buradan
Transkript
buradan
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK 6...... Balkanların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur İçindekiler 7...... Bahreyn Türkiye'den inşaat sektöründe işbirliği istiyor 4 58 n 44..... Mini buzul çağı geliyor mu? 50..... Ankara, lezzetin gizli adresi 52..... Şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete sahibiz 66..... Mevlâna şehri Konya 72..... Tuz Gölü’nün büyülü atmosferi ÇEVRE KONUSUNA AVRUPA’DAN ÇOK DAHA DUYARLIYIZ 22 2 8...... Tapuda para karşılığı iş yapma dönemini sona erdirdik 10 KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI NELER GETİRİYOR? 26 KALKINMA İÇİN ATIK İSRAFINA SON 34 ENERJİ TASARRUFU İÇİN YEŞİL BİNALAR GELİYOR 38 ORTA DOĞU’NUN YEDİ ÇEVRE HARİKASI 46 YEŞİL EKONOMİ İSTİHDAM DOSTU ULUSAL COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMİ KURULUYOR GERÇEĞİN DESTANLA BULUŞTUĞU YER: ÇANAKKALE ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Kentsel Dönüşüm Yasası Meclis’te DB Yapım Ajans adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şenol Selçuk Turan Yayın Koordinatörü Necati Eren Yayın Kurulu Ümit Kaçar Ali İhsan Kıraç Yakup Türkmen Sezgin Demircioğlu Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar Haber Merkezi Cansu Kurukahvecioğlu Fatma Yıldırım Tasarım DB Yapım Fotoğraflar Selahattin Aydınlı Sıtkı İlanbey Baskı Fersa Ofset Baskı Tesisleri Ostim 36. Sokak No: 5/C-D Yenimahalle, Ankara Tel : 0 312 386 17 00 Faks : 0 312 386 17 04 Yönetim Yeri Aşağı Öveçler Mahallesi 1333 Sokak No: 17/12 Çankaya, Ankara Tel : 0 312 472 47 45 Faks : 0 312 472 47 46 Türü Yaygın Süreli Çevre ve Şehircilik Dergisi’nin üçüncü sayısıyla karşınızdayız. Hayatımızın hemen her alanında karşılık bulan bu iki önemli başlıkla ilgili pekçok haber, bilgi ve dosya yer alıyor bu sayımızda. Kentsel dönüşümle ilgili önemli düzenlemeler içeren yasa artık Meclis’te. Bu sayımızda sözkonusu yasanın kapsama alanını, neler getirdiğini ve hangi düzenlemelerin yapıldığını inceleyen geniş bir dosya yer alıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bedeli ne olursa olsun” talimatıyla başlattığı süreç, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kapsamlı çalışmasıyla yasa haline geliyor. Yasanın temel amacı, afet riskli alanların dönüşümü, riskli yapıların yıkılması ve böylece ülke genelinde güvenli ve yaşanabilir alanların oluşturulması. Hepimizin geleceğini yakından ilgilendiren bu yasayla ilgili dosyamızı ilgiyle okuyacağınızı umud ediyoruz. Bu sayımızdaki bir diğer ana konu, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi çalışmaları. 2003 yılında e-dönüşüm Türkiye Projesi kapsamında başlatılan çalışma, 20062010 döneminde stratejik plana girdi ve ilk yasal düzenlemesi 2009 yılında yapıldı.Dünyada hemen her ciddi ülkenin büyük kaynaklar ayırdığı projeyle ilgili gelinen aşama gerçekten heyecan verici. Geri Kazanım Sanayicileri Derneği Genel Başkanı İbrahim Engin’le “atık israfı” üzerine yapılan söyleşi, bu sayımızda yer alan bir başka önemli başlığı oluşturuyor. Beyhan Aslan tarafından hazırlanan “Anayasa’da Çevre” başlıklı makale, enerji tasarrufunda önemli yeri olan “Yeşil Bina”lar hakkındaki dosyamız, “Ortadoğu’nun 7 Çevre Harikası” adlı görsel şölen, Necati Yılmaz’ın yazdığı “Yeşil Ekonomi, Verimlilik ve İstihdam Dostu” başlıklı çalışma, bu sayıda yer alan ilgi çekici başlıklardan sadece birkaçı. Bu sayıda Kadim Şehirler köşemizin konuğu şehitler diyarı Çanakkale. Tarihin en büyük destanlarından olan Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde hayli anlamlı bir çalışma olarak okuyacağınızı umud ediyoruz. “Şehir Yüzlü İnsanlar” köşemizin bu ayki konuğu Hz. Mevlâna ve elbette onunla bütünleşen Konya. Ümit Kaçar’ın kaleminden keyifle okuyacaksınız. Çevre ve şehircilik alanındaki yeni haberler, dosyalar ve çalışmalarlabir sonraki sayımızda tekrar karşınızda olmayı umut ediyoruz. Saygılarımızla... MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 3 ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HABER "Çevre konusunda Avrupa'dan çok daha duyarlıyız" Avrupa Birliği Delegasyonu Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Jean Maurice Ripert ile Çevre Müsteşarı Hanier Menendez’i makamında kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin müzakereler konusunda üzerine düşen her şeyi yerine getirdiğini ancak AB’den kaynaklanan nedenlerle müzakerelerin son derece yavaş ilerlediğini söyledi. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımının taraflara sağlayacağı faydalara dikkat çeken Bakan Bayraktar, ekonomik kriz sürencinin etkilerinin azaltılmasında Türkiye ile AB’nin ortak fayda çerçevesinde işbirliği yapması gerektiğini ifade etti. kaydeden Büyükelçi Ripert, AB-Türkiye müzakerelerinde çevre faslının önemine işaret ederek, “Atık su yönetimi, içme suyu, çevrenin korunması, bio-çeşitlilik, enerji çeşitliliğinin artırılması konularında çalışmalıyız” şeklinde konuştu. BÜKREŞ SÖZLEŞMESİ İÇİN YARDIM İSTEDİ Karadeniz’in kirliliğe karşı korunmasını amaçlayan Bükreş Sözleşmesi’ne Türkiye’nin taraf olduğunu hatırlatan Ripert, “AB olarak biz de bu sözleşmeye taraf olmak istiyoruz. Bu konuda 2020 yılları için IPA’nın farklı bir maliye politikası uygulayacağını söyledi. ÇEVRE DUYARLILIĞIMIZ AVRUPA’DAN YÜKSEK Türkiye’nin IPA kanalıyla yaptığı yatırımların, çevre konusunda yapılan toplam yatırımların sadece binde 5’ini oluşturduğunu hatırlatan Bakan Bayraktar, Avrupa’nın sanayileşme sürecinde çevreye karşı gösterdiği duyarlılıktan, Türkiye’nin 100 kat daha duyarlı davrandığını vurguladı. Bayraktar, “Türkiye’nin Fransa'da 2023’E KADAR ÇEVREYE 60 MİLYAR EURO Türkiye’nin AB çevre müktesebatına uyumu kapsamında çevre faslının halen devam ettiğini hatırlatan Bayraktar, “Çevre hem çok önemli hem de zor bir konudur. 2023 yılına kadar yaklaşık 60 milyar Euro’luk bir bütçe gerektirmektedir” dedi. Vatandaşlara daha sağlıklı, dengeli ve sürdürülebilir bir çevrede yaşama ve gelecek nesillere daha iyi bir ülke bırakma doğrultusundaki çalışmalarının aralıksız sürdüğünü belirten Bakan Bayraktar, “AB müzakereleri sürecinde ülkemizden kaynaklanmayan yavaşlamaların ortadan kalkmasını temenni ediyorum” diye konuştu. TÜRKİYE İLE AB AYNI KADERİ PAYLAŞIYOR Türkiye ile AB’nin ortak bir kaderi paylaştıklarına olan inancını dile getiren Büyükelçi Jean Maurice Ripert ise, “İnanıyorum ki siz de yakın bir zaman içinde AB’nin bir parçası olabileceksiniz” dedi. Türkiye’nin çevre konusundaki çalışmalarını son derece etkili bulduklarını 4 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 BÜYÜK PARALAR HARCIYORUZ Türkiye’nin AB’ye uyum sürecindeki çevre faslına büyük önem verdiğini belirten Bakan Bayraktar, “AB müktesebatına uygun olarak sanayileşmeye çalışıyoruz ve çevreyi korumak için büyük paralar harcıyoruz” dedi. Türkiye’nin desteğini bekliyoruz” dedi. AB’nin çevre alanında tahsis edilen hibe niteliğindeki yardımlarının yönetimi amacıyla faaliyet gösteren IPA’ya önem verdiklerini belirten Ripert, 2014- olduğu gibi, çamur akan nehirleri yok. Nehirleri, denizleri, temiz. AB müktesebatına uygun olarak sanayileşmeye çalışıyoruz ve çevreyi korumak için büyük paralar harcıyoruz” dedi. ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HABER "Balkanların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur" Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK)/Türk-Makedonya İş Konseyi ev sahipliğinde düzenlenen çalışma yemeğine katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, burada yaptığı konuşmada, “Türkiye olarak tüm Balkanların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur. Balkanlardaki tüm devletlerin barış, kardeşlik içinde yaşaması Türkiye’yi mutlu eder” dedi. altyapı gibi pek çok alanda yaptığı işbirliklerinin ilerleyen dönemde çok daha büyük boyutlara taşınacağına olan inancını dile getirdi. SERBEST TİCARET ANLAŞMASI ÖNEMLİYDİ Sadece ekonomik değil her açıdan Türkiye ile çok iyi ilişkilere sahip olduklarının altını çizen Makedonya ilişkin çalışmalar benim liderliğimde gerçekleşti” dedi. MAKEDONYA, AB’YE AÇILAN KAPIDIR Türk iş dünyasını Makedonya’da yatırım yapmaya çağıran Gruevski, “Makedonya’da yatırım yapan kişiler bunu aslında 650 milyon tüketiciye ulaştıracaktır. Çünkü Makedonya ile AB arasında serbest ticaret anlaşmaları, diğer Balkan ülkeleriyle anlaşmaları vardır” diye konuştu. MAKEDONYA TAM BİR YATIRIM CENNETİ Makedonya’nın yatırım yapmak için çok iyi bir ülke olduğunu belirten Gruevski, şu ifadeleri kullandı: “Yatırım konusunda tüm Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkelerinden öndeyiz. AB ülkelerinden 19’unun önündeyiz. Sadece 8 AB ülkesi, bizden daha üst sıralarda yer almaktadır. Makedonya hükümeti, özellikle yabancı şirketleri çekmek için iş imkânlarının iyileştirilmesi yönünde çok büyük çaba sarf ediyor.” TÜRK İŞ DÜNYASI BALKANLARA DESTEĞE HAZIR BARIŞ TÜRKİYE'Yİ MUTLU EDER Türkiye ile Makedonya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin daha üst seviyelere çıkarılması gerektiğini belirten Bakan Bayraktar, “Balkanlardaki tüm devletlerin barış, kardeşlik içinde yaşaması Türkiye’yi mutlu eder” dedi. İŞBİRLİĞİ BÜYÜK BOYUTLARA TAŞINACAK Makedonya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin istenilen seviyede olmadığına işaret eden Bakan Bayraktar, “İki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri çok daha ileriye taşımak durumundayız” ifadesini kullandı. Bayraktar, Türkiye ile Makedonya’nın tarım, konut, enerji, 6 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Başbakanı Nikola Gruevski, iki ülkenin ekonomik ilişkiler açısından büyük potansiyel taşıdığını söyledi. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacminin 311 milyon dolar olarak gerçekleştiğini, 2011 yılında bu rakamın 380 milyon dolara yükseldiğini belirten Gruevski, “Burada önemle vurgulamak istediğim konu, serbest ticaret anlaşmasının imzalanmasıdır. Bu anlaşmaya DEİK İcra Kurulu Başkanı Rona Yırcalı da Türkiye için Balkanlar bölgesinin özel bir önem kazandığını, Balkanların kalıcı istikrar ve kalıcı barışa kavuşamadan Türkiye’nin istikrar içinde yaşamasının belki de mümkün olmayacağını, bundan dolayı Türk iş dünyası olarak her türlü desteği vermeye hazır olduklarını vurguladı. 2000 yılında yürürlüğe giren serbest ticaret anlaşmasından sonra ivme kazanan ekonomik ilişkilerde önemli mesafeler katedildiğini belirten Yırcalı, Makedonya’da 100 civarında Türk şirketinin 180 milyon dolar olan yatırımlarının yakın zamanda 500 milyon dolara ulaşmasını beklediklerini ifade etti. Bahreyn Türkiye'den inşaat sektöründe işbirliği istiyor Bahreyn İskân Bakanı Basim Bin Yakup El Hamer ve beraberindeki heyeti kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin inşaat sektörü ve inşaat malzemesi alanında dünyanın en ileri ülkelerini geçtiğini ifade etti. Türkiye’nin inşaat sektöründeki tecrübesini Bahreyn ile daha ileri düzeye taşımak istediklerini belirten Bakan Bayraktar, “Bahreyn ile hem coğrafi yakınlığımız, hem de kültürel birlikteliğimiz var. Ama iş potansiyelimiz olması gerektiği gibi değil. Ticari iliş- kilerimizi ileri düzeylere taşırsak, her iki ülkenin gelişmesine çok daha büyük katkı sağlayacağımızı görüyoruz” dedi. rübelerini Bahreyn ile paylaşmak istediklerini söyledi. MEKANSAL PLANLAMA DESTEĞİ Bayraktar’ın bu isteğini memnuniyetle karşılayan konuk Bakan El Hamer, gelecek 10 yıl içinde Bahreyn’de 6 milyar dolarlık sosyal konut yapmayı düşündüklerini, bu konuda Türkiye’nin deneyimlerinden yararlanmak istediklerini dile getirdi. El Hamer, özellikle inşaat sektöründe işbirliğini artırmak istediklerini vurguladı. Bahreyn’in son 9 yılda istikrarlı bir kalkınma ve gelişme kaydettiğini dile getiren Bakan Bayraktar, her iki ülkenin özel sektörü arasındaki ilişkilerin güçlenmesine destek vereceklerini söyledi. Bakan Bayraktar, iki ülke arasında imzalanacak bir protokolle Türkiye’nin mekânsal planlama konusundaki tec- 6 MİLYAR DOLARLIK KONUT Van için bina röntgen cihazı Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, depreme yönelik çalışmalar kapsamında riskli binaların tespiti için Almanya’dan getirilen röntgen cihazının test aşamasında olduğunu, işlemin sağlıklı sonuçlanması durumunda seri alımı için çalışmalara başlanacağını bildirdi. Röntgen cihazlarının seri alımı durumunda, yerel yönetimlerin cihazın kullanımına dair eğitim ihtiyacının karşılanmasına yönelik çalışma yapılacağını belirten Bayraktar, “Bakanlığımız Merkez Laboratuvarı’nda mevcut binaların beton kalitesini ölçmek ve değerlendirmek için Avrupa’da kullanılan ölçüm cihazları, ilgili mevzuat ve kullanılan deney metotları ile ilgili araştırmalar devam etmektedir” dedi. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 7 ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HABER "Tapuda para karşılığı iş yapma dönemini sona erdirdik" Yılda 20 milyon insana hizmet veren tapu dairelerinin yüzde 60’ına kamera yerleştirdiklerini belirten Bayraktar, tapu işlemlerinin artık kapalı kapılar ardında yapılmadığını sözlerine ekledi. 2B’DEN GELECEK PARA ORMANA YATIRILACAK DAİRELERİN YÜZDE 60'INA KAMERA Yılda 20 milyon insana hizmet veren tapu dairelerinin yüzde 60’ına kamera yerleştirdiklerini belirten Bayraktar, para karşılığı iş yapma dönemini tarihe gömdüklerini söyledi. İstanbul Anadolu yakasında yenilenen Ataşehir, Ümraniye, Kadıköy, Üsküdar, Pendik ve Tuzla Tapu ve Kadastro Müdürlükleri toplu açılış törenine katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, burada yaptığı konuşmada, tapuda önemli adımlar attıklarını söyledi. Ülke genelinde 957 tapu müdürlüğü bulunduğunu, bunlardan yaklaşık 600’ünü bilgisayar ortamına taşıdıklarını belirten Bakan Bayraktar, vatandaş odaklı ve hizmet eksenli bir anlayışla çalıştıklarını, para karşılığı iş yapma döneminin sona erdiğini söyledi. Orman özelliğini yitirmiş, “2B” arazisi olarak bilinen Hazine arazilerinin satışını öngören kanun tasarısına da değinen Bakan Bayraktar, “Bu yasayı, ormanları çoğaltmak için çıkartıyoruz” dedi. 2B uygulamasını, “orman vasfını tamamen kaybetmiş arazilerin kullanıcılarına bedelinin biraz altında satılması” olarak tarif eden Bayraktar, bu satışlardan elde edilen gelirlerle yeni ormanlar yapılacağını söyledi. Bu hususun yasaya da konulduğunu belirten Bayraktar, “Çıkacak olan 2B yasasında, 2B’den alınacak paralarla yeni orman üretme, yeni ağaçlandırma yapma, Türkiye’nin afet dönüşümünü sağlama ve şehirlerimizi güzelleştirme noktasında adımlar atacağız” diye konuştu. ODTÜ’nün "Katlanan Tekne” tasarımı ABD'nin Çevre Oskarları ikincisi oldu ODTÜ Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Gürsu başkanlığındaki ekip, katlanıp kaldırılabilme özelliğiyle teknelerin marina bağımlılığını ortadan kaldıran “Foscat32” isimli katamaran tasarımlarıyla ABD'nin Çevre Oskarları olarak kabul edilen “Green Dot” yarışmasında en iyi ikinci tasarım ödülünü aldı. Aynı 8 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 ekibin geliştirdiği suyunu arıtan, elektriğini üreten, güneşle ısınan ve evlerin belediyelerle bağlantılarını en aza indiren Sera Villa tasarımı da ödüle layık görüldü. Dr. Gürsu, “Dünya sorunlarına çözümler ürettiğimiz projelerle 11 Çevre Oskarını elinde bulunduran tek ekibiz” dedi. KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı Meclis’te KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI NELER GETİRİYOR? Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü Dünya nüfusu sürekli artıyor. 1800’de 990 milyon olan dünya nüfusu, 1900’de 1 milyara, 1960’ta 3,3 milyara yükseldi. Bugün bu rakamın 7 milyarı bulduğu tahmin edilmektedir. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası halen kentlerde yaşamaktadır. 2050 yılına kadar kentli nüfusun 6 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. KENTLEŞME MEZOPOTAMYA’DA BAŞLADI Kentleşme için temel faktör nüfus artışı olmakla birlikte, kentleşmeyi tanımlarken toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişimlere de yer vermek gerekmektedir. 10 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Günümüzden 5 bin yılı aşkın bir süre önce Mezopotamya'da ortaya çıkan kentleşme, en basit anlamda "kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması" olarak tanımlayabileceğimiz demografik, ekonomik ve sosyo-kültürel bir değişmeyi ifade etmekte olup, hızla büyüyen ve kaçınılmaz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. KENTLER SANAYİ DEVRİMİ İLE GÜÇLENDİ Dünya nüfusu, sanayi devrimine kadar oldukça yavaş artmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte kentlerin gelişmesi olağanüstü bir güç kazanmış ve bu dönemden sonra artan dünya nüfusu, giderek kentsel alanlarda toplanmıştır. Kentleşme, 18. yüzyıl sonlarından itibaren bugünün gelişmiş ülkelerinde, sanayi sektörünün gelişimine paralel olarak yaşanmaya başlanmıştır. Kentleşme hareketinin dünya geneline yayılması ise II. Dünya Savaşından sonra gerçekleşmiştir. 1800 yılında 15 milyon olan kentli nüfus, 1980’lerde 800 milyona yükselmiş bulunmaktadır. 2000’li yılların başında ise yeryüzünde 3,2 milyar kişinin kentlerde yaşadığı tahmin edilmektedir. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre, 1980’lerde sayıları 35 olan 5 milyondan kalabalık kentlerin sayısı, 21. yüzyılın başında 60’ı geçmiştir. BEDELİ NE OLURSA OLSUN Başbakan Erdoğan'ın "Bedeli ne olursa olsun" diyerek başlatılması talimatını verdiği "Kentsel Dönüşüm" ile ilgili kanun tasarısı, afet riskli alanların dönüşümünü ve riskli yapıların yıkımını sağlayarak ülke genelinde güvenli ve yaşanılabilir alanlar oluşturmayı amaçlıyor. TÜRKİYE 84 YILDA YÜZDE 500 BÜYÜDÜ Ülkemiz nüfusu ise 1927 yılından beri artışını kesintisiz sürdürmektedir. 1927 yılında 13 milyon civarında olan ülkemiz nüfusu, 2011 sonu itibari ile 74 milyonu geçmiştir. Cumhuriyet dönemindeki ilk ve son sayımlar arasında geçen 85 yıllık süre içerisinde, ülke nüfusu yüzde 500’den fazla bir oranda büyümüştür. Ülkemizde özellikle 1950 sonrası görülmeye başlayan; hızlı nüfus artışı, tarımda makineleşme, kentsel alanların görece çekici etkisi beraberinde, göç olgusunu getirmiştir. Böylece Türkiye’nin artan nüfusu, özellikle 1950 sonrasında kentsel alanlarda toplanmaya başlamıştır. 1927 yılında toplam nüfusun sadece yüzde 24,2’si kentsel alanlarda yaşarken, bu oran 1950 yılında yüzde 25’e, 1980 yılında yüzde 43,9’a ve 2011 yılında yüzde 76,8’ye yükselmiştir. Böylece Ülkemiz kent nüfusu ve kentsel nüfus artış hızı ile dünyanın önde gelen ülkeleri arasına katılmıştır. GERİ KALMIŞ ÜLKELER ÇARPIK KENTLEŞİYOR Nüfus artışı ve sanayileşme sonucu ortaya çıkan kentleşme olgusu, çok sayıda sorunu da beraberinde getirmiştir. Kentleşme hareketlerinde dikkati çeken önemli hususlardan birisi, çarpık kentleşmenin daha çok gelişmekte olan ülkeler açısından sorunlu olduğudur. Gerçekten de gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkelerin kentleşme özellikleri farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde kentleşme ile sanayileşme bir arada yürüyen bir süreç iken, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan "demografik anlamda" kentleşmedir. Bu sebeple, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kentleşmesi, "hızlı", "çarpık", "aşırı", "dengesiz" ve "tekyönlü" kentleşme olarak tariflenmektedir. Bu gelişmelere Asya, Afrika ve Latin Amerika kentleri ile birlikte Türkiye’de de rastlanılmaktadır. Bugün özellikle dünyada gelişmekte olan birçok ülkede (Brezilya, Çin, Hindistan ve birçok Güney Amerika, Asya ve Afrika ülkeleri) kentleşme sorunları yaşanmakta ve kentsel dönüşüm bu ülkelerin gündeminde önemli yer tutmaktadır. BREZİLYA’DAN KENTSEL DÖNÜŞÜME 570 MİLYAR DOLAR Bu konuların çözümü için hükümetler ciddi şekilde kafa yormaktadırlar. Örneğin, Brezilya’da bin 700 gecekondu bölgesinden acil olan 200 bölgenin dönüştürülmesi için devlet 570 milyar dolar bütçe ayırmayı planlamakta, diğer yandan, Çin’de 10 milyon acil konut ihtiyacı ve Hindistan’da da 10 milyon çok acil konut ihtiyacı olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde, Afrika’da, Güney Amerika’da, Ortadoğu’da ve Asya’da da sosyal konut ihtiyacı ve gecekondu dönüşüm sorunları bulunmaktadır. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 11 KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM SAVUNMASIZ KENTLER Hızlı ve denetimsiz kentleşme ve yapılaşma süreci, kentlerimizin doğal afetler ve insan kaynaklı tehlikelere karşı dirençsiz ve savunmasız bir biçimde büyümesine neden olmuştur. sağlıksız, afet riski bakımından güvenli olmayan, can ve mal güvenliği açısından risk taşıyan, kentsel teknik ve sosyal altyapıdan yoksun ve imar mevzuatına aykırı, kentsel alanlar ve yapı stoğu ortaya çıkmıştır. AFET RİSKLERİNİ ARTIRAN FAKTÖRLER ÇARPIK KENTLEŞMENİN SOSYAL FATURASI ÇOK AĞIR Ülkemizde de dünyanın yaşadığı benzer sorunlar ortaya çıkmış, kentlerimize olan yoğun nüfus baskısının oluşturduğu gecekondulaşma ve kaçak yapılaşma; kentlerimizin sağlıklı büyümesini ve gelişmesini önlemiş, olası bir afet durumunda can ve mal kaybı riskini arttırmış, doğal çevrenin tahrip olmasına yol açmış ve yoksulluğu besleyen bir yapı oluşturmuştur. Bu süreçte kentsel sorunlara çare bulmak amacıyla geliştirilen politikalar da yetersiz kalmıştır. KANUN TASARISININ HAZIRLANMA GEREKÇELERİ Cumhuriyet döneminde başlayan "modern, bilinçli, sistemli ve gayretli" olarak ifade edilebilecek kentleşme hareketlerinin, 1950’lere gelindiğinde yoğun göçlerle birlikte hızlanması ve mevcut kentsel donanımların bu hızı yakalamada son derece geri kalması, kuşkusuz ülkemizde sağlıksız kentleşmenin ilk tohumlarını atmıştır. Ülkemizde 1950’li yıllardan sonra yaşanan hızlı ve denetimsiz kentleşme ve yapılaşma süreci, kentlerimizin doğal afetler ve insan kaynaklı tehlikelere karşı dirençsiz ve savunmasız bir biçimde büyümesine neden olmuştur. 12 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 TUTARLI VE ETKİN POLİTİKA GELİŞTİRİLEMEDİ Kırsal alandan kentlere hızlı göç sonrasında yaşanan hızlı nüfus artışı sonucunda, göçle gelen kitlelerin barınma sorunlarını çözecek, onları güvenli, sağlıklı, her türlü teknik ve sosyal altyapısı tamamlanmış yaşam çevrelerinde iskân edecek tutarlı ve etkin politikalar geliştirilmemiştir. Bu süreçte; kentler, plansız gelişmeleri yanında hem doğal, tarihi ve kültürel çevreyi, hem de afet risklerini göz ardı ederek büyümüşlerdir. Bu sürecin sonunda günümüzde, düzensiz, Kentsel dönüşüm yalnızca deprem açısından riskli alanlar için düşünülemez; ancak kentlerinin büyük bir kısmının imar mevzuatına aykırı yapılaştığı Türkiye’de deprem riski bulunan alanlardan başlanılması uygundur. Afet riskleri, kentlerin yalnızca tehlike kaynaklarına yakınlıklarından kaynaklanmamaktadır. Yapı sağlamlığının yanında yerleşim düzeni ve dokusu, altyapı ve sosyal donatı, açık alan yetersizlikleri, tehlikeli kullanımlar, bir afet sonrasında hemen kullanılması gereken hastane, okul, spor salonları, itfaiye, haberleşme sistemleri, afet yönetim merkezleri gibi kritik tesislerin mekânsal dağılımı ve bir sistem oluşturmaması, özel tehlikelere konu alanların iskân edilmiş olması gibi çok sayıda fiziki, sosyal, çevresel ve toplumsal etkenler de afetler konusunda etkili olmaktadır. KENTSEL DÖNÜŞÜM GEREKTİREN DURUMLAR Kentler, gerek kentsel gelişim sürecine özgü sanayileşme, göç gibi nedenlerle gerekse savaş, afetler gibi olağandışı nedenlerle dönüşüme uğramaktadırlar. Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş ve çöküntü alanları, cazibesini yitirmiş alanlar, sağlıksız ve kaçak yapılar ve gecekondu alanlarıdır. Olağandışı kent yenileme nedenleri açısından bakıldığında, ülkemizde kentsel dönüşüm ihtiyacı depremler başta olmak üzere yangın ve sel gibi afetler ve afet riskleri nedeniyle ortaya çıkmaktadır. KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN GEREKLİLİĞİ ORTAK KARAR Kentsel dönüşüm, 1999 Marmara ve Düzce depremleri başta olmak üzere, yaşanan diğer önemli depremler ve son olarak da 2011 yılında meydana gelen Simav ve Van depremlerinde yaşanan yıkımlar ve kayıplarla daha da görünür hale gelen "kentleşme ve yerleşme sorunları" nedeniyle en çok konuşulan ve tartışılan konulardan biri haline gelmiştir. Yaşanan bu depremler ile ortaya çıkan can kayıpları ve ağır hasarlı veya yıkılan binaların sayısı, ülkemizdeki mevcut yapı stoğunun önemli bir kısmının risk altında olduğunu göstermiştir. Deprem baskısının bir sonucu olarak kentsel dönüşümün bir zorunluluk olduğu konusunda, ilgili çevreler ve özellikle yerel ve merkezi idareler hemfikir olmuşlardır. KENTLERİN BÜYÜK KISMI İMARA AYKIRI YAPILAŞMIŞ Kuşkusuz, dönüşümü yalnızca deprem açısından riskli alanlar için düşünmek çok da doğru bir yaklaşım değildir. Ancak yine de öncelikler adına konu ele alınarak yapılan bir etaplamada, kentlerinin büyük bir kısmının imar mevzuatına aykırı yapılaştığı Türkiye’de bu tür alanların dönüşümünü ilk sıraya koymak ve bu alanların önceden olduğu şekliyle değil, bir dönüşüme tabi tutulmak suretiyle yeniden oluşumlarını temin etmek gerekmektedir. Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş ve çöküntü alanları, cazibesini yitirmiş alanlar, sağlıksız ve kaçak yapılar ve gecekondu alanlarıdır. SAĞLIKLI KONUTLAR ANAYASAL GÖREV Bilindiği gibi, Anayasamızın 56. maddesi; herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ve çevreyi geliştirmenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu hükmüne; 57. Maddesi ise devletin şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri almakla yükümlü olduğu hükmüne amirdir. Bu kapsamda Anayasamızda öngörüldüğü üzere ilgili mevzuatça Bakanlığımıza verilmiş olan görev, yetki ve sorumluluklar kapsamında Bakanlığımız sürdürülebilir çevre ve ya- şam kalitesi yüksek yerleşmeler hedefine ulaşmak için çalışmalarına başlamıştır. KENTSEL TASARIM VE İMAR PLANI ÇALIŞMALARI Gerek İstanbul’un Marmara deprem kuşağında olmasının getirdiği deprem riski gerekse bölgelerdeki çarpık kentleşme vb. diğer sorunlar nedeniyle, Sultanbeyli ve Ümraniye ilçelerinde bir kısım alanlarda Bakanlar Kurulu’nun 6 Ekim 2011 tarih ve 2011/2266 sayılı kararı ve 07.01.2012 tarih ve 2012/2641 sayılı kararı uyarınca yürütülecek iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamaları ile İstanbul Uluslararası Strateji Belgesinin KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN ULUSAL FİKİR BİRLİĞİ 1999 Marmara ve Düzce, 2011 Simav ve Van depremlerinde yaşanan yıkımlar ve kayıplarla daha da görünür hale gelen kentleşme ve yerleşme sorunlarının "kentsel dönüşüm" ile çözülmesi konusunda ulusal ölçekte fikir birliği oluşmuştur. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 13 KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM stoğumuzun büyük bir kısmının güvensiz ve imar mevzuatına aykırı olması, kaçak yapılaşmanın çok fazla olması nedenleriyle afetler oluşmadan önce gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik çıkarılacak bir mevzuat ile zarar azaltma öncelikli kentsel dönüşüm çalışmalarında mahalli idarelerle birlikte hızlı ve etkili projelendirme ve uygulamaların gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. UYGULAMADA YAŞANAN SORUNLAR 6 MİLYAR KENT NÜFUSU 7 milyarı bulan dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşıyor. Kentli nüfus sayısının 2050 yılına kadar 6 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. Kabulüne Dair Yüksek Planlama Kurulu Kararı kapsamında, İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olması için İstanbul İli, Ataşehir İlçesi sınırları içerisinde bulunan bir kısım alanın "fiziksel altyapısının iyileştirilmesi başlıklı bölümünde belirtilen kriterlere uygun hale getirilmesine dair Bakanlar Kurulunun 22.08.2011 tarih ve 2011/2163 sayılı kararı uyarınca yürütülecek master plan, kentsel tasarım ve imar planı çalışmalarına başlanılmış olup, gerekli çalışmalar devam etmektedir. VALİLİKLER AFET RİSKİ OLAN BÖLGELERİ BELİRLİYOR Diğer taraftan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak, zarar azaltma öncelikli kentsel dönüşüm çalışmalarında mahalli idarelerle birlikte hızlı ve etkili projelendirme ve uygulamaların gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Bu kapsamda Bakanlığımız uzmanlarınca, ülkemizin birçok kentinde muhtemel kentsel dönüşüm projelerine dair yerinde inceleme yapılmakta, Belediye ve diğer kurum ve kuruluşlar ile birlikte koordineli olarak çalışmalar yürütülmekte ve teknik destek sağlanmaktadır. Diğer taraftan Bakanlığımızca 81 il Valiliğine yazı yazılmış ve öncelikle afetlerden azami zarar görebilecek alan 14 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 ve bölgelerinin araştırılarak bu alanlardan kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenebilecek bölgelerin tespit edilmesi, bu alanlara ilişkin gerekli bilgi ve belgelerin Bakanlığımıza iletilmesi istenilmiş olup, bu kapsamda tespit ve talepler Bakanlığımıza gönderilmeye devam etmektedir. Kentsel dönüşüme ilişkin düzenleme ve uygulamalar uzun süre, mevcut mevzuat ve yasal düzenlemeler çerçevesinde yürütülmüştür. Bu düzenlemelerin bir kısmından mevzuatın özü nedeniyle, bir kısmından da uygulamada yaşanan sorunlar nedeniyle istenen sonuç alınamamaktadır. Bu yasal düzenlemelerin önemli olanları şunlardır: 775 SAYILI GECEKONDU KANUNU 1966 yılında çıkartılan 775 sayılı Gecekondu Kanunu ile ıslah edilebilecek gecekonduların ve gecekondu yerleşmelerinin iyileştirilmesi, tasfiyesi ve en Gelişmiş ülkelerde kentleşme ile sanayileşme bir arada yürüyen bir süreç iken, gelişmekte olan ülkelerde kentleşme "demografik yığılma" olarak karşımıza çıkıyor. ZARAR AZALTMA ÖNCELİKLİ ÇALIŞMALAR Bu kapsamda fiziki mekânın güvenli, nitelikli ve yaşanabilir kılınması için afet riski taşıyan alanların, fiziki, sosyal ve ekonomik köhneme alanlarının, korunması gerekli doğal, tarihi ve kültürel çevre alanlarının toplum yararı esas alınarak dönüşüm plan ve projeleri kapsamında tasfiye, yenileme ve iyileştirmeye tabi tutulması büyük önem arz etmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak, ülkemizde, başta deprem olmak üzere afet riskinin yüksek olmasına karşın yapı önemlisi yeni gecekondu yapımını önleyici tedbirlerin getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak ıslah etme ve önleme çabaları yetersiz kalmıştır. Başlangıçta yalnızca konutları içeren düzenleme ve afların kapsamı çıkarılan yeni yasalarla sanayi ve ticari yapılarını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu düzenlemeler, kaçak yapılaşmanın Hazine, belediye, vakıf ve benzeri kamu arsa ve arazilerine yönelmesini adeta teşvik etmiş, bu alanlar spekülatörlerin yağmasına uğramıştır. Gecekondulaşma kentsel yaşamı da dönüştürmüş, kentlerde kentlileşememiş nüfus sorunu ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan bu Kanunda yapılan bazı değişiklikler sonucunda gecekonducular, arsa ya da konutunu satarak ya da kat karşılığı vererek rant sağlamışlar ve yeni gecekondu yapmaya devam etmişlerdir. İMAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun. 24.02.1984 tarihinde yürürlüğe giren bu Kanun kapsamında yapılan ıslah imar planları ile kentin sorunlu bölgeleri iyileştirilmeye çalışılmış, ancak bu tür yerleşimler düzenli ve yeterli kentsel standartlara hiçbir zaman ulaşamamıştır. 2981 sayılı Kanun imar mevzuatına aykırı yapılarla gecekonduları kapsamakta olup, gecekondu bölgelerinde ve çöküntü haline gelmiş alanlardaki sorunların çözümü için sorun teşkil eden yapıları sadece yıkmak veya dar gelirlilerin arsa edinmelerini sağlamak olmak üzere iki yol benimsenmiştir. Bu düzenleme ve uygulamalar, maalesef sağlıksız ve/veya ruhsatsız yapılaşmayı önleyici veya mevcut olanları iyileştirici olmamış, tam tersine birer imar affına dönüşmüştür. Dahası günümüzde afet riskli alanlar genellikle bu tür alanlardan oluşmaktadır. 3194 SAYILI İMAR KANUNU Genel anlamda kentsel gelişmeye yön veren temel yasa 3194 sayılı İmar Kanunudur. Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiş olup, kentleşme açısından önemli bir kanundur. 1/1000 ölçeğe kadar inen arazi kullanım planlarının hazırlanması için gerekli yetkileri sağlamaktadır. Ancak, bu Kanun kentsel dönüşüm/yenileme alanlarının tanımlanması için kriterleri içermemektedir. Diğer taraftan Kanunun 39’uncu maddesi ile sadece yıkık veya yıkılacak derecede tehlikeli yapılara ilişkin ilgili idarelerce yapılması gerekli işlemler belirlenmiştir. Afet öncesi veya sonrası yapılacak işlemlere ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. YIPRANAN TARİHİ VARLIKLARIN YENİLENMESİ 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun. 16.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun amaç maddesinde doğal afetlere karşı tedbirler alınmasına yönelik hüküm bulunmasına karşın, Kanun yenileme alanlarını yalnızca "SİT alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanları" ile sınırlamıştır. 5543 SAYILI İSKÂN KANUNU 19.09.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5543 sayılı İskân Kanunu ile devletin büyük projelerini gerçekleştirmek için yeni yerleşim alanları oluşturulması hedeflenmiştir. Ancak afetten dolayı zarar görebilecek yapılar için bir düzenleme bulunmamaktadır. 2985 SAYILI TOPLU KONUT KANUNU Konut ihtiyacının karşılanması, konut piyasasının düzenlenmesi, devletin yapacağı destekler için Toplu Konut Fonu'nun meydana getirilmesi ve kullanılması amacıyla 1984 yılında 2985 SAĞLIKLI BİR ÇEVRE ANAYASAL HAK Anayasanın 56’ncı maddesine göre herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. 57’nci madde ise konut ihtiyacının şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde karşılanmasını düzenlemektedir. Söz konusu Kanun, kentsel yenileme uygulamalarını yürütmede önemli bir yasal araç olarak yürürlüğe girmiştir. Çerçeve kanun niteliği taşıyan, uygulamayı yönetmeliğe bırakan bu Kanun, beraberinde de birtakım sorunlar getirmiştir. Bütüncül bir planlama anlayışından kopuk oluşu, parçacı/noktasal çözümleri teşvik edişi, "kentsel yenilenme alanı" ilanının bilimsel kriterlere dayanmayışı ve kolaylıkla istismar edilmeye açık oluşu, uygulama için gerekli araçları tanımlamaması bu sakıncalar arasında sıralanmaktadır. sayılı Toplu Konut Kanunu çıkarılmış, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı kurulmuş, daha sonrasında İdare’nin görev ve yetkileri genişletilerek bugünkü şeklini almıştır. TOKİ, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun Ek 7. maddesi uyarınca gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri geliştirebilmekte, inşaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabilmektedir. Her ne kadar söz konusu maddede İdarenin depremle ilgili dönüşüm projeleri de gerçekleştirebileceği belir- MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 15 KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM AFET TEDBİRLERİ VE YAPILACAK YARDIMLAR 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun. Afet mevzuatının temel çerçevesi, 1959 yılında yürürlüğe giren 7269 sayılı Kanun ile daha çok kırsal bölgelerde meydana gelen doğal afetlerde afet sonrası acil müdahale, yardım, geçici barınma ve kalıcı konut sorunlarını çözmek için tasarlanmıştır. Deprem vb. afetler öncesinde, bu risklere hazırlanmak anlamında risklerin azaltılmasına yönelik hükümleri içermemektedir. Diğer yandan afet sonrası müdahale yetkisi tamamen merkezi hükümet tarafından üstlenilmekte, yerel idarelerin rolü sadece merkezi organlara lojistik destek sağlama ile sınırlı kalmaktadır. AFET MEVZUATI RİSK KAVRAMINI GÖZARDI EDİYOR YOĞUN GÖÇ ve SAĞLIKSIZ KENTLEŞME Cumhuriyet'le birlikte başlayan “modern, bilinçli, sistemli ve gayretli” kentleşme hareketinin yerini, 1950’lerden sonra yaşanan yoğun göçler nedeniyle sağlıksız kentleşme almıştır. tilmiş olsa da, burada İdareye seçmeli bir serbesti tanınmıştır. Bu kapsamda bu Kanun, kapsamlı dönüşüm uygulamaları gerçekleştirilmesinde yetersiz kalmaktadır. 5393 SAYILI BELEDİYE KANUNU Belediyelere kentsel dönüşüm alanı ilan etme ve projeleri uygulamaya yönelik yetkiler 5393 sayılı Kanunun 73. Maddesi ile verilmiş olup, bu maddenin son şekli 17.06.2010 yılında yürürlüğe girmiştir. 5393 sayılı Belediye Kanunu, Belediye Meclislerine dönüşüm alanı saptama 16 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 ve ilan etme yetkisi vermiş, ancak sınır saptama ve ilan etmenin hangi fiziksel, sosyal, ekonomik ve idari kriterlere göre yapılacağını tanımlamamıştır. Kanuna göre bir yerin kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilân edilebilmesi için; yalnızca o yerin belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması ve en az 50 bin metrekare olması şartı bulunmaktadır. Diğer taraftan siyasi kaygılardan ötürü bu maddenin uygulanmasında sorunlar yaşanmakta olup, Belediyelerce yürütülen dönüşüm projeleri tam olarak amacına ulaşmamaktadır. Artık nüfusunun üçte ikiden fazlası kentlerde barınan Türkiye’nin kentlerinde son yıllarda meydana gelen depremlerde, afet mevzuatının zararların azaltılması konusunda son derece yetersiz kaldığı tüm kesimlerce anlaşılmıştır. Afet sonrası afet bölgesinde yaşamı normale döndürmeyi amaçlayan, iyi niyetli, ancak afetin zararlarının nasıl azaltılacağını hiç hesaba katmayan, risk kavramını tümüyle göz ardı eden afet mevzuatı, gittikçe artan kentsel deprem zararları karşısında kaynak yaratma sıkıntısına düşmüş, Türkiye 1992 Erzincan depreminden sonra afet mevzuatını ayakta tutabilmek için borçlanmaya başlamıştır. TASARIDA NELER ÖNGÖRÜLÜYOR? Kentsel dönüşüme ilişkin mevzuatta boşluklar ve eksiklikler bulunmakta olup, bu düzenlemelerin bir kısmından mevzuatın özü nedeniyle, bir kısmından da uygulamada yaşanan sorunlar nedeniyle istenen sonuç alınamamaktadır. Çok yönlü, kapsamlı politika, teknik yöntemlerden, kurumsal ve finansal yapıdan ziyade, yönetim sistemi içinde farklı birimlerin, sorunlar ortaya çıktıkça ÜLKEMİZDEKİ DERPEM GERÇEĞİ geliştirmeye çalıştıkları, birbirlerinden kopuk, geçici düzenlemeler ve uygulamalar söz konusu olmuştur. Çok sayıda yasa ve kurum söz konusudur ve bugün hala kamu "Kentsel Dönüşüm Yasası" beklentisi içindedir. Diğer taraftan mevcut mevzuat düzenlemelerinin "finansman boyutunun zayıf olması ve yaptırım gücünün olmaması" nedenleriyle de yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu vb. nedenlerle, "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı" hazırlanmış olup, yasalaşması için gerekli çalışmalar yürütülmektedir. TEMEL AMAÇ GÜVENLİ, YAŞANABİLİR ALANLAR OLUŞTURMAK Kanun tasarısının temel amacı; afet riskli alanların dönüşümünü ve riskli yapıların yıkımını sağlayarak ülke genelinde güvenli ve yaşanılabilir alanların oluşturulmasıdır. Bu Kanun Tasarısıyla, olası afet risklerine, kentsel standartların oluşturulmasına ve sosyal ve ekonomik koşullara ilişkin bir takım önlemlerin alınması hedeflenmektedir. Tasarıda, "Riskli Alan, Rezerv Yapı Alanı ve Riskli Yapı" tanımı yapılarak Bakanlık, TOKİ ve mahalli idarelerce bu alan ve yapılara ilişkin Kanunun amacını gerçekleştirmek üzere yetki ve görevler ile uygulamaların gerçekleştirilmesine yönelik araçlar belirlenmiştir. Kanun kapsamında kullanılmak üzere çeşitli mali kaynaklar ve uygulamaları hızlı ve etkili bir şekilde hayata geçirmek üzere araçlar tanımlanmıştır. Söz konusu araçlar şunlardır: RİSKLİ ALANLAR, REZERV YAPI ALANLARI VE RİSKLİ YAPILAR Riskli alanların, Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılacağı, Rezerv yapı alanının, Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya re’sen, Maliye Bakanlığı'nın uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirleneceği, Riskli yapıların, riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edileceği, Riskli yapıların, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanunî temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara, Bakanlıkça süre verilmesi ve verilen süre içerisinde tespitler yapılmadığı takdirde Bakanlıkça veya İdare’ce yapılacağı veya yaptırılacağı; Türkiye’de deprem doğuran, yaklaşık 15 bin km’si ana aks olmak üzere, toplam 24 bin 500 km. uzunluğunda canlı fay vardır. Ülkemizdeki deprem kuşağına baktığımızda ekonomik anlamda gelişmiş illerimizin bu alanlarda olduğu görülmektedir. 1903 yılından günümüze, topraklarımızda hasar doğuran 130 depremde (yılda ortalama 1 depremden fazla) 100 bin can kaybı ve yaklaşık 2 milyon ev kaybettik. Ülke zenginliğimizin yüzde 90’ı ciddi deprem riski altındadır. (60 milyon insanımız, 12 milyon konut, 400 Milyar Dolarlık altyapı ve makine parkı) Son yüzyıl içinde depremlerde ortalama her yıl milli gelirimizin yüzde 1’ini kaybettik. 1939 yılında meydana gelen Erzincan depreminde 60 saniye içinde 33 bin yurttaşımızı kaybettik. 1999 yılında meydana gelen Gölcük ve Düzce depremlerinde milli gelirimizin yüzde 10-15’i birkaç dakika içinde kayboldu. Olası İstanbul depreminin sonuçları: Üretim kaybı, ekonomik büyümede duraksama, ekonomik, sosyal ve siyasi kaos, salgın hastalıklar, otorite boşluğu. Ağır hasarlı Can kaybı Fiziksel hasar Evsizler İşsizler : 20 - 50 bin bina : 20 - 50 bin kişi : 100 milyar Dolar : 1 - 2 milyon : 0,5 -1,5 milyon Son yaşanan Van Depremlerinde yıkılan ve/veya ağır hasar gören konut sayısının yaklaşık 30 bin olacağı tahmin edilmektedir. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 17 KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM TAHSİS VE DEVİR İŞLEMLERİ Kanun kapsamındaki uygulamalarda kullanılmak üzere, hazine arazilerinin,Hazine arazileri dışındaki kamu kurumlarına ait arazilerin veya kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisli arazilerin gerektiğinde ilgili kurum ve kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınarak Bakanlığa tahsisi ya da TOKİ veya İdarelere bedelsiz devrinin sağlanacağı; TASARRUFLARIN KISITLANMASI Riskli alanlarda, riskli yapıların bulunduğu arazilerde ve rezerv yapı alanlarında uygulama tamamlanıncaya kadar her türlü imar ve yapılaşma işlemlerinin geçici olarak durdurulacağı, riskli yapılara elektrik, su ve doğalgaz hizmetinin verilmeyeceği, Bu kanun kapsamında uygulamalarda kullanılmak üzere tahsis ve devre konu Hazine arazilerinin satışının, kiralanmasının ve başka amaçla tahsis işlemlerinin yapılmayacağı; TÜRKİYE KENTSEL DÖNÜŞÜME HAZIR Özellikle son dönemdeki gelişmeler sonrası kentsel dönüşüm hususunda vatandaşların da hassasiyetleri, talepleri ve devlete güvenleri artmış, büyük bir beklenti oluşmuştur. Valilikler ve Belediyelerden gelen taleplerin yanı sıra, yaşadıkları alanlarda kentsel dönüşüm uygulamaları gerçekleştirilmesi ve riskli yapıların bertarafı yönünde vatandaşlar tarafından da münferit birçok dilekçe ve başvuru Bakanlığımıza iletilmektedir. Tüm bu hususlar Türkiye’nin kentsel dönüşüm için hazır olduğunu göstermektedir. Bugün bu konunun, ülkemizin öncelikli ve önemli gündemlerinden biri olarak ele alınması ve Devlet politikası haline getirilmesi için, dünya örneklerinde olduğu gibi devlet-hükümet, mahalli idareler, sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, üniversiteler ve uygulama birimleri ile işbirliği yapılması gerekmektedir. KOORDİNATÖR KURUM İHTİYACI Kentsel dönüşüm projelerini daha hızlı bir şekilde hayata geçirebilmek için ilave düzenlemelere ve koordinatör kurumun belirlenmesine ihtiyaç TAHLİYE, YIKIM VE ANLAŞMA ESASI Riskli yapıların yıkımı ve diğer uygulamalarda öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidileceği, Yıkım ve tahliye işleminin duruma göre yapı sahibi, Mülki Amirler ya da Bakanlık eliyle gerçekleştirileceği; UYGULAMA İŞLEMLERİ Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda yapılacak uygulamalara ilişkin paydaşların en az 2/3 çoğunluğu ile karar verileceği ve 2/3 çoğunluğun kararına katılmayanların paylarının diğer paydaşlara satılacağı veya rayiç bedeli de Bakanlık’ça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına re’sen tescil edileceği, Paydaşların 2/3’ü arasında anlaşma sağlanamaz ise; kamulaştırma ya da acele kamulaştırma yapılacağı, Anlaşma ile tahliye edilen, yıktırılan veya kamulaştırılan yapı maliklerine veya hak sahibi olanlara konut, işyeri, arsa veya dönüşüm gelirlerinden kredi verilebileceği, iş ve işlemleri hüküm altına alınmıştır. 18 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Dünya'da KENTSEL DÖNÜŞÜME BÜYÜK BÜTÇE Çin ve Hindistan’da 10’ar milyon acil konut ihtiyacı olduğu biliniyor. Brezilya’da 1700 gecekondu bölgesinden acil olan 200 bölgenin dönüştürülmesi için 570 milyar dolarlık bütçe ayrılıyor. KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN ULUSAL İŞBİRLİĞİ ŞART Kentsel dönüşüm bir zarurettir. Ancak zaruret olduğu kadar da kurumların tek başına altından kalkamayacağı gerçekleştirilmesi çok zor bir iştir. Bu süreçte ilgili bütün kurum ve kuruluşların, merkezi ve mahalli idarelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve tüm paydaşların birlikte hareket etmesi büyük önem taşımaktadır. duyulmaktadır. Ancak bu şekilde yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli, görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar elde edilebilecek ve halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar altında ikametleri de temin edilecektir. Böylece Anayasa’daki "sosyal hukuk devleti" ilkesinin hayata geçirilmesi için önemli bir adım da atılmış olacaktır. TEKNOLOJİ ULUSAL CBS ULUSAL COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMİ KURULUYOR Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü Uygulama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurma çalışmaları 2003 yılında e-Dönüşüm Türkiye Projesi kapsamında başlatılmış, 2006-2010 stratejik planına girmiş, ilk yasal düzenleme 2009’da yapılmıştır. Günümüz dünyasında, bilgi en hızlı artan ve en çok tüketilen olgulardan biridir. Hal Varian ve Peter Lyman tarafından yapılan bir araştırmada 2000 yılında küresel düzeyde üretilen toplam yeni bilginin bin 500 terabayt olduğu ve bunun yıllık yüzde 66 oranında bir büyüme ile 2003 yılında 3 bin 500 terabayta ulaştığı tahmin edilmiştir. Kuşkusuz bu artış, gelişen teknolojiye paralel olarak sürekli artan bir hızla büyümektedir. Coğrafi bilginin üretilen bilgi içindeki payı ise oldukça büyüktür. Yeryüzündeki bilgilerin yaklaşık yüzde 80’i mekânsal bilgidir (TKGM, 2005; GEO). Coğrafi bilgi, doğrudan veya dolaylı olarak belirli bir konum ya da coğrafi alanla ilgili veriden elde edilen bilgi olarak tanımlanabilir. Coğrafi bilgi, "nerede" bilgisi ile anlaşılmayı, kullanılmayı ve analizi kolaylaştırmak yanında aynı mekâna ait farklı zaman noktalarında elde edildiğinde hem alındıkları zaman noktalarına hem de bu noktalar arasındaki sürece dair bilginin de nakledilmesini sağlar. MİLYARLARCA DOLAR HARCANIYOR Dünyadaki binlerce kurum ve kuruluş (kamu sektörü, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler), coğrafi bilgininin üretimi ve kullanımı için her yıl milyarlarca dolar harcamaktadır (FGDC, 1997; Groot ve McLaughlin, 2000). 