İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
Transkript
İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI
eğitimini tamamlayıp iki yıl Daü Mimarlık Bölümünde hem yüksek lisans eğitimine devam edip hem de assistanlık yapan bu Kıbrıslı genç ...-> S 3 Uğur Dağlı Lefke’de Modern Bir Kır Evi ...Kumarcılar ... Geleneksel Hanı, Büyük Han ve Bedesten Lefkoşa Sur-içi’nin altın üçgeni. İki köşe, Büyük Han ve Bedesten pırıl pırıl. Ama Kumarcılar Hanı?...-> S 4 Naciye Doratlı KONUT VE YAŞAM ...Lisans Kumarcılar Hanı Çığlık Atıyor İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI Nİl PaşaoĞlulari Şahİn- Banu Tevfİkler ÇavuşoĞlu- Guİta Farİvarsadrİ- DenİZ Kağan Güner GELENEKTEN EVRENSELE BİR MİMAR - BİR BİNA Kıbrıslı Y.Mimar Salih Yılgörür ve Kanyon Alışveriş Merkezi GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 07 MART 2010/ SAYI 2 bir kent dokusuna sahip Lefke’de, iki katlı cumbalı evlerinin arasında öne çıkan Sömek Evi, özgün mimarisiyle...-> S 5 Hera-C Geleneksel Kıbrıs Konutunun Değerli Bir Bileşeni, Sundurmalarımız ...İndirgenemez biçimde kendi zaman ve yerine ait geleneksel mimari örneklerimiz ‘arkaik’ duruşları ile kültürümüzün ayrılmaz parçalarıdırlar...-> S 6 Kağan Günçe Meydanların Büyüsü KENTİN TADI TUZU ... Bazen devrim şarkılarının söylendiği, bazen sevilen bir ezgiyle dans edilen, bazen bir dostla buluşulan, bazen sevgilinin kucaklandığı alanlardır meydanlar...-> S 11 Şebnem Hoşkara AL GÖZÜM SEYREYLE ... Batı Sineması’nın II. Türkan Ulusu Uraz Dünya Savaşı’nı konu alan yürek parçalayıcı serileri, kenti ikiye bölen ‘Duvar’ ve hüzünlü duvar öyküleri...-> S 12 Kentin Katmanları ve Uygarlık ...Uygarların PROVO-K-İTAP kapak resmi: Ceren Boğaç HİKAYE ANLATAN MEKANLAR: ...MEKANLAR SİZE HİKAYE ANALATABİLİR Mİ???...-> S 7 İÇMİMARLIK YAŞAMA YÖN VERMEKTİR...-> S 8 YARATIM, TASARIM, ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI...-> S 9 BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK: ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI...-> S 10 GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER ya da barbarların, tüm insanoğlunun, başkalarının haklarını gaspederken, yaptığı gibi haklı bir neden bulmak...-> S 13 Beril Özmen Mayer İnşaat Sektörü ve Sürdürülebilir Kalkınma Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi SORULAR-CEVAPLAR DOSYA 2: İÇMİMARLIK ve ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI Berlin I: Duvardan Önce ...Sürdürlebilir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için, mutlak sürette bütüncül yaklaşımlar gerekmektedir...-> S 14 Ercan Hoşkara SAYFA 2 EDİTÖR HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr EDİTÖR’DEN... Öncelikle ilk sayımız için aldığımız cesaret verici olumlu eleştiriler için teşekkürler. Bu eleştiriler bizi daha güzelini yapmak, Fakültemizdeki ağır yükümüze rağmen MekanPerest için daha çok çalışmak konusunda yüreklendiriyor. Bu sayımızdaki her sayfa da sizler için ilginç, güzel ve bir o kadar da anlamlı bir içerikle hazırlandı. Okurken keyif alacağınızdan, yeni bilgiler edineceğinizden veya var olan bilgilerinizi tazeleyeceğinizden eminim. Hayat zaten bir okul değil midir? Ve bizler bu okulda her gün yeni bir şeyler öğrenmiyor muyuz? Mesela bizler... Kendi alanımız dışında bir gazetenin hazırlanma sürecini öğrendik. Bu da bize çok keyif veriyor. Aslında bilgi ve bilinç ne kadar önemli. Bu yazımı 26 Mart Cuma günü kaleme alırken, Kuzey Kıbrıs genelinde yaşanan doğal felaketin birçok yerleşim yerinde yaratmış olduğu tahribat bana bu önemi bir kez daha hatırlattı. Yüzyılın afeti denilen doğa olayının bilgi ve bilinçle ne alakası var diyebilirsiniz. Tabii ki doğrudan bir ilgisi yok. Ama imar faaliyetlerinde doğal özelliklerin dikkate alınmaması, dere yataklarına binaların, yolların inşa edilmesi veya çöplerin, molozların dökülmesi sonucunda barajlardan taşan suların içinden akabileceği su yatakları bulamayıp sele dönüşmesinin temelinde bilgisizlik ve bilinç eksikliği yok mudur? Bu bilgi ve bilinç eksikliği nerededir, nereden kaynaklanmaktadır? Bu soruya bütüncül bir yaklaşımla cevap aranması gerektiğini düşünüyorum. Kentlerin içinden geçen dere yataklarının inşaatlarla işgal edilmesi sürecinde bilgisizlik ve bilinç eksikliği bakımından kim ne kadar sorumlu diye baktığımızda, ilk olarak inşaat izni için başvuran vatandaş veya kar amaçlı inşaat yapan yap-satçıları görüyoruz. İzin makamı (Belediye hudutları içinde ilgili Belediye, dışında Kaymakamlık aracılığı ile Şehir Planlama Dairesi) yürürlükteki imar mevzuatına göre izin veriyor. Burada iki önemli soru var: Birincisi; İnşaat izni verilirken imar mevzuatı dışında diğer yasalara bakılıyor mu? Bu noktada 1930’da İngiliz döneminde ilan edilen ve halen yürürlükte olan Fasıl 82 Kamu Derelerinin Korunması Yasası’nın ilgili maddelerine dikkat çekmek istiyorum. Bu yasanın 4. Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz, Ercan Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim Numan. maddesi, ‘Dere Kenarlarına v.s’ye zarar yapılmasına’, 5. Maddesi de ‘Kaymakamlıkların sorumluluk ve yetkilerine’ ilişkindir. Eğer ilgili İzin Makamları inşaat izni verirken bu Yasa’dan haberdar değillerse çok ciddi bir suç işlemişlerdir. İkinci soru; Dosyaları inceleyen memurlar, dere yatakları etrafına izin vermeme eğiliminde olmasına rağmen siyasilerden gelen baskılar nedeni ile mi izin vermişlerdir? Eğer böyleyse siyasiler, izin makamları ve bu konuda baskı uygulayan çıkar grupları kamu yararı aleyhine hep birlikte suç işlemişlerdir. Bilgi ve bilinç eksikliği ve bunun getirdiği günü kurtarma çabaları ve rant kaygısı, bugün yaşanan çevre felaketini getirmiş ve hiç suçu olmayan (?) insanlar zarar görmüş ve cezalandırılmıştır. Devletin en üst düzey yetkililer tarafından, bu felaket sonucunda ortaya çıkan zarar ziyanın karşılanmasına ilişkin gerekli önlemleri alacağı söyleniyor. Bu tabii ki yapılmalı. Ama bizler toplum olarak bunun faturasını öderken aynı zamanda bugünkü duruma neden olan siyasiler, izin makamındaki görevliler ve bina sahiplerinin asıl etmek, bunların rant sağlaması veya sorumlular olarak daha büyük bir sağlayacakları rantı artırmalarına bedel ödemeleri gerekmez mi? olanak vermek için Emirnamelerde açıklanan değişikliklerin yapılması, Her şey bir yana şimdi ne yapılmalı? düzensiz ve dağınık gelişmeye Buna da kısa ve uzun vadeli davetiye çıkaracak ve bunun önlemler açısından bakmakta neticesinde bugün yaşanmakta yarar var. Öncelikle kısa vadede olan felaketin çok daha beterleri sadece bugün felaket yaşanan ile karşı karşıya kalmamıza neden bölgeler de dahil olmak üzere, tüm olacaktır. Bunu toplum olarak hiç yerleşimlerde dere yataklarının hak etmiyoruz. ihlali vb. çarpık yapılaşma ile ilgili tespitlerin yapılmalı ve gerekli Uzun vadede ise bir an önce ülkesel önlemler alınmalıdır. Bu önlemler fizik plan ve büyük yerleşimlerin bazılarımızın canını yakacak olsa imar planları yapılmalı ve planların bile? sağlıklı bir biçimde uygulanmasına olanak verecek planlama araçları Bunun yanı sıra geçtiğimiz günlerde (vergilendirme, gelişme hakkının gündemi işgal eden İçişleri ve Yerel devri vb.) hayata geçirilmelidir. Yönetimler Bakanı’nın açıkladığı ‘Emirnamelerin değiştirilmesi’ Bütün bunlar da yine bilgi ve bilinç kararının ciddi bir biçimde gözden işi ve en azından her alanda işin geçirilerek bu kararın iptal edildiği uzmanına, onun bilgisine saygı işi. kamuoyuna duyurulmalıdır. Çok özendiğimiz Batılı ülkelerin Emirnameler ve bunların yaşam kalitesine ulaşabilmek için bu değiştirilmesi konusu tek başına konuda nerede yanlış ve eksiğimiz üzerinde durulması, tartışılması olduğunu bir kez daha düşünelim... gereken çok önemli bir konu aslında. Bu konuyu önümüzdeki sayımızda İnsan eliyle yaratılan felaketlerin bir daha detaylı mercek altına alacağız. daha yaşanmaması dileklerimizle..... Ama özet olarak vurgulanması gereken, belirli kesimleri memnun Naciye Doratlı MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, mekanperest@emu.edu.tr Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. BİR BİNA- BİR MİMAR Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 3 Uğur Dağlı ugur.dagli@emu.edu.tr DAÜ MİMARLIK BÖLÜMÜNDEN İSTANBUL’UN EN KURUMSAL TASARIM OFİSİ TABANLIOĞLU’NA YOLCULUK... Kıbrıslı Y.Mimar Salih Yılgörür ve Kanyon Alışveriş Merkezi 1991 yılında Daü Mimarlık Bölümü’ne (o zamanlar Mühendislik Fakültesi altında yer almaktaydı) öğretim görevlisi olarak ayak bastığımda karşımda mimarlık dünyasında yerini almaya çalışan ve ilk öğrencilerine kapısını açan bir bölümle karşı karşıya kalmıştım. Ve aynı zamanda karşımda benim ilk öğrencilerim olacak bir grup vardı. Onlar da, ben de; bölüm de heyecanlıydık. Onlara tasarımın temelini öğretecektik. Bu ilk heyecan birkaç yıl ardarda devam etti ve daha sonraki yıllarda yerini değişik heyecanlara bıraktı. İşte bu ilk heyecanlı dönemde, Matematik bölümünden transfer olmak üzere başvuran heyecanlı bir öğrenci: “Ben tanıyorum çok zekidir bölümde başarılı olur diyen” sevgili eşim Okan’ın referansı ile bölüme aldığımız Salih Yılgörür. Salih Yılgörür ve İstanbul’daki Mimari Yaşamı Lisans eğitimini tamamlayıp iki yıl Daü Mimarlık Bölümünde hem yüksek lisans eğitimine devam edip hem de assistanlık yapan bu Kıbrıslı genç,1998 yılında büyük hedeflerle, rüyalar ve umutlar kenti İstanbul’a yolculuk yaptı. İlk önce Amerikan kökenli bir mimarlık şirketi olan Swanke Hayden Connel’de çalışmaya başaldı. Bu ofiste, Tekfen Tower, Bursa Alışveriş Merkezi, Oyak Bankası Genel Müdürlük Binası ve İktisat Bankası Şube Genel Tasarım Kitapçığı hazırlanması gibi projelerde çalıştıktan sonra; Mimarlık, Şehircilik ve İç Mimari konularında yurtiçi ve yurtdışında proje ve danışmanlık hizmeti veren Dr. Hayati Tabanlıoğlu ve Murat Tabanlıoğlu tarafından kurulmuş olan ve daha sonra 4. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel´in torunu Melkan Gürsel Tabanlıoğlu’nun da aralarına katılmasıyla (bu dönem, ofisin çağdaş mimari örneklerinin oluşturduğu ikinci dönemi olarak nitelendirilmektedir) Türkiye’nin ilk kurumsal tasarım ofisi olan Tabanlıoğlu Mimarlık’a katıldı. Yaklaşık 9 yıldır birçok genç mimarın hayali olan bu ofiste görev yapmaktadır. Tabanlıoğlu Mimarlık altında yeralan ve Murat - Melkan Tabanlıoğlu’na ait 4- 5 gruptan biri olan Grup 2’nin sorumlusu yani Tabanlıoğlu Mimarlık’ta en önemli görev olan “Senior mimar” ünvanına sahip olan Salih Yılgörür, Y.Mimar Salih Yılgörür Kanyon alışveriş konut ve ofis kompleksi/ İstanbul- Türkiye kendi sorumluluğundaki grup 2’de yaklaşık 26 kişi ile birlikte değişik ölçeklerde projelerde çalışmakta. Şu ana kadar Tabanlıoğlu Mimarlık ekibinin bir elemanı olarak gerçekleştirdiği projeler: Kazakistan’ın Başkenti Astana’da birçok proje- Foster +Partners ile ortak bir proje olan Barış Sarayı veya bir diğer adı Barış Piramiti, Expo Center, Arena; yine Kazakistan’ın Almaty şehrinde Fitness Center, Abaya Office, Abaya Residence; Ve İstanbul için önemli projeler E5 Alişveriş Merkezi, Levent Loft, Zorlu Center (Alişveriş-Konut-OtelOfis-Performans Merkezi), AKM Yenileme Projesi, Zorlu Levent Ofis Kulesi (199m Yükeklikte Kule), Sapphire (Türkiyenin en Yüksek Binasi), Galataport Dönüşüm Projesi, Atatürk Havalimani İç Hatlar Yenileme Projesi; Libya’da önemli bir yapı - Tripoli Kongre Merkezi (Kaddafi için Yapılan ve 60 Afrika Liderinin ağırlanacağı bir Kongre Merkezi); Kiev’de Ofis Kuleleri (Yükseklikleri kule1 400m, Kule 2 - 250m, Kule 3- 300m olan üç kuleden oluşan ofis binası); Dragos Kentsel Dönüşüm Projesi (Yarışma-2.