek kadar sohbet edilecek, kütüphaneden istediğiniz kitaplarınızın getirilecek ve kütüphaneye teslim edilecek, çalışkan hocamızdınız. Doktora tezimin kaynak taramasını yaparken nereden bulduğunuzu bir türlü anlayamadığımız en özel ve en nadide kaynakları elime sıkıştırıveren gerçek bir mürşittiniz. Bir meseleyi kabuğundan algılamakla künhüne vakıf olmanın farkını Rousseou’yu, Kant’ı, Adorno’yu, Kuhn’u, Lakatos’u okutarak öğrettiniz. Derse zamanında gelmediğimizde, ödevimizi hakkıyla yapmadığımızda, bir beceriksizliğimize mazeret uydurmaya çalıştığımızda, yaşımıza başımıza bakmadan, bizi azarlayarak ilmin ve ilim insanının ciddiyetini zihnimize kazıdınız. Tez savunmamda bir hocanın öğrencisini nasıl kemale erdirip sonra onu sahneye tek başına çıkartması gerektiğini, savunmam boyunca hiçbir yorum, ekleme, değerlendirme yapmadan beni kendi başıma bırakarak gösterdiniz. Ve elbette savunmam sona erince gözlerinizdeki coşkuyla cübbenizi çıkarıp bana kendi ellerinizle giydirerek ve hoş geldin aramıza diyerek hayatımın en büyük onurunu bahşettiniz. Sizinle her karşılaştığımızda hafif eğik başınızla selamımı hep aldınız, sizi her ziyarete gelişimde kısık sesinizle merhaba hoca! diyerek beni odanıza davet ettiniz. Biraz zor bir görev verecekseniz ya da bir ricada bulunacaksanız size mahsus ve hala kulaklarımdaki o hoş gülüşünüzle hep bir eziklik hissederek bize seslendiniz. Muhterem Hocam, Takdire isyan edemeyiz. Elbette bizim sizden öğreneceğimiz çok şey vardı. Ama daha önemlisi sizin bize ve hele bu sıkıntılı günlerde ülkemize katacağınız şeyler daha fazlaydı. Ölüm döşeğine sınıftan gittiniz. Bu sizin için de bizim için de çok ağır oldu Hocam. Fakat size de bu yakışırdı Hocam. Tek tesellimiz otuz yılı aşkın süre boyunca yetiştirdiğiniz, benimle aynı duyguları paylaşan onlarca doktoralı öğrenciniz olarak sizin tavrınızı, edanızı, ideallerinizi ve disiplininizi hem kişisel hem de mesleki hayatımızda sürdürecek bir takım oluşumuz. On yıl önce sizi tanıdığım ilk gün karşınızda hangi saygı ve hayranlıkla durduysam bugün de naşınızın başında aynı hürmet ve ihtiram içindeyim. Gözünüz arkada kalmasın Hocam. 43 43 (hesapc oglu).indd 43 04.06.2012 15:28:41 TAHSİN YILMAZ İstanbul FATİH Projesi ismi verilen bu gündemin muhatapları proje gerektirmesi seyrü seferin sevk ve idare işlerinden, görevlerinden, takvimlendirilişinden habersiz durumdadırlar maalesef. Proje lafı var, vücudu var fakat içi yoktur. Var olduğu ileri sürülebilecek olanlar ise Hollywood filmcilerinin western kasabasına emsaldirler ancak. Cama geldiğini bilmediğimden soruyor değilim. Biliyorum cama geldiğini. Fakat ne bilmem bellemem gerekiyor cama gelişini? Niye geldin cama? Öğrencilerin ve öğretmenlerin koltuklarına, aynı sırada dersliklerimizin duvarlarına bilgisayar koyuyoruz. 2012 – 2013 eğitim öğretim yılı başladığında ülkemizdeki bütün 9. sınıf müdavimleri bilgisayarları ders araç-gereci olarak kullanacaklar imiş. Beş yıl süre zarfında bütün ilkokul, ortaokul ve lise sınıflarına bu tevziat ve tensip tamam edilecek imiş. 1,2 milyon talebe bu yıl, 20 küsür milyon talebe beş yıl içinde bilgisayarla donatılacak yani. Fakat lise öğretmenlerinin hepsinin ve dersliklerinin tamamının teçhiz edilmesi demek değil midir bu? Çünkü öğrencisi bilgisayarlı ama dersliği ve öğretmeni mahrum olabilmemeli. Keza bir derslik sadece 9. sınıfa mahsus tasarruf edilmemektedir. Ve bir öğretmen de sadece 9. sınıf talebesiyle meşgul edilmemektedir. Yani hem ders hem proje-performans ödevleri hem sosyal kulüp çalışmaları hem zümre üyelikleri muvacehesinde bir öğretmen 9. sınıflar dahil bütün öğrencilere ders, rehberlik, birikim sunmaktadır. Mekanlarını, öğretmenlerini, faaliyetlerini zaman ve teçhizat kesişmesi de olmaksızın sadece 9. sınıflara tahsis ederek ne çekip çeviren ne de çekebilip çevirebilen bir tek okul bulabilirsiniz. Bu hem mümkün değildir hem bir ilzam iktiza etmez. Binaenaleyh bir okulun bütün dersliklerine ve bütün öğretmenlerine cihaz tensibi yoluna gidilmelidir. Diyelim ki sadece 9. sınıflara tatbikte ısrarcı olundu, o halde amaç, nesne, kişi, sonuç, faaliyet, sarfiyat, maliyet kadrosunu/envanterini tam teşrih edebilecek ve dolayısıyla bir organda odaklaşmak için diğerlerinden ayıklama çalışması yapabilecek durumda olmak gerekmektedir. Bu tahlil, teşhis ve tesbit çalışmasını hiçbir merkez, taşra ve uç birimimizden isteyebilecek durumda değiliz. Eğer re’sen ayrıştıracaksınız derse bakanlık, eyvah ki eyvah! O vakit, (hafazanallah) bakanlığın tablet ve panel bilgisayarlar için ayırdığı parayı aşmamak adına irade edeceği inhisar, doğuracağı yıkım maliyeti altında millî eğitimi felç eder. FATİH Projesi ismi verilen bu gündemin muhatapları proje gerektirmesi seyr ü seferin sevk ve idare işlerinden, görevlerinden, takvimlendirilişinden habersiz durumdadırlar maalesef. Proje lafı var, vücudu var fakat içi yoktur. Var olduğu ileri sürülebilecek olanlar ise Hollywood filmcilerinin western kasabasına emsaldirler ancak. 44 44 - 45 (Tahsin Yilmaz).indd 44 04.06.2012 15:29:43 Camekandan ders yapılacak. Ders etmenin temel araçları camekana tahvil ediliyor. Camekanları edinmeye ilişkin eylem planlarında insan, mekan, olay kadrosunun yeri ve zamanı nedir belli edilmemiş olmaz. Belli edilmiş ise bildirilmemiş olmaz. Camekandan ders yapılacak. Ders etmenin esas fiili camekana tadil ediliyor. Camekanlardan işlenecek müfredattan insan, mekan, olay kadrosunun referans eserleri dijitalde rafine edilmemiş olmaz. Belli edilmiş ise bildirilmemiş olmaz. Yani ansiklopediler; sözlükler; fauna katalogları, flora katalogları; maden, iklim, coğrafya, şehir dokusu; tarihçeler; sosyoekonomik almanaklar, sosyodemografik almanaklar; edebiyat koleksiyonları; matematik kavram haritaları, fizik, kimya, biyoloji kavram haritaları falan filan birbirlerine “Ders Kitapları İçindeki Kelimeler, Cümleler, Şekiller, Tablolar, İndeksler Üstünden” ilişkilendirilmemiş olmaz. İlişkilendirilmiş ise bildirilmemiş olmaz. Camekandan ders yapılacak. Ders etmenin pekiştirme fiili camekana tebdil ediliyor. Camekanlardan üretilecek ve izlenecek proje ve performans ödevlerinin mecraı dijitale tebdil edilmemiş olmaz. Belli edilmiş ise bildirilmemiş olmaz. Ödevlerin ve müşterek çalışmanın yazılım ve otomasyon mevkiine taşınması ihmal edilmiş olmaz. Taşınmış ise bildirilmemiş olmaz. Ez cümle dijitalleştirilmiş bir “Süreç Yönetimi Sistemi”ne geçilmemiş olmaz. Camekan’ın önü ve içi yani bu dönüşümün causa materyalis’i ve causa formalis’i dijital idare, idarenin dijitalleşmesi, dijital kurum, kurumun dijitalleşmesi potasına getirilmediyse bu iş olmaz. Ne bileyim ben senin candan sevdiğini gönül verdiğini? Ya da gönül eğlendirdiğini? Camekanlardan üretilecek ve izlenecek proje ve performans ödevlerinin mecraı dijitale tebdil edilmemiş olmaz. Belli edilmiş ise bildirilmemiş olmaz. 45 44 - 45 (Tahsin Yilmaz).indd 45 04.06.2012 15:29:48 “NEOBUNALIM” ÇAĞINDA HAYSİYETİ ARAMAK M. CÜNEYT ANCIN TARİH ÖĞRETMENİ Okul, bir zamanların toplumunun gündemini belirleyen baş faktör olma özelliğini yitirirken, sosyalleşme kavramının da giderek içi boşalmakta, bireyselleşme ihtiyacı ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla dünün tersine okulun gündemi, bugün okul dışından belirlenmektedir. Bilginin güç demek olduğunun daha iyi anlaşıldığı günümüzde okul, bilginin üretildiği merkez olma konumunu yitirmiş durumdadır. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yol aldığımız şu günlerde belki her dönemde var olandan daha yoğun şekilde birçok siyasi, sosyoekonomik ve kültürel gelişmeyi yahut krizi bir arada takip etmeye çalışıyoruz. Takip ediyoruz, çünkü dünyaya bakışımızı, bu bilgilenmeden ve etkileşimden elde ettiğimiz birikim yönlendiriyor. Farkında olmadan bir yöne doğru eğiliyor ve eğitiliyoruz. Eğitim kavramı aslında tam da bu sürecin işleyişi ile açıklanabilir. Bu yüzden yeni bir kültürlenme süreci olarak günümüzde “yaşam boyu eğitim” gibi tanımlamalar daha bir karşılık buluyor. Aslında eğitim bir kanalize olma durumunu ifade ederken, kuşkusuz edilgenliği de kendi içinde barındırıyor. Zira bugün medya ve teknolojinin getirdiği iletişim imkânlarına bakıldığında, artık, adına ‘örgün eğitim’ denilen, yüz yüze bilgilenme ve davranış geliştirme sürecinin işlevselliği, giderek kaybolma riski ile karşı karşıyadır. Okul, bir zamanların toplumunun gündemini belirleyen baş faktör olma özelliğini yitirirken, sosyalleşme kavramının da giderek içi boşalmakta, bireyselleşme ihtiyacı ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla okulun gündemi, dünün tersine bugün okul dışından belirlenmektedir. Bir tür Pandora’nın kutusunun açılması misali, okulun, toplum üzerindeki sihirli gücünü, dolayısıyla tesirini artık kaybettiğini söyleyebiliriz. Okulun bu merkezi konumunu kaybetmesi, daha doğrusu medyaya kaptırması sonucu, bir lokomotif işlevi görmesi de artık imkânsızlaşmıştır. Bugün için Hz. Ali’nin “El-İlmü noktâtün, fece’alalehu câhilûn”1 ifadesinde karşılığını bulan bilginin değer bunalımı, daha bir önem kazanmakta ve ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Çünkü bir zamanlar bilgi, talep edilen, talep edildiği referans kaynağından da meşakkatli bir şekilde elde edilen ve bu yüzden “talebe” olmak uğruna birçok şeyin feda edildiği, çileli bir kemale ulaşma serüveniydi. Para ile alınamayan, kolay elde edilemeyen, talebeyi yoran ama pişiren ve olgunlaştıran bir serüven. Oysa şimdi istenildiğinde istenildiği kadar üretilip gerektiğinde tüketilen ve posası çıkarılıp atılan, hiçbir illiyet ve aidiyeti, hatta zilliyeti olmayan bir tüketim metasından başka bir şey değildir bilgi. Artık hiçbir hikmeti yoktur. Dolayısıyla yitip gitmesinin bir anlamı da yoktur.2 Nasılsa her yerde, her zaman bulunabilen bir “şey”dir. Okulun -hiçbir zaman ve hiçbir toplumda tek bir okul modeli olmasa da- konuşlandığı yerini terk etmeye başladığı bugün, artık karşımızda her daim giderek daha da yoğunlaşan enformasyon bombardımanı altında sürekli gündemi yeniden belirlenen ve böylelikle güç merkezlerince her türlü manipülasyona açık hale gelen bir sosyal yapı bulunmaktadır. Okul, yalnızca bu enformasyonun yeniden çoğaltıldığı bir dedikodu merkezine dönüşürken, imaj dışında öz bilgi ve değerlere ait üretim güçleşmekte ve önemini kaybetmektedir. Sosyal kurumlar olarak okulu ya da evi bu bombardımandan koruyup kollayabilecek ve hayatiyetlerini sürdürmelerini sağlayacak bir kalkan da henüz geliştirilebilmiş değildir. Tam da bu yüzden hukuk sektörünün iş hacmi artmakta ve eğitilemeyen kitleler sayesinde bu sektöre kan pompalanmasına hız verilmektedir. Her şeye rağmen hiç değilse bir lahzacık tefekkür, bir düşünce teneffüsü, tıkanan beyin damarlarımıza bir by-pass imkanı bulunsa ve medeniyetimizin hala sallanmakta olan beşiğinde bir yolculuğa çıkılsa yeniden. Buna gerçekten