Sayı: 135•Mayıs 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
Sayı: 135•Mayıs 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
MAYIS 2011 - SAYI 135• 1• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •2 Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600 Yıl: 11•Sayı: 135•Mayıs 2011 Sahibi NİMET ÇUBUKÇU (Millî Eğitim Bakanı) • Genel Yayın Yönetmeni AZİZ ZEREN (Yayımlar Dairesi Başkanı) • Yazı İşleri Müdürü ARİF BÜK (arifbuk@meb.gov.tr) • Yayın Kurulu DİNÇER EŞİTGİN ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ HAKKI USLU MACİT BALIK • Tasarım HAKKI USLU (huslu@meb.gov.tr) • İletişim ve Koordinasyon DİNÇER EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) • Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü • Abone - Dağıtım HALİL İBRAHİM KINACI Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlan masın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorum ludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkan İÇİNDEKİLER ÇİZGİ•HAKKI USLU ................................................................................ 2 7 HAİKU•MEHMET AYCI ......................................................................... 3 TOPRAĞA DÜŞEN GÖLGE•YASİN MORTAŞ ............................................... 4 KURTARMA YAZILISI•SELAHATTİN ARSLAN ............................................. 5 EĞİTİMDE YENİ BİR PARADİGMA EVRENSEL OKURYAZARLIK CİHAD ŞENTÜRK .................................................................................... 10 HAVA KİRLİLİĞİ VE SAĞLIĞIMIZ...•LOKMAN HAKAN TACER ...................... 15 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELE İÇİN YENİLENEBİLİR ENERJİ•DENİZ YENER .......................................................................... 30 HAVA KİRLİLİĞİ NEDİR, ÜLKEMİZDEKİ DURUMDAN KESİTLER•ARSLAN SARAL .................................................................... 34 OKULLARDAKİ İÇ ORTAM HAVA KALİTESİ ÇOCUKLARIN SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR...•GÜLEN GÜLLÜ ......................................... 42 ÇEVRE YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRÜ PROF. DR. CUMALİ KINACI İLE HAVA KİRLİLİĞİ ÜZERİNE•AYSUN İLDENİZ - ŞABAN ÖZÜDOĞRU ............. 48 HAVA KİRLİLİĞİ VE KONTROLÜ•BELGİN BAYAT ....................................... 55 KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN YAVAŞLATILMASINDA ORMANLARIN ROLÜ•NEDİM SARAÇOĞLU ............................................. 60 HAVA KİRLİLİĞİ VE ALINABİLECEK ÖNLEMLER•İBRAHİM PEKER .............. 72 DEDENİN GÖBEĞİ•ERDAL NOYAN .......................................................... 76 SON SÖZ•ÜNVER PAZARLI ................................................................... 77 BİR SORU•GAMZE YALAZ ..................................................................... 78 lığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. PANCAR•ZEKERİYYA KANTAŞ ................................................................ 81 Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler KİŞİLİK GELİŞİMİNDE ÖĞRENCİ MERKEZLİ SANAT EĞİTİMİNİN ÖNEMİ•FİLİZ KARA BİLGİN .................................................................. 83 için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-An kara Şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-ANKARA” adresine gönde rilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 5035 Süreli Yayınlar Dizisi: 279 DANİMARKALI İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ NEDEN GÜZEL İNGİLİZCE KONUŞUYORLAR•İSMAİL ÇAKIR ........................................... 87 GÜNDEM ............................................................................................... 92 KAPAK FOTOĞRAFI: ÇAĞATAY HAKAN GÜRKAN ÇİZGİ • Hakkı Uslu MAYIS 2011 - SAYI 135• 7 HAİKU MEHMET AYCI BİLGE DAĞ Söyledim dağa Sesimdeki dağları Söyledi bana… GEYİK UYKUSU Alaca geyik Kara kâbus görüyor Kurt seslerinden… YAZ ŞİİRİ İnersin deniz Merdiven Antalya’sı Çıkar/sın güneş… “GÖKYÜZÜNDE KATAR KATAR TURNALAR” Turna uçurdum Göç şiiri söylüyor Uçurumlardan… KARA KIRMIZI Karanlık dünya… Hiroşima diyor ya Baykuş geceye… “BİR OKYANUS BİR DENİZİN ARKASINDAN YÜRÜYOR” Büyük denizin En derin mesnevisi Şems’in gözleri… ŞEBNEM DUASI İçli ağlıyor İçli ağlıyor gece Gün doğsun diye… 3• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM TOPRAĞA DÜŞEN GÖLGE YASİN MORTAŞ a. İnce çağ o çıngılı çöl elenir evimizin eşiğine çoraklığı ve tozuyla aşımıza savrulur b. Açlar köz içinde vahalarınca kaynar o meridyen tarihini ateşlerle çizer avunur Toprak kalbimde kıvrılır kıvrılır ve kırılır kendi aynasında Yüzümde yer değiştiren sessiz kaymalar olur Gün hüznün arazisidir gece kumulları yığar yeryüzüne hangi toprak tutar gözyaşı ırmağını •4 KURTARMA YAZILISI SELAHATTİN ARSLAN Ç aycı çocuk, ustasına söyledi; usta, başhemşireye anlattı, başhemşire, nöbetçi doktora ulaştırdı. Nöbetçi doktor duyduklarına inanamadı. - Şakanın sırası değil, dedi başhemşireye soğuk bir yüzle. - Öyleymiş, dedi, gerçekten. - Neymiş peki? - Ağlıyormuş. - Hasan Bey? - Hasan Bey. - Operatör doktor Hasan Bey? - İşte o. Başhemşire sözü uzatmadı. Kendine inanmayan nöbetçi doktora küsmüş, sırtını dönmüş, yürümüştü. Selahattin Arslan, Kurtarma Yazılısı, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss.5-9. Nöbetçi doktor bir süre ortada dolandı. Hiç kuşkusuz yapacağı ilk şey gidip Prof. Dr. Hasan Bey’in kapısını çalmaktı. Gerçeği gözü ile görürdü o zaman ama bu olanak dışıydı. Hasan Bey sert adamdı. Hatta soğuk ve katıydı. Odasına girmeyi göze alamadı. En iyisi, komşu odadaki doktorlara durumu anlatmaktı. Öncelikle başhemşirenin yanına gitti, durumu sağlama almak istedi: 5• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM - Prof. Dr. Hasan Bey dedin değil mi? torun: Başhemşire pek alınmış, küsmüştü: - Hasan Bey’i en iyi ben bilirim, dedi. Yeteneklidir, titizdir, sayılı cerrahlarımızdandır. Masada kalan hastasına makinaya bakar gibi bakar; “Tamir kabul etmedi” der, o kadar. - Hasan Bey, dedi yüzüne bakmadan. Nöbetçi doktor, doğrudan doktorların odasına daldı. Onlar kapının açıldığını duymamışlardı. Tahlile gönderdiği hastalarının verilerini bilgisayardan izliyorlar, arasıra not alıyorlardı. Bu yüzden birkaç kez “efendim” demesi gerekti. Son “efendim”leri yüksek sesle söyledi doğal olarak. - Bir şey mi var? dedi tıknaz olanı, alnına toplanmış saçlarını parmaklarıyla dağıttı. Nöbetçi doktor elinde olmadan: - Hasan Bey nasıl insandır böyle? Yüreği taş mıdır, kaya mıdır? diye soruverdi. - Onun da bir insan tarafı vardır kesin. Bize görmek nasip olmadı, dedi, ne yapalım? - Yeni ameliyatlı hastalardan biri mi fenalaştı? diye sordu uzun yüzlüsü. Öyleyse bir bakıver. - Şöyle yapalım, dedi tıknaz olanı, Önce Necmi Bey’e gidelim. Asistanlıkları birlikte geçmiş. En yakın dostu odur. Nöbetçi doktorun heyecandan yüzü kızardı, ne dese uygun düşerdi ki? Doktorlar ivedice odadan çıktılar. Bitişik odaya girdiklerinde Prof. Dr. Necmi Bey kahve içmekteydi. - Olağanüstü bir durum mu var? dedi tıknaz olanı. - Buyurun gençler, dedi, oturun oturun. - Evet olağanüstü bir şey var. - Biz oturmaya gelmedik efendim. Diğeri kendinden beklenmeyen bir sertlikle söze karıştı: - Neyse artık söyle şunu! diye bağırdı. - Hasan Bey, odasına kapanmış ağlıyormuş. Bir anda doktorların yüzü değişti. Uyku ve umursamazlık bürümüş yüzleri şaşkınlığa geçti. - Hasan Bey mi ağlıyormuş? diye sordu tıknaz olanı. - Hasan Bey, evet. - Kim görmüş? - Çaycı çocuk. - Buna dünyada inanamam, diye bağırdı. Tıknaz olanı ona destek çıktı: - Ben yıllar yılı asistanı oldum. Bırak ağlamayı, hüzünlendiğini görmedim. Annesi öldüğü gün bile. - Beton ağlar da, o ağlamaz, dedi diğeri. Nöbetçi doktor, uygun bir neden aradı: - Bu sabah ameliyatı var mıydı? Hastası ölmüş olmasın? Tıknaz olanı, saflığına hayli güldü nöbetçi dok- •6 - Niçin geldiniz? - Nasıl söylesek ki? - Aynı kliniğin doktorlarıyız yıllardır, çekinecek ne var? Her neyse söyleyiniz canım. - Hasan Bey odasında ağlıyormuş! Necmi Bey, korkunç bir şey duymuş gibi birden ayağa fırladı: - Ağlıyor muymuş? Olanaksız bu. - Ağlıyormuş. Necmi Bey önde diğer doktorlar arkada Hasan Bey’in odasına girdiler. Hasan Bey gerçekten ağlıyordu. Bir çift güvercin kanadı gibi havadan ağır ağır inen karlara karşı dalmış gitmişti. Gözyaşları ince uzun yüzünde ipil ipildi. - Neyiniz var? diye sordu Necmi Bey. Hasan Bey yanıt vermedi, yüzünü daha da pencereye çevirdi üstelik. - Ne oldu size böyle? İkinci soruya da karşılık gelmedi. Şaşkın şaşkın birbirine baktı herkes. Doktorlar bir şey sormadan bekledi. Ne yapacaksa Necmi Bey yapacaktı artık. MAYIS 2011 - SAYI 135• Necmi Bey, dil dökmek gereğini duydu: - Bizi üzme dostum, dedi ve ellerini omzuna koydu. Neler oldu sana bugün? Merak ve heyecan doruktaydı. Acaba ne söyleyecekti, ne haber verecekti? Hasan Bey, odadakilerin yüzüne ayrı ayrı baktı. Bir şeyler söyleyecekmiş gibi dudaklarını araladı. Ardından, olmaz, anlamında başını salladı. - Anlat şunu dostum, diye yalvardı Necmi Bey. Bu denli işkence yeter bize. Hasan Bey, beklenmedik bir anda dargın ve kısık bir sesle sordu: - Anlatsam anlayacak mısınız? Oradakiler hep bir ağızdan söz verdiler: - Anlarız efendim, dinleriz efendim. - O zaman oturun da dinleyin beni. Yer bulup oturdular. Neden sonra Hasan Bey’in yorgun sesi duyuldu: - Ben kıyıda köşede kalmış bir lisede okudum. Okulun pencereleri tepeye kadar tırmanmış gecekondulara açılırdı. Yıl 1978. Bende yaş on yedi en çok. Çalışkan bir öğrenciydim ama insan yeteneği sınırlı. - Buna mı ağlıyorsunuz? diye sordu Necmi Bey. - Buna değil, tabi. - Dinliyoruz. - Ne demiştim, insan yeteneği sınırlı. Fenden, matematikten sınıfın en iyilerindenim. Tarih, coğrafyada gene önde gelenlerden biriyim. Edebiyat, onda yokum işte. Ne yaptıysam olmadı. Şiir açıklamalarında tıkanıyorum. - Dinliyoruz. - Üniversite sınavları geldi çattı.Tıp Fakültesini tutturdum. - Çok doğal. - Buraya kadar sorun yok ancak edebiyattan kalıyorum. Son yazılı da zayıf geldi. Bu durumda liseyi bitiremediğimden fakülteye giremeyeceğim. - İlginç. - Öğretmene gittim, çekinerek. Çünkü sert adam öğretmen. Yalnız sert olsa neyse, işinde de çok titiz. Ondan not isteme de canını al daha iyi. Ardında dolaştığımı görünce sordu: - Bir şey mi var Hasan? - Tıp Fakültesini kazandım öğretmenim, dedim, fakat… - Edebiyattan kaldın değil mi? - Acaba bana…, dedim, daha ileriye gidemedim. İlkin ilgisiz kalmaya çalıştı, anlamazlıktan geldi. Ancak içi rahat değildi: - Benden istediğin nedir? diye sordu. - Beni kurtarma yazılısına alsanız. - Üç yazılı, bir sözlü notun var dedi not defterini gösterdi. Hepsi de kötü. - Biliyorum, dedim, ancak… - Bir de, giderek düşme var notlarında. Benim elimden ne gelir? - Bir kurtarma yazılısı, dedim kızarıp bozararak. - Diyelim ki yazılıya girdin. Ya gene zayıf alırsan? - Çalışırım. - Bir günde mi? Sekiz ayda yapamadığını bir günde mi yapacaksın? - Başka çarem yok. Fakülteli olmayı çok istiyorum. Bu benim için ölüm kalım meselesi… Yüzüme baktı, düşünen, sakınan, kollayan bir öğretmen bakışıydı bu. Ta gözlerimin içine baktı. Oradaki gençlik heyecanımı görmüştü. Tek tük aklar vurmaya başlamış saçlarını parmaklarıyla taradı. Yüzünü, aklıyla kalbi çelişen insanların endişesi kapladı. - Şunun sonunu da getir, dedi Necmi Bey, yüreğimiz ağzımıza geliyor. - Uzun uzun düşündü öğretmenim. Evet de diyemiyordu, hayır da. - Şu tıp fakültesini nereden kazandın, diye sızlandı. Bıraksam sen yıkılacaksın, bırakmasam kendime 7• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM güvenim yıkılacak. - Niçin? diye sordum çekinerek. - Niçini şu, dedi, ya kötü bir doktor olursan, yanlış bir şey yaparsan, ben hep kendimi suçlayacağım. - Bana güvenin, dedim, iyi doktor olacağım. - Kafanda hangi branş var? diye sordu. - Operatörlük dedim, hemen. - Bıçak doktoru hem de, diye söylendi öğretmenim. En sakıncalısı bu. Bilmem nereden geldi, bütün gücümü toplayıp dedim ki: - Ya hayatlar kurtarırsam? Hemen cevap vermedi, beyniyle yüreği hâlâ hesaplaşıyordu. Bunu anlamıştım: - Bir kurtarma yazılısı daha, diye direttim. Öğretmenim, yine uzun bir bakış attı yüzüme. Öyle sandım ki on yedi yaşıma kadar ne yaptıysam hepsini gördü. Önce, olmaz, anlamında başını salladı, ardından yüzü yumuşamaya başladı, olur, anlamında başını salladı, sonunda: - Yarın 6 Fen A’ya gel, dedi. Son saat dersim var o sınıfta. Bu yılın da son dersi zaten. - Meraktan çatladık, dedi doktorlardan biri. - Ter bastı, dedi başhemşire. - Ertesi gün beni çağırttı, gittim. Güzel bir haziran ikindisiydi. Öğretmenler odasında bir o vardı, bir de ben. Kâğıdımı okumuştu belli. Üstünde kırmızı kalem çizikleri vardı. - Geldin mi Hasan? dedi öylesine. Yüzü, hiç iyi değildi. Tedirginliği çıplak gözle bile belli oluyordu. Beyniyle yüreği yine güreş tutmuştu. - Kâğıdını okudum, dedi. Ben sustum, o konuştu: - Fuzuli öyle demek istemiyor ki, diye siteme geçti. Sonra tevriye sanatıyla hüsnüta’lil sanatını karıştırmışsın. Bir de Tevfik Fikret’e realist şair demişsin. Oysa şiirde realistlere parnas denir. Ben suskunluğumu sürdürdüm. Derken o sustu. İkimiz de gökyüzünde döktü dökecek yağmur bulutlarına baktık, ne yapacağını bilemeyen insanlar gibi. Benim durumum öğretmenimden, onun durumu benden daha beterdi. - Ben artık dayanamayacağım, dedi başhemşire. Hasan Bey, dur daha neler duyacaksın der gibi baktı başhemşireye. - Sonuç? diye tekrar sordu yakın arkadaşı olan profesör. - Benim aklım fikrim sonuçta, dedi uzun yüzlüsü. - Ha evet, sonuç değil mi? Öğretmenim sanki bir suçlu da, suçunu itiraf ediyor gibiydi. Kimsecikler duymasın diye kulağıma eğilip fısıldadı: Hasan Bey, kırk altı yıl önceye gitmiş ve onları duymamış gibiydi. Birkaç damla gözyaşı artık oldukça derinleşmiş yüz çizgileri de yol alarak çenesine doğru süzüldü. - Bak, dedi usulca, kâğıdını 4,5’tan 5 yapıyorum Hasan. İşte kurtarma yazılısını aldın. Fakat bu 5 numarayı her zaman her yerde insanlığın hayrına kullanacaksın, söz mü? - Kendi başımdan geçmiş kadar oldum, dedi tıknazı. - Sonra? diye sordu en yakın dostu. - Sonra mı? diye sızlandı Hasan Bey. Dediğini yaptım. Ders yılının son dersine 6 Fen A’da girip soruları bekledim. Öğretmenim, soruları yazdırdı. Üç soru yeter dedi. - Bildiğiniz şeyler miydi? - Hayır, pek değildi. Kırk dakika yazdım, çizdim, iki sayfa tutmuştu verdiğim cevaplar. •8 - Söz, dedim. - Var git şimdi… - Öf be, dedi doktorlardan biri. - Bu hikâyenin sonrası da var mı? diye sordu yakın dostu olan profesör. - Sonrası şöyle… Bir gün duydum ki edebiyat öğretmenim başka kente atanmış. Aramıza uzaklıklar girdi. Sadece selamlar yolladık birbirimize tanıdıklar MAYIS 2011 - SAYI 135• aracılığıyla, hiç görüşmedik, ta ki on gün öncesine kadar. - Ben fena oldum ayol! diye sızlandı başhemşire. Prof. Dr. Hasan Bey, gözlerinde biriken yaşları parmaklarıyla sildi: - On gün önceydi diye sürdürdü konuşmasını. Yazgıya bak ki yine bir ikindi üstüydü. Sadece, aylardan haziran değil de şubattı, havada yağmur bulutları dolaşmıyordu da kar taneleri dolaşıyordu.Ve öğretmenim, o saçlarına yeni yeni ak düşen yapılı adam değildi de başı pamuk tarlasına dönmüş, süzülmüş, erimiş, çökmüş başka bir adamdı. - Şu dünyanın işine bak, dedi tıknaz olanı. - Ağrılar içindeydi. Duyulur duyulmaz hırıltılı bir sesle konuşabiliyordu. Yalnız gözleri aynı kalmıştı hayret. Hâlâ bakışı o bakıştı. Hani o insanı yüreğine kadar görebilen aynı bakış… Durmadan, hastayım, diyordu, Hasan’ım çok hastayım. - Doktorlara görünmediniz mi öğretmenim? diye sordum. - Çok doktor dolaştım, dedi hırıltılı bir sesle, devlet hastanesinde bir ay kadar yattım, sonunda evine git dediler. Umudu kestiler yani. Elinde tuttuğu dosya kâğıdı büyüklüğündeki kabarık zarfı aldım. İçinde yapılan incelemelerin bulguları vardı. Hepsini teker teker inceledim. Doktorlar haklıydı yazık ki umut bitmişti, yapılacak hiçbir şey yoktu. Ciğerler iflas etmişti büsbütün. O hâlâ soruyordu: - Bir umut var mı Hasan’ım? Sonunda sana geldim. - Siz ne cevap verdiniz? diye sordu doktorlardan biri. - Cevap vermek mi dediniz? Hangi cevap? Varsa, son birkaç ayını, evinde geçirmeliydi. Boş yere hastanelerde sürünmemeliydi. Bunları sezdirdim uygun bir dille: Umut her zaman vardır, dedim. Gidiniz, dinleniniz, ben ağrınızı giderecek en etkili ilaçları veririm. Fakat öğretmenim sözlerimi dinlemedi bile. Beni “ameliyat ediniz” diye tutturdu. Son bir umut diyordu, son bir şans. Ben, hiç o kanıda değildim. Böyle bir ameliyat bana göre nafile bir çabaydı, eziyetti. Üstelik kurtulma şansı olan binlerce hasta vardı sırada. Ameliyat olmaz, dedim. Ancak o kesindi, ödünsüzdü, diretti: - Son bir umut, son bir şans. Masada kalma olasılığı yüzde doksan dokuzdu. Saygımda kusur etmeden ameliyat isteğini geri çevirdim. O an gözlerime alacaklı bir adamın bakışıyla kısa bir süre baktıktan sonra: - Bir kurtarma yazılısı, dedi, bir kurtarma yazılısı işte, hepsi bu. Kim bilir belkide 4,5’tan 5 alırım bakarsın ki… - Buna can mı dayanır? dedi, doktorlardan tıknaz olanı, buna can mı dayanır? Hasan Bey, kırık dökük bir sesle: - Benim canım da dayanmadı zaten, dedi. Boyun borcum, gönül borcum vardı ona. Bir an için tıpmış, doktorluk andıymış falan unuttum. - Tamam öğretmenim, şimdi gidiniz, dedim, merdivenleri indirip taksiyle evine gönderdim. Bu sabah için de gün verdim, söz verdim. - İçim daraldı, diye bağırdı doktorlardan biri. - Dediğim gibi gün doğarken geldi. Umut insanı bir başka yapar bilirim. Onu da bir başka yapmıştı. Yüzüme bakıyordu gülümseyerek. Bir zamanlar öğüt verdiği bıçak doktoruna dağlar kadar güvendiği belliydi. Yakın arkadaşı olan Necmi Bey bir daha sordu: - Sonra? - Narkoz sırasındaki son bakışını, artık ömrüm oldukça unutamam. Çocuk gibiydi; akşam babasının şekerle döneceğini sanıp bekleyen çocuk gibiydi. Biz elimizden geleni yaptık ama daha ameliyat bitmeden öğretmenimin teni, elimizde soğudu kaldı. Oda sessizliğe bürünmüştü. Prof. Dr. Hasan Bey, gözlerinden süzülen yaşlar yüzünden karşısındaki doktor arkadaşlarını puslu görüyordu. İç çekişleri arasında yarı ağlamaklı bir sesle sızlandı: - Ben ona 4,5’tan 5 verememiştim… 9• EĞİTİMDE YENİ BİR PARADİGMA EVRENSEL OKURYAZARLIK CİHAD ŞENTÜRK Sınıf Öğretmeni, Dr. Cavit Özyeğin İlköğretim Okulu ŞANLIURFA Okuryazarlık Kavramı O kuryazarlık kavramı çeşitli şekillerde tanımlanmış ancak değişen koşulların ve ihtiyaçların ışığında bu tanımlar sürekli güncellenmekte ve değişime uğramaktadır. Bundan 50-60 yıl önce okurya- zarlık belli bir alfabe ile yazılmış metni okuyabilmek ve o alfabeyi kullanarak bir şeyler yazmaktan ibaretti. Nitekim Unesco 1962 yılında Paris’te yaptığı toplantıda okuryazarlık kavramını “Okur-yazar, kendinin ve içinde yaşadığı toplumun gelişmesine katkıda bulunabilecek derecede okuma-yazma ve hesap yapma becerilerine sahip, grup ve topluluk içindeki görevlerini etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için gerekli bilgi ve becerileri kazanmış kişidir.” şekilde tanımlamıştır. Buna göre geçtiğimiz yıllarda sanayi toplumunda bir alfabeyi sökmek, kendini ifade edecek kadar bir dil bilgisi, günlük hayatta kullanacağı temel hayat bilgileri ve dört işlem bilgisi, biraz da fen ve tabiat bilgisi insanlar için yeterli oluyordu. Bu becerilere sahip bireyler okuryazar olarak kabul edilmekteydi. Cihad Şentürk, Eğitimde Yeni Bir Paradigma Evrensel Okuryazarlık, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 10-14. • 10 Evrensel Okuryazarlık Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçtiğimiz bu MAYIS 2011 - SAYI 135• dönemde birçok kavram yeniden tanımlanmış ve yılda bilgi miktarındaki artış ve teknolojik gelişme- okuryazarlık kavramı da bu değişimden etkilen- lerle beraber çeşitlilik gösterdiğini ve okuryazarlığın miştir. Bu değişim sürecinde okuryazarlık kavra- “beceri tabanlı” bir karakter kazandığını belirtmek- mı çeşitli şekillerde yeniden tanımlanarak birçok tedir. Bawden, son yıllarda okuryazarlık için gerekli okuryazarlık türü ortaya çıkmıştır. İçinde yaşanılan olan beceri tabanlı okuryazarlık türleri arasında bil- çağa uyum sağlayabilmek ve bilgiye daha rahat gi okuryazarlığı, bilgisayar okuryazarlığı, kütüphane ulaşmak için sözlü iletişimi içeren, baskı ya da yazı okuryazarlığı, medya okuryazarlığı, ağ okuryazarlığı okuryazarlığı yeterli olmamaktadır. Yani bir alfabeyi ve dijital okuryazarlığı saymaktadır. okuyup yazmak okuryazar olmak için yeterli değildir. Bu anlamda bilimsel olarak çağın gelişmeleri ve gereksinimleri doğrultusunda yeni okuryazarlık türleri ortaya atılmış, bu alanlarda farklı çalışmalar ve araştırmalar yapılmıştır. Bu okuryazarlık çeşitleri şöyle sıralanabilir: Medya okuryazarlığı, bilgisayar okuryazarlığı, kültürel okuryazarlık, sosyal okur- yazarlık, çevre okuryazarlığı, işitsel okuryazarlık ve görsel okuryazarlık… İşte evrensel okuryazarlık da son yıllarda eğitim bilimleri literatüründe yer alan ve yukarda bahsedilen okuryazarlık türlerini kapsayan, çağımızın gereksinimleri sonucu ortaya çıkmış bir okuryazarlık türüdür. Evrensel okuryazarlığın alanyazında kabul görmüş genel bir tanımı yoktur. Ancak evrensel okuryazarlık, bilgi ve iletişim araçlarını kullanarak küresel iletişimi sağlayacak bir dil ile evrensel bilgiye, teori ve uygulamalara en kısa zamanda ulaşıp bu bilgileri günlük hayatta kullanma ve bu bilgilerden yeni bilgi ve tecrübelere ulaşma çabası şeklinde tanımlanabilir. Her alanda sürekli değişimlerin ve yeniliklerin meydana geldiği dünyamızda, hiç kuşkusuz eğitim alanında birtakım yenilikler ve bunun doğal sonucu olarak da dönüşümler yaşanmaktadır. Okuryazarlık kavramı da bu baş döndürücü değişimler sonucu farklı boyutlar kazanmıştır. Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde artık bir alfabeyi okuyup yazmak okuryazar olmak için yeterli olmamaktadır. Çünkü günümüzde bilgi hızla katlanarak çoğalmakta ve bilgiyi ezberleme yerine bilgiye en kısa zamanda ulaşma, elde edilen bilgilerden de yeni bilgiler üretme ön plana çıkmaktadır. Nitekim Alvin Toffler “Geleceğin cahili okuma yazma bilmeyen değil, bilgiye nasıl erişileceğini bilmeyendir.” sözü ile evrensel okuryazarlığın önemini vurgulamaktadır. Günümüzde sadece kendi dili ile okuyup yazan toplumlar dünyadaki gelişmelerden, yeni bilgilerden haberdar olamamakta ya da çok geç haberdar olmaktadır. Gelişen teknoloji ile dünya küçük bir köy hâline gelmiş ve devletler, milletler yoğun Şekil 1. Evrensel okuryazarlık diğer okuryazarlık bir etkileşim içerisine girmiştir. Bu bakımdan ana türlerini kapsar dilinde alfabeyi, yazı ve imlayı, aritmetik, yurttaşlık, temel sosyal ve fen bilgilerini öğrenmek artık yeterli Bawden (2001), okuryazarlık kavramının, son on olmamaktadır. Hayatımızı kuşatan teknolojiyi, küre- 11 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM oturduğumuz yerden İnternet aracılığıyla dünyanın farklı yerlerindeki kütüphanelerin veri tabanlarına girerek istediğimiz bilgilere rahatlıkla ulaşabilmekteyiz. Bu da teknolojiyi etkin ve verimli bir şekilde kullanmakla mümkündür. Ülkemizde de okullarımızda bilişim teknoloji sınıfları kurularak öğrenci ve öğretmenlerimizin İnternet aracılığıyla en kısa zamanda bilgiye ulaşmaları amaçlanmaktadır. Eğitime yön veren öğretmenlerimizin de evrensel okursel iletişimi sağlayacak bir dili, bilgisayar ve iletişim araçlarını da okumak, yazmak gerekmektedir. Evrensel okuryazarlığa ulaşmış toplumlar hızla gelişerek dünyada söz sahibi olmaktadır. Ülkemizde Evrensel Okuryazarlık Dünyada meydana gelen hızlı değişimler eğitim alanına da yansımakta, dolayısıyla ülkelerin eğitim politikalarını etkilemekte ve eğitim politikalarının sürekli güncellenmesi zorunlu hâle gelmektedir. Millî Eğitim Bakanlığımız da eğitim alanındaki gelişmeleri yakından takip ederek yapılandırmacı yaklaşım çerçevesinde eğitim programı hazırlamış, 2004– 2005 öğretim yılında denenmek üzere pilot olarak seçilen illerdeki okullarda uygulamaya koymuştur. Bu program 2005–2006 öğretim yılından itibaren de ülke genelinde tüm okullarda uygulanmaya başlanmıştır. Yapılandırmacı yaklaşım ile hazırlanan bu program evrensel okuryazarlığa atılan en büyük adımlardan biri kabul edilebilir. Çünkü yeni program ile “ kendini ifade eden, iletişim kuran, işbirliği yapan, girişimci ve sorun çözen, bilimsel düşünen, anlayan, araştıran, inceleyen, eleştiren, sorgulayan ve yorumlayan, bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanan, bilgiyi ezberleyen değil, bilgiye ulaşma yollarını bilen ve elde ettiği bilgilerden yeni bilgiler üreten, geleceğe yön veren” bireyler yetiştirmek amaçlanmaktadır. Bu amaçlar da evrensel okuryazarlığın temel hedefleridir. yazarlık yolunda teknolojinin tüm imkânlarından faydalanarak birikimlerini ve deneyimlerini yenilemeleri, bunları öğrencilerine aktarmaları gerekmektedir. Ayrıca öğretmenlerimiz yine teknolojiyi kullanarak alan bilgisi ve pedegojik bilgilerini yenilemeli ve bu alanlarda dünyadaki gelişmeleri takip ederek bunları meslek hayatında uygulamalıdır. Yaşadığımız bu dönemde sadece kendi dili ve alfabesi ile okuyup yazmak okuryazar olmak için yeterli değildir. Bilgiye ulaşmak için farklı ülkelerle, insanlarla, kültürlerle irtibata geçmek gerekir. Bu da küresel iletişimi sağlayacak bir dille mümkündür. Bunun için yabancı dil eğitimine önem verilmelidir. Son yıllarda okullarımız Avrupa Birliği Projeleri ile farklı ülkelerden çeşitli okullarla iletişime geçmekte ve bu sayede evrensel okuryazarlık yolunda büyük adımlar atmaktadır. Bakanlığımız da 14/05/2010 tarih ve 609/882 sayılı yazısı ile tüm okulların e-Twinning’e (Avrupa Okul Ortaklıkları) üye olmasını ve okul bünyesinde bir proje koordinatörü belirlenerek okul paydaşları ile ulusal ve uluslar arası çalışmalara katılım sağlanmasını istemektedir. Gerek AB projeleri gerek e-Twinning projeleri öğretmen ve öğrencilerimizi küresel iletişime geçirmekte ve onları dünyanın farklı ülkelerindeki uygulamalardan haberdar etmektedir. Bu sayede farklı bilgi ve uygulamalara ulaşılarak bunların okullarımızda uygulanması sağlanmaktadır. Bu çalışmalarla dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlarla kolaylıkla iletişime geçebilen, özgüven sahibi, bu sayede yeni bilgilere Evrensel okuryazarlığın en temel ilkelerinden biri ulaşarak elde ettiği bu bilgilerden farklı bilgiler üre- de bilgiye ulaşmaktır. Bugün teknoloji sayesinde tebilen, kısacası evrensel okuryazar bireylerin ye- • 12 MAYIS 2011 - SAYI 135• tiştirilmesi hedeflenmektedir. Okuryazarlık kavramı aslında teknolojik geliş- tecrübeleri öğrencilerine aktararak onların evrensel okuryazar olarak yetişmelerine imkân tanımalıdır. meler karşısında değişime uğramıştır. Hızla gelişen Evrensel okuryazarlığın yolu teknolojik araç ve teknoloji ile imkânsızlar mümkün hâle gelmekte ve gereçleri özellikle de bilgi iletişim araçlarını son her şey bir tıklama ile önümüze serilmektedir. Ev- derece etkin ve verimli kullanmaktan geçmektedir. rensel okuryazar olabilmek için bilgi ve iletişim tek- Bunun için sadece belli branşlardaki öğretmenleri- nolojilerini çok iyi kullanabilmeli ve bu alanda mey- miz değil, tüm öğretmenlerimiz bilgi ve iletişim tek- dana gelen yenilik ve değişimleri takip edebilmeli- nolojilerinden faydalanmalı özellikle de bilgisayarı yiz. Bunun yanında küresel iletişimi sağlayacak en etkin bir şekilde kullanmalıdır. Öğretmenlerimiz ve az bir yabancı dili de öğrenmeli ve bu sayede farklı okul yönetimi bilgisayar ve İnternet aracılığıyla eği- ülkelerdeki uygulamalardan, bilimsel gelişmelerden tim alanında meydana gelen yenilikleri yakından ta- en kısa zamanda haberdar olmalıyız. kip etmeli, İnternet üzerinde dünyanın birçok yerin- Sonuç ve Öneriler Hızla değişen ve gelişen dünyamızda sadece kendi yerel alfabesi ile okuryazar yetiştiren toplumlar dünyadaki gelişmeleri takip edememekte ve çağın gerisinde kalmaktadır. Sadece ulusal okuryazar bireyler yetiştiren bu tür toplumlar kültür, ekonomi, eğitim, teknoloji gibi her alanda geri kalmaktadır. Gelişmekte olan ülkemizin de dünyadaki gelişmeleri hızla takip ederek çağdaş medeniyetlerin üzerine çıkabilmesi, küresel rekabeti yakalayabilmesi ancak evrensel okuryazar bireyler ve toplumlar yetiştirilmesi ile mümkündür. Evrensel okuryazar bireyler yetiştirmek için şu çalışmalar yapılabilir: Öncelikle çağımızın şartlarına göre yenilenen eğitim programımız, öğretmenlerimiz ve okul yöneticilerimiz tarafından iyice kavranarak özümsenmelidir. Bunun yanı sıra yapılandırmacı yaklaşıma göre hazırlanan yeni eğitim programları hakkında öğrenci veli ve okulun tüm paydaşları bilgilendirilerek öğrencilerimizin evrensel okuryazar birey olabilmelerine ortak katkıda bulunulmalıdır. Ayrıca öğretmenlerimiz ve okul yönetimi bilgi iletişim teknolojilerini etkin bir şekilde kullanarak dünyada eğitim programları alanında meydana gelen yenilikleri takip etmeli, çeşitli okullardaki uygulamaları incelemeli, dünyanın çeşitli yerlerindeki meslektaşları ile görüşerek fikir alışverişinde bulunmalı ve tüm bu den öğretmenin katıldığı, deneyimlerini paylaştığı, proje ürettiği eğitimle ilgili çeşitli gruplara katılmalı bu sayede elde ettiği deneyim ve tecrübeleri de meslektaşları ve öğrencileri ile paylaşmalıdır. Bilgisayar okuryazarlığı konusunda yetersiz eğitimcilere de çeşitli kurslar ve seminerler açılmalıdır. Araştırmalar iyi bir bilgisayar kullanıcısı olan öğretmenlerin, öğrencilerini bilgiye ulaşma konusunda daha iyi yönlendirdiklerini ortaya koymaktadır. Öğretmenlerimiz, ulusal ve uluslararası yayınları, veri tabanlarını (ör: üniversitelerin ve yayınevlerinin eğitim dergileri, ulusal veri tabanı Ulakbim, uluslararası veri tabanları Eric, Ebscohost, Sagepub vb.) tarayarak bilgilerini güncellemelidir. Öğretmenler, bilgi ve iletişim teknolojileri ile bilgiye nasıl ulaşılacağını, ulusal ve uluslararası veri tabanlarından çeşitli örnekler göstererek öğrencilere aktarmalı, onların evrensel okuryazar olmaları için gayret etmelidir. Günümüzde okuryazar olmak için sadece yerel alfabe ile okuyup yazmanın yeterli olmayacağı yukarda belirtilmişti. Bunun için okullarımızda dünyanın her yerindeki bireylerle rahatlıkla iletişime geçebilen evrensel okuryazar bireyler yetiştirebilmemiz için yabancı dil eğitimine önem verilmelidir. Okullarımızda bir tane değil, birden fazla yabancı dil öğretilmelidir. Örneğin; bir Avrupa Birliği ülkesi olan Slovakya’da ana dil Slovakça’nın yanında İngilizce, Fransızca ve Rusça öğretilerek öğrencilerin 13 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM dünya ile daha fazla iletişim kurmaları sağlanmak- gulanan Erasmus Öğrenci Değişim Programları ve tadır. Bizim okullarımızda da birden fazla yabancı yurt dışı öğrenim bursları ile daha fazla öğretmen dil öğretimi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Çün- adayı yurt dışına gönderilerek onların farklı deneyim kü öğrenilen her yabancı dil ile evrensel okuryazar sahibi olmaları sağlanmalıdır. olma yolunda büyük adımlar atılmış olunmaktadır. Sonuç olarak bilgi çağı olarak adlandırılan yaşa- Yabancı dil konusunda sadece öğrencilerimiz dığımız bu dönemde, yirmi yıl önce olduğu gibi ulu- değil, öğretmenlerimiz de eğitimden geçirilmelidir. sal alfabeyi öğrenip bu alfabe ile okuyup yazmak Her öğretmenimizin en az bir yabancı dili, kendini okuryazar olmak için yeterli değildir. Baş döndürü- ifade edecek kadar okuyup yazması eğitim sistemi- cü değişimlerin yaşandığı dünyamızda gelişmeleri mizde evrensel okuryazarlığa geçişte büyük katkılar yakından takip edebilmek ve ülkemizi çağın ileri- sağlayacaktır. Bunun için bakanlığımız, kendi bün- sine götürecek çalışmalara imza atabilmek ancak yesinde görev yapan yabancı dil öğretmenlerinden yerel ve ulusal okuryazarlıktan evrensel okuryazar- istifade ederek diğer öğretmenlerimize yabancı dil lığa geçişle mümkün olacaktır. Bu anlamda eğitim eğitimleri verebilir. Böylelikle tüm öğretmenlerimizin sistemimiz içerisinde yetiştirilen bireylerin de okur- evrensel okuryazar olmaları sağlanarak evrensel yazarlık düzeylerinin evrensel olması için gerekli okuryazar bireyler yetiştirmede büyük mesafeler çalışmalar başlatılmalıdır. kat edilmiş olunur. Öğretmen yetiştiren kurumlar olan üniversitelerin ilgili bölümleri de eğitim programlarını çağın gerekliliklerini dikkate alarak gözden geçirmelidir. Bu kapsamda öğretmen yetiştirme programlarına proje hazırlama teknikleri, AB projeleri, birden fazla yabancı dil eğitimi gibi güncel dersler eklenerek öğretmen adaylarının evrensel okuryazar olarak yetişmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca üniversitelerde uy- • 14 KAYNAKÇA Bawden, D. (2001), Information and Digital Literacies; a Rewiew of Concepts. Journal of Documentation, 57 (2), 218-259. MEB, (2010). Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün eTwinning konulu, 14/05/2010 tarih ve 6098882 sayılı yazısı. UNESCO. (1997). Literacy and Technolocy. İnternationel Conference on Adult Education (14-18 July 1997). Hamburg, Germany. HAVA KİRLİLİĞİ ve SAĞLIĞIMIZ... LOKMAN HAKAN TECER Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü 1. Giriş Ö zellikle kentlerimizde yaşadığımız hava kirliliği, farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Bunlardan en genel tanımıyla hava kirliliği: “Katı, sıvı ve gaz şeklindeki kirletici maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek şekilde, yoğunluk ve sürede havada bulunması”dır. Belki bu denli yoğun olmasa da, hava kirliliği aslında insanoğlunun ateşi ilk yaktığı dönemden itibaren var olan bir çevresel problemdir. Çok eski tarihlerde demir, bronz gibi metallerin işlenip çeşitli aletlerin yapıldığı dönemlerde, bunların üretilmesinden kaynaklanan hava kirleticileri atmosfere veriliyordu. Endüstri devrimine gelinceye kadar Mısır’da, Londra’da hava kirliliğinin olumsuz etkilerinin görüldüğü durumlar yaşanmıştır. 15 • DOSYA: HAVA Lokman Hakan Tecer, Hava Kirliliği ve Sağlığımız, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 15-29. 18 ve 19. yüzyıllarda endüstri devrimiyle birlikte, buhar makinelerinde, lokomotiflerde ve deniz taşımacılığında kömürün yakılmasıyla hava kirliliği bariz bir şekilde fark edilir hâle gelmiştir. 20. yüzyılın başlarında artık gelişen sanayi ile birlikte hava kirliliği problemleri de yaşanmaya başlanmıştır. O dönemlerde, hava kirliliği nedeniyle ölümler yaşanmış, pek çok insan ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. 1930’da Belçika’nın Meuse vadisinde, 1940 ve 1950’lerde Los Angeles’da, 1952’de Londra’da yaşanan hava kirliliği en dramatik olanlarıdır. Bu kentlerde hava kirliliği nedeniyle binlerce kişi hayatını kaybetmiş, on binlerce insan hastalanmıştır. Hava kirliliğinin büyük sorun olmasında otomobil sayısındaki artışlar ve endüstriyel faaliyetler büyük rol oynamıştır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 1950’li yıllara gelindiğinde ise gelişmiş ülkelerde hava kirliliği ile mücadele edilmeye başlanmıştır. Hava kirliliğinin azaltılması çalışmaları bazı kirleticiler için olumlu sonuç verse de artan petrol ve doğal gaz kullanımı atmosferde farklı kirleticilerin artışını engelleyememiştir. Diğer taraftan, Hindistan, Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde, hızlı kalkınan ve enerji kullanımı giderek artan ülkelerde hava kirliliği çok ciddi boyutlara çıkmaktadır. Türkiye’de hava kirliliği ise, 1950’lerden sonra görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde, Türkiye’de hızlı nüfus artışı olmuş, kırsaldan köylere göç artmış ve endüstrileşme hız kazanmıştır. Tüm bunlar da enerji üretmek için petrol ve kömür gibi yakıtların tüketimini arttırmıştır. Özellikle nüfusun yoğun olduğu İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde hava kirliliği hissedilir hâle gelmiştir. Son yıllarda, hava kirliliğini önleme çalışmaları bu büyük kentlerde hava kirliliğini azaltmış olmakla birlikte; hava kirliliği hâlen kentlerimizde ve sanayi bölgelerimizde ciddi bir çevresel sorundur. 2.1. Doğal Hava Kirletici Kaynaklar Volkanik faaliyetler, orman yangınları, biyojenik faaliyetler, bitki ve hayvan artıklarının bozulması atmosfere çeşitli gaz ve partiküllerin salınmasına neden olur. Dünyanın çeşitli yerlerinde zaman zaman volkanik faaliyet gösteren yanardağlar önemli bir doğal hava kirletici kaynaktır. Benzer şekilde, özellikle yaz aylarında meydana gelen orman yangınları da atmosfere kirletici gaz ve toz yayarlar. Bunların dışında tarımsal faaliyetler, bitki ve hayvan artıklarının bozulma ürünleri de hava kirletici kaynakları arasındadır. Biyojenik aktivitelerden kaynaklanan hidrojen ve karbon temelli gazlar, doğal kaynaklı kirleticilerdir. Bu kirleticiler, fotosentez, metabolik faaliyetler, bitki ve hayvansal emisyonlardan salınır. CO, CO2, metan, organik bileşikler bu kirleticilere örnek olarak verilebilir. Doğal hava kirletici kaynakları, bazı dönemlerde çok fazla miktarlarda atmosfere kirletici bırakabilirler. Ancak genellikle insanların yoğun yaşadıkları kentsel alanlardan uzak kırsal kesimlerde bulundukları için insan kaynaklı hava kirleticilere nazaran daha az olumsuz ektiye sahiptir denilebilir. Günümüzde, artık hava kirliliğinin insan sağlığını olumsuz etkilediği bilinmektedir. Bir kaynaktan atmosferde yayılan kirleticilerin insanlar tarafından solunarak alınmasıyla birlikte olumsuz etkisi de başlamaktadır. Trafik, ulaşım, endüstri ve kentsel ısınmada kullanılan yakıtlar hava kirliliğinin başlıca kaynaklarını oluşturmaktadır. Rüzgâr, sıcaklık, basınç ve nem gibi meteorolojik faktörler de bu kirleticilerin taşınmasına, seyrelmesine ve/veya artmasına neden olmaktadır. Hava kirleticilerinin çevreye ve insan sağlığına etkileri kirleticinin tipine, atmosferdeki miktarına, atmosferde kalış süresine bağlı olarak değişir. Bu konularda gerçekleştirilen pek çok çalışmada, hava kirliliğinin başta akciğer ve kalp hastalıkları olmak üzere pek çok olumsuz sağlık etkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. 