BEŞ KÖŞELİ ÜÇGEN Kaan, duş yapıp traş olduktan sonra yatağın
Transkript
BEŞ KÖŞELİ ÜÇGEN Kaan, duş yapıp traş olduktan sonra yatağın
bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 BEŞ KÖŞELİ ÜÇGEN Kaan, duş yapıp traş olduktan sonra yatağın ayak ucuna oturdu. Yüzünün ağırlığı iki avucunda, belden yukarısı öne bükülmüş, dirsekleri dizlerine dayanmıştı. Kendinde değildi. Bu işe giriştiğinden beri, hiç alışık olmadığı türden duygular bedenini ele geçirmişti. Rodin'in ünlü heykelinin farklı bir yorumunu andıran görüntüsünü bozmak istemez gibi duruyordu. Bir dış gözlemciyi balmumu bir heykel olup olmadığı konusunda şüpheye düşürebilecek kadar uzun bir süre hareketsiz kalmaya devam etti. Uzuvlarının tümü bir sonra yapacağı harekete direniyor gibiydi. Bütün sabah bu şekilde duramayacağı da bir başka gerçekti. Önce sağ eli kurtuldu, dizinin iç kısmından aşağı doğru düştü. Başını hafifçe doğrultup çenesini sol avucunun içine dayadı. Bir süre de bu yeni kompozisyonda boş bir ifadeyle karşı duvarı seyretti. İkinci pozisyon ilki kadar uzun sürmedi. Yerinden kalkmaksızın, iki avucunu yatağa bastırıp bedeninin üst kısmını yukarı iterken kalçasını da sağa doğru kaydırarak yatağın ayak ucundan baş ucuna kadar ağır ağır ilerledi. Baş ucuna ulaştığında, yanındaki komodinin alt çekmecesini çekti ve kitaplarının altına gizlenmiş kayıt cihazını çıkartıp yatağın üzerine koydu. Kulaklıklarını taktı ve aletin üzerindeki çalma düğmesine bastı. Son üç gündür evdeki telefonla yapılan tüm konuşmaları kaydediyordu. Lale eski Lale değildi, geceleri sırtını dönüp uyuyordu, sanki aralarına buzdan bir duvar örülmüştü. Şüphelenmeye —1— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 başlamıştı. Bir tek Murat geldiğinde yüzü gülüyordu. Murat, Kaan'ın en yakın arkadaşıydı ve karısından yeni ayrılmıştı. Bu zor günlerde yalnız kalması doğru değildi. Murat'ı haftada en az bir kez arayıp yemeğe çağırıyordu. O gelince ortam, bir sihirli değnek değmişçesine, eski günlerine dönüyordu. İlk iki gün şüphe uyandırıcı bir konuşmaya rastlamamıştı. Lale'ye cep telefonlarıyla yapılan tüm konuşmaların kaydedildiğini söylemişti ve önemli konuşmalarını ev telefonundan yapmasını önermişti. "Alo?" Bu Murat'tı. "İyi misin?" Bu da Lale. "Nasıl iyi olayım, günlerdir aramıyorsun. Seni çok özledim." "Haklısın. Ben de özledim ama cep telefonuyla yapılan konuşmalar kaydediliyormuş, bu yüzden seni evden aramak istedim. Evden arayınca da Kaan'ın olmadığı bir zamana denk getirmek kolay olmuyor." "Kim söyledi bunu?" "Kaan." "Tüm konuşmaların on yıl süreyle kayıt altında tutulduğu doğru ama bu dinlendiği anlamına gelmiyor. Eğer bir soruşturma, bir adli vaka söz konusuysa mahkeme kararıyla kayıtlar dinlenebiliyor. Hem aynı şey ev telefonları için de geçerli." "Neyse boşver, şimdi konuşuyoruz ya. Anlat bakalım, görüşemediğimiz son üç günde neler yaptın." "Geçen akşam Nathan kardeşlerin 'Beş Köşeli Üçgen' —2— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 filmine gittim ve bayıldım. Yer yer bizim durumumuzu çağrıştıran sahneler vardı. Seninle birlikte elini tutarak seyredebilmeyi çok isterdim." "Ben de çok isterdim ama biliyorsun gündüzleri işteyim akşam da Kaan'ı bırakıp çıkamam, en azından şimdilik. Ama bu filmin adı da ne kadar saçmaymış!" "Neden?" "Üçgen, adı üstünde, üç köşeli olur. Beş köşeli bir üçgen olamaz, ona beşgen demek gerekirdi." "Lale'ciğim, sanat bu, Kartezyen bir mantıkla açıklanamaz. Üçgen, üçlü bir ilişkiyi betimliyor ve bu üç kişi dışında ilişkiyi etkileyen iki kişi daha var. Yani bir üçgen ilişki ve toplam beş kişi, bu yüzden beş köşeli üçgen. Şimdi daha anlaşılır oldu mu?" "Yine de çok anlamsız, ha ha ha! Kiminle gittin?" "Kiminle gideceğim, yalnızdım tabii." "Seni birileri kapacak diye çok korkuyorum. Kokuyu almış bir sürü kız vardır peşinde." "Milyonlarcası bile bir Lale etmez. Ben seni seviyorum, hem de çok! Tekrar ne zaman birarada olacağız? Kokunu, saçlarını, tenini, gözlerinin gözlerime bakışını özledim. Ne