Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
Transkript
Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
C C : Türk alfabesinin 3. harfi: Musiki’de ‘Do’(Çargah) notasının temsilcisi; Romen rakamında 100 c/a : ( SP.) : ( SP.,T C.,KOLL.) <se/a : cuenta abierta = kuen’ta a’bi’yerta’ dan gelir>: Açık Banka hesabı = Open (bank) account ( NG.) Caaba : (D N;AR.) <Ka’aba) : Kabe, Medine Caba; Cabası : Üstüne üstlük; ‘bu da’....: ek problemi ya da ödülü “Bay Bo , çökerek gövdesini masa ba ındaki koltu una yerle tirir. Bunun fazlasıyla rahat bir koltuk oldu una karar verir, kahverengi yumu ak deriyle kaplanmı tır; kollarını ve dirseklerini yerle tirece i kolçakları vardır, o istedi i zaman öne arkaya sallanmasını sa layan yaylı mekanizması da caba, zaten onun da oturur oturmaz yapaca ı tam da budur.” (P. Auster, “Yazı Odasında Yolculuklar”, sa:11) “Genç adam, bu ça rıyı hemen kabul etti. Yavuklusunun evinden çıktı ında, ters yönde aynı yola dü tü; ama bu, çok daha fazla zamanını almı olmalı, çünkü bu kez oradan da a tırmanmak gerekiyordu, ay ı ı ından ba ka bir ı ı ı yoktu ve yolda kurtlar, çakallar, ayılar kol geziyordu. Çevresindeki haydutlar da cabası.” (A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:51) (Yeni Redhouse Lügati)’nden inciler : cabal : (KOLL, NG..) <ke’bıl> : Fitne, fesat; kötü; Bir fitne birli i kurmak cabby : (KOLL, NG..) <ke’bi> : Arabacı caboodle : (KOLL., NG.) <kabu’dl> : Takım, güruh; whole caboodle : kalabalık, tüm güruh caboose : vagonu (KOLL., NG.) <ka’bus> : Gemi mutfa ı; Yük treni i çilerine mahsus araba, yük treninin son cachexia, cachexy : (TIP, NG.) <ka’ eksiya, ka’ eksi> : Beden (ve zihin> zafiyeti; (Cushing <ka’ in’> Hast.): cachectic : Öyle bir hasta; o zafiyete-zayıflı a dair cachinnate : cachucha : (KOLLO.) <ke’kineyt> : Kahkaha ile gülmek; cachinnation : sterik kahkaha, sinir gülmesi ( SP.,MUS.,DANS) <ka’çuça> : spanya’ya özgü bir raks, dans cacood(a)emon : (KOLL.,PSYCH.,MYTH., NG.) : <keku’demon> Kötü ruh, demon, eytan: cacoepy : (KONU .) : <ke’kuipi> Fena telaffuz; Cacoethes : (PSYCH.) <kekui’tiz> : Kötü adet, merak, delilik, manya; cacography : (YAZI) <ka’kog’rafi> : Kötü imla, kötü yazı; cacology : (KONU .) <kako’loci> : Fena telaffuz, veya konu ma; cacophony (SES,MUS.) <kako’foni> : Kötü, bozuk, ahenksiz ses cacology : (D L) <kako’loji> : Gramatik ya da idyomatik olarak yanlı ifade; pek de zevkli olmayan ya da hatalı telaffuz ya da diksiyon = Grammatically or idiomatically incorrect expression; unpleasant or faulty pronoun ciation or diction; cacophony <kako’foni> : Seslerin yanlı ya da haz vermeyen kombinasyonun telaffuzu = A discordant sound or an unpleasant combination of sounds Cacus : (YUN.MYTH.) <Kakus> : HERAKLES uykudayken onun koyunlarını ve öküzlerini çalıp ma arasına götüren, fakat sonunda Heracles tarafından öldürülen bir mitoloji d e v’idir. “Berber, di er kitaplardan birini aldı ve: ‘Alın, övalyenin Aynası’, dedi. ‘O kitabı biliyorum!’ diyerek ba ırdı Papaz. ‘Senyor Reinaldos de Montalban’ı, Cacus’tan ve daha haydut dostlarıyla yakınlarını, Fransa’nın On ki Derebeyi’ni ve sözüne inanılır tarihçi.’ ” (M. de Cervantes, “Don Chijote”, sa:38-9) cadence : (MUS.,SES,D L,KOLL.,FR:) <ka’dans> : Konu urken ses akı ının düzgün akması, hele hele sesi yükseltirken ya da alçaltırken, dilin yüksek ve alçak frekanslı heceleri bir ritm içinde çıkartmak. Kadans sözü, özel olarak, son’da sesin dü ü üne veya bir cümlenin sonuna gelindi inde veya bir sükut’un geli indeki beklenen itinaya yapılan göndermedir = The modulation of the voice in speaking, which produces the ‘flow of the language’; especially the rise and fall produced by the alteration of louder and softer syllables in accentual tongues. The term is appl ed in particular to the fall of the voice at the end of a sentence or at a pause in general. Cada uno es hijo de sus obras : ( SP., KOLL.,EDE.) <cada u’no es iyo de sus obras> : Her biri kendi özel çalı maslarının ürünü = Every one is the product of his own works ( NG.) Cadaloz, zardalozun cadalozu : Cadı gibi, geçinilmesi güç, huysuz, irret, kavgacı kadın Bk.: Cadı “Erken yatıp evden dı arı adımımı atmayınca insan haliyle sa lıklı oluyor. Anam olacak o pis cadaloz bile öldü ünde yetmi dört ya ındaydı. Üstelik de hasta oldu u için de il, fakat açlıktan kuyru u titretti. Ya lılı ını dü ünerek birkaç kuru ayırmak hiçbir zaman aklına gelmemi ti. Eline geçeni har vurup harman savurdu.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:86) “Otuzuna yakla mı bir dul kadının yirmi ya ındaki bir çocukla evlenmek istemesi, kepazeli in dik alası... O, böyle bir kepazelikten çekinmese bile, benim cadaloz teyzelerimde, yavrularını öyle acemi çayla a kaptıracak göz var mı?” (R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:37) “Ya am benim gözüme öyle göründü. Zengin bir yahudi ailesinin kızı olan annem korkunç bir cadalozdu; görünü üm tıpatıp ona benzer.” (P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:103) “Tek bir sözcük çıkmıyordu ya lı kadının a zından. Hermann kalktı. Di lerini sıkarak: - htiyar cadaloz! dedi. Seni nasıl konu turaca ımı bilirim ben... Bu sözle birlikte cebinden bir tabanca çıkardı.” (A. Pu kin, “Maça Kızı”, sa:138) “Öteki kadınlar hep bir a ızdan ba ırıyor, bu arada yumruklar atılıyor, tokatlar aklıyor, verilen buyruklar i itiliyordu, ‘Kesin sesinizi orospu takımı, bu cadalozların al birini vur ötekine, inekler gibi bö ürmeden edemezler...” (J. Saramago, “Körlük”, sa:162) “KATHARINA - Yazık, yazık, kır u cadaloz u çirkin ka ların kiri ini. Velinimetini, kralını, hükümdarını yaralayacak edepsiz bakı ları bırak..... Çamurlar içinde, yüzüne bakılmaz, kapkaranlık, güzellikten nasipsiz! O böyle oldukça insan susuzluktan kupkuru kesilmi bile olsa, ne bir damlasını tatmayı, ne elini sürmeyi kabul eder.” (W. Shakespeare, “Hırçın Kız”, sa:127) “EPIFANIA -... Bir karı kocası için ki ili inde bütün kadınları toplamı tır. Her kötülük ondadır; kocasının etinde bir dikendir; kıskanç bir cadalozdur; polis hafiyesi gibi onun bütün hareketlerini izler; onda boyuna kusur bulur, onu azarlar; ba ının etini yer.” (G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:105-6) “Bunu söylemesinin nedeni, diye iddia ediyor Pereira, Rua Rodrigo da Fonseca’daki tıknefes vantilatörün sürekli vızladı ı ve her eye ku kuyla bakıp zamanını kızartma yapmakla geçiren cadaloz kapıcı kadın yüzünden sürekli kızartma kokusunun hüküm sürdü ü u ufak sefil odaya tanımadı ı birini ça ırmak istememesiydi.” (A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:10) “Defolun bayan. Defolun gidin, hemen. Kötü bir insan de ilim, ama ba kalarının hayatına karı an cadalozların dilini kesmek igibi bir huyum vardır. Kocakarı kaskatı kesilip uzakla tı. Biraz ötede döndü, öfkeli bir hareketle emsiyesini salladı. ‘Göreceksiniz!..’ ‘Defolun, seni zardalozun cadalozu!..’ Kadın emsiyesini açtı ve uzakla tı.” (J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:91) Cadı; Cadı çıra ı : Geçinmesi çok güç, farfaracı, kavgacı, ya lı, edepsiz kadın; Bu niteliklere sahip genç kız; nsanları çarpan, cezalandırabilen, do aüstü kötü kudretlere sahip, büyü yapabilen kadın “‘Si’ <Evet> diye cevap verdi adam, ‘geçen pazar rahibe kutsattım.’ Duda ındaki kanı sildi. ‘Size budala diyorum çünkü hepiniz bir cadıyı nasıl sınayaca ınızı bildi iniz halde o yöntemi kullanmayı dü ünmüyordunuz. Basit, Kutsanmı i neleri alıp Tanrı adına, kapıya haç eklinde saplayaca ız!’ diye gürledi. ‘Biliyorsunuz ki bir cadı, sa’nın haçıyla i aretlenmi kapıdan geçemez!’ ” ..... “‘Kutsal Haç’la korunan kapıdan içinde kötülük olan hiç kimsenin, özellikle bir cadının geçmesi mümkün de ildir. Bir kez bir kadının bu ekilde yargılandı ını gördüm. Haç i areti nedeniyle bütün vücudu acıyla yandı..... bu geceki i imiz yeni ba lıyor demektir. Ama geçerse bir daha asla cadılıkla suçlanmayacaktır. Tanrı ahidimiz olsun,’ diye konu tu.” (R. Anaya, “Kutsa Beni, Ultima”, sa:160, 161) “FENERLER --------------Goya, o kara dü bilinmeyen eylerden, Pi irilen dölütler abat zamanları, Aynada cadılar, çoraplarını çeken Çıplak kızlar, ayartmak için eytanları.” (Ch. Baudelaire<1821-1967>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:39) “ ‘Senin ö üdüne ihtiyacım var. Sana sorumu sordu umda, bana cevabının pahasını söylersin. Tamam mı?’ ‘Tamam.’ ‘Bir az daha büyüyünce Therru’yu bir cadı çıra ı yapayım mı?’ ..... ‘Bunu yapmaktan korkarım,’ diye cevap verdi cadı. Tenar’a ani ve öfkeli bir bakı la uzun uzun baktı. ‘Korkuyor musun? Neden?’ ‘Bir çocuk. Kötülü e u ramı bir çocuk.” (Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:155) “Therese’nin giyimini çok eski moda bulan komiser: ‘Arkanızı dönün, bayan,’ dedi, ‘adamın üstündekileri çıkaraca ız. O zaman ne varsa çıkar ortaya.’ Sonra alaylı alaylı güldü; ya lı cadının bir ey görüp görmemesi umurunda de ildi aslında.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:337) “Onların bütün merakı, kadının uyanıp süpürgeli cadıya pencereyi açıp açmayaca ıydı. O lan, cadının arkasına, süpürgeye binip uçtu unu hayal ediyordu. Kız, masalın bir yerinde uyuklar gibi oldu. O zaman Kirya Maria kendi masalını kendine anlatmaya koyuldu.” (P. Celal, “Melahat Hanımın Düzenli Ya amı”, sa:80) “Dü ünmeden konu mu tu, ama sesi uzun uzun dü ünüp öyle konu mu gibi sert ve ciddiydi. Yüzü de birden garip ekilde solmu tu. Bu arada gözleri öfkeyle, çaresiz bir nefretle parlıyordu. Egor tekrar canlanarak, profesör hedefi on ikiden vurdu, dedi kendi kendine. Elinden gelse küçük cadı bizi buracıkta diri diri yakardı...” (M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:72) “Homongolos’u bir türlü susturamıyorlardı: -Aptal yüzlü, küçük küçük köylü kızları, ‘Ana, ölecek mi imdi bu adam?’ diye ba rı ırlarken Rumeli göçmenlerinden bir kocakarı ortaya çıkıverdi... Hani Karagöz’de uçak gibi küpe binip uçan cadılar vardır... Tıpkı ona benzeyen bir kadın, ‘De bırakın... Bir yol da ben nefes edeyim!’ diye haykırıyordu.” (R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:67) “Kınalı seyrek saçları, evliya ye ili yemenisi, rastıklı çipil gözleri, yaz kı aya ından çıkarmadı ı ve hep yalınayak geçiriverdi i nalınlarıyla onu Arafat cadısına benzetmek her bakımdan daha uygun kaçardı. Bu, kırmızısı, kızılı fazla göz alan seyrek kınalı saçlardan bir iki tutam, mutlaka o evliya ye ili, ya lanmı yemeniden dı arı u rar, kırı kırı alnının üstünde horoz ibi i gibi uçu up dururdu.” (S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:206) “Flüt gibi sesler çıkararak, ‘Kız ete ini kaldırdı, i renç cadı ete ini aha böyle kaldırdı...’ öten babası, olayı canlandırmak için gömle ini öyle yukarı çekti ki, uylu undaki sava tan kalma yara izi göründü.” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:105) “Herkes sanıyordu ki, ben bilerek, ben isteyerek göz yumuyorum; vallahi billahi herkes böyle sandı... O kızıl saçlı kız, bir ate in önünde dimdik duran bir cadı gibi, beni yerden yere, çukurdan çukura sürüklenir gördükçe, otuz iki di ini birden gösteren bir gülü le gülüyor ve mutluluk, cildinin deliklerinden fı kırıyordu.” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:187) “Bunu söyledikten sonra yeniden avaz avaz gülerek ve ellerini dizlerine vurarak ba ırdı: -Karde im ridaman, odun ate inden söz etmenin nedeninin yüre indeki saman kulübenin tutu masından ibaret oldu una öyle sevindim ki. Küçük cadı gözünün önünde fazla durdu. Tanrı Kama da çiçekli okunu sana saplayıverdi; çünkü bize bal arılarının vızıltısı gibi gelen ey onun ruhunun uçu uydu.” (Th. Mann, “De i en Kafalar”, sa:47) “Ömer, elinde geli ken bir video kamerayla ortalıkta dola maya ba lamı , birbirlerinin foto raflarını çekmekten bıkıp usanmamı Japonları bir de o görüntülüyordu. Tu de kan kırmızısı elbisesinin içinde, ileride cehennem zebanisi olmak üzere yeti tirilen küçük bir cadı gibi karanlık bir gülü le gülüyordu.” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:520) “Ginia iki tur döndükten sonra, ötekinin öyle ba ırdı ını duyardı. ‘Sen terbiyesizin tekisin, cadının tekisin, yok ol ortalıktan. Fabrikaya geri dön!’ ” (C. Pavese, “Güzel Yaz”, sa:9-10) “FALSTAFF - Bana mı söylüyorsun karardı, morardı diye? Ben kendim yedi im dayaktan, gökku a ının ne kadar rengi varsa hepsini sıraladım. Az kalsın Bradford cadısı diye yapı ıyorlardı yakama. Aklımı ba ıma toplayıp, zararsız bir ihtiyar kadın taklidini mükemmel becerdim de kurtuldum bereket. Yoksa güvenlik görevlisi olacak herif büyücü diye deli e tıktı ı gibi, kastıracaktı bacaklarımı cendereye.” (W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:123) “E ek, bu u ursuz cadı bana büyü yaptı, dedi, beni bu hale soktu; yalnız sen, yazar ve büyücü olan sen, beni kurtarabilirsin. Apuleius bir sıçrayı ta ate e do ru gitti, bir kor parçası alıp havaya simgeler çizdi ve söylenmesi gereken sözleri söyledi. Kadın bir çı lık attı, i renmi gibi a zını büzdü, birden yüzü buru maya ve ya lı bir cadıya dönü meye ba ladı.” (A. Tabucchi, “Dü ler Dü ü”, sa:23) “Bunu söylemesinin nedeni, diye iddia ediyor Pereira, Rua Rodrigo da Fonseca’daki tıknefes bir vantilatörün sürekli vızladı ı ve her eye üpheli gözlerle bakıp zamanını kızartma yapmakla geçiren cadaloz kapıcı kadın yüzünden sürekli bir kızartma kokusunun hüküm sürdü ü u ufak sefil odaya tanımadı ı birini ça ırmak istememesiydi.” (A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:8) “KRAL ÇE EL ZABETH VE SIR WALTE RALEIGH ARASINDA GEÇEN R TARTI MASI <Elizabeth’ten Raleigh’e > (1587) Ah, aptal Pug, bu kadar korkak mıydın sen? Üzülme sevgili Wat, yitirme cesaretini hemen. O kahpe talihin ne gücü yeter ne de becerisi, Sana kar ı so utmaya yüre imi. Güçsüz talih seni de i tiremeyecek diyorsun Peki nasıl dü ünürsün kör bir cadının beni ele geçirece ini?” (I. Elizabetha Regina<Tudor>-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.08.04) “Üçü de sıska, sapsarı, kemikli; üçü de aynı boyda. Gerçek birer ütü tahtası; tam birer süpürgesiz cadı.” (J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:28) “Margarida, e lence kulübelerinden birinin önünden geçiyordu. ‘U urlar ola, Sarı Margarida bu yahu!’ Margarida durdu, çevresine bakındı, tam sövece i sırada Chicao’yu gördü. ‘Hele hele, sendin demek, eytanın gör dedi i.’ ‘Hadi gel, cadı karı, birer tek atalım.’ ” (J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:38) “-Bu kadın imdi namuslu mu oluyor? diye a ırdı Octave. -Evet, azizim. Namuslu kadının tüm özelliklerine sahip: güzel, e itimli, terbiyeli, zevk sahibi; ve cadının teki!” (E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:25) Caduceus : HERMES’in <Yunan Mit.: Arkadia kökenli Yunan tanrısı, ZEUS ile MAIA’nın o lu; tanrıların elçisi ve kahramanların koruyucusu, ticaretin kollayıcısı, Apollon lir’inin mucidi; halk dinindeki görevleri ikinci derecededir. Romalılar tarafından MERCURIUS ile bir tutulur. Dar kenarlı düz bir apka (petasus) ve aya ındaki kanatlı sandallar (talaria) ile simgele tirilir. HERMES TRISMEGISTUS (Üç kere BÜYÜK HERMES): Bütün sanatların ve bilimlerin yaratıcısı olan Ay Tanrısı THOT’a Yunanlıların verdi i ad: Büyücülük, yıldız falcılı ı ve simyayla ilgili birçok kitabın yazarı, çok eski bir Mısır kralı olarak tanımlanır.> tanrıların habercisi olarak elinde ta ıdı ı asa. Ço u kez,Tıbbın sembolü olan Asklepios’un Asası ile karı tırılır aradaki fark udur: Bu sonuncuda bir yılan vardır ve kanatlar yoktur. “Langdon, kadının kolyesine bakarak, ‘Güzel bir nazarlık,’ dedi. ‘Lapis lazuli mi?’ Sinskey ba ını evet anlamında sallayıp, dikey duran bir asaya <sopa, baston> sarılı yılan eklinde kesilmi ta nazarlı a baktı. ‘Tıbbın sembolü; caduceus. Ama bunu zaten bildi inize eminim.’ ” (D. Brown, “Cehennem”, sa:333) Cadı avı : Orta ça larda ve hatta yeni ça ların ba langıçlarında, cadılara kar ı duyuumsanan güvensizlik sonucu, özellikle kadınların ardından giderek onları yoketmek praktisi “Bununla birlikte, yabanıl ho görüsüzlü e farklılık ö retleri yol açmaz; aksine, bu ö retiler daha önceden var olan yaygın bir ho görüsüzlük temelinden yararlanır. Cadılar avını dü ünelim. Cadıların kovu turulması, ‘karanlık’ Ortaça ’ın de il, modern ça ın bir ürünüdür. Malleus Maleficarum, Amerika’nın ke finden kısa bir süre önce yazılmı olup, Floransa hümanizmasıyla aynı döneme denk dü er.” (U. Eco, “Be Ahlak Yazısı”, sa:101) Cafcaflı (kıyafet, sözler) : Gösteri li, çi bo (sözler); a ırı süslü püslü giysi “Adamın cafcaflı kıyafetine ra men Langdon pilotun ciddi biri oldu unu anlayabiliyordu. Bir Amerikalı deniz piyadesinin tüm ciddiyeti ve asaletiyle onlara do ru yakla ıyordu.” (D. Brown, “Melekler ve eytanlar”, sa:131) “Ba ka yerde, insanı a kına çeviren bir mermer ku ve çiçek bollu u içinde, u gözüpek dilek: ‘Mezarın hiçbir zaman çiçeksiz kalmayacak.’ Ama çabucak güvene gelir insan: yazıt yalancı mermerden bir yaldızlı demeti çevreler, bu da canlıların zamanı açısından çok ekonomiktir (cafcaflı adlarını hala tramvaylara yürürken binenlerin minnetine borçlu olan u ölmezotları gibi). Yüzyıla uymak gerekti inden, bazı bazı alı ılmı tarla ku unun yerini a kınlık verici bir uçak alır, uça ı da mantı a hiç kulak asılmadan bir çift görkemli kanatla donatılmı bir budala melek kullanır.” (A. Camus, “Dü ün-Cezayir’de Yaz”, sa:48-9) “Adam ona bilmedi i bir dilde yazılmı çe itli belgelerle dolu bir albüm gösterdi; gazete kupürleri, bikinili kadınlar (vücuda o ak amüstü Maria’nın giydi inden çok daha iyi oturan, gayet cüretkar bikinilerdi kesinlikle), cafcaflı bro ürler gösterdi...” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:31) “ ‘Kin duygusundan kaynaklanan enerji seni hiçbir yere götürmez: ama kendisini a k yoluyla gösteren ba ı lama enerjisi ya amını olumlu yönde de i tirecektir.’ ‘Teoride tümüyle güzel ama pratikte olanaksız cafcaflı sözler söyleyen Tibetli bir bile gibi konu tun imdi. Unutma, daha önce de incindim ben.’ ” (P. Coelho, “Zahir”, sa:76) “Gelenlerin ço u, ev sahibiyle aynı ku aktan, a ırba lı, güvenilir. Ya lı bir kadına özellikle saygı gösteriliyor; Petrus, üzerinde mavi takım elbisesi ve cafcaflı pembe gömle iyle yolun ta a a ısına kadar inip kadını kar ılıyor.” (J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:148) “Bunların içinde, bakkala giderken yaptı ı alı veri listesini yayımlayanlar bile oldu. (Gülmeyin, bu bir gerçek.) Sonra da bu beceriksizli i, bu tıkızlı ı ‘postmodern’ falan gibi cafcaflı lafların arkasına saklayıp, acemi bir piyanistin sürekli tek bir tu a basıp ‘Siz anlamıyorsunuz, bu ça da müzik’ demesi gibi saçmalıklarla u ra ır olduk.” (Ö. Zülfü Livaneli, “Edebiyat Mutluluktur”, sa:13-14) “Önemli neenlerle yabancı memleketlere gitmi birkaç Utopia’lı dı ında, herkes cafcaflı kılıklara ayıplayarak, acıyarak bakıyordu. Birçokları, en kılıksız u akları elçi diye selamlayıp, asıl elçilere aldırı etmiyorlardı. Çünkü onlar köleler gibi altın zincirler içindeydiler.” (Th. More, “Utopia”, sa:93) “Duvarlardan birinin tümüne yakın kesimini pek çirkin bir mobilya, üzerinde oymalar, küçük çekmeceler, ensiz aynalar bulunan büfeyle portmanto arası bir ey kaplamı tı. Yerde bir zamanlar cafcaflı bir görünüme sahip oldu u anla ılan, üzerinde yılların biriktirdi i kova ya da oturak izi halkalar bulunan bir halı seriliydi.” (G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:21) “Özgür olmak. Kendi kendinin nedeni olmak: Benim, çünkü ben olmak istiyorum, diyebilmek! Kendi kendinin ba langıcı olabilmek! Bunlar içi bo , cafcaflı sözler, okumu ların can sıkıcı, bıktırıcı tekerlemeleriydi.” (J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:54) “Ne olursa olsun, Wagner’in beste yaptı ı odadaki lüks, gösteri li, cafcaflı dekorasyon, onun dı dünyayı dı layarak dikkatini bütün yapıtlarını ortaya çıkardı ı kendi iç dü gücü dünyasında yo unla tırmasını sa layan bir ritüeldi.” (A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:133) “Herhalde, daha do rusu kesinlikle, bu nem yüklü havada güne in bir oyunuydu; yine de arabayla yanından geçerken sonsuzca varolacakmı gibi duruyordu. Arabasının bir kö esine sinerken, hiçbir ey, ne rüzgar ne güne , ne de gökgürültüsü bu cafcaflı yapıyı yıkamazmı gibi geldi ona.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:154) “Kendimi yeniden cansız ve gösteri çi hissetmeye ba lıyordum, bu yüzden duygu-tanı ım gruplarında ortamda do al olarak bulunan yapay teneffüsü aradım. nsanların cafcaflı orman evlerinde vardı bu kilimlerinde, hasır paspaslarında, Japon banyolarında, geceyarısında.” (I.D. Yalom, “Her Gün Biraz Daha Yakın”, sa:25) Café latte : Café: <Fr.> Kahve; Latte:<Ita.> sütlü. Az sütlü kahve, ‘capucchino’da daha fazla, tabaka halinde; 19. y.y. Avrupa’nın bilinen merkezerinde <Viyana, Paris, sviçre> Yüksek Klas’ın seçti i içki; son on yıllarda Türkiye’de de alı ılmı a benzer, ama daha ziyade Orta Klas, özell kle gençler ‘hava atmak’ için içiyor “ ‘Garson! Garson!’ Breuer parmaklarını aklattı. ‘Hanımefendiye bir kahve. Café latte?’ Fraulein Salomé’ye do ru baktı. Kız ba ıyla onaylayıp sabahın so u una ra men etolünü çıkardı. ‘Evet, bir café latte.’ ” (I.D. Yalom, “Nietzsche a ladı ında”, sa:12) Cahal olmak : ‘Cahil olmak’ın ive farkıyla ifade edili i “Çopur Mehmet’i, ertesi günü ilçeye indi inde gördüm. Kaymakamın önünde ehliz ehliz ba e iyor, seyrek keçi sakalını sıvazlıyor ve yüzyıllardır ö ür yasasıyla sava mı olanlara özgü zekasıyla: ‘Cahalız, ba ı layın, dün siz köye yana ırken, bizi bir korkudur aldı. Sormayın halimizi.’ ” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:71) Cahil olmak : Tahsilini tamamlamayarak gerilerde kalmı ki i; bilgisiz, sosyal bakımdan görgüsüz “Bir ma azada çalı an ve öyle cahil denemeyecek olup politika alanında pek faal olan bir meyhanede, elinde kadeh, yarı içkili durumdayken, a zından majestelerine kar ı hakaret sayılacak bir söz kaçırmı tı; yanı ba ındaki masada oturup belki ondan da içkili bir ba ka mü teri de durumu ihbara kalkmı , o kafası dumanlı halinde herhalde pek güzel bir i yaptı ını sanarak hemen ça ırdı ı bir polise adamı kıvançla <sevinç>tutup teslim etmi ti.” (F. Kafka, “Ta rada Dü ün Hazırlıkları”, sa:297) Caiz olmak : Dü ünülmesinde ya da yapılmasında inanç ve sosyal sistemler bakımından bir sakınca bulunmamak “.....Belki rastlantı bile de ildi, belki o büyücüyü kapıma gönderen Tanrı’nın ta kendisiydi. Pélissier’yle ürekası <orta ı> yüzünden çekti im a a ılanmalardan sonra bir ödül olarak. Belki de takdir-i ilahinin hiç benimle u ra tı ı yok da Pélissier’yi cezalandırmak amacını güdüyor...beni yükselterek...Bu durumda benim ikbalim <yüceltici bir gelecek> ilahi adaletin elindeki alet oluyor ki böylesini utanmadan ve en küçük bir pi manlık bile duymadan kabul etmek caiz olmaktan öte, boynumun borcudur.” (P. Süskind, “koku”, sa:114) Caka satmak; Cakalı; Cakası yerinde olmak : Hava atmak, fiyaka yapmak, gösteri te bulunmak, çalım satmak “Paris ba kaydı bu ayda. Yabancılara bırakılmı tı. Sere serpe, alabildi ine... Zengin turistler, yoksul turistler, Amerikalılar, sveçliler, Almanlar, unlar bunlar. Bir ö le vakti Café de la Paix’ de oturup seyrettim o pahalı turistleri. Cakalı Amerikalılar, aile babaları, her yerde resim çıkartarak bu anı ölümsüzle tireceklerini sanan gafiller!” (O. Akbal, “ stinye Suları-Paris Sokakları”, sa:64-5) “Slim’i böylesine kendini be enmi , böylesine keyifli ve halinden ho nut görmemi tim hiç daha önce. O kulübenin içinde dört yıldızlı bir general gibi caka satarak dola ıyor, çevresine emirler ya dırıyor, kendi akalarına kendisi gülüyordu, bir kabadayı gibi ortalı ı kasıp kavuruyordu.” (P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:127) “Nasıl oldu, bilmem, kısmetimin kar ısında böbürlenmek, onu ilkelerine ba lı bir adam oldu uma inandırıp caka satmak istedim herhalde. Daha do rusu, ne istedi imi kendim de bilmiyordum. çimde kar ı konulmaz, deh etli bir duygu seli kabardı.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:31) “Yukarıda ters bir memur oldu umu söyledim ya, yalan! Hırsımdan öyle söyledim. sahiplerine de, subaya da caka satardım; gerçekte de hiçbir zaman ters olamamı ımdır. Her an içime bunun tam kar ıtı bir sürü duygunun doldu unu hissederdim. Bu duygular içimde kıpır kıpır ederlerdi.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:14) “Dinyester Irma ı, yata ında sere serpe yayılmı akıyor. Sular kimi yerde sı , kimi yerde derin, kimi yerde co kun… Sazlık adacıkların serpi tirildi i bu ı ıltılı suklarda ku ular çı lık atıyor, cakalı balıkçıllar, kırmızı ba ırtlaklar, uzun gagalı çulluklar ba rı arak av kovalıyorlar.” (N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:II, sa:94) “HARDCASTLE - Ciddi mi söylüyorsun kızım? Çünkü ben de do du um günden beri bu kadar arsız, caka satıcı bir köpek yavrusu görmedim! Kabadayı Dawson bile onunla a ık atamaz.” (O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:61-2) “O vakitler henüz ne Beatrice vardı ne de portre; ba ıbo ve da ınık bir hayatın olabildi ine civcivli günlerini ya ıyordum. Kentin dı ına çıkmı tık ki, kendisini bir meyhaneye davet ettim. Beni kırmadı. Caka satarak bir i e arap söyledim; gelen arabı bardaklara doldurup Demian’la kadeh toku turdum.” (H. Hesse, “Demian”, sa:110) “Söyle -ve bunun cevabını verene kadar hala benim o lum ol!- arka odada, sadakatten yoksun, ba a bela personel beni kollayıp dururken, yapabilece im ne kaldı ki? Ve o lum caka satarak dünyayı dola ıp, benim hazırladı ım i leri ba lıyor.” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:106) “Çetin’le Metin, iki hafta önce sünnet olmu lardı. Bisikletler zengin babalarının hediyesiydi. Günlerdir, o iri-çocukluklarıyla bisikletlerine tünüyor, Fikret’le benim bütün mahalleye yaydı ımız ‘asfaltçılar, cakalılar’ adlarına içerlediklerini belli etmek istemedikleri halde, bizleri bir gün fena döveceklerini söylüyorlardı.” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:17) “Sen gittikten sonra ba ımıza gelenleri özetlemem gerekirse, yine korkunç eyler oldu. Ba kan ve adamları günlerce süren bir tilki avına çıktılar. Ada silah sesleriyle inledi. Her ak amüstü sanki bir marifetmi gibi ellerinde ölü tilkilerle dönüyor, ortalı a caka satıyorlardı.” (Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:171) “Az da olsa, imdiye dek ö rendiklerim içimi rahatlatıyordu: Ailede anlatılanlar masal de ildi demek! Masal olabilece ini dü ündü üm için kendimden utandım bile. Hiç de bizim ailenin tarzı de ildi bu; daha çok suskunlukla suçlanabilirdi bizimkiler, ama genel olarak övünmenin, caka satmanın her türünden nefret ederlerdi.” (A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:27) “BOZKIRDA YA MUR Tüyleri karmakarı ık bir kedi benzeri caka satan bir elle silkeleyip arkaya ba ını damlayıverdi bir tekne dolusu buz gibi suyun içine titreyerek kemiklerine kadar, hem de katarak ili ini tuzsuz, et suyu bir çorbaya;” (Mbuyiseni Oswald Mtshali<d.1940>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.11.07) “Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz, Güzelli in yitmez ki, asla olmaz hurda; Gölgesindesin diye ecel caka satamaz Sen ça ları a arken bu ölmez satırlarda.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:18, sa:77) “RANDALL, üzgün üzgün dönerek. - Siz kadınların yakı ıklı buldu u bir erkeksiniz, Hushabye. HECTOR - Caka satmaya özendi im gençlik yıllarımda bu kılı a girmi tim. Hesione, de i tirmeme razı de il.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:108) “Sevgili Wilse, New York, 19 Mayıs 1918 Ha ha! Ha! Ha! Ha! Ha! ..... nasılsın bakalım. Senin, u Ba ımsızlık bildirisini çı ırtmandan çok minnettarım..... Ama bana u iyili i de yap. Brumstein’ın ve benim öykümüzün acı sonu geldi inde, Pantolonsuz diye bilinen bu adamın onun üstüne kopyasını okumasına izin verme. Çünkü korkarım rahmetlilerin bile adlarını keser. Hasta da de iliz ama, senin caka e ilimlerinden biri, seni buna göstermeye yöneltebilir. Ernest.” (E. Hemingway, “Heminway’in Mektupları”, sa:15) “Pierre birkaç adım attı. Paulo da pe inden yürüdü. Etraflarındaki son i çiler de da ıldılar; yalnız bisikleti almı olan i çi gitmedi. Pierre ona do ru yürüdü. Paulo ise, milislerin bulundu u tarafa do ru kin dolu gözlerle baktı ve acı acı söylendi: - u edepsizler yarın böyle caka satamayacaklar!” (J.-P. Sartre, “ ten Geçti”, sa:78) Cako : ( TA.,G YS ) <Ca’ko> : Caket, ya murluk, anorak Bk.: Giacco Calinus : (ESK YUN.): Galenos; Bergama’da do mu , Roma’da ya amı (M.S. 131-201) Eski Yunan’ın en büyük hekimlerinden biridir. Yapıtları Arapça’ya çevrilmi ve Do u’yu etkilemi tir. “Calinus bir ahma ı gördü: Bir danı manın yakasına sarılmı , saygısızlık ediyordu. Dedi ki: ‘Bu adam gerçekten bilgin olsaydı, i i bir cahille dala acak duruma getirmezdi.’ ‘Akıllılar birbirleriyle dala maz Bilgin olan akılsızla u ra maz...’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:163) Calvin, John (1509-1664) : Fransız teolojist ve reformcusu. 1535’te, Hz. Adem’in hatası yüzünden günah i lemi bir varlık olan insan nesli ile Tanrı arasında, Hz. sa’nın tek arayapıcı oldu unu ileri süren ‘Calvinism : Kalvinizm’ (Bk.: Geusen ) Mezhebi’ni kurdu. En ünlü kitabı: ‘Institutes of the Christian Religion’ oldu.Görü leri prk çabuk, XVI: y.y.’da Avrupanın orta ve kuzeyindeki ülkelerde, örne in Almanya, Fransa ve skoçya’da P r e s b i t e r y e n kiliselerinin açılmasına yol açtı. Kitabının esas noktalarından biri, ‘reform’ demekle, Hıristiyan dininde köklü bir prensip de i imine gerek olmadı ını ve fakat, zamanın kilise üzerine yaptı ı etkilerin yarattı ı skolastik yanlı lıklardan arınmak için ilk kaynaklarına dönmek iacp etti ini vurguladı Camadana; Camadana etmek : Beklenmedik deniz fırtınalarında, dört kö e ‘seren’ yelkenleri, üst yakalaınan bo arak yüzeylerini küçültme operasyonu; Kıslamı yelkenleri, ba larını açarak fora etmek “Kaptan üst yelkenlerin indirilmesini emretti inde, ana yelkenin çarmıklarının a ınarak parçalanmı oldu unu gördü. Derin bir nefes verirken küfretti ve tüm a ırlı ı ile ana yelkeni söküp güverteye fırlatmadan önce ‘yelkenler camadana’ emrini verdi.” (R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:288) Cam çerçeve kalmamak : Tüm camları, çerçeveleri kırmak, yere indirmek “Baktım akası yok, ‘Gözüme çay fincanı kadar görünüyorsun herif! Defol!’ diye diklendim. Elini tabancasına atmaz mı? te o zaman cinler ba ıma toplandı. Palaskasından yakaladı ım gibi yallah ettim, pencereden dı arı... Cam, çerçeve kalmadı. Herifin le i caddeye serildi.” (K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:110) Camekanına tükürdü üm : Esnafça bir hakaret sövgüsü (Argo) “Osman A a, birden yumu adı: -Biz imdi senin zarını inkar mı ettik camekanına tükürdü üm? -Benim zar e be ti. Söylesene Lazo lu.” (K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:125) Cam gibi parlamak : Mekanik, ne duyumsadı ını gizleyen, dü manca bakı “KLEOPATRA (Kurnazca bir umut pırıltısıyla.) - Ama Sezar, bunu yaparsanız sizin de sonunuz gelir. (Sezar’ın gözleri cam gibi parlar.) RUFIO (Çok tela lı.) - Aman ulu Jüpiter! Seni gidi i renç Mısır faresi. Bu söz Sezar’ı çileden çıkarmaya yeter. imdi tek ba ına kente giderse görürsün. Bizi burada paramparça ederler.” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:144) Camız : Manda “Görüntü ---------Mutluydular Suyun üstünde camız Camızın sırtında Sivrisinek” (F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak”, sa:58) “Beyefendi sımsıkı bir camız a ırlı ıyla küvetin ılıktan artı sıcak suyuna girip boylu boyunca uzandı. Nefise sünger, sabunla falan emir bekliyor, herkesin kayranlıkla çılgınlar gibi alkı ladı ı bu adamın kendisine ait oldu unu dü ündükçe kabına sı amıyordu.” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:246) Cami dire i gibi do ru (kimse) : Dürüst, yalan dolan bilmeyen (kimse) “Borcuna do ru ama, dul kocakarıların, saçı bitmemi yetimlerin iki meteli ini fırsat dü ürünce a ırması neyin nesi? Hasılı ‘e kiya-vurguncu’ desen de il, ‘cami dire i gibi do ru bir herif’ desen de il, Allahın bir hikmeti vesselam.” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:241) Cami duvarına i emek : ‘Eceli gelen köpek cami duvarına i er’ atasözünden gelme bir deyim. Sonunun gelmesini isteyen bir kimsenin ihaneti, bindi i dalı kesmesi ve benzeri sonunu getirecek i lemlerde bulunması “‘Onun çiftli ini basmı lar, bu i i kim yapabilir ki... Bu i i ancak bir deli yapar.’ ‘ nce Memed yapmı .’ ‘ nce Memed akıllıdır, cami duvarına i emez.’ ” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:395) Cami yıkılmı ama mihrap yerinde : Ya lılı ına kar ın bir kadının eski güzelli ini koruması (Özellikle kadınlar için kullanılır) “MAMA - Kimden utanıyorsun? Hepimiz kadın de il miyiz? Erkek olarak sadece bu sidikli tahta at var. ELIZABETH - Emin de ilim... (Mama’ya bakar.) Birimizle ilgili bazı ku kularım var Madam Zozik. MAMA - Kendine haksızlık ediyorsun, güzel bir kadınsın... hala mihrap yerinde...” (D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:32) CAMUS, Albert : (FEL.) ‘D ü ü n ü r l ü k’ Felsefesi kurucusu, D ü ü n s e l geli imci.(1913-1960) Eserleri: Dü ü <La Chute>, Ba kaldıran nsan <L’Homme Révolté>, Veba <La Peste> “(1. dönem) : SAÇMA kavramı : dünyanın, ya amın anlamsızlı ı, saçmalı ı; (2. dönem) : BA KALDIRI : Toplumu de i tirmek. nsan, sahip oldu u de erlerin geçerlili i için, bir teminat sa layamamı tır. D ü n y a , insana ve insani de erlere kayıtsızdır. nsano lu, dünyanın akıldı ı sessizli iyle çarpı ıyor. Bu, bir saçmalık <absurdité>dir. E t i k d e a l’ler, eskiden, D i n’den destek alıyordu. L a i k d i n l e r - ilerlemeci tarih felsefesi- bu b lu u doldurmaya çalı maktadırlar (Hegel, Marx!) Gaye: d a y a n ı m a - d u y g u d a l ı k Ahlakı üretebilmek. nsan, s a ç m a’nın mahkumiyetinden kurtulmak için birtakım çareler arar. Mademki iki kutup var : i n s a n ve d ü n y a; biirbirlerini, a) Felsefi düzeyde, tinsel ve b) Fiziki de erde, intihar yoluyla yoketmeye çalı ır. Saçmaya kar ı b a k a l d ı r ı, insanın yeniden k e n d i k e n d i s i n i b u l m a s ı d ı r. Ba kaldırıyoruz, o halde varız! Saçmayı bulup kabul edince, insan, a l ı k a n l ı k ve u z l a ı m’dan kurtulur; n s a n, dürüstçe kaderine boyun e meli; yanıt: ba kaldırı + özgürlük + t u t k u. n s a n, kısa hayatını daha iyi ekilde de erlendirmelidir. Bu arzu edilen ideal hayatı karakterize eden simge : S i s y p h o s’tur. <Sabah indirdi i kayayı ak am tepeye iten mitik kahraman!> O, kaderine boyun e mez, saçmayı kabul eder. Bilincinin farkındadır; Ba kaldırı cezasını kendi kaderi vermi tir.<CAMUS bizden Sisyphos’un mutlu oldu unu dü ünmemizi ister> Dünyada insan, yapayalnızdır; gayretleri sonuç vermese de bir ili ki kurmaya çalı ır.” (Ahmet Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:183) Can; Can mı can: Samimi, içten, duyarlı, insancıl insan “ Y B R ARKADA TI ---------------------------Ya ladı mı tabanları Her yere sokardı burnunu Çok ho bir arkada tı Etienne’e di bilerdi Sa lı ına Etienne sa lı ına dostum Can mı can bir arkada tı.” (R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:31) “PATRICIA, avunmu , yürekli. - Eh., öyle olsun.. Yeni bir servet kazanacak vakti oluncaya dek Alastair’i ben geçindirebilirim. Sizler hepiniz onu alık sanıyorsunuz; ama iyi çocuktur, can çocuktur.” (G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:39) “ ‘Bir de emsiye ayarlamak tabii,’ dedi a abeyi. Lucy kızardı. nancına yine ta atmı tı a abeyi. O ‘dua’dan söz ederken, ‘ emsiye’yi yapı tırıvermi ti. Haçını gizledi azıcık parmaklarıyla. Sindi, pustu; gelgelelim bir dakika sonra ne eyle haykırdı: ‘Bakın geliyorlar, bizimkiler-canlarım benim!’ ” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:27) Cana, Canına can katmak : Ne ’elenmek; mutluluk, hayatiyet vermek “‘... bugüne kadar sizden daha cesur bir efendi görmedim; umarım bu cüretiniz bizi korktu um yere götürmez! Ama kula ınıza bir baksak efendim; durmadan kanıyor, heybemde bezle merhem var.’ ‘E er yanıma cana can katan büyülü sudan biraz almayı dü ünebilseydim, bütün bunlara gerek kalmazdı, onun tek damlası, bizi bir yı ın vakit ve ilaç kaybından kurtarırdı.’ ” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:60) “Mevlana’nın heyecan ve hallerinden ıstırap duyan eyh Sadreddin, u rubaiyi okudu: ‘Sensiz, gökten inen ayetlerden kim haber verebilir veya gerçe i batıldan <çürük, gerçek olmayan> kim ayırdedebilir? Ey sırları ke feden! Söyle! Gerçek alemindeki nükteleri kim çözebilir?’ Sonra, Mevlana’nın ayaklarına yüzünü gözünü sürdü; a ıklara yara ır bir tarzda a layıp inledi ve bu cana can katan sohbetten gurur duydu, aferinlerde bulundu.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:22) “Bülbül ne yatarsın yaz bahar oldu Ça rı up ötmenin zamanı geldi Serviler ye erdi çiçekler doldu Cana can katmanın zamanı geldi” (Gevheri-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:160) “FAUST - O yetene i kendinizde hissetmiyorsanız, sonradan edinemezsiniz..... Nafile u ra mayınız! Bu takdirde, ba ka bir ziyafet sofrasının artıklarını yu urup kaynatınız ve cılız alevler çıkıncaya kadar, küçük kül yı ınını üfleyiniz! Böylece ancak çocuklarla maymunların be enilerini kazanabilirsiniz, e er bu da ho unuza giderse... Her halde, bu i i candan yapmazsanız, hiçbir zaman cana can katamazsınız.” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:31) “Pencereye gittik. Gök gürlemesi öteye do ru çekiliyordu ve ahane ya mur topra a hı ıldıyordu ve sıcak havayla dopdolu bir ho koku cana can katarak bize do ru yükseliyordu.” “... tabiatın içi hararetli, kutsal ya amını bana açtı ında: nasıl da bunların hepsini sıcak kalbime sı dırdım, üstünden akıp giden bollukta kendimi tanrıla mı hissettim ve sonsuz dünyanın görkemli görünümleri ruhumda cana can katarak devindiler.” (J.W. von Goethe, “Genç Werther’in Acıları”, sa:46;74) “Aldı sa ra ı, içti ihtiyar. ‘Ey cana can katan büyülü içki! Ey mutluluk dolu bahtiyar saray!’ ” (J.W. von Goethe<1749-1832>, “Seçme iirler”, ‘ arkıcı’, sa:158) “‘Haklısın’ diye hırsız onayladı. ‘O sabun sadece kedi parma ını tırmaladı ı zaman küçük Minnie’nin i ine yarayabilir..... Eskiden beri tanıdı ımız, dost bildi imiz, cana can katan içki! ey, bu gece i yapmamaya karar verdim. Haydi üstüne bir eyler geçir de gidip kafaları çekelim. Biraz fazla içli dı lı olduk ama ne yapalım, arada olur böyle kaçamaklar.’ ” (O. Henry, “viski soda”, sa:18) “ ‘Ohhooo, ya adık,’ dedi Salman Sami. ‘Balıklar da her gün bizden. Bir de adanın ifalı, cana can katan otları var. Ot toplama pi irme ustaları da var aramızda. Belki de bugün ifalı bir ot yeme i yiyebilece iz.’ ‘Gördün ya Halil,’ dedi Salman Sami, ‘sana adaya gidelim de gidelim diyordum da sen durmadan sallıyordun.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2, Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:482) “Memet Barut: ‘Abi,’ dedi. ‘bu benim için hiç. nsan alı ıyor..... ten çıkınca du , cana can katar. Adamı anadan yeni do mu gibi eder. Burada da du olsa, uyku bile uyumasak bize vız gelir.’ ” (Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:126) “Yuvarlanıyor her ey, gizemli, hırçın Eskiça kırlarından. Yüre inden bahçelerin, burçların Akıyorlar kıyılara, duyulan Ölü tutkusudur gezgin övalyelerin. Ey yel, sana cana can katan!” (A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:129) “Ben güller görmü ümdür yarı pembe yarı ak, Onun yanaklarında öyle güller ne arar; Cana can katar nice kokuları koklamak Sevgilimin solu u güzel kokmaz o kadar.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:130, sa:301) Can ahbapları : En yakın dost, arkada , sırda lar Bk.: Can dostları “ZENG NL K Bayram amatası geçip gitti i zaman ve eriyip bitti i zaman erkek baharım... Sevincimi yıllanmı arap bardaklarından tüketti i zaman can ahbaplarım sezdim ki canımdan koparak dilim dilim uzakla ıp gitmekte benden gençli im.” (Voymir Asenov<d.1939>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.12.05) Cana kıymak : Birini öldürmek; Kendisinin ya da ba kalarının canını almak Bk.: Canına kıymak “YEMEK VAKT <Musica para sordos-Sa ırlara Müzik’den> -------------------Bıçak silahtır ve çatal masumiyet. kisi de madenden iki sözcüktür, ama apayrı: Biri ha in ve iddet dolu, öteki sessiz duru lu. kisi de madenden iki sözcük, ama biri cana kıyar. Çatal mırıldanır ulurken bıçak. Bıçak kurtsa kuzudur çatal.” (Rafael Courtoisie<d.1958>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap”, 14.08.08) Can alacak nokta (yer); Can alıcı (noktaya dokunmak) : Problemin en önemli noktası, püf noktası, can damarı “Günümüz Türkiyesinde politik alanda can alıcı sorunlar söz konusu oldu unda, yazılı ve görsel ileti im kanallarında bu sorunlardan etkilenen tüm kesimlere mi, yoksa çarpıcı oldu u dü ünülen kesimlere ve onların temsilcilerine mi söz hakkı verilmektedir?” (A. Cemal, “ eref Bey Artık Burada Ya amıyor”, sa:113) “N NA - Hayatınız çok güzel sizin. TR GOR N - Fakat nedir güzel olan benim hayatımda? (Saatine bakar.) Gidip yazmam gerek imdi. Özür dilerim, zamanım yok... (Güler.) Derler ya hani, tam can alıcı noktama dokundunuz... Heyecanlanmaya, biraz da kızmaya ba ladım. Fakat, konu alım hadi.” (A. Çehov, “Martı”, sa:56) “Can alacak noktayı bulmak budur i te: Kom ularımızdan Belyavski adında yakı ıklı, zengin bir herif vardı, bizimkine göz koydu u için eve dadanmı tı.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:210) “Bir yi itten daha üstün o erkek Tanrılarla e benim gözümde o erkek ki yanında oturabiliyor sesinin tatlı yankısını, yüre imi hızlandıran can alıcı gülü ünü yakından duyabiliyor.” (Sappho< .Ö.610-580>, “nedir gene deli gönlünü çelen”, sa:57) “ ‘Daha hazır de iller... Gülü üyorlar, duyuyorum.’ (diyordu seyirciler) ‘..Giyiniyorlar. Oyunculu un en can alıcı kısmı da bu, giyinmek. Hava da güzelle ti imdii, güne o kadar yakmıyor... Sava ın bize tek yararı bu oldu ya – günler uzadı... Nerede kalmı tık sahi? Aklınızda mı? Elizabeth döneminde... Belki güünümüze kadar gelebilir yazar, biraz atlarsa tabii... Sizce insanlar de i ir mi? Kılıkları, tabii de i ir de... Ben bizlerden söz ediyordum... Dolabı temizlerken, babamın eski silindir apkasını buldum da... Peki bizler – de i iyor muyuz dersiniz?’ ” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:107) Can almak : Öldürmek “SEV NS N ------------On parma ında on hüner vardı Biz onun sevgili kulları. Dünyasını abad eyledik Bir can verdi bize bin alır Gideriz gözümüz arkada kalır Sevinsin” (B.Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi”, A.Behramo lu”, Cilt:1, sa:324) “Bir gün, ansızın elimde tüfekle dururken, müthi bir bo luk ve müthi bir sessizlik hissettim. O bo lu un ve sessizli in içinde, oyalanmak için can almak bana mutlak bir çılgınlık olarak göründü. Yaratıkların en minici i bile, onu yaratan için sevgili bir kuldur. Bizim onların yazgısının efendisi oldu umuzu sanmamıza yol açan, hangi kibir, hangi körlüktür?” (S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:199) Cana tak demek : Sabrının sonuna gelmek, illallah dedirtmek, dayanılmaz bir hale gelmek “LONGOZ ORMANININ KES M Yararak o görkemli ya lı di budakları, titreyen mor genizlerinden duman püskürtüp sık sık; hiddetle ilerliyordu kesiciler, kararlı, çünkü cana tak demi ti açlık ve topraksızlık.” (Andrey Germanov <1932-1981>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 14.01.10) “Sipahiler, dar kapıdan kayan her gölgeyi hemen deviriyorlardı. çeride dudaklar kurumu , susuzluk cana tak demi ti. Cephaneleri de tükeniyordu.” (Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:75) Can atmak : evkle, arzuyla istemek, te ne olmak “O asil ruh, vatanının sadece isminin anılmasıyla yurtta ını kar ılamak için can attı ı halde, imdi bu anda senin halkın bo az bo aza geliyor; aynı sorun, aynı hende in ku attı ı yerlerde oturanlar birbirlerini yiyip bitiriyorlar.” (D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:47) “A KIMDA GÖZÜ ---------------------Herkes can atıyor beni elde etmek için, Yalnız benim sevdi im, sen beni mahvettin. Ah, ben zavallı kız, ben neler edeyim?” <Anonim, Orta Ça lar, Almanya, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.03.04> “Bizim kalın kafalı hiçbir eyin farkında de il; oysa ben bu hükmeden, akıllı genç kadının dualarımın kar ılı ı olup olmadı ını dü ünmeye ba lıyorum. Hayali G.K.A. yerine bir erkek tavlamaya can atan bekar bir kadın. Ezip geçen bir silindir.” (P. Auster, “Brooklyn Çılgınlıkları”, sa:159) “Club Embrujo’nun giri i ta tan, dar bir koridordu. Becker girdi inde içeri girmeye can atan mü terilerin arasında sıkı ıp kalmı tı.” (D. Brown, “Dijital Kale”, sa:205) “Konu ulanları duymaya can atarken, karanlı ın içinde cama biraz daha yakla tı. Onlara be dakika süre tanıyabilirdi. Kilit ta ının yerini açıklamazlarsa, içeri girip ona zorla söyletecekti.” (D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:292) “O beni alacaktı, çünkü e er mutfaktan tek ba ıma geçmek zorunda kalırsam, kafama bir tabak fırlatılabilirdi. Annesinin benim ziyaretime kar ı çıkıp çıkmadı ını sordum. Hayır, hiç böyle bir ey yoktu, benimle tanı maya can atıyordu, biftekleri kendi hazırlayacaktı, iyi bir a çıydı.” (E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:103) “O an, Maria bazı eylerin ebediyen kaybedilebilece ini ke fetti. Aynı zamanda, ‘uzak’ diye bir yerin varlı ından haberdar oldu; dünyanın büyük, ya adı ı kentinse avuç içi kadar oldu unu, en ilgi çekici varlıkların eninde sonunda çeklilip gitti ini de ö rendi. O da gitmeye can atıyordu ama, henüz çok küçüktü. ” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:16) “Bu rüyanın ne kadar sürece ini bilmiyorum ancak ya adı ım her anı son anımmı gibi ya amaya karar veriyorum. Ve bu ba arının uzun süredir açmak istedi im bir kapıyı açtı ını görüyorum: Di er yayıncılar bir sonraki kitabımı yayınlamak için can atıyorlar.” (P. Coelho, “Zahir”, sa:43) “Acı gerçektir; di er bir eyden üphelenilebilir. Öylesine açıkça geri dönmeye can attı ı ba kentte perde arasında tiyatro koridorlarında arkada larıyla fısılda ırken hayal etti im, ince uzun tırmaklı, leylak rengi mendill, narin ayaklı, yumu ak ayakkabılı Albay Joll’la yaptı ım konu madan ö rendi im bu.” (J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:11) “Adadayken, ba ka bir yerde olmak için can atıyordum. Ya da o zaman kullandı ım kelime ilee kurtulmak en büyük arzumdu. Ama imdi içimde hissetmeyi hiçbir zamana aklıma getirmedi im yeni bir istek filizleniyor.” (J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:41) “ a kınlık içinde uyanıyor: Hava henüz aydınlanmamı olsa da sanki yedi gece uıyumu gibi hissediyor. Zinde ve yenilmez; beyin dokuları arınmı gibi. Kendini güç tutuyor. Ev halkı uyansın da ne emi onlarla payla ayım diye can atan bayram çocu una benziyor.” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:78) “Soraya’ya bo zamanlarında kendisiyle bulu up bulu mayaca ını sormayı aklından geçirmi ti. Onunla birlikte bir ak am, hatta bütün bir geceyi geçirmek isterdi. Ama ertesi sabahı de il. Soraya’yı böyle bir ‘Ertesi Sabah’la kar ı kar ıya bırakmayacak kadar iyi tanıyor kendini; buz gibi olaca ı, suratını asaca ı, yalnız kalmak için can ataca ı bir sabahla...” (J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:9) “Truva kurucularının kim oldu unu ö rendi ini arkada larına açıklamaya cesaret edemiyordu: altından bir ey çıkar da Kolya onu bozar diye korkuyordu. imdi nedense kendini tutamamı , birden a zından kaçırmı tı… Zaten ne zamandır bunu açıklamak için can atıyordu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:66-7) “Bize insan olmak, yani etiyle kemi iyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. ‘Soyut insan’ diyebilece im garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü do mu ki ileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok be eniyor, bundan zevk almaya ba lıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup bizleri do rudan do ruya dü üncelerin do urmasını sa layaca ız.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:169) “ imdi, urada yatan kadındı artık, pis bir paçavra, su olu una dü mü ölü bir ku , ku pençesi gibi kıvrılmı eller. Yüre imde kocaman bir demir kapı sonsuza kadar kapanmı gibi oldu. A ırdan alan günün do masını, beni buradan kurtarmasını zor bekliyordum. Gitmeye can atıyordum.” (L. Durrell, “Clea- skenderiye Dörtlüsü”, sa:69) “Ertesi sabah gün a ardı ında hava güzel ve bulutsuzdu, biz de erkenden yola koyulduk. Tarbes’ın bazı yöresel yiyeceklerine saldırmaya can atıyorduk, orayla ilgili çok ey duymu tum. Biz hızla yol alırken beyaz tepeler ufuk çizgisi üzerinde zıplaya zıplaya bize yol arkada lı ı ediyordu. Havada buz kokusu vardı ama gökyüzü mavi ve dingindi.” (L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:500) “Baudolino o yıl sarayda fazla kalmadı (sarayda oldu unda hem korkarak dola ıyor, hem de Beatrix’le kar ıla maya can atıyordu, bir i kenceydi bu). Friedrich önce Polonyalıların defterini dürmek zorundaydı mart ayında, talya üzerine yeni bir sefer düzenlemek için, Worms’de bir diyet toplamı tı. Milano yine aynı Milano’ydu, yardakçılarıyla birlikte gitgide daha isyankar oluyordu.” (U. Eco, “Baudolino”, sa:60) “Rahipler sıra olmu , a ızlarından tek bir sözcük bile çıkmaksızın, ot yataklarında yatma a gittiler. Birbirleriyle konu mak için hiçbir istek duymayan Minoritler ve Papa’nın adamları yalnız kalıp dinlenmeye can atarak ortadan kayboldular.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:566) “Bütün peygamberler ve veliler (Selam onların üzerine olsun) mucize ve kerametler göstermek için de il, temiz insanları davet ve onlara merhamet etmek için bu toprak alemine gelmi lerdir. Hatta onlar, öhretin afetinden kaçmak için can atarlar. Fakat ara sıra bedbahtların yadsımalarının u ursuzlu u nedeniyle kerametler ve ola anüstü eyler gösterirler ki ba kaları ibret alsınlar ve bir daha böyle bir harekette bulunmasınlar.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:273) “BA KA DO U Tüm varlı ım karanlıkta bir ayet Kendi içinde yineler seni Ve çiçek açan sehere, sonsuz büyümelere götürür seni Sana can attım can attım Bu ayetle ben seni, a aca, suya ve ate e a ıladım.” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>Cevat Çapan; “ iir Atlası, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.08.05) “Bilmezlik Çocuk niçin a lar anne memeyi saklar saklamaz, bilir misin? çkici bir erke in ötekilerle kadeh toku turmak için nasıl can attı ını, ben ne bilirim?” (Lidiya Vadkerti-Gavornikova <1932-1999>, Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.03.05) “‘Bu koru ne kadar güzel!’ diye mırıldandım. Anla ılan o da konu maya can atıyor, ama tıpkı benim gibi, söz nereden ba layaca ını bilemiyordu.” (A. Gide, “Isabelle”, sa:107) “MÜDÜR -... Ben bu halka ho görünmeyi pek arzu ederdim, bilhassa o hem ya amasını, hem de ya atmasını bildi i için. Direkler dikildi, tahtalar çakıldı, herkes bir e lence bekliyor. Hepsi ka larını kaldırmı lar, urada sakin sakin oturuyorlar ve bir sürprizle kar ıla mamak için can atıyorlar.” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:9) “Buradan uzakla maya çoktandır can atan arkada ım nihayet bir el i aretiyle bu konu malara son verdi. Ben de ertesi gün ak ama do ru geçerek mektubu alaca ımı vaadettim.” (J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:127) “MARGHERITA -... Evleneli neredeyse on altı ay oluyor, babanın beni bir yere götürdü ünü gördün mü hiç? LUCIETTA - Ya ben? Bilir misiniz, yeniden evlensin diye can atıyordum. Evde yapayalnızken içimden: ‘Anlıyorum babamı,’ diyordum; ‘beni bir yere göndermek istemiyor; gönderecek kimsesi yok ki, göndersin...’ ” (C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:15) “Büyükbabam oca a do ru atıldı ve beni a a ı çekti; sonra sanki ilk kez görüyormu gibi süzmeye ba ladı: ‘Kim çıkardı seni oraya? Annen mi?’ ‘Kendim çıktım.’ ‘Yalancı!’ ..... alnıma hafifçe vurdu ve beni itti: ‘Aynı babası... Hadi çık dı arı!...’ Ben de mutfaktan çıkıp kurtulmaya can atıyordum.” (M. Gorki, “Çocuklu um”, sa:18) “-Nerede gördün? Nasıl tanıdın? -... -Haydi, artık ısrarı bırak. Israrı bırakmaya can atıyordum. Fakat ne uydurup söyleyece ini bilemiyordum. Sevecek bir gerçek insan bulanlara a mak lazım. Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki...” (R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:47) “Canım müthi içki içmek istiyordu ama orada söz konusu olmadı ını biliyordum. Henry ile tatsız, sudan bir konu maya daldık, hiç açmamaya önceden karar verdikleri konuları açmaya can atanların konu maları böyledir.” (L. Hellman, “ arlatanlar Dönemi”, sa:120) “‘Harikulade bir kızsın sen.’ ‘Amerikalı olmak ho uma gidecek. Amerika’ya gideriz, de il mi sevgilim? Can atıyorum Niagara ça layanlarını görmek için.” (E. Hemingway, “Silahlara Veda”, sa:266) “Bu ufaklı ın sırtında acemi çaylakların Batıya gelirken beraberlerinde getirdikleri kovboy kıyafetlerinden vardı. Kemerine asılı sedef kakma tabancasına arada sırada elini götürmesinden o lanın ya bir kaç Kızılderiliyi zımbalamak, ya da bir iki ayı postu delmek için can attı ı belli oluyordu.” (O. Henry, “viski soda”, sa:202) “Satılık olsaydı, birçok kralın, soylunun ve zenginin onu altınla tartarak satın almak için can ataca ını söylemeye gerek bile yok.” (H. Hesse, “Masallar”, sa:8) “Goldmund sustu ve gö üs geçirdi. ki dost, birbirlerine yaslanmı , dostluklarının yokedilmezli i duygusu içinde üzgün, ama yine de mutlu oturuyorlardı. Derken yeniden konu maya ba ladı Goldmund: ‘Gözlerimin hiçbir eyi göremeyecek kadar kör oldu una ve benim her eyden habersiz oldu uma inanmamalısın. Hayır! Gitmeye can atıyorsam, böyle yapmam gerekti ini hissetti im, bugün böyle e siz bir olay ya adı ım içindir. Ama beni katıksız mutluluk ve hazların bekledi ini de dü ünüyor de ilim. Öyle görüyorum ki, çetin bir yolda yürüyece im.’ ” (H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:97) “Yine de onun gözüne girmek için can atıyor de ildim. öyle i itilmemi bir eyi yapmayı isterdim onun için ya da bir ey arma an etmeyi; ama arma anın kimden geldi ini bilmemeliydi.” (H. Hesse, “Peter Caminzend”, sa:31) “Evde son yapılan resimler için gereken sandıkları çatacak dülgeri kendilerini beklerken buldular. Resimler ambalajlanıp yerlerine yollandıktan sonra, Veraguth’un kendisi de durmayıp gidecekti Rosshalde’den. Bir an önce yola çıkmak için can atıyordu.” (H. Hesse, “Rosshalde”, sa:176) “Böyle aptalca dü ünceleri bırak, diye kendimi toparlıyorum. Emeklilik hakkı olan sa lam bir i in var. Yarın dünyanın dönüp dönmeyece i bile belli olmayan u zamanlar için pek çokları can atmaz mı?” (Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:10) “Galyalılar Cluse’ü ele geçirmek için can atıyorlarmı . Roma da koruyor Cluse’ü ce soruyor Galyalılara: ‘Cluse size ne yaptı?’ Brennus yanıtlıyor: ‘Alba size ne yaptıysa, Fidena size ne yaptıysa..... , Cluse de bize aynı haksızlıkta bulundu..... Siz Alba’yı aldınız, biz de Clıse’ü alıyoruz.’ ‘Cluse’ü alamazsınız,’ dedi Roma. Bunun üzerine Brennus Roma’yı aldı ve haykırdı: ‘Voe victic!’ (Altta kalanın canı çıksın!)” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:432) “Konu maktan yorulan Müdür, ‘Çocuklara birkaç rakam verin, Mr. Foster,’ dedi. Mr. Foster da zaten rakam vermeye can atıyordu. ‘Uzunlu u iki yüz yirmi, eni iki yüz metre, yüksekli i ise on.’ Yukarıyı gösterdi. Ö renciler kafalarını su içen tavuklar gibi yüksek tavana kaldırdılar.” (A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:33) “... makaslama yüzerek ırma ı geçmek, kar ı kıyının balçı ına aya ını de dirip hemen gerisin geriye dönmek herkesin harcı de ildi! Buna ba armaya herkes, daha çok da bütün küçükler can atardı.” (P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:65) “Söyle bakalım, öbür dünyada nasılsın? Öbür dünyadaki durumumla ilgili soruyu, gelene in dı ına çıkarak bir açıklık ve tarafsızlıkla yanıtlayaca ım. Halimden memnunun, çünkü eskisinden de i ik olarak büyük bir topluluk arasında çok yönlü ili kiler içindeyim. Benimle dü üp kalkmaya can atan kalabalı a, bilgi ve yanıtlarımla yetebiliyorum. Hiç de ilse bu kalabalık, dönüp dola ıp ilk defaki gibi bir co kuyla bana ko uyor.” (F. Kafka, “Ta rada Dü ün Hazırlıkları”, sa:203) “Selma: ‘Hanımlar, bir defa benim ziyaretimi iade etmediler, ben nasıl tekrar giderim?’ diyordu. Lakin, içinden, neresi olursa olsun bir yere gitmeye can atıyordu.” (Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:49) “... ya bacaklarımı ka ıtırdım ya da ba ımı bayılırdım öyle tatlı tatlı ka ınmaya Bamyacılar’ın kızı da beni sever ehirli kom umuz diye över benimle oynama a can atardı ama ben o sümüklünün yanımda oyun oynamasına dayanamazdım tabii...” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:98) “Bahçeye ko tu, kendi yapmı oldu u küçük bir fırın vardı orada; çalı çırpı, asma dalları topladı, fırını yaktı, kuzu ba lı kabı içeri sürdü, sonra arkada larına döndü, arap ve sohbet için can atıyordu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:325) “Köy canlanmı tı. Köy bir inip, bir kalkıyordu. Her evden bir gülü , bir ses geliyordu. Evden eve gidip gelmeler, Efe üstüne konu malar. Görenler görmeyenlere tarif ediyorlar, çok meraklılar, görmek için Muhtarın evine girmeye can atıyorlardı.” (Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:42) “Brangwen’ların gözlerinde can attıkları, bilinmedik bir ey beklermi çesine bir bakı vardı. Ba larına gelecek her eye hazır, kendine güveni tam mirasçı havası içindeydiler.” (D.H. Lawrence, “Gökku a ı”, sa:9) “Amcamların evine faytonla gitmeye can atıyorum. Babam kırmıyor hatırımı. Sonra ba ka bir hatıraya gidiyorum.” (M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:58) “‘ imdi gidip güzel bir yemek yeriz, biraz konu uruz, sonra da sinemaya gideriz.’ Yüzünü buru turdu. ‘Amaaan, bırak bunları’ dedi. ‘Eve gitmek istiyorum ben.’ ‘Ev’ dedi i eyin bilgisayar oldu unu ve bir an önce online hayatına kavu mak için can attı ını biliyordum elbette.” (Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:81) “... birbirinden son derece farklı kültürlerden gelen milyarlarca kadın ve erkek, Amerikalılar’ı taklit etmek, onlar gibi yemek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi konu up arkı söylemek için can atıyor; onlar gibi ya da onları kafasında canlandırdı ı gibi.” (A. Maalouf, “Ölümcül Kimlikler”, sa:96) “Ben bir kadının, güzel bir kadının gözleri önünde kendimi her eyi yapabilecek güçte bulurum. Kadın bakı ının, aman Tanrım, damarlarımızı hemen ate leyen o canım bakı ın içine daldı ını duyar duymaz, ne diyeyim? Hep dövü meye, sava maya, e yaları kırmaya, herkesten güçlü, herkesten yi it, atılgan ve özverili oldu umu göstermeye can atarım.” (G. de Maupassant, “Tombalak-Albayın Görü leri”, sa:64-5) “Bu konular üzerinde onu sorulara bo uyorduk, o da merakımızı gidermeye can atıyordu. Artık yenili ini yitiren o devleri, ejderhaları sormuyorduk ona..... Kolay kolay bulunmayan ey, do rulukla, akıllıca düzenlenmi bir topluluktur.” (Th. More, “Utopia”, sa:18) “ te oturuyorum burada, bu ufacık vahada, bir hurma gibi kararmı , tatlanmı , altın yo unlu unda, yuvarlak bir kız a zı arzuluyarak, dahası, kızca, buz so u u kar beyazı keskin ısırıcı di ler arzulayarak can atar bütün kavruk hurmaların yüre i böylesi di lere. Sela.” (F. Nietzsche<1844-1900>, “Dionysos Dityrambosları”, sa:29) “HORNE, Cates ile birbirlerine ciddi bir bakı fırlatırlar, Horne bu i e canattı ını gizlemeye çalı arak. - Elbette kimseden a a ı kalmam. Yirmi yıldır ya da daha fazla bu denizlerde gemicilik yapıyorum. Adalar ticaretinin girdisini çıktısını bilirim. Kaptan bana güvenebilir.” (Eu. O’Neill, “Altın”, sa:81) “Karısı, dedikodu kumkuması, irret bir kadındır. Ye eni Minnie kırk ya larında ufak tefek, tombul bir kadındır. Laf dinlemeye can atan tiplerden, ufak, toparlak yüzlü, yuvarlak gözlü, aptal bakı lı; dedikoduyu içmek istermi gibi dı arıya do ru uzanmı yuvarlacık a ızlıdır.” (Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:17) “Rosemary onu bir çocuk gibi öptü, çünkü Gordon’un öpülmeyi bekledi ini biliyordu. Her zaman böyle oluyordu. Sadece nadir anlarda, Gordon Rosemary’de fiziksel arzu uyandırabiliyordu; ve bunları Rosemary sonradan unutuyordu sanki, öyle ki, her seferinde Gordon’un alba tan etmesi gerekiyordu. Küçük, biçimli bedenini hissetti inizde savunan bir hava seziyordunuz. Rosemary, bedensel sevginin anlamını ö renmeye can atıyordu, ama aynı zamanda korkuyordu.” (G. Orwell, “Aspidistra”, sa:127) “Marya Kirilovna oradan ayrılması için babasının verdi i izinden can atarcasına yararlandı. Odasına ko tu, kapıyı arkasından sürmeledi ve kendisini ya lı Prens’in karısı olarak gözlerinin önüne getirip gözya larını koyuverdi artık.” (A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:91) “Benim de, sevincimden a lamak çocuklu unda bulundu uma kim inanır! Tütün alsın diye eline birkaç metelik sıkı tırmak için can atıyordum; ama bunu göze alamadım.” (J.J. Rousseau, “Yalnız Gezerin Dü lemleri”, sa:135) “Ki inin tam kendine yönelece i bir gün bu: Güne in, ho görüden uzak bir yargı gibi yaratıklar üstüne saçtı ı bu so uk aydınlıklar gözlerimden giriyorlar içime, solgun bir ı ıkla aydınlanıyorum içimde. Kendimden alabildi ine i renmem için, on be dakika yeter de artar bile, biliyorum. Ama hayır, te ekkür ederim baylar, can attı ım yok buna.” (J.-P. Sartre, “Bulantı”, sa:23) “Ya lı adam sordu: -Ya siz ikiniz?.. Siz bir eyler?.. Cevabı Eve verdi: -Hayır efendim, hayır, bizim... yok... Me erse i i ten geçmi . nsan bitmi bir oyunu tekrarlayamıyor. htiyar: -Do rusu ne kadar... diye ba ladı. Adam bir an evvel yanlarından uzakla maya can atıyordu.” (J.-P. Sartre, “ ten Geçmi ”, sa:140) “LEAR (Regan’a.) - Güzel ülkemizin u üçte bir parçası da sonsuza kadar senin ve soyunun olsun. Bu da, Goneril’e ba ı ladı ımız parça kadar engin, de erli, her çe it haz ve e lenceye uygun... (Küçük kızına.) Cordelia, hayatımın ne esi, Fransa ba larının Burgonya otlaklarının sevgisini kendilerine çekmek için can attıkları küçücük yavrum, karde lerinden daha de erli bir parça elde etmek için ne diyeceksin? CORDELIA - Hiçbir ey, efendimiz.” (W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:14) “ imdi en mutlu ça ın doru u senin yerin; Bak, can atıyor nice el de memi bahçeler Erdemle sana canlı çiçekler vermek için: Bu düzmece e lerden sana çok daha benzer.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:16, sa:73) “LUCIANO - E er eklini de i tirmi sen e ek olmu sundur. S. DROMIO - Do ru.. Hanım enseme biniyor, ben de ot için can atıyorum. Evet, muhakkak e e im. E ek olmasaydım onun beni tanıdı ı gibi ben de onu tanıyacaktım.” (W. Shakespeare, “Yanlı lıklar Komedyası”, sa:36) “EPIFANIA - Nabzımın de i ece i yok. te can attı ım sevgi. Sizinle evlenece im. Bay Sagamore, Alastair’den yakayı sıyırır sıyırmaz evlenmek için bir izin ka ıdı çıkartırsınız. HEK M - mkanı yok. kimiz de anlattıklarımızla ba lıyız.” (G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:100) “Bu tepelerin ötesinde -doruklarındaki ıssız kır evlerinde oturmak için herkes can atardı- a ırıp kalan gözler her zaman karlarla kaplı Alplerin doruklarını görür.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:40) “Beni özel bir odaya aldılar, yazmak için de ka ıt kalem getirdiler. Ölüm tehlikesi geçiren Hyde, bana yepyeni bir yaratık gibi göründü; a ırı bir öfkeyle sarsılıyordu; elinden bir cinayet çıkacak denli sinirleri gerilmi ti, i kence etmeye can atıyordu. Ama yine de kendini yönetmesini bilen bir yaratıktı.” (R.L. Stevenson, “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”, sa:107) “Yaratıcılık yalnız ba ına sürdürülen bir etkinlik de olsa, birçok durumda aynı zamanda bir ileti im biçimidir; gene de, yeni bulgularını gizli tuıtan bilim adamları da yok de ildir. Ço u sanatçı üne kavu mak için can atar, kimisi de hiç ku kusuz bundan ımarır.” (A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:56) “Ama nasıl müzi e yetenekli bir çocuk, orkestrayı yakından görmeye ya da kilisede organ arkasındaki, klavyenin gizlendi i galeriye çıkmaya can atarsa, Grenouille da bir parfümeriyi içeriden görmeye öyle can atıyordu.” (P. Süskind, “Koku”, sa:72) “Herkes yol üzerinde korkunç bir bombardımanın oldu unu söylüyordu, zaten öyle oldu u da açıkça i itiliyordu. Subaysa, emirerinin daha hızlı gitmesini istiyor, mümkün oldu unca en kısa zamanda alayına katılmaya can atıyordu.” (L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa:19) “-Kapıda istedi in kadar bilet var. Volodya duraklayarak: -Dur biraz, imdi gelirim, dedi. Omzunu silkerek odadan çıktı. Volodya’nın, Dubkov’un önerdi i tiyatroya gitmeye can attı ını, ama gitmek istememesinin parasızlıktan ileri geldi ini çok iyi biliyordum.” (L. Tolstoy, “Yeniyetmelik”, sa:120) “Biliyorum ki o sevimli kırbaçları gördü ümde, onları Otto’nun bedeninde kullanmak için can ataca ım. Öyle ki, pantolonunu çılgınca parçalarken, kudurmu insanlar gibi dudaklarımdan köpükler ta acak.” (R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:105) “Peder Santa Helena, sabırla dinlemeye hazırlandı, çünkü uzun sürecekti bu. Amaçlarına eri ene kadar durmayacaklardı: ama aslında kalkıp evine girmeye, ayakkabılarını çıkarmaya, ter ve kir içindeki o kalın, rahatsız cüppeden kurtulmaya can atıyordu.” (J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:31) “Dorcelino’nun saati ikiyi on iki geçe, Anton Kaptan, yelkenleri fora etmelerini bildirdi. Bu kez bütün gemiciler büyük bir zevkle i e giri tiler. Üstelik Kızılsaç, bir de arkı tutturmu tu. Elbette! Denizden gelenler karaya ayak basmaya can atarlar. Bir gemici için en kötüsü denizle kara arasında kalakalmaktır. Yeniden deniz özlemine kapılmadan önce karaya çıkmak ister gemici; dinlenmek, rahatlamak ister; kadın ister.” (J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:11) “NIOBE orsa seyri diye can atıyordu. Gottlieb de öyle. Ah, yelkencinin bu en büyük yanılsaması, oraya buraya sürüklenmedi ini, rüzgar, yelken ve dümen arasında ustaca aracılık ederek, u ya da bu rüzgarla nereye nereye gidece ini kendinin belirleyebilece ini dü ünüyorsun ya. Yelkenli tam yol ilerliyordu.” (M. Walser, “A k Zamanı”, sa:254) Canavar : Vah i, gaddar (hayvan), cana ya da namusa kıyan kimse “ADRIANA : Canavar falan de ildi eskiden, psizin, zavallının biriydi. nsanların en iyisi olaca a benzemiyordu, Ama en kötüsü de olmayabilirdi.” (A. Maalouf, “Adriana Mater”, sa:54) Cana yakın : çten yakın, samimi “FENERLER --------------Leonardo da Vinci, derin, karanlık ayna, Yurtlarını kapatan çam ve buzulların Gölgesinde melekler belirir yan yana Tatlı, gizemli bir gülü le, canayakın.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:37) “Ansızın kıpkırmızı kesilmi ti Hogarth. Her çar amba Hogarth’la birlikte ö le yeme i yedikleri geldi Baird’in aklına, sonra da Hogarth tek o lu ve orta ya lı kahyasıyla birlikte ya adı ı Balham’a kadar kendisine e lik etmesine izin verirdi. Birlikte yemek yerler, aralarına aldıkları çocu un kir pas içindeki küçük ellerinden tutarak parkta dola ırlardı. Onun yanında en canayakın davranı ını gösterirdi.” (L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:90) “SHANNON - Harika. HANNAH - Evet, öyle! kinci deneyimim çok yeni..... Tombul, dazlak kafalı, yüksek sınıf aksanıyla konu maya özenen, a ırı cana yakın görünmeye çalı an bir adamdı.” (T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:119) Can ba la; Canla ba la : Samimiyetle, bütün bir içtenlikle, enerjive ilgi dolu “Köyün içinde kim olursa olsun, boyacı çıra ından; kahveci Hasan’dan, Balıkçı Yusuf’tan, Konduracı Avram’dan, Zerzevatçı Apostol’a kadar konu tu unun koluna girer; bir a a ı bir yukarı iskele boyunda dola arak adamın derdini canla ba la dinlerdi.” (S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:13) “Kalganov’un neden böyle heyecanlandı ını anlamak hayli güçtü, yalnız heyecanı candandı, içtendi. Mitya da canla ba la ondan yana çıkıyordu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt: III, sa:101) “Adam, birkaç defa ba ını salladı. Werther’in, bir insanın affı için söylenebilecek her eyi büyük bir tutku, hakikat ve can ba la anlatmasına kar ın, kolaylıkla dü ünülebilece i gibi, danı manın kılı kıpırdamadı.” (J.W. von Goethe, “Genç Werther’in Acıları”, sa:129) “Kimilerine akıl veriyor, kimilerine acıyor, kimilerine ba ı ta bulunuyordu; kimilerince küçük çapta dolandırılmasına ses çıkarmıyor, bütün bu oyun ve herkesin bu oyunu canla ba la oynaması, tıpkı bir zaman tanrılar ve Brahman gibi kurcalayıp duruyordu kafasını.” (H. Hesse, “Sidarta”, sa:86) “Sudan çıkmı balık gibiyim. Böyle yapmam gerekti ini dü ünerek, kendimi zorlayarak yazıhaneye gidiyorum. Yazıhanede i lere canla ba la kendimi veriyorum.” (O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:238) Cana yakın : çten, samimi, teklifsiz “POL NA ANDREYEVNA (Treplev’e.) - Öyle cana yakındır ki... (Bir sessizlik.) Kostya, arada bir güler yüz göster bir kadına, ba ka bir ey istemez senden. Kendimden bilirim... (Treplev masadan kalkar, bir ey söylemeden çıkar.) MA A - te kızdırdınız onu! Bu kadar üstüne varmak çok gerekliydi sanki!” (A. Çehov, “Martı”, sa:79) “SLENDER -... kendinden sonra gelecek bütün ataları da öyle yapacaklar. Kalkanlarınbın üstünde on iki tane beyaz turna balı ı. SHALLOW - Ta ne zamandan kalma bir kalkan. EVANS - Düzinelerle biraz ufaklık da yara maz de il do rusu eski püskü bir kalkana. Armaların üstündeki pençesi kalkmı aslanlar gibi hiç de fena kaçmaz hani. Cana yakın hayvandır, insanla yüzgöz olur. irinlik ifade eder.” (W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:8-9) “Foka’nın kıpırtısız, buru uk yüzü, dazlak ba ı ve yanında oturan Natalya’nın, altından kır saçları görülen ba lı ı, cana yakın hali, iki büklüm vücudu hala gözümün önünde.” “Nasıl dinlemeyeyim? Annem birisiyle konu uyor. Annemin sesi öyle tatlı, öyle cana yakındı ki. Bu ses, yüre ime neler neler söylerdi!” (L. Tolstoy, “Çocukluk”, sa:79) Canca ızım : Cana yakın, canci er, canımın içi gibi samimiyet ifade eden bir sözcük “N NA - Ne kadar sevindim... (Utangaç, a kın.) Sizi hep okurum... ARKAD NA (Nina’yı yanına oturtarak.) - Sıkılmayın canca ızım. Ünlüdür, ama burnu büyük de ildir. Bakın, görüyor musunuz, o da sıkılıyor.” (A. Çehov, “Martı”, sa:40) “LOMOF - Amma da önemli ey ha! Bütün köpekler tilkiyi kovalarken Olkatay koyunları tir tir titretiyordu. ÇUBUKOF - Yalan!.. Canca ızım, ben sinirliyim ve bilhassa bunun için bu tartı mayı bırakmanızı rica ederim.” (A. Çehov, “Teklif”, sa:33) Can ci er; Can ci er kuzu sarması olmak : Çok yakın dost olmak, yedikleri içtikleri ayrı gitmemek “Fındık (köpek yavrusu), vayk’ın kuca ından yere atladı, mutlulukan uçarak efendisinin çevresinde hoplayıp zıplamaya ba ladı. Ak am te men kı ladan eve döndü ünde, vayk’la Fındık can ci er kuzu sarmasıydılar.” .............