2. Hava Kirliliğinin Kaynakları Nelerdir? Hava kirleticilerin temel iki kaynağı bulunmaktadır. Bunlar; • Doğal hava kirletici kaynaklar, • Antropojenik hava kirletici kaynaklar. • 16 Şekil 1. Doğal Hava Kirletici Kaynaklar MAYIS 2011 - SAYI 135• 2.2. Antropojenik Hava Kirletici Kaynaklar Hava kirliliğine neden olan antropojenik kaynaklar, insanların faaliyetleri sonucu oluşan kaynaklardır. Bunlar genel olarak; • Isıtma amacıyla konutlarda/iş yerlerinde yakıt kullanımı, • Ulaşım, taşıt trafiği, • Sanayi faaliyetleri olarak sınıflandırılabilir. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği Ev ve işyerlerinde ısınmak amacıyla katı (kömür), sıvı (fueloil) ve gaz (doğal gaz) yakıtlar kullanılmaktadır. Bu yakıtların yanması sonucu hava kirleticileri ortaya çıkar. Isınma sistemlerinden kaynaklanan hava kirliliği yakıt özelliğine ve yakma sistemine bağlı değişiklik gösterir. Ortaya çıkan bu kirleticiler, yerleşim alanlarında yaşanan hava kirliliğinin önemli bir bölümünden sorumludur. Özellikle kış mevsiminde, ısınmaya duyulan ihtiyaçla birlikte kentlerin ve burada yaşayan insanların sağlığını tehdit etmektedir. nasında önemli oranda kükürt dioksite (SO2) ve az bir oranda da kükürt trioksite (SO3) dönüşmektedir. Bacadan atılan kükürt oksit miktarı yakıt içinde bulunan kükürt miktarına bağlı olarak değişmektedir. Yanma esnasında oluşan kükürt oksitler, ülkemizde özellikle büyük şehirlerde, son yıllara kadar yaşanmış olan genel hava kirliliği probleminin de temelini oluşturmaktaydı. Fakat son yıllarda yapılan düzenlemelerle, özellikle ülkemizde çıkarılmakta olan kömürlerin çeşitli proseslerle iyileştirilmesi sonucu, kükürt içeriği %1.5 veya daha aşağı seviyelere çekilmiştir. Çoğu ithal kömürlerdeki kükürt içeriği ise düşük olmakta veya kükürt içeriği düşük olan kömürlerin ithalatına izin verilmektedir. Yakıtların ısınma amaçlı kullanımından partikül hâlindeki kirleticiler ile diğer yanma ürünü kirleticiler de oluşmaktadır. Yakma sistemlerinden kaynaklanan kirleticiler, özellikle kış mevsiminde yaşadığımız kentlerde önemli bir hava kirliliği sorunu oluşturmaktadır. Şekil 2. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği Şekil 3. Hava Kirliliğinin Etkisi Altında Kalan Kentler 17 • DOSYA: HAVA Isınmada kullandığımız katı, sıvı ve gaz yakıtların doğal yapısı içerisinde kükürt bulunmaktadır. Katı, sıvı ve gaz yakıtların ısınmada kullanılmasıyla bu yakıtlarda bulunan kükürt bileşiklerinin yanması sonucu kükürt oksitleri meydana gelir. Ülkemizde çıkarılmakta olan kömürlerde kükürt içeriği genellikle %1’in üzerindedir. Kömürdeki kükürt, yanma es- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Ulaşım, Taşıt Trafiğinden Kaynaklanan Hava Kirliliği Nüfus artışı ve gelir düzeyinin yükselmesiyle birlikte, motorlu taşıtların sayısı hızla artmaktadır. Bu araçların egzozlarından çıkan egzoz gazları ise kentlerimizdeki önemli bir çevre sorunu olan hava kirliliğini oluşturmaktadır. Ulaşım araçları günlük yaşantımızın bir parçası olmuş durumdadır. Her gün okulumuza, iş yerlerimize ve gezmeye giderken zorunlu olarak taksi, dolmuş, minibüs veya otobüs gibi araçlara binmekteyiz. Bunun yanında yük taşımacılığında kamyon veya kamyonet gibi ticari araçları kullanmaktayız. Günlük hayat içerisinde her gün bir şekilde kullandığımız motorlu taşıtlar saldıkları kirleticiler ile çevremizi ve soluduğumuz havayı kirletmektedir. Bugün, hava kirliliğinin yarısını motorlu taşıtların oluşturduğu söylenmektedir. Büyük kentlerimizde ana cadde ve kavşaklarda, kara yolları çevrelerinde havayı kirleten gaz, toz, is vb emisyonlar önemli boyutlardadır. Sağlıklı bir insan günlük yaklaşık 15 m3 temiz havaya ihtiyaç duyar ve bu kadar temiz havayı bir tek taşıt sadece 10 dakikalık bir süre içerisinde kirletebilir. Bu basit hesaplama bize kentlerdeki yüz binlerce taşıtın neden olduğu hava kirliliğinin boyutu hakkında yeterli bir fikir verebilir. Her gün milyonlarca araç, yaşadığımız kentin cadde ve sokaklarında dolaşmaktadır. Havaya kirletici gaz ve tanecik yayabilen bu araçlar, kötü bakım, bilinçsiz kullanma ve bir kısmının çok eski oluşları nedeniyle kirletici özellikleri bir kat daha artarak, önemli kirletici kaynak durumundadırlar. Benzinli motorla çalışan bir taşıtın başlıca kirletici kaynakları şunlardır: Egzoz borusu (asıl kaynaktır), Benzin deposu, Kartel Havalandırma, Karbüratör, Fren Balataları ve Lastikler. Dizel motorlu taşıtlarda ise başlıca kirletici kaynak egzoz borusudur. Dizel motorlu taşıtların egzoz borularından çıkan dumanın rengi, o aracın kirletici potansiyelini göstererek bu anlamda kendini ele verir. Yakıtın tam yanmadığı, araç bakımının iyi olmadığı durumlarda aşağıdaki üç tür duman çıkar ve bu dumanların çıkış sebepleri şunlardır: Siyah Duman: Tam yanmamış yakıt taneciklerinin oluşturduğu dumandır. Uygun yanma koşullarının olmadığını gösterir. Gri-Beyaz Duman: Tam yanma artığı maddelerin oluşturduğu dumandır. Uygun yanma koşullarının olduğunu gösterir. Mavi Duman: Yanmamış yakıt ve yağ karışımı olup genellikle motorun bakıma ihtiyacı olduğunu gösterir. Şekil 4. Motorlu Taşıtlar ve Kent Trafiği • 18 Karbonmonoksit (CO), partikül madde (is, toz, tanecik vs.) ve hidrokarbonlar trafikteki araçların egzoz gazlarından kent atmosferine bırakılan genel hava kirleticilerdir. Benzinli taşıtlarda kurşun (Pb) bileşikleri de diğer bir önemli kirleticidir. MAYIS 2011 - SAYI 135• Sanayi Faaliyetlerinden Kaynaklanan Hava Kirliliği Pek çok sektörde faaliyet gösteren ve üretim yapan tesisler bir diğer önemli hava kirletici kaynaklarıdır. Bu tesislerde ihtiyaç duyulan enerjiyi elde etmek için yakılan yakıtlar ve işletim aşamalarında çeşitli kirleticiler oluşur. Bu oluşan kirleticiler de atmosfere atıldığında hava kirliliğine neden olurlar. ların mutlaka çalışması ve üretimlerini yapması gerekir. Ancak bu yapılırken gerekli önlemlerin alınarak çevrenin korunmasına önem verilmelidir. Çeşitli sanayi kollarında üretim yapan tesislerin bacalarından farklı miktar ve türlerde hava kirleticiler oluşur. Bazı kirleticiler üretim yapan tesislerin hepsinden oluşmaktadır. Bunları genel olarak gruplandırmak ve örneklemek gerekirse; - Çimento, madencilik, ve demir çelik sanayi gibi tesislerde üretim işlemleri esnasında önemli miktarda partikül madde emisyonu oluşur. Ayrıca kömür yakan termik santraller de önemli miktarda partikül madde kaynağıdır. - Katı veya sıvı yakıt kullanan enerji santralleri ve bazı işletmelerde yakıtların yanması sonucu büyük miktarlarda kükürt dioksit, karbon monoksit atmosfere bırakır. - Azot oksitler, başta termik santraller olmak üzere gübre sanayi gibi tesislerden önemli miktarda oluşur. - Petro kimya sanayi başta olmak üzere çeşitli sanayi tesislerinde ise uçucu organik maddeler oluşmaktadır. Şekil 5. Endüstri Bacaları Günlük ihtiyaçların karşılanması, iş alanlarının oluşturulması ve ülkelerin kalkınması için bu fabrika- Şekil 6. Sanayi Faaliyetlerinin Havayı Kirletmesi DOSYA: HAVA Daha basit anlatımla; kitaplarımız, defterler, kalemlerimiz, yiyeceklerimiz, oturduğumuz masa-sandalyeler, evimizdeki buzdolabı-çamaşır makinesitelevizyon ve giydiğimiz giysilerin hepsi bu sanayi tesislerinde, fabrikalarda yapılmaktadır. Tüm bu yaşamsal ihtiyaçlarımız olan ürünler, fabrikalarda üretilip bizlere ulaştırılırken enerji gereklidir. Gerekli olan bu enerji de fosil yakıtların yanmasıyla temin edilir. Her tesiste üretim aşamasında da çeşitli kirleticiler ortaya çıkar ve fabrikaların bacalarından kimyasal gazlar, tozlar ve dumanlar olarak atmosfere bırakılarak hava kirlenmesine neden olunur. Şekil 7. Havayı Kirleten Büyük Tesis Bacaları 19 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 3. Hava Kirleticiler ve Sağlığımıza Etkileri Doğal ve antropojenik kaynaklardan atılan toz, gaz ve sıvı şeklindeki hava kirleticileri insan sağlığına etkileri dikkate alınarak sınıflandırılabilir. Atmosferde en yaygın olarak bulunan ve belirli konsantrasyonlarda bulunduğunda insan sağlığını olumsuz etkileyen kirleticileri şunlardır: Kriter hava kirleticiler: • Partikül madde (PM), • Karbon monoksit (CO), • Kükürt dioksit (SO2), • Ozon (O3), • Azot dioksit (NO2), • Kurşun (Pb) Bunların dışında, toksik (toxic) veya tehlikeli (hazardous) hava kirleticileri de bulunmaktadır. Bu kirleticilerin çevreye zarar verdiği, ciddi sağlık etkilerine neden olduğu bilinmekte veya tahmin edilmektedir. Toksik hava kirleticilere, benzinde bulunan benzen, bazı kuru temizleme işlemlerinden yayılan perkloroetilen, solvent olarak kullanılan metilen klorid örnek olarak verilebilir. Hava kirleticilerin insan sağlığına etkisi belirli bir sürede ve belirli seviyelerdeki maruziyetten sonra gerçekleşir. Kirleticiler değişik yollarla vücuda girebilirler, ancak en etkili olanı ağız ve burun yoluyla girmesidir. Sağlıklı bir insan günde ortalama 15 metreküp temiz hava solumaktadır. Günde ortalama 2 litre su tüketen bizler, çok daha büyük miktarlarda havaya ihtiyaç duyarız. Bu nedenle soluduğumuz havanın temiz ya da kirli olması sağlığımız açısından oldukça önemlidir. Hava kirleticiler insan vücuduna ağız, burun, nefes borusu ve akciğerler yolu ile girerler. Aşağıdaki şekilde gösterilen solunum sistemi boyunca ilerleyen hava kirleticiler akciğerlere kadar ulaşarak kana karışabilirler. Kana karışmasıyla da vücudun diğer yerlerine ulaşabilirler. Gaz hâlindeki kirleticilerin hava fazından kana geçişleri «alveol» denilen torbacıklarda meydana gelir. Akciğerlerde bu alveollerden milyonlarca adet bulunmaktadır. • 20 Şekil 8. Solunum Sistemi Devam eden bölümlerde en yaygın hava kirleticileri ve bunların sağlık etkileri üzerinde durulacaktır. 3.1. Partikül Madde Partikül madde havada asılı bulunan katı partiküllerin ve sıvı damlacıkların bir karışımıdır. Partikül boyutları çok geniş bir aralığa sahiptir. Toz, duman, is gibi bazı partiküller gözle görülebilecek kadar büyüktür. Fakat, ancak mikroskopla görülebilen boyutlarda partiküller de bulunmaktadır. Çapları 10 µm’den küçük, 2.5 µm’den büyük partikül maddeler “kaba partiküller” olarak adlandırılır. Daha çok kırma, öğütme işlemleri, yol tozlarından kaynaklanır. Çapları 2.5 µm’den daha küçük partiküller ise “ince partiküller” olarak adlandırılır. Genel olarak yanmada kullanılan katı ve sıvı yakıtlar, motorin ve kurşunlu benzin kullanan taşıtlar, termik santraller gibi yanma işlemlerinden ve bazı endüstriyel aktivitelerden kaynaklanır. Bu çapları küçük partikülleri kıyaslamak gerekirse, insan saçının kalınlığı ortalama 70 µm çapındadır ve ince partiküller bundan yaklaşık 30 kat daha küçüktür. Partikül maddeler çok değişik boyutlarda ve şekilde bulunurlar ve yüzlerce farklı kimyasallardan oluşurlar. Enerji santralleri, endüstri ve otomobil gibi kaynaklardan salınan partiküller asitler (sülfat, nitrat gibi), organik kimyasallar, metaller, toprak veya toz partikülleri, bakteri, küf, mantar, deniz suyunun buharlaşması ile ortaya çıkan tuzlar, ve alerjik polenlerden oluşur. MAYIS 2011 - SAYI 135• Şekil 9. Partikül Madde Boyutu Kıyaslaması PM - Sağlık Etkisi Partikül madde insan sağlığını etkileyen en önemli kirleticilerden biridir. Partikül boyutu ile sağlık etkisi direk olarak bağlantılıdır. Partikül çapı küçüldükçe olumsuz sağlık etkisi artar. 10 µm çaptan daha küçük partiküller en büyük etkiye sahiptir. Çünkü bu partiküller akciğerlere kadar ulaşabilir, hatta kan dolaşımına dahi karışabilir. Böyle bir durumda kalp olumsuz etkilenir. Akciğere kadar ulaşabilen partikül maddeler, ka- PM (özellikle ince partiküller PM2.5) konsantrasyonu ve maruz kalma süresine bağlı olarak ciddi sağlık problemlerine neden olmaktadır. Bunlar; • Solunum yolu semptomlarında artış; tahriş, öksürük veya nefes almada zorluklar, • Akciğer fonksiyonlarında düşüş, • Astım şiddetlenmesi, • Kronik bronşit gelişimi, • Kalp atışlarında düzensizlikler, • Kalp ve akciğer hastası insanlarda erken ölümler. PM kirliliğine maruziyette ortaya çıkan sağlık sorunları hem akut hem kronik etki gösterir. Kronik etkisi daha da önemlidir, çünkü uzun süreler boyunca PM kirliliğine maruz kalındığında akciğerlerde par- 21 • DOSYA: HAVA Partikül maddelerin kimyasal kompozisyonu da sağlık açısından oldukça önemlidir. Partikül maddeler cıva, kurşun, kadmiyum gibi ağır metaller, kanserojen kimyasallardan oluştuğunda partikül madde kirliliği insan sağlığını tehdit etmektedir. Bu zehirli ve kanser yapıcı kimyasallar, akciğerlerde nemle birleşerek aside dönüşmektedir. Kurum, uçucu kül, benzin ve dizel araç egzoz partikülleri benzo(a)pyrene gibi kanser yapıcı maddeler içerdiğinden bunların uzun süre solunması kansere sebep olmaktadır. nın içindeki karbondioksitin oksijene dönüşümünü yavaşlatarak nefes darlığına sebep olurlar. Kaybolan oksijenin giderilebilmesi için kalp daha fazla çalışmak zorunda kalır ve bu durum kalp üzerinde ciddi baskı oluşturur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM tikül madde birikmesi gerçekleşir. Kalp ve akciğer hastası insanlar, çocuklar ve yaşlılar partikül madde kirliliğinden çok daha fazla etkilenen hassas gruplardır. Partikül madde kirliliğinin yüksek olduğu bölge ve zamanlarda bu hastaların hastaneye müracaatlarında artış ve hatta erken ölümlerinde artış görülmektedir. Çocuklar ise hem bağışıklık sistemlerinin tam gelişmemiş olması, yetişkin bir insana göre daha fazla hava soluması hem de günlerinin çoğunu dışarıda geçirmeleri gibi nedenlerle risk altındadırlar. 3.2. Karbon monoksit (CO) Karbon monoksit (CO) renksiz ve kokusuz bir gazdır. Katı, sıvı ve gaz yakıtlardaki karbonun tam olarak yanmaması nedeniyle oluşur. Özellikle kentsel bölgelerde CO emisyonlarının büyük bir kısmı motorlu taşıt egzozlarından atılır. CO’in en önemli kaynağı taşıtlardır. Kent atmosferindeki CO’in yaklaşık %85-95’i taşıtlardan kaynaklanır. Genellikle yoğun araç trafiğinin ve tıkanıklığının yaşandığı bölgelerde pik seviyesine ulaşır. Metal işleme, kimyasal üretim tesisleri, odun yakılması ve orman yangınları CO emisyonlarının diğer kaynaklarıdır. CO - Sağlık Etkisi CO zehirli bir gazdır. Kalp ve beyin gibi vücut organlarına ve dokularına oksijen ulaşma kapasitesini düşürür. CO, hemoglobine bağlanarak kanda karboksihemoglobin (COHb) oluşmasına yol açar. Böylelikle dokulara oksijen taşınmasını engelleyerek kısa süreda boğulmaya yol açabilir. CO kirliliği, kalp hastaları için ciddi sağlık riskleri oluşturur. CO konsantrasyonu çok düşük seviyede olsa bile bir kalp hastasında; • Göğüs sıkışması, • Göğüs kafesi altında bir rahatsızlık hissi, baskı veya ağrı, • Hareket kabiliyetinde düşme, • Kardiyovasküler etkiler görülür. Sağlıklı insanlar bile yüksek CO konsantrasyonuna maruz kaldıklarında merkezî sinir sistemine etkileri bulunmaktadır; • Baş ağrısı, yorgunluk, bulantı, baş dönmesi • Psikomotor sisteminde aksamalar • Görme problemlerinin gelişmesi • İş yapabilme ve öğrenme kabiliyetinde düşme • El becerilerinde azalma • Karmaşık işleri yerine getirmede güçlük çekme gibi etkilerin yanında uzun süreli maruziyetlerde ölümler görülür. 3.3. Kükürt dioksit (SO2) Kükürt dioksit (SO2) özellikle katı ve sıvı yakıtlarda bulunan kükürdün yanması sonucu oluşan, renksiz, yanmayan ve parlamayan bir gazdır. Kükürt, ham petrol, kömür, alüminyum, bakır, çinko, kurşun, demir gibi maden cevherinde doğal olarak bol miktarda bulunur. SOx gazları ise, petrol, kömür gibi kükürt içeren katı ve sıvı yakıtların yanması sonucu oluşur. Petrolden benzin ekstrakte edilmesi ve maden cevherinden metallerin zenginleştirilmesi gibi prosesler sonucunda da SOx gazları oluşur. Şekil 10. Karbon Monoksit • 22 Elektrik üretiminde kullanılan yakıtlar atmosfere salınan SO2’nin en büyük kaynağıdır. Özellikle kömürü yakıt olarak kullanan termik santraller büyük MAYIS 2011 - SAYI 135• miktarlarda SO2 emisyonu salarlar. Bunun dışında ham madde işleyen ve üretim yapan endüstriler de önemli SO2 kaynaklarıdır. Petrol rafineleri, çimento fabrikaları, metalürji endüstrisi gibi tesisler atmosfere SO2 salınımını gerçekleştirir. Kentlerdeki konut ve işyeri ısıtmasında kullanılan katı ve sıvı yakıtlar, kent atmosferindeki SO2 kirleticisinin önemli kaynaklarıdır. SO2 asit yağmurları diye adlandırılan çevresel bir problemin de sorumlusudur. SO2 atmosferdeki nemde çözünerek, güneş ışığı ve bazı kimyasalların varlığında sülfürik asite dönüşür. Böylece asit yağmurlarının oluşmasında en önemli katkıyı yapar. Asit yağmurları da başta ormanlar olmak üzere pek çok çevresel tahribata sebep olur. SO2 - Sağlık Etkisi SO2 asidik bir gazdır. Özellikle astım, kalp ve akciğer hastalıkları, çocuk ve yaşlılar SO2 kirliliği açısından risk altındadır. Sağlıklı insanlarda yüksek konsantrasyonlarda uzun süreli maruziyetler solunum sistemi tahribatı, kalp hastalıklarının tetiklenmesi gibi etkiler meydana getirir. SO2 ile kirlenmiş hava solunduğunda; SO2 burun, geniz ve boğazdaki nemle reaksiyona girerek solunum sistemindeki sinirleri tahriş eder. Bu tahriş sonrasında öksürük krizleri ve göğüs sıkışması olur. Astım ve akciğer hastalarında solunum yolu daralmasına neden olur. atmosferin üst tabakalarında bulunur. Atmosferde bulunduğu yere göre “faydalı” veya “zararlı” olabilir. • Faydalı ozon: Atmosferin yaklaşık 15-50 km’leri arasındaki tabakası olan stratosferde bulunur. Stratosferik ozon güneşten gelen zararlı ultraviyole ışınları emerek dünyadaki yaşam türlerini korur. Atmosferdeki tüm ozonun %90’ı buradadır. • Zararlı ozon: Motorlu taşıt eksoz ve endüstriyel faaliyetler atmosfere NOX ve uçucu organik bileşikler (VOC) salarlar. NOX ve VOC’lar güneş ışınlarının etkisiyle reaksiyona girerek ozon ve diğer fotokimyasal ürünleri oluşturur. Ozonun %10’luk kısmı atmosferin yer seviyesine yakın kısmında bu şekilde fotokimyasal reaksiyonlar yoluyla üretilir. Özellikle sıcak yaz günlerinde güneş ışığının etkisiyle yüksek miktarlarda ozon üretilir (Şekil 11). Özellikle kentsel bölgelerde yaz aylarında ozon konsantrasyonları yüksek seviyededir. O3 artışına strotosferden taşınım katkıda bulunsa da en büyük kaynağı insan faaliyetleridir. (20) SO2’nin konsantrasyonu ve maruziyet süresine bağlı olarak sebep olabileceği sağlık sorunları; • Solunum yolları ve akciğer hastalıklarında artış, • Çocuk ve yaşlılarda solunum yolu hastalıklarında ilerleme, • Yetişkinlerde kronik solunum yolu hastalıklarında ilerleme, • Kalp ve akciğer hastalıklarında erken ölümlerde artış, • Astım hastalarında solunum direncinin artması, • Yüksek konsantrasyonlarda göz tahrişi ve öksürük. Ozon, üç oksijen atomundan oluşan bir gazdır. Yer seviyesi atmosferde kompleks reaksiyonlar sonucu oluşur. Ozon hem yer seviyesinde hem de O3 - Sağlık Etkisi Ozon oldukça reaktif bir gazdır ve suda çözünmez. Bu nedenle solunum sisteminin derinliklerine ulaşarak, akciğerlerde olumsuz etki gösterir. Günlük aktiviteler sırasında ozon solunduğunda, akciğerlerin derinliklerine kadar nüfus ederek göğüs sıkışması, ağrı, öksürük gibi sağlık problemlerine 23 • DOSYA: HAVA 3.4. Ozon (O3) Şekil 11. Yer Seviyesi Ozon Oluşumu • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM sebep olur. Çocuklar, dış ortamda aktif olan insanlar, solunum yolu rahatsızlığı olanlar ozondan en çok etkilenen gruplardır. Özellikle çocuklar yaz aylarında dışarıda oynayarak vakit geçirdikleri için büyük risk altındadırlar. Tüm yaş grupları ve dışarıda aktif olan kişiler de ozonun olumsuz sağlık etkileri açısından risk altındadır. Ozonun olumsuz sağlık etkileri arasında; lirler ve bu bölgelerde olumsuz sağlık etkileri gösterirler. Sağlık etkileri konsantrasyon ve maruziyet süresine bağlı olmakla beraber; • Göz tahrişine, • Solunum yolu rahatsızlıklarına, • Astımın şiddetlenmesine, • Kronik solunum yolu hastalıklarına, • Boğaz tahrişi, öksürük, göğüste ağrı, solunum yollarının tahrişi, • Astım, akciğer hastası çocuk ve yetişkinlerde akciğer dokularının zarar görmesi, • Fiziksel aktiviteler sırasında nefes almada güçlükler, hırıltılı soluma, • Akciğer fonksiyonlarında düşüşe sebep olurlar. • Akciğer fonksiyonunu azaltarak derin ve kuvvetli nefes almayı güçleştirme, • Fiziksel aktiviteleri yerine getirme zorlukları, • Astımı kötüleştirme ve astım krizlerine sebep olma, • Akciğer iç yüzeylerinde iltihaplanma sıkça rastlanan durumlardır. 3.5. Azot oksitler (NOx) Azot oksitler, asidik karekterli gazlardır ve bu gazların büyük bölümünü atmosfere salan temel iki kaynak vardır. Banlardan birincisi katı, sıvı veya gaz yakıt kullanan termik sanralleri, endüstriler, evsel ısınma sitemleridir. Diğer önemli kaynak ise motorlu taşıtlardır (Şekil 12). Azot oksitler yüksek sıcaklıklarda oluşurlar (1200 oC ve üzerinde). Yakıtların yanması sonucu genellikle daha az miktarda da azot dioksit oluşur. Azot monoksit atmosferde azot dioksite hızlı bir şekilde dönüşür. Azot dioksit, nitrat asidi oluşturmak için reaksiyona girer ve asit yağmurlarının oluşmasına katkıda bulunur. Günümüzde kentsel bölgelerde taşıt sayısı arttıkça atmosferde azot oksit konsantrasyonu da artar. Trafiğin yoğun olduğu bölgelerde azot oksit konsantrasyonu genel olarak yüksek olabilir. Motorlu taşıtların haricinde termik santraller ve fosil yakıt kullanan sanayi tesisleri ile evsel ısınma sistemleri önemli azot oksit kaynağıdır. NOX- Sağlık Etkisi Azot oksitler üst solunum yollarında tutulmadan solunum yollarının en uç noktalarına kadar ulaşabi- • 24 Şekil 12. NOx Kaynakları 3.6. Uçucu Organik Bileşikler (VOC) Uçucu organik bileşikler çok sayıda kimyasal maddeden oluşur ve 300’den fazla türü vardır. Atmosfere; motorlu taşıtlar, eksoz emisyonları, kimyasal üretim yapan endüstri ve güç santrallerinden yayılırlar. Atmosferdeki VOC konsantrasyonları güneş ışığı varlığında çeşitli fotokimyasal reaksiyonlara öncülük ederler. İnsan sağlığına kısa ve uzun dönemli olmak üzere farklı şekilde olumsuz etki ederler. Benzen, toluen, etilbenzen, ksilen, stiren en fazla sağlık riski oluşturan türleridir. Özellikle benzen kanserojen bir türdür ve insan merkezî sinir sistemi için toksik etki yapar. Bunun yanında; • Göz, burun ve boğaz tahrişi • Baş ağrısı, uykusuzluk, mide bulantısı • Karaciğer, böbrek ve merkezi sinir sistemine zararlar • Kanser riski oluştururlar. MAYIS 2011 - SAYI 135• çıkar. Bu ifadenin istisnası sadece yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Dolayısıyla birey olarak kendimizi bu sürecin içinde görmek zorundayız. Bizler, petrolün çıkartılmasından başlayan, bize ulaşan, fabrika konut bacalarından ve araçlarımızın egzozlarından çıkan dumana kadar tüm sürecin bir parçası olduğumuzu anlamak, algılamak ve görmek zorundayız. Şekil 13. VOC Kaynakları 4. NELER YAPABİLİRİZ? Hava kirliliği; bugün, yaşadığımız bölgeden başlayarak ülke ve tüm dünyada karşı karşıya kaldığımız bir çevre sorunudur. Üzerinde yaşadığımız dünyanın hemen hemen tüm sistemlerini doğrudan veya dolaylı olarak bozmakta, tahrip etmekte ve geri dönüşü olmayan bir şekilde etkilemektedir. İnsan sağlığı, bitki, orman tahribatı, tarımsal üretim kayıpları, iklim değişikliği ile medeniyetlerin yok olması senaryoları ilk akla gelen etkiler arasındadır. Temiz hava için; Hava kalitesini iyileştirmek ve daha temiz bir hava solumak için hep birlikte çalışmamız gerekiyor: • Bireyler • Yöneticiler ( yerel, merkezî ve uluslar arası ) • Endüstri • Sivil toplum kuruluşları Bireyler… Eğer soluduğunuz hava kirli ise; ya onu soluyacağız ya da sağlığımızı korumak için harekete geçeceğiz. Hava kirliliğini azaltmak ve sağlımızı korumak için yapabileceğimiz birşeyler mutlaka vardır: • Yaşadığımz bölgenin hava kalitesini öğrenmek ve bu konuda bilgilenmek. • Bilinçli tüketim ve enerji tasarrufu yaparak hava kirliliğini azaltmak. • Evde • Yolda • İşte • Eğlence ve aktivite zamanlarında tercihlerimizde küçük değişimler, temiz hava kalitesi için büyük katkılar yapacaktır. 25 • DOSYA: HAVA Her geçen gün etki boyutunu biraz daha artan hava kirliliğinin büyük bir bölümünden bireysel ve toplumsal tercihlerimizle bizler sorumluyuz. Kişisel ihtiyaçlarımızı karşılamak, toplum olarak sanayileşip güçlü ekonomilere sahip olmak, insan türü olarak doğayı ve kaynaklarını insanların kullanımına sunarak tüketmek gayesi ne yazık ki bu süreçteki rolümüzü ortaya koymaktadır. İnsani ihtiyaçlarımızı karşılamak için doğayı en basit ifadesiyle enerji üretmek, dağıtmak ve tüketmek yöntemiyle kullanmaktayız. Her bir birey, enerjinin bu üretim-dağıtım-tüketim döngüsünün bir parçası durumundadır. Bugün enerji kullanmadan hayatımızı sürdürebilmeyi söylemek neredeyse imkânsızdır. Her geçen gün büyüyen ihtiyaçları karşılama daha çok enerji talebine dönüşmektedir. Endüstriyel üretim, ulaşım, ev ve ofislerin ısıtılması/soğutulması, aydınlatma, yemek pişirme eylemlerinin hepsi birer enerji kullanımıdır. Enerji üretim-tüketim sürecindeki kişisel ve toplumsal tercihlerle, hava kirliliğinin büyük bir bölümü tamamen ilişkilidir. Bu doğrudan ilişki oldukça basittir; ne kadar çok enerji tüketirsek o kadar çok kirletici açığa Hava kirliliğini önlemek, solunabilir temiz hava kalitesine ulaşmak her düzeyde işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Bireyler, toplumlar, her düzeydeki yöneticiler, hükûmetler ve milletler arası örgütlenmeler kapsamında yürütülecek çalışmalarla sürdürülebilir temiz hava kalitesine ulaşılabilir. Bu çalışmalar birey ölçeğinde başlatılarak global olarak sürdürülmelidir. Birey olarak hava kirletici miktarlarını azaltmaya yönelik yapılabilecek pek çok şey vardır. Kişisel tercihlerimizde ve kullandığımız enerjide yapacağımız küçük değişiklikler hava kalitesinin iyileşmesinde ciddi katkı oluşturacaktır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Zamanımızın büyük bir kısmını evlerde geçirmekteyiz. Bu süre içerisinde ciddi miktarlarda enerji tüketmekteyiz. Evsel ısınma, soğuma, yemek, bulaşık, temizlik, eğlence gibi aktivitelerle enerji tüketip hava kirliliği oluşturmaktayız. Yalnızca dış hava değil, iç hava kalitesini de bozan bu aktivitelerdeki tercihlerimizin hava kalitesine önemli etkileri olacaktır. faaliyetlerdir. Bunların kullanımında enerji tasarrufuna yönelik tercihlerimiz havayı kirleten emisyonların azaltılmasını sağlayacaktır. Evlerde enerjinin büyük bir bölümü ısıtma amaçlı kullanılmaktadır. Özellikle kış mevsiminde önemli bir kirletici kaynağıdır. Isının etkin bir şekilde üretimi ve kullanımı hava kirliliğini azaltır. Bu da ancak enerji tasarrufu ve etkin ısıtma sistemiyle mümkün olur. Bunun için de; Ofis ekipmanları ve aydınlatma: Ofis ekipmanları ve aydınlatma işyerlerinde önemli enerji tüketimine sebep olur. Bilgisayarlar, yazıcı, baskı makineleri gibi aletler çalışırken ortamın ısınmasına sebep olur ve yazın ilave soğutma gerektirir. • Sıcaklık ayarlamaları yapmak; Isı yalıtımı, kullanılmayan odalardaki sıcaklığı düşük tutmak, ısıyı otomatik ayarlayan termostat kullanmak, • Kalorifer kazanı, ısıtma sistemlerinin bakımını yapmak ve ısı kaçaklarını önlemek • Yenilenebilir enerji dönüşümü yapmak. • Elektrikli ev aletleri; Buzdolabı, dondurucu, fırın, bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, kurutucu gibi ev aletleri bir diğer enerji tüketen kaynaklardır. Tüm bu cihazlarda enerjiyi etkin kullanmak ve tasarruf etmek, • Elekronik eşyalar; Televizyon, VCD, DVD gibi elektronik eşyaları ve ekipmanları alırken enerji kullanımı daha az olanları tercih etmek, • Aydınlatma; Evlerde aydınlatma için özellikle kışın günlerin kısa olduğu zamanlarda önemli miktarlarda enerji tüketilir. Bu tüketimi azaltmak basit önlemlerle mümkündür. Özellikle kentsel bölgelerde gittikçe artan araç sayısıyla ulaşım, önemli bir hava kirletici kaynaktır. Ulaşım günlük aktivitelerimizin başında yer almaktadır. • Araba kullanma alışkanlıkları, • Araba kullanma zamanı, • Alternatif enerji kullanımı tercihlerinde yapılacak olumlu değişimlerle kirlilik azaltılabilir. İşyeri ısıtma-soğutma, aydınlatma, elektrikli ekipmanlar ve ulaşım enerji tüketilen ve emisyon üretilen • 26 Ofis ısıtma-soğutma: İşyerindeki sıcaklığın çalışma koşullarına getirilmesi için ısıtmak veya soğutmak gerekir. Bu düzenlemeler yapılırken enerji israf edilmemeli, fazladan emisyon üretilmemelidir. Ulaşım: İş hayatıyla ilgili önemli bir emisyon kaynağı da ulaşımdır. Çalışanların işe gidiş-gelişleri, iş ile ilgili günlük yapılan yolculuklar, o iş yerinde ulaşımla ilgili enerji tüketimi ve buna bağlı emisyon miktarlarını belirler. Ulaşımla ilgili tercihlerde yapılacak değişiklikler hava kalitesi için önemli katkı sağlayabilir. Yöneticiler… Nüfus yoğunluğunun fazla olduğu kentlerde yaşanan hava kirliliğini önlemede ve temiz hava kalitesine ulaşma çabaları içerisinde yerel ve merkezi yönetimler önemli yetki ve sorumluluklara sahiptir. Kent yönetimi içerisinde öncelikli olarak yerel yönetimler kendi bölgesindeki hava kalitesinin iyileştirilmesi çalışmalarında etkin rol almalıdırlar. Kirlilik önleme çalışmalarında merkezî yönetimler ulusal eylem planlarının hazırlanması, standartların belirlenmesi, hukuki altyapının oluşturulması gibi çalışmaları ulusal düzeyde sürdürmekle yükümlüdür. Yerel yönetimler… Yerel yönetimler, hava kalitesini etkileyen pek çok emisyon kaynağını denetleme ve kontrol etme yetkisine sahiptir. Bu nedenle kentlerde yaşanan hava kirliliği sorununu da yönetimsel bir yaklaşımla ele alıp sürdürülebilir hava kalitesine ulaşılmasında çaba ve kaynak ayırmalıdır. Bunun için; 1. Tanımlama: Bölgede hava kalitesine etki eden tüm kaynakları belirleyip kirlilik ölçümleri, gözlemleri yaparak sorunun boyutları ortaya konmalıdır. Problem tanımlanmalıdır. 2. Planlama: Yönetim planlarının belirlenmesi, MAYIS 2011 - SAYI 135• problemin nasıl ve ne ile çözüleceği detaylarıyla belirlenmelidir. 3. Yerine getirme: Planlanan adımlar uygun bir şekilde yerine getirilmelidir. 4. Kontrol: Belirlenen amacı yerine getirme süreçleri periyodik olarak kontrol edilmelidir. Hava kalitesi yönetimi aşamaları somut önerilere dönüştürüldüğünde; • Bacada kontrol: kirlilik oluştuktan sonrası için alınacak tedbirler. Kaynakta Kontrol Kaynakta kontrol, hava kirleticilerini oluşmadan önleme yaklaşımıdır. Bu yaklaşım; • Enerjinin etkin kullanımı ve yönetimi • Proses optimasyonu • Yerel yönetimler yöreye özgü hava kalitesi politikaları belirlemek, • Yakma sistemi modifikasyonu • Kentsel sınırları içerisinde hava kirliliği açısından sorunlu alanları belirlemek, • Alternatif enerji kaynaklarının kullanımı • Hava kalitesi/kirliliği ile ilgili bilgi/veri derlemek, • Endüstrilerde emisyon kontrolleri yapmak, yeni endüstri için yer seçiminde hava kalitesini göz önüne almak, • Kentin değişik bölgelerinde monitoring sistemi kurmak, • Kentsel gelişime; yörenin meteorolojik, topografik şartlarını dikkate alarak yön vermek, • Kentsel ulaşım planlarını hava kirliliğini azaltacak şekilde yapmak, • Kentsel dokunun oluşturulmasında enerji alımları, ekolojik alanlar ve yeşil yapıları içine alan entegre bir yaklaşım benimsemek, • Çevre örgütleri oluşturmak ve güçlendirmek, • Halkın çevre bilincini yükseltici eğitim çalışmaları yapmak, • Akademik ve araştırmaya yönelik kuruluşlarla işbirliği yapmak ve koordinasyonu sağlamak. Endüstri… • Kaynakta kontrol: kirlilik oluşmaması için alınacak tedbirler, Enerjinin etkin kullanımı ve yönetimi: Nihai olarak hava kirletici emisyonlarını azaltıcı etkiye sahiptir. Endüstriler enerjinin kullanıldığı birimlerde; • Yeni teknolojiler kullanarak • Üretilen enerjiyi başka proseslerde yeniden kullanarak • Araçların ulaşım giderlerini ve enerji kullanımını azaltacak şekilde etkili kullanarak kaynakta emisyon kontrolüne katkı sağlayabilirler. Proses optimasyonu: Endüstriyel üretim sürecinde etkinlik sağlayarak kirlilik azaltılabilecek pek çok değişiklik yapılabilir. Örneğin, bazı proses ve sistemlerde maksimum kapasitenin altında işlem yapmak daha az emisyona sebep olabilmektedir. Pek çok prosesin emisyon üretimi sıcaklık, üretim hızı veya üretim zamanı gibi parametrelere bağlı olarak gelişir. Bu işletim parametreleriyle oluşan emisyon oranları analiz edilerek optimum çalışma koşulları sağlanabilir. Ayrıca bazı proseslerde emisyon azaltıcı donanım ilave edilerek kaynakta hava kirletici kontrolü sağlanabilir. Yakma sistemi modifikasyonu: Yakma sistemi modifikasyonu da kirletici azatlımı sağlayabilir. Yanma odasında hava, sıcaklık ayarlamaları bazı kirleticilerin oluşumunu azaltacaktır. 27 • DOSYA: HAVA Endüstri kaynaklı hava kirleticilerinin kontrolünde iki temel yaklaşım vardır. • Temiz yakıt kullanımı • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Benzer şekilde yanma odasında alev geometrisi ve türbülansının değişimi de emisyonları azaltacaktır. Temiz yakıt kullanımı: Endüstriler doğalgaz ve etanol gibi daha temiz, enerjileri tercih ederek emisyon azatlımı gerçekleştirebilir. Daha az kül, kükürt içeren kömür kullanımı daha az kirlilik oluşturacaktır. Bunun yanında kömürün kalitesinin iyileştirilerek kullanılması da mümkün olabilir. dır. Kirlilik bir kez oluştuğunda onu temizlemek çok daha zordur. Gaz kirleticileri ve partikül maddeler için ayrı dizayn edilmiş kontrol sistemleri vardır. Bir kirletici için dizayn edilmiş kontrol sistemleri başka kirleticiler için de etkili olabilmektedir. Endüstrilerin başka kontrol sistemlerini kurup işleterek atmosfere bıraktıkları kirleticileri azaltabilirler. Ayrıca bu bir kanuni zorunluluktur. Alternatif Enerji Kaynakları: Havayı kirletecek kadar emisyon üretmeyen enerji kaynaklarıdır. Şekil 15. Bacada Hava Kirletici Kontrolü Sağlayan Sistem (Elektrostatik Tutucu) KAYNAKLAR Şekil 14. Alternatef Enerji Kaynakları Bacada Kontrol Bu yaklaşım, kirlilik önleyici teknolojiler gerektirir. Bu yüzden pahalı yatırım ve işletim maliyetleri var- • 28 Aydın ME., Durduran SS., Özcan S., Bedük F., 2007. Konya’da hava kalitesi değişiminin coğrafi bilgi sistemi (CBS) ile değerlendirilmesi, 7. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi, 22-27 Ekim, İzmir. Bayram H, Dörtbudak Z, Evyapan Fişekçi F, Kargın M, Bülbül B. Hava Kirliliğinin İnsan Sağlığına Etkileri, Dünyada, Ülkemizde ve Bölgemizde Hava Kirliliği Sorunu. Dicle Tıp Dergisi 2006; 33: 105-112.]. Bayram H, Göğebakan B, Dikensoy Ö ve ark. Effects of diesel exhaust particles on viability of primary bronchial epithelial cells of non-smokers, smokers and patients with COPD. Am J Respir Crit Care Med 2009; 179:A3162. Bayram H, Göğebakan B, Dikensoy Ö, Ekinci E. Dizel egzoz partiküllerinin insan akciğer epitel hücre canlılığı ve bu hücrelerden inflamatuar sitokin salınımına etkisi. Türk Toraks Derneği 11. Yıllık Kongresi, Kongre Kitabı 2008. MAYIS 2011 - SAYI 135• Bayram H. Dış ortam hava kirliliği ve etkileri. Türkiye Klinikleri-Göğüs Hastalıkları 2004; 2: 112-118. Bayram H. Türkiye’de hava kirliliği sorunu: Nedenleri, alınan önlemler ve mevcut durum. Toraks Dergisi 2005; 6:159-165. Berktaş M and Bircan A. Effects of atmospheric sulphur dioxide and particulate matter concentrations on emergency room admissions due to asthma in Ankara. Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2003; 51: 231238. Boubel RW.,Fox DL., Turner DB., Stern AC., 2008. Fundamentals of Air Pollution, fourth edıtıon, Elsevier Inc. Brunekreef B, Holgate ST. Air pollution and health. Lancet 2002; 360: 1233-42. Brunekreef, B. and Holgate, S.T., 2002. Air pollution and health, The Lancet, 360(9341), 1233-1242. Colls J., 2002. Air Pollution, Second Ed. Spon Press Elbir T, Muezzinoglu A, Bayram A. Evaluation of some air pollution indicators in Turkey. Environ Int 2000; 26: 5-10. EPA, 2007. Term of Environment: Glossory, Abbreviations and Acronyms. Godish T., 2004. Air Quality, 4th Ed., Lewis Publications CRC Press. Gomez-Perales JE, Colvile RN, Nieuwenhuijsen MJ, Fernandez-Bremauntz A, Gutierrez-Avedoy VJ, Paramo-Figueroa VH, et al. Commuters’ exposure to PM25, CO, and benzene in public transport in the metropolitan area of Mexico City. Atmos Environ 2004;38:1219– 29. Griffin RD., 2007. Principles of Air Quality Management, 2nd Ed. Taylor and Francis Group, LLC. Güllü GH., Ölmez I., Tuncel G., 2000. Temporal Variability of Atmospheric Trace Element Concentrations over the Eastern Mediterranean Sea, Spectrochimica Acta Part B, 55, sf. 1135-1150. Han X., Naeher LP., 2006. A review of traffic-related air pollution exposure assessment studies in the developing world, Environment International 32 (2006) 106 – 120 Keleş N, Ilicali C, Değer K. Impact of air pollution on prevalence of rhinitis in Istanbul. Arch Environ Health 1999; 54: 48-51. Morgenstern V, Zutavern A, Cyrys J, et al. GINI Study Group; LISA Study Group. Atopic diseases, aller- gic sensitization, and exposure to traffic-related air pollution in children. Am J Respir Crit Care Med. 2008;177:1331-7. Nazım E., Beyhun S., Vançelik H., Acemoğlu Z., Koşan A.G., 2008. Erzurum İli Kent Merkezinde 2003– 2006 Yılları Arasında Hava Kirliliği, TAF Preventive Medicine Bulletin, 7(3) Özdilek HG., 2006.An analogy on assesment of urban air pollution in Turkey over the turn of millennium (1992-2001). Env. Mon. And Asses., 122, 203-219. Schnelle KB and Brown CA., 2002. Air Pollution Technology Handbook, CRC Press. TC Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü. Tecer LH, Alagha O, Karaca F et al. Particulate matter (PM2.5, PM10-2.5, and PM10) and Children’s Hospital admissions for asthma and respiratory diseases: A bidirectional case-crossover study. J Toxicol Environ Health A. 2008; 71: 512–520. Tecer LH., Süren P., Alagha O., Karaca F., Gürdal T., 2008. Effect of Meteorological Parameters on Fine and Coarse Particulate Matter Mass Concentration in a Coal-Mining Area in Zonguldak, Turkey, Journal of the Air & Waste Management Association, 58, 543-552. Tomac N, Demirel F, Acun C, Ayoglu F. Prevalence and risk factors for childhood asthma in Zonguldak, Turkey. Allergy Asthma Proc. 2005;26:397-402. Tuik, 2010. Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi nüfus sayım sonuçları, 2009. Haber Bülteni, Sayı 15. http://www.bodrumbaskisi.com/haber/index.php/havakirliligi-kontrol-altinda http://www.airquality.utah.gov/Planning/Mobile/index. htm http://coolexcooling.com/wp-content/uploads/2008/05/ exhaust-fumes.jpg http://www.epa.gov.tr/air/urbanair.html http://www.epa.gov.tr/ttn/atw/allabout.html http://doctorshosp.adam.com/content.aspx?productId= 39&pid=1&gid=000073 http://aura.gsfc.nasa.gov/outreach/garden_faq.html http://www.epa.gov/oar/oaqps/gooduphigh/ http://www.tapc.com.au/electrostatic/index.html http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=8667 http://www.lcv.org DOSYA: HAVA 29 • İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELE İÇİN YENİLENEBİLİR ENERJİ DENİZ YENER WWF-Türkiye, Doğa Koruma Sorumlusu Deniz Yener, İklim Değişikliği İle Mücadele İçin Yenilenebilir Enerji, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 30-33. • 30 D ünyamızın ısınmasına neden olan karbondioksidin yüzde 80’i fosil yakıtlardan kaynaklanmaktadır. Bu durum, küresel ısınmayla mücadelede fosil yakıtlara olan bağımlılığımızın azaltılmasının ve yenilenebilir enerji payının artmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Günümüzde fosil yakıt fiyatlarındaki artış, iklim değişikliğinden doğan kaygılarla birlikte enerji sektöründe hem arz hem de talep olarak bir dizi yeniliği beraberinde getirmiş durumda. Bu kapsamda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik gelişmeler küresel ölçekte hızlanıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları, enerji kaynağından alınan enerjiye eşit oranda veya kaynağın tükenme hızından daha çabuk bir şekilde kendini yenileyebilme özelliğine sahiptir. Örneğin, güneşten elde edilen enerjiyle çalışan bir teknolojinin tükettiği enerji, toplam güneş enerjisinin yanında çok küçük bir miktardır. Yenilenebilir enerji, tesisler ve canlılar tarafından kalıcı olarak tamamen tüketilemez. Yenilenebilir enerji, elektrik ve ısı üretiminde temel kaynak olma potansiyeli taşır. Ayrıca modern ve verimli teknolojiler kullanılarak kömürün ve diğer fosil yakıtların yerine geçecek olan temiz enerjidir. Bu temiz enerji, bir yandan çevresel zararları azaltılır. Diğer yandan kırsal kalkınmaya yarar sağlar. Fotovoltaik paneller, küçük rüzgâr türbinleri, biyoyakıtlar ve küçük ölçekli hidroelektrik santraller; aydın- MAYIS 2011 - SAYI 135• latma, haberleşme, ısıtma ve soğutma gibi pek çok gereksinimin karşılanmasını sağlar. Alternatif -Yenilenebilir Enerji Alternatif enerji; fosil yakıt, kömür, doğal gaz ya da petrol gibi ürünleri içermeyen enerji türüdür. Yenilenebilir enerji, neredeyse hiç insan gücü gerektirmez ve kendini yenileyebilir. Güneş ya da rüzgâr ne kadar kullanırsak kullanalım bitmez. Bu nedenle gerçek anlamda sürdürülebilir enerji için yenilenebilir enerji potansiyelimizi arttırmak şarttır. Yenilenebilir enerji; kömür, petrol gibi sonu olan kaynaklara muhtaç olmamızı engeller. Aynı zamanda yerel ölçekte yeni iş olanaklarının yaratılması, yatırımların ülke içinde kalması, daha az hava kirliliği, enerji arzı seçeneklerinin artması, enerji güvenliğinin sağlanması, temiz enerji teknolojilerinin ucuzlayarak daha geniş kitlelere farklı ölçeklerde sunulması gibi birçok avantaja sahiptir. Güneş Enerjisi Güneş enerjisi teknolojileri güneş ışınlarını direk olarak toplayıp bu ışınlarda ısı veya elektrik üretimini sağlamaktadırlar. Bu enerjinin kaynağı Güneş yüzeyindeki hidrojenin helyuma dönüşmesiyle gerçekleşen füzyon reaksiyonlarıdır. Dünya atmosferinin dışında güneş enerjisinin şiddeti, aşağı yukarı sabit ve 1370 W/m² değerindedir, ancak yeryüzünde 0-1100 W/m2 değerleri arasında değişim gösterir. Güneşten dünyaya ulaşan enerjinin en büyük özelliği sınırsız olmasıdır. Güneş enerjisi Türkiye gibi çok güneş alan ül- Rüzgâr Enerjisi Rüzgâr enerjisi, güneş radyasyonunun yer yüzeylerini farklı ısıtmasından kaynaklanır. Yer yüzeylerinin farklı ısınması, havanın sıcaklığının, neminin ve basıncının farklı olmasına, bu farklı basınç da havanın hareketine neden olur. Rüzgâr enerjisinden elektrik üretmek için rüzgâr tribünleri, mekanik enerji yaratmak için yel değirmenleri veya kuyu pompalama için rüzgâr pompaları veya gemileri yürütmek yelkenler kullanılır. Rüzgâr enerjisi günümüzde dünyanın elektrik ihtiyacının %2’sini karşılamaktadır. Rüzgâr tribünü teknolojilerinin diğer elektrik üretimi teknikleriyle kıyasla çevreye zararlı etkisi çok azdır. Karada kurulan rüzgâr santrallerinde tarım ve hayvancılık devam ettirilebilmektedir. Bunun dışında rüzgâr santralleri fosil kaynaklı santralleri gibi soğutma suyuna ihtiyaç duymamaktadır. Jeotermal Enerji Jeotermal enerjinin kullanımı insanlık tarihinde çok eskilere dayanmaktadır. Antik Romalılar ve Çinliler M.Ö. 1500’lü yıllarda doğal jeotermal kaynakları banyo, ısınma ve pişirme amaçlı olarak kullanıyorlardı. Bu enerji kaynağının büyük potansiyeli günümüzde yeniden keşfedilmeye başlanmıştır. Jeotermal enerji yerkabuğunda biriken termal enerjiye verilen isimdir. Isı veya elektrik üretimi için yer altında çeşitli derinliklerinde birikmiş ısıdan, kimyasallar içeren sıcak sudan, buhar ve gazlardan faydalanılır. Isı seviyesi yeteri kadar yüksek olduğunda jeotermal enerji elektrik üretimi ve endüstri için yüksek derecede su üretimi için kullanılabilir. Güneş ve rüzgârdan farklı olarak jeotermal enerji devamlı elektrik sağlayabilir. Hidroelektrik Hidroelektrik santralleri suyun bulunduğu iki 31 • DOSYA: HAVA Güneş enerjisi ışık, ısı ve elektrik şeklinde değerlendirilmektedir. Fotovoltaik (PV) sistemler güneş enerjisini direk olarak elektriğe dönüştürmektedir ve bina çatılarına, cihazlara, arabalara yerleştirilebilir. Yek-odaklı güneş enerjisi santralleri ayna ve lens düzenekleri ile güneş ışınımlarını nispeten küçük bir alana yansıtma esasına dayanır. Bu küçük alanda odaklandırılan enerji su ısıtması veya buhar tribünü vasıtasıyla elektrik veya ısı üretimi için kullanılabilir. Ülkemizde çokça kullanılan solar termal kolektörler su ısıtmak için kullanılmaktadır. kelerde önemli bir enerji alternatifidir. Bu teknoloji özellikle kırsal alanda şebeke dışı elektrik üretimi için çok kullanışlıdır. Bu teknolojinin en büyük handikabı gece saatlerinde enerji üretilememesidir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM nokta arasındaki potansiyel enerji farkını kullanarak elektrik enerji üretir. Barajda biriken su belli bir yükseklikten aşağı bırakılır ve mekanik enerjiye dönüşür. Bu mekanik enerji tribün çarklarını çevirir ve jeneratör motoru vasıtası ile elektrik enerjisine dönüşür. Hidroelektrik şu anda dünyadaki en büyük yenilenebilir enerji kaynağıdır ve dünya elektrik ihtiyacının neredeyse beşte birini karşılamaktadır. Hidroelektrik santralleri barajlı veya nehir tipi olarak ikiye ayrılır. Baraj tipi santraller suyu depolarken nehir tipi santraller akan suyun kinetik enerjisi kullanırlar. Barajlı santraller hacim, su kalitesi ve akış zamanını değiştirerek; jeomorfolojik süreçlerle doğal hayatın döngüsünde besin ve tortu akışını kısıtlayarak nehir sistemlerini tahrip etmektedir. Barajların son derece önemli sosyal etkileri vardır; şu ana kadar 40-80 milyon insanın yaşam alanı barajların etkisi altında kalmış ve yeni yerleşim alanlarına gönderilmiştir. Bugün birçok bölgede büyük baraj projelerine yerel halk tarafından karşı çıkılmaktadır. Ayrıca büyük barajların oluşturduğu baraj gölleri ekolojik dengeyi bozabilmekte, organik maddelerin göl tabanında birikmesi ile istenmeyen metan oluşumuna sebep olabilmektedir. Nehir tipi santrallerde elektrik üretimi akarsuyun akım özellikleri ile sınırlıdır ve bundan dolayı küçük ve orta çaplı olmaktadır. Suyun akış kanalının değiştirilmemesi hâlinde bu santrallerin doğaya zararı azdır. Fakat bir akarsu üzerine akarsuyun kapasitesinin çok üstünde nehir tipi hidroelektrik santrali kurulması hâlinde nehrin alt katmanlarında su kalmayacak ve ekolojik denge bozulacaktır. Nehir tipi santraller projelendirilirken akarsu havzasının ekolojik özellikleri detaylı şekilde etüt edilmelidir. Biyoenerji Biyokütle, yeryüzünde ve biyosferde organik üretimde bulunmak için karbondioksit, su ve güneş enerjisi kullanan bitkilerin toplamıdır. Biyoenerji, sıvı biyoyakıt (genellikle enerji zengini ürünlerden elde edilen), atık (evsel atıklar dâhil), katı biyokütle (odun, • 32 odun kömürü ve diğer biyokütle maddeleri) veya gaz (biyokütle çürümelerinden elde edilen) formlarında biyokütleden elde edilir. Teorik olarak enerji üretimi için kullanılan bitkilerin yeniden yetiştirilmesi mümkündür. Bu nedenle biyokütle yenilenebilir bir enerji kaynağıdır. Küresel olarak, biyokütle şu anda biyoenerjinin yaklaşık 46 EJ’ünü sağlamaktadır. Bu payın içinde, gelişmekte olan ülkelerde tüketilen geleneksel biyokütle miktarı kesin olmasa da, küresel birincil enerji kaynağının %10’unun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.” Biyokütle uygulamaları, yoksul ülkelerde geleneksel biyokütle kullanımından (açık ateşte yemek pişirmek gibi) yüksek verimli elektrik ve ısı ya da ulaşım yakıtları elde etmeye kadar büyük farlılıklar göstermektedir. Biyoenerji ürünlerinin kontrolsüz gelişimi, insanlar ve çevre üzerinde çok büyük etkiler yaratabilir. Hammaddelerin hangilerinin, nerede ve nasıl üretildiği ve işlendiği, biyoenerji projelerinin çevresel ve sosyal olarak sürdürülebilir olup olmadığını belirleyecektir. Okyanus Enerjisi Yeni gelişen teknolojilerden biri denizlerde ve okyanuslarda ki dalga ve gel-git olaylarından yaralanarak enerji üretilmesidir. Bu teknolojilerdeki en büyük sorun bu potansiyelin elektrik enerjisine dönüştürülmesidir. Dünya ölçeğinde bu potansiyelin kullanılması için pilot projeler başlatılmıştır. Gelecekte bu projeler planlanırken yerel kıyı ekolojisi göz önünde bulundurulmalı, gemicilik, balıkçılık gibi sektörlerin nasıl etkileneceği değerlendirilmelidir. Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları bakımından önemli bir potansiyele sahiptir. Ancak, mevcut enerji üretim deseni içerisindeki yenilenebilir enerji oranı oldukça düşüktür. 2008 yılı itibari ile Türkiye’deki enerji üretimin yalnızca %16.75’i yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmıştır. Yenilenebilir enerjinin ise %96,7’si hidroelektrik üretimine aittir. 2009 yılında ise elektriğinin %81’ini fosil kaynaklı yakıtlardan MAYIS 2011 - SAYI 135• üretmiştir. Türkiye’deki başlıca yenilenebilir enerji kaynakları arasında hidrolik enerji, biyokütle, rüzgâr, biyogaz, jeotermik ve güneş enerjisi yer alır. ardından yaklaşık 433 TWh/ yıl brüt hidrolik enerji potansiyeli ile 419 MWh/yıllık teknik rüzgâr enerjisi potansiyeli gelir. Sonuç Fosil yakıtlar hem ülke ekonomisine yük bindirmekte hem de sera gazı, sülfür oksit, nitrojen oksit gibi gazların salımlarına yol açarak asit yağmuru, küresel iklim değişimi, ötrofikasyon gibi çevre sorunlarına sebep olmaktadır. Fosil kaynakların enerji üretimindekinin payının azaltılması için yenilenebilir enerji kaynaklarına daha çok destek verilmesi gerekmektedir. Şekil 1Türkiye elektrik üretimi TEIAS 2009 WWF’nin 2050 Enerji Raporu1, 2050 yılına kadar dünyadaki enerji arzının yenilenebilir enerjiden sağlanabileceğinin mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynakları potansiyeli zengin ve çeşitli olup ve ülke içi kaynaklarda kömürden sonra ikinci en büyük gruptur. 2009 yılı itibari ile toplam elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payı % 19 olmuştur. Türkiye, içinde yer aldığı güneş kuşağı nedeniyle ve toplam yüzey alanı itibariyle 106 TWh/yıl üzerinde güneş enerjisi potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel elektrik üretimi açısından çok yüksektir. Bunun hemen Türkiye’nin coğrafi konumu, yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliği açısından büyük avantajlar göstermektedir. Türkiye’deki başlıca yenilenebilir enerji kaynakları arasında hidrolik enerji, biyokütle, rüzgâr, biyogaz, jeotermik ve güneş enerjisi yer alır. Bu teknolojilerin daha çok kullanılması için kamuoyu bilincinin yanında teşvik mekânizmaları de yüksek önem taşımaktadır. Yenilenebilir enerji teşvik edilirken dikkat edilmesi gereken bir nokta hidroelektrik dışındaki yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak vurgudur. Yukarıda bahsedildiği gibi özellikle hidroelektrik santraller, yanlış projelendirildiklerinde sosyal ve ekolojik yapıya zarar vermektedirler. ___________________________________________________ 1 Daha fazla bilgi için bakınız: http://wwf.panda.org/ what_we_do/footprint/climate_carbon_energy/energy _solutions/renewable_energy/sustainable_energy_report/ DOSYA: HAVA 33 • HAVA KİRLİLİĞİ NEDİR, ÜLKEMİZDEKİ DURUMDAN KESİTLER ARSLAN SARAL Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi H ava kirliliği, teknoloji ile birlikte gelen modern hayatın yan ürünlerinden biridir. İnsanların ihtiyaçları (ya da istekleri) arttıkça, bununla beraber bu talebi karşılamak üzere üretilen ürünlerin yanında istenmeyen yan maddelerin oluşumu da kaçınılmaz olmaktadır. Katı, sıvı ve gaz atıkların sebep olduğu hava, su ve toprak kirliliği problemleri, günümüz çevre problemlerinin temel unsurlarıdır. Bunlar içerisinde belki de en kısa sürede etkisini görebileceğimiz kirlilik türü hava kirliliğidir. Çünkü nefes almakla başlamakta ve etkisini hemen gösterebilmektedir. Hava Kirliliği Nedir, Ne Değildir? Arslan Saral, Hava Kirliliği Nedir, Ülkemizdeki Durumdan Kesitler, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 34-41. • 34 Hava kirliliğini tanımlayabilmek için, evvela soluduğumuz temiz havanın ne olduğunu belirtmek, daha sonra da kirli havayı temiz hava ile kıyaslamak yerinde olacaktır. Temiz ve kirli hava olarak tarif edilen havada bulunan ve kirlilik oluşturan belli başlı bileşenler Tablo 1’de görülmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki Tablo 1’deki kirleticiler örnek olarak verilmiş olup bunlardan başka daha birçok çeşitte hava kirleticilerinin varlığı söz konusudur. Özellikle fiziksel özellikleri itibarıyla sıvı ve katı (partikül madde) şekillerdeki kirleticiler de önemli kirleticiler sınıfındadır. Bütün bu MAYIS 2011 - SAYI 135• kirleticiler de çeşitli şekillerde atmosfere atılmaktadır ki kirleticilerin bu şekilde atmosfere salınmasına emisyon denir. Tablo 1’de, bileşenler için verilen “ppm” birimi, 1 milyon hava hacmi içerisindeki bileşenin hacmi olarak tanımlanmaktadır. Mesela metan gazının temiz havadaki miktarı 1 milyon litre hava içerisinde 1.5 litre iken; bu miktar yine 1 milyon litre havada 2.5 litrenin üzerine çıkarsa, bu hava metan gazı bakımından kirli olarak tarif edilir. Buradaki örneğe dikkat edilirse, havanın kirli olması her bir kirletici bileşen bakımından münferiden tarif edilmektedir. Yani, havanın kirli olduğunu söyleyebilmemiz için tablodaki kirletici bileşenlerin tamamının birden kirlilik sınırını aşması gerekmiyor. Herhangi birinin verilen kirlilik sınırını aşması, havanın o kirletici bakımından kirli olması demektir. Tablo 1’de ifade edilen azot ve oksijen gazlarının kirletici olmadıkları; havanın iki temel bileşeni oldukları bilinmektedir. Yine, karbondioksitin de sağlık etkileri bakımından kirletici sınıfında sayılmadığı, ancak iklim değişimi ile ilgili temel bileşenlerden olduğu da bilinmektedir. Tablo 1. Kirli atmosfer ile temiz atmosferin karşılaştırılması Bileşen Temiz Hava (ppm) Kirli Hava (ppm) Azot, N2 790000 790000 Oksijen, O2 20950 20950 Karbon dioksit, CO2 320 400 Karbon monoksit, CO 0.1 40 - 70 Metan, CH4 1.5 2.5 Nitröz oksit, N2O 0.25 ? Azot dioksit, NO2 (NOX) 0.001 0.2 Ozon, O2 0.02 0.5 Kükürt dioksit, SO2 0.0002 0.2 Amonyak, NH3 0.001 0.02 değişken değişken Diğer kirleticiler Hava Kalitesi İndeksi Farklı hava kirleticilerinin farklı konsantrasyon ve sürelerde farklı etkiler oluşturması dikkate alınarak günlük hayatta daha kolay anlaşılabilmesi için hava kirliliği seviyesi veya hava kalitesi düzeyi, hava kalitesi indeksi (HKİ) olarak ifade edilen bir sayısal ölçekle anlatılır. Bu ölçek, bir de renk skalası ile görselleştirildiğinde geniş halk kitleleri tarafından kolaylıkla algılanabilmektedir. Ülkemizde hava kalitesi seviyesi için kullanılan HKİ ölçeği ve ilgili renkler Tablo 2’de ve bu indekse temel teşkil eden kirleticilerin HKİ konsantrasyon seviyeleri de Tablo 3’te görülmektedir. Şekil 1’de ise HKİ değerinin daha da görselleştirilerek bir hız göstergesi şeklinde sunulması görülmektedir. Tablo 2’den de görüleceği üzere, HKİ ölçeği 6 kademeden oluşmakta ve 1 ölçeği çok iyi kalitede (çok temiz) havayı; 6 ise çok kötü kalitede (çok kirli) havayı işaret etmektedir. Bu ölçek değerleri matematiksel bir hesaplama ile bulunmayıp, sadece havada ölçülen kirletici konsantrasyonlarının etkileri bakımından sınıflandırmasını ifade etmektedir. Sınıflandırmada temel kıstas, ölçülen kirleticiler içerisinde en yüksek HKİ değerine sahip kirleticinin baz alınmasıdır. Yani, kirlilik oluşturan seviyede ölçülen kirleticiye göre HKİ değeri ifade edilir. 35 • DOSYA: HAVA Hava kirliliğinin daha teknik tarifi ise, “hava kirleticilerinin, canlıların (insan, hayvan ve bitkiler) sağlığı üzerinde ve yapı-malzemelerde zararlı etkiler meydana getirecek miktar (konsantrasyon) ve sürede havada bulunması” şeklindedir. Yine bu tanımda da, bir veya birden çok kirleticinin bir arada bulunması söz konusudur. Bu tanım gereği, havanın kirli olduğunu söyleyebilmemiz için, bir kirleticinin zararlı olabilecek miktarda ve zararının ortaya çıkabileceği kadar uzun sürede havada bulunmasından bahsedilmektedir. O halde, kirli havayı kısa süreli solumak zarar vermiyorsa, teknik olarak hava kirliliğinden bahsetmeyiz. Burada hemen şunu da ifade etmek gereklidir ki zararın ortaya çıkması kirli havaya maruz kalanın hassasiyeti ile doğrudan ilgilidir. Mesela, tanımda bahsedilen miktar ve süre, yaşlılar, hastalar ve çocuklar için sağlıklı kişilere kıyasla daha düşük seviyelerdedir. Yani, zararlı etkinin ortaya çıkabilmesi, etkiye maruz kalma hassasiyeti ile ilgilidir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 24 saatlik ortalama değer verilirken, bazıları için 1 saatlik ortalama değer verilmektedir. Bu da yine, yukarıdaki tanımda ifade edildiği üzere, kirletici bileşenlerin kirleticilik etkilerinin (özellikle sağlık etkilerinin) farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Tablo 2. Hava Kalitesi İndeksi ölçekleri ve ilgili renkleri HKİ ölçeği ve rengi 1. açık yeşil 2. yeşil Hava kalitesi tanımlaması Çok iyi Hava Kirleticilerinin Kaynakları İyi 3. koyu yeşil Genel olarak doğal ve yapay kaynaklar olarak sınıflandırılan hava kirliliği kaynaklarından asıl kirlilik problemleri oluşturan grup yapay kaynaklardır. Bunu açıklamadan önce doğal ve yapay kaynaklardan bahsedelim. Yeterli 4. sarı Orta 5. turuncu Kötü 6. kırmızı Çok kötü Doğal kaynaklar: Çöl fırtınaları ile taşınan partikül maddeler, orman yangınları ile oluşan gaz ve partükül kirleticiler, okyanus ve denizlerden atmosfere karışan sıvı damlacıklar, volkan patlamalarından kaynaklanan büyük kül bulutları ve gaz kirleticiler ve bitkilerden atmosfere atılan organik bileşikler doğal hava kirliliği kaynaklarıdır. Şekil 1. Hava Kalitesi İndeksi Göstergesi Tablo 3’teki bilgilere dikkat edilirse, kirleticilerin miktarı Tablo 1’de verilenden farklı olarak da ifade edilmektedir. “µg/m³” birimi 1 m3 hava içerisindeki kirletici bileşenin miktarının mikrogram (µg) olarak ifadesidir. Yine diğer bir ilave bilgi de, kirleticilerin miktarının ortalama süresidir. Bazı kirleticiler için Yapay Kaynaklar: Tümüyle insan faaliyetleri olarak bilinen bu kaynaklar farklı gruplandırmalar çerçevesinde incelenebilmektedir. En yaygın gruplandırma şekli, sabit kaynaklar ve hareketli kaynaklar şeklindedir. Sabit kaynaklar sınıfında tüm endüstriyel tesisler sayılabilir. Bunların başlıcaları, termik santraller, petrokimya tesisleri, metal sanayi tesisleri, boya sanayi tesisleri, plastik sanayi, çimento sanayi, deterjan sanayi tesisleridir. Diğer sabit kaynak sınıfı ise evsel ısınma maksatlı yakıt Tablo 3. Hava Kalitesi İndeksinde dikkate alınan kirleticiler ve indeks konsantrasyonları SO2 NO2 CO O3 PM10 1 saatlik ortalama 24 saatlik ortalama 24 saatlik ortalama 1 saatlik ortalama 24 saatlik ortalama [µg/m³] [µg/m³] [µg/m³] [µg/m³] [µg/m³] 0 -50 0 - 45 0 – 2900 0 - 35 0 - 55 2 (iyi) 51-199 46 - 89 3000 – 8900 36 - 89 56-109 3 (yeterli) 200-399 90 - 179 9000 – 15900 90 - 179 110-159 4 (orta) 400-899 180 - 299 16000 – 21900 180 - 239 160-219 5 (kötü) 900-1499 300- 699 22000 - 49900 240 - 359 220-799 > 1500 > 700 > 50000 > 360 > 800 Hava Kalitesi İndeksi 1 (çok iyi) 6 (çok kötü) • 36 MAYIS 2011 - SAYI 135• yakılmasıdır. Her iki grubun (sanayi ve evsel kaynaklar) ortak bileşeni, enerji ihtiyacının karşılanması için fosil yakıtlar dediğimiz odun, kömür ve petrol ürünlerinin (fueloil, mazot, doğalgaz) yakılmasıdır. Sanayi tesislerinin asıl önemli kirleticileri ise, her sanayi prosesine özgü olarak oluşan proses emisyonlarıdır. Bu emisyonlar kirleticilik vasıfları ve tehlike durumları itibarıyla daha dikkatli bir şekilde kontrol altına alınmalıdır. Bu itibarla ortaya çıkan iki ana kirlilik şekli kentsel ve sanayi kaynaklı hava kirliliği olarak da incelenmektedir. Yapay kaynakların diğer grubu ise hareketli kaynaklar olarak adlandırılan motorlu kara taşıtları, gemiler, trenler ve uçaklardan oluşmaktadır. Açıktır ki bu grup içerisinde önemli paya sahip olan unsur motorlu kara taşıtlarıdır. Motorlu kara taşıtları da ağırlıklı olarak kentlerde yoğunlaştığı için kentsel hava kirliliği içerisinde son yıllarda daha da artan pay sahibi olmaktadırlar.. Doğal Kaynaklar mı Baskın Yapay Kaynaklar mı? Bu sorunun sorulmasında önemli bir gerekçe var. Hava kirliliği konusundaki bilimsel çalışmaların belli bir seviyeye gelmesi ile beraber, yıllar içerisinde takip edilen, hesaplanan ve ölçülen kirletici kaynak emisyon miktarları göstermiştir ki küresel ölçekte doğal kaynaklardan atmosfere atılan kirletici miktarları, yapay kaynaklara kıyasla çok daha fazla oluşmaktadır. Çok bariz bir örnek verecek olursak, uçucu organik bileşikler dediğimiz kirleticilerin doğal kaynaklardan atmosfere atılan miktarları yapay kaynaklardan atılan miktarın on katından daha fazla gerçekleşmektedir. Sorumuza dönecek olursak; atmosfere salınan miktar açısından bakıldığında, doğal kaynaklar çok baskın iken, yaşadığımız neredeyse tüm hava kirliliği problemleri yapay kaynakların sebep olduğu çevresel problem olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü, doğal kaynaklar tüm yerküre geneline yayılmış olduklarından bu kaynaklardan atmosfere salınan kirleticiler de bu sebeple tüm yerküre geneline yayılmış ve seyrelmiş olarak atmosfere salınmaktadırlar. Diğer taraftan yine bu doğal kaynaklı kirleticilerin oluşumları daha seyrek gerçekleştiğinden, ortaya çıkardıkları hava kirliliği etkileri zayıf ve önemsiz kalmaktadır. Buna mukabil yapay kaynaklar, yerel ve bölgesel ölçekte dar alanlarda (kentsel bölgeler, sanayi bölgeleri gibi) atmosfere salındıklarından, bu dar alanlarda oluşturdukları hava kirliliği problemleri daha ciddi boyutlara çıkmaktadır. Aynı şekilde bu yapay kaynaklar yıl boyunca faaliyette olduklarından oluşumları da daha sık gerçekleşmektedir. Son 150 yılda sanayi devriminin hızlı gelişmesiyle beraber gelen ciddi enerji ihtiyacı ve bu ihtiyacın çok büyük bir kısmının fosil yakıtların yakılmasından elde edilmesi ile ortaya çıkan yapay kaynaklı kirletici emisyonları, yaşanılagelen hava kirliliği problemlerinin başlıca sebebidir. İşte neredeyse tamamen yapay kaynaklardan atılan kirleticilerin sebep olduğu hava kirliliği problemleri, yayılım boyutlarına göre farklı ölçeklerde incelenebilmektedir. Yerel, Bölgesel ve Küresel Hava Kirliliği Problemleri Sağlığımızın korunması ve yaşanabilir bir çevre için iyi bir hava kalitesine ihtiyaç duymaktayız. Özellikle son yıllarda gazete başlıklarında, insan faaliyetlerinden kaynaklanan emisyonların hava kalitesine yansıyan tehlikeli etkilerini sıkça görmekteyiz. Mesela; 37 • DOSYA: HAVA Bu tespite rağmen ortada olan bir gerçek ise, hava kirliliği problemlerinin yapay kaynaklı kirleticilerden meydana geldiğidir. Günlük hayatımızda yüz yüze olduğumuz kentsel hava kirliliği problemleri yapay kaynaklı hava kirliliğinin bir türüdür. Yoğun trafikte yaşanan motorlu araç kaynaklı hava kirliliği veya özellikle kalitesiz kömürlerin kullanımının söz konusu olduğu yerleşim bölgelerinde kışın yüz yüze kaldığımız ısınma kaynaklı hava kirliliği problemleri en belirgin ve sıklıkla ortaya çıkan hava kirliliği türleridir. Yine, kirleticilik özelliği yüksek olan endüstriyel tesislerin yoğun olduğu bölgelerde (organize sanayi bölgeleri) tüm yıl boyunca gözlemlenen endüstriyel kaynaklı hava kirliliği problemleri de yapay kaynakların sebep olduğu başlıca hava kirliliği türlerindendir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • Bir solunum sistemi rahatsızlıkları ve astım hastalığına yakalanan çocuk sayısında artış, • Asit yağmurları sebebiyle ormanlık alanlarda belirgin tahribatların ortaya çıkması, • Ozon tabakasında oluşan incelmenin büyümesi… Ozon tabakası ile ilgili kullanılan «delinme» kelimesi yanlıştır ve aslında delinme değil, ozon konsantrasyonunun azalması ile oluşan incelmedir. • Normal olmayan (ekstrem) hava koşullarının oluşması ve sıklıklarının artması. Bütün bu sorunlarla ilgili yerel, ulusal ve uluslararası düzeylerde çalışmalar yapılmakla beraber, küresel bazda tedbirlerin yaygınlaştırılmasının gerekliliği de ortadadır. İklim Değişikliği: Dünya ikliminde doğal değişiklikler elbette olmaktadır. Ancak, son yıllarda bu değişikliğe insan faaliyetlerinin de etkisi olduğu tezi kabul görmektedir. Güneşten gelen radyasyonun, yer yüzeyinden yansıyan kısmının dünya atmosferinde bulunan sera gazları tarafından tutulup dünyaya yeniden yansıtılmasıyla sera etkisi ortaya çıkmaktadır. İnsan faaliyetleri sonucu oluşan sera gazlarının miktarındaki artışın, bu etkiyi daha da artırma potansiyeli mevcuttur. Bu etki, son yıllarda medyada da sürekli işlenmekle beraber; “küresel ısınma” olgusuna mı sebep olduğu noktasında bilim çevrelerinde ciddi endişeler ve tartışmalar vardır. Medyada işlendiği gibi ve bazı felaket senaryolarında anlatıldığı gibi, sera gazlarının miktarındaki artışın basitçe küresel ısınmaya sebep olduğunun iddia edilmesi için yeterli bilimsel kanıt mevcut değildir. Hatta bu konuyu ilk ele alan ve bilimsel dergilerde yayımlanan makalelerde, çok ciddi yanlışların yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bu durumda, «küresel ısınma» olayının medyatik özelliği ile hâlâ işlenmeye devam etmesine temkinle yaklaşmak ve anlatılagelen felaket senaryolarına gereğinden öte prim vermemek yerinde olacaktır. Böyle söylemekle beraber, insan faaliyetleri ile atmosfere salınan kirleticilerin azaltılması konusun- • 38 da gerekli tedbirlerin alınması ve fosil yakıtlar yerine temiz enerji kaynaklarının kullanımına geçilmesi ile ilgili çalışmaların devam etmesinin elbette gerekli olduğunu da vurgulamadan geçmeyelim. Ozon Tabakasının İncelmesi: Ozon tabakası insanların hayatını sürdürebilmesi için önemli atmosferik katmanlardan biridir. Bu tabaka, dünyayı zararlı ultraviyole radyasyondan korumaktadır. Özellikle CFCler (kloro floro karbonlu gazlar) ozon tabakasını inceltmekte ve son 25 yıllık gözlemler bu incelmenin ciddi boyutlarda olduğunu göstermektedir. Antartika üzerindeki ozon tabakası ciddi derecede zarar görmüştür. Bu sebeple, CFClerin dünya genelinde üretiminin ve kullanımının tedricen bırakılması kabul görmüştür. Asit Yağmurları (ya da Asidik Yağmurlar): Günümüzde insanlar, araçlarda ve ısınma amaçlı olarak yoğun şekilde fosil yakıtlar kullanmaktadırlar. Fosil yakıtların aşırı kullanımı nedeniyle doğal denge bozulmaya başlamıştır. Atmosferdeki kükürt dioksit ve azot oksitlerin miktarının artması bu yapay faaliyetler sonucu gerçekleşmektedir. Kükürt oksitler ve azot oksitler atmosferdeki su buharı ile birleşerek ve yağmur suyunda da çözünerek asidik özellikte yağış oluşumuna sebep olurlar. Bu konuda yanlış anlamayı önlemek için asit yağmurları yerine “asidik yağmurlar” demek daha doğru bir ifade olacaktır. Yani yağan yağmur, asit değil asidik özellikte yağmurdur. Asidik yağmurlar yoğun kirlilik olan bölgelerde canlı ve cansız hayata zarar verebildiği gibi, rüzgâr gibi etkenlerle taşınarak daha uzak bölgelere de zarar verebilmektedir. Ülkemizde Hava Kirliliği İle İlgili Yapılan Çalışmalar Ülkemizde hava kalitesi yönetimi çerçevesinde süregelen çalışmaların temelini 9 Ağustos 1983 tarih ve 2872 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Çevre Kanunu’nun ilgili maddelerinde öngörülen amaç ve ilkeler doğrultusunda hazırlanan Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği (HKKY) oluşturmaktadır. Ülkemizin Avrupa Birliğine başvurusu ile ilgili olarak sürdü- MAYIS 2011 - SAYI 135• rülen uyum çalışmaları kapsamında en önemli yeri, çevre ile ilgili yasal düzenlemeler oluşturmaktadır. Bu sebeple, tüm çevresel konularda olduğu gibi hava kalitesinin korunması ve yönetimi konusunda da çok önemli çalışmalar yapılmıştır. HKKY, 2 Kasım 1986 tarih ve 19269 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olmakla beraber, birçok maddesi sonradan aynı doğrultuda yayımlanan yeni yönetmeliklerle yürürlükten kaldırılmıştır. kontrol ve denetimler konusunda gerekli kadro altyapısını güçlendirdiğini görmekteyiz. Özellikle Büyükşehir Belediyelerinin başında gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, neredeyse çevresel her alanda ülke çapında lider konumda atılım ve gelişmeler kaydetmiştir. Bu itibarla, İstanbul’un hava kalitesinin değişimi konusunda birkaç satır bilgi vermek, kaydedilen gelişmelerin boyutunun algılanması açısından faydalı olacaktır. İstanbul’da Hava Kirliliği ve Alınan Önlemler HKKY’nin emisyonlarla ilgili maddeleri, endüstriyel ve evsel ısınma olarak iki gruba ayrılarak iki farklı yönetmelik düzenlenmiştir. Endüstriyel tesisler için 7 Ekim 2004 tarih ve 25606 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Endüstriyel Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (EKHKKY) tamamen endüstriyel tesis emisyonlarının kontrolüne yönelik olarak hazırlanmıştır. Diğer taraftan 13 Ocak 2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Isınma Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (IKHKKY) ise ısınma maksatlı yakıt yakılmasından kaynaklanan hava kirleticilerinin kontrolüne yönelik düzenlemeleri ihtiva etmektedir. 22 Temmuz 2006 tarihinde yürürlüğe giren Endüstri Tesislerinden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (ETKHKKY) ise EKHKKY’yi yürürlükten kaldırmış ve hâlen endüstriyel kaynaklı kirleticiler için bu yönetmelik yürürlüktedir. Daha sonraları bu yönetmelikte de bazı ufak değişiklikler yapılmıştır. Bahsedilen bu yönetmelikler emisyonların kontrolüne yönelik olarak düzenlenmiş yönetmeliklerdir. Son olarak bu yönetmelikleri tamamlar nitelikte olarak hava kalitesi yönetimine yönelik yönetmelik olarak 6 Haziran 2008 tarihinde «Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği» (HKDYY) yürürlüğe girmiştir. İstanbul da 1980 yılında yapılan bir çalışmada, kükürtdioksit ve duman (partikül) konsantrasyonları ile akciğer ve solunum yolları hastalıkları (KOAH) nedeniyle hastanelere yapılan müracaat sayısı arasında önemli ölçüde bir korelasyon bulunmuştur. Şekil 2’den görüldüğü gibi, nispeten düşük SO2 konsantrasyonlarında dahi, SO2 seviyesindeki artışa paralel olarak KOAH semptomları ile hastanelere başvuran hasta sayısında artış gözlenmiştir. 300 3 200 SO2 Duman KOAH Top.Hasta 100 0 0 10 20 Şekil 2. İstanbul’da kükürtdioksit konsantrasyonu ile akciğer hastalıkları arasındaki ilişki. 39 • DOSYA: HAVA Tabii ki yasal mevzuat hazırlanırken bu mevzuatın yürürlüğünü kontrol etmek ve zaman içerisinde gerekli denetimlerin yapılması konusunda tüm ülke çapında Çevre ve Orman Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatının güçlendirilmesi söz konusu olmuştur. Aynı şekilde yerel yönetimlerin de çevresel İstanbul’da hava kirliliği özellikle 1980’li yıllardan sonra insan sağlığını tehdit eden boyutlara ulaşmış, kirletici konsantrasyonları hava kalitesi standartlarının birkaç kat üzerine çıkmıştır. İstanbul havasının kirliliğinin belli başlı kaynakları arasında, yerleşim bölgelerinde düşük kaliteli yakıt kullanımı, endüstriyel kaynaklar ve motorlu taşıtlar gelmektedir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 1990–94 yıllarının kış sezonlarında ise SO2 ve partikül konsantrasyonlarının zaman zaman bu se- Tablo 4. İstanbul’da 1990 yılındaki kirletici emisyonların dağılımı viyelerin 15–20 kat üzerine çıktığı gözlenmiştir. Kirletici Toplam Emisyon (%) Sabit Kaynaklar (%) Taşıtlar (%) PM 48.1 47.5 0.65 SO2 29.4 29.1 0.26 CO 16.3 9.9 6.64 NOX 3.1 1.6 1.44 da bölgesel olarak hava kirlenmesine yol açmakta- HC 3.0 1.6 1.40 dır. Isınma ve endüstriyel kaynaklarda kullanılan ya- TOPLAM 100 90 ~ 10 İstanbul’da hava kirliliğinin en önemli kaynaklarını, ev ve apartmanlarda kış aylarında ısınma maksadıyla kullanılan yakıtların yakılmasından ileri gelen ve alan kaynak olarak sınıflandırılan kaynaklar teşkil etmektedir. Bunların yanında, hareketli kaynaklar olarak sınıflandırılan motorlu taşıtlar ve nokta kaynaklar kategorisine giren endüstriyel kaynaklar kıtlardan ileri gelen emisyonları, sabit kaynaklarda yakıt yanması olarak belirlemek mümkündür. 1960-1990 yılları arasında tüketim miktarları açısından yaygın şekilde kullanılan yakıtlar çeşitli dönemlerde değişik görüntüler arz etmiş, 1960-1980 yılları arasında fuel-oil, 1980’den sonra ise linyit kömürü ısınma maksadıyla tüketilen yakıtlar arasında öncelik göstermiştir. 1990’lı yıllardan sonra doğalgaz kullanımı da yaygınlaşmaya başlamış, İstanbul Büyükşehir sınırları içinde 1994 yılının ilk aylarında tüketilen doğalgaz miktarı 126 milyon m3’ten 1997 yılında 7 milyar m3’e; doğalgaz kullanan hane sayısı da yaklaşık 1.000.000’a yükselmiştir. Buna mukabil, 1994 yılı itibariyle 8 milyon ton/yıl olan kömür tüketimi 1997 yılında 3.5 milyon tona düşmüştür. Bu yakıtların yakılması neticesinde atmosfere verilen belli başlı kirleticiler arasında, partiküler madde (PM), kükürt dioksit, azot oksitler, karbon monoksit, hidrokarbonlar (HC) bulunmaktadır. Bu kirleticilerden son üçünün önemli bir kaynağını motorlu taşıtlar (otomotiv kaynaklı emisyonlar) teşkil etmektedir. İstanbul’da sabit kaynaklar ve taşıtlardan meydana gelen kirletici miktarları hesaplandığında, bu emisyonların kaynak bazındaki dağılımları 1990 yılı için tahmin edilmiş ve Tablo 4’te gösterilmiştir. • 40 Borat, O., Kadı, İ., Uslu, M. “İstanbul’da Emisyon Kaynaklarının Öncelikleri ve Motorlu Taşıt Emisyonlarının Kontrolü”, İstanbul’un Çevre Sorunları ve Çözümleri Sempozyumu, 9-13 Nisan 1990, İTÜ Maçka Kampüsü Tablo 4’ten görüldüğü gibi, 1990’lı yıllarda İstanbul’da hava kirlenmesine büyük ölçüde sabit kaynaklarda (evler, endüstri tesisleri) ısınma ve enerji temini maksadıyla kullanılan yakıtlar sebep olmaktaydı. Taşıtların hava kirliliğindeki payı ise %10 mertebesindeydi. Ancak bu dağılım genellikle kış ayları için geçerlidir. Bilhassa yaz aylarında, sabit kaynaklarda yanma en az seviyede olduğu için, yaz aylarında motorlu taşıtların katkısı daha fazla olabilmektedir. Günümüze gelindiğinde ise, İstanbul’da artık neredeyse doğalgaz ulaşmayan yerleşim yeri kalmamış, bunun yanında ısınma maksatlı kullanılan kömürün kalitesi iyileştirilmiş ve büyük oranda yerini doğalgaz aldığı için de ısınma maksatlı yıllık kömür tüketimi 1 milyon tonlar seviyesine kadar düşmüştür. Yani İstanbul’da artık ısınma kaynaklı hava kirliliği probleminin kalmadığı söylenebilir. Bunlara paralel olarak, taşıt sayısındaki artış ile kömür kullanımındaki azalışın beraber değerlendirilmesi sonucu olarak, son yıllarda motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliğinin ön plana çıkması söz konusu olmuştur. Ancak burada hemen ifade etmek gerekir ki günümüzde yaşanan motorlu taşıt kaynaklı MAYIS 2011 - SAYI 135• lışmaları elbette bir hava kalitesi izleme sistemi ile takip ve kontrol edilmelidir. Bu maksatla önce İstanbul’da başlatılan çalışmalar kapsamında, İstanbul’un 10’dan fazla noktasında günlük hava kalitesi ölçümleri yapılmaya başlanmıştır. Bu yöndeki çalışmalar Bakanlık eliyle tüm ülkeye yaygınlaştırılmış ve Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı oluşturulmuştur. Bu sistemde ülke genelinde tüm illerin merkez kentsel bölgelerinde uygun noktalarda kurulan ölçüm istasyonlarındaki anlık ölçüm cihazları ile küResim 1. Ölçüm istasyonlarından biri kürt dioksit ve partikül madde konsantrasyonlarının ölçülerek ve eş zamanlı olarak bir merkezde toplanarak ulusal hava kalitesi izleme ağı oluşturulmuştur. Resim 1’de bu istasyonlardan biri görülmektedir. Resim 2’de ise bu izleme ağının verdiği bilgiden bir kesit görülmektedir. Resim 2’de, her il üzerindeki renkli daireler, o ildeki hava kalitesi seviyesinin kükürt dioksit ve partikül madde bazlarında değerlendirilmiş sonucuResim 2. Ulusal hava kalitesi izleme ağı nun HKİ değeri olarak gösterimi verilmektedir. Renk kodları Tablo hava kirliliği problemi, 1990’lı yıllarda yaşanan kö1’deki renk kodları olup HKİ değerlerinin renk sevimür kaynaklı hava kirliliği probleminden daha düyeleridir. Herkes, İnternet üzerinden (www.havaizşük seviyelerdedir. Bu da bir hava kirliliği problemi leme.gov.tr) adresinden yaşadığı ilin günlük olarak olduğuna göre, bununla da ilgili tedbirlerin alınması hava kalitesi seviyesini görebilir. Anılan bu sayfada söz konusu olacaktır. hava kalitesi ile ilgili faydalı bilgilere de ulaşabilir. Diğer kalabalık şehirlerimizde de benzer özellikÜlke genelinde hava kalitesini daha da iyileştirmek lerde ve fakat daha düşük ölçeklerde benzer hava üzere, Çevre ve Orman Bakanlığının çalışmalarının kirliliği problemlerinin yaşanması söz konusudur. devam ettiğini de görmekteyiz. İstanbul örneği ile yaşanan problemin niteliği ve Kaynaklar çözüm sisteminin ana hatları ortaya konulmuştur. 1. YTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü, Hava Kirliliği Ders Hava Kalitesinin İzlenmesi ve Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı 41 • DOSYA: HAVA Hava kirliliği seviyelerinin düşürülmesi ile beraber daha temiz ve kaliteli hava oluşturulması ça- Notları 2. Çevre ve Orman Bakanlığı Web Sitesi, www.cevreorman.gov.tr 3. Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı Web Sitesi, www.havaizleme.gov.tr 4. Diğer internet kaynakları OKULLARDAKİ İÇ ORTAM HAVA KALİTESİ ÇOCUKLARIN SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR... GÜLEN GÜLLÜ Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Çevre Müh. Böl. Beytepe / ANKARA Gülen Güllü, Okullardaki İç Ortam Hava Kalitesi Çocukların Sağlığını Tehdit Ediyor..., Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 42-47. • 42 H ava kirliliği denilince, pek çoğumuz için yaşadığımız çevredeki dış ortamın hava kirliliği akla gelirken, bizi dış ortamlardaki tehlikelerden koruyan, barınma ihtiyacımızı karşıladığımız binalarımızın içlerinin hava kalitesinin çok daha temiz olduğuna inanılmaktadır. Oysa ki bugüne kadar gerçekleştirilen çalışmalar, pek çok durumda zamanımızın büyük bir kısmını geçirdiğimiz evler, okullar, alışveriş merkezleri, araçlar gibi kapalı mekânların hava kalitesinin ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceği seviyelere ulaşabildiğini, dış ortama göre 2 ila 100 kat daha kirli olduğunu göstermektedir. Pek çok ülkede, dış ortam hava kalitesi düzenli olarak takip edilip, kirlilik azaltıcı önlemler ile genel olarak önemli ölçüde iyileşme sağlanıyor ise de iç ortam hava kalitesi izlemeleri yasal düzenlemelerin olmadığı ihmal edilen konulardan biridir. Özellikle çocuklar, vücut ağırlığına oranla yetişkinlere göre çok daha fazla soluma yapmaları, bağışıklık sistemlerinin gelişmemiş olması nedenleriyle hava kirliliğinin sağlık etkilerinden en fazla etkilenen hassas grupların başında gelmektedir. Kreş ve okul çağına gelmiş çocuklar, vakitlerinin büyük bir kısmını ev ve okul ya da kreş ortamında geçirmektedir. Evlerinde veya okul ortamında yoğun hava MAYIS 2011 - SAYI 135• kirliliğine maruz kalan çocuklarda solunum yolu hastalıklarının arttığı, alerji ve astım ataklarının tetiklendiği, hastalık nedeniyle okula devamsızlığın artması, öğrenci ve öğretmenlerde konsantrasyon kaybı, öğrenme sürecinin etkilendiği yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir. Avrupa’da yapılmış, okullardaki bina-içi hava kalitesinin çocuklar üzerindeki etkilerini inceleyen pek çok çalışma bulunmaktadır. Bunlardan biri, Simoni ve arkadaşlarının (2010) Norveç, İsveç, Danimarka, Fransa ve İtalya’da, okul çağındaki 654 çocuk üzerinde yapmış olduğu çalışmada, iç mekân hava kalitesi düzeyi ve çocuklarda gözlenen yaygın sağlık sorunları belirlenmiştir. Çalışma bulgularına göre 50 g/m3’ün üstünde PM10 (solunabilir toz fraksiyonu) ve 1000 ppm’in üstünde CO2’e maruz kalan çocuk oranının sırasıyla %78 ve %66 oranında olduğu, sorunların yetersiz havalandırılan sınıflarda yoğunlaştığı görülmüştür. Bu ortamlarda CO2 seviyesinin 1000 ppm’in üstüne çıkması durumunda, çocuklarda kuru öksürük, bahar nezlesi görülme sıklığının arttığı tespit edilmiştir. İlkokul öğrencilerini baz alan bir diğer çalışma ise İsveç’te yürütülmüş (Ahman ve arkadaşları [8]), çocukların % 32,4’ünde egzama, % 20’sinde bahar nezlesi ve % 14,4’ünde astım belirtileri görüldüğünü saptamıştır. ABD’de Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından Okullarda İç Ortam Hava Kalitesi ile ilgili yürütülen program çerçevesinde, okulların iç ortamında çocukların sağlığını tehdit eden ana unsurlar tespit edilmekte ve giderilmesi için öneriler verilmektedir (http://www.epa.gov/iaq/ schools/ actionkit.html). EPA tarafından 1990’lı yıllardan bu yana yapılan çalısmalarda, Amerika’daki okulların % 25’inin yetersiz bir iç hava kalitesine sahip olduğunu, bunun da özellikle kirleticilere karsı duyarlı olan çocuklar için bir tehlike olduğu belirtilmektedir. ABD’deki çocuk astım hastalığı artışının büyük ölçüde okul ve ev ortamının hava kalitesi nedeniyle olabileceği tespit edilmiştir. astım üzerine ülkemizdeki çalışmalar değerlendirilmiş ve astım prevalansının ülkemizde şehirler ve bölgeler arasında önemli farklılıklar gösterdiği tespit edilmiştir. Genelde kıyı kesimleri, şehirler, büyük metropoller ve düşük sosyoekonomik yaşam koşullarında daha sık olduğu, çocuklukta erkeklerde, erişkin dönemde ise kadınlarda sıklığının arttığı görülmüştür. Birçok araştırmada büyük metropollerimizde astım prevalansının artış eğiliminde olduğu gözlenmektedir (Toraks, 2010). İç ortamlarla ilgili hava kirliliği sorunlarının tanımlanması 70’li yılların başındaki petrol krizi sonrası, enerji kısıtlamasının uygulandığı döneme rastlamaktadır. Benzin fiyatlarındaki artış ile enerjinin gideri yükseldikçe, enerji tasarrufu gündeme gelmiş, çözüm olarak da binalarda havalandırmanın azaltılması, yalıtımın iyileştirilmesi yoluna gidilmiştir. Binalar, iç ve dış ortam arasında hava transferini önleyen «kabuk» ile kaplanmış ve pencereler sürekli kapalı tutulmuştur. Aynı zamanda, bu dönemde doğal ürünlerden de uzaklaşma başlamıştır. Ağaç, mermer ve doğal liflerin yerini sunta, sentetik lifler ve plastikler almıştır. Bu yeni sentetik ürünler petrokimya sanayinin son ürünleridir ve bunların çoğu, yetersiz havalandırılan iç ortamlarda insan sağlığına zarar verebilecek seviyelerde uçucu organik gaz emisyonlarına neden olabilmektedirler. İç ortamlarda faks makinesi, bilgisayarlar gibi elektronik cihazların yaygınlaşması, böcek-sinek öldürücü ilaçların kullanımı, ev temizleme amaçlı kullanılan deterjanlar, sorunu daha da karmaşık hâle getirmiştir. İç ortam havası; i) biyolojik kaynaklı bakteri, mantar, küf, virüs, polen ve onların parçalarından oluşan biyoaerosoller ve ii) yemek pişirme, sigara içimi, ısıtma ve soğutma sistemleri, bina yapı malzemeleri ve mobilyalardan kaynaklanan biyolojik olmayan toz ve 43 • DOSYA: HAVA Astımın dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği düşünülmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinden bildirilen çok sayıda araştırma sonuçları, prevalans oranlarında büyük farklılıklar olduğunu göstermek- tedir. Çocuk ve erişkinler için nisbeten standardize ve karşılaştırabilir yöntemlerle yapılan araştırmalarda, bu rakamların farklı ülkelerde %1-18 arasında değiştiğ bulunmuştur. Başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, özellikle gelişmiş ülkelerde artış trendi olduğu görülmektedir. Toraks Derneği tarafından hazırlanan Astım Tanı ve Tedavi Rehberi’nde (2010), • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Tablo 1. İç ortam hava kirleticlerinin potansiyel kaynakları ve sağlık etkileri Kirletici Potansiyel Kaynakları Sağlık etkileri Biyoaerosoller Bitkiler, hayvanlar, kuşlar, insanlar Yastıklar, yataklar, ev tozları Islak veya nemli malzemeler, dış ortam Enfeksiyon hastalıkları; astım, solunum yolu hastalıkları, alerjik reaksiyonlar; zehirleyici etkiler. İnce partiküler maddeler Sigara içimi, ısıtma veya yemek pişirme aktiviteSolunum yolları hastalıkları, akciğer fonkleri, toz, toprak, deri döküntüleri, mantar sporları, siyonları ile ilgili hastalıklar, kardiolojik haskağıt ve kumaş fiberlerinden oluşan çökelen tozlatalıklar rın tekrar ortama yayılması Bileşikler Sigara içimi, parfümler, saç spreyleri, mobilya cilaları, temizlik maddeleri, hobi ve sanat malzemeleri, pestisitler, halı ve iplik boyaları, tutkal, yapıştırıcı Bu kirleticilerin çoğu sinirsel / davranışsal ve yalıtım malzemeleri, boyalar, vernikler, yapıştızehirleyici, karaciğer zehirleyici ve kalbi etrıcı bantlar, ahşap koruyucular, kuru temizlenmiş kileyicidir. elbiseler, güve ilaçları, hava tazeleyici kokular, depolanmış yakıtlar ve otomotiv ürünleri, kirlenmiş sular, plastikler Formaldehit Uzun süre maruz kalındığında gözlerde suKontra plaklar, laminant parkeler, dolaplar, mobillanmaya gözlerde ve boğazda yanma hisyalar, formaldehit köpük yalıtım katkıları, halı ve sine, mide bulantısına ve solunumda zorkumaşlar, sigara içimi luklara yol açabilir, kanserojendir. Pestisitler Bu kirleticilerin bir çoğu beyni ve karaciğeBöcek ve karınca öldürücüler, fare ilaçları, mantar ri zehirleyici, üretken zehirleyici ve hassas ilaçları, mikrop öldürücüler, ot ilaçları hâle getiricidir. Kanserojendir. Uçucu Organik Kirletici gazlar: Karbondioksit Karbon monoksit Azot oksitler Kükürt oksitler Eksik yanma ürünleri, uygunsuz çalıstırılan gaz veya yağ kazanları - sıcak su ısıtıcıları, ocaklar, kömür, odun sobaları, kombiler, havalandırmasız gaz sobaları - kerosen ısıtıcılar, tütün ürünleri, gazlı pişirme sobaları, araç egzozları Hastalarda boğulma (anjin) etkisini güçlendirir, frekansını arttırır; sağlıklı yetişkin erkeklerde iş gücünü azaltır, baş ağrıları, göz küçülmesi, sağlıklı yetişkinlerde değişken belirtiler gösterebilir; hastalarda kalp, akciğer uyumsuzlugunu şiddetlendirir. Asbest Boru ve kazan yalıtımı, tavan ve döşeme levhaları, Uzun süre teneffüs edenlerde asbest hasdekoratif spreyler, kaplama ve lambriler talığı olan mezotelisma oluşturur. Radon Binalanın bulunduğu yerdeki toprak ve kayaç Kanserojendir. özellikleri, yer altı suları, bazı bina malzemeleri gaz gibi diğer kirleticiler nedeniyle kirletilebilmektedir. Tablo 1’de başlıca hava kirleticileri, iç ortamdaki kaynakları ve sağlık etkileri özetlenmektedir. Ülkemizdeki okullarda yapılan çalışmalar Ülkemiz’de iç ortam hava kalitesinin tespitine yönelik oldukça sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Özel- • 44 likle okul ve kreşlere yönelik iç ortam hava kirliliği ile ilişkili çalışmalar, daha çok ince partikül madde, biyoaerosol ve sınırlı sayıda da UOB’lerin belirlenmesine yönelik, İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne, Kocaeli, Eskişehir, İskenderun ve Afyon illerinde yapılan çalışmalar ile sınırlıdır. Ankara’da farklı türdeki iç ortamlarda (ev, işyeri, ilkokul, kreş) farklı mevsimler- MAYIS 2011 - SAYI 135• de tüm gün süren ve ardışık olarak 5 gün boyunca lığının iç ortam PM seviyesinde önemli ölçüde iyileş- devam eden çalışma sonucunda, incelenen iç ortam meye neden olduğu tespit edilmiştir. hava kirleticilerinin (bakteri, mantar, PM2.5, UOB) en yüksek olduğu ortamların kreş ve ilköğretim okulu olduğu tespit edilmiştir (Güllü ve diğerleri, 2008). Ülkemizdeki okul ve kreşlerde gerçekleştirilen sınırlı sayıdaki araştırmalar sonucunda özellikle kreş ve ilkokullarda partikül madde kirliliğinin, trafiğe Önoğlu (2008) tararfından İstanbul Fatih ilçesin- bağlı olarak arttığı, kış mevsiminde daha yüksek se- de yer alan kreşlerde gerçekleştirilen bir çalışmada, viyelerde olduğu; nemli ve sıcak bölgelerde, iç ortam kreş içi ortamlarında ölçülen bakteri ve mantar se- mantar seviyelerinin yüksek olduğu; sigara içilen, viyelerinin oldukça yüksek düzeyde olduğu tespit fotokopi makinası, yazıcı ve bilgisayarların bulundu- edilmiş, gün içinde öğrenci sayısının artmasına ve ğu ortamlarda uçucu organik bileşiklerin ve ozonun iç ortamdaki çocuklarının koşma, oynama gibi akti- oldukça yüksek seviyelere ulaşabildiği; kreşlerde vitelerinin artmasına bağlı olarak ölçülen düzeylerde çocukların boya, yapıştırıcı kullanımı ve iç ortamla- de önemli bir artış gözlenmiştir. rın temizliği sırasında kullanılan kimyasal malzeme- Turan ve diğerleri (2011) tarafından, İzmir ilindeki ilkokullarda bina-içi hava kalitesi ile ilgili spesifik olmayan sağlık semptomlarını belirlemeye yönelik bir anket çalışması yapılmıştır. Anket uygulama sonucunda, öğrencilerde astım ve alerjinin en sık rastlanan sağlık problemleri olduğu belirlenmiştir. Bunun yanısıra, hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin sınıfları çok sıcak ve havasız buldukları ve son 4 hafta içerisinde okulda en çok gözlemlediklerinin “kötü koku” olduğu sırasıyla %53,4 ve %80,0 oranlarında belirtilmiştir. Diğer taraftan, çocuklar üzerinde bina-içi hava kalitesi nedeniyle oluşabilecek genel semptomların son 4 hafta içinde büyük çoğunlukla gözlemlenmediği ama bu durumun öğretmenler için geçerli olmadığı saptanmıştır. Kocahakimoğlu ve diğerleri (2011) tarafından İzmir’de yer alan ilköğretim okullarında iç hava ozon derişimleri ölçülmüştür. Farklı mevsimlerde gerçekleştirilen saatlik ölçümler sonunda ozon derişimlerin ölçüm süresi boyunca sağlık etkisi görülme sınırı olan 250 µg/m3 değerinin altında kaldığı, sabah ve gece saatlerinde azalan, öğleden sonra en yüksek düzeylerin gözlendiği bir gün içi değişimi gözlenmiştir. lerinin ortamdaki uçucu organik bileşik miktarlarını önemli ölçüde yükselttiği tespit edilmiştir. Okullarda iç ortam hava kalitesinin iyileştirilmesi için öneriler İlkokul ve kreşlerde iç ortam hava kirliliği kaynaklarının ortadan kaldırılması ve emisyon derişimlerinin azaltılması için alınabilecek önlemler aşağıda sıralanmaktadır: Etkin havalandırma: İlkokul ve kreşlerin iç hacimlerinde hava kirliliğini önleme için koku ve ağır havanın uygun bir havalandırma ile kontrol edilmesi çok önemlidir. İç ortamların havalandırması mekanik veya doğal havalandırma yolu ile yapılabilmektedir. Doğal havalandırma seçeneği, pencere veya kapıların açılması ile iç ortamın havalandırılmasıdır. Bu seçenek, kişilerin isteğine bağlı olmakta, dış ortamdaki sıcaklık düştükçe, ısı kaybının önlenmesi için havalandırma sıklığı azaltılmaktadır. Oysa, iç ortamların havalandırma gereksinimleri, dış ortam sıcaklığına bağlı olarak değil, barındırdığı insan sayısı ve iç ortamdaki aktiviteler ile doğru orantılı olarak yapılmalıdır. Kreşler, okullar gibi pek çok kişinin barındığı iç ortamlarda sürekli olarak havalandırmanın yapılması bir zorunluluktur. Bu durumda doğal havalandırma değil, mekanik havalandırma seçeneği gündeme çalışmada (Ekmekçioğlu ve Keskin, 2007) trafiğe gelmektedir. Mekanik havalandırma sistemleri, dış yakın olan okulların PM10 ve PM2.5 seviyelerinin ortamdaki havanın iç ortama bir pompa vasıtası ile önemli ölçüde yüksek olduğu, okulların temizlik sık- aktarılması şeklinde yapılabildiği gibi, HEPA filtreler- 45 • DOSYA: HAVA İstanbul ilinde, trafiğe yakınlık açısından farklılık gösteren ilköğretim okullarında gerçekleştirilen bir • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM den veya diğer temizleme sistemlerine sahip sistemlerle iç ortama temizlenerek verilebilmektedir. HEPA filtreler, toz ve alerji yapıcılar gibi kirletici taneciklerin yok edilmesine ilaveten, bazı türleri uçucu organik bileşikler (UOB’ler) ve diğer gazlı kimyasallar ve hoş olmayan kokular gibi molekülerin bertaraf edilmesinde de etkindirler. Bu tip sistemler sürekli veya kesikli olarak çalıştırılabilmektedir. Zaman ayarlayıcı sistem vasıtasıyla, istenilen zaman aralıklarında otomatik olarak devreye girebildikleri gibi, CO2 sensörleri vasıtasıyla da kendi kendine çalışabilmektedir. Havalandırma gereksiniminin tespitinde ortamdaki CO2 miktarının sürekli izlenmesi ve iç ortamda CO2 seviyesi 1000 ppm’e ulaştığı durumda havalandırma sisteminin devreye sokulması, sağlayacağı büyük enerji tasarrufunun yanı sıra optimum konfor koşullarındaki hava kalitesi ile bina içinde sağlıklı ve verimli bir ortamın oluşmasına neden olacaktır. Ancak bu tip filtrelerin kullanılmasında, havalandırma cihazlarının bakımı oldukça önemlidir. Düzgün bakımları yapılmayan filtrelerde oluşan Lejyonella gibi öldürücü bakteriler başka sağlık problemlerine yol açtıklarından, düzenli bakımlarının yapılması ve temizlenmeleri önemlidir. Oldukça yüksek maliyetli sistemler olan bu tip mekanik havalandırma sistemleri kurulana kadar, hiç değilse her gün saat başı en az 10 dakika pencerelerin açılması iç ortamdaki kirlilik seviyesini önemli ölçüde düşürebilecektir. İç ortam hava kalitesinin sağlanması için önerilen temiz hava hızı okullar için kişi başı 30 m3/saat civarındadır. Bir sınıfta 30 kişi bulunduğu durumda o ortama sağlanması gereken temiz hava 900 m3/saat olacaktır. Bu havanın hepsinin 1 m2’lik bir pencereden 1.5 m/sn hızla giren hava ile sağlanması durumunda pencerenin saat başına 10 dakika açık kalması ile gerekli temiz havanın sağlandığı görülebilmektedir. Ana okulları ve yuvaların iç hacimlerinde genellikle döşemeler halı kaplı olduğundan, toz kontrolü önemli bir faktördür, bu nedenle de mekanik havalandırma yapılması zorunluluktur. Havalandırma tesisatı kurulma olanağı olmadığı durumlarda, ortam havasını temizleyen, çeşitli kuruluşlarca kullanımı • 46 önerilen türde hava temizleme cihazları kullanılabilir. Kimyasal madde kullanımını sınırlandırmak: İç ortamlarda kullanılan yapı malzemeleri, temizlik maddeleri, böcek veya sinek öldürücüler, oda kokuları, çeşitli ofis ekipmanları, okul araç ve gereçleri gibi pek çok farklı malzeme sonucu kimyasal madde emisyonları oluşmaktadır. Bu kimyasalların büyük bir kısmı tehlikeli (toksik, reaktif, paslandırıcı, parlayıcı veya patlayıcı) kimyasal sınıfına girmektedir. Ana okulu, kreş gibi hijyen sebebiyle sık temizlik yapılan ortamlarda, kullanılan temizlik malzemelerinden kaynaklanan kimyasal emisyonlar yüksek seviyelere ulaşabilmektedir. Temizlik maddlerinin seçiminde su bazlı olanların seçimi, ve temizlik işlerinin çocukların olmadığı saatlerde camların açık olduğu durumda yapılması etkiyi azaltabilecektir. Okulların yapımında ve daha sonra iyileştirilemesi aşamasında ortama kirletici yaymayan yapı malzemelerinin seçilmesi gerekmektedir. Bu malzemelerin temizliklerinin fazla deterjan gerektirmeden kolayca yapılabilmesi de iç hava kalitesi açısından önemlidir. Okulların boyanması sırasında su bazlı boya kullanılması çocukların uçucu organik maddelere maruziyetini azaltacaktır. Ayrıca, radyatörlerin boyanmasından vazgeçilmesi ya da maruziyet oluşturmayacak şekilde yapılması için tedbirler alınması gerekmektedir. Radyatörler boyandığında, ısıtma sistemi tekrar faaliyete alındığı zaman yüksek değerde ve hızlıca UOB emisyonu olmakta, ortam keskin koku ile kaplanmaktadır; ki bu durum haftalar mertebesinde devam edebilmektedir. Radyatörlerin boyanması durumunda, çocukların okulda bulunmadığı bir zaman diliminde ısıtma sistemi çalıştırılarak emisyonun çoğunun çocukların okulda olmadığı dönemde gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Kötü koku giderimi için kullanılan oda deodorantlarının çoğu hiçbir şekilde havadaki kötü kokuları yok etmez. Bazıları rahatsız edici kokuları, hoş kokularla örtmeye çalışır, bazıları da burun yollarını yağlı bir tabakayla kaplayıp insanın koku alma duyusunu engelleyen bir kimyasal yayar. Oda deodoratlarında bulunan kimyasal maddelerden bazıları naftalin, fe- MAYIS 2011 - SAYI 135• nol, kresol, etanol, ksilen ve formaldehit’tir. Bu tip malzemelerin kullanılması yasaklanmalıdır. İç ortamda su sızıntısının olması, su birikintilerinin olması, nemli bölgelerin bulunması mikrobiyal Okul ve kreşlerde kullanılan boya, tutkal gibi yapıştırıcılar, oyun hamurları zaman zaman oldukça tehlikeli kimyasalları içermektedir. Bu malzemelerin üstünde “zehirli” olmadıklarına dair bir ibare bulunması ülkemizde zorunlu değildir. Bu nedenle, kullanılan bu tip malzemelerin içerikleri kontrol edilmelidir. İçlerinde petrol türevi bulunan malzemelerden uzak durulmalıdır. Boya seçiminde su bazlı boyaların tercihi, tahta kalemi seçiminde toluen veya metil isobutil keton içeren kalem yerine su veya alkol bazlı büyüme için uygun ortam hazırlarlar. Bu nedenle tüm binanın, çatı ve bodrum katları dahil, bu tip nem varlığı yönünden incelenmeli, su boruları, bağlantı parçaları su sızıntıları yönünden incelenmeli ve gerekli önlemler alınarak, neme sebep olan problem ortadan kaldırılmalıdır. Bir ortamdaki nemin varlığı, koku veya görsel inceleme ile tespit edilebilir. Nemli ortamların, su birikintilerinin hemen temizlenmesi önemlidir, mümkünse 24 saat içinde değilse 48 saat içinde bu tip ortamların kurutulmaları gerekmektedir. kalemlerin tercihi, yapıştırıcılar içinde kutusunda Mikroorganizmalar tarafından kontamine olmuş zehirli olmadığına dair sertifikası bulunan ürünlerin olan yüzeyler, deterjanlar ve sert kıllı fırçalar ile te- tercihi, bu tip iç ortamlarda hava kalitesinin korun- mizlenmeli veya yenisi ile değiştirilmelidir. Küflü masını sağlayacaktır. yüzeylerin temizlenmesi oldukça dikkat isteyen bir Fotokopi makinesi, bilgisayar monitörleri, yazıcılar gibi ofis ekipmanlarının ve iç ortamda yer alma husustur. Çoğu zaman küflü yüzeyin tamamen çıkarılarak yenilenmesi gerekli olmaktadır. KAYNAKLAR re, ozon, partikül madde gibi pek çok kirleticinin Ahman, M., Lundin, A., Musabasic, V., Soderman, E., “Improved Health after Intervention in School with Moisture Problems”, Indoor Air, 10, 57-62, 2000. Ekmekcioglu, D., S. Sinan Keskin, Characterization of Indoor Air Particulate Matter in Selected Elementary Schools in Istanbul, Turkey Indoor Built Environ 2007;16;2:169–176. Güllü, G., M. Arısoy, A. Taner, O. O. Kuntasal, S. Menteşe, E. D. Güner, İç Ortam Havasında Biyoaerosol Seviyesinin Tespiti ve Giderim Yollarının Belirlenmesi, 106Y185 Nolu TÜBİTAK Projesi, Final Raporu, 2008. Kocahakimoğlu, C., Turan, D.,.Özeren, F., Sofuoğlu, A., Sofuoğlu, S., İlköğretim Okullarında Bina-içi Hava Ozon Derişimleri, IX. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi, İzmir, 2011. Önoğlu, 2008, Fatih Bölgesinin Kreşlerinde İç Ortam Havasının Mikrobiyolojik Açıdan Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı Tezi Simoni M, Annesi-Maesano I, Sigsgaard T,et al., School air quality related to dry cough, rhinitis and nasal patency in children. Eur Respir J 2010;35:742–9. Turan, D., Kocahakimoğlu, C., Kavcar, P., Sofuoğlu, S., İlköğretim Okullarında Bina-içi Hava Kalitesi İle İlgili Sağlık Semptomlarının Yaygınlığı, IX. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi, İzmir, 2011. Türk Toraks Derneği, Astım Tanı ve Tedavi Rehberi, Cilt 11, Ek 1, Aralık 2010 kaynağı olduğu literatürde yer almaktadır. Fotokopi makinesi, bilgisayarlar ve yazıcılardan kaynaklanan UOB’lerin çalışır durumda olduklarında 10-100 kat daha fazla UOB yaydığı yapılan testler sonucu tespit edilmiştir. Bu nedenle bu cihazların kullanılmadığı durumda kapalı olmaları emisyonlarını azaltacak bir önlem olabilecektir. Sigara içilmesi sırasında 4000’den fazla kimyasal madde açığa çıktığı bilinmektedir. Bu kirleticilerden, arsenik, siyanür, naftalin, toluen, benzo piren, fenol gibi bileşiklerin bir çoğunun kansere neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, iç ortamda sigara içilmesinin önlenmesi önemlidir. 19 Mayıs 2008 tarihinden bu yana tüm iç ortamlarda sigara yasağının başlaması ile birlikte iç ortamlarda hava kalitesinin iyileşmesi yönünde iyi bir adım atılmıştır. Mikrobiyal aktivitenin önlenmesi: Bakteri, mantar veya küf gibi mikroorganizmaların insan sağlığını bozduğu, hastalık yapıcı olduğu bilindiğinden bu gibi mikroorganizmaların üremesinin önüne geçilmesi gereklidir. 47 • DOSYA: HAVA mobilya ve halı ile duvarların UOB başta olmak üze- ÇEVRE YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRÜ PROF. DR. CUMALİ KINACI İLE HAVA KİRLİLİĞİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ: AYSUN İLDENİZ ŞABAN ÖZÜDOĞRU - Sayın Hocam, biliyorsunuz dünyadaki yaşamın devamını sağlayan hava, su,toprak gibi doğal kaynaklarımız hızla kirleniyor, azalıyor ya da yok oluyor. Sizce bunlardan biri olan ‘hava’nın kirlenmesi dünyamız için gerçekten ciddi bir sorun mudur? - İnsan gıdasız bir ay, susuz birkaç gün yaşayabilir, ancak hava olmadan ancak 2 dakika yaşayabilir. Dünyayı paylaşan ve yaşamımızın bağlı olduğu canlıların, anaerobik mikroorganizmalar hariç, tamamı da öyle. Hava kirlenmesinin sağlık üzerindeki etkileri ani olabildiği gibi, kanser gibi uzun vadeli etkilere de yol açabilmektedir. Hava kirliliğinin boyutları zaman zaman toplu ölümlere sebep olacak ölçüde büyümüştür (Örneğin 1952 –Londra 5000 kişi hayatını kaybetmiştir). Aysun İldeniz, Şaban Özüdoğru, Çevre Yönetimi Genel Müdürü Prof. Dr. Cumali Kınacı İle Hava Kirliliği Üzerine, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 48-54. • 48 Hava kirliliği seviyeleri düzenli olarak izlenmesine ve mücadele edilmesine rağmen, bütün dünyada, başta büyük metropoller olmak üzere hâlen kabul edilen sınırların zaman zaman üzerine çıkabilmektedir. Hava kirliliği özellikle sanayi tesislerinden, konutlarda ısınma amaçlı yakıt tüketiminden ve motorlu taşıt egzozlarından kaynaklanmaktadır. Bunların dışında rastgele çöp döküm alanları (vahşi depo), orman yangınları, bataklıklar ve benzeri kaynaklardan da at- MAYIS 2011 - SAYI 135• mosfere büyük oranda kirletici yayılmaktadır. Hava kirlenmesi insan sağlığını yerel ölçekte doğrudan etkilediği gibi, iklim değişikliği ve ozon tabakasının incelmesi gibi küresel yaşamı tümüyle tehdit eden kirlenmelere de yol açmaktadır. - Hava kirliliğinin nedenleri nelerdir? - Tarihte ateşin bulunması ile başlayan hava kirliliği, 20. yüzyılın ortalarından itibaren patlama noktasına varan endüstrileşme ve çarpık kentleşmenin yanı sıra volkanik patlamalar, çöller, orman yangınları gibi doğal kaynakların da katkısı ile önemli bir çevre problemi hâline gelmiştir. Hava kirliliği kaynaklarını yapay ve doğal kaynaklar olarak iki sınıfta değerlendirebiliriz. Yapay kaynaklar insan faaliyetleri sonucunda oluşan kaynaklar olup; temel olarak endüstri, trafik ve ısınma faaliyetlerinden oluşmaktadırlar. Belirtilen bu kaynaklardan oluşan kirliliğin insanlar tarafından hissedilen etkisini ise rüzgâr, havanın tabakalaşması (inverziyon), nem gibi meteorolojik faktörler, bölgenin topografik yapı- sı ve kaynağın etkinlik süresi belirlemektedir. - Peki Hocam, kirliliğin teknik olarak çizilmiş sınırları, ölçüleri var mıdır? Kirliliğin tanımına bağlı olarak, kabul edilebilir sınırları ve arzu edilen düzeyleri bilimsel ilkeler çerçevesinde belirlenmekte ve gelişen bilgi düzeyi ve yapılan çalışmalar ile birlikte de geliştirilmektedir. Arzu edilen düzeylere ulaşmak amacıyla planlar yapılmakta, mevcut kirlilik düzeylerini de kabul edilebilir sınırlar belirleyerek bu sınırlara çekmek için eylemler hazırlanmakta ve yürütülmektedir. Bu esaslar çerçevesinde, kirliliğin çevrede var olan düzeyleri (örneğin ortam havasında var olan kirletici madde miktarı ve oranı) ile ilgili sınır değerler bulunmaktadır. Kirletici kaynaklardan kirleticilerin havaya salınmasına ilişkin sınır değerler de (kaynak emisyon standardı) vardır. Örneğin yeni kurulan bir termik santral kömür yakıyorsa, bu santralden atmosfere çıkması muhtemel toz, kükürt dioksit gibi kirletici maddelerin çıkış miktarları için 50 mg/m3 ve 200 mg/m3 gibi sınır değerlere uyulması gerekmektedir. Tesislerin bu değerlerin üzerinde miktarda kirletici verdiği tespit edildiğinde cezai işlem uygulanmaktadır. - Hava kirliliği bölgelere, ülkelere göre farklılık gösteriyor mu? Ülkemizin hava kalitesi için neler söyleyebilirsiniz? 49 • DOSYA: HAVA Hava kirlenmesi iklim ve meteorolojik koşullar ile kirleticinin özelliklerine (atmosferde taşınabilir olmasına), bölgelere ve ülkelere bağlı olarak önemli değişiklikler gösterebilmektedir. Bununla birlikte diğer kirlenme türlerine göre hava kirleticiler, daha hızlı bir şekilde daha geniş bir alana yayılabilmekte, daha uzun mesafelere daha kısa sürelerde taşınabilmekte ve ülkeler arası etkileşimlere yol açabilmektedir. Hava kirlenmesinin bir göstergesi olan “hava kalitesi” o bölgedeki kirlilik kaynaklarıyla ve komşu bölgelerden taşınan kirlilik miktarıyla orantılıdır. Dolayısıyla kirlilik yükü fazla olup, etkin hava • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kalitesi yönetiminin olmadığı bölgelerde veya ülkelerde hava kalitesinin kötü olması diğer ülkeleri de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Uzun mesafeli atmosferik taşınım hava kirliliğinin küresel anlamda önem kazanmasındaki en önemli etkenlerden birisidir. Günümüzde atmosfere salındığında kalıcı özellik gösteren veya başka türlere dönüşebilen bileşenlerin ve kirleticilerin uzun mesafelere rahatlıkla taşınabildiği ve yayıldıkları ortamlardan yüzlerce kilometre uzaklıktaki bölgelere ulaşarak çevresel etkilerin oluşmasına neden oldukları iyi bilinmektedir. Ayrıca herhangi bir ekosistemdeki kirlilik dolaşım yoluyla diğer ekosistemlere de geçtiğinden, atmosferi kirli olan bir şehrin aynı zamanda suyu ve toprağı da kirlenebilmektedir. Mesela Afrika çöllerinde atmosfere yükselen toz bulutları uzaklara da (zaman zaman Türkiye’ye) taşınmakta, atmosferden çamur yağışına yol açmaktadır. Bakanlığımız tarafından hava kalitesinin korunması, hava kirliliğinin azaltılması yönünde çalışmalar gerçekleştirilmekte, Avrupa Birliği (AB) hava kalitesi mevzuatının ulusal mevzuatımıza aktarılması ve uygulanması çerçevesinde çalışmalarımız devam etmektedir. İllerimizde alınan tedbirlerle, yanma kaynaklı kükürtdioksit emisyonunda önemli düzeyde azalma sağlanmış; partikül madde konsantrasyonları, birkaç yerleşimde yılda bir gün hariç ulaşmak istediğimiz AB standartlarını sağlamaktadır. Bakanlık olarak, hava kalitesinin iyileştirilmesi konusunda ısınma, ulaşım, endüstriyel tesisler gibi kaynaklar bazında, insanlarımızın layık olduğu en iyi çözümleri ilgili kurumlarımızla iş birliği içinde ortaya koymayı ve gerçekleştirmeyi hedeflemekteyiz. Ülkemizde doğal gaz kullanımıyla büyük kentlerde hava kirliliğinde azalma görülmektedir. Bakanlığımızca sanayi tesisleri, ısınma amaçlı yakıt tüketimi ve motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliği sürekli ölçümlerle (Çevre Kanunu, Yönetmelik ve Genelgeler çerçevesinde) izlenmektedir. - Acaba bu konuya dünya ülkelerinin bakışı nasıldır? - Gelişmiş ülkelerde hava kalitesinin insan ve • 50 çevre sağılığı için zararlı olmayan seviyelerde tutulması uzun yıllardan beri sistematik olarak sağlanmıştır. Genellikle büyük endüstriyel faaliyetlerin varolduğu AB, ABD ve diğer gelişmiş ülkeler geçmişte hava kirliliği ile ilgili çok sayıda insanın ölümü ile sonuçlanan acı tecrübeler yaşamışlar; bu tecrübeler onların hava kirliliği ile ilgili sıkı önlemler almalarına neden olmuştur. Şimdi ise sınır aşan hava kirliliğinin ülkelerarası protokollerle kontrol altına alınması çalışmaları yürütülmektedir. - Ülkemizde bu konuya yöneticilerimiz ve toplumumuz tarafından gerekli ilgi/duyarlılık gösteriliyor mu sizce? - Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğümüz adına söyleyebilirim ki; hem hava kirliliğinin ortaya çıkmasına neden olan etkenlerin kontrolünde, hem mevcut değerleri izlemede önemli çalışmalar yapmaktayız. Konut bazında ısınma amaçlı yakıt kullanımından tutun da büyük sanayi kuruluşlarının faaliyetleri sonucu ortaya çıkan hava kirliliğine kadar, tüm etkenleri kontrol altına almak için bugüne kadar çok sayıda çalışma yaptık. Çalışmalarımız artarak da sürmektedir. Toplumumuzun hava kirliliğinin önlenmesinde gerekli ilgi ve duyarlılığı göstermek açısından daha kat edecek yolu bulunmaktadır. Devlet-toplum iş birliği ile bu yolu birlikte geçmeyi umuyoruz. - Yaşam kaynaklarımızdan havayı (tabii diğer kaynakları da) koruyarak gelişmek mümkün mü? Yani Hocam çevreci teknolojiler mümkün mü? - İnsanoğlu artan ihtiyaçlarını doğadan karşılayamaz duruma gelince endüstrileşme gelişmeye başlamış ve kaynaklarını doğadan karşılarken fiziksel ve kimyasal dönüşümlerle doğaya yabancı maddeler salmaya başlamıştır. Bunun sonucunda çevresel sorunlar hızla artarak yaşam kalitesini etkilemeye başlamıştır. Kişi başına kaynak tüketimi ve kirlilik kişi sayısının hızla artmasıyla birlikte artmaktadır. Buna karşı çeşitli önlemler geliştirilmektedir. Bunların arasında çevre dostu teknolojiler, uygun üretim teknikleri, daha az kirleterek gelişmenin sağlanması için çeşitli uygulama ve politikalar üretilmektedir. Ancak, artan kaynak tüketimi ve kirlilik yükü nedeniyle, doğayı topyekûn koruyarak gelişmeye devam edile- MAYIS 2011 - SAYI 135• bilmesi için üretimde olduğu gibi nüfus artışı ve tüketim etkilerinin de kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla ulusal ve uluslararası kuruluşlarca çalışmalar yürütülmektedir. - Yaşam tarzımızın ve üretim tüketim alışkanlıklarımızın bir sonucu olan iklim değişikliği, küresel ısınma ve biyolojik çeşitliliğin kaybı dünyamızın geleceği için önemli bir sorun mudur? Bunların çözümü var mıdır? - Biliyorsunuz; üç kıta arasında doğal bir köprü olan Türkiye, coğrafi özelliklerinin getirdiği farklı iklim çeşitleriyle bitkiler açısından oldukça zengin bir coğrafyaya sahiptir. Türkiye’de 3 bini endemik (dünyanın başka yerinde bulunmayan), 9 bin bitki türü mevcut. Avrupa’nın tamamında ise 2 bin 750’si endemik olmak üzere 12 bin bitki türü bulunuyor. Görüldüğü gibi tüm Avrupa kıtasında bulunan endemik bitki türlerinden daha çok sayıda bitki türüne sahip bir ülkede yaşamaktayız. Bu konuda oldukça şanslı bir ülkeyiz. Ancak insan faaliyetleri, gezegenin iklim koşullarını yavaş, ama kalıcı ve tehlikeli bir şekilde değişikliğe uğratabilmektedir. Çevrenin etkilenebilirliği ile beraber bir tepki mekanizması da olduğunu unutmamalıyız. Tabii ki iklim değişikliği ve biyolojik çeşitliliğin azalması Türkiye ve Dünya açısından büyük bir sorundur. Özellikle iklim değişikliği biliyorsunuz son yüzyılın en önemli çevre olgusudur. Türkiye topraklarının bir kısmı Doğu Akdeniz havzasında bulunması sebebiyle iklim değişikliğinden etkilenebilecek ülkeler arasında yer almaktadır. Atmosferdeki sera gazı birikimlerinin artışına bağlı olarak önümüzdeki yıllarda gerçekleşebilecek bir iklim değişikliğinin, Türkiye’de neden olabileceği çevresel ve sosyoekonomik etkiler şunlardır: • Sıcak ve kurak devrenin uzunluğundaki ve şiddetindeki artışa bağlı olarak, orman yangınlarının frekansı, etki alanı ve süresinin artabilmesi; • Türkiye’nin kurak ve yarı kurak alanlarındaki, özellikle kentlerdeki su kaynakları sorunlarına yenilerinin eklenmesi; tarımsal ve içme amaçlı su gereksiminin daha da artması • Su varlığındaki değişiklikten ve ısı stresinden kaynaklanan enfeksiyonlar, özellikle büyük kentlerdeki sağlık sorunlarının artmasına sebep olabilir • Deniz seviyesi yükselmesine bağlı olarak, Türkiye’nin yoğun yerleşme, turizm ve tarım alanları durumundaki, alçak taşkın-delta ve kıyı ovaları ile haliç ve Ria tipi kıyılarında su seviyelerinin yükselmesi • Ormanların ve denizlerin CO2 tutma ve salma kapasitelerindeki değişiklikler, doğal hazne ve yutakların zayıflaması • Mevsimlik kar ve kalıcı kar-buz örtüsünün kapladığı alan ve karla örtülü devrenin uzunluğunun azalması; ani kar erimeleri ve kar çığlarının artması • Bazen çok kurak dönemler yaşanması, bazen de kısa sürede çok şiddetli yağışlar meydana gelmesi; bunun sonucunda bazen su sıkıntısı çekilmesi, bazen de büyük sel felaketleri yaşanması Bu tür olumsuz değişimler şu anda dahi dünyanın bazı ülkelerinde ziyadesiyle yaşanmaktadır. Bu tür sorunların oluşabilmesi ihtimaline karşı elbette çözüm yolları da geliştirmekteyiz. Çözüm, yaşam tarzlarımızın ve üretim alışkanlıklarımızın çevreci bir bakış acısıyla harmanlanmasından geçmektedir. Yapılan çalışmalarla bilinmektedir ki tüm dünyada sera gazlarındaki artışın temel kaynağı olan etkilerin başında %49 oranıyla enerji kullanımı; %24’lük oranla endüstri; %14 ile ormansızlaşma ve %13 oranında tarımsal faaliyetler, 9 oranında ise düzensiz çöp döküm alanları yer almaktadır. Ulusal ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, ortak ama farklılaştırılmış sorumluluk anlayışı ile gerçekçi ve adil çözümlerin bulunması, sürdürülebilir politikaların hayata geçirilmesi, biyolojik kaynakların 51 • DOSYA: HAVA • Tarımsal üretim potansiyeli değişebilmesi (bu değişiklik bölgesel ve mevsimsel farklılıklarla birlikte, türlere göre bir artış ya da azalış biçiminde olabilir); Böylece bitkisel ürün verimliliği ve üretim maliyeti artabilmektedir. Keza hayvansal üretim de iklim de- ğişikliklerinden doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmektedir. Sıcaklık artışıyla hayvanlarda ısı üretimi ve ısının kullanılması arasındaki dengenin bozulması • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM atmosferdeki karbondioksit emisyonları belli miktarlarda azaltılmaktadır. Türkiye’nin 2009 yılı itibari ile yutak alan potansiyeli yıllık ortalama 55 milyon ton CO2 eşdeğerdir. Başlattığımız Milli Ağaçlandırma Seferberliği çalışmaları ile 2008–2012 yılları arasında toplam 2,3 milyon hektar yani Trakya bölgesi büyüklüğünde bir alan ağaçlandırılmış olacaktır. Bu çalışmalar neticesinde Türkiye, ağaçlandırmada tüm dünyada ilk üç ülke arasına girmiştir. - Hocam bir de ‘ozon tabakasının incelmesi’ diye bir sorunumuz var zannederim. Bu durum başta cilt kanseri olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Ozon tabakasının delinmesi nedir? Nasıl oluşuyor? Hangi önlemler alınıyor? korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması, Kyoto Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi son derece önemlidir. Bütün bunları gerçekleştirebilmek mavi gezegenimiz açısından büyük bir kazanım olacaktır. Türkiye 2009 yılında Kyoto Protokolüne taraf olmuştur. Tüm taraf ülkeler gibi ulusal sera gazı envanterini hazırlamakla ve bildirimini yapmakla, iklim değişikliğinin azaltılmasını ve iklim değişikliğine uyumu kolaylaştırıcı tedbirleri içeren programları geliştirmek ve bildirimini yapmakla, ilgili teknolojilerin, çalışmaların ve uygulamaların hayata geçirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında iş birliği sağlamakla ve bunlarla ilgili sosyal, ekonomik ve çevresel politikalarda ve eylemlerde iklim değişikliğini göz önüne almakla yükümlüdürler. Ayrıca bu ülkeler, iklim değişikliğini azaltmak amacıyla, sera gazlarının emisyonlarını sınırlandırmak, sera gazı yutaklarını ve rezervuarlarını arttırmak yönünde tedbirler almak ve politikalar benimsemekle yükümlüdürler. Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik stratejilerimizden bir tanesi de yutak alanlar olarak bilinen ormanlardır. Ağaçlandırma çalışmaları ile • 52 - Ozon (O3) gazının atmosferin üst tabakasında oluşturduğu ozon tabakası, yeryüzündeki tüm canlı varlıkları güneşin öldürücü morötesi ışınlarına karşı koruyan kalkan görevi görmektedir. Ozon gazı güneşten gelen ışınların büyük kısmını yansıtan bir gazdır. Ozon Tabakası ise dünyanın etrafını koruyucu bir örtü gibi saran ve güneş ışınlarını ve dolayısıyla ısının bir kısmını tutan gaz tabakasıdır. Ozon gazı hem troposfer tabakasında hem de stratosfer tabakasında bulunmaktadır. Ancak troposferde yer alan ozon insan etkileri sonucu oluşan zararlı bir madde iken, stratosfer katmanında bulunan ozon güneş ışınlarının zararlı etkilerini filtreleyen yararlı bir fonksiyon görmektedir. Stratosferdeki ozon 16-48 km yükseklik aralığında bulunan kalın bir tabakadır. Atmosferdeki ozonun %90’ını da bu tabakada yer almaktadır. Yaşam için çok önemli olan bu katman ozon tabakasıdır. Bu tabaka güneşten gelen ve insan yaşamı için tahrip edici olan Ultraviyole ışınlarının önemli bir kısmını tutarak yaşamımızı idame ettirmemizi sağlamaktadır. - Genelde çevreci özelde ise hava kirliliğini önleyici alternatif enerji kaynakları nelerdir? Ülkemiz bu yenilenebilir enerji kaynakları bakımından ne durumdadır? - Bilindiği gibi, dünyada artan nüfus ve sanayileşmeye bağlı olarak enerji ihtiyacı da her geçen yıl MAYIS 2011 - SAYI 135• artmakta, bu ihtiyacı karşılamak için ağırlıklı olarak kullanılan fosil yakıt rezervi ise süratle azalmaktadır. En iyimser tahminler bile önümüzdeki 50 yıl içinde petrol rezervlerinin büyük ölçüde tükeneceği ve ihtiyacı karşılayamayacağı yönündedir. Kömür ve doğal gaz için de uzun süreçte benzer bir durum söz konusudur. Dolayısıyla bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yenilenebilir enerji kaynakları büyük önem kazanmıştır. Ülkemiz için yenilenebilir kaynaklar içerisinde potansiyel açıdan ön plana çıkan kaynak ise hidroelektrik kaynaktır. Ülkemizin hâlihazırda 40000 MW’lık hidrolik enerji potansiyeli bulunmaktadır. Ülkemizde yeşil enerji kaynaklarından rüzgâr ve güneş enerjisiyle karşılaştırıldığında hidroelektrik enerji üretimi en ekonomik ve yapılabilirliği teknik açıdan en uygun olanıdır. Bununla birlikte hidroelektrik santrallerimiz yenilenebilir çevre dostu bir enerji kaynağıdır. CO2 emisyonu acısından değerlendirildiğinde doğalgaz ya da fosil yakıtlara nazaran yüzlerce kat düşük emisyon azaltımı sağlamaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında bilinmelidir ki, hidrolik enerji en az bir rüzgâr enerjisi bir güneş enerjisi kadar iklim dostu enerji kaynağıdır. Çünkü ülkemizde 2008 yılında yalnızca kömür ile çalışan termik santrallerin atmosfere saldığı karbondioksit miktarı 64 milyon ton civarındadır. Karbondioksit emisyonu yanında kömür ve doğal gaz ithalatı sebebiyle yaklaşık yılda 25 milyar dolar döviz kaybı olmaktadır. Bu nedenle bu husustaki değişmez hedefimiz, Türkiye’nin hidroelektrik, rüzgâr ve jeotermal enerji potansiyelini tam olarak ve orantılı bir biçimde kullanmaktır. Toplam kurulu kapasitenin içerisindeki yenilenebilir enerji payı yaklaşık % 18 olmuştur. Bu miktarın % 98’i hidroelektriğe, % 1’i rüzgâr enerjisine, % 2023 yılına kadar ise yenilenebilir potansiyelimizi artırarak, hidroelektrik potansiyelimizin tamamını kullanmayı, rüzgâr enerjisi santrallerinde 20.000 MW’lık ve jeotermal santrallerde 600 MW’lık kurulu güçlere ulaşmayı, güneş ve biyokütle enerjilerinden ekonomik ölçüler içerisinde yararlanmayı, böylelikle de elektrik arzındaki yenilenebilir enerji payını % 30’un üzerine çıkarmayı hedeflemekteyiz. Türkiye bir taraftan sera gazı emisyonlarının azaltılmasını hedeflerken, diğer taraftan sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde ekonomik kalkınmasını, temiz üretim teknolojilerine daha fazla yönelerek, birim üretimde daha az enerji tüketerek devam ettirme kararlılığıyla sürdürecektir. - Çevre sorunlarının giderilmesinde özellikle temiz bir hava için bireysel olarak yapabileceklerimiz de var elbette. Biraz da bunlardan bahsedebilir misiniz? - Çevre sorunlarının giderilmesinde özellikle temiz bir hava için bireysel olarak; mümkün olan kısa mesafelere yürüyerek gitmeyi alışkanlık hâline getirmeliyiz, aile fertlerimizi de bu yönde teşvik etmeliyiz, uygun ortamlarda motorlu araçlar yerine bisiklete binmeliyiz, toplu taşım araçlarını kullanmalıyız, işe gidiş dönüşlerde mümkünse otomobilleri ailece ortak kullanmalıyız, düzenli aralıklarla aracımızın bakımını yaptırmalıyız, mümkünse katalitik konvertöre sahip araç kullanmalıyız, motor bakımlarını ve egzoz kontrollerini düzenli yaptırmalıyız, çevremizdeki ağaçları korumalıyız, gerekli olmadıkça bütün ışıkları ve fanları söndürmeliyiz, kaliteli ve temiz yakıtları kullanmalıyız, yakıtlara uygun yakma sistemleri kullanmalıyız, bakımlarını düzenli olarak yaptırmalıyız. Bu hem kirliliği azaltmaya yardımcı olacak hem de ekonomik olarak bütçemize kazanç sağlayacaktır. Binalarda ısı kayıplarını önlemek ve daha az yakıt tüketmek için ısı yalıtımı yapmalıyız, bu bize ekonomik olarak kazanç sağlayacaktır, evde kimyasal sprey kullanımını azaltmalıyız, hava kirliliği yapan herhangi bir kaynağı hemen yetkililere bildirerek zamanında müdahale edilmesini sağlamalıyız. 53 • DOSYA: HAVA 2009 yılında Türkiye’nin elektrik tüketimi 200.000 GWh civarında gerçekleşmiştir. Bu kapsamda ülkemizde elektrik enerjisi kurulu kapasitesinin büyük bir kısmını termik santraller oluşturmaktadır. 2010 yılı itibariyle toplam kurulu kapasitenin %65’ini termik santraller, % 31,9’unu hidroelektrik santralleri, % 2,6’sını rüzgâr santralleri ve % 0.19’unu ise jeotermal santraller oluşturmaktadır. 0,4’ü jeotermale ve % 0,6’sı biyokütle kullanımına aittir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM - Hava kirliliğini önlemek için toplum, kurumlar ve devlet olarak yapılması gerekenler nelerdir? - Kurumların bilgi birikimini artırması ve koordinasyona önem vermesi için aşağıdaki hususların dikkate alınması gerekmektedir: • Toplumun, kirliliğe neden olan faaliyetlerin artmasına olanak verilmemesi için tüketim verimini artırması, kaynak harcamayı ve atık oluşumunu minimize etmesi, karar politika ve planlarda katılımcı olması ve karar vericilerin yönlendirilmesinde olumlu yönde baskı unsuru oluşturması, ayrıca sürdürülebilir kalkınma ilkeleri yönündeki politikaları desteklemesi; • Devlet olarak ise sürdürülebilir kalkınma ilkeleri yönünde politikalar üretilmesini hedeflenmesi, çevre alanına verilen önem, kaynak ve politik gücün artırılması, uluslararası çalışmaların artırılarak gelişmenin sürdürülmesi, bu alanlarda bilgi birikiminin artırılması ve bilimsel esaslara dayalı politikalar üretilmesinin sağlanması - Çevre bilinci kazandırabilmek için eğitim camiamıza ve gençlerimize neler söylemek istersiniz? Çevreci bir eğitim için neler önerirsiniz? Örneğin bir çevreyi koruma dersi okullarımıza konulabilir mi? - Günümüzde ve gelecekte en önemli ve göz ardı edilmemesi gereken konulardan birisi de çevrenin korunmasıdır. Bunu yerküreye göre çok kısa bir yaşam süresine sahip olan bizler de hissetmekte ve yaşamaktayız. İklimin değiştiğini, daha uzun süreli kuraklıklar ve çok daha şiddetli yağışlar, çok daha sıcak yazlar ve çok daha soğuk kışlar meydana geldiğini kendi yaşam süremiz içinde dahi fark etmekteyiz. O hâlde bunun sebep ve sonuçlarını okullarımızda çocuklarımıza öğretmeliyiz. Dolayısıyla ilk ve orta öğretim seviyesindeki okullarda mutlak surette zorunlu çevre dersi konulması gerekmektedir. Çevre bilincini sadece okullarda ders okutarak değil her yaş gurubundan insanlarımıza hitap eden faaliyetlerle de kazandırmaya çalışmalıyız. Görsel ve yazılı medyada bu yönde daha sık ve ilgi çekici • 54 yayın ve yazılar yayınlamalıyız. Günlük yaşantımızda insanlarımıza basit alışkanlık değişiklikleri ile çevre kirlenmesini büyük ölçüde azaltabileceğimizi göstermeliyiz. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız: “Çevre bize atalarımızdan kalan bir miras değil bizden sonrakilere bırakacağımız değerdir”. - Sayın Hocam, yoğun çalışmalarınız arasında vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Gençlerimize havası, toprağı, suyu ile dünyamıza sahip çıkma bilinci kazandırmak için sizlerin değerli bilgi ve düşüncelerinizden istifade etmeyi düşündük. Destek ve katkılarınızdan dolayı tekrar teşekkür ediyoruz. - Ben teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Cumali KINACI 1957 yılında Malatya (Erkenek)’te doğdu. Malatya Turan Emeksiz ve İzmir Atatürk Lisesi’nde okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Fakültesi’nden inşaat mühendisi olarak mezun oldu (1980). İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Çevre Mühendisliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans (1982) ve Doktora (1987) programlarını tamamladı. Çevre Teknolojisi alanında 1992 yılında doçent, 2003 yılında profesör unvanlarını aldı. Aynı kurumda 1980 – 1992 yıllarında asistan, 1993’ten sonra öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1990 yılında 6 ay süreyle The State University of New Jersey–Rutgers’da (ABD’nde) doktora sonrası çalışmalarda bulundu. Özellikle su ve atıksu arıtma teknolojileri, mühendislik ekonomisi, altyapı sistemlerinin tasarım esasları, çevre ve enerji ilişkileri konularında 130 civarında ulusal ve uluslararası ölçekli yayın yaptı. Yayınlarına yabancı araştırmacılar tarafından 100’den fazla atıf yapıldı. 15 yabancı dergi için hakemlik görevinde bulundu. Çok sayıda büyük ölçekli altyapı projelerinin planlanması ve tasarımı çalışmalarına katıldı. Halen 2 ulusal bilimsel derginin yayın kurulunda bulunmaktadır. 2004 – 2007 yıllarında da TPAO Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulunan, Prof. Dr. Cumali KINACI halen, Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Koruma Genel Müdürlüğü ile TPAO Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulunmaktadır. 22,10,2010 tarihinden bu yana Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü görevini yürütmektedir. İngilizce ve temel düzeyde Fransızca bilmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır. HAVA KİRLİLİĞİ ve KONTROLÜ BELGİN BAYAT Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Müh. Mimarlık Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Balcalı / ADANA H ava, tıpkı su ve toprak gibi kirlenebilen bir ortamdır. Bunlardan farklı olarak bir insan günlerce aç susuz yaşayabileceği hâlde nefes almadan birkaç dakikadan fazla yaşayamaz. Bu yüzden hava, içindeki tüm doğal bileşenleri ile yaşam için zorunlu en kutsal bir haktır. Yapılan çalışmalar normal temiz kuru havanın doğal bileşiminin Çizelge 1’de verildiği gibi olduğunu göstermiştir. Çizelge 1 Normal temiz kuru havanın doğal bileşimi (10-6 hacim/1hacim= 1ppm) (Müezzinoğlu, 1987). DERİŞİM, ppm N2 780800 O2 209546 Ar 9340 CO2 330 Ne 18 He 5.2 CH4 1.2 Kr 0.5 H2 0.5 Xe 0.08 NO2 0.02 O3 0.01-0.04 Ayrıca havada çok küçük derişimlerde Kükürt oksitler, Sodyum klorür, Amonyak, Formaldehit, İyot, Tuzlar ve Çiçek tozları ile %1-3 arasında değişen derişimlerde su buharı bulunmaktadır. 55 • DOSYA: HAVA Belgin Bayat, Hava Kirliliği ve Kontrolü, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 55-59. BİLEŞEN • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Atmosferin doğal bileşiminde (Çizelge 1) bulunmayan veya atmosferin doğal bileşiminde bulunduğunda önemli ölçülerde farklı derişimlerde olabilen maddeler ‘Yabancı Madde’ veya ‘Kirletici’ olarak tanımlanır. Bu duruma göre Hava Kirliliği; atmosferde yabancı maddelerin insan sağlığına ve faaliyetlerine, diğer canlıların sağlığına ve faaliyetlerine, eşyalar üzerine ve estetik ölçülere etki yapacak miktar ve sürelerde bulunması olarak tanımlanır. Bu kirletici maddeler gaz veya 1 mikrondan daha büyük katı veya sıvı madde zerrecikleri olabilir. HAVA KİRLETİCİLERİ Gaz Kirleticiler: Hava kirlenmesine neden olan gaz kirleticiler, normal sıcaklık ve basınç altında gaz formunda bulunan maddeler ile normal sıcaklık ve basınç altında katı veya sıvı hâlde bulunan maddelerin buharlarından meydana gelir. Gaz hâlindeki kirleticilerin en önemlileri: - Kükürt Oksitler (SOX): Havadaki kükürt oksitler içerisinde en önemli pay kükürt dioksit (SO2) gazına aittir. SO2 gazı renksiz bir madde olup 0.3-1.0 ppm derişimlerde ağızda karakteristik bir tat bırakmakta, 3.0 ppm’in üstünde ise boğucu bir hisse yol açmaktadır. Atmosferde oldukça hızlı bir oksitlenmeyle kükürt trioksit (SO3) ve sülfatlara dönüşür. SO3, sülfürik asitin anhidriti olup; yağmur veya yoğuşmuş nem (sis) damlalarıyla birleşerek havada bu asitin oluşmasına neden olur. Kükürt oksitler gaz kirletici olarak zararlı etkileri olduğu gibi partiküler maddelerle birleştiklerinde sülfürlü smok oluşturarak daha tehlikeli hâle gelirler. En önemli doğal kaynağı volkanlar olup insan faaliyetlerindeki kaynakları ise yanma olayları, ulaşım araçları, endüstriler ve çöplerin yakılmasıdır. - Azot Oksitler (NOX): Azotun oksijenle verdiği bileşiklerin toplamını ifade eden en önemli kirletici gazlardandır. Bu bileşikler arasında özellikle azot monoksit (NO) ve azot dioksit (NO2) önem taşır. Azot monoksit; renksiz, kokusuz ve oksijen ile azot gazının yüksek sıcaklıkta reaksiyonu sonucu oluşan bir gazdır. Azot dioksit; yakıcı bir kokuya sahip kırmızımsı renkli, azot monoksitin oksijenle güneş ışığı altında verdiği reaksiyonla oluşan bir gazdır. Suya fazla ilgisi nedeniyle su ile reaksiyona girerek nitrik • 56 asit ve nitröz asite dönüşür. Doğal kaynaklar arasında bakteriyolojik faaliyetler başta gelir. Bu faaliyetler aynı zamanda toplam azot oksit birikiminin önemli bir kısmını oluşturur. İnsan faaliyetlerine dayalı kaynakları; yanma olayları, ulaşım araçları ve endüstrilerdir. - Karbon Monoksit (CO): Renksiz, kokusuz ve havanın mol ağırlığına eşit mol ağırlığında yanabilen bir gaz olan CO bu yüzden hem kaynaklandığı nokta etrafında iyi dağılmayan, hem de varlığı kolay fark edilmeyen zehirli bir gazdır.Atmosferde kolay kolay yok olmaz, ömrü 2-4 ay kadardır. Normal koşullar altında oksitlenerek CO2 dönüşümü çok azdır. Bu dönüşüm genellikle yüksek sıcaklıkta gerçekleşir. CO doğal olarak volkanlar, şimşekler ve bazı deniz mikroorganizmaları tarafından üretilirler. İnsan faaliyetlerine dayalı kaynakları; yanma olayları, ulaşım araçları ve endüstrilerdir. - Hidrokarbonlar (HC): Esas olarak karbon ve hidrojenden oluşan organik yapıya sahip bileşiklerdir. Bunların bileşiminde karbon ve hidrojen dışında başlıca oksijen, azot, klorür, fosfor, kükürt bulunabilir. Hidrokarbonlar çoğunluğu petrol türevlerinden oluşan organik yapıdaki maddelerdir. Bunlar aromatik, alifatik ve halkalı yapıda olabilirler. Dört karbona sahip bileşikler çoğunlukla gaz hâlinde bulunurlar. Sekiz karbona sahip bileşikler sıvı veya buhar basınçları genellikle yüksek olduğundan buhar hâlinde olurlar. Çevre kirlenmesinde hidrokarbonların gaz ve buhar hâlinde olanları önem taşır. Doğal kaynakları arasında bataklıklar, jeotermal enerji elde edilen bölgeler, doğal gaz ve petrol çıkarma yerleri ve kömür yatakları sayılabilir. İnsan faaliyetlerine dayalı başlıca kaynakları; ulaşım araçları, petrol rafinerisi ve petrokimya endüstrileridir. - Oksidanlar (OX): Hidrokarbonlar ve azot oksitleri parametresi kapsamında bulunan bileşiklerin atmosferde güneş ışığı etkisi ile oluşan fotokimyasal reaksiyonlar sonucu oluşturdukları radikal yapıdaki maddelerdir. Oksidanlar oldukça kararsız ve yüksek oksitleme gücüne sahip bileşiklerdir. Bu nedenle oksidanlar oksijenin oksitleyemediği maddeleri oksitleyebilen maddeler olarak da bilinirler. Oksidanlar değişik yapıda olabilirler. En çok bilinen ve atmosferde MAYIS 2011 - SAYI 135• belirli derişimlere erişebilen başlıca oksidanlar ‘ozon ve peroksiasetilnitrat (PAN)’ tır. Partikül Hâlindeki Kirleticiler: - İnce Tozlar: Tek molekül boyutundan (0,0002μ) büyük, 500μ’dan küçük havada kolloidal hâlde veya kaba askı maddesi hâlinde bulunan katı ve sıvı taneciklere denir. Doğal kaynakları, rüzgâr, erozyon, yanardağ patlamaları; insan faaliyetlerine dayanan kaynakları yanma olayları, ulaşım araçları ve çimento, petrokimya, demir-çelik, maden ocakları gibi endüstri faaliyetleridir. - Kimyasal Dumanlar (Fume): Buharların sublimleşme, damıtma veya kimyasal metodlardan biri ile yoğunlaştırılması neticesinde meydana gelen bir metal oksittir. Kimyasal dumanlara örnek olarak yüksek sıcaklıkta gaz hâline gelmiş metalin oksitlenmesi ve yoğunlaştırılması sonucunda meydana gelen civa ve kurşun oksitler gösterilebilir. Tipik kimyasal dumanların çapları oldukça küçük olup 0,03-0,3μ arasında değişir. - Kimyasal Buharlar (Mist): Herhangi bir buharın kimyasal olarak yoğunlaşması sonucunda meydana gelen sıvı zerrecikleridir. Bu tip kirleticilere en iyi örnek, sülfirik asit buharlarının ortaya çıkışıdır. Kimyasal buharların çapları 0,5-3,0μ arasında değişir. -Yanma Dumanları (Smok): Karbonlu maddelerin yakılması sırasında yanmanın tam olmaması sonucunda meydana gelir. Yanma sırasında hidrokarbonların, organik asitlerin, kükürt oksitlerin ve azot oksitlerin meydana gelmesine rağmen sadece karbonlu maddelerin tam olarak yanmaması sonucunda ortaya çıkan katı zerrecikler Yanma Dumanı (Smok) olarak isimlendirilir. Bu dumanların çapları yaklaşık olarak 0,05-1μ arasında değişmektedir. - Spray: Herhangi bir sıvı maddenin atomlarına ayrılması sonucu meydana gelen sıvı zerrecikleridir. KİRLETİCİ KAYNAKLAR İnsan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan kirleticiler; yakma olayları (ısınma, enerji elde etme vb.), ulaşım araçları ve sanayi kuruluşlarından kaynaklanır. Yakma tesislerinde ortaya çıkan kirletici emisyonlar, partikül hâlinde kirleticiler olup uçucu küller, yanma dumanları, kükürt ve azot oksitlerden ibarettir. Meydana gelecek kükürt oksitler, kullanılan yakıttaki kükürt miktarının bir fonksiyonudur. Azot oksitler yüksek sıcaklıkta atmosferdeki azotun termal olarak bağlanması sonucu ortaya çıkar. Normal olarak her yakma tesisinin işletilmesi sırasında sürekli olarak azotdiokside (NO2) dönüşen azot oksit (NO) meydana gelir. Yakma tesislerinde meydana gelen diğer kirleticiler; organik asitler, aldehitler, amonyak (NH3), ve karbon monoksitten (CO) ibarettir.Meydana gelen CO miktarı yakma tesisinin verimine bağlıdır. Ulaşım araçlarının neden olduğu en önemli kirleticiler eksoz gazlarıdır. Otomobillerin neden olduğu partikül hâlindeki kirleticiler duman (smok) ve kurşun zerreciklerinden ibarettir. Kurşun zerrecikleri halojen bileşikler hâlindedir. Duman, motordaki eksik yanma sonucunda meydana gelirken, kurşun emisyonları doğrudan benzine darbe önleyici olarak karıştırılan ‘kurşun tetraetil’ den dolayı ortaya çıkmaktadır. Nakil araçlarının neden olduğu gaz hâlindeki kirleticiler, CO, azot oksitler ve hidrokarbonlardan ibarettir. Hidrokarbonlar motordaki eksik yanma ve yağ karterindeki, karbüratördeki ve benzin deposundaki buharlaşmadan ileri gelmektedir. Sanayi tesislerinden atmosfere verilen emisyonlar çeşitli fabrikalara göre değişir. Bunun için akla gelebilen her türlü kirletici çeşitli sanayi kuruluşlarından atmosfere verilebilir. Her tip sanayi için neden olduğu kirleticiler ayrı ayrı etüt edilmelidir. KİRLETİCİLERİN ÇEVREYE ETKİLERİ Kirleticilerin Bitkiler Üzerine Etkisi Hava kirlenmesi bitkiler üzerine üç şekilde etki eder: 1-Yaprak 57 • DOSYA: HAVA Hava kirleticilerinin pek çoğu doğal olaylar sonucunda atmosfere verilmektedir. Doğal olarak meydana gelen partiküller; çiçek tozu zerreleri, mantar sporları, tuz sprayleri, orman yangını dumanları ve volkanik olaylarda ortaya çıkan ince tozlardan iba- rettir. Doğal olarak ortaya çıkan gaz hâlindeki kirleticilere örnek olarak; hemoglobin maddesinin ayrışmasından meydana gelen CO, kükürt içeren amino asitlerin bakteri faaliyetleri ile ayrışması sonucu meydana gelen H2S, azot oksitler ve CH4 gazları sayılabilir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM dokularının zedelenmesi, 2- Yaprakların sararması veya başka renklere dönüşerek yeşilliğini kaybetmesi, 3- Büyümenin yavaşlaması. Hava kirlenmesinde yem bitkileri, süs bitkileri ve yenebilen sebzeler büyük ölçüde etkilenir. Büyüme yavaşlar, meyveler küçülür ve besi değeri düşer, çiçekler tahrip olur. Kükürt dioksit; yonca, pamuk, buğday ve elma türlerine çok etki eder. 0,3ppm derişimine sekiz saat maruz kalan bu bitkiler büyük hasar görürler. Çayır ve çam kozalarına floridler çok etki ederler. Ozon; 0,15ppm derişiminde domates, patates, tütün, benekli fasulye ve ıspanak gibi bitkilere zarar verir. PAN sebze yapraklarını bronzlaştırmaktadır. 0,01ppm derişiminde PAN’a altı saat maruz kalan lahana ve benekli fasulye büyük hasara uğrar. Kirleticilerin Hayvanlar Üzerine Etkisi Hava kirlenmesi, hayvanların sağlığına da etki etmektedir. Geçmişte kazara meydana gelen büyük hava kirlenmesi vakaları kirleticilerin hayvanları öldürebileceğini doğrulamıştır. Örneğin; Pensilvanya’da 1948’de hava kirlenmesinden kanaryaların %20’si, köpeklerin %15’i büyük ölçüde etkilenmiştir. 1952 yılında Londra’da meydana gelen bir hava kirlenmesi olayında 351 sığırdan 52 tanesi ciddi şekilde hastalanmış ve bunların 14 ü ölmüş veya öldürülmek zorunda kalınmıştır. Kronik zehirlenmeler genel olarak yem bitkilerinde absorbe edilen kirleticilerden ileri gelmektedir. Bu tip zehirlenmelere neden olan ağır metaller, arsenik, kurşun ve molibdendir. Örneğin; 1955 yılında Almanya’da atların ve sığırların çinko (Zn) ve kurşundan (Pb) zehirlendikleri kayıtlıdır. Kurşun ve çinko dökümhanelerinin etkili olduğu 5km.lik bir çember içinde otlayan atlar ve sığırlar büyük ölçüde etki altında kalmıştır. Fabrikaların civarında toplanan toz numunelerinde kurşun %17-45, çinko ise %5-23 arasında bulunmuştur. Çiftlik hayvanlarına en çok etki eden diğer kirletici de floridlerdir. Özellikle sığırlar ve koyunlarda diş hastalıklarına neden olur. Kirleticilerin Eşyalar Üzerine Etkisi: Hava kirlenmesinin eşyalar üzerindeki en çok bilinen etkisi bina cephelerinde, kumaşlar ve diğer eşyalar üze- • 58 rinde lekeler meydana gelmesidir. Yüzeyler üzerine 0,3μ büyüklüğündeki smokların birikmesi sonucu söz konusu bozulma ve lekeler meydana gelmektedir. Zamanla bu birikme yüzeyi tahrip ederek veya rengini değiştirerek kendini belli eder. Hava kirlenmesinin malzemelere olan bir diğer etkisi korozyonu hızlandırmasıdır. Özellikle kükürtdioksit çürümeyi son derece hızlandırır. Ozon; kauçuk ve lastik malzemenin esnekliğini kaybetmesine neden olur. H2S kurşunlu boyalar üzerine son derece zararlı etki yapar ve nemli havalarda kurşunlar tepkimeye girerek kurşun sülfit oluşumuna neden olur. Kirleticilerin İnsanlar Üzerine Etkisi - Partikül Hâlindeki Kirleticiler: Partiküllerin solunum organlarındaki birikme yerleri ve buradaki kalma süreleri bir takım fiziksel faktörlere ve özellikle zerreciklerin büyüklüğüne bağlıdır. Kirleticilerin, akciğerlerin hava torbalarının (Alvelor) bulunduğu bölgede birikmesi özellikle önemlidir. Çünkü bu bölgede partikülleri uzaklaştırmaya yarayan ve ‘silia’ adı verilen tüycükler mevcut değildir. Bunun için zerrecikler bu bölgede izafi olarak uzun süre kalabilir.0,1μ dan daha küçük çaplı olan zerrecikler, Brownian hareket sayesinde akciğerlerin hava torbalarına kadar gitmekte ve buradaki çukurlara (Alveoli) yerleşmektedir.İri zerrecikler ancak solunum yollarındaki tüycükler tarafından yakalanmadıkları taktirde akciğerlerin bu bölgelerine kadar gelebilir. Genel olarak 1,0μ dan büyük zerrecikler bu bölgeye ulaşmadan tutulur. Zerreciklerin akciğerlerde birikme miktarlarını etkileyen diğer faktörler; nefes alma sıklığı ve nefes alıp verme esnasında akciğerlerin hacminde meydana gelen değişmenin büyüklüğüdür. Düşük nefes alma sıklığı sonucunda birikme yüzdesi yüksek olmaktadır. Bunun nedeni düşük nefes alma sıklığında partiküllerin kalma süresinin artmış olmasıdır. Nefes alma sırasında ciğer hacmindeki değişikliğin büyük olması, çok miktarda havanın içeri çekilmesini gerektirdiğinden, hava ile birlikte içeri giren zerreciklerin miktarı da çok olmakta ve birikme yüzdesi artmaktadır. Partiküllerin akciğerlerde birikmesinden sonra bunların dışarı atılması değişik yollarla olabilir. Bunlardan biri ‘silia’ denilen tüycüklerin faaliyetleri ile parçacıkların balgamla birlikte solunum yollarından MAYIS 2011 - SAYI 135• dışarı atılmasıdır. Bir diğer yol ise aksırmak veya öksürmer suretiyle zerreciklerin vücudu terk etmesidir. Bu arada akciğere kadar gitmiş olan zerreciklerden çözünebilir karakterde olanlarının kana karıştığı unutulmamalıdır. Kirlenmiş havada insanlar için en tehlikeli olan zerreciklerden biri sülfürik asittir (H2SO4). Sülfürik asitin etkisi, bileşimindeki sülfür iki oksidin üst solunum yollarının ve balgam çıkarmaya yarayan dokuların tahriş edilmesi ve bronşların daralması şeklinde görülür. Sülfürik asit, sülfür iki oksit ile molekül olarak karşılaştırıldığında sülfürik asitin fizyolojik etkisi 4-20 kat daha etkindir. Hava kirleticileri arasında en çok bilinen bir diğer partikül de kurşun zerrecikleridir. Atmosferdeki kurşun zerrecikleri esas olarak benzine ilave edilen kurşundan ileri gelmektedir. Araştırmalar, kurşun zerreciklerinin kırmızı kan hücrelerinin gelişmesi ve olgunlaşmasına etki ettiğini göstermiştir. Kurşun zerrecikleri kanda ve idrarda birikmektedir. Araştırmalar, şehirlerde yaşayan insanların kan ve idrarlarındaki kurşun miktarlarının, kır yerleşmelerinde yaşayanlara nazaran daha yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca sigara içenlerdeki kurşun miktarının içmeyenlere nazaran yüksek olduğu görülmüştür. Ancak, insan vücudundaki kurşunun sadece atmosferden değil içilen su ve alınan gıda ile de vücuda girebileceği unutulmamalıdır. Diğer bir kirletici de Berilyum elementi olup 0,1μg/m3 derişiminde zehirli olduğu görülmüştür. Gazların akciğerlerden kana karışmasını kolaylaştırır. Belirtileri; kilo kaybetme, nefes darlığı, öksürük ve bazen de kemik dokularında değişiklik yapmasıdır. Berilyuma kanda ve idrarda rastlanır. - Gaz hâlindeki Kirleticiler: Azotdioksit (NO2); akciğerlere etki eden bir diğer kirleticidir. Kanamalara neden olur. Azot oksitler hemoglobin ile birleşerek kararlı bir formda nitrikoksit-hemoglobin yapmakta ise de zararlı bir etkisi görülmemiştir. Ozon(O3); akciğerlerde kanama ve tıkanmalara yol açar. Karbon monoksit (CO); kandaki hemoglobin ile birleşerek karboksihemoglobin yapar. İnsan kanındaki hemoglobin CO ile birleşmeye karşı, oksijene nazaran 210 defa daha fazla ilgi duyduğundan, kanda oksijen taşınması engellenir. Karboksihemoglobin teşekküllü hücrelere oksijen taşıyan hemoglobini büyük ölçüde azaltır ve oksijen eksikliğinden ölümler meydana gelir. Ayrıca CO, oksihemoglobin teşekkülünü geciktirerek oksijenin kandaki çözünürlüğünü azaltır. Aldehit derişimleri ile ortaya çıkan göz rahatsızlıkları arasında lineer bir korelasyonun bulunduğu tespit edilmiştir. Organik gazlardan özellikle formaldehit önem taşır. Etkileri SO2 gibidir. Hava kirlenmesinin solunum yolu hastalıklarına yol açtığı bilinmektedir. Akciğer kanseri, astım ve anfizen en çok rastlanan kronik hastalık tipleridir. KAYNAKLAR DAVIS, Mackenzie L., ve CORNWELL, David A.; ‘Introduction to Environmental Engineering’ McGraw-Hill International Editions, 822 s., Singapore (1991). HARRISON, Roy M.; ‘Pollution: Causes, Effects and Control’ The Royal Society of Chemistry, 393 s., Cambridge (1990). KARPUZCU, Mehmet; ‘Çevre Kirlenmesi ve Kontrolü’ Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları, 318 s., İstanbul(1991). MÜEZZİNOĞLU, Aysen; ‘Hava Kirliliğinin ve Kontrolünün Esasları’ Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 292 s., İzmir(1987). 59 • DOSYA: HAVA Kükürtdioksit (SO2); suda ve dolayısıyla vücut sıvısında (kanda) büyük ölçüde çözünebilen bir gazdır. Bunun en önemli etkisi üst solunum yollarının cidarlarını zedeleyerek neticede hava akışına olan mukavemetini azaltmasıdır. Araştırmalar kükürtdioksidin, sodyum klorid gibi aerosoller(gaz ortamda askı hâlinde bulunan çok küçük zerrecikler) ile birlikte bulunması hâlinde çok daha tehlikeli olduğunu göstermiştir. SO2 nin etkisi kronik olmaktan ziyade akut olarak meydana gelmektedir. Kükürtdioksit aynı zamanda solunum sisteminin koruyucusu olan tüycüklere de zarar verir. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN YAVAŞLATILMASINDA ORMANLARIN ROLÜ NEDİM SARAÇOĞLU Prof. Dr., Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Nedim Saraçoğlu, Küresel İklim Değişiminin Yavaşlatılmasında Ormanların Rolü , Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 60-71. • 60 1. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ A tmosferde biriken CO2’in 2/3 ‘ünün fosil yakıt tüketiminden, 1/3’ünün de arazi kullanım değişimi ve ormansızlaştırmadan kaynaklandığı belirlenmiştir. İklim değişikliği, hava kirliliği gibi artan çevre sorunlarından dolayı tüm dünyada atmosfer daha az CO2 salan, fosil yakıtlara alternatif, çevreyi daha az kirleten, yenilenebilir enerji kaynağı olan biyokütle önem kazanmaktadır. Bu amaçla yetiştirilen ürünler, küresel ısınmanın temel nedenlerinden olan karbondioksiti absorbe ederek depolayacağı için biyokütle yetiştiriciliği, küresel ısınma problemini azaltacak çözümlerden birisi olarak ele alınabilir. Sürdürülebilir anlamda üretildiğinde biyokütle, bitki büyümesi sürecinde alınan miktarda karbonla hemen hemen aynı miktarda karbonu dışarı verir. Bu nedenle biyokütlenin kullanımı, atmosferdeki CO2’nin birikimine katkıda bulunmaz (OGM, 2009). Yeryüzünün bir diğer önemli karbon havuzu da okyanuslardır. Yeryüzündeki orman ekosistemleri atmosferden her yıl 100 gigaton (Gt, milyar ton) CO2 almalarına karşın bunun yarısını geri vermektedir. Yeryüzündeki ikinci karbon havuzu olan okyanuslar ise aldıkları 104 gigaton CO2’in 100’ünü geri vermektedir. Ormanların bu yönden üstünlükleri de bu ekosistemlerin bu konuda tek kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 1’de 1990-2000 yılları arasındaki verilere göre atmosferdeki CO2 miktarında 3 GT’lik bir artış olduğu görülmektedir. Dikkatli bir işletmeyle fosil yakıt emisyonlarından kaynaklanan karbondioksitin önemli bir kısmının yersel ekosistemlerde (Yutak Alanları) tutulabileceği ve böylece MAYIS 2011 - SAYI 135• iklim değişiminin yavaşlatılması konusunda önemli bir katkı yapılabileceği belirtilmektedir. Tablo 1: 1990-2000 yılları arasında karbon kaynaklarının küresel karbon dengesine katkısı SALINAN (Gigaton) KAYNAK Fosil yakıt kullanımı 6,3 Arazi kullanım değişimi (ormansızlaşma) 1,6 E M İ L E N (Gigaton) Bitki büyümesi 3,0 Okyanus – atmosfer dengesi 1,7 Toplam 7,9 Denge 3,2 4,7 Kaynak: Asan, 2006 Küresel bazda ormanlar yıllık yaklaşık 0,75 GT karbon bağlama potansiyeline sahiptir ki, bu atmosfere salınan yıllık 8 GT’lik miktarın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Diğer taraftan tarım, yerleşim ve enerji kullanımının neden olduğu ormansızlaşma atmosferik karbon yüküne 1,6 GT’lik bir katkı yapmaktadır (White, 2002). Ormanlara bağlı olarak küresel ısınma etkilerini geciktirmede 3 ana strateji üzerinde durulmaktadır ki bunlar: 1. Mevcut yutak alanlarının (karbon havuzlarının) genişletilmesi, 2. Yutak alanların korunarak birim alandaki karbon bağlama performanslarının yükseltilmesi, 3. Biyokütle içinde bağlanan karbonun atmosfere geri dönüşünün geciktirilmesidir. 1. Mevcut Yutak Alanlarının (Karbon Havuzlarının) Genişletilmesi Birinci strateji için öngörülen yaklaşımlar aşağıda açıklandığı gibidir; a) Orman içi ve dışı ağaçlandırmalar b) Tarımsal ormancılık sistemlerinin geliştirilmesi c) Kent ormanları tesisi Ağaç biyokütlesinin % 50’si karbondan oluştuğundan, çok bozuk (degrade) alanların hızlı gelişen türlerle ağaçlandırılması kısa vadede karbon bağla- Plantasyon ormancılığının önemi gittikçe artmaktadır. Bunun nedenleri arasında; doğal ormanlara göre yüksek büyüme oranları, işletilmelerinin kolay olması ve idare sürelerinin kısalığı gibi etkenler yer almaktadır. Teoride; plantasyonlara ağırlık verilmesinin, doğal ormanlara baskıyı azaltacağı da düşünülmektedir. 1997 verilerine göre dünya orman alanının % 3,8’ ine karşılık gelen 130 milyon hektarının plantasyonlarla kaplı olduğu belirtilmektedir. Bu alanın % 54’ ü gelişmekte olan ülkelerde yer almaktadır. 1965–1990 arasında plantasyonlardan oluşan karbon havuzlarında 6 kat artış olmuştur (Clausen ve Gholz, 1998). b) Tarımsal ormancılık sistemlerinin geliştirilmesi Dünya nüfusunun gittikçe artmasıyla insanlar arazilerinin verimliliğini ve birim alandan elde edecekleri geliri yükseltmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu, arazinin üretim kapasitesini artıracak şekilde tarım ve orman ürünlerinin zamansal ve mekânsal olarak birleştirildiği tarımsal ormancılık uygulamalarıdır. Tarımsal ormancılık sistemleri başta az gelişen ülkeler olmak üzere tüm dünyada denenmektedir. Bu sistemlerin karbon depolama potansiyelleri sınırlı olsa da küresel ısınmanın geciktirilmesindeki ana stratejiye bağlı olarak önemli rolleri vardır. Küresel ölçekte tarımsal ormancılık uygulamaları ile 1995–2050 arasında 7 GT karbon bağlama ve depolama potansiyeli olduğu tahmin edilmektedir (Clausen ve Gholz, 1998). c) Kent ormanları tesisi Dünya nüfusunun yaklaşık 3,5 milyarlık kısmının kentlerde yaşadığı belirtilmektedir (UNDP, 1996). 61 • DOSYA: HAVA a) Orman içi ve dışı ağaçlandırmalar ma açısından en yüksek kazanç vaat edici yol olarak görülmektedir. Plantasyonlar idare süreleri boyunca bir karbon havuzu olarak işlev görürler ancak ağaçların kesilmesiyle karbon ekosistemden uzaklaştırılmış olur. İşletme prensiplerinin sonucu olarak kesilen alanlarda arazi hazırlığı ve tekrar ağaçlandırma kesimi takip eden yıl içerisinde gerçekleştirileceğinden, karbon birikimi çok kısa bir süre için kesintiye uğrar. Bu şekilde; uygun olan yerlerde, ekonomik prensiplere göre işletilen endüstriyel plantasyonların tesisi ile ihtiyaçlar karşılanırken yüksek miktarda da karbon bağlanabilir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şehir ormanları hava kirliliğini azaltma, çok yüksek ve düşük sıcaklıkları ılımanlaştırma, estetik görünüm oluşturma gibi hizmetler sunmaktadır. CO2 ile ilişkili olarak kentler ve civarlarındaki ağaç ve ormanlar iki yönlü bir rol oynamaktadır. Öncelikle diğer ormanlar gibi kent ormanları da karbon depolar. İkinci ve daha önemli olanı ise kent ağaç ve ormanlarının mikro iklimi düzenlemeleridir. Bu şekilde aşırı sıcaklıkları ılımanlaştırmak suretiyle ısınma ve serinleme amaçlı enerji kullanımının azalmasına yardımcı olurlar. 2. Mevcut Karbon Havuzlarının (Yutak Alanlarının) Korunması ve Karbon Bağlama Potansiyellerinin Arttırılması Bu bağlamda öngörülen yaklaşımları, a) Mevcut ormanların başta yangın olmak üzere, kaçak ve usulsüz kesimler ile böcek ve mantar zararlarına karşı korunması, b) Ormanların biyolojisine uygun silvikültürel işlemler, c) Ormanların sürdürülebilir ormancılık ilkeleri anlayışına uygun olarak işletilmesi biçiminde özetlemek mümkündür. 