Ödül); Edip İplik Konut Ve Avm Kompleksi Yarışma Projesi; Samsun Regie Dönüşüm Projesi (Samsun Sigara Fabrikası’nın Otel ve Alışverişe Dönüştürülmesi); Bodrum Havalimanı; Amman Officers Club (Ürdün Krallığ’ına ait Askeri Otel); Dubai Office Tower ve... Kanyon alışveriş konut ve ofis kompleksi/ İstanbul- Türkiye Ve İstanbul’un En Heyecanlı Binası KANYON 2600 m2lik Kanyon alışveriş konut ve ofis kompleksi. İstanbul kentine çağdaş bir katkı koyan Kanyon binası aslında efsane bir bina. Birçok ilki içinde taşımakta. İlk üzeri açık alışveriş merkezi ve Levent Büyükdere aksı üzerinde yapılmış tek şeffaf cepheli ofis binası olma özelliğine sahip. Ayrıca böyle bir kompleksde AVM, konut ve ofis kulesi ilk defa bir arada. 3 farklı fonksiyonun birlikte yaşadığı ilk proje. Ayni zamanda Kanyon içinden geçilip arka mahaleye bağlantı aksı olmasından dolayı kamusal alan olarak da çok değerli bir proje. Büyükdere aksı üzerinde geriye çekilmiş ve önünde yaklaşık 35m2 meydanı olan tek proje. Kanyon, üç zaman periodunu içinde taşıyan – dün (Eski İstanbul, Sultanahmet bölgesi), bugün (Beyoğlu, Nişantaşı, Kadıköy) ve yarın – İstanbul’un yarınının yani geleceğinin bir başlangıç noktası olmuştur. Bu başlangıç noktası, ayni aksın üzerinde devam eden ve yine Salih Yılgörür’ünde aktif olarak görev aldığı Zorlu Center, Zorlu Levent Kule, Fako Ofis Kulesi, Levent Loft ve Sapphire binaları ile İstanbul’u geleceğe taşımaktadır. Son Söz İşte bunlar mimarlık yaşamına Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde başlayıp İstanbul’un en büyük ve çağdaş projelerinde büyük sorumluluklar alan Y.Mimar Salih Yılgörür’ün mimari başarıları. Daha birçok mimari başarıya... Uğur Dağlı SAYFA 4 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr ALTIN ÜÇGENİN KIRILAN KÖŞESİ: KUMARCILAR HANI Kültür varlıklarımız bizim en büyük zenginliğimiz. Gönül arzu ederdi ki camiler, kiliseler, hanlar, hamamlar, surlar ve kaleler gibi anıtsal yapılarımızı koruyabilmiş olalım da şimdi daha sıradan diyebileceğimiz konut ve benzeri yapıların korunup canlandırılması üzerine kafa yoralım, bütüncül yaklaşımlarla tarihi kentsel alanların ve köy içlerinin dokusuyla, yaşam kalitesi ile cazip alanlar haline gelebilmeleri konusunu tartışalım. Ama ne yazık ki durum hiç de öyle değil. Tabii ki doğru ve güzel yapılan bir takım uygulamalara haksızlık etmemek lazım. Lefkoşa İmar Planı çerçevesinde Lefkoşa Sur-içi’nin çeşitli yerlerinde yapılan uygulamalarla, fiziki açıdan değil ama sosyal ve ekonomik açıdan eksikleri olsa bile, Arab Ahmet Bölgesi’nde özgün konut dokusu yok olmaktan kurtarılmıştır. Selimiye Bölgesi’nde aynı şekilde kültür varlıklarının önemli bir bölümünün ömrü uzatılmıştır. Gazimağusa Sur-içi’nde de parça parça olsa bile yapılan uygulamalarla kültür varlıklarının korunması için bir gayret ve istek olduğu algılanmaktadır. Tek yapı ölçeğine dönecek olursak, Büyük Han’ımızla, Bedesten’imizle iftihar ediyoruz. Özellikle Büyük Hanı’ın yıllarca süren sancılı restorasyon sürecini hatırlıyorum. Zaman zaman hiç tamamlanamayacak endişesine kapıldığımız olmuştu ama şimdi... Yerli halk için olsun turistler için olsun bir çekim merkezi. Bedesten çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı. Fakat Büyük Han’ın hemen yakınında, Asmaaltı meydanındaki Kumarcılar Hanı’na bakınca utanmamak elde değil. Bu utancımız ne yazık ki sadece Kumarcılar Hanı’nın içler acısı durumu ile sınırlı değil. Gazimağusa’da koordinatörlüğünü yaptığım Namık Kemal Meydanı Yayalaştırma Projesi’nin uygulanması aşamasında 1997’lerde restorasyonu başlanmış ve hala daha bitirilememiş olan Deniz Kapısı da acil önleme gereksinimi olan kültür varlıkları listesinin ilk sıralarında yer alan önemli yapılardan sadece bir tanesi. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim, dikkatinizi çekmek istediğim konu Kumarcılar Hanı olduğu için acil önlem gerektiren kültür varlıklarını sıralamayı başka bir sayımıza bırakıyorum. Kumarcılar Hanı Evet Kumarcılar Hanı... Sayın Ahmet Tolgay 2 Mayıs 2007’de köşe yazısında, 1571-1878 yılları arasındaki Osmanlı dönemi yaşamında önemli bir yer tutan üç yapının, Büyük Han, Kumarcılar Hanı ve Bedesten’in Kültür varlıklarımızın altın üçgeni olduğundan söz ediyor. Üçgenin iki köşesini tamamlamışız ama üçüncüsünün yok oluşunu, üçgenin köşesinin kırılışını devlet olarak, hükümet olarak, duyarlı ya da duyarsız vatandaşlar olarak seyrediyoruz. Osmanlıların topraklarına kattığı birçok yerdeki tavrını Kumarcılar Hanı’nda da görüyoruz. Bu tavır, yapıların yıkılıp yerine yeni bina inşa edilmesi yerine, kendi toplumunun gereksinimlerine cevap verebilecek bir biçimde yapılara eklemeler yapılması veya yeniden inşa edilmesi tavrıdır. 17.yy sonlarına doğru inşa edilen şehir içi ticaret hanlarının tipik örneklerinden biri olan Kumarcılar Hanı’nın giriş holünde Ortaçağa ait bir kemerin bulunması Han’ın eski bir manastır kalıntısı üzerine inşa edildiğini düşündürmektedir. Yapı dörtgen bir plan üzerine inşa edilmiş olup, iki katlıdır. Yolcular üst katlardaki odalarda kalır, alt kattaki odalarsa hayvanlarının konaklaması ve eşyaları için depo amaçlı kullanılmaktaydı. Bazı kaynaklarda ise zemindeki mimari düzenlemelerin dönemin eğlencelerine mekan oluşturacak Kumarcılar Hanı/ Lefkoşa Sur-içi (fotoğraf: Mukaddes Faslı, 2010) biçimde planlandığı ifade edilmektedir. Hanın giriş holünden orta avluya ulaşılmaktadır. Orijinal 52 odası olmasına karşın, odaların bir kısmının eğlence ve dinlenme alanlarına dönüştürülmesi nedeni ile günümüze sadece 44 tanesi gelebilmiştir. Odaların bir kısmının Odalar, orta avluyu çevreleyen yuvarlak sütunlu kemerlerin alt ve üstünde yer almaktaydı. Üst odalar beşik tonozlu olup önlerindeki ahşap revak kiremitle üstü örtülüdür. Odaların döşemeleri mermer olup, dışa doğru açılan dikdörtgen pencereleri vardır. Aslında tüm bu özellikler için vardı demek daha doğru olur herhalde. Bir dönem Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından da kullanılmış olan Kumarcılar Hanı, şimdi yersizlerin yurtsuzların mekânı olan bir harabe durumunda. Nedeni de yapının yüzde 75’lik kısmının şahıs malı olması ve mal sahibinin yükümlülüğünü yerine getirmemesi. Böyle bir yapı özel bir şahsın keyfine bırakılabilir mi? Mal sahibine yaptırım uygulanamaz mı? Kamulaştırılamaz mı? Bununla ilgili olarak yürürlükteki yasalara baktığımız zaman hiç de imkansız olmadığını düşünmekteyim. 15/1962 - Âmme Menfaatı Yararına Maksatlar İçin Zorla Mal İktisabina Dair Yasa Kumarcılar Hanı/ Lefkoşa Sur-içi (fotoğraf: Mukaddes Faslı, 2010) 1962 yılında yürürlüğe giren ve daha sonra da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yasası olarak düzenlenen 15/1962 - Âmme Menfaatı Yararına Maksatlar İçin Zorla Mal İktisabina Dair Yasa’nın 2 (h) maddesi uyarınca Hanın kamulaştırılması hemen yapılabilir. Bu madde aynen şöyle: (2) Âmme menfaati yararına olan maksatlar,aşağıda gösterilenlerle ilgili maksatları içine alır : (h) Arkeolojik kazılar veya her hangi bir eski eserin veya antikanın korunması veya geliştirilmesi veya bunların civarının inkişaf ettirilmesi;Böyle bir yasal dayanak varken peki niçin gereği yerine getirilemiyor? Yoksa kamulaştırmak için maddi kaynak mı yaratılamıyor? Bu tek başına mazeret olablir mi? Bu gün kültür varlıklarını korumak için yerel kaynaklar dışında kaynak yaratma olanağı eskiye göre daha çok. Türkiye Cumhuriyeti zaten öteden beri her alanda olduğu gibi kültür varlıklarının da korunmasında gerekli desteği vermektedir. Son dönemlerde Avrupa Birliği kaynakları ile koruma alanında Gazimağusa ve Lefkoşa’da önemli projeler hayata geçirilmiştir. Kumarcılar Hanı için de dış kaynak yaratılamaz mı? Bu konu ile ilgili olarak Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürü ile görüşmeye çalıştım ancak yoğun işleri nedeni ile mümkün olamadı. Bu nedenle burada kendi görüşümü belirtmek durumundayım. Bence en büyük sorun duyarsızlık. Resmi Kurumların duyarsızlığı, sivil toplum örgütlerinin duyarsızlığı. K.K.T.C’liyim diyen herkesin duyarsızlığı…Aslında Asmaaltı ve Arasta Esnafı Derneği’ne haksızlık etmemek lazım. Dernek, Turizm Çevre ve Kültür Bakanı Hamza Ersan Saner’e bu konuda bildiri göndererek dikkat çekmeye çalışmış. Ama demek ki etkili olamamış. Kumarcılar Hanı o kadar harap bir durumdadır ki kaybedilecek zaman kalmamıştır. Geçen her gün bir zamanların görkemli yapısından bir şeyleri alıp götürüyor. Hemen şimdi harekete geçmek gerek.Bu konuda Cumhurbaşkanlığından başlayarak Hükümet, Meclis, Vakıflar İdaresi, Lefkoşa Türk Belediyesi, Mimarlar Odası, Esnaf ve Zanaatkarlar Odası, ve Üniversitelere görev düştüğünü düşünüyorum. Sizin düşünceniz ne? Naciye Doratlı KONUT VE YAŞAM HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 5 Hera-C hera-c@emu.edu.tr LEFKE’DE MODERN BİR KIR EVİ Konut ve yaşam üzerine duygu ve düşüncelerimizi paylaştığımız sayfamızda bugün, Kıbrıs’ta 20. Yüzyılın ortalarında profesyonelleşmeye başlayan Mimarlık mesleğinin ilk uygulamalarından birini sizlerle paylaşmak istiyorum.. Birçok mimari ve estetik değere sahip Lefke’deki Sömek Ailesi’ne ait ev, aslında, Kıbrıs Türk Mimarlar Odası’nın ilk kayıtlı mimarı, Ahmet Vural Behaeddin’nin (1927-1993) de ilk uygulamalarından biri olarak öne çıkmakta ve Modern Kıbrıs Mimarisi’nin başlıca eserleri arasında yeralmaktadır. Sömek Evi, Lefke Bölgesi’nin çevre şartlarına, sosyo-kültürel değerlerine ve dönemin modern yaşam gereklerine uygun bir şekilde tasarlanmış bir mimarlık ürünü olması yanında, Kıbrıs Türk toplumunun, özellikle mücadele yıllarına ait birçok olayına tanıklık etmiş olması bakımından da toplum tarihinde önemli bir yere sahiptir. Evin inşa edildiği yıllarda (1957-1959), Lefke, sadece Trodos dağlarının kuzey eteklerinde konumlanmış küçük bir kent değil, bir Amerikan şirketi olan Kıbrıs Maden şirketinin (CMC) 1912 yılında keşfettiği bakır yatakları yüzünden oldukça gelişmiş bir yerleşim olmuştu. O canlı dönemin günümüze gelebilmiş binaları arasında yeralan şehir sineması, posta binası, belediye binası, işçi konutları vb. gibileri, kent hayatındaki zenginliği temsil ederken, Sömek Evi de, o dönemin gündelik hayatına ilişkin ipuçlarını vermektedir. Ev sahibi Selçuk Sömek’in doktor olması, Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi üyeliğinde yeralması (1960-1971) ve de mücadele yıllarında, Milli Mukavemet Teşkilatı’ndaki etkin konumu dolayısı ile Sömek Evi, o yılların acı tatlı anılarını ev ve yöre halkıyla paylaşmış ve bugün, o dönemlerin bir sembolü olarak günümüze gelebilmiştir. Resim1 Sömek Evi, Lefke teraslar dışındaki alan portakal ve çiçek bahçelerini de içeren yoğun yeşile terkedilmiştir. Klinik cephesi, yöreden toplanmış iri çakıl taşı kaplamalı yüzü ile belirginleşir ve konutla ilgili gündelik herşey hemen yanındaki ön avlunun derinliğinde gizlenir (Resim:1). Avludan geçildikten sonra, garaj önüne kadar uzayan geniş bir saçağın altından çoğu kez yarı açık bırakılan bir kapıyla konuta girilir (Resim:2). Orta hol, girişin tam karşısında geniş bir saçakla örtülen terasa boydan boya katlanabilir bir camekanla açılır, ve salon teras bağlantısı da aynı katlanabilir camekan yoluyla gerçekleşir (Resim:3). Sonuçta orta hol, örtülü teras ve salon gerektiğinde tek bir mekân olarak algılanabilme ve kullanılabilme özelliğine sahiptir. Birbirinin içine akan orta holgiriş holü-giriş avlusu düzeni hele orta holün katlanır kapı ile terasa ve arka bahçeye açılması, yöresel mimarideki ‘sundurma’ nın mekânsal etkisini çağrıştırır. Yerel adıyla ‘sündürme’ sadece dıştan içe yani sokaktan iç avluya/ bahçeye geçişin mekânı değil, eviçi Geleneksel bir kent dokusuna sahip mekân kurgusunun temel taşıdır. Lefke’de, iki katlı cumbalı evlerinin Sömek Evi’nde de, giriş-orta hol arasında öne çıkan Sömek Evi, ekseninin bu görevi sürdürdüğü özgün mimarisiyle üzerinde gözlenmektedir. Bu eksen, konutu durulmaya değer sıradışı bir gündüz ve gece bölümü gibi yapıttır. Öyle ki, modern mimarlık işlevsel açıdan ikiye ayırır: açık ilkelerine göre biçimlenmiş yeni bir mekân ile ilişkili gündüz bölümükonut anlayışının ve yaşama ki klinik de buraya dâhildir- ve kültürünün