“Vanyek..... vayk’a dönüp, ‘Bizim te men de telefonda amma ba ırıyor haa!’ dedi. ‘Seninle konu urken bile duyuyorum söylediklerini. Hani nerdeyse, enseye tokat g.te parmak...’ ‘Canci er kuzu sarmasıyızdır. çti imiz su ayrı gitmez. Ba ımızdan ne maceralar geçti.’ ” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:215;425) “-Ben, senden ba ka bir eycikler istemiyorum... Ben senden imdi sadece, benden çalmı oldu un zavallı gönülcü ümü geri istiyorum! -Ne yapacaksın onu, geri alıp Feridun Beye mi vereceksin? -Ah, onun Feridun gibi boyu bosu devrilsin! Hep o de il mi bu dertleri benim ba ıma çıkaran! Yoksa önceleri biz seninle can ci er, kuzu sarması gibi de il miydik?” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:294) “Simun gerçekten iyi bir kimseydi. Gençken Kirene’den çıkmı tı, bir meyhane açmı tı. Petrus, Kudüs’e her geldi inde, onun evinde kalırdı. ki arkada yer içer, konu ur, akala ır, bazen türkü söylerler, bazen dövü ürler, derken yeniden can ci er olurlar, yine içmeye ba larlar, sonra Petrus, kalın bir battaniyeye sarılıp, bir sıra üstüne yatarak uyurdu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:264) “E kiyalarla çok dü tüm kalktım. Bilirim. Ço unun akıbetini gördüm. Varır varmaz çeteye öyle herkesle can ci er olma.” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:118) “Ç FTL K <5 Eylül 1839> ----------‘ sterim i te, benimle, Olur canci er, el ele; Derdin varsa, üzülme, in varsa, çalı ; ----------Ve giri tiler balıkçı ile Tüccar arkı söylemeye Gencecik dula Sarılıp sarılıp öpmeye. Dayanamadı yi it bu hale, Ruhu yandı kavruldu! Göz açıp kapayıncaya dek, Tutu tu kulübe kül oldu...” (Aleksey Vasilyeviç Koltsov<1809-1842>-Mehmet B. Perinçek; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.06.05) Can çeki mek : Ölmek-bitmek üzere olmak, son nefesini vermek; (Mecaz: Güne batmak; lambanın ı ıkları sönmek) “-Bilmem sen hiç ölen adam görmü müsün? Ben çok gördüm. Fakat hiç birinin bu kadar uzun ve amatalı bir nutuk söyledi ine tanık olmadım. Can çeki en bir adamın kolunu, baca ını sallayıp ba ırması...” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:54) “Katilin kullanmı oldu u cerrahi araç, Prosper’in cerrah takımı, cüzdanı ve ka ıtlarıyla birlikte masanın üstünde duruyordu. Oradakilerin bakı ları, kimileyin suç kanıtlama, kimileyin sanki can çeki en ve donuk gözleri bir ey görmüyormu gibi duran gence çevriliyordu.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:78) “HÜZÜNLÜ MADRIGAL ------------------------------ ri gözlerinden kan gibi ılık, Bir su bo anırken severim seni; Ok ayıp seven elime kar ılk, Can çeki me gibi sararken sık sık Duydu um iç sıkıntısı gövdeni.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:277) “Evde oldu um sıralar bunlardan sık sık buldu um olurdu. ‘ ç donun dü mesi’ diye yazılıydı birinde, bir ba kasında ‘Mozart’, bir di erinde ‘pilageuse-pilage’ (Havanda dövme) diye yazılıydı. Bir keresinde de öyle bir ka ıt bulmu tum: ‘Tramvayda öyle bir yüzle kar ıla tım ki, sa Peygamberin yüzü can çeki irken kesinlikle böyleydi.’ ” (H. Böll, “ lk Yılların Ekme i”, sa:60) “Sevdi i kadının can çeki en bedeni kar ısında: ‘Yapamıyorum, seni ölüme terkedemem. Çünkü seni unutaca ımı biliyorum. Böylece her eyi yitirece im ve seni, sana sarılabilece im tek yer olan dünyanın bu yanında tutmak istiyorum.” (A. Camus, “Defterler 2”, sa:42) “... bu unutu topra ının üzerinde yılların karanlı ında yol alırken, patlama sırasında can çeki en annesinin yüzünü de yüre ini burkan bir tatlılık ve kederle yeniden görüyordu. Herkes ‘ilk adam’dı bu unutu topra ında, kendisi de tek ba ına kendi kendini yeti tirmi , babasız yeti mi , babanın, dinleyecek ya a gelmesini bekledikten sonra, ailesinin gizini, ya da eski bir acıyı, ya da ya am deneyimini anlatmak üzere yanına ça ırdı ı u anları, gülünç ve i renç Polonius’un bile Laerte’yle konu urken birdenbire büyüyüverdi i u anları hiç tanımamı tı.” (A. Camus, “ lk Adam”, sa:154) “Apartmanın en üst katında oturan spanyol dansçılarda birkaç kez ona rastlamı tı. Jean Tarrou ayaklarının dibinde, bir basama ın üzerinde can çeki mekte olan bir farenin son çırpını larını izleyerek büyük bir dikkatle sigara içiyordu.” (A. Camus, “Veba”, sa:17-8) “Umutsuzluk suskundur. Ancak gözlerde söylenenler varsa suskunlukta bir mana ta ır. Asıl umutsuzluk can çeki me, mezar ya da uçurumdur. Konu ursa, yazarsa hemen elini uzatır, a aç do rulur, a k ba lar. Terimlerde çeli kidir sadece umutsuz edebiyat.” (A. Camus, “Yaz”, sa:68) “23 MAYIS 1871 (KOMÜNÜN DÜ TÜ Ü GÜN) *** Kalemim, güzelim benim, alkı gerekmez bize. Yine biz tek yürek sürdürelim i imizi, korkmadan kutlu sözler serelim halkın önüne, hainlere zehir olsun, seyredelim can çeki lerini.” ( lia Cavcavadze-Hüseyin Uygur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.02.03) “Bertolt Brecht on dokuzuncu yüzyıl sonlarında dünyaya geldi inde, Avrupa’daki geleneksel dramatik tiyatro can çeki me a amasındaydı.” (A. Cemal, “Oynamak Varken”, sa:51) “KAÇI Öpü lerin, yakarı ların ve tövbelerin ötesine, Gittiler, can çeki en parıltısında, Fundalıkların tutu tu u o tuhaf anlarda, Gönül verilen yere, tüm gerçek sevgililerin.” (Philippe Chabaneix<1898-1982>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.01.03) “TAKL T ----------- Yo un Bakım: Uyandım bir gece, bir adam gördüm ölümle patladı, can çeki en horultulu gö süyle: yata ının çevresinde hem ireler çalı ıyordu ya ama döndürmeye. Bir sessizlik kapladı ko u u, sönüverdi mavi lamba: ilacımı aldım, daldım uykuya” (Patrick Cullinan<d.1932>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet kitap, 27.06.06) “Anlatılan o acıklı öykünün henüz atkisi altında, kafamda zavallı ölü gemiyi ve yalnızca martıların tanık oldu u o korkunç can çeki meyi canlandırmak istedim.” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:74) “FANTOMAS A IDI 12 Çıkmı bir veba salgını Kırıp geçirir koca gemiyi Tek ba ına dalgalar ortasında Gören der deliler evi Can çeki meler, ölümler Kimin i i mi diyorsunuz? Fantomas.” (R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:145-6) “Naruz, ruhlar diyarının çeki tirmelerini, duyularının be vah i köpe inin dizginleri gittikçe daha çok zorladı ını duyumsamaya ba ladı. Sa lam istencinin güçleriyle onlara kar ı koyuyor, zaman kazanmmaya çalı ıyor, duyularını mumyalayıp de erli bir ta gibi mezara gömdü ü kızın sesini, kokusunu, bu dünyada kendisine görünür kılınmasını, bekleyebilece i tek eyi bekliyordu. Sancı burgularının içinde sinirlerinin tıkırtısını, kanında patlayacak olan oksijen kabarcıklarının daha yava yükseldi ini duyuyordu. Kaynaklarının, zamanının tükendi ini biliyordu. Yava yava artan kötürümlü ün a ırlı ı, acının uyu uklu u zihnine çöküyordu..... Bir süre hiçbir de i iklik olmadı. Sonra can çeki en adamın kıllı bo azından tek bir kocaman sözcük fırladı: Clea’nın adı...... Öylesine çıplak bir ad, onun adı, ‘Tanrı’ ya da ‘Anne’ kadar sıradan -ama gene de gövdesinin, solu unun için için eridi inin bilincinde olan, can çeki en bir fatihin, yitik bir kralın dudaklarından dökülmü gibiydi.” (L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:342,3) “Sonunda Niketas, bir Örtü yargıcının, sırların logotetesinin olması gerekti i gibi oldu, sanki yeniden do mu gibiydi, o solgun sabahta, dumanlar içinde can çeki mekte olan Bizans’ın hüzünlü görüntüsünde pırıl pırıl parlıyordu.” (U. Eco, “Baudolino”, sa:60) “... görkemli sütunlarla çevrili dö e inde ölüm katılı ıyla kaskatı, artık bir cinler alayının ürkek bir avı olmu ; içlerinden biri can çeki en adamın a zından bir bebek biçimindeki ruhunu koparıp alıyordu, onurlu bir adam gördüm.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:74) “Mevlana emseddin hazretleri bir gün Kayseri’den Aksaray’a geldi ve bir mescitte konakladı. Yatsı namazından sonra müezzin iddetle: ‘ Mescitten git, ba ka yerde konakla’ dedi. Onun a ırı derecedeki terbiyesizli i ve kapalı gözlülü ü kar ısında emseddin ona ‘dilin i sin’ dedi. Hemen müezzinin dili i ti. emseddin de mescitten çıkarak Konya’ya gitti. Mescidin imamı geldi, müezzini can çeki ir buldu. Müezzin’in ricası üzerine yola koyuldu, emseddin’e ula ınca ayaklarına kapandı ve özür diledi. ems, ‘ i ten geçmi tir ve hüküm çıkmı tır, ben bir ey yapamam’ dedi. mam dönünceye kadar müezzin öldü.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:45) “SEV NS N Aldık nasibimizi hüzünden te geldik gidiyoruz sevinsin Halbuki ne güzel ba lamı tı hikaye erbet gibi bir gök üstümüzde ------------Açın kapıları açın Gidin haber verin meleklere Can çeki ip durmasın beyhude yere Elbet bir tutam ot biter üstümüzde Mezarına göre aya ını uzatır ölülerimiz.” (B.Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:324-5) “Ölüme kadar bekleyecek miyim? Rabbim, bütün kuvvetimle Sana haykırıyorum. Karanlıklar içindeyim, gün a armasını bekliyorum. Can çeki erek sana yalvarıyorum: Gel, ruhumu kandır. Mutlulu a aç ve susuzum. Yoksa o mutlulu un bende oldu una, kendimi inandırmalı mıyım?” (A. Gide, “Dar Kapı”, sa:123) “Biri ona acı çekip çekmedi ini sorsa, ba ını sallamaya tenezzül etmez. Sadece bir i aretle evet der. Ama sanırım daha etkili buldu u yöntem, can çeki en bir bakı la gözkapaklarını oynatarak cevap vermesi... Marchant, onun hiçbir eyi olmadı ını söylüyor ve oldukça katı davranıyor.” (A. Gide, “Kadınlar Okulu”, sa:89) “ ‘Ölmemi onba ım.’ ‘Ya ne halt ediyor?’ ‘Can çeki iyor.’ ‘Hay Allah, hay Allah. Ne yapalım biz imdi...’ ” (O. Hançerlio lu, “Ekilmemi Topraklar”, sa:188) “<Jean Valjean> birdenbire aya a kalktı. Bu yeniden güçlenmeler, genellikle can çeki menin i aretidir. Güvenli adımlarla duvara kadar yürüdü. Kendisine yardım etmek isteyen Marius’la doktoru engelledi. Duvarda asılı küçük bakır haçı aldı. Sa lıklı bir insanın bütün rahatlı ıyla gelip yerine oturdu, haçı masanın üstüne koyarken yüksek sesle: ‘ te, ehitlerin en büyü üne bakın!’ dedi.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:V, sa:438) “Pek tamam, buna itiraz edecek halim yok ama, üç aydan beri talepte bulundu um yeni keçe niçin temin edilmiyor? Yüzden fazla insanın can çeki irken kemirip emdi i keçeyi, insan i renmeden nasıl a zına alabilir ki?” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:47-8) “... biçare adamın can çeki mesi uzun sürmü tü. Nitekim Servet Bey’in misafirlerinden biri ona: ‘Kayınpederiniz nasıl?’ diye sordu u vakit o epeyce gülmü : ‘Maatteessüf, hala ölmedi; biçare adam, bir türlü Azrail bile alıp götürmek istemiyor!’ demi ti.” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:212) “Ama Filipus sürüsüne gitmek üzeree aya ını kaldırmı ken durdu. Gölün kıyısını dola an dar yolda nerdeyse kulaklarına varan bir yük altında can çeki en bir e ek belirdi; e e in arkasında da çıplak ayaklı, ö sü ba rı açık, kırmızı sakallı bir ızbandut yürüyordu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:129) “Ta ikindiye kadar oturdu u yerden kalkamadı. Bir ho olmu tu. Can çeki ir gibi bir hali vardı.” (Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:5) “Bir eyler sormak istiyor kadına, dili varıp da bir türlü soramıyor. Böyle durgun, böyle ölüm dirim kavgası yapan, can çeki en insanlara kolay bir ey sorulamaz.” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:206) “Gözü dönmü tü. Vurdukça vuruyordu. Kendine geldi inde, Halil, yere yıkılmı can çeki iyordu.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan”, sa:150) “Di i Aslan Di i aslan sana olan a kım, kumral di i aslan pırıl pırıl derisi, altın rengi gözleriyle. ------------iri pençelerinin a ırlı ını duyarım, tırnaklarının keskin a mazlı ını. Solu undaki çürük etin tadını alırım. imdi can çeki iyor, kumral di i aslan. Gittikçe daha çok sendeliyor ardım sıra, bana yeti mek için tela lanıyor do ruldu umda. Burnunun ucunda boncuklanan kan pıhtısını görüyorum.” (Barbara Korun<d.1963>-Nazmi A ıl, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.01.08) “GECE GÜMÜ SUYLA, SESS Z... -----------------------------------------Hıçkırarak dertle iyor sesi yedi telli lirin ve ruhum can çeki iyor ırma ında bir kederin. Gece, gümü suyla, sessiz ıslattı mı gür saçları? Amarilis, Amarilis, ecelin mi bu son ça rı? (Nikolay Liliyev<1885-1960>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.03.09) “ROMA’YA DO RU HAYKIRI ---------------------------------------Ama saydam elli ihtiyar A k, diyecek, a k, a k, Milyonlarca can çeki mesi içinde: A k, diyecek, a k, a k, Sevecenli in titrek kuma ı içinde; Barı , diyecek, barı , barı , Bıçak ürpertileri ve dinamit yı ınları arasında A k, diyecek, a k, a k, Dudakları bir gümü e dönü ene kadar Bunları diyecek.” (F.G. Lorca<1898-1936>-Cemal Süreya, “a k iirleri”, sa:74) “Gökyüzü <Yelken, 1959> ----------Çık dagel topla soluk sazları ve balçı ı, Yorulmaz elinle ör delikleri yeniden O yaramaz ku ların mavilikte açtı ı. Kara yüzlü ocaklar dumanlarını salsın Ve söndürsün islerin o gezici zindanı Ürpertisi içinde kara uzantıların, Ufukta can çeki en sarı gün ı ı ını.” (Stephane Mallarmé <1842-1898>-Hüseyin Demirhan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.06.05) “Kuraklık nedeniyle nehirde bir hafta gecikmi olan posta vapuru limandaki kanala düdük çala çala girdi. Sonunda gerçek ya am buydu i te, kalbim kurtulmu , yüz ya ımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can çeki mesi içinde a ktan ölmeye mahkum olmu tu.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:109) “Ama bu kazazedelerden biri, bir hafta sonra, Kuzey Kolombiya’da ıssız bir kumsalda can çeki ir bir durumda bulundu. Luis Alejandro Velasco adlı bir denizci on gün yemeden, içmeden ba ıbo bir salda kalmı tı.” (G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizci”, sa:9) “... belki topra ı kazarak kısrakların sidik kokusunu uyandıraca ını dü ünüyordu, sonunda ahırın kapılarını buldu, hemen itip içeri girdi ve yüzükoyun yere, belki de can çeki mek üzere yıkıldı, ama hala yarım saniye önce kızı duymasına engel olan o yırtıcı hayvanlık içinde bocalıyordu.” (G.G. Marquez, “Yaprak Fırtınası”, sa:151) “Morin, bacaklarında hardal yakısı, kafasında so uık su kompresleriyle bir koltu a uzanmı tı. Büyük sıkıntılar içindeydi. Kesik kesik durmadan öksürüyordu; nerden çıkmı tı onu can çeki en bir hale sokan bu nezle?” (G. de Maupassant, “Madam Tellier’nin Evi- u Morin Domuzu”, sa:290) “Roland Baba sepeti dizlerine aldı, e di, dibindekileri görmek için gümü renkli balık dalgalarını sepetin kıyısına kadar silkti; hayvancıkların can çeki meleri, çırpınmaları büsbütün arttı; dolu sepetten çevreye keskin bir balık kokusuyla taze bir deniz kokusu yayıldı.” (G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:30) “Yüksek sesle konu arak askeri planlar üzerinde tartı an bu farfara insanlar can çeki en Fransa’nın yükünü yalnız ba larına omuzlarında ta ıdıklarını ileri sürerlerdi.” (G. de Maupassant, “Tombalak”, sa:14) “O ancak can çeki en ve a ır yaralı erkek hastalarla ve kadınlarla görü ebilirdi. Bu durumda kendisine çok a ır geliyordu. Çünkü cinselli in temsilcilerinden yalnızca sakınmıyor, aynı zamanda bunların arasında canı çok sıkılıyordu.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:212) “ airin flası --------------arayıp bulmak için buzdan evlerimizi, gün boyu süren hüzünlere karı mı sözcükler vardısürülmü lük so uk duygularla güne görmez yerlerine can çeki en bir ülkenin, sözcükler vardı bo azımızda dü ümlenen hiç söyleyemedik onları” (Mxolisi Nyezwa<d.1967>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 29.09.05) “Kartaneleri Yava ça Süzülüyor A a ılara ----------------------------------------------------Dü ünü gördüm o zaman bir dü ün ölüm uykumda. Ama can çeki en topra ın, karaa açların de il, bir son nefes izlencesinin. Dü ünü gördüm ku ların, içimde uçan siyah ku ların....” (Gabriel Okara <d.1921>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.01.09) “Sahnede olup bitenleri izleyen Karslıların ço u Sunay’ın pek az can çeki tikten sonra hemen gerçekten öldü ünü olayı ertesi sabah ‘Serhat ehir Gazetesi’nde okuyunca anladılar. Millet Tiyatrosu’nu dolduran kalabalık perde kapandıktan sonra üphe içinde ama sessiz sedasız da ılmı , televizyon ise son üç günde olup bitenlere bir daha de inmemi ti.” (O. Pamuk, “Kar”, sa:408-9) “Sürekli çan çalan ufak otobüsler ve can çeki en bir adamca ız, dosdo ru Tanrı’nın Oteli’ne gitmeyi aklına koyduysa, Sagan dükü bile arabasına ko tu u atları durdurmak zorunda kalır.” (R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:37) “YUNANLILARIN ÖYKÜSÜ VII -----------------------------------------lkyazın kuca ında uyuyan yedi öksüz ve gözlerinde can çeki en bir kartal. Ta yukarlarda, çam ormanından ötede, geni dut yapra ında toza dönü en serçe pisli i gibi, güne te kuruyor Ayi Yannis Kilisesi.” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:49) “Poetik Antoloji’den 1. ------------------------Sava çılar! Orda yalnızca biz varız itmek için gö üslerimizi ni anlamı toplarınızı, sanki azalan gölgelerin kimli i can çeki en, topra ın düzensiz kalp atı larında bizi birle tiriyor...” (Jaime B. Rosa <d.1949>-Metin Cengiz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.02.07) “O Yer Gözlerin kapandı ı yer, zamanın deniz kabu unda sessizli i yankıladı ı yer; ------yıldızlarla bedenlerin bo lu unda; anlık can çeki me yeri; tenin terle bir oldu u yer; sevdanın yeri” (José Saramago <d.1922>,<Pial del Rio>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.04.05) “Hiç ölen yok. Genç bir televizyon muhabirinin ise ansı yaver gitmi , yanından geçerken gözü kamerasına takılan bir yaya ona, ana kraliçeninki ile tıpatıp aynı olan bir olayı ilk elden anlatmı tı, ‘Gece yarısına ramak kalmı tı,’ diye sözlerine ba ladı, ‘can çeki ir gibi görünen büyükbabam, saat kulesinin son vuru undan biraz önce birdenbire gözlerini açtı, ataca ı adımdan adeta pi man olmu gibiydi ve ölmedi.’ ” (J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:13-4) “Yaratık gizleniyordu. Sonra, birdenbire onun bakı larını en yakınlarımızın gözbebeklerinde yakalıyor ve kur unu basıyorduk. Önleyici yasal savunma! Ben bu yaratı ın varlı ını sezdim ve vurdum. Bir adam yere yıkıldı, can çeki en gözlerinde, yaratı ın hala capcanlı durdu unu gördüm. Bir, bir daha bir eder! Ne büyük yanlı lık! A zımdaki bu acı, bu i renç tat nereden, kimden geliyor? nsandan mı? Yaratıktan mı? Yoksa kendinden mi? Yüzyılın tadı bu.” (J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:365) “(Bouville Müzesi’nde) Büyük Salonun -yani Bordurin- Renaudas salonunun giri ine, göredi im büyük bir resim asmı lardı… Tablonun adı ‘Bekarın Ölümü’, altındaki imza Richard Séverand. Bir devlet arma anıydı bu. Bekar, yarı beline kadar çıplaktı, gövdesi ölüler gibi ye ile çalıyordu, düzeltilmemi bir karyolanın üstüne yı ılmı tı. Darmada ınık çar aflar ve örtüler adamın uzun zaman can çeki ti ini gösteriyordu.” (J.-P. Sartre, “Bulantı”, sa:113) “EDMUND - kisi de sevmi ti beni; benim u runa biri ötekini zehirledi, sonra kendini öldürdü. ALBANY - Öyle. Örtün yüzlerini. EDMUND - Can çeki iyorum... ama ölmeden evvel, yapıma aykırı dü se de, bir iyilikte bulunmak istiyorum. Hemen imdi atoya haber gönderin. Lear ile Cordelia’yı öldürmeleri için yazılı emir verdim. Çabuk olun, vakit kaybetmeye gelmez.” (W. Shakepeare, “Kral Lear”, sa:155) “TANRININ GERZEK KU U Aklımız bazan sava sonrası ‘Sava dursun’ emriyle sözün kısası Kayıplar verip yürüyor saf saf Kanlı izlerle kaplı hemen her taraf, Çi nenmi otda süngü uçları parlar, Burda ölüler ve can çeki enler var.” (Konstantin Sluçevskiy<1837-1904>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Mecdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.04.07) “Amherst’e Davet <Martin Espada’ya> 3. imdi, can çeki iyor heykel sert rüzgarlar içinde, o kadar kırılgan ki ta ıyamaz kar taneciklerini üzerinde. Hatta bir tanesini bile.” (Kelwyn Sole<d.1951>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Vevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.11.05) “Giulio, senyör de Campireali’nin hiç beklenmedik can çeki mesi sırasındaki tela ta yalnızca doktorun kendisine verdi i bir mektubu üstünde ta ıdı ını ve hastanın karısıyla kızı imdi manastırdalarsa, bütün ayrıntıyı, onlara sözlü vermesi ve ba rahibeyle de görü mesi gerekti ini söyledi.” (Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:95) “ ‘Ne gibi?’ sorusu duyuldu yeniden; bu kez Grenouille’un dudaklarındaki kıpırtıyı görmü tü Baldini. ‘ imdi her ey bitti,’ diye dü ündü, ‘ imdi sonu geldi, ya ate ten sayıklıyor ya da can çeki iyor.’ Aya a kalktı, yata a yürüdü, hastanın üstüne e ildi...” (Patrick Süskind, “Koku”, sa:109) “Teknik elemanlara gereksinin binalar bu mahallededir; kimi zaman tepe, bu çirkin kakmalardan silkinmek istercesine çöker, o zaman ivedi önlemler alınır, ola anüstü krediler çıkarılır..... Merkezdeyse, aksine, bakir can çeki me yayılır, sürüngen bir cüzam, sinsi ve acımasız çürüklükteki duvar ve evleri istila eder.” (A. Tabucchi, “Ufuk Çizgisi”, sa:13) “Yuvasından dı arıya bakmak için çaba harcayan minik bir ku tan, yorgun bir ku a dönü tü, uzun ve so uk parmaklarını ensemde boynumda hissediyordum. Ba ka zamanlarda bu temas beni huzursuz edebilirdi, ama bende de bir eyler de i mi ti. Annemi ve onun yalnız ba ına can çeki mesini dü ünüyor ve daha çok sıcaklık verdi imi dü ünüyordum.” (S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:252) “Levin sırtüstü yatırdı a abeyini, yanına oturdu, solu unu tutarak bakmaya ba ladı yüzüne. Can çeki en hastanın gözleri kapalıydı; ama alnında kaslar, derin dü üncelere dalmı bir insanın alnında oldu u gibi kıpırdıyordu arada bir.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:126) “Grodek --------Ak am vakti sonbahar ormanlar çınlıyor Öldürücü silahların sesleriyle, altın sarısı düzlükler, Ve mavi göller, üzerlerinde güne Kapkaranlık yuvarlanıp duruyor; gece sarıyor Can çeki en sava çıları, delice feryadını Parçalanmı a ızlarının.” (Georg Trakl<1887-1914>-Danyal Nacarlı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.04.09) “UYKUSUZLUK <1820-1830> -------------------Ya am öcü örne i gayet sessizce Dünyanın sonunu mekan seçmekte, Ça ımız ve anımız onla iç içe Gece karanlı ında can çeki mekte.” (F. . Tyutçev<1803-1873> - Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.05.05) “TEZ TUTUN EL N Z Y LER YAPMADA ----------------------------Ölüm dö e inde, sessizce can çeki irken, -Anamın dedi iGün günden Daha çok adımı anar, yolumu gözlermi ‘ urka olsaydı kurtarırdı beni’ ” (Aleksandr Ya in<1913-1968>, “ça da rus iiri antolojisi”, A. Behramo lu, sa:154) “Ertesi günü, Rosa yataktan kalkamadı. Doktor Finet’yi ça ırdılar, üç defa geldi i halde ihtiyar kadını iyi edemedi. Üçüncü geli inde, Rose’u can çeki ir bir halde bulunca Fouan’ı bir kenara çekti, defin iznini hemen yazıp bırakmayı, bir lütuf ister gibi teklif etti.” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:294) Candan (söylemek, yapmak, yardım etmek) : çtenlikle, iyi niyetle, temiz kalple “Tüm bunların ötesinde kendisi, özellikle, paçalı tavu u andıran tulumlarıyla badi badi yürüyen, henüz konu maya ba layan küçük lo ile de yakından ilgilenir ve ona candan bir sa dıçlık gösterirdi.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Kürt Hasan”, sa:164) “-Ke ke alsalar da ben de gitsem, dedim. Bu sözü, o kadar candan söyledim ki, önümde Mehmet Ali ile gidecek olanların gözleri parladı. çlerinden biri: -Evvel Allah, biz dü manın hakkından geliriz ama, silahımız, cephanemiz yok, diyorlar, dedi.” (Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:54-5) “Gözlerim, sevgilimin resim ölenindedir, Gönlümü ça ırırlar renklerin cümbü üne; Gözlerim de gönlüme konuktur arada bir Ve candan ortak olur bu sevdanın dü üne.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:47, sa:135) “Kiti’ye do ru yürürken güzel gözleri pek candan parlıyordu. Dudaklarında belli belirsiz mutlu ve alçakgönüllü bir gülümsemeyle (Levin’e öyle gelmi ti) Kiti’ye do ru saygıyla, dikkatle e ildi, küçük, ama geni elini ona uzattı.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:99) Can dostu : Bir kimseye, günlük ya amında ruhen en yakın ey (ev kedisi, köpe i), kimse; dost, sevgili “AK AM KARANLI I te kıyacının can dostu, güzel ak am; Kurt adımlarıyla gelen bir yardakçı; tam Geni bir yataklık göl, usulca kapanan, Bir yırtıcıya dönüyor sabırsız insan.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:179) “B R GÜNÜN GEC KEN AÇIKLAMASI <Asım Ak ar’a - 1974> -------------------------------------------------Aya ı mı burkuldu ne oldu birden Candostum sevdam sevgilim Kapaklandı yüzükoyun Uzandı boylu boyunca ‘Anacık Anacık Anacık N’olur kalk öyle do rul’ Bir o yana bir bu yana Uçtum kondum serçe gibi” (Arif Damar<d.1925>-“Cezaevi iirleri”, Refik Durba , sa:65) “GAR BAN TÜRKÜSÜ Ben sava ta ölsem bile hiç kimseyi yakmaz kahrım, ne annem var, ne aile, ne de gerçek can dostlarım. Üzgün de de ilim oysa, garibanlık budur i te kalbimde tek avuntuysa: ölmek zaferle birlikte.” (Debel Debelyanov<1987-1916>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 14.06.07) “Sen ki kolay çözebilen birisin bir a acın yürek dilini bile neden bir yongadan icat etmezsin bir can dostu yalnızlıkta kendine.” (Dobromir Tonev<1955-2001>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.02.07) Can dü manı : Hayatına kasteden kimse, ba dü manı “Bu o lanın benim can dü manım oldu unu hissediyorum. O da beni bir oyun bozan, fesatçı sayıyor. N. büyüdü ü zaman Allah beni onun kötülü ünden korusun. te o, nem var, nem yok, hatta anılarımın enkazını bile tahrip edecektir.” (Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:36) “O, hayat sularının sultanı olan böyle bir peygamber bulur da... Onun huzurunda, ey hayat suyunun sultanı ‘ol’ emriyle bizi dirilt diye nasıl olur da can vermez? Sakın nefis köpe ini canlı bırakma. Çünkü o, öteden beri senin can dü manındır. Bu köpe in can avlmasına engel olan kemi in canı cehenneme.” (Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:2, sa:50) Canevi : Kalp, yürek; vücudun en önemli, en hayatsal organı “B R DOSTA SUNU <Mariya Genova’ya> ------------------------hayaletler fır dönüyor ve ki neyen kısraklar ko arak çi niyorlar kerpiçlerle örülmü anıların can evini. Köy evlerinin ocakları dönmü a aç köklerine Küf kokusuyla ısınıyor bombo kalmı her oda. ( van Esenski<d.1949>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası, ”Cevat Çapan”, Cumhuriyet Kitap, 08.12.05) “TÖREN MAR I <Titre imler’den> Elveda uyu uk yurdum, elveda! yeni bir ya am var önümde benim, yeni bir hevese yenik yüre im, ve ruhum dörtnala ko ar u anda mutluluk, heyecan, co ku pe inde: sarho uyum gençlik denen ilhamın çı lık atan can evimde, derinde: salt kadın ve arap, arap ve kadın!” (Kiril Hristov<1875-1944>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 31.08.06) “YILDIZIM, SÖNÜP G TT N KARANLIKTA -------------------------------------------------------I ı a kesmi bir el siliyor gözümden akan ya ları; ¶ ¶ ah yavrum, birden can evime ula ıyor söyledi in sözler.” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:19) “Ama can yolda ındır kendi parlak gözlerin, Kendi ate in besler ruhunun alevini; Kıtlı a çevirirsin bollu unu her yerin, Kendi dü manın gibi, ezersin canevini.” (W. Shakespeare1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:1, sa:43) Can evinden hançerlenmek, vurmak, vurulmak : En önem verdi i hayatsal açıdan çok büyük zarara u ramak, güvendi i da lara kar ya mak; Kalbinden yara almak; çok derinden acı çekmek “Mitya’nın suçlu oldu una hemen hemen tam olarak inanıyordu. Derin bir kederle, ‘Ne biçim i bu, insanlar hep böyle mi oluyor?..’ diye kesik kesik tekrarlıyordu. O anda gözü dünyayı görmek istemiyordu. Can evinden vurulmu delikanlı, ‘De er mi, ya amaya de er mi?’ diye tekrarlıyordu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:247) “MACBETH - kiniz de biliyorsunuz ki, Banquo dü manınızdı. K NC KAAT L - Do ru, efendimiz. MACBETH - Benim de dü manım; hem aramızdaki kanlı ayrılık öyle ki, onun sa geçen her dakikası beni canevimden hançerliyor. Gerçi onu ulu orta gözümün önünden kaldırabilirim ve bunun haklı oldu unu da gösterebilirim, ama yapamıyorum..” (W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:44) “ELLIE - Yüce gönüllülük etti ini sanıyorsun. Oysa ımarık, budala, bencil karının birisin. Canevimden vuruldu umu gördün. Canım çekiliyor, yüre imin en güzel kö esi cansız kaldı. Kimse bir daha can veremez oraya.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:77) “Tuhaf bir biçimde askeri sözlerin büyüsü onu yeniden etkisi altına almı tı. Okumaya ba ladı: ‘Size dü en...’ Bu sözler onu can evinden vurdu. tiraz kabul etmeyen bir emir gibiydi. Durdu u yerde bir ekilde sallandı ını hissetti. Bilinmezlik, içinde bir kez daha yükselmi ti.” (S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, saa175) “ stedi imi pek iyi bilemeden... onu geri ça ırmalı, ya da onu bir temiz dövmeli, bo azını sıkmalıydım... Elektrik çarpmı gibiydim... Her yanım uyu mu tu. Can evimden vurulmu , üstperdeden bakı ları iliklerime i lemi ti.” (S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:35) Can evini tutmak : Kalbini tutmak “Kı geçti, bahar geldi. Fakat Tevfik’e benzer kimse, Emine’nin kapısında dola mıyordu. O, daha aksi, daha titiz, belki de biraz hastaydı. kide birde nefesi kesiliyor, keskin bir sancı saplanmı gibi can evini tutuyordu. Kafası imdi tamamen bir ölü kafasına benzemi ti.” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:124) Can feneri sönmek : Ölmek “Hani foto raflar görürüz... Tulumbacı zirzop Ali dostuna yollayacak... Arkasında, kö eba ı dilekçesi yazısiyle bir dörtlük: ‘Bu dünya devri alemdir daima durmaz döner , Can feneri ‘püf’ diye akiber bir gün söner, E er felek mahvederse bu de ersiz ismimi, Size yadigar olarak veriyorum resmimi...’ ” (K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:181) Can havliyle : Canını di e takarak, can korkusuyla “Gezgin satızı hiçbir ey anlamamı tı, zangır zangır titriyordu, can havliyle, ‘Ba ınız sa olsun! Ba ınız sa olsun!’ diye kekeledi. Kendini Kien’in ellerinden kurtarmaya çabalıyordu ama Kien ellerini gev etmiyor, gülümseyerek konu masını sürdürüyordu.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:300) “Papacık can havliyle balkona fırlayarak: -Ne oluyor? Ona ne yapıyorlar? diye ba ıradursun, Tistet Védene, avluıya inmi bile. A lar gibi yaparak, sanki saçını ba ını yoluyor.” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:55) “Lawrence’ın can havliyle çabalaması ne ola anüstü bir eydir. Kendi cinsel do asının tam anlamıyla bilincine varması. Tevrat’ın kelepçelerinden kurtulması; çırpınan kocaman beyaz bir balık gibi gökten a a ı do ru ı ı ını yayması; Hıristiyanların son ehidi gibi.” (L. Durrell, “Clea- skenderiye Dörtlüsü 4”, sa:154() “Karanlık oldu u için orası biraz tenhaca idi. Bir iki gelip geçen, sade uzaktan bize bakıyor, kimse yanımıza sokulmuyordu. Feridun’un, kasıklarıma do ru indirdi i son bir tekme üzerine can havliyle onun gırtla ına atıldım.” (O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:314) “LICHT, bir ayna getirir. - te, kendiniz de görün. Bir koyunu köpekler kovalasa, hayvanca ız can havliyle dikenliklere dalsa, yünü, sizin hangi dalda bıraktı ınızı ancak Allahın bildi i etleriniz kadar youlunmaz.” (H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:5) “Evden hemen ayrılması gerekiyordu. Yoksa alevler içinde kalacaklardı. Bayan G..., kızı ve torunlarıyla bodrum katına inip saklanmayı dü ündü. Kızına, birbirlerinden ayrılmamalarını, birlkte hareket etmelerini söyledi i sırada evin içinde bir patlama oldu. Can havliyle herkes bir yana kaçı tı.” (H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-O... Markizi”, sa:18) “... Siz ne istersiniz nce Memedden behey ahmaklar, size ne yaptı nce Memed, behey kafasız e ekler, bre e ek köylüler? Da ın yamacını talamı lar. Dört bir yandan da ın yöresini sarmı lar, kovalıyorlar Memedi. Memed de can havliyle kaçıyor. Kurtulu yok.” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:239) “Serseriler önde, Ru en Ali arkada ko arak bütün ehri dolandılar. Ru en Ali onlara nasıl ula sın. Herifler can havliyle bir ko uyorlar ki, de me yavuz at yeti emez.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:26) “Evden hemen ayrılmaları gerekiyordu. Yoksa alevler içinde kalacaklardı. Bayan G..., kızı ve torunlarıyla bodrum katına inip saklanmayı dü ündü. Kızına, birbirlerinden ayrılmamalarını, birlikte hareket etmelerini söyledi sırada evin içinde bir patlama oldu. Can havliyle herkes bir yana kaçı tı.” (H. von Kleist, “Locarno Dilencisi”, sa:18) “Orada kalamayacaklarına sonunda akılları yattı ve içeri girdikleri kapıyı büyük güçlüklerle arayarak, bir bilinmeyene do ru serüvene atıldılar. Be ki iden olu an ikinci körler grubu, sürekli kalabilecekleri daha emin bir sı ınak arar gibi, ilk grupla kendileri arasında kalan bo yatakları can havliyle i gal etmeyi ba armı tı.” (J. Saramago, “Körlük”, sa:66) “Giulio: -Bu kapıyı açana yüz altın var! diye ba ırdı. Fakat kapı, can havliyle u ra an üç ki inin zorlamasına dayanıyordu. kinci kat pencerelerinden birine yerle en ya lı bir bahçıvan, tabancasıyla boyuna ate ediyordu, tabanca ate i de onların yolunu aydınlatıyordu.” (Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:101) “Bekta Emmi can havliyle ellerini ileri uzatıp tatlı canına siper etmek istedi. Sol elinde sımsıkı tuttu u çivili de nek o lanın yüzünü tam ortasından ikiye bölmü , tanımadı ı bir ‘çehre’ haline getirmi ti.” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:16) Canhıra : Yürek parçalayan, içtenlikli, ürperti uyandıran “Merdiven bo lu unda bir çı lık yankılanıyor, öylesine canhıra , öylesine ürkütücü ki uykuda olanlar uyanıyor. Fyodor Mihayloviç ise hiçbir ey duymuyor, uçmu o, zaman kavramını yitirmi .” (J.M. Coetze, “Petersburg’lu Usta”, sa:81) “Ye il yanıyor. Arkamda korna sesleri Tu de canhıra biçimde a lıyor arabanın içinde. Ne yapaca ımı, ne yapmam gerekti ini a ırmı bir halde, otomati e ba lanmı gibi arabayı sürmeye devam ediyorum.” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:517) Canı a zına gelmek : Canından bezmek, maddi ya da manevi çok acı çekmek “O topluluk ate gibi oraya yeti ti; o da a benzeyen bey yüne döndü. Derdinden, u radı ı zarardan canı a zına geldi de madül-mülk’ten ba ka bir sı ınak göremedi. madül-mülk, her mazlumun, kederinden ölen herkesin sı ındı ı bir sancak altıydı.” (Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:6, sa:275) Canı bo alma : Adım adım canı çıkma, ölme yolunda can çeki me “Fazla sıkı bastırıyorlardı, Fouan’ın, altlarında, yassıldı ını, canının bo aldı ını hissettiler. Uzun bir ürpertiden, son bir titremeden sonra hiçbir kıpırdanma kalmamı , ihtiyar, paçavra gibi gev ek bir ey olmu tu. Buteau, soluk solu a, mırıldandı: -Galiba tamam.” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:II, sa:370) Canı burnuna gelmek; Canı burnunda olmak; Canı burnundan çıkıp gitmek : Çekti i sıkıntıdan bunalmak, son kerteye gelmek Bk.: Canını burnundan getirmek “Ama sen Zeyrek yoku unda kuyruksuz, tüysüz, uyuz, so uktan titreyen bir sokak köpe i, ben Panco’nun arkada ı, ba ka hiçbir ey de il, ya mura vurmu , uykusuz, canı burnunda, yüre i A aççile i soka ında, kafası Bomonti tramvay dura ından yüz metre uzakta kirli bir yastıkta bir adamca ız. Ne yapalım?” (S.F. Abasıyanık, “Alemda ’da Var Bir Yılan-Öyle Bir Hikaye”, sa:15) “ ‘O da sıkılıyor zavallı. Sıkılıyor emme, benim de canım burnumdan çıkıp gidiyor. Bayram’la yatarken canım Bayram’a bir eyler demek istiyor, diyemiyorum. Öperken ap ap ses çıkarmak istiyorum, çıkaramıyorum.’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:137) “Siz olsanız onların yerinde sevgili signora… canınız burnunuzda tam i yapıyorsunuz, bir el ete inizin altından…” (D. Fo-F. Rame, “Kadın Oyunları & Açık Aile”, sa:24) “Bir evin içine girdim. Evin içi kapkaranlık. Çocukken, su kuyularına kova dü erdi de bizim köyde, kovayı aldırmak için, belime ip ba layıp beni sarkıtırlardı kuyuya. Kuyudan çıkıncaya kadar da canım burnumdan gelirdi.” (Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:41-2) “Bir gün canı burnuna gelir, Rimbaud’yu kolundan tutar, dı kapıya götürür ve hemen yandaki kolejin kitaplı ını gösterir.” (A. Rimbaud, “Dizeler”, sa:30) Canı cehenneme : Defolsun, beni bıraksın da isterse (canı) cehenneme gitsin ba lamında bir hiddet ünlemi Bk.: Cehenneme gidesice “Birden do ruldu, zil çalıyordu. Gecenin bu vakti.. Kısa kısa üç kere daha çaldı. Görmüyor muydu otelin KAPALI oldu unu? Bekledi. Ses yoktu. Yorganı üstüne çekip yattı; gözlerini kapadı. Kim olabilirdi? Bir kaçak? Geç kalmı bir yolcu? Yatakta karısına küsmü bir adam? Kovulmu bir orospu? Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın? ‘Canı cehenneme’ dedi alçak sesle.” (Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:76) “ ‘Ama i lem ekranı! On sekiz saattir.....’ ‘Komutan Strathmore size evinize gitmenizi söylemi ti.’ ‘STRATHMORE’UN CANI CEHENNEME!’ diye ba ırdı Chartrukian, söyledikleri kubbede yankılanıyordu.” (D. Brown, “Dijital Kale”, sa:166) “Tabuların, bo inançların canı cehenneme. Pek dindar olan annesine soracak olsanız, Tanrı’nın geçmi i, imdiki zamanı, gelece i bildi ini söyleyecektir.” (P. Coelho, “Veronika Ölmek stiyor”, sa:18) “Çerviakov eve giderken öyle dü ünüyordu: ‘Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmi im? Koskoca pa a olmu ama anlamak istemiyor. Bu duruma göre bir daha ben de bir daha bu gösteri budalası adamdan özür dilemeye gelmem. Canı cehemnneme!” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:23) “-Parasını da kıskanıyorum, öyle mi? Bunu da söyle. -Hayır, para lafı etmeyece im, seni incitmek istemem. -Söyledi ine inanıyorum, gene de u van karde inizin canı cehenneme!” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:121) “ ‘Tam bu noktada patlayan kahkahaları, sonraki sırıtı ına bakılırsa, besbelli ki bu sözlerin hedefi olan Pepe’nin acınası tedirginli ini ve homurtusunu açıklamam gerekiyor. Pepe baldırına aplaklar indirerek, ‘Dulun canı cehenneme!’ dedi. Daha fazla gülü tüler.’ ” (L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:452) “MÜDÜR - Nasıl hiçbir ey bilmemeliyim? DEL - Canı cehenneme, demiryolcunun ölümüyle bir ilginizin olmadı ını gösterebilmek için sabahtan beri bin türlü cambazlık yapıyoruz... Çünkü siz o sırada yoktunuz...” (D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:49) “SOLANGE - Canı cehenneme. Her eyin canı cehenneme! Yine de kaçmak için çare bulmalıyız. CLAIRE - Hapı yuttuk... Artık çok geç.” (J. Genet, “Hizmetçiler”, sa:65) “ MPARATOR - Haydi çabuk ol! Sen artık kurtulamazsın. Martavallarını bizzat kendin kanıtla ve bize o kıymetli hazineleri hemen göster. Ben kılıcımı ve asamı bırakarak, bizzat kendi anlı ellerimle, e er do ru söylüyorsan bu i i tamamlamak, yalan söylüyorsan canını cehenneme göndermek istiyorum” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:16) “Elini sallayarak: -Canın cehenneme! dedi. Yoksa a ık mı oldun bana? Kız gibi ne kırıtıp duruyorsun!.. Ayrılaca ımıza çok mu üzüldün? Hey, süt kuzusu! Söylesene, ne oldu? Yoksa ben gidiyorum!..” (M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:97) “‘Pablo’yu koruyacaksın!’ ‘Pablo cehenneme gitsin. Mierda ile korunsun o.’ ‘Nay Inglés, Pablo geri geldi. A a ıda çok iyi çarpı tı. Sesleri duymadın mı? imdi de çarpı makta. Kötü bir eye kar ı. Duymuyor musun?’ ‘Onu koruyaca ım, hepinizin canı vehenneme. Senin de Pablo’nun da.’ ” (E. Hemingway, “Çanlar Kimin çin Çalıyor”, sa:498) “Demirci, karanlıkta delikanlının yüzünü daha iyi görebilmek için yer de i tirdi. stekle ona baktı, derken geri çekilip duvara dayandı. Ne biçim innsan bu, diye sordu kendi kendine. Anlayamıyorum bir türlü. eytan mı onu güden, Tanrı mı? Kimse kim, canı cehenneme!” ..... “ imdi de kulakları tav an kula ı gibi dikilmi ti, titriyorlar, i ne üstünde oturuyorlar, kaçmaya hazır bekliyorlardı... Canınız cehenneme cesur Galileliler, dedi kendi kendine.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:180;325) “Kapris No: SON Yürüyorum. Babamı da kolundan tutmu yürüyorum. O ise gittikçe küçülüyor. Evin anahtarını yitirmi . ----------------------------Ba ırıyorum: Oksijen, Çabuk yanayım, daha çabuk, yardım et! Çekilir bir a ırlık de il bu! Demir, Defol, seni de istemem! Canın cehenneme, katılık!” (Lyubomir Levçev<d.1935>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 29.09.02) “Bir gün, Cachena Ovası’nın yüksek bölgesinde ba ıbo dola ıyordum. Yorgunluktan bitkin, susuzluktan ölgün durumdaydım. Kur un gibi inen güne te yanıyordum. -Sezar’ın da, Pompeius’un o ullarının da canları cehenneme!’ diye dü ünüyordum.” (P. Mérimée, “Carmen”, sa:40) “O, hayat sularının sultanı olan böyle bir peygamber bulur da... Onun huzurunda, ey hayat suyunun sultanı ‘ol’ emriyle bizi dirilt diye nasıl olur da can vermez? Sakın nefis köpe ini canlı bırakma. Çünkü o, öteden beri senin can dü manındır. Bu köpe in can avlamasına engel olan kemi in canı cehenneme.” (Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:2, sa:50) “SESLER Bira daha kıyak, odunkafa yapmıyor adamı. Demem u ki, rezil karı, ben uyurken tırtıklamı . Hepsinin canı cehenneme!” (Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:8) “JONES - Nedir hepinizin yaptı ı, beyaz adamlar? Nedir bütün bunlar? Niçin hep benim yüzüme bakıyorsunuz? Ho , benimle ne i iniz var zaten?..... (Tabancasını ani bir hareketle çeker - Bir Mezat Memuruna, bir alıcıya ters ters bakar.) Sen beni satıyorsun ha? Hür bir zenci oldu umu sizlere gösterece im... Canlarınız cehenneme...” (Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:54) “YARDIMCI KAPTAN -... Anla maları iki yıl içindi. O müddet de bugün bitiyor. Memlekete döndü ümüz zaman ba ımıza i çıkarabilirler. KEENEY - Canları cehenneme... Mahkemelerde ba ıma istedikleri kadar dert açsınlar. Ben i in parasında de ilim. Ne pahasına olursa olsun balina ya ını elde etmeliyim.” (Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:19) “ ‘Pöh! Kendi karakolumuzda ölen bir adamın kimli ini bile tespit edemiyorsunuz! Herhalde kocamın ölmeye hak etti ini de dü ünüyorsunuz ef Kurtz!’ ‘Ben mi?’ Kurtz panikle yardımcısına baktı. ‘Neler diyorsunuz bayan!’ ‘Hasta olabilirim, ama salak de ilim! Bizim aptal ve kötü insanlar oldu umuzu dü ünüyorsunuz! Topunun canı cehenneme diyorsunuz!” (M. Pearl, “Dante kulübü”, sa:72) “... üçü aynı donuk, korkunç, gece ku u gözleriyle, dimdik bakıyorlardı. -Misafirlikte gibiyiz ha? dedi Pinette. Mathieu gülümsedi; üç asker gülümsemedi. Pinette Mathieu’ye sokuldu, fısıldadı: -Ho lanmadılar bizden. -Canları cehenneme!” (J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:215) “... E er George sana tav anlara baktıracak sanıyorsan, sen eskisinden de kaçıksın. Baktırmayacak, üstelik sana öyle temiz bir sopa çekecek ki, canın cehennemi boylayacak; evet onun sana yapaca ı ancak budur.” (J. Steinbeck, “Farelere ve nsanlara Dair”, sa:173) “Kırk dördüncü adam: -Senin canı cehenneme imparatorun (Bonaparte) ancak sava alanlarında büyüktü, bir de 1802’ye do ru maliye i lerini düzeltti i zaman, dedi. Ondan sonraki hareketine ne demeli? Bütün o mabeyincileri, atafatı, Tuileries sarayındaki ziyafetleri, baloları ile, kırallı ın bütün budalalıklarının yeni bir baskısını ortaya çıkarmı oldu.” (Stendhal, “Kırmızı ve Siyah”, Cilt:II, sa:7-8) “Selim umutlanarak mürettiphaneyi ara tırdı. Hayır, sayfa mayfa yoktu. -Çırak nerde? Behram ustanın çıra ı? -Canı cehenneme namussuzun...” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:254) “Sonra a abeyinin sesi duyuldu: - u ayrıcalıklı sınıfların hepsinin canı cehenneme... Ma a, yemek için bir eyler bul bize, kaldıysa arap da ver. Kalmadıysa aldırt.” (L. Tolstoy, “Anna Carenina”, Cilt:I-II, sa:167) “Ekibin de onunla ilgilendi i yoktu zaten. Öyle biri yokmu gibi davranıyorlardı. Bu kasıntı zengin kızının canı cehennemeydi. Paraya ihtiyacı olmadı ı halde bu i i yaptı ı için ayrıca kızgındılar. ‘Amaan! Ne hali varsa görsün’ diyorlardı aralarında, ‘kendi bilece i ey, gidip zıbarsın erkenden, tavuk gibi.’ ” (A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:72) “Gelenler iki canoa’ydı <kanu, sandal>, her canao’da dört ki i olmalıydı…Kalın bir ses: -Yoklar mı burada Isidoro? diye sordu. Öbür canao’dan kar ılık geldi: -Kimse görünmüyor. Üçüncü bir ses: -I ık tut buraya….. -Kimse yok! Bu kola girmemi ler demek. -Canları cehenneme! diye küfretti ba ka bir ses.” (J.M. de Vasconcelos, “Kırmızı Papa an”, sa:181) “HANK - Sen benimle gelsen iyi edersin. SHANNON - En az kırk sekiz saat bu verandadan hiçbir yere kımıldayamam. Canı cehenneme.” (T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:18) Canı çekmek; çekmemek : Arzulamak; Bir iste i olmamak “GÖLGEN N HÜKMÜ ----------------------------O, nehir susuzlu umdur denize co arak akan, gökyüzünün bile canı çeker, güne onu arzular.” (Ay e Basri<d.1960>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.09.05) “Bayram: ‘Tattık...’ dedi. ‘Tadınca durulmuyor mu?’ ‘Durulmuyor!’ ‘Baya insanın canı çekiyor he mi?’ ‘Canı çekiyor.’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:226) “ÇOCUK YAPIYOR ÖYLE ----------------------------------bir dondurma alıyor, iki dilim çikolata kaldırımlarda ba ka eyler de çekiyor canı bir köpek ka ıyor çalıntı duygularla tekmeliyor ta ları, tekmeliyor teneke kutuları” (Michael Cope<d.1952>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.03.06) “... en de erli varlı ımız olan ki ili imizi, benli imizi korumaktır. Kimi insanlar bunun bizim için en de erli özelli imiz oldu unu söylerler. Canı çekti i zaman iste in akılla birle ti i de olur: aklı kötüye kullanmayıp ondan yeterince faydalanırsa, bu birle me yararlı, hatta övülmeye de er sonuçlar verir.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:44) “Gece yarısı aralarından birkaçı yakla tı. Canlarının çekti ini gizleyip sadece denemek için diyerek, küçük bir lokma istediler. Daha cüretlileri çıkageldi. Sayıları arttı, çok geçmeden de büyük bir kalabalık halini aldı. Ama hemen hepsi bu so uk eti dudaklarında hissedince ellerini a a ıya indiriyordu; kimisi ise, tersine, a zını apırdata apırdata yiyordu.” (G. Flaubert, “Salambo”, sa:347) “-Ne istedin küçük? -Ah bir lokmacık yemeyi öyle istiyorum ki!.. -Paran yok mu? -Yoo hayır yok... Ama ne olur, bana u sarkan parçayı versene, pek canım çekti.” (P. Istrati, “Kodin”, sa:124) “Bir yandan da, Tu de’nin oynayabilece i ya ta çocu u olan arkada larım hızla geçiyordu aklımdan. Onlardan birinin evine gitmesek bile bir yerde bulu abilirdik. Çocuklar kendi aralarında oynar, ben de biraz laflardım. Aslında canım da kimseyi çekmiyordu.” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:30) “Bir gün dansa gidip gitmedi imi sordu. ‘Canım çekmiyor,’ dedim. ‘Dola ıyorum.’ ‘Canın kadın çekmiyor mu?’ ‘Sırası de il,’ dedim. ‘Sen kadınlardan uzak duruyorsun, ben de dururum.’ ” (C. Pavese, “Yolda ”, sa:16) “... Eli a ır a ır Marcelle’in sırtından a a ı do ru indi, Marcelle’in gözleri kapanıyordu; siyah uzun kirpiklerini gördü. Kendine do ru çekti: u anda tam onu canı çekmiyordu, bu daha çok kızın ha in ve erkeksi ifadesinin, güne kar ısındaki bir buz parçası gibi eridi ini görmek iste iydi.” (J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:15) “Lubéron sırıttı: -Evli olsaydın canın çekse de çekmese de o i i becermeyi ö renmi olurdun. Hem bak,o i im bir iyi tarafı var, bir kez giri tin mi o lum, artık ba ka ey dü ünmezsin. (J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:56) “Konu mak istese büyük ilgi uyandırırdı ama, hiçbir eyi canı çekmiyordu; hiçbir ey ona sanki ne keder veriyordu, ne de zevk. Yeni yetmeli inde çok hastalanmı tı.” (Stendhal, “Armance”, sa:15-6) “Kamil Bey, birkaç lokma yedikten sonra tıkandı. Bir cigara yaktı. Onun bıraktı ını görünce gardiyanasker de elini çekti: -Az yedin! -Doydum. Sen de az yedin. Bunları giderken götür. Arkada larınızla yarın yersiniz. -Olmaz. Arkada lar ziftin pekini yesin. Güzelce sararız. Yarın canın çeker.” (K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:245) “-Peki ama problem nedir? -Anlatayım da dinle. Tutalım ki evlisin sen, karını da seviyorsun, ama ba ka bir kadını çekti canın... -Kusura bakma ama, hiçbir ey anlamadım bu dedi inden... u anda karnını tıka basa doyurduktan sonra bir ekmek fırınının önünden geçerken ekmek çalmamı anlayamayaca ım gibi, senin bu dedi ini de anlayamıyorum.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:80) “... köpük köpük suların bo uk bo uk kalb sesini yine duydum. Bir sigara takmayı canım çekmi ti; fakat kibritin çi ı ı ından ve adamın yüzündeki yankıdan ürktüm.” (S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:20) Canı çıkmak : Çok yorulmak; Ölmek Bk.: Canını çıkarmak “Ev, ayrıntılarına girince biraz eski püsküydü ama derli topluydu ve oldukça rahattı. Öyle görünüyordu ki, Fanshawe zamanını para kazanmakla geçirmemi ti. Ama ben zaten evin eski püskü olu una burun kıvıracak biri de ildim. Benim evim bundan daha döküntü ve daha karanlıktı ve her ay kirayı ödeyece im diye canım çıkıyordu.” (P. Auster, “Kilitli Oda -New York Üçlemesi 3”, sa:9) “Bir aya ım buzdan donmu , di eri de kızgın çöllerde dola maktan su toplamı tı. Kuzey Kutbundan Patagonya’nın Son ans Burnuna kadar devriye gezmekten canım çıkmı tı. Bir de beni yahudi sanmaları tepemi attırıyordu.” (O. Henry, “viski soda”, sa:84) “ ‘Seyis Seydi derse ki, bu at nce Memedin atıdır...’ ‘Kur una dizecekler onu.’ ‘Da daki nce Memedin de orada, bu burada ya lı kur unları yer yemez, onun da orada canı çıkacaktır.’ ” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:116) “Tamamen aynı fikirde olan iki söz sahibi insan, onlara inanmaktan ba ka ne yapabilir ki Joao. Ama günün birinde, dayaktan ve a ır i ten canı çıktı ında, her eyi göze alıp, korkak <çocuk> annesine açıldı. Zavallı Sara de Conceiçao, dünyayı anlamıyordu artık. Haykırmalar ve Tanrı’ya yalvarmalar sardı ortalı ı. ‘Bu lanet olası herif....bu zenginlerde acıma yok, kendi çocuklarına bile sevgi beslemiyor bu ta yürekli adam...’ ” (J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:47) “-Vaktim olmadı. Bu treni kaçıramazdım. Praça Quinze’de indi imizde canım çıkmı tı zaten. Tramvay bir türlü gelmiyordu. Nefes nefese yeti tim buraya, bu benim o lan da kur un gibi a ır.” (J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:115) Canı e reti olmak : Çabuk ve kolay can vermek, ölmek “-...Bir araba gezisinde atlar parlamı sözüm ona. Tenha bir yerde karının takılarını sıyırmaya kalkmı . Bo u mu lar. Kahpenin canı pek i retiymi , ne dersin, akacıktan çıkıvermez mi?” (K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:70) Canı geçmek : çi geçmek, henüz uykuya dalmı bulunmak; Uykuyla uyanıklık arası “Irazca, yarı gecede uyandı. Zaten, geceleri dolduran silmece bir uykusu yoktu. Tilki uykusu da de il. Uykuyla uyanıklık arası. Canın geçi-geçiverdi i bir hal.” ..... “Irazca’nın canı yeni geçmi ti ki, horozlar ba ladı. Hemen kalktı. Hayattaki yatakların öbür ucuna dolanıp Bayram’ı sarsmaya ba ladı. Bayram kendinden geçmi uyuyordu. A zı, çirkin biçimde açıktı.” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:90) Canı gönülden : Büyük bir içtenlikle “Kendini yazardan saymadı ı için, yazdı ı eylerden kendisini sorumlu görmüyor, bu yüzden de yaptı ı i i canı gönülden savunmak gelmiyordu içinden. William Wilson kendi bulu uydu ve her ne kadar Quinn’in içindnen do mu sa da artık ba ına buyruk bir ya am sürdürüyordu.” (P. Auster, “Cam Kent” -New York Üçlemesi 1-, sa:8) “ET K B R R -------------------Ama bırak onları sonunda Kendi yerlerini bulsunlar diye. Geçmi e kar ı dayanıklı, Ol ne olacaksan: Ne canı gönülden Ba ı la gençli in ate li saatlerini, Ne de aykırı ya a, Kandırarak sa görüyü. (J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04) “Sava sırasında bir gün, etrafındaki herkes tarihin tehditkar ilerleyi iyle deh ete sürüklenmi ken, radyoda tangolar ve valsler yerine hüzünlü ve ciddi bir müzi in minör akorları çalmaya ba lamı tı; bu minör akorlar çocu un belle ine bir daha çıkmamak üzerre felaket habercisi olarak kazındı. Daha ilerde, romantik müzi in tumturaklı havasının bütün Avrupa’yı birle tirdi ini anladı. Ne zaman bir devlet adamı katledilse ya da sava ilan edilse, birbirlerini daha canı gönülden öldürsünler diye, ne zaman insanların kafasını zaferle doldurmak gerekirse onu duyarız. Choin’in ‘Cenaze Mar ı’nın ya da Beethoven’in ‘Kahramanlık Senfonisi’nin gümbürtüsünü duyduklarında benzer karde lik co kularıyla dolup ta arlar.” (M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:249) “ mamın, ‘Hatun ki i niyetine. Merhumeyi nasıl bilirdiniz?’ sorusuna canı gönülden, ‘ yi bilirdik!’ diye cevap verdiler. Ellerini kaldırıp fatiha okudular.” (Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:270) Canım; Canım ci erim : Çok yakın dostluk, sevgi hitabı “‘Aman canım, ben daha do ru dürüst bir mektup yazmayı bile beceremeiyorum Sultan abla. Size abla dememe kızmıyorsunuz de il mi? Tee ilkokuldan kalan çarpuk çurpuk bir yazı benimkisi i te. irkete telefon edenleri bir kıyıya yazmama bile yetmiyor. Yoksa, belki çaycılık ettirmezlerdi, camları sildirmezlerdi..... Telefonlara da, alooo, burada de iller beyefendi, bir diyece iniz varsa uraya yazayım, gelince sizi arasınlar...’ ” (A. A ao lu, “Toplu Öyküler - II”, ‘Dar Odanın Karanlı ı’, sa:23) “-Bu i seni ilgilendiriyor mu, Kaptan? -Ben Kaptan de ilim, dedi d’Arrast. -Zararı yok. Soylu ki isin sen. Socrate söyledi. -Soylu da de ilim, canım. Büyükbabam öyleymi , Onun babası da, büyükbabasından öncekilerin hepsi de.” (A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:54) “Karısı ondan, kızının mutlulu una karı mamasını rica etti. Bütün terziler gibi evlilik ve a k me k konularında, mü terileriyle gevezelik ederek kazandı ı engin deneyime dayanarak, Maria’ya ö üt verdi: ‘Canım, yoksul bir adamla mutlu olmaktansa, zengin bir adamla mutsuz olmak daha iyidir.’ ” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:38) “LOMOF - Kızınızla evlenmek arzumu... ÇUBUKOF (Sözünü keserek.) - Ah canım... Öyle memnun oldum ki, ne derler ona... Özellikle ne derler ona, (Kucaklayarak öper.) ötedenberi isterdim. (A lar.) Ve ben sizi, benim melek çocu um, her zaman öz evladım gibi sevdim. Cenabıhak her ikinize de u ur, a k ve ne derler ona, uzun ömür hediye etsin.” (A. Çehov, “Teklif”, sa:12-3) “-Ama o ta ındı! -Zararı yok, anlıyor musunuz? Oraya gitti ya; i te siz de gidin, anladınız mı? Sanki generalin ta ındı ını bilmiyormu gibi davranın, karınızı almak bahanesiyle filan gidin, canım.” (F. Dostoyevski, “Ba kasının Karısı”, sa:23) “Balthazar’sa bir elini Naruz’un alnına koymu , öteki eliyle de kasları burulmu bile ini sıkı sıkı tutarak bir yontu gibi oturuyordu. Arapça bir eyler fısıldadı: ‘Sakin ol canım. Yava , bir tanem.’ Üzüntü onu sakinle tirmi , kendine getirmi ti. Gerçek öylesine acıdır ki, onun bilgisine varmak bir tür rahatlama verir.” (L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:343) “SI INMACILAR Canım yurdum, açık mezar ba ında unutulmu bir dul kadın mısın sen? Evlatların, bildik göç tela ında, kopup gidiyorlar öz köklerinden.” (Evtim Evtimov<d.1933>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.06.09) “Rodolph Boulanger: ‘Gelirim canım, merak etmeyin,’ diye yanıt verdi, ama ba kan gidince: ‘Yok canım, gitmem oraya,’ dedi. ‘Onunla olmaktansa sizin yanınızda olmak daha iyi.’ ” (G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:152) “Genç kadın oldu u yerde sallandı. Ayak bile i burkuldu, dü er gibi oldu. Genç adamın omzuna tutundu, sonra kendi eline a kınlıkla baktı kızardı. -Sakarlı ımı görün! Nerdeyse durup dururken odada yere dü ece im. Çok gülünç bu canım!” (Fürüzan, “gecenen öteki yüzü”, sa:127-8) “-Ya shak, ben de merak ettim. Yanında bir delikanlı peyda oldu. Kafir dilber mi dilber..... karınız yalnız de ildi yanında yüzleri çıplak, kolları çıplak, gö üsleri çıplak genç genç hanımlar vardı. -Neuzübillah... Neuzübillah... -Canım, dedim, söyle nereye çıktı bu kadınlar? -Ficehenneme zümera.” (H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Melek Sanmı tım eytanı”, sa:360) “SUSANNA - Lusi! LUSI - Suzi! (LUSI hemen aya a kalkar, SUSANNA’ya do ru gider. Birbirlerine sarılırlar.) Nasılsın canım? SUSANNA - Ah, hep aynı hikaye ekerim!” (V. Havel, “Largo Desolato”, sa:25) “KOTRLY - Nasıl gidiyor senin i ler? FOUTSKA - Hangi i ler? (LORENCOVA, KOTRLY ve NEWIRTH, birbirine bakıp bıyık altından gülerler. Kısa bir duraklama.) LORENCOVA - u özel çalı maların, canım.” (V. Havel, “ eytan Çelmesi”, sa:27) “-Colorado’da demek... Pek güzel, yahu Denver’e giden o çelimsiz herifin adı neydi?... Canım, Bill’le rasladı ımız adam, diye sordum. Jeff: -Kurba a suratlı herif kendini Alfred E. Richs, diye satıyordu, yanıtını verdi.” (O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:119) “ALTINCI M MOS METRO ---------------------- Defolup git ayak altından, seni dangalak! Yalnızca i itip konu ur bunlar. Varsa yoksa aylaklık etsinler.Yalvarırım sana, do ruyu söyle bana, canım” (Herodas, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:33) “Boynuma sarılır be! Ne sanıyorsun yani? Sen gelecek olmasaydın, ya da Zehra’nın parası bende olsaydı, görürdün bak! Ama sen geleceksin, Zehra’nın parası da bende de il. Üstelik, fena halde korkuyorum. Rıdvan istese o film i i garanti olurdu. Beni be gün oyaladı, deyyus. Biliyorum canım, düpedüz oyaladı. Pis ellerini, ceplerine soka çıkara bana yalan söyledi.” (A. lhan, “Kurtlar Sofrası”, sa:179) “Vücudunu duvara yapı tırmı tı, yalnızca ba ı havada serbest deviniyordu. ‘Sinirlenmeyin canım! Hani sizi ilgilendirmeyen eylere ne diye sinirlenesiniz. Kendim salakça davransam, buna içerlerim; ama salakça davranan bir ba kası ise, sevinirim do rusu.’ ” (F. Kafka, “Hikayeler-Tapınan’la Söyle i”, sa:12) “ ‘Gelinlik harika oldu, hayır aslında harika olan sensin. Belini de ayarladık mı tamamdır, beni yeme e götürebilirsin.’ ‘Nereye istersen sevgili Stanley!’ ‘Hava günlük güne lik, kar ıma çıkan ilk bahçeli lokanta uyar bana; gölgede olması ko uluyla tabii, kıpırdanmayı kes de bitireyim u gelinli i... Neredeyse kusursuz oldu.’ ‘Neredeyse mi?’ ‘Ucuz mal ancak bu kadar olur canım!’ ” (M. Levy, “Birbirimize Söyleyemedi imiz Onca ey”, sa:14) “Zavallı adamın çevresinde, tehditkar sakalları, intikamcı sopaları ile yirmi kadar adam toplanmı , çevrelerini de arada biraz mesafe bırakan keyifli bir seyirci halkası sarmı tı. çlerinden biri Hayyam’ın allak bullak olmu yüzünü görünce, içini rahatlatmak ister gibi, ‘Bir ey yok canım, alt tarafı Uzun Cabir i te!’ dedi.” (A. Maalouf, “Semerkant”, sa:16) “Kıyıya çıkınca Beausire bir arkada ına yeme e gitmek için hemen onlardan ayrıldı. Jean, Madam Rosémilly ile önden yürüdü. Roland karısına: -Bizim u Jean da pek yakı ıklı, canım, dedi.” (G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:189) “Televizyonda ne var? Ama bakmayaca ım, ben her eye kızıyorum. Çok kızgınım ben. Köfte de severim, hani köfte? Bütün hayatlar burada, masanın ba ında. Melekler hesap soruyorlar. Bugün ne yaptın canım?” (O. Pamuk, “Öteki Renkler”, sa:76) “DÖKÜM ----------Bir kalem. Hiç de ersiz. A ınmı kullanmaktan. ‘Canım’ diye yazardı. Ben: ‘Bu yalan’ diyorum. ‘ tiraz ediyorum!’ Bir cüzdan. çindeki paranın miktarı…” (Stanka Pençava<d.1929>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.11.09) “ ‘Ama önce unu söyleyeyim <anne>: Dün Albertine’den pek ho sözlerle bahsetmedim sana, ona kar ı haksızlık ettim.’ ‘Canım, ne önemi var?’ dedi annem, sonra do an güne i görüp annesini dü ünerek hüzünlü hüzünlü gülümsedi ve büyükannemin, benim hiç seyretmedi ime üzüldü ü bu görüntüyü kaçırmayayım diye pencereyi i aret etti.” (M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:544) “NEREYE UÇUP G TT BEN M O LUM O lum, canım ci erim, ili i kemiklerimin, yüre imin yüre i, daracık avlumun serçesi yalnızlı ımın çiçe i. Nereye uçup gitti benim o lum? Nerelere gitti bırakıp beni? Ku un kafesi bo imdi, bir damla yok su kabında.” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:16) “IAGO - Canım, bunlar ahbap kimseler. Yalnız bir kadeh. Sizin yerinize ben içerim. CASSIO - Bu gece tek bir kadeh içtim, hem ona da gizlice su katmı tım. Yine de bak halimde ne de i iklik yapıyor. Bundan zaten ba ım dertte, daha ileri gidip derdimi iki kat artırmaya cesaretim yok. IAGO - Ne olur a canım! Bu gece enlik gecesi: Yi itler istiyorlar.” (W. Shakespeare, “Othello”, sa:41) “Ama canım ku ların söyledi i arkılar, Elvan elvan çiçekler, burcu burcu, alaca, Bana bir yaz masalı anlattıramadılar, O soylu çiçekleri ben kesemem haraca.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:98, sa:237) “KLEOPATRA ( syanla.) - Susun! Charmian, küçük bir Mısırlı a kın gibi saçmalama..... Neden böyle küstahça gevezelik etmenize izin veriyorum, biliyor musunuz? CHARMIAN - Her eyde Sezar’ı örnek alıyorsunuz da ondan. O herkesin istedi ini söylemesine göz yumuyor. KLEOPATRA - Hayır. Bir gün kendisine niçin böyle yaptı ını sormu tum. Ne dedi biliyor musunuz? ‘Bırak kadınların konu sun. Onlardan bir eyler ö renirsin.’ ‘Canım, onlardan ne ö renilir sanki?’ diye sordum. ‘Ne mal olduklarını ö renirsin.’ dedi.” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:115) “Birden kızarmı tı Anna’nın yüzü. Dolli ne söyleyece ini bilemeden, -Evet ama çok iyiyiz orada... dedi. Anna bir kere daha öptü Dolli’yi. -Bırak imdi onları, dedi. Sevincimden saçmalıyorum. Seni gördü üme öyle sevindim ki canım.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:351) “Evlampiya, son kez, ‘Beybaba!’ diye yalvardı. -Sus! Suvenir, kekeleyerek: -Martin Petroviç! Karde ... beni ba ı layın! dedi. -Beybaba, canım babacı ım. Harlov: -Sus kancık köpek, diye ba ırdı. Suvenir’e bakmadı bile. Yalnızca onun oldu u yana tükürdü.” (I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:95) Canıma, canına de sin : Ooh, keyfime diyecek yok, çok ho uma g,tti; Güle oynaya keyfine bak, ho lan “Robert bana viski ikram etti ve bir problemim olup olmadı ını sordu. Ona, kendisini ve aileyi u andaki macerama karı tırmak istemedi imi söyledim ve daha fazla ayrıntılı bilgi vermedim. Yeme e oturduk; a a ı yukarı iki gündür do ru dürüst bir ey yemedi imden bu yemek canıma de di.” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:147) “Çünkü, parayı versem nolacak! ‘ u dümbü ün, bunaltıp aldı ımız parasıyla bir papaz uçuralım!’ diyecek teres... Parayı verirken, ‘Oh, deli pezevengin canına de sin’ diyece i de cabası... dedim!’ ” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:100) Canımın içi : Çok yakın bir dost, arkada a yapılan hitap “Christina’nın gö sü sanki daha hızlı inip kalkmaya ba lamı tı; erke in yakınlı ı onu da ürpertiyordu, erke in teninin bekleyi iyle titrer gibi. Egor kendi zihninde Christina’nın dü üncesinin yankılandı ını duydu: I ı ı neden kapatmıyorsun canımın içi? (M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:117) “PERDE I, SAHNE I SMITHERS (daha sıkı tutarak, kaba.) - Rahat dur! Hiç böyle i e gelemem, canımın içi. Kıvrıla kıvrıla yakanı kurtarmazsın artık. Çengeli taktım sana. KADIN (Çabalamanın fayda etmeyece ini görmü tür, korkuyla yere çöker.) - Sakın söylemeyin ona.. Ona söylemeyin, efendi.” (Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:11) “Baratarya adasına Vali olan anso Pansa’ya karısı Terez’den gelen mektubu, aklından çevirmeye çalı ıyordu: ‘Mektubunu aldım, canımın içi ansocu um, Katolik Hıristiyanlı ın imanına yemin ederim ki, sevinçten deli olayazdım.’ ” (K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:137) Canına kastetmek : Canını almayı, öldürmeyi istemek Bk.: Canna kıymak “ spanyol’a dönen Kaptan Delano, kendi hesabına hiçbir ey bilmedi ini ve bu durumun umurunda olmadı ını; ancak, görünü e bakılırsa, Don Benito’nun kendi adamlarına kar ı kayıktakiler tarafından kaçırılıyormu gibi bir izlenim yaratmayı aklına koymu oldu u yanıtını verdi. ‘Ya da, sizin canınıza kastediyor’ diye ekledi öfkeden çılgına dönerek.” (H. Melville, “Benito Cereno”, sa:105) “Bahsetti imiz tahrip hareketlerine direni gösterildi i takdirde, diyordu ziyaretçilerden biri, olaylar bizzat i letme sahibinin, ailesinin, sorumlu müdürün ya da bir iki çalı anın canına kastedilmesine kadar varabilir...” (J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:118) Canına kıymak : ntihar etmek; Bir ba kasını öldürmek; Varlı ını yitirmek “Bu anı ya ar zaman zaman, dü ünen, duyan insan. Kendisiyle bir hesapla madır, bir kesin karara varmadır, bir seçmedir bu. Ya amalı mı, ya amamalı mı? Hamlet’in ünlü sorusu gelir dikilir kar ınıza. Ne der Camus: ‘Tek bir ciddi felsefe sorunu vardır: cana kıyma. Ya amın ya anmaya de er olup olmadı ı. Bu yargı, felsefenin temel sorununu yanıtlar.”..... “Balzac’ın bir sözü vardır bu konuda, diyor ki: ‘Canıma kıymak bin ölümden kaçma yoludur. Bin kez ölece ine bir kez ölmek daha akla yakındır.’ u dünyanın dertleri günde bin kez öldürür ki iyi. Ölüp ölüp dirilmek, bitmek tükenmek, sonra yeniden atılmak ya ama. O yirmi be ya ındaki genç adam da bir ö le vakti çıkmı Galata Kulesi’ne. Yarım saat oturmu , sonra atmı kendini a a ıya.” (O. Akbal, “ stinye Suları-Galata Kulesi’nde Bir Ölüm”, sa:166-7) “Luisa Porto’nun Kaybolu u 1. -----------------------------------Politikayı filan unutun bir an, maddi çıkarları bir yana bırakın da, sorup ara tırmaya vakit ayırın. Pi man olmazsınız. nsan ruhunu arıtan bir iyilik sonucu mutlu bir ananın yüzünün gülmesinden ve huzura kavu masından daha büyük bir doyum yoktur hayatta. Luisa’nın kendi canına kıydı ını söylemeyin bana. nancın kutsal ate i yanıyordu onun Tanrıya ve Efendimiz sa’nın Kutsanmı Anası Meryem’e adanmı ruhunda. Asla kıyamaz o kendi canına.” (Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.08.05) “Yorgana dokundu. Üstlerinden atarlar mıydı bunu? Rüstem Bey’in yedi ya küçük karde i Faruk belki yengesine tutkun oldu u için kıymı tı canına ondokuzunda dayanamayıp.” (Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:71) “Bir dünya satranç ampiyonunun böyle ki ilerle konu masını tuhaf buluyordu; ailesi olan bir la ımcı, uyku nedir bilmeyen bir satıcı, dü melerden ötürü canına kıymaya kalkan bir adam.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:376) “A aç ilk kez konu tu. Dedi ki: ‘Televizyonu açma, gazeteleri okuma, radyoları dinleme. Kitaplarını al, dallarımın altına gel; sakın canına kıymaya kalkma.’ ” (P. Celal, “Melahat Hanım’ın Düzenli Hayatı”, sa:30) “ ‘Ama geride bazı eyler bıraktı. Ka ıtlar bıraktı, aklı ba ında herhangi bir i birlikçinin bırakaca ından çok fazlasını. Geride sorular da bıraktı. Örne in: Neden canına kıydı? unu sorabilir miyim size: Siz neden onun canına kıydı ını dü ünüyorsunuz?’ Oda gözlerinin önünde bulanıyor. Müfetti in yüzü kocaman pembe bir balon gibi mayal meyal seçiliyor. ‘O lum canına kıymadı,’ diye fısıldıyor, ‘Onu hiç anlamıyorsunuz.’ ” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:45) “Klim apar topar arabadan a a ı atladı ı gibi dört ayak üstü ormana ko maya ba ladı. -Yeti in! Yeti in! diye ba ırıyordu. Kahrolası, atı da al, arabayı da al! Yalnızca canıma kıyma, yeter! mdat!” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:136) “THE N GHT OF LOVELESS N GHTS (A ksız gecelerin gecesi) -----------------------------------------------Anladık, uzaktan geliyorsun, yılanlar kusan, Kahraman, elbette, üzgün katil, acısız tutkun Silinip gidiyor ve sen, kendi yapıtlarının o lu, Kendi canına kıymı , mutluluk iste i kızartıyor mu yüzünü?” (R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:97) “ ‘Anlıyorum,’ dedi William, ‘Sorununuzun ne oldu unu da anlıyorum. O talihsiz genç, Tanrı korusun, e er canına kıymı olsaydı, (kazayla dü tü ü dü ünülemeyece ine göre), ertesi gün o pencerelerden birini açık bulurdunuz; oysa hepsini kapalı buldunuz; üstelik hiçbirinin dibinde herhangi bir ıslaklık yoktu.’ ” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:58) “Önce bana çok ters gelse de, yöreden kovulmak, tıpkı uyuzlu mikroplu bir fahi e gibi arabaya bindirilip buradan uzakla tırılmak dü üncesine dayanamadı ımdan, canıma kıymayı dü ündüm.” (D. Fo-F. Rame, “Kadın oyunları & Açık Aile”, sa:69) “Hey gidi koca yurt, hey!.. Sular kararınca, ay boynuzlarına samanyolunu takar gezdiridi. Yurduydu koca Datça da ları... Oradaydı Memi ’i de, kavalı da... Ah u a k, insanın canına amma da kıyıyordu!..” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:62) “Sosyalizm konusunda tabii ba ka bir sorunları yoktu ki o budalaların. Sonra Mehmet canına kıydı. Dünya yalan dünya: bak i te Kerem koluna kırk be lik karıyı takmı Ni anta ı’nda cirit atıyor.” (S. leri, “Cehennem Kraliçesi”, sa:246) “Günün birinde Jean-Marc’ da böyle yitirdi ini dü lüyor. Ondan hiç haber alamamak, olup biten hakkında dü kurmaktan ba ka elinden bir ey gelmemek. Canına bile kıyamazdı, çünkü ihanet olurdu bu, beklemeyi reddetmek, sabrını yitirmek anlamına gelirdi. Sonuçta, ya amının sonuna kadar hiç yakasını bırakmayacak bir deh et içinde ya amaya mahkum olurdu.” (M. Kundera, “Kimlik”, sa:9) “Bununla birlikte, biz arkada ları, esas olarak ba ına ne geldi ini ö renmeye, o tuhaf ilanda ima etti i gibi gerçekten canına kıyıp kıymadı ını anlamaya u ra ıyorduk. çimizden henüz ülkede olanlar, özellikle de Murad ve Tania ara tırmalarda etkin bir rol oynuyorlardı. Sahadaki her türlü yetkelerini yitirmi devlet kurumlarından hiçbir medet umulmazdı, bunu belirtmekte yarar var; ‘kayıp ahsın’ ailesinden de bir ey beklenemezdi, çünkü bir ailesi yoktu.” (A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:86) “Vagon Cannes’dan beri doluydu. Herkes birbirini tanıdı ı için durmadan konu uluyordu. Tarascon’dan geçilirken birisi: ‘ te burada adam öldürüyorlar’ dedi. Ve iki yıldanberi vakit vakit bir yolcunun canına kıyan gizemli ve tutulmaz katilden söz edilmeye ba landı.” (G. de Maupassant, “Tombalak-Yolculukta”, sa:77) “‘ yi, iyi, iyi - yercücesinin ekme i Birinin hakkından gelmi ve ikincisini sıraya koymu olan Ku kusuz üçüncüsünün de canına kıyar.’ ” (E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:108) “Mathieu bocaladı: -Ne bileyim… -Ama ben biliyorum canım. Söylemeye dilin varmıyor, ama kalbine bir kur un sıkıp, canına kıyar diye korkuyorsun. Her ne kadar bu sence pek modası geçmi , çok romantik bir hareket sayılırsa da…” (J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:10) “HAMLET - Bahtım sesleniyor, vücudumun her teline Neme aslanının kasındaki kuvveti veriyor. Hala mı ça ırıyorsun? Bırakın beni efendiler. (Ellerinden kurtulur.) nan olsun ki, beni tutmaya kalkanın canına kıyarım. Çekilin diyorum! Yürü, arkandan geliyorum. (Hayalet ile Hamlet çıkarlar.)” (W. Shakespeare, “Hamlet”, sa:34) “Kimse kar ı koyamaz Zamanın tırpanına, Kendi soyun direnir O kıyarken canına.” “Ben ya arım yoklu a kar ı bu iirlerde, Ölüm kıyar beyinsiz sürülerin canına.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:12, sa:65 & no:107, sa:255) “THEODOTUS (Pothinus’a.) - Kitaplı ı kurtarmaya gitmem lazım. (Hızla çıkar.) SEZAR - Onu kapıya kadar geçir, Pothinus. Söyle, sizinkilerin kula ını büksün. Daha fazla askerimi öldürmesinler, karı mam, ucu sana dokunur. POTHINUS - Canıma kıyarsanız size pahalıya oturur, Sezar. (Çıkar.)” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:80) “... orada yıkılmı tu la evleri hatırlıyorum. Bizim ah ap evimiz hasar görmemi ti ama baca dü meden oldu u yerde kalmı tı. Ve ‘San Francisco Call’a iki yıllık abonelik kar ılı ında aldı ımız bir fono rafın -ilk konu an aletimiz- bir raftan atlayıp kendi canına kıydı ı bugün gibi aklımda.” (J. Steinbeck, “Amerika ve Amerikalılar”, sa:25) “Dahası, diyece im ki; onu yalnızca anarken bile kanı donan, hasta olan ben, bu ba lılıktaki tutkuyu ve bayalı ı dü ündükçe ve canıma kıyıp onu kendimden uzakla tırabilecek olan gücümden dolayı nasıl titredi imi anımsadıkça, sanki içimden ona acıdı ımı duyuyordum.” (R.L. Stevenson, “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”, sa:110) “... Merkez garında, ola anüstü Favela’nın ve Pedreira de Sao Diego’nun süsledi i Pedro II istasyonunda ba layan bir dünyaydı bu. Daha sonra Lauro Müller köprüsüne kadar yürüyorlardı; söylentiye göre, köprünün mühendisi, trenlerin ve zamanın geçmesiyle köprünün yıkılaca ı korkusuyla canına kıymı tı. O gitmi ti, ama köprü hayatını sürdürüyordu ve daha uzun yıllar böylece sürdürecekti...” (J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:113) “Canına kıyan adamın henüz so umamı cesedini muayene etmek için Berlin’den ko up gelen doktorlar, vücudu sa lam ve ya ama gücünde bulurlar. Hiçbir organda bir özür yoktur ve hiçbir yerde bir ölüm nedeni bulunamaz.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimrları”, ‘Kleist’, Cilt:I, sa:13) Canına minnet : Dünden razı, arayıp da bulamadı ı olumlu bir sonuç “Fakat Agafya gidip meseleyi, yani konu mamızı oldu u gibi anlatmaz mı! Ben bunlar sonradan bir bir ö rendim. Agafya sırrımızı saklamamı tı; bu da benim canıma minnetti.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:171) “ MPARATOR - Bir rakip mparator benim canıma minnet: Ben asıl imdi mparator oldu umu hissediyorum. Zırhlı elbiseyi sadece bir asker gibi giymi tim, fakat imdi onu daha yüksek bir gayeyle ku anıyorum.” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:264) “ ‘Komutanın size bu aygıt hakkında daha önce herhangi bir aöıklama yapıp yapmadı ınıu bilmiyorum,’ dedi subay. Gezgin eliyle, ne anlama geldi i tam belli olmayan bir i aret yaptı, subayın canına minnetti bu, böylece artık aygıtı kendisi anlatabilecekti.’ ” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:31) “Sözünü kesti: -Okumu tun biliyorum ama, olmaz. Asrımız Amerika asrı. ngilizce bilmeden milletvekili hanımı olunmaz! -Haklısınız... Kasabaya ben de gelecek miyim? Kesti attı: -Hayır! -Peki! Canına minnetti. Öyle yorgundu ki, kocasını yolcu ettikten sonra o da bir banyo alır, sonra da ak am yeme ini yer, vurur kafayı yatardı.” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:248) “Her zaman bir parça yana e ik o uzun alaycı yüzü can sıkıntısıyla anımsıyordu. Eve’in evlili inin ilk günlerinde, damadıyla biraz sıkı fıkı olmak Madam Darbédat’ınn canına minnetti. Ama adam çabalarını bo a çıkarmı tı, hemen hemen hiç konu muyordu, her zaman a ırı hareketlerle ve dalgın bir tavırla ba ını sallıyordu.” (J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:44) Canına okumak : Üstesinden gelmek, dövmek, öldürmek; Zarar vermek, mahvetmek “Neyse, bugüne dönelim. Sabahları kalktı ımda vücudumda izler oluyor, mavi çürükler. Özellikle izledi im bir battaniye var. Bu battaniye ben uyurken canıma okuyor. Uyanıyor ve bazen battaniye bo azıma sarılmı oluyor, zor nefes alıyorum.” (Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:40) “Öteki dört arkada ları kızılsaçlı kar ısında ya amlarını tehlikeye atarken, bombo durmu olmaktan utanıyorlardı. Therese hiç zorluk çıkarmadan yürüdü, çünkü ona hiçbir ey yapamazlardı. Zaten gidecekti o. Karakolda iki adamın da canına okumaya niyetliydi.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:335) “Bunları konu tukları esnada, vadide, otuz-kırk yelde irmeni gördüler. Don Quijote, bunları gördü ü an Panza’ya döndü ve: ‘Bahtımız bize istedi imizden fazla yardım ediyor; u devasa eyleri görüyor musun, sevgili seyisim? Hiç yoksa otuz tane var. Onlarla çarpı mak, hepsinin canına okumak istiyorum. Sa layaca ımız ganimetle servet yapmaya ba larız.” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:48) “Chantal kahvesini içerken, o günün çabucak sona ermesini diledi. Ak am oldu unda köyün canına okuyacak, Bescos’un i ini bitirecekti. Zaten o köyün haritadan silinmesi uzun sürmezdi, çocuk olmayan bir yerin varlı ını sürdürmek olanaksızdı.” (P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:53) “SOR N - Ne diyece im bakın, Kostya’ya bir hikaye konusu vermek istiyorum. Adı öyle olmalı : ‘ stemi olan - isteyen adam.’ ‘L’homme qui a vouli.’ Bir zamanlar gençken yazar olmak istedim, olamadım. Güzel konu maya özendim, beceremedim, dilin canına okudum.” (A. Çehov, “Martı”, sa:81) “Bir gün Mevlana emseddin, rak-ı Acem’de sema ediyordu. Bir kalender de o mecliste dönüyor, hırkası daima ems’e dokunuyor ve bundan hiç çekinmiyordu. Bir iki defa kendisine ‘Ey dervi biraz öteye git’ diye söyledilerse de kalender: ‘Meydan geni tir’ diye yanıtlayarak hiç aldırmadı. Mevlana emseddin hemen semaı bırakıp gitti. Kalender de o anda yere dü üp öldü. Orada bulunan gönül sahibi dervi lerin yüreklerine bir ate dü tü: ‘Eyvah! ems-i Perende = ‘Uçan ems’ yine bir dervi in canına okudu’ diye ba ırdılar. Yakalamak için pe ine dü tülerse de o uçup gitmi ti.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:51) “Ba ını hafifçe geri atıp, mintanını pantolonunun içiine tıkmaya ba ladı. Bir yandan da söyleniyordu: ‘Bir de hepsini kesecekler... Ulan ben kestirir miyim. Canlarına okurum valla.’ Sonra gitti, yata ın kenarına oturdu. Kargaburun yumurtladı: ‘Cart kaba ka ıt!’ Bizimki herhalde duymadı, yahut duymazlıktan geldi.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:30) “Homais a kınlıkla geriledi. Kadın da üç basamak merdiveni inip onun kula ına fısıldadı: ‘Nasıl? Haberiniz yok mu?’ dedi. ‘Bu hafta haciz koyacaklar. Lheureux <Lörö> satıyor dükkanı. Senetleri üst üste dayayıp adamın canına okudu.’….. Hancı kadın da i in içyüzünü anlatmaya ba ladı. Olayı Guillaumin’in u a ı Theodore’dan ö renmi ti. Tellier’yi hiç sevmemekle beraber, yine de haczi koyduran L’Heureux’yü ayıplıyordu: çinden pazarlıklı, alçak bir herifti bu Lheureux.” (G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:149) “Balon’un sözlerine herkes yürekten gülerken, sahra mutfa ının üstüne tünemi olam a çı bir türkü tutturdu: Tanrı asla sırt çevirmez kullarına! Belimizi büküp canımıza da okusa, Cennetin kapısını açar sonunda. Kan kusturup kasıp kavursa da, Elini uzatır, kucak açar sonunda. Tanrı asla sırt çevirmez kullarına!” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:149) “ in içinde evden birinin parma ı oldu unu dü ünerek din dersi verdi i için ev sahibi bayanın ye eni,nden ku kulanadursun; ilk önce kızı avlarım, beni içeri aldıktan sonra sıra kilitlere gelir. Kalıplarını çıkarırım! Amma velakin Little Rock’taki az kaldı canıma okuyordu vallahi. Ba ka bir kızla tramvaya bindi imi görmü .” (O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:105) “Açıkça belliydi ki, insanlarla ili kimin düpedüz canına okumu tum; çünkü dostluk giri imlerim ku ku ve so uklukla kar ılanıyor ya da alay diye yorumlanıyordu.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:105) “Ama kan revan içinde kalmalarına kar ın, bizimle gö üs gö üse gelmek amacıyla bu ta ya muru altında geçecek bir bo luk yakalamakta direndiler. Öyle olsaydı, canımıza okurlardı, çünkü onlar nerdeyse koca adamlardı.” (P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:62-3) “Sadistik bir hem ire, hastaları karnından yumruklamaktan ho lanırdı. O bunu kendinden geçercesine bir zevkle yapardı. Ya lı hastalardan biri yataktan dı arı çıkmaya yeltendi inde veya yata ını bozdu unda, o hemen ba ırırdı, ‘Yata ına yat ve hemen uyu, canına okudu umun seni!’ ” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:45) “.....Luana çok iyi. Tüm enerjisiyle ya amaya ve canımıza okumaya devam ediyor. nanılmaz derecede ha arı bir yaratıkla kar ı kar ıyayım ve annem burada olsa eminim, kızın da tıpkı senin gibi diyecek.” (M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:24) “Avazı çıktı ı kadar ba ırarak, topallaya topallaya ve bastonunu havada sallaya sallaya grubun arasına girdi. -Pazularına güvenen gururlu delikanlılar beni dinleyin, diye konu maya ba ladı. Dövü meye çok istek duymayın. Ben zamanında çok dö ü tüm. Sava ın ne demek oldu unu hepinizden iyi bilirim….. Sava manın güzel bir ata binmekten, genç kızlar tarafından çiçeklerle u urlanmaktan, bir kahraman gibi eve dönmekten ibaret oldu unu sanırsanız çok yanılırsınız. Sava ta insan açlıktan geberir, susuzluktan yanar, rutubetli yerlerde ya amaktan hasta olur. Hastalanmasanız bile ba ırsaklarınız yok olur. Dizanteri <Kanlı ishal> ve buna benzer korkunç hastalıklar insanı berbat eder, canına okur.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi geçti”, sa:151) “-Troyekurov’un malı olmak istemiyorsunuz demek? -Troyekurov’un malı olmak mı? Tanrı esirgesin. O bazen kendi adamlarının bile canına okurken, eline bir de yabancılar geçerse sadece derilerini yüzmekle kalmaz, bir de içlerine saman doldurur. Yok!” (A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:32) “Adam merdiveni çıktı, çatı arasının kapısını itti, toz kokuyor, göz gözü görmüyordu, bacaklarının arasından bir fare fırlayıp kaçtı: ‘Tüh Allah kahretsin! Fareler canına okumu tur torbanın,’ diye dü ündü.” (J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:119) “Arabadan kendisini insanlara sevdiren, iki yıldır çalı a çalı a hazırladı ı, ömrü boyunca sahip olmaya can attı ı parfümü sürünmü olarak güne in ı ı a bo du u meydana indi i anda... ne kar ı konulmaz bir koku yaydı ını, çevresindeki insanları nasıl rüzgar hızıyla tutkun etti ini gördü ü, kokladı ı anda – o anda içnde insanlardan duydu u bütün i renti yeniden yükselmi , zaferinin öyle bir canına okumu tu ki, imdi sevinmek bir yana, yaptı ından ho nut kalmak gibi bir ey bile duymuyordu.” (Patrick Süskind, “Koku”, sa:237) “Pantolonumun önünü açmadan önce çevremi bir kolaçan ettim kimse var mı diye, sonra ensesinden kıskaç gibi parmaklarımla yakalayıp gözlerinden ya lar gelinceye, solu u kesilinceye kadar emdirdim. Bu arada, ‘Baban ne i yapıyor?’ diye ba ırıyordum. ‘Ne i yapıyor baban ha?’ Ko a ko a kaçarken arkasından ba ırdım: ‘Kimseye söylersen canına okurum.’ ” (S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:15) Canına okunmak : Maddi ve manevi zarar görmek, dövülmek, bir kayba u ramak “L. ANDREYEVNA - Yazlık, yazlıkçılar... Ba ı layın ama, çok baya ı... GAYEV - Seninle tümüyle aynı kanıdayım. LOPAH N - Ya hüngür hüngür a layacak, ya avazım çıktı ı kadar ba ıracak ya da dü üp bayılaca ım imdi. Yok artık! Canıma okudunuz be! (Gayev’e.) Siz bir sümsüksünüz!” (A. Çehov, “Vi ne Bahçesi”, sa:132) “MADELEINE - (Amédée’ye) Görüyorsun, hiç vaktim yok... (Telefon zili.) Buyrun..... (Zil sesi.) Evet... buyurun... ba lıyorum... AMEDEE - (Elleri masada, do rulur) Yazı yazmak da amma yorucu i ...Canıma okunuyor!... MADELEINE - (Deminki gibi, yeni bir zili yanıtlayarak.) Evet... Karısıyla mı konu mak istiyorsunuz?” (Bu arada Amédée külçe gibi yerine çöker.)” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:50) Canına susamak : ans alarak canını tehlikeye sokacak durumlara girmek “Ve yürüdüm... Birkaç adım attım atmadım, baktım, Feridun pe imden yeti ti ve yakamdan çekerek, -Ulan, dedi, kıtipyoz züppe! Yoksa sen canına mı susadın? -Hayrola azizim, ben size ne yaptım? -Daha ne yaptım, diyor, hergele o lu hergele! Ne yapacaksın, Emine’yi çar afa sokup evine alırsın ha! -Haaa... Bak azizim, bak karde im, o mesele...” (O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:314) “-... Bizim deli, bu parayı, bu i portaya doldurup Eminönü’nden Kadıköy’e kadar açıkça götürecek, aklı sıra... -Tu Allah belasını versin! -Canına mı susadı?” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:193-4) Canına tak demek, tak etmek : Artık yeter; tahammülünün sonuna gelmek Bk.: Canına yetmek “Yirmileri devirip otuzlardan gün almaya ba ladı ım yıllarda, elimi de di im her eyin kurudu u bir dönem geçirdim. Evlili im bo anmayla sonuçlandı, yazdıklarım be para etmedi. Parasızlık canıma tak etti.” (P. Auster, “Cebi Delik”, sa:7) “NATALYA STEPANOVNA - Çabuk çabuk! Ay fenala ıyorum! Ça ırın onu! ( steri.) ÇUBUKOF - Ne var? Ne oldu sana? (Saçlarını yolarak.) Ah zavallı ben? Artık beynime bir kur un sıkaca ım! Kendimi asaca ım! Artık canıma tak dedi!” (A. Çehov, “Teklif”, sa:26) “CLAIRE -... Öldürme deneyi yaptı ımız zaman boynumu senden kaçırıyorum. Hanımı öne sürüp bana ni an alıyorsun. Tehlikede olan benim. SOLANGE - (Kararlı.) Evet denedim. Seni ondan kurtarmak istiyordum. Canıma tak etmi ti. Senin bunaldı ını, kızarıp bozardı ını, kireç gibi bembeyaz kesildi ini, o kadının huysuzlu u altında ezildi ini gördükçe ben de bunalıyordum.” (J. Genet, “Hizmetçiler”, sa:30) “O sırada Nevada’nın Topaz City’sinden gelme adam, nahçeye bir raslantı sonu daldı. Yaln9z ba ına kenti dola anların kederi çökmü tü üstüne... Yalnızlık canına öylesine tak etmi ti ki, bu e lence beldesinden e ini kaybeden bir dul gibi geçiyordu.” (O. Henry, “viski soda”, sa:37) “ stemeye istemeye elimi uzattım Boppi’ye. Marangoz dostum ne esizdi, hep birlikte çıkıp biraz gezmemizi önerdi; söyledi ine göre, evde sürüp giden bu içler acısı durum canına tak demi ti...” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:136) “...... Kararlılıkla tahta perdeden atladı ve kendini bir bahçede buldu. Kulübeye yakla tı. Kapı olarak dar ve çok alçak bir deli i vardı. Yol bakıcılarının yol kenarlarına yaptıkları küçük yapılara benziyordu. Adam üphesiz bunun da yol yapıcılarına ait bir barınak oldu unu dü ünmü tü. So uk ve açlık canına tak demi ti. Açlı a katlanıyordu, ama bu hiç olmazsa so u a kar ı bir barınak olurdu.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:121-2) “O günden sonra rfan’ın yüzüne bakmadım. Onunla tamamıyla selamı, sabahı kestim. Ne olursa olsun deyip adını artık a zıma almaz oldum. Çünkü onun Bakırköyü’nde son kırdı ı o potlar, son yaptı ı o maskaralıklar, artık tam manasıyla canıma tak demi , beni kendisinden olanca hızı ile so utmu tu.” (O. Cemal Kaygılı, “çingeneler”, sa:133) “Memet çocuk küskün küskün uyandı. Canlarına tak demi ti gayrı. Çoktandır dönmeye karar vermi lerdi ya, Memet bir türlü yakalarını bırakmıyordu. Memleket diye yola dü üyorlar, Memet ötede bir köy görüyor, ‘Hele uraya da bir u rayalım.. Burda mutlak bir i buluruz diyor,’ yalvarıyor yakarıyor, onları o köye götürüyordu.” (Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:45) “ ‘Böyle bir ülkede nasıl ya anır? Artık çekilmez olmu tu.O bizdeyken Tania durmadan a lıyordu. Durumun kendisi zaten yeterince sinir bozucu, arkada dedi in insanın içini ferahlatır, kafasını da ıtır, seni daha fazla depresyona sokmaz. Geçen gün artık canıma tak dedi, onu bir daha evimde görmek istemedi imi söyledim!’ ” (A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:75) “Davete icabet etmez olmu lardı. Kasım sabahtan gece yarısına kadar dükkanda ayaküstü durmak yüzünden ayaklarına karasu indi i için artık yukarı katlara çıkmıyordu. Canına tak dedi. Odaba ılı ı bana devretmek istedi.” (P. Safa, “Matmazel Noraliya’nın Koltu u”, sa:96) “Sıçrayarak uyandım ve Belçikalıya baktım. Uykumda ba ırmı olmaktan korkuyordum. Ama o bıyı ını buruyordu, bir eyin farkında de ildi. steseydim bir an uyurdum sanıyorum. Kırk sekiz saatir uyumamı tım, canıma tak demi ti. Ama hayattan iki saat kaybetmek istemiyordum.” (J.-P. Sartre, “Duvar”, sa:27) “Vay! Demek Almanya’ya ilhak edilmek istiyorlar, öyle mi? E er öyleyse bunun nedeni adamların canına tak demi olmasıdır. Ba tan istedikleri yapılmı olsaydı imdi bu durumda bulunmazdık.” (J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:111) “Belki bu Katolik avangard dergi onu rahatsız ediyordu, belki o gün, kendini koyu Katolik olmasına kar ın, Katoliklıkk de avangardlık da canına tak etmi ti, belki de Lizbon’un u parıltılı yazında, üzerine tüm a ırlı ıyla çöken u kütleyle, bedenin yeniden dirili i fikrinden nefret ediyordu.” (A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:7-8) “Barones’in geri dönü üyle ba layan o bo ucu hava sonunda bir fırtınaya dönü tü: Sevimsiz tartı malardan biri sırasında Baron’un sabrı ta mı , uysal, aldırmaz bir ö renci gibi davranmaktan bir çırpıda vazgeçmi , kapıyı arkasından çarparak dı arı çıkmı tı. ‘Artık canıma tak etti!’ diye öyle bir öfkeyle ba ırmı tı ki en uzaktaki odanın camları bile zangır zangır titremi ti.” (S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leporella”, sa:169) Canına yandı ım(ın) : Allahın belası, derdin teki, kurbanı oldu um (Argo) “MÜDÜR - Canına yandı ımın. Ba ımıza gelen buna olaydan sonra, araba kahyalı ı için bile i vermezler artık! S. KOM SER - Kahbe dünya. DEL - Hayır, kahbe hükumet!” (D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:36-7) “AMEDEE - Bir mantar. Hay canına yandı ımın i i! Bunlar yemek odasında da bitmeye ba larlarsa, tam tüy dikecekler! (Do rulur, elinde tuttu u mantarı seyreder.) Bir bu eksikti!... Zehirli de meret...” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:40) “Murat Bey, Solfasol testisini kulpundan bir iple ba layıp kuyuya salmı tı: ‘Buz mübarek, buz!..’ diyordu. (Sonra birden yüzünü yeisle buru turdu.) ‘Canına yandı ım, arattım, arattım, bayat mayat bir i e bira bulduramadım. Ah, bir bardak bira, gözümde tütüyor.’ ” (Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:52) “Oysa, canına yandı ım, neler i itmiyorduk: ‘Siz bir yalancısnız. - Siz bir sürtüksünüz. - Siz bir ıllıksınız. - Siz bir ırfıntısınız. Daha neler de neler! Alimallah gemiciler bile bundan fazlasını bilmez..” (G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:33) Canına yetmek : Canına tak etmek, tahammülü kalmamak “Farnese Meydanına gitmekten kendinizi alıkoymak ister gibi bir haliniz vardı (ama ayaklarınız hep o yana sürüklüyordu sizi ve öfkeden kuduruyordunuz bu budalaca yazgıya boyun e iyorsunuz diye), bir yandan da Cécile’in canına yetmi tir de, bırakıp gitmi tir diye umuda kapılıyordunuz, hele o yolculuk gecesinden sonra ve tatil dönü ü pek a ır gelen i gününün yorgunlu u üzerine.” (M. Butor, “De i me”, sa:256) “On altı ya ında, kız karde inin kocasının ailesinin yanında tarım i çisi yama ı. Onu çok fazla çalı tırıyorlar. ‘Artık onları görmek istemiyordu. Canına yetmi ti.’ ” (A. Camus, “Defterler 3”, sa:150) “BABA - Kimseyi de kabul etmeyecek misin? FRANTZ - Sadece Leni’yi. Hizmetimi görmesi için. BABA - Ya Johanna? FRANTZ - Bitti. (Ara.) O kızın cesareti yok... BABA - Onu sevdin mi? FRANTZ - Yalnızlık canıma yetmi ti. (Ara.) E er, beni oldu um gibi kabullenebilseydi...” (J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:341) “Bart, parma ını a zına sokup üst di lerini dı arı itti. Takmauydı di leri. Ama Oliverler karde çocuklarıyla evlenmemi lerdi ki. Oliver ailesi, soya açlarını belirlerlerken iki üç yüzyıldan geriye gidemezlerdi. Ama Swithen’lar öylemi. Swithanlar, Fetih’ten önce de oradaydılar. ‘Swithanlar, diye ba ladı Mrs. Swithan. Sonra sustu. Bu fırsatı verirse, Bart, ‘Azizler’ konusunda tatsız bir aka yapardı mutlaka. imdilik iki tatsız aka canına yetmi ti, bir emsiye üstüne olan,: öteki bo inançlar üstüne.” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:33) Canından bezdirmek : Ba kasını o denli rahatsız etmek, hiç rahat yüzü gördürmemek “Salonun her kö esinden: -Görevi de il, görevi de il sesleri yükseldi. Bu adamdan bize rahat yüzü yok. On be yıldır anamızdan emdi imiz süt burnumuzdan geldi. Askerden döndü döneli böyle bu..... Herkesi bıktırdı, canından bezdirdi.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:118) Canından bezmek : Canı burnuna gelmek, artık ya amamak istememek Bk.: Canından bıkmak “Bu duygular içimde kıpır kıpır eder dururlardı. Bunların ya amım boyunca böyle kayna tıklarını, dı arı ta mak için fırsat kolladıklarını bilirdim, ama bırakmazdım, bile bile bırakmazdım. Utancımdan yerin dibine geçecek durumlara mı dü medim, beni çarpıntılar mı tutmadı bu yüzden: bıktım, canımdan bezdim!” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:14-5) “Kitaptaki <Kaplıcalı Bir Konuk> ‘Hollandalı’ bölümü, zekice kaleme laınmı bir psikoterapi incelemesine benzer. Haag’lı bay, 64 no’lu odada kalan bu kom u umursamaz, masum biridir; gürültülü ya am belirtileriyle biti ik odadaki duyarlı ve sinirleri a ırı gerilmi hasta Hesse’yi çılgına çevirip canından bezdirir.” (B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:131) Canından bıkmak : Uzun zaman çok sıkıntı çekmek, ya amdan bezmek “Gene mahkemede aldık solu u. Anan yah i baban yah i, çocuk yok ortalıkta. Allah kuru iftiradan saklasın. Bir ay, iki ay... Canımdan bıktım. Çocu u uzak köydeki ninesinin evine götürüp koymu . Orada bulduk da yakayı kurtardık.” (Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:30) Canından olmak : Ölmek, öldürülmek “Celile’nin bu yanında ya ayan köylüler, Nasıralı bir adamın, ancak Tanrı’nın lutfu olabilecek bir takım güçlerle etrafta gezindi ini yaydılar, dahası adam bunu reddetmiyordu, halk arasında böyle bir adam belirmesinin yersizli ien ve sebepsizli ine ra men, halk ya adı ı bolluktan istifade etmeye çabalıyor, hiç soru sormuyordu. Simon ve Andreya böyle dü ünmüyordu tabii, Zebedi’nin o ulları da, ama onlar sa’nın dostları ve canından olmasından korkuyorlar. Her sabah uyandı ında sa sessizce soruyordu, ‘Kim bilir, belki bugün,’ bazen yüksek sesle soruyordu bu soruyu, Mecdelli Meryem onu i itiyordu, ama bir ey söylemiyordu.” (J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:312-3) “Uykuya dalar dalmaz dünyanın yarısı zihninde gevezelik etmeye, harikulade yolculuk hikayeleri anlatmaya ba ladı. Bu yarı ke fedilmi dünyada, her yeni gün, taptaze büyüleyici haberler getiriyordu. Günlük hayatın dü sel, esinleyici rüya- iiri, basmakalıp okunaksız hakikat tarafından paramparça edilmemi ti henüz. Kendisi de hikaye anlatıcısı olan yolcuyu kapısından buralara kadar getiren de ola anüstü hikayelerdi, özellikle içlerinden biri; bir servet kazanmasına ya da canından olmasına yol açabilecek bir hikaye.” (S. Rushdie, “Floransa Büyücüsü”, sa:21) Canını almak : Öldürmek, hayatını yitirmek “‘Vah zavallı Baudolino,’ diyordu Niketas yolculuk hazırlıkları sürerken, ‘en güzel ça ında karından ve çocu undan yoksun kalmı sın. Ya ben ne yapayım, yarın benim ve sevgili karımın canını bu barbarlardan biri alabilir.’ ” (U. Eco, “Baudolino”, sa:247) Canını burnuna getirmek : Canından bezdirmek, çok eziyet etmek “RANDALL - Bu evde oynanan bazı oyunlar adamın canını burnuna getiriyor. HECTOR - Evet: ben de yıllarca bu oyunların kurbanı olmu tum. Nasıl acıyla kıvranırdım ba langıçta.” (G.B. Shaw,”Kırgınlar Evi”, sa:110) Canını çıkarasıya; Canını çıkarmak : Kıyasıya çalı tırmak, yorgun ve bitkin bir suruma dü ürmek; Eziyet etmek;Öldürmek Bk.: Canına okumak, Canından bezdirmek “O dönemlerde öfkesini kendine saklamak durumunda kalmı tı elbet, bütün öfke heveslerini sekiz çocu una sakladı. Canını çıkarmı tı çocuklar kadının, hırsını onlardan aldı.” (E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:103) “Ak am karanlı ı bastırana de in verdi veri tirdi. Kendisi de yorgun dü mü , oyuncunun da canını çıkarmı tı. Sonunda adamca ız o duruma geldi ki, inlemeyi bile bırakıp yüzünde bir korkuyla öylece katıldı kaldı. Katılmanın ardından uyku haline benzer bir ey oldu.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:130) “Tanınmamı bir diyakoz’un <papaz yardımcısı> kızıydı. General Vorohov’un me hur dul karısının zengin evinde büyümü tü. Kocakarı öksüzün koruyucusu, yeti tiricisi oldu u halde kızın canını çıkarıyordu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:12) “Ana o ul, sabahın alaca karanlı ından gecenin zifiri karanlı ı çökünceye kadar, canlarını çıkarasıya çalı ırlar, hem de hiç konu mazlar ve mahzun mahzun dü ünürlerdi, sadece.” (E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:4) “Bakın, bir Alman gemisinde bulunuyoruz, öyle de il mi! Hamburg-Amerika hattında çalı an bir gemi. Peki, niçin hepimiz Alman de iliz? Neden çarkçıba ı Romanyalı? Adı da Schubal. nanılır ey mi Allah a kına! Alçak herif, bir Alman gemisindeki biz Almanların canını çıkarıyor.” (F. Kafka, “Kayıp” <Amerika>, sa:9) Canını di ine takmak : Sıkıntı ve büyük bir özveriyle, zorluk içinde çalı mak “DEVLET GEM S I. ----------------------canımızı di imize takmı fırtınada. Sular geldi dire in ta aya ına yelkenlikten çıkmı yelkenler, delik de ik olmu , sarkıyor halatlar dümen gitmi ...” (Alkaios, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:131) “Delikanlı, ‘Yok canım?’ diye atıldı. ‘Peki bu afur tafur nereden geliyor Patates Kafa? Biz bu çöplükte canımızı di imize takıp çalı ırken, sen nasıl oluyor da ellerini cebine sokup öyle dikiliyorsun?” (P. Auster, “ ans Müzi i”, sa:139) “ ‘ayaktakımının hakkı kötektir! Aslında kafalarını kesmek, daha akıllı bir hareket olurdu hiç ku kusuz. Yükten ba ka bir ey olmuyor böyleleri. Hapishanelerde yan gelip yatıyorlar. Devlet de canını di ine takarak kazandı ını bunlara yedirmek zorunda kalıyor. Bu ha aratın kökünü kurutaca ım!’ ” (E. Canetti, “Körle me”, sa:417-8) “Tek kelime konu mu de illerdi, ama Maria, gün içinde en çok o tozlu yolda geçirdi i anları sevdi ini fark etti; güne in tam tepede olmasına, susuzlu una, yorgunlu una, kendisi yeti ece im diye canını di ine takarken, o lanın hızlı hızlı yürümesine ra men.” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:14) “SEZAR - Ben büyülerle, efsunlarla mı durdurdum hepinizi? Düne kadar benimle ne kavgaları vardı ki, üstüme varmak için hayatlarını tehlikeye atsınlar? Ama bugün kahramanlarını öldürüp kafalarına fırlattık. imdi bu cinayet yuvasını da ıtmak için canını di ine taktı her Mısırlı. Evet, bizler caniyiz, ba ka bir halt de il.’ ” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:145) “Orada yapabilece imiz i yoktu, biz de canımızı di imize takıp demiryollarıyla bir i e girmeyi kararla tırdık.” (O. Henry, “viski soda”, sa:242) “ ‘…sonunda direnemez oldum. Bir uyurgezer olayım da kendimi denize atayım, dedim, bundan da korktum. Uyanıkken kendimi atamıyordum, uyuyup uyurgezer olunca kendimi kesinlikle atarım, dedim, bu sefer de uyumaktan korktum. Bundan sonra da, canımı di ime taktım, ne yaptım, ne eyledim uyuyamadım.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:219) “Ve çok uzak bir gökyüzü götürdü. Anadolu bozkırının üstünde salınan uçsuz bucaksız, yanık sarı bir bozkır götürdü. Uçsuz bucaksız yürüyen, bükülmü , canlarını di lerine takmı insanlarıyla.” (Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:219) “Hırslı olan sizlersiniz.. Yarım milyonu, bir milyonu motorlara radarlara sıvayanlardansınız. Bu parayı da bir gün önce çıkarabilmek için, canını di ine takıp denizin altını üstüne getirerekten, talan eden sizlersiniz.” (Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:168) “A ık Ali: ‘Hösük, etme karda ,’ dedi, ‘etme. Ekmek kapısı. Bir iki kuru kazanamayaz mıyım diye canını di ine taktı da geldi. Kendi bilmiyor mu ne halde oldu unu?’ ” (Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:30) “Canını di ine taktı. Önce, uzandı ı yerden kalktı oturdu. Ba ını sa dizinin üstüne koydu daldı bu sefer de. Kendine azıcık geldi sonra. Ellerin topra a bastırarak usul usul kalktı.” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:49) “Canlarını di lerine taktılar. Sivri kayanın dibine kadar tırmandılar.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Alageyik”, sa:173) “Öylesine eli aya ı çözülmü tü ki Ru en’in, bir türlü ata binemiyordu. En sonunda canını di ine taktı, ata atladı, gözlerini yumup atı mahmuzladı.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:33) “Aile dostlarımız, ço unlukla yakaladı ım endi eli ve a kın bakı larını çeviriyorlardı bana. Seyircilerim, her gün biraz daha zor be enir oluyorlardı; canımı di ime takarak bir çaba harcamam gerekiyordu; etkilerimi abartmaya koyuldum ve sonunda kötü oynamaya ba ladım. Ya lanan bir aktrisin can çeki melerini ya adım; ba kalarının da ho a gidebilece ini anladım.” (J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:78) “MANGAN - Nereden anlayacaksınız? nasıl çevrilir, aklınız erer mi?..... Ba arı kazanaca ız diye canlarını di lerine takıp didinirler. lerine a kla sarılırlar.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:61) “ ‘ lahi kudret yardım eder de kurtulur muyuz acaba! nsanlardan yardım umudumuz kalmadı artık.’ Ama yine de yollarına devam ediyorlar, kurtulma umutları kalmadı ı halde canlarını di lerine takarak, dü e kalka ilerlemeye çalı ıyorlar.’ ” (S. Zweig, “ nsanlık Tarihinde Yıldızın Parladı ı Anlar”, sa:222) Canını feda etmek : Vatan, aile fertleri, sevgili vb ki isel de eri yüksek varlık ve kavramlar için, gerekti inde, canını feda edebilecek fedakarane hareketlerde bulunmak “<Bir süre daha sessizlik olur. Ta ı tekrar IZZY’ye verir. IZZY konu maya ba lamadan önce ta ı bir süre elinde tutar. CELIA onu izler.> IZZY <Kar ıya bakarak> - Bu sabah uyandı ımda, senin kim oldu unu bile bilmiyordum. u anda ise, hayatımın geri kalanını seninle geçirebilece imi hissediyorum. Hatta sanırım senin için canımı bile feda edebilirim.” (P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:57) “Batılılar kinci Dünya Sava ı’ndaki Japon kamikaze pilotlarına kar ı hala ikircikli duygular besliyorlar. Yaygın görü , o gençlerin yürekli olduklarıdır; ama canlarını feda etmi , hatta buna gönüllü olmu olsalar bile onlar gerçek kahramanlar olarak nitelenemezler, çünkü onlara a ılanan askeri ve ulusal psikolojide, birey hayatının bir de eri yoktu.” (J.M. Coetzee, “Kötü Bir Yılın Güncesi”, sa:35) Canını pazarda bulmamak : Canının de erini bilmek “Lakin o gün Nazif’in dayanma gücü son haddine gelmi ti. Karısına: ‘Yarın sabah, mutlaka yola çıkmalıyız; artık seni dinlemem,’ dedi. Selma Hanım: ‘Ben hastalarımı nereye bırakayım?’ deyince: ‘Öyle ise, ben seni bırakır giderim. Canımı pazarda bulmadım ya,’ diye haykırdı.” (Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:90) Canını sıkmak : Birine eziyet etmek, onda bunalım yaratmak “Sevgili Thérese’im.... Dü ünün bir, dün sizi görmeye gelerek canınızı sıkıp eve döndü üm zaman bir ngiliz lorduyla kar ıla tım. Ho , belki de lord de ildi; ama ngilz oldu u kesindi.” (G. Sand, “Thérese ile Laurent”, Cilt:I, sa:15) Canını ucuza kurtarmak : Eften püften bir ceza ya da ödemeyle, hayatı ba ı lanmak “SEZAR - Yanılıyorsunuz, Pothinus, subaylarım sabahtan beri Kral’ın vergisini topluyorlar. RUFIO (Dobra dobra.) - Ödeyin gitsin, Pothinus. Bo una nefes tüketmeyin. Zaten canınızı ucuza kurtarıyorsunuz. POTHINUS (Acı acı.) - Koskoca dünyayı fetheden Sezar kalksın da bizim vergilerle u ra sın.” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:59) Canını vermeye hazır olmak: Bir eyi pek çok arzulamak “… atı ta giderek ustala tı ın zaman öyle pek çok co kulu an ya adın; ba ka hiçbir ey duymadı ın biçimde o anları tatmak için canını vermeye hazır oldun, bu anlamsız çocukluk oyununa kendini kaptırdın; ama o zamanlar senin için mutlulu un zirvesi, gövdenin en iyi ba arabildi i ey oydu.’ ” (P. Auster, “Kı Günlü ü”, sa:35) Canını yakmak : Birine zulüm, eziyet etmek; i kence yapmak; zarar ziyan vermek “KUTSAMA -------------- Onu ürkek süzer sevmek istedikleri, Ya da, sessizli inden aldıkları güçle, Ara tırırlar canını yakacak yeri, Ve yavuzluklarını denerler üstünde.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:27) “‘Aç kapıyı Hugo, aç kapıyı, canını yakmayaca ım ve artık seni korkutmayaca ım; gidemezsin; baban olmadı ını biliyorum, çok iyi biliyorum, sana ihtiyacım var Hugo, bekledikleri ki i sensin Hugo, bunu biliyorsun; tüm dünyayı göreceksin ve en güzel otellerde ayaklarına kapanacaklar, hiçbir ey söylemene gerek yok, yalnızca orada ol yeter.’ ” (H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:256-7) “Sadece inadımdan tedavi olmak istemiyorum. Siz her halde bunu anlayamazsınız. Ama ben pekala anlıyorum. Huysuzlu umla kimin canını yakaca ımı açıklamayaca ım tabii.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:4) Canı sıkılmak, sıkkın olmak : Sıkılmak; kendini sıkıntılı, huzursuz hissetmek “Ça rılıların kimileri, yemek odasının kül rengi duvarlarına bakı ımlı olarak asılmı sviçre görünümlerine bakıyorlardı. Hiç kimsenin canı sıkılmıyordu. imdiye dek, iyi bir yeme in sindirimi sırasında, kara kara dü ünen hiçbir insan görülmemi tir.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:57) “Ben özellikle bir harita çavu u olarak yeti tirilmi tim. Kana susamı bir ön mevzi sava çısı olmak istedi imden, harita subaylı ı i i biraz canımı sıkmı tı. Her ne hal ise, i te aktif sava alanına gidiyordum.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Pork Chop Hill Sava ı”, sa:121) “Hayrullah Efendi her ak amki gibi, bayırına tek ba ına tırmanmaya ba ladı. Aklı, nebolu’ya gönderdi i kereste kayıklariyle motorunda idi; bu fırtınanın kendisine zararlı olabilece ini dü ünerek tasalanıyordu, canı sıkılmı bir halde, etrafından habersiz, ba ı mu ambasının kukuletasına gömülü, elindeki elektrik fenerini yoluna yansıta yansıta, a ır a ır çıkıyordu.” (R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Bir Saldırı”, sa:167) “(Nefise) birden farkına vararak: -Sizin canınız mı sıkkın? Deve: -Hem de nasıl! dris yerinde kımıldandıktan sonra: -Sıkılmayacak kadar da de il, dedi. unların çanına otun tıkandı ını bir görsek...” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:301) “Genç kadın, Pitty halasına içeri i ilk iki mektuptan farklı olmayan bu üçüncü mektubu yazıyordu. Ona kendisinin, Melanie’nin ve Ashley’nin Atlanta’ya gidemeyeceklerini bildirecekti. Canının sıkıldı ı her halinden belli oluyordu, çünkü gönderece i bu mektup Pittypat’ı tatmin etmeyecekti. htiyar kız, hemen ‘iyi ama tek ba ıma korkuyorum!’ diye cevap verecekti.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:677) “Tek ba ıma kalınca ılık suyun içinde gözlerimi yumdum. Fazla konu tu um, gereksiz sözler etti im için canım sıkılmı tı. Konu manın bir i e yaramadı ını anladıkça, daha fazla konu ur olmu tum. Özellikle kadınlar arasında.” (C. Pavese, “Yalnız Kadınlar Arasında”, sa:8) “Fransız’ın geli i Savelyiç’in çok canını sıktı. Kendi kendine ‘Çocu un ne eksi i var?’ diye homurdanıp duruyordu; ‘Çok ükür yıkanması, taranması, beslenmesi yerinde. Kendi adamın yokmu gibi sen git elin mösyösünü kirala! Bo u bo una para harca!..’ ” (A. Pu kin, “Yüzba ının Kızı”, sa:18) “Katavasof ne eyle: -Evet dostum, yenildiniz, hem tam bir yenilme bu! diye haykırdı. Levin, yenildi i için de il de, kendini tutamayıp tartı maya girdi i için can sıkıntısından kıpkırmızı oldu.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:722) “Harlov, baya ı canı sıkılarak: -Eh, Natalya Nikolayevna, bunun için de insan övülür mü hiç? dedi. Biz soylular, ba ka türlü davranamayız ki! Bize ba lı herhangi bir köylünün bizim için kötü eyler dü ünmemesi gerekir.” (I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:14) “Bütün gün lambayı temizleyip fitili düzeltmekten, biraz oyalanmak için de küçücük bahçelerini kazmaktan ba ka hiçbir ey bulamayınca kim bilir canları nasıl sıkılıyordu. ‘Tenis alanı kadar bir kayanın üsütünde her gidi te bir ay -hava fırtınalı olursa belki daha da uzun zaman- kapalı kalmak sizin ho unuza gider mi?’ diye sorardı; ‘Ne mektup almak, ne gazete okumak, ne de insan yüzü görmek.’ ” (V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:5) Canı tatlı olmak : Pek zahmete girmemek, i yapmaktan pek ho lanmamak “Bekta Emmi can havliyle ellerini ileri uzatıp tatlı canına siper etmek istedi. Sol elinde sımsıkı tuttu u çivili de nek o lanın yüzünü tam ortasından ikiye bölmü , tanımadı ı bir ‘çehre’ haline getirmi ti.” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:16) Canı yanmak : Ba kaları tarafından aldatılmak, kandırılmak, acı çektirilmek “Halk Adamı Charlie Chaplin çin arkı VI -----------------------Ah o haklı bir öfkede ve köklü bir sevgide dile gelen, insan ruhunun kökünde, canı yanmı a açta, zorbaların baskısına direni teki sesin saygınlı ı.” (Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.01.04) Canı yürekten : çtenlikle, sevecenlikle “Ya adı ın, ikinizin de ya adı ınız devir i te öyle bir dönem. Kartları sıraya koymamı söylüyor, bunu becerememeni nasıl da canı yürekten istedi ini, i e ba vurunu reddetmekten ne kadar memnun olaca ını seziyorsun ve o seni i e almamayı ne kadar istiyorsa sen de i e girmeyi o kadar istedi in için hiç yanlı yapmamaya özen gösteriyorsun.” (P. Auster, “Görünmeyen”, sa:79) “Anar i hüküm sürdü ü zaman, diyordu air, herkes kral olabilir. Bu arada para bulmak gerekiyordu. Bir sürü badireden (olumsuz olaylardan) sa salim kurtulmu olan bizim be kafadar hırpani, pis ve çaresizdi. Cenevizliler onları canıyürekten kabul etmi ti, ama dedikleri gibi misafir balık gibiydi, üç gün sonra kokardı.” (U. Eco, “Baudolino”, sa:488) Caniko : Canım benim, ekerim ba lamında aile içi kullanılan bir hitap ekli “CATHERINE - Ben de gelsem olur mu? SONIA (Birden oyunbazlı ı tutar. Kırıtmaya ve New York’lu bir a ifte edasıyla a zını yayarak konu maya ba lar) Elbette, canikom. Ba ımın üstünde yerin var.” (P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:41) “‘Ho çakal sevgilim, canikom benim,’ diyor kadın. Ne de uzun. O, uzun boyluydu... Tabut ‘meydandan’ geçti, ayaktayız. Cenaze alayını yalnızca kom ular izliyor.” (A. Camus, “Defterler 3”, sa:49) “Mrs. HUSHABYE - Ellie’ci im, canikom, bir tanem! (Onu öper.) Çok mu oldu geleli? Bugün hiç evden çıkmadım. Odanı çiçeklerle filan süslüyordum.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:16) “Quintinho istasyonu görünmü tü. -Gitsem mi, canikom? -Tabii, ekerim.” (J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:112) “Mme CORDIER - li meyin kıza. Zaten geç kaldık.. (Bastien komik bir ekilde Thérese’in önünden çekilir ve Ségard’ın yanına gider. Thérese dilini çıkarıp Bastien’le alay eder.) BASTIEN - Nasılsın bakalım, caniko?” (Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:38) Can kula ıyla dinlemek : çtenlikle, büyük bir dikkatle dinlemek “.....Walker, Born’un faaliyetleriyle ilgilenmedi i kar ılı ını veriyor. Onun için önemli olan tek ey Cedric Williams’ın öldürülmesi; Born’un Fransız Haberalma Örgütü’nün en tepesindeki adam oldu u bile ortaya çıksa, Walter hiç ilgilenmiyor. Onu can kula ıyla sadece bir an dinliyor, o da Margot’nun Born’un geçmi i hakkındaki üstünkörü geçi tirdi i bir söz – Born’un çocuklu unu Paris dı ında büyük bir evde geçirdi i ve Margot’nun üç ya ındayken onunla ilk kez o evde tanı tı ı.” (P. Auster, “Görünmeyen”, sa:160) “Dalga mı geçiyorsun? Ne münasebet. Hangi yıldayız? ki bin yedi. Tuhaf. Tuhaf olan ne? Çünkü yıl do ru da geri kalan her ey yanlı . Dinle beni Molly... Dinliyorum arkada . Can kula ıyla dinliyorum.” (P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:34-5) “‘On be dakika içinde, bu gezegendeki bütün Üçüncü Dünya ülkeleri kıtalararası bir balistik füzenin nasıl yapıldı ını ö renmi olacak. Bu odadaki herhangi bir ki inin kesme ifresi için bu yüzü ün dı ında aklında daha iyi bir aday varsa can kula ıyla dinliyorum.’ Müdür bekledi. Kimse konu madı.” (D. Brown, “Dijital Kale”, sa:403) “Langdon, ‘Farklı mı?’ dedi. ‘Nasıl?’ ‘Mimariyle tutarsız. Raphael sadece mimarıydı. ç süslemeleri ba ka bir heykeltra yaptı. Kim oldu unu hatırlayamıyorum.’ Langdon imdi can kula ıyla dinliyordu. Belki de, isimsiz lluminati ustası?” (D. Brown, “Melekler ve eytanlar”, sa:263) “Petrus, o korkunç sigaralarından birini daha sarmı tı, kayıtsız görünmesine kar ın ya lı adamın hikayesini can kula ıyla dinledi i belliydi.” (P. Coelho, “Hac”, sa:56) “ ‘Zaten bildi im eyler ilgimi çekmiyor, beni üzüyor. Ba ka bir tarih daha var demi tin.’ ‘Öbür tarih bunun tam tersi: O, kutsal fahi elikle ilgili.’ Maria birden uyu uklu undan sıyrılmı , can kula ıyla dinlemeye koyulmu tu. Kutsal fahi elik mi? Seks sayesinde para kazanmak ve gene de Tanrı’ya yakla mak mı yani?” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:184) “Bir gün Sahib Fahrettin hazretleri, Sultan Veled hazretlerine yalvararak Mevlana hazretlerinin kendisine nasihatte bulunmasını ve manalar saçmasını ısrarla istedi. Mevlana, ‘Fahreddin, çok dertsiz ve gafil bir adamdır. Uyanık ruhlu de ildir. Mana aleminden de habersizdir. drak etmek zevki de yoktur. Kime söyleyeyim ve ne diyeyim?’ dedi. iir: ‘Can kula ı olmayınca kime söyleyeyim. Ey o ul, insanın kalbinde söz, kulak için kaynar.’ ” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:606-7) “Bu saçmalıklardan utanmı , kızlara bakmayı cesaret edemeyerek, ayakkabı ba larımı ba lamaya verdim kendimi. ‘Sihirli bir ayna yardımıyla, övalye hazineyi bulmu ...’ Devam edemiyordum ve Maitreyi’nin utancımı payla tı ına emindim. Fakat gözlerimi kaldırdı ımda can kula ıyla dinledi ini ve bir sonra ne olaca ını bilmek için meraklı göründü ünü gördüm.” (M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:46) “MÜDÜR - Do ruyu söylemek gerekirse, yok... DEL - (Kula ına fısıldar.) beni can kula ıyla dinleyin müdürüm... Sizinle bir büyü ünüz gibi konu aca ım. Bu delikanlının gerçek bir ruh doktoruna görünmeye ihtiyacı var.” (D. Fo, “bir anar istin kaza sonıcı ölümü”, sa:27) “ ‘Çok do ru, çok do ru.’ ‘Ne demek istiyorsun?’ ‘Yalnızca demek istiyorum ki... Ama bunun önemi yok. Sen hele sözünü bitir; can kula ıyla seni dinliyorum.’ ” (Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:1, sa:61) “Tevfik, kumların üstüne çıktı. Gözleri kapanır gibi oldu. Can kula ıyla dinliyordu. Kapalı gözlerinin ardından karanlıklar a arır gibi oldu. Orada oyuncak kayı ını hayal meyal seçebiliyordu.”. Oyuncak kayı ının direkleri yava yava göklere süzüldü.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:122) “Aklı ba ka yerlerde, önündeki haritayı yeniden incelemeye koyuldu. Ne var ki, babası Veraguth harıl harıl konu up duran dostunun söylediklerini cankula ıyla dinlemekteydi.” (H. Hesse, “Rosshalde”, sa:39) “Lenina, Müdür’ün dramatik sessizli inden yola çıkarak kibarca, ‘Öyle denmez,’ dedi. Müdür’ün ne dedi i konusunda en ufak bir fikri yoktu. Müdür gümbürdemeye ba ladı ında çaktırmadan yarım gramlık ‘soma’ yutmu , sonucunda, imdi dinlemeden sakince oturabiliyor, hiçbir ey dü ünmüyordu, ancak iri, mavi gözleri can kula ıyla dinliyormu çasına Müdür’ün yüzüne sabitlenmi ti.” (A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:142) “<Gerald> birden sustu. Çünkü o lu Wade ile bu biçimde konu tu unu anımsadı. Ama babasına böyle hitap etmemeliydi; bu büyük saygısızlık olurdu. Ne var ki Gerald onun a zından çıkan sözleri can kula ıyla dinliyordu. Scarlett; -Evveet, sizi yata ınıza yatıraca ım, diyerek akacı bir sesle konu masını sürdürdü.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:542) “Doktor Holmes dik amfiteatra girdi. Ö renciler ellerinde kalem ve defterler oldu u için onu ayaklarını vurarak kar ıladılar..... Holmes burada her dönem insan vücudunu anlatırdı. Kendisine tapan elli delikanlı haftada dört kez onu can kula ıyla dinlerdi. Amfiteatrın ortasında, ö rencilerin kar ısında duruken, kendini dört metre boyunda hissederdi. Oysa asıl boyu bir altmı be ti (o da Boston’un en iyi ayakkabıcısına yaptırdı ı kalın tabanlı çizmeleri sayesinde).” (M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:54) “ aba kin: -Kente gidiyordum.... buyrukları vardır belki diye van Demyanova’ya bir u rayayım dedim. -Tam zamanında u radın... Votka getirsinler sana ve söyleyeceklerime kulak ver. Bu sevimli kabul ho bir etki uyandırdı bölge yargıcı üzerinde. Votka içmeyece ini söyledi ve Kirila Petkoviç’i can kula ıyla dinlemeye koyuldu.” (A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:18) “Hatları iyi çizilmi bir strateji takip edildi inde, meselenin ayrıntıları da iyi biliniyorsa, güvenli bir hareket tarzı belirlemek zor de ildir. Sizi can kula ıyla dinliyorum sayın bakan, Yarın de il öbür gün, aracının telefonuna yine aynı bölüm müdürünüz cevap verecek, bakanlık adına tek görü meci o olacak, i in içine ba ka kimse karı mayacak...” (J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:52) “ ‘Yeter artık. Unutma ki ben senin ya amını kurtardım, durumun açıktı, kur una dizilecektin. Ama, sakın bunu kimsye söyleme, çünkü kocamla beni yerimizden edersin..... imdi can kula ıyla dinle, önceki gün cezaevinde ölen bir süvari erinin giysilerini verece im sana: A zını olabildi ince az aç emi.’ ” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:50) “Bir gün, tanıdı ı bir kadın, ona aziz resimleriyle tedavi yapılan bir yerden söz etti. van lyiç kadını can kula ıyla dinledi ini, böyle bir eyin olabilece ine inandı ını neden sonra fark ederek büyük bir korkuya kapıldı.” (L. Tolstoy, “ van lyiç’in Ölümü”, sa:60) “Önce, do ru muydu? Matthew bir büyücüydü. Ho ve yumu aktı. Bütün bunları benim için mi sahneliyordu? Hayır, her eyin onun anlattı ı gibi oldu undan hiç ku kum yoktu: sözleri gerçe in su götürmez çınlamasını ta ıyordu. stedi im takdirde aramam için hastanelerin ve onu tedavi eden doktorların adlarını sakınmadan verdi. Üstelik, bunları kendisine geçmi te anlatmı oldu unu söyledi i Thelma, can kula ıyla dinlemi ve hiçbir itirazda bulunmamı tı.” (I.D. Yalom, “A kın Celladı”, sa:66) “BANA A T OLDU UNDAN ve onu önleyemeyi imden bir türlü ve iyi bir vücut olmasından genelde, sıkıcılı a kar ın, huysuz olmayı ından ve hiçbir ekilde ona gereken zamanı ayıramadı ım için ve bir kez olsun onu dinlemedi imden can kula ıyla, sözün kısası, benim oldu undan ötürü, köü hissediyorum imdi kendimi.” (Ekaterina Yosifova<d.1941>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.07.09) “Talleyrand ile Fouché, 14 Aralık ak amı bir gece toplantısında bulu uyorlar. Yemekler yeniyor, havadan sudan konu uluyor; hele Talleyrand pek keyifli görünüyor. Herkes onun çevresini sarıyor; güzel kadınlar, saygıde er ki iler, gençler ve herkes yanına sokuluyor, söyle i ustasını can kula ıyla dinlemek için.” (S. Zweig, “Fouché”, sa:213) Can kurban (böylesine, sana) : O seçenek çok daha evla, olumlu; Ke ke olsaydı; Canım kurban olsun sana “... zaten hemen hiç uyuyamıyordu; birazcık kestirmeyi de her zaman becerebiliyordu; her türlü ı ıkta, günün her saatinde, hatta a zına kadar dolu, gürültülü salonda bile. Böyle bekçilere can kurban; onlarla geceyi hiç uyumadan geçirmeye seve seve razı olurdu...” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:76) “Dedim ki, ‘Ya mur, kar ya ınca, bu deli i ne yapıyorsunuz? içeri girmez mi ya mur?’ Bir kadın: ‘Goymi em a zına bir da ,’ dedi. ‘Karanlık olur,’ dedim, ‘göz gözü görmez.’ ‘Öyle olir,’ dedi. ‘Göz gözü görmez.’ ” Ma araya can kurban, Ke ke ma arada ya asalardı. Hiç olmazsa yer üstündedir.” ..... “Gene sustu. Gene gür bıyıklarını sıvazladı. Yanımızda uyumakta olan en ya lı arkada ımıza: ‘De hele uyan Halil. De kurban uyan hele can! De uyan baba. Can kurban sana. De haydi.’ ” (Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:42,119) Canla ba la : Büyük bir arzu ve istekle, var gücüyle, büyük bir özveriyle “Direnmek olanaksızdı, tezgahtarların annemin üstüne titreyi lerinden, buyruklarını canla ba la yerine getirmelerinden keyif duymamak olanaksızdı, annemin gücüne kapılmamak olanaksızdı. Ama mutlulu um her zaman büyük bir kaygıyla bulanırdı, çünkü fatura geldi inde babamın neler söyleyece ini bilirdim. Gerçekten de babam, a zına geleni söylerdi.” (P. Auster, “Cebi Delik”, sa:11) “O anda, gazeteci onu gördü ve bize do ru geldi. Ya lıca, sevimli bir adamdı. Yüzünü hafif ek itiyordu. Jandarmanın elini canla ba la sıktı.” (A. Camus, “Yabancı”, sa:82) “Kien adamla konu tuktan sonra ba ını dinleyebilmesini kime borçlu oldu unu anlamı tı. (Birkaç yıldır bir tek dilenci bile kapısını çalmamı tı.) Daracık hücrede iri yarı, ayı gibi güçlü adamla adeta burun buruna durmaktaydılar. Kien üzerüne aldı ı i i canla ba la yapan kapıcıya her ay belirli bir ‘bah i ’ sa ladı.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:113) “Cesur kılavuzumdan bugün ayrıldık; bize dikkat etti i hizmetler iyi bir bah i le ödüllendirildi. Bize ve Messina’nın görmeye de er yerlerini gösterebilecek bir u ak bulduktan sonra, kendisiyle vedala tık. Hancı bizi bir an evvel ba ından savmayı istedi i için, e yalarımızın daha iyi bir otele ta ınmasına canla ba la yardım etti.” (J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:189) “Günlerden bir gün, Knecht’e keman ve lavta çalmasını ö reten hocası pek yakında belki müzik üstadının Berolfingen’e gelerek okuldaki müzik ö renimini denetleyece ini duyurdu, dolayısıyla Josef’ten canla ba la çalı ıp kendisini mahçup etmemesini istedi.” (H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:46) “AMEDEE - (Görünmez, uzaklardan.) Yalnız bir saniyeci... ik... Sonra daha güçlü... oluru...um..... Gücümü toplamam gere...ek... MADELEINE - (Deminki gibi.) Gücünü sonra toparlasrsı...ın... Vaktimiz yo...ok! Çe...ek... Canla ba la çe...ek!...” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédéee ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:137) “WALTER - Bu yaptıklarınıza ne mana verece imi bilemiyorum Bay Adam! Testiyi kıran siz olsaydınız, kabahati üzerinizden atmaya, bu delikanlıya yüklemeye ancak bu kadar canla ba la u ra ırdınız.” (H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:40) “... (Ya lı hanımefendi) tek ba ına, yarı beline kadar suya girmi , gözlerini e ofmanlarıyla tepesine dikilmi kendisine yüzme dersi veren genç yüzme ö retmenine dikmi ti. Onun talimatını dinleyerek derin derin soluk alıp verebilmek için havuzun kenarından destek aldı. Bunu ciddi bir havayla, canla ba la yaptı.” (M. Kundera, “Yaratıcılık”, sa:11) “Jean’ın be ya büyü ü olan Pierre, koleji bitirince birçok mesle e heves etmi , hepsinden çarçabuk usanmı , yeni emeller pe inde ko mu tu. En sonunda doktorluk ho una gitti, o kadar canla ba la i e sarıldı ki; bakandan alınan sınıf atlama izniyle kısa bir ö renimden sonra çabucak doktorluk hakkını kazandı. Olmayacak dü ler kurar, felsefi dü ünceler yürütürdü; heyecanlı, akıllı, gelgeç inatçıydı.” (G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:31) “ ‘ uradaki canla ba la çalı an ya lı adamlar’ diye sürdürdü Kaptan Delano, üstüpü didikleyicileri i aret ederek, ‘görünü e bakılırsa, ara sıra di erlerinin biraz kula ını bükmeye çalı an, görmü geçirmi adamlar.’ ” (H. Melville, “Benito Cereno”, sa:40) “Bütün padi ahlar, kendilerinden a a ıdakilere alçalırlar; bütün insanlar kendilerine kar ı sarho olanlara kar ı sarho turlar. Avcı onları birdenbire avlamak için ku lara av olur. Dilberler, a ıkları canla ba la ararlar. Bütün sevgileri a ıklara avdır.” (Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:1, sa:179) “Calhoun’da bir hamle yapan General Johnson iddetli ve kanlı çarpı maların oldu u Adersville üzerine, sonra Cartersville’e ve buradan da güneye do ru çekildi. Yankee ordusu Dalton’dan bu yana elli be mil ilerlemi ti. New Hope Church’de canla ba la sava an Güneyliler yol boyunca siper kazmaya ba ladılar.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:394) “O zamandan sonra da genç ö retmene her an biraz daha içtenle en bir saygı göstermeye ba ladı. Aralarında bazı ba lantılar kurulmu tu. Desforges hemen canla ba la ders vermeye koyuldu ona. Artık bundan sonra, Ma a’nın henüz kendi kendine itiraf etmemekle beraber, Desforges’e a ık oldu unu anlamakta okuyucu güçlük çekmeyecektir.” (A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:57) “Sabahın erken saatlerinde Maria Guavaira ve Joaquim Sassa öyle yorgundular ki ayaklarını güçlükle kaldırabiliyorlardı, Joaquim Sassa, Aramaya devam etmeliyiz, demi ti ve öyle canla ba la aramı lardı ki aradıkları eyi bulmaktan çok ke fettiler ve onu dü ünebilecek en basit ekilde buldular. afak sökmeye ba lamı tı bile, gece gö ü do uda derin bir maviye bürünmü tü, birden yoldaki bir hendekten gelen bo uk bir ki neme duydular, tatlı bir mucize, Ben buradayım, gidip bakınca yaralı bir at buldular...” (J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:252-3) “Adam ba ını kaldırıp karısına baktı. - yi anlamı oldu una emin misin? -Ortada ku kulacak hiçbir ey yoktu. Bende senin gibiyim, diye canla ba la ekledi. Ona inanamıyordum. Zaten onu anlamıyorum. Bana göre, bu zavallı bahtsız adam tarafından etkilenmek dü üncesi yalnızca…” (J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:46-7) “-Ne güzel bir gece Iroa! Iroa acı acı güldü. Arkada ının önünde uzun bir yolculuk oldu unu biliyor, her eyden korumak istiyordu onu. Canla ba la kulak veriyordu her sözüne. Son anlarında ba rına basmak istiyordu. Kimse bu büyük gize ortak olmamalıydı.” (J.M. de Vasconcelos, “Kırmızı Papa an”, sa:231) “Ertesi gün aynı ki ilerle tekrar kar ıla tı ınızda hemen i e giri mi olduklarını, canla ba la çalı tıklarını görüyor, hayran kalıyorsunuz. Erkek, elinde çekiç, kapının parçalanmı yerlerini küçük tahtalarla yamıyor, karısı elinde bir süpürge, evi temizliyor, çocuklar ana babalarına yardımcı oluyor. Binlerce insan, tekrar evlerine, tekrar eski dünyalarına dönmü .” (S. Zweig, “Yolculuklar Üzerine”, sa:153) Canları pahasına : Canlarına mal olsa da… “-Floriçika! Sen erke in arzusunu yutan uçurumsun! Bari vefayı bilir misin? Birazdan, ay ı ı ında yola çıkaca ız ve bu sabah afakla beraber konak yerimize varaca ız. Orada otuz yi it sabırsızlıkla bekliyor! Bunlar hep kanun dı ı ve ölümden korkmayan adamlardır. Kanun namına yalnız unu bilirler: hayatın en büyük gayesi olan arzularını tatmin etmeyi! Bu gayeye kar ı koyan her kanuna canları pahasına meydan okurlar. Onun için onlara kahraman diyorum.” (P. Istrati, “angel dayı”, sa:104) Canlı canlı : Dipdiri, daha nefes alırken “Üç ara tırmacı, hayvanlarından indi; ipi sıkı bir ekilde Don Quijote’nin beline doladılar, bu sırada Sancho ara vermeden konu uyordu: ‘Dikkatli olun, velinimetim efendim; kendinizi canlı canlı u ma araya gömmeyin sakın; so umaları için kuyuya sarkıtılan arap gü ümlerine benzemeyesiniz sonra. Yani ne geçecek elinize, u ma arayı bulan adam olacaksınız da!’ ‘Kapa çeneni de i ine bak sen! Tam bana uygun bir serüven bu.’ ‘Sayın övalye,’ dedi kuzen. ‘ çerde çok dikkatli olun lütfen. DE MELER adlı kitabıma malzeme olabilecek bir ey çıkar belki!’ ‘Geçin dalganızı bakalım!’ dedi seyis. (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:544) Canlı cenaze, canlı cenazeye dönmek : Üzüntüden harap, peri an, zayıflamı , her yanından elem akan kimse “MEPHISTOPHELES) (Elinde tuttu u yelpazeyi çevirerek, bardakların ve tencerelerin altına vurarak.) -... te sana çorba, i te sana bardak! Kokmu cadı, senin müzi inin temposuna uymak için, ancak böyle bir aka lazım. (Büyücü kadın, hiddet ve korku içinde geri geri çekilirken) Beni tanıdın mı? Canlı cenaze! Bostan korkulu u seni! Efendini ve ustanı tanıdın mı?” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:126-7) “Sarsılmadan duran ruhunun ayakta tutup çökmesini engelledi i kemiklerden meydana gelmi bir yapı iskeletiydi sanki. Büyük ku pençelerini andıran iki iskelet el, topuzunda birbirine sarılmı bir çift yılan kabartması olan piskopos asasını sıkıyor, ta lara güm gün indiriyordu. Bu canlı cenaze, çevresine yanan bir ehir kokusu saçıyordu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:28) “ ‘Vapurda bizim hanım vefat etti, Akdenizin ortasında. Onunla beraber ben de canlı cenaze oldum. Hanımın cesedini denize attılar, denizcilik kanunu böyleymi . Hanımı denize attıklarında deniz beni de içine çekti. Ben de onun arkasından atlayım dedim kendi kendime. Karımla beraber ulu denizin kuca ında uyuyayım, dedim kendi kendime. Baktım arkamızda çiçe i burnunda iki kız kalacak.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:219) “... Dü künler dü künü bu kadın, zenci bir köle do u tan, imdi pisli in, yoksullu un ortasında tükenen bir canlı cenazeye dönmü ; sevecen bir acımayla üsütüne e iliyorum, sanırım onu bir ermi gibi öpmekte pek güçlük çekmezdim.” (P. Loti, “Do udaki Hayalet”, sa:97) “Kaptan Delano’nun, ev sahibinin ça rısını gönülsüzce, hatta çekinerek, daha do rusunu söylemek gerekirse, nezaketen kabullenmesine neden olmu olabilirdi. Bütün bunların üstüne, canlı cenaze görünümüyle acıklı bir hali olan Don Benito, zamansız bir nezaket gösterisi içinde reveranslar yaparak...” (H. Melville, “Benito Cereno”, sa:35) “B R NEHRE ATILAN CENAZE <1949> Hapisli imin on ikinci yılındayım üç aydan beri de canlı cenaze halindeydim cenaze olan ben serilmi yatıyordu canlı olan ben onu ibretle seyrediyordu ba ka bir ey gelmiyordu elinden” (N.Hikmet Ran<1901-1963>, “Cezaevi iirleri”, Refik Durba , sa:24) CANLICILIK : (FEL.) ( NG: Animism) <animizm> : Zihinsel - fiziksel varolu un kayna ını c i s im ya da b e d e n d e n b a ı m s ı z, ayrı bir güç’te, enerji’de arayan dü ünce sistemi Bk.: AN M SM ( amanlık ile ilgisi) “Bu felsefi görü , canlı-cansız her eyin bir r u h’u, ya da t i n s e l b i r t ö z ‘e sahip oldu unu savunur. 1) Antropoloji : Her eyde ‘ruh’ bulunur; DO A’da da, farklı derecede tin’ler bulunur; 2) Biyoloji & Psikoloji : M a d d e s i z bir ruh; 3) Metafizik : V a r l ı k ki canlıdır; 4) Kozmoloji : Gök cisimlerinde bile r u h vardır; 5) T e l e o l o j ik Canlılık : ‘Bir bütün içindeki parçaların, bütün’ün amacına ula abilmesi için, amacı koyan b ü t ü n tarafından di er parçalara uyduruldu unu’ savunur. (A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:186) ... Canlısı olmak (gezme, insan, para, seks, an öhret) : Sevmek, çok dü kün olmak “‘Sırrını da kendisiyle birlikte mezara götürüdü.’ Dü ümde, ikinci bir yüzü oldu unu gördüm bir gün ama, o da oldukça yaıpranmı tı. nsan canlısıydı.” (P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:75) Can pazarı : Ölüm-ya am sava ı; Hayat; Herkesin kendini kurtarması gereken bir yarı ma vb. “ erapnellerin sırtında ıslık çalan Azrail’le çok kokla tım; öyleyken nasıl yakamı kaptırmadım ona? Nasıl tek sıyrık almadan bu can pazarından geri döndüm dersiniz? Bunun nedenini dü ündünüz mü hiç kabak kafalılar?” (G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:35) Can sa lı ı : Her ey yolunda ba lamında “ ‘Köyde ne var ne yok,’ dedim. ‘Can sa lı ı. Gün günden kötü geliyor. Delikanlı haklı gibi allalem.’ ‘Haklı,’ dedim. ‘Ama insanlar, korkmu köylüler bir ey anlamıyorlar.’ ‘Anlayacaklar,’ dedim.” (Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:318) Can sıkıntısı; Can sıkıntısından patlamak : Çok canı sıkılmak, patlayacak hale gelmek “FERDINANDO - Çünkü Sinyora Giacinta içini çekip durdu. Sinyor Flippo, Montenero’dan Livorno’ya kadar uyudu. Hizmetçi kız sevgilisinin pe inden a lıyordu, ben de can sıkıntısından patladım.” (C. Goldoni, “Yazlık Dönü ü”, sa:28) “DEVLET MEMURU Sıkıcı bir gün: oturuyorsun sen can sıkıntısının gübre yı ını üzerinde, sanki sıradan benzerlerinin baygın güne inde uzanıyor bir kertenkele.” (Odia Ofeimun<d.1950>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.08.09) “Bundan sonraki aylar, eni tesinin evinde kaldıkça can sıkıntısından patlıyordu Lamiel; bu yüzden kırlarda geçiriyordu günlerini.” (Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:43) “Bir per embe günü ya mur ya ıyordu, hava so uktu. Ak amım her dakikasında prens, Bayan Sanseverina’nın kona ına giden arabaların saray alanındaki ta ları yerlerinden sökercesine sarstıklarını i itiyordu. Bir sabırsızlık denemesi yaptı: Ba kaları vur patlasın çal oynasın e leniyorlardı ve kendisi, dünyada herkesten fazla e lenmesi gereken kendisi, mutlak egemen olan kendisi, can sıkıntısından patlıyordu.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:151) “Gene de çocu un ba ka birine çılgınca tutulmu olması genç kızda zerrece kıskançlık ya da can sıkıntısı vermiyordu. Tersine, ho una gidiyordu onun. Bu tutku Dorian Gray’i daha ilginç, incelemeye de er kılıyordu. Lord Henry oldum olası do a bilimlerine kar ı derin bir merak beslemi , gelgelelim bu bilimlerin sıradan konularını önemsiz, entipüften bulmu tu.” (O. Wilde, “Dorian Gray’in Portresi”, sa:69) Can sıkmak : Davranı larıyla ba kalarına sıkıntı vermek, üzmek “Bu i e bir çekidüzen vermek, her eyin adını ö renmek gerekti. O zaman yine sormaya ba lardım; ‘Bu ne? o ne?’. Ama annem, ‘Can sıkmaya ba lama,’ deyip kolumdan çekerdi.” (S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:8) “TEFEC - Ana parayı da bırakacak de ilim, isteyece im onu da; ama önce faizi isterim. Vereceksiniz benim paramı! TRANIO - Sen de can sıktın hani! Bir eycik vermeyece iz sana:elinden geleni ardına koma. Yani bu yeryüzünde borç verecek tefeci bir sen mi kaldın?” (Terentius, “Hortlak”, sa:42) Can uykusu : Canlarının tehlikede oldu unu bilmeden uyunan son uyku, sabah olmadan uyunan son uyku (Can tesliminin genellikle sabaha kar ı oldu u inancına dayanarak) “ÜÇÜNCÜ TÜFEKÇ - Belki de bizim köyün yolunu tutmu lardır imdi. Irma ın alt yanını dolanmaktadırlar. Sabaha kar ı herkes can uykusundayken, bir yılan gibi sokulacaklardır bizim köye.” (M. Mungan, “Mahmud ile Yezida”, sa:66) Can vermek : Ölmek; Sanat yoluyla anıları, geçmi i, olayları yeniden anımsatmak, yaratmak, hayata geçirmek; yi bir yemek, istirahat ve temiz havanın geri getirdi i sa lık ve iyi duygular, olumlu veriler; Dünyaya getirilmek üzere (Tanrı tarafından) can verilmek; Hayat vermek (güne in, suyun a açlara verdi i gibi) “ON DÖRDÜNCÜ R: Kıyamet gününden sonra Cennetteki ruhların durumlarının ne olaca ına dair Süleyman peygamberin yaptı ı açıklamayı dinledikten sonra Beatrice ile Dante Merih Gök’üne çıkarlar. Dante, gökün öteki katlarında oldu u gibi buraya da farkında olmadan yükselmi tir. Sava arak din u runda canlarını vermi olanların ruhları, parıl parıl yanan bir haç yapacak ekilde dizilmi lerdir.” (D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:III, ‘Cennet’, sa:105) “Mehmet yıllar sonra kaybolmu her anı tutup yeniden yaptı, renklere, ekillere büründürdü onları, kayıp zamanların, kayıp insanların tanrısı oldu, yeniden can verdi onlara, renkli ku lar, yalnız kadınlar, hüzünlü erkeklerden olu an mutlu bir hayat yarattı.” (A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:127) “Onun için, ça rılılar, ilgi uyandırmasa bile bir öykü dinleyecekleri için ho nut olarak, birden babacan Alman’a do ru döndüler. Bu tatlı bekleyi te, öyküyü anlatanın sesi, uyu an duygularımıza her zaman çok tatlı gelir. Bizi gev ekli e kavu turur. Tıp meraklısı oldu um için, gülümseyi lerin ne elendirdi i, mum ı ıklarının aydınlattı ı ve çok lezzetli bir yeme in kan, can verdi i yüzleri hayran hayran seyrediyordum.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:57) “LESBOS -----------Çok eyi yadsıyarak can verdi i gün Safo, Uydurma tapınmayı, dini hor görüp bütün, Dinsizli i kibriyle ezen bir serseme o, Canım vücudunu bir yem gibi sundu u gün, Çok eyi yadsıyarak can verdi i gün Safo.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:301) “Herkül kapıları ile Antoniomus’un canverdi i burnu geçiyoruz. Bonne Esperance ile Mormn geçiyoruz eylemlerle bo lamlar birbirlerinin içine geçiyor Pasifik Atlantiki yutuyor ve her yan Okyanus oluyor.” (A. Camus, “Yaz”, sa:85) “Bizi neden ve nasıl büyüledi ini bilen yok; fakat zamanla, üstelik pek yakın bir zamanda ö renece iz bunu. u an gündüz oldu unu nasıl biliyorsam, Durandarte’nin kollarımda can verdi ini, ölümünden sonra yüre ini kendi ellerimle çıkardı ımı ve bu yüre in tam bir kilo oldu unu da öyle biliyorum, yemin edebilirim buna. Do al bilimlerle u ra anlara bakarsak, insanın yüre i ne kadar büyükse, o kadar cesur oluyormu . Fakat bu övalye sahiden öldü ü halde nasıl oluyor ara sıra canlıymı gibi soluk alıp veriyor, ah çekiyor, i te bun u anlamakta zorlanıyorum.” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:548) “‘Sözü nereye getirece imi biliyorum - insano lunun çekti i i kencelerin en kötüsü, çarmıha gerilme. Çarmıha gerilen kadın ya da erke in can vermeden önce korkunç acı veren bu yöntemden Çiçero’nun “i renç bir cezalandırma” diye söz etti ini biliyorum.’ ” (P. Coelho, “Zahir”, sa:54) “WONDERWERK’DEK ATALARIMIZ (Bu ma ara 750 bin yıldır insanlar tarafından ev olarak 100 yıl öncesine kadar devamlı kullanılmaktaydı) Kökleri uzundur onların. Yürürler üzerine yüre imin. Yüklenirler kemiklerime. Kaburgalarımdan geçer ayakları. Can verir dü üncem onlara. Ta ları çi nerler altımdaki, ya murla beslenir kolları, bacakları.” (Michael Cope<d.1952>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.03.06) “Çerviakov’un karnının içindnen sanki bir eyler koptu. Gözleri bir ey görmeksizin, kulakları hiçbir ses i itmeksizin geri geri dı kapıya do ru gitti, soka a çıktı, yürüdü... Kurulmu bir makine gibi evine gelince üniformasını bile çıkarmaksızın kanapenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:23) “KARA ARKI Ölüyor ve pırıl pırıl do uyorum ben Çok karı ık, düzensiz bir ruhum kendimce, gün boyu yaptıklarımı hiç dinlenmeden, amansızca yıkıyorum hemen o gece. ------------------Hiç durmayan akı ı bir ruhsuz zamanın ya anmadık bir ya amın bitti i yerdir ve yuvasız a layı ım engin sahranın üzerinde savrularak can vermektedir.” (Dimço Debelyanov<1887-1916>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 14.06.07) “THE N GHT OF LOVELESS NIGHTS (A ksız Gecelerin Gecesi) -----------------------------------------------Ey a kta yaralanmak isteyen eller Size en kırmızısını verece iz vaftizlerin Öyle ki yanında sönük kalacak yüksek fırınların sava ı Ve solgun sislerin ba rında can veren güne .” (R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:104) “Ah, kör yazgı! Alnımızın kara yazgısı! Biz insanlar yeryüzünde yapayalnızız, i te en büyük felaket burada! Rus bahadırı sava alanında ‘Sa kalan varsa çıksın kar ıma!’ diye ba ırmı bir zamanlar. Bahadır de ilim, ama ben de haykırıyorum, ancak sesimi kimseler i itmiyor. Güne in evrene can verdi ini söylerler. Güne gökyüzüne yükselsin de görsün bakalım, o bir ölü de il mi?” (F. Dostoyevski, “Beyaz Geceler-Uysal Kız”, sa:144) “Ta eskiden, 2482 yılında, ba maz ve gizliden gizliye ırkçı baskılara nasıl kararlılıkla kar ı çıkıp devriye görevini Prens Joseph’in Ülkesinden alıp Eskimp Zıpkıncılara verdi im hatırımda. O mükemmel askerlerin hepsi de görevlerinin ba ında can verdiler.” (U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:76-7) “Sonra, Çelebi ve müridler yemek yediler ve göç edip Tebriz yolunu tuttular. eyh shak’a üç gün sonra bir hal oldu. Zaviyenin damına çıkarak, kendinden geçti, ba ırıp ça ırdı, döndü ve birdenbire damın kenarından a a ı dü üp can verdi.