3) Ormanların yangın ve diğer zararlara karşı korunması Ekonomik kayıplarla birlikte, toprak üzerindeki orman örtüsünün devam ettirilerek atmosfere CO2 salınışının engellenmesi ve karbon havuzu rolünün etkin bir şekilde devam etmesi için yangın önleme çalışmalarının artırılması gerekmektedir. Benzer şekilde, böcek kontrol programlarının yaygınlaştırılması, orman sağlığının iyileştirilmesi ve karbonun muhafaza edilmesinde önemli bir yöntem olarak görülmektedir. Kaçakçılık ve açma gibi karbonun ekosistemden çıkışına ve havuzun daralmasına yol açan insan zararlarına karşı da önlemler alınmalıdır. a) Silvikültürel uygulamalar Doğal ormanlar ve plantasyonların üretim kapasitesini arttırmak ve yüksek kalitede son ürünler elde edebilmek için; aralama, budama, gübreleme, diri örtü kontrolü, yangın ve diğer zararlılara karşı koruma gibi birtakım silvikültürel önlemlerin uygulanması öngörülür. Aralamalar, kalan ağaçların daha hızlı gelişmesini ve idare sürelerinin kısalmasını sağlar. Böy- • 62 lece daha küçük alanlardan daha yüksek oranlarda orman ürünü üretilebilir. Elde edilecek son ürünlerin kalitesi onların kullanım için tercih edilmesi ve uzun yıllar karbon depolanması açısından önemlidir. b) Ormanların sürdürülebilir ormancılık ilkelerine uygun bir şekilde işletilmesi Orman ekosistemlerinin dünya karbon döngüsüne katkısı ve bu katkının zaman içinde geliştirilmesi, sürdürülebilir orman işletmeciliğinin altı temel ölçütünden birisidir. Bu bağlamda ileri sürülen görüşlere göre, yenilenebilir enerji kaynağı olan ormanların sürdürülebilir ormancılık anlayışıyla işletilmesi hâlinde, ormanların doğrudan fosil yakıtların yerini alarak atmosfere salınan CO2 miktarını göreceli olarak düşürmesi kaçınılmazdır. Orman ürünlerinin uygun durumlarda beton ve üretiminde yüksek miktarda fosil yakıt tüketimi gerektiren çelik gibi materyallerle değiştirilmesi ile de ormanların dolaylı yoldan dünya karbon dengesine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Kuşkusuz, orman ekosistemlerinin karbon dengesine olan bu önemli katkılarının sürdürülmesi, diğer bir anlatımla bir orman alanının karbon faydasının en üst düzeye yükseltilmesi için, ağaçların büyümeye terk edilmesi ve karbon stokunun artırılması göründüğü kadar basit bir konu değildir. Ormanların dünya karbon döngüsünü gözetecek bir anlayışla işletilmesi için; yetişme ortamı koşulları, potansiyel verimlilik, doğal olaylara duyarlılık, kullanım yeri ve amacı gibi faktörlerin iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmelerin çoğu, klasik orman amenajman planlarının temelini oluşturan sosyal, çevresel ve ekonomik konuları aşmaktadır. Değişik işletme şekli ve amaçlarına bağlı olarak ormanların karbon katkısının sürdürülmesi veya artırılmasında birçok seçenek vardır. Bir meşcere, orman veya bölge için bu seçeneklerin değerlendirilmesi, aşağıda belirtilen kimi ortak kurallara dayanır: • Orman dikili servetinde depolu karbonun devam ettirilmesi veya artırılması, • Toprak bozulması ve karbon salınışından kaçınmak için toprak ve ölü örtü zararlarının en aza indirilmesi, • İşletme faaliyetlerinde ve kesilen ağaçların MAYIS 2011 - SAYI 135• ürünlere dönüştürülmesinde enerji verimliliğinin sağlanması, 3. Biyokütle İçinde Bağlanan Karbonun Atmosfere Geri Dönüşünün Gecikleştirilmesi • Fosil yakıt tüketimini azaltmada odundan en iyi şekilde yararlanmayı sağlamak için yapacak ve yakacak odun üretiminin olası son kullanımları karşılayacak duruma getirilmesi, Ormanlar bağladıkları karbonu kimi zaman yüzlerce yıl bünyesinde tutma özelliklerinden ötürü diğer ekosistemlerden üstündür. Şöyle ki, tarım alanlarında bağlanan karbon fotosentezi yapan bitkinin türüne göre üretim döneminin sonunda ya doğrudan çürüyerek, ya da insan ve hayvanlar tarafından tüketilerek, çok kısa bir zaman (bazen 3 aylık bir mevsim, bazen 1 yıl, ortalama 6 ay ) sonra tekrar doğaya dönmektedir. Aynı süreler mera ekosistemleri için de geçerlidir. Biyokütle kuru ot biçiminde saklansa bile mera bitkileri tarafından bağlanan karbon en fazla bir yıl içinde CO2 şeklinde tekrar atmosfere dönmektedir. Ormanlarda bağlanan karbonun CO2 şeklinde doğaya dönmesi ise, termik santrallere yakıt sağlayan enerji ormanlarında bile en az 10 yıldır. Bu süreler odun ürününün kullanım yerine ve üretim süresine bağlı olarak 3–4 yüzyıla kadar uzayabilmektedir (Şekil 2). • Karbon yönetiminin diğer amaçlar ve uygulamadaki kısıtlarla uzlaştırılması. Sürdürülebilir Orman İşletmeciliği, ormanlardan sağlanan ekonomik, sosyal ve çevresel faydaların sürdürülmesine yönelik etkinliklere odaklanmıştır. Bu şekilde yorumlandığında Sürdürülebilir Orman İşletmeciliği; mevcut ormanlarda ve diğer kalıcı ürünlerde depolanan karbon stokunu artırırken ormanın diğer fonksiyonlarının da devam ettirilmesini amaçlamaktadır. Millî park, doğa anıtı gibi korunan alanların sayısı geçtiğimiz yıllarda dünya çapında önemli miktarda artış göstermiştir. Hatta bazı ülkelerde sayıları 2–3 katına çıkmıştır (Clausen ve Gholz, 1998). Koruma statüsü olan alanlarda doğal olarak koruma önlemleri artmakta ve bu da uzun sürede karbon depolamaya olumlu katkı yapmaktadır. Ancak kısa sürede orman ürünlerine olan talebin başka alanlardan sağlanabilmesi durumunda bu alanlar baskıdan kurtulabilir. Değişik yoğunlukla işletilen orman alanlarında biriken biyokütlenin ve dolayısıyla bağlanan CO2’nin, tüketim miktarına bağlı olarak değişimi Şekil 1’de gösterilmiştir. Şekil 2: Değişik Bitkisel Ekosistemlerde Biriken Karbonun Depolanma Süresi (Yıl) Şekil 1: Değişik Yoğunluk İle İşletilen Ormanlarda Biriken Biyokütlenin Tüketim Miktarına Göre Değişimi Kaynak: Asan , 2006 Kaynak: Asan, 2006 63 • DOSYA: HAVA Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırma sonuçlarına göre, orman ekosistemleri içindeki karbonun % 74’ü toprak üstünde, % 26’sı toprak altında bulunmaktadır. Toprak üstündeki bölümünün % 35’ i sürekli olarak ekosistem içinde tutulurken, % 32,5’ i normal çürüme ve ayrışma ile atmosfere dönmekte, kalan % 32,5 ise odundan üretilen orman ürünleri içinde bulunmaktadır (Şekil 3). Orman ürünleri içinde stoklanan karbonun her yıl % 2 oranında azaldığı tahmin edilmektedir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 3: Karbonun Orman ve Orman Ürünlerinde Depolanma Süreci yokütle olarak depolanması, biyokütlenin kesilerek enerji istasyonlarına taşınması ve yanma sonucu tekrar CO2 açığa çıkması süreci bütün olarak düşünüldüğünde bağlanan ve salınan miktarlar eşit olacağından biyokütle enerjisi “karbon nötral” olarak düşünülmektedir (Şekil 4). Şekil 4: Bioyakıt Kullanımında Karbon Döngüsü Kaynak: Asan, 2006 Dünya enerji gereksiniminin büyük kısmı günümüzde fosil yakıtlardan karşılanmaktadır (Tablo 2). 2100 yılına yönelik enerji tahminlerine göre, modellemelerde göz önünde bulundurulan nüfus artışı ve gelişim hızı dinamiklerine bağlı olarak talebin 514– 2737 EJ/yıl (EJ=1018 joule) arasında olacağı belirtilmektedir. Ormanların karbon dengesine katkılarının artırılmasındaki yaklaşımlardan birisi de ormanlardan sağlanan biyokütlenin daha yüksek oranlarda kullanılmasıdır. Ormanlardan sağlanan biyokütle dünya enerji taleplerinin karşılanmasında önemli katkı yapmaktadır. Tesis edilecek endüstriyel plantasyonlar ve enerji ormanlarıyla bu katkının daha da arttırılması olasıdır. Odunun fosil yakıtlar yerine kullanılması karbon bağlamaya yönelik orta ve uzun sürede ümit veren seçeneklerden birisidir. Tablo 2: 1990 Yılında Küresel Olarak Değişik Enerji Kaynaklarının Tüketimi Kaynak: Asan, 2006 Kaynak Petrol EJ/yıl 128 Kömür 91 Doğalgaz 71 Biyokütle 55 Su 21 Nükleer 19 Diğer (güneş, rüzgâr, jeotermal) <1 Toplam 385 Kaynak: Asan, 2006 Endüstriyel plantasyon ve enerji ormanlarından sağlanacak biyokütle, bioyakıt olarak fosil yakıtların yerini alabilir. CO2 nin fotosentezle bağlanması, bi- • 64 Odun yakıtlı enerji istasyonlarının geliştirilmesinin, ekonomik gelişmeyi de artıracağı yönünde tahminler yapılmaktadır. Yenilenemeyen bir kaynak olan fosil yakıtlar tükendiğinde, yenilenebilir bir kaynak olan odun ve odun ürünlerinin gelecekteki küresel enerji gereksinimini karşılamadaki rollerinin daha da artacağı beklenmektedir. Bu konuda büyük potansiyel olmasına rağmen bioyakıtların, fosil yakıtlar yerine ne derece kabul edilebileceği tam bilinmemektedir. Bunun derecesini, bioyakıtları daha verimli ve çevresel yönden etkili biçime çevirecek teknolojik ilerlemeler belirleyecektir. CO2 emisyonlarını azaltmanın bir diğer yolu, MAYIS 2011 - SAYI 135• enerji verimliliği düşük materyallerin yerini alabilecek olan odun ürünlerine talebin artırılmasıdır. Orman ürünleri endüstrisi sürekli değişim hâlindedir. Odun, odun parçaları ve artıklardan şimdikilere göre karbonu daha uzun zaman depolayacak yeni ürünler geliştirilmektedir. Odunun kimyasal işlemlerle daha dayanıklı ve kalıcı ürünlere dönüştürülmesi ve karbonun daha uzun süre depolanması sağlanabilmektedir. Orman ürünlerinin daha çok kullanılmasıyla, karbonu daha uzun süre depolayabilme olanağı sağlanmaktadır. Orman ürünlerinin; alüminyum, çelik ve beton yerine kullanılması, bu hammaddelerin üretimindeki fosil yakıt tüketimini de düşürecektir. Karbon bağlamaya yönelik bu dolaylı etki karbonun doğrudan orman ürünlerinde depolanmasından daha önemli olabilir. 2. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN GÖZLENEN VE BEKLENEN ETKİLERİ IPPC’nin Değerlendirme Raporlarına, WMO’ nun 2003 yılında basılan 952 sayılı küresel ısınmaya bağlı yayınına ve diğer bazı kaynaklara göre, 1860 yılından günümüze kadar iklimde gözlenen önemli küresel değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir; • Dünyanın değişik bölgelerinde atmosfer davranışı ile fauna ve floradaki değişikler iklimde olan değişmenin en büyük kanıtıdır. • Meteorolojik gözlemlere göre yeryüzü ve troposfer ısınmış, stratosfer ise soğumuştur. • Günlük maksimum ve minimum sıcaklıklarda bir artış olmuştur. Ancak ortalama minimumlardaki artış daha fazladır. • Eski iklim kayıtlarına göre, 20. yüzyılda görülen ısınmanın süresi ve değeri, son 1000 yılın herhangi bir döneminde görülenden daha fazladır. • 20. yüzyıl 1000 yılın en sıcak yüzyılıdır. 1990’lı yıllar en sıcak 10 yıl, 1998 en sıcak yıl, 2001 ise ikinci en sıcak yıldır. • Küresel yıllık ortalama sıcaklık 1990 yılından 1998 yılına kadar yaklaşık 0,7 ˚C artmıştır. • 20. yüzyılın başından beri Kuzey Yarım Küre’nin • Geniş karalar üzerinde küresel boyutta daha fazla bir ısınma gözlenmiştir. • Son yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde daha çok hissedilen ve belirlenen iklim değişikliği özellikle de sıcaklık artışı, birçok fizik ve sistemleri etkilemiştir. Bunun önemli sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür; • Orta enlemler yüksek enlemlere doğru genişlemektedir. • Bazı bitki ve hayvanların sayısı azalmıştır. • Yeryüzü ve troposferdeki sıcaklık artışı nedeniyle kar ve buz örtüleri alansal ve hacimsel olarak azalmıştır. • Nehirlerde ve göllerde geç donma, erken çözülme gözlenirken, buzullarda bir gerileme görülmüştür. • Geçen 30 yıl içinde dünyanın farklı bölgelerinde olağanüstü hava olayları yaşanmıştır. • Küresel boyutta geçen 10 yıl boyunca atmosfer kökenli afetlerin sayısı iki kat artmıştır. • Birçok tropikal hastalık yüksek enlemlere ve kutuplara doğru yayılmış, salgın hastalıklarda gelişen teknolojiye rağmen bir artış olmuştur. • 1861 yılından beri yapılan sıcaklık ölçümlerine göre, 1998 yılından sonra en sıcak yıl olan 2001 yılında 2371 kişi yaşamını yitirmiş, 13 milyar ABD doları ekonomik kayıp olmuştur. • Sıcak kuşağın kutuplara doğru kayması sonucunda mevcut ekosistemler kendilerini yeni koşullara uydurmak durumunda kalacak, belki de birçok canlı türü yok olacaktır. • Yağış rejiminde değişikliğin görüldüğü yerler ile yağışın şiddetinde ve miktarında artış görülen yerlerde sel, çığ, kütle hareketleri gibi daha birçok doğal afetin sayısında ve şiddetinde büyük artış olacaktır. • Uzun süreli yağış azlığı nedeniyle, dünyanın birçok bölgesinde daha etkili kuraklık ve çölleşme gibi iklim kökenli doğal afetler yaşanacaktır. 65 • DOSYA: HAVA • Küresel yıllık ve mevsimlik ortalama sıcaklıklar 1979-1998 döneminde bundan önceki herhangi bir dönemdekinden daha hızlı bir biçimde artmıştır. Doğu Asya dışındaki, orta ve yüksek enlemlerinde geniş karalar üzerindeki bulut kapalılığı % 2 oranında artmıştır. Buna paralel olarak da buralarda yağışlarda hızlı bir artış olmuştur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • Deniz seviyesinde olabilecek yükselmeler nedeniyle, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşandığı alçak kıyı ovaları ile deltalar sular altında kalacaktır. • Yine deniz seviyesinde görülecek yükselmeden dolayı biyolojik çeşitlilik büyük zarar görecektir. Çünkü kıyı alanları biyolojik çeşitliliğin en fazla görüldüğü yerlerdir. • Bazı bölgelerde yaygın olarak yaşanacak daha sıcak, nemli ve yağışlı iklim koşulları, zararlı mikroorganizmaların üremesine ve çoğalmasına neden olacaktır. • Küresel sıcaklıktaki (kara ve deniz yüzey sıcaklığı) artış bölgeler arasındaki oluşacak büyük sıcaklık farkları tropikal ve orta kuşak fırtınaları ile orajların sıklığını ve şiddetlerini arttıracak etki alanlarını değiştirecektir. • Kuzey ve güney ülkeleri arasındaki ekonomik uçurum daha derinleşecek, yoksul ülkeler daha da yoksullaşacaktır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar fazla kullanılacak ve oluşacak doğal afetler daha çok can ve mal kaybına neden olacaktır. Yine yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, IPCC’nin senaryolarından başka, bazı atmosferik iklim modelleri de, gelecekte görülebilecek iklim üzerinde değişik sonuçlara varmaktadır. Bunların birçoğu Doğu Akdeniz Havzasını ve Türkiye’yi de içine alan suptropikal kuşağın büyük bir bölümünde, özellikle kış yağışlarının azalacağını göstermektedir. İklimde doğal ve/veya beşerî nedenlere bağlı olarak olabilecek değişmeler; fizikî çevrenin bozulmasına, birçok ekosistemin yok olmasına, deniz seviyesinin yükselmesine ve ekstrem hava olaylarının görülmesine neden olacaktır. Bunun sonucunda başta insanlar olmak üzere bütün canlılar, yeni iklim koşullarına uymakta zorlanacak, belki de canlıların önemli bir kısmı yok olacaktır. Öncelikle küresel ısınma dünyadaki tüm ülkeler için bir felaket olmayacaktır. Kuşkusuz yeni durumun mutlu edeceği kimi ülkeler de olacaktır. Günümüzde dünyanın genelinde olmasa bile birçok bölgesinde iklim koşulları zordur. Daha ılıman kışlar ve daha bol yağış, bu bölgelerde yaşayanların yüzünü güldürecektir. Öte yandan kuraklığın ya da aşırı yağmurlar yüzünden taşkınların arttığı ülkeler üzülecektir. Sıcak- • 66 lığın artacağı soğuk ülkelerde ısınma harcamaları düşecektir. Değişen fırtına ve kasırga rotaları nedeniyle kasırgalardan kurtulan ülkeler sevinirken aynı nedenle kasırgaların etki alanına giren ülkeler mutsuz olacaklardır. Günümüzde birçok ülke su sıkıntısı çekiyor. Su sıkıntısı çekerken, genişleyen yağmur kuşağına giren ülkeler sevinecek, ancak yeni düzende giderek kuraklaşan bölgelerdeki ülkeler üzülecektir. Bütün bunlara ek olarak küresel ısınmayı durdurmak için alınacak önlemler de kimi ülkeleri zor durumda bırakacaktır. Dünyada sera gazlarının salınımına bir sınırlama getirilmesi planlanıyor. Bu durum fosil yakıtlarla elektrik üretiminin yerini zamanla biraz daha pahalı olan alternatif enerji kaynaklarının almasına yol açacaktır. Enerji harcamalarının artması da gelişmekte olan ülkelerin gelişimini yavaşlatacaktır. Ayrıca yer altında büyük karbon rezervleri (kömür, petrol, doğal gaz vb.) bulunan ülkeler de artık o kaynaklarından eskisi gibi yararlanamayacaklardır. Dünya ikliminin önümüzdeki yüz yıllık dönemde yeniden dengeye kavuşabilmesi için atmosferdeki karbondioksitin, okyanusların ve ormanların emebileceği bir düzeye indirilmesi gerekiyor. Bu da yılda bugünkü miktarın yalnızca % 20’sine karşılık gelen en fazla 1-2 milyar tonluk bir salımla sağlanabilir. 3. DÜNYA GENELİNDE KÜRESEL ISINMAYA KARŞI ALINAN ÖNLEMLER Küresel iklim değişimi kısaca; son 150 yıl içinde atmosferin doğal yapısında fosil yakıt tüketimi ile doğrudan, ya da sonucu ormansızlaşmaya varan arazi kullanım değişikliği ile dolaylı yoldan insan etkisiyle oluşan karmaşık süreç sonucunda atmosfer içindeki CO2 düzeyinin yükselmesiyle iklimde ortaya çıkan değişimlerdir. Bu nedenle, küresel ısınmayı önlemenin, ya da en azından geciktirmenin biricik yolu, atmosferden emilen CO2 miktarını giderek arttırmamızdır. Ormanlar, hem diğer ekosistemlere oranla daha fazla CO2 tüketmeleri ve hem de bağladıkları karbonu çok uzun süre bünyelerinde tutmalarından ötürü, bu fenomeni önlemede en etkili araç olarak görülmektedir. Ormanları bu amaç doğrultusunda işletmek için öngörülen uygulamaları: 1- Orman alanlarını genişletmek, 2- Çok yaşlı ormanları süratle gençleştirerek biyokütle üretim performanslarını arttırmak, MAYIS 2011 - SAYI 135• 3- Yeni kurulan ormanlarda hızlı gelişen ve üretim kapasitesi yüksek olan ağaç türlerini kullanmak, 4- Orman kuruluşlarını olabildiğince değişik yaşlı ve düşey kapalı hâle getirip buna uygun amenajman metotları ile işleterek, orman ekosistemlerinde belirli bir karbon miktarını sürekli muhafaza etmek, 5- Aynı yaşlı ormanlarda idare sürelerini olanaklar ölçüsünde uzatarak, bağlanan karbonun ekosistem dışına çıkarılmasını geciktirmek, 6- Bozuk ve üretim performansı düşük baltalık ormanları imar ve ıslah ederek karbon bağlama kapasitelerini arttırmak, 7- Eğimli arazilerde ve su toplama havzalarındaki standart verimli baltalıkları seçme baltalığına dönüştürerek, hem içlerindeki karbonun tutulma süresini uzatmak ve hem de bağladıkları karbonun 2/3 – 3/4’ünün sürekli biçimde ormanda kalmasını sağlamak biçiminde sıralamak mümkündür. 8- Uygun yetişme ortamlarında enerji ormanları tesisine ağırlık vermek ve termik santrallerde kömür ile odunun birlikte yakılmasını (co-firing) özendirmektir. Küresel ısınmayı geciktirmenin bir başka yolu da, özellikle odunun odun olarak kullanımını yaygınlaştırmak ve ayrıca kullanım öncesinde kimi teknik işlemler uygulayarak çürüme sürecini uzatmaktır. Bu amaçla izlenecek politikaları şöyle sıralayabiliriz: 1- Kırsal alanda kütük ev yapımını teşvik etmek, 2- İnşaat sektöründe ahşap kullanımını özendirmek 3- Kâğıt ve selüloz endüstrisinde olduğu gibi, lif levha ve yonga levha endüstrisinde de geri dönüşüme uygun teknolojilere yönelmek, 4- Bugün için hayalî görünse de, tüketim fazlası orman ürünlerini toprak altına gömerek orada ayrışmasını sağlayarak, mineral toprak içindeki karbon miktarını yükseltmektir. Avrupa Birliği’ne üye 15 ülkenin (EU-15) orman alanı 115 milyon hektar iken, Avrupa’nın toplam orman alanı 1.039 milyon hektardır. AB Beyaz Sayfa Raporunun yenilenebilir enerjiler başlığında 2010 yılında Avrupa’da biyokütle-yakıtlı bileşik ısı ve güç santrallerinin kapasitesinin 20.000 MWe olacağı tahmin edilmektedir. EU-15’e üye olmayan Avrupa ülkelerinden (özellikle Estonya, Latvia ve Litvanya) EU-15 ülkelerine yıllık yaklaşık 50 PS/yıl ölçüsünde büyük bir odun (orman artıkları) ticareti (özellikle Danimarka, İsveç ve kısmen Finlandiya) yapılacaktır. Bu biyokütle ticareti özellikle işlenmemiş ürünler olan odun artıkları ve hızar talaşı yerine, yüksek enerji yoğunluğu içeren odun yakacakları olarak odun peletleri ve briketleri biçiminde olacaktır (Duygu, 2003). Orman biyokütlesi, fosil enerji kaynaklarının, örneğin petrolün kullanımı ile oluşan problemlere bir çözüm olarak “yeşil enerji” ürünlerini sunar. Bu bağlamda, orman biyokütlesi gelecekte biyoyakıtın önemli bir kaynağı olarak da kullanılabilecektir. Bu nedenle, orman kökenli sektör Avrupa için daha fazla gereksinim duyulan yenilenebilir enerjinin sağlanmasında, özellikle AB’nin bu bölgede “yeşil enerji” kaynaklarının teşvik edilmesinde büyük önem taşıyacak etkin bir rol oynayacaktır (Aydın ve Babalık, 1986). Orman kökenli sektör odun liflerini ve “yeşil” kimyasalları birlikte kullanarak enerji üretiminde çok etkin bir platform oluşturacaktır. Bunun bir parçası olarak, “biyo-rafineri” konsepti; odunun kağıt, “yeşil kimyasallar”, biyoyakıtlar ve “yeşil enerji” üretiminde yeni bir denge unsuru olmasını öngörmektedir. Sektör, bu bağlamda, endüstriyel işlemlerde bir “yan ürün” olarak ve daha geniş kullanımı ile de yöresel ısı kaynağı olarak artan miktarlarda enerjiyi iletme potansiyeline sahip olacaktır (Skytte, Meibom and Henriksen, 2006). 67 • DOSYA: HAVA Son yıllarda karşılaşılan petrol krizleri, marjinal tarım alanlarındaki artışlar ve küresel iklim değişiklikleri, kısa rotasyonlu ormancılığa olan ilginin artmasına neden olmuştur. Bu konuda çeşitli orman ağacı türleri ile araştırma çalışmaları yapılmakla beraber, biyokütle üretimine en uygun türler olarak kavak ve söğütler öncelik almıştır. Kimi Avrupa ülkelerinde, uygun yetişme ortamlarında yüksek miktarlarda biyokütle hasılası sağlayan kavak melez türlerinin (Populus deltoides x Populus nigra, P. deltoides x P. trichorcarpa) indirekt sistemleri için, yaprak karakteristikleri ve büyüme özellikleri ile biyokütle üretimleri arasındaki ilişkiler araştırılmaktadır (Marron ve ark., 2007). ABD’de 0.18 x 0.18 m ile 2.0 x 2.0 m arasında değişen farklı dikim sıklıklarında melez kavak klonları ile tesis edilen plantasyonlarda 5. yıl sonunda 32 ton/ha ile 94 ton/ ha arasında fırın kurusu odun üretilmiştir (De Bell ve ark., 1992). • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Yeni ahşap yapı sistemleri çok üstün ısı yalıtım özelliklerini ve yenilenemeyen yapı malzemelerinden daha az enerji üretimini gerektirir. Bu durum odunun daha büyük ölçülerde kullanımını sağlar. Odun ve liflerin diğer malzemeler, sektörler ve teknolojiler ile yeni, yüksek katma değerli ürünler ve hizmetler sağlayan geliştirilmiş işbirliği olanakları sağlanır. Araştırma alanları olarak, örneğin gen ekonomisi ve /veya genetik mühendisliği ile fonksiyonel ağaçların geliştirilmesi (yeni yetişme ortamlarına daha iyi uyum sağlanması, daha dayanıklı odun, daha az lignin içeriği vd.) nano teknolojinin kullanılması, biyo-teknoloji ve mikro-elektronikler ile yeni ürün fonksiyonlarının sağlanması, örneğin yüzey özellikleri ve orman planlaması ve yönetiminde karar verme aracı olarak uydu görüntülerinden ve modellerden yararlanmaktadır. Araştırmalar ile uygun mühendislik materyali olarak onun pazar potansiyelinin artırılması sağlanacaktır (Tokamanis, 2005). Avrupa Komisyonu Ocak 2007’de Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildirinin amacı, daha düşük karbonlu sürdürülebilir bir ekonomi oluşturmak, alternatif enerji kaynaklarına yapılan yatırımları desteklemek için bir yol haritası belirlemektir. Avrupa Komisyonu’nun bu bildirisi sonucunda Avrupa Konseyi de Mart 2007’de yaptığı toplantıda; 1. 2020 yılına kadar sera gazı salınımlarının (1990 seviyesine göre) en az % 20 azaltılması, 2. 2020 yılına kadar enerji verimliliğinin % 20 artırılarak enerji kullanımının % 20 azaltılması, 3. 2020 yılına kadar yenilenebilir enerjinin toplam enerjideki payının % 20’ye çıkarılması, 4. 2020 yılına kadar ulaşımda kullanılan biyo-yakıt oranının % 10’a yükseltilmesi hedeflenmiştir. Öte yandan, biyo-yakıtların kullanılan toplam petrol içindeki payının 2010 yılı hedefi % 5.75 olarak belirlenmiştir. Ancak, bütün Avrupa Birliği (AB) ülkeleri aynı duyarlılığı göstermediği için bu orana ulaşmak zor görülmektedir. 2005 yılında biyo-yakıtlar içinde biyo-dizelin oranı % 81.5, biyo-etanolün oranı % 18.5 olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılı hedefini yakalamada biyokütle enerjisinin rolü büyük olacaktır. 2007 yılında biyo-yakıtlardan 102 milyar kWh elektrik enerjisi üretilmiştir. Bu oran geçmiş beş yıla göre % 100’lük bir • 68 artış demektir. Biyokütle enerjisi son yıllarda doğrudan bina ısıtmalarında da kullanılmaya başlanmıştır. AB, 2020 yılında üç % 20 hedefine ulaştığında, yeşil enerji üzerinde çalışan 2.8 milyon kişi olacağı; ayrıca, AB’nin millî gelirler ortalamasının % 1 artacağı, elektrik fiyatlarının % 7 oranında düşeceği ve doğalgaz ithalatının % 16 oranında azalacağı tahmin edilmektedir. Ülkeler bazında düşünüldüğünde yeşil enerji üzerine 1.4 milyon kişi çalıştıran Almanya’nın en kârlı çıkan ülke olacağı düşünülmektedir. Kârlı çıkacak diğer ülkeler ise orman ve çiftçilikten elde edilen atıkları biyo-yakıt yapımında kullanan ülkeler olan Finlandiya, İsveç ve Letonya olacağı beklenmektedir (Biçer, 2009). Sürdürülebilir, güvenli ve rekabetçi enerji için Avrupa’nın tehditlere ortak yanıt vermesinin zorunlu olduğunu kaydeden Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, “Avrupa dünyaya yeni, hatta belki de sanayi-sonrası diyebileceğimiz bir devrimle, düşük karbonlu bir ekonominin geliştirilmesinde öncülük etmeli” dedi. Avrupa Komisyonu’nun hedefi, yarım milyar Avrupalının enerjilerini kıtada istedikleri şirketten alabilmelerini sağlamaktır. 10 yıldır bu alanda sarf edilen çabalara rağmen hiçbir ülkede tam anlamıyla rekabet sağlanmadığı görüşü yaygındır. Bunun için enerji şirketlerinin üretici ve dağıtıcı olarak bölünmesi öngörülüyor. Komisyon, öncelikle AB enerji politikası açısından iki önemli konuya vurgu yapıyor; bunlardan biri enerji arz güvenliği, diğeri de iklim değişikliği sorunu. Avrupa Çevre Ajansı Proje Direktörü Ethem Karakaya, raporda bu iki konunun vurgulanmasının temel nedenini şöyle açıklıyor: “Avrupa Komisyonu’nun geleceğe yönelik yapmış olduğu enerji projeksiyonları, enerji kullanımında önemli artışın olacağını gösteriyor. Daha da kaygı verici olanı ise, bu enerji talebini karşılamak için ithalata bağımlılıkta önemli bir artışın öngörülüyor olması. Yani, bugünkü eğilim ve politikaların devam etmesi durumunda, şu an için % 50 olan enerjide dışa bağımlılığın, 2030 yılına gelindiğinde % 65 olacağı bekleniyor. Bu durumda, Avrupa’da enerji arzı güvenliği sorununu gündeme getiriyor.” Bilim insanları, küresel ısınmanın insanoğlunun karşılaşacağı en büyük çevresel problem olduğu ve sürenin daraldığı konusunda aynı görüşü paylaşıyor. Bu yargı Avrupa Birliği tarafından da kabul görüyor. MAYIS 2011 - SAYI 135• Bu bağlamda asıl sorunun enerji talebinde önemli artış öngörülürken, sera gazı emisyonlarının Kyoto hedeflerinden daha aşağılara nasıl çekileceği konusu olduğunu söyleyen Karakaya, Komisyon’un mevcut durumun sürdürülebilirlik açısından yeterli olmayacağını düşündüğünü ve yeni bir sanayi devrimine yol açacak “düşük karbon ekonomisine” geçişin altyapısını oluşturacak politikaları ve yol haritasını belirlediğini dile getiriyor (Tokat, 2007). Avrupa Birliği (AB), uluslararası çevre yükümlülüklerine uymak amacıyla dünyanın ilk Emisyon (salım) Ticaret Programı’nı devreye soktu. Karbondioksit (CO2) ve diğer beş gazın ticaretine izin veren program resmî olarak 1 Ocak 2005’te başladı. Program, bir şirketin doğaya salabileceği sera gazlarının miktarına kısıtlama getiriyor; ancak işletmeler açık piyasada (sera gazları) kota tahsislerini alıp satma hakkına sahip olacak. Salım Ticaret Programı (STP), Avrupa’nın karbondioksit salımlarının yaklaşık yarısını yapan 12.000 tesisi kapsıyor. AB bu programı, 1997 Kyoto İklim Değişikliği Protokolü kapsamında sera gazlarının miktarını azaltma anlaşmasının bir bölümünü yerine getirmek amacıyla başlattı. AB, Kyoto Protokolü kapsamında üstlendiği yükümlülükleri karşılamaya gayret ediyor; salım ticareti de Birliğin çevreye karşı sorumluluklarına ne derece bağlı olduğu konusunda vereceği ilk sınav olacak. Sanayileşmiş ülkeler, Kyoto Protokolü kapsamında, 2008 ile 2012 yılları arasında 6 temel sera gazı salımlarının toplamını 1990 seviyelerinin altına indirmekle yükümlü bulunuyor. Ulusal Tahsisat Planları, üye ülkelerin toplam salım miktarlarının şirketlere ne oranda dağıtılacağının saptanmasına yardımcı oluyor. Bu, ilk ticari dönem olan 2005-2007 arasında her üye ülkenin payına düşen toplam salım miktarı ile STP’nin kapsamı altına girecek işletme sayısını öngörme zorunluluğu getiriyor. Buradaki temel fikir, üye ülkelerin ulusal tahsisat planlarına göre enerji ve sanayi sektörlerindeki salım miktarlarının sınırlanması, böylece işlevsel bir pazarın oluşması, sonuçta da salım azatlımı hedeflerinin sağlıklı bir biçimde hayata geçirilmesini kapsamaktadır. STP, Avrupa Birliği’nin 25 ülkesindeki 12.000 in üzerinde enerji ve sanayi tesisini kapsıyor. Tesis sayıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Program kimi küçük ülkelerde 50-4000 arasında tesisi kapsamına alırken, kimi ülkelerde de 1.000 ile 2.500 arasında tesis program kapsamına girmektedir. 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren her firma salım rakamlarını izleyecek ve her yılın sonunda denetçi kuruluşun onayına sunulacak bir yıllık rapor hazırlayacaktır. Bu, firmalara finansal problemler yaşamamak için her yıl raporlayarak teslim edecekleri salım miktarlarından emin olma zorunluluğunu getirecektir. Üye ülkeler ise her yılın Şubat ayı sonunda salım tahsisat miktarlarını yayınlayacaklardır. Bu da ülkelere firmalardan doğru beyan almak için sıkı denetim yapma zorunluluğunu getirecektir. Her üye ülke aynı zamanda AB Komisyonu’na konuyla ilgili düzenli yıllık rapor sunmak zorundadır. Program bu şekliyle bünyesinde sıkı bir denetim mekanizmasını da taşımaktadır. AB Komisyonunda salım ticareti ile ilgili bir veri merkezi işlevi görecektir. Komisyon üye ülkelerden gelen raporlar doğrultusunda birlik ölçeğinde yıllık rapor hazırlayacaktır. Bu işleyiş zinciri STP’nin işlev ve performansına yön verecektir. Salım ticaretinde birim fiyatlar süreç açısından en önemli konulardan birisidir. AB Komisyonunun salım tahsisat fiyatlarının ne olması gerektiği konusunda herhangi bir görüşü bulunmuyor. Fiyatı, serbest piyasanın diğer alanlarında olduğu gibi arz ve talep dengeleri belirleyecektir. Pazarın aracı kuruluşları salım tahsisatları için fiyat belirlemeye başladılar. Komisyon, tahsisat pazarına herhangi bir müdahalede bulunmuyor ki bu tavır diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da rekabet hukukuna uygun düşüyor. Salım ticaret piyasalarında 4 Ocak 2005’te ilk resmî alım 69 • DOSYA: HAVA Dünyada küresel ısınma ile mücadeleyi amaçlayan Kyoto Protokolünün öngördüğü üç mekanizmadan (Ortak Uygulama, Temiz Kalkınma Mekanizmaları ve Salım Ticareti) biri olan Salım Ticareti Programı küresel iklim değişikliği ile mücadelede bir köşe taşı özelliğini taşıyor. Program, dünyada karbondioksit emisyonları (salımları) ile ilgili ilk uluslararası ticaret sistemi olarak biliniyor. Avrupa’nın karbondioksit salımlarının yarıya yakınını temsil eden 12.000 tesisi kapsayan STP’nin amacı AB üye ülkelerinin Kyoto Protokolü’nün gereklerine uyabilmelerine yardımcı olmaktır. Salım ticareti yeni çevresel hedefler anlamına gelmekten ziyade, Kyoto Protokolü’nün öngördüğü hedeflere uyum için ucuz çözümler sunuyor. Ülkelerin ya da firmaların salım tahsisatı ticareti yapmaları, söz konusu hedeflere en ucuz maliyetle ulaşılması amacını taşımaktadır. Bu bakımdan STP, diğer önlemlerin hayata geçmesi için büyük önem arz ediyor. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM satım işlemlerinde karbondioksitin salım fiyatı ton başına 8.40 € (Avro) olarak gerçekleşmiştir (Anonim, 2005). Günümüzde insanlığın yaşamını sürdürüş biçimi yüzünden, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna geldiğimizde, sanayi öncesi dönemle kıyaslandığında küresel ısıda yaklaşık 7 derecelik bir artış oluşacaktır. Bu ısı artışı, 15.000 yıl önce yaşanan buz devrinden sonraki dönemde gerçekleşen ısı artışından daha fazla ve daha büyüktür. O dönemde dünya ısısı ortalama 5 derece arttı, ancak bu artış 5.000 yıldan fazla bir zaman aldı. Bu değişim doğal nedenlere bağlı idi. Ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki iklim değişikliği insan eliyle gerçekleşiyor. İnsan, çok miktarda fosil enerji kullanıyor, diğer bir deyimle kömür, petrol ve gaz yakıyor. Çok fazla ormanı yok ediyor, tarlaları ve çayırları yanlış yöntemlerle işleyerek iklime zarar verici bir tarım işletmeciliğini yürütüyor. Eğer bu durum değişmezse, önümüzdeki dönemlerde, bugün 7 milyar olan insan nüfusunun yaklaşık onda biri, deniz seviyesi yükseleceği için yaşama alanlarını terk etmek zorunda kalacaktır. Bu büyük tehlikenin farkına varılmasına rağmen önüne geçilememiştir. 1992 yılında Rio de Janerio’da toplanan dünya zirvesi bu yöndeki ilk adım olarak, uluslararası hukuk temelinde alınan bir kararla sera gazı yoğunluğunu düşürerek “iklim sisteminin olumsuz etkilenmesini önleme amacını kararlaştırmıştır. Beş yıl sonra kırka yakın sanayi ülkesi ve eski Doğu Bloku ülkeleri tarafından imzalanan Kyoto Protokolü ile iklimi etkileyen gazların salımının azaltılması ya da en azından sınırlandırılmasına karar verilmiştir. Ne var ki Rio’da 1992’de verilen söz de, Kyoto’da edilen yemin de bugüne kadar etkili bir sonuç sağlamamıştır. İklimi etkileyen gazlar içinde en önemlisi olan karbondioksit (CO2) Rio Konferansı’ndan bu yana yaklaşık üçte bir düzeyinde artarak yılda 3 milyar ton gibi bir miktara yükseldi. Kyoto Protokolü’nün emisyon azaltımı görevi yüklediği sanayi ülkelerinin iklim gazı salımları 1990’dan bu yana toplamda azalmadı, hatta küçük miktarda artış bile gösterdi. ABD dahil olmak üzere sanayi ülkeleri bugün yeryüzündeki toplam emisyonun yarısından sorumludurlar. Bu ülkeler emisyon salımlarını tamamen durdursalar bile CO2 salımının kontrolünde iki derecelik hedefin sağlanması garantili değil, çünkü gelişmekte olan ülkelerin emisyon salımları sürekli bir yükseliş içindedir. Bugün • 70 insanlığın bir iklim felaketine doğru hızla yol aldığını söylemek abartı olmaz. Tehlike bu kadar büyükse, neden sorunun çözümü için yeteri ölçüde üzerine gidilmiyor? Temelde bunun yanıtı basit: Buradaki sorun iklim değişikliği ile mücadelede başvurulması gereken teknik yol ve yöntemlerin bilinmemesinde değil, enerjinin kullanımında verimliliğin gözetilmesi, fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerjilere yönelinmesi ve yaşam tarzında değişiklik yapılması çözümün anahtarlarıdır. İklim araştırmacıları, iki derecelik ısı artışının etkilerinin iyi kötü dengelenebileceği konusunda ortak görüşe sahiptirler. İki derece sınırı, 100’den fazla ülke tarafından ulaşılacak bir hedef olarak görülüyor ve G8 ülkeleri de İtalya’da L’Aquila’da yaptıkları zirve toplantısında bu hedefi benimsediler. Bu hedefe iyi kötü ulaşılması demek, insanlığın 2050 yılına kadar kullandığı, ekonomik olarak çıkarmaya değer fosil yakıt miktarının dörtte biriyle yetinmesidir. Bu da hiç alışık olmadığımız biçimde ve olağanüstü derecede kendimizi kontrol altına almamız gerektiği anlamına geliyor. Diğer bir deyişle: Önümüzdeki kırk yıllık dönem içinde insanlığın elinde toplam 750 milyar tonluk daha CO2 “emisyon bütçesi” var; mevcut CO2 salımı dikkate alındığında daha bu sürenin yarısına gelmeden bu bütçe eriyip gidecektir. “Yükün dağılımı” konusunda yaşanan kavga, bugün kamuoyunda tartışılan iklim politikası, aslında eldekinden vazgeçme kapsamında ele alınıyor. Aslında dikkat edilmesi gereken konu, iklim dostu ekonominin getirdiği yeni olanaklar olmalıdır. ABD dahil olmak üzere sanayi ülkeleri bugün yeryüzündeki toplam emisyonun yarısından sorumludurlar. Bu ülkeler emisyon salımlarını tamamen durdursalar bile, CO2 salımının kontrolünde iki derecelik hedefin sağlanması, gelişmekte olan ülkelerin emisyon salımlarının sürekli yükseliş içinde bulunması nedeniyle garantili değildir. Bu nedenle de bu hedefe ulaşılması, ekonomik atılım içindeki, özellikle de büyük nüfuslu Çin ve Hindistan’ın işbirliği yapmasına bağlı olmaktadır. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Çin’de kişi başına CO2 salımı 4,3 tonla, Hindistan’da 1,1 tonla ABD’nin (19 ton) ya da Almanya’nın (10 ton) belirgin biçimde altındadır. Ayrıca bir de bugünün ileri sanayi ülkelerinin, dünya nüfusunun sadece % 20’sini oluşturmasına karşın, sanayileşmeden bu yana atmosfere salınan CO2 miktarının dörtte üçünden sorumlu olması gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Oysa insanlığın MAYIS 2011 - SAYI 135• yoksul çoğunluğu bugüne kadar iklim sorununun ortaya çıkmasında pek de pay sahibi değildir. Dünya İklim Konseyi IPPC’nin tavsiyesi, sanayi ülkelerinin 1990 yılına kıyasla 2020’ye kadar emisyonlarını % 25-40 arası azaltmaları şeklindedir. Sanayi ülkeleri içinde en çok emisyonun sorumlusu olan ABD, IPPC’nin açıkladığı rakamların kaldırılması pek olası olmayan bir yük getirdiği düşüncesindedir. Almanya ise emisyon miktarını üst sınır olarak beklenen % 40 düzeyinde azaltma hedefini benimsedi, ayrıca bu hedefe ulaşılması da olası görülüyor. Çünkü Almanya şimdiye kadar bunun yarısını gerçekleştirmiş durumdadır. Almanya’nın bugün saldığı emisyon, 1990 yılına göre % 20 daha azdır. Görünen o ki, Almanya Kyoto hedefini (2012 yılına kadar 1990’a göre % 21’lik azalma) başka ülkelerin emisyon hakkını satın almaya gerek duymadan tutturacak az sayıdaki ülkelerden biri olacaktır. Almanya, benimsediği % 40’lık hedefe ulaşmak için yeni siyasi kararlara gerek duyuyor. İki sivil toplum örgütü olarak Germanwatch ve CAN (Climate Action Network Europe) 2008 sonunda dünyada en çok CO2 emisyonuna neden olan altmış kadar ülkenin durumunu değerlendirdi. Bu değerlendirmede ödüllendirmeye değer bir ülke çıkmadı; ancak İsveç ve Almanya bu alanda en ileri ülkeler olarak ilk sıraları aldılar. Almanya’nın bu iyi sonucu almasında önemli bir etken iki Almanya’nın birleşmesidir. Eski Doğu Alman devletinde emisyon yoğun üretimin son bulmasıyla CO2 emisyonlarında hızlı bir azalma gerçekleşti. Kimi gözlemciler bu durumu, Almanya’nın kucağına gökten düşen bir başarı “Wall-fall-profit” olarak adlandırdılar. KAYNAKLAR Anonim, 2005. AB Sera Gazları Ticaret Programını Başlattı. Global Enerji Dergisi, Şubat 2005, 48-50, İstanbul. Asan, Ü., Destan, S., Özkan,Y. 2006. Küresel Isınmanın Önlenmesinde Ormanların Rolü ve Önemi. Türk Ormancılığında, Uluslar arası Süreçte Acil Eyleme Dönüştürülmesi Gereken Konular, Mevzuat ve Yapılanmaya Yansımaları Sempozyumu, 22-24 Aralık 2005, 231-241, Antalya. Aydın, S., Babalık, H. 1986. Enerji Ormanlarının Önemi, Stratejisi, Plan ve Proje Düzenleme Teknikleriyle Uygulama Esaslarının Gözden Geçirilmesi. OGM Ağaçlandırma ve Silvikültür Daire Başkanlığı, Enerji Ormanları Şube Müdürlüğü, 9 s., Ankara. Biçer, M., 2009. Yenilenebilir Enerjide AB’nin Yol Haritası. Global Enerji Dergisi, Kasım 2009, Sayı:63, 36-38., İstanbul. Clausen, R.M., and Gholz, H.L., 1998. Carbon and Forest Management. USDA Forest Service. De Bell D.S., Clendenen , G.W., Zasada, J.C., 1992. Wood biomass production of Populus clones under five short-rotation density and harvest regimes. USDA Forest Service, Pasific Northwest Research Station, Forestry Sciences Laboratory, Olympia-Washington, 12 p. Duygu, E., 2003. Biyokütle ve Enerjisi. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Dergisi, Sayı:412. Maron, N., Dillen, S.Y., Ceulemans, R., 2007. Evaluation of leaf traits for indirect selection of high yielding poplar haybrids. Environmental and Experimental Botany, 61, 103-116. OGM, 2009. Yenilenebilir Enerjide Orman Biyokütlesinin Durumu. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Biyoenerji Çalışma Grubu Raporu, Haziran 2009, 133 S., Ankara. Saraçoğlu, N. 2010. Küresel İklim Değişimi, Biyoenerji ve Enerji Ormancılığı. Efil Yayınevi, 300 S., Ankara. Skytte, K., Meibom, P., Henriksen, J., 2006. Electricity from biomass in the European Union with or without biomass import. Biomass&Bioenergy, 30(2006), 385-392. Tokamanis, C., 2005. Innovative and sustainable use of forest resources. Vision 2030. A technology platform initiative by the European forest-based sector. 