zaman bitecek bu çile?" "Ben seni özlemedim mi sanıyorsun? Ben de çok özledim ama... Engellerimiz var biliyorsun. Bir çırpıda kesip atamam." "Peki n'olucak, n'apıcaz? Hep böyle devam edemeyiz herhalde(?)" "Uygun bir zamanda ayrılmak istediğimi söylerim." "Uygun bir zaman nedir? Daha ne kadar beklemeliyiz? Sevişiyor musunuz?" —3— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 "Hayır, hiç. Zaten o yüzden de şüphelenecek diye korkuyorum. Daha ne kadar gün sırtımı dönüp yatabilirim bilmiyorum." "Doğru söyle." "Doğru söylüyorum." "Tekrar ne zaman görüşürüz?" "Bilmiyorum, uygun bir zaman ayarlayabilirsem ararım. Bu aralar Kaan'ın seyahati de yok, keşke gitse bir yerlere." "Akşam yemeğine uyku ilacı katsan, sonra da kaçıp gelsen bana. Sabah o uyanmadan geri dönüp yatağa girersin." "Saçmalama, yapamam öyle şeyler." "Şaka yapıyorum. Kaan çok sevdiğim bir arkadaşım. Doğrusunu istersen suçluluk hissetmiyor değilim." "Ben de çok suçluluk hissediyorum yaaa. Üüffff, nasıl çıkacağız bu işin içinden?" "Neyse şimdilik aceleye getirmeyelim. Zaman içinde bir çözüm bulunur. Bakarsın o seni bırakır." "Bu pek mümkün değil, beni hep çok sevdi. İşin en zor yanı da bu ya." "N'olur telefonlara çok ara verme, sesini duymak, biraz sohbet etmek teselli oluyor." "Bu telefonda konuştuğumuz kadarını Kaan'la bir haftada konuşmuyoruz." "Belki de evli olmak böyle birşey. Bir süre sonra biz de mi böyle oacağız?" "Kim bilir! Ufff, niye aşık oldum sana, çok canım yanıyor. N'olacak bu hâlimiz?" "Benim de canım yanıyor, seni çok seviyorum." "Dışardan sesler geliyor, hadi çok öpüyorum." "Ben de çok öpüyorum. Lütfen ara!" Telefon kapandı. —4— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 İçi yandı. Kalp şakrası alev almıştı sanki. Gelecek, şimdiki zaman, hatta tüm geçmiş kara bir örtüye bürünmüştü. Pompei'nin kara külleri ağzını, burnunu, gözlerini kapatmıştı. Midesindeki kasılma göğsündeki yanma hissiyle birleşti. Ağlamak istiyordu ama onu bile beceremedi. Karısıyla en iyi arkadaşı ona ihanet ediyorlardı. En yakın arkadaşı ve karısı... Karısı ve en yakın arkadaşı... Dünyanın sonu bundan kötü olabilir miydi? Daha kötü ne olabilirdi? Kime güvenebilirdi bundan sonra? Oturmakta olduğu yatağın kenarında hareketsiz durdu bir süre ve karşıdaki duvarı seyretti boş boş. Düşünemiyordu bile, kafası tümüyle durmuştu. Tüm enerjisinin ayaklarından akıp gittiğini hissetti, oturmak bile zor geliyordu. Kendini sırtüstü yatağa bıraktı. Bu kez tavanı seyretmeye başladı. Sonra dönüp karısının yastığına baktı. Hâlâ inanamıyordu, böyle bir şey mümkün müydü? Bunu hakedecek ne yapmıştı? Sorumlu olabilir miydi? Muhtemelen bir şeyleri yanlış yapmıştı ama bunların ne olduğundan habersizdi. Gerçekten sorumlu hissetmeli miydi? Bu tür dramalar romanlarda, filmlerde, gazetelerin ikinci sayfalarında olabilirdi ama kendi hayatının tam orta yerinde... İnanamıyordu, inanamıyordu, inanamıyordu... Kâbus görüyor olmalıydı. Birlikte yapılan onca seyahat, biriktirilmiş onca anı... Yıllardır üzerinde çalışılan akrilik tablonun üzerine bir kova siyah boya boca edilmişti sanki. Temizlemek mümkün görünmüyordu. Ağlamaya başladı, önce sessizce sonra hıçkıra hıçkıra. Bir süre sonra kalkıp sakinleştirici bir ilaç aldı, —5— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 ofisine telefon edip grip olduğunu ve birkaç gün işe gelemeyeceğini söyledi ve tekrar yatağa uzandı. Akşam 17:00 gibi uyandı. Rüyasında John Lennon'la karşılıklı yemek yiyip sohbet ettiğini görmüştü, ne konuştuklarını çok iyi hatırlamıyordu. Rüya yorumundan pek anlamazdı ama kendisini Lennon gibi mazlum hissetmesi mi onları biraraya getirmişti acaba diye düşünmeden edemedi. Kısmen uykunun, kısmen sakinleştirici ilacın etkisiyle biraz daha iyi hissediyordu. Uçurumun en kenarından bir adım uzaklaşmış gibiydi. Bu nispi dinginlik hâli düşünüp plan yapması için uygun bir ortam oluşturuyordu. O da öyle yaptı: Bir süre düşündü. Kararlı bir şekilde doğrulup komodinin alt çekmecesinin