oluşmaya başladığı bir özelleşmiş birimleriyle daha içe dönemde, batı kökenli eklektik ve dönük gece bölümü. de çoğu zaman Neo-klasik tarzdaki kent konutunun yerine aday Gece bölümünde, tek taraflı olduğunu gösteren ilk örneklerden kullanılan bir koridor boyunca biri olmuştur. Bir modern konut. Ne eşit büyüklükte üç yatak odası var ki, modern olduğu kadar da sıralanmakta, koridorun diğer yerel, belki de modern bir kır evi. tarafında girişe yakın bir konumda yeralan banyoya ve oradan Konut ve klinik mekânlarından çamaşırlığa geçilmektedir. Buradan oluşan Sömek Evi, dört dönümlük da, çamaşır kurutma için kullanılan bir bahçe içinde yer alır, avlular ve bir arka avluya ulaşmak her zaman mümkündür. Kuşatılarak adeta gizlenmiş bu servis avlusundan, tekrar giriş avlusuna geçebilmek şaşırtıcıdır. Ama, yatak odaları koridoru sonundaki kapıdan ise bir başka örtülü terasa ulaşılması, buradan taş kaplı bir duvarı izleyerek tekrar, gizlenmiş servis avlusuna geçilebilmesi inanılmaz ve bir o kadar da heyecan verici bir mekansal-yaşamsal deneyimdir. Yarı açık mekanlar aracılığıyla yola ve yeşile açılan, iç ve dış mekanlar arasındaki yoğun ilişki ve süreklilik ile gün içi ve yıl boyu farklı kullanım olanaklarını sunan Sömek Evi, aslında, gündelik yaşam için işlevsel olduğu kadar, estetik haz ve huzurun da kaynağıdır. Tümüyle tasarlanmış bir yaşam senaryosuna biçim veren bu bina, yapımından yarım yüzyıl sonra bile, bugün hala, ilkgünki gibi kullanılma keyfini sahiplerine sunmaktadır. Hiç eskimemiş mimari biçim dili ile de, Lefke’nin önemli imgelerinden biri olarak kent kimliğine katkı koymakta olduğu şüphesizdir. Resim2 Hıfsiye Pulhan Resim3 SAYFA 6 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Kağan GüÇe kagan.gunce@emu.edu.tr GELENEKSEL KIBRIS MİMARİSİNİN GÜNEYE AÇILAN YÜZÜ: SUNDURMALARIMIZ... İndirgenemez biçimde kendi zaman ve yerine ait geleneksel mimari örneklerimiz ‘arkaik’ duruşları ile kültürümüzün ayrılmaz parçalarıdırlar. Bu ülkenin geçmişinde neler olduğunu anlamak, değişen hayatın estetiğini, çizgisini, algısını daha kolay kavrayabilmek, geçmişle bugünü karşılaştırabilmek adına ve hiç değilse bir tarihsel izlek yaratmak için durmalıdırlar durdukları yerde; dimdik, bugüne inat, bugünkilere inat... Her biri, ayrı ayrı toplumumuzun romanlarıdır. Adları konmamış, ama okunmayı bekleyen romanlarımız... Aradan yıllar geçse bile ilk günün tadı ile okunabilecek kadar ‘taze’, geçen her gün ve her yılın tecrübesini sırtlayacak kadar ‘olgun’. O günden bu güne kadar yaşanmış her türden duyguya rehberlik edecek kadar sağlam ve yetkin romanlar... Geleneksel yapılarımızın ayakta kalabilenleri bütün heybetleri ile selamlıyorlar bizi, tıpkı rafta unutulmaya yüz tutmuş, ya da unutulmuş, değerli ve önemli birer roman gibi. Sunuyorlar bize en keyifli, en huzurlu mekanlarını. Her mekanında ayrı bir kokuyu, ışığı, mizacı, düşünceyi, hikayeyi, hüznü, sevinci barındırarak. Görebilene, okuyabilene, hissedebilene... Geleneksel mimari örneklerimizin önemli bir çoğunluğu yok olmuş ya da yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Ayakta kalanların hemen hemen tümü ise ya fiziksel olarak ya da işlevsel olarak günümüz yaşamına cevap veremeyecek kadar ‘eskimiş’lerdir. Geleneksel konutun güneye bakan yüzü (sundurma) Geleneksel mimari örneklerimizin önemli bir çoğunluğunda bulunan, mekanların en huzurlusu, en mekanları tanımlayan yapı parçalarından biri olan arkadlı (kemerli) yüzey, kullanılan malzemelerin sunduğu bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Kerpiç ve taşın yapı malzemesi olarak sunduğu imkanlar, günümüzde kullandığımız beton, çelik ve kompozit malzemelerle kıyaslanamayacak kadar azdır. Bu durumu daha net ortaya koymak için, tek parça taşla veya taş parçalarıyla oluşturulan kemerle yapılacak açıklıkla, tek parça çelikle veya betonarme kirişle yapılabilecek açıklığı tahayyül etmek yeterli olacaktır. Taş parçalarıyla yapılan kemer açıklığı, yeterli olmadığı durumlarda artırılarak sundurmanın güneye daha fazla “açılması” sağlanmaktadır. Geleneksel konutun vazgeçilmezi yarı açık mekandan bir görüntü yaşanası olanlarından biri hiç kuşkusuz sundurmalarıdır. Sözkonusu mekan ve onu betimleyen arkadlı eleman, fiziksel, sosyal ve kültürel veriler ışığında doğmuş ve gelişmiştir. Açık mekan (avlu, sokak) ve kapalı mekanlar (odalar) arasında konumlanan, ve yarı açık mekan olarak tanımlanabilen sundurma mekanı sağladığı konforla, dört mevsim kullanılabilme özelliğine sahiptir. Geleneksel Kıbrıs mimarisinin değerli bir bileşeni olan sundurma, genellikle binanın güneye açılan yüzüdür. Özellikle konut ve kahvehanelerde, bu mekanlara sıklıkla rastlamak mümkündür. Yapıdaki konumu ve güneye yönlenişi ile mekan, kış aylarında güneşin yatay gelen ışınlarından dolayı güneşli ve esintiye kapalı konumundan dolayı ılık atmosferiyle kış aylarında yoğun olarak kullanılır. Yaz aylarında ise güneşin dik ışınlarından dolayı gölge ve kapı açıklığı aracılığı ile de serin hava akımını alan yaşanacak bir ortam sunmaktadır kullanıcılarına. Yılın her mevsiminde iklimsel konfor şartlarına sahip olan bu mekan, birçok aktivite için her mevsim yoğun olarak kullanılmaktadır. Geleneksel yaşamın vazgeçilmez mekanlarından olan bu mekanlarda, bazı zamanlarda birçok insan için gün burada başlamakta, şekillenmekte ve sonlanmaktadır. Sabah kahvesi evin “sundurma” mekanında içilir, komşular burada ağırlanır, ev işleri burada planlanır ve buraya taşınabilenler burada yapılır. Kış aylarında tüketilecek mevsimlik yiyeceklerin hemen hemen tümü burada hazırlanmaktadır. Bu nedenle, sözkonusu mekan, evin kalbi olacak şekilde organize edilmiş ve işlevlendirilmiştir. Gelneksel yaşamın sürdüğü kırsal yerleşimlerde hala, üretimle ilgili işler dışında köyün erkekleri genellikle sosyal bir merkez olan kahvehanelerde vakitlerini geçirmektedirler. Kahvehanelerin de en yoğun kullanılan mekanları hiç kuşkusuz sundurmalarıdır. Kırsal yerleşimlerin merkezinde konumlanmakta olan bu sosyal mekanlar, yola ve meydana hakim konumları ile geleneksel yaşamın vazgeçilmezlerindendirler. Arkadlı yarı açık mekanlar, konumları nedeni ile hem sosyal, hem de sağladıkları iklimsel konfor koşulları nedeni ile erkek müşterilerinin vazgeçilmezidirler. Hem kerpiç hem de taş olarak inşa edilen geleneksel yapılarda gözlemlediğimiz sundurma mekanlarında, iki sütun veya iki ayak arasındaki bir açmanın üstünü örtmek için, uçları bu sütun veya ayaklara oturmak üzere yay şeklinde taş malzeme kullanılarak yapılan kemerler, yapı parçası özelliği taşımanın yanı sıra, sosyal ve ekonomik statü göstergesidirler. Kemer sayısının fazlalığı ve formunun özellikli olması, o yapıda yaşayan ailenin sosyal ve ekonomik statüsünün diğerlerinden daha yüksek olduğunun görsel bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel yapılarda sözkonusu Adamızda gelişen, değişen ve dönüşen sosyal, kültürel ve ekonomik yapıya karşın iklim verileri yakın geçmişe göre pek değişmemiştir. Geleneksel yapılarımızın vazgeçilmezi olan, ve günümüzde de yaşatılması gerektiği tartışılmaz olan yarı açık mekanlar, özellikle son yıllarda tasarlanan ve inşa edilen yapılarda unutulmuş, veya rastgele yönlere konumlandırılmışlardır. Geçmişteki, ‘geleneksel’e bakmak ve onu referans almak, evrenselin ışığında adamızda oluşturmaya çalıştığımız günümüz mimarisi için önemlidir. Şimdiden bir önceki an ‘geçmiş’ olduğuna göre geçmiş olan ‘dün’ kaybedilebilir olduğundan, kaybedilmiş dün artık tarih haline gelir. Dün yapılmış olan geleneksel yapılarımız, bu ülkenin tarihine bir kayıt düşmek anlamını da içerdiğinden ‘dün’e aittir ve ait olduğu ‘dün’ hepimizin ortak ‘dün’üdür. Geleneksel yerleşimlerimizde ‘tarihi eser’ değillerse bile o binaların tarihsel değerleri, işte o hepimize ait olan ‘dün’den gelir. Evrensele yelken açarken “dün” de kalanı unutmamalıyız. Kağan Günçe • • • • • TEMELKURAN, Ece; “İÇeriden – kıyıdan konuşmalar”, (4.baskı), Everest Yatınları, Istanbul, 2008. RAPOPORT, Amos; “Kültür, Mimarlık & Tasarım”, YEM Yayın, Istanbul, 2004. GÜNÇE, Kağan & ERTÜRK, Sevinç & ERTÜRK, Zafer; “Gelenekten Günümüze Konut: Kıbrıs Örneği”, Yapı Dergisi, YEM Yayın, Istanbul, 2006, Sayı: 292, s: 76-82. GÜNÇE, Kağan; “Kullanıcısı Tanımlanmamış Konutlar, Kuzey Kıbrıs’ta Alıcı Bekliyor”, II. Konut Kurultayı, Kıbrıs Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği, Lefkoşa, 2006, s: 161-172. GÜNÇE, Kağan & İLKİN, Fatma; “Geleneksel Yerleşimlerde Birer Kültürel ve Sosyal Merkez Olan Kahvehaneler: Kıbrıs – Mesarya Örneklemeleri”, V. Kıbrıs Araştırmaları Kongresi – DAÜ, Mağusa – KKTC, 2005, s: 305-319. DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 7 NİL PaşaoĞLULARI Şahİn nil.pasaoglulari@emu.edu.tr MEKANLARIN HİKAYESİ Mekanlar bize hikaye anlatabilir mi? Şimdi diyeceksiniz ki mekanlar bize nasıl hikaye anlatsın... İç mimarlık mesleğinin mekanlara kattığı bir diğer nitelik de tasarlanan mekanların her birinin ayrı ayrı hikayelere sahip olması ve bu hikayelerden yola çıkarak tasarımın ortaya çıkmasıdır... Başta bunu anlamak çok zor, ama anlatmak daha da zordur. Mekanları tasarlarken düşünülmesi gereken ayrı ayrı birçok konu vardır. Tasarlanacak mekanın özünü anlamak, kimin için tasarlanıyorsa o kişiyi/leri anlamak-tanımak ve hangi amaç için tasarlanacak ise o amaca en doğru hitap edecek şekilde mekanı şekillendirmek. İşte mekanların hikayesi tam da bu noktada başlamaktadır... Çocukluğumuzdan başlayarak okuduğumuz hikayelerde hep bir başkahraman ve onun çevresindeki diğer kahramanlar, hikayenin geçtiği yerler, zamanlar veya ortamlar ve bunlarla birlikte bir de hikayenin konusu ve anafikri vardır. Mekanların hikayesinde de aynen bildiğimiz, aşina olduğumuz hikayeler gibi kurgular mevcuttur. Mekanın sahibi başkahraman, mekanın kendisi hikayenin geçeceği ortam, konusu-kurgusu tasarımının kendisi ve anafikri tasarımın konseptidir diye bir benzetme sanırım mekanların hikayesini açıklamak için doğru bir seçim olmuştur... Bu yazımda sizlerle paylaşmak istediğim ve sizlere İç Mimarlık mesleğinin özellikle dekorasyondan farkını anlatabilmek için üzerinde durmak istediğim nokta tasarımın anafikri dediğimiz “konsept” konusudur...“Konsept”...Çok tanıdık, bildik bir kavram olmayabilir birçoğumuz için..Son zamanlarda daha çok duyar olduk....Konsept butikler, konsept oteller, konsept kıyafetler...vs..vs... İç mekan tasarımında ise tasarımın anafikridir konsept...Tasarımın anafikri olur mu hiç?..Tasarımın anafikri veya ana teması olmazsa işte o zaman tasarım olmaz....O tasarım, tasarım değil rastgele içgüdüsel geliştirilen bir tasarlamaya çalışma eyleminden öteye gidemez.!!! İç Mimarlık mesleği sihirbazlık gibidir kimi zaman. Örneğin, tasarlanmadan önceki halini çok iyi bildiğiniz bir mekan, iç mimarın dokunuşundan sonra farklı bir imaja ve kimliğe bürünerek sizde sihirli bir değnek değmiş hissi uyandırabilmektedir. Başarılı iç mekan tasarımı; yer, duvar ve tavandan ibaret bir mekanı farklı bir karaktere büründürebilmek, farklı bir atmosfer yaratabilmektir. Mekanın güçlü imajı, kimliği, karakteri ve atmosferi tasarımın konsepti yani teması-anafikrinin ne derece güçlü olduğu ile doğrudan ilişkilidir. Mekanın hikayesini nasıl yazabiliriz ???. Mekanların hikayesi birçok değişik şekilde oluşturulabilmektedir...Yaşayan mekanlar, abartılı mekanlar, yalın mekanlar, çoşkulu mekanlar, durgun mekanlar, renkli mekanlar, şeffaf mekanlar, içine kapanık mekanlar, dışa dönük mekanlar, mekan içinde mekan, mekanlar arası mekan gibi ve daha fazlası mekanların hikayesinin başlangıç noktası olabilir... düşünecek ve sonrasında mutlaka güçlü bir hikayesi olan bir örnekten bahsedecektir. İşte tam da bu noktada sizlere birbirlerinden farklı, güçlü hikayelere sahip dünyaca bilinen İç Mimarlık örneklerinden bahsetmek isterim. Örneğin Karim Rashid’in iç mekan tasarımları, tüm dünyaca bilinen...farklı bir kimliğe sahip... tasarımcısının özgün kimliğinden nitelikler taşıyan, fakat her birisi kendi içinde kendine özgü detaylar barındıran, ilginç; bir o kadar da neşeli İç Mimarlık örnekleridir. Karim Rashid genelde çarpıcı Resim 1: BOSCO PI-Moskova, 2008 (Karim Rashid, 2010) Bir mekan nasıl yaşar, nasıl coşkulu olur veya durgun? Yaşayan mekan girdiğiniz anda sizde olumlu etki yaratan, sizi rengi, dokusu veya detayları ile cezbedebilen, yeniden gitmek isteyeceğiniz ve birçok kişi tarafından fiziksel ve/veya fonksiyonel özellikleri açısından tercih edilen mekandır. Mekanın bu özellikleri tasarımı ile ilgilidir. İç Mimarlık alanına, mesleğine çok yakın bir alanda çalışmıyor veya belki de daha önce pek fazla merak etmemiş olanlarımız olabilir düşüncesi ile mekanların hikayesini daha anlaşılır kılmak ve daha kolay anlatabilmek için birbirinden farklı hikayelere sahip iç mekanlardan bahsetmek lazım. Biz tasarımcılar bile bazen kendi aramızda bu konuda birbirimizi anlamakta ve anlaşmakta güçlük çekeriz. Aslında bu konu tek bir doğrusu olmayan, tasarımcının kendi özgün kimliğine göre şekillenebilecek, ve hatta tasarımcının tasarım hayatının başlangıcında kendi özgün kimliğini oluşturabilmesi için gerekli, tasarımın mutlak niteliklerden ve olmazsa olmazlardan birisidir. Bir iç mimara bana bir başarılı iç mimari/iç mekan tasarımı örneği verirmisin deseniz; önce şöyle bir renkler, ilginç dokular ve farklı biçimler kullanarak, iddialı mekanlar tasarlayan ve neşeli mekan hikayeleri yaratması ile ünlü bir tasarımcıdır. 