ihtiyaç var. Bu kadar tükettirmemeliyiz kendimizi. Biz varız, işte tam burada hayatın ve okulun merkezinde. Öte yandan bize doğru seslenen beyaz cama aldırış et- 46 46 - 47 (Cüneyt Anc n).indd 46 04.06.2012 15:30:35 meden soralım kendimize; “Ben kimim?”, “Ne için varım?”, “Nereden gelip nereye gidiyorum?”, “Bu hayattaki temel amacım ve varlık nedenim nedir?”, “Hangi kültür havzası ve medeniyetin mensubuyum?”, “Hakikaten öğrendiklerim ve edindiğim birikim bir şekilde beni tatmin ediyor mu?”, “Beni mutluluğa götürecek bir yaşam reçetesi var mıdır?”, “Zihnimdeki sorulara hangi referanstan yanıt bulabilirim?” Bu soruları üreten aklımız; araştırarak, sorgulayarak, mukayese ve muhakeme ederek doğru cevapları da mutlaka bulacaktır. “Neobunalım” çağında yaşam felsefesini yeniden kurgulamaya muhtaç bir toplum karşımızda durmaktadır. Bu toplum, yeniden âkil adamlar üretmek konusunda ise sonsuz bir ümitle bekleyişini sürdürmektedir ve tükettiklerinden yana hazımsızlığını, safralarını atarak göstermekte, özgürlük ve sorumluluk dengesini kuracak doğru algıyı yeniden kurgulamayı istemekle bu ümit meşalesini daha da alevlendirmektedir. Ekonomik kalkınmaya odaklandığımız günümüzde hayat pınarlarımız, delikanlılığımızın çılgın ritimleri eşliğinde, Fırat’ın ket vurulmamış coşkun suları gibi boşa akıp gitmemeli. Barajlar kurulmalı üzerine, yeniden enerjiyi üretip yönlendirilecek. Kendi otokontrolünü, düşünce ve davranış inisiyatifini elinde bulunduran, hızlanıp duracağı yeri iyi bilen bir usta şoför misali. Bugün akıl ve vicdan süzgecinden geçirerek kendimiz için doğrusunu yapıyor olduğumuzdan emin olduğumuz işler, yarın, en yakınımızdan başlayarak aile, dostlar, akrabalar ve millet ölçeğinde katma değer oluşturacak sonuçlar verecektir; vermektedir. Bundan yaklaşık çeyrek yüzyıl önce yitirdiğimiz münevverimiz ve mütenevvirimiz Cemil MERİÇ ustanın reçetesi, belki sosyal sağlığımıza yeniden kavuşmamıza yardımcı olabilir. Aynı zamanda Osmanlı Coğrafyası’nın Batı Dünyası ile karşılaşması sonrası içine düştüğü bunalımı ve yaşadığı problemleri aşması için ortaya koyduğu kritik ilkeleri dikkate alarak tünelin ucundaki ışığı yakalayabilir ve aydınlığa ulaşabiliriz. İşte ustamızın ilkeleri; • Hiçbir düşünce, bir ülkeden ötekine olduğu gibi aktarılamaz. • İnsan düşünce için değil, düşünce insan içindir. • Batan bir ülkeyi, bir anda kurtaracak hiçbir sihirli formül yani “-izm” yoktur. • Avrupa ile aramızda aşılmaz bir duvar var. Doğu, kapitalist için de sosyalist için de sömürülecek bir alandır. Doğulu (Asyalı) ise bir yarı insan, şüpheli bir yandaş, tek kelimeyle düşmandır. • Zilletten kurtulmanın yolu, “haysiyetimizi” ispattır. “Haysiyet”, şuur ve fedakârlık anlamına gelir iken, şuur hiçbir kiliseye bağlanmamak, her vesayeti reddetmek, kapılarını her ışığa açmak demektir. Fedakârlık ise inandığı değerler uğruna her çileyi göze almak.3 Saygıya layık insan kendi kafası ile düşünen, düşüncesini haykırmaktan çekinmeyendir. Şimdi, “Her türlü sayılabilir ve stratejik kaynakların kesişim bölgesinde bulunan kendi coğrafyamızda, eski ve yeni yangınların küllenmiş acılarını da unutmadan, yerinden yeniden doğrulup yeni bir dünyanın eşiğinde ‘Asım’ın Nesli’ olarak namusunu çiğnetmeden bilinçli, haysiyetli ve vakur bir toplumu nasıl var etmeli?” sorusu okul ve medya bağlamında eğitim için giderek anlam kazanmaktadır. Bunun için bu toplum, Doğu’dan ve Batı’dan kendi yitiğini arayıp bulmalı, kimden ne alacağını bilmelidir. İlkeler bellidir. Unutulmamalıdır ki her bunalım, kendi münevverlerini zorunlu olarak doğurur, besler ve büyütür. Dün olduğu gibi bugün de öyle olacaktır. Neobunalım çağının yetiştirdiği neomünevverlere selam olsun. Aydın teriminin kullanılmasından kaçınmak gerekir. Çünkü “aydın” kelimesi, bizim mahallenin mağaradakilerinin var olduklarını sandıkları ışık kaynağından (pozitivizm) mülhem olup oldukça içi boşalmış bir hale getirilmiştir. Bu yüzden Cemil Meriç, aydın için, “ustasının iksirini içip can çekişen ahmak uşak” tanımlamasını yapar haklı olarak. Haklı olarak da halkla, gerektiği kadarını ve asla yangın çıkarmadan paylaşırlar. 1 ”İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı.” 2 “Hikmet, müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alır.” hadisi Ekonomik kalkınmaya odaklandığımız günümüzde hayat pınarlarımız, delikanlılığımızın çılgın ritimleri eşliğinde, Fırat’ın ket vurulmamış coşkun suları gibi boşa akıp gitmemeli. Barajlar kurulmalı üzerine, yeniden enerjiyi üretip yönlendirilecek. Kendi otokontrolünü, düşünce ve davranış inisiyatifini elinde bulunduran, hızlanıp duracağı yeri iyi bilen bir usta şoför misali… mucibince amel ederlerdi müminler. 3 MERİÇ, Cemil, Mağaradakiler, İletişim Yay., İst., 1997, s. 231 47 46 - 47 (Cüneyt Anc n).indd 47 04.06.2012 15:30:54 DR. DETLEV QUİNTERN İLE SÖYLEŞİ “SEZGİN OLAĞAN ÜSTÜ BİR BİLİM ADAMI” AYÇA GÜZEL ???? Bu söyleşi Sanat Dünyamız dergisinin 128. (Mayıs 2012) sayısında Mine Ayça Güzel imzasıyla yayınlanan “Evrensel Ahengin Sanata Yansıması: İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi” adlı yazıdan alıntılanmıştır. Ayça Güzel: Dr. Quitern söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Öncelikle, sizin şu anda süregelen araştırma projeniz hakkında bilgi almak isterim. Dr. Detlev Quintern: Şu sıra 2012 Ağustos’unda İstanbul’da gerçekleşecek olan bir yaz okulunu hazırlıklarını yapıyorum. İslam biliminin tarihi üzerine uzmanlaşmış, farklı üniversitelerden akademisyen meslektaşlarla işbirliği içinde çalışarak Rönesans Miti, J. W. Goethe ve erken Aydınlanma’nın “Doğu”yu ya da İslam dünyasını nasıl algıladığına dair dersler geliştiriyorum. Aynı zamanda, Çaykovski’nin Lolanta adlı operasındaki Arap tıp doktoru figürü üzerine bir makale yazmaktayım. A.G.: Arap-İslam bilimsel yenilikleri ve sanatlarının tarihini incelerken, dokuzuncu ve on altıncı yüzyıllar arsında Arap-İslam bilimlerinin yeşermesini yansıtan bu çok etkileyici bilim aletlerinin ardında yatan süreci düşünmeye başladım. Bunların hangileri şu anda müzede sergileniyor? D.Q.: Öncelikle Prof. Dr. Fuat Sezgin’in adını anmak isterim, olağanüstü bir bilim adamı; Avrupa merkezli yaklaşımlardan dolayı parçalanmış bilimler tarihinin akış sürecini araştırmaya kendini adamıştır. Neredeyse elli yıldır dünyanın her yanında Arapça-İslam elyazmalarını derinlemesine incelemiş, bilimler tarihindeki birliği yeniden bir araya getirmek için, oradaki kayıp halkaya -Arapİslam bilimlerine- odaklanarak çalışmış ve sadece aradaki uçurumu ortadan kaldırmakla kalmamış, genelde bilimlerde ve onların pek çok önemli alandaki uygulamalarında devrim yaratmıştır. 1980’lerden itibaren Prof. Dr. Sezgin Arap-İslam dünyasındaki en etkili bilimsel keşiflerin modellerini geliştirmiştir. Bunların en erken örnekleri 9. Yüzyıla kadar eskiye tarihlenmektedir. Prof. Sezgin bu bilgileri edinmek ve görselleştirmek için Arap-İslam bilimleri tarihine dair elyazmaları, kitapları, makaleler, deneme yazıları ve çeşitli eski ve modern kaynaklardan koleksiyon oluşturmaya başlamıştır. Böyle yaparak, yaklaşık 1300 cilt kitap yayımlamıştır ve bunlar bilimler tarihinin yeniden yapılandırılması için bir hazine teşkil etmektedir. A.G.: Müzedeki objelerin estetik özellikleri hakkında neler söylemek istersiniz? D.Q.: Bu soruya İslam dünyasında estetik kavramını tanımlayarak cevap vermek isterim, bu dünyada her şey ahenk içindedir. Saygın Arap bilim adamı İbnü’l-Heysem (ölümü 1039-1040 arası) bu kavramı bin yıl önce dile getirmiştir. “Tüm evren, ne kadar geniş ve kapsamlı olursa olsun, değişmez bir kurala bağlıdır ve yine tüm evren, her ne kadar çeşitli olursa olsun, mükemmel bir ahenk içinde yönetilir.”(3) Bu kozmolojiye tamamen katılıyorum. Diğer bir deyişle: “evrensel ahenk kavramı” ağırlıklı olarak İslam sanatlarında yansıtılmıştır ve bilimlere ve bilimsel enstrümanlara da uygulanmıştır. İslam sanatlarında kozmosun ahenkli düzeni kendini yansıtır, örneğin simetriye dayanan yani ahenk yansıtan benzemelerde. A.G.: Son olarak müzenin ilerde açmayı düşündüğü sergiler hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? D.Q.: 2013’te UNESCO Piri Reis’in 1513 yılına tarihlenen ünlü Amerikalar haritasını kutlayacak. Bir özel sergi için ilk fikirler bunlar. Prof. Sezgin, sık sık Kristof Kolomb’la bağdaştırılan bu haritanın öncelinin gerçekte bir Arap haritası olduğunu ortaya çıkararak bilim tarihini değiştiren bir keşif gerçekleştirdi. Bu harita Paulo Toscanelli’nin 1474’te ürettiği haritanın temelini oluşturdu. Toscanelli ardından bu haritayı Floransa’dan Lizbon’a gönderdi: böylece büyük olasılıkla Kolomb’un batıya yönelik seyahatini mümkün kıldı. Umuyorum ki gelecek sergilerimizden birini, bilimler tarihindeki bu önemli keşfe adayacağız. (3): Fuat Sezgin, İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji tarihi Müzesi (Toplu bir bakış), İstanbul Kültür ve Sanat ürünleri Tic. A.Ş. , Ocak 2010 (ilk baskı), sayfa:20. 48 48 (Dr detlev).indd 48 04.06.2012 15:29:06 3. DEĞERLER EĞİTİMİ BULUŞMASI HALİT ARAPOĞLU DKAB Öğretmeni / Yozgat Özel Ceceli Okulları tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Değerler Eğitimi Buluşması” 14 Nisan 2012 Cumartesi Günü TOBB Endüstri ve Teknoloji Üniversitesi’nde Türkiye’nin farklı illerinden gelen birçok eğitimcinin katılımıyla gerçekleştirildi. İlki 10 Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilen 3. Değerler Eğitimi Buluşmasının bu yılki teması “Yaratıcı Drama, Serbest Oyun ve Tiyatro”ydu. Buluşmanın açılış konuşmasını Özel Ceceli Okulları Genel Müdürü Nurten CECELİ ALKAN yaptı. Alkan konuşmasında günümüz dijital dünyasında değerler eğitiminin nasıl olması gerektiği konusunda adeta bir manifesto sundu. Program öğrenciler tarafından sahnelenen “Seyyah-ı Âlem Evliya Çelebi ve Yitirdiğimiz Değerlerimiz” adlı oyundan kısa bir bölüm ile devam etti. Öğrencilerin zaman makinesi yaparak yanlışlıkla günümüze getirdikleri Evliya Çelebi’yle İstanbul’u dolaşırken bindikleri dolmuşta yaşadıkları hem keyifli hem de kaybettiğimiz değerleri hatırlatması bakımından oldukça düşündürücüydü. 