15 February 2005, Brussels. Tokat, S. 2007. Avrupa Küresel ısınmaya Çözüm Buldu : Post sanayi Devrimi. Global Enerji Dergisi, Şubat 2007, 15-18, İstanbul. White, R.M., 2002. Sequestering Carbon Emissions in the Terrestrial Biosphere. Washington Advisory Group LLC. 71 • DOSYA: HAVA Ancak Almanya’nın başarısını yalnız bu etkene bağlamak haksızlık olur. Başarının arkasında özellikle “Yenilenebilir Enerjiler Yasası” nın 66. Maddesi yatıyor. Bu madde; güneş, rüzgâr, su ve biyokütle gibi yenilenebilir kaynaklardan enerji üretenlere, en yüksek getiri uygulamasıyla, piyasada rekabet edebilme olanağı sağlıyor. Gıpta edilecek durum, pek güneşli olmayan Almanya’nın fotovoltaik enerji tesislerinin kurulmasında dünyada birinci sıraya ve rüzgâr enerjisinde ise ABD’den sonra ikinci sıraya çıkma başarısını göstermiş olmasıdır. Bugün Almanya’da 20.000 rüzgâr çarkı dönmekte, elektrik piyasasında % 15’lik düzeye ulaşılmakta ve 280.000 kişiye iş olanağı sağlanmaktadır. 1990’lı yıllarda çıkarılan “Yenilenebilir Enerjiler Yasası”nın itici gücü olmasaydı “yeşil” enerjilerin durumu bugün çok daha gerilerde olurdu. Yeşil teknoloji ve uygulamaları tüm ülkeler için gelecekte ekonomik başarıyı da belirleyecek önemli büyük bir gelişimdir (Saraçoğlu, 2010). HAVA KİRLİLİĞİ VE ALINABİLECEK ÖNLEMLER İBRAHİM PEKER Prof. Dr., Erciyes Ünv. Çevre Müh. Böl. Bşk. 1. Giriş A tmosferi meydana getiren gazların karışımlarından oluşan hava, canlı organizmanın yaşam sürecindeki en önemli öğelerden biridir. Bir insanın günde yaklaşık olarak 2.5 l su, 1.5 kg besin, 10 – 20 m3 hava gereksinimi vardır. Açlığa 60 gün, susuzluğa 6 gün dayanabilen insan, havasızlığa ancak 6 dakika dayanabilmektedir. Hava kirlenmesinin geniş anlamda tanımını, “Havanın doğal yapısında bulunan esas maddelerin yüzde miktarlarının değişmesi veya yapısına yabancı maddelerin girmesi sonucu insan sağlığını ve huzurunu bozan, hayvan, bitki ve eşyaya zarar verecek derecede kirlenmiş olan havadır” şeklinde yapabiliriz. 2. Hava Kirliliğinin Kaynakları Orman yangınları, volkanik patlamalar, bataklıklarda anaerob bakterilerin kompleks organik maddeleri hidrolizi sonrasında ortama verilen; karbondioksit, metan vb. gibi gazların atmosfere yayılması gibi doğal olaylar nedeni ile atmosfer hiçbir zaman tertemiz olmamıştır. İbrahim Peker, Hava Kirliliği ve Alınabilecek Önlemler, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 72-75. • 72 Prehistorik devirde ateşin bulunması ile başlayan atmosferik kirlilik 20. yüzyılın ortalarından itibaren patlama noktasına varan endüstrileşme, kırsal alanlardan kentlere yönelik büyük insan göçü hava kirlenmesi olayının boyutlarını, bazı epizotlara (Epizod: Hava kirliliğinin anormal ölçülerde artması ve bu seviyede birkaç gün kalması sonucunda hastalıkların ve ölümlerin artması olayıdır.) sebep olacak ölçüde büyütmüş- MAYIS 2011 - SAYI 135• tür. Örneğin; 1952 yılında Londra’da yaşanan epizotta 4000 kişi hayatını kaybetmiştir. Hava kirliliğinin boyutları özellikle teknolojik gelişme ve fosil kaynaklı yakıtların kullanılması ile hızla artmıştır. Hava kirliliği temel olarak; volkanik patlamalar, orman yangınları gibi doğal kaynaklardan ve insan aktivitelerine bağlı olarak oluşabilen yapay kaynaklardan meydana gelmektedir. 2.1 Yapay Kaynaklar İnsan faaliyetleri sonucunda oluşan yapay kirlilik kaynakları iki şekilde sınıflandırılır. I. Sabit Kaynaklar, bunlar ısınma ve üretim amaçlı faaliyetlerin yapıldığı yerlerdir. II. Hareketli Kaynaklar, ise taşımacılık amacı ile kullanılan araçlardır. Diğer bir sınıflandırma ise; A. Nokta Kaynaklar B. Alan Kaynaklar, şeklinde yapılabilir. rudan doğruya çıkan bileşiklerdir. Kükürt Dioksit (SO2), Hidrojen Sülfür (H2S), Azot Monoksit (NO), Azot Dioksit (NO2), Karbon Monoksit (CO), Karbon Dioksit (CO2), Hidrojen Florür (HF), Partiküller, vb. 3.1.2 Sekonder Kirleticiler: Atmosferde sonradan oluşan kirletici bileşiklerdir. Kükürt Trioksit (SO3), Sülfürik Asit (H2S04), Aldehitler, Ketonlar, Asitler, Endüstriyel Duman, vb. 3.2 Kaynaklarına Göre Kirleticiler 3.2.1 Doğal Kaynaklardan Oluşan Kirleticiler: Deniz yosunlarının ortama verdiği gazlar, yanardağ veya orman yangınlarından atmosfere yayılan zararlı bileşikler, doğadaki biyolojik değişimler sırasında açığa çıkan karbon oksitler, metan, vb. 3.2.2 Yapay Kaynaklardan Oluşan Kirleticiler: Fosil kaynaklı yakıtların (odun, kömür, benzin, fueloil gibi) yanması sonucunda ortaya çıkan; Partiküller, Kükürt Dioksit, Azot Oksitleri, Karbon Oksitleri, Kurşun, Hidrokarbonlar, vb. 3.3 Kimyasal Yapılarına Göre Kirleticiler Evsel kaynakların hâkim olduğu kentsel alanlardaki bacalar ve taşıt egsozları alan kaynakları, büyük endüstriyel tesisler ise nokta kaynakları meydana getirir. 3.3.1 İnorganik Gazlar: Azot Oksitler, Karbon Oksitler, Kükürt Oksitler, diğer anorganikler (Florür, Klorür, Amonyak, vb.) 2.1.1 Yapay Kaynaklardan Oluşan Kirliliği Etkileyen Faktörler 3.3.2 Organik Gazlar: Hidrokarbonlar, Aldehitler, Ketonlar ve diğer organikler (Benzen, Benzo-pyrene) A. Meteorolojik Faktörler: Sıcaklık, basınç, yağış, rüzgâr, nem ve güneş radyasyonudur. 3.3.3 Partiküller: Katı partiküller (toz, duman, kül, karbon, kurşun, asbest), sıvı partiküller (sis, duman, yağ ve asitler) B. Konum ve Topografik Yapı: Hâkim rüzgârlara açık olmayan alanlar üzerinde yeterli hava hareketleri olmayacağından, hava kirlenmesinin artması söz konusu olacaktır. C. Plansız Kentleşme ve Yeşil Alanların Yeterli Miktarda Bulunmaması: Kırsal kesimlerden kentlere aşırı göçün getirdiği plansız yerleşimin de bir sonucu olarak, yeşil alanların zaman içinde önemli ölçüde azalması söz konusudur. D. Kullanılan Yakıtlar: Hava kirliliğini etkileyen faktörlerin en önemlisini ısınma veya ulaşım amacı ile kullanılan yakıtların kalitesi teşkil eder. E. Kullanılan yakıt ve proseslere yönelik uygun teknolojilerin seçilmesi. 3. Hava Kirliliğini Oluşturan Kirleticiler 3.1 Kaynaktan Çıkışlarına Göre 3.1.1 Primer Kirleticiler: Bunlar kaynaktan doğ- Özellikle yapay kaynaklardan dış ortama verilen kirleticilerin yıllık miktarları, birkaç yüz tondan milyonlarca tona kadar ulaşmaktadır. Bunlar oluştukları alan ve miktarlarına bağlı olarak, değişen ölçülerde etki meydana getirirler. Havaya karışan kirleticilerin insanlarca solunması (doğrudan doğruya maruziyet), havadan toprak, bitki, hayvan ve diğer çevresel ortamlara geçerek biriken kirleticilerin içme suyu ve besin zincirine karışmaları (dolaylı maruziyet) ile vucuda giren kimyasalların birikimi ve emilimi sonucunda meydana gelen olumsuz sağlık etkileri hava kirliliğinin en önemli etkisidir. Hava kirliliği, çevrenin bir parçası olan eşyalar üzerinde de olumsuz etki gösterir. Örnek olarak; havada rutubetin artması ile ortamda bulunan kükürt veya azot oksitlerin kimyasal reaksiyonu sonucunda oluşan asitlerin, binalara ve sanat eserlerine yaptıkları tahribat gösterilebilir. Aşırı miktarlarda atmosfere verilen karbondioksitin küresel ısınmayı arttırması, mevsim değişikliklerine neden olması (sera etkisi) sonu- 73 • DOSYA: HAVA Hava kirliliğini meydana getiren kirleticiler aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir. 4. Hava Kirliliğinin Etkileri; Taşınma ve Birikim • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM cunda eko sistem üzerinde meydana gelen olumsuz değişiklikler de bir başka örnek olarak verilebilir. 4.1 Taşınma Hava kirleticileri, yoğunluklarının çok az olması nedeniyle çok hızlı hareket edebilme özelliğine sahiptirler. Buna bağlı olarak uygun meteorolojik koşullar altında, bir kaynaktan dış ortama verilen kirletici gaz ve tozlar, hava akımları vasıtasıyla dağılarak, kirleticilerin seyrelmesi sonucunda kaynak ve çevresindeki hava temizlenir. Bunun yanı sıra bu kirliliğin hava hareketleri ile kentler, ülkeler hatta kıtalar ötesi taşınması mümkündür. Bu taşınma sırasında kirleticiler, taşınma mesafesi üzerindeki alanlarda da etki gösterirler. Başlangıçta kirliliğin, kentsel alanlardan taşınımı düşünülürken daha sonraları bu mesafenin yüzlerce kilometreden binlerce kilometreye kadar uzandığı belirlenmiştir. Taşınma menziline göre taşınma periyodunda da değişim söz konusudur. Kaynaklarından çıkan kirleticiler; atmosferik hava hareketleri ile, kentsel alana birkaç saat, bir kentten diğerine birkaç gün, bir ülkeden diğer ülkeye birkaç yıl, dünya çapında ise 10 yıl periyodunda dağılarak etkileşim gösterirler. Uzun menzilli taşınmalarda söz konusu olan kirleticilere; radyoaktif bulutlar, orman yangını tozları, volkanik dumanlar, çöl tozları, karbondioksit, kloroflorokarbonlar, vb. gazlar örnek olarak verilebilir. Ülkelerarasında taşınabilen kirleticilere örnek olarak; kükürt oksitleri, azot oksitleri ve partiküler madde gibi atmosferdeki kalış süreleri, birkaç günden birkaç haftaya kadar değişen kirleticiler gösterilebilir. 4.2 Birikim Kirleticiler atmosferde bir süre taşındıktan sonra; çökelme, seyrelme, kimyasal reaksiyonlara girme gibi değişik proseslerle atmosferden uzaklaşarak yeryüzünde toplanırlar. Bu olay “Birikim” olarak tanımlanır. Bu kimyasal dönüşüm sonucunda kirleticiler ortaya çıkmaktadır. Bunlar örneğin, SO4-2, NO3-1 oksidant, sülfürlü azotlu bileşiklerden oluşan organik aerosollerdir. Birikim, yaş ve kuru birikim şeklinde sınırlandırılmaktadır. Olayın tümü bir dönüşüm içinde düşünülebilir. Kirleticilerin transformasyonu fiziksel (kuru birikim) olduğu gibi kimyasal (yaş birikim) veya fiziksel, kimyasal ve biyolojik değişim aşamalarının tümünün bir arada gerçekleşimi ile (Dönüşüm ve Uzaklaşma Prosesi = Scavenging Process) mümkündür. Örneğin, kirleticiler partikül yüzeyine tutunarak kuru birikime, kar, yağmur, dolu, çiğ gibi hidrometoorlarla yaş birikime uğrayarak yeryüzünde birikirler. Atmosferde bulunan ve özellikle fosil kaynaklı ya- • 74 kıtların yakılması sonucunda ortama yayılan azot ve kükürt oksitleri atmosferik nemin etkisi ile asit forma dönüşürler. Bu asit oluşumları; partikül yüzeylerinde tutularak (adsorpsiyon) veya kar, dolu, yağmur gibi hidrometeorlarla birleşerek (asit aerosolleri) yer yüzünde toplanıp atmosferden uzaklaşırlar. Asit oluşumlarının hidrometeorlarla yeryüzünde toplanma prosesine Asit Birikimi (Acid Deposition) adı verilir. 5. Ülkemizde Hava Kirlenmesine Yönelik Olarak Yapılan Çalışmalar Ülkemizde hava kirliliği çalışmaları ilk olarak 1961 yılında Sağlık Bakanlığı bünyesinde, Ankara’da 2 adet yarı otomatik kükürt dioksit ve duman ölçer cihazla başlatılmıştır. 9 Ağustos 1983 tarihinde 2873 sayılı Çevre Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanun; çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanlarda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması, doğal ve tarihsel zenginliklerin korunarak bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık düzeylerini korumak amacıyla alınacak önlemler ve düzenlemeleri kapsamaktadır. Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği; 2 Kasım 1986 tarih ve 19269 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik “Her türlü faaliyet sonucu atmosfere yayılan is, duman, toz, gaz, buhar ve aerosol hâlindeki emisyonları kontrol altına almak, insanı ve çevresini hava alıcı ortamdaki kirlenmeden doğacak tehlikelerden korumak, hava kirlenmeleri sebebi ile çevrede ortaya çıkan umum ve komşuluk münasebetlerine önemli zararlar veren olumsuz etkileri gidermek ve bu etkilerin ortaya çıkmamasını sağlamak amacıyla ve çevre kanunu hükümleri gereğince çıkarılmıştır. Bu yönetmelik; amaç, istisnalar, tanım, hava kalitesi sınır değerleri, hedef sınır değerleri, özel koruma alanlarında bazı hava kirleticileri için özel sınır değerler, kirleticilerin ölçüm ve tesbiti ile ilgili esaslar, izne tabi tesisler için emisyon sınırları gibi hava kirliliği ile ilgili bilgileri kapsamaktadır. Uluslararası kuruluşlar ve ülkelerce yapılan araştırmalar sonucunda hava kirliliğini oluşturan kirleticilerin insan sağlığını olumsuz yönde etkilemeyecek “Güvenirlilik Sınır Değerleri” tespit çalışmaları yapılmış ve elde edilen bu değerlere “Standart Limit Değerler” adı verilmiştir. Aynı paralelde Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’nde de çeşitli kaynaklardan ortama verilebilecek kirleticilere yönelik sınır değerler belirtilmektedir. Hava kirliliğinin boyutlarının tespiti ve kontrol tekniklerinin sonuçlarının izlenebilirliği sürekli ölçümlerle sağlanabilir. Öl- MAYIS 2011 - SAYI 135• çüm sonuçlarını yorumlayabilmek için hava kirliliğini oluşturan kirleticilerin özelliklerinin oluşumlarının, sağlık etkilerinin bilinmesinde yarar vardır. 6. Hava Kirlenmesinin Önlenmesinde Alınabilecek Önlemler Hava kirlenmesinin önlenmesi amacı ile alınacak önlemleri kısa, orta ve uzun vadeli olarak belirtebiliriz. Kısa Vadede Alınabilecek Önlemler A- Yakıt Seçimi: Isınma amacı ile ısı değeri yüksek, kükürt içeriği düşük yakıtların kullanılması. B- Taşıt Araçlarının Kontrolü. - Taşıtlarda kurşun içeriği düşük benzinin kullanılması. - Yanma veriminin arttırılması amacı ile motor bakımlarının sağlanması. - Egzozdaki kirleticilerin minimum düzeye indirilmesinin sağlanması amacıyla katalitik konvertörlerin kullanılması. - Tam yanmayı sağlamak için uygun katalizörlerin kullanılması. C- Yakıt tasarrufunun sağlanması amacıyla ısı izolasyon tekniklerinin azami ölçüde kullanılması. D- Yakma teknolojisi ve enerji tasarrufu konusunda halkın bilinçlenmesini sağlamak üzere eğitim hizmetlerine ağırlık verilmesi. E- Öncelikle hava kirliliğine olumsuz katkılarının kontrol altına alınması zor olan sobalı evler olmak üzere bütün konutlarda iyi kaliteli yakıt dağıtımının düzenlenmesi. F- Kirliliğin aşırı derecede yükseldiği alarm dönemlerinde kullanılmak üzere kaliteli yakıt rezervinin hazır bulundurulması. H- Fuel-Oil yakılan kaloriferli binalarda ısı ölçer cihaz kullanılarak gereksiz ısınmanın önlenmesi. I-Kirlilik konsantrasyonundaki yüksek artışları önlemek için, kaloriferlerin yakma saatlerinin semtlere göre ayarlanması. K- Yanma veriminin arttırılması için soba boruları ve kalorifer kazanlarının alev borularının temizlenmesi. Orta Vadede Alınabilecek Önlemler A- Hâlihazırda mevcut yakıtların kirleticilik vasfını B- Yakma sistemlerinin ıslahı, bu amaçla gerekli standartlar ile yasal mevzuatların uygulanması, teknik kontrol ve belgeleme hizmetlerinin gerçekleştirilmesi. C- Binalarda; azami ısı yalıtımını sağlayacak ekonomik yalıtım önlemlerinin saptanması ve uygulanması. D- Kent imar planının ve bina kat müsaadesinin kentin hâkim rüzgârlarını önlemeyecek şekilde yapılması. E- Yakıt tüketimi fazla olan büyük bina ve kuruluşlardan başlayarak baca filtresi uygulamasına geçilmesi. Uzun Vadede Alınabilecek Önlemler A- Ekonomik ve teknik yönden detaylı incelemeler yapılarak, en azından kirlenmenin çok yoğun olduğu semtlerde elektrikle ısıtma uygulamasının başlatılması. B- Doğal gaz ile ısıtmanın yaygınlaştırılması. C- Merkezi sistem ile ısıtmanın yaygınlaştırılması. D- Bir yandan gaz ve tozun tutulması, diğer yandan hava akımı oluşturarak kirletici maddelerin dağılmasını sağlayacak yeşil kuşak ve alanların tesisi. E- Yeraltındaki ısının; yüksek verimli ısı transfer pompalarıyla alınıp kullanılmasının uygulanabilirliğinin araştırılması. F- Yenilenebilir enerji kaynaklarından olan güneş enerjisinin en temiz enerji kaynaklarından biri olduğu düşünülerek, uygun bölgelerde bu kaynaktan yararlanılmasının sağlanması. KAYNAKLAR 1. Work Kenneth, Warner Cecil F. Air Pollution It’s Origin and Control. 2. World Meteorological Organization.Fact Sheet No:6, February 1990. 3. World Health Organization.Air Quality Guidelines for Europe.European Series No:23 4. Calvert Seymour, England Harold M.Handbook of Air Pollution Technology. 5. Environmental Protection Agency.Indoor Air Quality Implementation Plan. Washington, D.C.June 1987 6. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği 7. Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği (05-05-2009 tarihli ve 27219 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklik işlenmiştir.) 75 • DOSYA: HAVA L- Bacalarından fazla kirletici duman çıkaran binaların kontrollerinin belediyelerce yapılarak yaptırım uygulanması. minimum düzeye indirmek amacıyla uygun teknolojilerin kullanılması. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM DEDENİN GÖBEĞİ ERDAL NOYAN Torunların oyuncağı Dedenin kubbe göbeği Tırman yuvarlan Kocaman avuçların içinde Cılız ellerin kırılgan parmakları Sevgi ve güven ılıklığı Bir de koşabilse peşlerinden Düşürüverecek yaşının İkinci sayısını. • 76 MAYIS 2011 - SAYI 135• SON SÖZ ÜNVER PAZARLI Gözlerin kaçtığım küçük,sığ liman, Dudağın gönlümü yakan bir kordur. Irmaklar utanır,güldüğün zaman, Bir damla gözyaşın felaket olur! Ellerin vedadır,hissiz ve apak… Bir parça umuttur boyun eğişin. Ölümüm sendense zulümü bırak, Mahvıma yeter ”Bu son” deyişin. 77 • BİR SORU GAMZE YAYLAZ Mustafa Kiriş İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni AYDIN Y ağmur yağıyordu usuldan. Soğuk değildi fakat içim üşüyor, içim titriyordu. Kalbim yaşanmamış duyguların pişmanlığı, geç kalınmışlığın hüznüyle acıyordu. Yalnız değildim fakat yalnızmışım gibi konuşuyordum kendimle. Düşünüyordum, nelerin peşindeyiz, neler için endişeleniyor, nelere gülüp ağlıyoruz? Bu soruların cevapları pek de iç ısıtıcı, sıcak duygular değildi ve üşümeye devam ediyordum. Tuttuğum elde bir sıcaklık, bir samimiyet var. Yalnızlık uykusundan uyanıyorum birden. Kaybetmediğim, en azından sahip olmayı başardığım bazı değerler var. Uyanıyorum, fark ediyorum ve şükrediyorum. Paylaşmak istiyorum içimi ısıtabilecek duyguların eksikliğini. Hani diyorum, yaz günlerinin vedasının yaşandığı ılık bir akşamdı. Hani mutlulukla âdeta koşarak yürüyordum o akşam. Saçlarım ılık rüzgârla savruluyordu. Yürümekten yorulmuyordum. İçimde, şimdi sahte olduğunu anladığım, sıcaklıklar vardı. Birden o tatlı anlara geri döndüm: O tatlı yüzü görmüştüm ne kadar kırışmış olsa da, o tatlı sesi duymuştum ne kadar titrek çıksa da. Bir soru, sıradan Gamze Yaylaz, Bir Soru, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 78-80. • 78 hatta bazen öylesine sorulan ya da cevabı pek de merakla beklenmeyen bir soru. “Saat?...” Evet saat kaçtı? Saat MAYIS 2011 - SAYI 135• benim için belki de o ana kadar hiç vurmadığı bir lerinin kokukusunu duyup da tepki vermeden yürü- zamanı gösteriyordu. O yaşlı yüz için ise geçmiş za- yüp geçmeye. Allah’ın yarattıklarına şöyle bir bakıp manların tatlılığında ilerliyordu. bize sunulan nimetlere, güzelliklere hayran kalma- Birbirimize baktık bir an. Evinin o küçük balkonundan niye bize bir soru soruyordu? Daha doğrusu niye saati soruyordu? İçinde antika eşyaları barındırmanın sorumluluğu ile ayakta durmaya çalışan bu evde bir saat mi yoktu ki? Mümkün değildi. Belki birkaç adım atsa içeriye doğru, saati görebilecekti. Saati söyledim. Sesim öyle titrek ve tereddütlü idi ki konuşanın kendim mi olduğundan şüphe ettim. Cevabı vermiştim fakat ayaklarım ilerlemek istemedi. mak mümkün müydü? Cesaretim yoktu dönüp konuşmaya. Oysa onlar benden daha cesurdular. İçten gülümsemişlerdi bana, bir soru sormuşlardı. Biraz yaklaştım görünmemeye çalışarak. Bir soru ile durup neleri fark ediyordum Allahım? Bir insan bana hangi kapıları açıyordu belki de bilinçsizce... Titredim birden. Birkaç saniye içinde pek çok farkındalık yaşadım ve irkildim. Neleri kaçırıyoruz gündelik hırslarımızla. Yoluma devam ettim. Yürüdüm ama o anları, o paylaşımı, paylaşma isteği- Tatlı bir anı olarak kalmıştı zihinlerimizde o daki- ni düşünerek yürüdüm. Yürüdükçe düşüncelerim de kalar. Bir iki ay geçmişti ve bu olayı bir daha yaşa- yürüyordu. Duygularım coşkuyla akmaya başlamıştı. dık. Hani olur ya bazen. “Ben bu olayı daha önce Yavaş yavaş anlam vermeye çalışıyordum sevimli ih- yaşamıştım sanki” deriz. Fakat zaman farklı, mevsim tiyarın bu sorusuna. ayrıydı. Havalar soğumuş, rüzgâr sertleşmiş, sokak- Şapkalı, bastonlu, elleri titreyen o tatlı ihtiyar adam onun eşi olmalıydı. Yanındaydı yine, kimbilir altmış yıldan beri... Yıllarını paylaştığı, saçlarının ağardığına şahit olduğu bu ihtiyar adamla tek dertleri yalnızlık gibiydi. Yine bir soruyla paylaşmak istediler yılların başbaşalığından kaynaklanan bu yalnızlığı belki de. Saati öğrenmek değildi amaçları sanki. Asıl istedikleri sohbet, hani onların diliyle biraz hasbıhal lar gazellerle dolmaya başlamıştı. Coşkun sular gibi akıp durulma / Kuru gazel gibi esip savrulma.” diyordu bir şiirinde Karacaoğlan. Bu manzara hep bu dizeleri getirirdi aklıma. Doğaya kırmızılıklar, sarılıklar hakim oluyordu artık. Adımlarımız hızlanmıştı ister istemez, rüzgârdan kaçıyorduk, belki de pişmanlıklardan, yaşanmamışlıklardan... Belki de savruluyorduk oradan oraya. etmek. Biz gençler öyle alışmıştık ki asık suratlarla Fakat o soğuk havaya rağmen küçük balkonla- koştururcasına sokaklarda yürümeye, turunç çiçek- rındaydı yaşlı çift yine. Sadece biraz daha geride 79 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM duruyorlardı. Hayata biraz daha uzaktan bakıyorlar- olacaktı. Elimdeki küçük saksı çiçeğini uzatıp teşek- dı. Ya da hayatın kendilerinden nasıl uzaklaştıklarına kür edecektim bana hatırlattıkları için. Ama orada bakar gibiydiler. Onlar da ömürlerinin sonbaharını değillerdi. Kırılmıştı cesaretim. Çarşıya yakın evlerin- yaşıyorlardı. den ayrılıp alışveriş yapma fikriyle birkaç adım at- Adımlarımız yavaşladı. Etrafa hâlâ sevgiyle, paylaşma isteğiyle bakan gözleri bizimkilerle buluştu yine. Sözleri yine önceki gibi içimi ısıttı. “Yavrum saat kaç?” Aynı soru ve hemen hemen aynı cevap. Bizi hatırlıyorlar mıydı acaba? Soramadım ki! Eşimin tuttuğum elini sevgiyi paylaşmanın heyecanıyla daha sıkı kavradım. Yaşlı kadının küçülmüş fakat yüreğindeki sevgiyi bütün samimiyetiyle yansıtan gözleri apaçık anlatıyordu bizlere konuşmaya, paylaşmaya hasret kaldıklarını. Artık yapmam ve yaşamam gerekenleri çok iyi biliyordum. Paylaşmak; sevinci ve hüznü. Tanımasan da bir merhabayı esirgememek insanlardan. Bazen hayatın anlamı bu kadar basit. Sadece saati değil, anıları, geleceği, sevgiyi, sözleri de paylaşmalıydık. Mutluluk da paylaştıkça artmaz mıydı? Niye çoğaltmaktan korkuyoruz ki? Paylaşalım. Hatta bir gün “Biz geldik” diye vurmalıyız kapı tokmağını. Misafirliğimize kapı önündeki akşam sefaları tanık olmalılar. Eminim ki o zaman en güzel kokularını savuracak rüzgârın yardımıyla çiçekler. Çünkü insanın insanla insanlıkla barışmasındaki sevince ortak olacaklar onlar da. Ha bugün ha yarın derken mevsimler değişmişti yine. Sonbaharın kararsız havasından sonra keskin rüzgârıyla kışı yaşamaya başlamıştı Aydın sokakları. Bu kez, dedim. İlk adımı ben atıp bir soruyla sohbeti başlatan ben olacağım. Yanımda beni yadırgayacak kimseler de yok. Köşe başındaki eski eve doğru yaklaştım. Fakat kıştan olsa gerek pencereleri kepenklerle sıkı sıkı kapatılmıştı. Bu kez yalnızlığın ağır mıştım ki yan taraftaki dükkândan birinin seslendiğini duydum. “Kızım kimi aradın?” Ne diyebilirdim ki? O insanları tanımıyordum. Kafamı “hiç” anlamında sallayıp elimde çiçekle uzaklaştım. Her çarşıya çıkışımda oradan geçer olmuştum. Onlara bir soru ve biraz da sohbet borcum vardı. Hani havalar ısındıkça kendilerini gösterirler diye ümitleniyordum. Evin girişindeki çiçekler solmuştu, önceleri havadan ya da ihtiyarlıklarından dedim. Sonra iki üç basamak çöplerle, kuru yapraklarla dolmaya başlamıştı. Penceredeki tahta panjurlar tozdan ve örümcek ağından görünmez oldu zamanla. Hâlâ ümitliydim. İçten gülen gözlerini görecektim bir gün. Havalar ısınmaya başlamıştı. Bu kez kesin oradalar, dedim kendi kendime. Ev daha bir çökmüştü sanki. Artık omuzlarında bir sorumluluk hissetmiyor gibiydi eski ev. Ne oldu Allah’ım? Hayır aklımdan geçmemeliydi kötü şeyler. Kafamı çevirip son kez bakayım dediğimde ise eski evin ağlayan duvarında “satılık ev” levhasını gördüm. “Geçtiğimiz kış” dedi esnaftan biri, “yaşlı karı koca bir iki ay arayla göç ettiler. Çocukları bu evi satıyorlar. Evi mi soracaktın?” “Ne evi?” dedim o şaşkınlıkla. Demek çocukları da vardı. Yalnızlıklarına yakıştıramamıştım çocukları olma fikrini. Kim bilir, niye hangi dünya derdiyle uğraşmaktan gidip gelemiyorlardı, dedim içimden. Kendi hatamı da örtbas etmeye çalışarak... Geç kalmak hayata ve pişmanlıklar yaşamak, yaşayamadıklarımız için, veremediğimiz bir selam, diyemediğimiz bir merhaba için. havasını etraftan geçenlere sorular yönelterek dağı- Yaşıyorsak hâlâ hiçbir şey için geç değil aslında. tacak tatlı ihtiyarlar yoktu balkonlarında. Gülümsedi. İnsanlar siliniyor hayat sahnesinden fakat duygular En azından ölgün de olsa bir ışık sızıyordu içeriden. aynı. Paylaşmalı, insanlığımızı unutmamalıyız asla... Hani bir soru sorsam içeriye girmeye de cesaretim • 80 PANCAR ZEKERİYYA KANTAŞ Özel Erkul Tunagür Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Başiskele / KOCAELİ Ö ğretmenliğe başlayalı üç hafta olmuş, dördüncüsünün salısındaydı. Hava bulutluydu. Yağmur yağabileceğini, evden uzaklaştığını akıl edemedi. Remzi Dede’nin evinden çıkınca nereye gideceğini bile düşünemeyecek kadar şaşkındı, dalgındı. Daha biraz önce çarşıdan geçmiş, onca adamla selamlaşmıştı; oysa şimdi hiçbirini hatırlamıyordu. Asfaltta yürüdüğünü fark ettiğinde kasabadan bir hayli uzaklaştığını anladı. Rüzgâr sırtını sıvazlamaya başlayınca pardösüsünün yakasını hafifçe kaldırıp bir kaplumbağa gibi boğazlı kazağının içine gömülmeye çalıştı. Belli ki bu rüzgâr yağmur getirecekti. Yağmurun yağacağı yerleri temizliyor herhalde, diye düşündü, baksana yerde yaprak bırakmadı. Hoş, şimdi kendisi de o yapraklardan farklı değildi ya! Bilmediği bir rüzgâr onu öğretmen yapmış, Gürgenlipınar’a, Ege’nin bu şirin dağ kasabasına, savuruvermişti. Yağmur başlasa hava rahatlayacaktı. Ceplerinden çıkardığı ellerini kulaklarına götürdü. Buz gibiydi kulakları. Şimdi kıpkırmızı olmuştur, diye geçirdi içinden. Annesi görse “Pancar gibi kızarmış.” derdi. Pancar gibi, pancar gibi… Kızdı kendine. Bir daha, pancar gibi, demeyecekti. Yol boyunca sıralanmış gürgenlere takıldı gözleri. İnce, uzun, kırmızı ağaçlar… Kırmızı… Sadece kırmızı… Pancar kırmızısı değil… Çevirdi gözlerini. Akşam oluyordu. Ufuklarda bir gün daha kanlar içinde yatıyordu. Her yan kırmızıydı, kıpkırmızıydı, ama pancar kırmızısı değildi. Yaşlı adamı okulun ilk günü görmüş, çok beğenmiş; “hakikatli adam” diye de notunu vermişti. Haklıymış. İki sene peşinde koşturduğum formasyon dersleri bir yana, Remzi Dede bir yana, diye düşünüyordu şimdi. Zekeriyya Kantaş, Pancar, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 81-82. İhtiyarın, kapkara gözleri fıldır fıldır, düz siyah saçlı, tok sesli, etine dolgun bir torunu vardı. Önce Raşit Öğretmen’in sınıfındaydı çocuk. Okulun ikinci günü sınıfa, birbirlerinden 81 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM şimdilik ayrılamazlar denen ikiz kızlar gelince fazlalık diye tutup bizimkinin sınıfına getirmişlerdi. Çocuk zehir gibi, ne desen kapıyor; ama hareketli mi hareketli; yerinde duramıyor. Kapının yanındaki sırada oturuyor. Bir kulağı daima öğretmende, öbür kulağıysa zilde. Aklının yarısı derste; yarısı oyunda, teneffüste. Zil çalınca ilk o fırlar sınıftan. İçeri girişteyse hemen öğretmenin önünden ancak yetişir derse. Teneffüslerde koştur koştur, çocuğun yanakları kıpkırmızı olur. Nefes nefese derse yetiştiği bir gün takılıvermişti çocuğa: “Koşma bu kadar yakışıklı, bak pancar gibi olmuşsun.” Bu “pancar” işi, çocukların arasında alaylısından muhabbet olunca, bizim ihtiyarın torunu bundan pek rahatsızlanmış, ama onurlu çocuk, vaziyeti çaktırmıyor; sınıf arkadaşları “pancar” dedikçe aldırmıyormuş gibilerden gülüyor, sırıtıyor. Bizimki de “pancar” demeye devam ediyor. Acemilik işte. Genç öğretmen çocukların isimlerini öğrenme işini biraz ağırdan alıyor. Soru soracağı yahut tahtaya kaldıracağı zamanlarda önündekiyle, yanındakiyle tarif ediyor: “Oğlum kalk bakalım, sen, arkadaki uzun boylu, sarı saçlı…”, “Kızım, yok, sen değil, yanındakine söylüyorum.”, “Oğlum, sen otur şimdi, arka pencerenin yanındaki şişman…” Bir gün yine böyle tarifle ders anlatırken çocuğu tahtaya kaldıracak oluyor. Çocuğun ismi aklına gelmiyor. Aslında dilinin ucunda ama çıkaramıyor. Muammer ya da Muharrem. Riske girmeden “Oğlum, sen!” deyiveriyor. Çocukla göz göze gelemeyince “kapı yanındaki oğlum, şişşt, pancar…” diye devam edecek oluyor ki daha “pancar…” der demez seninki zemberekli bir saat gibi yerinden fırlayıp sınıftan çıkıveriyor. Peşinden iki üç çocuk yolladıysa da yakalatamıyor. Teneffüste bakıyor ki okulda yok. Derslerden sonra çıkıp evlerine gidiyor. Dedesi, o nur yüzlü ihtiyar karşılıyor bizimkini bahçe kapısında. Belli ki yetmişini devirmiş lakin güleç yüzüyle dinç mi dinç duruyor. Gözlerinin yeşilinden bir ceket giymiş. İnci gibi dişleriyse sakalı gibi bembeyaz. Alnındaki yılların izi kırışıklıkları açık renkli bir kasket gölgeliyor. Genç öğretmen içeri girerken aradan sınıf kaçağını görüyor. Çocuk o sıra tavukları yemliyor. Bahçe kapısının gıcırtısına seyirtip geliyor ama… Bizimkini görünce zınk diye duruyor. Buz gibi bir bakış fırlatıp gerisin geri uzaklaşıyor. Güngörmüş ihtiyar, öğretme- • 82 ni içeri buyur ediyor. Selamlaşmanın ardından içeri giden yaşlı adam bir şişe içinde kıpkırmızı vişne suyuyla geliyor. Bizimki “Bugün…” deyip olayı anlatmaya kalkacağı sıra, pembe beyaz nurani çehresiyle gülümseyip kafasını sallıyor yaşlı adam. “Biliyorum!” diyor. “Bizim Muharrem Efendi, okuldan kaçmış bugün.” Genç öğretmen önce biraz garipsiyor, koca adam, bacak kadar çocuğa “efendi” dediği için. “Hayri Bey Kardeşim” diyor yaşlı adam, “Muharrem Efendi, ismiyle çağırmayışınıza gücenmiş. Ben bir daha okula gitmeyeceğim diye iki karış suratla eve geldi. Çantayı önlüğü fırlatıp kuzuların peşine gitti.” Mübarek, hiç görmediği halde öğretmenin ismini torunundan öğrenmiş; o ise dört haftadır derslerine girdiği hâlde çocuğun adını bir türlü öğrenememiş. İşte o an kendinden utanıyor. Çocuğun dedesi tatlı tatlı konuşuyor Gürgenlipınar’dan, elektrik kurumundaki memuriyetinden, askerliğinden, emeklilikte yaptığı işlerden, hayvanlardan, Muharrem’in annesiyle babasının geçirdiği trafik kazasından, ama en çok da kuzulardan bahsediyor. O ara öğretmenin gözü bahçedeki çocuğa ilişiyor. Çocuk birer kardeş ve arkadaş gibi oynuyor kuzularla. Öğretmenin dalıp gittiğini gören ihtiyar, “Biz,” diyor, “kuzularımıza bile isim veririz. Bak, şu Muharrem Efendi’nin sevdiği kuzucuğu görüyor musun? Onun adı “Kınalı”. Tam yedi aylık. Şu kapıya yakın olan da kardeşi. Ama o daha besili. Muharrem Efendi ona “Battal” diyor. Geçen ay birini sattık. “Sürmeli”ydi adı. Muharrem Efendi onu da çok severdi. Gittiğine bayağı üzüldü. Ne yaparsınız; işte biz de böyle geçinip gidiyoruz...” Utanarak ayrılıyor Remzi Dede’nin evinden genç öğretmen. Şuursuz adımların peşinde Gürgenlipınar su deposu yanındaki bir avcı kulübesine yaklaşıyor. Kulübenin arkasından kendine doğru koşan iki tazının havlamalarıyla irkiliyor birden. Bağlı olduklarını görünce rahatlıyor. Küçük bir yağmur damlası konuyor burnunun ucuna. Geri dönmeye karar veriyor. Yağmura yakalanmamalı. Eve dönmeli bir an evvel. Ufka bakıyor. Günün kızıllığı kaybolmuş. O kızıllık şimdi yanaklarımdadır, diye düşünüyor. Ama yalnızca kızıllık, pancar değil. KİŞİLİK GELİŞİMİNDE ÖĞRENCİ MERKEZLİ SANAT EĞİTİMİNİN ÖNEMİ FİLİZ KARA BİLGİN Dr., Kalamış Şehit Murat Özyalçın İlköğretim Okulu Görsel Sanatlar Dersi Öğretmeni O kullarda yöneticilerce hazırlanmış eğitim programı çerçevesinde planlı olarak yürütülen derslerde, öğretim yoluyla öğrencide kalıcı davranış değişikliğinin oluşması beklenir. Beklenen bu davranış değişimi olumlu yöndedir ve eğitimin temelini teşkil eder. Bloom’un deyişiyle “Eğitim, kişinin davranışlarında, kendi yaşantıları yolu ile istendik ve bir dereceye kadar kalıcı değişmeler meydana getirme sürecidir.”1 İyi bir eğitimle kişi karşılaştığı olayları anlama, yorumlama, sorunlara çözüm yolu bulma, doğru karar verebilme yetisini kazanır. Sanat eğitimi, eğitim ve sanatın değişik konumlarda, değişik boyutta ve ağırlıkta bir araya geldiği bir alandır. Çevreyle ilk tanışma, görme, algılama, adlandırma ve düzenleme ile başlayan sanat eğitimi daha sonra ürün verme, üründen tat alma olarak gelişir. Okul düzeyinde ise sanatsal bilgi ve deneyimin çocuğa, gence, yetişkine belirli bir düzen içinde, kazandırdığı bir disiplin alanı olur. Burada artık sanat, ürünü, tarihi, eleştirisi ve estetiği ile öğretilen ve öğrenilen bir ders olma durumundadır.2 Sanat eğitimi temelinde çocuğu görmeye, anlamaya, sormaya, araştırmaya, deneyler yapıp sonuçlandırmaya alıştırır. Amaç, sanatsal yaratma sürecini sayılan bu hedefler doğrultusunda yönlendirmektir. Filiz Kara Bilgin, Kişilik Gelişiminde Öğrenci Merkezli Sanat Eğitiminin Önemi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 83-86. Sanat yoluyla eğitim, insanın uyumlu, dengeli bir kişilik kazanması amacına yöneliktir. Bu yaklaşımla sanat, okul 83 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM programlarına genel eğitim sisteminin bir dersi olarak girer. Duyguların eğitimine ağırlık vererek, eğitimde düşünsel ve duygusal dengenin kurulmasını sağlar.3 öğrencinin merkeze alınması, sanat eğitimi yoluyla bireysel özelliklerin tespit edilip geliştirilmesi ve buna bağlı olarak öğrencinin kişilik gelişiminin sağlanması bakımından önemlidir. Klasik eğitim sisteminde öğrenci katılımı olmayan, öğretmenin anlattıklarını mutlak doğru kabul eden ve bunu sorgulama ya da araştırma yolundan uzak tutulan, akıl yürütmeyen bir ezberci olarak yetiştirilir. Öğretmen konu hakkında tek söz sahibi olan otoritedir. Her şeyi bildiği, bilgisine yenilik katmak zorunda olmadığı ve yanlış yapmayacağı düşünülür. Oysa modern eğitim sistemlerinin çoğu öğrenci merkezlidir. Öğrenci aktif bir rol üstlenir. Ezber yerini araştırma ve soru sormaya bırakır. Kısacası öğrenci kendi eğitiminden sorumludur, öğretmen, ders kitabı ve materyaller sadece yardımcı durumundadırlar. Çeşitli durumlarda gösterilen davranışların özel ve ayırdedici yönlerinin nasıl keşfedileceği, yönlendirileceği ya da biçimlendirileceği konusunda farklı yöntemler kullanılır. Kalıtsal etkenler ve deneyimler sonucunda edinilmiş kişiliğe eğitim yoluyla yeni davranış ve yaşantılar kazandırılabilir. Yetenekler de kişinin parçası olup kişiliği etkilerler. Öğrenci merkezli sanat eğitimi yoluyla hem çocuğun kişiliğini olumlu yönde etkileyip kendini korumasını sağlayabilir, hem de onların kişiliğini tanıma şansına sahip olabiliriz. Öğrenci merkezli eğitimde öğretmen eğiticilik özelliğini korumakla birlikte, bilgi birikimini aktarmaktan çok, öğrencilere neyi, nereden, nasıl öğrenebileceğini, hangi araçtan nasıl faydalanabileceğini gösterecek, kısacası rehber olacaktır. Bu rehberlik rolü öğretmenin temelde sahip olması gereken ilgi, şefkat, sıcaklık, hoşgörü ve anlayış gibi niteliklerle birleştiğinde, öğrenci merkezli eğitimde de öğretmeni “olmazsa olmaz” konumunda tutmayı sürdürecektir. Öğrenci merkezli eğitim yeni bir kavram değildir. John Dewey’in 1916’da “Demokrasi ve Eğitim” adlı kitabında bir laboratuar okulunu soyut sınıfların değil, işbirliğine dayalı sosyal bir organizasyonun vurgulandığı bir eğitim planı olarak tanımlamıştır. Dewey’in felsefesi, öğrenci merkezli sınıflarda oldukça belirgin bir yere sahiptir. Öğrenciler öğrenen bir takımın parçası durumundadırlar.4 Öğrenen takımı oluşturan her birey kendi içinde ayrı bir öz ve niteliğe sahiptir. Birinin herhangi bir olay karşısındaki davranışı diğeri ile aynı olmayabilir, ki kişiliklerinin farklı olduğu düşünüldüğünde davranışın aynı olmaması da çok doğaldır. Kişilik, bir insanı diğerinden ayıran davranış özellikleri olarak tanımlandığında, her insanın bireyselliğinin geliştirilmesi de önem kazanır.5 Sanat eğitiminin de diğer eğitim alanlarında olması gerektiği gibi • 84 E. Pignon’un belirttiği gibi “Resim yalnızca yapısal tipi, karakteri, zekayı yansıtan bir yapıt değil, aynı zamanda geçmiş ya da şimdiki yaşanmış öğeleri içeren tam bir kişiliğin yansımasıdır.”6 Marette’e göre ise resimde rastlantı yoktur. Kağıdın kullanımı dahil, resimde kullanılan her obje, her çizgi, kişiliğin derinliklerindekileri anlatmak için bir araç olarak kullanılır. Bunların çözümü ile de çocukların kişiliklerindeki aksaklıklara ulaşılır ve uygun çözüm yolları aranır.7 Öğrenci merkezli eğitim çocuğa önemli olduğunun mesajını ulaştırırken aynı zamanda kişiliğini de olumlu yönde yapılandırmasına yardımcı olacaktır. Çocuk yeteneği sayesinde tanınıp dikkate alınacaktır. Gerek zeka gerek özel yetenekler, çocuklar ve yetişkinlerde kendine güven ve saygınlık kazanmayı sağlayacak yeterliliklerin geliştirilmesine neden olmaktadır. Özel yetenekler güdülenmeyi de sağlayarak, yeteneklerin denenme ve kullanılma istemini sürekli kılacaktır. Deneme güdüsünün güçlü olması ise özel yeteneklerini erken yaşta göstermelerine neden olacaktır.8 Çocuğu kendisi ve çevresiyle uyumlu sosyal niteliklere ulaştırmaya yardımcı olan sanat derslerinin, kişiliğin biçimlenmesinde önemli bir diğer etken olan ailede, sanatın yanlış önyargılar yüzünden gereksiz görülmesi, sıkça rastlanılan bir sorundur. Oysa resim dersi bir ifade ve karakter dersidir. Çocuk bu derste kişiliğine zengin malzemeler katabilir. Güzeli çirkin- MAYIS 2011 - SAYI 135• den, iyiyi kötüden ayırmayı öğrenir. Yapılan dersin öğrenci tarafından üstlenilmiş olması sorumluluk açısından, işbirliği, kendini gerçekleştirme ve yapılan işi takdir etme duygularının gelişimine de katkısı olacaktır. Bireyin gelişmesini yavaşlatma veya durdurma pahasına onu dar kalıplar içine sokarak öğrenci kişiliğinin bir bütünlük içinde gelişiminin engellenmesi ürkütücü bir durumdur. Öğretmenin öğrencilerinin her birinin fizyolojik, psikolojik, sosyal ve zihinsel yönden gelişimlerini kolaylaştırıcı ve eğitimde bireyin bir bütün hâlinde gelişimini esas alan bir yaklaşım içinde olması önemlidir.9 Öğrencinin merkezde yer aldığı eğitimde rehber rolünü üstlenen öğretmen her öğrencinin biriciklik özelliğine sahip olduğunu bilir ve bu özelliğin getirdiği farklı zamanlarda, farklı algılarla öğrenmeleri ihtimalini de göz önünde bulundurarak öğrencinin hevesini, çalışma arzusunu engelleyici ayrım ve kıyaslamalardan kaçınır. Çocuklar, özellikle fazla başarılı olamayanlar, ayrımlar yapıldığında içine kapanır yahut tam tersi biçimde agresif davranışlar sergilerler.10 Türkan Gedik’in “Öğretmenim Bana da Kurdele Tak”11 adlı şiiri böyle bir öğrencinin duygularını çok güzel dile getirir: “Okumayı sökenlere Kırmızı kurdele taktı öğretmenim. Elmalarını kızarttı, Onları öptü. Bize kurdele takmadı, Bizim elmalarımız beyaz kaldı. Bizi öpmedi .............................................. Düşüme giriyor kurdeleler Uçlarında çengelli iğneler. Kaşları gözleri var. Tutmak istiyorum kaçıyorlar. -Bakkal amca. Param yok, pabuçlarımı vereyim al. Çantamı vereyim al. Bana şu kadar kırmızı kurdele ver. Bir de çengelli iğne...” Hayatın her evresinde değişik kişilerden duymuşuzdur “Ben çöp adam bile çizemem.”, “Ben resimden anlamam.” cümlelerini. Bu kişilerin yaratma isteği, sanata ilgisi mi yoktur da güvensizdirler ve böyle kendilerini sınırlarlar, yoksa eğitimleri sırasında öğretmenlerinin kafalarındaki modeller gibi resim yapamadıkları için daha en baştan sınırlandırılmış olduklarından mı kendilerine güvenmezler? Aslında her iki durumda öğretmenin klasik tarzda kendi doğrularını empoze ettiğini, öğrenciyi yönlendirmeyip güdülemediğini gösterir. Bu da yaratma ve üretme süreci içinde bu kişilerin sanat konusunda güvensizliğini pekiştirip bunu bir kişilik özelliği olarak benimsemelerine sebep olmuştur. Afşar Timuçin, “Sanat yapıtı dış dünyayla iç dünyanın bir ortak yapımıdır.” der. “Bu ortak yapım her zaman değer yargıları almaya hazır bir değer yargıları yumağı gibi görünür. Onda geldiği ya da bağlı olduğu dünyanın çelişkileri, tutarsızlıkları, açmazları kadar yaratıcısının sıkıntıları, eksiklikleri, yetkinlikleri yansır.”12 Öğrencinin esas alındığı bir ortamda, mevcut yetenek ve özellikleri doğrultusunda, herkesin sanatçı olamayacağı, fakat en azından sanattan zevk alarak tüketebilecek, kendine güvenen, sanatı değerlendirebilecek bireyler olabilecekleri açıklandığında, üretme kaygısından –yapamama, başarısız olma endişesinden- kurtulan öğrenciler araştırmaya, incelemeye ve zevk aldıkları şekilde üretmeye yönelirler. Bu sayede gözlemlerini, izlenimlerini, duygularıyla birleştirip resim yoluyla kendilerini ifade edebilirler. Bireyin kişilik özellikleriyle, yaşamdan beklentilerinin çakışması onun, özelliklerini tanıyıp geliştirmesiyle paralellik taşımaktadır. Pestalozzi’nin eğitim anlayışına göre okullar, belirli bilgi ve beceriler vermekle yetinmeyerek, insanı bütün yetenekleriyle harmonik bir biçimde açıp geliştirici bir fonksiyon göstermelidir. 