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:257) “EV <Mihail Gunçev’e> Pınarda -susuzluk, küfü altında - saban demiri. Bir ev, mucize sonucu ayakta, arasında dikenlerin, Heykel gibi dikilip susan orada yıllardan beri Bir ev ki, en güzel süsü çocukluk hayallerimin, Bir ceviz a acı, baltanın ba ı ladı ı kurban, Can veriyor ortasında balmumu bir gündüzün...” (Ivan Esenski<d.1949>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası, ”Cevat Çapan”, Cumhuriyet Kitap, 08.12.05) “SEV NS N ------------On parma ında on hüner vardı Biz onun sevgili kulları. Dünyasını abad eyledik Bir can verdi bize bin alır Gideriz gözümüz arkada kalır Sevinsin” (B. Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:324) “BEN SENDEN ÖLÜRDÜM ---------------------------------sen yüzünü yaslardın memelerimin ıstırabına ben söyleyecek ba ka söz bulamadı ımda sen yüzünü yaslardın memelerimin ısıtırabına ve dinlerdin inleyerek akan kanımı gözya larıyla can veren a kımı sen dinlerdin ama görmezdin beni” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:56) “Mutluydu ama can verirken: Ölüm bir kader nasıl olsa, Gam yemem, dedi, hiç gam yemem Sevdi im ezdi beni madem!” (J.W. von Goethe<1749-1832>, “Seçme iirler”, ‘Menek e’, sa:115) “SUNU Kalmak istiyorsan ta sonsuza dek, artsın istiyorsan de erin kat kat, her yüzü, her eyi ke fedip tek tek onları sil ba tan özenle yarat. Onlara can verip zevkle yeniden taneye mekanlar hapseden ba ol,” (Veselin Hançev<1918-1966>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.02.08) “Koca sal, parlak güne li Do u’da dünyaya gelmi ve Batı’nın karanlı ında can vermi bir tanrının tabutu gibi, yaslı bir süzülü le, a ır a ır kıyıya yana ıyordu.” (F. Herczeg, “Paganlar”, sa:304) “ LKBAHAR Can verir orman kenarında. Kısık sesle; nler Hades Kapısı’nda gölgesi çoktan. Marulla örülmü çelenk uçtu ba ından, Dü tü a ı otu ve devedikenine.” (Georg Heym<1887-1912>-Danyal Nacarlı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.07.09) “A K ACISI <Kendimi Ne kadar Tanıyorum, 1957> --------------Birisi –anladım kim- tanımadı ım biri, Yıldızlı dü ler gören, sen de acılı ruhlar gördün seni dü ünen. Ve dü tün apartopar o karanlık kuyuya, sevincin can verdi.” (José Hierro<1922-2002>-Yıldız Ersoy Canpolat; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.03.03) “Bayku un pe inde sürüklendikçe; kırmızı yabangüllerini açmı yıkık mezar ta ları; orada donup kalmı ken ve ölümü bekledikçe, yüre imin ta derinlerinde sevinçlere kavu maktaydım. Çoktan razıydım ölümlere a ık olmaya. Benim için yalnız ölümler a kı olabilirdi: aydınlanı fısıldıyordu. Yüzünün çizgilerini hatırlamadı ım o esrarlı adam u runa can vermeye gönüllüydüm.” (S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:43) “Doktor Salman Saminin soyu Kafkas sürgünlerindendi. Üç ku aktır Kafkasya daha dillerinden dü müyordu. Kafkasyanın suyu, topra ı, karlı da ları üstüne çok eyler biliniyor, evde herkes, imdiye kadar Çerkesce konu uluyordu.. .. Kafkas destanları Anadolunun birçok yerlerine iskan edilmi Çerkes oymaklarında <boy> söyleniyordu…… Kafkas da larının pınarlarından da daha süt ve bal akıyordu. Son solu unda, ‘aaah Da ıstan’ demeden ölen hiçbir Çerkes görmemi ti. Burada, bu kilisede ölen Çerkes delikanlıları, ‘Da ıstan, Da ıstan, aaah Da ıstan, diye can vermi lerdi. Da ıstan o kadar iliklerine i lemi ti ki, son solukta o da, aaah Da ıstan, diye ölecekti. Eskiden, sava tan önce Kafkaslardan, Da ıstandan çok insan gelirdi stanbula, kimi okumaya, kimi i e, kimi akrabalarını görmeye. Ama gelenlerden hiçbiri stanbulda kalmaz geriye dönerlerdi.” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2, Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:492) “A LUTA CONTINUA <Duma Nokwe için requiem> ---------------------------nsanlar vardır, demi ti Ché, Ölümden sonraki dünyalarını bulan halklar arasında, ya am ve zafer, u runa can vererek ya amı ölümden daha güvenilir yapan isimlerin hepsinde” (Keorapetse Kgositsile<d.1938>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.09.07) “DÖRTLÜKLER -------------------Can verdi her u ultu kentin dü ünde, Örttü iri beyaz bir ku gibi sessizlik, Kı ın engin yalnızlıkların ansızın, Aydınlatırken kar dingin geceyi gizlice.” (Jean Pourtal de Ladeveze<d.1898-?>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.10.03) “Meryem’in annesi yoktu. Kadınca ız, onu do urduktan birkaç gün sonra ölmü tü. Gülizar Ebe’nin bütün itirazlarıne ve artık kurtulmaz demesine ra men, günlerce ayaklarından asılma, hocalara okutma, aklı eren ermeyen her ki inin söyledi i kocakarı ilaçları içirme i kencelerinden sonra sakince can vermi , kasabanın dı ında, adam boyu otlardan girilmeyen, yılanlı çıyanlı mezarlı a gömülmü tü.” (Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:12) “Gotthold Amca, altmı ya ındaki Konsül Gotthold Buddenbrook, hüzünlü bir gecede, kızlık soyadı Stüwing olan e inin kolları arasında, kalp krampından çırpına çırpına can verdi.” (Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:243) “O, hayat sularının sultanı olan böyle bir peygamber bulur da... Onun huzurunda, ey hayat suyunun sultanı ‘ol’ emriyle bizi dirilt diye nasıl olur da can vermez? Sakın nefis köpe ini canlı bırakma. Çünkü o, öteden beri senin can dü manındır. Bu köpe in can avlamasına engel olan kemi in canı cehenneme.” (Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:2, sa:50) “Bir daha dönmemek üzere yurdundan ayrılan bir insan gibi, kapıdan, bir kez daha dönüp baktı ve bu dü ünce üzerine yüre ini sıkan büyük acının içinde, yalnızca küçük, pek küçük, miniminicik bir avuntu vardı. Zavallı Nemeçek, Macun Toplayanlar Birli i’nin af dilemek için gönderdi i kurulla görü ememi ti ama, hiç olmazsa, yolunda can verdi i yurdunu elinden aldıklarını görmek yıkımına da u ramamı tı.” (F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:206-7) “Kavafis’e Mektup ey genç ruhlu ihtiyar iskenderiyeli konstantin gitmeleri beklenen yere gitmeyen barbarlar hiç kimsenin ummadı ı kente saraybosna’ya geldiler geçmi e dönüp yüzlerini ölü mitlere can verdiler” (Yosip Osti<d.1945>-Suat Engüllü; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, “10.03.05) “TAR H KÖTÜDÜR -----------------------Çocuklu umun iirleri Hepsinde umarsız bir çı lık Zavallı Traji-komik anlı tarihim: Ne zorbalar geçmi beynimden Ne haksız kıyımlar olmu gövdemde Kimler can vermi hapishanelerde Hangi sınıf egemen?” (Barı Pirhasan<d.1951>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:2, sa:639) “A A CAM Havsalam almıyordu bu hazin hali önce. Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce Dertli bir çocuk gibi imanıma ba landım; Allahımın ismini daha çok candan andım. Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen! Böyle sokaklarda ki, anası can verirken, I ıklı kahvelerde kendi öz evladı var...” (N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:117) “ÖVÜNGEN ME E ----------------------Ürkek ku ların arkılarını, yaz çarçabuk geçip giderken, Ve e er kalsalar can verirler sefilce; Ya da korkusunu anımsayan bir kızın gözya larını.” (John Crowe Ransom<1888-1974>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 06.05.04) “B R SABAN, TEK BA INA ----------------------------------Tarlaların sürülmesini kutladı ımız zaman, Akropolün eteklerinde, topraktaki ilk saban izine e ilen rahip öyle dua ederdi: ‘Sakın geri çevirme ate ve su isteyeni. Sakın yanıltayım deme, senden yolunu soranı. Sakın mezarsız koma, can verip ölmü ki iyi. Ve kesmeye kalkma sabana ko tu un bo ayı.” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yinelemeler”, sa:215) “Geçmi ba ını kaldırdı. Max kısa bir an için can veren Yahudiler ordusunu gördü. Bu hatırayı bir kenara koydu. Zaman de i mi ti artık. Hikayesinin u anında bir kurban de ildi. u anda kendisinin de il, kızın hakkı vardı kaybolanlarla yakınlık iddia etmeye. En azından ben asla a ktan söz etmedim, diyordu.” (S. Rushdie, “Soytarı alimar”, sa:251) “Y T’E Kuzgunlar yüksekten uçar. Ondan da yüksek uçan ahin var. Rüzgar hızlı ve keskin gözlü Kartal ikisini de geçer. Yükseklik kartal için ölen. Yi it, kartal gibi cesur ol, sen! Dosta güven, dü mana saldır Ve korkma sakın can vermekten!” (Salavat<1754-1800>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.06.04) “B R NC PERDE, B R NC SAHNE GLOUCESTER - Yasal bir o lum da var; bundan br ya kadar büyük; ancak yasaldır diye onu daha çok seviyor de ilim. Gerçi bu çapkın dünyaya daha ça rılmadan pek küstahça geldi ama annesi güzeldi, ona can vermek de epey tatlı oldu; ve tabii veledi kabullenmek gerekti.” (W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:11-2) “Zamanla sava ırım senin sevgin u runa, O seni kemirse de ben can veririm sana.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:15, sa:71) “KIZIL ESKADRONLAR (Fr. Süvari bölü ü) -------------------------------Siz mutlaka köhne kö kün yanıp küle döndü ü gün içersinde so uk külün o son ta lar can verirken terk edin üzengileri ve e ilip öpün yeridünyaya adalet saçın, sevgi saçın, hiç bitmeyen. (Hristo Smirmenski<1898-1923>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.05.08) “Ya lı kadın gö üs geçirdikten sonra: -Elbette her eyden önce kendi ruhunun kurtulu unu dü ünmelidir insan, dedi. Gördünüz i te, okuma yazması olmadı ı halde Pareyen Denısıç ne rahat can verdi. (Yakında ölen bir u aktan söz ediyordu.) Allah herkese öyle ölüm nasip eylesin.” (L. Tolstoy, “Anna Carenina”, Cilt:I-II, sa:656) “Birisi üzerine e ilerek: -Bitti! dedi. van lyiç bunu i itti, içinden aynı sözü yineleyip ‘Ölüm bitti, o yok artık,’ dedi. Derin bir soluk aldı. Daha solu un yarısındayken durdu, gerindi ve can verdi.” (L. Tolstoy, “ van lyiç’in Ölümü”, sa:102) “BAHAR ---------Baharım benim, benim beyaz baharım... Ben varsam, tek senin uçu un için varım, meydanlara can verecek olan yeniden, ah, ke ke güne ini yakından görebilsem ve senin barikatlarında ölebilsem ben.” (Nikola Vaptsarov<1909-1942>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.09.09) “Dü tü ü umutsuzluk içinde onu öldürmek isteyen adam, büyük afetin sürüyle kurbanlarından biri olarak, daha önce öldürmek, çalmak gibi bir kötülü ü hiç dü ünmemi olan kurbanlardan biri olarak, kollarının arasında can vermi ti.” (J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:95) “<Fouché> Ömrü boyunca hep gölgede dola ır, ama üç ku a ı da yolda bırakır; Patroklus, Hektor ve A il sava alanında çoktan can vermi lerdir, ama hilesi bol Odisseus hayatta kalmı tır. Yetene i, dehasından üstün geldi ve so ukkanlı davranı ları bütün tutkularından daha uzun ömürlü oldu.” (S. Zweig, “Fouché”, sa:19-20) Can yolda ı : yi günde, kötü günde hayatı biriyle birlikte payla an en yakın arkada , kimse, ya da hayvan “Aesop benim can yolda ım oldu, tekdüze bir gökyüzü altındaki denizde tutundu um çıpa oldu, e er Aesop beni desteklemek üzere orada bulunmasaydı, sonraki on iki ya da on dört ay boyunca çekece im i kencelere katlanmak için gereken yüreklili i asla bulamazdım.” (P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:37) “Bunun üzerine Sancho, ko up dü esin ellerine sarıldı ve öptü, te ekkürler etti ve bu arada biricik boz e e ini de unutmamasını istedi. ‘Ne boz e e i?’ diye sordu dü es. ‘ u benim can yolda ım. Sürekli böyle söz ederim ondan. atoya geldi imizde, u dadıdan hayvana bakmasını rica etmi tim; ihtiyar ya da çirkin demi mi im diye kızdı bana; dadının i i e ek tımarlama olmalı.’ ” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:615-6) “-Benim sevgili can yolda ım, diye yanıtladım onu, beni huzursuz eden ve bana hakim olan iddetli bir tutku içindeyim. Tutkular huzurumun dü manıdır, buna katılıyorum; iyi ama, onlarsız da ne endüstri ne de sanat olurdu u yeryüzünde. Herkes bir gübre yı ını üzerinde çırılçıplak uyuklayıp dururdu.” (A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:29) “Petrus açık a zı, dı arı fırlamı gözleriyle aval aval bakıyordu. Meryem’in o lunu seyrediyordu. Tanıyordu onu. Meryem’in ailesinin Kana’daki evi kendi eviyle kar ı kar ıyaydı, ya lı ana babası Anna ile Yoa im, Petrus’un ana babasının can yolda ıydı.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:54) “GEÇ LMEZ KÖPRÜ Telefon ettim bir inzibat erine, Eski bir can yolda ım. Sekreteri sordu, Neyle ili kili? Benli imi zedeleyen bir eydi, nsanlı ımdan utanıyordum.” (Mzi Mahola<d.1949>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.01.06) “Küçük bir at, evet, küçük bir at. Co kun bir iri hayvana gerek duymuyordu, çünkü kimsenin dikkatini çekmek istedi i yoktu. Dikkati çekmek için de il, bir can yolda ının bulunması içindi at edinmesi. Bir serseri hayatı mı? Ne önemi vardı! Bu ya ta kimseye hesap vermek zorunda de ildi.” (J.M. de Vasconcelos, “Kayı ım Rosinha”, sa:225) “Ama can yolda ındır kendi parlak gözlerin, Kendi ate in besler ruhunun alevini; Kıtlı a çevirirsin bollu unu her yerin, Kendi dü manın gibi, ezersin canevini.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:1, sa:43) “CAN YOLDA I -------------------- N’eyleyim böylesine ıssız yerde? Can yolda ı olmadı mı n’eylersin En güzel tabiat manzarasını? Cennet bile olsa orda ya anmaz.” (C. Sıtkı Tarancı<1910-1956>, “Otuz Be Ya ”, sa:175) Capcanlı : Dipdiri, çok sa lıklı “Kordon Boyunca --------------------capcanlı, soluk alan gövdeler geriniyorlar betaz köpüklü plajın yanında öte yandan yardım ediyor kurtarma ekibi srailli bir kıza Kudüs’te bit otobüste havaya uçurulan ve bir bebe i kurtarmaya çalı an Filistinliler” (Nizar Kabbani<d.1952>-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.09.08) “SONELER I A kım, ba ladın beni iki ı ı ıyla iki güzel gözünün ve bembeyaz kar ve bir güldür capcanlı, kendimi yiyip bitirmemin nedeni ve bir de senin tatlı dilin kadınlara özgü.” (Raffaello Sanzio<1483-1520>-Necdet Ataba ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.07.09) “Yaratık gizleniyordu. Sonra, birdenbire onun bakı larını en yakınlarımızın gözbebeklerinde yakalıyor ve kur unu basıyorduk. Önleyici yasal savunma! Ben bu yaratı ın varlı ını sezdim ve vurdum. Bir adam yere yıkıldı, can çeki en gözlerinde, yaratı ın hala capcanlı durdu unu gördüm. Bir, bir daha bir eder! Ne büyük yanlı lık! A zımdaki bu acı, bu i renç tat nereden, kimden geliyor? nsandan mı? Yaratıktan mı? Yoksa kendinden mi? Yüzyılın tadı bu.” (J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:365) Cappuccino : Ita.:’Kapuçino’ okunur; St. <Aziz> Francesco tarikatının ba ımsız bir koluna, üye ke i lere verilen isim <Ço ul: Cappuccini (Kapuçini)> “Ayini yöneten papaz, Aziz Francesco tarikatından bir cappuccino, ölüye övgüler düzmeye ba ladı ında, büyük kralın çok soylu bir aileden geln sadık hizmetkarından, incelikli görevlerde ya amını feda etmi bir güvenirlik timsalinden dem vurup, örtülü sözlerle, inançsız bir ülkede soylu görevler üstlenenlerin ba ba a kaldı ı tehlikelerden söz etti inde, hiçku kum kalmadı. Fransa’yla Bab’ı-Ali <Osmanlı daresi. Kayıtlara göre, ölen elçi Mösyö de la Haye, Sultanın buyru uyla be ay Yedikule Zindanı’nda hapis yatmı ve orada ‘ta ’ hastalı ına (?) tutulmu tu; hapisten öyle zayıflamı çıkmı ki, birkaç kez ölüm haberi dola mı tı ortalıkta.> arasındaki ili kiler hiç bu denli kötü olmamı tı; öyle ki, yeni elçi dört yıldır atanmı olmasına kar ın babasının maruz kaldı ı a a ıılamalarla kar ıla ma korkusuyla görevinin ba ına geçememi ti.” (A. Maalouf, “Yüzüncü Ad” <Baldassare’nin Yolculu u>, sa:95-6) Cappuccio : (ITA.): ‘Kapuçyo’ okunur; Dante Alighieri’nin ünlü portresindeki kırmızı, dar, kulaklıklı ba lık “Langdon, “Dante Alighieri,’ diye ba ladı. “Floransalı olan yazar ve filozof, 1265 ile 1321 yılları arasında ya amı tır. Bu portrede, tüm tasvirlerde oldu u gibi, ba ında kırmızı bir cappuccio, yani dar, kulaklıklı, kıvrımlı bir ba lık var. Koyu kırmızı Lucca cüppesiyle Dante’nin en çok taklit edilen resmidir.” (D. Brown, “Cehennem”, sa:106-7) Capucin : (FR. MYTH.) : ‘Kapüsen’=Fransiskan rahibi; kadınların giydi i kukulatalı pelerin. Capucin monkey : ‘Yenidünyagillerden’ Amerika’ya özgü sarılgan kuyruklu küçük maymun. Alın çevresindeki kıllar papaz ba lı ına benzedi i için bu isim verilmi tir. “......... Hırsızı imdiden fener dire ine asmaktan söz etmeye ba lamı lardı. Her kafadan bir ses çıkıyor, hırsızın kim olabilece i ara tırılıyordu. riyarı örgücü kadın, kılık kıyafetiyle eski bir papazı andıran ya lı bir adamı parma ıyla göstererek, keseyi bu Capucin’in çaldı ına yemin ediyordu. Halk hemen buna inanıp ‘Asalım, asalım...’ diye ba ırmaya ba ladı.” (A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:78) Caput Mundi : (LAT.: ) <Kaput Mundi> ‘Dünyanın Ba ı’ (Papa’ya kinaye!) “Din adamları, laik yargının dı ında kaldıklarından, gözü dönmü haydut çetelerine ba kanlık ediyor, elde kılıç, soyuyor, günah i liyor, haksız kazanca dayalı ticaret örgütlüyorlardı. Caput Mundi’nin, bir kez daha ve haklı olarak, Kutsal Roma mparatorlu u’nun tacını giymek ve bir zamanlar kayzerlere ait olan dünyasal imparatorlu un saygınlı ını yeniden sa lamak iseen adamın amacı olması nasıl önlenebilirdi?” (U. Eco, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:24) Cara sposa : ( TA.,SOSY.,KOLL.) <Kara spo’za> : Sevgili karı(m) = Dear wife ( NG.) Car car (konu mak) : Sürekli, aynı nakaratları tekrarlayarak, can sıkıcı ekilde (konu mak) “Biz ordugahın bulundu u tepeye tırmanırken arkamızdan yeti ti, ‘Macar karıları ate li olur diye bilirdim,’ dedi, ‘ne gezer! Avrat so uk nevanın teki, karde im; so uk neva ne kelime buzda ından farksız! Bir de geveze ki, sorma! Düzü ürken car car konu uyor habire!’ ” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:362) Car(ıl) cur(ul) etmek : nsanların bir araya gelip, geli igüzel, sıradan, havadan sudan eylerden konuı maları “GÜVERC NL GÜVERC NL ------------------------------------okul kırmı çocuklardan bir fazla uçarı Adem’le Havva’dan bir fazla çıplak gerçi esmeriz ya, Marilyn Monroe’dan bir fazla sarı ın bir fazla stanbul efendisi ya lanmı çınarlardan stanbul dedim de aklıma orda oldu un geldi karı muhabbetlerinde mi her allahın günü carıl curul mu yine tatlı kaçık stanbul ne halt edersen et en çok sedef bakı ını arıyorum senden ayrıyken” (Akgün Akova<d.1962>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Beharamo lu”, Cilt:2, sa:623) Cariye : (ARAP MYTH) : Eski devirlerde, yabancı ülkelerden kaçırılıp <ya da hediye edilip> özgürlükten yoksun edilen, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin isteklerine ba lı bulunan genç kadın “Vaktiyle hükümdarın birine Çinli bir cariye getirmi lerdi. Hükümdar, bir sarho luk anında kıza yakla mak istemi , o da razı olmamaı tı. Öfkelenen hükümdar kızı zenci bir kölesine verdi. Azman zencinin üst duda ı, alt duda ı yakasına dü mü tü. Öyle bir görüntüsü vardı ki, Cin Kayası bile ürkerdi ondan.” (Sa’di, “Gülistan”, sa:84) Carlamak : Ba ırarak konu mak, ikayet etmek “‘... Aslında o yumrukları yer yemez carlaması gerekirken, çekinmi çocukca ız, airin dedi i gibi <mahçup bir menek e> olmayı seçmi . Kendisi Te men Dub’un emireri olur.’ Sonra, Kunert’i öne itip, ‘Ispazmoza tutulmu gibi titremesene ulan!’ dedi. Yüzba ı Sagner, Kunert’ten olup biteni anlatmasını istedi.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:147) Caro sposo : ( TA.,SOSY.,KOLL.) <Kara spo’zo> : Sevgili koca(m) = Dear husband ( NG.) carpa diem, quam minimum credula postero : (LAT.) <kar’pa di’em,ku’am mini’mum kre’dula pos’tero> : Gününden yararlan ve ya a ve yarına güven yatırma! (HORACE in Odes) = Take advantage of to day and place no trust in tomorrow ( NG.) Cart : Abartılı, gösteri li, parlak renkli “Kadınlarınsa bugün hepsi cart renkli elbiseler giymi e benziyordu, alev alev geçiyorlardı önünden, bakı ı kendilerine katılmaya zorluyorlar, ama üstlerinde kalmasına izin de vermiyorlardı. Hiçbir eyin dı çizgileri açık-seçik belli de ildi artık. Bakı ı hiçbir eye ba lamak mümkün de ildi. Her ey bir pelte gibi titre iyordu.” (Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:43) Cart; Cartlamak : Gas, osuruk; Gas geçmek, yellenmek, osurmak “Jésus-Christ ni an almı tı, Lakin, yalnız baca ını kaldırmakla yetindi, cart! diye bir tane savurdu; öyle cartlamı tı ki, Vimeux, patlama sesiyle deh et içinde kalıp tekrar yere serildi. Bu sefer, siyah apkası, çakıl ta ları arasına yuvarlanmı tı. Pe inden ko tu, aldı, daha hızla tabanları kaldırdı.” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:II, sa:84) Cart curt etmek, cart-curtlu, cart curt ötmek : Uluorta fikir beyan etmek, yüksekten atmak “KAPLUMBA A - ... Uçacak ne var sanki? Ku lar yerde yürümeli. te tıpkı benim gibi Tilkiler ot yemeli. Saksa an istedi i zaman Öyle cart curt ötmemeli .” (A. Çınaro lu, “Bo Kaplumba a”, sa:6) “Ho , bu olay gençli imde olmu bir ey. Ama sevgili okuyucularım, asıl hıncımın nereden geldi ini biliyor musunuz? Durumumun püf noktası, bütün rezilli i burada ya... Benim asıl kızdı ım ey, en sinirli anlarımda bile içimde bir öfke ya da hıncın bulunmaması, bütün cartcurtları yalnızca gönlümü ho tutmak için yapmamdı.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:14) “Sömürgeciler iki taraf oldular, özgürlük, adalet, hukukla gugug -ve hiç kimsenin yutmadı ı- barı ı korumak gibi, çok yüksek ötü lü cart curt’larla biribirinin sömürgelerini yutmak için, sava a Jaures’i öldürerek giri tiler. Tıpkı ilkellik ça ında bir a iretin malına, canına, kom u a iretin saldırması gibiydi bu.” (Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu’nun Sesi”, sa:12) “Memi de, ‘Geçen gün Yamuk’ların Dursun A a, elifi alvarla geldiydi ya’ dedi. Öteki, ‘Satrançlı biti kara olacak. Senin aklın ermez, göbe i iri, ensesi kalın, cebi dolu, lafı cart-curtlu mutayit, müfetti olacak. Sen da ba ında sı ır güderken adam mı gördün sanki?” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:55) Carte blanche : (FR.,KOLL.) <Kart blan > : ‘Beyaz çek’ : Ki inin ba ka birine a ırı emniyetine dayanarak, bir imzayla açık bir çek ya da bo ka ıt vermesi <Söz le de olur!> = A blank page with one’s signature affixed, permitting the holder to write whatever he vishes; an unconditional surrender of one’ rights; a blanket authorization ( NG.) Cart kaba ka ıt : O kadar yüksekten atma, kabadayılı ı bırak, bir az a a ıdan al; “At martini Debreli Hasan, da lar inlesin!”-Bir Rumeli meseli- “Ba ını hafifçe geri atıp, mintanını pantolonunun içiine tıkmaya ba ladı. Bir yandan da söyleniyordu: ‘Bir de hepsini kesecekler... Ulan ben kestirir miyim. Canlarına okurum valla.’ Sonra gitti, yata ın kenarına oturdu. Kargaburun yumurtladı: ‘Cart kaba ka ıt!’ Bizimki herhalde duymadı, yahut duymazlıktan geldi.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:30) Cascavlak : Çırıl çıplak, hiç bir eysiz, adeta tüyleri yolunmu (ortada bırakmak, ortada kalmak) Bk.: Cavlak “-Saçlarınızı cascavlak kesece im, ne dersiniz? -En güzelini yapmı olursun. Tatarlara benzet beni, bomba gibi bir ey olayım. Sonunda daha gür çıkacak nasıl olsa.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:17) “Muz, kayısı, eftali, mandalina a açları, a aç dedi imiz eyin ya amı olan yapra ın güzelli i ve ne esinden yoksundular ve ne a acı oldukları ancak cascavlak olmu dallarının duru undan belli oluyordu.” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:73) “Turgut Reis, kendisine denizde yolda lık etmi on dört korsanın adlarını iyice bellemi bulunuyordu. Herhalde uçkur içinde yapyalnız ve cascavlak Turgut Reis’in sökmeyece ini anlamı olacak ki, Turgut Reis’likten ba ka bir de dört reis oldu. Kala kala on reis kalıyordu.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:102) “Derken ate edildi, içimizde vurula vurula bir ben vuruldum: iki kur un yemi tim. Biri yana ımdan: Bunun açtı ı yara hafifti, ama geride kocaman ve cascavlak kırmızı bir iz bıraktı, düpedüz bir maymunun uydurdu u hiç de yakı ık almayan o i renç ROTPETER <Kırmızı Peter> adını kazandırdı bana; sanki bu yakında kuyru unu titreten, daha önce sa da solda kendine bir az ün sa lamı talimli maymun Peter’den beni yalnızca yana ımdaki leke ayırıyormu gibi.” (F. Kafka, “Akademi çin Bir Rapor”, sa:107) “I. H ZMETÇ - Öyle ya! te Liese de burada, ona da sorun. Öteki perukanız da perukacıda. ADAM - Demek sen? I. H ZMETÇ - Öyle ya Bay Yargıç! Geldi iniz zaman kafanız cascavlaktı. Hatırlamıyor musunuz? Kafanızın kanlarını da ben yıkamı tım?’ ” (H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:12) “Kar durmadan ya ıyordu ve artık karın çatıdan dü erken çıkarttı ı kayma sesiyle aplamayı duyuyordu. Duman binlerce bacadan yükselmekteydi. Her ey öylesine net ve ayrıntılıydı ki, karları gagalayarak solucan arayan bir kargayı bile seçebiliırdu. Derken, zamanla mor gölgeler koyu altı, arabaların, çayırların ve malikanenin kendisinin üstüne kapladı. Her ey yutulup yok oldu. Artık ye illikli oyuktan hiçbir ey kalmamı tı geriye ve ye il çayırların yerinde sanki binlerce akbaba tarafından didiklenip cascavlak kalmı akev alev yanan yamaç vardı. Orlando göz ya larına bo uldu ve solu u Çingenelerin kampında alıp onlara hemen ertesi gün ngiltere’ye yelken açması gerekti ini bildirdi.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:104) Cassandra : Eski Grek Mitolojisi’nin kadın kahramanlarından. Truva kralı Priamos’un kızı. Grek ve Eski Roma Tanrılarının en kudretli ve ünlülerinden biri olan APOLLO <Tanrıların Tanrısı Zeus’un Leto’dan olan o lu, avcılık tanrısı Artemis’in ikiz karde i ki gerek tanrılar ve gerek insanlar için “ideal”i temsil eder: Müzik, iir onsuz olmaz ve kahinli i, ileriyi görücülü ü ile ba ı çeker > ona a ık olur; Cassandra naz edince, ona, e er birlikte olurlarsa, “ileriyi görücülük, bilicilik” yetisini arma an edece ini söyler. Cassandra önce o yetinin verilmesinde ısrar eder, birliktelik ondan sonra gelecektir; Apollo(n) ona inanır ve istedi ini yapar ama Cassandra kendini vermeye yana maz. Ünlü tanrı öfkelenir, verdi i yetiyi geri çeker. Ondan öyle, Cassandra’nın söylediklerine kimse inanmaz. Literatür’de de, önce inanılmaz gibi görünen ama sonra gerçekle ip insanları a ırtan olumsuz olaylara “Cassandra Sendrom’u” denir. 1990’larda, Yugoslavya’da olu agelen ve Nazi’lere kar ı bir iç direnci sahneleyen “Cassandra Crossing” isimli ahane bir film yapılmı tı. “VE BEN TERK ETMEN GEREK RSE Ve beni terk etmen gerekirse Söylerim Cassandra’nın Gölgesinin Gözlerimden geçti ini Söylerim Kuyruk acısı içindeki yıldızların Sadece gökyüzünü yaktı ını Uzatmak için azabımı.” (Ben Okri <d.1959>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.02.10) Cassis tutissima virtus : (LAT.,DAVR.) <Ka’sis tu’tissima vir’tus> : Cesaret, en korumalı mi ferdir = Courage is the safest helmet ( NG.) Castor ve Pollux tapına ı : (D N,MYTH.,YUN.) Zeus ile Léda’nın ikiz o ulları: bu mitolojik kahramanlar adına, Girgenti-Sicilya’da in a edilmi tapınak. Zamanla bu ikili gökyüzüne gönderildiler ve k i z l e r B u rc u’nu olu turdular. “Ekselans, harabeleri ziyaret etmek için rehberlik edece im. Size Castor ve Pollux tapına ını, Olimpos’lu Jupiter tapına ını, Junon Lucinienne tapına ını, antik kuyuyu, Théron’un mezarını ve Altın Kapıyı gösterece im.” (A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu’, sa:46) Casus conscientiae : (LAT.,PSYCH.) <Ka’sus kon’sien’tiay> : Bilinçli bir olay = A case of conscience ( NG.) Casus fortuitus : (LAT.,KOLL.) <Ka’sus for’tui’tus> : Bir ans meselesi = A matter of chance ( NG.) catharsis : (PSYCH.,) <katarsis> : çe bastırılmı bir duygunun dı arı bo altılması ya da psikopatolojiye neden olmu faktörün düzeltilebilmesi için yapılan psikoterapi “Catharsis : Psikanaliz’de, cathect, ‘ruhsal enerji ile enfiltre etmek, doldurmak’ anlamına gelir. Catharsis, ilk kez FREUD tarafından, ‘serbest ça rı ım’ (free-association) yöntemini kullanırken, hastanın bilinçötesinden bilincine getirdi i ve yeniden ya adı ı bastırılmı fikir veya ya antılara verdi i isimdi. Abreaction ile sinonim’dir. Catharsis activity ise, grup psikoterapilerinde, özellikle psiko-drama’da, hastaların bilinçötesi duygularının bilinç alanına konu madan ziyade eylem yoluyla aktarımları demektir. Cavalier (cavaliere) servante : ( TA.,SOSY.) <Kava’liye -erkek- (kava’liyer - di i ser’vante> : Hizmet veren bir bay ya da bayan; evli bir hanım’ın sevgilisi; bir hanıma refakat eden kimse (eskort) = A serving cavalier; a aarried woman’a lover; a lady’s escort ( NG.) Cave canem : (LAT.,KOLL.) <Kave kanem> : Dikkat köpek var burada! = Beware of the dog ( NG.) Cave quit dicis, quando et cui : (LAT.,SOSY.) <Kave kuit di’kit, ku’andı et kui> : Ne söyledi inizden, ne zaman ve kime, (lütfen) sorumlu davranın! = Take care what you say, when, and to whom ( NG.) Cavır : Gavur (Müslümanların dı ındaki tüm Hıristiyanlar) “Laf olsun diye bekçiye sordu: ‘Bu sakal i ine bir çare bulamadı gitti cavırlar, he mi Mustafa?’ Bekçi: ‘Damdan dü er gibi!’ diye dü ündü. Sonra, ‘Alaman’ın kıralı bulmu ’ dedi.” (F. Bayburt, “Yılanların Öcü”, sa:143) Cavla ı çekmek : Ölmek, gebermek (Argo) “Yeniden sıraya geçen vayk, yanındaki esire dönüp, ‘Bu arkada tabii ki görevini yapıyor,’ dedi. ‘ama hayatını tehlikeye attı ının farkında de il çocukca ız. Dü ünsene karde lik, ya tüfek dolu olsa, ya emniyeti de kapalı olmasa ne olurdu? Birinin omzuna dipçikle vurmaya kalktı ın zaman namlu sana dönüktür; silah kazara ate alsa kur un a zından girip ensenden çıkar, sen de görev ba ında cavla ı çekersin.’ ” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:II, sa:203-4) “Eh, ne olur, ne olmaz, bu kadar zaman var, zatınızla ahbaplı ımız; belki sizin bilmeyerek kırmı ımdır hatırcı ınızı, belki sizin bilmeyerek incitmi imdir yüreci inizi... Saklasın mevlam, cümbür cemaat hepimizi ama, ne olur, ya ne olmaz, yarın sabah ben çekersem cavla ı bu deli dünyadan, artık eksik hakkınızı helal edersiniz gayri!..” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:197) “ADAM - Raporda imdi, gotik harflerle ‘Ruprecht Tümpel!’ <Alm.:su birikintisi> yazılı! te burada, cebimde hazır duruyor. Namusum hakkı için seneye bugün gel al! Ruprecht Batavya’da cavla ı çekti dedikleri zaman, kendine yas yele i, yaz önlü ü biçmek için patron yaparsın!” (H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:28) Cavlak : Kafası dazlak, çıplak, çırılçıplak “Cavlak ve iri kafalı, kır sakallı bir adamdı. Tahta baca ına ra menn güçlü bir görünümü vardı, ancak yüzüne bakıldı ı zaman altmı ya ından fazla oldu u anla ılıyordu. Basamakları tak tak çıktı. Genizden gelen bir sesle konu madan önce Scarlett onun da lardan geldi ini anladı.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:959) Cayır cayır kavrulmak, yakmak, yanıp gitmek, yanmak : Ate ler içinde yatmak (vücut); dev alevlerle güldür güldür yanmak “Kandili eline aldı, iyice tuttu. Bir kö edebir yı ın ot kurusu: abla, yavraz, kadın dü mesi, ince çayır... ‘Bir ate vereceksin, yanıp çıkıp gidecek cayır cayır... Yanıp çıkıp gidecek dürzünün evi...’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:215) “Ben bunu bir kez, a ustos ayında yaban örde i palazı avına geldi im zaman görmü tüm. Sıcaktan cayır cayır yanan bu yörenin o üzünçlü ve yabanıl görünümünü unutamam.” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:96-7) “Dosdo ru Zverkov’a yöneldim. Kendimi öyle yorgun, öyle bitkin hissediyordum ki, bu durumdan kurtulmak için ölümü bile göze alabilirdim. Ate ten cayır cayır yanıyordum; terden sırılsıklam saçlarım kuruyunca alnıma, akaklarıma yapı mı tı.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:109) “Çocuklar büyük bir beceriyle bizi Almanların mayın tarlasından geçirdiler, sıcaktan cayır cayır yanan bir plajda yüzmeye götürdüler, deniz kur un rengindeydi ve iyotluydu. Daha sonra hepimiz birlikte neredeyse hiç konu madan tepeyi tırmandık, bir bademlikteki kocaman bir zeytin a acının altına uzandık, çocuklar eski putatapar rahipler gibi çevremizde bir daire olu turarak oturdular ve arkı söylediler.” (L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:95-6) “MEYDANCI, Plutus’un elinde tuttu u deyne i yakalıyarak. -... Lakin imdi de büyük bir talihsizlik oluyor: Sakal, alev olarak geriye do ru fırlıyor, hem tacını hem de gö sünü tutu turuyor, ve bu nedenle, ne esi acıya dönü üyor. Onu söndürmek için herkes ko up geliyor, fakat hiç kimse alevlerden yakasını kurtaramıyor. Onlar çırpınıp tepindikçe de, alevler büsbütün etrafı sarıyor. Tüm maskeliler alayı, cehennem ögeleriyle sarma dola olmu , cayır cayır yanıyor.” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:51) “Çenemi tuttu, hala gözlerime bakmakta devam ediyordu: -Ah, zavallı küçük, sen onun için yıllardan beri çıra gibi cayır cayır yanıyorsun. O hayvcan, seninle beraber kendi kendine de yazık etmi . Bu a kı, o, ba kasında zor bulur.” (R.N. Güntekin, “Çalıku u, “sa:347-8) “Yoldaki ta lar, kızgın kömür korlarıymı gibi, ço u yalınayak yürürken mızıkacıların tabanlarını cayır cayır yakıyorlardı.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:69) “Adamdan ayrıldıktan sonra bir saat sonraydı. Güne batıya yıkılmı tı ya, gene ortalı ı cayır cayır kavuruyordu. Yolun kıyısında yaprakları tozdan apak olmu tek bir ya lı dut vardı.” (Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:27) “WALTER - Allah esirgesin! Sizinki tıpkı Sodom ve Gomorra gibi cayır cayır yanmı tı! LICHT - Daha do rusu - Ha a huzurunuzdan efendimiz! - içine kedi yavrulamı tı!” (H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:86) “O... Markizi ve çocukları ne yaptıklarını bilmeden sa a sola ko turmaya ba ladılar. Ate ve kur un ya muru arasında kalmı lardı. Çaresizlik içinde cayır cayır yanan eve kaçtılar tekrar.” (H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-O... Markizi”, sa:18) “ stanbul’un büyük yangınları umumiyetle Haliç boyunda, ayak takımının oturdu u semtlerden çıkmı tır. Bir kalafat <gemi dö emesi ziftleme ve tamiri i leri> yerinde tutu an fundalar, bir bekar odasında devrilen bir amdan, tütün tiryakisi bir bekar u a ının yatak içinde çubuk içmesi ve çubu unu söndürmeden uyuması, koca ehrin cayır cayır yanması, stanbul’un üçte birinin, yarısının, hatta dörtte üçünün mahvolması için kafi gelmi tir.......Hicri 1262, Miladi 1846’da Zabtiye Müdürlü ü <Emniyet Umum Müdürlü ü>, H. 1285 ve M. 1868’de, ehiremaneti- Belediye daresi Te kilatı kuruldu ve stanbul ehri bir takım Belediye dairelerine ayrıldı. Her belediye dairesi kendi idari hudutları içindeki i ler arasında, büyük kısmı ah ap stanbul için her an afet olabilecek yangınlara kar ı tulumbacı takımları kurmayı da vazife bildi. Belediye daireleri merkezlerinde te kil edilen tulumbacı takımlarının efradı da o semtin hammal, ırgad, kayıkçı, mavnacı, arabacı gibi ayak takımının arasından seçildi.” (R.E. Koçu; “ stanbul Tulumbacıları”, sa:14;64-5) “Gerisini biliyorum, ko u tan çıkarken gördüm onu, pijamasını bir kolundan tutmu yerde sürüklüyordu, di fırçasını da a ızlık gibi di lerinin arasına sıkı tırmı tı. Onu görünce a ırdım, yıkanmaya gidiyor sandım, oysa Jaguar, Vallano gibi de ildir, Vallano her hafta yıkanır, hatta üçüncü sınıftayken ona ‘Balıkadam’ derdik. Dilin sıcak, Ta aksız, cayır cayır ve uzun.” (M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:319) “Orada (Ciénaga, Maksika) ülkenin aslında en güzel eyi olan trene binilirdi, hani u bildi imiz trene; uçsuz bucaksız muz plantasyonları katedilir, kızgın güne altında cayır cayır yanan da ınık, tozlu kasaba ve köylerin ıssız ve yapayalnız istasyonlarında dura dura ilerlenirdi.” (G.G. Marquez, “Anlatmak çin Ya amak”, sa:12) “Ona inanmak için do aüstü bir çaba harcadım, ama a k mantı a galip gelmi ti. ‘Orospular!’ dedim, içimi cayır cayır yakan bir ate le kahrolarak. ‘Siz busunuz i te!’ diye ba ırdım: ‘Orospu bokları! Artık ne senin hakkında bir ey duymak istiyorum, ne de dünyadaki ba ka bir karı hakkında, hele onunla ilgili hiçbir ey.’ ” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:92) “Terasa çıktı ımız zaman ay, da ların ardından yükseliyordu. Nefes kadar hafif ve ılık rüzgar, sahra kokuları getiriyor, bütün bir gün sıcaktan cayır cayır yanmı bu esrarengiz beldenin tatlı serinli ini ortaya yayıyordu.” (G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:110) “HANNAH - Hemen hazırlanalım ki yarın gün do arken kalkıp kasaba alanında ansımı deneyebileyim. SHANNON - Yarın sıcaktan cayır cayır yanan o alanda ne bir suluboya ne de bir taslak satabilirsin Bayan Jelkes, hayatım, gerçekçi ol biraz.” (T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:122) “Neredeyse kör oldu unu sandı Flush, önce güne en, sonra gölgeden. Soka ın bir yarısı cayır cayır yanıyordu; öteki yarısı acı so uktu. Kadınlar kürklere bürünmü geçiyorlardı, oysa bir yandan da güne geçmesin diye ba larına emsiye tutuyorlardı. Sonra, sokak sıyrılmı kemik gibi kupkuruydu.” (V. Woolf, “Flush”, sa:91) “Buteau, Lise’i hala kolları arasında tutuyordu. imdi, damarlarındaki kan bir arzu ile tutu uyormu gibi, ikisi de cayır cayır yanıyordu. Buteau, Lise’i birdenbire bıraktı, yalınayak, o da dö eme ta ları üstüne atıldı. -Ben de gidip bakayım, dedi.” (E. Zola, “Toprak, Cilt:II, sa:368) “Dü ünün bir... küçücük bir oda, yakıp kavuran ö le sıca ında cayır cayır yanıyor.. Küçük bir oda, bir masa ile bir sandalye ve karyola sadece.”..... “Sıcak günden güne artıyor, fakat ya mur bir türlü gelece e benzemiyordu. Güne ilk saatlerinden ak ama kadar cayır cayır yakıyordu..” (S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:51;74) Caymak : Vazgeçmek, fikir de i tirmek “Çevremdeki insanlar ba ka eyden söz edemez oldular. Yakla an yıl, ön belirtiler, kehanetler... Gelsin! diyorum kimi zaman kendi kendime; bo altsın artık mucize ve felaketlerle dolu heybesini! Sonra cayıyorum bu dü ünceden; tüm o güzel yıllara geri gidiyorum belle imde, her günü ak amın zevklerini beklemekle geçirdi imiz o sıradan, iyi yıllara. Ve a ız dolusu lanet okuyorum kıyamete tapanlara.” (A. Maalouf, “Yüzüncü Ad” -Baldassare’nin Yolculu u-, sa:11) “Sen tutum de i tir de cayayım dü üncemden, Yumu ak bir sevgi koy nefret yerine bir yol; Göründü ün gibi ol: cömert, sıcak sevecen; Hiç de ilse kendine yumu ak yürekli ol.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:10, sa:61) Cebe atmak : A ırmak, çalmak; Ba kasının hakkını yemek; Aldıktan sonra geri vermemek Bk.: Cebe indirmek, Çalmak “-Peki, ne yaptınız parayı? -Olmu -bitmi bir i ... gizleyecek de ilim... cebe attım. Niye bana öyle baktınız? Bekleyin, hepsi bu kadar de il. Bakın, daha neler oldu...” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:142 “Benim onunla ilgilenmeme de bu alı ılmamı araçları görmem sebep oldu. Onun bu hali, önünden gelip geçen yı ınların ne esini kamçılıyordu; ona gülüyorlardı; di erleri bakır paraları cebe atarken ihtiyarın apkası hep bo kalıyordu.” (F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:21) “Ku un avlanmasını i renç bulmu lar, öte yandan sikkeleri cebe atmanın hiç de fena olmayaca ını dü ünmü lerdi. Ama bu dü üncenin karma ıklı ını do ru dürüst açıklamak pek öyle herkesin becerebilece i bir i de ildi.” (H. Hesse, “Masallar”, sa:248) “Dola ırken masanın üzerinde bir yirmibe lik görmü tüm. Çil, yusyuvarlak, yumu acık bir yirmibe lik; kötü bir ey yaptı ımı bile bile cebime atmı tım onu. O gece eve döner dönmez de yaptı ım i i söyleyince babam küplere binmi ti, çabuk, imdiden tezi yok götürüp geri vereceksin, demi ti de anam engel olmu tu...” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:92) “Daha sonra da siyasi de i iklikler ve dünyanın yozla ması sonucu yönetimdeki hiç kimse artık sanatı ve edebiyatı dü ünmez olmu tu. Do ru dürüst bir çözüm yolu arayıp durmaktan yorgun dü erek, Delgadina’nın bana vermi oldu u mücevherleri cebime attım, halk pazarına çıkan kasvetli bir ara sokakta onları rehin vermeye gittim.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:99) “Joaquim Sassa ak am yeme inin parasını ödedi, içeridekilerle veda etti, kıza kendisine verdi i bilginin kar ılı ı olarak yüklüce bir bah i bıraktı, han sahibi onu cebine atabilirdi, açgözlülükten çok küskünlük yüzünden, insanların eliaçıklı ı ne kadar iyi olduklarıyla do ru orantılıdır...” (J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:60) “(Kafka’nın ‘Dava’sından.) Ya amda ayakta kalamıyorsun, ama ya amda kendine rahat, kaygılardan uzak, kendini suçlamayaca ın bir ey edinmek için, benim sendeki ayakta kalma yetene in çalıp bunu kendi cebime attı ımı kanıtlıyorsun.” (A. Storr, “Yaratama Dürtüsü”, sa:75) “Özellikle de Valerie ve Theophile’in dükkana yerle melerinden ho nut de ildi. Bu ikisinin kasadan cebe attıklarından ku kulanıyordu. Valerie, Berthe gibi çalı kan de ildi, kasanın arkasında tahta çıkmı gibi oturuyordu.” (E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:119) Cebe dalmak : Yankesicilik yapmak “Sözlerini, amcak en yakınında olanlar anladılar. Ama söylediklerine kimse anlayı göstermedi. Ö retici yumruklarla, inandırıcı tekmelere hedef oldu. Bir ey yaptı ı söyleniyordu; ama bu yaptı ının ne oldu unu bilebilmeyi çok isterdi. Yakalanmı mıydı acaba? Serbest eline baktı. Hayır; henüz hiçbir cebe dalmamı tı bu el. Mendiller, taraklar, aynalar gibi, her zaman çalabilecek ufak tefek bulurdu.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:369) Cebe indirmek : A ırmak, kendine haksızca pay ayırmak, çalmak; Hiç utanmadan ya da itiraz etmeden verilen paray kabullenmek Bk.: Cebine akmak; Cepleri doldurmak “Haberin yok, anlatmadım sana - bir hikaye bu. Kafir! Üç hafta önce bana bana takılmaya ba ladı: ‘Sen diyor üç bin yüzünden ahmakça enselendin. Ben de dul bir hatunla evlenip yüz elli bini cebe indireyim. Petersburg’da kagir bir ev alırım.’ ” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:139) “Çiftlikte yeni bir ey ö renilmi ti: Kudret bey demek, geceleri evinde geçirmek için Müdür’e elli bin vermi ti? Peki Müdür bu parayı yalnız mı cebe indirmi ti?” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:112) “Denizde açlık ve susuzlu a dayanarak on gün ya amanın karlı bir i olaca ını hiç dü ünmemi tim. Ama imdiye kadar on bin pesoyu cebe indirdi ime bakılırsa karlı bir i mi me er.” (G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizici”, sa:116) “Ne yazık ki, o sırada bilmedi im ve aradan iki yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra ö rendi im bir ey vardı: oförün mü terilerinden biri de M. de Charlus’tü ve oföre parasını ödemekle yükümlü olup ( oförle anla arak kilometre sayısını üçle, be le çarpmak suretiyle) paranın bir bölümünü cebine indiren Morel, (ba kalarının yanında tanımıyormu gibi yapsa da), kendisiyle sıkı bir dostluk kurmu tu ve uzak yerlere gidip gelmek için onun arabasını kullanıyordu.” (M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:418) “HIRSIZ - Ben haddimi bilirim Kaptan..... Dalıyorum eve, birkaç ka ık, bir iki parça elmas, Allah ne verdiyse, indiriyorum cebime. Sonra biraz amata ediyorum. Enselendim mi tamam.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:94) “Genç kadın sararıp bir çı lık attı: -Tanrım! Kocam bunu gördü mü? Genç adam merak etmemesini, kocasına göstermeden faturayı cebe indirmek için epey ter döktü ünü anlattı.” (E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:135) “Bayan Raquin, Laurent’in elinin darda oldu unu bildi inden, biriktirdi i be yüz frangı bir keseye koyarak, daha nikahtan bir hafta önce ona vermi ti. Genç adam, hiç itiraz etmeden parayı cebe indirdi, kendisine yeni giysi aldı.” (E. Zola, “Thérese Raquin”, sa:161) Cebelle mek : Didi mek, u ra ı vermek, ölüm-kalım mücadelesi yapmak “Durmadan, ü enmeden, Rakım’ı kendinden geçiren sahneler yaratan bu pembe dudakların arkasında bamba ka bir Rabia var. O, yüzü bazan zaferle, buru an orta ya lı, kısa boylu, sivri sakallı eytanla cebelle iyor.” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:291) “Kurtarma takımı geldi inde, çocu u yarı baygın buldular. Be saattir suyla cebelle iyordu. ki gün sonra Boston Globe, ba sayfadan ‘Küçük Yüzücü’ ba lıklı hikayesini yayınladı.” (D. Brown, “Melekler ve eytanlar”, sa:396) “Birkaç haftadan beri gece gündüz ünlü bir demiryolu davasıyla u ra ıyordum. Mahkemeyi ancak iki gün önce kazanmı tım. Aslında yıllardan beri hiç ara vermeden yasa ve mahkemelerle cebelle ip duruyordum.” (O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:28) “Beraberce yukarı çıktık. Smith benim odamın kapısı dı ında dimdik beni bekliyordu. Ben öbür hem ireye benim kapımı kilitlemesini rica ettim, zira o ak am Smith’le daha fazla cebelle mek istemiyordum. Ona da üstelik, ‘ yi geceler, Smith!’ dedim.” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:159) “Ancak böylelikle anlayabilmi tim o kadar az bir süre içinde o kadar çok ey yapabilmemizin nedenini. Kendimi kütüphanedeki tabureye çıkmı olarak, onu da üzerinde o çiçekli kısa giysisiyle kalkmı , kurtarmak için kitapları elimden alırken hatırlıyordum. Fırtınayla cebelle erek, bileklerine kadar yükselen suyun içinde sırsıklam bir halde evin içinde oradan oraya ko tu unu görüyordum.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:61) “LAFORGUE’DAN ES NLENEREK <Martin Bell’in anısına> -------------------------------------------Ve su, bula ıkhane çinilerinden yükselir Ve buhar olarak ızgaradan. Cenazeler vardır Bir mil boyunca soka ı tıkayıp kabartan Mezarcılar pompalarla cebelle ir ve papaz Tutunmaya çalı ırken söyleyi ine.” (Sean O’Brien <d.1952>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.04.06) “DOST -------yorgundu yata a gömüldü eski bir sur gibi çözülerek ayrılıkların getirdi i uzaklarla cebelle erek kalkıp hayali a açlar sanıp saldırır bana diledi i gibi kullanarak kimsesiz bo lu a bürünerek görünen gerçekli in sessizli iyle beni ba lar” (Ceryes Samawi<d.1959>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.05.06) Ceber(r)ut : Acımasız, zorba “Aslında kamplar içindeki havada müzik hiçbir zaman eksik de ildir. Tutuklular toprak kazarken, ta kırarken hoparlörlerden Bach filan dinlemi tir. Sarsıcı olan onların ba ında nöbet bekleyen ‘Halt!’ ‘Los, los!’ gibi kaba sesler çıkaran iri yarı, ceberrut Almanların da bu müzi i seviyor olmaları.” (Füruzan, “Ev Sahipleri”, sa:72) Cebi delik : Meteliksiz, parasız “Koca Louis cüzdanını çıkardı, masanın üzerine koydu. -N’oluyor arkada ? Cebi delik mi sandın bizi, ha? te, al bak, para verelim istersen.” (J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:159) Cebinde be parası olmamak : Bk.: Be parası kalmamak, olmamak Cebinde metelik bulunmamak, kalmamak : Parasız kalmak Bk.: Meteli e kur un atmak, meteliksiz kalmak “Bu yüzden biraz borçlanmı ve para temini için bir sürü çarelere ba vuranların durumuna dü mü tü. Nihayet, bir sabah, daha ay sonuna tam bir haftalık zaman olmasına kar ılık cebinde metelik bulunmadı ını görünce, bazı eyleri satmayı dü ündü...” (G. de Maupassant, “Mutl uluk”, sa:139) Cebinden ba ımlı : Hala birinin cebinden yiyen “Hala, otuz ya ındayken, yabancı sofralarda bir ka ık dü manıdır, eski püskü siyah aday üniforması çinde ders veren biri, hala annesine cebinden ba ımlıdır..” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Hölderlin’, Cilt:I, sa:236) Cebinden çıkarmak : Birinden çok üstün olmak “Ama çocuk kendini ezdirmedi. Gözü pekti, sınıfta cesaretiyle, ‘acı kuvvetiyle’ ün almı tı. Atılgan ve çalı kandı. Hatta aritmetik ve genel tarihte ö retmen Dardanelov’u cebinden çıkaraca ını söylerdi.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:4) “GÜLTEN - Do ru efendim. Yarım felsefeci, her eyi bildi ini sanan bir budaladan farksızdır. EMEL - Ben de sizin gibi dü ünüyorum. Mesele insanın kendini yeti tirebilmesinde. Ben liseyi bile bitirmedim. Ama birçok üniversite mezunlarını cebimden çıkarırım. (Oturur, içini çeker.) Bırakalım bunları. Biraz da hayatınızdan bahsediniz.” (S. Engin, “Suçlu”, sa:48) Cebine akmak; girmek, gitmek : Para kazanmak “Kadın, cücenin istedi ini yapmasına göz yumdu, imdi sesi kesilm ti. Ku kusuz paranın kendi cebine girece ini sanıyordu. Ama burada yanılıyordu i te. Therese’ye kuru verilmeyecekti.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:226) “Bizlerin yalnızca bir takım de il, çe itli kurumlardan gelen üç veya dört takım olu turdu umuzu dü ünürseniz, hasatın sonunda epey para toplanabilece ini benden iyi hesaplayabilirsiniz. Bize paranın ucunu bile göstermezlerdi. Bizler hep paranın kurumda birilerinin cebine aktı ını hesaplardık.” (J. Laing, “Sistemde Elli Yıl”, sa:19-20) “Terzi güzel kur uni ceketi aldı ve doktorun söylediklerini dü ündü. Bu gibi zamanlarda sa lanması görenek olan eyleri sa laması gerekiyordu. Ne yapsın, hemen i e koyuldu. Bu kur uni ceketten alaca ı para kim bilir nereye harcanacaktı. Be on kuru belki marangozun, çocuk tabutları yapan marangozun cebine girecekti.” (F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:193) Cebine davranmak : Para çıkarmak için elini cebine sokmak “Biraz sonra Kadri, Baytarın öteberisini getirdi: A zına kadar dolu üç halı heybe, bir Alman filintası, üç sırma i leme fi eklik, iki tabanca, birkaç çok güzel örülmü büyüklü küçüklü hezaren sepet, sandık, bir eyer, bir dizgin. Kaptan öteberiyi getirdi, kö eye yerle tirdi. Poyraz: ‘Gel Kaptan,’ dedi, cebine davrandı. Kadri Kaptan: ‘Olmaz Poyraz Reis, Baytar Efendiden hiçbir ey alamam. Beni ba ı la,’ dedi, ‘o senin arkada ın de il mi?’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:172) Cebinin içi gibi bilmek : Bir yeri adeta ezbere, çok iyi bilmek Bk.: Gözü kapalı bilmek “Gece bastırdı ında, kayı ımız bir hayli uzaklara sürüklenmi ti. Irma ın ‘Eski Tuna’ adını alan kolunda ilerliyorduk, az sonra çok daha dar bir ba ka kola girdik. Orada artık ben de iyice yönümü a ırdım. Kendisini tanıyanlar Codine’in bataklıkları cebinin içi gibi bildi ini söylerlerdi.” (P. Istrati, “Kodin”, sa:55) Cebi para görmek : Evvelden pek o kadar varlıklı de ilken, u ya da bu nedenle biraz para kazanmak “Çünkü Henri Beyle, bu beklenmedik görevler sayesinde cebi para gördü ü için, imdi güzel, pırıl pırıl bir fayton satın almı , Foy kahvesinde kahvaltı ediyor.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Stendhal’, Cilt:III, sa:149) Cebi i kin : Varlıklı, zengin “Berta ’nın kocası, -kimileri için vah i, kimileri içinde ata sporu sayıan- avcılık yoluyla avcılara ya am sanatı hakkında bir eyler ö retmeye çalı ıyordu. Cebi i kin ama acemi biri ondan yardım almak istedi inde adamı alıp ıssız bir yere götürüyordu.” (P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:59) Cebi yanmak : Mali bakımdan zarar görmek, para kaybetmek “ ‘Bunu yapmakla elime ne geçecek be adam!’ diye sözünü kesti Trujillo, sinirli görünüyordu. ‘Merkez Bankası’ndaki dolarların benim hesabıma geçmesinin bana ne yararı olur?’ ‘Bundan sonra zararına çalı an üç yüz i letmenin kaybı sizin cebinizi yakmamı olur, ef. Bir kez daha söyleyeyim, böyle devam ederse bütün bu i letmeler iflas eder. Bu teknik bir öneri.’ ” (M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:144) Cebrail : (D N, MÜSL.) : Ya da “Cebreil”, “Cibril”, brani’ce: “Gavriel: Allahın kulu”. slam inancına göre dört büyük melekten biri: Azrail, Cebrail, srafil ve Mikail. Hz. Muhammed ve di er meleklere vahiy indiren, gerekti inde onları teselli eden, güç veren melek. “Buyurdu ki: Bir an dü ünmek, altmı yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır. Bu dü ünmekten gaye, sadık dervi in huzurudur; çünkü o ibadette hiçbir riya (hile hurda) yoktur. üphesiz, o, huzursuz yapılan zahiri (görülen) ibadetten daha iyidir. Namazın kazası vardır, huzurun kazası yoktur. Bazı fakirler zahiri terkettiler ve ‘Kalb huzuru ve Fatiha olmadan namaz olamaz’ dediler. Onların yanında kitabın Fatihası bir huzurdur. Öyle bir huzur ki Cebrail bile gelse tokat yer. Cebrail daha Peygamber’in yanına ula mamı tı. Peygamber ona: ‘Gel!’ dedi. Fakat o: ‘Bir parmak daha yakla ırsam yanaca ım’ dedi. O eyhe: ‘Tanrı seni Cehenneme götürsün’ dedim. O da: ‘Ka ki <ke ke> götürseydi de nurumun Cehennemden ve Cehennemin de müminin nurundan nasıl olaca ını görseydim’ dedi.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:91) Ce-ce : Bebe i e lendirmek için yüzünüzü bir saklayıp bir gösterme (Pick-a-boo -Engl.-) oyunu “Bebeklerde ve yeni yürümeye ba layan çocuklarda, dostça bir biçimde ce-ce oynayın. E lenceye oyuncak hayvanları ve ailenin evcil hayvanlarını da katın.” (L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:93) Cehennem; Cehennem azabı, Cehennemi, Canları cehenneme: Günahlarından dolayı ya amdan sonra öyle birinin gidece i varsayılan yer ve o konuda söylenen ilenç; Yanma olayı; orada olası çekilecek ıstırap “UYKUSUZ GECE ---------------------Ve her eyin bitti ini bilmek Ya amın korkunç bir cehennem oldu unu, Oh! Nasıl da biliyordum Bir gün dönece ini.” (A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:21) “Yüzlerce hayat yaratabilecek kadar güçlü ve yetenekli insanların kendi özel hayatlarını cehenneme çeviren birçok zaafı bünyelerinde barındırmalarındaki a ırtıcılık...” (A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:41) “BOYLAM ------------effaf bir perde, kuzgunun gözkapa ı, yaban güllerinin cehenneminde kızarmı erkenci bir yıldız, sabaha kar ı uyandırıyor seni , cahil, saf, ve insan adlarıyla dolduruyor gölgeni.” (P. Auster<d.1947>, “duvar yazısı”, sa:19) “Bizi oynatan ipleri eytan tutmada! Ö ürtücü eylerde ne tatlar buluruz; Le gibi karanlıkları geçip, korkusuz, neriz cehenneme her gün biraz daha.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri-Okur’a”, sa:19) “Chuang Tsu Üzerine Derin Dü ünceler 1. Ak am. Samandan çatısı günbatımının. West End Record Bar’dangelen türküler. Kuru rüzgar tutu uyor seslerle. Dlamini, çıldırmı görünüyor, haykırıyor maltızının önünde. Malawi’den gelen Washman’lar yürüyorlar dü e kalka neon ı ıklar cehennemine.” (Robert Berold<d.1948>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.12.05) “Bir melek yanıma geldi ve öyle dedi: ‘Ey zavallı, ey aptal genç adam! Ne korkunç, ne deh etli bir durum! Tüm bir sonsuzluk için kendini hazırladı ın ve ko a ko a gitti in o sıcak, o kızgın zindanı <cehennem> dü ün!’ -Belki korkunç yazgımı bana göstermek istersin ve üzerinde dü ünüp hangimizin yazgısının daha arzulanabilir oldu unu görürüz,’ dedim. <Beraberce cehenneme inerler> .......... De irmenin içinden geçip bir ma araya vardık. Ma aradan a a ı do ru, altımızda yeraltı gö ü gibi beliren uçsuz bucaksız bir bo lu a dek, el yordamıyla, bitmek tükenmek bilmeyen, dolambaçlı ve yorucu yolu izledik: burada a açların köklerine tutunarak bu bo lu un üzerinde asılı durduk.............. Yanan bir kentin dumanları gibi kızıl renkli Sonsuz Cehennem gitgide belirginle iyordu: altımızda, çok uzaklarda, kara ama parlak bir güne vardı; güne in etrafında, sonsuz bir uçurumda uçan, daha do rusu yüzen avlarının pe inde dev gibi örümceklerin dolanıp durdu u kızıl yollar vardı. Küfün olu turdu u i renç hayvan ekillerindeki yaratıklardı bu avlar ve hava bunlarla doluydu, sanki bunlardan olu mu tu: Bunlar iblislerdir ve Hava Güçleri olarak adlandırılırlar...” (William Blake, “Cennet ve Cehennemim Evlili i”, sa:47) “En azından, kendi kendimle konu urken böyle diyordum; ama bu hayatı, peronun öbür tarafında benim için hazır suran bir treni andıran bu hayatı imdi dü lerimde ya ıyorum, o sıralar bana çekilebilir gibi görünen bir ey, bir cehennem azabı olurdu, onu da biliyorum.” (H. Böll, “ lk Yılların Ekme i”, sa:8) “HASTALIK KORKUSU -----------------------------ürküyorum gözlerimi kapamadan ya amak istemiyorum karanlıkta, görmek istemiyorum olanları Paris hastaneleri tıka basa dolu, hasta insanlarla pencerelerde dikilip korkutucu i aretler yapıyorlar cehennemdeki melekler gibi” (Breyten Breytenbach<d.1939>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 06.09.07) “1300’lerin ba larında Dante Alighieri tarafından kaleme alınan eser, ortaça anlayı ını yeniden ekillendirmi ti. Daha önce cehennem kavramı insanları hiç bu ekilde etkisi altına almamı tı. Dante’nin eseri bir gecede soyut cehennem kavramını, anla ılır ve deh et verici bir hayalle somutla tırmı tı; açık, somut ve unutulmaz. iirin yayımlanmasının ardından, Dante’nin yeniledi i yeraltı dünyasından kaçınan günahkarların Katolik Kilisesi’ne kitleler halinde gitmeye ba laması a ırtıcı de ildi.” ..... “< talya’da, Floransa’daki ünlü San Giovanni Vaftizhanesi> Vaftizhanenin hayli yüksek sekizgen kubbesi, bir uçtan di erine yirmi dört metreydi. Adeta kor gibi yanıyor ve ı ıklar saçıyordu. Kehribar rengi altın yüzey, ortam ı ı ını bir milyondan fazla smalti camıyla <Saf silis camından, elle kesilmi sıvasız minik mozaik parçaları> farklı biçimde yansıtıyordu. Smalti’den olu turulmu mozaikler, ncil’den sahnelerin betimlendi i, ortak daireli altı dairenin içine yerle tirilmi ti. ..... Langdon, bakı larını mozai in göbe ine çevirdi. Ana altarın tam üzerinde, kurtarılanlarla lanetlenenlere yargıçlık yapan, sekiz metre boyundaki sa tasviri yükseliyordu. Dürüst olanlar sa’nın sa tarafında sonsuz hayat ödülünü alıyordu. Sol tarafındaysa günahkarlar ta kesilmi , kazıklara geçirilmi ve türlü yaratıklar tarafından yeniyorlardı. Tüm bu i kenceyi gözeten büyük eytan mozai i, insan yiyen bir cehennem yaratı ı olarak tasvir edilmi ti. Yukarıdaki korkutucu mozaikte boynuzlu bir eytan, bir insanı kafasından yeme e ba lıyordu. Kurbanın eytanın a zından sarkan bacakları, Dante’nin Malebolge’sinde bellerine kadar gömülü günahkarların kıvranan bacaklarını ça rı tırıyordu. ...... Tıpkı Dante’nin Cehennem’in son kantosunda tasvir etti i gibi, eytanın üç ba lı oldu u izlenimini vererek, kulaklarından dı arı kıvrılan iki koca yılan da günahkarları yiyordu. Langdon hafızasını tarayarak Dante’nin tasvirlerinden parçalar hatırlamaya çalı tı: ‘Altı gözünün altısıyla birden a lıyor ve ya lar kanlı bir salyayla birlikte, üç çenesinden birlikte a a ı süzülüyordu. A ızların her birinde, de irmende çeker gibi, di leri arasında bir günahkarı ö ütüyor, böylece üç günahkara aynı zamanda i kence yapıyordu.’ Langdon, eytanın kötülü ünün üç misli olmasının, sembolik anlamlarla dolu oldu unu biliyordu: Kutsal Üçlü’nün üçlü nuruyla mükemmel denge sa lıyordu.” .....“Bu, Bertrand Zobrist! Sert bir ifadeyle bize bakarken korkunç bir sessizlik oluyor. Sonra, aniden bir kahkaha patlatıyor, ye il gözleri ı ık saçıyor. ‘Bo konferans salonunun canı cehenneme, diyor. ‘Otelim yan tarafta. Hadi, hep birlikte gidelim!’ ” (Dan Brown, “Cehennem”, sa:85;301-2;360) E k b i l g i : DANTE’nin ölmez eserinin, “Inferno-Cehennem” adlı bölümünün, Bl.: III, 1,3 kısmında, kütüphanemdeki talyanca yazılmı eserin içindeki LATINCE bölümünün çevirisini, okuyucularıma fayda olur diye buraya ekliyorum ( .E.): “Cehennem’e giri kapısının üzerindeki Latince sözler): per me si nella citta dolente <Benim için, acı dolu ehre giden yol buradan geçer!> per me si va nell’eterno dolore <Benim için, ebedi acıya giden yol buradan geçer!> per me si va tra la Perdua Gente <Benim için, kayıp insanlar arasındaki yol buradan geçer!> “Fetihçiler en sonunda yasaları önünde dünyaya boyun e dirtirlerse, niceli in kral oldu unu de il, bu dünyanın bir cehennem oldu unu kanıtlamı olacaklardır. Bu cehennemde bile, sanatın yeri yenik dü mü ba kaldırının, umutsuz günlerin çukurunda kör ve bo umudun yeriyle bir olacaktır.” (A. Camus, “Ba kaldıran nsan”, sa:263) “Yarını beklemeyen için heyecanlanmanın ne nedeni olabilir? Umutsuz insanın bu duyarsızlı ı ve bu büyüklü ü, bu durasız imdiki zaman, i te uyanık tanrıbilimcilerin cehennem diye adlandırdıkları budur. Cehennem de, herkesin bildi i gibi, aynı zamanda acı çeken tendir.” (A. Camus, “Dü ün - Çöl”, sa:60) “Sava yıllarında, Odisseus’un yolculu unu ba tan yapmak için gemiyle gidecektim. Ancak ben de herkes gibi yapıp, gemiye binmedim. Cehennemin önünde bekle enler arasında sıraya girdim. Buraya, yava yava girdik. Suçsuzlu un yok edildi i anda kapı arkamızdan kapandı. Cehennemin içindeydik ve kapının dı ına hiç çıkamadık.” (A. Camus, “Yaz”, sa:40) “O ak am.... günlü üne unları yazdı Maria: ‘Hayat doludizgin ilerliyor: Bizi cennetten cehenneme itiyor ve bu, birkaç saniyenin içinde olup bitiyor.’ ” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:19) “Artık hiç ku kum yok: Athena’nın, u ya adı ımız dünyanın cehennemine dü ece ine çekip gitmesinden daha iyisi olamazdı. Ona ‘Portbello Cadısı’ adının takılmasına yol açan olaylardan sonra asla huzur bulamayacaktı.” (P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:17) “ ‘Bildi in gibi u anda a k bana oldukça zor zamanlar ya atıyor. imdi bu cehennemin içine dü mek gibi görülebilir ya da bir ke if gibi de dü ünülebilir. Ben sadece ‘Sökmek Zamanı ve Dokunmak Zamanı’nı yazdıktan sonra a kla ilgili gerçek kapasitesini anladım. Ve bunu gerçekten de sözcükleri ve cümleleri ka ıda dökerken ö rendim.’ ” (P. Coelho, “Zahir”, sa:126) “METAF Z K SEVG L ------------------------------Platon! Cehenneme çevirmeyeceksin ya amımı. Dünyalı bir hanımla evlendim ben. Ve Hume! O yalnızca duygu de il Gözlenen bir ili kinin sonucunda.” (J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04) “BUMERANG Bumerang, barı zamanında gönderilen sava ücretlisi kör bir asker örne i gerisin geriye dönecek yine. Dönecek. Ve korkunç olacak belle inin cehennem ate inde u ursuzluk gizleyen o korkunç gücü…” (Blagoy Dimitrov-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumburiyet Kitap, 05.05.05) “T RAT Hep bu derli toplu yatak odası, hep bu bula ık mutfak masası, hep bu mobilyalar, vitrin kap kacak hep bu bildik örtü, çatal ve bıçak hep bu dayanılmaz ve korkunç alem ve hep bu cehennem, hep bu cehennem.” (Ivan Dinkov<d.1932>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.06.08) “Evet, bunu istiyordum, gö süm parçalanacak gibiydi; o anı asla so ukkanlılıkla hatırlayamayaca ım. ‘Fakat ne gerek var?’ diye dü ündüm. Belki daha yarın, sırf bugün ayaklarını öptü üm için ondan nefret etmeyecek miyim? Onu mutlu edebilir miyim? Bugün, belki de yüzüncü olarak bir kez daha de erini anlamadım mı? Hayatını cehenneme döndürmez miyim onun?” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:144) “Acının yattı ı yata ın yanı ba ında, Doktor’un kımıltısız, yenik, acının kendisi kadar kocamaz yontusu oturuyordu. Anlamanın parlak ı ı ıyla dolu olarak kendi kendine dü ünüyordu: ‘Ölümün a ına dü memek’ gibi bir söz. Naruz’un o ba ırı ına benzer bir ey anlatabilirdi. Ya da “‘Cehennemin a ına dü memek.’ Bir zihnin kendi özel cehennemi anlamına gelse gerek. Hayır, hiç bir ey yapamayız.” (L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:343) “... frasketa ormanlarında gezdiimde he de burnunun ucunu göremediin bir Sis olduunda ve eyler aniden kar ına çıktında ben hayal görürüm bir seferinde bir unikorn gördüm bir seferindede Aziz Baudolinoyu benimle konu uyordu ve bana orospu çocu u diyordu cehenneme gideceksin çünki ünikorn hikayesi vardı...” (U. Eco, “Baudolino”, sa:12) “... a ızları gırtla a dek açık, yılanı andıran kuyrukları halka halka kıvrılıyor, gittikçe yükselerek alevden dillerle doru a ula ıyordu. kisi de kanatlı, ikisi de bir aylayla taçlanmı tı, korkunç görünü lerine kar ın cehennem de il, cennet yaratıklarıydı bunlar; kocaman görünmelerinin nedeni, bir gün gelip ya ayanlarla ölüleri yargılayacak olana tapınmak için bö ürmeleriydi.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:71) “Buyurdu ki: Bir an dü ünmek, altmı yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır. Bu dü ünmekten gaye, sadık dervi in huzurudur; çünkü o ibadette hiçbir riya <hile hurda> yoktur. üphesiz, o, huzursuz yapılan zahiri (görülen) ibadetten daha iyidir. Namazın kazası vardır, huzurun kazası yoktur. Bazı fakirler zahiri terkettiler ve ‘Kalb huzuru ve Fatiha olmadan namaz olamaz’ dediler. Onların yanında kitabın Fatihası bir huzurdur. Öyle bir huzur ki Cebrail bile gelse tokat yer. Cebrail daha Peygamber’in yanına ula mamı tı. Peygamber ona: ‘Gel!’ dedi. Fakat o: ‘Bir parmak daha yakla ırsam yanaca ım’ dedi. O eyhe: ‘Tanrı seni Cehenneme götürsün’ dedim. O da: ‘Ka ki <ke ke> götürseydi de nurumun Cehennemden ve Cehennemin de müminin nurundan nasıl olaca ını görseydim’ dedi.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:91) “EDWARD. Bir kapı vardı, Açamıyordum. Tutamıyordum tokma ını. Çıkıp gidemiyordum nedense kafesten. Cehennem ne ki zaten? nsanın kendi cehennem!” (T.S. Eliot<1888-1965>, “kokteyl parti”, sa:97) “Aman ne yangındı o. Herhalde cehennem denilen ey bu olacaktı. Ve cehenneme gitmemek için de kendime sık sık yaptı ım gibi, ‘bir daha kötü çocuk olmamaya’ yeminler ettim. Hele herkesin urasını burasını hiç kaçırmayacaktım. Bizler üç gün üç gece yukarı çıktık, indik, yangın sessiz sedasız devam etti ve en sonunda da söndü. O yangında acaba annem o binada mıydı diye dü ündüm durdum.” ( . Ersevim, “ smayil”, sa:29) “Ba Kahraman <1986> -------------------Cehennemden onlar ‘geçti’, cennet onların hakkı, Onlar gibi dü ünmezsem, suç yükü bende kalır. Oysa unutuyorlar ki, dedikodular da olsa Ba kahraman sonsuza dek ba olmak zorundadır.” (Naci Ferhadov<d.1940>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.12.04) “BU DÜNYA GÜZEL B R YER... Bu dünya güzel bir yer do mak için her zaman pek de e lenceli bir yer olmayan mutlulu a meraklı de ilseniz arada bir de tam her ey yolunda giderken az buçuk cehenneme aldırmıyorsanız e er çünkü her zaman arkı söylenmiyor cennette bile” (Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05) “ Ç M ACIYOR BAHÇEYE ---------------------------------annenin bütün hayatı cehennem korkusu e i ine serili bir seccadedir anne her eyde günahın ayak izlerini arıyor ve bahçeye de bir bitkinin küfrünün bula tı ına inanıyor” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-inanalım so uk mevsimin ba langıcına”, sa:96) “Zarif kemer, binanın a ırlı ını ortaya çıkarıyor; gen basamaklar meraklı yolcuları içeriye davet ediyor. Çan kulesi -yukarıdaki haç- kiliseyi olu turan büyük haç- içerideki büyük haç. Rahip kürsüde cehennem hakkında zırvalar saçıyor, hanımlar ise sıralara oturmu modadan bahsediyorlar. Böylesini daha çok seviyorum.” (P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:165) “CAZ DANSI ---------------Robben Adası’na gücenen Mandela Cennet ya da Cehennem’e gücenen Bob Faraday bilmiyorum neredeler sadece ölüyüm ben kesinlikle iki metre yer altında ja-baas ürkütüyor kalabalıkları hillkat garibesi Frankestein gözleriyle, ve devam ediyor caz” (Mafika Pascal Gwala<d.1946>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.11.08) “ EHR N, BU GECE YANGINI Bu uzak gurbette olsan ne olur? Bu kör pencerede bedenin ya amın maskesinde bölünür Önemli olan uykunda çaldı ın bu im ektir Dü lerinde titrerken kabaran Sen bu bedenin cehenneminde ba lıyken Parçalanarak açan iniltinde” (Cumana Haddat<d.1970>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.12.07) “Scaufflaire usta bin frank istemedi ine fena halde pi man oldu. Aslında, söz konusu arabayla atın de eri yüz franktı. Adam karısını ça ırıp olanları anlattı. Belediye ba kanı hangi cehenneme gidebilirdi ki? Aralarında tartı tılar. ‘Paris’e gidiyor,’ dedi kadın. ‘Sanmam,’ dedi kocası.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:354) “Cehennemi gece, tabiatın en güzel yeniden uyanı devresinde kanlı gece… A açları kökünden sökecek kadar kuvvetli yetmi adam, yıkılan sütunlar gibi sa a sola devriliyordu. Kı lada, iki uzun, uçsuz bucaksız yatak olu turan halılarla örtülü iki sıra tahta dizisi üstünde ve yerde, hayattan kam almak için yaratılmı insan vücutları, i renç yemek artıkları ve kusmuklar içinde a ızları köpürmü , gözleri yuvalarından fırlamı , çırpınarak kıvranıyordu. Nemli, yapraksız kavaklar deh etinden ürperiyor gibiydi. Kona ın iç kapısı yanında, u ursuz mastikayı <Yunanlılara has sakızlı süt> içmeye yana mamı iki ha in Rum, bıçaklanmı olarak, kendi kanları içinde yatıyordu.” (P. Istrati, “angel dayı”, sa:92) “A K NED R? ‘A k nedir? dedim bir erke e. -Kadın için cehennemden geçmek. ‘A k nedir?’ dedim bir kadına. -Kül olan bir erke e kucak açmak.” (Mustafa Karim<d.1919>-Kan aubiy Miziev,Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.04.05) “‘Al sana bir tane daha!’ diye homurdandı Zebedi, kudurmu gibi. ‘Kahrolasıca! Güya Partizanmı da, srail’i kurtaracakmı , pis suratlı mendebur! Dilerim cehennemde cayır cayır yanar, piç o lu piç! Eee?’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:195) “Ni ancı: ‘Bak Sultan,’ dedi, ‘yeme i bunlar bizim gibi yemiyorlar. Ben bunlar gibi yemek yeme i pa anın yanında ö rendim, kolay i de il. Sen istersen bana bakarak benim gibi yersin, istersen gene köydeki gibi yersin. Canları cehenneme, nasıl yerlerse yesinler,’ dedi biraz alay ederek.” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:211) “YA AM BO GEZEN N BO KALFASIDIR ------------------------Ba rahip Götürüyor toplulu unu Vaktinden önce sonra eren Yemekli bir davete! Cennet ba langıçtır Cehennemdir yolun sonu!” (Mbongeni Khumalo<d.1976>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.07.08) “Sadece iyi niyetlerle ya anmıyor... -------------Bina yıkılınca yetenekli mimarca çizildi inin ne anlamı kalır? Kaç sava daha iyi günler u runa ba latılmadı mı? Sanırım cehennem de e reti bir cennetten ba ka bir ey de il.” (Georgi Konstantinov<d.1943>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.10.05) “ ‘..... Adına ‘tarih’ denen bu bayrak yarı ı olmasaydı, Avrupa’da ne sanat olurdu, ne de onu karakterize eden ey olan özgünlük arzusu, de i iklik arzusu. Robespiere, Napolyon, Beethoven, Stalin, Picasso birer bayrak yarı çısı, hepsi de aynı stadyumda yarı ıyorlar.’ -Beethoven’in Stalin’le kıyaslanabilece inne gerçekten inanıyor musun, diye sordu Grizzly, bastıra bastıra alaycı bir edayla. -Elbette, bu seni a ırtsa da. Sava ve kültür Avrupa’nın iki kutbudur; cennet ve cehennemi, zaferi ve utancıdır, ama onları birbirinden ayıramazsın. Birine bir ey oldu unda ötekine de olacaktır, birlikte yok olacaklardır. Elli yıl Avrupa’da sava olmaması, elli yıldır hiçbir Picasso’nun çıkmaması olgusuyla gizemli biçimde ilintilidir.” (M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:149-50) “Bacakları, aynen eker Baba’ya gittikleri gün gibi yanıyordu. Teyzesi kibriti bacaklarının arasına uzatıyordu ve orasında alevin sıcaklı ını hissediyordu. Hem tekne de hamamotu kokmaya ba lamı tı. Burnunun dire ini kıracak bir kokuydu bu. ‘Kaç gündür tüylerini temizlememi sin, günah ki ne günah! Allah cehennemde yakacak seni.’ Acuze kadınlar orasını burasını elliyorlardı.” (Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:395) “O gece evde gözünü kırpmadan cehennem azabı çekerek bekledi. Ertesi sabahın erken saatlerinde ilk araba vapuruyla kar ıya geçip, ile istikametine yöneldiler. Denizin göründü ü tepelerde arabadan inerek dürbünle bakıyor, gemiyi arıyordu. Nihayet ile yakınlarında, Yom Burnu’nda Struma’yı gördü. Terkedilmi gibi duruyordu. Onu oraya çeken motor ortalıkta yoktu. Sahile do ru gittiler.” (Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:322) “Bir süre u ra tıktan sonra neler olup bitti ini anlatacak noktaya getirebildim onu. Söyledi ine göre Ba kan toplantı açılır açılmaz hemen konuya girmi , bu adadaki en büyük tehdidin martılar oldu unu söylemi . Adanın en güzel kıyılarını kapladıkları ve buralarda insanların denize girmesini önledikleri yetmiyormul gibi bu vah i ku lar insanlara saldırıyor, adayı ya anmaz bir cehenneme çeviriyormu .” (Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:59) “... oysa kılı kırk yararcasına düzenledi im ve o ana kadar büyük bir ba arıyla sürdürdü üm tatilimi salt merakım yüzünden tehlikeye dü ürece imi, zaman zaman hayatımı cehenneme çeviren o ruh ta kınlı ının bir kez daha yüre ime çökece ini sezinliyordum; bedenimde tepeden tırna a tuhaf bir ürperti dolanıyordu. Ama ister istemez girdim içeri.” (M.V. Llosa, “Masalcı”, sa:7) “Ben bu soruları kendi kendime fazla ısrarla sormamayı tercih ediyorum. ansım vardı, çok a ır etkilenmedim, ansım vardı, ailemle birlikte sa salim o cehennemden erkenden çıkabildim, ansım vardı, ellerimi temiz, vicdanımı rahat tutabildim. Ama ‘ ans’ diyorum, evet, çünkü e er Lübnan sava ı ba ladı ında yirmi altı de il de on altı ya ında olsaydım, de er verdi im bir yakınımı kaybetseydim, ba ka bir sosyal çevreden, ba ka bir cemaatten gelseydim, durumlar bamba ka bir ekilde de geli ebilirdi...” (A. Maalouf, “Ölümcül Kimlikler”, sa:28) “-Bununla birlikte, dedim... Bununla birlikte... Aksini dü ününüz. Her birimizin ölümsüz bir ruhu oldu unu dü ününüz, bu ya amı olan milyonlarca ki inin ruhları hangi cehennemde toplanır? Ya ayacak olan daha milyar kere milyar ki inin de ruhları hangi cehenneme gidecektir? Ya hayvanların ruhları nerede?” (A. Maurois, “Ruh Tartıcısı”, sa:32) “YAZ BUNALTISI Fırtınalı alaca karanlık uzaklarda denize zulmeder. Ve siyah çamlar. Ne yazık! Sürekli gölgeler geri döner. Ah! Arzulara, umutlara, a klara içimdeki nefret, Benimki gazaba u ramı ların cehennem azabına benzer.” (Catulle Mendes<1841-1909>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.03.04) “PEYGAMBER DEVES ------------------------------Kar ılık vermek için dokundum bir kez Gördüm mini mini a zının kükredi ini Böylesine korkunç bir sessizlikte; Gördüm büyüdü ünü yüzünün benimki kadar, Bahar ye ili, sevecen kanatlarının Saplandı ını intikam gibi. Kötücül gözleri Bakıyordu dik dik. Cehennem kadar Kızıldı a zı, kurnaz kötülüklerle Doluydu sivri yüzü.” (Ruth Miller <1919-1969>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.03.07) “MUSHI ---------isteyecekler ruhunda kı uykusuna dalan kara kumrulara tükürmeni bekliyorken mevsimi arkıların, çarmıhların, bekliyorken mevsimini inleyen a kların tövbekar cehennem alevleri gibi.” (Seitlhamo Motsapi<d.1966>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.10.06) “Ölümde Toplanan ----------------------Mezarda ba lı bir beden gibi. Benli im gibi tenime yakın. Beni görenle yüzle irim bana cehennem olan bu toprakla sarılırım. (Hala Muhammed<d.1958>-Metin Fındıkçı ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.11.06) “Onun yerine geçmemi , ama onun bütün duyguları kendisine geçmi ti. Tek bedende katil ile kurban birinin duygularıyla birle mi lerdi. ki ki ilik bir cehennem tek ki ilik bir gövdede oturacaktı artık.” (M. Mungan, “Elli Parça”, sa:202-3) “KOSOVA SAVA I ÜSTÜNE B LG LEND RME ------------------------Bu sava i te böyle sürüp gitmekte. - te imdi her pazar günü a a ıya bakıyorlar çukurun kenarından çukura bu nedenle Cehennem diyorlar.” (Henrik Nordbrandt-Murat Alpar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.05.03) “SESLER - Burnu geçiyoruz galiba. Altı gün cehennem, sonra Southampton. Allahıma birisi benim ilk vardiyayı alsa! Deniz mi tuttu, odun kafalı?” (Eu. O’Neill, “Allahın Sayısı”, sa:9) “LAVINIA (Hazel’ın arkasından bakarak kabalık ve sertlikle seslenir.) - Ne Allahtan, ne de ba ka bir kimseden af dilemiyorum. Ben, kendimi affediyorum. (Geriye yaslanarak gözlerini tekrar kapar. Acı acı.) n allah iyi olduklarını sananlar için de bir cehennem bulunur.” (Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:315) “MUC ZEYE G R <Sapanca iir Ak amlarında Be Yunan airi-1> Dünyanın seyrek dokusundan en de ersizi, en sözü edilemeyece i bekliyorum ya adıkça burada ve her yerde. Bunu açıklamaya kalktı ında mucize yitiyor, Ya murun kendi ö retisini okuyu unu anlatmayı denesen serin kanlılıkla, suya haksızlık oluyor. Bir umut cehennemi çevrem, umarsızlı ın nasıl yüceltildi ini bilen mucize beni kurtaramıyor.” (Athina Papadaki-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.06.04) “Yol veren barsaklarla kar ı duran kemikler arasında bir geçit açarak ilerleyen acı gibi, bizi ya ama ba layan sinirleri törpüleyen bir törpü gibi, evet, fakat aynı zamanda ani bir sevinç gibi, denize açılan bir kapıyı açmak gibi, a a ıdaki cehenneme bakmak gibi, doru a eri mek gibi...” (O. Paz, “Kartal Mı, Güne Mi?”, sa:32) “Bilekler kan içinde, di ler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.” (N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Vatan Kitap, 24.10.07”) “Zengin de olsan Unutulup gideceksin ölünce ------------------Burada siliksin ya. daha da silik, dola ıp duracaksın cehennemde, tanınmayan ölüler arasında” (Sappho< .Ö.610-580>, “nedir gene deli gönlünü çelen”, sa:107) “Hayatından memnun olan boynuzlu, çifte boynuzludur, diye alaya alamazdı. Koyu renk gözlüklü genç kız doktorun karısının arkasına geçti, daha sonra sırasıyla oda hizmetçisi, doktorun muayenehanesindeki sekreter, birinci körün karısı, kimli i bilinmeyen kadın geliyordu, en sona da hiç uyumayan kadın geçti, böylelikle, kaba-saba, kötü kokan, partallar içindeki kadınlardan olu an bir kuyruk çıktı ortaya......duyularımızın en duyarlısı olan koku alma duyumuzu bu ölçüde körle tirebilmesi insanın aklı almıyor, hatta bazı dinbilimciler, belki de aynı sözlerle ifade etmiyor ama, cehenneme dayanmaktaki en büyük zorlu un oraya egemen olan kötü koku oldu unu ileri sürüyor.” (J. Saramago, “Körlük”, sa:160) “ ngiliz dilinde yazılan ve telaffuz edilen ekliyle köpek Cerberus cehennemin kapılarını hiçbir ruh kaçmaya kalkı maya cesaret etmesin diye öyle azgınlıkla korudu ki daha sonra ölmekte olan tanrılar son bir merhamet edimiyle köpekleri sonsuza dek susturdu, belki de sessizliklerinin cehennemin anısını silebilece ini umarak.” (J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:7) “JOHANNA - Genelde partizanlar da konu maz. FRANTZ - Genelde, evet! (Israrlı ve deli gibi.) Almanya bir cinayet i lemeye de er, öyle de il mi? (Nazik ve alaycı.) Bilmem, beni anlayabiliyor musunuz? Siz ba ka bir ku aksınız. (Ara. Sert, katı ama içten, ona bakmadan, gözleri sabit, tetikte bekler gibi.) Seçilmi bir ölümle noktalanan kısa bir ya am. Yürümek! Yürümek! Cehennemi a ıp, deh etin doru una varmak!” (J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:304) “Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni, yi kötü demeden, suçlamadan keyfini.” “Siren gözya larından nice a ular içtim, Kokmu cehennem gibi, süzülmü imbiklerden.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:58, sa:157 & no:119, sa:279) “ORTAÇA DAN M NYATÜR <Jackstraws-Mikado’nun Çöpleri’nden> Cehennemde yanan ruhlar, Çekti imiz sonsuz i kenceler ne kadar da Mütevazi geliyor bana Bombalanmı bir kentle kar ıla ınca.” (Charles Simic<d.1938>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.02.05) “Köyün sulh yargıcı namuslu adam ana yerinden korkuyor, beni her i te haksız çıkardı. Hani kırların sessizli i, rahatı derler; i te o benim için bir cehennem oldu.” (Stendhal, “Kırmızı ve Siyah”, Cilt:II, sa:5-6) “Büyükannem öldü ünde, annem ölünün bir tür kandırmaca oldu unu, çünkü asla sonsuza dek ölü kalınmadı ını açıklamı tı bana. ‘Bir gün,’ demi ti, ‘ilahi adaletin borazanları çalacak. O borazanlar büyük bir çalar saat gibi çalacak ve hepsi mezarlarından çıkacaklar.’ Altüst olmu tum. Cennetin, cehennemin ve arafın varlı ından haberdardım.” (S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:16) “ imdiye dek büyük de i imlerin itici gücü hep bir ütopya olmu tur. Sözgelimi, bir üretim sisteminin de i tirilmesiyle insanın da de i tirilebilece i dü ünülmü tür ve kısa bile denemeyecek hızlı bir zaman dilimi içersinde ütopyalar cehennemlere dönü mü ler, arkalarında uzun bir acı ve ölüm izleri bırakmı lardır.” (S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:13) “El yordamıyla ileri do ru yürümeye çalı tı. Attı ı her adımda cesetler bulaca ını zannediyordu. Gemi sallanıp yuvarlanmaya devam etti ve nefes almak için çabalarken, Anna-Frederika’nın içinde pusuda bekleyen bir cehennem oldu u fikrine kapıldı lostromo. Ve bu cehennem adama öyle hakim oldu ki hayatı boyunca bir daha asla gülümseyemeyecekti.” (R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:289) “Bir gözümü araladım, sonra öbürünü. Odada öyle güzel bir ı ık vardı ki ölmü oldu umu ve cennette bulundu umu dü ündüm. Ama bu olanaksızdı. Evde herkes cennetin bana göre bir yer olmadı ını söylüyordu. Benim gibiler yanıp kavrulmak üzere dosdo ru cehennemin kazanlarını boylardı.” (J.M. de Vasconcelos, “Güne i Uyandıralım”, sa:10) “BEN KAÇ DEFA ATE E TT LER -------------------------------------------Beni kaç defa ate e ittiler, Üzerime kaynar sular saçtılar, Ho laf edip dikenle incittiler, Kaç kapıyı Cehennem’e açtılar!” (Tanzila Zumakulova<d.1934>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.11.04) “Bundan sonraki on iki gün Clarissa için cehennem azabıydı. Brancoric’in soyadını ta ıdı ındanberi ilk defa aklı karı mı tı. Huber’in adamlarını dinliyordu. Pencereden onu görüyordu. Ona verdi i anahtarı gündüzleri kullanmıyordu. Çünkü zili çalıyordu. Clarissa korkuyordu. Yanında polis de olabilirdi.” (.S. Zweig, “Clarissa”, sa:169) Cehennemde (cayır cayır) yanmak : Cehennem ate inde kavrulmak “IZZY - (Çıkan karga aya gayet kayıtsız, kendini müzi e kaptırmı , gözleri kapalı, hiç istifini bozmadan çalmaya devam etmektedir. Sonra ADAM’ı görürüz; sa elinde bir silah tutmu , ayakta güçlükle durmakta ve aklını kaçırmı gibi bakmaktadır.) ADAM - Nancy! Nancy! Tanrı böyle istiyor, Nancy! kimiz de cehennemde yanaca ız, Nancy! Sen, ben ve Tanrı - hep birlikte!” (P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:18) “‘... Cehennemde yanacak dedi annem...’ .ö ürdüm. Meryem’in pembe çatlaklı kavruklu unda cehennemde yanmaya yer yoktu. Kalmamı tı. ‘... Etlerini yakacaklar. eysine kızgın demirler sokacaklar...’ .ayıp dedi fikret. ayıp mü fik.” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:55-6) “Kilise, ölüm cezası verilen bir insanın günah çıkarmadan idam edilmesini yasaklamı tı. Kendisine kilise kurallarının zorunlu u açıklandıysa da, Piachi söz dinlemedi. Sonunda, idam sephasına götürülürken, ölüm korkusuyla son anda imana gelece i dü ünüldü. Papaz, günahkar olarak öbür dünyaya göçerse cehennem ate inde yanaca ını Piachi’ye anlatmaya çalı ıyordu.” (H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-Yetim”, sa:120) Cehenneme batasıca : Öfke hissedilen birini yerin dibine gönderme ilenci “‘Bay Ctrrigan’ı nasıl buluyorsun, sence o iyi bir adam mı?’ diye sordu. ‘Cehenneme batasıca’ diye Burney yanıt verdi. ‘Karaci eri sulansın, kemikleri kalbinin so uklu una dayanamayıp çatlasın in allah.’ ” (O. Henry, “viski soda”, sa:236) Cehenneme direk olmak : Cehennemlik, çok günahkar kimse Bk.: Kiliseye direk olmak “-Bütün bunlara neden, o babam olacak hergeledir. -Evladım, baban hakkında öyle konu ma, ayıptır. Senin üzerinde hiç mi hakkı yok? -Azdır be abi. O herif Cehenneme direk olmaya layıktır. Her ak am içer içer, eve öyle gelir.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:51) Cehenneme gidesice, Cehenneme gitmek, Cehenneme, cehennemin dibine kadar yolu olmak; Cehennem hayatı ya amak; Cehennemin dibine gitmek, inmek, yuvarlanmak; Cehennemin dibini boylamak : Kızgınlıkla öbür dünyaya yollamak-ilenç, arzulu dü ünme-; Sıkıntılı, üzüntülü, stresli bir hayat ya amak “<Sinekli Bakkal mamı’nın> Cemaate telkin etmek istedi i dinsel dogmalar, bıçak gibi keskindir. nsan için hayatta iki yol vardır: Biri cennete, biri cehenneme çıkar. Vaazlarında mam ikinci yolu daha parlak, daha canlı olarak anlatır. Cehennemin bilmedi i kö esi, cezanın tarif edemeyece i ekli yoktur.” ..... “Fırsat buldukça Tevfik’in soru turmada çektiklerini anlatıyorum. Zerre kadar erkek vicdanı olsa itiraf eder. Di leri kilitleniyor, gözleri dönüyor fakat itiraf edecek yerde bana hakaret ediyor. Hatta bir defa el bile kaldırmasına ramak kaldı... Bana... Babasına! Bilseniz artık evim bir cehennem. Kırk yıllık e im, o sakat hatun yüzüme bakmaz oldu.” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:11;214) “Bu ba ladı ı tümceyi bitirmeden: -Hani lkça sanatçılarının söyledikleri gibi; ölüler dünyasına gidip seni ta oralarda arayaca ım, dedi. Venüs nerede ya ıyor acaba? Onu o denli aradık, ama güzelliklerine parça parça rastladık; i te hepsi bu... Kendisinde tanrılık olan o kusursuz, tam do ayı, yani ülküsel olanı bir an görebilmek için varımı yo umu vermeye hazırım. Ey gökten inen güzellik! Do ar do maz Orpheus gibi ben de sanatın cehennemine inip oradan ya amı getirece im.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:31) “PAPAZ - Yakla ın, yakla ın ondan sonra da herkes, hepimizin önünde, i ledi i en büyük günahı itiraf etsin. Ey ilençli kullar, dökün içinizdekileri ortaya! Yaptı ınız ya da aklınızdan geçirdi iniz kötülükleri birbirinize söyleyin, yoksa günahın zehri hepinizi gebertecek, veba ahtapotu gibi dört bir yanınıza sarılıp cehennemin dibine sürükleyecek...” (A. Camus, “Sıkıyönetim”, sa:30) “Her yabancı ses, yasaklanmı bir cennetten geliyormu izlenimini bırakırken, çoktandır sürdürülen çalı maya eklenene her sözcü ün yerine uymakta gösterdi i yumu akba lılık ve köle konumu içersinde, yasaklanmamı , ama pek ilkel bir cehennemin havasını ta ıdı ı algılanır.” (E. Canetti, “Sözcüklerin Bilinci”, sa:63) “ ‘Yüce Tanrım!’ diye ba ırdı Kahya kadın, ‘efendimin ba ına bir bela geldi ini sezmi tim zaten. Girin, efendim, girin, ho geldiniz; u Urganda’yı da bo verin; biz insanı onsuz da iyile tiririz. Sizi bu hale getiren bütün o övalye romanları da cehenneme gitsin!’ ” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:36) “Sonradan, rakamlar çok güvenilir olmasa da, o iç sava yıllarında yakla ık 45,000 ki inn öldü ünü, 180.000 ki inin yaralandı ını, binlerce ki inin de evsiz barksız kaldı ını ö renecektim. Sava türlü nedenlerle sürdü, ülke yabancı birlikler tarafından i gal edildi ve cehennem bugün de sürüyor. irin, ‘Bu i çok, ama çok uzun sürecek,’ demi ti. Ne yazık ki haklıydı.” (P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:33) “Araba istasyondan çıktı ında hava kararmaya yüz tutmu tu. Sa yanda uçsuz bucaksız, koyu renk bir ova uzanıyordu. So uktan kaskatı donmu bir ova... E er bu düzlükte durmadan gidilirse varıp varaca ın yer cehennemdi herhalde.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:133) “Tüm zamanların en iyisiydi bu... en kötüsü de! Bilgeli in ça ıydı. Aptallı ın ça ıydı. nançların dönemiydi. nançsızlı ın da. Mevsim Aydınlı ın mevsimiydi. Mevsim karanlı ın mevsimiydi. Umut’un baharını, umutsuzlu un kı ını ya ıyorduk. Her ey gelece indi. Gelecek hiçlikti. Hepimiz Cennet’e gidiyorduk; ya da tersine, Cehenneme.” (Ch. Dickens, “ ki ehrin Hikayesi”, sa:5) “Milanolular Lodi’yi ikinci kez yakıp yıkmı lar, daha do rusu önce ya malamı lar, hayvanları, hayvan yemlerini ve evlerdeki e yaları, kap kaca ı alıp götürmü ler, sonra da tüm Lodi halkını surların dı ına götürüp, ehirden cehennemin dibine kadar çekip gitmezlerse, kadın, ya lı, çocuk dinlemeyip herkesi, hatta kundaktaki çocukları bile kılıçtan geçireceklerini söylemi lerdi.” (U. Eco, “Baudolino”, sa:65) “B R SES - Hangi yoldan geliyorsun? B R SES - Ilsentein üzerinden! Oradan bayku un yuvasının içine baktım. Gözlerini falta ı gibi açmı tı. B R SES - Hay cehenneme gidesice! Ne diye hayvanını bukadar hızlı ko turuyorsun?” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:210) “Barones’in ciddile en bakı larını benden çevirerek dönüp ba ka bir bayanla konu ması üzerine, bu nükteyi yapmakla gerçekten çılgınlık etmi oldu umu anladım. Bu yüzden daha da öfkelendim ve iki ya lı kızın cehennemin dibine yuvarlanmalarını için için diledim.” (E.T.A. Hoffmann, “U ursuz Miras”, sa:38-9) “Servet Bey’ diyordu ki: ‘ ster misiniz, onu gidip bulayım? Size namusum üzerine söz veriyorum, on be gün içinde nerede ise bulurum.’ Servet Bey evvela öfkeli bir baba tavrı takınıyor: ‘Cehenneme gitsin,’ diyor, ‘o benim için artık ölmü tür.’ ” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:130) “ stasyonda kırdı ı pot ile maskaralık ise, onun üzerine büsbütün tüy dikmi ti. Zira irfan, o ak am son tren kalkarken Nazım’la bana, bütün yolcuların yanında, ‘Buyurunuz, siz gidiniz; cehenneme kadar yolunuz var! Esasen bende kabahat ki, sizin gibi dönek insanlarla yola çıkmı ım!...’ diye bar bar ba ırmı ve böylelikle benim artık kendisiyle yüzyüze gelmem için rfan en ufak bir rüzgar deli i bile bırakmamı tı.” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:133) “ ‘... Gel de ba ını tulumbanın altında tut, belki bir yarar olur. Gel Yusuf.’ ‘Ü üyorum, ölüyorum... Ölüyorum. Hösük.’ Hösük kızdı: ‘Öl, geber, cehenneme git, sersem herif. Böyle hallerin var da ne demeye Çukurova’ya gelir de ba ımıza bela olursun!’ ” (Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:60-1) “Kaskambo: -Pek iyi! Öyle olsun! Bu cehennem ya amı bitsin artık, diyerek ba ını çevirdi, askerin istedi i oyun havasını bütün gücüyle çalmaya ba ladı. van, Kazak dansını ya lı adamın özellikle ho una giden kaba saba devinimlerle oynamaya ba ladı; adamın dikkatini çekmek için sıçramalar, atlamalar yapıyor, naralar atıyordu.” (X. de Maistre, “Kafkas Tutsakları”, sa:100) “SEVG L ----------imdi asla pi man de ilim Ya adı ım her eyin bedelini ödedim Nasıl olsa bir gün gelir duygular bulur yerini Hem Cehennem, hem de Cennet yeryüzünün mevsimleri O kadar ey de i ti ki Artık kimse masum de il Duygular çok eskidi” (M. Mungan<d.1955>, “Söz Vermi arkılar”, sa:88) “TÜKÜRSEM M YUTSAM MI Kentlerimizin koku mu cehenneminde gerçek, tersyüz oluyor bulanık mazgallarda ---------------------------------------imdi kentlerimizin koku mu cehenneminde bilmiyorum a lasam mı gülsem mi tükürsem mi yutsam mı” (Odia Ofeimun<d.1950>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.08.09) “Peki ya bu tıkanı ve bekleyi devam ederse? Peki, sayın drama yazarı ve sen, hayatı bilen seyirci, ne dersin? Bir maymuncuk gibi bütün evlilik kapılarına uyan bu sevimli Don Juan, ya da bu atak delikanlı ya hiç çıkmazsa ortaya? Mesela cehennemin dibine gittiyse nasıl olacak?” (R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:50-1) “Yanılıyorlardı. Ben cömert bir insan olsaydım, o koçanı ona verirdim ya da ona yalnızca öyle derdim: ‘José Dinis, bak kar ında bir tane var.’ Kabahat sürekli olarak içinde bulundu umuz rekabetteydi, ama bana öyle geliyor ki Kıyamet Günü, yaptı ım iyiliklerle kötülükleri teraziye koyduklarında, o koçanın a ırlı ı yüzünden cehennemin dibini boylayaca ım...” (J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:77) “Bu mektubu okuduktan sonra, Limercati atolarından birine gitti. A kı iddetlendi, alevlendi, adeta deliye döndü ve beynine bir kur un sıkmaktan falan söz etti, oysa cehenneme inanılan ülkelerde böyle bir davranı olanaksızdır.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:37) “o hain ki rü vet aldı ı üç be parça gümü için gurbet edle bırakırdı dostu Timeokreon’u yurdu alyos’tan uzaklarda. Atıp cebine üç talent’i yelken açtıydı cehennemin dibine.” <Talent: Zamanın altın parası> (Timokreon, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:24) “RÜZGARIN EK M --------------------------Ak am Ak am hiçbir ey yapmadan Bulundu u yalnızlı a kalmadan Benimle mezara gider Ak am ormanda yalnızlıkla Yetinmeden kimsesizlikle yenileniriz Cehennemden vatanda.” (Hasan El Vezzani<d.1970>-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası, Cevat Çapan, “Cumhuriyet Kitap, 19.07.07) “NOT TI FIDAR <Operada iir müzi in söz dinleyen kızı olmalıdır - Mozart> El ay ı ı ının bir gölgesi yastı ın üzerinde Ve gölgelenmi bir beyazlık görünür yukarısında ya da a a ısında Ba larının kulak kula a, duyarak suyu Söz gibi de il, onun üzerine açılan gözün devinimi Ne mutlulukla Sözün müzi in söz dinler biçimli kıçı ve yüre i ya ar cehennemde Ate i kadar ho ” (Louis Zukofsky<1904-1978>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.06.03) “ ‘Her ey yolunda gibiydi. Fakat ö leden sonra u F. bütün mutlulu umu berbar etti. Bir ak am önce artık hallolmu gibi anlattıklarından vazgeçiverdi. Benim için her ey yitirilmi gibi. Bir cehennem uçurumu açılıverdi önümde. Fakat artık geri adım atamam.’ ” (S. Zweig - F.-Zweig; “Mektupla malar: 1912-1942”, sa:45) Cehennem elçisi : nsanı cehenneme gönderecek kadar suç i letecek karakterdeki biri “Berta, Bescos’ta heyecan uyandıran, ilgi çekici hiçbir ey olmadı ını dü ünüyordu, bir yabancıyı orada bir günden fazla tutacak hiçbir ey yoktu. nerede kalmı cehennem elçisi gibi önemli ve i i ba ından a kın birini.” (P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:14-5) Cehenneme ta çıkarmak : Çok büyük güçlükler, zorluklar çıkarmak “SMITHERS (Butuna vurup, gürültülü bir kahkaha koyvererek) : Hah hah hah! Cehenneme ta çıkardın be... (Sonra kendisini toparlar, alaycı bir ekilde.) Bahsına girerim.. Vurdukları od e il... Koca bunak..” (Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:66) Cehennemi : Cehenneme benzer, çok sıcak, çekilmez, dayanılmaz “ htiyar bu çizginin tam kenarına nota sephasını koymu tu. tinayla giyinmi , sehpanın önünde ayakta duruyor ve alı tırma yapıyordu. Sevdi im, korkarım sadece benim sevdi im bu insanın çıkardı ı sesler öylesine berbat eylerdi ki, okuyuculara bu cehennemi konseri tasvir etmekten kaçınmam yerinde bir davranı olur.” (F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:31) Cehennemin ate ine çarpılayım : Artık günah i lememek için kendi kendine verilen söz, yemin “Her ak am üç i e... Eh, bu böyle süremez... Öyleyse, iksiri kime isterseniz oma yaptırın... Cehennemin ate ine çarpılayım, artık bu i le u ra ırsam...” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:84) Cehennemin bir ucu, buca ı : <Olumsuz> O, çok uzak mesafe, gidilmez; <Olumlu, istek dolu>: O, isterse cehennemin dibi olsun, neresi olsun giderim “- Sizi Moskova’ya gitmekten vazgeçirip Çermya naya’ya gitmenizi isterken daha yakın bir yerde bulunmanızı sa lamaya çalı ıyordum; Moskova cehennemin buca ı…” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:172) Cehennemin dibi(ne gitmek); göndermek, yollamak; -’e kadar yolu olmak; Cehennemin dibini boylamak : Hiddetle ‘defolup gitsin’,’benden uzak olsun’ ba lamında “O gece Newark’a gitmek, cehennemin alt kademelerinden birine dalmaya benziyordu. Binalar ate e verilmi ti, insanlar deli gibi sokaklarda ko u uyordu, birbiri ardından parçalanan vitrinlerden kırılan camların gürültüsü geliyordu, siren sesleri yayılıyordu, silahlar patlıyordu.” (P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:78) “CLOV : Bize ne bunlardan Tanrı a kına? (Pencereden bakar.) HAMM : Bilmiyorum. (Susarlar. CLOV, HAMM’a döner.) CLOV : (Sertçe.) Pegg Ana senden lambası için gaz istedi inde, sen de ona cehennemin dibine gitmesini söyledi inde, o zamanlar olup bitenlerin farkında mıydın sanki? Pegg Ana’nın neden öldü ünü biliyor musun? O karanlıktan öldü.” (S. Beckett, “Bütün Oyunları - 1”, ‘Oyunun Sonu’, sa:205) “DOKTOR - Burada hastalardan ba ka kimse ya ıyor mu? OFÖR - ey, söyledim ya, kurtlar! DOKTOR - Ya insanlar? OFÖR - Bu yakınlarda bir kaç ev var ama, içlerinde birileri var mı, bilmiyorum. DOKTOR - Allah Kahretsin! Cehennemin dibi! (H. Boytchev, “Albay Ku ”, sa:3) “(Rahip) Tahmininde aldanmadı ını anlayınca düke döndü ve gergin bir sesle: ‘Efendimiz, günün birinde, Don Quijote midir, Don Ü ütük müdür nedir, i te o adamın, iyice delirmesi için hazırladı ınız tuzaklara dü meyecek kadar akla sahip oldu unu anlayacaklar sanırım,’ dedi. Sonra övalye’ye döndü: ‘Size gelince sayın bay testi kafa, nereden çıkardı ınız bu övalye hikayesini, devlerle bo u manızı, haydutları bulup cezalandırmanız gerekti ini?’ dedi. ‘Dilerim cehennemin dibini boylarsınız. Evet sizinle böyle konu ulabilir sadece; hadi bakalım, hemen evinize dönün; çoluk çocu unuzla ilgilenin, onları yeti tirin; malınız, mülkünüzle u ra ın, orda burda çöplenerek, herkesi de kendinize güldürerek sa da solda sürtmeyi bırakın. Bela mısın sen be?’ ” (M. de Cervantes, “Don Quijote, sa:598) “- zin verin ama... gene sövmeye ba ladınız. -Ne sövmesi? Ben sana ö üt veriyorum, yol gösteriyorum... Biz artık barı tık. unu son kez söyleyeyim ki, sana kesinlikle küfretmek niyetinde de ilim. Velinimetini ikayet eden senin gibi bir dangalakla neden u ra acakmı ım? Cehenneme kadar yolun var!” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:69) “ÇUBUKOF - Cehenneme kadar. (Heyecanlı heyecanlı dola ır.) NATALYA STEPANOVNA - Görüyor musun edepsizi? Gel de bundan sonra artık iyi kom u var de! ÇUBUKOF - Alçak! Bostan korkulu u!” (A. Çehov, “Teklif”, sa:25) “Zaten buraya gelinceye kadar, hatta son günlerde, belki de bugüne kadar babamla aramızdaki u para dala masına akıl erdiremedim. Neyse, cehennemin dibine gitsin, bunların sözünü sonra ederiz.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:169) “ ‘Onu benim i ledi im bir cinayetle haksız yere suçladım, kendi kendimi cezalandırmam gerekti ini kabul etmemek için onu öldürdüm, tüm hayatımı yalan dolanla geçirdim, ölmek, cehennemin dibinde sonsuza dek acı çekmek istiyorum.’ ” (U. Eco, “Baudolino”, sa:527) “ imi bitirdikten sonra ruh isterse Sorbonne’a geri dönsün, yahut cehennemin dibine gitsin. Neden ba ka bir yüz takınıp kar ısına bir Sorbonne doktorunun parlak ko umlarıyla çıkmıyorum?” (D. Erasmus, “Delili e Methiye”, sa:137) “MEPHISTOPHELES - Karasevdanın en katmerlisine! Cehennemin dibine! Ke ke daha fena eyler bilseydim de, onlarla sövüp saysaydım!” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:144) “HASTINGS - Bir oku görelim. MARLOW, okur - lk yemekler: Ba ta erik salçalı domuz! HASTINGS - Domuzunuz cehennemin dibine gitsin! MARLOW - Ben de erik salçasını cehennemin dibine gönderirim.” (O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:43) “Biz, neleri biliyorduk, ama ses çıkarmıyorduk. sabet oldu. Cehenneme kadar yolu var! dediler. Hayriye Hanım da aynı fikre taraftar göründü.” (R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:102) “Anselmo yoldan, ‘Sakin ol kadın,’ diye ba ırdı. ‘ i çok zor. Bitirmek üzere.’ ‘Cehenneme kadar!’ diye Pilar kükredi yine. ‘Burada hızlılık önemli’ ” (E. Hemingway, “Çanlar Kimin çin Çalıyor”, sa:494) “ ‘... Siz ngilizleri biz bir defasında Amerikadan defetmi tik. imdi me in potinlerimizi aya ımıza yeniden geçirip size nefis bir tekme atmamız gerekir...’ Liverpool: ‘Cehenneme kadar yolun var’ diye söylendi. Zaten bundan ba ka bir ey söylemesini bilmezdi.” (O. Henry, “viski soda”, sa:228) “Klingsor dikkatle a zına baktı büyücünün, onun bir zaman evkle yanıp tutu an saatlerin birinde içindeki hüznü bo up atan, onu di leyip cehenneme yollayan pırıl pırıl di lerine baktı. Bu büyücü müneccimin üstesinden geldi i eyin kendisi de üstesinden gelebilir miydi?.....Mü teri yıldızı kendisine bir ba ka türlü bakıyor, Tanrı onun sazının tellerinden daha de i ik na meler döktürmek istiyordu.” (H. Hesse, “Klindsor’un Son Yazı”, sa:185) “Ya da: -Senden, diyor, bıktım! Öbürü gülümsüyor: -... yalan, diyor, bıkkınlık de il bu. Korku belki. Benden korkuyorsun. Nasıl ya amak gerekti ini gösteriyorum sana. Çok eyler istiyorum. Tembelsin ve korkuyorsun. Kendinden ba kasını dü ünmekten korkuyorsun..... Ümid çırpınıyor: -Bırak beni, bırak! Cehenneme kadar yolun var.” (A. lhan, “Kurtlar Sofrası”, sa:62) “Masamda yiyip içersiniz, bir kez de kar ılı ında beni ça ırdınız mı evinize?... Haydi, defolun bakalım dalkavuk güruhu! Dı arı, it sürüsü! Hiçbirinizi bir daha görmek istemedi im gibi, adlarınızı bie duymak istemem. Cehenneme kadar yolunuz var!” (P. Istrati, “Kodin”, sa:128) “-... Te <i te> ben gidiyorum temelli artık! -Cehennemin dibine kadar yolun var! -Ben gideyim cehennemin dibine, sen kalasın yeni ahbaplarınla birlikte Ayvansaray cennetinde! Yazık olsun sana ki, bu kadar zaman emek vermi im senin yolunda... Tüüh bre... Tevekkeli taalallah söylememi ler: nsan o lu kavun diyildir <de ildir> ki koklayasın kuyru undan da ne mal oldu unu anlayasın. Bizim çingeneler derler bu i e arpa ektim, darı çıktı; inanat < inanay-tükendi, bitti> vay!...” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:173) “Çileci elinin be parma ını uzattı, dizime dokundu ve beni dürttü: -Uyan, o lum! Ölüm seni uyandırmadan uyan! Ürperdim; cesaret bulmak için tekrar: -Gencim! dedim. -Ölüm gençleri sever, cehennem gençleri sever; hayat yanan küçük bir mumdur, kolay söner, aklını ba ına topla, uyan!” (N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:214-5) “Çocuk, kızararak ba ını öne e di. Önceki gün bir kızın verdi i fesle en, kula ının arkasında sallanıyordu. ‘Geliyorum Kaptan,’ dedi ileri yürüyerek. htiyar Mandras, ba ını e di ama konu madı. ‘Cehenneme kadar yolun var!’ diye ba ırdı a abeyleri tükürerek.” (N. Kazancakis, “Karde Kavgası”, sa:247) “... Adam yanlarından geçerken onların farkında bile olmadı. Ne selam verdi, ne bir ey söyledi. Hösük: ‘Nereye böyle karda ?’ dedi. Adam uykudan uyanır gibi, bezgin: ‘Cehennemin dibine,’ dedi.” (Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:29) “Baktım, Dr. Loweg’in arabasıydı. Kalbim a zıma geldi sandım, beni tekrar geri alacak diye. Clem, ‘Ona bo verelim,’ dedi. ‘Sana güle güle diyecek ama bir kez senden, onun sana yaptıklarından dolayı, defalarca söyledi in te ekkürü i itmek isteyecek. Cehenneme kadar yolu var...’ Gaza bastık ve uzakla tık.” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:136) “Bu durumlara çok canı sıkılan Kecskemet Belediye Ba kanı Bay Janos Szücs bo yere içini çekiyor ve elindeki de ne i yere vurarak: -Nereden bulayım, yi it a alar, nereden? diyordu. u bastı ımız yer Körmöcz altın madeni de il ki! Burası kum i te, ta cehenneme kadar basbaya ı kum.” (K. Mikszath, “Konu an Kaftan”, sa:17) “JOE, ne söyleyece ini bilmez bir halde. - Efendim biz... yani tayfalar, efendim... Sizinle iki lakırdı etmek için... bir heyet göndermek istiyorlar. KENNEY, öfkeden köpürerek. - Söyle onlara cehennemin dibine... (Kendini tutar ve korkunç bir eda ile devam eder.) Söyle onlara, gelsinler... Kendileri ile görü ece im.” (Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:22) “Söylenenlere göre, günümüzde sadece zorlu devrimleri benimseyen akımlar var. Ama tarihte olan her ey devrimdir; yava yava ve barı içinde gerçekle en bir yenilik, bir ke if bile. Öyleyse cehenneme kadar yolu var bu inceden inceye dü ünülmü söz cambazlı ının...” (C. Pavese, “Ya ama U ra ı”, sa:22) “ ‘Simon Camp,’ dedi Lowell di lerini gıcırdatarak. ‘Az kalsın suratına yumru u çakıyordum,’ dedi Bachi. ‘Ke ke çaksaydınız Sinyor Bachi,’ dedi Lowell. Birbirlerine gülümsediler. ‘Hala Dante’yi mahvedebilir. Ona ne dediniz?’ ‘Ne mi dedim? Cehenneme kadar yolun var demekten ba ka bir ey gelmedi aklıma. Ben yıllarca üniversitede çalı tıktan sonra yiyecek ekmek zor buluyorum.’ ” (M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:410) “Cehennemin dibine kadar yolu var, ehitlerin palmiye çelenklerinin, sanatın ı ıklarının, mucitlerin gururunun, ya macıların iddetinin, diyor, Do uya ve ilk ve sonsuz bilgeli e yeniden dönüyordum.” (A. Rimbaud, “Cehennemde Bir Mevsim”, sa:140) “O günün ak amı, ormana geri dönmek üzere büyük yoldan ayrıldıkları sırada, Giulio prense yakla tı, o bildi i yerde birkaç gün daha kalıp kalamayaca ını sordu. Fabrizio: -Cehenneme kadar git! diye haykırdı, imdi benim çocukça i lerle u ra maya vaktim mi var, sanıyorsun?” (Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:81) “ ‘Seni tekrardan bo amayıp ve de sırtlayıp götürmesi de fazladan... Sonunu bak kendin dü ün. Bunu ma ayla tutacaksın, süpürgeyle süpürüp sittir edeceksin. E i i atladı mı kıçına bir tekme vur. Tangır mangır yuvarlansın. Cehenneme kadar yolu açık...’ ” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:192) “Öteki üç bardak a a ı inmi , yalnız onunki havada kalmı tı. -Melekler dualarıma kulak verdiler. Hermes dayının anevrisması patlamı , cehennemin dibini boylamı .” Ötekiler hala sessizliklerini koruyorlardı.” (J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:100) “Gel gelelim, kocası olacak adam, namusuyla çalı acak biri de ildi ki! u güne in altında ya amı en büyük serseriydi o herif. Günün bitinde polis, yakasına yapı tı. Ardından da so uk bir kı la, so uk rutubetli bir zindan, onun defterini dürmeye yetti. Burada, Margarida kısa bir ara verip, dinleyicilerin kulaklarına bas bas ba ırırdı: ‘Zebaniler cehennemin dibinde kızartsınlar o serseri herifi!’ ” (J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar, Karde im Deniz”, sa:32) “1797-1798: Devrimin kanlı süpürgesi, kibar ve zarif yüzyılı sona erdiriyor. Fransa Kralı ve Kraliçesinin kafaları, giyotin sepetindedir artık ve on düzine kadar prens ve prensçik, aynı zamanda Venedik engizisyoncuları, küçük bir Korsikalı general tarafından cehennemin dibine gönderilmi tir.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:93) Cehennem kaçkını : Üstü ba ı pejmürde, bakımsız giyimsiz ku amsız (sanki mezardan kaçıp gelmi ) “FAUST - Önce, u hayvana kar ı koymak için, Dörtlerin duasına (Ate i su, hava ve toprak) ba vuruyorum..... Arkada , sen bir cehennem kaçkını mısın? Öyleyse, önünde kara kuvvetlerin e ildikleri, u i arete (haç) bak! imdi artık tüyleri diken diken olarak i iyor.” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:63) ‘Cehennem kaçkını seni,’ diye ona, ‘seni görmek beni pek sevindirdi! Söyle bakalım, iyi vakit geçirdin mi orada ha? Hangisi iyi, hayat mı, ölüm mü?’ ‘Okka her yerde bir,’ diye cevap verdi Lazarus.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:473) “SESLER Sırtından dök a a ı. Hey, kurba a suratlı, hangi cehennemden kaçtın sen? La Tourain’den.” (Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:8) Cehennemlik herif : Hiç bir i e yaramaz, ancak cehenneme layık, hemen defolması gereken “ van Fedoroviç yumu aklıktan vazgeçip kabala tı, öfkeyle, -Açık konu sana be cehennemlik herif! diye ba ıırdı.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:181) “... biri bu adamlara yakından bakarsa, onların kendilerine özgü tek örnek ki ilikleri ve kolaylıkla, ne derece kederli ve trajik kimseler olduklarını anlamakta güçlük çekmezler. Dı adakilerin bilmedi i bir eydir bu. Millet, birinin, annesini öldürdü ünü duyar duymaz verir fetvayı: ‘Oo, bu cehennemlik bir i .’ ” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:122) Cehennem(lik) ol(mak), Cehennem olup gitmek : Defol burdan, gözüme gözükme ba lamında; Senin bu dünyada yerin yok, Cehenneme git; ‘Bu cehennem gibi yerden uzakla mak, gitmek’ “Ama baharla birlikte daha huzursuz oldular. Terhis oldukları zamanki paraları tükenmi ti. Kasabada senet imzalamı lar ve ba ları derde girmi ti. Bu durum annemi üzüyor, babamın da yava yava hayallerini yıkıyordu. Ilık bir ak amüstü tav anları beslerken onların konu malarını dinledim. ‘Buradan cehennem olup gitmeliyiz,’ dedi Eugene sinirle, ‘bu ta ra kasabası beni öldürüyor!’ En gençleri olmasına ra men lider hep oydu.” (Rudolfo Anaya, “Kutsa Beni, Ultima”, sa:87) “Kurulun keyfi kaçmı tı. Kesedar bilanço defterini havaya kaldırarak ba ırdı: -Bizi yok edeceksin, karayazılı! -Peki, ne yapayım? Cehennemlik mi olayım?” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:84) “Smerdyakov sırıttı: -Yalan dolan bunlar.. -Hadi cehennem ol, u ak ruhlu, sen de!” (F.Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:192) “VALENTIN (ilerleyerek.) - Kimi tuza a dü ürmeye çalı ıyorsun burada? Cehennem ol! Melun fare kapanı! lkönce u elindeki sazı, onun arkasından da arkı söyleyeni, eytan alsın!” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:196) “Zebedi’nin beyni atmı tı. ‘Bas git buradan Filipus, cehennem ol!’ diye uludu, kan beynine çıkmı tı. ‘Görmüyor musun i imiz var. Biz balıkçıyız, sen de çobansın. Bırak çiftçiler yakınsın dursun, ne halleri varsa görsünler, bize ne?.. Haydi çocuklar i ba ına!’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:129) “ADAM - Haydi! Çıkın dedim! Git Margrete! Yayıktan yeni çıkmı tereya ı, Limburg peyniri, bir de Pomeranya’nın tütsülenmi ya lı kaz eti. WALTER - Durun! Bir dakika! Bu kadar külfete gerek yok! Rica ederim Bay Yargıç! ADAM - Cehennem olun diyorum size! Sen de dedi imi yap!” (H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:65) “YANK (Acı acı.) - Demek bu ku lar da bir yere layık görmüyorlar beni. Ihhh, cehennem olsunlar!.... Artık çelik de ilim, dünya bana sahip. Ahh, lanet olsun! Göremiyorum, her taraf karanlık, anlıyor musun? Her ey ters! (Aya bakıp abuk sabuk sesler çıkaran bir maymun gibi acı alaylı bir yüz takınır.)” (Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:64-5) Cehennem umacısı : Cehenneme layık, korkunç görünümlü ki i “MALCOLM - Teselli bulun: bu ölümlü acıyı iyi etmek için büyük intikamınızı ifa bilelim. MACDUFF - Çocu u yok onun… Güzel yavrularımın hepsi ha? Hepsi mi dedin? Ah cehennem umacısı! Hepsi ha? Ne, bütün yavrucaklarım da, anaları da tek bir melun pençeyle ha? MALCOLM - Erkek gibi kar ılayın. (W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:75) Cehennem zebanisi : Cehennemde nöbet bekleyen, zebella gibi iriyarı, güçlü, korkunç yaratık “Ömer, elinde geli ken bir video kamerayla ortalıkta dola maya ba lamı , birbirlerinin foto raflarını çekmekten bıkıp usanmamı Japonları bir de o görüntülüyordu. Tu de kan kırmızısı elbisesinin içinde, ileride cehennem zebanisi olmak üzere yeti tirilen küçük bir cadı gibi karanlık bir gülü le gülüyordu.” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:520) “(Mirabeu’nun) babası, fizyokratların dostu ünlü Marki de Mirabeau (1715-1789); yazdı ı eserlerden birinin adıyla, ‘insanların dostu’ olarak tanınıyor. Ne var ki, bu ‘insanların dostu’, baba olarak hiç de efkatli de ildir. O lan, gerçi ha arının teki, ama baba da bir cehennem zebanisi gibi tepesindedir.” (S. Tanilli, “Fransız Devrimi’nden Portreler”, sa:115) “Gel gelelim, kocası olacak adam, namusuyla çalı acak biri de ildi ki! u güne in altında ya amı en büyük serseriydi o herif. Günün bitinde polis, yakasına yapı tı. Ardından da so uk bir kı la, so uk rutubetli bir zindan, onun defterini dürmeye yetti. Burada, Margarida kısa bir ara verip, dinleyicilerin kulaklarına bas bas ba ırırdı: ‘Zebaniler cehennemin dibinde kızartsınlar o serseri herifi!’ ” (J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar, Karde im Deniz”, sa:32) Cehennem zıbarası : Cehennemin tam ortası, ate in en yakıcı oldu u yer “Sonra Durmu Ali: ‘Avrat!’ diye seslendi, ‘öyle deli deli, dipsiz laflar edece ine, ahıra yatak yapın da misafirler uyusunlar. Ben Kör Aliye gidiyorum.’ Kadın: ‘Git,’ dedi, ‘cehennemin zıbarasına.’ ” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:241-2) Celali Takvimi : Selçuklu hükümdarı Celaleddin Melik ah zamanında, aralarında Ömer Hayyam’ın da bulundu u bir bilginler kurulu tarafından hazırlanan takvim. 15 mart 1079’da ba latılan bnu takvim, “güne ” esasına dayanır. “A açların yapraklardan gömle i Mutluların bayramlı ı gibiydi... Celali takvimde ikinci aydı, Dallarda bülbül akımaktaydı... Güle çiy dü mü tü, inciler gibi, Öfkeli yarin yüzünde, ter gibi...” (Sa’di, “Gülistan”, sa:28) Cela va sans dire : (FR.,KOLL.) <Sö la va san dir> : Bu, söylenmeksizin sürüp gidecek = Yhat goes without saying ( NG.) Cellatlık yapmak : Modern zamanlara kadar suçluları, suçlandırılanları asmak,bo mak, kesmek, yakmak vb yollarla ortadan kaldırmayı meslek edinmek. Bu i için genellikle çingeneler seçilirlerdi. “Kırk yıldır cellatlık yapıyordu. Aristobule’ü suya atan, Alexander’ı bo an, Mathatias’ı yakan, Zosim’in Pappus’ün, Josephine’in ve Antipater’in kellesini uçuran oydu. Öyleyken imdi Yahya’yı öldürmeyi göze alamıyordu. Di leri birbirine çarpıyor, bütün vücudu zangır zangır titriyordu.” (G. Flaubert, “Üç Hikaye-Herodias”, sa:127) Cem, Cem’ül cem, Eyyam-ı cem; : Cem: Toplama, bir araya getirme; Cem’ül cem: Hakikat yolunda manevi bir yolculuk içinde olan Sufi’lerin halk’ı, yani yaratılanları Hakk’ın mana ve hakikatı, Hakk’ı da halk’ın mana ve hakikatı olarak hissetmesi. Bu olunluk makamına ‘Cem’ül cem’ <iki kat ço ul> derler; eyyam-ı cem: Mekke’de Mina ve Arafat ziyaretiyle geçen dört Hac günü; yevm-ül cem: Zilhicce’nin <Arabi ayların on ikincisi, onuncu gün Kurban Bayramıdır>; Kıyamet günü “ am’daki eyhlerden birine sordular: ‘Sufi’lerin hakikati nedir?’ Cevap verdi eyh: ‘Önceleri, dünyada, dı görünü te da ınık ama mana bakımından toplu bir takım iken; bugünlerde, dı görünü te toplu, mana’da <yani içte> peri an bir haldedirler.’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:107) Cemaat; Cemaatçılık : Özel, homojen, aynı kaderi payla an bir tarikat, din ya da topluluk, kilise ya da cami erkan; Bu özel niteli i, ayrımı içinde ya anılan ulusal-milli birlik çıkarlarına pek de uygun olmayacak ekilde taraftarlı ını yapan kimse(ler) “..... Lübnan’ı ve ba ka yerleri yakından gözlemledi im için, cemaatçili in demokrasinin geli mesini hiç de kolayla tırmadı ına -aslında sadece ürkek bir örtmece bu- tanıklık edebilirim. Cemaatçilik yurtta lık dü üncesinin bile yadsınmasıdır ve böyle bir temel üsütüne uygar bir sistem in a edilemez.” (A. Maalouf, “Çivisi Çıkmı Dünya”, sa:44) “Kimsenin, eskiden Kayzer için dua etti i gibi imdi imdi Hitler için dua edece i yoktu. Ama Theodor, cemaat arasındaki dostlarının tepkilerini merak etmekteydi. Duadan sonra normal olarak dı arda toplanır, biraz çene çalarlardı; ama bugün insanların ço u, hiç oyalanmadan, dosdo ru evlerine döndüler.” (E. Tucker, “Berlin Bir Mozaik”, sa:133) Cemre : ubat ayında, birer hafta arayla, ‘Birinci, kinci ve Üçüncü cemre dü mesi’ ile adlandırılan -nazarido a’nın ısınma olayı “Oooh, i te kı da geçti; yakında bahara giriyoruz. ki, üç gün sonra üçüncü cemre dü ece i için, Reha Beyin evinde o gece, bir kı tan çıkı alemi yapılacak... Ve bu aleme Ayvansaray’ın en maruf <me hur, yetenekli> sazcı ve oyuncuları i tirak edecektir <katılacaktır>. Gel keyfim gel! ki gece sonra yine sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın, ya ayaca ız.” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:179) Cem id, ah : (FARS.): Efsanevi ran hükümdarı. Söylenceye göre, 700 ya da 1000 yıl ya amı , kendisini Tanrı ilan etmi , halkına zulmetmi ; birçok yenili i, birçok sanatı, hatta arabı (?) icad etmi ; Nevruz Bayramını da ilk kez kutlayan da kendisidir. “ ran Hükümdarı Cem id, elbisesine alem <Devlet büyüklerinin, eskiden sa omuzundan a a ı do ru gö sün üzerine sarkıtılan, çiçeklerle, resimlerle süslenmi erit>, parma ına yüzük takan ilk insanmı . Ona sormu lar: ‘Üstünlük sa dayken, niçin bütün süsleri soluna taktın?’ Demi ki: ‘Sa için, sa olma süsü yeter!’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:260) Cenabet; Cenabet gezmek : (ARAP.): Cinsel ili kide bulunduktan sonra boy abdesi almamı kimse; Öyle gezmek; Pis, u ursuz, ahlaksız (Argo) “O lan; ‘Buradayım, uyu bakalım.’ diye homurdanır ve kızın parma ını akadan ısırırdı. Kız da akacıktan bir çı lık koparırdı. O zaman, içerdeki odada yatan Virgil’in küfretti i duyulurdu: ‘Rezil cenabetler, susun bakalım.’ ” (E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:15) “Biraz eski, geçirdi i ho alemlerden, gençlik maceralarından açtı; biraz odada bizi dinleyen karısını çeki tirdi: -Bu cenabet, dedi, her gün münasebetsiz birtakım vırvırlarla beni büle <böyle> kocalttı, yo ise <yoksa> ben kolay kolay -pos ve kırçıl sakallarını göstererek- böyle çabucanak çomarlar mı idim?” (O.K. Kaygılı, “çingeneler”, sa:59) “ ‘Dur azıcık dur,’ dedi Lena. ‘Azıcık durduk,’ dedi Ni ancı, ‘duracak zaman mı cenabet karı, sana deniz balık kaynıyor demedik mi?’ ‘Dedin. Cenabet senin anan. Neden ki dersen, seni do urmu . Dur da beni adam gibi dinle. ‘Durduk i te.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:495) “- u otobüs oförü olacak piç herif ne söyledi inin farkında olsaydı, pekala otobüsle çiftli e kadar gitmi tik, dedi. Bir de ‘buradan birkaç adımlık yol, buradan birkaç adımlık yol,’ diye tutturdu. Halbuki Allah kahretsin, neredeyse dört mil vardı. Evet, dört mil! Çiftlikte canı durmak istemedi de ondan. Öyle tembel cenabetin biri imi ki otobüsü durdurmaya bile ü endi.” (J. Steinbeck, “Farelere ve nsanlara Dair”, sa:11) “-... Ama Osman A a’mız gayetle iyidir. Ardından lafederler. Ben hiç aldırmam. Kızdırmayacaksın. Evet, öfkelendi mi babasını dinlemez. ‘O lancı’ derler. ‘Cenabet gezer’ derler. Günahı boynuna.” “-Ne kıyak dalga!.. Yoksa bu kayarto araya gebe zar mı karı tırdı? Ben bu ya a geldim, bu kadar dü e görmedim. -Mıhlama ulan!.. ‘Mıhlama’ dedim, savur u cenabetleri” (K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:48;123) “... biz Üçüncü Ordu’daydık. Ha bitti, ha bitiyor derken uzadıkça uzadı cenabet... Uzadı dedimse, adam gibi uzamıyor. Bir yıl bize be yıl gibi geliyor. Oturup hesaplıyoruz, topu topu üç yıl...” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:136) “Jean, bir felaket olacak korkusuyla: - pi bıraksana! diye haykırdı. Kız dinlemiyor, soluk solu a ko uyor, öfke ve deh et dolu bir sesle sövüp sayıyordu: -La Coliche! Duracak mısın, la Coliche!... Hay, pis murdar hayvan!... Hay! Miskin cenabet!” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:7) Cenabıhak : Allah’ın (Tanrı’nın) niteliklerinden, isimlerinden biri “Nefse yenilmenin, Cenabı Hakkın gazabını daha az üzerine çekti ini, dolayısıyla daha hafif cezayı gerektirdi ini hatırlamıyor musun? Bu gerçe i derin derin dü ünecek ve yukarıda, bu zindanın dı ında ceza görenleri gözünün önüne getirecek olursan, onların niçin bu fesatçılardan ayrılmı olduklarını, tanrısal adaletin onlardan niçin daha az hı ımla öc aldı ını anlarsın.” (D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:161) “LOMOF - Kızınızla evlenmek arzumu... ÇUBUKOF (Sözünü keserek.) - Ah canım... Öyle memnun oldum ki, ne derler ona... Özellikle ne derler ona, (Kucaklayarak öper.) ötedenberi isterdim. (A lar.) Ve ben sizi, benim melek çocu um, her zaman öz evladım gibi sevdim. Cenabıhak her ikinize de u ur, a k ve ne derler ona, uzun ömür hediye etsin.” (A. Çehov, “Teklif”, sa:12-3) “ ‘ n allah, bir gün gelecek, o kız, babası önde, kendisi arkada sokak sokak sürünecek, dilenecek! Cenabıhak kimsenin yanına koymaz! Fakat, neye yarar? Biz göremeyece iz!’ diyor ve ellerini dizlerine vuruyordu.’ ” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:159) “ ‘Elbette güvenirsin, Zebedi, Cenab-ı Hak karnını tok, sırtını pek yapmı , i lerin de tıkırında yürütüyor; elli balıkçı kölen var, i leri için yeterince kuvvet sa layacak, açlıktan ölmelerini engelleyecek kadar besliyor onları, bu arada zat-ı alileriniz, sandı ınızı, kilerinizi ve karnınızı tıkabasa dolduruyorsunuz.’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:131) Cenap, Cenapları : Beyefendi ile Ha metmeab, Hazretleri arası, genellikle erkekler için, hürmet ifade eden bir soyluluk sözcü ü “ÇUBUKOF - Mahkemede mi? stedi iniz mahkemeye, ne derler ona, gidebilirsiniz, bay cenapları! ..... Siz, ne derler ona, mahkemeye gitmek için zaten, özellikle, bahane ararsınız... irret herif! Siz zaten soyca sopça iftiracısınız, evet, soyca sopça iftiracı!” (A. Çehov, “Teklif”, sa:23) Cenaze : Ölü, mevta “Flaxman merdivenlerin dibine geldi. Ahbap-çavu kolunu sevgiyle Gordon’un omzuna attı. ‘Keyfine bak moruk, keyfine bak! Cenaze gibisin. Crichton’a gidiyorum. Gel bir tek atalım.’ ‘Gelemem, çalı aca ım.’ ‘Yapma! Ne biçim arkada sın sen! Yukarıda zaman öldürmenin ne yararı var? Gel Cri’ye gidelim, barcı kıza asılalım.’ ” (G. Orwell, “Aspidistra”, sa:33) Cendere ile sıkılmak; Cendereye sokmak : Sanki vücudunun iki yanından cendere ile sıkı tırılmı gibi hissetmek, çok üzülmek; Birine baskı yapmak “ çinden a lamak geliyor, ama a layamıyordu. Üzüntüden a layacak de ildi, öfkeden a layacaktı, kendi kendine duydu u öfkeden. Ne i i vardı bu lokantada? Burada Gürgenli villada oldu undan daha mı mesuttu? Ka larının tam üstü sanki bir cendere ile sıkılıyordu.” (J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:197) “... fakat Süreyya’nın tekrar ihtarına kar ı sabrı tükenerek birden dudaklarında titremeler, gözlerinde öfkeyle döndü: -Oo, rica ederim, gelir gelmez beni yine cendereye sokma Süreyya, dedi; dünkü gelin de ilim ya... Yolu da pekala biliyor.” (M. Rauf, “Eylül”, sa:280) Cenin : Ana rahminde döllenmi yumurta, geli mekte olan bebek “YE L EVHAM -------------------alın beni sı ına ınıza ey sade, olgun kadınlar ki zarif parmaklarınız derinizin ardında bir ceninin keyif veren kımıldanı larını izliyor ve yakanızın kıvrımlarında hep taze süt kokusu havayla birle iyor” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:83) “Ceviz ------Cevizin içi meyve, umurunda de il, Sen kabu un içine kazınmı çözümü arıyorsun. Acı büyük, avucunu sıkıp cevizi kırıyorsun. Sessizle iyor, okunmaz oluyor kırılan i aretler. Cevap dersen Sfenks mübarek, ama bo luklardan tırmanıp Giriyor ve meyveyi yiyorsun. Böylece kendine yer açıyorsun. Kendin meyve oluyorsun. çinde Sen oluyor. Sen çömelip bekliyor çevresinin kabuk ba lamasını. Bir cenin gibi. Çömelip bekliyor cevizin içinde.” (Ale teger<d.1973>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17/01/08) Cennet; Cennetlik olmak : yilik, güzellik, mutluluk dolu hal ya da ya am; Ya am sonrası, layık olanların sonsuza dek mutlu ya adıkları yer; Oraya gidebilen günahsızlar “<Sinekli Bakkal mamı’nın> Cemaate telkin etmek istedi i dinsel dogmalar, bıçak gibi keskindir. nsan için hayatta iki yol vardır: Biri cennete, biri cehenneme çıkar. Vaazlarında mam ikinci yolu daha parlak, daha canlı olarak anlatır. Cehennemin bilmedi i kö esi, cezanın tarif edemeyece i ekli yoktur.” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:11) “BEYAZ EV N ------------------Ve sen hatırlayacaksın sevgili e ini Onun gözleri için yarattı ın cennette, Ve ben çok ender bir malın kaçakçısıyımSenin a kını satıyorum ve efkatini.” (A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:35) “Cehennem’le Araf’ta zaman kavramı vardı..... ama Cennet’te vakit artık yoktur, yahut vardır da ebediyet içinde eriyip gitmi tir. Dante Cennet’te zamanın dı ındadır, ahret yolculu unun bu son kısmı zaman bakımından böyle bir ölçüsüzlük içinde sürüp gidecektir. Cennet’te, öteki iki ahret ülkesinin aksine, en geni anlamıyla ‘yer’ denen eyden de eser yoktur. airin ziyaret etti i Cennet katlarını görece iz, ö renece iz. ” (D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:III, ‘Cennet’, sa:5 -önsöz-) “ÇOK A IR KÜÇÜK ÇIKIN Annem mutlaka melekler alemindedir artık cenneti geziyordur binip onların kanatlarına. Bir kez: -O lum, demi ti, Tanrı’yla kar ıla tık Ve O gitme zamanımın geldi ini anımsattı bana.” (Voymir Asenov<d.1939>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.12.05) “Stilmann’ın inancına göre, Amerika’yı ilk ziyaret edenler cenneti, ikinci bir Cennet Bahçesi’ni tesadüfen bulduklarını dü ünüyorlardı. Örne in, üçüncü seyahatini anlattı ı yazısında Kolomb unları yazıyordu: ‘Biliyorum, dünyadaki Cennet burası, Tanrı’nın inayeti olmadan kimse giremez buraya.’ ” (P. Auster, “Cam Kent”, -New York Üçlemesi 1”-, sa:48) “H YEROGL F -----------------1 Mayıs. Süleyman’ın Mührü’nün ba kala ımı ta ın içinde. Söylenmi yolun adil hükmü, tohumların, çiçek tozlarının burgacında çözülen. Ortaya çıkma, Cennet. Seni dü leyenlerin yitik a ızlarında kal.” (P. Auster<d.1947>, “duvar yazısı”, sa:32) “Sevginin Bayra ı ----------------------- Kime yazayım! Na melerini kime söyler sözcüklerin Hatta ölümün! Kime yürüyeyim! Yürüyen adımlarım hayatıma dolanır... Kime anlatayım! Unutulan sevginin hikayesiyle Ba ının altına serilirim, Dü lenen cennetle” (Hanan Avvad-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28/08/03) “LESBOS ----------Ne ister o haksızlık, hak yasaları bizden? Adaların yüzünü a artan yüce kızlar, Herhangi bir din gibi güç ta ar dininizden, Cennet’i, Cehennem’i hor gören a k onda var! Ne ister o haksızlık, hak yasaları bizden?” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:209) “Langdon su içmek için ara vererek cehenneme inip çıkan seyircilerin biraz soluklanmasına fırsat tanıdı. ‘Evet, cehennemin korkunçlu una katlandıktan sonra cennete do ru ilerlemek sizi mutlaka heyecanlandırmı tır. Maalesef, Dante’nin dünyasında hiçbir ey kolay de ildir.’ Dramatik bir ekilde iç geçirdi. ‘Cennete çıkmak için hepimiz, hem mecazi hem de gerçek anlamda bir da ı tırmanmak zorundayız.’ Langdon, Michelino tablosunu gösterdi. Ufukta, Dante’nin arkasında gökyüzüne do ru yükselen koni eklinde bir da görünüyordu. nce bir patika da ın etrafında gittikçe daralan bir ekilde dokuz kez dönerek tepeye do ru çıkıyordu. Çıplak figürler yolda çe itli kefaretler <ceza ödemeleri> ödeyerek acı içinde tepeye tırmanmaya çalı ıyorlardı. Langdon, ‘ te, kar ınızda Araf Da ı,’ diye belirtti. ‘Ve ne yazık ki, bu yorucu dokuz daireli tırmanı , cehennemin derinliklerinden cennetin nuruna çıkan tek yoldur. Bu yolda, tövbekar ruhların tırmanı ını görebilirsiniz... Hepsi i ledikleri günaha uygun bir bedel öderler..... Kibirli olan sırtında kocaman ta lar ta ımak zorundadır, böylece a ırlı ın altında dü ük konumdakiler gibi e ilmek zorunda kalır. Obur olan aç ve susuz tırmanmak ve dayanılmaz açlı a katlanmak zorundadır. ehvet dü künü olan tutkunun ate inden arınmak için sıcak alevlerin arasından ilerlemelidir.’ Langdon, Michelino tablosunun çekim slaytını gösterdi. Kanatlı bir melek Araf Da ı’nın ete inde bir tahtın üzerinde oturuyordu. Mele in ayaklarının dibinde, bir sıra tövbekar günahkar yukarı tırmanma izni bekliyordu. Mele in elinde bir kılıç vardı ve ucu tuhaf bir ekilde sıranın ba ındaki insanın yüzüne saplanmı gibi duruyordu...... Langdon etki yaratmak için biraz durdu. ‘Tuhaf bir ekilde, yedi kez tekrarlanan... bir harf yazıyor. Onun ne oldu unu bilen var mı?’ Kalabalı ın arasından bir ses, ‘P’ diye ba ırdı. Langdon gülümsedi. ‘Evet, P harfi, bu ‘P’ harfi peccatum’u temsil ediyor, Latince’günah’ demek. Ve, yedi kez yazılması, Septem Paccata Mortalia’yı temsil ediyor: ‘Yedi Ölümcül Günah!’ ” (D. Brown, “Cehennem”, sa:311-2) “K R LLOV - kimiz de alça ız. Ama ben kendimi öldürece im, sense ya ayacaksın. PETER - Tabii ya ayaca ım. Korka ım ben, bir yana atılmı lık bu, iyi biliyorum. K R LLOV (Artan bir öfkeyle.) - Bir yana atılmı lık, of, evet! Dinle. Çarmıha gerilenin hakkı için, onun hayduda ne söyledi ini hatırlıyor musun? ‘Bugün ikimiz de cennette olaca ız.’ Gün biter, ikisi de ölür. Ama, ne cennet vardır, ne de yeniden dirili .” (A. Camus, “Ecinniler”, sa:156) “Her yabancı ses, yasaklanmı bir cennetten geliyormu izlenimini bırakırken, çoktandır sürdürülen çalı maya eklenene her sözcü ün yerine uymakta gösterdi i yumu akba lılık ve köle konumu içersinde, yasaklanmamı , ama pek ilkel bir cehennemin havasını ta ıdı ı algılanır.” (E. Canetti, “Sözcüklerin Bilinci”, sa:63) “O ak am.... günlü üne unları yazdı Maria: ‘Hayat doludizgin ilerliyor: Bizi cennetten cehenneme itiyor ve bu, birkaç saniyenin içinde olup bitiyor.’ ” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:19) “Körsün, sa ırsın, bir ölüsün sen artık, çı lıklarımı i itmiyorsun! Sana nasıl bir cennet ba ı layaca ımı anlayamadın. Cennet benim içimdeydi, onu senin önüne serecektim. Madem beni sevmeyecekmi sin, sevmesen de olurdu, bundan ne çıkardı ki? Her ey gönlünce, istedi in gibi kalırdı.” (F. Dostoyevski, “Beyaz Geceler-Uysal Kız”, sa:144) “Uskumru Sergisi ---------------------Kusursuz bir kopyası cennetin uskumru kokusu. Sanki ya am boyu süren bir yolculukla ula mı çasına bu i lemelere, sayısız örnek olu turmu mücevherci, her biri de karma ık” (Mark Doty-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.08.02) “Tüm zamanların en iyisiydi bu... en kötüsü de! Bilgeli in ça ıydı. Aptallı ın ça ıydı. nançların dönemiydi. nançsızlı ın da. Mevsim Aydınlı ın mevsimiydi. Mevsim karanlı ın mevsimiydi. Umut’un baharını, umutsuzlu un kı ını ya ıyorduk. Her ey gelece indi. Gelecek hiçlikti. Hepimiz Cennet’e gidiyorduk; ya da tersine, Cehenneme.” (Ch. Dickens, “ ki ehrin Hikayesi”, sa:5) “TELEV ZYONDAN YAYINLANAN B R R BULU MASI -Casa Fernando Pessoa, Lizbon<Manuela Judice ile Casimiro de Brito’ya> II ‘Paul Duncan olarak ‘44’de do an ben, ‘56’da On bir ya ındayken Ad de i tirme Yolunda Bedenimin Altın madenini Kazmaya ba ladım. On bir ya ında Cennetteydim Tutkular içinde” (Paul Durcan<d.1944>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.05.06) “... a ızları gırtla a dek açık, yılanı andıran kuyrukları halka halka kıvrılıyor, gittikçe yükselerek alevden dillerle doru a ula ıyordu. kisi de kanatlı, ikisi de bir aylayla taçlanmı tı, korkunç görünü lerine kar ın cehennem de il, cennet yaratıklarıydı bunlar; kocaman görünmelerinin nedeni, bir gün gelip ya ayanlarla ölüleri yargılayacak olana tapınmak için bö ürmeleriydi.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:71) “Peygamber, ‘E er sen Tanrı’dan cennet istiyorsan, hiç kimseden bir ey isteme. ‘E er kimseden bir ey istemezsen ben, Cennet-ül Meva’nın ve Tanrı’nın yüzünün senin olaca ına kefil olurum,’ buyurdular.” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:267-8) *** <2001> “Artık unutmaya mı ba ladım yoksa Biçilmeyi bekleyen otların co kunlu unu Ve dünyanın iki ki ilik bir cennet oldu unu Artık unutmaya mı ba ladım yoksa Mayıs gecelerinde dokundu umuz o kocaman yıldızları Ve enginlerde gönlümce yüzdü üm leylak rengi gözleri” (Saffet Eren <d.1952>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 31.05.05) “Kızgın güne in altında, mavi, ye il, sarı ve mor ı ınların içinde tek ba ıma ya cennette ya da masallardaki sırça sarayların birinde sanırdım kendimi. Oraya kimsenin gelmesini istemezdim. Tek ba ıma dü ler kurardım, ı ınlarla oynayarak. Ama içerde evcilik oynamaya bayılırdım, masanın altına girer, masa örtüsünü yere kadar çeker, ne kadar karanlık olursa o kadar ho lanır, mika fincanlarımla kahve ikram ederdim gelene.” (A. Erhat, “Gülleyla’ya Anılar”, sa:28) “AHRET YOLU Ahret Yurduna giden kimsenin Gö sünde parlayan iman olmalı Hükmü olmaz dolu olan kesenin Cennete girmeye ferman olmalı. -Peygamber E ref-” ..... “Sekiz, dokuz ya larındaydım, sanırım. Hayal meyal hatırlıyorum, annemin annesi de ben üç, üç buçuk ya larında iken ölmü tü ve Cennete gitti ini söylemi lerdi. ‘Cennet neresi?’ diye gökyüzüne bakmı ve anneannemin, elinde çikolata, okyanuslar kadar derin mavi gözlerinde meleksi bir gülümseme ile bana ko aca ını ummu tum.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-E ref Peygamber; Sebastian”, sa:64;154) “Sabahın Basamaklarında --------------------------------Öyle uzun zamandır ölüyüz ki uyandı ımızda kalmamı tandık kimse, a açlar bile farklı, büyüdüler belki, ya da de i ti türleri ve biçimleri, bir adam gazete satardı urda, imdi bir oyuncakçı dükkanı olmu çemberleri ve kırmızı tav anlarıyla, ama ölüyüz biz uzun zamandır, bu gerçek, ve ku kusuz do aldır cennette her eyin biraz karı ması.” (Claude Estaban<1935-2006>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.05.06) “Ba Kahraman <1986> -------------------Cehennemden onlar ‘geçti’, cennet onların hakkı, Onlar gibi dü ünmezsem, suç yükü bende kalır. Oysa unutuyorlar ki, dedikodular da olsa Ba kahraman sonsuza dek ba olmak zorundadır.” (Naci Ferhadov<d.1940>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.12.04) “BU DÜNYA GÜZEL B R YER... Bu dünya güzel bir yer do mak için her zaman pek de e lenceli bir yer olmayan mutlulu a meraklı de ilseniz arada bir de tam her ey yolunda giderken az buçuk cehenneme aldırmıyorsanız e er çünkü her zaman arkı söylenmiyor cennette bile” (Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05) “TUTKU ÜÇLÜSÜ - Werther’e ----------------------Çok görkemli bir yazgıymı gözükür insan ya amı; Ne kadar ho tur günler, ve geceler ne kadar tatlı! Ve bizler, kök salmı ızdır bu cennetin zevkine.” (J.W. von Goethe<1749-1832>, “Yarat Ey Sanatçı”, sa:42) “CAZ DANSI ---------------Robben Adası’na gücenen Mandela Cennet ya da Cehennem’e gücenen Bob Faraday bilmiyorum neredeler sadece ölüyüm ben kesinlikle iki metre yer altında ja-baas ürkütüyor kalabalıkları hillkat garibesi Frankestein gözleriyle, ve devam ediyor caz” (Mafika Pascal Gwala<d.1946>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.11.08) “GECEYE DÖNÜ Ben ilahi geceyim ki gece ölümden döndüm. ----------------------Ben kutsal bir geceyim cennetin. Ademin ilk atıyım blisin yoldan çıkardı ı.” (Cumana Haddat<d.1970>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.12.07) “Cennet olsa mekanımız Arzular anı canımız Sual edersen anımız smimize Halil derler” (Bursalı A ık Halil-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:425) “1. Kadın ----------Ona dedim: evim ve dü ünüm bu dünyadır Faydanın nasibinden sonra göze almaz yolu bacaklarım... Ona ba lanırım, sütünü katarım yeme e Onunlaydım, geçen yıllarla, arzulayarak Fı kıran cennetim gibiydi, tükeneni tutarak So uk ıslaklı ımın dinlendiren kahvenin çinde okudu unu söyledi suyun sahibi Di leriyle, atımda parlayan...” (Malik Bin Harim El Hamdani-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.09.04) “ANLAMIN ANLAMI --------------------------‘Cennet gibi bir bakımevi’ imdi herkesin bildi i bir eykızın küçük tıkacı, özlem gibi, yükselen yemek borusundan; sürünü ü kulübeden üstünde dizlerinin.” (Selima Hill <d.1945>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.12.06) “Dinleyiciler arasında, M. Géborand adında, i ten el çekmi , tefeci zengin bir tüccar vardı..... ömründe hiçbir yoksula sadaka vermemi ti. Ama bu vaazı dinledikten sonra, her Pazar katedralin kapısındaki ihtiyar dilenci kadınlara bir metelik vermeye ba ladı ı görüldü. Meteli i payla acak dilenciler altı ki iydiler. Bir gün, onu bayram yaparken gören piskopos gülümseyerek, kız karde ine, ‘Bak, Mösyö Géborand bir meteliklik cennet satın alıyor,’ dedi.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:30-1) “Cennet’ten kovulu esas olarak ebedidir: Yani Cennet’ten kovulu kesin ve yeryüzünde ya amak kaçınılmazdır; ama yine de olayın ebedili i bizi sürekli Cennet’te kalabilme olasılı ını vermekle kalmaz, aynı zamanda belki de gerçekte hep orada oldu umuz anlamına de galir, biz ister bilelim, ister bilemeyelim.” ….. “E er sadece Cennet’te yok edilebilir oldu u dü ünülen eyler yok edilebilir idiyse, o zaman bu kesin de ildir; yok e er yok edilebilirse, o zaman biz yanlı bir inançla ya ıyoruz demektir.” (F. Kafka, “Aforizmalar”, No.:64/65, sa:45; No.74, sa:50) “Çukurova bayramlı ın giyerken Çıplaklı ın üzerinden soyarken ubat ayı kı yelini kovarken Cennet dense sana yakı ır, da lar” (Karaca O lan-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:160) “Ben inatla kafamı salladım: - nsan, bu BEN’le hayvandan ayrıldı. Ba langıçta her ey Tanrı’yla birdi, onun zirveinde mutluydular. Ben, sen, o yoktu; senin ve benim diye bir ey yok, bir vardı. B R, B R olan ey, i itti in cennet budur, ba kası de il; biz oradan hareket ettik, ruh orayı hatırlayıp oraya dönmek istiyor; Ölüm kutsaldır; Ölüm nedir sanıyorsun? Bir katır... Biz sırtına atlayıp gidiyoruz...” (N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:216) “Gazeller -----------çimde saklı o cenneti Dı arıda arıyorum Yalnızlık kalbimin cenneti Ben yalnızım, ben yalnızdım...” (Nazir Kazimi-Asuman Belen Özcan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 06.02.03) “YA AM BO GEZEN N BO KALFASIDIR ------------------------Ba rahip Götürüyor toplulu unu Vaktinden önce sonra eren Yemekli bir davete! Cennet ba langıçtır Cehennemdir yolun sonu! Adaleti yönetiyor suçlular Suçsuzlar çürüyor kodeslerde!” (Mbongeni Khumalo<d.1976>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.07.08) “Sadece iyi niyetlerle ya anmıyor... ---------------Bina yıkılınca yetenekli mimarca çizildi inin ne anlamı kalır? Kaç sava daha iyi günler u runa ba latılmadı mı? Sanırım cehennem de e reti bir cennetten ba ka bir ey de il.” (Georgi Konstantinov<d.1943>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.10.05) “ ‘..... Adına ‘tarih’ denen bu bayrak yarı ı olmasaydı, Avrupa’da ne sanat olurdu, ne de onu karakterize eden ey olan özgünlük arzusu, de i iklik arzusu. Robespiere, Napolyon, Beethoven, Stalin, Picasso birer bayrak yarı çısı, hepsi de aynı stadyumda yarı ıyorlar.’ -Beethoven’in Stalin’le kıyaslanabilece inne gerçekten inanıyor musun, diye sordu Grizzly, bastıra bastıra alaycı bir edayla. -Elbette, bu seni a ırtsa da. Sava ve kültür Avrupa’nın iki kutbudur; cennet ve cehennemi, zaferi ve utancıdır, ama onları birbirinden ayıramazsın. Birine bir ey oldu unda ötekine de olacaktır, birlikte yok olacaklardır. Elli yıl Avrupa’da sava olmaması, elli yıldır hiçbir Picasso’nun çıkmaması olgusuyla gizemli biçimde ilintilidir.” (M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:149-50) “ LK N LK --------------kinci bir gecenin ta ları üstünde Ellerinde çalıntı bakla ve arpa nancının üstünde Karde lerinin kokusuyla Güzel bir sı ına ın üstünde O çıplakken dostlarımı alacak Geminin üstünde Cennetin bahçesine halkı da alacak” (Mahmud Kurna<d.1961>-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.02.08) “Hafta sonlarında ya da hafta arası bazı ak amlar bir ansım oldu unda, Buckie Braes ve Craigie Knowes dolaylarında saatlerce dola ırdım. Evden belki bir milyon mil uzakta de illerdi ama, babamdan koruyacak emin birer cennettiler.” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:8) “Böyle bir cennet nasıl anlatılır, hatta anlatma giri iminde bulunma cesareti nasıl gösterilir, bilemiyorum. imdi size bu küçük adanın çam ormanlarından, do al bir akvaryum gibi olan masmavi ve saydam denizinden,..... beyaz hayaletler gibi sürekli uçan martılarımızdan söz etsem, biliyorum ki gözünüzde turistik bir kartpostal manzarası canlandırmaktan daha fazla bir i yapmı olmayaca ım.” (Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:7) “SEÇ M KOROSU -----------------------Soprano: Tutkulu ku lara cennet, Kertenkelelere çöl Yapaca ım bu ülkeyi Ba kanınız seçerseniz e er” (Mzi Mahola<d.1949>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.01.06) “Rüzgara Hazırlık ----------------------Çocuklu umda bir ayakla birçok yara dizlerimde siyah beyaz foto raflarımda, koruyucu mele im fısıldıyor, yapacaksın, uçurtma uçurtmak ruhunda ya aması gibi cennetlerle sen bir rüzgara dönü üne dek.” (Aksinia Mihailova<D.1963>-Zeynep Köylü, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.02.10) “SEVG L ----------imdi asla pi man de ilim Ya adı ım her eyin bedelini ödedim Nasıl olsa bir gün gelir duygular bulur yerini Hem Cehennem, hem de Cennet yeryüzünün mevsimleri” (M. Mungan<d.1955>, “Söz Vermi arkılar”, sa:88) “KOSOVA SAVA I ÜSTÜNE B LG LEND RME ------------------------Bunun yanındaki ba ka bir çukurunsa dibinde bir kilise var, bu kiliseye bir merdivenden inebiliyor insan, durup bakabiliyor yukarıya oradan. - te bu çukura da Cennet diyorlar.” (Henrik Nordbrandt-Murat Alpar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.05.03) “STYOPKA - Kaç haftadır metelik almadım. htiyar öldü öleli. MADAM G. - O dura ı cennet olan efendinden öyle saygısızca söz etme. Ruhu ad olsun. Ne duruyorsun, yıkıl kar ımdan. Seni gözüm görmesin.” (A.N. Ostrovski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:20) “FLÜT -------Cennetten söz edilince ölüler dalga geçiyor güle güle... Burada hiçbir eycik yok. Dahası korku bile.” (Ivan Radoyev<1927-1994>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.12.08) “Bilekler kan içinde, di ler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.” (N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Vatan Kitap”, 24.10.07) “Görmüyor musun, yüce Tanrı Kur’anı Kerim’de cennetlilerin nimetlerinden haber vererek, ‘Onların belli rızk’ları vardır, bunlar meyvelerdir. Onlar cennette saygındırlar’ buyurur. <Saffat Suresi:41>” (Sa’di, “Gülistan”, sa:222-3) “SEN PENCEREN N ÖNÜNDE DURDU UNDA -----------------------------------------------------------Bütün dünyaya açılan bir kapıydı penceremiz, cennete yönelen, bir yolun ba langıcı, sevgili ı ı ım, bütün yıldızların çiçek açtı ı” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:21) “Hem de ne atafatlı te bihler, çifter çifter: Güne le ay; topra ın, denizin cevherleri, Nisan tomurcukları, nice buklunmaz eyler, Yeryüzünü ku atan o cennet çemberleri...” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:21, sa:83) “CENNET MERD VEN -----------------------------Dikkat ediyorum Biraz daha alçalıyor her gün. Cennet merdiveni Gönderiliyor bana -diyorum, ‘Yukarı’dan geliyor. ------------------------------Ruhum, sen çıkmalısın önce, Yava yava !” (Marin Sorescu<1936-1996>-Baki Yi it; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.02.10) “MAV ELD VEN <A. Turan Ofluo lu’na> Gökyüzü mavi eldiven gibi hep ta ırım seni cebimde --------------------Okudukça büyüyen bu sessiz ayeti ku lar benden daha çok sevse korkarım yitirmekten cenneti”. (M.R. irin, “rüya saati”, sa.34) “Büyükannem öldü ünde, annem ölünün bir tür kandırmaca oldu unu, çünkü asla sonsuza dek ölü kalınmadı ını açıklamı tı bana. ‘Bir gün,’ demi ti, ‘ilahi adaletin borazanları çalacak. O borazanlar büyük bir çalar saat gibi çalacak ve hepsi mezarlarından çıkacaklar.’ Altüst olmu tum. Cennetin, cehennemim ve arafın varlı ından haberdardım.” (S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:16) “Bir saatten beri dostum ressam Osman Ertu rul’un atölyesindeyim. Resimden anlayanlar için bir ressamın atölyesinde, hele Osman gibi cins bir ressamın atölyesinde bulunmak cennette bulunmaya bedeldir. Çe itli memleket peyzajları, natürmortlar, cami, çe me, sebil resimleri gözlerimin tanıklı ıyla bütün benli imi ancak gerçek sanat eserlerinin verebilece i bir hazla ürpertiyordu.” (C. Sıtkı Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Kötülük Yapayım Derken”, sa:146) “CAN YOLDA I -------------------N’eyleyim böylesine ıssız yerde? Can yolda ı olmadı mı n’eylersin En güzel tabiat manzarasını? Cennet bile olsa orda ya anmaz.” (C. Sıtkı Tarancı<1910-1656>, “Otuz Be Ya ”, sa:175) “KRAL ÇE ELIZABETH VE SIR WALTE RALEIGH ARASINDA GEÇEN R TARTI MASI <Ralegh’den Elizabeth’e > (1587) Talih aldı götürdü a kımı, Hayatımın ne esini ve ruhumun gökteki cennetini. Talih aldı götürdü seni uzaklara, prensesimi, Hayatın ne esini ve gerçek hayallerimin a kını. Talih aldı götürdü seni benden; Talih her eyimi aldı seni götürdü ünde. Körle ip tüm hazlara, acılara ya ıyorum yalnızca: Hayallerimin dü manı oldu talih böylece.” (I. Elizabetha Regina<Tudor><1553-1603>-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.08.04) “Bir gözümü araladım, sonra öbürünü. Odada öyle güzel bir ı ık vardı ki ölmü oldu umu ve cennette bulundu umu dü ündüm. Ama bu olanaksızdı. Evde herkes cennetin bana göre bir yer olmadı ını söylüyordu. Benim gibiler yanıp kavrulmak üzere dosdo ru cehennemin kazanlarını boylardı.” (J.M. de Vasconcelos, “Güne i Uyandıralım”, sa:10) “A II Celia ve Paul için ---------------------Onurlandırılmı , yüre inde ölümden ba ka bir ey yok, gitBen, toz-kaldır kenarını büyütülmü dünyanın Kenarını ki hiçbir ey bırakamaz; git soluk almı ken Yüzle o lumla, söyle: ‘E er baban gücendirdiyse seni Sesiz bilgelikle,’ bitirmedi sözlerim Onun ikinci cennetini” (Louis Zukofsky<1904-1978>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.07.03) Cenneti boylamak : Ölmek, öbür dünyaya göçmek “Böyle olmasa ke ke, diyor bir yandan da, ke ke silahını doldurup Siyah’a çevirebilse ve beynine kur unu yollayabilse. Kur un yedi ini bile anlamazdı, diye dü ünüyor Mavi, daha yere dü meden cenneti boylardı.” (P. Auster, “Hayaletler”, -New York Üçlemesi 2-, sa:68) Cennetku u : Bk.: HÜMA - Cennetku ugiller familyasından, Yeni Gine orijinli, saksa an büyüklü ünde ötücü bir ku . Halk arasında, komiklik olsun diye, bazı gençler, arkada larına birden gösteri yapmak istediklerinde: “Bendeniz cennetku u!” hitabında buklunarak kendilerini takdim ederler. Türkçede, ‘Devlet Ku u’ olarak da tanınır. Rivayete göre, ayakları olmayan ‘adı var kendisi yok’ bu ku pek yükseklerde uçar, sadece yırtıcı ku ları avlar ve kemikleriyle beslenirmi . Bu ku un gölgesi her kimin ba ına dü erse, o ki i hükümdarlı a, mutlulu a erermi <Ba ına devlet ku u konmu !>; dirisi ele geçmezmi . “ KARUS’U OYNAYI Gidip istedim ku lardan, Bir tüy Verdi bana her biri. -----------------------------Onları ruhuma takıp Ba adım uçmaya. Akbabanın yüksek uçu u, Cennetku unun kırmızı uçu u, Sinekku unun ye il uçu u, Papa anın konu an uçu u, Deveku unun utangaç uçu uAh, nasıl uçtum!” (Marin Sorescu<1936-1996>-Baki Yi it, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.02.10) Cennetmekan : Mekanı cennet ola, cennetlik “Ve atma a ba ladı: -Rahmetli bey babam, cennetmekan pa a dedem de böyleydiler. Küçücüktüm, dedem beni dizine oturtur, ayrı kabımdan seve ok aya yedirirdi. Hatta bir gün padi ah, birlikte yemek yemek için buyurmak lütfunda bulunmu . Pa a dedemi o kadar severlermi ki, illa aynı kaptan yiyelim buyurmu lar.” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:67) Cennetten çıkma; Cennetten gelme : Çok rahat, huzur verici “Erguvan ve hanımeli kokuları arasında gezinerek bahar çiçeklerini kokladı ı, dut a açlarının altında cennetten çıkma bir uyku çekti i ve mehtaplı yaz gecelerinde ipek gibi parıldayan denizdeki pek çok sandal arasından müzik çalınan sandala yakla mak için a ır a ır çekti i küreklerin ucundan damlayan su taneciklerinin...” (O. Pamuk, “ stanbul”, sa:197) “James Ramsay yere oturmu tu, genel ma azaların resimli katolo undan kesti i buzdolabını, annesinin o sözlerinden sonra, cennetten gelme bir eymi gibi görmeye ba ladı. Çünkü o, altı ya ındayken bile bir duygusunu ötekinden ayrı tutamayan; gelecek günlere ait beklentilerin gölgesini hem sevinçleri, hem üzüntüleriyle, ya amakta oldu u anın üstüne dü üren o kalabalık kitledendi.” (V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:3) Cennetku u : Cennetku ugiller familyasından, Yeni Gine orijinli, saksa an büyüklü ünde ötücü bir ku . Halk arasında, komiklik olsun diye, bazı gençler, arkada larına birden gösteri yapmak istediklerinde: “Bendeniz cennetku u!” hitabında bulunarak kendilerini takdim ederler. Bk.: Devletku u; Hüma “ KARUS’U OYNAYI Gidip istedim ku lardan, Bir tüy Verdi bana her biri. -----------------------------Onları ruhuma takıp Ba adım uçmaya. Akbabanın yüksek uçu u, Cennetku unun kırmızı uçu u, Sinekku unun ye il uçu u, Papa anın konu an uçu u, Deveku unun utangaç uçu uAh, nasıl uçtum!” (Marin Sorescu<1936-1996>-Baki Yi it, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.02.10) Centilmen : Kibar, asil, sözünde duran adam “HASTINGS - Gel benim yi it centilmenim! imdi sözünün eri bir insan oldu unu anlıyorum. te dostluk böyle olur.” (O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:98) “‘Ben seni daha akıllı sanırdım,’ diyerek neredeyse yumu ak bir dille payladı beni Franz. ‘Centilmen insanlar dürüst davranır. Senden haksız yere bir ey istemiyorum, bikliyorsun. Al u meteliklerini, sok cebine. Ama o, anlıyorsun kimi kastetti imi, benimle pazarlık etmez, trink öder hemen.’ ” (H. Hesse, “Demian”, sa:34) “Çapkınca göz kırptı. Eliyle yakla i areti yaptı bana. Koltu umu ona do ru çektim. Kıkırdayarak, ‘ imdi,’ dedi, ‘seninle kız kıza konu alım ekerim. Öyle kibar, öyle centilmen, öyle zengin bir adamdı ki. Biraz çapkındı tabii ama, kuzum o kadar olacak. Kadınlar onu rahat bırakmıyordu ki.’ ” (Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:341) “HER ZAMAN B R ÜPHE Sabahları kalkıyorum, giyiniyorum bir centilmen gibibeyaz gömlek, kravat, takım elbise. ----------------Derken, bekleme salonuna giriyorum bir binanın bir yetkili kapatıyor yolumu. ‘Ne istiyorsun?’ ” (Mbuyiseni Oswald Mtshali<d.1940>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.11.07) “Bu adam Paul Petrovitch’dir. yile mek için Moskova’dan yurt dı ına çıkmı ve ngilizlerle, Rus turistleri sıkça görebilece i bir yer olan Dresden’de kalmı tı. ngilizlere kar ı alçakgönüllü, sade, ancak de erinin bilincinde bir tavır takınır; onlar Paul Petrovitch’i biraz sıkıcı da bulsa, ondaki mükemmel saygın adama, tam anlamıyla centilmen edasına saygı duyuyorlar.” (I. Turgenyev, “Babalar ve O ullar”, sa:267) Cepçi : Cepten para, öteberi çalan adi hırsız (Argo); Her eyi iç eden, cebe atan kimse “... iyi, güzel, akıllı adam ama bu acımasız olmasını gerektirmez ki. Fischerle onun a zının payını verecek. Öykü anlatmaya gelince birinci! Yaratıkta kafa var do rusu. Zavallı bir cepçiyle u üst sınıf dolandırıcılarından biri arasındak ayrımı bir bakı ta görür insan.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:258) “‘Ne oldu Yahudi?’ Peslee ba ını çevirip bakınca, arkasında bir adam durdu unu gördü. Peaslee’nin etrafındaki adi hırsızlar ve cepçiler sessizce kalkıp barın dört bir yanına da ıldılar, geride sadece penceresiz barın bo ucu havasında salınan puro dumanları bırakarak.” (M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:462) Cep harçlı ı : Ufak tefek gündelik harcamalar için verilen para “Do rusunu söylemek gerekirse, tam anlamıyla olmamakla beraber, paranın de erini bilmiyordu. Cep harçlı ı istemek adeti de ildi; verilince parayı haftalarca ne yapaca ını bilmez, ya da çabucak çarçur ediverirdi.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:24) “Bir gece, kibar giyini li bir genç, avluya bakan özel odalardan birinde yemek yiyordu. Bu hal patronun garibine gitti. ‘Dikkat et!’ dedi. ‘Herifçio lu hesabı ödemeden avlu kapısından sıvı abilir!’ Evet, bana bunu tembih etmi ti ama, benim aklım güzel Kefalonyalıdaydı. ‘Özel’ yemek yiyen bay, bana oyun oynadı: yice yiyip içtikten, bir paket sigara ile hesabı istedikten sonra biraz cepharçlı ı da edinmek hevesine kapıldı. Bu yüzden ikimiz de okkanın altına girdik. Parayı vermeden, ‘Bana be frangın üstünü getir,’ dedi….. Düzenbaz herif, kendisine parayı verdi im zaman, ‘Ko bana bir pul getir,’ dedi. Tabii ko tum, ama avlunun karanlı ında, Kir Leonida’nın tokadını da yedim.’ ” (P. Istrati, “hayat yollarında”, sa:33-4) Ceplerini bo altmak : Soyulmak, para kaybetmek, çalınmak “Bu parayı benim üzerimde bulurlarsa canımı çıkarırlar, öldürürler beni. Çünkü, Fischerle parayı nereden bulur? Ve ben, onlara nasıl anlatırım nerden buldu umu? Kitap i i çeviren baydan aldı ımı söylersem, beni ayakları altında ezer, ben orada yatıp dururken ceplerimi bo altırlar.” (E. Canetti, “Körle me”, sa:230) Cepleri(ni) doldurmak : Hırsızlık etmek, yasa dı ı para kazanmak “Sizin yaptı ınız almak satmak, almak satmak... Demiryolu da yapıldı. Pamu u, tütünü vagona yükleyin, lambayla kuma ı vagondan indirin, arada ceplerinizi doldurun...” (O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:59) “IAGO - Merek etmeyin efendim, hizmetinizdeyim ama, sırası gelince öcümü almak için..... Efendilerine sade hizmet eder görünüp kendi kazançlarını gözetir, ceplerini doldururlar mı saygıyı artık kendi kendilerine gösterirler..... e er ben Ma riplinin kendisi olsaydım Iago olmazdım. Tanrı ahidim olsun, sevgi yahut görev hatırı için de il; öyle göstererek kendi çıkarıma bakmak için! Yoksa hereketlerim, içimi ve niyetlerimi dı arıya vursa, çok geçmeden alemin diline dü üp rezil olurdum.” (W. Shakespeare, “Othello”, sa:5) “Onlarda hala, Yeni Hindistan’a do ru yelken açanların ve bütün ordularda ücretli asker olarak çalı ıp meyve sebze bahçelerini talan edenlerin her ne pahasına olursa olsun hayatlarını dürüst burjuva hizmetleriyle kazanmak istemeyenlerin ve kar ıla acakları tehlike ne olursa olsun ceplerini bir anda doldurmak isteyenlerin cüretli kanı var..” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:24) Cepten vermek : Kendisi ödemek “Hiçbir yayıncı yoktur artık Almanya’da kitapları için, yirmi yılının dü ünce ürünü, 64 santim kalınlı ında ciltsiz bir yı ın halinde bodrumda beklemektedir; kitaplarını sırf yayınlatmak için cepten verir, zar zor biriktirdi i ve aldı ı paradan.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Nietzsche’, Cilt:I, sa:132) Cepten yemek : sizlikten dolayı hazır parayı kullanarak geçimini temin etmek “SHANNON - Sör? Sör? Para ödülleri bir iirin de erleri yanında çok küçük kalır, her zaman! (Ya lı adama kar ı hemen hemen yapmacı a kaçan bir co kuyla yumu ak davranır. ..... bizden istenen bu fazladan hak, ko ut duygusal yede imizi a tı ı zamanlarda böyle oluruz. Tabii Shannon kadar Hannah için de de do ru bu. Birbirlerine rastladıkları bu noktada her ikisi de cepten yeme e ba lamı tır.) (T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:71) Ce qui n’est pas clair, n’est pas français : (FR.,KOLL.) <sö ki n’e pa kler, n’e pa Fran’se> : ‘Net’ olmayan bir kimse, Fransız de ildir = If it is not clear, it is not French ( NG.) Cerbezeli : Tuttu unu koparan, becerikli, i bitiren, giri ken, kolaylıkla inandırıcı “Ba tan ba a oymalarla süslenmi , cilalanmı , ya a doyurulmu , sert tahtadan yapılmı olan bu pavyonun camları olmasaydı, ötekilerden farksız, cansız ve dilsiz bir heykel gibi katı güzelli i içinde donmu güzel bir ey sayılabilirdi. Onlar konu uyordu. Hem de ne cerbezeli, ne evrensel bir dille!” (P. Istrati, “Sünger Avcısı-Bakır”, sa:33) “Eni te tekrardan gelip, sıranın kıyısına ili ti: -Benim baldız, dedi. Çok aklı evvel, a zında dili dolanan, cerbezeli bir avrattır. Senden ötürü hangi partiden diye sordu...” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:54) Cer, Cer lokması, Cerre çıkmak : müezzinlik yapmak Para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere da ılıp imamlık veya “ yi huylu, tekke ekme i yeme! Sen, ey dervi , cer lokması dilenme, Sen, ey güzel yüzlü, tertemiz kadın. Gerekir mi sana mücevher, atın?’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:117) Ceremesini çekmek, ödemek : Yapılan bir hatanın cezasını ödemek “Bu duruma dü memde benden ba ka kimsenin suçu yoktu. Paraya ili kim hep çapra ık, karı ık, çeli kili dürtüler ba lıydı. Bu konuda belirgin, tutarlı bir tavrı reddetmi olmanın ceremesini ödüyordum.” (P. Auster, “Cebi Delik”, sa:7) “Bu i lerin ceremesini de her zaman zavallı kent çekerdi. Bir kez çadırları ya ma eden Türkse, o zaman Labancz gelir, ‘Ödeyin bakalım bizim tüccarların zararını, yoksa ta ta üstünde kalmaz’ diye koca kente bir hesap pusulası dayardı. Yok, ya macı Labancz ise, Kecskemetliler için o da aynı eydi, çünkü o vakit de Kuruczlarla Türkler gelir, kendi tüccarları için ödence isterlerdi ve bu da hemen her saman bin altını bulurdu.” (K. Mikszath, “Konu an Kaftan”, sa:16) Ceren : Ceylan “Külleri So umadan Desenler çiziyordum o günler defterime akku ular, cerenler. Sesini dinler gibi dinliyordum gecenin sessizli ini, a layan salkımsö ütleri. Kartaca yanıyordu çok uzak bir zamanda tek ba ına. Bir yandan bir arkıyı dü lüyordum birlikte söylerken arana mesiyle nerdeyse bir gülümseyi i ölümsüzle tirece imizi.” (Cevat Çapan<d.1933>, “Ayın iiri”, Arif Damar, Cumhuriyet Gazetesi, 30.01.03) Céres : LAT N ‘Tarım tanrıçası’ “O anda duydu um sempati bitiverdi ve öfkeyle karı ık bir tür tiksinti hissettim. -Bu memleket korkunç de ildir, hanımefendi, diye yanıtladım. Bu ülke bir an ülkesidir. Güzellik, o denli büyük, o kadar yüce bir eydir ki yüzyılların barbarlı ı bile ondaki büyüleyici kalıntıların silinip yokolmasına yolaçamamı tır. Antik Céres’in ihti amı, antik tepeler üzerinde halen süzülmekte, YUNAN’ın i l h a m p e r i l e r i Arethuse ve Ménale’i ilahi tınılarla çınlamakta, çıplak da da ve kurumu kaynakta bile kulaklarımda ötmektedir.” (A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:40) Cereyan yapmak : Açık kapı ya da pencereden dolayı hava akımı arasında kalmak “DEL - Haklısınız. ( apkayı çıkarır) nanın nezaket dı ı bir ey dü ünmedim... Açık pencere cereyan yapıyor da... cereyan bana çok dokunur. Özellikle ba ım ü ür. Sizin ü ümez mi? Acaba kapatmaz mıyız?” (D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:23-4) Certiorari : (LAT.,HUK.) <Ser’tiyo’rari) : Davanın daha yüksek bir mahkemeye nakli için yazılan resmi yazı = A rit ordering a case transferre to a higher court ( NG.) Cesareti kırılmak : Yüreklili ini, ümidini yitirmek; korkmak “Kesin olarak anlamı lardı durumlarını, Baraglioul’un konu ma sanatı bu i te hiç bir ey de i tirmezdi. Belki zaman? Kutsal yerlerin ö üdü... Julius alabildi ine cesareti kırılmı bir ekilde: -Anthime, beni çok üzüyorsunuz, diyordu yalnız (omuzlar oynamaz oluyordu hemen, çünkü Anthime bacana ını severdi). Üç yıl sonra Jübile zamanı (Her elli yılda bir, Musa Peygamber zamanındanberi süregelen, papa’nın bütün günahları ba ı laması dolayısıyla yapılan enlik) yanınıza geldi imde sizi iyile mi bulurum in allah!” (A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:3) “GREGERS -… Onu ikaz etmeliydim. Çünkü onun sonunun neye varaca ını seziyordum. WERLE - Evet, o zaman muhakkak söylemeliydin. GREGERS - Cesaret edememi tim, çünkü pek çok korkutulmu tum. O derece cesaretim kırılmı tı.” (H. Ibsen, “Yaban Örde i”, sa:105) “Konum de i tirmi olan güne altında imdi Do ruluk Bakanlı ının pencereleri bir kalenin mazgallarını andırmaktaydı. Bu koskoca piramit yapının kar ısında Winston’un cesareti kırıldı. Çok güçlüydü, sarsılmasına olanak yoktu. Bin roket bombası bile yıkamazdı bunu.” (G. Orwell, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”, sa:30) “- imdi ne yapaca ım? diye dü ündü. Roma’daki güzel kadınlardan birinin evine mi saklanayım? Bu durumda beni on üç ay hapse atıp gün ı ı ından yoksun bırakan alçak zalimler, cesaretimi kırdıklarını sanacaklar! talya, o ulların seni bu kadar küçük bir nedenle terk ederlerse gerçekten bahtsızsın!” (Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:151) “HIDOUX - Gördünüz mü çocuklar, kaldını. Artık oturabilirsiniz. BASTIEN, cesareti kırılmı , oturur. - Yolcuları on be gün bekletemezler. Ba ka bir gemi vardır muhakkak.” (Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:23-4) Cesaretini ele almak : Yüreklenmek, cesaretini tekrar derlemek Bk.: Cesaretini toplamak “Katiller, bu ate li sözlerle yüreklendiler ve kararla tırılan parada indirim yapılması korkusuyla, cesaretlerini ele alıp odaya yine girdiler. Kadınlar da arkalarından girdi. Birinin elinde büyük bir çivi vardı. Biri bunu, uyuyan ihtiyarın gözünün üstüne, dimdik tuttu; öteki, elindeki çekiçle çiviyi onun kafasına sapladı.” (Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:80) Cesaretini gergin tutmak : Cesaretini elden bırakmamak, so ukkanlı olmak “MACBETH - Ya ba aramazsak… LADY MACBETH - Ba aramazsak mı? Sen sade cesaretini gergin tut, bak nasıl ba arırız. Duncan uykuya dalınca -zaten bütün gün süren yolculu undan yorgun oldu u için derin bir uykuya dalacaktır- iki oda u a ını öylesine içkiye bo arım ki- …..” (W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:23) Cesaretini toplamak : Güçlenmek, yüreklenmek “Önemli kararlar alması gerekti inde ı ı ın sava çısının eli aya ı titrer. ‘Bunun altından kalkamazsın,’ der bir arkada ı. ‘Haydi, cesaretini topla,’ der bir ba kası. Böylece iyice kararsız kalır sava çı.” (P. Coelho, “I ı ın Sava çısının Elkitabı”, sa:88) “Maria, köpekli kadını bulmak için geldi i yere döndüyse de, kadın gitmi ti bile. ‘ te buyum ben. Daha do rusu buydum: kendini sessizli e gömmü , bilgiçlik taslayan biri; ve derken u Arap beni o kadar ürküttü ki, cesaretimi toplayıp bütün bildi imin Coca-Cola’yla Pepsi arasındaki fark oldu unu söyleyiverdim. Hakkımdaki görü ü de i ti mi peki? Kesinlikle hayır!’ ” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:60-1) “On dört günden beridir cesaretimi topladım. Ka ıtlarımı alarak gezintilere çıkıyor, yazlıkların yayıldıkları yamaçların eteklerinde ve tepelerinde dola ıyor, fazla dü ünüp incelemeden, dikkatime çarpan Roma’ya ya da güneye has küçük motifleri saptıyorum.” (J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:I, sa:254) “Ö leye do ru arkada ların daireye girip çıkmalarından, avurtlarını i irip bir eyler çi nemelerinden çörekçi kızın geldi ini anladım. Biraz bekleyip mü terilerin hücumunun tavsadı ını sezince hemen dı arı çıktım, ka ıtları çıkardım. Cesaretimi toplayıp kıza do ru yürüdüm.” (F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:43) “Pierre’le Eve, basamakları derma çatma, tozlu bir merdiveni tırmanıyorlardı. Yandaki duvarlar peri an haldeydi. Böylece iki kat çıktılar. Eve bütün cesaretini toplamı tı. Pierre onun tepkilerini yan gözle kontrol ediyordu.” (J.-P. Sartre, “ ten Geçti”, sa:105) “Anna’nın geldi ini duyunca salona çıkmak istememi ti Kiti, ama Dolli kandırmı tı onu. Kiti cesaretini toplamı , salona gelmi ti. Yüzü kızararak yakla tı Anna’ya, elini uzattı. Titrek bir sesle, -Çok sevindim, dedi.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:625-6) “Yata ın kıyısına yakla tım ve bakmak için tüm cesaretimi topladım. Gördü üm ey içimi yılgıyla doldurdu. Öylesine ürkmü tüm ki, fermuar gibi bir ürperti tepeden tırna a dola tı her yerimi. Titreyerek ilk durumuma döndüm.” (J.M. de Vasconcelos, “Güne i Uyandıralım”, sa:10) “ ‘Walfischgasse boyunca, hiç konu madan yan yana yürümü lerdi. Neden sonra genç kadın cesaretini toplayarak, fısıldamaya ba ladı: ‘Sizden beni ba ı lamanızı isteyece im... yarın sabah erkenden buradan ayrılaca ım için gitmeden önce her eyi halletmek istiyorum... Benim için çok yoruldunuz, büyük çaba sarf ettiniz, bunun için size özellikle te ekkür etmek istiyorum...’ ” (S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:178) Ceset : Ölü insan (ya da hayvan) vücudu “Yine de çalı mayı kesmemi , aklından geçen olasılık iyice kesinle tikten sonra da uzun süre kazmaya devam etmi ti. Cesedi bulması nedense zorunluydu onun için; gelgelelim ortada hiçbir iz görünmüyordu. Sigarasını tüttürüp öfkeyle kafa patlatarak kazdı ı tünel boyunca a a ı yukarı volta attı.” (L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:188) “Çanakkale sava ını, batan gemileri, süngü sava larını, ne kadar ngiliz öldürdüklerini, sava alanının insan cesetleriyle doldu unu, dünyanın bütün kartallarının, akbabalarının, öteki yırtıcı ku ların sava alanı üstünde döndüklerini, sonra ölüleri nasıl parçaladıklarını bire bin katarak bir destancı ustalı ıyla, co kuyla anlatıyordu. Çanakkale sava destanını kim bilir imdiye kadar kaç kez anlatmı tı da dinleyenlerin parmakları a ızlarında kalmı tı.” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 1-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Cilt:1, sa:27) “Yüzümü avuçları arasına aldı ve kararlı bir ekilde konu tu: ‘Dinle, Gum! Bir eye yemin ederim: yile ti inde kimse, hiç kimse, Tanrı bile sana el sürmeyecektir. Bunu yapmak için önce cesedimin üzerinden geçmeleri gerekir. Buna inanıyor musun?’ Olumlu bir ‘hım’ sesi çıkardım. ‘Ceset nedir?’….. ‘Ceset, ölümle aynı ey. Ama imdi bundan söz etmeyelim, sırası de il.’ ” (J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:174) C’est a dire : (FR.,KOLL.) <Se’ tadir> : Bu demekttır ki.. = That is to say ( NG.) C’est égal : (FR.,KOLL.) <Se’tegal> : Her ikisi de birbirine e it = It’s all the same ( NG.) C’est la vle : (FR.,KOLL.) <Se la vi> : Hayat böyledir i te = That is the way life is.. ( NG.) Cevahir : Pırlanta, elmas, zümrüt gibi de erli ta lar “A ızda dil nedir, sahibi? Bir hazine anahtarı de il mi? Kapı kapalısa, kim nerden bilsin? çerdeki cevahir mi, çerçi mi?” (Sa’di, “Gülistan”, sa:27) Cevher; Cevher yumurtlamak : Yetenek, iyi niyet ve zeka; de erli ta ; Çok önemli eyler söyledi ine kendini inandırmı olmak; Töz, bir nesnenin de i mez niteli i. Renk, ekil gibi özellikler, o nesnenin de i en yönleridir, bunlara araz=ilinek denir “ ste i yerine getirildi. Daha sonra Papaz, köylüye, onu nasıl buldu unu ayrıntılarıyla anlattırdı. Adam, eve getirirken, övalyemizin yumurtladı ı cevherleri de unutmadan, bir bir anlattı; bu da, Papaz’ın ertesi gün hayata geçirmek istedi i kararı peki tirdi.” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:36) “Albayın odasındaki toplantı uzadıkça uzuyor; Albay Schröder, sava alanında uygulanacak taktiklerle ilgili yeni geli tirdi i kuramları anlatıyor, özellikle de siperlere yerle tirilecek havan toplarının öneminden dem vuruyordu. Cephenin iki ay önce güneyde ve do uda ne durumda oldu unu, birlikler arasında ba lantının, zehirli gaz kullanmanın, dü man uçaklarını vurmanın, askerin ia esini sa lamanın ne kadar büyük önem ta ıdı ını açıklamaya çalı ırken ne cevherler yumurtluyordu.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:414) “KAYIP --------yol aramıyorum gündüzün ehrine ku ku yok ki bir mezarın derinliklerinde uykudayım cevherim var fakat onu korkudan gönlümün bataklıklarında saklamaktayım” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-duvar”, sa:38) “Cevherin özünde yetenek varsa E itimin etkisi olur ona... Demir cila ile asla de i mez, Köpek yıkansa da temizlenemez.’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:205) Ceviz kabu u gibi sallanmak : Fırtınalı bir havada denizde bir ta ıtın (gemi ya da motor, sandal) tehlikeli bir ekilde sallanması, yalpalanması “Sabah altıda muhrip, ceviz kabu u gibi sallanıyordu. Altımdaki ranzada yatan Luis Rengifo uyumuyordu: -Eee toraman, daha miden dönmedi mi?” (G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizci”, sa:25) Ceviz kabu unu bile doldur(a)mamak : Çok küçük, önemsiz, bahise bile de mez “Tüccar, üstünlü ü elde tutan, ö retici bir ses tonuyla: ‘Eskiden böyle eyleri önemseyen yoktu, imdi ise bunlar moda oldu. öyle ceviz kabu unu bile doldurmayacak bir olay ortaya çıkmaya görsün, kadın anında kocasının kar ısına dikilip, ‘Artık seninle ya ayamam,’ deyiveriyor. Köylüler bile bu yeni modaya ayak uydurdular.” (L. Tolstoy, “Kreutzer Sonat”, sa:13) Cezbeli olmak : Tarikat ehlinin kendinden geçme hali <ektazi>; hayret ve sevinç içinde ruhun bedenden ayrıymı gibi olması, heyecan duyması “Hiç unutmam; bir gece, bir kervanla afak sökünceye dek yürümü , sabaha kar ı bir ormandanın kenarına yatmı tık. O yolculukta bizimle beraber olan cezbeli bir adam, ansızın bir çı lık kopararak kendini çöllere attı, bir an bile durup dinlenmiyordu. Sabah olunca: ‘Bu ne haldır,’ diye sordum. ‘Gördüm ki, dedi, bülbüller a açtan, keklikler da dan, kurba alar sudan, birçok hayvan da ormandan feryada gelmi ler. Bunların hepsinin tespihe daldı ını dü ündüm, bu durumda benim uyumam insanlı a sı maz.’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:107-8) ^ Chacun a son gout : (FR.,KOLL.) < a’kön a son gu> : Herkesin zevki kendine ve Tanrı, herkez için = Every man to his taste, and God for all ( NG.) Chacun pour soi, et Dieu pour tous : (FR.KOLL.,D N) <Herkes kendi (öder), sorumludur, Tanrı ise herkes için> = Everybody for himself, and God for all ( NG.) CHAGALL, Marc -Eserlerinin Psikoanalizi- : De erine inanarak, yaptı ım bir analitik çalı mayı sizlere sunmaktan zevk duyuyorum: - smail ErsevimMarc SHAGALL (d.:9 Temmuz 1887, Rusya-ö.:28 Mart 1985, Fransa), XX.yy.’ın en rüyavi, dı a-vurumcu, soyutlamacı ressamlarından biri olup, tasarıma ve yontuculu a kadar uzanan sanat ya amında, gezdi i ve ya adı ı hemen her yerde somut yapıtlarıyla dünyada iz bırakan ender dahilerden biridir. Polonya sınırına yakın bir yerde, küçük bir kasabada do du. Dindar, dokuz çocuklu bir musevi ailesinden geliyordu. Daha ilkokul e itiminde çizim sanatının temel ilkelerini hatmetti i belliydi. Daha sonraları, Léon Bakst‘ın rehberli inde “tasarım”a kendini verdi. Bu ba langıç devresinin en önemli eserleri “Ölü Adam” <1908> ve “Siyah Eldivenli Ni anlım” <1909> idiler. Shagall, 1910 da Paris’e ta ınarak, Montparnasse’ta ve Bohem hayatının ya andı ı La Ruchi”ye yerle ir. Serbest ifadenin her türlüsünün mubah sayıldı ı bu yerde, kafasından hiç eksik etmedi i us-dı ı, folklorik materyali, bir bir, daha pastel renklerle tuvale yansıttı. Orada geçirdi i ilk dört yılda, onun, hayatının en önemli, onun ruh yapısını en iyi simgeleyen gözde eserlerini verdi ine inanılır: “Yedi Parmaklı Kendi Portresi” <1912>, “Golgota” <1912> ve “Damdaki Kemancı” <1912> bunlar arasındadır. II.Dünya Sava ı kızı tı ında, hayatından ku kulanan her musevi gibi, 1941 Temmuz’unda A.B.D.’ye sı ındı. New York’taki “Ballet Theatre”ının A l e k o balesinin dekorunu ve giysi tasarımlarını yaptı. Ba arılı olunca, Igor STRAVINSKY’nin “Ate ku u” (Firebird) Balesinin dekor ve tasarımlarını da ona yaptırdılar. Sava bittikten sonra Chagall, yine Fransa’ya döndü ve 1952 de, 65 ya ında iken, bu içe dönük, zaman zaman ‘hayali fener gibi kendi kendine yanan’ sessiz, ’yalnız’ insan, Vava Brodsky ile evlendi. Bu de i im, onun için sanki yeniden dünyaya geli gibi oldu. Bir meslek de i imi de yaptı sanki: seramik-çömlek el sanatına merak sardı, üç boyutlu eyler yaratmaya ve hatta yontu ile me gul olmaya ba ladı. Bu arada e i beklenmedik bir ekilde öldü ve üstat, 1958 de eski alı kanlı ına: dekor ve çizim, tasarı’ya döndü, bir yandan da dünyayı dola ıyordu. Maurice RAVEL’in “Daphnis ve Chloe” oyununun dekor ve giysilerinin tasarımını yaptı. Filistin’e giderek, Kudüs’te, “Tıp Merkezi Sinagog”unun vitraylarını nak etti. Paris Opera’sının ve Metropolitan Opera’sının Lincoln Sahne Sanatları Merkezinin tavanlarını nak etti. 1967 de, Mozart’ın “Sihirli Flüt” <The Magic Flute> opera’sının sahne tasarımlarını yaptı. Ve Moskova, onun 100. Yıldönümü erefine büyük bir sergi hazırlamaya ba lamasından bir az sonra, bir asırdan yalnızca iki kısa senecik eksik, ekli emailini istedi i gibi içselle tirdi i ve dı salla tırdı ı bu dünyaya veda etti. * imdi güçlük, bu büyük artistin, benim gibi, sanatçı olmayıp yalnızca sanattan ho lanan, iki konservatuvar mezunu ve fakat hala amatör bir müzisyen olan, analist bir hekim tarafından analiz edilmesi. Odaklanaca ımız ilk nokta, Chagall’in yapıtlarındaki s e m b o l’lerin genel olarak “içerik” (content) olarak algılanması. .Örne in ‘kırmızı’, ‘beyaz’ ve ‘mavi’ ayrı ayrı renkler olmakla beraber, Chagall’da bunlar aynı zamanda i ç e r i k’tirler de. Bunlar bir Amerikan berber dükkanının döner lambası ya da U.S.A. bayra ı olarak da simgelenebilirler. Hiç üphe yok ki, s e m b o l l e r, i ç e r i e e k i l v e r m e k t e’ dirler. Rüya’da aynı renkler, resmi bir “yas”ı anılayabilir. Do al olarak, bizlerde uyanan o ‘ba lantıları’ (associations) bilmek isteriz. Esas olan udur ki, altbilincin forte‘si, gerçek sembol‘dür. Yani bu, rüya içeri inin bize vermek istedi i eydir. Aynı ey, sanatçının bize verdi idir. Yıllardır PS KANAL Z, ‘sembol’lerin kuralları ve ‘genel yasaları’ altında, malzeme toplamaktadır. Örnek olarak “seks” sembollerini alalım: Bir MUM, ‘ereksiyon’ ve ‘süreklili i’ simgeleyebilir; Keza, Bir KU , yükseli hareketi, sevinç, arkı, seks ifade edebilirken, ÇUKULATA, bir çocu un “beslenme’ illüzyon’u olarak belirebilir. Bu deyimler icat edilmemi lerdir; psikanalist’ler, vak’a analizleriyle bunları klasikle tirmi lerdir. Sigmund FREUD, Leonardo da VINCI için unları söylemektedir: ”Psikanaliz, insanlı ın büyük ki iliklerini analiz ederken, sıradan insanların kullandıkları ölçüleri kullanmaz. ‘Normal’ ve ‘Anormal’ aksiyonları kontrol eden yasalar, aynı sertlikle ve ciddilikle uygulanabilirler.” Marc SHAGALL, psikanalist’ler için ‘sembol’ yasalarını hemen hemen mükemmele yakın bir do a ve saflıkla (naivity) ifade eden bir karakter mevcuttur. Shagall’de, Salvador DALI’nin duyarlılı ı’nı (sentimentality) alenen göremeyiz. O, “içtenlikle” ve “kendili inden” yaratan gerçek bir artisttir. Onun sembolize etti i imgeler: Kapris… keder… kader… O, Halkın bir “dü ünür yaratıcı”sı (imaginator), sonra da o hisleri izleyen bir kudrettir. James Jackson SWEENEY, Chagall hakkında yazdı ı kitapta öyle diyor: “E er Chagall’a kendi resim sanatını açıklamasını sorarsanız, size u yanıtı verecektir: ‘Onları anlamıyorum.. Onlar EDEB YAT de il…. Onlar BEN ABSORBE EDEN <içine alan, içselle tiren, emen> MAJ’LARIN ARANJMANLARI da de il.. Kendi eserlerimi veya ba kalarının benim eserlerim hakkında söylediklerini yorumlamaya kalkarsak, saçma olur. Benim eser -lerim, varlı ım için, hayatım için neden olu tururlar, hepsi bu…” u anda, tabiidir ki biz Chagall ile hemfikiriz. ‘Obsesif vizüel imaj’ları, bu obsesyon’ların kökenlerini bilmeyen rasyonel bir kuramla açıklamaya kalkmak, yersiz olur. Aynı ekilde bizler, Chagall’ı, onun artistik yapılarına bakarak ve hatta onları anlamaya çalı arak analiz yapamayız: tıpkı bir rüyanın “göze görünen içeri i“ne (manifest content) bakarak onu analiz edemeyece imiz gibi. Bilindi i üzere, rüya’nın hangi durum ve ko ullarda görüldü ünü, tüm ça rı ımlarıyla, ilintileriyle birlikte analiz etmek zorundayız. Ancak ondan sonra neyin “bastırıldı ını” (repression), “çatı ma”yı (conflict) ve “arazların olu umu’nu-eserlerin sergilendikleri ekilleri” (symptom formation) hakettikleri gibi anlayabiliriz. O halde bizler, Chagall’ı analiz edemeyiz, fakat onun eserlerinin karakteristiklerini, niteliklerini, rüyalarını -rüya gören bizmi iz gibi- bir an için ödünç alır; onun, sembollerini giydirdi i ve kendi hayatıyla renklendirdi i takıntıları (obsession) inceleyebiliriz. Bu i için de, Chagall’ın “serbest ça rı ımları”na (free associations) gereksinimiz var. Bu çalı mamıza yardımcı olabilecek en önemli veri, Chagall’ın kendi sözleri: “O eserler, benim varlı ımın nedenidir”, diyor. imdi onun yapıtlarının ba lıcalarını incelemeye ba layalım. .Bir resim: LE MORT <Ö l ü> Lionel VENTURI‘ye göre: ? Niye bir adam sokakta ölü uzanmı ? Etrafında kandiller? ? Niye bir kemancı damda oturuyor? ? Niye bir sokak süpürücüsü alelacele temizli ini yapıyor? ? Niye bir eve <izba> giren adam o kadar aceleyle çiçek saksısını dü ürüyor? Bunlar arasında ili ki ne? Bu sorulara ivedilikle bir yanıt bulamayabiliriz; fakat, ne hissediyoruz? Vakit gece.. etrafta hissedilir bir karma a (catastrophe)var. Kırmızılar, ye iller ve sarılar bile siyah. Göklerin ye ili de çok bir eyler vaat etmiyor. Tüm bunlar bir ölümün tamamlayıcıları. Renkler, enerjilerine kar ın, kederli (resigned), ate li, fakat ‘küllenmi ” (banked). Sanki bir kadere boyun e mi .. Tabiyet ve keder var.. <Küçük Marc, küçükken çok sevdi i inekler mezbahaya kesilmeye gittiklerinde onları burunlarından öperdi, amma etlerini yemekte tereddüt etmezdi.> .Keder ve kadere boyun e i , Chagall’ın karakteristi idir. .Her ey, kar ı konulamayacak kudretteki bir kuvvet kar ısında e ilir, ona tabi olur. .Onun yapıtları, açık gözle görülmü rüyalar gibi; zira Chagall’a göre d o a , bir “gerçek” de il, “rüya” gibi bir eydi. <Tıpkı VENTURI’nin kendisi, bu tabloya baktıktan sonra, kendini hayretlere dü ürecek bir rüya görmü tü.> Bu yapıt, “Karanlık Sokaktaki Kandiller-Mumlar” olarak da nitelendirilmi tir. SWEENEY‘ye göre bu, Chagall’ın ilk “anlamsız” ve “hayali” yapıtıdır. Sanat niteli ine gelince, görülen semboller, rüya yo unla malarında (condensation-juxtaposition) gördü ümüz “dikkat çeken, meraklı” (curious) “temsili” (representational) imaj yı ınlarıdır. Örne in, “damdaki kemancı”, Chagall’ın u anılarının bir bile imidir: Onun büyükbabası, bir bayram günü, havanın güzelli inden faydalanarak -herkes o nerede diye onu ararken- dama çıkmı ve çi havuçları yemi ti. Chagall, amcası hakkında unu demi ti: “Amcam kemanı, ayakkabıcı gibi çalıyor!” Böylece, Sweeney’ye göre, damdaki kemancı ve ayakkabı tamircisi, gerçek hayattan alınmadır. Resmin gerisi ise, Chagall’ın kendi otobiyo rafisinde kaydedilmi , ‘ölüm’e çok yakın bir ya antısıdır: ”Bir sabah, daha afak sökmeden, pencerenin altında sokaktan gelen haykırı ları duydum.. Gece lambasının soluk ı ı ında terkedilmi sokak boyunca ko an bir kadın farkedebildim.. Zavallı kadın kollarını açmı , a layarak, yalvararak, ölmekte olan kocası için yardım istiyordu.. Sanki, ben, yahut yata ında uyuyan i ko ye enim ölmekte olan bir adamı iyile tirebilecek veya hayatını kurtarabilecektim..” Bir iki para raf sonra Chagall ekliyor: “ÖLÜ ADAM, ciddi olarak kederli, etrafında yüzünü aydınlatan altı kandil, sokakta uzanmı yatıyor.. Bizim sokak artık aynı de il.. Onu tanımıyorum..” SWEENEY devam ediyor: ”Bu natürel eylerin bir mantık olmaksızın gruplandırılması, yapıtın metaforik niteli ini veriyor. Bu, sanki, ilintileriyle beraber ‘bastırılmı ’ edebi imajlara benziyor.” Tabiatıyla biz bu yorumu onaylamıyoruz. Mamafih, o, rüyaların iki karakteristi inden bahsediyor: a) Rüya, psiko-fizyolojik bir olaydır; aktüel olayların ya da ki ilerin bir sembol‘e yo unla ması (condensation), veya, b) Çe itli olayların ya da sembollerin üstüste gelmeleri (juxtaposition), nedendir. Sanatçının biyo rafisi bize ‘niye’ bu sembollerin seçildi inden çok, ‘nereden’ seçildiklerini göstermektedir. Yani, ‘niye’ kemancı ile ‘ayakkabı ma azasını’nın aynı resime beraberce konduklarını bilmiyoruz. Keza, “ölü adam niye sokakta sırtüstü yatıyor?” , “niye sokak temizleyicisi orada?”. Resim, genellikle, hayalgücü zengin bir çocu un, “gece”yi dü ündü ü kadar “ölüm”ü de dü ündürüyor. Hiçbirimiz çocuklu umuzun feci sahnelerini unutamıyoruz. Marc Shagall da, küçük bir Musevi çocu u olarak Rusyanın Vitebsk yakınlarındaki ‘Lyozno’ köyündeki sefaletini unutmamı tır. Ölünün etrafındaki kandiller, g e c e ile oldu u kadar ö l ü m ile de ilgilidir. Hissedilen terör, bir ölüm faciası kadar, -biyo rafide de söylendi i gibi- fantazi terör de olabilir. Bir çocuk bu sokaklarda yürüyebilir ve, “bu sokakta daha fazla ı ık olmasını arzu ederdim”, diyebilir. Peki, sokak süpürgesinin i i ne? O, tabii, soka ı süpürecek. ‘Sokak artık aynı sokak de il!’ Küçük bir çocu a, bilhassa hayvanlarla dolu bir sokakta ya ıyorsa, bir “ölü” görmek çok bir ey de ildir. Psikanalitik olarak u yorum yapılabilir: ” ‘Ölü adam’ sembolüne, soka ın ı ı ını yakmakla görevli amca, büyükbaba ya da baba-prototipi de eklenebilir. Bizim hipotetik çocuk, böylece, hayatındaki önemli erkek figürlerini ölülerin listesine ekleyebilir: tıpkı ‘aydınlık’ ve ‘müzik”in de eklenebilecekleri gibi. Bu tabloda, bir Oedipal Complex de varsayılabilir. Yapıtta sanki erkek otorite sembollerine bir katliam var. Gerçek hayatta, Chagall yarım düzineden fazla amcalara, halalara ve baba tarafından din adamı bir büyükbabaya ve anne tarafından kasap bir dedeye sahipti. Sol el (sinister-sol taraf), ölüm ata ını gerçekle tirmi veya gerçekle tirmemi olabilir. Soka ı artık tanımıyorum tümcesi, “..opresif -baskıcı- erkeklere kar ı, Ödipal ölüm arzusu istemiyorum..” olarak da yorumlanabilir. Sonunda; sokak süpürücüsü‘nü de ekleyerek, sanatçı kendini bu hücumun gerçekle mesinden kendini korumu oluyor, fakat h ü c u m u n z o r u n l u l u u n u hissediyor. Böylece, bu resim, Chagall’ın kendine niye obsesif bir ekilde bu aranjman’ı (tertip’i) yaptı ı konuusunda bir anlam veremeyebilir. Fakat bizce, g i z l i (bastırılmı ) a g r e s y o n’u ( iddet), resmi bu ekilde düzenleyerek o bastırılmı hıncı, bilinç alanına çıkarmı ve sergilemi oluyor. Aynı ekilde, yapıtın, ö l ü b i r b a b a için hissedilen yası da sergilemeyi hedefledi ini de söyleyebiliriz. Nereden bakarsak bakalım, resim -aktif ya da pasif- pek çok a g r e s y o n içeriyor. Onun “sokak portre’leri”nden obsesif bir yanarda dan fı kıran sanki bir eylerin varoldu unu duyumsuyoruz. Resim: 2 ”IN THE NIGHT” – Gece Vakti Gece, köy yolu ve evler kar ile kaplanmı tır. Ortada, yolun kenarında i k i s e v g i l i , ayakta kucakla maktadır. Hemen ba ımızın üstünde, sanki mevcut olmayan bir tavandan asılı büyük, bol ı ıklı bir lamba asılıdır. Solda, göklerde, semalarda uçu an bir a ı l h a y v a n ı’ nın silüeti. lk izlenimimiz, kudretli bir ilkel (primitif) dürtü <powerful primitive impulse> etrafında sevgi dolu, nesneler-arası ili ki var oldu udur. K u v v e t l i ı ı k : a ıkları sokakta de il, özel bir oda içinde görmeyi arzulamaktır. B e y a z, yıldızlı bir gecede, sanki a k için hazırlanmı bir odayı simgeliyor. U ç a n h a y v a n, yıldızların saflı ını yansıttı ı gibi, insano lunun ilkel k u – a d a m s e m b o l i z a s y o n u’nu temsil etmektedir. Bu tema, Chagall’ın hemen tüm resimlerinde mevcuttur ve onun sanatının temel ilkesini olu turur. O, onun adeta bir imzasıdır. <FREUD da, “Leonardo da Vinci” notlarında, onun için “…ku un uçu u… gösteriyor ki nasıl en ince hislerlei kendisi u ç m a s a n a t ı n ı taklit etme hissine yapı ık kaldı, der. nsan-ku , ilk uçu unu yapacak, tüm dünyayı kendine hayran kılacak, yazılarıyla dünyaca me hur olacak, dünyanın tüm zaferini bir kez uçup gitti i yuvasına döndürecek. -Belki kendisi de, birçok insanlar gibi uçmayı arzulamı tı.> VENTURI’nin “Chagall” kitabında, 64 resim vardır ve yalnızca bu tema 24 kez çıkar. Niye bir çok insan uçmayı arzular? Bu, “çocuksul” (infantile) seksüel bir arzunun, yani, c i n s e l b a a r ı n ı n bir sembolüdür. Bunu kanıtlayan anekdotlar: . Küçük çocu un, ‘bebek’i eve leyle in getirdi i inancı; . Eski devirlerde p h a l l u s, kanatlı olarak sembolize edilirdi: . Erke in-insanın cinsel i levselli i, birçok dilde ‘ku ’u da içerir; örne in Alm.: “ku lamak”=to bird=vögeln olarak nitelendirilmi tir. Keza, tal. L’uccello= bird; Türkçe: “ku un konu uyor mu?” ; ng:Cock=horoz=penis anlamındadır. Bird in flight (violin ile): “..as flying sex organ” (uçan sinsel organ) olarak yorumlanır. Aynı ekilde, Leonardo da VINCI‘nin “Vulture Fantasy“si de, bir seks arzusu olarak nitelenebilir. Resim: 3 OVER THE TOWN = ehrin Üzerinde Bu gerçekten ilginç bir resim olup, “Young Cokes On The Make = Genç Horozlar Sevi irken” isimli denemenin yeni bir yapıtıdır. Bu, ‘ aka’ gibi yapılmı ve yalnızca kırmızı renktedir. Horoz, bir kadının saklanmı oldu u bir a aca canla ba la yakla maktadır. Horozun üstünde, -sanki bir pazar günü- Kiliseye gitmek için en iyi elbiselerini giymi genç bir adam, havada, bir horozun pe inden uçmaktadır. A a ıda sa kö ede, bo a kafalı bir adam flüt çalmaktadır. Yapıt, bir “ aka”, aynı zamanda “e itli i” simgelemektedir. Yukarıda da belirtildi i gibi, ngilizce’de “cock“=sex organıdır. K u ve m ü z i k, beraberce seks’i simgeler. K e m a n, Chagall’da pek sık görüldü ü gibi, cinsel organların parçalarıdır (özellikle telleri!) Psikanalitik yorumlarda, k e m a n bazen ‘balık’, bazen de ‘ku ’ ile birlikte görülür ve aynı anlama gelir. Bu tablo, “yo unla maları” (condensations) olup, herbiri, nitelik ve nicelik bakımlarından kendine özgü bir eylerin temsilcisidirler. Resim: 4 Time Is A River Without Banks = Zaman, Kıyıları Olmayan Bir Nehirdir Bu yapıtta, ehre yönelik bir n e h r i n üzerinde, muhte em kanatlı bir b a l ı k uçmaktadır. Balıktan çıkan bir uzantı: k o l, bir k e m a n tutmaktadır. Önde bir “pendulum=rakkas” görünür. Sa da, altta, nehir kenarında sevi en sevgililer vardır. Bu resimde de, eski devirlerden kalma ataik san’at, yani “seks”, ana tema olarak göze çarpmaktadır: .”Winged phallus of the ancients” : “Eskilerin kanatlı penis’i”, .”keman çalan amca”; .’zaman’ı simgeleyen saat (grandfather’s) dekorunda, sevgililer, zamanın akı ı kar ısında, sonsuza dek-müebbed, sevi irler. .N e h i r, kıyıları ile sınırlanır, z a m a n’ın (dolayısıyla ‘sevi me’nin) ise limiti yoktur (olmamalıdır – ?wishful thinking?) .”Instinctual sexuality” (Dürtüsel cinsellik) = yumurtlama-döllenme temsili. . A k, zamansız olarak, müzik aleti olan k e m a n ile süregelmektedir. :Bu ya amamları sanki hissediyormu görü üne tamamen tersi bir hipotez: “Tüm dünya böyle e leniyor, zevku safa içinde ya ıyor, benim hayatım ise bir nehir gibi akıp gidiyor, ve ben, yalnızca seyrediyorum. (65 ya ında ilk kez evlendi ini hatırlayalım!) Bu yapıt da, Shagall’ın resimlerine hakim olan ana tema’nın, yani, azimli bir obsesyon‘un ba ka bir temsilcisidir. FREUD, “Leonardo da Vinci”de, onun, sonsuz merakından kaynaklanan ve ‘natürel’ seksüe’l alanları içeren hırsını ifade eder. VINCI, Chagall’ın, ineklerin kesilip yendi ini kabul etti i gibi, kendisine ye lenen “et yememe” diyetini de refüze etmekti: “Bu yeme, hayvanların hayatını çalmak demek de ildir,” demi ti. Buna kar ılık, onun en ho landı ı hobi’lerden biri de pazara gitmek, içinde ku lar bulunan kafesler satın almak ve içindeki ku ları serbest bırakmaktı. Chagall’ın obsesif konumunun nedenini, u ekilde yorumlayabiliriz: Onun baba ve cet’lerine kızması (?kıskanması) -seks ya da di er agresif aksiyonlardan-; kendini onların rolüne koyması, bir çe it “insan-dı ı”= (inhuman) hissetmesinden dolayı duyumsadı ı suçluluk hissi. Chagall da, ataları gibi, dine çok dü kündü; kendinde yeterli derecede ‘Baba-Allah’ karma ası (complex) mevcuttu. Resim: 5 To My Betrothed = Ni anlıma Bu yapıt, Cossack ve Nazi kamplarında ıstırap çekmi Musevilerin arkılarını, mukaddes kitap TALMUD’u içerir. Bu konulardaki duyarlılı ının bir refleksiyonudur. Resim: 6 Green Violonist & I And The Village = Ye il Kemancı & Ben Ve Köy Büyük artist, ”Ben ve Köy”deki y e i l y ü z d e, YE L RENK ile, kendini dünya yaratıkları ile özde tirir. Ye il aynı zamanda, bir “a ırı sevinci ektazi”yi (ecstasy) de sembolize eder: <Çok çok döner zıplar, ye ile dönersiniz!’> Ye i l aynı zamanda “naivité”= taze ruh, toprak’ı da simgeler. CHAGALL’ın “muhte em takıntısı”na (magnificent obsession) iki açıdan bakabiliriz: (1) Kendini, dünyanın en sevimli fakat kurban edilebilecek hayvanlarıyla, deniz ve sema ile özde le mekte; bunlara kar ılık olarak da, yine: (2) C e d’leriyle özde le mektedir. Onlar hakkındaki duyguları salt “din” de il: acı çekmi ata’larının hayatlarından bahisle: “…tüm acı çekmi ler… Onlar daha iyisine layıktılar..” Chagall’ın gençli indenberi yaptı ı çözüm u ra ısı, rüya materyaline benzer imaj’larla da, bir savunma mekanizması olarak, takviye edilmi tir. Resim: 7 To Russia, Asses And Ohers : Rusya, E ekler ve Di erlerine Dair Sema, çarpıcı olarak koyu karadır. Büyük, pembe bir inek, bir evin damında, iki y e i l yaratık, meme emmektedir. Bunlardan biri ye il bir kuzuucuk, di eri ise çıplak bir çocuktur. Evin yanında bir kilise var. Sa da, gö e do ru yükselen, sanki süpürgesinin üzerine do ru oturmu , çirkin, mavi gözlü, neredeyse l e p r a’ya tutulmu sütçü bir kız, elinde y e i l bir kova ile bir imaj vardır. Mamafih, onun kafası hemen koparılmı tır ve yüzdeki çizgiler, bundan duydu u hayreti ifade eder. Analize geçersek, “küçük ye il çocuk” -ki Marc’ın ta kendisidir-, öyle konu mak ister: “Toprak Anne’nin vücut ve memesinden beni ayıran eylerden kaçıp, büyükbabam gibi dama gitmek isterdim. Ben, hayal gücü olan küçük bir kuzuyum.. Mamafih, memeden kesildi imi kabul etmeliyim, “zira, süt içmeye devam etti im sürece, o memeden kesimi sa layacak acuze, memeye ne kadar ba lı olursam olayım, ardımdan gelir!” Tüm bu -bilinçötesi- duygular, sanatçıyı bir “hadımlık sıkıntısı”na (castration anxiety) eri tirir: “Sevdi im bir vücuttan alınaca ım, di er küçük kuzular gibi kurban edilece im.. E er benim arzum gerçekle seydi, onun a zını ve gözlerini oyar, onu yalnızca bir ‘meme’ye indirgerdim… Onun bu uygarlı ın ve kilisenin, bizi alı tı ımız memelerden kesmesinin; babalarımızın ve cedlerimizin otoritelerinin temsilcisi k a d ı n’ın kafasını koparmak isterdim…” Resim: 8 The MARTYR = Fedai, ehit Bu çok “yo un”, muhte em bir resimdir. Sahne: K ö y ü n s o k a ı. Önce, Hz. sa‘nın çarmıha gerili ine benzer bir vücut, tamamlanmamı bir haç (+). Köy: Ate ler içinde, evlerden e yalar dı arıya fırlatılmada. Sol üstte, u ç a n i n e k t a n r ı s ı, elinde bir “ amdan” (candle stick) tutarak, yere uçarcasına inmektedir. Ardından da h o r o z izlemekte. Istırap çeken’in aya ında, gözya ları içinde bir k a d ı n. Sa dipte, ya lı bir Musevi dua okumakta. Sol a a ı kö ede bir k e m a n c ı, çatıdan alınmı , çatısız, kederli kederli keman çalıyor. Bu, CHAGALL’ın kendisi ve ced’leri ile olan özde le me: kavminin hayat ve beka hikayesidir, ya am stili ve k a d e r ile bir ö z d e i m’dir. Onun ruhundaki yakınmayı do ru okuyabilirsek: ”…Yükseklerde kanatlı bir ‘phallus‘ ile, bir ‘bo a’ kadar kuvvetli, yürüyen bir ‘horoz’ ya da “damda bir kemancı” olmak çok ho . (Tüm figüranlar sahnede!) Fakat bütün bunlar, yeryüzünde, batmaya ve parçalanmaya programlanmı !” “…Benim rüya gören ve arkı söyleyen c i n s e l v a r l ı ı m, bir n e f r e t h o l o c a u s t’ı ile sona ermekte: Bu “nefret soykırımı“, benim milletimin alınyazısıdır.” “…Dünya bir ‘son’a yakla ınca, benim köyüm de bu sona geliyor. E er bir insan çarmıha geriliyorsa, bu benim köyümdür. ”…Ay ı ı altında çok sevdalı anlar geçirdim, fakat köyümde sonsuz ıstıraba ve terör’e duçar oldu um için, artık sokaklarda yürümekten korkuyorum.” “…E er bir kadın ve çocuk, bir anne ve onun o lu, e er onlar pagan (putperest) bir aptallı ın (idiocy) sonucu ise, onlar benim köyümde ıstırap çekerler ve ölürler. Bir insan çarmıha gerildi i zaman sen, ben ve benim köyüm ıstırap çeker “…Böylece mutlu ve mutsuz eyler, benim ya adı ım köyümün sokaklarında olagelmektedir…” Derleyen: Prof.Dr smail Ersevim CHAGALL hakkında buldu um bir iiri de ekliyorum : “SAKIN Z N VERME O ATIN... Sakın izin verme o atın o kemanı yemesine diye ba ırdı Chagall’ın annesi Ama Chagall durmadan devam etti resmi yapmaya ----------------------------------------Sonunda resmi bitirince de atladı ı gibi atın sırtına sallayarak kemanı sürüp gitti uzaklara Sonra da iyice e ilerek kemanı verdi ilk rastladı ı çıplak tabloya üstelik teli meli de yoktu kemanın.” (Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05) * Chambres meublées : ( NG.) * * (FR.,KOL.) < ambr möb’le> : ‘ (Kiralık) mobilyalı odalar’ = Furnished rooms Chapeaux bas : (FR.,KOLL.) < apo ba!> : apkalar a a ı (çıkarın!) = Hats off! ( NG.) Charge : (n.: isim) (D L.) <çarc> : Yük, hamule; silah doldurmak için barut ya da fi ek hakı; bir aletin içerdi i elektrik yükü; armadan arması üzerinde olabilecek resim veya i aret; arj; pil; paha, fiat; uhde, zimmet; vazife, emanet; emir, tembih, nasihat; töhmet, ikayet, dava; hücum, saldırı ; charge to the jury : hakimin jüri heyetine verdi i talimat ve uyarılar; at his own charges : kendi hesabına; fixed charges : sürekli masraflar; in charge : idaresinde, i ba ında, vazifede; ( ng.): Tutuklu; in a charge of a nurse : hastabakıcıhem irenin nezareti altında; return to the charge : tekrar (münaka aya) ba lamak; sound the charges : hücum borusu çalmak Charge : (verb-fiil) (D L) <çarc> : Yükletmek, yüklemek; tüfek ya da elektrik bataryası doldurmak; charge with : onun sorumlulu una vermek, memur etmek; emretmek, tenbih etmek, nasihat vermek; charge one with a crime : lham etmek, itham etmek; fiat ya da ücretini söylemek; istemek, talep etmek; zimmetine geçirmek, hesabına aktarmak; hücum etmek, saldırmak; talimat vermek, tembih etmek; yatmak (Köpek), ‘Yat! Hücum et!’ -a ız ile emir vermek- ; charge a person a price for a thing : bir kimseden bir eyin parasını almak, ya da onun hesabına geçmek; charge bayonets! : süngü hücumuna hazır ol geçmek; charge oneself with : sorumlulu u üzerine almak, deruhte etmek” (Yeni Redhouse Lügati) Charon : (GREEK MYTH.): Kharon; Yeraltı Ükesinde, ‘Styx=Akheron’ ırma ından ölülerin ruhunu geçiren cehennem sandalcısı “Atölyenin yarısını do al biçimlerinden çok, daha büyük korkunç yüzler, kuyruklarını kıvırıp, sivri dillerini mızrak gibi fırlatan ye il yılan resimleri kaplamı ve bu resimlerin hiçbiri tamamlanamamı tı. Ön planda, solda, kayık içinde zayıf ve vah i bir Charon görünüyordu. Güçlü ve güzel bir parçaydı ama henüz okul etkilerinden kurtulamamı tı.” (A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:23) Chartreuse, Chartreuse tarikatı : (HIR ST. MYTH.): < artröz okunur.> Fransa-Grenoble yakınlarındaki Kartuziyen Manastırı rahipleri tarafından yapılan sarı ya da ye il renkte likör; Sarımtrak açık ye il renk; 1084’te, Fransa’da, Chartreuse Vadi’sinde, Köln’lü Aziz Bruno tarafından kurulmu bir tarikat. Manastır içinde ortakla a ya am biçimi ile münzevili i <kö eye çekilip inziva=izolasyon’da ya amak> birle tiren bu tarikat, bugüne de in hiç reform gere i duymamı ve reform görmemi , ortakla a dinsel ya amın ender örneklerinden biridir. “.... anneannesi ise ömrü boyunca Çingenelerle orada burada sürtüp durmu , kendini hapiste bulunca da kibrit uçlarını yiyerek intihar etmi ti. Amca o lu, kundakçılıktan birkaç kere mahkum olmu , sonunda bir ‘Chartreuse tarikatı’ manastırındaki hücresinde bir cam parçasıyla ahdamarını kesmi ti.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:386) Chateau en Espagne : (FR.,KOLL.) < a’to an Es’pany> : spanya’da atolar rüyalamak, dü ünmek = Castles in Spain ( NG.) Le chat qui dort : (FR.,KOLL.) <lö a ki dor> : -Otel kapısına asılır- (Kedi uyuyor) lütfen uyandırmayınız! = Please, do not disturb! Chef d’oeuvre : (FR.,Y Y.) < ef d’övr> : Mükemmel! = Masterpiece ( NG.) Cherchez la femme : (FR.,KOLL.) < er e la fam> = (Neden olarak) Kadın parma ı arayın! ( NG.) Chez nous : (FR.,KOLL.) < e nu> : Bizim nezdimizde, evimizde = At our home ( NG.) Che sara sara : ( TA.,KOLL.) : <Ke sera sera> : Ne olacaksa olacak = What will be will be -song- ( NG.) (Dict. of Foreign Phrases and Abbreviations) Ch’i : Feng-Shui’nin olmazsa olmaz be ilkeden birincisi “Ch’i ya ayan her eyin içindeki ya am gücüdür ve bir ey kusursuz bir biçimde yapıldı ı anda Ch’i de kusursuzluk noktasına ula ır. yi bir bahçede, yüz metreyi dokuz saniyede ko an atlet de iyi Ch’i yaratırlar. Ya anacak en iyi yer bol miktarda Ch’i olan yerdir. Bu nedenle Çinliler arkası tepelik, önünde akarsu olan yerleri ye lerler. Tepeler evi Ch’i’yi savurup uzakla tıran so uk, sert kuzey rüzgarından korurlar. Tatlı tatlı akan sular bol miktarda Ch’i yaratır; ama girdaplı öfkeli sular Ch’i’yi götürür. Feng shui, su ve rüzgar anlamına gelse de, hafif meltemler ve tatlı tatlı akan sular kastedilir ki, pek çok Ch’i ve iyi feng shui yaratılsın.” (Richard Webster, “Ba arı ve Mutluluk çin Feng Shui”, sa:3-4) Chi ama, crede : ( TA.,KOLL.) <Ki ama, krede> : Kim severse, güvenir de! = He who loves, Trusts ( NG.) Chianti : talya-Toscana’daki Chianti da larında ya da yakınlarında yapılan beyaz ya da kırmızı arap “Sonra FLORANSA’ya geldik...... Gündüz kiliseleri ziyaret ediyor, meydanlarda, sokaklarda, kemeraltlarında ve Pazar yerlerinde gezip dola ıyor, geceleri ise limonların çoktan olgunla maya ba ladı ı yamaçlardaki bahçelerde dü lere dalarak geçiriyor ya da o sade koltuk meyhanelerinde chianti içip onunla bununla laf yarı tırıyordum. Arada resim galerilerini dola ıyor, Bargello’ <En eski hükümet binası, 1255’te in a edilmi >da, manastırlarda, kitaplıklarda, kiliselerin rahip odalarında, ö leden sonraları ise Fiosole <Floransa’dan 9 no.lu otobüsle yarım saatte gidilen Roma ve Etrüsk harabeleri. M.Ö. 7. y.y. da yapılmı >de, San Miniato <Orada Kutsal Roma Germen mp. II. Frederick (1194-1250) 13. y.y.’dan kalmı Rocca - ato>’da, Settignano <San Marco meydanından 10 No.lı otobüsle, Florans’nın kuzeydo usundaki bu tepelerde kain, panoramik, yazar ve sanatkarların seçti i ya am yeri>’da ve Prato <dokumacılık merkezi, duomo, müze ve opera binası>da beni mutlu kılan zengin saatler ya ıyorum.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:79) Not: <Parentez içindeki referanslar benimdir .E.> Chica : Güney Amerikada, spanyol topluluklarına özgü, mısırdan, eker kamı ından damıtılan güçlü bir içki “Piura geceleri öykülerle yüklüdür. Köylüler ecinnilerden söz eder dururlar. Kadınlarsa, kendi kö elerinde bir yandan mutfak i iyle u ra ır, öte yandan da dedikodu yapar, mutsuzluk öyküleri anlatırlar. Erkekler küçük kadehlerde beyaz ‘chica’ içerler. Ellerindeki kadehler kamı tan yapılmı tır ve içtiklerine de ‘hayat suyu! denir.” (M.V. Llosa, “Ye il Ev”, sa:36) Chi lo sa ? : ( TA.,KOLL.) <Ki lo sa?> : Onu kim biliyor ? = Who knows it? ( NG.) Chimera : < imera okunur!> (YUN.MYTH.): (Fr.) Yunan Mitolojisinin kahramanlarından. Aslan vücutlu, yılan kuyruklu, yaban keçisiyle ejdere benzer, a zından ate çıkaran mitolojik canavar. Bellerophon tarafından öldürülmü tür. <Tuhaftır, Fransızca’da, çok benzer bir sözcük, chimere ( imer), ‘Papaz cüppesi’ demektir.> “ nsan, sanki her tarafı kule ve mazgallarla dolu bir Ortaça ehrine gelmi ve dü man yakla ırken sava çılar kapalı kapı arkasında silahlanıyorlar. Atmosfer çetin bir sava hazırlı ı içinde... Bütün ba ların üzerinde büyük bir tehdit ve ümit sallanıyor. Buradaki havada korku veren bir ey pusu kurmu sanki... Kremlin’in kubbelerinde, gotik çan kulelerindeki Ortaça imera’sına benzer, sırf göz ve kılıçtan ibaret ate ten bir Kheruvium <Davetsiz Melekler Birli i> ötüyor.” (N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:383) Chi non fa, non falla : ( TA.,KOLL.) <Ki non fa, non falla> : Hiçbir ey yapmayan kimse, yanlı yapmaz = The man who does nothing, makes no mistakes ( NG.) Chi non rompe l’uova, non la frittata : ( TA.,KOLL.) <Ki non rompe l’uova, non fa la fri’tata> : E er yumurtanız yoksa, omlet yapamazsınız = If you want an omelette, you must break some eggs ( NG.) Chi tace acconsente : ( TA:,KOLL.) <Ki tase, akon’sante> : Sükut, teslimiyet, muvafakat (kabullenme) demektir = Silence gives consent ( NG.) Chi tace confessa : ( TA.,KOLL.) <Ki tase kon’fesa> : Sükut, ikrar (suçu kabul etme) demektir (Sükut, ikrardan gelir! - Osmanlı> = The man who keeps silent, confesses his guilt ( NG.) Chi t’ha offeso non ti perdona mai : ( TA.,KOLL.) <Ki ta ofe’so non ti par’dona mai> : Size hakaret eden kimse, sizi hiçbir zaman affetmeyecektir! = The man who has offended you, will nver forgive you! ( NG.) Chi va piano, va sano e va lontano : ( TA.,KOLL.) <Ki va piyano, va sano e lpntano> : Yava giden (yürüyen, seyahat eden) kimse, hem emniyetiçinde ve hem de (daha) uza a gidecektir! = He who travels slowly, goes surely and far ( NG.) (Dict. of Foreign Phrases and Abbreviations) (The) Christos Phenomenon (MYTH.PSYCH) : (Christos Olayı) : Geçmi hayatları anımsama yöntemi “Bu olay, 1971’de, Avustralya’lı yazar G.M. Gliskin’in, “Geçmi Hayatları Anımsamak çin Bir Yöntem” (A Method To Remember Past Lives) adlı makalesiyle, Batı Avustralya’nın “Open Mind Publications” adındaki yayıncılı ın yayımladı ı üç kitabında bahsetmesi nedeniyle dı dünyaya açıldı. Bu phenomenon (olay), a a ı yukarı üç saat süren, basit bir tekniktir. Prensibini de, Eski Mısır’da, Eski ve Orta Krallıklarda vaftiz törenlerinde “ya lanma” (anointment) praktisinde, okültist’lere göre insanın “psi ik görme-vision” merkezi olan a l n ı n orta noktasına ya ın sürüldü ü yerin kullanılma yönteminden alınmı tır. (Christos, prensip olarak “Christ” sözcü ünden alınmı olmasına kar ın, söz edilen “ya lama” ritüeli ile ilintili oldu undan, aksiyonun “Hıristiyanlık”la yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.) öyle ki; nesne (süje) yere, gözleri kapalı, boylu boyunca uzanır. Ayakları çıplak olup, ba ın altına yumu ak bir yastık konur. Deneyci, sımsıkı kastı ı eliyle, orta alnın alt tarafına dairevi hareketlerle, be dakika süreli, kudretli bir masaj yapar. Aynı zamanda, ki inin ayak ve bileklerine de benzer masaj yapmaktadır. O i de bittikten sonra, deneyimci, ki iye, kendisinin ayak tabanlarından iki inç (4.2 cm.) daha fazla uzayıp, lastik gibi geri çekildi ini imgelemesini söyler. Aynı ‘uzama’ ve ‘geri çekilme’, ba a uygulanır. Bu egzersizler ikinci ve üçüncü kez, on iki ve yirmi dört inç olarak yinelenir. Gelecek sefer, süjeye, büyük bir balon gibi her yanından i ti ini dü ünmesi tavsiye edilir. Sonra, kendi evinin ön kapısını zihninde canlandırması söylenir. Bundan sonraki adım, süjenin kendisini evinin damında farzetmesi, etrafına bakınması, yava yava kendini uzayın içine be yüz adım ilerlemi olarak dü ünmesi; uzaydayken, aya ının altındaki dünyayı gece ve gündüz hallerinde ayrı ayrı tasvir etmesi istenir. En sonunda ki iye, havada uçması ve yere, ayakları üzerine dü mesi söylenir. Böylece “fenomen” tamamlanmı olur. Bütün bu i ler olup bittikten ve kısa bir süre dinlenme fazından sonra, ki i’ye, kendi vücuduna bakma ve onu yeniden tarif etmesi sorulur. Ki iye ayakları çıplak, bacakları siyah ya da kahverengi; boyu, ya ı ve ki ili i farklı, elbiseleri de i ik görülebilir. Evinin çevresindeki ekili biçili manzara (peyzaj) tanıdık ya da yabancı görünebildi i gibi, kendini ba ka zaman, yer ve hayatlarda da hissedebilir. Tüm bu i ler olup biterken, nesne, rüyalarda oldu u gibi hem “gözlemci” hem de “katılımcı” oldu unun farkındadır. Deney esnasında ya anılan kaleidoskopik sahne de i imlerinin tümünün de farkındadırlar ve bunu sonradan tüm ayrıntılarıyla anımsarlar. Bununla birlikte, bazıları, hiçbir zaman hiçbir yerde görmedikleri ve göremeyecekleri ekilsiz hayvanlar, ye il derili insan canavarlar gördüklerini de nakleder. Bunların sembolizmi, ki inin halihazırdaki ve geçmi teki davranı larıyla açıklanabilir, örne in tüm peyzaj, o ahsın o andaki politik görü leri ile bu ekilde sembolize edilmi olabilir. G e n e t i k a n ı (Jung’un “Kolektif Bilinçaltı”) k u r a m ı bize, bilimsel olarak açıklanması ve kanıtlanması güç olsa da, bu yolla ki inin kendi özgeçmi indeki “ırksal-kolektif ya antılara” varabilece ini bize esinliyor. E er ruhlarımız tüm olarak reenkarne oluyorlarsa, anılarımız da niye reenkarne olmasın? The Christos Phenomen’unun reenkarnasyonla dolaysız bir ilintisi olabilece i konusunda u görü ler sunulmaktadır: 1) Ki inin geçmi hayatlarındaki gördü ü “kendi”si, imdiki halinden tamamen farklı bir “görünüm”dür. Süje, geçmi i ya arken, halüsinojen kullanan bir uyu turucu ba ımlısından farklı olarak, “ imdi”nin de farkındadır. Bu nedenle, yeni “ imdi”, “gerçek”in bilincinde olurken, “geçmi ”i de bir “gerçek” gibi görebildi ine göre, bu “geçmi ”, “gerçek” olabilir. Zaten “gerçek” hakkında tüm filozoflar bir bütün halinde anla amazlar ve anla amayacaklardır da. 2) Ki i’nin “gerçek” gibi algıladı ı olgular, “ki isel” ya antılardır; ne “entelektüalizasyon” ne de “uslamlama” (justification) söz konusudur. Bu nedenle de, yalnızca, onu ya ayan ve de erlendiren insan için bir de eri vardır. Herhangi zeki bir psi ik ara tırmacı, filozof ya da teolojist, kendi bölümü içinde “inanç sistemi”ni kurar ve yorumunu yapmakta oldu u bilincinin yanında, bu “final olarak kanıtlayamama”, hem kendi inanç sistemi hem de kar ıt fikirleri ifade edenler için geçerlidir. Bu konuda sayısız eser vermi çok de erli dü ünür ve yazarlardan biri olan Dr. Ian Stevenson, bir kez öyle demi ti: “Benim kendi inancımın (o denli) önemli oldu una inanmıyorum. Önemli olan, aklı ba ında (rational) bir insanın, (çe itli) inanç sistemleri hakkında bazı bilgiler ve kanıtlanabilecek ‘gerçek’ler ve ‘inanç kanısı’ hakkındaki iki yönlü tartı malar hususunda yeterli bilgisi vardır. Bu elindeki bilgilerle ne yapaca ı, onun kendi i idir!” (Bibl.: Tekst’in içindedir) Christus Nos Liberavit : (LAT.,HIR S.) <Kristus nos libe’ravit> : ‘Kurtarıcımız sa’ “ sa’nın kutsal yasası uygarlı ımızı yönetiyor, ‘Christus Nos Liberavit’, ama henüz onun içine nüfuz edebilmi de il. Avrupa uygarlı ından köleli in kalktı ı söylenir. Bu yanlı tır, o hep var, ama yükünü artık sadece kadın çekiyor ve adı da fuhu tur. Evet, bu köleli in yükü artık sadece kadının üzerindedir, yani zerafetin, zaafın, güzelli in, ana ı ın üzerinde... Bu, erkek için küçük bir yüz karası de ildir...” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:308) chromatic accent : (FR.,SES,KOLL.) <kro’matik ak’san> : Bu, konu amdaki müzikal aksan nasıldır demektir. Bu, ‘ses yükseli i-pitch=perde’ ile, bazı eksper’ler tarafından aynı anlamda anla ılır = The musical accent in the speech, resulting from the flow of pitch. This term is used by many authors as a synonym for pitch Cıbıl : Pek de gösteri i, parası olmayan, sıradan (kimse, mü teri) “-... Evet, ‘Siftah eden etmeyene yollardı mü teriyi...’ diyordun! -Yollardı, hem de cıbıl mü teri de il... O zamanlar, vezir vüzera gelir dolaplara (Bedestandaki dükkan) otururdu da, ak ama kadar antika hediyelik alırdı. Bir günde altı aylık nafakanı çıkarırdın.” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:168) Cıcı ını çıkarmak : Pestilini çıkarmak, evirip çevirip dövmek; Alabildi ine kullanmak, yarar sa lamak “HECTOR - Hesione de canını ba ı layayım diye kar ıma çıkardı ın bir ifrit olamaz mı? KAPTAN - Olabilir. Seni kullanıp cıcı ını çıkardı. Dü lerden ba kaa bir ey bırakmadı sana. Kadının böylesinden korkulur.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:53) Cıgara tellendirmek : Sigara yakmak, cıgara içmek (Argo) “ ‘Bakkal ve çiftçi olabilecek kimse hiç gider de balıkçılı a mı katlanır? Allah iyili ini versin u balıkçılı ın! Aç dükkanı, ısmarla kahveyi, tellendir cıgarayı, tart fasulyayı, al parayı... Sen sa ben selamet. Oh, gel keyfim gel! Ne ayazı, ne uykusuzlu u, ne fırtınası ne de bo ulması var...’ derlerdi.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:27) Cıgara tutu turmak, tüttürmek, yakmak : Sigara yakmak, içmek (Argo) “Köprünün üstünde el ayak çekilmi ti. Üstünden ba ından amele oldu u anla ılan bir adamla, yine aynı ya larda elbisesinden gemicili i dökülen bir ba ka adam hiç konu madan yan yana cıgaralarını tüttürerek Üsküdar’a do ru bakıyorlardı.” (S.F. Abasıyanık, “Sarnıç-Mavnalar”, sa:38) “Halk Adamı Charlie Chaplin çin arkı III -----------------------pabuçlarının yıpranmı ba cıklarını makarnaya dönü türmenin ince sanatını da iyi bilirsin. te nasılsa ak am yeme i gene çıktı: hayat güzel! imdi bir cıgara yakmanın zamanı deyip bir tane alıyorsun sardalya kutusundan.” (Carlos Drummond de Andrade(1902-1987)-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.01.04) “Maskeli Be ler yerinden seyirtip paketten bir tane cıgara çekti; duda ının kenarına ili tirdi. Ate için de etrafına bakınırken Kargaburun’un uzattı ı çakmakla onu afillice bir tutu turdu, derin derin içe nefes çektikten sonra çakma ı iade ederken babacan bir tavırla ‘eyvallah’ dedi, sonra da eski yerine oturdu.” ( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:52) “Limonatanın arkasından kahve geldi ve ben, Etem’in kendi tabakasından kendi eliyle sarıp bana uzattı ı cıgara ile kahveyi höpürdetirken, bizim zavallı arabacı da fesin boyasından, yüzü gözü, ensesi, kula ı, panayır palyaçoları gibi boyanmı ve gözleri falta ı gibi açılmı olarak çadırların önünde damladı.” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:51-2) “ALI KANLIKLAR DA DE R her ak am, sırayla biri kurdu saati ve sessizce beklediler ertesi sabah altı on be te saatin çalmasını, dı arı çıkıp yüzlerini yıkamak için. Bir gün gece yarısında çaldı saat. Kalktılar, yıkandılar (ay vardı), sonra çevresine oturup saatin birer cıgara yaktılar.” (Y. Ritsos1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-alı tırmalar”, sa:109) Cık cık etmek : Ku ların sabah sabah güzel na melerini sergilemeleri; Durmadan, rahatsız edecek derecede mızmızlanıp duemak “Bir ara, “ ki yıldan fazladır birlikteyiz (Kedi Bob ile!) Ona kötü davransaydım iki dakika bile benimle kalmazdı,’ dedim. Ne var ki, kadına laf anlatmak mümkün de ildi. Ne söylerdem söyleyeyim ba ını sallayarak cık cık ediyordu.” (J. Bowen, “Bob’un Dünyası”, sa:27) Cılız : Çok zayıf, ince, sıska; verimsiz Bk.: Kara za cücü ü “Ve bir di i kurt gördüm. Cılız haliyle her türlü ihtiraslı arzuları yüklenmi gibi görünüyordu ve birçok kimseyi sefalet içinde ya atmı tı. Onu görünce duydu um korku beni o derece kedere dü ürdü ki, tepeye ula mak ümidimden eser kalmadı.” (D. Alighieri, “ lahi Komedi”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:73) “Kaybedilmi duygular, bütün bir hayata rengini verebilecek anlar, mutlulukla mutsuzluk arasında gidip gelen o cılız, incecik ba lar belki de yuma ın içinde hala saklıdır.” (A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:65) “PENCEREDEN Çöp bidonlarını karı tırıyordu kadınca ız. Yıpranmı panel blokundaki kom umuzu andırıyordu. Gecenin koruntulu unda kendi kendinden gizlice çöp bidonlarını karı turuyordu o. Bir eyler aradı ını sanmayın, cılız bedeninin ya amını yava ça itekliyordu.” (Bojana Apostolova<d.1945>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.03.06) “ nsanın aklına Bay Bo ’un bu onur kırıcı pozisyonda yakalanmaktan (donu a a ıda, cılız penisi çırçıplak, sıska bacakları arasından sarkmaktadır) mahcub olaca ı gelebilir, ama durum öyle de il. Bay Bo ’un Anna’nın yanında hissetti i, sahte bir alçak gönüllülük de ildir.” (P. Auster, “Yazı Odasında Yolculuklar”, sa:26) “ imdi o ba ı, cılız, çelimsiz bir vücudun üstüne koyun, bir balı ın sırtı gibi karı ık i lemeli, pırıl pırıl beyaz bir dantelayla sarın; siyah yele i üzerine a ır bir köstek takın; merdivendeki lo ı ı ın bir kat daha gizemli bir renk verdi i bu adamı hayal meyal görmü olursunuz.