3. Değerler Eğitimi Buluşmasında şu bildiriler sunuldu: GEÇODER Başkanı ve Keçiören İlçe MEM Eski Şube Müdürü Sefa BALCI: “Geleneksel Çocuk Oyunlarımızın Değerlerimizin Pekişmesindeki Rolü” adlı bildiri Nurseda DEMİREL: “Cevapsız Mektuplar” isimli proje İrfan Eğitim Kurumları Genel Müdürü Muttalip HASDEMİR: “Sunu Yarışma Teknikleri” adlı etkinlik Din Eğitimi Uzmanı Fatma KOTAN: “Farklılıklar 49 49 - 50 (Halit arapoglu).indd 49 04.06.2012 15:22:10 Zenginliktir” isimli sunu ve “Aşure Draması” Bahar SEVİM: “İyi ve Kötü Alışkanlıkların Kazanılması” konusunda kullanılabilecek oyunlar. Buluşmanın ana konuşmacısı Nasuh Mahruki “Kendi Everest’inize Tırmanın” başlıklı oldukça verimli ve ilgi çekici konuşmasında “Herkes Everest Dağına tırmanamayabilir ama herkesin tırmanması gereken bir Everest Dağı vardır.” mesajını insanlara vermeye çalıştı. açmasının görüntülerini izlemek oldukça gurur vericiydi. Nasuh Mahruki’nin konuşmasından sonra Nurten Ceceli ALKAN kısa bir teşekkür konuşması yaparak kendisine plaket verdi. Finalde toplu olarak fotoğraf çektirildikten sonra 3. Değerler Eğitimi Buluşması sona erdi. 20 yılı aşkın süredir profesyonel olarak sürdürdüğü dağcılık macerası, kitapları ve AKUT hakkında bir buçuk saat süreyle dinleyicilerle tecrübelerini paylaşan Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından kendisine “Kar Leoparı” ünvanının verildiği Nasuh MAHRUKİ’nin özellikle Everest Dağına tırmanışının ve Türk Bayrağını dünyanın zirvesinde 50 49 - 50 (Halit arapoglu).indd 50 04.06.2012 15:22:16 SPOR VE ESTETİĞİ HEMHAL KILAN BİR RİTÜEL OLARAK DANS V. METİN BAYRAK Felsefe Öğretmeni / İstanbul Müzikle ruha, fiziksel aktiviteyle de bedene hitap eder. Bir ifade aracı ya da imkânı olarak dans, antropolojik olarak verili insan doğasında da karşılığı olan bir değerdir. Dans, ritim, müzik, ritüel, dinsellik kavramlarına ilkel toplumlarda da rastlanmakta. Dans, bireysel ya da toplumsal anlamda kendini ifade ediş biçimi olmak yanında çeşitli toplumsal ve dinsel anlamlar da taşır. İnsan, sanat adını verdiğimiz ve içinde şiir, müzik, dans olan unsurlarla kendini ifade etmekte. Burada kilit kavramsa “dil”dir; çünkü her biri bir “ileti” taşır; yüklüdür bir bakıma; bu nedenle de dil, bir değer olarak yüceltilir. “İlkel topluluklarda dilin bu yüceltilişine, çoğunlukla, bütün topluluğun katıldığı törenlerde rastlıyoruz. grupla yapabileceği pek çok unsurun bileşkesidir. Burada şu tez ileri sürülebilir: Estetik ve fiziksel aktivitenin birleşmesidir. Müzikle ruha, fiziksel aktiviteyle de bedene hitap eder. Bir ifade aracı ya da imkânı olarak dans, antropolojik olarak verili insan doğasında da karşılığı olan bir değerdir. Her çağın ritmi farklıdır; ritüelleri de. İnsan yaşamında ilkel kabilelerden bugüne hem pek çok şey değişmiş hem de değişmemiş; değişmeyenlerden biri de danstır. Çağın ritmine göre insanların kendilerini ifade ediş biçimleri değişegelmiştir. Ortada kesin bir kanıt olmamasına rağmen, ritmik ya da vezinli dilin, yazının bulunuşundan önce hep kaba bir müzikle birlikte olduğu düşünülebilir. Gerçekten de müziğin kendisinin ilkel şiirle birlikte doğduğunu, hareketler ve sıçramalar, bağırmalar ve anlamsız haykırışlar, sopaların ve taşların birbirine vuruluşuyla çıkarılan birtakım yapma seslerle ifade edilen bir yerli beden ritminin, dansın, şiirin ve müziğin ortak atası olduğunu ileri sürebiliriz.” 1 Neoklasik dönemim yavaş dansları, modernizm ile değişen hayatın dansları yanında çok yavaştır; hayat da göreli olarak maziye nazaran bugün daha hızlı akmaktadır; müzikler de danslar da hızlanmıştır. Yer yer sertleşmiş, metal, rock, rap müzikleri, her ne kadar Batı kaynaklı olsalar da bugün küreselleşme olgusu nedeniyle bütün dünyayı aynı ritimlere maruz bırakmakta ve oluşan bilinçler, beslenme kaynaklarına göre biçimlenmekte. Amacımız insanı antropolojik köklerinden koparmadan kavramaksa eğitimde dansa yer açmak gerektiği kanaatindeyim. Arapçası “raks” olan dans, dilimize Batı dillerinden geçen bir kelimedir; tüm vücudun bir müzik ritmi eşliğinde estetikle birlikte çalıştırılabildiği bir gelenek, sanat, bir tedavi şekli veya sadece bir ifade şekli olabilir. Dans, insanın bireysel ya da bir kişi ya da Eğitimde dansa yer açmak, örgün eğitimi, özellikle erinlik - ergenlik dönemi gençlerin bedensel, 51 51 - 53 (Metin Bayrak).indd 51 04.06.2012 15:34:55 r u h s a l , tinsel ve sosyal geli-şimleri için çok işlevsel olacağı kanaatindeyim. Çünkü dansın bedensel, duygusal, sosyal ve zihinsel pek çok katkısı vardır insana; bunları kısaca özetlemek gerekirse: Yaratıcı hareketler ve düşünme sayesinde kısıtlamaların ötesinde çok kapsamlı zihinsel kapasite ve algı sağlaması İletişim ve ilişki kurma be- cerilerinin geliştirilmesi Konsantrasyon artışı, ilgi, merak ve öğrenme isteğinin geliştirilmesi İç salgı bezlerini çalıştırarak normal dengeyi sağlar, omurga sinir sistemine güç verilerek hastalıkları önler, zihnin durulmasını; olumlu düşüncelerin üretilmesini sağlar;bütün bedeni güçlendirip dinçleştirir, vücudu güzelleştirir, rahatlık verir, sakinleştirir ve sabırlı olmayı öğretir; insanı öz benliğine kavuşturur.” Negatif duyguların öfke, korku, endişe vb. ifade edilip nötralize edilmesi Pozitif duyguların, coşku, sevgi, motivasyon vb. yoğunlaştırılması Ritim duygusunun geliştirilmesi ve dolayısıyla müziğe uyumlu hareket edebilme yeteneği kazandırması Fiziksel güç, sağlıklı (fit) bir beden, denge, esnek- lik ve dinamizm kazanılması2 Beden ile zihnin birlikte uyarılması, eşgüdüm ile birlikte belli türden bir etkinlik içinde olmaları ile beden, zihin ve ruhsal birliktelik sağlanır. “Dansın eğitimde kullanımı hayata karşı farkındalığımızı arttırır. Bunun yanında gözleri, boynu, kalçaları, ayak duruşlarını, omurgayı bilinçli kullanmak, yanında nefes çalışmaları, mudralar, zihinde canlandırma ve imgeleme çalışmaları sayesinde herkes bedenine, duygularına ve düşüncelerine seslenebilme imkânı kazanır. Bütünüyle beden, zihin ve ruhun uyumunu yaşarız. Dans, vücut, zihin ve ruhu kapsayan bir çeşit kendini geliştirme sistemidir. Sürekli ve düzenli yapılan çalışmalar vücudun diri, metabolizmanın dengeli, sinir sisteminin güçlü, kan dolaşımı ve bezelerin fonksiyonlarının düzenli olmasını sağlar. Zihne ve ruha huzur ve mutluluk getirir. Vücudun esnekliğini sağlar. Kaslara, eklem yerlerine iç organlara ve sinir sistemine güç verir; sağlamlaştırır. Solunum organlarının düzenli çalışmasını sağlar, düzenli nefes almayı öğretir, sindirim problemlerini çözer. İç salgı bezlerini çalıştırarak normal dengeyi sağlar, omurga sinir sistemine güç verilerek hastalıkları önler, zihnin durulmasını; olumlu düşüncelerin üretilmesini sağlar; bütün bedeni güçlendirip dinçleştirir, vücudu güzelleştirir, rahatlık verir, sakinleştirir ve sabırlı olmayı öğretir; insanı öz benliğine kavuşturur.”3 Doğunun ürettiği önemli felsefelerden biri olan Budizme göre, insanı beden ve zihin diye düal bir varlık olarak görmek illüzyondan başka bir şey değildir. Mutasavvıf Mevlana’nın kurucusu olduğu Mevlevilikte yapılan sema da bir bakıma insanın bedensel ve zihinsel birlikteliğinin ete kemiğe bürünmesi değil midir?4 New York State Üniversitesi öğretim üyesi William Chittick, Stony Brook’ta Tasavvuf dersi vermeye başladığı ilk yıl tanıştığı bir kız öğrencisiyle diyalogunu şöyle anlatıyor: “Bir öğrenciyle tanıştım. ‘Ah, Tasavvuf’ dedi kız öğrenci, ‘dans etmek, değil mi?’ Kızın bilgisizliğine önce katıla katıla güldüm; ama biraz düşününce, neredeyse doğruya yakın bir görüşe sahip olduğu kanaatine vardım.”5 52 51 - 53 (Metin Bayrak).indd 52 04.06.2012 15:35:01 Dansın insanda yarattığı etkiyi Antik Yunan felsefesinin klasik dönemi ürünlerinden bir kavramla kritik etmeye çalışacağım. Arınma anlamına gelen “katharsis” ile dansa bakılabilir mi? Platon’un tragedyayı olumsuzlamasına karşın, Aristoteles katharsis’i tragedyanın özüne yerleştirir; katharsis’in doğrudan gerçekleşeceği yer tragedyadır.6 Bu durumda kavramın içeriği değişir; sanat ve değer yaratımının aracı olarak katharsis’e yeni bir anlam yüklenir.7 arada olan öznedir. Dans, bunu sağlamada ideal bir araç olarak görünmektedir. 1 CAUDWELL, C. Yanılsama ve Gerçeklik, Çev. M. H. Doğan, Payel Yayınevi, İstanbul, 1974, s. 23 2 http://riellamorhayim.blogspot.com/2012/02/dans-yogas.html 3 http://riellamorhayim.blogspot.com/2012/02/dans-yogas.html 4 MORHAİM, R. Dans Türleri, Yayımlanmamış yazı 5 CHITTICK, W. Tasavvuf, Çev. Turan Koç, İz Yayınları, İstanbul, Platon’dan yararlanarak ama farklılaştırarak Aristoteles, mimesis ve katharsis kavramlarını birlikte ele alır; Poetika’nın iki temel kavramı mimesis ve katharsis’tir. 2003, s.144 6 ARİSTOTELES, Poetika, Çev. F. Akderin, Say Yayınları, İstanbul, 2011 7 http://www.flsfdergisi.com/sayi2/63-70.pdf Platon’dan yararlanarak ama farklılaştırarak Aristoteles, mimesis ve katharsis kavramlarını birlikte ele alır; Poetika’nın iki temel kavramı mimesis ve katharsis’tir. Bütün sanatlar taklittir, hatta insanın bilgisi taklitle başlar. Ancak mimesis, doğayı olduğu gibi taklit etme değildir. Gerek mimesis’in gerek katharsis’in amacı, yeniden yaratmadır, poiesis’tir. Poetika’da mimesis ile ilgili açıklamalar yeteri kadar var, fakat katharsis ile ilgili tek cümle buluyoruz: “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir.” “Tragedyanın, dolayısıyla katharsis’in amacı kötü karakterin iyileştirilmesidir.” Katharsis, insanın parçalanmış bütünlüğünün yeniden kurulmasıdır; arınma etik bir arınmadır; ‘rasyonel akla’ davettir; ahlaksal iyiyi doğru akılla bulmadır; kaderin rastlantısallığına ve hayatın bilinmeyenlerine karşı cesaretle savaşmadır; özgürleşmedir; yeniden değer ve kişilik yaratmadır; bu anlamıyla da zihinseldir. Antik dönemden alınan katharsis kavramındaki derinlik, eğitime entegre edilecek bedensel aktivite (spor) ve müziğin (estetik) bir tür birlikteliği olan dans ile bir kurum olarak eğitimin gerçekleştirmek istediği ideale yaklaşılabilir ve şu tez ileri sürülebilir: sağlam kişilik, bedensel ve ruhsal bütünlüğü bir 53 51 - 53 (Metin Bayrak).indd 53 04.06.2012 15:35:03 ÜNLEM Ünlem (!), duygu, heyecan ve nida ifade eder. İGEDER tarafından hazırlanan ÜNLEM AFİŞLERİ, meslekî heyecanını kaybetmeyen arkadaşlarımızın deneyimlerini paylaşmak arzusuyla yaptığı çağrıdır. Siz de kendi ünleminizi oluşturun, afiş yapıp sizin adınızla tüm gönüllü eğitimcilerle paylaşalım. 54 54 (unlem).indd 54 04.06.2012 15:39:48 KOSOVA: MEŞHED-İ HÜDAVENDİGAR SELAHATTİN ÖZKÖK Müdür Yardımcısı / İstanbul “Git gidebildiğin yere Kalemden kâğıttan defterden öte Kitaptan sonraki sette Dur ve bul o ülkeyi yeniden” Sezai KARAKOÇ Gün Doğmadan Seyahat hayat, hayat da seyahattir bir anlamıyla. Gezmek yaşamaktır. Dünya bir kitaptır. Gezdiğiniz her yeni yerle, bir sayfasını daha okursunuz bu kitabın. Pasaportlarımız hazırdı. Son akşama kadar seyahat programında bir netlik yoktu. “Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır. Gerçi Tuna’nın kıyılarından ve Balkan’ın eteklerinden ayrılalı kırk üç yıl oluyor. Ama bilmem uzun yıllar bile o sularla, o karlı tepeleri gönlümüzden alabilecek mi? Sanır mısınız ki bu özlem yalnız Rumeli çocuklarının yüreğindedir?”1 Bu satırları 1921’de kaleme alan Yahya Kemal Beyatlı ile aynı duygular içinde hazırlık yapıyordum bu gezi için... Nisan ayının son günü. Sabah saatlerinde Sabiha Gökçen Havalimanı’ndayım. İlk sürprizi burada yaşadım. Üsküp’e uçmayı beklerken gruptaki herkes gibi ben de, rotanın Priştina’yı gösterdiğini öğrendim. Bu kadarla kalsa iyi. İkinci sürpriz de gezilecek ülke sayısının altıdan yediye çıkmış olmasıydı. Saat 11.00’de havalanan uçak bir saat yirmi beş dakikalık bir uçuştan sonra Limak Kosova tarafından işletilen Priştina Havalimanı’na indi. Uçaktan görülen yeryüzü manzarası şuydu: Allah yeryüzünü mavi ve yeşil olarak yaratmış, araya da rengarenk topraklar katmış. Fakat insanlar fütursuzca bu güzelliği her yanından bozan özensiz yapılar inşa etmişler. Güzelim manzara çizilmiş böylece. Yer yer bulutlar bizim üstümüzde uçtu. Bazen de biz bulutların üstünde… Zirveleri karla kaplı dağlar vardı hala. Yerel saat 11.35’i gösteriyordu. Geri saat uygulaması vardı burada. Havalimanında çeşitli dillerdeki “Hoş geldiniz!” yazıları içinde Türkçe “Kosova’ya Hoş geldiniz!” yazısı dikkat çekiyordu. Pasaport kontrolleri tamamlandıktan sonra havalimanından çıktık. Aman Allah’ım! Bu ne sıcak böyle… Biz hep “Balkanlar’dan gelen soğuk hava”ya alışkın olduğumuz için şaşırdık açıkçası. 