20 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi, öz bir ifade ile, mekansal veriye erişimi mümkün kılmak veya erişimi kolaylaştırmak amacıyla yapılan teknolojik, politik ve kurumsal düzenlemelerin bütünüdür. Veri yönetimi ve ağ teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak, yüksek maliyetlerle üretilen coğrafi bilginin bir sistem dâhilinde paylaşımının sağlanması için mekânsal veri altyapısı oluşturma çalışmaları başlamıştır. ULUSAL COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMİ Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi, öz bir ifade ile, mekansal veriye erişimi mümkün kılmak veya erişimi kolaylaştırmak amacıyla yapılan teknolojik, politik ve kurumsal düzenlemelerin bütünüdür. Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi veya aynı anlamda kullanılan Ulusal Mekansal Veri Altyapısı, daha geniş bir tanımla; dağıtık bir mimari ile tutulan mekansal verilerin, kurumlar, kuruluşlar, teknoloji, insan ve ekonomik kaynakların oluşturduğu bütün içinde, web servisleri ile değişiminin, paylaşımının, erişilebilirliğinin ve kullanımının koordinasyonunu ve kolaylaştırılmasını amaçlayan altyapıdır (Groot ve Mclaughlin 2000). pective, ESDP), genişleyen Avrupa’nın global ekonomideki yeri hedef olarak belirlenmiştir. AB, ESDP ile içe dönük bölgesel planlama politikalarının yerine, global rekabetin mekansal stratejilerini ikame eden araçlar geliştirmeyi hedeflemiş ve bunun uygulanabilmesi için Avrupa düzeyinde her üye devlette üretilen verinin ortak bir istatistiki bilgiye dönüştürülmesini bir gereklilik olarak belirlemiştir. INSPIRE DİREKTİFİ Bu doğrultuda çıkarılan INSPIRE Direktifi, su kaynakları yönetimi, acil durum yönetimi, afet yönetimi, tarımsal faaliyetlerin organizasyonu ve yönetimi, yatırım alanlarının tespiti, kentleşmenin izlenmesi gibi birçok stratejik uygulamayı gerçekleştirebilmek amacıyla farklı kurumlar tarafından üretilen coğrafi verilerin tek bir yapı içinde kullanıma sunulmasını ve paylaşımını amaçlamaktadır. INSPIRE Direktifi’ne göre Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi bileşenleri metaveri; mekânsal veri setleri ve mekânsal veri servisleri; network servisleri ve teknolojileri; paylaşım, erişim ve kullanıma ilişkin düzenlemeler ile koordinasyon ve izleme mekanizmalarından oluşmaktadır. INSPIRE ile belirlenen standart ve politikalar, AB uyum programı çerçevesinde, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısının oluşturulması için temel olarak alınmaktadır. ÖNEMLİ BİR KARAR DESTEK ARACI CBS ve KBS, çarpık kentleşmenin neden olduğu sosyal, ekonomik ve ekolojik problemlerin belirlenmesi, analiz edilmesi ve çözümlenmesi için kent bilgisinin yönetilmesinde, mekansal planlama ve kentsel dönüşüm süreçlerinin iyileştirilmesinde ve uygulamaların hızlanmasında önemli bir karar destek aracıdır. İLK ÇALIŞMALAR ABD’DE BAŞLADI Ulusal Mekânsal Veri Altyapısı ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde, 13 Nisan 1994 yılında yayımlanan Federal Kayıt ile açık bir şekilde tanımlanmıştır. Bunu takip eden yıllarda, farklı ülkeler, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemini kurma çalışmalarına başlamış ve 2007 yılında Avrupa Birliği tarafından yayımlanan 2007/2/EC numaralı INSPIRE (Avrupa Mekânsal Veri Altyapısı) Direktifi ile coğrafi bilginin kıtasal düzeyde paylaşılabilmesi hedeflenmiştir. AVRUPA’DAKİ ÇALIŞMALAR 1999 yılında Avrupa Birliği Mekansal Gelişme Perspektifi adında hükümetler arası bir belge yayınlayarak (European Spatial Development Pers- MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 21 TEKNOLOJİ ULUSAL CBS Coğrafi bilginin üretilen bilgi içindeki payı oldukça büyüktür; yeryüzündeki bilgilerin yaklaşık yüzde 80’i mekânsal bilgidir. TÜRKİYE’DEKİ ÇALIŞMALAR Ülkemizde Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurma çalışmaları 2003 yılında Başbakanlık tarafından yayınlanan 2003/48 sayılı Genelge ile yürütülmeye başlanan e-Dönüşüm Türkiye Projesi Kısa Dönem Eylem Planı kapsamında başlatılmıştır. Eylem Planı'nda yer alan “Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturulabilmesi İçin Bir Ön Çalışma Yapılması” konulu 47 numaralı eylem Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün (TKGM) sorumluluğunda gerçekleştirilmiştir. 22 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 2005 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın koordinasyonunda 2005/5 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı ile e-Dönüşüm Türkiye Projesi 2005 Eylem Planı yayınlanmıştır. Bu eylem planında yer alan “Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturmaya Yönelik Altyapı Hazırlık Çalışmaları” konulu 36 numaralı eylemin yürütülmesi görevi TKGM'ye verilmiştir. Bu kapsamda yapılan çalışmaların neticesinde Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Politika ve Strateji Dokümanı hazırlanmıştır. CBS ÇALIŞMALARI 2006’DA BAŞLADI 2006-2010 Bilgi Toplumu Stratejisi Eylem Planının "Kamu Yönetiminde Modernizasyon" teması altında yer alan 75 numaralı “Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu” eylemi ile Türkiye’de coğrafi veri altyapısı kurulumuna yönelik uygulama çalışmaları başlatılmıştır. 75 numaralı eylem, kamu kurum ve kuruluşlarının sorumlusu oldukları coğrafi bilgileri ortak altyapı üzerinden kullanıcılara sunmaları amacıyla bir portalın oluşturulması ve coğrafi verilere ilişkin içerik ve değişim standartlarının belirlenmesi konularını kapsamaktadır. TKGM sorumluluğunda yürütülen eylem sonucunda, Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Fizibilite Etüdü hazırlanmıştır. Hazırlanan rapor, 14 Ocak 2011 tarihinde mülga Devlet Planlama Teşkilatı'na sunulmuştur. INSPIRE DİREKTİFİ INSPIRE Direktifi su kaynakları yönetimi, acil durum yönetimi, afet yönetimi, tarımsal faaliyetlerin organizasyonu ve yönetimi, yatırım alanlarının tespiti, kentleşmenin izlenmesi gibi birçok stratejik uygulamayı gerçekleştirebilmek amacıyla farklı kurumlar tarafından üretilen coğrafi verilerin tek bir yapı içinde kullanıma sunulmasını ve paylaşımını amaçlamaktadır. İLK YASAL DÜZENLEME 2009’DA 09.12.2009 tarihinde mülga Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'de yapılan değişiklik ile “Türkiye Coğrafi Bilgi Sisteminin Oluşturulmasına, iyileştirilmesine ve işletilmesine dair iş ve işlemleri yapmak, yaptırmak, yaygın olarak kullanılmasını teşvik etmek” görevi verilmiş ve Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi oluşturulması ile ilgili ilk yasal düzenleme yapılmıştır. Bu göreve dayalı olarak 2011-2013 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programda, «e-Devlet Uygulamalarının Yaygınlaştırılması ve Etkinleştirilmesi» hedefi kapsamında, 2011 yılı Yatırım Veri yönetimi ve ağ teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak, yüksek maliyetlerle üretilen coğrafi bilginin bir sistem dâhilinde paylaşımının sağlanması için mekânsal veri altyapısı oluşturma çalışmaları başlamıştır. Programı'nda 268 numaralı tedbir ve 2012 yılı Yatırım Programında 289 numaralı tedbir ile «Ulusal düzeyde coğrafi bilginin sunumunu ve paylaşımını sağlamak üzere bir portal kurulacak; veri içerik ve değişim standartları belirlenecektir» alt hedefi tespit olunmuştur. Bakanlığımızca, “Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Projesi” kapsamında belirlenen hedefleri gerçekleştirmek üzere çalışmalara devam edilmektedir. ULUSAL CBS NELER SAĞLIYOR? Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi, farklı kurum ve kuruluşlar tarafından üretilen coğrafi verinin bir araya getirilmesini, farklı kullanıcılara ve uygulamalara paylaştırılmasını, ulaşılabilir verinin keşfini ve kullanım amacına uygunluğunun değerlendirilmesini sağlamaktadır. Bunları sağlayabilmek için beş önemli alanda uygulama esasının belirlenmesi ve düzenleme yapılması gerekmektedir: - Metaveri; - Belirlenecek olan temalardaki coğrafi veri ve servislerin birlikte çalışabilirliği ve uyumlaştırılması; - Ağ servisleri ve teknolojileri; - Coğrafi veri ve servislerin paylaşımı ile ilgili önlemler; - Koordinasyon ve izleme önlemleri. ETKİN YÖNETİM VE KALİTELİ HİZMETİN ANAHTARI: CBS Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısının oluşturulması, Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda belirlenen Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin Yaygınlaştırılması, e-Devlet Uygulamalarının Yaygınlaştırılması ve Etkinleştirilmesi, Kamu Hizmetlerinde Kalite ve Etkinliğin Artırılması, Çevrenin Korunması ve Kentsel Altyapının Geliştirilmesi, Enerji ve Ulaştırma Altyapısının Geliştirilmesi ile Bölgesel Gelişme Politikasının Merkezi Düzeyde Etkinleştirilmesi hedeflerine hizmet etmektedir. Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısının kurulması ile elde edilecek faydalar şöyle özetlenebilir: - Birlikte çalışabilir coğrafi veri standartları belirlenerek e-devlet uygulamalarının yaygınlaşması sağlanacak ve vatandaşa verilen hizmetin niteliği ve niceliği arttırılacak, - Veri paylaşımı sağlanarak mükerrer veri üretiminin önlenmesi neticesinde kaynak israfının önüne geçilecek, - Doğru ve güncel coğrafi bilgiye erişim sağlanması ile karar destek süreçleri iyileşecek ve kamuda etkin yönetime hizmet edilecek, - Veriye hızlı ve kolay erişim sağlanarak yatırım süreçleri iyileşecektir. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 23 TEKNOLOJİ ULUSAL CBS STANDARTLAR BELİRLENİYOR Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurulumunun yerel yönetim odaklı olarak sağlanması için, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca “Kent Bilgi Sistemi Standartlarının Belirlenmesi Projesi” yürütülmektedir. ULUSAL CBS’NİN HEDEFLERİ Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Projesi’yle, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kapsamındaki coğrafi veri temaları ile bunlara ait tanım ve kapsam, Avrupa Mekânsal Veri Altyapısı (INSPIRE) Direktifi ve uygulama esasları da dikkate alınarak belirlenmektedir. Kurum ve kuruluşlarca üretilen coğrafi verilerin birlikte çalışabilirlik esasları dahilinde paylaşılabilmesi için; referans model, uygulama şeması ve detay kataloglama kuralları, koordinat referansı ve birim tanımlama, tanımlayıcı yönetimi, kayıt yönetimi, metaveri, veri transferi ve veriler arasındaki tutarlılık gibi bileşenleri içeren jenerik kavramsal model tanımlanmakta ve buna dayalı olarak uygulama şemaları oluşturulmakta ve veri tanımlama dokümanları hazırlanmaktadır. KENT BİLGİ SİSTEMLERİNE STANDART Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurulumu gerçekleştiriminin yerel yönetim odaklı olarak sağlanması için; Bakanlığımızca “Kent Bilgi Sistemi Standartlarının Belirlenmesi Projesi” yürütülmektedir. Bilindiği üzere kent bilgisi kentliye hizmet eden altyapı, çevre, inşaat, ulaştırma, enerji, turizm, tarım, haberleşme, güvenlik ve diğer tüm sektörlerce üretilen ya da kullanılan bilgilerin bütününden oluşmakta ve bu geniş veri ve bilgi yelpazesi ise Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi’nin kapsamını oluşturmaktadır. ÖNEMLİ BİR KARAR DESTEK ARACI: KBS Coğrafi Bilgi Sistemleri ve onun kent bazına indirgenmiş şekli olan Kent Bilgi Sistemleri (KBS), çarpık kentleşme ve şehirlerin hızlı büyümesinin neden olduğu ve giderek artan sosyal, ekonomik ve ekolojik problemlerin belirlenmesi, analiz edilmesi ve çözümlenmesi için kent bilgisinin yönetilmesinde, mekansal planlama ve kentsel dönüşüm süreçlerinin iyileştirilmesinde ve yapılacak uygulamalarda hız kazanılmasında önemli bir karar destek aracıdır. Proje kapsamında Kent Bilgi Sistemi standartlarının oluşturulmasına yönelik olarak mevzuat, kurumsal altyapı, veri/ kullanıcı gereksinimi ve uluslararası standartların analizi ile kavramsal veri modeli tasarımı, mekânsal veri standartlarının belirlenmesi, KBS veri değişim formatının geliştirilmesi ve idari ve mali modelleme çalışmaları yapılmaktadır. KAYNAKÇA FGDC, (1997), "Framework, Introduction and Guide", Book of Federal Geographic Data Committee, Washington. GEO, Oregon Geospatial Enterprise Office, http://gis.oregon.gov/. Groot, R. and McLaughlin, J. (2000), "Geospatial Data Infrastructure: Concepts, Cases and Good Practice", Oxford University Press, New York, USA. TKGM, (2005), "Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturulabilmesi İçin Ön Çalışma Raporu". TKGM, (2006), "Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturmaya Yönelik Altyapı Hazırlık Çalışmaları Raporu". TKGM, (2010), "Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Fizibilite Etüdü Raporu" Varian, H. and Lyman, P., (2003), http://www2.sims.berkeley.edu/research/projects/how-much-info-2003/printable_report.pdf. 24 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 GERİ DÖNÜŞÜM ATIK YAĞLAR "KALKINMA İÇİN ATIK İSRAFINA SON VERMEK ŞART" GEKSANDER Genel Başkanı İbrahim Engin’e göre, kalkınma çabasındaki ülkelerin doğal kaynaklarından maksimum faydalanabilmeleri için atık israfına son vermeleri gerekiyor. Geri Kazanım Sanayicileri Derneği (GEKSANDER) Genel Başkanı İbrahim Engin, derneğin Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından lisanslandırılmış geri kazanım-dönüşüm sektörünü temsil eden firmalar öncülüğünde 14 Nisan 2009 tarihinde Ankara’ da kurulduğunu söyledi. KURUMSALLAŞMAK ÖNCELİKLİ HEDEF Sektörün kurumsallaşmasını sağlamak için çalıştıklarını kaydeden Engin, amaçlarını, "geri dönüşüm sektöründe faaliyet gösteren yerel ölçekli şirketlerin ortak kazanımlarının sağlanması, şirketlere küresel bir geniş görüşlülük kazandırmak, sektör içerisinde ortak paydalar oluşturarak birlikte çevresel ve bilimsel bir yapı kazanılması" şeklinde özetledi. 26 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 DERNEK BÜNYESİNDEKİ SEKTÖRLER Dernek bünyesinde, madeni atık yağ ve bitkisel atık yağ geri dönüşümü, elektrik ve elektronik atıkların geri dönüşümü, kablo geri dönüşümü, metal geri dönüşümü, atık pil ve akümülatörlerin geri dönüşümü, endüstriyel ambalajların geri dönüşümünü yapan firmalar bulunduğunu belirten Engin, bu dalların dernek yönetiminde de temsil edildiğini söyledi. YEŞİL KAMERA KISA FİLM YARIŞMASI GEKSANDER’in de aralarında yer bulunduğu 13 sivil toplum kuruluşunun 5 Haziran 2009 Dünya Çevre Gününde İstanbul’da Bitkisel atık yağ, sanayiden çıkan atık yağ, demir, çelik, bakır, kurşun, kâğıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik atıkların geri kazanılması, doğal kaynakların tükenmesini en azından geciktiriyor. bir araya gelerek "Atıkları Kaynağında Toplama Platformu"na katıldıklarını hatırlatan Engin, destek verdikleri sosyal sorumluluk projelerine dair şunları anlattı: "Atıkların geri dönüştürülerek ekonomiye yeniden kazanılması konusunda kamuoyundaki bilincin gelişmesine katkı sağlamak amacıyla, Recycling INDUSTRY Dergisi’nin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın desteği, TÜÇEV’ in katkılarıyla düzenlediği Yeşil Kamera Üniversiteler Arası Geri Dönüşüm ve Çevre Kısa Film Yarışması’na katkı ve destek sağlıyoruz." ÇEVRE YÖNETİMİ ÇALIŞTAYI Çevre ve Orman Bakanlığı öncülüğünde TÜÇEV ile birlikte 27–28 Mayıs 2010 tarihinde Sapanca’da düzenlenen "AB Sürecinde Çevre Yönetimi Çalıştayı"na katılarak sektördeki beklentileri dile getirdiklerini kaydeden Engin, TAIEX RTP tarafından 20–21 Ekim 2010 tarihinde Eskişehir’de gerçekleştirilen "Atık Yağ Mevzuat ve Uygulamaları" konulu seminere katılarak sunum yaptıklarını ifade etti. GEKSANDER Genel Başkanı İbrahim Engin II. ULUSAL ATIK MADENİ YAĞ ÇALIŞTAYI TÜBİTAK tarafından 24 Şubat 2011 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen "II. Ulusal Atık Madeni Yağ Çalıştayı"nda Türkiye’de madeni yağ sektörü, atık yağların toplanması ve taşınması, geri kazanımı ve bertaraf edilmesine ilişkin konuların dile getirildiğini hatırlatan GEKSANDER Genel Başkanı Engin, "Atık Kod Listesi’ndeki 20 ana başlıkta yer alan atıklardan birçoğunun geri kazanımı/dönüşümü yapılabilmektedir. Derneğimiz bütün bu alanların düzenlenmesi ile ilgili yapılan faaliyetlerin içerisinde yer almaktadır" şeklinde konuştu. çevre sağlığının korunması konusunda önlemlerin alınması yönünde gerekli çalışmaları yapmak ve sürdürebilirliği amacını ilke edinerek faaliyetlerini devam ettirmektir." ATIK YÖNETİMİNDE ÖNCELİK SIRASI Genel Atık Yönetimi’nde öncelik sırasının, 1) Önleme, 2) Kaynakta Azaltma, 3) Yeniden Kullanım, 4) Geri Kazanım/ Geri Dönüşüm, 5) Ön İşlem (Yakma Dâhil), 6) Bertaraf şeklinde sıralandığını hatırlatan Engin, sektörün eğitilmesinde büyük katkıları bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Şu İşleri Bakanlığı ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’ne teşekkür etti. DERNEĞİN MİSYONU Faaliyetler sırasında bakanlıklar, belediyeler, enstitüler, üniversiteler, STK, diğer kurum ve kuruluşlar ile birlikte hareket ettiklerinin altını çizen Engin, derneğin misyonunu şöyle özetledi: "Derneğimiz atık madeni yağların, toplanması, taşınması, depolanması ve geri kazanımı ile birlikte insan ve Atık Yağ Nasıl Oluşur? Sanayileşerek kalkınmış ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de madeni yağ kullanım oranının yıldan yıla arttığına işaret eden GEKSANDER Genel Başkanı İbrahim Engin, ömrünü doldurarak kullanım özelliklerini kaybeden veya değişik nedenlerle kullanılmayan yağların "atık yağ" olarak adlandırıldığını söyledi. Madeni veya sentetik yağların yağlama amacıyla belli bir süre kullanım sonucunda kimyasal ve fiziksel olarak kirleneceğine dikkati çeken Engin, şunları söyledi: "Yağ, içindeki katkı maddelerinin kırılması, normal kullanım esnasında kir, metal sürtünmeleri, su veya kimyasallarla karışarak kirlenir ve rengi koyulaşarak kullanılamaz duruma gelir. Yağ zamanla uzun kullanımdan dolayı iyi performans göstermez. Dolayısıyla motorun daha iyi iş yapabilmesi için kullanılmış yağ, yeni yağla değiştirilir." MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 27 GERİ DÖNÜŞÜM ATIK YAĞLAR GERİ DÖNÜŞÜM NEDİR? Geri dönüşümü, "yeniden değerlendirilme imkânı olan atıkların çeşitli fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilip ikincil hammaddeye dönüştürülerek tekrar üretim sürecine dâhil edilmesi" şeklinde tarif eden Engin, "Diğer bir ifadeyle geri dönüşüm, herhangi bir şekilde kullanılarak kullanım dışı kalan atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile ham veya mamul madde olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılmasıdır" dedi. Bitkisel atık yağ, sanayiden çıkan atık yağ, demir, çelik, bakır, kurşun, kâğıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik atıkların geri kazanılması, doğal kaynakların tükenmesini en azından geciktiriyor. KAYNAKLAR SINIRSIZ DEĞİL Kaynakların sonsuz olmadığının, dikkatlice kullanılmadığı takdirde doğal kaynakların bir gün tükeneceğinin akıldan çıkarılmamasını isteyen Engin, "Bu durumun farkına varan ülke ve üreticiler kaynak israfını önlemek ve ortaya çıkabilecek enerji krizleri ile baş edebilmek için atıkların geri kazanılması ve tekrar kullanılması için çeşitli yöntemler aramış ve geliştirmişlerdir" diye konuştu. ATIK İSRAFINA SON Ülke Ekonomisine Devasa Katkı Türkiye ekonomisi açısından bakılacak olursa: Bir varil yaklaşık 210 litre ham petrolden 3 litre baz yağ elde edilirken, aynı miktar baz yağı 4.75 litre atık motor yağından elde etmek mümkündür. Ülkemizin baz madeni yağının çoğunu ithal eden bir ülke olduğunu düşünülürse, rafinasyon ve rejenerasyonun ülke ekonomisine katkısının devasa boyutu hesaplanabilir. Nitekim Ocak-Ağustos 2011 döneminde toplanan atık motor yağının, yüzde 9’u hammadde olarak geri kazanılmak üzere lisanslı rafinasyon rejenerasyon tesislerinde, yüzde 80’i enerji olarak geri kazanılmak üzere çimento, kireç veya demir çelik fabrikalarında, yüzde 11’i tehlikeli atık olarak bertaraf tesisinde değerlendirilmiştir. 28 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Kalkınma çabasında olan ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya bulunan gelişmekte olan ülkelerin doğal kaynaklarından uzun vadede ve maksimum şekilde faydalanabilmeleri için atık israfına son vermeleri gerektiğine dikkati çeken GEKSANDER Başkanı, "Geri dönüşümde amaç; kaynakların gereksiz kullanılmasını önlemek ve atıkların kaynağında ay- rıştırılması ile birlikte atık çöp miktarının azaltılması olarak düşünülmelidir" dedi. GERİ DÖNÜŞÜM ÇOK ÖNEMLİ "Bitkisel atık yağ, sanayiden çıkan atık yağ, demir, çelik, bakır, kurşun, kâğıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik atıklar gibi maddelerin geri kazanılması ve tekrar kullanılması, doğal kaynakların tükenmesini en azından geciktirecektir" diyen Engin, şöyle devam etti: "Bu durum; ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ithal edilen hurda malzemeye ödenen döviz miktarını da azaltacak, kullanılan enerjiden büyük ölçüde tasarruf sağlayacaktır. Örneğin kullanılmış kâğıdın tekrar kâğıt imalatında kullanılması, hava kirliliğini yüzde 74–94, su kirliliğini yüzde 35, su kullanımını yüzde 45 azaltmaktadır. Bir ton atık kâğıdın kâğıt hamuruna katılmasıyla 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir." Fiber hızlı TTNET FİBERNET, yani hızlıdan da hızlı internet evinize geliyor. HD kalitedeki filmler dakikalar içinde iniyor. İnternette beklemeler sona eriyor. Gençler hayal ettikleri hızda oyun oynuyor! TTNET FİBERNET’le tanışmak için, sizi de bir TTNET Satış Noktası’na bekliyoruz! TTNET’le her şey mümkün! www.ttnet.com.tr l 444 0 375 TTNET FİBERNET Paketleri ile 100 Mbps’ye kadar hızlı internet erişimi sağlanabilmektedir. TTNET FİBERNET Paketleri altyapının uygun olduğu yerlerde verilebilmektedir. Hizmetten yararlanabilmek için uygun cihaz gerekmektedir. TTNET FİBERNET tarife paketleri ve hizmet detayları hakkında ayrıntılı ve güncel bilgi www.ttnet.com.tr’de. BİLİNÇ DUYARLILIK TESTİ ÇEVRE VE ŞEHİR TESTİ 1. Dünyadaki tüm şehirler, dünya üzerinde yaklaşık yüzde 2’lik bir alan işgal ediyor. Acaba dünyadaki sera gazı emisyonlarının yüzde kaçı şehirlerden salgılanıyor? A) Yüzde 10 B) Yüzde 20 C) Yüzde 50 D) Yüzde 70 2. Büyük şehirlerde kişi başına salınan sera gazı emisyonu miktarı, ülke ortalamasına kıyasla daha azdır. Ancak aşağıdaki şehirlerden hangisinde kişi başına salınan emisyon ülke ortalamasından fazladır? A) İstanbul B) New York C) Londra D) Pekin 3. Marmaray Projesi hayata geçirildikten sonra, projenin gerçekleştirilmediği durum ile kıyaslanınca, projenin kaç yıllık işletme dönemi boyunca, yıllık ortalama 115,000 ton/yıl düzeyinde sera gazı emisyonu giderilecektir? A) 10 yıl B) 25 yıl C) 50 yıl D) 75 yıl 4. Aşağıdakilerden hangisi dışa enerji bağımlığı yüksek olan Kore’nin toplu konutlarda kullandığı enerji tasarruf yöntemlerinden biridir? A) Binaların birbirlerine yakın bir şekilde inşa edilmesi B) Binalardaki yapılarda yansıtıcı camların kullanılması C) Binaların güneye bakacak şekilde inşa edilmesi D) Binaların birbirlerine uzak bir şekilde inşa edilmesi 5. Aşağıdaki şehirlerden hangisinde çalışan kesim arasında toplu taşıma kullanım oranı en yüksektir? A) Amsterdam B) Honolulu C) Zürih D) Tokyo 6. Kentsel dönüşüm projelerini ve bu işlemler sonrası ortaya çıkan büyük ölçekli atıkların yönetimi düşünüldüğünde, atık malzemelerinin ne kadarını geri kazanmak mümkündür? A) %30 B) %50 C) %70 D) %90 30 n ÇEVRE ve ŞEHİR n MART 2012 7. Isı adası, birbirine yakın çok sayıda ısı kaynağının kentsel alanlarda ısının artmasına neden olarak bu alanlarla etrafları arasında gece ısısı yönünden farklılık yaratan ve dolayısıyla sıcak havayı ve kirleticileri tutan bir sis kubbesi oluşumuna yol açan olumsuz duruma denir. Kentlerde oluşan ısı adasının küresel ısınmaya etkisi nedir? A) Fosil yakıt emisyonlarından daha şiddetli bir etkisi vardır B) Fosil yakıt emisyonları ile aynı seviyede bir etkisi vardır C) Fosil yakıt emisyonlarından daha az bir etkisi vardır D) Küresel ısınmaya herhangi bir etkisi yoktur 8. Hollanda’nın Roterdam şehri 2011 yılında 100 küresel şehir arasında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre kişi başına en çok sera gazı salgılayan şehir seçilerek listede en üst sıraya yerleşmiştir. Şehirdeki yüksek sera gazı emisyonun sebebi nedir? A) Şehrin bir liman kenti olması B) Nüfusunun yüksek olması C) Genç nüfusun yüksek olması D) Soğuk bir şehir olması 9. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir atık yönetim sistemi, geri kazanılabilir atıkların çöp ile karışmadan kaynağında ayrı toplanması ve organize bir yapı içerisinde geri kazanım sürecinin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Geri kazanım çalışması ile aşağıdakilerden hangisi mümkün olmaktadır? A) Doğal kaynakların korunması B) Sera gazı emisyonlarının azaltılması C) Katı atık miktarının artması D) Küresel ısınmanın önlenmesi 10. Bir zamanlar insanların yanından geçerken kokudan rahatsız oldukları, kapanması için önünde eylemlerin yapıldığı Mamak Çöplüğü, hangi yöntemin kullanılmasıyla artık yılda 500 bin ton karbondioksit eşdeğeri emisyon gerçekleştiren bir yer haline gelmiştir? A) Çöplüğün başka bir yere taşınması B) Entegre Katı Atık tesisinin kurulması C) Kompostlaştırma D) Çöplerin yakılması CEVAP 1 Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir araştırmaya göre şehirlerden salgılanan sera gazı emisyonu toplam sera gazının yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor. CEVAP 2 Toplu taşıma, nüfus yoğunluğu ve dar yaşama alanları sebebiyle şehirlerden kişi başına salınan sera gazı emisyonu, ülke ortalamasından altındadır. Ancak Pekin’deki kişi başına salınan sera gazı emisyonu, tüm Çin’e kıyasla daha fazladır. Bunun nedeni ise ülkenin geri kalanının çoğunun başkente kıyasla daha az gelişmiş olmasıdır. CEVAP 3 Marmaray Projesinin gerçekleştirmediği takdirde ortaya çıkacak olan durumla, projenin gerçekleştirilmesi karşılaştırıldığında, projenin bir sonucu olarak hava kirliliğinde oluşacak olan azalmanın yaklaşık olarak sera gazlarının miktarında -başta CO2 olmak üzere- ilk 25 yıllık işletim dönemi boyunca, yıllık ortalama olarak yaklaşık 115 bin ton/yıl düzeyinde olacağı tahmin edilmektedir. CEVAP 4 Enerji tasarrufu için alınacak önlemlerden bir tanesi ısınmayı arttırmak için binaları güneye bakacak şekilde inşa etmektir. CEVAP 5 Şehrin kısıtlı coğrafyası ve merkezi istihdam alanı sayesinde Honulu’da uygulanan otobüs sistemi ile yaklaşık çalışan kesimin yüzde 97’si toplu taşıma ile yolculuk etmektedir. CEVAP 6 Bina yapımı ve inşaat atığının tüm fraksiyonları göz önünde tutulursa atık malzemelerin yüzde 90’nını geri kazanmak mümkündür. Hali hazırda inşaat atıklarının sadece küçük bir kısım geri kazanılmaktadır. CEVAP 7 2011 yılında Stanford Üniversitesinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre ısı adaları Sanayi Devriminden bu yana küresel ısınmanın yüzde 2 ve yüzde 4’lük bir kısmına etki etmektedir. Fosil yakıtlar ise toplam küresel ısınmanın yüzde 79’luk kısmını etkilemektedir. CEVAP 8 Avrupa’nın en büyük liman kenti olan Roterdam, aynı zamanda petrol ürünlerinin ticaret merkezi ve büyük gemilerin yakıt alma yeridir. Benzer nüfuslu ve iklimli şehirlere kıyasla Roterdam’daki kişi başına düşen sera gazı emisyonu bu nedenden dolayı kat ve kat fazladır. CEVAP 9 Geri kazanım çalışması ile doğal kaynakların korunması, kaynak israfının önlenmesi ve bertaraf edilmesi gereken katı atık miktarının azaltılması mümkün olmaktadır. Ayrıca, hem depolama alanına giden atık miktarı azaltılabilecek, hem de değerlendirilebilir atıklar hammadde olarak ekonomiye kazandırılabilecektir. CEVAP 10 Mamak’ı bu hale getiren Entegre Katı Atık tesisinin kurulmasıdır. Birinci safhada çöp sahası rehabilite edilir ve çöp gömülür. Daha sonra borulama yapılarak gaz çıkartılır. Aynı safhanın içinde o çıkan gazdan enerji üretilebilir ve aynı anda çöp ayrıştırma istasyonlarında geri dönüşümlü ve organik malzemeleri ayıklanır. Organik maddeler fermantasyon yöntemiyle metan gazına, enerjiye ve gübreye çevrilir. İkinci safhada kompozit üretim ve ilave fermantasyon yapılır. Üçüncü safha ise geri kalan çöp termal yöntemle tekrar enerjiye ve gübreye çevrilir. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİR n 31 ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HUKUK Anayasa'da çevre Av. Beyhan Aslan Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı 21. Dönem Denizli Milletvekili Siyasi partilerimiz seçimler öncesi, 1982 Anayasasının ihtiyaçlara cevap vermediği, ihtilal ürünü olan bu anayasadan kurtulmak gerektiği konusunda halkımıza görüşlerini arz ettiler. Geniş halk kitleleri, sivil toplum örgütleri üniversiteler, kamu ve özel sektör temsilcileri, aydınlar da aynı düşünceyi paylaştılar. Seçim sonrası oluşan T.B.M.M, bütün toplumu kucaklayan, çağdaş, yeni bir anayasanın yapımı için; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi partilerimizin eşit üye ile temsil edildiği, oybirliği ile kararların alına- 32 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 bildiği Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nu oluşturdular. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek ile birlikte, İzlaşma Komisyonu; her vesile ile yayınladıkları mesajlarında, toplumun her kesimine hitap ederek, Anayasa ile ilgili görüş ve önerilere açık olduklarını, bu konuda görüşleri ve önerileri olanların elektronik ortamda iletişim kurarak ya da bizzat başvurarak iletebileceklerini açıkça ilan ettiler. Umarız, muhataplar çağrıyı dikkate almışlar, katkıda bulunmuşlardır ya da bulunacaklardır. Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı olarak; vakfımızın amacını oluşturan tüketici hakları ve çevreye ilişkin konuların, Anayasal teminat altına alınması temennimizdir. Tüketici Hak ve Sorumlulukları kapsamına; sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının yanında, sağlıklı çevrenin oluşumuna katkıda bulunmak, yani çevreyi ve doğal kaynakları korumak sorumluluğu da girmektedir. 1982 Anayasamızın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması başlığı altında düzenlenen 56. Maddesi sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını ve çevrenin korunması ile sağlıklı çevrenin oluşmasında bireylere ve devlete görev yüklemiştir. Mevcut Anayasamızda anayasal teminat mevcuttur. Anayasamızda var olan mevcut metinle yetinmeyip, çevre daha ileri boyutta yeni anayasamızda yer almalıdır. Çevreyle ilgili daha ileri bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Anayasaların kısa ve öz metinler olduğunun bilincindeyiz. Kısa, öz, anlaşılır cümlelerle anayasa içeriğinde çevre konusu daha kapsamlı olarak teminat altına alınmalıdır. "Çevrenin anayasalarda yer almasına gerek yoktur. Anayasalar kısa ve öz metinlerdir. Çevreye ilişkin konular kanunlarla düzenlenmelidir" görüşüne katılmıyoruz. Yeni Anayasa tartışmalarında önem verilen bir başlık olması temennimizdir. Çevrenin Anayasal düzeyde korunması; yasama organını çevrenin korunması, kirliliğin önlenmesi, kirletenin sorumluluğu konularında hukuki ve cezai yaptırımlarla ilgili kanunları çıkarma zorunluluğu altına sokacaktır. Yargı; çevresel konularda karar verirken gücünü Anayasadan alacaktır. Yürütme; çevreye karşı daha duyarlı olacak, idari yaptırımları tavizsiz uygulayacaktır. çevre” kavramları yeni Anayasada dengeli biçimde yer almalıdır. Çevreyle barışık bir kalkınma modeli benimsenmelidir, ekonomi ile ekoloji dengelenmelidir. Çevre hak ve hukukunun karakteri, sadece yaşayanlar için değil, henüz doğmamış gelecek nesillerin de hak ve hukukunu korumaktır. Nesiller arası adalete vurgu yapılmalıdır. Çevre; sınır tanımayan sınır aşan bir kavram olarak bütün insanlığın ortak varlığı olduğu gibi; korunup kollanması da insanlığın ortak sorumluluğundadır. Usulüne göre imzalanıp, TBMM tarafından kabul edilip yürürlüğe giren çevreye ilişkin uluslar arası metinler üst hukuk normları olup, yeni Anayasamız yanında insanımıza güç verecektir. Bahsettiğim çevresel konuların yeni Anayasamızda yer almasının nasıl formüle edileceği konusu, Anayasayı yapan iradenin işi ve kabulü olacaktır. Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı olarak; formüle edilmiş yeni Anayasada madde taslağını Anayasa Uzlaşma Komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu yetkililerine takdim etme sorumluluğunun bilincindeyiz. Sağlıklı bir çevrede yaşamak sadece insanın değil doğadaki bütün canlıların hakkıdır. Yeni Anayasamız; diğer canlılar, bitkiler ve hayvanların yaşam alanlarını korumalı, çeşitliliğini ve sürdürülebilirliğini teminat altına almalıdır. Anayasal teminat altına alınmasını istediğimiz bize göre hayati kabul ettiğimiz çevresel konular nelerdir? -Sağlıklı bir çevrede yaşamak sadece insanın değil doğadaki bütün canlıların hakkıdır. Yeni Anayasamız; diğer canlılar, bitkiler ve hayvanların yaşam alanlarını korumalı, çeşitliliğini ve sürdürülebilirliğini teminat altına almalıdır. İnsan dışı canlılar Allah’ın insana emaneti olup bu konuda görev insanoğluna yüklenecektir. -Doğal kaynakların korunmasında, gelecek nesilleri düşünerek yönetilmesinde, ekolojik dengenin gözetilmesi, bireylerin ve devletin görev alanı içinde olup, çevre duyarlılığının gelişmesi için eğitim ve öğretim görevi sivil toplum ve devlete yüklenmesi anayasal teminata bağlanmalıdır. İnsanın mutluluk ve refahı için vazgeçilmez "sürdürülebilir kalkınma" ile yaşamın vazgeçilmesi “sürdürülebilir MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 33 ŞEHİRCİLİK YEŞİL BİNALAR ENERJİ TASARRUFU İÇİN YEŞİL BİNALAR GELİYOR Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nin açılışında konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Yeşil binalar üreterek, yalıtımı daha iyi yaparak yüzde 50’ye varan enerji tasarrufu sağlayabiliriz” dedi. Çevre Dostu Binalar Derneği’nin düzenlediği Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nin açılışına katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, burada yaptığı konuşmada, dünya genelinde şehirleşmenin giderek arttığını, Türkiye’de de nüfusun yüzde 78’inin şehirlerde yaşadığını söyledi. Karbon salınımının, sera etkisinin azaltılmasının önemine işaret eden Bakan Bayraktar, "Bizim ülkemizde binalar yüzde 38-40 oranında enerjiyi emiyor. Ülkemizde fosil yakıtlara ödediğimiz para 55 milyar dolar. Türkiye’nin şöyle bir avantajı, sorumluluğu var; yeşil binalar üreterek, yalıtımı çok daha iyi yaparak yüzde 50’ye varan bir enerji tasarrufu sağlayabiliriz. Yeni yapılan binalarda eskiye göre enerji tasarrufu yüzde 20 ile yüzde 80 arasında artıyor" dedi. YEŞİL BİNA ENERJİ TASARRUFU SERTİFİKASI Bakan Bayraktar, "Yeşil binaların yapımı ve doğa dostu malzemelerin üretilmesi konusunda teşvikler gelecek. Hem Türkiye’deki binaların yüzde 38-40 oranında enerjiyi emdiğine dikkat çeken Bayraktar, yeni yapılan binalardaki enerji tasarrufunun eskiye göre yüzde 20 ile yüzde 80 arasında arttığını söyledi. 34 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 2012 yılı başından itibaren yeşil bina enerji tasarrufu sertifikası vermeye başladıklarını hatırlatan Bakan Bayraktar, yaklaşık 10 bin binaya bu sertifikayı verdiklerini, bunun artması gerektiğini kaydetti. vergi yönünden, hem kredi yönünden, diğer yönlerden bir takım kolaylıklar, bir takım teşvikleri de etap etap getiriyoruz" diye konuştu. 2012 yılı başından itibaren yeşil bina enerji tasarrufu sertifikası vermeye başladıklarını hatırlatan Bayraktar, yaklaşık 10 bin binaya bu sertifikayı verdiklerini, bunun artması gerektiğini kaydetti. Erdoğan Bayraktar, "8-10 milyon arasında ülkemizde bina var. Bunların yaklaşık 2,5 milyonu yeni bina, kalanı da eski bina. Eski bina enerjiyi savuruyor, yalıtımı çok kötü. Binalarda enerji tasarrufu önemli" diye konuştu. ENERJİYİ ÜRETMEK KADAR TÜKETMEK DE ÖNEMLİ Enerjiyi üretmek, temin etmek kadar enerjiyi savurmamanın, karbondiok- sit salınımını azaltmanın da o derece önemli olduğunu vurgulayan Bakan Bayraktar, karbondioksit salınımının artmasında sadece günah keçisinin konutlar olmadığını, sanayinin, teknolojinin, atıkların, enerjiyi kötü kullanmanın da burada etkili olduğunu kaydetti. Bayraktar, "19. yüzyılın başından itibaren 1970 yılına kadar başta Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu’da karbondioksit salınımı çok yoğundu, şimdi insanlık başını iki elinin arasına koydu, çok ciddi şekilde düşünüyor, ciddi tedbirler almak için çalışmalar yapıyor" dedi. Türkiye’nin de bunların hepsine büyük oranda uymaya çalıştığını ifade eden Çevre ve Şehircilik Bakanı, Türk insanının bu konuda sorumluluğunu büyük ölçüde yerine getirme noktasında olduğunu vurguladı. 19 MİLYON KONUTUN 14 MİLYONU ESKİ Türkiye’de yaklaşık 19 milyon konut stoku bulunduğunu, bunun 14 milyonunun eski olduğunu, bunların da enerjiyi savuran, yapım tarzları bakımından uygun olmayan, depreme dayanıklılık bakımından istenilen ölçüde dizayn edilmediğini söyleyen Bakan Bayraktar, "Fakat 1999’dan itibaren adım adım yönetmeliklerle, tüzüklerle, yeni teknolojilerle yapım usullerini geliştiriyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin özel sektörü devlet sektörü olarak iddia ediyoruz ve çok net ifade ediyorum, dünyanın en ileri ülkelerinde üretilen çevre dostu inşaat malzemeleri Türkiye’de de üretiliyor. Şu anda her bakımdan dünyada ilk 5’in içerisindeyiz kim ne derse desin" şeklinde konuştu. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 35 ŞEHİRCİLİK YEŞİL BİNALAR Kentsel dönüşümü, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi kapsamıyla bütünleştirerek daha da yaygınlaştıracaklarını kaydeden Bayraktar, “Hükümet olarak, Bakanlık olarak kararlıyız” dedi. 170 NOKTADA KENTSEL DÖNÜŞÜM YAPILIYOR KENTSEL DÖNÜŞÜM DAHA DA YAYGINLAŞACAK Hükümetin planlı kentleşme ve konut üretimi programı kapsamında TOKİ’nin bir taraftan konut ürettiğini bir diğer taraftan da şu anda Türkiye’nin 170 noktasında kentsel dönüşüm yaptığını belirten Bayraktar, kentsel dönüşümün çok zor bir iş olduğunu, burada açık gözlerin, gettolaşmış grupların, menfaat gruplarının piyasaya çıkabileceğine, siyasi baskılar olabileceğine işaret etti. Kentsel dönüşümü, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi kapsamıyla bütünleştirerek Türkiye’de daha da yaygınlaştıracaklarını kaydeden Erdoğan Bayraktar, şunları kaydetti: "Bugüne kadar Erzincan’da, Kars'ta, Ankara’da, İstanbul’da Küçükçekmece’de, Türkiye’nin birçok yerinde Diyarbakır’da, İzmir’de kentsel dönüşümler yaptık. Şimdi tüm Türkiye’de, yoğun nüfusu olan ve deprem aksı üze- rinde bulunan şehirlerden başlamak üzere kentleri dönüştürmeye başlayacağız. Türkiye’de ana deprem aksı 15 bin kilometre, Afyon’a giden, İzmir’e giden kanatlarla birlikte Türkiye 24 bin 500 kilometrelik bir deprem aksı üzerine oturuyor. Marmara Bölgesi’nden başlamak üzere doğuya doğru önemli olan vilayetlerimizde becerisi olan belediye başkanlarımızla beraber hareket ederek afet riski altındaki alanların dönüştürülmesini başlatacağız. Hükümet olarak kararlıyız, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak kararlıyız. Tüm bakan arkadaşlarımız olarak, başta Başbakanımız olarak bu işe çok net bir şekilde kararlıyız." YENİ BİNALAR ENERJİYİ TASARRUF EDECEK Yapılan işin salt bir kentsel dönüşüm, salt afet riski altındaki binaların dönüştürülmesi olmadığını, bundan sonra çevre dostu, yeşil, enerjiyi savurmayan, tasarruf eden binalar olacağını belirten Bakan Bayraktar, bunun ikinci adımı olarak artık dünyanın yaptığı gibi fosil kaynaklı enerji yerine dönüşebilir, çevre dostu enerjilerden istifade edileceğini vurguladı. Bakan Bayraktar, 2023 yılına kadar Türkiye’de harcanan enerjinin yüzde 23’ünü güneş, rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerjilerden ve yağmur atık suların tasarruflarından sağlamanın hedeflendiğini belirtti. TAPU, AFET ALANLARI VE 2B KANUNLARI MECLİS’TE Bayraktar, açılışın ardından, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, TBMM’de kendilerini ilgilendiren 3 yasa olduğunu söyledi. Bunların birinin Tapu Kanunu’nda yapılması gereken değişiklik olduğunu belirten Bakan Bayraktar, şunları kaydetti: "Yani mütekabiliyet şartı aranmaksızın, Türkiye’nin stratejik konumu dikkate alınarak, Türkiye’deki askeri alanlar, özel alanlar ve tarihi bakımdan öneme haiz alanlara dikkat etmek suretiyle, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, öz güveni artmış ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de mütekabiliyet şartı arama- 36 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 ZİRVEYE BÜYÜK KATILIM Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’ne Bakan Erdoğan Bayraktar’ın yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Vedat Akgiray, TOKİ Başkanı Ahmet Haluk Karabel, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği Başkanı Haluk Sur, Dünya Yeşil Binalar Konseyi ve US GBC Başkanı Rick Fedrizzi ile yerli ve yabancı sektörün önde gelen temsilcileri katıldı. Türkiye’nin enerji vizyonuna da dikkati çeken Bakan Bayraktar, 2023 yılına kadar ülkede harcanan enerjinin yüzde 23’ünün güneş ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan sağlanacağını söyledi. dan gayrimenkul satışını rahatlatmak için bir yasamız var. Diğer yasamız da, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası'dır. Bu zaten kentsel dönüşüm yasalarıyla 770 sayılı yasadan 2981-85 sayılı yasalara varıncaya kadar Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na varıncaya kadar, bütün bu yasalarla entegre olacak şekilde ama biraz daha kentsel dönüşümü, afet dönüşümü, deprem dönüşümü, depreme dayanıksız binaların dönüşümünü kolaylaştırıcı özellikleri içeren bir yasa da şu anda Meclis’te. Bir diğeri de Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından dizayn edilen 2B diye adlandırılan, orman vasfını kaybetmiş alanların kullanıcılarına, olmazsa üçüncü şahıslara satılmasını kolaylaştıran ve buradan çok ciddi kaynak beklenen yasadır. İnşallah önümüzdeki en kısa sürede bu 3 yasayı da Meclis’ten geçirmek suretiyle kanunlaştıracağız." VAN’A 40 BİN KONUT 4-5 MİLYAR TL’YE MAL OLACAK Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Van’da 40 bin kalıcı konutun faturasının 4-5 milyar lira civarında olacağı yönündeki sözlerinin anımsatılması üzerine de Bayraktar, şunları söyledi: "O civarda. Adeta yeni bir Van üretilecek. Doğudaki bir merkez vilayetimiz, marka şehrimiz olma noktasında çok ciddi yatırım yapacağız Van’a. Salt konut değil kamu binaları, eğitim tesisleri, sağlık tesisleri, ulaşım yolları, yeni yaşam alanlarının üretilmesi, Van’ın su temini ve teknik altyapısının yenilenmesi noktasında çok ciddi çalışma yapıyoruz. Modern hayatın gerektirdiği donatılar, kentsel tasarım ne ise o noktada Van’da çalışmalarımız devam ediyor. Planlamada belli bir noktaya geldik. Bunu oradaki yerel dinamiklerle beraber yürütüyoruz." MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 37 ŞEHİRCİLİK GELECEĞİN BİNALARI ORTA DOĞU’NUN YEDİ ÇEVRE HARİKASI AYDIN DERİN Çevre söz konusu olduğu zaman belki de Orta Doğu akla gelen ilk bölgelerden biri değil; ancak daha yakından baktığımızda bölgenin yeryüzünde bulunan en harika sürdürülebilir projelere ev sahipliği yaptığını görüyoruz. Dünyada sürdürülebilirlik açısından eşi benzeri bulunmayan havaalanı, banka ve stadyum gibi birçok örneğin yer aldığı bu bölgedeki yapıların en önemli özelliği, yapılardaki 1 dayanıklılık ile ilgi çekici ve sürdürülebilir bir mimarinin tüm özelliklerinin kullanılması olarak açıklanabilir. Tarihsel süreç içinde, ikliminin, coğrafyasının ve kültürünün etkileriyle yaratmaya başladığı uzun, zengin ve sürdürülebilir mimari yapılarıyla artık dünyaya enerji ve kaynak kullanımında örnek olacak Orta Doğu’nun 7 çevre harikasını sizler için inceledik. Masdar: Dünyanın ilk sıfır karbon emisyonlu şehri Masdar Şehri, Orta Doğu’nun en bilindik projelerinden biridir. Abu Dabi yakınlarında çölde inşasına başlanan Masdar Şehri’ni ileride ayrıcalıklı yapacak olan özelliği, yalnızca güneş enerjisinden yararlanılması olacak ve bu sayede 2016 yılında tamamlanacak kentte yüzde 75 elektrik, yüzde 60 su tasarrufu sağlanacak. Şehirde yaşayacak 50 bin kişinin enerji ihtiyacı, güneş enerjisi dâhil sırf yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak ve şehir, atmosfere hiç karbon gazı salmayacak. Denize yakın bir bölgeye inşa edilecek olan şehir, çöl rüzgârları ile Abu Dabi Havaalanı'nın gürültüsünden yüksek bir çevre duvarıyla korunacak. Şehir, yenilenebilir ve alternatif enerji teknolojileri ve çözümlerinin geliştirilmesini, ticarileştirilmesini ve uygulanmasını hızlandırmayı amaçlayan Abu Dabi'nin çok boyutlu bir girişimi. Şehirde yalnızca güneş enerjisi kullanılacağı için 25 yılda 2 milyar dolarlık petrol eşdeğerinde enerji tasarrufu yapılacak. 38 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 2 Abu Dabi’nin Yeşil Çatılı Çarşısı Yeşil çatılar sayesinde yerleşimler ve hatta dünya çapında çevre üzerinde pozitif etkiler yaratılabilir. Abu Dabi’nin tarihi Aldar Merkez Çarşısı da son dönemde bu kapsamda ele alınmış yerlerden biri. Tarihi çarşı, alçak yüksekliği, ekolojik dükkanları, otelleri, ofisleri ve lokantalarıyla kent halkına hem modern ve lüks ürünler sunan aynı zamanda yöresel mutfağı ve el yapımı ürünleriyle eski zamanlardan esintiler getiren bir yer. Kentin simgesi haline gelen Aldar Merkez Çarşısı, ufak balkonlar, geçitler, avlular ve üç devasa kule ile süslü. İki sokak genişliğindeki yapı, sürgülü duvar ve çatıya sahip. Bu özelliği binanın enerji maliyetini düşürürken aynı zamanda ortama doğal havalandırma ve aydınlanma sağlıyor. Çatıda yer alan bahçeler ise çöl şehrini sakin bir vahaya dönüştürerek etkileyici bir kamu parkı oluşturuyor. 3 Fas’ın Büyüleyici Kubbeli Bankası Beton çerçevesi, kemeraltı girişi ve modüler bir ızgara üzerine işlenmiş girintileriyle dikkat çeken bina, yapısı itibariyle yüksek enerji verimliliği sağlıyor. Isıyı düşürmek amacıyla tasarlanmış paslanmaz çelik yüzeyli demir ızgaralar ise havalandırmaya olan ihtiyacı azaltıyor. Yapıda dikkat çeken başka bir unsur ise binanın temelinde kaynağı Fas’ta bulunan siyah granit ve gri kireç taşı hammaddelerinin kullanılması. Osmanlı mimarisinin sembolü olan kubbe, içinde Fas Dış Ticaret Bankası’nın üç şubesini bulunduruyor. Binadaki "Yeryüzü Tüpü" adı verilen elektriksiz soğutma sistemi sayesinde bina içerisine monte edilmiş boş bir boru sistemi ile temiz hava kullanılarak doğal bir soğutma sağlanıyor. Bu sistem Afrika’da bir ilk olsa da dünya genelinde örnekleri görülebilir. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 39 ŞEHİRCİLİK GELECEĞİN BİNALARI 4 Abu Dabi’nin Kafes Kubbeli Meclis Binası 100 metrelik bir kubbe yapısıyla bu hayret verici tasarım beyaz mermerden yapılmıştır. Işık, kubbenin camlarından süzülerek binanın ısınmasını sağlıyor, böylece enerji verimliliğini artırıyor. Ayrıca su kenarında inşa edilmesi sayesinde bina geceleri çarpıcı bir şekilde parlıyor. "Çölün çiçeği" ismiyle de anılan binanın temelinde yatan sürdürülebilirlik mantığı ve enerji verimliliği bu projenin Estidama Girişimi yani ülkenin sürdürebilirlik tasarım programı kapsamında 5’inci sırayı alması bekleniyor. 5 Fas’ın Büyük Kasablanka Stadyumu Fas Milli Futbol Takımı 2013 yılında yeni bir stadyuma kavuşacak. 100 hektarlık alana inşa edilecek stadyumu diğerlerinden farklı kılan en büyük özelliği ise sıcak günlerde ısının geçmesini önleyen beton gölgelikleri olacak. Böylece seyirciler maçları artık onlara adeta çölde bir vaha hissi yaşatacak bir stadyumda seyredecekler. Eski bir taş ocağına inşa edilecek stadyumun şekli bir minerali andıracak şekilde tasarlanıyor. 2013 yılında tamamlanması beklenen 80 bin kişilik bu stadyumun özelliği, uygun değerde güneş alabilmesi için özel olarak tasarlanan, tepesinde kafes benzeri büyük bir delik bulundurması. Ayrıca bu yapının başka bir işlevselliği de havalandırmanın doğal yollardan sağlanması olacak. 40 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 6 Kuveyt Uluslararası Havaalanı Yakın bir zaman içerisinde Kuveyt'e uçmayı düşünüyorsanız, havaalanına indiğinizde yeşil mimarinin güzelliklerini görme fırsatı yakalayabilirsiniz. Havaalanı, emsallerinden hem teknolojik, hem de daha çevreci olacak şekilde tasarlanıyor. Tüm terminallerinin çatısına döşenecek güneş panelleri ile, dünyanın ilk LEED (Enerji ve Çevresel Tasarımda Liderlik) Altın Sertifikası'na sahip havaalanı olacak. İnşa edilecek 3 adet terminalin kanadı andıran yapısı şık bir görünüm sağlarken, her bir kanadın uzunluğu 1,2 kilometre olacak. Kuveyt Havaalanı güneş ışığından da maksimum verim sağlayacak şekilde tasarlanıyor. Dünyanın en sıcak yerlerinden biri olan Arabistan Çölü’nde yer alacak yapı- da beton sütunlar kullanılacak, böylece içeriyi hem soğutacak hem de dışarıdaki sıcaklıktan koruyacak. Çölün ortasında inşaatına başlanan yapının yılda 13 milyon yolcuya ev sahipliği yapması planlanıyor. Ancak bu tasarım yolcu sayısının gelecekte 50 milyona ulaşacağı varsayılarak inşa ediliyor. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 41 ŞEHİRCİLİK GELECEĞİN BİNALARI 7 Katar’ın 2022 Dünya Kupası Stadyumları Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Katar Emirliği, üstün tasarımı ve teknolojisi ile adından söz ettiren stadyumlarıyla 2022 Dünya Kupası finallerine hazırlanıyor. Avustralya, Japonya, Güney Kore ve ABD’nin de aralarında olduğu adaylar arasından seçilen Katar, dünya kupasına ev sahipliği yapacak olan ilk Orta Doğu ülkesi. Zengin petrol ve gaz rezervlerine sahip olmasıyla yüksek yaşam standartlarını yakalayan Katar, 5’i henüz proje aşamasındaki stadyumlar için 4 milyar dolarlık bir bütçe ayırdı. Kumla örtülü, sıcak ve kuru bir iklime sahip olan ülkede, finallerin nasıl oynanacağı sorusu defalarca akıllara gelmesine rağmen, futbolseverlere sıcaklığı 20’li derecelerde tutarak maç izleme imkânı verebilmek için özel sistemler geliştirildi. Zengin petrol ve gaz rezervlerine sahip olmasıyla yüksek yaşam standartlarını yakalayan Katar, 5’i henüz proje aşamasındaki stadyumlar için 4 milyar dolarlık bir bütçe ayırdı. 42 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Karşılaşmaların oynanmadığı zamanlarda güneş panellerinin suyu ısıtması ve soğutma sisteminin de buza dönüştürmesiyle açık havada soğutma işlemi gerçekleşmiş olacak. Stadyumların açılır kapanır tavanları serin havanın dışarı sızmasını engellerken, güneş panelleri, ışıklandırma, skor tabloları ve geri kalan her şeyin gücünü şebekeye aktarılmış elektrikten almasını sağlayacak. İKLİM MİNİ BUZUL ÇAĞI mini buzul çağı GELİYOR MU? Aşırı soğuklar dünyayı dondururken önümüzdeki 15 yılın güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçmesi bekleniyor. S ert kış şartları pek çok ülkede etkili olmaya devam ediyor. Son yılların en soğuk kışını yaşayan Almanya'da sıcaklıklar sıfırın altında 30 dereceye kadar indi. Japonya'da bir kayak merkezinin ekipman deposunun çatısı yağan karın ağırlığına dayanamayarak çöktü. Libya'nın bazı kesimlerinde de kar yağışı görüldü. Yaz mevsimini yaşayan Avustralya ise sel ile mücadele etmeye çalışıyor. Venedik lagünü aşırı soğuklar yüzünden buz tuttu. Ukrayna'nın Kırım bölgesinde, bazı şehirler arasındaki karayolu bağlantısı koptu. Bulgaristan’da şiddetli rüzgârlar nedeniyle Varna Limanı kapatıldı. 44 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 İNGİLİZLER’E GÖRE MİNİ BUZUL ÇAĞI GELİYOR Yaşanan bu olağan dışı olaylar bilim dünyasını harekete geçirdi. Bu raporlardan en ilginci bu aybaşında yayınlandı. İngiliz Meteoroloji Dairesi’yle East Anglia Üniversitesi’nin, yayımladığı ortak araştırmaya göre, küresel ısınmanın yerini artık, "mini buzul çağı" alıyor. 30 bin ayrı meteoroloji ölçüm istasyonundan gelen verilere dayanarak gerçekleştirilen çalışmada, dünyada hava sıcaklıklarının yükselmesinin, 1998 yılında durduğu bulgusuna ulaşıldı. Dahası, önümüzdeki 15 yılın, güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçmesi bekleniyor. Güneşte olağandışı gelişmeler yaşandığına dikkat çeken bilim adamları, 2020 yılında gerçekleşmesi beklenen bir sonraki güneş döngüsünün daha geç yaşanabileceği uyarısında bulunuyor. GÜNEŞİN FAALİYETLERİNDE AZALMA VAR İngiliz bilim adamları, güneşin faaliyetlerinde olağandışı bir yavaşlama tespit ettiklerini ve bu durumun on yıllarca sürebileceğini açıkladı. Güneşin üzerindeki lekelerde belirgin bir azalma ve kutuplarına yakın bölgelerdeki faaliyetlerinde yavaşlama gözlemlediklerini belirterek "Bunlar, yıldızımızın uzun bir sükûnet dönemine girdiğinin işaretleri" dediler. Bilim adamları, güneşte olağandışı gelişmeler yaşandığına dikkat çekerek, 2020 yılında gerçekleşmesi beklenen bir sonraki güneş döngüsünün olması gerekenden daha geç yaşanabileceği uyarısında bulundular. Özellikle güneşin faaliyetlerin en yoğun olduğu 20. yüzyıldaki değerler ile karşılaştırıldığında, bu etki 2100 yılına kadar giderek azalıyor. Analizlere baktığımızda 2100 yılına kadar küresel sıcaklıklarda sadece 0.08 0C’lik bir azalma görünüyor, bunun nedeni de atmosferde artan sera gazı emisyonlarının etkisi. Eklemekte fayda var, şu an hesaplanan değerlere göre 2100 yılında sera gazı emisyonlarının küresel sıcaklıkları 2.5 0C arttırması tahmin ediliyor. YETERİNCE SERA GAZI YAYDIK NASA Güneş Dinamikleri Gözlemevi’nde (SDO) görevli olan Dean Pesnell, "Güneşteki faaliyetin iklimle ilgili olduğuna dair bazı bulgular var, ancak bunu teyit edemiyoruz… Güneşin faaliyetini en düşük seviyeye indirmesi halinde buzul çağı başlayacağını zannetmiyorum. Atmosfere gereğinden fazla karbondioksit, metan ve sera gazı yaydık" dedi. HAVA SICAKLIĞI 1998’DE ZİRVE YAPTI NASA’YA GÖRE DÜNYA SOĞUMUYOR Ancak ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nde (NASA) görevli bilim adamlarının araştırması olayın başka bir boyutunu ortaya çıkarıyor. Bilim adamlarının yayınladığı araştırmaya göre bu yavaşlamanın sürekli artmakta olan küresel sıcaklıklara etkisi tahmin edilenden çok daha az. 0.13 0C olması bekleniyor. O dönemde yaşanan "Mini Buz Çağı"nda Avrupa’daki su kanalları buz kesmiş, Alplerdeki buzullar, dağ yamaçlarındaki köylere kadar uzanmıştı. 450 YIL ÖNCEKİ MİNİ BUZ ÇAĞI Güneşin faaliyetleri, 1645 ve 1715 yılları arasında gerçekleşen ve tarihe "Maunder Minimum" olarak geçen benzer bir olaydaki seviyeye düşse bile 2100 yılında sıcaklıklardaki azalmanın Hava sıcaklıkları 1998 yılında küresel ölçekte en yüksek değerlerine ulaştı. Sonraki senelerde derecelerdeki yüksekliler 1998 yılının değerlerine ulaşmadığı için çoğu bilim adamı bu yılda küresel ısınmanın durduğu iddiasında bulundu. 2011 yılının başında Dünya Meteoroloji Örgütü, 2010 yılının 1998 ve 2005 ile birlikte yaşanmış en sıcak yıl olduğunu açıklasa da, küresel ortalama sıcaklıkların her sene giderek artması beklenmeyen bir durum. Asıl tehlike tropik ormanlarda Şu ana kadar güneşin faaliyetleri ve sera gazı emisyonlarının etkisi hakkında yapılan somut bir model veya araştırma yok. Ya da dünyanın tam anlamıyla ısındığı ve soğuduğu daha kanıtlanamamış bir durum. Tek bilinen güneşin faaliyetlerinin 20. yüzyıl seviyesinde olmasının sadece yüzde 8’lik bir ihtimal olduğu. Ancak iklim değişikliği ve sera gazı emisyonları konusunda İngiliz Meteoroloji Dairesi’nin araştırmasında çok dikkat çeken bir kısım var: Araştırmada belirtildiği üzere tropik ormanlarının iklim değişikliği nedeni ile kuraklığa uğraması, artan sera gazı emisyonlarının buzulları eritmesinden daha çok risk taşıyor. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 45 GÜNDEM YEŞİL EKONOMİ YEŞİL EKONOMİ VERİMLİLİK VE İSTİHDAM DOSTU Çevre dostu, verimli ve rekabete dayanan ekonomik araçları kapsayan Yeşil Ekonomi, enerjiyi ve doğal kaynakları koruyor, kirliliği ve atıkları azaltıyor, istihdamı artırıyor. NECATİ YILMAZ 46 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 K aliforniya merkezli Next 10 düşünce kuruluşunun hazırladığı "Yeşilin Başka Tonları" isimli araştırma raporuna göre, eyalette 2008 Ekonomik Krizi sonrasında en az istihdam kaybı yeşil meslek gruplarında yaşandı. Kaliforniya eyaletindeki ve ülkenin geri kalanındaki istihdam oranlarının karşılaştırıldığı araştırma raporunda yeşil ekonomi alanında hizmet veren sektörlerin istihdam kaybında farkedilebilir bir direnç gösterdiği gözlemlendi. Eyaletin genelinde Ocak 2009-Ocak 2010 arasında yaşanan ortalama iş güçü kaybı %7 seviyesindeyken, yeşil ekonomi alanında hizmet veren sektörlerde bu seviye %3 oranında görüldü. 1995-2010 dönemleri ele alındığında ise eyaletin toplam ekonomisinin %12 seviyesinde büyüdüğü gözlemlendi. Yeşil ekonomi kapsamında faaliyet gösteren sektörlerde ise %53 oranında bir büyümeye şahit olundu. Başka bir deyişle ülke çapındaki ekonomik durgunluk sonrası yeşil istihdam verileri 2008 yılındaki seviyeye gerilerken, eyaletin toplam istihdam verileri 2001 seviyesine döndü. İMALAT SEKTÖRÜNDE ELEKTRİK VERİMLİLİĞİ TOPLAM ELEKTRİK TÜKETİMİNE GÖRE İMALAT GSYH YEŞİL EKONOMİNİN GELİŞMEKTE OLAN SEKTÖRLERİ Yeşil ekonomi, Kaliforniya'da varlığını ağırlıklı olarak 15 sektörde sürdürmektedir. Bu sektörlerde, ekonomide yaşanan durgunluğa rağmen Ocak 2009 - Ocak 2010 arasında istihdam artışı görülmüştür. n GELİŞMEKTE OLAN 15 SEKTÖR SEKTÖR TANIMI Enerji Üretimi - - - - Enerji Verimliliği Temiz Ulaşım 50 Enerji Depolama 45 40 35 Hava Kalitesi 30 Geri Dönüştürme ve Atık 25 20 15 0 Su ve Atıksu 1992 1997 2002 2007 İMALAT SEKTÖRÜNDEKİ TOPLAM ELEKTRİK TÜKETİMİNE GÖRE GSYH Tarımsal Destek ARTAN ENERJİ İHTİYACI KRİZİ TETİKLİYOR 2007 yılının son çeyreğinde küresel ekonomi ciddi bir düşüş dönemine girdi. 2000'li yıllar boyunca başta petrol olmak üzere bütün ticari mallar, doğal kaynaklar ve tarım ürünleri fiyatlarında büyük bir yükseliş gözlendi. Çin ve Hindistan gibi yüksek nüfuslu ülkelerde gözlenen ekonomik büyüme bu sınırlı kaynaklara olan talebi arttırdı ve fiyatların yükselmesine neden oldu. 2008 yılında gıda fiyatları tarihin en yüksek düzeylerine ulaştı. Altın ve petrol gibi değerli maddeler de tarihinin en yüksek değerini kazanırken, ABD dolarının değeri hemen hemen bütün diğer para birimleri karşısında önemli ölçüde düştü. Her ne kadar dünya ekonomisindeki durgunluğun 2009 yılında son bulduğu söylense de, krizin etkilerinin tam anlamıyla geçtiğini söylemek yanlış olur. Dünyanın nüfusu arttıkça, sınırlı kaynaklara olan talep de artmaya devam ediyor. Araştırma ve Geliştirme Kurumsal Hizmetler Finans ve Yatırım Geliştirilmiş Gereçler Yeşil Binalar Temiz Üretim Enerji Altyapısı Yenilenebilir enerji üretimi Yenilenebilir enerji konusunda araştırma ve geliştirme Yenilenebilir enerji konusunda danışmanlık hizmetleri Ekipman, kontrol ve yazılımları sağlamak - Enerji verimliliği konusunda danışmanlık ve mühendislik hizmetleri - Enerji verimliliği yüksek ürünler üretmek - Enerji verimliliği üzerine araştırmalar - Alternatif enerji uygulamaları - Enerji verimliliğini ölçmek - Alternatif yakıt çalışmaları - Motorlu araçlar için ekipman üretimi - Gelişmiş pil üretimi - Yakıt pilleri - Pil parçaları ve aksesuarları üretmek - Emisyon denetimi ve kontrolü - Çevresel iyileştirme - Danışmanlık - Danışmanlık hizmetleri - Geri dönüştürme - Su verimliliği - Araştırma ve Geliştirme - Su arıtma sistemleri - Pompa teknolojileri geliştirmek - Danışmanlık hizmetleri - Sürdürülebilir arazi yönetimi - Sürdürülebilir balık yetiştiriciliği - Sürdürülebilir tarım ürünleri - Yenilebilir enerji, alternatif yakıt ve ulaşım alanlarında yeni teknolojilerin araştırılması - Çevre hukuku - Yeşil ekonomi alanındaki ürünleri pazarlama ve halkla ilişkiler - Yeşil meslek gruplarının istihdamı - Yeşil iş alanları - Emisyon ticareti - Projelerin finanslanması - Risk sermayesi - Biyoplastik - Enerji verimliliğini arttırmak için yeni gereçler - Tasarlama ve inşaat - İnşaat malzemeleri - Yeşil emlakçılık - Yerleşim yerlerinin yönetimi - Gelişmiş paketleme - Proses yönetimi ve danışmanlığı - Endüstriyel alan temizliği - Kablo ve gereçlerin temini - Danışmanlık hizmetleri MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 47 GÜNDEM YEŞİL EKONOMİ EKONOMİK KRİZ, İKLİM KRİZİNİ DE TETİKLİYOR Kötü giden tek şeyin dünya ekonomisi olduğu söylenemez. İklim değişikliğinin de etkileri giderek artıyor ve sonuçları doğrudan olmasa da dolaylı olarak hissediliyor. Hava olayları değişiyor, yaşanan doğal afetler artıyor, tarımsal üretim aksıyor ve su kaynakları giderek azalıyor. Ekonomik kriz, iklim krizini de tetikliyor. İşletmelere, hane halklarına ve kamu sektörüne temiz enerji, enerji verimliliği, çevrenin olumsuz etkilerinin azaltılması ve doğal kaynakların korunması yönünde yatırım yapmaları için ayrılan sermaye, kriz yüzünden her geçen gün azalıyor. Kuşkusuz bunun sebeplerinden biri Kaliforniya'nın ileriyi gören ve yeşil ekonomiyi destekleyen kamu politikasıydı. Diğer eyaletlere kıyasla Kaliforniya'da son dönemde temiz enerji ve enerji verimliliği teknolojisi yatırımlarına hatırı sayılır bir destek vardı. Böylece Kaliforniya, gelişmekte olan küresel yeşil ekonominin merkezi haline geldi. Her ne kadar kriz, yeşil ekonomiye sırtını dönse de, yeşil ekonomi krizin aşılması noktasında ekonomiye elini uzatmayı bildi. Ekonomik kriz, iklim krizini de tetikliyor. Temiz enerji, enerji verimliliği, çevrenin olumsuz etkilerinin azaltılması ve doğal kaynakların korunması yönünde yatırım yapılması için ayrılan sermaye, kriz yüzünden her geçen gün azalıyor. KALİFORNİYA'NIN FARKI YEŞİL EKONOMİ YEŞİL EKONOMİ VERİMLİLİĞİ ARTIRIYOR rünüyor. Ülkedeki ekonomik durgunluğa rağmen, eyalette enerji verimliliği, ekonomik büyüme ve canlanma göze çarpıyor. Ancak krizden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen ABD'nin Kaliforniya eyaletinde durum biraz daha farklı gö- Raporda, gelişmekte olan yeşil ekonomi ikiye ayrılıyor. Mevcut sanayisini değiştirmektense, verimliliği sürmekte olan yöntemi değiştirerek sağlamaya çalışan grup "Uyarlanabilir Yeşil Ekonomi" kapsamında ele alınıyor. Bu grupta yer alan işletmeler, hanehalkları ve kamu sektörü elemanları, sürdürülebi- SEKTÖRLERE GÖRE YEŞİL İSTİHDAM / KALİFORNİYA 09-10 200,0 0 0 GELİŞTİRİLMİŞ GEREÇLER KURUMSAL HİZMETLER TEMİZ ÜRETİM +%4 ENERJİ ALTYAPISI +%14 FİNANS ve YATIRIM TARIMSAL DESTEK 150,0 0 0 ARAŞTIRMA ve GELİŞTİRME ENERJİ DEPOLAMA TEMİZ ULAŞIM YEŞİL BİNALAR +%1 SU ve ATIKSU 100,0 0 0 ENERJİ VERİMLİLİĞİ GERİ DÖNÜŞTÜRME ve ATIK HAVA KALİTESİ 50,0 0 0 ENERJİ ÜRETİMİ 0 19 95 19 96 19 97 19 98 19 99 20 00 20 01 20 02 20 03 20 İSTİHDAM 48 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 04 20 05 20 06 20 07 20 08 20 09 20 10 +1% YEŞİL EKONOMİ ve BÖLÜMLERİ n ANA YEŞİL EKONOMİ İşletmelerin sağladığı ürünler ve hizmetler bağlamında; karbon bazlı enerji kaynaklarına alternatifler sunarlar, enerjiyi ve doğal kaynakları korurlar, kirliliği ve atıkları azaltırlar. n lirliği sağlamak ve giderleri azaltmak için mevcut sistemlerindeki yöntemleri tekrar ele alıyor sonrası için yatırımlar yaparak değiştiriyor. Diğer grup ise "Ana Yeşil Ekonomi" olarak adlandırılan, daha çevre dostu, verimli ve rekabete dayanan ekonomik araçları kapsıyor. Ana Yeşil Ekonomi grubuna giren işletmelerin sağladığı ürünler ve hizmetler, karbon bazlı enerji kaynaklarına alternatifler sunuyor, enerjiyi ve doğal kaynakları koruyor, kirliliği ve atıkları azaltıyor. "Uyarlanabilir Yeşil Ekonomi" daha geniş bir kesime hitap ederken, "Ana Yeşil Ekonomi" daha teknolojiye dayalı ve sınırlı bir alanda görülüyor. Ancak "Ana Yeşil Ekonomi" doğrudan çözüm odaklı olduğundan çevre ve enerjiye olan etkileri de bir o kadar verimli oluyor. ENERJİ VERİMLİLİĞİ ARTTIKÇA ÜRETİM DE ARTIYOR Enerji verimliği arttıkça, daha az tüketilerek daha çok üretim sağlana- biliyor. Bu tüm sektörler için geçerli. Bir işletmenin üretimde harcadığı enerji ve nakit miktarı düştükçe, elde edilen fayda işletmenin büyütülmesinde kullanılabiliyor. Ekonomi açısından enerji verimliliği, toplam enerji tüketiminin gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) bölünmesi ile ölçülebilir. Enerji verimliliğinin artması her tüketilen enerji birimi için daha fazla GSYİH'ye eşdeğer. Rapora göre, Kaliforniya enerji bakımından ülkenin geri kalanından yüzde 64 daha verimli. 1990 yılından beri enerji verimliliği Kaliforniya'da yüzde 37 ve ülkenin geri kalanında ise yüzde 35 seviyesinde artıyor. KALİFORNİYA'NIN ELEKTRİK VERİMLİLİĞİ FARK ATIYOR Özellikle GSYİH'ye göre imalat sanayisindeki elektrik tüketimi ele alındığında, Kaliforniya'nın ülkenin ortalamasına kıyasla elektiriği daha verimli kullandığı görülüyor. UYARLANABİLİR YEŞİL EKONOMİ İşletmeler bazında; sürdürülebilirlik ilkesiyle hareket ederler, yöntemler ve ürünler, kaynak verimliliğini arttırma ve olumsuz çevre etkilerini azaltmaya yönelik değişir, tedarik zinciri boyunca bu dönüşüm sürer. Hane halkları ve kamu sektörü bağlamında; tüketim alışkanlıklarını değiştirir, kaynak verimliğini artırır. n EKONOMİNİN GERİ KALANI İşletmeler, hane halkları, kamu sektörü aynı şekilde değişiklik yapmadan devam ederler. Kaliforniya'nın imalat sanayisinde kullandığı elektrik verimliliği 1992'den 2007'ye yüzde 21 oranında artmış. 2002 ile 2007 arasında ise ülkenin geri kalanında elektrik verimliliği yüzde 10 azalırken, Kaliforniya'da yüzde 13 oranında artıyor. Başka bir deyişle, Kaliforniya'nın imalat sanayisi, elektriğe harcadığı her dolar için toplam üretimden yaklaşık 44 dolar kazanıyor. Bu da ülkenin geri kalanındaki imalaat sanayisinin kazandığından 13 dolar fazlaya tekabül ediyor. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 49 ŞEHR-İ LEZZET ANKARA ANKARA, LEZZETİN GİZLİ ADRESİ NASUHİ GÜNGÖR Baba memleketim değil, lakin doğma büyüme Ankaralıyım. Çocukluğumun şehrinde hava kirliliği vardı, sular akmaz, çöpler toplanmazdı. Kışları kömür, yazları sırılsıklam ter kokardı. Lakin bir büyüsü var bu tuhaf şehrin, yıllar oldu hala Ankara’dayım. Dergideki dostlarım beni dolduruşa getirip “Abi sen ağzının tadını bilirsin, bizim gurmemiz sensin” deyince, Şehri Lezzet sayfasının ilk konuğu Ankara olsun istedim. Bir vefa borcu gibiydi benim için. En çok sekiz ya da dokuz yaşındayım. Cumaları Ayvalı’dan dolmuşla Ulus’a, oradan doğru Hacı Bayram’a. Dedesinin ellerine sımsıkı yapışmış çocuğun aklından geçen tek bir şey var. Cuma namazı çıkışında Hacı Bayram’ın meşhur dö- nerinden tatmak. Küçüçük salaş bir mekanda gözünü birkaç metre ötedeki muhteşem manzaraya dikip öylece yutkunmak. Sanki saatler sürer o incecik etlerin alimünyum tabakların üzerine düşüp soğan eşliğinde masaya gelmesi. Öyle bir sabırsızlık. O güzelim manzarayı şöyle bir yumulup hızla mideye indirmek işten değil. Lakin yanınızda İstanbul beyefendisi bir büyükbaba olunca, işin içine bir de hutbeden akılda kalanlar bölümü eklenince, görseniz pek bir nazik çocuk sanılacak bir edayla oturulur masada. Meşrubatını şişeden içenlere iyi davranılan bir yerde, ısrarla bardak isteyen büyükbabamı nasıl da garip bulurdum o zamanlar! Yıllar geçti, bazen dostlarla, bazen bir başıma yolum düştü o muhteşem lezzet adresine. Ankara başka bir şehir olsa da zaman içinde, o tadı bilenlerin asla vazgeçmediği bir adresti Nazım Usta’nın mekanı. Bir lezzet sohbetinde tadınızı daha fazla kaçırmayayım; ama büyükbabamı, beni yetiştirip büyüten o bilge adamı, kahramanımı kaybettikten sonra bir daha gi- remedim oraya. Nazım Usta kimbilir kaç dükkan değiştirdi Hacı Bayram’da, ama gidemedim işte. Döner’in hası Ankara’da yenir o kadar! Bakalım Şehri Lezzet’in Ankara yolculuğu bir yazıya sığacak mı, hiç sanmam. Madem çocukluktan yola çıkıp dönerde karar kıldık, oradan devam edelim. Memleketin dört bir yanını merak ve meslek saikiyle dolaşmış bir adam olarak derim ki, eğer Ankara’da yaşıyorsanız, mesela döner yemek için hiç başka memleketlere yorulmanıza hacet yok. Dönerin en güzelini yersiniz bu şehirde, hem de bir değil birkaç adreste. Önce bir iki amatör gurme ipucu: Harbi ve hakiki Ankara dönerinde ete kıvamında kuyruk yağı katılır, varlığını hissetmekle hissetmemek arasında kalacağınız bir miktarda. Tuzu azsa tadsız, fazlaysa zehir olur. Ustalık tuzdan belli olur desek yeridir. Etin seçilmesi başka bir hikaye. Etin kalitesi düştükçe sanki günah işlemiş bir kalp gibi kararır gider döner. Erbabı, etin tüm sinirlerini tek tek alır, kendi Memleketin dört bir yanını merak ve meslek saikiyle dolaşmış bir adam olarak derim ki, eğer Ankara’da yaşıyorsanız, mesela döner yemek için hiç başka memleketlere yorulmanıza hacet yok. Dönerin en güzelini yersiniz bu şehirde, hem de bir değil birkaç adreste. 50 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 yöntemince bir gece önceden terbiye eder. Soğan suyuyla olanı makbülüdür, en azından benim için. İşte size bu kıvamda döner yiyeceğiniz bir iki adres daha. İlki Güvenlik caddesinin ortasındaki Mutlu Kebap. Dört küçük masanın zor sığdığı dükkanda, şansınız varsa, öğle saatlerinde döner bulursunuz. Onu buldunuz diyelim de, yer bulur musunuz, işte o biraz şüpheli. Yaz kış farketmez, caddenin üzerinde sıra bekleyen lüks arabaları, şık giyimli hanımları hayretle izlersiniz. Söz açılmışken, Mutlu’da lezzet yolculuğunun amirali döner olsa da, özellikle yaz aylarında musakka yemeden ayrılanları dövseler yeridir! O nasıl muhteşem bir lezzettir ki, masadan kalkan herkes “Şöyle bir musakka yapan bir hanım bulsam, hemen evlenirim” deyiverir! Bitmedi, tas kebabı ve köftesini de bir başka seferde listeye alın. Pişman olmazsınız. Hoşdere caddesinden Atakule’ye doğru çıkıyorsunuz. Atakule’ye gelmeden önce, caddenin bitiminde sağda, sessiz sakin ve yine küçük bir mekan: Çankaya Lokantası. En fazla saat 11 ila 14 arasında döner bulursunuz, bulunca da bana dua edersiniz. O kadar söyleyeyim. İştahınız yerindeyse kuru fasulye pilav ya da arnavut ciğeri de yiyebilirsiniz. Sıra bekleyenlerin psikolojik baskısından kurtulabilmek için lezzete odaklanmanız yeter de artar bile! Gece vakti acıkıp yollara düşsek! Ramazan aylarında dostlarım benden uzak durur, özellikle oruç saatlerinde. Ne çekilmez bir adam olurum bir bilseniz. İftara birkaç saat kala aklıma bin türlü mekan, yemek ve de lezzet düşünce kaçışır giderler etrafımdan. Akla lezzet düşürüp yoldan çıkarmakla ilgili marifetimin en güzel öyküleri, soğuk bir gece vakti “Bir çorba mı içsek” cümlesiyle başlar. Sihirli sözcük ağzımdan çıkmıştır bir kere. Geriye yol arkadaşı bulmak kalır ki, en kolayıdır. Lezzet dünyamın biricik varisi oğlum, hazır kıta beklemektedir. “Baba bir Rumeli yapalım mı?” diye çoktan kapıya yönelmiştir. Ankara’da yaşayanlar için Rumeli’ye uzanmak an meselesidir. Haftanın yedi günü 24 saat açık Rumeli İşkembecisi emre amadedir. İster Kızılay’da, isterseniz Bestekar sokakta. Benim tercihim Bestekar sokak. Özel bir nedeni yok. Ama çocuklarımız orada büyüdü desek yeridir. 