en altından üstü kumaşla örtülü tabancasını çıkarttı ve yatağın üzerine koydu. Üzerindeki kumaşı sıyırıp tabancayı namlu ucundan kumaşla tutarak önce kabzasını sonra da tamamını bir gözlüğün camını temizlercesine silip parlattı. Sonra tekrar kumaşa sarmalayıp komodinin çekmecesini açtı ve bu kez en üste koydu. Ardından salona geçti ve sırasıyla iki yakın arkadaşı Ömer ile Sinan'ı aradı. Her ikisiyle de yarım saate yakın konuştu. Saat 18:30'a geliyordu. Eli bir kez daha telefona uzandı. "Murat merhaba..." "Merhaba Kaan, nasılsın? "Çok iyiyim sağol. Akşam yemeğe gelsene." "Abi çok sık oluyor, mahcup oluyorum..." —6— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 "Hiç olur mu, çok ayıp! Zor günler geçiriyorsun, seni yalnız bırakmak olmaz. Mutlaka bekliyoruz." "Çok teşekkürler Kaan'cığım, geliyorum o zaman." 19:00'da Lale anahtarıyla kapıyı açıp eve girdi. Kaan yerinden kalkıp Lale'yi iki yanağından öptü. "Hoşgeldin. Akşam Murat'ı yemeğe çağırdım, haberin olsun." dedi. "Yine mi?" "Ne var bunda? Çocuk yalnız. Hem birlikte olunca daha keyifli oluyor, öyle değil mi?" "Tamam peki nasıl istersen. Zaten olan olmuş, şimdi açıp gelme diyecek hâlimiz yok ya. Bana sorsan daha iyi olmaz mıydı?" "Kusura bakma, böyle düşüneceğini hiç tahmin etmemiştim. Bundan sonra mutlaka sorarım." "Neyse dert etme." Yarım saat sonra Murat kapıyı çaldı. Kaan kapıyı açıp arkadaşını salona buyur etti. "Yemeğe biraz sonra otururuz. Köfte ve makarna var. Gel sana bir içki vereyim. Ne alırsın?" "Bilmem, siz ne içiyorsunuz? Lale yok mu?" "İçeride, üstünü değiştiriyordu, şimdi gelir. Bak işte geldi." Lale, Murat'ı öpüp oturduğu kanepenin diğer köşesine geçti. Kaan karşılarındaki berjer koltuğa oturdu. "Lale, sen ne içiyorsun? Murat karar vermek için bizi bekliyor da..." "Kırmızı şarap. Herkese uyar mı?" "Harika, o zaman ben bir kırmızı açıyorum." Kaan şarap servisini yapıp yatak odasına geçti ve —7— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 komodin çekmecesinden üstü bezle örtülü tabancayı çıkartıp beziyle birlikte ceketinin cebine koydu. Ceketin sağ tarafı biraz aşağı sarktı. Sağ eliyle yukarı doğru çekip olabildiğince düzeltti. Sonra salona yürüyüp tekrar berjer koltuğuna oturdu. "Eee Murat, nasıl geçiyor günlerin? Sinemaya falan gidiyor musun? Biz hep evde pinekliyoruz, iyi bir film görmeyeli çok zaman oldu." "Evet geçen gün iyi bir filme gittim: 'Beş Köşeli Üçgen'. Ben çok beğendim, mutlaka görün." Lale'nin Murat'a attığı bakış görülmeye değerdi! "İsminden anladığım kadarıyla üçgen bir ilişki anlatılıyor galiba... ve de konuya karışmış beş kişi mi var?" "Kaan müthişsin valla, tastamam bu!" "İlginçmiş. Lale ne dersin önümüzdeki günlerde gider miyiz?" "Olabilir" dedi Lale, pek ilgilenmiyormuş gibi durarak. Birinci öncelikli işmiş gibi tutkulu bir şekilde sağ elinin baş parmağıyla sol elinin tırnak etlerini itiştiriyordu ve Kaan'ın yüzüne bakmamaya özen gösteriyordu. Kaan'ın içi acıyordu ama iki âşığa göre yegâne avantajı bildiğini bilmemeleriydi ve şimdilik bu avantajının "keyfini" çıkarmaya çalışıyordu. "Murat, bundan bir yıl sonra kendini nerede görüyorsun, örneğin kiminlesin? Bir hayal et bakalım. Aslında yalnız Murat değil, sırayla Lale ve ben de söyleyelim." "Hoppala, nereden bileyim? Bir gün sonra ne olacağını bile bilmiyorum ben" dedi Murat hafif isyan eder gibi yaparak. "Yahu bu bağlayıcı bir şey değil, sohbet ediyoruz —8— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 işte, yalnızca hayal etmeni istedim, olacağı değil, olmasını arzu ettiğini." "Bilmem, hayatımda yeni bir insan olabilir belki..." "Tarif et, nasıl birini düşünüyorsun?" Lale dönüp Murat'a baktı. Ne diyeceğini o da merak ediyor gibiydi. Murat işi şakaya vurup sıyrılmayı denedi: "Şişman, yusyuvarlak, kısa boylu, beline kadar saçları olan, pembe yanaklı, yuvarlak yüzlü, patlak gözlü, çok iyi yemek yapan biriyle beraberim ve çok mutluyum" dedi gülerek. Kaan gülmedi, "Anlaşılan gerçek hayallerini paylaşmak istemiyorsun" dedi ve