27-28 derece sıcak vardı, yakıcıydı. Bizi bekleyecek olan rehberimiz görünmüyordu ortalıkta. Derken bir otobüs göründü havalimanı çıkışında. Bizi altı gün boyunca gezdirecek olan araç bu olmalıydı. Makedon rehber Selahattin yanımıza geldi. Araca eşyalarımızı yükledik. Beklemeye başladık. Bekleyiş sürüyordu. Bizi karşılayacak asıl rehber hala yoktu. 1999-2008 yılları arasında Birleşmiş Milletler İdaresinde bir bölge olan Kosova 17 Şubat 2008 tari-hinde tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan 55 55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 55 04.06.2012 15:36:27 10 Ağustos 1389’da Kosova Ovası’nda Osmanlı ve Sırp Orduları karşı karşıya gelir. Savaşı Osmanlı orduları kazanır. Savaş meydanında yaralıların arasında dolaşan Osmanlı Padişahı I.Murat bir Sırplı’nın saldırısı sonucu şehit olur. etmiş. İlginçtir Kosova’yı ilk tanıyan ülke Kosta Rika olmuş. UN yazılı araçlar dolaşıyordu havalimanı çevresinde sürekli olarak. Sırplı’nın saldırısı sonucu şehit olur. Şehit edildiği yere iç organları gömülür. Oğlu Yıldırım Beyazıt’ın emri ile buraya bir türbe yapılır. Aradan bir saat kadar geçmişti. Nihayet beklenen adam Hilal gelmişti. Hemen hareket ederek buraya 30 km mesafedeki Mazgit Köyü’ne vardık. Yolda I. Murat Türbesi yazılı bir sarı levha vardı. Ama nereden dönüleceğine ve ne kadar mesafede bulunduğuna dair başka bir bilgi yoktu. Balkanlardaki en eski Osmanlı eserlerinden biri olan ve Meşhed-i Hüdavendigâr olarak adlandırılan I.Murat Türbesi’ndeydik. Otobüsten iner inmez etrafımızı sarıp “Selamün aleyküm, bahşiş var (mı)?” diyen Çingene çocuklarını aştıktan sonra girdik türbenin avlusuna. Türbe kompleksi içinde Selamlık Binası olarak adlandırılan Kültür ve Tanıtım Evi var bir de. Orayı geziyoruz. 1300’lerden bugüne gelen ne çok şey var. Avluya çıktığımızda esen rüzgâr kulağımıza o yıllara ait sırları fısıldıyordu sanki. Ufka baktığımızda tozu dumana katarak dörtnala koşan Osmanlı askerleri geliyordu zamanın içinden bize doğru. 10 Ağustos 1389’da Kosova Ovası’nda Osmanlı ve Sırp Orduları karşı karşıya gelir. Savaşı Osmanlı orduları kazanır. Savaş meydanında yaralıların arasında dolaşan Osmanlı Padişahı I. Murat bir Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor: Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an; Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı? Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?2 Son Osmanlı padişahlarından V.Mehmet Reşat’ın 1911’deki ziyareti sırasında yaptırdığı kendi adını 56 55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 56 04.06.2012 15:36:31 taşıyan çeşmeden akan buz gibi suyu içiyoruz. Bahçesinde belki de türbe ile yaşıt bir de dut ağacı var. Dalları bir zamanlar Osmanlı’nın yeryüzünde hakim olduğu alan kadar yayılmış her yere. Ama gövdesi Osmanlı İmparatorluğu gibi yara almış zaman içinde, ikiye ayrılmış ortadan. 150 yıldan uzun bir süredir Buharalı bir aile yapıyor buranın türbedarlığını. I. Murat Türbesi’nin avlusundan çıkınca bakıyorum çevreye yeniden. Kosova uçsuz bucaksız bir ova. Ama kanlı bir ova. Yol kenarlarındaki küçük evleri ve tarlaları ile Anadolu şehirlerinden pek de bir farkı yok. Yer yer sanayi tesisleri de görülüyor. Rehberlerimizden Selahattin burada ayrılıyor bizden. Üsküplü Senad katılıyor onun yerine aramıza. Yeniden düşüyoruz yollara, 82 km uzaklıktaki Prizren’e doğru. Esnafının % 90’ının Türkçe konuştuğu Prizren’deyiz. Epeyce acıktığımız için önce yemeğe gidiyoruz. Besimi-Beska Restaurantı’nda köfte yiyoruz. Otantik bir mekan burası. Sunum da farklı. Kare bir tabak ortada epeyce kocaman bir köfte, onun etrafında normal büyüklükte beş köfte daha var. Kenarlara yeşillik ve diğer yiyecekler konulmuş. Oriental ayranla birlikte afiyetle yiyoruz köfteleri. Çayımızı da içtikten sonra çıkıyoruz oradan. 1575 yılında temelleri atılan Gazi Mehmet Paşa Camii’ne gidiyoruz. Gazi Mehmet Paşa 87 yaşında Macaristan seferine çıkıyor ve orada vefat ediyor. Kendisi için hazırladığı türbe kütüphane olarak kullanılıyor bugün. Komünizm yıllarında caminin alemi üzerinde kelime-i tevhit bayrağı asılıymış. Bundan dolayı Bayraklı Camii olarak da anılıyor. Bağımsızlığa kadar Rehberlerimizden Selahattin burada ayrılıyor bizden. Üsküplü Senad katılıyor onun yerine aramıza. Yeniden düşüyoruz yollara, 82 km uzaklıktaki Prizren’e doğru. Esnafının % 90’ının Türkçe konuştuğu Prizren’deyiz. 57 55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 57 04.06.2012 15:36:32 Sinan Paşa 40 yıl Mısır valiliği yapmış. Valilikten ayrıldıktan sonra burayı yaptırmış. Balkanlardaki kubbesi en yüksek cami burası... Prizren’de 36 cami bulunuyor bugün. ??? asılı duran bayrak, belirli günlerde yine asılıyormuş buraya. Oradan yürümeye devam ediyoruz. Tek başına bir minare görüyoruz. Yanında cami yok. 1963 yılında komünistler güçlenince camileri yıkıp minareleri bırakmışlar. Arasta Camii’nin tek başına, ama kendinden emin ve mağrur biraz da mahzun duran minaresi de bunlardan biri. Balkanlarda Sultan Selim zamanında yapılan camilerde Davut yıldızı bulunduğunu öğreniyoruz. Şimdi de Gazi Mehmet Paşa Hamamı’ndayız. Cami yapımında çalışan işçilerden birinin o gün çalışmadığı görülür. Nedeni sorulduğunda “temiz değilim, ondan çalışmıyorum” dediği için bu hamamın yapılmaya başlandığı anlatılıyor. Benzer bilgiler Anadolu’daki bazı yapılar için de anlatılır. Onun için Osmanlı’da camiler tek başına değil. Yanında bir kompleksle birlikte yapılıyor hep. Külliyesi, hamamı, medresesi ile birlikte. Yol bizi Saraçhane Tekkesi’ne götürdü bu kez. Halvetiye’nin Ramazaniye koluna ait bir tekke burası. Saraçhane mahallesinde bulunduğu için bu adla anılıyor. Osman Efendi kurmuş. Kendisi Arnavutluk’un Leşa kentinden. İlk tahsili için Serez’e gidince Pir Hüseyin Serezî ile tanışıyor. Şeyh Efendi’nin emri ile kurmuş burayı. 300 senelik bir dergâh. Komünizm döneminde bile açık kalmış. Sesli olarak, halka şeklinde yürünerek devran zikri yapılıyor. Dahası yirmi bin civarında müridi var... Sinan Paşa Camii’ne gidiyoruz ardından. Sinan Paşa 40 yıl Mısır valiliği yapmış. Valilikten ayrıldıktan sonra burayı yaptırmış. Balkanlardaki kubbesi en yüksek cami burası... Prizren’de 36 cami bulunuyor bugün. Akşam vakti kaleye çıkıyoruz. Jüstinyan tarafından yaptırılan kaleden şehir daha ihtişamlı görünüyor. Üsküp’teki kale ile aynı zamanda yapılmış. Kalenin biraz ilerisinde bulunan Osmanlı kışlası da dimdik ayakta… Dönüşte Sinan Paşa Camii’nin yanındaki çayhanede okkalı birer kahve yudumluyoruz. Su yerine soda getiriliyor kahvenin yanında. Kahve güzel olmuş, elinize sağlık deyip teşekkür ediyoruz. Ayrılmak üzereyken çay ikram ediyor yanında bir parça limonla çayhane sahibi bize. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var. Prizren’de çıkan Türkçe yayın organlarının nerelerde olduğunu soruyorum. Sanat, edebiyat muhitinin neresi olduğunu öğrenmeye çalışıyorum. Pek bilen yok maalesef. Ama bir Türk derneğinden söz ediyor caminin imamı. Gidiyoruz ardına düşüp imamın. 22.43’te Arnavutluk’a gitmek üzere Prizren’den ayrılıyoruz. 23.14 sıralarında Kosova sınır kapısındayız çıkış için. Sınırdan sonrası “Arnavut milletinin bağladığı yol” diye adlandırılmış. Burası için kan dökülmüş. Tüneli Türk işadamları yapmış. 1900’lerin başında Kosova Arnavutluk’tan ayrılmış. Şar Dağları’nın içinde yapılan tünel sayesinde 12 saatlik yolu, 2 saate inmiş. Prizren’den çıkarken polis “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Verilen “İşkodra” cevabını “Şikodra” olarak düzeltti. Köftesini beğendiğimizi söyleyince şiş kebabı sordu. Arnavutluk’a geçecek olan Kosovalılar için pasaport istenmiyor. Arnavutlar hiç bir zaman Yugoslavya’nın parçası olmamışlar. İstanbul’da başlayan gün Kosova’da Priştina, ardından da Prizren’de devam etti. Biz Arnavutluk’a doğru yol alırken bitmemişti hala bu uzun gün. 1 Beyatlı Yahya Kemal, Balkana Yolculuk, Türk Dili Dergisi Gezi Özel Sayısı 1Mart 1973 Sayı:258 s.604 2 Beyatlı Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, s.:6 58 55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 58 04.06.2012 15:36:33 “Tulip and Rose” İNTERNET’TE BİR SEVGİ SAVAŞÇISI ALİ ALGAN AYŞE ASLAN MERVE GEZER MERVE YILMAZ SEYFULLAH KÖKSAL Öğretmenler Odası Dergisi Atölye Öğrencileri Öğretmen Dr. Nurullah Abalı ile “Kişisel Web Sitesi” Üzerine Söyleşi Sanal ortamda pek çok web sitesi mevcut. Bunlardan biri de Dr. Nurullah Abalı’ya ait. Nurullah Abalı bir ilköğretim okulunda din kültürü öğretmeni. Abalının sitesini incelediğimizde pek çok özellik dikkati çekiyor. Çeşitli bölümlemeler, bu bölümlere verilmiş ilginç isimler, müzik çalışmalarının sitedeki ağırlığı. Hele bir de site sahibinin bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olduğunu hesaba kattığımızda. Dr. Abalı ile genel olarak çalışmaları özelde ise web sitesi hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisine sitesinin adının neden “Tulip and Rose” olduğu sorusuyla başlayan sohbetimiz, Abalı’nın genç öğretmen adaylarına önerileri ile son buldu. Hocam, sitenize “Tulip and Rose” adını vermenizin sebebini açıklar mısınız? Öncelikle İngilizce bir isimlendirmeyi tercih etmemin sebebini izah edeyim. İngilizce bugün iletişimde ağırlıkla kullanılan bir dil. Ben de böyle bir adlandırma ile daha çok insanın dikkatini çekmek istedim. Bu sayede ortak olan dil daha fazla insana ulaşmamı sağlayacaktı. “tulip” kelimesinin Türkçe karşılığı “lale” ve “rose” kelimesinin Türkçe karşılığı ise “gül”. Her iki çiçek de geleneksel sanatlarımızda sıklıkla kullanılır. Çünkü özel bir anlama sahip. “lale” sembolik olarak Allah’a atfe- dilir. Arap alfabesi göz önüne alındığında hem “Allah” hem de “Lale” lafızlarının aynı harflerden müteşekkil olduğu görülür. Yine “Gül” ile de “Hz. Peygamber” sembolize edilir. Böylelikle en çok sevdiğim iki varlığı da simgelesin diye böyle bir isim seçtiğimi söyleyebilirim. Siteyi incelediğimizde zengin bir içerikle karşılaşıyoruz. Tamamı sizin çabalarınızla mı