2008 yılında Moskovada tasarladığı “BOSCO PI” projesinde bir alışveriş merkezinin bodrum katının bütününe yeniden hayat vermiş tasarımı ile (bkz. Resim 1). Tasarımında müşteriler asansör ile doğrudan mağazanın ortasına ulaşarak mekanı yaşamaya başlamaktadırlar. Burada mekanın hikayesini yaratırken, amacının “akıcı, sürprizli bir mekanlar zinciri oluşturarak, her noktada farklı bir algı ve deneyimleme yaratabilmek ve müşterileri şaşırtmak” olduğundan bahsediyor. Şaşırtma unsuru mekanın bir labirent şeklinde tasarlanması ile başlıyor ve alışılmışın dışında biçimlerde tasarlanan ürün sergi elemanlarının labirent düzen üzerinde kurgulanması ile devam ediyor. Her bir ürün sergi elemanı diğerlerinden farklı şekil ve renkte tasarlanmış, ayrıca güçlü renk seçimlerinin yanısıra bazı noktalarda da dokular ile iyice neşeli hale getirilmiştir... (Rashid, 2010). Bir diğer örnekte ise Hollandalı tasarımcı Marcel Wanders‘ın son projesi olan lüks Villa Moda Mağazası’nın Bahreyn’de açılan en yeni mağazasından bahsetmek isterim (bkz. Resim 2). “Mekan; eski Ortadoğu geleneklerinden ve sanat tarzından esinlenilerek tasarlandı. Yeni ve eskinin bir arada olduğu nadide bir çalışma olan Villa Moda’da Marcel Wanders Ortadoğu’nun gizemi ve Avrupa’nın sihirli cazibesini bir araya getirerek mekanın hikayesini oluşturdu” (Tasarım Plus, 2010) Resim 2: Villa Moda-Bahreyn, Marcel Wanders (Tasarım Plus, 2010) Ortadoğu’ya özgü otantik dokuların modernize edilmiş bir şeklide kullanılması ile abartılı bir doku zenginliği yaratılmış fakat mekanın geriye kalanında otantik dokunun ana tema olması fikri ile yarışmayacak şekilde siyah, beyaz ve grilerin hakim olduğu nötr renkler ve yalın veya düz hatlara sahip dikdörtgen formlardan oluşan mekan elemanları tasarımın hikayesini oluşturmuştur. Bu örneklere başka örnekler katmak ve başka hikayelerden bahsetmek de mümkün. Mekanların ilginç, bilinmedik hikayelerinden söz etmek de. Şimdi tüm bu bahsettiklerimin sonrasında, yazımın en başında sorduğum soruyu yeniden sormak istiyorum. Mekanlar size hikayeler anlatabilir mi? Her ülkede, her şehirde farklı hikayelere sahip mekanlarla karşılaşmanız, onları deneyimlemeniz, kendi mekanlarınızın hikayelerini oluşturmanız dileği ile... Kaynakça: Nil Paşaoğluları Şahin Rashid, K. (2010): (http://www.karimrashid.com/ manifesto_fr.html: 18 Şubat 2010) Tasarım Plus (2010): (http://www.tasarimplus.com/magazatasarimi.html:18 Şubat 2010). SAYFA 8 DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Banu Tevfİkler ÇavuşoĞLU banu.tevfikler@emu.edu.tr İÇ MİMARLIK: NEDİR, NE DEĞİLDİR... bir bütündür.Bütün, parçaların Günümüzde iç mimarlık, yani mekan tasarımı, bilinen, ya da en azından aşina olduğumuz bir kavram... Bir on/onbeş yıl öncesine kıyasla, artık günlük literatürümüze yerleşmiş durumda. Değişik medya kaynaklarında hep karşımızda. Aslında bu bilinç düzeyinin artma konusunda, yine o yıllara göre, kaynak nicelik ve niteliğinin artmasının da büyük bir önemi var. Magazin, kadın, erkek, moda, güncel yaşam dergilerinde, televizyon programlarında, hatta reklamlarda hep karşımızda... Ve tüm bunlar bir bütünün parçaları. Bayilerin dergi raflarının onlarca farklı magazinle dolmasının nedeni, değişen dünya durumları, yaşam şekilleri. Ve bir arz talep meselesi. Bir de bilgiye ulaşmadaki sistemlerin hayatlarımızın tam merkezinde olması durumu, iç mimarlık ya da mekan tasarımı konuları hakkında doğru bilgilere ulaşmak, anlamak, ilgi duymak, merak etmek anlamında çok büyük ve önemli bir gelişme. Hepimizin hayatında, çok zevkli, zevkine güvenilen ve fikrine başvurulan birileri vardır. Annemiz, teyzemiz, eşimiz, dostumuz, sevgilimiz… Yeni bir ev mi alındı, içine mi yerleşiliyor, hemen ‘koltukların yerleştirilmesi’ konusunda yardımına başvurulan… Ya da bu gelişmiş zevkleri sayesinde kataloglardan süper tasarlanmış seçimler yapıp, uygun bir üretim atelyesinde aynısının tıpkısını yaptıran… Zevk çok önemli, evet. İçgüdüsel ya da yaşamdan biriktirilenlerle geliştirilebilen zevk, iç mimar ya da tasarımcının mekan tasarımının kalitesine etki ederek artıracak çok önemli bir meziyet. Ancak, mekanın tasarlanmasından söz ediyorsak, tek başına asla yeterli olmayan bir meziyet… Yoksa niye insan, mekan tasarımcısı ya da iç mimar olabilmek için dört yıllık bir zamanı eğitime ayırsın? İç mimarlık mesleğinin mekana en büyük katkısının, tasarım surecinin özünü oluşturan özgun bir yorum katmasi olduğu soylenebilir. Diğer bir deyişle, bir kimlik, bir anlam. Tasarlanmiş mekanlar insanın yaşam kalitesini yükseltir. toplamından farklı ve fazladır. İç mekan örneği (Marcel Wanders Casa Son Vida) İç mekan örneği (Marcel Wanders Casa Son Vida) tasarım analizi, mekan planlama, estetik, ve uygulama aşamasında iç konstrüksiyon, bina sistem ve ögeleri, bina yönetmelikleri, ekipman, malzeme, ve donatı konularindaki uzmanlık bilgilerini kullanarak işin denetlenmesini de içeren servisler verir; yaşam kalitesini ileriye taşımak ve toplumun sağlığı, güvenliği, refahı, ve çevresini korumak için iç mekan tasarımına ilişkin eskiz, çizim ve dökumanlar hazırlar.’ Ve bu iç mimarlık/tasarım organizasyonlarının tek uluslarararası federal yapısı olan IFI, dünya çapında eğitim, araştırma, ve pratikte bilgi ve İç mimar/tasarımcıların tek global deneyimin paylaşim ve gelişimi sesi, ve bu konudaki tek otorite olan için çalişan global bir forum niteliği Uluslararası İç mimar/tasarımcı taşır. Doğu Akdeniz Universitesi, Federasyonu (IFI), İç mimar/ İç Mimarlık Bölümü böylesi önemli tasarımcı’yı, “eğitim, deneyim, ve bir yapının bölgedeki tek uyesi uygulanmış yeteneklerle kalifiye olabilmeyi başarmis, diğer bir olmuş profesyonel” olarak tanimlar; deyişle uluslararası akreditasyon ve İç mimar/tasarımcı’nın aşağidaki anlamında, tüm program ve sorumlulukları kabul ettiğini söyler: aktiviteleriyle kabul görmüştür (bknz www.ifiworld.org/#Member_ ‘İnsan ve çevresi’nin fonksiyon ve Directory ). kalitesiyle ilgili problemleri belirler, araştırır, ve yaratıcı çözümler üretir; Mekan tasarım ve uygulama iç mekanlarla ilişkili programlama, surecinde, bir başkasının parasına Burada ancak özetle söyleyebileceğimiz, iç mimarlıkta tasarımın, mekanı kullanan kişilerin sayısı, eylemleri, kültürel yapısı, sosyal ilişkileri, ekonomik durumu, ergonomik, fiziksel ve ruhsal özellikleri gibi, her bireyin sahip olduğu temele bağlı ölçütlerin etkisinde meydana getirilmesi gerektigidir. Bu kapsamda dusunulmesi gereken ‘alan basliklari’ni tanımlarsak, bunların bir bölümünün somut, bir bölümünün de soyut elemanlar olduğu görülür. Somut olanlar arasında; insan ölçüleri, fiziksel özellikleri, malzeme, teknoloji v.b. olduğu, soyut olanların ise insanın sosyo-psikolojik davranış özellikleri, beğenme, sevme, estetik kaygı v.b. duyguları içerdiği söylenebilir. Bu veriler bütününün etkileşimi, mekan organizasyonunda olumlu veya olumsuz ürünleri meydana getirir. Bu anlamda; iç mekanın ancak, bilimsel, teknik ve sanatsal bilgi ve olanaklarla tasarlanabileceği ve uygulanabileceği gerçeği ortaya çıkar. Bu verilerden yola çıkarak, “İç mimarlık; insanların gereksinimlerini karşılamak amacıyla belirlenmiş mekanları pratik, estetik ve sembolik işlev açılarından ele alan, insanların fiziksel ve ruhsal özellikleri ve eylemlerine uygun olarak tasarlayan bir meslek alanıdır” diyebiliriz. hükmetmek durumu sözkonusu olduğundan da iç mimarlık mesleğinin oldukça büyük bir sorumluluk bilinci gerektirmesi ise ayrı bir dosya konusu olabilir… İçmimarlık, ‘nedir ne degildir’i sorgulayacak olursak: kapının kulbu, merdivenin küpeştesi hakkında bir karar vermek değildir; duvarın rengi, döşemenin deseni; perdenin, avizenin, mobilyanin seçimi ya da yerleştirilmesi değildir; gereksiz ve abartılı bir süsleme ya da kartonpiyerlerin yaptırılması değildir; bir alt dal değildir… Hele hele filanca hanim/bey/yer/…inki gibi birşey yapma, hiç değildir! Ama tüm bunları da içerir!, tek tek tümünden fazla olarak. Burada biraz gestalt psikolojisinden bahsetmek gerekir: Gestalt psikolojisi, zihnin çalışma ilkelerinin bütünsellik, paralellik ve kendi kendisini düzenleme olduğunu öne süren psikoloji teorisi olarak aciklanabilir. Duyularımızın şekillendirme eğilimine, parçaları bütünleştirerek algılamasına Gestalt etkisi denir. Gestalt psikolojisine göre algı Face to Face (Ministry of Design) kaynak:ministry of design web sayfası Ve tabii, buradaki özet ‘iç mimarlık nedir ne değildir’ sorgulamasına ‘yaşama yön vermektir’ demek, iç mimarlık mesleğini en yalın haliyle tanımlamak istiyorum. Tasarımın gücüyle, kaliteli yaşamlar diliyorum... Banu Tevfİkler Çavuşoglu HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” DOSYA SAYFA 9 Guİta Farİvarsadrİ guita.farivar@emu.edu.tr YARATIM, TASARIM, ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI Hepimiz her gün, her an farklı alanlarda tasarlanmış nesnelerle karşı karşıya geliyoruz. Bu tasarımların bazıları biz hiç fark etmesek de hayatımızı kolaylaştırıp, zenginleştirir; bazıları da zorlaştırır. Tasarım farklı kaynaklarda değişik şekillerde tanımlanmışsa da tüm tanımların ortak noktası tasarımın ana temelinin bir probleme dayandığı ve yaratıcı bir çözüm üretme işi olduğudur. Her tasarımın amacı var olan durumu geliştirip daha iyi bir seviyeye taşımaktır. Tasarımın özünde yaratıcılık vardır. Yeni bir oluşuma tasarım denebilmesi için geliştirilen çözümün daha önce var olmaması gerekir. Bu yeni çözüm, bu yenilikçilik, her adımda daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşmayı, daha yaşanabilir bir dünyayı hedefler. Yaşam çevremizin şekillendirilmesi ile ilgilenen birçok alan vardır. Kentsel tasarım şehirlerimizin, mahallelerimizin ölçeğinde çalışırken, mimarlık yaşadığımız mekânların biçimini belirler. Moda tasarımcıları kıyafetlerimizi tasarlarken, grafik tasarımcılar görsel iletişimde kullanılan ürünleri (posterler, kitap kapakları vs.) tasarlamakla meşguldürler. Ama bir tasarım dalı var ki toplumumuzda öbürleri kadar tanınmamakla birlikte bizim hayatımızı en çok etkileyenlerdendir. Bu alan Endüstri Ürünleri Tasarımıdır. ‘DÜNYA TASARIM GÜNÜ’ 29 Haziran 2009 , 50inci yıl afişi. Organizatör: ICSID(International Council of Societies of Industrial Design) Hiç kullandığınız