Lale'ye döndü: "Ya sen Lale?" "Kaan nereden çıkartıyorsun bu gelecek hayallerini! Sıradan bir yaşantımız var, şu anda hiçbir şey hayal etmek istemiyorum" dedi yine tırnak etleriyle oynayarak. Kaan önce cevap vermedi, sonra uzaklara bakarak, sakin, bilgece bir tonla: "George Harrison, bir parçasında Lewis Carroll'dan alıntı yaparak şöyle diyor: 'Nereye gideceğini bilmiyorsan her yol seni oraya çıkarır' ya da İngilizcesiyle: 'If you don't know where you're going any road will take you there'" dedi. Murat'la Lale şaşırmış bir ifadeyle birbirlerine baktılar. Verecek bir cevap bulamamış gibiydiler. Aslında yorum yapmanın gerekliliği konusunda kararsız kalmışlardı. Onların gözünde Kaan farklı bir galaksiye aitmiş gibi duruyordu bu akşam. Adını koyamadıkları bir gariplik vardı. Onbeş-yirmi saniyelik bir sessizlikten sonra Kaan cebinden üzeri bezle kaplı tabancayı çıkartıp —9— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 aralarında duran alçak ve dikdörtgen masanın üzerine koydu. Sonra üzerindeki bezi bir mücevherci titizliğiyle yana doğru sıyırıp hilkat garibesi siyah tabancayı "gün ışığına" çıkardı. Lale önce bir çığlık attı, ardından "Bu ne Kaan, delirdin mi sen(?)" diye bağırdı. Murat sakin durmaya özen gösteriyordu: "Abi gerçekten nereden çıktı bu?" diye sordu. "Daha önce hiç tabancam olmamıştı, bir tane almak istedim, hem çok iyi bir savunma aracı, öyle değil mi?" "Kaan sen gerçekten kafayı üşüttün!" diye söylenmeye devam etti Lale. Kaan, Lale'yi duymamazlıktan gelerek Murat'a döndü: "Tut bir elinde, ağırlığını, duygusunu hisset" dedi. Murat önce tereddüt etti ama sonra eğilip tabancayı aldı, tarttı, nişan alır gibi yaptı sonra tekrar bezin üzerine koydu. Kaan Lale'ye döndü: "Sen de bir bak" dedi. Lale: "Tam bir zır delisin" dedi ama o da uzanıp tabancayı aldı, bir sağa bir sola çevirdi ve tekrar yerine koydu. "Eeee, n'oldu şimdi?" diye sordu Kaan'a. "Hiçbir şey, yalnızca yeni oyuncağımı yakınlarımla paylaşmak istedim" diye cevap verdi Kaan ve tabancayı kundaklar gibi sarıp sarmalayıp odasına geri götürdü. Sonrasında çok az konuşuldu. Başlangıçta gayretli görünen Kaan yerini son derece düşünceli bir insana bırakmıştı. Masada "suyu uzatır mısın, tuzu verir misin" türü gereksinim cümleleri dışında bir şey konuşulmadı ve yemek sonrasında Murat yorgunluğunu bahane ederek erkenden müsaade istedi. —10— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 ******************* Kaan, yetenek ile üstün zekayı aynı bedende barındıran sayılı varlıklardan biriydi. Yeteneği belli bir konuya odaklanmamıştı, elini attığı her işin altından büyük bir hünerle kalkıyordu. Okul yıllarında, yüzme, atletizm, futbol, basketbol gibi sporlarda hep en iyiler arasındaydı. Çok iyi resim ve heykel yapabildiği gibi, piyano, gitar ve flütü de ustalıkla çalabiliyordu. Matematik, fizik, edebiyat, felsefe ve yabancı diller... tümü mükemmeldi. Buna karşılık "harika çocuk" kimliğiyle çelişki oluşturacak şekilde birinci olmaktan, öne çıkmaktan, göze batmaktan hoşlanmıyordu. Takım arkadaşının ve kendisinin birer gol attığı maçta kaleciyle karşı karşıyayken kasıtlı olarak topun dibine vurup dışarı atmıştı. Arkadaşından bir fazla gol atmak istemiyordu. Tam puan alabileceği birçok sınavda bazı soruları boş bırakır veya yalnış cevaplardı. Sıradanlıktan çok uzakta olmasına rağmen sıradanlığı hedeflerdi ki aslında bu tür bir hedef bile sıradan olmaktan çok uzaktı. Sıradan sayılabilecek tek yönü fiziğiydi: Yakışıklı değildi ama çirkin de sayılmazdı; kare bir yüzü, koyu kumral saçları, kahverengi gözleri, 175 cm boyu vardı. Elmacık kemikleri çıkık, bakışları yumuşaktı. Dikkatli bakıldığında gözlerindeki parıltıyı kaçırmak mümkün değildi. Zeka fazlalığını bir yere kadar gizleyebiliyordu, gözler ele verirdi. Gösterişsiz giyinirdi, yalnızca renk uyumu ve temizliği önemserdi. Markalardan uzak dururdu. Saplantılı bir şekilde popülerlikten, şöhretten, —11— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 beğenilmekten