oluşturuluyor? Evet, tabi. Başka kişilerle ortak bir çalışma da oluşturulabilirdi belki, fakat böyle bir durumda bir harmoni ortaya çıkabilirdi. Oysa ben bir senfoni çıkmasını yeğledim. Yani belli bir çizgiyi görebilirsiniz sitede. Çünkü aynı kaynaktan, aynı bakış açısıyla bir şeyler dile getiriliyor. Site için doküman seçerken nelere dikkat edersiniz? Sınırlamalarınız var mıdır? Varsa neyi gözeterek kendinizi ifade edersiniz? Güzel bir soru sordunuz. Sınırlardan bahsetmek her zaman pek keyif veren bir şey değildir. Ama elbette sınırların olması gerekliliği de göz ardı edilemez. Bununla beraber benim öncelediğim bir nokta daha var ki o da site içeriğinin farklı görüşlere sahip pek çok öğrenci tarafından ilgi çekici ve takip edilme isteği uyandıran tarzda olmasını sağlamaya 59 59 - 60 (Nurettin Abal ).indd 59 04.06.2012 15:37:55 sunular oluyor. Onların hepsine siteden ulaşabiliyorlar. Ayrıca çocuklar üzerinden ailelerine de ulaşıyorum. Çünkü onlar çalışmalarımı beğendiklerinde ailelerine, arkadaşlarına da gösteriyorlar. Böylelikle halka genişliyor. Zaten ben “Çocuğa ulaştım, ailesine nasıl ulaşabilirim?” derdindeydim ki, internet bunu kolaylıkla sağlıyor. Ayrıca örneğin, öğrencilerime çalışma kağıtları veriyorum, kaybettiklerini söylüyorlar, ben de siteden indirip ödevlerini yapabileceklerini söylüyorum. Anlaşmamız kolaylaşıyor yani. Varlık şüphesiz bir nimettir. Ama kimi zaman yokluk da nimet olarak değerlendirilebilir. Olmazları değil, olurları çoğaltarak devam etsinler yollarına. Kesinlikle vakitlerinin kıymetini bilsinler, dolu dolu yaşamaya baksınlar. çalışmak. Çünkü hedeflediğim husus, öğrencinin siteyi ve içeriğini sevmesi. Onda kendinden bir şeyler bulabilmesi. Yer yer aynileştirmeler yaşayabilmesi. “Evet tam benim düşündüğüm gibi” demesi. Çünkü o zaman öğrenci siteyi sevecek. Sitenin remizlerini, göndermelerini, hatırlattıklarını da. Yani din dersi ile yaşamın içinden de bir bağ yakalayacak. Okul dışında da hatırlatıcı bir unsur olacak. Amaçladığım şeyi aslında tam olarak böyle ifade edebilirim. Sitedeki bölümlendirmeler zamanla mı oluştu? Yoksa önce tamamını planlayıp sonrasında mı faaliyete mi geçirdiniz? Tedrici olarak oluştu diyebilirim. Hatta sitenin ilk hali de internette mevcuttur. Kıyaslama yapabilirsiniz. Eskiden siteyi güncellemek benim için çok zordu. Fakat bir arkadaşım bu konuda bana yardımcı oldu. Şimdi teknik donanım konusunda bir eksiğim yok. Gerekli çalışmaları kendim yapabiliyorum. Bu da bana zaman kazandırıyor. Çünkü yapılacak iş çok. Öğrencileriniz web sitenizden faydalanabiliyorlar mı? Bu konuda dönütler alabiliyor musunuz? Evet, elbette. Öğrencilerim ders materyallarini siteden indirebiliyorlar. Derste sıklıkla kullandığım “Lowar’ın Kalesi” diye bir bölüm de var. “Lowar’ın Kalesi” ne demek? Kastettiğiniz şey nedir? “Lowar”, “love” yani “sevgi” ve “war” yani “savaş” kelimesinden müteşekkil bir kısaltma. “Sevgi Savaşçısı” diyorum. Bana göre evliyalar bir sevgi savaşçısıdır. Yine Alperenler de. Ben de bir Din Kültürü öğretmeni olarak sevgi savaşçısıyım. İnsanları kazanmak için savaşırım. Savaşırım evet, ama sevgiyle. Savaşırım evet, ama yok etmek için değil. Savaşırım evet, var etmek, var olmak için. Genç öğretmen adaylarına söylemek istediğiniz bir şey var mı? Allah’ın onlara açtığı kapıların farkında olmaya baksınlar. Her şey farkındalıkla başlıyor aslında. Fark ettiğimiz kadar sahip çıkabilir ve gereğini yerine getirebiliriz sahip olduklarımızın hatta olmadıklarımızın da. Varlık şüphesiz bir nimettir. Ama kimi zaman yokluk da nimet olarak değerlendirilebilir. Olmazları değil, olurları çoğaltarak devam etsinler yollarına. Kesinlikle vakitlerinin kıymetini bilsinler, dolu dolu yaşamaya baksınlar. Yaşadıkları çağa ödün vermeden ayak uydursunlar. Teşekkürler Hocam kıymetli vaktinizi okurlarımıza ayırdığınız için. Ben teşekkür ederim. Başarılar. 60 59 - 60 (Nurettin Abal ).indd 60 04.06.2012 15:38:00 SÜLEYMAN TANRIVERDİ Sınıf Öğretmeni / İstanbul www.öğretmenx.com “Öğretmen” kavramını merkeze almış bir internet sitesi. Öğretmenlerin gerek mesleki gerekse gündelik yaşamlarına yönelik bilgi edinmesini sağlayacak her türlü içeriği yayınlamayı amaçlayan bir site. Tasarım olarak çok iyi hazırlanmış. Günlük binlerce kişi ziyaret etmektedir. Sitede eğitimle ilgili birçok güncel haber, haberlerin yanı sıra öğretmen adayları için atama puanları, ÖSYM tarafından yapılan sınavların çıkmış soruları bulunmaktadır. Ayrıca diğer eğitim sitelerinden farklı olarak öğretmenleri aylardan beri meşgul eden ek ödeme ile ilgili bir forum oluşturulmuş. “Öğretmenler Ek Ödeme İstiyor” adı verilen bölümde öğretmen ek ödeme taleplerini belirtip düşüncelerini paylaşabiliyor. Şu ana kadar 7000 civarında öğretmen ek ödeme ile ilgili siteye giriş yapmış durumda. www.öğretmenx.com’un bu konudaki hassasiyeti çok isabetli olmuş. www.izzeteker.com İzzet EKER Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) öğretmeni ve müdür yardımcısı. Site 9 aylık bir site olmasına rağmen 90.000’e yakın kişi ziyaret etmiş. Sitenin yaklaşık 6000 üyesi bulunmakta. Site sadece DKAB öğretmenlerine yönelik. Kendi alanında birçok çalışma içeriyor. 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflar için dokümanlar, değerler eğitimi, yıllık planlar, zümreler, ilköğretim ve lise için yazılı soruları, kutlu doğum haftası ile ilgili dokümanlar bunlardan sadece birkaçı. Sitede DKAB ile ilgili güncel haberler de yer alıyor. “Paylaş Bizle” kısmı ile öğretmenler derslerde yaptıkları uygulamaları paylaşabiliyor. İzzet EKER’in kendi alanında ilginç çalışmaları bulunmaktadır. 100 Soruda Alevilik, Kutlu Doğum ile ilgili videolar, materyaller ve afişler bunlardan sadece birkaçı. İsteyenler İzzet EKER’in çalışmalarını facebook ve twitter’dan da takip edebilir. Site DKAB öğretmenleri için kaynak bir site niteliğindedir ve her geçen gün yeni paylaşımlarla büyümeye devam ediyor. 61 61 (Süleyman Tanr verdi).indd 61 04.06.2012 15:38:31 ERGUVAN KOKULU VE EZANLA DOLU MİNİ BİR GÜN ABDULAZİZ DUMAN DKAB Öğretmeni / İstanbul Eyüp Sultan’dayız. Gönül ve huzur şehri Medine’nin İstanbul şubesinde… Taşına, toprağına, ağacına, kuşuna, insanına tarih sinmiş, huzur sinmiş, sanat sinmiş, medeniyet sinmiş buranın... Zarafetin, nezaketin duvarlara işlendiği, saygının sadece diriye değil, ölüye de gösterildiği güzel semtteyiz. Aylardır konuştuğumuz gün gelip çatmıştı. Sabah serinliğinde yaşları küçük ama gönülleri büyük öğrencilerimle yola çıkıyoruz. Daha cıvıltılar başlamadı, gözler hafif mahmur ama yüreklerin heyecanı hissediliyor. Otobüsümüz Alemdağ’dan Emirgan’a doğru yol alırken 2. köprü yolunda baharın tadını çıkarmaya başlıyor, bahar kokulu nefesleri ciğerlerimizin derinliklerine kadar çekiyor, yeşilin ve mavinin kaynaştığı, morun ayrı bir renk kattığı mekânları hayranlık ve özlemle seyre dalıyoruz. İlk durağımız Emirgan Korusu. Sarıyer sırtlarına yaslanmış Emirgan bu mevsimde çok güzel oluyor. Boğaza has erguvanların çiçek açtığı, kendisine has rengiyle boğazı bir gelin gibi süslediği günlerdeyiz. Erguvanlarla süslü Emirgan Korusu renk renk laleleriyle, sarı, pembe, yeşil köşkleriyle adeta bir yeryüzü cenneti. Sabah kahvaltımıza kuş cıvıltıları ve sincaplar eşlik ediyor. Bu güzel yerde gözümüzü ve gönlümüzü doyurduktan sonra, öğrencilerin “Hocam buraya tekrar gelelim.” teklifleri ile yola çıkıyoruz. Daha gezecek çok yer var. Sahilden geçerken bizi bir sürpriz bekliyor. Bir öğrencinin “Yunuslar!” sesiyle hepimiz denize bakıyoruz. Karşımızda harika bir gösteri. Yunus balıkları boğazdan geçiyor, arkalarında şaşkınlıkla karışık, hayranlık dolu bakışlar bırakarak. Otobüsümüz altın boynuzla beraber kıvrılıp Miniatürk’e geldiğinde artık güneş biraz daha yükseliyor. Hava ısınıyor. Güzel yurdumuzun dört bir yanındaki mimari eserlerle, akraba ve kardeş ülkelerdeki mimari eserlerin Haliç kenarında küçücük bir yere sığdırıldığını görüyoruz. Demek ki gönüller geniş olunca zor kolaya, imkânsızlık imkâna dönüşüyor. Burada her coğrafyadan ses var. Burası gönül dünyamızın atlası, tarih ve kader birliği yapmış milletlerin sembolü, aynı havayı soluyan farklı iklimlerin tarihten günümüze uzattıkları ışığın yansıması, kardeşliğin işareti... Burada bir dünya var. Eyüp Sultan’dayız. Gönül ve huzur şehri Medine’nin İstanbul şubesinde… Taşına, toprağına, ağacına, kuşuna, insanına tarih sinmiş, huzur sinmiş, sanat sinmiş, medeniyet sinmiş buranın... Zarafetin, nezaketin duvarlara işlendiği, saygının sadece diriye değil, ölüye de gösterildiği güzel semtteyiz. İlerlemiş yaşına rağmen at sırtında Medine’den İstanbul’u fethe gelen Mihmandâr-ı Nebî, İstanbul’un manevi bekçisi büyük sahabe Hz. Ebâ Eyyübu’l –Ensâri’nin huzurundayız. Maddi manevi güzellikleri gönlümüzde duyarken gözlerimiz Fatih’in Hocası Akşemsettin’in sözlerinin yazılı olduğu kitabeye ilişiyor: Yetişmez mi bu şehir halkına bu nimet-i Bârî, Rasul-i Ekrem’in yâri Ebu Eyyub el-Ensârî, Peygamber Efendimizin dostu, ev sahibi Ebâ Eyyübü’l-Ensâri Hazretleri’nin burada medfûn olması, İstanbul için Allah (c.c.)’ın ne büyük nimetidir. Bu lütuf, İstanbul halkına yetişmez mi? 62 62 - 63 (Abdülaziz Duman).indd 62 04.06.2012 15:39:05 Bu güzel şehri madden manen fethederek bizlere miras bırakan ecdadımızı hayırla yâd ederek Süleymaniye Camiine doğru yola çıkıyoruz. Güzel İstanbul’umuzun taşı toprağı altın mı bilemeyiz ama bildiğimiz bir gerçek var ki, her taşında bir tarih, her eserinde bir hikaye, her semtinde evliya, her sokağında bir anlam var. Yol boyunca her adımda tarihten bir iz var. Surların dibindeki sahabe kabirleri, Malkoçoğlu çıkıp gelecekmiş hissi veren Edirnekapı surları, cami, medrese, darü’şşifa, han, hamam, çarşı, kütüphane ve türbeleriyle Fatih… ‘Çıraklık bu mu?’ dedirten Şehzâdebaşı Camii... İstanbul’un yedi tepesinden birinde bütün ihtişamıyla karşımıza dikilen Süleymaniye... Yenisini yapmak için bir Süleyman ve bir Sinan’ın gerektiği Süleymaniye... İstiklal Marşımızdaki: “Şu ezanlar ki şehadetleri dini temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” çağrısına cevap verircesine, ezandaki “La İlahe İllallah” tevhidini doğrularcasına zarif minarelerini göğe doğru uzatan Süleymaniye. Öğle namazını burada kılıyoruz. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın türbeleri burada. Öğrencilerin dikkatini en fazla Hürrem Sultan’ın türbesi çekiyor. Maalesef İçeri giremiyor, Fatihalarımızı dışarıdan gönderiyoruz. Buradan itibaren yolumuza yaya devam ediyoruz. İstanbul Üniversitesi surları dibinden, Beyazıt Meydanı’na geliyoruz. Tabi buraya kadar gelip de İstanbul Üniversitesi önünde fotoğraf çektirmemek olur mu? Oradan Sultanahmet Camiine yürüyoruz. Biraz hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Ayaklarımız alarm vermeye başladı. Bu şehir sürprizlerle dolu. Sultanahmet Meydanı’nda bizi lale festivali için düzenlenen konser bekliyor. Tarihi yarımadadaki bu konser ruhumuzu okşuyor. Müzik eşliğinde manzarayı seyrediyoruz. Burada kendi insanımızdan fazla turist var. O kadar ki kendimizi yabancı hissediyoruz. İnsan kendi kendine sormadan edemiyor: “Dünya’nın her yerinden insanlar akın akın bizim eserlerimizi görmeye gelirken, bizim insanımız neden kendi ecdadının mirasını tanımıyor, görmüyor, gezmiyor!?”