telefonunuzun, tabaklarınızın, kalemlerinizin, bilgisayarınızın, televizyonunuzun, saatinizin, lavabonuzun, kısacası tüm kullandığınız objelerin kimler tarafından tasarladığını düşündünüz mü? İyi tasarlanmış bir nesnenin kullanımı hayatınıza renk katıp, size zevk verirken, tam tersi iyi tasarlanmamış bir nesne günlük hayatınızı zorlaştırır. Küçük bir deney yapmak için, her gün iş yerinde veya evde kullandığınız sandalyelerinize yeniden oturun. Bu sandalyede otururken rahat mısınız? Ona baktığınızda keyif alıyor musunuz? Peki, elinizdeki kalemin tutuşu rahat mı? Kullanımı keyifli mi? Artık günümüzde her hangi bir objeyi satın alırken birçok seçenekle karşılaşıyoruz. Hepsi ortak bir sorunun farklı çözümleri ve siz kendinize göre en uygun olanı seçme şansına sahipsiniz. İşte tüm bu nesneleri tasarlayanlar Endüstri Ürünleri Tasarımcılarıdır. Kıbrıs’ta Endüstri Ürünleri Tasarımı mesleki henüz çok yenidir. Bu meslek, mazisi çok eskiye gitmeyen ancak günümüzde gittikçe önemi daha çok ortaya çıkan ve kapsamı genişleyen bir iş alanıdır. Endüstri Ürünleri Tasarımcılarının var oluş tarihi yaklaşık bir asır öncesine dayanır. Endüstri Devrimi ile toplu üretim ve fabrikasyona uygun, aynı zamanda çok sayıda insanın HYUNDAI 2020 konsept tasrım eskizleri ihtiyaçlarına cevap verebilen ve zevkine hitap edebilen ürünler ortaya koyma ihtiyacı doğunca, bu uzak olamayabilir. Tabii ki bunun almalarının sağlanmasının yanı meslek oluşmaya başlamıştır. gerçekleşebilmesi ancak doğru bir sıra, eğitimlerini tamamlayan pazarlama ve eğitimle mümkün Endüstri Ürünleri Tasarımcılarına Türkiye’de bu meslek daha da olacaktır. Öte yandan sınırlı üretim bir çalışma olanağı sağlar ki yakın zamanlara dayanır. Türkiye potansiyeli de olsa, iyi tasarlanmış, bu meslekin ülkede gelişmesi sanayisini yurt dışından ithal kullanımı rahat, insan ve çevre açısından çok olumlu bir adımdır. ederken, çok uzun bir zaman sağlığına uygun, estetik açıdan Ancak bu dersin yalnız bir senede tasarımlarını da hazır getirdi. zengin ürünleri kullanmak tüm sınırlı olmaması gerekir. Birçok Uzun zaman ‘Amerika’yı yeniden insanların hakkıdır! gelişmiş ülkede daha ilkokuldan keşfetmeye ne gerek var adamlar itibaren öğrenciler buna benzer yapmış işte!’ mantığı ile çalışıldı! 2006 senesinde KOBİ center ve dersler almaktadır. Yine de bu Ama artık Türkiye’deki sanayiciler USAID desteği ile El İşi Ürünleri adım olumlu bir başlangıçtır. da farkındadır ki taklit tasarımlarla Sektörü ile ilgili hazırlanan pazar Etrafımızda ne kadar iyi tasarımlar dünya pazarlarında, hatta yerli araştırma raporu, sektörün ana görürsek kötü tasarımlar o kadar pazarda dahi temeli sağlam bir yer sorunlarından birini tasarım rahatsız edici hale gelir. Ayrıca edinmek olanaksızdır. Bu nedenle, eksikliği olduğunu ortaya insanlarımızın yaşadıkları çevreleri artık çağdaş üretim koşullarına koymuştur. Bu sorun yalnız el işleri benimsemeleri ve sahip çıkmalarını ayak uyduran büyük firmalar birçok sektörü ile ilgili değil, Kıbrıs’taki ancak onlara iyi tasarımlar sunarak ürünü kendileri tasarlayıp yurt üretim yapan tüm sektörlerde söz bekleyebiliriz. Çünkü iyi tasarım dışına tasarım satmaya başladılar. konusudur. Bu eksikliğin giderilmesi insana saygının göstergesidir. Artık televizyonda daha sık adada sanayinin gelişebilmesi Saygı gören insanlar saygı gösterir. rastladığımız ürün reklamlarında için önemli bir önkoşuldur. Bu Bu bir kuraldır. Yaşadığımız tasarımın kullanışlılığı ve estetiği engelin üstesinden sadece devlet çevreden basit bir örnek vermek ön plana çıkmaktadır. İyi tasarımlar ve sanayicilerin değil, herkesin gerekirse, derme çatma bir otobüs yalnız kullanıcıların mutluluğu için tasarım konusunda bilinçlenmesi durağında bekleyen biri belki de değil, dünya pazarlarında var olmak ile gelinebilecektir. Bu da ancak can sıkıntısından oraya buraya için de şart. eğitim ile okullardan başlayarak yazılar yazar, resimler yapar, nasıl yapılabilecektir. Bu doğrultuda olsa zaten o durağın gözünde Peki ya Kıbrıs? Kıbrıs’ta sanayinin Milli Eğitim Bakanlığı’nın deneme bir değeri yoktur. Ama çok güzel henüz gelişmediği bir gerçek. Ama aşamasında olan yeni Tasarım ve tasarlanmış, konforlu ve bekleme bu hep böyle mi kalacak? Kıbrıs Teknoloji dersi daha ortaokulda süresini keyifli hale getiren bir çok önemli bir dönüm noktasındadır olan öğrencilere bu duyarlığı durakta bulunan insanlar ona sahip ve geleceğe hazır olmalıdır. aşılaması açısından önemli bir çıkar ve insan yerine konduğunu Kıbrıs’ta şu anda zorlukla ayakta katkı sağlayacaktır. Bu dersin hisseder! Eğer çevremizin daha durmaya çalışan üretici tabii ki amacı bununla da sınırlı değil, sağlıklı, düzenli ve güzel olmasını dünya pazarına hitap edecek güçte aynı zamanda öğrencilerin istiyorsak bir yerden başlamalıyız. değildir. Ama eğer iyi tasarlanmış yaratıcılıklarını da geliştirmektir ki Tasarımın önemini anlayıp, bu az sayıda dahi ürün üretilebilirse o bu kişiliklerinin gelişimi açısından konuda uzmanlara başvurmalıyız. zaman marka olarak dünyada var da çok önemlidir. Milli Eğitim Yetkililer, Bakanlıklar ve Belediyeler olma şansı artacaktır. İtalya’nın Bakanlığı’nın verdiği diğer doğru bu hususta herkesten daha çok II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir karar da Endüstri Ürünleri duyarlı olmalıdırlar. küçük sanayisini bir avantaj olarak Tasarımcıların bu dersi vermelerine kullanıp tüm dünyaya tasarım olanak sağlanmasıdır. Bu karar, bir Şimdi etrafınıza bu gözle bir daha sattığı bilinmektedir. Niye olmasın? yandan öğrencilerin tasarımla bakın!! Size bu bir hayal gibi gelebilir ama ilgili, el işi yapmaktan öte, tasarımı bu gerçekten çok da bir sorunsal olarak gören bir eğitim Guita Farivarsadri 10 DOSYA SAYFA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Denİz Kağan Güner kagan.guner@emu.edu.tr BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK: ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMI ‘Tasarım’(Design) ve özel olarak endüstri ürünleri tasarımı, son yıllarda tüm dünyada sıkça telaffuz edilir oldu. 10 yıl öncesine kadar, bir meslek grubunun özel jargon kelimesi ve kültürü olan ‘tasarım’ birdenbire sihirli bir kelime haline geldi. Öyle ki, Der Spiegel, The Guardian, Le Monde, Herald Tribune, El Pais gibi dünyanın önde gelen gazete ve dergileri düzenli tasarım ekleri vermeye başladılar. Geçtiğimiz yıl dünyanın en büyük yayınevlerinden biri olan Penguin, meslekten olamayan herkesin okuyabilmesi için kurgulanmış bir tasarım kitapları dizisine başladı. Öte yandan sadece Türkiye’de değil ama tüm dünyada endüstri ürünleri tasarımı bölümlerine olan rağbet, tüm eğitim alanlarının önüne geçmiş durumda. Yazılı medyayı dikkatlice tarayan bir göz dünyanın her yerinde tasarımcıların arandığını rahatlıkla fark edecektir. Peki, tasarıma olan bu ilginin ve popüler merakın nedeni nedir? Ya da sözünü ettiğimiz yayın organlarının tasarım kültürüne olan son yıllardaki bu ilgisi nedir? Diye sorduğumuzda; insanlığın en son 19uncu yüzyıl sonlarında yaşadığı gibi tarihsel bir dönem noktasında olduğunu söyleyebiliriz. üzereyken ve bizler günlük yaşam alışkanlıklarımızı ve yaşam tarzımızı değiştirmeye zorlanırken, doğal olarak herkesin gözü yeni yaşam tarzını kurgulayacak olan tasarımcılara yöneldi. Bu anlamıyla tarihsel bir eşikte yer alıyoruz. Bu kadar sözü edilen, ‘Endüstri Ürünleri Tasarımı nedir?’ diye sorulduğunda; bunu kısaca, günlük hayatta kullandığımız ve seri üretim yöntemi ile üretilen, neredeyse tüm nesnelerin tasarımı ile uğraşan bir meslek grubu olarak yanıtlayabiliriz. Fakat bu yanıtın kendi içinde özel katmanları vardır. Tasarım meslekini öğrenmek için üniversiteye gelen öğrencilere dünyanın her yerinde bir düstur olarak şu söylenir: ‘Tasarım bir meslek değil fakat bir yaşam biçimidir.’ Dolayısıyla, tasarımcı olunmaz, tasarımcı olarak yaşanır. Tasarım bu yaşam kimliğini sadece sanatçılarla paylaşır. ‘Sanatçılar ve Tasarımcılar’ tanımlamalarını yan yana görmemizin nedeni de budur. Homo Sapiens canlısının tarih öncesi çağlardan başlayarak, alet tasarladığını ve yaptığını biliyoruz. Fakat modern anlamıyla tasarımcı tarih sahnesine ilk olarak endüstri devrimi ile çıktı. 1900’lerin başlarında tasarımcı için yapılan OTTO DESIGN 2009 Kataloğu. Plywood malzeme ile üretilmiş çocuk mobilyaları. kafa yoran bir işçi-sanatçı oldu. Bu içeriğiyle, bir ressamın hayatı renkler, müzisyenin notalar ve nesneler de tasarımcının hayatıdır. Bu nesnelerin tasarımında işlevsel gereksinimlerin yanı sıra insan, teknoloji, üretim yöntemleri vs. ile ilişkin etmenler de göz önünde bulundurulur. Tasarım bazen var olanın iyileştirilmesi veya geliştirilmesine yönelik olabilir. Bu geliştirme yeni pazarlar bulmak için veya işlevsel bir sorunu gidermek için de olabilir. Bazen de yeni bir işlev için yeni bir nesne tasarlamak gerekebilir. Buna örnek olarak ilk cep telefonları veya ilk lap top tasarımları gösterilebilir. Her iki durumda da genel olarak amaç, var olan durumu geliştirip daha iyi bir seviyeye taşımaktır. AUDI - Espada Design konsept çizimleri (www.audiworld.com) 19uncu yüzyıl endüstri devrimi ile insanlığın bütün değer yargıları, kentsel ve günlük yaşam anlayışı köklü bir değişikliğe uğramaya başlamıştı. Bu yeni dönemin mesleki olarak çıktı tasarımcı. O günden beri de yeniyi aramaya devam ediyor. Şimdi yaşadığımız dönem yine durdurulamayan bir hızla devinen teknolojik devrimin olumlu ve olumsuz etkilerinin yanı sıra, dünyanın küresel çevresel bir krizin sorunlarını hissettirmeye başladığı bir dönem. Gezegenimiz sınırlı kaynaklarını tehlike sinyalleri vererek tüketmek tanımlama ‘sanatçı-mühendis’ti. Zaman içerisinde tasarım, mühendislik formasyonundan koparak, sanat alanına daha çok yaklaştı. Diğer sanat dallarından farklı bir kimliğe bürünerek ama... Günlük hayatın ve endüstriyel seri üretimin sanatçısı. Bu yüzden tarihsel olarak daima halkın ve insanların ihtiyaçlarını düşünen bir sosyal işçi oldu aynı zamanda. Nesnelerle oynayan ve bu nesnelerle hayatı insandan yana güzelleştirmek isteyen ve Endüstri Ürünleri Tasarımı hızla gelişen bir meslektir. Günümüzde her çeşit endüstrinin gelişmesinde donanımlı Endüstri Ürünleri tasarımcıların rolü inkâr edilemez. Artık tüm endüstri dallarında üreticiler dünya pazarında var olabilmek ve başka üreticilerle rekabet edebilmek için tasarımcıların yaratıcı fikirlerine ihtiyaçları olduğunun farkındalar. Bu nedenle de günümüzde Endüstriyel tasarımcılar endüstrinin çeşitli dallarında çalışma imkânı bulmaktadırlar. Ayrıca, Endüstri Tasarımı alan olarak çok geniş bir tasarım aktiviteleri yelpazesini kapsamaktadır. Bu yüzden, genç tasarımcılar çok değişik sektörlerde ve çok değişik alanlardaki tasarım işlerinde çalışma imkânı bulmaktadırlar. 