65 yılı aşan bir gelenektir Rumeli. Allah ömür versin, önce Hamdi Amcanın, sonra çocuklarının kaliteden asla taviz vermeden devam ettirdiği bir gelenek. İşkembe çorbasını, elbette bütün türevleriyle, tuzlama, şırdan, damardan içebileceğiniz sıcacık bir mekan. Yahut dil-paça, kelle-paça ile başlayabilirsiniz. Mevsimine göre ıspanaktan musakkaya, tas kebabından işkembeli nohuta kadar bin türlü lezzet. Her malzemesi, etinden sebzesine, zeytinyağından ekmeğine kadar özenle seçilmiş bir adres: Rumeli. İşte gördünüz mü, Ankara’daki lezzet yolculuğunun daha başında yerimiz bitti. İstanbulluları kızdıracak kadar güzel balık lokantalarından, Bursa’yı kıskandıracak iskender kebabından, özellikle de Uludağ’dan söz etmeye fırsat kalmadı. Şehrin dört bir yanına gizlenmiş baştan çıkarıcı kebapçıları, oto sanayide birbiri ardına sıralanan köftecileri, hele pidenin zirvesi Ye-An’ı anmaya umarız bir daha fırsat buluruz. Gelecek ay bir başka lezzet şehrinde buluşmak üzere ve soluğu çoktan mutfakta aldığınıza göre; Afiyet olsun! MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 51 TARİH OSMANLI'DA ŞEHİRCİLİK Şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete sahibiz Türk şehirciliği Türk medeniyetinin çok önemli bir tezahürüdür. Şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete sahip olduğumuzu bilmeliyiz ve göstermeliyiz. Prof. Dr. Halil İNALCIK 52 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Şehir tarihi benim 50 yıldan beri uğraştığım bir konudur. O günlerde, Bursa’da Çelebi Mehmed Külliyesi’nin önemli bir parçası olan müzede şer’iye sicilleri üzerinde çalışmaya başladım. O zaman bu siciller (sonradan bu sicillerin 250 cilt üzerinde olduğunu öğrendik) müzenin bir köşesinde, toz toprak içerisinde duruyordu. Ben Bursa tarihi üzerine çalışıyordum. O siciller üzerine çalışmaya başladım. Gördük ki Bursa şehrinin insanları, binaları, her şeyi bu sicillerin içerindedir. Kadıların tuttuğu siciller şehir tarihçiliğinin ana kaynağıdır ve hemen hemen her kadının vazife gördüğü şehirde bu sicillerden yüzlercesi bu güne kadar gelmiş, fakat yüzlercesi de tahrif edilmiştir. Bursa sicillerinin bu perişan durumu karşısında, buradan yazdığım ilk makale Ömer Lütfü Barkan’ın İktisat Fakültesi Mecmuası’nda yayınlanan Bursa’nın sosyal yapısı üzerinde yaptığım araştırmadır. Bursa kadısının defterinde tereke defterleri vardır. Tereke defteri nedir: Birisi vefat ettiği zaman onun mirasçıları, herkes değil, bir niza konusu ise miras, isteyenler kadıya müracaat eder. Kadı ölenin bütün mallarını raice göre kıymetlendirir. Yani esirler, köleler dahi oraya kaydediler. Uzun listeler halinde bunlar değerlendirilir ve yekûndan sonra mirasçılar arasında kadı bunları pay eder. Tabii bu işlem karşılığında bir resim alır kadı. Bu siciller Fatih devrine kadar iniyor. ŞEHİR TARİHİNİN ANA KAYNAĞI KADI SİCİLLERİDİR Bu terekelerin 400 tanesini inceledim ve miras miktarına ve bırakılan malların, terekenin mahiyetine göre bir tasnif yaptım. Miras miktarı, Bursa’nın o günlerdeki sosyal sınıflarını belirlemek için temel ölçü idi. Orada 10.000 akça altında miras bırakmış olan kişileri fakir kabul ettim. 10.000-50.000 arasındakileri orta sınıf olarak kabul ettim. 50.000 akça üzerinde miras bırakanları zengin sınıf olarak kabul ettim. Bu suretle yüzde 88’inin 10.000 akça altında miras bıraktıklarını tespit ettim. Bunları fakir olarak kabul ettim. Yani Bursa şehrinin sosyal yapısını bu suretle fakirler, orta sınıf ve zenginler olarak tasnife muvaffak oldum. Bahse konu yazı İktisat Fakültesi Mecmuası’nda basılmıştır. Aynı zamanda o sicillerin şehir tarihi için ana kaynak olduğunu size hatırlatmak istiyorum. O zamandan beri bu siciller üzerinde yüzlerce çalışma, tezler yapıldı. Ama o zamanlar Bursa sicilleri malum değildi. Demek ki kadı sicilleri şehir tarihi araştırmalarının ana kaynağıdır. OSMANLI HER ŞEYİ DETAYLI ŞEKİLDE KAYDEDİYOR Bakınız başka bir misal vereyim bu konuda. Sicillerde bir kayıt görüyorum. Bir Ermeni Ankara’dan büyük sof kumaşı stokları ile gelmiş. Gelir gelmez indiği handa yerleşmiş. Tabii gelir gelmez yaptığı Osmanlılar şehirleri tahrip etmek değil, geliştirmek için fethederlerdi. İstanbul ele geçirildikten sonra vakıflarla yeniden inşa edilmiştir. Harap bir Bizans’tan yeni bir Türk İslam şehri inşa edilmiştir. işlerden birisi kendisine Bursa’da bir kemha elbise yaptırmak. Fakat bu zat ölmüş. Öldüğü için de terekesi sicile geçiyor. Terekesi içinde müzik aletleri var, demek ki zevk sahibi bir insan, seyahati esnasında da kendisini bu zevkten de mahrum etmemek için müzik aletleri ve cariyeler var. Tasavvur edin, bir Ermeni tüccarı Ankara’dan Bursa’ya geliyor. Büyük sof stoklarıyla… O zaman, Ankara’da sof ticareti daha çok Ermenilerin elindeydi. Ankara’nın Hacı Bayram-ı Veli’si, Türk olsun Ermeni olsun oradaki işçilerin kaderine ilgi duyar, onun için emek sahiplerinin ilk velisidir. Kendi emeği ile çalışmayanı kendi müritleri arasına almazdı Hacı Bayram-ı Veli. Başka kaynaklardan öğreniyoruz: İtalya’dan zengin bir prensin hanımı Bursa’daki Floransalı bir tüccardan kendisi için sof alıp göndermesini istiyor. Yani bir sicilden, bir terekeden neler öğrenebiliyoruz. Evet, şehir tarihinin kaynakları yalnız siciller değildir fakat ana kaynağı sicillerdir hiç şüphesiz. OSMANLI TÜRK ŞEHİRLERİ VAKIFLARLA İNŞA EDİLİR Bizim şehir tarihçiliğinde bir şehrin inşasında çok medeni, Batı’da bile misalini görmediğimiz çok önemli bir müessese buluyoruz. Bütün Osmanlı –Türk şehirleri vakıflarla inşa edilir. İstanbul harap MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 53 TARİH OSMANLI'DA ŞEHİRCİLİK Vaktiyle 500 bin nüfusa sahip olan, fetih öncesinde nüfusu 30 bine kadar düşen İstanbul’un 15-20 sene içerisinde 60.00070.000 nüfuslu gelişen bir şehir haline gelmesini vakıf sistemine borçluyuz. bir şehir olarak ele geçirildikten sonra vakıflarla yeniden inşa edilmiştir. Vakıf, imaret sistemidir. İmaret sisteminin şehircilikte önemini ilk kez Osman Ergin Bey yazdı. Sonra Barkan’ın İktisat Fakültesi Mecmuası’nda konu üzerine uzun bir yazısı çıkmıştır: “İmaret Sisteminin Şehirlerin Teşekkülündeki Önemi.” Türklerin bir şehri yeniden inşa etme yolundaki faaliyetlerinin temelini ve sistematiğini biz imaret sisteminde buluyoruz. OSMANLI’NIN FETİHLERDE KULLANDIĞI ÖZEL METOD İmaret sistemi nedir? Evvela özellikle İstanbul’dan bahsediyoruz. Yalnız İstanbul için değil, Osmanlı Devleti’nin fethettiği şehirleri almakta kullandığı özel bir metod vardır. Yalnız Osmanlılar değil, Selçuklular ve diğer beyliklerde de bunu görüyoruz, bir şehri tahrip etmeden, nüfusuyla ve binalarıyla aynen ele geçirme kaygısı vardır. Top kullanımı yayılmadan önce Osmanlıların bir şehri fethinde daima şu metodu kullandıklarını biliyoruz: Osmanlı ordusu Bursa’yı Osman Gazi zamanında 101’de muhasara etti. Muhasara sırasında iki kule yapıldı birisi tepede birisi aşağıda. Aktimur Kulesi ve Balabancık Kulesi. 1301’de abluka altına alınan şehir ancak 1326 Nisan’ında teslim oldu. Bu 25-26 senelik süre zarfında şehri aç bırak- 54 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 mak, yani dışarı ile olan temaslarını tamamen kontrol etmek suretiyle şehrin kendiliğinden teslimi sağlanmıştır. OSMANLI ŞEHRİ HARAP BİR ŞEKİLDE ALMAK İSTEMEZ Yine İznik 1301’de Osman Gazi tarafından muhasara edildi. O da iki kule yaptı. Birisi Draz Ali Kulesidir. Bugün Bursa civarında bir köydür. Başka bir kule de Karatigin vadisinde yaptı. Bu iki kule şehri otuz sene dışarı ile temastan ayırdı. Bu tecrit 30 yıl sürdü. Şehir 1331’de Orhan’a teslim oldu. Aynı fetih metodunu biz bütün batı Anadolu şehirlerinde, Birgi’de, Efesus’ta ve diğerlerinde görüyoruz. Yani Osmanlı şehri harap bir şekilde almak istemez. İstanbul muhasarasında Fatih şehri kahren, (zorla, cebirle) fethetmek kaygısında değildi, teslim almak istiyordu. ŞEHİR TAHRİP OLMASIN DİYE TESLİM OL ÇAĞRISI YAPILIR Şehri muhasara ettiğiniz zaman şehrin teslim edilmesi için üç defa teslim olma teklifi yapılır. İstanbul muhasarasında da Fatih ileride payitaht edeceği şehri harap bir şekilde devralmak istediği için üç kere imparatora elçi gönderdi, teslim teklifinde bulundu. Fakat imparator “Elimde değil, Cenevizliler ve Venedikliler şehri teslim etmek istemiyor” diyor. Çünkü esas savunma askerleri Venediklilerden oluşuyor. Rumlar da istemiyor. Selanik’te aynı şeyi görüyoruz. Çandarlı Halil Paşa üç sene şehri abluka ettikten sonra 1381’de teslim aldı. İstanbul’a dönersek üç kere red cevabı karşısında Fatih son taarruzun yapılmasını emretti. Kahren alınan bir şehrin nüfusu ordu tarafından ganimet olarak esir edilir. Bu İslami bir kuraldır. Taşınır malları yağma edilir. Ordu yüz bin kişi. Bu ordu İstanbul’a akınca orayı alt-üst etti. Bir kaynağımız diyor ki, İstanbul halkı olduğu gibi çadırlardaydı. Nüfus kalmadı. Kiliselerdeki bütün kıymetli eşya yağma edildi. Mukavemet eden herkes öldürüldü. Bu harap şehrin portresini yakında 700 sayfalık bir kitap olarak neşrediyorum. FATİH 2 YIL İÇİNDE İSTANBUL’U TAHRİR ETTİRDE Fatih Sultan Mehmed bu harap şehri aldıktan sonra 1455’te, fetihten 2 sene kadar sonra bütün binaları ve içindekileri tahrir ettirdi. Bu tahriri yapan meşhur tarihçi Tursun Bey’dir, Beylerbeyi Hamza Bey’in oğlu. Arşivden bu kıymetli vesikayı birisi yürütmüş, öyle anlaşılıyor. Burada Galata’da, Galata teslim olduğu için bir anlaşma yapıldı. Bu usuldendir. Teslim olacak şehir ile bir ahitname yapılır. Ahitname bir nevi anayasa gibidir. Dini yeminle verilen taahhüt. Eğer teslim olursa şehir ahalisinin malları, canları ve tapınakları güvence altında olacak. Bunu hükümdar dini bir yeminle tasdik eder artık bozulamaz. Oradaki Hıristiyan halk hükümdarın bu taahhüdüne güvenerek teslim olur, ahitnameyle. Bu bir Osmanlı fetih metodudur. Birçok Rumeli şehirleri böyle alınmıştır. Selanik, Üsküp… Osmanlılar şehirleri tahrip etmek değil, onları aynen almak, onlara bir anayasa vermek ve geliştirmek için fethederlerdi. İSTANBUL’UN İHYASI İÇİN TÜRKLERE YAPILAN ÇAĞRI İstanbul misali hakkında bahsettiğim vesika, 104 sayfalık bir defter ve maalesef Ayasofya bölgesi kayıp. Birisi önemli görüp almış onu. Fakat diğer mahalleleri var. Tursun Bey mahalle mahalle gezerek tahrir etmiş. Galata’nın tahrip edilmemiş binaları, insanları, Bizim şehir tarihçiliğinde bir şehrin inşasında çok medeni bir müessese buluyoruz. Bütün Osmanlı Türk şehirleri vakıflarla inşa edilir. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 55 TARİH OSMANLI'DA ŞEHİRCİLİK kiliseleri her şeyi bu defterde bellidir. Fakat İstanbul tarafında hiç nüfus yok. Kiliseler harap olmuş, Kariye Kilisesi, St. Teodosia (Gülcamii) mesela… Ve nüfus olmadığı için de harabeye gitmekte. Öyle harap bir şehirle karşı karşıyayız. Fatih şehri ihya etmek için ilan ediyor: Rumeli’den ve Anadolu’dan gelen her Türk’e, her Müslüman’a şehirde eline geçirdiği binayı, saray olsun, ev olsun, kilise olsun, vaat ediyor. Bunun üzerine bu iki bölgeden insanlar geliyor. Vesika o kadar teferruatlı ki Aydın’dan, Bursa’dan Altıparmak Mahallesi’nden kim gelmiş görebiliyorsunuz. FATİH’İN HEDEFİ İSTANBUL’U TÜRK ŞEHRİ YAPMAK Gelen Türk nüfusu gösteriyor ki Fatih’in maksadı şehri alır almaz bir Türk şehri olarak ihya etmektir. Fakat gelen halk bakıyor ki pazar yok, geçim imkânı yok. Bunların çoğu bırakıp kaçıyor. Şehir yine harap… Bunun üzerine Fatih Rumeli’deki şehirlerdeki Yahudileri sürgün usulüyle zorla İstanbul’a getiriyor ve vergilerden muaf tutarak, avarızdan, belli yerlere yerleştiriyor. Fener’e, Balat’a, Samatya’ya… Şehri ihya etmek için imaret sistemine başvuruyor. Çünkü halk gelip yerleşmiyor, şehir eski halini alamıyor. İMARET SİSTEMİNİN ESASI VAKIFLARDIR Zaten Bizans’ın son zamanlarında şehir felaket bir durumda… Fetihten önce bir İspanyol sefirin İstanbul tasvirleri var. Vaktiyle beş yüz bin nüfusa sahip Bizans şehrinin nüfusu otuz bine düşmüş. Halk manastırlar etrafında duvarların içinde. Şehrin içinde sürüler dolaşıyor, tarlalar var. Yani zaten şehir harap bir vaziyette… Fakat imaret sistemi sayesinde Fatih kapanları –kapan ithal edilen malların tartılıp ithal mallardan resmi alındıktan sonra satılmaya başlandığı büyük pazarlardır. Unkapanı, Balkapanı, Yağkapanı gibi- ve şehrin ortasında da büyük çarşıyı yapıyor. Bugün Kapalı Çarşı dediğimiz yeri yapıyor. Biz bu inşa faaliyetini, şehrin 15-20 sene içerisinde 60.000-70.000 nüfuslu gelişen bir şehir haline gelmesini vakıf sistemine borçluyuz. Yani imaret sisteminin esası da vakıflardır. AYASOFYA’NIN İMARI İÇİN 13 BİN ALTINLIK VAKIF Orada bir noktaya işaret edeyim, Batılı Hıristiyan müelliflerin hiç kale almadıkları bir hakikat… Ayasofya’nın şehir fethedilmeden bir iki sene önce kubbesi çökmüştü. Fatih Ayasofya’ya girdiği zaman kiliseyi şehrin camii kebiri olarak ilan etti, sonra buraya birçok vakıflar kurdu. Mesela İstanbul’un bütün cizye geliri Ayasofya Camii’ne bırakılıyor. Ayasofya’nın tamiri, canlanması, muhafazası için on üç bin altınlık vakıf yapılmıştır. Bir Ayasofya mimarı tayin edilmiştir. Bu önlemler alınmasıydı bugün Ayasofya’nın yerinde yeller esiyor olacaktı. Bugün Batılı muharrirler “Bu eski Hıristiyan kilisesidir, bizim olacak tekrar” diyorlar. Münih’teki bir Bizans Kongresi’nde müşahede ettim. Bavyera Kardinali Ayasofya’nın tamiri, canlanması, muhafazası için 13 bin altınlık vakıf yapılmıştır. Bir Ayasofya mimarı tayin edilmiştir. Bu önlemler alınmasıydı bugün Ayasofya’nın yerinde yeller esiyor olacaktı. 56 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 vardır orada. Bizantinistler önünde kalkıp “İstanbul Ayasofya kubbesindeki yıldız daima parlayacaktır” dediği zaman oradaki Bizantinistler kalktı ve beş dakika ayakta alkışladı. CAMİ OLAN KİLİSELER NASIL AYAKTA KALDILAR? Onların kalbinde hala Ayasofya vardır. Eğer biz senede 13.000 altın vakfedip, ona özel bir mimar tayin etmemiş olsaydık bugün Ayasofya olmayacaktı. Büyük Sinan duvarları desteklemek için payendeler yaptı. Hıristiyan müellifler yakınırlar. Kiliseleri Türkler harap ettiler derler. Bu kiliseler 20-30 tane kadar, ben bu defterden bütün bu kiliseleri tespit ettim. İngilizce yazdım bu kitabı ki dostlarımız, Hıristiyan dostlarımız okusunlar diye. Özellikle kiliselerin 16. Asırda yavaş yavaş camiye çevrildiklerini görüyoruz. St. Teodosia Kilisesi Gülcamii oldu, Kariye Kilisesi de camiye çevrildi. Bu camiler batıda araştırma konusu olmuştur. Her birisi için cilt cilt kitap yazılmıştır. Diyorlar ki “Türkler Bizans’ın bu sanat abidelerini ele geçirdiler ve camiye çevirdiler.” Fakat şunu kaydetmezler, kiliselerin camiye çevrilmeleri şu şekilde olmuştur: Orada Rum halkı bu kiliseyi kullanıyor fakat zamanla kilise etrafında İslam yerleşmesi bir ekseriyet halini aldığı zaman bir camiye ihtiyaçları oluyor. Camiye çevrilir çevrilmez o kiliseye vakıflar ihdas ediliyor. Bu vakıflar sayesinde bütün bu kiliseler bugüne kadar gelmiştir. Eğer vakıf desteği olmasaydı bu kiliselerin hiç birisi kalmazdı. Bugün Kariye Camii’ni biliyorsanız, oradaki mozaikler, İtalyan Rönesans’ının kaynağı sayılmaktadır ve ayaktadır. Bu sanat eserleri, camiye çevrildikten sonra büyük vakıflarla gönümüze kadar gelmiştir. İSTANBUL 20 YILDA TÜRKİSLAM ŞEHRİ OLDU Bugün vakıflar idaresi bu bahsettiğimiz eserleri tamir etmek için büyük masraflara girmektedir. Demek istiyorum ki batılı yazarlara bakarsanız biz İstanbul’u tahrif etmişiz, kiliseleri se- bepsiz yere camiye çevirmişiz. Batının tarihçiliğine katiyen inanmayınız. Benim fakülte sıralarından beri güttüğüm hedef Osmanlı’nın medeni tarafını ortaya koymaktır. Osmanlı şehirciliği, imaret sistemi sayesinde İstanbul’u yeniden inşa etmiştir. 1472’de Fatih yeni bir vakıf tahriri yaptırdı. 1472 vakfiyesini yakında çıkarıyoruz. Ahmet Beyatlı’nın çalışması ile Tarih Kurumu’na teslim ettik. 1472’ye gelindiğinde İstanbul artık gelişmiş bir Türk şehri. Demek istiyorum ki, harap bir Bizans’tan yeni bir Türk İslam şehri inşa ettik. Bu inşada imaret sistemi başrolü oynamıştır. Nasıl? 1459’da Fatih vüzerasını huzuruna çağırdı. “Her biriniz İstanbul’da seçtiğiniz bir bölgede bir külliye, bir imaret yapacaksınız” dedi. Mahmud Paşa büyük çarşı etrafındaki arazide kendi külliyesini yaptı. Camii var, mahkeme de oradaydı. Hanlar yaptı. FATİH HER VEZİRE BİR İMARET İNŞA ETTİRDİ Külliye tabiri yanlıştır aslında, sonradan uydurulmuş bir tabirdir, aslı imarettir. İmaret içinde evvela bir tapınak yani camii yapılıyor. Camiye ek olarak medrese. Medreseden başka yolculara, fukaraya hizmet etmek üzere bir imaret… Bugün Eyüp’e giderseniz oradaki imaret hala çalışmaktadır. Yani sosyal bir hizmet görmektedir bu imaret. Mektep, kütüphane, gelen yolcuların develerini çektikleri develikler. Bu vezirlerden her birisi bir imaret inşa ettiler. Vakıflar kurdular, bu külliyeleri idame etmek için. VAKIF SİSTEMİ İMARET SİSTEMİNİN TEMELİDİR Vakıf müessesesi de şehirciliğimizde ana müesseselerdendir. Çünkü bir imaret inşa ettiğinizde onun devam etmesi için bir gelir kaynağı ihdas edeceksiniz. Vakıf sistemi de imaret sisteminin temelidir. Dükkânlar vakfa gelir sağlar. Hamamlar ve benzeri yapılar başka, hayır için yapılan binalar başkadır ve ikisi birbirini tamamlar. Gedik Ahmed Mahallesi’ni bilirsiniz İstanbul’da. Fatih’in veziri Gedik Ahmed burada bir imaret yaptığında zamanla orada bir İslam mahallesi teşekkül etti. Davut Paşa da bir külliye yaptı ve orada da mahalleler kuruldu. II. Bayezid zamanında 12 adet nahiye ve her bir nahiyenin merkezinde böyle bir imaret ortaya çıktı. ŞEHİRLER İNŞA EDEN YÜKSEK BİR MEDENİYET Özetle şunu bilmek lazımdır ki, Türk şehirciliği Türk medeniyetinin çok önemli bir tezahürüdür. Türk şehirciliğini şer’iye sicillerimizi, vakfiye defterlerini inceleyerek layıkıyla ortaya koymak mümkündür. Bugün görüyorum üniversitelerde yüzlerce tez ortaya konuluyor. Çok seviniyorum, bu seviyeye geldik. Dünyada özellikle bizi tanımak istemeyen Batı karşısında medeni, şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete sahip olduğumuzu bilmeliyiz ve göstermeliyiz. (*) Bu yazı, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen 1. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmanın metninden oluşmaktadır. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 57 KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE GERÇEĞİN DESTANL A BULUŞTUĞU YER Ç ANAKKALE Muhteşem bir mazinin gizemli sırlarını çağlar üstünden bugünlere fısıldayan Çanakkale'nin hikâyesi, sade bir şehrin değil, aynı zamanda büyük zaferlerin ve büyük hezimetlerin de hikâyesidir. HASAN HÜSEYİN ÖZ Her şehrin kendine ait bir dili ve üslubu vardır. Hele hele söz konusu kadim şehirler ise, iç içe geçmiş anlamlar barındıran bir üslupla muhatapsınız demektir. 58 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Zaten üslubunu oluşturamamış şehirler "ölü şehirler" kategorisine girer; üslup, yaşama cehdidir. Yani dünden bugüne yaşayagelme becerisinin ve ileri doğru yaşaya gitmek cehdinin ifadesidir. Sonsuzluğun sarkacı o şehirler üzerinde salınıp durmaktadır. Bu sarkaç bazen ahenkle salınır, bazen de kıyamet suruna nispet edercesine esen fırtınanın etkisiyle bütün yeryüzünü sallandırır. Ve tarih 1915'te bir kere daha Çanakkale'de düğümlenir… Fakat bu düğümleniş geçmiştekilerin bütün hikâyesini içinde eritip bir varoluş cehdine dönüştürmüştür. Eğer burada savaş kaybedilecek olursa, ne Truva'nın esatiri kalacaktır, ne de Osmanlı'nın insanlık ideali… Çanakkale şehri bu hikâyeyi bir kere daha anlatır insanlığa… Çanakkale işte surun nispetine muhatap rüzgârın salladığı sarkacın merkezlerinden biridir. Onun kaderi boğazın sert esintilerinde yoğrulmuştur. Kader diyorum, çünkü üzerinde bulunduğu yarımada strateji kelimesinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Onun sarkacı bu yüzden ahenkten çok zorluğun muhatabıdır. Ve Çanakkale, bu kıyamet sarkacının tecelligâhı olmasına sebep olan stratejik önemi dolayısıyla, hakkında yazılacak olan gerek haber, gerek gezi, gerekse de tanıtım yazısı olsun hep bu stratejinin kokusunu üzerinde taşıyacaktır. Bu yazı Çanakkale'nin bana fısıldadıklarını kelamın gücü nispetinde ete kemiğe büründürülmesinden ibarettir. Kelamın gücünün yetersiz kalacağı malum! Lakin o sarkacın estirdiği fırtınalar bizim kelamımıza da güç vereceği umuduyla yolculuğa çıkmak zorundayım... KADİM TOPRAKLARIN GENÇ ŞEHRİ Aslında Çanakkale, şehir merkezi itibariyle daha geç dönemlere aittir. Evliya Çelebi, "Kurucusu Valide Sultan olduğundan adına Sultaniye denmiştir" diyerek, şehrin kuruluşunu Osmanlı dönemine dayandırır. Nitekim Osmanlı döneminde şehrin ismi Kale-i Sultaniye idi. Şehre adını veren kalenin Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulduğu biliniyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde bu kale ile ilgili şunları söylemektedir: "Bu kaleyi evvela Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethetmeden önce yaptırıp, İstanbul Rumlarına gidecek zahire yardımını, bu boğazdan kesip, Akdenizlileri İstanbul'a yardım ettirmedi. Bundan sonra Fatih, Karadeniz boğazının iki tarafında dahi kaleler yaptırıp, düşmanı bütün bütün sıkıntıya soktu. Bu kalenin inşasına tarih: Lillezine bihi izzi liküfri bihi noksan, Tarihi mebanihi «bünyan-i Mehmet Han» Sene 856. Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra, bu kaleleri daha çok mamur ederek, Donanmay-ı Hümayunu Mora seferine gönderdi." MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 59 KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE Günümüzde de iyi durumda olan ve Askeri Deniz Müzesi ile birlikte görülebilen kalenin ve boğazın savunulmasında görevli asker ve idareci sivil memur müslümanlar ilk olarak Fatih Camii civarındaki Cami-i Kebir Mahallesini kurarlar. Aynı dönemde kalenin yapımında çalışan Romanlar da Çay Mahallesini oluştururlar. Bu yönüyle bakıldığı zaman Evliya Çelebi'nin dediği gibi İstanbul'un fethinin ilk anahtarı Kale-i Sultaniye olur. Bu iki mahallenin oluşumundan sonra yoğun olarak denizcilik ile uğraşan Rumlar çevreden şehre gelerek Cami-i Kebir Mahallesinin kuzey yönünde Rum Mahallesi kurarlar. AYNALI ÇARŞI ESATİRLE GERÇEK İÇ İÇE BİR ŞEHİR 1889 yılında II. Aldülhamid'in padişahlığı sırasında Çanakkale'nin önde gelen Yahudi ailelerinden birine mensup İlya Halyo tarafından inşa edilmiştir. Kesinliği olmayan bir başka görüşe göre ise, Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesi'nde çarşıdan söz etmiş, dolayısıyla da çarşının varlığı daha eskiye dayandırıldığı için İlya Halyo'nun bu çarşıyı inşa ettirmediği, sadece onartıp kullanıma açtığı da öne sürülmektedir. Çarşı 1915 Mart'ında Gelibolu çıkartması sırasında bombardıman ve yangınlarla tahrip olmuştur. 