kaçmasının arkasında özgürlüğünü kaybetme korkusu vardı. Göz önünde olan insanları tiyatro sahnesindeki sanatçılara benzetiyordu ve hayatlarını diledikleri gibi yaşayamayacaklarını düşünüyordu. Lale, iri mavi gözleri, Hollandalı köylü kızları andırır şekilde iki omuzuna düşen örgülü koyu kumral saçlarıyla okulun en güzel kızlarından biriydi. Erkek öğrenciler Lale'nin dikkatini çekebilmek için birbirleriyle adı konmamış bir yarış içindeydiler. Lale karşı cinsin ilgisinden hoşlanmıyor değildi ama hafif bir görüntü vermemeye de özen gösteriyordu. Sınıfta komik bir olay yaşandığında Kaan'ın gözleri dönüp Lale'nin gözlerini arardı. Göz göze gelip karşılıklı gülüşmekten, o anı sadece onunla paylaştığını hissetmekten büyük haz duyardı. Kaan'ın kızlar konusundaki özgüveni yerlerde sürünüyordu. Aynada, sabah akşam, tekrar tekrar yüzünü görmek moralini bozuyordu. Saçlarını öne, arkaya, yana taramış, sakal, bıyık, favori uzatmayı denemiş ama sonuç değişmemişti. Zaman zaman yansımasına dik dik bakıp "Kim beğenir ki seni(?)" diye düşünürdü ama bu tür kendine acıma hâllerinin iyi sonuçları olmayacağını bilecek kadar iyi bir aklı olduğu için de bu aşağılama söylemini sık sık tekrarlamamaya çalışırdı. Annesinin "benim yakışıklı oğlum" nakaratı da ona hiçbir zaman inandırıcı gelmemişti. Reddedilmenin onur kırıcı olduğunu düşünüyordu. Herhangi bir kıza dönük girişimlerinin reddedileceğinden de emindi. Aslında herhangi bir kız yoktu, yalnızca Lale vardı. İyi arkadaştılar. —12— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 Ödevlerine yardımcı olur, Lale'nin anlamakta zorlandığı matematik problemlerini büyük bir sabırla ona anlatmaya çalışırdı. Zaman zaman bir kitaptan aynı metni birlikte okurken Lale'nin kafası o derece yakınına gelirdi ki, saçları Kaan'ın yüzüne değerdi. O anları hiçbir şeye değişmezdi. Eşsiz kokusunu içine çekerdi. Kafasını birazcık çevirse dudakları yanağına değecekti. Ne kadar istemişti bunu gerçekleştirebilmeyi ama Lale'yi tümüyle kaybetme korkusu ona hep engel olmuştu. Lale lisede Ahmet isminde bir çocukla çıkmaya başlayınca Kaan ondan uzaklaştı. Daha sonra farklı üniversitelere gittiler, farklı insanlarla tanışıp farklı deneyimler yaşadılar ve temasları tümüyle kesildi, ta ki bir gün Lale, Facebook üzerinden Kaan'a arkadaşlık teklifi yollayana kadar. Yazışmaları buluşmalar, buluşmaları birlikte gecelemeler izledi ve bir yıl sonra evlendiler. ********************* Ertesi sabah Lale'yle birlikte kalkıp sessizce kahvaltı ettiler. Kaan işe gidecekmiş gibi giyindi. Şirketinin çalışma saatlerinden ötürü Lale, Kaan'dan yarım saat önce çıkardı evden. Onu yolcu eder etmez iş kıyafetlerini çıkarıp jean pantolon ve beyaz gömlek giydi. Gömleğinin beyaz olması gerekiyordu. Bir gün önce işini arayıp grip olduğunu ve birkaç gün gelemeyeceğini söylemişti. Tekrar arayıp hatırlatmaya gerek duymadı. Gerekirse onlar kendisini ararlardı. Bugün Lale yarım gün —13— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 çalışıyordu ve tahminen 13:30'da evde olacaktı. Fazla oyalanmaması gerekiyordu. Dizüstü bilgisayarının başına oturup yazmaya başladı. Uzun bir metin değildi ama yazıp yazıp siliyor, düşünüp tekrar yazıyordu. Yaklaşık bir saat çalıştı ama sonradan bir kez daha okuyup düzeltmesi gerekecekti. Ardından mutfağa girdi. Dolaptan domates salçasını çıkarıp dolu kavanozun yarısını büyükçe bir bira bardağına boşalttı. Sonra bardağa biraz su ekledi ve kaşıkla karıştırdı. Salça istediği inceliğe gelince salona götürdü ve berjer koltuğun yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. Yatak odasına geçti, komodin çekmecesinden beze sarılı tabancasını beziyle birlikte aldı ve salona götürüp sulandırılmış salçanın yanına koydu. Bir tükenmez kalem ile beyaz gömleğinin kalp bölgesine küçük bir işaret koydu ve sonra gömleği çıkardı. Yapmayı planladığı küçük mermi deliğini önce makasla kesmeye niyetlenmişti ama son anda bu fikrinden vazgeçti. Sigarayla yapılacak delik çok daha doğal duracaktı