21inci yüzyılın ilk 10 yılını geride bırakırken, endüstri ürünleri tasarımı meslekinin günlük hayatımızı belirlemede çok daha belirgin rollere bürüneceği bir döneme girdiğimizi de söyleyebiliriz. Bu rolleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Geliştirilen yeni enerji kaynaklarının ihtiyacı olan yeni ürün konseptleri, insanlığın ve gezegenimizin yeni sorunları, ulusal ekonomilerin küresel kriz ortamında yeni üretim tanımlarına olan ihtiyacı gibi uzayan listedeki her bir maddede gözler ister istemez endüstri ürünleri tasarımı pratiğine yöneliyor. Bu yüzden yukarıda kısaca değindiğimiz yeniçağın yeni ihtiyaçları temelinde, endüstriyel tasarım, gerek mesleki anlamda ve gerekse eğitim programları anlamında muazzam bir alt üst oluş dönemi yaşıyor. Fakat değişim trendleri ne olursa olsun, endüstriyel tasarımı açıklayan tek sihirli kelime olan ‘YENİ’ yüzyıldır alımından ve çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmeden salınarak yürümeye devam ediyor ve tasarımcılara ‘beni takip etmeye devam et’ diyor.. Bu yüzden bir kez daha tasarımcılar yeni insanı, yeni bir geleceği ve yeni bir dünyayı bulmaya, tanımlamaya çalışıyorlar. Ve yine bu yüzden hep ısrarla endüstriyel tasarımın bir ‘meslek’ değil ‘yaşam biçimi’ olduğunu vurgulamaya devam ediyoruz. Deniz Kağan Güner KENTİN TADI TUZU HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 11 SAYFA Şebnem HoŞKARA sebnem.hoskara@emu.edu.tr MEYDANLARIN BÜYÜSÜ Evet...Büyülüdür meydanlar benim için... Herhangi bir kente ilk gidişimde, ilk görmek istediğim yerler kentin meydanlarıdır. Kentin ruhunu hissetmek, kimliğini algılamak, insanlarıyla karşılaşmak, kentin meydanlarında mümkündür bence. Bazen tek bir büyük, anıtsal mekan olarak karşımıza çıkar meydanlar, bazen bir kaç görece küçük mekan olarak... Bazen ayrı ayrı, bazen gruplanmış olarak... telaşının yaşandığı alanlardır meydanlar.Fonksiyonel olarak farklı amaçlarla kullanılırlar. Toplanma, buluşma, eğlenme, spor gibi toplumsal amaçlar yanında, eğitimsel, törensel, ticari, askeri, siyasi amaçlı bir araya gelişlerin de mekanıdır meydanlar. Meydanlar, kamusal alanlardır. Her türlü toplumsal, kültürel hatta ekonomik aktivitenin, yerine ve zamanına göre yeralabileceği, gündüz veya Brügge Kent Meydanı Fiziksel olarak doluluklar ve boşluklar şeklinde oluşmuş yerleşme dokuları içinde, “sınırları yapılarla belirlenmiş, tanımlı geniş alanlar (boşluklar)” olarak tanımlayabileceğimiz meydanlar, sadece üç boyutlu biçimleriyle değil, aynı zamanda içinde yaşattıkları kullanımlarla da anlam kazanırlar. Bazıları, doğal koşullar altında, yerleşim dokusu içinde, toplumsal yapının da etkisiyle kendiliğinden ortaya çıkmıştır – bir kilise önünde, bir cami yakınında, bir kamusal bina girişinde, bir çeşme başında, bir çınar altında... Bazıları ise, tüm bir kente ve kentliye hizmet vermek üzere doğrudan planlanarak dokuya kazandırılırlar. Bazısı, kendiliğinden oluşmuşluğun verdiği özgünlükle, daha düzensiz, ancak dinamik bir karaktare sahipken, bazıları, düzgün geometrik biçimlenmenin de etkisiyle anıtsal özellikler taşır. Yerleşme birimleri içinde, farklı kültürlerin, yaşam biçimlerinin ve toplumsal düzenlerin fiziksel yapıya bir yansımasıdır meydanlar. Bazen devrim şarkılarının söylendiği, bazen siyasal mitinglerin yapıldığı, bazen sevilen bir ezgiyle dans edilen, bazen bir dostla buluşulan, bazen sevgilinin kucaklandığı alanlardır... Bazen bir kenarında oturulup kahve içilen, bazen kendisini sınırlayan yapıların cephelerine yansıyan gün batımının izlendiği, bazen de içinde kurulan pazaryerinde yoğun bir alışveriş mobilyaları da vardır. Nesnel mimari öğeler, anıtlar, heykeller, taşlar, oturma ve aydınlatma elemanları, su elemanları, ağaçlar... Bunların her birinin varlığı, meydanlara ayrı anlamlar katar.Meydanların aynı zamanda, renkleri, sesleri, kokuları vardır. Meydanlarda her zaman bir hareket, bir ses, bir görüntü vardır. Yürüyen, dolaşan, oturan, konuşan, bağıran, eğlenen, izleyen, değildir.Sizin meydanınız hangisi - hiç düşündünüz mü? Sınırları son derece belirgin, bir meydandan çok, bir evin salonunu andıran düzeni ile Venedik’in San Marco Meydanı mı? Rusya tarihi içinde çok önemli olaylara sahne olmuş olan, adıyla da sevgi, saygı, nefret, korku gibi karmaşık duygular çağrıştıran Moskova’nın Kızıl Meydanı mı? Ayaklanmalardan, düğünlere, yürüyüşlerden, askeri törenlere Almanya’dan bir meydan gece, yaz veya kış, zamandan bağımsızherkesin kullanımına açık alanlardır. gözlemleyen insanların oluşturduğu bir hareket... pek çok farklı etkinliği, üç büyük imparatorluk bünyesinde, farklı zaman dilimlerinde, farklı kültürler Tüm bu özellikleriyle meydanlar, altında yaşamış olan ve Ayasofya, Meydanların üç boyutlu biçimleri kullanıcılar tarafından farklı Sultan Ahmet Camisi, İbrahim Paşa vardır; kendilerini sınırlayan biçimlerde yaşanabilir, algılanabilir Sarayı gibi pek çok anıtsal mimari binalarla ve/veya başka elemanlarla ve deneyimlenebilir. Bir kent eseri içinde barındıran İstanbul’un belirlenen biçimler... Meydanların meydanında, yoğun bir iş günü Sultan Ahmet Meydanı mı? Nüfus eni, boyu, yüksekliği vardır; ölçüleri, sabahında koşuşturan insanlar azlığı içinde sessizce kendi yapısını oranları, ritmi... Tıpkı bir iç mekan arasında bulunmakla, bir tatil korumaya çalışan, Venediklilerden gibi, meydanların da, duvarları gününün sabahında, gün bugüne ayakta duran haşmetli (bina dış cepheleri), zemini ve doğumunun sessizliği içinde aynı sur duvarlarının merkezinde yer hatta tavanı vardır. Hiç düşündünüz meydanı yaşamak farklıdır. Bir kent alan, bir yanda Gotik yansımasıyla mü, bir meydanın tavanı neresidir meydanının, kış soğuğunda karla katedralden camiye dönüşmüş diye? Bir meydana üçüncü boyut kaplı oluşuyla, yaz güneşi altındaki muhteşem bir anıt, diğer yandan hissini veren ve meydanın tavanını görünümü, ve dolayısıyla bu Venedik Sarayı’dan geriye tanımlayan, kendisini sınırlayan farklılıklar içindeki kullanım biçimleri kalan duvarlar ve bir köşeden binaların yükseklik ve çatı de farklıdır. Bir kent meydanını, o de, bir yirminci yüzyıl mimarlık çizgilerinin gökyüzü ile birleştiği kentte yaşayan kişilerin kullanması harikası (!) banka binasıyla hayali çizgiselliktir. Meydanların, ve algılamasıyla, kenti gezmeye çevrelenmiş, Mağusa’nın Namık tıpkı iç mekanlarda olduğu gibi, gelen kişilerin algılaması da aynı Kemal Meydanı mı? Meydanınız hangisi olursa olsun, meydanları doyasıya yaşayın... Yaşanan olaylar ne olursa olsun, meydanlar ne şekilde oluştuysa oluşsun, unutmayın ki, meydanlar, içinde bulundukları kentleri ayrıcalıklı kılma özelliğine sahip güçlü kentsel elemanlardır. Meydanlar, iyi tasarlandıklarında, yerleşimlere kimlik verirler, bireylerde kalıcı izler bırakırlar. Meydanlar, toplumlarının yansımasıdırlar; toplum olma ve kentlilik bilincini güçlendirme özelliğine sahip kamusal alanlardır. Meydanlarda buluşmak, meydanların büyüsünü yaşamak ve sonrasında meydanlardan sokaklara akmak dileğiyle... Kızıl Meydan, Rusya Şebnem Hoşkara 12 AL GÖZÜM SEYREYLE SAYFA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Türkan Ulusu Uraz turkan.uraz@emu.edu.tr BERLİN I: DUVARDAN ÖNCE Prag’dan sonra 11 gün Berlin. Sosyalizmin babası Karl Marx’ın kenti Berlin; bizlerin ‘Göçmen İşçiler’i, ‘Alamancılar’ı ve ‘Kreuzberg’i; yerli Sinema’nın ’45 Metrekare Almanya’ ve ‘Berlin in Berlin’ filmleri; Batı Sineması’nın II. Dünya Savaşı’nı konu alan yürek parçalayıcı serileri, kenti ikiye bölen ‘Duvar’ ve hüzünlü duvar öyküleri, en sonunda 1989, ‘Duvarın Yıkılışı’ ve coşkulu birleşme sahneleri…Bütün bunlar, artık giderek kentin tarihine mal oluyor. Müzelerin ağırbaşlı sergileri dışında birçok şey bir tüketim nesnesi. Hediyelik eşya dükkanlarında duvar parçasının taklitleri meraklısına sunuluyor. Militarist kostümler donanmış fırsat düşkünleri, bahşiş karşılığı size Branderburg kapısı önünde turistik fotoğraf vaad ediyor. Ama kent haritasında eski duvar güzergahını bulmakta dahi zorlanıyorsunuz, duvar her anlamda ortadan kalkmış olsa da eski bölünmüş kent diğer parçasıyla hala birleşmeye çalışıyor. Aslında, toplumsal/kentsel entegrasyon ve yenileme projeleri ile Komünizm sonrası kentine hakim olan bu ‘kapitalist coşku’yu, görmemek mümkün değil, adeta göz kamaştırıyor. Kent ve belki de tüm ülke sadece doğulusuyla değil, yıllarca içinde yaşattığı yabancısıyla da kucaklaşmaya çalışıyor. Bu bir Birleşik Avrupa Kültürü yaratma çabası mı? Ya da entelektüel bir bedel ödeme mi? Belki her ikisi. Yine de Berlin’i, kent, ülke ve hatta dünya tarihindeki, bu çok önemli bir kırılma noktası, ‘duvarın yıkılış’ı ile ilişkilendirerek, ‘duvardan önce’ ve ‘duvardan sonra’ başlıklarında anlatmayı denemek, çok kolay olmasa da, daha doğru olacak. proletarya ordusunu bu konutlarda barındırmış; bitişik nizam, avlulu ve katlı konut binalarının iyi korunmuş örnekleri bugün hala kent dokusundaki yerlerini korumakta. Berlin’in, bölünmüş bir kent olarak hüzünlü yakın geçmişi, sanki onun hayat çizgisinde kaçınılmaz bir durakmış, bir kadermiş gibi. Çünkü daha baştan, 12. yy. ın ikinci yarısında Berlin ve ‘Kölln’ adıyla çift kent olarak kurulmuş; 1920 ile başlayan dönem, tek Berlin’e geçişin pekiştiği çoğulcu ve demokratik bir dönemdir. Rusya’da Bolşevik devrimi gerçekleşmiş, işte tam da bu sırada ülkeye bir düzen ve disiplin vaad eden Nasyonal Sosyalist hareket de palazlanmaya başlamıştır. Bu arada Sosyal demokrat yönetimler hala işbaşında, kiracı kışlalarını sağlıklaştırır; yeni konut alanlarının yapımını gerçekleştirirler. ‘Uluslararası Yapı Sergisi’ organizasyonu, mimarlık ve şehircilik alanındaki güncel yaklaşımları yaşama geçirmeyi ve bunu halka tanıtmayı amaçlayan üç konut sergisini Berlin de uygular. İlk ikisi daha çok toplu konut ölçeğinde olan bu dizinin 1984 deki sonuncusu, batı kesiminde ‘duvar’a yakın bölgelerin sosyal ve kentsel onarımı bağlamında parsel ölçeğinde uygulamalardır. Mevcut duruma entegre olmuş, mesleki deyimle ‘infill’ olarak adlandırılan bu örnekler arasında modern sonrasının çoğu Post-modernist ünlü mimarları ve onların takipçileri var; yani, Rossi’ler, Krier’ler, Eisenman’lar ve hatta Koolhas’lar, ürünleriyle görülmeye değer. Sergi uygulamalarının ilki, 20’li yılların ikinci yarısında kamu denetiminde gerçekleşen ve dönem mimarisine damgasını vuran konut Kenti bölen duvardan bugüne kalan bir parça / Berlin- Almanya Kentin tarihine kısa bir bakış, bugünü daha iyi anlamamızı sağlıyor. Onun, bu çok kültürlü yapısı geçmişinden geliyor. Başından beri, ‘Endüstri Devrimi’nin de etkisiyle Avrupa çeperindeki birçok ülkeden göç almış; 1871 de başkent olunca, iç ve dış göçle nüfus aniden artmış; yüksek kiralı, buna rağmen sağlıksız konutlar, ‘Kiracı Kışlaları’ bu dönemde oluşmuş. Berlin, Avrupa’daki en büyük endüstri kenti olarak en büyük nüfuslu sosyal sınıfı, imtiyazsız ve varlıksız bir yerleşimleri olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda Taut ve Wagner’in Neukölln’deki ‘HufeisensiedlungAt nalı’ yerleşimi ve aralarında Gropious ve Scharoun da bulunduğu bir ekip tarafından tasarlanan Charlottenburg’daki ‘Siemensstadt’ı gezmek fırsatını bulabildik. Sosyal demokrat ideolojinin konut tasarımına yansıdığı, az gelirliler için modern bir mutfağı, banyosu ve mutlaka bir balkonu olan bol güneşli konutlarda son kat ortak işlevlere ayrılmış, Kiracı Kışlaları’nın güneşsiz avlullarını yinelemek yerine bahçeşehir conceptini modern mimariyle birleştiren bir yaklaşım sergilenmişti. Aslında Konut ve yaşam standartlarının iyileştirilmesinin, sol ya da sağ eğimli bütün reformcu niyetlerin hedefi olduğu gözlenmekteydi. Hitler’in ‘Hiçbir kent tamamen harap olmadan düşmana bırakılmayacaktır’ emri Berlin’de hüzünlü bir gerçeğe dönüşür ve ünlü istasyon Zoologisher Garten yakınındaki, Kaiser Wilhelm Anı Kilisesi bu hüznü günümüze taşımaktadır. Savaş sırasında büyük ölçüde tahrip olan bina bu haliyle, bir savaş protestosu olarak ayakta durmakta, modern kilise kulesiyle yanıbaşında yer almaktadır. Aslında şehrin büyük bir kesimi bu kadar da şanslı değildir. Hal böyle iken, zaten tahrip olmuş ‘Erken Kapitalist Dönem’ temsilcisi eski dokudan kurtulmak, hem modern mimarinin güncel örneklerinin gerçekleşmesine destek, hem de Doğu Berlin ile haklı bir rekabete imkan verecektir. Zaten Doğu’da da mevcut doku ‘Kapitalist Kent’ kalıntısı olarak terkedilmiş ve endüstriyel yapım teknikleriyle yüksek katlı tek blokların ağırlıkta olduğu kent dışı yeni yerleşmelere yani Toplu Konut uygulamalarına ağırlık verilmiştir. Marzahn bölgesi bu anlamda görülmeye değer. Hatta duvardan sonra, blokların kat sayısını azaltma, cephelerini renklendirme ve ilavelerle estetize etme, açık mekanlarda gerçekleşen peyzaj ve yeniden düzenlemelerle tam bir ‘ihya etme’ ve yeniden yaşama döndürme örneğidir. Kentin yakın imar tarihine yeniden dönersek, Batı Berlin’de savaş sonrası kent yenilenmesinde en göze çarpan uygulamalardan biri yine ‘Uluslararası Yapı Sergisi’ geleneği kapsamında 50’li