1918 - 1921 yılları arasında İngiltere'nin Çanakkale'yi işgali sırasında İngilizler, Aynalı Çarşı'yı atları için "ahır" olarak kullanmıştır. Aynalı Çarşı 1921 yılından sonra bir dönem giriş kapısı dışında büyük oranda yıkık bir yapı olarak kalmış ve çarşı olarak kullanılmamıştır. Çarşı içinde eskiden atlar için koşum ve süs eşyası yapan dükkanlar yer alıyordu. "Ayna" denilen "at gözlükleri"nin çarşıda satılmasından dolayı bir tür benzetme olarak "Aynalı Çarşı" adının kullanıldığı rivayet edilmektedir. 60 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Fakat Çanakkale bunun ötesindedir. Yukarıda "Çanakkale zorluğa muhataptır" dedik... Dört büyük olay bu muhataplığı gösterir gibidir: Truva savaşı, Biga Çayı etrafında cereyan eden İskender-Pers savaşı, Osmanlı'nın cihan devleti olma yolunda attığı büyük adımın geçiş güzergâhı olması ve nihayet bütün dünyanın kaderinin düğümlendiği 1915 Çanakkale Savunması... Bu yüzden Çanakkale'nin üslubu, esatirle-gerçekliğin iç içe geçmişliğinde gizlidir. Üzerinde bulunduğu yarımadanın konumu, gerçeği ve esatiri bir potada eritip, Homeros'un mitolojik İlyadası'nın önemli bir bölümünü yazdırırken, ondan üç bin yıl sonra Mehmet Akif Ersoy'a hakikatlerin gönle düşmesinden mülhem gerçeklerin hikâyesi olan Çanakkale Destanı'nı kaleme aldırır. Bir yanda Truva savaşının on yıllık mitolojik direniş hikâyesi, bir yanda düvel-i muazzamaya karşı verilen varoluş savaşı; varlığın düğümlenişi... Bir yanda dönemin dünya sistemini etkileyen İskender-Pers savaşı, bir yanda da gelecek dünyanın 600 yıllık gidişatını belirleyecek Osmanlılar'ın karşıya geçişi. KALE-İ SULTANİYE Çanakkale, şehir merkezi itibariyle daha geç dönemlere aittir. Evliya Çelebi, "kurucusu Valide Sultan olduğundan adına Sultaniye denmiştir" diyerek, şehrin kuruluşunu Osmanlı dönemine dayandırır. Nitekim Osmanlı döneminde şehrin ismi Kale-i Sultaniye idi. Şehre adını veren kalenin Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulduğu biliniyor. KENDİNİ TARİHTE GİZLEYEN ŞEHİR... Kaç şehir dünyayı bu kadar derinden etkileyebilir? Ya da dünyanın kaderini bu kadar düğümleyen kaç bölge vardır? O yüzden Çanakkale'nin hikâyesi salt bir şehir hikâyesi değildir. Onun hikâyesi, kaderin de hikâyesidir. Tüm mütevazılığı ile bu muhteşem geçmişin sırrını üfler yeryüzümüze Çanakkale... Onu bir hissedişle yazabilirsiniz belki bu yüzden... Belki bir feryattır bu hissediş, belki de düğüm düğüm çığlık... Onun tarihi kronolojik sıraya uymaz. Bir bakarsınız aynı manzara, bir bakarsınız birbiriyle hiç alakası olmaya bir görüntüler topluluğu. Nereden yakalamalı, hangi cümleyi hangi kelimeyle devam etmeli? Kaz dağlarından başlayıp boğazda biten bölgenin hikâyesi, hep bu iç içe geçmişliğin oluşturduğu anaforda kâh ahenkli bir meltemle, kâh tarihin ağırlığıyla yüreğinizi yerinden çıkaracak gibi olan bir kasırgayla karşınıza çıkar. Tarihi yapan bu çelişkiler değil midir zaten? Bir sarmal gibi bütün dünyayı saran çelişkiler... Bu yüzden kronoloji yetmez sizin Çanakkale'yi yazmanıza devam etmeniz için... O daha komplike bir yolculuğa çağırır sizi... Kâh günümüzdesinizdir kâh binlerce yıl öncesinde... Kâh yarımadadasınızdır kâh onbinlerce kilometre ötedeki Yeni Zelanda'da... Onu yazmaya devam etmek için bu atlamalara rıza göstermek zorundasınızdır. Fakat yazının bir mihengi olmalı. Bana göre o mihenk de Çanakkale'yi esatirden gerçeğe doğru yoğuran Osmanoğulları'nın onunla yaşadıkları hikâye... TARİH YAPMAK İÇİN YAPILAN GEÇİŞLER Çanakkale'yi anlamak için belki de bugüne en yakın tarihten başlamak gerek. Fakat bugünün kolay anlaşılacağını kim söyleyebilir ki size... Varoluş için kendini fedaya göze alış kelimelerin kaldırabileceği bir yük müdür? Onun için seferlerin peşine takılıp kelimeleri koşturmak daha kolay geliyor bana. Çünkü kelimelerin de varoluş için kendilerini feda etmesi için de seferler peşinde koşup olgunlaşması gerekiyor, o yükü kaldırmaları için. Geçişler ve seferler geldiğimiz durakta yeni başlangıç noktamız olsun. Onun için de en yakın tarihi yani Osmanlılar'ın Rumeli'ye geçiş güzergâhından, kâh Osmanoğullarının Rumeli'ye geçişini, kâh İskender'in Anadolu'ya geçişini, zaman içinde gidip gelerek seyredelim. Sonsuzluğun sarkacı o şehirler üzerinde salınıp durmaktadır. Bu sarkaç bazen ahenkle salınır, bazen de kıyamet suruna nispet edercesine esen fırtınanın etkisiyle bütün yeryüzünü sallandırır. Çanakkale işte surun nispetine muhatap rüzgârın salladığı sarkacın merkezlerinden biridir. Onun kaderi boğazın sert esintilerinde yoğrulmuştur. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 61 KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE Çanakkale bölgesinin Osmanlı için asıl önemli yanı Rumeli'ye geçişte yaptığı ev sahipliğinden kaynaklanır. Zira Osmanoğulları 1353'te Orhan Gazi tarafından bölgenin alınmasından önce de Anadolu'dan Rumeli'ye Çanakkale Boğazı'ndan geçerler. Rumeli'nin vatanlaşmasının İstanbul'un fethinin ilk adımı bu seferde gizlidir. Bu yüzden kilit bir şehirdir Çanakkale. Kilidi oluşturmak için sefer Büyük İskender'in yönünün tam zıddına doğru yoğunlaşır. Tarih kitapları bu seferi bir gece vakti, Süleyman Paşa'nın liderliğinde dualarla gerçekleştirildiğini yazmaktadır. Hangi ruh hangi cehdi beslemiştir bu dualarda? Ve o zamanki merkez Biga bu büyük oluşu hangi gözlerle seyretmiştir? Çaka Bey'in Türk denizciliğinin tohumlarını attığı bu şehir yüzyıllar sürecek Batı seferlerinin de nüvesini oluşturacak geçiş hangi âlemin kapılarını açmıştır acaba bu topraklarda? Bin 700 yıl önceki Perslilerle-Makedonyalı İskender'in savaşında kızıla boyanmış Biga Çayı, yeni fatihlerin hikâyesini nasıl anlatırdı? İskender'in seferiyle, Osmanoğulları'nın mütevazı geçişini karşılaştırmış mıdır acaba? 62 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 İSKENDER'İN İLK BÜYÜK ZAFERİ Osmanoğulları'nın mütevazı geçişinden tam bin 700 yıl önce başka bir geçişe şahitlik eder yarımada... Bu geçiş de aslında İskender'in düşmanına nispetle mütevazı bir geçiştir... Fatih Sultan Mehmet'in hocası Molla Gürani'nin Zaman zaman büyük savaşlarda Truva'nın gerçek hikâyesini ifşa eder; Homeros'un pagan tasavvurlarının ötesinde bir hakikati bağırır dünyaya: Bir düğümdür Truva… Öyle bir düğüm ki, insanlığa onuru anlatacak kadar bir zaman diliminde bütün gücüyle direnir. hikâyesini anlatmaktan hoşlandığı Büyük İskender'in bu mütevazı geçişi, yarımadanın dünya sistemini değiştirmek adına rahim görevi gördüğüne bir kere daha şahit eder bizi. Tarih kitaplarında büyük sıfatıyla anılacak İskender ile müstebit Pers kralı Darius'un amansız savaşının rahmi... Batılıların kendilerine ideoloji devşirdikleri bu savaş, aslında Çanakale'nin mütevazılığında daha farklı terennüm edilir. Bu savaş tarih kitaplarında şöyle tasvir edilir: "35 bin Makedonyalı ve 7 bin 600 yunanlıdan oluşan ordusuyla karşıya geçti. Teknesi karşı kıyıya yaklaşınca mızrağını karaya doğru fırlattı. Mızrak yere saplandı. İskender karaya çıkınca mızrağını yerden çıkararak bütün Asya'nın Makedon mızrağıyla fethedileceğini ilan etti. Büyük Pers ordusunun başında Kral Darius III vardı ve İskender'in ordusunu yok etmek üzere bütün askerlerini toplamıştı. İki ordu Truva harabeleri yakınındaki Biga Çayı'nda karşılaştı. Çayı geçerek Perslerin direkt üstüne yürümek isteyen İskender'e komutanları karşı çıktı. İskender ise "Buraya gelmek için koca Çanakkale boğazını geçmişken, önümüzdeki bu sığ çay mı bizi durdura- cak. Bu çay karşısında gerilersek Çanakkale Boğazı utancıdan kızarır" deyince bütün ordu karşıya geçer ve Pers ordusunu bozguna uğratır." VE TRUVA... Kelimeleri, bu büyük savaştan bir üç yıl öncesine koşturalım tekrar ve Truva savaşının on yıllık direniş hikâyesini bölgenin şahitliğinde yazmaya çalışalım... Homeros'un Odesa ve İlyada'sında son bir ayını tasvir ettiği bu büyük direniş, bölgenin mitolojik diliyle kulağımıza üfleniyor. Savaş Homeros'a göre "Truva'lı Paris'in Sparta Kralı Menelaus'un karısı Helen'i kaçırması sonucunda Yunanlıların Anadolu'daki Truva kentine saldırması" sonucu çıkar. On yıl sürer ve nihayet Yunanlılar'ın Truva atının içine gizlediği askerlerin kaleye girerek bir gece vakti kale sakinlerine verdiği baskınla nihayetlenir... Esatirle gerçeğin iç içe geçtiği bu savaş, Çanakkale'nin otuz kilometre dışındaki kalıntılar bulunduğu zaman gerçek bir mahiyet kazanır. Fakat Homeros'un dilinden mitolojik bir mahiyetle de olsa, yüz yıllardır bu savaş dilden dile dolaşır, Truvalılar'ın direnişi ve bir hileyle yenilmelerinin hikâyesi özellikle batılı toplumların kimlik arayışlarına eşlik eder. Çanakkale ise bu savaşı bütün sırrıyla kendi içinde saklar yüzyıllardır. Zaman zaman büyük savaşlarda Truva'nın gerçek hikâyesini ifşa eder; Homeros'un pagan tasavvurlarının ötesinde bir hakikati bağırır dünyaya: "Bir düğümdür Truva... öyle bir düğüm ki, insanlığa onuru anlatacak kadar bir zaman diliminde bütün gücüyle direnir. İnsanın onur denilen nesneyle ilişkisinin kopmasının varlık nedeninden uzaklaşmak anlamı olduğunu anlatana kadar uğraşır. Kalıntıların ötesinde bir ruh bırakıp, sonunda her şeyin bir sonu olduğunu ve onurun hile karşısında inançtan başka silahı olmadığını söyleyerek, yavaşça çözülür." ATATÜRK ve ÇANAKKALE Atatürk'ün Çanakkale'ye ilk gelişi, bilindiği gibi, Kurtuluş Savaşı'ndan öncedir. 20 Ocak 1915'te, Tekirdağ Bölgesi'nde yeni kurulmakta olan 19. Tümen Komutanlığı'na tayin edildi. Atatürk, kısa sürede bu tümeni kurmuş, 25 Şubat 1915'te, savaşlara katılmak üzere Eceabat'a gelmiş, burada ikmal yaptıktan sonra 18 Nisan 1915'te Bigalı Köyü'ne gelerek bir köy evini karargâh yapmıştı. Bir hafta sonra savaş başlamış, Atatürk, Conkbayırı ve Arıburnu'nda üstün düşman kuvvetlerine karşı, taarruz ve savunma savaşları yaparak, kahramanlığı, cesareti ve kazandığı zaferlerle bütün dünyanın dikkatlerini üzerine toplamış, 1 Haziran 1915'te albaylığa yükseltilmişti. 8 Ağustos 1915'te Anafartalar Grubu Komutanlığı'na getirildikten hemen sonra Conkbayırı'nda düşmanı denize dökmüş, Çanakkale'yi bir kere daha kurtarmıştı. Çanakkale Zaferi'nden sonra, bir kahraman olarak 10 Aralık 1915'te İstanbul'a döndü. Atatürk'ün Cumhuriyetin ilanından sonra, Cumhurbaşkanı olarak Çanakkale'ye gelişleri, 1 Eylül 1928 tarihine rastlar. Atatürk, Çanakkale'ye 14 Temmuz 1933 Cuma günü bir daha gelmişti. Vali, Belediye Başkanı ve Çanakkale ileri gelenleri ile bir süre görüştükten sonra, o akşam Yalova'ya hareket etti. Atatürk, 14 Nisan 1934 günü saat 19.00'da Çanakkale'ye tekrar geldi. Son olarak Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte yurt gezisine çıkmışlardı. 25 Haziran 1934 sabahı otomobillerle Biga üzerinden Çanakkale'ye hareket ettiler. Saat 15.50'de Çanakkale'ye ulaştılar. Atatürk, burada Rıza şah Pehlevi'ye Çanakkale Savaşları konusunda bilgi verdi. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 63 KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE Üzerinde bulunduğu yarımadanın konumu, gerçeği ve esatiri bir potada eritip, Homeros'un mitolojik İlyadası'nın önemli bir bölümünü yazdırırken, ondan üç bin yıl sonra Mehmet Akif Ersoy'a hakikatlerin gönle düşmesinden mülhem gerçeklerin hikâyesi olan Çanakkale Destanı'nı yazdırır. KADER ANI: 1915 Bu kadar uzun yolculukta kelimeler olgunlaştı mı bilmiyorum... Fakat bir hayli yorulduğu da ortada! Truva'dan 3 bin yıl sonrasına yolculuk yapacak hali kalmadı... Lakin Çanakkale "onur" kelimesini kulaklarıma bir kere daha fısıldadı. "Onurun yorgunluğu olmaz" dedi. Ve ekledi: "Onurun gerçek hikâyesi 1915'te yazıldı ve dahi ben onurun kemal noktasına o savaşla ulaştım." Truva'dan üç bin yıl sonra... Dehşetengiz bir anafor... Müstebit güçler, mazlumların son umudunu kır- 64 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 mak için Çanakkale topraklarının önüne gelirler... Ağır silahları ve dünyanın dört bir yanından devşirdikleri kalabalık güçlerine çok güvenmektedirler... Son umut da kırıldı mı, kendi sistemleri ebediyen yaşayacaktır... Karşılarında son iki yüz yıldır cepheden cepheye onuru taşımış insanlar vardır. Çanakkale son sığınaktır. Eğer burada savaş kaybedilirse insan denilen varlığın bütün umudu kaybolacaktır... Ve tarih bir kere daha Çanakkale'de düğümlenir... Fakat bu düğümleniş geç- miştekilerin bütün hikâyesini içinde eritip bir varoluş cehdine dönüştürmüştür. Eğer burada savaş kaybedilecek olursa ne Truva'nın esatiri kalacaktır, ne de Osmanlı'nın insanlık ideali... Kısacası insanın insan kalma mücadelesi kaybedilecektir. Varoluş için kendini feda etmenin zamanıdır artık... Çanakkale bu feda edişe bütün gücüyle katılacak, var kalmak için o da kendini feda edecektir... Bir kere daha insanlığın kalbi olmuştur Çanakkale... Boğaz'ın sert esintinin salındırdığı sarkaç bütün dünyayı sallamaktadır... Mehmet Akif Hicaz'dan bu fırtınayla "Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı/ Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı" dizelerini yazar... Ve bu fırtına sonrasında umudu tazelenmiştir insanlığın... Çanakkale bu umudu hala yaşatmaktadır mütevazı bir şekilde... Hep umudun ve onurun hikâyesini yaşamış kent, geleceğe doğru bu hikâyeyi anlatmaya devam etmektedir. (*) Fotoğraf arşivlerini bizlere açan 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale Belediyesi ve Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'ne teşekkürlerimizi sunarız. ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR Mevlâna MevlÂna şehri Konya Şehir yüzlü insanlar arasında belki de en karakteristik olanı Konya-Mevlâna terkibidir. Konya’nın tüm özellikleri bu isim etrafında sema yapar gibidir. Konya, diğer tüm vasıflarından önce bir “Mevlâna Şehri”diR. ÜMİT KAÇAR Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanı 66 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Sevgi, barış, hoşgörü ve kardeşliğin sembolü olan Mevlâna, tüm insanlığın gözünü kamaştıran parlak bir güneş gibidir. Uçsuz bucaksız Konya ovasındaki günebakanları andıran hak âşıkları, yönlerini döndükleri Mevlâna’dan gözlerini alamazlar, durmaksızın aşk ile sema ederler büyük velinin etrafında… Mevlâna’nın gözüyse Şems’ten başkasını görmez… Şems Mevlâna’sız, Mevlâna Şems’siz düşünülemez… Mevlâna’sız Konya ise hayal dahi edilemez… Mevlâna, “şehir yüzlü insanlar” arasında belki de en karakteristik olanıdır. Konya’nın tüm özellikleri Mevlâna isminde şiirsel bir görüntüye bürünmüş gibidir. Konya, diğer vasıflarının yanı sıra ve fakat hepsinden daha önce bir “Mevlâna Şehri”dir… Ölümü "Allah’a kavuşmak" olarak gören, ölüm gününü "gelin gecesi" manasına gelen "Şeb-i Arûs" diye nitelendiren Mevlâna, "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" diyordu. 2007 Mevlâna Yılı gösterdi ki, O, bütün insanlığın gönüllerinde kendisine emsalsiz bir yer edindi. HORASAN’IN BELH ŞEHRİNDE DOĞDU 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğan Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" unvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrılır. FERİDÜDDİN ATTAR İLE KARŞILAŞMA Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olur. Burada tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile karşılaşır. Mevlâna küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çeker ve takdirlerini kazanır. Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket eder. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 67 ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR Mevlâna 2007 DÜNYA Mevlâna YILI Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü olan UNESCO, Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin 800’üncü doğum yılı olması dolayısıyla 2007 yılını bütün dünyada “Mevlâna Yılı” olarak ilan etti. UNESCO tarafından görkemli bir şekilde kutlanan 2007 Mevlâna Yılı çerçevesinde 25 ülkede yaklaşık 100 program düzenlendi. İstanbul ve Konya’da Uluslararası Mevlâna Sempozyumu ve Konya'da Uluslararası Gençlik Buluşması gerçekleştirilirken, mistik müzik festivaline 19 ülkeden müzisyenler katıldı. Şeb-İ Arus Haftasında 85 bin kişi sema töreni izledi. Dünyanın en önemli kültür şehirlerinden 18’inde konferanslar ve sema gösterileri düzenlendi. Türkiye'nin girişimi ve İran ile Afganistan'ın da katılımıyla UNESCO’nun Paris’teki merkezinde 7 Eylül 2007 günü yapılan anma toplantısında konuşan UNESCO Genel Müdürü Koichiro Matsuura, Mevlâna'nın barış, hoşgörü ve sevgi felsefesinin, sınır, dil ve kültür farklılığı tanımadığını belirtti. Matsuura, kültürlerarası diyalog ve kalıcı barış için Mevlâna felsefesinin bugün her geçen günden daha fazla önem kazandığını söyledi. Uçsuz bucaksız Konya ovasındaki günebakanları andıran hak âşıkları, yönlerini döndükleri Mevlâna’dan gözlerini alamazlar, durmaksızın aşk ile sema ederler büyük velinin etrafında… Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğrar. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) gelir. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdığı medreseye yerleşir ve burada 7 yıl kalır. 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlenen Mevlâna’nın bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu olur. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna, bir çocuklu dul bir hanım olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yapar. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya gelir. KONYA’NIN EN PARLAK DÖNEMİ Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmını egemenliği altına almış olan Selçuklu Devleti’nin başkenti olan Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkârlarla dolup taşmaktadır. Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşamaktadır. Devletin hükümdarı olan Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet ederek başkente yerleşmesini ister. Sultanın davetini kabul eden Bahaeddin Veled, 3 Mayıs 1228 tarihinde ailesi ve dostları ile birlikte Konya'ya ulaşır. Sultan Alâeddin tarafından muhteşem bir törenle karşılanır ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi tahsis edilir. 68 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 BABASI VEFAT EDİNCE Mevlâna SAHNE ALIYOR Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında vefat edince, kendisine mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçilir ve günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'nın bugünkü yerine defnedilir. Sultânü'l-Ulemâ’nın vefatı üzerine, O’nun talebeleri ve müridleri Mevlâna'nın çevresinde toplanırlar. Büyük âlim olarak yetişen Mevlâna’nın yaşadığı İplikçi Medresesi kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşmaktadır. ŞEMS-İ TEBRİZİ İLE KARŞILAŞMA 15 Kasım 1244 tarihinde Şems-i Tebrizî ile karşılaşan Mevlâna, Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görür. Ancak beraberlikleri uzun sürmez. Şems aniden ölür. Şems'in vefatıyla birlikte uzun yıllar inzivaya çekilen Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın gözü Şems’ten başkasını görmez… Şems Mevlâna’sız, Mevlâna Şems’siz düşünülemez… Mevlâna’sız Konya ise hayal dahi edilemez… ÖLÜM DEĞİL ŞEB-İ ARUS (GELİN GECESİ) Ölüm gününü “yeniden doğuş günü” olarak kabul eden Mevlâna, öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacağına inanıyordu. Bu nedenle ölüm gününe “düğün günü” veya “gelin gecesi” manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyen Mevlâna, ardından gözyaşı dökenlere şu vasiyeti bırakıyordu: “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.” Mevlâna’nın vasiyet gibi sözü fazlasıyla doğrulandı. O, sadece “ariflerin gönüllerinde” değil, 2007 Mevlâna Yılı gösterdi ki, bütün insanlığın gönüllerinde kendisine emsalsiz bir yer edindi. Belh’te başlayan hayat yolculuğuna Konya’da veda eden Mevlâna Celaddin-i Rumi, Konya’da her yıl düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde onbinlerci kişiyi buluşturmaktadır. a a a a a MESNEVİ'DEN SEÇMELER Mademki kendinde bir dert veya pişmanlık hissediyorsun; bu, Allah’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir. Sen değerinle ve düşüncenle, iki âleme de bedelsin, ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun. Bazı insanlar vardır ki selam verirler ve selamlarından is kokusu gelir. Bazıları da vardır ki selam verirler ve onların selamından misk kokusu gelir. Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra ne iz kalır, ne işaret. Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı. a a a a a Sen bizim suretimize değil, siretimize bak. Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir. Nakil, nakdin fer’idir. Ömründen nasibin, kendini Sevgiliden mesut bulduğun andan ibarettir. Sözünü öyle bir izah et ki havas da avam da istifade etsin. Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat. Söz söyleyen kemal sahibi olursa, (mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur. Hiçbir misafir aç kalmaz, herkes o sofrada kendi gıdasını bulur. Doğruluk Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazın sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca onların hepsini yutar. a a a a a Ümit, güvenlik yolunun başıdır. Yolda yürümesen de daima yolun başını gözet. Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver. Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir. Nice kişiler vardır ki dizimin dibindedirler, ama benim için sanki Yemen’dedirler. Yemen’de olan niceleri de vardır ki sanki dizimin dibindedirler. Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 69 TARİH KANUNÎ’NİN NÂME-İ HÜMÂYUNU Kanunî'nin Fransa Kralı Fransuva'ya Nâme-i Hümâyunu Erhan afyoncu Fransa Kralı Birinci Fransuva, Avrupa’daki en büyük rakibi Şarlken karşında 1519’daki imparatorluk seçimlerinde Kutsal Roma-Cermen tacını, 1525’deki Pavia Savaşı’nda da özgürlüğünü kaybetti. Hristiyan âlemine 1519’da imparator seçilebilmek amacıyla üç yıl içinde Haçlı ordularının başına geçip bütün Avrupa’yı ve İstanbul’u Türkler’den kurtaracağını vadeden Kral Fransuva’nın annesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım istemek zorunda kaldı. Kanunî, 1526 Ocak’ında Kral Fransuva’ya gönderdiği nâme-i hümâyununda kendi haşmetini belirtip, imparatorluğunun vilayetlerini tek tek sayarken Fransa’yı sıradan bir vilayet, kralını da hiç ünvan zikretmeden sıradan bir hükümdar olarak nitelendiriyordu: “Şanı yüce Allah’ın -sözü ve kudreti yüce olsun- yardımı, peygamberlik göğünün güneşi, kerem ve cömertlik burcunun yıldızı, nebiler zümresinin reisi, kemâl sahipleri fırkasının önde gideni, bereketi bol olan Muhammed Mustafa -Allah’ın selâmı üzerine olsun- ve dört sevgilisinin ki, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’dir, Allah onların cümlesinden razı olsun. Onların mukaddes ruhlarını yoldaş eylesin. Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın 70 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 (*) yeryüzündeki gölgesi Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un (Sivas ve civarı) ve Dulkadir Vilayeti’nin (Maraş ve civarı) ve Diyarıbekr’in ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve şerefli babalarım ve yüce atalarımın kahredici kuvvetleriyle fethettikleri, büyüklüğün sığınağı olan zatımın ateş yağdıran ve zafer nakşeden kılıcıyla fetheylediğim nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bâyezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Fransuva’sın: Hükümdarların sığındığı kapıma elçiniz Frangipan ile mektup ve sözlü olarak da bir takım haber göndermişsiniz. Ülkenizi düşman istila ettiğini, şu anda hapiste olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep etmişsiniz. Daha başka ne söylediyseniz herşey benim âlemin karargâhı olan tahtımın ayaklarına arz olunmuştur. Her şeyden ayrıntılı olarak haberdar oldum. Şimdi, hükümdarların yenilmesi ve haps olunması hayret edilecek bir şey değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Bu durumda bizim şerefli babalarımız ve yüce atalarımız –Allah kabirlerini nurlandırsın- daima düşmanı defetmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Biz de onların yolundan gidip, her zaman memleketler, sarp ve korunmuş kaleleri fetheylemekteyiz. Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Yüce Allah hayırlar nasip edip, iradesi ne ise yerine gelsin. Bundan başka durumlar ve haberlerin, gönderdiğiniz adamınızdan sorulmuş olduğu malumunuz olsun. Böyle biliniz. 1526 Ocak ayının ortalarında, saltanat mekânı, büyük ve korunmuş şehir İstanbul’da yazıldı”. Fransa’nın yardım isteyen mektubunu getiren elçi Almanlar’ı doğudan sıkışması için Kanunî’yi Macaristan üzerine bir sefer açması için teşvik etmekle de görevlendirilmişti. Osmanlılar Macaristan’ı fethedebilirlerse Fransa üzerindeki Habsburg baskısı azalacaktı. Macaristan Kralı İkinci Layoş, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken ile Avusturya Kralı Ferdinand’ın kızkardeşleri Anna ile evliydi. Osmanlı yönetimi bu gelişmelerle birlikte Macaristan seferini gündeme aldı. Bu arada Şarlken, Fransızlar’la anlaşarak Birinci Fransuva’yı serbest bıraktı. Ancak Osmanlı yönetimi Macaristan seferinden vazgeçmedi. Kanunî, Macaristan’a sefer yaparak Şarlken’e bir mesaj vermek istiyordu. Şarlken’e karşı İngiltere, Fransa, Papalık, Venedik ve Milano arasında bir ittifak kurulmuştu. Macar Kralı Layoş, bu yüzden Habsburglardan Osmanlı tehdidine karşı aradığı desteği bulamadı. Osmanlı ordusu 1526 Nisanı’nda yola çıktı. Sürekli yağan yağmurlarla ve sellerle boğuşarak Macaristan’a ilerledi. Petervaradin, İlok, Ösek kaleleri ard arda ele geçirildi. Osmanlı ordusunun hedefi Macaristan’ın başkenti Budin’di. Türk ordusuyla savaşmaktan başka çaresi bulunmayan Macar Kralı, Osmanlı ordusunu 29 Ağustos 1526’da Mohaç’ta karşıladı. Ancak Macarlar tarihlerinin en ağır mağlubiyetlerinden birini aldılar. Mohaç Savaşı’nda Macar Krallığı tarihe karıştı. Kanunî, Macarlar’ı safdışı bırakarak doğrudan doğruya Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun Alman kanadını baskı altına aldı. Macaristan Habsburglar ile Osmanlılar arasında 150 yıldan fazla sürecek bir savaş alanı haline geldi. Fransuva, İmparator Şarlken’le bir anlaşma imzalayarak esaretten kurtulmuştu. Ancak 1528’de Şarlken karşısında bir kez daha kötü duruma düşüp Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istedi. Avusturyalılar’ın da Budin’e saldırmaları üzerine Osmanlılar 1529’da yeniden harekete geçtiler. Kanunî’nin hedefi bu sefer Viyana’ydı. Osmanlı Sultanı, hem bu yeni hedefi ele geçirecek hem de Avusturya’nın Macaristan tehdidini ortadan kaldıracaktı. Viyana, Avusturya’nın başkenti olduğundan Ferdinand burayı müdafaa etmek için savaşmak zorundaydı. Türk ordusunun Avusturya’ya girmesi Şarlken’in baskısı altındaki Fransa’ya da rahat bir nefes aldıracaktı. Ancak aşırı yağan yağmurlar yüzünden Viyana fethedilemedi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Modern Avrupa’nın şekillenmesinde önemli tesiri vardır. Kanunî zamanında doğu sınırlarının fazla tehdit almaması ve Avrupa’da gelişen şartlar sebebiyle asıl hedef batı olmuştu. Bu dönemde Habsburg İmparatorluğu akrabalık bağlarıyla Avrupa’nın önemli bir kısmında hakimiyet kurmuştu. İtalya, İspanya, Avusturya, Almanya, Macaristan gibi ülkeler dolaylı veya direkt olarak Habsburg İmparatorluğu’na bağlıydılar. Habsburglar’ın önünde direnen tek güç Fransa idi. Osmanlılar’ın Avrupa’daki bu mücadeleye karışmaları siyasi dengenin yeniden kurulmasını sağladı. Fransa, Osmanlılar’ın, Habsburglar’a karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi. (*) Doç. Dr., Marmara Üniversitesi-Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 71 ÇEVRE TUZ GÖLÜ Tuz Gölü’nün büyülü atmosferi Önemli bitki ve kuş alanı, sulak alan, birinci derece doğal sit ve ÖZEL ÇEVRE KORUMA alanı olan Tuz Gölü, tuzluluk bakımından Lut Gölü’nden sonra dünyada ikinci sıradadır. Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü Tuz Gölü'nün oluşumu İç Anadolu çukurunun şekillenmesiyle yakından ilişkilidir. Karadeniz Dağları ve Toroslar Paleosenden itibaren yükselip İç Anadolu çukurunu oluşturmaya başlamışlardır. Miyosen ile Pliosen aralığında (24 ile 5 milyon yıl öncesi) denizin İç Anadolu çukuruna ilerlemesiyle bugünkü Tuz Gölünü oluşturacak ilk jeolojik oluşum başlamıştır. Tuz Gölünü de içinde barından İç Anadolu iç denizi gerilemesini günümüze kadar sürdürmüş, böylelikle Tuz Gölü günümüzdeki şeklini almıştır. Dolayısıyla Tuz Gölü etrafındaki özellikle karasal fauna elemanlarının şekillenişinde bu 72 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 süreç ve buna bağlı olarak gelişen vejetasyon yapısının göz önüne alınması gerekir. Alanın bu geç jeolojik formasyonu, yani iç denizin çekilmesi birçok karasal türün sekonder olarak İç Anadolu’ya yerleşmesine neden olmuştur. Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi idari olarak Ankara, Konya ve Aksaray illeri sınırları içindedir. Tuz Gölü, İç Anadolu Bölgesi’nde, doğudan Kızılırmak masifi, güneyden obruk, batıdan Cihanbeyli ve kuzeyden Haymana platolarıyla çevrili çukur alanın kuzeydoğusundaki en alçak bölümünde yer almaktadır. TÜRKİYE’NİN EN SIĞ GÖLLERİNDEN Konya kapalı havzasında yer alan Tuz Gölü, jeolojik olarak tektonik kökenlidir. Türkiye’nin en sığ göllerindendir, derinliği birçok yerde 0,5 metreden azdır. Türkiye’nin en az yağış alan yeri olduğu için akarsu bakımından çok fakirdir. Peçenek Suyu, DSİ Konya drenaj kanalı, İnsuyu ve Uluırmak önemli akarsularıdır. Ancak bu suların bir kısmı yazın kurumaktadır. Bu nedenle yazın kuruyan bölgelerde yaklaşık 30 cm tuz tabakası oluşmaktadır. Bu tuzluluktan kaynaklanan su yoğunluğu 1–22,5 cm3/gr, tuz oranı yüzde 32,4’tür. Dünyada Lut Gölü’nden sonra tuzluluk bakımından ikinci sırada gelmektedir. KUŞ VARLIĞI İÇİN UYGUN BÖLGE Tuz Gölü Özel Çevre Koruma (ÖÇK) Bölgesi içindeki Tuz Gölü ve yakınındaki birbirleriyle ilişkili küçük göller olan Akgöl, Bolluk Gölü, Düden Gölü, Eşmekaya Gölü, Köpek Gölü ve Tersakan Gölü kuş varlığı açısından Türkiye’deki önemli sulak alanlardan birisidir. Uluslararası kriterlere göre, uluslararası öneme sahip 81 sulak alandan A sınıfı sulak alan kategorisinde olan 18 sulak alan içerisinde yer alır. KUŞ TÜRÜ BAKIMINDAN ZENGİN Bölge barındırdığı kuş türlerince zengin bir alandır. Özellikle kışın yağışlarla birlikte artan su miktarı pek çok sucul kuş türüne geniş yaşam alanı ARTEMIA SALINA CENNETİ Tuz Gölü, dünya kültür balıkçılığında en yaygın olarak kullanılan canlı yem olan Artemia’yı doğal olarak stok halinde bulunduran son derece önemli bir konumdadır. Tuz Gölü’nde konaklayan ve kuluçkaya yatan kuşların özellikle de Flamingoların beslenmesinde Artemia çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle Artemia Salina ülkemiz biyolojik çeşitliliğinin korunması ve birçok kuş türünün neslinin devam etmesi açısından oldukça önemli bir canlıdır. Ayrıca Artemia Salina bulunduğu sucul ortamda enerji geçişinde görev aldığı için besin zincirinde de önemli bir konuma sahiptir. sunmaktadır. Ördekler, patkalar, kazlar vb türler bölgede çok sayıda bulunup beslenebilmektedir. Bölgede kuluçkaya yatan ve bölgedeki sayıları önemli miktarlara ulaşan kuş türlerinden bazıları şunlardır; Angıt (Tadorna ferruginea), Suna (Tadorna Tadorna), Bataklık Kırlangıcı (Glareola Prantincola), Kılıçgaga (Recurvirostra Avocetta) ve Flamingo (Phoenicopterus Ruber). 20 MEMELİ TÜRÜ YAŞIYOR Tuz Gölü ÖÇK bölgesinde Eulypotyphla (Kirpiler ve sivriburunlu fareler), Chiroptera (Yarasalar), Lagomorpha Tuz Gölü, uluslararası kriterlere göre, uluslararası öneme sahip 81 sulak alandan A sınıfı sulak alan kategorisinde olan 18 sulak alan içerisinde yer almaktadır. (Tavşanlar), Rodentia (Kemirgenler), Carnivora (Yırtıcılar) takımlarına ait 20 memeli türü saptanmıştır. ÖÇK alanındaki memeli hayvan türleri geniş yayılımlı türler olup lokal endemik bir tür bulunmamaktadır. Bölgede bulunan memeli türlerinden IUCN’e göre 1 tür NT ve 1 tür VU kategorisinde yer almaktadır. Tuz Gölü ÖÇK alanı Türkiye için endemik olan İç Anadolu Tarla Faresi’nin de (Microtus Anatolicus) yayılış alanı içindedir. Bölgede yaygın bir dağılışa sahip olan Gelengi (Tarla Sincabı) Spermophilus Xanthoprymnus alanın anahtar türlerindendir. Bu tür gündüz aktif olup (diurnal) bölgedeki pek çok gündüz yırtıcısı (kuş ve memeli hayvan) için besin kaynağı durumundadır. 85 KUŞ TÜRÜ TESPİT EDİLDİ Tuz Gölü ÖÇK kuş varlığı açısından Türkiye’deki önemli sulak alanlarımızdan birisidir. Uluslararası kriterlere göre A sınıfı sulak alan kategorisindedir. Özellikle Angıt, Flamingo ve Kılıçgaga başta olmak üzere pek çok kuş türünün çok sayıdaki bireyine ev sahipliği yapmaktadır. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 73 ÇEVRE TUZ GÖLÜ Alanı ve Özel Çevre Koruma Alanı olan Tuz Gölü, aynı zamanda Ramsar Kriterleri bakımından uluslararası öneme sahip bir sulak alandır. Genellikle tuzlu göllerin etrafındaki kuşaklarda oluşan, Anadolu’nun iç kısımlarındaki önemli karasal tuzculların çoğu Konya kapalı havzasında oluşmuştur. Bu havzada Bolluk ve Tersakan göllerini de içine alan Tuz Gölü; Konya, Aslım bataklığı; Aksaray, Eşmekaya ve Sultanhanı sazlıkları; Karapınar, Sultaniye sazlığı; Karaman, Ereğli Sazlığı önemli tuzlu tavalardır. YÖRESEL ENDEMİKLER DİKKAT ÇEKİYOR Bölgede tespit edilen 85 kuş türünün çoğunluğu sucul ve step habitata uyum sağlamış olan yerli, yaz göçmeni ve kış göçmeni türlerdir. Bölgede saptanan 85 kuş türü Ciconiiformes (Leyleksiler), Anseriformes (Kazsılar), Falconiformes (Gündüz Yırtıcıları), Gruiformes (Yelveler, Turnalar ve Bataklık Kuşları), Charadriiformes (Yağmur Kuşları), Columbiformes (Güvercinler), Cuculiformes (Gugukkuşları), Strigiformes (Gece Yırtıcıları), Caprimulgiformes (Çobanaldatanlar), Apodiformes (Ebabiller), Coraciiformes (Gökkuzgunları) ve Passeriformes (Ötücü Kuşlar) ordolarına dâhildir. FLAMİNGO, LEYLEK, KIZIL ŞAHİN Alanda bulunan kuş türleri çoğunlukla sucul ve step habitata uyum sağlamış olan yerli, yaz göçmeni ve kış göçmeni türlerdir. Bunlardan yaz göçmeni olanlar alanda sayıca üstün olan gruptur. Bundan sonra sırasıyla yerli ve kış göçmeni olan türler gelmektedir. Gölün doğu kısmında Akleylek ve Karaleyleklere bol rastlanmıştır. Bunun nedeni bu bölgede yoğun bulunan tarla faresi olabilir. Tamamen kuru halde olan Eşmekaya sazlığında az sayıda kuş türü kaydedilmiştir. Çayır Delicesi (Circus Pygargus) ve Gökçe Delice (Circus Cyaneus) ve ayrıca 74 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 bölgede yaygın olan Kızıl Şahin (Buteo Rufinus) bu sazlık alan üzerinde uçuşta ve avlanırken kaydedilmiştir. Bölgedeki kuş türlerinden Bataklık Kırlangıcı (Glareola Pratincola) alanda yuvalanan ve sıklıkla rastlanan bir türdür. TUZ GÖLÜ’NÜN FLORASI Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik değerleri yanı sıra Önemli Bitki Alanı, Önemli Kuş Alanı, 1. Derce Doğal SİT Birçok bitkinin yetişmesine imkan vermeyen tuzlu topraklarda fizyolojik açıdan özelleşmiş ve ekolojik olarak adapte olabilmiş bitkiler yaşayabilir. Bunların birçoğunun yaprakları sukkulent yapılı veya kalın kutikulludur. Kök hücreleri, tuzlu topraklardan suyu alabilecek yüksek osmotik basınç değerine sahiptir. Tuzun fazlasını ya salgılarlar veya yapraklar üzerindeki küçük tüysü torbacıklarında depolarlar. Halen tarıma uygun olmayan birçok yerde İran-Turan florasıyla sıkı ilişiği olan halofitik (tuzlu toprakları seven vejetasyon) İç Anadolu düzlüklerinde geniş alanlar kaplar. İKİ KAPLUMBAĞA TÜRÜ VAR Tuz Gölü ÖÇK bölgesinde saptanan sürüngen türleri Testudines ve Squamata olmak üzere 2 takıma ait olan türlerdir. Bu takımlardan Testudines kaplumbağa türlerini içerir. Bölgede iki familyaya dâhil olan 2 kaplumbağa türü saptanmıştır. Bu türlerden Benekli Su Kaplumbağası (Emys Orbicularis) bir su kuyusundan taşan akıntı içerisinde kaydedilmiştir. Bu tür, temiz (tatlı) su göstergesi olan bir türdür. Eskil ilçesinin kuzeyine doğru tatlı su kaynağı (ırmağın) bulunmadığı bir bölgeden bu türün kaydedilmesi çalışmanın en önemli bulgularından birini oluşturmuştur. Kaplumbağalar dışında kalan sürüngenleri içine alan Squamata takımı ise kertenkele ve yılan türlerini kapsamaktadır. IUCN’e göre sürüngen türlerinden 1 tür NT ve 1 tür de VU tehlike kategorisindedir. Bölge, barındırdığı kuş türlerince zengin bir alandır. Özellikle kışın yağışlarla birlikte artan su miktarı pek çok sucul kuş türüne geniş yaşam alanı sunmaktadır. Kızıl Şahin (Buteo rufinus) Tuz Gölü’nün Güneydoğusunda yer alan Bolluk-Tersakan Gölü-Eskil-Yenikent hattındaki tuzlu topraklar ile Sultanhanı Bataklıkları yöresel endemikler bakımından zengin ve korunması öncelikli yerlerdendir. TUZ GÖLÜ’NÜN FLORİSTİK ÖNEMİ Genel olarak “Sulak Alanlar” ve “Tuzlu Tavalar” floristik çeşitlilik açısından fakir olup dünyanın birçok yerinde rastlanabilen kozmopolit (geniş yayılışlı) türler çoğunluktadır. Bu genel durumun aksine Tuz Gölü’nün güney kesimleri dünyadaki diğer tuzlu tavaların aksine endemizm oranı ve floristik çeşitlilik açısından çok zengindir. Bu zenginliğin asıl sebebi dünyanın diğer tuzlu tavalarında da bolca bulunan NaCl’in yanı sıra lokal alanlarda sülfatca (NaSO4) zengin toprakları barındırıyor olmasıdır. ÖNEMLİ BİR ENDEMİZM MERKEZİ Bu nedenle Tuz Gölü’nün güney kesimleri ülkemizin önemli endemizm merkezlerinden birisidir. Lokal monotipik endemik bir cins olan Kalidiopsis Wagenitzii bitkisinin yegane yayılış alanı Tuz Gölü’nün güney kesimleridir. Diğer bir monotipik cins olan Micrornemum Coralloides de bu alanda barınmaktadır. Cyathobasis Fruticulo- sa ise bu alandaki 3. monotipik cinstir. Ülkemizde 16 monotipik cins olduğu düşünüldüğünde bunların 3 tanesinin bu alanda lokalize olması Tuz Gölü’nün floristik önemini göstermesi bakımından önemlidir. Gene ülkemizde yayılış gösteren 6 endemik Limonium türünün 5’i Tuz Gölü çevresindedir. Tuz Gölü havzasının güney ve özellikle güney batı kesiminde endemik türlerin yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. İKİ YAŞAMLILAR: SU KURBAĞASI Su Kurbağası Tuz Gölü ÖÇK bölgesi içinde saptanan iki yaşamlılar Anura takımı içinde yer almaktadır. Anura takımı kuyruklu iki yaşamlıları (kurbağalar) içerir. Bölgede 2 familyaya dâhil olmak üzere üç kurbağa türü kaydedilmiştir: Bufo Bufo (Siğilli Kurbağa), Bufo Viridis (Pseudepidalea Viridis). Gece Kurbağası ve Rana Ridibunda (Pelophylax Ridibundus) Su Kurbağası. Semenderlerin dâhil olduğu Caudata takımına ait türlere rastlanmamıştır. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 75 ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK KÜLTÜR-SANAT SERGİ MUTLULUK FABRİKALARI Feyziye Mektepleri Vakfı -Teşvikiye 7 Şubat-17 Mart VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisinin ilk sergisi olan ‘Mutluluk Fabrikaları’nda 14 mimari ekibin araştırma ve yorumları, mekana yerleştirilen mobil kutuların içinde sergileniyor... 10 yıllık bir dönüşüm sürecini anlatan sergi, insanı ve mimariyi temele alan bir perspektiften teknoloji, siyaset ve ekonomik gelişmelerin bu iki öge üzerindeki etkilerine dikkat çekiliyor. SERGİ TARİH NEHRİ BORUSAN PERİLİ KÖŞK 14 Ocak - 15 Nisan İspanyol 'yeni medya' sanatçısı Daniel Canogar'ın 'Tarih Nehri' isimli sergisi, atık malzemelerden oluşturduğu eserleriyle dünyamızın doğal kaynaklarının yok olması tehdidine ve atıkların çevreye verdiği zarara dikkat çekiyor. Canogar'ın su temasını ele alan beş özgün yerleştirmesinden oluşan sergide, kavramsal açıdan kültürlerin oluşumunda önemli bir yeri bulunan suyun tükenişini ve boşa harcanmasından kaynaklanan sorunları ele alınırken, bir toplum ve yaşam kaynağı olarak su ile toplumsal bellek arasındaki ilişkiyi de araştırılıyor. Ticari binaları değil, ticari yapıları konu alan sergide, kendi ticari yapılarımızı üreterek mutluluğumuza ve iç dünyalarımıza ilişkin yeniden söz sahibi olabileceğimiz vurgulanıyor. SERGİ VAN GOGH ALIVE Antrepo 3, Karaköy 10 Şubat- 15 Mayıs SERGİ SEGMENT #1A BORUSAN PERİLİ KÖŞK 21 Aralık-15 Nisan "Helsinki Okulu" fotoğraf akımının önemli temsilcilerinden biri olarak değerlendirilen Ola Kolehmainen'in çarpıcı kompozisyon anlayışı ile bilgisayar temelli sanatta farklı deney ve üretimlerin öncülerinden biri olarak kabul edilen Manfred Mohr'un dijital sanat alanında çığır açan eserleri Segment #1A'da sergilenmeye devam ediyor. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu'nda önemli yeri olan iki sanatçı; 'SPOT ON' adıyla anılan yeni bir sergileme modeli kullanıyor. 76 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 biri olarak kabul Dünyanın en büyük ressamlarından kadar hiç deneedilen Van Gogh’un eserlerini bugüne n Van Gogh Alive yimlenmemiş yepyeni bir formatta suna buluşuyor. Dijital Sanat Sergisi sanatseverler ile Singapur’daki dünya prömiyerinin ardından ilk kez Türk sanatseverlerle buluşan, geleneksel sanat ve modern teknolojinin sentezlendiği Van GoghAlive, dahi ressamın en ünlü eserlerini evenin 3,000’in üzerinde dijital imaj ile çerç müze gezisinin çok içinden çıkararak izleyicilerine klasik ötesinde bir deneyim yaşatıyor. 23. Ankara Film Festivali PROJE 15–22 Mart 2012 tarihleri arasında, Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından, Kültür Bakanlığı desteği ile bu yıl 23. kez düzenlenecek olan Ankara Uluslararası Film Festivali, bu yılki ana temasını ‘Tektiplesme’ olarak belirledi. İstanbul Bilgi Üniversitesi 5 Mart- 14 Mayıs 15-22 Mart Tüm farklılıkların törpülendiği ve zihinlerin tektip yaşam tarzına alıştırıldığı bir dünyada yaşadığımız gerçeğinden yola çıkan Festival, dünyayı istila eden tektip yaşam tarzına, bireylerin birbirinin hemen aynı hedeflere kilitlemesine ve bundan doğan büyük trajedilere vurgu yapmayı hedefliyor. Ayrıca festival, seyircisini küreselleşen kültürün dayattığı tektip yaşam tarzı ve bunun ardındaki nedenler üzerine düşünmeye çağırıyor. Usta Fırçaların Buluşması A'DAN Z'YE İSTANBUL'U KEŞFETMEK Japonya'dan Institute for Information Design işbirliğiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans Programı tarafından "A'dan Z'ye İstanbul'u Keşfetmek" konulu, uluslar ve disiplinler arası iki aşamadan oluşan bir tasarım çalıştayı düzenleniyor. Çalıştay sırasında katılımcılar tasarım becerileri ve mesleki deneyimlerini arttırma fırsatı buluyor. 17 Şubat – 12 Mart Yarışma YABAN HAYAT Fotoğraf Yarışması Son Katılım Tarihi: 15 Mayıs 2012 Türkiye'de yaşayan yaban hayvan türlerinin tabî yaşam alanlarında belgelenmesi, coğrafyamızın bu alandaki zenginliğinin tespit edilmesi, yaban hayatı hakkında bir farkındalığın oluşturularak, toplumsal bilgilenme, ilgi ve duyarlılık seviyesinin arttırılmasına katkıda bulunma amacı taşıyan yarışmada profesyoneller ve amatörler iki ayrı kategoride yarışacak… Ülkemiz sınırları içerisinde yaşayan yabani hayvanlar konu alındığı için evcilleştirilmiş ya da bir çeşit tutsaklık ortamında tutulan hayvanların yer aldığı fotoğraflar değerlendirmeye alınmayacaktır. Derinlikler Sanat Merkezi, yeni yılın en önemli sanat etkinliklerinden birine imza atıyor. Her yıl geleneksel olarak düzenlediği “Usta Fırçalar’ın Buluşması” sergisi bu yıl Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş usta ressamların eserlerini bir araya getiriyor. Sanat severler bu sergiyle birlikte ilk kez Adnan Turani, Celal Tutant, Cemal Tollu, Cihat Özgemen, Elif Naci, Hüseyin Bilişik, İbrahim Balaban, İbrahim Çallı, Kemal Zeren, Mehmet Pesen, Muazzez Özduygu,Naile Akıncı, Neşet Günal, Nuri Abaç, Nuri İyem Ramiz Aydın, Sami Lim, Şadan Bezeyiş, Şeyho Bulut, Şeref Akdik ve Turgut Atalay gibi ustaların resimlerini bir arada görme imkanını yakalayacaklar. Bienal SON KERVAN Mercati di Traiano, Roma 11 Mart İtalyan başkentinde, bu yıl ilk kez yapılan İpekyolu Bienali kapsamında fotoğraf sanatçısı Arif Aşçı'nın, tarihi İpekyolu güzergahında kervanlarla gerçekleştirdiği seyahate ait fotoğraflar sergileniyor. Seyahate hazırlık aşamasında en çok ünlü İtalyan gezgin Marko Polo'dan etkilendiğini belirten Aşçı, 1996 yılında deve sırtında yola koyulduğu 'Çin'den Çanakkale'ye'' isimli seyahatini18 ayda tamamlamış… projenin bitiminden 15 yıl sonra Mercati di Traiano Müzesi'nde yayınlanan fotoğraflara ilgi oldukça yoğun. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 77 FARKINDALIK BİLİYOR MUSUNUZ? ! BUNLARI BİLMELİSİNİZ Kullandığımız yakıtlardan kül ve zehirli gaz gibi atıklar açığa çıkar. Baca ve egzozlardan çıkan zehirli gazların birleşmesi sonucu asit yağmurları oluşur. Asit yağmurları temas ettiği bitki örtüsünün yok olmasına, insanlarda deri ve akciğer hastalıklarına neden olur. Çevre kirliliğini azaltmak için yüksek kalorili, kül ve zehirli gaz çıkışı az olan yakıtlar kullanılmalıdır. ÇÖPLER BALIKLARDAN FAZLA Bir yıl içinde denizlerden avlanan balıkların ağırlığının üç katı kadar atık, denizlere atılmaktadır. ÇÖZÜM AĞAÇTA TEMİZLİK ZAMANI Küresel ısınmaya karşı en etkili tedbir fidan dikmektir, bir ağaç ömrü boyunca 1 ton karbondioksiti emer. Ülkemizde herkes her gün yerden bir parça çöp toplasa günde 60 milyon parça çöp toplanmış olur. DETERJANLAR SULARI KİRLETİYOR Fosfat içeren deterjanlar içme suyu kaynaklarına karışarak suyu kullanılmaz hale getirmektedir. ÇÖPLER ÖLDÜRÜYOR Maalesef hayvanların yüzde 23,5'u bizim attığımız çöplerle ölüyorlar. AMPÜLLERİ DEĞİŞTİRİN ARABANIZI AZ KULLANIN Haftada 2 gün arabanızı kullanmazsanız yılda 750 kg. kirli egzoz gazını havaya bırakmayı engellemiş olursunuz. 78 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MART 2012 Evde kullandığınız ampulleri tasarruflu ampuller ile değiştirin. Tasarruflu ampuller 10 kez daha uzun ömürlüdür ve yüzde 75 enerji tasarrufu sağlar. 10 UÇAK YAPILABİLİR ATIKLARI AYIRIN Bir yılda tüketilen içecek kutularından geri dönüşümle 10 adet büyük yolcu uçağı üretilebilir. Evsel katı atıkların yüzde 68'ini organik atıklar; geri kalanını kâğıt, karton, tekstil ve plastik oluşturmaktadır. YAKITTAN TASARRUF Apartmanınıza "ısı yalıtımı" veya "mantolama" yaptırarak yakıttan yüzde 40 oranında tasarruf sağlayabilirsiniz. HAVA KİRLİLİĞİ ÖLDÜRÜYOR Dünyada her yıl hava kirliliğinden 3 milyon insan ölüyor. KAÇIŞ YOK Bazı sanayi kuruluşlarının atık sularında bol miktarda bulunan zararlı kimyasallar, bu suların döküldükleri nehir, göl ve denizlerde bulunan canlılara, bu canlılardan da insanlara geçmektedir. 56 SULAK ALAN Sulak alanlar, biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın en verimli bölgeleridir ve ülkemizde uluslararası 56 adet sulak alan bulunmaktadır. GÜNEŞE YATIRIM YAPIN Gelişmiş ülkelerde güneş ve rüzgar enerjisine yatırımlar yüzde 41 artmıştır. Rüzgar ve güneş enerjileri “çevre dostu” enerjilerdir. A+ TERCİH EDİN Beyaz eşyalarınızda daha az enerji ve daha az su harcayan ürünleri tercih edin. Onları satın alırken enerji performansının A veya A+ olmasına mutlaka özen gösterin. MART 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 79