. Gezecek, görecek, inceleyecek o kadar eser var ki burada hepsini ziyaret etmek günler alır. Biz ancak “deneme” bir gezi yapabiliyoruz. İnsan kalabalığını yararak, Ayasofya’nın önünden Gülhane Parkı’nın içinden geçerek Eminönü’ne geliyoruz. İstikamet Üsküdar. Boğaz’a doğru ilerledikçe ne tarafa bakacağımıza karar veremiyoruz. İstanbul’umuza yeniden âşık oluyoruz. İstanbul, İstanbul… Dedik ya bu şehir sürprizlerle dolu. Martılara atmak için aldığımız simitleri biz yiyoruz. Martılar simitlere tenezzül etmiyor. Öğrencilerin gözlerinde mutlulukla karışık bir yorgunluk belirtisi, hafiften uyuklayanlar var. Bu akşam erken uyurlar (Öğretmenin ödülü de, en büyük motivasyonu da bu; öğrencilerin gözündeki sevinci görebilmek). Üsküdar İskelesi tam bir İstanbul’dur. Mihrimah Sultan Camii’nin avlusundaki şadırvanın önünden iskeleye doğru baktığımızda “İşte İstanbul bu!” diyoruz. Kalabalık, deniz, ağaçlar, kuşlar, İETT otobüsleri, karşı kıyıdaki Dolmabahçe, hemen önümüzdeki III. Ahmet çeşmesi, seyyar satıcılar, taksiciler, dolmuşçular, vapura yetişmeye çalışanlar, aheste gezenler, curcuna, trafik keşmekeşi hepsi gözümüzün önünde. Yeni Valide Camii ile Mihrimah Sultan Camii’nden karşılıklı okunan çifte ezanla ruhumuz başka âlemlere yolculuk ediyor. Yeni Valide Camii’nin duvarlarındaki sanat harikası aşiyanları (kuş yuvaları) inceliyoruz. Dilimiz Yunus Emre’nin “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü” mısraları dökülüyor. Üsküdar’a kadar gelip de Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi’ni ziyaret etmemek bize yakışmaz. Gezimizi de yazımızı da Üsküdar’ın manevi bekçisi Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin şu duası ile bitiriyoruz: “Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kerre türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir... Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmânlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın.” İstikamet Üsküdar. Boğaz’a doğru ilerledikçe ne tarafa bakacağımıza karar veremiyoruz. İstanbul’umuza yeniden âşık oluyoruz. İstanbul, İstanbul… Dedik ya bu şehir sürprizlerle dolu. Martılara atmak için aldığımız simitleri biz yiyoruz. Martılar simitlere tenezzül etmiyor. Öğrencilerin gözlerinde mutlulukla karışık bir yorgunluk belirtisi, hafiften uyuklayanlar var. 63 62 - 63 (Abdülaziz Duman).indd 63 04.06.2012 15:39:15 FATİH SERTKAYA İGEDER Akademi Öğrencisi / İstanbul Yönetmen: Denzel Washington Senaryo: Robert Eisele Oyuncular: Denzel Washington, Forest Whitaker, John Heard, Kimberly Elise, Gina Ravera, Jurnee Smolle , Denzel Whitaker, Jermaine Williams Tür: Biyografi, Dram Yapımcı: Todd Black, Molly Allen Yapım: 2007 - ABD Süre: 123 dakika Filmde, Profesör Tolson, eği m eşitliğinden yararlanamayan öğrencilerin gelişimine katkı sağlamak için bir münazara grubu kurmaya karar verir. Gruptaki öğrencilerden eleme yapan profesör, son olarak grubu üç asil bir de yedek olmak üzere dört kişiye indirir. Grubu oluşturan profesör buradaki öğrencilerin kendilerini ifade etme biçimleri üzerine değişik teknikler dener. Profesörün üzerinde durduğu en önemli noktalardan biri de “rakip” kavramıdır. Rakip diye bir şey yoktur, çünkü rakip sadece, anla ğı gerçeklere muhalif olan bir ses r. Birçok münazaraya girerler ve münazara ligine namağlup devam ederler. Tüm bu gelişmeler ekibin ‘’muhteşem THE GREAT DEBATERS münazaracılar’’ olarak anılmasını sağlar ve ekibe Harvard’dan münazara MUHTEŞEM dave gelir. Muhteşem Münazaracılar filmi her ne durumda olursa olsun kazanmanın mümkün olduğunu kanıtlayan gerçek bir hayat hikâyesi. MÜNAZARACILAR i am sam BENİM ADIM SAM Yönetmen: Jessie Nelson Senaryo: Jessie Nelson, Kris ne Johnson Oyuncular: Dakota Fanning, Sean Penn, Michelle Pfeiffer, Elle Fanning, Doug Hutchison, Dianne Wiest, Laura Dern, Richard Schiff, Rosalind Chao Tür: Dram, Komedi Yapım: 2001 - ABD Süre: 132 dakika Sam Dawson, eşi doğum yap ktan sonra kendisini terk etmesi sonucu kızı ile yapayalnız kalan o s k bir babadır ve kızı ile mutlu bir şekilde yaşayan ve Beatles’a büyük hayranlık besleyen bir adamdır. Adamın zeka seviyesinin 7 yaşındaki bir çocuğa eş olması çevredekileri rahatsız etmez. Devlete ait ye ş rme yurdunda çalışan bir kişinin dikka ni çeker. Hükûmet görevlileri kızı Sam’in yanından alırlar. Sam, kızını yanına almak için devlete karşı aç ğı davaya bakması için o bölgenin en ünlü avukatlarından olan Rita Harrison’ı ikna eder. Bu davaya bakmaya ise arkadaşlarıyla girdiği iddia sonucunda karar verir. Sam’in kızına tekrar kavuşabilmesi için Sam ile Rita sisteme ve kanunlara karşı savaşa girerler. O s klerin günlük haya aki davranış biçimlerini ve farklılıklarını göz önüne seren film, izleyeni duygusal olarak zorlayacak niteliklere sahip. Eği mciler ve özellikle özel eği m alanındaki eği mcilerin kesinlikle izlemesi gereken bir film. 64 64 - (Film).indd 64 04.06.2012 15:40:16 SON MÜKELLEFLER - Ereğli Kömür Havzası’nda Zorunlu Çalıştırma (1940-1947) Tarih-Araştırma-İnceleme Murat KARA - Tarih Öğretmeni-Zonguldak SITKI SERDAR MU Eğitim Fakültesi Öğrn. / İstanbul Ereğli Kömür Havzası, sadece kömürün bulunuşuyla değil, aynı zamanda kömürün işletilmesiyle de önem kazanmıştır. Havzada kömür üretimini arttırmak ama-cıyla zaman zaman bir takım uygulamalar yapılmıştır. Bunlardan ilki Osmanlı Devleti zamanında, diğeri ise Cumhuriyet Dönemi’ndeki ücretli iş mükellefiyeti uygulamasıdır. Bu çalışmada Cumhuriyet dönemindeki 19401947 yılları arasını kapsayan uygulama yaşayanların dilinden anlatılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla birinci elden kaynak olarak kabul edeceğimiz bu tanıkların ifadeleri, yaşayan birer tarih ve o dönemin son tanıkları olması bakımından son derece önemlidir. AYNANIN ARKASINDA - Roman AHMET YILMAZ - Türkçe Öğretmeni – İstanbul Aynanın Arkasında tam anlamıyla ne bir aşk romanı ne de politik bir roman. Öncelikle, okuyucuyu taraf tutmaya zorlamıyor; yolculuk boyunca gezdirilen kenarları sırmalı bir el aynası olmaktansa, kırık ve buğulu bir ayna olmayı yeğliyor. Milan Kundera’nın deyişiyle bir var oluş araştırmasının romanı çünkü. Bir sıkıntıyla başlıyor: Evlilik yolunda doludizgin ilerlerken yakın arkadaşı Musa’nın apansız ortadan kaybolmasıyla neye uğradığını şaşıran İsa, çevresiyle çatışmalı kimliğini boynunda suç gibi taşıyıp diken üstünde soluk almaya çabalarken beklenmedik bir ilişkiyle her şey alt üst oluyor. Musa’yı İstanbul’dan kilometrelerce uzakta, dilini çözemediği insanların, yaz kış karlı dağların, geçit vermez yolların, gece köye inen aç kurtların ve tehlikelerin kol gezdiği bambaşka bir yerde trajik bir aşk kıskıvrak yakalayıveriyor. Okuyucunun payına ise aynaya yansıttıklarından çok, yansıtmadıklarıyla düşündüren, sürprizlere açık bu romanı gözlerini dört açarak okumak düşüyor. 65 65 - (Yazarlar).indd 65 04.06.2012 15:40:53 BİR DERS DAHA FARKLI NASIL İŞLENEBİLİR? BAŞÖĞRETMEN DR.NURULLAH ABALI DKAB Öğretmeni / İstanbul Bir öğrencinin sınıftaki konsantrasyonu yaklaşık 20-30 dakika sonra dağılmaya başlar. Öğrencilerin dikkatini dersin geri kalanı için tekrar toparlayabilmek amacıyla 3-5 dakikalık bir rahatlama uygulaması son derece faydalı olmaktadır. Giriş: Genelde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri, öğrencilerin deyimiyle çok ‘monoton’ bir tarzda işlenmektedir. Bu da öğrencilerin derse karşı ilgisini ve verimini azaltmaktadır. Bu olumsuzluğu gidermede gerçekleştirilen bu uygulamanın çok etkili olduğu gözlemlenmiştir. Uygulama: Müfredat ile ilgili konular mutlaka sunu halinde işlenmelidir. Böylece görme duyusunun % 82 civarındaki öğrenmeye katkısı da ders ve konu üzerinde etkili olmaktadır. Aksi takdirde, zaten sosyal bir ders olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersindeki verimlilik düşük olacak (işitme duyusunun öğrenmeye katkısı % 12), bir süre sonra da öğrencilerin dikkatlerinin dağılması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla öğrenci, görsel olarak aktarılan ders materyallerle konuyu görme imkânına kavuştuğu için verilenleri kavraması artmaktadır. Bazı okulların idarecileri, projeksiyon konusunda imkânları bahane göstererek bu vazgeçilmez cihazları almaktan kaçınmakta veya lambası sönmüş aletleri tamir ettirme konusunda da ‘isteksiz’ davranmaktadırlar. Öğretmen gerekirse ekonomik şartlarını zorlamalı ve kendi bütçesinden karşılayarak bu cihazdan edinmelidir. Branş sınıfı olmadığında elbette bu tür teknik cihazları taşıma, her ders kurup sökme gibi yorucu engeller mevcuttur. Bu esnada arka fondan çalan hafif enstrümantal müzik, öğrencilerin motivasyonunu olumlu yönde artırdığı gibi; sınıfta da pozitif bir ortam oluşmaktadır. Fakat bu yapılırken müzik sözsüz, fazla bilinmeyen ve çok fazla dikkat dağıtmayan, gürültülü olmayan tarzda olmalıdır. Aksi takdirde öğrenciler farkında olmadan dikkatlerini müziğe vermeye, hatta mesela parmak veya ayaklarıyla ‘eşlik’ etmeye başlayabilir. Bir öğrencinin sınıftaki konsantrasyonu yaklaşık 20-30 dakika sonra dağılmaya başlar.1 Öğrencilerin dikkatini dersin geri kalanı için tekrar toparlayabilmek amacıyla 3-5 dakikalık bir rahatlama uygulaması son derece faydalı olmaktadır. Bu kısa ‘mola’ esnada izlettirilen komik videolar, zekice hazırlanmış reklamlarla vs. gibi materyallerle öğrenciler rahatlayıp deşarj olmaktadır. Bu kısa mola sırasında öğrenciler ilgi çekici videoları izlemekle ‘meşgul’ oldukları için öğretmen de, ders defterini doldurmak gibi faaliyetler için uygun zaman bulabilmektedir. Ayrıca bu mola sayesinde öğretmene de biraz dinlenme fırsatı doğmaktadır. Müfredattaki konu işlendiği için, dersin geri kalanında da öğrenciler için faydalı olabilecek değişik konular işlenebilir. Örneğin, “Verimli Çalışma Teknikleri,” Asr-ı Saadette Spor,” “Bâtıl İnançlar,” “Hz. Fatıma,” “Kerbela,” “Dua ve Bilim,” “Hayvan Hakları ve İslam,” “İntiharGönlünden Bile Geçirme,” “Kur’an ve Uzay,”… Sonuç ve Kazanımlar: Öğretmenin kişisel yeteneği, ikna kabiliyeti ne kadar yüksek olursa olsun, teknolojinin en verimli şekilde kullanılmasıyla elde edilebilecek verime ulaşamayacaktır. Bu nedenle teknoloji ve insan psikolojisine uygun davranmakla elde edilecek avantajlar göz ardı edilemez. Özellikle, birçok öğrenci tarafından, “nasıl olsa üniversite imtihanında çıkmıyor” gerekçesiyle önemsenmeyen derslerden olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinin öğrenci nezdindeki rağbetinin artması, verilmek istenen manevi kavram ve değerlerin daha iyi verilebilmesi, bu teknolojik cihazlar ve farklı yöntemler sayede daha yüksek bir imkâna kavuşturulabilmektedir. Bu uygulama ile öğrencilerin derse karşı ilgisi ve sevgisi yüksek oranda artmıştır. Sunular, videolar ve sıkmayan öğretim tarzı, öğrencilerin derse karşı merak, ilgi ve sevgilerini hep ayakta tutmaktadır. 