yıllarda geliştirilen ikinci uygulama, ‘Hansaviertel’ konutlarıdır. Aalto, Gropious, Niemeyer, Jacopsen ve Corbusier gibi birçok mimarın yarışmayla seçilen ürünlerini içerir; tek ve çok katlı konutlardan oluşur, tek katlıların birbiriyle eklemlenerek nasıl bir örüntü oluşturdukları, hele 101 yaşında olup da hala mimarlık yapan ünlü modernist Niemeyer’in katlı konutu görülmeye değerdir. Bu arada muhteşem klisesi ve hemen yakınındaki Akademie der Künste binası ile yaşayan bir ‘Modern Mimarlık Müzesi’ olan bu yerleşme metro istasyonunundan çıktığınızda benzer mimari uslüpta bir çarşı ünitesi ile sizi karşılar ve hemen oradaki kafede, kahvenizi içerken çoktan almanlaşmış bir hanım garsonla türkçe sohbet edebilirsiniz. Bu dahil herşey, bir modernist mimarlık nostalgisi tadı verir. Bu arada elinizdeki haritada da hemen gözünüze çarpan büyük park ‘Tiergarten’in tam da içinde olduğunuzu farkedersiniz. Doğuya doğru Spree Nehri boyunca yürüdüğünüzde bir kaide üzerinde yükselen ‘The Haus der Kulturen der Welt’ i kaçırmak mümkün değil. Yapımında Amerikan desteği olduğu söylenen binada, amerikalı mimar Gutborod, döneminin geniş açıklıklı mekan gereksinimini shell strüktür cözümüyle yanıtlamıştır. Diğer adıyla ‘Avrupa Dışı Çağdaş Sanatlar Merkezi’ olan bu bina sergi ve akademik konferansların yanısıra sinema, tiyatro, dans ve müzik gösterilerine de imkan sağlar; ilginç kitaplar ve elsanatları ürünlerinin sergilendiği dükkan ve nehir manzaralı restoranı da ayrıca görülmeye değerdir. Geçmişte av alanı olarak, Charlottenburg şatosu ile kent arasında konumlanan bu devasa parkın keyfini bu gün, ayrıcalıklı konumuyla, yeni diplomatik yerleşimler ve kent konağı görünümündeki apartman konutları sürer. Parkın ortasından geçen ana aks, duvarın yıkılışı resimlerinin background deseni ünlü Brandenburg Kapısı ve önündeki 18 Mart Meydanı’nda son bulur. Hemen yanı başında kentin yeni seyir kulesi, pardon! kubbesi’ ile, Parlamento Binası (Reichstag) dikkat çeker. Ancak, kapının diğer yüzünde bir zamanlar eski doğu Berlin olduğunu hayal dahi edemezsiniz. Şimdilik orayı merak etmeyin gelin kentin Modern Mimarlık tarihindeki yolculuğumuzu noktalayalım. 60’lı yılların unutulmaz starı ‘Berlin Flarmoni Orkestrası Binası’ için güneye doğru yürüyüp parkı katetmeniz gerekiyor. Expresyonist modernizmin başyapıtlarından biri olan bu bina dev bir heykel edasında konumlanmış beklemekte. Yalnız, yeni elçilik binalarının gözalıcı imajlarına fazla kapılmadan fotoğraf makinenizde Scharoun ve Weber’in bu özgün yapıtına yer ayırmanız Post-modern tarzda bir kent konutu/ Berlin- Almanya gerekir. Buradan yine duvar sonrası bir başka gelişmeye Potsdamer Bölgesine kayabilirsiniz farketmeden, ama buraların ışıltılı çekim gücüne aldanmayın, çünkü Mies’in Neue National Galerie’si sizi bekliyor. ‘Işık ve camın ünlü tapınağı’ 20. yy. heykel ve resimlerini ağırlamaya hala devam ediyor. Öğrenciliğimden kalma bir mimarlık dergisi karıştırıyor gibiyim. Bütün starlar burada...Bu şehir beni çok etkiliyor... Türkan Ulusu Uraz PROVO-K-İTAP HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 13 SAYFA Beril Özmen Mayer beril.ozmayer@emu.edu.tr KENTLER UYGARLIKLARIN MI YOKSA BARBARLIK’LARIN MI BEŞİĞİ? Metrodasınız, yeryüzünden uzaksınız ve kendinize uygar diyorsunuz. Dünyada yaptığınız onca keşiften sonra yeraltında geçirdiğiniz iki saatiniz var hergün. Ve devlet güvencesiyle yeraltında yaşıyorsunuz bunu, çünkü metronuz aslında ‘kent – belediye – devlet’ üçlüsünden size sağlanmış bir kolaylık – bir hak. öyle bir hissettiriyor ki. Huzursuz ve hastalıklı olduğumuzu dile getiriyor. Kentlerde üstüste – altalta yaşadığımızı, birbirimizin bireysel alanını zorladığımızı, ama kendi fildişi kulelerimize - apartmanlarımıza, kara kutularımıza sıkıştırılmış konserve yaşamlarımızda mutlu olmaya çalıştığımızı söylüyor. Metro / Metropol / Metropolis… Yunanca Metropolis, anne ve hatta ‘uterus’: ana-rahmini betimleyen bir kökten gelen ‘ana-şehir, devletşehir; politik, diplomatik, ekonomik ve askeri karakterin baskın olduğu kolonize ‘bölgenin’in merkezi. Metropolis uygarlıkların beşiği, özel nitelikte büyükşehir. Uygarların ya da barbarların, tüm insanoğlunun, başkalarının haklarını gaspederken, yaptığı gibi haklı bir neden bulmak: Hitler’in söylemine göre, Jül Sezar’ın Paris’i işgal etme nedeni ‘Daha fazla yaşam alanına -lebensraum’aihtiyacı olmak’ konusunda bilgileniyoruz. Böylelikle, en nesnel insan ihtiyaçları tanımından, nasıl bu kadar öznel olunabildiğini ve gerçeklerin farklı taraflarına ait yorumunun sağduyusuz stratejik yönetimleri nasıl negatif etkilediğine de ilginç bir şekilde tanık olmuş bulunuyoruz. Avrupa ziyaretleri bir – iki derken, ben-genç-beril-cennet-kuşu: 1980 -ilk gidiş- Almanya Swalmstadt – Trieste küçük kent, deniz kenarı; kanallar ve Venedik.. İstanbul Mini Tüneli haricinde kentlerimizde tanışık olmadığımız metro; ve 1989 Londra, yerin altı-yedi katlarına inişler. Terazi burcunun ‘süper kararsız’lığına rağmen, kırmızı alarm çanlarının eşliğinde, hızla karar veriş: ‘Yeraltında köstebekler gibi koşturup mutsuz olmamak’ adına ver elini Oxford, öğrenci kenti. Her ne kadar, hayal perdesinde kayıplara karışmam, metro konseptine müthiş uysa bile, denizüstü bir kültürden sonra yeraltında kaybolmak. Yıllarca Akdeniz’in doğu-ortasında bulunan iyi huylu güneşli ve sevecen- bir adadan sonra - gölgeler gibi yerin altindan gitmek.. Şehrin ufkundan ayrı yaşamak. Kenti okuyamamak. Hayal etme yeteneğinin yeraltında kapsam dışı kalması. Bilinçaltıma kazınan ‘Metronun Dayanılmaz Ağırlığı’. Iste bu noktada, benzer deneyimler -duyguları paylaştığım için bir solukta okuduğum kitabıyla Jach sahne alıyor. Yazar, kenti farklı bir şekilde okumaya ve araştırmalarını yaparken kent tarihini ve katmanlarını örüştürerek bir anlam yakalamaya çalışıyor romanı ‘Şehrin Katmanları’nda. Ve özelikle metro yorumları, ki sesleri, durak adları, ritmi ve müziğini okurken duyuyorsunuz, beni derinden etkiledi -müthiş.. Bu kitabın her sayfası tek tek kayda değer. Jach bu global köyde, büyükkent yaşamı içerisinde insanların onca kalabalığın içinde ne kadar yalnız, uygarlığın da ne kadar zalim olduğunu, Romalılardan beri kurgulanmış düzen mekanizmalarının nasıl daha da katmerlenerek döndüğünü ve insanların bu çark içerisinde kah yükseldiğini kah ezildiğini size Metropollerdeki otomasyon, herşeyin devlet tarafından belirlenmiş, fişlenmiş, veritabanlarına - kayıtlara geçmesi; insanın kimlik bilgileri pasaportu ile eşitlenip sıfırlanması; bireyselliğin ben-merkezcilliğe dönüşmesı; eski uygarlıkların bulunduğu alt katmanlara denk gelen metro hatlarının olması, sokaktaki marjinal vatandaşların dışlandıklarını diğerlerine hissettirerek buna karşılık ödüllendirilme beklentileri gibi ‘uygarlığın getirdiği farklı bir barbarlık’tan söz etmesi ve kent merkezlerinin kendi içerisinde karşıtlarıyla birlikte varolduğunu bize anımsatıyor. Paris’i araştıran kahramanımız ki büyük ihtimalle yazarın ta kendisi, kenti tanımaya tarih arşivlerinden Romalılar ve Galyalılar arasında olan-biteni anlamakla başlıyor. Şehre yapılan barbar saldırılarını kentteki önemli noktaların tarihini okuyarak ve ziyaret ederek gerçekleştirmeye çalışan kahraman-yazar Antoni, barbar saldırlarını okuması ile NotreDame Katedrali’ndeki ‘MahzenMezar’ı ziyareti arasındaki kısa sürede, önceki nesillerin tüm ağırlığını hissederek yaşadığı nefes darlığıyla kendini dışarı atıp keskin hava kirliliğiyle kendine geliyor. Geçmişin ağırlığı insanı bir baygınlık noktasına çektiğinde, yeryüzü ne kadar problemli bile olsa doğasıyla size yaşadığınızı tekrar hissettirmeye başlıyor. Yazar, Stendhal gibi başka yazar ve düşünürlerin de ‘tarihe yenilme’ duygusunu hissettiğini; meşhur psiko-analiz uzmanı Karl Jung’un Tarih Günümüz İçiçe / Milano- İtalya. Künye: Şehrin Katmanları, Antoni Jach, Çev. Devrim Denizci, Orjinal isim: The Layers of the City, 1999, Sidney, Avusturalya; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, temmuz 2001, İstanbul, 237 sayfa, Türkçe, Roman-Öykü, ISBN: 978 975-458-281-9. da tarihi gerçeklerle geçmişe sürüklenip -ataları gibi- yenilme korkusu olduğu için hiçbir zaman Roma’ya gidemediğini öğreniyoruz. Bu anlamda anlatılmaya çalışılan tarih ‘Batılıların Barbarlar’a yenildiği zamanlar. Barbarların uygarlaşma evriminin anlatıldığı ve Romalıların Barbarları ikna edebilmek için entrika taktiklerini tarihin derinliklerinden beri nasıl çalıştırdıklarını, sonunda da barbarlık ve uygarlığın içiçe geçiştiği günümüzde insanlık durumlarının sorgulanması gerektiği yine akla gelen sorulardan.. Her farklı grubun kendisıne ait bir ‘Hayata Tutunma Modeli’ yarattığının vurgulanması, farklı insan grupları ve aralarında geçen ilişkiler, evsiz-barksız ‘clochard’ların diğer kentsoylulara karşı tavırları tüylerinizi diken diken edecek ve hepimizi gerecek –acı- bir şekilde bu durumun altını çizerken,‘Uygarlık Nedir / Ne değildir?’ sorusunu beyinlerimize tekrar tekrar kazıyor. Kitabın sonlarına doğru gelinen noktalarda ‘barbar olma konumu’ bana oldukça saygın görünmeye başlıyor; maddi tutkular bir yana bırakılacak olursa ‘bir tür savaşçı aydın’ diyesim geliyor, aslında çoğumuz öyle değil miyiz, ama silahlarımız farklı? …… saf bir barbar şu özelliklere sahip olmalıydı: Metafor sevgisi, altın tutkusu, sessizliğe saygı, fiziksel hayat sevgisi, müzik ve şiir düşkünlüğü ve felsefeyle işleyen bir akıl….. Barbar ve uygar kavramlarının incelenmesinden sonra insan kendine şunu sormak istiyor: Yaşadığımız çağdaş dünyada biz uygar ya da barbar, hangi tarafa daha yakın bir çizgi izliyoruz? Şu anda kendisini uygar sayan uluslar ve devletler, barbar ya da azgelişmiş olarak betimleyerek aşağıladıkları toplumlardan daha mı az problemli ve başarılı ya da daha mı mutlular? Kitabın arka kapak yorumundan alıntılarla bir nokta koymak istiyorum: İşte uygarlık.. işte zevk ve zerafet.. işte yapmayı seçtiğimiz binalar, caddeler.. işte oluşturduğumuz kültür; işte kalabalığın neye benzediği..ve bu kalabalığın iç yüzü; dilenciler, sokak çocukları ve burjuvazi. Barbarlık ve uygarlık arasındaki gel-gitler, zaman ve mekan kaymaları; surlarla çevrili ilk şehirlerden gökdelenlerle uzanan bugünkü modern şehirler… Bu güzel romanı okurken şu soru sık sık aklınıza takılacak: Uygarlık ve barbarlık arasında bir seçim yapmalı mıyız? Uygarlar ne kadar uygar, barbarlar ne kadar barbar?.. Beril Özmen Mayer Antoni Jach Antoni Jach, 1956 yılında Melbourne’da doğdu. İlk romanı ‘Haftalık Kart Oyunları’ ve ‘Kararsız bir Tarih’ adlı şiir kitabı ile adından sözettiren Jach, gazetecilik ve tiyatro eleştirmenliği yapmanın yanısıra RMIT Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. İngiliz Dili ve Sanat Tarihi eğitimi aldıktan sonra Melbourne Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlıkla ilgili olarak doktorası yapmış olan araştırmacı yazarın çeşitli dallarda yayınları bulunmaktadır. Avusturalya’da 1999 da yayınlanan Şehrin Katmanları kitabı büyük ilgi gören yazarın eserleri türkçede dahil olmak üzere başka dillere çevrilmiştir. 