ama bunun için bir sigara bulması gerekiyordu. Evlerinde sigara içilmiyordu ama ikram maksatlı bir paket bulundurduklarını hatırlıyordu. Kimbilir neredeydi. Hızlı hızlı, salon ile mutfaktaki çekmeceleri ve dolap kapaklarını açıp baktı ve dördüncü denemesinde aradığını buldu. Neyse ki hemen yanında bir de plastik çakmak duruyordu. Sigarayı yakarken dumanı içine çekmek zorunda kalınca sarsıla sarsıla öksürmeye başladı. Yapay kriz fazla uzun sürmedi. Sigaranın ateşini gömleğinin üzerinde kalemle işaretlediği noktaya değdirip tuttu. Birkaç saniyede kenarları siyah doğal bir delik şekillendi. Delik sigara içinden —14— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 geçecek kadar büyüdüğünde işlem tamamlanmış oldu. Sigaranın çapı tabanca mermisi çapına oldukça yakındı üstelik. Gömleği tekrar üzerine giydi ve yanmakta olan sigarayı mutfaktaki evyenin musluğunda söndürüp çöpe attı. Salona döndüğünde elini salça bardağına doğru uzatırken bir sonraki işlemi mutfakta yapmanın daha doğru olacağına karar verdi. Salçanın yanlış yerlere sıçramaması gerekiyordu. Mutfağa gidince sulu salçayı bir çorba kaşığıyla gömleğinde açmış olduğu deliğin üzerine ve çevresine yedirmeye başladı. Birkaç kaşık döktükten sonra banyoya geçip aynaya baktı. Hiç fena değildi, görüntüsü kendisini bile ürkütmüştü. Daha fazla abartmaya gerek yoktu. Salçanın kalanını tekrar salona taşıdı, "öldükten" sonraki duruş pozisyonuna bağlı olarak bir miktar da koltuğa dökmesi gerekebilirdi. Sıra tabancaya gelmişti. Ateşlemek istemesinin tek nedeni salona yanmış barut kokusunun yayılmasını sağlamaktı. Duyuların tümüne hitap etmeli ve inandırıcılık tam olmalıydı. Emniyetini açtı ve tabancayı berjer koltuğa doğru nişanlayıp tetiğe bastı. Sağır edici bir patlama oldu. Kulakları acıdı. Bu derecesini beklemiyordu, sarsıldı. İki kolu aşağı düştü, kafası yana eğildi ve bir süre bu pozda ayakta kaldı. Patlama öncesindeki kararlı Kaan yerini dalgın, moralsiz ve isteksiz bir Kaan'a bırakmıştı. Ama ne olursa olsun vazgeçmemeliydi, hele bu kadar yol almışken. Başladığı işi sonuna kadar götürecekti. Prova için berjer koltuğa oturmadan önce bilgisayar sehpasını koltuğun sağına doğru yanaştırdı, adımlayarak koltuktan yaklaşık iki buçuk metre uzaklaştı ve tabancayı o noktada yere bıraktı. Sıra koltuktaki —15— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 nihai pozuna gelmişti. Sağ elini işaret parmağı bilgisayarı gösterecek şekilde onu taşıyan sehpaya destekleterek uzattı, başını koltuğun sağ çıkıntısına dayadı, ağzını yarım açıp gözlerini kapadı, sağ bacağı hafif kıvırıp sol bacağını sağ bacağından ayrık pozisyonda dümdüz uzattı. Poz inandırıcı olması gerektiği kadar olabildiğince konforlu da olmalıydı çünkü onu bir hayli uzun bir süre koruması gerekecekti. Keşke birisi gelip fotoğrafını çekebilseydi diye düşünüyordu ki tam o sırada kapı çaldı. Bu saatte ziyaretçi beklemiyordu. Kapıyı açmak bütün planlarını alt üst edebilirdi, salçalı beyaz gömleğiyle gözükmesi tam bir skandal olurdu. Ses çıkartmadan oturdu ama ziyaretçisi kararlıydı ve kapıyı yumruklamaya başlamıştı. Ardından annesinin "Kaan aç kapıyı" diye bağırışını duydu. Annesi üst katlarında oturuyordu. "Neyse, bu kötünün iyisi" diye düşündü, annesini ikna edip yolcu edebilirdi, zaten bu yumruklamanın bir an önce durması gerekiyordu. Yerinden kalkıp kapıyı açtı. Annesi Kaan'ı görür görmez sendeledi. Kaan ani bir refleksle beline sarılıp yere düşmesine engel oldu. Sonra iki yanağına hafifçe vurup "Anne uyan ben iyiyim" diye seslendi. Neyse ki annesinin baygınlık hâli fazla uzun sürmedi. Kendine gelince Kaan'a uzun uzun baktı ve ağlamaklı bir sesle "Oğlucuğum n'oldu, kim vurdu seni?" diye sordu. "Anne kimse vurmadı, bu bir oyun, tiyatro gibi bir şey, onun provasını yapıyordum." "İş saatinde bu ne tiyatrosu oğlum, bana doğruyu söyle. Hem o tabanca sesi neydi? Beni kandıramazsın." —16— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 "Peki anne, tamam, anlatacağım ama hikâyenin