66 66 - (nurullah abal ).indd 66 04.06.2012 15:41:49 İGEDER’DEN HABERLER Matematik Öğretmenleri Zirvesi yapıldı 10 Mart 2012 Cumartesi günü düzenlemiş olduğumuz I. Matematik Öğretmenleri Zirvesi’nde Matematik Öğretmenleri deneyim ve bilgilerini paylaşmak üzere derneğimizde buluştu. İstanbul içinden ve dışından 200’e yakın öğretmen ve öğretmen adayının katılımı ile gerçekleştirilen zirve, hem öğretmenlerle akademisyenleri bir araya getirmesi, hem de öğretmenlerin ortak problemlerinin paylaşılması bakımından oldukça etkili geçti. 21. Yüzyıl Öğretmen Modeli konuşuldu İGEDER Eğitim Akademisi Konferanslarında (24 Mart 2011), Eğitimci Halit Arapoğlu’nun sunumuyla “21. Yüzyıl Öğretmen Modeli“ konulu konferans verildi. Konferansta Arapoğlu tarafından; geçmişteki öğretmen algısı ve modeli ile günümüzdeki öğretmen modeli tasvir edildi. İGEDER Eğitim Akademisi öğrencilerinin de yoğun katılımı ile gerçekleşen “21. Yüzyıl Öğretmen Modeli” konferansının tamamını www.egitimakademisi.org.tr adresinden izleyerek yaralanabilirsiniz. İGEDER Akademi’de EBRÛ Günleri başladı. İGEDER Eğitim Akademisi Sanat Etkinliklerinden “Ebrû Günleri” öğretmen ve öğretmen adayları için başladı. Uzman Ebruzenler eşliğinde yürütülen “Ebru Günleri” çok sayıda eğitim fakültesi öğrencisinin katılımı ile devam ediyor. II. REHBERLİK ZİRVEMİZ GERÇEKLEŞTİ Dokuzuncu branş zirvemiz olan II. Rehber Öğretmenler Zirvesi dernek merkezimizde yapıldı. II. Rehber Öğretmenler Zirvemiz yağmurlu bir İstanbul sabahında İGEDER’in genel merkezinde başladı. Onur misafirimiz, Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu idi. Zirvemizde rehber öğretmenlerinin problemlerini konu alan pek çok paylaşım yapıldı. II. REHBERLİK ZİRVEMİZ GERÇEKLEŞTİ Dokuzuncu branş zirvemiz olan II. Rehber Öğretmenler Zirvesi dernek merkezimizde yapıldı. II. Rehber Öğretmenler Zirvemiz yağmurlu bir İstanbul sabahında İGEDER’in genel merkezinde başladı. Onur misafirimiz, Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu idi. Zirvemizde rehber öğretmenlerinin problemlerini konu alan pek çok paylaşım yapıldı. Türkçe Öğretmenleri Tanışma Toplantısı Yapıldı. İGEDER Türkçe Platformu olarak düzenlemiş olduğumuz Türkçe Öğretmenleri Tanışma Toplantısına Türkçe Öğretmenlerimiz ve Türkçe Öğretmenliği bölümünde okuyan öğretmen adayları katıldı. Türkçe Öğretmenlerinin sorunlarının tespiti ve sorunlara yönelik çözüm önerilerinin konuşulduğu toplantıda alınan kararlara rapor halinde web sitemizden ulaşabilirsiniz. İGEDER olarak düzenlediğimiz Bilişim Teknolojileri Öğretmenleri Zirvesi’nde öğretmenler ve öğretmen adayları, bilişimle bütünleşmiş bir eğitim için deneyim ve tecrübelerini paylaştılar. İstanbul’dan ve diğer illerden öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının katılımıyla gerçekleştirilen zirvede ülkemizde ve dünyada bilişim eğitimi, Fatih Projesi ve uygulama örnekleri, bilişim teknolojileri öğretmenlerinin konumu ve işlevi, sosyal ortamlarda eğitim uygulamaları başlıklı oturumlar altında 15 sunum ve 2 poster sunum ile bilgi ve deneyim paylaşımında bulunuldu. İGEDER Gönüllüleri Boğaz Gezisi 2 iGEDER, Gönüllü Eğitimcileri ve Eğitim Fakültesi Öğrencilerini Boğaz Turu’na davet ediyor. İGEDER’in geleneksel hale getirdiği “İGEDER Gönüllüleri Boğaz Gezisi” bu yıl da yapılacak. 67 67 - 69 (igeder haberler).indd 67 04.06.2012 15:43:09 İGEDER olarak Yeryüzü Doktorları işbirliği ile 5-12 Nisan 2012 tarihleri arasında Van’da psiko-sosyal destek projesi gerçekleştirdik. Bu sebeple 5-6-7 Nisan tarihlerinde Van Merkez’e bağlı Güveçli köyündeydik. Depremden en fazla etkilenen köylerin başında gelen Güveçli’de, Güveçli İlköğretim Okulu’nda 6.7. ve 8. sınıf öğrencilerine yönelik ruhsal-psikolojik taramalar gerçekleştirdik. Hedef kitlemiz öğrencilerdi. Van merkeze bağlı Güveçli ve Halkalı köylerinde ilköğretim çağındaki 576 çocuğumuza ruh sağlığı taraması yaptık. Depremin üzerinden 6 aylık bir süre geçtikten sonra çocuklarımızın üzerindeki etkisinin hangi oranda devam ettiğini inceledik. Bir yandan da yaptığımız çalışmalarla onlara destek olduk. İGEDER Eğitim Akademisi öğrencilerinden Boğaziçi Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü öğrencisi, Ebru Karabulut’un da aralarında bulunduğu Van Depremi yaraları sarma ekibi, Van’da ‘psikolojik destek’ çalışmaları yapıp, bu Proje ile Van İli’ne bağlı Güveçli, Dağönü, Halkalı, Yeşilsu, Özyurt, Göllü, Topataş, Dibekdüz, Arısu, Tabanlı, Yaylıyaka Köyleri ve bu köylere bağlı Yabalı ve Döşeme Mezralarındaki köyler de ziyaret edildi. Okul psikolojik danışmanları, pedagoglar, okul öncesi uzmanları ve psikologlar eşliğinde okullardaki öğrencilere ruh sağlığı taraması yapıldı. Türkiye’de ilk kez eğitim ile ilgili bir STK (İGEDER) tarafından yapılan ve özel eğitim alanında iyi örneklerin yanı sıra sorunların ve yeni gelişmelerin masaya yatırıldığı İGEDER I. Özel Eğitim Öğretmenleri Zirvesine yüz civarında öğretmen ve öğretmen adayı katıldı. Açılış konuşmasında temel sorunları fırsata çevirmenin elzem olduğunu vurgulayan İGEDER Yk. Başkanı M. Cüneyt ANCIN, tüm okullarımızda özel eğitimin farkındalığını arttırabilmek amacıyla “engellilerle dayanışma ve kaynaştırma etkinlikleri kulüpleri” kurulması yönünde MEB’e tavsiyede bulunduklarını dile getirerek, her öğrencinin özel olduğu düşüncesinden hareketle “BEP yapmayan bizden değildir” algısıyla BEP’in yaygınlaştırılması konusundaki hassasiyeti dile getirdi. Protokol konuşmasında İstanbul eski milletvekili Lokman AYVA, marangoz eğitiminin yerine bahçıvan eğitimine geçilmesinin ve birlikte öğrenmenin öneminin kavranması gerektiğinin önemine vurgu yaptı. İGEDER Özel Eğitim Platform Koordinatörü ve İstanbul MEM. eski şube müdürü Halis KURALAY’da konuşmasında özel eğitimde eğitime erişim yaşı ve hızının düşürülmesi konusunda alınan yolu anlattı, aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının bu konudaki önemli rolüne işaret etti. İGEDER Eğitim Akademisi Seminerleri Sona Erdi İGEDER Eğitim Akademisi 10. Dönem 10. Hafta Konferansında, Prof. Dr. Selahattin Turan’ı misafir ettik. 10. Dönemdeki son seminer haftamızda Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Selahattin Turan’ın, “ Yeni Bir Medeniyet Tasarımı Bağlamında “Batı Uygarlığını” Yeniden Düşünmek “ isimli konferansı ile İGEDER Eğitim Akademisi öğrencileri bir araya geldi. Eğitim Fakültesinde okuyan ve mezun öğretmen adayları için kurduğumuz İGEDER Eğitim Akademisi yeni dönem başvurularını Ağustos ayında www.egitimakademisi.org.tr ve www.igeder.org.tr sitelerinden duyuracağız. Ayrıca İstanbul’da öğrenim görmekte olan çevrenizdeki eğitim fakülteli öğrencileri akademimize yönlendirebilirsiniz. İngilizce Öğretmenleri Zirvesi Dinleyici Başvuruları Başladı İGEDER’in 11. Branş Zirvesi olan 2 Haziran 2012 cumartesi günü yapılacak olan İngilizce Öğretmenleri Zirvesine bütün öğretmenlerimizi ve öğretmen adaylarını bekliyoruz. 68 67 - 69 (igeder haberler).indd 68 04.06.2012 15:43:12 İGEDER Cizre Öğretmen Zirvesi, 5 Mayıs Cumartesi günü Cizre Öğretmenevi Ahmet El- Cezeri salonunda Tekder Cizre şubesinin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Programa Şırnak İl Milli Eğitim Müdürü Yüksel Arslan, İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Sadık Bora’da onur konuğu olarak katıldı. İGEDER adına İ.Hakan KARATAŞ, ev sahipliğimizi yapan TEKDER adına Şırnak Üniversitesi’nden Osman Köse açılış konuşmalarını yaptı. Şırnak İl Milli Eğitim Müdürü Yüksel Arslan’da açılış konuşmasında bulundu ve organizasyon için İGEDER’e ve programın organizasyonunda görevli Cizre İsmail Ebu’l-iz İlköğretim Okulu Rehber Öğretmeni Ömer GÜMÜŞOĞLU’na ve tüm katılımcılara teşekkür etti. İmam Hatip Liselerinin Geleceği, Geleceğin İmam Hatip Liseleri Nasıl Olmalıdır? İGEDER İHL Meslek Dersleri Platformu, İmam-Hatip Liselerinin sorunları, çözüm yolları ve yeni anayasa çalışmaları kapsamında İmam-Hatip Liselerinin konumunun tartışılacağı bir çalıştay düzenliyor. “Din Eğitiminde İmam-Hatip Liselerinin Rolü’’ başlığı altında gerçekleştirilecek çalıştayda Toplumdaki İmam-Hatip Lisesi Algısı ve Toplumun İmam-Hatip Liselerinden Beklentileri, İmam Hatip Liselerinin Sorunları ve Bu Sorunlara Çözüm Önerileri, İmam-Hatip Liselerinin Geleceği, Geleceğin İmam-Hatip Liseleri konularında müzakereler gerçekleştirilecektir. 26 Mayıs Cumartesi günü gerçekleştirilecek Çalıştay sonunda meseleler hakkında ortaya koyulan çözüm önerileri sonuç bildirgesi hazırlanılarak kamuoyuna sunulacaktır. Öğretmenler olarak kâğıtları kalemleri çıkarıp ileri seviye ilginç matematik problemleri ile öğrenciliğimize döneceğiz kısa süreliğine… Öğrencilerin problem çözme becerilerinin gelişmesi ne kadar önemli ise; eğitim-öğretim sürecinin en önemli bileşeni olan öğretmenlerin de problem çözme becerilerini yoklaması, bu anlamda zihinlerini tazelemesi ve iyi bir problem çözücü olmaları da o kadar önemlidir. Bu amaçla 50 matematik öğretmenini buluşturmayı hedefleyen İGEDER, “Rutin Olmayan Problemler Semineri” ile öğretmenlerin etkileşim halinde matematik problemlerinin çözümlerinin yapılacağı bir seminer organize etmiştir. Marmara Üniversitesi İlköğretim Matematik Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Orhan ÇANAKÇI, rutin olmayan problemler ile matematik öğretmenleri zihinsel bir zorlanma sürecine sokacaktır. SKETCHPAD SEMİNERİ İGEDER Matematik Platformu 9-10 Haziran 2012 tarihlerinde ikinci seminerini gerçekleştirecektir. Kısa bir süre önce Türkçeye kazandırılan GSP (Geometri Sketchpad- Türkçe) yazılımının matematik eğitimde kullanımına yönelik İGEDER aracılığı ile İstanbul’da matematik 69 67 - 69 (igeder haberler).indd 69 04.06.2012 15:43:13 öğretmenleri ile Programı Türkçeleştiren hocalarımızın eğitmenliğinde iki günlük bir seminer gerçekleştirilecektir. Geometri öğretiminin uluslar arası düzeyde ödüller almış öncü yazılımı Geometer’s Sketchpad (GSP) yazılımı klasik Öklit geometrisini eğitim teknolojilerine uyarlamak suretiyle matematik eğitiminde dinamik geometri yaklaşımını ortaya çıkartarak geometri öğretiminin niteliğini değiştirmiş bir yazılımdır. SketchPad seminerinde amaç yazılımın Türkçe kullanımını tanıtmanın yanında pratik uygulama yapmak, etkinlik tasarlamak ve bilgi paylaşımında bulunmaktır. Seminerdeki içerikler GSP yazılımını ve dinamik geometriyi hiç bilmeyenler veya az bilenlere yöneliktir. Başarı ve verim elde edilmesi halinde daha sonra farklı gruplarla ve ileri düzeyde GSP kullanımı için yeni çalıştaylar düzenlenecektir. İGEDER II. BALKAN GEZİSİ “100. YILINDA