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:13) “Onca kadın içinden beni seçtin ya sen Vermek için suratsız kocama tiksinti, Alevlere fırlatmak gelmez ya elimden, Bir a k mektubu gibi, o cılız ifriti.” (Ch. Baudlaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri-Kutsama”, sa:25) “Ruloları indir ve çöpe at; hepsi bo , yalnızca dekorasyon amaçlı duruyorlar, yoksa aramızda bu pahalı ka ıtları de erlendirmeyi dü ünen biri mi var? Belki de sen, Joseph! Neden öyle rahatsız oturuyorsun? 1941 yılını seçtin, cılız bir yıl o lum. 1945 daha iyi olurdu, o zaman sipari ler ya ıyordu, tıpkı 1909 yılında oldu u gibi, ama hepsini bıraktım.” (H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:258) “Pasaportu öyle bir karı tıran uzun boylu, sarsak adam, pek belirli bir ho nutsuzluk gösterdi. Cüzdanı, kılını kıpırdatmadan bu öfkeli adamı seyreden mühendisin burnuna do ru uzatarak yine söyleve ba ladı. Tam bu sırada, yargıç gülerek yakla tı, n’oluyor diye sordu. Sarho , bir an, sözünü kesmeye cesaret eden bu cılız yaratı ı süzdü, sonra, dü ecekmi gibi sendeledi ve pasaportu bu kez yeni gelenin suratına do ru salladı.” (A. Camus, “Büyüyen A aç”, sa:48) “CALVIN KLEIN’ın Obcession’u ------------------------------------------ O sözcük, bütünüyle gerçek de il anlamındaydı. Issız arka bahçeme bakar gibi, Onun labadalarının, ısırganlarının ve devedikenlerinin cılız sıralarına, ama sanarak Ba ka bir ey oldu unu, fiske vuran tembelce bir katalogun sayfaları arasından” (Ciaron Carson<d.1948>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.06.05) “Üçüncü gün bataklı ın kıyısı gerisingeri kuzeye do ru kıvrılmaya ba lıyor ve gölü turlamı oldu umuzu anlıyoruz. Erkenden kamp kurup günün son saatlerini bulabildi imiz her dal ve saz parçasını toplamakla geçiriyoruz, atlar son kez cılız bataklık otlarıyla beslenirken.” (J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:81) “Yani Hıristiyanlı ın öbür dünya kuramının cılız kaldı ını söylemek mümkün. Birkaç karısı ve metresi olan bir adamın ruhu cennete ula ır; bu karıların ve metreslerin her birinin birkaç kocası ve a ı ı vardır; ve o kocalarla a ıkların da her birinin... u galaksideki ruhlar için sevdiklerine kavu manın açılımı nedir?” (J.M. Coetzee, “Kötü Bir Yılın Güncesi”, sa:161) “... ve da eteklerinin kapkara çöllerinde cılız koyunlar birer damla ot pe inde, bo yere ko uyorlardı. Bir tutam ye illik, bir yı ın çalılık göze çarpmamakta idi. Ortalı ı kaplayan bo luk içinde hayal meyal beliren a açlar, dallı budaklı birer sopadan farksızdı.” (A.J. Cronin, “Citadel”, sa:7) “..... sık sık adımımızı hızlandırmak için atlama arzusunu duyarız, ancak belli bölümleri atlarken, airin <Dante, Paradiso, XXXIII, 85-90> daha a ır bir biçimde ilerledi ini bilir ve neredeyse geriye dönüp bize ula masını bekleriz. Peki tüm bunların amacı nedir? Amaç airin, tanık oldu u yücelik kar ısında belle inin yetersiz kaldı ını söyleyerek, dile getiremedi i bir eyi görme anına ula maktır: Onun derinliklerinde, gördüm ki evrende da ınık olan her ey sevgiyle tek bir cilt halinde birle mi : töz <temel, cevher>, araz ve biçim öylesine kayna mı ki, benim söylediklerim cılız bir ı ıktır ancak.’ ” (U. Eco, “Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti”, sa:79) “ ‘Bernardo da tutuklularla birlikte gidecek mi?’ diye sordum cılız bir sesle. ‘Artık burada yapacak i kalmadı. Michele’yi Avignon’a yollamak isteyecektir; ama bunu, Michele’in oraya varı ını, bir Minorit, sapkın ve katil olan kilercinin duru masıyla aynı zamana denk getirecek bir biçimde ayarlayacak. Kilercinin dara acı, yatı tırıcı bir me ale gibi Michele’in Papa’yla ilk bulu masını aydınlatacak.’ ” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:566) “Mahallenin en haylaz, -hatta vah i diyebilirim- bıçkın, küfürbaz, kavgacı çocu u Hulusi. Sürekli Sırpça küfürler okuyor, bereket ki anlamıyorum. Bu baldırı çıplak, her Allahın günü, elinde ince bir sopa ya da kamı , kelebek avında. Bizim evin kar ısındaki çıkıntıda oturuyorlar ama, ailece görü müyoruz. Arada sırada kapıda boy gösteren cılız, rengarenk basmalara bürünmü annesinin kuca ında ve karnında birer bebek daha var. Baba ortalıkta yok.” ( . Ersevim, “ smayil”, sa:77) “BA KA DO U ---------------------Bir sokak var orda Gençler bana a ık, hala Da ınık saçlı, narin boyunlu Ve cılız bacaklı çocuklar Bir gece rüzgarın götürdü ü bir küçük kızın Masum gülü ünü dü ünür. Küçük bir sokak var Kalbim çaldı onu, çocuklu umun semtlerinden.” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>-Cevat Çapan; “ iir Atlası, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.08.05) “ ‘Hubert, bir o kadar da hayır i leri yapıyor: Be yoksul aile hayatta kalmalarını ona borçlu; i i olmayan i çileri i çi arayan yerlere yerle tiriyor. Cılız çocukları, çe itli kurulu ların bulundu u kırsal alanlara gönderiyor.’ ” (A. Gide, “Batak”, sa:23) “Bayılmı tın. Etrafıma baktım, kimseler yoktu. Galiba yeme e gitmi lerdi. Cılız vücudunu bir torba gibi sırtıma vurdum. Seni çe me ba ına götürdüm. Ba ını bir iki kere yala ın içine daldırıp çıkardım. Sen, titreye titreye açıldın: - ki karı yerden dü tün diye ayılıp bayılmaya utanmıyor musun, be miskin?.. dedim.” (R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:148) “Ya lı,köhne bir asma kütü üne yaslanan tahta bir sıranın üstüne oturur, meyve a açlarının cılız ve e ri bü rü siluetleri arasından yıldızlara bakardı.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:103-4) “Tanrı’nın Jack Derida’ya Söyledikleri Konu malardaki sözcüklerin alelade bir soluk oldu unu mu dü ünüyorsun? Ku ların gakında metafizik sınırlar bulundu unu mu? Gö ün kafatasını yaran rüzgar (zarif soyutlamalarla belirmi olan o hava), çok mu uzak acaba senin cılız meleksi bekaret mefhumuna?” (Dimitır Kalev<1953>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası-Cevat Çapan”, Cumhuriyet Kitap, 12.06.08) “Tam ba tarafında, güne sizlikten büyüyemeyen cinsi belirsiz, cılız, bücür bir a aç ye ermi ti. Renk renk paçavralarla donanmı olan i ri bü rü dalları onu, sıcak memleketlerin yaz kı çiçe ini dökmeyen tuhaf bir fidana benzetiyordu.” (R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Yatır”, sa:104) “Enver Pa a, arkasında kurmayları, kumandanlarından ikisi Alman, biri general biri binba ı, kolordu karargahına geldi, pa alar çadırlarından dı arıya ko u tular, hazırola geçtiler, selama durdular. Enver Pa a atının üstünde dimdik durarak, sesini gürle tirerek: ‘Pa alar,’ diye gürledi. Boyu kısa, sesi cılız oldu u için gürleyemiyor, gürleme taklidi yapıyordu. ‘Muhterem pa alar, evvelsi gün ve dünkü getirdi im vatan hainlerini astırdınız mı?’ ‘Daha astıramadık pa am.’ ‘Nasıl olur, niçin dinlemiyorsunuz emirlerimi, emir dinlememenin ne demek oldu unu bilirsiniz. Onları hemen imdi ormana götürüp asacaksınız. Niçin emrimi dinlemediniz?’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:163) “ ‘Ama sen beni seviyorsun?’ Martin sordu. ‘Seviyorum! seviyorum!’ diye haykırdı Ruth. ‘Ve ben seni seviyorum, onları de il ve onların yapaca ı hiçbir ey beni incitmez.’ Sesinde zafer duyuluyordu. ‘Onların dü manlı ının korkusu de il ama senin a kına inandı ım için. Bu dünyada her ey kötü yola sapabilir ama a k de il. Yolda bayılıp tökezleyen bir cılız a k olmadıkça a k yoldan çıkmaz.’ ” (J. London, “Martin Eden”, sa:322-3) “Afallamı bir halde masama geçtim ve oturup derin bir dü ünceye daldım. Denetimden çıkmı kötü alı kanlı ım geri döndü. Bu cılız, meteliksiz insan - parayla tutulmu elemanıma, kendimi alçakça geri çevirtmek üzere yapabilece im ba ka bir ey daha yok muydu?” (H. Melville, “Bartleby”, sa:36) “Sıra sıra büyük ve ya lı çamlar ırma ın sarı ve a ır suyuna kar ı set olu turmakla görevli devlere benziyorlardı. Öteki kıyıya hakim olan tepenin üzerindeki Wilkeslar’ın beyaz ocakları, çevresindeki sık me e a açlarına karı ıyor ve gözden kayboluyordu. Yalnız bir masanın üzerine konmu lambanın saçı ı küçük, cılız ı ık ta uzakta bir evin bulundu unu anımsatıyordu.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:45) “ mparatorluk sava ları sıralarında, kocalarla karde ler Almanyada bulunurlarken, kaygılı anneler, ate li, solgun, sinirli bir ku ak dünyaya getirmi lerdi. ki meydan sava ı arasında olu mu binlerce çocuk, cılız pazılarını deneyerek so uk bir gözle bakı ıyorlardı.” (A. de Musset, “Bir Zamane Çocu unun tirafları”, sa:3) “EVLERLE SAVA Körükler cılız olmak Evlerin hiddetini, Evlerle sava ımız Sava ların çetini.” (B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:33) “Yarının tütünsüz saatleri imdiden canını sıkmı olarak kalktı ve kapıya do ru ilerledi - ufak tefek, cılız, ince kemikli, huysuz ve sıkkın adımlarla ilerleyen bir beden. Ceketinin sa dirse i yırtıktı, ortadaki dü me dü mü tü; hazır alınmı flanel pantolonu lekeli ve ütüsüzdü. Üstten bakıldı ında bile ayyakkabılarının pençe istedi ini anlayabilirdiniz.” (G. Orwell, “Aspidistra”, sa:9) “ stasyonun küçük bahçesindeki bankların üzerinde, o alçak a açların cılız gölgesinde, iki dilenci a ızları açık uyuyordu. Ceketsizdiler, saçları sakalları kıvırcıktı, çingeneye benziyorlardı. Biraz ilerde tuvaletler vardı ve gece her ne kadar taptaze kokuyorsa da, orayı a ır ve keskin bir koku sarmı tı, uzun güne li bir yaz gününün karga asının ve gürültüsünün, erimi asfaltın, ko u an kalabalı ın ter kokusu.” (C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:9) “CILIZ EHZADE Bir ehzade vardı; cılız, çelimsiz biriydi. Karde leriyse boylu poslu ve yakı ıklıydılar. Günün birinde, babasının tiksinen ve küçümseyici bakı larıyla kar ıla an çocuk, hemen anlamı tı durumu: ‘Baba,’ dedi, ‘iri bir cahilden cılız bir akıllı daha iyidir. Koca bir nesne de er olarak yüce olmayabilir. Koyun temizdir, ama fil ise murdar.” (Sa’di, “ ehname”, sa:39) “Joao Mau-Tempo, kahramanı oynayacak yapıda de il. Cılız bir çocukca ız, on acı yılı sırtına binmi ; a açlara bakıp onların mantar, palamut ya da zeytin vermeye de il, daha çok ku yuvalarını gizlemeye yaradı ını dü ünen bir insancık. Gecenin köründe kalkıp gözlerinden uyku akarak ve bo mideyle o kısa ya da uzun yolu tepip i e gitmesi ve güne batana dek çalı ması haksızlık...” (J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:47) “Böylece üçüncü kata eri tiler. Radyonun sesi oradaki kapıların birinden geliyordu. Son basama ın üzerine küçük bir kız oturmu tu. Cılız ve sefil kılıklı olan bu kız, korkulu a yaslanıp büzülmü tü. Çatlak bir la ım borusundan sızan pis kokulu bir su, basamakların üzerine akıyordu. Küçük kız istifini bozmadı.” (J.-P. Sartre, “ ten Geçti”, sa:105) Johannesburg Kenti Böyle selamlıyorum seni: Giri izni belgemi bulmak için, hayatım, Pantolonumun arka ya da ceketimin iç ceplerine Yönelen ellerimin titreyi iyle. Jo’burg Kenti. Aç bir yılan gibi aha kaldırıyor ellerim ceplerimi Cılız, hep meteliksiz cüzdanım yüzünden.” (Mongane W. Serote<d.1944>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.01.10) “Böyle yüce görevi zavallı aklım belki Anlatamaz da do ru dürüst, cılız gösterir, Ama sendeki ruh ve dü ün öyle güzel ki, Umarım, i te onu çırçıplak verir.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:26, sa:93) “SEZAR - Roma’nın en ünlü hazinelerini unutuyorsunuz, dostum. Onları skenderiye’den satın alamazsınız. APOLLODORUS - Bunlar nedir, Sezar? SEZAR - O ulları. Gel, Kleopatra, beni ba ı la, hayırlı yolculuklar dile. Sana bir adam yollayaca ım, tepeden tırna a Romalı, en soylu romalılardan... Bir bıçak darbesiyle koparılacak kadar olgun de il; kolları cılız, yüre i soluk de il; kel ba ını bir fatihin me e yapraklarıyla örtmüyor.” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:158) “Çingene Manolo gözlerini açtı, barakadaki aralıklardan içeri sızan cılız ı ı a baktı ve gürültü etmemeye çalı arak kalktı. Giyinik yattı ı için giyinmesine gerek yoktu: Geçen yıl, Alman Franz adıyla bilinen, Maravilhas Sirki’nin di siz aslan terbiyecisi Agostinho da Silva’nın hediye etti i turuncu ceketi artık hem elbise hem pijama olarak kullanıyordu.” (A. Tabucchi, “Damasceno Monteiro’nun Kayıp Ba ı”, sa:11) “Korney, Gayi yolu üzerindeki istasyonda trenden inince, orada köylüsü Kör Kuzma’yla kar ıla tı. Kuzma bir çift uzun tüylü, cılız atını kıza ına ko arak, Gayi’den yolcu almak için her trene çıkardı. Kendisi yoksuldu, bu yüzden zenginleri, özellikle Korney’i hiç sevmezdi.” (L. Tolstoy, “Korney Vasilyev”, sa:104) “Onların refleksleri bir amipinkinden farlı olmayacaktır. Onların üstünde, pek az üstün olanlar yer alır, onların biraz bilinci vardır, ama makarna suyunda eritilmi tuz gibi bir bilinçtir bu. Kimi zaman ayakta kalabilmek için bir ideal ya da benzeri bir ey uydururlar, bunlar cılız, çocuksu bulu lardır.” (S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:60) “Sanıyorum ki bu iki yol <felaket tellallı ı ve a ırı dincilik> arasında bir üçüncüsü de var, bu belki daha az gösteri li ve kesinlikle daha az rahat ve daha az dingin bir yol. Bu yol, arayıcıların yoludur, onlar gerçek anlamıyla ‘insan ve onun yazgısı’ hakkında moda olmu dü ünce kalıplarından sıyrılıp, bazı cılız i aretlerden yola çıkarak, yeni bir insan ve yazgı hayal etmeyi bilirler.” (S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:13) “ ‘Sandviçler...’ dedi Mrs Swithin mutfa a girerken. ‘Mrs. Sands,’ diye eklemekten kaçındı; ‘Sand’ ve ‘sandviç’ sözcükleri ho kaçmıyordu bir arada söylenince, Annesi, ‘insanların adlarıyla sakın e lenme’ demi ti. Trixie adı da bir ‘cılız’, ek i suratlı, kızıl saçlı, huysuz, titiz kadına Sands kadar uymuyordu zaten, gerçi tadına doyulmaz yemekler kotarmazdı ama, hiç de ilse firketelerini çorbaya dü ürmüyordu.” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:35) “Esnaf, havagazı lambalarından yansıyan cılız ı ıkla yetinerek, dükkanlarında sadece bir abajur yakıp, bunu tezgahlarının bir kö esine koyarlar. O zaman yoldan geçenler, gündüz bile gece gibi karanlık olan bu dükkanların içinde ne oldu unu görebilirler.” (E. Zola, “Thérese Raquin”, sa:6-7) “Böyle bir soydan gelen erkek evladın yine bir denizci, bir gemi i letmecisi, ya da kaptan olması çok ola an. Ama, bu cılız, kansız, sinirli ve çirkin o lanın o tarihlerde bir çe it kahramanlık isteyen böyle sert zenaatlara uygun hiçbir yanı olmadı ı çok erken ortaya çıkıyor.” (S. Zweig, “Fouché”, sa:13) Cılk; Cılkı çıkmak; Cılkını çıkarmak: Bozuk, çürük; Bozulmak, koku mak, kullanılmaz bir hale gelmek, yoldan çıkmak “Sir Leigh Teabing hala konu uyordu. ‘Seni Mesih ile Ma dalalı Meryem’le birlikteli ine dair sayısız referansla sıkmayaca ım. Modern tarihçiler bunu cılkını çıkartıncaya kadar ara tırdılar.’ ” (D. Brown,”Da Vinci ifresi”, sa:275) “MAMA - nanılmaz... herif makyavelist, anladın mı?..... ‘bir köle, bir hayvan muamelesine razı mısınız, cehennemde yanma korkusuna de er mi bu, boynuzlular! Cehennemin dünyada oldu unu anlamadınız mı... siz oradakiler ba kaldırmaktan korkmayın, cılkı çıkmı , altı oyulmu hükumete dersini versin’ diyor.” (D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:45) “O yıl, her kök on tel ve on ba ak vermi ti. Ba aklarda da, ma allah, bir cılk tane yoktu. Ürün tıkırında diye, için için keyiflenen Çopur Mehmet, artık dü ünde arpa, hülyasında çavdar sayıklıyordu.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:71) “O, anlatılanları zerrece önemsemeden ayakta dinledi, sonra: -Tuhaf, dedi. Benim gibi bir adam Allaha bile rü vet verir mi? Bu biir, ,kincisi, kim benden rü vet istemeye, hele hele almaya cesaret edebilir? Partim ve ben, imdiye kadar memleketin cılkını çıkaran iktidara kar ı kararlıyız. Çok yakın bir gelecekte iktidarı alıp...” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:148) Cılk yara : Taze, vıcık vıcık, cerahatli yara “Pireneler’de altı gün dolanıp durmu , büyücülük yapmayan büyücü bir rahiple kar ıla mı tım; kuruntuya kapılarak, suçluluk ya da a a ılık duygusuna yenik dü erek ne zaman kendimle ilgili kötü bir ey dü ünecek olsam tırna ımı ba parma ımın etine batırmı , orayı cılk yara yapmı tım.” (P. Coelho, “Hac”, sa:71) Cıncık boncuk : Boncuktan, camdan ve benzeri materyalden yapılı takı “Tek canlılık, tek hareket merkezi, pazar yeridir. Geni , tiftikli nakı pantolonlu, üstü yün örme, altı kendir ayakkabılı köylü erkekleri, ba ları ‘kofi’li, üstüste bol fistanlar giymi , inanılmayacak kadar çok cıncık boncuk takmı , burunları hırızmalı <madeni halka> köylü kadınları alı veri ederken seyredeceksiniz.” (Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:25) Cıngar çıkarmak : Bir yerde hiç yoktan kavga gürültü yaratmak Bk.: Çıngar çıkarmak “Sadece tüccarlardan birinin tezgahtarını yerinden kovalamı , ama bunu adeta farkına varmadan, içkili yerlere girer girmez cıngar çıkarma alı kanlı yla yapmı tı.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:342) Cıpıl cıpıl (Cıbıl cıbıl) : Su içinde çırpınmak, banyo yapmak “Kalktık yürüdük. Yollar kayalık. Yollar kılıç sırtı gibi. Sarp bir da a çıkıyoruz. Tepeye bir saatlık yol var daha. Ter ceketimden de dı arı fı kırmı . Suya batıp çıkmı ım sanki. Cıpıl cıpıl. Durmaya gelmez. Ü ütüverir.” (Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:15) Cırcırböce i gibi olmak; Cırcır konu mak; Cırcır ötmek : E kanatlı sınıfından gelen ve yaz aylarında, özellikle sık a açlı, ba kütükleri üzerinde sürüyle ya ayan, A ustosböce i diye de adlanan sevimsiz bir böcek. Erkekleri, karınlarının altındaki özel bir bezden yılanın ıslık çaldı ı gibi, tekdüze kulakları ragatsız edici bir ses çıkarırlar. Bununla kalmayıp, yeni sürgün bitkilerin özsularını da emip normal dokuya zarar verirler. Dolayısıyla, sınıfta ya da bir toplulukta sürekli olarak rahatsız bir tonla konu up etrafa ses kirlili ini yayanlara, ‘Sussana, a ustosböce i gibi ne cırlıyorsun?’ derler “ ‘Nasıl olur,’ dedi Angele, ‘onu durduramayız.’ ‘Bir de bu çıktı,’ diye ba ırdım; ‘öyleyse çok yüksek sesle konu alım, sevgili dostum. imdi de ne oluyor! A lıyor musunuz yoksa?’ ‘Hiç de de il,’ dedi çok canlı bir ekilde. ‘Pekala!’ Bu cırcır öten gevezenin çıkardı ı gürültüyü bastırmak için, içim co kuyla dolu, ba ırıp ça ırmaya ba ladım: ‘Angele! Angele! Tam zamanıdır! Bu çekilmez yerden uzakla alım!’ ” (A. Gide, “Batak”, sa:78) “Çok hızlı konu tu, canlı mavi gözleri vardı ve rakamlar alıntılamaktan çok sevk alıyordu. ‘Yüz seksen dokuz ikiz grubundan on altı bin on iki adet. Ama bazı tropik Merkez’lerde,’ diye cırcır konu mayı sürdürdü.” (A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:30) “Dü lerinde, ta yukarıdan, tepenin üzerinden içine atladı ı, adalarla dolu, insanı uzaklara götüren gizemli bir denizdi bu. ‘O zamanlar ne kadar çok gitmek, trene binmek, görmek, yapmak isterdim. imdi burada iyiyim. Deniz ho uma gidiyor mu, onu bile bilmiyorum.’ ‘Ama cırcır böce i gibiydin orada,’ dedi Pieretto.” (C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:88) “Odada bir an hiç konu an olmadı. Ak am karanlı ı çökmü tü. Perdelerin arasından yıldızların çıktı ı görülüyordu. Bataklık kurba alarının vraklamaları imdi azalmı , tarlalardaki cırcırböceklerinin gece arkıları ba lamı tı. Arada sırada guguk ku unun kalın sesi de duyuluyordu.” (Joseph Roth, “Radetzky Mar ı”, sa201 Cırıldamak : Böceklerin vızıldaması “Altında, gittikçe derinle en, koyula an, u ultu, kımıltı içinde bir çam denizi var. Böceklerin tümü sanki orada cırıldıyor, ku ların tümü orada ötüyor. Tam kar ısında, adanın ikinci tepesi var. Çok daha alçakta duruyor. Onun üstü silme çam kaplı. Kopkoyu. Deniz iki yanda, erir gibi, titrek bir pırıltı içinde, dümdüz, geni …” (Bilge Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:32) Cır(t)lak cır(t)lak ba ırmak, ba rı mak : Birilerinin ince, tiz seslerle, etrafı rahatsız edecek derecede yaygara koparması Bk.: Cırtlak cırtlak ba ırmak “Yarım düzine kadar yarı çıplak Arap çocu u, bir kö ede cırlak cırlak ba rı arak zıp zıp oynuyor. Ötede kılı ı dökülen ya lı bir Yahudi, dün aynı yerde bıraktı ı güne ı ı ını aramaya gelmi , bulamayınca çaçırıp kalıyor...” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:55) “Loti’yi sever miydim? Bu egzotik edebiyatın palet üstünde birbirine katılmı , katı tırılmı , fazla parlak, cırtlak diyebilece imiz renkleri bende zaman zaman bir facia yazarının lezzetlerini, zaman zaman da bilinmedik co rafyalara açılmı ka ifin bulanık gözlemlerini uyandırır, ça rı tırırdı.” (S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:180) “MÜZ K ----------Askeri bandomızıka orta yerde durur, Çatlak, cırtlak ezgiler ve sallaba kelleleri... -En öndeki sıralara kodamanlar kurulur, Noterin kafasında vergi dalavereleri...” (A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:86) Cır(t)lak sesler çıkarmak; Cırlamak : nce, cızırtılı, rahatsız edici bir ses tonuyla konu mak (Argo) “AK AM KARANLI I ---------------------------Kıpırdanıyor ba rında çamurdan kentin, A ıran bir kurtçuk gibi nsan’dan besin. Sa da solda mutfakların ıslık sesi var, Tiyatrolar cırlarken horluyor çalgılar.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:179) “Defterleri okumayı sürdürürken, hep radyonun sesini duyuyorum. Ses, fısıldıyor, uluyor, kıyametleri koparıyor, cırlak sesler çıkarıyor, göz da ı veriyor ve gazeteler onun söylediklerini basıyorlar. Yavrucaklar da bu sesin söylediklerini oldu u gibi yazıyorlar.” (Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:12) “ ‘Din,’ dedi, Oreste’nin babası, ‘yalnızca kiliseye gitmek de ildir. Din güç bir i tir. Çocuklarını yeti tireceksin, aileni geçindireceksin, herkesle uyum içinde ya ayacaksın.’ Giustina, Pieretto’ya, ‘Bir de senden dinleyelim,’ diye cırladı, ‘neymi din?’ ” (C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:89) Cırnak atmak : Niyetini açıkça söylemek, tırnaklarını-pençesini selamsız sabahsız göstermek “TEFEC - Senin de günün aydın olsun, Tranio. Nerede bizim para? TRANIO - Sen de yırtıcı hayvanlara benziyormu sun be! bu ne yabanilik böyle! hal hatır sormadan hemen atıveriyorsun cırna ını!” (Terentius, “Hortlak”, sa:40) Cırtlak : Göze pek çok çarpacak ekilde, frapan; Keskin ve tüyleri diken diken eden akortsuz ses “Annemin Gözde arkısı Annemin arkısı ki ortalı ı çınlatır. Yumu ak bir arkı hiç bitmeyecekmi gibi gülüyor çocuklar söylüyorlar titreyen sesleriyle ve düzensiz bazen cırtlak bazen kusursuz bazen olgun, yumu ak-” (Susan Bright<d.1945>-Defne Bilir; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.10.07) “Maria hep siyah elbise giyer; Copacabana’daki öbür kızların niye cırtlak renkli dekolte, kı kırtıcı kıyafetlerle dola tı ını bir türlü anlamazdı. Ona göre bir adamı tahrik etmenin yolu, onun i te, trende ya da karısının, bir arkada ının evinde kar ıla abilece i herhangi bir kadın gibi giyinmekti.” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:142) “Bütün kadınlar daha cırtlak bir sesle hep bir a ızdan: ‘Ahh! Ekselans, yoksul kadınlar için de bir Napoléon altını verin!’ diye ba ırdılar. Fabrice adımlarını sıkla tırdı, kadınlar ba ırı arak pe inden gittiler, bütün sokaklardan ko arak fırlayan pek çok erkek dilenci de küçük bir ayaklanma gibi bir ey olu turdu. Bütün bu son derece pis ve son derece kararlı kalabalık: Ekselans diye ba ırıyordu.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:240) Cırtlak cırtlak (sesiyle) ba ırmak : Tiz, yüksek, rahatsız edici bir tonla avaz avaz ba ırmak (Genellikle kadın) “Torjok’lu satıcı kadın cırtlak sesiyle mallarını, özellikle telatin terliklerini ba ırarak satmaya çalı ıyordu. ‘Benim, ne yapaca ımı bilmedi im binlerce rublem var, halbuki bu kadın yırtık pırtık gocukla dikilip duruyor ve bana utangaç utangaç bakıyor’, diye Piyer dü ünüyordu.” (L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:III, sa:125) Cıscıbıl, Cıscıbıl olmak : Tere gömülmek, kan ter içinde olmak, ter bo anmak; Çırılçıplak olmak “AZ Z GEORGE VE EJDERHA <Jackstraws-Mikado’nun Çöpleri’nden> Kraliçe Para Cıscıbıl oturdu mu kuca ıma, Ve tombul köpe i Ba ladı mı hırlamaya” (Charles Simic<d.1938>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.02.05) Cıvık; Cıvıkla mak, Cıvıklık : Laübali, sulu; Ciddi, a ırba lı olmayan; Bu tür haller “TUHAF SAÇ ----------------Takım elbisem kuru temizleyicide oldu undan kot bir pantolon ve ceket giydim. Yaslandım bara öteki mü terilerin gözlerinden sakınarak: mekan benim geçmi te oldu um türden budalalarla doluydu. Duydum onların gittikçe artan cıvıklı ını.” (Geoff Hattersley<d.1956>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, “Cumhuriyet Kitap, 18.01.07) “Bird’ün üniversitedeki az sayıdaki kız arkada ları, özellikle de ta ra kökenli edebiyat fakültesi ö rencileri, en azından Bird’ün bildi i kadarıyla, hepsi, mezuniyet yakla tı ında, tanımlanamayan yaratıklara dönü mü lerdi. O kızların hücrelerinin bir kısmı günden güne geli ip deforme olarak, sonunda da davranı ları cıvıkla mı , yüzlerini hüzünlü ifadeler kaplamı tı. Sonra da, mezuniyet ertesinde, günlük ya ama uyum sa layamamı lardı.” (Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:61) “Bundan böyle onu hiçbir ey sarsamazdı, hiçbir ku ku sendeletemezdi. Bir sfenks dinginli ine kavu mu tu. Clochard’a <Fr.: sokak serserisi> kar ı -yolda kar ıla ınca ya da herhangi bir yerde oturur görünceartık yalnızca, genellikle ho görü diye tanımlanan o duyguyu duyuyordu: i renti, horgörme ve acımadan olu an, cıvık mı cıvık bir duygu kayırımı.” (Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:51-2) “Sözgelimi gösteri budalalı ı, hepsini cıvıkla tırmı tı. O lanlar, önemli roller pe indeydiler, kızlarsa atafatlı giysiler. Bütçe dü üktü. En fazla, on paund. Böylelikle, gelenekler açıkça çi nenmi oluyordu. Gözleri görenekten ba ka ey görmedi i için, ba a sarılan bir tabak bezinin, açık havada gerçek ipekten çok daha alımlı gözüktü ünü göremiyorlardı.” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:61) Cıvıl cıvıl : Co kulu, ne eli “Marsilya’da, mutluluk ve hüzün - kendimin sonuna vardım. Sevdi im cıvıl cıvıl kent. Ama, aynı zamanda, yalnızlı ın acı tadı.” (A. Camus, “Defterler 1”, sa:53) “Mutlu bir rastlantı sonucu kontun saptadı ı bulu ma yeri ve benim biraz önce ayrıldı ım kahveydi, acelesiz bir yürüyü le oraya dönüyordum, yılanvari dar sokakların keyfini çıkarmak için bile bile ba ka yollara sapıyordum. u anda, alacakaranlıkta ana meydan cıvıl cıvıl insan kaynıyordu. Garsonlar dı arıya masalar ekliyorlardı, kasabanın bütün kaymak tabakası burada toplanmaktaydı.” (L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:429) “Gözlerimi çevirdim, ba ımı da oynatabiliyordum: oda sade ve temizdi, birkaç küçük metal e ya vardı, açık renkler kullanılmı tı, yataktaydım, koluma bir de kanül takılmı tı. Pencereden, inik storların arasından içeri güne sızıyordu, bahar havada ı ıl ı ıl, toprakta cıvıl cıvıl.” (U. Eco, “Kraliçe Leona’nın Gizemli Alevi”, sa:11) “Güven dolu, cıvıl cıvıl bir sesin ba ırarak: -‘Haydi toparlan artık Muriel... Benim ya lı kızım... Neredeyse geldik. Senin için uzun bir yolculuk oldu de il mi? Seni gidi geri kafalı, tarihi yer çivisi seni!...’ ” (O Henry, “viski soda”, sa:5) “Çekip gitmekten ba ka yapacak ey kalmamı tı. Günlerden pazar oldu u için cıvıl cıvıl sokaklarda bir saat kadar dolandım, sonra tekrar u radım eve, marangoz dostumla ailesi gezintiden dönmü tü.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:139) “B R KADIN - (Pencereden, öteki penceredeki ADAM’a.) E er kendi karar vermemi se ho görülebilir. AMEDEE - (Yükselmesini sürdürür, sa a sola öpücükler gönderir, konu ur.) Özür dilerim, baylar, bayanlar, çok mahcubum! Özür dilerim! (Sonra.) Oh, oh! Ama kendimi ku lar gibi hafif, ne eli hissediyorum... Cıvıl cıvıl içim.” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:133) “ STANBUL’U D NL YORUM -------------------------------------stanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalı Çar ı; Cıvıl cıvıl Mahmutpa a; Güvercin dolu avlular. Çekiç sesleri geliyor doklardan. Güzelim bahar rüzgarında, ter kokuları; stanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.” (O. Veli Kanık<1914-1950>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:381) “SAAT DOKUZDAN BER ---------------------------------Gözümün önünden gitmez oldu bedenimin gençlik hayali lambayı yaktı ımdan beri saat dokuzda, bana ho kokulu, kapalı odaları, o eski tutkuları, o gözü pek tutkuları hatırlatarak. Yeniden canlandı gözümün önünde artık tanınmaz olan sokaklar, kapanmı cıvıl cıvıl e lence yerleri, yerinde yeller esen kahveler, tiyatrolar.” (Konstantinos Kavafis<1863-1933>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.07.03) “Oradan ayrıldık. stanbul’un ı ıklı, cıvıl cıvıl gece trafi ine karı tık. Topuzumu çözdüm, yüksek topuklu pabuçlarımı çıkardım, camı açarak serin havaya verdim yüzümü. a kınlık içindeydim ve paniklemi tim. Bu i benim boyumu çok a ıyordu ve yanımda hiç kimse yoktu; ne a abeyim, ne kocam, ne rektörüm, ne de bir arkada ım. Sadece on dört ya ında bir çocuk vardı. Bilgisayarın ba ında benim için ara tırma yapan bir çocuk.” (Ö. Zülfü Livaneli, “Serenad”, sa:170) “Güçlendi benim sevgim cılız görünse bile, Daha az sevmiyorum, bu ters bir görünü tür. Her yere yayılırsa sahibinin diliyle Paha biçilmez diye, a k pazara dü mü tür. Sevgimiz cıvıl cıvıl, taptaze baharında..” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no.102, sa:245) “Her konuda mazo ist olan birisi. Bütün hayatı boyunca kendi ihtiyaç ve zevklerini ihmal etmi . Kendine hiç saygısı yok. O ve arkada ları caddede yürürken bedeninden kurtulmu bir ruh oldu unu dü ünüyor omuzam omuza konan cıvıl cıvıl bir kanarya.” (I. Yalom, “Her Gün Biraz Daha Yakın”, sa:11) “Hindistan anılarında Penang’ta ilk kez bir Asya kentinin ‘cıvıl cıvıl ya amıyla yüz yüze geldik’ diye yazar Hesse. ‘ lk kez sayısız mercan adaları arasında bir ayna gibi yansıyan Hint denizini gördük...’ ” (A. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:87) “... bu suç ortaklı ı ve o erotik atmosferin iç gıcıklayıcı parfümü, onun uyu mu duyularının üzerinde yakıcı madde etkisi yapıyordu. Crescenz gerçekten de Leporella oldu, o cıvıl cıvıl genç gibi hareketlendi, atılganla tı, enerji doldu.” (S. Zweig, “Amok Ko usucu-Leporella”, sa:164) “Sunak kanatlarından birinin üzerinde açık renklerde bir resim vardı; karanlıkta renk tonları daha da yumu ak ve hafif görünüyordu ve ressamın bakı ını anında esir almı tı. Bu, kalbine kılıç saplanmı bir Meryem Ana tasviriydi; acısına ve hüznüne ra men son derece sakin ve huzur dolu bir resimdi. Meryem’in yüzünde garip bir sevimlilik vardı; sa’nın annesi gibi de il de, oyunbaz tasasızlı ının güleryüzlü çekicili ini acı verici sessiz bir dü üncenin alıp götürdü ü, hayalperest ve cıvıl cıvıl bir bakire gibiydi daha çok.” (S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:13) Cıyak cıyak (ciyak ciyak) (a lamak, ba ırmak, ötmek); Cıyaklamak : Avazı çıktı ı kadar cırlak bir sesle ba ırmak; ikayet etmek, ses çıkarmak “YALNIZLI IN G ZLEND KARANLIK Cıyaklıyor yavru kedi, ufacık karanlıkta; yalnızlı ın gizlendi i yerde. dövünüp duruyor ha bire yumu ak öfkesiyle yoksullu unun. Kediler dövünürler mi, çı lık mı atarlar arzuyla karanlıkta; yalnızlı ın gizlendi i yerde, ben miyim, öyleyse, cıyaklayan yavru, çıldırmı , öfkeden kuduran.” (Tatamkhulu Afrika<1920-2002>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.05.06) “ ‘Düz konu arkada . Düpedüz. ‘Ben köy içinden evyeri de il, meradan tarla satın almak istiyorum’ de. Emme bak, ben sana kısaca cuvap vereyim: Bu i olmaz A ali. Kom ular mera satılmasını istemiyorlar. Köylünün ayranını kabartma a gelmez. Merada herkesin hakkı var. Göt içi kadar bir yer sattın mı ba lıyorlar cıyaklama a.’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:154) “Sahnede hareket yeniden ba lıyor. Melanie süpürgesini kullanıyor. Bir patırdı, bir kıvılcım, korku dolu çı lıklar. ‘Benim suçum yok,’ diye cıyaklıyor Melanie. ‘Neden her zaman her ey benim suçum oluyor?’ David sessizce aya a kalkıyor, hademenin pe inden dı arıya karanlı a çıkıyor.” (J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:32) “Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü ho etmek istiyordu. Çocukların en büyü ü, fakat en korka ı olan nermin’i cıyak cıyak ba ırttıktan sonra salıncaktan atladı. Saçları, terden kıpkırmızı kesilen alnına, yanaklarına yapı ıyor, elindeli ip yanıklarını gidermek için avuçlarını birbirine sürüyordu.” (R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:412) “Direktör gülümsüyor. ‘Ötekilerin daha hırlı eyler olduklarını mı sanıyorsunuz?’ Sonra benimle birlikte sınıfa kadar geliyor, kıyametleri koparıyor. Cıyak cıyak ba ırıyor, küfürler savuruyor. Muhakkak ki, e siz bir artist. Bu yaptıkları alçaklıktı, rezaletti, diye diye, bangır bangır ba ırıyor.” (Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:23) “Uykusuz kör kadın, göbekli bir körün altında cıyak cıyak, umutsuzca ba ırıyordu, öteki dört kadının çevresini, bir hayvan le inin ba ında iti ip kakı an sırtlanlardan farkı olmayan, pantolonlarını gev etip ayak bileklerine dü ürmü erkekler sarmı tı.” (J. Saramago, “Körlük”, sa:162) “Ba ının üstünde kızın kötü kötü burnunu çekti ini duyarak sustu: Sokak ortasında cıyak cıyak a lamaya ba lamasından korkmu tu.” (J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:53) “SHANNON -... Kalk kemi imin üstünden, yoksa kıracaksın. lle de bir ey kırmak istiyorsan ba ım için biraz buz kır. (Barda ından bir parça buz çıkaran Maxine berikinin alnına sürer.) Ah. Tanrım... MAXINE (Gülerek.) - Ha, demek pilici yedin diye u kart tavuklar cıyak cıyak ötüyorlar , ha, Shannon?” (T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:19) “Bu onun istiyerek yaptı ı bir ey de il, ne zaman uykusundan uyandırılsa, tıpkı kırık dökük bir sandık gibi dokunmak öyle dursun, yanına yakla ınca bile gıcırdamaya ba layan bir sandık gibi ciyak ciyak ba ırmaya ba lıyor” ..... “Uyu mu bedeninin altındaki tekerlekler yakalanmaktan korkan ve ciyak ciyak ba ırarak kaçan köleler gibi hızla ve gümbürdeyerek dönüyor.” (S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:18;36) “Çevreye bakındım; önce vücudundan ate fı kırırmı gibi cıyak cıyak konu an kadına, sonra da kapıya do ru. Kapı iyice açılmadan sallantılı bir insan gözüme çarptı.” (S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:233) Cız etmek (içi, kalbi, yüre i) : Bir eyin üzüntüsünü anide içinde hissetmek, kalbi sızlamak “Do rusu, elinde son kalan parayı, beç bin rubleyi verip temiz genç kızın önünde olanca saygiyle e ilen subay o anda herkese sevimli, cana yakın göründü ama benim kalbim cızetti.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:301) “Zehra deyince Poyrazın yüre inin ba ı cızetti. Poyraz, iskeleye yakla tıklarında kalabalı ın içinde Zehrayı görmü , ona bir kes olsun ba ını kaldırıp bakamamı tı.” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:162) Cızlam etmek; Cızlamı çekmek : Kaçmak; Ölmek (Argo) “Haydi bil bakalım. ‘Karabiberim, karabiberim, biberim nasıl edelim, candarmalar geliyor, cızlam edelim.’ ” (S.F. Abasıyanık, “Alemda da Var Bir Yılan-Yılan Uykusu”, sa:92) “ vayk, zayıfmı kuvvetliymi , devletle bir alı veri i olmadı ını, ancak bir keresinde zayıf, kadidi çıkmı bir Senbernar yavrusuna bakmak zorunda kaldı ını, ordunun peksimetleriyle beslemesine kar ın hayvanca ızın cızlamı çekti ini söyledi.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt: I, sa.73) Cibilliyeti bozuk, cibilliyetsiz : Ahlaken dü kün, güvenilmez, karaktersiz “ ‘... yani kolumun kanadımın en kırık oldu u sıra, beni bir gurbet hapishanesinde yapayalnız bırakıp, aleyhime dava ikame ederek, talak (dinsel bo anma) istedi! -Vay kansız vay! -Vay cibilliyeti bozuk karı vay! -Böylelerini ben olsam, ah ben olsam...” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:274) Cibinlik; cibinnik : Sinek ve sivrisineklerden korunmak için yata ın üzerine çadır bezi gibi gerilen ince tül “Saliha ve Rikkat halamlar, iki kızlarının yardımıyla -zira Nisa nerdeyse ayakta uyuyordu- eni temlerin ana yatak odasına biti ik, salona benzer geni bir odada üç cibinlik kurdular. -Nedir bu cibinlik? diye çaylakça sordum. -Sivrisinekler için, dediler, yoksa sabahları aynaya baktı ında kendini tanıyamazsın, davul gibi i ersin. Sanki askeri bir kampta imi iz gibi incecik bir dokudan yapılı, bembeyaz, yarı effaf üç kubbe in a ediliverdi.” ( . Ersevim, “ smayil”, sa:68) “Kahveyle yatak odasına girdi ini gören karısı cibinli i kaldırdı. Bir gün önce bir astım nöbetine tutulmu tu ve imdi uykulu bir hali vardı. Ama fincanı almak için do ruldu.” (G.G. Marquez, “Albaya Mektup Yazan Kimse Yok”, sa:5) Cici : ık, sevimli “‘Benim uçmam nasıl olanaksızsa, bu cici kızların da, ba ka birilerinin de odama girmeleri öyle olanaksız. E er hanımefendi bana yine hak etmedi im bir ba ı ta bulunmak istiyorlarsa, bıraksınlar yalnız kalayım, kapımı da içerden kilitliyeyim; isteklerimle erdem arasına bir duvar çekmek zorundayım.’ ” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:667) “Cici, tatlı elini öptüm; mutluluktan titreyerek, yan yana, sıramıza oturmaya gittik. Yüre im sızılar içinde, sanki gö süm yarılıp dı arı fırlayacakmı çasına küt küt atıyordu.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:28-9) “Pandit Kaul da kendi adını sevmiyordu..... ve bir gün artık Pandit Kaul Turpoyni, yani So uk Sulu Pandit Kaul olarak ça rılmak istedi ini açıkladı ı zaman, buna kimse a ırmadı...... Fakat ne yazık ki, Pandit Civan So uksu manasına gelen Pandit Pyarelal Turpoyn da benimsenmeyince, sonunda pes etti ve adı konusunda kaderine razı oldu. Numan, Pandite Cici Dayı diyordu ama, aralarında kan ya da inanç ba ı yoktu.” (S. Rushdie, “Soytarı alimar”, sa:65) “Baldini, kafasından, bu istekleri kar ılayabilmek için Fauburg Saint-Antoine’da bir ube, en çok giden kokuların büyük çapta karı tırıldı ı, büyük çapta küçük cici i elere dolduruldu u, küçük cici kızlar tarafından doldurulup Hollanda’ya, ngiltere’ye, Alman mparatorlu una gönderildi i, basbaya ı bir fabrikacık açmayı geçiriyordu.” (P. Süskind, “Koku”, sa:105) “‘Bir ressamın tanıması gereken yegane insanlar ‘bete’ (aptal) ve güzel olanlardır,’ derdi hep, ‘yani bakarken artistik bir zevk alınacak, sohbet ederken entelektüel huzur verecek ki iler. Çıtkırıldım baylarla cici hanımlar dünyayı yönetirler veya durumun öyle olması gerekir.’ ” (O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:113) Cicianne : Üveyanne; özellikle okul öncesi küçük çocuklara, bo anmadan sonra babalarıyla kalmı larsa, sözüm ona anne kaybını-özlemini azaltmak gayesiyle: “Baban sana bir ‘cicianne’ getirecek” vadinde bulunulur. “Yılba ından bir iki hafta sona, hepimizi, hayatları boyunca etkileyecek büyük bir haber geldi: ‘beybam, bir <cicianne>yle beraber geliyormu . Demek ki küçük halamların dedikodu yaptıkları ‘Rumeli’de mal mülk satmak’ do ru de ildi. Babam, nerden bulduysa, kendine bir hanım bulmu ama sanki bizler için yapmı bu i i. Yeni bir ‘anne’ geliyor, hem de ‘cici’ biri. Ya halama ne olacak? Nisa ve ben beraberce, halamı ku attık: -Hala, hala. Kim bu cicianne?” ( .Ersevim, “ smayil”, sa:50) Cici(li) bici(li) : Süslü püslü, cicali gibi rengarenk “Kızın ince parmakları kollarının, yalasının eritlerini saymı tı ve... Parmaklarının ucu dudaklarına dokunmu tu. O temasın arkasından geçirdi i ürpermeyi on yedi ya ının bütün iddetiyle tekrar ya arken amcası göründü. Kısa duda ı yukarıya çekildi, hırlar gibi güldü. Cici bici ceketle gül fidanı çabalandı ını kim görmü tü?” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:151) “Dünya çocuklarını koruma amacıyla Birle mi Milletler bünyesinde olu turulmu UNICEF, her Noel’de ve yılba ında geliri ‘dünya çocuklarına’ harcanmak üzere cicili bicili kartlar ve takvimler bastırıp satarken, aynı dünyada ya ayan Irak’li binlerce çocu un Birle mi Milletler ambargosu yüzünden ilaçsızlıktan ölümlerine ses çıkarılmadı ı bir olgudur.” (A. Cemal, “ nsana Dönmek”, sa:16) “Açık duran kapının önünde duraklayıp gülümsüyorlar. Petrus ortalarda yok, ama cicili bicili giysili bir küçük kız gelip onları içeri alıyor.” (J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:149) “Matmazel Fenardi pek cici bici eydi, pullu kısa bir etekli i vardı. Fıldır fıldır dönerdi ama dört saat de il, topu topu dört dakika… Gene de hepsinin aklını alırdı.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:102) “VAH LER N ARKISI - Ey süslü insanlar, cicili bicili eyler mah eri! Bu kaba saba, hamhalat mahluklar, yüksek bir hamleyle hızlı bir yürüyü le gelip, kar ınıza güçlü kuvvetli ve yetenekli olarak çıkıyorlar.” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:49) “Neyse, o kendi yolunda sava ı sürderecek ve daha yükselecekti. Ve Ruth’u da yanına alacaktı. Onu içtenlikle seviyordu ve onun bulundu u herhangi bir yerde ı ıldayaca ından emindi. Kendisinin eski çevresi tarafından engellenmi oldu u onun için apaçık oldu u gibi, imdi seziyordu ki, Ruth da benzer biçimde engellenmi ti. Geli mek için fırsat bulamamı tı. Babasının raflarındaki kitaplar, duvarlardaki tablolar, piyanodaki müzik, bunların hepsi cicili bicili gösteri lerdi.” (J. London, “Martin Eden”, sa:302) “Bu noktada, tezgahtar kızların bıkkınlı ıyla ev kadınlarının bıkkınlı ı arasında bir ili ki kuruyorum. kisi de, ku atıldıkları e yaların içinde yapayalnız kalıyorlar bir süre sonra. Ev irinle tirmede kullanılan bütün o hediyelik e ya cehennemi, kristal takımlar, toprak çanaklar, pop-art küpler, cicili bicili kuma lar..... ömine karı tırıcıları, duvar gölgelendiren aplikler, demirin, me enin, pirincin çe itli kullanımlarından elde edilmi sonsuz çe itlilik ortasında yapayalnız...” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:60) “Kendimi pis bir a evinde oturtup her gün aynı içkiyi ısmarlayamam, kendimi tümden emdiremem bir tek sıvıda, bu ya amda. Tümcemi kuruyorum, düzinelerce mumla aydınlatılaca ı dayalı dö eli bir odaya ko uyorum onunla. Bu cicili bicili süsleri, saçakları dı arı çıkarmam için üzerimde gözlere gerek duyuyorum. Kendim olmam için (not ediyorum), öbür insanların gözlerinin beni ı ıklandırmasına gereksinim duyuyorum; öyleyse kendimin ne oldu u konusunda tümden kesin bir yargıya varamam.” (V. Woolf, “dalgalar”, sa:89) “LADY U.K. : Demek bütün o güzel sözler, bir Noel çöre inin cicili-bicili kurdeleleriymi ! SIR S.Ö. : E e in boynuna takılmı çıngıraklar! Ya da bahar enli inin meydan dire ine asılmı ka ıt güller, ne dersen de... Ah aya ım, aya ım... Küpidon’un okları saplanmı diye alay etti benimle... Herif de moruk dedi, düpedüz moruk... (Seke seke çıkar.)” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:128) “Bir Sovyet sava gemisi, Napoli’ye ilk u ruyordu. Batı dünyasının hiçbir ehrini o güne de in görmemi olan genç denizciler cicili bicili üniformalariyle Via Toledo’da geziniyorlardı.” (S. Zweig, “Dünün Dünyası”, sa:421) Cicim : Genellikle hanımlara, e e, küçük kızlara kullanılan yakınlık ve sevgi ça rısı “EPIFANIA -... Ne kadar zengin olursam olayım, beni dört yüz otuz lira zarara soktu u için Alastair’i güç affederim. ALASTAIR - On altı ilin yedi peni’si de var, pinti hayvan. Ama ödeyece im. PATRICIA - Ödeyeceksin cicim. Sigortamı satar, kar ılı ını sana veririm.” (G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:39) “Angélique, karanlık odada tükenmez bir sel gibi gözya ları dökerek hala a lıyordu; o sırada odasının kapısı önünde bir tıkırtı duyup ba ını kaldırdı. Bir sessizlik oldu; sonra bir ses, sevecen bir ezgiyle seslendi: -Angélique.. Angélique... Cicim...” (E. Zola, “Hulya”, Cilt:II, sa:11) Cicim ayları : Ya ‘evlilik’ gibi mutlulu un kar ılıklı azami sevgi ve saygı eklinde hüküm sürdü ü ilk aylarına, ya da ‘askerlik’, ‘hastane’, ‘hapishane: v.s. gibi esasında gelecekte iyi günler vadetmelerine kar ın, günlük sıkıntı ve engellerle dolu hayatın ki inin egosuna a ır baskı yapmadı ı ‘ho geldin’ devirlerine takılan isim “ ‘Ba arıp ba armayaca ımızı ö renmemiz ne kadar sürer?’ diye sordu Deborah. ‘Ufaklıklar, siz daha cizim aylarındasınız,’ dedi yanlarında oturan bir genç kız. ‘Bu dönem a a ı uıkarı üç ay sürer. Ben de geçtim bu dönemden. Altı hastanede yattım ben. Tahliller yaptılar, uyu turdular, kızdırıp isyan ettirdiler, ok <E.C.T.> uyguladılar, metrazol (elektro- ok yerine aynı i i yapabilecek damardan verilen bir ilaç>, amital <damardan yava yava verilerek narko-analiz yaılması> ve yaptıkları ba ka ne ilaç varsa hepsinden verdiler. Artık benim için gerekli olan tek ey bir beyin ameliyatı <Frontal lobotom,lökotomi>, o zaman artık her ey hallolacak. Hiçbir ey i e yaramıyor, ne bu pislik ne de ba ka bir ey.’ Genç kız, kendine özgü bir mahkum havasıyla, dramatik bir ekilde aya a kalkıp yanlarından uzakla tı.” (J. Greenberg, “Sana Gül Bahçeis Vadetmedim”, sa:51-2) Ciddi; Ciddiye almak : Önemli, vahim; Önemsemek, i i sıkı tutmak “Kadın olarak böyle ko ullarda do mak daha ba tan ölümcüldü. Ama rahatlatıcı diye de nitelendirilebilir: en azından gelecek korkusu yoktu. Falcı kadınlar kilise günlerinde ciddi ciddi o lanların yazgılarını okuyorlardı ellerinden; kadınlar için ise gelecek, bir akadan ba ka bir ey de ildi.” (P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:15) “... ‘kendi çapımda’ öyküler, öykücükler, çe itli denemeler yazdı ımı , ne yazık ki, ancak birkaç yakınım biliyor. Onların da pek ciddiye aldı ını sanmıyorum. Ba arılı bir grafikerim, i ime çok asılmamakla birlikte fena para kazanmıyorum; bunların bana yetti ini dü ünüyor olmalılar.” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:11) Ciddiyetini takınmak : Ciddi, resmi davranmak “CEL LE - Peki peki sustum efendici im. (Gidip sedire oturmak ister.) KOM SER (Ba ırarak.) - Buraya gel... Sana oturma iznini kim verdi? Ciddiyetini takın hanım, yoksa ben seni yola getirmesini bilirim.” (C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:102) Ci eri be para etmez : Sözüne güvenilmez, i e yaramaz, de ersiz kimse “Bazı hizmetçilerin kiliseden artakalan yıkıntıların içime girme tehlikesini göze aldıklarını gördüm. Sanırım kaçmadan önce de erli bir ey kapmak için mahzene girmeye çalı ıyorlardı. Bunu ba arıp ba aramadıklarını, mahzenin çoktan çöküp çökmedi ini, bu ci eri be para etmez adamların mahzene ula maya çalı ırken topra ın derinliklerine gömülüp gömülmediklerini bilmiyorum.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:685) “Azmi Bey sinirli bir tavırla Hüsnü Bey’in sözünü kesiyordu: ‘Almanya’da bile... Lakin azizim, orada para yapanlar böyle ci eri be para etmez adamlar de ildir. Çekirdekten yeti mi i adamlarıdır, parayı yaparlar, tutmasını da bilirler.’ ” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:213) “... nereden de andım imdi o günü, gene de unutamıyorum o gün söylediklerimi, hem kimin yüzünden de kavgaya tutu mu tuk imdi hatırladım, bir arkada ı yüzündendi, ci eri be para etmez bir arkada ını bana ye tutuyordu o zamanlar...” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:78) “-Mrs. Scarlett, Miss Pitty sizi ilgilendirmeyen bir konuya ili kin bir soru sordu unuzu i itirse pekmemnun olmaz. Bu kent, ci eri be para etmeyenlerle o kadar doldu ki, onlarla ilgilenmeye de mez. -Bak sen! Scarlett, herhelde kötü bir kadın olacak diye dü ündü. Bugüne kadar kötü bir kadına rastlamamı tı. Bu hafif me rep kadın kalabalı ın içinde gözden kaybolana kadar ona baktı.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:299) “BARTLETT, ani bir öfke ile - Evet, ‘Pirinç… hırdavat…’ demi ti. Ci eri be para etmez yalancı. Dü üme girdikçe hep bu sözleri söylüyor.” (Eu. O’Neill, “Altın”, sa:37) “MONTANO - Yaman bir hain! Othello’nun elinden aldı ım u kılıcı saklayın..... Ben o hainin arkasından gidiyorum, çünkü melun herifin biri. OTHELLO - Artık yi itli im de kalmadı, ci eri pe para etmez insanlar elimden kılıcımı alıyor. Ama eref ne diye namustan fazla ya asın? Hepsi birden gitsin daha iyi.” (W. Shakespeare, “Othello”, sa:129) “ELLIE - Demek fabrikalar da, Marcus’un kaplanları gibi. Aslı astarı yok.” MANGAN - Aslı astarı var. Ama benim de il. Sendikaların, hisse sahiplerinin, bir sürü tembel, ci eri be para etmez kapitalistin.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:122) “1796’da Milano ordusu kırmızılar giyinmi ci eri be para etmez yirmi dört serseriden olu uyordu. Bunlar ahane dört Macar humbaracı alayıyla birlikte kenti koruyorlardı.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:18) Ci eri kediye bekletmek : Dürüst olmayan kimseye de erli bir ey emanet etmek Bk.: Kediye ci er emanet etmek “‘Fukara Dede, Uzun skender’e: ‘Evladım,’ demi , ‘ u silahı al da bizim evi bir hafta kadar bekle,’ demi .’ ‘Demek ki ci eri kediye bekletirim sanmı akılsız Dede! Belasıdır, çeksin!’ ” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:390) Ci erini, yüre ini de mek : Bıçakla birinin ci erini, kalbini oymak yolunda tehdit savurmak “‘Bana bir e e bulup getireceksin,’ dedi ve iyice yatırdı beni yere. ‘Yiyecek bir ey getireceksin,’ dedi. ‘Yoksa yüre inle ci erini de erim senin, anladın mı?’ Ödüm kopmu tu. Öyle de ba ım dönüyordu ki. Ona sımsıkı sarılarak: ‘Lütfen beni aya a kaldırın, yoksa içim dı ına çıkacak,’ dedim. Bunu söyleyince, bu kez beni ters çevirdi. Kar ımdaki kilise adeta takla attı.” (Ch. Dickens, “Büyük Umutlar”, sa:8) Ci erini bilmek : O ki inin ne oldu unu, ne dü ündü ünü ve ne hissetti ini gerçekten avucunun içi gibi bilmek “KEENEY -... (Ceketinin cebinden bir revolver çıkarır, muayene eder.) Seninki yanında mı? YARDIMCI KAPTAN - Evet, efendim. KEENEY - Silah kullanmak zorunda kalaca ımızdan de il... O it sürüsünün ci erini bilirim... Sadece korkutmak için. (Korkunç.) imdiye kadar hiçbir vakit silah kullanmak zorunda kalmadım.” (Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:18) Ci erini okumak : Bir insana bakmakla onun içini okuyabilmek, tüm ki ili ini de erlendirebilmek “Mrs. HUSHABYE, ete ine yapı arak. - Dur bakalım! Bu kadar aldanmı olamam. Yalancıların ci erini okurum ben. Birisi bütün bu martavalları yutturmu sana.” (G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:29) “Anlayı lı bir muhatabın kar ısında kurnazlı a sapmanın lüzumsuzlu una kanaat getirmi kurnaz bir insan edasıyla Prens Vasili : -Size açıkça söyleyeyim, - dedi. - Siz insanların ci erini okursunuz. Anatol bir dahi de ildir. Fakat namuslu, iyi bir çocuk, mükemmel bir o ul, candan bir evlattır.” (L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:II, sa:63) Ci eri olmak : Kahraman, dayanıklı, korkusuz, mangal yürekli olmak “Evet, evet, korkuyordu öteki konu macılar! Sık sık: ‘Aman dini siyasete alet etmeyelim. ktidar öküz altında buza ı arıyor. Hele iktidara geçelim, sonrası kolay!’ demelerinden belliydi korkuları. Kudret be e gelince, o korkmuyordu. Ci er vardı herifte, yürek vardı mangal kadar ve de Hazreti Ali gücü!” (O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:241) Ci eri söküle söküle a lamak : Ci erleri zaten hasta olan birinin sevdi i bir ki inin vefatının ardından içtenlikle, sarsıla sarsıla a laması “Cenaze töreninde mahallenin kadınları bol bol gözya ı döktü, Leyla Hanım’ın iyiliklerini hatırladı, bulunmaz bir pa a torunu oldu unu tekrarladılar birbirlerine. En çok a layan ise Cemile’ydi; ak ama kadar ci eri söküle söküle a ladı.” (Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:270) Ci eri yanık : Sevgillisinden ayrı dü mü , içi parçalanan a ık “Ba ka bir vagondan, bir ba ka ci eri yanık Budyeyovitse’ye do ru höykürüyordu: Ayrı dü mü üm yavuklumdan, Dü mü üm of aman aman...” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:325) Ci erparem : Osmanlı kültüründe çok yakın hissedilen ve sevilenlere yapılan hitap; canımın içi, ci erimin bir parçası, sevgilim, sevgili dostum “ vayk’ın hikayesi, arkadaki vagonlarda kopan amatayla kesildi. Yalnızca Krumlov ve Ka perske’den geelen Almanlardan olu an 12. Bölük bö ürüyordu: “Bekle, ci erparem, bekle beni, Döner dönmez agu una al beni.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:325) “... çok keyifli oldu u zamanlar kullandı ı Ermeni a zıyle Kamil Bey’e takılıyordu: ‘Bendeniz bundan böyle, bu gidi atları kıyak görmekteyim Kamil Bey ci erparem, kıyaktan bile kıyak görmekteyim. Büyük varta Allahımıza ükür atlatılmı tır ve de Çarlık belası resmen savu turulmu tur.’ ” (K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:12-3) Cikirtili : Daha çok Güney Anadolu yörelerinin ender sözcüklerinden biri: Muıtlu, takdir edici “Ben, bu saatte nasıl uyanıp hazırlandı ını bile akıl edemezken. O kahvaltısını bile etmi ti anla ılan. Üstelik daha önce hiç bilmedi i bir mutfakta! ‘Kahve makinesini kullanabildi ine sevindim,’ dedim anlayabilece ini sanmadı ım bir imayla. ‘Bizim evde bütün modern aletleri ben kullanırım,’ dedi. ‘Bak bunu duydu uma da sevindim,’ dedim. Sinirlerimin tepeme çıkmı olmasına kar ın, ben de sesime cikirtili bir hava verebilmi tim. O da sahi sandı.” (M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:20) Cilve; Cilveli; Cilve yapmak : Kar ıt cinsin ho una gidecek davranı larda bulunmak “... ak am olup elektrikler yandıktan sonra yanlarından denizde yaptı ı gibi yılan kıvrımı ile geçti i zaman yine aynı kadunların bu sefer çatık ve korkunç birer çehre ile kendi anlayabildi i bir dille küfrettiklerini i itince a ırdı. Üç gün bu böyle devam etti. Denizde aynı aka, aynı cilve oluyor, kadınlar, bu genç sportmene ho görünmek için her türlü ho görüyü gösteriyorlar, fakat gece olup ı ıklar yanınca palasparelerinin içindeki çocu u tanıyamıyorlardı.” (S.F. Abasıyanık, “Semaver-Bir Kıyının Dört Hikayesi”, sa:28) “Ya lı koca konu uyordu: -Öyle cilveliydi ki, burada tanıdıkları var, onlara geliyor; hep göz ediyor. O tanıdıklara da ba ka tanıdıklar geliyor.” (F. Dostoyevski, “Ba kasının Kocası”, sa:49) “VEDA -------alıp götürüyorum, senden uzak kalsın diye senden, ey bo umudun cilvesi alıp götürüyorum onu, diri diri gömeyim diye bundan sonra konu mayı hatırlamasın diye” (Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-tutsak”, sa:31) “(Tony, elinde büyük bir bira kabı, arkasında Miss Neville olarak girer.) TONY - Kuzinim Constance, neden pe imden ayrılmıyorsun? Böyle pe ime dü üp cilve yapmaktan nasıl utanmıyorsun, a ıyorum!” (O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:52) “Herkes karnı doyup yeme ini bitirdikten sonra, kalan ekmek kabuklarını cilveli cilveli a zına atardı.” (P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:73) “ALTINCI M MOS ---------------------KOR TTO Neler yapmadım ki Metro? Ne cilveler! Öpmedi im mi kaldı, kel kafasına aplak indirmedi im mi? Tatlı arap koydum, ‘baba’ dedim ona. Bir tek, kendimi vermedi im kaldı.” (Herodas, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:36) “GÖMLEK DÜ MELER YLE <Gümü Ça Rus iiri> gömlek dü meleriyle cilve yapıp taze zehirlenmi akrepten liman vinci iki kat uzattı kafasının zümrütlü periskopunu ve kapattı çivit mavi satenle solungaçlarını” (Aleksey Kruçönıf<1886-1968>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.04.04) “GECEN N GÜRÜLTÜLER ------------------------------------- Bir köpek uluyor ölüme kar ı Bir kedi miyavlıyor Sokakta gitmi ayya ın biri Bir deli davul çalıyor çatıya çıkmı Bir kızın gülü ünü duyuyorum Mü teriyi memnun etmek istiyor Sahte cilveler sahte hazlar içinde Ve devrilmi yata a öyle uluyor” (Jacques Prévert<1900-1977>-Kenan Sarıalio lu; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.05.02) “Bu bekleyi in, erkek organları böcek kolayca ula abilsin diye kendili inden bükülmü olan erkek çiçe in bekleyi i kadar edilgenlikten uzak oldu unu biliyordum; aynı ekilde, bu kadın-çiçek de, böcek gelirse, cilveyle boyuncuklarını e ecek, böcek kolaylıkla ula sın diye, riyakar ama ate li bir genç kız gibi, belli etmeden onu yarı yolda bekleyecekti.” (M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:9) “ LK KUDAS TÖRENLER I -----------------------------------Kızlar kiliselerin demirba ı gibidir Ak am duası ile, görevler biter birmez Gençlere cilve yapar, kırılıp dökülürler, O lanlara gelince; yanlarına varılmaz Kahvelerde tanınmı evleri çeki tirir Ve acayip arkılar söylerler avaz avaz. (A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:109) “Ivich çok boyalı genç kadını öpünceye kadar bin bir cilve yaptı. Sonra onun ba ını avuçlarının arasına alarak dudaklarını uzun uzun öptü ve birden onu itti.” (J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:263) “Bunun üzerine, evinin, ya anmaz hale geldi ini ve bu i e bir son vermek için ivedilikle önlem almak gerekti ini kavrayan Orlando, yerinde hangi genç adam olsa onun yapaca ı eyi yaptı ve Kral Charles’tan kendisini Ola anüstü Büyükelçi sıfatıyla stanbul’a göndermesini rica etti. Kral White Hall’da yürüyü teydi. Kolunda Nell Gwyn vardı. Kadın ona fındıklar atıyordu. Bu cilveli hanım böylesi bir çift baca ın ülkeden ayrılmasının pek yazık oldu unu dü ünerek gö üs geçirdi. Ama n’apalım, kader acımasızdı; Orlando denize açılmadan önce kadın, ancak omuzunun üstünden bir öpücük gönderebildi ona.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:83)” Cimdallı : skambil ka ıtlarıyla oynanan br kumar türü (Argo) “Cami duvarı dibindeki Küllük kahvesi yükünü tutmu ... Kahve, çay içen hamgisi, gazos, ayran içen hangisi... urda tavlaya kapanmı tavlacılar, cahar (cıhar-dört) atıp e (altı) oynamak çabalamasında... Beride pastıraya, cimdallıya, altmı altıya, ba kaca pikete, prafaya ve de dört ba lı dominoya yumulmu kumarcı takımı...” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:56) Cimri; Cimrilik etmek : Hasis, pinti, dünyada en de er veri i ey para olan kimse; Para harcamada eli sıkı olmak “Bir yemek sona erince, kimi insanlar bir armut çekirde iyle oynar durur; kimi, ba ve i aret parmakları arasında bir ekmek içi yuvarlar; a ıklar, meyve artıklarıyla biçimsiz harfler olu tururlar; cimriler, önlerindeki meyve çekirdeklerini sayar ve bir oyun yazarının ki ilerini sahneye yerle tirmeleri gibi, tabaklarına dizerler. Bütün bunlar mideyle ilgili küçük mutluluklardır.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:56-7) “... oradan alı veri yaptı ım elli yıl boyunca, tam olarak elli bir yıl oldu, neden bir kez olsun böyle bir puro vermediler bana? Cimri miyim ben? Asla cimrilik etmedim, bilirsiniz. Gençken on papellik purolar içtim, biraz daha fazla para kazanınca yirmilikleri, sonra yıllarca altmı lıkları.” (H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:15) “Çıplak, etleri i renç kurba alarca kemirilen, tiksindirici bir gırtlakla kendi lanetleni ini uluyan, bacakları tıpkı bir grifininki gibi sert kıllarla kaplı, i göbekli bir satirle çiftle mi kösnül bir kadın gördüm; cimri bir adam gördüm...” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:74) “CEVAP VER Cevap ver kartoncu usta, niçin Ve neden yaptın bu albümü sen A k ve tutku dolu iirler için Kalınlı ı bu cilde denk dü en? Kartoncu usta, sen enayinin Tekisin, bak acılarım bitti, Dudakları pek cimriydi yarin, Kalbi her zaman düzgün attı.” (Nikolay Gumilöv<1886-1921>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 31.07.03) “-... Onun her gün yaptı ı yürüyü ü dü ününce, ben durdu um yerde yoruluyorum. Sadece merkezdeki karakolları dola mak bile kilometrelerce yol eder. Pabuçlarının halini gördünüz mü? -Pis cimrinin biri i te, dedi Rebagliati tiksintiyle.” (M.V. Llosa, “Julia Teyze”, sa:356-7) “VARLIKLININ YOKSULLU U “On yıldan beri tek bir damla bile dü medi üzerime, tek bir nemli esinti, tek bir sevgi çiyi - rahmetsiz bir toprak... imdi bilgeli ime diyorum, cimrile me bu kıraçlıkta: sel ol ak kendi kendine, çiy ol dü kendi kendine, ya mur ol ya kendi sararmı bozkırlarına!” (F. Nietzsche<1844-1900>, “Dionysos Dityrambosları”, sa:91) “...BÖYLE TE Bir denizci terketti deniz Gemisi limanı terketti Ve kral kraliçesini Cimri hazinesini terketti ...böyle i te Bir dul terketti kederini Bir deli tımarhanesini Ve gülü ün benim dudaklarımı ...böyle i te” (Jacques Prévert<1900-1977>-Kenan Sarıalio lu; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.05.02) “Me er ki uydurdu un erdemli yalanlarla Hiç layık olmadı ım eyler yakı tırasın, Cimri gerçe in vermek istedi inden fazla Bu ölüye, ardından, övgüler ya dırasın.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:72, sa:185) “ ‘Söylesene bana, bu Vasili Mihayliç güvenilir bir insan mıdır?’ ‘Öyle diyelim öyle olsun, yalnız çok cimridir. Ayda en azından üç yüz ruble alır, ama sen de gördün ya, bir domuz gibi ya ar. Hayır, benim dayanamadı ım u levazım subayı. Elime geçse bir güzel kırbaçlatırdım.” ......Kozeltsov tefecilik hakkında atıp tutmaya ba ladı. Bu konuda için için kaynayan öfkesinin nedeni, itiraf edelim ki tefecili i hor görmesinden çok, durumdan yararlanıp kazanan bu gibi insanların varlı ına katlanamamasıydı.” (L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa:52) Cin, cinli : Varlıkları slam dininde de kabul edilen, her yere girip çıkabilen, bazen gözle de görülebilen, iyilik de kötülük de yapabilen semavi varlıklar; Alkollü bir içki; çinde cin olan, cin çarpmı “Kendi de dahil oldu u halde hepsi varlıklarını unutmu lar, hepsi Pelegrini’yi dinliyorlardı. Bu ses tayfunu arasında, Rabia’nın kulakları nazik ve duyarlı bir motif sezdi. Bu adam bin bir cini, eytanı zincirden bo altıyor, ça rı tırıyordu.” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:294) “ ‘O kadının köpe ini kovaladı ında, onu bir yere koymamı tın. Hz. sa’nın yapmı oldu u gibi, cinleri bir uçurumdan a a ı atılmı domuz sürüsünün arasına fırlatmamı tın. Kovalamı tın, o kadar. imdi onun gücü, nereye gidece ini bilmeden, arkandan gelip duruyor. Kılıcını bulmadan önce, o gücün kölesi mi olmak istiyorsun, yoksa onu boyunduru un altına mı alacaksın, karar vermelisin.’ ” (P. Coelho, “Hac”, sa:119) “Baal : Nuh Peygamber’in o lu Sam’dan türediklerine inanılan ve .Ö. 14 yy.’da ya ayan beyaz ırklar tanrısı. Sözcük anlamı, ‘usta’ ya da ‘sahip-Tanrı’ anlamına da gelir. ncil’de Beelzebut olarak yer alır, cin’lerin reisi olarak tanınır.” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:53, deep-note.) “KAÇAMAK A K Gördüm geçen sabah, Genç bir tanrıyı, çimenlikte Peri giysileri içinde, Cin gibi zıplarken.” (Leon Dierx<1838-1912>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.06.06) “... görkemli sütunlarla çevrili dö e inde ölüm katılı ıyla kaskatı, artık bir cinler alayının ürkek bir avı olmu ; içlerinden biri can çeki en adamın a zından bir bebek biçimindeki ruhunu koparıp alıyordu, onurlu bir adam gördüm.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:74) “Adam köylülere: ‘Güne batıyordu’, demi , ‘de irmencinin kahkahası da larda, ormanlarda gizlenen cinler ve periler tarfından angılandırılıyordu. O de irmenci insan de il, om ve yomsuz iyi saatte olsunlardan. Herif güldükçe, boyu yükseliyordu. Sonunda üzerime da gibi abanmaya ba ladı. Ben deli miyim? Çarpılmadan önce i i çaktım, kaçtım.’ diye anlatmı .” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:74) “Franszıca, ‘Ho geldin’ demelerinin garip, yabancı bir görünü ü vardı; insanın dü gücü, bu görünü e o korkunç hortla ın yanında ister istemez yer veriyor ve Barones, önünde kötü cinlerin diz çöküp yere ba koydukları ı ık mele i oluyordu.” (E.T.A. Hoffmann, “U ursuz Miras”, sa:37) “ ‘Vallahi, geceleri adeta bizim gibi konu uyorlar, gülü üyorlar, arkı söylüyorlar, tepinip oynuyorlar. Bazı da bir kavga, bir dövü tür gidiyor,’ diyordu. Perilerle cinlere yuva olan bu odaların kapıları hiç açılmazdı ve karanlık basar basmaz Cenan Kalfa’yı öldürseler bile önlerinden geçmezdi.” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:196) “-Nasıl ba ka eyler? -Süledim <söyledim> size pe in... O garipçe bir insano ludur, belki biz bülelerine <böylelerine> bengala, yani ya... siz dersiniz nasıl bakayım... ey... cinli... cinli!.... -Cinli mi? -Te <i te> ona yakın bir ey... -Nereden anladın böyle oldu unu? -Gösterir mal kendini...” ............. “Nihayet Nazlı’yı buldum, ama buluncaya kadar da hani yok muu, akla karayı seçtim... Etem’le öteki çingenelerin dedi i kadar varmı ... Karı gerçekten cinli imi ... Yani, bizim isterik ve melankolik dedi imiz cinsten imi ...” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:76;134) “Afrika ormanlarındaki gibi yırtıcı hayvanlar, yılanlar olacak de il a bizim çıplak toprakta. Olsa olsa cin, eytan, yatır veya ölümsüzlü ün sırrına eren dedeler doldurur kö e buca ı.” (M. Makal, “Memleketin Sahipleri”, sa:3) “ kilinin ili kisinde artık günlük ya amın dinginli i ve düzen havası oturmu , Bird Himiko’yla yüzyıllarca sevi ti i hissini ya amaya ba lamı tı. Himiko’nun cinsel organı, Bird için basit ve netti, orada korkudan eser kalmamı tı. Artık ‘ne oldu una anlam veremedi i bir ey’ olmaktan çıkmı , yumu ak kauçuktan yapılmı cep gibi bir eye dönü mü tü. Oradan cinlerin çıkıp üzerine yürümesi gibi bir olasılık kalmamı tı.” (Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:191) “SESLER - Burnu geçiyoruz galiba. Deniz mi tuttu, odun kafalı?” ç açılırsın. Ne o elindeki i e? Cin. Zenciler içer cin.” (Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:9) “SMITHERS (Jones’un hissettiklerini sezerek, haince) - Bu gece ormanda zifiri karanlık basınca gözde cinlerini, hortlaklarını senin pe ine takacaklar... Yarın sabaha çıkmadan geçmi i kandilli saçlarının dimdik oldu unu göreceksin..... O a a ılık orman gündüz gözü ile bile acayip bir yerdir. O derece sessizdir ki, insan orada ba ına neler gelebilece ini kestiremez.” (Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:31) “Bir Tılsım Yapmak çin Yalnız kalbin yeter, içindeki cinin ya da tanrının ya ayan görünü üyle. Yalnız bir kalp, bir putun önündeki pota gibi. Bir tek savunmasız, sevgi dolu bir kalp. Onu dört ö eye bırak, orada otlar çılgın bir sütnine gibi inleyen a ıtlarla onu nasılsa uyutmazlar.” (Olga Orozco<1920-1999>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.09.05) “Kirila Petroviç: -Sus Aleksandr! diye kar ılık verdi. Ona. Bunu sana ödetece imi unutma. imdi do ruca odana git. Sana gelince, a ı o lan, sen az cinlerden de ilsin sen! Yüzü ü ver de evine git haydi.” (A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:102) “Di i cin, cehennemde beni yok etmek ister, Mele imi gönlümden ayırtmaya çalı ır, Onun saf varlı ını pis kibriyle büyüler, Kutsal ruhu eytana çavirmeye kalkı ır.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:144, sa:329) “DEL F EK <Epik iirler’den, 1902> --------------- Tamburayı düzenlerken delikanlı cin gibi ya lı kadı sakalını ok uyor ciddi ciddi; o çılgın el çılgın tele vurur vurmaz mızrabı bıyı ının uçlarını yokluyor ya lı kadı.” (Penço Slaveykov<1866-1912>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.02.06) “ K RUH <Sezgiler’den> Ben ya amıyorum: yanıyorum ben, ki ruh var u ba rımda çarpı an: melek ve cin ruhu. Nefeslerinden gö sümü alevler sarıyor yaman...” (Peyo K. Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap, 17.08.06) Cinas, Cinaslı söz söylemek : Yazılı ve okunu ları aynı ve fakat anlamları farklı sözcükleri birbirleri ardından ya da özgün olarak oynanan s ö z o y u n u; Söylendi inden farklı anlama çekilebilen sözcük “Tholomyes, sözlerine devam etti: ‘Dostlar, gökten dü en her ey mutlaka heyecan ve saygıya de er demek se ildir. Cinas, uçan dü üncenin gübresidir. Espri nereye olsa dü er ve dü ünce de, saçmalı ı yumurtladıktan sonra göklere kadar gider. Kayanın üzerine yayılan beyaz bir leke akbabanın göklere süzülmesine engel olu turmaz. S ö z o y u n u ’nu kötülemek aklımdan bile geçmez! Erdemleri ölçüsünde ona saygı duyarım, o kadar.’ ” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:228) “Necibe Hanımenefendi bile yerinde duramaz olmu tu. Bu ihtiyar kurt, Faik Bey’de kendisine, ‘Gitmeyeceksin! Kalacaksın!’ denilen cins erke in kokusunu almı tı; mütemadiyen göz süzüyor, boyun kırıyor ve her forsatta bir cinaslı söz söylüyordu.” (Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:60) Cin aya ı : Bir kalemde çizilebilen be kö eli yıldız biçimi “Daha yepyeni olan bu aygıt dümdüz bir sırtı ve ufak güçlü kıskaçları olan garip bir yengeç biçiminde yontulmu tu; karnından a a ı siyaha boyanmı tı ve üzerine beyaz boyayla bir cin aya ı resmi yapılmı tı.” (E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:93) Cin çalı ı : Cinlerin çaldı ı, onların gazabına u ramı (Cüce, kör, sa ır, topal vb.) kimse “Cüce sandalyeden yere indi. Cebinden tabakasını çıkaran elleri titriyordu. Biraz sonra hasta yataktan seslendi: -Annen kimdi, Amca? -Yüzünü hiç görmedim, ekerim. Benim gibi cin çalı ı do urmak rezaleti arına gitmi , yüre ine inmi olacak. Ben do arken ölmü .” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:422) Cin çarpmak; Cin çarpmı a dönmek : Cin’lerin saldırısına u rayarak hastalanmak, sakatlanmak; Öyle yorumlanmak; E ri bü rü olmak; Son derece a kına u ramaz, beklemedi i bir sürprizle kar ıla mak “Herkes umutsuzlukla yerinden kalktı. -Alın götürün unu... Zavallıyı cin çarpmı gibi ba rı malar oldu.” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:80) “Staretz üst basamakta durdu, ayinlerde kullanılan önlü ü boynuna geçirerek etrafını alan kadınları kutsamaya ba ladı. Cin çarpmı bir kadını kollarından sürükleyerek yanına getirdiler.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler” , Cilt:I, sa:64) “ROSA -... Ama bir montaj zincirinin önüne getirip, eline bir havya verip, ‘Haydi Antonio, lehim yap, yıllarca yaptın bunu.’ dediklerinde, beyni yerinden... gözleri yuvalarından fırlamı sanki... Cin çarpmı gibi ba ırmaya ba lamı ..” (D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:56) “Yükseklik, gökte bir çı lık olmu tur. Bin yüz metrelik uçurumun kıyısındaki, cin çarpmı gibi e ri bü rü çamlar, ahtapot kolları gibi köklerle kaya çatlaklarına dolanıp yapı arak, a a ıya korkuyla bakarlar.