tamamını duyunca çıkıp beni rahat bırakacağına söz ver." "Ne olduğunu anlamadan söz möz veremem. Hadi anlat çabuk nedir bu saçmalık." Kaan teslim oldu, annesinin vazgeçmeyeceğini biliyordu. Önce Lale'yle Murat'ın telefon konuşmalarından bahsetti. Sıra planına gelmişti. Hem anlatırsa annesi senaryodaki bazı açıkları görüp düzeltmesine yardımcı olabilirdi. Her işte bir hayır vardı. Berjer koltuğuna oturdu ve başladı anlatmaya: "Lale 13:30'da anahtarla kapıyı açıp eve girince beni bu pozda bulacak" diyip biraz önce prova ettiği pozisyonu aldı. "Muhtemelen önce bir çığlık atacak ama birkaç saniye içinde kendine gelince bilgisayarı işaret eden parmağımı farkedecek. Bilgisayarın ekranına bakınca da işte bu koskoca 'ALTTAKİ LALE'YE VEDA İSİMLİ DOSYAYI AÇ" notunu görecek ve açıp okumaya başlayacak. Sen gelmeseydin bu yazıyı bir kez daha okuyup düzeltecektim ama artık vaktim kalmadı. Şimdi açıp sana okuyorum: 'Murat'la aranızdakileri biliyorum. Telefon konuşmanızın kaydını ilgili makamlara postaladım. Yerde gördüğün tabancada yalnızca senin ve Kaan'ın parmak izleri var. Tabancayı bezle tutup kendime olabildiğince uzaktan ateş edeceğim. Kalbime nişan alacağım için ölümüm çok hızlı olmayacak ve tabancayı iki metre ileriye, bezi ise başka bir tarafa fırlatabileceğim (en azından böyle umuyorum). Telefon kaydınız ve tabancanın üzerindeki parmak izleriniz aleyhinize yeterli —17— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 delil olacaktır. Aslında ölüm sebebim gerçekten de sizsiniz. Senin tek kurtuluş yolun suçu Murat'a atmak. Acil bir durum var diyerek onu eve çağır ve polise ihbar et. Bu senin için yapabileceğim son iyilik. Elveda, Kaan P.S: Bu not sen okuduktan iki dakika sonra kendini imha edecek.' "Yazının sonu çok iyi olmamış, Murat'ı eve çağırma ve ihbar konularını biraz daha açmam gerekiyordu. O şimdi beceremez. Bu arada yazıyı gerçekten imha etmesi için bilgisayarı birazdan programlayacağım. Neyse devam edeyim: Bir gün önce Sinan'la Ömer'i arayıp durumu anlattım ve onlardan bir ricada bulundum. İkisi de üniversiteden arkadaşlarım, Lale'yle tanışmıyorlar. Polis kıyafetine girip evin dışında bekleyecekler. Lale'nin eve girdiğini görünce kapıya yaklaşıp, hatta kulaklarını dayayıp dinlemeye başlayacaklar. Lale'nin telefonda konuştuğunu duyduktan beş dakika sonra da kapıyı çalacaklar. Tabanca sesi duyulduğunu, ihbar aldıklarını ve içeri girip arama yapacaklarını söyleyecekler. İçeri girince de olanları görüp Lale'yi cinayet zanlısı olarak tutuklamak zorunda olduklarını söyleyecekler. Lale tabii ki itiraz edecek, eve biraz önce geldiğini, bütün sabah işte olduğunu ve tahmin ediyorum Murat'ı aradığını, onu beklemeleri gerektiğini, acele karar vermemelerini, vs. gibi şeyler söyleyecek. Eğer daha sonra Murat gelirse suçu onun üzerine atmaya çalışacak ve —18— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 'polislerin' önünde tartışacaklar. Bu aşamada ben yerimden doğrulacağım ve her şeyin bir kurgu olduğu anlaşılacak. Hepsi bu." "Ah benim deli oğlum! Onları birbirine düşürüp öç almak istiyorsun öyle mi?" "Evet tamamen öyle." "Peki diyelim ki her şey düşündüğün gibi gerçekleşti, ki çok şüpheliyim bundan çünkü planında aksaması muhtemel çok..." "Neresi aksayabilir, sen bana onları söyle." "O kadar zaman hareketsiz durabilecek misin? Bilgisayarı gösteren kolun uyuşmayacak mı? Nefes alıp verdiğin fark edilmeyecek mi? Bir tarafın kaşınmayacak mı? Acaba senin düşündüğün gibi Lale suçu Murat'a atmaya çalışacak mı? Lale panik içinde senin parmağınla bilgisayarı işaret ettiğini anlayabilecek mi? Ya yazıyı okumadan Murat'ı ararsa?... Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Senin öfken ve intikam alma dürtün aklını başından almış. Benim zeki oğlum gibi düşünmüyorsun. Varsayalım ki herşey istediğin gibi gitti, Lale'yle Murat ayrıldı ve Lale senden özür diledi. Sen kabul edecek misin? Evliliğinizi eskisi gibi yürütebilecek misiniz?" "Mümkün değil, ayrılacağımız kesin." "Peki o zaman bu uğraş niye? Onları ayırıp ne geçecek eline? Madem ki kararın kesin, ayrılacaksın, sen artık önüne bak, bembeyaz yeni bir sayfa aç. İntikam duygusu insanı acılaştırır ve en çok o duyguyu taşıyana zarar verir, vermiş bile. Bırak ne yaparlarsa yapsınlar, artık onlar senin hayatının bir parçası değil. Hatırlasana ne yapmıştı George Harrison." —19— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 "Ne yapmıştı?" "Oğlum sen anlatmıştın bana: En yakın arkadaşı olan gitarist Eric Clapton karısını elinden almış ve o daha sonra onların düğününe gitmiş." "Anne çok etkilendim, sen nasıl hatırlıyorsun bu hikâyeyi(?)" "Neyse beni bir kenara bırakalım, sen, toprağı bol olsun, George Harrison gibi olmaya bak." "Anne o farklı bir kültür." "Olay yalnızca kültür değil, hayat felsefesi. Kültür farklı ama duygular aynı, Harrison acı çekmemiş midir sence? " "Çekmiştir ama..." O sırada kapı çaldı. "Anne sen baksana ben bu kılıkta gözükmeyeyim." Annesi kalkıp kapıyı açtı. "Oğlum iki polis geldi, seni soruyorlar." "Anne söyle gitsinler, erken geldiler." "Oğlum galiba bu polisler senin arkadaşların değil." Kaan kapıya gidince gerçek iki polisle karşılaştı. "Beyfendi, komşularınızdan ihbar var, silah sesi duyulmuş, hakkınızda işlem yapmamız gerekiyor. Ne oldu size, yaralandınız mı?" "Hayır, hayır, buyurun içeri, anlatayım." Polisler yemek masasının başına oturdular. "Bakın bu tabanca kuru sıkı, buyurun inceleyin." Polisler tabancaya ve şarjörüne bakınca durumu anladılar. Kaan senaryosunu özetlemek zorunda kaldı. Annesi polislere çay demledi. Hikâyeyi dinleyince polisler de Lale ve Murat'a karşı bilendiler, mazlumun yanında yer almak geleneğimizdi bilindiği gibi. Uzun boylu olan: —20— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 "Abi biz de sana yardımcı olalım, şunları bir güzel korkutalım en azından" dedi. Annesi: "Lütfen yapmayın, ben tam vazgeçiriyordum." dedi. Tekrar kapı çaldı ve yine annesi kapıya gitti. "Oğlum, iki polis daha geldi ama sanırım bunlar arkadaşların." Gelenlerden bir tanesi içeri doğru seslendi: "Abi erken geldiğimizi biliyoruz ama kıyafetleri göstermek istemiştik." "İçeri gelin, konunun uzmanları burada, onlar görsünler" diye seslendi Kaan. İçeride gerçek polislerle karşılaşmak hem şaşırttı, hem de korkuttu Sinan'la Ömer'i. Çekine çekine girdiler salona. Gerçek polisler gülmeye başladı. Kısa boylu olan: "Yahu nereden buldunuz bu kıyafetleri, şu yakalara baksana, 1950'lerden mi bunlar?" diye sordu gülerek. "Kıyafet balosu için giysi satan bir dükkandan bulduk, yalnızca bu ikisi vardı. Bilemedik yeterince inandırıcı olmuş mu, bir danışalım dedik." "Biz inanmadık ama belki bir inanan çıkar" dedi uzun boylu polis. "Artık pek bir önemi kalmadı, gelin oturun bir çay için." dedi annesi. Ve aralarında sohbete başladılar. Biraz sonra kapının anahtarla açıldığını duydular. Bir anda hepsi sustu. Lale içeri girip manzarayı görünce önce bir çığlık attı ve: "Kaan n'oluyor burada? Gömleğinin hâli nedir? Bu polisler, annen n'apıyor? Deliriyorum herhalde. Bir kabus mu bu? —21— bes_koseli_ucgen - 31/12/13 - 20:21 Konuşsana, söylesene Kaan!" diye avaz avaz bağırdı. Kaan bir iki adım atıp sehpanın yanına gitti ve içinde salça olan bardağı alıp Lale'nin başından aşağı boşalttı. Lale'nin kafasından, giysilerinin üzerinden yerlere salçalar akıyordu. Gördüklerinin şokunu atlatamamışken başından aşağı dökülen salçayla donmuş kalmıştı salonun ortasında. Polisler ve Kaan'ın annesi kahkahalarla gülmeye başladılar. Kaan önce biraz tebessüm etti, sonra kararlı bir şekilde sokak kapısından dışarı çıktı. Salçalı gömleğine, insanların bakışlarına, soğuğa aldırmadan yürüyordu sokakta. Kuş gibi hafiflemişti. Hiçbir zaman bu kadar özgür hissetmemişti kendini. "Bilge annem benim" diye düşündü ve George Harrison'un parçasını mırıldanmaya başladı yüzünde hafif bir tebessümle: "If you don't know where you're going any road will take you there..." (Nereye gideceğini bilmiyorsan her yol seni oraya çıkarır). —22—