TUNA’YA DÖNÜŞ” 9 GÜN, 8 ÜLKE, 18 ŞEHİR! Öğretmen ve Öğretmen adaylarına ikincisini gerçek-leştireceğimiz Balkan Gezimize başvurular sona erdi. Geçen yıl birincisini düzenlediğimiz Balkan gezimizden sonra bu yıl “100. Yılında Tuna’ya Dönüş” Balkan gezimize yoğun bir başvuru vardı. Bu yıl ki gezi programımız şu şekilde: 8 Temmuz Pazar 22.00 İGEDER’den Hareket 9 Temmuz Pazartesi KAVALA; Şehir Merkezi Gesizi, Su kemerleri, Liman, Kavala Kalesi, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın Evi Kavaladan Selanik’e Yolculuk SELANİK Aya Dimitros Kalesi, Büyük İskenderiye Heykeli, Hamza Bey Camii, Vardar ve Aristotales Meydanları, Atatürk’ün Evi, Beyaz Kule, 20.0002.00 İŞTİP’e yolculuk. İştipte konaklama 10 Temmuz Salı İŞTİP İştip’te Kahvaltı. İştip şehir merkezi gezisi. İştipten Üsküp’e yolculuk. ÜSKÜP Taş Köprü, Mustafa Paşa Camii, İshak Paşa Camii, Bit Pazarı, Ensar Derneği Ziyareti, Taş Hamam , Kurşunlu Han, Üsküp’te Konaklama, Üsküp’ten Niş’e yolculuk. NİŞ Niş şehir merkezinin gezilmesi, Niş’ten Belgrad’a yolculuk. BELGRAD Kalemegdan, Knez Mihailova caddesi, Şehir Merkezi Turu, Belgrad’tan Srebrenista’ya yolculuk 11 Temmuz Çarşamba SREBRENİTSA Srebrenista katliamının yıl dönümü programlarının takip edilmesi. Masmaria yürüyüşene katılınılmasının ardından 12 Temmuz Perşembe SARAYBOSNA Baş çarşı, Aliya Izzetbegoviç’in anıt mezarının bulunduğu şehitliği ziyaret, Kurşunlu Medresesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın halasının oğlu Gazi Hüsrev Bey’in Camisini ziyaret, Saat kulesi, Şehir turu, Mostar Köprüsü (Old Bridge, Stari Most), Koski Mehmed Paşa Camii, Crooked Bridge, Çarşı, Dar sokak gezileri, Mostar’dan Sancak Novi Pazar’a (Yenipazar) yolculuk 13 Temmuz Cuma SIRBİSTAN NOVİ PAZAR, Panoromik şehir turu, Cuma namazı Novi Pazardan Porgoricia’ya yolculuk. KARADAĞ, PODGORİCA Şehir Merkezinin gezilmesi, İşkodra’ya yolculuk ARNAVUTLUK İŞKODRA, İşkodra şehir gezisi, İmam Hatip Lisesi Ziyareti, konaklama 14 Temmuz Cumartesi TİRAN İskender Bey Meydanı, Ethem Bey Camii, Milli Tarih Müzesi, Saat Kulesi, Lana Nehri, Dajti Dağı, Tiran’dan Prizren’e yolculuk KOSOVA Sinan paşa camii, Gazi Mehmet paşa hamamı, Kırık cami, Sultan Murat Kışlası, Meşhur taş köprü 15 Temmuz Pazar PRİZREN PRİŞTİNA, Murat Hüdavendigar Türbesi, Priştina’da konaklama BULGARİSTAN Sofya’ya yolculuk, konaklama 16 Temmuz Pazartesi SOFYA Başmüftülük ve İslam Enstitüsü Ziyareti, Banya Başı Camii, Kara Camii, Siyavuş Paşa Camii, Osmanlı Konağı, Bali Efendi Türbesi FİLİBE Filibe Müftülük Ziyareti, Cuma Camii, Şehabeddin Paşa Camii, Çifte Hamam, Taş Köprü, Filibe’den İstanbula Dönüş 70 67 - 69 (igeder haberler).indd 70 04.06.2012 15:43:18 LJƌŦŶƨůŦďŝůŐŝǁĞďƐĂLJĨĂŵŦnjĚĂ͗ ǁǁǁ͘ŝŐĞĚĞƌ͘ŽƌŐ͘ƚƌ 7^dEh> $Ü5, ðVWDQEXO*¶Q¼OO¼(ßLWLPFLOHU'HUQHßLð*('(5 ,8/86$/(ïñ7ñ0¡$/,ì7$<, ve IV 23 - 24 Kasım 2012 I. ULUSAL EĞİTİM ÇALIŞTAYI $QD7HPD n<HQL$QD\DVD6RQUDVÕQGD 0LOOL(ÈLWLP6LVWHPLQLQ<HQLGHQ<DSÕODQGÕUÕOPDVÕo ϮϯͲϮϰ<ĂƐŦŵϮϬϭϮ /͘h>h^>)7d7D>/bdz/ Ϯϱ<^/DϮϬϭϮ /s͘h>h^>P)ZdDE7D^DWKzhDh 7ƐƚĂŶďƵů 'ƂŶƺůůƺ ŒŝƟŵĐŝůĞƌ ĞƌŶĞŒŝ͖ dƺƌŬŝLJĞ͛ĚĞ ŚĞƌŚĂŶŐŝ ďŝƌ ŽŬƵůĚĂ ŐƂƌĞǀ LJĂƉŵŦƔ ǀĞLJĂ LJĂƉŵĂŬƚĂ ŽůĂŶ ƂŒƌĞƚŵĞŶ ǀĞ ĂŬĂĚĞŵŝƐLJĞŶůĞƌŝŵŝnjŝ ͞zĞŶŝ ŶĂLJĂƐĂ ^ŽŶƌĂƐŦŶĚĂ Dŝůůŝ ŒŝƟŵ ^ŝƐƚĞŵŝŶŝŶ zĞŶŝĚĞŶ zĂƉŦůĂŶĚŦƌŦůŵĂƐŦ͟ĂŶĂƚĞŵĂůŦƵůƵƐĂůĚƺnjĞLJĚĞ ŐĞƌĕĞŬůĞƔƟƌŝůĞĐĞŬ ŽůĂŶ ͞/͘ hůƵƐĂů ŒŝƟŵ ĂůŦƔƚĂLJŦ ŝůĞ /s͘ hůƵƐĂů PŒƌĞƚŵĞŶŝŵ ^ĞŵƉŽnjLJƵŵƵ͟ŶĂ ƂŶĞƌŝ ǀĞ ďŝůĚŝƌŝůĞƌŝŶŝnjůĞ ŬĂƚŬŦƐĂŒůĂŵĂLJĂĕĂŒŦƌŵĂŬƚĂĚŦƌ͘ dƺƌŬDŝůůŝŒŝƟŵƐŝƐƚĞŵŝŶŝŶŵĂƐĂLJĂLJĂƨƌŦůĂĐĂŒŦďƵĕĂůŦƔƚĂLJǀĞƐĞŵƉŽnjLJƵŵdƺƌŬDŝůůŝ ŒŝƟŵƐŝƐƚĞŵŝŝůĞŝůŐŝůŝŚĞƌĂůĂŶĚĂLJĂƉŦůĂĐĂŬ ĕĂůŦƔŵĂůĂƌĂĂĕŦŬƨƌ͘ Ana Tema: “Yeni Anayasa Sonrasında Milli Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması” 25 KASIM 2012 IV. ULUSAL ÖĞRETMENİM SEMPOZYUMU İSTANBUL <7D>ZbshZ7>7Z͍ ,ĞƌŚĂŶŐŝďŝƌĞŒŝƟŵŬƵƌƵŵƵŶĚĂŐƂƌĞǀLJĂƉŵŦƔ ǀĞLJĂLJĂƉŵĂŬƚĂŽůĂŶƂŒƌĞƚŵĞŶǀĞĂŬĂĚĞŵŝƐLJĞŶůĞƌŝůĞůŝƐĂŶƐ͕LJƺŬƐĞŬůŝƐĂŶƐǀĞĚŽŬƚŽƌĂƂŒƌĞŶĐŝůĞƌŝďĂƔǀƵƌĂďŝůŝƌ͘ 7bd<s7D7 ĂůŦƔƚĂLJPŶĞƌŝƐŝǀĞ^ĞŵƉŽnjLJƵŵŝůĚŝƌŝƐŝ PnjĞƚůĞƌŝŶŝŶdĞƐůŝŵŝ ͗ϮϳdĞŵŵƵnjϮϬϭϮ <ĂďƵůĚŝůĞŶĂůŦƔŵĂůĂƌŦŶƵLJƵƌƵůŵĂƐŦǀĞ WƌŽŐƌĂŵŦŶ7ůĂŶŦ ͗ϮϰŒƵƐƚŽƐϮϬϭϮ dĂŵDĞƟŶůĞƌŝŶŝŶdĞƐůŝŵŝ ͗ϭϮŬŝŵϮϬϭϮ ĂůŦƔƚĂLJdĂƌŝŚŝ ͗ ϮϯͲϮϰ<ĂƐŦŵϮϬϭϮ ^ĞŵƉŽnjLJƵŵdĂƌŝŚŝ ͗ Ϯϱ<ĂƐŦŵϮϬϭϮ WĂLJůĂƔŦŵĐŦŽůĂƌĂŬďĂƔǀƵƌŵĂŬŝĕŝŶŐĞĐŝŬŵĞLJŝŶ͗ ŚƩƉ͗ͬͬǁǁǁ͘ŝŐĞĚĞƌ͘ŽƌŐ͘ƚƌͬnjŝƌǀĞůĞƌͬnjŝƌǀĞͲďĂƐǀƵƌƵ͘ƉŚƉ ϮϳdĞŵŵƵnjϮϬϭϮ 2006 ^ŽƌƵǀĞƂŶĞƌŝůĞƌŝŶŝnjŝŝĕŝŶďŝnjĞLJĂnjŦŶ͗ŝŐĞĚĞƌnjƵŵƌĞΛŐŵĂŝů͘ĐŽŵͲĚŝĚĞŵϬϬϯΛŐŵĂŝů͘ĐŽŵ ^ŽƌƵǀĞƂŶĞƌŝůĞƌŝŶŝnjŝĕŝŶďŝnjŝĂƌĂLJŦŶ͗нϵϬϬϱϬϱϰϴϱϮϮϬϰͲнϵϬϱϯϱϴϯϴϵϯϵϬ • Yeni Öğretim Yaklaşımları, • Eğitimin Devlet Tekelinden Kurtarılması ve Özgürleştirilmesi, • Okul Türleri ve Okul Türlerinin Yapılandırılması, • Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme ve Öğretmenlerin • Hizmet İçi Eğitimi, • Mesleki Eğitim, • Özel Eğitim ve Rehberlik, • Eğitim Yönetimi ve Politikaları, İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği; Türkiye’de herhangi bir okulda görev yapmış veya yapmakta olan öğretmen ve akademisyenlerimizi “Yeni Anayasa Sonrasında Milli Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması” ana temalı ulusal düzeyde gerçekleştirilecek olan “I. Ulusal Eğitim Çalıştayı ile IV. Ulusal Öğretmenim Sempozyumu”na öneri ve bildirilerinizle katkı sağlamaya çağırmaktadır. Türk Milli Eğitim sisteminin masaya yatırılacağı bu çalıştay ve sempozyumda ele alınacak konular aşağıda sıralanmıştır. Çalıştay ve sempozyum bu konularla sınırlı olmaksızın Türk Milli Eğitim sistemi ile ilgili her alanda yapılacak çalışmalara açıktır. Çalıştay ve Sempozyum hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için lütfen web sitemizi ziyaret ediniz. • Türkiye’de Eğitim Programları ve Öğretim, • Özel Öğretim Kurumları, • Din Eğitimi ve Öğretimi, • Eğitim Teknolojileri, Ders Araç ve İçerikleri, • Eğitimde Bilişim ve İletişim Teknolojileri, • Eğitimde Yenilik, • Yeni Eğitim Modeli Önerileri: 2050 Vizyonu, • Modern Eğitime Yönelik Eleştiriler. 71 67 - 69 (igeder haberler).indd 71 04.06.2012 15:43:27 Rutin Olmayan Problemler Semineri Yapıldı Öğretmenler olarak kâğıtları kalemleri çıkarıp ileri seviye ilginç matematik problemleri ile öğrenciliğimize döndük kısa süreliğine… Öğrencilerin problem çözme becerilerinin gelişmesi ne kadar önemli ise; eğitim-öğretim sürecinin en önemli bileşeni olan öğretmenlerin de problem çözme becerilerini yoklaması, bu anlamda zihinlerini tazelemesi ve iyi bir problem çözücü olmaları da o kadar önemlidir. Bu amaçla matematik öğretmenlerini buluşturmayı hedefleyen İGEDER, “Rutin Olmayan Problemler Semineri” ile öğretmenlerin etkileşim halinde matematik problemlerinin çözümlerinin yapıldığı bir seminer gerçekleştirdi. Marmara Üniversitesi İlköğretim Matematik Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Orhan ÇANAKÇI, rutin olmayan problemler ile matematik öğretmenlerini zihinsel bir zorlanma sürecine sokarak, öğrencileri nasıl birer ‘iyi problem çözücüler’ yapabilecekleri konusunda yüreklendirdi. Gönüllü Eğitimcileri ve Eğitim Fakültesi Öğrencilerini İGEDER Geleneksel II. Boğaz Turu’nda ağırladık Pek çok eğitimci, eğitim yöneticisi, ve öğretmen adayının (İGEDER Eğitim Akademisi Öğrencileri) yanı sıra çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katıldığı Boğaz Gezisi yoğun bir katılımla gerçekleşti. İGEDER Eğitim Akademisi’nin özel davetlisi olarak, Boğaz Gezisine katılanlar arasında yaklaşık 2 ay Suriye’de esir tutulan kameraman Hamit Coşkunda vardı. İGEDER’in geleneksel hale getirdiği ve Avrupa Yakası kıyılarından başlayan gezi, Boğazın eşsiz yalı ve tarihi mimarileriyle süslü saraylarının anlatımıyla devam etti. Profesyonel Boğaz Rehberi eşliğinde, büyük bir coşku içinde gerçekleştirilen Boğaz Turu’na katılan katılımcılara İGEDER Yönetim Kurulu Başkanı M. Cüneyt Ancın, katılımlarından ve gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür etti. İGEDER Geleneksel II. Boğaz Gezisi, yemek ikramının ardından sona erdi. Gelenceksel Hüdayi Futbol Turnuvası yapıldı. Her yıl geleneksel olarak yapılan Hüdayi Futbol Turnuvasına İGEDER Eğitim Akademisi Futbol takımımız da katıldı. Oldukça renkli geçen turnuvada derece elde edemesek de ‘önemli olan yarışmaktı’ diyerek turnuvaya 1. maçtan sonra veda ettik. 72 67 - 69 (igeder haberler).indd 72 04.06.2012 15:43:29 UZMAN BULMACA ( ) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Hazırlayan: Maşuk CEYLAN 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SOLDAN SAĞA: 1. Özellikle Roma İmparatorları Julius Caesar ve Marcus Antonius ile olan ilişkileriyle tarihe damgasını vuran antik Mısır kraliçesi/Öğrencilerin ilgi duyduğu ya da üzerinde anlaşmaya varamadığı konuların öğretiminde çok etkili bir tartışma tekniği -2.Anadolu Ajansı/ Fas’ın plaka imi/Göl ve bataklıklarda yaşayan bir hayvan/Anten, duyarga- 3. ..........Twain (Yazar)/ Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası,emtia/Aşı boyası/ Bir bağlaç / Kemiklerin toparlak ucu -4.Tavlada bir sayı/ Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça/Bir müzik aleti/ Hane,mesken / Meslek Yüksek Okulu kısaltılışı - 5.Milâda dayanan, milâtla ilgili olan / Başrollerinde Dustin Hoffman ve Tom Cruise’ un oynadığı 1988 yapımı oscarlı Barry Levinson filmi/ Utanma duygusu- 6. Divit, yazı hokkası / Herhangi bir hükmün geçersiz olduğunu gerekçeleri ile göstererek çürütme / -Hendek, düşman saldırısına karşı koymak için düzenlenmiş yer / Ayakkabıların altına çakılan demir - 7.Yerbilimleri Öğretmenleri Ulusal Birliğinin orijinal kısaltılışı/Mısırda bir nehir/ Doğu Anadolu Bölgesi’nde doğup, Kura Nehri ile birleşerek Hazar Denizi’ne dökülen nehir/ Yabancı, yad - 8.1941 yapımı 5 oscarlı unutulmaz John Ford filmi- 9.Eski bir uygarlık/Teniste bir terim/ Günahsız-10. ......... Minelli (Aktris-Müzisyen) / Keman yapımıyla tanınan ünlü İtalyan aile/ Sembol durumuna getirme. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1.Orhan Pamuk’un bir romanı/ ABD’de kurulmuş ünlü çizgi roman şirketi- 2.Bir nota/ Gümüş/ Gelecek-3.İç Anadolu Bölgesinde bir dağ.-4.Kalça kemiği/ Eşek sesi- 5.Kendi içinde tutarlılık gösteren önermeler bütünü - 6. Siyasî inancını gizleyen kimse- 7.Ülkemizin plaka imi/Ağıl, davar ağılı- 8.Kutsal Hint destanı-9. Büyük kardeş, ağabey/Açı ölçmeye yarayan dönme hareketli bir çeşit cetvel- 10.Ulu, yüce, ali/ Lacivert renkli erkek takım elbisesi-11.En kısa zaman dilimi/Toprak Mahsulleri Ofisi kısaltılışı/ Bir nota.12-Eski dilde belediye-13.Ağırbaşlı, onurlu/İskambillerle oynanan bir tür oyun-14. Ankara’nın bir ilçesi -15. Lübnan’ın plaka imi/......... O’Neill (Aktör)/ İngilizcede “ötmek” - 16. Eni boyundan ve derinliğinden çok olan, basık ve geniş- 17. .......... Thurman (Aktris) / Ut, kanun, keman gibi çalgıların tellerini geren düğme- 18. Bir nota/ İngilizce kelimelere getirilen bir sonek- 19. Çevre etkileriyle değiştirilemeyen, aileden alınan belirleyici özellikler,irsiyet- 20. Cesaretini kırmak. moralini bozmak. ahlaksızlaştırmak. arka ic.indd 2 04.06.2012 15:44:07 aeaieaiua arka kapak.indd 2 04.06.2012 15:42:46