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR SAYFA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Ercan HoŞKARA ercan.hoskara@emu.edu.tr İNŞAAT SEKTÖRÜ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA Sürdürülebilir Kalkınma nedir? sosyal gelişme sağlanırken aynı zamanda çevre de korunmalıdır. İnşaat sektörü, yapım süreci içerisinde yarattığı çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerin boyutuyla sürdürülebilir kalkınma açısından son derece önemli bir alandır. İnşaat sektörünün Çevresel etkileri nelerdir? Gazimağusa Belediyesi İnternet Sayfasından Sürekli olarak ekonomik büyümenin ön planda tutulduğu, çevresel ve toplumsal sorunların gözardı edildiği bir yapıda yaşamın sürdürülemez bir noktaya gelleceği düşüncesi üzerine, çıkış yolu olarak, ekonomik büyüme ile çevresel ve toplumsal gelişme arasındaki yaşamsal köprünün kurulması ve kalkınmanın “sürdürülebilir” olmasını savunan bir düşüncedir.Sürdürülebilir kalkınma, giderek kirlenen ve doğal kaynakları hesapsızca tüketilen bir dünyada sürekli artan çevresel bozulmaya ve aynı zamanda giderek artan yoksulluk ile adaletsizliklere dur deyecek bütünlüklü bir çare arayışı çerçevesinde ortaya çıkan bir kavramdır. Bu kavram ilk olarak, Brundtland Komisyonu olarak da bilinen “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu”nun 1987 yılında yayınladığı “Ortak Geleceğimiz” adlı raporunda ortaya konmuştur ve ardından politik ve ekonomik arenaya dahil edilmiştir. “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramının en yaygın tanımı, “bugünün gereksinim ve beklentilerini, gelecek nesillerin kendi gereksinim ve beklentilerini karşılayabilme olanaklarından ödün vermeksizin karşılayabilmek” olarak, yine bu raporda yer almıştır. (WCED, 1987). Sürdürülebilir kalkınma, bugün, toplumu ve çevreyi ilgilendiren hemen her alanda, her sektörde, dikkate alınması gereken temel bir hedef ve bütüncül bir çözüm yaklaşımıdır. İnşaat sektörü de sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşabilmede en fazla etkili olabilecek sektörlerden birisidir. İnşaat sektörü ile “Sürdürülebilir Kalkınma” arasındaki ilişki nedir? Sürdürlebilir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için, mutlak sürette bütüncül yaklaşımlar gerekmektedir ve yukarıda da belirtildiği gibi, üç boyutta da ilerleme elde edilmelidir. Yani ekonomik ve Sektörün yaratabileceği çevresel etkiler aşağıdaki gibi sıralanabilir: Doğal kaynakların tüketilmesi: Toplam küresel temiz suyun 6’da 1’i tüketilmekte,Toplam küresel enerji kullanımının %30-40 kullanılmaktaYeşil alanların ve tarım alanlarının yok edilmesi veya zarar verilmesi. Doğal hammaddelerin malzeme üretiminde çok miktarda tüketilmesi Doğal yapının tahrip edilmesi Tarım alanlarının kaybı Ormanların yokedilmesi Dere yataklarının kapatılması Atıklar ve kirlilik Toplam atık oluşumun %30’u inşaat sektöründen kaynaklanmakta Toplam sera gazı emisyonlarının %20 ile %30 arası inşaat sektöründen kaynaklanmaktaHammaddelerin işlenmesi ve malzeme üretilmesi sırasında büyük çevresel kirlilik de oluşmakta İnşaat atıklarının yakılmasıyla havaya yayılan sera gazi emisyonları ve hava kirliliği İnşaat ve yıkım atıkları Hava ve toz kirliliği Biyolojik çeşitliliğin tehdit edilmesi Küresel ısınma Sektörün ülkemizde yarattığı ve öne çıkan çevresel etkiler nelerdir? • • • • Plansız, yaygın ve dağınık yapılaşmayla verimli tarım alanlarının kaybı Ülkemizde dere yataklarına yapılan inşaatlardan ve altyapı eksikliklerinden dolayı son dönemlerde ciddi sel olayları yaşanmaktadır. Dereler inşaat alanı, yollar ise dere olmuş durumdadır Taşocakları ve toz kirliliği Kanalizasyon olmadığı için yer altı su kaynakları kirletilmekte ve kullanılamaz hala gelmektedir İnşaat sektörünün Ekonomik etkileri nelerdir? İnşaat sektörü, gerçekleştirdiği üretim ve sunduğu hizmetlerle son derece önemli bir ekonomik faaliyet alanıdır. • • • İnşaat sektörünün kendi içinde büyümesi yani üretimini ve hizmetlerini artırması ülke ekonomisindeki büyüme hızını da artırmaktadır. Sağladığı istihdam potansiyeli ve diğer sektörlerle olan ilşkileri nedeniyle inşaat sektörü için ekonomideki lokomotif güç tanımlaması yapılmaktadır. Ülkelerde Gayri Safi Milli Hasılanın (GSMH) önemli bir kısmını oluşturmakatdır. Sektörün ülkemizde yarattığı ve öne çıkan ekonomik etkileri nelerdir? • • Annan planı sonrası büyüyen inşaat sektörünün ülkede yarattığı ekonomik büyüme gözardı edilemez. Fakat, malzeme ve işgücü olarak %80’e varan dışa bağımlılık nedeniyle sektör yaratabileceği katma değerin çok altında kalmıştır. • İnşaat sektörünün Sosyal etkileri nelerdir? • • • İnşaat sektörü, sunduğu ürün ve hizmetlerin kalitesi ve meydana getirdiği yapılaşmış çevrenin kalitesiyle doğrudan insan yaşam kalitesini etkilemektedir. Emek – yoğun doğasından dolayı yüksek istihdam sağlamakta ve bu nedenle yoksullukla mücadelede önemli bir etkiye sahip olmaktadır. Çalışanların sahip olduğu veya olamadığı iş güvencesi, sigorta, can güvenliği ve adaletli bir gelir gibi konular da sektörün önemli sosyal etkilerini oluşturmaktadır. • • • • imkanına sahip olmalıdır; Güvenilir, temiz ve hoş çevreler ve hastalıklardan korunmak üzere servis alanları yaratılarak sağlık korunmalıdır; Hizmetlere, imkanlara ve diğer insanlara ulaşım, sadece motorlu araçlarla sınırlı olmamalıdır; İnsanlar, ırklarından, cinsiyetlerinden, inançlarından dolayı suç ve zulüm korkusu olmadan yaşayabilmelidir; İnsanlar, toplumda tamamen etkin rol almaları gereken bilgi, haber ve becerilere ulaşabilir olmalıdırlar; Toplumun tüm kesimleri karar verme sürecine katılabilme yetkisine sahip olmalıdır; Kültür, sanat, eğlence imkanları, herkesin katılımına hazır olarak mümkün olmalıdır. Yukarıda belirtilen tüm bu açıklamaları, en basit bir yaklaşımla özetlemek gerekirse, sürdürülebilirliğin ve sürdürülebilir kalkınmanın temel ilkesi “koruyarak geliştirme” (çevreyi koruyarak, ekonomik ve sosyal gelişme sağlama) ve bu bağlamda “her alanda verimlilik” olarak ele alınabilir. Bu da “az girdi, çok ve kaliteli ürün, az atık” anlamına gelmektedir. Sektörün ülkemizde yarattığı ve öne çıkan sosyal etkiler Sürdürülebilir kalkınma için nelerdir? neler yapılmalı? Inşaat sektörünün kıbrısta kullanılan mevcut yapım teknolojisine bağlı olarak ihtiyaç duyduğu düz ve ucuz iş gücü kıbrıs’ta mevcut olmadığından bu ihtiyaç genellikle Türkiyeden karşılanmakta ve inşaat sektöründeki gelişmeler işsizlik sorunnuna çare olamamktadır. Aksine çok sayıda yabancı işgücünün adaptasyon sorunu ciddi sosyal sıkıntı yaratmaktadır. Bu durum inşaat sektörünün mevcut işgücü potansiyeline yani genel olarak ülke koşullarına da uygun olarak planlanması gerektiğini göstermektedir. Ülkemizde üretilen bu binalarda cidi bir kalite sorunu da mevcuttur. Sürdürülebilir kalkınma için benimsenmesi gereken ilkeler nelerdir? Sürdürülebilir kalkınmayı hedef alan, sürdürülebilir bir çevrede, • • • • Kaynaklar verimli kullanılmalı, atık en az düzeye indirilmeli ve malzemeler geridönüştürülmelidir; Kirlilik, doğal ekosisteme zarar vermeyecek düzeylere çekilmelidir; Doğadaki çeşitliliğe değer verilmeli ve korunmalıdır; Uygun durumlarda, yerel gereksinimler yerel kaynaklarla sağlanmalıdır. Benzer şekilde, sürdürülebilir kalkınma ilkesini hedef alan, sürdürülebilir bir toplumda, yukarıdakilere ek olarak, • • Herkesin yeterli miktarda yiyeceğe, suya, konuta ve petrole ulaşımı makul maliyetlerde olmalıdır; Herkes farklı ekonomilerde, ücretlerin hem yeterli hem de eşit dağıtıldığı, tatmin edici bir iş Yenidüzen gazetesi arşivinden İnşaat sektöründe sürdürülebilirliğe ulaşılması için yapılması gereken en öncelikli iş, yukarıda belirtilen ilkeler temelinde, bütünlüklü stratejik planlamaların yapılması ve bunların hayata geçirilmesidir. Bu bağlamda ilk olarak “ülkesel sürdürülebilir kalkınma stratejisi” ve “ülkesel fizik plan” gerçekleştirilmelidir. Buna bağlı olarak ise, “ülkesel sürdürülebilir yapım stratejisi” belirlenmeli ve “imar planları” hayata geçirilmelidir. İnşaat Sektörün sürdürülebilir bir yapıda olabilmesi için yapım sürecinin bütünlüklü olarak ele alınması gerekmektedir. Yani planlama ve tasarımdan, imha ve geri dönüşüm noktasına kadar süreç bir döngü olarak çalışacak şekilde kurgulanmalıdır. Bu sürecin sürdürülebilir kalkınma açısından kuşkusuz en önemli aşamaları ise Planlama ve Tasarım aşamalarıdır. Bir sonraki sayıda, ülkemizde planlama ile ilgili akla gelebilecek önemli sorulara cevap aranacaktır. Konuyla ilgili sorularınızı email aracılığıyla bana ulaştırabilirsiniz. Görüşmek üzere... Ercan Hoşkara GÜNCEL HABERLER HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 15 SAYFA Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ kutsal.ozturk@emu.edu.tr - begum.mozaikci@cc.emu.edu.tr 2010 YILINDA GERÇEKLEŞTİRİLECEK BAZI BİLİMSEL TOPLANTILAR Taking Malta out of the BoxIsland Cultures, Economies, and Identities 11—15 Mayıs 2011, Malta DAÜ Kıbrıs Araştırmaları Merkezi’nin de düzenleyici Kurum olarak katkı koyduğu Konferansla ilgili detaylı bilgi için: http://www.islanddynamics.net/conference.html; http://www.emu.edu.tr/ daukam Eco-Architecture 2010 3rd International Conference on Harmonisation Between Architecture and Nature 12 - 14 Nisan 2010 A Coruña, Spain (bilgi için:http://www.wessex.ac.uk/10conferences/eco-architecture-2010.html) ENHR 2010, 22nd Conference Urban Dynamics & Housing Change MİMARİNİN EN`LERİ İnsanoğlu tüm yaşamı boyunca en`lere ulaşmak ve mümkün olmayanı mümkün kılmak için bir çaba içerisindedir. Son yıllarda bu istek mimarlık alanında da kendini yoğun bir şekilde göstermiştir. Bu nedenden dolayı bu sayımızdaki Mimarlık ve Kent gündemine ilişkin haberler sayfamızda sizler için çeşitli, inanılması güç projelerin gerçekleştirildiğine haberler derledik. Emirlikleri (BAE)’nin ticari merkezi Dubai’de resmen açıldı. BAE Başbakanı Prens Muhammed Bin Raşid El Maktum tarafından açılışı yapılan ‘Dubai Mall’, aynı zamanda dünyanın en yüksek fıskiyesi ünvanına sahip Dubai Fountain’a da ev sahipliği yapıyor.Dubai fıskiyesinin, Ortadoğu’daki en parlak nokta olduğu, suyun 50 katlı bina kadar yükselebildiği ve ışıklarının 35 km öteden görülebildiği söyleniyor.Yaklaşık 1.2 milyon metrekarelik bir alana yayılan Dubai Mall’de 1200 mağaza, 14 bin araba kapasiteli otopark, 3 bin kişinin aynı anda yemek yiyebileceği iki ayrı restoran bölümü ve olimpik ebatlarda bir buz pateni bulunuyor. Ayrıca, ziyaretçilerin büyük ilgisini çeken dev akvaryum, 33 bin canlı türüne ev sahipliği yapıyor ve dünyanın en büyük akrilik paneline sahip olduğundan Guinness Rekorlar kitabına girmiş durumda. Yazı ve Görseller: Güncel Haberler Arşivi Çeviri: Sektörel Haberler (web sitesi: http://www.csaar-center.org/ conference/saud2010/) ICBSE 2010 : International Conference on Building Science and Engineering Fotoğraf Kaynak: http//:www.yapi.com.tr 28 Temmuz 2010 Toronto, Canada (web sitesi: http://www.icse-conferences. org) Dünyanın EN Çevreci Evi İrlandali Kingspan firması tarafından tasarımı yapılan ve Sürdürülebilir Konut yasasına uyan ilk ev olan iki odalı konutun ısı kaybı, standart bir yeni evden üçte iki oranında düşük. Sıcak su ve elektrik üretmek için güneş panelleri, çevreci ısı sistemi ve yağmur suyu toplayıcısı gibi kendine yeterli aygıtları bulunan ev, akıllı ölçüm sistemleri sayesinde sakinleri enerjiyi boşa harcadıklarında uyarma yeteneğine sahip bulunuyor. Yakıt olarak çevrede yetişen bitkileri ve hayvan atıklarını kullanan çevreci ısı sistemine sahip evin havaya saldığı eser miktardaki CO2 miktarı, çevrede yetişen ekinlerin absorbe etmesiyle “sıfır emisyona” denk geliyor. Şimdiye dek tasarlanan en çevreci konutun atık sistemi de, bu atıkların enerji üretiminde yakıt olarak kullanılmasını sağlıyor. Fotoğraf Kaynak: http//:haber.seminar. The Second International Conference on Sustainable Architecture and Urban Development 12- 14 Temmuz, 2010 Amman, Jordan Dünyanın en büyük alışveriş ve eğlence merkezi Birleşik Arap 4-7 Temmuz 2010, İstanbul Bildiri ve yayın özeti başvurularının son günü 15 Mart 2010 olarak belirtilmiştir. Daha kapsamlı bilgi için:http:www. enhr2010.com >> 2010 YILINDA GERÇEKLEŞTİRİLECEK BAZI BİLİMSEL TOPLANTILAR devam Yazı ve Görseller: Haber Detay Çeviri:Yapı 11. DOCOMOMO International Conference 19 - 27 Ağustos 2010 Mexico (web sitesi, http://www.docomomo.com) II. Ulusal İç Mimarlık Sempozyumu “Mekân Tasarımında Kültürel Yaklaşımlar” 20 ile 22 Ekim 2010 İstanbul, Türkiye (web sitesi, http://www.icmimarliksempozyumu.org) HAVADİS GAZETESİ EKİ / 07 MART. SAYI 2. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” REKLAMLAR 16 SAYFA