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:38) “ vayk, evden ayrıldıktan sonra Kupa Meyhanesi’ne u radı. Bayan Palivets, bizimkini görür görmez cin çarpmı a döndü: Büyük bir olasılıkla cepheden kaçmı tı, onun için kendisine içki veremeyecekti.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:144) “D ONYSOS’A LAH <Homeros lahileri’nden> --------------------------‘Cin mi çarptı sizi? Her eyin üstesinden gelen hangi tanrıdır bu tuttu unuz? En sa lam gemi bile ta ıyamaz onu. Ya Zeus bu, ya gümü yaylı Apollon, ya da Poseidon olmalı; çünkü bir ölümlünün de ill bakı ları, bakıyor daha çok Olympos tanrıları gibi.” (Homeros,“antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:100) “Haham ba ını sallamı tı: ‘Meryem, o lunu cin çarpmı de il; inle cinle ilgisi yok, onuın i i Tanrı’yla. Ben ona ne yapabilirim ki?’ ‘ yile me umudu yok mu bunun?’ diye sormu tu zavallı anne.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:39) “Böyle Birisi Dı arı çıktım cin çarpmı büyücü gibi, U ursuzluk tutkunu, gece daha yürekli; eytanı dü leyerek, yaptım tersli imi Kır evlerinin üstünden ı ıktan ı ı a; Kimsesiz ey, on iki parmaklı, akıl fukarası. Böyle bir kadın tam kadın de ildir. Ben böyle birisi oldum.” (Anne Sexton<1928-1974>-Nurduran Duman; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.03.06) Cin çarpmı hecin devesi gibi : Cin çarpmasından ötürü e ri bü rü olmu hecin devesi timsali “FELLOWES (Sesi daha yakından gelir.) Shannon! SHANNON (Tepeden a a ıya ba ırır.) Yukarı gelin Bayan Fellowes, her eyi ayarladım. (Maxine’e.) Aman Tanrım, cin çarpmı hecin devesi gibi hı ımla buraya saldırıyor.” (T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:22) Cin çıkarmak, kovmak : Anormal hareket ve davranı ların cinler tarafından nedenlendi ine inanılarak ilaç ya da muska ve di er yollarla cin çıkarmak; egzorsizm “Poçeçuyev korkuyla: -Votka istedi ine göre daha iyile memi , dedi. -Siz ne diyorsunuz, Prokl Lvoviç? Bu hastalıktan bir günde kurtulunur mu? Bir haftada iyile irse öp de ba ına koy. Öyle zayıf bünyeliler var ki, be günde sonuç alırsınız, ama sizinki, ma allah, göbekli tüccar lar gibi dayanıklı. Kolay kolay cinleri içinden kovamazsınız.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:130) “Geri bakmaya cesaret edemiyordu. ‘Ah!’ diye mırıldanıyordu, ‘Kudüs’e tam zamanında varıp Yakup’u bulabilseydim bir! Cini çıkarmak için bir muska verirdi bana!’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:474) Cinfikirli : Zeki, açıkgöz, çok akıllı ve kurnaz “Kraliyet Derne i’ndekiler onu derne in bulundu u o sokaktan gelirken gördüklerinde kim bilir kaç kez inlemi lerdir; belki de giri kapısını kilitleyip kanepelerin altına gizlendiler. Lobi, lobi, lobi. Dilekçeler hazırlanıp imzalanıp da ıtılmadan rahat etmezdi; dahası cinfikirliydi, basını nasıl kullanaca ını bilirdi.” (L. Durrell, “Mekan Ruhu-Akdeniz Yazıları”, sa:18) “Kodamanlarla sıradan insanlar, cinfikirlilerle bön ki iler hısım ve akrabalık ili kileriyle birbirlerine ba lı olup arap saçı gibi çözülmez bir bütün olu turuyor, a ırılı a vardırılan kasılmalar, büyüklenmelerle dünyayı umursamayan uçarılıklar ve zirzopluklar çokluk aynı çatı altında boy gösteriyordu.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:9) “Hepsi de homurdanıyor, ba larını sallıyorlardı. Biri, ‘Amma da cinfikirli kadın ha!’ diyordu. Ba ka bir çiftlik sahibi sözlerinde daha az incelikli davranarak, ‘Yaman bir düzenbaz! Yata ı yumu ak yapar, ama üzerine yatmak zor olur,’ diye homurdanıyor; bir üçüncüsü de, ‘Hem de ne pinti!’ diyordu, ‘Bize yalnızca biraz havyarla, birer kadeh votka ikram etti. Olur ey de il!’ O ana dek susan bir çiftlik sahibi, birdenbire, ‘Bu kadından ne beklenir?’ dedi, ‘Kocasını zehirledi ini bütün dünya biliyor.’ ” (I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:103-4) Cin gibi (zeki) : Çok zeki ve kurnaz “O tarihte Andy henüz iyi yüzemiyordu, kendini geli tirmeye çalı ıyordu ama cin gibi bir çocuktu, öyle irin yaramazlıklar yapardı ki, herkes onun büyüyünce komik bir ov ustası olaca ını dü ünürdü.” (P. Auster, “Görünmeyen”, sa:87) “Oysa yürekler acısı durumdaydım gerçekte. Kendimi yıkıp yok etmeye yönelik bir sefahat hayatı ya ıyordum. Arkada lar bana bir eleba ı, eytan’a pabucunu ters giydiren biri diye bakıyorlardı; atak mı atak, cin gibi bir o landım onların gözünde.” (H. Hesse, “Demian”, sa:98) “Aksine uyanık, cin gibi biriydi, kendisine öyle rahat bir nefes aldırmayan bir icat hevesinin pe i sıra ordan oraya ko turup dururdu.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:10) “Buraya geldi im günden bu yana en çok kanım Tatar Ali’ye kaynadı. çersem, onun olmadı ı masada içmek ho uma gitmez. Akıllı, çalı kan adamdır. Cin gibi zekidir.” (Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:238) “Efe iki gün bir eve kapanıp çıkmadı. Sonra Hacı’yı ça ırdı. ‘Bu Sait Pa a’yı oynatmak, rezil etmek, anasından emdi ini burnundan getirmek gerek.’ ‘Do rusun Efe.’ ‘Bu köylerden elli tane acar delikanlı seçeceksin. Cin gibi. Ovada ya amı . Bulabilir misin?’ ‘Bulurum Efe.’ ” (Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:89) “Koca Osman, ‘eh, gayri,’ diye dü ünüyordu, ‘ nce Memedin bizim eve geldi i bundan da ba ka türlü nasıl söylenir! Bu Ferhat Hoca cin gibi adam, Leb demeden leblebiyi anlar, anlar ama bu kadar açık sözü nasıl anlamıyor.’ ” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:109) “AL CENG Z ---------------Alicengiz’e sonradan Hayatta da rasladım. En mü kül zamanlarda Zeki, hem de nasıl, cin gibi Sıyrılıyordu kolayca.” (B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:27) “Gitmesini söyledim kıza, gerisini ben yapardım. Ellerini silkeleyen kız do rulup bir eyler mırıldandı. Nereli oldu unu sordum. Belirgin bir biçimde kızardı, Venedikli oldu unu söyledi. ‘Belli oluyor,’ dedim. ‘Ben de Torinoluyum. Venedik’e gitsen sevinmez misin?’ Cin gibi bakı larıyla onayladı sorumu.” (C. Pavese, “Yalnız Kadınlar Arasında”, sa:7) “DÖRDÜNCÜ PERDE - ... Kleopatra bir kapının önündeki koltukta, ötekiler yerdedir. Kleopatra’nın kadınları hep gençtir. En sevdi i nedimeleri Charmian ile Iras, dikkati çeker. Charmian ince yüzlü, yüz çizgileri keskin, teni pi mi toprak renginde, elleri ayakları düzgün ve zarif, hareketli, cin gibi bir kızdır. Iras tombul, iyi huylu, biraz saf, gür kızıl saçlı, vara yo a gülmeye hazır bir yaratık.” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:113) “Bachelard a zında pürosu ve ak amdan kalma kırmızı burnu, ama cin gibi gözlerle orta yerde dikilmi buyruklar veriyordu. -Ah! Siz misiniz? dedi pek ho nut olmayarak.” (E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:15) Cingöz; Cin gözlü : Zeki, açıkgöz kimse “ talyanca konu uyorduk: Adı Domenico idi. Bu sa lam yapılı, kaslı yüzlü, cin gözlü adam, ‘hafifçe tırtıkladı ı’ turistlerin kendisini küçümsediklerini anladı ından ve güvertenin a a ılık yolcularına karı mayacak kadar da onur sahibi oldu undan dört elle bana sarıldı.” (P. Istrati, “Sünger Avcısı-Ölümsüzlük”, sa:87) Cini i esininden çıkarmak, salıvermek : Pandora’nın kutusunu açar gibi, bir söz ya da davranı la, problemleri davet etmek “B L NMEYEN KONUK : -----------------------------ste inizin bir yabancıya rahatça çinizi dökmek oldu unu da biliyordum. Onun için en iyisi gene bir yabancı kalayım ben. Ama unu söyleyeym ki size, bir yabancıya ba vurmak, Beklenmeyeni ça ırmaktır; Yeni bir gücü koyuvermek, Masallardaki cini i esinden salıvermektir.” (T.S. Eliot, “kokteyl parti”, 32) Cin kayası : Sahra’l cin, bütün cinleri korkutan dev cin “Vaktiyle hükümdarın birine Çinli bir cariye getirmi lerdi. Hükümdar, bir sarho luk anında kıza yakla mak istemi , o da razı olmamaı tı. Öfkelenen hükümdar kızı zenci bir kölesine verdi. Azman zencinin üst duda ı, alt duda ı yakasına dü mü tü. Öyle bir görüntüsü vardı ki, Cin Kayası bile ürkerdi ondan.” (Sa’di, “Gülistan”, sa:84) Cinler cirit atmak : Her taraf bombo ve kimsesiz Bk.: n cin top oynamak “Sima’da binlerce gözün böylesine yansıttı ı bu istek, imdi bir çöp tenekesinden farklı de ildi. Devrilmi sandık ve çuvalların içindekiler yerlerdeydi. Mezeler çürüyordu. Çekmecelerde cinler cirit atıyordu. Eskiden konserve kutuları, çikolata paketleri, türlü i elerle süslü olan raflar, di siz bir a ıza dönmü tü.” (P. Istrati, “Minka Abla”, sa:120) Cinleri ba ına (tepesine) çıkmak, topla(n)mak, ü ü mek : Asabı bozulmak, çok sinirlenmek Bk.: Cinler(i) aya a kalkmak, Cinler(i) tepesine çıkmak, Cin(i) tutmak “Don Quijote’nin a zı açık kaldı, attan dü ecek gibi oldu. Sancho bakı larını efendisine çevirdi, yüzündeki ifadeyi gördü. Don Quijote da Sancho’ya baktı, gülmemek için dudaklarını ısıran yanakları i mi bir adamla kar ıla ınca, olanca öfkesine kar ın kendini tutamadı, kahkahayı bastı; efendisinin güldü ünü gören Sancho bu i e çok sevindi, makaraları öyle bir saldı ki, neredeyse kasıkları çatlayacaktı. Dört kez, tam yatı ırken, tekrar gülmeye ba ladı. Don Quijote’nin öfkesi tazeydi henüz, hele Sancho’nun dalga geçercesine söyledi i u sözler kar ısında bütün cinleri ba ına ü ü tü: ‘ unu bil ki, dostum Sancho, Tanrı beni altın ça ı ba latmak üzere bu demir ça ında dünyaya getirdi; en büyük belalar, en büyük i ler, en müthi maceralar beni bekliyor:’ ” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:132-3) “ vayk’ı beklerlerken, cinleri ba ına toplanan general ana avrat düz gitti. Barut kesilmi ti, en çok da kendine kızıyor, ‘Ke ke soru turmayı kısa kesip bütün sorumlulu u üstüme alsaydım da, o saat assaydım herifi!’ diye homurdanıyordu.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:244-5) “Cinlerimi ba ıma çıkartan ey, her biri içime i leyen bütün bu sözleri, pasyans açarken ve fazla üzerinde durmadan söyleyivermesiydi.” (O. Pamuk, “ stanbul”, sa:338) “Baktım akası yok, ‘Gözüme çay fincanı kadar görünüyorsun herif! Defol!’ diye diklendim. Elini tabancasına atmaz mı? te o zaman cinler ba ıma toplandı. Palaskasından yakaladı ım gibi yallah ettim, pencereden dı arı... Cam, çerçeve kalmadı. Herifin le i caddeye serildi.” (K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:110) “Bir an önce beni kocaya vermek, böylece de benden kurtulmak için sürüklüyor beni oralara sanırım. Bunların do ru olmadı ını biliyorum, ama kovamıyorum bu dü ünceleri içimden. Damat adayı denen adamları görmüyor muyum, cinlerim tepeme çıkıyor. Elbise için ölçümü alıyorlar gibi geliyor bana.” (L. Tolstoy, “Anna Carenina”, Cilt:I-II, sa:243) Cinlerin çenesini attırmak : Güzelli ininden, görünü ünden titremek, çenesi atmak; Ölmek “Oda, koyu ve donuk mavi gö e bakıyor; çinde tıklım tıklım, sandıklar, çekmeceler! Cinlerin çenesini attıran mor çiçekler Dı ardaki duvardan salkım saçak akıyor. (A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:140) Cinleri perileri da ılmak : Sakinle mek, uysalla mak “Haçça, bula ık yıkamak için dı arı çıktı. Irazca: ‘Birez beni dinle bakalım, Bayram.’ dedi. ‘ öyle dizimin dibine gel.’ Bayram yana tı. Cinleri perileri da ılmı tı. Saygılı saygılı: ‘Dinliyorum.’ dedi.” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:88) Cin(ler) top oynuyor : Bk.: n(ler) cin(ler) top oynuyor Cins (Karı, tavuk) : Asil, safkan (at); Çok do urgan (kadın); Tuhaf, acayip, ısrarlı, kontrol edici, e ine ender rastlanır (Davranı , insan) “Ama o küçük maymun ne yapsa be enirsiniz, ka la göz arasında ku ca ızın kafasını koparmasın mı! Yemin billah, böyle bir adilik beklemezdim ondan. Aslında, komutanım, kafasını kopardı ı bir serçe falan olsaydı gene sesimi çıkarmazdım, ama o güzelim cins kanaryanın acısı içime oturdu do rusu. Görecektiniz, nasıl lüpletti hayvanca ızı, tüyleri havada uçu tu! Sonra da keyiflenip mırıl mırıl mırıldanmaya ba ladı.”..... “Sonra yeniden yata a uzanıp, ‘Yahu, vayk,’ dedi, ‘matrak bir askerlik hikayesi anlat da ne emiz yerine gelsin.’ ‘Anlatayım anlatmasına da, ya telefon çalarsa?’ ‘Ulan vayk, amma cins adamsın haa! Ba lantıyı kes, ahizeyi açık tut, ne bileyim, yap bir ey i te.’ ” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:190;430) “‘He; (di siz a zını eliyle kapayarak), he, he.. herif kapının ardında, ‘Daha bitmedi mi?’ dermi . çerdekiler ‘Hele azıcık daha dur, hele azıcık daha dur!’ diye kıs kıs gülü ürlermi ... ‘Ne gezer, ayol... Herif yıllar yılı kendi eliyle karısını eyhin köyüne ta ıdı durdu. Emme, karı cinsmi he, ona her yıl sonunda tosun gibi bir o lan verirdi.’ ” (Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:45) “Cins hayvandı gerçekten. Sahibinin söyledi ine göre de yorgunlu a öylesine dayanıklıymı ki, bir seferinde bir günde dört-nala ya da tırısla otuz fersah yol almı .” (P. Mérimée, “Carmen”, sa:43) “Kadın sinirli sinirli güldü. ‘Siz de ne cins adammı sınız yahu, hem benim adım Luise de il, Therese’dir.’ ‘Therese... rüya gibi bir isim.’ Kadın kahveyi getirdi. Bir bavulu göstererek, ‘ htiyar Seligman’ın öteberisi hala burada,’ dedi. ‘Bunları ne yapaca ımı bilemiyorum.’ ” (E.M. Remarque, “ nsanları Sevmelisin”, sa:78) “Bir saatten beri dostum ressam Osman Ertu rul’un atölyesindeyim. Resimden anlayanlar için bir ressamın atölyesinde, hele Osman gibi cins bir ressamın atölyesinde bulunmak cennette bulunmaya bedeldir. Çe itli memleket peyzajları, natürmortlar, cami, çe me, sebil resimleri gözlerimin tanıklı ıyla bütün benli imi ancak gerçek sanat eserlerinin verebilece i bir hazla ürpertiyordu.” (C.S. Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Kötülük Yapayım Derken”, sa:146) Cinsi cibilliyeti bozuk : Ne idi i belirsiz serseri, piç ya da benzeri, karaktersiz, cinsel tip suç i leyen ki i “Muhtar daha fazla inat etmedi. Kalkıp gittiler. Cemal babasını görünce a lamaya ba ladı. ‘Tuuu!’ dedi Muhtar, o lunun yüzüne tükürdü. ‘Sen burdan çıktıktan sonra bilirim ben sana ne yapaca ımı’ Cinsi cibilliyeti bozuk orasbının gunnadı ı! rezil ettin, irezil ettin eyice beni... El içine çıkacak yerim goymadın...’ ” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:122) Cinsi latif : Kadın cinsi “ ‘... Korkarım gitmem gerek.’ ‘Gitmeyeceksiniz. Dü es’in acelesi yok.’ ‘Hanımefendileri bekletmek olmaz, Lord Arthur,’ dedi Bay Podgers, o i renç tebessümüyle. ‘Cinsilatif çabuk sabırsızlanır.’ ” (O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:18-9) Cipten cip : Nahak yere, bo yere “Çekilen eme in cipten cip bo a gitmemesi için, düzenli bahar ya murları gerekti.” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:59) circa : (LAT.,TAR.) <kir’ka, sir’ka> : Yakla ık, takriben, dolaylarında Circuitis verborum : (LAT.,KOLL.) <Kirku’itis ver’borum> : Bir vagon lakırdı, ama çalılı ı dövmekten ba ka bir ey de il; bo u bo una = A circumlocution; a beating about the bush ( NG.) Cirit atmak; Cirit oynamak : stenmeyen eylerin, dü üncelerin ya da ki ilerin arzu dı ı, ba ıbo , geli igüzel i levde olmaları, boy göstermeleri, Hiç kimselerin var olmayı ı; A ırı hovardalık etmek Bk.: Fareler cirit atmak “Ya lı Büyükannenin Dü ü ---------------------------------Ba ırtılar beni kusturan. Sava gemileri cirit atıyor bulanık yüzler arasında. nsanlar a ız dala ında. Güne in okları sert ve acıtıcırenkler kirli, alacakaranlıkta ve seher vakti” (Susan Bright<d.1945>-Defne Bilir; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.10.07 “Az sonra, ak am bastırıverdi. Üzerinde yataca ım hasırı nasıl düzeltece imi gösterdiler; hasırın uçlarından biri kıvrılarak, yastık yapılabiliyordu. Bütün gece tahtakuruları yüzümde cirit oynadı.” (A. Camus, “Yabancı”, sa:71) “ ‘Los Reyes’e giden otobüse biniyoruz, büyük virajda, çam ormanlarının üzerinde Tancitaro’nun karlı tepesinin görüldü ü yerde iniyoruz. Yarım gün ö lene kadar yürüyoruz ve Sinekku u da ının ete inde, çamlar altında dikkat çekmemek için ate yakmadan kamp kuruyoruz. Burası tehlikeli bir bölge, Kızılderili köylerinde ya ayanlar uyu turucu kaçakçılarının da da cirit attı ı konusunda bizi uyardı.’ ” (J.M.G. Le Clézio, “Ourania”, sa:128-9) “Cucugnanlılar tapınmada kendisini biraz daha ho nut etselerdi, Cucugnan yeryüzünün cenneti olurdu. Ama ne yazık ki, günah çıkardı ı yerde örümcekler cirit atıyor.” (A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:82) “ kinci gözlemse u: Cüzdanımda gözlerden esirgeyerek sakladı ım belgenin hiçbir de eri yok, kolaylıkla da taklit edilebilir, bu yüzden ülkemizde kimli inin saptanması çok güç olan sürücüler cirit atıyordur herhalde.” (U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:23) “Duru malar sırasında Emniyet’in ‘gizli servisler’ adı verilen bölümünde bir sürü fa istin cirit attı ı ortaya çıktı. Üstelik geçici olarak kullanılan elemanlar de ildi bunlar. Hepsi kadroluydu.” (D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:17) “Gerçi evi korumak için bir kedi kalmı tı -Arhont’un ya lı bir a abeyi- ama o, artık bir korkuluktan, bir vakitler damlar üstünde fazla cirit atmak yüzünden sıska ve kele bir hale gelmi bir kediden ba ka bir ey de ildi.” (P. Istrati, “Angel Dayı”, sa:80) “Sosyalizm konusunda tabii ba ka bir sorunları yoktu ki o budalaların. Sonra Mehmet canına kıydı. Dünya yalan dünya: bak i te Kerem koluna kırk be lik karıyı takmı Ni anta ı’nda cirit atıyor.” (S. leri, “Cehennem Kraliçesi”, sa:246) “Polisimiz gün boyu bizi koruyor, ak am olunca da uyuyor, çünkü bitkin dü mü oluyor, ortalıkta cirit atan bütün it u ursuzu, misafiriniz gibi vatan duygusunu yitirmi leri dü ünürseniz bu uykuyu hak ettiklerini anlarsınız.” (A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:159) “PRELÜD : Dü üncelerimin üstünde bir gölge asılıydı. -----------Daha on do um günü geçmeden, Da yamaçlarının donu ve rüzgarın ayaz solu u Kapmadan son güz çi demini, en büyük zevkimdi, Omzumdan sarkan bir sürü ökseyle, A açkakanların düz ye il çimenlerde cirit attı ı Tepeleri ar ınlamak. Gece yarısına kadar Tuzaktan tuza a kayarak, o merak Dolu ziyareti yapardım...” (William Wordsworth<1770-1850>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.11.09) “... bir supabı yoktu, bo alaca ı bir akıntısı yoktu. Kelimelere dökmüyordu içini, gerilimlerinden hiçbir ey sohbetlere, oyunlara, küçük a k maceralarına aktarılmıyordu, ya da alkol ve afyonla erimiyordu. Yalnızca rüyalarda (eserlerinde) o çorak hayaller, ate li (ve ço u kez karanlık) içgüdüler cirit atıyordu.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Kleist’, Cilt:I, sa:14-5) Cistercine tarikatı : (HR ST. MYTH.) : Bir tür Katolik kilisesi tarikatı. lk kez, 1098 yılında, Burgonya’da, sistercium’da <bugün Citeaux>, Molesme’li Aziz Robert’in önderli inde bir grup Benedikten ke i i kurmu tur. Gaye, Bendiktenli in pratik edildi i Molesme manastırdakinden daha katı kurallarla ya amaktı. Örne in Federal gelir refüze edilecek ve kol kuvvetiyle kazanç gelecekti. lk kadın manastırları 1120’de kuruldu. Manastır ba ke i leri ve murakıpların sıkı denetimi esastı. 1112’de Clairvaux’lu Aziz Bernard ve 25 rahibin merkeze geli i ve 1115’te Bernard’ın ‘kurucu ke i ’ ölarak görevlendirilmesinden sonra, tarikat hızla geli t. Ba ke i 1155’te öldü ünde, manastrların sayısı, Porterkiz’den skoçya’dan Do u Akdeniz ülkelerine kadar geni bir alanda, 338’i bulmu tu. XII. Y..y.’ın yapının dı ında görsel etki arayı ı: yalnızlık ve a ırba lılık -ki geçici bir devirdi-; XIII. y.y.’da mimarlık anlayı ı, manastır dı ındaki katedrallerin mimarlık anlayı ına çok daha yakın hale geldi. Gotik üslubun tipik özellikleri olan kaburgalı tonozlar, uçan payandalar ve ı ınsal düzenlenen apeller yaygınla tı. ............. Cistercine serami i : Tarikat manastırlarında yapılan kur un sırlı ngiliz serami i. Metal görünümlü, siyah ya da paslı demir renginde sırlanmı koyu kırmızı ve sert seramik kaplar, Yorkshire’daki Cistercium tarikatı manastırları kazılarında ortaya çıkartıldı ı için bu adla anılır. Kaplar genellikle bezemesizdir, ama beyaz astarla yapılan halka ya da gül bezeklerin <süs> yanı sıra, yatay çizgilerle bezenmi bazı örnekler de vardır.” .............. Cistercium üslubu : B e m a r d i n e üslubu olarak da anılır.Tarikat, sanatı birçok ba ka tarikatın tersine, çok katı kısıtlamalar içinde uygulamı , kiliselerin heykellerle bezenmesini, el yazmalarının resimlerini, ta tan kilise kulesi yapılmasını ve vitray kullanılmasını yasaklamı tı.700’ü a kın manastır, etkiyi yalnızlıkta arayan mimarlı ı, bu katı anlayı ı yansıtır.” “Kalkıp ona evlenme evlenme teklifi aldı ımı ve ahlak dü künü bir adam muamelesi gördü ümü, Thérese’in bile zan altında bırakıldı ını ve nihayet Jeanne’ın, eryüzünün en kara ruhlu kadınının insafına kaldı ını açıklayamazdım ya. Genç ve kötü niyetli bir bilginle, sistersin manastırlarından söz etmek için do rusu çok güzel bir haldeyim. Haydi, ne yapalım, olsun bakalım.” (A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:148) Civcivli (Cıvcıvlı): Hareketli, patırdılı gürültülü, karga ık “... bombo kaldırıma iner, beni alıp yüksek duvarlarla çevrili bir atoya benzeyen, Be ikta sırtlarındaki M T binasına götürecek polis arabasını beklerdim. ehir ne kadar bo , hareketsiz ve karanlıksa, ato da o kadar civcivli, hareketli ve ıkır ıkır aydınlık olurdu.” (O. Pamuk, “Kara Kitap”, sa:426) “O müthi ya murda kapı aralı ında put gibi duruyordu. Dakikalar geçtikçe dizleri hafifçe büküldüler. Sa anak olanca hızıyla sürüyordu. En cıvcıvlı anında adeta a ır silahlar patlıyor, me e a açları kırılıp parçalanıyormu çasına korkunç gürültüler duyuluyordu. Ayrıca vah i çı lıklar ve insanlıkdı ı iniltiler de geliyordu. Ama Orlando St. Paul’ün saati ikiyi çalana dek orada öylece put gibi durdu ve sonra, müthi bir alaycılıkla, otuz iki di ini göstererek, ‘Jour de ma vie’ (Jur dö ma vi)<Fr.: Hayatımın günü> diye avaz avaz haykırıp feneri yere çarptı, atına atladı ve nereye gitti ine bakmadan doludizgin atıldı.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:47) Cizvit; Cizvit rahipleri : Hıristiyanlıkta, “ sa Derne i” de denilen, xvı. y.y.’da kurulmu bir tarikat “Aynı handa bir Bénédictin ba papazı vardı. Atı ucuza aldı. Candide, Cunégonde ve ya lı kadın, Lucéna, Chillas, Lebria’dan geçtiler ve sonunda Cadiz’e vardılar. Burada bir donanma hazırlanıyor ve Saint Sacrement ehrindeki kabilelerden birini, spanya ve Portekiz krallarına kar ı ayaklandırmakla suçlanan Paraguaylı saygıde er cizvit papazlarını yola getirmek için asker toplanıyordu.” (Voltaire, “Candide”, sa:42) claritas : (LAT.,COLL.) <klaritas> : Aydınlık, berraklık, ı ıl ı ıl “..Ba ka zamanlarda, ba ka yerlerde, birçok yazı salonu gördüm; ama hiçbirinde, çevreyi aydınlatan fiziksel ı ı ın dökülü ünde, odanın ortasının ayrılmaz bir niceli i olan, ı ı ın somutla tırdı ı tinsel ilke, tüm güzelliklerin ve bilginin kayna ı olan claritas, böylesine ı ıl ı ıl parlamıyordu. Çünkü g ü z e l l i i yaratan, üç eyin uyumudur: her eyden önce bütünlük ya ta y e t k i n l i k; bu yüzden yetkin olmayan eylere çirkin deriz; senra gerekli orantı ya da u y u m; son olarak da a y d ı n l ı k ve ı ık; gerçekten de rengi açık olan nesnelere ‘güzel’ deriz.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:92-3) Clemens V., Papa : (D N) <5. Klemens> : (1305-14) yılları arasında papa olmu ve Papalı ın merkezini Roma’dan Avignon’a ta ımı tır. Clementine Decretals <Klemantin Dekretals>: Papa’nın çıkardı ı emir ve hükümler “O yüzyılın <14. y.y.> ilk yıllarında Papa V. Clemens, Roma’yı yerel beylerin tutkularına av olarak bırakıp papalık makamını Avignon’a ta ımı tı. Hıristiyanlı ın kutsal kenti bir sirk’e ya da bir genelev’e dönmü tü; adına vumhuriyet dense de, bir cumhuriyet de ildi; silahlı çetelerin saldırısına, iddet ve ya maya u ruyordu. Din adamları, laik yargının dı ında kaldıklarından, gözü dönmü haydut çetelerine ba kanlık ediyor, elde kılıç, soyuyor, günah i liyor, haksız kazanca dayalı ticaret örgütlüyorlardı. Caput Mundi (kaput mundi) <LAT.: Dünyanın Ba ı; yani Roma’daki papalık>> bir kez daha ve haklı olarak, Kutsal Roma mparatorlu u’nun tacını giymek ve bir zamanlar kayzer’lere ait olan dünyasal imparatorlu un saygınlı ını yeniden sa lamak isteyen adamın amacı olması nasıl önlenebilirdi?” (U. Ego, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:24) Cluny : (D N) <Kluni> : Fransa’da Macon <Makon) yakınlarındaki manastır; bu manastırın kurallarından; XI. y.y.’da Benediktin rahipleri tarafından kurulan bir mezhep “(Ubertino’nun) karde çe, derin tinsel duygu alı veri inde bulundu u ermi kadınlarınki gibi yumu ak olan o yüzü inceliyordum. Onun 1311’de, Viyana Genel Danı ma Kurulu, ‘Exivi de paradiso’ <eksivi de paradiso = Cennetten Çıkı ( .E.) > buyru uyla Tinciler’e dü man olan üst düzeydeki Fransisken’leri görevlerinden uzakla tırdı ı zaman daha sert bir yüz takınmı olması gerekti ini sezinledim; bu ba kaldırı ampiyonu, bu kurnazca uzla mayı kabul etmemi , alabildi ine katı ilkelere dayanan ayrı bir tarikatın kurulması için sava mı tı. O zaman bu büyük sava çı sava ı yitirdi; çünkü o yıllarda (Papa) XXII. Ioannes, aralarında Ubertino’nun da bulundu u Pierre Olieu’nün izleyicilerine kar ı bir haçlı sava ı açmı , Narbona ve Béziers rahiplerini mahkum etmi ti. Ama Ubertino, Papa’nın yüzüne kar ı da arkada ının anısını savunmakta duraksayamamı , Papa ise (daha sonra ötekileri mahkum etmi olsa da), ermi li ine boyun e erek onu mahkum etme yüreklili ini gösterememi ti. Tersine, bu vesileyle, ona Cluny tarikatına girmeyi önce ö ütleyerek, sonra ba vurarak bir kurtulu yolu önermi ti. ............. Ancak son zamanlarda, Ubertino’nun sarayda yıldızı sönmü tü: Papa, bu yabanıl adamı pek ‘mundum discurrit vagabundus’ <mundum diskurit vagabundus> (LAT.: ‘Bir serseri gibi dünyayı dola an) sapkın biri olarak kovu tururken Avignon’dan uzakla tırmak zorunda kaldı. Bundan sonra, William ile Ba rahip arasındaki konu madan, onun imdi bu manastırda saklandı ını ö renmi tim. imdi de onu kar ımda görüyordum.” (U. Eco, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:72) cockaigne : (MYTH.,CO R,DEVL.) <ko’keyn> : ‘Her iste in gerçekle ebilece i bolluk, bereket ülkesi’ <Telaffuzuna bakılırsa, kral uyu turucu ‘Kokain’e pek benzedi inden, biri, üniver sal bir balon hediye etmek istemi olabilir. Saygıyla. Dr. .E.> (U.Eco, “Foucault Sarkacı”, Çev.: adan Karadeniz, Sözlükçe,607) Cogito, ergo sum : (LAT.,FELS.) <Ko’gito, ergo sum> : “Madem ki dü ünüyorum, o halde varım” : DESCARTES’tan,, ‘birinin varlı ının en öncelik kanıtı = I think, -therefore- hence, I exist. (Discours on Method) ONG.) cognate words : ( NG.,KOLL.) <kog’neyt wörds> : Farklı dillerde, iki ya da daha ziyade sözcüklerin aynı kökten gelmesi = Two or more words in different languages which have the same root Cognovit, Cognotive actionem : (LAT.) <kog’novit; kogno’tif ak’tiyonem> : itiraf etme, ikrar <kabul etme, bildirme>, davaların ikrar ve kabulü = He has acknowledged the action. The defendent confesses that the plantiff’s cause of action is just ( NG.) collocation : ( NG.,KOLL.) <Kolo’key ın) : Bir cümlede ifade edilmesi gereken anlamı verebilmeleri için, sözcüklerin düzenlenmesi = The arrangement of words in a sentence in order properly to convey the intended meaning colloquial style : ( NG.,D L,KOLL.) <kollo’kiıl s’tayl> : Kültürlü insanların lisan ya da yazılarında kullandıkları bilinen genel ( gayri resmi) ileti im stili = The language or the style of writing used by educated person in familiar or informal discourse colloquialism : ( NG.,D L,KOLL.) <kolo’kializm> : Konu ma eklinin gayri resmi –informal ifade ya da konu ma tipi. Genel olarak, konferanslarda ve resmi literatürde bu yol seçilmemekle beraber, gündelik konu malarda geni yer alır = An informal expression or linguistic form of the conversational type; generally considered out of place in formal discourse or literature, although widely used in daily speech (Dict. of Linguistics) COLO(U)R : (RENK) <ka’lır> : Renk, boya; colo(u)rs : bayrak, sancak; alamet, ni an; gösteri , çe ni; (HUK.) : Görünü teki haklar ve yetki; (SAN.) : Resimde renk tarzı; (EDE.) : Canlı üslup; c.-blind : renkleri ayırdedemeyen, renk körlü ü; c. bar veya c. line : beyaz ırkla renkli ırk arasındaki yasal ya da sosyal fark; c. man : boyacı, boya satan; c. photography : renkli foto rafçılık; c. printing : renklli basım; c. screen : objektif önüne koyulan renkli cam; c. sergeant : bayrak ta ıyan çavu ; c. wash : renkli badana; a man of c. : zenci; bright c. : parlak, açık renk; change c.: sararmak, rengi atmak; complementary c.: birle ince beyaz renk olu turan iki renk, örn. portakal ile mavi; fast c. : solmaz, sabit renk; give or lend c. to : gerçek çe nisi vermek (dü ünce ya da fikir); haul down the cc.: bayrak indirmek; local c.: yerli çe ni; off c.: istenilen renkten biraz farklı; rahatsız, keyifsiz; münasebetsiz, baya ı, hafif; primary cc. : asıl olan renkler; gök ku a ı renkleri; show one’s cc. : plan ya da fikrini açı a vurmak; under c. of : bahanesiyle; under false cc.: sahte kılıklı; water c. : sulu boya; with flying cc. : parlak, ba arıyla; with the cc. : askerli ini yapıyor, askerde (Yeni Redhouse Lügati) Comédie de moeurs : (FR.,KOLL.) <Ko’medi dö mör> : Davranı ların komedisi : Comedy of manners ( NG.) Come sopra : ( TA.,KOLL.) <Kome sopra> : Yukardaki gibi = As above ( NG.) Comitas inter gentes : ( TA:, NTER.SOSY.) <Comi’ta inter gen’tes> : Millerlerarası komite; Uluslar arasındaki nezaket, saygı ili kisi = Comity of nations; courtesy between nations ( NG.) La commedia e finita : ( TA: (OPERA.,MUS.) <La komed’ya e fini’ta> : Komedi bitti! = I PAGLIACCI Opera’sı- Ruggiero LEONCAVALLO (1858-1919)’nun, 1865’de Montallo kasabası- talya’da i lenen bir cinayetten esin aldı ı eser. Operanın o zamandanberi ‘Cavellaria Rusticana’ <Pietro MASCAGNI (18631945)’nin eseri ile aynı temsilde ikinci eser olarak sahneye konması gelenekle mi tir. ‘I Pagliacci’, ‘la commedia e finita’ ile biter. = The comedy is over! ( NG.) Comme il faut : (FR., KOLL.) <Kom il fo> : ‘Olması gerekti i gibi’ = As it should be! ( NG.) COMPENSATION : ( ng; Kompansey ın; Fr: Konpansasyon) : (PSYCH.) : Bk.: Ego’nun Savunma Mekanizmaları = Ego’s Defense Mechanisms ( NG.) Con amore : ( TA.,PSYCH.,KOLL.) <Kon amo’re> : Sevgi, a k ile = With love ( NG.) Conatus sese preservandi : (LAT., PSYCH.,) : <Ko’natus se’ze prezer’vandi> : Kendi varlı ını koruma ve ya atma arzusu = The effort to preserve oneself, the will to live ( NG.) Condé : (FR. MYTH.) : Fransız Ba kaldırısının kahramanlarından. Paris’te do du <1736-1818>, Fransız ihtilalinde hüklumetin yanındaydı, 1792’de Fransa’dan kaçtı. Coblence ve Rhin kıyılarında, adıyla anılan ‘Condé ordusu’nu kurup devrimcilere kar ı sava tı “Elini yüre ine koyup unları söyledi: ‘Ben de Cumhuriyetçiyim, ben de yurtseverim, sizin kadar Cumhuriyetçi, sizin kadar yurtseverim... Ulusuma hizmet hususunda her bireye inanırım..... Komiteler benim çabamıı, ba lılı ımı bilir.. Yurtsever irketlerle birlikte, atlı birli inizin yulafını, otunu ben sa ladım....... Askerlerimize ben postal sattım. Bak bugün de, yollar e kiyalarla, Pitt’in, Condé’nin ba ıbozuklarıyla dolu demeden Midi ordusuna Vernon’dan altmı öküz gönderdim. Ben konu maktan çok, i görmesini seven adamım...’ ” (A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:47) Con dolore : ( TA.,PSYCH.) <Kon dolo’re> : Kederli, yas tutar gibi : Mournfully ( NG.) Consensus facit legem : (LAT.,HUK.) <Konsen’sus fa’kit le’gem> : Mü terek muvafakat yasa de erindedir. ki taraf da uyu up anla ırlarsa ve yasayı bozmuyorlarsa, problem atrık ‘Legal’= Yasal sayılmaz = Mutual consent kakes the law. When two parties freely agree, the terms, if they do not violate the law, are no longer of legal concern ( NG.) Consummatum est : (LAT.,D N,KOLL.) <Kon’suma’tum est> : ‘ bitmi tir.’ Haz. sa’nın çarmıhtan duyulan sözleri ! (Vulgate, John. XIX) ( ng.) Cop; Coplamak : (COLL.) Polis’in kendini korumak, gerekti i zaman da kar ı saldırıya geçmek için kullandı ı kalın, lastik-kauçuk sopa “Polislerin ö rencileri coplamaya ba ladı ını gördü. Sürükleyip arabaya götürüyorlardı. Toplu halde bekleyen ö rencileri polisler yuhalıyor, direni i sürdüren arkada larını yüreklendiriyorlardı. Bekir nasıl olup da ö rencilerin üstüne atıldı ını anlayamadı. En yakınındaki kadife ceketleyi saçlarından tutmu tu. Cop yerine kullandı ı lasti i kolunun var gücüyle indirdi. A ır lasti in, etinin içine kadar i leyen a rıtıcı, çürütücü etkisini bile inde duydu. Bir daha indirdi.” (Ö.Z. Livaneli, “Arafat’ta Bir Çocuk”, sa:128-9) “Budge, copunu sallayarak söze girdi: ‘Hyde Park Corner’da trafik idare etmek her babayi idin karı de ildir dostlar. Otobüsler, öte yandan gelin gibi arabalar. Hepsi ü ü ür yolun ortasına. Sa dan gitsen olmaz mı? Dur, sen uradaki!’ (Copunu salladı) te ihtiyar bir hanım, emsiyesi beygirin burnuna girecek nerdeyse!” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:139-40) coram monachis : (LAT.) <koram monakis> : ‘Rahiplerin önünde’ -resmen, herkesin gözü önünde!“ ‘Pekala,’ dedi William o zaman, ‘rahipleri sorguya çekebilir miyim?’ ‘Çekebilirsiniz.’ ‘Manastırın çevresinde serbestçe dola abilir miyim?’ ‘Size bu yetkiyi veriyorum.’ ‘Bana bu yetkiyi coram monachis veriyor musunuz?’ ‘Hemen, bu ak am.’ ” (U. Eco, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:50) Corday, Charlotte : (FR. MYTH.): 1789 Büyük Fransız Devrimi’nde, Jirondeller’le ilgili bazı kararlardan dolayı, iihtilal liderlerinden, filozof ve bilim adamı Jean Paul MARAT’ <M.S. 1743-93>’yı banyoda hançerleyen kız “Gamelin yurtta ı <Devrim Mahkemesi yargıcı> anlıyorum, titizli ine de hak vermiyor de ilim. Yurtsever bir insan oldu u da söylenir, ama sorarım ona, görevi Cumhuriyet dü manlarını yok etmek oldu u halde, onları gözetlemeye kararlı böyle bir mahkemede görev almak aklına yatıyor mu? yi bir yurtta bazı suçlara suç orta ı olmaktan çekinmelidir. Bu mahkemenin birçok jüri üyesinin, suçluların altınlarıyla satın alındıkları, ba kan Montané’nin, Corday’ın ba ını giyotin’den kurtarmak için nice dolap lar çevrildi i gerçek de il midir?” (A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:121-2) Cornetti : ( TA. MYTH.,YEMEK) : Kruvasan “Tamamen yükselmi olan sabah güne i, eski Floransa’daki binalar arasında kıvrılan dar kanyonlarda ızun gölgeler olu turuyordu. Dükkan sahipleri, dükkanlarını ve barlarını koruyan metal kepenkleri kaldırmaya ba lamı tı. Havaya, sabah espressosu ile fırından yeni çıkmı cornetti’nin buram buram kokusu hakimdi.” (D. Brown, “Cehennem”, sa:266) Corpus Christie Yortusu : (HR ST. MYTH.): Katolik Klisesi’nde, Komünyon ayininde, ‘Trinity SundayÜçlü Pazar’ı izleyen Per embe günü kutsanan ekmek ve arapta sa’nın bedeninin <corpus> gerçekten var oldu unu kutlamak amacıyla düzenlenen yortu. Yortunun en önemli özelli i, devlet görevlileri ile loca üyelerinin yanı sıra, krallar ve prenslerin de katıldı ı gösteri li geçit töreniydi. XV. y.y.’da, geçit töreninden sonra genellikle lonca üyeleri, mucizeleri ve gizemleri canlandıran oyunlar oynanırdı “Jijkow’da bir papaz, apkasını çıkarmadı diye kör bir adamı pataklamı tı. Tabii, mahkemelik oldular. Mahkemede, yalnızca kör oldu u, sa ır ve dilsiz olmadı ı ortaya çıkmasın mı! Hem çıngıra ı i itti i halde apkasını çıkarmamı , hem de gecenin o saatinde ortalı ı velveleye vermi ti. Yalan söylüyorsam ne olayım, hemen hapse attılar adamı. Tıpkı Corpus Christie Yortusuna benzer bu. Ba ka zaman olsa kafalarını çevirip bize bakmayacak insanlar, apkalarını çıkarıp selam vereceklerdi.” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:167) Cosa nostra : ( TA., ,SOSY.) <Ko’sa not’ra> : ‘Bizim i imiz’ ; Ünlü, gizli yeraltı mafyası. 1963’te, ‘Senato’nun Suç Ara tırma Komitesi’ndeki ehadetle resmen tanınmı tı = Our affir, our business. The name of a secret underworld society, according to testimony presented before a Senate crime investigation committee in 1963 ( NG.) Cosi cosi : ( TA.,KOLL.) <Ko’zi, ko’zi> : Böyle i te..... , u, bu.... = So-so ( NG.) Cosi fan tutte : ( TA.,MUS.-OPE.) <Kozi fan tute> : MOZART’a mparator II. Joseph tarafından ısmarlanan iki perdelik gülünçlü opera. XVIII. y.y.’da Napoli’de geçer. Gençlerle evlenmeden evvel birtakım ayak oyunları oynayan genç kızların sonunda evlenmeleriyle biter ama, gençler, esere ba lık olan sözcükleri tekrarlarlar : ’Bütün kadınlar böyle yaparlar!’ Premiyeri 1790’da Viyana’da, ilk Türkiye gösterisi ise Ankara’da 1953’de temsil edilmi tir. Cosi fan tutti : ( TA.,KOLL.) <Ko’zi fan tu’ti> : ‘Erkekler hep böyle yaparlar’ = What’s all men do ( NG.) Cosmografia : K o z m o g r a f y a. Ptolemaios (Ptoleme-Claudius Batlamyus, m.s. 2.y.y.)’un, orijinali Yunanca olan ‘Geographiké hyphégésis’=Co rafya Kılavuzu” eserinin m.s. 1475 Latince çevirisi; Ke ifler asrının <Kolomb’dan evvel> en önemli kılavuz kitabı “Co rafya alanında o güne dek tek bir klasik kitap vardır; o da Ptolemaios’un açıklamaları ve haritalarıyla yüzlerce yıldır Avrupalı bilginler tarafından üstün ve eksiksiz kabul edilen Cosmografia’sıdır. 1475’te Latince’ye çevrilmesiyle genel co rafya referansı olarak dünyanın tüm bilim adamlarının kullanımına sunulmu , bundan sonra da vazgeçilmez bir eser olmu tur.” (S. Zweig, “Amerigo”, sa:50) Co up ta mak : A ırı ne elenmek, dü ün dernek yapıp oynamak “Gerçi, bizlere bıraktıkları bollu u bazen pahalıya ödüyoruz. Çünkü iki sevgili kesin bir yenilgiye razı olmadılar. On yılda bir eski dü lerini anımsarlar, hiçbir eyin durduramayaca ı bir kasırga gibi co up ta arlar. O zaman biz, pılıpırtımız, hayvanlarımız, kümeslerimiz, kedilerimiz, domuz yavrularımız ve yoksullu umuzla i e yaramaz insanlar gibi silinip süpürülürüz.” (P. Istrati, “Minka Abla”, sa:6) Cotillon (Kotilyon) : Fr.: ‘under-petticoat’ <Köylü etekli i altı giysisi> ile yapılan, 18. Ve 19. yy.’larda çok popüler olan bir dans. XIV. Louis zamanında, eski folklorik sözcüklerden do arak, grup halinde, ço u aile efradı kadın ve erkeklerin el ele tutarak, eteklerinin hafif çe yukarı kaldırıldı ı ve hep bir a ızdan arkı söylendi i hava: <Ma commere, quand je dance, Mon cotillon va-t-il bien? = Teyze (hala) hanımcı ım, benim dansım iyi gidiyor mu?> . Stil olarak, ‘kadril’e benzer, amma adımlar daha geni tir. Müzi e gelince vals temposu, polka, mazurka olabilir. 19. yy.’ın ortalarında, asil aileler arasında çok revaçta olan ve evsahibi çiftin ba ını çekti i ve balo’nun sona erdi ini bildiren bir olay olarak de erlendirilirdi. (The New Grove Dict.,Vol.4, pp:828-9, London, 1981) “LAURA : Neymi o anne? AMANDA : Biraz sabret... göreceksin! u eski sandıktan çıkartıp yeniden hayat verdi im bir ey! Moda dedi in pek de de i medi aslında..... te bu elbisenin içinde, Kotilyon dansını yapardım..... Valinin, Jackson’da verdi i baloya da ilkbaharda katılmı ve yine bu elbiseyi giymi tim. Balo salonunda nasıl da süzülerek yürüdü ümü sana göstereyim mi, Laura? (Eteklerini kaldırarak küçük adımlarla odanın dört bir yanını ar ınlar.)” (T. Williams, “Sırça Hayvan Koleksiyonu”, sa:53) Coup de grace: (FR.,SOS.DAVR.) <Ku dö gras> : Merhamet darbesi. Yarasından çok acı çeken ve hayatı kurtulamayacak bir kimsenin hayatını merhamet kastıyla sona erdirmek. Bir bitiri darbesi <Örn.:Bir askeri görevlinin, ate edilen manga tarafından kafasından yaralan ve fakt hala ya ayan bir adamın kafasına kur un sıkması gibi = A merciful shot intended to put a wounded man out of his misery; the classic example is that of the officer who putts a bullet into the head of a man still living inspite of shots from a firing squad; a finishing stroke ( NG.) Coup de soleil : (FR.,CO R.) <Ku dö so’ley> : Güne çarpması = A sunstroke ( NG.) Coup d’essai : (FR.,KOLL.) <Ku d’esey> : Bir ilk deneme = A first attempt ( NG.) Coup d’état : (FR.,S YA.,ASK.) <Ku d’eta> : Genellikle ba kaldıran askeri ya da silahlı grupların yaptı ı ‘Hükumet Darbesi’ ^ ^ Coute que coute : (FR.,KOLL.) <kut kö kut> : ‘Kaça mal olursa olsun!’ = No matter the cost ( NG.) Cömaat, Cömaatınan : Cemaat, topluluk; Cemaatle (Anadolu ivesi) “Kaymakam, bütün muhtarları topladı. Dedi ki: ‘Muhtarlar, karda larım! Mesele böyle böyle. imdi önümüzde bir büyük cenaze var. Biliyorsunuz, cenaze cömaatınan kalkar. imdi biz de beraberce bir cömaat olup bu cenazeyi kaldıraca ız.’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:78) credo in Patrem : (LAT, HIR S..) <kredo in Patrem> : ‘Tanrı’ya inanıyorum!’ “Dinin dogması ya da filan sırrı hakkında ne dü ünüyordu? ç aleme ait bu gizlilikler ancak ruhların çıplak olarak girdikleri mezarda bilinebilir. Yalnız, emin oldu umuz tek ey, iman konusundaki güçlüklerin onda hiçbir zaman riyakarlı a yol açmadı ıdır.. Elmasın çürümesi hiç mümkün müdür? Elinden geldi i kadar çok, inanıyordu. ‘Credo in Patnem!’ diye haykırırdı sık sık. Vicdanı yeterince doyuran ve size yava ça, ‘Tanrı ile berabersin!’ diyen ho nutlu u hayır i lerinden bol bol elde ediyordu.” (V. Hugo, “Sefiller”, Çev.: Semih Atayman, Cilt:I, sa:99) credo in unum Deum : (LAT.,HIR S.) <kredo in unum Deum> : Bir Tanrı’ya inanıyorum “ ‘Bir insanı sırf bu-ba-baf demek için öldürmek korkunç bir ey olurdu!’ ‘Bir insanı, ‘Credo in unum Deum’ demek için de öldürmek de korkunç bir ey olurdu...’ dedi William.” (U. Eco, “Gül ün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa: 129) credo quia impossible (absurdum) est: (D N,PSYCH.,KOLL.) <kre’do ku’ia im’pos’sible – ab’surdum est> : Bunun mümkün olamayaca ına inanıyorum. Zira, mantık dı ı, saçma = I believe becasue it is impossible. An expression is frequently cited out of its context where it appeares in a series of Paradoxes - (Tetrullian,On the Body of Christ, V) ( NG.) Cronus Sendrom’u : (YUN. MYTH.) (Kronus Syndrome) Kedi, aslan gibi hayvanların kendi yavrularını yedikleri gibi, Gökyüzünün T i t a n’ların kontrolü altındaki kainatın daha yeni yaratıldı ı devirlerde Zeus’un babası Cronus’un çocuklarını yeme macerası “(Eski Yunan) tanrılarının büyükbabası U r a n u s, çocuklarının annesi G a i a’yı karnına a rılar gelinceye kadar geri itmi ti. Zamanla Gaia, çocuklarından nefret eden o lu C r o n u s ile birlikte onu i di etmeyi (castration) ba ardı. Yeni do mu çocuklarını da yutan baba Cronus’un karısı Rhea, Cronus di er o ullarını yuttuktan sonra en sevgili o lu Zeus’un sırası gelince yüre i dayanamadı ve kocasına Zeus yerine bir kaya parçası yutturdu ve onu Girit^te sakladı. Zeus büyüyüp de ergin bir varlık olunca, annesi Rhea, hazırladı ı bir ilaçla Cronus’u kusturdu ve sonuçta, onun barsa ında saklı kalmı tüm karde ler dünya yüzüne çıktı. En son etapta Zeus, babasına, onun kendi babasına yaptı ını yineledi: Karde lerinin yardımıyla onu i di ederek intikamını aldı. ‘O andan itibaren Tanrıların hayatında bir sulh ve sevgi devri ba lıyordu: Artık Titan’ların devri kapanmı ve Olimpian’ların hükümranlı ı sözkonusu idi. Zeus, ba tanrı idi ve Olympos da ına ota ını sermi ti. Karısı Hera, ‘T o p r a k A n a’ (Earth Mother -Ört Madır) rolünü takınarak bundan böyle evlili in ve ailenin koruyucu tanrıçası olacaktı.’ ” <S o p h o c l e s, “Kral Ödipus – Oedipus Rex” oyun8nda, yalnız bahtsız b,r kral ailesinin de il, bütün insanlı ın ‘kader ve seçim’ ilkelerini ve özellikle ‘Neslin devamı’ = Succesion of generation – Sükse ın of cenerey ın’ tema’sını ele almı tır. Analitik Psikiyatri’de yukardaki vak’a, ‘Oedipus Complex’ ve ‘Castration – Complex’ = Kısırlık Sıkıntısı’na, hurafe de olsa, bir örrnek olarak verilir. Dr. .E.> ( . Ersevim, “Freud ve Psikanalizin Temel lkeleri”, sa:136-7) Crux gemmata : (LAT.): Üstünde on üç de erli taç bulunan haç. -Hz. sa ile on iki havarisini temsil eder- “Yukarı çıkarlarken, Langton dikkatini etrafındaki dört duvar haricinde ne varsa ona vermeye çalı tı. Parlak asansör kapısının yansımasında yüzba ının kravat i nesini gördü, on üç siyah oniks <balgamta ı> ili tirilmi gümü bir haç. Langdon bunu son derece a ırtıcı bulmu tu. Crux gemmata-üstünde on üç de erli ta bulunan haç- olarak bilinen bu sembol, sa ile on iki havarisini simgeleyen bir Hıristiyan ideogramıydı <bir siyasal, toplumsal ya da dü ünbilimsel simge> (D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:33) Csardas <çarda > dansı : Macarca csardas : ‘country inn’= ehirdı ı han’ı sözcü ünden gelme, Pazar günleri ö leden sonraları e lenmek için yaptıkları dans. sim, Count <Kont> Béla Wenckheim tarafından verilmi olup, imparatorlu un merkezine 1840’larda takdim edildi i sanılıyor. Baron Frigyes Podmaniczky, anılarında bu dansın 1839’da, Count Istvan Széchenyi tarafından ba latıldı ını yazar. Ba ka bir kaynak, bunun Romanya’da, 1834’de Nagyvarad ( imdi: Oredea Mare) ‘da ba latıldı ını iddia eder. Dokümanteri referans ise, 1835’te Borbély de Roff ailesinin senetleri gösterir. Herneyse, dans, stil itibariyle VERBUNKOS’tan pek az farklıdır: Sık sık senkoplarla kesilmi , tipik kadans’larla <yava yava inen tempo> bezenmi , çift zamanlı, son zamanların hızlı <friss> tempolu, Verbunkos’un en popüler oldu u zamanlar1865-1880 arasında, ‘çabuk’ <sebes>, ‘yava ’ <lassu> ekillerini almı tır. Bestekarlar arasında ilk kez bu ritmi kullanan LISZT olmu tur: Macar Rapsodileri <Hungarian Rhapsodies, ‘csardas macabre’= me ’um çarda (1881-2) ve ki Çarda ‘two csardas’:1884, ‘allegro’ ve ‘Csardas obstine’ (inatçı çarda ). “Arkasından at yarı larından söz açtı, derken baleden söz etmeye ba ladı, ama bu da fazla sürmedi. ‘Çarda dansını bilir misiniz? Diye sordu vayk’a. ‘Peki, ya Ayı dansını? Bakın, böyle i te...’ Havaya sıçramaya çalı ırken vayk’ın üstüne devrilince, bizimki sille tokat yerine oturttu papazı.’ ” (Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, sa:136) “.....Baron Nagy Jenö, Slav halklarını sevdi ine, Macarlardan ise ho lanmadı ına inandı ı veliahttan hiç ho lanmıyordu. imdi kalkıp kimsenin ya amak istemedi i bu sınır bölgesindeki bir yaz e lencesine gelmi ti ve böyle bir olayla <veliahtta yapılan suikast> keyfini kaçırmak istemiyordu. Mensuplarından birinin, 444ırksal nedenlerle yükümlü oldu u Csardas dansı yapma fırsatının sırf bir dedikodu yüzünden elinen alınmasını, Macar ulusuna yapılmı bir hakaret olarak kabul ediyordu.” (Joseph Roth, “Radetzky Dansı”, sa:366) Cuando a Roma fueres, haz como vieres : ( SP.,ROMA,SOSY.,KOLL.) <Kuando a Roma fueres, haz komo vieres> : Roma’da oldu un zaman, Romalılar gibi hareket et, öyle davran! = When in Rome, do as Romans do Cervantes, Don Quijote, Cilt:II, sa:54) ( NG.) Cui bono ? : (LAT.,DAVR,KOLL.) <Kui bono?> : Kimin iyili i için? Genellikle gerçek anlamında kullanılmıyor: Onun faydası ne? Sonunda kime yarayacak? = It is incorrectly used as meaning, What is the use of it? Or What good end will be served? ( NG.) Cuidado : ( SP.,KOLL.) <Kui’dado> : Dikkatli ol, kendini kolla = Watch out; take care ( NG.) Cui malo? : (LAT..,DAVR.,KOLL.) : <Kui malo? : Kime kötülük edilecek? = Who will be harmed? ( NG.) Cui profuit ? : (LAT.) <kuvi pro’fu’it?> : Kime yaradı? Kim istifafe etti? Cuk otur(t)mak : Tam kar ılı ını, dört dörtlük yanıtını bulmak, vermek “Demek ya lı Ba papaz Yannis bir kez daha yüce gerçe i aramaktan bıkıp politikaya bula tı diye dü ündü Baird - ilgisini çekecek ve eylem adamı olarak becerilerini konu turacak sava a susamı tı anla ılan. lk görünü te sanıldı ı kadar umutsuz bir serüven olmayacaktı galiba. Gidip görecekti; Böcklin sorununu irdelemesi de ara tırmasına cuk oturacaktı.” (L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:95) “Bu bir kitap de il. Kitap, kötü bir kitap olsa bile, ciddi bir i tir. Dördüncü bölüme cuk oturtacak bir deyi , ikinci bölümde tamamen yersiz kaçabilir, üstelik herkes de i in sırrına vakıf ed ildir.” (P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:11) “Sustu, durdu u yükseltiden, a a ıdakileri kurumlu, buyurgan, dik bakı larla süzdü. Yakı ıklı görünüyordu do rusui elinde salladı ı jobu, üstünde uçu an su gerçirmez ya murlu uyla, bütün seyirciler yakı ıklı ında birle tiler. Victoria döneminin bir polis memuruna cuk oturması için bir sa anak, ba ının üstünde uçu an güvercinler, St.Paul’un ve Abbey’nin çanlarını çalması yeterdi; tabii seyircileri de çıngırak sesleriyle çanları Victoria dönemi görkeminin doru unu vurgulayan sisli bir Londra ikindisine ta ımak gerekiyordu.” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:141-2) Culpa lata : (LAT.,DAVR.,HUK.) <Kul’pa la’ta> : Büyük ihmal do uran hatalı davranı : A fault involving gross negligence ( NG.) Culpa levissima : (LAT.,DAVR.,HUK.) <Kul’pa levi’sima> : Pek küçük yanlı davranı = A very slight Fault ( NG.), Culpabilité (FR.),Culpability ( NG.) : Suçluluk hissi Culpam poena premit comes : (LAT.,DAVR.,HUK.) <Kul’pam po’ena pre’mit ko’mes> : ‘ Cezalandırma, suç’un ökçelerini izliyor’ = Punishment follows at the heels of crime ( NG.) (HORACE, Odes,Vol.:IV,pa:24) Cumartesileri gözetlemek : Istrati’nin kaydetti i Romanya kökenli yerel kültürel deyimlerden biri: Öldürmek için pusu kurmak anlamına gelirmi . Ne garip, yıllar sonra, Türkiye’nin tarihinde ‘kaybolan’ evlatler için ‘Cumartesi Anneleri’ olu tu. “Aman Tanrım... Codine bir vuru ta onların kaburgalarını kırardı. Ama o biliyordu, ço u da ‘Cumartesileri kendisine gözetirdi.’ ” (P. Istrati, “Kodin”, sa:39) Cumbadak dü mek : Birdenbire, löp gibi, hiç beklenmedik bir ekilde dü mek “-Hay Allah cezasını versin! Yüzümü, gözümü berbat ettin! diye yüzümü silmek için, asılı bulundu um yeri bıraktım. Bırakınca da cumbadak ırma a dü tüm.” (M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:316) Cumburlop : Su (Deniz, kuyu, nehir) içine bir eyi, birini fırlatmak “-Ne yapalım? diyordu. Herifin di lerinin beyaz altın oldu unu babam söylerdi. Her bu day götürü ünde sırıtır, di lerini gösterirmi . Pırıl pırıl parlardı, derdi. Beyaz altın da müthi para edermi ... Ne yapalım? -Pekala ölüyü ne yaptınız? -Ne yapaca ız? Su boyuna kadar götürdük. Aya ına bir ta ba ladık. Cumburlop!” (S.F. Abasıyanık, “Sarnıç-Beyaz Altın”, sa:32) cuneiform : (YAZI,SUMER,KOLL.) <künei’form> : Eski SÜMERL LER arafından yaratılmı , fikirleri ifade eden hece sitemi ve kama eklinde yazılmı Çivi Yazısı. Asurlular ve di er Mezopotamya uygarlıkları tarafından Mil.Önce: 4000 yıllarından 1000 yıllarına kadar kullanılmı tı. Semboller, ıslak kil üzerine i lenmi ti = The Syllabic writing, with vestiges of ideographic symboles, consisting of vedge-shaped signs, invented by Sumerians, and used by the Assyrians and other nations of ancient Mesopotamia (from about 4000 B.C. to the first millenium B.C.) The symbols were impressed into wet clay. Curcuna; Curcuna yaratmak : Karga alık, patırdı gürültü (yaratmak) “ NG L Z EDEB YATI DOKTORA SINAVI Ç N, B R ARKADA A ------------------------------------------Ne curcunalara neden olarak bu sınamalar! Alı ılmadık tatlı arap kafanı karı tırır Ölüler üzerine dedikodularda oyalanırken Tüm sorular alıp götürene dek, Çünkü ö rendin neyin söylenmeyece ini Ama sözün nasıl söylenmesi gerekti ini.” (J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04) “Salondaki alem tam bir curcuna halinde devam ediyordu, patırdılar daha da arttı. Mitya, Gru enka’yı yata ın üstüne bıraktı, dudaklarına yapı tı.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:135) “EK P EF - Do ru! Bayın gerçekten avukat oldu u ortaya çıkıyor, yanlı lıkla yüzüne, i çisi Antonio’nun yüzüne benzer estetik yapılmı . Hükümete mektupları yazan o, onları bu evden postaladı. Kendini teröristlerin elinde tutuklu gibi gösteren, bütün bu curcunayı yaratan da o...” (D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:104) “Bir hıçkırık sesi.. ‘Hepimiz biriz ama aynı zamanda her koyun kendi baca ından asılır.’ nanılmaz bir curcuna! Hukukun üstünlü ü kutlanır. Böylece sonuçta bir ey yapmaksızın ülkedeki bütün önemli sorunlar sözde hallediliverir.” (D. Fo, ”Yüzsüz”, sa:69) “Arabacılar, bütün bu curcuna arasında tanıdıkları kadınlara rasladıkları zaman, onları tutup, kaldırarak yanlarına oturmayı ihmal etmiyorlar. Ço u erkek elbisesi giyinmi olan bu kadınlar, arabacıların yanına oturarak, topuklu ayakkabılı küçücük ayaklarını, gelen geçenin ba ı üzerinde sallıyorlar.” (J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt: III, sa:228) “Uyumsuzlukları mümkün oldu u kadar çabuk geçi tirdi i halde, kendisine güç gelen pasajlarda büyük bir dikkatle tek notayı bile atlamıyor, yava bir tempoyla çalıyordu. Sanıyorum tüm bunlardan ortaya çıkan curcuna hakkında kolayca bir fikir edinilebilir.” (F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:31) “Hatırladı ım kadarıyla büyük salon tıklım tıklımdı, zaten birkaç lambanın yandı ı, büyüklerin seslerinin bir curcuna halinde i itildi i, bir u a ın sa a sola ko u turdu u eylerin oldu u her oda, bir çocu a tıklım tıklım görünür.” (F. Kafka, “mavi oktav defterleri”, sa:91) “Bavulunun içinde tıra malzemesi vardıı, ama tıra olursa hata yapaca ını biliyordu. Ayrıca, nerede tıra olacaktı, burada ko u ta herkesin ortasında de il, karım beni tıra edebilir, bu do ru, ne var ki ötekiler bunu fark etmekte gecikmezler ve içlerinden birinin böyle bir hizmet görebilmesi onları a ırtır, bir de du lar, du larda ne büyük bir curcuna olacak.” (J. Saramago, “Körlük”, sa:67) “Fakat Bahir Hoca, yine hiddetlenmi , bir Karagöz tehalüki (istekle atılma) ile yumru unu sallıyor, hepimizin itikatsızlı ına sövüp sayıyordu. Onun ba ırtısı bir taraftan, bir milyon kurba anın kopardı ı kıyamet bir taraftan... Hasılı bir curcunadır gidiyordu.” (Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:118) “Tam bir curcunaydı, bir karga a, (Williams’a göreyse) zıplayan, sıçrayan, savrulan yarı çıplak kollarla bacakların büyüleyici bir ı ık ve gölge gösterisi. Avuçlarını çatlatırcasına alkı ladı.” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:84) “Prater’e gitme yolundaki ilk kararlarından hemen caydılar, çünkü muhte em parkın a ırba lı sükunetini bozan tiz sesli, gürültülü pazar curcunasından korkuyorlardı. Onların Prater’i, ihtiyar kestane a açlarıyla geni , bakımlı caddeler, kavisler çizen ve karanlık ormanlarda biten geni , ye il düzlükler, doygun ı ıkta güne lenen ve çok yakındaki nefes alıp inleyen milyonluk ehirden haberi bile olmayan aydınlık çimenliklerdi. Fakat tatil günü bu büyü kaybolmu , akın akın gelen kalabalıkların ardına saklanmı tı.” (S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:103) curriculum vitae (C.V.): ( LATIN.) <kurikulum vite> : Ki inin öz geçmi i, çalı ma öyküsü “B R NC KADI - (Okur.) Ad, soyad, nitelik. BN. YAZMAN - Geçin onları. Bay onları kendisi doldurur. B R NC KADI - Curriculum vitae. BALIKÇI - Anlamadım. BN. YAZMAN - Ya amınızdaki ömenli olayları yazcaksınız. Böylece biz de sizi tanımı olaca ız.” (A. Camus, “Sıkıyönetim”, sa:53) Cuvap : Cevap, yanıt (Anadolu lehçesi) “Bizim sandı ımızda heykele verilecek be kuru para yoktur arkada lar. Boççaya bunun için para koymadık ki olsun. Bir evin harcına takat yetmiyor arkada lar, koca köy bu, boççasından para olur mu? Neyse, o tarafı kapatalım. Bu i için ne cuvabınız varsa söyleyin imdi. Acala cuvap beklerim.” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:80) Cübbesini çıkartmak : Avukatlıktan ya da hakimlikten, savcılıktan istifa etmek “Bu durum kar ısında Savcı Pomarici a kınlı ını gizleyemez: -Benim bundan haberim yok! Böyle bir ey olamaz! Bu olay aydınlı a kavu malı. Yoksa cüppemi çıkartır, istifa ederim!” (D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:68) Cüce : Kısa boylu, geli memi vücutlu; Masal, efsane kahramanı, Saray erkanından, küçük ve çirkin ama türlü türlü entrikalara girebilen bir yaratık “BEATR S -----------Baktım iniyor ba ıma ö len üzeri ç karartan bir fırtına bulutu, iri, Acımasız, meraklı cücelere benzer, Bir sürü eytan ta ıyan, kötücül, beter. Ba ladılar beni so uk so uk süzmeye, Ve bakakalan yolcular gibi bir deliye, Fısılda tıklarını duydum gülü erek, Durmadan birbirlerine ka -göz ederek.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:221) “Çirkinim. Korkunç bir çirkinlik bu..... ben tam manasıyla çirkinim. Cüce, kambur, tek gözlü; burnum bir boksörünkü gibi yassı ve kocaman, kırmızı bir yara izi yüz çizgilerimi bozuyor. Gülmeye kalkı ınca, yüzümü gören iyi insanlar bucak bucak kaçıyor benden...” (Michel del Castillo, “Gitar”, sa:15) “ ‘Bizler cüceleriz,’ diye onayladı William, ‘ama bu devlerin omuzlarına çıkmı cüceler. Küçü üz, ama kimi zaman ufukta onlardan daha uza ı görebiliyoruz.’ ‘Onların yapabildiklerinden daha iyi yapabildi imiz ne var, söyle!’ diye ba ırdı Nicola. ‘Manastır hazinesinin saklandı ı mahzene inersen orada öyle ince i çilikle yapılmı eyler görürsün ki, benim imdi beceriksizce çatmakta oldu um bu eci bücü eyler,’ ba ıyla tezgahın üztündeki i ini gösterdi, ‘onların bir taklidi gibi kalır.’ ” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:133-4) “ ‘Kaç ki iyiz?’ diye sordu, ‘On iki; srail’in her kabilesinden bir ki i var. eytanlar, melekler, inler cinler, cüceler... Tanrının bütün yaratıkları ve ucubeleri. Seç seç al!’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:15) “Kral Arthur’un Yuvarlak Masa övalyeleri arasında en yüreklilerinden biri, Sir Geraint idi. Bir gün Kraliçe Guinevere ve nedimelerinden biriyle ormanda gezintiye çıkmı lardı. Kar ılarına bir Lady, bir övalye ve bir cüce çıktı. Kraliçe Guinevere nedimesine, cücenin yanına gidip efendisinin k,im oldu unu sormasını istedi. övalyenin çok gururlu bir yüzü vardı. Nedime cüceye yakla ıp efendisinin kim oldu unu sordu. ‘Bilmiyorum,’ diye yanıtladı onu cüce kaba bir tavırla.” (Sir Th. Malory, “Kral Arthur, Merlin ve Yuvarlak Masa övalyeleri”, sa:27) “EV N HALLER Evin yalın hali ster cüce, ister dev Camlarında perde yok Bombo , ev.” (B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:30) “Grenouille pencereye çıkınca ba rı malar kesiliverdi.....Ne bir ayak sesi ne bir öksürük ne bir soluk duyuluyordu. Kalabalık sırf göz-kulak kesilmi ti. Yukarıda, penceredeki bodur, üflesen yıkılacak, iki büklüm adamın, bu güdük eyin, bu zavallı cücenin, bu solda sıfırın iki düzineyi a kın cinayet i lemi olaca ını aklı almıyordu kimsenin.” (P. Süskind, “Koku”, sa:225) “Askerlerin kıskıvrak yakaladıkları Federico Garcia Lorca cücenin yüzüne tükürdü. Cüce pis pis sırıttı ve askerlerine, çıkarın unun pantolonunu, diye ba ırdı. Sonra, sen bir karısın, dedi, karılar pantolon giymemeli, evlerinde oturup ba larını örtmeliler. Cücenin bir i areti üzerine askerler Lorca’yı ba ladılar, pantolonu çıkarıp ba ına bir al örttüler.” (A. Tabucchi, “Dü ler Dü ü”, sa:67) Cücük : Bücür, ufaklık, her eyin küçü ü; marul ya da sovanın göbe i; küçük yapılılar için bir alay sözü (Argo) Ku ların ya da kümes hayvanlarının yavrusu, civciv Bk.: Kara za cücü ü “Bu sırada yukardan önlerine bir serçe cücü ü dü tü, Ali Hüseyin ba ını kaldırınca A aefendinin parma ındaki on iki perli yüzü ü gördü, afalladı, bir cücü e baktı, bir Musa Kazıma. Aya a kalktı, destur pirim dedi cücü ü yerden aldı ko arak gitti a aca tırmandı, cücü ü usulcana koynundan çıkardı yuvaya koydu. Yavru artık büyümü uçmayı denemi ama becerememi ti. Yavru öbür gün uçacaktı.” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:113) “Seyfali güvensiz bir bakı atttı Koca Osmanın yüzüne. Koca Osman bu bakı ı yakaladı, bu bakı a iyice içerledi. Sözcüklerinin üstüne bastıra bastıra: ‘Kaç geceyi gördün sabaha varmamı ? Yavrum, muhtarım, cücü üm, öyle bakma bana;’ diye olanca sesiyle ba ırdı.” (Y. Kemal, ” nce Memed”, Cilt:II, sa:81) Cümbür cemaat : Topluca, hep birlikte, maaile, kalabalık “Onlar hiç olmazsa böyle cümbür cemaat eve dolmazlar; sabahlara kadar curcuna ile alemi rahatsız etmezlerdi. Onlardan nihayet gelse gelse sana arasıra o gavur Etem midir nedir o gelir, belki de yılda bir defa Nazlı u rar. Burada ise, i te görüyorsun, sürüsüne bereket... Misafir çalgıcısı, çengisi falan filan iki, üç düzine birden geliyor, sabahlara kadar kameti kaldırıyorlar. Hem buna ne can dayanır, ne para...” (O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:180) “Aileler cümbürcemaat gelmi lerdi: Gençler, ya lılar, birkaç da çocuk. kinci kahvaltıda, (sofra tuzlu, salamuralı ve kızarmı so uk yemeklerle dolup ta ıyordu) ‘Konuklar geldi,’ dedi balık taciri; ‘Helsingör’den gezmeye ve dansa gelenler! Evet, Tanrı korusun bizi, bu gece hiç uyuyamayaca ız; dans edecekler...” (Th. Mann, “Tonio Kröger”, sa:128) “Bir saat sonra Bayan More, iki yeti kin kızı ve iki haylaz o luyla beraber cümbür cemaat Roz Hala’nın odasına çıktık. imdiye kadar hiç yatmadı ım bu odaya yerle ecektim.” (G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:28) “Cuma günü cümbür cemaat Bekta i Tekkesi’ne gittik. Burası eski mes’ut zamanlardan taptaze kalmı bir cennetin hayaline benziyordu.” (Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:116) “EPIFANIA - Adrian! Olayların gülünecek yanlarını görmeyi beceremem. Tuhaflık olsun diye böyle saçma sapan konu tu un zamanlar içime nasıl sıkıntı bastı ını bilirsin. Buraya bay Sagamore’la benim üzerimde görü mek için mi geldin? ADRIAN - Evet. Ama tabii onu burada yalnız olarak bulaca ımı umuyordum.” PATRICIA - Oysa cümbür cemaat hepimiz buradayız.” (G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:27) Cümbü ; Cümbü lü; Cümbü üstüne cümbü ; Cümbü yapmak : E lence, patırdı, gürültü (E lencenin gırla gitmesi, vur patlasın çal oynasın); Dopdolu “Hıdrellez günü. Gö ün altında bugün hiç bir ehir bu kadar cümbü lü bir kalabalıkla kayna maz, hiç bir sokak bu kadar ba ka sesleri birbirine karı tıran böyle bir u ultu çıkarmaz. Ahalisi bu kadar kuzu kızartıp helva pi irmez.” (H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:144) “Geceleri doruklarında da ın, me aleler altında sık sık cümbü yaparken tanrılar, gelirdin elinde kocaman bir gü üm, çobanların kullandı ı türden.” (Alkman, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:114) “Her yeni arap isesi açılırken, Bing aya a kalkıp neyin erefine içtiklerini söylüyor, Miles’ın eve dönü ünü, kendi küçük devrimlerinin dördüncü aydönümünü, bütün dünyada ev i gal edenlerin haklarını kutlamak için kadeh kaldırıyorlar. Bütün bu cümbü ün tek olumsuzlu u Miles’ın içki içmeyi i ve Miles insanların alkolden kaçınan birisini gördükleri zaman otomatik olarak onu tedavi eden bir alkolik gözüyle baktıklarını biliyor.” (P. Auster, “Sunset Park”, sa:120) “GÜNE Harap yapılarından pancurların sarktı ı Gizli cümbü ler yurdu eski semtten a a ı, Vururken acımasız güne hızlı oklarla Ne gelirse önüne kent, çatılar, kır, tarla...” (Ch. Baudelaire<1821-1897>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:169) “Horozlar, gürültülü bir cümbü ile ötüyorlardı. Vardı, karısının ba ucuna dikildi: ‘Haççaa!’ dedi. Haçça içini çekti. Döndü. Gözünü açamadı.” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:50) “Durana, okumasını kesmedi, bekçinin selamını gözüyle aldı. Çok ciddiydi. Gök Sultan hemen çöktü. Kocasının okuduklarına fazla de er verdi ini göstermek istiyordu. Yerler kilim cümbü üydü. Duvarda bir ‘kırma’ asılıydı. Yakası kürklü palto, halı, heybe... Ortalık temizdi.” (F. Baykurt, “Onuncu Köy”, sa:10) “....ama yüre in belle i vardır ve ben bizim o güzel ba kentimizin hiçbir yerini unutmadım, rıhtımlarını da. Paris gerçek bir göz cümbü üdür, dört milyon siluetin oturdu u görkemli bir dekordur. Son sayımda be milyon mu? Desenize, yavrulamı lar. a mam buna. Bana hep öyle gelmi tir ki, hem erilerimizin iki tutkusu var: Fikirler ve zina. Rastgele sanki.” (A. Camus, “Dü ü ”, sa:9) “KAVALA <Mihail Nedelçev’e> Hayalden kat kat daha zengin bu ehir, gözlerin doyamadı ı: ta lara dü melenmi evler, enginlik ve deniz, halklardan kırıntılar, dinler cümbü ü, ne eli bolluk, tebessüm gibi sokakçıklar” (Mirela vanova-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.02.03) “Kendime göre bir ahlak anlayı ım vardı. Asla ne grup halindeki cümbü lere katılmı , ne de alenen biriyle birlikte ya amı tım, ne sırları payla mı , ne de bedenin ya da ruhun ya adı ı bir serüveni ba kalarına anlatmı tım, çünkü daha gençli imdenberi bu ikisinin de cezasız kalmadı ının farkındayım.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:17) “-Ona a ık de ilim artık, dedi Mathieu. -De il misin? Daniel gerçekten a mı tı ve için için seviniyordu. ‘Bu gece cümbü var,’ diye dü ündü.” (J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:97) “Guiccioli: ‘Ha ha!’ diye güldü. ‘Tabii ya, biri gelip köylerini i gal edecekse bunun sava ı kazananlar olmasını ye lerler tabii, bu hem daha cümbü lü olur, sonra da bol bol alı veri eder onlar. Biz ise meteliksiz, u ursuz bir alay hergeleyiz onların gözünde.” (J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:106) “Gözlerim, sevgilimin resim ölenindedir, Gönlümü ça ırırlar renklerin cümbü üne; Gözlerim de gönlüme konuktur arada bir Ve candan ortak olur bu sevdanın dü üne.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:47, sa:135) “Baldini’nin atölyesinin arka tarafında bir kerevet gösterilmi ti kendisine; eski velinimeti so uk Seine’in sularına öyle boylu boyunca uzanmı giderken de i te burayı yer edinmeye ba lamı tı. Haz içinde dertop olmu , kene gibi büzülmü tü. Uyudukça içinin derinliklerine daldı, daldı, bir tören geçidiyle gönlünün kalesine girerek orada kendi erefine verdi i, kokulardan olu an bir zafer cümbü ü, tütsü dumanlarının mür a acı buhurlarına karı tı ı devasa bir enlik dü ledi.” (Patrick Süskind, “Koku”, sa:91) “AKDEN ZL <Quem das finem, rex magne, dolorum?> ----------------ölen ve cümbü , yaptı ımız kumsuz Çakılların üzerinde, korsanlık günlerimizi etkileyen, Bo lamı tabakların hangi kehanetini yurtsuz Avareler gerçekle tirir eski denizin yanında?” (Allen Tate<1899-1979>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.12.02) “Pavlograylı’larda cümbü üstüne cümbü ler, seferde kazanılan taltifli kutlamalar, Olmütz’e yeni gelip garsonları kadın bir lokanta açmı olan Macar Karolin’i ziyaretler oluyordu.” (L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:II, sa:92) Cümle alem biliyor : Tüm dünya, herkes “Gözlerini Alinin gözlerinin içine ısrarla dikip bakarak kar ılık bekledi. ‘Bir ben de il cümle alem biliyor.’ ‘Biliyor Ali, biliyor. te böyle yaktılar bizi, söndürdüler oca ımızı, ıssız koydular yuvamızı, batırdılar yurdumuzu, öksüz koydular yavrumuzu...’ ” (Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:288) Cümle kapısı kapısı Kona ın, kö kün, okulun ya da resmi bir binanın, genellikle ön-ortada olan ön cepheden giri ‘Babamız kadınlardan korkuyor, bu korkudan dolayı da kadınlara yakla amıyor. Anamız öylece pencereden babamıza bakıp dursaydı. Babamız da atın üstünde güzel kıza bakıp dursaydı onlar ölünceye kadar evlenemezlerdi. Anamız yüre ine tak deyince bohçasını almı bir gece yola çıkmı gelmi kona ın cümle kapısının mermerine oturmu . Yi it kadın böyle olur i te.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:132) Cümlemize, Cümlenize, Cümleye geçmi olsun : Herkese, tüm aileye, çevreye geçmi olsun, Allah korumu “ a kın a kın, etrafıma bakınıyordum. Yine doktorun mavi gözlerini gördüm. -Feride, beni tanıdın mı? -Niçin tanımayayım Doktor Bey? Dedim. -Çok ükür, çok ükür. Cümlemize geçmi olsun.” (R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:364) Cümlesi havada kalmak : Ba ladı ı sözü bitirememek, arada kesilmek “Ama Madam Mosco bitkin bir halde sandalyesine oturmu tu. Profesör afallamı , yanında duruyordu, cümlesi havada kalmı tı.” (M. Eliade,, “Matmazel Christina”, sa:6-7) Cümle tabiat : Tüm dünya, herkes “KUREY A - Bu yerler geçmi in rüyasını görüyor. Bizi uykularından kovuyorlar. Reddediyor bizi cümle tabiat.” (M. Mungan, “Geyikler Lanetler”, sa:32) Cüretini göstermek : Cesaretini takınmak “Bir gün ona kar ı çıkma cüretini gösterdim; dedim ki: -Ama Martin Petroviç, Kara van Vasilyev diye biri yoktur; Korkunç van Vasilyev vardır; ‘Kara’ sanı büyük Prens Vasiliy Vasilyeviç’e verilir. Harlov, hiç istifini bozmdan: -Saçmalama, dedi, ben öyle söylüyorsam öyledir.” (I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:13) Cüzdan(ı) dolu olmak : Cebinde para olmak; Gerekt inde rü vet verebilecek ekstra parası olmak “Reyiz Bey, co kunlukla güldü: ‘Bir kere bu Irazca soykası erkan harp gurmayı garda ım Muhtar. Yedi düvele gar ı duracak orasbı..... Emme en iyisi, Bayram Gara’yı ahsi davasından vaz geçirmektir. Neyse! Ben birezden Erle garagoluna bir tilafon açar onba ının gula ını bükerim. Müteber adamdır. Savcı beyi de yoklarım. Emme bak Muhtar, böyle zamanda cüzdan dolu olmak gerek. Buna çok dikkat et...’ ” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:123) Cüzzamlı : Cüzzam (Hansen) hastalı ına yakalanmı kimse; Fig.: Dı görünü ü, yüzü bir cüzamlı gibi parça parça eskimi , dökülmü , eski bina <Gautier> Yıkıntı haline ra men ehri ya ayan yanına, mahalle hayatına benzer dikkatleri Rum mahallesi Samatya’da ya da ‘ ehrin gettosu’ dedi i Yahudi mahallesi Balat’ta da göstermi . Balat’ın evlerinin cephelerini cüzzamlı, sokaklarını kirli ve çamurlu, Fener’in Rum mahallelerini ise daha bakımlı bulmu ...” (O. Pamuk, “ stanbul”, sa:217) Cyrillic writing : (YAZI,TAR.,RUSYA,YUNAN,KOLL.) :<Si’rilik ray’tin’) : El yazısı gibi basma harfler. Bu tür yazı, Eski Yunan <Greek) alfabe esas alınarak, Rusya’da Bulgaristan’da, Sırbistan’da ve Ukrayna’da, M.S. 9. y.y.’danberi, CYRIL vr METHODIUS tarafından orijinal olarak ekillenmi olarak, kullanılmı tır = The script used in Russia, Bulgaria, Serbia, and the Ukraine, devised by Cyril and Methodius, in the 9th century A.D. mainly on the basis of the Greek alphabet . (Dict. of Linguistics) -Tüm Hakları Saklıdır-