13 Eğitilmiş insan her yönüyle gelişmiş bir kişilik ve toplumsal sorumluluk bilincine ulaşmış insan olabilmektir. Hızla değişen dünyanın dinamik yapısına 85 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ayak uydurabilmek ancak yaratıcı güçlerle donanmış bir kişilik geliştirmekle olasıdır. Doğuştan yaratıcı güçlere sahip olan bireyin, bu gücünün ortaya çıkarılması yollarından biri de insanın “estetik eğitimi” yani sanat yoluyla eğitimdir. Bu anlamda kişilik eğitimi sanat eğitiminin amaçlarından biri olmaktadır. 14 11 Atalay YÖRÜKOĞLU, Okulda Çocuk, “Aile ve Çocuk”, (Özgür Yayın Dağıtım), İstanbul, 1992, s.117. 12 Afşar TİMUÇİN, Estetik, (BDS Yayınları), İstanbul, 1993, s.179. 13 Kemal AYTAÇ, Avrupa Eğitim Tarihi, (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları), Ankara, 1980, s.242. Çocuğun ilk dönemindeki aile etkisinin üzerine daha geniş boyutta gelen eğitimin etkisi, onun ilgi alanları yönünde şekillenecektir. Bu şekillenme hem eğitimin süresine hem de öğrenci merkezli olmasına bağlı olarak sonuçlandırılacaktır. İleride sürdüreceği sanata karşı ilgi ve duyarlılık öğrenciye kazandırıldığında, kişilik gelişimine katkıda bulunulmuş olunacaktır. Eğitim her zaman ürünlerinin uzun vadede alındığı bir yatırımdır. Bu anlamda; öğrenciye çok yönlü cevap verecek olan öğrenci merkezli sanat eğitimi de kişiliğin gelişiminde uzun vadeli bir yatırım olacaktır. ___________________________________________________ 1 Benjamin, BLOOM, İnsan Nitelikleri ve Okulda Öğrenme, çev: Ali Çelik, (Milli Eğitim Basımevi), Ankara, 1979, s.299-300. 2 Olcay T. KIRIŞOĞLU, Sanatta Eğitim-Görmek-Anlamak-Yaratmak, (Demircioğlu Yayınevi), Ankara, 1991, s.103-104. 3 Bkz. Serap ETİKE, Sanat Eğitimi Yazıları, (İlke Kitap ve Yayınevi), Ankara, 1995, s.20. 4 Saffet AVCI, “Öğrenci Merkezli Eğitimin Tarihçesi”, http://mlokurs.virtualave.net/, Mayıs 2001, s.2. 5 Serap ETİKE, Sanat Eğitimi Yazıları, (İlke Kitap ve Yayınevi), Ankara, 1995, s.31. 6 Haluk YAVUZER, Çocuk Psikolojisi, (Remzi Kitabevi), İstanbul, 1997, s.210. 7 Bkz. Haluk YAVUZER, a.g.e.,s.210-211. 8 Clifford T. MORGAN, Psikolojiye Giriş, (Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları), Ankara, 1980, s.204. 9 Bkz. Yadigar KILIÇCI, 6-15 Yaş Öğrencilerinin Gelişimsel Güçleri ve Kişilik Gelişimini Kolaylaştırma, “İlköğretimde Rehberlik”, (Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Yayınları), Ankara, 2000, s.17-19. 10 Bkz. Thomas GORDON, Etkili Öğretmenlik Eğitimi, çev.: Emel Aksay, (Sistem Yayıncılık), İstanbul, 1999, s.10-12. • 86 14 Zafer GENÇAYDIN, Sanat Eğitimi, (Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları), Eskişehir, 1993, s.2. KAYNAKÇA AVCI, Saffet, “Öğrenci Merkezli Eğitimin Tarihçesi”, http://mlokurs.virtualave.net, Mayıs 2001, s.2. AYTAÇ, Kemal, Avrupa Eğitim Tarihi, (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları), Ankara, 1980, s.242. BLOOM, Benjamin, İnsan Nitelikleri ve Okulda Öğrenme, çev: Ali Çelik, (Milli Eğitim Basımevi), Ankara, 1979, s.299-300. ETİKE, Serap, Sanat Eğitimi Yazıları, (İlke Kitap ve Yayınevi), Ankara, 1995, s.20,31. GENÇAYDIN, Zafer, Sanat Eğitimi, (Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları), Eskişehir, 1993, s.2. GORDON, Thomas, Etkili Öğretmenlik Eğitimi, çev.: Emel Aksay, (Sistem Yayıncılık), İstanbul, 1999, s.10-12. KILIÇCI, Yadigar, 6-15 Yaş Öğrencilerinin Gelişimsel Güçleri ve Kişilik Gelişimini Kolaylaştırma, “İlköğretimde Rehberlik”, (Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Yayınları), Ankara, 2000, s.17-19. KIRIŞOĞLU,Olcay T., Sanatta Eğitim-Görmek-Anlamak-Yaratmak, (Demircioğlu Yayınevi), Ankara, 1991, s.103-104. MORGAN, Clifford T., Psikolojiye Giriş, (Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları), Ankara, 1980, s.204. TİMUÇİN, Afşar, Estetik, (BDS Yayınları), İstanbul, 1993, s.179. YAVUZER, Haluk, Çocuk Psikolojisi, (Remzi Kitabevi), İstanbul, 1997, s.210-211. YÖRÜKOĞLU, Atalay, Okulda Çocuk, “Aile ve Çocuk”, (Özgür Yayın Dağıtım), İstanbul, 1992, s.117. DANİMARKALI İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ NEDEN GÜZEL İNGİLİZCE KONUŞUYORLAR İSMAİL ÇAKIR Yrd.Doç.Dr., Erciyes Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü KAYSERİ. İ ngilizce öğretmeni yetiştiren bir öğretim üyesi olarak, Öğretim Üyesi Değişimi Programı (Erasmus) kapsamında Mayıs 2010 tarihinde Danimarka’ya yapmış olduğum okul ziyaretlerinde ilköğretim öğ- rencilerinin benimle olan iletişimlerinde kullandıkları İngilizceye olan hakimiyetleri beni çok şaşırtmıştı. Henüz on veya on bir yaşlarındaki bu çocukların konuşurken kendilerini çok rahat ve akıcı bir şekilde ifade edebildiklerini görünce aynı durumun ülkemizde neden bu şekilde gerçekleşemediğini herkes gibi ben de kendime bir kez daha sordum. Ayrıntılarına aşağıda değineceğim Danimarka’daki yabancı dil öğretimine girmeden kısaca ülkemizdeki durumdan bahsetmek istiyorum. Yıllardır onca emek ve harcanan onca paraya rağmen herkesin üzerinde hemfikir olduğu gerçek ilköğretim ve ortaöğretimi bitiren öğrencilerimizin yeteri kadar yabancı dile hakim olamadıkları ve kendilerini ifade etmekte bile zorluk çektikleridir. Yabancı dil öğretimi ve öğretilememesi ne yazık ki İsmail Çakır, Danimarkalı İlköğretim Öğrencileri Neden Güzel İngilizce Konuşuyorlar?, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 87-91. ülkemizin kanayan yarasıdır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki çabaları her ne kadar fazla olsa da sonuç olarak 87 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM gerektiği özellikle vurgulanmaktadır. Danimarka’da ilköğretim (Folkeskole) 3. sınıftan (8-9 yaş) itibaren İngilizce zorunlu yabancı dil olarak öğretilmektedir. Dersler genellikle 45 dakika olup 3. sınıflara haftada en az 2 saat 4. 5. 6. 7. 8 ve 9. sınıflara da 3 veya 4 er saat önerilmektedir. Almanca veya Fransızca 7. sınıflarda seçmeli ders olarak önerilmekte ve çoğu öğrenci de bu derslerden birini seçmektedir. Bu derslerde başarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi 9. sınıfın sonunda yapılan sözlü sınav ve 10. sınıfta yapılan sözlü ve yazılı sınavla yapılmaktadır. Bu zamana kadar sınavlar isteğe bağlı olmakta ancak çoğu öğrenci sınava girmeyi tercih etmektedir. bakıldığında beklenen hedeflere ulaşılamadığı görülmektedir. Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz ilgili okul müdürleri, yabancı dil öğretmenleri ve öğrencilerin genel şikâyetleri; sınıfların kalabalık olması; yeterli araç ve gerece sahip olmadıkları; öğretmenlerin var olan teknolojiyi (projeksiyon cihazı, internet, video, akıllı tahta vb.) kullanmaktan uzak durdukları ve bunları kullanacak yeterli donanıma sahip olmadıkları; yabancı dil dersine giren bazı öğretmenlerin yabancı dil öğretmeni yetiştiren İngilizce Öğretiminin Amacı Danimarka Eğitim Bakanlığı’nın Ağustos 2004’de aldığı karara göre İngilizce öğretiminden beklentiler şunlardır: İngilizce dersinde amaç öğrencilerin sözlü ve yazılı olarak kendilerini ifade edebilecek yeterli bilgi ve donanıma sahip olmalarını sağlamaktır. Dil öğretimi ile öğrencilerde İngiliz dili hakkında farkındalık yaratmakla birlikte dilin kullanımı konusunda gelişmelerini sağlamaktır. bölümlerden mezun olmadıkları ve bu yüzden de İngilizce öğretimin kapsamı tecrübe, anlayış, gerekli öğretim teknik ve yöntemlerini kullanmakta birlikte çalışma ve öğrencilerin aktif katılımını sağ- zorlandıkları; öğrencilerin yeterince motive olama- layacak şekilde olmalıdır. Böylece öğrencilerde dıkları gibi nedenlerdir. kendilerini geleceğe dönük daha iyi geliştirebilme- Danimarka İlköğretim Okullarında Yabancı Dil Öğretimine Genel Bir Bakış Programım çerçevesinde gerçekleştirmiş olduğum okul ziyaretlerinde ilgili yönetici ve öğretmenlerle yaptığım görüşme ve gözlemler ve araştırmalarım sonucunda edindiğim izlenimlere burada değinmek istiyorum. Danimarka’da okullarda İngilizce’nin modern dünyada öğrenilmesinin artık leri için dilin yapısı ve kültürünü öğrenmeleri konusunda istek ve motivasyonun sürekli kılınması sağlanacaktır. Dil öğretimi ile öğrencilere İngilizce konuşulan ülkelerin kültürel ve sosyal durumları ile ilgili bilgi ve görüş kazandırılacak ve onların kendi kültürlerinin öğrenilmesi ve uluslar arası anlayışın kuvvetlendirilmesi sağlanacaktır. b. İngilizce Nasıl Öğreniliyor? zorunlu hâle gelmesi nedeniyle 1975’ten beri dil Danimarka’da İngilizce büyük oranda sınıf dışı öğretimine verilen önem giderek artmaktadır. İngi- ortamlarda öğrenilmektedir. Okul dersleri arasında lizceyi sadece bir yabancı dil olarak değil o dile ait İngilizce en popüler derslerden birisi olduğu için kültür ve yaşam tarzının dil öğretiminde yer alması öğrenciler arasında da o dilin iyi kullanılması ken- • 88 MAYIS 2011 - SAYI 135• dilerine iyi bir statü kazandırmaktadır. Medyanın (internet, video oyunları, müzik, televizyon) hayatın her alanında yer alması dilin öğrenimini teşvik etmektedir. Çoğu evde en az bir bilgisayar ve her çocuğun odasında da bir TV vardır. Bunların etkisini dil öğrenmede göz ardı etmek elbette mümkün değildir. Üçüncü sınıfta İngilizce öğrenmeye başlayan bir öğrenci dil öğrenmek için hemen hemen hazır duruma gelmektedir. Öte yandan Danimarkalı öğrencilerin anne ve babalarının büyük çoğunluğu akıcı bir şekilde İngilizce konuşmaktadırlar. Öğrencilerin kendine güvenlerinin yüksek olması nedeniyle okul dışında da dili kullanma noktasında sıkıntı çekmemektedirler. Çoğu öğrenci ilköğretimi bitirdiğinde İngilizce konuşma, dinleme, yazma ve okuma becerilerini yeterince geliştirmiş duruma gelmektedir. Öğrenciler İngilizceyi ne kadar iyi öğrenirlerse okul bitiminde (9. ve 10.sınıfta) alacakları puanın da o kadar iyi olacağının farkındalar. İngilizce bilmenin sonraki eğitimleri için de ne kadar önemli olduğunu her öğrenci bilmektedir. Sınıf içerisindeki öğrenme atmosferi öğrencinin başarısına büyük oranda katkı sağlamaktadır. Özellikle takım çalışması (teamwork) ile işbirlikçi öğrenme (cooperative learning) sayesinde öğrencilerin derse katılımı artmakta öğrenme daha hızlı ve verimli olmaktadır. Danimarka’da yabancı dil öğretimi konusunda üzerinde durulan önemli noktalardan birisi de sınıf içerisinde İngilizcenin kullanılmasına ağırlık verilmesidir. Öğrencilerin mümkün olduğu kadar derste İngilizceyi kullanmaları öğretmenler tarafından teşvik edilmektedir. İngilizce öğretmenleri belirlenen hedeflere yönelik bir yıllık plan hazırlarlar. Bu plan öğrencilerle tartışılıp velilere ve okul yönetimine sunulur. Genellikle öğretmenler hazırlanan ders kitaplarını esas alarak değişik materyal ve etkinlikler kullanırlar. Bir dilin kullanımını öğrenebilmek için mümkün olduğu kadar o dilin kullanılması prensibi önemsenmektedir. Bu yüzden dil öğrenmeye başladığı andan itibaren öğrencilerin kendilerine güvenmelerinin başarıya ulaşmalarında önemli olduğu vurgulanmaktadır. Öğretmen derslerde devamlı İngilizce konuşmakta ve konuşmasını öğrencilerin anlayabileceği seviyeye göre ayarlamaktadır. Yabancı dil öğretiminde kabul edildiği gibi öğrencilerin gerek konuşma gerekse de yazma becerisini kullanarak çıktı (output) yapabilmeleri için bol bol dinleme ve okuma ile girdinin (input) yapılması gereklidir. Bir öğrenciye dil öğrenirken ve konuşurken en çok ihtiyaç duyduğu şeyin ne olduğu sorulduğunda hiç kuşkusuz kelime diyecektir. Bu nedenle kelime öğretimi yabancı dil öğretiminin önemli unsurlarından biridir. Öğrencilerden kelime öğrenmeleri ve hepsinden önemlisi de öğrenilen kelimenin bağlamında kullanıldıklarını görebilmeleri için okumaları istenmektedir. Bunu yaparken kelimelerin daha kalıcı olabilmesi için sistematik olarak okudukları veya dinledikleri metinlerde geçen kelimeleri analiz etmeleri ve öğrenmek için çaba göstermeleri beklenmektedir. Öğrenme sürecinde izlenen yöntem sırasıyla öncelikle öğrencide güven (confidence) duygusunun geliştirmek; daha sonra dilde akıcılığı (fluence) 89 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Bölge Kaynak Merkezleri (Regional Resource Centers) öğretmenlere hizmet içi eğitimler düzenlemektedir. Ayrıca İngiltere’ye dil kurslarına gitmeleri için öğretmenlere Avrupa Birliği’nden burslar sağlanmaktadır. d. Ders Araç ve Gereçlerinin Seçimi Yabancı dil öğretiminde ders araç gereçlerinin çeşitliliği yabancı dil öğrenmeye karşı ilgi ve motivasyonun artmasını sağlayan önemli bir etkendir. Kaynak Merkezleri (Resource Centers) en son kullanılan öğretim materyallerini öğretmenlerin hizmetine sunmaktadır. Her merkezde bulunan dil sağlamak ve daha sonrada kullanılan (konuşma uzmanları okullara rehberlik yapmaktadır. İhtiyaç ve yazmada) dilin doğru (accuracy) olmasıdır. Dili duyulan ders malzemeleri, kitaplar, filmler, tekno- kullanırken öğrencilerin yaptığı hatalara öğretmen- lojik cihazlar ilgili merkez tarafından temin edilip ler tarafından çok müdahale edilmemekte böylece her hafta düzenli olarak okullara ulaştırılmaktadır. öğrencinin motivasyonu kırılmamaktadır. Ancak Ayrıca okullar da ihtiyaç duyulan araç ve gereçleri belli bir seviyeye ulaştıktan sonra kullanılan dilin kendileri satın alabilmektedir. doğru olmasına dikkat edilmektedir. Bu süreçte öğretmenler öğrencilerin güvenli ortamda dili öğre- Otantik (authentic) metinlerin ve gerçek dil kul- nip kullanabilecekleri şarkı, drama, tiyatro, kısa hi- lanımı öğrencilerin dilin gerçek ortamında kullanıl- kaye gibi yaratıcı çalışmaların, (creative tasks) yer dığını tecrübe edinmeleri açısından önemlidir. Öte aldığı bir çok etkinliği kullanırlar. yandan internet ve medyanın kullanımının oldukça motive edici olduğu görülmektedir. Öğrencilerin c. Yabancı Dil Öğretmenlerinin İngilizce kendi katılımları ile dili anlamlı olarak kullanabilme- Öğretimindeki Rolü leri için verilen görevleri iyi anlayıp yapabilmeleri Dil öğretmenleri iyi bir rol model olmak zorun- gerekmektedir. dadır. Danimarka’daki İngilizce öğretmenlerinin Derslerde kullanılan ders kitaplarının seçimi sı- çoğu İngilizce öğretmeni olarak eğitilmişlerdir. rasında genellikle işbirlikçi öğrenme (cooperative Başlangıç seviyesinde (Üçüncü sınıf) ders veren learning) tekniklerinin ve etkinliklerinin yer alması- İngilizce öğretmenlerinde bile alan eğitimi alma na dikkat edilmektedir. Bu yüzden daha çok kitap zorunluluğu aranmaktadır. İlköğretimde çocukla- seçiminde anadili İngilizce olan yazarlar (native ra yabancı dil öğretecek öğretmenlerin pedagoji speaker) tarafından hazırlanmış olanlar tercih edilir. ve metodolojiyi birlikte kullanmaları konusunda Böylece dilin gerçek kullanıcısı tarafından gerçek yeterli birikim ve tecrübeye sahip olması özellikle ortamda (real situations) o dile ait kültür ögelerinin üzerinde durulan konulardan birisidir. Günümüzde de yer aldığı anlamlı metinler ve etkinliklerle dilin eğitimde yaygın olarak kullanılan Bilgi Teknolojile- öğretilmesi hedeflenmektedir. rinin İngilizce öğretiminde kullanılması konusunda öğretmenlerin kendilerini geliştirmeleri zorunludur. e. İyi Değerlendirme Yapabilmek İyi Bu amaçla (1971 de kanunla tüm ülkede kurulan) Öğretmek Demektir • 90 MAYIS 2011 - SAYI 135• İngilizce öğretiminde değerlendirmeye önem verilmektedir. Değerlendirme öğretimin bir parçası olduğunda öğrenciler gelişmelerini ve kendilerinin değerlendirilmelerine alışacaklardır. Bu değerlendirme klasik yöntemle yapılan kalem-kağıt (pencil and paper) değerlendirmesi değil daha çok süreç değerlendirmesi (process evaluation) diyebileceğimiz birçok etkenin dikkate alındığı bir değerlendirme yöntemidir. Ürün dosyaları (portfolios), proje çalışmaları, öğretmenden alınan dönütler (feedback) bu sürecin parçalarını oluşturmaktadır. Bu süreçte yük elbette ki öğretmene düşmekte ve bütün bunların değerlendirilmesi ve kontrol edilmesi öğretmenin günlük yapması gereken rutin işlerinden kabul edilmektedir. Ayrıca yıllık veli toplantıları ve yılda iki defa yapılan velilerle yapılan danışma toplantıları da öğrencinin öğrenme sürecine katkı sağlamak ve yönlendirilmeleri açısından bu değerlendirme sürecinde önemli rol oynamaktadır. Öğrencilerin bir sonraki eğitimlerini etkileyecek olan 9. ve 10. sınıflarda yapılan yazılı ve sözlü sınavlara kadar öğrenciler ciddi anlamda bir sınava tabii tutulmazlar. Sonuç Olarak Danimarka’da İlköğretim öğrencilerinin yabancı dili kullanmada, özellikle İngilizceyi, neden bu kadar başarılı olduklarını özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz. Öncelikle öğrencilerin çok küçük yaşlardan itibaren İngilizce ile tanıştıkları ve bunun üçüncü sınıftan itibaren de sistematik olarak öğretilmeye başladığını görmekteyiz. Danimarka’nın Almanya ve Fransa gibi büyük bir ülke olmaması nedeniyle kullanılan dil olan Dancanın yalnızca beş milyon kişiyle sınırlı kalması başka ülkelerle iletişimde dünyaca yaygın olarak kullanılan İngilizceye ihtiyaç duyulması gerçeği ülkede yaşayan herkes gibi öğrenciler için de bilinmektedir. Dancanın İngilizce gibi aynı dil ailesinden (German) gelmesi nedeniyle ortak yönlerinin bulunması öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca ülkede yayın yapan TV dizileri ve filmler bazı çocuk programları hariç diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İngilizce olarak Danca altyazılı yayınlanmaktadır. Öğrenciler ve gençler sürekli olarak İngilizce müzik dinlerler. Bazı Danimarkalı şarkıcılar bile İngilizce şarkı söylerler. Ekonomik, sosyal, aynı dil ailesinden gelmiş olmak, dilin günlük hayatta yaygın olarak kullanılması gibi nedenlerin dışında ilköğretimde öğrencilerin İngilizceyi kullanmada başarılı olmalarının en önemli sebebi elbette ki Danimarka Eğitim Bakanlığının yabancı dil eğitim politikasının belirgin bir şekilde bu konuya verdiği önemdir. Yabancı dil öğretiminde okullarda dilbilgisi kurallarının bilinmesinden önce o dilin etkin bir şekilde kullanılması hedeflenmektedir. Bunun için klasik öğretim teknikleri (Dilbilgisi Çeviri Yöntemi gibi) ve öğretmen merkezli bir öğretim değil iletişimin daha çok yer aldığı (İletişimsel Yöntem gibi) yöntemleri içeren tekniklerin kullanıldığı öğrenciyi merkez alan bir öğretimin tercih edildiği görülmektedir. Grup çalışmasının kendine güven duygusunu geliştireceği ve sonuçta da başarıyı getireceği düşüncesiyle öğrenciler drama teknikleri, takım çalışmaları, proje çalışmaları gibi etkinliklerle öğrenme sürecine dahil edilmektedirler. Öğretmenlerin gayreti, kullanılan araç ve gereçlerin çeşitliliği, başarı değerlendirme ölçütleri gibi nedenler de İngilizcenin etkin bir şekilde kullanılmasına katkı sağlamaktadır. 91 • GÜNDEM VIII. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı Sabancı Üniversitesinin Tuzla Yerleşkesi’nde Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından düzenlenen “8. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı”nda konuşan Bakan Çubukçu, Sabancı Üniversitesi bünyesinde 2003 yılında faaliyete başlayan Eğitim Reformu Girişiminin eğitim sistemine ve sorunların tespitine ilişkin çok kapsamlı ve değerli araştırmalarıyla temayüz ettiğini söyledi. Bakan Çubukçu, konferansın, Bakanlığın çalışmalarına ışık tutan ve yol gösteren çalışmaların yanında, eğitimde iyi örneklerin fark edilmesi ve paylaşılması noktasında çok önemli işlevi olduğunu belirtti. Bu kapsamda iyi örneklerin paylaşılmasının Avrupa Birliği üyeliği sürecinde okullarda uygulamaya konulan ve öğrencilerin bilgi, beceri, yetenek • 92 ve yaratıcılıklarını ortaya çıkaran faaliyet ve projelerin paylaşımını sağlayarak yaygınlaştırılmasına zemin hazırladığını belirten Bakan Çubukçu, şunları kaydetti: “İyi örneklerin paylaşılması ayrıca okullarımızdaki yönetici, öğretmen ve öğrencileri proje hazırlamaya, üretmeye, ürettiklerini paylaşmaya, ekip çalışmaları yapmaya, kendilerini en iyi şekilde ifade etmeye teşvik etmek, öğrencilerin gizli kalmış yeteneklerinin desteklenerek geliştirilmesine ortam sağlamak, okullarda sosyal, kültürel, bilimsel ve sanatsal faaliyetlerin yapılmasını teşvik ederek ülkenin geleceğini yönlendirecek bilim, sanat ve kültürel alanlarda özgün ve farklı düşünceler ortaya koyabilen, öz güveni gelişmiş bireylerin yetişmesine katkıda bulunmak gibi birçok alanda katkı sağlamaktadır.” Değişimin toplumun her düzeyinde derinden hissedildiği ve henüz kavranmadan tekrar değiştiği bir dönemden geçildiğini ifade eden Bakan Çubukçu, böylesi dönemlerde eğitimin izlenmesi, değerlendirilmesi ve eğitim konusunda yapılan tüm araştırmaların sonuçlarının tekrar değerlendirilerek, varsa sonuçların uygulamalarda yararlanmak için kullanılmasının büyük önem arz ettiğini kaydetti. Bakan Çubukçu, bu doğrultuda toplumsal hayatın son zamanlardaki en önemli olgusunun hızla yaygınlaşan iletişim ve küreselleşme olduğunu belirterek, “Toplumların dünyanın her köşesinde olup bitenlerden gide- MAYIS 2011 - SAYI 135• rek daha çok haberdar olmaları diğer toplumların deneyimlerinden daha çok yararlanmalarını zorunlu hâle getirmiştir. Ülkeler sosyal hayat ve eğitim gibi alanlarda iyi örnekleri araştıran bulan veya geliştiren stratejiye yönelmişlerdir” dedi. Genç nüfusa sahip Türkiye’nin önümüzdeki 20-30 yılının stratejik öneme sahip olduğuna dikkati çeken Bakan Çubukçu, dolayısıyla daha çok eğitim yatırımı yanında eğitim politikalarının sürekli olarak gözden geçirilmesi, eğitim sistemini iyileştirme çabalarının hiç bitmeyen bir süreç olarak görülmesi gerektiğini vurguladı. Bakan Çubukçu, uygulamakta oldukları projelerle Türkiye’de mesleki ve teknik eğitimin kalitesinin geliştirilmesi ve orta öğretimde öğrencilere değişen ve gelişen küresel yaklaşımlara uygun bir genel kültür vermeyi, esnek ve modüler program uygulamayı, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda etkin rehberlik ve danışmanlık hizmetleri sunmayı, kurumsal ve teknolojik alt yapısı güçlü ve daha çok talep edilebilen nitelikli orta öğretim yapısına ulaşmayı hedeflediklerini söyledi. Sosyal ve ekonomik gücün bilgiye dayandığı günümüzde yaygın eğitimin de giderek ön plana çıktığını anlatan Bakan Çubukçu, “Bu alanda üzerinde önemle durduğumuz Hayat Boyu Öğrenmenin Geliştirilme- si Projesi ile küresel değişime uyum sağlamak için dinamik iş gücünün, istihdamın, sürekli öğrenmenin ve öğrenme kültürünün toplumun farklı yaş gruplarına, gelişen teknolojiye ve iş gücü piyasasının taleplerine uygun nitelikli bir eğitime erişmek için hayat boyu öğrenmeyi stratejiye dönüştürmekteyiz” diye konuştu. Bakan Çubukçu, çok önem verdikleri diğer bir alanın ise okul öncesi eğitim olduğunu belirterek, bu kapsamda yapılan çalışmalarla 2002 yılında 11 bin 287 olan okul ve kurum sayısının 26 bin 681’e çıktığını, öğrenci sayısının ise 298 bin 118’den 980 bin 654’e yükseldiğini, 4-5 yaş grubunda yüzde 11 olan okullaşma oranının ise yüzde 43,10’a yükseldiğini ifade etti. Diğer taraftan kadına yönelik pozitif ayrımcılık kapsamında özellikle kız çocuklarının okullaştırılmasının artırılmasının hedeflendiğini anlatan Bakan Çubukçu, ayrıca özel eğitim alanında engelli bireylerin eğitime erişimleri ve toplumda bütünleşmeleri için öğrenme ortamlarını olanaklarını artırmaya çalıştıklarını kaydetti. Bakan Çubukçu, bütün bu alanlardaki değişim ve dönüşümlerin bilginin küresel ölçekte yayılımı ve paylaşımıyla ilgili olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günümüz dünyasında eğitim, çağın eğitim yaklaşımı çerçevesinde, eleştirel düşünmeyi ve çok yönlü zihin gelişimini esas alan, kişisel araştırmaya dayalı yetişkinleri de içine alan bir format kazanmıştır. Okul yoluyla toplumun kültürel mirasının yine topluma aktarılması daha da derinleşerek belirginleşmiştir. Uygulanmakta olan yapılandırmacı eğitimle çocuğun toplumsallaşması, yenilikçi ve değişmeyi sağlayıcı birey yetiştirme gibi işlevler önem kazanmıştır. Bu bakımdan toplumların geleceğin dünyasında yer alabilmeleri için eğitim sistemlerinin, eğitimde değişim ve yenilenmenin büyük önem taşıdığını bilmeleri gerekir. Çünkü bilimsel düşüncenin ve buna dayalı yaşam biçiminin yerleştirilip geliştirilebilmesi, kuşkusuz bilime ve akla dayalı, evrensel değerlere sahip bir eğitim sistemi ile sağlanabilir.” Bakan Nimet Çubukçu, birey odaklı ve bilgiyi araç olarak kullanan, analitik düşünebilen, sentez yapabilen, sorunları çözme ve etkili iletişim kurma gibi becerilere sahip olabilen kişilik modeli yetiştirilmesi gerektiğini ifade ederek, “Hızla çoğalan bilgi karşısında her şeyi bilmek yerine hangi bilgiyi nereden, nasıl sağlayacağını ve nerede nasıl kullanacağını bilen, yan öğrenmeyi öğrenen insana gereksinim duyulacaktır. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın bu kapsamda çok önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum” dedi. 93 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Proje Tabanlı Beceri Yarışması Türkiye Finali Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Türk Patent Enstitüsü Sergi Alanı’nda yapılan “Proje Tabanlı Beceri Yarışması Türkiye Finali ve Sergi Açılış Töreni”ne katıldı. Bakan Çubukçu burada yaptığı konuşmasında, gençlerin heyecanına ve coşkusuna ortak olmanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi. Bakan Çubukçu, mesleki ve teknik eğitimin, ilköğretimini tamamlamış bireylerin, sanayi, tarım ve hizmet alanlarında yetişmelerini, meslek sahibi olmalarını, yeni meslek alanlarına geçişlerini sağlamak amacıyla düzenlenmiş örgün ve yaygın eğitim faaliyetlerini içerdiğini vurguladı. Bakan Çubukçu, “Nitelikli insan gücü yetiştirilmesi, ülkemizin en önemli ve ölçekli gündem maddelerinden birisini oluşturmaktadır. İşte bu önem ve öncelik doğrultusunda, geçtiğimiz 8 yıl içinde, ekonomi ve iş gücü piyasasının beklentilerine uygun olarak, mesleki ve teknik eğitimde ciddi bir değişim ve dönüşüm süreci başlatılmış ve • 94 sürdürülmektedir” dedi. 6. Proje Tabanlı Beceri Yarışması’nın, Türkiye’deki mesleki ve teknik eğitimin geldiği aşamayı yansıtan güzel örneklerden birini oluşturduğunu belirten Bakan Çubukçu, şöyle devam etti: “Bakanlık olarak, mesleki ve teknik eğitim okul ve kurumlarındaki öğrencilerimizin, araştıran, planlı ve disiplinli bir şekilde projeler üreten bireyler olarak yetiştirilmelerine büyük önem veriyoruz. Mesleki ve teknik eğitimin bütün alanlarında teknoloji kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Bilgi ve teknoloji, yine bilgiyle üretilirken, bu üretimin temel unsuru ise bilgiyi kullanabilen, eğitilmiş bireylerdir. Hükümet olarak bu alana büyük önem, öncelik ve ağırlık veriyoruz. Bakanlığımızda da, mesleki ve teknik eğitimde fiziki altyapının iyileştirilmesi, kalitenin yükseltilmesi ve eğitime erişimin artırılması yönünde bir çok çalışma yapılmakta, bütün sosyal paydaşların katkı ve katılımıyla önemli projeler hayata geçirilmektedir.” Bakan Çubukçu, Mesleki ve teknik eğitimin geliştirilmesine yönelik, 2002-2007 yılları arasında “Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi”, 2003-2007 yılları arasında “Mesleki ve Teknik Eğitim Kurumlarının Modernizasyonu Projesi”, 2008-2011 yılları arasında “İnsan Kaynaklarının Mesleki Eğitim Yoluyla Geliştirilmesi Projesi”ni, 2006-2011 yılları arasında ise “Orta Öğretim Projesi”ni uygulamaya koyduklarını anlattı. Bakan Çubukçu, 2011-2013 yıllarını kapsayacak “Mesleki Eğitimin Kalitesinin Geliştirilmesi Operasyonu Projesi”nin de önümüzdeki günlerde başlayacağını bildirdi. Mesleki eğitim ve istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi için geçen yıl ilgili tüm taraflarla çalışma yapılarak, “İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin Güçlendirilmesi Eylem Planı” hazırladıklarını anımsatan Bakan Çubukçu, bunun Bakanlar Kurulu’nca kabul edilerek uygulamaya konulduğunu, “Mesleki Eğitim ve Öğretim Stratejisi MAYIS 2011 - SAYI 135• Belgesi” hazırlık çalışmalarının da devam ettiğini söyledi. Bakan Çubukçu, “Bu projelerin yanında mesleki ve teknik eğitim okul ve kurumlarının, okul-sektör işbirliği ile program geliştirme, atölye ve laboratuvarların yeni teknolojilere göre donatımı, öğretmenlerin eğitimi ve öğrencilerin alanlarında işletmede meslek eğitimi ve çalışanların iş başı eğitimini yaygınlaştırmak üzere çeşitli komu ve özel kurum-kuruluşlar ile işbirli- ği protokolleri imzalanmaktadır” diye konuştu. Bakan Çubukçu, tüm yapılanların yanında mesleki ve teknik eğitimde farkındalık oluşturmak için yarışmalar düzenlendiğini de belirterek, bu yarışmalarla, öğrenci ve kursiyerlerin bilgi ve becerilerini, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda kullanmaları; girişimcilik, bilimsel düşünme ve rekabet edebilme bilincinin kazandırılmasının amaçlandığını kaydetti. 6. Proje Tabanlı Beceri Yarışması’nın da öğrencilerin, öğrenmeye, araştırmaya ve bilgi üretmeye yeni bir heyecan kazandırdığını gördüklerini ifade eden Bakan Çubukçu, sergide yer alan projelerin geleceğe yönelik umutları ve çabalarını güçlendireceğine inandığını söyledi. Konuşmaların ardından serginin açılışını gerçekleştiren Bakan Çubukçu, stantları gezerek, projeler hakkında bilgi aldı. Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi Projesi Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali İşbirliği Aracı (IPA_1) kapsamında hazırlanan, Avrupa Konseyi’nin teknik desteği, Talim ve Terbiye Kurulunun akademik desteği ile Projeler Koordinasyon Merkezi Başkanlığının koordinesinde yürütülen “Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi Projesi” (DVİHEP) toplumun sosyal dönüşümüne katkı sağlamak amacıyla, demokrasi kültürünü ve evrensel değerleri benimsemiş, insan haklarına saygılı, sosyal sorumluluk sahibi, haklarını bilen ve kullanan etkin bireyleri yetiştirmek için eğitimin her kademesini destekleyen bir projedir. “Demokratik Vatandaşlık Eğiti- mi Projesi”nin ilk aşaması (19972000) kavramların, tanımların ve stratejilerin tespit edilmesi ve anlaşılmasına yönelik olarak gerçekleşmiştir. İkinci aşama (2001-2004) ise politika geliştirme, iletişim ağları oluşturma ve aktivitelerin yaygınlaştırılmasını içermiştir. Avrupa Konseyi, farkındalığı arttırmak, üye ülkelerin sorumluluklarını pekiştirmek, üye ülkeleri desteklemek, ortaklığı ve inisiyatifi geliştirmek amacıyla 2005 yılını “Eğitim Yoluyla Avrupa Vatandaşlık Yılı” ilan etmiş ve bu doğrultuda faaliyetler yürütmüştür. Projenin üçüncü aşaması (2006-2009) Demokratik Vatandaşlık Eğitimi’ne ilişkin bütün seviyelerde ilk iki aşamadaki başarıların arttırılması ve sürdü- rülebilirliğinin sağlanması amacını taşır. Üçüncü aşamanın hedefi ise önceki başarıları yapılandırmak, bütün seviyelerde Demokratik Vatandaşlık Eğitimi’ni temin etmektir. Projenin genel hedefi insan hakları temel değerleriyle uyum sağlamış daha demokratik bir toplumu demokratik vatandaşlık ve insan hakları eğitimini güçlendirerek beslemektir. Projenin amacı ise DVİHE konusunda mevzuatı, orta öğretim müfredatını revize etmek ve ilköğretimde yeni müfredat geliştirmek; okul öncesi ve ilköğretim okul topluluklarının (öğretmenler, öğrenciler, öğretim dışı personel, veliler ve diğer kişiler) DVİHE konusunda kapasitelerinin, farkındalıklarının arttırılması, eğitim 95 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM materyallerinin geliştirilmesi ve okul öncesinden orta öğretimin sonuna kadar demokratik okul kültürünü benimsenmesini sağlamaktır. Pilot illerin (Mersin, Mardin, Elazığ, Samsun, Konya, İstanbul, Manisa, Sakarya, Edirne, Yozgat) seçiminde daha çok coğrafi dağılım ve nüfus durumu, sosyoekonomik yapı, kültürel çeşitlilik, Millî Eğitim Bakanlığı aracılığıyla gerçekleştirilen daha önceki proje sayıları göz önünde bulundurulmuştur. Proje herkesi kapsayan öğretim programıyla, hizmet içi eğitimleriyle, eğitim kılavuzlarıyla ve demokratik okul kültürü bileşeni ile bütüncül bir yaklaşım gösterecektir. Bu proje sona erdiğinde; okul öncesi, ilköğretim ve orta öğretimde tüm eğitim aktörleri eğitilecek ve Türkiye’nin 81 iline hizmet götürecek olan 440 formatör öğretmenin eğitimi ile insan hakları ve demokratik değerler yaygınlaştırılacaktır. Bu, çarpan etkisi ile tüm ülkeden büyük sayıdaki okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim öğretmeninin eğitilmiş olması ve okullarında tecrübelerini meslektaşlarıyla paylaşmaları anlamına gelmektedir. Ayrıca öğretim programı ve eğitim materyalleri 40 okulda test edilmiş olacak ve böylece diğer okullara kolaylıkla genişletilebilecek bir ağ oluşturulabilecektir. Bu proje, bölgedeki diğer ülkelere iyi bir uygulama örneği olabilir ve bundan dolayı sınır ötesi etkisinden de söz etmek mümkündür. Eğitimde Kızlarımız Bir Adım Önde Eğitimde fırsat eşitliği çerçevesinde, Avrupa Birliği ve Millî Eğitim Bakanlığı Projeler Koordinasyon Merkezi Başkanlığı ortak çalışmasıyla, “Özellikle Kızların Okullulaşmasının Arttırılması Operasyonu” adlı yeni bir çalışmaya başlanmıştır. Söz konusu bu operasyon kızlar başta olmak üzere, herkes için, her eğitim düzeyinde okullulaşma oranlarının artırılmasını hedeflemektedir. Söz konusu çalışma, AB uyum sürecinde kadına yönelik pozitif ayrım kapsamında, sosyal ve ekonomik hayatta kadının daha fazla rol almasını sağlayan politikalar doğrultusunda; “eğitimin kalitesinin arttırılması, eğitim ve iş piyasası arasındaki bağın güçlendirilmesi ve özellikle kızların eğitime her düzeyde katılım oranlarının artırılması”nı amaç edinmektedir. • 96 Bu operasyon ile öncelikle kız çocuklarının okullulaşmasını engelleyen sosyo-ekonomik faktörlerin tespit edilmesini sağlayacak geniş kapsamlı bir araştırma yapılacaktır. Hazırlanan araştırma raporuna dayalı olarak kızların okullulaşmasını artıran stratejiler belirlenecektir. Operasyon kapsamında kızların okul terk oranlarını düşürmek için e-okul sistemine dayanan bir izleme modülü oluşturulması, ev ziyaretlerinin gerçekleştirilmesi için, 1.250 öğretmen ve 500 üniversiteli kız öğrenciye iletişim eğitimi verilmesi planlanmaktadır. Kızların okullulaşmasının önündeki sosyo - ekonomik direnci çözmek amacıyla, kız çocukları orta öğretimden yararlanmayan en az 3.200 aileyle yüz yüze görüşülecek ve en az 2.000 kız çocuğunun okullulaşmasını sağlamak hedeflenmektedir. Kız çocuklarının okullulaşmasının sürdürülebilirliğini sağlamak için ise, öncelikle YİBO’lar olmak üzere tüm okullarda ve Rehberlik Araştırma Merkezlerinde psikolojik rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinin etkinliği artırılacaktır. “Özellikle Kızların Okullulaşmasının Arttırılması Operasyonu” kapsamında hibe projeleri dışındaki diğer faaliyetlerde odak 16 pilot il olarak belirlenmiştir. “Özellikle Kızların Okullulaşmasının Arttırılması Operasyonu” her ne kadar iki yıllık sınırlı bir süre içerisinde, belirli bir bölge için sınırlı bir bütçe ile gerçekleştirilecek olsa da, ülke çapında, hayatı uzaktan izlemek durumunda kalan mümkün olduğunca çok bireye ulaşmak ve onlara gelecek umutlarını yeşertecek olanakları sunmak tüm eğitim çalışanlarının ortak ve sürekli amacıdır. MAYIS 2011 - SAYI 135• 97 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • 98